DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ ENSTİTÜSÜ ÇAĞDAŞ TÜRKİYE TARİHİ ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

DOKUZ EYLUL UNIVERSITY INSTITUTE OF ATATURK’S PRINCIPLES AND TURKISH REVOLUTION HISTORY JOURNAL OF MODERN TURKISH HISTORY STUDIES

Sahibi / Owner Dokuz Eylül Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Prof. Dr. Kemal ARI

Yayın Kurulu / Editorial Board Prof. Dr. Kemal ARI Yrd. Doç. Dr. Türkan BAŞYİĞİT Yrd. Doç. Dr. Kenan KIRKPINAR Yrd. Doç. Dr. Ahmet MEHMETEFENDİOĞLU

Sayı Editörü / Issue Editor Yrd. Doç. Dr. Alev GÖZCÜ

Sekretarya / Secretary Araş. Gör. Ferah AYYILMAZ Okt. Gurbet GÖKGÖZ Araş. Gör. Mustafa KIRIŞMAN Okt. Ahmet YILMAZ Araş. Gör. Aymelek ŞENEL Hakem Kurulu / Referees Board Prof. Dr. Fatma ACUN Hacettepe Üniversitesi Prof. Dr. Feroz AHMAD Yeditepe Üniversitesi Prof. Dr. Seçil AKGÜN Ortadoğu Teknik Üniversitesi Prof. Dr. Yonca ANZERLİOĞLU Hacettepe Üniversitesi Prof. Dr. Kemal ARI Dokuz Eylül Üniversitesi Prof. Dr. Zeki ARIKAN Ege Üniversitesi Prof. Dr. Ahmet ARSLAN Ege Üniversitesi Prof. Dr. Ergün AYBARS Dokuz Eylül Üniversitesi Prof. Dr. Tülay Alim BARAN Yeditepe Üniversitesi Prof. Dr. Şakir BATMAZ Erciyes Üniversitesi Prof. Dr. Bayram BAYRAKTAR Dokuz Eylül Üniversitesi Prof. Dr. Engin BERBER Ege Üniversitesi Prof. Dr. Mevlüt ÇELEBİ Ege Üniversitesi Prof. Dr. Mustafa DAŞ Dokuz Eylül Üniversitesi Prof. Dr. Esin DAYI Atatürk Üniversitesi Prof. Dr. Fevzi DEMİR Mersin Üniversitesi Prof. Dr. Yasemin DOĞANER Hacettepe Üniversitesi Prof. Dr. Yavuz ERCAN Ankara Üniversitesi Prof. Dr. Nurettin GÜLMEZ Celal Bayar Üniversitesi Prof. Dr. İhsan GÜNEŞ Anadolu Üniversitesi Prof. Dr. Kezban ACAR KAPLAN Celal Bayar Üniversitesi Prof. Dr. Ulvi KESER Atılım Üniversitesi Prof. Dr. Dimitri KITSIKIS Sorbonne Üniversitesi Prof. Dr. Timur KOCAOĞLU Michigan State Üniversitesi Prof. Dr. Osman KÖSE Ondokuz Mayıs Üniversitesi Prof. Dr. Raoul MOTIKA Hamburg University Prof. Dr. Mustafa ÖZATEŞLER Dokuz Eylül Üniversitesi Prof. Dr. Neşe ÖZDEN Ankara Üniversitesi Prof. Dr. Ali SARIKOYUNLU Osmangazi Üniversitesi Prof. Dr. Sabri SÜRGEVİL Ege Üniversitesi Prof. Dr. MuzafferTEPEKAYA Celal Bayar Üniversitesi Prof. Dr. Mete TUNÇOKU Onsekiz Mart Üniversitesi Prof. Dr. Ünsal YAVUZ Başkent Üniversitesi Prof. Dr. Mustafa YILMAZ Hacettepe Üniversitesi Prof. Dr. Şerife YORULMAZ Mersin Üniversitesi Prof. Dr. Saime YÜCEER Uludağ Üniversitesi Doç. Dr. Mithat AYDIN Pamukkale Üniversitesi Doç. Dr. Tanju DEMİR Adnan Menderes Üniversitesi Doç. Dr. Kutan KAHRAMANTÜRK Dokuz Eylül Üniversitesi Doç. Dr. Hasan MERT Ege Üniversitesi Doç. Dr. Barış ÖZDAL Uludağ Üniversitesi Doç. Dr. Ayten SEZER ARIĞ Hacettepe Üniversitesi Doç. Dr. Mustafa ŞAHİN Dokuz Eylül Üniversitesi Doç. Dr. Serap TABAK Celal Bayar Üniversitesi Doç. Dr. Melih TINAL Dokuz Eylül Üniversitesi Doç. Dr. Sadiye TUTSAK Uşak Üniversitesi Doç. Dr. Şayan ULUSAN Celal Bayar Üniversitesi Doç. Dr. Hakan UZUN Ankara Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Necdet AYSAL Ankara Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Mehmet BAŞARAN Adnan Menderes Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Türkan BAŞYİĞİT Dokuz Eylül Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Nejdet BİLGİ Celal Bayar Üniversitesi Yrd. Doç. Fevzi ÇAKMAK Dokuz Eylül Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Bülent ÇELİK Adnan Menderes Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Esra ÇOKER Dokuz Eylül Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Doğan DUMAN Dokuz Eylül Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Mehmet Emin ELMACI Dokuz Eylül Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Salhadin GÖK Adıyaman Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Alev GÖZCÜ Dokuz Eylül Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Günver GÜNEŞ Adnan Menderes Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Fabio L. GRASSI Yıldız Teknik Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Umut KARABULUT Pamukkale Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Murat KORALTÜRK Marmara Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Murat KILIÇ Isparta Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Kenan KIRKPINAR Dokuz Eylül Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Leyla KIRKPINAR Dokuz Eylül Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Ahmet MEHMETEFENDİOĞLU Dokuz Eylül Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Nuray ÖNDER Dokuz Eylül Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Tuncay Ercan SEPETÇİOĞLU Adnan Menderes Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Türkmen TÖRELİ Dokuz Eylül Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Hasan TÜRKER Dokuz Eylül Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Özgür YILMAZ Gümüşhane Üniversitesi Dr. Bülent DURGUN Dr.Nilüfer ERDEM Üniversitesi Dr. Sadık ERDAŞ Hacettepe Üniversitesi Dr. Hasan Taner KERİMOĞLU Dokuz Eylül Üniversitesi Dr. Mustafa ÖZDEMİR Dokuz Eylül Üniversitesi Dr. Cihan ÖZGÜN Ege Üniversitesi Dr. Alexandre TOUMARKINE Orient Institut Dr. Süleyman TÜZÜN Hacettepe Üniversitesi Dr. Mithat Kadri VURAL Dokuz Eylül Üniversitesi Dr. Olcay PULLUKÇUOĞLU YAPUCU Ege Üniversitesi Dr. Gürhan YELLİCE Dokuz Eylül Üniversitesi Cilt / Volume: XIV Sayı / Issue : 28 Yıl / Year : 2014

İÇİNDEKİLER / CONTENTS Sayfa / Page Editörden Editor’s Note 1

MAKALELER / ARTICLES: Özgür YILMAZ An Italian Physician In The Caucasian Migration Of 1864: The Mission Of Dr. Barozzi In Trabzon And Samsun 5 1864 Kafkas Göçü’nde Bir İtalyan Hekim: Dr. Barozzi’nin Trabzon Ve Samsun’daki Misyonu

Durmuş AKALIN II. Abdülhamid Döneminde Osmanlı-Mısır Sınır Tartışmaları ve Hafir Kasabası 45 Ottoman-Egypt Boundary Debates In Abdulhamid II. And Hafır Dıstrıct

Neşe TOZKOPARAN Sivas Amerikan Hastanesi 81 West Memorıal Hospıtal

Yücel YİĞİT İttihat ve Terakki Fırkası İçinde Parti İçi Muhalefet: Hizb-İ Cedit Hareketi 103 Internal Opposıtıon In The Commıttee Of Unıon And Progress: Hizb-İ Cedid Movement

Bülent DURGUN Italian Spark On Balkan Arsenal: Italian-Turkish War (1911-1912) 127 Balkanları Tutuşturan İtalyan Ateşi: Türk-İtalyan Harbi (1911-1912)

Bengül BOLAT Milli Mücadele Taraftarlığından Cumhuriyet Karşıtlığına Velid Ebuzziya 149 Velid Ebuzziya From The National Struggle Advocacy To Anti-Republicanism Volkan PAYASLI Tek Parti İktidarı’ndan Doğmuş Bir Denetim Organı: Müstakil Grup (1939-1946) Auditing Body Born From Single-Party State: 175 Independent Group (1939-1946)

Umut KARABULUT Davetsiz Misafiri Beklerken İkinci Dünya Savaşı Türkiye’sinde Pasif Güvenlik Önlemleri (1939-1940) 199 Waiting For Intruder: Passive Security Measures İn During The World War II (1939-1940)

Nurettin GÜLMEZ - Bülent TAHANCI Soğuk Savaş Dönemi Çekişmelerinden Bir Örnek: U-2 Uçak Krizi 225 The Cold War Era Polıcy Mıght An Instance: U-2 Aircraft Attack

Vefa KURBAN 1950-1960 Yıllarında Türkiye İle Sovyetler Birliği Arasındaki İlişkiler Relations Between Turkey And The Soviet Union In The 1950s And 1960s In 253 The Turkish And Soviet Press

Meltem ÖNDER 1960 Darbesi Sürecinde Akis Dergisi 283 Akıs Journal During The Coup Of 1960

Mustafa ŞAHİN Türkiye’de Öğretmen Örgütlenmelerine Bir Örnek: Ege Bölgesi Köy Öğretmenleri Derneği An Example Of Teacher Organization In Turkey: 307 Aegean Region Association Of Village Teachers

Ulvi KESER - Barış ÖZDAL Gayri Nizami Harp Bağlamında Posta Faaliyetlerinde Rum Propagandası (1960–2014) 329 Greek Cyprıot Propaganda In The Postal Actıvıtıes In The Lıght Of Irregular Warfare (1960–2014) Rüştü YILMAZ Kıbrıs Kara Sınır Kapılarının Açılışının Toplumsal Müzakerelere Etkisi Ve Kktc’de Devletleşme Olgusu (2003-2013) 369 The Effect Of Openıng Cyprus Land Borders To Intercommunal Negotıatıons And Trcn’s State-Makıng Phenomenon (2003-2013)

Alev GÖZCÜ Şerafettin Turan’ın Tarihçiliği 393 Historiography Of Serafettin Turan

ÇAĞDAŞ TÜRKİYE TARİHİ ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

CİLT: XIV SAYI: 28 YIL: 2014/Bahar

EDİTÖRDEN

Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi (ÇTTAD) elinizdeki 28. sayısı ile yeni bir evreye ulaşmış bulunuyor: O artık, uluslararası hakemli bir dergi... Bu yeni evre, onun geçmişten günümüze ne denli yol aldığının, olgunlaşıp geliştiğinin de bir göstergesi. 1991 yılında başlayan yolculuğu, böyle bir dönemece ulaştığı için, elbette bu yeni niteliği ona yeni sorumluluklar yüklüyor... Bu yeni evre kuşkusuz, geçmişten baktığımızda ulaşılan en üst düzeyi ve gelinen noktayı gösteriyor. Ancak bir şey daha var: Her sonuç, bir yeni başlangıç olduğuna göre, dergimiz de bundan sonraki yayınlarında bu motivasyonla yeni bir heyecan ve güçle yolunda ilerlemeyi sürdürecektir. Dergimiz ağırlıklı olarak son yüz elli yıllık siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel dönüşüm evrelerini ele alan makalelere yer verdi; araştırma sonuçlarını yayınladı. Bunu yaparken, genel tarih olaylarına olabildiği kadar mikro ölçekten bakmak için çaba harcadı. Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü’nün doktora ve yüksek lisans programlarında yetişen yeni araştırıcılar bu çabalara destek verdiler. Böylece hem araştırıcı hem de araştırma sayısında önemli artışlar oldu. Dergimiz, bu kaynaktan güçlü biçimde yararlanarak, tarihin daha ayrıntılı konularında yapılan çalışmaların yayınlandığı bir yayın organı durumuna geldi. Bu özelliği onu, benzerlerinden farklı kılan en önemli boyuttu. Bu da doğaldı; çünkü İzmir’in de içinde bulunduğu Batı Anadolu, son yüz elli yıllık köklü değişimlerin en önemli mekanı olmuştu. Büyük değişim ve dönüşüm çabalarının etkileri en yoğun biçimde bu coğrafyada hissediliyordu. Bu özellik de İzmir’de tarihçilik yapmak durumunda olanlara farklı olanaklar sunuyordu.

1 Dergimiz bu yöndeki çalışmalarını sürdürecektir. Yeni araştırmalarla bölge ve genel Türkiye Tarihi’nin bilinmeyen, karanlıkta kalmış ya da karmaşık tarih konularını aydınlatmak için çaba harcayacaktır. Umarız; gelecekte daha nice yeni boyutlara ulaşılır ve ulaşılan noktalarda yeni başlangıçlar kurgulanır...

Yrd. Doç. Dr. Alev GÖZCÜ

2 JOURNAL OF MODERN TURKISH HISTORY STUDIES

VOLUME: XIV ISSUE: 28 YEAR: 2014/Spring

EDITOR’S NOTE

The History of Contemporary Turkey Studies Journal (Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi – ÇTTAD) attains a new goal with its current 28th issue: being entitled as an internationally refreed journal… The recent stage indicates its significant progress in the course of time and its perpetual development phase. As its journey from 1991 reached such a notable milestone, its recent attribute redounds new roles and responsibilities to our journal… Beyond all question, the recent stage refers to the pinnacle of our efforts and achievements looking back to the past. However, there is one more point to note: Based on our philosophy that every result is a new beginning, our journal will resume its publication life with a new impetus and sense of enthusiasm along its upcoming issues. Our journal has mainly featured the articles on the political, social, economic, and cultural transformation processes witnessed in Turkey during the last fifty years, and has also put the research results forth. Within this scope, we tried to assess the general historical events from micro-scale perspective as much as possible. The new members of Dokuz Eylül University Institute of Atatürk’s Principles and History of Revolution research team, trained throughout the post-graduate and doctorate studies programs at the institute contributed to these efforts. Therefore, a substantial increase in both the number of researchers and studies has been noted. Our journal efficiently benefited from such resources and has consequently become a means of publication that features the studies executed on more elaborate historical issues. This feature is the most prominent attribute of our journal that makes it different from its counterparts. The difference lies behind the fact that Western Anatolia, the region including İzmir, has been an important scene for fundamental changes during the last

3 150 years. The impacts of massive transformation and change efforts have been immensely perceived across the region. Accordingly, this characteristic of the region provided various facilities to the historians studying in İzmir. Our journal will follow up the studies in this aspect. Through more research in future, it will pay further efforts to enlighten the unknown, obscure, and complex issues of local and general aspects of Turkish History. We are looking forward to attain further levels of achievements and to set up new beginnings…

Asst. Prof. Dr. Alev GÖZCÜ Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi Journal Of Modern Turkish History Studies XIV/28 (2014-Bahar/Spring), ss.5-44.

AN ITALIAN PHYSICIAN IN THE CAUCASIAN MIGRATION OF 1864: THE MISSION OF DR. BAROZZI IN TRABZON AND SAMSUN

Özgür YILMAZ*

Abstract The immigrations that the Ottoman Empire was exposed to in the 19th century launched a new social mobility in Ottoman territories after the Crimean War (1853-1856). Especially the immigrations in 1864 starting with the great emigration of the Circassians after the Russian conquest faced the Ottoman Empire a huge and massive migration movements that could not be compared with the previous immigrations. In this immigration process, southern Black Sea ports, Trabzon and Samsun served as main entry ports for immigrants in the Ottoman territories. However, these immigrations led to serious issues to these port cities. The Ottoman government took some series measures to prevent both the immigrants and the indigenous people from the problems caused by the migration. This process, managed basically by the Refugee Commission, was an issue for international community in terms of the political and social consequences of the immigration. In this context, the Quarantine Council that had an international character closely followed this process. This study aims to investigate the mission of Dr. Barozzi sent by the Sublime Porte, as a member of the Quarantine Council, his measures and his activities in Trabzon and Samsun and the consequences of the migrations at these entry ports.

Keywords: The Caucasian Migration of 1864, Trabzon, Samsun, Dr. Barozzi, the Quarantine Council.

1864 KAFKAS GÖÇÜ’NDE BİR İTALYAN HEKİM: DR. BAROZZİ’NİN TRABZON VE SAMSUN’DAKİ MİSYONU

Öz Osmanlı İmparatorluğu’nun 19. yüzyılda maruz kaldığı göç hareketlerinde Kırım Savaşı sonrası gerçekleşenler, imparatorluk coğrafyasında yeni bir sosyal hareketlilik başlattı. Özellikle 1864 yılında Çerkezlerin sürgünü ile başlayan büyük göç, devleti daha öncekilerle mukayese edilmeyecek bir göç hareketi ile karşı karşıya bıraktı. Bu göç dalgasında Trabzon ve Samsun göçmenlerin Osmanlı topraklarına giriş yaptıkları ana limanlar oldu. Lakin bu

* Asst. Prof. Dr., Gumushane University, Faculty of Letters, Department of History, (ozguryilmaz@gumuşhane.edu.tr). 5 Özgür YILMAZ ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) göçler bu liman şehirleri için çok ciddi sorunları da beraberinde getirdi. Osmanlı hükümeti, hem göçmenlerin hem de yerli halkın göçten kaynaklanan sorunlardan etkilenmemesi için bir dizi tedbir aldı. Temelde Muhacirin Komisyonu tarafından yönetilen bu süreç, ortaya çıkardığı siyasi ve sosyal sonuçlar bakımından uluslararası kamuoyunun da ilgisini çekti. Bu bağlamda uluslararası bir nitelik taşıyan Meclis-i Tahaffuz da bu süreci yakından takip etti. Bu çalışma, Meclis-i Tahaffuz’un bir delegesi olarak Bâb-ı Âlî tarafından Mart 1864’te özel bir görev ile Trabzon ve Samsun’a gönderilen Dr. Barozzi’nin buradaki çalışmalarını ve göçün bu şehirler üzerindeki etkilerini incelemeyi hedeflemektedir.

Anahtar Kelimeler: 1864 Kafkas Göçü, Trabzon, Samsun, Dr. Barozzi, Meclis-i Tahaffuz.

Introduction

As a scientific organization, “the International Symposium on the 146th Anniversary of the Caucasian Migration of 1864 War and Exodus”, held in İstanbul in 2010, provided scholars with an opportunity to discuss again the Caucasian Migration of 1864 in a broad sense1. From this point of view, because 2014 is the 150th anniversary of the Caucasus Emigration, it is expected to be new publications and activities this year. It is obvious that there are much more to be done on the Caucasian Migration of 1864 which was discussed by both Turkish and foreign researchers from various aspects until now. In our country, based on the Ottoman archival documents, Turkish scholars usually discussed the immigration process on a local scale, especially the settlement process of the immigrants2. However, besides the Ottoman archival sources, using the foreign archival documents in studies allows us to better understand the process and also helps us to make a positive contribution of the works about the subject. Indeed,

1 The proceedings of the symposium were published; see 1864 Kafkas Tehciri Kafkasya’da Rus Kolonizasyonu, Savaş ve Sürgün, ed. Mehmet Hacısalihoğlu, BALKAR-IRCICA, İstanbul, 2014. 2 For some examples on this matter, see Erdoğan Keleş, “Kırım Savaşı’ndan Sonra Gelen Muhacirlerin Menteşe Sancağı’nda İskânı”, Turkish Studies, 4/8, 2009, pp.1165-1188; Murathan Keha, “1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi’ne Kadar Yaşanan Kırım Kafkas Göçleri ve Erzurum’un Durumu”, Ekev Akademi Dergisi, 57, 2013, pp. 91-106; Hilmi Bayraktar, “Kırım ve Kafkasya’dan Adana Vilayeti’ne Yapılan Göç ve İskânlar (1869–1907)”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 22, 2007, pp.405-434; Hilmi Bayraktar, “Kırım Savaşı Sonrası Adana Eyaleti’ne Yapılan Nogay Göç ve İskânları (1859-1861), Bilig, 45, 2008, pp.45- 72; İhsan Satış, “Kırım Savaşı’ndan Sonra Kafkasya’dan Anadolu’ya Göçler ve Şanlıurfa Yöresine İskânlar”, Ege Üniversitesi Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, XII/1, 2012, pp.517- 531; Jülide Akyüz, “Göç Yollarında; Kafkaslardan Anadolu’ya Göç Hareketleri”, Bilig, 46, 2008, pp.37-56; Tolga Akay, “XIX. Yüzyılda Kafkasya’dan Osmanlı Devleti’ne Yönelik Göç Hareketlerinde Sinop’un Yeri”, I. Uluslararası Karadeniz Kültür Kongresi (06-09 Ekim 2011, Sinop) Bildiri Kitabı, Katuder, Karabük, 2013, pp.3-13; Selma Yel-Ahmet Gündüz, “XIX. Yüzyılda Çarlık Rusya’sının Çerkesleri Sürgün Etmesi ve Uzunyayla’ya Yerleştirilmeleri (1860-1865)”, Turkish Studies, 3/4, 2008, pp.949-983; Özgür Yılmaz, “1864 Kafkas Göçünde Trabzon”, 1864 Kafkas Tehciri, Kafkasya’da Rus Kolonizasyonu, Savaş ve Sürgün, ed. M. Hacısalihoğlu, BALKAR-IRCICA, İstanbul, 2014, pp.315-345. 6 An Italian Physiciann In The Caucasian Migration Of 1864... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) the Caucasian Migration of 1864, which was resulted in the Russian dominance in the Caucasus became an international matter while the immigrants, who were exiled from their homelands, took refuge in Ottoman territories in large masses. Regarding the future of the Muslim population of Crimea, the Treaty of Küçük Kaynarca that put an end to the Ottoman dominance over the Black Sea, was an important turning point. Russia’s annexation of the Crimea in 1783 was the first step for the future invasion of the Caucasus3. After the invasion of the Crimea, Russia began to execute a long-term occupation and settlement policy in the Northern Caucasus. This Russian domination and settlement policy also started the emigration of the Muslims of Crimea. During this emigration process which started as early as 1772, the number of emigrants increased steadily. Russia’s success in the wars with Iran and the Ottomans in the first half of the 19th century gave the opportunity to expand their territory to the south of the Caucasus4. As part of this settlement policy, Russia tried to change the demographic structure in the occupied areas for her political future in these regions5. However, the real turning point of the Russian policy in the Caucasus was the Crimean War6. In terms of the future of the Caucasus, although the Ottoman-British and French alliance gave hope to the Caucasus peoples, who were resisting for a long time against the Russian invasion, neither the western allies nor the Ottomans did actively support to prevent the Russian domination over the region7. In addition, when the Muridism movement, designated the national liberation movement of the Northern Caucasus mountaineers under the leadership of Shamil, was weakened after the Shamil’s seize by the Russians in 1859, a new emigration movement began from the Caucasus8. Surely, the most important reason for this 3 Abdullah Saydam, Kırım ve Kafkas Göçleri (1856-1876), TTK, Ankara, 1997, pp.29-36 (Hereafter, Kafkas Göçleri); Mark Pinson, “Russian Policy and the Emigration of the Crimean Tatars to the Ottoman Empire, 1854–1862”, Güneydoğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, 1, 1972, pp.37–55; Mark Pinson, “Russian Policy and the Emigration of the Crimean Tatars to the Ottoman Empire, 1854–1862”, Güneydoğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, 2–3, 1973–74, pp.101– 114. (Hereafter, Emigration of The Crimean Tatars II). 4 Nedim İpek, İmparatorluktan Ulus Devlete Göçler, Serander Yayınevi, Trabzon, 2006, p.28. (Hereafter, Göçler). 5 The clearest example of this policy was the migration program of Russians on the Ottoman Armenians in the Eastern Anatolia after the Ottoman-Russian War of 1829-1829. This forced migration was the early attempt for the Russian policy after the Crimean War in the region. Concerning migration after the Ottoman-Russian War of 1829-1829, see Kemal Beydilli, “1828–1829 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Doğu Anadolu’dan Göçürülen Ermeniler”, Belgeler, VIII/17, 1988, pp.365-434. 6 About the migrations occurred after the Crimean War from the Crimean Peninsula in 1860’s, see Brian Gyln Williams, “Hıjra and Forced Migration from Nineteenth Century Russia to the Ottoman Empire”, Cahiers du Monde russe, 41/1, 2000, pp.79-108. 7 Nazan Çiçek, “ Talihsiz Çerkeslere İngiliz Peksimeti”: İngiliz Arşiv Belgelerinde Büyük Çerkes Göçü (Şubat 1864-Mayıs 1865)” Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 64-1, 2009, p.64. (Hereafter, Büyük Çerkes Göçü). 8 A. Üner Turgay, “Circassian Immigration into the Ottoman Empire, 1856-1878”, Islamic Studies Presented to Charles J. Adams, ed. Wael Hallaq and Donald P. Little, E. J. Brill, Leiden, 1991, p.198 (Hereafter, Circassian Immigration); Bedri Habiçoğlu, Kafkasya’dan Anadolu’ya Göçler, Nart Yayınları, İstanbul, 1993, pp.49-66. (Hereafter, Anadolu’ya Göçler). 7 Özgür YILMAZ ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) emigration movement was the Russian policy in the occupied territories9. The Russian policy,10 which is based on the forced settlement in the places far from their homelands in Russia, the forced Christianisation of Caucasian people and the forced labour of the population, offered two choices to the Caucasian peoples at the end of the 1863: to settle in the Kuban steppes and to provide men power for the Russian army or to leave their homeland and take refuge in the Ottoman Empire11. Therefore, this strict policy of Russia initiated the third and the largest emigration process in 1863-1864 which began in 1856-1857, in the wake of the Crimean War and continued between the years of 1860-186212. In terms of the number of immigrants, it can be seen that the Sublime Porte did not create an organisation related to the settlement of immigrants and that the first immigrations and the problems resulted from this process were managed by the Municipality (Şehremaneti). That the number of immigrants from the Crimea reached hundreds of thousands since 1860’s forced the Sublime Porte to manage this immigration process more systematically13. According to Eren, when it was understood that the Şehremaneti could not overcome the problems, as the needs and transportation caused by the increasing number of Circassian and Nogai immigrants, it was decided to establish a special refugee commission. Thus, the Refugee Commission (Muhacirin Komisyonu), was constituted under the chairmanship of Hafiz Pasha, the governor of Trabzon, on June 5, 186014. Performing the central administration in this manner, the commission began to appoint officers to the places where the problems arose due to the migrations15.

9 For the Russian policy after the invasion of Caucasia, see Habiçoğlu, Anadolu’ya Göçler, pp.63-66; Çiçek, Büyük Çerkes Göçü, pp.63-64. 10 Kemal Karpat, Osmanlı’dan Günümüze Etnik Yapılanma ve Göçler, Timaş Yayınları, İstanbul, 2010, pp.164-164; İpek, Göçler, pp.29-39; Saydam, Kafkas Göçleri, pp.63-81. 11 “ Resume sur l’emigration Circassienne”, Archives du Ministère des Affaires étrangères (AMAE), Centre des Archives diplomatiques de Nantes, (CADN), Ambassade, Constantinople, Série D, Trébizonde, Tome 9, Schefer to Moustier, Trabzon, 20 March 1865 (Hereafter, “AMAE, CADN, Tébizonde”); Musa Şaşmaz, “Immigration and Settlement of Circassians in the Ottoman Empire on British Documents 1857-1864”, OTAM, 9, 1999, p.342 (Hereafter, Immigration and Settlement); Çiçek, Büyük Çerkes Göçü, p.64. 12 According to the origin, the number and the settlement places, the Caucasian Migrations were studied in three periods as 1856-1857; 1860-1862 and 1864-1865. See Abdullah Saydam, “Kırım ve Kafkasya’dan Yapılan Göçler ve Osmanlı İskan Siyaseti (1856-1876), Osmanlı, Vol. IV, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 1999, p.679; Saydam, Kafkas Göçleri, p.81. 13 Pinson, Emigration of The Crimean Tatars II, pp.107-108; A great immigration wave occurred in the period of 1860-1862 and the great part of them were settled in Rumeli, especially in Dobruca, and the rest in Anatolia. Kemal H. Karpat, Osmanlı Nüfusu (1830-1914), trans. Bahar Tırnakçı, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2003, p.108. 14 Ahmet Cevat Eren, Türkiye’de Göç ve Göçmen Meseleleri Tanzimat Devri, İlk Kurulan Göçmen Komisyonu, Çıkarılan Tüzükler, Nurgök Matbaası, İstanbul, 1966, pp.56-58; About the Refugee Commission, see David Cameron, Jr. Cuthell, The Muhacirin Komisyonu: An agent in the Transformation of Ottoman Anatolia, 1860-1866, Unpublished PhD Dissertation, Columbia University, New-York, 2005. 15 Saydam, Kafkas Göçleri, pp.105-119. 8 An Italian Physiciann In The Caucasian Migration Of 1864... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

The migration which accelerated from the end of 1863 led to several problems not only for the immigrants but also for the local population of the entry ports. Undoubtedly, the most important of them were epidemic diseases. Exiled from their homeland, immigrants were reaching the Ottoman ports under very miserable conditions16. In this difficult immigration process, epidemic diseases appeared and caused a significant death rate among immigrants in the course of journey and debarkation17. At the same time, the situation of immigrants also posed an important danger in the regions where they came ashore. This was the risk of the spread of epidemic diseases among indigenous peoples. The Sublime Porte was not prepared financially for this mass migration and could not provide necessary facilities for the immigrants at the ports. Particularly, the quarantine system, which would protect both immigrants and indigenous people in this process, became ineffective against those overcrowded immigrants. This situation was not only an issue of the Sublime Porte but also an issue for the international community. In this context, it was seen that the Quarantine Council, which had an international character from the foundation, also started to deal with this migration and its consequences. It is well-known that, one of the initiatives of Mahmut II’s on health care as the first example of preventive health care applications was the establishment of the Quarantine Council in İstanbul in 183818. In the Ottoman territories, which served as a bridge between the places where epidemics emerged and Europe where many outbreaks had occurred that would require the establishment of quarantines. The cholera epidemic of 1831 and 1832 presumed to have come from India made his first appearance in Europe through the Middle East. When the first cholera pandemic reached İstanbul in 1831, the Ottomans decided to introduce quarantine measures for the trade ships coming from the Black Sea. Although the first quarantine application was made at İstinye and Liman-ı Kebir on the Bosphorus, it was soon realized that in the fight against epidemic diseases, just those quarantine applications were not sufficient. This deficiency had been corrected by the establishment of the Quarantine Council (Meclis-i Tahaffuz) in April 183819. But in this process, it was suggested that the Sublime Porte should establish the two councils, one being the Meclis-i Tahaffuz-i Ûlâ (Conseil Supérieur de Santé), and the other the Meclis-i Tahaffuz-i Sâni (Office

16 Turgay, Circassian Immigration, p.205. 17 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA). Sadâret Mektûbi Mühimme Kalemi (A. MKT. MHM), 293/25-Lef 1, 16 N 1280/20 January 1864. 18 Gülden Sarıyıldız, “Karantina Meclisleri’nin Kuruluşu ve Faaliyetleri”, Belleten, LVII/222, 1994, p.346. 19 Ali Akyıldız, Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez Teşkilatında Reform, Eren Yayınevi, İstanbul, 1993, pp.265-267 (Hereafter, Merkez Teşkilatında Reform); Bedi N. Şehsuvaroğlu, “Tarihi Kolera Salgınları ve Osmanlı Türkleri” İstanbul Tıp Fakültesi Mecmuası, 17/2, 1954, p.296 (Hereafter, Tarihi Kolera Salgınları); Bedi N. Şehsuvaroğlu, “Türkiye Karantina Tarihine Bir Bakış”, Sağlık Dergisi, 2/25, 1951, p.1-4; Nuran Yıldırım, “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Koruyucu Sağlık Uygulamaları”, Tanzimat’ta Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, Vol.V, İletişim Yayınları, İstanbul, 1986, pp.1325–1326. 9 Özgür YILMAZ ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Santé). The Meclis-i Tahaffuz-ı Ûlâ was established in affiliation with the Ministry of the Foreign Affairs. The Meclis-i Tahaffuz-ı Ûlâ, the nucleus of the Council of Health, met three times each week, while in extraordinary conditions it was to be convened every day. However, as it was stated by Akyildiz and demonstrated by subsequent applications, this distinction stayed in theory and the sanitary matters were arranged by the Quarantine Council (Conseil Supérieur de santé)20. Because this attempt of the Ottomans in the health field was not only a precaution for the public health of the empire but also it was a precaution for Europe, the Quarantine Council gained an international aspect with the presence of European physicians as members21. Indeed, the presence and working of the council in a good way would be appropriate for the interest of foreign countries; it was decided to consist of some foreign delegates22. In addition, when we considered the lack of qualified Ottoman physicians on public health during this period, the presence of foreign delegates, especially the physicians of embassies, would be helpful for the function of the council23. Thus, besides the six Ottoman delegates, the delegates of the countries which have a seashore and the delegate of Iran would take part in this council24. In addition, the council, as a sanitary organisation, gained a diplomatic aspect by its international structure. More importantly, the council became an institution when the applications developed in Europe from the 17th century on and they were introduced in the Ottoman Empire. The council did the activities such as the establishment of the quarantines stations, the recruitment of the necessary staff and the determination of the quarantine tariffs25. As for Dr Barozzi, whose reports on his mission in Trabzon and Samsun constitute the starting point of this study, we don’t have detailed information about this Italian physician. Being one of the foreign physicians whose numbers increased in the 19th century in İstanbul and the Ottoman provinces, Dr. Barozzi had graduated from the Faculty of Medicine of Paris and came to İstanbul where

20 Nuran Yıldırım, A History of Healthcare in İstanbul, Düzey Matbaacılık, İstanbul, 2010, p.23 (Hereafter, Healthcare in İstanbul); Akyıldız, Merkez Teşkilatında Reform, pp.269-270. 21 Gülden Sarıyıldız, Hicaz Karantina Teşkilâtı (1865-2914), TTK, Ankara, 1996, p.9; Erdem Aydın, “19. Yüzyılda Osmanlı Sağlık Teşkilatlanması”, OTAM, 15, 2004, p.189. 22 Şehsuvaroğlu, Tarihi Kolera Salgınları, p.297. 23 A. Süheyl Ünver, “Osmanlı Tababeti ve Tanzimat Hakkında Notlar”, Tanzimat, Vol.II, MEB Yayınevi, İstanbul, 1999, p.949; Akyıldız, Merkez Teşkilatında Reform, p.272. 24 Şehsuvaroğlu, Tarihi Kolera Salgınları, p.297. 25 Daniel Panzac, “ Vingt ans au service de la médecine turque: le Dr Fauvel à İstanbul (1847-1867)”, Santé, médecine et société dans le monde arabe, dir. E. Longuenesse, Harmattan, Paris, 1995, p.167; Daniel Panzac, Osmanlı İmparatorluğu’nda Veba (1700-1850), trans. Serap Yılmaz, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1997, pp.223-224; Soon after the establishment, the council has prepared various instructions and regulations. Among them, perhaps the most important was the regulations, dated June 10, 1839, to arrivals to İstanbul by sea. « Conseil de Santé, Règlement organique pour les provenances de mer » 27 Ra 1255/10 June 1839; It is possible to find some instructions in French among the correspondences between the French delegates in the council and French Embassy in French Foreign Ministry Archives. See AMAE, CADN, Constantinople, Ambassade, Série E, Tome 464, « Question Sanitaires ». 10 An Italian Physiciann In The Caucasian Migration Of 1864... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) he entered the service of the Quarantine Council. Shortly after the designation of this new service, Dr. Barozzi was sent to Benghazi in March 1859 by Antoine Sulpice Fauvel, the French delegate in the Quarantine Council, to improve the sanitary conditions ravaged by the plague26. In the framework of this mission, Dr. Barozzi made some correspondence with Fauvel about the sanitary conditions in Benghazi27. Besides, Dr. Barozzi became a member of the Cemiyet-i Tıbbiye-i Şahane (Société Impériale de Médecine) and the publishing committee of the Gazette Médicale d’Orient, which was the periodical of the society, and published some articles on epidemics and public health issues. Dr. Barozzi also delivered lectures on epidemic diseases and pathology in the Imperial School of Medicine (Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane)28. It is understood that Antoine Sulpice Fauvel, who was the French delegate in the Quarantine Council since 1848, had an important role in the appointment of Dr. Barozzi as an inspector to Trabzon and Samsun. The appointment of Dr. Barozzi had been presented to the Quarantine Council by Fauvel. In this respect, it is observed that Dr. Barozzi made his correspondences on his new mission with Antoine Fauvel29. The Appointment process of Dr. Barozzi, as member of the Quarantine Council, provides us important information regarding the Caucasian immigration. Although the studies on the subject provide information about the immigration from the spring of 1864, in fact, the Caucasian immigration had already begun in the autumn of 1863. Schefer, the French consul in Trabzon, reported that the Russians were trying to establish their authority in the region by applying pressure on the Circassians, forcing them to settle in the interior of the country and expulsing them towards Ottoman territories. According to the consul, in September and October 1864, totally 3.875 immigrants, 2.134 of whom were forced by the Russians, arrived in Trabzon. In November 1863, there were 1.200 immigrants in Trabzon and 380 immigrants in Akçaabat. However, the direction of this migration was not just to Trabzon. As in Trabzon, so many immigrants were flooding İstanbul, Sinop, Samsun and the other Black Sea coastal towns30. To reach the Ottoman ports, immigrants were crowding into the

26 Recueils des travaux du Comité consultatif d’hygiène publique de France et des actes officiels de l’administration sanitaire, Tome 4, Paris, 1875, p.189. 27 Dr. Barozzi, «Relation de la peste qui a régné la province de Benghazi », Gazette Médicale d’Orient, 13, 1869, pp.158-159; Necmettin Akyay, “Türkiye’de Veba Salgınları ve Veba Hakkında Eski Yayınlar”, Mikrobiyoloji Bülteni, 8/2, 1974, p.214. 28 Yeşim Işıl Ulman, “Portraits of Italians in Health Affairs in 19th Century İstanbul: Dr. Castaldi, Pharmacist A. Calleja, Midwife Messani”, Oriente Moderno, 6, 2008, p.148; Yıldırım, A History of Healthcare in İstanbul, p.82. 29 AMAE, CADN, Constantinople, Ambassade, Série E, Tome 465, Fauvel to Moustier, Pera, 9 February 1864. 30 Upon the increasing number of immigrants in the southern Black Sea ports, the local governors applied to the Sublime Porte to take necessary measure. In this matter, the governor of Sinop warned the Sublime Porte about necessary measures which were stated in seven articles. BOA, Meclis-i Vâlâ Riyâseti (MVL), 659/6, 16 Ca 1280/29 October 1863; In the report on November, 6, 1864, Schefer stated that the number of Circassian who left their homeland in the four year was up to 50.000. AMAE, Centre des Archives diplomatiques de 11 Özgür YILMAZ ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) boats which could carry four or five hundred people. Many of the immigrants experienced various hardships before their arrival. Most of them had been plundered by the Russians before embarking. During their long journey, they died from hunger and epidemic diseases before their arrival in the Ottoman ports31. More and more immigrants began to arrive in Trabzon at the end of 1863. At the beginning of December 1863, approximately 5.000 immigrants had accumulated in the city32. Became prey to the misery and hunger, the immigrants were waiting in the rainy air and crowded in the places as barracks and schools in Trabzon. The epidemic diseases, seen among the immigrants, like smallpox, dysentery, typhus and malaria began to spread among the locals33. This situation of the city worried the authorities of Trabzon and also the consuls in the city assembled to discuss a series of measures to be taken to protect public health and requested the removal of immigrants from the city34. According to French consul, the local governors of Trabzon made an “admirable” effort to resolve both the problems of immigrants and the local people in the city35. But the conditions in Trabzon continued to worsen with each passing day. In December 1863, there were 7.000 sick immigrants only in Trabzon and the average death rate among them was ranging from 20 to 40 per day36. Besides, inappropriate burials of dead immigrants began to threaten public health in the city. In such conditions, the French consul, via his report to French ambassador Moustier, urged the health authorities in İstanbul to take an action and to send a “special commissioner” in order to ameliorate worsening situation in Trabzon37. As seen above, the problems brought about by immigrants in Trabzon and the other ports were reported to the embassies in İstanbul through the consuls who resided there. The embassies were also sending these reports to the Sublime Porte to follow closely the situation in these entry ports. The Quarantine Council also warned the Sublime Porte about public health and other necessary

La Courneuve (CADC), Correspondance consulaire et commerciale (CCC), Trébizonde, Tome 7, Schefer to de Lhuys, Trabzon, 6 November 1863. 31 AMAE, CADC, CCC, Trébizonde, Tome 7, Schefer to de Lhuys, Trabzon, 3 December 1863. 32 BOA, İrade Meclis-i Mahsus (İ. MMS), 27/1189-Lef 2, 25 Teşrinsani 1279/ 7 December 1863; A news had reached to Trabzon that apart from the Circassians, about 50.000 immigrant from Abazi tribe prepared to migrate to the Ottoman territories in December 1863. BOA, İ. MMS, 27/1189-Lef 1, 25 Teşrinsani 1279/7 December 1863. 33 BOA, Bâb-ı Âli Evrak Odası, Vilâyât Gelen-Giden Defterleri (BEO. VGGD), no.190, p.252. (23 B 1280/3 January 1864). 34 Turgay, Circassian Immigration, pp.205-206; AMAE, CADC, CCC, Trébizonde, Tome 7, Schefer to de Lhuys, Trabzon, 3 December 1863. 35 AMAE, CADC, CCC, Trébizonde, Tome 7, Schefer to de Lhuys, Trabzon, 3 December 1863. 36 Şaşmaz, Immigration and Settlement, p.345; AMAE, CADN, Trébizonde, Tome 9, Schefer to Moustier, Trabzon, 11 January 1864; Concerning to this immigration process, see Özgür Yılmaz, Tanzimat Döneminde Trabzon, Unpublished Phd Dissertation, Karadeniz Technical University, Graduate School of Social Sciences, Trabzon, 2012, pp.70-78. 37 AMAE, CADN, Trébizonde, Tome 9, Schefer to Moustier, Trabzon, 29 January 1864. 12 An Italian Physiciann In The Caucasian Migration Of 1864... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) measures. In addition, the council sent some instructions, containing some health precautions to be taken such as relevant patients, hygiene condition in cities, disinfection of vessels and burials. For instance, in the orders sent to Trabzon, it was asked from the local governors to put immigrants, coming to the city, under quarantine, to prohibit their living with the local population and with crew of the boats who were employed to transport immigrants, and to make burials outside the city38. Although the measures of the government in İstanbul, recommended by the Quarantine Council, gave good results, these recommendations were ignored in some places, such as Trabzon39. In the middle of February, apart from the local population, nearly 3,000 immigrants died of smallpox and typhus. In this period, the number of migrants in the city ranged from 10.000 to 12.000. In such conditions which were worsening day by day, Fauvel recommended the Quarantine Council to send Trabzon a special inspector with 6,000 piaster monthly salary. Fauvel’s proposal was accepted on February 9, 1864 and introduced the next day to the Sublime Porte by the council40. Upon the acceptance of the proposal by the Sublime Porte41, the French embassy reported Dr. Barozzi’s mission to Schefer, French Consul in Trabzon with a letter dated February 11, 186442. In this way, Schefer’s demand was realized with the appointment, and arrival of Dr. Barozzi on March 10 to Trabzon, which was the beginning of a new period in terms of the activities in the city. The next section of our study will primarily examine this new period for Trabzon and Samsun. We have important sources about the mission of Dr. Barozzi sent by the Sublime Porte as an inspector in Trabzon and Samsun. Firstly, the large report based on the correspondences of Dr. Barozzi with Antoine Fauvel, which deals

38 BOA, BEO. VGGD, no.190, p.258. (22 Ş 1280/1 February 1864). 39 AMAE, CADN, Constantinople, Ambassade, Série E, Tome 465, Fauvel to Moustier, Pera, 6 January 1864. 40 AMAE, CADN, Constantinople, Ambassade, Série E, Tome 465, Fauvel to Moustier, Pera, 9 February 1864. 41 Édouard Dulaurier, “La Russie dans le Caucase: L’exode des Circassiens et la colonosation Russe”, Revue des Deux Mondes, 61, 1866, p.47 (Hereafter, L’exode des Circassiens); L’Émigration Circassienne en Turquie, Extrait de la Gazette Médicale d’Orient Juillet 1864, Imprimerie de Levant Herald, Constantinople, 1864, p.10. 42 Schefer reported the reflexions of Barozzi’s mission in Trabzon as Par« la lettre qu’elle m’a fait l’honneur de m’écrire le 11 de ce mois et qui ne m’est parvenu qu’hier votre excellence a bien voulu me notifier la nomination par le Conseil de Santé, d’un commissaire spécial muni de pouvoirs suffisants pour faire exécuter, sur le littoral Ottoman de la Mer Noire notamment à Trébizonde les mesures d’hygiène que ce conseil a cru devoir arrêter. J’ai déjà fait connaitre au gouverneur général et à mes plusieurs collègues cette décision prise sur la proposition de notre délègue et le puis annoncer à votre excellence qu’elle a été accueillie avec une grande satisfaction ; bien qu’Emin Pasha n’ai pas paru apprécier dans le premier moment toute l’utilité de la mission de M. Barozzi. Je crois néanmoins qu’il a compris que sa responsabilité pouvait être dégagée jusqu’à un certain point par le concours que ce médecin ne manquera pas de lui prêter….Monsieur le Marquis, l’arrivée de M. Barozzi, auquel je suis prêt selon les ordres de votre Excellence à donner tout l’appui nécessaire, rassurera, j’en suis sûr, la population chrétienne que la frayeur a démoralisée ». AMAE, CADN, Trébizonde, Tome 9, Schefer to Moustier, Trabzon, 26 February 1864. 13 Özgür YILMAZ ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) with the immigration process in Trabzon and Samsun43, and secondly, another evaluation report of Barozzi presented personally to the council on June 28, 1864 on his activities in these ports44 will form the starting point of this study. Besides these two major sources, correspondences of British, French and Italian consuls, who reported important developments from Trabzon and Samsun both to their embassies and to foreign ministries, provide us with an opportunity to look at the matter from a different point of view. Certainly, official correspondences of the Ottoman government give important information in terms of the problems arising from the migration process and the activities done by local and central government.

I. Situation in Trabzon and the Activities of Dr. Barozzi

As mentioned briefly above, the Ottoman Government was not ready for the migration that started from the end of 1863. For the immigrants, lack of enough ration, shelter, medical facilities and transportation vehicles were experienced in the entry ports as Trabzon and Samsun. According to the sources, in the “winter period” of the migration, cold weather, typhus, smallpox and other infectious diseases had caused serious death rates in Trabzon and Samsun. But in the “spring period” of the migration, between March and June 1864, ten thousand immigrants began to flow into the Ottoman ports by every possible means they could find, and they faced with much worse conditions there45. The Ottoman government followed closely this miserable situation of immigrants. By the beginning of 1864, the government took some measures in Trabzon and the other coastal cities, although she was deprived of sufficient financial means. But delays in transportation and settlement, and difficulties caused by the seasonal reasons put them into a difficult situation, which made the restricted means of local governors useless46. In December, the accumulation of 7.00047 immigrants in Trabzon caused

43 L’Émigration Circassienne en Turquie, Extrait de la Gazette Médicale d’Orient Juillet 1864, Imprimerie de Levant Herald, Constantinople 1864; This long report had published in the Gazette Médicale d’Orient in Jully 1864. See Antoine Fauvel, “L’Émigration Circassienne en Turquie”, Gazette Médicale d’Orient, VIIIme Année, No.4, 1864, pp.49-60. 44 Rapport Présenté au Conseil de la Santé par le Dr.Barozzi, Charge d’une mission sanitaire concernant l’émigration circassienne, Imprimerie de Levant Herald, Constantinople, 1864; Fauvel also added the Barozzi’s report to his article published in Gazette Médicale d’Orient, see “Mémoires Originaux, Rapport Présenté au Conseil de la Santé par le Dr. Barozzi, Charge d’une mission sanitaire concernant l’émigration circassienne”, Gazette Médicale d’Orient, VIIIme Année, No.4, 1864, p.60. 45 L’Émigration Circassienne en Turquie, pp.10-11. 46 BOA, A. MKT. MHM, 288/89, 19 B 1280/30 December 1863. 47 According to Ottoman and French archival sources, the number of immigrants in Trabzon was about 5.000 souls in the beginning of the December 1863. But, that at the end of this month, the number reached to 7.000 souls indicated that the number of immigrants was increasing by new arrivals and transportation of them was done slowly as reported by Quarantine officials in the city. Şaşmaz, Immigration and Settlement, p.345. 14 An Italian Physiciann In The Caucasian Migration Of 1864... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) many problems for local governors. At that time, there were also so many immigrants in Sinop and Samsun. So, in the orders sent from the government to Trabzon, it was declared that the immigrants who want to settle in Anatolia could choose near the ports of Samsun, Ereğli and Sinop, those who want to go to Rumeli could reach at the ports of Varna, Ahyolu and Burgaz with three steamships to be settled by Nusret Pasha48. The lack of adequate steamship to transport immigrants from Trabzon to Samsun and İstanbul was causing their accumulation in the city under very bad sanitary conditions. In these conditions, the Quarantine director and physician of Trabzon warned the local government to take same precautions49. In this respect, the governor of Trabzon, Emin Muhlis Pasha went to İstanbul and reported the problems encountered in Trabzon.50. Upon these demands, the government decided to send an officer to manage this immigration process in the city. Thus, First Secretary of the Refugee Commission, Yaver Efendi, one of the most important actors of this migration process in Trabzon, was appointed and sent to the city with Tevfik Efendi, under- secretary of gendarme, two clerks, a few officers and 20-30 gendarme soldiers in December 1863. The main task of Yaver Efendi was to transport immigrants to settlement places, to register their names and to supply them enough ration51. In the first period up to March 1864, the conditions of immigrants in the city began to worsen. Therefore, Emin Muhlis Pasha and Yaver Efendi took the same precautions for immigrants. Especially, for the increasing number of immigrants more tents and steamships were requested from İstanbul52. Furthermore, the consuls in the city were also watching this process closely. They held a meeting on December 1, because there were more than 5.000 immigrants in the city and this number was increasing day by day. At the meeting, the consuls decided to make an attempt by local governors and quarantine administration to take necessary precaution like the protection of the public health and the transportation of immigrants out of the city. British Consul Stevens sent the decisions taken at the meeting to Emin Muhlis Pasha. To overcome the problems, the Pasha

48 BOA, İ. MMS, 27/1189-Lef 2, 25 Teşrin Sani 1279/ 7 December 1863; Saydam, Kafkas Göçleri, pp.111-112,137. 49 BOA, İ. MMS, 27/1189-Lef 4, 18 Teşrin Sani 1279/30 November 1863. 50 BOA, İ. MMS, 27/1189-Lef 3, 21 Teşrin Sani 1279/ 3 December 1863; It is understood from the French archival sources that Emin Muhlis Pasha went to İstanbul in September 1863. Schefer reported that, besides the immigration process, Emin Muhlis Pasha would make negotiations on the Trabzon-Erzurum road and a military establishment in Batumi. AMAE, CADN, Trébizonde, Tome 9, Schefer to Moustier, Trabzon, 1 September 1863. 51 With this assignment, Yaver Efendi was not only responsible for the immigration and immigrant issues in Trabzon but also for a large area as Canik, Bolu, Kastamonu, Sinop and Amasya. BOA, İ. MMS, 27/1189-Lef 2, 25 Teşrin Sani 1279/ 7 December 1863; Saydam, Kafkas Göçleri, p.111; İpek, Göçler, p.44; Ayşe Pul, “Trabzon ve Samsun Limanları Üzerinden Kafkasya Muhâcirlerinin İskanı (1860-1864)”, Giresun ve Doğu Karadeniz Sosyal Bilimler Sempozyumu, 9-11 October 2008, Vol.I, Giresun Belediyesi Yayınları, Ankara, 2009, p.553. (Hereafter, Kafkasya Muhâcirlerinin İskanı). 52 BOA, MVL, 669/68, 13 L 1280/22 March 1864. 15 Özgür YILMAZ ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) seriously responded to the demands of consuls53. Even in this period, to meet the needs of immigrants, 21.000 piaster was raised from local population and officers in the city54. The most important advice of the consul was transportation of immigrants to final settlement places as soon as possible. But as seen above, the lack of adequate means of transportation was one of the most important problems in Trabzon. Despite all necessary initiatives, which were done by local government of Trabzon for the removal of immigrants, the Ottoman steamships could not keep up with this heavy immigration traffic. For example, in January 1864, more steamships were asked to be sent to transport up to 2.000 immigrants who accumulated under very miserable conditions in the city55. Because of the fact that the Ottoman steamships, Hüma-yı Tevfik and Tuna, were not suitable, the shipment of the immigrants was slowing down56. Thereupon, Emin Muhlis Pasha applied to the steamship companies, Messageries and Lloyd, in Trabzon to accelerate the transportation process57. The accumulating of immigrants in the city was doubling their misery. In the middle of February, 20 immigrants were dying each day in Trabzon because of the diseases such as smallpox, diarrhoea and typhoid fever58. In this regard, the Refugee Commission asked for the appointment of more physicians to Trabzon, Samsun and Sinop where epidemic diseases prevail59. This high death rate in Trabzon was reported to İstanbul by the quarantine physician60. So, in the orders sent from İstanbul to Emin Muhlis Pasha and Yaver Efendi, it was emphasized to appoint all physicians to fight against the diseases among immigrants and to take all necessary precautions in the city61. In this direction, Emin Muhlis Pasha took many steps in the city. The Elementary School, Rüştiye, building was transformed into the hospital, the officers of the Ottoman Steamship Company supplied coal for heating the building. More importantly, a portion of immigrants was transported towards the western side of the city.

53 AMAE, CADC, CCC, Trébizonde, Tome 7, Schefer to de Lhuys, Trabzon, 3 December 1863. 54 BOA, BEO. VGGD, no. 190, p. 256, (18 Ş 1280/28 January 1864). 55 BOA, A. MKT. MVL. 290/13, 7 Ş. 1280/17 January 1864. 56 BOA. A. MKT. MHM. 293/73-Lef 1-2, 24 N 1280/28 January 1864. 57 In response to this demand, the agent of the Lloyd Company set a tariff 75 piasters per passenger and those of the Messageries Company also agreed to take this amount. AMAE, CADC, CCC, Trébizonde, Tome 7, Schefer to de Lhuys, Trabzon, 3 December 1863. 58 According to Fauvel, the situation in Trabzon in January was as follows: « Les affaires étaient suspendues. Les cadavres, à peine recouverts d’un peu de terre ou simplement enfouis sous la neige, s’amoncelaient dans les cimetières places au milieu des habitations. Il était à craindre qu’au moment du dégel les miasmes putrides dégagés de tant de cadavres mis à découvert ne vinssent ajouter leurs effets aux causes d’infection déjà existantes. De plus, les eaux potables de la ville étaient devenues fétides par les infiltrations d’un cimetière que principal conduit traversait ». L’Émigration Circassienne en Turquie, p.10. 59 BOA, A. MKT. MHM, 290/37, 9 Ş 1280/19 January 1864. 60 BOA, A. MKT. MHM, 293/25-Lef 2, 24 N 1280/3 February 1864. 61 Yaver Efendi stated that although the death rate was not high as stated from Trabzon, an important death rate was still seen among the immigrants. BOA. A. MKT. MHM, 293/25- Lef 1, 16 N 1280/ 20 January 1864. 16 An Italian Physiciann In The Caucasian Migration Of 1864... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

But, according to French consul, Schefer, these activities were insufficient and the more reasonable solution was to direct immigrants to interior of the country or to settle them around Trabzon62. On February 1864, the situation in Trabzon began to worsen rapidly by the new arrivals. Although in the middle of this month, signs of improvement in public health were seen, a new wave of immigration to the city deteriorated city’s health conditions again. Between February 14-17, 3.000 immigrants arrived in Trabzon and according to the news received in Trabzon that 40,000 immigrants were prepared to leave for Trabzon caused new worries in the city63. With the new arrivals in the city, the epidemics also began to increase rapidly. In addition to malaria and smallpox, many of the deaths were caused by typhus. Even, one of the European doctors in the city, French citizen Gibert, had also been the victim of the typhus. In Trabzon, the biggest problem was lack of the enough spaces which could accommodate immigrants. The immigrants who had settled in khans and the other buildings could easily mix with the local population and spread the epidemic diseases to them64. In order to avoid this situation, immigrants were forbidden to communicate with the local population. On February 18, the number of immigrants in the city had reached a figure as high as 10,000. These extraordinary agglomerations were also resulting in the dissatisfaction of indigenous peoples in coastal cities. Local population of Varna, Giresun, Sürmene and Batum were crowding on the beaches to prevent ships carrying immigrants and threatened them with death if they wanted to go ashore65. These conditions in Trabzon caused great panic among the local inhabitants and they began to make preparations to leave the city66. The disease had spread also to the governor’s mansion and some of the civil servants of Emin Muhlis Pasha died of typhus67. Although both Schefer and Stevens’s reports

62 AMAE, CADN, Trébizonde, Tome 9, Schefer to Moustier, Trabzon, 29 January 1864. 63 Report of the British consul, Stevens, on February, 17, 1864, PRO, FO 881/1259 cited in Sarah A.S. Isla Rosser-Owen, The First ‘Circassian Exodus’ to the Ottoman Empire (1858-1867), and the Ottoman Response, Based on the Accounts of Contemporary British Observer, Unpublished MA Dissertation, University of London School of Oriental and African Studies, London, 2007, p.32 (Hereafter, Circassian Exodus); AMAE, CADN, Trébizonde, Tome 9, Schefer to Moustier, Trabzon, 26 February 1864; Papers Respecting the Settlement of Circassian Emigrants in Turkey, London, 1864, p.1; Çiçek, Büyük Çerkes Göçü, pp.64-65; Şaşmaz, Immigration and Settlement, p.345; Justin McCarthy, Ölüm ve Sürgün, trans. Bilge Umar, İnkılâp Kitabevi, İstanbul, 1998, pp.38-42. 64 Theodosios Kyriakıdis, “Three Unpublished Documents from Trebizond’s Italian Consulate Concerning the Sanitarian Consequences of the Caucasian Migration in 1864 to the Southeastern Coast of the Black Sea”, 1864 Kafkas Tehciri Kafkasya’da Rus Kolonizasyonu, Savaş ve Sürgün, ed. Mehmet Hacısalihoğlu, Balkar, İstanbul, 2014, pp.212. (Hereafter, Sanitarian Consequences). 65 AMAE, CADN, Trébizonde, Tome 9, Schefer to Moustier, Trabzon, 18 February 1864. 66 Papers Respecting the Settlement of Circassian, p.1; Rosser-Owen, Circassian Exodus, p.32; Çiçek, Büyük Çerkes Göçü, pp.64-65. 67 According to British Consul, Stevens, from December, 1, 1863 to February, 17, 1864, the mortality rate exceeded 3.500. Of them Circassian immigrants were 3.00, Turks 470, Greeks 36, Armenians 17, Catholics 9 and European 6. Papers Respecting the Settlement of Circassian 17 Özgür YILMAZ ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) indicated that the governor, Emin Muhlis Pasha did all he could to alleviate the condition of these unfortunate people in Trabzon, this difficult process had gained too great dimension to be managed by governor’s means. For the needs of immigrants, the Sublime Porte sent Trabzon some used military clothes and some drugs. Even though the military clothes were given to immigrants, none of the nine boxes of drugs did contain chemicals, as required by the current situation of the immigrants68. A-15-day quarantine was set up for the immigrants, who came to Trabzon, and in the places where totally inadequate and poor conditions prevailed. But this sanitary measure was another source of danger in itself. The immigrants could easily reach the city from the quarantine building69, which was in the most crowded areas of the city, and could spread the infectious diseases among the indigenous people. These complex situations caused by immigrants also prevented the quarantine administration to make an effective work about the classification and registration of immigrants. In this case, the French consul was asking the ambassador Moustier to make an attempt by the Sublime Porte to take serious measures to prevent immigrants from spreading to the city and to direct them to out of the city70. Emin Muhlis Pasha did all he could to alleviate the condition of these unfortunate people in Trabzon. Surely the most important activity of the governor was the allocation of new encampments outside the city for immigrants. Emin Muhlis Pasha had proposed in the middle of February to set up an encampment in Seradere71, located in the west of Trabzon. But this project could not be carried out immediately. Because of the increasing number of migrants in the city, this project became more necessary. Governor Emin Muhlis Pasha invited the elders and interpreters of consuls in the city to council meeting on the night of February, 25. The council members evaluated the measures, taken up to that period,

Emigrants in Turkey, p.1; According to Ottoman archival sources, in the first two month of 1864, 404 people died in the city from the locals. BOA, MVL, 670/54, 12 L 1280/21 March 1864. 68 AMAE, CADN, Trébizonde, Tome 9, Schefer to Moustier, Trabzon, 18 February 1864; Papers Respecting the Settlement of Circassian, p.1; Turgay, Circassian Immigration, p.206. 69 Concerning to the quarantine building of Trabzon, see Yılmaz, Tanzimat Döneminde Trabzon, pp.356-358. 70 Schefer recommended the removing of immigrants from the city as soon as possible and demanded the sending of order from the Sublime Porte for the governor general to prevent ships carrying immigrants to Trabzon. AMAE, CADN, Trébizonde, Tome 9, Schefer to Moustier, Trabzon, 18 February 1864. 71 The Seradere Stream flows into the Black Sea in the Yıldızlı Region, west of Trabzon. Contrary to explanation above, some sources indicated wrongly this stream in the east of the city as Değirmedere. See Saydam, Kafkas Göçleri, p.138; Pul, Kafkasya Muhâcirlerinin İskanı, p.550; Schefer had some worries about the choice Seradere as encampments. According to the consul, the Seradere Encampment was not appropriate for immigrants. He added that, placed between Trabzon and Akçaabat, this encampment could be threat for these places especially for Trabzon by winds from the west. AMAE, CADN, Trébizonde, Tome 9, Schefer to Moustier, Trabzon, 26 February 1864. 18 An Italian Physiciann In The Caucasian Migration Of 1864... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) and assessed new measures to be taken. At the meeting, more importantly, it was decided to establish an encampment and quarantine station in Seradere, to demand doctor from the government to work there for immigrants and to build barracks for them to reside after the quarantine. According to Schefer’s report, at the meeting there were two opposing groups which were consisted of Emin Muhlis Pasha, who “knows Europe’s institutions, values, and the administration” and consular representatives; and the Muslim members of the council and delegate of the Russian consulate. Thanks to the non-Muslim members of the council, the proposals of the first group were accepted there72. Due to the seasonal warming, new threats to public health began to emerge in the city. Garbage, accumulated in the city, was reeking and dirty water was flowing in the streets and the squares were making public places impassable. In spite of this view, none of the decisions taken at the meeting of February 25 still had been implemented. According to the Schefer’s report dated March 8, the construction of a camp in Seradere was still remaining as “project” and the transportation of 10.000 immigrants there were not the right choice because up to 2,000 immigrants previously placed in the east of Trabzon had left the camping place the day after the settlement and had spread to the town again. It was likely to be the same in Seradere. With the limited number of gendarmerie and insufficient means, Emin Muhlis Pasha suffered some obstacles. The only ships with the 700 passengers carrying capacity was far from providing an effective service for transportation of the immigrants. Therefore, five new vessels were charged to transport immigrants from Trabzon to Samsun73. Also, more tents for immigrants, who were waiting in open air in the city, requested by local governors in Trabzon74. At the beginning of the “spring semester” of migration, when the number of immigrants and epidemic diseases began to increase in the city, parallel to the consular demands, Dr. Barozzi, who was sent by the Sublime Porte “to implement all necessary measures to ensure public health in Trabzon”, arrived in Trabzon on March 10, 186475. The day after the arrival, Dr. Barozzi visited the governor General Emin Muhlis Pasha to get information about city’s health and hygiene conditions, and necessary measures to be taken to prevent the diseases from spreading among the public and the immigrants. However, according to the French consul, Emin Muhlis Pasha had been disturbed by this

72 AMAE, CADN, Trébizonde, Tome 9, Schefer to Moustier, Trabzon, 26 February 1864. 73 Schefer sent the total amount of death to his embassy as Stevens. Accordingly, until February 21, according to Emin Muhlis Pasha, 2.500; and according to the quarantine physician 3.129 deaths occurred among the immigrants. AMAE, CADN, Trébizonde, Tome 9, Schefer to Moustier, Trabzon, 8 March 1864. 74 BOA, A. MKT. MHM, 293/95, 4 L 1280/13 March 1864; BOA, A. MKT. MHM, 295/75, 21 L 1280/30 March 1864; Until the February 1279 (March 1864), totally 264.632 piasters was spent for the needs of immigrants as biscuits, construction of buildings and salary for officials. BOA, C. DH. 201/10016, 15 M 1281/20 June 1864. 75 AMAE, CADN, Trébizonde, Tome 9, Schefer to Moustier, Trabzon, 12 March 1864. 19 Özgür YILMAZ ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

European physicians equipped with such extensive authority. Besides, Barozzi had seen that due to obstacles arising from immigrants in Trabzon, Emin Muhlis Pasha was in an unmotivated situation and did not know what to do in these conditions. None of the sanitary measures determined at the meeting of February 25 had been implemented until the arrival of the sanitary inspector76. When Dr. Barozzi arrived, the situation of the city was very alarming and the city was hosting over the 12.000 infected immigrants. In just two days at the beginning of March, 3.645 immigrants had come to Trabzon77. Especially smallpox and typhus caused by immigrants were also raging among the local people. In this situation, the main task of Dr. Barozzi was to transport immigrants out of the city as soon as possible, to create camping locations in well selected places and supply enough ration for immigrants, to disinfect the city, to prevent immigrants from recreating massive crowd in the city, to take necessary measures and to forward them to the final settlement district78. Initially, Dr. Barozzi was engaged in the removal of immigrants from the city within the framework of a plan. With the help of the Quarantine Director, Halil Efendi, Tulumbacıbaşı (Head of Fire Brigade) Ismail Bey and one of the Circassian chief, Ali Efendi79, the tents were removed from the squares and the vicinity of the custom house. Almost all of the immigrants who had settled in khans were removed from the city. One more layer of soil was sprinkled over the cemetery and so, the bodies were buried at an appropriate depth against possible infections. As Emin Muhlis Pasha voiced earlier, water channel passing near the cemetery and supplying water to the city’s fountains was separated from the cemetery through thick and solid wall80. But more importantly, the project of establishment of new encampments out of the city was realised81. It is understood that the transportation project of immigrants to new encampments out of the city, previously proposed by Emin Muhlis Pasha was realized after the arrival of Dr. Barozzi in Trabzon. According to the French consul, these new encampments were chosen “carefully” by Dr. Barozzi in the places where water sources could be found to provide hygiene conditions of immigrants. The first of these encampments was the Campos, situated at the right bank of the Değirmendere River. In the framework of the first activities in

76 AMAE, CADN, Trébizonde, Tome 9, Schefer to Moustier, “Mission de M. Barozzi”, Trabzon, 19 March 1864. 77 AMAE, CADC, Trébizonde, Tome 8, Schefer to de Lhuys, Trabzon 18 March 1864. 78 L’Émigration Circassienne en Turquie, p.11. 79 In a letter at the end of March from Trabzon, Dr. Barozzi had demanded to employ Ali Efendi in his service with monthly salary, on the grounds that he did not have any assistant in his mission. BOA, MVL, 675/30, 19 L 1280/28 March 1864. 80 BOA, MVL, 670/54-Lef 2, 17 N 1279/ 25 February 1864; As time passed, because of increasing number of deaths in the city, three new location outside the city were determined for burials. BOA, MVL, 675/33, 22 Z 1280/29 May 1864. 81 AMAE, CADN, Trébizonde, Tome 9, Schefer to Moustier, “Mission de M. Barozzi”, Trabzon, 19 March 1864. 20 An Italian Physiciann In The Caucasian Migration Of 1864... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Trabzon, Dr. Barozzi placed 2.500-2.600 immigrants, previously settled in the different parts of the city, in tents in the Campos Encampment82. The rest of the immigrants was directed to the west of the city and placed in hangars in the Seradere and Akçakale encampments. Following the arrival of Barozzi, just in nine days, 5.300 immigrants attempted to land in Trabzon and Akçaabat. To avoid new accumulation in the city, the owners of ships were prohibited to go to the Circassian shores to take immigrants. It was made compulsory for the owners of the ships to place 300 piasters on deposit when their patent was prepared, and it was decided to confiscate this deposit if their ships came into the ports full of immigrants. Still, the ships carrying immigrants to the city were directed to the Akçakale Encampment which was allocated for new arrivals. Then, Dr. Barozzi dealt with the quarantine building where most powerful infection diseases were seen in the city. About 2.300 immigrants resided in the quarantine building in February, 1864, of whom 1.600 died. Therefore, the quarantine building began to be slowly evacuated and the necessary measures were taken to disinfect there83. The arrival of Dr. Barozzi in Trabzon also marked the beginning of a period in which a struggle started between Dr. Barozzi and the other important actors of the migration process, Emin Muhlis Pasha and Yaver Efendi, the First Secretary of the Refugee Commission. It is seen that according to the Schefer’s and Fauvel’s reports that Dr. Barozzi had disagreement with these two officers on many issues. Particularly, an opposition group, led by Yaver Efendi, appeared in Trabzon against the Dr. Barozzi’s measures. More importantly, the opposition group brought influence to bear on the governor general. French consul stated in his report on March 19, 1864, that Emin Muhlis Pasha, who did all he could to alleviate the condition of the immigrants until the Barozzi’s arrival, became an adversary to the activities of the physician. According to the consul, Yaver Efendi, who was a bigoted Ottoman officer, had a significant influence on Emin Muhlis Pasha, and was providing a large profit from illegal works in Trabzon. The presence and opposition of Yaver Efendi was an obstacle to the activities of Dr. Barozzi who wanted to manage the immigration process in independent manner. To eliminate this situation, Schefer began to request assistance from the French Ambassador, Moustier, to make an attempt by the Sublime Porte for dismissal of Yaver Efendi even on the ninth day of Barozzi’s arrival84. After the 20-days activities in Trabzon, Dr. Barozzi sent a report to Schefer about infectious diseases seen both among immigrants and locals in the city, in which he stated that immigrants who settled in Trabzon were crowded in inadequate places, where enough hygiene measures were not taken, for

82 Yaver Efendi stated in his report that without establishment of the necessary means, the transportations of immigrants to the Compos Encampment was not appropriate for the immigrants. BOA, MVL, 671/9, 10 L 1279/31 March 1864. 83 L’Émigration Circassienne en Turquie, pp.12-13. 84 AMAE, CADN, Trébizonde, Tome 9, Schefer to Moustier, “Mission de M. Barozzi”, Trabzon, 19 March 1864; L’Émigration Circassienne en Turquie, pp.12-13. 21 Özgür YILMAZ ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) this reason, infectious diseases like smallpox, dysentery and typhus emerged among them. These infectious diseases caused a huge range of mortality in the places such as the quarantine building, khans, mosques and the other infectious locations in the city. Dr. Barozzi stated that the high mortality rate was led by the overcrowding of the immigrants in the city and by infections that occurred among them. Typhus cases were also caused by this overcrowding. Whereupon the rumours of plague emerged in the city, based on the experience in Benghazi, Dr. Barozzi stated that there was no plague symptom among the immigrants. Dr. Barozzi also stated in this report that with the taking necessary hygiene measures and the prevention of accumulation of the immigrants in the city, almost all of the immigrants were evacuated from there, the typhus epidemic came to a halt and the sanitary conditions improved at the beginning of April 186485. By means of these measures, 5% mortality rate among immigrants was pulled down to a very low figure86. At the beginning of April 1864, despite this improvements in Trabzon, the sanitary conditions worsened again by the new arrivals. The Russian conquest of Tuapse and her full sovereignty over the Caucasia led to the flow of more crowded immigrant groups to the Ottoman shores87. It was seen that in just one day, as many as 6.000 immigrants could arrive in Trabzon. On March 26, 1864, the number of immigrants directed to the encampments of Campos, Seradere and Akçakale were roughly 20.000. This number rose to 40.000 on April, and just in the Akçakale Encampment there were about 27.000 immigrants who were waiting for help under very miserable conditions88. That the immigrants were not supplied with a sufficient ration of bread was the most important issue89. According to the report of Stevens, the British consul in Trabzon, on April, 15, Emin Muhlis Pasha received information that 40.000 immigrants were preparing to leave for Trabzon90. In the report to the Sublime Porte, Emin Muhlis Pasha stated that besides 70.000 immigrants in Trabzon and the environs, it would be

85 AMAE, CADC, CCC, Trébizonde, Tome 8, Barozzi to Schefer, Trabzon, 30 March 1864. 86 For instance, just in twenty days, out of 22.000 immigrants in the Akçakale Encampment, 438 of them died. AMAE, CADN, Trébizonde, Tome 9, Schefer to Moustier, Trabzon, 2 April 1864; The memories of Alphonse Fonville, who arrived in Trabzon with the immigrants, is very interesting about the tragedy in the Akçakale Encampment. He stated that there were 15.000 souls in the encampment and they settled in shadows of olive trees to be protected from heat. See Eric Hoesli, À la Conquête du Caucause, Epopée géopolitique et guerres d’influence, Editions des Syrtes, Paris, 2006, pp.211-212. (Hereafter, À la Conquête du Caucause). 87 AMAE, CADN, Trébizonde, Tome 9, Schefer to Moustier, Trabzon, 21 March 1864. 88 Fauvel’s words reveals the misery of 6.000 immigrants came to Trabzon in this wave of immigrants: « Le dernier arrivage avait été particulièrement désastreux. Ils étaient plus de 6.000 entasses sur une vingtaine de barques encombrées de morts et de mourants. Comme la traversée avait été longue et qu’ils étaient sans provisions, ils avaient été réduits à boire de l’eau de mer pour étancher leur soif. Ils étaient si faibles qu’il fallut opérer leur débarquement à bras d’hommes. Beaucoup étaient atteints de vomissement et de diarrhée, d’outres de dysenterie, de variole, d’affections typhiques ; tous mouraient de faim ». L’Émigration Circassienne en Turquie, p.13. 89 BOA, İ. DH. 524/36128-Lef 3, 9 Za 1280/16 April 1864. 90 Şaşmaz, Immigration and Settlement, p.343. 22 An Italian Physiciann In The Caucasian Migration Of 1864... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) possible to have very big problems in all respects if the immigrants who were waiting in the port of Soğucak came to Trabzon91. Because there was only twenty day’s flour stock to meet the needs of the population, these newcomers, who would increase the number of immigrants in the city, would bring a complete disaster for Trabzon. The mills were occupied by the local government; a private individual could not get their corn to the mills. Briefly, Trabzon was faced with the danger of a famine during this period92. The most important measure against these conditions on April 1864 was the transportation of immigrants to encampments and from there, to their final settlement destinations as soon as possible. Although the British sources stated that Dr. Barozzi could not cope with the situation in Trabzon93, the most significant effort of the physician was to prevent the immigrants from accumulating in the city. For this purpose, Dr. Barozzi provided a service for the immigrants, in which they were transported by boats to encampments, and he tried to remove the immigrants from the city by way of land and sea94.Within the activities of the physician, thousands of immigrants were transported to the permanent settlement areas from the middle of March to the beginning of the April 186495. Indeed, as time passed these initiatives also failed against the growing number of immigrants and the calls for more steamships for shipment of immigrants from Trabzon continued. The lack of adequate steamships was not only an obstacle for the settlement of immigrants, but also it put a huge financial burden in terms of ration and the other needs which they were given in the encampments96. For instance, when the Ottoman steamship, Hüma-yı Tevfik, became insufficient, the local government of Trabzon demanded the service of another steamship, Tuna, to transport the immigrants directly to Köstence97. During the transportation, the misery of immigrants was continuing, and diseases carried by immigrants were also spreading to the ship’s crew98.

91 BOA, İ. DH. 524/36128-Lef 3, 9 Za 1280/16 April 1864; Habiçoğlu, Anadolu’ya Göçler, p.77. 92 Report of the British consul, Stevens, on April,15, PRO, FO 881/1259 cited in Çiçek, Büyük Çerkes Göçü, p.67; Şaşmaz, Immigration and Settlement, p.346; Rosser-Owen, Circassian Exodus, pp.32-33. 93 Report of the British consul, Stevens, on April,15, PRO, FO 881/1259 cited in Çiçek, Büyük Çerkes Göçü, p.67; Şaşmaz, Immigration and Settlement, p.346; Rosser-Owen, Circassian Exodus, pp.32-33. 94 L’Émigration Circassienne, p.15. 95 AMAE, CADN, Trébizonde, Tome 9, Schefer to Moustier, Trabzon, 8 April 1864. 96 BOA, A. MKT. MHM, 297/14, 5 Za 1280/12 April 1864. 97 BOA, İ. DH, 524/36153, Lef-1, 2, 17 Za 1280/24 April 1864; BOA, A. MKT. MHM, 298/26, 14 Za 1280/21 April 1864; BOA, A. MKT. MHM, 298/59, 19 Za 1280/26 April 1864. 98 An example of this situation was seen in the Tamise, steamship of Messageries Impériales which used to transportation of immigrants, in December 1863. From the ship’s crew, 17 died due to the infection caused by the immigrant. L’Émigration Circassienne, p.8; another example is that typhus emerged in the steamship, Kars, which was carrying 600 immigrants to Varna. Because of the disease, the steamship was forced to approach to the port of Sinop. End of the 15-day trip to Varna, total loss of the immigrants was 250 souls. AMAE, CADN, Constantinople, Ambassade, Série E, Tome 465, Fauvel to Moustier, Pera, 9 February 1864. 23 Özgür YILMAZ ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Therefore, it was forbidden to transport the sick immigrants by steamships99. Against the infectious diseases, the physicians began to be employed in the steamships used to carry immigrants100. The lack of the sufficient rations for the immigrants was another important obstacle in the process. Therefore, a great number of deaths were caused by starvation. Although one of the tasks of the Refugee Commission was to meet the food needs of immigrants, deprived of the necessary means, the officers of the commission could not distribute enough rations to them101. As seen in the consular correspondences, the distribution of biscuits (peksimet), which was the only food given to immigrants, had never been sufficient. In the context of Dr. Barozzi’s activities, in addition to biscuits, meat, millet, corn and vegetables were also added to rations102. Yet, the insufficiency of the ration for immigrants continued as a subject of complaint103. When the local governors of Trabzon realized that it was impossible to meet the needs of immigrants through the city’s resources, it was decided to procure food supplies from the surrounding places like Giresun. The lack of enough rations also caused serious problems between the immigrants and the officers. In these cases, because the limited numbers of gendarmeries were unable to cope with these issues, a garrison of 250 souls were brought from Erzincan to Trabzon. Clothes were distributed to migrants and the construction of nearly sixty hangars was started between Akçaabat and Seradere for the immigrants104. In the last days in Trabzon, Dr. Barozzi faced with greater obstacles for his activities. According to the interpretation of Faulvel, this was the reluctance and intrigues of an officer who obtained interests from the presence of immigrants in Trabzon105. Without doubt, this officer was Yaver Efendi. In each report referring to the activities of Barozzi, the French consul had special reference to Yaver Efendi. According to the report on March, 19, 1864, the French consul stated that contrary to Dr. Barozzi, engaged in the transportation of the immigrants out of the city, Yaver Efendi tried to place them in the city and provoked them and local governors against the sanitary inspector. Moreover, Yaver Efendi was getting a significant gain by speculation on the rations and the other aid supplies distributed to the immigrants in Trabzon106. In this case, the presence and solid measures of Dr. Barozzi had harmed the interest of a group led by Yaver Efendi in the city. It is understood that this group complained about the Dr. Barozzi’s precautions in Trabzon. According to Schefer, Emin Muhlis Pasha

99 BOA, A. MKT. MHM, 289/22, 7 Ş 1280/ 4 January 1864. 100 BOA, İ. DH, 524/36195, 20 Za 1280/9 April 1864. 101 BOA. A. MKT. MHM, 297/59, 9 Za 1280/16 April 1864. 102 AMAE, CADN, Trébizonde, Tome 9, Schefer to Moustier, Trabzon, 14 May 1864. 103 L’Émigration Circassienne, p.15; Turgay, Circassian Immigration, p.206. 104 AMAE, CADN, Trébizonde, Tome 9, Schefer to Moustier, Trabzon, 14 May 1864. 105 L’Émigration Circassienne, p.15. 106 AMAE, CADN, Trébizonde, Tome 9, Schefer to Moustier, Trabzon, 19 March 1864. 24 An Italian Physiciann In The Caucasian Migration Of 1864... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) received a “ridiculous” letter from İstanbul which mentioned the incongruity of Dr. Barozzi’s precautions which did not conform to the situation of immigrants. Then, Emin Muhlis Pasha began to oppose the activities of Dr. Barozzi and the activities in the city began to slow down107. According to the French consul, Yaver Efendi, who obtained illegal interest from the presence of immigrants in Trabzon, was changing his clerk in every five or ten days to “cover his dirty operations”, to receive their ration, to keep dead immigrants secret without burials and he was clearly involved in the “slave trade” by sending slaves to İstanbul108. It is possible to confirm this atmosphere of conflict seen in French documents with the Ottoman documents. The strict measures of Dr. Barozzi had caused the complaints of Emin Muhlis Pasha and Yaver Efendi. In the letter on March 31, 1864, Yaver Efendi stated that Dr Barozzi was hurrying to transport the immigrants out of the city. He criticised that because the tents and sheds in the encampments could not be supplied, the settlement of immigrants in the city, among whom there were many sick, would be more humane act109. On the other hand, while Dr. Barozzi was blaming Yaver Efendi for violating the quarantine rules, Emin Muhlis Pasha expressed his hesitation about which side was right or not. The other subject of complaint of the governor was the accusation of Dr. Barozzi that no measures were taken after his arrival in Trabzon110. For this reason, as Schefer and Dr. Barozzi demanded the dismissal of Yaver Efendi, it was seen that because of “inappropriate treatment about the immigrants”, Yaver Efendi and Emin Muhlis Pasha also demanded the dismissal of Dr. Barozzi and to replace him with a Muslim physician111. Yaver Efendi was not the only person who was blamed for slave trade in Trabzon. According to the report on May, 14, 1864, based on “a source quite sure” Schefer stated that Emin Muhlis Pasha was using his fortune in the slave trade. He went on saying that the governor had sent an officer with 50.000 piasters to the Circasssian coasts by an Ottoman steamship, Malakof, to take slaves, and had ordered the ship’s captain to bring them directly to the quarantine to avoid confusion with the other immigrants in the city. According to Schefer, this “abominable traffic” had become extraordinary since the beginning of immigration112. Indeed, that thousands of immigrants took refuge in the Ottoman coasts, gave an impetus to the slave trade and the slave trade had turned into a profitable business. The Russian consul in Trabzon criticised the slave trade by saying that “while the magazines in İstanbul were writing on the prohibition of slave trade, this trade was going on in Erzincan. The British consul’s sister, Mrs. Mareny had been dealing with the slave trade with the support of Emin Muhlis 107 AMAE, CADN, Trébizonde, Tome 9, Schefer to Moustier, Trabzon, 22 April 1864. 108 Ibid. 109 BOA, MVL, 671/9, 10 L 1279/31 March 1864. 110 BOA, MVL, 675/30, 3 Z 1280/10 May 1864. 111 BOA, MVL, 985/20, 4 Za 1280/11 April 1864. 112 AMAE, CADN, Trébizonde, Tome 9, Schefer to Moustier, Trabzon, 14 May 1864; Saydam, Kafkas Göçleri, p.191. 25 Özgür YILMAZ ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Pasha”113. In this context, the Sublime Porte had tried to take certain restrictive measures for the slave trade since the middle of 1864114. As early as February 1864, the abuses of settlement officers of the Refugee Commission, such as theft, wastage and peculate, had been reported to İstanbul115. As for the situation in Trabzon, these abuses seen in French sources had been also reported to İstanbul by the other officers in the city. In this context, the letter116 of Pharmacist Hüseyin Efendi, which reveals the abuses on the needs of immigrants such as physician, pharmacy and ration, shows that from the governor General to the first secretary of the Refugee Commission, the officials abused this process for their own benefits117. It is understood from the Ottoman archival documents that these abuses continued after the departure of Barozzi from Trabzon. We encountered many examples in the correspondences of the Quarantine Manager, Halil Efendi, the officer of the Refugee Commission, Tevfik Effendi, the inspector general, Rıza Efendi who came to Trabzon in July 1864, and Emin Muhlis Pasha such as missing weight, rottenness and foulness of biscuits, and especially rottenness of the flour sent by Kaptan Yorgi of Giresun118. Thus, it is seen that the forgery and venality, as the most important problems of the Tanzimat period, occurred during the immigration process in Trabzon119. Regarding the relations between Dr. Barozzi, Yaver Efendi and Emin Muhlis Pasha, the demand of Schefer and Dr. Barozzi for dismissal of Yaver Efendi was responded in the middle of April 1864120. Although the Refugee Commission requested the remaining of Yaver Efendi in his service in Trabzon, probably because of the complaints from the French Embassy, the Sublime Porte did not accept this request121. In this case, we can say that in the conflict between Yaver

113 Moşnin stated that Emin Muhlis Pasha sent young immigrant girls as gift to İstanbul, who sold for 60-80 rubles, and that it was possible to buy children between 11-12 years old with 30-40 rubles. Hoesli, À la Conquête du Caucause, p.212; Ali Kasumov-Hasan Kasumov, Çerkes Soykırımı Çerkeslerin 19. Yüzyıl Kurtuluş Savaşı Tarihi, Kaf-Der Yayınları, Ankara, 1995, p.271. 114 Ehud Toledano, Osmanlı Köle Ticareti 1840-1890, trans. Y. Hakan Erdem, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1994, p.132; Y. Hakan Erdem, Osmanlıda Köleliğin Sonu 1800-1909, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2004, pp.145-149. 115 Saydam, Kafkas Göçleri, pp.111-112. 116 For the letter, see BOA, A. MKT. MHM, 311/68- Lef 4, 13 Ra 1281/16 August 1864. 117 BOA, A. MKT. MHM, 309/47, 17 Ra 1281/20 August 1864. 118 BOA, MVL, 684/62, 29 C 1281/29 November 1864. 119 Ayşe Pul, “Kafkasya Muhacirlerinin Durumlarına Dair Eczacı Es-Seyyid Hüseyin Efendi’nin Bir Mektubu”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 4/16, 2011, pp.413-423. 120 BOA, İ. DH. 524/36128-Lef 1, 9 Za 1280/16 April 1864. 121 Fauvel describes the situation as follows: «La Porte, cédant aux demandes du Conseil de Sante, jugea nécessaire de rappeler le triste individu dont il n’a été que trop souvent question, et le remplacer à Trébizonde par un autre fonctionnaire qui s’annonça sous de meilleurs auspices ». L’Émigration Circassienne, p.15; As the reason for Yaver Efendi’s dismissal, Ottoman archival documents states that because the transportation of the immigrants and the other necessary measures to be taken would be extraordinary work for Yaver Efendi, Tevfik Efendi, who previously did successful activities for immigrants, could do better in the immigration process in which the news of arrival of 170,000 immigrants reached to Trabzon. BOA, İ. DH. 524/36128-Lef 3, 9 Za 1280/16 April 1864. 26 An Italian Physiciann In The Caucasian Migration Of 1864... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Efendi and Dr. Barozzi, the latter seems as the winner by the dismissal of the former. But, it is interesting to see that replaced by Tevfik Efendi, Yaver Efendi was appointed as an officer of the Refugee Commission to Amasya-Canik Region122. According to Schefer, instead of a penalty, this appointment was a new “profitable business” for Yaver Efendi. Although the dismissal of Yaver Efendi was a source of sadness for Emin Muhlis Pasha, it created a more comfortable environment for Dr. Barozzi who was absolutely supported by the new officer of the Refugee Commission, Tevfik Efendi123. Thus, in collaboration with Tevfik Efendi, Dr. Barozzi contributed more to the situation of immigrants by means of important activities. Thanks to the activities of authorities in Trabzon, despite the number of immigrants increased in the encampments, the health conditions of Trabzon considerably improved124. However, it is understood from the Ottoman archival documents that this process had created hostility between Dr. Barozzi and the local authorities in Trabzon125. It is seen that probably both from this hostility and the effective activities of Tevfik Efendi, the mission of Dr. Barozzi turned out to be useless in Trabzon. In addition, the conditions in Samsun became alarming. In this case, under the mission “by traveling the Black sea coasts, to take necessary measures in the places where the immigrants arrive”, Dr. Barozzi left Trabzon with steamship of the Mesageries Impériales, Danube, and arrived to perform the other part of his mission to Samsun on May, 15126.

II. Situation in Samsun and the Activities of Dr. Barozzi

After the Crimean War, in the second wave of immigration between 1860 and 1862, Samsun began to host immigrants like Trabzon. In this process, the Sublime Porte appointed officers to Samsun to regulate the residence and the settlement of the immigrants127. A part of them who arrived in Samsun in 1860 and 1861 were settled in the kazas of the Sancak of Canik and the rest was transported to the other settlement places from Samsun128. With this feature, unlike Trabzon, Samsun had served both as a permanent and as a temporary settlement region in the way of their permanent place of settlement. But, it seems that a worse process of immigration occurred in Samsun in 1864 than those of Trabzon. As stated by Barozzi, thousands of immigrants were flocking

122 Saydam, Kafkas Göçleri, pp.111-112. 123 AMAE, CADN, Trébizonde, Tome 9, Schefer to Moustier, Trabzon, 14 May 1864. 124 The Italian consul stated that although the number of immigrants reached from 18.000 to 45.000 in fifteen days in the encampments, the health status of this city and its surroundings was still excellent at the end of the May, 1864. Kyriakidis, Sanitarian Consequences, p.213. 125 BOA, MVL, 675/30, 3 Z 1280/ 10 May 1864. 126 Papers Respecting the Settlement of Circassian Emigrants in Turkey, p.11. 127 İpek, Göçler, p.45. 128 BOA, A. MKT. MHM, 206/60, 8 B 1277/20 January 1861; İbrahim Serbestoğlu, “Kırım Savaşı Sonrasında Samsun’da Göç ve Göçmen Sorunu”, Geçmişten Geleceğe Samsun, Birinci Kitap, ed. Cevdet Yılmaz, Samsun Büyükşehir Belediyesi Yayınları, Samsun, 2006, p.87. (Hereafter, Göç ve Göçmen Sorunu). 27 Özgür YILMAZ ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) firstly to Trabzon and then were coming to Samsun by smaller ships under very miserable conditions129. As early as January 1864, from starvation and poverty, the immigrants, who settled temporarily in Samsun, had begun to damage orchards and animals of the indigenous people130. In the word of Inspector Riza Efendi, under these miserable conditions, even the new-born babies of the immigrants were totally naked131. For this reason as early as December 1863, calls for help had raised in Samsun. Actually, the situation in Samsun was not as bad as those in Trabzon in the first period of migration. Although some problems were seen in Samsun such as shelter, medical aid, transportation for the immigrants132, thanks to the limited number of immigrants accumulated in the city, the sanitary conditions of Samsun was better in “winter” and “spring” period of the immigration133. Also, that Samsun had easy access network to the interior and coastal areas enabled the immigrants to easily pass to the settlement regions such as Amasya and Çarşamba. However, when the number of immigrants in Trabzon reached alarming proportions in the middle of April 1864, the great wave of immigration began to flow in the direction of Samsun and then, the situation also worsened in Samsun134. In this process, when Trabzon served as a centre in terms of the activities for immigrants such as accommodation, food supplies and transportation, deprived of the necessary means, Samsun faced with more drastic problems than Trabzon. While he was in Trabzon, Dr. Barozzi sent some instructions, which contained hygiene measures to be taken, to the quarantine physician in Samsun where the immigration process had become increasingly dangerous, and asked the local authorities to make the necessary preparations for food supplies and removal of immigrants from the city. But, according to Fauvel, there was an officer135 of the Refugee Commission, who had the same “interests and mentality” as those seen in Trabzon, and this officer did not take into consideration any of these recommendations136. The number of immigrants in Samsun, which was 10.000 in the middle of April, increased rapidly by new arrivals directly from the Circassian shores and Trabzon, and reached 80.000 in a few weeks. As in Trabzon, as soon as they

129 AMAE, CADC, CCC, Trébizonde, Tome 8, Barozzi to Schefer, Trabzon, 30 March 1864. 130 BOA, A. MKT. MHM, 290/91, 16 Ş 1280/26 January 1864. 131 BOA, A. MKT. MHM, 291/39, 17 Kanunuevvel 1279/29 December 1863. 132 BOA, A. MKT. MHM, 290/37, 9 Ş 1280/ 19 January 1864; BOA, A. MKT. MHM, 290/7, 5 Ş 1280/15 January 1864; BOA, A. MKT. MHM, 290/51, 10 Ş 1280/ 20 January 1864. 133 BOA, A. MKT. MHM, 291/68, 24 Ş 1280/ 3 February 1864. 134 L’Émigration Circassienne, p. 15; As of March, 1864, the immigrants were being shipped from Trabzon to Samsun; but it was inadequate for the thousands of immigrants accumulated in Trabzon. AMAE, CADN, Trébizonde, Tome 9, Schefer to Moustier, Trabzon, 8 March 1864. 135 Considering that Miralay Salih Bey was replaced by Yaver Efendi, we can say that Fauvel mentioned here about Salih Bey. Saydam, Kafkas Göçleri, p.111; İpek, Göçler, p.46. 136 L’Émigration Circassienne, p.16. 28 An Italian Physiciann In The Caucasian Migration Of 1864... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) arrived, the immigrants piled up in the city. After a short time, the city was completely filled with newcomers and by setting up shelters, the immigrants settled around the city. During this period, a few encampments were established for immigrants outside the city, along the bay of Samsun where the immigrants suffered from hunger, misery and diseases like smallpox, dysentery and typhus. The mortality rate, caused by these conditions, among immigrants also increased continuously137. According to the news that reached Trabzon in the middle of May, a revolt had emerged among the immigrants settled in the encampments. Despite the efforts of Marcoaldi, the quarantine physician of Samsun, none of the necessary initiatives to remove the immigrants from the city were done138. According to the report of Stevens on May, 19, 1864, 35.000-40.000 immigrants had landed at Samsun, and had infected that place to an alarming extent; as many as 500 deaths had occurred there in forty-eight hours139. Therefore, more ships began to be asked from Samsun to transport the immigrants to Constanta (Köstence), who piled up in the city under very miserable conditions140. Stevens went on saying that the bakers, from fear, closed their ovens, and quitted the city; for several days bread was scarce and this nearly led to an uprising in Samsun141. Hence, having organized the immigration process in Trabzon, Dr. Barozzi decided to go to Samsun. According to Doulcet, French consular agent in Samsun, the basic mission of Dr. Barozzi was to remove the immigrants from the city, to transport them to the places in the vicinity where good hygiene conditions exist, to improve the sanitary conditions and to prevent them from contact with the local population142. However, Dr. Barozzi had more difficult task in Samsun. Bosio, Italian consul in Trabzon, stated that Dr. Barozzi could not succeed in Samsun as in Trabzon. In his letter on May 28, 1864, Dr. Barozzi said to the Italian consul that he was in the middle of the fire in Samsun and did not know really how to deal with the affairs143. When Dr. Barozzi arrived in Samsun, the city’s condition was a complete disaster. In his report to the Quarantine Council on May 25, 1864, Dr. Barozzi mentioned the desperate situation in Samsun144. According to the report, no words were adequate to describe the situation. There were more than 30.000 immigrants who came from the Derbend and Irmak encampments, in addition to those, 8.000-10.000 settled in the khans and buildings in ruins in the city. Every

137 Ibid. 138 AMAE, CADN, Trébizonde, Tome 9, Schefer to Moustier, Trabzon, 14 May 1864. 139 Papers Respecting the Settlement of Circassian Emigrants in Turkey, p.11. 140 BOA, A. MKT. MHM, 300/50, 8 Z 1280/15 May 1864. 141 Papers Respecting the Settlement of Circassian Emigrants in Turkey, p.11. 142 AMAE, CADN, Ambassade, Constantinople, Série D, Samsoun, Doulcet to Moustier, Samsun, 21 May 1864 (Hereafter, “AMAE, CADN, Samsoun”). 143 The report of Italian consul in Trabzon on May, 28, 1864, cited in Kyriakidis, Sanitarian Consequences, p.213. 144 This report was published in the Times on June 13, 1864. 29 Özgür YILMAZ ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) dwelling, every corner of the streets, every spot occupied by the immigrants, became a hotbed of infection. A warehouse on the sea-side, a few steps distant from the quarantine office, hardly providing space for 30 persons, enclosed 207 individuals, all sick or dying. The conditions in the encampments were not different. From 40.000 to 50.000 individuals in the most absolute state of destitution were suffering from the disease and they were faced with death with no shelter. The governor of Samsun, Ata Bey, had absolutely no financial means to resolve the problems of the immigrants145. Barozzi stated in the report to the Quarantine Council on May 20, 1864 that “I found the Mutessarif dismayed, and altogether at a loss how to act in such an emergency. Atta Bey is without money and credit; he has not got enough to pay the men who remove the dead”. In the report on May 21, Doulcet mentioned the same things to French ambassador, Moustier. Accordingly, there were nearly 70.000 immigrants on May 21 in the city, who were ravaged by typhus and smallpox. In addition, there was no precautionary measure to prevent free passage of the immigrants from their encampments to the city during the daytime. Feared by these conditions in the city, the local population began to prepare to leave the city146. But even worse, the most alarming danger was the contagion of epidemic diseases to the local people by warming. In these conditions, Doulcet perceived the presence and activities of Dr. Barozzi as a protective factor147. As soon as Dr. Barozzi arrived in Samsun, he started an intensive activity. To ameliorate the sanitary conditions, he firstly dealt with the burial of the dead and created an organisation to perform this work by means of a few thousand piasters of the quarantine administration. Even, he allocated those who were employed in his service. He began to empty the warehouse located at the seaside and was a pestilent place where porters refused to penetrate. He managed to evacuate by his own hands this place where there were putrefied corpses. Barozzi’s efforts made the local authorities of Samsun hopeful for this process. While the local governors of Samsun were waiting help from İstanbul, 150.000 piasters was sent from Trabzon by which the needs of food of the immigrants were bitterly met in Samsun. Dr. Barozzi had recourse to several corn-dealers and put them in relation with the governor (Mutessarrıf), Ata Bey. These corn- dealers supplied the flour for immigrants. Whereby, 50 drachms of bread had been given daily to each of the immigrants. He also obtained some Indian corn-flour, and it was out of these scanty means that the authorities of Samsun had been able to afford some relief to the 70.000 to 80.000 exiles in the city148. The most significant precaution in Samsun was to remove the immigrants from

145 “The Circassian Exodus”, The Times, 13 June 1864, p.10; Rosser-Owen, Circassian Exodus, p.p.68-71; Şaşmaz, Immigration and Settlement, p.347; L’Émigration Circassienne, p.16. 146 AMAE, CADN, Ambassade, Constantinople, Série E, Tome 465, “Question Sanitaires”, Fauvel to Moustier, Pera, 1 June 1864. 147 AMAE, CADN, Samsoun, Doulcet to Moustier, Samsun, 21 May 1864. 148 “The Circassian Exodus”, the Times, 13 June 1864, p.10. 30 An Italian Physiciann In The Caucasian Migration Of 1864... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) the city to prevent the local people from epidemic diseases. Dr. Barozzi then took steps for the evacuation of the city and had detained the 11 ships and the seven cutters lying in the harbour to transport the immigrants. With the aid of the quarantine physician, Mr. Marcoaldi and that of Ismail Bey, half by persuasion and half by force, Dr. Barozzi managed to get the immigrants out of their dens, and finally the city, and to install them in the suitable encampments. In the words of Fauvel, “by this measure Samsun was preserved from complete ruin”149. After the activities of Dr. Barozzi, the conditions in Samsun began to improve and the arrivals decreased in the city. Thus, he envisaged that towards the end of May, the city would completely be free of immigrants, the epidemic diseases would cease completely150. However, this good atmosphere did not last very long, because of the limited resources and increasing number of immigrants flowing into the ports of Samsun and Trabzon during this period. On May, 21 1864, the number of immigrants in Samsun and the vicinity was roughly 70.000 and in the other region in the Sancak of Samsun and Amasya were 80.000. Thus, as early as May 1864, the total number of the immigrants had reached 150.000 in the region. The more the number of immigrants augmented, the more serious problems occurred among them. As Dr. Barozzi and Doulcet, the Italian consular agent, Bosio reported on May, 22, 1864 that the misery of the immigrants was unspeakable; but even more unfortunate was that the local authorities, who want to cordially welcome them, lacked the necessary resources to meet the needs of their guests. In addition to the diseases like smallpox and typhus which decimate the miserable immigrants, they were collecting garbage to saturate their hunger. The measures taken by the authorities were the worst. The consular agent also worried about the dangers in the state of health, which would arise with upcoming warmer151. Besides, as an obstacle for the activities, there were only a hundred guards in Samsun. As mentioned above, thanks to the 150.000 piaster sent from Trabzon and 600.000 piasters obtained from the local governor’s chest, a few day’s ration of immigrants had been furnished. As the time passed, because of the limited means of transportation and the incapability of the local government on immigrants, the evacuation process of the city began to slow down152. The number of immigrants, which was 80.000 on May, reached 100.000 at the end of the month and 120.000 in the first days of June. It was assured, from official sources that between 700 and 800 of them died daily153. While this immigration process was continuing in Samsun, the

149 L’Émigration Circassienne, p.17. 150 AMAE, CADN, Samsoun, Doulcet to Moustier, Samsun, 21 May 1864. 151 The report of Italian consular agent in Samsun, Caravel, on May, 22, 1864 cited in Kyriakidis, Sanitarian Consequences, p.213. 152 AMAE, CADN, Samsoun, Doulcet to Moustier, Samsun, 21 May 1864. 153 L’Émigration Circassienne, p.18. 31 Özgür YILMAZ ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Quarantine Council was watching these developments closely by the reports of Dr. Barozzi. He stated in the report on May, 20 1864 that despite the challenges, the Ottoman Government was the only power to ameliorate the conditions in the city and in the encampments. But, calls for necessary means, especially biscuits and sufficient gendarmerie to prevent probable plunder, from Samsun continued154. Upon the request of Rıza Efendi, who had been in Samsun since April 1863, the Sublime Porte sent Captain Hüseyin Ağa with three inspectors and twenty-two police officers to Samsun155. When the alarming news from Samsun reached to the Quarantine Council by the consuls and Dr. Barozzi, the situation decided to be transmitted without delay to the Sublime Porte by the council. But, as he reported on May 25, 1864, Fauvel seems to be astonished when he learned that Yaver Efendi was appointed with the same title to Samsun156. As stated by Fauvel, Salih Bey was replaced by Yaver Efendi to take necessary measures in the settlement of the immigrants157. But after this appointment, we don’t know whether Dr. Barozzi and Yaver Efendi met again and a new conflict occurred between them there. Here, it should be taken into consideration the possibility of arrival of Yaver Efendi to Samsun after the departure of Dr. Barozzi for İstanbul. It is seen that Yaver Efendi continued his mission until his appointment to Sivas in July 1864158. Interestingly, the presence of Yaver Efendi was still seen as a “problem” in the city as in Trabzon. When the quarantine physician, Marcoaldi, was revealing the negligence of the all health measures in the city, he was pointing to the officer of the Refugee Commission, Yaver Efendi, as saying “the bad influence of the same agent of the commission whose action had been so fatal to the immigrants in Trabzon”159. Besides consular correspondences, it is possible to observe the situation in Samsun from the travel notes of Lennep, American protestant missionary, who resided for a while in May in the city. Lennep had come to İstanbul on April 1864 and from there, he had travelled to Samsun at the beginning of May 1864 where the immigration process gained a great impetus160. Lennep stated that the ordinary population of Samsun was never estimated at above 10.000, and it had

154 AMAE, CADN, Ambassade, Constantinople, Série E, Tome 465, Fauvel to Moustier, Pera, 25 May 1864. 155 BOA, A. MKT. MHM, 301/49, 27 Z 1280/3 June 1864. 156 BOA, A. MKT. MHM, 301/70, 23 Z 1280/ 30 May 1864; AMAE, CADN, Ambassade, Constantinople, Série E, Tome 465, Fauvel to Moustier, Pera, 25 May 1864. 157 BOA, A. MKT. MHM, 301/70, 23 Z 1280/30 May 1864. 158 BOA, A. MKT. MHM, 306/4, 12 S 1281/29 July 1864. 159 L’Émigration Circassienne, p.19; It is understood from the sources that Yaver Efendi continued his corruptions in this new mission. The newspaper of Hürriyet states about Yaver Efendi on October, 19, 1868, as an officer who “instead of the settlement of immigrants in his mission, sent to İstanbul so many concubines”. Çiçek, Büyük Çerkes Göçü, p.p.83-84. 160 Tural gives wrongly the date of Lennep’s visit to Samsun as 1854. However, it is very clear from Lennep’s mentions, which speak about the immigration and the activities of Rıza Efendi, that he visited the city in the May of 1864. See Erkan Tural, “Bir Bürokrat ve Bir Seyyah Gözüyle Canik (Samsun) Sancağı”, Çağdaş Yerel Yönetimler, 17, 2008, p.85. 32 An Italian Physiciann In The Caucasian Migration Of 1864... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) been overrun by 43.000 immigrants who were evidently under the influence of diseases or of physical debility161. It is interesting to note that contrary to the consular correspondence in which the immigrants were described as “source of the problem” because of the confusion and diseases, the missionary found strange that numerous and armed as they were, and in a great destitution besides, they made no attempt at violence, and generally conducted themselves with a great propriety. Although the local government of Samsun did all it could to overcome the problems and the new bakeries were founded for the immigrants, these measures also began to fail by increasing number of immigrants. According to the missionary, among the immigrants who were selling their very children in order to procure the necessities of life, 700 and 800 of them were dying daily in Samsun. Lennep has pointed out that slave trade gained great momentum in Samsun in this period. All trade was at a standstill, for land carriage being monopolized by immigrants, goods and ordinary travellers were doomed to remain for an indefinite period162. On June 1864, the situation in Samsun began to worsen rapidly by hundreds of thousands immigrants in the city and by the new arrivals. While the mortality rate was increasing among the immigrants, due to limited resources daily rations of them began to decrease dramatically. Therefore, Fauvel stated that a large part of the deaths were caused by starvation and, in the face of these conditions, the Sublime Porte did not take the necessary precautions. In this context, the Quarantine Council sent the reports from Samsun by Dr. Barozzi, to the Sublime Porte. But, the Sublime Porte replied that this sanitary inspector was not interested. Therefore, in the report on June, 1, 1864, Fauvel said to Moustier that he was wondering whether the Sublime Porte was concerned about this migration anymore. Upon this response, a hesitation emerged in the Quarantine Council about sending Dr. Barozzi’s future reports to the Sublime Porte163. Nevertheless, the reports of Dr. Barozzi and the quarantine physician of Samsun, Marcoaldi, on the situation of the immigrants in the city had been a warning in terms of the needs of them by the Sublime Porte164. Residing in Samsun with a wide reform program, Rıza Efendi also began to deal with the immigrants165. However, the accumulation of ten-thousand immigrants in the city made useless the activities of the authorities. In this period, the number of immigrants in Samsun and the vicinity, which was up to 120.000 in the beginning of June 1864, was increasing by the new arrivals by sea. 161 Turgay, Circassian Immigration, p.206. 162 Henry J. Van Lennep, Travels in Little-Known Parts of Asia Minor, Vol.I, John Murray, London, 1870, pp.43-46. 163 AMAE, CADN, Ambassade, Constantinople, Série E, Tome 465, Fauvel to Moustier, Pera, 1 June 1864. 164 BOA, A. MKT. MHM, 303/6, 7 M 1281/12 June 1864. 165 In May, 1864, Rıza Efendi had applied to the Sublime Porte to employ Mehmed Efendi, the surgeon of gendarmerie, to vaccinate the children of immigrants and to look after the patients. BOA, MVL, 674/44, 27 Za 1280/ 4 May 1864. 33 Özgür YILMAZ ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Under the very difficult circumstances, which could not be compared with as in Trabzon, Dr. Barozzi tried to prevent the new arrivals to the city and to transport the immigrants to more suitable places. But, because of persistence of ship’s captains and the pressure from the immigrants, the local authorities of Samsun could not prevent new arrivals to the city. According to Doulcet, the governor’s mansion had been surrounded by the immigrants who “demanded for more ration, care for patients and settlement places from morning until evening”. Even though this huge crowd was satisfied with the promises made to them until that time, Doulcet stated that the situation would not last much longer. Indeed, when Dr. Barozzi appreciated that he could not struggle with this condition, he moved to İstanbul with the steamship of Mesageries Impériales, Caire, on June 5, 1864166. Even though Doulcet stated about the departure of Dr. Barozzi that he could not have anything to do in Samsun, according to Fauvel, the main purpose of the departure of Dr. Barozzi was the Quarantine Council’s decision to hear the immigration process in Trabzon and Samsun, and necessary measures to be taken from personally Dr. Barozzi167. In this respect, immediately after his return to İstanbul, Dr. Barozzi gave information to members of the council about the situation in the session of June 14 of the Quarantine Council168. Then, to reveal the gravity of the situation and the measures to be taken, the council submitted Dr. Barozzi’s report to Fuad Pasha169. It is interesting to note that Fauvel said to Moustier about the report in which Dr. Barozzi did not speak of the unspeakable negligence of government, nor greed, nor speculation, guilty of officers who were charged with supply the needs of the immigrants, or slave traffic which was their main concern. He went on saying that the report was only talking about the dangerous situation in which the immigrants placed170. After the departure of Barozzi, the conditions in Samsun began to worsen increasingly. Because of warming and new arrivals, new problems emerged in the “third” period of the immigration process, which started from June 15. In this matter, the Quarantine physician Marcoaldi went on to report to Quarantine Council about the situation in the city. According to Marcoaldi’s report on 7 July 1864, typhus was spreading rapidly and malaria had become alarming especially among the immigrants. Due to the deaths, transportation by sea to other settlement places, the number of immigrants in the city and the around declined to 80.000. However, the health measures in the city were completely abandoned171.

166 AMAE, CADN, Samsoun, Doulcet to Moustier, Samsun, 4 June 1864. 167 L’Émigration Circassienne, p.18. 168 This report was published later, see Rapport Présenté au Conseil de la Santé par le Dr.Barozzi, Charge d’une mission sanitaire concernant l’émigration circassienne, Imprimerie de Levant Herald, Constantinople 1864. 169 L’Émigration Circassienne, p.18. 170 AMAE, CADN, Ambassade, Constantinople, Série E, Tome 465, Fauvel to Moustier, Pera, 2 July 1864. 171 L’Émigration Circassienne, p.18. 34 An Italian Physiciann In The Caucasian Migration Of 1864... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

The highest death rates in Samsun were seen in the encampments where immigrants were settled. For instance, at the beginning of May 1864 more than 500 immigrants were dying per day in the Derbend and Irmak encampments. These conditions were the same for the other encampments. According to Ottoman official sources, 13.558 deaths were recorded in the city and near coastal areas, and encampments of Kurupelit, Kürtırmağı, Kılınçdede, Derbent, Çarşamba, Akçay (Terme), Kumcağız and Bafra. But, it is important to emphasize that these figures which are based on the Expenditures Registers, Masarifat Defterleri, indicates the deaths occurred after May 1864172. As a matter of fact, the actual mortality figures were much higher than these figures because the migration and deaths caused by the migration had started before. The death rates were varying according to the number of immigrants in the encampments, to their state of health and the daily ration. In the report to the Quarantine Council, Barozzi stated that the most important problem was “hunger”, and that within the 22 days which he spent in Samsun, only 10.000 kilos of biscuits had been distributed to more than 100.000 immigrants173. As seen in the official correspondences, there was a constant demand for biscuits for the needs of immigrants in Samsun. From June 1864, more biscuits tried to be supplied from İstanbul, Gallipoli and Tekirdağ174. For the Sublime Porte, one of the main problems in this process was the lack of enough physicians to send Trabzon and Samsun. Because some European physicians were the victims of the epidemic diseases, like Gibert in Trabzon, the government could not find physicians who are willing to deal with the immigrants. Another victim of the diseases caused by the immigrant was the quarantine physician of Samsun, Marcoaldi, who was the best assistant of Dr. Barozzi. Marcoaldi got infected with typhus, which led to a great number of deaths among the immigrants, and he died on July 20175. In his last report from Samsun on July, 20, Marcoaldi stated that the mortality rate among the immigrants increased, the corpses were lying around without burial and all the problems came back to the city176. However, the government was barely able to appoint a physician to Samsun a month after the death of Marcoaldi that Mahmud Yusuf Efendi was appointed to vaccinate the children of the

172 For the figures, see SaydamKafkas Göçleri, pp.179-183; İpek, Göçler, p.45. 173 Barozzi complained about the distribution of daily ration to the immigrants. He stated that while the chiefs of tribes and their retinues were taking a large portion of the ration, and the other hungry immigrants were eating tree roots, plants and leftovers which they could find. L’Émigration Circassienne, pp.24-25. 174 BOA, A. MKT. MHM, 302/57, 29 Z 1280/5 June 1864; BOA, A. MKT. MHM, 303/6, 7 M 1280/ 12 June 1864; BOA, A. MKT. MHM, 303/39, 11 M 1281/16 June 1864; BOA, A. MKT. MHM, 305/12, 1 S 1281/18 July 864; BOA, A. MKT. MHM, 305/22, 3 S 1281/ 20 July 1864; BOA, A. MKT. MHM, 338/45, 28 S 1281/2 August 1864. 175 AMAE, CADN, Trébizonde, Tome 9, Schefer to Moustier, Trabzon, 22 July 1864; After the death of Marcoaldi, his wife was consigned to a salary 150 piasters per month. BOA, A. MKT. MHM, 313/48, 29 R 1281/1 October 1864. 176 L’Émigration Circassienne, pp.19-21. 35 Özgür YILMAZ ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) immigrants and local people and to care for patients in Samsun in the middle of August 1864177. During this period, in which there was no physician in Samsun, it was requested from the local authorities of Samsun to send the patients to İstanbul where they could be quarantined in Haydarpaşa178. So far, in the framework of the mission of Dr. Barozzi in Trabzon and Samsun, we have studied the situation in these entry ports in “the winter” and “the spring” period of the Caucasian Migration of 1864. Whereas the most painful period of the immigration process in these ports, stated as “the third” period of the immigration had begun the after June15. This period was the peak of the accumulation of the immigrants in the ports that at the end of June 1864, the number of immigrants was 60.000 in Trabzon and 100.000 in Samsun and the mortality rate ranged from 300 to 600 per day. It is seen that this situation lasted until the autumn of this year. In September there were very few immigrants in the city and the encampment around Trabzon and sanitary conditions had improved there179. But, the bad conditions continued until October in Samsun180. According to the report of Doulcet, on September, 5 1864, three-fifths of the immigrants, who were under the very miserable conditions, in the Kumcağız Encampments, and placed 35 kilometres away from the city, were suffering from the diseases. Moreover, he added that it was possible to see in each side “the skeletons of the dead removed from earth by the wild animals”. According to consular agent the conditions in the encampments in Bafra, Çarşamba and Ünye were not different from the Kumcağız Encampment. In September 1864, the number of the immigrants at the shore and the interior Samsun was 80.000181. In this process, in which the immigrants suffered from hunger and diseases, another great danger was the nearing winter. Therefore, in the official correspondences, it was particularly emphasized the transportation of the immigrants to their final settlement areas before the winter182. In this respect, both Doulcet from Samsun and Schefer from Trabzon reported that the government allocated more ships to transport the immigrants to the final settlement areas in September 1864183. When the ships were insufficient in Trabzon, the immigrants were directed to the interior by land184. Thus, it is observed that after a kind of experience period, the Sublime Porte managed more systematically this migration process since the summer of 1864. More means of transportations were

177 BOA, İ. MVL, 513/23171, 18 Ra 1281/ 21 August 1861. 178 BOA, A. MKT. MHM, 306/78, 17 S 1281/22 July 1864; Serbestoğlu, Göç ve Göçmen Sorunu, pp.89-90. 179 AMAE, CADN, Trébizonde, Tome 9, Schefer to Bonnières, Trabzon, 22 September 1864. 180 AMAE, CADN, Samsoun, Doulcet to the director of the Messageries Company, Samsun, 3 October 1864 181 AMAE, CADN, Samsoun, Doulcet to Bonnières, Samsun, 5 September 1864. 182 BOA, A. MKT. MHM. 309/72, 20 Ra 1281/23 August 1864; BOA, A. MKT. MHM, 310/29, 27 Ra 1281/30 August 1864. 183 AMAE, CADN, Samsoun, Doulcet to Bonnières, Samsun, 5 September 1864. 184 AMAE, CADN, Trébizonde, Tome 9, Schefer to Bonnières, Trabzon, 16 September 1864. 36 An Italian Physiciann In The Caucasian Migration Of 1864... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) allocated, more gendarmerie was deployed for the safety of the immigration process, and more financial sources, food supply and medical aid were allotted to the immigrants185.

