türiîAylık Fikir ve Sanat Dergisi «Aralıkm 1986 *158. Sayı «Fiyatı m 500-TL (KDV Dahil)

F

f

MEHMED ÂKİF NIT SA YISI MEHMED AKİF ANIT SAYISI Ahmet Kabaklı: Mehmed Akif'in Kültür Çevreleri, s. 4 Cemal Kutay: Teşkilât-ı Mahsusa... Akif... Gurbet mektupları, s. 10 Necmettin Hacıeminoğlu: Akitte Devlet Fikri ve Millî Tarih Şuuru, s. 13 Sevinç Çokum: Şiirleri Gibi Bir Akif, s. 16 Münevver Ayaşlı: Büyük Şâir Büyük insan, s. 19 Emin Bilgiç: Ölümünün ellinci yılında millî şâirimize ihtirâm, s. 21 Hüsrev Hatemi: Mehmed Akif’i Anlamak, s. 24 Emin Işık: Akif’in Kur’ân Tercümesi, s. 25 Yavuz Bülent Bâkiler: Dosdoğru Adam, s. 27 Semiramis Çavuşoğlu: Eğilmeyen insan, s. 31 Gülsüm Ak: Akif’ten İstanbul Manzaraları, s. 33 Mehmet Önder: istiklâl Marşı Belgeleri, s. 34 Ziyad Ebüzziya: Akif’i ilk ve son ziyaretim, s. 39 Ayla Ağabegüm: Akif'le Beraber Düşünmek, s. 42 Vahap Elbir: Akif'in Eğitime Bakışı Metin Sezgin in Bir Akif Portresi. Aytuğ İzat’la konuşma: Akif s. 59 Haftası (kon.: Y.Bülent Bâkiler) A.Aydın Bolak: Mehmed Akif Necat Birinci: Akif'in Hayatı ve s. 43 Bey’in Ankara’sı, s. 60 Eserleri, s. 70 Vahap Kabahasanoğlu: Mehmed Nail Kesova: Ş.Muhıddın Targan, Akif’te Sosyal Tema, s. 45 Akif’in Vaazları’ndan: Nasrullah s. 61 Necmettin Türinay: Akif'in “ Leylâ- Kürsüsü’nden, s. 79, Balkan İsmail Özmel: Akif’in Dünyası, Harbi Sırasında Bir Vaaz, s. 85 yı vicdân"ı, s. 47 . s. 63 Nermin Suner Pekin: Akif ve Cemal Kurnaz: Akif’in Evinde, Cemal Kutay’dan: Destanı Terakkı'nin Sırrı, s. 49 s. 66 Kafiyeleştiren Adamın Gözyaşları Nail Uçar: Gittikçe Büyüyen Akif, Halistin Kukul: Mehmed Akif ve s. 87 s. 51 Gençlik, s. 67 Akif’ten Hâtırâlar: Akif'in Mısırdaki Dilaver Cebeci: Akif’in Bir Şiiri Yaşayışı, s. 88 M.İlyas Subaşı: Akif’te İslam ve Etrafında Düşünceler, s 53 Zeki Gezer: 13. cildimizin Batı, s. 68 Mehmet Âkit: istiklâl Marşı,s. 55 içindekiler, s. 90 r Türk Edebiyatı Ofset Hazırlık: ABONE ŞARTLARI Yurt İÇİ: Türk Edebiyatı 28 Ocak 1985 ÜNAL AKKL’Ş Aylık Fikir ve Sanat Dergisi Yıllık Abone: 4500.-TL. Tarih ve 2181 sayılı Tebliğler (Öğretmen ve öğrencilere dergisinde öğrencilere ve Türk Edebiyatı Vakfı Adına Baskı ve Cilt: 4000.-TL.) ilgililere tavsiye Sahibi: Flaş Matbaacılık San. ve edilmiştir. AHMET KABAKLI Tic. Ltd. Şti. Tel: 526 75 51 Posta çeki hesap no: Müessese Müdürü: 124-540 * Gönderilen yazılar Yazışma Adresi: VAHAP ELBİR basılsın basılmasın P.K. 2 Sirkeci/İstanbul Yazı işleri Müdürü: Yurt Dışı: iade edilmez. Yıllık Abone 70 Dm. (Yurt AYLA AGABEGÜM Dergiye gönderilecek yazılar İdare Yeri: dışındaki okuyucularımız abone t eknik Sorumlu: aralıklı daktilo edilmiş olmalıdır. Divanyolu Cad. No: 14 Çevri bedellerini T.C. Ziraat Bankası İSA KOCAKAPLAN Kalfa Medresesi Cağaloğlu Şubesi 78 79 VDS * Yazı kurulu dergiye girecek Tashih-Kontrol: Sultanahmet-IST döviz hesabına mark olarak yazılarda lüzûm gördüğü b .k a r a h o c a o Gl u Tel: 527 50 32-526 16 15 yatırmalıdırlar./ değişiklikleri yapar. ______/ Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI A raIık /86

Ahmet KABAKLI

Mehmed Akif'in Kültür Çevreleri

Konumuzun Sınırı: Önce konumuzun sınırını çizmeye çalışalım: Biz bura­ da, Mehmet Akif'in ömrü boyunca içinde yaşadığı ve kıs­ men de içinde yetiştiği bilgi muhitlerini anlatmaya çalı­ şacağız. Pek azını kendi hâtıra-şiir'lerinden, büyük bölümünü ise Akif üzerine dostlarının yazdığı hâtıra ve biyografilerden çıkardığımız bu ilim ve kültür çevreleri'ni anlatırken, Şa- ir'imizin: 1- Nasıl yetiştiğine, bilgi ve kültürüne; 2- ilim ve kültür anlayışına; 3- Safahât'taki ve nesir yazılarındaki ilim savunmaları ve telkinlerine vs. de zarûrî tedahüller (giriş çıkışlar) ola­ caktır. Aslında, bütün bunlar tek konudur. Geniş zamanlı, dik­ katli, uzun bir tetkik, bütün bu ayrıntıları içine alan soluk­ lu bir çalışmadan, çok faydalı bir kitap çıkarabilir. O ki tap, belki de zamanının en kültürlü, en bilgili edebiyatçısı olan Mehmet Akif'in, şairliği, vatan hizmetleri kadar bü­ yük bir başka çehresini daha vuzuhlu ortaya koyacaktır Ama bu satırların naçiz yazarı, ne yazık ki, o kadar ge niş zaman bulamıyor. Bu çalışmayı, üniversite mensubı genç arkadaşlarından bekliyor. Yalnız Âkif konusunda de ğil, henüz ilmin eşiğinde bulunan Türkiye'mizin, mutlu biı çağdaşlığa ulaşması için, yakın ve uzak tarihimizde, dü­ şünenlerimiz, aydınlarımız, ediplerimiz arasında, ilmi he­ yecanla övmüş, ilim anlayışını belirtmiş ilim telkinleri yap­ mış, ilim metotlarını kullanarak eser vermiş kimselerin hiz­ metlerini ortaya koyan kitaplara ve bu kitapların ciltler ha­ linde neşrine de büyük ihtiyaç vardır. Önümüzü bu yolda O halde, üniversite mezunlarımız, çok diplomalı ve söz aydınlatabilmek için, arkamızdaki karanlığı ortadan kal­ sahibi insanlarımız, bugün iki büyük aynada, "boy ölçüsü" dırmalıyız. vermek zorundadırlar. Birincisi, ileri ülkelerde her gün kü­ Bu küçük çalışmada "Mehmet Akif'in Kültür Çevreleri'- tüphaneler dolusu çıkan kitapların hâlâ iştahla okunuşu­ 'ni de tam olarak anlatabildiğimize inanmış değiliz. Ko­ dur. ¡kincisi burada, Âkif dolayısiyle anlatacağımız, çok nuyu tamamlayıcı ek çalışmalar yapılmalıdır. Ancak az va­ bilgili, derinleme mazi aynamtzdır. Âkif, kendi devrindeki kit ve az emeğimize ve herşeye rağmen, bu zengin kültür okumuşları dahi, tahsillerinin hakkını vermemekle suç­ çevresine bu çok yönlü şahsiyete dikkat çekmeye çalışma­ layarak: mız, "realize" olmaktan fazla ' idealist' bir sebebe da­ "Yazık hâlâ biz yanıyor: Dünkü ilmin bile bigânesiyiz, câhiliyiz" diyordu. Âkif ve çağdaşlarının ve öncekiler gibi Millî Mücadele Bugünkü "aydınlar", dünyada ilim ve kültür için boşa­ neslinin de bilgili kültür ve ilimle ne ölçüde içli dışlı, nasıl lan alın terini, eskilerimizin gayretlerini, "dünkü ve bu­ her ân ve her yerde haşırneşir olduğunu, bu çok önemli günkü ilimde" yerimizin neresi olduğunu düşünerek, Yu­ okuma, bilme, öğrenme kaynaklarından, maalesef çok nus Emre gibi "feryâd u figan koparmak" durumun­ uzak düşmüş görünen nesillerimize ve daha yeni kuşak­ dadırlar. işte biz, istiklâl Şairimizin, ilim, sçınat, kültür çev­ lara bir örnek gibi göstermek istedim. relerinde aldığı ve verdiği feyizleri anlatan bu hâtıra par­ Batının ve dünyanın ileri gitmiş bütün milletleri çok oku­ çalarını, eksik de olsa, öyle bir ' feryad 'a başlangıç olsun yorlar. E, bizim önceki nesillerin aydınları da kendi alanla­ niyetiyle yazıyoruz. rında ve umum kültür sahasında çok okumayı bir haysi­ Safahâttan Birkaç mısra: yet meselesi biliyorlardı. Bir aydının, dilde, (varsa) yabancı Akif, başlangıçta bütün inancını ve ilmini, "İpek ten gel­ dilde, kavramlarda kendi uzmanlık alanında veharcıâlem miş "Ummî ve yarı vahşi bir adam oğlu" oiduğunu kültürde yapacağı bir hatâ, onu neredeyse "ayıplı" ve söylediği , Fatih Camii dersiâmlarından te­ kendisiyle konuşulmayacak bir adam haline getiriyordu. miz lâkaplı Tahir Efendi'den almış olduğunu söylemektedir:

4 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI A ralık /86 "Beyaz sakallı, temiz, yaşça elli beş ancak Vücudu zinde fakat saç sakal ziyâdece ak" diyerek , portresini hayranlıkla çizdiği, o bilgin, inançlı 0 halde, üniversite mezunlarımız, çok ve yüksek seciyeli "b ab a " ile ilgili bu sabilik hatırası bize diplomalı ve söz sahibi çocukluktan oluşan "Âkif karakteri" hakkında sağlam fi­ kir veriyor: insanlarımız,bugün iki büyük aynada, “boy ölçüsü” vermek zorundadırlar. "Sekiz yaşında kadardım, babam gelir: " Birincisi, ileri ülkelerde her gün Sizinle camie gitsek çocuklar erkence. Giderseniz gelin amma namazda uslu durun: kütüphaneler dolusu çıkan kitapların Meramınız yaramazlıksa, işte ev, oturun!" hâlâ iştahla okunmasıdır.

Deyip alırdı beraber benimle kardeşimi. Namaza durdu mu, haliyle koyverir peşimi ■ lerle yürüttüğü, memuriyet, öğretmenlik, yazarlık, şairlik, Dalar giderdi. Ben artık kalınca âzâde, Berlin ve Necid seyahatleri... İstiklâl Savaşı'nda Anado­ Ne âşıkane koşardım hasırlar üstünde lu'ya millî 'misyonla' çıkış, Mebuslar ve sonra Mısır'da Türkçe Profesör gibi çalışmalarla dolan ömrü boyunca, Koşar koşar duramaz... Âkibet, denir "Âm in!" içine girdiği bazı "kültür çevreleri"ni onu anlatan hatı­ Namaz biter, o zaman kalkarak o p'r-i güzîn, ra ve biyografi kitaplarına bakarak anlatmaya çalışalım: Alır çocukları; oğlan fener çeker önde. Mithat Cemâl'den; Gelir düşer eve yorgun, dalar pek âsude... Mithat Cemal (Kuntay)in, onu anlatan gerçek bir şahe­ Sabi'likten başlayarak öğrenim hayatını, neler okudu­ ser olan "Mehmet Akif" adlı kitabı, onu tanıdığı gün­ ğunu ve eğilimlerini de, yine Akif'in kaleminden okuyalım: den vefatına kadar 30 yıl boyunca, devamlı, kültür çevre­ "İlk tahsile, Fatih civarında, Emîr Buhâri mahalle leri içinde göstermektedir. mektebinde ve dört yaşında başladım... Burada iki Mithat Cemal'in sonradan tanıdığı, Akif'in iki ar­ sene kadar bulundum." kadaşı Haşim ve Aziz beyler, bu arkadaşlarının, daha ‘Fatih Muvakkithanesinin yantbasındaki'binada il­ lisede iken çok iyi Arapça bildiğini söylediler. Flattâ, İdâ- kokula devam ettiğini anlatan Âkif, ortaokulu, 'Fatih, Ot- dî'yi bitirdikten sonra Akif'ten Arapça dersi almışlardı. Bir çı yokuşunda bulunan Fatih Merkez Rüştiyesi'nde gün, ondan "İm âm -ı Busırı'nı "Kaside-i Bure"sini oku­ okuduğunu açıklıyor: mak istediler." Ama şüphe ettikleri için, bu güç şiirin, beş kadar şerhini de, Akif'i imtihan etmek için yanda tuttu - 'Rüşdiye tahsilime devam ederken babamdan yine lar. Ama bu şerhlere hiç bakılmadı. Akif'e hayranlıkları Arapça okuyordum ve iyice ilerlemiştim.. Seviyem, mek­ artan bu iki eski arkadaşları daha sonra ordan ibnülfâ- tep programından çok yüksekti... Mektepte okunan Faris rız'ı da okuttu. Akif'in arapçası, onlarını gözlerini kamaş­ (Farsça) ile iktifa edemezdim. Fatih Camiinde, ikindiden tırıyordu. sonra, Hâfız Divanı gibi, Gülistan gibi, Mesnevi gibi mu- Genç Mithat Cemal de, ilk tanıdığı yıllarda, aşırı bir mü- halledâtı (kalıcı, şâheser) okutan Esad Dede'ye devam taassıp (bağnaz) sandığı Akif'in yeni şiirler yazabiîece- ederdim. Rüşdiye (orta) tahsilinde zaten, en çok lisân ders­ ğinden şüphe ettiği gibi, onun doğru dürüst Fransızca bil­ lerine temayülüm vardı. Dört lisanda (Türkçe, Arapça, diğine bir türlü inanamamıştır. Onunla tanışalı epey ol­ Farsça, Fransızca) birinci idim ve şiiri çok severdim, ilk oku­ duğu ve birlikte bazı eserler okudukları halde,’ kuşkusu de­ duğum şiir kitabı, Fuzulî'nin Leyla ve Mecnunu dur. Ba­ vam etmektedir: bam, bu temayülüme ses çıkarmazdı." "...Fransızca satırları okurken onun telâffuzundaki ipti Orta tahsilini bitirince, babası "meslek ve mektep ter- dailikten rahatsız olmaya hazırlanıyordum... Yüksek sesle cihi"ni "kendisine bırakır. Böylece Mülkiye'nin (Siyasal okuyordu. Fakat... Bilgiler) ilk kısmına idâdî= lise bölümüne) giren Âkif, ba­ Şaşılacak olgunlukta! Kelimelere telaffuzu ipek gibi giy­ basının ölümü ve evlerinin yanması yüzünden üst kısma diriyor. "Burasını beraber tercüme etsek" dedi. Sonra elin­ devam edemez: deki Fransızcayı Türkçe okumaya başladı... Artık karar ver­ G sırada ilk defa olarak Mülkiye Baytar (vete­ dim: Bu adamın benden gizlediği kıymetlerinden başka riner) mektebi ihdas olundu. Birkaç arkadaş: "Bu lisanı, Türkçeye çevirmekteki bu melekesinden istifade ede­ mektep yenidir, çıkanlara memuriyet verecekler" di­ cektim. ye Mülkiye'yi terk ettik." Baytar Mektebi'nin iki yıllık — Her çarşamba, lâkırdı edeceğimize okusak! dedim. gündüzlü kısmını bitirince, Halkalı'daki iki yıllık yatılı kıs­ Bu çarşambalara pazartesi gecelerini ilâve ettik. Hafta­ ma geçer: da iki kere beraber okuduğumuz şeyler bitiyor, başkaları "Idâdî'de Mülkiyede, Baytar Mektebi'nde, yine en çok başlıyordu: Sefiller, Hernani, Ruy Blas, Jack, Sapho, Tha- lisan derslerinde iyi idim. Şiirle iştigalim (uğraşmam) Baytar is... Sonra biraz La martine, biraz Chateaubrian... Mektebi'nin, Halkalıdaki son iki senesinde hızlandı. Çok, Sonra bazı Acem şairleri... en başta Hatifî-i Isfehanîî manzum parçalar yazdım. Sonra bunların hepsini imha nin "Tevhid"i. Bu şiirde nabız damarından kilise çanına ettim... kadar, herşey Allahı haykırır. Akif, bu şiirin nakaratındaki Baytar Mektebi'nde hocalarımızın çoğu doktordu. Bun­ "Huuları " bir ney gibi üflerdi. lar, hem mesleklerinde yüksek hem dinîselâbet erbabı idi­ En çok sevdiği muharrir Daudet idi, ondan da en çok ler. Bunların telkinleri de dinî terbiyem üzerinde müessir sevdiği eser "Ja ck" Bu kitap Akif'in hayatına da karışmış, ol muştur. Baytar Mektebi'ni birincilikle bitirdim Safahât'ına da girmiştir... Bu hatıralar açıklanan lisan, ilim, kültür, edebiyat şiir ha­ Hugo'yu, N ef'î'yi sevmiyor, yalnız beğeniyordu. Sefil­ zırlıklarından sonra Mehmet Akif'in, daima üstün haslet- lerdeki Jan Valjan, denizin bir ucundan dalıp öteki ucun- dan çıkarken boğulmadığına kahkahalarla gülüyordu... ile başladı, bir Emîr ile bitti." birincisi Imru'lkays'dır, İkin­ Sefillerde en sevdiği şey, kitabın başındaki Papaz'dı. "Bu cisi de Ebülfâriz... papaz tasvirini okudukça insanın hıristiyanlığı seveceği ge­ Âkif bazan kendi Duma Fils'ini, kendi Sâdîsini anla­ liyor. Hugo bu papazı, Hz. Ömer gibi yazmış" diyordu. tıyordu: Bir çarşamba ona dedim ki: — Bu ikisini hep yan yana düşünürüm. Sadî'nin küçük — E. Renan'dan çıkan Anatol Frans gibi, Cevdet Paşa'- hikâyeleri beni saatlerce düşündürür. Duma Fils'i okuduk­ dan da sen çıkmalıydın... tan sonra Sâdî'deki saat sırrını anladım: Demek ki, bü­ Çarşambaları okuduğumuz şeylerden bazı satırları Akif yük hikmetler söylemek için uzun vakalar yazmağa lüzum yıllarca unutmayacaktı. Meselâ Thais'te hıristiyan zenci yok. Hani her gün görünen şeyler var, hani hiç dikkat Ahmes'nin, çocuk Thaus'u kucağına alıp herkesten gizli etmeyiz, bunlardan öyle namütenahi mevzular çıkar ki... vaftiz ettirmeğe götürülürken, zencinin boynuna küçük Bir cuma günü, ibnülemin Mahmut Kemal Bey'in evin­ kızın ellerini dolaması. Meselâ Safo'da, kadının eski bir dost de, Edebiyat tarihçisi Faik Reşat Onat'ın da bulunduğu bir gelince ve onunla kavgaya başlayınca yatak odasında Meclis'te, Akif'le Mithat Cemal, İran şairlerinden Hayyam ipeklerin kirlenmesi... Bunları Akif, 30 sene sonra, hasta Sâdi ve Firdevst üzerinde şöyle tanışırlar: (Mithat Cemal) iken de bana anlatacaktı ve Thais'ı, senelerce sonra, Mı­ itikadımca Acem'in en büyük şairi Hayyam'dır. sır'da Arap edibi İsmailulhâfız'a, Arapçaya çevirerek an­ — Acem'in en büyük şairi mi?... latacaktı. — Acem'de en büyük şair kim o halde? Hastalığında edebiyat konuştuğumuz en son gündü; ha­ — Sddi yatımızın otuz sene evvel inin durduğu bu satırlara, be­ — Hani mekteplerde okuduğumuz Sâdi mi raber gözlerimiz doldu." — La Fontaine de mekteplerde okunmuyor mu? Çocuk­ Türk, Fransız, Acem şair ve yazarlarını, Akif'in, ince şahsi lara okutuyorlar diye büyük şair değil mi? Ama Akif hâlâ çizgiler, benimsemeler, kabul etmeyişler, ile nasıl âdeta ya­ kızmıyordu: karcasını değerlendirdiğini anlatan Mithat Cemal, Onun — Yanlış düşünüyorsun, diyordu. Hayyam'ın kıymeti, Arap edebiyat ve kültürüne vukufunu da,bir "söyleşme" "intrinse" kıymet değil, kabul edilmiş fikirleri kabul et­ içinde şöyle belirtmektedir: memekten doğan yalancı bir kıymet. Parlayan birçok şey­ '— Ebulfâriz, Arapların en büyük şairidir demek? ler gibi.. Âkif, tereddüdüme telâş ediyordu. — Ya Firdevsî? Bu sefer birdenbire kızdı. — Evet çok büyük. Hattâ Araplar der ki: Şiir bir Emir — Haa! Bak, dedi. Senin 60 bin beyitti Firdevsî'n yok

6 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI A ralık /86 mu? Hani AvrupalIların da: "Dünyaya gelen şairler için­ de Homeros'tan sonra en büyüğü"dedikleri Firdevsî... Onun 60 bin beyittik kitabı, Sâdf 'nin Bostan'ındaki sekiz beyitlik bir hikâye kadar insanlığa hizmet etmemiştir. İddiası, kibri, insan beğenmekliği ve hiciv dolu nüktele­ riyle tanınan Süleyman Nazif, Akif'i yakından tanıdıktan sonra, onun en büyük hayranı olmuş ve hakkında bir de kitap yazmıştır: (Mehmet Akif, 1919) Akif'in sevdiği şair­ ler konusunda, Mithat Cemal'in dedikleri ile Nazîf'inki- ler nasıl tutuyor. Bir yaprak da, S. Nazif'in 'Mehmet Akif'inden açalım: (s. 14) "Mehmet Âicif, Arap Şairleri arasında ibnülfâriz'i, Türk- lerden Fuzulf'yi, Acemce yazanlardan Sadî-i Şirazî'yi, Fransızlardan Lamartin'i çok seviyor. Lamartine'i diğer Fransız şairlerine tercih etmesindeki sebep bellidir: Lamartine, Allaha iman eder. Din, onun en büyük ilham kaynağıdır. Ah! Mehmet Akif'i taassup katılı­ ğı ile ve şiir anlayışını bu katılığa mağlup olmakla lekele­ mek isteyenler, onu yakından tamsalar, nasıl bir güzellik zel, öyle derin tahlillerde bulunur, öyle fikrî muhakemeler hayranı olduğunu anlarlar. yürütürdü ki, o anlattıkça üstad, gözlerini Hoca 'nın sevimli Fuzulf'yi Nedim'i seven Mehmet Akif'in 'dasfi'ye o ka­ simasından ayırmaz, onu neşe içinde dinler saatlerce din­ dar sevgisi yok. En büyük kaside şairimizden sevgisini esir­ lemekten büyük zevk duyardı." gemesini, ben aziz dostumun menfTbir haksızlığı sayarım... Mehmet Akif, batılı ilim adamlarından en çok Pasteur'e vs." tutkundu. Bu ünlü bilgini, daha Baytar Mektebi'nde iken önce ya­ Ahmet Naim ve Fatin Hoca pıp yoğuran, hocası Rıfat H üsameddin'den öğrenip sev­ Akif'in birçok şair ve bilgin dostları arasında, en sev­ miş, onun "mikrop kültürü"nü kavramıştı. Ancak Pas- diklerinden birisi de Babanzâde Ahmet Naim Bey'dir. Sul­ teur'ün yalnız ilmine değil, insanlığına, feragatine de hay­ tan Hamid'in son yıllarında Direklerarası'nda, Hacı Mus­ randı. Pasteur'ün Allah'a imânı, Akif'i ayrıca sevindiri­ tafa'nın çayhanesinde Fatin Hoca, M. Akif, Ahmet Na­ yor, onun resmini odasına asıyor. Onu dostlarına göstere im, Kara Kemal çok defa oturur, sanat, edebiyat felsefe re k "B u ne İlâhî yüzdür!" diyordu. konuşurlar. Onlar, dinî, felsefî meseleleri konuştukça ve Naim Bey, Daima ilimle iç içe olan, doğruyu arayan Akif, Sırât-ı Akif'in şiirlerini çok beğenip teşvik ettikçe, kahvenin sahi­ Müstakim'de (1908) yazdığı bir yazı ile, Darülfünun öğ­ bi, Melâmî dervişi Hacı Mustafa da çay dolduruyor: " Ş a ­ rencilerine yeni tayin edilen Ali Fehmi Efendi adlı mü- hadet parmağını öpüp avucunu göğsüne dayıyarak derris'i şöyle tanıtmaktadır: "Hû, imanım erenler! diye nağra atıyordu. Mithat Ce­ "Lisan-ı mübin-i Arab'a çocukluğumdan beri şiddetli mal, Akif'le Naim'in dostluklarını şöyle anlatır: meylim olduğu için erbabını her zaman aradım. Hattâ "...Ayni istikamete doğru, birbirlerine çarpmayarak yü­ Arabistan'ın bir hayli yerlerini dolaştım. Arab ediplerinden rüdüler... Ali Fehmi Hoca'dan "ElkâmiT'i okurken bera­ birçokları ile görüştüm. Doğrusu bu lisanın inceliklerini, berdiler. Emil Zola'yı da beraber sevdiler. Onlara takılı­ edvar ve kaidelerini, ediblerini, hattâ Aradın da tarihini yordum: "Zola'yı, Fransızların rezaletini öğretiyor" diye hocanız (Ali Fehmi Efendi) kadar incelemiş kimse görme­ mi seviyorsunuz?"... Daha sonraları, lügatsiz Türkçe yi sev­ dim ." mekte Naim de Akif'le beraber. Hattâ bir aralık güzel bir- Yine Sırat-ı Müstakim'de (Haziran 1910) çıkan "has- seye başlıyorlar: Arapça Kamus'tan, Mütercim Asım ın bıhal"inde bazı cami vâizlerini şiddetle yererek, cemaa­ Türkçe kelimelerini seçerek sahici bir Türk Lügati yap­ tin önüne bilgin vâizler ile çıkılması gerektiğini, şu satır­ m ak..." larla anlatmaktadır: Matematikçi, astronom Fatin Hoca (Prof. Fatin Gök­ 'Lâkin vaazler, bermutad israiliyât (asılsız beylik men) de Mehmet Akif'in çok sevdiği dostlarından biriydi. hurafeler) olacaksa vazgeçtik. Müslüman cemaatı­ Eşref Edib, Akif'in bu "H oca''ya samimi sevgisini anlatır­ na artık içtimâiyat(sosyal bilgiler) lâzım içtimâîyât! ken, "Ustad"ın onun gıyabında şöyle konuştuğunu an­ Şarkta ğarbde, şimaldercenupta ne kadar varsa se­ latıyor: falet içinde, zilyed içinde,esaret içinde yaşadığını, "Fatin Hoca, asrımızın kıymetli mütefekkirlerinden yük­ sefîl bir milletin elinde kalan dîn'in kabil de­ sek üstâdlarındandır. Hem Islâmi ilimleri tahsil etmiş, hem ğil âlâ edilemeyeceğini bilmeyen, anlamayan vâizi, de Garbın en yüksek ilimlerinde temayüz etmiş. İşte şark kürsüye yanastırmamalı. Vâiz, milletin mazisini ha­ ye Islâm âleminin ulemâsı böyle olmak gerek. Vaktiyle lini bilmeli, cemaatı istikbâle hazırlamalı. (Bilgili) Islâm medreselerinin yetiştirdiği âlimler böyle idi." hocaefendilerimiz hiç kürsülerin semtine uğramı­ Eşref Edib bey, bu iki bilgin dost arasındaki sohbeti de yorlar. şöyfe tasvir ediyor: "Fatih Hoca'yı gördüğü zaman: Gel bakalım riyâzî-i şe­ .. .Ya bu kürsülere (ramazanda da) birer adam çı­ hir (Şöhretli matematikçi) der, artık her işi terkeder onun­ karsınlar yahut bu ceheleyi cemaatın başına belâ et­ la uzun boylu sohbetlere dalardı. Kendisi az söyler, daha mesinler! Doğrusu bu herifleri dinledikçe gençlerde­ ziyade Hoca'yı söyletirdi. ki dinsizlik modasını hemen hemen mazur görece­ Fatin Hoca, herhangi bir ılmfictimâî meselelere öyle gü­ ğim geliyor. Eğer dinin ne olduğunu bunlardan öğ-

7 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI A ralık /86 renseydim, mutlaka İslâmm en büyük düşmanı olur­ dum ." Türk dilinin ve İslâmî kültürümüzün Ankara'da en büyük bir eseri olacak bu Mehmet Akif'in "kültür çevreleri” Burdur mebusu ola­ tercümenin, ne yazık ki, Akif’in rak bulunduğu Ankara'da da, aydın mücahid olarak git­ tiği Balıkesir, Kastamonu, Konya vs.da devam etmektedir. vasiyeti üzerine yakıldığı Tecaddoin Dergâhı'ndaki fikir, kültür hayatı (o zamanki bilinmektedir. 13 asırdan beri,bütün genç TBMM kâtiplerinden) rahmetli Mahir İz'in Yılların ilim ve sanatımızın en büyük ilham İzi kitabında çok sıcak anlatılmıştır.O bölümü aynen alıyorum: kaynağı “ kültür çevresi’’ olan Kur’ân.ı Birinci Büyük Millet Meclisi'ne Burdur meb'usu olarak Kerîm, en büyük hayranlarından olan iltihak eden şâir Mehmed Âkif Bey Tâceddin Dergâhı mes- Akif’in yüzüne son yıllarında rûtasında misafir olmuştu. Biz de Erzurum Mahallesinde Düyun-ı Umumiye Müdîri Âsim Bey'in evinde oturuyorduk. ______tam olarak güldü.______Akif Bey bize komşu gelmişti; bu komşuluktan faydalana­ rak tanışmak ve kendisinden feyz almak istedim. Akif Beyle de tashih edilmekten beyazı kalmamış bir sahifeye baktı­ muarefe için, kendilerinin eski dostu Hayri Bey delâlet etti. ğını gördüm. Kahvesini verdikten sonra, ben de dikkatli­ Ustâd kabul buyurdu; her sabah bize kadar zahmet ce baktım. Bir de ne göreyim? "Asım"ın bir tashih sahife- ederdi ve onun arzu ettiği eserleri, meselâ Şeyh Sâdi'nin si. Ben birdenbire hayrette kaldım. "Safahât"ı okurken "Bostan"ını ve tasavvufî bir eser olan "Şems-i Mağribî bize öyle gelirdi ki, Ustâd sânihalarını hiç düzeltmeden sa- Divânı"nı ve "Harâbat"dan farsça müntehabâtı okurduk. hifelere geçiyor, çünkü ifâdeler o kadar tabiî ve selîs ki, Bir aralık Alfonse Daudet'nin "Değirmenimden Mek- mısraların bir düşünce mahsûlü olduğu kat'iyyen hâtıra tublar"ını tavsiye etti; "Biraz da fransızcamız ilerlesin" getirilmiyor. Kendisine bu hususu söyleyince: "Sen ne di­ diye onu okuduk. yorsun? Bir kelime için bir hafta düşündüğüm olur" Eskilerin "Kıraat'üt-tâlibi al el-üstad" dedikleri şekilde i diye cevap verdi, donup kaldım. İşte o zaman Cenâb'ın okurduk. Yâni talebe okur, hoca da dinler ve yanlışları dü­ "Tiryâki Sözleri"ndeki bir cümlesini hatırladım. O zama­ zeltirdi. nın eşsiz nesir üstâdı, ince şâiri Cenâb Şahâbeddin Bey Birgün "Şems-i Mağribî Divaanı"nda bir beyit geçti. De­ "Eserine uzun ömür dileyen, uzun zaman sarfeder" rince bir mânâ tasvirini ihtivâ ediyordu. İzahat istedim. demişti. "Safahât"ın bir mısraını değiştirmek mümkin ol­ "Tahtellâfz mânâ verelim" dedi. Anladım ki zihni kurca­ madığına göre, bu söz mahz-ı hakikattir. layacak meseleleri deşmek istemiyor. Bir kere şöyle bir beyit Mühim gördüğü tarihî vak'aları nazmetmek, eski âdeti geçmişti: idi. Birgün, Fatih'teki yanan evimizden nasılsa kurtulan ve "Senin bu kâinattaki zuhûr ve tecellin benimledir. Medine'de "Kadı" iken babamın Haydarâbâd'dan getirt­ Benim varlığım ise senin varlığın iledir. Bundan do­ tiği "Ketiz ül-Ummâl" isimli "H adis" kitaplarını istedi. layı ben olmazsam sen zahir olmazsın. Sen olmasan Oradan "Hacett ül-Vedâ"ı tedkîka başladı. Peygambe­ ben olmazdım" mânâsındaki beyti okuyunca: "Bu rimizin son hutbesini nazmetmek istiyordu; galiba kısmet abdin Mâbûd'a bir nazı mıdır?" dedim güldü. olmadı. Sabahleyin bizim ders bitince Balıkesir Meb'usları Ha­ Akif'in TBMM'den bir hatırasını da, Dr. Adnan Adıvar, şan Basri (Çantav) Bey ile, beraber oturdukları Müftizâ- Haşan Basri Cantay'a anlatıyor: de Abdülgafûr Efendi ve arkadaşlarına "Muallâkat" oku­ '— Ben Akif'i yalnız bir şair diye değil, ayrıca büyük bir turdu. Öğleden sonra Meclis'e gelir, yerine oturur, müzâ­ insan ve büyük bir fen adamı diye severim. Onun "Fatih kere başlayıncaya kadar Fransızca bir eseri tercüme etti­ Kürsüsü" eşsiz bir fen âbidesidir. Ya onun temiz ahlâkıl ğini görürdük. Gece yatsıdan sonra da yine Tâceddin Der­ Bir gün Yusuf Akçora beyle (Adnan bey) elimizde bir ec­ gâhı'nın kıymetli misâfirlerinden Hâriciye Hukuk Müşâvi- nebi gazetesi olarak Akif beyin yanına gittik. Gazetede ri Münir (Ertegün) Bey'e "Hâfız Dîvânı "n ı okuturdu. galiba Pierre fotinin, bize ait güzel bir yazısı vardı. Bizim evde muallim arkadaşlarımızla her akşam yapı­ — Ustâd, dedik, bunun tercümesini siz lütfedeceksiniz. lan toplantıya bir gece -bir düğün münasebetiyle- kimse gel­ — Hayhay! dedi. Fakat yazacak bir adam? medi.Ben de yalnız oturmaktansa, Dergâh'a gittim. Bak­ Derhal çantamdan kâğıt çıkardım." Buyurunuz tım, Ustâd bir sedirin üstünde bağdaş kurmuş, Münir Bey yazacağım" dedim. de karşısındaki bir yer minderinde diz çökmüş, elinde Hâfız O, gazeteyi Meclis'te sırasının üstüne koydu. Bilahere Dîvânı okuyordu. Ben kapının yanındaki bir yer minde- hiçbir kelimesi yerinden oynatılmamak sarfı ile, âdeta Türk­ rineoturdum, dinlemeye başladım. Münir Bey durakladık­ çe bir eseri yazdırıyormus qıbi, tercümesini cabucak yap­ ça Akif Bey gazeli kaldığı yerden alıyor ve ezbere tamam­ tı bitirdi. lıyordu. Elinde kitap yoktu. Bu hal, ders bitinceye kadar — Ustâd, bir kere gözden geçirseniz, dedim. belki üç, beş, on kere devam etti. Ben Âkif Bey'in hâfıza- — Hayır istemez cevabını verdi." sına hayrân kaldım. Ertesi sabah bize gelince bu hayreti­ M ısır'da: mi kendisine açtım. Münir'e onsekizinci Mehmet Akif'in Mısır'daki hayatı, (Üniversitede Türkçe okutuşumdur" dedi. Yani onyedi kişiye daha evvel okut­ hocalığı dışında) bol zamanı olması dolayısiyle, şiir ve muş, okuttuklarının onsekizincisi Münir Beye imiş. O zaman ilimle daha çok dolmuştur,Bu dönemde az şiir yazmış, çok iş biraz tabiileşir gibi oldu. okumuş, özellik.e, Pakistan'lı şair İkbal ile meşgul ol­ Âkif Bey ya okur, ya okutur, ya yazar, yâhud fıkra söy­ muş... Fakat esasta bütün mesaisini Kur'ân-ı Kerîm ter ler veya dinlerdi. Abes ve mânâsız sözden sıkılırdı. Uzat­ cümesi'ne vermiştir. madan keser, başka lâkırdıya geçerdi. Mısır da da, hemen hepsi Türk olan veya Türkçe bilen Birgün sâde kahvesini getirmeye gitmiştim. Dönüşte elin dostları ile "edebiyat çevresi" yapmaktadır, iyi Türkçe

8 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI A ralık /86

de bilen, Arab ediblerinden, Darülfünun müderrisi Abdul- ise, kendisinin Kur'ân-ı Kerim ile başbaşa kalıp, onun de­ vehhab Azzam adındaki zat, Halvan'da (Kahire'nin bir rinliklerine girmek için, bin bir cehit ve araştırma ile ge­ banliyösü) çok sık görüştüğü M. Akif'in sohbet zamanla­ çirdiği saatlerdir. Dostlan ile konuşmalarında "Kur'ân-ı rını şöyle anlatmaktadır: Âzimüşşan'ı meâlen Türkçeleştirmek için yaptırım "Arab, Acem, Türk edebiyatı üzerine nice nice ko­ uğraşmalar, bu dünyada en üstün zevk ve huşu ile nuştuk . Nice nice eserler okuduk. Kendisine, eser­ geçirdiğim müstesna anlar olmuştur." demektedir. lerini okumayı severdim. O da, dinlemekten hoşla- Dostu Mahir İz'e yazdığı bir mektu’pta: "Tercüme bit­ nirdı. Bütün konuşmalarımız, okumalarımız hakika­ ti ama tebyiz (beyaza çekme) bitmedi. Bakalım o mu ten bir zevkti. benden evvel bitecek, ben mi ondan evvel bitece­ Toplantılarımızın en güzelleri, Muhammed İkbal'in ğim ?" diyordu. "Eşref Edib Bey, Mısır'a tam bu hareket­ şiirini okuduğumuz zamanlardı. İkbali bana tanıttı­ li çalışmaları üzerine gitmiştir: ran o idi. Kendisi bir gün bana İkbal'in "Peyam-ı "1932'de Mısır'a gittiğim zaman Halvan'da Üs- Maşrık" adını taşıyan şiir kitabını vermiş ve ben o tad'a misafir oldum. O sırada tercümeyi baştan başa sayede Ikbâl'i okumuş ve sevmiştim. okudum. Üstad, bunu kendi eliyle tebyi z ediyordu. Çok yerlerinde çıkıntılar, tashihler vardı. Birkaç sö­ Vakit buldukça İkbal'in kitaplarından birini bu­ zü okuyunca tercümenin ehemmiyet ve azametini lur ve okurdum. O da hem dikkat hem istiğrak için­ gördüm... de dinlerdi. Arada bir bazı beyitlerin tekrarını ister­ O ne sadelik, o ne ahenk... Hiçbir âyetin başında di. Beğendiği beyitler üzerinde durur, bunları takdir veya sonunda en ufak bir irtibatsızlık göremezsiniz. eder yahut bazı beyitleri içini çeke çeke dinlerdi. Bir şiir gibi senelerce üzerinde işlenmiş, hiçbir tara­ Ikbâli'n' "esrâr-ı hodi" adlı eserini de birlikte oku­ fında hiçbir noktasında hiçbir pürüz kalmamış. Bir mağa başlamış, birkaç celsede bitirmiş, sonra yine sehl-i mümteni haline gelmiş, su gibi akıyor. Bir çağ­ onun "Rumuz-ı b î hodi "sini aynı şekilde okuduktan layan gibi gönülleri heyecana veriyor." sonra tekrarlamaya karar vermiştik. Türk dilinin ve İslâmî kültürümüzün en büyük bir eseri Büyük edib Mehmet Akif'i (Kahire) Edebiyat Fa­ olacak bu tercümenin, ne yazık ki, Akif'in vasiyeti üzeri­ kültesinin üstadları ile tanıştırmam, bu fakülteye ne yakıldığı bilinmektedir. 13 asırdan beri, bütün ilim ve Türkçe müderrisliğine seçilmesine sebep oldu Fakül­ sanatımızın en büyük ilham kaynağı 'kültür çevresi' olar. tenin üstadları (hocalarıf da talebesi de kendisini se­ Kur'ân-ı Kerim,en büyük hayraıılarındanolan Akif'in yü­ ver, hürmet eder, her dostluğu gösterirlerdi." züne son yıllarında tamolarak güldü.Ne yazık ki o İlâhi varlık Kur'an Tercümesi: İle Akif'in "uzlet"inden doğan büyük Tercüme bize yü Akif'in Mısır'da şüphesiz en büyük ilim kültür çevresi zünü göstermedi.

«>

ÂKİF'TEN ŞİİRLER

ŞİİRİ HAKKINDA Bana sor sevgili kaarî, sana ben söyliyeyim. Ne hüviyette şu karşında duran eş’ânm:

Bir yığın söz ki, samimiyyeti ancak hüneri; Ns tesannu’ bilirim, çünkü ne sanatkârım.

Şiir için ‘ ‘göz yaşı ’ ’ derler; onu bilmem, yalnız, Aczimin giryesidir bence bütün âsarım! Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyliyemem; Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bizarım! Oku, şayet sana bir hisli yürek lâzımsa; Oku, zira onu yazdım iki söz yazdımsa.

(Safahât, Birinci Kitap, Sahife 3) Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI A ralık /86 Cemal KUTAY Teşkilât-ı Mahsûsa... Âkif... Gurbet Mektupları... İnsanlar, yaşadıkları devrin şartlarından sıyırarak ORALAR’ı gördü, insanlarını tanıdı ve hükümlendirmeye kalkışırsanız, varacağınız nokta, ta- rih’in değil, his’sinizin mühürü olur... İslâm Dünyası için reel, gerçekçi fikirlere Mehmed Akif’i, hayatta sadece O’nu değil, Osmanlı sahib oldu. SAFAHAT’ın bu bölümü, Hakanlığının son yüzyılını, hâdiseleri ve şahısları, ga­ ÂKİF’in, devletinin istikbâli için yeleri ve dâvaları ile hatırlamadanO GÜNLER'in izi kal­ düşüncelerini ve politikasını, bin-bir menfi mış hiç bir fânisi için gerçek hüküm, mümkün değildir. telkin içinde ihânete sürüklemiye çalışan Ben, 1963'de, yirmiüçyıl önce “NECİD ÇÖLLERİN­ ŞER MİFfRAKLARI’nın dört tarafa dal- DE MEHMED ÂKİF”i, 320 sahifelik kitâb hâlinde neş­ rettiğimde, ÂKİF’in yakını olduğu bilinenler, hatta budak saldığı günlerin ilhamıdır. kürsülerinde O’nu ve şahsiyetim mevzu yapanlar, irkil- mişlerdi: İnsanların, İlmî seviyesi, dolayisiyle hakikat­ kurum meydana getirildi, bünyesine hatıra gelen bütün leri kucaklama yapısı ne olursa olsun iyi bildiğini meslek-ihtisas erbabından seçkin kimseler vazifeye da­ sandığı kıymetleri üzerinde önüne bâkir sahalar ın çık­ vet edildi: Mutlak mahremiyet içinde... masından hoşlanmadığı, beşerin tab’ında olan hususi­ Mebuslar Meclisinde (Parlâmento) ve daha büyük yettir: Bu YENİ, mevzua bâkir ufuklar açsa dahi!.. bölümü mansûb (tâyin ile gelmiş) Ayan Meclisinde (Se­ “Necid çöllerinde Mehmed  kif’de böyle natoda) ihânet hazırlığı reddedilmesi imkânsız belge­ olmuştu... lerle ortaya çıkınca, vatan hakikatlerini savunmak için Rahmetli Eşref Edib Fergan, nemli gözlerle: bedeni-kafası ile değer ifâde eden kişiler, bu GİZLİ ku- “—Ruhunun şâd olduğuna inan!...” ruluşda vazife aldılar. demişti. Akif’in yâr-ı garım dediği Eşref Edib’in bu il­ Devrin değerli fikir-edebiyat şahsiyetleri arasında tifatı, elbette ki nâçiz emeğim için değildi: Ele aldığım Mehmed Âkif de Teşkilât-ı Mahsusa’nın safhaları için mevzuun, o günlere kadar değinilmemiş ve bir bakıma idi: Birinci Dünya Harbinde müttefikimiz Almanya’ya tehlikeli sayılan konular arasında olması idi: ÂKİF’i sa­ bu kadro içinde gitti, Teşkilât-ı Mahsusa Reisi, Eşref dece şair-i İslâm sayanlarla, Teşkilât-ı Mahsusa’yı ka­ Sencer Kuşcubaşı’nm (1) başkanlığındaki ARABİSTAN panmış bir devrin anılması TEHLİKELİ kuruluşu İRŞAD HEYETİ’ne bu hüviyetle katıldı. Kalbindeki di­ addedenler için... nî vecid ve huşuun MUKADDES TOPRAKLAR’daki ifâ­ de zirveleşmesi, bu yolculuk dolayısiyledir. ORALAR’ı • —“VATAN NASIL KURTULUR?” SUALİNE CE- gördü, insanlarını tanıdı ve İslâm Dünyası için reel, ger­ VAB ARIYANLARIN t'JMİD BAĞLADIKLARI “ GİZ çekçi fikirlere sahib oldu. SAFAHAT’ın bu bölümü, L İ ” KURTULUŞ... ÂKİF'in, devletinin istikbâli için düşüncelerini ve po­ Önce, müsaadenizle, TEŞKİLÂT-1 MAHSUSA üze­ litikasını, bin-bir menfi telkin içinde ihânete sürükle­ rinde -çok kısa- durmama izninizi rica edeceğim: miye çalışan ŞER MİHRAKLARI’nın dört tarafa 1908 İkinci Meşrutiyeti, Sultan Hamid’in, büyük dal-budak saldığı günlerin ilhamıdır. maharetle üzerini örttüğü HAKANLIK HAKİKATLERİ'- Gerçek mümin bir kalbin hasret ve heyecanını işte nden bir bölümünü gün ışığına çıkarmıştı. Bu İFŞA, hat­ bu yolculukta. NECİD YOLLARI’nda mısralaştırmıştı: ta İSNAD’lardan büyük kısmı, iyi niyet’le de değildi, çünkü sahihleri, önce MEŞRUTİYETİ dejenere ettiler, Necd’in âmakına dalmış iki aydan beridir, -çığrından çıkardılar, Birinci Dünya Harbinde de düş­ Koca bir kaafile mecnûn gibi, hâib, hâsir. man safına geçtiler: Silâhları, fikirleri, hareketleriyle... Koşuyor, merhamet et, bâdiyeden bâdiyeye. Tehlike önünde karşıdakilerin GİZLİ tutum ve tak­ Görürüm bir gün olur hayme-i Leylâ’yı diye... tiklerini çürütecek bir emek şarttı: Her hâli ile GİZLİ bir kurum meydana getirildi, bünyesine hatıra gelen bütün lslâmiyetten sonra kaç milyon mümin, merkad-ı ne­ meslek-ihtisas erbabından seçkin kimseler vazifeye da­ bevi üstündeki kubbe-i hadrâ’yı görmek için din aşkı­ vet edildi: Mutlak mahremiyet içinde... nın cuşişiyle onun gibi koşmuştu? Tehlike önünde karşıdakilerin GİZLİ tutum ve tak­ Mehmed A kif’in ARABİSTAN İRŞÂD HEYETİ yol­ tiklerini çürütecek bir emek şarttı: Her hâli ile GİZLİ bir culuğundaki arkadaşları, gaye-fikir-hedef olarak kendi­

li) Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI A ralık /86 sini temamlıyan MÜKEMMEL BİR HEYET'ti: Bu duygularını. Sefail-ür Reşad'ı eline emânet ederek yo­ Hiç de uzun yaşamamış bir insan. Âkif la çıktığı Eşref Edib Fergan’a HAİL’den Hilâl-i Ahmer kadar DOLU olunca, ülkesine yeri (Kızılay)ın hususî kuryesi ile gönderdiği mektublann- doldurulmaz bir İSTİKLÂL MARŞI dan birinde (2) şöyle anlatıyordu: armağan etmiş olsa dahi, görüyorsunuz, “—Samimiyetle söyliyelim ki Arab âlemini, mü- tehassiri olduğum idrâk içinde bulmadım. Bu intibal­ fâni hayata vedâımn ellinci yılında bile yine ını Şeyh Salih Şerif Tunusi (3) gibi ahvâl-i İslâmî bâkir, yine erişilmemiş, yine himmet Maşrık-Mağribi ile bilen zat-ı âlikadr ve daima nikbin bekliyen zirvelerin baş tâcı... Mardinî zade, (4) taksim etmekle kalmıyorlar, benden daha bedbindirler. Afganî (5) ile tilmiz-i evvelini (6) âdetmemek mümkün mü? Ümmet-i Muhammed, Asr- TAN’ı, TÜRK VATANI, şer’i masumun son yur­ ı Saadetin hayat nefhasını âtıl ruhlara telkin edecek du idi: rehber-i mâneviler beklivor...”

• — ÇANAKKALE DESTÂNININ MEHTABI... İlâhî, şer’i masumun şu topraklardı son yurdu, Burada, sanırım pek bilinmiyen düşündürücü bir Nasıl teyid-i kahrın en rezîl akvama vurdurdu? hakikati arzetmek isterim: Mehmed Akif’in NECİD ÇÖL­ Evet... Milletlerin en kahbesinden üç leîm Ordu, LERİ seyahatinin menziline erişmesinden az zaman ön­ Ki, istikbâl için çarpan yürekler ansızın durdu... ce, Teşkilât-ı Mahsusa kafilesi, harb içinde Cemal Paşa (7)nın örnek bir sür’atle yaptırdığı ve son durağı Medi­ Hayır!.. O’nun milleti için tarihden tasdik almış ne olacak demiryolunun EL-MUAZZAM istasyonunda ümidi. Millî Mücadelenin en buhranlı günlerinde yine iken Başkumandan vekili Enver Paşa’dan (8) Eşref Be­ zirveye yükselecek: ye şifreli bir telgraf geldi: ÇANAKKALE ZAFERİ Korkma!., sönmez bu şafaklardan yüzen al sancak müjdeleniyordu... diyecektir. Bugün de, yarın da, dünya durdukça da, kahramanlık-şecaat-merdlik-yiğitlik-haysiyet-vatan kud- • — GURBET MEKTUPLARINDA MEHMED siyetinin erişilmez şâheseri olarak okuduğumuz ve oku­ ÂKİF... yacağımız ÇANAKKALE ŞÜHEDÂSINA, işte bu Mehmed Akif’in de.Teskilât-ı Mahsusa reisi Eşref müjdelerin müjdesi eriştiği gece, F,L MUAZZAM istas­ Sencer Kuşcubaşı Beyin de hayatlarının daha sonraki yonunun tahta barakasının ilerisindeki tepede ve meh- safhaları: tablı gece güneş doğuncıya kadar geçen saatler içinde yazıldı, daha doğrusu İlâhî ilham çağlıyan, bu mukad­ Edvâr-ı hayat perde-perde des coğrafiyanın gecesine sığdı... Eşref Bey şöyle der: ALLAH bilir ne var ilerde “—Geceliyeceğimiz İstasyonun ilerisinde bir tepe­ ye çekildi ve görenlerin bildiği ÇÖI.’ün yıldızlı gökyü­ diyen şairin teşhisinin ibretli gerçekleriyle örülüdür. züne ışıklarını eklemiş mehtabın aydınlığında Ve, Mehmed Âkif, MISIR'da geçen çileli yılların­ hıçkıra-hıçkıra şiirini yazdı. Bu müsveddeyi daha son­ da, hicranlarını, kendisi gibi gurbette olan her sesleni­ ra defalarca okudu, fakat hiç bir esaslı değişiklik yap­ şinin başına: “—benim kahraman kumandanım” diye madı. O erişilmez ilham Şeyh Salih Şerifin söylediği başladığı mektuplarında (9) Eşref Beye satırlaştırmıştır. gibi sünûhat-ı Rabbaniye idi.” Hiç de uzun yaşamamış bir insan, Âkif kadar DO­ LU olunca, ülkesine yeri doldurulamaz bir İSTİKLÂL MARŞI armağan etmiş olsa dahi, görüyorsunuz, fâni ha­ • — NECİD ÇÖLLERİ HAKİKATİNİN İZLERİ... yata vedaının ellinci yılında bile yine bâkir, yine eri­ Akif, Teşkilât-ı Mahsusa kadrosu ile yaptığı ARAB şilmemiş, yine himmet bekliyen zirvelerin baş tâcı... İRŞAD HEYETİ yolculuğundan hayatı boyu silinmemiş Değerini âdeta inkâr eden tevazuu ile istediği kadar: izlerle döndü: Arab Yarımadasında gördüklerinin tesi­ ri ömürboyu sürdü: İslâm düşmanı yabancı telkinlere “ Sessiz yaşadım, kim beni nerden bilecektir?” aldanmış gaflet erbabı He, İslâm’ın sâf ve samimî ruhu­ nu yitirmiş beldelerden “dilim kurusun” tövbesi için­ derse desin, kalbinde vefâ, irfanında dehâya yer olan­ de adetâ semâvî haksız hüküm aradı: lar, mubârek adını hürmetle, minnetle yâdedeceklerdir. (i)- Teşkilât-ı Mahsusa Reisi Eşref Sencer Kuşcubaşı, İkin­ Bu heybetler, bu hüsranlar bütün Senden, bütün ci Meşrutiyet öncesi ve Millî Mücadele sonu buhran devrinin, Senden şahsiyet ve emekleri sisleri içinde kalmış emekârlarından bi­ Nasıl taa arşa yükselmez ki meyûsâne bin şiyûn risidir. Soy kütüğü. Sultan Sencer’e dayanır. Babası, Sultan Ne yerler dinliyor, Yarâb, ne gökler ruhum inlerken... Aziz ve Sultan Hamid'in Kuşcubaşıa^lacı Mustafa Bey, an­ nesi Şevb Şamil sülâlesindendir. Harbiyenin sınıf-ı mahsûs Ve, bu yolculuktan sonra anlamıştı ki, ÖZ VA- son s ın ıf öğrencisi iken, dokuz arkadaşının haksız tevkif ve

I 1 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI A raIık /86

sürgünü üzerine Sultan Hamid ’e ağır bir mektub yazmış, Yıl­ dız Divân-ı Harbi, onun ve kardeşi Selim Sam i’nin de Hica­ ACEMİ SEMERCİ za sürgün edilmesine karar vermişti. Usul gereği konulduğu Eşeklerin cam yükden yanar, aman derler, Taif kalesinden iki kerre kaçması üzerine, garib bir tesadüf­ Nedir bu çekdiğimiz derd, o çifte çifte semer! le Midbat Paşanın boğdurulduğu hücrede zencire bağlanmış, Biriyle uğraşıyorken gelir çatar öbürü; fevkalâde beden kudreti ile zencirleri bükerek kırmış ve HA­ İL 'e kadar yürüyerek İbn-i Reşid ’e iltica etmişti. Hicaz ’a yay­ Gelir ki taş gibi hâin, hem eskisinden iri. gın binden fazla genç asker-sivil sürgünden bir bölümünü Semerci usta geberseydi.. değmeyin keyfe! baskınlarla kurtarmış, bu arada Hicaz valisi Osman Nuri Pa­ Evet, gebermelidir inkisar edin herife. şanın oğlunu rehin almış, Trablusgarb’deki menülerle temas Zavallı usta göçer birgün âkıbet, ancak, kurmuştu. TEŞKİLAT MAHSUSA ismini, bu mücadele gün­ lerinde aralarında bulunan baytar mekt-i âilesi (veteriner fa­ Makaamı öyle uzun boylu nerde boş kalacak? kültesi) müderris (profesörlerinden), bu mektebden mezun olan Çırak mı, kalfa mı, kim varsa yaslanır köşeye, Mebmed Akif’in “ilmi ve ahlâkı ile hayran olduğum ” dediği Ağaç yonar durur artık gelen giden eşeğe. miralay (albay) Rasim Bey koymuştu. Adam meğer acemiymiş, semerse hayli hüner; Meşrutiyetin ilânında, Trablus-Balkan-Birinci Dünya Sırayla baytarı boylar zavallı merkebler. Harblerinde, temamen GİZLİ bir kuruluş olan TEŞKİLÂT-1 MAHSUSA ’nm başında adetâ destan bir mücadele hayatı sü­ Bütün o beller, omuzlar çürür çürür oyulur; ren, Eşref Sencer Kuşcubaşı, 5Nisan 1964’de, 89yaşında ha­ Sonunda her birinin sırtı yemyeşil et olur. yata gözlerini yumdu. Milli Mücadelede Kuşadasmda Yunan “Giden semerciyi, derler, bulur muyuz şimdi? çetelirini yokettiği tepede toprağa verildi. Ya böyle kalfa değil, basbayağ muallimdi. “Teşkilât-ı Mahsusa ve Hayberde Türk Cengi, Lawrens'e karşı Kuşcubaşı’’ kitablarım, sahasında benzersiz bu vatan­ Nasıl da kadrini vaktiyle bilmedik, tuhaf iş: daşımızın romanlara sığmaz bayatının bir bölümüdür. Semer değilmiş o rahmetlininki devletmiş!“ Nasihatim sana: herzeyle iştiğaali bırak, (2) - Rahmetli Eşref Edib Fergan, bu mektublan, ÂkiPe ait Adamlığın yolu nerdense, bul da girmeye bak her mevzuda olduğu gibi itinâ ile tasnif etmişti ve bir esere Adam mısın: ebediyyen cihanda hürsün, gez; mevzu yapmak arzusundaydı. Çile çekilmiş yılların ürkün­ tüsü ile: “-daha zamanı değil...." diyordu. Çoğunun foto­ Yular takıp seni bir kimsecik sürükliyemez. kopilerini almama müsaade etmişti. Temamı ne oldu, bile­ Adam değil misin, oğlum: gönüllüsün semere; m iyorum. Küfür savurma boyun kestiğin semercilere. ” Cild: 6 (3) - Şeyh Salih Şerif Tunusî; Teşkilât-ı Mahsusa'nm Erkân-ı Harbiye-i Umumiye (Genel Kurmay) nezdinde temsil­ cisi idi. Câpıi-ül-Ezher’de müderristi. Aslen Tunusluydu ve i7J- Cemal Paşa (1872-1922) • İttihad ve Terakkinin ön Teşkilât-ı Mahsusa’nm dünya harbi içinde Tunus’taki Fran­ plândaki ÜÇ PAŞASI'ndan birisidir. Enver ve Talat Paşalar­ sızlara karşı ihtilâl çalışmalarında da vazife almıştı. Ömrü­ la beraber, kısa aralarla 1908-1918 arasında söz ve karar sa­ nün son senelerini Trablusgarb’de Şeyh Sünnisi’nin yanında hibi idi. 1922 senesinde Ermeni komünist-anarşistlerince geçirdi. Tiflis’te öldürüldü. (8) - Enver Paşa (1881-1922) - İkinci Meşrutiyetin (4) - Mehmed ÂkiPin Mardini Zade olarak bahsettiği zat, 1908-1918 arasında millet-devlet hayatına tesir yapmış asker­ son devrin büyük hukuk âlimlerimizden Ebul’ulâ Mardin ’dir. ler arasında ve başındadır. İz bırakmış fealiyeti, Balkan Har­ Sırat-ı Müstakim kurucularındandı. onbeşgünde bir yayınla­ binde perişân orduyu çok kısa zaman içinde nan Kelime-i Tayyibe manevî ilimler sahasındaki vukufunun derleyib-toparlaması ve Birinci Dünya Harbinde dokuz cep­ halâ bergüzâr ishalidir. 1916'da Niğdeden, sonra M ardin 'den hede savaşabilecek hâle gelmesindeki emeğidir. Mesleki ha­ milletvekili seçilmişti. İstanbul Üniversitesinde uzun süre Me­ talar iddiasına rağmen, daha sonra Milli Mücadeleyi denî Hukuk Ordinasyüs Profesörlüğü yaptı. başarmış ordunun çekirdeğini kurmasındaki himmeti söz gö­ türmez. Mehmed Akif, Eşref Beye yazdığı mektublarda En­ (5) - Mebm ed ÂkiPin kısaca A FG A N Îolarak bahsettiği son ver’in adından saygı ile söz eder. Komünist istilâsına karşı yüzyılların büyük Türk-İslâm âlimi CEMALEDDİKTAFGANÎ’- Şarki Buhara milli kuvvetlerinin başında harbederken şehid dir. 1838 'de Esadabât kasabasında doğdu, 1897'de Sultan düşmüştür. LENİNE KARŞI ENVER PAŞA kitabımda, Türk İkinci Abdülhamid 'in misafiri iken İstanbul'da öldü, Maçka Ana Vatanındaki istiklâl ümidinin bu son safhasını anlatmı- civarında Şeyhler mezarlığına gömüldü. Hayatını Müslüman ya çalışmıştım. milletlerin uyanmasına ve devrin hakikatlerine yetişmeleri­ (9) - Mebmed ÂkiPin Eşref Beye mektupları, dokuz yıllık ne vakfetti. İslâm âleminin büyük bölümünü sömürgeleri yap­ zaman içinde on dokuz adettir, belki de Eşref Beyin evrakı mış İngiliz ve Fransızların devamlı tazyikleri altında içinde bulabildiklerim bu kadardır. Bazılarını, NECİD ÇÖL­ mücadeleli bir ömür sürdü. LERİNDE MEHMED ÂKİF ve TARİH SOHBETLERİ’nin dokuz cildinde neşrettim. Hepsini, yazdıkları tarih sırası ile derli- (6) - Mehmed ÂkiPin tilmiz-i evvel = baş öğrencisi, ye­ yen ve böylelikle, sabalarında izleri kalmış İK İ DOST’un o tiştirdiği dediği zat. Mısırlı meşhur âlim Muhammed Abduh ’- tarihlerde hâdiseleri nasıl gördüklerini de tesbitliyen müsta­ tur. Üstadının yolurıdhggitmiş, İslâm ümmetlerinin ancak kil bir kitapda toplamak istiyorum. yaşadıkları devre erişmekle hür ve müreffeh olacaklarının mü­ İçlerinde öyleleri var ki, ortaya döktüğü hakikat, cildle- cadelesini yapmıştı. re sığmaz...

12 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI A ralık /86

Prof.Dr. Necmettin HACIEMİNOĞLU

Akif'te Devlet Fikri ve Millî Tarih Şuuru

Hayatı boyunca san'at dehasını, tefekkür hâzinesini, Türklerin İslâmiyeti kabulünden sonra, kut'un yerini ilhamını ve kalemini Türk milletine vakfeden Mehmed arapça devlet kelimesi almıştır. Ancak, başlangıçta her Akif'in ruh hali şu mısralarda billurlaşmıştır: iki kelime birbirinin müteradifi (eş mânâlı) olarak bera­ Virânelerirı yasçısı baykuşlara döndüm, ber kullanılmıştır. Meselâ Kutadgu Bilig'de kut 236 defa, Gördüm de hazSnında şu cennet gibi yurdu; devlet ise 88 defa geçmektedir. Merhum Prof. Dr. Reşit Gül devrini görseydim onun, bülbül olurdum; Rahmeti Arat, bahis konusu eseri Türkiye Türkçesine ak­ Yârab, beni evvel getireydin, ne olurdu! tarırken, gerek kut'u gerekse devlet'i yerine göre, saadet, Ömrü, böyle millî ve mukaddes bir ıztırapla geçen talih, uğur ve devlet gibi sözlerle karşılamıştır. Daha şairin bu feryâdı, ne bir şikâyetin .ne de âcizliğin ifadesi­ sonraları, kutlu ve kutlamak dışında, yerini tamamen dir. O, sadece Türk'ün şanlı tarihine duyduğu hayranlığı devlet kelimesine terk eden kut, kullanıştan düşmüştür. ve çektiği derin hasreti dile getirmektedir. İşgal günlerin­ Fakat, devlet kelimesi de, yerini aldığı kut'un eski Türk- de, Sebilürreşad dergisindeki bir makalesinde, "yirmi çedeki bütün mânâlarını aynen devam ettirmiştir. Nite­ beş asırdır istiklâlini hiç kaybetmemiş milletimizin" bu kim Osmanlı devlet erkânım yücelten sıfatlar arasında felâketi de savuşturacağına imân derecesinde inandığını "devletlü, adaletlü, fahametlü" yanında bir de belirten Akif'in felsefesinde bedbinlik ve ümitsizliğin ye­ "saadetlü" ünvanı vardır. Tabii buradaki "saadetlü" ke­ ri yoktur. Üstat, en kötü şartlar karşısında dahi mücadele limesi "mes'ut" yani "mutlu" mânâsında olmayıp, "m il­ azmi ile dolu ve çalışma ateşi ile yanmaktadır. Akif’in leti mes'ud eden, ülkeye saadet veren" mânâlarını ifade gönlünde vatan, millet ve devlet, uğrunda her şeyin se­ etmektedir. Ayrıca Osmanlf döneminde Pâyitaht istanbu- ve seve fedâ edileceği kutsal varlıklardır. İnsan, hayatta lun bir adı da Dersaadet yani "saadet kapısı" idi. Hü­ ancak bu üç kutsal değere sahip ise mutlu olabilir, işte kümdar sarayına ise Dârussaade, yani "saadet yuvası" bu görüş ve inanışı ile o, târihî Türk geleneğine uygun deniyordu. Böylece Hükümdarın ikamet ettiği şehrin ve devlet anlayışını yirminci asırda en çarpıcı üslûp içinde oturduğu evin, milleti mutlu kılmak için var olduğuna ifade etmiştir. inanılıyordu. Konunun esasına girmeden önce, Türklerde devlet Bütün bunlar gösteriyor ki, Türkler, tarihin ilk devir­ mefhumunun mahiyetini anlatmakta fayda vardır. lerinden tâ yirminci asra kadar ancak devlet mevcut bu­ Bilindiği üzre, eski Türkçede devlet mânâsına gelen lunduğu taktirde ve onun sayesinde mutlu olunacağı iki kelime görüyoruz. Bunlardan birincisi "il"d ir. İl, hem inancını muhafaza etmiştir. Hattâ, Cumhuriyetten sonra, şimdiki mânâda devlet hem de ülke ve millet demektir. yeni başkent Ankara için söylenen şiirler dahi aynı anla­ İkinci kelime ise, "kut"tur. Kut da şu mânâlara gel­ yış ve duyguları terennüm etmiştir: mektedir: 1. Türk Kağanlarına Tanrı tarafından bağışlandığına Ankara Ankara güzel Ankara, inanılan "hükümdarlık vasfı, yüce ruh." Seni görmek ister her bahtı kara, 2. Devlet. Senden medet umar her düşen dara, 3. Saadet, baht, uğur. Yetersin onlara güzel Ankara... Gene eski Türkçede kut isminden türetilen kutad-, kutan- ve kutal- fiilleri de aynı mânâlara dayanmaktadır. Bugün, misafiri uğurlarken "devletle gidiniz" diyo­ Nitekim ünlü eser Kutadgu Bilig, bugünkü Türkçeye ruz; böylece, o kişiye "mutluluk içinde olunuz" temen­ "devlet olma bilgisi" şeklinde çevrilmiştir. Ayrıca, kutluğ nisinde bulunuyoruz. kelimesi de hem "devlet sahibi" hem de "mutlu" Bütün bunlar gösteriyor ki, Türkler, daha başlangıç­ mânâlarma gelirken, onun zıttı olan kutsuz, sadece tan itibaren devlet ile saadeti birbirinden ayrı düşünme 'talihsiz" ve "uğursuz" demektir. Hasılı, bütün eski mişlerdir. Devlet varsa, saadet de vardır. Kişi veya millel kaynaklara ve mevcut örneklere göre kut kelimesinin mutlu değilse, devlet de yok demektir. hem devlet mefhumunu hem de saadeti ifade ettiği ke­ Peki, o halde Türk Devletinin vasıf ve meziyetleri sin olarak anlaşılmaktadır. Diğer taraftan, kut'un, Tanrı­ ne idi? Ayrıca, Türk milleti devletinden ne istiyor ve ne lı111 .. Ur,, babanlarına bağışladığı yüce ruh" mânâsı da, bekliyordu? buğun mukaddes" yerine kullanılan "kutsal" kelime­ Bu soruların cevabını bulmak için yalnız Orhan Âbi­ sinde yaşamaktadır. delerine ve Kutadgu Bilig'e bakmak kâfidir. Biz burada

13 Türk Edebiyatı' MEHMED AKİF ANIT SAYISI A ralık/8(i

sadece konumuzu alâkadar eden hususlara temas etmek­ le yetineceğiz. Yaratılıştan “ cihan hakimiyeti mefkûresi" ile donatıl­ mış olan Türk milletinin yetiştirdiği devlet adamları mil­ İşte “ Üevlet-i ebed-müddet” inancı ile letine ve insanlığa karşı hangi vazifelerle yüklü asırlar sonrasının nesillerine hitap ederek olduklarını kendileri söylemişlerdir. Bilge Kağanı dinle­ hesap veren böyle bir Kağana sahip olan yelim. Âbidelerde, yıkılmış olan devleti yeniden nasıl Türk milleti, elbette devletinden hep aynı kurduğunu, bozulmuş nizamı tekrar nasıl sağladığını ve şekilde icraat ve hizmet bekleyecektir. O dağılmış milleti ne şekilde toparladığını anlattıktan son­ şartlarla da hayatını ve varlığını devletine ra, bu Türk Kağanı, sözünü şöyle bağlamaktadır: “ Kağan olur olmaz, aç ve fakir milleti hep topla­ hem teslim ve emanet eder, hem de dım. Fakir milleti zengin ettim. Az milleti çok kıldım, gerektiğinde fedâdan çekinmez. dizliye diz çöktürdüm. Başlıya baş eğdirdim." Bu sözlerden ve Âbidelerin muhtevasından anlıyo­ ruz ki, Gök Türk Kağanı: 1. Dağınık Türk boylarını toplayıp birleştirmiş; 2. Bozulan töreyi yeniden tanzim edip devleti Bir âşiyân-ı sefalet bakılmayıp, çökse; kurmuş; Ömer kalır yine altında, hiç değil kimse! 3. Milleti iktisadi refaha ulaştırmış; Zemine gadr ile bir damla kan dökünce biri; 4. Ülkede asayişi temin edip, huzuru, sükûnu ve ni­ O damla bir koca girdab olur, boğar Ömer fj zamı sağlamış; Ömer duyulmada her kalbin inkisarından; 5. Fütuhat yapmıştır. Ömer koğulmada her mâtemin civarından! Tabii bu başarılarının neticesinde devlet kuvvetlen­ miş, millet de mânevi huzura ve maddi refaha ulaştığı Âkif'in, devlet zayıf olduğu zaman milletin ve ülke­ için saadete kavuşmuştur. nin ne büyük felaketlere uğrayacağım belirten fikirleri İşte Devlet-i ebed-müddet" inancı ile asırlar sonrası­ ise, tam dâhiyene bir millî sezginin eşsiz örneğidir. O nın nesillerine hitap ederek hesap veren böyle bir Kağa­ müstesna iman, tefekkür ve san'at erbâbı, bir devletin çö­ na sahip olan Türk milleti, elbette devletinden hep aynı küşü ile yalnız insanların değil, dagların-taşların, şekilde icraat ve hizmet bekleyecektir. O şartla da haya­ bağların-ormanların, atların-ineklerin bile nasıl perişan tını ve varlığını devletine hem teslim ve emanet eder, hale gelebileceklerini ibret verici tablolarla şöyle anlatı­ hem de gerektiğinde fedadan çekinmez. Gene bu sebep­ yor: Yıl 1919. Kartalda bir köy düğününe gitmiş. Manza­ lerle her derdinin çaresini devletten bekler. Her felaket rayı onun ağzından dinleyelim: ve beladan devleti sorumlu tutar. Çünki asırlarca böyle görmüş, böyle yaşamış ve öyle alışmıştır. Nitekim rah­ Keşke gitmem demiş olsaydım... İlâhi o nt hâl, metli Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu Türk Millî Kültürü adlı O nasıl maskara dernekti ki, tarifi muhâl. eserinde yukardaki hususları belirttikten sonra, aynen Topu kırk-elli kadar köylü serilmiş bayıra, şöyie diyor: Bakıyor harmanın altındaki otsuz çayıra "Hattâ bazan bu düşünce kuraklık ve kıtlık gibi ta­ Bet-beniz sapsarı bîçarelerin hepsinde; bii ¿^iterden hükümdarı sorumlu tutmak derecesine va­ Ne olur bir kişi olsun görebilsem zinde! rıyordu." (TMK, sayfa 245, dip notu, 242). Şiş karın, sıska çocuklar gibi kollar sarkık; Şu halde meseleyi iki madde halinde özetlemek Arka yusyumru, göğüs çökmüş, omuzlar kalkık. mümkündür: Gözlerin busbulanık rengi, kapaklar şiş şiş; 1. Tanrı tarafından hükümdarlık vasfı ile donatılarak Yüz buruşmuş, uzamış, cephe daralmış gitmiş. yaratıldığına inanılan Kağan, başında bulunduğu milletin Sıtmadan boynu bükülmüş de o dimdik Türkün, her şeyinden sorumludur. Düşünüp durmada öksüz gibi küskün küskün. 2. Hükümdar zayıf ise, devlet güçsüz, millet perişan Gövde teşrihlere dönmüş, o bacaklar değnek; demektir. Bunun neticesinde iklim bile kurak, toprak bi­ Daha yaş yirmi iken eller, ayaklar titrek. le verimsiz olabilir. Değişik sanki o arslan gibi ırkın torunu! İşte Mehmed Âkif iki bin beşyüz yıllık bu inanç ve Bense İslâmın o gürbüz, o civan unsurunu, geleneği Safahat'ta aynen dile getirmiştir. Meselâ devle­ Kocamaz, derdim, asırlarca, sorulsaydı eğer!.. tin milletine karşı ne ölçüde sorumluluk taşıdığını Koca Ne çabuk elden ayaktan düşecekmiş o meğer!... Karı ile Ömer adlı manzumesinde şöyle anlatmaktadır: Şimdi, bu mısralarla çizilmiş hazin manzarayı, savaş Kenâr-ı Diclede bir kurt aşırsa bir koyunu, yıllarının, yokluk ve bakımsızlık yüzünden ortaya çıkar­ Gelir de adl-i İlâhî sorar Ömerden onu! dığı bir sefalet saymak mümkündür. Fakat hikayeyi oku­ Bir ihtiyar kadın bî-kes kalır, Ömer mes'ul! maya devam edersek, kanaatimiz değişecektir. Bakınız Yetimi, girye-i hüsran alır; Ömer mes'ul! şair davul ve .zurnayı nasıl tasvir ediyor:

14 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI A ralık /86

Neyse, değnekçi gelip: "Meydan açılsın, savulun!" Der demez başladı kalbi sesi yırtık davulun. Güm güm ötmek ne gezer! Tık nefes olmuş kasnak; GöğSü tokmak gibi küt küt vuruyor bışlıyarak. Zurna hımhım mı nedir, söylemiyor bir türkü; Üfleyen çingenenin rengi mezar, kendi ölü. Pehlivanlar hani, derken söküvermez mi, Hocam, Birbirinden daha bîçare sekiz çıplak adam? Ah o soygunluğu rüyada gören korkardı! Çünkü gömlek gibi etten de soyunmuşlardı!