Conclusion

As a result, it is understood that Trabzon and Samsun served temporary settlement places of the immigrants and therefore confronted with problems of the wave of immigration which lasted until the end of 1864. Even though, there are different figures in the sources related to the Caucasian Migration of 1864, when we consider about Trabzon and Samsun, just until July 1864 up to 200.000 immigrants arrived in Trabzon and nearly 150.000 in Samsun. These figures illustrated that up to 350.000 immigrants arrived just in these two ports. As for the death rates, contrary to low figures in the Ottoman archival sources, French archival sources indicate that nearly 35.000 immigrants died in Trabzon, in other words, 17-18% mortality rate among the immigrants186. As can be seen from this figures, Trabzon and Samsun, as the first landing places of the Caucasian Migration of 1864, experienced most painful memories of this process. When we focused on the mission of Dr. Barozzi who was awarded with “Décoration de la Légion d’Honneur” by the Ministry of Foreign Affairs of France for his effort in Trabzon and Samsun187, his mission, which lasted two months in Trabzon and 22 days in Samsun, left us very important sources about the activities of the authorities and the problems caused by the immigrants. In terms of detailed information about the immigration, which could not be found in the Ottoman archival sources, both consular correspondences and Dr. Barozzi’s reports are very valuable on our subject. However, it is necessary to underline that we encountered an atmosphere of “conflict” between Dr. Barozzi and local authorities of Samsun and Trabzon in these sources. Within the framework of the “Western” perspective, which was often encountered in the foreign diplomatic documents on the Ottoman institution and authorities, we can see that both the consuls and Dr. Barozzi revealed examples of prejudice in this process. In other words, foreign documents refer to the shortcomings and abuses of the officers rather than the useful activities of the government with the limited resources in this immigration process. However, on the other side, as seen in the Ottoman archival documents, Dr. Barozzi had taken some strict measures which were not specified in foreign sources. Especially, the objection from the local authorities for removal of the immigrants from the city, the quarantine procedures, the Emin Muhlis Pasha’s insistence on burials

185 L’Émigration Circassienne, pp.19-21. 186 “Resume sur l’emigration Circassienne”, AMAE, CADN, Trébizonde, Tome 9, Schefer to Moustier, Trabzon, 20 March 1865. 187 Dulaurier, L’exode des Circassiens, p.67. 37 Özgür YILMAZ ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) according to Islamic procedure were the Barozzi’s most important obstacles in terms of hygiene measures. In this regard, it is necessary to state that the foreign resources approached this issue with a view of their own countries’ policy. Although the French documents indicated Dr. Barozzi as the only actor of the immigration process in Trabzon and Samsun, it is seen that, rather than ameliorate the conditions of the immigrants, he took some measures, which prioritized the cities and the local people, like purification of the immigrants from the cities as soon as possible. At this point, Barozzi’s precautions to remove the immigrants from the city were the subject of a conflict in Trabzon between Dr. Barozzi and the local authorities. Besides, there was a perspective in the foreign archival documents that the immigrants are described as a “source of trouble” in the Ottoman ports as Trabzon and Samsun. When the French consul, Schefer was demanding help from ambassador Moustir, he cited especially on “the French shipping and French interests in Trabzon” and on the presence of the non-Muslim peoples in the city188. Similarly, the British consul, Stevens, perceived the immigrants, who were settled in the most productive agricultural areas, as an obstacle for the agricultural activities in Trabzon where trials of cotton cultivation were done in this period189. As for the Russian consul, Moşnin, he was carefully monitoring the developments in Trabzon for the Russian domination in the Caucasus, and was checking whether the transfer of arms and ammunition were done from Trabzon to the Circassian coasts by visiting the arsenals in the city190. When we look into the immigration from the Ottoman perspective we can say that the Ottoman government was not ready for such a great mass immigration. As seen above, all the necessary measures were taken by the government after the beginning of the great problems caused by the immigration. In terms of health services, rationing, tents, clothing, the means of transportation and security, great shortcomings were seen in these entry ports during this period in which the Ottoman government tried to manage this process in a good way. Surely, the local authorities, who tried to deal with the immigrants with limited means, had also very large contributions in the application of the government’s precautions. Nevertheless, it is seen that the corruption and moral collapse, as an administrative problem, which was frequently seen among the Ottoman officials in the Tanzimat period, made the government’s precautions useless in favour of immigrants, and the government could not struggle with the corruptions. As indicated by both Turkish and foreign sources, the corruption of officials in Trabzon was the subject of correspondences as much asthe activities for immigrants. Here, it was mentioned the bakers who made a profit by reducing weight of breads, the local officers who were engaged in the slave

188 AMAE, CADN, Trébizonde, Tome 9, Schefer to Moustier, Trabzon, 21 February 1864. 189 PRO FO 78/1832, Stevens’tan Earl Russel’a, Trabzon, 5 August 1864. 190 AMAE, CADN, Trébizonde, Tome 9, Schefer to Moustier’ye, Trabzon, 1 September 1864. 38 An Italian Physiciann In The Caucasian Migration Of 1864... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) trade and who sent bad flour to Trabzon, the officers of the Refugee Commission who kept dead immigrants secret without burials to receive their ration, and the physicians who misconducted. As a result, during this immigration process to the Ottoman territories after the Crimean War, the Caucasian Migration of 1864 caused major problems for both the immigrants and for the locals which cannot be compared with the earlier immigrations. Despite the insufficiency of the financial sources, the Ottoman government tried to manage this difficult process and thus became more experienced on the immigration issues which continued until the end of the empire. Having gained an experience from this immigration, the Ottoman Government managed the subsequent migrations more systematically like the immigration of Abhasians in the Ottoman territories. Finally, even though the seeking refuge of the immigrants to Ottoman territories cost a heavy financial burden, the Ottoman government did not abstain to show that she was the protector of the Muslims in this early period.

39 Özgür YILMAZ ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

BIBLIOGRAPHY

I. Archival Sources

Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA) (Prime Ministry Ottoman Archives, İstanbul) İrade Meclis-i Mahsus (İ. MMS), 27/1189. Bâb-ı Âli Evrak Odası, Vilâyât Gelen-Giden Defterleri (BEO. VGGD), no. 190. Sadâret Mektûbi Mühimme Kalemi (A. MKT. MHM): 293/25; 295/75; 290/37; 291/68; 298/59; 289/22; 297/59; 288/89; 293/73; 290/37; 293/25; 301/49; 301/70; 306/4; 311/68; 302/57; 303/6; 303/39; 305/12; 305/22; 306/78; 309/47; 338/45; 290/7; 290/51; 290/91; 291/39; 297/14; 300/50; 303/6; 313/48; 309/72; 310/29; 300/50; 206/60. Cevdet Dâhiliye (C. DH), 201/10016. Sadâret Mektûbi Meclis-i Vâlâ Kalemi (A. MKT. MVL), 290/13. İrade Dâhiliye (İ. DH), 524/36128; 524/36153; 524/36195. İrâde Meclis-i Vâlâ (İ. MVL), 513/23171. Meclis-i Vâlâ Riyâseti (MVL), 659/6; 669/68; 670/54; 674/44; 675/30; 675/33; 985/20;671/9; 684/62. Archives du ministère des Affaires étrangères (AMAE) (Archives of the French Ministry of Foreign Affairs, Paris-Nantes) a) Centre des Archives diplomatiques de La Courneuve (CADC) Correspondance consulaire et commerciale (CCC): Trébizonde, Tome 8. b) Centre des Archives diplomatiques de Nantes (CADN) Ambassade, Constantinople, Série D: Trébizonde, Tome 9. Ambassade, Constantinople, Série D: Samsoun. Ambassade, Constantinople, Série E, Tome 464, “Question Sanitaires ”. Ambassade, Constantinople, Série E, Tome 465, “Question Sanitaires”. Public Record Office, Foreign Office (PRO, FO) PRO FO 78/1832.

40 An Italian Physiciann In The Caucasian Migration Of 1864... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

II. Books

AKYILDIZ, Ali, Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez Teşkilatında Reform, Eren Yayınevi, İstanbul, 1993. CUTHELL, David Cameron, Jr., The Muhacirin Komisyonu: An agent in the Transformation of Ottoman Anatolia, 1860—1866, Ph.D. dissertation, Columbia University, New-York, 2005. EREN, Ahmet Cevat, Türkiye’de Göç ve Göçmen Meseleleri Tanzimat Devri, İlk Kurulan Göçmen Komisyonu, Çıkarılan Tüzükler, Nurgök Matbaası, İstanbul, 1966. ERDEM, Y. Hakan, Osmanlıda Köleliğin Sonu 1800-1909, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2004. HABİÇOĞLU, Bedri, Kafkasya’dan Anadolu’ya Göçler, Nart Yayınları, İstanbul, 1993. HOESLI, Eric, À la Conquête du Caucause, Epopée géopolitique et guerres d’influence, Editions des Syrtes, Paris, 2006. İPEK, Nedim, İmparatorluktan Ulus Devlete Göçler, Serander Yayınevi, Trabzon, 2006. KARPAT, Kemal, Osmanlı’dan Günümüze Etnik Yapılanma ve Göçler, Timaş Yayınları, İstanbul, 2010. KARPAT, Kemal H., Osmanlı Nüfusu (1830-1914), çev. Bahar Tırnakçı, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2003. KASUMOV-Ali, KASUMOV, Hasan, Çerkes Soykırımı Çerkeslerin 19. Yüzyıl Kurtuluş Savaşı Tarihi, Kaf-Der Yayınları, Ankara, 1995. L’Émigration Circassienne en Turquie, Extrait de la Gazette Médicale d’Orient Juillet 1864, Imprimerie de Levant Herald, Constantinople, 1864. LENNEP, Henry J. Van, Travels in Little-Known Parts of Asia Minor, Vol. I, John Murray, London, 1870. MCCARTHY, Justin, Ölüm ve Sürgün, çev. Bilge Umar, İnkılâp Kitabevi, İstanbul, 1998. PANZAC, Daniel, Osmanlı İmparatorluğu’nda Veba (1700-1850), çev. Serap Yılmaz, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1997. Papers Respecting the Settlement of Circassian Emigrants in Turkey, London, 1864. Rapport Présenté au Conseil de la Santé par le Dr.Barozzi, Charge d’une mission sanitaire concernant l’émigration circassienne, Imprimerie de Levant Herald, Constantinople, 1864. 41 Özgür YILMAZ ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Recueils des travaux du Comité consultatif d’hygiène publique de France et des actes officiels de l’administration sanitaire, Tome 4, Paris, 1875. ROSSER-OWEN, Sarah A.S. Isla, The First ‘Circassian Exodus’ to the Ottoman Empire (1858-1867), and the Ottoman Response, Based on the Accounts of Contemporary British Observer, Unpublished MA Dissertation, University of London School of Oriental and African Studies, London, 2007. SARIYILDIZ, Gülden, Hicaz Karantina Teşkilâtı (1865-2914), TTK, Ankara, 1996. SAYDAM, Abdullah, Kırım ve Kafkas Göçleri (1856-1876), TTK, Ankara, 1997. TOLEDANO, Ehud, Osmanlı Köle Ticareti 1840-1890, çev. Y. Hakan Erdem, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1994. YILDIRIM, Nuran, A History of Healtcare in İstanbul, Düzey Matbaacılık, İstanbul, 2010. YILMAZ, Özgür, Tanzimat Döneminde Trabzon, Unpublished Phd Dissertation, Karadeniz Technical University, Graduate School of Social Sciences, Trabzon, 2012.

III. Articles

“Mémoires Originaux, Rapport Présenté au Conseil de la Santé par le Dr. Barozzi, Charge d’une mission sanitaire concernant l’émigration circassienne”, Gazette Médicale d’Orient, VIIIme Année, No.4, 1864. AKAY, Tolga, “XIX. Yüzyılda Kafkasya’dan Osmanlı Devleti’ne Yönelik Göç Hareketlerinde Sinop’un Yeri”, I. Uluslararası Karadeniz Kültür Kongresi (06-09 Ekim 2011, Sinop) Bildiri Kitabı, Katuder, Karabük, 2013. AKYAY, Necmettin, “Türkiye’de Veba Salgınları ve Veba Hakkında Eski Yayınlar”, Mikrobiyoloji Bülteni, 8/2, 1974. AKYÜZ, Jülide, “Göç Yollarında; Kafkaslardan Anadolu’ya Göç Hareketleri”, Bilig, 46, 2008. AYDIN, Erdem, “19. Yüzyılda Osmanlı Sağlık Teşkilatlanması”, OTAM, 15, 2004. BAYRAKTAR, Hilmi, “Kırım ve Kafkasya’dan Adana Vilayeti’ne Yapılan Göç ve İskânlar (1869–1907)”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 22, 2007. BAYRAKTAR, Hilmi, “Kırım Savaşı Sonrası Adana Eyaleti’ne Yapılan Nogay Göç ve İskânları (1859-1861), Bilig, 45, 2008. BEYDİLLİ, Kemal, “1828–1829 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Doğu Anadolu’dan Göçürülen Ermeniler”, Belgeler, VIII/17, 1988.

42 An Italian Physiciann In The Caucasian Migration Of 1864... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) ÇİÇEK, Nazan, ““Talihsiz Çerkeslere İngiliz Peksimeti”: İngiliz Arşiv Belgelerinde Büyük Çerkes Göçü (Şubat 1864-Mayıs 1865)” Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 64-1, 2009. DR. BAROZZI, «Relation de la peste qui a régné la province de Benghazi », Gazette Médicale d’Orient, 13, 1869. DULAURIER, Édouard, “La Russie dans le Caucase: L’exode des Circassiens et la colonosation Russe”, Revue des Deux Mondes, 61, 1866. FAUVEL, Antoine, “L’Émigration Circassienne en Turquie”, Gazette Médicale d’Orient, VIIIme Année, No.4, 1864. KEHA, Murathan, “1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi’ne Kadar Yaşanan Kırım Kafkas Göçleri ve Erzurum’un Durumu”, Ekev Akademi Dergisi, 57, 2013. KELEŞ, Erdoğan, “Kırım Savaşı’ndan Sonra Gelen Muhacirlerin Menteşe Sancağı’nda İskânı”, Turkish Studies, 4/8, 2009. KYRIAKIDIS, Theodosios “Three Unpublished Documents from Trebizond’s Italian Consulate Concerning the Sanitarian Consequences of the Caucasian Migration in 1864 to the Southeastern Coast of the Black Sea”, 1864 Kafkas Tehciri Kafkasya’da Rus Kolonizasyonu, Savaş ve Sürgün, ed. Mehmet Hacısalihoğlu, Balkar, İstanbul, 2014. PANZAC, Daniel, “ Vingt ans au service de la médecine turque: le Dr Fauvel à İstanbul (1847-1867)”, Santé, médecine et société dans le monde arabe, dir. E. Longuenesse, Harmattan, Paris, 1995. PINSON, Mark, “ Russian Policy and The Emigration of The Crimean Tatars to The Ottoman Empire, 1854–1862”, Güneydogu Avrupa Arastırmaları Dergisi, 1, 1972. PINSON, Mark, “Russian Policy and The Emigration of The Crimean Tatars to The Ottoman Empire, 1854–1862”, Güneydogu Avrupa Arastırmaları Dergisi, 2–3, 1973–74. PUL, Ayşe “Trabzon ve Samsun Limanları Üzerinden Kafkasya Muhâcirlerinin İskanı (1860-1864)”, Giresun ve Doğu Karadeniz Sosyal Bilimler Sempozyumu, C.I, Giresun Belediyesi Yayınları, Ankara, 2009. PUL, Ayşe, “Kafkasya Muhacirlerinin Durumlarına Dair Eczacı Es-Seyyid Hüseyin Efendi’nin Bir Mektubu”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 4/16, 2011. SARIYILDIZ, Gülden, “Karantina Meclisleri’nin Kuruluşu ve Faaliyetleri”, Belleten, LVII/222, 1994. SATIŞ, İhsan, “Kırım Savaşı’ndan Sonra Kafkasya’dan Anadolu’ya Göçler ve Şanlıurfa Yöresine İskânlar”, Ege Üniversitesi Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, XII/1, 2012. 43 Özgür YILMAZ ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

SAYDAM, Abdullah, “Kırım ve Kafkasya’dan Yapılan Göçler ve Osmanlı İskan Siyaseti (1856-1876), Osmanlı, Vol.IV, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 1999. SERBESTOĞLU, İbrahim, “Kırım Savaşı Sonrasında Samsun’da Göç ve Göçmen Sorunu”, Geçmişten Geleceğe Samsun, Birinci Kitap, ed. Cevdet Yılmaz, Samsun Büyükşehir Belediyesi Yayınları, Samsun, 2006. ŞAŞMAZ, Musa, “Immigration and Settlement of Circassians in the Ottoman Empire on British Documents 1857-1864”, OTAM, 9, 1999. ŞEHSUVAROĞLU, Bedi N. “Türkiye Karantina Tarihine Bir Bakış”, Sağlık Dergisi, 2/25, 1951. ŞEHSUVAROĞLU, Bedi N., “ Tarihi Kolera Salgınları ve Osmanlı Türkleri” İstanbul Tıp Fakültesi Mecmuası, 17/2, 1866. TURAL, Erkan, “Bir Bürokrat ve Bir Seyyah Gözüyle Canik (Samsun) Sancağı”, Çağdaş Yerel Yönetimler, 17, 2008. TURGAY, A. Üner, “Circassian Immigration into the Ottoman Empire, 1856- 1878”, Islamic Studies Presented to Charles J. Adams, ed. Wael Hallaq and Donald P. Little, E. J. Brill, Leiden, 1991. ULMAN, Yeşim Işıl “Portraits of Italians in Health Affairs in 19th Century İstanbul: Dr. Castaldi, Pharmacist A. Calleja, Midwife Messani”, Oriente Moderno, 6, 2008. ÜNVER, A. Süheyl, “Osmanlı Tababeti ve Tanzimat Hakkında Notlar”, Tanzimat, C.II, MEB Yayınevi, İstanbul, 1999. WILLIAMS, Gyln, “Hıjra and Forced Migration from Nineteenth Century Russia to the Ottoman Empire”, Cahiers du Monde russe, 41/1, 2000. YEL, Selma,- GÜNDÜZ, Ahmet, “XIX. Yüzyılda Çarlık Rusya’sının Çerkesleri Sürgün Etmesi ve Uzunyayla’ya Yerleştirilmeleri (1860-1865)”, Turkish Studies, 3/4, 2008. YILDIRIM, Nuran “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Koruyucu Sağlık Uygulamaları”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, Vol.V, İletişim Yayınları, İstanbul, 1986. YILMAZ, Özgür, “1864 Kafkas Göçünde Trabzon”, 1864 Kafkas Tehciri, Kafkasya’da Rus Kolonizasyonu, Savaş ve Sürgün, ed. M. Hacısalihoğlu, BALKAR-IRCICA, İstanbul, 2014.

44 Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi Journal Of Modern Turkish History Studies XIV/28 (2014-Bahar/Spring), ss.45-80.

II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİNDE OSMANLI-MISIR SINIR TARTIŞMALARI VE HAFİR KASABASI

Durmuş AKALIN*

Öz Hafir Kasabası nüfus ve yerleşim genişliği bakımından ne Osmanlı Devleti’nde ne de günümüzde çok fazla dikkat çekmiş bir yer değildir. Ancak Osmanlı Devleti’nin ve II. Abdülhamid’in son döneminde bir süre önemli olmuştur. Bu değişiklik Mısır ile yaşanan sınır meselesi yüzünden ortaya çıkmıştır. Bunun yanında Kudüs’ün dönem içinde kazandığı önem de bu değişikliğe etki eden bir diğer unsurdur. Osmanlı Devleti, Mısır sınırı ile ilgili endişesini idari ve askeri tedbirlerle çözmeye çalışmıştır. Bunun için de Hafir Kasabası’nın ve bununla birlikte Birüsseb ve Muleyha gibi mahallerin de idari yapılarında değişikliğe gitmiştir. Ayrıca Güney Filistin’deki Bedevileri yakından takip etmiş onlarla iyi ilişkiler tesisine gayret göstermiştir. Tüm bunlar yapılırken bir yandan İngilizlerin ve Mısır Hidivliği’nin pozisyonu dikkatle takip edilmiştir. Karşı tarafın hamlelerine karşı Osmanlı Devleti de kendi pozisyonunu alarak hareket etmeye çalışmıştır. Bu araştırma ile Hafir’in ve buradan hareketle Güney Filistin’in söz konusu dönemdeki durumu ortaya konmaya çalışılmıştır. Özellikle Osmanlı Arşivleri kullanılarak Osmanlı Devleti’nin bölgedeki hareketliliği nasıl okuduğu ve buna karşı ne tür tedbirler almaya çalıştığı tespit edilmek istenmiştir. Ayrıca I. Dünya Savaşı sırasında Kanal Harekâtı’nın gerçekleştiği alanın cephe gerisi olması nedeniyle bölgenin savaştan önceki durumunun tespiti yapılarak, araştırmanın bu dönemi ve bundan sonraki dönemi inceleyen araştırmacılara yardımcı olması hedeflenmiştir.

Anahtar Kelimeler: Hafir, Birüsseb, Kudüs, Osmanlı Devleti, Mısır, İngiltere.

OTTOMAN-EGYPT BOUNDARY DEBATES IN ABDULHAMİD II. AND HAFIR DISTRICT

Abstract It is a well-known fact that Hafir town is not a place that neither has attracted attention in these days nor in Ottoman Empire period in terms of its population and the width of settlement. However, Hafir town became prominent for a while in the last periods of Abdülhamid the second in Ottoman Empire. It needs to be keynoted that this change appeared due to the border conflict between Egypt and Ottoman Empire. Besides, the

* Yrd. Doç. Dr., Pamukkale Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, ([email protected]). 45 Durmuş AKALIN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) importance of Jerusalem in the mentioned period is one of the other factors having impact on the mentioned change. Ottoman Empire tried to solve the problems related to Egypt border with military and administrative precautions. For this reason, Ottomans made some changes on administrative structures of Hafir town and Birüsseb and Muleyha districts. Additionaly, Ottoman Empire closely kept track of the bedouins in South Palestine and paid attention to get on well with them. Aside from all these movements, Ottomans carefully kept a tab on the positions of the English and Egypt Khediviate. Ottoman Empire tried to move against the rivals’ attacks by taking its carefully-organized position. The current study aims at displaying the situation of Hafir town and South Palestine in the above-mentioned period. Especially, it was tried to discover by using Ottoman archives how Ottomans regard the change in the region and take necessary precautions. Furthermore, the existing research intends to shed light on the researchers who study the mentioned period and the other following period by determining the situation of the region before the first World War because of the fact that the region in which Canal Operation took place was behind the front line.

Key Words: Hafir, Birüsseb, Jerusalem, Ottoman Empire, Egypt, England.

Giriş

Hafir, Osmanlı Devleti’nin Ortadoğu’dan çekilme sürecinde dikkat çeken ve günümüzde İsrail sınırları içinde bulunan bir yerleşim yeridir. Bu kasaba, XIX. yüzyılın sonu ve XX. yüzyılın başında Osmanlı Devleti’nin en stratejik yerlerinden biri olan Kudüs Sancağı’na bağlıdır. Kasaba ve çevresi İngiltere’nin 1882’de Mısır’a yerleşmesi ile daha çok önem kazanmıştır. İngiltere, Mısır’a yerleşince Mısır Hidivliği bir anlamda İngiltere’nin kontrolüne girmiştir. Her ne kadar Osmanlı Devleti hukuken Mısır’ı elinde bulunduruyor olsa da fiilen Mısır üzerindeki etkisi her geçen gün azalmıştır. İngiliz işgalinden sonra Ahmed Muhtar Paşa, Mısır’da sarsılan otoriteyi tesis etmek için gayret gösterdiyse de1, Mısır hiçbir zaman eskisi gibi Osmanlı Devleti’ne bağlanamamıştır. Sarsılan Osmanlı otoritesini yeniden canlandırmak için uğraşan Ahmed Muhtar Paşa, İngiltere’nin 1882’de Mısır’a asker çıkarmasıyla başlayan Mısır Meselesi’ni çözmek ve 24 Ekim 1885 tarihli Osmanlı-İngiliz Antlaşması’na göre İngiliz askerlerinin Mısır’ı boşaltma şartlarını görüşmek üzere 5 Kasım 1885’te Mısır Fevkalade Komiserliği’ne tayin edilmiştir. Ne var ki Mısır üzerinde İngiltere’nin siyaseti o kadar yoğunlaşmıştır ki, Paşa İstanbul’a ancak 1908’de II. Meşrutiyet ilan edilince dönebilecektir2. Geçen bu süre zarfında İngilizler Mısır’a daha fazla yerleşmişler ve bir süre sonra Süveyş Kanalı’nın güvenliği gerekçesi ile

1 Hasan Adalı, Documents Pertaining to The Egyptian Question in The Yıldız Collection of The “Başbakanlık Arşivi”, İstanbul Political and Social Change in Modern Egypt, Ed. M. Holt, Oxford University Press, London, s.56. 2 Rıfat Uçarol, Gazi Ahmed Muhtar Paşa, DİA, C.2, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi Genel Müdürlüğü, İstanbul, 1989, s.447. 46 II. Abdülhamit Döneminde Osmanlı-Mısır Sınır Tartışmaları... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) kanalın doğusuyla ilgilenmeye başlamışlardır. Özellikle de Mısır’daki en etkili isimlerden biri olan Lord Cromer3, Sina Yarımadası’nın Mısır’a ait olduğunda ısrar ederek Süveyş Kanalı’nı Osmanlı Devleti’nden uzakta tutmaya çalışmıştır4. Genel itibariyle iyi olan Osmanlı-İngiltere ilişkileri II. Abdülhamid döneminde şekil değiştirmeye başladı. Bu dönemde dikkat çeken en belirgin güç artık Almanya’ydı. Almanya’nın giderek güçlenmesi II. Abdülhamid’in de dikkatini çeken bir durumdu ve o Almanya’nın Avrupa kuvvetler dengesini bozduğunu düşünüyordu5. Özelikle de Berlin Kongresi’nden sonra ağır bir darbe yiyen ve tarihi dönüm noktasına gelen Osmanlı Devleti’nin Almanya’ya yakınlık duymasının nedeni, Avrupa büyük devletlerinin dış politikalarındaki ilkelerin ve yöneldikleri etki alanlarının Osmanlı Devleti’nin yaşama şansına son verecek biçimde değişmesiydi6. Almanya, Bismarck’tan sonra Rusya’ya açıkça cephe aldı. Ortadoğu’da ise İngiltere’nin tersine Osmanlı yanlısı görünen, daha doğrusu Osmanlı topraklarını konferans masalarında bölüştürerek değil de, imparatorluğun kaynaklarından barışçı yollarla istifade etmeyi amaçlayan bir politika izlemeye başladı7. Ayrıca Alman İmparatoru’nun Filistin ziyaretinde İslam’a dost söylemi İngiltere’yi büyük bir şaşkınlığa düşürdü8. Artık Almanya o kadar önemliydi ki Alman İmparatoru’nun 1898 yılındaki ikinci ziyaretinde bir savaş atı üzerinde görkemli bir giriş yapabilmesi için Yafa Kapısı’ndaki duvarda bir gedik dahi açılacaktı9. Bölgede Osmanlı Devleti ile beraber ciddi bir Alman gücü de her yönüyle hissediliyordu. Bu atmosfer içinde Ortadoğu daha fazla önem kazandı. Haliyle Osmanlı-Mısır sınırı hem Osmanlı Devleti’nin kendi iç dengelerinin hem de uluslararası siyasetin fazlasıyla etkilediği bir bölge oldu. Osmanlı Devleti her ne kadar dağılışı önlemek için Tanzimat diye bilinen bir dizi girişimi XIX. yüzyıl boyunca uygulamaya sokmak istese de istenilen netice elde edilememişti. Ancak Tanzimat, tüm Osmanlı Devleti’nde olduğu gibi Filistin’de de merkezileşmeyi beraberinde getirdi10. Merkezileşme ise Osmanlı Devleti’nde muhalefetin güç kazanmasına neden oldu. Bir süre sonra grubun

3 Lord Cromer (Evelyn Baring), ilk kez Mısır’a geldiğinde 36 yaşındaydı (1877). Kendisi 26 Şubat 1841’de doğmuştu ve askeri bir eğitim görmüştü. Bkz. John Marlowe, Elek Books, London, 1970, s.20. 1883’te Mısır’da yönetimden sorumlu Konsül-General oldu. Sonraları “Biz Mısır’ı yönetmiyoruz; biz sadece Mısır’ı yönetenleri yönetiyoruz” demiştir. Bkz. Mark F. Proudman, “British Empire”, Encyclopedia of the Age of Imperialism, 1800-1914, Volumes 1&2, Ed. Carl Cavanagh Hodge, Greenwood Press, London, 2008, s.206. 4 Peter Mansfield, Ortadoğu Tarihi, Çev. Ümit Hüsrev Yolsal, Say Yayınları, İstanbul, 2012, s.164. 5 Hasan İlhan, Abdülhamid’in Hatıra Defteri, Alter Yayıncılık, Ankara, 2010, s.66. 6 İlber Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu, Alkım Yayınevi, İstanbul, 2006, s.s.43-44. 7 İlber Ortaylı, a.g.e., s.45. 8 Bonyar Waylet-Ernst Jackh, İmparatorluk Stratejileri ve Ortadoğu, Çev. Vedat Atila, Chiviyazıları, İstanbul, 2004, s.48. 9 T.G. Fraser-A. Mango- R. Mcnamara, Modern Ortadoğu’nun Kuruluşu, Türkçesi: Füsun Doruker, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2011, s.53. 10 Butrus Abu-Manneh, “Jerusalem in the Tanzimat Period: The New Ottoman Administration and the Notables” Die Welt des Islams, New Series Bd. 30, Nr. ¼ (1990), BRILL, 1990, s.9. 47 Durmuş AKALIN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) her üyesinin görüşleri birbirinden farklı olmakla birlikte Genç Osmanlılar diye bilinen bir aydın grubu ortaya çıktı. Genç Osmanlılar genel itibariyle Osmanlılık fikri etrafında toplanmışlardı. Bu fikir özellikle Namık Kemal’in yazılarında ön plana çıkmış, dağılmayı önleyecek bir tedbir olarak görülmüştü11. Pratikte karşılığı olmayan Osmanlıcılık ideali uygulamaya geçirilemeyince bu düşünceden vazgeçildi. Ardından II. Abdülhamid, İslam fikri ve bunun etrafında toplanacak siyasi gücü daha önemli görmeye başladı. Bu durum ise İngiltere ile Osmanlı Devleti’nin arasının açılması için zaten yeterliydi. Bir yandan da sahip olduğu sömürgelerin büyük bir kısmında Müslümanların yaşaması İngiltere’yi huzursuz etmeye başladı. Ortaya çıkan yeni durum benzer biçimde Mısır için de endişeye sebep oluyordu. Mısır’a yerleşen İngiltere, Osmanlı Devleti’nin bir şekilde ortaya çıkan fırsatları değerlendirerek ya da kendine fırsatlar yaratarak Mısır’a tekrar nüfuz etmesini engellemek istiyordu. Mısır’daki yönetim, Osmanlı Devleti’nin bölgede nüfuzunu arttırma ihtimalinden en az İngiltere kadar tedirgin oluyordu. Bu yüzden Mısır, Osmanlı Devleti’ne ihtiyatla yaklaşıyordu. Mevcut endişeler siyasi ve diplomatik açıdan birçok kez kendini gösterdi. Endişelerin gün yüzüne çıktığı yerlerden biri de Osmanlı-Mısır sınırı ve Hafir Kasabası’nın etrafıydı. Ayrıca Kutsal Topraklar da bu dönemde giderek önem kazanmaya başlamış ve bir sancak olarak idare edilen Kudüs, önemli hale gelmeye başlamıştı12. Zaten 1872’den itibaren Kudüs bağımsız bir sancak olarak teşkil edilmişti13. 1880’li yıllarda meydana gelen yeni gelişmelerle Kudüs’ün önemi bir kat daha arttı. Mısır’ın İngilizlerin eline geçmiş olması, Babıâli için bölgenin güvenliğini çok daha hassas bir konu haline getirdi. Üstelik aynı dönemde Siyonizmin teşvikiyle başlayan Yahudi göçü Osmanlı hükümetini bir hayli tedirgin etmeye yetti. Bu yüzden Osmanlı Devleti daha 1880’lerde Filistin’e Yahudilerin kalıcı olarak yerleşmesini yasaklamıştı. Sadece kısa süreli kalmalarına izin veriliyordu14. Bu şartlar altında, Babıâli’nin dikkati öncekinden çok daha fazla Kudüs’e çevrilmiş, özellikle 1890’lı yıllarda daha sıkı bir denetim kurabilmek üzere özel bir çaba içine girilmişti15. Uluslararası gelişmeler de Yahudilerin Kudüs ve çevresine yerleşmelerinde etkili oldu. Bölgeden Aralık 1905’te Sadarete ve Dâhiliye’ye gönderilen yazılarda Rusya’daki karışıklık sebebiyle Kudüs’e ve Yafa’ya çok sayıda Yahudinin göç etmekte olduğu söylenmektedir. Sadece iki ay içinde

11 Fazlı Arabacı, Yeni Osmanlıların Dini ve Siyasi Görüşleri, Platin, Ankara, s.153. 12 John J. McTague Jr. “Anglo-French Negotiations over the Boundaries of Palestine, 1919- 1920”, Journal of Paletsine Studies, Vol. 11, No.2, University of California Press, 1982, s.100. 13 David Kushner, “The Ottoman Governors of Palestine, 1864-1914”, Middle Eastern Studies, Vol.23, No.3, Taylor&Francis, 1987, s.275. 14 David Kushner, “The District of Jerusalem in the Eyes of Three Ottoman Governors at the End of the Hamidian Period”, Middle Eastern Studies, Vol.35 No.2, Taylor&Francis, 1999, s.85. 15 Yasemin Avcı, Değişim Sürecinde Bir Osmanlı Kenti: Kudüs (1890-1914), Phoenix Yayınevi, Ankara, 2004, s.95. 48 II. Abdülhamit Döneminde Osmanlı-Mısır Sınır Tartışmaları... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) gelenlerin sayısı 600’dür16. Ali Ekrem Bey, Kudüs Mutasarrıfı olunca yaptığı en önemli işlerden biri bölgede Yahudilerin toprak satın almalarını incelemek oldu. Kendisinden önce bazı usulsüzlüklerin yapıldığını görmüştür. Bunları incelemiş ve bölgeye Musevilerin yerleşmesini bir tehlike olarak algılamıştır. Ayrıca bölgede Musevilerin illegal yollardan arazi satın aldıklarını tespit etmiştir17. Ancak gayretlerinden dolayı İstanbul’da kendi aleyhinde girişimlerde bulunabileceğini bildiğini, yine de bu göçü engellemek için gayret ettiğini bildirmektedir (29 Ağustos 1907)18. Ali Ekrem Bey, Sadarete gönderdiği başka bir yazıda ise Kudüs Sancağı’ndaki en önemli meseleyi “Yahudi İşi” olarak görmektedir. Ona göre böyle bir mesele Osmanlı Devleti’nin hiçbir yerinde yoktur. Ayrıca bu mesele ile devletin hemen ilgilenmesini ve alınması gereken tedbirler konusunda çalışılmasını tavsiye etmektedir19. Ali Ekrem Bey, Yahudilerin her geçen gün Filistin’e akıp gelmekte olduklarını bildirmektedir. Durumla ilgili gerekli tedbirleri almak gerektiğini ve bunun için gayret gösterdiğini ifade etmektedir. Ayrıca gelen Yahudilerin Rusya, Avusturya, Almanya ve İspanya Yahudilerinden olduğunu söylemektedir20. Yeni gelen Yahudilerin çoğunun ise Rusya tebaasından olduğunu bildirmektedir ve şimdiye kadar gelenlerin 30.000’e yakaştığını haber vermektedir. Bu gelenler Filsitin’de birçok emlak ve arazi almışlardır (20 Haziran 1907)21. Kudüs’ün önem kazanmasını bölge ile ilgili birçok çalışması olan David Kushner de II. Abdülhamid döneminde Kudüs’te görev yapan mutasarrıfları22 incelediği eserinde üç sebeplere bağlamaktadır. Bu sebeplerden ilki Kutsal Topraklar diye kabul edilen alana gösterilen ilgi, ikincisi bölgeye gelen yabancılarla Kudüs ve çevresinin ticari açıdan önemini arttırması ve üçüncüsü de Mehmed Ali Paşa’dan itibaren Mısır’ın yarı bağımsız bir yer haline gelmesi ve bunun yanında 1882’de İngilizlerin Mısır’a yerleşmesidir23. Kudüs’ün önem kazanmasının yanında Osmanlı-Mısır sınırı birçok kez Osmanlı Devleti ile Mısır’ı karşı karşıya getirdi. Osmanlı Devleti’nin Sina’ya doğru hak iddiasında bulunduğu her girişime hem Mısır hem de İngiltere tarafından itiraz edildi. Bu yüzden uzun süre sınır meselesi bir sorun olarak kaldı. Bölgede meskûn Bedevilerin sık sık yer değiştirmesi ve arazinin genel itibariyle kurak ve yer yer çöl olması bu sıkıntıların çözümünü güçleştiren diğer faktörlerdendi.

16 İsrail Devlet Arşivi (ISA), 83/100. 17 İsrail Devlet Arşivi (ISA), 83/36. 18 İsrail Devlet Arşivi (ISA), 83/92. 19 İsrail Devlet Arşivi (ISA), 83/21. 20 İsrail Devlet Arşivi (ISA), 83/33. 21 İsrail Devlet Arşivi (ISA), 83/24. 22 Mehmed Tevfik Bey (1897-1901), Ahmet Reşid Bey (1904-1906) ve Ali Ekrem Bey (1906-1908). 23 David Kushner, a.g.m., 1999, s.84; Johann Büssow, Hamidian Palestine Politics and Society in the District of Jerussalem, Brill, Leiden, Netherlands, 2011, s.398. 49 Durmuş AKALIN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Osmanlı Devleti, Sina üzerinde hak iddiasında bulunurken bunu Mısır’ın eski statüsüne dayandırıyordu. Mehmed Ali Paşa’ya verilen fermanda, Mısır’ın iddia ettiği alanın yer almadığını belirtiyordu (1892)24. Osmanlı Devleti 1841’de verilen fermanda harita ile gösterilen sınırları ileri sürdüğünde, bu harita ne Mısır’da ne de İngilizlerde mevcuttu. Daha sonra Mısır tarafından bu haritanın kayıp olduğu söylendi25. II. Abdülhamid’in Sina’da Osmanlı otoritesini tesis etmek şeklinde bir politika izlemesindeki bir diğer faktör ise Hicaz’ı tehlikede görmesiydi. 1839’da Aden İngilizlerin eline geçmişti. Şimdi de İngilizler Mısır’a yerleşmişti ve Basra Körfezi’nde İngilizlerin etkinliği her geçen gün artmaktaydı. Tam da bu dönemde 18 yaşında olan ve yeterince bilgisi olmayan Abbas Hilmi, Hidiv olmuştu ve bu bir fırsat olabilirdi26. 1890’ların sonlarından itibaren II. Abdülhamid, Mısır Hidivi’nden ve onun politikalarından şüphe duymaya başladı. Bu yüzden II. Abdülhamid Kudüs’e daha fazla önem verdi27. Osmanlı Devleti’nin Mısır’daki komiseri Ahmed Muhtar Paşa da durumla yakından ilgileniyordu. Ona göre İngilizlerin Sina üzerinde bu kadar durmaları ve bir sınır belirlemede ısrar etmelerindeki asıl kasıt Osmanlı Devleti’ni kanaldan uzak tutmaktı. Muhtar Paşa İngilizlerin ilgisi üzerine Sina’daki Osmanlı hududunun belirlenmesini istiyordu. Muhtar Paşa tarafından, Akabe ile El Ariş arasında bir hat çizilmesi tavsiye edilmekteydi. Sina’nın güneyindeki Ras Mahmud’dan El Ariş’in batısına veya El Ariş’e gidecek bir hattın devlet için faydalı olacağını söylüyordu. Böyle olursa hem Şarm Limanı hem de bütün Akabe çevresi devletin elinde kalabilecekti (Şubat 1892)28. Muhtar Paşa, Mehmed Ali Paşa’ya verilen fermana göre Mısır sınırlarını El Ariş’ten Süveyş’e çizilen bir hattın batısında kalan kısım olarak görüyordu. Ancak daha sonra Akabe ile El Ariş arasında kalan noktaya ve Akabe’ye kadar Mısır zabitlerinin geldiği ve Sina’nın Mısır tarafınca bir şekilde yönetilir olduğunu ama bunun eski fermanın dışında gerçekleştiğini ifade etmiştir. Yine Hicaz’a doğru Mısır’ın Muveylah, Zaba ve El Vecih taraflarına kadar geldiği daha sonra Osmanlı askerlerinin buralarda Mısır askeri yerine geçtiği belirtiliyordu29. Aslında bu durumun İstanbul’un gündemine gelmesi İstanbul’daki Alman elçi Marschall von Bieberstein’in tavsiyesi ile oldu. Eğer 1841 sınırları gerçekleşirse Osmanlı Devleti kanala birkaç kilometre mesafede olacaktı30. Bu da Almanya için büyük bir fırsat olurdu. İngiltere ise durumun farkında olduğu için sınır tartışmalarında kendi politikasını kabul ettirmek için gayret gösteriyordu. Ayrıca

24 BOA. Y. EE. 119/78. 25 Gabriel R. Warburg, “The Sinai Peninsula Borders, 1906-1907”, Journal of Contemporary History, Vol.14 No.4, Sage Publications Ltd., 1979, s.682. 26 Yitzhak Gil-Har, “Boundaries Delimitation: Palestine and Trans-Jordan”, Middle Eastern Studies, Vol.36, No.1, Taylor & Francis, 2000, s.s.139-140. 27 Butrus Abu-Manneh, “The Rise of The Sanjak of Jerusalem in the Late of Nineteenth Century”, The Israel/Palestine Question, Ed. Ilan Pappé, Taylor & Francis, New York, 2005, s.41. 28 BOA. Y. EE. 119/11. 29 BOA. Y.EE. 119/11. 30 Warburg, a.g.m., s.681. 50 II. Abdülhamit Döneminde Osmanlı-Mısır Sınır Tartışmaları... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

İngilizler bu dönemde Osmanlı Devleti’ne baktıklarında sanki Almanya’yı görüyordu. Ahmed Muhtar Paşa, Mısır’da Hidiv ile yaptığı görüşmelerde Hidiv’in Sina, Akabe ve çevresine dair durumu pek de kabule yatkın olmadığı izlenimini ve görüşmelerden birinden sonra Mısır Hariciye Nazırı’nın gelip Fransızca bir telgraf vererek bunun dışındaki bir durumu kabul etmeyeceklerine dair söylemini Babıâli’ye haber verdi. Ahmed Muhtar Paşa daha önce bildirilen Akabe ve çevresindeki yerler ile Sina’yı Mısır’ın istediğini, durumu Lord Cromer ile görüştüğünü, daha sonradan anlaşıldığına göre bu telgrafın Lord Cromer ile Mısır arasında kararlaştırılmış olduğunu Babıâli’ye bildirdi31. Lord Cromer, Süveyş-El Ariş arasındaki Osmanlı-Mısır sınırının hiçbir zaman uygulanmadığını, Mısır’ın hacıları ve daha ötesinde hac yollarını korumak için sözü geçen topraklara sahip olduğunu ileri sürdü32. İngiltere bir anlamda Mısır üzerinden Sina’yı kendi otoritesi altına almak istiyordu. Bunu da hep kanal bölgesini güvenlik altında tutmak gerekçesiyle yapıyordu. Babıâli, El Vecih, Zaba ve Muveylah’a ticaretin karayoluyla yapıldığı zamanlarda Mısır idaresi tarafından asker gönderildiğini ve Osmanlı Devleti’nin bunu o zaman için kabul etmiş olduğunu ancak Hicri 1257 senesinde Mehmed Ali Paşa’ya verilen fermanda bu yerlerin olmadığı ve buraların Hicaz’a bağlandığı üzerinde duruyordu. Sina’nın İsmail Paşa ve Tevfik Paşa zamanında nasıl idare ediliyorsa şimdi de o şekilde idare edilmesini istiyordu33. Meselenin temelinde ise yine Süveyş Kanalı’ndan Osmanlı Devleti’nin uzak tutulması yatıyordu34. Ahmed Muhtar Paşa, El Ariş-Süveyş hattını Mısır’a vermenin burayı İngilizlere vermekle aynı şey olduğunu ifade ediyordu. İngiltere ise bu süre zarfında Abbas Hilmi Paşa üzerinde Sina işi halledilmeden Mısır valilik fermanının okunmaması için baskı yapmaya devam ediyordu35. Bu sırada Osmanlı Devleti Akabe’de bulunan Mısır memurlarının görevlerinin bıraktırılarak yerlerine Hicaz’dan gelen memurların görevlendirildiğine ve Sina’nın İsmail Paşa ve Tevfik Paşa zamanında nasıl yönetiliyor ise öyle yönetilmesine dair bir belgeyi Mısır’a gönderdi (8 Nisan 1892)36. Alınan karara göre Zaba, Muveylah ve Akabe’nin Hicaz Kumandanlığı, Sina’nın ise muvakkaten Mısır tarafından yönetilmesi kararlaştırıldı37. Bu durum İngiltere ve Fransa sefaretlerine de bildirildi (10 Nisan 1892)38. Osmanlı Devleti bir hamle yaptı ve durumu böylece kendi kontrolünde tutmak istedi. Osmanlı Hariciye Nazırı da mesele üzerine ayrıca İngiltere sefareti ile görüştü.

31 BOA. Y.A.HUS. 257/56. 32 Warburg, a.g.m., s.682. 33 BOA. Y. PRK. MK. 5/62. 34 BOA. Y.EE. 120/4. 35 BOA. Y.EE. 130/85. 36 BOA. Y.A.HUS. 257/56. 37 BOA. Y.EE. 49/34. 38 BOA. Y.A.RES. 58/13. 51 Durmuş AKALIN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Bu görüşmede Nazır, Lord Cromer’e bir yazı yazılmasını ve Mısır üzerindeki müdahalesinin azaltılmasını talep etti. Sefir ise bu konuda yetkisi olmadığını söyledi. Ancak yine de konuyla ilgileneceğini ifade etti. Sefir ayrıca Muhtar Paşa’nın Mısır’ın iç işlerine karıştığını ve bunun doğru olmadığını Nazır’a bildirdi. Muhtar Paşa’nın bu şekilde devam etmesi durumunda Hidiv’in bir şikâyette bulunması söz konusu olursa Hidiv’i kollayacaklarını ve ihtilafın Muhtar Paşa’nın Mısır’ın iç işlerine karışmasından çıktığını ve bundan rahatsız olunduğunu Nazır’a açıkça söyledi (15 Nisan 1892)39. Lord Cromer’in Mısır’daki başlıca amacı ise zaten hiçbir yabancı devletin Mısır’ın iç işlerine müdahale etmeye bahane bulmamasını sağlamaktı. Lord Cromer’in hedefindeki devlet ise Fransa’ydı40 ancak Osmanlı Devleti de bu durumdan etkileniyordu. Bu arada İngiltere’de konu gazetelerde yer aldı ve Osmanlı Devleti’ni eleştiren makaleler çıkınca Babıâli bu makaleleri Ahmed Muhtar Paşa ve Hidiv arasında bir ihtilaf çıkartmaya dönük olduğu şeklinde yorumladı41. İngiltere, Mısır üzerinde baskı kurdukça Osmanlı Devleti de gerginlik çıkmasına fırsat vermeden adımlarını atmaya özen gösterdi. Sina’nın yönetimi üzerine tartışmalar devam ettikçe İngiltere sefareti ile irtibata geçildi42. Ancak yine de İngiltere’nin Sina üzerindeki eylemleri dikkatle takip edildi. Bazı İngiliz subaylarının Akabe’ye yakın yerlerde istihkâmlar yapmakta olduklarına dair gizli bir haber alan Ahmed Muhtar Paşa durumu derhal Babıâli’ye bildirdi43. Paşa, durumu takip etti ve gelişmelerden sürekli Babıâli’yi haberdar etti44. Babıâli Mısır tarafının yapmakta olduğu eylemleri inceledi ve Osmanlı Devleti’ne karşı hasmane bir tutum olmadığını, yapılan işleri memurların ikamet ve muhafazasına dair çalışmalar olarak değerlendirdi. Ancak yine de dikkatli olunmasını ve durumun takip edilmesini bölgedeki görevlilerden istedi45. Bir süre sonra da sınır meselesi Akabe-El Ariş arasında kalan hat üzerinde netleşti. Böylece İngiltere Osmanlı Devleti’ni kanaldan biraz olsun uzaklaştırmış oldu. 1892 krizi boyunca Mısır ordusu Sina için sürekli hazır tutuldu. Bunun yanında İngilizler de hazırlıklıydı. Osmanlı Devleti bu süreçte hâkimiyeti altında olduğunu iddia ettiği alanlarda vergi topladı ve varlığını göstermeye çalıştı. Ardından Osmanlı-Mısır sınırında yeni bir kaza olan Birüsseb kuruldu (1900). Kısa süre sonra da Hicaz demiryolunun Şam-Medine kısmı tamamlandı. Ayrıca Hicaz demiryolundan Akabe’ye bir istasyon yapılması tasarısına geçildi ve planlar hazırlandı. Bunun yanında Osmanlı askerleri Akabe’nin hemen yanındaki Taba’yı ele geçirdiler46. Akabe’ye Hicaz demiryolu getirilmek istense 39 BOA. Y.PRK. BŞK. 25/109. 40 Afaf Lütfi El Sayyid Marsot,Mısır Tarihi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, çev. Gül Çağalı Güven, İstanbul, 2007, s.76. 41 BOA. Y.PRK.EŞA. 15/75. 42 BOA. Y.PRK. ASK. 81/19. 43 BOA. Y.EE. 128/74. 44 BOA. İ.MTZ.(05) 28/1520. 45 BOA. Y.PRK. MK. 5/62. 46 Yitzhak Gil-Har, a.g.m., 2000, s.140. 52 II. Abdülhamit Döneminde Osmanlı-Mısır Sınır Tartışmaları... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) de telgraf hattı dışında pek bir şey yapılmadı47. Osmanlı Devleti’nin Akabe’ye yakın Taba’yı ele geçirmesi üzerine İngiltere de misilleme olarak Refah’taki Osmanlı birliklerinin üzerine harekete geçti48. 1892’de yaşanan İngiltere ile Osmanlı Devleti arasındaki Mısır sınırı tartışması 1906’da tekrar ortaya çıktı. 1906’da Osmanlı-Mısır sınırı Ölü Deniz’in güneyinde kabul ediliyordu. Fakat bu durum taraflarca kabul edilmiş değildi. Çok geçmeden bölgede yeniden bir hareketlilik yaşanmaya başladı. Aslında mesele Osmanlı Devleti’nin Güney Filistin’i daha iyi kontrol edebilmek için Hafir’de yeni bir kaza kurmak istemesiyle ortaya çıktı49. Bu adımla Osmanlı Devleti, İngiltere’nin Sina dışına taşacak nüfuzuna bir set oluşturmayı amaçlıyordu. Hafir kasabası, sınır meselesinde Osmanlı Devleti’nin Sina’dan uzaklaştırılması ile önem kazandı. Osmanlı Devleti, Mısır’ın (arkasında özellikle de İngiltere’nin) Kudüs Sancağı’na bağlı fakat Kudüs ile arasında oldukça mesafesi olan araziye doğru genişleme ihtimalinden endişeye kapıldı. Ayrıca askeri açıdan bölgede birliklerini Mısır sınırına yerleştirebileceği elverişli yerlere ihtiyacı vardı. Bu yerler ise Birüsseb (Birüssebi/Berşeba) ve sınıra daha yakın olan Hafir kasabasıydı. Sina’nın merkezinde olan Nahl’dan çıkışı ve El Ariş’te de artık güven içinde olunamayacağından Akabe’yi destekleyecek Hafir kasabası, oldukça stratejik bir yer olarak kabul ediliyordu. Osmanlı-Mısır sınırında Osmanlı Devleti’nin yeniden idari düzenlemeler yapma gayreti Hafir’den önce ilk olarak Birüsseb’de kendini gösterdi. XIX. yüzyıl sonlarına kadar, Kudüs Sancağı dört kazadan oluşmaktaydı; Kudüs merkez kazası, Halil, Yafa ve Gazze. 1890’lı yıllardan sonra Kudüs’ten yönetilen kaza ve nahiyelerin sayısı giderek arttı. Yeni kurulan kazalar içinde en önemlisi, Bedevi aşiretlerinin yaşam alanı olan Necef’de oluşturulan Birüsseb kazasıydı. Bu düzenleme, en başta 1882 yılından sonra Osmanlı ve İngiliz devletleri arasında sınır haline gelen Sina bölgesinin güvenliğini sağlayabilmek maksadıyla yapılmıştı. 1890 yılında bölgedeki Bedevi kabileler arasında sürüp gitmekte olan kavgaları sona erdirmek isteyen Osmanlı hükümeti kabile şeyhlerinden bazılarını tevkif etti50. Ancak şeyhler ile iyi ilişkiler tesisine de önem verildi. Bölgedeki Bedevilerin varlığı son derece önemliydi. Zaten Filistin nüfusunun önemli bir kısmı da güneydeki Necef Çölü’nde yaşam süren Bedevilerdi51. XIX. yüzyılın sonuna kadar Birüsseb çok fazla dikkat çekmedi. Bölgede kabileler arası çekişme ve savaşlar yaygındı. Osmanlı Devleti’nin otoritesi de çok

47 Alexander Melamid, “The Political Geography of the Gulf of Aqaba”, Annals of the Association of American Geographers, Vol.47 No.3, Taylor&Francis Ltd., 1957, s.234. 48 Warburg, a.g.m., s.680. 49 Yitzhak Gil-har, “The South-Eastern Limits of Paletine at the End of Ottoman Rule”, Middle Eastern Studies, Vol.28, No.3, Taylor&Francis, 1992, s.s.559-564. 50 Yasemin Avcı, a.g.e., s.98. 51 T.G. Fraser-A. Mango- R. Mcnamara, a.g.e., s.21. 53 Durmuş AKALIN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) belirgin değildi. Ancak Avrupa’dan gelen hacılar, su temini ve bir toplanma alanı olarak şehir, bulunduğu konumdan dolayı ayrı bir öneme sahipti. Bu hususlar göz önünde tutularak Birüsseb’de bir şehir merkezi inşa etmek üzere İstanbul’a talep iletildi. Bu yönde Kudüs’teki yerel meclis de aynı düşüncedeydi. Ardından Haziran 1899’da bir İrade-i Seniyye ile Birüsseb’de bir idare merkezi kuruldu52. Bu merkezin kurulmasının idari ve ekonomik birçok nedeni vardı. Ancak en önemlisi Kudüs Mutasarrıflığı’nın güneydeki sınırının korunmasıydı. Ayrıca hem Osmanlı-Mısır sınırının kesin olarak belirlenmesi hem de Güney Filistin’de Osmanlı otoritesi açısından önemliydi. Osmanlı Devleti için Birüsseb’in bir idare merkezi olması tüm bölgenin yönetimi açısından faydalı olacaktı53. XIX. yüzyılın sonuna doğru Filistin bölgesinde Bedeviler de büyük oranda göçebe pozisyonlarına devam ediyorlardı54. Birüsseb’deki temel değişim 1900’de Osmanlı Devleti ile başladı. Bu zamana kadar bölge genel olarak Bedeviler ile meskûndu ama Osmanlılar ile modern Birüsseb’in gelişimi hızlandı55. John P. Peters, 1902’de yaptığı gezide bölgenin genel durumunun iyi olmadığından bahseder. Ancak Birüsseb’in olağanüstü şekilde olduğunu ve buranın Amerika’nın sınır kasabalarına benzediğini belirtmektedir. Ayrıca 1901’de Birüsseb’e bir karakol yapıldığını ve bir kaymakamın göreve başladığını bildirmektedir. Şehrin hızla geliştiğini, bir hükümet binasının yapılmakta olduğunu ve taşların eski bir Bizans şehrinden alındığını söylemektedir. Bunun dışında başka gelişmelerin olduğu, bazı Türk çadırlarının market gibi hizmet verdiğini belirtmektedir56. İdari merkezin inşasından sonra Birüsseb, askeri-idari bir merkez haline geldi ve şehir yeniden kurulmaya başlandı57. Ayrıca Sivas Vilayeti Mecitözü Kaymakamı İsmail Kemal Bey, Birüsseb’e kaymakam olarak atandı. İsmail Kemal Bey, Mecitözü’nde başarılı olduğu için bu göreve layık görülmüştü. Ancak 1901’de Muhammed Carullah Efendi onun yerine kaymakam oldu. Muhammed Carullah Efendi bölgedeki kabileleri daha iyi tanıyordu ve Kudüs yerel meclisinde görev yaptığı için bölgeye daha fazla hâkimdi. 1903 yılında onun yerine Hamdi Bey ve ardından Mehmed Tevfik Bey, Birüsseb’de kaymakamlık yaptılar58.

52 Yasemin Avcı, “The Application of Tanzimat in the Desert: The Bedouins and th Creation of a New Town in Southern Palestine”, Middle Eastern Studies, Vol.45, No.6, Taylor & Francis, 2009, s.s.972-973; Yasemin Avcı, a.g.e., s.99. 53 Yasemin Avcı, a.g.m., s.973. 54 Haim Gerber, “Modernization in Nineteenth-Century Palestine: The Role of Foreign Trade”, Middle Eastern Studies, Vol.18, No.3, Taylor & Francis, 1982, s.261. 55 Mildred Berman, “The Evolution of Beersheba as an Urban Center”, Annals of the Association of American Geographers, Vol.55, No.2, Taylor & Francis, 1965, s.309. 56 John P. Peters, “Palestinian Explorations: Notes of a Vacation in Paletsine in 1902”, Journal of Biblical Literature, Vol.22, No.1, 1903, s.s.19-20. 57 Ruth Kark, “Jewish Frontier Settlement in the Negev, 1880-1948: Perception and Realization”, Middle Eastern Studies, Vol.17, No.3, Taylor&Francis, 1981, s.335. 58 Yasemin Avcı, a.g.m., s.975. 54 II. Abdülhamit Döneminde Osmanlı-Mısır Sınır Tartışmaları... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Osmanlı Devleti’nin Birüsseb’de değişiklik yapmasındaki nedenler politik ve ekonomikti. Bunda Almanya’nın Osmanlı Devleti’ni etkilemesi ve Süveyş Kanalı’nın doğusuna doğru sokularak İngilizlerin etki alanında olan sahaya daha fazla yaklaşma ihtiyacı vardı. Almanların istekleri kadar Osmanlı Devleti de kendi politikası gereği, Bedevi çadırların arasında modern bir şehir inşa etmeye başladı. Şehrin inşasında biri Alman diğeri İsviçreli iki mühendis de etkili oldu. Şehir merkezi bir Osmanlı vali ve yerel Bedevi kabilelerin beş temsilcisinden oluşuyordu. Şehirde oturanlar 1902’de 300 kişiyken 1911’de 800’e yükseldi59. Yeni sakinlerin çoğu Hebron ve Gazze tarafından geldi. Şehrin gelişmesi I. Dünya Savaşı sırasında en üst noktasına çıktı. Ayrıca burası Süveyş Kanalı’na doğru yapılan askeri operasyonun ana merkezi durumundaydı. 1914 yılında da Almanlar dar ve sınırlı kapsamda Yafa-Kudüs hattının güneyinden Birüsseb ve Hafir’e doğru ve oradan Sina’nın batısına doğru bir demiryolu hattı yaptılar60. Osmanlı Devleti, Birüsseb ile birlikte Hafir’e de 1900’lerin başında daha fazla önem vermeye başladı. İlk olarak bir karakol yapıldı. Bunu takiben Hafir’deki yollar ve devlet binaları gözden geçirildi. İhtiyaç olan binaların da yapımına başlandı. Hafir aynı zamanda Basra ile iletişim halinde olan bir mahaldi. Zaman zaman Osmanlı Devleti’nin görevlileri gitmek istedikleri mahallere Hafir’i kullanarak giderlerdi. Bölgede yeni yapıların oluşmaya başlaması ile Hafir’in konumu daha fazla öne çıktı61.

1. Hafir’e İdari ve Askeri Binaların Yapılma Zarureti

Osmanlı Devleti’nin Kudüs Sancağı’na bağlı Güney Filistin bölgesinde otoritesini tesis etmek istemesinde ve 1906 yılından itibaren bölgeyi idari anlamda yeniden tanziminde Mısır ile yaşanan sınır meselesi etkiliydi. 1906’da yaşanan sınır krizi ile Osmanlı Devleti İngilizler tarafından Sina’nın doğusundan uzaklaştırılmıştı. Böylece Osmanlı-Mısır arasında yeni sınır Filistin’e kadar uzanmıştı62. Aslında Osmanlı Devleti bu meselede Mısır’dan çok İngiltere ile karşı karşıya kaldığını düşünüyordu. Bu yüzden de bölgeye olan yaklaşımı daha daha çok İngilizlerle adı konmayan bir mücadele şeklinde yürüyordu. Osmanlı Devleti, eski dönemlerde Kudüs’ün güneyinden Mısır’a doğru uzanan alanı yönettiği süre içinde buralar küçük ve doğrudan merkez tarafından idare edilmeyen bir alan olarak kaldı. Bunda Osmanlı merkezine çok uzak olması ve bölgenin stratejik açıdan çok da önemli olmaması etkili oldu. Ancak Süveyş Kanalı’nın yapımı ile bölgenin stratejik önemi arttı. Bu artışta bölgenin İngiltere kontrolündeki Mısır ile sınır olması da etkiliydi. Yeni durumu anlatan ifadeler 1906/1907’de Kudüs’ten İstanbul’a gönderilen mektuplarda dikkati çekti63.

59 Yasemin Avcı, a.g.e., s.100; Mildred Berman, a.g.m., s.315. 60 Mildred Berman, a.g.e., s.315. 61 DH. ŞFR. 300/69. 62 David Kushner, a.g.m., 1999, s.92. 63 Ruth Kark, a.g.m., s.335. 55 Durmuş AKALIN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) Esasen Kudüs ve bölgesini olabildiğince merkezi hükümetin kontrolü altına almak maksadıyla sarf edilen bu çabalar, bir bütün olarak değerlendirildiğinde bölgeye atfedilen önem kendini belli ediyordu. Nitekim 1907 yılında dönemin Kudüs Mutasarrıfı Ali Ekrem Bey, Dâhiliye Nazırı’na yazdığı şifrede Kudüs’ün başka bölgelerle kıyaslanamayacak kadar özel bir mevki olduğunu belirtiyordu64. Osmanlı Devleti de mevcut duruma dair gerekli tedbirlerini almak için hemen harekete geçti. Dâhiliye Nezareti, Halilürrahman ve Birüsseb kazaları arasındaki Hafir’de 100 nefer askerin ikamesi için yapılacak bir idarehane binasına Basra Hazine-i Hassa-i Şahane Nezaret-i Celilesinden alınmak üzere Kudüs Mal Sandığı’na 50.000 kuruş gönderilmesini istedi. Bu konuda daha önceden gönderilen telgrafnameye 10 Mart 1908’de verilen cevap ile durumun ehemmiyeti ortaya kondu. Yapılacak olan 50.000 kuruşluk masrafın Hicri 1324 senesi bütçesine dâhil edilmesi Maliye Nezareti’nden talep etmiştir65. Kudüs Sancağı’nda teşkil olunan Birüsseb Mutasarrıflığı ve Hafir Kaymakamlığı’nın durumu Şeyhülislam Mehmed Cemaleddin Efendi tarafından da sorulmuştur. Mutasarrıflık ve kaymakamlığın durumu, vazifeleri ve maaşları hakkında bilgi almak istemiştir (9 Mayıs 1908)66. Şeyhülislam makamına verilen cevapta ise Birüsseb’de kurulan teşkilata dair 10 Mart 1908’de buyuruldunun çıktığı, bu talebin de 28 Mart 1907’de geldiği haber verilmiştir67. 26-28 Mart 1908’de de Meclis-i Mahsusu Vükela kararıyla 10 Mart 1908’de alınan Birüsseb ve civarındaki teşkilatla ilgili durum Askeriye, Ticaret ve Nafia, Maarif, Orman ve Maden ve Ziraat Nezaretlerine haber verilmiştir. Dâhiliye Nezareti, 23 Kasım 1908’de gönderdiği bir tezkerede Birüsseb’in teşkilatında yeni yapılan düzenlemeye göre Muhasebeci Muavinliği’ne 1.200 ve Sandık Eminliği’ne 500 ve Hafir Kazası Mal Müdürlüğü’ne 900 ve Muleyha Nahiyesi Sandık Eminliği’ne de 400 kuruş tahsis edilmiş olduğunu Maliye Nezareti’ne bildirmiştir68. Dâhiliye Nezareti Kudüs Mutasarrıflığı’na da 20 Ekim 1908 ve 11 Şubat 1909 tarihli iki tahrirata dair vermiş olduğu cevapta Birüsseb Mutasarrıflığı, Hafir Kaymakamlığı ve Muleyha Nahiyesi’nde istihdam edilen dâhiliye memurları maaş ve masraflarına ait talep olunan teklifleri bütçeye eklemek üzere ele aldığını haber vermiştir69.

2. Hafir’de Telgraf Hattı’nın Yenilenmesi ve Telefon Hattı Tesisi

Kudüs’ün ve özellikle de mevcut endişeler nedeniyle Mısır sınırının sürekli takip edilmesi önemli bir durum arz etmiştir. Bunun için bölge telgraf

64 Yasemin Avcı, a.g.e., s.97. 65 DH. MKT. 1168/68. 66 DH. MKT. 1168/68. 67 DH. MKT. 1168/68. 68 DH. MKT. 2677/37. 69 DH. MKT. 2758/80. 56 II. Abdülhamit Döneminde Osmanlı-Mısır Sınır Tartışmaları... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) hattı ile merkezle irtibatlandırılmıştır. Aynı zamanda askeri amaca da hizmet edecek telgraf bağlantısı, Babıâli’nin üzerinde durduğu bir konu olmuştur. Ne var ki yapımından kısa bir süre sonra telgraf hatları zarar görmüş ve kullanılamaz hale gelmiştir. Bu yüzden bu hattın mevcut durumunun ne olacağı üzerinde epeyce durulmuştur. İlk olarak ise hattın yenilenmesi gündeme gelmiştir. Kudüs Sancağı dâhilinde Hafir’de yapılacak telgraf hattının temdidi için gerekli olan alet ve makineler gönderilmemiş; Posta ve Telgraf Nezareti’ne bu hususta gönderilen yazılar cevapsız kaldığından bu durum devletin daha üst kademelerinde gündeme gelmiştir. Ayrıca Mısır sınırına yakın Hafir jandarma zabitanının memuriyetleri ve sınırda teşkil olunacak karakollar için çalışmaların ilerlememesinden dolayı bu durumun kabul edilemez ve devletin menfaatine aykırı olduğu saraya intikal etmiştir. Bu hususta ise yapılması gereken işlerin gecikmeden yoluna konması saray tarafından ilgili kurumlara bildirilmiştir (19 Mart 1908)70. Dâhiliye’den, Posta ve Telgraf Nezareti’ne 28 Mart 1908’de giden bir yazıda, sınırın öte tarafında İngilizlerin bulunması ve Osmanlı Devleti’nin otoritesinin korunması için Hafir mevkiinde bir kaza ve Birüsseb merkezinde dahi bir Mutasarrıf Vekilliği teşkil edilerek yeni kazada bir mescit, bir hükümet konağı ve bir karakol yapılması Kudüs Mutasarrıflığı’ndan istenmiştir. Bu teklif de Meclis-i Mahus-u Vükela’da kabul edilmiştir. Bunun yanında adı geçen Hafir Kazası’na telgraf hattı temdidi için gerekli direklerin getirildiği ve bununla ilgili hesaplamaların devleti zarara uğratmayacak şekilde yürütüldüğü bildirilmiştir. Ayrıca makine ve tahminen 120 kilometre mesafeye tel ve fincanların konabilmesi için bunların yetiştirilmesi ve telgraf müdüriyetine tayin olunacak memurun maaşı olan 500 kuruş ile istihdam edilmeleri ayrıca istihdamları zaruri olan çavuşların maaşlarının da nezaret bütçesine dâhil edilmesi Posta ve Telgraf Başmüdüriyeti’nden istenmiştir. Durumun aciliyetinden dolayı bu meselenin hemen halledilmesi istenmiştir71. Kudüs Mutasarrıfı Ekrem Bey tarafından Dâhiliye’ye yazılan yazıda ise 23 Mart 1908’de Hafir’e yapılacak telgraf hattı temdidi için gerekli masrafların yapıldığı bildirilmiştir. Direklerin devleti zarara uğratmadan tedarik edildiği, makine, tel, fincan ve tahminen 110-120 kilometrelik hat için gerekli hazırlıkların Beyrut Telgraf ve Posta Başmüdüriyeti’yle irtibatlı olarak gerçekleştirildiği haber verilmektedir72. Ekrem Bey tarafından Dâhiliye Nezareti’ne gönderilen bir başka telgrafnamede Birüsseb dâhilinde yeni kurulan Hafir Kazası’nda telgrafhane tahsis edilmeden hiçbir iş görmenin mümkün olmayacağı söylenmiştir. Bunun için gerekli olan direklerin sevk edildiği ve bir haftaya kadar Birüsseb’e getirileceği haber verilmiştir. Ancak gerekli olan tel ve makinenin

70 İ..HUS. 166/45. 71 DH. MKT. 1168/68. 72 DH. MKT. 1168/68. 57 Durmuş AKALIN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) bir an evvel Yafa’ya yetiştirilmesi istenmiştir (21 Nisan 1908)73. 27 Nisan 1908’de Hafir telgrafhanesi hakkında bir haber alınamadığı Posta ve Telgraf Nezareti’ne bildirilmiş ve durum sorulmuştur74. Ekrem Bey, 26 Mayıs 1908’de Dâhiliye Nezareti’ne gönderdiği telgrafla, Hafir Telgrafhanesi hakkında Telgraf ve Posta Nezareti’nden henüz haber alamadığını ve kaymakamlığın talebinin Kudüs’e ancak dört günde ulaştığını haber vermektedir75. Bir süre sonra ise Birüsseb’de teşkil olunan Hafir Kazası’na telgraf hattı temdid olunduğu Türkçe muhaberata başladığı Posta ve Telgraf Nezareti tarafından Sadarete haber verilmiştir (21 Temmuz 1908)76. Geçen zaman içinde yenilenen hat kullanılmış ve hizmet vermiştir. Ne var ki bir süre sonra yine iletişimde sıkıntılar görülmeye başlanmıştır. Çok geçmeden de hat kullanılamaz hale gelmiştir. Bunun üzerine tekrar yenilenmesi gündeme gelmiştir. Kudüs Mutasarrıfı 12 Ekim 1913’te Mısır sınırında olması ve siyaseten oldukça önemli olan bölgedeki telgraf hattının bundan iki sene evvel (1911) kullanımdan çıkması ile Birüsseb Kazası ile Hafir Nahiyesi arasında bir telefon hattı tesisinin lazım olduğunu daha önce bildirdiğini söylemiştir. Adı geçen hatta dair makineler tedarik edilmiş ancak Beyrut Başmüdüriyeti tarafından adı geçen hattın hala temdid ve ikmal edilmediği bildirilmektedir. Konu Posta ve Telgraf ve Telefon Nezareti’ne sorulduğunda telefon makinelerinin bir an evvel yerine getirilmesi talimatı verilmiş, Beyrut Başmüdüriyeti ise durumu bütçe ve birtakım gerekçelerle geçiştirmiştir. Durum böyle iken Mısır hükümetinin Ariş Kasabası’ndan Kasımiye’ye kadar telefon hattını çok hızlı bir şekilde gerçekleştirmekte olduğu haber verilmiş77 böylece durumun aciliyeti gösterilmek istenmiştir. Posta ve Telgraf ve Telefon Nezareti tarafından Dâhiliye Nezareti’ne 23 Ekim 1913 tarihli tezkereye verilen cevapta Birüsseb ile Hafir arası hattının temdid olunamayacağı bildirilmiştir. Gerekçe olarak ise Birüsseb ve Hafir arasındaki hattın birçok direk ve tellerinin çalınmış olduğundan bu hattın temdidi halinde eski akıbetine uğrayacağı nezaretin fen işleri müfettişlerince ifade edilmiştir. Ayrıca hattın temdidi için bir hayli miktarda tel, direk ve fincan ile hayli para sarfına sebep olacağı belirtilmiştir. Ancak mevcut bütçenin bunları tedarike imkânı olmadığı söylenmiştir78. Aynı durumu 29 Ekim 1913’te Posta ve Telgraf ve Telefon Nazırı da Dâhiliye’ye bildirmiştir79. Hafir Nahiyesi’nde Birüsseb ile irtibat için yapılacak olan telefon hattının direkleri çalındığı ve çalanların ise tespit edilemediği bildirilmiştir. Ayrıca Hafir Nahiyesi’nin Mısır hududunda olması ve ahalisinin daima urban tarafından

73 DH. MKT. 1168/68. 74 DH. MKT. 1168/68. 75 DH. MKT. 1168/68. 76 DH. MKT. 1168/68. 77 DH. EUM. EMN. 49/18. 78 DH. MUİ. 11-2/46. 79 DH. EUM. EMN. 49/18. 58 II. Abdülhamit Döneminde Osmanlı-Mısır Sınır Tartışmaları... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) saldırıya maruz kalması nedeniyle asayişin sağlanması için gerekli tedbirler arasında bu defa telefon hattının oldukça önemli olduğu Kudüs Mutasarrıflığı tarafından haber verilmiştir80. Nezaret, telgraf hattının yenilenmesindeki sıkıntıları göz önünde tutarak telefon hattını ön planda tutmaya başlamıştır. Bunun için 23 Ekim 1913’te Dâhiliye Nezareti’nden telefon hattı ile ilgili daha hızlı hareket edilmesini istemiştir. Hat için makinelerin tedarik olduğu bunların derhal mahalline gönderilmesi için Beyrut Başmüdüriyeti’ne haber verildiği ancak hala ulaştırılmadığı bildirilmektedir. Ayrıca Mısır Hidivliği tarafından Ariş kasabalarına yakın noktaya kadar telefon hattı hızlı bir şekilde getirildiğinden acele bir şekilde Hafir Nahiyesi’ndeki işlerin bitirilmesi Kudüs Mutasarrıflığı tarafından istenmektedir81. 19 Aralık 1913’te Kudüs Mutasarrıfı, Dâhiliye Nezareti’ne telefon hattı konusunda daha açıklayıcı bir yazı göndermiştir. Buna göre Hafir ile Birüsseb arasındaki hattın direklerinin ve tellerinin çalındığının tespit edildiği bildirilmiştir. Yeniden hattın temdidi halinde benzer bir durumun ortaya çıkacağı için temdid edilemeyeceğinin irade buyurulduğunun haber alındığı söylenmiştir. Hicri 1328 senesi Eylül ayında tahminen lağv olunan adı geçen hattın çalınan direklerinin hayli geç haber verilmesi yüzünden yapılan takibata rağmen bunların ele geçirilemediği haber verilmiştir. Ancak buna rağmen biri Birüsseb diğeri de Hafir’de olmak üzere Gazze’den itibaren bir telefon hattı şart olduğundan direklerin bozulmasına ve tellerin çalınmasına mahal kalmamıştır. Ayrıca Mısır hududunda bulunan ve ahalisi daima urbanın saldırısı altında olan Hafir Nahiyesi’nin güvenliği açısından bu telefon muhaberatının son derece önemli olduğu bildirilmiştir82. Dâhiliye Nezareti Emniyet-i Umumi Müdüriyeti 17 Aralık 1913’te tahrirata verdiği cevapla Kudüs Mutasarrıflığı’na, Hafir Nahiyesi ile Birüsseb arasında telefon hattı temdidinin 1330 senesi bütçesine dâhil edildiğinden eğer bu durum kabul edilirse Posta ve Telefon ve Telgraf Nezareti’nin gereğini yapacağını bildirmiştir83. Bütçede kabulü halinde hattın yapılacağını Posta ve Telgraf ve Telefon Nazırı 24 Ocak 1914’te Dâhiliye Nezareti’ne de bildirmiştir84. Çok geçmeden Hafir ile Birüsseb’de bir telefon hattı kurulması için gerekli olan masrafın 1330 senesi bütçesine eklendiği bildirilmiştir (26 Ocak 1914)85. 15 Şubat 1914’te Posta ve Telgraf ve Telefon Nazırı, Birüsseb’den Hafir Nahiyesi’ne yapılacak olan telefon hattının büyük ihtimalle 1330 senesi bütçesine dâhil edilip kabul edileceğini belirtmektedir86. Bu durum 17 Şubat 1914’te Kudüs

80 DH. EUM. EMN. 49/18. 81 DH. EUM. EMN. 49/18. 82 DH. EUM. EMN. 49/18. 83 DH. EUM. EMN. 49/18. 84 DH. EUM. EMN. 49/18. 85 DH. EUM. EMN. 49/18. 86 DH. İD.. 194/13. 59 Durmuş AKALIN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Mutasarrıflığı’na bildirilmiştir87. Posta ve Telgraf ve Telefon Nazırı Vekili 21 Şubat 1915 tarihinde Birüsseb ile Hafir arasında 75 kilometre mesafede bir mahalde telefon hattının faaliyete geçtiğini ve muhaberat-ı resmiyenin yapıldığını Beyrut Başmüdüriyeti’ne bildirmiştir (23 Şubat 1915)88. 30 Şubat 1915’te de bu bilgi Başkumandanlık Vekâleti’ne gönderilmiştir89. Tamamen faaliyete geçmesiyle birlikte Temmuz ayında son durum Sadarete bildirilmiştir90.

3. Hafir’de Kaymakamlık ve Birüsseb’de Mutasarrıf Vekilliği’nin Tesisi Gayretleri

Osmanlı Devleti ile Mısır sınırının İngiliz kaynaklarında 1906’da belirlendiği ve netleştiği görülmektedir. İngiltere’nin 1907 ile 1914 arasında ilk olarak, Kudüs Konsülü yazışmalarında ve ardından 1916’da Asya’nın haritasının gösterildiği Royal Geographical Society’de ve War Office’te bu durum görülmektedir. Bu sınır bundan sonra başka İngiliz kaynaklarında da 1906’daki şekliyle gösterilecektir91. 1906’da Osmanlı-Mısır sınır krizi Osmanlı Devleti’nin Filistin’in güneyi ile ilgili politikasının değişmesi ile ortaya çıktı. Osmanlı Devleti’nin Kudüs Mutasarrıfı bu meselenin takipçisi ve ilgileneni oldu. Ali Ekrem Bey, yeni politika ile ilgili yazdığı raporda eğer biz toprakları tam anlamı ile kayıt altına alsaydık İngiltere ile aramızda bir sınır problemi ve sınır hattının saptanması sorunu olmazdı diyecektir. Bunun için de Mısır sınırına yakın Hafir gibi alanlara tapu sorunuyla ilgili görevliler göndermeyi önerecektir. Ayrıca Birüsseb’in idari durumunun yükseltilmesini tavsiye edecektir92. Ardından 15 Mart 1908’de Dâhiliye’den Kudüs Mutasarrıflığı’na bildirildiği üzere sınırın öte tarafında İngilizlerce yapılmakta olan işlerin Osmanlı Devleti’nin hak ve çıkarlarını korumak üzere Birüsseb Kazası merkezinden güney-batıya doğru Akabe ile Birüsseb arasında ve Birüsseb’e yakın Hafir mevkiinde bir kaza teşkil edilmiştir. Kazada bulunan kaymakam ve diğer memurların orada istihdam edilmeleri ve bu kazanın Birüsseb’e iki gün ve Kudüs’e de dört günlük bir mesafesi olduğu belirtilmiştir93.

87 DH. İD.. 194/13. 88 DH. İD. 194/60. 89 DH. İD. 194/60. 90 DH. İD. 194/60. 91 Yitzhak Gil-Har, a.g.m., 1992, s.559. 92 Yitzhak Gil-Har, a.g.m., 1992, s.560. 93 Yitzhah Gil-Har da benzer şekilde bir açıklama yapmaktadır. Onun ifadelerine göre de Kudüs Mutasarrıfı’nın tavsiyeleri doğrultusunda Hafir’de bir kaza kurulmuştur. Burası Birüsseb ile Akabe arasındaki yol üzerindedir. Buradaki ekonomik ve yönetimsel gelişmelerin katkısı ile hükümet burayı daha kolay yönetmeyi düşünmüştür. Hafir, El Ariş- Sina sınırına çok yakındır ve burası Kudüs’ten yaklaşık 5 gün ve Birüsseb’den de 2 gün uzaklıktadır. İlk kaymakam da Zadi Muhammed Nabi Bey olmuş ve Hafir Kaymakamı olarak kabul edilmiştir. Ancak Gil-Har Kudüs’ün Hafir ile olan arasındaki mesafeyi 5 gün olarak belirtmektedir. a.g.m., 1992, s.560. 60 II. Abdülhamit Döneminde Osmanlı-Mısır Sınır Tartışmaları... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) Aradaki mesafe nedeniyle Güney Filistin’in Kudüs’ten doğrudan yönetilmesi mümkün değildir. Bu sıkıntı için de Birüsseb Kazası merkezinde bir Mutasarrıf Vekilliği zaruri kabul edilmiştir. Kazanın icraat ve hâsılatı bir idare heyetinin teftişi altında bulundurulması ve sınıra yakın yerlerin daha iyi idare olunabilmesi için de Muleyha’da bir nahiye tesis edilmesi uygun görülmüştür. Bu yeni nahiyeye bir müdür tayini ve refakatinde lüzumu kadar jandarma bulundurması ve sınırda bulunan karakollarla irtibatlı olabilmek için Birüsseb merkezinde kalacak askerlerden bir kısmının yeni kurulan kazaya sevk edilmeleri ve bunlar için uygun bir yer tedariki gerekli görülmüştür. Bu işin tasarıdan fiiliyata geçebilmesi için Birüsseb ve Halilürrahman kazaları arasında yol yapımı ve bunun için Birüsseb Kazası’nın tahmini geliri olan 5.000 lirasının 3.000’i kaza merkezinde yapılacak olan Ziraat Mektebi’ne ve kalan 2.000 lira da yol yapımı için harcanmak üzere kararlaştırılmıştır. Ayrıca gelirlerinden elde edilecek fazlaların da Birüsseb çevresindeki yeni teşkilatlara harcanmasına karar verilmiştir. Elde edilecek gelirle bölgedeki urbana da libaslar göndermek gibi harcamalar yapılacaktır. Bu iş bir defaya mahsus olacaktır ve bunun için Birüsseb Mal Sandığı’na 15.000 kuruş sarfına izin verilmesi istenmiştir. Bunun yanında yapılması düşünülen Ziraat Mektebi’nin 30 öğrenciyi kapsayacak şekilde bir program hazırlaması, bunun da Maarif Nezareti tarafından kabul edilmesinin gerekliliği üzerinde durulmuştur. Bu şekilde yapılacak işlerle o havali urbanının rahatlarının artacağı, hilafet ve saltanata daha bağlı hale gelecekleri düşünülmüştür. Bunlarla birlikte bölgedeki memurların maaşlarının gözden geçirilmesi ve durumla ilgili nazırlıklara bilgi verilmesi kararlaştırılmıştır94. Yeni kurulan Hafir’in idare merkezi Auja oldu. Kudüs Mutasarrıfı Ali Ekrem Bey, padişahın emirleri doğrultusunda Hafir’de idari düzenlemeye girişti. Ancak Hafir ile Auja arasında 10 kilometrelik bir mesafe vardı. Bu yüzden Ali Ekrem Bey Auja’yı seçti. İstanbul’un da onaylaması ile Auja idari merkez haline geldi ve buraya Auja El Hafir dendi. Hafir, Birüsseb’den idare olundu. Hafir’in bir üst merkezi böylece Birüsseb oluyordu. Yeni kurulan Hafir kaymakamlığı da yine Birüsseb gibi Kudüs Mutasarrıflığı’na bağlıydı95. Burası sivil ihtiyaçlardan çok sınırda bir istasyon olarak düşünüldü. Kurulan bu yeni kazanın kendine ait organları ve yapılanması diğer Osmanlı kazaları gibiydi96. Bu düzenlemeler olurken Mısır toprakları içinde Osmanlı sınırına yakın Kasımiye’de Mısırlılar bir idari ve ticari merkez oluşturmaya başladılar. Ayrıca buraya bir karakol inşa ettiler. Bunlar olurken Mısır sınırından Osmanlı topraklarına Bedevi kabilelerin saldırıları oluyordu. Bu durum üzerine Osmanlı Devleti, Refah’da bir karakol inşa etti. Ardından eski kalıntıları üzerinde Hafir’de yeni bir şehir idaresi tesis edildi97.

94 DH. MKT. 1168/68. Yasemin Avcı, a.g.m., 2009, s.975. David Kushner, “Ali Ekrem Bey, Governor of Jerusalem, 1906-1908”, International Journal of Middle East Studies, Vol.28, No.3, Cambridge University Press, 1996, s.s.355-356. 95 Yitzhak Gil-Har, a.g.m., 1992, s.560. 96 David Kushner, To Be Governor of Jerusalem, The Isis Press, İstanbul, 2005, s.22. 97 Yitzhak Gil-Har, a.g.m., 1992, s.562. 61 Durmuş AKALIN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Hafir Kazası’nın kurulmasında buranın Birüsseb ile Akabe arasında bir merkez olması önemliydi. Aynı zamanda sınıra ve Sina’ya yakındı. Akabe ile irtibatta önemli olan Muleyha da nahiye olarak tesis edildi. Ayrıca bu yerlere gerekli olan idareciler ve askeri personel gönderildi98. Refah’daki düzenlemelerden kısa bir süre sonra Hafir’deki gelişmeler hız kazandı. Burada resmi binalar, dükkânlar, satış yerleri ve bir hastane yapıldı. Su temini için kuyular kazıldı ve su dağıtımı ile uğraşıldı. Bu yeni kaza bir demiryolu ile aynı zamanda Birüsseb’e bağlandı. Kaymakam ve diğer idari memurlar için bir karakol tesis edildi. Bir süre sonra da burası yeni bir merkez olarak Osmanlı-Mısır sınırında hızla gelişti99. Necef’de yeni düzenlemeler yapılmasında Bedevilerin de önemli etkisi oldu. Osmanlı Devleti biraz da hem bölgeyi kontrolüne almak hem de mevcut karışıklığı ortadan kaldırmak için yeni idari merkezlerin kurulmasını gündemine alıyordu100. Birüsseb’de yapılan yeni teşkilat üzere Kudüs Mutasarrıfı Ekrem Bey tarafından 20 Mart 1908 tarihli buyuruldunun eline geçtiğini ve gecikmenin olmaması için gerekli yerlere bildirildiği haber verilmiştir101. Dâhiliye Nezareti, Sadarete Nisan 1908 içinde talepte bulunduğu istekle Gazze Kazası nahiye merkezi olan Han-Yunus gibi mahallere idareden anlayan ve ahaliden bir müdür tayin etmek istemiştir. Buna gerekçe olarak da bu havalinin öneminin giderek artması ve sadece Han-Yunus değil; Birüsseb ve yakın mahallere de aynı önemin verilmesi ve buralarda görev yapan memurların maaşlarına zam yapılmasının uygun olacağını haber vermiştir. Bu kapsamda daha önceden jandarma tahsisatından artan paraya ilave olunarak işlerin görülmesi ve Han-Yunus Nahiyesi Müdüriyeti maaşının 750 kuruşa çıkarılması kararlaştırılmıştır102. Ali Ekrem Bey, yeni teşkilatlandırılan merkezlere yakın olduğu kimselerin görevlendirilmesi konusunda tavsiyede bulundu. Büyük oranda da bu istekleri kabul edildi. Hafir’e kaymakam olarak Kudüs’teki Mekteb-i İdadi’de görevli Nabi Bey, Birüsseb’e de Mutasarrıf Muavini olarak Kudüs Maarif Müdürü Abdülkerim Bey atandı. Nabi Bey’in Hafir’e kaymakam olarak atanmasından bir süre sonra bu göreve uygun olmadığına karar verildi. Sebep ise Bedeviler ile olan ilişkileri ve genel olarak onlar üzerinde yarattığı sıkıntıydı. Bunun yanında Birüsseb’de görevli Abdülkerim Bey ile aralarında anlaşmazlıklar ortaya çıktı103. Nabi Bey ve Abdülkerim Bey pek uyumlu çalışamadılar. Örnek olarak belirtmek gerekirse Nabi Bey askeri işlerle ilgili yaşanan bir sıkıntıda Abdülkerim Bey’i kaymakam ve kendi dengi olarak kabul eden bir üslup içine girdi. Hâlbuki Abdülkerim Bey onun üstü durumundaydı ve Mutasarrıf Muavini ünvanını 98 David Kushner, a.g.e., 2005, s.96. 99 Yitzhak Gil-Har, a.g.m., 1992, s.562. 100 David Kushner, a.g.e., 2005, s.96. 101 DH. MKT. 1168/68. 102 DH. MKT. 1168/68. 103 David Kushner, a.g.e., 2005, s. 98. 62 II. Abdülhamit Döneminde Osmanlı-Mısır Sınır Tartışmaları... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) taşıyordu. Bu durum Ali Ekrem Bey’e intikal ettiğinde Ali Ekrem Bey, Nabi Bey’e Abülkerim Bey’in onun üstünü olduğunu belirtmek durumunda kaldı104. Ali Ekrem Bey’in tavsiyeleri ile görevliler tespit edilmiş ve bunlarla ilgili işlemler başlamıştır. Birüsseb Kazası’nda kurulan Mutasarrıf Muavinliği’ne Kudüs Maarif Müdürü Abdülkerim Efendi’nin 4.500 kuruş maaşla, Gazze Kaymakamı Ferid Efendi ilk açılacak kaymaklıklarından birine tayin edilmek üzere kararlaştırılmış, Birüsseb Kaymakamı Ferdi Bey ise Gazze Kaymakamlığı’na tahvil edilmiştir. Birinci sınıftan teşkil edilen Hafir Kaymakamlığı’na Kudüs Mutasarrıflığı’nın 3.000 kuruş tahsisi ile Mektebi İdadi Müdürü Nabi Bey’in tayini ve Muleyha Nahiyesi Müdürlüğü’ne de Sadeddin Efendi’nin tayini bildirilmiştir. Tayinler için de jandarma ittihazı ile elde kalan paranın sarf edilmesi uygun bulunmuştur105. Kudüs Mutasarrıflığı’na bildirilen ve 29 Nisan 1324 (12 Mayıs 1908) tarihli telgrafnameye verilen cevapta Birüsseb Mutasarrıf Muavinliğine 4.100 kuruş maaş ile Liva Maarif Müdürü Abdülkerim Efendi’nin atandığı bildirilmiştir. Yine birinci sınıftan teşkil edilen Hafir Kazası Kaymakamlığı’na 3.000 kuruş maaşla Mekteb-i İdadi Müdürü Nabi Bey, Muleyha Müdüriyetine 1.500 kuruş maaşla da Kudüs Bidayet Mahkemesi azasından Sadeddin Efendi tayin edilmiştir. Görevlerine başlattırıldığından dolayı memurların maaş alamamalarının sıkıntı olacağı ve bölgede jandarma ittihazıyla elde kalan 4.164 buçuk kuruşun bu iş için kullanılabileceği beyan edilmiştir106. Yine aynı husus üzerine Maliye Nezareti’ne yazılan yazıda ise göreve getirilen kişiler ve maaşları bildirilmiştir. Maaşlar için Birüsseb’deki jandarma ittihazından arta kalan paranın kullanılması gerektiği bilgisi verilmiştir. Liva-i mezkure mutasarrıflığından gönderilen telgrafnamede Muleyha Nahiyesi Müdürü Sadeddin Efendi’nin maaş alamadıkça güceneceğinin tabii görüldüğü haber verilmiştir107. Dâhiliye, Sadarete gönderdiği bir başka yazı ile atanan memurların durumu ile daha ayrıntılı bilgilendirme yapmıştır. Buna göre Abdülkerim Efendi’nin rütbesi sınıf-ı saniye yükseltilmiştir. Bunun dışında Hafir Kaymakamı’nın uhdesine saniye rütbesi, Birüsseb merkezi Telgraf Müdürü’nün maaşına 750 kuruş zam, Birüsseb Komiseri’yle neferlerin maaşlarına zam için 300 kuruş uygun görülmüştür. Durum Zabtiye ve Telgraf Nezareti’ne de bildirilmiştir. Ayrıca gerekli rütbe değişiminden dolayı yeni değişikliklerin düzenlenerek kendilerine gönderilmesi kararlaştırılmıştır. Birüsseb Kazası Merkez Muhasebeci Muavinliği’ne 1.200 kuruş maaşla tahsil memuru Hasan Efendi’nin tayini ve uhdesine rütbe-i salise tevcihi, Hafir Kazası Mal Müdüriyeti maaşına 180 ve Sandık Emaneti maaşına 150 ve Tahrirat Kitabeti maaşına 250 kuruş zam yapılması uygun bulunmuştur. Yine Birüsseb merkezi Tapu

104 David Kushner, a.g.e., 2005, s.126. 105 DH. MKT. 1168/68. 106 DH. MKT. 1168/68. 107 DH. MKT. 1168/68. 63 Durmuş AKALIN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Kitabeti’yle Tahrirat-ı Muhasebe refikleri maaşları olarak toplam 1.300 ve kırtasiye olarak da 104 kuruşun tahsis edilmesi talep edilmiştir. Birüsseb Kazası Merkez Niyabeti’ne Yafa Kazası Naibi Tahir Efendi’nin 3.000 kuruş maaşla tahsisi maddesi de buna eklenmiştir. Jandarma Kumandanlığı’na uhdesi jandarma binbaşılığı tevcihiyle Asakir-i Şahane yüzbaşılarından Sami Efendi’nin tayinine karar verilmiştir. Ayrıca Kudüs Jandarma Taburu’nda bir binbaşılık olup Kudüs merkezinde Alaybeyi bulunduğu halde bir de binbaşı istihdamına lüzum olmadığından işbu binbaşılık tahsisatının Birüsseb Jandarma Kumandanlığı maaş ve tahsisatına karşılık ittihazı ve Kudüs Jandarma Taburu’nda müstahdem yüzbaşı yerine Birüsseb Kazası Jandarma yüzbaşısı olan Abdürrahim Efendi’nin nakli uygun bulunmuştur. Abdürrahim Efendi’nin gitmesi ile açılacak olan kadroya da Kudüs Jandarma Alayı’nda mülazım Bekir Efendi’nin yüzbaşı tayiniyle Hafir Kazası Zabıta memuriyetine nasbı ve dördüncü rütbeden Mecidi Nişanı’yla taltifine karar verilmiştir. Durumla ilgili Zabtiye ve Posta ve Telgraf Nezaretleri’ne de gerekli açıklamalar yapılmıştır108. Yeni değişiklikler ile ilgili kararlar Meclis-i Vükela’da görüşülmüş ve karar alınmıştır109. Ali Ekrem Bey bölgedeki kabile şeyhlerine de ayrı bir önem veriyordu. Yeni kurulan Hafir ve Birüsseb çevresinde bulunan şeyhlere bölgenin önemine binaen ziyaretlerde bulundu110. Zaten Osmanlı Devleti, Güney Filistin’deki Bedeviler arasındaki huzursuzlukları gidermek için gayret gösterdi. Örneğin Kudüs Mutasarrıfı Ali Ekrem Bey 1907’de Birüsseb’e bir ziyarette bulundu. Bu ziyaretin amacı sınıra yakın Birüsseb’deki Bedevilerle bir dostluk tesisiydi. Ziyareti sırasında önde gelen şeyhlere Kuran, gümüş saat gibi birçok hediyeler verdi111. Ali Ekrem Bey mutasarrıflık yaptığı süre içinde büyük güçlerin bölgeye ilgisinden fazlasıyla şüphe duydu. Bu durumu da İstanbul’a sık sık bildirdi. Şüphelerine rağmen Ali Ekrem Bey, yabancılarla iyi ilişkiler kurdu. Örneğin İngiliz temsilci ile iyi ilişkilerine rağmen İngilizlerin Mısır’daki pozisyonunda fazlasıyla endişeye kapılıyordu112. Bu dönemde yaşanan gelişmelerden biri de II. Meşrutiyet’in ilanıdır. Ali Ekrem Bey, II. Meşrutiyet’ten hemen sonra Kudüs Mutasarrıflığı görevinden ayrıldı. Önce vali olarak Beyrut’a daha sonra da Rodos’a gitti113. Ali Ekrem Bey, 1906 sonunda Kudüs Mutasarrıfı olarak atanmıştı ve bu görevde 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanının hemen sonuna kadar kaldı. Yaklaşık 1 yıl sekiz ay bu görevi yürüttü114. Ali Ekrem Bey kendi hatıralarında da Kudüs’teki görevini

108 DH. MKT. 1168/68. 109 MV. 119/23. 110 David Kushner, a.g.m., 1999, s.94. 111 Yasemin Avcı, a.g.m., 2009, s.974; David Kushner, a.g.m., 1996, s.s.355-356. 112 David Kushner, a.g.m., 1996, s.351. 113 David Kushner, a.g.m., 1987, s.284. 114 David Kushner, a.g.m., 1996, s.350. 64 II. Abdülhamit Döneminde Osmanlı-Mısır Sınır Tartışmaları... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

şöyle tarif etmektedir115: “İki seneden ziyade mutasarrıflık ettim. Meşrutiyet ben orada iken ilan olundu. Aradan yirmi gün geçmeden Beyrut’a vali tayin edildim. Orada iki gün kaldım. Meşrutiyet taşkınlıklarına tahammül edemeyerek istifa ettim. İstanbul’a geldim. Galiba yine teb’idime lüzum görüldü. Cezayir-i Bahr-i Sefid Valiliği’ne tayin olundum. Orada tam bir sene kaldım. Bu sefer de İttihatçılar valilikten İstanbul’a teb’idime lüzum gördüler”.

4. Osmanlı-Mısır Sınırında Gelişmeler ve İngiltere

Bölgenin Osmanlı-Mısır sınırında olması zaman zaman askeri olayların da meydana gelmesine neden oluyordu. Örneğin 2 Mart 1909’da İstanbul’a Muhafız Ferik Bey’in gönderdiği bir haberde muayeneye çıkan tahrirat postası üzerine bir takım urbanın tahribat-ı hücum ettikleri ve bir askerin şehit olduğu haber verilmiştir116. Bu gibi gelişmeler bölgenin önemini ve mevcut hassas durumu daha çok ön plana çıkarmaya başlamıştır. Mısır Hidivliği, Osmanlı Devleti’nin Hafir’de yapmakta olduğu çalışmaları da takip etme ihtiyacı hissetmiştir. Kudüs Mutasarrıfı Ekrem Bey tarafından İstanbul’a gönderilen haberde bu durum açıkça belli olmaktadır. Mutasarrıfın verdiği habere göre: bir hafta evvel Mısır hükümeti hecin neferi kıyafeti ile hecinsüvar bir şahıs Hafir Kazası merkezi olan Auja’ya gelmiştir. Beş dakika oradaki taş ustası ve işçileri gözden geçirdikten sonra memurine mahsus olan çadırlara uğramaksızın geri dönmüş ve yaptığı tetkikin muhtemelen Auja’da yapılan işlerin askeri amaçlı mı yoksa şahısların ikamesine ait işler mi olduğunun tespitidir117. Hafir’de yapılması planlanan hükümet konağı ve gerekli diğer binaların yapımı hemen gerçekleşememiştir. Dâhiliye Nezareti’ne gönderilen haberde inşaatta meydana gelen aksaklık yüzünden memurların yedi-sekiz aydan beri çadırlarda kaldıkları ve sefalet içinde oldukları bildirilmiştir. Bu durumun devletin şan ve şerefine uygun düşmediği ve inşaatın tamamlanması talebinde bulunulmuştur (13 Ocak 1909)118. Dâhiliye Nezareti de Kudüs Sancağı’ndan kendisine iletilen bu talebi sadarete göndermiştir (13 Ocak 1909). Dâhiliye Nezareti, Kudüs Mutasarrıflığı’ndan gelen yazıyı haklı bulmuş, işin yedi-sekiz aydır gecikmesinin ve memurların çadırlarda kalmasının devletin şan ve şerefine uygun düşmeyeceğini kabul etmiştir. Bu konuda Kudüs Mutasarrıflığı’nın 15 Aralık 1908’de talep ettiği ve inşaatın orada oluşturulacak bir komisyon tarafından yapılması isteğini sadarete bildirmiştir119. Kudüs Mutasarrıfı Ali Subhi, 16 Ocak 1909’da sadarete gönderdiği bir başka bilgide ise inşaatın gecikmesi ve memurun mevcut durumu yanında başka bir endişeyi de dile

115 Ali Ekrem Bolayır, Hatıralar, haz. M. Kayahan Özgül, Hece Yayınları, Ankara, 2007, s.365. 116 DH. ŞFR. 410/102. 117 DH. ŞFR. 400/69. 118 BEO 3487/261466. 119 BEO 3487/261466. 65 Durmuş AKALIN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) getirmiştir. O da Hafir ve Auja’daki inşaatın Mısır sınırında olduğunu ve içinde bulunulan durumun Mısır tarafındaki memur tarafından da görüleceği ve bunun hükümetin şerefine yakışmayacağıdır. Aynı zamanda inşaatın malzemesi gelmiş olduğundan, gelen kerestenin ve malzemenin çürüyüp mahvolma ihtimali de söz konusudur. Bu nedenle inşaat için gerekli olan komisyonun Birüsseb Mutasarrıf Muavinliği tarafından yürütülmesinin uygun görüldüğü Dâhiliye Nezareti’ne bildirilmiştir120. Dâhiliye Nezareti Kudüs Mutasarrıfı’ndan gelen tezkereyi Şuray-ı Devlete göndermiştir. Şuray-ı Devlet’te konu gündeme alınmış ve her ne kadar keşif evrakı ve bu inşaatın ne kadar masrafla yapılacağı bildirilmemiş olmasına rağmen bu inşaatın emaneten mahallinde yapılmasına bir şey denilemeyeceğine karar vermiştir121. Hafir Kazası’ndaki inşaatın mahalli bir komisyonla yapılması ilk önce Sadaretten Dâhiliye Nezareti’ne bildirmiş122 ve Dâhiliye Nezareti de bu kararı Kudüs Mutasarrıflığı’na iletmiştir123.

5. Mali Sıkıntılar ve Hafir’in Tekrar Nahiye’ye Tahvili

İdari düzenlemelerle ilgili işler tamamlandıktan hemen sonra maaşlara yapılan zamlar ve ödemelerle ilgili sıkıntılar baş göstermiştir. Maaşların zamanında ödenmemesi birçok yazışmaya sebep olmuş ve bu durum yapılan idari düzenlemeleri de büyük ölçüde etkilemiştir. Maaşların ödenmemesi yüzünden Kudüs Mutasarrıfı birçok kez Babıâli’ye telgraf göndermiştir. Dâhiliye Nezareti maaş meselesi ile ilgili olarak 30 Eylül 1909’da Maliye Nezareti’ne ve Kudüs Mutasarrıflığı’na gönderdiği telgrafnamelerle Hafir Kaymakamı maaşı olan 2.500 ve Tahrirat Kâtibi maaşı olan 500 kuruşun geçici bütçeye eklendiğini ve bu yüzden Ağustos başından Şubat sonuna kadar muhasebe senetlerinin her ay düzenli biçimde gönderilmesini istemiştir124. 29 Eylül 1909’da Hafir’de yapılacak inşaatın keşfi ve ne kadar masrafla yapılacağının tespiti ile ilgili memur ve mühendis gönderilmiştir. Bu durum Kudüs Mutasarrıf Vekili Abdürrahim tarafından Dâhiliye Nezareti’ne telgrafla bildirilmiştir. Daha sonra 2 Ekim 1909’da Hafir inşaatının keşfiyle masrafının tespitine dair bölgede görevlinin bulunmadığı haberlerinin, gelen komisyonun 10 günden beri bölgede olduğu bilgisiyle doğru olmadığı Dâhiliye Nezareti’ne bildirilmiştir125. Kudüs Mutasarrıfı Ali Subhi, 27 Mayıs 1909’da Dâhiliye Nezareti’nden yeni değişiklikle ilgi bilgi almak istemiştir. Birüsseb Mutasarrıf Muavinliği’nden geri dönüp buranın tekrar kaza olması ile Mutasarrıf Muavinliği’nin maaşından

120 BEO 3487/261466; DH. MKT. 2706/92. 121 BEO 3487/261466. 122 DH. MKT. 2742/55. 123 DH. MKT. 2742/55. 124 DH. MUİ. 11-2/46. 125 DH. MUİ. 15-2/54. 66 II. Abdülhamit Döneminde Osmanlı-Mısır Sınır Tartışmaları... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) arta kalacak olan 2.000 kuruş ile merkezde bir Mutasarrıf Muavini’nin bulunması istenmiştir. Ancak bu defa gelen yeni emirname ile Mutasarrıf Muavinliği’ne Beka’ü’l-Aziz Kaymakamlığı’ndan 4.500 kuruş maaşla Mustafa İbrahim Edhem Bey’in tayin edildiği haber verilmiştir. Ancak muavinin her ne kadar merkezde olması gerekiyorsa da Birüsseb’de bir karışıklık olmaması için oraya gönderildiği haber verilmektedir126. Bölgedeki düzenlemeler ile alınan kararlar yeniden şekillenmiştir. Buna göre Birüsseb Kazası dâhilinde teşkil olunan Hafir Kaymakamlığı’nın Muleyha Nahiyesi Müdüriyeti’nin nezareti altında olması, 4.500 kuruş maaş tahsis kılınmak üzere Birüsseb Kaymakamlığı daha önce Mutasarrıf Muavinliği şeklinde değiştirilmiş iken, bu yeni halin başarılı olamayacağına karar verilmiştir. Bu yüzden Birüsseb tekrar kaza haline getirilmiş ve 2.500 kuruş maaş tahsisi ve kalan 2.000 kuruşla da münasip bir zatın Liva Muavinliği’ne tayini Kudüs Mutasarrıflığı tarafından istenmiştir. Ancak alınan kararla 2.500 kuruşun kaymakama tahsisi ve kalan 2.000 kuruşun hazineye kalması uygun bulunmuştur127. Maliye Nezareti, Kudüs Mutasarrıflığı’na gönderdiği 24 Temmuz 1909 tarihli telgrafname cevabında Hafir Kazası Kaymakamı’nın maaşı için bir şey denemeyeceğini ancak Muleyha ve Birüsseb Kazası kaymakamlıkları için maaş iyileştirilmelerinin gerekli olduğunu ancak mevcut imkânsızlıklar nedeniyle şimdilik beklenmesini bildirmiştir128. 24 Temmuz 1909’da Mutasarrıf Vekili Abdürrahim tarafından Dâhiliye Nezareti’ne gönderilen başka bir yazıda Birüsseb ve çevresindeki son durum öğrenilmek istenmiştir. Merak edilen hususlar kaymakamlığa tahvil edilen Birüsseb Mutasarrıf Muavinliği ile beraber Hafir Kaymakamlığı ve Muleyha Müdürlüğü lağvına dair bir açıklık olup olmadığıdır. Adı geçen kaymakamlığın aylık 3.000 ve Tahrirat Kâtibi’nin 500 ve Muleyha Müdürlüğü’nün 155 kuruş maaşlarının tasarruf edilip edilmediğinde tereddüt edildiği, aynı durumun Birüsseb Tahrirat Kâtibi maaşının eski biçimine dönüp dönmediği, refikliğin lağvıyla günlük maaşı tasarruf edilip edilmeyeceği ve Mutasarrıf Muavinliği’nin lağvının hangi tarihten itibaren olacağı Dâhiliye Nezareti’nden öğrenilmek istenmiştir129. Daha sonra gönderilen yazı ile Mutasarrıf Muavinliği’nin 5 Temmuz 1909’dan itibaren lağv edildiği bildirilmiştir130. Değişen durumla ilgili açıklık olmadığı için Kudüs Mutasarrıflığı da durumu Maliye Nezareti’ne sormuş ve onlardan bu konuda açıklık getirmelerini istemiştir131. Kudüs Mutasarrıf Vekili Abdürrahim 17 Ağustos 1909’da gönderilen telgrafa göre Hafir Kaymakamı ile Tahrirat Kâtibi, Muleyha Müdürü ile Birüsseb

126 DH. MKT. 2837/90. 127 DH. MKT. 2837/90. 128 DH. MKT. 2892/32. 129 DH. MKT. 2892/32. 130 DH. MKT. 2892/32. 131 DH. MKT. 2914/35. 67 Durmuş AKALIN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Tahrirat Kâtibi Haziran nihayetine kadar ve Temmuz maaşının ödenmesini talep ettiklerini belirtmektedir. Bu konuda Mutasarrıflık nezaretten izin istemiştir132. Abdürrahim Bey, 3 Eylül 1909’da Hafir Kaymakamlığı’nın terfi-i memuriyeti sebebiyle maaşını talep etmekte olduğunu ve bunun için kaymakamdan iki kıta telgrafname aldığını Dâhiliye Nezareti’ne bildirmektedir. Verilen cevapta 16 Eylül 1909’da 1325 senesi bütçesine maaşının dâhil edilmemesinden kaynaklandığını ve durumun Maliye Nezareti ile görüşülerek halledilmeye çalışıldığı haber verilmiştir133. Kudüs Sancağı’nda birinci sınıftan teşkil olunan Hafir Kazası’nın maliye bütçesinin Meclis-i Umumisinde yapılan müzakerelerden sonra kaza halinde idare olunmayarak birinci sınıftan nahiye halinde idaresi uygun görülmüştür. Bu yüzden Kaymakam ile Tahrirat Kâtibi’nin 14 Temmuz 1910 tarihinden itibaren görevlerine son verilmesi mahalline tebliğ olunmuş ise de Haziran sonuna kadar görev yaptıklarından maaşları olan 12.000 kuruşun ödenmesine karar verilmiştir (18 Temmuz 1910)134. Birüsseb’de yapılan bu düzenlemeler esasen Mısır sınırında Osmanlı varlığını güçlendirmek maksadına hizmet ediyordu. Bedevilerin bölgedeki özerkliğinin yok edilmesiyle ortaya bir iktidar boşluğu çıkmış, bu boşluk padişah hükmüyle ve Babıâli’nin girişimiyle kurulan yeni bir yerleşimde merkezlenen idari teşkilatlanma ile doldurulmak istenmişti. Nitekim sınır bölgesinde Hafir kazasının teşkilatlandırılması da yine aynı sebeplerden ötürü gerekli görülmüştü. Ancak Hafir kazasını, Birüsseb modelinde olduğu gibi, bir kasaba haline getirmek konusunda çok başarılı sonuçlar alınamadı. Tam anlamıyla idari bir merkez haline gelemeyen Hafir kazası, daha çok Osmanlı sınır birliklerinin karargâhı olarak kaldı135. Çok geçmeden Hafir’de görevli memurların yeni düzenlemeye göre yer değişiklikleri de gündeme geldi. Sadaret Tahrirat Kalemi’nden Dâhiliye’ye gönderilen yazıda Van Vilayeti dâhilinde Mamuretü’l-Hamid Kazası Kaymakamlığı’na eski Hafir Kazası kaymakamı Halid Hüsrev Bey’in tayini hususunda 5 Kasım 1910 tarihinde tezkere çıkmış ve 7 Kasım 1910’da padişaha sunulmuştur136. Hafir, Halep’ten Bağdat’a yapılan iletişimde de önemli bir nokta idi. Bu yüzden Hafir üzerinden geçerken bazı sıkıntıların ortaya çıktığı oluyordu. Savaş durumunda olunmasından dolayı bu iletişim daha önemli bir hal almış durumdaydı. 15 Ocak 1916’da Bağdat’a hareket eden postaya Hafir’de jandarma verilmemesinden posta soyulmuş ve çantaları açılmıştı. Ayrıca sürücünün saat

132 DH. MUİ. 12-2/20. 133 DH. MUİ. 14-1/66. 134 BEO 3781/283509. 135 Yasemin Avcı, a.g.e., s. 101 136 BEO 3821/286520. 68 II. Abdülhamit Döneminde Osmanlı-Mısır Sınır Tartışmaları... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) ve akçesi gasp edilmişti137. 1917 yılında da Hafir önemini korumuş ve Kudüs Mutasarrıflığı bölgenin durumunu İstanbul’a bildirmeye devam etmiştir138. Ancak bundan sonra I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti’nin kanal harekâtının başarısız olmasıyla Osmanlı Devleti bölgeden çekilmek zorunda kalmıştır. Osmanlı Devleti’nin çekilişi ile ortaya çıkan boşluk ilk olarak İngilizler tarafından dolduruldu. Fakat İngilizler de bölgede kaldıkları süre içinde rahat değillerdi. İngilizler burada tutunabilmek için askerleri üzerinde korkunun ne derece etkili olduğuna dair ayrıntılı araştırmalar dahi yapmışlardı139. Bölgenin yeni şeklini almasında ise Mayıs 1916 tarihli Sykes-Picot Antlaşması etkili oldu140.

Sonuç

Hafir Kasabası incelenen dönem içinde Osmanlı-Mısır sınırında önemli bir yerdedir. Osmanlı Devleti’nin Mısır’daki gücünün azalması ve İngilizlerin Msır’a yerleşmesi ile Kudüs Sancağı’nın ve buna bağlı diğer mahaller gibi Hafir’in de önemi artmıştır. Bölgenin önemini arttıran diğer iki önemli gelişme ise Süveyş Kanalı’nın varlığı ve Kutsal Topraklar olarak kabul edilen Kudüs ve çevresine artan Yahudi göçü ve Avrupalı devletlerin ilgileridir. Avrupa’nın büyük devletlerinin hemen hepsinin bölge üzerinde bir politikası mevcuttur. Kudüs Sancağı ile ona bağlı Birüsseb ve Hafir gibi mıntıkaların önem kazanması Osmanlı Devleti’nin gözünden kaçmamıştır. Zaten İngilizlerin Mısır’a yerleşmesi ile Osmanlı-Mısır sınırı tartışmaları alevlenmeye başlamıştır. İngiltere, Osmanlı Devleti’ni kanaldan olabildiğince uzak tutmaya çalışmıştır. Almanya’nın Osmanlı Devleti’ne olan yakınlığı İngiltere’yi tedirgin ettiğinden Osmanlı Devleti kanaldan ne kadar uzak tutulursa Almanların da o kadar uzakta olacağı düşüncesi İngilizlerin esas amaçlarından biridir. Bunun yanında Osmanlı Devleti’nin ilerde çıkması muhtemel fırsatlardan yararlanıp Mısır üzerindeki etkisini genişletme ihtimali de İngilizlerin endişesinin bir başka boyutudur. Osmanlı Devleti’nin Mısır üzerindeki etkisini çıkacak fırsatlarla genişleteceği kaygısı sadece İngilizler’de değil aynı zamanda Mısır Hidivliği’nde de var olan bir ruh halidir. Bu yüzden Mısır da İngilizler gibi Osmanlı sınırındaki gelişmeleri yakından takip etmiştir. Hafir Kasabası, Osmanlı-İngiliz ve Mısır tarafının endişelerinin tam ortasında kalmış bir mahaldir. Daha önce çok önemli olmayan bu yer, birden bire önem kazanmış ve birçok gelişmenin merkezinde yer almıştır. Bu yüzden Kudüs Mutasarrıfı Ali Ekrem Bey’in tavsiyeleri ile bu kasaba kaza haline getirilmiştir. Sınırdaki değişiklik sadece Hafir ile sınırlı kalmamış mevcut Birüsseb Kazası

137 DH. ŞFR. 62/122. 138 DH. ŞFR. 667/120. 139 The National Archives, WO 291/1908. 140 Yitzhak Gil-Har, a.g.m., 2000, s. 68. 69 Durmuş AKALIN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) da Mutasarrıf Muavinliği’ne yükseltilmiş ayrıca Hafir’e bağlı Muleyha nahiye haline getirilmiştir. Osmanlı Devleti’nin bu değişiklikle amacı İngilizlerin daha fazla ilerlemelerine ve kendisinin Süveyş Kanalı’ndan uzaklaştırılmasına engel olmaktır. O yüzden bölgedeki konumunu güçlendirmek istemiştir. Osmanlı-Mısır sınırında yapılan düzenlemelerle birlikte idari durum yeni şeklini almış ve buralara idare binaları yapılmaya başlanmıştır. Ayrıca sınırda olmasından dolayı karakol inşaatlarına da özellikle dikkat edilmiştir. Değişikliklerden dolayı yeni görevliler bölgeye atanmıştır. Görevlilerin seçiminde özellikle dikkat edilmiş, bölgenin hassas durumunu anlayan becerikli yöneticiler atanmasına gayret gösterilmiştir. Hafir’in kasabadan kazaya dönüşmesi dışında yapılan çalışmalar içinde bir idare binası, karakol yapımı ve diğer ihtiyaçlara ait binaların yapımı başta gelmektedir. Ayrıca Hafir’e ulaşımı sağlayan yolların gözden geçirilmesi ve eksiklerin giderilmesi de yapılan düzenlemeler arasındadır. Hafir’e askeri gerekçelerle bir miktar asker gönderilmiş ve onların burada ikametine karar verilmiştir. Ayrıca telgraf hattının Hafir’e kadar gelmesi sağlanmış ve Kudüs ile doğrudan irtibat kurabilmesi için telgraf hattına özellikle önem verilmiştir. Ne var ki bölgedeki telgraf hatları yapılan saldırılarla zarar görünce bu defa temdid edilmesi için uğraşılmıştır. Ancak direklerin çalınması, tellerin zarar görmesi gibi gerekçelerle ve temdid işinin çok pahalıya mal olacak olmasından dolayı bundan vazgeçilmiştir. Telgraf hattının yenilenmesinden vazgeçilmesi Hafir’e önem verilmemesinden değil; mali imkânsızlıklar yüzünden ortaya çıkan bir durum olmuştur. Hafir’in önemine binaen bu defa telefon hattı ile irtibat kurulmasına karar verilmiş ve bu konuda ilgili nezaret gerekli çalışmalarını tamamlayınca telefon hattının tesisi gerçekleşmiştir. Osmanlı Devleti’nin bölgeye verdiği ehemmiyet fazla olmasına rağmen devletin mali imkânsızlıkları Kudüs Sancağı’nı ve Osmanlı-Mısır sınırındaki Hafir gibi mahalleri doğrudan etkilemiştir. Bu yüzden Birüsseb Mutasarrıf Muavinliği eskisi gibi kazaya Hafir ise nahiyeye geri döndürülmüştür. Her ne kadar Osmanlı Devleti’nin yazışmalarında eski hallerinin faydalı olmadığı görüşü yer alsa da yazışmalardaki ifadelerden durumun mali sıkıntılardan kaynaklandığı tespit edebilmek çok zor değildir. Çünkü Hafir’in kazaya ve Birüsseb’in Mutasarrıf Muavinliği’ne dönüştürülmesinden itibaren görevlilerin maaşlarını düzgün alamamalarının sıkıntı yarattığı görülmektedir. Bu durum birçok yazışmaya sebep olmuş ve muhtemelen bu mahallerin eski hallerine döndürülmelerinde meselenin mali noktası da göz önünde tutulmuştur. Her ne kadar Hafir ve Birüsseb’de idari anlamda değişiklikler yaşansa da Osmanlı-Mısır sınırı önemini muhafaza etmiştir. Çok geçmeden dünyada yaşanan kutuplaşma bir dünya savaşına sebebiyet verince İngilizler ve Almanlar açısından dünya üzerindeki genel çıkarları ve Osmanlı Devleti ile Mısır arasında da kendi aralarındaki hukukları açısından bölgenin hassasiyeti daha da dikkat

70 II. Abdülhamit Döneminde Osmanlı-Mısır Sınır Tartışmaları... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

çeken boyutlara ulaşmış ve bölge çok geçmeden savaş alanı haline gelmiştir. Bu noktada Hafir ve Birüsseb şehirleri Osmanlı Devleti için birer karargâh ve Kanal Harekâtı için ileri üs noktalarının ilkini ifade eder duruma gelmiştir. Geçen zaman içinde Osmanlı Devleti bölgeden çekilince bu noktalar İngiltere’nin eline geçmiş ardından İngiltere’nin bölgeden çekilmesi ve İsrail Devleti’nin kurulması ile bu noktalar İsrail sınırları içinde kalmıştır. Günümüzde de İsrail sınırları içinde olan bu noktalar İsrail-Filistin Meselesi’nde kritik noktada merkezler olarak önemlerini muhafaza etmektedirler.

71 Durmuş AKALIN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

KAYNAKÇA

I. Arşiv Kaynakları

Başbakanlık Osmanlı Arşivleri (BOA) BEO. 3487/261466; 3781/283509; 3821/286520. DH. EUM. EMN. 49/18. DH. İD.. 144-1/18; 194/13; 194/60. DH. MKT. 1168/68; 2677/37; 2706/92; 2742/55; 2758/80; 2837/90; 2892/32; 2914/35. DH. MUİ. 11-2/46; 12-2/20; 14-1/66; 15-2/54. DH. ŞFR. 62/122; 300/69; 400/69; 410/102; 667/120. İ.. HUS. 166/45. İ. MTZ. (05) 28/1520. MV. 119/23. Y. A. HUS. 257/56. Y. A. RES. 58/13. Y. EE. 119/11; 119/78; 120/4; 128/74; 130/85; 49/34. Y. PRK. ASK. 178/51; 81/19. Y. PRK. BŞK. 25/109. Y. PRK. EŞA. 15/75. Y. PRK. MK. 5/62. İsrail Devlet Arşivleri (ISA) ISA. 83/21; 83/24; 83/33; 83/36; 83/92; 83/100. İngiliz Arşivleri (NA) WO 291/1908; 303/124.

72 II. Abdülhamit Döneminde Osmanlı-Mısır Sınır Tartışmaları... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

II. Kitaplar

Ahmet Reşit Bey, Canlı Tarihler, Gördüklerim Yaptıkları (1890-1922), Türkiye Yayınevi, 1946. ARABACI, Fazlı, Yeni Osmanlıların Dini ve Siyasi Görüşleri, Platin, Ankara, 2004. AVCI, Yasemin, Değişim Sürecinde Bir Osmanlı Kenti: Kudüs (1890-1914), Phoenix Yayınevi, Ankara, 2004. BOLAYIR, Ali Ekrem, Hatıralar, haz. M. Kayahan Özgül, Hece Yayınları, Ankara, 2007. FRASER, T.G.,-A. MANGO- R. MCNAMARA, Modern Ortadoğu’nun Kuruluşu, Türkçesi: Füsun Doruker, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2011. İLHAN, Hasan, Abdülhamid’in Hatıra Defteri, Alter Yayıncılık, Ankara, 2010. KUSHNER, David, To Be Governor of Jerusalem, The Isis Press, İstanbul, 2005. MANSFIELD, Peter, Ortadoğu Tarihi, çev. Ümit Hüsrev Yolsal, Say Yayınları, İstanbul, 2012. MARSOT, Afaf Lütfi El Sayyid,Mısır Tarihi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, çev. Gül Çağalı Güven, İstanbul, 2007. ORTAYLI, İlber, Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu, Alkım Yayınevi, İstanbul, 2006. WAYLET, Bonyar-Ernst Jackh, İmparatorluk Stratejileri ve Ortadoğu, çev. Vedat Atila, Chiviyazıları Yayınevi, İstanbul, 2004.

III. Makaleler

ABU-MANNEH, Butrus, “Jerusalem in the Tanzimat Period: The New Ottoman Administration and the Notables” Die Welt des Islams, New Series Bd. 30, Nr. ¼ (1990), BRILL, 1990. ABU-MANNEH, Butrus, “The Rise of The Sanjak of Jerusalem in the Late of Nineteenth Century” The Israel/Palestine Question, Ed. Ilan Pappé, Taylor & Francis, New York, 2005. ADALI, Hasan, (1968). Documents Pertaining to The Egyptian Question in The Yıldız Collection of The “Başbakanlık Arşivi”, İstanbul Political and Social Change in Modern Egypt, Ed. M. Holt, Oxford University Press, London. AVCI, Yasemin, “The Application of Tanzimat in the Desert: The Bedouins and th Creation of a New Town in Southern Palestine”, Middle Eastern Studies, Vol.45, No.6, Taylor & Francis, 2009. BERMAN, Mildred, “The Evolution of Beersheba as an Urban Center”, Annals of the Association of American Geographers, Vol.55, No.2, Taylor & Francis, 1965.

73 Durmuş AKALIN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

BÜSSOW, Johann, Hamidian Palestine Politics and Society in the District of Jerussalem, Brill, Leiden, Netherlands, 2011. GERBER, Haim, “Modernization in Nineteenth-Century Palestine: The Role of Foreign Trade”, Middle Eastern Studies, Vol.18, No.3, Taylor & Francis, 1982. GİL-HAR, Yitzhak, “Boundaries Delimitation: Palestine and Trans-Jordan”, Middle Eastern Studies, Vol.36, No.1, Taylor & Francis, 2000. GİL-HAR, Yitzhak, “The South-Eastern Limits od Palesitne at the End of Ottoman Rule”, Middle Eastern Studies, Vol.28, No.3, Taylor&Francis, 1992. J. JOHN-MCTAGUE Jr., “Anglo-French Negotiations over the Boundaries of Paletsine, 1919-1920”, Journal of Paletsine Studies, Vol.11, No.2, University of California, 1982. KARK, Ruth, “Jewish Frontier Settlement in the Negev, 1880-1948: Perception and Realization”, Middle Eastern Studies, Vol.17, No.3, Taylor&Francis, 1981. KUSHNER, David, “Ali Ekrem Bey, Governor of Jerusalem, 1906-1908”, International Journal of Middle East Studies, Vol.28, No.3, Cambridge University Press, 1996. KUSHNER, David, “The District of Jerusalem in the Eyes of Three Ottoman Governors at the End of the Hamidian Period”, Middle Eastern Studies, Vol.35, No.2, Taylor&Francis, 1999. KUSHNER, David, “The Ottoman Governors of Palestine, 1864-1914”, Middle Eastern Studies, Vol.23, No.3, Taylor&Francis, 1987. MANDEL, Neville J., “Ottoman Practice as Regards Jewish Settlement in Palestine: 1881-1908”, Middle Eastern Studies, Vol.11, No.1, Taylor & Francis, 1975. MARLOWE, John, Cromer in Egypt, Elek Books, London, 1970. MELAMID, Alexander, “The Political Geography of the Gulf of Aqaba”, Annals of the Association of American Geographers, Vol.47 No.3, Taylor&Francis Ltd., 1957. PETERS, John P., “Palestinian Explorations: Notes of a Vacation in Paletsine in 1902”, Journal of Biblical Literature, Vol.22, No.1, 1903. PROUDMAN, Mark F., “British Empire”, Encyclopedia of the Age of Imperialism, 1800-1914, Volumes 1&2, Ed. Carl Cavanagh Hodge, Greenwood Press, London, 2008. UÇAROL, Rıfat (1989). “Gazi Ahmed Muhtar Paşa”, DİA, C.2, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi Genel Müdürlüğü, İstanbul. WARBURG, Gabriel R., “The Sinai Peninsula Borders, 1906-1907”, Journal of Contemporary History, Vol.14 No.4, Sage Publications Ltd., 1979.

74 II. Abdülhamit Döneminde Osmanlı-Mısır Sınır Tartışmaları... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

III. İnternet Kaynakları http://en.wikipedia.org/wiki/File:Hafir_el_Aujah00042v.jpg http://www.palestineremembered.com/GeoPoints/_Awja_Hafir_PS_824/ Picture_21422.html

75 Durmuş AKALIN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

EKLER

Ek 1: Osmanlı-Mısır Sınırı ve Kudüs Sancağı (BOA. Hrt. 0147).

76 II. Abdülhamit Döneminde Osmanlı-Mısır Sınır Tartışmaları... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Ek 2: Mart 1915 Tarihli Sina’da Osmanlı-Mısır Sınırını ve Auja’yı Gösteren Harita (The National Archives, WO 303/124.)

77 Durmuş AKALIN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Ek 3: Hafir ve Çevresindeki Düzenlemeler ve Maaşlarla İlgili Meclisi Vükela Kararı (MV. 119/23)

78 II. Abdülhamit Döneminde Osmanlı-Mısır Sınır Tartışmaları... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Ek 4: Osmanlı Devleti’nin Son dönemlerinde Osmanlı-Mısır Sınırı (Yitzhak Gil-Har, a.g.m., s. 561)

Ek 5: Hafir Merkezinden İdare Binasının Görüntüsü (http://www. palestineremembered.com/GeoPoints/_Awja_Hafir_PS_824/Picture_21422. html)

79 Durmuş AKALIN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Ek 6: I. Dünya Savaşı Sırasında Hafir (http://en.wikipedia.org/wiki/ File:Hafir_el_Aujah00042v.jpg)

Ek 7: Osmanlı İdare Binasının Kalıntıları (2010) (http://www. palestineremembered.com/GeoPoints/_Awja_Hafir_PS_824/Picture_21422. html)

80 Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi Journal Of Modern Turkish History Studies XIV/28 (2014-Bahar/Spring), ss.81-102.

SİVAS AMERİKAN HASTANESİ*

Neşe TOZKOPARAN**

Öz 1852 yılında Sivas’ta kurulan ABCFM isimli Protestan Amerikan Misyon İstasyonu bünyesinde hizmet vermeye başlayan misyon hastanesinde 1915 yılı sonuna kadar bölgede yaşayan tüm Osmanlı tebaasına etnik ve dini ayrım yapılmaksızın koruyucu ve sağaltıcı sağlık hizmetleri verilmiştir. West Memorial Hospital adı verilen birimde istasyonda meskun tıp doktoru ile misyonerler özellikle kişisel hijyen kurallarının uygulanmaması nedeniyle hızla yayılan tifo ve kolera gibi hastalıkların yaygın olarak görüldüğü dönemlerde karantina uygulamaları yapılmış, ihtiyaç durumunda hastalara cerrahi müdahaleler yapılmış ve hastanede yatırılması gereken kişilere aynı zamanda dini hizmet de verilmiştir. Hastanenin kapalı olduğu ilkbahar ve yaz aylarında da yakın yerleşimler ziyaret edilerek gezici sağlık hizmeti sunulmuştur.

Anahtar Kelimeler: West Memorial Hastanesi, ABCFM, Sivas Misyon İstasyonu.

WEST MEMORIAL HOSPITAL

Abstract After the establishment of mission station in Sivas in 1852, American Protestant missionaries belonged to the American Board Of Commissionaries For Foreign Missions – ABCFM started to care both Christian and Muslim Settlers of Sivas in a hospital called West Memorial Hospital. Until 1915 they served there in order to have a line of communication with all patients to tell the “real truth of Christianity” and “to collect lost lambs of the Lord”.

Keywords: ABCFM, West Memorial Hospital, Sivas Mission Station.

* Bu makale Yüzüncü Yıl Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Araştırma Görevlisi Neşe TOZKOPARAN’ın Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü bünyesinde ve Ankara Üniversitesi Dil Ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü öğretim elemanı Doç. Dr. Selda KAYA KILIÇ danışmanlığında hazırlamış olduğu “19-20y.y.’da Sivas’ta Amerikan Misyon İstasyonu” başlıklı Doktora çalışmasında değerlendirilen arşiv malzemeleri ağırlıklı olarak kullanılarak yazılmıştır. ** Araş. Gör., Yüzüncü Yıl Üniversitesi, ([email protected]). 81 Neşe TOZKOPARAN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

1810 senesinde Osmanlı ülkesine gelen Amerika Birleşik Devletleri vatandaşı olan ve ABCFM -American Board For Commissionaries For Foreign Missions- Amerikan Dış Misyonlar Masası adlı teşkilata bağlı olarak çalışan Protestan misyonerler kısa bir zaman içinde tüm Osmanlı mülkünde pek çok alanda çalışmaya başlamışlardır. Çalışma alanları olarak gayrimüslim tebaanın yoğun olarak yaşadığı vilayetler seçilmiştir. Sivas da bölgede meskûn ciddi sayıda Ermeni vatandaşın varlığıyla zaman içinde misyonerler için bir cazibe merkezi haline gelmiştir. Şehrin yerleşimi oldukça eskidir1 ve bölgenin ilk yerleşimcilerden beri farklı ticaret yollarının kesişme noktasında oluşu ile beraber özellikle Osmanlı Klasik dönemi ve sonrasında çok büyük bir köle pazarı olması nedenleriyle2 kayda değer ekonomik öneme sahiptir3. Mezkûr şehirdeki üç ana etnik grup Türkler, Kürtler ve Ermenilerdir. Entelektüel alt yapıya sahip ve ticaretle zenginleşen Ermeniler ise4 ABCFM misyonerleri için ulaşılması gereken kitledir. Hedef kitleye daha az zahmetle erişebilmenin yolu her alanda ihtiyaç duyulan ve Osmanlı makamlarınca verilemeyen dini ve dünyevi hizmeti sunmaktır. Bu ise özellikle sağlık hizmetleriyle “kayıp koyunların önce bedenlerini, sonra ruhlarını kurtarmak” şeklinde mümkün olabilecektir. Başka bir ifadeyle ABCFM misyonerlerince İsa’nın Krallığı’nın inşasında en önemli yer hastane binasıdır5. Çünkü başka hiçbir şekilde ulaşılamayacak insanlara ulaşmanın yolu sağlık hizmetleridir6. 1851 senesinde Sivas misyon istasyonu (hizmet yerleşkesi) içinde misyonerlerin mümkün olan en çok sayıda insana erişmek gayesiyle hizmet verdikleri bir hastane ve dispanser hizmet vermeye başlamıştır. West Memorial Hospital adı verilen hastanenin varlık sebebi dönemin siyasi, askeri ve ekonomik şartlarından dolayı sağlık alanına yeteri kadar yatırım yapamayan Osmanlı Devleti’nin tamamıyla hizmet sunamadığı bir alanda var olarak mümkün olduğu kadar çok insanı sağlığına kavuşturmak ve bu şekilde tebliğ için “uygun” şartları oluşturarak “kayıp koyunları sürüye katmak” düşüncesidir7. Hastane çalışanlarının her geçen gün biraz daha çok insana ulaşabilmelerinin

1 Bekir Parlak, “Tarihi Perspektifte Anadolu’nun İdaresinde Sivas’ın Yeri Ve Önemi Üzerine Yönetsel Bir Analiz”, Cumhuriyetin 80. Yılında Sivas Sempozyumu Bildirileri, ed. Şeref Boyraz, Sivas Hizmet Vakfı Yayınları, Sivas, 2003, s.221. 2 Süleyman Kızıltoprak, “Askeri Amaçlı Köle Ticaretinde Bir Kavşak Noktası Olarak Sivas”, Cumhuriyetin 80. Yılında Sivas Sempozyumu Bildirileri, ed. Şeref Boyraz, Sivas Hizmet Vakfı Yayınları, Sivas, 2003, s.109. 3 Fred Halliday, Nation And Religion In The Middle East, Saqi Books, London, 2000, s.190. 4 Nejat Göyünç, “Turkish Armenian Cultural Relations”, The Armenians In The Late Oottoman Period, ed.by. Türkkaya Ataöv, Türkiye Büyük Millet Meclisi Kültür Ve Sanat Yayın Kurulu Başkanlığı, Ankara, 2001, s.39. 5 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 618/420. 6 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 628/598. 7 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 712/542. 82 Sivas Amerikan Hastanesi ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) ardında yatan temel gerçek misyonerlerin mezkûr coğrafyada meskûn Ermeni ve Türklere kendi dillerinde hitap edebilmeleridir. Bir başka insanın aracılığına ihtiyaç duymaksızın “hastalara dokunmak isteyen” misyonerler her iki dili öğrenmek hususunda oldukça hevesli davranmışlardır8. Nihai amaç hastanede dini eğitim ve hizmettir, tebliğ için de bölgede konuşulan tüm yerel dillerin öğrenilmesi elzemdir. Tebliğ faaliyetleri için son derece uygun olan misyon hastanesinde kesintisiz hizmet verebilmek için Sivas ve havalisinin fiziksel ve sosyal yapısı misyonerlere beklenenden fazla olanak sunmuştur. Öncelikli olarak mezkûr yerleşim alanında temiz içme suyu tedarik etme sorunu özellikle tifo ve kolera gibi salgın hastalıkların her sene yaşanmasına neden olmuştur9. Ayrıca koruyucu sağlık uygulamaları ile aşı tatbikinin yaygın olmaması ve halkın da kişisel bakım ve hijyen konularında yeterince bilgiye sahip olmayışı hastalıkların yayılma hızını arttırmaktadır. Bu durum da hastanenin tüm bölge halkı için önemini misyonerlerin kendi beyanlarına göre “tartışılmaz bir şekilde ”ortaya koymaktadır. Sivas ve havalisinde meskûn tüm Osmanlı tebaasına hizmet sunma iddiasında olan Sivas West Memorial Hastanesi Bezirci semtinde Sularbaşı Mahallesi Niksar Caddesi Höllüklük Mevkii’ndedir. Bina günümüzde Kültür Bakanlığı Gayrimenkul Eski Eserler Ve Anıtlar Yüksek Kurulu’nca 22.07.1983 tarihinde A-4468 sayı ile koruma altına alınmıştır10. Hastane binası ve müştemilatı günümüzde Çevre Kültür Ve Sanat Evi olarak Sivas İl Özel İdaresi tarafından kullanılmaktadır11. Günümüzde kültürel amaçlarla kullanılan West Memorial Hastanesi mezkûr dönemde ise uzun süre hizmet verme amacı ve gayretinde olan “bir kurum olma” iddiasındadır. Bu nedenle uzun süre hizmet verilebilecek ölçüde iyi malzemeler kullanılarak inşası tamamlanan hastaneden yapılan kurumsal ve şahsi yazışmalarda da kurumsallık göstergesi olarak ABCFM West Memorial Hospital In Sivas antetli kâğıtlar kullanılmıştır12. Kurumsallaşma gayesi sadece yazışmalarda ortaya çıkmamaktadır. Misyonun “hizmette” kullandığı hekim, hemşire ve diğer sağlık personelinin de mümkün olduğu kadar uzun süre misyon bünyesinde çalışması amaçlanmıştır. West Memorial Hospital bünyesinde ABCFM misyonerlerince sağlık hizmeti verilen dönemde bir misyon hekimi bulunmaktadır. Ayrıca bölgede görev yapan tıp doktorları da genellikle gayrimüslimdir. Hükümet tabipleri 8 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 630/585. 9 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 621/630. 10 25.09.1997’DE Ark. Enver Akgün ve Ark. Musa Törnük tarafından hazırlanıp 17.09.1997 tarih 109 sayılı yazısına istinaden Sivas Müze Müdürlüğü’ne sunulan raporun ilk sayfası. 11 20.08.2010 Tarih - B.16.0. KVM.0.10.02.00/29/166.05-1788555 sayı ile Kültür Ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları Ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nden Sivas Kültür Ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Müdürlüğü’ne gönderilen yazı. 12 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 630/592. 83 Neşe TOZKOPARAN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) arasında çok sayıda Hıristiyan tebaa vardır. 1871’de Amasya Sancağı’nda Hoca Keygork Efendi13, 1875’te Giresun Kazası’nda Maroli14, 1876’da Giresun Kazası’nda Maroli Efendi15, Amasya Sancağı’nda Kigork Ağa16,1881 senesinde Sivas tabibi Şirinyan Artin17, Tokat Sancağı’nda tabib Komaski Efendi18’, Sivas askeri tabibi Sağkol Ağası Yanko Efendi19, 1883’te Tokat Sancağı tabibi Komaski Efendi20, 1884’te Sivas Sancağı’nda Şirinyan Artin21, 1885 ‘te Sivas Sancağı’nda Şirinyan Artin Efendi22, 1903’te Hamidiye Kazası’nda Tapinos Efendi23 ve Tokat Sancağı’nda Todoraki Efendi24 isimleri Sivas Vilayet Salnamelerinde geçen çok sayıdaki gayrimüslim hekime birkaç örnektir. Aynı zamanda bir Ermeni hastanesi, bir de yüksek hekim kalitesine sahip askeri Türk hastanesi vardır25. Ancak bölgede meskûn insanların sağlık hizmetlerine duyduğu ihtiyaç bütünüyle giderilemediğinden Amerikan Hastanesi çalışanları etnik ya da dini ayrım yapmadan her ihtiyaç sahibine hizmet verildiğini müteakip defalar kurumlarına “Yıllık Tıbbi Rapor” başlığı altında tanzim edilen evrakta bildirmiştir26. Yaz başında misyonerler çevre yerleşimlere gitmişler, orada hasta muayene etmişler, gereken durumlarda operasyonlar yapmışlar ve daha önce bakılan hastaları evde ziyaret ederek durumlarını kontrol altında tutmak istemişlerdir. Doktor ve diğer sağlık personelinin yaz aylarında en küçük yerleşim yerlerine bile giderek hastalarla ilgilenmesi bölgede meskun halk ile misyonerler arasında güvene dayanan bir ilişki kurulmasını sağlamış, başlangıçta misyon çalışanlarının samimiyetleri konusunda ciddi ön yargıları olan Ermenilerin de düşüncelerini sorgulamalarına neden olmuştur. Kurulan bire-bir ilişkiler neticesinde hastaneye başvuru her geçen gün artmış ve başarılı tedaviler ile cerrahi operasyonlar bölge hastaneleri arasında Sivas hastanesini daha saygın kılmıştır27. Bölge halkı arasındaki itibarı artan ABCFM misyonerlerinin çalışmaları tamamen gönüllülük esasına bağlı değildir. Hastanede çalışan misyonerlerin maaşlarını ABCFM ödemiştir28. Kurumun yönetim birimi olan Prudental Comittee doktor ve hemşire aylıklarını ve kimi zaman kullanılan cerrahi

13 Salname-i Vilayet-i Sivas 1288H. /1871M., Sivas Vilayet Matbaası, 1871, s.63. 14 Salname-i Vilayet-i Sivas 1292H./1875 M., Sivas Vilayet Matbaası,1875, s.89. 15 Salname-i Vilayet-i Sivas 1293H./1876M., Sivas Vilayet Matbaası, 1876, s.76. 16 Salname-i Vilayet-i Sivas 1293H./1876M., Sivas Vilayet Matbaası, 1876, s.59. 17 Salname-i Vilayet-i Sivas 1298H./1881M. , Sivas Vilayet Matbaası, 1881, s.61. 18 Salname-i Vilayet-i Sivas 1298H./1881M., Sivas Vilayet Matbaası, 1881, s.122 19 Salname-i Vilayet-i Sivas 1298H./1881M., Sivas Vilayet Matbaası, 1881, s.74. 20 Salname-i Vilayet-i Sivas 1300H./1883M., Sivas Vilayet Matbaası, 1883, s.118. 21 Salname-i Vilayet-i Sivas 1301H./1884 M., Sivas Vilayet Matbaası, 1884, s.67. 22 Salname-i Vilayet-i Sivas 1302H./1885 M., Sivas Vilayet Matbaası, 1885, s.354. 23 Salname-i Vilayet-i Sivas 1321H./1903 M., Sivas Vilayet Matbaası, 1903, s.154. 24 Salname-i Vilayet-i Sivas 1321H./1903 M., Sivas Vilayet Matbaası, 1903, s.139. 25 1914 yılında Ermeni hastanesi 35, Türk hastanesi ise 30 yataklıdır. Bkz. ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 628/619. 26 ABCFM:16 The Near East 1817- 1919 REEL 630/585. 27 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 633/682. 28 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 633/484. 84 Sivas Amerikan Hastanesi ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) malzemenin bir kısmını karşılamıştır29. İhtiyaç duyulan kimyasalların ve diğer malzemelerin tedariki hususunda bağışlar kuruma kayda değer bir finansal destek sağlamıştır. Kimi zaman kuruma destek olmak isteyen bazı şahıslar maaş ödemelerini üstlenmiştir30. Başka bir maddi kaynak da Amerika Birleşik Devletleri menşeili kurumlardır. Tam adı The American Red Cross Commission to Palestine olan dönemin Amerikan Kızılhaç’ından Boston’a James L. Barton’a gönderilen mektup iki kurum arasındaki organik bağlantıyı ve amaç ortaklığını hiçbir tartışmaya olanak bırakmaksızın ortaya koymaktadır31. Dördüncü finansal kaynak alanda sağlık hizmeti sunulan insanlardan ekonomik seviyelerine göre alınan hizmet bedelleridir32. Maddi durumu tıbbi yardım alamayacak kadar kötü olan hastaların muayenesi, tedavisi ve onlara uygulanan cerrahi müdahaleler için para talep edilmemekle beraber33 maddi durumu daha iyi olan hastalardan para alınmıştır34. Hastanenin tüm finansal detayları özenli bir şekilde yıllık raporlarda kayıt altına alınmıştır. Sivas Amerikan Hastanesi’nde görev yapan misyonerlerin isimleri, çalışma alanları ve hastane uygulamalarının kayda değer kısmı kayıt altına alınan diğer detaylardır. Bu evraka göre ilk amaç misyonerlerin sağlıklı, verimli ve kesintisiz bir şekilde hizmet vermeye devam etmeleridir. Hastanede çalışan misyonerlerin her türlü muayene ve tedavisi ile gerektiğinde tedavi amaçlı olarak ülke dışına gönderilmesi misyon doktorunun sorumluluğudur35. Sivas misyon istasyonuna ilk gelen misyonerlerden olan Emma Spencer Hubbard’a göre misyonerlerin sağlıkları bile hizmeti yavaşlatacak kadar bozuktur. Ama misyon örtüsü yani “kutsal amaç” tüm olumsuzlukları ve hastalıkları gizlemektedir36. 1844 senesi Sivas’ta sadece yerli halkı değil misyonerleri de etkileyen salgın hastalıkların yaşandığı bir yıl olmuştur. Kolera salgını Sivas’a yakın şehirlerde de görülmektedir. Kayseri ve Ankara karantina altındadır. Yollarda seyahat etmek karantina kuralları gereğince Osmanlı hükümeti tarafından yasaklanmıştır37. 1870’lerde hastanenin en ciddi sorunu yeterli antibiyotik olmamasıdır. Bu durum en basit hastalıklarda bile hayati komplikasyonların gelişmesine sebep olmuştur38. Doktor West ile beraber çalışan Dr. Dodd misyonerlerden Albert Wells Hubbard’ı ameliyat etmiştir ama operasyon sonrasında Hubbard mikrop kapmış ve cerrahi müdahale başarılı olmasına rağmen enfeksiyon

29 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 633/682. 30 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 618/412. 31 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 633/116. 32 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 618/441. 33 Edwin A.Martin, The Hubbards Of Sivas-A Chronicle Of Love And Faith, 82, Fithian Press, Santa Barbara, 1991, s.82. 34 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 629/204. 35 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 717/147. 36 Edwin A.Martin, a.g.e., s.83. 37 Edwin A.Martin, a.g.e., s.229. 38 Edwin A.Martin, a.g.e., s.199. 85 Neşe TOZKOPARAN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) nedeniyle kurtarılamayarak hayatını kaybetmiştir39. Dr. West salgın hastalıkların tedavisi için ilaç olarak trikolarasetik aldehit eklenmiş su kullanımını önermiş ve uygulamıştır. Misyon çalışanlarından Miss Flavia Bliss bu ilacı kullanan ve fayda gören hastalardan biridir40. Ancak sterilizasyon gayreti yeterince başarılı olamamış ve 1876’da Dr. West tifodan ölmüştür. Kendisi Anadolu’da çalışan ilk ABCFM hekimidir41. Dr.West’in çabaları sayesinde bölgede meskûn hedef kitlenin hastaneye ve misyonerlere duyduğu güven artmıştır. 1881 senesinde Dr. Thom misyonda çalışmaya başlamıştır42. Salgın hastalıklar Sivas’ın en ciddi sağlık sorunu olmaya devam etmektedir. Aynı sene halkla sürekli iç içe olan istasyondaki misyonerlerden Albert Wells Hubbard tifüs olmuştur. Bayan Perry ise dizanteriye yakalanınca düşük yapmıştır43. 1900’ler başı hastanede Dr. Ernest C. Clark’ın çalıştığı yıllardır. 14 sene bölgede çalışan Dr. Henry West’in 49 yaşında tifüsten ölümü sonrasında Harput’tan Dr. Barnum ve Dr. Haratun ile Mardin’den Dr. Daniel Thom bölgede kısa süreler için çalışmıştır. Dr. Thom’un şehirde vefatının ardından Dr. Clark bölgeye gelmiştir. Çok sayıda hastaya muayene ve tedavi hizmeti sunulan Sivas’ta ihtiyaç söz konusu olduğunda Dr. Levon Sevny44 ve Mardin’den Dr. Andrus yardımcı olmuştur45. Kimi zaman kısa süreliğine A.B.D’ye ya da Anadolu’daki başka misyon istasyonlarına Dr. Clark gittiğinde de bu hekimler yine hasta bakmışlardır. 1903 senesinde Dr. Clark istasyona gelerek tekrar West Memorial’de çalışmaya başlamıştır46. Şehirde hastanede kullanılan kimyasalların ve ilaçların satıldığı bir eczane yoktur. Bu durum tıbbi hizmetlerin arzulandığı kadar başarılı olamamasına neden olmuştur47. 1904 yılı hastanede Dr. Clark’ın yoğun olarak poliklinik hizmeti verdiği bir dönem değildir. Doktor halkla daha iyi iletişim kurabilmek için zamanının çoğunu Türkçe öğrenmeye harcamıştır. Talas İstasyonu’na yaptığı gezi esnasında Türkçe öğrenmeye başlayan doktor hastalarla sınırsız iletişim kurabilmek için onların dillerini bilmek ve kullanmanın zorunluluk olduğunun farkındadır48. Dr. Davis yarı zamanlı olarak hastanede hizmet sunmaktadır49. Hastanede cerrahi müdahale yapabilecek başka hekim olmadığından durumları aciliyet içermeyen

39 Edwin A.Martin, a.g.e., s.s.304-305. 40 Edwin A.Martin, a.g.e., s.79. 41 America ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 618/356. 42 Edwin A.Martin, a.g.e, s. 132. 43 Edwin A.Martin, a.g.e,, s. 132. 44 Edwin A.Martin, a.g.e., s. 40. 45 Müjgan Üçer, “Sivas Numune Hastanesi”, III.Türk Tıp Tarihi Kongresi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1993, s.471. 46 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 618/357. 47 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 618/374. 48 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 616/482. 49 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 617/355. 86 Sivas Amerikan Hastanesi ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) iki hastaya yapılacak müdahaleler ilerleyen zamana ertelenmiştir50. Ancak acil bir durumda kullanılmak üzere hastanenin beşinci yatağı misyonerlerce hastaneye bağışlanmıştır51. 1905 yılında hastanede uygulanan cerrahi müdahaleler arasında en başarılı olanlar kornea ameliyatlarıdır52. Mezkûr senede hem yeni binasına taşınan53 on yataklı West Memorial Hastanesi hem de dispanser faal durumdadır54. Dr. Clark Beyrut Amerikan Tıp Koleji’ne ilaç kimyasalları konusunda eğitim almak üzere gitmiştir. Amaç eczacının parasının ödenememesi gibi bir durumda dahi hizmetin kalitesinin düşmesini engellemektir. 1906-1907 döneminde misyon doktoru Dr. West’tir55. Hastanede 52 tıbbi operasyon yapılmıştır. Bu cerrahi müdahaleler arasında kadın ve erkek üreme sistemine yapılan müdahaleler, göz ameliyatları, organ kesmeler ve kemik operasyonları da vardır56. 1300 reçete yazılmıştır57. 30 ücretli ve 20 ücretsiz hastaya muayene ve tedavi hizmeti West Memorial’de sunulmuş ve 117.35 Osmanlı Lirası hastane bütçesine kazandırılmıştır58. Gregoryen Hastanesi ve cezaevi doktor tarafından ziyaret edilmiş, bu iki kurumda tıbbi hizmet sunulmuştur59. Bu dönemde şehrin tamamında görülen fahiş kira artışları misyonu da olumsuz etkilemiştir. Bu dönemde bir Osmanlı Lirası 4.40 Amerikan Doları değerindedir. Fiyatlardaki artış şehirdeki yoksunluklar dolayısıyladır60. Hasta sayısındaki düzenli artış hastane hizmet ünitelerinin finansal nedenlerle azaltılmasını olanaksız kılmaktadır. Haftada her hasta için 2.50 Amerikan Doları sadece düzenli yemek hizmeti için harcanmaktadır. Diğer kalemlerdeki artış da dikkate değerdir. Dolayısıyla sağlık hizmetlerinin devamı için acilen finansman kaynağı bulunmalıdır61. 1906-1907 hizmet yılında Sivas istasyonuna bağlı bir dış misyon olan Tokat’ta YMCA küçük bir hastane açmıştır. Burada 3 hasta yatağı vardır ve bir erkek hemşire burada çalışmaktadır. ABCFM misyonerleri için bu hastanenin varlığı ve bir gün büyüyebileceği düşüncesi misyonerler için oldukça keyif vericidir62.

50 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 618/356. 51 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 617/356. 52 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 618/373. 53 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 618/374. 54 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 618/390. 55 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 618/412. 56 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 618/412. 57 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 618/390. 58 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 629/204. 59 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 618/387. 60 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 618/411. 61 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 618/412. 62 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 618/393-394. 87 Neşe TOZKOPARAN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

1907’de hastalar hakkında tutulan ve kurum merkezine iletilen raporlarda ilk kez bir hasta hakkında olumsuz bir cümle kullanılmıştır. “Elbise’nin İsa’yı sevdiğini hiç hissetmedik” cümlesi hastaneye gelmeden 4 gün önce doğum yapan Elbise adlı Ermeni bir kadın için sarf edilen cümledir63. 1907-1908 hizmet döneminde kızamık ve tifüs salgınları çok sayıda insanı etkilemiştir. Öğrenciler ve öğretmenler arasında tonsilit son derece yaygındır. Karantina uygulaması titizlikle uygulanmaktadır64. Hastanede görev yapan hemşireler sürekli kaynatılmış su içmelerine rağmen tifüse yakalanmışlardır. 17 Ocak’ta hastanenin doktoru E.C. Clark da tifüs kapmıştır. Karantina uygulamasına hastanenin 3. Katında Dr. Clark’ı da kapsayacak şekilde devam edilmiştir65. West Memorial’a bu dönemde 158.22 Osmanlı Lirası bağış toplanırken 49 ücretli hastadan 128.69 Osmanlı Lirası alınmıştır66. Dispanserde 49 fakir hastaya ücretsiz hastaya da hizmet verilen toplam başvuran sayısı 85’tir67. Yıl boyunca sadece 12 cerrahi müdahale yapılabilmiştir68. 1908 yılında daha önce hiçbir yılda olmadığı kadar çok sayıda Türk hastanede muayene ve tedavi edilmiştir. Halkın fakirliği hasta sayısını arttırmaktadır. Finansal zorluklar, manevi baskılar ve kendilerine yaşatılan korkuya rağmen çok sayıda insan hastaneye başvurmaktadır. Hastanenin öz kaynakları talebi tamamen karşılayacak durumda değildir. Sadece 16 hasta yatağı vardır69. Bu şahıslar arasında ameliyat sonrasında birkaç hafta hastanede yatılı olarak tedavi edilen küçük bir kız çocuğu vardı. Bu çocuğun eğitimi ve dolayısıyla okuma-yazması yoktur. İlginç olan kızın İncil’i çok çabuk öğrenmesidir. 3 ayda tüm dini metinleri ezberleyen bu kız çocuğu hastanede verilen dini hizmet ve eğitimin meyvelerinin kısa zamanda alınabileceğine güzel bir örnektir70. 1908 senesinde West Memorial Hastanesi’nde tedavi edilen bir Türk askeri hakkında kuruma detaylı bilgi gönderilmiştir. Bu asker akciğer rahatsızlığından mustariptir ve hastalığı ilerleyince ordudaki görevine son verilmiştir. Askerin annesi dul ve fakirdir. Genç adam ve annesi son 9 aydır komşularının ayni ve nakdi yardımlarıyla yaşamaktadır. Hastalık nedeniyle bir bacağında ciddi dolaşım sorunları vardır. Hastane doktoru kendisine hasta bacağın kesilmesini önerdiğinde kabul etmeyen genç askerin öteki bacağında da kısa bir zaman sonra hastalık ortaya çıkınca doktorun her iki bacak için de kesme yani ampütasyon dışında hiçbir seçeneği kalmayınca asker ölmek için evine gitmiştir. Askerin akıbeti hakkında bir bilgi yoktur. Ancak raporda

63 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 617/395. 64 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 621/130. 65 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 621/130. 66 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 629/204. 67 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 629/204. 68 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 618/414. 69 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 618/416. 70 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 618/224-225. 88 Sivas Amerikan Hastanesi ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) durumla ilgili kullanılan iki cümle dikkate değerdir71: “Biz bazen taşta tohum yeşerdiğini gördük. Umarız bu sefer de öyle olur.” 1908-1909 döneminde haftada 3 gün klinik hizmeti verilmektedir72 ve 1883 farklı hasta muayene edilmiştir73. Toplam muayene sayısı 3000’dir74. Dış misyonlarda yaşayan insanlara 2500 kez muayene ve tedavi hizmeti verilmiştir. Bu insanlardan 40’ı Türk, 2’si Kürt, 1’i Çerkez, 128’i Ermeni, 9’u Rum ve 3’ü Amerikalıdır75. Hastanede diş çekimi ve 160 kez cerrahi müdahale yapılmıştır. Dış misyon hastalarından 735 kişiye basit ya da ciddi cerrahi operasyona alınmıştır76. Bu operasyonlar 68 farklı hastalığa yöneliktir77. Hastanedeki 16 hasta yatağında 181 farklı hastaya toplam 1876 gün hizmet sunuldu. Hastanede 3 doğum ve 6 ölüm vakası gerçekleşti. Hastanede tedavi olan hastalar arasında akciğer hastalıkları, sedef ve tifo vakalarına sıklıkla rastlanmaktadır. Akciğer sorunları olan hastalarla Miss Cole ilgilenmektedir. Hizmet dönemi şehirdeki yaygın kıtlık ve fakirliğin yansımalarıyla şekillenmiştir. Doktor ücretlerinin sadece %70’i hastalardan tahsil edilebilmiştir. İlaç departmanı ancak kendi maliyetlerini karşılayabilir durumdadır. Dispanser hastaları masrafların ancak yarısını karşılayabilmektedir. Sağlık hizmetlerinin tamamının sadece %60’ı hizmet alanından toplanabilmiştir78. Amerika, İsviçre ve İngiltere’den 145.89 Osmanlı Lirası hastaneye bağış olarak gönderilmiş ve 167 paralı hastadan 113 Osmanlı Lirası ve 113 maddi durumu daha alt seviyedeki kişiden sadece 182 Osmanlı Lirası toplanabilmiştir. Diğer hastalardan para ekonomik durumları nedeniyle talep edilememiştir79. Misyonerler yerel halkın yaşadığı ekonomik sıkıntılar nedeniyle hastane harcamalarına katkı sunamadığı halde West Memorial’e her biri 27 Osmanlı Lirası değerinde olan 5 hasta yatağı almak isteğini kurum merkezine bildirmişlerdir. Onların ifadelerine göre “21 her zaman 16’dan iyidir”80. Kuruma para kazandırmak için hastaneye ait olan at 5.75 Osmanlı Lirası’na satılmıştır81. Dr. Clark şehirde zengin hastalara özel muayeneye giderek 5.73 Osmanlı Lirası kazanmış ve bu meblağı hastane bütçesine eklemiştir82. Bu dönemde mutfak masrafı 106.20 Amerikan Doları83, ilaçlara 44.82 Osmanlı Lirası, eczacıya da 20.82 Osmanlı Lirası ödeme yapılmıştır.

71 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 618/425. 72 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 618/416. 73 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 618/426. 74 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 618/427. 75 Amerikalı hastanın kimliği ve Sivas’ta olma sebebi evrakta belirtilmemiştir. Bkz. ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 618/426. 76 Mayıs 1908-Mayıs 1909 döneminde West Memorial Hastanesi’nde yapılan cerrahi müdahalelerin tam listesi için bkz. ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 617/421. 77 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 618/428. 78 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 618/426. 79 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 629/204. 80 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 618/426. 81 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 618/428. 82 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 618/428. 83 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 618/428. 89 Neşe TOZKOPARAN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Doktor asistanlarına 21.52 Osmanlı Lirası ödenmiştir. Hemşirelere ise 21.52 Osmanlı Lirası harcanmıştır84. Ancak bu kadar finansman aktarımı hoşnutluk verecek seviyede verimli dini hizmet sunulduğunu kuruma yazılı olarak rapor eden misyonerlere göre amaca ulaşmıştır85. Hizmet döneminde şehirde YMCA tarafından desteklenen Ermeni Hastanesi’nde de ihtiyaç sahibi hastalara ücretsiz muayene ve tedavi hizmeti verilmektedir. Amaç tıpkı ABCFM hastanesinde olduğu gibi “inancı anlatmak için” insanlara ulaşmaktır86. 1909-1910 hizmet senesinde West Memorial Hastanesi’nde Dr. Clark’ın kimi zaman zorunluluklar nedeniyle hastanede olamaması söz konusudur. Bu durumlarda Dr. Levon Sevny hastanede muayene ve tedavi hizmetine devam etmektedir. Özverili çalışmaları maaşı fazlasıyla hak etmektedir87. Kendisine verilecek maaş hastanenin herhangi bir sebeple doktorsuz kalmasını engelleyecektir88. Kurumun ivedi olarak Amerikalı doktor yollayamayacağı aşikârdır. Bu nedenle Dr. Sevny’in hizmeti çok büyük anlam ifade etmektedir89. Mezkûr dönemde 83 ücretli, 99 ücretsiz hasta muayene ve tedavi edilmiştir. Hastalardan 363.55 Osmanlı Lirası tıbbi hizmet bedeli olarak tahsil edilmiştir90. 1910 yılında kolera salgını şehrin tamamında etkilidir. Ernest C. Patridge şehirde yaklaşık 18.000 hasta olduğunu söylemektedir91. Hastane kapalı olmasına rağmen 6 hafta boyunca tıbbi hizmet veren tüm misyonerler çok yoğun bir şekilde çalışmışlardır. 100 kadar hasta defalarca evlerinde ziyaret edilmiştir92. 1910 senesinin bitmesinin ardından bu sefer de kolera ve tifüs salgınları şehri etkilemiştir93. Kurumdan istenen 4000 USD’nin Sivas’a gönderilmesi durumunda daha çok sayıda insana hizmet sunmak için klinikler revize edilecek ve yeni bir dispanser binası yapılacaktır94. Yeni bir hastane binasının inşası da misyonerlere çalışmak üzere daha fazla kapalı mekân sağlayacaktır95. 1910-1911 hizmet senesinde 20 yataklı hastanede 1952 hastaya toplam 5609 kez muayene hizmeti verilmiştir96. Dönem başında hastanenin yatak sayısı 16 iken daha sonradan 4 yatak daha alınmıştır. Hastane binası içinde bir eczane, ofis, hastane bekleme odaları, ameliyat odaları, mutfak ile bölge

84 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 618/428. 85 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 618/420. 86 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 618/422. 87 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 633/484. 88 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 633/682. 89 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 630/329. 90 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 629/204. 91 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 633/500. 92 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 628/597. 93 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 628/591. 94 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 633/680. 95 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 633/681. 96 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 628/573. 90 Sivas Amerikan Hastanesi ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) halkı tarafından çok sevilen özverili97 Miss Cole ve diğer hemşirelerin odaları bulunmaktadır. Bekleme odaları enfeksiyon riskini azaltabilmek için muayene odalarının uzağındadır. Bu durum, şehir halkı tifüsten kırılırken, West Memorial’de tedavi gören 7 kişi tifüsten hayatını kaybetmişken98 hastanede yardımcı olan öğrenciler arasında bir tane bile tifüs vakası olmamasına neden olmuştur99. West Memorial’de çalışanlardan sadece İsveç Yetimhanesi personeli olan Miss Stucky tifüs kapmıştır. Hastalık şehirde adeta ışık hızıyla yayılırken Osmanlı hükümetinin acil durum planı yoktur. Karantina uygulanmıştır ama yeterli değildir. Sağlıklı ya da enfekte olmuş insanları şehirden ya da yaşam alanlarından tamamen çıkarmak söz konusu olamamıştır. Çünkü sağlıklı ve hasta kişiler hemen hemen aynı sayıdadır100. Hastane doktoru Ernest C. Clark’tır. Doktora yardımcı olan bir Ermeni hekim vardır101. Bu hekim Karakin Sevny’dir. O ve oğlu Dr. Levon Sevny defalarca şehirden acil hastalara bakmak üzere çağrılmıştır. Oğul Sevny babasına cerrahi müdahalelerde asistanlık yapmıştır102. Başvuran insan sayısının çokluğu hastane binasının büyütülmesi ihtiyacını gündeme getirmiştir. Osmanlı idarecileri tıbbi çalışmaların geleceği, yaygınlığı ve verimliliği hususlarında ABCFM misyonerlerini kaygılandırmaktadır103. Bölgede hizmet götürülecek çok sayıda insan vardır. Sadece bölge Kürtlerinin sayısı 200.000 kadardır104. Dış misyonlarda yaşayan insan sayısı 13.000 kadardır. Dış misyon bölgelerinde yaşayan sadece 2 tane eğitimli hekim vardır. Genç doktor tüm zamanını köylerdeki hastalara ayırırken yaşlı ve daha az pratiğe sahip olan hekim talep karşısında yetersiz kalmaktadır105. Sivas ve civarında yaşayan insanlar ciddi enfeksiyon riskiyle karşı karşıyadır. İçme suyu tesisatının yenilenmesi için yapılan plan henüz hayata geçirilememiştir. 1911 senesi baharında başlayacağı ümit edilen bu çalışma özellikle tıbbı çalışmalar için çok iyi sonuçlar doğuracaktır. Şehirde hizmet veren Gregoryen okulunda da içme suyu şebekesi hizmet vermeye başlayınca hizmet almak için altyapı çalışmaları başlamıştır106. Hizmet döneminde hastalardan 167.66 Osmanlı Lirası hizmet bedeli olarak tahsil edilmiştir. 107 ücretli hasta ve 37 ücretsiz hastaya hastane çatısı altında muayene ve tedavi hizmeti verilmiştir107. Hastanenin finansal sorunları devam etmektedir. Çok soğuk geçen kış aylarında ısınma giderleri bir önceki yıla oranla yaklaşık 2 kat artmıştır. Bu beklenmedik bir durumdur. Ön görülmeyen olumsuz koşullar için ivedi olarak çözüm üretilememiştir. Bu konuda misyonerlerin maddi sıkıntıları bir an önce aşarak daha fazla cerrahi

97 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 633/680. 98 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 628/582. 99 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 628/587. 100 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 628/582. 101 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 633/434. 102 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 628/582. 103 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 633/483. 104 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 633/484. 105 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 628/619. 106 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 633/461-462. 107 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 629/204. 91 Neşe TOZKOPARAN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) operasyon yapılabilecek mekânı hizmete açmaktır. Dr. Clark şahsına ait bir araziyi hastane mülküne bu amaçla katmıştır. Amerika Birleşik Devletleri’nden bir arkadaş tamamen mücehhez bir ameliyathanenin finansmanını karşılayacağı vaadinde bulunmuştur108. İstasyonun “dostlarının hediyeleri” sayesinde finansman sıkıntısına rağmen hastane borçlarının tamamı ödenmiştir. Bu durum misyonerlerin umutlarını tazelemiştir. Her sabah hastanede tüm hastalarla beraber yapılan ibadet ve Türklerin de dualara “Amen” demesi misyonerlerin umutlarını tazeleyen başka bir uygulamadır109. 1910-1911 hizmet senesinde milletvekili ve tıp doktoru Şevket Bey hastaneyi ziyaret etmiştir. Hastanede bazı hastaların muayene ve tedavisini yapmak üzere misyondan izin almış ve kimi zaman da hasta yönlendirmiştir. Şevket Bey, Eylül ayı boyunca hastanede çalışmıştır. Başlangıçta misyona ve “çalışanlarına” önyargıyla yaklaştığı düşünülen doktor daha sonra misyon ve tıbbi çalışmalar hakkında tek bir olumsuz cümle kurmamıştır110. 1911 senesinde kolera salgını ve özellikle odun fiyatlarındaki artış daha önceden tahmin edilemeyecek kadar beklenmediktir. Kolera salgını dolayısıyla pek çok erkek çalışamayacak hale gelip de şehre yakacak yeteri kadar sağlanamayınca fiyatlar fahiş seviyeye gelmiştir. Yeterince yakıt olmadığından ısınamayan insanların dirençlerinin düşmesi kolera salgınının etkisini arttırmıştır. Yaz aylarının başına kadar fiyat artışı devam etmiştir111. Bu durum ise hastane ve dispanserin iş yükünü beklenmedik ölçüde arttırmıştır. Hastane planlanan zamandan daha önce açılmış ve doktor hemen hizmete başlamıştır112. Hastane ve okul öğrencilerinin işbirliği devam etmektedir. Doktor ve sağlık hizmeti veren misyonerler tüm öğrencileri düzenli olarak sağlık kontrolünden geçirmektedir. 10 tane erkek öğrencinin ders çalışmasını ve kitap okumasını zorlaştıran göz kusurlarına kalıcı çözüm üretilmiştir113. 1911-1912 döneminde kolera yine salgın şeklinde Sivas yerleşimcilerini etkilemiştir. Karantina uygulaması şehirliler ve köylülerin birbirleri ile irtibatı yoktur. Dr. Clark Osmanlı hükümeti ile sürekli iletişim halindedir. Şehirdeki diğer hekimler de Dr. Clark ile organize çalışmaktadır. Amaç hastalığın daha fazla yayılmasının önüne geçmektir114. Bu dönemde hastanede 25 yatak ve 2 ranza vardır. Hastanede 170 ücretli ve 83 ücretsiz hastanın muayene ve tedavisi sonrasında 624.49 Osmanlı Lirası hizmet bedeli tahsil edilmiştir115. 188 yeni hasta kabul edilmiştir. 1340 hastaya geziler esnasında muayene hizmeti verilmiştir. Toplam muayene sayısı 3099’dur116. 83 hastaya ücretsiz bakılmış, 108 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 628/598 109 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 628/582. 110 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 628/581. 111 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 629/114. 112 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 628/592. 113 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 629/115. 114 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 628/575 115 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 629/204. 116 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 628/594. 92 Sivas Amerikan Hastanesi ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

207.73 Osmanlı Lirası “hediye” kabul edilmiş ve 624.49 Osmanlı Lirası da 170 hastadan alınmıştır117. Ayrıca kurum kaynaklarından 100 Osmanlı Lirası hastane bütçesine eklenmiştir118. 1912 senesinde Miss Cole hastanede hemşirelik yapmayı bırakmıştır119. Bu durum misyon hastanesinin çalışmalarını sıkıntıya sokmuştur. Çünkü Sivas ve civarındaki hekim ve hemşireler son derece yetersizdir. Onların Amerikalı meslektaşlarının seviyesine ulaşması ancak ciddi ve devamlı bir eğitim süreciyle mümkün olacaktır. Donanım eksiklikleri nedeniyle yerli hemşireler misyonun sağlık hizmetlerine katkı veremeyecek durumdadırlar. Doğumlarda yardım almak için becerikli ve deneyimli bir ebeye ihtiyaç söz konusudur. Ancak var olan şartlar ebe bulmayı da olanaksız kılmaktadır. Doğum konusunda çok yetersiz kaldıklarını itiraf eden misyonerlere hastane hizmetlerinde yardımcı olacak bir ebe bulunması için kurumdan yardım istenmektedir120. 1912 yılı başında, son 5 yıldır Sivas’ta çalışan Lilian F. Cole çıktığı kısa tatili tamamlayarak misyona dönmüştür. Kendisi son derece özveriyle çalışan asil bir insandır. Kendisinin Sivas’tan ayrılma ihtimali hastane çalışanlarını üzmektedir. Son 3 yıldır hastanede hizmet veren Levon Sevny 1912 senesinde de istasyondadır121 ve 253 kişiyi muayene ve tedavi etmiştir122. Tıbbi çalışmalar misyonerler açısından hoşnutluk vericidir. Hem nitelik hem de nicelik artışı söz konusudur. Yerli Ermeni kızlardan Amerikan okulunda eğitim görenlerden bir kısmı heves ve inançla, donanımlı olmamalarına karşın çalışmalara katılmak arzusundadırlar123. 1912 senesinde de hemşire ihtiyacı söz konusudur. Genç kızların tüm iyi niyetleriyle hizmete katılması önemli ama yeterli değildir. Yabancı ve eğitimsiz birilerinden yardım almak özellikle anestezik malzeme kullanılırken geri dönülmez tablolara neden olabilir. Bu nedenle hemşire ihtiyacına kurum çözüm bulmalıdır124. En geç yaz aylarında Sivas’a bir hemşire yollanmalıdır. 25 yataklı hastanede yıl boyunca 200 kadar anestezi altında cerrahi müdahale yapıldığı düşünülürse hemşire talebinin ne kadar haklı olduğu ortaya çıkmaktadır125. Söz konusu hizmet dönemine ait bir raporda misyonerler kendilerini şaşırtan bir olayı anlatmışlardır. Derviş olmaya hazırlandığı sonradan öğrenilen bir Türk hastanede okuma yazması olmayan bir Ermeni’ye İncil okumuştu. Bu hem şaşırtıcı hem de keyif vericidir126.

117 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 629/204. 118 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 506/203- ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 629/181. 119 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 628/618. 120 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 630/586. 121 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 630/584. 122 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 630/592. 123 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 629/619. 124 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 630/608. 125 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 630/583. 126 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 629/620. 93 Neşe TOZKOPARAN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) 1913 senesinde savaş şartlarına rağmen misyonerlerin umduğu kadar fazla hasta yoktur. Var olan kaynaklar bu nedenle daha verimli kullanılabilmiştir127. Dr. Sevny hastanede çalışmaktadır128. Dr. Riggs’in kaybı tüm hastane personelini yeri zor doldurulacak bir kaybın acısıyla yüz yüze bırakmıştır129. Kira ve diğer ödemeler yapılıp hastaneye gerekli kimyasallar tedarik edildikten sonra misyonerlerin elinde 500 Osmanlı Lirası kalmıştır. Bu paranın 150 Osmanlı Lirası bağış yoluyla ulaştırılmıştır. Bağışçılar arasında Lilian F. Cole’nin bir arkadaşı da vardır130. Dış misyonlardan ise 183 Osmanlı Lirası hastaneye gelmiştir131. Hastanede 921 hastaya 3186, dispanserde ise 12800 kez poliklinik hizmeti verilmiştir132. Yıllık toplam 169 ciddi ameliyat133 ve 19 küçük operasyon yapılmıştır134. Hastanede 25 hasta yatağı vardır ve yatılı tedavi alan hastalara hizmet verilen gün sayısı 1994’tür135. Kurumda hemşire ihtiyacı devam etmektedir136. Bayan Clark’ın gözetiminde yerli hemşireler hizmete katkı sunmaktadır137. Miss North Sivas hastanesindeki hemşire ihtiyacını karşılamak için istasyona kurum aracılığıyla istenmiştir138. Mardin’de görev yapan bu hemşire Türkçe bilmemektedir. Ancak Dr. Clark kendisinin Sivas’ta hizmet verirken dil öğrenebileceği kanaatindedir139. Hastalardan 624 Osmanlı Lirası140 tedavi ücreti ve 215.60 Amerikan Doları bağış kuruma kazandırılmıştır. 1913 senesine hastane 40 Amerikan Doları borçla başlar. Aynı sene bittiğinde hastanenin toplam borcu 200 Amerikan Doları’dır141. Bu maddi sıkıntı ve kaygıların devamı anlamındadır142. Verilen hizmet karşılığında hastalardan alınan para yetersizdir. ABCFM üst yönetimi Prudental Committee’nin finansal kararlar verirken bu durumu göz önünde tutması Sivas West Memorial Hastanesi’nde çalışan misyonerlerin dileğidir143. Mezkûr senede Dr. Clark tıbbi hizmet amaçlı gezilere yaz aylarında devam etmiştir. 700 kadar hasta muayene ve tedavi edilmiş 25 tane cerrahi müdahale yapılmıştır. Karahisar’da Beyrut’ta tıp eğitimi alan bir öğrenci ve bir eczacı doktora yardım etmiştir. Halk Sivas’taki hastalardan daha fazla muayene ve tedavi ücreti ödemiştir144. 127 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 628/167. 128 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 630/605. 129 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 633/1036. 130 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 630/593. 131 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 630/593. 132 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 629/297. 133 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 629/221 134 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 628/165. 135 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 628/618. 136 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 630/586. 137 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 630/605. 138 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 630/591. 139 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 530/591. 140 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 630/593. 141 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 628/618 142 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 630/593. 143 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 630/594. 144 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 630/604. 94 Sivas Amerikan Hastanesi ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

1914 senesinde Sivas West Memorial Hastanesi’nde 25 yatak bulunmaktadır. Uzak yerleşimlerden ve 175 köyden gelen hastaya gelen 2498 hastaya bakılmıştır. Toplam muayene sayısı 6000’dir145. Politik durumla alakalı olarak hastanede son derecede yoğun bir çalışma vardır. Bayan Sevny insanüstü bir enerjiyle çalışmaktadır. Dr. Sevny de Dr. Clark ile beraber hizmete devam etmektedir146. Hizmetin ilk 1.5 aylık sürecinde hastanede anestezi altında 25 ameliyat yapılmıştır. Hizmet dönemi başında ABCFM’nin hastaneye gönderdiği 8500 Amerikan Doları yaygın olarak hizmet vermeyi kolaylaştırmıştır. Osmanlı Devleti Sivas’a misyoner hastanesinde çalışan hemşireleri tetkik etmek üzere bir heyet göndermiştir. Tıbbi tedavide Sivas West Memorial Hastanesi’nde uygulanan teknikler ile hijyen kurallarının yaygınlaşabileceği kanaati bu heyetin gelişinin ardından misyonerlerin zihninde oluşmuştur147. Haziran ayında hastane hizmetleri tatile girmiştir. Misyonerler Karahisar’a giderek orada 1 ay kalmışlardır. Bölge halkı misyonerlerin gelişinden 4 gün sonra muayene olmak amacıyla Karahisar’a adeta akın etmişlerdir. Çok sayıda insana zor şartlarda muayene ve tedavi olanaklarının sunulması misyonerler için dini çalışmalarının başarıya ulaşması için gereklidir148. Dr. Clark’ın eşi İna V.L. Clark muayene ve tedavi hizmetlerinde adeta bir hemşire gibi görev yapmıştır149. Misyonerlerle beraber bir ilaç yapımcısı da bölgededir. Zor şartlarda yaşayan insanları zor şartlarda muayene ve tedavi eden misyonerler Karahisar gezisi sonrasında birkaç gün Enderes (Suşehri)’te kalıp orada yakın yerlerden gelen hastalara bakmışlardır150. Gezilerde her sene bir önceki yıla oranla hasta sayısı artmaktadır. Bu ise misyonerlere daha çok insana erişme şansı demektir. Amaca ulaşmak için bu son derece önemlidir. Bu nedenle tıbbi hizmet veren misyonerler hasta sayısının artışı ya da hasta bakmak kastıyla gezilere çıkmaktan mustarip değildir151. Bölgedeki iki yerli doktorun fiziksel şartlar ve zaman sıkıntısı yüzünden ulaşamadığı her bir bireye erişmek amaçtır152. 1914 senesi Dr. Clark’ın hekim ve hastane yöneticisi olduğu153 Sivas hastanesinde de hemşire ihtiyacının devam ettiği bir dönemdir. Miss Cole 1912 yılında hastanede hemşirelik yapmayı bıraktığından beri West Memorial ‘de çalışan Amerikalı misyoner bayan hemşire yoktur. Yerli hemşirelerle çalışmak her geçen gün biraz daha zorlaşmaktadır. Sivas’ta eğitimli hemşire olmadığı için yetiştirilebilecek hemşire adayı bulmak dahi zordur. Sivas hastanesinde Beyrut Amerikan Tıp Koleji ile bağlantılı hastanelerde çalışarak hemşire olmak isteyen genç bir hanım vardır. O da donanımlı değildir154. Bu 145 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 628/624. 146 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 630/613. 147 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 629/628. 148 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 628/620. 149 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 628/614. 150 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 629/628. 151 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 628/620. 152 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 618/619. 153 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 628/614. 154 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 628/618 95 Neşe TOZKOPARAN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) nedenlerle Mardin misyonerlerinden Miss North’un Sivas’a gelip hizmete katılması arzulanılmaktadır155. Mardin’den talep edilen hemşire Sivas’a gelmeyi istememektedir156. Haziran ayının başında Miss Calder bölgede hizmete başlamıştır157 ancak alt yapı şartları dolayısıyla Sivas’ta olmaktan hoşnut değildir. Dr. Clark 8 Haziran 1914 tarihinde Boston’a J.D.Barton’a gönderdiği mektupta Miss Calder’in bölgede kalacağına kanaat getirmediğini, onun yerine ivedi olarak hemşire bulunmasının elzem olduğunu ve Ermeni yerli hemşire bulmanın çok zor olduğunu anlatmaktadır. 20 kadar yatılı hastanın tedavi edildiği Haziran ayında yıllık toplam cerrahi operasyon sayısı 200’ü bulmuştur158. Bu kadar yoğun iş yükünün olduğu West Memorial’de hemşire ihtiyacı büyüktür. Hemşirenin Amerika Birleşik Devletleri vatandaşı olması hizmet kalitesini arttıracaktır. Miss Ash kimi zaman hastane hizmetlerine yardım etmektedir159. Kendisi daha önce Anadolu’da farklı yerlerde çalışmış deneyimli bir İngiliz hemşiredir160. Ayrıca Bay Holbrook’un 1913 senesinde öldürülmeden önce yaptığı hastane hizmetleri hakkındaki planları kurumun İstanbul Ofisi’nden gelen emirle değiştirilmiştir. Bu durum ve hemşire ihtiyacının karşılanamaması hastanede çalışan misyonerlerde hizmet yaygınlığı açısından kaygı uyandırmaktadır161. 1914 senesinde yaz döneminde ABCFM hastaneye 500 Amerikan Doları göndermiştir. Ayrıca “arkadaşlardan gelen hediyeler” de söz konusudur. Hastanenin aylık ortalama 500 Amerikan Doları’na ihtiyacı vardır. Finansal kaynaklar ise bu meblağı düzenli olarak karşılamak için yetersizdir162. Hastanede hizmetin devamlılığı açısından ihtiyaç duyulacak ara elemanları yetiştirmek kastıyla yerli Ermenilere tıbbi eğitim verilmektedir. Mezkûr senede West Memorial’de eğitime 113.64 Osmanlı Lirası kaynak ayrılmıştır163. 1915 senesinde Amerikan okulunun eski mezunlarından birinin hekim olarak çalışması misyonerlerin beklentisidir164. Ancak mezkûr sene hastanedeki yoğunluğun “romantik” beklentilere zaman ayıramayacak kadar fazla olduğu bir yıldır. Çalışmaların ilk altı aylık kısmının finansmanının kurum tarafından garanti edilmesi yaşanan yoğunlukta misyonerleri hoşnut etmiştir165. Hastanede tedavi gören 25 tane Osmanlı askeri vardır. Bu durum hasta yatağı ihtiyacını daha da belirgin hale getirmiştir. West Memorial hasta yatağına olan ihtiyacı ve 100 hasta yatağına ulaşma talebini telgrafla Boston’a sorulmuştur. West

155 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 630/612. 156 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 630/594. 157 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 630/610. 158 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 630/610. 159 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 628/616. 160 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 629/118. 161 ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 630/611. 162 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 628/618. 163 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 629/247. 164 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 628/629. 165 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 633/646. 96 Sivas Amerikan Hastanesi ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Memorial’de yatılı hastalara hizmet verilen yatak sayısı 40’tır166. Hastane hizmetlerine devam edebilmek için yatak sayısının en az 50 olması elzemdir. Ayrıca Red Cross (Kızıl Haç) hastaneye hizmetlere katkı sunmak amacıyla hemşireler ve hemşire asistanı kız çocukları göndermiştir. Bu insanların tüm masraflarının karşılanması gereklidir167. Sivas Kızılhaç temsilciliği görevini de üstlenen168 Ernest Patridge ofisini geçici olarak hastane binasına taşımıştır. Amaç ihtiyaç anında yardımcı olabilmektir169. Tüm bu çabalar salgın hastalıkların ilerleme hızını umulan kadar yavaşlatmamış ve yoğun çalışma temposunda hijyen ve sterilizasyona yeterince dikkat edemeyen çalışanlar da enfeksiyona neden olmuşlardır. Hastalara Hampartsoom’un kız kardeşi tifüs taşımıştır. Bu nedenle hastanede yoğunluk biraz daha artmıştır170. Dr. Clark ve ailesi Patridge ailesinden boşalan konutta kalmaktadır ve gün içinde Sivas merkezde hasta bakmıştır. Hastanede ise kurumun eski öğretmenlerinden Hagope, Kavas Halil, Ardashes ve daha önceden hastanede görev yapan 3 kişi hizmet vermiştir171. Politik belirsizlik misyonerleri hizmetin devamlılığı konusunda kaygıya sevk etmiştir. Ermeniler’in Sivas’a geri dönmesi durumunda tıbbi hizmetlerde patlama yaşanacağı beklentisinde olan misyonerler Türklerle çalışmak üzere misyondan genç bir adamı görevlendirmişlerdir. Ancak çalışmaların devamlılığı hükümetin misyonerlerin elinden binalarını alma arzusu nedeniyle tehlike altındadır172. Dr. Clark Boston’a E.F.Bell’e gönderdiği mektupta kurum doktorları için en uygun yerin New Harward School Of Tropical Medicine olduğunu beyan etmiştir. Ancak doktor bu tespiti yaparken amacın eğitim mi çalışma mı olduğunu yazmamıştır173. 1915 senesinde ABCFM tarafından görevlendirilecek hemşire ihtiyacı devam etmektedir174. Hastane hizmetleri onların son derece özverili olarak çalışmalarına neden olmuştur. Talebi karşılayabilmek için kimi zaman en basit insani gereksinimlerini dahi ertelediklerini şahsi ve resmi yazılarında beyan eden hemşire olarak vazife yapan misyonerler Merzifon İstasyonu’na kısa süreli tatile gitmişlerdir175. 1915 senesi West Memorial Hastanesi’nin hastalara düzenli tıbbi hizmet verdiği son yıldır. 1916 senesine gelindiğinde Dr. Clark’ın Sivas’ta olduğu görülür. Hastane kapanmış ama doktor ülkesine dönmemiştir. 1916 senesinde aile hekimi bir Ermeni olan Sivas Valisi’ne özel bir taleple başvurulmuştur. Başvuru

166 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 629/629. 167 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 633/659. 168 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 629/364. 169 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 633/664. 170 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 633/678. 171 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 633/676. 172 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 633/678. 173 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 630/607. 174 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 630/600. 175 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 633/664. 97 Neşe TOZKOPARAN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) sahibi Dr. Clark’tır. Misyon doktoru sadece 3 ve 4 yaşında olan iki çocuğunun uzun süreli bir yolculuğa dayanamayacağı gerekçesiyle “özel şartlar” talebinde bulunmuştur. Ailenin Sivas’ta kalabileceğine karar verilmiştir176. Mezkûr sene bölgede Kızılhaç’ın yoğun olarak çalıştığı bir dönemdir. Ailesi katledilen Ermeni bir kadın da gönüllü olarak bu çalışmalara katkı sunmaktadır177. Ancak misyon çalışanlarının tamamı bu dönemde tıbbi hizmetlerde görev yapmamışlardır. Daha önce kimi zaman Sivas’a gelerek hizmet veren ve son dönemde de daimi olarak Sivas’ta kalan Dr. William C. Surney tüm malvarlığına devlet adına el konulduktan sonra178 valilik makamından güçlükle seyahat izni almıştır. Dr. Surney ailevi şartları nedeniyle Kızılhaç çalışmalarına katılamamaktadır179. West Memorial’de ilk hizmet vermeye başladığı günden son bakılan hastaya kadar sadece tıbbi destek sunulmamış, aynı zamanda misyonerlerin kendi beyanlarına göre onların “dini gelişimlerine” de katkı sunulmuştur. 1908 senesinde başhemşire Lilian F. Cole tarafından Boston’a gönderilen yıllık hizmet raporuna göre180 Pazartesi, Çarşamba ve Cuma günleri klinik hizmeti verilmiştir. Misyonerler hastalara tıbbi bakım yanında “inançla” destek vermişlerdir. Bu destek kimi zaman onlar için dua etmek ya da onları duaya sevk etmek şeklindedir. Hastanede tedavi olan ama ağrıları geçmeyen bir kadının alkole bağımlılık sorunu olan eşi için İsa’ya dua ettiğini ve dileğinin kabul olduğunu “duyan” misyonerler bu durumu 1905-1906 Tıbbi Raporu’nda Boston’a iletmişlerdir181. Hastanenin her günü İncil okunması ve duayla başlamıştır. Hastanede Müslüman veya Türk varsa ibadetler Türkçe, yoksa Ermenice yapılmıştır. Hastanede yatan hastaların her birine hangi İncil pasajını okuyacağına dair bir numara kâğıdı verilmiştir. Böylece herkesin ibadete katılması sağlanmıştır182. İncil çalışmaları kadınlar için Ermenice, erkekler için ise Türkçe yapılmıştır. Kadınların Ermeniceyi ibadet edecek kadar iyi kullanırlarsa sonraki kuşaklara bu konuda eğitim verebileceği gerçeğinden yola çıkılmış, toplumun bu kesiminin kayda değer kısmının Ermeniceyi etkin kullanamaması nedeniyle çift dilli eğitim tercih edilmiştir. Her hastanın şahsına ait en iyi kullandığı dilde basılmış İncil sahibi olması arzulanmıştır. Bu sebeple bir hasta taburcu olduğunda parası yoksa hastane çalışanları tarafından kendisine İncil hediye edilmiştir. Bu hastanenin standart uygulamasıdır183. Ayrıca hastanede Pazar ayini de düzenli olarak yapılmıştır. Bu ayinler sonrasında Kız Okulu Öğrencileri ve İsveç Yetimhanesi’nde bakılan çocuklar şarkılarla hastalara moral vermiştir184.

176 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 636/14-15. 177 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 636/22. 178 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 636/7. 179 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 636/17. 180 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 618/425. 181 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 618/374. 182 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 618/224. 183 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 618/411 184 ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 618/374. 98 Sivas Amerikan Hastanesi ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Sonuç

19. asır tüm dünyada hayatın pek çok alanında hızlı bir değişim ve dönüşümün yaşandığı bir dönem olmuştur. Üretim ve pazarlama ilişkilerinin farklılaşması bu sürecin en belirgin nedenidir. Ayrıca milli devlet düşüncesinin emperyalist kaygılarla yayılmacı devletler ve A.B.D. tarafından uluslararası kamuoyunda daimi olarak canlı tutulması mezkûr dönemde diğer çok uluslu devletler gibi Osmanlı Devleti’nde de geri dönülemez bir parçalanma döneminin başlamasına vesile olmuştur. Ticari aktivitelerin ve ekonomik cazibe noktalarının değişmesi ile Osmanlı ülkesinde ciddi ekonomik sorunlar var olan iç ve dış siyasi gerçeklikler ile birleşince devletin öncelikleri değişmeye başlamış ve tebaayı oluşturan farklı etnik ve dini gruplar arasında yaşanmaya başlayan huzur ortamını bozan olaylar halka sunulan içme suyu ve atık su tesisatlarının yapımı gibi altyapı hizmetlerinin ve aşı uygulamalarıyla koruyucu sağlık hizmetleri ile sağaltıcı faaliyetlerin yaygın ve verimli olmasını engellemiştir. Sivas ve çevre yerleşimlerinde meskûn tüm Osmanlı tebaasına sağlık hizmeti verme iddiasında olan Amerika Birleşik Devletleri tebaası olan ve ABCFM (American Board For Commissionaries For Foreign Missions)- Amerikan Yabancı Misyonlar Masası adlı Protestan tebliğ örgütüne mensup misyonerlerce açılan West Memorial Hospital adlı hastanede 1852-1915 zaman aralığında çok sayıda insana sağlık hizmeti verilmiş ve yapılan tüm çalışmalar misyonerlerce kuruma düzenli olarak raporlar halinde bildirilmiştir. Misyonerler kendi beyanlarına göre hastaların “kalplerine dokunmak” istemişler, onların hem fiziksel hem de “ruhsal” sağaltımını sağlamışlardır. Misyonerlerin “yaşaması güç bir şehir” olan Sivas ve çevresinde kış ve sonbahar aylarında hastanede hizmet sunan misyon doktoru ilkbahar ve yaz aylarında ise çevre yerleşimleri gezerek hem hastaneye gelemeyecek durumda olan insanlara hizmet vermiş hem de sunulan hizmetin sağladığı “yakınlaşma fırsatını” kullanarak dini eğitim vermişlerdir. West Memorial’de tıbbi bakım verilen süreçte bölgede meskûn İsveçli misyonerler, Amerikan misyon istasyonunda hizmet sunulan Ermeni çocuklar, İsveç Yetimhanesi’nde kalan Ermeni yetimler ile Osmanlı tebaası Ermeni hekimlerle beraber kimi zaman misyonu ziyaret eden başka devletlerin tabiiyetindeki doktorlar da hizmete katkı sunmuşlardır. Mümkün olduğu kadar çok sağlık personeliyle herkese erişme beklentisinde olan misyonerler eliyle hastalara hem dünyevi hizmet sunulmuş hem de inanç eksikliklerinin tamamlanması amaçlanmıştır. Türkçe ve Ermenice basılan İncil’ler fakir hastalara hediye edilmiş, hastane binasında daimi olarak yapılan ibadetlerle “sürünün kayıp koyunlarının” kazanılması amaçlanmıştır.

99 Neşe TOZKOPARAN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

KAYNAKÇA

I. Arşiv Kaynakları

Salname-i Vilayet-i Sivas 1288H. /1871M., Sivas Vilayet Matbaası, 1871. Salname-i Vilayet-i Sivas 1292H./1875 M., Sivas Vilayet Matbaası, 1875. Salname-i Vilayet-i Sivas 1293H./1876M., Sivas Vilayet Matbaası, 1876. Salname-i Vilayet-i Sivas 1298H./1881M., Sivas Vilayet Matbaası, 1881. Salname-i Vilayet-i Sivas 1300H./1883M., Sivas Vilayet Matbaası, 1883. Salname-i Vilayet-i Sivas 1301H./1884 M., Sivas Vilayet Matbaası, 1884. Salname-i Vilayet-i Sivas 1302H./1885 M., Sivas Vilayet Matbaası, 1885. Salname-i Vilayet-i Sivas 1321H./1903 M., Sivas Vilayet Matbaası, 1903. Bilkent Üniversitesi Mikrofilm Kolleksiyonu ABCFM Arşivi (American Board Of Commissionaries For Foreign Missions ABC:16 The Near East 1817- 1919) ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL506; 506/203. ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL530; 530/591. ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL616; 616/482. ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL617; 617/355-356-395-421. ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL618; 618/224-225-356-357. 373-374-387-390-393-394-411-12-414. 618/416-420-422-425-426-427-428-441-619. ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 621; 621/130-630.

100 Sivas Amerikan Hastanesi ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL628; 628/165-167-573-575-581-582-587-591-594-598-614-616-618-619-620-624-629. ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 629; 629/114-115-118-181-204-221-247-297-629/364-619-620-628-629. ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 630; 630/329-583-584-585-586-591-592-593-594-600-604-605-607-608-610-612-613. ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 633; 633/116-434-483-484-500-646-659-461-462-664-676-678-680-681-682-1036. ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 636; 636/14-15-17-22. ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 712; 712/542. ABCFM ABC:16 The Near East 1817- 1919 REEL 717; 717/147.

II. Kitaplar

HALLIDAY Fred, Nation And Religion In The Middle East, Saqi Books, London, 2000. MARTIN Edwin A, The Hubbards Of Sivas-A Chronicle Of Love And Faith, Fithian Press, Santa Barbara, 1991.

III. Makaleler

GÖYÜNÇ Nejat, “Turkish Armenian Cultural Relations”, The Armenians In The Late Ottoman Period, ed.by. Türkkaya Ataöv, Türkiye Büyük Millet Meclisi Kültür Ve Sanat Yayın Kurulu Başkanlığı, Ankara, 2001. KIZILTOPRAK Süleyman , “Askeri Amaçlı Köle Ticaretinde Bir Kavşak Noktası Olarak Sivas”, Cumhuriyetin 80. Yılında Sivas Sempozyumu Bildirileri, ed. Şeref Boyraz, Sivas Hizmet Vakfı Yayınları, Sivas, 2003 PARLAK Bekir, “Tarihi Perspektifte Anadolu’nun İdaresinde Sivas’ın Yeri Ve Önemi Üzerine Yönetsel Bir Analiz”, Cumhuriyetin 80. Yılında Sivas Sempozyumu Bildirileri, ed. Şeref Boyraz, Sivas Hizmet Vakfı Yayınları, Sivas, 2003. ÜÇER Müjgan, “Sivas Numune Hastanesi”, III.Türk Tıp Tarihi Kongresi ,Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1993. 101 Neşe TOZKOPARAN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

EKLER

Amerikan West Memorial Hastanesi’nin Günümüzdeki Hali.

102 Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi Journal Of Modern Turkish History Studies XIV/28 (2014-Bahar/Spring), ss.103-125.

İTTİHAT VE TERAKKİ FIRKASI İÇİNDE PARTİ İÇİ MUHALEFET: HİZB-İ CEDİT HAREKETİ

Yücel YİĞİT*

Öz Parlamenter yapının emeklemeye başladığı II. Meşrutiyet Dönemi’nde İttihat ve Terakki Cemiyeti ve onun Meclis-i Mebusan’daki halkası İttihat ve Terakki Fırkası, parti dışı ve parti içi muhalefetle karşılaşmıştır. Bu çalışmada, muhalif ve daha çok muhafazakâr mebuslardan oluşan Hizb-i Cedit Hareketi üzerinden, İttihat ve Terakki Fırkası’na içindeki ayrışma anlamlandırılmaya çalışılmaktadır. Bu ayrışma, 21 Kasım 1911’de kurulacak olan Hürriyet ve İtilaf Fırkası’na ön ayak olmuştur. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ndeki tasniflerde, konuyla ilgili belgelerin bulunmaması nedeniyle, 1911-1912 yıllarına ait gazete koleksiyonları ile bazı hatıralar ve ikinci el kaynaklar başlıca veri kaynaklarımız olmuştur. Sonuç olarak 1911 yılının bahar aylarında İttihat ve Terakki Cemiyet’i ve Fırkası, Hizb-i Cedit Hareketi yüzünden ciddi bir bölünme tehlikesi atlatmıştır. 1911’in Sonbaharı’nda başlayan Trablusgarp Savaşı, İttihatçı yöneticiler açısından bu sorundan kurtulmak için bir can simidi olmuştur.

Anahtar Kelimeler: Meclis-i Mebusan, İttihat ve Terakki Cemiyeti, İttihat ve Terakki Fırkası, Hizb-i Cedit, Mahmut Şevket Paşa.

INTERNAL OPPOSITION IN THE COMMITTEE OF UNION AND PROGRESS: HİZB-İ CEDİD MOVEMENT

Abstract As the Ottoman parliamentary system was in its infant stage during the Second Constitutional Era, the Committee of Union and Progress (CUP) and its political party, the Union and Progress Party, in the Chamber of Deputies (Meclis-i Mebusan), encountered opposition both within and outside the party circles. In this study, the division within the Union and Progress Party is explained in the context of Hizb-i Cedit movement led by the opponent and mostly conservative members of the parliament. This division cultivated the first seeds of the Freedom and Accord Party (Hurriyet ve Itilaf Firkasi) to be foundedin November 21, 1911. Due to the lack of records in the Office of the Prime Minister Archives’

* Yrd.Doç. Dr., Balıkesir Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi, ([email protected]). 103 Yücel YİĞİT ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) classifications, newspaper collections during the years of 1911-1912, various memoirs and secondary sources constitute the main data resources of this study. In conclusion, in the 1911 spring, the CUP and the Union and Progress Party encountered and got through a danger of division due to the Hizb-i Cedit movement. The Tripolitanian War that started in the fall of 1911 became the opportunity space for the CUP cadres to overcome this danger of division.

Key Words: Meclis-i Mebusan, the Committee of Union and Progress, the Union and Progress Party, Hizb-i Cedit,Mahmut Sevket Pasha.

Giriş

İttihat ve Terakki Fırkası’nın otoriter ve demokratik olmayan tutumundan dolayı Fırka içi muhalefet iyice keskinleşmiştir. Liderliğini Miralay Sadık Bey ile Karesi Mebusu Abdülaziz Mecdi Efendi’nin yaptığı Hizb-i Cedit (Yeni Oluşum) Hareketi, 1911 tarihinde İttihat ve Terakki Fırkası’nı (İTF) bölünme noktasına getirmiştir. Hatta Hürriyet ve İtilaf Fırkası kuruluncaya değin İttihat ve Terakki Partisi’ne karşı Meclis-i Mebusan’da en sert muhalefeti Hizb-i Cedid Hareketi yapmıştır. Bir ara parti içinde çoğunluğu ele geçiren yeni oluşum, on maddelik bir bildiri de yayınlayarak İttihat ve Terakki Fırkası üst yönetimine taleplerini iletmişlerdir. İttihatçı elitist zümre ise, kamuoyunu ve muhalif mebusları etkileyebilmek için ısrarla bu hareketin bir komplo ve dış güçler tarafından desteklendiği görüşlerini tekrarlamışlardır. Onların komplo tezine göre Hizb-i Cedit’in sunduğu maddeler birkaç kişiye yapılan saldırıyı saklamak için geliştirilmiş bir bahaneydi. Bu çalışmanın temel amacı, Meşrutiyet Dönemi’nde hangi şartlar Hizb-i Cedit Hareketi’ni Fırka içi muhalefetin odağı haline getirdiğidir? Ayrıca bu hareketin, İttihat ve Terakki Fırkası ile arasındaki bağ da ortaya konulmuştur. Bu bağlamda Miralay Sadık Bey ile dini ve edebi bir kişiliğe sahip Karesi Mebusu Abdülaziz Mecdi Efendi’nin Hizb-i Cedit içerisindeki rolleri de gözler önüne serilmeye çalışılmıştır. Çalışmada Sabah, İkdam, Yeni Gazete, Tanin, Son Posta ve Hikmet gibi süreli yayınlar ile ikinci dereceden bazı kaynaklar kullanılarak hazırlanmıştır. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde yaptığımız incelemeler sırasında araştırmacıların kullanımına açık kataloglarda Hizb-i Cedit Hareketi ve Abdülaziz Mecdi Efendi ile ilgili her hangi bir belge tespit edilememiştir. Bu durum bizi devrin gazetelerine ve hatıralara mahkûm bırakmıştır. Araştırmamızın kronolojik çerçevesini, 1910-1911 yılları oluşturmaktadır. İmparatorluk coğrafyasında Kasım-Aralık 1908’de yapılan üçüncü genel seçim sonrası İttihat ve Terakki Cemiyeti, 17 Aralık 1908’de açılan Osmanlı Mebusan Meclisi’nde ezici çoğunluğa sahip olmuştur. Mebusan Meclisi’nin yeni yapısı tek partiden oluşan bir siyasi görüntü sergilese de aslında değişik

104 İttihat ve Terakki Fırkası İçinde Parti İçi Muhalefet... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) grupların ve azınlıkların alttan alta muhalefet etmeye başlayacağı bir dönemi ifade eder. Öylesine ki seçim sürecinde Türklerle azınlıklar arasındaki anlaşmazlıklar iyice su yüzüne çıkmıştır. Meclisin açılmasından sonra muhalefet daha bir belirginleşmiştir. Muhalefetin bir odak haline gelmesinin başlıca sebepleri şunlardır: 1- İttihatçılar arasındaki Cemiyet/Fırka açmazı, 2- İttihatçı kadronun Mahmut Şevket Paşa’yla olan ilişkinin doğası, 3- İttihatçıların otoriter demokratik tutumu, 4-Modernleşme sürecine ayak direyenler, 5- Muhafazakâr çevrenin baskısı, 6-Abdülhamit yönetimini arzu edenler, 7-Yabancı ülkelerin müdahale ve baskıları, 8-Ekonomik durumun sarsılması gibi. sebeplerdir. Bu çalışmada kaotik bir zemin hazırlayarak muhalefetin daha bir olgunlaşmasına sebep olan birinci ve ikinci maddeler üzerinde durulmuştur.

1. Yapısal Bir Sorun Cemiyet / Fırka Açmazı

II. Meşrutiyet Meclis-i Mebusan’ın, daha çok kendine gelmeye çalıştığı, Meclisle ilgili bir takım teamüllerinin tam olarak yerleşmediği dönemidir. İTF, Meclis-i Mebusan’da çoğunluğa sahip olmasına rağmen iktidardan uzak durmuştur. Çünkü Cemiyet ile Fırka arasında iç içe geçmiş, sarmal bir ilişki söz konusuydu. Meclis çalışmaları başlamış olmasına rağmen İttihat ve Terakki Cemiyeti, partilileşmesini tamamlayamamış, bir takım yapısal sorunları olan heterojen bir gruptan oluşmaktadır. Cemiyet ile Fırka arasındaki belirsizlik ve gelgitler, onun iktidar olmaktan kaçınmasına ve zaruri bir gizli kimlik taşımasına da sebep olmuştur. Cemiyet, perde arkasında Fırka ise sahnededir. Kuşkusuz Cemiyet’in sahneye çıkmaması bu aşamada gereklidir. Bunda: 1- Cemiyet kendisine karşı cephe almış güçler karşısında zaaf duymaktadır. Bu zaafını ortadan kaldırmak için gizliliğe başvurması, 2- Siyaset sahnesi dışında kalarak temiz kalma arzusu, 3- Osmanlıcı programıyla Türkçü uygulaması arasındaki aykırılığı gizleme isteği, 4- Siyasal amaçlarına ulaşabilmek için adam öldürmek, kaçırmak gibi yasa dışı faaliyetlerinin rahatça yürütebilme, 5- Küçük rütbeli subay ve memurlardan mürekkep İttihatçıların devlet idaresindeki tecrübesizliğini gizlemek gibi amaçlar etkili olmuş ve iktidardan uzak durmuşlardır1. Cemiyet’in gizli kalma politikası bir sıkıntı yaratsa da esas yapısal problem Cemiyet ile Fırka arasındaki düalist yapıdır. Aslında Cemiyet ve Fırka arasındaki bu ikilemin temelinde örgütlenme tarzı oldukça belirleyici rol oynamıştır. Zira İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1906-1908 yılları arasında Balkanlar’da İtalyan Carbonarileri kendilerine örnek alan ve komitacı mantıkla hareket eden mevcut yönetimi devirip meşrutiyeti ilan etmeye çalışan hücre tipi organize olan bir yer altı örgütüydü. Bu bağlamda hiçbir zaman partilileşmeyi düşünmemişlerdir. Gerçekte korktukları başlarına gelmiş ve Meşrutiyetin ilan edilmesinden sonra komitacı bir mantıkla hareket eden bir cemiyetin nasıl partilileşeceği problemiyle karşı karşıya kalmışlardır. Organizasyon yapısından

1 Sina Akşin, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, İmge Kitabevi, İstanbul, 2001, s.s.229-235. 105 Yücel YİĞİT ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) kaynaklanmak üzere Cemiyet, Fırkaya her zaman üstün durumdaydı. Zira Cemiyet bir kere kurtarıcı bir maziye sahip ve daha eskiydi. Bir çeşit efsaneye bürünmüştü ve kutsallaştırılmıştı. Bu karizmatik görüntüsüyle ülkeye karış karış yayılmıştı. Kulüpler toplum içinde yerleşmişlerdi. Cemiyet bir alt yapıydı. Tabandı ve sürekliydi2. Fırka, Cemiyet’in içinden çıkmış matruşkanın daha küçük bir parçasıdır. Fırkada görev yapan İttihatçı elitist yönetici zümre hariç mebusların çoğu Cemiyet’in talebi ve emri doğrultusunda seçilen kişilerden oluşmuştur. Bir çeşit Fırka, Cemiyet’in Osmanlı Ayan ve Mebusan Meclisleri’ndeki devamı ve bütünün bir halkasıdır. Bir bakıma Fırka, Cemiyet’in doğurduğu bir çocuktur. Bu çocuk anne ve babasının bazı özelliklerini taşısa da hiçbir zaman anne ve babasının aynısı olmayacaktır. Bu temelde Fırka, Cemiyet’in bazı özelliklerini taşısa da tıpkısı değildir. Tarık Zafer Tunaya’nın da ifade ettiği gibi Fırka geçici ve değişkendi. Fırka bir üst yapıydı. Bu ikilik İttihat ve Terakki’nin sırtında bir kamburdu. Cemiyet- Fırka ilişkilerini İttihatçılar çözememişlerdir. Lakin bu problemi çözmeye yönelik bir takım adımlar atmışlardır. Cemiyet 1908’de gizlilikten çıktığını ilan etmiş ancak o yıl kongresini yine gizli yapmıştır. 1909’da Cemiyet ve Fırka’nın her bakımdan ayrıldığı ilan edilmiş ve her ikisi için de ayrı ayrı bir Dâhili Nizamname yapılmıştır. Fırka, Cemiyet’in parlamentodaki bir grubu ya da ekibi olarak kabul edilmiştir. 1913 Kongresi’ndeki en önemli karar İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kendisini bir siyasal parti olarak ilan etmesi olmuştur3. Böylece Sultan II. Abdülhamit’in hal edilmesinden sonra iktidarı dolaylı yoldan kontrol eden Cemiyet, bir anlamda Fırka olduğunu kabul ederek meşrulaşmıştır. 1913 Bâb-ı Ali Baskını sonrası İTF uzaktan, denetleyici ve kabineye üye veren siyasi bir parti kimliğini bir kenara bırakarak iktidarın kontrolünü bizzat ele almıştır. Artık gizlilikten kurtulup toplumun tüm kesimlerine hitap etmeye çalışan geniş tabanlı bir siyasi parti olduğunu resmen kabul ediyordu. Ancak tüm bunlar görünüşten ibarettir. Zira Cemiyet hiçbir zaman kendisini lağvetmemiştir. Esrarlı bir o kadar da merak uyandıran yapısıyla daima siyasetin içerisinde yer almıştır. Gizlilikten kurtulup legalize oldukları zamanda bile yer altında faaliyetlerini devam ettirerek, fedailerini her an tetikte tutmayı başarabilmiştir. Mondros Mütarekesi sonrası 1 Kasım 1918’de toplanan İttihat ve Terakki Cemiyet’i Olağanüstü Kongresi’nde isim değiştirerek Teceddüt ismini alan Fırka, yakın dönem Osmanlı Tarihi’ndeki siyasi ve idari tecrübesini Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri’ne bir miras olarak devretmiştir. Aslında bir zihniyet olarak Cumhuriyet Dönemi’nde değişik adlarla yaşamaya devam etmiştir.

2 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, İletişim Yayınları, C.III, İstanbul, 1989, s.253. 3 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, C.9, Ankara, 1996, s.s.138- 139; Tunaya, a.g.e., s.s. 253-255. 106 İttihat ve Terakki Fırkası İçinde Parti İçi Muhalefet... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

2. İttihatçıların Mahmut Şevket Paşa İkilemi

Mahmut Şevket Paşa, II. Abdülhamit’in hal edilmesinden suikasta uğradığı 11 Haziran 1913’e kadarki zaman diliminin en kudretli şahsiyetidir. Bunda yaşının ve tecrübesinin katkısı inkâr edilemez. Çünkü o, Meşrutiyet’in ilanının ilk yıllarında yaşı, rütbesi ve makamı küçük İttihatçıların, bilen ve akıl danışılan bir “ağabeyidir”. Çoluk çocuk diye nitelenen Cemiyet üyeleri arasında kırk yaşını geçen İttihatçıların sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Zira en yaşlısı kırk küsur yaşındaki Manyasizâde Refik Efendi’dir. M. Şevket Paşa, 31 Mart Vakası çıkınca Hareket Ordusu Komutanı olarak başkentte gelmiş ve sıkıyönetim ilan etmiştir. Ayrıca Meclis-i Ayan ve Mebusan’a nüfuzunun gölgesi düşmüştür. Tüm bu gelişmeler onu güçlü bir kişilik haline getirmiştir. Cemiyet’in resmi üyesi olmamasına rağmen ismi her zaman İttihatçılarla anılmıştır. M. Şevket Paşa4, ilk defa İbrahim Hakkı Paşa Kabinesi’nde Harbiye Nazırı olarak görev yapmıştır. Dolayısıyla Paşanın, İttihatçılarla arasındaki anlaşmazlık ilk olarak bu kabinede görev yaptığı zamana tesadüf eder. M. Şevket Paşa, 16 Haziran 1910’da ordu ve askerin acil ihtiyaçlarını ileri sürerek Maliye Nezareti’nden 9,5 milyon Osmanlı liralık askeri bütçeye ek olarak 5 milyon Osmanlı Lirası daha talep etmiştir. Maliye Nazırı Cavit Bey, bu isteği reddetmiş ise de homojen olmayan İ. Hakkı Paşa Kabinesi ve Meclis ek bütçeyi onaylamıştır. Hatta ek bütçe talebi Meclis’te görüşülürken söz alan Rıza Tevfik: “orduyu kuvvetlendirmek için başımızdaki fesleri satmaya hazırız.”5 diyerek M. Şevket Paşa’nın isteğini açıkça desteklemiştir. Ek bütçe, M. Şevket Paşa ile Cavit Bey arasındaki gerginliğin ilk kıvılcımıdır. Neticede borç bulmak için Cavit Bey, Paris’e gitmiştir. İkinci gerginlik, Ordu harcamalarının Divan-ı Muhasebat (Sayıştay) denetimine tabi olup olmaması yüzünden patlak vermiştir. 1910 yılının Sonbaharında M. Şevket Paşa, bazı ihtiyaçları için yeniden Maliye Nezareti’nden ek ödenek istemiş ve bu talep de ilki gibi geri çevrilince Paşa istifa etmiştir6. Hâlbuki M. Şevket Paşa’nın istifasının Cemiyet’i memnun etmesi gerekirdi. İttihatçılar, M. Şevket Paşa’yı uzlaşmaz bir tavır içine sokan kişi olarak o sırada Harbiye Nezareti Süvari Dairesi 2. Başkanı Miralay Sadık Bey’i görüyorlardı. Haber duyulur duyulmaz aralarında Halil Menteşe, Rahmi Bey ve Dr. Nazım’ın bulunduğu bir İttihatçı heyet, istifayı geri aldırtabilmek için M. Şevket Paşa’yı ziyaret ettiler. Paşanın kendilerini oldukça soğuk karşılamasını sineye çeken İttihatçılar, onu istifa etmekten vazgeçirdiler. Cemiyet ne Paşadan vazgeçebilmiş ne de ona güvenebilmiştir. Neticede Harbiye Nezareti’nin harcamalarının Divan-ı Muhasebat denetimi dışında kalması

4 Mahmut Şevket Paşa, 1913 Bâb-ı Ali Baskını sonrası kurulan kabinede Sadrazamlık ve Harbiye Nazırlığı’nı görevlerini birlikte yürütmüştür. Görevi başındayken 11 Haziran 1913’te Beyazıt Meydanı’nda suikasta uğrayarak yaşamını kaybetmiştir. 5 Feroz Ahmad-Dankwart Rustow, “İkinci Meşrutiyet Döneminde Meclisler: 1908-1918”, Güney-Doğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, S.4-5, İstanbul, 1975-1976, s.259. 6 Akşin, a.g.e., s.s.262-263. 107 Yücel YİĞİT ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Meclis-i Mebusan’ca kabul edilmiştir. Ancak Paşa ile Maliye Nazırı Cavit Bey arasındaki gerginlik 1910 yılı boyunca sürüp gitmiştir. En son M. Şevket Paşa, 24 Aralık 1910’da Harbiye Nezareti bütçesinde 3 milyon liralık bir nakit için Meclis-i Mebusan’dan yetki istemiştir. Kabine ve Fırka içerisinde bazılarının muhalefet etmesine rağmen Paşanın isteği yerine gelmiştir. Bunun üzerine Cavit Bey de istifa etmiştir. Benzer tür sıkıntıları nedeniyle Cavit Bey’in halefi Nail Beyle de M. Şevket Paşa ters düşmüştür. Karşılıklı restleşmeler sırasında M. Şevket Paşa da bir hamle yaparak Miralay Sadık Bey’in üzerinden İTF içindeki sağcı muhafazakâr mebuslara destek vermiştir. Paşa, Miralay Sadık Bey’in İstanbul’dan uzaklaştırılma teklifini hep alttan almıştır. Ne zaman siyasal şartlar oluşmuş o vakit bu atama teklifini ikame etmiştir. Harbiye Nezareti bütçesiyle ilgili talepler az kalsın İTF’yi bölünmeye götürmüştür. Aslında Cemiyet ile Paşa arasında ciddi antlaşmazlıklar ona suikast yapılana kadar devam etmiştir. Cemiyet, Merkez-i Ûmumi toplantılarında M. Şevket Paşa’yı sert bir dille eleştiriyordu. Bu eleştiriler şu noktada toplanmıştır: 1- Ordu içerisinde Miralay Sadık ve benzeri grupların başlattıkları kışkırtıcı eylemleri zamanında önleyememesi, 2- Ordu içinde politikayı arındıracağına ilişkin iddiasıyla İttihatçı subaylar üzerinde büyük bir baskı kurması, 3- Arnavutluk olaylarına ılımlı yaklaşmayarak sert tedbirler alması neticesinde olayların içinden çıkılamaz hale gelmesi, 4- Almanya ve Avusturya’nın desteğiyle bir darbe yapacağı kuşkusudur7. Cemiyet ilk fırsatta Harbiye Nazırı M. Şevket Paşa’dan kurtulmak istiyordu. Cemiyet’in 11 Haziran 1913’te bir suikast sonucunda öldürülen M. Şevket Paşa’ya pek de üzüldüğü söylenemez. Hatta bu suikast, muhaliflerin devre dışı bırakılması için kaçırılmaz bir fırsattı. Cemiyet de ayağına kadar gelen bu fırsatı tepmemiştir. Paşa da bunun karşılığında Fırka’nın hassas ve zayıf noktalarıyla oynayarak intikam almak istemiştir. Cemiyet’in Paşa’ya gereğinden daha fazla sabretmesi şüphesiz ordunun desteğini yanında hissetmek istemesi ve bir bilen olarak büyük ağabeyin başında olmalarına rıza göstermeleriyle ilgili olsa gerektir. Nitekim bir şekilde ordu ile iktidar paylaşılmıştır.

3. Hizb-i Cedit8 Hareketine Kadar Meşrutiyet Hükümetleri ve Muhalefeti

Hizb-i Cedit’ten bahsetmeden evvel konunun daha iyi anlaşılması bakımından Meşrutiyet Hükümetleri ve muhalefeti hakkında kısa bir bilgi verilmesi faydalı olacaktır. 24 Temmuz 1908 tarihinde Meşrutiyet’in yeniden ilan edilmesinden 1913 Bâb-ı Ali Baskını’na kadar beş Osmanlı Hükümeti görev

7 Tevfik Çavdar,Türk Demokrasi Tarihi 1839-1950, İmge Kitabevi, İstanbul,1999, s.125. 8 Hizb-i Tadilat diye de bilinen grubun iki eş başkanı vardır. Bunlar: Meclis dışında Miralay Sadık Bey, Meclis içerisinde ise Karesi Mebusu Abdülaziz Mecdi Efendi’dir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Şaduman Halıcı, “İttihat ve Terakki Cemiyeti’nde Siyasal Bölünme: Hizb-i Cedid”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, C.VI, S.15, İzmir, 2007, s.74. 108 İttihat ve Terakki Fırkası İçinde Parti İçi Muhalefet... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) yapmıştır. İttihat ve Terakki Cemiyeti, bu hükümetler üzerinde ya baskı kurarak ya da İttihatçı kökenli bakanları kabine de görev almasını sağlayarak iktidarda söz sahibi olmaya çalışmıştır. Kabineleri denetim altında tutan Cemiyet, 1913 Bâb-ı Ali Baskını sonrası iktidarın dizginlerini bizzat ele alarak Kasım 1918’e kadar uzanan tek parti yönetimini tüm ülkeye egemen kılmıştır. Araştırmamıza konu edilen dönemde üç Osmanlı Hükümeti kurulmuştur. Bunlar: 1- Kamil Paşa, 2- Hüseyin Hilmi Paşa ve 3- İbrahim Hakkı Paşa Hükümetleri’dir. İlk iki hükümetten kısaca bahsettikten sonra asıl İ. Hakkı Paşa Hükümeti hakkında bilgi vereceğiz. Kamil Paşa Hükümeti, hem II. Abdülhamit hem de Meşrutiyet dönemi hükümetidir. Mecliste sayısal üstünlüğe güvenen İttihat ve Terakki Cemiyeti, Kamil Paşa Hükümetini de baskı ve denetim altına almıştır. Nitekim Kamil Paşa Hükümeti, Cemiyet ile ters düştüğü ve anlaşamadığı için bir gensoruyla düşürülmüştür. Benzeri bir olay Meşrutiyet’in sonuna değin bir kez daha yinelenmeyecektir. Bundan böyle Sadrazamlar, Meclis dışı tertiplerle çekilmeye mecbur kalacaklardır9. Bu dönemde en ufak bir antlaşmazlık mebusları hızla hizipleşmeye götürüyordu. Cemiyet ve mebuslar, Kamil Paşa veya Küçük Sait Paşa arasında duruma göre bazen birini diğerine tercih ederek bir dengeleme siyasetini Mecliste takip etmişlerdir. Kamil Paşa Kabinesi’nin Mecliste gensoru ile düşürülmesinden sonra kurulan Hüseyin Hilmi Paşa Kabinesi döneminde geniş bir yelpazede toplanan muhalefet güçlü olmamakla beraber somutlaşmaya başlamıştır. 31 Mart Vakası sonrası kurulan Hüseyin Hilmi Paşa Kabinesi’nde Talat Bey Dâhiliye, Cavit Bey Maliye Nazırı olmuşlardır. Aynı kabinenin bazı bakanları da İttihatçı sempatizanlardan oluşmuştur10. Oluşan muhalefet karşısında Hüseyin Hilmi Paşa pek şanslı değildir. Zaten 31 Mart Vakası sırasında sadrazamlığa getirilen Tevfik Paşa’yı saymazsak, yaklaşık on ay görev yapan Hüseyin Hilmi Paşa, Lynch Meselesi ve İspirto Kanunu yüzünden İttihatçıların itimadı kalmamış ve bir süre sonra da 28 Aralık 1909’da da istifasını vermiştir. Yerine İ. Hakkı Paşa Kabinesi kurulmuştur. Hürriyetin yeniden ilan edilmesinden bir buçuk yıl geçtikten sonra üçüncü Meşrutiyet hükümeti olan İ. Hakkı Paşa Kabinesi’nde M. Şevket Paşa Harbiye, Talat Bey11 Dâhiliye, Cavit Bey Maliye, Emrullah Efendi Maarif,

9 Tunaya, a.g.e., s.75. 10 Çavdar, a.g.e., s.114. 11 İbrahim Hakkı Paşa Kabinesi sık sık krizlerle karşı karşıya kalmıştır. Ayrıca İttihatçılar arasındaki muhafazakâr kökenli mebusların huzursuzlukları da iyice arttı. Fırka yönetimi ile muhalif mebuslar bir görüşme yaptılar. Bu görüşmede ordunun siyasetle ilişkisinin kesilmesi, masonluğun yasak edilmesi, sıkıyönetimin kaldırılması, padişah-kabine ve hükümet arasında bir denge kurulması ile Talat Bey’in Dâhiliye Nazırlığı’ndan çekilmesi önerileri kabul edildi. Neticede Talat Bey, 11 Şubat’ta, Emrullah Efendi de Maarif Nazırlığı’ndan istifa ettiler. Talat Bey’in yerine Halil Menteşe, Emrullah Efendi’nin yerine de Bağdat Mebusu Babanzade İsmail Hakkı Bey getirildi. Ayrıntılı bilgi için bkz. Halıcı, 109 Yücel YİĞİT ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Hallacyan Efendi Ticaret ve Nafia, Şerif Haydar Bey Evkaf Nazırlıkları görevine getirilmiştir. İ. Hakkı Paşa Kabinesi’ne kadar gerek Meclis içinde gerekse dışında siyasal kutuplaşma iyice kabarmıştır. Meclis dışındaki ilk muhalefet olan Osmanlı Ahrar Fırkası, Eylül 1908’de kuruldu. Merkeziyetçi, Osmanlıcı -daha sonra Türkçü- İttihatçı prensibine karşı Ahrarcılar, adem-i merkeziyetçi ve liberallerdir. Hürriyet ve İtilaf Fırkası’na varıncaya değin Meclis içerisinde muhalefet panoraması ise şu şekildedir: 1- Osmanlı Demokrat Fırkası, 2- Mutedil Hürriyetperveran Fırkası, 3- Ahali Fırkası, 4- Cemiyet-i Hafi, 5- Hizb-i Cedit ve 6- Hürriyet İtilaf Fırkası’dır12. Meşrutiyet ilan edilmiş, Meclis açılmış, Kanun-i Esasi yürürlüğe konmuş, 31 Mart İsyanı bastırılmış ve II. Abdülhamit hal edilmiş olmasına rağmen sıkıyönetim hâlâ devam etmektedir. En son sıkıyönetim 13 Mart 1911’de M. Şevket Paşa tarafından uzatılmıştır. Aslında sıkıyönetim 31 Mart Vakası’ndan itibaren İmparatorluğun son günlerine kadar devam etmiştir. Elbette böyle bir ortamda muhalefetin olgunlaşıp çok partili yaşam için uygun bir zemin oluşturmadığı anlaşılacaktır. Şimdi sırasıyla Hizb-i Cedit Hareketi’ne kadar muhalefeti kısaca değerlendirelim. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kurucularından Dr. İbrahim Temo ve Dr. Abdullah Cevdet’in kurduğu Osmanlı Demokrat Fırkası, birçok engellemelerle karşılaşarak sıkıyönetim tarafından kapatılmıştır. Hatta çıkardıkları gazeteye bile müsaade edilmemiştir. 14 Kasım 1909’da Arnavut ve Arap mebuslar tarafından Mutedil Hürriyetperveran Fırkası kurulmuştur. Fırka’ya önce Berat Mebusu İsmail Kemal Bey daha sonra da Amasya Mebusu İsmail Hakkı Paşa liderlik yapmıştır. Fırka içerisinde Rum ve Ermeni mebuslar yer alsa da yöneticilik konumunda olmamışlardır. Bu fırka Meclis içerisinde 30-80 mebus arasında bir grup oluşturmuş ise de ülke genelinde Basra ve Rize dışında teşkilatlanamamıştır. Mutedillerin programı merkeziyetçiliğe ve Türkçülüğe karşı ancak adem-i merkeziyetçi bir yapıdadır. Mutedillerden 4-5 ay sonra İTF içinde 21 Şubat 1910’da Ahali Fırkası isimli yeni bir grup daha oluşmaya başlamıştır. Bu kopma Mutedillerden farklıdır. Çünkü bu sefer oluşan yeni grup Türk ulema sınıfından teşekkül etmektedir. İ. Hakkı Paşa Kabinesi kurulurken ulema takımı şeyhülislamlık için üç aday göstermek istemiş ve İTF de bunu kabul etmiştir. Neticede Mason

a.g.m., s.79. Muhtemelen Cemiyet, Talat Bey’in siyasi zekasından istifade edip, Fırka içindeki anlaşmazlıklara çözüm bulabileceğini düşünerek onu Fırka Reisi görevine getirmiştir. 12 Meclis-i Mebusan’daki fırkalar ve muhalefetle ilgili detaylı bilgi için bkz. Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, İletişim Yayınları, C.III, İstanbul, 1989; Sina Akşin, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, İmge Kitabevi, İstanbul, 2001; Ali Birinci, Hürriyet ve İtilaf Fırkası, Dergah Yayınları, İstanbul, 1990; Tevfik Çavdar, Türk Demokrasi Tarihi 1839-1950, İmge Kitabevi, İstanbul,1999. 110 İttihat ve Terakki Fırkası İçinde Parti İçi Muhalefet... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) diye tanınan Musa Kazım Efendi Şeyhülislam olmuştur. Görünüşte ayrılık sebebi bu olsa da bir takım şahsi ihtiraslar ön plana çıkacaktır. Örneğin grubun başkanlığını üstlenecek olan Gümülcine Mebusu İsmail Bey, Şehremaneti istikrazı ile ilgili bir işten, Sinop Mebusu Dr. Rıza Nur ise Dâhiliye Nazırı olamadığı için İTF’ye küsmüşlerdir. Hangi sebeple olursa olsun İTF içindeki sarıklı Türklerin kopması Cemiyet’i telaşlandırmıştır. Ahali Fırkası içinde ayrıca Karesi Mebusu Vasfi Bey, Konya Mebusu Zeynelâbidin Bey ve Tokat Mebusu Mustafa Sabri Bey yer almıştır. Ahali Fırkası da Mutediller gibi Meclis-i Mebusan’da 20-30 civarında bir mebustan oluşan bir grup kurmuşlardır. Onlar da ülke genelinde örgütlenememiştir. Kuşkusuz örgütlenememelerinin birinci sebebi sıkıyönetimdir. İktidara karşı muhalefet gelişmesinde büyük rolü olan olaylardan biri de Sada-yı Hak Gazetesi’nin başyazarı Ahmet Samim’in öldürülmesidir. İttihatçılara göre bu gazete Rum asıllı İstanbul Mebusu Kozmidi Efendi tarafından çıkarılmaktadır. Cinayetin sebebi ise şudur: O sıralarda Osmanlı Devleti’ne pamuk ipliğiyle bağlı Girit’i muhafaza etmeye çalışılmaktadır. Rumlar ise buna karşı çıkmaktadır. Bu durumda Türk asıllı birisinin Rumların çıkardığı bir gazetede çalışması pekiyi karşılanmamış ve Ahmet Samim iddialara göre bir gece sokakta Abdülkadir13 tarafından öldürülmüştür. Bu cinayetin faturası Cemiyet’e kesilmiştir. Ancak Cemiyet’in yaptığına dair bir kanıt da mevcut değildir. Cinayet üzerine hemen harekete geçen M. Şevket Paşa, Cemiyet-i Hafiye’nin aralarında Dr. Rıza Nur’un da bulunduğu 300 üyesini tutuklattırdı14. Cemiyet-i Hafiye, eski Stockholm elçisi Şerif Paşa tarafından Paris’te kurulan ve maddi olarak desteklenen Islahatı Esasiye-i Osmaniye Fırkası adlı bir kuruluşun 1909’dan beri İstanbul’da faaliyette bulunan gizli örgütlenmesiydi. Bu gizli örgüt Dr. Rıza Nur ve Mustafa Natık tarafından idare ediliyordu. Cemiyet-i Hafiye’nin esas amacının Talat Bey ile M. Şevket Paşa’yı öldürmek olduğu ile sürüldü. Ahmet Samim cinayeti Cemiyet-i Hafiye mensupları etkisizleştirmek için bulunmaz bir fırsattı. Neticede M. Şevket Paşa, sıkıyönetim kurallarını uygulayarak bir muhalefet halkasına daha son vermiştir15. Bu bölümde genel olarak kısaca şu değerlendirmelerde bulunulabilir: Hizb-i Cedit’e kadar Meclis-i Mebusan’daki kutuplaşmanın en önemli nedeni milliyetçi çatışmalardır. Safların netleştiği bu dönemde Meclis-i Mebusan’da parti sayısı çok azdır. Bunlardan örgütlenmesini tamamlayamamış ve pek büyük bir güce sahip olmayan Osmanlı Demokrat ve Mutedil Hürriyetperveran Fırkaları’nı örnek olarak belirtebiliriz. Yine bunlara ilave olarak 1910’da

13 Mustafa Kemal’e İzmir suikastı nedeniyle İzmir İstiklal Mahkemesi tarafından idamla cezalandırılmıştır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Hakan Özoğlu, Cumhuriyetin Kuruluşunda İktidar Kavgası: 150’likler, Takrir- i Sükun ve İzmir Suikastı, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2011; Feridun Kandemir, İzmir Suikastinin İçyüzü I-II, Tarih Yayınları, İstanbul, 1955; Cemal Avcı, İzmir Suikasti: Bir Suikastin Perde Arkası, IQ Kültür-Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2007. 14 Rıza Nur, Cemiyet-i Hafiye Gizli Örgüt, haz.: Ahmet Nezih Galiptekin, İşaret Yayınları, İstanbul, 1995, s.9. 15 Ayrıntılı bilgi için bkz. Akşin, a.g.e., s.s.266-272. 111 Yücel YİĞİT ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

İttihatçılardan ayrılan ulema vasfındaki mebusların oluşturduğu Ahali Fırkası’nı da zikredebiliriz. Bu dönemde etnik temelli gruplaşmalar daha ön plandadır. Nitekim İ. Hakkı Paşa Kabinesi’nin programı Meclis-i Mebusan’da 34’e karşı 187 olumlu oyla kabul edilmiştir. İlk kez muhalefet kendini sayısal boyutla Meclis içerisinde göstermiştir. Sayısal boyut zamanla kemikleşerek nicelik olarak artmıştır. İ. Hakkı Paşa iktidarında Meclis bir düello sahnesine dönüşmüş; kavga, tokatlaşma ve hakaret hiç eksik olmamıştır. Sık sık gensorularla hükümet düşürülmeye çalışılmıştır. Yine Chester Projesi, Cavit- Zöhrap sosyalizm tartışması, Talat Bey-Boşo Çatışması, Hakkı Paşa ve Kozmidi karşılaşması ve 1327 bütçe konuşmaları en gürültülü olaylardan bazılarıdır. İ. Hakkı Paşa Kabinesi de Kamil ve Hüseyin Hilmi Paşa Kabineleri gibi İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin sıkı kontrolü altındaydı. Muhalefetin en büyük kozu bu sorunda düğümlenmektedir. Cemiyet parlamento dışında idi ve ihtilalci tabiatını devam ettiren, hâlâ esrarlı ve gizli bir kuruluştu. Asıl İttihatçı fedaileriyle beraber oradaydılar. İ. Hakkı Paşa Kabinesi, Meşrutiyet ve İttihat ve Terakki tarihinin değişmezlerinden biri olan bu tartışmanın dışında kalamazdı. Fırka, Mebusan’daki İttihatçı çoğunluktu16. İttihatçıların, İ. Hakkı Paşa’ya karşı itimatları gün geçtikçe azalmıştır. Hatta bazı İttihatçı nazırlar istifa bile etmiştir. Eylül 1911’de İtalyanların Trablusgarp’ı işgal etmeleri İ.Hakkı Paşa’nın prestijini büsbütün sarsmıştır. Zira Paşa, Sadaret görevinden önce Roma Büyükelçisiydi ve İtalyanların işgalini tahmin edememiştir. Neticede 30 Eylül 1911’de İ. Hakkı Paşa istifa etmiş ve yerine Küçük Sait Paşa Kabinesi kurulmuştur.