Gene şairin kaleminden, bir de, devletin kuvvetli ol­ duğu dönemlere ait düğünlerden manzaralar okuyalım:

Eskiden zurnalar öttükçe feza inlerdi; O ne dehşetli düğünler, o ne derneklerdi! Öğle olmaz mı cemaatle kılarlar namazı, Güreşin gümler o esnada mehib incesazı . Oturur beşli davullar yere şişman şişman, Perde göstermeye başlar kabalardan o zaman. Öyle inler ki zemin: kalb-i feza "küt küt" atar, Zurnanın -tizleri dersen, yedi iklimi tutar! Bunların hepsi biter, bir heyecandır belirir; Ne temaşadır o, titrer durur insan tir tir. Birbirinden daha mevzun iki üç çift endam, Atılıp sahneye şâhin gibi etmez mi hıram. Uzanır şimdi göğüsler, kavuşur; şimdi yine, Dalga çarpar gibi çarpar gerilip birbirine. Adalı gövdeler altında o bîçare çayır, Serilir toprağa, hem bir daha kalkar mı? Hayır! Hiç yazın böyle fezasında tüter miydi serâb? Şimdi âfâka alev püskürüyor her çatlak, Şu hususu belirtelim ki, Akif'in bundan önce tasvir Yarılıp hasta dudaklar gibi, yer yer toprak. ettiği ve iskelete benzettiği güreşçiler, o devrin gerçekle­ —Deşme, oğlum, yaradır, hem de yürekler yarası... rine uygun değildir. Çünki o yıllar Koca Yusufların, Ada­ —Neydi yâ Rabbi otuz-kırk sene evvel burası? lı Haliller'in, Kurtdereli'lerin yetiştiği devirdir. Şairimiz Dağlar orman, tepeler bağ, ovalar hep tarla; devletsizliğin ne demek olduğunu çarpıcı bir şekilde an­ Koca mer'a dolu baştan başa sağmallarla. latmak gayesiyle böyle bir yola baş vurmuştur. Bunun İğne atsan yere düşmez, o ekin bir tûfan; bir başka örneğini sunalım. İşte aynı düğünün gelin ara­ Atlı girsen gömülür buğdayın altında kafan. bası ve tabiatın hali: Köylünün kırları tutmuş yayılırken davarı,. Sökemezsin, sarar âfâkını yün dalgaları!.. Karşıdan tentesinin nısfı hasır, nısfı aba, Dolaşır sal gibi göllerde hesapsız manda, Bir tekerlekleri alçak yana yatmış araba; Fil sanırsın, hani bir çıksa da görsen karada. Yerliden az kaba maltız keçisinden çok ufak, Geniş alnıyla yarar otları binlerce öküz, İki mahzun öküzün seyrine münkad olarak; Besiden her birinin sırtı bakarsın, dümdüz. Ne yanık mersiyeler söyletiyor dingiline! Diz çöker buldu mu yaslanmaya kâfi meydan; Bunu gördüm acımak geldi içimden geline. Sürünür toprağın üstünde o kat kat gerdan. Sana baksın da kızım bahtın uyansın, ne deyim! Bunların ağdalanır maç maç öterken sakızı, O, senin, kimdi, bugün nerde yatar, bilmediğim, Öteden bir sürü gürbüz, demevî köylü kızı, Ninenin ruhuna ağuş açıyorken melekût, Tarayıp hepsini evlat gibi bir bir kınalar. Tertemiz nâşını KurSn ile örten tâbut Tepeden kuyruğu dikmiş inedursun danalar. Şu gelinlik arabandan daha şahaneydi. Dalar etrafa köyün damgalı yüzlerce tayı, Geçti rüya gibi, Allahım, o günler neydi. İnletir at sesi kısrak sesi gömgök ovayı.

İşte, Safahat şairi, devletsizliğin ne büyük bir felaket Ve devletin güçlü dönemindeki tabiat: olduğunu, Türk tarihinin gelenek ve anlayışına göre, çok Şu bayırlarda -ki vaktiyle bağlardı- çarpıcı sahnelerle gözler önüne sermektedir. Bu dikkat Sesi dünyayı tutan bir bereket çağlardı. ve sezgiyi Akif'ten başkasında görmek mümkün değildir.

15 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI A ra h k /8 6

Sevinç ÇOKUM

Şiirleri Gibi Bir Âkif

rın düşeceği sakin bir akşamı düşündü­ rüyor. Akşamın dar bir sokağa inişini... A k if’i O zaman loş evler, temiz kilimler, ha­ düşündüğüm sırlar serili taşlıklarına, odalarına dalıyo­ zaman, bende rum. İşte o tenha saatleri süsleyen sazın bir eski sesleri... Üsküdar'dan Beşikta'a, Fa­ İstanbul tih'ten,Süleymaniye'den Haliç'e uzanı­ yor... Kaybolmuş, silinmiş, yıkılmış hasreti mahallelerde dolaşıyorum o zaman. uyanıyor. Kendimi, insanları, evleri ve üzerlerin - Böyle bir de kurulu dünyalarıyla göçüp gitmiş İstanbul yerlerde buluyorum. dekoru Akif işte bu semtlerde, Kocamustapa- içerisinde şa'dan Çamlıca'ya kadar her yerde ken­ Mehmet Âkif disine dostlar bulmuş, bu dostluklar ilim ve sanat sevgisiyle kaynaşarak devam aile edip gitmiştir. Dostları arasında devrin büyüklerimden büyük şairlerinden Recaizâde Mahmut biriymiş gibi Ekrem, Abdülhak Hâmid, Ali Ekrem karşıma (Namık Kemal'in oğlu) Süleyman Nazif, geliyor. Onu, Mithat Cemal ; musikî ustalarından güler yüzü, Neyzen Tevfik, Şerif Muhiddin; ilim ir­ düşünen fan sahiplerinden Ali Şevki Hoca, Em- gözleri, sakin rullah Efendi, Ahmet Naim Efendi, oturuşu ile esnaftan dülger Haşan Baba, kebapçı Kâmil gibi kimseler bulunur. Bu dost­ herhangi bir luk bağı, Mısır'a Prens Abbas Halim Pa- evde, İslâmın şa'ya kadar uzanır. Böylece Akif, yaşandığı bir dostlarını görebilmek için Bakırköy, Taş- evde görür kasap, Fatih, Mercan, Nuruosmaniye, gibi oluyorum. Cağaloğlu, Sirkeci, Yüksekkaldırım, Be­ şiktaş, Yıldız, Üsküdar, Beylerbeyi, Çamlıca semtlerine koşar. Kısacası Ru­ meli ve Anadolu yakaları arasıncia me­ Yazdığı gibi olabilen, hayatıyla eser­ künden kulübesine kadar ev ev, sokak kik dokur. Bazen arkadaş sevgisi, ilme lerini ¡Mehmet Âkif kadar kaynaştı rabil- sokak şiir dünyasını kuran bir mütefek­ verdiği değer o kadar ağır basar ki, çok miş kaç şair, kaç yazar vardır, merak kir... Bence dünün ve bugünün en bü­ sevdiği bir ahbabının yakınındaki eve ederim. Safahat'in ölümsüzlüğü, fikir yük Türk mütefekkirlerinden birisidir o. taşınır. Emrullah Efendiye yakın olmak sağlamlığı ve söyleyiş ustalığı yanında, arzusuyla Bakırköy'e., dülger Haşan Ba­ eserin gönlümüze giren kahramanı se­ Akif'i düşündüğüm zaman, bende bir bayı daha sık görebilmek için Odabaşı bebiyledir. O kahraman, Akif'in ta ken­ eski İstanbul hasreti uyanıyor. Böyle bir semtine., evinin yanması üzerine Bey­ disidir. İstanbul'dan, Rumeli'nin diğer İstanbul dekoru içerisinde Mehmet Âkif lerbeyindeki arkadaşı Ferid Beyin ma­ şehirlerine, oradan Arabistan çöllerine, aile büyüklerimden biriymiş gibi karşı­ hallesine taşınması bu sebepledir. Bu Mısır'a, Almanya'ya hep bu kahrama­ ma geliyor. Onu, güleryüzü, düşünen ahbaplıkların mekânı sadece evler de­ nın ardından gideriz. İstanbul'u onun­ gözleri, sakin oturuşu ile herhangi bir ğildir. Sokaklar, çayhaneler, dükkânlar la yaşar, onunla sever, acıyı, sevinci evde, İslâmın yaşandığı bir evde görür da onun dostluk köşelerini teşkil eder. onunla paylaşırız. O, İstanbul'u çamu­ gibi oluyorum. Besmeleyle açılan bir Kış gecelerinin sıcak sığınağı Direklera- ru, mermeri, hastası, yoksuluyla göre­ sofradan, bir fakirin sofrasında yahut bir rasındaki çayhane, Bakırköy'de Belediye bilen, adım adım, semt semt yaşayan bir hastanın başucunda... Bu, babalarımı­ Kahvesi, Kapalıçarşida Kebapçı Kâ- şairdir. "İstanbul'da ikamet etmediğim zın, dedelerimizin İstanbul'udur. Ne­ mil'in dükkânı, Neyzen Tevfik'i görme­ bir semt kalmadı" diyen, ömrünü yol­ dense, akşam saatlerini, tam ezan ğe gittiği Fatih'teki Şekerci Hanı bu tür larda geçiren, yollarda düşünen, köş­ okunacağı ve ortalığa titrek aydınlıkla­ yerlerdir.

16 Türk Hdebivatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI Aralık/8(i

Tanıdığı insanlar, içine girdiği kalaba­ lıklar Mehmet Akif'in şiirlerinin en zen­ gin malzemesidir. Şiirlerine ruh veren, bu kanlı,canlı insanlardır. Birçoğu ger­ çek hayatta vardır. İsim değiştirerek şi­ irlere girerler. Akif, cemiyetin meseleleri, çöken bir imparatorluğun acıları yanında, millî mücadelenin sancılarını da derinden duymuş bir insandır. O bir milletin çi­ lesini kendi çilesi haline getirmiştir.. O kadar bizimle ve o kadar bizdendir.

Belki de seneler önce, hepimizin ma­ hallelerinden gelip geçmiştir diye düşü­ nüyorum. Yürüyerek veya bir atlı arabayla... Şimdi gözümün önünde be­ lirtiyor. Beşiktaş'tan Üsküdar'a gitmek üzere vapur beklemektedir. Yanında dostlarından biri.. Meselâ Mithat Ce­ mal... iskelede kendi halinde bir kala­ balık. Telâşsız bir vapur yanaşıyor. Martı çığlıkları çoğalmıştır. İki arkadaş, vapura biniyorlar. Şurda burda kayıklar.. Kayık­ çılar o sakin sularda ağır ağır kürek çe­ kiyorlar.. Derken Üsküdar! Baharat ye onu bir medreseye yerleştirir. Bir raklı bir gençtir, ayrıca güreşçilerin kokusu... Çarşı., camiler... kıpırtısız ser­ başka düşündürücü olay da sınıf arka­ kisbetlerini diker.Güres.Metımed Akif in viler... Sonra diyelim ki Kısıklı'da bir kır daşı Hasan'a verdiği sözü tutmasıdır. İki de sevdiği sporlardan birisidir. Delikan­ kahvesine giriyorlar, kulpsuz fincanlar- genç, Baytar Mektebinde okudukları sı­ lılığında o da güreşmiş, hatta birgün lakahve içiyorlar. rada birbirleriyle şöyle sözleşirler: Gün Adalı Halil'in huzurunda tertiplenen Fıstık ağaçlarının ordaki evden bir ut se­ gelir, birinden biri ölürse, geride kalan, müsabakaya katılabilmek için Çatal- si geliyor. Kalkıp ulu ağaçların serin göl­ ölenin çocuklarına sahip çıkacaktır.Bu ca'ya yayan gitmiştir. Akif'in Haşan Ba­ ge eri . içinden ^yürüyorlar. Toprak sözün üzerinden yıllar geçer. Mithat Ce­ bayla oğluna duyduğu yakınlık biraz da yollar Issız bahçelerin, kendi kabuğu­ mal birgün Mehmet Akif'i ziyarete gel­ kendisi gibi Rumelili oluşlarındandır. na çekilmiş köşklerin önünden geçi­ diğinde sofada sekiz çocuğun ortalığı O eve gidip,'‘yer odası' 'naa onların yorlar... v birbirine kattıklarını görür. Akif'in beş renkli Rumeli şivesiyle konuşmalarını evlâdı vardır. Bu sebeple diğerlerinin dinlemek, şiirlerine yeni yeni malzeme­ Şair bazen de güreş meydanlarında- komşu çocukları, olduğunu düşünür. Bir ler bulmak Akif'i bahtiyar eder. Ben bu dır. Güneşli çayırlarda, bayram yerlerin­ zaman sonra tekrar oraya gittiğinde se­ "yer odaları"na İstanbul'da, Bursa'da de.. Cıvıl cıvıl çocukların kaynadığı kiz çocuğu yine bir arada bulur. Merak rastlamışımdır. Giriş kapısının yanından yoksulun zenginin bir arada eğlen- edip sorar. Akif o üç çocuk için şunları birkaç basamakla odaya inilir. Yer oda­ bayram yerlerinde... Birden kendimizi der: ''Onlar da benim çocuklarım. Ha­ ları adeta bir sığınak gibi insana huzur o kalabalıkların içinde buluruz. Çocuk- şan Efendi öldü de..." Geçmişte verdi­ verir. Çocukluğumda, böyle bir yer oda­ uğumuzdaki ve bizden önceki bayram­ ği sözü çiğnemeyip yerine getirmek, sına toplanıp yaşlı bir kadından masal­ ları ararız nedense.. yüksek bir ruhun eseri olsa gerek. Bu üç lar dinlediğimizi çok iyi hatırlıyorum. çocuğun sorumluluğunu yüklenmek, Akif'in karakterinin en göze çarpan ta­ Serindi bu yer odaları. Yazın bunaltıcı rafı almayı değil, vermeyi sevmesi, son­ onlara sahip çıkmak büyük bir cesaret, sıcaklarını içeriye sızdırmazdı. Hasır ve­ suz cömertliğidir. Onun, insanlara sabır ve îman işidir. Sokaktaki insana, ya kilim döşeli olup, sedirler, pösteki- verecek mutlaka birşeyjeri vardır. Vefa­ küfe taşıyan, güreşen yahut çaresiz bir ler, gaz lâmbaları bulunurdu. Tabii bir kârdır, yardımseverdir. Akif bu davranış­ hastalığa tutulmuş çocuğa sevgiyle uza­ de mangal... Akif'in Haşan Babası da iş­ larıyla da örnek bir insandır. Belki de nan bu bakış, onun gerçek hayatındaki te bu tür odalardan birinde oturur. O za­ bakışıdır. bu güze! huyları ona kazandıran yetim- manın sokaklarında evler insanları iğidir. Öyle ki daha yeni yetme bir de­ Kafaca ruhça yakın olduğu insanlar­ birbirine iyice yaklaştıracak şekilde ya­ likanlıyken akraba çocuklarına sahip la bir mangal başında olmak, Mehmet pılmıştır. Bu insanlar sanki aynı ailenin çıkacak kadar babalık hisleriyle dolu­ Akif'e en büyük saadeti vermiştir. Dül­ fertleri gibidirler. Yine o sokaklarda dül­ dur. Daha o zamanlar, gönül zenginli­ ger Haşan Babayla oğul Abdullah, yan­ ger, kunduracı, lehimci, kalaycı, mus- ğinin ilk örneklerini vermeğe larında huzur bulduğu insanlardır. lukçu, kiremitçi, oduncu, mumcu, başlamıştır.. Ipek'teki akrabalarını me­ Haşan Baba, İstanbul'un o izbe, birbi­ helvacı dükkânları bulunur. Haşan Ba­ rak edip yollara düşmesi, böyle bir sa­ rinin içine girmiş, bilmece olmuş sokak­ banın fazla bir tahsili yoktur. Ancak, hip çıkma duygusundan kaynaklanır. larından birinde oturur. Türkçesi zengindir. Bir anlatma ustası­ Dönüşünde amcaoğlu da beraberinde- Yüksekkaldırım'ın ilerisinde. Yayla Ma­ dır o. Halkın içinde böyle adı bilinme­ dır. Akif, ılımsız ve tahsilsiz kalmasın di­ hallesinde. .Oğlu Abdullah, güreşe me­ yen nice hikâyeci, nice sanatkâr vardır.

17 Türk Edebiyatı MEHMED AKİE ANIT SAYISI A ralık/8(i

Haşan Baba da öyle olmalıdır. Akif onun sohbetlerine bu sebeple doya- maz.. birgün kalkıp o da Yayla mahal­ lesine taşınır. İşte bu dostluktan hepimizin bildiği, sevdiği bir şiir çıkar. Seyfi Baba şiiri... Evet, Dülger Haşan, Seyfi Babanın ta kendisidir. Gece gündüz iş arayan Os­ man ise herhalde Haşan Babanın oğlu Abdullah'tır. Bilindiği gibi bu şiirde dam aktarayım derken üşütüp hastalanan Seyfi Babayı Akif'in ziyareti anlatılır. Bu şiirde komşuluk, hal hatır sorma, namu­ suyla çalışıp kazanmak, yardımlaşmak gibi insanı yücelten pekçok ahlâk ince­ likleri, güzellikleri buluruz. Bir ihtiyar­ la mangal başında dertleşmeyi, o sıcak dostluğu, o koruma duygusunu, edebi­ yatımızda bundan daha güzel işlemiş bir başka şiir, bir başka hikâye hatırla­ mıyorum. Akif, Seyfi Babanın göğsüne iyi gelir diye o karnı geniş cezveyle ıh­ lamur kaynatırken, ıhlamurun kokusu­ nu bile duyar gibi oluruz. O vakitler komşu komşusuna ateş ik­ ramında da bulunur. Seyfi Babanın mangalındaki o bir kürek ateşi, komşu kadın getirmiştir.

Bereket versin ateş koydu demin komşu kadın Üşüyorsan eşiver' mangalı, eş eş de ısın.."

Bu, evlerden evlere götürülen sıcak­ lık, bana yüreklerdeki sıcaklık gibi ge­ lir. Annemin böyle bir hatırası vardı. Ben daha dünyada yokken annemlerin bitişiğinde bir göz odada yaşlı bir kadıncağız oturur­ muş. Eskiden zengin ve gün görmüş bir aileye mensupken sonradan yoksul düş­ müş. Kimi kimsesi olmayan bu kadın­ cağız, kış geceleri battaniyesine bürünüp bizim eve ısınmağa gelirmiş. Bir süre so­ ba yanında oturduktan sonra gene bat­ taniyesine sarınıp o sıcaklığı kaybetmemek için çabucak evine girer, yatarmış. Eskiden hasta hatırını sorma­ düzelir. Şair ona bir miktar para bırak­ yerleştirmiştir. ya gelenlerin bir tas sıcak çorba getir­ mak ister. Lâkin kesesinde boynunu meleri gene bu gönül sıcaklıklarının Vefatının üzerinden elli yıl geçti. Ya­ bükmüş duran mühründen başka birşey ikramından başka birşey değildi. Şimdi şadığı yıllardan bu yana bir asırdan bi­ yoktur.Türk şiirinde yeri geldikçe dili­ ise insanlar bir güleryüzü bile zaman za­ raz fazla bir zaman... Bu zaman mize takılan, yüreğimize işlemiş mısra­ man esirger oldular. içersinde sokaklar, mahalleler, kısaca­ lar vardır. Seyfi Babanın son mısraı da sı İstanbul'un çehresi durmadan değiş­ böyledir. "Ya hamiyyetsiz olaydım, ya Seyfi Babanın odası, Haşan Babanın ti. İnsanlar da öyle...Onlar da değiştiler. odasından biraz farklıdır. Oraya tırman­ param olsa idi!" Pekçok şey değişti ve eskidi. Ama Akif ması zor bir merdivenle çıkılır. Odanın Akif böyle der ama, dülger Haşan dün ne ise, bugün de bizim için odur. kapısı yoktur, onun yerine şayak bir per­ Baba'ya o dostluğun en güzel armağa­ Çünkü dile getirdiği ve temsil ettiği yü­ de asılıdır. İhtiyar, Akif'in gelişiyle bi­ nını verir. Seyfi Baba şiirini... Oğlu Ab­ ce değerler ölümsüzdür. Bunun için raz canlanır, ıhlamuru içince de rengi dullah'ı ise belediyede bir işe Akif eskimemiştir, eskimeyecektir.

18 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI AraIık/86

Münevver AYAŞLI

Büyük Şâir Büyük İnsan

Büyük Şair, büyük vatanperver, Hanımdan iki kız torunu var. Nihal küyük ihsan Mehmed Akif’i ölü ve Seyhan Hanımlar, büyük torun Ni­ münün 50. yıldönümünde bir “İşte Mehmed Akif, hal Hanımın çocukları Fatma ve Ah- yı.l süre ile bütün yurtta anıkyor. med, onlar da tıpkı Dedeleri büyük Büyük konferans salonları hınca Millî Mücadeleye Şaire benziyorlar. hınç Akif’i sevenlerle dolu, Akif’i se­ katılmak üzere ayrılıyor, Büyük Vatanperver, büyük insana venleri dinliyorlar. İngiliz kontrolünü yarmak bu kadar benzeyen, kendi kişileri ara­ Biz, bu sene büyük salonları, kıy-' sında olmak insana büsbütün başka metli hatipleri dinlemekten ise Akif’i ve Rum çetelerinden bir manevî zevk ve Akif’e yakınlık ve­ hariminde, gizlendiği ve hâlâ orada kurtulmak için Üsküdar- riyordu. manen yaşadığı, aile yuvasında ara­ Alemdağ yolu ile ve yaya — 1919 senesinde Çengelköyünde, mak, bulmak istedik, bu bizim için bir Havuzbaşında oturuyordunuz, büyük vecibe idi. olarak, ayaklarından bir beyaz köşkte değil mi? Biz de bir Bunun için de 65 senelik Aziz kanlar akarcasına, az ilerisinde, yine Havuzbaşında, si­ dostlarımızın oturdukları Erenköyün ze çok yakın oturuyorduk, o zaman yolunu tuttuk. Ankara'nın yolunu da komşu idik, eğer bu tarih göz Erenköye Ethem Efendi caddesi 9 tutuyordu.. önünde tutulur ise, bizim dostluğu­ numaralı köşkün bahçe kapısından muz Feride Hanımcığım 65 seneyi, içeri girdik. Oh ne güzel, gökdelen hatta 70 seneyi de geçiyor, İstiklâl çam ağaçları ve ortasında köşk... Bu­ yakın dostlarının resimleri ile kaplı Marşından daha eski bizim dostluğu­ rası güzel çam ağaçları daha kesilme­ idi. muz, dedim. miş, parsellenmemiş, apartıman ya­ Biraz sonra odaya damadı, Halkalı pılmamış Erenköy köşklerinden Ziraat Mektebinden talebesi ve da­ Hakikaten, 1919 senesinde Meh­ birisi. matlığı çoktan aşmış ve Akif’in ha­ med Akif beyle komşu oturuyorduk, Burası Merhum Mehmed Akif’in kikî oğlu, öz evladı olmuş olan Mu- o seneler Çengelköyünde Mehmed Akif beyden başka Bursalı Tahir bey, üçü kız, ikisi erkek çocukların­ hiddin bey,Muhiddin Akçor girmişti. ve Beylerbeyinde Yalı boyunda, yalı­ dan, Cemile hanımdan sonra ge­ — Bana kalırsa evladlarını, ailesi­ sında Hüseyin Kâzım bey oturu­ len ikinci kızı Feride Hanımın evi. ni değil de kendisini yazınız, biz hiç yorlardı. Kapıyı Feride Hanım kendisi açtı, birimiz, kendisine hiç benzemedik, kendisine bu gün ahbablık için de­ dedi. Akiften başka bu iki zat da Türk ğil gazeteci olarak geldiğimi söyle­ Muhiddin beyin bu söyledikleri, harsına büyük hizmetler etmiş, muh­ yince, çok samimî, gösterişten ve alâ­ kayınpederine olan hürmetinin ve terem kimseler idi. yişten çok uzak, çok mahfiyetkâr Fe­ onu ne kadar üstün ve kâmil bir in­ İşte Mehmed Akif, mütareke sene­ ride Hanım çığlığı bastı: san gördüğünün ifadesi idi. leri, artık tarih olmuş bu köşkten Mil­ Aman, ben hiç şimdiye kadar — Evet, dedim, kendisini yazaca­ lî Mücadeleye katılmak üzere ayrılı­ bir mülâkat yapmadım, bir gazeteci ğım. Fakat o büyük insana, o büyük yor, İngiliz kontrolünü yarmak ve ile konuşmadım, diyordu. ruha ve sarsılmaz kavi imana sahih Rum çetelerinden kurtulmak için Üs­ .. ^Olabilir, ama bu gün, bütün bu olan insana benzemek, hatta yaklaş­ küdar - Alemdağ yolu ile ve yaya ola­ güne kadar yapmadıklarınızı yapa­ mak kolay mı? rak, ayaklarından kanlar akarcasına, caksınız dedim. Ve arkamda foto mu­ Evet o gürleyen, en azametli nehir­ Ankaranın yolunu tutuyor ve böyle- habiri var, onu da çağıracağımı ilâve ler gibi çağlayan, gürül gürül akan ce düşman barajını aşabiliyor. Bura­ ettim. iman dolu insana yaklaşmak kolay da, kendisine büyük yardımları do­ Hakikaten bir foto muhabirini be­ olur muydu hiç? Mamafih, işte kar­ kunan bir dost var, ki adını şükran ve raber götürmeyi çok isterdim, lâ- şımda Akif’in öz kızı ve fiziği baba­ rahmetle anmak bir vicdan borcudur. m, bu çok sakin, huzur içinde ya- sına çok benzeyen Muhterem Feride Şükrü bey, Yenibahçeli Şükrü bey. ? aXan ’ mes ud ve aziz insanları büs­ Akçor vardı. Hakikaten, Feride Ha­ Ankara’da çok iyi karşılanan Meh­ bütün tedirgin etmemek için gö­ nımın kaşı gözü tıpkı babası... Peki , med Akif, birinci Büyük Millet Mec­ türmedim. bu kadar fizik benzeyişi veren Akif, lisinde Burdur Mebusu olarak bu­ 1 nîra burada her şey sessiz, temiz v hiç ruhundan ve maneviyatından kı­ lunuyor. kalb rahatlığı içinde idi. Oturduğu zına bir şey vermiyecek miydi?.. Ondan sonra gelen intihabata işti­ muz odanın duvarları çepeçevre bü Bu benzeyiş, ailede bu kadarla da rak etmiyor, mebusluk için namzet­ yuk insan Mehmed Akif’in ve diğe kalmıyor, Mehmed Akif’in, Feride liğini koymuyor ve ailesi ile beraber

19 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI A ralık /86

Ankaradan İstanbul’a nakli hane edi­ Böylece 1873 İstanbul doğumlu Bü­ layısiyle öz oğul haline gelen Muhid- yor. Ve yine Çengelköy, Beylerbey ara­ yük Şair, yine İstanbul’da 27 Aralık din beyden, bu sükûn ve huzur için­ sı Havuzbaşında, yüksekte, fıstıklı 1936 senesinde, Müslümanlar için de temiz evden Akif’in torunları Ni­ köşk namiyle tanınmış bir köşkte çok makbul bir ölüm yaşı olan 63 ya­ hal ve Seyhan Hanımlardan ve onla­ oturuyor. şında vefat etmiş oluyor. rın da evlâdları Akif’e çok benzeyen Mısırlı Prens Abbas Paşanın davet­ Aziz Dostlarımı çok yormuştum, Fatma’dan, Ahmet’ten ve Seda’dan lisi olarak Mısıra gidiyor. Ve bir müd­ fakat ayrılmadan evvel kendilerinden ayrılmak zamanı gelmişti. det kışları Mısırda ve yazları İstan­ bir şey daha sormak istedim. İçimde Akif’i ziyaret etmiş olma­ bul’da geçiriyor. Fakat Mısır Üniver­ — Sizin evlenme tarihiniz? nın manevî hazzı vardı. Bu haleti ru- sitesinde Türk Edebiyatı hocalığına — Teşrinisani 1921 (Kasım) hiyye içinde Aziz Dostları kendi gü­ başladıktan sonra, refikasını da Mı­ dediler. zel dünyalarında bıraktım. sıra aldırtıyor ve Mısır’a yerleşiyor. Demek ki elli sene, fakat İstiklâl Ve buz gibi bir Mart gecesi oradan 1936 senesine kadar Mısır’da kalan Marşından, bir altı ay kadar sonra. ayrıldım. Soğuk beni tatlı dünyam­ Akif, aynı senenin haziran ayında Akif’in muhterem kızı Feride Hanım­ dan uyandırmıştı,şimdi artık hasta olarak vatanına avdet eden bü­ dan ve evvelâ talebesi, sonra dama­ hadiselerin bütün realitesiyle kar­ yük vatanperver 27 Aralık 1936 gü­ dı ve bu gün artık, büyük insana olan şı karşıya, tek başıma, tenha Ethem nü Hakkın Rahmetine kavuşuyor. derin bağlılığı, hörmet ve sevgisi do- Efendi caddesinde yürüyordum. — I ÂKİFTEN HÂTIRALAR

SABAH UYAN İKİ İNSAN

e Mehmet Akif, ne Eşref Bey, o gece uyumadı- du. Ya biz? Biz bunların sadece birisinden değil, her lar.. Mehmet Akif daha sonra, yine beraber geçen şeyinden mahrumduk, neyimiz vardı? Mehmetçiğin im â n ı.... m dediği ve babasının talebesi Kö­ hayat safhalarında O g e c e 'y i daima hatırladı. Çünkü “O Asım’ nesli se İmam'ın oğlu olan Asım, 1914-1918 Birinci Dünya g e c e ” Mehmet Akif, Çanakkale destanını yazmadan Harbinin ve daha sonra 1918-1922 M illi Mücadele dev­ canını almaması için Allaha yalvardı: Bu, bir ç o c u k y a ­ rinin destanını yaratmış olan o eşsiz, o fedakâr, o kah­ k a rış ı idi. Mâsum, tertemiz, hiçbir fâni hissin ucuna raman neslin bir örneği idi: Çanakkale'de , S a rık a ­ dokunamadığı bir yalvarış... mış'ta, Galiçya'da, Filistin'de, daha sonra İnönü'de, Eşref Bey anlatır:“— Hayatımda, Mehmet A kif ka­ Sakarya'da, Dumlupınar'da kahramanlık destanı ya­ dar vekar ve ciddiyetini muhafaza eden insanlara az ratmış olan o bulunmaz nesil, Asım'm nesli idi... Akif rastlamışımdır: Bu, mücerred bir tevekkül duygusunun o gece, bu neslin maddi mânevi terkibini, gelecek ne­ neticesi değildi: Kader‘e rıza gösterme felsefesinin ya­ sillere anlatmadan canını almaması için Allaha yal­ nında, dünya nimetlerine olan istiğnanın da tezahürü vardı. Hem nasıl yalvarış!.. Kalın, davudi, erkek bir idi. Biz İstanbul‘dan çıkarken, ailesine, Teşkilât-ı Mah­ sesi vardı. Kelimelerin ve harflerin hakkını vererek ko­ susa ‘nm hiçbir mürakabe ve teftişe tâbi olmıyan m üs­ nuşurdu. Adeta, kendi nefsine karşı and içiyor ve bu takil kasasından para bırakması için öyle ısrar etmiş­ ahdi, gönülden inandığı Tanrının yüce varlığına ile­ tim ki, beni reddederse kıracağını anladıktan sonra tiy o rd u : muvafakat etmiş ve emin olunuz, kızararak: Siz ne isterseniz yapınız. Rica ederim, bu mevzulara beni Yarabbi!.. Bana bu destanı bir âciz kulunun ifa­ muhatab yapmayınız.. ” demişti. Fâni nimetler için bu desinin azamîsi içinde yâdedebilmenin saadet ve im­ kadar müstağni bir insanın, şahsi mevzular üzerinde kânını bahşet. Bu ulvi vazifeyi bana nasip et, sonra ema­ hassas olmaması mümkün müydü? netini al. Yarabbi!... Bana bu lûtfu çok görme. İn'am ve ikramının namütenahi hâzinesinden bu âciz kulu­ El-Muazzam istasyonundaki o çöl gecesi, heyecan ve nun şu duasını bârigâh-ı ulûhiyetinde kabul eyle...” edebî kudretini, vatanının ve milletinin saadeti, istik­ Ve, duası, hıçkırıklarla kesiliyordu. Sabahı böyle­ lâli, fazileti uğruna vakfetmiş büyük bir şair'in, rab­ ce bulduk. Onu teskin etmek ne mümkündü, ne de ak­ bani ve İlâhi olduğuna şüphe olmıyan heyecan ve vecdi lıma böyle bir müdahale geliyordu. Bu. bir heyecan ve andıran istiğrakına şâhit oldu. Akif, âdeta cezbe ha­ ilham manzarası idi ve ben onu görebilmiş olmakla linde idi... Çok az konuşan bu büyük şair, şimdi, bir çağlıyan halinde idi. Benimle değil, âdeta kendi ken­ mübâhi mahdud fânilerden idim. Sesim değil, nefesim disine konuşuyordu: Milletinin büyüklüğüne, kahra­ çıkmıyordu: Şim di sîzlere bir hakikati iblâğ edeyim... Çanakkale Destanını Mehmet Akif, BUcaz yolculuğu manlığına, yiğitliğine inanmıştı. İnanıyordu... Mede­ devam e d e rk e n , daha y o ld a y a zd ı ve artmak o ndan so n ­ niyet ve teknik, işte bütün vasıtalarıyla Çanakkale'ye yığılmıştı: Para, vasıta, malzeme, insan, her şey bol- radır ki, tabiî hüviyetine girebildi." l ______20 Türk Edebiyat) MEHMED AKİF ANIT SAYISI A ralık /86 Prof.Dr. Emin BİLGİÇ

Ölümünün ellinci yılında millî şâirimize ihtirâm

Eşsiz "istiklâl Marşımız"ı yaratan, milletimizin ve dev- Fransızca'dan tercümeler yaparak İlmî ihâtasını genişletmeye edmizin buhran devirlerinde millî dert ve dâvâlarımızı ve devam etmiştir. Is âm âleminin meselelerini hayâtının temel konusu olarak Binaenâleyh, Mehmet Akif'in Safâhat'ın, I. kitabından işleyen îmân ve ahlâk timsâli, mücâdeleci fikiradamı Meh­ başlayarak büyük eserinin diğer kısımları, yâni Süleymâni- met Akif Ersoy ebediyyen "m illî şâirimiz" olarak anılmaya ye Kürsüsünde, Hakkın Sesleri, Fatih Kürsüsünde, Hâtıralar, layıktır. Asım, aynı zamanda Gölgeler kitapları, hep millî ve içtimâi Hayâtını ve eserlerini tekrar tekrar okuduğumuz zaman dert ve davâlarla yüklü eserlerdir. Onun târihî-millî mezi­ onun, imân ve ahlâkta, hayat ve ferâgatta şuurla Hazreti Pey- yetlerimiz, memleketin kurtuluş ve yükselişi hakkındaki, zih­ gamber'i örnek edindiğini söyleyebiliriz. O, Safahât gibi yedi nini dâimâ işgâl eden görüşlerini, ümitlerini, tekliflerini, bölümden meydana gelen muazzam ve muhteşem millî ve uyarmalarını ihtiva etmektedirler. Bunları delillendirmek üze­ dinî imân ve heyecan kaynağı olan şiir külliyâtının hemen re III. kitaptan şu örnekleri veriyorum: her yerinde, hele "Çanakkale Şehitleri ', "İstiklâl Marşı," "Sü­ leyman Nazif'e", "Bülbül", hâttâ "Berlin Hatıraları" gibi bir­ Sahipsiz olan memleketin batması hakdır; çok şiirlerinde ve nice manzum "Duâ"larında, maddeyi Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır. istihkar eden karakteri, yüksek imân ve ahlâkı, cesur irâde­ Feryadı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar... si, akıcı ve sürükleyici şiir üslûbu ile bütün Türk ve İslâm Uğraş ki: telâfi edecek bunca zarar var. âlemine; vicdanı olan, objektif görüp düşünebilen bütün in­ "İş bitti... Sebatın sonu yoktur!" deme, yılma! sanlığa rehber ve timsâl olacak seviyededir. Ey millet-i merhume, sakın ye'se kapılma. Fakat fikirde, hassâsiyette, ferdî ve millî hassasiyette hem Olmaz ya... Tabiî... Biri insan, biri hayvan! çok derinlik noktasına, hem de çok yükseklik mertebesine Öyleyse, "cehalet” denilen yüz karasından ulaşmış müstesnâ kaynaklarının da, aslında, kendi içtimâi Kurtulmaya azmetmell baştan başa millet çevrelerinin, kendi vatan ve milletlerinin sevinçleri, hazla- Kâfi mi değil, yoksa bu son ders-i felâket? rı, meseleleri, dâvaları güçlükleri, dertleri ve kederleri ol­ duğu ve olacağı açıktır. İşte üstâd Mehmet Akif'in de hayâtının asıl gâilesinin "Son ders-i felâket” ne demektiri Şu demektir: milletçe ve devletçe sürüklendiğimiz manevî, ahlâkî ve mad­ Çelmezse eğer kendine millet, gidecektir! di sıkıntı ve çöküntülerimiz ile geri kalmışlıklarımız olduğu Zirâ, yeni bir sadmeye artık dayanılmaz; Zîrâ, bu sefer uyku ölümdür, uyanılmaz! ve'şledığı mevzuûlarda kendini açığa vurmaktadır. O ger­ Coşkun, koca bir sel gibi, dâim beşeriyet, çek bir mütefekkir şâir ve edîbtir. Kafasının ve kaleminin gü­ Müstakbele koşmakta verip seyrine şiddet cünü milletinin ve İslâm âleminin hürriyet dâvâsı, ahlâkça Dağlar, uçurumlar ona yol vermemek ister... ve mânen; müsbet ilim ve medeniyet yolunda yükselmesi Lâkin o, ne yüksek, ne de alçak demez, öter! 'Çin harcamıştır. Onun, eserlerinin hiçbir yerinde şahsî his, Akvâm o büyük nehre katılmış birer ırmak... mesele ve sıkıntılarından bahsettiği görülmez. Elbette katılır... Hangisi ister geri kalmak.

Asıl olarak M.Akif 1908'de ikinci Meşrutiyet'ten itibâ- ren b a şy ^ r sıfatıyla yazılarını ve şiirlerini, Eşref Edip ile Ey katre-i âvâre bu cûşun, bu huruşûn Ahengine uymazsan, emin ol boğulursun! ır ıkte çıkardıkları Sırât-ı Müstakîm'de, sonradan adı değiş- ın erek Sebîlürreşad'da yayınlayarak işe girişmiş, daha bu 1 . ev.rede kudretli yazarlık ve bilhassa şâirlik itibâr ve şöh- Ey millet, uyan! Cehline kurban gidiyorsun! rc ını kazanmıştır. Fakat memleketin dert ve sıkıntılarının İslâm'ı da "batsın!" diye, tutmuş yediyorsun! eşrutıyet ile eksilmeyip artmakta olması sebebiyle onun Allah'dan utan! Bâri bırak dîni elinden... millet ve memleket dâvâlarını hem ızdırap hem de şuurla Gir leş gibi topraklara kendin, gireceksen! Lâkin, ne demek bizleri Allah ile iskât? one alması neticesinde "vatan şâirliği" vasfı daha çok gel­ miştir. * Allah'dan utanmak da olur ilim ile... Heyhât! Bunların yanında M.Akif, çok genç yaşlarında meslek Bu konuda II. Safahat'daki "Terakki" ile ilgili şiirleri ve a amı olarak, sonra îmân, fikir ve siyâset adamı olarak Ana- Duâ şiiri bilhassa hatırlanmaya değer eserlerdir: o u ve Rumeli içerisinde birçok seyahatler yapmak, birkaç ere kısa veya uzun zaman Mısır'da, Hicâz'da bulunmak, TERAKKİ SIRRI: er ın e, Lübnan'a, Şam'a gitmek sûretiyle hayat tecrübesi- Şark'ı baştan başa yıllarca dolaştım, gezdim; ı ye görüşünü geliştirmiş; gerçek meyil ve istidâdı dolayı­ Hem de oldukça görürdüm... Kafa gezdirmezdim! na13 mekteplerde, medreselerde, bilhassa Kahire'de Bu Arap'mış, Bu Acem'miş, bu Tatar'mış demedim; ıverıs e e Profesör sıfatıyla ders vererek, Arapça'dan, Müslüman unsurunun hepsini gördüm kendim.

21 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI Aralık/86

Küçük âdemlerinin rûhunu tedkik ettim, kalemlerine, hem kendi görüşümüze göre temas etmek Büyük âdemlerin fikrini ta'mik ettim. isteriz: İstedim sonra, neden böyle Iapon'lar, yüksek? Cenab Şehâbeddin onun edebî kudret ve vasfını şöyle Nedir esbâb-ı terâkkisii Yakından görmek. ifâde eder; Akif yalnız bizim asrımızın değil, hattâ tarihimi­ Bu uzun boylu mesâi, bu uzun boylu sefer. zin en büyük destan şâiridir. Safahat mübdiinin şeşindeki Bir kanâat verecekmiş bana dünyada meğer. haşmet ve saltanatla zamanı ve nisyâm ilelebet saracağın­ O kanâat da şudur: Sırr-ı terakkinizi siz, dan şüphe yoktur. Onun iki meziyeti vardır: Kuvvet ve sa­ Başka yerlede taharriye heveslenmeyiniz. mimiyet. Rahnesiz ve infilâksız bir ûslûb-i metin içinde o Onu kendinde bulur yükselecek bir millet; zamana kadar mislini görmediğimiz bir tabiîlikle kendi he­ Çünkü her noktada taklid ile sökmez hareket. yecanlarını ifâde etti. Alınız ilmini Carb'ın, alınız san'atini; O bîmisâl idi. Zira eski ve muâsır üdebâmızdan hiçbi­ Veriniz hem de mesâinize son sür'atini. rine umtâvaatı dimâğıyyesi yoktu. Onun san'atı hür ve müs­ Çünkü kaabil değil artık yaşamak bunlarsız; takildir. Tâkip edeceği yolun plânını o, kendi seciye-i Çünkü milliyeti yok san'atın, ilmin; yalnız, şiirinden almış ve çığırını kendi minkaş-i zekâsıyla açmıştı. İyi hâtırda tutun ettiğim ihtârı demin: Bütün edvâr-ı terakkiyi yarıp geçmek için O kendisine hâs bir hikmet-i bedîiyyeyi tâkib ediyordu ve Kendi "mâhiyyet-i rûhiyye"niz olsun kılavuz. hikmetin düstûr-ı merkezîsi, şu idi: Âzamî besâtet içinde âza- Çünkü beyhûdedir ümmid-i selâmet onsuz. mî güzellik. Filvâki bütün Safahât'da eski ve yeni edebiyâ- tın mürâcaat ettiği tecemmül vâsıtalarına karşı itinâ ile OUÂ perhizkâr bir belâgat görülüyor. Bu şerâiti muvaffakiyetle ib­ Ya İlâhi bize tevfikini gönder... da edilen bir sanat eserinin unvân-ı ıstilâhîsi "sehl-i müm- -Âmin! teni "dir__ Doğru yol hangisidir, millete göster... -Âmin! Yakın arkadaşlarından kudretli şâir Midhat Cemal ise Rûh-u İslâmî şedâid sıkıyor, öldürecek. M.Akif'in edebî hüviyet ve hususiyetini şu ifâdelerle anlatır: Zulmü te'dib esi maksûd-u mehibin, gerçek, Akif'in şiirlerinde esrârengizlikyoktur.O, şiire karanlık Nâra yansın mı berâber bu kadar mazlûmin? sokmadı. Akif nazım şâiridir; fakat nazmın da çok şahsî bir Bİ-günâhtz çoğumuz... Yakma İlâhi! ihtizâz vardır. Nazma getirdiği râşe Safahat'm tâ birinci ki­ -Âmin! tabındaki bazı manzumeleriyle başlar... Doğuyor âlem-i İslâmî bir azgın fitne, Karar verdiği şiiri mevzuundan sapmayarak yazıyordu. Kıt'alar kaynıyarak gitti o girdâb içine! İstediğini istiyor, değildi. Yazmadan evvel şiirinin adı vardı Mahvolan âileler bir sürü ma'sûmundur, Kalan âvârelerin hâli de ma'lûmundur. ve isimde manzumenin plânı durur... Nasıl olmaz ki i Tezelzül veriyor arşa enin! Kendi kendini beğenmemeğe muvaffak olurdu. Eserle­ Dinsin artık bu hazin velvele yâ Râb! rini en çok yırtan sanatkârdır. -Âmin! Heceye düşman değildi. "Ben hece vezniyle öyle eser­ Müslüman mülkünü her yerde felâket vurdu... ler okudum ki, bayılırım. Söz hâyide olduktan sonra onu aru­ Bir bu toprak kalıyor dinimizin son yurdu! za çeksem de hoştur, heceye koşsam da!" derdi. Bu da çiğnendi mi, çiğnendi demek şer'i mübin; Ona göre, san'at sanat için değildir. San'at hayât için­ Hâk-sâr eyleme yâ Rab, onu olsun... -Âmin! dir. Ahlâksız edebiyâta, taklide, mazmunculuğa hasımdı. Ve-l-hamdüllillâhi Rabb-il-âlemin... Akif'in şiiri yerlidir; karar vererek, azmederek, göğsü kaba­ rarak yerli. Bu fârikası, mevzularının memleket vak'aları ol­ ması kadar, ondaki yazı zevkinin Türk oluşundandır. Belirttiğimiz gibi, müteffekkir Akif'in bütün manzûm ve Frenk olmaktan iğrenir, güzel Türkçenin üstüne titrer. mensûr eserleri milletimiz ve devletimizin ve İslâm âlemi­ Dîninden sonra dili gelir. Yazarken de, yaşarken de Türk ol­ nin medeniyet ve insanlık dünyasında lâyık yerini almasına duğuna mağrurdur. müteveccih fikrî muhteva taşan eserlerdir. Onun sanat eser­ lerinin, bilhassa şiirlerindeki konuların çerçevesini bu çok Hicivlerinde şahsî öfke yoktur. Hemen bütün hicivleri, samîmî fikirler ve hedefler çizmektedir. Onun san'at ve şii­ memleketinin mesut olacağına inanan adamın, bu îmân ı sar­ rin hedefi, bu ulvî fikirleri şiiriyet yoluyla daha kolay ve da­ san felâketlerle karşılaştığı zaman içinde saklayamadığı is­ ha çok okunur hâle sokmak, hem de onları zihinlere, yanlardır. İsyânı da îmânı gibi mukaddestir. Onun için gönüllere daha iyi yerleştirerek önce kendi Türk cemiyetini hicivlerini din şiirlerindeki itinâ ile oynar. "Çirkin" i yapan imânca ve ahlâkça kurtarmak ve korumak; hem de, bütün heykeltraş gibi... İslâm Âlemini fikren ve mânen olduğu kadar, maddeten ve Üç esaslı sesi vardır: Konuşma sesi, erkek sesi, müsteh­ medeniyet olarak geliştirmek ve yükseltmek, "dünya mede­ zi sesi... niyetinin faydalı taraflarını muhakkak alarak" diğer millet­ Altı, yedi Türkçe bilirdi: tekke, medrese, Tanzimat, ler içinde ve arasında, ezemeyecekleri, hor görmeyecekleri Servet-i Fünun, ev ve sokak Türkçesi. şerefli bir muâdil mertebeye ulaştırmaktır. Bu sebeple, ka- Akif tamâmen eserindedir. nâatımızca hem bütünü ile maddî ve mânevi millî dâvaları Şiir yazması bir çalışma buhrânı geçirmesi idi. Manzû- işlemek ve milletim uyandırmaya çalışmak; hem de kosko­ mesini kâğıda dökmeden evvel, bu çalışmak onun tahteş­ ca bir İslâm dünyâsının halâs ve yükselişini bütün genişliği şuurunda sessiz, sağır, gizli bir faâliyet ihtilâli idi. ile kendine mevzu edinmiş olmak itibâriyle, hattâ dünya şâir Ali Ekrem ise onun için "kâfiyede gösterdiği mahâret ve edipleri içerisinde fikir cephesi en zengin, gâyesi en ul­ bazân şâyân'ı hayret derecelere çıkar" diyor. vî, sanatkârlardan biridir. Süleyman Nazif de "Zebur sâhibinin yed-i îcâzında âhen Sanatkâr derken şimdi de kısaca onun edebî hüviyeti­ ne ise Safahat şâirinin des-i ibdâında kelime ve arûz da odur" ne, şâirlik kudretine, Türk dilini şiir içerisinde yoğurmakta­ hükmünü vermiştir. ki büyük kaabiIiyetine, hem çağın sâlâhiyetli isim ve Yine çok değer verdiği dostu Ferid (Kam) bey, Safahat'-

22 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI Aralık/86

ın üçüncü kısmının neşri münâsebetiyle kendisine yazdığı diye başlayan bir "Cenk Şarkısı"nı ve eserin kendisiyle bes­ mektubunda şunları söylüyor: Lisân-ı nazma-mâhiyetini tağ­ tesi Millî Mücâdele yıllarında Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye yir etmeksizin-müstaid olduğu inkişâfı verdin. Türkçenin naz­ Riyâset'ince kâbul olunup orduya tâmim edilen: ma gâyet elverişli olduğunu eserinle isbat ettin. Bir müddetten beridir lisânımızda herkes istediği gibi tasarrufa Yılmaz, ölümden, yaradan, askerim; kıyâm eylediğinden, lisânımızda hepimizin lisânı olmak de­ Orduma "gizi” dedi Peygamber'im. recesinden | lisân'ı şahsî olmak derecesine düşmüştür. Fil­ Bir dileğim var ölürüm isterim: hakika üslûp şahsın malı, tâbîr-i diğer ile sâhibinin timsâlidir; Yurduma tek düşman ayak basmasın. Âmin! desin hep birden yiğitler, fakat lisânın rûhuna dokunulmamak şartıyla... "Allâhu ekber!" Gökten şehitler. Âmin! Âmin! Allâhu ekber! Eğer şiirimizde gösterilen keyfî tasarruflar bilfarz hey- keltraşlıkta, ressamlıkta gösterilmiş olsaydı, heykeltraşın elin­ diye başlayıp devam eden "Ordunun Duâsı" şiirini o yaz­ den çıkan bir heykel herhalde bizim bilmediğimiz mahlûk mıştır. olurdu! Kezâ bir ressamın böyle bir tasarrufu neticesinde vü­ Şu hâlde hayâtta ve san'atta yanlış anlaşılmanın kusûru cûda getireceği eserlerde bize görmediğimiz, bilmediğimiz ile kendisinin hiçbir gûnâ ilgisi yoktur ve artık bugün mille­ bir âlemin menâzırını tasvîr ederdi. Şiirimizde bu garâbet timizle Türk ve Islâm âlemi onu her yönüyle "M illî Şâir" çoktan taayyün etti. Fakat onun temyîzi diğer sanatlardaki olarak tebcîl eylemektedir. * garâbetlerin temyizi kadar kolay olmadığından bugün o ga­ M.Akif'e bütün bu liyâketleri bahşeden İlâhi mazhari­ rabetlere yukarıda söylediğim gibi, teceddüt, yahut kemâl-i yet onun yüksek karakteri ve fazileti olduğunda, şüphe yok­ san'at nâmı veriliyor. Bakalım bu hâl ne zamana kadar de­ tur. O, Asım'da şöyle haykırır: vam edecek? Fakat sen lisân-ı şiiri mâhiyeti nev'iyesine hâs bir tekâmüle namzet kıldtn;muva{fak da oldun; daha da ola­ Zulmü alkışlayamam, zâlimi aslâ sevemem; caksın. Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem. Gelelim ikinci mülâhazaya: İhtimâl ki "san'at san'at için­ Biri ecdâdıma saldırdı mı hattâ boğarım... - Boğamazsın ki, dir; san'attan maksat yine san'attır; san'atta dîni ahlâki, si­ - Hiç olmasza yanımdan kovarım. yasi bir gâye aramak abestir" diye, senin mesleğine itirâz Üçbuçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam. edenler onu hoş görmeyenler vardır. Fakat o halde, yâni san'­ Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam. at hakkındaki bu düstûr kabul edildiği takdirde, onu dinsiz­ Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle, liğe, ahlâksızlığa da âlet ittihâz etmemek lâzım gelir. Zirâ Bana hiç tasmalık etmiş değil altın Lâle. san'at, bu suretle kayıddan âzâde edilmiş olmayıp, belki ku- Yumuşak başlı isem, kim demiş uysal koyunum yûdun en berbatı ile takyid edilmiş olur. Ben, senin eserle­ Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boynum. rinde bu düstûra muhalefetini gösterecek birşey Kanayan bir yara gördün mü kanar tâ ciğerim, görmüyorum. Çünkü sen San'atta gâye aramıyorsun, lâkin “Adam aldırma da geç git!" diyemem, aldırırım. gâyede san'at arıyorsun. Mesleğin tamâmıyle maksadını te­ Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım. mine kâfidir... Zâlimin hasmıyım ammâ severim mazlûmu.... Akif'in şiirini bütün mübalâğasız fakat kadirşinaslıkla de­ İrticâ'ın şu sizin lehçede mânâsı bu mui ğerlendiren ifâdelerden sonra, bizim burada kendimize gö­ Mehmet Akif Bey, Ferid Vecdi, Muhammed Abduh, Ab- re ilâve edeceğimiz hususlar şunlardır: dülâziz Çaviş, Said Halim Paşa'dan da birtakım eserler ter­ M.Akif, son devir edebiyâtımızda, bundan 95 yıl kadar cüme ve bunları neşretmiştir. öncesinden 50 yıl öncesine uzanan zamanın gittikçe sade­ Görülüyor ki M.Akif, milleti için İslâm dâvâsı için yo­ leştirilerek konuşulan Türkçesiyle arûz veznini bağdaştırmak rulmadan kalemi ve bedeni ile dev gibi çalışmış, sportif ya­ ve Türk Dili'nin ahengini tabiî sesleri içerisinde koruyarak pılı, gençliğinde boğazı geçecek kadar yüzmeyle ve güreş onu arûzla şiirleştirmekte kimsenin gösteremediği ve zâten ile de uğraşan bir fikir, ahlâk imân ve vatan mücâhididir. bundan sonra da tevessül edilemeyecek olan başarıyı gös­ Onun bu konuda hayıflanarak hatırlanması gereken yi­ termiş tek dirâyetli şâirdir. Midhat Cemal'ın isâbetle tesbit ne heder olmuş bir müşerek emeği; dâmâdım Prof. Ekme- ettiği üzere, o şiirlerinde Türkçemizin üç sesini, "konuşma leddin İhsanoğlu'nun merhum ve mağfur pederi, Yozgadlı ?eSm' C . er'

23 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI Aralık/86

Prof.Dr. Hüsrev HATEMİ

Mehmed Akif'i Anlamak

Mehmet Âkif Ersoy birçok büyüğümü­ mu?" denebilir. Şairliği için bunlar ye­ zün durumundan farksız bir durumda­ ter. Bunlar zirvelerdir. Bu zirvelere na­ dır. Yanlış anlaşılma, kasden yanlış an­ zım denebilecek eteklerden yavaş yavaş latma gibi sebeplerle bütünümüzün şâ­ yükselen yamaçlardan çıkarak varılır. iri olan bu gerçekten büyük insan şim­ Bir ovası, vadisi ve dorukları olan Âkif di hiç yoktan “ tutucuların tuttuğu şair" şiirine kim küçümseyici gözle bakabi­ olarak görülmekte, daha doğrusu böy­ lir? Bence Akif'in bu üç şiiri şiirdir. Di­ le gösterilmek istenmektedir. ğer nazımları arasında da şiir olan bir Bunun sebeplerinden biri, aydınları­ çok mrsralar, beyitler vardır. Bize de bu mızın çoğunun çift standartlı oluşudur. yeter. Çünkü, Âkif deyince zihnimizde Bunu bir yakın misâl ile anlatalım. Bu şair, veteriner, milliyetçi gibi sıfatlar de­ yıl, bir şairimiz ölünce, ardından bir ğil doğrudan doğruya Mehmet Âkif Er­ edebiyat dergisinin yazdığı "alkol^ soy kavramı canlanmalıdır. Akif'in iptilâsı" tesbiti, oldukça geniş tepkile­ Çanakkale, Bülbül ve İstiklâl Marşı şii­ re yolaçtı. Aslında bu sevindirici bir rini okurken bilhassa bağırmayalım, olaydır. Türk aydınları şairlerine sahip ayağımızı yere vurmayalım, boyun da­ çıkıyor diye memnun olmalıyız. Fakat"^ marlarımızı şişirmeyelim. Bunlara ken­ yine aynı yıl bir gazete yazarı Mehmet dinden menkul şairceğizlerin ihtiyacı Akif'in sahipsiz öldüğünü cenazesinin' ' vardır. Âkif düşünerek okunur, hiç de­ biraz çekinilerek kaldırıldığını, hatta ce­ ğilse haftada bir iki gün okunur ve dü­ nazesinde konuşma yapan öğrenci Ab- şünülür. Çünkü kendisi "Allah bu dülkadir Karahan'ın (Prof. Dr.) birkaç millete İstiklâl Marşı yazılacak şartları gün saklandığını yazınca aydınlarımız­ bir daha göstermesin" demişti. Eğer Âkif daki sükût nedendi? Mehmet Akif'in bu ve onun gibilerinin değeri bilinmezse durumda gösterilmesi Akif'i küçültür bu tehlike daha tehdit edici bir hal alır. mü? Mehmet Âkif bütün Türkierin şairi Ama "büyüklerimiz ara sıra okur, am­ değil midir? Şimdi neredeyse Mehmet cam çok sevirdi, ben de okuyacağım Âkif yalnızca tutucu çevrelerin şairi gös­ inşaallah" havasında gidersek, anma tö­ terilmekte ve Âkif için yapılan toplantı­ renlerinde bağırır, ayağımızı yere vurur, larda bir milli marş şâirinin yaratması sonra kitaplığımızda ilaç için bir Sefa­ me, susuzluk giderme özellikleri yok. beklenen milliyetçilik coşkusu yerine, hat bulunmazsa bu tehdit yakınlaşır. Akif'in büyüklüğü tekrar tekrar ispatlan­ Ne varmış bunlarda?" diyebiliriz. Şair­ mağa çalışılmaktadır. ler, büyük şahsiyetler büyüklerin hiç biri "Ne hüsrandır ki: Şark'ın ben vefasız Âkif, tekrar tekrar ispatlamağa, hiç ih­ böyle analiz ile değerlendirilemez. kansız evladı tiyacı olmayan bir şahsiyettir. Halbuki Mehmet Âkif, çöken bir imparatorluğun Serâpâ Carb'a çiğnettim de çıktım hâk- bizdeki çift standartlı değerlendirme bu­ acısını duyarken, Anadolu toprakların- i ecdâdı rada da görülmekte, şâirliği, veteriner­ danda işgal edildiğini görmüş ve kurtu liği, bilimselliği, ilericiliği, tutuculuğu, luş savaşının yanında yer almıştır mısralarını bağırmadan, teşbih çeker gi­ vs. vs...... gibi paragraflara ayrılarak Mehmet Âkif Ersoy, üstelik kendi ken bi, zikreder gibi okumayalım. Akif'in analizi yapılmaktadır. Mehmet dişini şair olarak tanıtmaz. Alçak gönül içimizde bu keder olgunlaşsın. Bu bir Âkif Ersoy bir bütün, bir blok, bir var­ lüdür. Buna rağmen büyük bir şairdir keder aşısıdır. Tıbbi bir metoddur. Bü­ lık, bir Türk şairidir. Su hayat verir. Su­ Büyüktür, bu büyüklük kişiliğinden ge yük olaylardan büyük kederlerden bizi suzluğu giderir. Suyu ele geçirdikten lir. Şairdir, bu şairlik, Çanakkale şiirin Âkif şiirinin aşısı korur. sonra analizini yaparak hidrojen ve ok­ den, İstiklal Marşından ve Bülbül Akif'in yanlız bu büyüklüğü yeter. Al sijene ayırarak “bu gazların bitki yeşert- şiirinden kaynaklanır. "Başka şiiri yok lah rahmet etsin. Daha çok bize...

24 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI A ralık /86

Yrd.Doç.Dr. Emin IŞIK

Akif'in Kur'ân Tercümesi

Kur ân-ı Kerim'irı bir başka dile ter- malak bir şey de teslim etmek istemi­ ceme edilip edilemiyeceği, edildiği yordu. işin zorluğunu ve bozulan sağ­ takdirde bunun Kur'ân sayılıp sayıla- İhtiyaç ve zaruret göz lığını bahane ederek, bu işi yapmak­ mıyacağı ötedenberi tartışılan bir ko­ tan vazgeçtiğini bildirip, aldığı avan­ nudur. Kur'ân aslı itibariyle İlâhî va­ önüne getirilince, sı aynen geri iade etti. Başladığı işi, hiy eseri semavî bir kitaptır, insanla­ harfiyyen olmasa bile, hiçbir resmî makama karşı sorumluluk ra yalnızca bilgi sunmak için gelmiş meâlen yapılabilecek bir duymadan, hür ve serbest olarak sür­ değildir. Aynı zamanda okuyanları ik­ dürmek istiyordu. Bazıları onu haksız na etmek ve inandırmak için gelmiş­ tercemenin İslâm’a ve bulurken, yakından tanıyanlar ve me­ tir . Gerek nesir, gerek şiir olarak Arap müslümanlara hizmet âl işinin ne kadar titiz bir çalışma ge­ edebiyatının bütün sanat ve incelikle­ olacağı da inkâr kabul rektirdiğini bilenler, ona hak veriyor­ rini de ihtiva etmektedir. Yani, İlahî lardı. işin doğrusu da buydu: Böyle kaynaklı olmasına ilâveten, edebî de­ etmez bir gerçektir. sine ciddî ve önemli bir iş, ancak kişi­ ğeri de yüksek olan bir kitaptır. nin Allah'ına ve vicdanına karşı duy­ Terceme işiyle uğraşanlar, bir şiirin, duğu sorumluluk ile başarılabilirdi. bir edebî metnin bile aslındaki incelik Sonradan öğrenildiğine göre; ve güzellikten hiç kayıp vermeden bir ân meâl ve tefsiri konusunda duyulan M.Akif Bey, ezanın Türkçe okunma­ başka dile aktarılmasının mümkün ol­ ihtiyacı göz önüne alarak, Diyanet İş­ sından sonra, namazlarda da Kur'ân madığını yakından bilirler. Bu zorlu­ leri Riyasetine görev vermişti. Diyanet yerine Türkçe mealin okunması husu­ ğu ve Kur'ân'ın söz konusu özellikle­ işleri yetkilileri, tefsirin Elmalılı sunda yapılan hazırlık çalışmaların­ rini bilmeyenler, onun tercemesinin M.Hamdi Yazır, mealin de M.Akif Bey dan korktuğu va bazı dostları tarafın­ hemencecik yapılabilecek cinsten ba­ tarafından kaleme alınmasını kararlaş­ dan kendisine yapılan uyarıları ciddi­ sit bir ış olduğunu sanırlar. Bu yüzden tırmış, her ikisini de bu işe razı etmiş, ye aldığı için âcz ve mazeret bildire­ “ Niçin olmazmış, neden olmasın?" hattâ avans mahiyetinde bîr miktar rek bu işten sıyrılmaya çalışmıştır. "A l­ gibilerden ahkâm keserler. Oysa parada ödenmişti. lah'ımın beni böyle büyük bir güna­ Kur'ân'ın bir sûresinin bile benzerinin Akif Bey, işin zorluğunu biliyordu: ha âlet ve ortak olmaktan dolayı âhi- ortaya konamıyacağı hususunda, Hakkiyle denecek ölçüde olmasa bi­ rette hesaba çekmesinden korkarım, Kur ân açıkça meydan okumaktadır. le, rahat okunan, kolay anlaşılan, eli demiştir. (Bakara:23). Bu meyd an okuma, yal­ yüzü düzgün bir meâl hazırlamanın Onun yakın dostlarının, özellikle ta­ nızca vahyin geldiği asr-ı seâdet için bir ömür işi olduğunun farkındaydı. lebesi Mahir İz Bey'in samimiyetle be­ değil, kıyamete kadar gelecek bütün Yürekten inandığı Allah'ın yardımına lirttiğine göre; M.Akif Beyi, söz konu­ zamanlar ve bütün diller için geçerli- güvenerek bu zor işi yüklendi. Akif su meâli bir an önce bitirip teslim et­ dir. Aslında “ Neden olmasın?" diyen­ Bey o yıllarda kışları Mısır'da kalıyor, mekten alıkoyan asıl sebep işte budur: lere “ Yap da görelim!" demek yaz aylarında İstanbul'a geliyordu. meâlin Kur'ân yerine kaim kılınması gerekir. Mısır'da Abbas Halim Paşa'nın misa­ hususundaki korku ve endişesidir. Islâm alimlerinin genel görüş ve ka- firi olarak ikamet ettiği köşkte rahat Bununla beraber M.Akif Bey, üze­ naatları odur ki: Kur'-ân tercemesi, ne bir çalışma ortamı içindeydi. Geceyi rinde çalıştığı işi yarım bırakmamış,

25 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI A ralık /86 bizzat Türkçe Kur'ârı çalışmalarına ka­ tılmış olan bazı hoca efendilerden öğ­ KALENDER Kalenderin biri köyden sabahleyin fırlar, rendiğimize göre; daha önce bizzat Arar nasibini: Avdetde kırda akşamlar. Gazi Hazretlerinin katıldığı ve birçok Fakat güneş batarak, ortalık karardıkça, deneme okuyuşları yaptırarak dikkat­ le izlediği Türkçe Kur'ân konusu o ta­ Görür ki yerde yatılmaz, hemen çıkar ağaca. rihte (1936) artık kapanmıştı. Atatürk H erif ağaçda iken bir iniltidir, işidir.. "Türkçe Kur'ân olmaz!" diyerek Bakar ki bir kötürüm tilkinin yanık sesidir. kararını vermiş ve konuyu kapatmıştır. Biraz geçince, kavı dişlerinde bir ceylan, Devrin aydınları ve din âlimleri İner yakındaki vadiye karşıdan arslan. M.Akif Bey'in tercemesinin elde edi­ Yukarda çıkmaz olur, şimdi yolcunun nefesi; lip yayınlanmasını Türk dili ve Islâm di­ Tabîatiyle durur hastanın da inlemesi! ni için büyük kazanç olarak görüyor­ Yeyip şikârını Arslan dalınca ormanına; lardı. Daha sonraki yıllarda Maarif Sürüklenir, yanaşır Tilki sofranın yanına; vekili olan Haşan Âli Yücel, Akif Bey'­ in damadı Ö. Rıza Doğrul, bu meâli el­ Doyar efendisinin artığıyle, sonra yatar. de etmek için Mısır'daki Ihsan Hoca'- H erif düşünmiye başlar eder de hâle nazar. dan ısrarla talepte bulundularsa da, “Cenâbı Hak ne kadar merhametli, görmeli ki: İhsan Hoca bütün istekleri geri çevir­ Acım demekle amelmanda bir topal tilki, miştir. Ayağına gönderiyor rızkın en mükemmelini.. Bugün aradan geçen elli seneye rağmen o ayarda değil, fakat onun O halde çekmeli insan çalışmadan elini. yarısı ayarında bile bir meâl hazırla­ Değer mi koşmıya akşam, sabah, yalan dünya? nabilmiş değildir. Böyle bir hükmü ve­ Dolaşmayan dolaşandan akıllı. Gördün ya: rirken, Akif Bey'in eserini bütünüyle Horul horul uyuyor kahbe tilki, senden tok! görmüş ve okumuş olmaya lüzum yoktur. Safahat'daki "Hakkın Sesleri" Tevekkül etmeli öyleyse şimdiden tezi yok. bölümünde bazı âyetlere yapmış ol­ Yazık bu âne kadar çekdiğim sıkıntılara!.. ” duğu tercemeler ortadadır. "Bir çu­ Sabah olunca, herif dağ başında bir mağra val darının bir avuç mosturası olur" Tasarlayıp, edebî i'tikâfe niyyet eder. derler, işte bu örnekler, Akif'in, her iki dilin inceliklerine ne kadar derin­ Birinci gün bakınır: Yok ne bir gelir, ne gider! den vakıf olduğuna ve tercüme işin­ İkinci gün basar açlık, erir erir süzülür, deki maharetine yeterince şahitlik et­ Üçüncü gün uyuşuk bir sinek olur büzülür. mektedir. Ölüm mü, uyku mu her neyse âkibet uzanır; M.Akif Bey'in, Farsça ve Arapça'­ Fakat işitdiği bir sesle silkinir, uyanır: ya olan vukuf ve hakimiyetinin yanın­ da mükemmelen Fransızca bildiğini yi­ “ Dolaş da yarttcı arslan kesil behey miskin! ne Mahir iz Bey'den öğrenmiştik. Ma­ Niçin yatıp, kötürüm tilki olmak istersin? hir Bey, "Ben kendisinden Farsça Elin, kolun tutuyorken çalış, kazanmıya bak. okudum, Arapça okumadığıma Ki artığınla geçinsin senin de bir yatalak. ” hâlâ pişmanım" derdi. Ve şunu da ilave ederdi: "Yıllarca Fransa'da ______J okumuş, orada kalmış olanların içinden çıkamadığı metinler dislerinde imiş, ömrümüzü boşa dır. Ve bir dilden gerçek anlamda tad M.Akif Bey'e gelirdi. Bunlar ara­ harcamışız!” dediğini nakletmiş. Bu­ alabilmek uzun zaman onun şiir ve sında Fransız Hükümeti tarafın­ nun üzerine Akif Bey gülerek "Peki edebiyatiyle haşır neşir olmaya dan gönderilmiş olan resmî yazı­ babalık benim gibi Kur'ân üzerin­ bağlıdır. lar vardı. Akif 6ey, meclis müza­ de çalışsaydı acaba ne derdi!" di­ Doğru dürüst Türkçe ifadey-i me­ kereleri sırasında, yanında lügat ye dostuna selâm göndermiş. ram etmekten âciz olanların Kur'ân da olmadan, oturduğu yerden Benim âcizane kanaatıma göre, dil tercemesi yazdığı bir devirde, Akif bunları harıl harıl terceme eder­ kelimeler demek değildir. Yemeğin, Bey'in yaptığı, yapmak istediği şeyin d i." mevsimin, tabiatın ve müziğin lezze­ ihtişamını anlatabilmek çok zor bir M.Akif Bey'in yakın dostu olan Ba- tine benzer bir tattır. Haykırmanın, öf­ iştir. banzade A.Naim Bey'e de yine Diya­ kenin, hayranlığın, sızlanmanın, hüz­ Sizlere daha derli toplu bir fikir ve­ net İşleri Riyaset'i tarafından nün, sevginin, ilginin, hattâ lâkaydî- rebilir ümidiyle yazımı rahmetli Süley­ "Buharî” tercemesi işi verilmişti. Mı­ lik denilen ilgisizliğin bile dile yansıyan man Nazif'in şu sözüyle sona erdir­ sır'a gelen müşterek tanıdıklarından bir tavrı vardır. Kelimeler ait oldukları mek istiyorum: biri Akif Bey'e Naim Bey den selâm cümlenin genel mânâsına uygun ola­ "Cenab-ı Hak, Kur'ân-ı Ke- getirmiş ve onun "Uzun zaman fel­ rak bir tavır alır ve çeşitli pozlar ve­ rîm'i, Türkçe olarak göndermeyi sefeyle uğraştık. Meğer bütün ha­ rirler. İşte dil, kelimenin takındığı ta­ murad etseydi, bu vazifeyi Cebra­ kikat Peygamber efendimizin ha­ vırdan ve verdiği pozdan alınan haz- il'e değil, Mehmet Akif'e verirdi.”