4. Hizb-i Cedit17 (Yeni Oluşum) Hareketinin Doğuşu II. Meşrutiyet Dönemi’nde Meclis-i Mebusan’da muhalefet halkasının en kuvvetlisi şüphesiz Hizb-i Cedit Hareketi’dir. Zaten bu hareket Meclis içerisinde palazlanarak, diğer muhalefet halkalarıyla da birleşerek Aralık 1911’de Hürriyet ve İtilaf Fırkası’na tahvil olmuştur. Hizb-i Cedit Hareketi, Miralay Sadık Bey ile A. Mecdi Efendi’nin18 omuzlarında yükselmiştir19. Lakin Osman Nuri

16 Tunaya, a.g.e., s.s.102-103. 17 Hizb-i Cedit ismi ilk defa İkdam Gazetesi sahibi Ahmet Cevdet Bey tarafından kullanılmaya başlanmıştır. Lakin yaptığımız araştırmalarda Hizb-i Cedit ifadesinin İkdam Gazetesi’nin hangi nüshasında kullanıldığını bir türlü tespit edemedik. Bu isim o dönemde İttihat ve Terakki Fırkası içerisindeki muhalif mebuslar için kullanılagelmiştir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Osman Ergin, Balıkesirli Abdülaziz Mecdi Tolun Hayatı ve Şahsiyeti, Kenan Basımevi, İstanbul, 1942, s.95. 18 Abdülaziz Mecdi Efendi ile ilgili doğrudan ilk bilimsel çalışma Abdülaziz Mecdi Efendi’nin tasavvufi görüşleri kaleme alan Talat Olgun’un “Abdülaziz Mecdi Tolun’un Hayatı, Eserleri ve Tasavvufi Görüşleri” isimli basılmamış master tezidir. T. Olgun tezinde, A. Mecdi Efendi’nin eğitimi, dini yaşamını ve Melamilikle ilişkisi üzerinde dikkat çekici bir çalışmaya imza atmıştır. Lakin onun siyasi yaşamından bahsedilmekle birlikte diğer konuların gölgesinde kaldığını da söyleyebiliriz. Ayrıntılı bilgi için bkz. Talat Olgun, Abdülaziz Mecdi Tolun’un Hayatı, Eserleri ve Tasavvufi Görüşleri, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Kayseri, 2013. 19 Hizb-i Cedit Hareketi’nın içerisinde Miralay Sadık Bey ve A. Mecdi Efendi’nin dışında 112 İttihat ve Terakki Fırkası İçinde Parti İçi Muhalefet... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Ergin “Balıkesirli Abdülaziz Mecdi Tolun Hayatı ve Şahsiyeti” adlı eserinde Ziya Şakir’in yeni oluşumu bir fırka olarak göstermeye çalıştığından bahsetmiştir. Hâlbuki Hizb-i Cedit Hareketi, İttihat ve Terakki Fırkası içerisinde 110 civarında mebusun destek verdiği bir parti içi muhalefettir. 1911 yılının Mart ve Nisan aylarında Cemiyet’i, Fırka’yı ve kamuoyunu oldukça meşgul etmiştir. Hizb-i Cedit’in oluşum sebebini yine İttihat ve Terakki Fırkası içerisinde aramak gerekir. Meclis’teki tek partili siyasi şablon bir süre sonra diktatörlüğe ve jakobenizme dönüşmüştür. Bâb-ı Ali’nin Arnavutluk, Makedonya ve Yemen’de uyguladığı baskı siyasetinin başarısızlığa uğraması, öte yandan Cemiyet’in M. Şevket Paşa’ya söz geçirememesi muhalefeti daha da kamçıladı. Kısa sürede İttihatçı mebuslar, Fırkalarından ayrılıp bağımsız mebus olmuşlar bir süre sonra da yeni fırka kurmuşlardır. O dönemde henüz Fırka disiplin yönetmeliği mevcut olmadığı için istifa eden mebuslarla ilgili işlem yapılamamıştır20. 1911 başlarında altı ay önce sindirilmiş muhalefet bu kez “Hizb-i Cedit” adıyla ortaya çıkıyordu. Yeni oluşum tutucu ve gelenekçi nitelikte olup, İttihatçıların toplumsal ve siyasal görüşlerine şiddetle karşıydı21. Aralarında İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin bir numaralı üyesi olan Bursalı Mehmet Tahir Bey’in de bulunduğu 110 civarındaki mebus, herhangi bir maddi ve makam talebi olmayan Miralay Sadık Bey ile A. Mecdi Efendi’nin liderliğinde kümelenmiştir. Artık Meclis’in üçte biri Hizb-i Ceditçidir. F. Ahmad ve Rustow’un tespitlerine göre bu dönemde Meclis-i Mebusan’da 288 mebus vardır22. O dönemde 20-30 mebustan oluşan Ahali Fırkası ile İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne fikren ve fiilen karşı olanlar, Hizb-i Cedit hareketi içerisinde kendilerine yer bulamamışlardır. Dolayısıyla bu yeni oluşum tamamen İttihatçılardan meydana gelmiştir diyebiliriz. Talat Bey dışındaki İttihatçılar, ilk defa 14 Nisan 1911’de parti içi muhalefetten haberdar olmuşlardır. Zira Hizb-i Ceditçiler arasında yer alan Bolu Mebusu Habib Bey, korkusundan veya başka beklentilerden dolayı Hizb-i Ceditle ilgili tüm malumatları Talat Bey’e iletmiştir. 14 Nisan gecesi aralarında Talat, Dr. Nazım, Cavit ve Hüseyin Cahit Beylerin bulunduğu İttihatçılar bir toplantı yapmış ve Talat Bey, daha önceden haberdar olduğu Fırka içerisindeki yeni oluşum hakkında arkadaşlarına şu bilgileri vermiştir23: “Miralay Sadık Bey

tespit edebildiğimiz kadarıyla ön plana çıkan mebuslar şunlardır: Şekip Bey (Manisa), Said Bey (Üsküb), Şeref Bey (Bolu), Sıdkı Bey (Aydın), Tahir Bey (Bursa), Habib Bey (Bolu), Necmi Bey (Samsun), Şeyh Esad (Akka), Basri Bey (Debre), Talat Bey (Ankara), Ömer Fevzi Bey (Bursa), Ali Osman Bey (Çorum), Abdülvahab Bey (Bursa) ve Hacı Mustafa Bey (Bursa) Ayrıntılı bilgi için bkz. İkdam, 3 Mayıs 1911; Sabah, 1-4 Mayıs 1911; Yeni Gazete, 5 Mayıs 1911. 20 1908 Meclis-i Mebusan’ı 288 mebustan oluşmuştur. Bunlardan 160 civarındaki mebus İttihat ve Terakki listesinden Meclis’e girmiştir. Mebus sayısı Yusuf Hikmet Bayur’a göre 272, Tarık Zafer Tunaya’ya göre ise 275’tir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Ahmad ve Rustow, a.g.m., s.247. 21 Feroz Ahmad, İttihat ve Terakki (1908-1914), çev.: Nuran Yavuz, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2010, s.113. 22 Ahmad ve Rustow, a.g.m., s.247. 23 2014 yılı içerisinde Türk Tarih Kurumu yayınları arasında çıkması planlanan eserini basım aşamasında bize faydalandırdığı için sayın Doç. Dr. Hasan Babacan’a müteşekkirim. Hasan Babacan, Cavit Bey’in Hatıraları, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2014, s. 81. 113 Yücel YİĞİT ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) dışarıdan gelen telkinatlarla başarılı olamayacağını anlayarak bu sefer Fırka dahilinde fikirlerini yürütmeye çalışmaktadır. Fırka azası meyanında ve bizim en ziyade itimat ettiklerimizden birçokları din perdesi altında iğfal ederek gizli bir fırka eylemiştir. Bunlar Sadık Bey’in evine celp ederek yemin vermişlerdir. Esas telkinatları adab-ı diniyeye riayet, hükümeti masonların ve binâenaleyh dinsizlerin elinden kurtarmaktır.” Cavit Bey’in Hatıralarına göre Miralay Sadık Bey’in evindeki toplantıya A. Mecdi, Ali Osman, Hacı Mustafa, Abdullah Azmi, Ankaralı Talat, Vasfi, Hamdi, Sabri (Ahaliden), Ömer Fevzi, Basri, Şekip, Aydın Sıdkı Efendiler katılmıştır24. Onlara göre Hizb-i Ceditçilerin amacı Fırka içerisinde çoğunluğu ele geçirerek Hükümet’i devirmek ondan sonra da dindar mebuslardan oluşan yeni bir hükümet kurmaktır. Uzak hedeflerinin ise Fırka vasıtasıyla Kongreyi, Kongre’yi ele geçirdikten sonra Cemiyet’i, Cemiyet aracılığıyla da Merkez-i Umumiye’yi kontrol etmekten geçtiğine dair ortak bir kanaat ortaya çıkmıştır. Bahsi geçen toplantıda neler yapılabileceği de düşünülmüştür. Çare olarak olayın aslını anlamak üzere mebusların bir kısmıyla Talat Bey’in, bir kısmıyla da Cavit Bey’in görüşmesi kararlaştırılmıştır. Toplantıda alınan kararlara uygun olarak Talat Bey yanında Münir ve Mithat Beyler olduğu halde Hizb-i Ceditçilerden A. Mecdi, Habib, Ali Osman, Hacı Mustafa Beylerle, Meclis-i Mebusan’da müzakere etmiştir. Müzakere mebusların nazır olabilmeleri için gereken 2/3 çoğunluğun oyunu alabilme şartı nedeniyle tıkanmış ve uzlaşma sağlanamamıştır. Hizip taraftarlarının sayılarının gün geçtikçe artması Talat Bey’i tedirgin etmiştir. Talat Bey, A. Mecdi Efendi’ye tefrikaya düştüklerini ve vaziyetin bir an evvel sonlandırılması isteğini söylemiştir. Bunun içinde Cemiyet Nizamnamesi’ni ileri sürerek; Cemiyetin her ferdinin bilâ kaydü şart o nizamnameye ittiba’a mecbur olduğunu iddia etmiştir. A. Mecdi Efendi ise Meşrutiyetin hamisi olan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ancak ve ancak ihtiras ve teferrüt hislerinden uzak efrad ile idamesinin mümkün olabileceği cevabını vermiştir. Mecliste hâkim olan şahsi fikirlerin, milleti derin bir felakete ve uçuruma sürükleyeceğini izah ettikten sonra da25: - “Telaşa hiç hacet yok. Bizim maksadımız gayet sarihtir. Bilâkis bir ağacın gövdesinden çıkan iki dal gibi yaşamak istiyoruz. Biliyorsunuz ki efkârı umumiyede korkunç bir zan var: Meclis istibdat yapıyor! Diyorlar. İşte biz Mecliste ciddi ve hakiki bir fırka hayatı tesis ederek, serbest münakaşalara girerek, bu zannı ortadan kaldırmağa çalışacağız, dahili ve harici düşmanların tesvilâtına sizinle müştereken set çekeceğiz. Aynı maksada hadim iki makine gibi sizinle karşı karşıya işleyerek, milleti terakkiye doğru sevk edeceğiz.” Elbette Talat Bey bu sözlerden tatmin olmamıştır. Muhalefetin daha da şiddetlenmesinden ve kendi kuvvetlerini devirmesinden açıkça korkar. A. Mecdi

24 Babacan, a.g.e., s.82. 25 Ergin, a.g.e., s.95. 114 İttihat ve Terakki Fırkası İçinde Parti İçi Muhalefet... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Efendi daha ileri giderek Talat Bey’e şu teklifi yapmıştır26: “- Pekala! Mademki korkuyorsun; bir fırkanın başına sen geç, ötekinin de başına ben geçeyim, bu suretle Mecliste bir muvazene tesis edelim.” Ancak Talat Bey bu teklife sıcak bakmamış daha doğrusu cesaret edememiştir. Ayrıca Hizb-i Atik27 üyeleriyle her ne olursa olsun iktidarı bırakmamaları konusunda hemfikirdiler. Bu sırada Maliye Nazırı Cavit Bey Meclise gelmiş ve koridorda Kayseri Mebusu Ömer Beyle karşılaşmıştır. Ömer Bey, Cavit Bey’e: “kendisinin de onların arasında yer aldığını ancak ehemmiyet verilecek bir şey” olmadığını söyleyerek onu rahatlatmaya çalışmıştır. Bu görüşmeden bir netice alamayan Talat Bey bu sefer 20 Nisan 1911’de Miralay Sadık Beyle görüşmüştür. Cavit Bey hatıralarında bu konudan şöyle bahseder28: “Sadık Bey’in yanında da Topçu Ziya varmış. Dört beş saat görüşmüşler. Hep aynı masallar, aynı hezeyanlar. Masonluk, Siyonizm, şahsiyat. Filân nezaretten, filân mebusluktan çekilsin. Her ikisini ikna etmek beyinlerini saptığı yerden çelmek kabil olamamış. Talât da kat’-ı ümid ederek ayrılmış.” Talat ve Cavit Beylerin temaslarından anlaşılacağı üzere bir netice çıkmamıştır. Bunun üzerine Talat Bey her şeyin denetimlerinde olduğunu ifade ederek kamuoyuna, mebusların Fırka programında değişiklik yapılması için öneriler getirdiğini ve Fırka içinde

26 Ergin, a.g.e., s.96. 27 İttihat ve Terakki Fırkası içerisinde daha çok liberal düşünceli ve Cemiyet ve Fırkaya sadık mebus grubuna verilen isimdir. Sadık olmayanlara ise Hizb-i Cedit denilmektedir. Sayıları değişmekle beraber 75-85 civarındadırlar: Tanin Gazetesi’ne göre belli başlı Hizb-i Atikçiler şunlardır: Hüseyin Cahit Bey (İstanbul), Rıfat Paşa (İstanbul), Talat Bey (Edirne), Hallacyan Efendi (İstanbul), Faik Bey (Edirne),Nesimi Bey (İstanbul), Ahmet Rıza Bey (İstanbul), Hafız İbrahim Efendi (İpek), Feraci Efendi (İstanbul), Seyyid Bey (İzmir), Emanuel Efendi (İzmir), Pavliç Efendi (Üsküb), Mustafa Asım Efendi (İstanbul), Kasım Efendi (Ankara), Mahir Efendi (Ankara), Varteks Efendi (Erzurum), Pastırmacıyan Efendi (Erzurum), Mehmet Bey (Ertuğrul), Cudi Efendi (Amasya), Müfit Bey, (İzmit), Anastas Efendi (İzmit), Şeyh Safvet Efendi (Urfa), İsmail Hakkı Bey (Bağdat), Atıf Bey (Biga), Mansur Paşa (Bingazi), Emin Arslan Bey (Lazkiye), Adil Bey (Tekfurdağı), Boyacıyan Efendi (Tekfurdağı), İsmail Paşa (Tokat), Münir Bey (Çorum), Baha Bey (Halep), Artin Efendi (Halep), Gani Bey (Denizli), Agah Bey (Drama), Rıza Bey (Drama), Muhip Efendi (Denizli), Süleyman Bey (Dedeağaç), Hasan Fehmi Efendi (Gümülcine), Arif Bey (Gümülcine), Emrah Efendi (Kırkkilise), Mazelyan Efendi (İzmir), Ali Rıza Bey (Kırşehir), Haydar Bey (Saruhan), Sait Efendi (Saruhan), Halil Bey (Menteşe), Fuat Hulusi Bey (Trablusşam), Ali Cenahi Bey (Şam), Salim Efendi (Karahisarısahib), Karasu Efendi (Selanik), Cavit Bey (Selanik), Rahmi Bey (Selanik), Derviş Bey (Siroz), Mithat Bey (Siroz), Abdülrahman Bey (Şam), Ömer Şevki Bey (Sivas), Ahmet Bey (Lazistan), İsmail Mahir Efendi (Kastamonu), Necmettin Bey (Kastamonu), Ahmet Mahir Efendi (Kastamonu), Hasan Fehmi Efendi (Sinop), Asım Bey (Mamuretülaziz), Pançedoref Efendi (Manastır), Dimitroviç Efendi (Manastır), Mişe Efendi (Görice), Ali Galip Bey (Karesi), Hayri Bey (Niğde), Tırayan Nali Efendi (Manastır), Mahmut Bey (Trabzon), Savapulos Efendi (Karesi), Kokidis Efendi (Trabzon), Hirah Efendi (Yozgat), Ziya Bey (Sivas), Naki Bey (Trabzon), Hüsnü Bey (Sivas), Şevket Bey (Debre), Keygam Efendi (Muş), Muharrem Hasbi Efendi (Karesi), İbrahim Efendi (Ergani), Nurettin Bey (Siverek),Mehmet Emin Efendi (Konya), Ebulziya Tevfik Bey (Antalya), Mahmut Nedim Bey (Urfa), Mustafa Efendi (Biga), Ömer Fevzi Efendi (Erzincan) ve Ahmet Efendi (Malatya). Tanin, 23-26 Nisan 1911; Sabah, 23 Nisan 1911; Yeni Gazete, 23 Nisan 1911. Ayrıca bakınız: Halıcı, a.g.m., s.82. 28 Babacan, a.g.e., s.85; Ayrıca bkz. Ahmad, a.g.e., s.115. 115 Yücel YİĞİT ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) herhangi bir parçalanma söz konusu olmadığı beyanatını da vermiştir29. Lakin yaklaşan tehlikenin farkında olan Talat Bey, Miralay Sadık Bey’le bu meseleyi halletmesi için A. Mecdi Efendi’den ricacı olmuştur. Talat Bey’in Fırka içindeki kırgınlığı ortadan kaldırmaya yönelik manevraları bir netice vermemiştir. Fırka içerisinde muhalefet volkanı patlamıştır. Dolayısıyla yeni oluşumun Fırka’dan beklentileri şunlar olmuştur30: Her ne şekilde olursa olsun, hariçte teşekkül etmiş ve yahut teşekkül edecek olan bir kuvvetin Meclis üzerindeki tesirine mahal bırakmamak, Biri liberal, ötekisi muhafazakâr olmak üzere (bir kuvvetin iki muhalif şekli) Mecliste serbest bir faaliyete yol açmak. Birinci maddeden anlaşılacağı üzere Mecliste bir Cemiyet/Fırka anlaşmazlığı ve sancısı yaşanıyordu. Öyle ki Cemiyet, Fırkalılaşmasını tamamlayamadığı için Meclis-i Mebusan’ın üzerine yoğun bir şekilde nüfuz gölgesi düşüyordu. Fırka, Meclis dışında Cemiyet’in kararlarının takipçisi ve uygulayıcısı şekline bürünmüştür. Dolayısıyla Fırka’nın sağ ve muhafazakâr kanadını temsil eden Hizipçiler, Merkez-i Ûmumi’nin Meclis iç işlerine karışmamasını talep ediyorlardı. Özellikle Talat Bey’le arkadaşlarının Fırkayı diledikleri gibi sevk idaresinden oldukça rahatsızlardı. 22 Nisan 1911’de Hizb-i Ceditçiler ve Atikçiler, Mecliste öncelikle ayrı ayrı toplanmışlardır. Toplantılarının bitiminde Talat Bey’in başkanlığında ortak bir toplantı için bir araya gelmişlerdir. Mecliste bulunduğu halde bu toplantıya Cavit Bey katılmamıştır31. Toplantıda Fırka adına Talat Bey, Hizb-i Ceditçiler adına da A. Mecdi, Basri, Habib ve Tahir Beyler söz almışlardır. Fırka programına eklenmesi planlanan “Mevadd-ı Aşere” Habib Bey tarafından okunmuş ve bazı değişikliklerle kabul görmüştür32. Görüşmeler devam ederken Şeyh Safvet, Hasan Rahmi ve Cahit Beyler, Mevadd-ı Aşere olarak bilinen önerileri kabul etmediklerini belirterek toplantıyı terk etmişlerdir. Yine aralarında Kütahya Mebusu Ferid Bey, Cidde Mebusu Zeynel Kasım Bey, Fizan Mebusu Cami Bey ve Kırkkilise Mebusu Mustafa Bey’in bulunduğu bir grup mebus da 2/3 çoğunluk ibaresinin kaldırılmasına kadar Fırka toplantılarına katılmama kararı almışlardır33. Homojen bir yapıya sahip olmayan İttihat ve Terakki Fırkası içinde ayrışmalar ve kopmalar bu toplantılarla iyice su yüzüne çıkmıştır. Liderliğini Miralay Sadık Bey ile Karesi Mebusu A. Mecdi Efendi’nin yaptığı yeni oluşum mensupları, taleplerini 23 Nisan 1911’de “Mevadd-ı Aşere” (on madde) isimli bir bildiride şöyle sıralamışlardır34: 29 Bu beyanat Sabah Gazetesi’nin 22 Nisan 1911 tarihli nüshasında “Ekseriyet Fırkası-Fırkanın Teşkilatında Tekamül” başlığıyla yer almıştır. 30 Ergin, a.g.e., s.95. 31 İkdam, 23 Nisan 1911, s.2. 32 Tanin, 23 Nisan 1911, s.2. 33 Yeni Gazete, 23 Nisan 1911, s.1-2; Sabah, 28 Nisan 1911, s.2. 34 Tanin, 23 Nisan 1911; Sabah Gazetesi, 23 Nisan 1911; Yeni Gazete, 23 Nisan 1911; Ahmet Ali Gazel, “İkinci Meşrutiyet Döneminde İttihat ve Terakki Fırkası’nı Bölünme Noktasına 116 İttihat ve Terakki Fırkası İçinde Parti İçi Muhalefet... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Mebuslar imtiyaz ve başka çıkarlar peşinde koşmamalıdır. Mebuslukla devlet memurluğu ayrılmalıdır Mebusların nazır (bakan) olabilmeleri için Fırkaca gizli oyla ve tam sayının 2/3 çoğunluğu ile saptanması usulü kabul edilmelidir. Kanunlara uyulmalı ve nazırların sorumluluğuna dikkat edilmelidir “İttihad-ı Anasır”a (Osmanlı ülkesindeki etnik unsurlar arasında kaynaşmaya) çalışılmalı, ticaret, ziraat, sanayi ve maarif ihtiyaç oranında ilerletilmelidir. Dinsel ve milli ahlak ve gelenekler “muhafaza” edilmekle beraber, Batı’nın medeni ilerilikleri Osmanlı ülkesinde geliştirilmelidir. Anayasa’ya (Kanun-ı Esasi) uygun olarak, Osmanlı gelenekleri sürdürülmeli ve saklı tutulmalıdır Memurlar tayin ve azilleri bakımından ciddi bir statüye bağlanmalıdır; Kanun-i Esasi’de hilafet ve saltanatla ilgili hakları (padişahın haklarını) güçlendirmek, bu amaçla yasama, yürütme ve yargı kuvvetleri arasındaki ilişkilerde değişiklik yapmalıdır; Gizli ve özel amaçlarla kurulmuş olan derneklerin eylemleri yasaklanmalıdır. Mevadd-ı Aşere, Fırka toplantısında uzun ve sert tartışmalara sebep olmuş hatta tartışmalar akşam saat altıya kadar devam etmiştir. Bolu Mebusu Habib Bey’in teklifi üzerine bu mesele Eylül ayında toplanacak olan İttihat ve Terakki Cemiyeti Kongresi’nde görüşülmek üzere rafa kaldırılmıştır35. Kararı birçok mebus olumlu karşılamış ve imzalamıştır. Fırkaya kazan kaldıran muhaliflerse, son dakikaya kadar besledikleri müstakil fırka fikrinden vazgeçmişlerdir. Fırka içi antlaşmazlığa geçici olarak çözüm sağlayan bu karar, 170 mebusun onayıyla olmuştur. Hatta bu görüşmede yer almayan mebuslar bile sonradan karara katılmışlardır. Sadece H. Cahit, Şeyh Saffet ve Sinoplu Hasan Fehmi, kararı kabul etmediklerini söyleyerek toplantıdan çıkmışlardır36. Mevadd-ı Aşere’nin maddelerini irdeleyecek olursak üçüncü ve onuncu maddeler ön plana çıkar. Çünkü diğer maddeler genel geçer ve herkesin arzu ettiği hükümlerdir. Üçüncü madde, Cemiyet’in münasip gördüğü mebusların rahatça Nazır olabilmelerini engellemek isteyen bir hükümdür. Gerçek şudur ki Hizb-i

Getiren Hizb-i Cedid Hareketi”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S.16, Erzurum, 2001, s.s.263-264; Tunaya, a.g.e., s.s.270-271. 35 Son Posta Gazetesi’nde 28 Nisan 1934’ten başlayıp 5 Mayıs 1935’e kadar süren nüshalarında Ziya Şakir, “İttihat ve Terakki Nasıl Doğdu, Nasıl Yaşadı, Nasıl Öldü?”, isimli yazılarında Mevadd-ı Aşere’nin hangi surette İttihat ve Terakki Kongresi’ne tehir edildiğiyle ilgili fikirlerini beyan etmiştir. 36 Babacan, a.g.e., s.90. 117 Yücel YİĞİT ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Ceditçiler, bu maddeyle Fırka içerisindeki çoğunluklarına güvenmektedirler. Böylece Cemiyet’in değil kendi istedikleri kişinin Nazır olabilmesinin yolunu açmak arzusundaydılar. Bir yönüyle de çoğunluğun temsilcisini Nazır yaparak demokrasi rolü de oynayacaklardır. Ayrıca bu maddeyle Cemiyet’in Fırka içerisindeki manevra ve oyun alanını daha da daraltmış olacaklardır. Onuncu maddede yer alan “Özel ve gizli maksatlar için bir araya gelmiş olan cemiyetlerin hareket ve işlerine izin verilmeyecek” hükmünden maksat İttihatçıların fedai örgütleri değil doğrudan doğruya masonluktur. Zaten onlar Fırka içerisinde Dâhiliye Nazırı Talat Bey, Maliye Nazırı Cavit Bey ve Şeyhülislam Musa Kazım Efendi’nin mason olduğuna dair yaygın kanaatten oldukça rahatsızlardı. A. Mecdi Efendi’ye göre masonluk, dinin imhası için kurulmuş bir tuzaktır. Dolayısıyla Cemiyet’in ve Fırka’nın ruhunda masonluğun hâkim olmasını istemiyordu. Çünkü A. Mecdi Efendi, cemiyeti ve milletin haklı davasını bitirecek, körü körüne bağlılık sağlayacak, toplumun değerleriyle bağdaşmayan ve dinin esaslarına ters düşen her türlü oluşumun karşısındaydı37. Mevadd-ı Aşere’yi, Tanin Gazetesi’ndeki köşesinde değerlendiren Hüseyin Cahit, programın bu kadar gürültüye sebebiyet verecek bir mahiyette olmadığını dile getirdikten sonra şöyle devam etmiştir: “Birinci maddedeki şart için Meşrutiyet’in ilk günlerinden beri mücadele ettiklerini ve hiçbir destek görmediklerini; dördüncü ve beşinci maddelerin ise İttihat ve Terakki programında zaten mevcut olduğunu, eğer uygulanmadığını bile bile şimdiye kadar Fırkada duruyorlarsa, bunun mebusluğa da insanlığa da sığmayacağını” ifade etmiştir. Yine yazının devamında: “Onuncu maddedeki gizli cemiyetler konusunda kanunun açık olduğunu ve böyle cemiyetler varsa ve hükümet men etmiyorsa icraya davet edilmelidir” görüşünü ileri sürmüştür38. Hüseyin Cahit’e göre programın en önemli maddesi dokuzuncu maddesidir. Ona göre Hilafet ve saltanata saygıda hiç bir farklarının bulunmadığını ve eskiden beri aynı görüşte olduklarını ifade eder. Ayrıca kuvvetler arasında nasıl bir denge kurulacağı hakkında bir teklif getirmediği için Mevadd-ı Aşere’yi eksik bulmuştur. Ciddiye alınmayacak maddelerden ibaret olan bu program için bir kaşık suda fırtına koparılmasının altında da gizli emeller yattığına dair kuvvetli şüpheleri vardır. H. Cahit konuyla ilgili Tanin’deki yazısını şöyle tamamlamıştır: “Bu kadar gürültüye, gizli tertibata, gizli ihtiraslara, tekaliflere ve sonra gazetelerde ilan-ı şadaniye ne lüzum vardı? Bunun hikmeti nedir diye düşünenlerin hakkı olmaz mı?.” Hüseyin Cahit Tanin’deki yazısında karşıt basına da çatmıştır. Ona göre muhalif basın, 31 Mart Vakası sırasındaki tavrıyla Mevadd-ı Aşere’nin yayınlanmasından sonra iki yıl önceki gibi aynı tavrı ve dili kullanmıştır39.

37 Ergin, a.g.e., s.96. 38 Tanin, 23 Nisan 1911, s.1. 39 Tanin, 23 Nisan 1911, s.1. 118 İttihat ve Terakki Fırkası İçinde Parti İçi Muhalefet... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

İttihatçıların yarı resmi gazetesi Tanin’de Cemiyet’in fikirleri, Hüseyin Cahit’in kaleminden yayınlanmıştır. Buna mukabil muhalif basın, A. Mecdi Efendi ve arkadaşlarını destekleyerek; Mevadd-ı Aşere’yi benimseyerek bunun İttihat ve Terakki Kongresi’ne taşınmasını Hizb-i Ceditçilerin zaferi olarak sunmuşlardır40. Hatta İkdam ve Yeni Gazete, daha ileri giderek İTF’nin yeni bir oluşum olduğunu bazılarını siyasetten men ederek selamete çıkabileceklerini bile yazmışlardır. Elbette bu işi A. Mecdi Efendi ve Hizb-i Ceditçilerin yapabileceğine de yürekten inanmışlardır41. Hizb-i Ceditçiler fikirlerinin kamuoyunda daha iyi anlaşılabilmesi için ulusal basını verimli bir şekilde kullanmışlardır. Hikmet Gazetesi’nin 18 Mayıs 1911 tarihli nüshasında A. Mecdi Efendi ile yapılan bir mülakatta: Hizb-i Cedid Hareketi’nin İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne ve Genç Türklere karşı bir hareket olmadığı özellikle vurgulandıktan sonra kendilerinin İttihat ve Terakki Fırkası’nın programı çerçevesinde hareket ettiklerini ve hiçbir kişisel amaç uğrunda Fırkayı feda etmemek hususunda millet huzurunda söz verdiklerini izah etmiştir. Ayrıca Mevadd-ı Aşere’nin, Fırkanın programıyla tezat oluşturmadığını da üzerine basarak belirtmiştir42. A. Mecdi Efendi mülakatın devamında şunları söylemiştir43: “Takdir edilir ki bağımsız bir memlekette meşru olan hükümet mensuplarının milli siyaset yapma yeri köşe bucak değil, Meclis-i Mebusan meydanıdır. Bu nedenle biz siyasi hayatımızı karanlık ve gizli yerlerde sürdürmüyoruz. Geçmişte olduğu gibi içinde bulunduğumuz zamanda da milletin içindeyiz ve milletle beraberiz. Fakat şu da bir gerçek ki biz Fırkanın mevcut programından ve mesaimizden ümit ettiğimiz başarıyı elde edemedik. Bunun üzerine arkadaşlarla toplanarak bunun sebebini araştırıp, on maddelik ek bir program hazırladık. Hazırlamış olduğumuz bu teklifi Fırkada oylamaya sunduk. Birkaç arkadaşımız dışında bütün milletvekillerinin bizimle bu konuda hem fikir olduğunu gördük. Ayrıca bu programın hazırlanmasında yüzü aşkın milletvekili vardır. Ve bu milletvekilleri İttihat ve Terakki’ye mensuptur. Eğer gazetelerin iddiaları doğru ise bütün İttihat ve Terakki Cemiyeti tamamen milletin aleyhine dönmüş olur.” Burada Fırka’dan neden ayrı düşündüklerini ve ikiliğin sebeplerini izah etmiştir. A. Mecdi Efendi, aynı mülakatta muhafazakârlıkla ilgili görüşlerini de beyan etmiştir. Kendilerini milletiyle barışık muhafazakâr mebuslar olarak tarif etmiş ve yeniliklere de karşı olmadıklarını ifade etmiştir. Kamuoyundaki muhafazakârlık algısının yanlış olduğunu, bundan modernleşmeye karşıt irticacı olmak gibi bir yanlış sonuç çıkarıldığını belirtmiştir. Oysa muhafazakârlığın milletin yüceltilmesi ve modernleşmeye mani olan, milli değerler arasında yer almayan yabancı ve sahte fikirlerden arındırılması anlamına geldiğini vurgulamıştır. Ona göre muhafazakârlık millete hizmettir. Yine muhafazakârlık kavramını yenilikle eş değer görmüş ve her alanda ilerlemeyi sağlayacak inkılaplara taraftar

40 Tanin, 28 Eylül 1943, s.s.4-5. 41 Tanin, 29 Eylül 1943, s.s.4-5. 42 Hikmet Gazetesi, 18 Mayıs 1911, s.s.1-2. 43 Hikmet Gazetesi, 18 Mayıs 1911, s.s.1-2; Ayrıca bkz. Ergin, a.g.e., s.104. 119 Yücel YİĞİT ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) olduklarından da bahsetmiştir. Ayrıca İttihatçı yönetim zümresine, meselelerin çözüm yerinin sokak değil Meclis olduğunu ima etmiştir. Muhalefeti dizginleyen Fırka yönetimi, hemen ilk iş olarak Miralay Sadık Bey meselesine el atmıştır. Şayet M. Şevket Paşa, Miralay Sadık Bey’i Selanik’e göndermezse Sadrazam İ. Hakkı Paşa istifa edeceğini beyan etmiştir. Zira daha önceki Miralay Sadık Bey’le ilgili tayin taleplerini M. Şevket Paşa inceleyeceği gerekçesiyle sürekli hasıraltı ediyordu. 27 Nisan 1911’de İ. Hakkı Paşa Kabinesi’nin 45’e karşı 145 oyla güvenoyu alması Fırka’ya ayrı bir kuvvet vermiştir. Fırka arasındaki ikiliği sona erdirmek gerekiyordu. Bu hususta Sultan Mehmet Reşat ile de görüşmüşlerdir. Elinin iyice zayıfladığını anlayan M. Şevket Paşa, hem Cemiyet’in hem de Saray’ın baskılarına daha fazla dayanamayarak Miralay Sadık Bey’i Selanik’e tayin etmiştir. Kuşkusuz bu tayinden doğacak boşluk Karesi Mebusu A. Mecdi Efendi tarafından doldurulacaktır. 31 Nisan 1911’de Dâhiliye Nazırı Halil Bey, Fırka toplantısında yek vücut olduklarını kamuoyuna gösterebilmek için “Hizb-i Cedit ve Hizb-i Atik” kelimelerinin kullanılmaması teklifine diğer mebuslar da sıcak bakmışlardır. Söz alan A. Mecdi Efendi, Fırka tarafından kabul edilen Mevadd-ı Aşere’nin kabul edilip edilmediğinin yeniden beyan edilmesi için diğer mebuslara yeniden söz hakkı verilmiş ve mebuslar kabul ettiklerini beyan etmişlerdir. Bunun üzerine bir kez daha söz alan A.Mecdi Efendi şöyle : “O halde İttihat ve Terakki Fırkası birdir. Grup falan katiyen yoktur. Mesele halledilmiştir. Bâdema hepimiz birimiz.” demiştir44. Miralay Sadık Bey meselesi hallolunduktan sonra Cavit Bey, A.Mecdi Efendi ile bir görüşme daha yapmıştır. Cavit Bey bu görüşmeye dair şu ifadelerde bulunmuştur45: “Sözlerinde hiç bir mantık olmadığı gibi azîm bir eseri belâhat var. Masonluğun siyaseten aleyhinde bulunuyormuş. Sebebi de masonların maksadı Hükümet-i Osmaniyeyi cumhuriyet haline ifrağ eylemekmiş. Böyle aykırı yalanlara inanacak kafalar memleketi idare etmek istiyorlar. Kendisine benim istifaya mütemayil olduğumu, yalnız kabine buhranına sebep olmamak için bunu tehir eylediğimi, çekilince kat’iyyen gelmeyeceğimi, yalvaracakları halde yine avdet etmeyeceğimi anlattım. Ve bütçe esnasında fırkanın kararını aramadığım halde neden itimat reyi verdiklerini, hatta bununla da iktifa etmeyerek neşir ve talike karar verdiklerini, bir aydan beri değişimin nasıl bir hal olduğunu sordum. Cevap yok. Yine mahut Siyonizm meselesinden bahsetti. Suriye’de kırk bin liralık bir çiftliği Yahudilere satmışız. Yalan, asılsız fasılsız yalan. Evvelce gazetelerden biri bunu yazmıştı. Tahkik ettirmiştik. Bize hiç taallûku olmayan bir mesele olduğu tahakkuk etmişti.” Teşebbüslerinde başarı elde edemeyen İttihatçı elitist zümre bunun üzerine Hizipçiler ve A. Mecdi Efendi ile ilgili bir takım yalan haberleri dolaşıma sokmuştur. Uydurulan bu adi hikâyeler Şeyhülislam Musa Kazım

44 İkdam, 1 Mayıs 1911, s.2; Yeni Gazete, 1 Mayıs 1911, s.s.1-2. 45 Babacan, a.g.e., s.s.95-96. 120 İttihat ve Terakki Fırkası İçinde Parti İçi Muhalefet... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Efendi ve Masonlukla ilgiliydi. Bunun yanında Cemiyet, Hizipçileri softalık ve taassupla itham ettikleri gibi İngiliz ve Rus Sefaretleri’nin bir oyuncağı olarak da görüyorlardı. İttihatçılar özellikle Times muhabiri Grew ile İngiliz elçiliğinde görevli Fitz Maurice’in, hizipçileri kışkırttığını ve entrikalar çevirdiğini düşünüyorlardı46. Özellikle bir İngiliz balosuna sarığıyla gelen Vasfi Efendi’yi bir kenara çekerek saatlerce konuşması İttihatçıların şüphelerini iyice delillendiriyordu47. Hizb-i Cedit meselesi halledildiği halde bir yıl sonra bile A. Mecdi Efendi ile ilgili dedikodular ortalıkta dolaşmıştır. O, İttihatçılığı bırakarak, Hürriyet ve İtilaf Fırkası’na geçeceği iftirasıyla karşı karşıya kalmıştır. Benzer ithamlara karşı A. Mecdi Efendi, basın yoluyla cevap vermeyi tercih etmiştir48. Lakin hizip üyelerinin şahsiyetleri bu tür dedikoduların önüne geçiyordu. Gittikçe kuvvetlenen yeni oluşumun üyeleri tehditler almaya başlamıştır. Bazılarına tehdit dolu mektuplar gönderilirken bazılarına da namlular gösterilmiştir. Bu tehditler amacına ulaşmadığı gibi safları daha bir sıklaştırmıştır. Bu arada Mecliste grubu bulunan Ahali ve Mutedil Hürriyetpervan Fırkaları, yasama çalışmalarının devamı arzusundaydılar. Zira onlar, Meclis kapanmazsa İTF içindeki çatlak daha da derinleşerek kopmalar yaşanması ümidiyle Meclisi açık tutmayı planlamışlardır. Ayrıca Kanun-ı Esasiye’nin 41. Maddesi Meclis kapalıyken hükümete kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi de tanıyordu. Böylece hükümet’in keyfi yasa çıkartmalarını da engellemiş bir taşla iki kuş vurmuş olacaklardır. Ancak Meclis-i Mebusan’ın 22 Mayıs 1911’de çalışmalarına ara vermesiyle amaçlarına ulaşamamışlardır. 1911 yılının Mayıs ayının son günlerinde İttihat ve Terakki Kongresi’ne katılacak üyeleri belirlemek üzere çeşitli toplantılar yapılmıştır. 30 Mayıs’taki toplantıdan bir sonuç çıkmayınca 2 Haziran günü yapılan toplantıda kongreye katılacak mebuslar tespit edilmiştir. Kongreye, Hizb-i Atik grubundan Seyyid, Talat, Ali Cenahi ve Şeyh Safvet Beylerin; Hizb-i Cedit’ten ise Mansurizade Said, Tahir, Hacı Mustafa ve Fazıl Arif Beyler olmak üzere sekiz kişinin katılması kararlaştırılmıştır. Bu oylamada A. Mecdi Efendi yeterli oyu alamamıştır. Ancak Hacı Mustafa Bey, görevi kabul etmeyince yapılan oylamada 39 oy alan A. Mecdi Efendi, Cemiyet’in kongresine katılabilmiştir49. Buna karşılık Cavit Bey hatıralarında kongreye katılmak üzere Hizb-i Cedit Hareketi içerisinde yer almayan sekiz mebusun seçildiğini yazmıştır50. O dönemde bunu sütunlarına taşıyan farklı gazeteler, Cavit Bey’in hatıralarını havada bırakmaktadır. Dolayısıyla bu konuda gazetelerin bilgilerini esas aldık. 22 Mayıs’ta Meclis’in çalışmalarına yaz dönemi nedeniyle ara vermesi Cemiyet’e rahat bir nefes aldırmış ve hesaplaşma kongreye kalmıştır. Bu arada İtalyanlar Trablusgarp’ı işgal için hazırlık yapıyordu. Hem Meclis’in

46 Tanin, 1 Mayıs 1911, s.1. 47 Babacan, a.g.e., s.83. 48 Sabah Gazetesi, 17 Mart 1912, s.s.1-2. 49 Yeni Gazete, 3 Haziran 1911, s. 2; İkdam, 3 Haziran 1911, s.2. 50 Babacan, a.g.e., s.120. 121 Yücel YİĞİT ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) tatile girmesi hem de Trablusgarp’ın işgali hizip meselesini rafa kaldırmış ve gündemden düşmesine sebep olmuştur. Aslında baktığınızda İttihatçılar her ne kadar Trablusgarp’ın işgaline üzülseler de alttan alta Fırkanın bölünmesini gündemden düşürdüğü için de bir yönüyle sevinmişlerdir. Zaten İtalyanların Trablusgarp’ı işgal ettiği 30 Eylül 1911’de İ. Hakkı Paşa istifa etmiştir. Zira İ. Hakkı Paşa Sadaretten önce Roma Sefiriydi ve prestiji esaslı bir şekilde sarsılmıştır. Trablusgarp’ın işgali ve akabinde sadrazamın istifası öncesinde toplanan 4. İttihat ve Terakki Cemiyet’i Kongresi, 17 Eylül 1911’de toplanmıştı. Kongre yüzden fazla maddeyi kabul etmiştir. Yine burada Merkez-i Ûmum üyelerinin sayısı artırılmış ve Fırka’nın siyasi programı tetkik olunmuştur. Mevadd-ı Aşereden, üçüncü madde dışındaki maddeler kabul edilmiştir. Artık Cemiyet’in, hizip namıyla bir teşkilatı tanımadığı da kararlaştırılmıştır. Ayrıca Selanik’ten gelen hizipçiler de fikirlerini değiştirdiklerini beyan etmişlerdir. Miralay Sadık Bey meselesi de özel bir komisyon tarafından incelenmiş ve kendisinin Cemiyet’ten çıkartılması da karara bağlanmıştır. Neticede parçalanmış, atomize olmuş muhalefet, 21 Kasım 1911’de Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nı kurmuşlardır. Böylece İttihatçılar, fırka içi muhalefetle uğraşırken bu sefer karşılarına daha dişli bir fırkayı bulmuşlardır.

Sonuç

1876’dan sonra ikinci kez toplanan Meclis-i Mebusan, üç yıldan biraz fazla görev yaptıktan sonra İTF içindeki muhalefet ve antlaşmazlıklar neticesinde Ocak 1912’de dağılmıştır. Mayıs 1912’de toplanan ve Ağustos 1912’de yeniden kapanan Meclis, Balkan Savaşları nedeniyle Mayıs 1914’de kadar kapalı kalmıştır. Zira 1908’de büyük ümitlerle toplanan, problemlere çözüm bulacağı umulan Meclis-i Mebusan, İTF’ye mensup mebusların uzlaşmaz tavrı nedeniyle kapatılıp seçim kararı almıştır. İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1912 seçimlerinde daha dikkatli davranarak ve muhalif mebusları seçimlerde listeye koymayarak adaylıklarını engellemiştir. Yola liberal vasıfları ön plana çıkan ve söz tutan mebuslarla devam edilecektir. Ayrıca Türk olmayan mebuslar, -Araplar hariç- Balkan ve I. Dünya Savaşları’nın sonucu kaybedilen topraklara bağlı olarak yeni Meclis’te yerlerini alamamışlardır. Meşrutiyet’in yeniden ilan edilmesiyle 1908 yılının Aralık ayında açılan Meclis-i Mebusan’da siyasi potansiyel Cemiyet dolayısıyla İTF tarafından tek başına temsil edilmiştir. Ciddi bir muhalefet fırkasından yoksun yeni Meclis kompozisyonunda, İTF içinde kutuplaşmalar artarak sert tartışmalar olmuştur. Çünkü muhalif Fırkalar çok cılız kalmıştır. Kim bilir Meclis’te doğru dürüst muhalif başka bir fırka var olsaydı İTF bünyesinde derin çatlaklar oluşmayacak ve saflar daha bir sık olacaktı. Bu bağlamda Hizb-i Cedit, Cemiyet’e değil İTF’ye etki ederek sıkıntı yaratmıştır. Jakoben ve baskıcı İttihatçıların baskısından 122 İttihat ve Terakki Fırkası İçinde Parti İçi Muhalefet... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) kurtulmak için Meclis-i Ayan ve Meclis-i Mebusan’ın elinin güçlendirilmesini savunmuşlardır. Onlara göre tartışma yeri sokak değil Meclis’tir. Hizb-i Cedit Hareketi’nin oluşmasında elbette doku uyuşmazlığı yaşanmıştır. Zira Meclis-i Mebusan’ın panoramasına baktığımızda mebus profilleri farklılık arz etmektedir. Meclis yarı yarıya şehirli ve köylü gruptan oluşmaktadır. Köylüler küçük ve büyük toprak sahipleriyle ûlemadan teşekkül etmiştir. Geleneksel ve dini değerleri ön plana çıkan köylü mebuslarla, şehirli mebuslar arasında fikirsel çatışma kaçınılmaz olmuştur. Bu da Fırka içerisinde muhalefetin artmasına paralel olarak yönetici kadroyla uyuşmazlık ve derin çatlaklar meydana getirmiştir. İlginçtir ki Hizb-i Ceditçilerin tamamı İttihatçı’dır. Harekete o sırada Meclis-i Mebusan’da bulunan Mutedil Hürriyetperveran ve Ahali Fırkaları’ndan hiçbir mebus dâhil olmamıştır. 1912’den sonra bazı Hizb-i Cedit mensubu mebuslar farklı fırkalarda siyaset yapmaya devam etmişler, gözünü İTF’de açan A. Mecdi Efendi gibi bazı mebuslar da başka bir fırkaya girmeyerek ömürlerinin sonuna kadar İttihatçılıklarını muhafaza etmişlerdir. Fırka içerisinde çoğunluğu ele geçirerek arzu ettikleri cihette bir siyaset izlemeyi benimsemişlerdir. Hatta o kadar kuvvetlendiler ki 1911’de İttihatçıların siyasetlerini rahatlıkla uygulama fırsatı tanımadılar. İTF bünyesindeki bu ayrımın ideolojik bir sebebinin de olduğunu göz ardı edilmemelidir. Zira kendilerini muhafazakâr olarak niteleyen Hizipçiler, kendileri dışındaki mebusların, görgüsüz modernleşmelerine tepkiliydiler. Ayrıca onların Batıcı yönlerini eleştirerek, İslami açıdan da yetersiz bulmuşlardır. Onlar, İslamcılıkla-Osmanlıcılığın bir potada nasıl eritebileceği kaygısını taşırken; İttihatçı elitist zümrenin ajandasında Batıcılık ortak parantezi içerisinde Osmanlıcılık ve Türkçülük fikirleri yer almaktaydı. Yine Hizipçiler, nazırların ve mebusların mason olmasını bir türlü kabullenememişleridir. Özellikle bir Şeyhülislamın mason olabileceği onlar için akıl almaz bir durumdu. Trablusgarp Savaşı’nın çıkması akabinde Meclis’in Ocak-Mayıs 1912 tarihleri arasında kapalı bulunması İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne bir oksijen sağlamıştır. Fırka’nın içerden ikiye bölünmesini engellemiştir. Özellikle savaş, Hizb-i Ceditçilerin taleplerini, Cemiyet’in kongresine kadar bir kez daha gündeme gelmemek üzere rafa kaldırmıştır. Aslında bu, İttihatçıların daha sonradan kuvvetlenmek için gündeme getirdikleri geçici bir uzlaşma hareketidir. Lakin buna karşılık gücü elinde bulunduran İttihatçılara karşı dağınık muhalefet, Hürriyet ve İtilaf Fırkası adıyla tek bir çatı altında birleşerek, daha dişli bir muhalefet yapmak üzere Meclis’te ve siyasette yerini alacaktır. Esasında Cemiyet ve Fırka içerisinde kanayan bu yara pansumanla geçiştirilmeye çalışılmıştır.

123 Yücel YİĞİT ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

KAYNAKÇA I. Süreli Yayınlar

Hikmet, İkdam, Sabah, Son Posta, Tanin, Yeni Gazete.

II. Kitaplar

AHMAD, Feroz, İttihat ve Terakki (1908-1914), çev.: Nuran Yavuz, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2010. AKŞİN, Sina, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, İmge Kitabevi, İstanbul, 2001. AVCI, Cemal, İzmir Suikasti: Bir Suikastin Perde Arkası, IQ Kültür-Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2007. BABACAN, Hasan, Cavit Bey’in Hatıraları, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2014 (2014 yılında Türk Tarih Kurumu Yayınları arasında yayınlanmak üzere kabul edilmiştir.). BİRİNCİ, Ali, Hürriyet ve İtilaf Fırkası, Dergah Yayınları, İstanbul, 1990. ÇAVDAR, Tevfik, Türk Demokrasi Tarihi 1839-1950, İmge Kitabevi, İstanbul, 1999. ERGİN, Osman, Balıkesirli Abdülaziz Mecdi Tolun Hayatı ve Şahsiyeti, Kenan Basımevi, İstanbul, 1942. IŞIK, Ali, Ayaşlı Şakir Efendi, Çikme Basım Yayın, Konya, 2011. KANDEMİR, Feridun, İzmir Suikastinin İçyüzü I-II, Tarih Yayınları, İstanbul, 1955. KARAL, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, C.9, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1996. KOLOĞLU, Orhan, İttihatçılar ve Masonlar, Pozitif Yayınları, İstanbul, 1991. Meclis-i Mebusan Zabıt Cerideleri, TBMM Yayınları Ankara.

124 İttihat ve Terakki Fırkası İçinde Parti İçi Muhalefet... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

MEMİŞOĞLU, Erdem, Fatih Sertürbedarı Ahmet Amiş Efendi Hazretlerinden ve Abdülaziz Mecdi Tolun Bey’den Seçme Hatıralar ve Rivayetler, Bilgi İmaj Yayınevi, Ankara, 2004. OLGUN, Talat, Abdülaziz Mecdi Tolun’un Hayatı, Eserleri ve Tasavvufi Görüşleri, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kayseri, 2013. ÖZOĞLU, Hakan, Cumhuriyetin Kuruluşunda İktidar Kavgası: 150’likler, Takrir- i Sükun ve İzmir Suikastı, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2011. Rıza Nur, Cemiyet-i Hafiye Gizli Örgüt, haz.: Ahmet Nezih Galiptekin, İşaret Yayınları, İstanbul, 1995. TUNAYA, Tarık Zafer, Türkiye’de Siyasal Partiler, C.III, İletişim Yayınları, İstanbul, 1989.

III. Makaleler

AHMAD, Feroz- Dankwart Rustow, “İkinci Meşrutiyet Döneminde Meclisler: 1908-1918”, Güney-Doğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, S.4-5, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul, 1975-1976. AZAMAT, Nihat, “Abdülaziz Mecdi Efendi”, İslam Ansiklopedisi, C.1, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, İstanbul, 1988. GAZEL, Ahmet Ali, “İkinci Meşrutiyet Döneminde İttihat ve Terakki Fırkası’nı Bölünme Noktasına Getiren Hizb-i Cedid Hareketi”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S.16, Erzurum, 2001. HALICI, Şaduman, “İttihat ve Terakki Cemiyeti’nde Siyasal Bölünme: Hizb-i Cedid”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, C.VI, S.15, İzmir, 2007. İNAL, Mahmud Kemal, ‘’Mecdi’’, Son Asır Türk Şairleri, haz.: Hidayet Özcan, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 2000. OKAY, Cüneyd, ‘’İttihat ve Terakki içinde Antimason Bir Grup ve Lideri Abdülaziz Mecdi Efendi’’, Toplumsal Tarih Dergisi, S.33. ÖZÖNDER, Hasan, ”Abdülaziz Mecdi Efendi”, Konya Ansiklopedisi, Konya Büyükşehir Belediyesi Yayınları, Konya, ty.

125

Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi Journal Of Modern Turkish History Studies XIV/28 (2014-Bahar/Spring), ss.127-148.

ITALIAN SPARK ON BALKAN ARSENAL: ITALIAN-TURKISH WAR (1911-1912)

Bülent DURGUN*

Abstract Willing to keep her influence on the Western Great Powers’ policy over the Eastern Mediterranean, the Sublime Porte did not want to lose the last land stripe of hers on the Northern Africa. For this reason she decided to defend that land to preserve her political and military dignity by eliminating the military attack of Italy. The battlefield was far away from the mainland and there was no direct transportation link. Trying to support her units in the field, the Porte consumed all of her resources, particularly economic and military ones. Because of that, the war with Italians became very destructive for the Ottoman Empire. Consumption of resources during the war caused the Ottoman Empire having difficulties to provide economic and military sources to use in the Balkan Wars which had already started while war against Italians had not ended. Eventually Ottoman Empire could not hinder the loss of the Balkans which had been accepted as a part of mainland. Defeat in the Tripoli War against Italy caused Ottomans lost of the Dodecanese Islands along with her rights to execute power in both East Mediterranean and the Aegean Sea. In addition to that the weakness of her Navy, which was also one of the main reasons of losing the East Aegean Islands, was exposed. The loss of Aegean Islands could easily threaten both the security of Anatolian peninsula and the trade along the east-west and south-north trade routes, one of which is Silk Road. This essay, prepared by studying year books, periodicals, wide range of national and international literature, aims to explain the political, diplomatic, economic and military effects of The Tripoli War on the Balkan Wars. Along with Bulgarian Prime Minister Ivan Evstratiev Geshov’s memoirs, published in 1915, the work of Tittoni, prepared by compilation of reports of the Italian General Staff and published in 1914, were capitalized in this study. Assessments endeavoured to explain within limited pages are comprised of three subtitles as Prelude, Italian-Turkish War (1911-1912) and The Impacts on the Balkan Wars.

Keywords: the Ottoman-Italian War, Tripoli and Cyrenaica (Libya), the Balkan Wars, East Mediterranean, the Aegean Sea.

* Dr., ([email protected]). 127 Bülent DURGUN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

BALKANLARI TUTUŞTURAN İTALYAN ATEŞİ: TÜRK-İTALYAN HARBİ (1911-1912)

Öz Doğu Akdeniz’de büyük güçlerin uygulamaya koyacakları politikalarda söz hakkını muhafaza etmek isteyen Osmanlı İmparatorluğu, Kuzey Afrika’da elinde kalan son toprak parçasını kaybetmek istemiyordu. Bu nedenle, İtalya’nın Trablusgarp’a yönelttiği saldırıyı bertaraf ederek askeri ve siyasal onurunu da korumak üzere savunma yapmaya karar verdi. Kuzey Afrika’daki muharebe alanı merkezden oldukça uzaktaydı ve doğrudan bir ulaşım sistemi ile merkezle bağlantısı bulunmuyordu. Muharebe alanını Anavatandan desteklemeye çalışan imparatorluk, bu maksatla başta askeri ve ekonomik olmak üzere bütün kaynaklarını tüketmek zorunda kalmıştı. Bu nedenle Osmanlılar için İtalyanlar ile Trablusgarp’ta yapılan savaş çok yıkıcı bir mahiyet kazandı. Kaynakların tüketilmesi, daha İtalyanlarla savaş sona ermeden baş gösteren Balkan Harbi’nde kullanılacak mali ve askeri kaynak tedarikinde güçlüklerle karşılaşılmasına neden oldu. Sonuç olarak Osmanlı İmparatorluğu, anayurt olarak belirlediği Balkanların dahi elinden çıkmasına engel olamadı. Trablusgarp Savaşı’yla Oniki Ada’yı da kaybetmesi, korumaya çalıştığı Doğu Akdeniz’deki söz hakkının dışında, Ege’de de söz hakkını yitirmesine neden oldu. Bu durum Anadolu Yarımadası’nın güvenliğini tehdit ederken, Boğazlar üzerinden geçen Karadeniz ticareti ile Doğu-Batı istikametindeki İpek Yolu’nun kontrolü için son derece önemli bir bölgenin de önce İtalyanlara daha sonra da Yunanlara kaptırılmasına neden oldu. Çeşitli salnameler ile süreli yayınların yanı sıra Türkçe ve İngilizce geniş bir literatür taraması ile hazırlanan bu çalışmanın amacı Trablusgarp Harbi’nin Balkan Harbi’ne askeri, ekonomik, diplomatik ve siyasal etkilerini açıklamaya çalışmak olacaktır. Dönemin Bulgar Başbakanı Ivan Evstratiev Geshov’un 1915 yılında yayınlanan anıları ve İtalyan Genelkurmay’ının raporlarının tercümesi ve derlenmesi ile 1914 yılında basılan Tittoni’nin eseri de çalışmada kullanılan yayınlar arasındadır. Sınırlı sayfa ile anlatılmaya çalışılan değerlendirmeler, Giriş, Trablusgarp Harbi ile Balkan Harbine Etkileri Açısından Değerlendirme başlıkları altında üç bölümden oluşmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Osmanlı-İtalyan Savaşı, Trablusgarp ve Bingazi (Libya), Balkan Harbi, Doğu Akdeniz, Ege Denizi.

128 Italian Spark On Balkan Arsenal: Italian-Turkish War (1911-1912) ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Prelude

The Congress of Vienna was held in the years 1814-1815 under the influence of Austria-Hungarian foreign minister Metternich in order to reshape the Europe, shattered by the Napoleon leaded France1. With the Vienna Settlement signed on June 9th 1815, Germany, and Italy kept fragmented and remained under the control of the Austro-Hungarian Empire. Thus Metternich succeeded in blocking the Italian Unification and moulding the new Europe as imagined according the European Concert. Following the Treaty of Karlowitz (Jan. 26, 1699), signed in consequence of the loss of Second Vienna Siege; the Ottoman Empire entered a process of decline. Henceforth, together with her invincibility she began to lose territory in Europe. As for the significance of the Congress of Vienna for the Ottoman Empire, it stems from the Eastern Question2, first stated by the Russians, meaning forced migration, extermination and assimilation of Turkish entity in Europe. Although the insurrections, as a result of growing nationalist trends in Italy, were suppressed by Austria after the Congress of Vienna, time proved to be in favour of Piedmont-Sardinia that contributed with 15.000 troops to the Crimean War in order to ensure the support of Britain and France. Thanks to Count Cavour by whose successful financial operations, Italy joined the Great Powers along with Britain, France, Russia and Prussia and set for the search of raw materials and markets, including securing colonies yet not occupied3. “The Sick Man of Europe”4 the Ottoman Empire, first stated by Russian tsar, was whetting imperialist Great Powers’ appetite in the contest of securing market and raw materials.5 Bosworth, described Italy as the weakest of the Great 1 G. A. C. Sandeman, Metternich, Brentano’s Publications, New York, 1911, p. 114; According to Carr, extremely comprehensive articles on Klemens Metternich(1773-1859), are to such an extent that it supported a supposition of a pseudo “Metternich Age”, E.H. Carr ve J. Fontana, Tarih Yazımında Nesnellik ve Yanlılık, Çeviren: Özer Ozankaya, İmge Kitabevi, Ankara, 1992, pp. 34-35. 2 Özer Sükan, 21 Yüzyıl Başlarında Balkanlar ve Türkiye, Harp Akademileri Basımevi, İstanbul, 2001, pp. 64, 77-80; William L. Langer and Robert P. Blake, “The Rise of the Ottoman Turks and Its Historical Background”, The American Historical Review, Vol. 37, No. 3 (Apr., 1932), pp. 468-505; Suat Muhtar, “Şark Meselesi”, İstişare, Cilt 1, Sayı 18, 14 Kanunusani 1324, pp. 840-844; Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi V. Cilt, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 4. Baskı, Ankara, 1983, pp. 203-204. 3 Coşkun Üçok, Siyasal Tarih 1789-1950, 6. Bası, Başnur Matbaası, Ankara, Ankara, 1967, pp. 183, 188-194. 4 Ibid, p. 176. 5 Charles Seymour, The Diplomatic Background of the War 1870-1914, Yale University Pres, Tenth Printing,Yale, 1918, pp.166-221; Orhan Kurmuş, Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi, Savaş Yayınları, Üçüncü Baskı, Ankara, 1982, p. 12; Rifat Uçarol, Siyasi Tarih (1789-1999), Filiz Kitabevi, Beşinci Baskı, İstanbul, 2000, p. 49; Bayram Kodaman, “II. Abdülhamit ve Kürtler- Ermeniler”, SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Mayıs 2010, Sayı: 21; Norman Dwight Harris, “The Effect of the Balkan Wars on European Alliances and the Future of 129 Bülent DURGUN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Powers, stated the policy of United Italian towards Turkey in the contest as: “‘O tutti, o nessuno’—either a place for Italy or no Great Power should be warmed in the Ottoman sun.6” He also likened the Italian contribution to the efforts made by the Great Powers to the “the Sick Man” to a disease of the skin and not of the heart.7 With this feature, Italy came to prominence as the first to initiate the activities striking down the Porte. Regarded as one of the reasons of the Balkan Wars8, the Tripoli War is also important as it revealed the severity of the illness of the Ottoman Empire and directly affected Turkey in the successive wars for the next ten years. After the Congress of Vienna in 1815 Austro-Hungarian Empire’s dominance prevailed over the Italian peninsula, remaining only as a geographical place name. This dominance was conducted either by direct control of the central government in Vienna, as in the north of Venice and Lombardy, or appointing Austrian archdukes as governors like in Tuscany and Modena.9 As the France fire of nationalism spread all over the Europe, Italian passionate love for freedom was also set ablaze. However, Austria with the Prime Minister of Metternich and the Pope were the biggest obstacles to realization of the united Italy. Italy led by the Prime Minister Camillo Benso, Count of Cavour, achieved the unity in 1870, for the duration of time starting from the Vienna Agreement.10 The unification of Italy was one of the most important issues occurred in the 19th century for what first of all brought about big changes in the European Concert established by Metternich in 1815. Although she was the weakest of the Great Powers, United Italy emerged as a new actor of the European Diplomatic Balance, in the South of Europe and in the Middle of the Mediterranean.11 Most of the European countries, namely Spain, Portugal, Netherlands,

the Ottoman Empire”, Proceedings of the American Political Science Association, Vol. 10, Tenth Annual Meeting (1913), pp. 113, 116; G. H. Gordon, “Balkan Problems and Their Solutions”, Advocate of Peace through Justice, Vol. 84 No. 4 (April 1922), p. 144. 6 R. J. B. Bosworth, “Italy and the End of the Ottoman Empire”, The Great Powers and the End of the Ottoman Empire, Edited by Marian Kent, Frank Cass&Co.Ltd., England and USA, 1996, p. 52. 7 Ibid. 8 Ömer Esenyel, Balkan Harbinden Günümüze Bakış, Harp Akademileri Basımevi, İstanbul, 1995, pp. 50-51. 9 Sandeman, ibid., p. 168; As Metternich once called “geographical expression”, Gordon A. Craig, Europe 1815-1914, Third Edition, Orlando, USA, 1989, p. 186. 10 Gordon, ibid., p. 186-203; Hüner Tuncer, 19. Yüzyılda Osmanlı-Avrupa İlişkileri, Ümit Yayıncılık, Ankara, 2000, pp. 19-29, 55-56; Hamdi Ertuna, Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi Osmanlı Devri Osmanlı-İtalyan Harbi (1911-1912), Gnkur. Basımevi, Ankara, 1981, p. 46; Karal, ibid, pp. 246-247; Uçarol, ibid., pp. 234-239; Üçok, ibid., pp. 189-194; Şevket Süreyya Aydemir, Makedonya’dan Ortaasya’ya Enver Paşa (İkinci Cilt 1908-1914), 5. Basım, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1993, p. 217; Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914-1990) Cilt I: 1914-1980, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara, 1991, p. 12. 11 Ibid., p. 194. 130 Italian Spark On Balkan Arsenal: Italian-Turkish War (1911-1912) ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

France and England had managed to take hold of their colonies, long before Italy completed her unity, in order to transfer the affluence of the overseas countries. While partition of the wealth of the colonies12 was almost turning the 18th century the age of scramble for colonies, starting from the second half of the 18th century, the industrial and commercial revolutions developed intercontinental trade, and forced the developed countries to search for new markets for their manufactures and resources for the demand of their industries. In this context, the colonial struggles in the 19th century were directly influencing the European power balance. All the continents other than Europe were shared between France, Belgium, Netherlands, Russia, Spain and Portugal under UK’s leadership either by occupation or dominating the economy until 1870.13 Upon completion of the unification Italy, in the middle of the Mediterranean, stepped forward not to be late taking her share from the North African coast the importance of which increased by the opening of the Suez Canal14 in the second half of the 19th century.15 When it comes to the Ottoman-Italian relations Italy benefited from the legal, economic and political privileges of capitulations which were gained by the small kingdoms through centuries. For example Genoa was the first one who gained those of capitulations in 1352. Venice followed the same path. Naples- Sicily obtained same privileges in 1740. Piedmont established her diplomatic relations with Ottoman Empire in 1819 and benefited all the rights emerged from the commercial agreements later on. The United Italy inherited the imperial policy along with diplomatic and commercial rights of those small states mainly Piedmond’s. Although the Habsburg dynasty was a greater issue for the United Italian Kingdom, Italian foreign office focused their efforts on Libya, Balkans, Dodecanese, Adalia and Albenia before the year 1914.16 In 1882 with the loss of Egypt, in North Africa the last stripe of land remaining in the Ottoman’s sovereignty was Tripoli, conquered, on August 15, 1551, from the Knights of Malta, by Kaptan-ı Derya Sinan Pasha commissioned by the Sultan Suleiman the Magnificent, then became the third naval base following Algeria and Tunisia.17 Following the conquest, in the initial period, Tripoli was governed with Algeria and Tunisia collectively. She was the most loyal of these three states known as “Garp Ocakları”.18

12 Armaoğlu, ibid, pp. 11-13; Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi IX. Cilt (İkinci Meşrutiyet ve Birinci Dünya Savaşı(1908-1918)), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1996, pp. 258-259. 13 Uçarol, ibid., pp. 289-291; Armaoğlu, ibid., pp. 11-13, 79-81. 14 Danyal Beniz, “Süveyş Kanalı’nın Önemi”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, Cilt: 9, Sayı: 3, Year: 1951, pp. 329-352. 15 Armaoğlu, ibid., pp. 80-81. 16 Ibid., pp. 51-52. 17 Hale Şıvgın, Trablusgarp Savaşı ve 1911-1912 Türk-İtalyan İlişkileri, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 2006, p. 1; Karal, Osmanlı Tarihi IX, p. 256-257; 18 Aydemir, ibid., p. 215; Şıvgın, ibid., p. 1. 131 Bülent DURGUN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Between the years 1551-1864 as an autonomous state of Tripoli was governed by local dynasties. As a Dey, Ahmed Pasha, the founder of Qaramanli dynasty took over the government of the state on July 29, 1711. Qaramanli dynasty managed to be in the power for a hundred years. “In May 1835 an Ottoman naval vessel was sent to Tripoli carrying troops, ostensibly to aid in quelling a rebellion. As it happened, the troop commander, Mustafa Najib Pasha, entered Tripoli on May 28 as the new governor. Thus, the reign of the Qaramanli dynasty was ended, and for the next seventy-six years the Ottomans were to rule directly.19” With a regulation adopted in 1864 and establishing the Vilayets, Tripoli was connected directly to Istanbul. In this new administrative system, Tripoli was divided into five provinces in 1866, Sanjak of Cyrenaica (Benghazi), Sanjak of Trablus Garb, Sanjak of Khoms, Sanjak of Jabal al-Gharb and Sanjak of Fazzan. In 1908 Benghazi became an independent sanjak once again.20 By the amendment introduced in order to prevent possible interventions of the Great Powers, in this second phase of Tripoli under the Ottoman rule, the central government had the chance of strengthening her authority in the provinces distant from the coast.21 These initiatives causing local reactions in Tripoli are interpreted as the first intervention from outside by some researchers22. With the Fazzan (Fizan in Turkish) Sanjak located on the south of the country, Tripoli was reminded as a “Saharan Siberia” for political exiles in the period of Abdülhamid II.23 Tripoli was expanding of an area of 1.033.40024km2 with a population of 1.000.000 inhabitants, mostly living on the coastal regions of the country and comprised of Arabs and Berbers.25 Despite having vast land and human resources, Tripoli lost her military and economic significance for the Ottoman Empire due to the developments on steamships and the end of piracy age on the Mediterranean26. From the table below the economic relations of the state with the central government can be inferred in terms of revenue gathered from Tripoli and the allotment from the central budget:27 19 Lisa Anderson, “Nineteenth-Century Reform in Ottoman Libya”, International Journal of Middle East Studies,Vol.16, No.3 (3 Agu., 1984), p. 327. 20 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi VIII. Cilt (Birinci Meşrutiyet ve İstibdat Devirleri (1876- 1907)), 3. Baskı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1988, p. 340; Şıvgın, ibid., pp. 1, 7. 21 Karal, Osmanlı Tarihi IX, pp. 256-257. 22 John Wright, Libya: A Modern History, Croom Helm, London&Camberra, 1981, p. 11. 23 Cami Baykurt, Son Osmanlı Afrikası’nda Hayat (Çöl İnsanları, Sürgünler ve Jön Türkler), Hazırlayan: Arı İnan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2009, p. 11; Anderson, ibid, pp. 325-326. 24 Ertuna, ibid., p. 18. 25 Aydemir, ibid., p. 216; Ertuna, ibid., p. 39. 26 Aydemir, ibid., p. 215. 27 Muharrem Öztel, “Osmanlı Devleti’nde Sosyoekonomik Yapısıyla Öne Çıkan Vilayet ve Sancakların Kamu Maliyesindeki Yeri ve Önemi (1325-1327/1909-1912)”, Maliye Dergisi, Sayı 160, Ocak -Haziran 2011, pp. 224, 226. 132 Italian Spark On Balkan Arsenal: Italian-Turkish War (1911-1912) ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Central Revenue Allotment Fiscal Year % Budget Rate (kuruş) (kuruş) % 1909-1910 31.949.775 1,19 17.014.093 0,61 1910-1911 20.958.399 0,73 22.071.908 0,65 1911-1912 No income - Not applicable Not applicable

Just like the other countries on the North Africa, social and economic life was full of hardship to the common people despite the comfortable life of the privileged ones.28 Products of the peasant farmers were barely enough for self-consumption.29 Earning more than the amount of money enough to cover the daily expenses of life was considered disgraceful in Tripoli. For this reason nobody could have imagined grain trade or rehabilitation of the wild olive trees in the forests. The people living outside the city were simply covering their bodies with a piece of coarse cloth called ihram. Their main course of meal was made up of barley, olive oil and ocra. Tripoli’s main trade partner was the Europe. Salt, olive oil, leather were the major exports of the country. Besides Tripoli was serving like free trade zone for the ostrich, ivory and some other products coming from Sudan and heading towards Europe.30 The industry, concentrated on the city of Tripoli and dominated by Italians, was composed of five sectors.31 They were textile, wickerwork, leather works, soap manufacturing and some other enterprises. Actually the production lines and factories in Tripoli were very limited. There were four steam engines to compress fibre, an ice factory and four flour plants.32 During the long lasting reign of Abdulhamid II, there was not even a dime of investment from the central budget to Tripoli. For this reason construction, transportation, cultural and health care facilities were unavailable. The defence of Tripoli was also left to the mercy of the God. Such a location, abandoned to her fate and dynamism, was appeal to foreign ambitions.33 The Ottoman’s neglect of the region was consistently exaggerated and abused by the western powers in order to prepare the western public opinion for the future interventions of Italian for the land which had been promised to Italy in the Berlin Congress.34

28 Şıvgın, ibid., p. 53. 29 Karal, Osmanlı Tarihi IX, p. 255. 30 İbid., p. 256. 31 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılap Tarihi II/I (Trablusgarp ve Balkan Savaşları Osmanlı Asyasının Paylaşılması için Anlaşmalar-1911 başından Balkan Savaşı’na Kadar), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1983, p. 78. 32 Ertuna, ibid., p. 27. 33 Aydemir, ibid., p. 216. 34 “The European insistence on the Ottoman neglect of the province was, however, exaggerated and self-serving.”, Anderson, ibid., p. 344; Karal, Osmanlı Tarihi IX, p. 257; Şıvgın, ibid., p. 13. 133 Bülent DURGUN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

The Italian-Turkish War (1911-1912)

Upon completing her unity, Italy recognized that her development and taking part in the European policy were dependent solely on taking the possessions of colonies. Searching for a land for growing population, raw material and market for developing industry, Italy was forced to consent to Tripoli which was secretly proposed in the Congress of Berlin in 1878, after the France’s conquest of Tunisia in 1881 and British occupation of Egypt and Cyprus in 1882 and 1887 respectively. 35 Moreover as Italian fourth shore Tripoli, stuck between French Tunisia and British Egypt, gained strategic importance lest she could be occupied by either France or England36. For this reason “Italian policy towards Turkey, the real spur to Italian action was bound to neither internal nor local events, nor even to Italy’s particular relationship with Turkey. It came, rather, from Italy’s position with regard to the other Great Powers.”37. The principle of “effective occupation”38 established in 1885 at the end of Berlin Congress in order to possess colony in Africa speeded up Italian preparations for making move on Tripoli and creating excuses to legitimate her demands. To enable smooth capture of Tripoli and to avoid bloodshed, Italy primarily utilized economic, religious and educational instruments.39 In addition to trying to curb the ties between Tripoli and the Sublime Porte, Italians struggled to influence the Sublime Porte in her choice of new governor and commander to Tripoli40. For this reason Italians had the Sublime Porte replace the governor and commander of Tripoli Müşir İbrahim Pasha with Namık Bey who was famous for his incompetence.41 Despite determined objections of Ibrahim Pasha, troops up to a division stationed at Tripoli were ferried to Yemen to suppress the insurrection flared in 1910.42 Therefore the amount of troops in Tripoli was decreased to a level just enough to maintain law and order. Although the weapons in warehouses were outdated and supposed to be used by the militia, Tripoli was virtually discharged by the shipment of the weapons to Istanbul for refurbishment.43

35 Karal, Osmanlı Tarihi VIII, p. 78; Esenyel, ibid., p. 9-11; “Italy had long been considering Libya as a promised land for herself.”, Aydemir, ibid., p. 216, 217-218; Ertuna, ibid., p. 116; Üçok, ibid., p. 277; The Ottoman loss on the North Africa in square kilometer: 505.769 km2 Algeria to France, 167.400 km2 Tunisia to France, 994.300 km2 Egypt to England,1.033.400 km2 Tripoli to Italy. Total loss 2.700.879 km2., H. Cemal, Tekrar Başımıza Gelenler, Osmanlıca aslından çeviren, Murat Çulcu, Kastaş A. Ş. Yayınları, İstanbul, 1991, p. 274. 36 Karal, Osmanlı TarihiIX, pp. 260-261; Şıvgın, ibid., pp. 3-4; Üçok, ibid., p. 276. 37 Bosworth, ibid.., p. 56. 38 Armaoğlu, ibid., pp. 84-85. 39 Bayur, ibid., p. 78; Karal, Osmanlı Tarihi IX, pp. 264-265. 40 Aydemir, ibid., p.219. 41 Baykurt, ibid., p. 38. 42 Number of troops left in Tripoli was 1.700. , İbrahim Artuç, Balkan Savaşı, Kastaş A.Ş. Yayınları, Birinci Baskı, İstanbul, Kasım 1988, pp. 56-58; Şıvgın, ibid., pp. 8-9, 52. 43 Aydemir, ibid., p. 219. 134 Italian Spark On Balkan Arsenal: Italian-Turkish War (1911-1912) ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Italy declared war on 29 September 1911 pledging civilization to Tripoli, without waiting the answer to her ultimatum from the Sublime Porte.44 While struggling with domestic problems since the declaration of Constitutional Monarch and isolated diplomatically by Italian international agreements the Ottoman Empire was caught unprepared to this war declaration.45 Italy started invasion by landing troops to the city of Tripoli. She expanded her invasion by the successive landings to Khoms, Derna and Benghazi on October 3rd, 11th and 21th respectively46. On the contrary to Karal’s two phased evaluation, Italians assessed the Turko-Italian war as three phases which are; The first occupation (October, 1911), The establishment of bases (until March, 1912), The intensification of the war in Libya and the Aegean Sea(from April, 19 12, to the conclusion of hostilities).47 Particularly on the second phase of the Ottoman reign in Tripoli, “the Sublime Porte had managed to create some embryonic bureaucratic and military structures, and, willy-nilly, had brought some geographical unity to the country. Her policy allowing the Sanusiyya to act in a semi-autonomous fashion created a regional focus of leadership within Cyrenaica that would prove important for the country’s future during the colonial period and at independence.48” Despite the negative impact of Banco di Roma, the limited Ottoman investments in Libya fostered the development of the national bourgeoisie.49 The development of these groups was useful and played an active role in the resistance against the Italians. In practice, the conflict between the Ottomans and Italians lasted until 1917. As their homeland was occupied by the Christians, Libyans kept the resistance for 20 years.50 Therefore, the Italians in Libya could barely have established peace and order in 1932.51

44 Tanin, 29 September 1911, p. 1; 30 September 1911, p. 1; 1 October 1911, s. 1. 45 Bayur, ibid., pp. 58-59; Nihat Erim, Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih Metinleri I, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Ankara, 1953, p. 448; Karal, Osmanlı Tarihi IX, pp. 261-262, 264-265. 46 Üçok, ibid., pp. 276-278; Mevlüt Çelebi, Milli Mücadele Döneminde Türk-İtalyan İlişkileri, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 2002, pp. 1-2; Şıvgın, ibid., p. 4; Fehmi Özatalay, Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi Balkan Harbi Garp Ordusu Karadağ Cephesi, III ncü Cilt 3 ncü Kısım, Genelkurmay Basımevi, İkinci Baskı, Ankara, 1993, p. 7. 47 RenatoTittoni, The Italo-TurkishWar (1911-1912), Franklin Hudson Publishing Company, Kansas City, 1914, p. 25; Karal, Osmanlı Tarihi IX, p. 281. 48 Dirk J. Vandewalle, A History of Modern Libya, Cambridge University Pres, Cambridge, 2006, p. 22. 49 Ibid., p. 23; Anderson, ibid., pp. 326, 336; Özcan Mert, “Osmanlı Belgelerine Göre Banco di Roma’nın Trablusgarp’daki Faaliyetleri”, Belleten, C. LI/200 (Agu. 1987), pp. 832-847. 50 Wright, ibid., p. 28. 51 Şıvgın, ibid., p. 141; Vandewalle, ibid., pp. 16-22. 135 Bülent DURGUN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Notwithstanding the naval supremacy, Italian army could not find opportunity to move inwards from the coast.52 Due to the extraordinary resistance of local volunteers under the command of Turkish officers namely Mustafa Kemal and Enver Bey who had been appointed by the Ottoman Parliament53, Italians were confined to the coastal region.54 Confinement of the Italian army to the coastal region, called a halt to the evaluation of war as a “military excursion”55. In order to break the deadlock, Italians first annexed Libya then expanded the war to the Mediterranean, Aegean and the Dardanelles.56 By taking measures mentioned above, Italy aimed to force the Sublime Porte to make peace. So that Italy would be able to decrease the increasing cost of war57 and protect her local and worldwide public image. On the pretext of controlling the military shipping via the Aegean Sea, Italy occupied Rhodes and Dodecanese Islands, attacked Dardanelles and kept a large fleet afloat on the exit of the Straits.58 After the bombardment of Dardanelles, Italian navy exercised in the open sea off Cape Teke, the fleet was afloating in the vicinity of Donkey Islands. The weak Ottoman fleet neglected during period of the Abdulhamid II59 retreated to Maydos as Italian Navy cruised up to the middle of the Dardanelles and sailed back. Thus the Ottoman Navy was confined in the Northern exit of Dardanelles which lasted until the early phase of the Balkan Wars60. The Greek Navy enjoyed the confinement of the Ottoman Navy in the Marmara Sea by preventing the Ottoman military naval shipment in the Aegean Sea and occupying the East Aegean Islands easily61. Comprehending of the stalemate in the battlefield, Turkish blockage of Dardanelles for all the ships, increasing local and international reactions to the invasion of Tripoli and increasing financial burden on economy forced Italy to make demarche to the Great Powers for a reasonable agreement.62 “The war was vastly more expensive to Italy than to Turkey, and the latter evidently relied upon the probability of the Italians becoming exhausted

52 Esenyel, ibid., pp. 27-28. 53 MMZC 20 Nisan 1328(1912), II. Devre, 1. Sene, 4. İçtima, C: 1, p. 31. 54 Tanin, 27 October 1911, p. 3; Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, Yıl 59/Sayı 125, Genelkurmay Basımevi, Ankara, Haziran 2010, pp. 22-24. 55 Aydemir, ibid., p. 220. 56 Italian shelling of Beirut killed 200 citizens and wounded 50., MMZC 21 Temmuz 1328(1912), II. Devre, 1. Sene, 46. İçtima, C: 2, p. 621. 57 Paul S. Reinsch, “Diplomatic Affairs and International Law, 1912”, The American Political Science Review, VII/1 (Feb. 1913), p. 65. 58 MMZC 26 Nisan 1328(1912), II. Devre, 1. Sene, 3. İçtima, C: 1, p. 17; Erim, ibid., p. 449; Uçarol, ibid., pp. 427-429; İsrafil Kurtcephe, “İtalyan Donanması’nın Çanakkale Boğazını Geçme Teşebbüsleri”, OTAM Dergisi, Sayı:1, 1990, p. 306. 59 Şıvgın, ibid., p. 46. 60 “İtalyan Donanmasının Bahri Sefid Boğazına Taarruzu”, Ordu ve Donanma, 1 Cilt, sayı 5, Temmuz 1328, p. 344; Tanin, 2 October 1911, p. 1. 61 Karal, Osmanlı TarihiIX, p. 263. 62 Uçarol, ibid., p. 429. 136 Italian Spark On Balkan Arsenal: Italian-Turkish War (1911-1912) ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) before they could decisively make good their position in Tripoli. The naval action indeed worried the Turkish government not a little, and yet it was felt that, should the Italians actually carry the war into the more central Turkish dominions, they would find it a very serious undertaking. On the other hand, the reconquest of Tripoli by Turkey was rendered difficult, if not impossible, by the sea power of the Italians… But immediately after the second half of the year had begun, another danger dawned upon Turkey in the form of the pressing demands of the Balkan states. This rendered the Porte somewhat more inclined to consider Italian proposals.63” The situation of the Ottoman Empire was no better. Her navy in the Mediterranean was mostly worn out, Dodecanese Islands were invaded, Dardanelles was endangered, communication lines between central goverment and provinces from sea had been cut off, last but not least the internal upheavals and political tension in the parliament had increased. Along with the political crisis, the Ottoman Army got politicized and the economy came to a dead-end.64 While the Sublime Porte was living her solitude in the diplomatic arena, Balkan Nations wanted to take the advantage of her hardships and restless situation. The preparations of Balkan Nations to take action in the appropriate time surged the Balkan Peninsula into turmoil. For this reason the Ottoman Empire was in a state of mind requesting peace.65 Eventually the Tripoli War was terminated by the signature of the Ouchy Agreement on 18 October 1912 by the loss of last strip of land on the North Africa for the Ottoman Empire. Italy retained Rhodes and Dodecanese Islands in order to guarantee the evacuation of Ottoman officers from Tripoli. Another excuse of the retention of islands was the possible Greek threat against Islands.66 Thus, the Ottoman Empire not only lost the territories but also the remnants of her illusion of military, economic and political power.67

The Impacts on the Balkan Wars

According to Reinsch, “the dominant fact in foreign affairs in the year 1912 was the existence of the wars against Turkey. Turkey in Europe, and the entire Balkan region, had long been looked upon as the powder barrel of Europe. Anxiety concerning the future of this region had become a constant fear

63 Reinsch, ibid., p. 65; In 1913 with $50 millions, Italy was the sixth nation on naval expenditures. As Italy had been at war her new military constructional and armament expenditures were not available. Dennis, ibid., p. 36. 64 Şıvgın, ibid., p. 49. 65 Uçarol, ibid., p. 429. 66 Sertaç Hami Başeren, Ege Sorunları, Türk Deniz Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 2003, pp. 25- 28; Tanin, 1 January 1912, p. 2. 67 Üçok, ibid., p. 278; Uçarol, ibid., pp. 429-431. 137 Bülent DURGUN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) in European diplomacy, and although scares were of frequent occurrence, the nerves of Europe did not seem to get accustomed to them.68” The situation was an early indication of the First World War in Europe. Every conflict and crisis was considered as a possible trigger of imminent war in the continent.69 Just like the invasion of Morocco by France triggering Italian occupation to Tripoli and Cyrenaica (Libya)70, the latter triggered also the Balkan Wars. However hard the European Powers tried, they could barely localize the Tripoli War. Evaluated as the pioneer of the attacks to terminate the Ottoman Empire and exterminate Turks in Europe,71 the war between Italy and the Ottoman Empire induced Balkan Wars.72 Another important outcome of the Ottoman-Italian War was the establishment of the Balkan League, which had not been formed for many years. Main purpose of the alliance was to take the advantage of the situation at which the Ottoman Empire was in. The league was established to prevent the influence of The Austro-Hungarian Empire on the region and impede her any land gaining from the Ottoman territory. The struggle to keep the Italians, who were trying to expand the Tripoli War and grasp some share from Ottoman Europe, out of the region, was also another primary aim of the league. Eventually the league started war against the Ottoman Empire.73 Considered Albania and the Eastern Adriatic coast as her natural settlement areas and Adriatic Sea as her inland sea, Italy by utilizing all the instruments including mass media, conspired Balkan states against the Ottoman Empire. Her conspirations had enormous effects on the declaration of the Balkan Wars by the league. The process of the unification of Italy set an example to the Balkan Nations on their demands of independence and territorial expansions. Italian mass media was encouraging the Balkan Nations against the Ottomans and Habsburgs in Austria by establishing similarity between Italian Unification and their independence endeavours. Moreover Italians were backing up the local insurgents by financing their material and weapon procurements.74

68 Reinsch,ibid., p. 63. 69 Ibid. 70 Craig, ibid., p. 443; Uçarol, ibid., pp. 381-382; Üçok, ibid.,pp. 238-239. 71 Ertuna, ibid., p. 467. 72 Reinsch, ibid., p. 63; Şıvgın, ibid., p. 28. 73 Esenyel, ibid., pp. 50-51; Karal, Osmanlı Tarihi IX, pp. 287-295; İsrafil Kurtcephe, Türk- İtalyan İlişkileri(1911-1916), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1995, p. 67; Craig, ibid., p. 443; StefanosYerasimos, Milliyetler ve Sınırlar (Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu), İletişim Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 1995, pp. 67-70; Erim, ibid., p. 449; Hale Şıvgın, “Osmanlı Arşiv Belgeleriyle 1902-1912 Yıllarında Makedonya”, Hacı Bektaş Velî Dergisi Yıl: 2007, Sayı: 43, p. 87; I.E. Gueshoff, The Balkan League, London, 1915, pp. 37-38; Alfred L. P. Dennis, “Diplomatic Affairs and International Law, 1913”, The American Political Review, Vol. 8, No.1 (Feb. , 1914), p. 28; Bayur, ibid., pp. 226-228. 74 Özatalay, ibid., p. 7;Ertuna, ibid., p. 414;Bosworth, ibid., p. 54; Şıvgın, Trablusgarp Savaşı…, p. 142. 138 Italian Spark On Balkan Arsenal: Italian-Turkish War (1911-1912) ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

The invasion of Tripoli by Italy, while deeply damaging internal political stability of the Ottoman Empire, aggravated her international loneliness in the diplomatic field.75 The Italian Parliament’s positive supports to the Italian government on the operations in Tripoli were cited as good examples in discussions of the Ottoman Parliament.76 Flared up during this period, the internal political controversies inflicted the Ottoman army adversely. Political controversies in the army affected the morale and motivation and reduced the perseverance and willingness to fight in the Balkan Wars.77 However the Turkish officers, despising the enemies, were sure of the victory of the Ottoman Army in a forthcoming battle in the Balkans. The overconfidence led the preparations to frivolity and caused the military elites’ misjudgement of the battlefield as an opportunity to demonstrate new military skills and weapons.78 Under the impression of Tripoli War, none of the members of the Great Powers could predict such a hasty and definite defeat of the Ottomans. The heroic clashes in Tripoli and stalemate of the 100.000 Italian troops of with the support of most mighty navy concealed the depth of the corrosion in the Ottoman Army. If such a defeat of the Ottomans had been anticipated, Austria and Germany could have implemented some measures before the Balkan Wars broke out.79 Like the shipment of the soldiers from Tripoli to Yemen, as precaution the military units in Balkan Peninsula were deployed to the locations where the Italian interventions were expected. Along with the units, weapons and military equipments were relocated to the critical areas where Italian landings were expected namely Izmir and Dardanelles.80 “The Italian Chief of the General Staff, Alberto Pollio, decided, at the end of June, that drastic measures were called for. In a remarkable pro memoria, he suggested that now was the time for Italy to engage in total war against Turkey and simply to dismantle the Ottoman Empire. An Italian force, landed at Smyrna, would provide the military muscle, but Italy should also excite the

75 Tüccarzade İbrahim Hilmi, Balkan Harbinde Neden Münhezim Olduk, Kütüphane-i İslam ve Askeri, İstanbul, 1329, pp. 22, 28-29; Kurtcephe, Türk-İtalyan İlişkileri…, p. 261; İsrafil Kurtcephe, “Osmanlı Parlamentosu ve Türk İtalyan Savaşı (1911–1912)”, OTAM Dergisi, Sayı: 4, 1993, pp. 257-258. 76 MMZC 27 Haziran 1328(1912), II. Devre, 1. Sene, 30. İçtima, C: 2, p. 205. 77 Mahmut Muhtar Paşa, “Ruzname-i Harp (Balkan Savaşı Günlüğü), Üçüncü Kolordu ve İkinci Şark Ordusunun Muhaberatı”, Rumeli’yi Neden Kaybettik, Örgün, İstanbul, 2007, p. 193-195; Ertuna, ibid., p. 98; Gustov von Hochwächter, Balkan Savaşı Günlüğü “Türklerle Cephede”, Çeviren: Sumru Toydemir, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2009, pp. xvii-xxix. 78 İbid., pp. 3-4; Georges Remond, Mağluplarla Beraber (Bir Fransız Gazetecinin Balkan Savaşı İzlenimleri), Osmanlıcaya çeviren: Hasan Cevdet, Hazırlayan: Muammer Sarıkaya, Profil Yayıncılık, İstanbul, 2007, pp. 15-23; Stephane Lauzanne, Balkan Acıları, Kastaş A.Ş. Yayınları, İstanbul, 1990, p. 13. 79 Bayur, ibid., p. 312. 80 Gueshoff, ibid., p. 41. 139 Bülent DURGUN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Christian people of the Balkans to rise and expel Turkey from Europe. ‘The Eastern Question’, he argued, had ‘lasted for centuries’. It was Italy’s task to cut the Gordian knot and to ensure that the collapse of Turkey, which was certain in the immediate future in any case, would happen now at the moment of greatest advantage to Italy.81” The Ottoman Empire was making preparations for such plots. For example: Şirket-i Hayriye was taking part in the exercises by shipping the units and equipments in order to develop the counter measures of the Ottoman Army for the contingent invasion of the Dardanelles.82 Deployment of well trained and equipped railway units to the various critical areas was another example.83 Redeployment of these units to the Balkan battlefields was imposing unbearable burden on the Ottoman Government. It required more time, energy, money, assets and infrastructures. Excessive usage of these resources caused malfunctions on the redeployment.84 For this reason “some soldiers remained in north Africa in the aftermath of the war against the Italians. While the Ottoman high commandants drawing upon these Asian forces to obtain decisive numbers in a war against the Balkan states, they still faced the immense difficulties of gathering these soldiers from the remote corners of the empire and transporting them to the European battlefields.”85 Due to the Tripoli War the financial burden and political pressures on the Ottoman Government increased on the eve of the Balkan Wars. For the mitigation of the financial burden, the Sublime Porte was forced to disband 120.000 fully trained troops, who were summoned back later.86 Therefore, a very great confusion and chaos prevailed. Improper time management and disorder of transportation assets involved in the shipment caused wastage. Even the remobilized veterans could not have been transported to their original units.87 The economic and military inability of the Ottoman Empire and the exposure of the weakness of her navy caused the consideration of an exceptional opportunity by the nations of the Balkan League, particularly Greece whose navy was relatively more powerful than the Ottomans’ in the Aegean Sea.88

81 Bosworth, ibid., p. 60. 82 Şirket-i Hayriye Tarihçe, Salname, Ahmet İhsan Şirketi (Matbaacılık Osmanlı Şirketi), İstanbul, 1330 (1914), p. 31. 83 ATASE Arşivi Kls. 2, Dos. 6, Fih. 001-01. 84 ATASE Arşivi; Kls. 17, Dos. 26, Fih. 7-9. 85 Richard C. Hall, The Balkan Wars 1912–1913 Prelude to the First World War, Taylor & Francis e-Library, 2002, p. 19; Richard C. Hall, Balkan Savaşları (1912-1913 I. Dünya Savaşı’nın Provası), Çeviren: Tanju Akad, Homer Kitabevi ve Yayıncılık, I. Basım, İstanbul, 2003, pp. 25-26. 86 Fevzi Çakmak, Batı Rumeli’yi Nasıl Kaybettik, Yayına Hazırlayan: Ahmet Tetik, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2011, pp. 13, 16, 86; Kurtcephe, Türk-İtalyan İlişkileri…, pp. 261-262. 87 Mehmet Ali Nüzhet, 1912 Balkan Harbinde Sevkiyat ve Nakliyatı Askeriye, Yeni Turan Matbaası, İstanbul, 1332, p. 10; Çakmak, ibid., p. 13. 88 Reinsch, ibid., p. 67; Merle T. Cole, “Turkish Coast Defenses on the Eve of the Great War”, Coast Defense Study Group (CDSG) Newsletter, May 2010, p. 4; Üçok, ibid., p. 278; Afif 140 Italian Spark On Balkan Arsenal: Italian-Turkish War (1911-1912) ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Gueshoff observed the situation as follows: “What reason had we for being over-punctilious with an Empire already exhausted by the war with Italy, torn by internal feuds, with an undisciplined army and an empty treasury?89” Bulgarian employment of Italian mentors in the army and speeding up the deployment of their troops to the borders conjured up Bulgarian assault to the Ottomans in favour of the Italians. Thus on understanding the Balkan Nations to take the advantage of the situation90, the Ottomans “rushed to conclude peace with Italy. The Treaty of Ouchy ending the war was signed near Lausanne, Switzerland, on 15 October.91” But it was too late for the Sublime Porte since the nations had already started taking the actions against the Ottoman Empire. Moreover 800 Italian volunteers under the Italian General Garibaldi fought against the Ottomans with the Greek army until September 1912.92 According to Tüccarzade İbrahim Hilmi the reasons forcing the Ottomans to make peace were: Scattered in vast geography, soldiers remained useless, Hardship on financing the battle. As an Italian ally, German reluctance on supplying weapon and ammunition to the Ottomans. He also thinks that the Ottomans lost the Balkans while trying to save the Tripoli. Furthermore the war with Italy caused disasters and destruction.93

Büyüktuğrul, Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi Balkan Harbi VII. Cilt Osmanlı Deniz Harekatı (1912- 1913), Genelkurmay Basımevi, İkinci Baskı, Ankara, 1993, pp. 13, 34-36, 51, 56; Dokuzuncu Askerî Tarih Semineri Bildirileri II, Genelkurmay Basım Evi, Ankara, 2006, p. 38; Ertuna, ibid.,p. 467; Kurtcephe, Türk-İtalyan İlişkileri…, pp. 215-216; Büyüktuğrul, ibid., pp.34-36; Reşat Hallı, Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi Balkan Harbi (1912-1913) I. Cilt, Harbin Sebepleri, Askerî Hazırlıklar ve Osmanlı Devleti’nin Harbe Girişi, Genelkurmay Basımevi, İkinci Baskı, Ankara, 1993, p. 183; Necdet Hayta, “Balkan Savaşları Sırasında Ege Adaları Sorunu”, Dokuzuncu Askerî Tarih Semineri Bildirileri II, p. 259; Bülent Durgun, “Ülke Savunmasında Deniz Yolu Ulaşımının Önemine Bir Örnek: Balkan Harbi’nde Osmanlı İmparatorluğu’nun Deniz Yolu”, Güvenlik Stratejileri Dergisi, Aralık/December 2011, Yıl/Year 7, Sayı/Issue 14, pp. 146-150 89 Gueshoff, ibid., p. 49; Report of the International Commission to Inquire in to the Causes and Conduct of Balkan Wars, Carnegie Endowment for International Peace Division of Intercourse and Education, Washington D.C., 1914, p. 43; Şıvgın, Trablusgarp Savaşı…, p. 29-30. 90 Kurtcephe, Türk-İtalyan İlişkileri…, p. 68; Şıvgın, Trablusgarp Savaşı..., pp. 31, 141-142. 91 Hall, The Balkan Wars…, p. 56. 92 Philip S. Jowett, Balkan Harplerinde Ordular 1912-1913, İllüstrasyonlar: Stephen Walsh, Çeviren: Emir Yener, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2012, p. 21; “the main Greek force, supplemented by a corps of foreign volunteers under the Italian General Ricciotti Garibaldi, the son of Giuseppe, advanced toward the Ottoman stronghold of Janina (Greek, Ioannina; Turkish, Yanya). General Garibaldi had led a similar corps on behalf of the Greeks in the war of 1897.”, Hall, The Balkan Wars…, p. 63. 93 Tüccarzade İbrahim Hilmi, ibid., pp. 9-13. 141 Bülent DURGUN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Conclusion

Completion of Italian and German respective unification in the second half of 19th century emerged alternative powers for the Ottoman Empire to utilise against England and France for the balance of diplomacy. The Sublime Porte gained this option on the expense of giving the Italian’s share of interest. Italy, the weakest of the Great Powers, was trying to realize the opportunities offered to her by the others, instead of determining her interests independently. The intervening of Italian to Libya made Italy the trigger of partition of the Ottoman Empire. Libya had long been promised to Italy. Italians considered Libya important from the economic, political and strategic point of view. As she had been late for the colonial rivalry her interests on the African continent were clamped on just a limited area, one of which was Libya. However, the most significant reason of Italian invasion of Libya was her aspiration of power in the policy making process of Great Powers. The Ottoman Empire was mainly considering Tripoli as a land of exile on the account of her poverty. Just like the neighbouring ex-Ottoman countries of North Africa, Libya had long been neglected. The endeavours to link the political and economic systems of Tripoli with central Ottoman Government did not make much progress on the miserable situation of the common people. The new regime of Young Turks, trying to oppose the Italian entity in Libya made a big mistake by pulling the military units and materials out of the country, which made mainland vulnerable for an attack. Appointment of untalented governors also encouraged Italians to mingle with Tripoli. Eventually the neglect of Tripoli, exaggerated by the Europeans, was the main reason of Italian’s invasion. Italian attempts of peaceful penetration by using the Bank of Rome to Tripoli, followed by a military invasion on September 29. The timing of the occupation was at a time when France and England’s main concern was German policy on Morocco and Congo, conditions of Persia was considered as Russian interest and the Ottoman Empire was having domestic uprisings. The three phased battle was not as simple as Italy considered at the beginning. By defending Tripoli, the Ottoman Empire was aiming not only strengthening the Turkish nationalism in the country but also trying to make a powerful image to keep her interests in the Eastern Mediterranean and Balkans. But the situation did not develop as the Young Turks predicted. The war on Tripoli exposed the chain of mistakes of political, military and economic despair of the Sublime Porte to the publicity of world. Willing to take advantage of this despair situation of the Ottoman Empire, Balkan states took the action ending up with an alliance against her under the Russian inspiration.

142 Italian Spark On Balkan Arsenal: Italian-Turkish War (1911-1912) ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

However rest of the Europe tried hard to limit the war between the Ottoman and Italy in Tripoli, Italy made efforts to extend the war into the Balkan Peninsula by supporting Balkan states to force the Ottoman Empire obey the terms of peace. Along with the Russian inspirations, the War of Tripoli facilitated the formation of the Balkan League and triggered the Balkan Wars. Following the termination of the war by the Ouchy Agreement, the Ottoman Empire lost Tripoli and Cyrenaica along with Rhodes and Dodecanese Islands. During this war the exhausted Ottoman Empire consumed all the human, military, economic, tangible and intangible resources she had. To take the advantage of her exhausted situation the united Balkan League nations launched an attack on the Ottoman Empire which caused the loss of the Ottoman Europe and the Eastern Aegean Islands. To conclude, it would not be wrong to infer that The Ottoman-Italian War triggered the Balkan Wars, both of which erased the Turkish entity from the North Africa, Balkans and Aegean Islands while depriving the power of the Sublime Port to defend her interests on the Eastern Mediterranean.

143 Bülent DURGUN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

BIBLIOGRAPHY

I. Archive Documents

Turkish General Staff ATASE Archive Balkan War Collection ATASE Arşivi Kls. 2, Dos.6, Fih.001-01. ATASE Arşivi; Kls. 17, Dos.26, Fih.7-9.

Official Publications Meclisi Mebusan Zabıt Cerideleri MMZC 26 Nisan 1328 (1912), II.Devre, 1.Sene, 3. İçtima, C: 1, s. 17. MMZC 20 Nisan 1328(1912), II.Devre, 1.Sene, 4. İçtima, C: 1, s. 31. MMZC 21 Temmuz 1328(1912), II.Devre, 1.Sene, 46. İçtima, C: 2, s. 621.

Report of International Commission Report of the International Commission to Inquire into the Causes and Conduct of Balkan Wars, Carnegie Endowment for International Peace Division of Intercourse and Education, Washington D.C., 1914.

II. Reference Works & Studies

ANDERSON, Lisa, “Nineteenth-Century. Reform in Ottoman Libya”, International Journal of Middle East Studies Vol.16, No.3 (3 Agu., 1984), pp. 325-348. ARMAOĞLU, Fahir, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914-1990) Cilt I: 1914-1980, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara, 1991. ARTUÇ, İbrahim, Balkan Savaşı, Kastaş A.Ş. Yayınları, Birinci Baskı, İstanbul, Kasım 1988. AYBARS, Pamir “Kapitülasyon Kavramı ve Osmanlı Devleti’ne Etkileri”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 51, Sayı: 2, Yıl: 2002, pp. 79-119. AYDEMİR, Şevket Süreyya, Makedonya’dan Ortaasya’ya Enver Paşa (İkinci Cilt 1908-1914), 5. Basım, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1993. BAŞEREN, Sertaç Hami, Ege Sorunları, Türk Deniz Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 2003. 144 Italian Spark On Balkan Arsenal: Italian-Turkish War (1911-1912) ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

BAYKURT, Cami, Son Osmanlı Afrikası’nda Hayat (Çöl İnsanları, Sürgünler ve Jön Türkler), Hazırlayan: Arı İnan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2009. BAYUR, Yusuf Hikmet, Türk İnkılap Tarihi II/I (Trablusgarp ve Balkan Savaşları Osmanlı Asyasının Paylaşılması için Anlaşmalar-1911 başından Balkan Savaşı’na Kadar), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1983. BENİZ, Danyal, “Süveyş Kanalı’nın Önemi”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi Dergisi, Cilt: 9, Sayı: 3, Yıl: 1951, pp. 329-352. BOSTAN İ. , Kurumahmut A. , Oğuz M., Övenç A. F. ve Aydın Y. A. Trablusgarp ve Balkan Savaşlarında İşgal Edilen Ege Adaları ve İşgal Telgrafları, SAEMK Yayınları, Ankara, 2003. BOSWORTH, R. J. B., “Italy and the End of the Ottoman Empire”, The Great Powers and the End of the Ottoman Empire, Edited by Marian Kent, Frank Cass&Co.Ltd., England and USA, 1996, pp. 51-72. BÜYÜKTUĞRUL, Afif,Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi Balkan Harbi VII. Cilt Osmanlı Deniz Harekatı (1912-1913), Genelkurmay Basımevi, İkinci Baskı, Ankara, 1993. CARR, E.H. ve J. Fontana, Tarih Yazımında Nesnellik ve Yanlılık, Çeviren: Özer Ozankaya, İmge Kitabevi, Ankara, 1992. CEMAL, H., Tekrar Başımıza Gelenler, Osmanlıca aslından çeviren, Murat Çulcu, Kastaş A. Ş. Yayınları, İstanbul, 1991. COLE, Merle T., “Turkish Coast Defenses on the Eve of the Great War”, Coast Defense Study Group (CDSG) Newsletter, May 2010, p. 4. CRAIG, Gordon A., Europe 1815-1914, Third Edition, Orlando, USA, 1989. ÇAKMAK, Fevzi, Batı Rumeli’yi Nasıl Kaybettik?, Yayına Hazırlayan: Ahmet Tetik, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2011 ÇELEBİ, Mevlüt, Milli Mücadele Döneminde Türk-İtalyan İlişkileri, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 2002. DENNIS, Alfred L. P., “Diplomatic Affairs and International Law, 1913”, The American Political Review, Vol. 8, No.1 (Feb. , 1914), pp. 25-49. DUNGAN, Stephen P., “Balkan Diplomacy I”, Political Science Quarterly, Vol. 32, No. 1 (Mar. , 1917), pp. 36-59. DURGUN, Bülent, “Ülke Savunmasında Deniz Yolu Ulaşımının Önemine Bir Örnek: Balkan Harbi’nde Osmanlı İmparatorluğu’nun Deniz Yolu Ulaştırması”, Güvenlik Stratejileri Dergisi, Aralık 2011, Yıl 7, Sayı 14, pp. 143-167.

145 Bülent DURGUN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

ERİM, Nihat, Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih Metinleri I, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Ankara, 1953. ERTUNA, Hamdi, Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi Osmanlı Devri Osmanlı-İtalyan Harbi (1911-1912), Gnkur. Basımevi, Ankara, 1981. ESENYEL, Ömer, Balkan Harbinden Günümüze Bakış, Harp Akademileri Basımevi, İstanbul, 1995. GORDON, G. H., “Balkan Problems and Their Solutions”, Advocate of Peace through Justice, Vol. 84 No. 4 (April 1922), World Affairs Institude, Heldref Publications, pp. 143-146. GUESHOFF, I.E., The Balkan League, London, 1915. HALL, Richard C., Balkan Savaşları (1912-1913 I. Dünya Savaşı’nın Provası), Çeviren: Tanju Akad, Homer Kitabevi ve Yayıncılık, I. Basım, İstanbul, 2003. ------, The Balkan Wars 1912–1913 Prelude to the First World War, Taylor & Francis e-Library, 2002. HALLI, Reşat, Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi Balkan Harbi (1912-1913) I. Cilt, Harbin Sebepleri, Askerî Hazırlıklar ve Osmanlı Devleti’nin Harbe Girişi, Genelkurmay Basımevi, İkinci Baskı, Ankara, 1993. HARRİS, Norman Dwight, “The Effect of the Balkan Wars on European Alliances and the Future of the Ottoman Empire”, Proceedings of the American Political Science Association, Vol. 10, Tenth Annual Meeting (1913), pp. 105-116. HAYTA, Necdet, “Balkan Savaşları Sırasında Ege Adaları Sorunu”, Dokuzuncu Askerî Tarih Semineri Bildirileri II, Genelkurmay Basım Evi, Ankara, 2006, pp. 255-275. HOCHWÄCHTER, Gustovvon, Balkan Savaşı Günlüğü “Türklerle Cephede”, Çeviren: Sumru Toydemir, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İkinci Baskı, İstanbul, 2009. “İtalyan Donanmasının Bahri Sefid Boğazına Taarruzu”, Ordu ve Donanma, 1 Cilt, sayı 5, Temmuz 1328, pp. 338-345. JOWETT, Philip S., Balkan Harplerinde Ordular 1912-1913, İllüstrasyonlar: Stephen Walsh, Çeviren: Emir Yener, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2012. KARAL, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi V. Cilt, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Dördüncü Baskı, Ankara, 1983. ------, Osmanlı Tarihi VIII.Cilt (Birinci Meşrutiyet ve İstibdat Devirleri (1876- 1907)), Üçüncü. Baskı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1988.

146 Italian Spark On Balkan Arsenal: Italian-Turkish War (1911-1912) ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

------, Osmanlı Tarihi IX.Cilt (İkinci Meşrutiyet ve Birinci Dünya Savaşı(1908-1918)), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1996. KODAMAN, Bayram, “II. Abdülhamit ve Kürtler-Ermeniler”, SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Mayıs 2010, Sayı:21, pp.131-138. KÖSOĞLU, Nevzat, Şehit Enver Paşa, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2008. KURMUŞ, Orhan, Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi, Savaş Yayınları, Üçüncü Baskı, Ankara, 1982. KURTCEPHE, İsrafil, Türk-İtalyan İlişkileri (1911-1916), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1995. ------,“İtalyan Donanması’nın Çanakkale Boğazını Geçme Teşebbüsleri”, OTAM Dergisi, Sayı:1, 1990, pp. 299-312. ------, “Osmanlı Parlamentosu ve Türk İtalyan Savaşı (1911–1912)”, OTAM Dergisi, Sayı: 4, 1993, pp. 235-258. LANGER, William L. and Robert P. Blake, “The Rise of the Ottoman Turks and Its Historical Background”, The American Historical Review, Vol. 37, No. 3 (Apr., 1932), pp. 468-505. LAUZANNE, Stephane, Balkan Acıları, İstanbul, 1990. Mahmut Muhtar Paşa, Fazlı Necip, Rumeli’yi Neden Kaybettik, Örgün, İstanbul, 2007. MERT, Özcan, “Osmanlı Belgelerine Göre Banco di Roma’nın Trablusgarp’daki Faaliyetleri”, Belleten, C. LI/ 200(Agu. 1987), pp. 829-847. NÜZHET, Mehmet Ali, 1912 Balkan Harbinde Sevkiyat ve Nakliyatı Askeriye, Yeni Turan Matbaası, İstanbul, 1332. ÖZATALAY, Fehmi, Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi Balkan Harbi Garp Ordusu Karadağ Cephesi, III ncü Cilt 3 ncü Kısım, Genelkurmay Basımevi, İkinci Baskı, Ankara, 1993. ÖZTEL, Muharrem, “Osmanlı Devleti’nde Sosyoekonomik Yapısıyla Öne Çıkan Vilayet ve Sancakların Kamu Maliyesindeki Yeri ve Önemi (1325-1327/1909- 1912)”, Maliye Dergisi, Sayı 160, Ocak -Haziran 2011, pp. 224, 226. REINSCH, Paul S., “Diplomatic Affairs and International Law, 1912”, The American Political Science Review, VII/1 (Feb. 1913), pp. 63-86. REMOND, Georges, Mağluplarla Beraber (Bir Fransız Gazetecinin Balkan Savaşı İzlenimleri), Osmanlıcaya çeviren: Hasan Cevdet, Hazırlayan: Muammer Sarıkaya, Profil Yayıncılık, İstanbul, 2007. SANDEMAN, G. A. C., Metternich, Brentano’s Publications, New York, 1911.

147 Bülent DURGUN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

SEYMOUR, Charles, The Diplomatic Background of the War 1870-1914, Yale University Pres, Tenth Printing, Yale, 1918. Suat Muhtar, “Şark Meselesi”, İstişare, Cilt 1, Sayı 18, 14 Kanunusani 1324, pp. 840-844. SÜKAN, Özer, 21 Yüzyıl Başlarında Balkanlar ve Türkiye, Harp Akademileri Basımevi, İstanbul, 2001, ŞIVGIN, Hale, Trablusgarp Savaşı ve 1911-1912 Türk-İtalyan İlişkileri, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 2006. ------, “Osmanlı Arşiv Belgeleriyle 1902-1912 Yıllarında Makedonya”, Hacı Bektaş Velî Dergisi Yıl: 2007 Sayı: 43, pp. 81-87. Şirket-i Hayriye Tarihçe, Salname, Ahmet İhsan Şirketi (Matbaacılık Osmanlı Şirketi), İstanbul, 1330 (1914). Tanin Gazetesi. TEZEL, Yahya Sezai, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Beşinci Baskı, İstanbul, 2002. TITTONI, Renato, The Italo-Turkish War (1911-1912), Franklin Hudson Publishing Company, Kansas City, 1914. TUNCER, Hüner, 19. Yüzyılda Osmanlı-Avrupa İlişkileri, Ümit Yayıncılık, Ankara, 2000. Tüccarzade İbrahim Hilmi, Balkan Harbinde Neden Münhezim Olduk?, Kütüphane-i İslam ve Askeri, İstanbul, 1329. UÇAROL, Rifat, Siyasi Tarih (1789-1999), Filiz Kitabevi, Beşinci Baskı, İstanbul, 2000. ÜÇOK, Coşkun, Siyasal Tarih 1789-1950, 6. Bası, Başnur Matbaası, Ankara, 1967. YAVUZ, Celalettin, “Balkan Harbi’nde Osmanlı Donanması Neden Kullanılmadı?”, Dokuzuncu Askerî Tarih Semineri Bildirileri II, Genelkurmay Basım Evi, Ankara, 2006, pp. 373-397. YERASİMOS, Stefanos, Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye I, Tercüme Eden: Babür Kuzucu, Gözlem Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 1977. ------, Milliyetler ve Sınırlar (Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu), İletişim Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 1995. VANDEWALLE, Dirk J., A History of Modern Libya, Cambridge University Pres, Cambridge, 2006. WRIGHT, John, Libya: A Modern History, Croom Helm, London & Canberra, 1981.

148 Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi Journal Of Modern Turkish History Studies XIV/28 (2014-Bahar/Spring), ss.149-174.

MİLLİ MÜCADELE TARAFTARLIĞINDAN CUMHURİYET KARŞITLIĞINA VELİD EBUZZİYA

Bengül BOLAT*

Öz Mondros Mütarekesi sonucu işgale uğramaya başlayan Anadolu, Mustafa Kemal Paşa önderliğinde girişilen Milli Mücadele hareketi sonucunda tam bağımsızlığına kavuşmuştur. Milli Mücadele geniş bir katılımla, farklı çevrelerden, farklı mesleklerden kişilerin verdiği destekle kazanılmıştır. Bu mücadelede basın son derece etkili olmuştur. İstanbul ve Anadolu basını Milli Mücadele’ye taraftar ve karşıt olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Taraftar olan ve olmayan basında yapılan propaganda ve fikirler de halkın Milli Mücadele’ye olumlu veya olumsuz yaklaşımında çok etkili olmuştur. Bu süreç içerisinde, özellikle Milli Mücadele taraftarlığında Milli egemenlik fikri çok benimsenmiş ve savunulmuştur. Çalışmamıza konu olan Abdurrahman Velid Ebüzziya, tam anlamıyla Milli Mücadele ve milli egemenlik taraftarı olmuş, gazetesinde bu yönde çok sayıda makale ve haber yapmıştır. Ayrıca, Anadolu’ya gazeteci yollama, silah kaçırma gibi faaliyetlerde de bulunmuştur. Ancak Milli Mücadele sonuçlandıktan sonra ortaya atılan cumhuriyet olgusuna şiddetle karşı çıkmıştır. Bu yönetim biçiminin Türkiye için henüz çok erken olduğu ve bu suretle istismar edilerek otoriter bir hale geleceği endişesini dile getirmiş ve bu düşüncelerini cesurca ifade etmiştir. Bu yüzden de gazetelerinin kapanması, İstiklal Mahkemesi’ne sevk edilme gibi durumlarla karşı karşıya kalmıştır. Ancak Milli Mücadele’ye yaptığı hizmetler göz önüne alınarak, çok ağır bir ceza ile karşılaşmamıştır.

Anahtar Kelimeler; Velid Ebüzziya, Tasvir-i Efkâr, Cumhuriyet, Milli Mücadele.

VELİD EBUZZİYA FROM THE NATIONAL STRUGGLE ADVOCACY TO ANTI-REPUBLICANISM

Abstract Anatolia, which started to be occupied as a result of the Armistice of Montrose, became fully independent as a result of the National Struggle movement that was initiated under the leadership of Mustafa Kemal Paşa. National Struggle was won with a broad participation and support from different environments and different professions. Press had a strong effect upon this struggle. İstanbul and Anatolian press was separated into two parts as supporters and opponents of the struggle. The propagandas and opinions that were

* Yrd. Doç. Dr., Ahi Evran Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, ([email protected]). 149 Bengül BOLAT ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) encountered in the supporter and non-supporter press had a great influence on positive or negative approach of the public towards the National Struggle. During this process, the idea of National domination was adopted and defended especially by the supporters of the National Struggle. Abdurrahman Velid Ebüzziya, who is mentioned in the study, was in favor of the National Struggle and national domination and he wrote a great number of articles and news on this subject in his newspaper. He was also involved in activities such as sending journalists to Anatolia and smuggling weapons. However, he argued against the phenomenon of the republic, Author bravely expressed, This form of management was still too early for Tukey and woried about for this reason could be exploited and authoritaran. Thereby, his newspapers were closed and he was sent to the Independence Court. However, he was not severely punished by courtesy of his services to the National Struggle.

Keywords; Velid Ebüzziya, Tasvir-i Efkâr, Republic, National Struggle.

Giriş

XVIII. Yüzyıldan itibaren topraklarını ve buralarda yaşayan etnik unsurları kaybetmeye başlayan Osmanlı Devleti, bazı zamanlarda birçok alanda ıslahat1 yapmasına rağmen dağılmaktan kurtulamamıştır. XX. Yüzyılın başlarından itibaren ayakta durmakta güçlük çeken devlet, son bir umutla I. Dünya Savaşı’na katılmıştır. Bu savaştan bağlaşıkları ile birlikte yenik çıkmasının ardından yıkılmış ve imzaladığı Mondros Mütarekesi2 ile Anayurdu olan Anadolu’nun büyük bir bölümünü kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır3. Mütareke sonrasında hemen başlayan işgaller karşısında ülkenin kurtuluşu için bir takım çözüm arayışları ve girişimleri söz konusu olmuştur. Padişah ve çevresi yaşanan felaketlerin ardından mücadele ederek kurtuluşun mümkün olamayacağının düşünerek, durumu idare edebilmek maksadıyla teslimiyetçi bir tutum içine girmeyi bir zorunluluk olarak görmüşlerdir. Buna karşın Anadolu’da ise bir takım vatanseverler, ülkeyi içerisine girdiği bu durumdan kurtarabilmek umuduyla bir takım direniş teşkilatlanmaları oluşturmaya başlamışlardır. Mustafa Kemal Paşa’nın fikir olarak benimsediği bu teşkilatlanma, onun liderliğinde 19 Mayıs 1919’dan itibaren Milli Mücadele şeklini almıştır4.

1 Konu ile ilgili bkz. Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, çev. Metin Kıratlı, Ankara, 1984; Sibel Bozdoğan - Reşat Kasaba, Türkiye’de Modernleşme ve Ulusal Kimlik, çev. Nurettin Elhüseyni, İstanbul, 1998; Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul, 1978; İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, 3. bsk., İstanbul, 1999; Mümtaz Turhan, Kültür Değişmeleri, 3. bsk., İstanbul, 1997; Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, 3. bsk., İstanbul, 1998. 2 İzzet Öztoprak, Kurtuluş Savaşı’nda Türk Basını, İş Bankası Yay., Ankara, 1981, s.49. 3 Osmanlı Devleti’nin durumu ve paylaşılması ile ilgili geniş bilgi için bkz. Yuluğ Tekin Kurat, Osmanlı İmparatorluğu’nun Paylaşılması 1914-1924, Ankara, 1986; Selahattin Tansel, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, C.1, Ankara, 1977. 4 Kemal Atatürk, Nutuk (1919–1927), Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2002, s.s.1–10. 150 Milli Mücadele Taraftarlığından Cumhuriyet Karşıtlığına Velid... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Gerek İstanbul’da gerekse de Anadolu’da geniş bir yelpazenin desteğini alan Milli Mücadele, basın tarafından da dikkatle takip edilmeye başlanmıştır. Basın, Milli Mücadele’ye taraftar ve karşıt olmak üzere iki gruba ayrılmıştır5. Milli Mücadele taraftarlığı yapan çok önemli gazetelerden biri İstanbul Basınından Tasvir-i Efkar6 olurken, gazetenin sahibi ve başyazarı Abdurrahman Velid Ebüzziya da milli mücadelenin savunucularından olmuştur. Milli Mücadelenin zaferle sonuçlanmasının ardından, Lozan Barış Anlaşması’nın imzalanması, Saltanatın kaldırılması gibi aşamalarda Hâkimiyet-i Milliye anlayışının güçlü savunucusu olan yazar, “Cumhuriyete” tam bir karşıtlık göstermiş ve bu karşıtlığını da yazılarına ve davranışlarına yansıtmaktan hiç çekinmemiştir. Genel olarak, Velid Ebüzziya’nın hayat hikâyesi ve yaptıkları ile ilgili çalışmalar mevcuttur. Özellikle Cumhuriyetin ilanı ve basının durumu hakkında yapılan çalışmalarda, diğer gazetecilerle birlikte Velid Ebüzziya’nın Cumhuriyet karşıtlığı işlenmiş, yazılarından örnekler verilmiştir7. Ancak yazarın Milli Mücadele taraftarlığını belirten ve sadece ona özel kapsamlı bir çalışma olmadığı görülmektedir. Bu araştırmada, benzer çalışmalara ve alana katkı sağlamak amacıyla; yazarın gerek Milli Mücadele dönemi çalışmaları ile fikirlerini yansıttığı yazılarını içeren, gerekse de Cumhuriyet karşıtlığını yansıttığı yazılardan örnekler verilerek, onunla ilgili hatıra ve görüşleri içeren bir çalışma yapılması hedeflenmiştir. Böylece konunun objektif kriterlere göre incelenmesine olanak sağlanabileceği düşünülmektedir.

1- Abdurrahman Velid Ebüzziya Kimdir?

1882’de İstanbul’da doğan Velid Ebuzziya, yayıncı ve siyasetçi bir aileden gelmiştir. Babası Ebuzziya Mehmed Tevfik’tir. Köklü ve varlıklı bir ailenin mensubu olan Velid iyi bir eğitim almıştır. İlkokuldan sonra, 1893’te

5 Dönemin Anadolu ve İstanbul Basını gazeteleri ve görüşleri ile ilgili bkz. İzzet Öztoprak, Kurtuluş Savaşı’nda…; Yücel Özkaya, Milli Mücadelede Atatürk ve Basın (1919–1921), Atatürk Araştırma Merkezi Yay., Ankara, 1989; Ömer Sami Coşar, Milli Mücadele Basını, Gazeteciler Cemiyeti Yay., İstanbul, b.t.y.; Hıfzı Topuz, II. Mahmut’dan Holdinglere Türk Basın Tarihi, 2. bsk., İstanbul, 2003, s.s.98–142; İzzet Öztoprak, Türk ve Batı Kamuoyunda Milli Mücadele, Ankara, 1989. 6 “Düşüncelerin anlatımı” anlamına gelen Tasvir-i Efkâr adıyla yayımlanan gazete, ilk olarak 1862’de Şinasi tarafından çıkarılmaya başlanmıştır. Ancak gazete sadece 835 sayı olarak yayınlanabilmiştir. 1908 yılında Ebüzziya ailesinden Tevfik ile Süleyman Nazif Yeni Tasvir-i Efkâr ismi ile bu gazeteyi tekrar çıkarmaya başlamışlardır. Başyazarı da Yunus Nadi olmuştur. O da Selanik’te tanıdığı Zekeriya Sertel’i yanına almış, böylece gazete bir renklilik kazanmıştır. Ancak Sertel altı ay sonra gazeteden ayrılmıştır. Öztoprak, Kurtuluş Şavaşı’nda…,s.4; Topuz, a.g.e., s.s.115–116. Yeni Tasvir-i Efkâr Mütareke yıllarının başında halka moral vermeye çalışan yazılar yayınlamıştır. Bazı İstanbul gazetelerini Anadolu’daki faaliyetlere İttihatçı gözüyle bakmalarından dolayı eleştirmiş ve Anadolu’yu birleşmesinden dolayı övmüştür. Öztoprak, Türk ve Batı…, s.XIV; Topuz, a.g.e, s.116. 7 Bu eserlerden bazıları şunlardır; Nevin Yurtsever Ateş, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu ve Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Sarmal Yay., İstanbul, 1994; Tülay Alim Baran, “İstanbul Basınında Cumhuriyetin İlanına Tepkiler ve Yorumlar”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, S.44, C.XV, 1999, s.s.627–645; Faruk Alpkaya, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu (1923–1924), İstanbul, 1998. 151 Bengül BOLAT ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Mekteb-i Sultani (Galatasaray Lisesi)’ye girmiş, ancak babası ve kardeşinin Konya’ya sürgün edilmeleri yüzünden okuldan uzaklaştırılarak göz hapsine alınmıştır. Beş yıl süren bu süre zarfında evlerinin yakınlarında bulunan bir Fransız okulunda gizlice ders alarak Fransızcasını ilerletmiştir. Diğer taraftan babasının Konya’dan posta yoluyla kendisine gönderdiği eğitsel dokümantasyon sayesinde informal yolla edebiyat ve dil eğitimi almış, ayrıca kendi gayretiyle de Arapça, Farsça ve Almanca öğrenmiştir. Genç Ebuzziya göz hapsi cezası bittikten sonra, geri dönüş talebi kabul edilmediği için Mekteb-i Sultani’ye devam edememiş, onun yerine bir Fransız okulunda lise eğitimini tamamladıktan sonra, Darülfünun’da Hukuk eğitimi almaya başlamıştır. Hukuk mektebini 1910 yılında bitirmiş, Fransa’da Hukuk ve politik bilimler alanlarında Ecole Libre Des Sciences Politiques’de doktoraya başlamış, ancak sadece Politik bilimlerden mezun olarak İstanbul’a dönmüştür. Velid Ebüzziya, 1912’den itibaren babası Mehmed Tevfik Efendi tarafından yayınlanan Tasvir-i Efkâr’da gazetecilik hayatına başlamıştır. Fransa’da bulunduğu dönemlerde “Le Temps” ve “Le Figaro” gazetelerindeki edindiği tecrübelerle kendi gazetesine modern bir hava getirerek, dönemin en fazla okunan gazetelerinden biri yapmayı başarmıştır. 1913 yılına gelindiğinde babaları Ebuzziya Tevfik’in ölümünden sonra iki kardeş Talha ve Velid gazeteyi çıkarmaya devam etmişler, Velid, gazetenin yazı işleri sorumluluğunu üzerine alarak başyazıları “Ebuzziya” imzasıyla yazmıştır. Balkan Savaşları ve ardından patlak veren I. Dünya savaşı yılları gerek Osmanlı Devleti gerekse gazeteciler için son derece zor olmuştur. Bu süreçte, Ebuzziyalar’ın gazeteleri defalarca kapatılmıştır. Velid Ebuzziya bu sürecin tekrar eden her evresinde elinde bulunan imtiyazları kullanarak, gazetesini, “Yeni Tasvir-i Efkâr”, “Tasvir-i Efkâr”, “Tesvir-i Efkâr”, “Tefsir-i Efkâr”, “Tevhid-i Efkâr”, “İntibah-ı Efkâr” ve “Halk” gibi isimlerle birbiri ardınca okuyucusuna ulaştırmayı başarmıştır. Velid Ebüzziya, Milli Mücadele dönemi boyunca bu harekete destekler nitelikte yayınlar yapmanın yanı sıra Anadolu’ya silah ve malzeme kaçırmak gibi faaliyetlerde de bulunmuştur. Ayrıca Lozan Barış görüşmelerine de katılmış ve burada olanları günü gününe gazetesine gönderdiği yazılarla aktarmıştır8. Milli Mücadele döneminde Milli Hâkimiyet prensibinin savunusunu yapan yazar, Cumhuriyet olgusuna; milli egemenlik anlayışının sarsılıp, ülkede cumhuriyet adı altında otoriter bir anlayışın devam edeceği endişesi ile şiddetle karşı çıkmıştır. O dönemde çıkardığı Tevhid-i Efkâr Gazetesi’nde, gerek Cumhuriyetin ilanından önce, gerekse de bundan sonra yoğun olarak yeni rejimi eleştirmiş, bu eleştirileri çoğunlukla alaycı ve abartılı bir üslupla yapmıştır. Bu tür yaklaşımları hem “Cumhuriyet” taraftarı gazeteciler, bürokratlar ve hem de

8 Konu hakkında geniş bilgi için bkz. Ahmet Temiz, Velid Ebüzziya’nın Lozan Mektupları, İstanbul, 2007. 152 Milli Mücadele Taraftarlığından Cumhuriyet Karşıtlığına Velid... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Mustafa Kemal Paşa tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Birkaç kez tutuklanan ve gazetesi kapatılan yazar, özellikle Milli Mücadele dönemindeki hizmetlerinden dolayı affedilmiştir. 1925’ten 1934’e kadar gazeteciliği bırakmış, 1934’te Zaman Gazetesi’ni çıkarmaya başlamıştır. Ancak bu gazetesi de uzun ömürlü olmamıştır. 1940’da yeniden Tasvir-i Efkâr Gazetesi’ni çıkarmış ve burada Selim Sabit takma adıyla siyasi yazılar yazmıştır. Ancak dönemin hükümeti Velid Ebüzziya’nın tekrar yazmasından rahatsız olmuş ve bu rahatsızlık üzerine Ebüzziya tamamen gazetecilikten vazgeçmiştir. 12 Ocak 1945’te vefat etmiştir9.

2- Millî Mücadele Dönemi Çalışmaları ve Fikirleri

I. Dünya Savaşının ardından imzalanan Mondros Mütarekesi, sonrasında Osmanlı Devleti ile Anadolu’nun kurtuluşu için gösterilen çabalardan birisi de çeşitli gizli teşkilatların kurulması olmuştur10. Bu teşkilatlardan birisi “Müsellah Milli Müdafaa Grubudur.” Bu cemiyet 1920’de İstanbul’da gizli bir örgüt olarak kurulmuştur11 ve “Mim Mim” grubu olarak bilinmektedir12. Cemiyetin başlıca amaç ve faaliyetleri; İstanbul’daki Türk varlığının korunması, milli ordunun meydana gelmesini sağlamak için Anadolu’ya silah ve cephane kaçırması, Anadolu adına istihbarat gibi hususlar üzerinde yoğunlaşmıştır13. Velid Ebuzziya, bu Mim Mim grubunda mutlak suretle faal olarak çalışmak istediğini belirtmiş, müracaatı üzerine teşkilatın hem merkez hem de faal heyetine üye olarak alınmıştır. Bu dönemde bir taraftan gazetesi aracılığı ile Milli Mücadele’yi öven yazılar yayınlarken, diğer taraftan da Anadolu’ya silah kaçırmak gibi tehlikeli işlerde de çalışmak istemiştir14. Feridun Kandemir; O dönemde etkin olan gazeteciler arasında etrafına bu kadar güven telkin eden, bu kadar fedakârlık ve cesaretle Milli Mücadele’ye destek veren başka bir gazeteci olmadığını ifade etmiştir. Yine Mim Mim grubundan Emekli General Kemal Koçer; Zeytinburnu cephaneliğinden silah kaçırma olayını hatırlarından anlatırken, sadece kendilerinin değil, yurt dışından milli davaya destek verenlerin

9 Velid Ebuzziya’nın hayat hikâyesi ile ilgili bkz. Ziyad Ebüzziya, “Ebüzziya Velid”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C.10 İstanbul, 1994, s.s.371–373; Ragıp Pıgar, “Abdurrahman Velid Ebüzziya”, Yeni Defne, II/13, İstanbul, 1982, s.s.21–24; Cihat Baban, “Ebüzziya Velid”, Meydan Dergisi, 1978, s.s.553–555; Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, C.2, Dergâh Yay. b.t.y, s.s.417–418; Aylık Ansiklopedi, C.I, İstanbul, 1945, s.269. 10 Nejdet Ekinci, “Kurtuluş Savaşında İstanbul ve Anadolu’daki Türk ve Düşman Gizli Faaliyetleri” Atatürk Yolu, C.4, S.14, Ankara Üniversitesi, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Ankara, 1994, s.s.167–184; Bülent Çukurova, Kurtuluş Savaşı’nda İstanbul Gizli Grupları, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C.II, S.5, 1986, s.s.519–526; Fethi Tevetoğlu, Milli Mücadele Yıllarındaki Kuruluşlar, Türk Tarih Kurumu Yay., Ankara, 1991, s.3, s.6., s.11, s.19. 11 Tevetoğlu, a.g.e., s.s.19–20. 12 Hüsnü Himmetoğlu, Kurtuluş Savaşı’nda İstanbul ve Yardımları, C.1, İstanbul, 1975, s.s.125– 126; Tüm bu kuruluşlar ile ilgili geniş bilgi için bkz. Samih Nafiz Tansu, İki Devrin Perde Arkası, Anlatan, Hüsamettin Ertürk, Pınar Yay., İstanbul, 1964. 13 Tevetoğlu, a.g.e., s.93. 14 Feridun Kandemir, “Anadolu’ya Sırtında Cephane Taşıyan Gazeteci”, Yakın Tarihimiz, C.2, S.14, 1962, s.65. 153 Bengül BOLAT ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) bile Velid Bey’e çok güvendiklerini belirtmiştir. Silah Kaçırma olayı özet olarak şu şekilde gelişmiştir; O sırada Paris’te bulunan ve Türk Muhiplerinden oluşan Fransız Şark Komitesi’nin, Türklerin Milli Mücadele hareketine destek olmak için İstanbul’a De la Croix adlı bir genci gönderdiklerini ve bu şahsın İstanbul’da rahat çalışabilmesi için önce Velid Ebuzziya’yı görmesini tembih ettiklerini ifade etmiştir. Bu anıları yayınlayan Kandemir’in ifadesine göre; Ebuzziya, genci uzun uzun dinledikten sonra, Kemal Bey’e nasıl istifade edelim diye sormuş ve Fransız askerlerinin denetiminde bulunan Zeytinburnu cephaneliğinden yararlanılabilmesi için çalışmasını istemişlerdir. Ertesi gün Velid Bey’in matbaasında buluşmuşmuşlar ve Fransız genç, gerekli kişilerden olur aldığını ve bu cephaneden istedikleri kadar malzemeyi alabileceklerini ifade etmiştir. Ancak cephaneliğin anahtarlarını elinde bulunduran ve aslen Suriyeli olan Osmanlı subayını ikna etmek mümkün olmamıştır. Düşman durumunda olan Fransız muhafızının yardımına rağmen, Osmanlı subayından destek alamayan Velid Ebüzziya ve Kemal Bey, bu duruma çok içerlemişlerdir. Bu durum karşısında Kemal Bey, polis müdüriyetine gelmiş ve burada Milli Mücadele taraftarı Sadi Bey ile görüşmüştür. Sadi Bey, “bu işi halletmek kolay” diyerek; yakalanıp karakola getirilen ünlü bir kasa hırsızını çağırtmıştır. Hırsız cephaneliğin kapısını açmayı kabul etmiş ve gece Velid Ebüzziya, Kemal Bey, Mösyö De la Croix Zeytinburnu’nda bulunan cephaneliğin kapılarını açarak, piyade fişeklerinin bulunduğu sandıkları taşımaya başlamışlardır. Bu arada Velid Ebüzziya zaman zaman bu sandıkları tek başına omuzlayarak açıkta bulunan vapura ulaştırabilmek için sahildeki mavnalara kadar taşımıştır. Bu çalışma sabaha kadar sürmüş ve yaklaşık 2 milyon fişek kaçırılmıştır. Velid Ebüzziya bundan sonra Ladil vapuruna binip İnebolu’ya gelmiş ve kendisini burada Milli Müdafaa vekili Refet Bey karşılamıştır. Refet Bey, cephane indirilirken, bu işin karşılığında kendilerine 100 bin lira verebileceklerini söylemiş, ancak Ebüzziya buna kızarak vatan için yaptığı bu işten kendisine nasıl para teklif edildiğini sormuş, bu durumda Refet Bey sessiz kalmıştır. Ebüzziya, İnebolu’dan İstanbul’a döndükten sonra da Mim Mim Grubundan yeni görev istemiştir. Çünkü Zeytinburnu cephaneliğinden alınacak daha çok malzeme vardır. Kandemir anılarında, Ebüzziya ve arkadaşlarının zorlu hava koşullarına rağmen cephanelikten kaçırdıkları malzemeleri aynı yöntemle açıktaki vapura taşıyarak Anadolu’ya ulaştırdıklarından bahsetmiştir15. Velid Ebüzziya, Milli Mücadele hareketine verdiği desteği gazetesinde verdiği haberlere ve kendi yazılarına yoğun olarak yansıtmış, sayısı oldukça fazla olan bu yazılar incelendiğinde, Milli Mücadelenin mutlaka desteklenmesi gerektiği, İstanbul Hükümetlerine özellikle Damat Ferit Paşa dönemlerine eleştiriler ve Türk Milletinin fedakârlığına vurgular yaptığı görülmüştür. I. Dünya Savaşı felaketi sonrasında Sarayın takınmak zorunda kaldığı teslimiyetçi politikaya karşın, Türklerin bağımsızlıklarını ve ülkelerini

15 A.g.m., s.s.65–67. 154 Milli Mücadele Taraftarlığından Cumhuriyet Karşıtlığına Velid... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) kurtarma yolunda başlattıkları Milli Mücadele’nin son fırsat, son imtihan olduğunu “Anadolu harekat-ı Milliyesinin teşebbüsatıyla hâsıl olan bugünkü vaziyet, memleketi kurtarmak için elimize geçirdiğimiz son fırsat ve bu memleketin sahibi olarak yaşayabileceğimizi ispat için son imtihan vesilesidir”16 cümleleri ile ifade etmiştir. Çünkü Velid Ebüzziya, Türk Milleti’nin padişahına olan güveni ve bağlılığı konusunda dünyada hiçbir milletin saltanatına bu kadar bağlı olmadığını düşünmektedir. Nitekim bu bağlamda kaleme aldığı bir yazısında; Osmanlı Devleti’nin kurulan Türk devletlerinin en kudretlisi olduğunu, Fatih, Yavuz, Kanuni gibi kudretli padişahların milletle el ele vererek devleti bu güce ulaştırdıklarını ve padişahların ırkî olarak Türk olmalarının bu sonuçta önemli payı olduğunu vurgulamıştır. Birinci Dünya Savaşı sürecinde dağılmaya ve rejim değişikliklerine sahne olan birçok imparatorluğa koşut olarak Osmanlı Devleti’nin varlığını sürdürme çabası içerisinde olmasını sebebini de Türklerde var olan ırk ve millet ile hükümdarın birbirine bağlılıktan yoksun olmasına bağlamıştır. Yazar, son zamanlarda özellikle Damat Ferit Paşa’nın yaptıklarının millet ile padişah arasındaki bu bağın kopmasına sebep olduğunu ifade ederek, Padişahın acilen bu duruma bir son verip, Anadolu halkının mücadelesine sahip çıkmasını, Anadolu harekâtı fırsatını değerlendirmesini ve ancak bu şekilde devleti onlara miras bırakan büyük dedeleri Fatih’in, Yavuz’un ruhlarının şad olacağını belirtmiştir17. Ebüzziya, Milli Mücadele’ye katılan Anadolu insanını “hasta adamın dinamik çocukları” olarak nitelendirmiştir. I. Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı Devleti’nin artık parmağını kıpırdatamayacak hale geldiğini, tüm umutların söndüğünü, ancak Anadolu’da başlayan Milli hareketin yepyeni umutlar doğurduğunu ifade etmiştir. Yazar, Damat Ferit Paşa Hükümeti’ne ağır bir eleştiri yaparak, Milli Mücadele hareketi için “.. Ferit Paşa’nın yönetim faciasına hitam (son) verdi. Hasta denilen, ölüme mahkûm adamın zinde ve kuvvetli çocuklarının olduğunu Milli Mücadele gösteriyor”18 demiştir. Bir başka makalesinde de Mütareke döneminde işbaşında bulunan hükümetin emniyetsizliği ve hamiyetsizliği yüzünden halkın, tüm yaralarına, yoksulluğuna ve acılarına rağmen kendi hayatını bırakarak yurdunu kurtarma mücadelesine girdiğini, fedakârlıktan fedakârlığa koştuğunu şu sözlerle ifade etmiştir19: “ ..yine vatanı tecavüz-ü ahdeden kurtarmak azim ve emeliyle, bir gün bile rahat oturmadığı köydeki yurdunu, yuvasını terk etti. Vazifesi başına koştu” Yazar, aynı yazısında, İstanbul’un vazifesini yerine getirmediğini, getirmiş olsaydı halkın kendini daha da güvende hissedeceğini dile getirmiş ve şu ifadelere yer vermiştir20: “Eğer Anadolu’nun vazifesini izade gösterdiği gibi bu intiba karşısında mükerrer Saltanat ve Hilafet merkezi devlet ve hükümet olan İstanbul’da vazifesini ayn ederek ayn fedakârıyla ifaya sayi olsaydı bugün

16 Velid Ebüzziya, “Son Fırsat Son İmtihan”, Tasvir-i Efkâr, 11 Teşrinievvel 1919. 17 Ebüzziya, “Millet ve Padişah”, Tasvir-i Efkâr, 21 Şubat, 1920. 18 Ebüzziya, “Hasta Adamın Dinamik Çocukları”, Tasvir-i Efkâr, 12 Teşrinievvel 1919. 19 Ebüzziya, “Milletin Fedakârlığı Karşısında”, Tasvir-i Efkâr, 29 Şubat 1920. 20 A.g.m. 155 Bengül BOLAT ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) atimiz daha çok ziyade-i emniyet ile bakabilecekti” Ebüzziya, Damat Ferit Paşa döneminde memleketin adeta “cansız, Ruhsuz, idraksiz, hayatsız bir hal aldığını” söylemiştir. Bu yüzden milletin hukukunun, namusunun ve mukaddesatının ayaklar altına alındığını belirterek bu hükümetin, şimdiye kadar hiç olmadığı kadar kötü olduğunu, hükümet ve etrafındakilerin kendi menfaatlerinden başka düşüncesi kalmadığını, ancak buna karşın Anadolu hareketinin tüm bu hesapları bozacak nitelikte olduğunu belirterek, Milli Mücadele taraftarlığını açıkça ortaya koymuştur21. Yazar, bu bağlamda, kabine değişikliklerinde yeni kabinenin Anadolu hareketini desteklemesine yönelik beklentilerini de dile getirmiştir. Salih Paşa Kabinesinin kurulmasını memnuniyetle karşılarken, kaleme aldığı yazısında bu durumu “İrade-i Milliye’nin Zaferi” olarak nitelendirmiştir. Salih Paşa Hükümeti dönemine kadar olan hükümetlerin gaflet içerisinde olduklarını, bu durumun tüm kötülüklerin sebebi olduğunu düşünen yazar, fikirlerinde bir taraftan milli mücadele taraftarlığını diğer taraftan da irade-i milliye taraftarlığını yansıtmıştır. Ebüzziya, bu düşüncelerini şu şekilde kaleme almıştır22: “Hükümetin her şeyden evvel ve herkese rağmen irade-i milliyenin irae ( yerine getirme) ettiği bir şekilde olması icap eylemektedir. Bu gün irade-i milliyeyi temsil eden kuvvet ise mebusandır. Binaenaleyh yeni hükümete mebusan içinde arkadaşlarının mazhar-ı itimadı olan zevatın ithal edilmesi ve bu suretle milletvekillerinin mesuliyet-i icraiyeye doğrudan doğruya iştirak etmeleri katiyen lazımdır. Öyle vahim ve nazik zamanlar geçiriyoruz ki bu zamanlarda öylesine bir hükümeti mevki iktidara getirerek ona karşı yalnız tenkid ve muaheze mevkiini muhafaza ile iktifa etmek doğru olmaz. Yeni hükümetin kuvvetli ve hal ve mevkiye bihakkın hakim olmasını temin edecek en mühim amil, gaye ve maksadının muyyen ve sabit olmasıdır.” İngilizlerin Anadolu ile İstanbul arasında telgraf yoluyla hiçbir bağlantı kurulmaması yönünde sıkı denetlemeleri olduğu bir dönemde, yasağa rağmen Ebüzziya’nın telgrafhaneye girmeyi başardığı bir günde, Anadolu’dan kendisine yönelik bir istekte bulunularak oraya iki muhabir göndermesi talep edilmiştir23. Böylece gazete, Ruşen Eşref Ünaydın ile gazetenin özel fotoğrafçısı Kenan Bey’i Anadolu’daki durumu yakından takip etmek, Kuvay-i Milliye’nin çalışmaları hakkında bilgi alıp okurlarla paylaşmak üzere24 gazeteci sıfatıyla Sivas Kongresi’ne25 göndermiştir. Sivas Kongresi’ne giden Ruşen Eşref Bey, buradaki gelişmelerle ilgili olarak gazeteye telgraflar göndermiştir. Bu telgrafların birinde Ruşen Eşref Bey, Sivas Kongresi sonrasında Anadolu’da dağınık bir durumda bulunan Kuvay-i Milliye’nin toparlandığı bilgisini aktarmıştır26. Milli Mücadele’nin devam ettiği dönemde Velid Ebüzziya, Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiği 13 Ekim 1335 (1919) tarihli bir telgrafla, kendisinden

21 Ebüzziya, “Patriklerin Şikâyetleri”, Tasvir-i Efkâr, 20 Teşrinievvel 1919. 22 Ebüzziya, “İrade-i Milliyenin Zaferi”, Tasvir-i Efkâr, 7 Mart 1920. 23 Mazhar Müfit Kansu,Erzurum’dan Ölünceye Kadar Atatürk’le Beraber, 4. bsk., C.2, Ankara, 1997, s.407. 24 Tasvir-i Efkâr, 12 Teşrinievvel 1919. 25 Öztoprak, a.g.e., s.XIV. 26 Tasvir-i Efkâr, 12 Teşrinievvel 1919. 156 Milli Mücadele Taraftarlığından Cumhuriyet Karşıtlığına Velid... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Kuvay-i Milliye’nin vaziyeti hakkında bilgi almak istediğini belirterek bu bilgileri ajans aracılığı ile Avrupa’ya iletmeye çalışacağını bildirmiştir. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa onun kendisine yönelttiği soruların cevaplarını Yaveri Cevat Abbas Bey’e not ettirmiştir27. 16 Mart 1920 günü, 13 Ekim 1918’den beri fiili anlamda işgal altında tutulan İstanbul, sabah 10.00’dan itibaren resmen işgal sürecine girmiştir. Bu işgalin gerçekleşeceği İstanbul Hükümeti’ne resmi olarak işgalden 20 dakika önce bildirilmiştir28. Ancak İngilizler belirtilen zamandan önce harekete geçmiş ve kendilerince zararlı gördükleri kişileri tutuklamaya başlamışlardır. Ayrıca 16 Mart sabahı 5.45’te Şehzadebaşı Karakolu olarak bilinen karargâha saldırmışlar ve henüz uykuda bulunan askerin üzerine ateş açarak, 4 askeri şehit etmiş, 10 askeri yaralamışlardır. 1 asker de kaybolmuştur29. İngilizlerin baskını bittikten sonra olay mahalline giren ilk gazete, Velid Ebüzziya’nın Tevhid-i Efkâr’ı olmuştur. Gazete adına karakola gelen muhabirler fotoğraflar çekmişler, orada bulunan Yarbay Kemaleddin Sami Beyle görüşerek olay hakkında bilgi almışlardır. Ayrıca Yarbay, kendi çektirdiği resimleri de gazeteye vermiştir30. Ancak İstanbul’un o günkü durumunda bu resimlerin hemen yayınlanması mümkün olamamıştır. Dolayısıyla hem gazetecilerin çektikleri hem de Yarbayın özel olarak çektirdiği ve Anadolu’ya dağıttığı bu görüntüler ancak Milli Mücadele’nin bitmesinden sonra yayınlanabilmiştir31. Bu fotoğraflar ayrıca, o sırada İstanbul’da bulunan İtalyan gazeteci G. Filippucci Guistiniani’ye de verilmiş32 ve ertesi günü gazete sahibi Velid Ebüzziya sorguya alınmıştır. Yapılan bu tahkikattan sonra Ebüzziya, Malta’ya sürülmüş33 ve gazetesi birkaç defa baskına uğramıştır. Bu baskınlarda fotoğrafların asılları kaybolmuştur. Ancak İtalyan gazeteciye verilen fotoğrafların Roma’da bulunan gayr-i resmi temsilci Galip Kemali Bey’e verilmesi bir şans olmuştur. Galip Bey bu fotoğraflara Sevr Anlaşması’ndan sonra yazdığı bir kitapta yer vermiştir34. Milli Mücadele’nin bitmesinden sonra Tevhid-i Efkâr’ın isteği ile gazeteye vermiş,

27 Ebüzziya, Mustafa Kemal Paşa’ya 21 soru yöneltmiştir. Kuvay-i Milliye’nin kuruluş amacı, zamanı, hükmü, üyeleri, temel fikri dayanağı, gibi soruların yanında, Ermenilerin istekleri, Kuvay-i Milliye’nin içersinde İttihatçıların olup olmadığı konuları yer almıştır. Bunların dışında Milli Mücadele sonrasında memleketin sınırları ile Kuvay-i Milliye’nin nasıl şekil alacağı soruları da yöneltilmiştir. Bu soruların ve cevapların tamamı için bkz. Kansu, a.g.e., s.s.409–414. 28 Bilal N. Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, ( 1919–1938), C.I, Türk Tarih Kurumu Bas., Ankara, 1992, s.460. 29 Serpil Sürmeli, “Şeyhzadebaşı Karakolu Baskını ve Olay Mahalline Giren İlk Gazete Tevhid-i Efkâr”, Atatürk Yolu Dergisi, S.45, 2010, s.s.105–107. 30 Tevhid-i Efkâr, 5 Ekim 1923 ( 5 Teşrin-i Evvel, 1339). 31 Bu bilgiler ve fotoğraflarla ilgili geniş bilgi için bkz. Sürmeli, a.g.m., s.s.103–116. 32 a.g.m., s.112. 33 Ebüzziya 20 Mart 1920’de tutuklanıp hapsedilmiş, 27 Martta Malta’ya sürülmüş, ancak ağabeyi Talha Bey’in ağır hasta olmasının İngilizler tarafından anlaşılması üzerine serbest bırakılmıştır. Bilal N. Şimşir, Malta Sürgünleri, Milliyet Yay., b.y.y., 1976, s.206. 34 Sürmeli a.g.m., s.113; Galip Kemali Söylemezoğlu, Yok Edilmek İstenen Millet, İstanbul, 1957, s.s.91–93. 157 Bengül BOLAT ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) böylece gazete bu fotoğrafları yayınlayabilmiştir35. İstanbul’un işgali sonrasında yaşanan gelişmelere rağmen, Velid Ebüzziya kısıtlı da olsa bu olaya ve İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edilmesine ilişkin yazılar yazmaktan vazgeçmemiştir. Bu yazıların birisinde; 1921 yılı Ramazan Bayramından bir gün önce “Kurban kesilmedikçe bayram olmaz” atasözünü hatırlatarak; “vatan kurtulmadığı sürece bayram yapılamayacağı” cümlelerini sarf etmiş, özellikle de İzmir’in işgaline ve Yunanların Anadolu’daki ilerleyişlerine vurgu yaparak “Bizim için hakiki bayram ise ancak Yunanlıların Anadolu’dan atılacakları gün olacaktır”36 demiştir. Milli Mücadele’nin en çetin geçtiği yıllar şüphesiz 1920 ve 1921 yıllarıdır. Bu yıllar içerisinde bir taraftan Yunan ilerleyişi devam ederken, diğer taraftan da Milli Mücadele’yi durdurma yönünde gerek, İtilaf devletlerinin ve gerekse azınlıkların çıkarttıkları ayaklanmalar devam etmektedir. Özellikle Sakarya Savaşı öncesinde Kütahya- Eskişehir Savaşları’nda alınan mağlubiyetler sonrasında, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaşanan bir takım tartışmalar, olumsuzluklar meydana gelmiştir. Bu olumsuzlukların yaşanması zaman zaman basına yansımış ve çeşitli yorumlar yapılmıştır. Velid Ebüzziya da gazetesinde bu konuya yer vermiştir. Bu bağlamda Mecliste, çok büyük kavgaların olduğu ve bir dağılma yaşandığı haberlerini yayanların, Milli Mücadele’ye düşman çevrelerin olduğunu, bu suretle halkın moralinin bozulmaya çalışıldığını yazmıştır. Bu haberler sayesinde Milli Mücadele’nin durdurulması ve desteğini kaybetmesi beklentisi içine giren çevrelere inanılmaması gerektiğini vurgulayan yazar, bu kadar olağanüstü dönemlerde Mecliste bir takım gerginliklerinin olmasının doğal karşılanması gerektiğini belirtmiştir37. I. ve II. İnönü Savaşları’nda düzenli ordunun kazandığı başarıların sonucunda Milli Mücadele’ye, TBMM’ye ve Mustafa Kemal Paşa’ya duyulan güvenin artışına bağlı olarak Velid Ebüzziya da bu umut ve güveni yazılarında yansıtmıştır. Yunanlıların, Türk Ordusuna karşı taarruza girişmemesini güven eksikliğine bağlayan yazar, “Yunanlıların bu aşamada İngilizlerin desteğini almaları durumunda daha kuvvetli olabilecekleri” Yunan tarafının askeri olmaktan çok, siyasi bir zafer beklentisi içinde olduğu hususunun altını çizmiştir38. Bu değerlendirmeleri yapan yazar, İngilizlerin tarafsız kalacaklarını belirtmelerinin Yunanlıların morallerini bozduğunu da ifade etmiştir. Yazar ayrıca, İstanbul Hükümeti’nin bu başarılardan sonra acilen Anadolu hareketi ile uyuşması gerektiğinin ve bu güne kadar yapılan hatalardan geri dönülmesini de özellikle talep etmiştir. Anadolu’da herkesin memleketin kurtarılmasını istediğini ve

35 Tevhid-i Efkâr, 5 Ekim 1923 (5 Teşrin-i Evvel, 1339). (Bu haberler İstanbul’un İngilizler tarafından tahliye edildiği 2 Ekim 1923’ten üç gün sonra yayınlanmıştır. Haberde “… İşgalin sona erdiği şu günlerde bu müthiş vaka’nın kanlı delailini karilerimizin nazar-ı intibahına vaz’edememekten müte’esirdik ….” Cümlesi ile geçte olsa bu haberi yayınlamanın memnuniyeti dile getirilmiştir). 36 Ebüzziya, “Kurban Kesilmedikçe Bayram Olmaz”, Tevhid-i Efkâr, 7 Haziran 1921. 37 Ebüzziya, “Mecliste Neler Oluyor”, Tevhid-i Efkâr, 12 Haziran 1921. 38 Ebüzziya, “Vaziyetin İnkışafına Doğru”, Tevhid-i Efkâr, 13 Haziran 1921. 158 Milli Mücadele Taraftarlığından Cumhuriyet Karşıtlığına Velid... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) buna hükümetin katılması durumunda amacın daha çabuk gerçekleşebileceğini vurgularken “İstanbul’da her kim olursa olsun eğer bu vatanın kurtulması kaygısı ile mütehassıs ise o da mutlak Mustafa Kemal Paşa gibi düşünür. O mutlak Anadolu’nun istediğini ister. Mutlak (Misak-i Milli) ile tayin edilmiş olan programa şiddetle taraftardır.”39 şeklindeki değerlendirmeleri ile Mustafa Kemal Paşa’nın adını kullanmıştır. İstanbul Hükümeti’nden Anadolu ile birleşme beklentisini dile getirirken bu güne kadar İstanbul Hükümetlerinin Anadolu ile bağlantıya geçmedikleri için kötü durumların yaşandığını, ancak hatadan vazgeçmek için çok geç olmadığını dile getirmiştir. “Şarkta sulhün tesisi için Türklerin hakkı hayatı tanımaktan başka çare bulunmadığı nokta-i nazarından ısrar eyleyecek olursa zahiren pek müşkül gibi görünen uyuşmak meselesi kendiliğinden hal olacaktır”40 sözleri ile Türklerin hayat hakkının tanınmadığı sürece savaşın devam edeceğini ve bu durumun artık hem İtilaf Devletleri hem de İstanbul tarafından kabul edilmesi gerektiğinin altını çizmiştir. Sakarya Savaşı öncesi, Türk-Yunan, Türk-İtilaf Devletleri, Yunan-İtilaf Devletleri ilişkileri konusunda değerlendirmeler yapan Ebüzziya, özellikle Yunanistan’ın gözden düşmeye başladığını, Anadolu’da Türk Ordusuna karşı taarruza geçmesinin kendisine zarar vereceğini belirtmiştir. Yazar, Yunanlıların savaş isteklerine ve Türk halkının kararlı tutumuna rağmen Türk tarafının savaş istemediğini ancak yıllardır barış hasreti içinde olan Türklerin savaş taraftarı imişler gibi gösterildiklerini ancak, anayurtlarını kaybetme tehlikesi ile yüz yüze olduklarını ifade etmiş41, buna karşın Yunanlıların hakları olmadığı halde Anadolu’ya girip Türklerin hayat haklarına tecavüz ettikleri gerçeğini savunmuştur. Bu bağlamda Yunanistan basınında sürekli olarak Yunanistan’ın taarruzu sonrasında büyük bir zafer kazanacağı ve Anadolu’da Büyük Yunanistan’ın gerçekleşeceği haberlerinin hayalden ibaret olduğunu belirterek, “Fransa ve İtalya Şark Meselesini, Türkün hakkını tanımak suretiyle hal etmeye zaten çoktan taraftarlar” demiştir. Paris Barış Konferansında da İngilizlerin Türkler lehine bir tutum sergilediklerini böylelikle Yunanlıların şansının düştüğünü ifade etmiştir. Ebüzziya, Yunanlıların bundan sonraki hedeflerinin aleyhlerine dönen Batı kamuoyunu tekrar kazanmak “milli ve hayati” bir değeri olmayan taarruz kararlarının sadece tahtlarının devamına yönelik olacağını söylemiştir. Bununla birlikte Türkler için Anadolu’nun kurtarılmasının milli ve hayati bir mesele olduğunu söyleyen Ebüzziya, Türklerin anayurtlarını terk etmemek için kanlarının son damlasına kadar savaşacaklarını ve “imanı tam” ile Anadolu harekâtına giriştiklerini belirtmiştir. Yazar, “…. savaş isteyen Yunanlılara 600 yıllık ecdadın çocukları ile 1000 yıllık İslam’ın fedakar hademelerinin kendilerine kesin ders vermeye hazır olduklarını”42 cümleleri ile, Yunanlıların Anadolu’daki tüm amaçlarının kesin olarak bitmesi ile sonuçlanacağını ifade ederek Milli

39 Ebüzziya, “Ankara ile Uyuşmak Meselesi”, Tevhid-i Efkâr, 19 Haziran 1921. 40 A.g.m. 41 Ebüzziya, “Türkün İhtiyaç Sulhünden İstifade Edilmeli”, Tevhid-i Efkâr, 5 Haziran 1921. 42 Ebüzziya, “Sulh değil Harb”, Tevhid-i Efkâr, 23 Haziran 1921. 159 Bengül BOLAT ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Mücadele’ye olan güvenini belirtmiştir. Sakarya Savaşı sürerken de “Mustafa Kemal Paşa mutlaka muzaffer olacaktır. Çanakkale’de iki defa İstanbul’u kurtaran Mustafa Kemal paşa bu defa vatanı kurtaracaktır. Çünkü o bütün bir ümmetin ve bütün bir milletin kurtuluş ve yükselme azmini temsil etmektedir.” 43 şeklindeki cümleleri ile hem milli kurtuluş hareketini hem de Mustafa Kemal Paşa’yı hararetle desteklemiştir.

3-Cumhuriyet Karşıtlığı ve Fikirleri

Eylül 1923’te Cumhuriyet Halk Fırkası’nın resmi olarak kurulmasından sonra Mustafa Kemal Paşa, Avusturya’da yayınlanan Neue Freie Presse gazetesine verdiği demeçte, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda değişiklik yapılacağını, böylece yeni Türkiye Devleti’nin yönetim biçiminin Cumhuriyet, yeni başkentin de Ankara olacağını belirtmiştir. Bu demeç Türk Basınına da yansımış44; hem Ankara’nın başkent olması, hem de Cumhuriyet tartışmaları başlamıştır45. Bu tartışmalar Cumhuriyet taraftarlığı ve aleyhtarlığı biçiminde gelişmiştir. Kararı destekleyenler memnuniyetlerini dile getirirken46, aleyhtarlar aceleye getirildiği ve cumhurbaşkanı yetkilerinin fazla olduğu gibi görüşleri yansıtmışlardır. Cumhuriyet karşıtlığı en fazla Vatan, Tevhid-i Efkar ve Tanin gazetelerinde yapılırken47, Velid Ebüzziya, Milli Mücadele dönemi boyunca, Mustafa Kemal Paşa ile aynı düşünceleri paylaşmasına rağmen, Cumhuriyet olgusu karşısında aynı yaklaşımda bulunmamıştır. Milli Mücadele döneminin temel fikri olan milli egemenliği savunurken, bu fikre dayalı olması gereken Cumhuriyet prensibinin otorite anlayışının kılıfı haline getirildiğini vurgulayarak sert eleştirilerde bulunmuş; Milli Mücadele döneminden beri her aşamada yeni rejimin zaten Cumhuriyet olacağı yönündeki yaklaşımları48 ret etmiştir. Ebüzziya, ayrıca, “Meclis reisliği ile Cumhurreisliği Bir Arada Olmaz” başlığı altında kaleme aldığı bir makalede; kendisinin bu yöndeki görüşlerin aktarmadan önce Milli Mücadele dönemine ve bu dönemde Mustafa Kemal Paşa’nın hizmetlerine övgü yapmış ve “Mustafa Kemal Paşa, mütarekeden sonra dört arkadaşı ile Anadolu’ya geçerek hareket-i milliyeyi ibda eden ve memleketin en zayıf zamanında herkesten evvel bu vatanı kurtarabileceği imanını besleyen ve herkese telkin eden bir zattır. Müşarun ileyhin hareket-i milliyeye girişmekte ne büyük isabet nazarı olduğunu bilahare vukuat, tarihte belki hiçbir milli kahramana nasip olmayacak surette isabet etmiştir.”49 şeklindeki cümleleri ile konu hakkındaki görüşlerini aktarmıştır. Ancak yazar, aynı makalesinde Mustafa Kemal Paşa’nın “teceddütperver”

43 Hıfzı Topuz, a.g.e,, s.s.115–116. 44 Anadolu’da Yeni Gün, 24 Eylül 1923; Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C.III, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2006, s.s.86–87; Alpkaya, a.g.e., s.s.59–60. 45 Falih Rıfkı Atay, Çankaya, İstanbul, 1984, s.374. 46 Nurettin Güz, Türkiye’de Basın İktidar İlişkileri 1920–1927, Ankara, 1991, s.76. 47 Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar, 6. bsk., İstanbul, 2010, s.189. 48 Kemal Atatürk, a.g.e., s.11; İnönü Atatürk’ü Anlatıyor, haz. Abdi İpekçi, İstanbul, 1968, s.18. 49 Ebüzziya, “Meclis reisliği ile Cumhurreisliği bir arada olmaz”, Tevhid-i Efkâr, 20 Teşrinievvel 1923. 160 Milli Mücadele Taraftarlığından Cumhuriyet Karşıtlığına Velid... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) (yenilikçi) tarafına eleştiri yöneltmiştir. Yenilik düşüncesinin herkeste farklı olabileceğini belirterek kendisini muhafazakâr olarak nitelendirmiş, “Mesela bizim gibi muhafazakâr olanlar teceddüdü hakikinin ancak tekamülü (olgunlaşma) tedrici (yavaş yavaş) kaidesine tevfikan (uygun) ve teemmül (etraflıca düşünmek) ve teenni (aceleci olmayan) şartıyla husul bulabileceği kanaati katiyesindedirler.”50 şeklindeki cümleleri ile hızlı ve köklü bir değişime karşı olduğunu ifade etmiş, sanıldığının aksine kendilerinin ananelere ve eski adetlere körü körüne bağlı olmadıklarını ve milletin yükselmesinde her türlü gelişmeye açık olduklarını ancak, eskinin yavaş yavaş terk edilmesi gerekliliğini de vurgulamıştır. Bu bağlamda yazar ayrıca, teceddüt-perverler dediği radikal-yenilikçi kesimin tüm sosyal ve fikri alanı kapsayacak hızlı ve köklü bir değişim projelere şiddetle muhalefet etmiştir51. Velid Ebüzziya, İstanbul basınının özellikle cumhuriyet ilan edilmeden önce cumhuriyet olgusunu ele alışlarına ve Mustafa Kemal Paşa’ya getirdikleri eleştirilere yönelik açıklamalarda da bulunmuştur. Yazar bu bağlamda, “Anadolu’da harp olurken İstanbul’un bütün milli matbuatı, ejnebi zulmünden ve sansüründen gördükleri tazyikata rağmen bilaistisna ve çok şayanı taktir surette Başkumandana tabi idiler…….halbuki zaferden sonra fikir, ictihat, teceddüd, devletin şeklini değiştirmek mesail çıktığından beri matbuat Gazi Başkumandanı efkarını ve ictihatatını müttahiden tervic ve tasvip etmemektedirler…… bir türlü bitmek tükenmek bilmeyen cumhuriyet meselesi hakkında, Ankara İstasyon binasındaki mütehassısın heyetinin bu defa verdikleri yeni bir karar üzerine celb-i nazar-ı dikkat etmektir… bu heyet nihayet ekseriyetle reisicumhurun, aynı zamanda reisi meclis olmasına da karar vermiştir.” diyerek memleketin kurtuluşuna büyük hizmeti olan Mustafa Kemal Paşa’nın iş başında kalmak istemesinin çok doğal ve onun hakkı olduğunu, ancak en doğru yolun 1 Kasım 1922’de Saltanatın kaldırılması ve “Meclis Hükümeti” sistemine geçiş olacağını ifade etmiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın hükümetin başında kalmasını ve alelacele bir Cumhuriyet tesisi teşebbüslerinin son bulmasını tavsiye etmiştir52. Yazar ayrıca, Cumhuriyetin ilanı öncesinde Ankara’da istasyon binasında yapılan çalışmaları53 ve Ahmet Ağaoğlu ve Ziya Gökalp gibi kişileri, alaycı bir üslupla eleştirmiştir. Bu yazıların birinde, “Bizim bildiğimize göre Cumhuriyet İstasyon binalarında değil, millet meclislerinde doğar, istasyon binasından ise olsa olsa tren çıkar. Fakat Ağaoğlu Ahmet ve Ziya Gökalp Bey üstatlar, maşallah kendilerine pek güvenirler. Onlara ısmarlanınca, istasyondan Cumhuriyet, Kanun-i Esasi, Millet Meclisinden de ekspres treni çıkarmaları işten bile değildi”54 derken hemen ertesi

50 A.g.m. 51 A.g.m. 52 A.g.m. 53 Bkz. Alpkaya, a.g.e., s.s.64–74; Yücel Özkaya, “Türk Basınında Cumhuriyetin İlanının Öncesi ve Sonrası”, Atatürk Yolu, S.11, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Dergisi, Ankara, 1993, s.s.293-294. 54 Ebüzziya, “Ankara İstasyon Binası Cumhuriyeti Doğurabilecek mi?”, Tevhid-i Efkâr 19 Teşrinievvel, 1923. 161 Bengül BOLAT ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) günkü yazısında eleştirisine çok benzer bir biçimde devam etmiştir. Bu yazıda “Ankara İstasyonunda hazırlanan Cumhuriyet katarı, Ağaoğlu Ahmet ve Ziya Gökalp Beyler gibi iki üstat makinistin elinde düdük çalarak, duman saçarak, istim savurarak dehşetli bir sürat katarı gibi gider görünür. Fakat hakikat-i halde bütün patırtıya rağmen cumhuriyet treninin muntazam ilerimi yoksa gerimi gittiği pek anlaşılamadı”55 cümleleri ile bir taraftan cumhuriyetin ilanı için yapılan çalışmaları eleştirmiş diğer taraftan da “Bir aydır devam eden gürültüden Ankara İstasyonundan çıkarılacak şeyin ucube olacağı zaten muhakkak idi”56 diyerek cumhuriyet fikrine bakışını açıkça ortaya koymuştur. Velid Ebüzziya’nın Cumhuriyet’in ilanı ile ilgili olarak basında yapılan tartışmaları devam ederken en çok eleştirdiği yazar İleri gazetesi başyazarı Celal Nuri Bey olmuştur. Celal Nuri hakkında “şakşakçı”, “fırıldak”57 gibi yakıştırmaları kullanmaktan çekinmeyen yazar, özellikle onun “cumhuriyet” taraftarlığı, bu konudaki yayınları ve çalışmaları ile ilgili çok sayıda yazı kaleme almıştır. Örneğin bir yazısında, “Cumhuriyet ihdası ve yeni şekli devlet icadı meseleleriyle en ziyade iştigal eden zat ise, mebusu muhterem Celal Nuri Bey hiç şüphesiz çok okumuş, çok malumat sahibi olmuş bir muharrirdir. Fakat bu zatın herhangi bir ciddi meseleyle iştigali o meseleyi karmakarışık edip içinden çıkılamaz bir hale koymaktan başka bir netice hasıl etmiş değildir…. Celal Nuri Bey ilk hatvede bu kadar ileri gitmekte kalmadı. Kaç vakittir yazdığı makalelerde (erkan-ı Cumhuriyetimiz şöyle yapacaktır, böyle yapacaktır) tarzında sözlerde söylemeye başladı. Celal Nuri Beyin bu ifadelerine bakılsa cumhuriyetin bir emr-i vaki olduğuna ve onun erkanıda teşekkül ettiğine hükm olunmak lazım gelecek”58 cümleleri ile bir taraftan Celal Nuri’yi eleştirirken, diğer taraftan da cumhuriyetin emri vaki olacağını savunmuştur. Aynı yazısında oldukça sert bir üslup kullanarak “Devlet şeklini tebdil etmek, ortaya yeni bir devlet çıkarmak öğle üç- beş gazetecinin, birkaç nazariyatçının, bir garpçı muharririn, bir de şarkçı filozofun karı değildir”59 diyerek eleştirisini yapmıştır. Cumhuriyetin ilanı çalışmalarını ve bu çalışmaları yapan mütehassıs heyetin el çabukluğu ile “hokkabazlık ve hünerbazlık”60 yaptığını düşünen yazar, alaycı üslupla bu çalışmalar yüzünden Halk Fırkası’nda çok tartışma yaşandığını ve fırkanın bölündüğünü de iddia etmiştir. Bu iddiasını da “İtaat ve inzibat itibarıyla askeri fırkalara bile gıptaras olacağı zannedilen Halk Fırkası, efkâr ve iştihadat-ı siyasiye itibarıyla tam bir şuriş içinde olduğunu ispat etmek için meğer böyle bir dedikodu bekliyormuş! Her ne hal ise, şimdi fırkada (Cumhuriyetçiler), (Lacumhuriyetçiler) diye

55 Ebüzziya, “Cumhuriyet Katarı Şimdilik Yerinde Sayıyor”, Tevhid-i Efkâr 20 Teşrinievvel, 1923. 56 Ebüzziya, “Ankara İstasyon Binası Cumhuriyeti Doğurabilecek mi?”, Tevhid-i Efkâr 19 Teşrinievvel, 1923. 57 Ebüzziya,“Ankara’daki Şakşakçıların Himmetiyle Bakalım, Çember-i Devran Daha Neler Gösterecek”, Tevhid-i Efkâr, 2 Teşrinisani 1923. 58 Ebüzziya,” Devlet İhtiraı İlleti”, Tevhid-i Efkâr, 24 Teşrinievvel 1923. 59 A.g.m. 60 Ebüzziya, “El Çabukluğu Marifet Usülü İle Devlet Şekli Tehdil ve Tespit Edilebilir mi”, Tevhid-i Efkâr, 22 Teşrinievvel, 1923. 162 Milli Mücadele Taraftarlığından Cumhuriyet Karşıtlığına Velid... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) iki esaslı grup var, sonra cumhuriyetçilerde, galiba (Amerikanvari), (Fransızvari), (Türkiye tarzı) diye üç zümreye ayrılmışlar! (Lacumhuriyetçiler) de iki zümre teşkil ediyorlarmış, (Hâkimiyeti Milliyeciler) ve (İttihatçılar)”61cümleleri ile dile getirmiştir. Cumhuriyet ilan edildikten sonra ülkenin her tarafında kutlamalar yapılırken, İstanbul basınında Vatan, Tevhid-i Efkâr ve Tanin gibi gazetelerde “Cumhuriyeti” tenkit eden yazılar çıkmıştır. Bazı yazılarda Halife övülmüş bazılarında ise Cumhurbaşkanı olan Mustafa Kemal Paşa’nın hasta olduğu, Enver Paşa’nın hayatta olduğu, Türkistan da yaşadığı ve halifenin damadı olarak çalıştığı gibi haberler verilmiştir62. Velid Ebüzziya, Cumhuriyetin ilanından sonra, “Cumhuriyet” ile ilgili eleştirilerini en yoğun şekilde devam eden yazarların başında gelmiştir. 30 Ekim tarihli yazısında Ali Fethi Bey’in istifasından memnun olduğunu, daha güçlü bir hükümet kurulacağını ümit ettiğini, ancak Cumhuriyetin ilanı karşısında hayrete düştüğünü yazarak Cumhuriyetin ilanının aceleye getirildiği görüşünü yansıtmıştır63. Özellikle Celal Nuri ve Ağaoğlu Ahmet’e çatarak “Haftalardan beri “ Cumhuriyet, Cumhuriyet! Diye tebeyyünen, devlet ihtira eyleyeceğiz diye çırpınan ve sütun sütun yazılarıyla herkesin kafasını şişiren efendiler, Celal Nuri ve Agayif Beyler nihayet emellerine nail oldular, Büyük Millet Meclisi 158 rey ile Cumhuriyeti ilan ve reisicumhuru intihab eyledi…. Artık bir emrivaki karşısında bulunuyoruz……”64 diyerek hayal kırıklığını dile getirmiştir. “..karilerimiz bilirler ki biz bu fikirde değildik delilinizle, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile Hükümeti Milliyenin dört sene Anadolu’yu en vahim şerait altında bile hüsnü idareye muvaffak olduğu bu kanun sayesinde hem en büyük harp zaferlerini kazandığı hem de yi bir sulh yaptığı idi…. Şu halde Ankara’nın şekl-i hükümeti değiştirmekle beraber, en ziyade ihtimam etmesi lazım gelen cihet anfaada söylediğimiz veçhile, bu defa mukadderat-ı milleti kıymetli iktidarlı, malumatlı ve bilhassa kanunun herkesin ve her şeyin fevkinde telakki eden zevata tevdi etmektir….. İşte 12 saat içinde cumhuriyet ilan ediveren zevat …….bu memlekette yalnız avamın değil, havasın da istediği, beklediği yalnız bir şey vardır. O da şu sulh zamanında, mücahedeyi milliyemizde kazandığımız askeri ve siyasi zaferlerin kıymet ve ehemmiyetiyle mütenasip bir hüsnü idare tesisidir.”65 cümleleri ile Cumhuriyetin acele ile ilan edildiğini ve Milli Mücadele’nin kazanılmasında etkili olan “Milli İrade” prensibinin hak ettiği ölçüde idealize edilmediğini ifade etmiştir. Ancak yazar, Cumhuriyetin ilanı sonrasında yeni rejime duyduğu güvensizliği doğrudan Mustafa Kemal Paşa’ya yüklenmekten ziyade, yukarıda dikkat çekilen kişiler üzerinden dile getirmiştir66. Yine bir 61 Ebüzziya,”Cumhuriyet Terazisinin Hangi Kefesi Ağır Basacak”, Tevhid-i Efkâr, 23Teşrinievvel, 1923. 62 Soyak, a.g.e., s.s.189–190. 63 Ebüzziya, “ Efendiler İstical Ediyorsunuz”, Tevhid-i Efkâr, 30 Teşrinievvel, 1923. 64 Ebüzziya, “Efendiler Devletin Adına Taktınız İşleri Düzeltebilecek misiniz?”, Tevhid-i Efkâr, 31 Teşrinievvel, 1923. 65 A.g.m. 66 “Fakat ne yalan söyleyelim, istifa eden dünkü Fethi Bey Hükümeti mensubinin de Cumhuriyeti ilan eden zevatın da hep aynı kimseler olduğunu görüyoruz …. Bilhassa o zevatın yanında Celal 163 Bengül BOLAT ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) başka yazısında da Hakimiyet-i Milliye savunusu yapmış ve Cumhuriyet kelimesinden ve idaresinden korkmadığını ama memleket idaresinde en doğru şeklin bu olduğunu yinelemiştir. Özellikle Ahmet Ağaoğlu’nun Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde yazmış olduğu bir makalede kendileri hakkında söylediği Cumhuriyetten korktuklarına dair sözlere şu şekilde cevap vermiştir67: “Biz bu memleketin idaresinde (Hakimiyet-i Milliye) usulünün esas olmasını çoktan kabul etmiş ve bu esasa çok kuvvetli iman ve sadakatle sarılmış insanlardık. Milletin mukadderatında, yalnız irade-i milliyenin hükümran olabileceğini, henüz Teşkilatı Esasiye Kanunu yapılmadan evvel ve İstanbul’da Vahdettin ve İngiliz sansürü kemal-i şiddetle hüküm ferma iken (Tasvir-i Efkar)ın sütunlarında herkezden evvel iddia etmiş ve bu iddiamızı da kemal-i istimrar ve sebat ile mütemadiyen müdafaa eylemiştik…….. Agayef Beyin zannı hilafında olarak bizi asıl korkutan cihet, böyle ortaya ikide birde (Cumhuriyet), ( Devlet İhtira-i) meseleleri çıkarıla çıkarıla nihayet (hâkimiyet-i milliye) mizin hakikaten tehlikeye düşürülmesi ihtimalidir.” Yazar, bu satırlarında “cumhuriyet” eleştirisinin yanı sıra Milli Mücadele döneminde İstanbul’daki tüm yasaklamalara rağmen Ankara’ya verdiği desteği hatırlatarak, bir bakıma kırgınlığını da ifade etmiştir. Yazar ayrıca, kendisi ve kendisi gibi düşünenlere yönelik açıklamalar yapan bu kişileri cumhuriyetin en büyük düşmanları olarak nitelendirmiştir68. Basında çıkan bu haberlere o günlerde İstanbul’da bulunan Rauf Orbay Bey’de katılmış ve Tevhid-i Efkâr gazetesinin sahibi Velid Ebüzziya ile Vatan gazetesi başyazarı Ahmet Emin Bey’e demeç vermiştir. Bu demeçte gazetelerin savundukları fikirleri destekler nitelikte ifadeler yer almış ve kamuoyunun milli iradeye dayanan bir cumhuriyet olgusuna taraftar olduğunun altı çizilmiştir69.

Nuri Be dostumuz, Ahmet Agayif Bey, meslektaşımız gibi akıl hocaları, müsteşarlar, müşavirler, bulundurmakta devam edecek olursa önümüzdeki günlerde de beklediğimiz ümit ettiğimiz müspet, güzel halkı manen memnun, maddeten terfih den işler terine mesela çuval çuval laftan, sütun sütun manasız yazıdan başka bir şeyi idrak edebileceğimizi pek ümit edemeyiz” Ebüzziya, a.g.m. 67 Ebüzziya, “Bizi Korkutan Kırmızı Cumhuriyet Paçavrası mıdır?”, Tevhid-i Efkâr, 1 Teşrinisani 1923. 68 “Yeni ilan edilmiş olan cumhuriyeti asıl müşkül mevkie ilka etmiş olan Ankara’daki gayretkeşler ile dalkavuklardır. …..yeni ilan edilen cumhuriyetin hakiki düşmanları, çok halis, çok munsıf ve çok hür olan İstanbul matbuatı değil, fakat hassaten ve tahsisen Celal Nuri, Ahmet Agayef gibi muharrirlerle ( Hakimiyet-i Milliye) gazeteleridir. Çünkü bu adamlar, bu gazeteler hergün savurdukları tehdidat, tahlifat ve tezvirat ile ( Cumhuriyet) dedikleri şeyin, hiçbir tenkide tahmmül etmek istemeyen nur ve ziyadan korkan birkaç kişinin idare-i keyfiyesine müstenid bir tarz-ı hükümetten ibaret olacağı hissini vermektedir.” Ebüzziya, “Cumhuriyet Düşmanları”, Tevhid-i Efkâr, 8 Teşrinisani 1923. 69 Soyak, a.g.e., s.s.190–191; Ateş, a.g.e., s.71. Rauf Bey bu demecinde aynen Velid Ebüzziya gibi Cumhuriyetten önce uygulanan Meclis Hükümet şeklinin en iyi yönetim anlayışı olduğunu Cumhurbaşkanlığının ferdi bir anlayış olarak memleketin bu yüzden çok felaketler yaşadığını ifade ederek, ayrıca Cumhuriyetin bir günde karar verilerek ilan edildiğini iddia etmiştir. Tevhid-i Efkâr, 1 Teşrinisani 1923. 164 Milli Mücadele Taraftarlığından Cumhuriyet Karşıtlığına Velid... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

4- Velid Ebüzziya İle ilgili Görüşler

Milli Mücadele dönemi ile Cumhuriyet dönemi görüşlerine, çoğunlukla gazetesinde yazdıklarından örnekler verilmeye çalışılan Velid Ebüzziya ile ilgili olarak bir takım yazar, gazeteci ve siyasetçiler eserlerinde bilgi vermişlerdir. Bu bağlamda ilk dikkat çekmek istediğimiz kişi olan Mazhar Müfit Kansu hatıralarında, Velid Ebüzziya’yı çok eskiden tanıdığını, onu sevdiğini, çünkü onun “Hamiyetli, gayur, vatanperver” bir şahsiyet olduğunu ifade etmiştir70. Milli Mücadele’nin kazanılmasının ardından, özellikle saltanatın kaldırılması, Cumhuriyetin ilan edilmesi ve halifeliğin de kaldırılacağı ihtimalinin güçlenmesi ile İstanbul’daki muhalif basının geriye dönülmesi yönündeki yayınları artmıştır. Muhalif basından Hüseyin Cahit Yalçın’ın “ittihatçılığı”, Ahmet Emin Yalman’ın Rauf Bey grubunu, Velid Ebüzziya ile Eşref Edip’in “şeriatı” destekledikleri düşünülmüştür71. Falih Rıfkı Atay “Çankaya” adlı eserinde, Velid Ebüzziya ile ilgili görüşlerini aktarmıştır. Atay, onun vatansever ve milliyetçi olduğunu ancak koyu bir “şeriatçı” denecek kadar geri fikirli olduğunu belirtmiştir. Atay, Velid Ebüzziya’nın Avrupalıların maddeten Türklerden üstün olduğu, Türklerin ise manevi üstünlüğe malik olduğu ve bu nedenle Avrupalıların teknik imkânların transfer edilmesi gerektiği düşüncesini savunduğunu ifade etmiş, Ebüzziya’nın halife taraftarı olduğuna vurgu yaparak onun da “Osmanlı gericilerinde” olduğu gibi manevi kelimesini din ile bağdaştırdığını din ve devlet işlerinin ayrılmasını dinin ve milliyetin kaybıyla özdeşleştirdiğini vurgulamıştır72. Bu yaklaşımını bir meclis tartışması ile delillendirmeye çalışan Atay, “1922 yılı sonlarında Milli Mücadelenin kazanılmasının ardından Meclis’te bulunan hocalar “Hilafet-i İslamiye ve Büyük Millet Meclisi” isimli bir risale yayınlamışlar, bu risalede “Meclis Halife’nin ve Halife Meclisindir” ifadesini kullanmışlardır. Velid Ebüzziya da bu toplantıya katılmış ve orada bulunanlara “Yeni Hükümetin dini olacak mı?” Sorusunu yöneltmiştir. Toplantıda bulunanlar ise ona “Dini var efendim, fakat İslam’da fikir hürriyeti de vardır.”dediklerinde ise ısrarla “Hayır anlamak istiyoruz. Hükümet bir din ile tedeyyün edecek mi?”73 diyerek hassasiyetini dile getirmiştir. İleri gazetesinin sahibi Suphi Nuri İleri hatıralarında, Velid Ebüzziya’dan bahsederek, onunla gerek İstanbul’da ve gerekse de Paris’teki öğrencilik yıllarında yakın arkadaş olduklarını söylemiştir. İleri, düşünce olarak birbirlerinden farklı olduklarını kendisinin ilerici ve yenileşmeci olmasına rağmen, onun eski düzen taraftarı olduğunu ifade etmiştir. Ancak o dönemde gazetecilerin ihtilaf içinde olsalar bile üsluplarının son derece saygılı olduğunu ve bu durumun onların

70 Kansu, a.g.e., s.407. 71 Bkz. Ergün Aybars, İstiklal Mahkemeleri ( 1920–1927), İstanbul, 1997, s.225. 72 Atay, a.g.e., s.382. 73 A.g.e., s.349. 165 Bengül BOLAT ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) dostluklarına yansımadığını sözlerine eklemiştir. Hatta Ebüzziya’nın gazetesi Tevhid-i Efkâr’da her gün ağabeyi Celal Nuri’ye atfedilen “şakşakçı, fırıldakçı” gibi küçültücü ifadelerini “takılmak” olarak nitelendirmiştir. Ayrıca sözünü sakınmadığı için gazetesinin kendilerininkinden daha fazla satıldığını da ifade etmiştir74. Şeyh Sait Ayaklanması75 bastırıldıktan sonra isyan lideri yakalanmış ve duruşması esnasında bazı gazetecilerin, gazetelerinde yazdıkları yazıların kendisini kışkırttığını ifade etmiş ve Sebi’ülreşat, Tevhid-i Efkâr, Son Telgraf ve Toksöz gibi muhalif gazetelere dikkat çekmiştir. Bu ifadeden sonra, ilgili gazetelerin başyazarları Eşref Edip, Velid Ebüzziya, Abdülkadir Kemali, Fevzi Lütfi ve Sadri Ethem’in tutuklanmalarına, gazetelerin kapatılmasına ve yargılanmak üzere Diyarbakır’a gönderilmelerine karar verilmiştir76.(22 Haziran 1924) Bunu Ahmet Emin, Ahmet Şükrü, Suphi Nuri, İsmail Müştak’ın tutuklanmaları izlemiştir77. Suphi Nuri İleri, 1924’te tutuklanıp Elazığ İstiklal Mahkemesi’ne gönderildiği yolculuğunu ve yanında bulunan gazetecileri anlattığı hatıratında; kendilerini affetmeleri için Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdikleri telgraflardan bahsetmiştir. Bu telgrafların birisinde “hepimiz senin gittiğin yoldan gidiyoruz” cümlesini Velid Ebüzziya’nın kabul etmediğini yazmış ve onun “Gazi, büyük adamdır.Buna şüphe yok.. Fakat hiçbir adam, bir başka adamın ebediyen ve peşin hükümle arkasından gitmez. Her insanın hatası olabilir. Bilhassa biz fikir adamlarının peşinen böyle ebedi bir bağlantı yapması ve teahüd altına girmesi, kendi vekar ve haysiyetimize olduğu kadar karilerimizin bizlerde mevcut olduğuna inandıkları bitaraflık vasfımızı inkâr olur. Ben böyle bir telgrafa imza koymak yerine mahkûmiyeti tercih ederim” şeklindeki ifadesine yer vermiştir. Yine Suphi Nuri’den öğrendiğimize göre Ebüzziya ısrar üzerine, “Cumhuriyete bağlıyız” ibaresini yerleştirmek şartıyla metni imzalamıştır. Sorguları tamamlandıktan sonra her iki ismin de “men’i mahkemelerine” karar verilmiş ve iki kader arkadaşı İstanbul’a dönmüşlerdir78. Suphi İleri, Velid Ebüzziya’yı “muhafazakâr”, ancak “milliyetçi”, “vatansever”, “samimi” ve “dürüst” olarak nitelendirmiştir. Hatta Mustafa Kemal Paşa’nın İzmir’e bütün gazetecileri davet ettiği halde Ebüzziya’yı çağırtmaması üzerine onu ikna etmeye çalıştığını anlatarak, Ebüzziya’nın vatanseverliğine çok güvendiğini ve Mustafa Kemal Paşa’yı ikna etmek için dil döktüğünü anlatmıştır. Bu yüzden de Paşa’nın kendisini azarlayarak “Anladık be birader.. Velid Beyi kabul etmek istemediğimizi sana nasıl anlatacağız”79 dediğini ifade etmiştir.

74 Cemal Kutay, Bilinmeyen Tarihimiz, İstanbul,1974, s.317. 75 Şeyh Sait isyanı ile ilgili bkz. Metin Toker, Şeyh Sait ve İsyanı, Ankara, 1968. 76 Diyarbakır İstiklal Mahkemesinin taşınmasından dolayı duruşma Elazığ’da yapılmıştır. Aybars, a.g.e., s.332. 77 A.g.e., s.s.332–333. 78 Kutay, a.g.e., s.s.315–316. 79 a.g.e., s.318. 166 Milli Mücadele Taraftarlığından Cumhuriyet Karşıtlığına Velid... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Yazar, Velid Ebüzziya’nın gerek halk arasında gerekse de gazeteciler arasında çok itibarlı ve saygın bir yeri olduğunu belirtmiştir. Gazeteci Sadri Ethem’in kendisine anlattıklarından yola çıkarak, herhangi bir yerde tek bir sandalye olsa ona mutlaka Velid Ebüzziya’nın oturtulduğunu ifade etmiş ve bir fotoğrafla bu iddiayı doğrulamıştır80. Asım Us da hatıralarında Velid Ebüzziya’dan bahsetmiştir. Lozan anlaşmasına gazeteci olarak katılan Asım Us ve Ebüzziya, anlaşma imzalandıktan sonra İsmet Paşa ile vedalaşmaya gitmişler ve Paşa’nın kendilerine teşekkür ederek, Lozan hatırası olarak birer imzalı resim verdiğini yazmışlardır81. Saltanatın kaldırılması, Cumhuriyetin ilanı ve Halifeliğin kaldırılmasından sonra, Hindistan’da İsmailiye mezhebinin reisi Ağa Han’a ait Halifeliğe bağlı olduğuna dair mektupların Tanin ve Tevhid-i Efkar gazetelerinde yayınlanmasından sonra, İhsan Bey (Topçu)’in başkanlığında İstanbul’a gelen İstiklal Mahkemesi, bu iki gazetenin sahipleri Hüseyin Cahit (Yalçın) ile Velid Ebüzziya’yı sorgulamıştır. 11 Aralık 1923’te İstanbul İstiklal Mahkemesi’nde yapılan ilk duruşmada mahkeme heyeti, Milli Mücadele’nin en çetin yıllarında İstanbul’da milli direniş hareketine önemli ölçüde destek veren ve bu uğurda hiçbir fedakârlıktan çekinmemiş oldukları bilinen bu gazetecilerin suçsuzluğuna inandıklarını belirtmiştir. İstiklal Mahkemesi başkanı Topçu İhsan Bey’de “ basın, su ve ateş gibi bir unsurdur. Hem çok faydalı hem de çok zararlı olabilir. Yapılacak şey iyi ilişkiler kurarak faydalarını en yükseğe çıkarmak, zararlarını en aşağıya indirmektir.” şeklindeki cümleleri ile hem sanıkları beraat ettirmiş hem de ortamı yumuşatarak yargılanan gazetecilerle Mustafa Kemal Paşa’yı müşterek bir zeminde bir araya getirmeye çalışmıştır82. Asım Us hatırasında, İstiklal Mahkemesi Reisi Topçu İhsan Bey’in kendisi ile görüştüğünü, gazetecilerin durumlarının huzursuzluk yarattığını ifade ettiğini ve İstanbul gazetelerinin başyazarlarının İzmir’de istirahatte bulunan Mustafa Kemal Paşa’yı ziyaret etmelerini, ancak Gazi tarafından davet edilmiş gibi bir izlenim yaratılmasını tavsiye ettiğini ifade etmiştir. Us ise bu buluşmayı sağlayabileceğini belirtmiştir. İstanbul gazetelerinin başyazarları Velid Ebüzziya’da dâhil olmak üzere, bu buluşmayı kabul etmişlerdir. Ancak Ebüzziya, gazetesine Cumhurbaşkanı tarafından davet edildiklerini ve İzmir’e gideceklerini yazmıştır. Mustafa Kemal Paşa, gazete haberini görünce; bu haberin tekzip edilmesini, aksi halde Velid Ebüzziya’yı kabul edemeyeceğini bildirmiş, ancak Ebüzziya bunu yapmaktan kaçındığı için Mustafa Kemal Paşa tarafından kabul edilmemiştir83. Mustafa 80 a.g.e., s.358, fotoğraf bu eserde verilmiş, aslına ulaşılamamıştır. Fotoğraf için bkz. Ek. 81 Asım Us, Gördüklerim, Duyduklarım, Duygularım, İstanbul, 1964, s.s.88–90. 82 Hıfzı Topuz, a.g.e., s.s.145–146. 83 Us, a.g.e., s.s.89–90; Aybars, a.g.e., s.253. Asım Us’un anlattığı bu hadiseden Falih Rıfkı Atay da bahsetmiştir. Atay özetle bu konuda; Mustafa Kemal Paşanın İzmir’de olduğu bu dönemde dönemin Matbuat Cemiyeti Reisi Necmettin Sadık’ın, İstanbul Gazetecileri ile Paşa arasındaki anlaşmazlığı çözmek için arabuluculuk yaptığını ancak, kendisine gönderdiği bir mektupta Velid Ebüzziya’nın kendisini üzdüğünü belirtmiştir. Ebüzziya’nın İstiklal mahkemesinden sonra kendisini bir kahraman olarak gördüğünü, gazetesine İzmir’e 167 Bengül BOLAT ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Kemal Paşa, Cumhuriyetin ilan edildiği kritik süreç yaşanırken, basında yapılan yorumlarda, Velid Ebüzziya’nın yaklaşımını “bir istisna” olarak değerlendirmiş, ancak Cumhuriyet taraftarı olmalarına rağmen Hüseyin Cahit Yalçın84 ile Ahmet Emin Yalman’ın85, Cumhuriyetin ilanının “aceleye getirilmiş bir karar” olarak değerlendirmelerine üzülmüştür86. İzmir’de gazetecilerle 5 Şubat 1924’te yapılan bu görüşmede, Mustafa Kemal Paşa, “Türkiye matbuatı milletin hakiki sada ve iradesinin tecelligahı olan Cumhuriyetin etrafında çelikten bir kale vücuda getirecektir. Bir fikir kalesi, zihniyet kalesi. Fikrinin Erbab-ı matbuattan bunu talep cumhuriyetin hakkıdır….”87 diyerek basının Cumhuriyet fikrinin benimsemesi sürecindeki önemini vurgulayarak bu bağlamda gazetecilerin tüm halka örnek teşkil etmesini istemiştir. Bu konuşmanın ardından Hüseyin Cahit (Yalçın) Bey, hürriyetin zorla ve şiddetle kurulacağını, ancak korunmasının ancak karşılıklı ve geniş hoşgörülükle ve darılmamakla mümkün olacağını, bunu da Gazi’de görmekte mutlu olduğuna dair bir cevap vermiş88, böylelikle gergin hava yumuşamıştır. Asım Us Velid Ebüzziya’nın Milli Mücadele taraftarı olmasına rağmen Cumhuriyet karşıtı bir tavır içerisinde olması konusuna da değinmiştir. Yazar, Velid Bey’in Milli Mücadele hareketine gerçekten hizmet etmiş bir gazeteci olduğunu, hatta bu yüzden İngilizler tarafından Malta’ya dahi sürgün edildiğini, ancak Cumhuriyet rejimine hiçbir zaman sempati ile bakmadığını belirtmiştir. Asım Us, Velid Ebüzziya’nın Lozan Barış Konferansı esnasında kendisine Cumhuriyet karşıtı olduğunu açıkça ifade ettiğini de dile getirmiş89;

davet edildik diye yazdığını ancak uyarılınca inkâr ettiğini belirtmiştir. Mustafa Kemal’in ise İzmir’e gelen Velid Ebüzziya’yı gazetedeki yazısından dolayı Tevfik Bey aracılığı ile kabul etmek istememesi üzerine Paşa’yı tam ikna etmişken Ebüzziya’nın – ben zaten Paşa’yı ziyaret etmek arzusunda değilim, davet edildim zannı ile geldim bilseydim gelemezdim- sözlerini Tevfik Bey’in bu sözleri Mustafa Kemal Paşa’ya aynen nakletmesinden dolayı rahatsızlığını dile getirmiştir. Atay, a.g.e., s.s.389–390. 84 Hüseyin Cahit Bey, Cumhuriyete karşı olamamakla birlikte, ilan ediliş tarzına ve Teşkilat-ı Esasiye Kanunun 12.Maddesinde yer alan Cumhurbaşkanına verilen yetkilere tepki göstermiştir. Hüseyin Cahit, “Yaşasın Cumhuriyet”, Tanin, 31 Ekim 1923. 85 Ahmet Emin Yalman da “Bir saat içinde devlet şeklinin müzakere ve tebdil edilmesine ait başka bir misale tarihin hiçbir kısmında tesadüf etmek mümkün değildir. Bize kalırsa müzakereye lüzum bile olmasa bahis biraz uzatılmalı, teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun ayaküstünde tadil edildiği hissi verilmemeliydi” cümleleri ile bu düşüncesini dile getirmiştir. Vatan, 31 Teşrinievvel, 1923. 86 Us, a.g.e., s.s.90–92; Asım Us anılarında Atatürk’ün kendisine “Cumhuriyetin ilanının öyle zannedildiği gibi aceleye getirilmediğini, Büyük Millet Meclisinin kararı ilan edilmezden evvel çok düşünüldüğünü ve arkadaşlar arasında pek çok müzakereler ve münakaşalar cereyan ettiğini” anlattığını yazmıştır. 87 Hâkimiyet-i Milliye, 7 Şubat 1924; ASD, C.2, s.171. 88 Aybars, a.g.e., s.s.253–254. 89 “İkinci Lozan Konferansında Velid Bey ile arkadaşlık ettik…….Velid Bey benim sofradaki bazı sözlerimden Cumhuriyetçi olabileceğime hükmetmiş. Biraz hayret gösteren bir tavır ile bana; -Asım Bey, Mustafa Kemal Paşa Cumhuriyeti ilan etse, galiba sen hiç ses çıkarmayacaksın. Dedi. Ben gülerek; -Bugünkü Büyük Millet Meclisi Hükümeti Cumhuriyetten başka bir şey mi? Diye cevap verdim. Fakat Velid Bey ile bu noktada bir türlü anlaşamamıştık.” Us, a.g.e., s.s.94–95. 168 Milli Mücadele Taraftarlığından Cumhuriyet Karşıtlığına Velid... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Büyük Millet Meclisi Hükümetinin olduğu gibi muhafaza edilmesi gerektiğini düşündüğünü, bunu da yazılarında ifade ettiğini belirtmiştir90.

Sonuç

Milli Mücadele’ye gerek gazete yazı ve haberleri ile gerekse de, Anadolu’ya silah ve cephane kaçırarak destek veren Velid Ebüzziya, dönemin tanınmış ve saygın gazetecilerinden birisi olmuştur. Varlıklı bir aileden gelen yazar, diğer aile bireyleri gibi kendisi de iyi bir eğitim almış ve gazetecilik mesleğinde çok başarılı olmuştur. Milliyetçi, muhafazakâr, vatansever ve sağlam karakteri ile tanınan yazar, Osmanlı Devleti döneminden, Cumhuriyete geçiş sürecinde önemli bir yere sahip son derece saygın bir aydın olarak kabul görmüştür. Özellikle Milli Mücadele döneminde, gerek İstanbul Hükümeti, gerekse de İtilaf Devletlerinin baskıları ile birçok gazetecinin silikleştiği süreçte, bu mücadeleyi hiç çekinmeden savunmayı göze almıştır. Bu bağlamda büyük bir cesaretle prensiplerinden ödün vermeden mücadelenin önderi Mustafa Kemal Paşa’yı övecek yazılar yazmış, fotoğraflarını yayınlamış, buna karşın dönemin Osmanlı yöneticilerini de ağır bir biçimde eleştirmekten kaçınmamıştır. Bu yönü ile zaman zaman cezalandırılıp, gazetesi kapatılmışsa da fikirlerinden ödün vermemiştir. Velid Ebüzziya, Milli Mücadele’yi Anadolu’nun kurtuluşu açısından bir zorunluluk olarak görmüş, ancak bu mücadeleyi sadece bir kurtuluş savaşı olarak değerlendirmemiştir. Özellikle bu mücadelenin fikri temeli olan milli egemenliğin en ateşli savunucularından olmuştur. Milli Mücadele ve milli egemenliğin en önemli savunucularından olan bu fikir adamı, Cumhuriyet olgusuna şiddetle karşı çıkmıştır. Özellikle Milli egemenliğe dayanan “Cumhuriyet”in istismar edileceğini, halkın henüz hazır olmadığını, Cumhuriyetin aceleyle ilan edildiğini ve çıkarılan kanunların otoriter bir yönetim anlamına geldiğini savunmuştur. Özellikle bu yaklaşımlarla milli egemenliğin ortadan kalkacağına inanmıştır. Ebüzziya daha önceki dönemde olduğu gibi, Cumhuriyet döneminde de cesur ve ilkeli tavrını devam ettirmiştir. Cumhuriyet ve devrim karşıtlığının çeşitli şekillerde cezalandırıldığı, İstiklal Mahkemeleri’nin yoğun olarak mesai yaptığı günlerde fikirlerini dile getirdiği makalelerinde, kimi zaman alaycı ve sert üslup kullanmaktan ve fikirlerine ağır eleştiri getiren karşıtlarına “gerçek Cumhuriyet Düşmanı biz değil, sizlersiniz” demekten de çekinmemiştir. Yazar, cumhuriyete karşı çıkan diğer yazarların aksine bu düşüncelerinde uzun süre sabit kalmıştır. Tutuklanıp, İstiklal Mahkemesi’ne sevk edildiğinde bile Mustafa Kemal Paşa’ya kendilerini affetmeleri için bir mektup yazma fikrine direnmiş, arkadaşlarının ısrarları ile mektubu imzalamıştır.

90 a.g.e., s.95. 169 Bengül BOLAT ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Düşüncelerinden dolayı Mustafa Kemal Paşa başta olmak üzere, birçok kişi tarafından geri fikirli, cumhuriyet karşıtı, koyu şeriatçı gibi eleştiriler almakla birlikte özellikle Milli Mücadele dönemi hizmetlerinden dolayı ağır cezalar almamıştır. Velid Ebüzziya, kaleminin hakkını veren milliyetçi, vatansever, cesur duruşu ile Milli Mücadele döneminde güç bir sürgün hayatı yaşarken, “Cumhuriyet”e karşı duruşundan dolayı gerici, şeriatçı gibi bir takım suçlamalara uğramış, ancak hiçbir koşulda fikirlerinden ödün vermemiştir. Yazar ile ilgili çok fazla çalışma olmaması önemli bir eksikliktir. Bu bağlamda eksikliğin bir bakıma giderilebilmesi için yapılan bu çalışma sonucunda Ebüzziya’nın Türk basın tarihinin ender şahsiyetlerinden birisi olduğu görülmüştür.

170 Milli Mücadele Taraftarlığından Cumhuriyet Karşıtlığına Velid... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

KAYNAKÇA I. Süreli Yayınlar

Anadolu’da Yeni Gün, “Gazi Paşanın Beyanatı”, 24 Eylül 1923. EBÜZZİYA, Velid, “Meclis reisliği ile Cumhurreisliği bir arada olmaz”, Tevhid-i Efkâr, 20 Teşrinievvel 1923. ……. “Ankara ile Uyuşmak Meselesi”, Tevhid-i Efkâr, 19 Haziran 1921. …….“Kurban Kesilmedikçe Bayram Olmaz”, Tevhid-i Efkâr, 7 Haziran 1921. …….“Mecliste Neler Oluyor”, Tevhid-i Efkâr, 12 Haziran 1921. …….“Milletin Fedakârlığı Karşısında”, Tevhid-i Efkâr,, 29 Şubat 1920. …….“Vaziyetin İnkışafına Doğru”, Tevhid-i Efkâr,, 13 Haziran 1921. ……. “Sulh değil Harb”, Tevhid-i Efkâr, 23 Haziran 1921. …….“Türkün İhtiyaç Sulhünden İstifade Edilmeli”, Tevhid-i Efkâr, 5 Haziran, 1921. …….“ Efendiler İstical Ediyorsunuz”, Tevhid-i Efkâr, 30 Teşrinievvel, 1923. ……. “Ankara İstasyon Binası Cumhuriyeti Doğurabilecek mi?”, Tevhid-i Efkâr, 19 Teşrinievvel, 1923 ……. “Cumhuriyet Düşmanları”, Tevhid-i Efkâr, 8 Teşrinisani 1923. ……. “Devlet İhtiraı İlleti”, Tevhid-i Efkâr,, 24 Teşrinievvel 1923. ……. “Efendiler Devletin Adına Taktınız İşleri Düzeltebilecek misiniz?”, Tevhid-i Efkâr, 31 Teşrinievvel, 1923. ……. “El Çabukluğu Marifet Usülü İle Devlet Şekli Tehdil ve Tespit Edilebilir mi”, Tevhid-i Efkâr, 22 Teşrinievvel, 1923. …….“Hasta Adamın Dinamik Çocukları”, Tasvir-i Efkâr, 12 Teşrinievvel 1919. …….“Meclis reisliği ile Cumhurreisliği bir arada olmaz”, Tevhid-i Efkâr, 20 Teşrinievvel 1923. ……. “Millet ve Padişah”, Tasvir-i Efkâr, 21 Şubat, 1920 ……. “Patriklerin Şikâyetleri”, Tasvir-i Efkâr 20 Teşrinievvel 1919. ……. “Son Fırsat Son İmtihan”, Tasvir-i Efkâr, 11 Teşrinievvel 1919. ……. “Ankara’daki Şakşakçıların Himmetiyle Bakalım, Çember-i Devran Daha Neler Gösterecek”, Tevhid-i Efkâr, 2 Teşrinisani 1923.

171 Bengül BOLAT ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

…….“Cumhuriyet Katarı Şimdilik Yerinde Sayıyor”, Tevhid-i Efkâr,20 Teşrinievvel, 1923. …….“Ankara İstasyon Binası Cumhuriyeti Doğurabilecek mi?”, Tevhid-i Efkâr,19 Teşrinievvel, 1923. ……. “ İrade-i Milliyenin Zaferi”, Tasvir-i Efkâr, 7 Mart 1920. ……. “Cumhuriyet Terazisinin Hangi Kefesi Ağır Basacak”, Tevhid-i Efkâr,, 23Teşrinievvel, 1923. ……. “Bizi Korkutan Kırmızı Cumhuriyet Paçavrası mıdır?”, Tevhid-i Efkâr,, 1 Teşrinisani 1923. Hâkimiyet-i Milliye, 7 Şubat 1924 Tanin, 31 Ekim 1923. Tasvir-i Efkâr, 12 Teşrinievvel 1919. Tasvir-i Efkâr, 12 Teşrinievvel 1919. “Ruşen Eşref Bey’in Anadolu Telgrafları”, Tevhid-i Efkâr, 1 Teşrinisani 1923; Tevhid-i Efkâr, 5 Ekim 1923 ( 5 Teşrin-i Evvel, 1339). Tevhid-i Efkâr, 5 Ekim 1923 ( 5 Teşrin-i Evvel, 1339). Vatan, 31 Teşrinievvel, 1923.

II. Kitaplar ALPKAYA, Faruk, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu (1923–1924), İstanbul, 1998. ATATÜRK, Kemal, Nutuk (1919–1927), Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2002. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C.2–3 Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2006. ATAY, Falih Rıfkı, Çankaya, İstanbul, 1984. ATEŞ, Nevin Yurtsever, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu ve Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Sarmal Yay., İstanbul, 1994. AYBARS, Ergün, İstiklal Mahkemeleri ( 1920–1927), İstanbul, 1997. Aylık Ansiklopedi; C.I, İstanbul, 1945. BERKES, Niyazi, Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul, 1978. BOZDOĞAN, Sibel – Kasaba, Reşat, Türkiye’de Modernleşme ve Ulusal Kimlik, çev. Nurettin Elhüseyni, İstanbul, 1998. COŞAR, Ömer Sami, Milli Mücadele Basını, Gazeteciler Cemiyeti Yay., İstanbul, b.t.y. GÜZ, Nurettin, Türkiye’de Basın İktidar İlişkileri 1920–1927, Ankara, 1991. HİMMETOĞLU, Hüsnü, Kurtuluş Savaşı’nda İstanbul ve Yardımları, C.1, İstanbul, 1975. İnönü Atatürk’ü Anlatıyor, haz. Abdi İpekçi, İstanbul, 1968. 172 Milli Mücadele Taraftarlığından Cumhuriyet Karşıtlığına Velid... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

KANSU, Mazhar Müfit, Erzurum’dan Ölünceye Kadar Atatürk’le Beraber, 4. bsk., C.2, Ankara, 1997. KURAT, Yuluğ Tekin, Osmanlı İmparatorluğu’nun Paylaşılması 1914-1924, Ankara, 1986. KUTAY, Cemal, Bilinmeyen Tarihimiz, İstanbul,1974. LEWİS, Bernard, Modern Türkiye’nin Doğuşu, çev. Metin Kıratlı, Ankara, 1984. ORTAYLI, İlber, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, 3. bsk., İstanbul, 1999. ÖZKAYA, Yücel, Milli Mücadelede Atatürk ve Basın (1919–1921), Atatürk Araştırma Merkezi Yay., Ankara, 1989. ÖZTOPRAK, İzzet, Türk ve Batı Kamuoyunda Milli Mücadele, Ankara, 1989. …….,, Kurtuluş Savaşı’nda Türk Basını, İş Bankası Yay., Ankara, 1981. SOYAK, Hasan Rıza, Atatürk’ten Hatıralar, 6. bsk., İstanbul, 2010. SÖYLEMEZOĞLU, Galip Kemali, Yok Edilmek İstenen Millet, İstanbul, 1957. ŞİMŞİR, Bilal N, Malta Sürgünleri, Bilgi Yay., Ankara, 1985. TANSEL, Selahattin, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, C.1, Ankara, 1977. TANSU, Samih Nafiz,İki Devrin Perde Arkası, Pınar Yay., İstanbul, 1964. TEMİZ, Ahmet, Velid Ebüzziya’nın Lozan Mektupları, İstanbul, 2007. TEVETOĞLU, Fethi, Milli Mücadele Yıllarındaki Kuruluşlar, Türk Tarih Kurumu Yay., Ankara,1991. TOKER, Metin, Şeyh Sait ve İsyanı, Ankara, 1968. TOPUZ, Hıfzı, II. Mahmut’dan Holdinglere Türk Basın Tarihi, 2. bsk., İstanbul, 2003. TURHAN, Mümtaz, Kültür Değişmeleri, 3. bsk., İstanbul, 1997. Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi; C.2, Dergâh Yay. b.t.t. US, Asım, Gördüklerim, Duyduklarım, Duygularım, İstanbul, 1964. ZÜRCHER, Erik Jan, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, 3. bsk., İstanbul, 1998

III. Makaleler

BABAN, Cihat, “Ebüzziya Velid”, Meydan Dergisi, 1978. BARAN, Tülay Alim, “İstanbul Basınında Cumhuriyetin İlanına Tepkiler ve Yorumlar”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, S.44, C.XV, 1999. ÇUKUROVA, Bülent, “Kurtuluş Savaşı’nda İstanbul Gizli Grupları”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C.II, S.5, 1986.

173 Bengül BOLAT ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

EBÜZZİYA, Ziyad, “Velid Ebüzziya”,Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C.10 İstanbul, 1994. EKİNCİ, Nejdet, “Kurtuluş Savaşında İstanbul ve Anadolu’daki Türk ve Düşman Gizli Faaliyetleri” Atatürk Yolu, C.4, S.14, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara, 1994. KANDEMİR, Feridun, “Anadolu’ya Sırtında Cephane Taşıyan Gazeteci”, Yakın Tarihimiz, C.2, S.14, 1962. …….; “Türk Basınında Cumhuriyetin İlanının Öncesi ve Sonrası” Atatürk Yolu, S.11, Ankara Üniversitesi, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Dergisi, Ankara, 1993. PİGAR, Ragıp, “Abdurrahman Velid Ebüzziya”, Yeni Defne, II/13, İstanbul, 1982, s.s.21–24. SÜRMELİ, Serpil, Şeyhazedebaşı Karakolu Baskını ve Olay Mahalline Giren İlk Gazete Tevhid-i Efkâr, Atatürk Yolu Dergisi, S.45, 2010.

174 Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi Journal Of Modern Turkish History Studies XIV/28 (2014-Bahar/Spring), ss.175-197.

TEK PARTİ İKTİDARI’NDAN DOĞMUŞ BİR DENETİM ORGANI: MÜSTAKİL GRUP (1939-1946)

Volkan PAYASLI*

Öz Bu çalışma, İki Dünya Savaşı arası ve sonrası dönemde Türk siyasetinin belirlenmesinde önemli role sahip olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin ulus-devleti inşası süresince gerçekleştirdiği inkılapların halka benimsetilmesinde bir yandan da demokratikleşme uğrunda çektiği sancıları ele almaktadır. 1939’da Milli Şef’in Batılı devletler tarafında yer alma istemi, iç politikada yumuşamalara vesile olmuştur. Bu amaçla demokratikleşme çabalarını dış dünyaya göstermek ve daha önceki muhalefet yaratma olgusunun başarısızlığı üzerine Müstakil Grup kurulmuştur. Grubun faaliyetleri çalışmanın odak noktasını oluşturmuştur. Araştırmamızda yapılan çalışmalardan farklı olarak Kurultay raporuna yansımayan konuşmaların olduğu tespit edilmiş, dönemin gazeteleri, Zabıt Cerideleri, arşiv belgeleri ve anılardan yararlanarak elde edilen verilerle bu eksikliğin tamamlanması amaçlanmıştır. Aynı zamanda konunun dış ve iç politikalardaki gelişmelerle ele alınıp analiz edilmesiyle literatürdeki noksanlığın giderilmesi hedeflenmiştir.

Anahtar Kelimeler: CHP, Demokrasi, İsmet İnönü, Kurultay, Müstakil Grup.

AUDITING BODY BORN FROM SINGLE-PARTY STATE: INDEPENDENT GROUP

Abstract This study discusses the troubles experienced by Republican People’s Party, which had an important role in determining Turkish politics between the two world wars and afterwards. One of these troubles was teaching public revolutions carried out during establishment of nation-state and the other trouble was faced for the sake of democratization. In 1939, Second World War, National chief’s desire to take part on the side of western countries and accordingly his forming ındependent group to show democratization efforts in domestic policy, has been the focus of the study. In this study, unlike studies speeches that weren’t reflected in reports of Council, has been intended to be completed by the help of data acquired from the newspapers of the era, minute books, archives and memoirs. Besides, by discussing and analyzing the subject both in foreign and domestic policy, deficiency in literature has been aimed to be resolved.

Keywords: Republic People Party, Democracy, İsmet İnönü, Assembly, Independent group. * Yrd. Doç. Dr., Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi, ([email protected]). 175 Volkan PAYASLI ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Giriş

Milli Mücadele’nin ilk siyasal örgütlenmesi olan önce yerel daha sonra bölgesel olarak çalışan “Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri” Sivas Kongresi’nde bağımsızlık ülküsünü gerçekleştirmek üzere Mustafa Kemal Paşa tarafından “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” (ARMHC) adı altında birleştirilmiştir. Bağımsızlık mücadelesinin ilk yıllarında pek çok siyasi oluşum olmasına rağmen, İstanbul’da Padişahın iradesine ve Anadolu’daki milli direniş eylemine karşı koyabilecek bir güçte değildi1. Sivas Kongresi’nden hemen sonra toplanan Osmanlı Mebusan Meclisi’nin almış olduğu Misak-ı Milli kararı sonucu İstanbul’un işgali gerçekleşmiş ve Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi açılmıştır. Meclis vekilleri her ne kadar milletin kurtuluşu için birlik ve beraberlik doğrultusunda faaliyet gösterse de pratikte kanunların çıkarılış ve uygulamasında görüş ayrılıkları yaşamışlardır. Bu bağlamda mebuslar zaman içerisinde çeşitli ad ve unvanlar altında grup, zümre ve parti biçiminde örgütlenmişlerdir. Bu durum Mustafa Kemal Paşa’nın Meclis’te daha rahat faaliyet göstermesini engellemiş ve kendisi 1921 Mayıs’ında “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubunu” kurmuştur2. Bu iktidar grubunun kurulması Meclis içerisindeki siyasal mücadelenin şiddetlenmesine neden olmuştur. Uzun süre örgütsüz olarak faaliyet gösteren muhalefet nihayetinde 1922 Temmuz’unda“İkinci Müdafaa-i Hukuk Grubu” adı altında örgütlenmişlerdir. Birinci grup “devletçi-seçkinlerin” Meclis üzerindeki denetimini simgelemiştir. İkinci Grup’un özelliği birinci grubun dışında kalanlardan, Mustafa Kemal Paşa’nın otoriterleşmesinden çekinenlerden, görece de olsa İttihatçılığı canlandırmak isteyenlerden, dini ritüellere bağlı olarak halife ve saltanata daha çok bağlı “gelenekçi-liberal” olanlardan oluşmasıydı3.

1 1918 ve 1922 yılları arasında kurulan partiler hakkında detaylı bilgi için bkz. Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasi Partiler, İletişim Yayınları, Ankara, 2008, s.s.73-613. 2 Nutuk’ta olaylar şu şekilde aktarılmıştır: “Tesanüt Grubu, İstiklal Grupu, Müdafaa-i Hukuk Zümresi, Islahat Grupu… Bu gruplardan başka, adsız olarak, özel amaçlı kimi küçük örgütlerin de çalıştıkları anlaşılıyordu. Baylar, bu adlarını saydığım grupların her biri Meclis görüşmelerinde düzeni sağlamak ve oyları birleştirmek amacıyla kurulmuşlarsa da, bunların varlıkları tersine bir sonuç veriyordu. Gerçekten sayıları çok, üyeleri az olan bu gruplar birbirleriyle yarışmaya kalkmışlar ve birbirlerini dinlememek yüzünden Meclis’te hemen hemen bir kargaşa doğurmaya başlamışlardı. Özellikle Anayasa, Meclis’ten çıktıktan sonra, yani Ocak 1921 sonlarında, Meclis üyelerinin ve ortaya çıkan grupların, genel olarak her işte toplantıya katılmalarını ve birlikte çalışmalarını sağlamanın bir kat daha zorlaşmaya başladığı görülüyordu. Çünkü, Misak-ı Milli ile saptanmış olan ilkelerde her bakımdan görüş ve amaç birliği olduğu halde, Anayasa ile konulan ilkeler üzerinde tam birlik sağlanmış görünmüyordu. Grupları birleştirmek ya da gruplardan birini güçlendirerek iş görmek için, dolaylı olarak çok çalıştım. Ama bu yolla elde edilen sonuçların uzun ömürlü olmadıkları görüldü. İşe el koymam zorunlu olmaya başladı. Sonunda, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu adıyla bir grup kurmaya karar verdim”, Nutuk, C.II, TTK, Ankara, 1999, s.s.795-797. 3 Birinci ve İkinci Grup’a yönelik değişik görüşler için bkz. Ahmet Demirel, Birinci Mecliste Muhalefet, İletişim Yayınları, Ankara, 2011, s.s.14-15; Mete Tuncay, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek-Parti Yönetimi’nin Kurulması (1923-1931), Yurt Yayınları, Ankara, 1981, s.s.27-47; Emre Kongar, 21. Yüzyılda Türkiye, Remzi Kitapevi, İstanbul, 2006, s.s.136-137; Nutuk’ta İkinci 176 Tek Parti İktidarı’ndan Doğmuş Bir Denetim Organı: Müstakil Grup ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Türk siyasal hayatının en renkli meclisi olan Birinci Meclis’te kararların alınması ve uygulanmasında bir takım sıkıntılar yaşanmıştır. Barış evresine doğru giden süreçte Lozan görüşmeleri 4 Şubat 1923 tarihinde kesintiye uğramıştır. Meclis’te İnönü’ye gösterilen tepki ve Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey’in öldürülmesi siyasal havayı iyice germiştir. Bu ortamda 1923 yılının Ocak ayı itibariyle Mustafa Kemal yeni bir siyasal oluşuma gitmek istemiştir. 1921 Anayasası’nda yer alan seçimlerin iki yılda bir yapılması gereğince 1 Nisan 1923’te TBMM seçimi yenileme kararı almıştır. 8 Nisan’da Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı olarak Mustafa Kemal Paşa, seçim dolayısıyla halka yayınladığı bildiride, 9 Umde’yi açıklamıştır. Bildiride, ulusal egemenlik temelinde ARMHG’nin Halk Fırkası’na dönüştüğü belirtilmiştir4. Mustafa Kemal Paşa Osmanlı Devleti’nin siyasal, toplumsal ve ekonomik yapısından ayrı bir ulus-devlet inşası için kendi kadrolarını belirleyerek, düşündüğü devlet modelini gerçekleştirmek üzere çıkaracağı yasalarda kendine engel olacak grupları kısmi de olsa tasfiye etme imkânına erişmiştir. Mustafa Kemal’in ilan ettiği bildiri, 1923 Genel Seçimlerinin ardından hemen kabul edilmiş ve İkinci Grupla, İttihat ve Terakki ile bağlantılı olan milletvekillerinin büyük bir kısmı Meclis dışında kalmıştır. Bağımsız adaylar da daha sonra HF’ye katılmışlardır. HF’nin başkanlığına Mustafa Kemal, Genel Sekreterliğine Recep Peker seçilmiştir. 23 Ekim 1923’te İçişleri Başkanlığı’na yapılan resmi bir başvuruyla, Fırka’nın yasallaştırılması için izin talep edilmiştir. Böylece HF yeni bir siyasi örgüt olarak Mustafa Kemal’in kararı üzerine kurulmuştur5. Ancak Cumhuriyet’in ilanı ve Halifeliğin ilgası Milli Mücadelenin öncü kadroları arasında bölünmelere yol açmış6 ve yeni bir muhalefet hareketinin ortaya çıkmasına vesile olmuştur.1 Kasım 1924’te TBMM’nin açılmasından hemen sonra İsmet Paşa Hükümeti’ne yönelik eleştiriler yoğunlaşmıştır. Özellikle 27 Ekim 1924’te Menteşe Mebusu Esat Efendi’nin Mübadele, İmar ve İskân Vekili Refet Bey’e verdiği sonu önergesi Meclis’te sert müzakerelere sebep olmuştur. Önergede ne kadar muhacir geldiği ve ne kadarının iskân edildiği ve nerelerde imaratta bulunulduğu sorulmuştur.

Grup’u kuranların Selahattin ve Hüseyin Avni Bey olduğu, bunları kışkırtanlarında Rauf ve Kara Vasıf Beyler olduğu anlatılmaktadır. Bkz. Nutuk, C.II, s.847; İhsan Güneş, Birinci Büyük Millet Meclisi’nin Düşünce Yapısı, Eskişehir, 1987, s.130. 4 Nutuk’ta Halk Fırkası’nın kuruluşuna dair şöyle bilgi yer almaktaydı: “7 Aralık 1922’de Ankara basını aracılığı ile, “Halk Partisi” adında halkçılık ilkesine dayanan bir siyasal parti kurmak isteğinde olduğumu bildirerek bu partinin nasıl bir program izlemesi gerektiği üzerinde bütün yurt severlerle bilim adamlarının yardım etmelerini ve katılmalarını bildirmiştim.” Bkz. Nutuk, C.II., s.957; Ayrıca bkz. Atatürk’ün Talim, Telgraf ve Beyannameleri, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2006, s.521; Sevtap Demirel, Belgelerle Lozan, Alfa Yayınları, İstanbul, 2011, s.s.127-158; Ebru Gür, Lozan Konferansı’nın Türk Basınına Yansımaları, Fırat Üniversitesi, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2006. 5 Kemal H. Karpat, Türk Siyasi Tarihi, Timaş Yayınları, Ankara, 2007, s.49; Çemil Koçak, Siyasi Tarih (1923-1950), ed. Sina Akşin, Çağdaş Türkiye (1908-1980), Cem Yayınevi, İstanbul, 2008, s.s.130-131; Tuncay, a.g.e., s.s.55-56. 6 Bu konu hakkında bkz. Rauf Orbay, Cehennem Değirmeni, C.II, Emre Yayınları, İstanbul, 1993, s.s.134-161. 177 Volkan PAYASLI ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Verilen cevap Esat Efendi ve arkadaşlarına yeterli gelmeyince soru, gensoru önergesine çevrilmiştir7. Dersim Mebusu Ferudun Fikri (Düşünsel)’de Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun Meclis Tahkikatına ilişkin yirmi ikinci maddesine binaen yedi kişiden oluşacak bir Meclis Tahkikat heyetinin kurulmasını talep etse de istek gündeme alınmamıştır8. 168 kişinin katıldığı güven oylamasında 148 oy beyaz (kabul), 19 kırmızı (ret) 1 adet de çekimser oy kullanılmıştır9. Oylamadan hemen sonra 19 mebus ve Rauf Bey’in on bir arkadaşı Halk Fırkası’ndan istifa etmiştir10. İstifaların ardından gelenekçi-liberal grup tarafından 17 Kasım 1924’te Mustafa Kemal Paşa’nın en yakın arkadaşları Kazım Karabekir parti başkanı, Ali Fuat (Cebesoy) Parti Genel Sekreteri olarak askerlikten ayrılıp, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurmuşlardı. Parti kısa zamanda muhaliflerin, İttihat ve Terakki’yi canlandırmak isteyenlerin odak noktası olmuştur11. Partinin programı Nutuk’ta ağır bir dille eleştirilmiştir12. Parti, Şeyh Sait İsyanı’na yol açtığı gibi karşı devrim söylemlerinin toplumsal tabanda yayılmasına neden olduğu için 3 Haziran 1925’te özgürlükleri kısıtlayıcı ve sınırlayıcı olan Takrir-i Sükun kanununa binaen kapatılmıştır13. 1929’a kadar sıkıyönetim sistemiyle muhalifler sindirilmiş, sosyo-kültürel alanda inkılaplar yapılmıştır. 28 Ekim 1929’da ABD’de başlayan ekonomik buhran Türkiye’yi de etkilemiştir14. Bu durum iktidar partisini çeşitli çözüm arayışlarına yöneltmiştir. İşte Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın doğuşu bu kaotik ortamda gerçekleşmiştir. Fırka, Mustafa Kemal Paşa’ya yakınlığı ile bilinen ılımlı bir liberal olan Fethi

7 Sualler ve Cevaplar için bkz. TBMM Zabıt Ceridesi, D.II, C.IX, 27 Ekim 1924, s.s.57-68. 8 TBMM Zabıt Ceridesi, D.II, C.IX, 30 Ekim 1924, s.s.81-106. 9 TBMM Zabıt Ceridesi, D.II, C.X, 8 Kasım 1924, s.s.165-166. 10 İstanbul Mebusları Dr. Adnan, İsmail Canbolat, Refet, Erzurum Mebuslarından Rüştü Paşa, Halit Bey ile Ziyaettin Efendi, Dersim Mebusu Ferudun Fikri Bey, Erzincan Mebusu Sabit Bey, Sivas Mebusu Halis Turgut Bey ve Ordu Mebusu Faik Bey Halk Fırkası’ndan istifa edenlerdir. Bkz. Orbay, a.g.e., s.162; Cumhuriyet, 9 Kasım 1924; Mustafa Turan, “ Cumhuriyet Döneminde İki Deneme: Siyasi Müsteşarlıklar ve Müstakil Grup”, A.K.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi, C.I, S.2, s.s.27-42. 11 Tuncay, a.g.e., s.103; Ahmet Emin Yalman, Gördüklerim Geçirdiklerim, İstanbul, 1970, s.352. 12 Terakkiperver ve en hain kafaların eseri olan program diye başlayan bölümde Atatürk yaşananları şöyle aktarmaktadır: ““Bilindiği üzere «Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası» (227) diye bir parti kurdular. Bu partinin gizli eller tarafından çizilen programını da ortaya attılar.«Cumhuriyet» kelimesini ağızlarına almaktan bile çekinenlerin, Cumhuriyet’i doğduğu gün boğmak isteyenlerin, kurdukları partiye «Cumhuriyet» ve hem de «Terakkiperver Cumhuriyet» adını vermiş olmaları, nasıl ciddîye alınabilir ve ne dereceye kadar samimî sayılabilir.Rauf Bey ve arkadaşlarının kurdukları bu parti «Muhafazakâr» adı altında ortaya çıkmış olsaydı, belki bir anlamı olurdu. Fakat bizden daha çok cumhuriyetçi ve bizden daha çok ilerici olduklarını iddiaya kalkışmaları elbette doğru değildi.«Parti, dinî düşünce ve inançlara saygılıdır» ilkesini bayrak olarak eline alan kimselerden iyiniyet beklenebilir miydi? Bu bayrak, yüzyıllardan beri cahilleri, bağnazları ve hurafelere inananları kandırarak özel çıkarlar sağlamaya kalkmış olanların taşıdıkları bayrak değil miydi?” Bkz. Nutuk, C.II, s.1185. 13 Suna Kili, Atatürk Devrimi, Türkiye İşbankası Yayınları, Ankara, 1983, s.205; Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar, İstanbul, 1973, s.s.342-343; Demirel, a.g.e., s.604; Erik Jan Zürcher, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (1924-1925), İletişim Yayınları, İstanbul, 2013, s.158; Ali Fuat Cebesoy, Siyasi Hatıralar, Temel Yayınları, İstanbul, 2011, s.s.556-561. 14 Erdinç Tokgöz, Türkiye’nin İktisadi Gelişme Tarihi (1914-2007), Ankara, 2007, s.54. 178 Tek Parti İktidarı’ndan Doğmuş Bir Denetim Organı: Müstakil Grup ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Okyar tarafından 12 Ağustos 1930’da kurulmuştur15. Kısa süre sonra yapılan belediye seçimlerinde usulsüzlük olduğu yönünde16 Okyar tarafından Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya (Muğla) hakkında gensoru vermesi17ve Dâhiliye Vekâlet’inin güvenoyu alması partinin 17 Kasım 1930’da feshine neden olmuştur18. Terakkiperver ve Serbest Cumhuriyet Fırkası demokrasi denemesi açısından olumlu sonuçlar vermemiş, bu durum iktidar partisinin toplumsal dönüşümü sağlama ve inkılapları halka benimsetmek açısından yeni çözüm yollarına sevk etmiştir. 1931 ve 1935’te yapılan seçimlerde parti desteğiyle tek tek bağımsız aday gösterme yöntemi Meclis’te arzulanan denetimi yerine getirme işlevini sağlayamamıştır. Yaklaşan İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’nin demokratik Batı devletleri tarafında yer alma istemi tek parti yönetimini muhalif yaratma telaşına sürüklemiştir. Nitekim CHP’nin muhalefet olgusuna önem verdiği; ancak bütün girişimlere rağmen olumlu bir sonuç alınamadığı görülmüştür. Müstakil Grubu’nda bu anlayışın devamı olduğu konusu araştırmamızın odak noktasını oluşturmuştur. Bu çalışmada da dünya konjonktürünün iç siyasete etkilerini savaşın başlangıç ve bitiminin Türk siyasal hayatına olan yansımalarını iki başlıkta analiz etmeye çalışacağız.

1. İkinci Dünya Savaşı Yıllarında Müstakil Grubun TBMM’deki Yeri ve İşleyişi

Terakkiperver ve Serbest Cumhuriyet Fırkasıyla umulan demokratikleşme süreci gerçekleşmeyince ülkeyi çok partili hayata hazırlamak, hükümeti denetlemek ve kontrol etmek üzere bir çözüm arayışlarına gidilmiştir. SCF’nin kapatılmasından sonra bağımsız milletvekili uygulamasıyla da denetim işlemi sağlanamamıştır. Bu durumda CHP kendi güdümünde ve iktidar partisine tehlike yaratmayacak bir formül bulmak istemiştir. Atatürk’ün ölümünden sonra Cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü 29 Mayıs 1939’da CHP’nin V. Kurultayı’nda ülkenin durumunu değerlendirirken, “Müstakil Grubun” kurulmasına yönelik şöyle bir konuşma yapmıştır19: “… B.M. Meclisinin faaliyeti, vatandaşlara hakiki bir huzur verecek surette feyizli bir tekâmül halindedir. Hükümet işleri milletvekillerinin ciddi bir murakabesi altında olduğu halde, bütün gayretler, Cumhuriyet Hükümetinin itibar ve muvaffakiyetini artırmak yolunda müteveccihtir. Halkın seçimlere yakın alakası

15 Okyar, a.g.e., s.388; Çetin Yetkin, Serbest Cumhuriyet Fırkası Olayı, Karacan Yayınları, Ankara, 1982. 16 Atatürk bu konuda şunları söylemiştir: “… Hayır, partimiz kazanmıyor; idare, polis ve jandarma partisi kazanıyor. Memleket rejiminin selameti bu yoldaki politika kazançlarında olamaz…” Bkz. Süreyya İlmen, Dört Ay Yaşamış Olan Zavallı Serbest Fırka, İstanbul, 1951, s.74. 17 Tartışmalar için bkz. TBMM Zabıt Ceridesi, D.3, C.XXII, 15 Kasım 1930, s.s.16-73. 18 İlmen, a.g.e., s.77; Ahmet Ağaoğlu, Serbest Fırka Hatıraları, İletişim Yayınları, İstanbul, 2011, s.118; Cem Eroğlu, Serbest Cumhuriyet Fırkası, İletişim Yayınları, İstanbul, 2006, s.s.185-189. Çetin Yetkin, Serbest Cumhuriyet Fırkası Olayı, Karacan Yayınları, 1982, s.s.224-227. 19 CHP Beşinci Büyük Kurultay Zabıtları 29 Mayıs 1939- 3 Haziran 1939, Ankara, 1939, s.20. 179 Volkan PAYASLI ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) ve Büyük Millet Meclisinde millet haklarının açık murakabesi idealleriyle nifaka ve anarşiye mahal vermemek zaruretlerinin beraber yürüyebileceğine inanıyoruz. Büyük milletimizin arzusu ve aklı selimi, milletvekilimizin ve Parti teşkilatımızın yüksek meziyetleri; bize, muhtelif icaplar arasında, ahengi muhafaza etmek gibi çetin bir vazifeyi kolaylaştırmaktadır. Büyük kurultaya takdim ettiğimiz nizamname projesinde, Büyük Millet Meclisinde, Cumhuriyet HalkPartisi’nin bir de Müstakil Grubunu düşündük. Büyük kurultaydan vazife alan ve Parti Genel Başkanının farksız başkanlığında çalışacak olan Milletvekili ekseriyetine ve hükümetine esaslı bir yardım temin ederken büyük milletimize de kendi işleri için yeni bir teminat hazırlayacağını ümit ediyoruz…” Tek parti döneminde kurultayda alınan kararlar sadece parti içi meseleleri değil, ülke içinde izlenecek olan sosyo-kültürel ve ekonomik konuları anlamak açısından önem taşır. Beşinci Kurultayda iç ve dış dinamiklerin etkisiyle liberalleşme ruhu açıkça hissedilmiştir. Bu kurultayda içerik analizi yapıldığında valiler, illerdeki CHP teşkilatlarının başkanı konumlarını kaybetmişlerdir. Genel Sekreterlikle, Dâhiliye Vekâleti birbirinden ayrılmıştır. Programda dış güvenliğin sağlandığından bahsedilirken, özellikle Fransa ve İngiltere’nin adları verilerek telaffuz edilmesi, Milli Şef’in görece de olsa Batılı ülkelerin yanın da olma istemini göstermektedir. Batı’ya yanaşmak için gerekli olan, “Demokrasiye geçiş” ya da “Demokrasiyi kemale erdirmek” gibi sloganlar kurultayda ortaya çıkmış ve parti-devlet kaynaşmasının çözülmesi yolunda ilk adım atılmıştır20. Bir nevi çok partili hayata geçilmenin ilk adımları atılmış oldu. İnönü’nün isteği üzerine CHP tüzüğünün Parti teşkilatı ile ilgili olan 20. maddesi şöyle değiştirilmiştir: A) Genel Başkanlık B) Genel Başkanlık Divanı C) Büyük Kurultay ve Umumi İdare Heyeti Ç) Parti Müfettişleri D) Vilayet, kaza, nahiye, ocak kongreleri ve idare heyetleri E) Büyük Millet Meclisi Parti Grubu F) Büyük Millet Meclisi Parti müstakil grubu G) Parti Divanı21. Nizamnamenin 128. maddesinde Müstakil Grubun vazifesi şöyle belirtilmektedir22: Devlet işlerinin iyi cereyanı; parti nizamname ve programının ve büyük kurultay kararlarının iyi tatbikatını meclis grubu kararına tabi olmaksızın murakabe etmektir. Bu grup dört senelik faaliyeti hakkında gelecek kurultaya rapor takdim eder. Müstakil Grup umumi heyetin kararıyla icra vekillerinden sual ve istizah yapabilir ve icra vekilleri için mecliste itimad reyi tahrik edebilir. Kezalik hükümetten herhangi bir meselenin mecliste alenen müzakereye konulmasını talep edebilir.