26 Türk Edebiyatı MFHMED AKİF ANIT SAYISI Aralık/86

Yavuz Bülent BAKİLER

Dosdoğru Adam

Mehmet Akif, ilim, fikir, sanat ve siyaset dünyamızda Hz. Peygamberin “ Haksızlık dosdoğru bir şahsiyettir. Bugün, gençlerimize, "örnek adam" diye göstereceklerimizden birisi de odur. İçerisin­ karşısında susan dilsiz şeytandır!’’ de çırpındığımız çeşitli buhranlardan, ancak Onun ima- ikazına, çağımızda Onun kadar inanan nıyla onun ahlâkıyla, onun fikriyatıyla, Onun öfkesiyle ve uyan kaç devlet memurumuz sıyrılabiliriz. Ama Onu, bugünkü nesle anlatmak, ne ka­ vardır acaba? Bir iki örnek, faydalı dar , ne kadar, ne kadar zor! "İslâmın ahlak anlayışı, dün­ olacaktır herhalde: 1908 ya görüşü nasıldır?" diye soranlara, hiçbir tereddüde kapılmadan Onun hayatını özetliyebiliriz. Biliyorum ki Meşrutiyetinden sonra, M. Âkit, Umur- Onun bir destan kadar güzel, bir şiir kadar çarpıcı olan u Baytariye Müdürlüğünde, yaşayışına, herkesi inandırmak kolay olmayacaktır. Çün­ müdür yardımcısı olarak çalışmaktaydı. kü O, inanılmayacak kadar mükemmel bir insandır. Mü­ kemmel bir dinin, mükemmel bir temsilcisi. Doğrusu, dar kafalı ve Akif'i anlayacak kadar kültürlü ol­ Bir şiirinde kendisi şöyle anlatıyor: mayan insanlar için, bu istifanın izahı çok güçtür!" Zulmü alkışlayamam zalimi asla sevemem Hayır! Hayâl ile yoktur benim alış verişim. Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem. İnan ki her ne demişsem görüp te söylemişim Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam ■udur e'banda benim en beğendiğim meslek Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam. Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek!” mısraları altında, Onun güzel ismi, bir yüzük taşı gibi pa­ ¡f, Emrolunduğu gibi doğru olunuz!" ayet-i kerime­ rıltılı ve mükemmel gülümsemektedir. sine, yaşadığı müddetçe sımsıkı kalan bir mü'mindir. Bu Yakın arkadaşlarından Eşref Edip yazıyor: akımdan çok yakın dostları, Onu bazan hep ayni keli­ " Darülfünun 'da tensikat yapılır. Felsefe müderrisi Fe­ melerle, ayni cümlelerle bize anlatmışlardır: "Akif ömrü nd Beyi kadro harici bırakırlar. Liyakata karşı olan bu hür­ boyunca yalan söylememiş adam dır!" diye söze başla­ metsizliğe üstad (M. Âkif) tahammül edemez. Derhal mışlardır. Dosdoğru yaşayan, dosdoğru konuşan, dosdoğ- istifasını verir. Bilahare "yanlışlık oldu!" derler. Ferid Bey'i ru yazan bir şair. tekrar alırlar. Ustada da, istifasını geri almasını rica eder­ Hz. Peygamberin "Haksızlık karşısında susan dilsiz şey­ ler. Fakat bir kere kalbi kırılan üstad, bir daha Darül Fü- tandır!" ikazına, çağımızda Onun kadar inanan ve uyan nun'a avdet etmez. O kadar maddi ihtiyacına rağm en!" kaç devlet memurumuz vardır acaba? Bir iki örnek, fay­ Merhameti, ummanları dolduracak zenginlikteydi. Ver­ dalı olacaktır herhalde: 1908 Meşrutiyetinden sonra, M. diği söze bağlılığı, üstün karakterinin en bâriz özellikle­ y Hmur-u Baytariye Müdürlüğünde, müdür yardımcı­ rinden biriydi. Şair dostuMithatCemal Kuntay diyor ki: sı o arak çalışmaktaydı. Müdür Abdullah Efendi, zama­ "Bir gün evine gittiğimde, sofalara kadar taşan çocuk şa­ nın Orman ve Maadin ve Ziraat Bakanının haksızlığına mataları dikkatimi çekti. Sekiz çocuktan beşi Akifindi. İlk uğradı. Ayni dairede kâtip olarak çalışan dolayısiyle ge­ defa gördüğüm bu üç çocuk kimindi? soruma dmelere şahid olan M. Emin Erişirgil; (MEHMED ÂKİF- —Çocuklarım! , . ‘ BİR ŞAİRİN ROMANI) isimli kitabında bu müt- diye cevap verdi. Sonra boynunu bükerek anlattı: Halka­ hış hadiseyi şöyle anlatıyor: lı Ziraat Mektebinde okurken, bir arkadaşıyla birlikte ka­ ... a n iminde, nazır, projesini gerçekleştirdi de Mü- rar almışlar. Okulu bitirip evlendikten sonra, kim önce ur bdullah Beyi azletti. Akif bunu haber alır almaz he- ölürse yetim kalan çocuklara hayatta kalan bakacaktır! men şu istifanemeyi yazmıştır: Akif'in o arkadaşı vefat etmiştir. Akif te uzun yıllar ön­ mur-u Baytariye Müdürü Abdullah Eferıdi'nin yer- ce verdiği söze bağlı kalarak, arkadaşının üç yetimini alıp en göğe kadar haklı olduğu bakteriyoloji hane mes'ele- çocuklarının yanına getirmiş! s/n en az i üzerine, acizleri de memuriyetimden suret-i Mithat Cemal devam ederek diyor ki: kat lyyede istifa ediyorum!" "O za m an lar, Akif'in beş çocuğu vardı. Ve cebin­ u istifa, bomba gibi patlamıştı. Yakından Onun husu- de beş parası da yoktu!" aya ını ı mekle böbürlenenler bile şaşa kalmışlardı. O islâmın "Veren el, alan elden üstündür!" nasihatim

27 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI A ralık /86

hiç unutmamış bir merhamet timsalidir. Haşan Basri Çan- tay'ın hâtırası, bugün bize, bin yıl önceki bir destan gibi Müslümanın müslümana silah şaşırtıcı gelmiyor mu? çevirmesine engel olmaya çalıştı. "Bir gün üstadın evinde bir akşam çayı içmeye sonra da oturup sohbet etmeye karar vermiştik. Tesbit ettiğimiz Berlin’den sonra Arab Yarımadasına saatten kısa bir süre önce Onu biraz mahçub, biraz te­ koştu. İngiliz oyunlarıyla bizi arkadan laşlı bir şekilde karşımda buldum. vurmaya çalışan Arab kabilelerine —Akşam çayını bizde değil, sizde içeceğiz! dedi. gerçekleri o anlattı. Ben bu değişikliğe tabii çok memnun oldum. Sonradan öğrendim ki, o akşam saatlerinde, kapısını çalan fakire evinin tek sergisi olan bir kilimi sadaka olarak vermiş. Bi­ nına karşı, Hüseyin Cahit gibi sımsıkı kalanlar bile, büyük zi kilimsiz kalan bir odada ağırlayamayacağı için kararı­ vatanperliğini kabul etmekte, yalansız, riyasız, hayatını çar­ nı değiştirmek mecburiyetinde kalmış. pıcı bir şiire benzetmektedirler. Aynı şekilde, bir kış günü, kendisine el açan yarı çıplak M. Akif Balkan Savaşlarında, cephelerimizin manevi ko­ bir fakire, üzerindeki paltosunu giyindirdiğini ve paltosuz mutanlarından biri oldu. Camileri, tıklım tıklım dolduran kaldığını bilmeyen yoktur!" cemaatler karşısında, hep coşkun hitabelerde bulundu. Akif, vefanın noksansız örneğidir. Hür fikrin, cömertli­ Halkı silkinmeye, bütün mukaddeslerine sahib çıkmaya ğin, zulme baş kaldırmanın, azmin, iradenin, tevazuun, çağırdı: bütün müsbet ilimlerin, cehalete karşı koymanın taassu­ Ey cemaat uyanın, elverir artık uyku bu çiğneyip geçmenin, vatanperverliğin, tarih ve millet şu­ Yok mu sîzlerde vatan nâmına hiç bir duygu? urunun öncü isimlerindendir. Düşmeden pençenin altına istikbâlin Sanat ve siyaset dünyamızın unutulmaz simalarından Biliniz kadrini hürriyetin, istiklâlin. Hüseyin Cahit Yalçın, Akif'in ölümünden sonra, kalemini Millet hayatındaki tefrikaların, ayrılıkların, gayrılıkların kendisine yakışır şekilde eline aldı: doğuracağı büyük felâketleri, sesinin en yüksek tonuyla "....Ş a ir Akif'i şahsen tanımam. Ayni vatanı seven, ay­ kalabalıklara duyuranların babında O geliyordu: ni vatan evlatları olduğumuz halde fikir ve his itibariyle, Girmeden tefrika bir millete düşman giremez ayrı ayrı iki dünyaya mensub idik. Hayatta Vatan sevgi­ Toplu vurdukça yürekler, Onu top sindiremez. sinden başka bir his etrafında birleşmemize imkân yoktu. İste Fas, işte Tunus, işte Cezayir gitti Fakat bu anlaşmazlık, bu gün, onun ölümü karşısında hür­ İşte İran'ı da taksim ediyorlar şimdi. metle karışlk bir tesir duymaktan ve hatırasını hüzünle an­ Ey cemaat, yeter! Allah için olsun uyanın maktan, beni hiçbir zaman men edemez. Akif'in çok güzel Sesi pek müthiş öter sonra kulaklarda çanın. bulduğumuz ve sevdiğimiz eserleri var. Akif'in ölümü kar­ Hıçkırıklara boğulan cemaati yakasından tutup sarsıyor, şısında hissettiğim hürmetle karışık teessür bana şiirlerin­ ümidsizliğe düşen kimseleri mücadeleye çağırıyordu: den gelmiyor. Sahihsiz olan memleketin batması haktır Hayatından geliyor. Çünkü hayatını, daha büyük bir şiir Sen sahib olursan bu vatan batmayacaktır. buluyorum. O hayat ki benim kanaatlarimin, imanlarımın Feryadı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar! aleyhinde sarsılmaz bir cidal ile doludur. Kat'i bir muha­ Uğraş ki telafi edecek bunca zarar var. lefet ile meşbudur. Fakat ne zarar var? O da, bu vatanın "İş bitti! sebatın sonu yoktur!" deme! Yılma! evlâdı değil mi? Onun da düşünmeye, bir kanaat sahibi Ey millet-i merhume, sakın ye'se kapılma! olmaya hakkı yokmu idi?" Birinci Cihan Harbinde, Harbiye Nezaretimize bağlı işte işin bütün sırrı ve muammanın anahtarı buradadır. "Teşkilat-ı Mahsusa'' Onu Berlin'e gönderdi. Almanların Akif kanaatinin, itikadının, vicdanının adamı oldu ve böyle savaş meydanlarından topladığı 50-60 bin civarındaki bir adam olarak öldü. Onun içindir ki, tabutu önünde eğil­ müslüman esirlere, gerçekleri O açıkladı. İtilâf devletleri mek bizlere borç olmuştur. Unutulmamalıdır ki Akif, va­ ordularında bize karşı savaşan müslüman askerlere sesi­ tan tehlikeye düştüğü günlerde, İstanbul'dan kalktı, üzerine mizi o duyurdu. Müslümanın müslümana silah çevirmesi­ düşen vazifeyi yapmak üzere Ankara'ya gitti. İlk B.M.M'ne ne engel olmaya çalıştı. Berlinden sonra Arab Yarımad âza oldu. Ve kutsi gaye uğrunda çalıştı. Kanaatlerine uy­ asına koştu. İngiliz oyunlarıyla bizi arkadan vurmaya ça­ gun yaşamak için ihtiyari bir gurbete katlandı. Uzak di­ lışan Arab kabilelerine gerçekleri o anlattı. yarlarda zaruret ve ihtiyaç içinde, vatan hasretiyle yaşadı. Cihan Harbinden sonra, imzaladığımız anlaşma dola- Ve nihayet son günlerini hissederek, istiklâle kavuşmasını yisiyle, Anadolu, kırk yamalı bohçaya dönmüştü. Bâzı kims o kadar yürekten terennüm ettiği sevgili memleketinin, eze­ eler, manda devlet oimamızı tek çıkar yol olarak gösteri­ lî âşinâsı olduğu güzel ufuklarını, son defa görmek üze- yorlardı. O karanlık günlerde Mehmet Akif'in, Sebilürre- rer Türkiye'ye geldi gördü, kavuştu ve öldü. şad Mecmuasındaki isyanları ne kadar dikkat çekicidir. Akif'i bunun için takdir ediyorum. Fikir ve kanaatleri bi­ Diyordu ki: zimkilere uymadığı halde hürmet ederim. Çünkü yalan "Türklerin yirmibeş asırdan beri istiklâllerini muhafaza söylemedi, riyakârlık yapmadı, fenalık yapmadı! etmiş bir millet oldukları, tarihen müsbet bir hakikattir. Onun bütün kanaatlerine, bütün fikirlerine, bütün ima- Türkler istiklâlsiz yaşayamaz!"

28 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI A ralık /86

diye yazarak, halkı, manda fikri aleyhinde birleştirme­ ye çalıştı. Milli Mücadele hareketinin tam içinde bulun­ Konya’da Milli Mücadele aleyhinde mak gayesiyle İstanbul'dan ayrıldı. Yakın dostu Eşref başlayan çirkin bir ayaklanmayı, Edib'i de yanına alarak, Balıkesir'e geçti. Camilerde hal­ bastırmak için, oraya koştu. Tesirli ka hitab ederek, Kuvay-ı Milliye ruhunu, daha geniş kit­ nasihatlarıyla, vaazlarıyla bu zavallı lelere yaymak için çırpınıp durdu. dalgalanmayı göğüslemeye Kastamonu'da gündüzleri Nasrullah Camiinde, gece­ leri Yılınlı Tekkesinde Kuvay-ı Milliye hareketinin heye­ çalışanların başlarında bulundu. canlı sözcüsü oldu. Nasrullah Camiinde, halkın yüreğine Sonra, Millî Mücadele için Ankara’ya, işleyen ateşin vaazlarını, Elcezire cephesi kumandanı Ni­ Taceddin Dergâhı na yerleşti, hat Paşa'nın, Diyarbakır Matbaası'nda onbirlerce bastı­ rarak bütün cephelere yolladığını, Paşanın ona çektiği Dilenci şekline girmiş bu sinsi caniler telgraftan anlıyoruz. Bu gündüzün bile yol vermeyen harâmiler Konya'da Milli Mücadele aleyhinde başlayan çirkin bir ayaklanmayı, bastırmak için, oraya koştu. Tesirli nasihat- Batı dünyasının ilim-fikir ve sanat güzellikleri Onu hay­ larıyla, vaazlarıyla bu zavallı dalgalanmayı göğüsleme­ ranlıklara boğduğu, şarkın tembelliği, cehaleti, taassu­ ye çalışanların baslarında bulundu. Sonra, Milli Mücadele bu... ruhunda derin fırtınalar kopardığı için gerçekleri için Ankara'ya, Taceddin Dergahı'na yerleşti. Karısını ve bütün dehşetiyle yazmaktan kendisini alamadı: Çocuklarını arkasında bırakarak, büyük mücadelenin or­ Ne gördün şarkı çok gezdin diyorlar gördüğüm yer yer tasında oldu. Sevr antlaşmasının Türkü ve İslâm'ı boğmak Harab iller, serilmiş hanumanlar, başsız ümmetler isteyen hain hükümlerini bütün dehşetiyle anlatan ko­ Yıkılmış köprüler, çökmüş kanallar, yokuşuz yollar nuşmaları, Ankara'da basılarak Batı Cephesine de dağı­ Buruşmuş çehreler, tersiz alınlar işlemez kollar tıldı. T.B.M .M . nin Burdur Milletvekili olarak, Kuvayı Bükülmüş beller, incelmiş boyunlar, kaynamaz kanlar Milliye hareketine yeni bir heyecan kazandırdı. Düşünmez başlar, aldırmaz yürekler, paslı vicdanlar Bizim Cumhuriyet devri edebiyatımızda, cehalete ve ta­ Tegalübler, esaretler, tehakkümler, mezelletler assuba, Onun kadar düşman olan bir başka şairimiz yok­ Riyalar, türlü iğrenç iptilâlar, türlü illetler.. tur. Akif'e göre, bizim en büyük düşmanımız cehalettir Bu hazin gerçekleri görüp söylemesine rağmen, bâzı Cehaleti öldürmeden, yani ortadan kaldırmadan, yaka- çevreler, Mehmed Akif'i nedense, hep şarkın kayıtsız- mızı düşmanların elinden kurtarmamız, insan gibi yaşa­ şartsız hayranı, batının amansız düşmanı gibi göstermiş­ mamız mümkün olmayacaktır: lerdir. Halbuki, Şarkın geri kalmışlığına Şarkın murdar su­ Ey hasm-ı hakikî seni öldürmeli evvel ratına Onun öfkesiyle Tüküren bir başka şairimizi Şensin bize düşmanları üstün çıkaran el" hatırlamıyorum: mısralarıyla cehalete dikkat çekmekte ve onun doğurdu­ Ey bu toprakta birer na'ş-ı perişan bırakıp ğa faciaları gözlerimizin önüne sermektedir. Bir zaman­ Yükselen mevkib-i ervâh sakın arza bakıp lar İbn-i Sinaları yetiştiren Buharanın bile, artık ilmin Sanmayın: şevk-i şehâdetle coşan bir kan var kucağına tek çocuk verememesinden dert yanmakta. Bu­ Bizde leşten daha hissiz, daha kokmuş can var. hara Türklerinin cehaletlerin taassuplarını yüreği kan ağ­ Bakmayın hem tükürün çehre-i murdârımıza layarak ortaya sermektedir: Tükürün cehre-i lakaydına şarkın tükürün O Buhara! O mübarek, o muazzam toprak Kuşkulansın görelim gayret-i halkın tükürün. Zilletin koynuna girmi», uyuyor müstağrak Tükürün milleti alçakça vuran darbelere İbn-i Sinaları yüzlerce doğurmuş iklim Tükürün onlara alkışdağıtan kahbelere Tek çocuk vermiyor aguşuna ilmin, ne akîm, 9 rQsathane-i dünya, O Semerkand bile Öyle dalmış ki hurafata o mâzisiyle Akif'i hep kendi köşesinde boyun büküp oturan atını Ay tutulmuş "kovalım şeytanı kalkın" diyerek sağlam kazığa bağlamadan Allaha tevekkül eden bir Dümbelek çalmada binlerce kadın, kız, erkek kimse" olarak görenler ve gösterenler, Onu hiç, ama hiç okumayanlar ve bilmeyenlerdir. Çünkü tembelliğin üze­ Ya taassupları? Hiç sorma nasıl maskaraca rine "tevekkül" yaftası asanlar, en şiddetli tokatları Akif'­ O uzun hırkasının yenleri yerlerde hoca., embelüğimizi, tembellik yatağı olan kahvehanelerimizi ten yemişlerdir: üyük bir öfkeyle en çok o lânetledi. Kahvehaneleri mille Calıs dedikçe şeriat, çalışmadın durdun Onun hesabına bir çok hurafe uydurdun. tın katilleri bildi. O batakhaneleri, idrakimizin söndüğü, Sonunda bir de "tevekkül" sokuşturup araya insanlarımızın ölmeden önce gömüldüğü bir miskinlik oca­ ğı olarak gösterdi: Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya Bırak çalışmayı, emret oturduğun yerden Oyup sıçan gibi her dört adımda bir kemeri Yorulma öyle ya Mevlâ ecîr-ı hasın iken. eden mi açmış o miskin kılıklı kahveleri Yazıp sabahleyin evden çıkarken işlerim ayır! Deden sana bak hastahaneler yapmış Birer birer oku tekmil edince defterini Tanında Mekteb-i Tıbbiyel er neler yapmış!

29 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI A ralık /86

Bütün o işleri Rabbim görür: vazifesidir Mehmet Âkif, Millî Mücadele’den Yükün hafifledi... Sen şimdi doğru kahveye gir sonra, vatanın çağdaş medeniyet Başın sıkıldı mı kâfi senin o nazlı sesin seviyesine ulaşması hareketiyle "Yetiş” de kendisi gelsin, ya Hızır'ı gönderin Demek her şeyin Allah! Yanaşman, ırgadın o kavruldu durdu. Şiirlerinde lânetlediği Çoluk çocuk ona aid: lalan, bacın, dadın o! cahillikten, taassuptan, tembellikten, Ya sen nesin? Mütevekkil! Yutulmaz artık bu ikilikten, taklitçilikten milletin sıyrılıp Biraz da saygı gerektir.. Ne saygısızlıktır bu! aydınlığa çıkmasını istedi.______Susturan aptalın idrakine bol bol tükürün!" Mehmet Akif'in haklı tesbitlerine göre, böyle insanla­ Akif, başka milletleri taklid etmekle de hiçbir noktaya va­ rın ülkesi, yeryüzünün adeta kamburu haline gelecektir. ramayacağımızı kesin ve sert bir üslupla söylüyordu. Ede­ Yardım için elini kuzeye uzattığında çok soğuk karşılana­ biyatta sanatta, teknikte... taklidin, bizi hep çıkmazlara cak, yüzünü güneye çevirse, ciddiye alınmayacaktır. Dev­ sokacağını belirtiyordu: "Şarka garba hâkim olduğu­ rin İngiltere Başkanı Grey'e, Fransa Başkanı Puankare'ye muz edvar-ı şevketimizde bile, lisanımız, istiklâlini yalvarma faslı başlamayacaktır: temin edebilmek şöyle dursun bir mevcudiyet, lâ­ "Am an Grey bize senden olur olursa meded kin kaydi taklidden azade bir mevcudiyet göstere­ Kuzum Puankare bittik! inayet et! kerem et!" memiş. Evet biz daima mukallit, hem de fena bir Dedikçe sen, dediler karşıdan "inâyet ola" mukallit olmuşuz. Dilencilikle siyaset döner mi hey bu dala Eslâfımız (selefimiz, bizden öncekiler)... Arapla­ Siyesitin kanı: servet hayatı: satvettir rı taklît etmişler. Evet edebiyat nüktecilik, mazmun- Zebûn-küş Avrupa bir hak tanır ki: kuvvettir culuk vadisine döküldüğü gibi mahvolmuş demektir. Donanma, ordu yürürken muzafferen ileri Hulâsa, bizim taklit yolunda meydana getirdiği­ Üzengi öpmeğe hasretti Garbın elçileri miz asar-ı edebiyemiz, insanı ya miskin yapar, ya O ihtişamı elinden niçin bıraktın da ahlaksız." Bu gün yatıp duruyorsun ayaklar altında Edebiyatta olduğu gibi, eğitimde ve teknikte taklitçilik "Kaderm iş" öyle mi? Haşa, bu söz değil doğru te insanımıza hiçbir şey kazandırmamıştır. Gelişmenin, Belânı istedin Allah da verdi... Doğrusu bu!" yükselmenin yani medenî bir sistem kurmanın esasını kav­ ramadan, bir takım özentilere kapılmak,aaa bizi hep çık­ Mehmet Akif, Milli Mücadele'den sonra, vatanın çağdaş mazlara sürüklemiştir. Bu günkü medenî düşüncenin medeniyet seviyesine ulaşması hasretiyle kavruldu durdu tesbitlerini, Mehmet Akif 60-70 sene önce, ne kadar net Şiirlerinde lânetlediği cahillikten, taassuptan, tembellik­ bir şekilde ortaya koymuş: ten, ikilikten, taklitçilikten ve aşağılık duygusundan... mil­ Bir alay mekteb-i âlî denilen yerler var letin sıyrılıp aydınlığa çıkmasını istedi. İyi ama bu nasıl Sorunuz bunlara millet ne verir? Milyonlar. olacaktı ? Bu gayede birleşmeyen, hemen hemen yok gi­ Şu ne? Mülkiye. Bu? Tıbbiye. Bu? Bahriyye? O ne? biydi. İçerisinde bulunduğumuz durumu tesbitte birleşen­ O mu? Baytar. Bu? Zirâat. Şu? Mühendishâne ler, tedavide ayrılıyorlardı. Bir kısım sözde aydınlarımıza Çok güzel hiçbiri hakkında sözüm yok, yalınız göre, geriliğimizin tek sebebi din idi. Avrupalılaşmak için, Ne yetiştirdi ki şunlar acaba? Anlatınız, Islamiyetten vaz geçmeli, bütün yaşayışla Batı'yı taklide işimiz düştümü tersaneye, yahut denize çalışmalıydık. Mehmet Akif, hiçbir ciddî ve İlmî gerekçesi Mutlaka adetimizdir, koşarız İngiliz'e olmayan bu görüşlerin şiddetle aleyhindeydi. O , çok doğ­ Bir yıkık köprü için Belçikadan kalfa gelir ru bir inançla, milletimizi ayakta tutan iki ana temelin ko­ Hekimin hazıkı bilmem nereden cep edilir. runmasını istiyordu. Bunlar, din ve dil hazinelerimizdi. Meselâ bütçe hesabatını yoktur çıkaran İslâmiyete düşman olanlara hiçbir müsamahası yoktu. Di­ Hadi maliyyeye gelsin bakalım Mösyö loran. yordu ki: Hani tezgahlarınız nerde? Sanayi nerde? Mütefekkirlerimiz, anlaşılan pek korkak Ya Bürüksel de ya Berlin'de Mancesterde! Yahut ahm ak... ikisinden bilemem hangisidir Mehmet Akif'e göre: "Baştan başa viraneye dönmüş olan Sanıyorlar ki: "Bugün Avrupa tekmil kafir. Türk'ün yurdunu" bu cehaletten, bu taassuptan, bu ge­ Mütedeyyin görünürsek diyecekler barbar rilikten, bu taklitten kurtarmak, ilme sarılmakla mümkün­ "libri Pansör" geçinirsek değişir belki nazar" dür. Bir kısım Avrupa ülkeleri de aynı çöküntüye "libri Pansör" hür düşünceli demekti. Hür düşünceli ol­ uğramışlar ancak onlar, kendilerine ilmi rehber edinerek mak için de Allahı inkâr etmek, dinin sesini susturmak lâ­ aydınlığa çıkmışlardır. Biz de, ilim adamları yetiştirmek zımdı. Bu bakımdan öfkeyle haykırıyordu: suretiyle yeniden derlenip toparlanabiliriz. Bunun için ön­ Hele i'lânı zamanında şu mel'un harbin ce bizim: "Bize efkârı umûmiyyesi lâzım Garb in "A llah'a dayan, sa'ye sarıl, hikmete ram ol O da Allah'ı bırakmakla olur herzesini Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol" Halka îman gibi telkîn ile dînin sesini inancında olmamız lâzımdır. Allaha dayanmak, çalışmaya

30 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI A ralık /86 sarılmak, hikmete, yani ilme bağlanmak, Akif'e göre ga­ Altı ay, bir sene gayret size eğlence demek yemiz olmalıdır. Çünkü yarının ilmi, Atomu parçalayacak, Sjz ki yıllarca neler çekmediniz hem gülerek ondan müthiş bir enerji elde edilecektir. ASIM'da diyor Hani bir ömre bedeldirşu geçen her gününüz ki: Bir gün evvel gidiniz, bir saat evvel dönünüz Yarının ilmi nedir halbuki? Gayet müthiş Şarkın âgûşu açıktır o zaman işte size Maddenin kudret-i zerriyesi uğraştığı iş O zaman varmanın imkânı olur gayenize O yaman kudrete hâkim olabilsem diyerek Gençlerimizin, ilim için Batıya koştuklarında, kat'iyyen Sarf edip durmadan bir çok kafa binlerce emek unutmamaları gereken bir husus vardır: O da Batının il­ Onu bir buldu muartık bu zemin başka zemin mini, san'atını, tekniğini alırlarken, kendi "mâhiyyet-i ru- Çünkü bir damla kömürden edecekler temin hiyye'lerinin yani kendi kültür değerlerinin, kendi pyle miylonla değil, nâ-mütenahî kudret" mukaddeslerinin kendilerine kılavuz olmasıdır. Aksi tak­ İbret al kendi sözünden, aman oğlum gayret. dirde, selâmete çıkma ümidi boşuna beklenecektir: Alınız ilmini Garb'ın, alınız san'atını Peki ama, yeni Türkiyenin "marifetli ve faziletli" genç­ Veriniz hem de mesainize son süratim leri bu atom çağına ayak uydurabilmek için ne yapmalı­ Çünkü kaabil değil artık yaşamak bunlarsız dırlar? Bu soruya Akif, çok açık olarak cevap veriyor: Çünkü milliyeti yok san'atın ilmin yalnız Bu cihetten hani hiç yılmasın oğlum gözünüz İyi hatırda tutun ettiğim ihtarı demin Sade Garbin yalınız ilmine dönsün yüzünüz Bütün edvâr-ı terakkiyi yarıp geçmek için O çocuklarla beraber gece gündüz didinin Kendi "mâhiyyet-i ruhiyye"niz olsun kılavuz. Giden üç yüz senelik ilmi sık elden edinin. Çünkü beyhudedir ümmîd-i selâmet onsuz. Fen diyarında sızan nâ-mütenahî pınarı Akif'in şiirlerini, şahsi duyguları için karıştıranlar, hiçbir Hem için hem getirin yurda o nâfi suları şey bulamayacaklardır. Ama çağdaş bir Türkiye ideali Aynı menbâları ihya için artık burada arkasında olanlar, Ondan çok şeyler öğreneceklerdir. Şi- Kafanız işlesin oğlum kanal olsun orada. rlerinde, neden şahsi meselelere eğilmediğini ne güzel Akif göre Garbın ilmini almakta geç kalmamak lâzım­ açıklıyor: dır. Oraya bir gün önce gitmek, bir saat önce vatana dön- Viranelerin yasçısı, baykuşlara döndüm mek şarttır: Gördüm de hazanında bu cennet gibi yurdu! İnkılâbın yolu mâdem ki bu yoldur yalınız Gül devrini bilseydim onun, bülbül olurdum Nerdesin hey gidi Berlin" diyerek yollanınız. Yarab, beni evvel getireydin ne olurdu?

Semiramis ÇAVUŞOĞLU

Eğilmeyen İnsan

Mehmet Akif hakkında bir yazı yazmam istendiği zaman ne alıp düşünürlerse onun tutumunun insanı insan yapan de­ çok düşünmek lüzumunu duydum. Zira onunla yakın dost ğerlere ve terbiyesine vesile olduğunu göreceklerdir. olmak veya birlikte çalışmak bahtiyarlığına eren Süleyman Her şeyden önce Mehmed Akif’in karakterindeki iki önem az'f gibi. Eşref Edib gibi. Mithat Cemal gibi birçok şair ve li özelliği belirtmek gerekiyor. Akif sadece şiirler yazan bir şair yazarlar hatıralarını ve onun hakkında yazılabilecek her şeyi veya düşüncelerini söyleyen bir mütefekkir değildir. O, yaz­ yazmış ve yayınlamışlardı. Benim yazım biraz da bunların tek­ dıklarını ve düşündüklerini hayatında aynen tatbik etmiş, eski rarından ibaret olacaktı. Yine de istedim ki tekrar mahiye- tâbiriyle kavli ile fiili arasında hiçbir ayrılık görülmemiş bir kim­ al.^6 °'sa yazacaklarım faydalı olsun. Şüphesiz Mehmed sedir. Mevlanâ’nın türbesinde yazılı olan “ya olduğun gibi gö­ if büyük bir şair, sanatkâr ve mütefekkirdi. Bir milletin bü- rün ya göründüğün gibi ol” sözünün toplum içinde pek az un fertlerinin şair, sanatkâr veya mütefekkir olmasına im- görülen canlı misallerinden biridir. İkinci vasfı ise şudur: çe­ an yoktur. Ancak, millet fertlerinin çoğunluğunun, hatta lik kadar sağlam bir mizaca sahip olan Mehmed Akif hiç eğil­ 1 ea olarak tamamının yüksek karakter ve iyi ahlak sahibi memiş, hiçbir kuvvet ve menfaat karşısında bir kere bile tâviz o malan arzu edilir. İşte bu sebeple Mehmed Akif’in şiiri ka- vermemiş, hayatı boyunca doğru bir yolda yürümüştür. Bu ar elki ondan daha kuvvetli olan kaya gibi sağlam karak- son derecede mühim bir vasıftır, zira her türlü fenalık hep erm en ve yüksek ahlâkından bahsetmeyi uygun buldum, ‘bir kerecikten ne çıkar’ demekle başlar ve devam eder. yazıyı okuyanlar, Akif'in hayattaki davranışlarını göz önü­ Bu kısa girişten sonra Mehmed Akif'in şiirlerinden misal­

31 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI A ralık /86 lerle onun karakterini kalın çizgileriyle belirleyen bizzat ya­ O, yazdıklarını ve düşündüklerini şadığı bazı olayları nakledeceğiz. Okuyucu bunlan biraz hayret ve biraz da hayranlıkla karşılayacaktır. Zira bu gibi hâdisele­ hayatında aynen tatbik etmiş, eski tâbiriyle re günümüzde pek nadir olarak rastlanmakta, ortaya çıkan kavli ile fiili arasında hiçbir ayrılık vasıflar ise unutulmuş ve tamaman mâzide kalmış bulunmak­ görülmemiş bir kimsedir. Mevlanâ'nın tadır. türbesinde yazılı olan “ ya öldüğün gibi Mehmed Akif hakiki ve samimi bir Müslüman idi. Bilhas­ görün ya göründüğün gibi ol“ sözünün sa dinin hurafelerden temizlenmesine çalışmış, İslam düşman­ toplum içinde pek az görülen canlı larının uydurduklarında şüphe olmayan ve Müslümanları misallerinden biridir. tembelliğe sevkeden yanlış tevekkül anlayışıyla ömrü boyunca mücadele etmiştir. Safahat’ında bu hususları belirten pek sormaya da lüzum yoktu, çünkü Beşiktaş'tan Çapa’ya in- çok şiirleri vardır. Meselâ: sanlaryürüyerek de gelirdi. Bu karda, tipide yaya yürünü­ İnmemiştir hele Kur'an bunu bir kerre bilin, len mesafeye ben şaştıkça Akif de benim hayretime şaşıyordu: Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için. "Gelmemem için kar, tipi kâfi değil, vefat etmem lâzımdı. Halkalı Baytar Mektebi’ne dair yazdığı şiirinde şöyle diyor: Çünkü geleceğim diye söz'vermiştim.” Daha okul sıralarındayken Mehmet Akif ve arkadaşı Ha­ O rasathane-i dünya, Semerkand bile, şan Efendi sözleşmişlerdi. Kim önce ölürse sağ kalan, arka­ Öyle dalmış ki hurafata o mazisile: daşının çocuklarına bakacaktı. Akif, okulda verdiği sözü Ay tutulmuş, "kovalım şeytanı kalkın" diyerek, unutmayarak memuriyetten ayrıldığı ve maddi sıkıntı içinde Dümbelek çalmada binlerce kadın, kız, erkek! olduğu bir sırada kendi beş çocuğuna ilâveten Haşan Efen­ di’nin üç çocuğunu da evine almakta hiç teredddüt göster­ Mehmed Akif, daima çok çalışmak gerektiğini ve Kur'an-ı memişti. Mithat Cemal’in de belirttiği gibi aslında Mehmed Kerim’in buyruğu veçhile insanın çalışmasından başka bir ka­ Akif, arkadaşının çocuklarını evine alıp baktığını kimsenin bil­ zancı olamayacağını belirtmiştir. “Kimin bu dünyada gözü ka­ memesini isterdi. Tıpkı İstiklâl Marşı için konulan fakat al­ palı ise âhirette de kapalı, hatta oradaki şaşkınlığı daha madığı ödülü alarak haberesizce ihtiyacı olanlara yardımda ziyadedir." mealindeki âyet i kerimeyi şerh ederken müslü- bulunmayı arzu edeceği gibi. manlara da nasihat etmekte: Mehmet Akif, halkın ıstıraplarına alâka gösterir, milletin Çalış dünyada insan ol, elindeyken henüz dünya ıstırabı karşısında kendi derdini unuturdu. Öbür dünyada insanlık değilmiş yağma, gördün ya! Hanümanlar sönüyor, zelzele yalnız bana mı? Ortaklık can çekişirken açamam ben yaramı. Bu âlem şöyle bir rüya imiş, yahut muvakkatmiş ... diyebilmiş ve bu yolda pek çok mahrumiyete göğüs germiş­ Evet ukbâda anlarsın ne müthiş bir hakikatmiş! tir. Akif, doğru ve hakperest bir kimseydi. Haksızlığa kat'iy- Onun şiarı fazilet, vatanperverlik ve ilimdi. Ömrü boyun­ yen tahammülü yoktu. Başkalarına yapılan haksızlıkları nef­ ca bu prensipleri hakim kılmak için çalışmış, şiirlerinde, ma­ sine yapmış kabul eder ve ona göre davranırdı. Eşref Edib kalelerinde. millî mücadeledeki vaazlarında hep bunları anlatıyor: Umur-u Baytariye müdürü Abdullah Efendi’nin terennüm etmiş ve bizzat hayat tarzı ile örnek olmuştur. Din­ haksız yere azli üzerine kendisi de müdür muavinliğinden is­ darlığı sebebiyle birçok haksız hücumlara maruz kalmıştı. Bu tifa ederek yirmi bir yıllık memuriyetini bırakmıştır. Yine Dâ- hücumlara bir cevap mahiyetinde olan ve kendi karakterini rülfünun’da tensikat yapılırken felsefe müderrisi Ferit Bey i de tasvir ettiği şiiriyle yazıma son veriyorum kadro dışı bırakırlar. Değerli bir kimseye yapılan bu saygısız­ Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem, lığa Mehmet Akif tahammül edemez. Hemen istifasını verir. Çelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem. Sonra yanlışlık olduğunu söyleyerek Ferit Bey’i tekrar işe alır­ Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım... lar. Akif’ten de istifasını geri almasını rica ederler. Ancak kalbi — Boğamazsın ki! kırılmış olan Üstad maddi ihtiyaç içinde olmasına rağmen — Hiç olmazsa yanımdan kovarım. Dârülfünun’a dönmez. Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam, Mehmet Akif . sözüne son derece bağlı bir kimse idi. Bir Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam. kere söz ya ölüm ya da ona yakın bir felâketle yerine getiri­ Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle, lemezse insan ancak o zaman mazur görülebilir” derdi. Mit­ Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle. hat Cemal anlatıyor: “Meşrutiyetin ilk seneleri bir Cuma adam Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum? boyu kar yağdı. Çapa’daki bizim eve o gün sütçü, ekmekçi Kesilir, belki, fakat çekmeğe gelmez bpynum. gibi adamlar bile gelmediler. Öğle yemeğinden biraz sonra Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim, biz hâlâ ekmekçiyi beklerken kapı çalındı, fakat... Akif Bey Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim. gelmişti! Bıyığının yarısı donmuştu. Şaşırdım. Nasıl geldiğini Adam aldırma da geç git, diyemem, aldırırım. merak ettim: Beylerbeyimden nasılsa Beşiktaş’a bir vapur iş­ Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım. lemişti. “Bu kadar mı?” dedim. Tabiî ki bu kadardı. Ve tabiî Zalimin hasmıyım ama severim mazlumu ki Beşiktaş’tan Çapa’ya işleyen bir şey yoktu. Ancak bunu İrticâın şu sizin lehçede manâsı bu mu?

32 Türk Edebiyatı MEHMEI) AKİF ANIT SAYISI Aralık/BH

köprüden geçîş retsin. Çok yazık (güzelliklerde dinlendirdiğin bakışla­ Köprüden çok geçerim, ne kadar geçtimse bir kerecik rını) yere indirmeden batının ufuklarına çevir! olsun ümidsizliğe kapılmadım. Ne Haliç’in yosun renkli tembel sulan, ne onun dünyaya küsmüş hissini veren SÜLEYMANÎYE durgun kenarı. Herkesin bakışı bir olmaz. Meselâ kar­ Şimdi de dur yaradanına y -kselmek için ilmi basa­ adaki sahilde başbaşa vermiş düşünüyor gibi duran es­ mak yapan şu baştanbaşa iman abidesi olan mabedi sey­ ki kaba saba evleri gördükçe acı şeyler düşünecek, bu­ ret. Ufuklara yüce dağlar gibi gölgeler düştüğünde son­ nalacaksınız. Fakat benim için öyle değil. Biraz şair gö - suzluktan daha çekici görünen abideyi seyretmek sanat ^Vle bakınpneselâ üzerinden geçtiğiniz yalpalayan tahta zevkini doyurmaya yeter. Öyleyse durma o ışık âlemine yoliın ceddini bir tahta sal olarak düşünmeyin. Bunu yü- sen de yüksel, orada karanlığın hükmü yoktur. O İlahî zen bir bulvar olarak tahayyül edebiliriz. Gerçi Avrupa- mabed kirlerden, karanlıklardan uzaktır, öyle de kala­ da köprüler ufuklara asılı imiş, varsın olsun ne çıkar. On­ cak. Çünkü onu inşa eden mührünü sonsuzluğa vurmuş­ larda göklerde ise bizde de böyle daldırma olur. Hem tur. İğrenç olan herşey dünyayı tufan gibi istilâ etse de tarihi eserlere göz gezdirirsek köprünün deniz altında bu gökyüzünde yüzen manâ âlemî yıldızının etekleri te­ olanı şimdiye kadar görülmemiştir. miz kalacaktır. O ancak bu taş yığınlarını karşıdan sey­ Anlaşıldı ey sevgili okuyucu, ne kadar şiire özensem redecektir. Kötülükler içten içe kaynasa, yeryüzündeki de seni en nihayet bu hayallerle çok çok birazcık güldü- her şeyi yakıp, yıkıp, devirse de edep, haya manasım receğim. Yoksa aslında denizin kıyısında binlerce acı kaybetse de, kısaca bütün insani değerler alt üst olsa da 8er$j?k smtıyor. artık mert yürekler mertliğin değeri kalmasa da bütün YENİ CAMİ bunlara rağmen Süleymaniye heybetli kürsüsünde doğ­ , ..‘-'lyoceksin ki "Hayalle uğraşmak boşuna" Beki şu-gör­ ruluğun sembolü oarak yaşayacaktır. d ü n ilahi âbide de mi gerçek değil? Hoşuna gitmiyor Bir gün adalet ve inançlar yok olacak. En mukaddes u*u. Çirkinlikleri seyreden gözüne boşuna işkence çek- yerlerde layık olmayan ayaklar dolaşacak. İnsanlık din­ ırme. Etraftaki çirkinlikleri unut! Bakışlarını karşında sizliği kendine din edinip, hafızasından Hakkın ismim 1 urf n mabede çevir. Hiç yakın zamanlara kadar dalga- silecek. Yüce olan herşey tarihin derinliklerine gömü­ inr o®S>klerinden başka bir sahile böylesine değerli bir lecek. Fakat herşeye rağmen bu kutsal mabedin tek bir bü*2 1 ■. jlra,Kmış mıdırlar? Sanatın seher aydınlığı olan bu taşı düşmeyecek. Zira onun manevi havası insanlığını d yT yİCİ Par?a ezelden beri nazlı uykuların kucağın- unutmuş zavallıların bu doğruluk yuvasına girmesine tpKSa - nrruŞtlr- Sanki deniz kıyısında uçuşan bir ışıklı ebediyen mani olacaktır. Bu mabed dört minaresiyle kalbe bağlı bir dil gibi mev- dnö SS*UU’ sonsuzluk denizinin ebedi bir dalgası. Göğe lâsını her an zikreder. Bu heybetli görünüş sadece-bır in ‘H*1 yükselirken adetâ donmuş da inci kesilmiş. Bu devre ait değildir. O başlı başına bir tarihtir, çukura atı­ lan' P- T Slnı sernanm sonsuzluğunda seyretmeğe da- gozlerin neden yere inip de tekrar çirkinlikleri sey­ lacak leş değildir. 33 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI A ralık /86

Dr. Mehmet Önder

İstiklâl Marşı Belgeleri

Milli marşlar, milletlerin bayrakları gibidir. Bayrak, Birgün, Atatürk’ün başkanlık ettiği İcra bir milletin istiklâl alâmetidir. Millî marşlar da bu is­ Vekilleri Heyeti tçplantısında tiklâli terennüm ederler. konuşulurken, İsmet (İnönü) bu İstiklâl Çağlar ve yüzyıllar boyu, birinden ötekine, sürekli- liliğini yitirmeden, kesintisiz devletler kurmuş bir mil­ Marşı’ndan söz açmıştı. Konuşmalar letiz. İstiklâlimizi temsil eden bayrağımız, şekli ve rengi burdan bir Millî Marş’ın yazılması ve ne olursa olsun, yüzyıllar boyunca, nesilden nesile, dev­ bestelenmesine dönmüştü. Bu Marş letten devlete, millî bir emanet olarak devredile gelmiş, milletin istiklâl duygularını, heyecanını vatan sevgimiz, hürriyet aşkımız, imân ve inanç uğru­ ifade etmeli, coşturmak, Marş, yalnız na gâzâlarımız, savaşlarımız, zaferlerimiz, neşideleri- askerin değil, milletin de malı oİmalıydı. mizde, destanlarımızda tuyuğlarımızda, kasidelerimizde dile gelmiş, terennüm edilmiştir. Bü te karşıydı. Millet çoğunluğu ve aydınlar, Ankara'yı millî çoşkunluklar sözden, saza ve ahenge dönüşmüş, destekliyor, İstanbul'dan gizlice Anadolu'ya geçenler devlet ve ordu kesiminde bir millî musiki topluluğu Ankara'da toplanıyorlardı. Mustafa Kemal Paşa ve onun oluşmuştur. kurduğu, Türkiye Büyük Millet Meclisi bir umuttu.. Asya'da kurulan ilk Türk devletlerinin, barışta ve sa­ Memleketin kurtuluşu Ankara'ya bağlıydı. vaşta her zaman “ icra-i âheng” eden saray ve ordu çen­ Fevzi Paşa (Çakmak), Kozan Milletvekili olarak ilk Mec- gileri, Anadolu Selçuklularının günde beş növbel çalan lis'e girmiş, ilk hükümette Millî Müdafaa Vekili olmuş­ davullu, nakkareli “ Nevbet-i penç-gâne” leri, hele Os­ tu. Miralay İsmet Bey(İnönü), Edirne'den Milletvekili manlI devletinin millî bandosu Mehteran Takımı, hür seçilmiş, yeni hükümette Erkân-ı Harbiye-i Umumi- ve müstakil devlet olmanın yüceliğini dünyaya ilân yefGenel Kurmay) Vekili olarak görev almıştı. Sinop etmişlerdir. Milletvekili Dr. Rıza Nur da Maarif Vekiliydi. Türk istiklâlini temsil eden, bir anlamda istiklâl marş­ Türkiye Büyük Millet Meclisinin seçtiği (İrşad Encü­ ları diyebileceğimiz bu millî musiki, Osmaıılı Mehter meni) üyeleri Anadolu'ya dağılıyor, halkı millî müca­ Musikisinde, güfteleri ve besteleriyle çoğu günümüze delenin amacı ve millî kuvvetlerin kuruluşu konusunda kadar ulaşmıştır. Ne var ki, Ondokuzuncu yüzyıldan aydınlatıcı konuşmalar yapıyorlardı. Encümen üyele­ başlayarak, başka milletler, millî marşların tek ve ke­ ri, cephede ön saflara kadar giriyor, askere moral veri­ sin bir şekle bağlamış ve diğer devletlere duyurarak res­ yorlardı. Bu üyeler, aynı zamanda Garp Cephesi mileştirmişlerdir. Osmanlı devleti'nin ise Cumhuriyete Komutanı İsmet(İnönü) ile de görüşmüşler, askerin mo­ kadar kesin ve tek bir İstiklâl Marşı yoktur. Savaş ve za­ ralini yükseltecek bir (Vatan yahut İstiklâl Marşı)nın ya­ ferlerin heyecanı ile bir takım marşlar bestelenmişse zılıp bestelenmesini de istemişlerdi. de bunlar ancak o günlerin hatıralarını terennüm eden Birgün, Atatürk'ün başkanlık ettiği İcra Vekilleri He­ marşlar olmuştur. Cezayir, Sivastopol, Plevne, İzmir, yeti toplantısında konuşulurken, İsmet(İnönü) bu İstik­ Çanakkale marşları bunlar arasındadır. Ordu, sancak, lâl Marşı'ndan söz açmıştı. Konuşmalar burdan bir Millî alay marşları, yalnız askerî birliklerin marşları olarak Marş'ın yazılması ve bestelenmesine dönüştü. Yeni Hü­ kalmış, millete mal edilememiştir. Yurt dışı temsilci­ kümetin bir Millî Marş'ı olmalıydı. Bu Marş, milletin liklerimiz, tören ve ziyaretlerde Türk millî marşının bu­ istiklâl duygularını, heyecanını ifade etmeli, çoşturma- lunmayışının sıkıntısını yıllar boyu çekmişlerdir. lı, Marş, yalnız askerin değil, milletin de malı ol­ Türkiye Büyük Millet Meclisi, 23 Nisan 1920'de An­ malıydı. kara'da açıldıktan sonra, 3 Mayıs 1920'de, Anadolu'da Ayrıca, Millî Hükümetin kurulup işe başlamasıyla, ilk millî hükümet olan Birinci İcra Vekilleri Heyeti ku­ dost ve yabancı devletlerle olan ilişkilerde, yapılan res­ rulmuş. Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Pa- mi törenlerde Millî Marş ihtiyacı kendini gösteriyordu. şa(Atatürk), aynı zamanda hükümet başkanlığına Böyle bir Millî Marşı kim yazacak, kim bestele- seçilmişti. Düşman İzmir'den sonra, Ege'den Anado­ yecekti? lu'nun içerlerine doğru ilerliyordu. Düşmana karşı di­ Neticede. Millî Eğitim Bakanlığının bu işi üstlenme­ reniş halinde bulunan mahallî ve millî kuvvetler vardı. sine karar verildi. Bakanlık.Genelkurmay Başkanlığının Padişah ve İstanbul hükümeti. Anadolu'da Mustafa Ke­ desteği ile, Türk şairleri arasında bir Millî Marş Güftesi ya­ mal Paşa(Atatürk)ün başlattığı millî uyanış ve hareke- rışması açacaktı. Kazanan güfte, yine yarışma yolu ile bes-

34 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI A ralık /86

Elenecekti. Güfte ve besteyi kazananlara Muvazene-i Umu- m>ye bütçesinden, ayrı ayrı beşer yüz lira ödül ve­ rilecekti. Millî Eğitim Bakanı Dr. Rız.a Nur imzasıyla vi- âyetlere bir genelge hazırlandı. Genelgeyi, Bakanlık Ortaöğretim Genel Müdürü Kâzım Nami(Duru) yazmış- ’*• Genelge, 18 Eylül 1920 tarihini taşıyordu. Genelge- memleketin içinde bulunduğu durum belirtildikten sonra: a) Türk devletinin ebediliğini, Anadolu Millî Müca­ delesinin ruhunu, Türkün istiklâl aşkını dile getirecek lr millî marş güftesinin yarışmaya açıldığı, b) Yarışma sonunda marşın besteleneceği, c) Marş güftelerinin 3 ay içinde 21 Aralık 1920 tari- aıtle kadar Ankara'da (Maarif Vekâleti) ne gönderilmesi gerektiği, Ç) Yarışmaya katılacakların ad ve adreslerini ayrıca aP3İı bir zarfa yazarak güfteleri ile birlikte gönder­ meleri. Yarışma sonunda kazanan güfteye 500 lira müka- aat verileceği bildiriliyordu. Genelgenin bir örneği Hakimeyeti Milliye Gazete- nde yayınlanmış, ayrıca Büyük Millet Meclisinde güf- Belge İstiklâl Marşı'nın Büyük Millet Meclisi'nde kabu­ lünden sonra. Bestesi için Güftenin Maarif vekâleti­ eteri inceleyecek bir (Encümen) kurulmuştu. ne gönderildiğine dair 13 Mart 1921 tarihli vazı Bundan sonra cereyan eden olaylar, hepimizin ma- umudur. Güfte yarışmasına memleketin her köşesin- ekseriyet-i azime ile kabul edilen istiklâl Marşı 'nın suret-i mu- an 724 şfır gönderilmiş, bu arada Dr. Rıza Nur, saddakası leffen irsal kılındı. Bestesi için muktezi muamele­ Urk-Rus görüşmelerine delege seçildiği için Millî Eği- nin ifâsı rica olur. Büyük Millet Meclisi Reisi •m Bakanlığından ayrılmış, yerine Hamdullah Suphi Sanisi anrıöver, .Millî Eğitim Bakanı olmuştu (16 Aralık Mustafa Adnan ^()). Derken gelen şiirler incelenmiş, içerisinde Mil- Tezkereye İstiklâl Marşı'nın tastikli bir sureti iliştirilmişti. ‘ Marş olabilecek bir güfte bulunamayınca, Hamdullah Bu işlem yapılırken. Marş Dosyası, 13 Mart 1921 gün ve 37/79 sayılı bir yazı ile ayrıca Türkiye Büyük Millet Meclisi , . PBi Tanrıöver, doğrudan doğruya Burdur Milletve- İcra Vekilleri Heyeti Reis (Başbakan) ve Millî Savunma Baka­ . 11 Mehmet Akif(Ersoy)a, bir Millî Marş güftesi yazması nı Fevzi(Çakmak) Paşa'ya gönderilmişti. Fevzi Paşa. Marş güf­ Em başvurmuş, Akif 500 liralık ödülün kaldırılması şar- tesini 25 Mart 1921 tarihli bir genelge ile başta Genelkurmay y‘a bu işi kabul etnıi* Ankara'da (şimdi Mehmet Akif Başkanlığı olmak üzere bütün Bakanlıklara duyurmuştu. Do- layısı ile genelge Millî Eğitim Bakanlığına da yazılmıştı. Ge­ üzesi) ikamet ettiği Taceddin Dergâhında İstiklâl Mar- nelge aynen şöyledir (2): yazmıştı. Mehmet Akif'in yazdığı İstiklâl Marşı, Büyük Millet (Belge: 3) j ®clisi’nin, 1 Mart 1921 günkü oturumunda Hamdul- Türkiye Büyük Millet Meclisi Ankara: 25.3.1337 (a Buphi Tanrıöver tarafından okunmuş, Meclis heye- İcra Vekilleri Heyeti Riyaseti Kalemi Mahsus Müdüriyeti o^u 3 ^'Şİamış, Meclis'in 12 Mart 1921 tarihli Adet: 6-256 ru'nunda da resmen kabul edilmişti. k stjklâl Marşı'nın Türkiye Büyük Millet Meclisinde Maarif Vekâletine 1- Türkiye Büyük Millet Meclisini 12.3.1337 tarihli altıncı ci RU Îlnc*en birgün sonra. 13 Mart 1921‘de, Meclis İkin- ietima-i umunıiyesinde ekseriyet-i azime ile kabul edildiği ve bm R S* ^*us,afa Adnan (Adıvar) imzasıyla. Milli Eği- bestesi için muam.:le-i muktezisinin ilası Maarif Vekâleti Celi- İS|-kr-kanl,glna aSa&'daki yazı gönderilerek(Sureti eldi lesine yazıldığı Meclis-i nişarünilleyh Riyaset-i Celilesinin sus ıf1 V,aı>l‘nın kabul edildiği ve bestelenmesi hu- 13.3.1337 tarih ve zabıt kalemi 37/79 numaralı tezkeresinde iş'ar buyurulan İstiklâl Marşı'nın suret-i musaddakası leffen “İbildirilmişti (1 ): irsal kılınmıştır efendim. 2- Bilumum vekâletlere yazılmıştır. (Belge: 1 ve 2) İcra Vekilleri Hey'eti Reisi ve Ra* ^öyük Millet Meclisi Ankara. 13.3.1337 Müdafa-i Milliye Vekili Kitabeti Mustafa Fevzi t " ' «alemi (İmza) Adet: 36/7H Millî Eğitim Bakanlığı. İstiklâl Marşı güftesini, musiki öğ­ 12/83-1? M aarif Vekâleti Celilesine retmenleri arasında bir yarışma açarak besteleteceğini, bir jü­ ri tarafından beğenilen bestenin sahibine 500 lira ödül Heyet • ,Numara ve 20.2.1337 tarihli tezkere cevabıdır. 1 nııımiyece 12.3.1337 tarihli altıncı ietimada vereceğini daha önce duyurmuştu. 35 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI A ralık/86

Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi(Tanrıöver), İstiklâl Marşı bestesinin önemli bir konu olduğunu biliyor, yarışma­ nın nasıl ve ne şekilde olması lâzım geldiği üzerinde ısrarla duruyordu. Millî Eğitim Bakanlığının dar kadrosu içerisinde bu işleri yapacak ve takip edecek ne uzmanı, ne de zamanı var­ dır. Sonunda, Bakanlığın aracılığı ile beste yarışmasının Hilâl-i Ahmer Cemiyeti (Kızılay) genel merkezi'nce açılması, 500 li­ ralık ödülün bu Cemiyetçe ödenmesi görüşüne varıldı. Yarış­ ma ilân edildi. istiklâl Marşı bestesi için, bestekârlara tanınan süre tamam­ lanmıştı. 1922 yılı Mayıs ayında Milli Eğitim Bakanlığı'na ge­ len marş bestelerinin sayısı ellibeş'i bulmuştu. Yarışmaya katılanlann çoğu musiki öğretmeniydi. Katılanlardan bazıla­ rı şunlardı: Ali Rıfat (Çağatay), Ahmet Yekta (Madran), İsma­ il Zühdü, M. Zati (Arca), Raut Yekta, Sadeddin Kaynak, Santurî Ethem, Osman Zeki (Üngör), İbrahim Alâeddiıı, Ah­ met Cemaleddin (Cinkılıç), Abdülkadir, Musa Süreyya, Kâzım (Uz), Mustafa (Sunar), Neyzen Asım, Riza, Hüseyin Sadeddin (Arel), İsmail Hakkı, Lemi (Atlı), Mehmet Baha (Pars). Bedri (Zabaç). Haşan Basri (Çantay), Suphi (Ezgi). Hikmet-Veli vb... Bu marşları kim seçecekti?. Bir ara bu marşların Paris Müzik Akademisinde seçilmesi fikri ortaya atıldı. Hatta karar veril­ di.O günlerde Hamdullah Suphi (Tanrıöver), Milli Eğitim Ba­ kanlığından ayrılmış, yerine Karesi (Balıkesir) milletvekili Vehbi Bolak Milli Eğitim Bakanı olarak seçilmişti. Vehbi Bolak 9 Haziran 1922 günü Bakanlığının Telif ve Tercüme Kurulu Başkanlığına şu tezkereyi yazdı (3):

Maarif Vekâleti Kalem-i Mahsus Müdüriyeti Ankara: 9.6.1338 Telif Tercüme Hey‘et-i Riyaset-i Alisine. Avrupaya gönderilmesi takarrür eden İstiklâl Marşı bes­ telerinden hangisinin Paris'e irsali muvafık olacağının tet­ kik buyurularak mezkûr bebelerden tefriki hususunda karar verilmesini rica ederim.

Maarif Vekili (imza)

Telif ve Tercüme Heyeti besteleri seçe dursun, diğer taraf­ tan marş bestelerinin Paris'e gönderilerek orada seçileceği ha­ beri, Meclis‘‘te, milletvekilleri arasında hoşnutsuzluk sinin Tasdikli ilk örneği yaratmıştı. Şark Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir Paşa, öte- denberi kendi yazdığı marşın. İstiklâl Marşı olarak bestelen­ beğendiğim parçası şu. Siz ise bu parçayı marştan çıkarı11 mesini istiyor, İcra Vekilleri Heyeti Reisi (Başbakan) Rauf ya karar vermişsiniz: (Orbay)a baskı yapıyordu. Şimdi İstiklâl Marşı bestelerinin Pa­ Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet, ris'e gönderileceğini duyar duymaz, şiddetle karşı koymuş- Hakkıdır, Hakka tapan Milletimin istiklâl tu(4). Kısa bir süre sonra. Millî Eğitim Bakanlığı. Paris işinden Benim bu milletten daima hatırlanmasını istediğim ved' vazgeçmek zorunda kaldı. ler bunlardır (6). Bu işler böyle yürürken, besteciler kendi bestelerini yayın­ Sonunda, buna da karar verildi. İstiklâl Marşı güftesinin lamaya. bulundukları şehir ve bölgelerde korolara söyletme­ iki kıt ası bestelenecekti. İkinici kıt anın sonundaki: ğe. boııdolara çaldırmağa başladılar. Edirne ve çevresinde, Hakkıdır. Hakka tapan milletimin istiklâl Edirne musiki öğretmenlerinden Ahmet Yekta (Madran)ın, İs­ mırsa'ı da Atatürk'ün beğendiği mısra idi. tanbul'da musiki öğretmeni Mehmet Zâti (Arca) ve Ali Rıfat Millî Eğitim Bakanlığı, çoğu tanınmış bestekâr ve mu5 (Çağatay)m, İzmir ve Eskişehir bölgelerinde de İsmail Züh- öğretmenleri tarafından yapılan 55 adet İstiklâl Marşı best'j tü'nün. Ankara ve çevresinde O. Zeki (İlngör)ün besteleri ça­ ııi İstanbul'a göndermeğe karar vermişti. Bakanlık 12 lınıyor. söylenivordu(5). Özellikle okullar. İstiklâl Marşları'ııa 1923 tarih ve 1722-230 say; ile İstanbul Milli Eğitim Mü

36 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI A raIık /86

(Belge:4) Türkiye Büyük Millet Meclisi > 'sr' Hükümeti İstanbul: 19 Temmuz 1339 M/S'ısy* A' İstanbul Vilayeti

M aarif M üdüriyeti Maarif Vekaleti Celilesine 12 Şubat 1339 tarihli ve 1722/230 numaralı tezkere-i âliye-i vekaletpenah ileri cevabıdır. Burdur Mebusu A kif Bey tarafından tanzim olunan istik- S ^ * * * ^ - * - U ' tZ İâ ş ¿ A , . f f - A İ d z ST a S J S a 1 lâl neşidesini marş olmak üzere bestelemiş olan zevatın beray-ı tetkik tevdi olunan ellibeş adet marş bestelerinin Encümen-i Musiki reisi Ziya paşa Hazretlerinin riyaseti altında İstan­ - 'A"'' -,S< 2jS . t bul'da mevcut musikişinasanından teşkil edilen komisyon ta - rafından icra kılman tetkik neticesinde Şark Musikisi Cemiyeti Reisi Ali Rıfat Beyefendinin tertip ettikleri marşın resmi ve milli marşların tanziminde nazar ı dikkate alınması lazım ge­ - - ^ t len bütün evsafı cami olduğu anlaşılmasına binaen sairleri­ ne tercihen birinci derecede kabul edilmiş, ayrıca Rauf Yekta '***-.■ . ve Zati ve muallim Kazım ve doktor Suphi beylerin besteleri dahi bidderece ihtihap olunarak mütebaki diğer bestelerin Sayan- 1 intihap görülmemiş olduğu 1 2 Temmuz 1339 tarihli B elge: 3T. B. M. Meclisince kabul edilen İstiklâl Marşı Güf- mezkur komisyon mazbatasında bildirilmiş olduğu arz ve tesinin 25 Mart 1921 tarihli ve icra vekilleri Heyeti mezkur mazbata ile beraber marş besteleri leffen takdim kı­ Reisi Mustafa Fevzi (Çakmak) imzası ile Maarif ve­ lınmıştır efendim...... kaletine ve biitiin vekaletlere genelge Istanbul Maarif Muduru (İmza) dan tanzim edilerek leffen takdim kılınmıştır. Muktezasının iş'arınt rica ederim efendim. Binbaşı Şerif Milli Eğitim Bakanlığı, Ali Rıfat (Çağatay)ın bestesi­ Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem Müdürü, Marş beste­ ni bastırarark bir genelge ile bakanlıklara ve okullara yay- sini Atatürk'e sunmuş, Atatürk'te, Marş bestelerinin se­ ntış, fakat ardından birçok itirazlar başlamıştır. Bu çiminde dikkate alınmak üzere Başbakanlığa bir tezkere birazlarda Ali Rıfat'ın Batı Musikisini bilmediği, ala­ yazdırtarak imzalamıştı, tezkere aynen şöyledir (8): turka musiki sanatçısının alafranga bir marş besteleme­ Türkiye Riyaset-i Cumhur Ankara: 30 Mart 1340 ye kalkışmasının uygun olmayacağı ileri sürülüyordu. Kalem-i Makam İlk itiraz İzmir'de Musiki öğretmeni M. Zati (Arca)dar M üdüriyeti gelmişti. Hatta M. Zati (Arca), 27 Temmuz 1923 günü 6/350 Başvekâlet Canibi Samiine ...... „ İzmir’e gelen Atatürk’ü,Göztepe’de Latife Hanım’ın Köş­ İzm ir Kız ve Erkek U sesi musiki muallimi İsmail Zühdü Bey künde İstanbul Dar'ülbedai sanatkârları ile birlikte zi­ tarafından istiklâl Marşı için tanzim ve riyaset-i Cumhur mu yaret ederek, Ail Rıfat (Çağatay)ın marş bestesiniı siki muallimi İhsan Bey tarafından intihab edilen bestenin errnoni bilgi ve kurallarına uymadığını, İstanbulda alı­ notası leffen irsal kılındı. Resmi Marş bestesinin intihabında ııazar-ı dikkate alınma­ nan kararın kaldırılmasını, yarışmaya gönderilen marş sını rica ederim. ların Viyana Konservatuarına gönderilerek orada Türkiye Reis-i Cumhuru seçilmesini istemiş.Atatürk'e bir de muhtıra vermişti. Gazi Mustafa Kemal İzmir Kız ve Erkek Lisesi Musiki öğretmeni İsmail Züh­ İşte bu günlerde, İstanbul Muzıka-ı Hûmayııı Şefi Os­ dü de bu düşüncedeydi. man Zeki (Öngör), Atatürk'ün daveti üzerine Ankara'ya Atatürk, Genelkurmay vekili Fevzi (Çakmak) ve Mil- gelerek Cumhurbaşkanlığı Orkestra Şefi ölmüştür. Os­ li Eğitim Bakanı İsmail Safa (Özler) ile bu konuyu gö­ man Zeki, 1880 yılında Üsküdar'da doğmuş, Türk ve meceğini söyledi. Batı Musikisi Öğrenimi görmüş, İkinci Meşrutiyet'den Atatürk'ün İzmir dönüşünden sonra. İstiklâl Marşı sonra. Saray'da ilk senfonik orkestrayı kurmuştur. bestelerinin yeniden, bir komisyon vasıtası ile incelen­ İstiklâl Marşı güftesi seçildikten sonra açılan beste ya­ mesi kararlaştırılmıştı. Bu arada İzmir Lisesi musiki öğ­ rışmasına o da katılmış, İstanbul ve çevresinde onun retmeni İsmail Zühtü, bestelediği İstiklâl Marşı'nı bestesi de çalınmaya başlanmıştı. Ne var ki. beste seçi­ doğrudan doğruya Atatürk'e göndermişti. Atatürk, Marş minde Ali Rıfat'ın bestesi ilk dereceyi almıştı. Almıştı bestesini Muhafız Birliği Komutanlığına göndermiş ve ama şimdi bu seçim iptal edilmişti. Ankara'ya geldik­ 'ucelettirilmesini istemişti. Komutanlık. 26 Mart 1924 ten birkaç hafta sonra, 11 Mart 1924'te. Atatürk'ün eşi kerihinde Çumhurbaşkanlığına şu cevabı vermişti. Lâtife Hanımın himayelerinde Rumeli Göçmenleri ya­ rarına ilk konserini vermiş konserin verildiği Millî Si­ Riyaset i Cum hur Ankara: 26 Mart 1340 nema Salonu alkışlardan inlemişti (9). Muhafız Kıt'ası Kumandanlığı O. Zeki (İJngör) o gece kendi bestesi olan İstiklâl Mar- JVu: 276 şı'nı da çalmış, Atatürk ve Lâtife Hanım. Marşı çok be­ Riyaset-i Cumhur Kalem-i Mahsus Müdüriyetine ğenmişlerdi. İstiklâl Marşı bestesini, daha sonraları bir İsmail Zühdü Bev tarafından bestelenen İstiklâl Marşı no- 'ası Riyaset.i cum hur musiki başmuallim: Ihsan Bey taratın- hatıratında şöyle anlatıyordu:

47 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI A ralık /86

(... Şişli‘de Uğur Apartmanında oturuyordum. Kur­ tuluş ordusu süvarilerinin İzmir'e girdiklerinden iki veya üç gün sonra, evimde, arkadaşlarımla oturuyor- duk-Kapı çalındı. İlkokul öğretmeni İhsan geldi. Bü­ yük bir heyecan içinde, süvarilerin İzmir'e girişlerini anlatmaya başladı. Hepimiz coşmuştuk. Hemen kal­ kıp piyano başına geçtim. Ve derhal içimden doğan parçayı çalmaya koyuldum. Böylece marşın ilk (ti) ye­ rine kadar olan akoru çıktı. Bu şekilde iki, üç mezür yaptım. Arkadaşlarım: “- Aman, dediler, bu çok gü­ zel şey olacak”. Bunun üzerine İhsan'a İzmir'in kur­ tuluşunu ve büyük zaferi bütün teferruati ile anlatmasını rica ettim. O anlattı, ben çaldım. Böylece kısa zamanda eserin taslağı ortaya çıktı. Ertesi gün de çalıştım. İ£i gün sonra beste bitti. Arkadaşlarıma gös­ terdim. Çok beğendiler. Bunun üzerien bu müziği millî marş olarak takdimine karar verdim) (10). O. Zeki Üngör, eseri önce vokalsiz, yani sözsüz ola­ rak bestelemiş, daha sonra Mehmet Akif'in şiirini bes­ teye giydirmişti. Sonradan O. Zeki Üngör'ün bestelediği İstiklal Mar­ şı üzerinde pek çok tenkitin yapıldığını görüyoruz. Bu bestenin önce,son Osmanlı Padişahı Mehmet Vahded- din için yapıldığını, Marş'ın kompozitör Edgar Menas efendi tarafından armonize edildiği, bestenin ilk bölü­ mündeki ön ölçünün Karmen Silva adlı yapancı bir şar­ kıdan transpozisyon suretiyle alıncfığı söylenmiştir. O. Zeki Üngör ise bu tenkitlere verdiği cevapta:(Ben, İs­ tiklâl Marşımızın hiçbir esere benzemediğini biliyor ve iddia ediyorum. Aksini ispat ederlerse, derhal gi­ RESSAM HAKLİ! der bunu ispat edenler karşısında saygı ile eğilirim)de- miş, Marş'ın kendisi tarfından, Ordularımızın İzmir'e Bir zaman vardı ya târihi mukaddes modası.. girişinden birkaç gün sonra, o günlerin zafer heyecanı Yeni yapdırdığı köşkün büyücek bir odası, içinde bestelendiğini sözlerine ilâve etmiştir. Edgar Me­ Mutlakaa eski tasâvîr ile zinetlensin nas efendi de, O. Zeki Üngör'ün bestesi üzerinde ken­ Diye, ressam aratır hayli zaman bir zengin. disinin de yardımı olduğunu bu bestenin özellikle Biri peyda olarak, ben yaparım, der, kolunu Akif'in güftesi için yapıldığını, Büyük Zafer'i izleyen Sığayıp akşama varmaz, sekiz arşın salonu günlerde bestelendiğini söylemiş, tenkitleri insafsızlıkla Sıvar, amma ne sıvar! Sahibi der: yorumlamıştı (11). Bir süre sonra, Ankara'da Musiki Muallim Mektebi'ni — Usta bu ne? kuran O. Zeki Üngör'ün İstiklâl Marşı, 1930 yılından Kıpkızıl bir boya çekdin odanın her yerine! sonra, Türkiye Cumhuriyeti'nin resmî marşı olarak ka­ — Bu resim, Askeri basmakda iken bul edilmiştir. 1234567891011 Firavn 'ın, Bahri ahmer yarılıp geçmesidir Mûsânın.

— Hani Musa be adam? 1) Milli Eğitim Bakanlığı arşivi, İstiklâl Marşı dosyam. 2) M. E. B. Arşivi, İstiklâl Marşı Dosyası. — Çıkmış efendim karaya! 3) M. E. B. Arşivi, İstiklâl Marşı Dosyası. — Firavun nerde? 4) Kazım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s: 1126, İstanbul 1959 — Boğulmuş! 5) Muhittin Nalbandoğlu, İstiklâl Marşımızın Tarihi, s: 148, İst. 1963 — Ya bu kan rengi boya? 6) Aynı eser. — Bahri ahmer, ay efendim, yeşil olmaz ya 7) M. E. B. Arşivi İstiklâl Marşı Dosyası 8) Cumhurbaşkanlığı Arşivi. Dolap 5, Kutu 45-3, dosya: 59 bu da! 9) Hakimiyeti Milliye Gazetesi, 12 Mart 1924 — Çok güzel levha imiş, doğrusu şenlendi 10) Ethem Üngör, Türk Marşları, s :73, Ankara 1966 oda! 11) Bu konularda daha geniş bilgi için bakınız: Muhiddin Nal bandoğlu, İstiklâl Marşımızın Tarihi, s.154-161, İstanbul Cild: 1 — 20 Teşrin sani 1325 1963 )

38 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI A ra lık /8 6

Ziyad EBÜZZİYA

A Akifi ilk ve son ziyaretim

İstanbul Hukuk fakültesinde idim. Amcam, merhum Velid Ebüzziya, Za- man isminde bir gazete çıkarmağa baş­ lamıştı.. Ben de, dünyamn bu en tatlı ve en güç mesleğine bu gazetede adım at­ mıştım . Büyük milliyetçi, vatansever, sarsıl­ maz iman sahibi, yüce şair Mehmet Akif, Mısırdan yurda dönmüştü.. Dönmüştü ama, Balkan ve Cihan harblerinin ıztı- rab ve felâketlerinin, işgal yıllannda, kur- tuluş savaşında, Türkün zafere ulaşaca- §lna, İstiklaline kavuşacağına olan inan- c'le verdiği mücadelenin yıpratamadığı, 0 Pulat bünyeyi, onbir sene süren Mısır ikameti, çektiği vatan sılası, eritmiş bitir­ mişti. Yurda dönmüş bulunan, hiç bir 9üç karşısında yenilmeyen, eğilmiyen bu mücadele heykeli- ruhen yinedimdik ve ^ m dolu idi ama, artık vücudu, bu azim Ve iman volkanını taşıyamıyordu, be- ^en çökmüştü.. Akif hasta, çok hasta ¡di- Yıllarca hasretini çektiği, özlediği sevgili İstanbul’unu dolaşma imkânını bi- mizde de röportajlar yazardı. Kandemir, da birkaç ziyaretçi vardı. Kandemir’e biri 'e bulamadan, hastahaneye yatırılmıştı. Cihan Harbinde, Medine Müdafaası sandalyasını verdi. Akif, yatağının yanını Velid Beyle Akifin dostlukları kardeş- Kahramanı Fahri Paşanın birliklerinde gösterdi: “Gel, şöyle, yakınıma otur!” lık derecesinde idi. İstiklâl savaşında, vatanî görevini yaparken, Hicazda Akifle dedi. Ben kapının kenarında, ayakta, Akif Ankara’da, Velid Bey İstanbul’da, tanışmış, Milli Mücadele yılları boyunca harabolmuş, erimiş bu emsalsiz kıyme­ düşmanı def etmeğe uğraşırlarken de te­ da, Ankara’da vazife görürken de bera te bakıyordum. Kandemir: “Size Ebüz- maslarını kesintisiz sürdürmüşlerdi. ber olmuş, O’nu, yakından tanımak ziya’nın torununu getirdim!” deyince, Cumhuriyetin ilk yıllarında ikisi de Istan- saadetine eren herkes gibi, bütün varlı­ Akif’in bakışları bana çevrildi, yukarıdan “ülda buluşmuşlardı. Sık sık görüşüyor, ğı ile Akife bağlanmıştı. Kandemir, bir aşağı bir süzdü, sonra yüzünde tatlı bir devleşiyorlardı. O yıllarda Galatasaray’- temmuz günü gazeteye geldi. Fotoğraf­ tebessüm belirdi! “Zahmet ettin, oğlum! ,a yatılı öğrenci idim. Hafta tatiline per­ çımızı arıyordu. Ne olacak diye sordum. Ayakta kaldın!” dedi. Kandemir ^’Mü­ şembeleri çıkılırdı. Ben de doğru matba- “Akif’i görmeğe gideceğim, resmini de saade ederseniz elinizi öpmek ricasında!” aya giderdim. Maalesef, üstadın, amca- çektirmek istiyorum” .deyince, amcam­ deyince, “Gel bakalım oğlum!” dedi ve 7"’ matbaamızda ziyaretlerinin hiç birin- dan cesaret edip dileyemediğim, bera­ derisi kemiğine yapışmış, elini, hafifçe e bulunabilmek saadetine ereme- ber gitme ricamı, Kandemir’den istedim. kaldırarak, uzattı. Ben eğilip bu müba­ miştim. Hastahanenin uzun ve hasta kokulu rek eli öperken, Akif, diğer elile saçımı Akif’in hastahaneye yatırıldığı haberi koridorlarında yattığı odaya yaklaşırken okşadı ve : “Allah seni de büyük baba­ ^ellr gelmez, Velid Bey, hemen ziyare- duyduğum heyecanı tarif edemem. nın, babanın, amcanın yollarından ayır­ ne koştu. Döndüğünde yüzü karma ka- Odaya girdik. Bembeyaz bir oda, beyaz masın!” dedi.. Yine kapının kenarına çe­ j'1S'ktı, hüzne boğulmuştu. Bakışlarımda demir bir karyola, yastıklara sırtını daya­ kildim. Müsaadesile, koridorda bekleyen ■ lren sualimi anlamış, sormama ma- mış, yarı uzanmış bir kimse. Beyaz bir- fotoğrafçımızı çağırdık, Akifin yalnız ve ? kalmadan cevaplandırmıştı: “Harab sakalın çevrelediği sapsan kesilmiş beniz, Kandemirle birlikte resimleri çekildi. ° muş, bitmiş! Doktoru ile görüştüm. El- içine çökmüş yanaklar ve zayıflığın, hal­ Kandemir’iıı Mehmet Akifle yaptığı rmden gelen gayreti gösteriyorlar, ama sizliğin nisbetsizce uzattığı hissini veren, konuşma ve çekilen resim, Zaman’da n işeliler. Cenab-ı Hakkın lûtfu ile to- sivrilmiş ince uzun bir burun. Kandemir’i yayınlandı mı hatırlamıyorum. Ancak !a®r an,r inşallah!” sözleri bugün gibi ku- görür görmez, bu soluk yüzde, bir tebes­ 1960 lı yıllarda Kandemir, çıkartmakta süm belirdi, ve bu halsiz vücuddan bek­ olduğu mecmuasında, bu ziyareti: p ^'ymetli yazar ve gazeteci, merhum lenmeyen gür, canlı bir ses: “Vay! Gel “Mehmet Akif ile son konuşma” başlığı er'dun Kandemir, Zaman adlı gazete­ bakalım! Mücadele dostum!” dedi. Oda­ ile yayınladı ve o tarihe resmi de basdı.

39 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI A ralık /86

Yanılmıyorsam Akif ile yapılan son ya­ “Firavunla Yüzyüze" sinden şu son par­ yınlanmış konuşma budur. Akif’in hastahaneye çayı alıyorum: Kandemir’in bu yazısından aldığım yatırıldığı haberi gelir Bileydim.ey koca Mısnn ilâh-: -uryânı parçaları ve yayınladığı resmi sunuyorum gelmez, Velid Bey, hemen Bekan için mi hakikat? Meramın oy “ ...... Özledin mi bizi, Üstad? ziyaretine koştu. sa, hedef Dudaklarını hiç kıpırdatmasaydı bile, Fakat bu hakkı ne taştan, ne leşten is bu zehir grbi gülümsemesile herşeyi söy­ Döndüğünde yüzü karma temeli lemiş olurdu. karışıktı, hüzne boğulmuştu. —Biraz kendime gelirsem, daha ya­ Bakışlarımda beliren zacak şeylerim var, hepsi hazır.. Var ka­ —Özlemek mi oğlum., özlemek mi. famda hazırlanmış mevzularım.. En son Biı acının büyüklüğünü bir daha kendi sualimi anlamış, sormama yazım mı? Ha evet, en son Mısırda ge­ içinde görmek ister gibi gözlerini yum­ mahal kalmadan çen sene bir resmimi çekmişlerdi. ..Gü­ du. Sonra kesik kesik dedi ki; cevaplandırmıştı: “ Harab neşli bir hava idi. Gölgem de up uzun, —Mısırdan üç gecede geldim... Bu üç olmuş, bitmiş! ” kumlarda duruyordu. Bu resmin altına gece, otuz asır kadar uzun sürdü. Ora­ şöyle yazmıştım: da onbiryıl kaldım.. Fakat biran oldu ki., Hepsi göçmüş, hani yoldaşlarının hiç onbir gün daha kalsaydım... Çıldı­ imanla yazılır, imanım olmasaydı, yaza­ biri yok. rırdım... bilir mi idim? Zaten ben, başka türlü dü­ Sen mi kaldın yalnız, kafileden böyle — Ya kavuşmanın sevinci? şünüp, başka türlü yazanlardan değilim­ uzak. —Onu sorma oğlum.. Onu ben ken­ dir. Bu, elimden gelmez . J ’Çimde ne Postu sermekse meramın yola, serdir di kendime bile soramıyorum, ancak, varsa, bütün duygulanm yazılanmdadır. mezler. yazık ki vapurdan çıkar çıkmaz işte böy­ Şu var ki, istiklâl Marşının şiir olmak üze­ Hadi, gölgenle beraber silinip gitme­ le yatağa düştüm; hiç birşey göreme­ re bir kıymeti yoktur. Ancak tarihî bir de­ ne bak. dim... Amma, cennet gibi yurdumdayım ğeri vardır. “işte son yazım budur” diyen kupku­ ya... Çok şükür... "Kimbilir belki yann, belki yanndan da ru dudaklar, birbirine yapışıyordu!..” Hastalığı aklına geliyor: yakın..” 1936 Temmuz-KANDEMlR —Karaciğerim, dalağım şişmiş.. Gel­ — Ya büyük zafer üstadım?.. O anda dik, yattık burada. Müşahede altına al­ ne duydunuz? Biliyorsunuz, bazı gizli akımların her dılar, bakalım ne olacak? Kalbi durmuş gibi sarsılıyor, sonra bir ülkede uyguladığı şaşmaz kaidelerinden Eski hatıraları deşiyor, Milli Mücade­ anda yeniden canlanmış gibi nereden biri de, o ülkede, inanılan, sevilen, dü­ lenin ilk günlerinde Ankara istasyonun­ geldiği bilinmez bir ışıkla gözlerinin içi rüstlükleri, dindarlıklan, milliyetçilikleri ile da, karşılaşmamızı hatırlatıyorum. gülerek; örnek alınan, kendisine veya hatırasına — Evet... diyor, İstanbuldan, müca­ — Ahhh!.. diyor Allahım ne muazzam bel bağlanan insanlan, yalan ve iftiralarla dele aleyhine fetva çıktığı gün ayrılmış­ zaferdi o! Ortalık herc-ü merç oldu. Beş kötülemek yıpratmak ve gözden düşür­ tım. Üsküdardan araba ile, şimdi ismini altı saat içinde bir başka dünya doğdu. mek çabasıdır. Akifin hakkında bu ifti­ hatırlayamadığım bir köye gittik. Oradan Tekrar gözlerini yumuyor. raların en fazla kullanılanları iki gurup­ “Cuma”yı tuttuk. O zaman Adapların­ — Ve biz, mest olduk. Artık benim, ne tur. Bunun en yaygını: da karışıklıklar vardı, girmedik, kenarın­ düşünecek ne yazacak, hattâ ne yaşıya- “Akif, müteassıptır, yobazdır, mürte- dan geçtik. Kâh öküz arabalariyle. kâh cak takatim kalmıştı... Bizim dilimiz tu­ cidir. Cumhuriyetle beraber kabul edi­ beygirlerle Lefkeye geldik ve trenle An- tulmuştu. Ordu, bizzat yazıyordu. len laiklik prensibini benimsemediği için, Üstadı ziyarete gelenler, ikide birde şeriat ahkâmının uygulandığı bir İslâm karaya ulaştık. Ankara... kaynıyordu... konuşmamızı ister istemez kesiyorlar. Bu memleketine gidip yerleşmiştir. Şapka Heyecan ve helecan içinde... Kimsede arada —bahsi değiştirerek —Mısırda na­ kanununu kabul etmek, başından fesi çı­ kendini düşünecek hal yok. Her sabah, sıl vakit geçirdiğini sorduk iyine ağır ağır karmak istemediğinden, Mısır’a gidip bir başka Ankara olurdu orası... Her anlatıyor: yerleşmiştir!” gün, bir gün evveli arardı sanki in­ —Kahire’nin yirmibeş kilometre güne­ Akif tam anlamile dindar bir insandı. san..Güneş bile, sanki bir gün evvel - yinde, “Helvan"denen, sakin asude bir Dinimizin bütün hususiyetlerini gereği gi­ kinden daha az parlak doğardı... sön­ köşe vardır. Orada oturdum Zaten tab'- bi bilen bir din alimi idi. Dinimizin veci­ meğe doğru giderdi. Hiçbir şey kalma­ an münzevi bir adamım. Gürültüyü sev­ belerini noksansız yerine getiren bir in­ mış gibi idi kimsede ... lâkin, o hava için­ mem. İstanbul’da iken de böyle idim. sandı. İslamiyet asla taasşubu kabul etme­ de kimsenin. .‘Eh artık herşey bitti" di­ Mısırda da Darülfünun işi çakıncaya ka­ yen, taassubu reddeden'¿ir dindir. Bu ye tam yese düştüğü hamdolsun görül­ dar Helvanda yaşadım. Son zamanlar­ gerçeği sadece dinimizin özelliklerini medi. Hayır, asla ye’se düşmedik. Za­ da Kahireye indim. hakkı ile bilenler değil, islâmiyeti incele­ ten başka türlü çalışabilir mi idi? Ne to­ —Mısırda bir şeyler yazdınız mı? miş olan, başka dip mensubu bilginler pumuz vardı, ne tüfemiz. Fakat imanı­ —Geçmişten adam hisse kaparmış.. de, eserlerinde kabul eder ve belirtirler. mız büyüktü-■ Ne masal şey! Beşbin senelik kıssa, ya­ Müslümanlar arasında, her devirde rast­ Yavaşça yatağında doğruluyor, yas­ rım hisse mi verdi? "Tarihi Tekerrür"di­ lanmış olan taassup, irtica, yobazlak ha tıklara yaslanıyor, sesi birden canlanıyor: ye tarif ediyorlar; hiç ibret alınsaydı, te­ reketleri, sırf cahillik eseridir. Bir cahilin —istiklâl Marşı.. "Doğacaktır, sana kerrür mü ederdi? bilgisizliği yüzünden meydana gelen üzü­ va'dettiği günler hakkın!" Bu ümitle. Ve üstadın yine Helvandan yazdığı cü olayları ise. bir dinin kusuru olarak.

40 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI A ralık/8(i esasına yüklemek—kasden böyle davranılmıyorsa— aynı derecede bir ce­ halet eseridir. Akif laiklik ilkesine hiç bir zaman karşı gelmemiştir. Eserleri meydandadır. La­ ikliği red eden tek bir satırı, tek bir mıs- faı yoktur. Laiklik prensibinin kabulü “®. memleketimizde camiler kapatılmı­

ş m ış , namaz yasaklanmamış, ezan \ J . \ < J ' ^ fiten edilmemiştir ki dindar bir insan dini r m vecibelerini yerine geterebilmek için, Türkiyeyi bırakıp başka bir İslam ülkesi- '' ^ y .. J , > S * J s / S*> ne göç etsin. Akif muhafazakârdır ama, muhafaza­ • / # ' / kârlığım, bir elbise veya serpuş değiştir­ '^u>‘o ^ ' ^ ^ vy < memekte direnen bir davranışa girecek adam değildir. Fes veya şapka giymek- c ‘ f *e dinin bir ilgisi bulunmadığını takdir . V u— edecek kültüre sahiptir. Akif Mısır’a git­ meden de şapka giydiği gibi, Mısır’dan dönerken de şapka ile gelmiştir. Şapkalı resimi de vardır. Eğer şapka giymeyi red ! p p y eden bir cahil, bir mürteci olsaydı, bun­ dan kurtulmak için, Mısır’a gideceği yer­ de, pekâla bere giyerek idare ederdi! * < .V IV Akif’e devamlı olarak atılan ikinci bü­ yük iftira, “Büyük Millet Meclisi karari- 'TSİ' le, Diyanet İşleri Genel Müdürlüğünce, Mehmed Akif’in el yazısı kendisine yapılan “Kur’an-ı Kerim”i ter­ cüme etmek ricasını kabul ederek, veri- 'en Altı Bin lirayı alması, tercümeyi yap- üğı halde teslim etmemesi ve ödenecek reler, sadece ezanın Türkçe okunması ile edildiği Zat, Akif’e verdiği sözü tuttu ve Paranın üstüne oturmuş gibi gösteril­ yetinmeyerek, namazın da Türkçe sure­ göz yaşları döke döke" Kur’an-ı Kerîm mesidir. lerle kılınması, hatim dualarının Türkçe tercümesini yaktı. Pek çok kimsenin, Akif türcümeyi vermemeğe karar ve- kıraatini sağlamak için çaba sarfediyor- kim olduğunu bildikleri ve Hakkın Rah­ rir>ce, almış oluduğu Altı Bin lirayı iade lardı. Hatta bazı camilerde de bu garip metine kavuşmuş olan bu muhterem Za­ etmiştir. (Bunun kayıdlarında belgesi usulle, dinî kaidelere aykırı namaz kıldır­ tın ismini, oğlundan müsaade almadığım vardır.) mağa kalkaşmlar da olmuştu. Akif, yap­ için, burada zikr etmiyorum. Mehmet makta olduğu tercümenin bu sakîm te­ Akifin başladığı ve Hamdi Yazıra tevdi ettiği ilk tercümelerin devamını ve tefsir­ Tercümeyi yaptığı halde Diyanet işle­ şebbüse alet edilmesinden, isminin kul­ rine vermemiş olmasının sebebi ise bam­ lanılmasından, haklı olarak korkmuş ve lerini, Hamdi Hoca bitirmiş ve eser Di­ böyle bir faciaya alet olmamak için ter­ yanet İşleri tarafından “Hak Dini Kur’- başkadır . Cumhuriyet’in ilânından sonra, mev* cümelerini göndermemeğe başlamıştır. an Dili” ismi altında, bir cildi fihrist ola­ cud Kuran-ı Kerim türcümelerinden da­ Akif tercümeyi bitirmiş, ve sakim te­ rak dokuz cild halinde yayınlanmıştır. ha ilmi ve aslına uygun bir tercümenin şebbüsten vaz geçilerecek zaman ge­ * • * yapılması vetefsiri ileberaber basılması lince, tercümesini bastırmak kararına Bir ay sonra 1987 ye giriyoruz. 1987 karannı, Büyük Millet Meclisi vermiş, Di­ varmıştır. Bu sıralarda hastalanmış ve Mehmet Akif Yılı ilân edilmiştir. Bu kud­ yanet İşleri’ne, bu iş için on iki bin lira memlekete dönmeğe karar vermiştir. retli şair, büyük Vatansever, sarsılmaz tarihin altın raici ile üç bin altın) tah- Avdet ederken tercümesini, Mısır’da çok iman sahibi, bu yüce Türk Evlâdı hak­ sis etmiştir. Diyanet işleri tercümeyi Akif- sevdiği, hürmet ettiği, muhterem ve dü­ kında bir çok konferanslar verilecek, ma­ ten, tefsiri, devrin en büyük din alimi, rüst, Yozgatlı bir zata teslim etmiş ve şu kaleler yazılacaktır. Fakat yine, malûm Elmalıh Mehmet Hamdi Yazır dan rica vasiyette bulunmuştur: “Zamanı gelince bozguncu mihraklar, alacakları emirleri etmiş, kabulleri üzerine de altışar bin li­ bunları isteteceğim ve eserimi bastıraca­ yerine getirecekler, yalanların tezvirleri­ ra tediye etmiştir. Akif tercümeye baş­ ğım. Ama bu zamandan evvel ölürsem bu müsveddeleri yakacaksın!” ne devam edeceklerdir. Temennimiz, bu lamış, ve yaptıkça da Hamdi Yazır’a ver­ Hasta Akif’in ömrü beklediği bu “za- biçare güruha dahil olmadıkları halde, bu miştir. Ancak Mısır’a gittikten sonra, ter­ man”ın gelmesine yetmedi. Bu yüzden yalan ve iftiralara kanmış olan kimsele­ cümeyi bitirdiği halde yollamamış, veri- de bu son derece kıymetli eser yayılma rin gerçekleri öğrenmeleri ve nasıl aldan­ en parayı geri göndermiştir. imkânına kavuşamadı. Eserin, kendisi­ dıklarını, halâ aldatılmağa uğraşıldıkla­ Türcümeleri yollamaktan vaz geçme- ne emaneten ve vasiyet şartile teslim rını fark edebilmeleridir. smin sebebi şudur: O yıllardan bazı çev­

4.1 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI Aralık/86

Ayla AGABEGUM

Akif’le Beraber Düşünmek

12 Eylül öncesi, bir asır gibi geride kaldı. Gün batmadan eve dönme telaşı. Duvarındaki yazıyı bile silmekten korkan Gözü Türkiye’nin üzerinde olan ev sahipleri, sokağa bakan odalarda yatmaktan çekinen in­ yabancılara ve onların Türkiye’de kurduğu sanlarımız, vapurda dayak yememek için aldığı gazetenin is­ teşkilâtlara karşı uyanık Asımlar yetişmeli. mini saklamaya çalışan gençlerimiz, televizyonda hergün birkaç ölüm haberi... Sanki o günleri biz yaşamadık. Siyasi­ “Anadoluya vardığımız zaman amacımıza lerin konuşmaları, basında yazılanlarve işin en acısı da tep­ ulaşmış olacağız?” zihniyetinde olan bu kisiz olan halkımız. teşkilatların kolları son yıllarda kültür O yıllarda, bir gün öğretmenler odasmdayım. Dumandan faaliyetleri adı altında en sessiz illerimize göz gözü görmüyor. Örgü ören bir kaç hanım arkadaş kendi kadar ulaşmaktadır. âlemine dalmış. Bir ses yükselerek sessizliği bozuyor. “Ne hal­ leri varsa görsünler, anlamıyorlarsa ben ne yapayım? Anla­ sınlar efendim. Kendimi yoramam, verdikleri kaç lira. Bu Antalya film festivalinin akisleri hâlâ devam ediyor. Sirtı»- geçim sıkıntısı içinde benden fedakârlık isteniyor..." Konuş­ ma sanatı adına nelerin yıkıldığı, yok olduğu ortadadır. Suçlu malar devam ederken, istemeden katılmak zorunda kaldım. kim? Senarist mi? Yapımcı mı? Oyuncu mu? Mehmet Akif de İstiklâl Marşını yazdığında aynı: sıkıntılar için­ Antalya Belediyesi mi? Onları destekleyen basın mı? Ha deydi. Buna rağmen ödülü almadı. Bir başka ses yükseli­ yır hiçbiri değil. Akifler yetişmedikçe bu oyun devam ede­ yor. Nerde o.. Akifler?.. cektir. Birileri çıkıp davaya sahip çıkmalı. Bir arayış içindeyiz. Akifler yetişmeli. Asımın nesli devam Yapımcı, senarist , sanatçı birleşmeli. Milli sinema ko­ etmeli. 1987 Kültür Bakanlığı tarafından Akif yılı olarak ilân nusunda, yanlışlar, eksikler, tartışılmalı, kaliteli eser yapma­ edildi. Bu yılı iyi değerlendirirsek, “Asım’ın Nesli” yetişebile­ nın maddî güçlükleri ortadan kalkmalı, millî sinama cektir. Öğretmen arkadaşlarımızla bu seferberliğe girmeliyiz. desteklenmelidir. Festivale, yarışırcasına millî ruhumuzu ve­ ASIMLARI YETİŞTİRM E seferberliği, Kaynağımız SA FA ­ ren eserler katılmalıdır. İşte o zaman, hesap sorabiliriz. “Ne­ HAT, önce sınıfa birkaç safahat almakla işe başlayalım. Her den Ah Belinda, neden Adı Vasfiye.” Bu ve buna benzer ay bir bölüm. Bazı mısraları ezberletelim. Manzum hikâyele­ yapımlarda hangi değerlerimiz yok edilmek isteniyor? Bu tar­ ri, sahnelemeye çalışalım. Okulda imkân bulamazsak, sınıf tışma ortamında festival komiteleri ve belediyeler daha dik­ içinde yapalım, öğrencileri gayretlendirmek için armağanlar katli olacaktır. verelim. Akif’in üzerinde durduğu esas meseleleri gündeme Ahmet Kabaklı Hocamız, “kuvvetli eseri birkaç defa oku­ getirirken, O’nu üzen konular bu gün ne durumda, tartışa­ yun, her seferinde başka açıdan bakmaya çalışın” derken za­ lım "Asım'ın Nesli” yetişmiyor diye şikayet edenlere, “Bu nesil man zaman da bizi bu işe mecbur etmektedir. Safahat’ı, son öğretmenin gayretiyle yetişecektir” diye haykıralım. Öğret­ günlerde bir kere daha ok udum ve gözümün önünde olayları men arkadaşım, bu yolda devam et! Sen varsın, sınıfın var canlandırmağa çalıştım. Böylece birbirinden güzel senaryo- ya! Az şey mi bir sınıf ?.. Yaşamak; düşünmek, duy­ larortaya çıktı. Akif'le beraber çamur deryası sokaklarda do­ mak, hissetmek hissettirmek demektir. Akifin mısralanyla ses­ laşıyor, basık evlerdeki harab mabetlerdeki havayı teneffüs lenirsek; ediyor, kimsesiz çocuklann küfesi ayağıma takılıyor. Seyfi Ba­ Beraber ağlamazsın, sonra kör dersin, sağır dersin. baların yalnızlığını içimde hissediyor, ruhu çökerten kahve­ Bu hissizlikten, insanlık hem iğrensin, hem ürpersin! hane ve meyhanelerin iç yüzünü daha iyi Ne ibret, yok mu bir bilsen kızarmak bilmeyen çehren? görüyor, yatılı okulda verem olup atılan hasta çocuğun dra­ Bırak tahsili, evlâdım, sen ilkin bir hayâ öğren! mını içimde hissediyordum. Gözü Türkiye’nin üzerinde olan yabancılara ve onların Sahipsiz kalan memleketin batması haktır Türkiye’de kurduğu teşkilâtlara karşı uyanık Asımlar yetiş­ Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır, mek. “Anadoluya vardığımız zaman amacımıza ulaşmış diye seslenen Akif’le aynı duyguları paylaşmak ve Türk gen­ olacağız?” zihniyetinde olan bu teşkilatların kolları son yıl­ cini yalnız bırakmamak mecburiyetindeyiz. larda kültür faaliyetleri adı altında en sessiz illerimize kadar Akif yaşlılara ve kimsesizlere acır. “Yemişçi İhtiyar” da elin­ ulaşmaktadır. Asım’ın nesli olarak yetişen kaymakamlar de tartısı sırtındaki seyyar yüküyle bir ihtiyar vardır. Bu ya­ belediye reisleri, okul müdürleri ve öğretmenlerin yardımıy­ şayışın içinde hayal kurmak bile onun için imkânsızdır. Bu la faaliyetler etkisiz kalabilir. yükü, bütün hayatı boyunca, hayatı için çeker.

42 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI A raIık /86

Çeker şu bârı hayatınca hep hayatı için. duygularından uzak insanlar hâlâ görevlerine devam ediyorlar Bilinse âh, şu bâr hayâtı çekme neden?.. mı? Akif yılında araştırmaya değer bir konu! Akif’in Seyfi Babası da yaşlıdır, kimsesizdir. Geçimini sağla­ Mahalle Kahvesi’nde Akif, insanlara bakar ve acır. Kiriy­ mak zorundadır. Soğuk bir günde dam aktarır ve hastala­ le, pisliğiyle dedikodusuyla tembelliğiyle bu insanlar toplu­ nır. Akif, o geceyi Seyfi babanın yanında geçirir. Sabah mun yüz karasıdır. Üzülür, acır fakat çare bulamaz. hastanın rengi yerine gelmiştir. Ayrılırken yardım etmek is­ ter. “Mahalle kahvesi” hâlâ niçin kapanmamalı? Bir de baktım ki: tek onluk bile yok kesede: Kapansın elverir bu perde çok kanlı! Mühürüm boynunu bükmüş duruyormuş sade Hayır, bu yerde, bu şarkın bakılmayan yarası. O zaman koptu içimden şu tehasür ebedî Bu, çehresindeki Ievsiyle yüz karası; Belki günümüzde Va hamiyyetsiz olaydım, ya param olsa idi! mahalle kahvelerinin şekli değişti, ismi değişti. “Şarkın .ba­ Yağmurlu havada paltosu olmayan Akif sokağa çıkmaz. kılmayan yarası” diye vasıflandırılan kahvehanelere garbın Alamadığı için de üzgün değildir Ya Seyfi Babalara yardım kirleri de eklendi. Gencin cebindeki beş on lirayı almak için etmek gerektiğinde çaresizdir. Belki, parası olan insanlar ha­ düzenlenen çeşitli şans oyunları, içinde he olduğu bilinme­ miyetli olsaydı. Akif, bu kadar üzülmezdi. den içilen sigaralar, ve videoda seyredilen âhlâk dışı filmler,., Günümüzün çıkarı peşinde koşmaktan başka düşüncesi Akif bu konuda, üzülmekle bir yere varılamayacağını bil­ olmayan bazı zenginlere Seyfi Baba hikayesini defalarca diği için çözümü de getiriyor: ohutsak acaba tesirli olur mu diyoruz? Bu cehâlet yürümez asra bakın; asr-ı ulûm! Hasta'da Akif, Halkalı Ziraat Mektebinde geçen bir olayı Başlasın terbiyeniz, âilelerde, oğlum hikâye eder. Hasta bir öğrenci, kaderiyle başbaşadır. Vere­ Sade hürriyeti ilân ile birşey çıkmaz min son noktasına gelinmiştir ve idare ilgisizdir Karar verilir Fikr-i hürriyeti hazm ettiriniz halka biraz.'. hasta gidecektir. Fakat nereye? Hastanın: Akif’e göre duygusuz olmak en büyük derttir. Çevremiz­ Merhamet bilmeyen insanlara bak, ya Rabbi, de olan olaylara neme lazım diyemeyiz. İnsanlık yaşamak­ Koğuyorlar beni bir sâil-i âvâre gibi! tır, hissetmektir. sözleri de doktor ve idarecileri yumuşatamaz. Günümüzün Ah! Tek bir âşiyandan bin yetimin nâlesi öğrenci yurtları ve yatılı okullarındaki idarecileri, hastabakı­ Yükselirken, dinleyen insan mıdır bülbül sesi? cıları acaba ne durumda? Çocuk sevgisinden ve merhamet Akif yılında, Akif gibi düşünmek, hissetmek, dileğiyle...

Yavuz Bülent Bakiler

Kültür ve Turizm Bakanlığı Müşteşar Yardımcısı

Aytuğ İzat’la Konuşma

— 27 Aralık, 1986. Millî şairimiz Mehmet Âkif Er- soy’un vefatının ellinci yılı. O’nun, Türkiye çapında anılması için, siz Genel Koordinatör olarak vazifelen­ dirildiniz. Çalışmalarınız hakkında, TÜRK EDEBİYA­ TI okuyucularına da bilgi verir misiniz? — İstiklâl Marşı şairimizi, ebediyete intikalinin ellinci yılı dolayısiyle, hem bütün yurtta, hem de bütün yurt

43 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI AraLık/86

dışı temsilciliklerimizde, vatandaşlarımızın bulunduk­ ları çeşitli ülkelerde bir kere daha anacağız. Bu mera­ O, Türkiyenin çağdaş medeniyet simlerin, Ona ve milletimize yakışır şekilde geçmesi seviyesine yükselmesi için, tek çıkar için, ciddi bir çalışma içerisindeyiz. Bu münasebetle, yolun müsbet ilimler olduğuna inanmış Bakanlık olarak çeşitli kurullar oluşturduk. Şeref Ku­ bir kimsedir. Bu bakımdan genç rulumuzda: T.B.M.M. Başkanımız, Başbakanımız, Ge­ nesillerin vakit kaybetmeden Batıya nelkurmay Başkanımız, Millî Eğitim Gençlik ve Spor Bakanımız, Kültür ve Turizm Bakanımız ve Yüksek Öğ­ koşmalarını Batının ilmini ve tekniğini retim Kurulu Başkanımız bulunmaktadırlar. çok çabuk öğrenerek Türkiye’ye Kültür ve Turizm Bakanımız başkanlığında çalışan dönmelerini istemektedir. ve 29 kişiden teşekkül eden Koordinasyon Kurulumuz­ da çeşitli bakanlıklarımızdan ve kuruluşlarımızdan tem­ munda olduğunuz kuruluşların, konuya ilgilerini na­ silciler çalışmaktadırlar. sıl buluyorsunuz? Koordinasyon Kurulunda görüşülen ve karara bağla­ Bu güne kadar, hiçbir kuruluşumuzdan menfi bir dav­ nan hususları, on kişiden meydana gelen İcra Kurulu­ ranış görmedim. Aksine, bütün üniversitelerimizi, vi­ muz kendisine bağlı alt komiteler marifetiyle layetlerimizi, belediyelerimizi, dış temsilciliklerimizi gerçekleştirecekti. çok sıcak, çok samimi bir alaka içinde gördüm. Bunu Dört ayrı alt komitemiz, Mehmet Akif yılı dolay isiy­ da çok tabii karşılıyorum. le çalışmaktadır. Bunları: Mâlî İşler Komitesi-Basın- Bir milletin, bütün kuruluşlarıyla kendi şairine, İs­ Yayın ve Halkla İlişkiler Komitesi-Sanat Faaliyetleri ko­ tiklâl Marşı şairine sahib çıkmasından daha tabii ne ola­ mitesi ve Yayın İşleri Komitesi olarak sayabilirim. bilir? Unutmamak lâzımdır ki, 1921 yılından beri — Koordinasyon Kurulunuzdan icra Kurulunuza in­ milletimiz, İstiklâl Marşını onun yüreğiyle okuyor. tikal eden kararları da kısaca lütfeder misiniz? Akif’i duymayan. Akif’i sevmeyen bir Türk tasavvur — Bu kararları altı ayrı başlık altında özetleyebilirim. edemiyorum. 1- Anma törenleri ve toplantılar yapılacaktır. T.B.M.M — Şimdi siz böyle söyleyince, bir takım kimseler; eski binasında, silahlı kuvvetlerimizde, üniversite­ “Öyleyse Mehmet ÂkiPi, niçin anma programlarıyla lerimizde ve okullarımızda, camilerimizde, yurt dı­ tekrar ele alıyorsunuz? Halkın sevdiği bir kimseyi ona şı temsilciliklerimizde çeşitli kuruluşlarımızda neden anlatıyorsunuz? diye sorabilirler. Mehmet Akif için anma törenleri yapılacaktır. — Biz, böyle bir mantıkla karşımıza çıkacakları cid­ 2- Anıt ve Çevre Düzenleme çalışmalarımız vardır. Tâ- diye alamayız. Çünkü bu, hasta bir mantığın çarpıklı­ ceddin Dergâhı ve Hacettepe Üniversitesi civarına bir ğıdır. Yani “Nasıl olsa uyanacağız; öyleyse neden İstiklâl Marşı Anıtı dikilecektir. yiyelim?” mantığı, nasıl yanlışsa, gülünçse, veya bir Akif’in mezârı yeniden ve Ona lâyık bir şekilde in­ kasta bağlıysa, “Sevilen Mehmed Akif’in anılmaya ih­ şa edilecektir. tiyacı yoktur!” iddiası da o kadar yanlış ve gülünçtür. Onun, Çanakkale Şehidleri için yazdığı muhteşem Olur mu? Milletleri ve devletleri ayakta tutan kahraman­ şiiri, bir kitabe haline getirmek, uygun bir yerde, böy­ larıdır; büyük evlatlarıdır. Kahraman, bâzı kimselerin le bir âbide yükseltmek istiyoruz. sandığı gibi sadece, savaş meydanlarına koşan, vatanı Ayrıca, Taceddin Dergâhı çevresini yeniden dü­ uğruna can veren, kan veren kimse değildir. Bizim ka­ zenleyeceğiz. Ve Akif’in bir büstünü yaptıracağız. naatimize göre ilim ve kültür alanlarında millete hiz­ 3- Mehmet Akif’le ilgili olarak kitap, film, plâk, ka­ met eden kimseler de kahramandırlar. Bu bakımdan bir set yayınlarımız olacaktır. Bu konuda şunu söylemek cephe kumandanı, kazandığı zaferlerle ne kadar kah­ istiyorum: Safahat’ın normal edisyon-kritik baskısın­ ramansa cephe gerisini ve cepheyi fikren ayakta tutan dan başka çocuklarımız ve gençlerimiz için de bas­ ilim, fikir, sanat, adamlarımız da o kadar kahramandır. kıları yapacaktır. Ayrıca hem Onun çeşitli yazılarını Mehmet Akif, milletimizin müstesna temsilcilerinden birkaç cilt içerisinde toplamak, hem de hakkında ya­ biridir. Diyebilirim ki Milli Mücadele devremizin ma­ zılanları bir araya getirmek istiyoruz. nevi kumandanlarından biri de odur. Vatanın tehlike­ ye düşmesi üzerine, İstanbul’dan Ankara’ya 4- Okullarımızda kompozisyon ve resim yarışmaları dü­ kendiliğinden geçişi, câmi câmi dolaşarak Halkımızı zenlenecektir. Milli Mücadeleye çağırışı, Kuvay-ı Milliye ruhuna baş- 5- Yeni açılan okullarımıza, kütüphanelerimize, yeni kaldıranlan aydınlatmaya koşması, milletin bağımsız­ açılan cadde ve yollarımıza milli şairimizin adı ve­ lık azmini daima ayakta tutmaya çalışması büyük rilecektir. Bu husus, bütün ilgili kuruluşlara bildi­ hizmettir. Nitekim Onun vaazlarının, nasihatlarının, rilmiştir. cephe kumandanları tarafından onbinlerce bastırılarak 6- Nihayet bu yıl dolayısiyle bâzı öğrencilerimize kar­ halka ve askere dağıtılması bu iddiamızı doğrulamak­ şılıklı burslar verilecek, bir seri pul çıkarılacak ve tadır. Mehmet Akif Ersoy madolyonu bastırılacaktır. Şunu bilhassa belirteyim ki, ahirete intikal etmiş Bu faaliyetler dolayısiyle, birlikte çalışmak dunı- Mehmet Akif’in, anılmaya, alkışlanmaya hiçbir ihti-

44 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI A raIık /86 yacı yoktur. Biz, onu anmak, Onun imanıyla, vatan ve Milli Mücadele, Kuvay-ı Milliye denilince aklıma ilk millet sevgisiyle kuvvetlenmek Onun bilgisiyle aydın­ gelenlerden biri de Mehmet Âkiftir. O, kelimenin ger­ lanmak mecburiyetindeyiz. Çünkü biz, Anadolu da hür çek anlamında bir karakter abidesidir. Müthiş doğru, ve müstakil yaşamak, çağdaş medeniyet seviyesine ulaş­ müthiş çalışkan, müthiş vatanperver bir adamdır. Ha­ mak istiyoruz. Anadolu’da hür ve müstakil yaşamak, yatı bir destan kadar güzeldir. sadece iktisadi mes’elelerimizi halletmekle mümkün Taassuba, cehalete, geriliğe müthiş derecede düşman­ değildir. İktisadi meselelerimiz yanında kültür kaynak­ dır. larımızı da korumak,kullanmak,yaymak mecburiyetin­ Fransızcayı kendi başına öğrenmesine ve Fransız ede­ deyiz. Bildiğiniz gibi Kültür, bir milletin dil, din, tarih, biyatını bir Fransız aydını kadar iyi bilmesine şaşırıyo­ güzel sanatlar, gelenek ve görenekler bütünlüğüdür. rum. Devletine, milletine, ordusuna bağlılık ruhudur. İşte Kur’anı, Türkçeye tercüme edecek kadar çok iyi Arap­ Mehmet Âkif, ömrü boyunca bu kültür değerlerimize ça bilmesi, Sadi’yi kendi dilinden okuyup ezberleye­ bağlı kalmış bir mütefekkir şairimizdir. O kadar ki, ba­ cek kadar Farsça’ya vakıf olması Onun ayrı bir özelliği. ğımsızlığımız, vatan ve millet bütünlüğümüz için çı­ Bütün bunların dışında Mehmet Akif’in en çok be­ rpınmaktan, yazmaktan, konuşmaktan, kendi şahsi ğendiğim vasıflarından birisi zekâsı ve müsbet ilimle­ meselelerini i fadeetmeye fırsat bulamamıştır .Onun koş­ re karşı derin yakınlığıdır. maca SAFAHAT’ında birtek aşk şiiri bulamazsınız. Şi­ O, Türkiyenin çağdaş medeniyet seviyesine yüksel­ irlerinde sevgilinin kaşı, gözü dudağı yoktur, gülün mesi için, tek çıkar yolun müsbet ilimler olduğuna inan­ rsngi, bülbülün avazı yoktur. Şiirlerinde ne sarhoşlu­ mış bir kimsedir. Bu bakımdan genç nesillerin vakit ğa, ne mehtaba, ne de mevsimlere kucak açmıştır. Ne kaybetmeden Batıya koşmalarını Batının ilmini ve tek­ yazmışsa halkının, milletinin saadeti ve huzuru için niğini çok çabuk öğrenerek Türkiye’ye dönmelerini is­ yazmıştır. Âkif bu özelliğiyle, edebiyatımızın müstes- temektedir. Yalnız bir tek şartla: kendi benliğimizi, na isimlerindendir. kendi kültür değerlerimizi unutmamak, yani Türk ve müslüman kalmak kaydıyla. Âkif, hep yapıcı, yaratıcı, — Siz Aytug İz’at olarak Âkif i hangi özelliği veya araştırıcı medenî bir Türkiye hasretiyle yaşamıştır. Mis­ özellikleriyle seviyorsunuz? kinlikten, tembellikten, cehaletten ve bütün yobazlık­ — Türk Tarihinde Milli Mücadele devremizin çok bü­ lardan uzak, çağdaş bir Türkiye! Taklitçi olmayan yük bir önemi var. Atatürk Milli Mücadelede başarıya çağdaş bir Türkiye. Bizim de idealimiz budurOnu bu ulaşamasaydı, felaketimiz çok korkunç olurdıi. idealiyle de çok seviyorum.

Vahap KABAHASANOĞLU

Mehmed Âkif'te Sosyal Tema

Öyle zannediyorum ki Türk edebiya- mesini istemiştir. Merhum M.Kaplan, olduğu o acıklı tabloları her halde bo­ ünda Mehmet Âkif ölçüsündeDlsosyo- Türkiye'nin geri kalmışlığını, yoksul şuna çizmemiştir. ekonomik yapımızı bütün yönleriyle şı- çevrelerin problemlerini siyasî ideolo­ M.Âkif, yaşadığı çevredeki sosyo­ ire aksettiren bir sanat adamımız daha jileri için istismar edenlerle mücâdele­ ekonomik çarpıklığa daha okul sırala­ Voktur. Bizim edebiyat tenkitçilerimiz de Akif'ten istifade etmek lâzımdır, der­ rında dikkat eder. Halkalı'daki Baytar °nun bu ceDhesine pek dikkat etme­ di. Gerçekten Akif'e bu açıdan yaklaş­ O kulu’ndaokuduğu sıralarda geçim sı­ miş veöneır.vermemişlerdir. Ona mu­ tığımızda merhum hocamıza hak ver­ kıntısı çeken bir hasta öğrenci arkada­ hafazakâr çevreler daha çok bir din ve memek mümkün değildir. Akif'in şının günden güne tükenişini fizik port- savaş şairi gözüyle baktılar. Oysa Âkif'- sosyo-ekonomik yapımızdan verdiği ke­ resiyleşöyle anlatır: !n şiirlerindeki sosyo-ekonomik muhte- sitler bugün hâlâ canlılığını muhafaza "Kafa bir yük kesilip, boynuna çök­ Va Cumhuriyet dönemi edebiyatımızda etmektedir. O bizim insanımızın bu ko­ müş bağrı; Sosyalist yazarların çizmeğe çalıştıkla- nular karşısındaki tavrını çok iyi keşfet­ İki değnek gibi yükselmiş omuzlar r| sefâlet tablolarından çok daha acı çok miştir. Bu tavrın toplumumuzda mey­ yukarı.." (s.12) daha içten ve de "bizden” tablolardır. dana getirdiği çarpıklığı arûz vezinli şi­ İstiklâl Marşı'mızın şairi; hiç şüphe­ M.Akif'in şiirlerine, yukarıda belitme- irleriyle hikâyeleştirerek ironik bir üs­ siz babasından kalan küfeyi taşımaktan §e Çalıştığımız açıdan bakılırsa görülür lûpla Türk okuyucusuna sunuşu ayrı bir bıkmış küçük bir yavrunun ekonomik *d o dinî duyguların güçlenmesi için her ustalıktır. Kulaklarda hoş şadalar bıra­ istiklâlini, bu marşı yazmadan çok ev­ ^eyden evvel sosyal adâletin gerçekleş­ kıp dilden dile dolaştırmağa muvaffak vel görmüş ve düşünmüştür. O küçük 45 Türk Edebiyatı MEHıMED AKİF ANIT SAYISI A ralık /86 yavruya, hamallık için sırtında taşıdığı kocaman küfeye hitaben aşağıdaki mıs­ raları söyletir: "Benim babam senin altında öldü, sen hâlâ Kuruifila yat sokağın ortasında böyle daha.."(s.24)

Diğer taraftan alkolün felâkete sürük­ lediği bir âilenin dramını dile getirir. "Ne iş ne güç, gece gündüz içip zıbar sâde; Sakın düşünme çocuklar acep ne yer evde?" (s.41) M.Âkif, toplumda gördüğü sefalet tab­ loları karşısında zamane şairleri gibi da­ ha ilk mısralarda devlete karşı çıkıp su­ çu üstünden atma yolunu tutmaz. Ken­ di yaradılış ve davranışını da işe katar. "Ya hamiyyetsiz olaydım ya param ol­ sa idi. "(s.71) diyerek, "Seyfi Baba"yı bitirir. Bu tavır demokrasilerde en olum­ lu tavırdır. Malûm olduğu gibi demok­ rasilerde toplumun bozuk işleyişinden herkes kendini mes'ul tutsa sosyal ada­ let çok daha çabuk teessüs eder. Âkif, devrin yönetiminden sorumlu olanlara da çatar. "İstibdâd" şiirinde "Otuz milyon ahali, üç şakinin böyle- mahkûmu/Olup çeksin hükümet nâmı­ na bir bâr-ı meş'umu.." şeklinde devam eden mısraları bize onun bu davranışı­ nı da aksettirir. Şiirinin bir yerinde: "Zâ­ limle mazlûmu bir karşılaştırsalar/Utan- maz mıydınız?" (s.85)der. "Beşer şaşar" derler sözünü, "Beşer bulunca rahatı, unutur etrafı" şeklinde değiştirirsek onu daha iyi anlarız sanırım. Evet, insan ihtiraslıdır. İlerlemek için Âkif, yönetim-halk kopukluğunu çok çar­ kararlı, ciddî, cesur bir gençtir. Hişan a, iyi bir motif bu. Ama her şeye rağmen pıcı bir biçimde ortaya koyan bu hikâ­ Nişan'dan daha İnsanî bir düşünce ve değil. "Altta kalanın canı çıksın." anti­ yesinde Hz. Ömer'e kadına hitaben davranışla cevap verir: demokratiktir. Ferdî yeteneklere hürri­ şunları söyletir: "Bir dinle de sonra gör çocuk mu?/İn- yet. O da iyi. Fakat bu yeteneklereTürki- "Zavallının işi pek çok, zaman bulup sâf nedir, o sizde yok mu?.../Yok şen­ ye'nin imkânları yetmiyorsa(l) bir par­ gelemez, deki ihtişâma pâyan,/Bizlere alay alay ça sosyal adalet gerek. "Kocakarı ile Gidip de söylememişsen ne haldesin sefilân!/Bir yanda demek ki fazla var, Ömer" adlı manzûm hikâyesi, her de­ bilemez."(s.96) çok;/Mayfâ (yazık) ki öbür tarafta hiç virde aramızdan çıkan liderlerimizin et­ Günümüzde bu gidip söyleme işini yok./Öyleyse biraz tevazün (denge) is- rafında çıkarcıların, evet efendimcilerin, yapabilecek pek çok vasıtamız var. Ama ter./Evve! beni dinle, sonra hak ver:/Ne- tamam efendimcilerin oluşturdukları nerede?.. reden buldun bu ihtişâmı?/Halkın mı, bürokrat barikatını çok güzel ifade eder. Âkif, sosyo-ekonomik adaletin gerçek­ senin mi, Hâlik'ın mı?/Allah'ın ise eğer Bu barikat; lideri, bütün işlerin iyi gitti­ leşmesi, millî gelirin paylaşılması ve bu servet,/Bizler de onun kuluyken, el- ğine inandırır. Lider de işlerinin çoklu­ mülkiyete tasarruf konusunda da çok bet/Bir pay talebinde hakkımız var.../İn- ğu dolayısiyle halktan kısa zamanda dikkate şayan bir örnek günümüz için sâf olamaz bu hakkı inkâr. Hakk'ınsa şu kopar. de geçerlidir. Hikâye malûm: Dirvas, bînihâyet emvâl,/Ver, etmek hukuk-ı Halkının ne halde olduğunu, bu ba­ kıtlık yüzünden açkalmış bir grup hal­ gayrî pâmâl,/Yok, böyle de olmayıp da rikatı aşarak ve kıyafet değiştirerek kont­ kın temsilcisi olarak Hişan'ın huzuruna kendi/Mâlin ise -çünkü fazla- şimdi./BÎ- role çıkan Hz.Ömer'in yolu bir gün, ço­ çıkar. Hişan, sen daha çocuksun, bü­ vâyelere (fakirlere) tasadduk cukları aç, kimsesiz, fakir bir kadının yüklerin gelsin, diyerek genç Dirvas'ı eyle...(s.116) evine düşer. Kadın bu yabancıya, dev­ paylamaya kalkar.OysaDirvas, yöneti­ leti temsil eden halifeden dert yanar. min çarpık işleyişini çok iyi kavramış, 1- Safahat : Ömer Rıza uogrui, İnkılâp Kitabevı

46 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI Arahk/86

Necmettin TÜRİNAY

Akif'in "Leylâ-yı Vicdân"ı

"Tahkîkât-ı Edebiye” başlığı altında Servet-i Fünûn'un ^919'da açtığı bir soruşturmaya verdiği cevapta Akif: "Na- 2lrnla/ bugün yürümek istediğim gaye, rezâil-i içtimâiyemizi °1aya koyup, halkı bunlardan nefret ettirmeğe çalışmaktır. ^aten şiire Sâdî mesleğini taklid ile başlamıştım."!...)" Acem­ id e n Sadî'yi pekçok okudum. Öyle zannederim, en çok Ü r i altında kaldığım edîb Sâdî olacaktır" diyordu. Şarkın ahlâk ve hikmet âbidesi Sâdi, uzun asırlar için­ de elden ele dolaşın Bostan'ı ve Gülistan'ı ile eski kültürü­ müzde mümtaz bir yere sahiptir. Eski Hint hikâyelerinden “ inbirGece masallarına kadar şarkın hep aynı havuzda top­ la n sanatını, İslâmî ahlâk ve hikmetle meczeden bu iki f-Ser/ Şîrâzlı dehânın iki büyük şahaseridir. Onun çok basit hayvan hikâyelerinden, saraylarda cereyan eden vukûattan, Zengin-fakir köylü, şehirli ve esnaf etrafında cereyan eden üasit olaylardan nasıl kolaylıkla ezelî hikmetlere ulaştığına ı eP şaşılmıştır. Eski ahlâk kitaplarımızı besleyen termino- ______- 3 ______'°jinin kaynağı da Şîrâzlı Sâdî'nin Bostan ve Gülistan'ında dedir ki kendisi gözümüzde efsaneleşir; fakat altındaki at Vatar, Onun için Akif, şarkın bu hikmet sultanı için: "Gülis- can vermeye ramak kalmıştır. Buradaki tehlike, şiiri nesrin ,an'ı hâlâ hazân bilmiyor/Safâ-yı rebîîsi eksilmiyor" misyonuna koşmaktan kaynaklanır. Servet-i Fünûn'dan ge­ tı Akif'in çok meşhur, "Hasta", "Küfe", "Seyfi Baba", len ek bir tesirle de mısra parçalanmış, beyit-bent fikri yara ‘Meyhane", "Bayram", "Selma", "Koca-karı ile Ömer", almış, yoğun tasvir ve diyaloglar içinde şiir zaman zaman Mahalle Kahvesi" gibi eserlerinde "rezâil-i içtimâiye"mi- mahalle aralarına kadar inmiştir. Hele hele nesirde kalması Ze gerçekten çok keskin bir neşter vurulur. Çoklarınca ha­ gereken ve aslında nesri besleyen aşırı realite duygusu ve vlandığı için özellikle bu şiirlerini zikrediyoruz. Akif, "Öyle bunun yolu sayılması icabeden yoğun tasvir gayreti; gerçek Zannederim en çok tesiri altında kaldığım edîb Sâdî şiirin dayanağı olan imajların da yerini işgal etmekle bu şiir °'acaktır" dediğine göre, bu şiirle Sâdî mesleğinin ilgisi ku­ ikinci bir darbe daha alır. rm a k gerekir. Akif'in bazı şiirlerini bu arzu edilmez sonuca sevke- SADÎ'DEN AKİF'E den, ne yazık ki, onun ahlâkçılığı-ve hepimizin merbûtu ol­ duğu yüksek idealizmidir. Servet-i Fünûn'un batıdan, Akif'in . Adını andığımız şiirlerde ilk göze çarpan husus, azçok doğudan yani Sâdî'den yola çıkarak vardığı sonuç zaman " lr tahkiyeye istinat etmeleridir. Bu hikâye edişte ikinci ola- jak güçlü bir realite duygusu hakimdir. Ayrıca bu nazım- zaman aynı noktada çakışır Burada Tevfik Fikret'in '^âye bizi Maupassant tarzı hikâyede olduğu gibi, bekle- "Balıkçılar" vs. şiirleri hatırlanmalıdır. jf/1 bir sonuca veya burada ki şekliyle hikmete ulaştırır. Sâ- Ancak zamanın bezgin ve bunalmış muhiti bu şiirdeki ,! n'n sanatında gördüğümüz de bundan pek farklı değil- aşka, ahlâk ve iman telkinine, yılmaz mücadele azmine ko­ lr: Cemiyetin her diliminden insanlar, bunlar arasında ce- layca kendisini teslim etmiş, beğenmiş ve hâlâ hâkim olan eVan eden bir hikâye, nüansları kaçırmayan bir dikkat ve Servet-i Fünûn telâkkileri ile her edebî zevk tarafından tak­ pUrlu bir seleksiyon, arkasından da insanı şaşırtacak sonuç- dir edilmiştir. Zamanın dergileri gözden geçirildiğinde, ede­ ar- ezelî hikmetler! biyat otoritelerinden her birinin bu şiir hakkındaki imreniş­ lerini okuruz. Az önce de belirttiğimiz gibi kâh Servet-i Fü­ I Artık "Sâdî tarzı" yani "hikâyeden hikmete" şeklinde nûn'dan kalma edebî telâkkiler, kâh Balkan bozgunu ve Ci­ r°rrr,üle edebileceğimiz bu mantık, özellikle ilk Safahat'la- han savaşı şartları içinde kendilerinde bulmadıkları bir imanı 'n Portresini çizer. Yani "hikâyeden hikmete", neredeyse ve ideal aşkını görmekle, devrin aydınları -çok küçük bir ^ Ustakil epizotlar teşkil ederek birbirine eklenen bu şiiri, batıcı- mülhid grup hariç- bu şiire şiddetli bir prestiş duydu­ r a,c'rr> olarak durmadan besler. Sonra bununla da kalmaya- lar. Yani merhûmun şiiri kendi zamanı içinde sağlam bir ten­ ^ Yoğun diyaloglar girer şiire. Bakarsınız ki "Safahat'lar, kille karşılaşmadı. Önün ve şiiri hakkında yazılanlar yoğun ¡I a|ist diyebileceğimiz hikâyeler ve güçlü hitabet örnekleri bir gıbta etrafında özetlenebilir. Bu şiirdeki aşk, ümit, ideal Çağdaş bir "nasîhat-nâme"ye dönüşmüştür. yüksekliği ve iman karşısında herkes küçülüyor, za'fiyetini Şâir, zorlu bir süvari gibi altındaki atı çatlatacak radde- duyuyor ve neticede son derece samimi bir yüceltme me­ Vanr. Yani süvarinin gayreti, askı, fedakârlığı o derece- kanizması devreye giriyordu.

47 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI A ralık /80

İKİ BÜYÜK MUZTARİB: FUZÛLÎ ve ÂKİF Zevalini gördüğü islâmın âtisi artık bir "leylâ"dır, Ley­ Fakat bizce Akif'in şiiri sadece bu değildir. Nedense, o za­ lâ kadar uzaktadır. Bu noktada, "Ferdâ-yı mev'ûd" uğruna dökülen kanlar bile, bir nisbet olarak ileri sürülmekten ka­ mandan beri bu şiir, hep o manzûm-hikâye tarafıyla, reali­ çınılır. Şâirin "Gel ey Leylâ" biçimindeki yakarışları, onu teyi kavrama ve kucaklama tarafıyla izah edilir oldu. Yani gerçekten bir Mecnûn mertebesine yükseltir: "Gel ey Ley­ kendi zamanındaki değer ölçüleri ve edebî telâkkilerin de­ lâ, gel ey candan yakın cânân, uzaklaşma", "Cemâatler kö ğişmezliğine olan itimat ne sarsılmış, ne de yenilenmeye lendir, Kâbeler haclen... Gel ev Leylâ!", "Senin derdinle can­ ihtiyaç duyulmuştur. lardan geçen Mecnûnla uğraşma!", "Bu nâzın elverir, ley İnsanı bu ölçülerden kuşkuya düşürmeyen taraf, mer- lâ, in artık in ki bâlâdan/ gibi. hûmun bütün şiirini saran, kuçaklayan ıztırab olur. Edebi­ yatımızda Fuzûlî'den sonra ıztırâbı umûmîleştiren, onu mâ- Leylâ sonrası şiirlerinden "Gece", "Hicran", "Secde'- şerî bir vicdana dönüştüren ikinci bir şiir kaydedilemez. Fu- de bütün âlemi tecelliler yumağı halinde görür. Sûrî man­ zûlî'de tek insanın ıztırâbı, tek tek bütün insanların yani mü­ tık bu tecellileri birbirini tamamlayan, biri diğerinin sebe­ cerret insanlığın ıztırabına dönüşür. Yani onda gördüğümüz bi ve neticesi olarak, yani kâinatı vahdete yönelik bi< hasret ve yücelme iştiyakı, varlığın kesretinden ruhun istik­ "devinim" biçiminde idrâk edemez. Akif'in önceki zaman­ lâlini temin yolundaki gayretinden, bunun zorluk ve imkân­ larında olduğu gibi; fakat işte şimdi farkediyor ki âlem bil sızlığından beslenir. Bu yolda insan ruhunun duyduğu aşk­ "vahdet-gâh"tan ibaretmiş. Onu bize tam aksine "vahşet- la, kesretten doğan tezat, sadece Fuzûlî'nin değil bütün in­ zâr" davak gösteren, insanını ve eşyanın şuuruna eremedi; sanlığın ezelî hikâyesi ve ihtiyacı olup çıkar. ği "hicran"dır. Görüntüdeki tezatlı hâl, nesneler âlemindeki bir değişmeden değil; bizim içimizdeki bir sebepten, geçil­ Ne var ki Akif'in ıztırâbı ilk anda "ben-merkezli" bir diğimiz bir "iç-inkılâbdan" ile gelir. Şâire göre, "Bir bu'd-1 ıztırab olarak gözükmez. Şâirin, “ Kendi derdi gönlümün bil- mutlakta, herşey; karanlıklar, ışıklar, gölgeler "lebrîz istiğ lâh gelmez yâdıma" dediği gibi, o da kendini ihmal ile ön­ rak"tır. Bu noktada idrâk edilen kâinâtın ezelî zikr ü teşbi­ ce "rezâil-i içtimâiyemiz"e, arkasından millet ve ümmet kav­ hidir. Bu bakımdan şâir, "Gel ey dünyaların Mevlâsı, e) ramları içine sokulabilecek bir bütünlüğün giriftar olduğu Leylâ-yı vicdanım" diye yakardığı âlemlerin Rabbine yönelt hastalık, fakirlik, ahlâksızlık, taklitçilik, din zafiyeti vs. gibi bir cezbeye vecd içinde katılır, kendini böyle bircezbenif hallere karşı duyduğu acıyı dile getirir. Yani kendi dışında­ içinde duyor. Cezbe ise hilkatin zikridir ve "hicran"ın şid­ ki bir insanın ve muhitin ıztırabına sahip çıkar, onun ken­ detinden kuvvet alır. dini mesul bilen bir tercümanı olur. Akif bu perdede ger­ çekten bir toplumun mücessem vicdanıdır. Onun çizdiği ay­ Şâirîn derin vecdinin ifadesi olan ve yüksek seviyeli bi( nada aydın ve toplum kendini seyretme imkânı bulur. Son­ lirizme eren bu şiirler tekrar tekrar okunsa yeridir. Akif ilk ra bu şiir kişi ve toplum boyutunu da aşarak, kendini daha Safahatlardaki şiirleriyle de büyük insandır. Ama bu pam yüksek bir amaca koşar. OsmanlInın son şehâmetinin des­ çalardaki ıztırâbı derin, vecdli ve mecnûnânedir. Şâir kâi­ tanı da, mersiyesi de bu şiirde resmedilir. Öyle bir an gelir natı "kudretin bir vahyi halinde" görerek, "Leylâ-yı vicdanı' ki ortadaki destansı mersiye, islâmın yirminci asır başında­ yolunda gerçek bir fâniliğe erer. Bu seviyede şiirlerde gör­ ki gurûbunun zemzemden olarak algılanır. Fuzûlî'de ruhun düğümüz, tasavvufun yüksek mertebelerine yönelik, zamaf istiklâli aşkı ve Vahdete erme ihtiyacı ile kesretten doğan ve mekân kaydından bağımsız cezbeli bir seyahattir. Saf* acı duygusu; Akif'te yeis nedir bilmeyen bir ümit ve imanla hat'ın öteki kitaplarındaki uzun hikâyeler içinde de bu se­ İslâm milletlerinin, hatta daha açık bir ifade ile islâmın ze- viyede şiirlerle zaman zaman karşılaşırız. Ve bizce Akif'im vâli karşısındaki tezada yaslanır. Fakat bunca feryat ve figa­ hilkatindeki asıl şiir budur. Meselâ nice yıllar önce kalem* na, fedakârlığa rağmen sonuç nedir ki!.. Koskoca bir hüs­ aldığı Arif Hikmet mersiyesinde, böyle yüksek hazlı bir şii­ ran! Şâirin diliyle söyleyelim: "Yoktur elemimden şu sağır re duyduğu gıbtaya işaretler vardır. Ayrıca Safahat'taki nic* kubbede bir iz / İnler Safahatımdaki hüsran bile sessiz!" bölümler ve bûhusus "istiğrak" adlı parça hatırlanmalıdır Reddettiği divan ve tasavvuf ıstılahlarına, bu son şiirlerinde REZÂİL-İ İÇTİMÂİYEDEN LEYLA-YI VİCDANIMIZA yer yer tesadüf ederiz. Ama asıl dikkatimizi çeken, yüksd din ve tasavvuf lirizmine Akif'in, eskinin biraz da şematik Burası son derece tehlikeli bir noktadır. "Bedrin arslan- me dönüşen terminolojisini, yani orijinal bir denemeyi ger­ ları"nı hatırlatan bir mücadelenin sonu işte ortada: Duâlar çekleştirmiş olur. Başlangıçta tenkid eder gibi olduğumu? müstecâb olmamış, en samimi yakarışlar makes bulmamış­ şiir tarzında da bu ara önemli değişikler gözlenir: İlk ön d tır. Önceki yıllarından tanımadığımız derin samimi yakarışlar hikâye etme yani vaka anlatma devre dışı kalmaya başla­ makes bulmamıştır. Önceki yıllarından tanımadığımız de­ mış, didaktik vaaz uslûbu terkedilmiş ve mısra bütünlüğü' rin bir yeis ve hüsrandır şâiri kuşatan. Bu bunalmışlık hali ne doğru bir kayış gözlenir olmuştur. bir imanı çözebilir, ruhu yıpratabilir, kalbi karartabilirdi. Yani Bir ara Akif'le Fuzûli arasında kurduğumuz ilgi, bu so1' kendi çağdaşlarında yıllardan beri gördüğümüz bedbinliğe şiirlerde daha iyi ortaya çıkar ve tam bir çakışmaya dönü­ Akif mütareke içlerinde ve sonrasında düşebilirdi. Fakat ru­ şür. Bu, şiirlerin tarzındaki bir müşâbehetten değil, yüksek hunun bu en desteksiz ve karanlık anında, muhakkak ki Akif şiirin kaynağına ortajdaşa erişten ileri gelir. Ne var ki Ak'1 korkunç bir sınavdan geçmiş, neticede Rabbine en yakın bu noktaya uzun maceraların ve mücadelelerin sonunda var­ bir mertebeye ermiştir. Dünyaya nizam vermek isteyen bir dı. Zaten onu bu uzun maceralara sevkeden de yaratılışım­ iradenin çözülüşünü idrâki, bir tükenmeye yol açmayarak daki muztarib taraftır. Büyük dehâlar çoğu zaman ruhlarım­ bilakis vecidli bir imanî yücelişe inkılâb eder. "Hüsran", daki bu asalete uzun çileler, fedakâklıklar sonunda eriyor­ "Bülbül", "Leylâ", "Hicran", "Secde" gibi şiirler siyasî- lar. Akif'in uzun mücadelesi de, aslında hilkatindeki haki­ maddî planda herşeyin tükendiğini idrak eden şâirin, içine kati kovalamaktan, yakalamak arzusundan başka birşeî girdiği vecd ve istiğrakın derin, melâlli söyleyişleri olurlar. değildi.

48 A ralık /86 MEHMED AKİF ANIT SAYISI Türk Edebiyatı

Nermin Suner PEKİN

Âkif ve Terakki'nin Sırrı

Mehmed Âkif sâdece Türk Edebiyatının büyük şâiri Böylece derdlerin nereden değil, hayatı, şahsiyeti, imânı ve bilhassa SAFAHAT ı ile Cemiyet hayatımızın MÜRŞİD'idir. O , Türk milletinin ru- kaynaklandığını gösteren hunu yakw>4an tanıyan derdlerini bilen, devasını bula- Âkif,. hu derdlerin nasıl cak yolu göstere», şuurlu ve imanlı bir Türk-lslâm milli­ onarılacağını da anlatıyor. yetçisi, bir vatan ve millet sevdalısı diye tanıyabileceği­ Dünyanın doğusunu batısını miz en büyük insandır... Onun SAFAHAT'ını satır satır okuyup anlamadan gegıip dolaşmış, her milleti Türk münevveri ve Türk milliyetçisi olunamaz. tanımağa, her medeniyeti Bir toplum sürü değil de millet ise ferdleri arasında, araştırmağa uğraşmış , örnek îman dil, mefkure ve kültür birliği vardır. Bu toplum ru­ alınacak milleti bulmuştur. hunun damgasını vurduğu bir toprakta yaşar, buraya VATANIM der. Bu topraklar üzerinde gönül birliği, vic­ dan birliği ve elbirliği ile çalışarak gelişir; hele onun za­ mesi karşısında halk birbirine daha çok sarılarak bu taz­ fer ve medeniyet hatıralarıyla dolu bir tarihi var da fey­ yike karşı koymağa çalışmış. zini gıdasını o köklerden alabiliyorsa, başı göklere yük­ Müteffekkirlerimiz tuttuğu yanlış izde, selen heybetli bir ağaç gibi dallanır budaklanır, taptaze Öyle saplandı ki, aldırmadı bir başkasına, zinde ve çiçeklerle bezenmiş güzelliği ile dünyânın gözü­ Hic o gitsin de dönüp bakmayarak arkasına Nasın efkârı ki-Efkâr-ı umumiyye odur- nü üstüne çeker. Bu bizim milletimizdir. Bir kalb hâlinde imânından al­ Gitmesin kendi yolundan bu nasıl kabil olur? dığı ahlâk anlayışıyla "birisi hepimiz için, hepside millet Açılıp gitgide artık iki hizbin arası ¡cin" yasayan, topluca bir hedefe doğru ilerleyen "TÜRK Pek tabii olarak geldi nizâ'ın sırası. M İLLETİ"; tâ Orhunlardan beri "Üste gök basmadıysa, Netice münevverlerle halkın arası açılmış araya altta yer delinmediyse" birliğini ve berâberliğini hiç bir "TEFRİKA " girmiştir. kuvvetin bozamayacağına inanan; her yeni devirde bi­ Mütefekkir geçinenlerdeki taşkınlıktan raz daha azimli ve kuvvetli kendini dünyava tanıtan Geldi efkâr-ı umumiyyeye mühlik bir zan "TÜRK MİLLETİ" neden geri kalmış bir millet olsun?.. Cevabı Mehmed Akif'te buluyoruz: "Bu fesâdın başı hep fen okumaktır" dediler, " Girmeden tefrika bir millete düşman giremez, Onu mahvetmeğe kalkıştılar artık bu sefer" Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez. " Milletler her zaman,"muhtelif medeniyetlerle temasta olur­ Ve böylece aydın zümre(halkı cehaletin karanlık çukuru­ lar içtimâi alıs-verisler yaparlar, fakat bu alışlar dâima na âdetâ zorla itmiş oldu. Halbuki milletin hakiki münev­ milletin "ruh-ı umumisi" (karakteri) gözönünde tutularak verine düşen vazife, halkı tanımak onun ülküsünü yücelt­ kendi ihtiyacına ve anlayışına göre yapılırsa faydalı olur. mek, ihtiyaçlarını cevaplandırmak "Efkâr-umumiyye de­ Terakki sağlar TAKLİD ise her zaman zararlı olur. Halbu­ nilen ruhu anlamak, o ruha hitabedecek terakki yolunu ki bizde münevver geçinenler uzun zamandan beri batı­ bulmaktır, ilerlemek kendinden başkalarının peşine takıl­ nın câzibesine körükörüne kapılıp, bindikleri dalı kesme makla olmaz. Hiç bir zaman da amelî sahada kıymet ka­ durumuna düşmüşlerdir. MEHMED ÂKİF onları şu mıs­ zanmaz. Halka kendi sesiyle kendi sözü ile hitabetmek ralarla tanıtıyor: onun ruhuna nüfuz etmek lâzımdır. Hakiki yükselme ga- "Mütefekkir geçinenler ne diyor siz de bakın; esine bu yolda ışık tutulsaydı, onun mukaddesatına do- Medeniyette tealisi umumen şarkın, unulsaydı halk bu meş'aleyi severek takibedecekti. Yalnız bir yolu takibederek kabildir. Çünkü: Başka yollarda selâmet gözeten gafildir. Başı boş kaldı mı zira şaşırıp bermutad Ayni izden sağa yahud sola hic sapmaman, Bulamaz kendiliğinden yolu aslâ efrâd, Garbin efkârını mal etmeli şarkın beyntj ^ Yalnız gösterilen yol tutacak yolsa gider Duygular çıkmalı hep aynı kalıptan, yâni Hissidir çünkü onun azmine dâim rehber. Bir de din kaydını kaldırmalı zira o bela Bütün esbab-ı terakkimize engel hâla. Böylece derdlerin nereden kaynaklandığını gösteren Âkif, bu derdlerin nasıl onarılacağını da anlatıyor. Bu taklidçi münevverlere halk Fa rm a so n adını tak­ Dünyanın doğusunu batısını gezib dolaşmış, her mil­ mış, bunlar yüzlerini Avrupaya çevirmişler, halkın asır­ leti tanımağa, her medeniyeti araştırmağa uğraşmış(bun- larca isleyerek yarattığı "Milli Vicdan"ı bir ırçada sil­ ların içinde örnek alınacak milleti bulmuştur. mek istemişler, En mukaddes inançlarının sarsılmak ısten-

49 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI A ralık /86

JAPONLAR: Sorunuz şimdi Japonlar da nasıl millettir. Onu tasvire zafer-yab olamam hayrettir! Şu kadar söyleyeyim: din-i mübinin orada, Ruh-ı feyyazı yayılmış yalnız şekli BUDA, Siz gidin safvet-i İslâmî Japonlar'da görün O küçük boylu büyük milletin efradı bugün, Müslümanlıktaki erkânı sıyanette ferid, Doğruluk, va'da sadakat, şefkat, Acizin hakkını ilâya samimi gayret,

Japonların müslümanlıkta bulunan meziyetlerini anlattık­ tan sonra onların ilerlemekteki muvaffakiyetlerinin sebeb- lerini de araştırıyor: Medeniyet girebilmiş yalnız fenniyle O da sahihlerinin lâhik olan izniyle, Dikilip sahile binlerce basiret, imân Ne kadar maskaralık varsa kovulmuş kapıdan! Garbin eşyası eğer kıymeti hâizse yürür, Moda halinde gelen seyyie gümrükte çürür.