20 Geniş bilgi için bkz. CHP Beşinci Büyük Kurultay Zabıtları 29 Mayıs 1939- 3 Haziran 1939, Ankara, 1939, s.s.26-30; Kemal H. Karpat, Türk Siyasi Tarihi, Timaş Yayınları, İstanbul, 2012, s.66; Hikmet Bila, CHP 1919-1999, Doğan Kitap, İstanbul, 1999, s.91. 21 CHP Beşinci Büyük Kurultay Zabıtları 29 Mayıs 1939- 3 Haziran 1939, Ankara, 1939, s.26. 22 CHP Beşinci Büyük Kurultay Zabıtları 29 Mayıs 1939- 3 Haziran 1939, Ankara, 1939, s.76. 180 Tek Parti İktidarı’ndan Doğmuş Bir Denetim Organı: Müstakil Grup ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Müstakil Grup reis vekili parti hükümetinin muvaffakiyetine yardım etmeye nifak, ihtiras ve şahsiyetine mani olmaya bilhassa dikkat eder. Müstakil Grubun bir başkanı yoktur. Müstakil Grubun reis vekili vardır. Çünkü Müstakil Grubun Başkanı Cumhurbaşkanı ve Değişmez Genel Başkan 23 İsmet İnönü’dür. İnönü, Müstakil Grubu Reis Vekilini seçer, Reis Vekili İnönü’den emir alır ve grubu onun adına yönetirdi. Müstakil Grubun boşalan üyeliklerine de İnönü tarafından atama yapılırdı24. Bu bağlamda değerlendirecek olursak İnönü, güdümünde ve yapay bir muhalefet yaratarak dış dünyaya demokratikleşme yönünde adım atıldığına dair bir görüntü vermek istemiştir. Parti Genel Sekreteri Erzurum Milletvekili Doktor Fikri Tüzer Müstakil Grubun kurulmasına yönelik yapılan tüzük değişikliğinin gerekçesini25 dile getirdikten sonra Meclis’te tartışmalar başlamıştır. İlk olarak söz alan Manisa Milletvekili Hikmet Bayur, Müstakil Grubun kurulmasına yönelik endişelerini şöyle dile getirmiştir26: “… Mühim ve esaslı meseleler Partide mevzubahis olur, orada istendiği kadar müzakere ve münakaşa edilir, varılan netice Parti mebuslarını bağlar. Partice müzakere edilmemiş olan meseleler de Mecliste herkes, tabii malum ve muayyen olan hudutlar dâhilinde, her tenkidi yapmakta, her şeyi söylemekte serbesttir. Vaziyet böyle idi. Şimdi anlamak istediğim meseleler bundan böyle Partide mevzuu bahis edilmemiş ve dolayısıyla bir karara bağlanmamış olan meseleleri Mecliste mevzu bahis etmek, bu bapta sual sormak, bu bapta tenkit yapmak, yalnız seçilecek 21 kişiye mi mahsus olacak, yoksa eskisi gibi mi? (Eskisi gibi sesler) Bunda sarahat yoktur. Dolayısıyla eskisi gibi olacağı akla geliyor. Fakat konuşurken bazı arkadaşlarda tereddüt gördüm. Binaenaleyh ister encümen Reisi, ister münasip göreceği zat bu ciheti tavzih ederse faydalı olur. İkinci mesele: Şimdiye kadar esaslı meselelerde, mühim meselelerde karar, Partide alınırdı. Şimdi ise 21 arkadaş Partinin müzakerelerine iştirak edemeyecektir. Yalnız hazır bulunacaktır. Binaenaleyh karar alındığı vakit müessir olmayacaktır. Müessir olmaktan maksat bu husustaki düşüncesini bu kürsüden söylemek ve mümkün olduğu kadar o düşüncesine taraftar 23 Bu konuda yapılmış detaylı araştırma için bkz. Hakan Uzun, “Tek Parti Döneminde Yapılan Cumhuriyet Halk Partisi Kongreleri Temelinde Değişmez Genel Başkanlık, Kemalizm ve Milli Şef Kavramları”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, C.IX, S.20-21, İzmir, 2010, s.s.233-271. 24 Koçak, a.g.e., s.s.72-73; Mahmut Goloğlu, Milli Şef Dönemi (1939-1945), Kalite Matbaası, Ankara, 1974, s.s.17-18; Çetin Yetkin, Türkiye’de Tek Parti Yönetimi, Altın Kitaplar Yayınevi, 1983, s.180. 25 Konuşmada şunlar dile getirilmiştir: “…Çeyrek asırlık siyasi tarihimizin pek dalgalı geçen safahatı göz önüne getirilirse tek fırkalı kalmanın, aziz ve mübarek vatanımızın yüksek menfaatlerine en uygun bir siyaset olduğu teslim edilir; fakat buna mukabil tek bir siyasi teşekküle mensup azadan vücut bulan bir mecliste kendi kendini tenkit ve murakabe imkânlarının da teminine zaruret bulunduğu red ve inkâr edilemez bir hakikattir. Yüksek tasvip ve müzaharetinize mazhar olduğu takdirde (Parti Müstakil Grupunun) bu pek mühim ve hayati vazifeyi tamamiyle başarabilecek dinç bir kuvet ve zinde bir uzuviyet olacağına kani bulunuyorum…” Bkz. CHP Beşinci Büyük Kurultay Zabıtları 29 Mayıs 1939- 3 Haziran 1939, Ankara, 1939, s.31; Cumhuriyet, 1 Haziran 1939; Ulus, 1 Haziran 1939. 26 CHP Beşinci Büyük Kurultay Zabıtları 29 Mayıs 1939- 3 Haziran 1939, Ankara, 1939, s.32; Cumhuriyet, 1 Haziran 1939. 181 Volkan PAYASLI ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) toplamaktır. Bu 21 arkadaştan bu hakkı ekseriyetin verdiği bir kararla, nezediyoruz; bizim böyle bir hakkımız var mıdır? 21 kişiyi kararlarda müessir olmak hakkından mahrum edebilir miyiz? Acaba daha doğru olmaz mı idi ki bu işi yapmak isteyen kim olabilir? Bunu bilemem. Bir adam asıl karar verildiği zaman bu haktan mahrum kalmak istemem derse ne olacaktır. Benim söylemek istediğim, bir defa bunu isteyen kimler varsa onlar arasından bir seçim yapılsın. Zira başka bir cihet vardır: bu arkadaşlar Mecliste fikir beyan edecekler, söz söyleyecekler fakat evelden verilmiş bir kararı-417 kişiyiz galiba- 390 küsurunu bağlayan bir karar üzerine söz söyliyecekler, fakat müessir olamıyacaklarını kendileri de biliyor, herkes biliyor. Binaenaleyh bunların vazifesi birçok noktalarda efkarıumumiyeyi tenvir bakımından mühim olabilirse de böyle ekseriyet karariyle bu adamı bu vaziyete sokmak belki istemiyor. Falanca adam böyle olacaktır demek biraz güç geliyor bana. Bırakalım kendilerine 21 kişi çıkarsa ne ala, 40 kişi çıkarsa içlerinden seçeriz. Sonra deniyor ki bunlar vekil olamazlar. Bu da doğru değildir. Bence madem ki bunlar Parti tarafından tavzif edilmiş arkadaşlardır. Böyle bunlarda bir tenkis yapmak doğru olmaz. Ama diyeceksiniz ki 417 den kaç kişi vekil olacaktır. O başka. Onun için sarahaten böyle vekil olamaz demek doğru değildir. Çünkü vekil olduktan sonra bu vazifeden sarfınazar edecektir. Böyle bir kaydın konulmasına taraftar değilim. Söyliyeceklerim bundan ibarettir. Bunlara cevap verecek kimse cevabını versin.” Bayur, CHP Meclis Grubu toplantılarına katılabilen, ancak söz hakkı olmayan Müstakil Grubu üyelerinin CHP Meclis Grubu üyeleri üzerinde etki yapamayacağını dile getirmiştir. Buna karşılık Müstakil Grup üyeleri TBMM’deki toplantılarda görüşlerini açıklama imkânına sahipti. Ancak bu toplantıda açıklanan görüşlerin hiçbir önemi yoktu. Zira CHP Meclis Grubu bağlayıcı karar aldıktan sonra Müstakil Grubu üyelerinin sayıları az olması nedeniyle hiçbir tesirde bulunamayacaktı. Bu bakımdan parti içi demokrasinin gerçekleşmeyeceği göstermelik de olsa parlamento içi bir denetim sağlandığı gösterilmek istenmiştir27. Bayur’dan sonra söz alan Muş Milletvekili Hakkı Kılıçoğlu ise “… Onun için bir insan tenkit edilmez, yaptığı iş münakaşa edilmez, hataları yüzüne vurulup gösterilmezse kendisi daima işlerini doğru yaptığına kani olur. Binaenaleyh her ne yapıyorsa mademki itiraz görmüyor, mademki herkes beğeniyor iyidir diyerek bu yolda yürür…” görüşünü dile getirmiştir. Manisa delegesi Haşim Gür ise olumsuz beyanatta bulunarak, “…Müstakil Grubu şu noktada faydasız buluyorum. Buraya Seçeceğimiz arkadaşlar; grupta reylerini izhar edemeyeceklerdir. Mecliste izhar edeceklerdir. Eğer grupta izhar edecek olurlarsa belki kendilerinin kıymetli bir düşüncesi o anda başka bir karar alınmasını intaç edecektir. Bunu orada söylemiyerek Mecliste söylemeleri Parti kararının haricine çıkmayarak olan yine kendi arzu ettikleri kararı vermeye sevk edeceklerinden hiçbir veçhile müessir olamayacaktır…” ifadesinde bulunmuştur28.

27 Hakkı Uyar, Tek Parti Dönemi ve Cumhuriyet Halk Partisi, Boyut Yayıncılık, İstanbul, 2012, s.128. 28 CHP Beşinci Büyük Kurultay Zabıtları 29 Mayıs 1939- 3 Haziran 1939, Ankara, 1939, s.s.32-33. 182 Tek Parti İktidarı’ndan Doğmuş Bir Denetim Organı: Müstakil Grup ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Sivas Milletvekili Abdurrahman Naci Demirdağ, Yozgat Milletvekili Sırrı İçöz, Ankara delegesi Mecdi Sayman, Bayur’un görüşlerine katılarak, Müstakil Grubu üyelerine CHP Meclis Grubu toplantılarında söz hakkı verilmesini, ama oylamaya katılmamalarını istemişlerdir. Aynı zamanda Sayman, Müstakil Grubu üyelerinin kabineye girememelerini rencide edilecek bir tutum olarak değerlendirmiştir29. Ankara Milletvekili Mümtaz Ökmen, Bayur’un suallerine cevap vermek için kürsüye çıkmış, Müstakil Grubu şöyle ifade etmiştir30: “… Müstakil Grup Cumhuriyet Halk Partisi teşkilatından, Parti manzumesinden ayrı, başlı başına ve müstakilen siyasi bir mevcudiyet irea eden ayrı bir teşekkül değildir. Arzedilmiş olan ve elinizde bulunan nizamnamede görüleceği üzere nizamnamede, Parti teşkilatı tadat edilen umumi reis vekili, kâtibi umumi, umumi idare heyeti, Büyük Millet Meclisi grubu ve bir fırka ile de Büyük Millet Meclisi Müstakil Grubu diye de tadat edilmiştir. Binaenleyh bu grup Parti teşkilatımız içerisindedir. Sonra Müstakil Grupun tarzı teşekkülüne ait maddelerdeki sarahat gösterir ki, Müstakil Grup, Parti teşkilatından olduğu gibi azaları da Parti azasındandır…” Ökmen, Müstakil Grubun CHP’nin bir uzantısı ve üyelerinin CHP üyesi olduğunu ifade etmiştir. Müstakil Grup üyelerinin CHP Meclis Grubu toplantılarında konuşma hakkı tanınması, ama oy kullanamaması yönünde A. Nuri Demirağ’ın verdiği takrir kabul edilmedi. Ayrıca Demirağ ve Mecdi Sayman tarafından ayrı ayrı verilen ve Müstakil Grup üyelerinin bakan olmalarına ilişkin iki takrir de Kurultayca reddedildi31. Parti Kurultayının Beşinci toplantısında, Kurultay Reis Vekili Abdulhalik Renda maddelerin tümünün müzakere edildiğini belirtip sözü Parti Genel Reis Vekili ve Başvekil ’a bırakmıştır. Saydam sözü alarak, Genel Başkanlık Divanı’nın aday gösterdiği milletvekillerinin isimlerini okumuştur. 21 milletvekilinden oluşan Müstakil Grubu üyeleri Kurultayca kabul edildi. Bu milletvekilleri de şunlardı: Dr. Hüsamettin Kural (Ağrı ), Atıf Akgüç (Bursa), Fazlı Güleç (Bursa), Enin Aslan Tokat (Denizli), Zeki Mesut Aslan (Diyarbakır), Aziz Akyürek (Erzurum), NakiyeElgün (Erzurum), İzzet Arukan (Eskişehir), Ali Rana Tarhan (İstanbul), Ahmet Şükrü Esmer (İstanbul), Ziya Karamürsel (İstanbul), Şehime Yunus (İzmir), Ali Rıza Türel ( Konya ), Sadri Ertem (Kütahya), Emrullah Barkan (Malatya), Rıdvan Nafiz Edgüer (Manisa), Hüsnü Kitapçı (Muğla), Fuat Sirmen (Rize), Kemalettin Kami (Rize), Abdurrahman Naci Demirağ (Sivas), Nazım Poray (Tokat)32. Yönetim kurulu üç kişiden oluşmuştur. Müstakil Grubun ilk idari heyeti şu kişilerden meydana gelmiştir: Müstakil Grubu Reisi Günrük ve İnhisarlar Vekaleti’nden istifa eden

29 CHP Beşinci Büyük Kurultay Zabıtları 29 Mayıs 1939- 3 Haziran 1939, Ankara, 1939, s.s.38-39; Cemil Koçak, Türkiye’de Milli Şef Dönemi ( 1938-1945 ), C.II, İletişim Yayınları, Ankara, 1986, s.s.76-77; Cumhuriyet, 1 Haziran 1939; Ulus, 1 Haziran 1939. 30 CHP Beşinci Büyük Kurultay Zabıtları 29 Mayıs 1939- 3 Haziran 1939, Ankara, 1939, s.38; Cumhuriyet, 1 Haziran 1939. 31 CHP Beşinci Büyük Kurultay Zabıtları 29 Mayıs 1939- 3 Haziran 1939, Ankara, 1939, s.s.76-77; Uyar, a.g.e., s.s.130-131. 32 Cumhuriyet, 4 Haziran 1939. 183 Volkan PAYASLI ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Ali Rana Tarhan (İstanbul)33, Üye Ali Rıza Türel (Konya), Üye Hüsnü Kitapçı, Üye Fuad Sirmen (Rize)34. Saydam, Kurultaya şu sözleriyle son vermiştir: “Partimizin istikbalde de milletimize ve vatanımıza daha parlak hizmetler göreceğine imanımız vardır. Milletin muhabbeti, Meclisin rehberliği ve Milli Şefin muzahareti, bu ümidimizin en büyük teminatıdır.” Kurultay kapandıktan sonra Müstakil Gruba seçilen milletvekilleri, Meclis’teki hususi dairede bir araya gelip ilk toplantılarını yapmışlardı35. Cemal Kutay, “Müstakil Grup Macerası” adlı makalesinde grup reis vekilinin neden Ali Rana Tarhan olduğu hakkında şunları yazmıştır36: “… Bu garip deneme, şekli yargılanması içinde siyasi hayatımızda bir cesaret denemesidir. İsmet İnönü, önce bu deneyde bir lider aradı ve kolaylıkla buldu: Bu zat, kendisinin başkanlığı zamanında uzun devre, yani başından sonuna kadar Gümrük ve Tekel Bakanlığı yapmış olan rahmetli Ali Rana Tarhan’dı. Ali Rana Bey, efendi, çelebi mizaçlı, gençliğinde spor yapmış devlet memurluğu kademelerinde bulunmuş, kürsü edebiyatını tek parti, tek şef ekolünde öğrenmiş bir zattı. İnönü, adını kendisinin koyduğu Müstakil Grup için şef aradığı zaman hiçbir başka aday üzerinde durmadan Ali Rana Tarhan’ı seçti ve önce kendisinin düşüncesini sordu…” İnönü kendi güdümünde hareket edecek olan Tarhan’ı reis vekili yaparak daha önce yaşanan sıkıntıları yaşama kaygısından uzak kalmak istemiştir. Kurultay sonrası gündeme alınan devlet memurları baremiyle ilgili konuda Müstakil Grubun milletvekilleri söz alarak bazı hükümlerde eksiklikler olduğunu iddia etmişlerdir37. Bu konuda söz alan Rize Milletvekili Fuad Sirmen, lahiyayı esas itibariyle memnuniyetle karşıladıklarını ancak bazılarını doğru görmemekle beraber eksik yönlerinin olduğunu dile getirmiştir. Ücretli ve maaşlı memurların arasındaki haksızlıkların biran önce giderilmesi, ücretli işçilerin geleceği konusunda sıkıntı yaşamamaları istenmiştir38. Diyebiliriz ki Müstakil Grubun en çok fayda sağladığı konulardan biri de memurların özlük haklarının korunmasıydı. Dünya savaşı devam ederken üretim azalmış, ithalata bağlı olarak enflasyon yükselmiştir. Genel veya kısmi seferberlik olursa Refik Saydam hükümeti önleyici tedbirler alacaktı. Hükümet, katı fiyat denetimi ve ürünlere el koymayı planlayan Milli Korunma Kanunu’nu 18 Ocak 1940 tarihinde çıkarmıştır39. Bu kanunun Müstakil Grup tarafından desteklenmesi basında eleştiri konusu olmuştur. Cumhuriyet gazetesinde, “Milli Korunma Kanunu ve Müstakil Grup” adlı makale yazan Refik İnce, Müstakil Grup için şunları tenkit ederek yazmıştır40:

33 TBMM Zabıt Ceridesi, D.VI, C.II, 26 Mayıs 1939, s.s.316-317. 34 Cumhuriyet, 4 Haziran 1939; Cumhuriyet, 1 Kasım 1939. 35 Cumhuriyet, 4 Haziran 1939. 36 Cemal Kutay, “Müstakil Grup Macerası”, Tarih Konuşuyor, C.8, S.49, 1968, s.3550. 37 Cumhuriyet, 13 Haziran 1939. 38 Cumhuriyet, 13 Haziran 1939. 39 Feroz Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye(1945-1980), Hil Yayın, İstanbul, 2007, s.24; T.C Resmi Gazete, 0cak 1940, no: 4417, s.167; TBMM Zabıt Ceridesi (1940), C.8, D.VI, s.141; Korkut Boratav, Türkiye’de Devletçilik, İmge Yayınevi, Ankara, 2007, s.84; Taner Timur, Türk Devrimi ve Sonrası, İmge Yayınları, Ankara, 2001, s. 191. 40 Cumhuriyet, 29 Aralık 1940. 184 Tek Parti İktidarı’ndan Doğmuş Bir Denetim Organı: Müstakil Grup ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

“… Müstakil Grupun azası 25’tir. “429” kişilik bir Mecliste 25 kişinin reyi belki aded itibariyle bir şey ifade etmez, fakat seslerindeki kuvvet ve samimiyet, hiç şüphe edilmesin ki, milletin kalbinde yer tutar. Henüz ömrü iki sene doldurmayan bu Müstakil Grupun, kendisinden beklediğimiz gibi, parlamento sahasında bilhassa hükümetin icraatını tenkidve sualleri ile umumi efkarı tenvir gibi meselelerde müspet bir hareketini görmüş değiliz. Karşılarında her tenkide samimi bir gözle bakan bir hükümet ve bahusus her doğru şeye –kimden gelirse gelsin- takdirini esirgemeyen bir Meclis varken, Müstakil Grupun çalışmalarına daha ziyade şahid olmak ihtiyacındayız. Kendisini ilk defa barem konusunda gösteren Grup, dün de “milli koruma kanunu” nun tadilinde gösterdi. İtirafa mecburuz ki, her ikisinde de Meclisi ve hükümeti tenvir etti… Dün Grup umumi katibi, milli korunma kanunu münasebeti ile söz aldı ve cidden bir partinin mümessili ve hatibi olmanın ağırlığı ve intizamı ile hulastan şunları söyledi: ‘ Milli korunma kanunundan birçok faydalar alınmıştır. Fakat bunlar tam ve kâmil olmamıştır. Birçok maddelerin haricden ithalinde müşkülata uğranmıştır. Bu müşkülatı önlemek için hükümetin gayretleri teşekkürü mucibdir. Fakat daha evvelden stok lazımdı. Stok yapmak sureti ile yapılacak iktisadi tedbir; cezai ve zecri tedbirlerden daha mühimdir. Fiyat tespitinde ve bunların kontrol ve murakabesinde de tam muvaffakiyet gösterilmemiştir…” İnce, Müstakil Grubun hayati önem taşıyan kanunları eleştirmekte yetersiz kaldığını, Milli Korunma Kanunu’nun muhteva olarak zayıf ve uygulamada eksikliklerin olduğunu dile getirmiştir. Yazarın da ifade ettiği gibi Müstakil Grup hükümeti övgüyle desteklemiştir. Zira Müstakil Grup Reis vekili Ali Rana Tarhan, Meclis’te yaptığı bir konuşmada “Refik Saydam Hükümeti’nin içinde yaşadığımız vahim şartların istilzam ettiği basiret, metanet ve isabetle yurdun selameti için çalışmakta devam edeceğine Grubumuzun itimadını beyan ederim.” dediği görülmüştür41. Bunların dışında Grubun, Hükümetin savaş boyunca yaptığı anlaşmaları yararlı görmesi de dikkat çekicidir42. 1942 yılına gelinirken Şükrü Saraçoğlu Hükümeti, fiyat artışlarını kontrol etmek, savaşı fırsat bilip karaborsayla zenginleşen burjuva kısmının önünü kesmek ve bütçe açığını kapamak üzere 11 Kasım 1942 tarihinde Varlık Vergisi Kanunu’nu çıkarmıştır43. Meclis’te söz alan Grup Reis vekili Ali Rana Tarhan Varlık Vergisi hakkında övgü dolu sözlerle şunları söylemiştir44: “Bugünkü maişet zorluklarından en çok ıstırap çektiklerini haklı olarak ifade buyurdukları, dar ve sabit gelirli vatandaşlara mümkün olan yardımı yapmak için sarf ettikleri gayreti şükranla karşılıyoruz. Fakat yalnız bu yardımla meselenin halledilebileceği kanaatinde değiliz. En çok ıstırap çekenleri tamimiyle tesbit etmek mümkün olsa dahi, dağıtılacak maddeler ellerine geçinceye kadar, ve dağıtılabilecekten başka hayati ihtiyaçları için, kendilerini piyasanın ezici tesiri dışında tutmağa imkân 41 Konuşma için bkz. TBMM Zabıt Ceridesi, D.VI, C.13, 12 Temmuz 1940, s.60. 42 Türk-Alman ittifakı için Grup Reis vekili Ali Rana Tarhan’ın söylemlerine bkz. Cumhuriyet, 26 Haziran 1941. 43 TBMM Zabıt Ceridesi, C.28, D.VI, 11 Kasım 1942, s.s.20-40; T.C Resmi Gazete, Kasım 1940, no:4305, s.3965. 44 TBMM Zabıt Ceridesi, C.28, D.VI, 11 Kasım 1942, s.22; Cumhuriyet, 12 Kasım 1942. 185 Volkan PAYASLI ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) görmüyoruz. Diğer taraftan mevcudu, ihtiyacı karşılamayacağı için ıstırap doğuran hayati maddelerin, parası çok olanlar tarafından israf edilmesi ve paranın da böylece akıp gitmesi, tabii tecviz edilemez. Yüksek fiyatların bütçeye tesiri de başka. Hayati maddeler için istihlâki istihsal ile ayarlamadıkça ve bununla birlikte fiyat murakabesini yapmadıkça günün meselesi halledilemeyecektir. Grupumuzun her fırsatta ifade ettiği bu kanaati değişmemiştir. Bahis buyurdukları (Varlık vergisi) ne gelince, Sayın Hükümetin bu kanun teklifini, malî, iktisadi, içtimai bakımlardan yerinde buluyoruz. Aynı hedefe varacak ve faydası devamlı olacak başka lâyihaları bekleriz. Kamımın tatbiki için geniş salâhiyet istiyerek tatbiki mesuliyetini almaktan çekinmemelerini ayrıca takdire lâyık görürüz; iyi tatbika muvaffak olacaklarına itimat ederiz ve güzel başarılar dileriz. (Alkışlar).” Dünya savaşının ortalarına doğru gelindiğinde çıkarılan kanunlar ve bütçe tasarıları Müstakil Grup tarafından hep olumlu ve takdirle karşılanmıştır. Bu amaçla kendisine verilen ve istenen vazifeyi tam anlamıyla yerine getirememiştir.

Dünya Savaşı’nın Sona Ermesi ve Müstakil Grubun Kaldırılışı

Savaş devam ederken CHP 6. Büyük Kurultayı’na, 8 Haziran 1943 tarihinde CHP Meclis Müstakil Grubu 4 yıl boyunca yapmış olduğu faaliyetler hakkında rapor sunmuştur. Boşalan vekillerin yerlerine, Milli Şef atamalar yapmıştır. Bursa Mebusu Fazlı Güleç, Valiliğe tayin edilmiş, Genel Başkan nizamnamenin 33. maddesine uyarak Bolu Mebusu Celal Sait Siren’i seçmiştir. TBMM seçimi yenileme kararı üzerine yapılan genel seçimde Zeki Mesut Aslan seçilmemiş ve yeni seçim sebebiyle Hükümet teşkilinde Başvekilin yararlanacağı muhiti genişletmeyi lüzumlu gören Genel Başkanlık Divanı, nizamnamenin 31. maddesine dayanarak Bolu Mebusu Celal Sait Siren, Konya Mebusu Ali Rıza Türel ve Rize Mebusu Fuat Sirmen’i Parti Grubuna nakletmiştir. Müstakil Grup, Parti Kurultayına bu sebeple 17 kişi katılmıştır. Müstakil Grubun görev ve çalışmaları, Değişmez Genel Başkan’ın söylev ve partinin nizamnamesine göre belirlenmiştir. Rapor ’da Parti çevresinde ve Meclis’te nasıl teşkilatlandıkları bu vesile ile Büyük Kurultay’da arzına fayda gördükleri teklif ve mütalaalar eklenmiştir. 4 yıllık süre içinde 136 toplantı yapılmış, Parti Büyük Grubunda konuşulan işlerle ve Hükümet’in karar ve uygulamalarında yapıcı eleştiriler yöneltilmiştir. Komisyonlarda en çok Mebusların teşrii masuniyeti, Mali senenin takvim yılı ile birleştirilmesi, Arzuhal Encümeni kararlarının sınırlanması, Cephe gerisi ve pasif korunma, Harp maliyesi, Maarif işleri, Nesebi gayri sahih çocuklar, Ticaret odaları ve meslek teşkilatı, Hayat pahalılığı, Sıhhi durum ve sosyal yardım gibi meseleler ele alınmıştır45. Grup çalışmalarının yanı sıra, Meclis’e yönelik çalışmalar içinde hazırlık yapmıştır. Bu çalışmalar Grup’ta hazırlanır, Encümenlerde başlardı. Grup azalarının Encümenlerdeki faal vaziyetleri sayesinde kanun lahiyaları takip edilerek, Meclisteki çalışma hazırlıklarına kolaylık sağlanmıştır. Aynı zamanda dikkate değer bir durumdur

45 CHP Altıncı Büyük Kurultay ‘a Sunulan CHP Müstakil Grupunun Raporu, Ankara, 8 Haziran 1943, s.s.1-5. 186 Tek Parti İktidarı’ndan Doğmuş Bir Denetim Organı: Müstakil Grup ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) ki Gruba davet edilen milletvekilleriyle görüş alış verişinde bulunulmuş ve bu durum Meclis Grubu adına sık sık müdahale etmeyi lüzumsuz hale getirmiştir. Daha önce de ele alındığı gibi Hükümet program ve beyannameleri, bütçe müzakereleri, harici siyasi anlaşmalar, memurlar baremi, Milli Korunma Kanunu, Varlık Vergisi, Teknik öğretim gibi ehemmiyetli mevzularda Parti ile aynı görüş bildirilmiştir46. Milli Şef, nutuklarında Müstakil Grup için şunları söylemiştir47: “… Büyük Millet Meclisi’nde millet haklarının açık murakabesi ideali ile nifak ve anarşiye mahal vermem ek zaruretlerinin beraber yürüyeceğine inanıyoruz… Büyük Kurultaydan vazife alan ve Parti Genel Başkanının farksız başkanlığında çalışacak olan, intizam ve inzibat içinde, şuurlu ve çalışkan bir Müstakil Grubun icra mevkiinde olan Millet Vekilleri ekseriyetine ve Hükümetine esaslı bir yardım temin ederken, büyük milletimize de kendiişleri için yeni bir teminat hazırlayacağını ümid ediyoruz…” İnönü kendi ifadeleriyle grubun bir murakabe amacı taşıdığını, Hükümetin yaptığını öven ve yardımda bulunan bir kuruluş olduğunu dile getirmiştir. Rapor okunduktan sonra daha önce yapılan olumsuz değerlendirmeler de bu kurultayda görülmüştür. Bingöl Milletvekili Feridun Fikri Düşünsel Müstakil Grup hakkında, önceden bahsedilen “mühim mevzularda gruba davet edilen vekillerle önceden fikir teatisi ve mutabakat temini suretiyle Mecliste Grup adına sık sık müdahalede bulunmaya lüzum kalmadığı” ifadesine gönderme yaparak, “bu çalışma tarzının partinin ve yüksek Şefimizin beklediği gayeye uymadığını” belirtmiştir. Düşünsel ayrıca raporun birçok yerine göndermeler yapmış, raporun zayıf yönlerini açıklamıştır. Müstakil Grubun bazı dileklerle değil de, yapıcı ve somut önerilerle, örneğin bir savaş ekonomisi planı ile Kurultaya gelmesini temenni etmiştir. Bursa mebusu Talat Sirmen ve Kocaeli mebusu Refik Fenmen de, Düşünsel’i desteklemiş ve Müstakil Grubun çalışmalarını ve görev anlayışını eleştirmişlerdi48. Rapor üzerindeki görüşmeler sona erince kürsüye çıkan Grup Reis vekili Ali Rana Tarhan, Düşünsel’in eleştirilerine şöyle karşılık vermiştir49: “…Grubun, encümenlerde ve kendi toplantılarında çalışmaktan ziyade, Meclis Umumi Heyeti’nde faaliyette bulunmasını tavsiye buyuruyorlar. Müstakil Parti Grubu, diğer Parti Grubu gibi, mebuslardan müteşekkildir. Mebusların çalışma yolu da malumdur. Bunlar, evvela encümenlerde çalışırlar ve icab ederse, Heyet-i Umumiye’de söz alırlar. Müstakil Gruba bunun haricinde bir mesai yolu tayin etmekte isabet olmasa gerektir… Parti gruplarında birçok şeyler görüşülüyor, halk haberdar olmuyor, buyurdular. Ben bu kanaatte değilim. Halkın haberdar olması lazım gelen ve faydalı olan bütün meseleler, gene Parti Grubu azası tarafından pekala Meclis’te ifade edilmekte ve halk bu

46 CHP Altıncı Büyük Kurultay ‘a Sunulan CHP Müstakil Grupunun Raporu, Ankara, 8 Haziran 1943, s.6. Ayrıca; CHP 6. Büyük Kurultaya Sunulan Nizamname Projesi, Ankara, 8 Haziran 1943. 47 Ulus, 12 Haziran 1943. 48 Koçak, a.g.e., s.s.316-317; Uyar, a.g.e., s.s.133-134. 49 Ulus, 11 Haziran 1943. 187 Volkan PAYASLI ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) süretle tenvir olunmaktadır. Müstakil Grubun ayrı bir mesai tarzı bulunmasına lüzum yoktur zannediyorum ve bunda bir fayda da görmüyorum. Eğer geçen devrede Umumi Heyet’te Müstakil Grup az konuştu, gelecek devrede daha çok konuşsun gibi umumi bir şekilde ifade etmek istiyorlarsa, bu olabilir… Gelecek devrede daha çok fırsat olur ve daha çok konuşulabilir. Bu, gelecek senelerin hadisatına ve memleket işlerinin cereyanına tabidir.” Müstakil Grubun isteği doğrultusunda nizamnamenin 125. madde de değişiklik yapılarak aza sayısı 21’den 35’e çıkarılmıştır. Kurultay’da yapılan seçimlerden sonra İnönü tarafından hazırlanan liste kabul edilmiştir. Seçilen kişiler şunlardı: Rıfkı Refik Pasin (Ağrı), Hıfzı Oğuz Bekata (Ankara), Ziya Yörük ( Ankara), Tahsin Banguoglu (Bingöl), Muhtar Ertan (Bitlis), Bülent Osma (Bitlis), Hıfzırahman Raşit Öymen (Bolu), ŞekipEngineri (Burdur), Selahattin Batu (Çanakkale), Şükrü Sökmensüer (Erzincan), Zeki Soydemir ( Erzurum), Necmi Osten (Giresun), Kazım Aydar (Isparta), Dr. Hayrullah Diker (İstanbul), Vehbi Sarıdal (İstanbul), Ali Rana Tarhan (İstanbul), Münir Bilsel (İzmir), Tezer Taşkıran (Kastamonu), Muhittin Taner (Kayseri), Fuat Çobanoğlu (Kırşehir), Şevket Turgut(Kırşehir), Refik Henmen (Kocaeli), Ali Muzaffer Göker (Kütahya), Nasuhi Baydar (Malatya), Haldun Sarhan (Manisa), Feyzullah Uslu( Manisa), Dr. Kemali Beyazıt (Maraş), Lütfi Ülkümen (Maraş), Sabiha Gökçül (Maraş), Süreyya Anamur (Trabzon), Esat Tekeli (Urfa), Suut Kemal Yetkin (Urfa), Yusuf Duygu Karslıoğlu (Yozgat), Şinasi Devrin(Zonguldak) ve Hamit Pekcan (Kütahya)50. Müstakil Grubu Reis vekilliğine, İnönü tekrar Ali Rana Tarhan’ı atamıştır. Üyeliklerine Münir Birsel (İzmir), Ali Muzaffer Göker (Kütahya), Süreyya Anamur(Trabzon), Şinasi Devrin (Zonguldak) seçilmiştir. Böylelikle daha önce idari heyette 3 olan üye sayısı 4’e çıkarılmıştır51. CHP 6. Büyük Kurultayı’nda dikkate değer bir husus vardı ki oda toprak dağıtımı dileği idi. Kurultaya sunulan 22 ayrı yer tarafından gündeme getirilen “ topraksız halka milli ve metruk araziden toprak verilmesi” ile Zonguldak- Bartın-Safranbolu bölgesinin, “maden amelesinin yevmiyelerinin artırılması” ve maden amelesine verilen ekmek miktarının fazlalaştırılması” talebi göze çarpıyordu52. Toprak dağıtımı konusu 1945’te tekrar gündeme gelecektir. Seçimlerden sonra çalışmalarını daha profesyonel olarak hazırlamak isteyen Müstakil Grup üyeleri görüşlerini raporlar halinde Başvekâlete göndermişlerdir. 7 Şubat 1944 tarihinde Bütçenin nasıl tetkiki lazımdır konusunu incelemek için, CHP Müstakil Grubunca bir komite seçilmiş idi. Komisyon bütçe meselesini 3’e ayırarak mütalaa etmiştir. Bir, Devlet bütçelerinin çeşitlerine göre umumi mahiyetle mütaalar. İki, adli ve umumi bütçenin Meclis’e gelmeden evvel ve Meclis’e geldikten sonra tetkikinde takip edilecek usuller. Üç, bütçe ile her vekâlete verilen tahsisatın kullanılma tarzını ve Hükümetin bir senelik

50 Koçak, a.g.e., s.328; Bila, a.g.e., s.s.103-104. 51 Ulus, 22 Haziran 1944; Koçak, a.g.e., s.330. 52 Diğer dilekler için bkz. Koçak, a.g.e., s.s.329-330. 188 Tek Parti İktidarı’ndan Doğmuş Bir Denetim Organı: Müstakil Grup ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) faaliyet planı demek olan bütçenin senesi içinde tatbikini daha iyi takip ve kontrol edebilmek için idari ve teşri murakabenin kuvvetlendirilmesi53. Bu komitenin hazırladığı rapor, Grup Umumi Heyetince müzakere edilmekte, biri Başbakanlığa biri Bütçe Encümen Reisliği’ne diğeri de Maliye Vekâleti’ne gönderilmiştir.54 Raporlar incelendiğinde Milli Müdafaa için fevkalade ödenek ayrıldığı, masrafların kâğıt para bastırarak, Varlık Vergisi, Toprak Mahsulleri Vergisi çıkarılarak karşılandığı konusu ele alınmıştır. Bütçe tasarrufu için yapılması gerekenler dile getirilmiştir55. Bir diğer rapor ise Gümrük ve İnhisarlar Vekâleti işleri hakkında Müstakil Grubu İdare Heyeti tarafından hazırlanıp, 10 sayfa halinde Başvekâlete gönderilmiştir56. İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru yaklaşırken, Tarım Bakanlığı’nca hazırlanan “ Çiftçiye Toprak Dağıtılması ve Çiftçi Ocakları kurulması hakkında kanun tasarısı 19 Ocak 1945 tarihinde Ziraat, Dâhiliye, Adliye, Maliye, Bütçe Encümenlerine havale edilmiştir. Bu amaçla, bu encümenlerden seçilecek dörder kişiden oluşan geçici bir komisyon kurulmuştur57. Yasa tasarısına ilk ve en önemli tepkiler büyük toprak sahiplerinden geldi. Bunlar arasında Adnan Menderes (Aydın), Cavit Oral (Seyhan), Emin Sazak (Eskişehir), Damar Arıkoğlu (Seyhan), Refik Koraltan (Konya) baş sırayı almışlardı58. Tarım Bakanı’nın izahatlarından sonra Müstakil Grup adına Ali Rana Tarhan bu tasarının Meclis’e sunulması dolayısıyla grup arkadaşlarının sevincini belirtmiştir. Tarhan, “Kamutay bugün günlük olayların üstünde Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu bir inkılap savaşı içindedir… Bu tasarıyı incelerken gözlerimizin önünde kendi tarlasını kendi emeği ile ve ileri araçla işleyerek çeşitli ziraatlar yapan, hali vakti yerinde aydın neşeli yurttaşların kesif kütleleri canlandıracak ve hep beraber ülkü yolunda ilerleyeceğiz.” ifadelerinden sonra Emin Sazak ve Cavit Oral’ın eleştirilerine yanıt vermiştir59. Emin Sazak’ta Tarhan için Meclis görüşmelerinde şunları söylemiştir60: “…Arkadaşlar, memleket için ne çıkarırsanız inşallah hayırlı olacaktır. Temennim budur. Yalnız şunu tekrar rica edeceğim: Meselâ bizim Devletimizin siyasi bünyesinde mühim bir mevki alan ve en genç ve iyi arkadaşlarımızı dahi içinde bulunduran Müstakil Grupun Şefi Ali Rana Bey dahi bu iş şöyle olsa dedi. Biz Ali Rana Beyden ikaz yapsın isterdik. Bu Meclisi Âlinin dikkatini gevşetecek şekilde, hakkı arayacak işlerde böyle müdahaleleri memleket için hayırlı mıdır”? Hakikaten uzak bir yerde değiliz. Şuradan kalktık mı, nerededir bu zarar veren adamlar, nerededir vücudunu kaldırmak istediğimiz mendeburlar, sağda mıdır, solda mıdır, istediğimiz zaman görürüz…”

53 BCA. 030.10.0.0, Yer no: 5. 26.16.2. 54 Rapor için bkz. BCA. 030.10.0.0, Yer no: 5. 26.16.1. 55 BCA. 030.10.0.0, Yer no: 5. 26.16.2-4. 56 10 sayfadan oluşan rapor için bkz. BCA, 030.10.0.0, Yer no: 180.246.20. 57 TBMM Zabıt Ceridesi, C.15, D.VII, 19 Ocak 1945, s.122. 58 Mustafa Albayrak, Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti ( 1946-1960), Phoenix, Ankara, 2004, s.22. 59 Cumhuriyet, 15 Mayıs 1945. 60 TBMM Zabıt Ceridesi, D.VII, C.17, 17 Mayıs 1945, s.136. 189 Volkan PAYASLI ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Sazak, aslında Müstakil Grubun işlevini yerine getiremediğini, Hükümetin uygulamalarını eleştirmekten çok desteklediğini zımni olarak ifade etmiştir. Metin Toker’de “Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları” adlı kitabında, Ali Rana Tarhan’ın kanunu şiddetle tuttuğunu ifade etmiştir61. İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru San Francisco Konferansı görüşmeleri sürerken İnönü, milletvekillerini Çankaya’da bir toplantıya çağırmayı gerekli görmüştür. Başbakan Şükrü Saracoğlu, Parti Yönetim Kurulundan Atıf Akgüç, Müstakil Grup’tan Münir Birsel, Alaattin Tiritoğlu ile Atıf Tüzünyer almıştır. Toplantıda tek partili yönetimin doğurduğu sorunlar ve daha önceki çok partili hayata geçme girişimleri ele alınmıştır62. Bir nevi çok partili hayata geçişin sinyalleri verilmiştir. Savaş zamanında alınan vergiler ve büyük toprak sahipleri olan milletvekillerinin çiftçiyi topraklandırma kanununa gösterdiği tepkiler sonucu 7 Ocak 1946 tarihinde Türk siyasal hayatında yeni bir sayfa açılmış ve Demokrat Parti kurulmuştur63. Çok partili hayata geçişle birlikte Müstakil Grubun varlığı uzun ömürlü olmamıştır. Zira Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı sonrası Batılı devletler tarafında yer alma istemi iç politika da yumuşamalara sebep olmuştur. Bu bağlamda 10 Mayıs 1946 tarihinde CHP Olağanüstü Kurultayı’nda çok partili hayata geçiş ve demokratikleşme yönünde önemli adımlar atılmıştır. Değişmez Genel Başkan ifadesindeki, “Değişmez” kelimesi çıkarılmış, Parti Genel Başkanı, Kurultay tarafından dört yıl süre için Partili milletvekilleri arasından seçilme koşulu getirilmiştir. Tek dereceli seçimin yapılması kararlaştırılmıştır64. Bir diğer önemli husus tüzükteki Müstakil Grup hakkındaki tüm hükümlerin kaldırılmasıydı65. Zaten İnönü, Kurultayın açılış konuşmasında “Müstakil Gruba, bugünkü siyasi gelişmeler karşısında lüzum kalmadığını sanıyoruz” diyerek grubun kaldırılmasına işaret etmiştir66. CHP Müstakil Grubu, kendisi ile ilgili yapılan görüşmeye 35 üyesi ile değil, 33 üyesi ile katılmış ve kurultaya oldukça kapsamlı bir rapor da sunmuştur. Toplamı 45’i bulan bu raporlar, eğitim, ticaret, sağlık, savaş sanayisi gibi konuları içermekteydi. Raporlar incelendiğinde hükümeti denetlemek için oluşturulan Müstakil Grubun bu görevi tam anlamıyla yerine getiremediği söylenebilir. Özellikle hükümeti denetleme yükümlülüğü bulunan grup, raporun başında hükümeti övmüş ve İnönü’ye de “Bütün yurt işlerinde eşsiz varlığından daima feyiz ve ilham aldığımız Yüce Şefimiz, Başkanımıza içten bağlılığımızı bu vesile ile de tekrarlarız” diyerek bağlılıklarını bildirmiştir 67. Parti tüzüğünde yapılan 61 Metin Toker, Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları (1944-1950), Bilgi Yayınevi, İstanbul, 1990, s.s.58-59. 62 Şerafettin Turan, İsmet İnönü, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2000, s. 283. 63 Cumhuriyet Ansiklopedisi, C.2, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2002, s.94. 64 CHP Büyük Kurultayının Olağanüstü Toplantısı, Program-Tüzük Komisyonu Raporu, Ankara, 10 Mayıs 1946, s.8; Fahir Giritlioğlu, Türk Siyasi Tarihinde Cumhuriyet Halk Partisinin Mevkii, Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1965, s.s.160-161; Cemil Koçak, İktidar ve Demokratlar, C.II, İletişim Yayınları, İstanbul, 2012. 65 Cumhuriyet, 11 Mayıs 1946. 66 Turan, a.g.e., s.290. 67 Hakan Uzun, “Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1946 Olağanüstü Kurultayı”, Çağdaş Türkiye 190 Tek Parti İktidarı’ndan Doğmuş Bir Denetim Organı: Müstakil Grup ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) değişiklikle, Müstakil Grubunun kaldırılması üzerine kürsüye gelen Ali Rana Tarhan uygulamadan dolayı memnuniyetini dile getirmiş, grubun kurulmasının dönemin şartlarından kaynaklandığını, başka siyasi partilerin kurulmasıyla işlevinin bittiğini söylemiştir68. Döneme tanık olanların gözünden Müstakil Gruba dair birçok anı kitabında aynı eleştirileri görmek mümkün olmuştur. Metin Toker, “…Müstakil Grubu bir şeye benzetmek gerekirse şöyle söylemek lazımdır: Bazı komünist ülkelerde Komünist Partinin dışında da partiler vardır. Mesela Bulgaristan’da, mesela Polonya’da mesela Çekoslavakya’da… Bunlar Komünist Partiye nispetle neyse, Müstakil Grup da CHP’ye oydu. Yani, göstermelik bir kuruluş, Zaten Müstakil Grubun tebliğleri Ulus’ta yayımlanırdı!”69sözleriyle Grubun aslında CHP’nin bir uzvu olduğunu, buna ispat olarak CHP’ye bağlı çıkan Ulus gazetesinde tebliğleri çıktığını vurgulamıştır. Yine çok partili hayata geçişle ilgili düşüncelerini ifade ederek “… Türkiye’de, fiilen 1944’lerden itibaren başlayan çok partili hayata geçiş cereyanı bir oyundan ibaret bulunsaydı Milli Şef, Nuri Demirağ’ın partisine sarılır, piyesini onunla birlikte sahneye koyar, DP’yi iteklemezdi. Zira belediye seçimlerine girmeyeceklerini ilan etmekle Bayar ve arkadaşları bir “Ali Rana Tarhan rolü” oynamamaya kararlı olduklarını ortaya koymuşlardı.”70görüşü ile Müstakil Grubun göstermelik olarak kurulduğunu anlatmıştır. Hilmi Uran ise anılarında Müstakil Grubun Mecliste ileride yer alacak bir muhalefet partisi için laboratuvar niteliğini taşımak için atılmış bir adım olduğunu ve böylelikle Meclis’te çok partili rejime hazır bir duruma getirilecekti diyerek şunları söylemiştir71: “…Fakat bütün bunlara rağmen müstakil grup, kendisinden bekleneni yani rejime alıştırma faydası sağlamamıştır. Çünkü kendi otuz kişilik grup toplantılarında

Tarihi Araştırmaları Dergisi, C.XIII, S.26, İzmir, 2013, s.s.153-154. 68 Ali Rana Tarhan’ın Meclis’teki konuşması şöyledir: “ Sayın arkadaşlarım, Büyük Kurultayın şimdi aldığı kararla Cumhuriyet Halk Partisinin müstakil grupu tarihe karışmış bulunuyor. Bu grup milli murakabenin inkişafına hizmet etmek emelinden doğmuştur. Yakınlarında çalışmak bahtiyarlığına nail olduğum zamandan beri Büyük Şefimizin daima emirlerini ve müşahade etmek fırsatını bulduğum büyük vasıflardan ikisini belirtmek istiyorum: Keyfi idareden nefret, tarihe karşı mesuliyet duyguları. Şefimiz tek partinin murakabesini kafi görmüyorlar, fakat esaslı büyük farklardan doğmayacak olan siyasi partilerin yalnız şahsiyet yaparak memleketin bünyesini sarsacağından ciddi endişe duyuyorlar. Bunun için Partimizi, içinden kendisine kontrol ettirmeyi geçici bir tedbir olarak ileri sürdüler ve Büyük Kurultayın tasvibi ile müstakil grup vücud buldu. Şimdi başka siyasi partilerin kurulmuş olması ile bu grupun rolü bitmiş oluyor. Müstakil grup vazifesini nasıl yapmıştır? Sayın arkadaşlarım, müstakil grubun kusurları, eksiklikleri olmuş olabilir. Yalnız vazifesinde ciddiyetten hiçbir zaman ayrılmamıştır. Yeni siyasi partileri esaslı program farkları mı doğurmuştur, yoksa aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen arz ettiğim endişeye yer verecek ve milletin bünyesini sarsacak mahiyette ihtiras partileri midir? Bunun için hüküm vermekte acele etmeyelim…Müstakil Grupta vermiş olduğunuz vazifeleri bugün bitmiş olan bu arkadaşlarınız CHP içinde ülkü adamı, vazife adamı olarak vatanın selamet ve saadetine bütün kudret ve kuvvetlerini vermeğe devam edecektir.” Bkz. Cumhuriyet, 12 Mayıs 1946; Ulus, 12 Mayıs 1946. 69 Toker, a.g.e., s.59. 70 Toker, a.g.e., s. 106. 71 Hilmi Uran, Hatıralarım, Ankara, 1959, s.s.344-345. 191 Volkan PAYASLI ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) belki çok iyi hazırlanmış grup azası tarafından kabine azası hakkında müstakil grupça çok defa esaslı tenkitler yapmış ve hükümet azası zaman zaman sıkıştırılmıştır. Fakat bu kadarı esasen Halk Partisi ana grup toplantılarında da yapılmakta, hem de daha sert ve hatta daha saygısız şekilde yapılmakta idi. Fakat bütün bu tenkitler parti hariminde kalarak dışarıya sızamamakta ve mesela bir vekili icabında yerinden etme gibi bir tesir yaratmakta idi. Meclisin aleni toplantılarında ise müstakil grup, asıl ana parti grubundan hatta daha çekingen, daha ihtiyatlı davranırdı. Öte taraftan, başı yine Halk Partisi Genel başkanlığına bağlı ve yalnız adı müstakil olduğunu herkesin bildiği böyle suni bir muhalefet ve tenkit unsurlarından, emniyet edip de, sonuna kadar kimse de bir şey ummamıştı ve sunilik grubun büyük zaafı olmuştu…” Tarık Zafer Tunaya ise, “ hiçbir zaman muhalefet gösterememiş ve çok partili rejime intikal sıralarında silik ve renksiz kalmıştır.” görüşünde bulunmuştur72. Cemal Kutay ise “ Müstakil Grup kurulduğu zaman Ali Rana Bey’in unvanı (Başbakanvekili) idi. Peki!.. Başkan kimdi? Bu sualin cevabını, Müstakil Grubun adının baş tarafında olan üç harfin başkanı tayin ediyordu: CHP! Evet, Müstakil Grup da, Cumhuriyet Halk Partisinin idi!..”73 diyerek grubun Milli Şef’e itaatkâr olduğunu belirtmiştir. Grup ne parti de ne de hükümette etkili bir denetleme yapmıştır. Zira grubun başkanı İnönü olup, atamalarını da kendi yapmaktaydı. İnönü, bir yandan CHP’nin politikasını yönlendirmekte aynı zamanda bu politikaların ne ölçüde denetlenmesi gerektiğini saptamaktaydı. Müstakil Grup, kuruşlundan itibaren kendisine verilen görevi yerine getirememiştir. Hatta grup birçok konu da CHP’den daha çok CHP’li olmuş, hükümete karşı aleyhte ya da çekimser oy kullanmamış bilakis hükümeti kayıtsız şartsız desteklemiştir. Tek parti döneminde yaratılmak istenen “güdümlü çok seslilik” anlamsız kalmıştır74. Bu durumu da o dönemi yaşamış kişilerin anılarında görmek mümkün olmuştur.

72 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasi Partiler (1859-1952), Arba Yayınları, İstanbul, 1952, s.563. 73 Kutay, a.g.m., s.3552. 74 Ed. Sina Akşin, Türkiye Tarihi, C.4; Cemil Koçak, Siyasal Tarih (1923-1950),Cem Yayınları, İstanbul, 2008, s.168; Tevfik Çavdar,Türkiye’nin Demokrasi Tarihi (1839-1950), İmge Kitapevi, Ankara, 1999, s.358. 192 Tek Parti İktidarı’ndan Doğmuş Bir Denetim Organı: Müstakil Grup ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Sonuç

TBMM’nin açılışından sonra Meclis içerisinde ciddi muhalefet olmasına rağmen Misak-ı Milliyi gerçekleştirmek için birlik ve beraberlik içinde mücadele verilmiş bu bağlamda siyasi partilerin oluşumuna gerek duyulmamıştır. Milli Mücadelenin zaferle sonuçlanmasından sonra ulus-devleti inşa etmek ve ülkenin siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik yönden dönüşümünü sağlamak bunun yanında cumhuriyet ideolojisini halka yaymak adına 1923 yılında Halk Partisi kurulmuştur. Saltanatın kaldırılması ve Cumhuriyet’in ilanıyla ilgili yöntemler Milli Mücadelenin öncü kadrosu arasında kırılmalara neden olmuş ve böyle bir ortamda Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurulmuştur. Kısa bir süre sonra rejim karşıtlarının odak noktası haline gelmesiyle parti, Takrir-i Sükun Kanunu’na istinaden kapanmıştır. 1929’a kadar ciddi bir muhalefetle karşılaşmayan iktidar partisi 1929 Dünya ekonomik buhranı ve bunun iç politikaya olan etkilerini hafifletmek üzere Atatürk’ün talimatıyla Serbest Cumhuriyet Fırkası kurulmuştur. Parti kuruluşundan kısa bir süre sonra kapanmış, halkın demokrasiye hala hazır olmadığı fikri uyanmıştır. Muhalefet boşluğunu, bağımsız milletvekilliği formülüyle çözmeye çalışan CHP, istediği amaca ulaşamamıştır. Dünya’daki dış gelişmeler, Türkiye’nin yaklaşan dünya savaşında yerini Batılı devletler tarafından alma istemi, CHP’yi iç politikada değişime zorlamıştır. CHP kadroları dış ve iç dünyadaki gelişmeleri, var olan politikalarını gözden geçirerek 1939 Kurultayında demokratikleşme yönünde çözüm arayışlarına gitmişlerdir. Bu bağlamda partili milletvekilleri arasından, Büyük Kurultayın seçeceği Müstakil Grup uygulamasına geçilmiştir. Grubun başkanı Değişmez Genel Başkan İsmet İnönü olup, grubun üyelerini de kendisi atamaktaydı. Müstakil Grup kuruluş itibariyle sakıncaları içinde barındırmaktaydı. Zira Milli Şef döneminde basın-yayın kuruluşlarının dahi tek parti yönetimi eleştirmeleri görecede olsa imkânsızken, İnönü tarafından oluşturulmuş Müstakil Grubun Mecliste iyi bir denetleme organı olması beklenemezdi. Nitekim Zabıt Cerideleri, Müstakil Grup Raporları, Arşiv belgeleri analiz edildiğinde Grubun her zaman hükümeti övdüğünü aleyhte ya da çekimser oy vermediğini tespit edilmiştir. Çünkü Müstakil Grubun Reis vekili Ali Rana Tarhan, İnönü dönemi bakanı olup kendisine sadakatle bağlıdır. İnönü, CHP’nin hem politikasını tespit edip yönlendirirken hem de tespit edip yönlendirdiği bu politikanın ne ölçülerde ve nasıl denetlenmesi gerektiğini Müstakil Grup Reisi olarak belirleyecektir. 1943 Kurultayında sayıları 21’den 35’e çıkarılan Müstakil Grubun Meclis’te ve Hükümette etkili olması beklenirken, grup daha önce ki uygulamalardan ileri gidememiştir. İkinci Dünya Savaşı’nın seyri demokratik ülkelerin lehinde gelişmesi, İnönü’nün 1945 yılı itibariyle ülke içindeki demokratikleşme faaliyetlerinin hızlandırmasında etkili olmuştur. Nitekim San Francisco Konferansı sürerken Partinin öncü kadrolarını toplaması ve bu doğrultuda tek partili yönetimin 193 Volkan PAYASLI ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) sorunlarının ele alınması değişim rüzgârlarının başladığını göstermektedir. Ki CHP’nin 1946 Olağanüstü Kurultayı bunun işaretiydi. Kurultay kararları irdelendiğinde Değişmez Genel Başkanlığın kaldırılması, tek dereceli seçimin getirilmesi demokratikleşme açısından önemliydi. Yine Türk siyasal hayatında DP’nin kuruluşu artık Müstakil Gruba gerek kalmadığının göstergesiydi. Bu bağlamda altı yıldır dönemin koşullarına göre oluşturulan Müstakil Gruba yine dönemin koşullarına göre gerek duyulmadığı gerekçesiyle kaldırılmıştır.

194 Tek Parti İktidarı’ndan Doğmuş Bir Denetim Organı: Müstakil Grup ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

KAYNAKÇA I. Arşiv Kaynakları

BCA. 030.10.0.0, Yer no: 5. 26.16.1. BCA. 030.10.0.0, Yer no: 5. 26.16.2-4.

II. Resmi Yayınlar T.C Resmi Gazete (Kasım 1940), no: 4305. TBMM Zabıt Ceridesi, D.II, C.IX, 27 Ekim 1924. TBMM Zabıt Ceridesi, D.II, C.IX, 30 Ekim 1924. TBMM Zabıt Ceridesi, D.II, C.X, 8 Kasım 1924. TBMM Zabıt Ceridesi, D.3, C.XXII, 15 Kasım 1930. TBMM Zabıt Ceridesi, C.II, D.VI, 26 Mayıs 1939. TBMM Zabıt Ceridesi, D.VI, C.13, 12 Temmuz 1940. TBMM Zabıt Ceridesi, C.8, D.VI, 1940. TBMM Zabıt Ceridesi, ,C.28, D.VI, 11 Kasım 1942.

III. Süreli Yayınlar A.K.Ü Sosyal Bilimler Enstitüsü, Atayolu, Cumhuriyet, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları, Ulus, Tarih Konuşuyor.

IV. Kitaplar AĞAOĞLU, Ahmet, Serbest Fırka Hatıraları, İletişim Yayınları, İstanbul, 2011. AHMAD, Feroz, Demokrasi Sürecinde Türkiye(1945-1980), Hil Yayın, İstanbul, 2007. AKŞİN, Sina (Ed.), Türkiye Tarihi, C.4, Cem Yayınları, İstanbul, 2008.

195 Volkan PAYASLI ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

ÇAVDAR, Tevfik, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi (1839-1950), İmge Kitapevi, Ankara, 1999. Atatürk’ün Talim, Telgraf ve Beyannameleri, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2006. BORATAV, Korkut, Türkiye’de Devletçilik, İmge Yayınevi, Ankara, 2007. CEBESOY, Ali Fuat, Siyasi Hatıralar, Temel Yayınları, İstanbul, 2011. CHP Altıncı Büyük Kurultay ‘a Sunulan CHP Müstakil Grupunun Raporu, Ankara, 8 Haziran 1943. CHP Beşinci Büyük Kurultay Zabıtları 29 Mayıs 1939- 3 Haziran 1939, Ankara, 1939. CHP Büyük Kurultayının Olağanüstü Toplantısı, Program-Tüzük Komisyonu Raporu, Ankara, 10 Mayıs 1946. Cumhuriyet Ansiklopedisi, C.2,(1941-1960), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2002. DEMİREL, Ahmet, l. Birinci Mecliste Muhalefet, İletişim Yayınları, Ankara, 2011. DEMİREL, Sevtap, Belgelerle Lozan, Alfa Yayınları, İstanbul, 2011. TOKGÖZ, Erdinç, Türkiye’nin İktisadi Gelişme Tarihi (1914-2007), Ankara, 2007. EROĞLU, Cem, Serbest Cumhuriyet Fırkası, İletişim Yayınları, İstanbul, 2006. GİRİTLİOĞLU, Fahir, Türk Siyasi Tarihinde Cumhuriyet Halk Partisinin Mevkii, Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1965. GOLOĞLU, Mahmut, Milli Şef Dönemi (1939-1945), Kalite Matbaası, Ankara, 1974. GÜNEŞ, İhsan, Birinci Büyük Millet Meclisi’nin Düşünce Yapısı, Eskişehir, 1987. GÜR, Ebru, Lozan Konferansı’nın Türk Basınına Yansımaları, Fırat Üniversitesi, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2006. İLMEN, Süreyya, Dört Ay Yaşamış Olan Zavallı Serbest Fırka, İstanbul, 1951. KARPAT, Kemal H., Türk Siyasi Tarihi, Timaş Yayınları, Ankara, 2007. KARPAT, Kemal H., Türk Siyasi Tarihi, Timaş Yayınları, İstanbul, 2012. KİLİ, Suna, Atatürk Devrimi, Türkiye İş bankası Yayınları, Ankara, 1983. KOÇAK, Cemil, Türkiye’de Milli Şef Dönemi ( 1938-1945 ), C.II, İletişim Yayınları, Ankara, 1986. KOÇAK, Cemil, Siyasi Tarih (1923-1950), Sina Akşin (ed.), Çağdaş Türkiye (1908- 1980), Cem Yayınevi, İstanbul, 2008. KOÇAK, Cemil, İktidar ve Demokratlar, C.II, İletişim Yayınları, İstanbul, 2012. KONGAR, Emre, 21. Yüzyılda Türkiye, Remzi Kitapevi, İstanbul, 2006. Nutuk, C.II, TTK, Ankara, 1999.

196 Tek Parti İktidarı’ndan Doğmuş Bir Denetim Organı: Müstakil Grup ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

ORBAY, Rauf, Cehennem Değirmeni, C.II, Emre Yayınları, İstanbul, 1993. SOYAK, Hasan Rıza, Atatürk’ten Hatıralar, İstanbul, 1973. TİMUR, Taner, Türk Devrimi ve Sonrası, İmge Yayınları, Ankara, 2001. TOKER, Metin, Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları (1944-1950), Bilgi Yayınevi, İstanbul, 1990. TOKGÖZ, Erdinç, Türkiye’nin İktisadi Gelişme Tarihi (1914-2007), Ankara, 2007. TUNAYA, Tarık Zafer, Türkiye’de Siyasi Partiler (1859-1952), Arba Yayınları, İstanbul, 1952. TUNAYA, Tarık Zafer, Türkiye’de Siyasi Partiler, İletişim Yayınları, Ankara, 2008. TUNCAY, Mete, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek-Parti Yönetimi’nin Kurulması (1923- 1931), Yurt Yayınları, Ankara, 1981. TURAN, Şerafettin, İsmet İnönü, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2000. URAN, Hilmi, Hatıralarım, Ankara 1959. UYAR, Hakkı, Tek Parti Dönemi ve Cumhuriyet Halk Partisi, Boyut Yayıncılık, İstanbul, 2012. YALMAN, Ahmet Emin, Gördüklerim Geçirdiklerim, İstanbul, 1970. YETKİN, Çetin, Türkiye’de Tek Parti Yönetimi, Altın Kitaplar Yayınevi, 1983. YETKİN, Çetin, Serbest Cumhuriyet Fırkası Olayı, Karacan Yayınları, Ankara, 1982.

V. Makaleler

KUTAY, Cemal, “Müstakil Grup Macerası”, Tarih Konuşuyor, C.8, S.49, Şubat 1968. UZUN, Hakan, “Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1946 Olağanüstü Kurultayı”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, C.XIII, S.26, İzmir, 2013. UZUN, Hakan, “Tek Parti Döneminde Yapılan Cumhuriyet Halk Partisi Kongreleri Temelinde Değişmez Genel Başkanlık, Kemalizm ve Milli Şef Kavramları,” Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi C.IX, S.20-21, İzmir, 2010. TURAN, Mustafa, “ Cumhuriyet Döneminde İki Deneme: Siyasi Müsteşarlıklar ve Müstakil Grup”. A.K.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi, C.I, S.2.

VI. İnternet Kaynakları

Osman Akandere, “1939-1946 Yılları Arasında Türkiye Büyük Millet Meclisinde Bir Denetleme ve Kontrol Organı Olarak Müstakil Grup’un Yapısı ve İşlevi”, http://www.turkiyat.selcuk.edu.tr/pdfdergi/s7/11.pdf. (16.04.2014).

197

Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi Journal Of Modern Turkish History Studies XIV/28 (2014-Bahar/Spring), ss.199-223.

DAVETSİZ MİSAFİRİ BEKLERKEN İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI TÜRKİYE’SİNDE PASİF GÜVENLİK ÖNLEMLERİ (1939-1940)

Umut KARABULUT*

Öz İkinci Dünya Savaşı Türkiye’deki toplumsal yapıyı olabildiğince etkilemiştir. Bunun temel nedeni, savaşın Türkiye için yüksek bir olasılık haline gelmesidir. Bu nedenle devlet erki cephede gerçekleşecek savaşlara dönük önlemler aldığı kadar cephe gerisindeki sivil toplumu da korumaya çalışmıştır. Pasif güvenlik önlemleri olarak hayat bulan bu önlemler uyarınca sivil toplumu korumaya yönelik kanunlar, talimatnameler ve nizamnameler yayınlanmış; siper ve sığınak kazma, maske temin etme, karartma uygulamalarına gitme ve tatbikat yapma türünde eylemler gerçekleştirilmiştir.

Anahtar Kelimeler: İkinci Dünya Savaşı, Pasif güvenlik, Hava taarruzu, Sığınak, Tatbikat.

WAITING FOR INTRUDER: PASSIVE SECURITY MEASURES IN TURKEY DURING THE WORLD WAR II (1939-1940)

Abstract The Second World War has profoundly affected the social structure in Turkey. The main reason for this was that the war became a high possibility for Turkey. Therefore, state took measures towards wars that might take place in the front line and tried to protect civilians beyond front lines. In accordance with these measures, invigorated as passive security measures, legislations, regulations and instructions were promulgated in order to protect civilians. Moreover, several other applications were carried out such as digging trenches and shelters, supplying masks, performing black outs and drills.

Keywords: World War II, Passive security, Air strike, Shelter, Military exercise.

* Yrd. Doç. Dr., Pamukkale Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, ([email protected]). 199 Umut KARABULUT ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Giriş

Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’nda yer almaması, savaşın etkilerinin bu coğrafyada fazla hissedilmediği kanaatini oluşturmuştur. Bunun en açık göstergesi, savaşın toplumsal etkileri üzerine gerçekleştirilen müstakil çalışmaların azlığıdır. Bugüne dek İkinci Dünya Savaşı’nı oluşturan literatüre bakıldığında, Türkiye’nin iç ve dış siyasetine ve ekonomik gelişmelerine odaklanıldığı görülür. Oysaki Türkiye’deki toplumsal yapı, İkinci Dünya Savaşı’ndan önemli ölçüde etkilenmiştir. Bu durumun en açık kanıtı, savaş dışı bir ülke olmasına karşın devletin gerçekleştirdiği uygulamalarda görülmektedir. Devlet erki, savaşın bilhassa ilk yıllarında, her an savaşa girilecekmiş gibi bir takım önlemler alma çabasına girişmiş1 ve toplumu savaşın olası etkilerinden korumaya çalışmıştır. İkinci Dünya Savaşı’nın Türkiye’deki toplumsal yapı üzerinde gösterdiği etkilerin çok fazla irdelenmemiş olmasının bir başka nedeni, Türkiye’deki toplumsal tarih alanında gerçekleştirilen çalışmaların yetersizliğinde aranabilir. Bu ilgi eksikliği, 20. yüzyılın en büyük olaylarından bir tanesi olan İkinci Dünya Savaşı’nın Türkiye’deki toplumsal yapı üzerindeki etkilerini analiz edecek çalışmaların eksik kalması sonucunu da doğurmuştur. Bizim gerçekleştirmeye çalıştığımız bu çalışmayla hedeflenen, devlet erkinin, sivil toplumu olası bir savaşın etkilerinden korumak adına aldığı önlemleri ortaya koymaktır. Böylelikle sadece Türkiye’deki iktidarın savaşa ne şekilde hazırlandığı değil, savaşın toplum üzerindeki etkileri konusunda da fikir üretilmesine yarayacak veriler sunulacaktır. Ayrıca, devlet iktidarının aldığı önlemlerin etkilerini araştırma niyetinde olan sonraki çalışmalara da çeşitli veriler sunulacaktır. Çalışma, gerek dönemsel, gerekse de araştırma konusuna zemin oluşturan mekân açısından sınırlandırılmıştır. Burada dönemin 1939 ve 1940 yılları ile sınırlandırılması, Türkiye’nin savaşa nasıl hazırlandığını gösterme çabasıyla ilgilidir. Alınan pasif güvenlik önlemlerinin, İkinci Dünya Savaşı boyunca ne düzeyde seyrettiği, savaş yıllarında bu konudaki uygulamalarda bir takım değişikliklerin olup olmadığı ve bunların devlet-toplum ilişkilerindeki yansımaları gibi bir takım soruların yanıtları bu çalışmanın dışında bırakılmıştır. Eğer bu yapılmasaydı, araştırmanın hacmi, bir makalenin boyutlarının ötesine geçecekti. Mekânsal sınırlamada bahsinde ise, Türkiye’deki nüfusu yoğun büyükşehirlerin dışındaki yerlerin çalışmanın dışında tutulduğu görülecektir. Buna neden, alınan pasif güvenlik önlemlerinin büyük şehirlerde yoğun oluşu ve çalışmamıza veri oluşturacak kaynakların bu şehirlerle sınırlı oluşuna bağlıdır.

1 Türkiye’de İkinci Dünya Savaşı öncesinde alınan önlemler ve savaş karşısında Türkiye’nin askeri durumu, İlhan Tekeli ve Selim İlkin tarafından raflardaki yerini bir süre önce alanDış Siyaseti ve Askeri Stratejileriyle İkinci Dünya Savaşı Türkiye’si isimli eserde ayrıntılı biçimde açıklanmıştır. Bilgi için bkz. İlhan Tekeli-Selim İlkin, Dış Siyaseti ve Askeri Stratejileriyle İkinci Dünya Savaşı Türkiye’si, C.I, İletişim Yayınları, İstanbul, 2013. 200 Davetsiz Misafiri Beklerken İkinci Dünya Savaşı Türkiyesi’nde... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

1. Türkiye’deki İktidarın Savaş Algısı Üzerine: Savaşa Karşı Alınan Teorik Önlemler ve Pasif Korunma Teşkilleri

Günümüz literatüründe, ismi “İkinci Dünya Savaşı” olarak bilinse de, 1 Eylül 1939 tarihinde başlayan savaş, yaşandığı dönemde bu şekilde adlandırılmamıştır. Bu durumun en açık göstergesi, dönemin süreli yayınlarında görülmektedir. Bu yayınlarda yer alan “savaş” ile ilgili haberlere bakıldığında, “Harp” veya “Avrupa Harbi”, türünden ifadelerin yoğun olarak kullanıldığı görülür. Ancak ismi ne olursa olsun, yaşanmakta olan savaşın yıkıcı etkilere sahip olacağı tahmin edilmektedir. Savaş öncesi dönemde birçok ülkenin ve Türkiye’nin savaşın etkilerine karşı aldıkları önlemler bu durumu kanıtlar. Avrupa’yı da içine alacak genel bir savaşın çıkabileceği endişesi 1939 yılı boyunca Türkiye’de egemen olmuştur. Bu kaygı, hükümetin ülkeyi savaşın etkilerinden koruyabilmek için aldığı önlemlerle gündeme gelmiştir. Bunlar, askeri önlemler olarak söylenebilecek aktif güvenlik önlemleri ile sivil toplumun korunması için alınan pasif güvenlik önlemleridir. Alınan pasif güvenlik önlemlerinden ilki, “Hava Taarruzlarına Karşı Korunma Kanunu” uyarınca Genelkurmay Başkanlığı tarafından hazırlanan ve Bakanlar Kurulu’nca onaylanan Hava Taarruzlarına Karşı Işıkların Söndürülmesi ve Karartılması Hakkında Nizamname’dir2. Nizamnamenin içerdiği hükümleri incelemek, Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’na nasıl hazırlandığı sorusuna bazı cevaplar sunacaktır. “Hükümler” bölümüyle başlayan nizamnamenin “Genel Esaslar” kısmında yazılanlara bakılacak olunursa, karartma uygulamasının niçin gündeme geldiği ve hangi hallerde uygulanması gerekliliğiyle ilgili bilgiler görülür. Buna göre; düşman uçaklarının geceleri hedeflerini tanımalarına ve doğru yönü bulmalarına engel olmak için nizamname hükümleri doğrultusunda ışıklar söndürülecek ve karartılacaktır. Savaş tehlikesi anında ışıkların söndürülmesi ve karartılması Genelkurmay Başkanlığı tarafından emredilmektedir ve bu ikinci bir emre kadar geçerlidir. Işıkların söndürülmesi ve karartılması yoluyla pasif korunma mecburiyeti tüm yerleşim birimlerinde uygulanacak ve bu hazırlıklar barış zamanında her mevki ve müessesenin hava korunma planlarına göre yapılacaktır3. Nizamname hükümlerinden anlaşıldığı kadarıyla Türkiye, 1939 yılının başlarında bombalanma ihtimalini göz önünde bulundurmakta ve buna göre önlemler almaktadır. Genelkurmay Başkanlığı, bu önlemlerin Türkiye’yi savaşa hazırlayabilmesi adına barış zamanından itibaren gerekli gördüğü çalışmalara başlamıştır. Alınacak tedbirlere bakıldığında neredeyse hiçbir detayın göz ardı edilmediği görülür. Nizamnamede yer alan; genel aydınlatma, binalar, açıkta

2 Hava Taarruzlarına Karşı Işıkların Söndürülmesi ve Karartılması Hakkındaki Nizamname, Kararname No: 2/10346, T.C. Sıhhat ve İçtimaî Muavenet Vekâleti, Hudud ve Sahiller Sıhhat Umum Müdürlüğü, Receb Ulusoğlu Basımevi, Ankara, 1939. 3 A.g.k., s.5. 201 Umut KARABULUT ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) yapılan inşaatlar, iç aydınlatmalar ve taşıt araçlarının tümü ile ilgili karartma işleminin nasıl yapılacağına dair hükümler bu durumu kanıtlar4. İkinci Dünya Savaşı Türkiye’sinin içerisinde bulunduğu fiziki atmosferi göstermesi bakımından alınan bu önlemlerden birkaçını söylemek yerinde olacaktır. “Umumi Tenvirat” başlığı altında yayınlanan ve barış zamanında hazırlanacak olan tedbirlere bakıldığında, ihtiyaçtan fazla olan ışıkları kaldırmak, gerektiğinde elektrik merkezlerinin voltajlarını altmışa indirmek, diğer ışıkların karartılmasını temin için maskelemek gerektiği gibi hükümler belirtilmiştir. Ayrıca harp tehlikesi halinde yol gösteren ışıklar, seyrüsefer işaretleri, saatler gibi bütün diğer normal ışıklandırmanın da pasif korunma esaslarına göre ve her mevkiin ışık söndürme ve karartma planlarına uygun olarak düzenlenmesi veya tamamen kaldırılması gerekli görülmüştür5. Binalara yönelik karartma uygulamasında ise özel ve genel bütün binalarda dış aydınlatma ve bunun yanı sıra vitrin ışıklandırması, ışıklı reklamlar, cephe aydınlatması ve bina numaralarının ışıklandırılması yasaklanmıştır6. Bina içlerinin ışıklandırmasına yönelik alınacak tedbirler ise en az diğerleri kadar ciddiyet gerektirmektedir. Bina içinde kullanılan her türlü aydınlatmanın dışarıya sızmasını önleyecek perdeleme tedbirlerini almadan bu aydınlatmanın kullanılması yasaklanmıştır7. Bu örnekleri uzatmak mümkündür. Ancak görüldüğü üzere savaş henüz Türkiye’nin kapısını çalmadan hazırlıklar başlamıştır. Bu hazırlıkların daha büyük olanı, Işık Söndürme Nizamnamesinin ilanının birkaç ay ardından gelmiştir. Nisan ayında Hava Taarruzlarına Karşı Pasif Korunma Nizamnamesi başlığıyla yayınlanan nizamname, tıpkı Hava Taarruzlarına Karşı Işıkların Söndürülmesi ve Karartılması Hakkındaki Nizamname’de olduğu gibi Genelkurmay Başkanlığınca teklif edilmiş ve Bakanlar Kurulu’nda kabul edilerek yürürlüğe girmiştir8. 191 maddeyi ve çeşitli görevler için oluşturulan takımların kullanacakları teçhizatı listeleyen 5 adet cetveli içeren nizamname sekiz kısımdan oluşmuştur. İkinci Dünya Savaşı Türkiye’sinde sivil halkın savaş ihtimaline karşın ne şekilde korunduğunu göstermesi bakımından büyük öneme sahip olan nizamnamenin 1. kısmında “Pasif Korunma Esasları” yer almıştır. Pasif korunma teşkillerinin belirtildiği ilk bölümde bu teşkiller, bir teşkilatlanma yapısı içerisinde gösterilmiş ve bakanlıklar, valilikler ve mahalli korunma teşkilleri olarak üçe ayrılmıştır. Bunları bakanlıklar nezdinde pasif korunma büroları, vilayetlerde pasif korunma komisyonları ve daha lokal bölgelerde ise mahalli korunma teşkilleri temsil edecektir. Bu teşkillerin işleyiş planlarına bakıldığında pasif korunma bürolarının kendi sorumluluk sahalarına özgü hava korunma planları hazırlayıp gereken tüm tedbirleri alacakları görülür.

4 A.g.k., s.s.6-10. 5 A.g.k., s. 6. 6 A.g.k., s.7. 7 A.g.k., s.8. 8 Hava Taarruzlarına Karşı Pasif Korunma Nizamnamesi, Kararname No: 2/10680, Genelkurmay Başkanlığı, Başvekâlet Neşriyat ve Müdevvenat Dairesi Müdürlüğü, Ankara, 1939. 202 Davetsiz Misafiri Beklerken İkinci Dünya Savaşı Türkiyesi’nde... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Vilayet pasif korunma komisyonları valilerin başkanlığı altında oluşacak ve o vilayetteki tüm kamu görevlilerini teşkilat yapısı içerisine alacaktır. Pasif korunma bakımından komisyonca yapılacak işler, vali tarafından ilgilerine göre komisyon üyelerine dağıtılacaktır. Ayrıca teşkilatlanma yapısında her mahalde ayrı oluşumlara gidilerek bölgeye özgü pasif korunma tedbirleri alınacaktır. Bu anlamda resmi daire, fabrika ve müesseseler, şehir kasaba ve köyler, hususi binalar ve evler ayrı ayrı kategorize edilmiştir9. Bunların yanı sıra pasif korunma mecburiyetine tabi tutulan şehir ve kasabalarda, inşa edilecek yapıların şartları ile hava saldırılarına karşı oluşturulacak sığınakların planları, şekilleri ve inşa tarzlarını gösteren bir nizamname de oluşturulmuştur10. Pasif korunma nizamnamesi uyarınca oluşacak teşkillerin belirtildiği diğer kısımlarda bu teşkillerin oluşma biçimleri, yetkileri ve görevleri ayrı ayrı tanımlanmıştır. Bu teşkiller içerisinde mevkiin hava pasif korunma amirliği, polis ve polise yardımcı teşkiller, itfaiye ve yardımcı itfaiye, sıhhi ve içtimai yardım ve veteriner hizmetleri, gaz arama ve temizleme teşkilleri, teknik onarma, enkaz kaldırma ve can kurtarma ve patlamayan bombaları kaldırma teşkilleri olarak sekiz başlık altında sıralanmış ve her birinin savaş ve barış zamanında yapacakları işler tanımlanmıştır11. Nizamnamenin tamamına bakıldığında olası bir saldırı ve bombalama anında alınacak önlemlerin eksiksiz bir şekilde tanımlandığı ve hükümetin Türkiye’yi, İkinci Dünya Savaşı’na hazır hale getirdiği teorik olarak söylenebilir. Ancak alınan bu önlemlerin ne kadarının uygulanabileceği ve uygulandığı takdirde de ne kadar fayda sağlayacağı tahmin edilemeyecek bir durumdur. Türkiye gerçekten bir hava saldırısına uğramış olsaydı, bu önlemlerin ne derece etkili olacağı o zaman test edilebilirdi. Şu halde ise yalnızca devletin plan, program ve gerçekleştirdiği önlemler üzerinden yazılacak bir tarihin, bu eylemlerin ne derece karşılık bulduğu açıklanmadan doğru sonuçlar üretemeyeceği muhakkaktır. Ancak burada anlatılmak istenen, İkinci Dünya Savaşı ortamında Türkiye’nin gerçekleştirdiği hazırlıkların ne boyutta olduğudur. Dolayısıyla, gerçekleşmemiş bir saldırıya karşı alınan önlemlerin yeterli olup olmadığından ziyade, bu önlemlerin neler olduğu ve toplumsal yansımaları ulaşmak istediğimiz bilgiler dâhilindedir. Alınan güvenlik önlemlerinin ne tür örneklere bakılarak oluştuğunun anlaşılması adına, savaşın hemen öncesinde yayınlanmış bir kitapçık önemli bir kaynak niteliğindedir. Fransız I’illustration dergisince yayınlanan pasif korunma hakkındaki bir ek, Türk yetkililerin de dikkatini çekmiş ve aynen tercüme edilerek kamuoyunun dikkatine sunulmuştur. Şu halde Türk hükümeti, İkinci 9 A.g.k., s.s.4-6. 10 “Pasif Korunma Mecburiyetine Göre Binalar Nasıl Yapılacak?”, Ulus, 29 Eylül 1939, s.2. Ayrıca Hükümet kararnamesi için bkz. Yapılarda Pasif Korunma Bakımından Tatbik Edilecek Esaslar ve Sığınaklar Nizamnamesi, Kararname No: 2/12571, Başvekâlet Neşriyat ve Müdevvenat Dairesi Müdürlüğü, Ankara, 1940. 11 Hava Taarruzlarına Karşı Pasif Korunma Nizamnamesi, s.s.15-41. 203 Umut KARABULUT ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde, Avrupa’da çıkabilecek bir savaş gerçeğine kendisini hazırlamış ve sivil toplumun zarar görmemesi için kamuoyunu bilinçlendirici yayınlar yapma çabasına girişmiştir. Bu yayının Avrupa kaynaklı oluşu, Türkiye’nin bu tür hazırlıklar konusunda yeteri kadar bilgi sahibi olmamasının yanı sıra Avrupalıların teknik üstünlüğünden de yararlanma çabasıyla açıklanabilir. Anlaşılan o ki Türkiye, Avrupa’nın savaşına, onların tekniklerinden yararlanarak hazırlanmaktadır. Bayındırlık Bakanlığı, Bayındırlık İşleri Dergisi’nin eki olarak yayınlanan 1939 tarihli Pasif Korunma isimli 65 sayfalık eser, sivil toplumun korunmasının savaş içerisindeki öneminden bahsederek, hükümetin bu konuya gösterdiği ilgiyi gözler önüne sermektedir12: “Bir iki sene evvel Habeşistan’da, daha düne kadar İspanya’da ve halen Çin’de devam etmekte olan kanlı harpler, harp mefhumunun çok değiştiğini ve bilhassa hava silahının son seneler zarfındaki muazzam terakkiyatı neticesinde, artık bir harpte yalnız muhasım (düşman) taraf ordularının değil, fakat bütün sivil halkın da aynı derecede tehlikeye maruz bulunduğunu açıkça meydana çıkmıştır”. Savaş yıllarına değin gelişen hava sanayi teknolojisi, savaşların sadece cephedeki insanları değil, cephe gerisindeki sivil halkı da tehdit ettiğini göstermektedir. Bu nedenle cephe gerisindeki halkın korunabilmesi adına “pasif korunma” veya “pasif güvenlik” gibi kavramlar büyük önem kazanmıştır13: “Bundan dolayıdır ki bütün büyük devletlerce, (pasif korunma) namı verilen sivil halkın hava tehlikesine karşı korunması meselesine büyük bir ehemmiyet verilerek, bütün modern imkân ve vasıtalardan istifade etmek suretiyle bu tehlikeyi kabil olduğu kadar önleyecek birçok tedbirler alınmıştır. Bu tedbirlerin başlıcalarından biri, halka hava tehlikesinin mahiyetini öğreterek bu tehlikeye karşı mücehhez (donanmış) bulunmalarını temin etmektir”. Aslında Türk hükümetlerinin hava saldırısına karşı korunma işine ne derece önem verdikleri, bu kitapçığın hemen başında, dönemin Başbakanı İsmet İnönü’nün Birinci Basın Kurultayında (1935) gerçekleştirdiği konuşmasında da karşılık bulmaktadır14: “…Bütün dünyanın bugün uğraştığı şey, hava tehlikelerine karşı tedbir bulmaktır. Bu bir fantezi değildir. Bu bir ciddi meseledir, bir tehlikedir. Onun için gerek fenni taraflarını, gerek siyasal taraflarını büyük bir alaka ile takip etmelisiniz. Ve memleketin her tarafına bunu öğretmelisiniz.” İsmet İnönü’nün kurultayda basına sarf ettiği sözler işin hem siyasi hem de teknik kısımlarının anlaşılması gerektiğini vurgulamaktadır. Hava harp sanayinin gelişiminde siyasal faktörler toplum için çok önemli olmasa da, teknik kısımların bilinmesi büyük önem taşımaktadır. Çünkü toplum, olası bir hava saldırısı karşısında doğrudan etkilenecek unsurlardan bir tanesidir. Bu nedenle 1935 yılında, Avrupa’daki siyasi ilişkiler gerilime doğru sürüklenirken, İsmet İnönü’yü olası 12 Pasif Korunma, Bayındırlık Bakanlığı, Bayındırlık İşleri Dergisine Ek, Çankaya Matbaası, Ankara, 1939, s.3. 13 A.g.e., s.3. 14 A.g.e., s.3. 204 Davetsiz Misafiri Beklerken İkinci Dünya Savaşı Türkiyesi’nde... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) bir savaş tehlikesi ve gelişen hava teknolojisinin yıkıcı gücü kaygılandırmış, bu savaşın, kendilerinin genç subaylar olarak katıldıkları Birinci Dünya Savaşı’ndan çok daha ölümcül olacağını hesap etmiştir. İkinci Dünya Savaşı öncesi ülkenin “Milli Şef”inin ve onun kurmaylarının, toplumun korunması adına pek çok önlem almasının temel nedeni bu kaygılardır. Bayındırlık Bakanlığı’nın, I’illustration dergisinin eki olan kitapçıktan yaptığı çevirinin, biçim yönünden Türk Hükümeti’nin kabul ettiği nizamnamelerden hayli farklı olduğu görülmektedir. Her şeyden önce hükümetin kabul ettiği nizamnameler kararname niteliğinde olduğu için resmi, detaylı ve yoğun bilgi içeren türdeyken, Bakanlığın çevirisinde yer alan hemen her bilgi resimler ve çeşitli görsellerle desteklenmiştir. Ancak resimli ve toplumun kolay anlayacağı kitapçıkların Türkiye’de basıldığı görülmüştür. Halka Hava Tehlikesine Karşı Korunma Tavsiyeleri başlıklı bir kitapçığın yanı sıra15, Zehirli Gazlar16 başlıklı bir başkası I’illustration dergisinin yaptığı şekilde, daha basit cümleler kurup, resim ve fotoğraflar kullanarak topluma olası bir hava saldırısına karşı savaştan korunma yöntemlerini anlatmaya çalışmıştır. Bu kitapçıklardan ilki “Balıkesir Pasif Korunma Komisyonu” tarafından yazılmıştır. Herhangi bir hava tehlike karşısında ne tür önlemlerin alınacağının anlatıldığı kitapçık, hava saldırılarının yaratacağı tehlikeleri ve kamuoyunda oluşturduğu algıyı göstermesi bakımından da önemlidir. Kitabın ilk sayfasında yer alan başlıkta, “Hava tehlikesi zamanında bombalar ve zehirli gazlardan korunmak için halkın yapması icabeden işler” ifadesinin kullanılması, bir bombalama anında bombanın tahrip gücü kadar zehirleyici etkisinin de dikkate alındığını göstermektedir17. Bu ifadenin hemen altında yer alan bir başka yazıda ise, “Aşağıda yazılı tavsiyeleri ezberleyiniz ve eviniz halkına da öğretiniz” ifadesine rastlanır. Tamamı 23 sayfa ve onlarca maddeden oluşan bir kitapçığın tümünün ezberlenmesi istendiğine göre bombalanma tehlikesi ve yaratacağı tahribatın hayli ciddiye alındığı söylenebilir. Kitapçıkta yer alan hayat kurtarmaya yönelik birçok tanımlamanın içerisinde, toplumun bombalamadan ne şekilde korunabileceğine dair olanları ön plana çıkmaktadır. Bombaların tahrip, yangın ve gaz bombaları olarak üç çeşidinin bulunduğu belirtilmiştir. Tahrip bombalarından korunmak için kırlara çıkıp buralarda çukurlar oluşturmak ve bombalama anında çukurların içerisine yatmak tavsiye edilmiştir. Ancak bahçesi geniş bir evde bu önleme gerek duyulmayıp evin yıkılması ihtimalinde yıkıntının ulaşamayacağı bir yere “kuyu sığınak” inşasının yeterli geleceği belirtilmiş ve kuyu sığınak inşası bir krokiyle belirtilmiştir. Buna göre, derinliği 2 metre, ağzı 1,5 metre olması tavsiye edilen sığınak, tavanına inildiğinde 80 santime daralacaktır. Bir merdiven ve yeteri kadar suyun bulundurulacağı

15 Pasif Korunma Komisyonunun Halka Hava Tehlikesine Karşı Korunma Tavsiyeleri, Türkdili Matbaası, Balıkesir, 1939. 16 Cavide Attila, Zehirli Gazlar, CHP Basımevi, Aydın, 1939. 17 Pasif Korunma Komisyonunun Halka Hava Tehlikesine Karşı Korunma Tavsiyeleri, s.3. 205 Umut KARABULUT ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) sığınağın üzeri, kenarları toprağa gömülecek büyüklükte muşamba ile örtülecek ancak içine girilecek kadar kısmı açık bırakılıp insanlar içine girdikten sonra açık kısım içe doğru kıvrılarak örtülüp, içten kıvrık kısmın üzerine toprak örtülecektir. Bu şekilde bir sığınağın, 3-5 kişilik bir aileyi 2-3 saat koruyacağı düşünülmüştür18. Açıklamalarda dikkati çeken nokta, sığınak tipleri içerisinde genel sığınaklardan bahsedilmemiş oluşudur. Sözü edilen yayın, Balıkesir Pasif Korunma Komisyonunun neşriyatı olduğuna göre, bu ilde genel bir sığınağın inşasının söz konusu olmadığı düşünülebilir. Ayrıca bir bombalama anında halkın kırsal alana veya varsa evlerindeki bahçeye davet edilmesi de, şehirdeki büyük konut yapılanmasının çok gelişmediğini ve bölgedeki konut tiplerinin genelde müstakil olduğu izlenimini uyandırmaktadır. Tahrip bombalarının etki gücünün gösterildiği bir tablo ise, kuyu sığınak inşasının hemen ardında sergilenmiştir. Bu tabloya göre 10 kiloluk bir bomba toprağa 3 metre, betona 30 santim girerken, 2000 kiloluk bir bomba toprağa 30 metre, betona ise 3,5 metreye kadar etki edebilmektedir19. Ancak atılan bir bombanın ne derece tesir yapacağını havadayken hesaplamak mümkün olamayacağı için bu tablo ancak beton sığınak yapmak isteyenlere fikir verici niteliktedir. Kitapçığın devamında yangın ve gaz bombalarına karşı ne tür önlemler almak gerektiği maddeler halinde sıralanmıştır20. Aydın Pasif Korunma Teşkilatı tarafından Merkez Veterineri Cavide Attila’ya yazdırılmış Zehirli Gazlar isimli kitapçık, bu türdeki bir başka örnektir. Kitapçıkta gazlardan nasıl korunulacağının dışında, gaz türleri ve etkileri de açıklanarak zehirli gazlara karşı toplumu bilinçlendirmek amaçlanmıştır21. Balıkesir ve Aydın’da Pasif Korunma Teşkilatları tarafından yayınlanan bu eserlerin dışında yurdun çeşitli yerlerinde de pasif korunmaya yönelik eserlerin basıldığı düşünülebilir. Ancak savaş öncesinde basılıp bizim elimize ulaşanlar bunlardır. 1939 Eylül’ünde savaşın başlamasıyla birlikte, “Avrupa Harbi” Türk hükümetini kaygılandırmış olsa gerek ki öncesinde alınan önlemler hızlı bir şekilde uygulamaya geçmiş ve yeni önlemler alınmıştır. Savaşın başlamasının üzerinden birkaç gün geçmeden, Türkiye’nin bombalanması ihtimaline karşı Hava Taarruzlarına Karşı Pasif Korunma Talimatnamesi”nin Bakanlar Kurulu kararıyla yürürlüğe girdiği görülmüştür22. 100 sayfalık hayli uzun bir talimatname olduğu için, bombalanma esnasında uygulanması gereken her konuda detaylı açıklamalar yer bulmuştur23. Gelişen savaş teknolojisiyle birlikte

18 A.g.e., s.6. 19 A.g.e., s.7. 20 A.g.e., s.s.9-23. 21 Cavide Attila, a.g.e. 22 Ulus, 6 Eylül 1939, s.2. 23 Hava Taarruzlarına Karşı Pasif Korunma Talimatnamesi, Çituris Biraderler Basımevi, İstanbul, 1939. 206 Davetsiz Misafiri Beklerken İkinci Dünya Savaşı Türkiyesi’nde... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) hava saldırılarının ne derece önem taşıdığı, talimatnamenin başlangıç kısmında açıklanmıştır. Uçakların artan hızları, havada kalış süreleri ve taşıyabilecekleri yük miktarı nedeniyle günden güne önemleri artmakta olduğundan, savaşın seyrini değiştirebilecek bir silah halini aldıkları söylenmiştir. Ayrıca o günün savaş şekillerinin, orduların karşı karşıya geldiği bir mücadele olmaktan çıkıp cephe gerisindeki halkı da içine alan top yekûn bir mücadele halini aldığında bahsedilerek, düşmanın toplumun maddi ve manevi varlığını kırmak için bombalar ve zehirli gazlarla hücum edebileceği söylenmiştir. Hava saldırılarının savaşların belirleyici unsuru olduğunun açıklandığı bu bölümde toplumun maneviyatını bozmak için uçaklardan propaganda kâğıtlarının atılabileceği de belirtilmiştir. Bu yöntem, hayli eski olmakla birlikte24 toplumun savaş esnasındaki psikolojisinin önemini göstermesi bakımından dikkat çekicidir25. Talimatname, toplumun teşkilatlandırılması hakkında genel esaslar, hava saldırı araçları, uçaktan atılan bombalar, aydınlatma bombaları, yangın bombaları, tahrip bombaları, sis bombaları, zehirli gaz bombaları, aktif ve pasif korunma tedbirleri, toplum tarafından yapılacak teşkiller ve alınacak tedbirlerle, evlerde yapılacak teşkiller gibi çok geniş bir alanı kapsamıştır. Burada, toplumun hava hücumlarına karşı korunması için uygulanacak yöntemlerin aktif ve pasif olmak üzere iki tane olduğu belirtilmiştir. Aktif korunma tedbirleri, silahlı tedbirler olarak karşımıza çıkmakta ve av uçakları, uçak defi topları, makineli tüfekler, ışıldaklar, dinleme aletleri ve mânia balonları olarak sıralanmaktadır. Pasif korunma tedbirleri ise düşman hava araçlarından doğacak zararları ortadan kaldırmak veya en aza indirmek için gerekli tedbirlerin alınması şeklinde tanımlanmıştır26. Talimatnamede, evlerde alınacak önlemlerin anlatıldığı kısım, pasif korunma tedbirlerinin ne derece geniş bir alana nüfuz ettiğini ve toplumun tümünü etkileyebileceğini göstermektedir. Talimatnamede evlerde alınacak önlemlerin gerekliliği ve bunların neler olduğu ayrıntılı bir şekilde açıklanmıştır: Burada teşkilat birliklerinin en küçüğü olarak tanımlanan aile, hava saldırısına uğrayacak toplumun korunma faaliyetinin temeli olarak görülmüştür. Şehir ve kasabalarda çıkacak yüzlerce yangının yalnızca belediyeye ait itfaiye ekipleri tarafından söndürülmesi mümkün görünmemektedir. Bu nedenle yangın yerinde bulunacak kimselerin ne yapılması gerektiğini bilmeleri önemlidir. Benzer şekilde, ilkyardım ve sağlık ekiplerinin de yüzlerce kişilik yaralılara ve zehirli gaza maruz kalmış kişilere aynı anda yardımcı olması mümkün değildir. Hâlbuki bu kişiler için ilkyardım, yaşamlarına devam edebilmeleri için hayati

24 Birinci Dünya Savaşı sırasında da muharip devletler, düşman ordularına uçaklar aracılığıyla propaganda kâğıtları atarak maneviyatını bozmaya çalışmışlardır. Filistin Cephesinde İngilizlerin gerçekleştirdiği bir “psikolojik harekât” için bkz. Umut Karabulut, “Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlerin Psikolojik Bir Harekâtı: Sahte Tanin Nüshaları”, Atatürk Yolu, C.IV, S.54. 25 Hava Taarruzlarına Karşı Pasif Korunma Talimatnamesi, s.s.1-2. 26 Ulus, 6 Eylül 1939, s.2. 207 Umut KARABULUT ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

önem taşımaktadır. Ayrıca hükümetin, toplumun ihtiyacı olan sığınakları yaptırması ve herkese gaz maskesi vermesi de mümkün değildir. Bu nedenle bireysel ve ailece korunma tedbirlerinin bilinmesi ve buna göre önlemler alınması toplumun başlıca vazifelerinden biri olarak görülmüştür27. Görüleceği üzere pasif güvenlik tedbirlerinin alınması ve uygulanması işinde topluma da büyük görevler düşmektedir. Sivil savunma kavramının açık bir şekilde gündeme geldiği bu yapılanma uyarınca çok geçmeden, olası bir hava saldırısı esnasında sivil halk içerisinden görev alacakların listesinin belirlenmesi düşünülmüştür. Pasif Korunma Talimatnamesi uyarınca oluşacak itfaiye, sıhhi imdat ve zehirli gaz ekiplerinde çalışmak üzere yalnızca İstanbul’da 10.000 kişinin görevlendirileceği, bunların 46-47 yaşlarındaki kişiler arasından seçileceği duyurulmuştur28. Görev alacak kişilerin seçiminde kaymakamlıklar, polis vasıtasıyla belirleyici olacaklardır. İtfaiye hizmetinde çalışacak olanlar itfaiye emrine verilecek, sıhhi imdat ve zehirli gaz bölümlerinde görev alacaklar ise sıhhiye müdürlüklerinde oluşacak şefliklere bağlı olarak çalışacaklardır29. Ayrıca resmi ve özel büyük müesseseler de hava korunma heyetleri oluşturacak, bu heyetlerin amirleri ve yardımcı irtibat ile gözetleme grupları bulunacaktır. Ev ve apartmanların büyüklüğüne ve içinde oturanların miktarına göre, yangın söndürme ve hastabakıcı servisi teşkilatı yapmak mecburi olacaktır. Apartmanlarda bu işi idare etmek için bir veya iki kişi amir olarak tayin edilecektir30. İlerleyen günlerde tadile uğrayacak olan talimatnamede en önemli değişiklik kadınların da talimatname uyarınca görev almaları olmuştur. Buna göre yalnız müessese ve ev dâhilinde vazife alacak olan kadınların görev alacakları işler kapsamında bilgilendirilmelerine başlanmıştır31. Bu esnada olası bir seferberlik halinde tahliyeye tabi tutulacak binaların tespitine de başlanmıştır32. Bir süre sonra, büyük müesseselerle apartmanlarda alınacak tedbirler hakkında muhataplarına tebligatlar yapılmış ve bunlara verilen cevaplar uyarınca kontrollere başlanmıştır33. Savaşın başlamasını takip eden birkaç hafta içerisinde İstanbul şehri için 46-47 yaşlarında olması öngörülen 10.000 kişilik pasif korunma teşkilatının adedi 8.000’e düşürülmüş ve seçilenlerin yaş aralığı da 60-61’e yükseltilmiştir34. Bu kişilerin isim tespitinin Eylül ayının sonuna dek tamamlanması öngörülmüştür35. Pasif korunma ekibinin yaş ortalamasının yükseltilmesinin nedeni muhtemelen seferberlik anında çok fazla miktarda askere ihtiyaç duyulması ve etken nüfusun önemli bir kısmının askere çağırılmasıyla ilgilidir. 27 Ulus, 6 Eylül 1939, s.2. 28 Ulus,12 Eylül 1939, s.5; Cumhuriyet, 12 Eylül 1939, s.2. 29 Tan, 14 Kasım 1939, s.5. 30 Cumhuriyet, 12 Eylül 1939, s.2. 31 Tan, 14 Kasım 1939, s.5. 32 Ulus,12 Eylül 1939. 33 Cumhuriyet, 6 Ekim 1939, s.2. 34 Cumhuriyet, 13 Kasım 1939, s.2. 35 Cumhuriyet, 24 Eylül 1939, s.2. 208 Davetsiz Misafiri Beklerken İkinci Dünya Savaşı Türkiyesi’nde... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Bu ekiplerde görev alan kişiler öncelikle bulundukları kazalardaki doktorlar tarafından muayeneleri yapıldıktan sonra sıhhi yardım, gaz temizleme, itfaiye ve inhidam (çökme) ekipleri olarak ayrılmışlardır36. Ekiplerin çalışma prensipleri ise şu şekilde belirlenmiştir; İtfaiye ekiplerine ayrılanlar, kendi kazalarındaki itfaiye gruplarında talim görecekler, sıhhi yardım ekipleri ise kazalarındaki doktorların yanında açılacak kurslara devam edeceklerdir. Bu ekipler içerisinde en zor görev, daha önce hiç tecrübe edilmediği için gaz arama ve gaz temizleme ekiplerine düşmektedir. Bu ekipler için Eminönü’nde bir kurs açılacak ve burada yeni yöntemlere göre gaz arama ve temizleme usulleri gösterilecektir37. Ekiplerin oluşmasıyla birlikte bunların hangi koşullar göz önünde tutularak seçildikleri, hangi alanlarda faaliyet gösterecekleri ve ne tür eğitimlere tabi tutulacakları da açıklanmıştır. Milli Müdafaa ve Sıhhiye Vekâletleri tarafından ortaklaşa hazırlanan “Bedeni Kabiliyet Talimatnamesi”, ekiplerde çalışacak kişilerde aranan fiziki özellikler konusunda fikir vermektedir. Ekiplerde gözetleyici olarak çalışacakların her iki görme derecesi tam olacaktır. Yardımcı polisler 21-58 yaşları arasında sağlam, dinç, soğukkanlı ve becerikli olanlardan seçileceklerdir. Yardımcı itfaiye grupları sağlıklı, 18-59 yaş aralığındaki kişilerden oluşacaktır. Bu kişilerin ya her iki gözü de tam görme yetisine sahip olmalı ya da bir gözü tam diğeri ise en az ½ düzeyinde görüyor olmalıdır. Ayrıca kesel, varis, idrosel ve fıtık gibi rahatsızlıkları bulunmayacaktır. Gözkapaklarında, gözyaşı yollarında bir rahatsızlık bulunmayacaktır. Ancak ev itfaiyesinde hizmet alacak erkek veya kadınların işi başarabilecek kabiliyette olmaları yeterlidir. Gaz arama ve temizleme ekipleri ise 18-60 yaşlar arasında bulunanlardan seçilecektir. Burada öncelikle dikkat edilecek husus, kalp ve ciğer hastalıklarının bulunmamasıdır. Ayrıca gaz temizleyicilerin deri, kalp ve ciğer hastalıkları da olmamalıdır. Bu ekiplere burunları iyi koku alan dayanıklı kişilerin seçileceği belirtilmiştir. Enkaz kaldırma ve can kurtarma ekiplerinde çalışacaklar ise 18-60 yaşları arasında, sağlam, kuvvetli, soğukkanlı olmak gibi vasıflara sahip kişilerden seçilecektir38. Yılsonuna doğru bu kursların çeşitli merkezlerde faaliyete geçtiği ve pasif korunma hazırlıklarının büyük oranda tamamlandığı söylenebilir39. Devlet erkinin, savaşa karşı alınan önlemlerden, ne tür sonuçlar beklediğinin görülebilmesi adına, Hava Müdafaa Genel Komutanı Hüsnü Kılkış’ın Ankara halkına yönelik tavsiyelerini değerlendirmek önemlidir. Tatbikatların ve saklanmanın öneminden bahsettiği açıklamasında Kılkış, saldırıya hedef olabilecek şekilde açıkta durmamanın ve kapalı bir mekânda, örtü altında bulunmanın gerekliliğine vurgu yapmış ayrıca sığınak yapmanın

36 Cumhuriyet, 13 Kasım 1939, s.2. 37 Cumhuriyet, 13 Kasım 1939, s.2. 38 Cumhuriyet, 24 Eylül 1939, s.1. 39 Cumhuriyet, 7 Aralık 1939, s.2. 209 Umut KARABULUT ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) ve bu sığınakların evlerin alt ve bodrum katlarında bulundurulmasının önemini dile getirmiştir40. Hüsnü Kılkış’ın açıklama yaparken söylediği, “tedbirde kusur eden takdire bahane bulur” sözü dikkat çekicidir. Kılkış bu sözü söylerken devletin tüm toplumu koruyabilmek için yeterli önlemi alamayacağını, bu nedenle herkesin kendisinin ve ailesinin canını ve malını korumakla yükümlü olduğunu söylemiştir41. Kılkış’ın söylediği atasözüne bakarak bir gerçeklik ve itiraftan bahsettiği düşünülebilir. Modern devlet yapısında devlet aygıtının toplumun tümünün güvenliğinden sorumlu oluşu bir yana, bunun savaş ortamında ne derece gerçekleştirilebileceği de ayrı bir tartışma konusudur. 1939 Türkiye’si düşünüldüğünde, devletin tüm toplumu koruyacak derecede zengin ve güçlü olmadığı bir gerçektir. Nitekim Kılkış’ın atasözüyle açıklamak istediği bu gerçeğin bir başka ifadesidir. Ancak bunu bir itiraf şeklinde değil, önlem almadığı takdirde başına geleceklerden vatandaşı sorumlu tutar bir ifadeyle söylemesi, savaş döneminin psikolojik unsurları içerisinde devleti güçsüz göstermek istemeyişiyle açıklanabilir. Konuşmasının devamında Kılkış, siper sahibi olmanın öneminden ve bir siperin ne şekilde olması gerektiğinden bahsederek herkesin sığınak sahibi olması gerektiğini vurgulamıştır. Olası bir hava saldırısında toplumun en çok çekindiği saldırı türü olan gaz bombaları ile ilgili de açıklamalarda bulunmuştur. Toplumun, zehirli gazlara karşı önlem almanın mümkün olmadığına inandığını, ancak bunun doğru olmadığını belirterek, devletlerin zehirli gazlardan çok fazla üretme imkânına sahip olmadıklarını, düşen her bombadan yayılan dumanın zehirli gaz sanılmaması gerektiğini, gerekli tedbirler alınırsa bunlara karşı da korunmanın mümkün olduğunu vurgulamıştır. Konuşmasının devamında da zehirli gazların girebileceği tüm kapı ve pencerelerin sızdırmayacak bir şekilde kapatılmasının öneminden bahsetmiştir. Yangın bombalarının tahrip gücüne karşı da gerektiğinden fazla endişe edildiğini, bunların birçoğunun etki gücü çok fazla olmayan bir veya iki kiloluk bombalar olduğunu, üstüne kum veya toprak dökerek düştüğü yerdeki yangının söndürülmesi gerektiğini açıklamıştır42. Kılkış’ın bu açıklamasının savaş atmosferinde psikolojik bir rahatlık sağlamaya yönelik yönlerinin olduğu açıktır. Çünkü İkinci Dünya Savaşı boyunca kullanılan bombaların imha gücü düşünüldüğünde Kılkış’ın iyimser bir hava yaratmak istediği açıkça görülür. Devlet, bombaların etkisi karşısında umarsızca beklememeleri gereğine vurgu yaparak toplumu savaşa hazır tutmak istemiştir. Ülke içerisinde alınacak önlemlerin somutlaşmasının ardından bu önlemleri hayata geçirmek ve sağlıklı bir şekilde yürütülmesini sağlamak amacıyla uygulamalara geçilmiştir. Özellikle okullarda pasif korunma işi için ayrı bir gayret sarf edildiği, ilk ve orta dereceli okullarla yükseköğretimdeki

40 Ulus, 19 Eylül 1939, s.2. 41 Ulus, 19 Eylül 1939, s.2. 42 Ulus, 19 Eylül 1939, s.2. 210 Davetsiz Misafiri Beklerken İkinci Dünya Savaşı Türkiyesi’nde... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

öğrencilerin korunması için önlemlerin alındığı görülmüştür. Üniversitede pasif korunma işleri ile uğraşmak üzere bir komisyonun faaliyete geçmesinin yanı sıra43, ilk ve orta dereceli okullarda da her okulun idaresinin pasif korunma için kendi bünyesinde teşkilatlanmaya gittiği görülmüştür44. İlk ve orta dereceli okullar için gözetilen en hassas konunun zehirlenmeye karşı önlemler olduğu dikkati çekmektedir. Ekim ayının başında İstanbul şehri için Maarif Müdürlüğünde, ortaokul, lise, sanat okulları, öğretmen okulları, yabancı ve azınlık okullarının müdür yardımcılarının katıldıkları bir toplantı gerçekleşmiştir45. Bu toplantıda alınan kararlar uyarınca her okulda pasif korunma ekipleri oluşturulacak ve bu ekipler öğretmen ve idarecilerle 15 yaşından büyük öğrencilerden kurulacaktır. Bunun dışında tüm öğrenciler birer gaz maskesi temin edeceklerdir46. Birden fazla çocuğu öğrenci olan ailelerin maske temini konusunda maddi sıkıntı yaşamaları ihtimaline karşın maskelerin aylık cüzi miktarlardaki taksitler halinde temin edilmesi düşünülmüştür47. Sonraki süreçte hükümet, gaz bombalarını daha ciddi ele almış olacak ki, memurların da maske almalarına yönelik bir genelge yayınlamıştır. Burada bir rakamın da telaffuz edildiği ve maskelerin üç taksitte ödenmek kaydıyla altı lira karşılığında temin edilebileceği duyurulmuştur48. Ancak yoksul durumdaki veliler aynı uygulamaya tabi tutulmayıp kendilerine kolaylık sağlanmıştır. Seferberlik Müdüriyeti, Türkiye’de maske satma tekelini elinde bulunduran Kızılay kurumu ile irtibata geçerek ekonomik durumu uygun olmayan ailelerden, ayda 50 kuruş almak kaydıyla maske temin edilmesi konusunda anlaşmaya varmıştır49. Okul idareleri ise gerek okul içi, gerekse de okulun çevresinde meskûn halde bulunan vatandaşların korunabilmeleri adına ne tür önlemlerin gerekeceği konusunda konferanslar ve dersler tertip etmişlerdir. İlk ve orta dereceli her okul yaptıkları hazırlıklara dair raporlarını Maarif Müdürlüğüne iletmişlerdir 50. Zehirli gazlardan korunmak için alınan önlemler yalnızca öğrenci ve memurlara maske dağıtımıyla sınırlı kalmamıştır. Büyük şehirlerde hava saldırısı sırasında faaliyet gösterecek kişilere yönelik ilk yardım51 ve zehirli gaz kurslarının düzenlenmesi için bir takım organizasyonlara gidilmiş, bu kursları düzenli olarak takip edenlere sertifika verilmesi kararlaştırılmıştır52. Ayrıca gaz depolarının korunabilmesi için de önlemler düşünülmüştür. Örneğin İstanbul şehrindeki gaz, benzin ve sıvı yakacak depolarının korunaklı yerlere kaldırılması kararlaştırılmıştır. Bunun için yapılacak toplantıda işin uzmanı olan sivil, asker

43 Cumhuriyet, 10 Eylül 1939, s.2. 44 Cumhuriyet, 19 Kasım 1939, s.2. 45 Tan, 4 Ekim 1939, s. 2; Cumhuriyet, 5 Ekim 1939, s.2. 46 Cumhuriyet, 7 Ekim 1939, s.2. 47 Cumhuriyet, 12 Ekim 1939, s.2. 48 Tan, 13 Aralık 1939, s.2. 49 Tan, 13 Aralık 1939, s.2. 50 Tan, 5 Ekim 1939, s.2. 51 Tan, 20 Aralık 1939, s.2. 52 Ulus, 19 Eylül 1939, s.5; Ulus, 20 Eylül 1939, s.5; Cumhuriyet, 5 Ekim 1939, s.2. 211 Umut KARABULUT ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) ve mühendislerin katılımı karara bağlanmış ve Boğazın Anadolu sahilinden başlanarak Çubuklu ile Paşabahçe ve Beykoz ile Anadolu Kavağı arasındaki büyük gaz ve benzin depolarının korunaklı bölgelere nakli gündeme gelmiştir. Ayrıca hava gazı fabrikalarındaki depoların toprak altına inşası ile Türk Petrolün Kuruçeşme’deki deposunun kaldırılması planlanmıştır53.