Japonlar kendi millî ve ruhi bünyelerini bozacak en ufak bir sızmaya meydan vermeden, ilerleyebilmek için lüzumlu gördükleri şeyleri, ilmi, fenni, tekniği almışlar, bunları amelî sahaya intikal ettirerek ilerlemişlerdir.

O halde işte çare Sırr-ı terakkinizi siz Başka yerlerde taharriye heveslenmeyiniz, Onu kendinde bulur yükselecek bir millet Alınız ilmini garbin alınız san ’atını, Veriniz hem de mesâinize son sür'atini, Çünkü kabil değil artık yaşamak onlarsız, Çünkü milliyeti yok san'atın ilmin yalnız, İyi hatırda tutun ettiğim ihtârı demin: Çünkü O vatanını: Bütün edvâr-ı terakkiyi yarıp geçmek için, Kendi “ mahiyet-i ruhiyyeniz olsun klavuz" Canı cânânı bütün vârımı alsın da Hüdâ Çünkü beyhudedir ümmid-i selâmet onsuz. Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ işte Akif büyük bir basiretle teşhisi koyup tedavi çareleri­ diyecek kadar seviyordu. ni örneklerle vermiş oluyor sonra da o mütevazi hasletiyle: Bütün bunların yanında Âkif gerçekten büyük bir iman şâiriydi. İslâm dinine Türk milfetinin büyüklüğü ka­ İSTE DERD İSTE DEVA, bende ne var? Bir tebliğ dar inanmıştı. Bu onun bir başka büyük cebhesiydi..Kah- £ize sizi tafılis edecek say-ı beliğ ramanjnilletinin, millî faziletlerini İslâm inanışıyla birleş­ diyerek memleketin hakiki sahihlerini iş başına çağırıyor. tikten sonra yarattığı tarih mucizelerini yakından biliyor, Bunlar Safahat'ın ve onun medeniyet anlayışının sadece bir örneğidir. Safahat baştan başa böyle nasihatlerle do­ Türk müslümanlığındaki öteki müslümanlıklara benzemi- yen derin asaleti anlıyordu. ludur...işte asıl vatanperver münevver insan., ama biz se­ nelerden beri onun derdleri teşhis edip deva bildiren se­ Âkif olsa olsa, Anadolu'yu Balkan'ları, İran'ı Akde- sini sözde aydınların gürültüsünden -fırsat bulup- duya­ nizi bir Türk gölü hâline koyan Türk ataları kadar müslü- m adık...Ona “ geri" damgasını vurup hatta çok sevdiği mandı, ve bu müslümanlık o samimîîman şâirine herkes­ vatan topraklarından senelerce uzak tuttuk. ten çok yakışıyordu. Milleti kadar sevdiği büyük Tanrı'yı Milletinin bütün derdlerini, felâketlerini gönlünde ya­ hatırladığı anlarda şâirin Çanakkale Şehidleri veya İstik­ şamış, Çanakkale harbini İstiklâl mücadelesini bir MEH- lâl Marşı kadar coşkun şiirler söylediği görülüyordu. O kadar ki Akif'in millî heyecan terennümlerindeki aşırı şii- MEDCİK kadar içinde yaşamışcasına eserlerinde ebedi­ riyete yaklaşan diğer samimi söyleyişleri bu dinî ve lirik leştirmiş olan Âkif, ne acıdır ki ömrünün son günlerini va­ şiirlerindedir. Meselâ Gece isimli şiirindeki tan hasretinin acıları içinde geçirmişti, vatanında ölmek vatan topraklarına gömülmek arzusu ile yanıyordu... Ömürler geçti sen...Gel ey bir tanecik Mâ'bûd Su serilmiş görünen gölgeme imrenmedeyim, Allah'a olan sevgisi bütün büyüklüğüyle bir yerde O'- Ne sâadet hani ondan bile mahrumum ben, nun uğrunda can veren Çanakkale senitlerine olan sev­ Daha yıllarca eminim ki hayatın yükünü gisiyle birleşmektedir. Dizlerim titreyerek çekmeğe mahkumum ben. Onun Türk milletine haksızlığı reva göreceğini düşü- Cöz de artık yükümün kör düğüm olmuş bağını nemiyordu bile. Kuvvetli bir fen ve felsefe tahsili gören bana çok görme İlâhî bir avuç toprağını.... Akif din ve Allah kavramlarında da aleyhinde söylenen­ Ölümünün yaklaştığını hissedince vatanını özlüyordu. lere ölçülemiyecek kadar olgun bir dinî tolerans içindeydi.

50 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI Aralık/86

Bizim tarihte ve coğrafyada uğradığımız en büyük fe- natları altında idi. O çıplak tabut Türk kızları tarafından Qket karşısında sevdiği Allah’ ına bile seslenişlerde bu­ bayraklara sarıldı. Dinî merasim bittikten sonra O'nun lunmuştur: aziz tâbutu Türk gençlerin elleri, hatta başları üzerinde Ya Rab bu uğursuz gecenin yok mu sabahı? Edirnekapı'daki mezarlığa tekbir sesleriyle götürüldü. Ol­ Mahşerde mi biçârelerin yoksa felahı dukça sıkı bir kar fırtınasına rağmen, gençler başında gece Nûr istiyoruz, sen bize yangın veriyorsun! geç saatlere kadar nöbet tuttular. Bizzat içinde bulundu­ Yandık! diyoruz boğmağa kan gönderiyorsun! ğum bu günü anlatan bu satırları yazarken tekrar yaşı- yormuşcasına tesiri altındayım. O büyük insanın hayatın­ Madem ki ey adl-i İlâhi yakacaktın.... da bir yanılgısı oldu. Yaksaydın a melunları...Tuttun bizi yaktın! Küfrün o mülevves eli âyâtını sildi Arkamda kalırsın, beni rahmetle anarsın Derdim sana baktıkça a biçâre kitabım, Binlerce cevâmi yıkılıp hâke serildi! Kim derdi ki sen öl de senin ardına kalsın Dul kaldı kadınlar, babasız kaldı çocuklar Uğrunda harâbeylediğim ömr-i haraabım Her giryede bin ailenin mâtemi çağlar! Safahat Türkiye'de en çok basılan eserdir. Elimde 25. En kanlı şenaatle kovulmuş vatanından baskısı var. Belki daha sonra da basılmıştır. Akif yarının Milyonla hayatın yüreğinden gidiyor kan! imanlı ve hakiki münevverine iki noktayı bilhassa hatır­ Yetmez mi müsab olduğumuz bunca devâhi? latıyor.

Ağzım kurusun....Yok musun ey adl-i İlâhî!. Bekayı hak tanıyan sâ'yi bir vazife bilir R ıy o ru z ki, millî felâketler karşısında o kadar çok inan- Çolış, çalış ki beka sâ'y olursa hak edilir. dlğı Allah'ına bile seslenişte bulunan bu îman şâirine ol­ İkincisi memlekete sahib çıkmak: madık damgalar vurmak en azından onu hiç anlamamak- Sahihsiz olan memleketin batması haktır tlr- Veya anlamak istememektir. Sen sâhibolursan bu vatan batmayacaktır. İşte bu îman, şâiri nihayet vatanında ölmek ve va- Güneş balçıkla sıvanmaz. Ona dil uzatanlar yarınki ne­ tan topraklarına gömülmek muradına erişti. sillerden SAFAHAT'İ saklayabilirler mi? Yahud Türk genç­ Akif'in ölüm haberi Üniversiteye erişince resmî me­ liğinden idraki kaldırabilirler mi? Kitabının her noktası nsim yapılmamasına rağmen hatta yasaklanmasına rağ­ onun hakiki vatanperver ruhunu ışıldatmaktadır. O bu­ men Türk gençleri O'nun aziz naşını bir çıplak tabut ile gün dünden daha iyi, yarından daha az okunacaktır ve “ayazıt camiine âdetâ kaçırarak getirdiler. Camiin etra- anlaşılacaktır. ,lr|ı kale gibi kuşattılar. O artık Türk gençliğinin saygılı ka­ Nur içinde yatsın......

Nai| UÇAR Gittikçe Büyüyen Akif

Hangi bir Türk, dalgalanan şanlı bayrağımıza baksa, Evet, en müslümanımız olduğu halde Âkif, Halîfe’nin hemen dudaklarında: emrini, Şeyhülislâmın fetvâsmı dinlemez. M illî Müca- dele'nin manevî gücü, hatipler cephesine katılır. Va­ tanın bağıran saplanan hançeri sökmek için, Akif, Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak Yahya Kemal'in şu şiirini okuyarak dua eder: . dönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak Htiklâl Marşı’nın mısraları dökülür ve M. Akif’i hatırlar. Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyet nâmın Galip et çünkü bu son ordusudur İslâmın. I İstiklâl Marşımız’ın yazıldığı o karanlık, ümitsiz gün- er’ Atatürk'ün Türk gençliğine uyarılarında aynen ya­ M. Âkif bu imanla İstanbul'dan Ankara'ya kadar he­ km aktad ır. 15 Mayıs 1919 Yunanlılar İzmir'i işgal men hemen yürüyerek gitmiştir. Şimdi Akif’in meslek ' ,rnişler. Bu işgallerle beraber, iç isyanlar. Adapazarı, arkadaşı ve dostu merhum Şefik Kolaylı'dan (Neyzen °ypazarı, Bolu, Yozgat, Zile, Konya, birbiri ardından Tevfik’in kardeşi) bazı hatırlar dinliyelim: (X) jT,,sır patlar gibi... Bu karanlık dumanlar arasında par- Akif İstanbul'dan gelince Taceddin dergâhında kal­ jk n Milî Mücadele ruhu. Bu ruhun öncülerinden M. mıştır. Ailesi sonradan İstanbul'dan Kastamonu'ya gel­ . Kıf’i yine aynı marşımızda yerini alacak şu haykırış, miş ve oradan sonra Ankara'da Âkif.'e iltihak etmiştir. lrr>anla Ankara'dadır: Bunun üzerine Akif, Çakal hocanın evini tutmuştur. Es­ kişehir'in düşmesinden sonra, Ankara'nın boşaltılma­ ®er> ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım sı bahis konusu olunca, Âkif ailesini Kayseri'ye Üangi çılgın bana zincir vuracakmış, şaşarım. göndermiş ve kendisi kalmıştır.

51 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI Aralık/86

Eskişehir'in düşmesinden evvel ben ailemi Âkif Be­ çan birkaç mandayı göstererek: ‘‘Farkınız var mıdır, yok ye göndermiştim. Ankara'ya gelince Akif Bev'in hane­ mudur, anlayamadım” dedi. sinde Çakal Hoca'nın evinde onları buldum. Âkif Beyin M. Akif Eskişehir'e geldiğinde ‘‘Bir şiir peşine düş­ ailesi Kayseri'ye gidince Taceddin Şeyhinin evini tük, mesleği unuttuk” der gelen yaralı hayvanların te­ tuttuk. davilerine de yardım edermiş. Akşamlan Akif'in candan arkadaşları gelirdi. Akif Şefik Kolyalı, M. Âkif'in sarsılmayan imanını da bir Bey gerek Çakal hocanın ve gerekse Taceddin şeyhinin tablo gibi gözlerimize çizer: evini tuttuğumuz zaman ilk oturduğu Taceddin şeyhi­ “ Eskişehir düştüğü zaman, Müesseseyi toparlayarak nin dergâhındaki odasını terketmemiştir. Dergâhta be­ PolatlI'ya geldim. Orada meşhur Dayı Mesut ile Yeni raber yatanlardan Eşref Edip, Mısır İstiklâli için çalışıp Bağçeli Şükrü'ye rastladım. Bana şunu söylediler: ” Şe­ da İngilizler tarafından takip edilen ve Balkan Harbi'nde fik Ankara'ya gider gitmez Akif'i gör, Ankara'yı boşal- bizim ordumuzda hizmet eden Mısırlı Hilmi Bey ismin­ tıyorlarmış. Ne yap yap, çabuk gitmeye çalış, kat'iyen de bir zat beraberce ikamet ederdi. Sonradan bunlara bundan vazgeçsinler Akif'i gör, o bunu temin etsin. An­ Vaşington Sefiri Münir Bey de katılmıştır. Bunların be­ kara'ya gelince Çakal Hoca'nın evinde Akif'i buldum. raberce oturduğu bir devirde, Eskişehir'den dergâha ge­ Durumu anlattım. Âkif sözlerim biter bitmez derhal fır­ lerek bir müddet ben de oturmuştum. ladı gitti. Sonradan anlıyorum ki, Bir çok Mebusları Akif İstiklâl Marşı'nı bu dergâhta yazdı. Akif İstiklâl bunları anlatmış ve onlar da, bir hey'et halinde Sarı- Marşı'nı yazdığı sıralarda ben Eskişehir'de idim. Ara- köy'de İsmet Paşa'nın karargâhına gitmişler. Her ne ya­ sıra Ankara'ya gelirdim. Âkif bana İstiklâl Marşj ‘nın pıp yapıp Ankara'nın tahliye edilmemesini rica ilk şeklini okuduktan sonra, üzerinde daha çok çalışa­ fetmişler. İsmet Paşa hey‘ete:“ Günlerce uyumuyorum. cağını söylemişitir. Hattâ bana “Safahat”da yazdığı Kafama lakırdı girmez oldu. Yaverime anlatın” demiş “Asım”ı okumuştur. Asım'da mâlumdurki, memleke­ olduğunu Akif Bey'den işitmiştim.”. (**) tin bütün İçtimaî dertlerine temas etmiştir: Evvelki re­ fah ve sonra adım adımgerilemeyi gözlerimizin önüne Şefik Kolaylı, bu hatırasını anlatmaktaki sebebini de sermiştir. Evvelce güreşen pehlivanların kuvvetli bün­ açıklıyor: “Bundan maksadım, düşmanını Polatlı ön­ yelerinin sonradan kadide döndüğünü göstermiş, alın- lerine geldiği ve Hükûmet'in Ankara'yı boşaltmaya ha­ ları kınalı cüsseli öküzlerin sonradan gıdasızlık sonucu zırlıklı olmasını mebuslara bildirdiği gece bile, Akif'in ne dereceye kadar dejenere olduklarını bildirererk, bü­ Mustafa Kemal hakkındaki itimadının sarsılmamış oldu­ tün bu sosyal yaralarımıza bir bir parmak basmıştır. Di­ ğunu göstermektir. yebilirim ki, “Asım”ı yazdıktan sonra, heyecanlanan M. Âkif'in şöhreti ölümünden sonra, azalmaması, bi­ Akif'e İstiklâl Marşı'nı yazmaktaki çoşkunluk kendi lakis daha artmış ve artacaktır. Bir zamanlar okullardan kendine gelmişti. Hattâ bana Asım'ı öyle bir vecd içe­ indirilen resimleri, bugün paralarımızda yer almakta­ risinde okumuşku ki, ben Akif'in bu gibi çoşkun zaman­ dır. Ama ne acıdır ki, ölümünde na'şını Beyazıt Ca- larına az tesadüf ettim.” mii'ne getiren tabutu bayraksızdır. Akif'in hiç kimseye benzemeyen karakterinden, bir Sayın Ahmet Kabaklı Tercüman'ın 29.9.1986 tarihi' örneğini bakın Şefik Kolaylı nasıl anlatıyor: sayısında Mehmet Âkif'in 50. Yılı yazılarında: ‘‘Birinci Cihan Harbi'nde, Âkif bir gün Yeşilköy'de “27 Aralık 1936‘da Hakk'ın rahmetine kavuşan M- ikâmet eden hemşiresi Nuriye Hanımın evine gider. Âkif'in 50. vefat yılındayız. Bu sebeple, 1986/87 sene­ Hemşiresi Âkif'e çay yapar. Yanında da kesme şeker si, devletimizce “MEHMET ÂKİF'İ ANMA YILI“ ilân vardır. O vakit Türkiye'de şeker yapılmadığı için şeke­ edilmiştir” diyerek bütün kuruluşları, bu anma yılı sü­ rin okkası 10 ve hattâ 15 liradır. Akif'in eniştesi Arif resince, o büyük insanı daha iyi tanımamız için, göre­ Hikmet Bey, İaşe Nezaretinde merhum Kara Kemal ve davet etmektedir. Bey'in yanında mühim mevkii olan bir kişi. Âkif, hem­ şiresine bu şekerin nereden tedarik edildiğini sorar. O İnsanın yüzü ancak öldüğü zaman tamdır. Çehrele­ da, eniştesinin getirmiş olduğunu söyleyince, Âkif ça­ rin bitmeyen değişikliğini ölüm durdurur. Hayatın bi­ yı içmeden evi terkeder. Ölünceye kadar eniştesine kır­ lançosunu vanmak miimkiin olur. Bu hesaDta Ak'> gındır.” bahtiyardır. Çünkü, içi görünüşünden büyük,^değeri­ M. Âkif'in bir esprisi: ni ancak şiirlerinde ve hareketlerinde gösteren Âkif, te- vazuun timsali yedi Safahât ının 12.000 mısraında ‘‘Âkif, Eskişehir'in düşmesinden evvel, müdürü bu­ İstiklâl Marşı'na” bayrak gibi sarılmış, nesillerin önün­ lunduğum Eskişehir Bakteriyoloji hanesine fırsat bul­ de ebediyen yaşayacaktır. dukça Ankara'dan kalkar gelirdi. Hiç unutmam, İkinci İnönü Harbi'nde Âkif yine Eskişehir'de idi. Bir iki Yu­ nan tayyaresi şehrin üzerinde göründü. Herkes gibi biz de telaşla kalkıp yanımızdaki tarlalarda kazılmış siper­ (•) Mustafa Yatman. İstiklâl Marşı Şairi ve Ankara. Türk Ve~ lere girmek üzere koşarken, o heyecanlı anımızda teriner Hekimleri Derneği Dergisi. Eylül-Ekim 1953.S: 1091 Âkif'in bir kahkaha salıvererek yere oturduğunu gör­ (**) M. Akif'in bu sözleri M illi Mücadele'nin ne buhranlı göO' düm. Âkif, halkın arasına karışmış ve halkla beraber ka­ ler geçirdiğini gösterir.

52 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI A ra lık /8 6

Öilâver CEBECİ

Akif'in Bir Şiiri Etrafında Düşünceler

Mehmed Âkif, müslümanların pek çoğunun din yerine birtakım hurafelere inandıkları ve İslâmî tam mânâsıyla ta­ ram adıkları şeklindeki kanaatinde haksız sayılmamalıdır. Akif’imiz, bizim cemiyetimizi de içten Âkifle çağdaş olan bütün müslüman münevverlerin kemiren bu hurâfecilik, yanlış tevekkül önemli şikâyetlerinden birisidir bu. 19. yüzyılın Âzerbay- cantnda yaşayan şâir Mirze Aliekber Sâbir'in cehâlet ile nasıl anlayışı, İslâmî gerçek hüviyetiyle alay ettiğini onu okuyanlarımız iyi bilirler. Ona, “ Harda bir tanıyamama gibi menfî durumların farkına teüselmân görsem korhiram" dedirtenler İslâmın özünden pek çok münevverden önce varmış, şiir Çok uzaklarda kalmış bir takım zavallı müslümanlardı. istidâdını, kalemini ve hitâbetini Türk- ikbâl de; “ Müslümanlardan kaç, müslümanlığa sığın." derken aynı duygular içindeydi. Zâten 19. asır, İslâm âle­ İslâm cemiyetinin bu açıdan terbiyesine minin çöküş asrıdır. adamıştı. Âkifimiz, bizim cemiyetimizi de içten kemiren bu hu- râfecilik, yanlış tevekkül anlayışı, İslâmî gerçek hüviyetiyle tenıyamama gibi menfî durumların farkına pek çok münev­ Gerçekten, dünyâyı hayâtın yegâne gâyesi olarak tanı­ verden önce varmış, şiir istidâdını, kalemini ve hitâbetini yan Mûsevîlik ile âhireti ön plâna alan-ve bu yüzden de ta­ Tirk-İslâm cemiyetinin bu açıdan terbiyesine adamıştı. biiliğini kaybederek sâliklerini korkunç buhranlara sürük­ Din ile cemiyet münâsebetlerinin çok iyi farkında olan leyen Hristiyanlık bu cihetten İslâmla mukayese edilemiye- Akif, pek çok kalem erbâbının bu gün bile ehemmiyetini cek derecede ibtidâî bir görünüm arzetmektedirler. aolayamadığı konuları şiirlerine almış, günümüz "aydın'- Öyle ise nasıl olmuş da bu gayr-ı tabii dinlerin men- larının pek meraklı oldukları "Sosyal Gerçekçiliğin" istis- subları dünyâ ni'metlerinden a'zamî ölçüde faydalanıp, ilim­ marsjz ve samîmi örneklerini vermiştir. de, teknikte bu kadar ileri giderken tabii bir din-olan İslâ- Akif, islâmın bir dünyâ nizâmı, insanın tabiî hayat tarzı mın mensubları zelîl ve hakîr kalmışlardır? Böyle bir soru­ ve her iki dünyâ için de kurtuluş vesilesi olduğuna inanı­ ya verilecek cevâb bir maddeden ibâret olamaz. Artık sos­ yordu. Bu imân, kelimenin lügat mânâsında olduğu gibi, iç­ yal hâdiseleri tek sebebe bağlı olarak izah usûlü çok geri­ ten, yürekten ve samîmi idi. Bunu hiç bir yerde dili ile ikrar lerde kalmıştır. Ancak biz, dünyâ ve âhiret dengesini bula­ örnekten çekinmiyordu. mayışımızı geri kalmışlık sebeblerinden birisi olarak görü­ Onun şiirleri, âdetâ âyet ve hadîslerin taşıdığı geniş ve yoruz. Zâten Âkif de yaşadığı çağ içinde bunu böyle değer­ hikmetli mânâlar etrafında söylenmiş vaazlar gibidir: lendirmektedir. "Nihâyet neyse idrâk ettiğin şey ömr-i fânî'den, Kimler, hangi câhiller veyâ hâinler müslümanlara dün­ Onun bir aynıdır mutlak nasîbin ömr-i sânîden. yânın "yalan", "rüyâ", "gayrete değmez" bir mekân oldu­ Hatâdır âhiretten beklemek dünyâda her hayrı: ğunu yıllarca telkin ederek, onları zillet ve meskenet için­ Öbür dünyâ bu dünyâdan değil, hem hiç değil ayrı, de bir an önce âhirete yollamanın hesablarını yapmışlardır? Sen ey sersem ki "üç günlük hayâtın hükmü yok" der Ve müslümanlar hangi sebeblerle bu Kur'ân'a ve sünnete de, mugâyir telkinlerin büyüsüne kapılarak bin yıllık İslâm me­ Sanırsın umduğun âmâdedir ferdâ-yı mahşerde, deniyetini bir kaç asırda hâk ile yeksân eylemişlerdir? Bu Ne ekmiştin ki mahsul istiyorsun bir de ferdâdan? sorulara cevap aramak şu anda konumuzun bir hayli dışın­ Senin meşru' olan hakkın bu gün hüsrân, yarın hüsrân!" da kalıyor. Ancak bütün bunları gören ve bilen Akif; Safahât'ın "Hâtırâlar" bölümünde yer alan bu şiirin he- "Eğer maksûdu ancak âhiret olsaydı Yezdân'ın teen başında; "Ve men kâne fî hâzihî a'mâ fehuve fi'l âhi- Ne hikmet vardı ibdâında hiç yoktan bu dünyânın?" teti a 'mâ ve adallü sebîlâ." âyeti yer almaktadır, isrâ Sûre­ veyâ; min bu 72 numaralı âyetinin meali şöyledir: "Bu dünyâda "Elest" in arkasından gelmesin Cennet, Cehennem de, *ör olan âhiretde de kördür ve daha şaşkındır." Neden ervâha tekrar imtihân olsun bu âlemde?" . Bu körlük elbette İlâhî kitab Kur'ân'a ve dünyâ gerçek­ beyitlerinde, doğrudan doğruya müslümanın mantığına yö­ çine göz yummak mânâsındadır. nelerek, dünyânın da âhiret kadar mühim olduğunu, hiç bir Muharref hâle gelmiş İlâhî dinlerden Mûsevîlik ve Hris- i tirâza mahal bırakmayacak tarzda ispat eden bir cedelci JVanlık karşısında İslâm dînini üstün kılan özelliklerden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. oo dünyâ ve âhiret dengesidir. Bir çok âyetlerde bu denge- Bu arada Kur ânda yer alan o ezelî ahdi, yâni, "Ben si­ f|ln ifâde edildiğine şâhid oluyoruz. Ayrıca, Hz. Peygam- zin Rabbınız değil miyim?" suâline verdiğimiz "evet er'in; "Dünyâ âhiretin tarlasıdır." ve "Dünyâsı için âhire- Rabbımızsın" cevâbını konu ederek böyle bir anlaşmanın ,!ni’ âhireti için dünyâsını terk eden bizden değildir." meâ- "Cennet-Cehennem" gibi birer karşılığı olmasının gerekti­ mdeki hadîsleri aynı dengenin açık ifâdeleri olarak karşı- ğini ve bunun için de dünyânın bir imtihân yeri olarak se­ tetea çıkmaktadır. çildiğini hatırlatmaktadır.

53 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI Aralık/86

Avrupanın ilimde ve teknikte dev adımlarıyla ileri gitti­ ği, fakat Osmanlılığın devamlı olarak ve irtifa kaybettiği yıl­ ların acıları içinde yaşayan Akif, bu hâli müslümanlara ya­ kıştıramamaktadır. Yine bir başka şairimizin, Ziyâ Paşanın; "Diyâr-ı küfrü gezdim, beldeler kâşaneler gördüm, Dolaştım mülk-i İslâmî bütün viraneler gördüm.'' mısralarıyla dile getirdiği hâl yine aynı asrın acı hakîkatle- rindendir.

Akif, bütün bunlara; İslâmî yanlış anlayan, çarpık bir te­ vekkül idrâkıyla çalışmayı, düşünmeyi terk eden müslüman- ların sebeb olduğuna inanmaktadır ve bu inancında da haklıdır: ''Nedir dünyâya gelmekten garaz, gitmek midir ancak? Velev bir anlamak hırsıyla olsun yok mu uğraşmak?''

O âdetâ karşısına dünyâdan el-etek çekmiş, bütün ni'- metlere sırtını dönmüş, âhiretten başka düşüncesi olmayan, bu yüzden de ehl-i salibin kontrolüne girmiş tembel bir müs- lümanı almış, nasîhât etmekte, zaman zaman da azarla­ maktadır: "Hayâlât arkasından koştuğun yetmez mi hey şaşkın? Senin hâlâ hakîkatden nedir iğmâz için hakkın?''

“ Dilinden âhiret hiç düşmüyor ey müslümân lâkin, Onun hakkında âtıl bir heves mahsülü idrâkin!

Bu gün Türkiyede Akif'in tasvirini yaptığı müslümân yok. Acaba arzu edilen dünyâ-âhiret dengesini bulduk mu? Ne gezer... Bu sefer de âhireti unutup bütün varlığımızla A kif’in Musikisi dünyaya sarıldık. Parayı bütün faziletlerin kaynağı, hayâtı “ Yanık bağrımda, yıllardır kanar mızrabının yâdı, sâdece zevk ve eğlenceden ibâret bildik. Bizi üç taraftan iha­ Gel ey bîçare Şark’ın, Şark’a küsmüş evlâdı.’’ ta ederek davranışlarımıza yön veren din, töre ve devlet ka­ nunlarını ne idüğü bilinmez bir "özgürlük" adına hiçe say­ -Mehmed Akif Ersoy dık. Hiç bir davranışımızda uhrevî ukûbat endîşesi görün­ Mızrabınla, dokun, dokun, mez oldu. İşlediğimiz bir cürümden sonra, devlet kanunla­ Gönlümün tellerine.. rının pençesinden herhangi bir sebeble yakamızı kurtara­ Yüreğime batar, Ok’un bilmiş isek, o cürmü işlememiş gibi gönül ferahlığı ile do­ Tadı, derinden derine.. laşır oldukAhirette hesâbının sorulacağını hiç aklımıza ge­ tirmedik. Allahın bizi yeryüzünde başıboş bırakmadığını hiç düşünemedik. Şeref, nâmus, haysiyet gibi faziletleri süfli Hüzzam’la NEVRES hıçkırır, bir hayata tercih edip, "yaşayalım da nasıl olursa olsun." Evcârâ halı DİLHAYAT. diye düşündük. Hayattan daha değerli şeylerimizin de ola­ Şark’ın ufkunda çırpınır, bileceğini söyleyenlere "G erici", "Çağdışı" gibi sıfatlarla Şerif-ül UD, kanat-kanat. hücum eder olduk. Tabiat boşluk kabul etmezdi. Kalbler- den ve gönüllerden uhrevî heyecanlar, dînî endîşeler ve inançlar çekilip gidince onların yerini "çağdaş” bir hurâfe- Kul Ozan, zebûn hicrana, cilik doldurdu. "Uğurlu, uğursuz günlerimiz", "Uğurlu, Âkifsiz geçen zamana, uğursuz sayılarımız", "Maskotlarımız" oldu. Geleceğe ait Safahat’ı kaydedilmiş, plânlarımızı gazete köşelerindeki astroloji fallarına bakarak Levh-i Mahfuzda ummana.. yapar olduk. Kul Ozan Alın terinin lezzetini unuttuk, piyangoların, spor toto­ ların yarım milyarlık hayalleri içinde hayatın gerçeklerinden koptuk onların bu hususta bir bilgisi yoktur, sâdece öyle sanırlar." Ölüm aklımıza hiç gelmedi, dünyânın en tabii kanunu Akif, dünyâyı rüyâ gibi görüp, ona önem vermeyenlere; olan ölümü bile hazmedemez olduk. Birisi ağır bir hasta­ Bu âlem şöyle bir rüyâ imiş, yâhud muvakkatmiş... lıktan kurtulmuşsa, keyfiyeti "Azrâili yendi" tarzında küfür Evet ukbâda anlarsın, ne müthiş bir hakikatmiş!" sözlerle ifâde edecek kadar pervasızlaştık. Kısacası o den­ diyor. Aynı beytin ikinci mısraını âhireti unutanlara da it­ geyi yine bulamadık. haf etmek mümkündür: Evet, ukbada anlarsınız âhiret "ne Câsiye Sûresi'nin 24. âyeti böylelerini ne güzel tavsif müthiş bir hakikatmiş!" ediyor: "Hayat ancak bu dünyâdaki hayatımızdır; ölürüz ve Hükmümüzü verelim: Akif bütün haşmetiyle gün­ yaşarız bizi ancak zamanın geçişi yokluğa sürükler derler, demdedir.

54 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI Aralık/86 ARİFTEN ŞlIIRLER

Î ^ I İ L a l man Ordumuza — Korkma! Sönmez bu Şafaklardaâ £ yüzen al sancak;. i r - , Sönmeden yurd ijmun üstünde tütşnen şbn’.ÖCak.- O benim millejH rŞiinfyıldizıdır, parlayacakf O benimdir, q:b milletimindir,anÇşk!mi Çatma, .kurban ölayıftı^çfeh/imçehremnf en"nazlıe Kahraman- rrkıfnâ’birir ğük W? bıibu şiddet „ Z Sana *dîmaz dpkülen-kânj&rrmî? "SOTirb hela .■'Vjj?*.» - *Haldudır,»HaklÇâta|îaıl âfetimin,istiklâl. Ben ezel iriıür yaşadjm, biir yeşatifn; •"'-*» - * •■'■s ' ^ Hangi ç| rflncircır vuracakmışvuracakmış? t Şaşarım! »aşarım! “ . ' v "*• l Kükremi ımî,“»bendimi çiğneri aşarım, . * * ) t * i Yırtarın* j,nlere sığmam, taşarım.» ' ^ * v * ¿ 4 • Garbin âfâkını sarmışsa çelik zırh!) duvar, uf ı ‘m®n 0Öğ^üm gibCserhaâbim v korkma! rjfc5si^|>öyle bir imâr^ J^oğl jra y Î% f!y ^ niyyf^” tek dişi kalmfş tgutSf ma sakın».! ' sızcs^akın.' . Hak£’ın * j n d£ yakftı. fiğin yerleri ‘topra.KT.djyerek açme, t 'ün altındaki binlerce ke'fensi; ^ ta n ı^ ^^^hid^Ausü^ infciftrîç; yazıl r atanıl alsan da,bu cön vata > Kim bu dem i Şühedâ fışkJ Câm, cânân^j Etmesin tek, hLşudur ancak eı iımjöğsüne nâma îtleri-diniaB tfemelit rh i O zaman vecd ile varsa- taşım Her cerihamdan, ılı yaşım; x \ »t^ss Fışkırır rûh-ı müc ı flâşım; i O zaman yükselil ıjjkiiıaşımr r- Vsen de şafaklar rtık dökülen kani fen sana yok ırk*f r bür yaşamış,fbâ

_ Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI Aralık/86

Prof.Dr.Mehmet KAPLAN

istiklâl Marsının tahlili

İstiklâl Marşı, Cumhuriyet’in ilânından önce 1921 istiklâl gibi kavramların önemi, barış devirlerinde pek yılında yazılmış olmakla beraber, Cumhuriyet’i müjde­ anlaşılmaz. Hattâ onları umursamayanlar bile çıkar. Fa­ ler ve millî marş olarak kabul edildikten sonra, hemen kat bir milleti ölüm ile karşı karşıya bulunduran savaş, her gün tekrarlandığı için, Atatürk ile beraber Cumhu­ onların ne kadar hayati olduğunu kuvvetle hissettirir. riyet devrinin sembolü olur. Bunlar öyle kıymetlerdir ki, onlar olmadan yaşayamaz. Bu devirden sonra yetişen bütün nesillerin daha zi­ Bundan dolayı millet, onlar uğruna ölümü göze alır. yâde merasim dolayısıyle kendisine has bestesi ile söy­ Binlerce insan onlar uğruna öldüğü, yaralandığı veya ledikleri bu marş, şiir olarak da üzerinde durulmağa sakat kaldığı için kutsal bir değer kazanırlar. değer. Akif, İstiklâl Marşı’nda Türk milletinin ne için sa­ İstiklâl Marşı’nı değerlendirirken, yazıldığı devri vaştığını, neye inandığını açık ve seçik bir şekilde or­ gözönünde bulundurmak lâzımdır. Türkiye Büyük Mil­ taya koymuştur. Şiirde bu değerler, bazen sanatkârane let M eclisi’nin 25 Mart 1921 yılında dört defa ayakta bir ifâdeye bürünmüşlerdir. Şiiri tahlil ederken bunlar dinleyerek İstiklâl Marşı olarak kabul ettiği bu şiir, o üzerinde de durarak mânâ ve fonksiyonları açıklana­ yılların kutsal ve heyecanlı havası ile doludur. Onu o caktır. devir Türk edebiyatının en büyük şairlerinden biri olan Birinci dörtlükte bahis konusu olan “al sancak”tır. Mehmet Akif yazmıştır. Mehmet Akif bugün, şiirlerin­ Al sancak, Türk milletinin sembolüdür. Burada şair fik­ de sosyal duyguları anlatan, söylediklerini gerçekten du­ rini anlatırken onun uyandırdığı hayal ve çağrışımlar­ yan bir şairdir. İstiklâl Savaşı’na bütün varlığı ile katılan dan da faydalanmıştır. Türk bayrağının al rengi şairde Akif, bu savaşa iştirak edenlerin duygu ve inançlarına bir alev intibaı uyandırmıştır. Bu alev “ sönmez.” Zira bizzat sahip olduğu için, onlara en iyi tercüman olmuş­ onun çıktığı kaynak her Türk ailesinin evinde yanal) tur. Şiiri söyleyen Akif olmakla beraber, aslında o, kendi ocaktır. Yurdun üstünde tüten en son ocak kaldıkça, bu beni ile birleştirdiği Türk milletinin duygu ve inancını bayrağın alevi bu şafaklarda dalgalanacaktır. Akif, bu dile getirir. Burada Akif’in yaptığı, o yıllarda en olgun benzetme ile “bayrak” ile “millet” arasındaki bağlan­ seviyeye ulaşan şiir kudretiyle bu ortak imana, bütün tıyı sanatkârane bir şekilde ifâde eti iştir. milletin benimseyebileceği bir şekilde üslûp ve ifâde Türk bayrağında dikkati çeken ikinci sembol yıldık vermek olmuştur. dır. İkinci beyitte şair, bu yıldız ile gökteki yıldızı bir­ Bazı kelime ve mısralarda da anlaşılabileceği üze­ leştirir. Gökteki yıldıza kimsenin eli dokunamayacağı re, o tarihte henüz İstiklâl Savaşı kazanılmamıştır. Türk gibi, “Türk milletinin yıldızı” olan al bayrağın yıldı­ ordusu bu şiir yazıldıktan bir yıl sonra, 26 Ağustos 1922 zına da kimse el süremez. Yıldız kelimesi, aynı zaman­ sabahı büyük taarruza geçer. da kader, talih mânâlarına da gelir. Akif’in bu hayallerle Düşman karşıda bulunduğu için ordu ve millete ce­ belirtmek istediği Türk milletinin ölmezliği fikridir. O, saret vermek isteyen şair, manzumesine “Korkma!” ke­ ordu ve millete “Korkma!” derken böyle bir inanca limesiyle başlar. dayanır. İkinci dörtlükte Türk bayrağının üçüncü sembolü Doğacaktır sana vâdettiği günler Hakk’ın olan “hilâl” den hareket edilmiştir. Hilâl kelimesi eski Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın Türk edebiyatında sevgiliye benzetilir. Türk bayrağın­ daki ay (sevgili, tehlikeler içinde bulunduğu ve kendi­ sini sevenlerden fedâkârlık beklediği için, kaşların1 mısraları da ümitle bekleyişi ve geleceğe imanı göste­ çatmıştır. Eski Türk edebiyatında sevgilinin kaşı umu­ rir. Şiirde şanlı mâzi ve ebedi bir istikbal fikrine de yer miyetle aya benzetilir. Şair burada, vatanın timsali olan verilmekle beraber, yaşanılan zaman, kan ve barut ko­ sevgiliye (hilâle) gülmesi için yalvarır. Bu millet onun kusuyla dolu olan halihazırdır. uğruna on binlerce şehit vermiştir. Yoksa o dökülen kan­ İstiklâl Savaşı, Türk milletinin ölüm-kalım savaşı­ larını helâl etmez. dır. Böyle yıllarda milletler kendilerini yaşatan temel “Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl'' kıymetlerin farkına varırlar. Vatan, millet, hürriyet ve

56 Türk Edebiyatı______MEHMED AKİF ANIT SAYISI______Aralık/86

Mısraında "Hak” kelimesi iki mânâda kullanılmıştır. Beşinci kıt’ada düşmanla savaşan askere hitap edi­ Birinci mânâya göre Hak, Tanrı mânâsına gelir. Müs­ liyor. Ordu dayanırsa zafer muhakkaktır. Bu parçada ge-' lüman olan Türkler ona taparlar. Hak kelimesinin öte­ leceğe büyük bir inançla bakılmaktadır. Tanrı, Türklere ki mânâsı hak-hukuk deyiminde görüldüğü üzere, adalet (Müslümanlara) ebedî bir hayat vadetmiştir. İstiklâl Sa- ile ilgilidir. Hak aynı zamanda yapılan bir iş, fedâkâr­ vaşı’nın kazanılmasında dini inancın büyük rolü olmuş­ lık veya durum karşılığı alınması gereken paydır. Akif tur. Bunu o devre ait pek çok vesikadan anlamak Bu beyitte İstiklâl kavramı ile Hak (Tanrı ve adalet) kav­ mümkündür. Akif, burada Türk milletinin inancını di­ ım ı arasında münasebet kurmaktadır. İslâmiyet’in en le getirmektedir. Akif’in kendisi de vatanına çok bağlı nıühim yönlerinden biri, adalete üstün bir değer ver­ bir Müslümandı. İslâmiyet, iyimser bir dindir. Ona îman mesidir. Hak kelimesinin iki veya üç mânâ kazanması- edenler ebedî bir hayata kavuşurlar. nin sebebi budur. Milletler yüksek kıymetlere Altıncı kıt’ada “vatan” bahis konusudur. Dış gö­ inandıkları ve bağlı bulundukları takdirde istiklâle hak rünüşü bakımından vatan bir “toprak” parçasıdır. Fa­ kazanırlar. Bahis konusu mısra böyle bir inanca da­ kat bu toprak parçası, milletin tarih ve hayatına sımsıkı yanıyor. bağlıdır. Onu kutsal kılan maddî yönü değil, millet ve Üçüncü kıt’ada “hürriyet” kavramı bahis konusu­ tarih ile olan münasebetidir. Bu vatan, binlerce şehit ta­ dur. Burada şair "ben ” kelimesini kullanmakla beraber, rafından kazanılmış ve korunmuştur. Bundan dolayı, kasdolunan Türk milletidir. Şair, burada Türk milleti­ ona bakarken toprağı değil, ona gömülü olan şehitleri ni konuşturmaktadır. Türk milleti ezelden beri hür ya­ görmelidir. Dünyaya hiç bir şey vatan kadar kutsal ve şamış ve hür yaşamağa alışmıştır. Ona zincir vurulamaz. değerli değildir. Böyle bir şey yapılmağa kalkıldığı takdirde, o, sel gibi Yedinci parçada yine “vatan” bayramı bahis konu­ taşarak, bendini çiğner ve aşar. Anadolu Türk devleti sudur. Burada da vatan ile şehitler (şühedâ) arasındaki Serçekten de 1071 Malazgirt zaferinden bugüne kadar münasebet üzerinde durulmuş, son beyitte vatana bağ­ daima hür ve müstakil olmuşturf lür yaşamak, Türk dev­ lılık duygusu başka bir şekilde anlatılmıştır. Bir insan let ve milletinin varlığı ile birdir. Ondan mahrum kal­ için en büyük yoksulluk, vatanından uzak (cüdâ) kal­ mak bundan dolayı ona ağır gelir, onu çıldırtır. Bu maktır. İnsan kendi canını veya sevgilisini kaybederse, Parçada milli bir değere bağlı olan millî iradenin gücü, vatan ve milletin var olacağı düşüncesiyle teselli bulur. tabiattan alman benzetmelerle ifâde olunmuştur. Hür­ Vatanını kaybederse, milletinin varlığı da tehlikeye metin başlıca özelliği sınır tanımamaktır. Yahya Kemâl düşer. de, Açık Deniz şiirinde Türk milletinin hür yaşama ira­ Burada vatanın can ve cânandan (sevgiliden) da üs­ desini coşkun deniz sembolü ile anlatır. tün bir değer taşıdığı inancı vardır. İnsan, böyle bir inan­ Dördüncü kıt’ada savaşan iki taraf, Türk milleti ile ca sahip olmazsa vatanı için ölümü göze alamaz. düşmanlar mukayese edilmiştir. Garb (batı) maddi si­ Dokuzuncu ve onuncu kıt’alar birbirine bağlıdır. lâhlarının üstünlüğüne güvenerek, Türkiye’ye saldır­ Burada “din” bahis konusudur. Akif’in bir Müslüman mıştır. Düşmanların bu maddî üstünlüklerine karşı, olarak Tanrı’dan istediği en büyük şey mâbedine yaban­ kürklerin hiç bir şey ile sarsılmayan “ îmân’Tarı vardır, cıların el dokundurmaması ve dinin temeli olan kıymet­ îman, insanın taşıdığı manevî inançların bütünüdür. İn­ lere şehadet eden ezanların yurdun üzerinde ebedî sanı üstün kılan maddî gücü değil, îmanıdır. Zira îman olarak işlemesidir. °lmazsa maddî güç, başarı kazanamaz. Manevî değer­ lere dayanmayan maddî güç, İnsanî bir değer taşımaz. ^ Şu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli Şair, hiç bir hakkı olmadığı halde başka milletlere saldıran sözde medenî Batı’yı "tek dişi kalmış bir mısraında “şehadet” kelimesi şahitlik mânâsına geldi­ canavar’a” benzetiyor. “Tek dişi kalmış” demesinin se­ ği gibi ezanda geçen bebi , onun dehşet verici gözükmesine rağmen, eski gü­ cünü kaybetmiş olmasıdır. Burada bütün vahşiliğine Eşhedü en lâ ilâhe illallah tağmen, kendisini “medenî” diye tanıtan Batı ile bir ™ Eşhedü enne Muhammeden abdühü veresuluhu alay da vardır. Devletler sadece maddî güçleriyle üstün gelmezler. Tarihî olaylar bunu göstermiştir. Sömürge- cümlelerine de tekabül eder. Bunlardan birincisi “Şüp­ ci Batı’ya karşı, başta Türkler olmak üzere ezilen, bü­ hesiz bilirim, bildiririm, Allah’tan başka tapacak yok­ tün milletler isyan etmiştir ve Batı Birinci Dünya tur’, İkincisi “Şüphesiz bilirim, bildiririm, Muhammed Savaşı’ndan sonra üstünlüğünü kaybetmiştir. Bu bakım­ Allah’ın elçisidir” mânâlarına gelir. Bir kimsenin Müs­ dan Mehmed Akif’in onu “tek dişi kalmış bir canavar - lüman olabilmesi için “kelime-i şehadet” denilen bu a benzetmesi yerindedir. cümleleri tekrarlaması ve onlara inanması lâzım­ Bu parçada “ulusun...” kelimesi bazıları tarafın­ dır.Müslüman ülkelerde günde beş vakit okunan ezan dan yanlış olarak “ulu” (büyük) kelimesiyle karşılaş­ ile İslâmiyet’in temelini teşkil eden bu cümleler tek­ ılmaktadır. Burada “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış rarlanır. canavar, bırak, varsın, ulusun, onda artık korkulacak bir Elin başparmaktan sonra, gelen parmağına şehadet taraf kalmamıştır” demek istemiştir. parmağı denilir. Konuşamıyacak olan hastalar içlerin­

57 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI A ralık /86

den dua ederken şehadet parmaklarını kaldırırlar. Mi­ başı arşa değer. İslâm dinine göre şehitler doğrudan doğ­ nareler gözlere uzanmış şehadet parmağına benzer. Âkif ruya cennete giderler. Bundan dolayı, onlar din ve va­ şiirinde buna da telmih ediyor. Açıkça söylemeden her­ tan uğruna ölmekten korkmazlar. kesin bildiği bir şeyi sezdirmeğe “tevriye” adı verilir. Onuncu ve sonuncu parça, şiirde ortaya konulan Akif’in bu mısraında “telmih" ve “tevriye” sanatları fikir ve inançların bir nevi özetidir. Burada da milletin vardır. ölmeyeceği, ebedi olarak yaşayacağı inancı vardır. İstiklâl Savaşı’nda din duygusunun önemli bir rol oy­ istiklâl Marşı’nda bazı duyguları kuvvetli olarak nadığını söylemiştik. Türk tarihinde “din”, “vatan”, belirtmek maksadıyle kullanılan benzetmeler, halkın “millet” ve “istiklâl” duyguları yüzyıllar boyunca bir­ zevkine uygundur ve bizde süslü, yapmacık tesiri uyan­ birine bağlı olarak yaşamış ve gelişmiştir. Akif’in anla­ dırmazlar. Şiir dil ve üslûp bakımından umumiyetle sa­ dığı ve Safahat’ta ortaya koyduğu İslâm dini, en yüksek dedir. Aruz veznine kuvvetle hâkim olan Âkif, kıymetlere dayanır. Gerçekten de Türk devletinin var mısralarına bir konuşma ve hitabet edası vermiştir. Baş­ olmasında İslâmiyet’in büyük rolü olmuştur. Onun te­ ka şiirlerinde nesre yakalaşan Âkif, burada kıt’alann melindeki “birlik” (vahdet), “hak” (adalet), “ezeliyet” dört mısraını da kendi içlerinde arka arkaya gelen dört ve “ebediyet” fikri “devlet-i ebed-müddet” veya ölmez­ sağlam kafiyeye oturtmak suretiyle muhtevaya uygun, lik inancını doğurmuştur. basit olmakla beraber, kuvvetli bir ahenk sağlamıştır. Dokuzuncu parçada konuşan şehittir. Din uğruna Bunu yaparken belki de halkı ve Mehmetçik’i düşün­ savaşan asker, kendi öldükten sonra ezan seslerini işi­ müştür. Dil ve şekil bakımından şiire hâkim olan dü­ tirse, mezarından kalkarak, yarasından kanları aka aka, şünce, kuvvet, güven duygusu, sağlamlık ve sadeliktir. her şeyden soyunmuş bir ruh gibi göklere yükselir ve Bunlar Türk halkı ve askerinin temel vasıflarıdır.

AKİF'TEN ŞİİRLER

ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE Şühedâ gövdesi, bir baksana dağlar taslar... Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi? O, rükû olmasa, dünyada eğilmez başfar. En kesif orduların yükleniyor dördü beşi, Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, — Tepeden yol bularak geçmek için Bir hilâl uğruna yârab, ne güneşler batıyor! M armaraya— Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker! Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya. Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer. Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor "Tevhîdi..." • • • ...... Yedi iklimi cihanın duruyor karşında, Bedr'in aslanları ancak bu kadar şanlı idi. Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada! Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın? Çehreler başkar lisanlar, deriler rengârenk; Gömelim gel seni tarihe" desem sığmazsın. Sade bir hâdise var ortada: Vahşetler denk, Hercümerc ettiğin edvâra da yetmez o "kitâb" kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne Seni ancak ebediyyetler eder istîâb belâ ... Bu taşındır" diyerek Kâbe'yi diksem başına; Hani, tâûna da züldür bu rezîl istilâ! Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına; Sonra gök kubbeyi alsam da rîdâ nâmiyİe Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-1 asîl, Ne kadar gözdesi mevcûd ise, hakkiyle sefil! Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmiyle; Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına: Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına. Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan; Sen bu âvîzenin altında bürünmüş, kanına Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı; Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına, Beriden zelzeleler kaldırıyor â'mâkı; Türbedârm gibi tâ fecre kadar bekletsem; Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin; Gündüzün, fecr ile âvîzeni lebrîz etsem; Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin. Tüllenen mağribi, akşamları, sarsam yarana... Yine birşey yapabildim diyemem, hâtırana. Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer; Sen ki, son Ehlisâlibin kırarak savletini O ne müdhiş tipidir; Savrulur enkaaz-ı beşer... Şarkın en sevgili sultanı Salâhaddin'i Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller, Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayrân... Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller. Sen ki, İslâmî kuşatmış boğuyorken husrân, Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler... O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın; Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler! Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın, Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından, Sen ki a'sâra gömülsen taşacaksın... Heyhât! Alınır kal'c mı göğsündeki kat kat îmân? Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât... Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber, Bu göğüslerse Hudânın ebedî serhaddi; Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber. "O benim sun-ı bediim, onu çiğnetme!" dedi. (Asım) Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI AraIık/86

Vahap ELBİR

Akif’in Eğitime Bakışı

Kültür boşlukları içinde en büyük boşluğumuz Türk mo­ deli bir terbiyemizin olmayışıdır. Bu durum, okullarımızla "alkımız ve ailemiz arasında çatışmalar doğurmakta; "ay- dm'" denilen zümreyi, millete yabancılaştırarak, gelece­ ğimizi de tehlikeye düşürmektir. Türk Milli Eğitimi, nasıl bir insan tipi yetiştireceği konu­ sunda devamlılık arzeden bir karara varamamıştır. Eğitimde kapıların dışardan çizilemiyeceği ve kendi ze­ mininde kendi özüyle beslenmeyen bir eğitimin çarpık ve SQkat olacağı bilinirken nasıl bir insan tipinin cevabı Al­ man, Fransız, Amerikan ve Marksist toplumların bünye­ linde aranmıştır. Bu yetmiyormuş gibi bir de çağdalaşmayı batılılaşma diye alan bir zihniyet batının meziyetleri yeri- ne çirkinliklerini getirip eğitimimize aktarınca, işin içinden Ç'kmak mümkün olmamıştır. O halde, memleketi kurtarma işine ilkokul'dan başlamak 'Çap eder. Bu milleti, halkın özdeğerlerini kavrayarak ye­ tişen ve onları bozmaksızın nasıl yetiştireceğini bilen Mu­ hlim ordusu kurtarabilir. Mehmet Akif Maarife büyük etiemmiyet veriyor, ilkokulların millet hayatındaki büyük °nemini en geniş şekilde belirlirten bütün işlerin başının maarif olduğunu söyleyen de odur. Maarif, M aarif!... Bizim için başka çare yok; eğer Voşamak istersek herşeyden evvel maarife sarıl­ malıyız. Dünya da maarifle, din de maarifle, âhiret maarifle... Hepsi, herşey maarifle kaim. Bizi kur- tQracak yegâne çare maariftir; maarif-i sahihadır, m>aarif-i hakikiyyedir. hayatımızda ön plânda olması gereken kelimeler; Çalış­ Taammüm etmesi lâzım maarifin mutlak; ma ,gayret,azim , ve ümittir. Tembelliğin, azimsizliğin Okur yazarsa ahali, ne var yapılmayacak? ve karamsarlığın hayatımızda yeri olmamalıdır. Donanma, ordu birer ihtiyacı mübrimdir; Ey dipdiri meyyit, iki el bir baş içindir. O ihtiyacı, fakat, öğreten "muallim"dır. Davransana! Bak el de senin, baş da şenindir! "Muallim ordusudur harp eden Prusyalının; Akif bazı genel kesimlerinin özelliklerini sayarken üzülmek­ Muallim ordusu, Lâkin, asıl muzaffer olan!" tedir. “ Hissi yok, fikri bozuk, azmi felce uğramış, ruhun­ Mehmet Akif'e göre öğretmenin şu vasıfları olmalıdır! da haksızlığa isyan duygusunu kaybetmiş, geleceğinden "Muallimim" diyen olmak gerektir imanlı; emin olmayan" gençliğe, bir ümit ışığı arar. Edepli, sonra Liyakatli, sonra vicdanlı Anneler, babalar, hocalar siyasiler, edipler, şairler kol­ Bu dördü olmadan olmaz; Vazife, çünkü, büyük ları sıvamalı, ruhlara “ kader aşılamaktan sakınmalıdırlar , Âkifin bizde hayranlık yaratan en büyük tarafı ahlâk ve Akif'in düşüncelerinden istifade ederek yeni bir nesil ye­ *.Qrakterindeki salâbettir. Bütün hayatında eğilmek ne- tiştirilmelidir. Çünkü Akif'i üzen konular, günümüzün de I m bilmedi. Samiyetsizlik, riya, dalkavukluk, korkak- problemleridir. Kabaklı Hoca'nın belirttiği gibi; k, inanç ve prensiplerinden fedâkârlık Akif in tanımadı- O halde, milli örneklerin dışında kurgu insan, yap­ $ kavramlardır. İnandığı dâvadan sonuna kadar dönme- ma insan, "doktirine insan" yetiştirmeye çalışanlar, ök idealinden prensiplerinden her ne pahasına olursa ol- aslında hiç bir şey yapam am ış sadece yılcmış olur­ lar. Yıkarken de yıkılırlar, mutluluğu ne kendileri bu­ SUn bunları müdafaa etti. Müsbet ilme inanan, ilim, fen ve sanatın millet kalkın­ lur ne de onu” iri güller gibi" aşılamaları gereken masındaki rolünü iyi bilen Mehmet Akif, yirminci asrı ilim- yavrulara huzur vermiş olur. 6r asrı" diye adlandırır. Gençlerin batıya ilim pınarları- Yabancının yalanın , yanlışın, veballeri vardır. Bu vebal­ koşmaya davet eden şair, bir an önce üç asırlık ilim den kurtulmak, milletimizin istediği “ ideal meş'alelerini" kaybının telâfi edilmesini ister. Bu kaybın telâfi edilmesi için yakmakla mümkündür. bayatın temel felsefesinin çalışma olması gerekmektedir. Sâhipsiz olan memleketin batması haktır. ^Mtcak çalışan toplumlar var olmayı hak ederler. Ona göre Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır.

59 ------I ------—------■ ■ ...... Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI Aralık/86

Ahmed Aydın BOLAK

A Mehmed Akif Bey’in Ankara’sı

1920’li yıllarda Ankara, Orta Anado­ i manduvarı gibi Birinci Mecliste birleşmiş­ Hayatını Resulullahm: lu’nun tozlu bir step-bozkır şehri imiş. ler. Bu zevatın hepsi Akif Beyin dostla­ “Sizden hiç biriniz İman etme­ Bugünkü istasyon ile (ULUS) meydanı rı imiş. Akif Bey onların arasında ve ai­ dikçe cennete girmiyeceksiniz. arasında yalnızca bir bina varmış, gerisi lesi ile Ankara ’ya göçen ve dönüşü ol­ Ve sizden hiç biriniz birbirinizi toprak-şose karışımı bir yolmuş. Şimdi­ mayan mücahadeye girenlerin başında (insanları) sevmedikçe ki ULUS meydanının o zaman tek ve olduğu için de Ankara’nın yokluk için­ İman etmiş sayılmıyacaksınız.” mühim binası (TAŞHAN) imiş. Şehrin deki hayat yükünü topluca çeken bir hadisi şerifine uygun yaşamış. yerli sakinlerinin ekseriyeti, sonradan ailenen reisi, yemeklerini pişirdikleri ka­ Haşan Basri Çantay (Birinci Devre Anafartalar Caddesi ismi ile anılan ana bın kapağı, yemek yedikleri tabak olu­ Karesi, Balıkesir Meb usu, Kur’anı Kerim cadde çevresinde ve hemen kale etek­ yor. Kaşıkları, tahta Konya kaşığı.Şeker mütercimi ve Bülbül şiirini kendisine it­ lerinde veya içinde yaşarmış. Şimdi il­ bulamazlar veya şekerlerini cepheye haf ettiği hocam ve amca dediğim rah­ ler Bankasının arkasındaki itfaiyye mey­ göndermişler ise çaylarını üzümle içiyor­ metli) musikî bilir ve güzel sesi ile pek danı (Hergele Maydanı) diye bilinirmiş. lar. Elbiseleri “dinklenmiş” yerli şayak­ güzel Mevlid-i Nebevî okuduğu ve ka­ Her kuşluk vakti tellâllar: tan, paltoları ise kâh var, kâh yok. Üşü­ sideler inşad ettiği için kendisini dinle­ “İŞŞEH BULAN, İŞŞEH BULAN” düğünü gördüğü kimse var ise paltosu­ mekten sürür duyar ve Basri Beyin eski diye işte burada bas bas bağırıp sürü ha­ nu veriveriyor. Evin tek halısını bile fu­ yazı imzası “H.Basri" olduğu için ken­ linde, salma dolaşırken kaybolan (haşa karaya tasadduk etmiş. Öyle iken İstik­ disini teşci için "HA BASRİ B EY , HA minhuzur merkepleri) bulmak için hayır - lâl Marşı için Maarif Vekilinin ikramiye , BASRİ B E Y ” diye teşvik ve tebrik sahiplerini imdada çağırırmış. Bu mah- verme kararı onu rahatsız ediyor. edermiş. lûkat o kadar millet yükü taşımışlar ki Çayın çok şekerli içilmesine kat'iyyen Mevlîd-i Nebevî şairi Süleyman Çe­ adları K A R A BİB ER ’e böylece terfi tahammül edemiyor. Balıkesir Meb’usu lebiyi Yunus Emre gibi çok sever, okur etmiş. Hoca Abdulgafur Efendiye. ve sık, sık (kâbına varılamaz) diye tak­ Şehrin en lüks konaklama yeri olan “Hocam, hocam çayı reçel ettin” dirlerini ifade edermiş. TAŞHAN'ın dışında, bir kaç medrese ve diye çıkışıyor, görmemek için başını çe­ SA FA H A T’daki fıkraları. Dergâhta dergâh, misafirleri barındırırmış. Sonra­ viriyor. anlattığı fıkralardan imiş. Babam bizle- dan Ankara Türk Ocağının inşa edildiği Evin tek kabı olan toprak güveç’te, re hem SAFAHAT’ı okutur ve hem de tepeye inen sırtın başında ve şehrin ti­ tesadüfen bulunan kıvırcık koyun eti ile Dergâh’ta dinlediklerini anlatırdı. Nük­ caret merkezlerinden birisi olan Saman pişirilen birgüveçi. Balıkesir’li dostları ile te fikrini sohbetlerinde sık sık gördüğü­ pazarı’nın güneyinde olan Tacettin yemek üzere davet edildiği Çankaya'da, müz Akif Bey. ‘meselâ Rahmetli Yunus Dergâhı da bir yerleşme yeri olmuş. Bu köşke .yakın olan bağ evimizde, yer sof­ Nadi Bey için nükte yapar, "BAĞIRAN gün en tabiî ihtiyaç maddesi diye bildi­ rasında, babamın yanında, o zaman 3 BA LIK" diye tercüme edermiş. Fevzi ğimiz her şey, ama her şey. güçlükle bu­ yaşında olan ağabeyim, ishal perhizi Çakmak Paşaya “Kaputtu Sultan veya lunabilen veya hiç bulunamayıp ikame sebebiyle pirinç lapası yemek üzere ba­ Kuzu Paşa" dermiş. Dinî inançlarında edilen veya vaz geçilip unutulan eşya bamın dizinin dibinde otururken kendi­ zafiyet gördüklerini: imiş. Meselâ porselen yemek tabağı, ba­ sinin güveç yemesini doğru görmeyip, “Müsavi şartlarda müslümandır, kır tencere, çatal-bıçak, porselen fincan, “Vehbi Bey, Vehbi Bey bunu zulüm kusuruna bakmayın” cam su bardağı, battaniye, cam, gazya­ sayarım. deyip geçermiş. Kaba sofular, hurafeci- ğı; güç bulunduğu söylenilen kıymetli Ya o da yer, ya da benim olmadı­ ler ve safsatayı din sayanları hiç sev­ maddelerden. İşte Koca Akif Bey o ğım yerde lapasını yer” mezmiş. günleri Tacettin Dergâhında yaşamıştır. diye isyan edecek kadar "RAHMET" ve Çile, mihnet, beden eziyetine çok Akif Bey, Birinci Türkiye Büyük Mil­ sevgi ile meşbu olan Koca Akif. mütehammil imiş. Yürür, koşar, let Meclisinin çalışma satleri dışında ve­ Acele, acele konuşan, “güreşi” bilirmiş. Gülle atar ve iyi yü- ya cephede vaz-ü nasihatte olmadığı za­ Sohbeti leziz. zermiş. Yaylı araba ile yola çıkan Hü manlar da Dergâhda oturur ve en bü­ Sesi güzel, şeyin Kâzım Beyin arabasına yetişmek yük itiyadı olan çayını, ağzına aldığı bir İnsan sevgisi ile dolu. için üç saat yürüyüp Hüseyin Kâzım Be­ parça şekerle burada içermiş. Türkiye Güzel sese meclûp. yi teşyi ettiğini. H.Basri Bey anlatıyor Büyük Millet Meclisinin, Memleketin, Musikiye âşinâ, Giyimine dikkat etmeyecek kadar kalen­ Allah'a İmanla-İstiklâl ve hürriyet fikrini Lâtifeden ve fıkradan hoşlanan der imiş. ayırdetmeyen vatanperver evlâdları bir bir mizaca sahipmiş. Balıkesir’den gelip Millî Mücadeleyi

60 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI Aralık/86

Ratılan Mustafa Nazım (Erdem), Ahmet Vehbi (Çıkrıkçıoğlu), Hayrettin (Karan) . Hulusi (Kaymak), Niyazi (Akyü- Nail KESOVA rek) Beyler, çok sevdikleri ve saydıkları Ve inançları ve inançlarındaki, şiirindeki temizliği bildikleri için gidip kendisin­ i n ütülü pantolon, setre giymesini ri- ca ederlermiş ve her defasında Rahmetli yenisini, olmayan birisine verip eskisi ile V°la düşer miş Rahmetli Haşan Basri Çantay - Şerif Muhiddin Targan Akifname” isimli eserinde (Shf.35) Rahmetli Hulusi Beyin: ‘Bizim tarafa gelseniz sizi (keçi kelebi) toptancısı sanırlar” gan ile evlenecek olan meşhûr ses san'- Akif, çok sevdiği bir sanatkâr olan Ş. Koca Akif’in Balıkesir. Zagnos Paşa Muhiddin Targan'a Safahat'ının “ Gölgeler,, atkârı Safiye Ayla Targan eşinin ilk ud ha Camiinde millî mücadeleye katılması se­ bölümünü ithaf etmiştir. Aşağıda onunla il­ çisinin Ali Rıfat Bey olduğunu söyler c iy le memuriyetten azli ile başlıyan gili bir yazı okuyacaksınız. Beste çalışmalarına ve çok sesli Türk m>llî mücahade hayatı, İstiklâl Marşı’nı San'a t. Mûsikisi denemelerine çok genç kazması ile şahikasına ulaşmıştır. yaşta başlar. Bilahare yazdığı ud meto­ Şerif Muhyiddin'e Şiirin İstiklâl Marşı olarak kabulü için: du ve çok sesli besteleri dolayısiyle bu Karesi Meb’ usu, H. Basri Bey 12 Yanık bağrında yıllardır kanar mızrâbı konuda mûsiki tarihimizde öncü sayıl­ Mart 1337 nın yâdı maktadır. Dünyanın en büyük inkara “ Şemseddin Bey, Gel ey biçâre şarkın şarka küsmüş git imparatorluğu, en büyük İslâm devleti Bursa “ Operatör Emin miş evlâdı Osmanlı İmparatorluğu'nun son yılları­ Beş, 12 Mart 1337 Zamân ıssız, mekân ıssız, görünmez dır. Şerif Muhiddin bu yıllarda babası Bitlis “ Yusuf Ziya Bey kimse meydanda ile birlikte Mekke, Medine ve Suriye'- İsparta “ İbrahim Bey’ Gel ey dâhi-i gaib, san'atın pek bîkes 'de bulunur. İstiklal Savaşı yıllarını son ^er takrir vermişler ve Riyasette bulunan arkanda derece kötü şartlar geçirir. Reis Paşanın, takrirlerden ilk verilenBas- istiklal Savaşından sonra ve Cumhu­ rı Beyin takririni reye vaz ederek ekse- Mehmet Akif Ersoy riyeti müteakip Amerikaya gider, yıl ¡tyetle kabulünden sonra Reis Paşa'anın: 1924'tür. Nevvyork'ta kendisi ile İstan­ Milli şâirimizin bu mısraları, 1924 yı­ •Hey’eti muhtereme bu marşı ka bul'da verdikleri bir konserde tanıştığı lında Amerikaya gitmiş olan ve ancak bul ettiğinden Sirkit Quarteti'nin çellişt'i Verdi'ye rast­ 1932 yılında tekrar vatana dönen çok tabiî resmî bir İstiklâl Marşı olarak lar. Müzik konusunda onun düşünce ve sevdiği dostu Şerif Muhiddin Targan'a tanınmıştır. eleştirilerinden çok yararlandığı belirtil­ Binaenaleyh ayakta dinlememiz yazdığı bir davet şiiri idi. mektedir. Amerikaya gidişinin 4.cü yı­ Türk San'at Mûsikimizin ünlü ud vir­ icap eder. lında 13/Aralık/1928 tarihinde New- tüözü ve bestecisi Şerif Muhiddin Tar­ Buyurunuz efendiler.” yok'ta meşhûr Tovvn Hail konserini ve­ gan Osmanlı Devletinin en son Mekke daveti üzerine ayağa kalkan Türkiye Bü­ rir. Reportuarında violonseli için Mo­ Emiri Şerif Ali Haydar Paşa'nın oğludur. yük Millet Meclisi azaları. Hamdullah zart, Beethoven v.s.gibi tanınmış kom­ ^uphi Beyin okuduğu şiiri alkışlar ara- Pey gamber Efendimiz (S.A.) torun­ pozitörlerin oldukça zor eserleri ve Slnda dilemişlerdir larından Bu sebeple "Şerif" sıfatı ile ud'u için kendi besteleri olan çok sesli Akif Bey 1337 yılının 12 Mart’ından anılmaktadır. 21 Ocak 1892'de eserleri "Koşan Çocuk, Düşünceler, Ru yana : İstanbul'da doğmuştur. Kapris, Kanatlarım olsaydı" ve Irak Saz Mütevazi, Sade, Vakur, Kalen­ Ailesinin güzel san'atlara karşı sevgi­ Semâisi vardır. Yirmiye yakın Gazete ve der, Gıybet bilmez, Özü, sözü bir, si pek fazla idi. Evlerinde sık sık mûsiki Derginin müzik eleştirmenleri ve dev­ aRlâkı ve tavırları, dostları, sohbetleri fık toplantıları yapılır ve bu toplantılara Ha­ rin en büyük müzisyenlerinden violo- raları. şiirleri ve yüksek imanı ile birlikte; cı Arif Bey,Rauf Yekta Bey ve Ali Rıfat nist Kreisler ve J.Heifetz meşhur alman Türk-İslâm Bey gibi zamanın en ünlü mûsikişinas- keman pedagogu Profesör Auer violo- aRlâkının bir abidesi olarak yaşamakta ları katılırdı. Çok üstün bir zekâ ve ka­ nist Elman ve Rahnaminof'un da dinle­ devam ediyor ve edecektir Zaman biliyete sahip bulunan Şerif Mûhiddin'- yiciler arasında bulunduğu konseri son Akif i, büyütecek ve çocuklarımız onu in bu mûsiki gecelerinden çok istifade­ derece başarılı geçer ve sürekli alkışlarla anladığı ölçüde İstiklâl Marşını daha gür si olmuştur.Onyaşındaiken eline bir ud sona erer. Repertuarına aldığı ileri se­ Ve yarınlara güven dolu sesle söyleyip geçer, evdeki toplantılar bittikten ve her­ viyede virtüözlük gerektiren eserler ve ŞU beyti her gün daha çok idrak edecek­ kes yattıktan sonra sabahlara kadar giz­ icrada gösterdiği başarı, violonsel, ud lerdir “Bekaayı hak tanıyan, şayi lice onunla meşgul. Öğünlerde Amcası sazlarının her ikisini hakimiyete sonra­ Bir vazife bilir; da ünlü besteci Ali Rıfat Bey'den ud ki günlerde gazete ve dergilerde münek­ ÇaUs, çalış ki. bekaa sa’y olursa dersleri almaktadır. (Kendisi ile bulun­ kitler ve müzisyenler tarafından med- hak edilir. duğumuz bir sohbette sonraları Ş.M.Tar­ hedilir:

61 Türk Edebiyatı MEHMED AKtF ANIT SAYISI Aralık/86

16/Aralık/l 928 Sunday Telegrapb- aylarında Konya'da yapılmakta olan değerli kütüphane eşi tarafından Süley- "San'atkâr violonsel'de zengin bir ses'- Mevlânâ ihtifallerinde okunmakta olan maniye Kitaplığına bağışlanmıştır. Ha­ le kibar bir üslûba, müstesnâ bir sağ ve eserlerin provasını yapıyorduk. Ben de len san'atçının adına açılan kıtımda, sol el tekniği'ne maliktir. Ud'dan çıka- ihtifal heyetinde âyinhan idim. O gün­ "Şerif Muhiddin Targan” kısmında mu­ dığı yuvarlak sihirli seslerle zaman za­ lerin en ünlü musikişinasları değerli ho­ hafaza edilmektedir. Kitaplar Türkçe, man Segovia'yı (meşhûr gitarist)hatırla­ calarım Hafız Sadettin Heper, Neyzen- Arapça İngilizce ve Fransızca olmak tıyorsa da ondan farklı olarak ud'da şim­ başı Halil Can ve Hopçuzâde Küdüm- üzere genel olarak bu dört dilde olup diye kadar işitilmemiş bir tekniği mey­ zenbaşı Şâkir Çetiner'in ona karşı gös­ Felsefi, Dini kitaplar, musikiye ait no­ dana getirmiştir.” The New Orient- terdikleri sevgi, saygı ve alâkayı unuta­ talar ve kitaplar, mecmualar resim san'- Paganini'nin kemanda yaptığı evrensel mıyorum. Amerike'da New Orient'te çı­ atına ait kitaplar ve reprodüksiyonlardan icrâ'yı Prens Şerif Muhiddin Targan ud'­ kan konseri ve san'atı ile alâkalı yazıda müteşşekkil. Kitaplar üzerinde dikkati­ da yapmıştır." şahsı ile ilgili şu sözleri de yazmak mi çeken önemli bir husus şu idi: San'- O günlerde ve daha sonraları Go- isterim: atçı her kitabı (binlerce) dikkatle oku­ dowsky ve «reisler de benzeri ifâdeler­ "...as am man of spotless integrity, wi­ muş önemli kısımlarının altını çizmiş le Şerif Muhiddin'e hayranlık ve takdir­ de learning and deep piety." Kusur­ hatalı kısımlarının kenarınna gerekli dü­ lerini belirtmişlerdir. suz,dürüst derin bilgi sahibi, dindar bir zeltmeleri not etmiştir. Mehmet Âkif de Safahat'ında bu ola­ insan... Yukarıdaki çalışmamın sonunda san'at- yı şöyle şiirleştirmiştir. Eserleri: çının nadide bir teşbihinin eşi tarafın­ — Ud için- Konser etüdü, İstanbul dan "Buy yerinden masruftur." ifadesiy­ Godowski'nin seni tebrik edip de hür — Hüzzam Saz Semâisi, İstanbul le bana hediye edildiğini ilâve etmek is­ mette, — Ferahfeza Saz Semaisi, İstanbul tiyorum. Emîr! O kudrete eş varsa, nerde, bil — Dügah Saz Semâisi , İstanbul San'atçının ud'ları maddi manevi de­ miyorum, — Uşşak Saz Semaisi, Bağdat ğeri yüksek udlardı. İlk ud'u babasının Ne muhteşem çalıyorsun seninle — Irak Saz Semaisi , Bağdat armağına (1880 Yusuf Nihad) indi. Da­ mağrûrum. — Nihavent Saz Semaisi, Bağdat ha sonra Zeynel Abidin'in ölümünden Bütün senaların üstündesin dîugürr; — Müstear Şarkı (Yâre fâş et razını), önce yaptığı en son ud ve iki aded de demesi İstanbul Manol Usta'ya ait çok değerli udlar.. O şâheser ki tutulmuştu herkesin ne — Müstear Saz Semâisi , İstanbul San'atçı'nın eşi udlardan birisini evin­ fesi. — Sûzinâk Şarkı (Ömrümün son şevki de muhafaza etmek istiyordu. Sazına sensiz), İstanbul - Bu şarkıyı, san'atçının hakim, sazını yenmiş udi dostları ken­ Türkiyeye döndükten sonra Irak Hükü­ eşi ifâde etmiştir. dilerini ziyarete geldiklerinde çalmala­ metinden davet alan Ş.M.Targan bura­ — Violonsel İçin, Kapriçyo rı için takdim etmeği düşünüyordu. Bi da Doğu ve Batı Musikisi Konservatua­ — " " , Düşünceler ud'u tavsiyem üzerine Galata Mevlevi- rını kurar ve Güzel San'atlar Akademi­ — " " , EtudeArabesq hanesi'ne (Divan Edebiyatı Müzesi) ba­ sini açar. Oniki yıl süre ile bunarın mü­ — " " , Kapris I ğışladılar. Diğer iki ud'u ise Süleyma­ dürlük görevini üstlenir. Sonraları Me­ — " " , Kapris II niye kütüphanesine bağışlamak niyetin­ sut Cemil, Cevdet Çağla ve Hilmi Rit de — Kanatlarım Olsaydı, İstanbul de idiler. hoca olarak çalışmışlardır. 1948 yılın­ — Çocuk Havası, Amerika 1928 Çok yönlü bir san'atçı olan (eskiler da tekraristanbula döner.Bu kere Hüse — Koşan Çocuk, Amerika yolunda tran­ hezarfen derlerdi.) Şerif Muhiddin Tar- yin Sâdettin AreTin istifası ile boşalan satlantikte 1956 gan'ın felsefe yönü de vardı. Burada bir­ İstanbul Belediye Konservatuarı İlmî ku­ Ve ...Ud Metodu. kaç vecizesini Türk Edebiyatı Dergisi'- rul Başkanlığı'na getirilir. İki yıl bu gö­ Eserlerini yukarıdatopluhalde kaydet­ nin değerli okuyucularına takdim edi­ revde kalır. Bu yıllarda (8/4/1950'de) tiğimiz Şerif Muhiddin Targanın diğer yor ve eşikıymetli ses san'atkârı Safiye ünlü Ses San'atkârı Safiye Ayla ile ev­ bazı özelliklerinden de bahsetmek ye­ Ayla Targan'a teşekkür etmeği vecibe lenir. Sıhhi sebeplerle istifa edip Kon­ rinde olacaktır. Av ve ata binmeğe me­ addediyorum: servatuardan ayrıldıktan sonra herhan­ raklı idi, potre ve peyzaj çalışmaları de­ Güzellik güzlerimizi kamaştırıyor fa­ gi bir görev almaz. ğerli bir ressam olduğunu da kanıtlar. kat fazilet rûhumuzu avlar. Yıldızlar, ge­ 13 Eylül 1967'de 75 yaşında iken ve- Abdülhak Elamit ve Godowskinin port­ ce semâya yükselen duâlar için yanmış fât eden san'atçının cenâzesi 15 Eylül relerini yapmıştır. Resimleri vefatından birer kandildir. 1967 tarihinde Şişli Camiinde kılınan sonra eşi tarafından Topkapı Müzesine Herkesle dost olanlar hakiki dostluk­ öğle namazını müteakip Zincirlikuyu ve Süleymaniye Kütüphanesine bağış­ tan istifa etmiş olanlardır. Mezarlığı'na defnedilmiştir. Türbesinin lanmış olup birkaçı eşinin yaşadığı Eti- Çok söyleyen az dinlenir. yazıları ünlü hattatımız Mahmut Öncü lerdeki evinde muhafaza edilmektedir. Mum herkese yol gösterirken kendi tarafından yazılmıştır. San'atçı fevkalâde güzel Arapça, Türk­ yanar. Rahmetli Şerif Muhiddin Targan'ı çe, imraparatorluk dilimiz Osmanlıca, Ümit istikbalin rüyasıdır ki bazı rüya­ 1964/65 yılarında (sanırım Münir Nû- İngilizce ve Fransızca bildiği için zen­ lar sâdık olur. reddin, Sâdettin Heper v.s. gibi dostla­ gin bir kütüphaneye mâlikti. Vefatından Bazı çarpığın gölgesi düzgün düşer. rını ziyaret maksadiyle geldiği Jİstanbul sonra eşinin arzusu üzerine bu kütüp­ Yanlış şeyleri dinlemeğe kulağını alış­ Belediyesi Konservatuarında tanımak hanenin envanterini yaparak listeleri tırma dilin çarpılır. şerefine nail oldum. O yıllarda Aralık kendilerine takdim ettim. Bilâhare bu Kâinatın bir dili vardır o da mûsikidir

62 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI A ralık /86

İsmail ÖZMEL

Akif’in Dünyası

Mehmet Akif Ersoy'u dünden ve bugünden ayırarak derlendirmek mümkün değildir. O biraz tarih, biraz ¡¡ünü, biraz da bugünü anlatmıştır. Ama bizde aceleci Safahat’ı sayfa sayfa çevirirken bunları o*r hava vardır.Okuyunca birkaç saatte bitirmek, yemeği düşündüm bir daha anladım ki, Safahat blrkaç dakikada yemek, yola çıkınca bir anda sona ulaş­ yazmak için yazılmamış, derde dentaan mak istiyoruz. Fikir ve sanat konularında, toplum ve bulmak için, kan kaybeden, güç ®Şitim konularında acelecilik demek sathî demek, çir- kaybeden, gittikçe zayıflayan jünlik demektir. Makalesi-şiiri üzerinde aylarca, eser- İmparatorluğa, bir derman, bir çare Ied üzerinde yıllarca duranlarımız azaldı. “Sanatın °nda dokuzu almteridir” diyen Akif, ilhama ancak onda sunmak için çırpınılmıştır. ü'r hak tanımıştır. Bu cümleyi bazıları, sanırım, dudak bükerek dinlemiştir veya okumuştur. Zaman gösteriyor temelinde bol alın teri olmıyan eserler; daha oku­ Arkadaşı Mithat Cemal Kuntay, Akif'in beden ve kül­ rcunun huzuruna çıkmadan ölüyor. tür özelliklerini şöyle anlatıyor: “Boğaziçi'nde yüzme Safahat‘ı sayfa sayfa çevirirken bunları düşündüm bir yarışı kazanan, Çatalca'da güreşen, Dağıstanlı Hoca ile ^aha anladım ki, Safahat yazmak için yazılmamış, derde Kitabülkâmil'i hasbihal eden, Musa Kâzım Efendi ile ^rman bulmak için, kan kaybeden, güç kaybeden, git­ Bedrettin'in Varidat'ının okuyan, sonra Emil Zola'nın tikçe zayıflayan İmparatorluğa, bir derman, bir çare sun- romanlarında, insan yığınlarını idaredeki kudreti se­ ¡^ak için çırpınılmış, Mehmet Kaplan'm dediği gibi ven... Bu kadar değil, Halkalı'da ineklerin karnından Şehrin içine gerçekten girmiş ve feryat ve figan kopar­ Trocart ile su alan, aruzun orkestrasyonunu yapan Akif, mıştır” . kendi kendine kaldığı zaman nısfiye de üflüyordu.” 15. ve 16. Yüzyıllarda Avrupaya örnek eösterilen bir Arkadaşının ifadesini dayanarak diyebiliriz ki, Akit ‘mparatorluk, dini, dili, örfü değişmediği halde, nasıl fizik yapısı ile ruh yapısını, sanat zevki ile fikir zen­ 2ayıflayıp yavaş yavaş yere uzanıyordu? İmparatorluk ginliğini bir arada geliştirmiş, çağın ilminden ve fen­ bcaba; balık baştan kokar atasözümüz gibi, baş kısmın­ ninden haberdar bir insandır. Dünyayı, insanlarımızı ı n mı yara almıştı? Yoksa akıl nahiyesinin eğitim ve hiçbir zaman gözardı etmemiştir. Milli kültür kaynak­ Q£retim hayatından, yavaş yavaş ilişiği mi kesiliyordu? ları ile doğu ve batı kültürleri diyebileceğimiz dış kay­ ¡Medreselerden, mekteplerden aklî ilimler, tatbikî ilim- nakları da orjinallerinden okuyor ve er saf dışı mı ediliyordu? Yeni bir düşünce veya deği- değerlendirmelerini ona göre yapıyordu. Avrupadan Ne- Ş> bir yorum sunan, suçlama ve kararlamalarla mı cit çöllerine, Anadoluyu köy köy, şehir şehir görmüş, süsturuluyordu? Yoksa İlmî delil ve açıklamalarla ikna üç yüz yıl içinde gelinen bu nokta onu bütün hayatın- ^iliyor, fikir hayatı zenginleştiriliyor muydu? İlim, fen ca meşgul etmiştir. 15. Yızyılda İstanbul'un kapılarını y® sanatın toplum hayatındaki yeri ve sahası ne idi? Fa- aralıyan gücün ve kuvvetin kaynakları nelerdi? “Onal- 'n İtalya'dan ressam getirtiyor ve resmini yaptırıyor- tıncı yüzyıla kadar Medreselerde ilâhiyat öğrenimi ya­ jü. Macar Urban gelip top plânlarımızı uyguluyordu. nında, aklî ilimler ve bunlara ait pratik de Uaüa başka bir ifadeyle çağa damgasını vuran yeni dü­ gösteriliyordu. Süleymaniye Külliyesinde Tıp medre­ şünceler, yeni fikirler, yeni İcatlar yeterince yakından sesi vardı, riyaziyat okutulurdu. Bu yüzyıldan itibaren takip ediliyor muydu? medreselerin tamamen naklî ilimlere saplanıp kalma­ sı, devletin genel inhitatıyla paralel ve pek muhteme­ Önce Akif'in yaşadığı dönemi hatırlıyalım: len iç içe bir hadisedir”. Bir Bizanslı bilgin Mehmet Akif Ersoy 1873 yılında İstanbul'da doğdu. (Plethon), karanlıklar ve yokluklar içindeki Avrupa'ya . "-12 yaşlarında şiir denemelerini yazmaya, 1908 den kurtuluş reçetesi sunmakta ve Türk toplumunun örnek 'baren yayınlamaya başladı. Şiirlerinin ilk bölümünü alınması halinde Avrupa'nın kurtulacağını söylemek­ 9ll yılında, daha sonra yayınlanan altı kitapla birlik- tedir. e SAFAHAT, tarihsiz yayınlanan eski nüshalar hariç y84 yıhnda 18. baskını yapan nadir eserlerden bi­ “Bilhassa 16. asırda Türk Eğitimi, dünyanın en mü­ rsidir. kemmel, en pratik, en yüksek, en iyi eğitimidir. Hoca

63 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI Arahk/86

ve talebenin sosyal şartlan, fevkaladedir. Bu mükem­ mel sistemin bozulmaya başladığı bir devirde, 17. aşı­ rın 3. çeyreğinde bile Lord Paul Ricaut şöyle der Akif tarihimizi, dilimizi, dinimizi ye (1,75,78): “Bana göre Türkler'in talim ve terbiye siste­ insanımızı en iyi bilenlerden biriydi. 15 mi, siyasetlerinin başlıca dayanak noktalarından ve ve 16. yüzyıldaki bu göz alıcı yüksek imparatorluklarını ayakta tutan en mühim unsurlardan noktadan, bu noktalara gelişimizin biridir. Bu sistemde ne zenginlik, ne rüşvet, ne doğuş­ sebeplerini, bir gerçek münevver olarak tan üstün sınıfta bulunmak, ne dalkavukluk geçerli de­ elbette düşünecek, acısını yürekten ğildir: fazilet, ihtiyat, çalışkanlık ve disiplin geçerlidir. duyacaktı. Onun müşahedeleri, bütün Bizzat padişah, bu vasıfları arıyarak bir adamı yükselt­ şarkın aynı kaderi paylaştığı merkezinde mektedir ” Akif tarihimizi, dilimizi, dinimizi ve insanımızı en idi... Tersiz alınlar, düşünmez başlar, iyi bilenlerden biriydi. 15 ve 16. yüzyıldaki bu göz alı­ secdesiz alınlar... cı yüksek noktadan, bu noktalara gelişimizin sebeple­ İşte üç işaret. rini, bir gerçek münevver olarak elbette düşünecek, acısını yürekten duyacaktı. Onun müşahadeleri, bü­ tün şarkın aynı kaderi paylaştığı merkezinde idi. ŞARK "Nümune işte biziz... Görmek istiyen görsün! şiirindeki şu bölümü beraber okuyalım: Bakın da hâline ibret alın şu memleketin! Nasıldın ey koca millet? Ne oldu âkibetin? ‘‘Ne gördün, Şark'ı çok gezdin diyorlar. Gördüğüm: Yabancılar ediyormuş- eder ya- istikrâh: Y er,yer Vakaarı çoktan unuttun, hayâyı kaldırdın; Harap iller, serilmiş hânümanlar, başsız ümmetler; Mukaddesât ı ısırdın, Hudâya saldırdın! Yıkılmış köprüler, çökmüş kanallar, yolcusuz yollar; Ne hâtırâtma hürmet, ne an‘anâtını yâd; Buruşmuş çehreler, tersiz alınlar, işlemez kollar; Ne hâtırâtma hürmet, ne an'anâtını yâd; Bükülmüş beller, incelmiş boyunlar, kaynamaz kanlar. Deden de böyle mi yapmıştı ey sefil evlat? Düşünmez başlar, aldırmaz yürekler, paslı vicdanlar Meseleye bu kadar gerçekçi ve bu kadar acı bir dille Cemaatsiz imamlar,, kirli yüzler, secdesiz başlar, Gazâ nâmiyle dindaş öldüren bîçâre dindaşlar.” sarılıyor. Acaba bu dönemlerde yaşayan hangi şair ve­ ya yazarımız memleket gerçeklerini bu kadar ağır ve acı Tersiz alınlar, düşünmez başlar, secdesiz başlar, işte bir ifade ile, bu kadar etkili bir biçimde dile getirmiş­ üç önemli işaret. Düşünmeyen ve secdeye kapanmıyan tir. Akif'in Safahat'taki görüşleri muhakkak ki ciltler­ başlar, gece gündüz çalışarak alınlarından ter boşaltmı- ce yoruma kaynak olacak ve günümüzün bazı yan insanlar. İmparatorluğun gerilemesine üç sebep ve meslelerini de bu vesile ile daha rahat ve daha gerçek­ üç işaret. çi olarak mütala ve münakaşa imkanı verecektir. Bu manzara 1918 yılında çizilmiştir. Akif düşünme­ ye devam ediyor: “Çalış” dedikçe şeriat sen, çalışmadın durdun. Onun hesabına birçok hurâfe uydurdun! “Bizler, edvâr-ı faziletleri cidden parlak, Sonunda bir de tevekkül sokuşturup araya, Bir büyük milletin evlâdıyız, oğlum, ancak: Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya!” O fazilet, son üç asrın yürüyen ilmiyle, Birieşip gitmedi; battıkça da ümmet cehle, Bünyevi kudreti günden güne meflûç olarak. “Allah'a dayandım!” diye sen çıkma yataktan... Bir düşüş düştü ki: Davransa da, sarsak sarsak. Mânâ-yı tevekkül bu mudur? Hey gidi nâdan! Garb'm emriyle yatıp kalkmaya artık mahkûm; Ecdadını, zannetme, asırlarca uyudu; Çttnki hâkim yaşatan şevket-i fenden mahrum.” Nerden bulacaktın o zaman eldeki yurdu? Üç kit'ada, yer yer, kanayan izleri şâhid: Dinlenmedi bir gün o büyük nesl-i mücahid.” Son üç asırdır çağdaş ilmi takip etmemek bizi bu nok­ talara getirdi, böylece marifet ve fazilet bizi terk etti gitti diyor. Asla bedbin olmaya lüzum yoktur, maziye, tari­ he in, orada seni teselli edecek nice hazineler bulacak­ “Dünya koşuyor” söz mü? Beraber koşacaktın; Heyhât, bütün azmi sen arkanda bıraktın! sın. Burada tarih şuuru en sağlam bir kaynak ve kuvvet olarak gösteriliyor. Millet ağacının kökü çok derinler­ dedir. İki üç balta darbesi ile bu ağacın kökü kesilemez. Dalı kopmuş, gövdesi gitmiş ne zarar? O bakarsın çağ­ Dünya koşuyorken yolun üstünde yatılmaz; Davranmıyacak kimse bu meydana atılmaz. ları, devirleri aşar ve perişan ufkumuza bir aydınlık ola­ Müstakbeli bul, sen de koşanlarla bir ol da; rak, bir ışık olarak fışkırıp yükselir. Bunları bu kâbûsları Maziyi, fakat, yıkmaya kalkışma bu yolda. sen hayra yor, maneviyatını bozma “demeyi de ihmal etmiyor. Akif'in milim sapıtmayan objektifi bütün şarkı dolaş­ Mâzîsi yıkık milletin âtfsi olur mu? tıktan sonra, yine 1900 yıllarının memleket gerçekleri­ Mazisi yıkık milletin elbette geleceği olmaz. ne dönüyor: Safahat, yazıldığı yılların bir toplum mecellesidir. Onda

64 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI Aralık/86

Haliç'in yosun çehreli miskin sularından, kıyıdaki ağlamış yüzlü, çirkin evlerine kadar bütün yurt sathı,odönemin ünemli devletleri, gidişatları konu edilmiş, meseleler ortaya irilm iş ve çözüm yolları da bilhassa tekrar tekrar açıklan- n,Iştır. “ Millet hayatında durmanın yeri yoktur” (12) diyen Akif, “ Bir kere şu Garbe bakın, artık ona yer yüzü yetmiyor, Soklere hükmediyor. Bir de şu geri ve hareketsiz ona yer yü- zü yetmiyor, göklere hükmediyor. Bir de şu geri ve hareket­ siz olan şarka bakın, belki yakında yer yüzünde oturacak yeri “'le kalmıyacak. Fenden, sanattan, ilimle bulunan hakikat­ l e yabancı ve ilgisiz şarkın hali ne acı” diyor. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın “ 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi” adlı eserine yazdığı takdim yazısında Mehmet Kaplan “Tanpınar kendisini dikkatle okuyanlarıjı ka­ rsında yeni ufuklar açan bir yazardır” diyor. Biz de büyük Akif için, kendisini dikkatle okuyup düşünen- teryeniduygular, yeni düşünceler, yeni çözüm yollan bulacaklardır. O hem millî şairimiz, hem de mütefek- birimizdir, diyoruz. Akif'i bütün cepheleri ile, ne yazık ki tam anlıyama- dık. Bir kısım aydınlar yazdıklarının hepsini değil de, bendi tezlerine uyan kısımlarını ele aldılar. Akif'i tez MUALLİM ORDUSU Wine deli ve şahit yapmak istediler. Akif'in gerçekçi Nasılsa gaaib edip kamilen muhaarebeyi, bayat tabloları karşısında biraz olsun düşünmediler. Bir Esâret altına girmişdi bir büyük millet. kısmımız da bu gerçekleri kabul etme yürekliliğini gös­ Zevil'ukul arasında seçilme bir hey'et, teremedik. Bir kısım aydın da samimi iıyıanı sebebiyle Düşündü: milleti i'lâye çâre hangisidir? °nu saf dışı saydı. Halbulki Akif hangi temayülde ve görüşte olursa olsun, her samimi Türk aydınının fay­ Döküldü ortaya ârâyi encümen birbir: dalanacağı bir şiir ve tefekkür kaynağıdır. Sosyal me­ Siyâseten kimi kurtarmak istemiş kalanı; selelerimize ilk gerçekçi neşteri vuran odur. Ferdî gibi Demiş ki diğeri: “Asker halâs eder vatanı”, görünen konularda bile toplumun bir derdini, bir ya­ O der: “donanmaya vardır bugün eşşedi lüzum”. rasını dile getirmiş, yüreğinin bütün yanıklığı ile za­ Bu der: “hayır, daha elzemdir iktisâbi ulûm”. manının aydınlarını ve idaresini ikaz etmiştir. Bu işi Kiminde san 'ate rağbet, kiminde nakde heves, Çok ciddi ve çok dikkatle yapmıştır. Bütün bir devrini Hülâsa, her kafadan başka başka çıkmış ses. macerasını üstadı ve ustası olduğu aruzun kanatların­ Bir ihtiyar yalınız dinleyip bidâyetde. da manzum olarak dile getirmiştir. Safahat Türk mille­ “Mahalle mektebi lâzım” demiş nihâyetde. tinin romanıdır, dramıdır. Onda göz yaşartacak olaylar, Zavallının sözü pek anlaşılmamış ilkin; ümit verecek yorumlar, kurtuluş reçeteleri vardır. Mehmet Akif Ersoy, İstiklâl Marşımızın şairi, Çanak­ “Bunak” diyen bile olmuş düşünmeden; lâkin, kale destanının mimarı, istisnasız samimi her Türk ay­ Herif, bu söz ne demekdir, güzelce şerhetmiş. dının sevgi ve ilgisine hak kazanmış geniş ve derin bir Deminki lâfları pek vaakıfâne cerhetmiş.

Şair-mütefekkirdir. Onu millet olarak kalbimizin için­ Sonunda: “ kuvvetimiz, şübhesiz ilerlemeli, de yaşatıyoruz. Yüz liralık banknotların üzerine, büyük Fakat düşünmeli her şeyden önceden temeli. bir isabetle resmi konulalı, bütün bir müllet olarak kal­ Teammüm etmesi lâzım maârifin mutlak: bimizin üstünde taşıyoruz. Bu sevgi zamanla bütün yü- Okur yazarsa ahâlî, ne var yapılmayacak? teklere sinecektir. Nur içinde yatsın. Donanma, ordu birer ihtiyâcı mübrimdir; O ihtiyâcı, fakat, öğreten (muallim) dir” OKUYUCULARIMIZA Deyip kararını vermiş ki, aynen icrâya Elinizde bulunan Mehmet Âkif Anıt sayımız, maalestı Konunca ortaya çıkmış, bu günkü Almanya. mevcut y.azı ve metinlere kâfi gelmemiştir. Bu konudaki daha bir çok inceleme, araştırma, hatıra “Sedan” da orduyu teslim eden Fransızlar, ve metinleri Türk Edebiyatının gelecek sayılarında bulaca — Ki her zaman o vuku 'âtı yâdedip sızlar — siniz Çünkü 1987 yılı Mehmet Akif yılı olarak memleket Ne der, bilir misiniz? hem de öyledir inanın: çapında kutlanacaktır. Dergimiz de bu faaliyete her sayısında “Muallim ordusudur harbeden purusyalının; katılacaktır. Akif'in şahsiyeti, fikirleri ile dgili 111 Muallim ordusu, lâkin asıl muzaffer olan''. lil ve tanıtma yazıları, yarışmalar .. yıl boyunca buyuk şa­ Bu sözden almalıdır, hiç değilse, ibret alan. irimizin ismine lâyık çalışmalar yapılacaktır. Saygılarımızla... , r . Cild: 4 Türk Edebiyatı ______/

65 Türk Edebiyatı. MEHMED AKİF ANIT SAYISI Aralık/86

Cemal KURNAZ

ÂKİF’İN EVİNDE

Âkif’den bahsedildi mi bir hoş olurum. İçimi bir se­ mak üzere Ankara’daki bütün şiirlerini (Bülbül, Leylâ bepsiz hüzün kaplar. Bunu sen de bilirsin. Otobüsten Süleyman Nazif’e...) bu dergâhta yazmıştı. Bir şiirini bi­ inince: tirince dergâhta hâdise olurdu. Çaylar demlenir, bütün — Buralarda bir yerde Akif’in evi varmış. Arkadaşla­ arkadaşlara haber verilir. Başta Haşan Basri Çantay, elin­ ra sordum kimse bilmiyor, dedin. de uzun çubuğu, sallana salana gelip, Üstad’ın yanına Göğün duru, berrak maviliğini bulduğu ilkbahar gün­ oturur. Ondan sonra şâir, kendine mahsus âhenkle şii­ lerinden biriydi. Yel estikçe iğde kokulan bizi bir yerle­ rini okumaya başlardı. İstiklâl Marşı’nın kabulünden re alıp götürüyordu. Hâcet-Tepe’de elele gezenler, otu­ sonra da dergâhta samimi bir merasim yapılmış, birçok ranlar vardı. Böyle bir günde başka ne yapılır?.. Fakat, insan tebrike gelmiş, güzel sohbetler olmuş. Kurtuluş sa­ Akif söz konusu olunca iş değişti. Bu teklif benim de vaşının imânlı, heyecanlı günleri, mübârek günler. İs­ hoşuma gitti. Sen zaten en güzel bahaneleri bulmakta tiklâl M arşı’nın kabülü ve tekrar tekrar okunmasından pek mahirsin. Benim can alıcı noktamı nasıl da biliyor­ doğan heyecan kasırgası arasında mahçubiyetinden dı­ sun. Hani, Exupery’nin şu sözünü pek beğenmiştik: şarı çıkan büyük şâir. İşte şu merdivenlerden hızlı hızlı “Sevmek, karşı karşıya durup, birbirinin yüzüne bak­ iniyor. Eli alnında düşünceli; şu mısraı .acaba şöyle mi mak değil, beraberce aynı yöne bakmaktır.” Biz de ay­ söylesem diye dalgın dalgın geziniyor. Bütün bunları gö­ nı şekilde güzelliklere birlikte bakmış, birlikte paylaş­ rür gibi oldum. Seni bile unuttum. Bir başka âlemde ge­ mıştık. zer gibi daldım gittim. Sanki o zamanda, Onlarla gibi- Ben, galiba biraz üzgündüm. Bir şeylere canım sıkıl­ Sen “şurada otursak da biraz anlatsan, bilmem bir şey mıştı. Sen, bulduğun bu güzel bahane ile beni rahatlat­ derler mi” dedin. Oturmadık, ama yine de bazı hatıra­ mak istiyordun. Gittik. ları yâdettik. Akif’in Ankara’da bir müddet kaldığı Tâceddin Der­ Hani, PolatlI’dan top sesleri duyulunca, meclisi Kay­ gâhı. İki katlı, küçük, mütevazi bir bina. Hacettepe Üni­ seri'ye mi taşışak diye münakaşalar yapıldığı gün “Evet, versitesi sınırları içinde. Sayın Dogramacı’nın himme­ efendiler, meclisi buradan taşıyalım. Fakat, Kayseri’ye tiyle bakımı yapılmış ve müze hâline getirilmiş. Açılı­ değil, Polatlı’ya” diyerek, herkesin tereddüdünü biranda şında bize üniversiteye yeni kaydolmuştuk. Ondan son­ silip süpüren o imanlı, gür ve erkek sesi hatırladık. Ney­ ra bir daha ziyaret nasip olmamıştı. Çeşitli sebepler ha­ zen Tevfik ile olan acı-tatlı dostluklarını, prensip sahi­ reket serbestimize mâni oluyordu. Sonra, gazetelerden bi Akif’i ... ve Mısır’a gidişi. Bu konu ne çok konuşul­ okurduk: “Akif’in evi metruk halde., camları kırıp gi­ muştur. Bilmem daha önce hiç yazıldı mı? Divan Der­ ren bazı bedbahtlar içki içip, içeriyi çöplüğe gisi’nde küçük bir anekdot halinde neşretmiştim: “Bir çevirmişler” diye... Bu ikinci ziyaretimde ben de heye­ Arîza, Bir Dikkat.” Mısırda yazdığı Bir Arîza isimli şi­ canlı idim. irinde bu mesele izah edilmektedir. Şapka vs. lâf u gü­ Etraf yüksekçe avlu duvarları ile çevrili idi. İçerisi gö­ zâftan başka bir şey değil. Bu mısralardaki sitem, gam, rünmüyordu. Duvarlar yeni mi bilmiyorum, fakat bu, es­ hüzün adamı öldürür. Bunları yazmaya sebep olan mü­ ki mimarimizin husûsiyetlerinden olsa gerek. Hem hâ­ şahhas hâdiselere gidildiği takdirde bu husus çok iyi an­ ne halkının avluda rahat hareket edebilmesini temin, laşılacaktır: hem de güvenlik tedbiri olarak dış tehlikelere karşı bir “Mâmûre-i dünyâyı dolaştıysa da yer yer engel olması için. Son son, “Hadi sen kumda biraz oyna!..” demişler. Küçük avlu kapısından geçince, dış dünyadan tecrit Yâhû, sorunuz bir: Bakalım tâkati var mı? edilmiş küçük, sürpriz bir dünyaya giriyorsunuz. Bura­ Kaynarken insan oynamak ister mi, sarar mı?” sı sanki ayrı bir âlem. Küçücük bahçesinde yeşil soğan vesâir zerzevat ekili. Acaba diyorum, eskiden de böyle ekerler miydi? O, eski zamanı yakalamaya çalışıyorum. Akif, hiç bir zaman aradığını bulamamış; dâima bir Akif’in teneffüs ettiği havayı bulacağımı sanıyorum. ahlâk ve fazilet âbidesi olarak, fakat her zaman mahzun Fakat, içerisi bomboş. Açılışında merhumun husûsi ve mükedder yaşamış bir inşam Günümüzde çoğu genç­ eşyaları sergilenmişti. Her taraf dayalı döşeli idi. Her­ ler ne Safahat’ı okuyor, ne de Akif’i tanıyor. Onun hak­ halde emniyet tedbiri olarak onları bir yere kaldırmış­ kında yazılan en güzel eserler Midhat Cemâl’in, Eşref lardı. Ancak anma günlerinde "getirip koydular" kabi­ Edib’inkiler. Ama, hiç birinin yeni baskısına ihtiyaç du­ linden getiriliyordu. O eşyanın tabii halde muhafazası yulmamış olması ne kadar acı. Akif mi bahtsız, yoksa için gerekli imkân ve tedbir yoktu demek. biz mi bilemiyorum. “Gül devrinde gelsem ne olurdu”, İçeri girince daha da heyecanlandım. Akif’in yaşadı­ deyişi bundan belki. “ Yaşayıp köhnemek hazin...” ğı günleri hayâl ettim. Paltosuz kış günlerini, istiklâl Bütün bu duygu ve düşüncelerin ağırlığı altında ezil­ Marşı sancısını... “Odanın bir tarafına çekilmiş, elinde miş olarak dışarı çıktık. Bir ağacın altında, iğde koku­ ufak bir kâğıt. Tefekküre dalmış. Ara sıra bir kelime ya­ ları ile kendimize gelinceye kadar oturduk. Tâceddin zıyor, bazan yazdığını çiziyor. Sonra tekrar yazıyor. Ba- Dergâhı’nın hiç ziyaretçisi yoktu, hem de kocaman üni­ zan saatlerce düşünüyor..." Akif, başta İstiklâl Marşı ol­ versite sınırları içinde. Gençlik baş’ka yerlerde...

66 Jurk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI Aralık/86 iliştin KUKUL

Mehmed Akif ve Gençlik

'st'klâl Marşımızın şâiri, büyük şâir za etmektedir. içimizdeki “ tezattın”, ko­ Mehnıet Akif Ersoy 27 Aralık 1936 yı- Bir milletin geleceği, onun '•nd, pukluğunken büyük müsebbibi de bu a 63 yaşında iken Hakk'ın rahmeti- gençliğidir. Gençliğini, değil mi? İlmî, İçtimaî yaşayışımızdaki e kavuştu. O’nun, süsten ziyade icti- ilmen, bedenen ve ahlâken dengesizlik, sanat sahamızdaki hercü- v aî olan edebî görüşü, İslâm'ı yaşayan bir gâyeye yönelik olarak merç bundan değil mi? Gencimizi ve yaşatmaya çalışan mizacıyla birleşin- yaşlımızı, nefslerinin esiri hâline getiren e kuvvetli eserler vücûda getirmek ba- yetiştiremeyen milletler, er bu gariplik değil mi? •a[IS|nı gösterebilmiştir. veya geç hüsranla Akif’in genci, sevgi doludur. O, dü­ MMüslüman i'ı ci r Türk insanının çeşitli çep­ helı karşılaşma durumunda rüst, dindar, vatansever, insanseverdir. erini ele alıp, en üstün bir sanatla iş- kalacaklardır. O, milletine bağlı, bayrağına bağlıdır. Ya­ lemis-'Şi daima doğruyu, iyiyi ve güzeli tel­ kiri Bunun içindir şarken, hizmet etmenin saadetini, ölün­ ve teşvik etmiştir. ce ebedî saadeti aramaktadır. Cemiyet içindeki arızalan ortaya ko­ ki; her devirde, her millet, Akif’in genci, ahlâkî üstünlük yanın­ dken, teşhiste kalmayıp, hâl çarelerı- bu ciddî ve mühim da, İlmî üstünlüğü de haizdir: ' de ortaya çıkarmış, insanımızın ve meseleye büyük masraflar “ Bu cihetten, hani, hiç yılmasın oğlum ^Tleketimizin meselelerine çözümler yaparak hazırlık g özü n üz; getirmiştir. Sade Garbın yalınız ilmine dönsün milletin geleceği, onun gençlıği- yapmaktadır. yü zü n ü z. Gençliğini, ilmen, bedenen ve ah- O çocuklarla beraber, gece gündüz, r *6n bir gâyeye yönelik olarak yetişti- didinin; Giden üç yüz senelik ilmi tez elden ¡®nieyen milletler er veya geç hüsran- Akif ‘'Halkın içinde, Hakk'la birlikte, ■ parşılaşma durumunda kalacaklardır. edinin! Hâkk için" ilkesiyle Izâh etmektedir. Fen diyarında sızan nâ-mütenahi ^ addî ve manevî değerlerin istıkhalde- Akif, bilhassa okumuş gençliğe hitap pınarı, hizmetkârları ve nöbetçileri, o mille- etmekte, onu uyarmakta, ona hakikat Hem için, hem getirin yurda o nâfi su­ vn 9ençlığidir. Bunun içindir kİ; her de- yolunun ışıklı çehresini göstermektedir: ları.” lrpe, her millet, bu ciddî ve mühim me- “Fransızın nesi var? Fuhşu, bir de , ®eve büvük masraflar yaparak hazır- ilhâdı; Akif, sadece ilim edinmeyi değil, kay­ 'anrTaktadır. Kapıştı bunları yirminci asrın evlâdı! bettiğimiz senelerin de yeni nesiller ta­ Mehmet Akif, kendisinin yaşadığı pek Ya Almanın nesi var? Zevki okşayan rafından telâfisini istemekte, bunu has­ *0r Şartları, kendinden sonraki neslin b irası retle arzu etmektedir. Zaman mefhumu­ Unuttu ayranı ma’tühe döndü kahr yü!arnaması fü s u n u taşımakta, bü- nu ortadan kaldırarak çalışmalı, daima rPtr endişesmi. kendisine mahsus kud- o lası! çalışmalıyız! “ ilim mü’minin kaybolmuş “ Heriflerin hani, dünya kadar bedâyi’i malıdır." hadisi şerifinin ilham ettiği ilim !* üslûbuyla dile getirmektedir, var: çj her mısraında idealisttir. Realizmin Ulûmu var, edebiyatı var, sanayi’l var: için çalışmalıyız. l dahi, idealizmi gâye edinmiştir. Fa- Giden, birer avuç olsun getirse mem­ Akif’in genci, alelâde fikirli ve davra­ d G. asla hayalci değildir. lekete; nışlı bir genç değil; olgun, bilgili, feda­ ^.Gdşüncelerinın nasıl gerçekleştırile- Döner muhitimiz elbet muhit-l ma­ kâr, sevgi dolu bir gençtir: aceğml de şu mısralarla belirt­ rifete. “Kaplamış yurdumun âfâkını mâ- ikted ir: Kucak kucak taşıyor olmadık mesâvîyi; dem, şühedâ... Beğenmesen, “medeniyet” diyor; v J§it, bir hükm-ü kat'î var ki ıstinâfa Varsın olsun kalanın uğruna Asım da inandık, iyi! fedâ. “ Ne var, biraz da ma'rifet getirmiş ol­ Hem gazâ, hem de şehâdet, ne saa­ tır Vernaatten uzaklaşmak, uzaklaşmak- sa...” desek; det bu, derim; d Allah’tan" diyerek, kendi insanına fay- Emin olun, size "hamallık etmedim? Ciğerim yansa da söndürmek için az­ çlg'.P'smayan, hizmet veremeyenlerin d iy ecek . m ed erim .” rvf, Allah'tan" uzak olduklarını söyle- istiyor. Büyük şairimizin, bu güzel ve realiz­ Türk Gençliği büyük şâirimizi bu r^j s|âmiyet, mükemmel bir hayat siste- mi en ince noktalarıyla gözlerimizin muhabbet ve bu tefekkür şuuruyla ha­ Clu.Ve nizamıdır. O'nun insanlara sun- önüne seren mısraları, içinde yaşadığı­ tırlamalı ve daima O'nun azmiyle dolu 9U nnuhteşem hayat tarzını, Mehmet mız devir için de geçerliliğim muhafa­ olarak çalışmalıdır.

67 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI Aralık/86

M.İlyas SUBAŞI

Âkifte İslâm ve Batı

Osmanlı İmparatorluğunun çözülme­ ları özel bir yere sahiptiler. Onlar, geÇ ye yüztuttuğu dönemde doğan, Kurtu­ Dindar bir aile mişin diriltilmesini, toplumun selâmet luş savaşıyla müstevlilere karşı verilen ruhâniyetinin verdiği İslâmî çıkarılması olarak görüyor ve düzlük!® ölüm/kalım mücadelesinde olgunluk duygu ve disiplin, çocukluk de ona şemsiye olarak İslâmî uzak dönemini yaşayan ve yeni rejimin ilk yıl­ ve gençlik çağında oluşan yorlardı... larında yaşlanan Mehmet Âkit, bu dö­ kişiliğinin ana hatlarını nemlerin sosyal karekterini, oluşum ve ortaya koyduğu için, aldığı NASIL BİR İSLÂM? neticelerini çok yakından yaşamış ay­ bu maya üzerine inşa Evet, Akif İslâmî istiyordu ama, na^ dınlarımızdan birisidir. bir İslâmî?.. Bugüne kadar çok tartış1' Dindar bir aile ruhâniyetinin verdiği edilen psiko/sosyal şahsiyet, ölümüne kadar değişmeden lan bu hususta, söylenecek son söî İslâmî duygu ve disiplin, çocukluk ve onundur. Akif, hangi anlamda ele al'® „ devam etmiştir. Mehmet gençlik çağında oluşan kişiliğinin ana larsa alsınlar,tavrını oldukça net bir ş® hatlarını ortaya koyduğu için, aldığı bu Akif i yakından tanıyanlar, kilde ortaya koymuştu: “ İnmemişti1 maya üzerine inşa edilen psiko/sosyal ondaki sadâkati, vefâyı, hele Kur’an, bunu açıkça bilin,/Me şahsiyet, ölümüne kadar değişmeden merhameti çok iyi bilirler. mezarlıkta okunmak, ne de fal bak' devam etmiştir. Mehmet Akif’i yakından mak için!” Din, temelde uhrevi bir sis tanıyanlar, ondaki sadâkati, vefâyı, fermanıyla, devletin sistemi delinmişti. temdir. Onun hükümlerinin ¡lâf1 merhameti çok iyi bilirler. Ona bu mis­ Su alan gemiden kurtulanlar, yeni bir tecelliye dayanışı, insanı Yaratanla hık tik disiplini kazandıran menşe' islâmdır. gemi inşa için teorisyen ve teknisyen­ sûsi bir münasebete götürür. Dolayısi/' 20 yaşında Türk-Rus harbini gören, 35 likte yarış hâlindeydiler. Kimin modeli le de sürekli dünya/ahiret ilişkisi yaşında ¡kinci Meşrûtiyet’in siyâsi mâ- kazanırsa, söz onundu. Akif, bu müca­ arasında dengeli olmaya zorlar. 0S' ceralarına şahit olan, 40 yaşlarında 1. delede kendisini “ İslâm"dan hareket manlı’nın çöküşünü islâma fatura edef Dünya Savaşının, hemen arkasından eden ekibin arasına koydu. O da, ye­ ler, Kur-anı tahfif etmenin ötesinde, dit* Çanakkale harbi ve Anadolu’nun işgali nilenmenin gereğine inanıyor ama, bu­ ve tezyif ederek insanlığın bu çıkma2' acılarıyla sarsılan 45 yaşında Kurtuluş nun oturtulacağı temeli islâma dan kurtarılması gerektiğini savunuya savaşımızın sıkıntıları altına giren bu bağlamak istiyordu. “ Sırat-ı lardı. Belki tamamı için böy|e genç aydın, bu yaşa kadar hayatın hep Müstakim” dergisini bunun için çıkar­ denmeyebilir. Ama, hemen hepsind® mahrûmiyetlerine, acılarına “ kader” mışlardı. Onlara göre, Osmanlı, İslâm İslâm, bir "özel değer" değil, sadec® demiş ve arkasından ülkenin istilâsı­ ahlâk ve disiplininden uzaklaştığı için bir renkti, bir çeşniydi, bir tamamlaya1 na başkaldıran Anadolu insanıyla bir­ battı. Yeni arayışlar, bunun dışında te­ ek unsurdu, işte âkif buna karşı olm®' likte cepheye koşmuştur... Bütün şekkül ederse etkili olamayacaktır. nın gereği üzerinde duruyor ve İslâm1® bunlara rağmen, düzenli bir gelişme, Tâceddin Dergahı nın da bu mânâda kuşatıcı, sıcak ikliminin insanlığı birincilikle biten bir mektep hayatı... yeri önemlidir. Orası, onun husûsi mek­ ra çıkaracağına inanıyo;du. Bunun İÇ'® tebidir. Kendi dünyasını orada muha­ de, İslâmî bir kenara İtmek İsteyenler®1 HER FİKİR AYRI BİR DOKTRİN faza ederken, topluma yeni dünyayı da onun bir “ dualar manzumesi" olmad1' OLURKEN buradan arzetmek istemektedir. “Va­ ğını savunuyordu. Cemiyetin dinamik' Osmanlı imparatorluğunun çözülme tan namına yatan kabristanın” ye­ lerinin hareket noktası olarak İslâm1 döneminde, tanzimat tortusu üzerine mden diriltilmesi ve hareket noktasına almaları hâlinde, daha ilerilere gidetk oturtulmak istenen yeni devlet için, o dönüş için, ‘ Medeniyet denilen vah­ leceğimizi izaha çalışıyordu. Hatta, öyi® dönemin aydını, kendi şahsî tecrübe ve şete lânetler ’ etmektedir.4 Diş bile­ bir savunuş ki, saf islâmi hassasiyeti® görüşünü bir fikir çerçevesinde, ama yen, parçalayıp yutmak isteyen bu zedelenmesi yüzünden, “ Kaç haki*1 mutlaka değişik bir doktrin olarak tak­ medeniyet ’ için onun yaklaşımında müslüman gördümse, hep makbe®' dim etmek sevdasındadır, impartorlu- bundan başkasını düşünmekte mühal- dir,/Müslümanlık, bilmem amıfl2 ğun gidişinin arayış telâşına kaydığı di. Çünkü, ona göre Batı, medeniyeti­ galiba göklerdedir!" demekten d® günlerde, bundan başkası da söz ko­ ni kendi emelleri için kullanmaktadır. geri durmuyordu. O, işte makberd® nusu olamazdı. Herkesin hevesi, yeni Sanâyi devrimi, insanlığa refahtan ön­ olan hakiki müslümanın vecdini, ye®"' düzenlemede kendi sistemini benimse­ ce savaşların zulmünü getirmişti, işte den insanımıza aktaracak ve göklerde® tip, otoritenin başına geçmekti. Artık, bundan ötürü bu dönemin sistemler İslâmî yere indirecek kahramanları bek yenilenme mukadderdi. Zâten 1839 mücâdelesi içerisinde, Akif ve arkadaş­ liyordu. Vakıa, “Enbiya yurdu bu t o f

68 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI Aralık/86 rak, şühedâ burcu bu yer,/Bir yıkık r türbesinin üstünde Mevlâ tit- İyilerin tembelliği, kötülerin faaliyetidir. r®r!/../Böyle bir yurdu elinden çıka- AKİF’TEN Ingilizlerin dünyaya hâkim oluşlarının se­ ran nesl-i sefil,/Yerin üstüne bebi: Fenâlar fenalık yapınca iyiler derhal önîi- VECİZELER fuhakkar, yerin altında rezil!..” dir. ne geçerler, bir kenara çekilip yan gelmezler. 5Sr 1 Saadet’in özlemi içinde kalan ve İnsan iki şey bilmelidir: Biri haddini, di­ öyle bir müslümanlık isteyen Âkit, bizim ğeri de hesabını. Ben haddimi bilirim âtna hesa­ ^sanımızın inandığını yaşayan samimi bımı bilmem. teslimiyetini zedeleyen aydına karşı ke­ sin tavırlı olurken, ortaya getirdiği ge- İyilik mefhumu, bizde menfidir, müsbet rekçe açıktı; “Namaz, oruç gibi değil. Meselâ bir adam iyidir, dediğimiz zaman Şeylerle yok alış verişi;/Mukaddesat şunu yapmaz, bunu yapmaz, kimseye bir fenâ- '*e eğlenmek en birinci işi.” lıkta bulunmaz ma’nâsını kasdederiz. Yoksa şu­ Bir ömür boyu, ızdtraplı realitenin nu yapar, bunu yapar, böyle iyiliklerde bulunur Şeku altında kalan Âkif, Tarihin ver­ mânasını düşünmeyiz. diği geniş tecrübeden hareket ede- Allahın en çok sevdiği emek, zâlime doğ­ rek günümüze gelen ve burada, ruyu söylemektir. Mâkus tâlihi” yenerek, geleceği Allahtan utanmak Um ile olur. t^Uacaklamak ister. Milletimizin ıztı- raPlarla dolu savaş günlüğünü hü­ köşebaşını tutarsa, turfandayı yeme günün birinde hiçte ummadığımız za­ zünlü bir tirad hâlinde verip hakkı onun olacaktı. manda, onlara kaptırmak işten bile de­ Uzanılan zaferin getirdiği bedele, Batı daki bu iştihanın farkına varan­ ğildi. Bunun acısını asırlarca çektik. ^'İletin katlandığı sıkıntılar oranın- ların başında Âkif gelir. Ona göre, Artık kendimiz olarak kalmalıydık. Yok­ da ortak olmasını benimser. Karşı- "müstevli"nin topraklarımızdan sökü­ sa asla teknolojiye karşı değildi. Yeni­ S|na konulan “çağın gerekleri” lüp atılması yetmemektedir. Onun bir- liklere sırtını dönmüyordu. Batı’yı ve bahanesine karşı çıkar ve şöyle der: daha gelmeyecek şekilde kovulması, onun emperyalist emellerini bu yanıy­ Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâ- kendi topraklarına sürgün edilmesi ica- la kapatanlara karşıydı. Oralara gidil­ rt'1” İşte, onun İslâmî budur ve ideo- betmektedir. İngiliz’e "Emperyalist” , mesini, fenninin, tekniğinin tojisi de buna göre şeklini bulmuş Fransız’a "Fuhuş ve ilhad" müptelâsı, öğrenilmesini arzu ediyordu, Geri kalı­ olur.. Alman’a "Sarhoş” deyişindeki espri iş­ şımızın bizi bizden ettiğinin farkınday­ te buradan geliyordu. Buna rağmen, dı. Onların “ Seyyie”lerinin gümrüklerde AMA BİR DE BATI VAR!.. “Heriflerin, hani dünya kadar bedâ- çürütülmesini, insanlığın malı olan ilmin Ne varki, onun böyle bir tavrını be­ yiî var,/Ulûmu var, edebiyâtı var, sa- ve tekniğin ise, bütün insanlığın hizme­ zeyici ince, derin, hassas duygusu, ay­ nâyiî var.//Giden birer avuç olsun tine sunulmasını istiyordu. anımızın başka kapılara yönelmesi getirse memlekete;/Döner muhiti­ özünden zedelenmiştir. Karşısında miz elbet muhit-i ma’rifete.” demek­ Düşünen şiiri, feryâd eden bir üslûpla 0|an ekibin çoğu, yeni rejim için Batıyı ten de edemiyor. Ne var ki, giden yazan, hayatın zaruretlerini İslâm'da teminat olarak görmektedir. Mekteple- bunlara talip olmaz, "Sefâhat’ını alır ge­ görerek bizi ona çağıran Merhum, hal­ r', kiliseleri, dernekleri, diğer resmi teş- lir memlekete. kımıza inanmış ve bağlanmış, aydınımı­ klatlarıyla toprağımıza yerleşen bu Mehmet Âkif, "Ehli Sâlib” in medeni­ za karşı ise haklı olarak hep ^sanların hareket kabiliyetini sağlayan yet çıkarmasıyla elde etmek istediği im­ tereddütlerle bakmıştır. Onu bu endişe­ tek malzemeleri Medeniyetleriydi. On- tiyazlara direnir ve “ Medeniyet ye sevkeden sebep ve saikler ise, oku­ ara göre, ‘medeniyet’ bir imtiyazdı ve denilen maskara mahluka tükü­ yanımızın kendinde birşeyler 'öteri kendi ellerindeydi. Buna da insan- rün.” der. Bunun gerekçesini de açık bırakmama pahasına da olsa, Batı’ya ^ muhtaçtı. O halde, Batılının bu fey- ve net bir şekilde gösterir: “Müslüman teslimiyetiydi. Bizi, Batıya karşı koruya­ *lr|den herkes gibi Türklerde belasiyle zebun bir kavmi,/Medenî cak tek zırhımız ise imanımızdı. Bu ba­ aydalanmalıydı. Ancak, bunun için bir Avrupa üç lokma edip yutmaz mı?” kımdan, Âkifte İslâm tez, Batı antitez “ bedel" olmalıydı Bu bedel ise, si- Çünkü bu medeni Avrupa, daha düne olarak kalmıştır. Aydınımız ise, bu ikisi Vâsî nüfuzla sağlanacak ekonomik im- kadar "gayz” hâlinde üzerimize saldır­ arasında gel/git yapan bir şaşkınlık için­ 'Vazlardt. Çünkü dünya birgün mamış mıydı? Bu, “Tek dişi kalmış dedir. Umarız, onun .bu yargısı kendi­ Ölecek, kana ve baruta doyacaktı. In- canavar” fırsat bulsa, damağıyla da­ sinde sınırlanmış olsun ve özellikle ^ötık yeniden zevine dönerken, karnını hi kanımızı emmeyecek miydi? Âkif, entellektüelimiz kendisini anlayan ve °yurma meselesi yine ön plana çıka- "Boğaz harbi"ni unutmamıştı, onun hatta aşan bir halitaya ulaşsjn... Kurtu­ aktı. Anadolunun eşsiz tarım alanları, için de, “Medeniyyet denilen kahpe, luşumuz, bu terkibin içerisinde saklıdır. Çsuz bucaksız ovaları, birgünde yaşa- hakikat, yüzsüz” ü tanıyordu, istiyor- Keşfettiğimiz gün, yarınımız bize ait ka­ an dört ayrı iklimi kaçırılacak gibi de- duki, bu millî direnişi herkes gösterebil­ lacak ve Âkifin ruhunu da böylece şâd yı di. Bu, Batı için eşsiz bir sera idi. Kim sin. Bunu yapmadıkça, bir tarafımızı etmiş olacağız!...

69 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI Aralık/86

Yrd.Doç.Dr. Necat BİRİNCİ

A kif’in Hayatı ve Eserleri

]\flehm et Âkif 1873 yılında doğdu. Doğum yerini, şairin  kiFin annesi Em ine Şerife Hanım bu evliliğin mahsulü ola­ kendisi de dahil olmak üzere, bütün kaynaklar, İstanbul’­ rak Tokat’ta dünyaya geldi. un Fatih semtindeki Sarıgüzel mahallesi olarak gösterir. Emine Şerife Hanım, Tokat’ta Şirvanlı Derviş Efendi ile Prof.D r. M .K aya Bilgegil’in Başbakanlık Arşivi, Sicill-i A h­ evlendi. Bir müddet Amasya’da yaşayan aile daha sonra İs­ val Defteri kayıtlarından çıkarıp neşrettiği bilgilere göre tanbul’a geldi. Emine Şerife Hanım, İstanbul’da önce iki Âkif, Sarıgüzel’de değil, “ Kal’a-i Sultaniye sancağına mül­ çocuğunu, daha sonra da kocasını kaybetti. hak Bayramiç kasabası” nda doğmuştur. Sicill-i Ahval Def- Ömer Rıza Doğrul, Emine Şerife Hanım hakkında şu bil­ teri’ndeki kayıt aynen şöyledir: giyi vermektedir: “Mehmed Âkif Efendi Fatih dersiamlarından İpekli Mü­ “Tam mânası ile İslâm-Türk kadını idi. Sağlam bünye­ teveffa Tahir Efendi ’nin Mahdumudur. li, sağlam seciyeli, anlayışlı, tecrübeli ve derin görüşlü bir Binikiyüzdoksan sene-i hicriyesinde, sene-i mâliyye 1289 kadındı. İtikadı bütün bir müslümandı. Beş vakit namazı­ Kal’a-i Sultaniyye sancağına mülhak Bayramiç kasabasın­ nı ihmal etmez, ibadetlerinden haz duyar, itikatlarını ya­ da tevellüd ettiği Tezkire-i Osmaniyye sûret-i musaddaka- şar, feragat ruhunu canlandırır, iyilik etmekten, iyilik etmek smda muharrerdir. için koşmaktan bahtiyarlık duyar, ince, hisli, yüksek ruhlu ehmet Akif’in babası Kosova vilâyetinin İpek kasa­ bir insandı.” M basına bağlı Suşisa köyünden Mehmet Tahir Efen- di’dir. Onun babası ise çiftçilikle uğraşan Nurettin Ağa isim­ ahir Efendi, Fatih semtinde, Sarıgüzel mahallesinin Sarı li bir zattır. Temizlik konusunda son derece hassas T Nasuh sokağında, ölen kocasından kalma “ yedi, se­ olmasından dolayı Temiz Tahir Efendi diye anılan Akif’in kiz odalı ve beşyüz arşın bahçeli konakçık” ta yaşayan genç babası, İpek ’te pek az tahsil gördükten sonra, câhil, ancak dul Emine Şerife Hanım’a talip oldu ve onunla evlendi. okumaya ve okumuşlara hayran babası Nurettin Ağa tara­ İşte Mehmet Âkif bu evlenmenin mahsulü olarak dün­ fından tahsil için İstanbul’a gönderildi. yaya geldi. Mehmet Tahir Efendi, oğluna, ebced hesabına Mehmet Tahir Efendi İstanbul’da YozgatlI Hoca Mah­ göre hicrî 1290 (1873) tarihine tekabül eden Ragîf ismini mut Efendi’nin derslerine devam etti. Hoca’nm gözde ta­ verdi. Ancak gerde denilen bir çeşit ekmek manâsına gelen lebelerinden olarak icazet aldı. Nakşı şeyhlerinden Feyzullah kelimeyi ne annesi, ne mahalleli, ne de mektep çevresi kul­ Efendi’ye mürid oldu.” lanamadı. İsim zamanla Âkif’e çevrildi. Nüfus kaydına da bu isim geçti. Ancak bazı kaynaklar, babasının Ragîf ismi­ Mehmet Âkif, Âsim adlı eserinde dedesi ve babası hak­ ni daima kullandığını kaydeder. kında, Köse İmam’ın ağzından şunları söylemektedir: Âkif dört yaşında, Fatih’teki Emir Buhâri mahalle mek­ Kimin oğluydu baban? Kimdi unuttun mu deden? İpek’in tebine, burayı bitirince de, yine Fatih’te Muvakkıthane İh­ köylüsü ümmî, yarı vahşî bir adam... tida! mektebine gitti. Maarif Nezareti’ne bağlı bu mektepte — Bâri yam yam de! Ne mâni ki evet ak yamyam! düzenli bir tahsil görmeye başladı. Üç sene devam ettiği bü mektepten sonra Otlukçu Yokuşu’ndaki Fatih Merkez Rü$' Bir şey öğrenmedi elbette o ümmî babadan. İşte baban, tiyesi’ne geçti. Âkif Efendi, Muallim Mustafa Efendi, Ha' Ne kazanmışsa, bütün kendi kazanmış kendi. fız Osman Efendi gibi hocalardan ders gördüğünü kaydeden şair, bilhassa Türkçe dersi okuduğu Hoca Kadri Efendi ' İbnülemin Mahmut Kemal, Temiz Tahir Efendi, “ sâlih, nin lisan itibariyle üzerinde ayrı bir tesiri olduğunu belit' fâzıl, vefî, sahî, âlicenap, mürüvvetkâr, müstakim bir üstâd- tir. ı kâmil idi.” demektedir. Rüştiye sıralarında, daha ibtidaî mektebinde iken baba' ehmet Akif’in annesi Emine Şerife Hanım ise Buha- sından öğrenmeye başladığı Arapça’yı iyice ilerletti. Sevi' M ralı bir aileye mensuptur. Bilinen ilk atası, iki asır ka­ yesi m ektebin üstünde idi. İlgisi lisan sahasına iyice uyan dar önce Buhara’dan Anadolu’ya göç eden Hekim Hacı Ba­ Âkif, okuldaki Farsça ile de yetinmeyip, ikindiden sonra. ba nâmında bir zâttır. Boyabat’a yerleşen Hekim Hacı Baba Fatih Camii’nde, Mesnevi, Hafız Divânı, Gülistan gibi te­ burada evlendi. Daha sonra Tokat’a gitti. Emine Şerife Ha- mel eserleri okutan Selânikli Esad Dede’nin derslerine de­ nım’ın büyük annesi burada dünyaya geldi. Bu hanım, yi­ vam etti. Aynı caminin baş imamı Arap Hoca’dan hıfza ne Buhara’dan gelen tacir Mehmed Efendi ile evlendi. çalıştı, kavaîd dersi aldı. Türkçe, Farsça, Arapça ve FraH'

70 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI Aralık/86

sızca’da sınıfının birincisi idi. Şiire de ilk ilgisi bu sıralarda re veznedarı Em in B ey’in kızı ism et H anım ile evlendi. başladı. Nevzat Ayaş’ın Mehmet Akif’ten naklen verdiği ve Eş­ Fatih Merkez Rüştiyesi’ni bitirdikten sonra, tamamiyle ref Edib’in de kitabına aldığı bilgiye göre şair, vazife mer­ kendi iradesine uyarak seçtiği Mülkiye’nin idari kısmına geç- kezi Nezaret olmakla beraber üç-dört sene kadar Rumeli’de, ti. Daha birinci sınıfta iken, sonraları şiirine Anadolu’da, Arabistan’da sâri hayvan hastalıkları işi üze­ Beyaz sarıklı, temiz, yaşça ellibeş ancak rinde çalıştı. Vücudu zinde, fakat saç sakal ziyade ak Prof.D r. M .K aya Bilgegil’in yayınladığı Sicill-i Ahval def­ mısraları ile de akseden babası Temiz Tahir Efendi vefat teri kayıtlarında, Akif’in baytar müfettiş muavini olarak etti (H. 1305/1887-1888). Evleri de, aynı sene meydana ge­ vazife gördüğü yerler zikrolunmamış, ancak maaşında gö­ len Fatih yangınından kurtulamadı. Kısa aralıklarla iki fe­ rülen artış ve eksilmelerin kaydedilmiş olduğunu görüyo­ lâketi üst üste yiyen aile geçim sıkıntısı içine düştü. Ailenin ruz. Ancak Halkalı Ziraat Mektebi Kitabet-i Resmiye yükü Akif’in çocuk omuzlarına yüklendi. Ailenin geçimini hocalığına tayini ve daha sonraki memuriyetleri zikredilmek­ temin etmek için bir ara Beyazid Camii avlusunda tespih tedir. Ancak biz, yine Bilgegil’in neşrettiği birkaç mektup­ sattığı rivayet edilir. Ancak Âkif ticaret yapacak mizaçta ta ve Edirne Mebusu Şeref Aykut’un söylediklerinden değildi. O sırada Halkalı’da yeni açılan Mülkiye Bay­ Akif’in 1893-1896 yılları arasında Edirne’de olduğunu öğ­ tar Mektebi şair için bir kurtuluş, kısa yoldan hayata atıl­ reniyoruz. Akif’in Mart 1896 mak fırsatı sağlayan bir imkân kapısı oldu. Birkaç arkadaşı tarihinde Edirne’den ayrıldığı ve İstanbul’a dönmüş oldu­ Üe birlikte bu okula geçtiler. Bu devrede dil ve özellikle şiir ğu bilgisini bu mektuplardan alıyoruz. 12 Mayıs 193'5 tari­ Çalışmaları daha da ilerledi. Bilhassa okulun son iki yılı için hinde Prenses Emine Abbas Halim’e Mısır’dan gönderdiği Sair,“ çok manzum parçalar” yazdığını ve “ sonra bunların mektupta Âkif Edirne günlerinden şu şekilde bahseder: hepsini” imha ettiğini söylüyor. “ Edirne’de yirmi ay kadar kaldım. Ancak pek toy, pek kif, Mülkiye Baytar Mektebi’nde de çok başarılı bir gençtim. Heyhât! Edirne’ye bir daha dönebilsem, lâkin böy­ A talebe olarak karşımıza çıktı. Mithat Cemal’in neşret­ le altmış iki yaşından sonra değil, hiç olmazsa onbeş seneyi tiği not cedvellerinde görüldüğü üzere, 1893 yılında okulu tarhederek dönebilsem! ’ ’ birinci olarak bitirdi. emleketin insanlardan meydana geldiğine, coğrafya­ Mehmet Âkif, resmî öğrenimi yanında, babasından hu­ M nın, üzerinde yaşayanlarla mâna kazandığına inanan susî tahsil de gördü. Onun dînî ve manevi hayata ilk uyanı- şair, Edirne’den başlayan memuriyeti ile insanımızı tanıma­ 5' Temiz Tahir Efendi’nin rolü ile oldu. Dersiâm olan Tahir ya fırsat buldu. O, Edirne’de gördüğü vatandaşını şöyle an­ Efendi, dinî ilimleri ve A rap ça’yı çok iyi biliyordu. Â k if - latıyor: m elinden tutup onu Fatih Camii’ne götüren, ona ilk önce Köylünün bir şeyi yok, sıhhati, ahlâkı bitik; Arapça ve akaid öğreten hep babasıdır. Bu çocukluk gün- Bak o sırtındaki mintan bile tiftik tiftik. feri, A k if’in şiirinde şöyle akis buldu: Bir kemik, bir deridir ölmedi kaldıysa diri; "Sekiz yaşında kadardım. Babam gelir: “ Bu gece, Herde evvelki refahın acaba onda biri? Sizinle camie gitsek çocuklar erkence. Dam çökük, arsa rehin, bahçeyi “icra” ister. Giderseniz gelin amma namazda uslu durun; Bir kalem borca bedel, faizi defter defter! Merâmmız yaramazlıksa işte ev, oturun!” Hiç bakım görmediğinden mi nedendir, toprak. Deyip alırdı beraber benimle kardeşimi. Verilen tohmu da inkâr edecek, öyle çorak. Namaza durdu mu, hâliyle koyverir peşimi, Bire dört aldığı yıl köylü, emin ol kudurur: Dalar giderdi. Ben artık kalınca âzâde, Har vurur bitmeyecekmiş gibi, harman savurur. Ae âşıkaane koşardım hasırlar üstünde! Uğramaz, gün kavuşur, çiftine, yahut evine; Dayâl otuz sene evvelki hâli peşimden Sabah iskambil atar kahvede, akşam domine. Geçirdi, başladım artık yanımda görmeye ben: Â kif Edirne’den sonra, orduya alınacak atları seçmek için Beyaz sarıklı, temiz, yaşça elli beş ancak; teşkil olunan heyetle, vazifeli olarak Şam, Halep ve Adana Vücûdu zinde, fakat saç, sakal ziyâdece ak; vilayetlerine gitti. Bu seyahatler Akif’e çok erken yaşta Alehib yüzlü bir âdem: Kılar edeble namaz; memleketi içinden tanıma imkânını verdi. ^anında bir küçücük kızcağızla pek yaramaz Sicill-i Ahval Defteri kayıtlarına göre Akif’in maaşı, ya­ Vcşil sarıklı bir oğlan ki, başta püskül yok. pılan umumî kesintiye bağlı olarak 13 Mart 1897’de altı- Nâmesinde fesin bağlı sâde bir boncuk! yüzyetmişbeş kuruşa inmiştir. Aynı yıl, 20 Ağustos 1897 Sank hemen bozulur, sonra şöyle bir dolanır; tarihinde maaşı ikiyüzyirmibeş kuruş, üç sene sonra, 1900 Biraz, geçer, yine râyet misâli dalgalanır! yılında Aralık ayında da yüzelli beş kuruş ilâve ile binelli- Koşar koşar duramaz... Akıbet denir “âmin” beş kuruş olmuştur. Maaşı, 13 Mart 1906’dan itibaren Or­ anı uz biter. O zaman kalkarak o pir-i güz.în, man ve Maâdin bütçesinden Ziraat sandığına aktarıldı ve A/ır çocukları, oğlan fener çeker önde. artık bundan böyle maaşını Ziraat sandığından aldı. Gelir düşer eve yorgun, dalar pek âsûde 906 yılından itibaren Akif’in memuriyet hayatına, ho­ Derin bir uykuya...” 1 calık hayatının ilâve edildiğini görüyoruz. Nitekim 17 Mehmet Âkif Mülkiye Baylar Mektebi’ni birincilikle bi­ Ekim 1906’da maaşına üçyüz kuruş ilâve ile Halkalı Ziraat tirdikten sonra 14 Kânunıevvel, 1309 (27 Aralık, 1893) la- Mektebi Kitabet-i Resmiyye Muallimliği uhdesine verildi. nhinde yediyüzelli kuruşa maaşla Orman ve Maâdin ve 13 Ekim 1908’de maaşı binsekizyüz kuruş oldu. Aynı yılın Ziraat Nezareti Beşinci Şube Baytar Müfettiş Muavinliği’- 5 Kasım’ında yediyüzelli kuruş ilâve ücretli Mülkiye Bay­ ne tayin olundu. Bir yıl sonra da, 18 9 4 ’te Tophâne-i A m i­ tar Mektebi Harita Sıhhiye ve Kitabet-i Baytariye ve Hukuk-ı

71 Ticarî ve Kanun-ı Tıb muallimliği uhdesine verildi. 24 Ka­ Bunun sağlam mantığı, samimî ve pratik zekâsı çürük te­ sım 1908’de altıyüz kuruş maaş ilâve ile Darülfünun Ede­ mel üzerine kurulacak nazariyelerin boşluğunu anlamış, bit biyat şubesi Edebiyat-ı Osmaniye muallimliğine getirildi. hoca için en iyi usûlün -planı, programı bir tarafa bırakarak- O sırada Darülfünûn’un birinci sınıfında öğrenci olan Re­ talebeyi hangi seviyede bulursa oradan alıp yürütmek ol­ şat Nuri Güntekin, Akif’in ilk dersine ait intibalarını şöyle duğunu gayet iyi takdir etmiştir” (Tan, 21.1.1939). anlatıyor: Âkif üniversite ve Halkalı Ziraat Mektebi’ndeki hocalı­ “ Derken kapı açılıyor; İçeriye orta boylu, kara top sa­ ğına devam ederken, 7 Eylül 1909’da ikibin kuruş aylık ma­ kallı kalender bir zat giriyor. Şemsiyesiyle lâstiklerini ka­ aşla Umûr-ı Baytariye Müdür Muavinliğine getirildi. Dört pının arkasına bıraktıktan sonra talebe sıralarına gideceği sene bu vazifede kalan Mehmet Âkif, Umûr-ı Baytariye mü­ yerde muallim kürsüsüne doğruluyor. O zaman yanımdaki dürü, arkadaşı Abdullah Efendi’nin haksız yere azli üzeri­ arkadaştan öğreniyorum ki, bu zât edebiyat muallimimiz ne, 11 Mayıs 1913’te istifa etti. 1. Dünya Harbi sırasında Mehmet A kif’tir. ” gösterdiği yayın faaliyeti dolayısıyla Darülfünûn’dan ayrıl­ Bu karşılaşmadan sonra Güntekin, Akif’in ders anlatışı maya zorlandı. Ancak Halkalı Ziraat Mektebi’ndeki vazi­ hakkında bilgi veriyor. Akif, derslerinde manzumeler yaz­ fesi uhdesinde kaldı. dırıp açıklamış, metinden hareket ederek öğrencilere dili ve kif Balkan Harbi sonlarına doğru kurulan Müdafaa-ı edebiyatı öğretmeye çalışmıştır. O sıralarda Darülfünun için Millîye H ey’et-i Neşriyat Şubesi’ne aza tayin edildi- bu metodu basit bulan Reşat Nuri Güntekin, Maarif Ve­ 1913 yılında Mısır’a, oradan da Hicaz’a gitti. Medine’yi zi­ kâleti Müfettişi iken yazdığı bir makalede Akif’i haklı bul­ yaretten sonra aynı yıl İstanbul’a döndü. duğunu şu şekilde kaydediyor: Almanlar, I. Dünya Harbi sırasında, İngilizlerden aldık­ “Aradan geçmiş bunca seneden sonra anlıyorum ki Akif ları müslüman esirlere ne derece iyi davrandıklarını göster­ o zaman bizim için yapılacak şeylerin en iyisini yapmıştır. mek için Türkiye’den bir hey’eti davet ettiler. Teşkilât-1