2. Pasif Güvenlik Önlemlerinin Bir Pratiği: Siperler ve Sığınaklar

İkinci Dünya Savaşı’nın ilk günlerinde Türkiye’deki büyük şehirlerde hummalı bir faaliyetin gerçekleştiği açıktır. Siper ve sığınak inşası bu faaliyetin en önemli unsurlarındandır. Bu önlemlerin gerektiği şekilde alınabilmesi için hükümet yetkilileri toplumu yönlendirici bir takım faaliyetlerde bulunmuşlar ve ideal siper ve sığınağın nasıl inşa edileceği konusunda kamuoyunu bilgilendirmek istemişlerdir. Ancak görüldüğü kadarıyla Türkiye’deki savaş pratiği, ideal bir savunma mekanizmasının nasıl yaratılacağı konusunda yeterince bilgi sahibi olmadığından bu konudaki bilgilendirmeyi de yabancı kaynaklara dayanarak gerçekleştirmişlerdir. Fransız Le Journal dergisinden yapılan bir alıntıyı makale halinde sunan Ulus gazetesi, ideal bir siperin nasıl kazılacağı konusunda yol gösterici olmuştur. Buna göre iki siper tipi vardır. Bunlardan ilki daimi siperler, ikincisi ise alelacele kazılan geçici siperlerdir. Daha sağlam ve bir defa inşa edildikten sonra muhafaza edilmesi kolay olan siper tipleri daimi siperlerdir. Ancak bunların inşası zordur ve uygun edevat gerektirir. Daimi siperler yaklaşık 2 metre derinlikte ve dibine doğru daralan bir şekilde inşa edilip çevresi tellerle kaplandıktan sonra 4 santim beton kalınlıkla kuşatılacaktır. Üstü ise 6 santim betonarme kapakla örtülecektir. Siperin içerisine zehirli gazların girmesini önlemek için kapağın metaline tahta bir çerçeve takılıp üzerine karbonatlı suya batırılmış kalın bir dokuma perde kaplanması faydalı görülmüştür54. Geçici siperler ise inşası basit ve pratik oldukları için daimi siperlere göre belli bir avantaja sahiptir. İnşasında beton kullanıl(a)mayacağı için siperi kazarken çıkarılan toprak iki yana atılarak 50 santim yüksekliğinde birer tümsek oluşturulmalıdır. Yarım metre yüksekliğindeki tümseklerin, bomba tesirine karşı yeterli koruma sağlayacağı düşünülmüştür. Bu siperin bir diğer özelliği, saldırı anında veya öncesinde alelacele inşa edileceği için ideal bir biçiminin olamayacağıdır. Bu nedenle eğer vakit kalırsa üzeri tahta kalaslar ve onun üzeri de bir çuvalla örtülmelidir. Bu tip siperlerin zehirli gazlara karşı koruyabilmesi için, arazinin yüksek ve havadar tarafına inşası gerekli görülmüştür55. Siper inşasında yol göstericilik yapmak için hükümetin gerçekleştirdiği bir diğer eylem, toplumsal mekânlarda örnek siperler inşa etmek olmuştur. Evlerin bahçelerinde veya müsait yerlerde halk tarafından kazdırılacak siperlere örnek olsun diye gösterilen bu siperler Ankara’nın muhtelif semtlerinde kazdırılmış 53 Tan, 13 Aralık 1939, s.2. 54 Ulus, 4 Ekim 1939, s.4. 55 Ulus, 4 Ekim 1939, s.4. 212 Davetsiz Misafiri Beklerken İkinci Dünya Savaşı Türkiyesi’nde... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) ve topluma sunulmuştur. Ulus gazetesinde yer alan bir uyarıda bu siperlerin toplumun menfaati için yaptırıldığı ve kimsenin bahçesinde bu tip siperler kazmaya zorlanmayacağı açıklanmıştır56. Şu halde toplumun savaş psikolojisi içerisinde bir tereddüt ve ürkeklik halinde olduğu ve devlet aygıtı ile olan iletişiminde bir takım aksaklıkların olabileceği göz önünde bulundurulmuş ve devletin toplumun menfaatine yönelik bir hareket içerisinde olduğu ve savunma konusunda herhangi bir zorlamaya gidilmeyeceği açıklanmıştır. Bu açıklamaya duyulan gereksinimin bir diğer nedeni ise Ulus gazetesinin bu uyarıyı yaptığı dönemde peşi sıra yayınlanan çeşitli talimatnameler olsa gerekir. Toplum, yeni yayınlanan talimatnameler gereği nasıl davranacağını henüz tam olarak benimsememişken yeni bir devlet organizasyonuyla karşılaştığında bunun bir talimatname hükmü olup olmadığı konusunda tereddütte kalması o dönemin şartları göz önüne alındığında normal olsa gerekir. Hükümetin toplumdan beklentisi siper inşasını zorunlu kılma yönünde olmasa da, apartman veya evlerde saklanabilmek için muhafazalı mahaller oluşturulması talep edilmiştir57. Siper kazma işi toplumsal bir zorunluluk arz etmediği için bu işi hükümet üstlenmiş ve belli mekânlarda siperler kazılmıştır. Alınan karar uyarınca pasif korunma mecburiyetine dâhil şehir ve kasabalarda, saldırı anında kaçmaya müsait alanlara korunma siperleri yaptırılmasına karar verilmiştir58. Bu nedenle şehirlerdeki ahşap evlerde meskûn olup bahçe ve arazi gibi siper kazmaya müsait yeri olmayanların hava saldırısından yeteri derecede korunamayacağı düşünülerek bu kişilere, uygun yerlerde arazi gösterilmesi bildirilmiştir59. Birey ve grupların korunmasına yönelik siperlerin dışında hükümet yetkililerinin önem verdiği bir başka korunma usulü de sığınak inşası olmuştur. İkinci Dünya Savaşı’nın başladığı günlerde Türkiye’deki büyük şehirlerde toplu sığınakların henüz yapılmadığı ve mevcut yerler içerisinde de sığınak olmaya müsait mekânların sayısının çok az olduğu söylenebilir60. Bu konuyla ilgili olarak düşünülen formül, sığınak olmaya müsait az sayıdaki alanlardan yararlanmak olmuştur. Bu nedenle bazı camilerin ve eski binaların altında bulunan doğal sığınaklardan yararlanabilmek amacıyla araştırmalara başlanmıştır. İstanbul’da, Beşiktaş’la Yıldız arasındaki mahzenin bütün İstanbul şehri memurlarını muhafaza edecek kadar geniş olduğu anlaşılmış, sadece az bir masrafla bazı menfezler açarak burasının sığınak haline gelebileceği düşünülmüştür61. Bunun dışında İstanbul şehrinde nüfusun daha yoğun olduğu Beyoğlu, Fatih ve Eminönü kazalarında dörder, diğer kazalarda ikişer sığınak inşası karara bağlanmıştır. Sığınakların masrafları Belediye tarafından ödenecek bunun yanı sıra hükümette mali yardımda bulunacaktır62. 56 Ulus, 13 Eylül 1939, s.3. 57 Ulus, 9 Eylül 1939, s.2. 58 Ulus, 19 Eylül 1939, s.5. 59 Tan, 14 Kasım 1939, s.5. 60 Ulus, 9 Eylül 1939, s.2. 61 Tan, 18 Kasım 1939, s.2; Tan, 29 Kasım 1939, s.2. 62 Tan, 29 Kasım 1939, s.2; Cumhuriyet, 7 Aralık 1939, s.2. 213 Umut KARABULUT ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

3. Tatbikatlar: Bir Hava Saldırısı Nasıl Savunulur?

Hava saldırılarına karşı örgütlenme ve iş dağılımı gerçekleştikten sonra olası bir saldırı anında nasıl hareket edileceğine dair pratiklerin kazanılması adına tatbikatlar gündeme gelmiştir. Savaş dönemlerinin bir gerçeği ve olmazsa olmazı niteliğindeki tatbikatların özellikle bombalanma ihtimali yüksek büyük şehirlerde özel bir önemle yürütüldüğü görülmüştür. İstanbul ve Ankara başta olmak üzere bir saldırı halinde hava saldırısına uğrama ihtimali en yüksek olan büyük şehirlerden başlayarak çeşitli tatbikatların yapılacağı kamuoyuna duyurulmuştur63. Bunun için her ildeki ilgili makamlar Hava Taarruzlarına Karşı Pasif Korunma Talimatnamesi’nin ailenin ve bireyin korunmasıyla ilgili hükümlerini gazeteler ve çeşitli broşürler aracılığıyla kamuoyuna duyurmuşlardır. 200.000 nüsha olarak hazırlanan broşürler aracılığıyla, zehirli gazlar ve yangın anında uygulanacak ilk yardım ile bahçe ve arazilerde yapılacak sığınaklar için model tipleri ile ilgili bilgiler verilmiştir64. 15 yaşını bitiren ve 60 yaşını doldurmayan herkes, hava taarruzlarına karşı korunma kanununun hükümlerine tabi olup havadan korunma derslerine ve talimlerine katılmaya ve pasif korunma oluşumlarında görev almaya mecbur kılınmıştır. Bu hükümler uyarınca her aile; pasif korunma bakımından verilecek emirleri uygulama, maske, sığınak ve siper temin etme, yangına karşı ilk yardım tedbirleri alma, ışıkların söndürülmesi ve karartılması için gerekli tedbirleri alma ve yiyecek maddelerini zehirli gazdan koruma adına gerekli önlemleri almakla mükelleftir65. İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasının ardından bombalanma tehlikesinin daha gerçekçi bir hal almasıyla birlikte tatbikatların gerçekleştiği görülmüştür. Hükümet yetkilileri, ilk olarak oluşturulan ekiplerin savaş ortamına ne derece hazır hale geldiklerini görmek istemiş, bu nedenle Ankara şehrindeki hipodrom alanında, halkın katılımına kapalı bir tatbikat gerçekleştirilmiştir66. Bunun üzerinden çok geçmeden, daha geniş çaplı ve halkın da katılımının sağlandığı bir tatbikat planlanmıştır. Eylül ayının başında Ankara halkına, günü ve saati açıklanmaksızın bir tatbikatın gerçekleştirileceği ve bu esnada halkın ne şekilde davranacağı broşürlerle duyurulmuştur. Tatbikat uyarınca şehrin muhtelif yerlerine yangın, gaz ve tahrip bombaları atılacak, hazırlıklarını tamamlamış haldeki resmi kurumlar kendi teşkilatlarıyla saldırının etkisini önleyecek, bunda başarılı olamazlarsa korunma teşkilatlarından yardım isteyeceklerdir. Saldırı anında açıkta bulunanların sığınması için şehrin çeşitli yerleri belirlenmiş ve bu yerler “sığınak” işaretiyle halka gösterilmiştir67.

63 Ulus, 12 Eylül 1939, s.2. 64 Tan, 29 Kasım 1939, s.2. 65 Ulus, 12 Eylül 1939, s.2. 66 Cumhuriyet, 12 Eylül 1939, s.3. 67 Ulus, 9 Eylül 1939, s.2; Ulus, 18 Eylül 1939, s.2. 214 Davetsiz Misafiri Beklerken İkinci Dünya Savaşı Türkiyesi’nde... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) Nihayet, beklenen tatbikat Eylül’ün 18’inde, saat 09.45’te alarm düdüklerinin çalmasıyla beraber başlamıştır. Resmi dairlerdeki tüm memurlar alt katlardaki sığınaklara dolmuşlar, evlerdeki halk ise evin en ücra odasına sığınmıştır. Tatbikatı cadde, sokak ve meydanlarda karşılayanlar ise önceden çeşitli tabela ve levhalarla yönlendirmesi yapılan sığınaklara kaçışmışlardır. Tatbikat uçaklarının görünmesinden önce şehir adeta “hayalet kasaba” görünümüne bürünmüştür. Eskişehir istikametinden on dört taarruz uçağı Ulus Meydanı ve Samanpazarı üzerinden geçerek şehrin çeşitli mekânlarına gaz, yangın ve tahrip bombaları atmışlardır. Uçakların uzaklaşmasının ardından yetkililer görev alanlarına koşarak bazı yerleri iperitliymişcesine (hardal gazı) temizlemiş, başkaları ise yangın ve çökme olan bölgelere koşmuşlardır. Saat 11.00 sularında tehlikenin geçtiğini bildiren ikinci bir siren sesi duyulmuş ve halk tekrar günlük rutinine dönmüştür. Tatbikatın sonuçlanmasının ardından Başbakan Refik Saydam ve İçişleri Bakanı Faik Öztrak’ın da bulunduğu bir heyet tatbikat sahasında incelemelerde bulunmuşlardır68. İkinci Dünya savaşının başladığı 1939 Eylül’ünde savaşın yangını henüz tüm dünyayı sarmamıştır. Dolayısıyla sonuçları ve ne dereceye dek yıkıcı olabileceği konusunda fikir üretmek mümkün değildir. Bugünden geriye bakıldığında yapılan bu tatbikatlarda alınan önlemlere bakıp, bunların gerçek bir savaş ortamında Türkiye’yi yeterince korumaya olanak sağlamayacağı iddia edilebilir. Ancak ister savaş şartları içerisinde toplumu psikolojik olarak motive etmek için olsun, isterse de savaşın yıkıcı boyutları hesaplanamamış; gerçekleştirilen tatbikatın başarılı olduğu yönünde haberler basında sütunları süslemiştir. Şu halde tatbikatın nasıl karşılandığı ve kamuoyunun bir kesiminde yarattığı etki açısından basında yer alan bazı değerlendirmelere göz atmak yerinde olacaktır. Tatbikatı yakından takip eden Ulus gazetesi muhabirinin aktardıkları, tatbikatın toplumun gözüyle nasıl izlendiğini göstermesi bakımından önemlidir69: “Birkaç gün evvelinden beri böyle bir günde ne yapmak lazım geldiği hakkında halka bilgi verilmişti. Alarm işareti verilir verilmez görüldü ki Ankaralılar beyannameleri yalnız okumakla kalmamış, belki ezberlemişlerdi. Koca meydan demin dopdolu idi. Bir anda bomboş kaldı. Yakınlardaki sığınaklar el işaretiyle gösterilmişti. Vazife sahibi maskeli polisler, halkın telaşsız, fakat ciddi olan bu dağılışına yardım ediyorlardı…” Muhabirin yazdıklarına bakılırsa halk tatbikatı gayet ciddi bir eylem olarak karşılamış ve üzerine düşeni yapmıştır. Bunun nedeni belki de tatbikatın gerçekten inandırıcı bir şekilde gerçekleşmiş olmasında yatar. Uçakların şehrin üzerinde uçtuğu anda yarattığı etkinin derecesini yine Ulus muhabiri açıklamaktadır70: “…Uzaklardan ve yükseklerden bir homurtu duyuyoruz. İçimizde, bu gelenlerin Türk tayyaresi olduğunu unutacak kadar saf kimse yoktu, fakat dizlerimizin titrediğini hissediyor ve sımsıkı kapalı pencerenin ardına korka 68 Ulus, 19 Eylül 1939, s.1; Tan, 19 Eylül 1939, s.3; Cumhuriyet, 12 Eylül 1939, s.3. 69 Ulus, 19 Eylül 1939, s.1. 70 Ulus, 19 Eylül 1939, s.1. 215 Umut KARABULUT ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) korka yanaşıyoruz. Eskişehir istikametinden düşman tayyareleri geliyor. Bir filo, bir filo daha, bir filo daha. Tam 14 tayyare… Gene uzaklardan bu homurtuyu kesen sesler geliyor kulaklarımıza. Bunlar tayyare dafi topları ve makineli tüfeklerdir. Ve şu dakikada hükümet merkezimizin yüksek yerlerindeki kuvvetlerimizle, Eskişehir istikametinden bastıran tayyareler arasında şiddetli bir muharebe açılmıştır. Yukarıdan aşağıya renkler vererek havaya yayılan bombalar atılıyor, aşağıdan bu babil kuşlarına renksiz mermiler havale olunuyor. Hakikatte bu endişeli sesler, Türk tayyareleriyle Türk topçularının, sesli, samimi bir silahlaşmasından başka bir şey değildir.” Şüphesiz ki Ulus gazetesinin muhabiri tatbikatı yakından izlemekle görevlendirilmiş ve genelde olayların tam merkezinde yer almıştır. Bu nedenle kendisinin yaşadığı hislerin Ankara halkının geneline nüfuz ettiğini iddia etmek mümkün değildir. Yine de savaşın psikolojik atmosferi ve ülkenin bombalanma ihtimali düşünüldüğünde tatbikatın toplum tarafından yüksek bir ilgi ve ciddiyetle takip edildiği söylenebilir. Tatbikatın etkisi sadece Ankara şehriyle de sınırlı olmamıştır. Radyo ve gazeteler aracılığıyla ülke geneline duyurulan tatbikatı, İstanbul’da yayın yapan Tan gazetesi yazarlarından Burhan Felek “Şakadan Hava Hücumu” başlıklı yazısında mizahi bir şekilde değerlendirmiştir71: “ - … Aman birader. Pazartesi günü öğleyin Ankara radyosunu açayım dedim. Bir de ne işiteyim. Spiker mi diyorsunuz? Evet spiker. Ben ona ispiker diyorum. İşte o kadıncağız tatlı tatlı anlatıyor. Sıhhiye Vekâletinin merdivenine de bir bomba isabet ettiği için içerideki memurlar, pencerelerden ve muhtelif kurtarma vasıtaları ile tahlis edilmişlerdir… Yanlışın var. Böyle bir şey olsa biz duyardık. Bırak da lafımı bitireyim. Bir çeyrek heyecanlı heyecanlı bütün bu tafsilatı dinledikten sonra bunun sadece bir manevranın hikâyesi olduğunu anladım ama ben de, hapı yuttum. Şimdi bu münasebetle radyo idaresine yazıver. Bu gibi hikâyeleri o kadar hakiki şekilde anlatıyorlar ki adamın yüreğini ağzına getiriyorlar.” Tatbikatlar gerçekleştirilirken, olası bir hava taarruzunun yalnızca gündüz saatlerinde ve Ankara şehrine yönelik gerçekleşmeyeceği de göz önünde tutulmuştur. Bu nedenle gece tatbikatları gerçekleştirildiği gibi72 İstanbul ve İzmir şehirleri gibi bombalanma ihtimaline açık başka yerlerde de tatbikatlar yapılmıştır73. Tatbikatların gerçekçiliği ve başarıları konusunda çeşitli veriler sunulabilir. Nitekim iktidarın yayın organı durumundaki Ulus gazetesi,

71 B. Felek, “Şakadan Hava Hücumu”, Tan, 20 Eylül 1939, s.3, s.7. 72 Ulus, 25 Eylül 1939, s.2; Ulus, 28 Eylül 1939, s.1, s.4. 73 Ulus, 17 Ekim 1939, s.2. 216 Davetsiz Misafiri Beklerken İkinci Dünya Savaşı Türkiyesi’nde... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Ankara’da gerçekleşen gece tatbikatına yönelik bir haberde, tüm ışıkların çok güzel maskelendiğinden bahsederek dışarıya hiç ışık sızmadığını ve tüm araçların da ışıklarını söndürdükleri söylemiştir74. Buna karşın Tan gazetesi, aynı tatbikatın başarısızlıkla sonuçlandığını, nakil vasıtalarının ışıklarını yaktığını ve polis merkezleri ve ilk yardım yerlerinin de ışık sızdırdığını belirtmiştir. Hatta Tan gazetesine göre bu başarısızlık nedeniyle pasif korunmada yeni tedbirlere gidilmesi kararı alınmıştır75. Görüldüğü gibi yorumlar çeşitlidir. Hükümet, toplumu endişeye sevk etmemek gayesiyle yeterli önlemlerin alındığı yönünde yayınlar yapsa da gerçeğin böyle olmadığı iddiaları mevcuttur. Ancak Türkiye’nin savaşa girmeyişi, yapılan hazırlıkların ne derece etkili olduğu konusunda bir soru işareti bırakmıştır. Toplumu savaşa hazırlamak adına gerçekleştirilen eylemlerin bir diğeri, olası bir hava saldırısında kullanılacak bomba tiplerinin tanıtılması olmuştur. Yangın, tahrip ve gaz bombalarının her üçü de büyük şehirlerde, nüfusun yoğun olduğu semtlere yerleştirmiştir76. Ankara Pasif Korunma Komisyonunun organizasyonuyla İstanbul’dan getirtilen bombalar Ankara’da sergilenmek üzere şehrin işlek yerlerinden Ulus Meydanı, Emniyet Meydanı ve Samanpazarı’na konarak halkın seyrine sunulmuştur. Dolu halleri 1000 kilo olan bu bombaların sergilenmesiyle toplumun, hava tehlikesine karşı tavsiye edilen tedbirleri alacağı umulmuştur77. Ancak hükümetin beklentisine ters bir gelişme yaşanmış ve bombalar toplumda çaresizliğe yol açmıştır. Üzerlerinde yazan “1000 kilo” ifadesi üzerine yorum yapan Ankaralılar; “düştüğü yeri harabeye çevirir, taş üstünde taş bırakmaz” şeklinde değerlendirmelerde bulunmuşlardır78. Ulus gazetesi muhabirinin bu söylentilere şahit olması üzerine gazete, bu konuda bir bilgilendirme yapma ihtiyacı hissetmiştir79: “…Bunlar, bir şehre hücum eden tayyareler tarafından şehrin muhtelif yerlerine atılabilirler. Fakat tesir hudut ve şümulleri halkımızın gözünü korkuttuğu şekilde geniş değildir ve bunlara karşı alınacak tedbirler sayesinde adeta hiçe indirilebilirler.” Bu örnekte de görüleceği üzere savaş şartları içerisinde toplumsal organizasyonların gerçekleştirilmesi her zaman planlandığı şekilde yürümeyebilir. Barış dönemlerinde dahi bir devlet organizasyonunun toplumsal yapı tarafından aynen kabullenilmesi, devletin organizasyon gücü, dönemin şartları, toplumun içinde bulunduğu sosyo-ekonomik80 ve psikolojik faktörler ve daha birçok değişkene bağlı ve zor bir işken, savaş dönemlerinde bunun zorluğu bir kat daha artmaktadır.

74 Ulus, 28 Eylül 1939, s.1, s.4. 75 Tan, 1 Aralık 1939, s.2. 76 Ulus, 15 Eylül 1939, s.4. 77 Ulus, 17 Eylül 1939, s.4. 78 Ulus, 18 Eylül 1939, s.2. 79 Ulus, 18 Eylül 1939, s.2. 80 İkinci Dünya Savaşı Türkiye’sinde görülen iktisadi önlemler ve bunların topluma yansımaları konusundaki literatürün en önemli kaynaklarından biri olan, Cemil Koçak’ın yazdığı, Türkiye’de Milli Şef Dönemi (1938-1945), C.II, isimli çalışma fikir vericidir. Bkz. Cemil Koçak, Türkiye’de Milli Şef Dönemi (1938-1945), C.II, İletişim Yayınları, İstanbul, 1996. 217 Umut KARABULUT ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Sonuç

İkinci Dünya Savaşı’nın Türkiye’ye sıçrama ihtimali ile Türkiye’nin bu ihtimale hazırlanma pratiği arasında mutlak bir bağlantı vardır. Teorik bazda incelendiğinde Türkiye askeri ve sivil alanlarda kendi gücünün tüm imkânlarını kullanarak İkinci Dünya Savaşı’na hazırlanmaya çalışmıştır. Hazırlıkların yalnızca askeri önlemlerle sınırlı tutulmama nedeni, gelişen teknolojiye bağlı olarak savaşların yaratacağı etkinin yalnızca cephelerde değil, cephe gerisindeki sivil toplum üzerinde de kendisini hissettirmesiyle ilgilidir. Bu nedenle savaşın hemen öncesinde ve ilk aylarında alınan ve yukarıda değerlendirilen önlemler uyarınca pasif korunma tedbirleri gündeme gelmiş ve sivil veya cephe gerisindeki alanların korunması için çalışmalar yapılmıştır. Bu tedbirler değerlendirilirken bir durum dikkati çekmektedir. Ülke, açık bir hava saldırısı tehdidiyle yüzleşmesine karşın, işgale yönelik herhangi bir sivil savunma organizasyonuna rastlanmamaktadır. Bunun nedeni İkinci Dünya Savaşı boyunca görülecek işgallerin araştırma dönemimizi oluşturan 1939 ve 1940 yılları itibariyle henüz yaygınlaşmaması ve savaşın ülke sınırlarına henüz dayanmamış olmasıyla ilgili olabilir. Savaşın ilk döneminde Türkiye’nin aldığı önlemler teorik ve pratik bazda değerlendirilebilecek iki alana ayrılabilir. Çeşitli konularda yayınlanan kararnameler, talimatnameler ve nizamnameler teorik önlemler içerisinde değerlendirilebilir. Bunlara uygun olarak gerçekleştirilen önlemler ise işin pratik yönünü oluşturur. Pasif korunma uyarınca çeşitli ekiplerin oluşturulması, bunların talim ve kursları, korunmaya yönelik maskelerin dağıtılması, siper ve sığınak inşaları ve tatbikatlar, toplumu savaşa hazırlamak adına pratikte çalışmaları yapılmış önlemlerdendir. Pasif korunma uyarınca alınan önlemlerin iktidar tarafından başarılı ve yeterli görülüp görülmediği cevaplandırılması gereken bir sorudur. Ancak öncesinde bir gerçeklikten bahsetmek gerekir. İkinci Dünya Savaşı günümüzde hemen herkes tarafından bilinen yıkıcı etkisini gösterene dek, dünyanın herhangi bir coğrafyasında benzeri bir savaşın meydana gelmediğini hatırlatmalıyız. Bu olguyu göz önünde tutarak yapılacak bir değerlendirmede, alınan önlemlerin iktidar tarafından gerçekten başarılı ve yeterli geleceğinin düşünüldüğü savunulabilir. Ancak bunun ötesinde yapılabilecek bir değerlendirme daha vardır. Savaşın psikolojik atmosferi içerisinde devlet aygıtı kendi gücünü tartışmaya açmamak ve toplumla yürüttüğü altyapı ilişkilerini sağlıklı bir şekilde sürdürebilmek adına da bu önlemlerin yeterliliğini ve etkisini savunmuş olabilir. Nitekim başta hükümetin yayın organı niteliğindeki Ulus gazetesinde yayınlananlar olmak üzere birçok haber, hükümetin “muktedir” durumda oluşundan ve alınan önlemlerin yeterliliği ile başarısından söz etmiştir. Ancak bugünden geriye dönüp bakıldığında, Alman motorize birliklerinin ve 218 Davetsiz Misafiri Beklerken İkinci Dünya Savaşı Türkiyesi’nde... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) bombardıman uçakları Stukalar’ın taarruzuna karşın (o günlerde Türkiye’ye saldırma ihtimali olan ülke Almanya’dır) alınan önlemlerin yeterli gelmeyeceği de savunulabilir81. İkinci Dünya Savaşı Türkiye’sinin ilk dönemlerine bakıldığında alınan pasif güvenlik önlemlerinin düşündürdüğü bir başka konu, toplumun cephe gerisindeki savaşı aktif bir şekilde yaşadığı sonucudur. Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’na katılmamasına karşın sosyo-ekonomik etkilerini önemli ölçüde hissettiğinin kanıtlarından bir tanesi de toplum tarafından uygulanan pasif güvenlik önlemleri olmuştur. Bilhassa bombalanma ihtimali yüksek büyük şehirlerde alınan pasif güvenlik önlemleri şehirli toplumun İkinci Dünya Savaşı tehdidine daha yoğun maruz kaldığını ortaya koyar. Şu halde Türkiye’deki toplumsal yapının İkinci Dünya Savaşından önemli ölçüde etkilendiği bir gerçektir.

81 Savaş yıllarında Türkiye’de hissedilen Alman tehdidi için bkz. Selim Deringil, Denge Oyunu, İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’nin Dış Politikası, 3. bsk., Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2003. 219 Umut KARABULUT ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

KAYNAKÇA

I. Arşiv Kaynakları

Hava Taarruzlarına Karşı Işıkların Söndürülmesi ve Karartılması Hakkındaki Nizamname, Kararname No: 2/10346, T.C. Sıhhat ve İçtimaî Muavenet Vekâleti, Hudud ve Sahiller Sıhhat Umum Müdürlüğü, Receb Ulusoğlu Basımevi, Ankara, 1939. Hava Taarruzlarına Karşı Pasif Korunma Nizamnamesi, Kararname No: 2/10680, Genelkurmay Başkanlığı, Başvekâlet Neşriyat ve Müdevvenat Dairesi Müdürlüğü, Ankara, 1939. Hava Taarruzlarına Karşı Pasif Korunma Talimatnamesi, Çituris Biraderler Basımevi, İstanbul, 1939. Yapılarda Pasif Korunma Bakımından Tatbik Edilecek Esaslar ve Sığınaklar Nizamnamesi, Kararname No: 2/12571, Başvekâlet Neşriyat ve Müdevvenat Dairesi Müdürlüğü, Ankara, 1940.

II. Süreli Yayınlar

Cumhuriyet, Tan, Ulus.

III. Kitaplar

ARCAYÜREK, Cüneyt; İkinci Dünya Savaşı ve İki Cephede Türkiye, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, 2010. AKAR, Rıdvan, Aşkale Yolcuları, Varlık Vergisi ve Çalışma Kampları, Doğan Kitap, İstanbul, 2009. AKTAR, Ayhan, Varlık Vergisi ve Türkleştirme Politikaları, 10. bsk., İletişim Yayınları, İstanbul, 2010. ATTİLA, Cavide, Zehirli Gazlar, CHP Basımevi, Aydın, 1939. BALİ, N. Rıfat, Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri, Bir Türkleştirme Serüveni (1923-1945), 8. bsk., İletişim Yayınları, İstanbul, 2010.

220 Davetsiz Misafiri Beklerken İkinci Dünya Savaşı Türkiyesi’nde... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

DERİNGİL, Selim, Denge Oyunu, İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’nin Dış Politikası, 3. bsk., Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2003. KARABEKİR, Kazım, Ankara’da Savaş Rüzgârları, II. Dünya Savaşı, Emre Yayınları, İstanbul. KAYRA, Cahit, Savaş Türkiye Varlık Vergisi, 4. bsk., Tarihçi Kitabevi, İstanbul, 2013. KOÇAK, Cemil, Türkiye’de Milli Şef Dönemi (1938-1945), C.II, İletişim Yayınları, İstanbul, 1996. MUMCU, Uğur, 40’ların Cadı Kazanı, 20. bsk., Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı Yayınları, Ankara, 1998. Pasif Korunma Komisyonunun Halka Hava Tehlikesine Karşı Korunma Tavsiyeleri, Türkdili Matbaası, Balıkesir, 1939. Pasif Korunma, Bayındırlık Bakanlığı, Bayındırlık İşleri Dergisine Ek, Çankaya Matbaası, Ankara, 1939. SANDER, Oral; Siyasi Tarih 1918-1994, 9. bsk., İmge Kitabevi, Ankara, 2001. TEKELİ, İlkin- İLHAN, Selim; Dış Siyaseti ve Askeri Stratejileriyle İkinci Dünya Savaşı Türkiye’si, C.I, İletişim Yayınları, İstanbul, 2013. URAN, Hilmi; Meşrutiyet, Tek Parti, Çok Parti Hatıralarım (1908-1950), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2008.

IV. Makaleler

“Ankara’da Hava Hücumlarına Karşı Müdafaa Tedbirleri, Tayyareler Yangın Tahrip ve Gaz Bombaları Atacak”, s. 2. “Ankara’da Pasif Korunma Tecrübesi”, Cumhuriyet, 12 Eylül 1939, s. 3. “Bahçede Bir Sığınak Siper Nasıl Kazılır?”, Ulus, 4 Ekim 1939, s. 4. “Bombalar Halka Teşhir Ediliyor”, Ulus, 17 Eylül 1939, s. 4. “Dün Ankara’da Hava Hücumu Denemesi Yapıldı”, Tan, 19 Eylül 1939, s. 3 “Dün Ankara’daki Tecrübe Muvaffakiyetli Netice Verdi”, Ulus, 19 Eylül 1939, s. 1, “Dün İzmir Bir Hava Hücumuna Uğradı”, Ulus, 17 Ekim 1939, s. 2. “Dün Maarifte Yapılan Toplantı”, Cumhuriyet, 5 Ekim 1939, s. 2. “Evlerin Bahçelerinde Siperler Kazılacak”, Tan, 14 Kasım 1939, s. 5. “Gaz Depoları İçin Tedbir Alınıyor, Depolar Mahfuz Yerlere Kaldırılacak ve Maskelenecek”, Tan, 13 Aralık 1939, s. 2. “Halka Bombalar Gösterilecek”, Ulus, 15 Eylül 1939, s. 4. 221 Umut KARABULUT ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

“Halka Gösterilmek Üzere Numune Siperleri Kazıldı”, Ulus, 13 Eylül 1939, s. 3. “Hava Hücumlarına Karşı Umumi Sığınaklar İçin Tetkikatlar Yapılıyor”, Tan, 18 Kasım 1939, s. 2. “Hava Hücumuna Karşı Korunma, Ankara’daki Tecrübe Çok Muvaffakiyetle Neticelendi”, Ulus, 19 Eylül 1939, s. 1. “Hava Hücumuna Karşı Korunma, Ankara’daki Tecrübe Çok Muvaffakiyetle Neticelendi”, Ulus, 19 Eylül 1939, s. 1. “Hava Müdafaa Komutanının Ankara Halkına Tavsiyeleri, Müdafaada Ne Gibi Şartlar Altında ve Ne Gibi Tedbirlerle Muvaffak Oluruz”, Ulus, 19 Eylül 1939, s. 2. “Hava Taarruzlarına Karşı Pasif Müdafaa, Gece Tatbikatı”, 1 ve 4. “Hava Taarruzlarına Karşı Pasif Müdafaa, Gece Tatbikatı”, Ulus, 28 Eylül 1939, s. 1 ve 4. “Hava Taarruzlarından Pasif Korunma”, Ulus, 6 Eylül 1939, s. 2. “Hava Tehlikesi Ekipleri Kursları Başladı”, Tan, 20 Aralık 1939, s. 2. “İstanbul Pasif Korunma Teşkilatında 10.000 Kişi Tavzif Edilecek”, Ulus,12 Eylül 1939, s. 5 “İstanbul Pasif Korunma Teşkilatında 10.000 Kişi Tavzif Edilecek”, Ulus,12 Eylül 1939. “İtfaiye Ekipleri”, Tan, 14 Kasım 1939, s. 5. “Kadınlara da İş Verildi”, Tan, 14 Kasım 1939, s. 5. “Mekteplerde Pasif Korunma Tedbirleri, Talebelerin Gaz Maskeleri Edinmeleri İçin İmkânlar Aranıyor”, Cumhuriyet, 12 Ekim 1939, s. 2. “Mekteplerde Pasif Müdafaa Tecrübesi, Önümüzdeki Hafta Egzersizlere Başlanıyor”, Cumhuriyet, 19 Kasım 1939, s. 2. “Mekteplerde Pasif Müdafaa Teşkilatı Hazırlığı, Muallim ve Talebeler Birer Tane Maske Alacaklar”, Cumhuriyet, 7 Ekim 1939, s. 2. “Mekteplerde Tedbir Alınıyor”, Tan, 4 Ekim 1939, s. 2 “Mektepliler Maske Alacak, Hava Tehlikesinden Korunma Malzemesi Alınması İçin Mekteplere Tahsisat Verildi”, Tan, 5 Ekim 1939, s. 2. “Memurlar da Maske Alacaklar”, Tan, 13 Aralık 1939, s. 2. “Müesseselerde Alınacak Tedbirler Üzerinde Çalışmalara Devam Ediliyor”, Cumhuriyet, 6 Ekim 1939, s. 2. “Numune Sığınakları Yaptırılacak”, Tan, 29 Kasım 1939, s. 2.

222 Davetsiz Misafiri Beklerken İkinci Dünya Savaşı Türkiyesi’nde... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

“Siper ve Sığınaklar, Alakadarlar İnşaat Hazırlıklarına Başladılar”, Cumhuriyet, 7 Aralık 1939, s. 2. “Pasif Korumada Vazife Alacaklar, Vatandaşların Hizmet Edeceği Yerler Tespit Olundu”, s. 1. “Pasif Korunma İçin Yeni Mesai, Üsküdar ve Adalar Kursları Faaliyete Geçti”, Cumhuriyet, 7 Aralık 1939,s. 2. “Pasif Korunma Mecburiyetine Göre Binalar Nasıl Yapılacak?”, Ulus, 29 Eylül 1939, s. 2. “Pasif Korunma, İki Numaralı Talimatname Tatbik Ediliyor”, Cumhuriyet, 12 Eylül 1939, s. 2. “Pasif Korunmada Her Aileye Muayyen Vazifeler Veriliyor, Ankara’dan Sonra Diğer Büyük Şehirlerde de Temsil Mahiyette Tecrübeler Yapılacak”, Ulus, 12 Eylül 1939, s. 2. “Pasif Korunmada Vazife Alacaklar, Ekiplerde Çalışacak Olan 8.000 Kişinin İsimleri Tespit Ediliyor”, Cumhuriyet, 24 Eylül 1939, s. 2. “Pasif Korunmada Yeni Tedbirler”, Tan, 1 Aralık 1939, s. 2. “Pasif Müdafaa Tecrübesi İçin Her Şey Hazır, Her An Alarm İşaretini Bekleyebiliriz”, Ulus, 18 Eylül 1939, s. 2. “Pasif Müdafaa, Ekiplerde Çalışacak Olan Sekiz Bin Kişi Seçildi”, Cumhuriyet, 13 Kasım 1939, s. 2. “Şehrimizde Gaz Kursları Açılıyor”, Ulus, 20 Eylül 1939, s. 5 “Talebeler İçin Kolaylık”, Tan, 13 Aralık 1939, s. 2. “Üniversitede Pasif Korunma Teşkilatı, Bu İşlerle Uğraşmak Üzere Bir Komisyon Faaliyete Geçti”, Cumhuriyet, 10 Eylül 1939, s. 2. “Yakınlarda Pasif Korunma Gece Tatbikatı Yapılacaktır”, Ulus, 25 Eylül 1939, s. 2 “Yurdun Birçok Yerlerinde Korunma Siperleri Yapılacak”, Ulus, 19 Eylül 1939, s. 5. “Yurdun Her Yerinde Hava Taarruzlarından Korunma Kursları Açılıyor”, Ulus, 19 Eylül 1939, s. 5. “Zehirli Gaz Kursları Faaliyete Geçti”, Cumhuriyet, 5 Ekim 1939, s. 2. FELEK, B., “Şakadan Hava Hücumu”, Tan, 20 Eylül 1939, s. 3 ve 7. KARABULUT, Umut, “Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlerin Psikolojik Bir Harekâtı: Sahte Tanin Nüshaları, Atatürk Yolu, C.IV, S.54. TOPRAK, Zafer; “Türkiye’de Barış Ortamında Savaş Travması: Hava Taarruzuna Karşı Pasif Korunma”, Toplumsal Tarih Dergisi, S.163.

223

Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi Journal Of Modern Turkish History Studies XIV/28 (2014-Bahar/Spring), ss.225-252.

SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ ÇEKİŞMELERİNDEN BİR ÖRNEK: U-2 UÇAK KRİZİ

Nurettin GÜLMEZ* Bülent TAHANCI**

Öz Soğuk Savaş döneminde Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Sovyetler Birliği arasında silahlanma ve nükleer yarış başlamıştır. Sovyet Rusya’nın yayılmacı politikası ve buna karşılık ABD’nin attığı adımlar gerilimlerin artmasına neden olmuştur. 1 Mayıs 1960 tarihinde, Türkiye’deki Adana İncirlik hava üssünden kalkan Amerikan U-2 uçağının, Sovyet Rusya tarafından düşürülmesi ABD ve Sovyet Rusya’yı bir savaşın eşiğine getirmiştir. Olayın kamuoyuna yansımasıyla birlikte, Sovyet Rusya sert bir tutum takınmış, Türkiye’nin de içinde bulunduğu Batılı devletleri gerekirse bir dünya harbinin çıkabileceğini söyleyerek tehdit etmiştir. Bu çalışmada Türkiye, ABD ve İngiltere’deki ulusal gazetelerden de faydalanılarak olayın seyri ve çözümü adına atılan adımlar incelenmiştir.

Anahtar Kelimeler: Soğuk Savaş, Doğu ve Batı blokları, U-2 uçağı, Sovyet Rusya, Kruşçev, Nükleer tesis, Hava üssü.

THE COLD WAR ERA POLICY MIGHT AN INSTANCE: U-2 AİRCRAFT ATTACK

Abstract Between the United States and the Soviet Union started the arms and nuclear race during the cold war. Soviet Russia’s expansionist policy and the United States’ alliances against this policy resulted in escalated tensions. On May 1, 1960, an American aircraft named U-2, which was departed from Adana İncirlik airbase in Turkey, shot by the Soviet Russia made the two countries to the brink of a war. When the U-2 incident was reflected in the public, the Soviet Russia maintained a tough stance and threatened the Western States including Turkey if necessary, as saying that the threat of a world war to come. In this study, the steps taken on behalf of the course of the incident and the solution have been studied by utilizing the national newspapers in Turkey, the United States and United Kingdom.

Keywords: The Cold War, The Eastern and Western blocks, U-2 aircraft, Soviet Russia, Khrushchev, nuclear facilities, air base.

* Prof. Dr., Celal Bayar Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, ** Celal Bayar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi. 225 Nurettin GÜLMEZ - Bülent TAHANCI ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Giriş

İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle birlikte siyasî, askerî, ekonomik ve sosyal alanlarda çok köklü değişiklikler meydana gelmiştir. İkinci Dünya Savaşı’nın siyasî sonuçlarından en önemlisi, şüphesiz ABD’nin dünya siyasetine etkin müdahil olmaya başlamasıdır. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Monroe Doktrini’ne (1823) bağlı kalarak kendi kıtasına çekilen ABD, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere ile Fransa’nın siyasî ve ekonomik yönden zayıflamasıyla ortaya çıkan boşluğu değerlendirmek ve onların çekildiği Ortadoğu coğrafyasında söz sahibi olabilmek için aktif olarak dünya siyasetine geri dönmüştür. Soğuk Savaş Dönemi olarak tabir edilen yıllarda (1945-1960) dünya, ABD ve Sovyetler Birliği’nin başını çektiği Doğu ve Batı bloklarının mücadelesine sahne olmuştur. Her iki blok lideri olan ülkeler bu dönemde, askerî ve psikolojik yönden birbirlerini sürekli olarak test etmişler ve elde ettikleri yeni bulgular neticesinde gerek kendilerinin gerekse de müttefiklerinin savunma sistemlerini koruma ve güçlendirmeye yönelik tedbirler almışlar ve bu yönde çeşitli yatırım yapmışlardır. Bu durum beraberinde hızlı bir silahlanma yarışını getirmiş, füze teknolojisinin gelişmesiyle rekabet artmış ve havada birbirlerine üstünlük kurmaya çalışan iki lider devlet bu mücadelelerini uzaya da taşımışlardır. Silahlanma yarışına paralel olarak bu dönemde ittifak arayışları da önemli bir yer tutmuştur. ABD özellikle İkinci Dünya Savaşı sırasında işgal ettiği topraklardan çekilmeyen, Almanya ve Japonya’nın yenilmesi ile doğusunda ve batısında meydana gelen boşlukta yayılma politikası takip eden Sovyet rejimine karşı, Batı Avrupa’nın güçlü ve demokratik devletleriyle 1949 yılında Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nü (NATO) kurmuştur1. Böylece ABD, Marshall Plânı ile ekonomik açıdan yaptığını, NATO ittifakının kurulmasıyla askerî açıdan da yapmak istemiştir2. Türkiye, 1952 yılında NATO’ya üye olarak, Sovyetlerin yaymaya çalıştığı komünizme karşı, tercihini Batı bloğundan yana kullanmıştır. Ayrıca Türkiye’nin bu tercihinde, Sovyet Rusya’nın 1945 ve 1946 yıllarında Türkiye’den toprak ve Boğazlardan üs talebinde bulunması da etkili olmuştur3. ABD de, jeopolitik önemi nedeniyle Türkiye’nin, Batı bloğu içinde yer almasını istemiştir. Amerikan başkanı Truman 12 Mart 1947’de, Kongrede yaptığı konuşmada, Türkiye’nin Batı dünyası için önemini vurgulamış ve askerî yardım

1 Yusuf Sarınay, “Türkiye’nin NATO’ya Girişi ve Türk Dış Politikasına Etkileri (1952-1990)”, Onuncu Askerî Tarih Sempozyumu Bildirileri, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 2006, s. 46. 2 Paul Kennedy, Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1994, s.445. 3 Yusuf Sarınay, a.g.m., s.47. 226 Soğuk Savaş Dönemi Çekişmelerinden Bir Örnek: U-2 Uçak Krizi ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) yapılması teklifinde bulunmuştur.4 Başkan Truman’ın bu konuşmasından bir gün sonra toplanan Amerikalı ordu kurmayları, yapılacak yardımın ayrıntılarını görüşmüşler ve Türkiye ile ilgili şu tespitlerde bulunmuşlardır: “Büyük Britanya’nın Akdeniz bölgesinde güç kaybetmesi, Mısır’dan çekilmesi ve Filistin’deki yükümlülüklerinden tam olarak el çekmesi ihtimali Türkiye’nin güvenliğini olumsuz şekilde etkileyecektir. Yunanistan’ın komünistlerin eline geçmesi de Türkiye’nin güvenliğini olumsuz şekilde etkileyecektir. Türklerin kendi bağımsızlıklarını kararlılıkla korumaları ve SSCB’den nefret etmelerine rağmen kaçınılmaz Sovyet egemenliği korkusu, Türkleri, Sovyetlere taviz vermeye zorlayabilir. Barış ortamında Türkiye, gerek Yakın Doğu’da, gerekse Arap dünyasında önemli konuma sahip bir ülkedir. Türkiye’nin Rus baskısına karşı koyma kararlılığı ve Batının bunu desteklemek için demokratik olanaklarını kullanması, tüm Yakın Doğu ülkeleri için örnek oluşturacaktır. Eğer Rusya barış döneminde Türkiye üzerinde etkin olursa, Ortadoğu ülkelerinin tümü benzeri duruma düşecektir. Eğer Rusya barış döneminde Türkiye’yi ele geçirirse, savaş döneminde Ortadoğu’yu savunma olanağımız mutlak anlamda sıfıra inecektir. Savaş döneminde Türkiye Rusya’nın Doğu Akdeniz bölgesine ve Ortadoğu ülkelerine, özellikle de Filistin’e ilerlemesi yolunda doğal engeldir”.5 Yukarıda sayılan gerekçelerle Truman Doktrini (1947) ve Marshall Plânı (1947) hayata geçirilerek Türkiye’ye askerî ve ekonomik yardım yapılmıştır. Türkiye’nin NATO’ya üye olmasıyla birlikte, NATO’nun güney kanadında, Sovyetler Birliği sınırının savunulmasında görev almıştır. Topraklarında kurulan askerî üsler ve havaalanları Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında sürekli olarak gerginlikler yaşanmasına neden olmuştur6. Diğer yandan 5 Mart 1959 tarihli Türk - Amerikan İşbirliği Antlaşması ile Türkiye NATO haricinde, Ortadoğu bölgesinde de Sovyetlere karşı, ABD ile müttefik olmuştur7.

4 Ord. Yb. Ahmet Aktar, Dilşen İnce Erdoğan, “İkinci Dünya Savaşı Sonrası Amerikan Askerî Yardımı: Truman Doktrini ve Marshall Plânı”, Onuncu Askerî Tarih Sempozyumu Bildirileri, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 2006, s.436. 5 Cemil Hasanlı, Tarafsızlıktan Soğuk Savaşa Doğru Türk - Sovyet İlişkileri (1939-1953), Bilgi Yayınevi, Ankara, 2011, s.s.397-398. 6 Mehmet Gönlübol, A. Halûk Ülman, A. Suat Bilge, Duygu Sezer, Olaylarla Türk Dış Politikası, C.I (1919-1973), Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, 1987, s.316. 7 İsmail Soysal, Türkiye’nin Dış Münasebetleriyle İlgili Başlıca Siyasî Antlaşmaları, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1965, s.458. 227 Nurettin GÜLMEZ - Bülent TAHANCI ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Soğuk Savaş döneminin başlarında (1945–1952), nükleer silah teknolojisinde üstünlüğü elinde bulunduran ABD8, Sovyetler Birliği’nin 4 Ekim 1957’de Sputnik I uydusunu taşıyan roketi uzaya göndermeyi başarmasıyla9 yavaş yavaş bu üstünlüğünü kaybetmeye başlamış ve iki devlet arasında nükleer denge sağlanmıştır. Bu gelişmeyle Sovyetler Birliği, rakibi karşısında havada üstünlüğü ele geçirmiş ve Batı bloğunda yer alan ülkelere büyük bir korku salmıştır. ABD, Kore Savaşı’ndan (1950–1953) sonra geliştirdiği uzun menzilli uçaklarla Sovyetler Birliği topraklarına rahatlıkla ulaşabilmiş ve taşıdığı nükleer bombalarla rakibini tehdit etmiştir. Sovyetler Birliği, 1957’de elde ettiği başarı ile Amerikan uçaklarından daha hızlı ve güçlü füzeleri yapma imkânına sahip olduğunu göstermiştir. Bu durum, ABD’nin hava üstünlüğünü Sovyetler Birliğine kaptırmış olduğunun en açık delillerindendir. Çünkü söz konusu yıllarda uçakların havada etkisiz hale getirilmesi kolaydı. Ancak henüz füzeleri havada önlemek mümkün değildi10. Diğer yandan Sovyetler Birliği devlet başkanı Kruşçev11, 1957’den 1961 yılına kadar açıkça ve sürekli olarak Batılı devletleri tehdit etmiştir. “Sovyet füze kapasitesi Birleşik Devletlerden o kadar üstündür ki istediği Amerikan veya Avrupa şehrini yok edebilir12” diyerek düşmanlarına korku salmaktan geri kalmamıştır. Üstelik bu tehditlerinde abartıya varan açıklamalarda bulunduğunu da daha sonra itiraf etmiştir. Kruşçev’in “Halka yaptığım konuşmalarda füzelerimizle her mesafede bir sineği bile vurabileceğimizi söylemek hep kulağıma hoş geliyordu... Biraz abarttım13”. Sözleri ile füze mühendisi oğlu Sergey’in “Düşmanlarımızı sahip olmadığımız füzelerle tehdit ettik14”. şeklindeki ifadeleri buna örnek olarak gösterilebilir. Sovyetler Birliği’nin uzun menzilli kıtalararası füze (I.C.B.M.) teknolojisine sahip olması, sadece ABD’yi değil, NATO üyesi demokratik Batı Avrupa devletlerini de endişelendirmiştir. Çünkü bu tarihlerde sözü edilen devletlerin ellerinde henüz uzun menzilli füzeler yoktu15. Bu durum karşısında ABD öncülüğündeki NATO üyesi ülkeler, muhtemel bir Sovyet saldırısına karşı çare aramaya başlamışlardır. Öne çıkan çözüm yollarından biri, ABD’nin, NATO üyesi ve diğer Amerikan müttefiki ülkelere sahip olduğu orta menzilli füzeleri (I.R.B.M.) yerleştirmek olmuştur. Bu çözüm yolu, Sovyetlere yakın ülkelerle 8 Rifat Uçarol, Siyasî Tarih (1789-1999), Filiz Kitabevi, İstanbul, 2000, s.706. 9 Baskın Oran, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, c. I (1919-1980), İletişim Yayınları, İstanbul, 2009, s.572. 10 Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasî Tarihi, C.I (1914–1980), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1992, s.600. 11 Kruşçev, 1953’te Stalin’in ölümüyle Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin genel sekreterliğine getirilmiştir. 1958’de başbakanlığı da üstlenen Kruşçev, 1964’te istifasına kadar her iki görevi birlikte yürütmüştür. 12 John Lewis Gaddis, Soğuk Savaş, Pazarlıklar, Casuslar, Yalanlar, Gerçek, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2008, s.68. 13 John Lewis Gaddis, a.g.e., s.68. 14 John Lewis Gaddis, a.g.e., s.68. 15 Mehmet Gönlübol vd., a.g.e., s.316. 228 Soğuk Savaş Dönemi Çekişmelerinden Bir Örnek: U-2 Uçak Krizi ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) sınır komşusu olan Türkiye’nin de önemini artırmıştır. Böylece zaman kazanan ABD, Sovyetlere karşı kendi uzun menzilli füzelerini geliştirebilmiştir16. NATO Konseyinin 16–19 Aralık 1957 tarihlerinde Paris’te yaptığı toplantıda, bu konu üzerinde durulmuş ve Sovyetlere karşı alınacak önlemler ele alınmıştır17. Amerikan Dışişleri Bakanı Dulles konseyde yaptığı konuşmada, ABD’nin teklifini NATO üyesi ülkelere bildirmiştir. Ancak bu teklif İngiltere, İtalya ve Türkiye dışında diğer NATO üyesi ülkeler tarafından benimsenmemiştir. Üstelik Başbakan Adnan Menderes 9 Aralık 1957’de NATO Konseyi toplantısına katılmadan önce yaptığı bir açıklamada, ABD’den orta menzilli füzelerin (I.R.B.M.) gelmesini kabul ettiklerini ve bu füzeleri kullanacak Türk subaylarının eğitim için ABD’ye gönderildiklerini söylemiştir. Ayrıca NATO Konseyi toplantısında yaptığı konuşmada da, teklifi desteklediğini açıkça beyan etmiştir18. Sovyetler Birliği de 1957 yılı sonundan itibaren NATO üyesi ülkeleri, topraklarına nükleer füze yerleştirmemeleri konusunda uyarmaya başlamıştır. Hatta Kruşçev 1959’da Yüksek Şura’da yaptığı konuşmada; “Türkiye yardım alabilmek için toprağında üsler kurulmasına razı olmuştur. Türkiye NATO’nun ve CENTO’nun üyesidir. Bu suretle silah deposu haline gelmiştir. Rusya, Atatürk döneminde kurulan dostluğu canlandırmak istemektedir. Fakat teşebbüslerimiz netice vermemiştir19”. diyerek rahatsızlığını dile getirmiştir. Sovyetler Birliği’nin bu uyarılarının etkili olduğu, ABD’nin teklifinin sadece İngiltere, İtalya ve Türkiye tarafından kabul edilmesinden anlaşılmaktadır20. Türkiye’nin ABD’nin teklifine olumlu cevap vermesinin ardından başlayan müzakereler, uzun sürmüş ve ancak 1959 yılında orta menzilli füzelerin (I.R.B.M.) yerleştirilmesi mümkün olmuştur. Görüşmelerin bu kadar zaman almasının nedeni, Türkiye ile Yunanistan arasında Kıbrıs konusunda yaşanan gerginliklerdir. Taraflar arasındaki sorunların aşılmasından sonra, bu konuda netice alınabilmiştir. Türkiye’de kurulacak olan füze üsleri ile ilgili olarak Ekim 1957 tarihinde New York Times gazetesinde şu bilgiler yer almaktadır: “Türkiye’de orta menzilli bir balistik füze üssü kurulması ile alakalı müzakereler tamamlanmıştır. Geriye kalan iş, Türk Hükümetinin Parlamento’da bir açıklama yapmayı ayarlamasından ibarettir. Bu, Türkiye ile ABD’nin silahları sağlamak üzere usulen mektup ve diğer belgeleri teati edecekleri bir zamana rast gelmiştir. Müzakereler, Avrupa’daki Müttefik (Kuvvetler) Başkumandanı General Lauris Norstad’ın Paris yakınlarındaki genel karargâhında yapılmıştır. Bu müzakereler, ABD’nin NATO

16 Oral Sander, Türk - Amerikan İlişkileri 1947-1964, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, 1979, s.182. 17 Mehmet Gönlübol vd., a.g.e., s.316. 18 Oral Sander, a.g.e ., s.s.182-183. 19 Kâmuran Gürün, Dış İlişkiler ve Türk Politikası, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, 1983, s.202. 20 Baskın Oran, a.g.e., s.572. 229 Nurettin GÜLMEZ - Bülent TAHANCI ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

üyelerine üç sene önce yaptığı tekliflere uygun olarak üç sene evvel başlamıştı… Her iki vaziyette de, projesi tamamlanmış olan Türkiye’deki füze üssü, birçok Sovyet şikâyet ve ihtarlarıyla karşılaşacaktır. Türkiye’nin, hava kuvvetlerinin geliştirdiği “Thor” füzesinden mi, yoksa kara kuvvetlerinin geliştirdiği “Jüpiter”lerden mi alacağı kesin olarak bilinmemektedir. Anlaşmadaki esas belgeler, modelini belirtmeden, sadece orta menzilli balistik füzelerden bahsetmektedir. Nükleer harp başlıklarıyla teçhiz edilebilen orta menzilli balistik füzelerin menzili 1.500 mildir. Bunlar, Türkiye’den, Rusya’nın Avrupa’daki arazisinin her bölgesine, Asya’daki geniş topraklarının büyük bir kısmına yönlendirilebilir… Anlaşmanın ana hatlarına göre Amerika, füzeler için nükleer harp başlıkları temin edecek ve kontrollerini yapacaktır. Harp halinde ateşleme kararı, Türk Hükümeti, General Norstad’ın Genel Karargâhı ve ABD Başkanının ittifakı üzerine verilecektir21.” Soğuk Savaş döneminde, ABD ile Sovyet Rusya arasındaki krizler arttıkça ABD’nin bölgedeki müttefiklerine olan ihtiyacı da gittikçe artmıştır. Bu yüzden 1950 yılına kadar Türkiye ile ABD arasında 12 Temmuz 1947 tarihli ve 5123 sayılı yasaya dayanarak 3, 1950–1960 arasında 31, 1960–1965 arasında ise 20 olmak üzere, toplam 54 ikili antlaşma imzalanmıştır.22 NATO Antlaşması’nın üçüncü maddesine dayanılarak yapılan bu antlaşmalar, uygulama antlaşmaları olduğu gerekçesiyle TBMM’nin onayından geçirilmemiş23, hükümet ve kamuoyunun bilgisinden gizlenmiştir. Türkiye’de kurulacak Amerikan üsleri ve tesisleri ile ilgili antlaşmalar, 23 Haziran 1954 tarihinde imzalanan Askerî Kolaylıklar Antlaşması ve bu antlaşmaya dayanarak yapılan uygulama antlaşmaları ile düzenlenmiştir. Bu antlaşmaya dayanarak imzalanan uygulama antlaşmalarının birçoğu, askerî yetkililer arasında yapılmıştır24. Bu da bize gösteriyor ki, Türkiye’de kurulan askerî üsler ve tesislerle ilgili birçok ayrıntı ve gelişmelerden dönemin siyasî aktörlerinin haberi olmamıştır. ABD imzalanan bu antlaşmalarla Türkiye’de; hava üsleri, stratejik füze üsleri, muhabere elektronik tesisleri ve bu tesislerde çalışan askerî personelin ihtiyacı olan her türlü sosyal birimleri kurmak için gerekli haklara sahip olmuştur. Adana’da İncirlik Hava Üssü, İzmir’de Çiğli, Diyarbakır’da Pirinçlik, Ankara’da Esenboğa ve Eskişehir havaalanı, yukarıda adı geçen antlaşmalarla Amerikan uçaklarının kullanımına açılmıştır25. ABD, Türkiye ile 5 Mayıs 1959’da Ankara’da imzaladığı antlaşma ile atom silahlarının kullanılması, personel eğitimi ve savunma planlarının geliştirilmesi konusunda Türkiye’ye taahhütte bulunmuştur26. 25 Ekim 1959’da Paris’te imzalanan anlaşma ile de Jüpiter füzelerinin Türkiye’ye yerleştirilmeleri konusunda mutabakata varılmıştır. Bu antlaşmaya göre Türkiye 15 adet Jüpiter 21 Mehmet Gönlübol vd., a.g.e., s.317. 22 Cüneyt Akalın, Soğuk Savaş ABD ve Türkiye -1, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2003, s.228. 23 Türkkaya Ataöv, Amerika, NATO ve Türkiye, Aydınlık Yayınları, Ankara, 1969, s.217. 24 Mehmet Gönlübol vd., a.g.e., s.505. 25 Mehmet Gönlübol vd., a.g.e., s.506. 26 Oral Sander, a.g.e., s.185. 230 Soğuk Savaş Dönemi Çekişmelerinden Bir Örnek: U-2 Uçak Krizi ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) füzesinin topraklarına yerleştirilmesini kabul etmiştir. Ayrıca ABD, İngiltere ile 60 Thor füzesi, İtalya ile de 30 Jüpiter füzesinin yerleştirilmesi antlaşması imzalamıştır27. İmzalanan bu antlaşmalarla 1960’lı yılların sonuna gelindiğinde, Türkiye’de kurulan Amerikan üsleri ve tesislerinde görevli ABD askerlerinin sayısı 24.000’e, 1964’e kadar alınan askerî yardımın miktarı ise 2.271.000.000 dolara ulaşmıştır28. Bütün bu gelişmeler bize Sovyetler Birliği’nin uzay ve nükleer alanlardaki çalışmaları, ABD ve onun müttefiklerini rahatsız etmiştir. Sovyetlere karşı, onları işbirliğine yönlendirmiştir. Sovyetler Birliği devlet başkanı Kruşçev’in basına yansıyan demeçleri de, tedirginliği iyice arttırmış ve alınacak tedbirler konusunda işbirliğinin kaçınılmaz kılmıştır. Bu konuda akla gelen ilk çözüm yollarından ilki, NATO üyesi ülkelere orta menzilli füzelerin yerleştirilmesi olmuştur. Başta Türkiye olmak üzere İngiltere ve İtalya’nın bu teklifi kabul etmesi, onları, Sovyetler Birliği’nin tehditleriyle karşı karşıya bırakmıştır. İngiltere ve İtalya’nın tutumu, Soğuk Savaş’ın başından itibaren dış politikada takip ettikleri Amerikan yanlısı politika ile açıklanabilir. Türkiye’nin tutumu ise, ABD’den aldığı ekonomik ve askerî yardımların devam etmesi ile ilişkilendirilebilir. Sovyet tehdidine karşı yaptığı askerî antlaşmalar dikkate alındığında Türkiye’nin, Amerikan istekleri karşısında fazla tavizkar davrandığı anlaşılmaktadır. Verilen tavizlerin kamuoyunda rahatsızlık uyandırabileceği endişesiyle de, ABD ile imzalanan ikili antlaşmalar meclisin onayından geçirilmeden uygulanmaya konmuştur. Antlaşmaların imzalanmasında siyasilerden çok askerî yetkililerin ön planda olması, hükümetin dış politikada teslimiyetçi bir tutum içinde olduğu ve sorumluluğu, askeri yetkililerin üzerine attığı şeklinde değerlendirilebilir.

1. U–2 Uçak Krizi

Soğuk Savaş döneminde dünyanın iki süper gücünü karşı karşıya getiren en önemli olaylardan biri U–2 Uçağı Krizi’dir. 1957’de Sovyetler Birliği’nin uzaya ilk füzeyi göndermesi ve bu alanda ABD’ye üstünlük sağlaması iki devlet arasındaki nükleer silahlanma rekabetini artırdığı gibi, birbirlerine karşı istihbarat faaliyetlerinin de yoğunlaşmasına neden olmuştur. Düşman topraklarının haritalarını çıkarmak, muhtemel saldırı plânlarını önceden haber almak, nükleer tesisleri ve saldırılabilecek noktaları tespit etmek için bazı girişimlerde bulunmuşlardır. Bu amaçla ABD, hem kendini hem de NATO üyesi devletleri sürpriz bir Sovyet füze saldırısından koruyabilmek için Sovyetler Birliği’nin nükleer

27 Baskın Oran, a.g.e. , s.573. 28 William Hale, Türk Dış Politikası 1774-2000, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2003, s.124. 231 Nurettin GÜLMEZ - Bülent TAHANCI ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) tesislerini takip ve kontrol edebilecek U-2 uçaklarını geliştirmiştir29. Amerikan Merkezî İstihbarat Teşkilatı’nın (CIA), Lockheed uçak şirketine özel olarak ürettirdiği U–2 uçaklarının en önemli özellikleri; Sovyet radarlarına yakalanmadan 30.000 metre yükseklikte uçabilmesi, Motorları güç kaybedince 300 mil süzülebilmesi, Yakıt ikmali yapmaksızın yedi buçuk saat ve 3.000 mil uçabilmesi, Ayrıca çok yüksekten net olarak fotoğraf çekebilecek kameralara sahip olmasıydı30. Bu uçakların üsleri Türkiye’nin yanı sıra İngiltere, Almanya ve Japonya’da bulunuyor ve 1956 yılından itibaren düzenli olarak Sovyetler Birliği toprakları üzerinde uçarak bilgi topluyorlardı. Türkiye, 1956 yılından itibaren Adana’daki İncirlik hava üssünde bulunan bu uçakların, bilimsel araştırmalarda kullanılmak üzere, bilgi toplamak için uçuşlar gerçekleştirmesine izin vermiştir. Ancak uçuşlar hakkında kendisine daha fazla bilgi verilmemiş ve gerçekler gizlenmiştir31. U–2 uçuşları, ABD Başkanının yetki vermesi ile CIA tarafından yürütülmüştür32. U–2 uçaklarının uçuşları çok gizli tutulmuştur. Ancak 1958 ve 1959 yıllarında bilimsel dergilerde, bu uçaklardan ve casus uçuşlarından bahsedilmeye başlanmıştır. Hatta Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Kruşçev’in Eylül 1959’da ABD’yi ziyaretinde Başkan Eisenhower’a U–2 uçuşlarından şikâyet etmesi kamuoyuna yansımıştır33. 1 Mayıs 1960 tarihinde Türkiye’deki Adana İncirlik hava üssünden havalanan ve pilot Gary Powers tarafından kullanılan bir U–2 uçağı, Sovyet toprakları üzerinde arızalanınca alçalmış ve radarlara yakalanınca da düşürülmüştür. Dünya kamuoyu, bu olayı, Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Kruşçev’in 5 Mayıs 1960’ta parlamentoda yaptığı bir konuşmadan öğrenmiştir34. Kruşçev, bir Amerikan uçağının Sovyet toprakları üzerinde düşürüldüğünü açıklamıştır. Kruşçev konuşmasında Batı’ya çok sert çıkmış ve şunları söylemiştir: “1 Mayıs günü saat 5.36’da bir Amerikan uçağı hududu geçerek topraklarımıza girmiştir. Müstevliyi düşürmek için ateş açılması emri verilmiştir. Emir yerine getirilmiş ve uçak düşürülmüştür. İşaretleri silinmiş olmakla beraber uçak bariz olarak Amerikan uçağıdır. Sert bir protestoda bulunulacaktır. Onlara, memleketimizi savunmak için gereken bütün tedbirleri almak hakkına sahip olduğumuzu söyleyeceğiz. Sulh istiyoruz.

29 Fahir Armaoğlu, Belgelerle Türk - Amerikan Münasebetleri, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1991, s.261. 30 Oral Sander, a.g.e., s.192. 31 Nasuh Uslu, Türk - Amerikan İlişkileri, 21. Yüzyıl Yayınları, Ankara, 2000, s.182. 32 Oral Sander, a.g.e., s.192. 33 Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasî Tarihi, C.I (1914–1980), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1992, s.600. 34 Akşam, 6 Mayıs 1960, s.1. ve Tercüman, 6 Mayıs 1960, s.1 ve Vatan, 6 Mayıs 1960, s.1. 232 Soğuk Savaş Dönemi Çekişmelerinden Bir Örnek: U-2 Uçak Krizi ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Fakat buna kavuşmak için yalvaracak, avuç açacak da değiliz35.” Ayrıca Kruşçev konuşmasında “ Bir Sovyet uçağı New York veya Chicago üzerinde dolaşsaydı, ABD’nin tepkisi ne olurdu? Amerikalı idareciler, misilleme için atom ve hidrojen bombalarını hazır tuttuklarını beyan ederlerdi. Bir Sovyet uçağının Amerikan toprağına yakın bulunması harbe başlangıç teşkil edebilir36.” diyerek haklılıklarını vurgulamak istemiştir. Kruşçev’in açıklamasına dikkat edilecek olursa düşürülen uçağın, U–2 casus uçağı olduğunu söylememiştir. Bir gün sonra Sovyet Şurası’nda konuşan Mareşal Greçko, uçağın bizzat Kruşçev’in emri ile Sovyet roketi tarafından ilk vuruşta düşürüldüğünü açıklamıştır37. ABD de aynı gün yaptığı açıklamada, düşen uçağın 1 Mayısta Adana’dan havalanan, dış atmosfer ve rüzgâr akıntıları ile ilgili keşif yapan bir U–2 keşif uçağı olabileceğini kamuoyuna duyurmuştur. Ayrıca pilotun oksijen yetersizliği sebebiyle baygınlık geçirmiş olabileceği ve otomatik pilot aracılığıyla uçağın Sovyet topraklarına girmiş olma ihtimalinin yüksek olduğunu açıklamıştır38. Amerikan U–2 uçağının Sovyet Rusya tarafından düşürülmesi, bir anda iki ülke arasındaki ilişkilerin gerilmesine neden olmuştur. Hatta Sovyet Rusya’nın Amerika aleyhinde başlattığı uluslararası karalama kampanyasını daha da ileri götürmesi durumunda, Başkan Eisenhower’ın bir ay sonra Sovyetlere yapacağı ziyaretin iptal edilebileceği kamuoyuna duyurulmuştur39. Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Kruşçev, 7 Mayıs 1960’ta Sovyet Yüksek Şurası’nda yaptığı ikinci açıklamada, düşürülen Amerikan uçağının Lockheed firmasına ait bir U–2 casus uçağı olduğunu, uçağın pilotu Gary Powers’ın paraşütle atladığını ve sağ olarak ele geçirildiğini söylemiştir. Ayrıca pilota, Sovyetlerin eline canlı olarak düşmemesi emrinin verilmiş olduğunu, fakat pilotun bunu yapamadığını iddia etmiştir40. Delil olarak da pilot Gary Powers’ın, bu gibi bir durumla karşılaşınca kendini öldürmek amacıyla taşıdığını söylediği zehirli bir iğneyi göstermiştir41. Üstelik pilotun üzerinde Rusya’daki havaalanları ve askerî üslerin resimleri ile iki altın saat, yedi altın yüzük ve Rus paraları ile bazı Avrupa devletlerine ait paralar bulunduğunu belirterek pilotun casusluk suçu ile mahkemeye verileceğini söylemiştir42. Kruşçev ayrıca uçağın 27 Nisan’da Türkiye’deki İncirlik üssünden Pakistan’a hareket ettiğini, orada üç gün kaldıktan sonra, Peşaver’den havalanarak Sovyet topraklarına girdiğini, oradan da Norveç’e geçeceğini belirtmiştir. Kruşçev konuşmasında, uçağın Sovyet toprakları üzerinde 2.000 kilometreden fazla uçuş yaptığını ve arızalanarak 18 bin metreye alçaldığında radara yakalanarak düşürüldüğüne

35 Tercüman, 6 Mayıs 1960, s.1, s.5. 36 Vatan, 6 Mayıs 1960, s.5. 37 Milliyet, 7 Mayıs 1960, s.1. ve Akşam, 7 Mayıs 1960, s.1. 38 Hürriyet, 6 Mayıs 1960, s.1, s.5 ve Vatan, 6 Mayıs 1960, s.5. 39 Hürriyet, 7 Mayıs 1960, s.1. 40 Tercüman, 8 Mayıs 1960, s.5 ve Vatan, 6 Mayıs 1960, s.1. 41 Tercüman, 12 Mayıs 1960, s.5 42 Milliyet, 8 Mayıs 1960, s.1, s.5. 233 Nurettin GÜLMEZ - Bülent TAHANCI ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) de değinmiştir43. Aynı zamanda Türkiye, Pakistan ve Norveç’e ithamlarda bulunmuştur44. Kruşçev uçağın düşürülmesinden sonra yaptığı ilk açıklamada pilotun sağ olarak ele geçirildiğini açıklamamasının sebebi olarak, ABD’nin bu konuda ne söyleyeceğini öğrenmek istediğini ifade etmiş, ABD tarafından açıklanan sebepleri uydurma olarak nitelendirmiştir45. Bütün bu açıklamalar bize, U–2 casus uçağının düşürüldüğü andan itibaren Sovyetler Birliği’nin ustaca bir taktik izlediğini ve ABD’yi uluslararası kamuoyunda zor duruma düşürmek ve prestijini sarsmak için eline geçen fırsatları iyi değerlendirdiğini göstermiştir. Sovyetler Birliği’nin bu suçlayıcı açıklamaları ve kamuoyuyla paylaştığı bilgi ve belgeler karşısında ABD gerçeği daha fazla saklamanın imkânsız olduğunu anlamıştır. ABD tarafından yapılan açıklamada; düşürülen U-2 uçağının meteoroloji uçağı olmadığı, Sovyetler Birliği hakkında bilgi toplamakla görevli bir istihbarat uçağı olduğu, Sovyetlerin takip ettiği yayılmacı ve tehdit edici faaliyetler nedeniyle, ABD’nin gerek kendisinin gerekse de NATO üyesi Batı Avrupa devletlerinin güvenliklerini korumak amacıyla böyle bir yönteme başvurduğunu açıklamak zorunda kalmış ve bunun normal karşılanması gerektiğini vurgulamıştır46. Üstelik Başkan Eisenhower’ın “Casusluk zarurî bir şeydir47” açıklamasının ardından, Amerikan Temsilciler Meclisi üyelerinden Clarence Cannon’un da, “Casusluğun tarih boyunca harbin tamamlayıcı bir kısmı olarak mütalâa edildiğini, tarihte hiçbir milletin casusluğu Rusya kadar büyük bir maharetle tatbik edemediğin48” ifade eden açıklamaları, ABD’nin yaptıklarının meşruluğunu sağlamaya yönelik çabalardır. Amerikan Savunma Bakanı Gates, Kongre’de yaptığı bir konuşmada, meteoroloji uçağı gibi bir gerekçenin, böyle bir durumla karşılaşılınca başvurulmak üzere önceden hazırlanmış bir senaryo olduğunu itiraf etmiştir49. Bu arada ABD, Sovyetler Birliği’nin basına servis ettiği, düşürülen U–2 uçağı enkazına ait fotoğrafların gerçeği yansıtmadığını, uçağın proje mühendisi C. L. Johnson ve Başkan Eisenhower’ın açıklamalarıyla yalanlamaya çalışmıştır. Amerikan U–2 uçağının projelerini hazırlayan mühendis C. L. Johnson, uçağın enkazına ait Sovyetler tarafından yayınlanan fotoğrafların sahte olduğunu iddia ederek şöyle demiştir: “Teknisyenlerle birlikte, Ruslar tarafından neşredilen fotoğrafları tetkik ettik. Ruslar, herhangi bir sebeple başka bir uçak enkazına aitbir fotoğraf neşretmişlerdir. Şayet U–2 düşürülmüşse mekanik bazı sebepler veya oksijen kifayetsizliğinden uçak normal seyir irtifaının çok altına düşmüş olmalı. Uçağın kanat takımları U-2’ninkinin aynı değildir. Üst kısmının ağır yapısı da U-2’ye benzememektedir50.”

43 Tercüman, 8 Mayıs 1960, s.5. 44 Akşam, 8 Mayıs 1960, s.1. 45 Milliyet, 8 Mayıs 1960, s.5. 46 Oral Sander, a.g.e., s.193. 47 Tercüman, 12 Mayıs 1960, s.1. 48 Tercüman, 12 Mayıs 1960, s.5. 49 Oral Sander, a.g.e., s.194. 50 Hürriyet, 11 Mayıs 1960, s.5. 234 Soğuk Savaş Dönemi Çekişmelerinden Bir Örnek: U-2 Uçak Krizi ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Yapılan açıklamalarda bu kadar yüksek irtifada uçabilen uzun menzilli bir uçağın, roket veya bir başka uçağın saldırısıyla düşürülemeyeceği, ancak mekanik bir arıza sonucu ya da oksijen yetersizliği nedeniyle irtifa kaybetmiş olabileceği üzerinde durulmuştur51. ABD’nin kamuoyuna yönelik bilgilendirme faaliyetleriyle Sovyetler karşısında sarsılan askerî imajını kurtarmaya çalıştığı açıkça anlaşılmaktadır. Diğer yandan Sovyet Silahlı Kuvvetlerinin gazetesi Kızıl Yıldız’da, düşürülen Amerikan U–2 casus uçağının pilotu ile yapılan bir mülâkat yayınlanmış ve pilot Gary Powers, uçağının bir Rus roketi tarafından düşürülmediğini, uçağın motorunun infilâk ettiğini ifade etmiştir52. Sovyet Rusya, casusluk suçuyla yargılanacağını duyurduğu U–2 uçağının pilotu Gary Powers’ın sorgulamasında, kendi tezlerini güçlendirecek bilgiler elde etmiştir. Pilot Gary Powers’ın itiraflarında öne çıkan hususlar şunlardır: “ 1- Pilot, CIA ile imzalamış olduğu kontrata uygun olarak ABD’nin özel bir hava müfrezesinde çalışmaktadır ve görevi, Sovyetler Birliği’ndeki telsiz istasyonları, radar istasyonları ve roket üsleri hakkında havadan bilgi toplamaktır. 2- Pilotun bağlı bulunduğu birlik 1956 Ağustos tarihinden beri İncirlik Hava Üssünde üslenmiş olup, her yıl bir seri istihbarat uçuşlarına çıkmaktadır. 3- Pilotun düşürüldüğü günkü görevi, Pakistan’dan Norveç’e doğru uçup bilgi toplamaktır53.” ABD bir yandan sarsılan saygınlığını düzeltmeye ve diğer yandan da Sovyet Rusya ile arasında yükselen tansiyonu düşürmeye çalışmıştır. Nitekim ABD Başkanı Eisenhower’ın “Yeni bir Pearl Harbour istemiyoruz”54 şeklindeki sözleri, bunun en iyi göstergesidir. Ancak ABD’nin bu ortamı yatıştırmaya yönelik açıklamalarına karşın Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Kruşçev, Batı’yı harp açmakla tehdit etmiş ve düşürülen Amerikan U–2 casus uçağının parçalarının teşhir edildiği bir basın toplantısında yabancı basın mensuplarına şunları söylemiştir: “Bunlar son derece tehlikeli hareketlerdir. Barışı yakından tehdit ediyorlar. Bu gibi uçakları ve bunların havalandıkları üsleri bir dahaki sefere imha edeceğiz. Onlar bu hareketleriyle bu defa bizi yoklamaya kalktılar. Biz ise burunlarını kırmakla yetindik. Böyle faaliyetler devam ettiği takdirde dünya savaşının patlaması işten bile değildir55.” Kruşçev bu sözleriyle adeta ABD’ye ve müttefiklerine meydan okumuş ve “dünya savaşı” ifadesiyle bu gibi düşmanca hareketlerin, bir üçüncü dünya savaşına neden olabileceğini söylemiştir.

51 Cumhuriyet, 11 Mayıs 1960, s.5. 52 Cumhuriyet, 11 Mayıs 1960, s.5. 53 Oral Sander, a.g.e., s.194. 54 Cumhuriyet, 12 Mayıs 1960, s.1 ve Vatan, 12 Mayıs 1960, s.1. 55 Cumhuriyet, 13 Mayıs 1960, s.1, s.5. 235 Nurettin GÜLMEZ - Bülent TAHANCI ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

U–2 casus uçağının düşürülmesinden itibaren ABD’nin dünya kamuoyunu yanıltmaya yönelik bir tutum içine girdiğini görüyoruz. Sovyet Rusya da bilinçli olarak gerçekleri açıklamakta acele etmemiş ve ABD’nin açık vermesini beklemiştir. ABD’nin U–2 casus uçağını inkâr etmesiyle de beklediği fırsatı yakalayan Sovyet Rusya, başta ABD olmak üzere topraklarını Amerikan üslerine açan ülkeleri tehdit etmeye başlamıştır. Bunun üzerine de ABD’nin gerilimi düşürmeye yönelik adımlar atması, Sovyet tehdidinin boyutlarını göstermesi bakımından önemlidir.

2. Basında U-2 Uçak Krizi

Bu bölümde U-2 Uçak Krizi’nin basına yansıması ele alınmıştır. Türkiye, ABD ve Rusya, olayın doğrudan tarafıdır. İngiltere ise Soğuk Savaş döneminde ABD’nin müttefiki ve etkili bir güçtür. Basın incelemesi için Türk, Amerikan ve İngiliz gazeteleri seçilmiştir. Rus basını ise dil yetersizliği nedeniyle incelenememiştir. Türk, Amerikan ve İngiliz gazetelerinin seçiminde herhangi bir ölçüt dikkate alınmamış ve ulaşılabilen gazeteler arasından rastgele seçilmiştir.

2.1. U–2 Uçak Krizi’nin Türk Basınına Yansıması

U–2 Uçak Olayı, Türkiye ile Sovyetler Birliği ilişkilerinin daha da bozulmasına neden olmuştur. U–2 uçağının ilk olarak Adana İncirlik Hava Üssü’nden kalkmış olması, Sovyet Rusya tarafından Türkiye’nin ABD’nin istihbarat faaliyetlerine destek verdiği şeklinde değerlendirilmiş ve yapılan açıklamalarda, Türkiye’yi suçlayıcı bir dil kullanılmıştır56. Bunun üzerine Türkiye, Dışişleri Bakanlığı aracılığı ile yaptığı açıklamada, Sovyet toprakları üzerinde düşürülen uçağın Türkiye’den geçtiği haberlerinin gerçeği yansıtmadığı ve Türkiye tarafından hiçbir Amerikan uçağının Sovyet toprakları üzerinde bu tür uçuşlara izin verilmediği belirtilmiştir57. 8 Mayıs 1960 tarihinde yayınlanan bildiride şu ifadeler yer almıştır: “Türkiye Hükümeti tarafından hiçbir Amerikan uçağına Sovyet arazisi üzerinde keşif amaçlı ve diğer herhangi bir maksatla uçuş müsaadesi verilmiş değildir. Böyle bir uçağın Türk hududunu aşarak Sovyet Rusya’ya geçmediği malûmdur. Esasen Sovyet makamları da, buna aykırı bir iddiada bulunmamıştır. Şurası muhakkaktır ki, Türkiye kendi hava sahası dışında ancak kendi uçaklarından sorumludur. Daha önce kendi üzerinden geçmiş olsa bile, bu geçiş Türkiye’yi hiçbir şekilde bağlamaz58.” Sovyet Rusya’nın 13 Mayısta verdiği ikinci notaya verilen cevapta da, Türk hükümetinin sınırları dışında sadece kendi uçaklarından sorumlu olduğu

56 Tercüman, 8 Mayıs 1960, s.5. 57 Tercüman, 9 Mayıs 1960, s.1. 58 Fahir Armaoğlu, Belgelerle Türk - Amerikan Münasebetleri, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1991, s.262. 236 Soğuk Savaş Dönemi Çekişmelerinden Bir Örnek: U-2 Uçak Krizi ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) tekrarlanmıştır59. Türkiye’nin Sovyet Rusya’nın notalarına verdiği cevaplardan da anlaşılacağı üzere, Türkiye yaşanan uçak krizini en az zararla atlatmaya çalışmış ve Sovyetlerle olan ilişkilerini gerginleştirmemeye özen göstermiştir. U–2 Uçak Olayı’nda Türkiye’nin bu pasif tutumu, Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan bir makalede şu şekilde değerlendirilmiştir: “Bu hadiseler karşısında Türk kamuoyu, hükümetin ne düşündüğünü ve buna benzer olayların tekrar etmemesi için ne gibi tedbirler almış olduğunu, şu ana kadar öğrenebilmiş değildir. Birinci Dünya Savaşı’nda, Göben ve Breslav zırhlılarının yarattıkları oldubittiyi ve bu suretle Birinci Dünya Savaşı’na girişini unutmayan Türk kamuoyu ve hükümetinin, kendi rızası dışında anlaşmazlıklara zorla sürüklenmek istemeyeceği tabii olduğundan, gerek Türk ve gerek Amerika hükümetleri tarafından bu konuda yapılacak açıklamalar çok faydalı olacaktır60.” Türk basınında U–2 casus uçağı olayının patlak vermesinden itibaren çıkan haberlere dikkat edilecek olursa genellikle ABD ve Sovyet Rusya tarafından yapılan açıklamaların ağırlık kazandığı görülmektedir. Türk hükümetinin ise, Sovyet Rusya’yı tamamen kaybetmemek için olayın başından itibaren inkâr yolunu tercih ettiği dikkatleri çekmektedir.

2.2. U–2 Uçak Krizi’nin Amerikan Basınına Yansıması

Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Kruşçev’in, 5 Mayıs 1960’ta parlamentoda yaptığı konuşmada söylediği U–2 Uçağı Olayı, Amerikan basınında da geniş yer bulmuştur. Kruşçev’in, ABD ve müttefiklerini uyardığına dikkat çekilen haberlerde, başkanın “Soğuk Savaş’ı sonlandıracağımız bir dönemde, bu tür olaylar bizi Paris Zirvesi öncesi korkutuyor. Ama biz bu tür saldırılara karşı her zaman hazırız.” dediği aktarılmıştır. Ayrıca topraklarını bu tür casusluk faaliyetleri için kullandırdıkları için ABD ve müttefikleri Türkiye, İran ve Pakistan’ı uyarmıştır61. Aynı haberin devamında, NASA’nın, uçağın ABD’ye ait olduğunu kabul ettiği ve uçağın meteoroloji amaçlı uçuşlar yaptığı açıklamasına yer verilmiştir62. Kruşçev’in 7 Mayıs 1960’ta Sovyet Yüksek Şurası’nda yaptığı ikinci açıklamada; düşürülen U–2 uçağına ait bilgiler, uçakta bulunan casusluk amacıyla kullanılan teknik cihazlar ve uçağın pilotu Gary Powers’ın üzerinden çıkan eşyalar, uçağın uçuş plânını gösteren harita hakkında kamuoyuyla paylaştığı bilgiler de Amerikan basınında yer almıştır63. 8 Mayıs 1960 tarihli gazetelerde ABD’nin U–2 uçağının istihbarat faaliyetleri için kullanıldığını itiraf ettiği haberleri yer almıştır64. Amerikan

59 Cumhuriyet, 15 Mayıs 1960, s.1. 60 M. Pirî, “Amerika - Rusya hadisesi nasıl başladı, nasıl inkişaf ediyor, neye varacak? Bizim durumumuz nedir?”, Cumhuriyet, 18 Mayıs 1960, s. 5. 61 The Washington Post, 6 Mayıs 1960, s.1. 62 The Washington Post, 6 Mayıs 1960, s.16. 63 The Washington Post, 8 Mayıs 1960, s.1. 64 New York Times, 8 Mayıs 1960, s.1 ve The Washington Post, 8 Mayıs 1960, s.1. 237 Nurettin GÜLMEZ - Bülent TAHANCI ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) resmi makamları tarafından yapılan açıklamalara da yer verilen haberde, ABD’nin istihbarat faaliyetlerine verdiği önem üzerinde durulmuş ve Rusya’nın gizli amaçlarını ve nükleer faaliyetleri hakkında bilgi toplamak amacıyla U–2 uçuşlarının gerçekleştirildiği65, ayrıca istihbarat faaliyetlerinin tek taraflı olmadığı, Sovyetler Birliği’nin de aynı şekilde casusluk yaptığı belirtilmiş ve bu durum “kedi - fare oyununa” benzetilmiştir66. Buna delil olarak da ABD tarafından çekildiği iddia edilen Sovyet casus uçaklarının fotoğrafları gazetelerde yer almıştır67. Kruşçev’in konuşmasında, uçağın pilotu Gary Powers’ı casuslukla suçladığı haberler de, gazetelerde geniş bir yer tutmuştur. Kruşçev pilotu casus olarak suçlarken doğrudan onun itiraflarından yararlanmıştır. Powers, uçağının Türkiye’den kalktıktan sonra Peşaver’e indiğini ve 1 Mayıs tarihinde Peşaver’den Norveç’e kadar olan alanda uçuş yapacağını ve geçeceği güzergâhta radarlar ve uçaksavar üsleri hakkında bilgi toplamak için yola çıktığını söylemiştir68. Sovyetler Birliği’nin bu açıklamaları karşısında Washington yönetimi üzgün ve casusluk suçlamalarıyla kendini aşağılanmış hissetmiştir69. Sadece ABD değil İngiltere de U-2 Uçağı Olayı’nda aşağılandığını belirtmiştir70. Kruşçev, 8 Mayıs 1960 tarihinde Moskova’daki Çekoslovakya büyükelçiliğinde, büyükelçilerle yaptığı bir görüşmede, ABD’nin Sovyetlere karşı bir operasyon içinde olduğunu söylemiş, ABD’nin müttefikleri Norveç, Pakistan ve Türkiye’yi Sovyetlere karşı yapılan operasyonlara alet oldukları için tehdit etmiştir71. “Bir daha kendi üslerinizden Sovyet topraklarına uçuş izni verirseniz, sizi vuracağız, unutmayın ki onlar (ABD) bizden uzak ama siz yakınsınız.” demiştir72. ABD’nin U–2 uçağının kendisine ait olduğunu kabul etmesinden sonra gazetelerde yer alan haberlerde, istihbarat faaliyetlerinin bir zorunluluk olduğu gerekçeleriyle birlikte yer almaya başlamıştır. 11 Mayıs 1960 tarihinde “ABD müttefiklerini korumaya hazır.” başlıklı çıkan bir haberde hükümet sözcüsü Lincoln White, “Gelebilecek sürpriz saldırılar karşısında gözümüzü açık tutmalıyız. Casus uçuşlar devam ediyor ve edecek.” demiştir73. 16 Mayıs 1960 tarihinde toplanacak Paris Zirvesi’nin U–2 olayından olumsuz etkileneceği ve zirvenin üzerinde kara bulutlar dolaştığı haberleri de gazetelerde yer almaya başlamıştır74. Zirve öncesi gergin havayı yumuşatmak için ABD casus uçuşları sonlandırdığını açıklamıştır75.

65 New York Times, 8 Mayıs 1960, s.1. 66 New York Times, 8 Mayıs 1960, s.7. ve The Globe and Mail, 9 Mayıs 1960, s.19. 67 New York Times, 11 Mayıs 1960, s.1. 68 The Washington Post, 6 Mayıs 1960, s.4. 69 New York Times, 9 Mayıs 1960, s.1. 70 Wall Street Journal, 12 Mayıs 1960, s.14. 71 The Globe and Mail, 11 Mayıs 1960, s.1. ve The Washington Post, 10 Mayıs 1960, s.1. 72 The Washington Post, 10 Mayıs 1960, s.1. 73 The Globe and Mail, 11 Mayıs 1960, s.1. 74 The Christian Science Monitor, 16 Mayıs 1960, s.16 ve The Globe and Mail, 16 Mayıs 1960, s.7. 75 The Christian Science Monitor, 16 Mayıs 1960, s.1. 238 Soğuk Savaş Dönemi Çekişmelerinden Bir Örnek: U-2 Uçak Krizi ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

15 Mayıs 1960 tarihinde Zirve Konferansı’na katılmak üzere Paris’e gelen devlet başkanlarının, kıyafetleri üzerinden onların ruh hallerini tahlil etmeye çalışan haberler, gazetelerde yer almıştır. Bu haberlerde Eisenhower ve Kruşçev’in şehir merkezine gelirken giydikleri siyah takım elbise giydiklerini ve şapkalarının yüzlerindeki düşünceli ifadeyi yansıttığını, buna karşılık İngiltere Başbakanı Macmillan’ın gri takım elbise, örgülü bir hırka, açık kahverengi şapka ve süet ayakkabı ile bir Pazar günü mutluluğunu yansıttığını yazmışlardır76. Yani Eisenhower ve Kruşçev üzerinde U-2 Krizi’nin izleri görülürken, Macmillan’da bu izlere rastlanmamıştır. 16 Mayıs 1960 tarihinde, Zirve toplantısından önce Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Kruşçev tarafından yapılan basın toplantısı, bir anda ortamın gerilmesine neden olmuş ve “Acı propaganda dünyadan önce zirveyi böldü.” başlıklı haberlerin çıkmasına neden olmuştur. Kruşçev toplantıda ABD’nin U-2 Uçak Olayı nedeniyle özür dilemesini, olaya karışanların cezalandırılmasını ve keşif uçuşlarının durdurulmasını istemiştir. Kruşçev’in bu istekleri, gazetelerde aşırılık olarak değerlendirilmiş ve soğuk savaşın zirvede de hissedildiği ifade edilmiştir77. Kruşçev’in bu konuşmasıyla Başkan Eisenhower’a ültimatom verdiği, ancak ABD’nin bunu kabul etmeyeceği belirtilmiştir. Kruşçev’in U–2 olayını kullanarak zirveyi sabote ettiği yorumları yapılmıştır78. Kruşçev’in konuşmasında ABD’yi açıkça suçladığı, ABD’nin takip ettiği siyaset yüzünden zirvenin başarısızlıkla sonuçlandığı kaydedilmiştir. Başkan Eisenhower da Sovyetlerin bu tutumunu şiddet içerikli ve hatalı bulduğunu açıklamıştır79. Kruşçev’in saldırgan tutumunun yeni bir Berlin krizine neden olabileceği uyarısı yapılmıştır. Zirve Konferansı’nın tehlikeye girmesi üzerine Fransa ve İngiltere’nin arabuluculuk rollerinden de gazetelerde övgüyle söz edilmiştir80. İngiltere başbakanı Macmillan’ın basına yaptığı açıklamada ABD’yi savunması dikkatlerden kaçmamıştır. Macmillan Paris Zirvesi’nden önce yapılan karşılıklı açıklamalar nedeniyle havanın sertleşmesini, “olan oldu” diyerek kabullendikten sonra, casusluk faaliyetlerinin kabul edilemez bir şey olduğunu, ama yaşamın da bir gerçeği olduğunu ifade etmiştir. Kruşçev’in konferansın tehir edilmesine yönelik isteğini de “Fransızların bir sözü vardır: Tehir edilen şey kaybedilmiştir.” diyerek barış çalışmalarından ümitsizliğini dile getirmiştir81. Barış görüşmelerinin yarıda kesilmesi üzerine, insanların liderlere olan inancını kaybettiği, yorumlarının yapılmasına neden olmuştur.82 Kruşçev’in Paris’ten ayrıldıktan sonra gittiği Doğu Berlin’de yaptığı konuşmada, Sovyetler

76 New York Times, 16 Mayıs 1960, s.15. 77 New York Times, 17 Mayıs 1960, s.1. 78 New York Times, 17 Mayıs 1960, s.17. 79 The Globe and Mail, 17 Mayıs 1960, s.8. 80 New York Times, 17 Mayıs 1960, s.1. 81 New York Times, 17 Mayıs 1960, s.16. 82 New York Times, 17 Mayıs 1960, s.10. 239 Nurettin GÜLMEZ - Bülent TAHANCI ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Birliği’nin barış için üzerine düşeni yaptığını, ama ABD’nin politikaları yüzünden Paris Zirvesi’nin başarısızlıkla sonuçlandığını söyleyerek, ABD’yi suçlamaya devam etmesi, Amerikan basınında geniş yer bulmuştur83. Amerikan basınında çıkan haberlerde ağırlıklı olarak Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Kruşçev’in, ABD ve batılı müttefiklerini tehdit eden açıklamalarına yer verilmiştir. Bununla kamuoyunda, Sovyetler’in her zaman takip edilerek kontrol altında tutulması gerektiği inancı oluşturulmaya çalışılmıştır. Ayrıca Sovyetlerin yaptığı açıklamalarla ABD’yi aşağıladığı ve uluslararası arenada küçük düşürdüğü haberleri yapılmıştır. Buna karşılık ABD’nin tansiyonu düşürmeye yönelik çabalarından övgüyle söz edilmiştir. Böylece Amerikan basını, ABD’nin masum rolüne bürünmesine yardımcı olmaya çalışmıştır.

2.3. U–2 Uçak Krizi’nin İngiliz Basınına Yansıması İngiliz basını genel olarak, U–2 Uçak Krizi’nin patlak vermesinden itibaren yaptığı yayınlarla müttefiki ABD’yi korumaya ve gerilen ortamı yumuşatmaya özen göstermiştir. İngiliz basını, Sovyetler Birliği’nin aynı durumla karşılaşması halinde, casusluk faaliyetlerini asla kabul etmeyeceğini ve inkâr yolunu seçeceğini, oysa ABD’nin olayı kabul ederek erdem gösterdiğini vurgulamıştır84. Batı Avrupa’daki gazetelerde, U–2 olayının Paris Zirvesi’ni etkilemeyeceği yönündeki haberler, İngiliz basınında da yer almaya başlamıştır.85 U–2 Uçağı Olayı’na rağmen ABD Başkanı Eisenhower’ın Sovyetler Birliği’ne yapacağı ziyaretin iptal edilmeyeceği yönündeki haberler, buna kanıt olarak gösterilmiştir86. Kruşçev, gazetecilerin “Paris Zirvesi’nde U-2 olayını görüşecek misiniz?” sorusu üzerine, bu olayın dünyada yeterince konuşulduğunu, bu nedenle gündemlerinde olmadığını ve Paris Zirvesi’nde de gündeme getirilmesinin uygun olmayacağını söylemesi, İngiliz basının iyimserliğe sevk etmiştir87. ABD Başkanı Eisenhower’ın U–2 uçağıyla ilgili 11 Mayıs 1960 tarihli basın açıklaması, İngiliz basınında geniş bir şekilde yer almıştır. Eisenhower basın açıklamasını dört maddede toplamıştır: İstihbarat toplama faaliyetlerinin bir zorunluluk olduğunu, ikinci bir Pearl Harbor istemediklerini, Sovyetlerin gizlilik politikası yüzünden casusluk faaliyetlerinin yapıldığını ve her ülkenin istihbarat amaçlı bilgi topladığını, Düşmanlarından gelebilecek tehditlere ve hilelere karşı korunma amacıyla yapıldığını, 83 New York Times, 21 Mayıs 1960, s.2. 84 The Guardian, 9 Mayıs 1960, s.1. 85 The Sun, 11 Mayıs 1960, s.1. 86 The Sun, 12 Mayıs 1960, s.1. 87 The Sun, 12 Mayıs 1960, s.1. 240 Soğuk Savaş Dönemi Çekişmelerinden Bir Örnek: U-2 Uçak Krizi ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Bu faaliyetlerin gerekli ve hayati olduğunu, Sovyetlerin U-2 Olayını suiistimal ettiğini belirtmiştir88. Ayrıca Başkan Eisenhower açıklamasının sonunda yapılan barış çalışmalarından ümitli olduğunu da vurgulamıştır. Eisenhower’in basın açıklamasından bir gün sonra, Kruşçev de bir basın toplantısı düzenlemiş ve ABD’yi suçlamıştır. Kruşçev’in hiddetlenip, masayı yumrukladığı toplantıda, Amerikan politikalarını cesur, yüzsüz ve ahlaksız olmakla suçlamıştır. Başkan Eisenhower’ın bu uçak olayındaki rolünden dolayı, çok büyük hayal kırıklığına uğradığını ve bu girişimi barışa tehdit olarak gördüğünü söylemiştir. Bu ve bunun gibi uçakları gerekirse hem düşüreceklerini, hem de kendi topraklarında vuracaklarını belirtmiştir. “Savaş çıkarsa, kendi topraklarında atom bombası tecrübesini ilk onlar yaşar.” diyerek ABD’yi tehdit etmiştir. “Sovyetler Birliği’ne çocuk muamelesi yapamazsınız biz güçlü bir devletiz.”, diyerek ABD’ye meydan okuduğu basın toplantını, “Terbiyesizlik, terbiyesizlik, terbiyesizlik!” diye bağırarak bitirmiştir89. Paris Zirvesi’nden önce İngiltere Başbakanı Macmillan, basına yaptığı açıklamada, zirvede arabulucu olarak rol alacağını söylemiştir. Macmillan arabuluculukta hızlı hareket ederek Amerikalıların uyuşmazlığı ile Sovyetlerin tutumu üzerinde duracağını ve U–2 olayının Paris Zirvesi’ne taşınmasına engel olacağını belirtmiştir90. Ayrıca İngiltere Başbakanı Macmillan zirveden bir gün önce Kruşçev ile bir araya gelerek silahsızlanma, Berlin Meselesi, Doğu - Batı İlişkileri gibi konuları ele almışlardır. Bu görüşme ile Macmillan, Paris Zirvesi’ne Kruşçev tarafından U–2 olayının gündem olarak getirilmesini önlemeye çalışmıştır91. Macmillan’ın bu çabalarına karşı Sovyetlerin zirve toplantısından önce ABD’den istekleri, “Kruşçev’in kalmak için şartları, suçlunun cezalandırılması.” başlığıyla gazetelere yansımıştır. Sovyetler Birliği tarafından yapılan açıklamada, daha önce kendileri tarafından dile getirilen U-2 uçağıyla ilgili iddialar tekrarlandıktan sonra, casusluk ve sabotajın ABD’nin siyaseti olduğu, buna benzer olaylarla tekrar karşılaşırlarsa kendilerini savunacakları tehditlerine yer verilmiştir. ABD’nin U–2 uçağının uçuşları dolayısıyla kendilerinden özür dilemesini, uçuşların durdurulmasını ve ABD’nin cezalandırılmasını istemişlerdir. Bu şartlar gerçekleştirilmeden konferansa başlamanın mümkün olmayacağı belirtilmiştir92.Yapılan yorumlarda ABD’nin savunma amacıyla istihbarat faaliyetleri yaptığına yer verilmiş, diğer yandan Sovyetlerin tehditleri vurgulanmıştır93. İngiliz basını, bu krizde ABD’nin yanında yer almış ve konuyla ilgili Sovyet açıklamalarını tehdit olarak algılamıştır.

88 The Guardian, 12 Mayıs 1960, s.13. ve The Sun, 12 Mayıs 1960, s.8. 89 The Sun, 13 Mayıs 1960, s.1. 90 The Sun, 16 Mayıs 1960, s.2. 91 The Guardian, 16 Mayıs 1960, s.1. 92 The Guardian, 17 Mayıs 1960, s.5. 93 The Guardian, 17 Mayıs 1960, s.19. 241 Nurettin GÜLMEZ - Bülent TAHANCI ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

İngiliz basınında çıkan haberlerde, açıkça dış politikada takip ettikleri Amerikan yanlısı politika göze çarpmaktadır. Başkan Eisenhower’ın açıklamalarının basında genişçe yer alması, ABD’nin suçsuzluğunu ispatlamaya yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Kruşçev’in tehdit dolu açıklamalarıyla da sanki ABD’nin haklılığı vurgulanmaya çalışılmıştır. Yaşanan gerilimlerin Paris Zirvesi’ni etkilemeyeceği, zirvenin Doğu-Batı gerginliğini sonlandıracağı yönünde yapılan haberlerle de iyimser bir hava oluşturulmaya çalışılmıştır.

3. U–2 Uçak Krizi’nin Gölgesinde Paris Zirve Konferansı

Soğuk Savaş döneminde başlayan silahlanma yarışı ve özellikle nükleer silahların hızla artması, çıkabilecek muhtemel bir savaşta, bu silahların kullanılmasının ortaya çıkaracağı yıkım büyük devletleri çareler aramaya sevk etmiştir. Aynı zamanda Doğu ve Batı blokları arasındaki gerginliklerin de giderilerek, çatışma ortamının yerini yumuşamaya bırakması amaçlanmıştır. Bu amaçla ABD, Sovyetler Birliği, İngiltere, Fransa ve Federal Almanya arasında 16 Mayıs 1960 tarihinde Paris’te bir Zirve Konferansı toplanması kararlaştırılmıştır94. Nitekim ABD Başkanı Eisenhower, Zirve Konferansı için geldiği Paris’te yaptığı bir konuşmada, “Batı ile Doğu’yu birbirinden ayıran meselelerin halledilmesi için Sovyet Devlet Başkanı Kruşçev ile mutabakata varmak üzere, Batı’nın yolun yarısına kadar gideceğini95.” söylemiştir. Yolun diğer yarısına kadar da, Sovyetlerin gelmesi beklenmektedir. Yani ABD, Zirve Konferansında sorunların çözümlenebileceğine dair beklentisini yüksek tutmaktadır. Aynı şekilde İngiltere Başbakanı Macmillan ve Fransa Cumhurbaşkanı De Gaulle de verdikleri demeçlerde konferanstan ümitli olduklarını ifade etmişlerdir. Böylece oyunbozan olarak Sovyetler gösterilmeye veya masadan kaçması önlenmeye çalışılmıştır. Soğuk Savaş dönemi gerginliklerini gidermek amacıyla toplanan Zirve Konferansı’nın ilk günü olan 16 Mayıs’ta, beklenmedik bir olay olmuştur. Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Kruşçev konferansta, gündemde olmamasına rağmen U-2 Uçağı Olayı’nın gündeme alınmasını talep etmiştir. Bunun üzerine Paris Zirve Konferansı karışmıştır. Aynı gün konferansın ilk toplantısından sonra basına verilen demeçte Sovyet Rusya, ABD’den bir takım isteklerde bulunmuş ve ancak bu şartların yerine getirilmesinden 6 ya da 8 ay sonra konferansın yeniden toplanabileceğini söylemiştir. Bu basın toplantısında Başkan Kruşçev ABD’den şu isteklerde bulunmuştur: “Sovyet Rusya üzerinde keşif uçuşu yapan U–2 uçağı için ABD’nin özür dilemesi, Bu hadiseye sebebiyet verenlerin derhal cezalandırılması,

94 Rifat Uçarol, a.g.e., s.706. 95 Cumhuriyet, 16 Mayıs 1960, s.1. 242 Soğuk Savaş Dönemi Çekişmelerinden Bir Örnek: U-2 Uçak Krizi ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Sovyetler Birliği üzerinde keşif uçuşlarının durdurulması ve bunların tekrar etmeyeceğine dair teminat verilmesi.”96 Ayrıca Kruşçev, Amerikan Başkanının Rusya’ya yapacağı ziyaretin de bu şartlar altında anlamsız olacağını söyleyerek, Başkan Eisenhower’a yaptığı daveti geri aldığını açıklamıştır97. Sovyet Rusya’nın bu isteklerine karşılık Amerikan Başkanı Eisenhower, U–2 uçuşlarının durdurulduğunu ve yeniden başlanmayacağını açıklamış, ancak diğer istekleri kabul etmemiştir. Ayrıca Başkan Eisenhower “Kruşçev Paris’e toplantıyı baltalamak için gelmiştir98.” diyerek tepkisini dile getirmiştir. Zirve Konferansı’nın tehlikeye girmesi üzerine Fransa Cumhurbaşkanı De Gaulle; Amerikan Başkanı Eisenhower, Sovyet Rusya Devlet Başkanı Kruşçev ve İngiltere Başbakanı Macmillan’ı bir toplantıya davet etmiş, ancak Kruşçev’in söz konusu davete icabet etmemesi üzerine toplantı, diğer üç liderin katılımıyla Elysee Sarayında gerçekleştirilmiştir. Toplantı sonunda yayınlanan bildiride şu ifadeler yer almıştır: “Cumhurbaşkanı General De Gaulle; Başkan Eisenhower’a, Başkan Kruşçev’e ve Başvekil Macmillan’a, 17 Mayıs günü saat 14.00’te kendisi ile birlikte toplanarak Zirve Konferansının, daha önce bu konferansta müzakere edilmesi kararlaştırılmış olan meseleleri incelemeye başlayıp başlayamayacağını tahkik etme teklifinde bulunmuştur. ABD Başkanı ile İngiltere Başvekili toplantıya gelmişlerdir. Sovyet Devlet Başkanı Kruşçev’in ise hazır bulunmadığı görülmüştür. Bunun üzerine, Cumhurbaşkanı De Gaulle, bu şartlar altında müzakerelere başlanamayacağı görüşüne varmıştır99.” Fransa Cumhurbaşkanı De Gaulle tarafından yapılan bu açıklama, Batılı devletler tarafından Zirve Konferansı’nın “ölüm haberi” olarak değerlendirilmiştir100. Paris Zirvesi’nin başarısızlıkla sonuçlanması ve Sovyetlerin ortamı gerginleştirmeye devam etmesi üzerine ABD, durumun ciddileştiğini belirterek, dünyadaki bütün Amerikan kuvvetlerine “hazır ol” emri göndermiştir101. Böylece Amerikan U–2 uçağının düşürülmesinden sonra başlayan krizde, sürekli olarak tehditler savuran Sovyet Rusya amacına ulaşmış, Zirve Konferansının başlamadan bitmesine neden olmuş ve adeta gövde gösterisi yaparak ABD’yi müttefikleri önünde itibarsızlaştırmıştır. Sovyet Rusya Devlet Başkanı Kruşçev, Paris’ten ayrılmadan önce 18 Mayıs’ta bir basın toplantısı düzenlemiştir. Kalabalık bir basın mensubu önünde

96 Cumhuriyet, 18 Mayıs 1960, s.1. ve Akşam, 17 Mayıs 1960, s.1. ve Yeni Sabah, 17 Mayıs 1960, s.1. 97 Tercüman, 17 Mayıs 1960, s.5. 98 Hürriyet, 17 Mayıs 1960, s.1. 99 Cumhuriyet, 18 Mayıs 1960, s.1. ve Akşam, 18 Mayıs 1960, s.1. ve Vatan, 18 Mayıs 1960, s.1 ve Yeni Sabah, 18 Mayıs 1960, s.1. 100 Cumhuriyet, 18 Mayıs 1960, s.1. 101 Akşam, 18 Mayıs 1960, s.1 ve Yeni Sabah, 18 Mayıs 1960, s.1. 243 Nurettin GÜLMEZ - Bülent TAHANCI ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) yaptığı konuşmada Kruşçev, Batılı devletleri tehdit etmiş, Doğu Almanya ile ayrı bir barış antlaşması imzalayacağını söylemiş ve ABD’ye çatmıştır. Kruşçev, tehdit dolu konuşmasından sonra Doğu bloğuna mensup gazeteciler tarafından alkışlanırken, Batı bloğuna mensup bir kısım gazeteci tarafından ise yuhalanmıştır102. Kruşçev konuşmasında ayrıca Fransa Cumhurbaşkanı De Gaulle ile İngiltere Başbakanı Macmillan’ı barışı sağlamaya yönelik gayretleri nedeniyle övmüş, ancak sonuç alınamaması nedeniyle de eleştirmiştir. Amerikan Başkanı Eisenhower’a yönelik olarak da, “ABD’de Roosevelt’in ölümünden sonra, iyi idarecilerin iktidara gelmediklerini103” söyleyerek, tansiyonu yükseltmeye devam etmiştir. Basın toplantısında oldukça sinirli olduğu görülen Kruşçev’in, zaman zaman bağırarak önündeki masayı yumruklaması da dikkatlerden kaçmamıştır.104 Kruşçev’in masayı yumruklaması, bir güç ve gövde gösterisi olarak değerlendirilmiştir. Kruşçev bu uzlaşmaz ve sert tutumu nedeniyle kamuoyunun da tepkisini çekmiştir. Nitekim Paris’ten ayrılmadan önce çıktığı liderlere veda ziyaretinde caddelerde yuhalanmıştır105. Buna karşılık Başkan Eisenhower ise Parisliler tarafından alkış ve sevgi gösterileriyle uğurlanmıştır106. Paris’ten ayrıldıktan sonra Doğu Almanya’ya geçen Sovyet Rusya Devlet Başkanı Kruşçev, 20 Mayıs’ta Doğu Berlin’de yaptığı konuşmada U-2 uçuşlarından dolayı yine ABD’yi suçlamış ve Başkan Eisenhower’ın özür dilemesi gerektiğini belirtmiştir. Zirve Konferansının başarısız olmasının suçunu Başkan Eisenhower’a yüklemiş ve Sovyet Rusya’nın tekrar toplanacak bir konferansa katılabileceğini belirtmiştir. ABD’yi ise konferansta Başkan Eisenhower’ın temsil etmemesi gerektiğini söylemiştir. Kruşçev’in bu konuşması, Batılı devletler tarafından memnuniyetle karşılanmış ve Sovyet Rusya’nın müzakerelere kendini kapatmadığı şeklinde yorumlanmıştır107. Paris Zirve Konferansının sonuçsuz kalması üzerine toplanan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, 24 Mayıs’ta yaptığı toplantıda “Dört Büyükler” olarak tabir edilen; ABD, Sovyetler Birliği, İngiltere ve Fransa’nın mümkün olan en kısa zamanda müzakerelere yeniden başlamasını tavsiye etmiştir108. Ayrıca Sovyetler Birliği’nin, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde ABD’ye mütecaviz damgası vurdurmak için yaptığı girişimler sonuçsuz kalmış ve teklifi büyük bir çoğunlukla reddedilmiştir. Aynı zamanda ABD’nin Sovyet Rusya toprakları üzerinde gerçekleştirdiği U–2 uçuşlarından dolayı Güvenlik Konseyi’nden çıkarmaya çalıştığı kınama kararı da kabul edilmemiştir109.

102 Tercüman, 19 Mayıs 1960, s.1. 103 Tercüman, 19 Mayıs 1960, s.5. 104 Cumhuriyet, 21 Mayıs 1960, s.1. ve Vatan, 21 Mayıs 1960, s.1. 105 Cumhuriyet, 19 Mayıs 1960, s.5. 106 Hürriyet, 19 Mayıs 1960, s.1. 107 Tercüman, 21 Mayıs 1960, s.1, s.5. 108 Cumhuriyet, 25 Mayıs 1960, s.5. 109 Tercüman, 27 Mayıs 1960, s.1. 244 Soğuk Savaş Dönemi Çekişmelerinden Bir Örnek: U-2 Uçak Krizi ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Doğu ve Batı blokları arasında bir yumuşama ve gerginlikleri bitirme adına düzenlenen Paris Zirvesi, Sovyetler Birliği’nin U–2 Casus Uçağı Olayı’nı bahane ederek, zirve konferansını terk etmesiyle sonuçsuz kalmıştır. Fransa’nın tarafları bir araya getirmek için yaptığı arabuluculuk girişimleri de Sovyetler ’in boykotu nedeniyle başarısız olmuştur. Bütün bu gelişmeler, Kruşçev’in, ABD’nin açığını yakalayınca, her fırsatta kullanmaktan çekinmediğini göstermiştir. Ayrıca U–2 Casus Uçağı Olayı’nı, Doğu Bloku ülkeleriyle olan ilişkilerini geliştirmek için de kullanmıştır.

Sonuç

U–2 Uçak Krizi, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan bloklaşmanın en ufak olayla bütün dünyayı bir savaşın eşiğine getirebileceğini göstermesi bakımından önemlidir. Özellikle ABD’nin, Sovyet Rusya’nın 1957 yılında nükleer çalışmalarda elde ettiği başarı karşısında yaşadığı panik ve endişe ile giriştiği nükleer ve casusluk faaliyetleri, Doğu ve Batı blokları arasında tansiyonu sürekli arttırmıştır. U–2 Uçak Krizi’nde, Batılı devletlerin ABD’yi desteklemesi, Sovyet Rusya’nın geri adım atmasına neden olmuş ve dünya muhtemel bir savaşın eşiğinden dönmüştür. Bu tarihten itibaren Sovyet Rusya da ABD’ye misillemede bulunmak için Amerika kıtasında müttefik arayışlarına girmiştir. O sıralarda ABD ile arası açılan Küba yönetimine yaklaşarak, onu koruma bahanesiyle topraklarına yerleştirdiği füzelerle ABD’ye karşı yakın bir tehdit oluşturmaya çalışmıştır. ABD ile Sovyetler arasında yaşanan askerî rekabet, Soğuk Savaş döneminde, dünyayı birkaç kez savaş tehdidiyle karşı karşıya getirmiştir. Ancak çıkabilecek muhtemel bir savaşının pahalıya mal olacağını bilen iki süper güç, bu durumu göze alamamışlar ve gerektiğinde geri adım atmasını bilmişlerdir. İkinci Dünya Savaşı’nın ekonomik sonuçlarından olumsuz etkilenen Türkiye, bu dönemde bir yandan Sovyetlerin komünizm tehlikesinden kendini korumaya çalışırken, diğer yandan da ABD’den aldığı askerî ve malî yardımlarla Batı Bloğuna yaklaşmıştır. Bu durum özellikle dış politikada ABD’nin menfaatleri doğrultusunda hareket etmeyi zorunlu kılmış ve topraklarında ABD’nin üslerinin kurulmasını beraberinde getirmiştir. U–2 Uçak Krizi’nde Türkiye’nin pasif tutumu, dış politikada ABD’nin gölgesinde kalındığının en açık göstergelerinden biri olmuştur. Üstelik U–2 Uçak Krizi, 27 Mayıs’ta bir askerî darbe ile devrilen Menderes hükümetinin son günlerinde yaşanmıştır. Dolayısıyla ülke içinde birçok sorunla mücadele etmek zorunda kalan ve yıpranan hükümetin dış politikada elinin zayıflaması da, bu krizde Türkiye’nin sessiz kalmasına neden olmuş olabilir.

245 Nurettin GÜLMEZ - Bülent TAHANCI ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

U–2 Uçak Krizi’nde Türk, Amerikan ve İngiliz basının tutumunda ise dikkatimizi çeken en önemli nokta, kendi ülkelerinin dış politikalarını destekleyen bir yayın politikası izlemeleri olmuştur. Türk basını, hükümetin bu konudaki açıklamalarının yetersiz olması nedeniyle tarafsız kalmaya özen göstermiş, ABD ve Sovyet Rusya tarafından yapılan açıklamaları haberleştirmiştir. Yorum ve değerlendirmeden kaçınmıştır. Amerikan basını olayın başından itibaren hükümetlerinin haklılığını ispatlamaya çalışan yayınlar yaparken İngiliz basını da müttefiki ABD’nin kamuoyu önünde zedelenen itibarını yeniden kazanması için çalışmıştır.

246 Soğuk Savaş Dönemi Çekişmelerinden Bir Örnek: U-2 Uçak Krizi ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

KAYNAKÇA I. Gazeteler

Akşam Cumhuriyet Hürriyet Milliyet New York Times Tercüman The Christian Science Monitor The Globe and Mail The Guardian The Sun The Washington Post Vatan Yeni Sabah Wall Street Journal

II. Kitaplar

AKALIN, Cüneyt, Soğuk Savaş ABD ve Türkiye - 1, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2003. ARMAOĞLU, Fahir, Belgelerle Türk - Amerikan Münasebetleri, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1991. ______, 20. Yüzyıl Siyasî Tarihi­­ , C.I (1914-1980), Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara, 1992. ATAÖV, Türkkaya; Amerika, NATO ve Türkiye, Aydınlık Yayınevi, Ankara, 1969. GADDIS, John Lewis; Soğuk Savaş - Pazarlıklar, Casuslar, Yalanlar, Gerçek, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2008. GÖNLÜBOL, Mehmet; ÜLMAN, A. Halûk; BİLGE, A. Suat; SEZER, Duygu, Olaylarla Türk Dış Politikası, c. I (1919-1973), Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, 1987.

247 Nurettin GÜLMEZ - Bülent TAHANCI ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

GÜRÜN, Kâmuran, Dış İlişkiler ve Türk Politikası, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, 1983. HALE, William, Türk Dış Politikası 1774-2000, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2003. HASANLI, Cemil; Tarafsızlıktan Soğuk Savaşa Doğru Türk - Sovyet İlişkileri (1939- 1953), Bilgi Yayınevi, Ankara, 2011. KENNEDY, Paul, Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1994. ORAN, Baskın, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, C.I (1919-1980), İletişim, İstanbul, 2009. SANDER, Oral, Türk - Amerikan İlişkileri 1947-1964, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, 1979. SOYSAL, İsmail, Türkiye’nin Dış Münasebetleriyle İlgili Başlıca Siyasî Antlaşmaları, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1965. UÇAROL, Rifat, Siyasî Tarih (1789-1999), Filiz Kitabevi, İstanbul, 2000. USLU, Nasuh, Türk - Amerikan İlişkileri, 21. Yüzyıl Yayınları, Ankara, 2000.