72 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI Aralık/86

Mahsusa tarafından tertip edilen heyette Mehmet Âkif de Balıkesir’den İstanbul’a döndükten sonra Millî Mücadele Ver aldı. ruhunun bütün yurda yayılması için yoğun bir neşir faali­ Bu yolla Almanya’yı tanıdı. Bu seyahat dönüşü yine yetine girişti. Hint müslümanlarından, İlmî ve siyasî yazı­ feşkilât-ı Mahsusa tarafından, bu defa Necit’e gönderildi. ları ile şöhret bulan Şeyh Müşir Hüseyin Kıdvay’ın Aîıadolu Necit’ten M edine’ye geçti. Peygam ber’in kabrini ziyaret etti. Millî mukavemet hareketini öven ve İngilizlere hücum eden Çok istediği halde Mekke’ye geçemedi. eserinin tercümesini Sebilürreşat’ta yayımladı. Ömer Rıza’- I. Dünya Harbi’nin son senesinde dostu İsmail Hakkı (İz­ nın bu tercümesinin basıldığı sayılar el altından Anadolu’­ mirli) ile Lübnan’a, oradan da Mekke Emiri Şerifi Ali Hay­ ya gönderiliyordu. dar Paşa’nın daveti üzerine Âliye’ye gitti. Âliye’de iken Bir yandan Ingilizler, diğer yandan Ferit Paşa hüküme­ İstanbul’da Darü’l-Hikmeti’l-lslâmiye isimli bir cemiyet ku- ti, bu faaliyetlerden ve neşriyattan vazgeçmesi için Mehmet ruldu. Bu cemiyetin başkâtipliğine getirildi. Seyahatten dö- Âkif’in üzerinde bir baskı kurdular. Dar-ül-Hikem’deki va­ nen şâir, bu yeni işinde çalışmaya başladı. zifesine son verildi. 1- Dünya Harbi sonunda dahil bulunduğumuz taraf mağ­ nadolu’daki gelişmeler ve İstanbul’da gördüğü tazyik lup oldu ve dört yıl, Çanakkale, Galiçya, Filistin ve Kaf­ A ve takip üzerine Âkif artık burada kalamayacağını an­ kasya cephelerinde askerî varlığı yanında, daralan sınırlar ladı. Karadeniz yolu ile İnebolu üzerinden Ankara’ya git­ tÇindeki maddî imkânlarını da kaybeden devletimizin hü­ ti. kümeti 30 Ekim 1918 tarihinde M ondros M ütarekesi’ni im- Eşref Edib, Âkif’in Ankara’ya gidiş kararını, kendisine zalamak zorunda kaldı. şu şekilde anlattığını söylemektedir: u mütareke galip devletlere, Türkiye üzerinde her tür­ — “Artık burada duracak zaman değildir, gidip çalış­ B lü hareket serbestliğini sağlayacak şekilde hazırlandı. mak lâzım. Bizim tarafımızdan halkı tenvire ihtiyaç varmış. İstanbul ve Boğazlar onların eline geçti. Türk ordusunun Çağırıyorlar. Mutlaka gitmeliyiz. Ben yarın Ankara’ya ha­ ilâhları elinden alınacak ve ordu terhis edilecekti. Mütte­ reket ediyorum. Hiç kimsenin haberi olmasın. Sen de ida­ fik kuvvetler, vatanın istedikleri her yerini, her an işgal ede­ rehanenin işlerini derle topla Sebilürreşad klişesini al, bileceklerdi. En kötüsü ateşkesin coğrafi sınırları tespit arkamdan gel. Meşihattakilerle de temas et, Harekât-ı Mil­ edilmemişti. liye aleyhinde bir halt etmesinler. ” Mütarekenin hemen ardından itilaf devletleri fiilî ateş­ Bu ifade bize, Mehmet Âkif’in Ankara’dakilerce ısrarla kes sınırına tecavüz ederek işgal hareketine başladılar. 13 davet edildiğini göstermektedir. Kasım günü 55 parça gemiden meydana gelen bir müttefik Mehmet Âkif’in Ankara’ya varışı, bu çevrede büyük bit ^onanma İstanbul Limanı’na demirledi. Ardından İngiliz- memnuniyetle karşılandı. Basın olaya geniş yer verdi. Mil­ 'er. Urfa, Maraş ve Batum’u, Fransızlar Dörtyol, Mersin lî Mücadele’nin resmî organı durumundaki Hakimiyet-i Mil­ Ve Adana’yı, İtalyanlar Antalya ve Konya’ya kadar olan lîye Gazetesi Âkif’in Ankara’ya varışı haberini şu şekilde bölgeyi, Yunanlılar da H ad ım köy’e kadar uzanan hattı iş- verdi: 68İ ettiler. “İSLÂM ŞÂİRİ ÂKİF BEY’’ 15 Mayıs 1919’da Yunanlıların İzmir’e asker çıkarması, Pek hassas ve ulvî İslâm şairi Mehmet Âkif Bey dahi İs­ ^'İletimizin uğradığı felâketi dayanılmaz hale getirdi. Bu tanbul’dan çıkarak birkaç gün evvel Ankara’ya muvasalat hadisenin hemen ardından başta İstanbul olmak üzere, yur­ eylemiştir. İlhâmât-ı şahanesinin menba-ı asili bilhassa dun çeşitli yerlerinde protesto mitingleri tertiplendi. hakimiyet-i dîniyye ve gayret-i vataniyyesinde olan bu gü­ ehmet Âkif, devletin ve milletin üstüne bir kâbus gi­ zide İslâm şâiri bir şahsiyet-i mümtazdır­ Mbi çöken ilk mütareke yılının, yukarıda belirtmeye ça­ lar da. Milletin giriştiği mücadele-i vatanperverâne İslâm ldığımız havası içinde, istiklâlin temini için milletçe mü­ şâiri Mehmet Âkif Bey’in himmet-i hamiyyetkârından pek jdele vermek gerektiği fikrine yürekten inandı, çok feyiz ve kuvvet olacaktır. Şâir-i hakîm-i İslâm’ın önü­ ^bilürreşad’da yayımladığı yazılarla “ Türklerin yirmibeş müzdeki cuma günü halka bir mev’ıza irad buyuracağını as'rdan beri istiklâllerini muhafaza etmiş bir millet olduk- memnuniyetle haber aldık.” lar' tarihen müsbit bir hakikattir. Türkler istiklâlsiz (Hakimiyet-i Milliye, nr, 25, 28 Nisan 1336/1920) ya$ıyamaz” diye feryat etti. Âyvalık ve Balıkesir çevresinde beliren ilk mukavemet ha­ Gazetenin haberine göre Mehmet Âkif 28 Nisan 1920’den cetlerinin mutlaka büyüyeceğine ve bütün yurda yayıla- birkaç gün önce Ankara’ya geldi. Bu ifadeden;itiyatla 20 Cağına inanıyordu. Bir avuç kahramanın, Batı Anadolu’da Nisan 1920 gününden sonraki herhangi bir günde şairin An­ başlattığı direniş hareketi, onu fevkalade heyecanlandırdı. kara’ya varmış olduğunu söyleyebiliriz. “Zafer yolu bu yoldur” diyerek Şubat 1920’de Balıkesir’e Yine gazete haberinden öğrendiğimize göre Âkif, hiç va­ Ş'fti. A k if’in gelişi şehirde bir bayram havası yarattı. Halk kit geçirmeden kendisinden beklenen hizmeti yerine getir­ Zağnos Paşa Camii’nde toplandı. meye, mev’izalarla halkı aydınlatmaya başladı. Onları Milli Mehmet Âkif, irad ettiği mevizası ile Balıkesir halkının Mücadele etrafında toplanmaya çağırdı. Şahsında bütün Anadolu halkına seslendi. Millî m ukavem e­ kif, bu vazifeyi sadece Ankara’da değil, Ankara mer­ ti" sadece bir bölgede değil, bütün Anadolu da başlatılma- A kez olmak üzere bütün İç Anadolu illerinde yerine ge­ s'nı ve bunun için de “ her alından ter boşanmasını ye se tirdi. Bilhassa Konya’da başlayan isyanın bastırılmasında bedbinliğe dönüşülmemesini, ye’sin imansızlıktan baş- büyük hizmeti oldu. Konya camilerinde irad ettiği mev’i- a bir şey olamayacağını anlatı. Milletin içine serpilmek is- zalar halka sükûnet getirdi, nifakın yayılmasını önledi. ter>en ayrılık tohumlarına hücum etti. Başarının, birlik Bu arada Âkif Burdur mebusu olarak birinci meclise gir­ ^ağlandığı takdirde elde edilebileceği üzerinde ısrarla durdu. di. Bundan sonra onu sadece halkı aydınlatan, onu Millî

73 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI Aralık/86

Mücadele etrafında kenetlenmeye davet eden güçlü bir ses Bu hutbenin tesirini göstermesi bakımından dikkate de­ olarak değil, bu mücadeleye yön verenlerin önünü aydın­ ğer olan bir telgrafı, Elcezire Kum andanı Nihad Paşa'nı® latan bir ışık olarak B.M .M .’nde buluruz. Akif’e çektiği telgrafı aynen alıyoruz: Mehmet Akif’in bilhassa Kastamonu’da ve kazalarında “Nasrullah Camii-i Şerifinde irad buyurduğunuz mev’1' okuduğu hutbeler çok önemlidir. Hele bir cuma günü Nas- zayi hâvi mecmuanızın ancak bir nüshası elde edilebilmiş rullah Camii kürsüsünden okuduğu, 25 Kasım 1920 tarih tir. Diyarbekir’in Câmi-i kebirinde cuma namazından sond ve 464 sayılı Sebilürreşad’da neşrolunan mev’izası, muhte­ kıraat edilerek mü’minin-i hâzıra envâr-ı mâneviyesindefl vası itibarı ile devrin tam bir tahlilidir. Bu hutbede şair Sevr hisseyâb-ı tenevvür ve tefeyyüz olmuşlardır. Fakat bu isti■ muahedesinin kabul edilemez oluşunu, İngilizlerin İslâm âle­ fade pek mahdut kalacağından cephe mıntıkasını teşkil edd1 mi ve son olarak da Türk devleti üzerinde oynadıkları oyun­ Elaziz, Diyarbekir, Bitlis ve Van vilâyetleri ile civar m üst* ları ince bir dikkatle ele aldı, inceledi, durumu tespit etti kil mutasarrıflıklar halkı da nasibedar edilmiş ve şerefiye ve kurtuluşun yollarını gösterdi. hukuku doğrudan doğruya zât-ı âlinize ait olmak üzere D1' Bu hutbeler hakkında bir fikir edinebilmek için Nasrul- yarbekir vilâyet matbaasında teksir edilerek cepheye tevil lah kürsüsünden irad ettiği mev’izanın bir bölümünü alı­ olunmuştur. Cenâb-ı Hak mesâi-i diniyye ve vatanpervc- yoruz: rânenizi meş-kûr eylemesi temennisiyle ihtiramâtımı takdim “Milletler topla, tüfekle, zırhlı ile, ordularla, teyyarelerle eylerim. yıkılamaz. Milletler ancak aralarındaki rabıtalar çözülerek, Elcezire Kumandan1 herkes kendi başının derdine, kendi havasına, kendi men­ Nihad ’ ’ faatine, kendi menfaatini temin etme kaygusuna düştüğü ehmet Akif, Kastamonu’da sadece halkı Millî Mü­ zaman yıkılır. M cadele etrafında toplamak için faaliyet göstermedi' Bizi mahviçin tertip edilen muahede-i sulhiye paçavrası­ O sıralarda Anadolu’nun birçok yerinde, bir anda bolŞe" nı mücahitlerimiz şark tarafından yırtmaya başladılar; şimdi viklik faaliyetlerini de sindirme ve söndürmede büyük gay; beri taraftaki düşmanlan Anadolu’mu­ ret gösterdi. İnsan yaradılışına aykırı gördüğü bu sistem1 zun diğer cihetlerindeki düşmanları denize dökerek o mur­ temelinden reddetmesi, ona inanan ve güvenen halkın da dar paçavrayı büsbütün parçalamaktır. Zira o bolşevik faaliyetler karşısındaki taviz vermez tavrını tayıü parçalanmadıkça ¡slâm için bu diyarda beka imkânı yok­ etti. tur. Ankara’ya dönen Akif, Tacettin dergâhına yerleşti. Be Ey Cemaat-i Müslimin! Düşmanlarımızın bugün bizden yıllar onun hayatında yeni bir devre teşkil eder. Bu safha­ istedikleri ne filân vilâyet, ne filân sancaktır; doğrudan doğ­ da şiirle pek meşgul olmadığını görüyoruz. Onun Ankara ruya başımızdır, boynumuzdur, hayatımızdır. günlerini daha ziyade meclis çalışm aları, sabahlara kadar Ey Cemaat-i Müslimin! Ağyar eline geçen müslüman devam eden, Ankara eşrafı ile mebusların ve İstanbul'dan yurtlarının hâli bizim için en müessir bir levha-i ibrettir. Is- A nkara’ya, Millî Mücadele’ye katılmak üzere gelenlerin mo­ lâmın son mültecası olan bu güzel toprakları düşman isti­ ral gücünü yüksek tutma gayesi taşıyan sohbetler, aydın­ lası altında bırakmayalım. Ye’si, meskeneti, ihtirası, latma ve onlara sarsılmaz bir iman aşılama kasdıyla irad tefrikayı büsbütün atarak azme, mücadeleye, vahdete sarı­ edilen mev’izalar doldurdu. lalım. Cenâb-ı Kibriya hak yolunda mücadele için meyda­ A kif’in çok az sayıdaki Ankara şiirlerinin başında İstik­ na atılan azim ve iman sahipleri ile beraberdir. ” lâl Marşı gelir. Onu sırası ile, Süleyman Nazif’in “ Son Ne­ Mehmet Akif’in arkasından Sebilürreşad klişesini de alıp fesimde Hasbihal” isimli şiirinin verdiği ilhamla ve ona Anadolu’ya gelen ve Kastamonu’da Sebilürreşad’ı çıkaran cevap olarak yazdığı “ Süleyman Nazif’e” , “ Bülbül” , bd Eşref Edib, bu hutbeyi dinleyen cemaati şöyle aydınlatıyor: mev’izanın sonunda irad ettiği . Âmin” , “ Sessiz Feryâd “Cemaat ağlıyordu, ortalığı müdhiş bir heyecan kapla­ ve “ Leylâ” takip etti. mıştı. Üstad da kendinden geçecek derecelere gelmişti. * stiklâl Marşı, Ankara’nın o toplanma, mil­ Onun, o kadar heyecanlı bir zamanını görmemiştim. Artık I lete ve onun istiklâl aşkına inanmış bir avuç insanın b>" sesi kesiliyordu. Çok yorulmuştu. Heyecanından kalbi du­ raraya gelme devirlerinin iman ve inancını dalga dalga bü­ racak diye korkuyordum. Bir âyet okuduktan sonra biraz tün vatan sathına yayan bir şiirdir. durdu. Ellerini kaldırdı, duaya başladı. Üstad duayı bitir­ Girişilen mukaddes mücadeleninfevrinin tabiri ile “Mili1 di, kürsüden indi. Cemaat üstadın etrafından ayrılmıyor­ Mücadele”nin büyüklüğünü, yüce heyecanını dile getirecek' du. Bir müddet istirahattan sonra üstad camiden çıktı. onu gelecek asırlara taşıyacak ve her Türk nesline duyura­ Büyük bir cemaat da beraber, Kastamonu caddelerini dol­ cak bir Millî Marşın yazılması için Ankara hükümetince bı[ durdu. O heyecan bütün şehre yayıldı.” müsabaka açıldı. Müsabakaya 724 şiir katıldı. Akif, şiirin1 ehmet A k if’in K astam onu’da okuduğu mev’izalar ve bitirmiş olduğu halde birinci gelene mükâfat verileceği ha­ M özellikle Nasrullah Camii kürsüsünden irad ettiği, bü­ beri üzerine yarışmaya katılmadı. Devrin maarif vekili Ham­ tün yurtta büyük akisler uyandırdı. Ankara hükümetinin dullah Suphi A kif’in yazdığı şiirden haberdardır. Vekil’ emri ile Kastamonu vilâyet matbaasında binlerce nüsha ba­ müsabaka şartlan ile kayıtlı olmayacağını bildirirek, Akif' sılarak, Garp Cephesi başta olmak üzere, bütün cephelere, ten şiirini yarışmaya sokmasını yazılı olarak rica etti. Bt> valiliklere, mutasarrıflıklara, kaymakamlıklara ve müftü­ şartla İstiklâl Marşı, millî marş yarışmasına girdi. Eser Ü lüklere gönderildi. Vatanın her köşesindeki camilerde, top­ Şubat 1921’de Sebilürreşad’da yayımlandı. Meclisin 1 M ad lantı yerlerinde, kıraathânelerde, askerî birliklerde yüksek 1921 tarihli, Mustafa Kemal Paşa başkanlığındaki toplan­ sesle okundu. Her bölgedeki gazeteler tarafından yeniden tısında, Hamdullah Suphi tarafından okundu. yayımlanıp yaygınlaştırıldı. Şiir, meclis tarafından büyük bir alkış tufanı ile karşi-

74 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI Aralık/86

¡andı. Nihayet 12 Mart 1921 Cumartesi günü Millî Marş ola­ Geçim sıkıntısı içindeydi. Arap Birliği sekreteri Abdurrah- rak ilân olundu. Aynı gün, eser, yine Hamdullah Suphi man Azzam Bey’in (sonra paşa), Mısır’da EI-Cemâatü’l- tarafından dört defa üst üste okundu ve her mısraı meclis Mısrıyye Dârülfünûnu’nda Türk Dili ve Edebiyatı dersleri üyeleri tarafından ayakta alkışlandı. okutması teklifini kabul etti. 1926’da Mısır’a gitti ve oraya ‘ ‘İstiklâl Marşı ’ ’ sadece yazıldığı devre ümit ve îman aşı­ yerleşti. Derslere başladı. Abbas Halim Paşa Kahire yakın­ layan bir eser değildir. O, aynı zamanda taşıdığı ve dile ge­ larında, Hilvan’daki konağını Akif’e tahsis etti. tirdiği yüce değerler vasıtasıyla da bütün Türk nesillerinin kif’in Mısır’daki hayatını, dostlarına yaz­ millî ruhunu besleyip geliştirebilecek en ulvî bir rehberdir. A dığı mektuplardan takip edebiliyoruz. Bilhassa Mahir Akif eserine “İstiklâl Marşı” ismini tesadüfen koyma­ İz’e yazdığı her mektupta Kur’ân-ı Kerîm tercümesine de­ mıştır. O, İstiklâl ve vatan sevdası ile her şeyini fedaya ha­ vam ettiğini, tercümenin aldığı şekli bildiriyordu. 1926 ta­ zır bir milletin millî marşında da istiklâl kelimesinin, hem rihli bir mektubunda şunları kaleme almıştı. lâfzen, hem de mânâ olarak bulunmasını şuurlu olarak is­ “Tercümeden de çok üzülüyorum. Açık Türkçe olmak, temiştir. Eserde, bir milleti ayakta tutacak bütün değerler asıldan ayrılmamak, şiveler arasındaki ayrılık bâriz suretle dokuz kıt’a boyunca, tek tek işlenmiş ve en son kıt’ada da belli olmamak gibi nâmütenâhi kuyûd,adamın elini kolu­ bir hükme varılmıştır. Bütün kıt’alar, bu son kıt’ada varı­ nu bağlıyor, işin içinden asgarî vebâl ile yakayı kurtarabi­ lan sonuca ulaşmak için aşılması gSreken birer merhale teşkil lirsek Allah’ın bahtiyar kuluyuz.” ederler. ” Bu arada yazdığı şiirleri de yine mektupları ile İstanbul’­ 1922 yılında Şer’iyye vekâleti Tevkifat ve T e’lifât-i İslâ- daki dostlarına gönderiyordu. Gece, Hicran, Secde bunlar miyye hey’etine seçilen M ehmet A k if’in, bu devrede şiir sa­ arasındadır. Bu şiirler A kif’in Mısır’a yerleştiği ilk seneye hasında olduğu gibi, diğer sahalarda da neşriyatı çok azdır. rastlar. Said H alim P a şa ’nın İslâm’da Teşkilât-ı Siyasiye, Abdüla- 1 Eylül 1928 tarihli bir mektupta Kur’ân tercümesini ziz Çaviş’in İçkinin Hayat-ı Beşerde Açtığı Rahneler ile Ang­ “ Vedduha” sûresine kadar getirdiğini, çalışmaya bir ay ara likan Kilisesi’ne Cevap gibi tercümelerle karşılaşırız. Bu verip, sonra temize çekeceğini yazdı. Bu kayıttan Akif’in arada Haşan Basri Çantay’ın verdiği bilgiye göre, Maarif Kur’ân-ı Kerim tercümesini bitirmiş olduğunu öğreniyoruz. Vekâleti adına Samih Rıfat’la birlikte Divanü Lügat-it Türk­ A ncak Akif yaptığı tercümenin basılması konusunda tered­ ’ü tercüme etti. A ncak A k if’in A nkara ve daha sonraki yıl­ düt içindedir. Nihayet bu çalışma için kendisine devletçe ve­ larını en çok işgal eden çalışma Kur’ân-ı Kerîm tercümesidir. rilen bin lira avansı geri göndermesinden, eseri bastırmaya niyetli olmadığını anlıyoruz. Bitirdikten sonra eseri “ ölü­ irinci meclis, zaferi kazanmak ve yurdu mümden sonra ister başkasına ver, ister yak” vasiyetiyle B düşmandan temizlemekle yüklendiği büyük vazifeyi ye­ dostu Yozgatlı Müderris İhsan Efendi’ye teslim etmiş ol­ rine getirdi. 1 Nisan 19 23’te B .M .M .’nin yeni seçimlerle de­ duğunu Mahir İz’den öğreniyoruz. Tercümenin akıbeti hak­ ğiştirilmesi kararlaştırıldı. Birinci mecliste yer alan pekçok kında bugün kesin bilgi sahibi değiliz. mebus ikinci meclise girmedi. kif’in Mısır yılları pek verimli olmadı. Şair 1923’te İstanbul’a döndü. Aynı yıl Abbas Halim Paşa A Yazmayı düşündüğü Millî Mücadele Destanı’nı kale­ ile birlikte Mısır’a gitti. Kışı orada geçirdi. 1923-1925 yılla­ me alamadı. Esasen birkaç şiirin dışında şiirle pek uğraş­ rı arasında, kışı Mısır’da, yazı ise İstanbul’da geçirdi. madı. Bilhassa 1930’dan sonra yazı hayatından iyice Başlangıçtan beri seyahatler onun hayatının bir parçası uzaklaştı. Zaman zaman, Prenses Emine Abbas Halim’e olmuştu. Bütün bu seyahatler yanında çok arzu ettiği, rü­ yazdığı gibi “ Artık ye’simdeki hatayı anlıyorum. Artık îman yasını gördüğü iki seyahat düşüncesi vardı: Hindistan ile yeniler gibi tecdid-i ümit edeceğim. Artık titrek ellerimden Ispanya’yı görmek. Bu arzusunu, sebepleri ile birlikte bir düşen kaleme tekrar sarılmak isteyeceğim” diyorsa da bir mektubunda şöyle dile getiriyor: türlü yazmak istediklerini yazamıyordu. Sıhhati de bozul­ “Nasib olursa Nisan içinde Ispanya’ya giderek Elhamra muştu. 1935 yılı Temmuz ayında hava değişikliği için Ali­ harabesini görmek, sonra İstanbul’a gelmek gibi tasavvur­ ye yakınındaki Sûku’l Garb köyüne gitti. Buradan yazdığı larda bulunuyorum. Zannederim çok iyi bir şey olacak. mektuplardan sıtmaya tutulduğunu öğreniyoruz. Zaten ka­ Meşhudatımı yazar, bir manzume vücuda getiririm. Bir raciğeri de rahatsızdı. müslüman şairi için o havaliyi, o âsârı ziyaret etmemek doğ- Aliye’den Antakya’ya geçen ve oradan da Mısır’a dönen ru değil. Mamafih bu niyetimden kimseyi haberdar etme, Akif’in vatan hasreti de yüreğinde dayanılmaz bir hal al­ anlıyor musun? Elhamra’yı bizde yalnız Mithat Cemal yaz­ mıştı. Nihayet 1936 yılı yaz başlarında İstanbul’a geldi. Sıh­ dı, o da görmeyerek. Tabii görüldükten sonra yazılırsa da­ hati iyice bozulmuştu. Birkaç gün Prenses Emine Abbas ha etraflı olur. Hayırlısı ile bu seyahat tahakkuk eder, sonra Halim’in Maçka’daki apartmanında misafir oldu. Sonra Ni­ 1htisasatımı nazma da muvaffak olursam çok sevineceğim. şantaşı Sağlık Yurdu’na yatırıldı. Hastalığının siroz oldu­ Om id ne tatlı şey! Cenab-ı Hakk ’m beşere indirdiği nimet­ ğu anlaşıldı. lerin en büyüğü değilse de, en büyüklerinden biri olduğun­ Bir ay kadar sağlık yurdunda kaldt.Daha sonra M ısır apart da şüphe yok. Onsuz geçen hayat bir silsile-i hüsrandan manında ağırlandı. Burada Profesör Burhaneddin Tugan haşka ne olabilir? Bahar’da Elhamra ’yı temaşa edip, yazın tarafından tedavi edildi. Durumu iyiye gitmiyordu. Daha tasvire çalışacağım; gelecek kışa Himalaya Dağları'ha çı­ sonra tedavisine, Prens Halim Bey’in Alemdağı’ndaki Bal­ karak, Ganj Nehri vadisinde dolaşarak öbür bahara Hind tacı Çiftliği’nde devam edildi. 27 Aralık 1936’da burada ve­ Şiirleri yazacağım!” (25 Aralık 1926) fat etti. Akif İstanbul’da zor durumda idi. İstiklâl Marşı şairi­ evrin hükümeti, Türk milletine İstiklâl mizin ne bir evi, ne memuriyeti, ne de emekli maaşı vardı. D Marşı’nı kazandıran bu büyük şaire hiç ilgi gösterme­

75 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI Aralık/86

di. Resmî hiçbir merasim yapılmadı. Tabutu, bir garip ce­ A kif’in, bu sanat dalı ile çok küçük yaştan itibaren meşgul nazesi gibi Bayezid Camii’ne getirildi. Ancak Türk Milleti olduğunu biliyoruz. Daha Rüştiye sıralarında iken ilk şiir­ ve onun asil gençliği, Âkif’i büyük bir cemâat halinde Edir- lerini karalamaya başladı. Baytar Mektebi sıralarında bu nekapı Mezarlığı’nda ebediyete uğurladı. faaliyetini daha da arttırdı. Fatih Gökmen Akif’in ölümü üzerine şu tarih kıt’asını Mehmet A kif’in bilinen matbu ilk şiiri, Mektep m ecm u­ yazdı. asının 14 Mart 1985 tarihli 26. sayısında yer alan “ Kur’- Mum gibi yandı çerağ, çünkü vatan türküsünü ân’a Hitap” dır. Ancak Akif’in ilk şiirinin bu olduğunu Hep geçen kapkara günlerde terennüm etti. söyleyemeyiz. Baytar Müfettişi Muavini olarak Edirne'de Çıktı “ Kırklar” bir ağızdan dediler tarihin bulunduğu sırada, aynı şehirde kitapçılık eden Rize’li Taş- İçimizden vatanın şairi A k if gitti. çıoğlu Süleym an Efendi’ye ait iki defterde A k if’e ait şiirle­ ehmet Akif nesir sahasında İçtimaî, dini rin varlığını yine Prof.Dr. Kaya Bilgegil’in araştırmasından M ve edebî konularda makaleler yazmış, tercümeler yap­ öğreniyoruz. mıştır. Ancak onun asıl şöhreti şiir sahasındadır. Bu ilk şiirler Akif’in hangi yollardan geçtikten sonra Sa- Şairlerimiz arasında nasıl şiir yazdıkları hakkında bilgi ve­ fâhât’a ulaştığını göstermesi bakımından önemlidir. renler azdır. Akif’in nesildaşlarmdan Cenap Şahabettin, Mehmet Akif, 1898 yılında, Resimli Gazete’de arka ar­ Tevfik Fikret gibi şairler bazı yazı ve şiirlerinde eserlerini kaya şiir yayımlamaya başladı. Bu mecmuada çıkan şiirler yazış şekilleri hakkında bize ipuçları vermişlerdir. Akif bu şekil ve muhteva bakımından geleneğe bağlıdır. Herhangi konuda oldukça cömert davranmış, bir şiiri nasıl meydana bir yenilik göstermezler. Bunlarda Acem edebiyatında te­ getirdiği hakkında gerek yazılarında, gerek sohbetlerinde mayülün varlığı da hissolunur. Ancak, hangi Acem şairle­ bizi aydınlatıcı bilgiler vermiştir. rine yöneldiğini gösterir. A kif’e göre şiir, ilhamı az olan bir sahadır. Onun naza­ Mehmet Akif, bu ilk devrede Muallim Naci ve Abdül- rında şiir, çalışmakla, uğraşmakla olur. O, bu konuda şöyle hak Hâmid’in tesirinde kalmıştır. Bilhassa dil üzerindeki diyor: hassasiyeti onun Naci’ye olan ilgisine bağlanabilir. “ Zannederler ki şair tabiat karşısında oturur, İlhamları­ kif 1898 yılında neşrettiği yirmiye yakın şi­ nı toplar, hemen kalemi eline alarak şiirini yazar. Hiç de A irden sonra 1908’e kadar adeta susar. Eşref Edib’in öyle değil. Odaya kapanıp ter dökecek, düşünecek, yoru­ 14 Ağustos 1908’de çıkarmaya başladığı Sırât-ı Mustakîm lacak, uğraşacak. Yüz ter dökerek bir beyit meydana gelir. (daha sonra Sebilür- Ben manzaraları odama getiririm. Orada kafa yorarım. Ter reşad) Akif için önemli bir neşir vasıtası oldu. Akif’in şiir­ döker, dört duvar arasında şiir yazarım.” leri, Sırât-ı Müstakim’in sayfalarını âdeta doldurdu. Mehmet Akif şiirlerini yedi kitap halinde bir araya getir­ Akif şiir yazmaya başlamadan önce konuyu bir mühen­ di. İlk şiir kitabı olan Safahat, daha sonra Akif’in yedi ki­ dis gibi, bir mimar gibi düşündüğünü söyler. Konuya tıpkı taptan meydana gelen şiir külliyatının umumî ismi oldu. bir binanın yapılışı, ortaya konuluşu şeklinde yaklaşır. Nasıl mimar, binanın planını, odaların, salonların, merdivenin, S a fa h a t’te yer alan yedi kitap sıra ile şöyledir: 1. Safahat: 1908-1910 yılları arasında Sırât-ı M ustakîm ’de balkonların yerini önceden tayin ederse, şair de şiirine na­ çıkmış şiirlerden dördü dışında hepsi bu eserde yer aldı. Sa­ sıl gireceğini, nasıl geliştireceğini, nelerden, nerede, ne öl­ fahat, safhalar, devreler demektir. Sadece bu isim bile A kif’­ çüde söz edeceğini önceden düşündüğünü, hazırladığını in dikkat sahasının genişliği hakkında bize açık bir fikir söyler. verebilir. Bu genişlik içinde, toplumumuzun sosyal ve si­ Mehmed Akif’in şiir yazış şekli hakkında canlı bir hatı­ yasî sarsıntılarını, bu sarsıntılar karşısında insanımızın tav­ rayı Mahir Iz’de görüyoruz, tz, şöyle diyor: “ Bir gün sade kahvesini götürmeye gitmiştim. Dönüşte rını, çöküntü sebeplerini, günün olayları ile birlikte ele elinde tashih edilmekten beyazı kalmamış bir sahifeye bak­ alınmış, son derece mükemmel bir şiir yapısı içinde işlen­ tığını gördüm. Kahvesini verdikten sonra, ben de dikkatle miş buluruz. Küfe, Mahalle Kahvesi, Meyhane, Kocakarı baktım. Bir de ne göreyim ? Âsim ’m bir tashih sahi fesi. Ben ile Ömer, Hasta, Seyfi Baba bu kitapta yer alır. birden bire hayrette kaldım. Safahat’i okurken bize öyle ge­ 2. Süleymaniye Kürsüsünde: Eser, İslâm dünyasını do­ lirdi ki, üstâd sanihalarmı hiç düzeltmeden sahi felere geçi­ laşmış bir vâizin, şahsî dostu, Abdürreşid İbrahim Efen- yor, çünkü ifadeler o kadar tabii ve selis ki, mısraların bir di’nin ağzı ile yazıldı. 1912 yılında basıldı. düşünce mahsulü olduğu kat'iyyen hatıra getirilmiyor. Ken­ Akif cemaat adamıdır. Daima topluluklara hitap etti. Hi­ disine bu hususu söyleyince: “ Sen ne diyorsun? Bir kelime tap ettiği toplulukları İslâm'î iman esas olmak üzere, milli için bir hafta düşündüğüm o lu r" diye cevap verdi, donup değerler etrafında toplamaya çalıştı. Süleymaniye kaldım.” Kürsüsünde:Akif sadece ülkemizin değil, bü­ £ kif, üzerinde uzun müddet düşünülmüş, tün İslâm âleminin durumunu dile getirdi. Eserde, Rusya planı yapılmış şiirlerin tesirli olabileceği kanaatinde­ müslümanları üzerinde şiddetli tazyik olduğuna işaret etti. dir. O, şiirin dağınık kelimeleri bir araya toplayan bir ya­ Türkistan’da, bir zamanlar ilim ve irfan merkezi olan Taş­ pısı olduğu kanaatindedir. Ve tesirinin de buradan geldiğine kent, Buhara, Semerkant’ın cehalet ve zilletin kol gezdiği yerler haline geldiğini belirtti. Çin ve Mançurya müslüman- inanır. O, şiiri bir pertavsıza benzetir. “ Güneşin dağınık huzmeleri yakmaz. Fakat bu huzme­ larının da aynı durumda bulunduğunu üzülerek ifade etti. ler, mihrak noktasına gelir de orada teraküm ederse yakar, İstanbul’un da söylediği yerlerden pek farklı olmadığına dik­ işte o noktayı bulmaktır. Bütün mukaddem at o noktada te­ kati çekti. cemmu ederse, şiir ancak o zaman müessir olur. Eserinin sonunda Islâmi bir inkılâbın mutlaka gerçekleş­ tirilmesi üzerinde ısrarla durdu. Şiir hakkında kanaatlerini bu şekilde ifade eden Mehmed

76 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI Aralık/86

3. Hakk’ın Sesleri: Bu eserdeki 8 âyet bir hadisin açıkla­ ümit ve imân aşılayan şiirleri ile M ısır’da yazdıklarını bir ması ile millete düştüğü felâket girdabından kurtulma yolla- araya getiren eserdir. rım göstermeye çalıştı. Eser 1913’te basıldı. Âyetlerden ve bir Tercümeleri: 1. Müslüman Kadını (Ferid Vecdi’den, hadisten hareket eden Âkif, tembelliğe, hissizliğe, yeise, akıl­ 1909), Hanoto’nun İslâmiyete Hücumuna Karşı Şeyh Mu- sızlıklara, cehalete ve milletin içine serpilen ayrılık tohum­ hammed Abduh’un Müda­ larına saldırıyor, milleti uyandırmaya çalışıyor. faası (1915), İslamlaşmak (Sait Halim Paşa’dan, 1919), İs- 4. Fatih Kürsüsünde: 1914 yılında neşrolunan eser, vaaz lâmda Teşkilat-ı Siyasiye (Sait Halim Paşa’dan, 1922. Tef­ Şeklinde tek şiirdir. Muhteva olarak Hakk'ın Sesleri’ne ben­ riki halinde Sebilürreşat’tadır.) İçkinin Hayat-ı Beşer’de zer. Şair aynı konuları dile getiriyor. Dış âlemden, onun Açtığı Rahneler (Abdülaziz Çaviş’ten, 1923), Anglikan Ki- Perişan hâlinden hareket ederek, kendi iç ızdıraplarım da lisesi’ne Cevap (Abdülaziz Çaviş’ten 1924). ifade eder. 5. Hatıralar: Âkif bu eserinde 1. Cihan Harbi sırasında serlerinin çoğunu yirminci yüzyılın ilk çeyreğinin felâ­ kaptığı seyahatlerdeki müşahadelerini anlatır. 1917 yılında E ketli yılları içinde veren, şiir ve nesirlerinde, devrinin basıldı. millet ve devlet hayatının bütün özelliklerini işleyen, mille­ 6. Asım: Hakk’ın Sesleri, Fatih Kürsüsünde ve Hatıra- timize sadece İstiklâl Marşı kazandırmakla değil, felâket­ iar’ın feryâdlı ifadesinden sonra Âsım ’a gelinir. Eser 1924’te leri “ ateşten göm lek” gibi giydiğimiz, kan ve barut kokusu basıldı. Ateşli bir müridin sukunet bulmuş, durulmuş, ye­ içinde geçen yıllarda, millî varlığımızı, gösterdiği yüksek mo­ ni istikametler gösterecek olgunluğa ulaşmış halini dile ge­ ral ve îman örneği ile çökmekten kurtaran, milletimize ümit tirir. Muhavere şeklinde yazılmış tek bir manzum hikâyedir. ve yeni bir ruh aşılayan, tereddüt göstermeden İstiklâl har­ bimizin mânevî mimarı olarak kabul edebileceğimiz, şiirle­ 7. Gölgeler: 1933’te Mısır’da basıldı. Bu eserde daha ön­ ri ile de edebiyatımızda erişilmesi zor, müstesna bir yere cekilerde görülmeyen bir lirizmle karşılaşırız. İstiklâl mü­ ulaşan Mehmet Âkif, üzerinde yeniden ve daima durulma­ cadelesinin o felâketleri “ ateşten gömlek” gibi giydiğimiz sı, yeni nesillere tanıtılması, örnek insan olarak gösterilmesi günlerinde, millî varlığımızı, çöküntüden kurtaran, millete gereken şahsiyetlerin başında gelir.

Ahmet Kabaklı’nın Dev Eseri TÜRK EDEBİYATI • Başlangıçtan bugüne Türk edebiyatının tarihi. Üç büyük cilt.

• Destanlar çağından günümüze Türk edebiyatının geçirdiği devirler. • Nesir ve nazım türleri, • Nazım şekilleri, • Başlangıçtan bugüne yazarlar, şâirler ve verdikleri eserler, • Y azar ve şâirlerden seçilmiş örnek metinler,

İndirimli olarak 8.000-TL’na vakfımızdan temin edebilirsiniz

NASIL ALACAKSINIZ ?.. 8.000- TL'nı posta havalesiyle "Ahmet Kabaklı, P.K.2 Sirkeci / İST" adresine gönderin. Makbuz elimize geçince kitaplac adresinize postalanacaktır. (Makbuza açık adresinizi yazmayı unutmayınız.)

77 FIKHU’S SUNNE Ayet ve Hadislerle İslâm İlmihali ve İslam Hukuku SEYYİD SABIK Namaz’dan cihad’a kadar, kadm-erkek bir müslümamn hayatında gerekli olan bilgileri açık, anlaşılır ve net bir üslûpla ortaya koyan bir eser. Dört cilt halinde yayınlanacak olan eser, şu konulan ihtiva etmektedir.

Birinci Cilt İkinci Cilt Üçüncü Cilt Dördüncü Cilt Taharet Zekât Cezalar Yeminler Abdest Fitre Zina Adak Namaz Oruç İçki Alışveriş Ezan İtikâf İftira Faiz Cum’a Mehir Hırsızlık Borçlanma Hac Kadın Haklan Kısas İcare Umre Nafaka Diyet Muzarea Zikir Cihad Mudarebe Dua Ganimetler Vekalet Vasiyet Feraiz. Ana başlıklar halinde belirtilen bu konular, Kur’ân ve Sünnetten deliller getirilerek ve o konuda imamlann içtihadlan da belirtilerek aynntılı biçimde ele alınmışlardır. Birinci cild Şehid Haşan El Bennâ’nın takdimiyle çıktı. Birinci Hamur 4500 Üçüncü Hamur 3500 KELİMU’T TAYYİB Kur’an ve Sünnette Dua ve Zikir İBN TEYMİYYE Dua ve Zikir Nedir. Dua ve Zikrin Faydalan. Rasûlüllah’m Dilinden Dualar. Arapça Metinli Fiatı: 450 TL. İSLÂMÎ KAVRAMLAR MEVDÜDİ Mevdudî nin İbadet, içtihad, icma, kıyas ve benzeri kavramlan ihtiva eden kitabı Fiatı: 1000 TL.

Toplu isteklerde %35 indirim yapılır.

PINAR YAYINLARI İsteme Adresi: Beyazsaray, Zemin Kat No. 31 Beyazıt/İST. Tel: 528 40 03 Hacıbayram Caddesi Meydan Sokak Hacıbayram/Ankara Tel: 11 02 10 Kitaplarımız aynca Birleşik, Derya, Tuğra Neşriyat ve Dağıtım’dan temin edilebilir. MEHMED AKİF ANIT SAYISI AraIık/86 Vaazları'ndan

Nasrullah Kürsüsü'nden Türk Milletine Hitap

Aşağıdaki vaaz, 19 Kasım 1920 (1336) günü Kastamonu Nasrullah Camiinde, büyük halk kütlesine dint-millî heye­ canlı bir hava içinde verilmiştir.

r ~ ------;------Bismillâhi'r-Rahmâni'r-Rahîm K i eyyühe'llezine âmenû lâ tettehzû bitaneten min dûni- küm lâ ye'lûnekum habâlen veddû mâ anittum, kadbedeti'l- bağdâu min efvâhihim ve mâ tufî sudûrubum ekber, kad heyyennâ lekümül-âyâti in küntüm ta'kilûn. ÂL-I İMKÂN SÛRESİ. Âyet: 118

Cenab-ı Hak buyuruyor ki: — Ey müminler, size ellerinden gelen fenalığı yapmaktan Çekinmeyen, bu hususta hiç bir fırsatı kaçırmayan, dininize Yabancı kimseleri kendinize mahrem-i esrâr dost, arkadaş it- t’haz etmeyiniz. Bunların sureti hakdan görünerek size gü- ler yüz göstermelerine, hayrınızı ister gibi tavırlar takınma­ larına asla kapılmayınız. Onların gece gündüz isteyip, dur­ dukları sizin felâketinizden izmihlâlinizden, esaretinizden başka bir şey değil. Baksanıza, size karşı kalplerinde besle­ dikleri düşmanlık o kadar dehşetli ki, bir türlü zaptedemi- yorlar da ağızlarından kaçırıyorlar. Elalbuki yüreklerinde kök salmış olan husumet, ağızlarından taşan ile kabili^ kıyas de­ lildir. Ondan çok fazladır, çok şiddetlidir, işte bütün haki­ katleri, âyatı celilemizle sizlere açıktan açığa tebliğ ediyo- ruz, bildiriyoruz. Eğer aklı başında insanlarsanız, eğer (iki dünyada) zelil olmak, hüsranda kalmak istemezseniz, bizim âyatı celilemizin gereğince hareket ederek felah bulursunuz. Bu âyatıcelile sure-i Âl-i imrândadır. Sûre-i Tövbede de: "hy müslümanlar, Cenabı Hak içinizden hak yolunda mü- cahede'de bulunanları, Allah ile onun Resuli Muhteremin­ den, bir de müminlerden kendisine dost ittihaz eyleyenleri Sürmedikçe sizler öyle başı boş bırakılacak mısınız zanne­ diyorsunuz1" Bu iki âyeti celileden başka diğer âyatı kerime daha vardır ki hep aynı ruhtadır. Ey Cemaati Müslümin! insan için kendi aleyhine bile çık­ sa hakkı, hakikati söylemek lâzımdır. Ben de bir zamanlar Kitabullahı tilâvet ederken bu gibi âyatı celileye geldikçe "aca­ ba sair milletlere karşı bir az şiddetli davranılmıyor mu? Ya­ bancılar hakkında daha merhametli olmak icab etmez mi idi?" gibi düşüncelere dalardım. Vakıa bu hatıraların sırf şey­ tani vesveselerden başka bir şey olmadığını bilirdim. Lâkin ti, Avrupa irfanı, Avrupa adaleti, Avrupa efkârı umumiyesi velev şeytâni olsun, o düşünceleri içimden söküp atıncaya nakaratından başka bir şey işitmedik. Kiminin adaleti, kimi­ badar hayli müdahalelere mecbur kalırdım. Acaba bu ves- nin hamiyeti, kiminin dehası, kiminin terakkiyatı kulakları­ Vesenin menşei ne idi? Burasını araştıracak olursak işi biraz mızı doldurdu. Lisan bilenlerimiz doğrudan doğruya bu he­ tabii görürüz. Öyle ya, gözümüzü açtık, Avrupa medeniye­ riflerin eserlerini, bilmeyenlerimiz tercümelerini okuduk.

79 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI Aralık/86

Edebiyatları, hele edebiyatlarının ahlâkî, İnsanî, İçtimaî mev­ mühim bir vazife ile Berlin'e gitmiştim. O aralık Almanya zuları pek hoşumuza gitti. Müelliflerinin kıymeti ahlâkiye hükümeti bize dedi ki; ve insaniyelerini eseriyle ölçmeye kalkıştık. İşte bu mukaye­ — Bizim meclisi meb'usanımızdaki bilhassa katolik melY seden itibaren aldanmaya, hatadan hataya düşmeye başla­ uslar kıyamet koparıyorlar: Almanlar gibi medeni vş fen sa­ dık. Bu adamların sözlerile özleri arasında asla münasebet, hibi, mütefennin bir millet nasıl oluyor da Müslümanlar gi­ müşabehet olamayacağını bir türlü düşünemedik. İşte oku­ bi, Türkler gibi vahşilerle ittifak ediyorlar? Bu, bizim için zül yup yazanlarımızın çoğuna ârız olan bu hata bir zamanlar değil midir?... diyorlar. Alman, makaleler yazınız, eserler ya­ bana da musallat oldu. Bereket versin ki yaşım ilerledi, tec­ zınız, biz onları Almancaya tercüme ettirelim. Ta ki, müslü- rübem arttı; hususile Avrupa'yı,Asya'yı, Afrika'yı dolaşarak manlığın da birdin, Müslümanların da insan olduğu, bun­ Avrupalı dediğimiz milletlerin esaret altına, tahakküm altı­ ların nazarında belirsin. na aldıkları biçare insanlara karşı reva gördükleri zulmü, gad­ Almanya hükümeti haklı idi. Çünkü Alman milleti naza­ ri, hakareti gözümle görünce artık aklımı başıma aldım. De­ rında Müslümanlık vahşetten, Müslümanlarsa vahşilerden min söylediğimi şeytâni vesveselere kapılmış olduğumdan başka bir şey değildi. Onların gazetecileri, romancıları; he­ dolayı Cenabı Hakka tövbeler ettim. le m ü steşrik denilip de şark (doğu) lisanlarına, şark ilim ve Dünyada AvrupalIları bihakkın anlayan ve anladığını da tenlerine, şark ahlâk ve âdatına vakıf geçinen adamları, men­ iki cümle ile hülâsa edebilen bir Müslüman varsa o da üm­ sup oldukları milletin efkârını asırlardan beri bizim aleyhi­ metin büyüklerinden faziletli ve bağışlanmış Hersekli Ho­ mize o kadar müthiş birsurette zehirlemişlerdi ki, arada bir ca Kadri Efendi merhumdur. Âlemi islâmın en faziletli erkâ­ anlaşma, bir barışma olmasına imkân yoktu. Biz o sırada ken­ nından Mısırlı Prens Abbas Halim Paşa bir gün sohbet es­ dimizi onlara tanıtmak için tabii elden geldiği kadar çalış­ nasında demiş ki; tık. Lâkin tamamile muvaffak olduğumuzu asla iddia ede­ "Hoca Kadri efendiyi zaten Mısır'dan tanırım. İrfanına, âli­ mem. Heriflerin taassubu yaman! Kökleşmiş birtakım kana­ cenaplığına, keremine hayran olurdum. Bir aralık Fransa'ya atler hakkı görmelerine mani oluyor. uğramıştım. Paris'te ilk işim bu muhterem Müslümanı ziya­ Harb esnasında bilirsiniz ki Almanya imparatoru İstanbul'a ret oldu. Kendisiyle biraz hoş beşten sonra dedim ki: gelmişti. Biz safderun Müslümanlar, Halife'nin müttefiki sı- — Hocam, senelerdenberi burada oturuyorsun. Şarkın, gar­ fatile o misafire karşı nasıl hürmette, nasıl ikramda buluna­ bın ilim ve fenlerine cidden vakıf nadir yaratılmış kimseler­ cağımızı şaşırdık. Bu şaşkınlıkta o kadar ileri gittik ki darül- densin. Yakinen gördüğün şeyler tabiidir ki tecrübeni, gör­ hilâfenin, yani İstanbul'un minarelerini kandil gecesi imiş günü arttırmıştır. Öğrenmek isterim. AvrupalIları nasıl bul­ gibi kandillerle donattık. Alman dosluk yurdu binası kuru­ dun? lacak denildi, bol keseden bir camimizi heriflere peşkeş çek­ — Paşa! Bu adamların güzel şeyleri vardır. Evet pek çok tik. Ha! Gelelim bizim bu gibi fedakârlıklarımıza karşı gör­ güzel şeyleri vardır. Lâkin şunu bilmelidir ki o güzel şeyle­ düğümüz mukabeleye! Düşmanlar Kudüs'ü bizim elimizden rin hepsi, evet hepsi, yalnız kitaplarındadır." gaspettikleri zaman bu felâket Harbi Umumî üzerine büyük Hakikat, Hoca merhumun dediği gibi AvrupalIların ilim­ bir tesir ika etmişti. Yani Filistin cephesinin bozulması mu­ leri, irfanları, medeniyetteki, sanayideki terakkileri inkâr olu­ harebe terazisini düşmanlarımızın tarafına epeyce eğdirmişti. nur şey değildir. Ancak insaniyetlerini insanlara karşı olan Binaenaleyh müttefikimiz olan Almanlarla yine Almandan muamelelerini kendilerinin maddi sahadaki bu gelişmele­ başka bir şey olmayan AvusturyalIların bu işten bizim kadar riyle ölçmek kat'iyen doğru değildir. Heriflerin ilimlerini, fen- müteessir olmaları icab ederdi. Ey Cemaati Müslimin! işte lerini almalı; fakat kendilerine asla inanmamalı, asla kapıl­ bakın ki Kudüs, velevki ingilizlerin eline geçmiş olsun, ve- mamalıdır. levki bu memleketin düşman eline geçmesi, bu cephenin bozulması yüzünden muharebe bizim hesabımıza kaybol­ Bunların bütün insanlara, bilhassa müslümanlara karşı öyle sun, tek Müslümanların elinde, Türklerin elinde kalmasın da kinleri, öyle husumetleri vardır ki, hiç bir suretle teskin edil­ hasmımız da olsa dindaşımız olan ingilizlerin eline geç­ mek imkânı yoktur. Görünüşte dinsiz geçinirler. "Vicdan sin, diyerek Viyanalılar şehrâyin (şenlikler) yaptılar. Evlerini hürriyeti'' diye kâinatı aldatıp dururlar. Hele müslümanları, donattılar. Bu maskaralığı men edip yakılan elektrik fenerle­ biz şarklıları taassubla itham ederler dururlar! Heyhat. Dün­ rini söndürünceye kadar Avusturya hükümetinin göbeği çat­ yada bir müteassıb millet varsa AvrupalIlardır, Amerikalılar­ ladı. Artık taassubun hangi tarafta, hürriyet ve müsamaha­ dır. Taassubdan hiç haberi olmayan bir millet isterseniz o da kârlığın hangi tarafta olduğunu bu misâllerle de anlamazsa­ bizleriz. nız kıyamete kadar anlayacağınız yoktur. Ey Cemaati Müslimin! Bilirim ki bu sözlerim sizin sene­ AvrupalIlara, Amerikalılara dinsiz derler. Size bir hakikat lerdenberi avutulmuş, uyutulmuş fikirlerinize, biraz aykırı ge­ daha söyleyeyim mi? Dünyada din ile en az bağlılığı olan lecektir. Onun için bir iki misâl getirmek icab ediyor: bir memleket varsa o da bizim memleketimizdir. Dünyanın Bilirsiniz ki bizim Harbi Umumiye girmemizden en çok en mamur, en yeni memleketi olan Berlin'de pazar günü bü­ istifade eden bir millet varsa o da Alınanlardı. Biz Alman­ yük kiliseler hıncahınç dolar. Hem kiliseleri dolduran cemaati larla birlikte olarak harbe girdik. Yüzbinlerce şehit verdik. avamdan ibaret zannetmeyiniz. Bütün zenginler, milletin mü­ Yüzbinlerce hanüman söndü. Milyonlarca sâmân kaynadı git­ nevver dediğimiz tabakasına mensup adamlar, temiz giyin­ ti. Şimdi Almanlar için ne lâzım geliyordu. Ne yapacaklar­ miş halk bu cemaati teşkil eder. İngiltere'ye gittiğiniz takdir­ dı? Şüphesiz bütün dünyadaki milletlerin kendilerine ilânı de şayet cumartesi gününden etinizi, ekmeğinizi tedarik et­ harp ettikleri bir zamanda böyle yegâne müttefikleri olan biz- mezseniz pazar günü aç kalırsınız. Çünkü kıyamet kopsa dinî leri sinelerine basacaklar, bütün gazeteleriyle, kitaplarile, bir gün olan pazar günü hiç bir dükkânı açtıramazsınız. İn- ediplerile, bütün muharrirlerile bizi alkış, teşekkür tufanına gilizlerduasız sofraya oturmazlar, duasız sofradan kalkmaz­ boğacaklardı. Heyhat!... Bu Umumî Harbin ilk senesinde ben lar.

80 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI Aralık/86

Rumeli zenginlerinden bir adam tanırım ki ziraat tahsili lerle vasıtalar ancak cemiyetler, şirketler tarafından meyda­ için bir oğlunu Amerika'ya göndermişti. Çocuğun kendi ağ­ na getirilebilir. Demek müslümanlar Allahın, Kitabullahın, zından işittim. Diyor ki: Resulullahın emrettiği, tasvip ettiği vahdete, birliğe, cemaa­ — Memleketin acemisiyim. Lisanlarını lâyikiyle bilmiyo­ te sarılmadıkça âhiretlerini olduğu gibi dünyalarını da kur­ rum. Nev-York'ta bir otelde bulunuyorum. Gece canım sı­ taramazlar. Her şeyden evvel birlik, topluluk, yardımlaşma. kıldı. Oturduğum odada bir piyano vardı. Azıcık tıngırtaya- Bir kere bunu elde edelim, alt tarafı Allahın inayetile kolay­ yım dedim. Sazın perdeleri üzerinde parmaklarımı hafifçe laşır. gezdiriyordum. Aradan iki üç dakika henüz geçmemişti ki Bununla beraber icabında AvrupalIlarla birleşebiliriz. An­ odanın kapısına yumruk inmeye başladı. Ne oluyoruz- diye cak bu birleşmek bize hiç bir vakit onların iç yüzünü unut- kapıyı açtım. Bir de baktım ki otelcinin karısı hiddetinden turmamalıdır. Yani vatanımızın, dinimizin menfaati, ticare­ ateş kesilmiş, bana alabildiğine söğüyordu. Karı benim ne timizin, servetimiz , refahımızın terakkisi namına icab eder­ barbarlığımı, ne saygısızlığımı, ne ahlâksızlığımı, hülâsa hiç se, mümkün olursa karşılıklı müşterek menfaatler üzerine tutar bir yerimi bırakmadı. Meğer o gece Hıristiyanların azi- bunlarla çekişe çekişe pazarlık ederek ittifak ederiz. Ancak zesinden, yani velilerinden birisinin gecesi imiş. Geceyi o bu pazarlıklarda son derece açık gözlü bulunmamız lâzım *reliye hürmeten ibadetle geçirmek icab edermiş! Piyano çal- gelir. mak maazallah küfür derecesinde günahmış! Artık karıya Biz Müslümanlar ise maalesef gerek içimizdeki, gerek dı­ memleketin acemisi olduğumu, bu hatanın benden kastım şımızdaki yabancıların sözüne kanıyoruz da birbirirpize iti- olmaksızın sadır olduğunu anlatıncaya kadar akla karayı seç­ mad etmiyoruz. Onlardan giydiğimiz külâhı kendi dindaş­ tim. larımıza, kendi kardeşlerimize giydirmek için uğraşıyoruz. Ey Cemaati Müslimin! Bizim diyarda cuma namazı kılı­ Cenabı Hak, (İnnemeT-mü'minûne ihvetun = Müminler, bir­ nırken tavla şakırtıları, sarhoş naraları duyulduğu nadir vak­ birlerinin kardeşlerinden başka bir şey değildir) buyuruyor- alardan değildir, zannederim. • ken, yazıklar olsun ki biz, o kardeşlikten çok uzakta bulu­ Görüyorsunuz herifler dinlerine nasıl sarılmışlar, asabiye­ nuyoruz. Ancak, ayda, âlemde bir kere camiye geliyoruz. Hu­ ti diniye meselesinde ne kadar ileri gitmişler! Bu da sebep­ zuru İlâhide birleşiyoruz. Fakat namazı bitirip pabuçlarımı­ siz değil. Çünkü onların doğar doğmaz beşikte, biraz büyü­ zı koltuklayarak dışarıya fırlayınca birbirimize karşı derhal yünce eşikte dinî, millî telkinat ile kulakları dolar. Yabancı­ ya hasım, yahut hiç olmazsa yabancı kesiliyoruz. Ayeti keri­ lara karşı husumet, düşmanlık hisleri her fırsattan bilistifade me var, bitmez tükenmez hadîs-i şerifler var. Bunlara göre; kendilerine verilir. Kendi cinslerinden, kendi dinlerinden, Müslümanlardan biri diğer dindaşlarını kendi öz kardeşi bil­ kendi renklerinden olmayan Allah kullarının, insan sayıla­ medikçe, onların neşesiyle sevinçli, keder ve matemile mah­ mayacağı, bunların kafalarına iyice yerleştirilir. zun olmadıkça tam Müslüman olamaz, imanın kemali Ce­ O sebepten bunların, bir maati Müslümine sımsıkı sarılmakla kaimdir. " M ü slü m a n ­ Şarklıyı, hele bir Müslümanı sevmesine imkân yoktur. Res­ ların derdini kendine dert etmeyen Müslüman değildir" bu­ samları, meydana getirdikleri türlü türlü resimlerle, şairleri yuran Resûl-i Hakim (Sallallâhü Aleyhi Vesellem Efendimiz' Şiirleri, hikâyecileri gayet maharetle yazılmış romanlarla, si­ Hazretleri) diğer hâdisi şeriflerinde buyuruyor ki; " D ü n y a ­ yasîleri gazetelerde hep onların bu hislerini canlandırır du­ nın öbür ucundaki bir müslümanın ayağına bir diken bata­ rurlar. cak olsa ben onun acısını kendimde duyarım. Bütün müs­ Anlıyorsunuz ya,biz nasıl yetişiyoruz, onlar nasıl yetiştiri­ lümanlar bir araya gelerek tek bir vücudu meydana geti­ liyor? Bu heriflere karşı olan duygumuzu hiçbir vakit onla­ ren muhtelif uzuvlara benzerler, insanın bir uzvuna bir has­ rın ilimlerine, san'atlarına sıçratmamalıyız. Çünkü medeni­ talık, bir acı isabet etse diğer uzuvların kâffesi o hasta uz­ yetin bu kısımlarında onlara uymazsak, yaşamamıza, mille­ vun elemine ortak oldukları gibi bir Müslüman da diğer din­ timizi yaşatmamıza imkân yok. daşlarının acısına, musibetine, matemine kabil değil bigâ­ Biz müslümanlar bin tarihinden itibaren çalışmayı bırak­ ne kalamaz. Kalabiliyorsa demek ki Müslüman değil." tık. Tembelliğe, ahlâksızlığa döküldük. AvrupalIlar ise, göz­ Ey Cemaati Müslimin! Milletler topla, tüfekle, zırhlı ordu­ lerini açtılar, alabildiğine terakki ettiler. Havalarda orduları­ larla, tayyarelerle yıkılmıyor ve yıkılmaz. Milletler ancak ara­ nı dolaştırıyorlar. Madem ki vatanın müdafaası farzı ayındır, larındaki rabıtalar çözülerek herkes kendi başının derdine, bu farzın bağlı bulunduğu sebepleri elde etmek farzdır; O kendi havasına, kendi menfaatini temin etmek sevdasına düş­ halde onların kuvvet namına neleri varsa hepsini elde etmek tüğü zaman yıkılır. Atalarımızın "kale içinden alınır" sözü için çalışmak farzı ayndır. Ne hacet: (Ve e'iddû lehüm mes- kadar büyük söz söylenmemiştir, evet, dünyada bu kadar sağ­ teta'tum min kuvvetin = Düşmanlara karşı ne kadar kuv­ lam, bu kadar şaşmaz bir düstur yoktur. İslâm tarihini şöyle vet tedarik etmeye, hazırlanmaya imkân bulursanız derhal bir gözümüzün önünden geçirecek olursak, cenupta, şark­ hazırlayınız) Emri İlâhisi sarihtir. Şüpheye, düşünmeye, ta­ ta, şimalde, garpta yetişen ne kadar, Müslüman hükümetleri şınmaya mahal yoktur. O halde ne yapacağız! Aramıza so­ varsa hepsinin tefrika yüzünden istiklâllerine veda ettikleri­ kulan fitneleri, fesadları, fırkacılıkları, komiteciIikleri, daha ni, başka milletlerin esareti altına girdiklerini görürüz. Em e- bin türlü ayrılık gayrdık sebeplerini ebediyen çiğneyerek el viler, Abbasiler, Fatımiler, Endülüslüler, Gazneliler, Moğol- ele, baş başa vereceğiz. Birden çalışacağız. Çünkü bugün lar, Selçukiler, Mağribiler, İraniler, Farslılar, Tunuslular, Ce­ dünyanın, dünyadaki hayatın tarzı büsbütün değişmiş. Yal­ zayirliler... hep bu ayrılık gayrdık hislerine kapıldıkları için nız başına çalışmakla bir şey yapamazsın. Toplar, tüfekler, saltanatlarını kaybettiler. Biz Türkiye Müslümanları dünya­ zırhlılar, şimendüferler, limanlar, yollar, teyyareler, vapurlar nın üç büyük kıt’asına hâkimdik. Koca Akdeniz, koca Kara­ elhasıl düşmanları bize üstün çıkaran, yarım milyar Müslü deniz hükmümüz altında bulunan cesîm cesîm memleket­ nıanın birkaç milyon frenge esir olmasını temin eden sebep­ lerin ortasında birer göl gibi kalmıştı. Ordularımız Viyana Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI Aralık/86

önlerinde gezerdi. Donanmalarımız Hind Okyanuslarında yok. Vakıa nisbetle havas (seçkinler) geçinen takım, bu şart­ yüzerdi. Müslümanlık rabıtası, ırkı iklimi, lisanı, âdatı, ahlâ­ ların pek ağır olduğunu biliyor, lâkin ilimler son derecede kı büsbütün başka olan birçok milletleri yekdiğerine sımsı­ icmalî Avam ise hiç bir şeyden haberdar değil. Zannediyor­ kı bağlamıştı. Boşnak Slavlığını, Arnavut Latinliğini, Pomak lar ki, memleketin kenarları, yani Hicaz gibi, Bağdad gibi, Bulgarlığını... elhasıl her kavim kendi kavmiyetini bir tarafa bir iki yer elimizden çıkmakla iş olup bitecek; Rumçli, İs­ atarak İslâm camiası etrafında toplanmış, Kelimetullahı iylâ tanbul, Anadolu, Suriye yine bizde kalacak, artık çiftçi çifti- için canını, kanını, bütün varını güle güle, koşa koşa feda le çubuğile, esnaf san'atıle, dükkânile; ülema medresesile, etmişti. Fakat sonraları aramıza Avrupalılar tarafından türlü mektebile; tüccar alışile verişile meşgul olacak! Heyhat! Düş­ türlü şekiller, türlü türlü isimler altında ekilen fitne, tefrika, manlarımız bizi ne hale getirmek için gecefi'gündüzlü çalı­ fesad tohumları bizim haberimiz bile olmadan filizlenme­ şıyorlar, biz ise hâlâ ne gibi hülyalarla kendimizi avutuyo­ ğe, dallanmağa, budaklanmağa başladı. O demin söyledi­ ruz!... Allah rızası için olsun, şu muahedenamenin bizim hak- ğim (bağlılık) gevşedi. Artık eski kuvveti, eski tesiri kalmadı. kımızdaki maddelerini okuyunuz. Okumak bilmiyorsanız bi­ Kalemizin içinden sarsılmaya yüz tuttuğunu gören düşman­ risine okutunuz da dinleyiniz. lar kendi aralarında birleşerek, yani biz Müslümanların me­ Maazallah onu kabul ettiğimiz gün acaba nemiz kalıyor? mur olduğumuz vahdeti onlar vücude getirerek birer hücum­ Bir kere Rumelinde hiç bir alâkamız kalmıyor. Çatalca istih- da yurdumuzun birer büyük parçasını elimizden alıverdiler. kâmatı da dahil olduğu halde denizin öbür yakasındaki mem­ Bugün bizi Asya'nın bir ufak parçasında bile yaşayamayacak leketler kâmilen gidiyor. Halife diye İstanbul'da bir şeyler hale getirdiler. bırakılıyor. Lâkin kendisine yalnız — tıpkı Roma'daki Papa Size bir vak'a anlatayım: Mısrı Ülyada dolaşıyordum. Orada gibi — yediyüz asker bulundurmak hakkı veriliyor. Vakıa Müs- aklı başında bir müslümanla görüştüm. Bahsimiz siyasete in­ lümanlar İstanbul'dan bu sefer kogulmuyor. Fakat Yunanlı­ tikal etti. Dedim ki: lar Çatalca istihkâmatına sahip olacakları için tabiidir ki, Çek­ — Şaşıyorum. Onbeş milyonluk koca Mısır'da yabancı as­ mece civarında istedikleri kadar asker yığarlar, Avrupa'da bir ker olarak az kuvvet gördüm. Nasıl olur da bu kadarcık kuv­ karışıklık zuhur ettiği gibi İstanbul'u alıverirler. vetle koca bir iklim muhafaza edilebiliyor? Şimdi bir sual varid olacak: Bu sualim üzerine o zat dedi ki: — Neden ingilizler İstanbul'u doğrudan doğruVa kendisi­ — O yabancı devletin ricalinden birile samimi görüştüm. ne almasın da Yunanlılara versin? Sizin aklınıza geleni ben de düşünmüş de demiştim ki: “Gü­ ingilizlerin bu kadar büyümesi, müttefiklerinin işine gel­ nün, yahut senenin birinde meselâ Osmaniı hükümeti kırk miyor. Binaenaleyh payitahtımızı da alacak olursa araları büs­ elli bin kişilik bir ordu hazırlayarak Mısır'a sevk edecek olur­ bütün açılacak. Ancak hem Rumeli'yi, hem Aydın vilâyetini sa siz ne yaparsınız?" Hiç birşey yapmayız. Müdafaa imkâ­ elinde tutabilmek için Yunanlılar kuvvetli bir donanmaya nı olmadığı için Mısırlarını kendilerine teslim eder çıkarız. muhtaçtır. Bunu ise çaresiz İngilizlerden tedarik edecek. An­ Yalnız şurasını iyi biliniz ki biz hiç bir zaman Osmanlıların laşıldı ya, İstanbul'un Yunan elinde bulunması demek, dai­ Mısır'a kırkbin kişi değil, kırk kişi sevk edecek derecede ya­ ma donanmasına muhtaç olduğu ingilizlerin elinde bulun­ kalarını, paçalarını toplamalarına meydan bırakmayız. mak demektir. Rumelinin, İstanbul'un, Aydın vilâyetinin Yu­ Memleketlerinde bitmez tükenmez meseleler çıkarırız. On­ nanlılar elinde bulunması ne demektir, biliyor musunuz? Ora­ lar birbirlerile uğraşmaktan göz açamazlar ki bir kere ol­ larda tek bir Türk Müslüman kalmaması demektir. Vaktile eski sun Mısır'a dönüp bakmaya vakit bulabilsinler/' Yunanistan'la Mora'daki halkın yarısı Rum ise yarısı da Müs- Ey Cemaati Müslimin! Gözünüzü açınız, ibret alınız. Bi­ lümandı. Bugün o havalide tek bir dindaşımız kalmamıştır. zim hani senelerdenberi kanımızı, iliğimizi kurutan dahili Bu antlaşma mucibince verilecek memleketlerde de bir müd­ meseleler yok mu, H a vra n meselesi. Yem en meselesi, Şam det sonra ayni hal zuhura gelecektir. Evet, Müslüman ahali meselesi, Arnavutluk meselesi, bilmem ne meselesi... Bun­ katliam ile korkutulacak, hicrete mecbur edilecektir. ların hepsi düşman parmağile çıkarılmış meselelerdir. On­ Bu muadehenin takib ettiği maksat şudur: Düşmanlar, biz­ lar öyle olduğu gibi bugünkü Adapazarı, Düzce, Yozgat, Boz­ den mümkün olduğu kadar fazla adam öldürtmek, kendi­ kır, Biga, Gönen, Konya isyanları da hep o mel'un düşman­ sinden son derece az insan hare etmek istiyorlar. O sebep­ lar işidir. Artık kime hizmet ettiğimiz, kimin hesabına birbi­ ten, bir taraftan Rum, Ermeni çeteleri teşkil edecek; bunlara rimizin gırtlağına sarıldığımızı anlamak zamanı zannediyo­ para, silâh dağıtarak, Türkler arasında para ile, yahut igfâl rum ki gelmiştir. Allah rızası için olsun aklımızı başımıza top­ ile adamlar bularak, bizi birbirimize doğratacaktır; ki bu za­ layalım. Çünkü böyle düşman hesabına çalışarak elimizde ten olup duruyor. İşte düşmanın, Anadolu'nun iç tarafların­ kalan şu bir avuç toprağı da verecek olursak, çekilip gitmek da çıkarttığı isyanları bastırmak için biz İzmir, Balıkesir cep­ için arka tarafta bir karış yerimiz yoktur. Şimdiye kadar düş­ helerindeki kuvvetimizi azaltmağa mecbur olduk da Yunan­ mana kaptırdığımız koca koca memleketlerin halkı hicret lılar burnumuzun dibine kadar sokuldular. edecek yer bulabilmişlerdi. Neuzübillah biz öyle bir akibe- Neuzübillâh muahedeyi kabule mecbur olduk mu, Ana­ te mahkûm olursak başımızı sokacak bir delik bulamayız. dolu'da asker besleyemiyeceğiz. Yalnız bir miktar jandarma kuvveti bulundurabileceğiz. Bu jandarmalar içinde külliyet­ SEVR MUAHEDESİ li miktarda Rum, Ermeni, Yahudi bulunacak. Zabitlerin yüz­ de onbeşi, ki tabii hep yüksek rütbeliler olacaktır, ecnebi­ Zaten düşmanlarımızın tertip ettikleri sulh şartları bizim den gelecektir. Anadolu mıntıka mıntıka ayrılıp her mıntıka için dünya yüzünde hayat hakkı, hayat imkânı bırakmıyor. bir ecnebi zabitin eline verilecektir. Bu sefer Anadolu'nun bir hayli kısmını yeniden dolaştım, hal­ Meselâ Karadeniz kıyıları mıntıkasındaki İngiliz zabiti bü­ kın fikrini yokladım. Baktım ki zavallıların bir şeyden haberi tün inzibat kuvvetlerine kumanda edecek; o zaman istediği

82 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI Aralık/86 gibi Rum, Ermeni çeteleri vücuda getirerek Müslümanların cağından hem ekmez, hem fakir düşer. Buna karşı ne çare üzerine saldırtacaktır. Nitekim, bu usulü ingilizler Kars'da, olabilir? Evet, çare hariçten gelecek ekin ve sair yiyecek şey­ Ardahan'da; Fransızlar Adana'da, Maraş'da pek güzel tatbik lere öyle bir gümrük koymaktır ki, bu gümrüğü verecek ec­ ettilpr. nebî tücar piyasada malını Anadolu'dan gidecek maldan Bilirsiniz ki Anadolu'nun iki mühim iskelesi vardır: Biri daha pahalıya satmak mecburiyetinde kalsın. İşte Franc"> gi­ İstanbul, biri İzmir. Elimizdeki üç buçuk şimendifer hattı bu bi, Almanya gibi toprağı çok zengin olmayan hükümetler iki limanda nihayet buluyor. Şimdi İstanbul sözde bize bı- kendi köylerini hep bu usul sayesinde kurtarabilmiştir. Biz­ rakılıyorsa da oranın idaresi, gümrükleri, vergileri zabıtası de bu çareye müracaat kabil olamayacağından müdahaleyi kâmilen başka ellerde, yani bizim dahil olmadığımız bir ko­ kabul ettiğimiz gibi çiftçimiz bitecektir. misyon elinde bulunuyor. Bu komisyonda tabii, düşmanlar Gelelim sanayie: Bilirsiniz ki memleketimizde bir çok hâkim olduğundan bizim ihracatımıza, ithalâtımıza istediği ham eşya yetişir: Keten, kenevir, pamuk, yün, tiftik, deri, son­ gibi müşkülat çıkaracak Gümrük tarifesini, şimendüfer tari­ ra türlü türlü madenler. Biz bunlardan istifade edemiyoruz. fesini, liman tarifesini ona göre tertip ederek Anadolu'daki Meselâ bir dokuma fabrikası yahuLdemir fabrikası açmaya Müslümap tüccarı tamamile iflâs ettirecek. Zaten mütareke­ kalkışsak, Avrupa'nın, Amerikanın fabrikalariyle başa çıka­ den beri İstanbul'daki Müslümanların ticaretine el altından mayız. O halde ne yapmalıyız. Bizim sanayimiz de onların hep böyle güçlükler çıkarılmıştır. Bundan maksat ise Müs­ sanayii derecesini buluncaya kadar hariçten gelecek mamulât lümanları fakir, sefil bırakmakdır. üzerine münasip bir gümrük koyabilmeliyiz. Koyamadığı­ Bu muahede mucibinde devletimizin bütçesi İngiliz, mız gibi hiç bir müessesemiz, hiç bir fabrikamız bir sene dansız, İtalyan murahhaslarından (delege) mürekkep bir ko­ bile yaşayamaz. Bilirsiniz ki kendimize mahsus tezgâhları­ misyon tarafından tertip olunacaktır. Bu komisyonda bizden mız, bezlerimiz vardı. Bunlar memleketimizin her tarafın­ hiradam bulunacaksa da rey sahibi olamayacaktır, yâni düş­ da satılıyordu. Ahalimize de bir çok menfaat temin ediyordu. man bu komisyonda istediğini yapacaktır. O halde verdiği­ Halbuki ecnebî fabrikaları ile rekabet edemediğinden dola­ miz vergiler hep Rumların, Ermenilerin menfaatine sarf yı ezildi gitti. Şu halde halkımızın ziraatini, sanayiini ileri olunacaktır. Onların çocukları bizim paramızla.mektepler götüremez, ticaretini de gayri müslümlerin vergi vermeme­ açıp okuyacaklar, adam olacaklar, Sanatı, ticareti, ziraati kâ-' si yüzünden başa çıkaramazsa tabiîdir ki sefil olur, perişan milen ellerine alacaklar. Bizden yalnız ırgad yetişebilecek. olur. Haydutluktan başka yapacak bir iş bulmaz. Gelelim ahidler (anlaşmalar) meselesine: Ey Cemaatı Şimdi bir mühim mesele var. Onu tetkik edelim: Ne­ Müslimin; Frenkçe bir kelime var. Kapitülâsyon! Mânası: bi- den düşmanlar bizim mahvımızı temin için bu kadar uğra­ *im bilerek bilmiyerek, keyfî yahut sıkışarak, ecnebilere ver­ şıyorlar? Evet, bunlar Harb-i Umuminin bidayetinde “biz diğimiz eski imtiyazlardır. Bunların bir kısmı adliyeye aittir. bütün milletlerin istiklâli için harbediyoruzi'tekerlemesini Meselâ içimizde yaşayan ecnebî tab'asından biri ne yapar­ boyuna tekrar edip durdukları için mahkûmiyetleri altında sa yapsın, hükümetimiz tarafından tevkif olunamaz. Caniyi bulunan yüz milyon Müslümana da istiklâl sevdası geldi. kakalamak için mutlaka mensup olduğu sefaretin adamı hazır Mısır'da, Hind'de birbiri ardınca isyanlar başladı. Vakıa onlar olmalı. Tevkif olunduktan sonra sefaretine teslim edilmeli, bu isyanları kendilerine mahsus olan müthiş bir vahşetle bas­ binaenaleyh ecnebiler bu muahededen evvel bizim içimiz­ tırdı. Lâkin bunların bir daha baş kaldırmamaları için dün­ de alikıran kesilmişti. Adam döverler, adam vururlar, adam yada hiç bir müslüman memleketin müstakil kalmaması öldürürler, ötekinin berikinin emlâk ve arazisini gasbeder- lâzımdı. Mütakereden sonra ise müstakil olarak iki Müslü­ ier. Bütün yaptıkları yanlarına kalırdı. Biz bu imtiyazları har­ man hükümet kalmıştı ki biri bizdik. Diğeri de İran idi. Bili­ bin başlangıcında kaldırmıştık. Şimdi sulh şartlarını kabul yorsunuz ki İran Hükümeti İslâmiyesinin icabına baktılar. fiğ im iz gibi bunlar yine gelecek. Hem nasıl avdet edecek Himayelerini lânet halkası gibi Acemlerin boynuna geçir­ biliyor musunuz? Avrupa devletleri teb'asına ait ve mahsus diler. O halde yalnız biz kaldık. Ey Cemaati Müslimin! Biz olan o imtiyazlar şimdi Rumlara, Ermenilere, Yahudilere de ise asırlardan beri Âlemi İslâmın başında olarak ehli salible irile ce k. Artık bunun ne demek olduğunu bunaklar bile (Haçlılar) çarpışıyoruz. Dünyanın bütün Müslümanları se­ anlar. lâmetlerini, necatlarını (kurtuluş), yıllardanberi hasret olduk­ Gelelim bu imtiyazların İktisadî kısmına: Ecnebi tabası ları istiklâllerini kurtarmak için bizden örnek alıyorlar. temettü, belediye ve saire gibi vergilerden müstesnadırlar “Yüzlerce milyon Müslümana nisbetle bizim bir avuç me­ Imuaf tutulmuş). Şimdi Rumlar, Yahudiler, Ermenilerde müs­ sabesinde olan halkımızın ne ehemmiyeti vardır?" deme­ tesna olacaktır. Açıkçası bütün parayı Müslümanlar verecek­ yiniz...... ler bütün parsayı içimizdeki gayri müslimler toplayacak! Kuvvetleri kudretleri pek büyük iki müthiş tehli ke Ya gümrükler meselesi... O da bir âfet! Biz başka mem- varmış: Biri onların kendi tabiri veçhile İslâm tehlikesi, di­ leketler gibi gümrüklerimize sahip değiliz. Memleketimize ğeri komünistlik tehlikesi! İslâm tehlikesini herifler çoktanberi s°kulan eşyadan istediğimiz gümrüğü alamayız. Halkımızın hesaba almışlardır da ona göre ellerinden gelen tedbiri tat­ jakir düşmesine en birinci sebep budur. Bunu biraz izah ede- bikten geri durmamışlardı. Lâkin altı yedi senedenberi de­ hrn. Evvelâ ziraatimizi ele alalım. Rusya gibi, Romanya gi­ vam eden bu harb bir çok hesapları alt üst etti. Bir çok bi» Amerika gibi toprağı zengin memleketlerde ekin pek tahminler yanlış çıktı. Bugün düşmanlar artık müstemleke­ Ucuza mal oluyor. Heriflerin vapurları, şimendüferleri de çok lerindeki insanlardan eskisi gibi emin olamıyorlar. Beşeri­ olduğundan dünyanın her tarafına kolaylıkla arpa, buğday yetin gözü açıldı. Mahkûm milletler kendilerinin hâkim Gönderiyorlar. Binaenaleyh bu memleketler İstanbul piya­ milletler elinde ne büyük bir kuvvet olduğunu bu sefer göz­ n ın a döktükleri ekini bizden, yani Anadolu'dan daha ucuza lerde gördüler. Kanlarını, canlarını kimlerin hesabına dök­ T*al edebilirler. Bizim çiftçilerimiz ise malını İzmir, İstan- tüklerini anladılar. Harbin her türlü safhalarında bulundular. bol gibi büyük şehirlerde kurtarabilecek para ile satamaya- Hücum nedir, müdafaa nasıl olur? En son ¡cad olunmuş si­

83 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI Afalık/8fi lâhlar, bombalar nasıl kullanılır? Hepsini bilfiil öğrendiler. Şimdi beri taraftaki dindaşlarımıza, kardeşlerimize düşen va­ Hele tahakkümleri, esaretleri altında yaşadıkları AvrupalI­ zife Anadolumuzun diğer cihetlerindeki düşmanları deni­ ların kendilerini harbe sürüklerken verdikleri vaadlerin hiç ze dökerek o murdar paçavrayı büsbütün parçalamaktır. Zira birinin aslı faslı olmadığına bu gidişle kıyamete kadar ken­ o parçalanmadıkça İslâm için, Türk için bu diyarda beka im­ dileri için hürriyet, refah, rahat yüzü görmek nasip olmıya- kânı yoktur. cağına iyice inandılar. Bugün cihan eski cihan değil. Hele Ey Cemaati Müslimin! Hepiniz bilirsiniz ki buhranlar Asya hiç o bildiğimiz halde bulunmuyor. Bilumum şarkta içinde çırpınıp duran bu dini mübin, bü mübarek yurt biz- bilhassa Müslümanlarda büyük bir intibah, bir uyanıklık mev­ lere Allahın emanetidir. Kahraman ecdadımız'bu İlâhî ema­ cut. Asya'nın kuzey kısmında yaşayan dindaşlarımız büsbü­ neti korumak uğrunda canlarını feda etmişler, kanlarını seller tün denilecek derecede silâhlı, kalanlar da bir taraftan gibi akıtmışlar, muharebe meydanlarında şehit düşmüşler silâhlanıyor, fikirler gittikçe değişiyor. İstiklâl sevdaları her Rayeti İslâmî (İslâm bayrağı) yerlere düşürmemişler. Müba­ yerde uyanıyor. İşte bütün bu hareketler İslâm tehlikesi na­ rek naaşlarını çiğnetmişler, yurdun harimi pakine yabancı mı altında toplanarak düşmanlarımızı titretiyor. ayak bastırmamışlar. Babadan evlâda asırdan aşıra intikal ede İkinci tehlikeye gelince: Komünistlik denilen bu hare­ ede bize kadar gelen bu çok büyük emanete hiyanet kadar ket Avrupanın doğrudan doğruya kalbine çevrilmiş bir si­ zillet (bayağılık) tasavvur olunabilir mi? Yoksa bizler o mu­ lâhtır. Senelerdenberi sosyalistlik namı altında için için azzam ecdadın ahfadı değil miyiz? Ağyar (yabancı) eline ge­ kaynayarak Avrupa hükümetlerini ürkütüp duran bu hare­ çen Müslüman yurtlarının hali bizim için en tesirli bir levha-i ket bugün artık yanar dağlar gibi alevler saçmaya başladı. ibrettir. Endülüs diyarını gözünüzün önüne getirin. Cihanın Bu yangının kıvılcımları Paris, Londra, Roma ufuklarına da­ bu en mamur, en medenî, en mütefennin iklimi, vaktile si­ ğılır, oralarda yer yer yangınlar çıkarır oldu. Çünkü hükü­ nesinde on milyon Müslüman barındırırken, bugün baştan metleri ne kadar uğraşsa, ne kadar çabalasa buna karşı başa dolaşsanız, tek dindaşımıza rast gelemezsiniz. Allahın gelemiyor. Zaten böyle bir yangın için Avrupanın her tara­ birliğini garbın ufuklarına yetiştiren o binlerce minarenin yer­ fında istidad vardı, hazırlık vardı. Sermaye sahiplerile (işçi­ lerinde çan sesleri var. İrfanın, ümranın son ucuna var­ ler) arasında gerginlik son senelerde bilhassa bu muharebe mışken birbirlerine düşerek vatanlarını üç buçuk İspanyola esnasında son dereceyi bulmuştu. Bu adamlar diyor ki: karşı müdafaadan âciz kalan bu zavallı dindaşlarımızdan ol­ — Bu harp, bu yedi senedenberi devam eden âfet kırk, sun ibret alalım da İslâmın son sığınağı olan bu güzel top­ elli milyon beşerin doğrudan doğruya harp meydanlarında rakları düşman istilâsı altında bırakmayalım. Ye'si, meskeneti, helâkine sebep oldu. Bir o kadar insanı da bu sönen hayat­ ihtirası, ayrılığı büsbütün atalım, azme, mücahedeye, vah­ ların arkasında kimsesiz, perişan bir halde bıraktı, mânevî dete sarılalım. Cenabı Kibriya, hak yolunda mücahede (din bir ölüme mahkûm etti. Netice ne oldu? Bir kaç zalim hü­ uğrunda savaş) için meydana atılan azim ve iman sahipleri­ kümet istibdadını artırdı. Milyarlarca servet sahibi bir kaç le beraberdir. muhtekirin hâzinelerini, kasalarını doldurdu. Fukara taba­ kasının, işçi tabakasının sefaletini artık tahammül edilme­ yecek derecelere getirdi. Ahlâk namına, haya namına, n'z Ya İlâhi bize tevfikini gönder! — Amin! namına, haysiyet namına insaf namına bir şey bırakmadı. Doğru yol hangisidir, millete göster! Hepsini sildi süpürdü. Kimsenin kimseye emniyeti, itimadı —Amin! kalmadı. Âlemi beşeriyet her türlü insanlık duygularından Ruhi İslâmî şedaid sıkıyor, öldürecek sıyrılarak yırtıcı hayvanlar derekesine indi. O halde biz ki­ Zulmü tedib ise maksudi mehibin gerçek, min için çarpışmış, hangi gayeye hizmet etmiş olduk? Bu­ Nare yansın mı beraber bu kadar mazlumin? nunla beraber sulh şartları diye ortaya atılan hezeyannameler Bigünahız çoğumuz, yakma İlâhi! bundan böyle milletlere asla rahat huzur temin etmiyecek- —Amin! tir. Bilâkis bunların aralarındaki uyuşmazlıkları, husumetle­ Boğuyor Âlemi İslâmî bir azgın fitne; ri, rekabetleri, kinleri, intikam hislerini büsbütün Kıt'alar kaynayarak gitti o girdap içine körükleyecektir. Artık beşeriyet buna tahammül edemez. Ar­ Mahvolan aileler bir sürü masumundur; tık sefil mahiyetleri bütün çıplaklığı ile meydana çıkan bü­ Kalan âvârelerin hali de malûmundur. tün bu teşkilâtı, bütün bu müesseseleri yıkmalı, yerine Nasıl olmaz ki tezelzül veriyor arşa emin? venilerini koymalıdır. Ey Cemaati Müslimin! Sakın bu sözlerimden benim ilim Dinsin artık bu hazin velvele yarab! — A m in ! düşmanı, maarif düşmanı, terakki düşmanı olduğuma zâhip olmayınız. Benim bütün insanlar hesabına bilhassa dindaş­ Müslüman yurdunu her yerde felâket vurdu; Bir bu toprak kalıyor dinimizin son yurdu. larım namına istediğim bir medeniyet varsa, o da her mâ- nasile pek yüksek, medeniyet dir. Garp medeniyeti O da çiğnendi mi, çiğnendi demek dini mübin; maddiyattaki terakkisini maneviyyat sahasında kat'iyyen gös­ Hakisâr eyleme yarab, onu olsun. — A m in ! teremedi. Bilâkis o ciheti büsbütün ihmal etti. Hayır ihmal V'elhamdü'llillâhi'r-Rabbilâlemîn etmedi; bile bile çiğnedi. AvrupalIların ne mal olduklarını anlayamayanlar zannederim ki bu sefer artık gözlerce ha­ talarını tashih etmişlerdir. Kelimeler: Tevfik: yardım, uygunluk; Şedaid: belâlar, musibetler; Tedib: cezalandırma; Mehib: heybetli, büyük; Mazlûmîn: mazlûmlar; Te~ Bizi mahv için tertip edilen muâhede-i sulhiye paçav­ zelzül: zelzeleye uğrama, alt üst olma; En in: inilti, feryat; Hakisâr rasını mücahitlerimiz şark tarafından yırtmaya başladılar. ayak altı, dümdüz.

84 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI Aralık/86

Vaazları'ndan

Akif'in Balkan Harbi'nde verdiği vaaz

müzle görmedik. Haydi zamanımızda, fakat başka ik­ BismT İlâhi' r-Rah mâni ‘r-Rahîm limlerde yaşayan dindaşlarımızın felâketine bakarak kendimize gelmiyoruz; çünkü zavallıların kaynayıp git­ İS eyyuhe'llezine â tn tm 'tkyküm enfiiseküm..../// tiği adem girdapları bizim denizlerimizden uzakta bu­ lunuyor. Lâkin şu bizim kendi gözümüzün önünde ge­ MEALİ çen, kendi başımızın üstünde dönen facialardan olsun ibret almak yok mu? Ey iman edenler, başkalannın hesabını sizden sormazlar; siz kendinize bakınız. Müslümanlar pek iyi bilmelidirler ki, bizi dört taraf­ N MİDE SOBESİ. Nj. kyet: 105. ¡B irim i tan çeviren felâkette her ferdin, evet, bilâ istisna her fer­ din bir mes’uliyet hissesi vardır. Eğeç herkes gerek ken­ di nefsine, gerek Halikına, gerek dindaşlarına, vatan­ daşlarına karşı ifa ile mükellef bulunduğu vazifeleri ih­ Meâlini naklettiğimiz hitabı İlâhi doğrudan doğruya mal etmiş olmasaydı bu musibetler, bu belâlar, kabil de­ biz Müslümanlara ait iken, yazıklar olsun ki, hiç biri - ğil başımıza gelmiyecekti. âıiz o emri yerine getirmiyor; en kıymetli zamanları- fiıız, o nefsimizi murakabe altında bulundurmakla ge­ çecek saatlerimiz, günlerimiz, hatta ömürlerimiz hep Başkalarını muahaze edivermekle kimse vicdanı hu­ başkalarının hatasını araştırmakla, başkalarının fenalı­ zurunda mes’ul olmaktan, mahkûm olmaktan kurtula­ ğını sayıp dökmekle heder olup gidiyor. maz. Biz dört sene evvele gelinciye kadar geçen zama­ nı susup oturmakla; şu dört seneyi de oturup muttasıl Gerek İslâm cemiyetinin, gerek o cemiyetten bir fer­ söylemekle heder ettik. Efradının bütün azası atalete din hayri için teklif edilen işlere karşı: (Neme lâzım! mahkûm kalarak yalnız çenesi işliyen bir millet elbette fie üstüme vazife!) cevabı miskinanesini atalar sözü gi­ yaşayamız. bi aynen tekrar ediyoruz; cennetlik vücudumuzu azcık yormak şöyle dursun, ağzımızı bile açmıyoruz da me­ sele Zeyd’in, Amr’ın hareketlerini muahezeye gelince Biz sair milletlerden o kadar geri kalmışız ki, arada­ olanca faaliyetimizi, olanca talâkatimizi sarf etmekten ki mesafeyi tay edebilmek için her fert uhdesindeki va­ asla geri durmuyoruz! zifeden başka birde fedakârlık hissile mütehassis ola­ cak idi. Heyhat, bizler o vazifeyi bile külliyen ihmal et­ Yer yüzünün dörtte üç bölüğünü kaplıyan Müslüman­ tik. Büyük, küçük bütün efradın vazifesi muahezeye, ların yine dörtte üç bölüğü hiç bir eseri hayat göster- intikada münhasır kaldı. fiıiyor. Bu biçarelerin hayat âlemine, şüunu âleme (dün­ ya işlerine) afal afal bakan gözleri (Ne gelenden habe­ Memleketin en hamiyetli, en dirayetli, en doğru dü­ rim var, ne gidenden haberim!) mealini ne açık bir be­ şünen, en doğru söyliyen mahdut bir kaç evlâdına mün­ yan ile anlatıp duruyor. Geride kalan azlığın fırıl fırıl hasır kalmak şartile muahaze ve intikad milli selâme­ dönen nazarları ise başkalarının nekaisile (kusurlarile, tin yegâne çaresi olabilirsede bu hak taammüm ettiği eksikliklerde) uğraşmaktan baş alıp da bir kerecik ol­ (uınumileştiği) gibi o deva salgın bir hastalık kadar bü­ sun kendi muhitine, kendi şahsına, dönmüyor! Hülâ­ yük rahneler açar. Nitekim açtı. Şimdi hayatı milleti kö­ sa, ekseriyet tefritin, ekalliyet ifratın kurbanı olup künden sarsan İçtimaî hastalıklar içinde en dehşetlisi, ğidiyor. musap olduğumuz intikad hastalığıdır. Eslâf “Söz ayağa Müslümanlık fıtrî din, İlâhî din. hem en son İlâhî din düşmesin’’ derler, hem bu sukuttan pek korkarlarmış. olmak itibarile bir i’tidal dini iken nasıl oluyor da biz- Ancak onlar bir çok mütefekkir kafaları da ayak sıra­ •er hiç mu’tedil bir hattı hareket takip edemiyoruz? Bu- sında görürlermiş. O şiddet pek fazla idi; lâkin hiffetin fiun cevabı pek kolaydır: Çünkü Müslüman namı altın­ (hafifliğin) bu kadarı da ayni akibeti husule getirir. Ni­ daki cemaatin çoğu İsİâmın aslından ve dosdoğru şeklin tekim getirdi. Şimdi yapılacak şey bundan böyle olsun, den alabildiğine gafil. Dünyada, uküada bizi insanla- ağzımızı değil, gözümüzü açarak, kusurlarımızı yakın­ r>n en mes'udu sırasına geçirmeyi kâfil olan böyle bir dan görerek onları ikmâle; Allaha, ibadullaha (Allahın dini cehlimize kurban ettik; hâlâ da ediyoruz. Yazıklar kullarına) karşı mükellef olduğumuz vazifelerimizi hak- olsun. kile ifaya çalışmaktır. Ye’sin manası yoktur. (*)

İslâmiyeti şimdiki haline getirince artık hiç birimiz­ {*) Tarihini tespit edemediğimiz bu mev'izenin metninde de uyanıklıktan eser kalmadı; Ahlâkı fazılanın (değeri 2 ’nci Meşrutiyet kastedilerek, dört sene sonra konuşmanın y a ­ yüksek ahlâkın) ismini bile unutmak derecelerine düş- p ıld ığ ı açıklandığına göre Halkan Harbi sıralarına ait olması 'ük. Evet, haydi maziden ibret almıyoruz; çünkü gözü­ gerekir. ______

85 BOĞAZİÇİ YAYINLARI Yeni Kitaplarını Sunar

BOĞAZİÇİ YAYINLARI Prof. Dr. Muharrem Ergin'in

Bütün üniversitelerde ve yüksek okullardaki Türk Dili dersleri için YÖK müfredatına göre yazdığı TÜRK DİLİ 576 sahife • 2.000 TL (2. Baskı) Prof. Dr. Muharrem ERGİN’in diğer eserleri: OSMANLICA DERSLERİ • 1.800 TL ORHUN ABİDELERİ • 750 TL DEDE KORKUT KİTABI • 800 TL

.„.....„.M . Bu seneki İftihar listemiz:

• MİLLÎ KÜLTÜR DÂVÂMIZ / Prof. Dr. Emin BİLGİÇ • 900 TL • MAÂRİF MESELEMİZ / Prof. Dr. Emin BİLGİÇ • 900 TL • TÜRK MİLLÎ KÜLTÜRÜ (Dördüncü Baskı) / Prof. Dr. İbrahim KAFESOĞLU • 2.000 TL • İslâmlıktan Önce TÜRKLERD E TEK TANRI İNANCI / Prof. Dr. Hikmet TANYU • 1.400 TL • OSMANLI TOPRAK DÜZENİ ve BU DÜZENİN BOZULMASI (2. Baskı) / Prof. Dr. Halil CİN • 1.800 TL • İSLÂMIN AVRUPA’YA TESİRİ / Prof. Dr. Montgomery WATT / Çeviren: Doç. Dr Hulûsi YAVUZ • 900 TL • Bulgaristan Türklerinin Bitmeyen Çilesi: ÇANLAR VE ZİNDANLAR / Refik ÖZDEK • 800 TL • HZ. PEYGAMBER VE İLK MÜSLÜMANLAR / Yılmaz BOYUNAĞA • 800 TL

Toplu alımlarda öğrenci gruplarına özel indirim yapılır.

Sipariş adresi: BOĞAZİÇİ yayinlari / p .k. 1397 • İstanbul Banka havalesi: Yapı ve Kredi Bankası çemberlitaş şb 2059 hs. Posta çeki: 135143 Telefon: 522 27 23 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI Aralık/86 r

Destanı Kafiyeleştiren Adamın Gözyaşları

ğleye doğru, gözleri ufukta olan Eşref Bey. Ö kendi Sudanı Hecininin muttarit ayak sesleriyle, “Oğlunu Kafkaslara, Sinâlara, nârin siluetini ufukta gördü: Kum'un hususiyetlerin­ Galiçyalara gönderip, kendisi, tüyü den birisi de. ses nakletme hassası idi. Alışık kulaklar için, yeri dinleme gözün görmediklerini anlatırdı. bitmedik torununu yanma alip Biraz sonra. Reşid El-Hutevmi ııin Bedevi nezaketi­ tarlasında didinen ninenin çektikleri nin tecellisi olarak. Sudanı Hecinden Mehmet Akif, çe­ neden di? Hepsi vatan denen ve her vik bir hareketle atladı: Göçebe Arab. Eşref Beyin mem­ şeyden aziz büyük varlığın devamı ve nun olacağını tahmin ettiği için, cins deveyi, aziz dos­ tu Mehmet Akif'in altına çekmişti. bekası için değil mi idi?” Akif. Eşref Beyi gördüğü ânda “bir şeyler... ” oldu­ ğunu anlamıştı.... Hem de. her halde hayırlı bir şey­ miş koca adam, şimdi başı Eşret Beyin kendisi için ve­ ler... Havalı çöllerde geçmiş Hecinsüvarların kolaylı­ fa ve kadirşinaslık duygusu dolu omuzunda, mâsum bir ğı ve itiyadı içinde Sudan 'm cins hecin ‘inden yere at­ çocuk gibi hıçkıra hıçkıra, sarsıla sarsıla ağlıyordu: Bu ladı ve bir Teşkilât-ı Mahsusa kaptan ının disiplin şu­ göz yaşları. Çanakkale'de Mehmetçiğin oluk gibi dök­ uru içinde bir de “Hazırol!...’’ vaziyetine geçti: tüğü kan kadar cömert ve temizdi. Mehmet Akif'in tuğ- vaııı ne kadar siirdii? Eşret Bey. bu coşkunluğun zaman “ — Kaidemiz Allaha şükürler, tam ve arızasız gel­ mişlerdir.” dedi. Eşref Bev. şüphesiz kı vorguıı vedin- ve mekân payını hâlâ hatırlamıyor: Çünkü O da. bu İlâhî cezbenin tesirinde, başı omuzunda dayalı olanın heye­ ! lenmeye muhtaç olan Şair'in. hâdiseleri daima ümit ve canına kapılmış, o da gözyaşlarını tutamaz olmuştu: tevekkülle kucaklayan mizacına hayratı, onu bağrına Hepsi. Çanakkale'de kanını verenle, burada kızgın kum­ \ bastı: lar içinde hayatını vermeye gelenlerin dâvası aynı de­ “ — Ustad... Aziz üstad... Size hayatımın en büyük ğil mivdi? Oğlunu Kafkaslara. Sinâlara. Galiçyalara müjdesipi vereceğim. Bana bu saadeti bahşeden Cenab- gönderip, kendisi, tüyü bitmedik torununu yanına alıp ı ı Hakka nasıl şükredeceğimi bilemiyorum: Çanakka­ tarlasında didinen ninenin çektikleri neden di? Hepsi le'de muhteşem bir zafer kazandık. Sizin duanız mak­ vatan denonve her şeyden aziz büyük varlığın devamı bul oldu: Düşman, o muazzam donanmasını da bera­ ve bekâsı için değil mi idi? Biraz ötede, artık göremi- berine alarak, mağlûp ve makbur Boğazı terketti. İs- ven tek gözünü eliyle kapatmış Mümtaz Beyin erkek ve , tanbul kurtuldu, vatanın şeref ve haysiyeti halâs oldu. " dik hıçkırıkları, haberi öğrenen Teşkilât-ı Mahsusa'nııı Eşref Bev konuştukça Mehmet Akif'ten ne bir ses. hat- sadık ve emektar “ kaptan ” larınııı sesine karışıyordu. ■ tâ ne bir nefes duyulmuyordu. Adeta, donmuş, kalmıştı. O küçücük El-Muazzam istasyonu, kurulduğundan beri, ' Eşref Bev. bu hâl karşısında, rulıi bir ihtiyaçla, bu güç acaba böyle bir heyecan günü yaşamış mıydı, bir daha inanılır müjdeyi bu gerçekleşmesi için ömürler adanan, yaşıyabilecek miydi? kanla beslenmiş \ e kahramanlıkla inşa edilmiş rüva'nın Heyecan fırtınası dindikten sonra, şimdi, mes'ut tef­ HAKİKAT olduğunu teyit etmek ihtiyacını duydu: sirler ve tahminler başlamıştı: Artık Rusya çökerdi... “ — Müjdeyi bizzat Enver Paşadan aldım.” Asırlardır Türklüğün ve bütün beşeriyetin baş belâsı Dedi. Acaba Mehmet Akif bu son teyidi duydu mıT? olan Moksoflıık. rejimiyle, istibdad metodlanyla çöker­ Bilinmez... /.atını O. karşısındaki insanı derinliğine ve di. Bu çöküş, diinva için bir intibah olabilir miydi? (4). bütünlüğüne tanıyordu. Hey koca Tanrı!... Demek - Artık, tefsirler ve tahminler, yorgun çöl kafilesine din­ kendi tâbiriyle — "ilây-ı kelimetullâh — Allahın kut­ lenme mefhumunu unutturmuştu. Eşref Bey. Mehmet A k if in ısrarıyla. Medine yolunu yine açtırdı ve bizzat sal adını yüceltmek " için asırlarca, dünyanın dört bu­ cağında cömertçe kan dökmüş olan bıı nıerd. kahraman, kumandan Fahri Paşa ile görüştü: Fahri Paşa, zaferin haşmeti ve kat'I iği üzerinde öyle ferah­ büyük Milletin ne feth-i mübin beldesinin, ne haysiye­ çöl yolcularına latıcı izahat vermişti ki. El-Muhazzam istasyon memu- I tinin ezilmesine. Allah, müsaade etmemişti. Bu neti­ ce. Eşref Bey söze başladığı zamandan şu hüküm ânı'ııa ruıııın kiiçiiciik odasındaki reseptör'i)n çevresinde kü­ kadaı lıeykelleşmiş duran Mehmet Akif'i birden coştur­ melenen başların sahiplerinin saadet dolu kalbleriııiıı du: Dostunun boynuna ,ilildi... O sâkiıı. o gayrının he­ atışları, reseptör'iht muttarit seslerine karışıyordu. yecan re feverandan ayaklanmağı hâdiseler karşısında \’e. bu mutluluk. Reşid ETHııtevm î'nin. parasını ödi- sükûn ve vekarını bozunvan. o tevekkül \’e kadere rı­ yerek aldığına Eşref Beyi binbir yeminle inandırdığı. zanın ııi'Sİi içinde örneği, o bu hüyiik duygu ile edebi Teyme'deıı getirilmiş iki keçi yavrusunun zafer şerefi­ yalım ız.ı SAFAHAT adı altında ö'ıııez eserini ilıdâ et- ne kurban edilmesivle kutlandı!

87 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI Aralık/86

Hâlvandaki inzivagâhı Bizim oğlan (Tahir) cemaat oluyor, ben imam, beraber kılıyoruz. Birkaç Mısır'da. Kahire'den uzak bir köye. Hâlvana çekilmiş­ rekât sonra bakıyorum Tahir arkamda ti. Orda münzevi denecek bir tarzda yaşıyordu. Hafta­ da iki gün Kah ire 'ye iner. Darülfünundaki (1) dersini yok. o kadar dayanabilmiş. Artık ben okutur, dersten çıkar çıkmaz hemen trene atlar. Hâlva­ hem imam, hem cemaat oluyorum. na dönerdi. Bazen Prens Halim beyin dairesine uğrar. Imameddin İbadet hususunda tekâmülü beyi ziyaret eder; bazen de Ezhere gider , orada pek sevdiği Yozgatlı İhsan efendinin odasında oturur. Türk Eve döner dönmez hemen entarisini giyer, abdest alır, talebe ile birlikte çay içer, sohbet eder, geç kalmış gibi namaz vakti ise namazını kılardı. İnziva hayatı, sene­ hemen koşa koşa Hâlvana dönerdi. lerce Kur'an tercümesile meşguliyet, onu takva sahibi Kışın Abbas Halim paşa Hâlvana gelince daima onun­ yapmıştı. Kur'anı su gibi ezber okurdu. la görüşür. Kahire'de prens Halim beyi ziyaret eder, on­ — Allaha hamdolsun, demir hafız oldum derdi. Şim­ ların sohbetinden büyük zevk alırdı. Bir de Hâlvanda di Ramazanları teravihi hatimle kıldırıyorum. onun çok sevdiği bir dostu vardı: Abdulvelıhab Azzam. Ahlâkı da irfanı gibi yüksek olan bu aziz dost da onun — Hangi camide? için büyük bir varlıktı. — Camide değil, evde. Bizim oğlan (Tahir) cemaat Fakat yaz geldi mi. artık görüşecek kimse kalmaz oluyor, ben imam, beraber kılıyoruz. Birkaç rekât son­ büsbütün inzivagâhma çekilirdi. Ara sıra Ezherdeki bir ra, bakıyorum. Tabir arkamda yok. O kadar dayanabil­ kaç Türk talebe onu ziyaret eder, onlarla hoş vakitler miş. Artık ben hem imanı, hem cemaat o/uvorıım. geçirirdi. Yalnız son zamanlarda bir yaz İskenderiye'ye, bir yaz Dayanıklı Müslüman Antakya'ya, hastalığında da Lübnan ve Antakyaya bir kaç aylık seyahat yapabildi. Müderris İhsan efendi anlatıyor: Bazı Ramazan gece­ leri bizdeüstada cemaat oluyorduk. Yanlışsız okuyordu. Şehirde bunalması — Üstad. hakikaten siz demir Hafız olmuşsunuz, derdik.

Şehirde dolaşmaktan, kalabalıktan, insanlardan çok — Evet, derdi, ben bunu Hocama da yazdım. Dedim sıkılırdı, ben 932 de ilk Mısır'a gittiğim zaman Kahi- ki: "Ben Kur anı himmetinizle takviye ettim. Şimdi ha­ re'nin görülecek yerlerini bana göstermek için bir kaç timle teravih kıldırıyorum. Bana dayanıklı Müslüman gönder. ’ ’ saat şehirde kalışı onu adeta bunaltıyordu. Büyük bir izaz olmak üzere, birlikte Ezheri, müzeyi. Darülfünunu. Hayvanat bahçesini, büyük camileri gez­ Sükûnetti geçen zamanlan dik, ehramları gördük. Bir cuma günü de Mısır'ın, belki de İslâm aleminin Üstad Mısır'a hicret ettiği zaman iki sene kadar Ab­ en mümtaz, en güzel okuyan hafızı. Şeyh Muhammed bas Halim Paşanın misafiri oldular. Paşanın Hâlvanda­ Rıfatı dinledik. ki büyük sarayının karşısında küçük bir köşk var. Ora­ — Bir de buranın en meşhut muganniyesi Ummü Gül­ sı üstada tahsis olunmuştu. Üstad orada çok sakin, müs­ süm var. onu da bir gece sen gider, dinlersin, dedi. terih bir hayat geçirdi. (Firavunla yüz yüze] şiirini ora­ Görüyordum ki iistad şehirde bunalıyordu. Kahire- da yazdı. Bu şiirini Abbas Halim Paşanın refikai muh­ de biraz faz'a kaldık mı. çok sıkılıyordu. Geçirdiği mün­ teremleri Prenses "Fahriinnisa Hatice Hanım Efendi zevi hayat onu büsbütün şehirden uzaklaştırmıştı. O Hazretlerine ” ithaf etti. muazzam şehrin hiç bir şeyi onu eğlendirmez, cez- Burada geçirdiği senelerin hayatının en siikûnetli betmezdi. zamanları olduğunu üstad daima söylerdi. O. yalnız inzivagâhmda düşünmekle, yazmakla, oku­ Sonra ailesini de Mısır'a götürünce ayrı bir ev kira­ makla vakit geçirir, başka şeyde zevk bulamazdı. ladı. Hâlvanm bir köşesinde, sahra yanında birevceğiz.

88 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI AraIık/86

Hazırlayan: Zeki GEZER 13. CİLDİMİZİN İÇİNDEKİLER

NESİR Danisment İsmail H. : Sultan Hamid'in Milliyetçiliği 150/19 Açıkgöz Halil : Ufkumuzu Genişleten Tespitler 149/56, Deliorman Alton : Ülküye Kurban III "Güle Güle Oğlum" Şiirini Bulmak 154/38 Bir Romancının 148/30, "Kurtuluş" Başka Âlemde Roman Telâkkisi 153/38 157/34 Ağabegüm Ayla : Gençlerimiz Boşlukda 148/13, M.Kap­ Demir Yavuz : Toprakla Gelen Dört Sıfat 156/40 lan için 149/28 Bazı YAnlışlıklar 150/41, Demirci Mustafa : Süleymaniye'yi Gezerken 156/69 Türk Edebiyatının Yüzelli Sayısı 151/6, DEvlet Nadir : Abdullah Tukay 151/54 Öğretmenin Günlüğo 152/25, 153/28, Dilmen Naci : En Eski Türk Kitabı ve Yazısı 157/41 Gülmesini Bilmek 154/20, Gençlerin Dü­ Diriöz Meserret : Ali Nihat Tarlan'ı Anarken 156/56 şündürdükleri 155/15 Düşünceler Doğan Nuri : Lise III Tarih Kitabı 155/77 156/50, Çiçeklerde Ağlar 157/15 Donuk Abdülkadir : Ağustos Ayı ve Zaferlerimiz 154/149 Akçalı Hüseyin : Sinema Günleri 86'nın Ardından Ebüzziya Ziyad : Sultan Hamid'in Avrupa'da Oynanma­ 151/59, Yeni Mevsimde Türk Sinaması sını Yasaklattığı Tiyatro Eserleri 150/6 156/62. Ekici Nihat : Tarihimizde Öğretmenin Yeri 157/69 Akdoğan Yaşar : iki Kaplan Tanıdım 149/57, Bir Azeri Şâ­ Elbir Vahap : Kültür Emperyalizmi 153/69 iri: Mahfî 151/49. Elçin : Abbas Zamanov'un Hayat Aşkı (Akta­ Akmut Akdemir : insan 151/49 ran: Y. Bülent Bakiler) 148/52 Aktaş Şerif : Her Dem Taze idi 149/38 Elçin Şükrü : Mehmet Kaplan 149/25 Akyol taha : Müstehcen Yayınlar Üzerine 148/12 Emil Birol : Y. Kemal Beyatlı 148/32, Prof. Dr. Meh­ Arai Masami : Japonya'da Son Yıllarda Osmanlı Araş­ met Kaplan 149/20, istiklâl Marşımızın tırmaları 153/15 Kabülünün 65. Yıldönümü 153/18 Aren Kemal Y. : Çoban Dede Köprüsü ve Menkibeleri Emir Sabahat : Kaplan Hoca 149/37 152/61 Ercilasun Ahmet B. : Hocam Mehmet Kaplan 150/50 Aren Kemal Y. : Alt Yapı insandır 155/40, Kişi Hürriyeti Ercilasun Bilge : Hocam Mehmet Kaplan'ın Ardından ve Sartre 157/56 149/79 Aslanapa Oktay : Mehmet Kaplan 149/24 Erdem Ali Naili : Mektup 149/34, Hangisi 153/23, Mede­ Aşıcı M. : Kültür Köprüsü 156/51 niyetçilik 156/59 Aşkın Ş. : Fikir Hareketlerinde Fikir Önemli midir? Ergüzel Mehdi : Yıldızların Söneceği Güne 149/47 155/31 Erer Tekin : Hüsnü Söylemezoğlu 152/31, Orhon Atsız'dan : Gök Sultan Abdülhamit Han 150/7 Seyfi Orhon 154/28, Orhan Cemal Fer- Ayaşlı Münevver : Celâl Beyefendi İş Bankası Umum Mü­ soy 155/48, Hakkı Tarık Us 156/31, Şa­ dürü 156/19, Aya irini'de Bir Konser ir Eşref'in İki Mektubu 151/31, Halide 157/9 Hocamız 148/46 Ayvazoğlu Beşir : Tanpınar'da Mûsiki, Mimari ve Şehir Ergin Muharrem : Bir Tel Daha Koptu 149/7 150/26, Haldun Taner'in Ardından Erik Nazik : Hayat Felsefemiz Var Mı? 153/48, Me­ 153/53 deni miyiz? 156/47, Kolay ve Ucuzun Ayverdi Sâmiha : Eğitim Üzerine Bir Sohbet 155/8, Eği­ Arkasındakiler 157/29 tim Meselelerimiz 157/23 Erkişi Saadettin : Kutatgu Bilig'in Yazılısının 916. Yılı Banguoğlu Tahsin : Bizim Tültürümüz 155/6 148/74 Bayar Celâl'in Sohbeti: Millî Mücadele Yılları 156/8 Esendal Dâniş : Eğitimde Arayış 156/76 Beğenc Cahit : Torobolyom Ayini ve Güzellik Kraliceli Fazlıağaoğlu Saliha : Umre 153/52 ği 150/71 Felek Burhan : Nasrettin Hoca ve Fıkraları 154/10 Bilgiç Emin : Kaplan ı Anıs 149/19 Gedikli Yusuf : Yahya Şeyda'nın "Edebiyat Ocağı" Birinci Necat : Mehmet Kaplan'ın Hayatı ve Eserleri 153/64 149/63 Göçgün Önder : Bu Âlemden Öte Âlem Bir Adım 149/39, Bozdağ ismet : Cumhuriyetten Önce Celâl Bayar Prof. Dr. Erol Güngör 152/15 156/21, Cumhuriyetle Birlikte Celâl Ba Gökalp Mehmet : Kadrini Seng-i Musallada Bilüp. yar 157/7 149/36, Ne Durursunuz Be Kızanlar 155/32, Edebiyat ve Aksiyon 157/27 Bozyel İbrahim Arzuların Zirvesine Doğru 152/59 Gökalp Ömer Mahiri İle Mâhitâbân Hikayesi 154/69 Cavusoğlu Semiramıs Veliler ve Nefsini Bilmek 156/35 Hareket-ı Tayyare Eskiya-yı Sad-pare Gökalp Türükoğlu : Etrüsk Bilmecesinin Çözümü 153/21 Çelebi Evliya : Şiirle Selâm 156/74 156/61 Gönüllü A.Rıza Celikkol Hüseyin Bir Gelse Yetecek 156/78 Görken İsmail : Bir Şiirin Düşündürdükleri 151/39, Genç Çınarlı Mehmet Almanya Hâtıraları 148/49, Kaplan'ı da ligimiz 152/58 Kaybettik 149/17 Günay Umay : Kaplan Hocanın Ardından 149/34 Çiğdemoğlu Sema Gustave Flaubert'in Dervişler Hakkın- Güner Agah Oktay : Anadoluyu Vatan Kılan Âşık Pa daki intibaları 157/52 sa 155/21 Cokyiğit Coşkun Biz Onun Gözlerini Yitirdik 149/40 Güngör Hidayet . Erol Güngör'ün Hayat; İlmî ve Fikr Çokum Sevine Bahar Örtüsü 149/33, Sevindirici Bir Şahsiyeti 154/36 Haber 150/51, Umurbey'de Bir Gün Güngör Semih : Âsaf Halet Celebi 154/70 156/24 Gülensoy Hatice : Harput 151/65

90 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI Aralık/86

Halıcı Feyzi : Kaplan Hoca'nın Ardından 149/22, Ra Özakpınar Yılmaz : Erol Günaör'ün İlmî ve Fikrî Şahsiyeti mazan Duygulan 152/6 152/12 Halman Talat : Türk Kültürünün Ruhu: Mehmet Kaplar Özcan A.Osman : Gençlik ve Uyuşturucu Maddeler 149/43 148/64 Hatemi Hüsrev : Tokadizâde Sekip 148/59, Prof. Dr. M. Ozdemir Haşan : Muharrem Yazıcı için 156/72 Kaplan 149/30, insafın O Yerde Nâm Özkan Nevzat : Okullarda Türkçe ve Edebiyat Eğitimi Yok Mu? 151/14, Tahsin Nahit 156/30, 155/11 i. Alâettin Gövsa 157/21 Özkan Senail : Gothe'nin Divanı 153/30 Hekim Rıza : Alman Şairlerinin Prensi “ Türk Özkan Zülfikar : Müstehcen Yayın Talebinin Psiko-Sosyal Edebiyatında" 157/39 Dinamikleri 148/15 Işık Emin : Haya imandan Gelir 148/8 Özmen Kemal : Yalancılar Mahallesi 150/60 Isınsu Emine : Selâm 155/5 Öztop Şener : Ömer Bedrettin Uşaklı 148/70 İbrahimhakkıoğlu Belkıs: Sır 152/18 Pekin hiermin S. : "Elbet Sefil Olursa Kadın Alçalır Beşer" Kabahasanoğlu Vahap: A. Muhip Dıranas'ta "Kelime" 150/64, 148/11, M. Kaplan'dan H atıralar Türk Edebiyatında Orhan Veli Kanık 149/27, Köprülü ve Batı Türkolojisi 151/33, Gülnâme Üzerine 155/73, Mal- 152/10, A. Nihat Tarlan Hoca'yı Anar­ larme ve Estetik Trans 157/26 ken 155/47 Kabaklı Ahmet : Şiir ve Müstehcen 148/4, "H er Dem Ye­ Saakaoğlu Saim : Halk Edebiyatımız ve Prof. Kaplan ni Doğarız" 149/4, Sultan Hamit En Bü­ 149/35 yük Osmanlı Padişahlarından Birisidir Salgar Fatih : Cok Seslilik ve Tek Sesli. Türk Müziği 150/4, 150 SAyı üzerine 151/4, Mevlâ- 150/29 nalı Günler 152/4, NAsrettin Hoca Ö l­ Sarptır Sadri : Prof. Dr. Mehmet Kaplan 149/26, Şöh­ çüsü 154/4, Mi zahlı Anlatım, Ciddi An­ retli Avanak 151/37, Leon Troçki 152/34, latım 154/4, Eğitimde Üçlü Düstur Tenkide Dair Düşünceler 157/32 155/4, idamdan Kurtulan iki Adam Schmiede Ahmet : Giritli Ali Aziz Ef. 153/57, Giritli Ali Aziz 156/5, Tezâkir'i Okurken 157/5 Ef. 11 154/64, Tolstoy'un Müslümanlık Kalkan Emir : Hor Göründü Vatan Bana 154/72 Hakkında Bir Mektubu 155/35, Sinem­ Kaplan Mehmet : Üç Büyük Akım: Millîleşmek, Demokra­ de Çağlayan Öz Bulağımdır 157/17 tikleşmek, Sanayileşmek 149/68, Hâmit Seren Necmi : 4 Nesir 156/55, Esirler Kampında Kendi Yaşantısını Şiire Geçiren Bir İnsan­ 157/46 dır 149/69, Türk ve Islâm Ülküsü Seryücel A. : Bar Kelimesi Ermenice Mi? 152/40 149/73, Türk ve İslâm Kültürü Üzerine Sılay Mehmet : Çerağ ve Bir Şair 156/74 150/46 Silleli M.Doğan : Eğitimde Aksayan Yönler ve Çareler Kaplan Mustafa : Yıkılan Hayal 155/80 155/19 Kaplan Sadettin : 150 Sayıdaki Şiirler 151/10, Şevket Bu­ Songar Ayhan : Müstehcen Neşriyat Pornografi Nedir lut ve Dostluğa Vefa 155/59 148/6, Mehmet Kaplan da Gitti 149/6, Karaer Cem : Nereden Nereye 148/65, Haklar ve Mûsiki Psikolojisi 150/24, Gülmek Üze­ Ödevler 155/65 rine 154/6 Karahan A.Kadir : Nâbi'nin Dünya ve Hayat Görüşü Üze­ Subaşı M .Ilyas : Prof. Kaplan'ın İslam'a Yaklaşımı rine 152/22 149/49, Şiirimizin derinliği niçin kaybo­ Kocakaplan İsa : 150 Sayıdaki Mülâkatlar 151/12, Dede luyor? 154/55 Korkut'ta Şenlik Savaş ve Yas 155/37, Çocuk ve Dua 156/75 Sen Abdurrahman : Bir Nalıncı Daha 157/79 Koçar Çağatay : Çağdaş Türkistan Şiirinde Tarihî Tema­ Şıhlı İsmail : Edebi Dostluğun Poetik Terennümü lar .151/56 154/58 Kukul Halistin : iyi insan Büyük Âlim 149/51 Şirin M.Ruhi : Çocuk Edebiyatı Yada Arafta Kalmış Bir Kurt İhsan: Huzuru Farketmek 151/64, Edebiyatçı Edebiyat 151/7, Çocuklar için Zeka Ede­ ibni Sina 154/39 biyatı 154/23 Kutay Cemal : Celâl Bayar Üzerine 156/15 : Haik Edebiyatımız Hakkında 156/53 Makat T. Kutsi : Avanos Türküleri 150/33 Tan Nail : Nurettin Topçu 153/53 Meriç Ümit : Kimsenin Görmediği Bir Kitaptan Sahi- Temizkan Alaaddin feler Okurdu 149/51, Cemil Meric'e Dair Tukay Abdullah : ittifak Hakkında 151/55 152/54 Tuncer Hüseyin : Küçük Ağa 155/66 : MÂdalyonun Öteki Yüzleri 148/36, G i­ Miyasoğlu Mustafa : Kaplan Hocanın Ardından 149/45, Tunceroğlu A. Zuhal Elhân-ı Şita ve Cenap Sahabettin 151/51 denlerin Ardından 150/48, Rochestar'- Muallimoğlu Nejat : New York'dan Bir Dost Mektubu 154/9 da Bir Hafta Sonu 151/35, Onüçüncü Nurbaki Halûk : infakın Sırrı 151/15 Cadde Yahut Küçük Mavi Kutu 154/32, Oğuzbaşaran Bekir : Mehmet Kaplan'a Dair 149/53 Hürriyet ve Heykel 157/12 Tural Sadık K. O kay Orhan : Büyük Hocanın Hatırasına 149/31, Fu­ : Kaplan Hocaya Mersiye Yahut Seranat at Köprülü 152/8 149/77 Türkkan R.Oğuz : Bugünü Dün Tahmin Etmeye Çalışanlar Okurer Cahit : Millî Eğitim Üzerine 155/10 151/16, Yarım Asır Dolusu Güzellik Ha­ Onk Nizamettin : "Sabir Bugün" ve Abbas Zamanof 157/36 tıraları 153/24, Etrüsk-Sümer-Aztek Bi­ Oral Unver : Türk Halk Tiyatrosu Meslek Lisesi 153/60 ze Çok Mu Lazım? 154/25, Yapmak ve­ Osmanoğlu Ayşe ■ Balkan Harbi ve Babamın İstanbul'a ya Yapmamak 156/58 Gelişi 150/20 Uçar Nail : Hatıralarla Sultan II. Abdülhamid Öksüz İskender : Gençliğin Sesine Kulak Verelim 152/24 148/56, 150/22, Meraşal Fevzi Çakmak ,151/58, Şıpka Geçidi 153/66, Muhtelif Önder Mehmet : Kaplan Hocanın Son Mektubu 149/23, Ziya Gökalp'da Kültür 152/29, Bir Ya­ •■Yazarlardan Sararya Meydan muhare­ man Dede " Vardı 153/45, Nasrettin besi 154/51, Balkan Harbinden Hatıra­ Hoca Gerçeği 154/8,. Mevlâna Türbe­ lar 155/52, sinde Nef'i'ye Mezar ikbal e Yer 157/10 Uçman Abdullah : Hocam Mehmet Kaplan 149/41

91 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI Aralık/86

Uslu Mustafa : Ahmet Vesevl 156/37, Kırat ve Köroğlu gisinin Yayın Politikası Üzerine 148/22, 157/58 Fehmi Ketenci - Gözde Kadın Dergisi­ Ülker Muammer : Süheyl Ünver'in Ardından 150/57 nin Yayın Politikası Üzerine 148/24, Ünver Süheyl : Birbirimizi Yetiştirmeye Mecburuz Mehmet Yılmaz - Playmen'in Yayın Po­ 150/58 litikası Üzerine 148/25, Müstehcen Ya­ Üsküplü Coşkun : Önemli Bir Kitap "Siyaset" 148/60 yınlar Üzerine Soruşturma 148/26, Rah­ Veyseloğlu Yalvaç : "Yabancılar Vurmuş Telli Turnamı mi Turan - Sabah Gazetesinin Yayın Po­ 155/20 litikası Üzerine 148/26, Dokuzuncu Ha­ Yazgan Turhan : Mehmet Eroz 155/33 riciye Koğuşu İçin Ne Dediler?, M. Ru­ Yelten Muhammet : Rehber Hocamız 149/54 hi Şirinle Konuşma 151/66, Ramazan Yetis Kâzım : Hocam Kaplan Bey'den Hatıralar Bakkal ve Ahmet Çelik'le Konuşma 149/44 151/67, Yedi Büyükler Günü, TRT Genel Yiğiter Kemalettin : Alexander Pope 151/63 Müdürleri Açık Öturumu 152/42, Ahmet Zeyrek Yunus : Posof'lu Züiâli ile Hicrâninin Karşılaşma­ Kabaklı ile Japonya Üzerine Sohbet sı 155/50, Âşık Züiâli ile Hicrani Karşı­ 153/4 laşması 157/48 ŞİİR HİK7YE Akay Haşan : Gölgeler 149/75, Bos Adamlar (Cev.) Ayaşlı Münevver : Muharrir Haşan Fehmi Bey 151/22 154/57 Cataloluk Suzan : Bitiş Çizgisi 150/52, Vurgun 153/26 Akengin Yahya : Gemide 150/34, Ötelerden 155/39 Émir Sabahat : Martı Kanadında Doğmak 150/66 Akmut Akdemir : Rubai 148/53, ince Minerali Medrese Hekim Rıza : Batum Türküsü 154/62 154/61, Çağrı 157/62 Işınsu Emine : Bir Gece Yıldızlarla 148/35, Kayısı Ku­ Albayrak Nurettin : Ferman İ 54/63 rusu 152/19, Koca Cadı 156/26 Aşık MüdâırtT : Ani (Harabeleri 155/36 İnce Ayşe Deprem ve Kelebekler 157/61 Atasoy Cahit : Çok Özledim 155/6 Kutlu Mustafa : Bahtımın Yıldızı 148/42, Süleymanın Se­ Ateşoğlu Mehmet : Tanrı Dağı Hıra Dağı 157/47 çimi 151/47 Aymutlu Ahmet : Yaşamak istiyorum 151/34 Seren Necmi : Mateo Falcone 152/41, Güvercinler Bâkiler Y.Bülent : Anamın Türküleri 151/9, Demedim Mi? 154/53 156/16 Şirin M.Ruhi : Kuş Oyunu 153/34, Yaprakları Kuş Olan Banguoğlu Tahsin : Kıt'alar 156/7, Rübailer 154/5 Ağaç 156/63 Bilkan A.Fuat : Ve Yusufların Zindandı Gözleri 151/38 Türkkan R.Oğuz : Hayâl 157/24 Cebeci Dilâver : Geceler 148/55, Kadir Gecesi 152/28 Yalsızuçanlar Sadık : KAsabada Yeni Bir Martı Çizgisi 155/60 Çatalbaş Ozdemir : Geri Gelmeyecek Olana 149/32, Ölüm 154/60, Öğretmenime 156/60 MÜLAKAT Celebioğlu Amil : Gazel 155/26, Neden 156/50 ¿elikkol Hüseyin : Kul Olmak Güzel 157/25 Akçalı Hüseyin : Dokuzuncu Hariciye Koğuşu Üzerine ¿■narlı Mehmet : Bir Ay Doğacak 154/27 148/62 ¿ırağı Nuri : Oğul 156/46 Arslan Mehmet : Lütfi Doğan ile Sohbet 151/52 Çokyiğit Coşkun : Büyük Yalnızlığa Doğru 148/41, Çoğa­ Bingöl Nuri : Tarık Buğra İle Sanat ve Sanat Dünyası lıyor 157/38 Üzerine 157/53 Defne Z.Ömer : Büyük Çağrı 148/34, ihtiyarlar 150/18, Burak Sadi : Ömer Hatiboğlu ile "Medeniyetimizin Sonsuz Sema 154/30, Şimdi Uzak Bir is­ Kökleri" Üzerine 148/54 kelede 157/8 Çatalbaş Ozdemir : Osmancık Dizisi Üzerine Y. Çakmaklı ile Demirçelik Hikmet : istiyorum 151/55 Konuşma 153/42 Dıranas Münire : Atomyum 157/63 Elibol Sadettin : Rasim Özdenören'le Konuşma 153/49 Emre Yunus : Çıktım Erik Dalına 154/7 Ergüzel Mehdi : Ünver Oral ile Karagöz Üzerine Er Rahim : Haydi, 154/79, Yankı 157/57 150/42, M. Necati Sepetçioğlu ile Soh­ Erdoğan B.Sıtkı : Rüzgar Saatleri 150/25, Ezel Âşıkları bet 155/42, M. Necati Karaer ile Soh­ 154/30 bet 156/42 Erman Nüzhet : Ağulu Çiçekler Hurufi 156/52 Ergüzel Mehdi-Kocakaplan İsa. Ö. Faruk Akünle Kaplan Üze­ Geçer İlhan : Bıçak Sırtı 151/30, Yaşlılık Duyguları rinde Konuşma 149/9, 151/41, Gültekin Samanoğlu ile Şiir Üzeri­ 153/59, Bozuk Düzen 156/34, Özlemi­ ne Sohbet 154/42 mizde Tüten 157/11 İbrahimhakkıoğlu Betkıs: Mehmet Taşdiken'le Konuşma 150/63 Karabay Muhsin Z.Ömer Defne ile Şiir Üzerine 155/28 Gençosmanoğlu N .Yıldırım: Hazır Mısın? 148/5, Kaplan Ho­ Kızıltuğ Fırat : Walter Feldmann ile Türk Müziği Üze­ canın Ardından 149/8, Geçmişten Ge­ rine 150/35 leceğe Doğru Güzellemeler 151/5, Ağıt Kocakaplan İsa : Sevinç Çokum ile "H ilal Görününce" 153/6, Edirne-Selimiyesi 154/15 Üzerine 148/39, M. Kemal Öke ile II. Halıcı Feyzi : Mevlânadan Rübailer 148/38, Nereye Abdülhamit Üzerine Sohbet 150/12 150/21, Yirmi Yaş Şiiri 151/11, Konya Gü­ Öztop Şener : Munire Dıranas'la A. Mühip Dıranas zellemesi 154/31, Mesneviden Bir Kıssa Üzerine 157/63 157/22 Subaşı M.İlyas-Bekir Oğuzbaşaran-Erkan Kâmil: Necip Fa- Halman T. Sait : Rübailer 154/50 zıl'ın Şiiri Üzerine Sohbet 151/19 Hekim Rıza : Yokuş 148/66, Ben 152/67 Sen Abdurrahman Rauf Âltıntak ile Sohbet 152/37 İsmail Mehmet : Veten 152/9, Hele Yasamaya Değer Şirin M.Ruhi Turan Oflazoğlu ile M.Kaplan Üzeri­ 157/60 ne Konuşma 149/59 Kabaklı Serhat : Gelirsen 150/36, Demem 153/47 Türk Edebiyatı Mustafa Erkal - Müstehcen Yayınlar Kaplan Sadettin : Sabahı Dinlerken 150/68, Üç Çeyrek Üzerine 148/10 ., Müstenceh Yayın An­ Var Sabaha 153/51, Akşam 157/45 keti 148/17, Ali Saydam - Playboy Der- Karabacaklar Mehmet : Dilek 152/15

92 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI Aralık/86

Karabulut Halil : Sen 148/7, Sevelim Sevilelim 153/63, Ya­ Ümran Sedat : Şiir 148/58, Kız Kulesi Gece Sularında ratılış 154/19, Gün Bugün 155/51, Kuş­ İ 56/49 lar Destanı 157/31 Vabahzâde Bahtiyar : ikilik 151/40, Yunus imre 152/5, Haki­ Karaer M.Necati • Şevki Bey 156/43, İsmail Dede Fendi kati Yaşatan 153/20, Ana Dili 156/29 İ 56/45 Yiğiter Kemalettin : insan Üzerine Bir Deneme (A.Pope) Karakoç Bahattin : Arakesit 151/32, Yine Mendil Sallıyorum 151/63 148/61 Kaya Durmuş • Korkut Yüreğimden Sayıklamalar GENÇ KALEMLER 156/70 Kayabek Mustafa : Yar Gülümsemesi Ol Dudaklarda Akkoyun Ahmet Ay Dolandı Yürüdü 150/79 150/72, Bir Gün Bağrımdaki Ağrılar Di­ Andaç Gazi Boğuluyorum 155/78 ner 153/65, Toprak Kokar Umutlardan Aslangöz Gani Gözlerin 150/79 155/56 Balıkçıoğlu Cumali Vahiy Çiçeğim 150/79, Soylu Cihadin Keçeoğlu M.Kadir : Dahilek Ya Rasülallah 156/36 Kutlu Mücahitlerine 153/75, Bir Gurup Kırdar Ayhan : Alkol 148/67, Paradoks 150/49, Düş­ Vakti 154/78, Yine Akşam Oluyor Süley- man 153/71 maniyede 153/75, Utanırım 154/79 Kocaoğlu Timur : Tarak (Erkin Vahit) 157/16 Berber İbrahim Alın Yazımız 152/75 Körüklü Refet : Öyle Bir Tekbir Ki Bu 150/41 Bilir Beria Seneler 157/76 Kul Ozan : Senin Üregin Menim Üregim 153/41, Çelikkoi Hüseyin Akşam Yine Sensiz Oluyor 152/75, Tıl­ Ussak 155/46 sım Bozulur Bir Gün 156/77 Oral Homit : Bakü'de Olmak 156/65 Demir Necdet Yalnızlık 153/75 Onaçan Sait : Sadi Çavuş Destanı 156/73 Köroğlu Erdal Mutluluk Kumarı 153/75 Özdemir Kaya : İstanbul 154/66 Özdemirel Meriç Bir Veda Demi 155/78 Özkan Senail : Ruhi Hasret (Çev.) 151/36 Şahin H.Ahmet Ümit Ettikçe 155/78 Özmel İsmail : Hece Taşları 155/63 Şirin Seyfi Ne Zaman Gözgöze Gelsek Çınarda Samanoğlu Gültekin : Huzuru Arayış 156/28 154/78 Sarıvelli Osman : Yaşama Esgi İ 57/18 Sertoğlu Mithat : Veda 148/7, Hamamizâ de İsmail De­ de için 152/39, Süleymaniye 155/41, Es- fehan Beste-i Zencir 156/20 Öğretmenler, öğrenciler, edebiyat meraklıları Sezai İhsan : Toprağa Düşen Kan 154/54 Divan şiiri ile ilgili bütün sorularınıza cevap verecek Sıvacı Ahmet : Zühreler Dönmeyecekler 157/70 olan; (liselerin bütün sınıfları için yardımcı) Soyuer Yılmaz : Gazel 156/23 Subaşı M.İlyas : Yeni Bir Dünyayı Koysun Yüreğimiz Ye­ rine 151/24, Balkan Acısı 157/33 Şehriyar : Aga Mir Sadık'ın Hayratı (Akt. Yusuf açıklamalı Gedikli) 148/44 Şenol Sümer : Yahya Kemal'den Bize 157/35 Çimsek Tacettin : Ve Ben Böyle Münzevi 155/34 Şirin M.Ruhi : Kafdağının Kuşu 152/33 DİVAN ŞİİRİ Çirin Seyfi : Geride Kalanlara 156/68 taşlıova Şeref : Kağızmanlı Cemal Hocadan Bir Muam­ ma 157/55 mehmet zeren

J , Memursunuz, Öğrencisiniz H İşleriniz başınızdan aşkın 8 ZAFER ilim-Araştırma Dergisine 5 Abone Olmak istiyorsunuz tçüHam alt İZ Ama yanımıza uğrayıp abone olacak kadar zamanınız yok » İra n • Hatta posta çeki doldurmaya bile Ödemeli vakit bulamıyorsunuz ş iir i İsteme adresi İŞTE SİZE FIRSAT Mehmet Zeren Şimdi size bir telefon kadar yakınız Piyerloti Cad. Tele abone servisimize Dağhan Sok. No: 20/4 tlehınel Zf'/ rıı bir telefon edin Kadırga/İST. Hemen sizi abone yapalım. Tel: 5220495 ZAFER: Adres: Ycrcbatan Cad. No: 45/2 10 adet isteyene ve kitapçılara ®7o 35 indirim yapılır. Haytan Han No: 45/2 CACA I.OĞI.ll/lst.

93 Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI Aralık/86

A • • • MEHMED AKİF ŞER TAHT TI T VE RESİM YARIŞMASI ŞİİR TAHLİLİ YARIŞMASI ÖDÜLLERİ

ÖĞRETİM ü n i v e r s i t e LİSE ÜYELERİ ÖĞRETMENLER ÖĞRENCİLERİ ÖĞRENCİLERİ I. 100 000.-TL I. 100.000.-TL. I. 50.000.-TL I. 50.000.-TL. II. 75.000.—TL II. 75.000.—TL II. 40.000.—TL II. 40.000.-TL. III. 50.000.-TL III. 50.000.—TL III. 30.000.—TL III. 30 000.-TL. AKİF ARMAĞANI'NA GİRECEK DİĞER TAHLİLLERE: 20.000.-TL. YARIŞMA ŞARTLARI

1- Yarışma; liller “ AKİF ARMAĞANT’nda toplanacaktır. a) üniversite Öğretim Üyeleri, 7- Tahliller daha önce hiç bir yerde yayınlanma­ b) Her derecedeki öğretmenler, mış olacaktır. c) Üniversite öğrencileri, 8- Yarışmaya gönderilen eserler iade edilmeye­ d) Lise öğrencileri olmak üzere dört bölümde cektir. düzenlenmiştir. 9- Yarışmaya son katıma tarihi 1 Şubat 1987’dir. 2- Yarışmanın konusu “ Mehmed Akif’in herhangi 10- Derece alan eserlere ödüller istiklâl Marşı'- bir şiirinin tahlili'dir. nın kabul yıldönümü olan 12 Mart 1987 tarihinde ve­ 3- Tahliller daktilo ile aralıklı ve üç nüsha yazıl­ rilecektir: mış olacaktır. 11- Eserler “ Türk Edebiyatı Vakfı Çevri Kalfa 4- Tahlil sahipleri başka bir zarfla hayat hikâye­ Medresesi Divanyolu Cad. No: 14 Sultanahmet/İST." lerini de göndereceklerdir. adresine posta ile veya elden gönderilebilir. 5- Her grupta ilk üçe giren tahliller ile yayınlan­ 12- Jüri üyeleri Ocak-1987 tarihli sayımızda ilân maya değer bulunan tahlillere ödül verilecektir. edilecektir. 6. Yarışmada derece alan ve uygun görülen tah­ RESİM YARIŞMASI ÖDÜLLERİ Birinci esere: 300.000.—TL ilk üçten sonraki yedi esere: İkinci esere: 200.000.—T,L. 75.000'er I L. ALbume Üçüncü esere: 100.000.—TL. girecek diğer eserlere: 50’şer bin TL.

YARIŞMA ŞARTLARI

1- Yarışmaya herkes katılabilir. 9- Yarışmaya son katıma tarihi 1 Şubat 1987’dır. 2- Resimler Mehmed Akif’in şiirleri ilham alı 10- Derece alan eserlere ödüller İstiklâl Marşf- narak yapılacaktır. nın kabul yıldönümü olan 12 Mart 1987 tarihinde ve­ 3- Tablolar renkli çalışılacaktır. rilecektir. 4- Tablo ile birlikte ilham alınan şiir veya mısra 11- Eserler “ Türk Edebiyatı Vakfı Çevri Kalfa dergimize gönderilecektir. Medresesi Divanyolu Cad. No: 14 Sultanahmet/İST." 5- Derece alan ve uygun görülen tablolar bir al­ adresine posta ile veya elden gönderilebilir. bümde toplanacaktır. 8- Yarışmaya gönderilen eserler iade edilmeye­ 12- Jüri üyeleri Ocak-1987 tarihli sayımızda ilân cektir. edilecektir.

94 - Türk Edebiyatı MEHMED AKİF ANIT SAYISI

HEDİYELİ VE İNDİRİMLİ güN ABONE KAMPANYASI

Aziz Okuyucular, Bu yılki abone kampanyamız 31 Aralık 1986 tari­ Yayın hayatına girdiğimizden bu güne kadar siz de­ hine kadar sürecektir. Kampanya boyunca Türk ğerli okuyucularımızın yakın desteği ve Allah rızası Edebiyatı’nın bir yıllık abone ücreti 4 .000.-TL.si­ dışında hiçbir menfaat beklemeden gösterdiğiniz dir. Ayrıca abone olan her okuyucumuza aşağı­ gayretler sayesinde Türk Edebiyatı derginiz başlan­ daki listeden seçecekleri birer kitap, toplu abo­ gıçtaki çizgisini muhafaza etmiş ve devamlılığı çey­ ne bulan okuyucularımıza da yine listemizden rek asra yaklaşmıştır. Derginiz bu yıl sonunda 13. cil­ seçecekleri çeşitli kitaplar hediye edilecektir. dini tam amlayacaktır. Okuyucularımızdan abone bulmak konusundaki Geçen yılki abone kampanyasında “Türk Edebi­ hertürlü takdirin üzerindeki gayretlerinden başka bir yatı millî kültür ve sanatın bayrağıdır.” demiştik ricâmız daha var: Lütfen bulunduğunuz yerdeki ga­ Siz vefalı okuyucularımızın desteği ile bayrak yere in­ zete bayilerini sık sık ziyaret ediniz ve Türk Edebiya­ meyecek, daima daha yücelere gidecektir. Bu işin tını görülecek şekilde sergilemelerini sağlamak hu­ nirengi noktası da abone bakımından güçlü olmak­ susunda bize yardımcı olunuz. Derginizi sergileme­ tır. Gayemiz hem dergimizi abone bakımından mekte ısrar eden bayileri bize bildirirseniz GAMEDA güçlü kılmak, hem de abonelerimizi çeşitli se­ nezdinde teşebbüse geçilecek ve söz konusu bayi beplerle meydana gelebilecek fiyat artışlarından hakkında gerekli işlemler yapılacaktır, ilgilerinize şim­ uzak tutmaktır. diden teşekkür ediyoruz. Allah'a emanet olunuz... NASIL ABONE OLACAKSINIZ? A) yurt içi: B) Yurt dışı: Kampanyamız yurt dışındaki okuyucularımız için de ge- Abone bulan okuyucularımız 4.000-TL.sini Türk Ede­ çerlidir 70 DM olan yıllık abone ücreti 31 Aralık tarihi­ biyatı Vakfı-Türk Edebiyatı Dergisi nin 124540 num a­ ne kadar 50 DM’ tır. ralı posta çeki hesabına yatırmalıdırlar. Birden fazla Yurt dışındaki okuyucularımız 50 DM veya bunun karşı­ abone için tek posta çeki kullanılabilir. Toplu abone bulan lığı dövizi Türk Edebiyatı Vakfı 78 79 VDS Döviz hesa­ okuyucularımız abone adreslerini ve çekin fotokopisini ve­ bı T.C. Ziraat Bankası Cağaloğlu Şubesi - İst. adresi ya aslını bir mektupla dergimize bildirirlerse, işlem çabuk­ ne herhangi bir banka kanalıyla yatırıp, makbuzun fotoko­ laşacak ve mektup elimize geçince, dergi ve hediyeler ad­ pisini adresimize gönderirlerse gerekli İşlem hemen yapı­ reslere gönderilecektir. lacaktır. HEDİYELERİMİZ I- Abone olan her okuyucumuza: Masal Mek­ yatı Dergisi’nin yıllık ciltlerinden birisi: 4. tuplar (M. Ruhi Şirin) / Hüzün Gezegeni cild (1977 yılı), 5. cilt (1978 yılı), 6. cilt (Suzan Çataloluk) / Çocuklar Vatanında Bü­ (1979 yılı), 7. cilt (1980 yılı), 8. cildin mev­ yüsün (Olcay Yazıcı) kitaplarından istedikle­ cudu yok., 9. cilt (1982 yılı), 10. cilt (1983 ri b ir is i, yılı), 11. cilt (1984 yılı), 12. cilt (1985 yılı). ||- Üç abone bulan okuycumuza: Mehmed IV- On abone bulan okuyucumuza: Bir yıllık pa­ Âkif, Mevlânâ, Ejderha Taşı (Ahmet Kabak­ rasız abonelik hakkı, lı) / Zor, Makina (Sevinç Çokum) / Üsküpten V- Yirmibeş abone bulan okuyucumuza: Ah­ Kosovaya (Yavuz Bülent Bâkiler) / Alpler met Kabaklı Hocamızın üç ciltlik Türk Ede­ Geçit Vermiyor (Rız Hekim) kitaplarından biyatı Tarihi (Büyük boy, ciltli, 12.000 T L ) birisi, hediye edilecektir. III Altı abone bulan okuyucumuza: Türk Edebi­

1

95

Taha Toros Arşivi