III. Makaleler

AKTER, Ahmet, ERDOĞAN, Dilşen İnce; “İkinci Dünya Savaşı Sonrası Amerikan Askerî Yardımı: Truman Doktrini ve Marshall Planı”, Onuncu Askerî Tarih Sempozyumu Bildirileri, Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2006, s.436. SARINAY, Yusuf; “Türkiye’nin NATO’ya Girişi ve Türk Dış Politikasına Etkileri (1952-19902)”, Onuncu Askerî Tarih Sempozyumu Bildirileri, Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2006, s.46-47.

IV. İnternet Kaynakları http://en.wikipedia.org/wiki/File:Khrushchev_U2.gif, (3.6.2013). http://en.wikipedia.org/wiki/File:U2_GrandSlam.png, (3.6.2013).

248 Soğuk Savaş Dönemi Çekişmelerinden Bir Örnek: U-2 Uçak Krizi ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

EKLER

Resim 1: Tercüman, 9.5.1960, s.1. Rusya’da düşürülen U–2 Amerikan uçağının enkazı.

Resim 2: Kruşçev, U-2 Uçağının enkazını kamuoyuna teşhir ederken. http://en.wikipedia.org/wiki/File:Khrushchev_U2.gif, (3.6.2013).

249 Nurettin GÜLMEZ - Bülent TAHANCI ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Resim 3: Yeni Sabah, 14.5.1960, s.1. U-2 Uçağının pilotu Gary Powers’ın Rusların eline geçtikten sonra Moskova’da çekilmiş bir fotoğrafı ve üzerinden çıktığı iddia edilen eşyalar: Silah, mermi ve zehirli intihar iğnesi.

Resim 4: 1.5.1960, U-2 Uçağı “GRAND SLAM” uçuş plânı. http://en.wikipedia.org/wiki/File:U2_GrandSlam.png, (3.6.2013).

250 Soğuk Savaş Dönemi Çekişmelerinden Bir Örnek: U-2 Uçak Krizi ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Resim 5: Cumhuriyet, 21.5.1960, s.1. Kruşçev, Paris’te yaptığı basın toplantısında bağırıp önündeki masayı yumruklarken.

Resim 6: Hürriyet, 18.5.1960, s.1. Paris Zirve Konferansı’nı baltalayan Rus lideri Kruşçev gazetecilere izahat verirken.

251 Nurettin GÜLMEZ - Bülent TAHANCI ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Resim 7: Hürriyet, 17.5.1960, s.1. Eisenhower: “Bana böyle yapacağını daha evvel bilseydim!..”

Resim 8: Cumhuriyet, 16.5.1960, s.1. Bugün toplanacak olan “Dört Büyükler” bir fotomontajda bir arada. Soldan sağa: Macmillan, Eisenhower, De Gaulle ve Kruşçev.

252 Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi Journal Of Modern Turkish History Studies XIV/28 (2014-Bahar/Spring), ss.253-282.

1950-1960 YILLARINDA TÜRKİYE İLE SOVYETLER BİRLİĞİ ARASINDAKİ İLİŞKİLER

Vefa KURBAN*

Öz Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki ilk temasların Mustafa Kemal Paşa’nın 26 Nisan 1920 tarihinde Lenin’e yazdığı mektupla başladığı söylenebilir ve bu dönem iyi komşuluk ve dostluk ilişkileriyle tanımlanabilir. Mustafa Kemal Paşa’nın vefatı, İkinci Dünya Savaşı’nın başlaması, Stalin’in Türkiye’den toprak talebi ve Boğazlar rejiminde değişiklik talepleri, ayrıca Soğuk Savaş’ın da etkisiyle iki ülke arasındaki ilişkiler farklı boyut kazanmıştır. 1950’li yılların başlarındaki Türk dış siyasetinin esas prensiplerini, bazı Sovyet araştırmacıları, anti-komünizm ve Sovyet karşıtlığı olarak görmekte ve bu durumu eleştirmektedirler. Stalin’in ölümünden sonra Sovyetler Birliği’nin Türkiye’den bundan böyle toprak talebinde bulunmayacağını resmi bir şekilde bildirmesinin yanında, Sovyetler Birliği ile ticari anlaşmalar imzalaması, Türk ve Sovyet siyasileri arasındaki ilişkiler, karşılıklı ziyaret planları Amerika’nın da dikkatinden kaçmamıştır.

Anahtar sözcükler: Rus-Türk ilişkileri, Komünist Parti, Sovyetler Birliği, Soğuk Savaş, Hruşov, Demokrat Parti (DP), NATO.

RELATIONS BETWEEN TURKEY AND THE SOVIET UNION IN THE 1950S AND 1960S IN THE TURKISH AND SOVIET PRESS

Abstract When we look at the relations between Turkey and the Soviet Union, , it can be seen that it went through periods of stagnation and regression. The first contacts began when Mustafa Kemal Pasha wrote a letter to Lenin and this era can be defined as one of friendship and good neighbourly relations.The death of Mustafa Kemal Pasha, the start of the Second World War, Stalin’s territorial demands from Turkey and the demand for changes in the regime of the Straits saw the relations between the two countries take on a different dimension. In the 1950s some Soviet researchers saw the principles of Turkish foreign policy as being anti-communist and anti-soviet and criticised this.In the early 1960s, Turkish foreign

* İzmir Ekonomi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi, ([email protected]). 253 Vefa KURBAN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) policy changed, this can be understood from both Soviet and Turkish press. Turkey as a NATO member followed pro-western policy. After The Soviet Union formally declared that they would no longer make formal land claims to Turkey, Turkey and The Soviet Union signed trade agreements. Political relations between Turkey and the Soviet Union developed and plans were made for visits by high-level politians.However these plans did not escape the attention of America.

Keywords: Turkey-Russia relations, Communist Party, Soviet Union, Cold War, Hrušov, Democratic Party, NATO.

Giriş

Bazı Sovyet tarihçilerine göre, Türkler kuzey komşuları Ruslara karşı önyargılı davranmaktaydılar. Çünkü onlar, Rusya’yı ülkelerinin bağımsızlıklarına ve bölünmezliklerine bir tehdit olarak algılıyorlardı1. Tabii bu durumun nedeni geçmişte yaşanmış bazı gelişmelerdi. Şöyle ki: I. Dünya Savaşı sırasında Rusya’nın, İngiltere ve Fransa’yla birlikte Türkiye’nin bölünmesi ve parçalanmasına ilişkin planın bir parçası olması ve bu ülkelerle gizli bir anlaşmayı imzalamış olması, bu gizli anlaşmadan Karadeniz ve boğazların Rusya’nın denetimine geçeceği planının anlaşılması2; II. Dünya Savaşı’ndan sonra SSCB’nin tek taraflı olarak 1925 yılında imzalanan Sovyet-Türk Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşmasını feshetmesi3. Rus araştırmacı S. B. Drujılovski, Sovyetler Birliği’nin 1945 yılında Türkiye ile neredeyse savaş durumunda olduğunu yazıyordu4. Bütün bunlar tabii ki, Sovyetler Birliği ile Türkiye arasındaki ilişkileri kötü etkilemiş, Türkiye’nin Amerika ile Yakın Doğu ve Orta Doğu’daki5 yandaş ülkelerinin yanında yer almasına neden olmuştur6.

1 F.F. Jelobtsov, “Sovetsko-Turetskie Otnosheniya v 1950 e gg. po Materialam Demokraticheskogo Ejenedelnika “Akis”, Vestnik Severo-Vostochnogo Federalnogo Universiteta İm. M.K.Ammosova”, Vıpusk No1, C.5, 2008, s.98. 2 Rusya 4 Mart 1915’te İngiltere ve Fransa’ya nota vererek aşağıdaki isteklerde bulunmuştur: “İstanbul şehri, İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile Marmara Denizi’nin batı kıyıları ve Midye-Enez çizgisine kadar güney Trakya ile İstanbul Boğazı’nın doğu kıyısı ile Sakarya nehri ve İzmit körfezinin sonradan tespit edilecek bir noktası arasında kalan topraklar, Marmara Denizindeki adalar Rusya’ya ilhak edilecektir. İmroz ve Bozcaada’nın kaderi de Rusya’ya danışılmadan tayin edilmeyecektir”. Fahir Armaoğlu, 20.Yüzyıl Siyasi Tarihi, (1914-1995), C.1-2, Alkım Yayınevi, İstanbul, 2011, s.s.114-115. 3 Jelobtsov a.g.m., s.98. 4 S.B.Drujilovskiy, “Evolutsiya Konsepsii Bezopasnosti na Srednem Vostoke (İran, Afganistan, Tursiya)”, Vostok, Zapad: Regionalnıe Problemı i Regionalnıe Podsistemı Mejdunarodnıh Otnosheniy, ROSSPEN, Moskova, 2002, s.407. 5 Yakın Doğu – Sovyet sisteminde Batı Asya ve Kuzey-Doğu Afrika. Batı Avrupa’da ise Yakın Doğu ülkeleri, İran ve Afganistan’la birlikte Ortadoğu bölgeleri olarak geçer. Kaynak: ACE Azerbaycan Sovyet Ansiklopedisi, C.5, Bakü, 1981, s.94. 6 Jelobtsov a.g.m., s.98. 254 1950-1960 Yıllarında Türkiye ile Sovyetler Birliği Arasındaki... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Türk-Sovyet İlişkileri ve Bunun Türkiye’nin NATO Üyeliğine Etkisi

Türkiye’nin Doğu Bloku ile ilişkilerinde esas belirleyici rolü Sovyet Rusya’nın üstlenmiş olduğu anlaşılmaktadır. Stalin döneminde, 19 Mart 1945 tarihinde Türkiye’ye verilen nota, iki devlet arasında ciddi gerginliğe neden olmuştur. Bu gerginlik Sovyet liderinin ölümüne kadar devam etmiştir. Sovyet Rusya, ülkesi dâhilinde Türk soyundan çok sayıda insanın bulunması ve bu devletin Türkiye ile sınırının özel bir öneme sahip olması nedeni ile başta Bulgaristan olmak üzere ve kendisine bağlı bir kısım devletleri Türkiye’ye karşı kullanmıştır7. 1945-1946 yıllarında Türkiye’nin Sovyetler Birliği’nin tehditleriyle karşı karşıya kalması Türkiye’nin dış politikada Batı’ya yönelmesine neden olmuştur. Bu yüzden Türkiye, Batılıların kurduğu bütün siyasal, askeri ve ekonomik kuruluşlara katılmayı kendisine bir amaç saymıştır 8. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Rusya’nın artık kendi kutbunu kurması ve Türkiye’nin hemen yanı başında nükleer tehdit olarak durması, Türkiye’nin bu ülkeyi “birinci derecede askeri ve siyasi tehdit olarak algılaması” sonucunu doğurmuştur9. SSCB’nin “komünist ideoloji” ile yönetilmesinden, ABD ve taraftarlarında giderek artan komünizm düşmanlığından yararlanarak bir destek sağlamak, Türkiye’nin o günkü yöneticilerince bir fırsat olarak değerlendirilmiştir. Türk kamuoyu da bu yönde bilinçlendirilmiştir10. Türkiye’nin NATO’ya girmek istemesi II. Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan Batı Bloğu’na katılma çabalarıyla ortaya çıkmıştır. Türkiye, NATO’nun daha kuruluş aşamasında bu ittifaka katılmak için girişimlerde bulunmuş fakat bir sonuç alamamıştır. 8 Ağustos 1949’da Türkiye’nin Avrupa Konseyi üyeliğine alınması, Türk devlet adamlarının NATO’ya girme konusundaki çabalarını arttırmış, başvuru için geçerli bir sebep yaratmıştır. Buna rağmen bazı NATO üyeleri Türkiye’nin birliğe girmesine sıcak bakmamıştır11. New York’taki NATO toplantısında, Türkiye’yi savunan sadece iki bakan çıkmıştır: Acheson ve Kont Sforza. Diğer bakanların hepsi bu duruma karşı çıkmışlardır12. 25 Haziran 1950’de Kore Savaşı başlamıştır. 27 Haziran

7 Mustafa Albayrak, Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti (1946-1960), Phoenix Yayınevi, Ankara, 2004, s.468. 8 Mehmet Gönlübol ve diğerleri, Olaylarla Türk Dış Politikası (1919-1995), 9. bsk., Siyasal Kitabevi, Ankara, 1996, s.311. 9 Ertan Efegil, “Türk-Rus İlişkileri: Bölgesel İşbirliği veya Stratejik Kazanç”, Ed. İdris Bal, 21.Yüzyılda Türk Dış Politikası, Ankara Global Araştırmalar Merkezi, Ankara, 2006, s.371. 10 Çetin Yetkin, Türkiye’de Askeri Darbeler ve Amerika, 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül’de Amerika’nın Yeri, Ümit Yayıncılık, Ankara, 1995, s.48. 11 Yusuf, Sarınay “Türkiye’nin NATO’ya Girişi”, Türkler, C.16, 2002, s.926. 12 Feridun Cemal Erkin, Dışişlerinde 34 Yıl, Washington Büyükelçiliği, C.2, I.kısım, TTK, Ankara, 1986, s.189. 255 Vefa KURBAN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

1950’de Birleşmiş Milletler, üyelerine Kore’ye yapılan saldırıya karşı koymak ve bölgede barışın ve güvenliğin tekrar sağlanması için yardım çağrısında bulunmuştur13. Demokrat Parti de bu çağrıya yanıt vererek Kore’ye 4500 kişilik bir kuvvet göndermiştir14. Bu durum Türkiye’nin NATO’ya üyelik sürecini olumlu yönde etkilemiştir15. Kore Savaşı sonrasında Türkiye’nin NATO’ya alınması ABD tarafından desteklenmiştir. Bunda tabii ki, Türkiye’nin jeopolitik konumunun16, aynı zamanda NATO kuvvetleri Başkomutanı General Eisenhower’ın sağ kanadında güçlü bir destek olarak Türkiye’nin Atlantik Paktı’na alınması konusunda son derece istekli olmasının, hatta bu konuyu Amiral Carney’e söylemesinin de etkisi büyük olmuştur17. Kore Savaşı sonrasında Sovyetler Birliği ile Türkiye arasındaki ilişkiler daha da bozulmuştur. Sovyetlerin yönlendirdiği Bulgaristan 10 Ağustos 1950 tarihinde Türkiye’ye bir nota vererek, sayıları 250 bini bulan Türk’ün üç ay içinde Bulgaristan’dan çıkarılacağını açıklamıştır18. Türkiye’nin NATO’ya girişi ve Türkiye öncülüğünde bir Ortadoğu komutanlığının kurulması konusunun gündeme gelmesinden en çok Sovyet Rusya rahatsız olmuştur. Rusya, 3 Kasım 1951 tarihinde Türkiye’ye bir nota göndererek, bu kuruluşun saldırgan bir amaç taşıdığını ve halen Hitlerci generallerin komutası altındaki Almanya’nın da bu kuruluşa katılmasından dolayı endişe ettiğini dile getirmiştir19. Bu notayla bağlantılı olarak, Türk Dışişleri Bakanı, Sovyetler Birliği’nin Türkiye Büyükelçisi Aleksandr Lavrişev’e gönderdiği cevapta Kuzey Atlantik Antlaşması’nın agresif karakter taşımadığını belirtmiştir20. Sovyetler Birliği, ABD, Büyük Britanya, Fransa ve Türkiye’ye birer nota daha göndermiştir21. Nihayet, NATO Bakanlar Kurulu Konseyi Türkiye ve Yunanistan’ın NATO’ya alınmalarına karar vermiş, TBMM de, 18 Şubat 1952’de Kuzey Atlantik Antlaşması’nı onaylamış ve Türkiye resmen NATO üyesi olmuştur22. Sovyetler Birliği, Türkiye’nin bu askeri birliğe girişine tepki göstermiştir. Türkiye’de ise bu tepki, ülkenin iç siyasetine karışılması şeklinde nitelendirilmiştir23. 13 Gönlübol, a.g.e., s.228. 14 M.S. Yücel “Menderes Dönemi (1950-1960)”, Türkler, C.16, 2002, s.837. 15 Erol Mütercimler ve Mim Kemal Öke, Düşler ve Entrikalar, Demokrat Parti Dönemi Türk Dış Politikası, I.bsk., Alfa yayınları, İstanbul, 2004, s.s.104-105. 16 Sarınay, a.g.m., s.926. 17 Erkin, a.g.e., s.190. 18 Albayrak, a.g.e., s.460. 19 Albayrak, a.g.e., s.462. 20 “Nota Sovetskogo Pravitelstva Pravitelstvu Turtsii”, Pravda, 1 Aralık 1951, No:335. 21 Pravda, 29 Ocak 1952, No:29. 22 Sarınay, a.g.m., s.926. 23 Jelobtsov, a.g.m., s.98. 256 1950-1960 Yıllarında Türkiye ile Sovyetler Birliği Arasındaki... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Türkiye NATO’ya katıldıktan sonra bütün milletlerarası olayları bu teşkilatın bakış açısıyla değerlendirmiştir. Bunun çeşitli nedenleri vardır: Türk dış politikasını yönetenler Atlantik Antlaşması’nı Türkiye için milli politika, bir dünya görüşü saymışlardır. Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü, 1955 yılı bütçe görüşmeleri sırasında TBMM’de yaptığı konuşmasında Atlantik İttifakı hakkında şöyle demektedir24: “…Lafzı ve ruhu ile tamamen tedafüi mahiyette olan Atlantik İttifakı, bizim için milli bir politikadır.” 1950’li yıllarda Türk Dış Politikasının üç temel prensibe dayandığı anlaşılmaktadır: Sovyet yayılmacılığına karşı durulması, Batı ile askeri ve ekonomik işbirliğinin sağlanması ve Kıbrıs sorunu (1955’lerden itibaren)25. Bu dönem Sovyet tarihçileri tarafından da araştırılmış ve Sovyet tarihçilerinden F.F. Jelobtsov, Demokrat Partinin 10 yıllık yönetiminin Türk basın tarihinde en karanlık dönem olarak anıldığını, aynı zamanda bu dönemde, demokratik özgürlüklerin de ortadan kalktığını belirtmiştir26. Sovyet araştırmacılarına göre Demokrat Parti hükümeti, 1950’lerde Yakın Doğu ve Ortadoğu’da soğuk savaşın yayılmasını sağlamış ve bölgede yer alan ülkelerin, NATO’nun himayesindeki askeri-siyasi bloklara dâhil olması için azami diplomatik gayret sarf etmiştir27.

Stalin’in Ölümünden Sonra Türk-Rus İlişkilerindeki Değişiklikler

Türkiye’nin NATO’ya girişinin TBMM tarafından onaylanmasından sonra Sovyetler Birliği, Türkiye aleyhtarı yayınlar yapmaya başlamıştır. Olaylar bu şekilde cereyan ederken 5 Mart 1953’te Stalin vefat etmiştir28. Stalin’in ölmesi üzerine dünyanın farklı ülkelerinden Sovyetler Birliği’ne başsağlığı mesajları iletilmiştir. Türkiye’den de Celal Bayar, Sovyetler Birliği Yüksek Komiserliği’nin temsilcisi Nikolay Şvernik’e taziye mesajlarını göndermiştir29. Stalin’in ölümünden sonra Sovyet Rusya, daha önce yapmış olduğu hatayı düzeltmek ve Türkiye ile olan ilişkilerini düzene sokmak istiyordu30. Bu dönemde Malenkov, Komünist Parti Genel Sekreteri, Başbakan Voroşilov Sovyet Şuraları Başkanı, Beria, Molotov, Kaganoviç ve Bulganin de Başbakan yardımcılıklarına seçilmişlerdi. Yeni yönetimde Stalin yanlılarının yanı sıra, daha önce onunla anlaşmazlığa düşenlere de görev verilmişti. Bu değişiklikler, Sovyet politikasının Stalin’in çizgisinde devam ettirilmeyeceğinin ilk 24 Gönlübol, a.g.e., s.311. 25 Hüseyin Bağcı, Demokrat Parti Dönemi Dış Politikası, İmge Kitabevi, Ankara, 1990, s.71. 26 İzvestiya Uralskogo Gosudarstvennogo Universiteta. Seriya 2,Gumanitarnıe Nauki, 20.08.2010, No 3, ss. 119-126. 27 Jelobtsov, a.g.m., s.98. 28 Çağatay Benhür, “Stalin Dönemi Türk-Sovyet İlişkileri”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S.15, s.335. 29 “Telegramma Ego Prevosxoditelstvu Nkolayu Şverniku”, Pravda, 9 Mart 1953, No:68. 30 Kamuran Gürün, Türk-Sovyet İlişkileri (1920-1953), TTK, Ankara, 1991, s.310. 257 Vefa KURBAN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) işaretleriydi. Sovyetlerin bu dönemde yaptıkları ilk işlerden birisi, 30 Mayıs 1953’te bir açıklamada bulunarak, daha önceki yönetimin Türkiye’ye verdiği notalardaki görüşlerin kendileri tarafından benimsenmediğini savunarak bir çeşit özür dilemek olmuştur31. Bununla Sovyet Rusya, aynı zamanda Boğazlar üzerindeki hak iddialarından vazgeçildiğini resmen açıklamıştır. Rus yetkililer bu çabalarla Türkiye’nin güvenini yeniden kazanmayı ümit etmişledir32. Sovyetler Birliği’nin Boğazların kontrolünü ele geçirmek isteklerine karşı Türkiye, kendisi ile dost olunduğu takdirde Boğazları Sovyet Rusya aleyhinde kullanmayacağı yanıtını vermiştir. İşte Sovyetler Birliği’nin 1953’te yaptığı açıklama ile bu görüşü sonuna kadar kabul etmiş gözükmektedir. O tarihten itibaren de Sovyet Rusya, Montreux Boğazlar Sözleşmesi’nin değiştirilmesini iddiasından vazgeçmiştir33. İlişkilerdeki yumuşama, özel günlerde karşılıklı olarak tebrik telgraflarının gönderilmesi şeklinde göze çarpmaktadır. Örneğin, Sovyetler Birliği Komünist Parti’nin ellinci yıldönümü dolayısıyla kutlamalar yaparken, bir tebrik telgrafının da Türkiye Komünist Partisi Merkezi Komitesi’nden gönderildiği görülmektedir34. Her şeye rağmen, iki ülke arasındaki ilişkilerde güvensizliğin olduğu da gözden kaçmamaktadır. Ayrıca, iç politikada oy kaygısıyla Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri, Köy Enstitülerinin kapatılma kararını “solcu düşüncelerin bütün propagandalarıyla bu kurumlara girmesi” ne bağlamaktaydı. 16 Eylül 1953’te İstanbul’da 11 işçi gizli komünist parti kurmak suçundan tutuklandılar35. Türk dış politikası, Stalin’in ölümünden sonra Sovyet dış politikasında görülen ve tarafsız devletler tarafından olumlu karşılanan değişmeleri, gerçek bir yenilik değil, bir taktik değişmesi olarak yorumlamıştır. Celal Bayar 1955 Kasım’ında TBMM’nin X.dönem İkinci Toplantı devresini açarken yaptığı konuşmada, bu konuya istinaden şöyle demiştir36: “Geçen seneden beri, hürriyet ve sulh cephesinin maruz bulunduğu tehlikelerin azaldığına delalet edecek hiçbir emareye tesadüf edilmemektedir… şimdiye kadar, maalesef, bu görüşmelerden müspet bir netice elde edilmediği gibi, tecavüz emelleri besleyenlerin bu arzularından vazgeçtiklerini gösterecek delillerle de karşılaşmış değiliz…”.

31 Albayrak, a.g.e., s.464. 32 Selma Yel, Değişen Dünya Şartlarında Karadeniz ve Boğazlar Meselesi (1923-2008), Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2009, s.s.184-185. 33 Suat Bilge, Güç Komşuluk, Türkiye-Sovyetler Birliği İlişkileri (1920-1964), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1992, s.354. 34 “Tsentralnomu Komitetu Kompartii Sovetskogo Soyuza”, Pravda, 6 Ağustos 1953, No:218. 35 Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, II, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2008. s.556. 36 Gönlübol, a.g.e., s.312. 258 1950-1960 Yıllarında Türkiye ile Sovyetler Birliği Arasındaki... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Bağdat Paktı ve Türk-Sovyet İlişkileri

1953’te Eisenhower’in iktidara gelmesiyle birlikte ABD Orta Doğu politikasını gözden geçirme gereğini duymuştur. ABD’nin yeni yönetimi değişen uluslararası koşullarda Orta Doğu’nun Sovyet yayılmacılığına karşı savunulması konusunda bir örgüt kurmak suretiyle Orta Doğu’da inisiyatifi ele almaya karar vermiştir37. Başbakan Menderes’in isteği üzerine ABD Dışişleri Bakanı John Foster Dulles Ankara’ya gelerek Türk yetkililerle görüşmüştür38 ve Bayar-Menderes hükümeti de, 1954 Ekim’inde başlayan ve gelecekteki Bağdat Paktı’nın organizasyonuna zemin hazırlayan Türk-Irak görüşmelerinde aktif olarak yer almıştır39. 1 Mart 1955 tarihli Pravda (Gerçek) gazetesi40 Türk Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü’nün TBMM’deki konuşmasını aktarmıştır. Köprülü, V. M. Molotov’un “Türkiye ile ilişkileri geliştirmek amacıyla atılan adımlara rağmen, Türkiye’nin halen normal komşuluk ilişkileri doğrultusunda hareket etmediği ve kendi toprakları ve karasularını Amerikan silahlı kuvvetlerinin askeri manevraları için arenaya çevrildiği” şeklindeki yorumlarına cevaben “Türk-Sovyet ilişkilerinin iyileşmesini dilediklerini fakat bu durumun Türkiye’ye bağlı olmadığını” belirtmiştir. Köprülü, aynı zamanda

37 Baskın Oran, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, cilt- 1: 1919-1980, İletişim Yayınları, İstanbul, 2001, s.620. 38 Oran, a.g.e., s.620. 39 Bağdat Paktı, Türkiye ile Irak arasında 24 Şubat 1955’te Bağdat’ta imzalanıp, buna İngiltere, Pakistan ve İran’ın katılmaları, ayrıca ABD’nin de onu desteklemesi sonucu kurulan bir savunma ve siyasal yardımlaşma andlaşmasıdır. Hem Türkiye’nin, hem de Irak’ın Başbakanları Adnan Menderes ile Nuri Said Paşa, komünizm tehlikesinin bilinci içindeydi. 12 Ocak 1955 günü ortak bildiri yayınladılar. Bildiride Ortadoğu bölgesinin istikrarı ve güvenliği için bir Andlaşma yapılması, bununla ne yoldan olursa olsun ortaya çıkabilecek saldırılara karşı işbirliği yapılacağı açıklanmıştı. Şubat ayında Menderes ile Nuri Said arasında Karşılıklı İşbirliği Andlaşması imzalanmıştır. Andlaşma 15 Nisan 1955’te yürürlüğe girmiştir. Andlaşmaya aynı yıl 5 Nisan’da İngiltere, 23 Eylülde Pakistan ve 3 Kasım’da İran katılmıştır. ABD ise Mısır’ı kışkırtmamak ve İsrail ile özel ilişkilerde bir pürüz yaratmamak için Pakta tam üye olmamış, ancak onu desteklemek üzere, Paktın Bakanlar Konseyi’ne gözlemci olarak katılmış, ayrıca Konseyin 1956 Nisanında Tahran toplantısı sırasında Paktın ekonomik ve Yıkıcı Eylemlerle Savaşım Komitelerine, 1957 Haziran’ında Karaçi toplantısı sırasında da Askersel Komitesine üye olma kararı almıştır. Irak, 1958 devrimi üzerine, Pakistan ayrılınca geri kalan 4 devlet, CENTO adını alan bu Pakt çerçevesindeki yükümlülüklerini 1979 yılına dek sürdürmüştür. İsmail Soysal, Türkiye’nin Uluslararası Siyasal Bağıtları, (1945-1990), C.2, TTK, Ankara, 2000, s.s.489-490. 40 Not: Konuyla ilgili olarak Sovyet basınından “Pravda”, “İzvestiya” ve “Komunist” gazeteleri de incelenmiştir. Gazetelerdeki bilgilerin birbirinin tekrarı olduğu tespit edilmiştir. Sovyet basını Sovyet ideolojisinin tebligatçısı durumunda olduğundan haber yaparken devletin resmi haber ajansı olan TASS kaynakları kullanılmıştır. Haberler ideoloji süzgecinden geçirilerek yayınlanmıştır. Bu yüzden gazetelerdeki haberler tek kalemden çıkar gibidir. Çoğu zaman aynı cümleler, paragraflar, fikirlerin tekrarlandığı anlaşılmıştır. E.Ağayev, “Atatürk’ün Vefatının Sovyet Basınında Yansıması”, Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi, Yıl 6, S.11, 2010, s.s.131-157. 259 Vefa KURBAN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

“bağımsız dünyanın güvenliğini dikkate almadan hareket etmemizi bekleyemezsiniz” şeklinde açıklama yapmıştır. Pravda, bu durumun Türkiye’nin iç politikasının Kuzey Atlantik Örgütü tarafından dikte edildiğini gösterdiğini yazmıştır41. Pravda’nın köşe yazarlarından V. Medvedev, Türk Dışişleri Bakanı Köprülü’nün, Türkiye’nin milli çıkarlarını değil de, agresif emperyalist devletlerin çıkarlarını “baş köşeye” koyduğu şeklinde yorumda bulunmuştur. Ayrıca Medvedev, Türkiye ve Sovyetler Birliği arasındaki ilişkilerin karakterini, Türkiye’nin değil, ABD yönetiminin belirlediğini de vurgulamıştır. Yazar, Türkiye’deki Milli Mücadele sırasında Türkiye’ye Rusya tarafından verilen desteği ve 1921 yılındaki Dostluk ve Kardeşlik Antlaşması’nı da hatırlatarak, Atatürk’ün, bu iki ülke arasındaki ilişkilerin Türkiye’nin milli çıkarlarına uygun olduğunu en iyi anlayan insan olduğunu belirtmiştir42. Çağdaş Batı ve Türk araştırmacılarının birçoğu, Bağdat Paktı’nı eleştirseler de, bu eleştiriler sadece Sovyetler Birliği’nin Yakın Doğu ve Ortadoğu’ya girişinden dolayı yapılmıştır. Örneğin, Ferens Vali şöyle yazmıştır43: “Bağdat Paktı Sovyetler Birliğinin 1955’lerden itibaren bölge işlerine karışmasına neden olmuştur.” Ömer Kürkçüoğlu ise şöyle yazmıştır44: “Bağdat Paktı, Sovyetler Birliği’nin muhtemel saldırısına karşı meydana gelen bir savunma yapılandırılmasıdır.” Türk basınında da Bağdat Paktı’nın, anti-Sovyet bir oluşum olduğu açıkça savunulmaktaydı. Bağdat’taki Türk-Irak görüşmeleri sırasında basında şöyle bir yazı yer almaktadır45: “Taraflarca, Amerika’dan satın alınan silahların, gerekli durumlarda İsrail’e karşı değil, Rusya’ya karşı kullanılacağına karar verilmiştir.” Dönemin Türk basını, Bayar-Menderes hükümetinin dış siyasetini açıkça eleştirmekten kaçınarak, silahlanmanın Yakın Doğu ve Ortadoğu’da yayılmasına yönelik düşüncelerine yer vermiştir. Doğan Avcıoğlu, büyük ülkelerin rekabeti sürerken “soğuk savaşın” “sıcak savaşa” dönüşebileceğini vurgulamıştır46. Dikkat çeken diğer nokta ise, Türkiye’nin 1950’lerde yürüttüğü Batı yanlısı siyasetinin, Yakın Doğu ve Ortadoğu’da uygun zemin bulmasıdır. O. E. Tuganov, bu dönemde “komünizmin, ideoloji olarak Arap Doğu’sunun şartlarına uymadığını ve Arap Birliği düşüncesinin proletarya birliği düşüncesinin karşısına konulduğunu” yazmıştır47. Anti-Sovyetizm ve anti-komünizm DP için, Türkiye’nin Çarlık ve Sovyet siyasetinin dış politikasının bir nevi devamı şeklindeydi. Daha yönetime geldiği 41 “Zayavlenie Ministra İnostrannıx Del Tursii”, Pravda, 1 Mart 1955, No:60. 42 V.Medvedev, “Chego Trebuet Natsionalnıe İnteresı Tursii?”, Pravda, 4 Mart 1955, No:63. 43 Jelobtsov, a.g.m., s.99. 44 Ömer Kürkçüoğlu, Türkiye’nin Arap Orta Doğusuna Karşı Politikası (1945-1970), Barış Kitap, Ankara, 1972, s.39. 45 “Başarılı İşler”, Akis, 22.01.1955, s.7. 46 Doğan Avcıoğlu, “Ortadoğu’daki Soğuk Harp”, Akis, 09.02.1957, s.17. 47 Jelobtsov, a.g.m., s.100. 260 1950-1960 Yıllarında Türkiye ile Sovyetler Birliği Arasındaki... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) ilk günlerde Celal Bayar, Türkiye için Bolşevizm ve komünizmin imkânsız bir şey olduğunu söylemiştir48. Celal Bayar, meclis açılış konuşmasında dış politika anlayışında güvenliğin önemine dikkat çekmiş ve: “Türk dış politikası esas itibarıyla kolektif güvenlik sistemine dayanır. Şükranlarımı belirtirim ki, Hükümetin gayretleri sonucunda Kuzey Atlantik Asamblesi’ne dâhil olunmuştur ki, bu organizasyon kolektif güvenlik biriminin en mükemmelidir…”49 demiştir. Moskova sinemalarında gösterilen 1955 yapımı bir film, Türkiye’nin tepkisine neden olmuştur. “Şipka Kahramanları” adlı filmde Bulgarları Türkler aleyhinde kışkırtmak için her türlü tarihi tahrifat yapıldığı iddia edilmiştir. Filmde 1875 isyanında Türklerin Bulgarları atkuyruklarına bağlayıp sürükledikleri, Türklerin Bulgarlara işkence yaptıkları anlatılmıştır. Türkçe gazetelerden birinde; “Bu film son zamanlarda Rusya’nın giriştiği “barış kampanyasının” ikiyüzlü olduğuna dikkat çekmektedir” ifadesiyle yorumlanmıştır50. Sovyet araştırmacıları da durumu farklı bir şekilde değerlendirmişlerdir. Onlara göre, Türk yönetiminin sınırsız anti-Sovyet politikasını, Sovyet hükümetinin Türkiye’nin bölünmezliği ile ilgili olarak hiçbir istek veya taleplerinin olmadığına dair verdiği resmi barışçıl demeçleri durduramamıştır51. Bu türden anti-Sovyet propagandasına çağdaş Türk yazarlarının birçoğunun yazılarında rastlanabilir. Ömer Kürkçüoğlu, “Türkiye’nin Arap Ortadoğu’suna Karşı Politikası” kitabında, Rusya yöneticilerinin, hem Çar döneminde hem de Bolşeviklerin döneminde her zaman Ortadoğu’yu elinde tutmak istediklerini yazmıştır52. Bunun dışında yazar, 1950’lerde yer alan Arap-Türk ilişkilerinin kötüleşmesinin nedenini Sovyetler Birliği’ne bağlamıştır. Yazar şöyle yazmıştır53: “Sovyetler Birliği, 1945 yılından itibaren Türkiye’nin Batı’ya doğru yüzünün dönmesinin dış faktörüdür. Bu ülke Türkiye’nin Ortadoğu’daki politikasının şekillenmesini bizzat ve olumsuz yönde etkilemiştir.” Diyanet İşleri Başkanı Ahmet Hamdi Akseki ise konuya dini açıdan dâhil olarak komünizm aleyhine bir fetva vermiş ve bu anlayışın ne Müslümanlarla, ne de Müslümanlık ile ilgisi olmadığını, komünistliğe karşı gelebilecek en kudretli silahın ise iman ve ruh kuvveti olduğunu vurgulamıştır54. Feridun Ergin, Rusların Ortadoğu’ya girme düşüncesinin, Türkiye’yi bölgenin başka ülkelerinden daha fazla ilgilendirdiğini vurgulamıştır55. “…Ortadoğu’da Rus nüfuzunun yayılma temayülü ise Türkiye’yi her

48 Jelobtsov, a.g.m., s.98. 49 Mustafa Albayrak, “DP Hükümetlerinin Politikaları (1950-1960)”, Türkler, C.16, 2002, s.907. 50 Cumhuriyet, 19.04.1955. 51 Jelobtsov, a.g.m., s.98. 52 Kürkçüoğlu, a.g.e., s.115. 53 Kürkçüoğlu, a.g.e., s.79. 54 Türkiye Cumhuriyeti Tarihi II, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2008, s.s.556-557. 55 Feridun Ergin, “Dış Politika”, Akis, 08.12.1956, s.s.8-9. 261 Vefa KURBAN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) memleketten fazla alakadar etmektedir. Türk hariciyesinin Ortadoğu davaları, NATO’daki müttefikleriyle aynı zaviyeden mütala’a etmesi ve Bağdat Paktı’na dâhil bazı devletlerle beraber mevzii bir politikaya sürüklenmemesi mutlak bir zarurettir”56. Türkiye cephesinden yapılan bu Sovyet karşıtlığı içeren açıklamaların, görüşlerin nedenini tabii ki, sadece Stalin’in Boğazlarla veya Kars ve Ardahan’la ilgili talepleriyle açıklamak mümkün değildir. Dönemin iç siyasetindeki hava, komünizm korkusu, basının bu korkuyu pompalaması gibi nedenler de önemlidir. Bazı Sovyet tarihçileri, başta Arap ülkelerinde olmak üzere, bölgede baş gösteren bütün olaylar hakkında Türk basınının, bu olaylar iç siyaset karakteri taşısa dahi, “hiç zaman yitirmeden anti-Sovyet ve anti-komünizm yaftasını yapıştırdığı” yorumunu yapmışlardır57. Örneğin, Ürdün’de 1956’da baş gösteren iç siyaset durumunun kötüleşmesi sırasında Akis dergisi, Ürdün’deki duruma ilişkin Suudi Arabistan ve Ürdün krallarının görüşmelerine büyük yer ayırarak şöyle yazmıştır58: “Görüşmenin en önemli hedefi-komünizmin yayılmasına set çekmektir.” Aynı Sovyet tarihçileri Akis dergisinde ayrıca, Sovyet Rusya’nın, petrol sayesinde hayli zenginleşen Irak’ta, karışıklıklar çıkarmaya çalıştığı ve bunun için de Kürtleri kullandığının yazıldığına dikkat çekmişlerdir59. SSCB Yüksek Sovyeti’nin toplantısında Sovyetler Birliği Komünist Parti Genel Sekreteri Nikita Sergeyeviç Hruşov’un60 söylediği sözler manidardır61: “Türkiye’yi Atatürk ve İnönü yönettiği dönemde bizim çok iyi ilişkilerimiz vardı, daha sonra bu ilişkiler bozuldu.” Sovyet-Türk ilişkilerindeki gelgitlerde veya güvensizlikte Soğuk Savaş’ın ve tabii ki Amerikan-Türk ilişkilerinin yaptığı etkinin de vurgulanması gerekmektedir. Amerikan/Batı desteği ve yardımlarına karşılık, SSCB’nin Türkiye’yi yanına çekmek için önemli adımlar attığı gözden kaçmamaktadır. 4 Şubat 1956’da, Sovyetler Birliği Türkiye’ye bir nota göndermiştir62. Notada Türkiye üzerinden Amerikalılarca gönderilen, Sovyet Rusya’nın hükümranlık haklarını ihlal eden, Sovyet Rusya hükümetinin hava seyrüseferlerini tehlikeye sokan rasat balonlardan bahsedilmektedir. Türk Hariciye Vekâleti de bu notaya cevaben “bir kastı mahsus olmadığını” dile getirmiştir63. Notalara rağmen, Sovyetler Birliği’nin Türkiye ile ilişkilere her halükarda önem verdiği anlaşılmaktadır. Pravda’nın köşe yazarlarından V.

56 Akis, 08.12.1956, s.9. 57 Jelobtsov, a.g.m., s.98. 58 “Ürdün’e teminat”, Akis, 25.05.1957, s.10. 59 Akis, 22.01.1955, s.7. 60 İsmin orijinali Rusçada “Никита Сергеевич Хрущёв”dur. Soyadı Türkçe kaynaklarda farklı şekillerde gösterilmektedir. Örn. Kruşçev, Kruşev vs. Zannımca hem telaffuz, hem de orijinaline yakınlık açısından “Hruşov” olarak yazılması daha doğru olacaktır. 61 “Nazrevşiy Vopros”, Pravda, 7 Şubat 1956, No:38. 62 “Nota Sovetskogo Pravitelstva Pravitelstvu Tursii”, Pravda, 21 Şubat 1956, No:52. 63 Milliyet, 09.02.1956. 262 1950-1960 Yıllarında Türkiye ile Sovyetler Birliği Arasındaki... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) Andreyev, “Çok Önemli Bir Belge” başlıklı yazısında, 16 Mart 1921 Dostluk ve Kardeşlik” Antlaşması’nın imzalanmasının 35. yılında bir değerlendirme yapmıştır. İlişkilerin İkinci Dünya Savaşı sonrasında bozulduğu ve bu durumun da başta ABD olmak üzere, diğer devletlerin işine yaradığı, Türkiye’nin de kapalı askeri gruplarda - Kuzey Atlantik ve Bağdat Paktlarında yer almasından bahsetmiştir. Ayrıca yazar, bazı çevrelerin halen Sovyetler Birliği’nin Türkiye için büyük tehlike arz ettiğinden bahsettiklerini, fakat aklı başında olan herkesin Sovyetlerin Türkiye için hiçbir tehlike arz etmediğini bildiğini de vurgulamıştır. 30 Mayıs 1953 tarihinde, Sovyetler Birliği yönetiminin Türkiye’den herhangi bir toprak talebinin bulunmadığını açıklamasının da altı çizilmiştir64. SSCB Yüksek Sovyeti Temsilcisi K. Voroşilov da Celal Bayar’a 16 Mart 1921 Antlaşması’nın 35. yıldönümü dolayısıyla tebrik mesajı göndermiştir. Celal Bayar da aynı şekilde teşekkür mesajını Voroşilov’a göndermiştir65. Bu durum Türkiye’de şaşkınlıkla karşılanmıştır66. 8 Haziran 1956’da Sovyetler Birliği’nin Türkiye’deki Büyükelçisi Boris F. Podtserob, Türk Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü’yü ziyaret etmiş ve kendisine SSCB Bakanlar Kurulu Temsilcisi N. A. Bulganin’in Adnan Menderes’e yazdığı mektubu iletmiştir. Mektup silahsızlanma ile ilgiliydi ve Sovyetler Birliği’nin asker sayısının ve askeri harcamalarının düşürüldüğü bilgileri verilerek, Türkiye tarafından da aynı adımların atılmasının iyi komşuluk ilişkilerine, dünyada barışın sağlanmasına ve halkların güvenliğine sağlayacağı katkıya vurgu yapılmıştır67. Bu ziyaretin Türk basınında da geniş yankılar uyandırdığı anlaşılmaktadır. Milliyet, Boris F. Rodtserob’un Büyük Millet Meclisi’ne gitmesi ve bir Türk Parlamento heyetini Moskova’ya davet etmesi konusuna geniş yer ayırmıştır68. Bunun üzerine, yani Moskova’nın son zamanlarda Türkiye’ye karşı girişmiş olduğu “yakınlaşma taarruzuna” muvazi olarak, Rus Büyükelçiliği Ticaret Ataşesi Krutikov, Ticaret ve Sanayi Odaları Başkanı Üzeyir Akunduk’u ziyaret ederek hususi teşebbüse geniş mikyasta yardım yapmak istediklerini resmen bildirmiştir”69. SSCB Yüksek Sovyet Prezidyumu’nun Temsilcisi K. Voroşilov, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 33. yıldönümü dolayısıyla hem Celal Bayar’a hem de Adnan Menderes’e tebrik telgrafı göndermiştir70. Türkiye Cumhuriyeti adına Adnan Menderes de K. Voroşilov’a teşekkür telgrafı göndermiştir71.

64 V. Andreev, “Dokument Bolşogo Znaçeniya”, Pravda, 16 Mart 1956, No:76. 65 “Telegramma Ego Prevosxoditelstvu Celalu Bayaru”, Pravda, 20 Mart 1956, No:80. 66 Milliyet, 20.03.1956. 67 “Poslanie Predsedatelya Soveta Ministrov SSSR N.A. Bulganina Premer-Ministru Turetskoy Respubliki Adnanu Menderesu”, Pravda, 12 Haziran 1956, No:164. 68 Milliyet, 05.04.1956. 69 Milliyet, 06.04.1956. 70 “Telegramma Gospodinu Bayaru”, Pravda, 29 Ekim 1956,No:303. 71 “Ego Prevosxoditelstvu N.Bulganinu Predsedatelu Soveta Ministrov SSSR”, Pravda, 1 Kasım 1956, No:306. 263 Vefa KURBAN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Bu türden karşılıklı tebrik telgraflarının gönderilmesinin büyük önem arz ettiği anlaşılmaktadır. Çünkü bir süre sonra Celal Bayar da, Ekim Devrimi’nin yıldönümü dolayısıyla Mareşal K.Voroşilov’a tebrik telgrafını göndermiştir72.

Eisenhower Doktrini, Suriye Olayları ve Türk-Sovyet İlişkileri

ABD, NATO ve SEATO (Southeast Asia Treaty Organization) arasındaki boşluğu “Eisenhower Doktrini” ile doldurmak istemiştir. Eisenhower 5 Ocak 1957’de Orta Doğu ülkelerinin bağımsızlıklarını korumalarına yardım edebilmek için hükümete bu ülkelerle işbirliği yapmak ve bunların ekonomik güçlerini arttırmalarına yardım etme yetkisinin verilmesini istemiştir. Başkan Eisenhower’in bu teklifi 9 Mart 1957’de Senato tarafından kabul edilmiştir73. Türkiye de Eisenhower Doktrinini destekleyen ülkeler arasında yer almıştır. Doktrin ile Orta Doğu ülkelerine ekonomik ve askeri yardım yapılacağı planlanmaktaydı. Tabii ki, bu yardımın amacı Komünizmin Ortadoğu’da yayılmasının önlenmesi idi. Amerikan temsilcisi Richards, Eisenhower Doktrini için: “Doktrini kabul eden memleketlerin beynelmilel komünizmle mücadelede bize iltihaktan gayrı hiçbir mesuliyetleri olmayacaktır”74 demiştir. Akis dergisinde Eisenhower Doktrini’ni destekler nitelikteki aşağıdaki ifadeler dikkat çekmektedir75: “Marshall Yardımı Avrupa’yı nasıl komünizmden kurtardıysa, Eisenhower Doktrin de aynı şekilde Orta Doğu’yu komünizmden kurtaracaktır.” Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki ilişkileri olumsuz yönde etkileyen bir gelişme de Suriye olayları olmuştur76. Bu olaylar sırasında Sovyet yanlısı bir darbe yapılmasının ardından, Türkiye’nin Suriye sınırına yığınak yapması, Sovyetler tarafından olumsuz karşılanmıştır77. Sovyetler Birliği hükümeti, Yakın Doğu ve Orta Doğu’da savaşın başlatılması ve Suriye aleyhine başlatılan kampanyada yer almasının kötü sonuçlar doğuracağı konusunda, 10 Eylül 1957’de Türkiye’yi özel bir nota ile uyarmıştır78.

72 “Telegramma Ego Prevosxoditelstvu Gospodinu Marşalu Voroşilovu”, Pravda, 4 Kasım 1956, No:309. 73 Gönlübol, a.g.e., s.288. 74 Gönlübol, a.g.e., s.290. 75 Akis, 12.01.1957, s.11. 76 1957 yılında Sovyetler Birliği ile Suriye arasındaki yakınlaşma dikkat çekmektedir. İki ülke arasında teknik ve ekonomik işbirliği anlaşması imzalanmıştır. Suriye Sovyetler Birliği’nden 2 adet deniz altı, dönemin üstün savaş uçakları olan Mig-17 ve askeri mühimmat, ayrıca 140 milyon dolar para vs. yardım almıştır. Kaynak: Arda Baş, 1957, “Suriye Krizi ve Türkiye”, History Studies, Volume 4/1,2012, s.s.89-109. http://www.historystudies.net/ Makaleler/1975160084_5-Arda%20Ba%C5%9F.pdf (Erişim Tarihi: 21.04.2014). 77 Albayrak, a.g.e., s.467. 78 Vilnis – Anoviç SSSR i Arabskie Stranı. Dokumentı i Materialı, 1917-1960, Gost-İzdvo Pol.Lit. Moskova, 1961, s.358-363. 264 1950-1960 Yıllarında Türkiye ile Sovyetler Birliği Arasındaki... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Dikkati çeken husus, notalara rağmen özel günlerde karşılıklı olarak telgraflar gönderilmeye devam etmiştir. 28 Ekim 1957’de K. E. Voroşilov, Celal Bayar’a Cumhuriyet Bayramı dolayısıyla tebrik telgrafı göndermiştir. Celal Bayar da kendisine bir teşekkür telgrafı ile cevap vermiştir79. Yine aynı şekilde 7 Kasım’da Celal Bayar, K.E.Voroşilov’a Celal Bayar tarafından gönderilen telgraf dikkat çekmektedir80. Orta Doğu’da çok güçlü ve etkili komünist partilerin bulunmadığı bilinmektedir. Bu bölgelerdeki Sovyet politikasının, ideolojik amaçlardan çok basit bir güç politikasına dayandığı anlaşılmaktadır81. Suriye krizi sırasında Türk basınında yer alan bir yorumda, Suriye’nin neredeyse Rusların üssü haline geldiği belirtilmiştir82. Dikkat çeken bir diğer yorum da aşağıdaki şekildedir83: “Moskova, Orta Doğu’da ateşin kesilmesini istemiyordu. Zira ateş orada kesildiği takdirde bütün nazarların vahşice hareketlerin cereyan ettiği Macaristan’a çevrileceği muhakkaktı.” Basında yer alan bir ifade daha dikkat çekmektedir84: “Arapların kulakları ancak Kahire, Şam, Moskova ve Taşkent’ten gelen radyo seslerine açıktır. Başka dili onlar anlamıyorlar.” Bununla birlikte, Suriye krizinin tam ortasında Doğan Avcıoğlu, Batı’nın bölgede güttüğü siyaseti eleştirmeye başlamıştır. Orta Doğu’da durumun stabil yani istikrarlı hale gelmesinin ancak bölge ekonomisinin gelişmesinin sağlanması ve dünkü değil, bugünkü siyasi güçlere arka dayanması ile mümkün olabileceğini belirtmiştir85.

Irak İhtilali ve Türk-Sovyet İlişkileri

1958 yılındaki Sovyet-Türk ilişkilerinin, Yakın Doğu ve Ortadoğu’daki gelişmeler üzerine şekillendiği görülmektedir. 1958 yılı başlarında Sovyet liderleri Batılı devlet reislerine ve Celal Bayar’a birer mesaj göndererek işbirliği temennisinde bulunmuşlardır. Bu mesaj dönemin gazetelerinde “Yeni Yıl Rusların sulh taarruzuyla başladı” şeklinde yer almıştır86. 1958 yılı Nisan ayında Ankara’daki Rus Büyükelçisi Nikita Rıjov, Başvekil Menderes’i ve Cumhurbaşkanı Bayar’ı ziyaret etmiştir. Bu ziyaretin füze üsleri ile ilgili olduğu bilgisi verilmiştir. Sovyet Rusya’nın Türkiye’de kurulacak füze rampalarının, iki ülkenin dostluğu ile kabili telif olmadığını ifade

79 “Obmen Telegrammami”, Pravda, 2 Kasım 1957, No:306. 80 Pravda, 11 Kasım 1957, No:315. 81 Oral Sander, Siyasi Tarih, (1918-1994), İmge Kitabevi, Ankara, 1989, s.374. 82 Akis, 17.11.1956, s.14. 83 Akis, 17.11.1956, s.10. 84 Akis, 12.01.1957, s.17. 85 Doğan Avcıoğlu, “Orta Doğu’daki Fırtına”, Akis, 31.08.1957, s.24. 86 Milliyet, 02.01.1958. 265 Vefa KURBAN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) ettiği ve Sovyet Rusya’nın atom denemelerinden vazgeçtiği bilgiler arasındadır. Önemli bir husus ise, Sovyet elçisinin ziyaretinden 15 dakika sonra Amerikalı Büyükelçi Flescher Warren’in Menderes’i ziyareti haberidir87. Görüşmenin ayrıntıları hakkında bilgi verilmemektedir. Bu olaydan birkaç gün sonra Rusya, Amerika’yı Rus hudutlarına nükleer silah taşıyan uçaklar sevk ettiği iddialarıyla itham etmiştir. Fakat Amerika bu ithamı reddederek Güvenlik Konseyi’nin meseleyi incelemesini istemiştir88. Yakın Doğu ve Orta Doğu’da birbirine karşı duran iki bloğun son kez karşı gelmeleri, 1958’in yazında olmuştur. Bu durumun nedenleri aşağıdaki şekilde özetlenebilir89: 14 Temmuz 1958 günü patlak veren Irak İhtilali (Bu ihtilal zaten gergin olan Türk-Sovyet ilişkilerini çok daha olumsuz bir şekilde etkilemiştir). Bu ihtilali takip eden günlerde Amerikan deniz piyadelerinin Lübnan’a, İngiliz askerlerinin Ürdün’e yaptıkları çıkarmalar, Bu duruma “ilgisiz” kalamayacağını ileri süren Sovyet Rusya’nın fırsattan yararlanmak istemesi. Batı yanlısı Nuri Said hükümetinin devrilmesi ile biten Irak devriminden sonra, Türkiye hükümeti, Irak’a yapılan silahlı saldırıya desteğini göstermek amacıyla, batılı yandaşlarından Irak’a girme izni istemiştir90. Sovyetler Birliği ise Irak Cumhuriyeti’nin yanında yerini almıştır. Moskova, Türkiye’yi NATO’nun ileri karakolu olarak gördüğü için, Türkiye’yi pasifize etmek amacıyla hem Türkiye hudutları yakınlarına yığınak yapmakta, hem de diplomatik baskı için Türkiye’ye muhtıra vermekte idi91. Haluk Ulman, Sovyetler Birliği’nin Türkiye’ye yapmış olduğu uyarının altını çizerek, Türkiye’nin Irak’a karşı hareket etme durumunda, bütün yapılanların sorumluluğunu da paylaşmak zorunda kalacağını vurguluyordu92. Bu arada yazar, Türk tarafının ise Sovyet memorandumuna cevap vermediğinin de altını çiziyordu. Türk basınında bu dönemde yazılan yazılar sadece anti-Sovyet değil, anti-Irak özelliğini de taşıyordu. Anti-Sovyetizm, Sovyetler Birliği’nin Irak Kürdistan’ının ayrılıkçı Kürtlerine verdiği destekle büyümüştü. “Akis” şöyle yazıyordu93: “Kürtler merkezi Mahabat olacak ve Irak, Suriye, Türkiye ve İran 87 Milliyet, 09.04.1958. 88 Milliyet, 09.04.1958. 89 Haluk Umman, “Orta Doğu Buhranı”, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Fakültesi Dergisi, C.XIII, 1958, s.261. 90 Jelobtsov a.g.m., s.100. 91 Ayhan Kamel, “İkinci Dünya Savaşının Bitiminden Günümüze Kadar Türk-Rus İlişkileri”, http://www.dispolitika.org.tr/dosyalar/akamel_p.htm, (Erişim Tarihi:27.03.2014). 92 Umman, a.g.m., s.261. 93 Akis, 17.01.1959, s.7. 266 1950-1960 Yıllarında Türkiye ile Sovyetler Birliği Arasındaki... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) topraklarından oluşan bir Kürt devleti yaratmaya çalışıyorlar. Sovyetler Birliği de Kürt sorununu ısıtarak kendilerine pay çıkarmaya çalışıyor.” Yazının ayrıntıları aşağıdaki şekildedir94: “Barzani,…Mahabat şehrini merkez ittihaz ederek müstakil bir Kürt devleti kurdu. “Kürt kütlesini birbirinden ayıran sınırlar tamamen sunidir; Kürdistan bölünmez bir bütündür ve gün gelecek, o suni sınırlar teker teker parçalanacaktır.” Her türlü olumsuzluklara rağmen Sovyetler Birliği’nin Türkiye ile olan ilişkilerine ne kadar önem verdiğini N.S. Hruşov’un 14 Mart 1958 tarihinde söylediği meşhur sözleri açık bir şekilde göstermektedir95: “Türkiye ile ilişkilerimizde kendi barışçıl politikamızı, Türkiye bizim gerçek ve samimi niyetlerimizi anlayıncaya kadar devam ettireceğiz. Hem karadan hem denizden sınırlarımızın olduğunu düşündüğümüzde düşmanlık değil, sadece dostluk ilişkileri içerisinde olmamız gerekmektedir. Bundan bütün dünya kazançlı çıkacaktır”. Pravda’nın köşe yazarlarından İ.Aleksandrov’un “Yakın komşuların İyi İlişkiler İçinde Olması Gerekiyor” başlıklı yazısından da Sovyetlerin, Türkiye ile olan ilişkilerine ne kadar önem verdiklerini açık bir şekilde görmek mümkündür. Yazar, 1953 sonrasında Türk-Sovyet ilişkilerinde iyileşmeler olduğunu belirttikten sonra, bu ilişkilerin SSCB-Finlandiya, SSCB-Afganistan, SSCB-İran ilişkileriyle kıyaslanması gerektiği savunmuştur. 1957-1958 yıllarında Türk-Sovyet ilişkilerinin daha çok, Yakın Doğu ve Ortadoğu meseleleri doğrultusunda ülke yöneticilerinin karşılıklı görüşmeleri zemininde olduğunu belirten yazar, Türk heyetinin Sovyetler Birliği tarafından Moskova’ya davet edildiğini fakat bu davete olumlu yanıt veren Türk heyetinin, bu ziyaretin tarihini henüz netleştirmediğinin de altını çizmiştir96. 1954, 1956 ve 1957 yıllarındaki Uluslararası İzmir Fuarı’na SSCB temsilcileri de katılmışlardır. Bu katılım, daha sonraki süreçte çok sayıda iş adamının karşılıklı olarak Türkiye’ye ve SSCB’ye gitmelerine zemin hazırlamıştır97. 1958 yılı sonlarında ve 1959 başlarında Türkiye’de bazı füze sistemlerinin konuşlandırılması mevzuu da Sovyetler Birliği’nin tepkisini çekmiştir. Moskova, bu girişimin dostlukla bağdaşmayacağını, füzelerin Sovyetler Birliği’nin güney hudutlarını tehdit altına sokacağını iddia etmiştir. Bu iddialar, her devletin kendi güvenliğiyle ilgili önlemleri almakta serbest olduğu vurgulanarak, Türkiye tarafından reddedilmiştir98.

94 Akis, 17.01.1959, s.18. 95 “Blizkim Sosedyam Neobxodimo Drujit”, Pravda, 4 Haziran, 1958, No:155. 96 A.g.g. 97 A.g.g. 98 Ayhan Kamel, “İkinci Dünya Savaşı’nın Bitiminden Günümüze Kadar Türk - Rus İlişkileri“ http://www.dispolitika.org.tr/dosyalar/akamel_p.htm, (Erişim Tarihi:27.03.2014). 267 Vefa KURBAN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

“Eisenhower Doktrini”nin fiyaskosu ve Bağdat Paktı’nın zayıflamasından emin olan Amerika, 5 Mart 1959’da Türkiye99, İran ve Pakistan ile iki taraflı anlaşmalar imzalamıştır. “Akis “ dergisindeki bir yazıdan, bu ikili anlaşmaların “uluslararası komünizme açık olarak karşı duramadıkları için” “yersiz” oldukları anlaşılmaktadır100. “Bu Garanti Antlaşması, aslında Türkiye’nin emniyetine hukuki bakımdan hiçbir yenilik katmamaktadır. Türkiye esasen NATO dâhilinde Birleşik Amerika’yla müttefiktir”. “…Bu Garanti Antlaşması ayrıca yersizdir de. Çünkü Milletlerarası Komünizme karşı savunma vecibesi bu antlaşmada karşılıklı değildir”101. Sovyet tarihçilerinin fikrince, Bayar-Menderes hükümetinin anti- komünizm ve anti-Sovyet siyaseti, Sovyet tarafının defalarca Türkiye’den herhangi bir arazi talebinde bulunmadıklarını beyan etmelerine rağmen devam etmekteydi. Hatta “Sovyet tehdidinin” sadece Türkiye’ye değil, bölgenin diğer ülkelerine karşı da var olduğu konusunda ısrar ediyorlardı. Hareketli geçen 1950’li yıllarda Yakın Doğu ve Orta Doğu’da gerçekleşen her bir olaya Türk basınının anti-komünizm ve anti-Sovyet süsü verdiği Rus tarihçilerinin yorumlarında belirtilmektedir102. Bunun sebebi ise Sovyetler Birliği’nin dış politikasının yakinen takip edilmesi ve komünizm tehlikesinin Türkiye’yi de sarmış olmasıdır. Şevket Süreyya Aydemir, Sovyetler Birliği’nin Türkiye’den üs ve arazi talep ettiğine göre, bunu engellemek için bir şeyler yapmak gerektiğini yazıyordu103. Ancak, bütün bu anti-Sovyet ve anti-komünizm yazılara karşılık, o yıllarda Sovyetler Birliği ile ilgili olarak, çelişen yazılar da boy göstermeye başlamıştı. “Asırlık tecrübe kuzeyden gelen tehlike algısını gelenek haline getirmiştir. Batı kolonyal siyasetine karşı ülkemizce yürütülen mücadelede, bize kuzeyden uzatılan yardım elini biz kendimiz kabul etmedik mi?”104 şeklinde yorumların da Türk basınında zaman zaman yer aldığı görülmüştür. Türk Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun Rus Büyükelçisi Nikita Rıjov’a, Hariciye Köşkünde bir ziyafet verdiği haberi Rus-Türk ilişkilerinde

99 ABD’nin Türkiye’nin bağımsızlık ve toprak bütünlüğünü kendi ulusal çıkarı ve dünya barışı için yaşamsal nitelikte saydığını göz önünde bulundurarak, 1954 Karşılıklı Güvenlik Kanunu ve Ortadoğu’da barış ve güvenliğin korunmasına ilişkin Ortak Karar uyarınca ABD Kongresi tarafından ABD Cumhurbaşkanına verilen, gerekli yardımda bulunma yetkisini hesaba katarak… anlaşma yapılmıştır. Anlaşma 6 maddeden oluşmaktadır. Anlaşmayı Türkiye Cumhuriyeti adına Fatin Rüştü Zorlu, ABD adına Fletcher Warren imzalanmışlardır. Soysal, a.g.e., s.s.507-509. 100 “Söz Amerika’da”, Akis, 10.02.1960, s.23. 101 Akis, 10.02.1960, s.23. 102 Jelobtsov, a.g.m., s.101. 103 Şevket Süreyya Aydemir, İkinci Adam İsmet İnönü, 3.cilt (1950-1964), Remzi Kitabevi, İstanbul, 1968, s.328. 104 “Tarafsızlar”, Akis, 18.11.1959, s.21. 268 1950-1960 Yıllarında Türkiye ile Sovyetler Birliği Arasındaki... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) yeni bir boyuta gelindiğinin bir göstergesidir. Hariciye Vekâleti yetkilileri bu yemeğin “protokoler” bir yemek olduğunun özellikle altını çizmişlerdir. Yemeğe Hariciye ve Rus erkânından yirmi kişi katılmıştır. Sovyet Rusya Büyükelçiliği mensupları bu yemekte neler konuşulduğu yolundaki bir soruya, “Bunu ancak Türk Hariciyesi açıklayabilir” yanıtını vermişlerdir105. Tabii ki, bu durum Amerika Büyükelçiliğinin dikkatinden kaçmamıştır. Sağlık Bakanı Lütfü Kırdar başkanlığında bir grup Türk doktorunun Sovyetler Birliği’ne 1959 yılında gerçekleştirdikleri ziyaretle ilgili olarak Kırdar, bu dostluk belirtilerinin faydalı olacağını umut ettiğini söylemiştir106. Kırdar’ın ziyaretinin önemi, 1939 yılından o güne değin, ilk kez iki ülke Bakanları düzeyinde oluşundan kaynaklanıyordu. Bundan önce, hem Dışişleri Bakanı Zorlu ve hem de muhalefet lideri İnönü, SSCB’nin ilişkileri iyileştirme isteklerinde “samimi” olduğunu düşündüklerini resmen açıklamışlardı107. “Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, “Rusların bir gün Batılılarla beraber Türkiye’ye yardım edeceklerini de görecek miyiz?” diye soruyordu. Ardından da “Türk heyeti Ruslardan yardım görmese de itibar gördü” diyordu108. Bu arada, Türkiye’de ABD’yi eleştirmek, “solculuk” ya da “komünistlik” olarak değerlendirilmeye başlamıştı109. 1960 yılının Mart ayında Türkiye, Rusya ve Polonya ile ticari anlaşma imzalamıştır. Anlaşmaya göre, 1960 yılı içinde Rusya ile 21, Polonya ile de 22 milyon dolarlık mal mübadele edilecek, her iki ülkeye yün, pamuk, deri, meyve ve üzüm satılacak, makine, maden, kimyevi maddeler, kâğıt hamuru ve cam alınacaktı110. 1960 yılının başlarına gelindiğinde Sovyet Rusya ile Türkiye arasındaki ilişkilerdeki yumuşama dikkat çekmektedir. Türkiye’nin 1960 yılından itibaren Sovyetlerin barış girişimlerine olumlu baktığı anlaşılmaktadır. Türkiye’nin Batı’dan beklediği kadar ekonomik yardım alamaması da, bu politik gelişmede etkili olacaktır. SSCB ve Türkiye arasındaki yumuşamayı, 9 Ocak 1960 tarihinde TBMM’de yaptığı konuşmada dile getiren Dışişleri Bakanı Zorlu, Sovyet Rusya’nın eski isteklerinden vazgeçmesinden duyduğu mutluluğu belirtmiş ve Türkiye’nin Sovyetlerle, Batının ilişkilerinden herhangi bir “menfi his ve itimatsızlık duymadığını” söylemiştir111.

105 Milliyet, 29.11.1959. 106 Akis, 23.12.1959, s.s.9-10. 107 Baskın Oran, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, cilt- 1: 1919-1980, İletişim Yayınları, İstanbul, 2001, s.520. 108 Akis, 23.12.1959, s.s.9-10. 109 Yetkin, a.g.e., s.48. 110 Milliyet, 15.03.1960. 111 Albayrak, a.g.e., s.468. 269 Vefa KURBAN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Sovyetler Birliği ile Türkiye arasında Başbakanlar düzeyinde ziyaret 1960 yılı Nisan ayının 11’de gündeme gelmiştir. Adnan Menderes, Temmuz ayı içinde Moskova’ya giderek Rus lideri Hruşov ile görüşecekti. Daha sonra ise Hruşov’un Türkiye’ye ziyareti bekleniyordu. Bu haber hem Sovyet hem de Türk basınında geniş yankılar uyandırmıştır112. Gezi, Türk dış politikasında ve ikili ilişkilerde dönüm noktası olabilecek önemdeydi. Türkiye ulusal güvenlik, siyasal bağlaşmalar ve silahsızlanma gibi konularda NATO ve CENTO (Central Treaty Organization –Merkezi Antlaşma Teşkilatı) çerçevesinde politika izlemeyi sürdüreceğini, füzeler konusunun tartışılmayacağını ve CENTO üyesi devletleri ilgilendirecek hiçbir görüşmeye girilmeyeceğini SSCB tarafına kabul ettirmiştir113. Bu ziyaret planı üzerine, Hariciye Vekâleti tarafından Türk-Sovyet münasebetleri hakkında müşterek bir tebliğ yayınlanmıştır. Ziyaretlerde, Türk- Sovyet münasebetlerinin ıslahı meselesinin görüşüleceği vurgulanmıştır114. Görünen o ki, Menderes’in Rusya’ya yapacağı ziyareti geniş yankı uyandırmıştır115. Akşam gazetesi de bu ziyaret haberine geniş yer ayırmıştır. Hatta Pravda gazetesi “Ziyaret Barışa Hizmet Edecektir” başlığı ile yayınladığı haberde Akşam gazetesinden örnekler vermiştir116. Ziyaret öncesi ABD U-2 casus uçağının Sovyetler Birliği tarafından düşürülmesi ve pilotun yaptığı açıklamalar, tepkilere neden olmuştur. Bununla beraber, Başbakan Menderes’in Moskova gezisini iptal ettiği yolunda bir açıklamanın yapılmamış olmasından, bu gezinin gerçekleştirileceği yolunda bir sonuç çıkarılabilir117. İsmet İnönü ise o günlerde CHP’nin NATO’ya bağlılığını belirterek: “Batı ile ittifakımızın ancak yurtta gerçek bir demokrasinin tesisiyle sağlamlaşacağını” söylüyordu118. Görünen o ki, planlanan üst düzey ziyaretler gerçekleşemeden 27 Mayıs’ta Türkiye’de askeri darbe gerçekleşmiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri ülke yönetimine el koymuştur ve Türkiye’de Demokrat Parti dönemi sona ermiştir. Aslında siyasal partilerin kurulduğu İkinci Meşrutiyetten günümüze kadar geçen yaklaşık yüz yıllık süreç, siyasal cepheleşmelerle doludur. Ekonomik kriz ve siyasal cepheleşme askeri darbelere de ortam yaratmaktadır. Ancak bu ikisine üçüncü bir nokta ilave edilmelidir. O da askeri darbe için dış destek (ABD/NATO onayı) sağlanmasıdır119. 112 “O Predstoyaşem Vizite v Sovetskiy Soyuz Premer-Ministra Turetskoy Respubliki Adnana Menderesa”, Pravda, 12 Nisan 1960, No:103. 113 Oran, a.g.e., s.520. 114 Milliyet, 12.04.1960. 115 Milliyet, 13.04.1960. 116 “Vizit Poslujit Delu Mira”, Pravda, 20 Nisan 1960, No:111. 117 Albayrak, a.g.e., s.468 118 Milliyet, 04.05.1960. 119 Hakkı Uyar, Türk Siyasal Yaşamında Cepheleşmelere Bir Örnek Vatan Cephesi, Boyut Yayıncılık, İstanbul, 2012, s.9. 270 1950-1960 Yıllarında Türkiye ile Sovyetler Birliği Arasındaki... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Sovyetlere göre, çağdaş Türk araştırmacıları “27 Mayıs 1960’da ülkenin yönetiminde gerçekleştirilen değişikliğin, Türk-Sovyet ilişkilerinde herhangi bir değişikliğe neden olmadığını” kabul etmekteydiler120. 1950’lerin sonunda başlayan Sovyet-Türk ilişkilerinin normale dönme sürecinin, kesintiye uğratılması “suçunu” ise “Sovyet-Türk ilişkilerinin tek taraflı olarak gelişmesini durduran” Sovyetler Birliği’ne atmaya devam etmekteydiler121. Pravda gazetesi, “Türkiye’deki Durum” başlıklı bir yazıda, Milli Birlik Komitesinin, ABD elçisi ile görüştükten sonra darbenin Türkiye’nin müttefiklerine yönelik olmadığı konusunda kendisini ikna ettiği şeklindeki bir açıklamayı yayınlamıştır122. Sovyet basınında dikkat çeken bir husus da, Milli Birlik Komitesi Başkanı Cemal Gürsel’e Sovyetler Birliği’ni ziyaret edip etmeyeceği şeklindeki soruya, zamanı olmadığı için bu ziyareti gerçekleştiremeyeceği şeklindeki cevabıdır123. Yine Pravda gazetesi darbeden birkaç gün sonra Sovyet basınının, İsmet İnönü’nün “ülkedeki despot yönetimi sona erdirdiği ve ülkede yeniden demokrasiyi sağladığı için” teşekkür etmesine geniş yer ayırmıştır124. Son olarak da, 31 Mayıs 1960 tarihinde Sovyetler Birliği, Türkiye’deki yeni hükümeti tanıdığını resmen ilan etmiştir125.

Sonuç

Sonuç olarak, Demokrat Parti dönemindeki Türk-Sovyet ilişkileri iki dönemde incelenmiştir. Birinci dönem (3 Nisan 1922 - 5 Mart 1953), Stalin’in hayatta olduğu, Sovyetlerin Türkiye’den toprak talebinde bulundukları ve Türkiye’nin Batı ile yakınlaştığı bir süreçtir. İkincisi ise Stalin’in ölümünden sonra Komünist Parti Merkezi Komitesi’nin başına geçen Nikita Hruşov/ Kuruşçev (7 Eylül 1953 – 14 Ekim 1964) dönemidir. Batı, İkinci Dünya Savaşı sonrası NATO, Avrupa Konseyi, OECD gibi örgütler kurmuştur. Bu durum Moskova’nın dış politikasını değiştirmesine sebep olmuştur. Batı’nın kurmuş olduğu örgütlere katılan devletler, kendi aralarında dayanışma sağlamışlardır. Türkiye’nin de NATO üyesi olması Sovyetler Birliği’nin Türkiye’ye karşı politikasının da yumuşamasına sebep olmuştur. Moskova, Türk Büyükelçiliği’ne bir açıklama yaparak, Türkiye’den herhangi bir toprak talebinin olmadığını belirtmiştir. Sovyetler Birliği’nin bu “iyi niyeti” Ankara’da kuşkuyla karşılanmıştır. Genel olarak bu dönem (1953-1955)

120 Gönlübol, a.g.e., s.515. 121 Gönlübol, s.437. 122 “Polojenie v Turtsii”, Pravda, 28 Mayıs 1960, No:149. 123 “Polojenie v Turtsii”, Pravda, 29 Mayıs 1960, No:150. 124 “Polojenie v Turtsii”, Pravda, 30 Mayıs 1960, No:151. 125 İ.Nazarov, “Sovetskiy Soyuz i Turtsiya Mogut Jit v Drujbe”, Pravda, 3 Haziran 1960, No:155. 271 Vefa KURBAN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

“durgunluk dönemi”126 olarak da adlandırılabilir. Durgunluk dönemi Bağdat Paktı’nın imzalanmasına kadar devam etmiş, Paktın imzalanması Moskova’nın sert tepkisine sebep olmuştur. 1956 yılı Türk-Sovyet ilişkileri bakımından olaysız geçmiştir. 1957’de Suriye’de gerçekleşen gelişmeler ve 1958 Irak İhtilali karşısında tarafların takındığı karşıt tutumlar, Ankara-Moskova ilişkilerinde yeniden zigzaglara neden olmuştur. Bu dönemde Moskova’daki liderler, “soğuk-sıcak duş” politikası uyarınca bir yandan Türkiye’ye yüklenirken, diğer yandan da ekonomik alanda işbirliğini başlatmak üzere Ankara yönünde bazı açılımlarda bulunmuşlarsa da, bunda pek de başarılı olamamışlar127. 1959 yılında Sovyetler “Balkanların nükleer silahlarından ve füzelerden arındırılması” ile ilgili muhtıra vermiştir. Bu yıl Sovyetler Birliği ve Türkiye Hariciye Vekillerinin bir araya gelmeleri, kapalı geçen görüşmeler ve durumun Amerika’nın tepkisine sebep olması şeklinde geçen bir süreç olarak özetlenebilir. 1960 yılı başlarında Sovyetler Birliği ile Türkiye arasında imzalanan ticari anlaşmalar büyük önem arz etmektedir. Yine aynı yıl Mayıs ayında iki ülke arasında bir kriz yaşanmıştır. Krizin sebebi İncirlik üssünden kalkan NATO’ya ait silahsız gözetleme uçağının Sovyetler tarafından düşürüldükten sonra, Moskova’nın, Türkiye’yi kendi topraklarını Sovyetler Birliği’ne karşı hasmane hareketlerde kullanarak suç ortağı olmakla itham etmiş olmasıdır. 1960 yılı Temmuz ayı için A.Menderes’in Moskova’yı ziyareti ve ardından da Rus lideri Hruşov’un Türkiye’yi ziyareti planlanmıştır. Tabii ki, bu durum en çok ABD’yi rahatsız etmiştir. Ziyaretler gerçekleşemeden 27 Mayıs’ta Türkiye’de askeri darbe gerçekleşmiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri ülke yönetimine el koymuştur. 27 Mayıs sonrasında Esnaf ve Sanatkârlar Birliği Kongresinde konuşan Merkez Kumandanı Tümgeneral Faruk Güventürk, Vatan Cephesi’nin bir komünist teşkilatı olduğunu, Bulgaristan ve Macaristan’da da kurulmuş olduğunu belirtmiş ve “Türkiye’de ise aynı teşkilat, kafalarına çöktü” demiştir. Görüldüğü gibi, karşıtlarını komünistlikle ya da komünist Rusya ile işbirliği yapmakla suçlamak, 27 Mayıs’ın başvurduğu bir yöntem olarak karşımıza çıkmaktadır128. Anlaşılan o ki, Adnan Menderes’in SSCB’yi ziyaret planı bazılarına göre, 27 Mayıs hareketinin nedenlerinden biridir; bazılarına göre de bu değerlendirme anlamsızdır, 27 Mayıs hareketi, Adnan Menderes’in Moskova ziyareti yüzünden yapılmış değildir, tam tersi, bu ziyaret 27 Mayıs yüzünden

126 http://www.dispolitika.org.tr/dosyalar/akamel_p.htm, (Erişim Tarihi: 27.03.2014). 127 Ayhan Kamel, “İkinci Dünya Savaşı’nın Bitiminden Günümüze Kadar Türk-Rus İlişkileri”, Çağdaş Türk Diplomasisi:200 Yıllık Süreç, Sempozyuma Sunulan Tebliğler, TTK, Ankara, 1999, s.s.410-411. 128 Yetkin, a.g.e., s.42. 272 1950-1960 Yıllarında Türkiye ile Sovyetler Birliği Arasındaki... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) yapılamadan kalmıştır 129. Bu konudaki başka bir görüş ise, 27 Mayıs’ın Moskova’nın Ankara’ya yaklaşma girişimleri için yeni bir vesile oluşturduğu ile ilgilidir130. Tabii ki, Türkiye’nin Sovyetler Birliği ile yakınlaşması Amerika’nın hoşuna gitmemiştir. Her ihtilal, onu yapanlar kadar, onun şartlarını hazırlayanların da eseridir. 27 Mayıs İhtilalı için Demokrat Parti, bu şartları hazırlamak bakımından, çok cömertçe davrandı… “Şartlar tamam olunca, İhtilal olur!”131. Son olarak, 31 Mayıs 1960 tarihinde Sovyetler Birliği, iyi komşuluk ilişkileri içerisinde olacağı ümidiyle Türkiye’deki yeni hükümeti tanıdığını resmen ilan etmiştir.

129 Oran, a.g.e., s.520. 130 Kamel, a.g.e., s.411. 131 Şevket Süreyya Aydemir, İhtilalın Mantığı ve 27 Mayıs İhtilalı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1999, s.219. 273 Vefa KURBAN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

KAYNAKÇA I. Süreli Yayınlar

Başarılı İşler”, Akis Dergisi, 22.01.1955, s.7. Akis Dergisi, 17.11.1956, s.10-14. Akis Dergisi, 08.12.1956, s. 9 Akis Dergisi, 12.01.1957, s.11-17. AVCIOĞLU, Doğan, “Orta Doğu’daki Soğuk Harp”, Akis Dergisi,09.02.1957, s.17. “Ürdün’e Teminat”, Akis Dergisi, 25.05.1957, s.10. AVCIOĞLU Doğan, “Orta Doğu’daki Fırtına”, Akis Dergisi, 31.08.1957, s.24. Akis Dergisi, 17.01.1959, s.7-18. “Tarafsızlar”, Akis Dergisi, 18.11.1959, s.21. “Söz Amerika’da” Akis Dergisi, 10.02.1960, s.23. Cumhuriyet Gazetesi, 05.04.1955. Cumhuriyet Gazetesi, 19.04.1955. Cumhuriyet Gazetesi, 22.01.1955. Cumhuriyet Gazetesi, 31.01.1955. İzvestiya Gazetesi, 14.02.1956. Milliyet Gazetesi, 07.04.1955. Milliyet Gazetesi, 16.04.1955. KARACAN, Ali Naci “Rusların Düşündüğü Sedler”, Milliyet Gazetesi, 17.05.1955. Milliyet Gazetesi, 20.05.1955. Milliyet Gazetesi, 09.02.1956. Milliyet Gazetesi, 20.03.1956. Milliyet Gazetesi, 05.04.1956. Milliyet Gazetesi, 06.04.1956. Milliyet Gazetesi, 02.01.1958.

274 1950-1960 Yıllarında Türkiye ile Sovyetler Birliği Arasındaki... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Milliyet Gazetesi, 09.04.1958. Milliyet Gazetesi, 16.02.1959. Milliyet Gazetesi, 22.08.1959. Milliyet Gazetesi, 15.03.1960. Milliyet Gazetesi, 12.04.1960. Milliyet Gazetesi, 13.04.1960. Milliyet Gazetesi, 04.05.1960. “Telegramma Prezidenta Turetskoy Respubliki”, Pravda Gazetesi, 09.11.1950. “Nota Sovetskogo Pravitelstva Pravitelstvu Turtsii”, Pravda Gazetesi, 01.12.1951. “Notı Sovetskogo Pravitelstva Pravitelstvam SŞA, Velikobritanii, Fransii i Tursii”, Pravda Gazetesi, 29.01.1952. “Privetstvennoe vıstuplenie ot Kompartii Tursii Tovarişa İ.Bilen”, Pravda Gazetesi, 12.10.1952. “Telegramma Ego Prevosxoditelstvu Nkolayu Şverniku”, Pravda Gazetesi, 09.03.1953. “Tsentralnomu Komitetu Kompartii Sovetskogo Soyuza”, Pravda Gazetesi, 06.08.1953. “Telegramma Prezidenta Turetskoy Respubliki”, Pravda Gazetesi, 10.11.1953. “Zayavlenie Ministra İnostrannıx Del Tursii”, Pravda Gazetesi, 01.03.1955. “Çego Trebuyut Natsionalnıe İnteresı Tursii” Pravda Gazetesi, 04.03.1955. “Nazrevşiy Vopros”, Pravda Gazetesi, 07.02.1956. “Nota Sovetskogo Pravitelstva Pravitelstvu Tursii”, Pravda Gazetesi, 21.02.1956. “Dokument Bolşogo Znaçeniya”, Pravda Gazetesi, 16.03.1956. “Telegramma Ego Prevosxoditelstvu Celalu Bayaru”, Pravda Gazetesi, 20.03.1956. “Poslanie Predsedatelya Soveta Ministrov SSSR N.A.Bulganina”, Pravda Gazetesi, 12.06.1956. “Telegramma Gospodinu Bayaru”, Pravda Gazetesi, 29.10.1956. “Ego Prevosxoditelstvu N.Bulganinu Predsedatelu Soveta Ministrov SSSR”, Pravda Gazetesi, 01.11.1956. “Telegramma Ego Prevosxoditelstvu Gospodinu Marşalu Voroşilovu”, Pravda Gazetesi, 04.11.1956. “Telegramma Prezidenta Turetskoy Respubliki”, Pravda Gazetesi, 09.11.1956

275 Vefa KURBAN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

“Obmen Telegrammami”, Pravda Gazetesi, 02.11.1957. “Blizkim Sosedyam Neobxodimo Drujit”, Pravda Gazetesi, 04.06.1958. “O Predstoyaşem Vizite v Sovetskiy Soyuz Premer Ministra Turetskoy Respubliki Adnana Menderesa”, Pravda Gazetesi, 12.04.1960. “Vizit Poslujit Delu Mira”, Pravda Gazetesi, 20.04.1960. “Voennıy Perevorot v Tursii”, Pravda Gazetesi, 28.05.1960. “Polojenie v Tursii”, Pravda Gazetesi, 29.05.1960. “Polojenie v Tursii”, Pravda Gazetesi, 30.05.1960. “Polojenie v Tursii”, Pravda Gazetesi, 31.05.1960. “”Sovetskiy Soyuz i Tursiya Mogut Jit V Drujbe”, Pravda Gazetesi, 03.06.1960.

II. Kitaplar

ACE Azerbaycan Sovyet Ansiklopedisi, C.5, Bakü, 1981. ARMAOĞLU, Fahir, 20.Yüzyıl Siyasi Tarihi, (1914-1995), C.1-2, Alkım Yayınevi, İstanbul, 2011. AYDEMİR, Şevket Süreyya, İkinci Adam İsmet İnönü, C.3, (1950-1964), İstanbul, 1968. AYDEMİR, Şevket Süreyya, İhtilalın Mantığı ve 27 Mayıs İhtilalı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1999. BAĞCI, Hüseyin, Demokrat Parti Dönemi Dış Politikası, İmge Kitabevi, Ankara, 1990. BİLGE, Suat, Güç Komşuluk, Türkiye-Sovyetler Birliği İlişkileri (1920-1964),Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara, 1992. ERKİN, Feridun Cemal, Dışişlerinde 34 Yıl, Washington Büyükelçiliği, TTK Yayınları, C.2, Ankara, 1986. GÖNLÜBOL, Mehmet ve diğerleri, Olaylarla Türk Dış Politikası (1919-1973), Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları No:279, Ankara, 1974. GÜRÜN, Kamuran, Türk-Sovyet İlişkileri (1920-1953),TTK, Ankara, 1991. KÜRKÇÜOĞLU, Ömer, Türkiye’nin Arap Orta Doğusuna Karşı Politikası (1945- 1970), Barış Kitap, Ankara, 1972. MÜTERCİMLER, Erol - ÖKE Mim Kemal, Düşler ve Entrikalar, Demokrat Parti Dönemi Türk Dış Politikası, I. bsk., Alfa yayınları, İstanbul, 2004. ORAN, Baskın, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, cilt-1: 1919-1980, İletişim Yayınları, İstanbul, 2001. SANDER, Oral, Siyasi Tarih (1918-1994), İmge Kitabevi, Ankara, 1989.

276 1950-1960 Yıllarında Türkiye ile Sovyetler Birliği Arasındaki... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

SOYSAL İsmail, Türkiye’nin Uluslararası Siyasal Bağıtları C.2, (1945-1990), TTK, Ankara, 2000. VİLNİS – Anoviç, SSSR i Arabskie Stranı. Dokumentı i Materialı, 1917-1960, Gos. İzd.Pol.Lit, Moskova, 1961. TUGANOVA, O.E.Mejdunarodnıe Otnosheniya na Blijnem i Srednem Vostoke, Gost. İzd.Pol.Lit. Moskova, 1967. Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, II, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2008. UYAR Hakkı, Türk Siyasal Yaşamında Cepheleşmelere Bir Örnek Vatan Cephesi, Boyut Yayıncılık, İstanbul, 2012. YETKİN, Çetin, Türkiye’de Askeri Darbeler ve Amerika, 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül’de Amerika’nın Yeri, Ümit Yayıncılık, Ankara, 1995.

III. Makaleler

AĞAYEV, Elnur, “Atatürk’ün Vefatının Sovyet Basınında Yansıması”, Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi, Yıl 6, S.11, 2010. ALBAYRAK, Mustafa, “DP Hükümetlerinin Politikaları (1950-1960)”, Türkler, C.16, 2002. BENHÜR, Çağatay, “Stalin Dönemi Türk-Sovyet İlişkileri”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S.15, Konya, 2004. DRUJİLEVSKİY, S.B., “Evolutsiya Konsepsii Bezopasnosti na Srednem Vostoke (İran, Afganistan, Tursiya)”, Vostok, Zapad: Regionalnıe Problemı i Regionalnıe Podsistemı Mejdunarodnıh Otnosheniy, ROSSPEN, Moskova, 2002. EFEGİL, Ertan, “Türk-Rus İlişkileri: Bölgesel İşbirliği veya Stratejik Kazanç”, Ed. İdris Bal, “21.Yüzyılda Türk Dış Politikası”, Ankara Global Araştırmalar Merkezi, Ankara, 2006. İzvestiya Uralskogo Gosudarstvennogo Universiteta. S.2, Gumanitarnıe Nauki, 20.08.2010, No 3. JELOBTSOV, F.F. “Sovetsko-Turetskie Otnosheniya v 1950 e gg. Po Materialam Demokraticheskogo Ejenedelnika “Akis”, Vestnik Severo-Vostochnogo Federalnogo Universiteta İm. M.K.Ammosova”, Vıpusk No.1, C.5, 2008. KAMEL, Ayhan, “İkinci Dünya Savaşı’nın Bitiminden Günümüze Kadar Türk- Rus İlişkileri”, Çağdaş Türk Diplomasisi:200 Yıllık Süreç, Sempozyuma Sunulan Tebliğler, TTK, Ankara, 1999.

277 Vefa KURBAN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

SARINAY, Yusuf, “Türkiye’nin NATO’ya Girişi”, Türkler, C.16, 2002. UMMAN, Haluk, “Orta Doğu Buhranı”, A.Ü. S.B.F.D, C.XIII, 1958. YÜCEL, M.S. “Menderes Dönemi (1950-1960)”, Türkler, C.16, 2002. İnternet Kaynakları KAMEL Ayhan, “İkinci Dünya Savaşı’nın Bitiminden Günümüze Kadar Türk - Rus İlişkileri” http://www.dispolitika.org.tr/dosyalar/akamel_p.htm, (Erişim Tarihi: 27.03.2014). BAŞ, Arda, “1957 Suriye Krizi ve Türkiye”, History Studies, Volume 4/1,2012.s.89- 109. http://www.historystudies.net/Makaleler/1975160084_5-Arda%20 Ba%C5%9F.pdf (Erişim Tarihi:21.04.2014).

278 1950-1960 Yıllarında Türkiye ile Sovyetler Birliği Arasındaki... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

EKLER

EK-1 K.Voroşilov’un Celal Bayara’a ve Celal Bayar’ın Voroşilov’a gönderdiği telgraflar (Pravda, 20 Mart 1956, No:80).

279 Vefa KURBAN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

EK-2 Celal Bayar’ın K.Voroşilov’a gönderdiği telgraf (Pravda, 11 Kasım, 1957, No:315)

280 1950-1960 Yıllarında Türkiye ile Sovyetler Birliği Arasındaki... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

EK-3 K.Vorolilov’un Cumhuriyet Bayramı dolayısıyla Celal Bayar’a gönderdiği telgraf. (Pravda,2 Kasım 1957 No:306.)

281 Vefa KURBAN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

EK-4 Akis dergisi Barzani’nin kurmak istediği Kürdistan devletinin haritasını aşağıdaki şekilde yayınlamış ve “Barzanî’nin rüyasını gördüğü Kürdistan! Hayal kurmaktan kolay ne var?” şeklinde bir yorum da eklemiştir. (Akis 17 Ocak, 1959)

282 Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi Journal Of Modern Turkish History Studies XIV/28 (2014-Bahar/Spring), ss.283-306.

1960 DARBESİ SÜRECİNDE AKİS DERGİSİ

Meltem ÖNDER*

Öz Türkiye’de 1945’ten itibaren başlayan çok partili yaşama geçiş çabaları, 14 Mayıs 1950 seçimlerinde Demokrat Parti’nin başarılı olması ile yeni bir boyut kazanmıştır. Siyasi, ekonomik ve toplumsal alanlarda yaşanan değişim kendini basın faaliyetlerinde de göstermiştir. İktidara gelmesinde basının etkisinden yararlanan DP’nin on yıllık dönem boyunca basına olan yaklaşımı kendi içinde farklılık göstermekle birlikte yaratılan özgürlük ortamı bilhassa haftalık haber dergiciliğinin gelişimine önemli katkılar sağlamıştır. 1950’lere kadar Türkiye’de yayınlanan haftalık dergiler daha çok magazin ağırlıklı röportaj, edebiyat ve fikir tartışmalarına yer veren ama politik olmayan dergilerdi. Bu nedenle çok partili yaşamın ihtiyaç duyduğu siyasi haber dergiciliği konusundaki eksiklik, 15 Mayıs 1954’te çıkarılan Akis dergisi ile giderilmeye çalışılmış ve Akis dergisi iktidarla muhalefetin hatalarını ayrım gözetmeksizin yansıtan üslubu sayesinde dönemin basınında büyük bir yankı uyandırarak Türkiye’nin ilk haftalık siyasi haber dergisi olmuştur. Bu çerçevede; makalenin konusunu oluşturan 27 Mayıs 1960 darbesi süreci incelenirken, yukarıda bahsedilen niteliklerinden ötürü Akis dergisi tercih edilmiş ve araştırma sürecinde derginin 1960 yıllarına ait tüm sayıları incelenmiştir. İnceleme esnasında özellikle dergide darbe üzerine yapılan olumlu ve olumsuz tüm yorumlar tespit edilmeye çalışılmış ve konu bütünsel bir yaklaşım içinde değerlendirilmiştir. Kısacası; Türk siyasal yaşamında bir dönemi kapatıp yeni bir dönemi açan ve etkilerinin sonraki dönemlerde de hissedildiği böylesine önemli bir olayla ilgili dergide yer alan bakış açılarını ortaya koyarak yakın dönem tarihinde dile getirilmeyen noktaların gün yüzüne çıkarılması, araştırmanın temel hedefini oluşturmaktadır.

Anahtar Sözcükler: 27 Mayıs 1960, Darbe, DP, CHP, Basın, Akis Dergisi.

AKIS JOURNAL DURİNG THE COUP OF 1960

Abstract ‘Attempts’ in transition to multi-party system in Turkey since 1945, has gained a new dimension with the achievement of Democratic Party in the elections of May 14, 1950. Changes in political, economic and social fields have also occured in the activities of press.

* Celal Bayar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, Doktora Öğrencisi, ([email protected]). 283 Meltem ÖNER ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Although; DP, which benefits from the effect of press to have a power, has different approachs about the press during ten years; but especially thanks to the atmosphere of freedom, it has contributed to advance of weekly news jounal. Weekly journals published in Turkey until 1950, were mainly social journals that included interview, literature and intellectuel debates but also they were not political journals. For this reason, Akis Journal was published on 15 May 1954 to resolving the lack of political news journal and it has been Turkey’s first weekly political news journal due to its unbiased style which indicates the mistakes of the power and the opposition. In this context, Akis Journal has been prefered due to the above-mentioned characteristics to examine the coup’s period of 27 May 1960 which is the subject of this article and all the numbers of this journal that belongs to the year of 1960 has been examined in researching process. During the researching process, it has especially focesed on the positive and negative comments about the coup’s period of 27 May 1960 and the subject is evaluated in a holistic approach. Briefly; the main purpose of this study is pointed out the unknown situation about this important event that is launched a new period in Turkish political life and affetced on the later period of recent Turkish history.

Keywords: 27 May 1960, The Coup, DP, CHP, Press, Akis Journal.

Giriş

Takvimler 1960 yılının 27 Mayıs Cuma gününü gösterdiğinde Türkiye radyoları şöyle bir tebliğ1 yayınlanmaya başlamıştır: “Büyük Türk Milleti Silahlı Kuvvetlerimiz, bütün yurtta 27 Mayıs saat 3’ten itibaren idareyi ele almış bulunmaktadır. Bütün vatandaşlarımızın ve emniyet kuvvetlerinin silahlı kuvvetlerle yakın işbirliği ile bu harekât, hiçbir can kaybı olmadan başarılmıştır. İstanbul’da ikinci bir tebliğe kadar silahlı kuvvetler mensupları hariç, sokağa çıkma yasağı konmuştur. Vatandaşlarımızın silahlı kuvvetlerin vazifelerini kolaylaştırmaya ve milletçe ümit edilen demokratik rejimin teessüs etmesine yardımcı olmalarını rica ederiz. Türk Silahlı Kuvvetleri” O güne kadar radyoda dinlenenlerin aksine ülkenin geleceği adına böylesine önemli bir açıklamayı duyan herkes, hiç kuşkusuz büyük bir şaşkınlık yaşamış ve akıllara “Şimdi ne olacak?” sorusu gelmişti. Ancak şurası bir gerçekti ki ordu yönetime el koymuş ve Türkiye için bir dönem kapanıp yeni bir dönem başlamıştı. Başlayan yeni dönemin neler getireceği henüz bilinmese de asıl öne çıkan konu, askerin neden müdahale etme gereği duyduğu ile ilgiliydi. Bu bakımdan yeni dönemi başlatan ve çalışmanın konusunu oluşturan “27 Mayıs 1960 Darbesi Süreci’nin” Akis Dergisi’ndeki yansımalarını doğru tespit etmek için kısaca bir önceki dönemde basının genel durumunu değerlendirmenin faydalı olacağı düşünülmüştür.

1 Hürriyet, 27 Mayıs 1960, s.1. 284 1960 Darbesi Sürecinde Akis Dergisi ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

1. 27 Mayıs 1960 Darbesi Öncesinde Basının Genel Durumu

1946 yılında başlayan demokratikleşme hareketlerinin ardından 14 Mayıs 1950 günü iş başına gelen Demokrat Parti (DP), on yıllık iktidarı süresince siyasi, ekonomik ve toplumsal hayatta yarattığı önemli değişimlerle Türk siyasi tarihine damgasını vurmuştur. Ancak her iktidar gibi zaman içinde yaptığı hataların etkisi ile DP de büyük bir yıpranma yaşamış ve bu yıpranma da aslında darbeyi yaratan koşulları hazırlamıştır. Çeşitli sahalarda gerçekleşen bu yıpranmanın görüldüğü alanlardan biri olan basın sektörü, DP’nin iktidarı boyunca kendi içinde oldukça farklı süreçlerden geçmiştir. 1950-1954 yıllarında basına karşı son derece pozitif ve özgürlükçü bir tavır içinde olunmuşken2; 1954’ten itibaren özellikle ekonomide yoğunlaşmakta olan bunalımların basında açıklanması sonucu DP’nin basına yönelik tavrı sertleşmiş ve bazı kısıtlayıcı düzenlemeler yapılmıştır. Bu bakımdan 1954’te “neşir yoluyla veya radyoyla işlenecek cürümler” hakkındaki yasa onaylanmış, 1956’da “kötü niyet veya özel maksada matuf yayında bulunmak” ceza kapsamına alınmıştır. Özellikle 1957’den sonra gazete ve dergi kâğıtlarının dışarıdan ancak devlet tekelince alınması gibi ekonomik kısıtlamaların da getirilmesi basın üzerindeki baskının bir başka yönünü ortaya koymuştur3. Bunlarla birlikte 27 Nisan 1960’ta Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilen özel kanunla kurulan Meclis Tahkikat Komisyonu’na, gazete ve dergi basımı ve dağıtımının önlenmesi hatta yayının kapatılması yetkisinin verilmesi4 , basına karşı alınan tavrın ulaştığı noktayı göstermesi bakımından önem taşımaktadır. Basın üzerinde yaratılmaya çalışılan bu baskıyı Mecliste muhalif milletvekillerinden biri olan Turhan Fevzioğlu, şöyle ifade etmiştir: 5 “... Encümenlere öyle yetkiler veriliyor ki bunlar mahkemelerin dahi elinde yok. Matbaa kapatmak, yüzlerce insanın rızkı ile oynamak salahiyeti veriliyor. Gece evinde uyuyan matbaacı, o matbaada çalışan yüzlerce fikir ve beden işçileri, gazetede çıkacak olan ve kendilerinin haberdar dahi olmadıkları yazılardan dolayı sabahleyin matbaanın kapandığını ve rızklarının kesildiğini görecekler. Bu baskı, fikirleri ve kanaatleri susturmak içindir; matbuatı, matbaa sahipleri vasıtasıyla da sansür ettirmek maksadını, fikri ve doğru haberi boğmak maksadını güdüyor. Matbaa kapatmak yolu yüzlerce sene evvel Batı memleketlerinde terk edilmiş bir usuldür. Matbaa kapatmak oralarda artık hukuk kitaplarından, kanunlardan çıkmış bir cezadır.” Neticede gelinen bu nokta, en çok muhalif gazete ve gazetecilerin başını ağrıtmış ve bazı kapatma cezaları ile tutuklamalar gerçekleşmiştir. Bu cezalar ve tutuklamaların bir örneği, dönemin muhalif dergilerinden olan ve bu 2 Barış Bulanmaz, “Türk Basın Tarihi İçerisinde Demokrat Parti Dönemi ve Sansür Uygulamaları”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Hakemli Dergisi, İstanbul, 2012, s.208. 3 Ali Gevgilili, “Türkiye Basını”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, C.I, İletişim Yayınları, İstanbul, 1983, s.221. 4 Bulunmaz, a.g.m., s.211. 5 TBMM Zabıt Ceridesi, D.XI, C.13, 27.IV.1960, TBMM Matbaası, Ankara, 1960, s.283. 285 Meltem ÖNER ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

çalışmaya dayanak teşkil eden Akis Dergisi’nde de görülmüştür. Derginin sahibi ve başyazarı Metin Toker6 mahkûm olmuş; yazı işleri müdürü Kurtul Altuğ7 ise tutuklanmıştır8. Dolayısıyla 1960 darbesi öncesinde basın sektörünün içinde bulunduğu bu durum, gidişata yönelik endişeleri ortaya çıkarmış ve bu bağlamda darbenin gerçekleşmesi ise ondan zarar görenler için biraz olsun rahatlama yaratmıştır. İşte bu sürece doğrudan tanıklık eden Akis Dergisi, darbe konusunda dile getirdiği görüşler ile toplumun bir diğer kesiminin sesi olmuş ve Türk siyasi tarihinin böylesine önemli bir olayına ilişkin farklı bilgilerin ortaya çıkarılmasına da katkı sağlamıştır. Darbe9 sürecinin Akis dergisindeki yansıması değerlendirilmeden önce kısaca dergiden bahsedilecektir.

6 1924 yılında İstanbul’da doğan Metin Toker, 1948 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Filolojisi bölümünden mezun olmuştur. 1950-1953 yıllarında Paris Siyasal Bilgiler Enstitüsünde eğitim alırken Cumhuriyet, Zafer ve Yeni İstanbul gazetelerinin Batı Avrupa Muhabirliğini yapmıştır. Türkiye’ye döndükten sonra 1954 yılında Akis Dergisi’ni çıkarmaya başlamış ve 1955 yılında İsmet İnönü’nün kızı ile evlenmiştir. 1967 yılına kadar başyazarlığını yaptığı Akis dergisi ile haftalık haber dergiciliğinde büyük ses getiren Toker, siyasal iktidara getirdiği sert eleştiriler yüzünden yargılanıp hapse girmiştir. 1977-1980 yıllarında Cumhuriyet Senatosunda görev almış olup 1980 itibariyle siyasetten çekilmiştir. Uluslararası Basın Enstitüsü Şeref Üyesi ve Gazeteciler Cemiyeti Kurucu Üyesi olan Metin Toker, vefatına kadar kurucuları arasında olduğu İnönü Vakfı’ndaki görevini sürdürmüş ve 18 Temmuz 2002’de vefat etmiştir. Bkz. http://tr.wikipedia.org/wiki/Metin_Toker, (Erişim Tarihi: 11.04.2014). Ayrıca Bkz. TBMM Albümü 1920-2010, C.IV, TBMM Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü yay., Ankara, 2010, s.1774. 7 1935 yılında İzmir’de doğan Kurtul Altuğ, Ankara’da hukuk öğrenimini sürdürürken “Son Posta” gazetesinde gazeteciliğe başlamıştır. 1958’de 23 yaşındayken “AKİS” dergisinin yazı işleri müdürlüğüne getirilmiş ve bu göreve başladıktan üç ay sonra Ankara Cezaevi’ne girmiştir. 1960’ların bunalımlı günlerinde sürekli mahkeme koridorlarında olan Altuğ, 27 Mayıs’la birlikte özgürlüğüne kavuşmuştur. Yassıada duruşmalarında “bir numaralı tanık” olarak dinlenen Altuğ daha sonra “Hürriyet” gazetesinin Ankara Bürosu’nda çalışmaya başlamıştır. Nihat Erim Hükûmeti sırasında bir süre basın başdanışmanlığı yapmış ve ardından “7 GÜN” dergisini çıkarmıştır. 1997’den itibaren TRT’de yayınlanan “Politikanın Nabzı” programında siyasetçileri konuk etmiş ve çeşitli gazetelerde (Tercüman, Gözcü) yazılar yazmaya ve kitaplar yayınlamaya devam etmiştir. Bkz. http://www.dogankitap.com.tr/yazar/Kurtul+Altu%C4%9F-401, (Erişim Tarihi: 11.04.2014). 8 Ayşe Elif Emre Kaya, “Demokrat Parti Döneminde Basın-İktidar İlişkileri”, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Hakemli Dergisi, S.39, İstanbul, 2010, s.s.101-107. 9 “27 Mayıs” hareketi zaman içindeki siyasal gelişmelere bağlı olarak farklı kelimelerle (ihtilal, inkılap, devrim, darbe…) tanımlanıp değerlendirilmiştir. Bu çalışmada 27 Mayıs hareketinden “darbe” olarak bahsedilmesinin nedeni eylemin meydana geldiği sürece yani başlangıç safhasındaki durumuna odaklanılmasındandır. Çünkü bu eylem kısa sürede gerçekleştirilerek mevcut iktidarın değişimine neden olmuştur. İktidarın kökeninde (inançlar ya da sınıflar, ilişkiler) herhangi bir değişiklik yaratmamıştır. Bu bakımdan devrim olarak nitelendirilemez. Bkz. Emre Kongar, Devrim Tarihi ve Toplumbilim Açısından Atatürk, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1983, s.8. Ancak eylemin sonunda ulaştığı nokta açısından da hareketin ifade ediliş şekli farklı tanımlamalara açıktır. Bu bakımdan Seçil Karal Akgün, “27 Mayıs: Bir İhtilal Bir Devrim Bir Anayasa” adlı kitabında; komitenin eylemi gerçekleştirmesinden sonra hukuk profesörlerinin önerilerine göre bir Anayasa ve Seçim Yasası hazırlanmasına yönelmesi ile hareketin kimliğinin darbeden “ihtilale”; komisyonun çalışmalarını tamamladıktan sonra referandumla kabul edilen 1961 Anayasası’nın kurumsal içeriğiyle de bu kimliğin bir “inkılaba” dönüştüğünü ifade etmiştir. Bkz. Seçil Karal Akgün, 27 Mayıs: Bir İhtilal Bir Devrim Bir Anayasa, ODTÜ Yayıncılık, Ankara, 2009, s.99. 286 1960 Darbesi Sürecinde Akis Dergisi ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

1.a. Türkiye’nin İlk Siyasi Haber Dergisi: “Akis”

Türkiye’de ilk haftalık haber dergisi olarak yayımlanan ve kendisinden sonra çıkan pek çok dergiyi etkileyen Akis Dergisi, 15 Mayıs 1954 tarihinde Metin Toker tarafından Ankara’da çıkarılmıştır. Akis, çok partili yaşamın yarattığı özgürlük ortamında Time benzeri haftalık siyasi bir dergi ihtiyacını karşılamak üzere “sıkmayan ciddi bir mecmua” sloganıyla yola çıkmıştır. Derginin hedef kitlesini siyasetçiler ve siyasal gelişmeleri yakından izlemek isteyen “orta sınıftan” insanlar ve aydınlar oluşturmuştur. Biçimsel olarak çoğunlukla otuz altı sayfa çıkmış olup; içeriksel olarak da kapak konusu, künye ve kendi aramızda, yurtta olup bitenler, dünyada olup bitenler, iktisadi ve mali sahada, kültür sahasında, diğer bölümler, ekler, dizi yazılar, röportajlar ve diğer çalışmalar kısımlarından oluşmuştur. Üslup bakımından olayların günlük gazetelerde yer almayan kısımlarını bütün ayrıntıları ile muzip bir dil kullanarak verme anlayışı tercih edilmiştir. Bu anlayış özellikle siyasi olayların içyüzlerini öğrenmeye meraklı okuyucular tarafından çok tutulmuş ve Akis’in başka dergilerce örnek alınmasını sağlamıştır. İçerisinde politikacı, bilim adamı, yazar, gazeteci vb. pek çok tanınmış aydının yer aldığı geniş yazı kadrosu ile Türk basınına önemli katkılar sunan Akis, bu temel özellikleri dışında yayın hayatında yaşadığı davalar, toplatma ve kapatma cezası ile yazarlarının tutuklanması gibi bazı önemli olaylarla Türk siyasi yaşamında büyük ses getirmiştir. İlk sayısından itibaren tarafsız bir yayın politikasına sahip olacağını belirtmekle birlikte başlangıçta Metin Toker’in DP’nin yayın organı Zafer gazetesinde çalışması ve dergide DP’li kimi milletvekillerinin yazılarına yer verilmesi Akis’in DP yanlısı olarak tanınmasına neden olmuştur. Ancak derginin bu tutumu daha sonradan DP iktidarının bazı yanlış uygulamalarına da yer verilmeye başlanması sonucu değişmiştir. Bu tavır değişiminin dışında 1955 yılı başlarında yaşanan iki önemli olay (Metin Toker’in İsmet İnönü’nün kızıyla evlenmesi ve derginin Dr. Mükerrem Sarol ile ilgili kampanyası) Akis’in siyasal bir mücadele içine girmesine neden olmuştur. Bu olayların ardından Akis dergisi daha çok DP’ye muhalif olanların sesini duyurma çabasıyla faaliyetlerini yürütmüş; DP ise basın üzerinde baskı oluşturma çabası içinde olmuştur. 27 Mayıs 1960’a böyle bir çekişme içinde girilirken darbe sonrasında Akis, “ihtilalin” savunucularından biri olmuş ve bir an önce demokratik düzene geçilebilmesini isteyen CHP yanlısı bir yayın anlayışı sergilemiştir. 1965 yılından sonra ise politik mücadeleden uzaklaşan dergi daha çok yazı dizisi ve röportajlara yer veren bir içeriğe sahip olmuş ve 31 Aralık 1967’de yayın hayatından çekilmiştir10.

10 Muhsin Özcan, Başlangıcından Günümüze Türkiye’de Haftalık Haber Dergiciliğinin Gelişim Evreleri (Akis Dergisi Örneği), Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Gazetecilik Anabilim Dalı, Genel Gazetecilik Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 1996. 287 Meltem ÖNER ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

2. 27 Mayıs 1960 Darbesi Sürecinin Akis Dergisi’ndeki Yansıması

1950’de iktidara gelmeden önce basın özgürlüğünü vaat eden ve programına alan DP, bu sayede tek parti baskısından bıkmış olan basının desteğini sağlamış ve iktidara geldiğinde ilk iş olarak 21 Mayıs 1950’de bir “Basın Kanunu” çıkartmıştır. Bu kanunla gazete sahiplerinin yayınladıkları yazılardan dolayı ceza almamaları sağlanmıştır11. İktidar ile basın arasındaki bu olumlu hava, 1950’lilerin ortalarından itibaren hükümetin ekonomik ve sosyal politikalarındaki hatalarının etkisiyle değişmeye başlamış ve basına karşı daha otoriter bir tutum alınmıştır12. Otoriter tavrın ulaştığı son nokta ise 18 Nisan 1960’ta Tahkikat Komisyonu’nun kurulmasıyla gerçekleşmiştir13. Komisyonun ilk olarak bütün siyasi partilerin faaliyetlerini (kongre, toplantı, miting) durdurması ve ardından yayınladığı üçüncü tebliğle de kendi görev ve yetkileri ile ilgili her türlü resim ve yazının yayınlanmasını yasaklaması14, basının büyük tepkisini çekmiştir. Ancak bütün tepkilere rağmen komisyon kararlı tavrını devam ettirmiş ve bunun sonucunda, “Dünya” ve “Ulus” gazetelerinin 19 Nisan 1960 tarihli sayıları söz konusu yasaklardan dolayı toplatılmıştır15. Komisyonun yetkilerinin 27 Nisan 1960 tarihinde artması16, basın üzerindeki baskı çemberinin büyütmesine neden olmuş ve Akis Dergisi de 300. sayısından sonra bundan nasibini almıştır. Tahkikat Komisyonu’nun Akis Dergisi’ni 27 Nisan 1960’da kapatması ile birlikte ortaya çıkan dikkat çekici asıl gelişme ise komisyonun “kapatma kararının duyurulmasını” dahi yasaklamasında görülmüştür17. Bu durum dergide şöyle açıklanmıştır: “Hadiselerle dolu altı yıl… Hapsedilen sayısız yazar, ödenen muazzam miktarda para cezası, defalarca ve aylarca kapatılanlar. Ama itiraf ederiz ki son “sessiz şekilde sessizliğe mahkûmiyet” hiç başımıza gelmemişti. Kapatılmış bulunduğumuzu açıklamak yasak edildi! Çıkmadığımız ilk hafta binlerce okurumuz telefon ederek niçin çıkmadığımızı sordular. Kapatılmış bulunduğumuzu açıklayamayacağımıza göre bu mukadder sualin cevabını daha önce kendi aramızda araştırdık. Öyle bir cevap peşindeydik ki hem suali soran ne dediğimizi anlasın, hem de biz yeniden suçlu 11 Leyla Torcu, Demokrat Parti’yi 27 Mayıs’a Götüren Nedenler, Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İzmir, 1994, s.35. 12 İlkay Sunar, “Demokrat Parti ve Popülizm”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, C.VIII, İletişim Yayınları, İstanbul, 1983, s.s.2083, 2086. 13 TBMM Zabıt Ceridesi, D.XI, C.13, 18.IV.1960, TBMM Matbaası, Ankara, s.212; Resmi Gazete, 19 Nisan 1960, S.10484, s.1178. 14 Akşam, 19 Nisan 1960; Zafer, 19 Nisan 1960. 15 Sedef Bulut, “Üçüncü Dönem Demokrat Parti İktidarı (1957-1960): Siyasi Baskılar ve Tahkikat Komisyonu”, Gazi Üniversitesi Akademik Bakış Dergisi, C.2, S.4, Ankara, 2009, s.138. 16 TBMM’deki bütün görüşmelerin yayınlanmasının yasaklanarak komisyona yayın yasağını işler hale getirici yetkiler verilmiştir. Bu kararlar için bkz. Zafer, 28 Nisan 1960; Vatan, 28 Nisan 1960. 17 Muhsin Özcan, a.g.t., s.157. 288 1960 Darbesi Sürecinde Akis Dergisi ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) mevkiine düşmeyelim. Akis okuyucularının senelerden beri daima “zekâ ışığı altında” mecmualarını okumak âdetini edinmiş bulunmaları işimizi kolaylaştırdı. “Akis neden çıkmadı?” diyen okuyucularımıza hayret dolu bir sesle “Aa.. Bu hafta çıkarmayı unutmuşuz!” cevabını verdik. Okuyucularımız ekseriya tatlı bir kahkaha attılar ve “Anladım… Anladım…” diye telefonu kapattılar18. Derginin kapatıldığının duyurulmasına bile engel olmaya çalışan komisyon, ayrıca Akis’i niçin ve ne kadar süre ile kapattığını açıklamamış, derginin çalışanlarını sorgulamış ve yazı işleri müdürünü hapsetmiştir19. İşte Akis dergisi, iktidarın basın üzerinde yarattığı baskının etkisini böylesine yoğun yaşamış ve kendi deyimleriyle “sessiz şekilde sessizliğe mahkûmiyet” dönemini 30 Mayıs 1960 tarihinde 301. sayısını çıkararak geride bırakmıştır. Aradan geçen bir aylık sürede ise yeni bir dönemin başlamasını sağlayacak olan Türkiye’nin ilk askeri darbesi 27 Mayıs, gerçekleşmiştir. Türk siyasi tarihi açısından böylesine önemli bir olay gerçekleştiğinde yayın yasağına maruz kalan Akis, darbenin ardından yasağın kalkmasıyla yeniden özgürlüğüne kavuşmuş ve 30 Mayıs 1960 tarihinde çıkardığı yeni sayıda İhtilale geniş yer vermiştir. İhtilale geniş yer veren 301. sayının hazırlanışı ve önemini Akis Dergisi’nin yazı işleri müdürü Kurtul Altuğ şöyle açıklamaktadır20: “301 sayılı Akis’i, ben cezaevinden çıkar çıkmaz geceli gündüzlü çalışarak hazırladık. 28 Mayıs sabahı Metin Toker’in Ayten sokaktaki evinde hareket emrini aldım. Toker, Akis’te çalışan herkesin 27 Mayıs ile ilgili bildiklerini yazmasını, o yazıların kendinde toplanmasını istemişti. Yazının tümü Metin Toker tarafından düzenlenecekti. Biz Akis’in o zamanlar Rüzgârlı sokakta Ovehan’daki bürosuna kapandık ve yazmaya başladık… Toker evindeydi ve o sıralar 27 Mayıs’tan sonraki ilk başyazısını kaleme alıyordu. Bu başyazı ilginç bir yazıdır. Başyazının önemliliği İsmet Paşa kanadının ne düşündüğünü belirlemesinden ileri geliyordu. Olimpos Dağı’nın sakini ne düşünüyordu. İsmet Paşa 27 Mayıs’ı nasıl yorumluyordu? İşte Akis’teki başyazı bu noktayı açıklığa kavuşturacaktı.” İsmet Paşa’nın 27 Mayıs üzerine ne düşündüğünü ortaya koyan ve özellikle darbenin şekillenmesi ve niteliğine ilişkin önemli yorumları barındıran Metin Toker’in bu başyazısı “Bugünkü Vazifemiz” adını taşımaktaydı. Toker’in adı geçen yazısı şöyledir21: “…Evvela. Hareketin adını koymak lazımdır. 27 Mayıs Hareketi bir askeri ihtilaldir. … 27 Mayıs Hareketi meşruiyet yoluyla kurulmasına rağmen gayri meşru bir fiili idare haline düşmüş Menderes rejimine karşı meşru bir fiili idare kurulması hareketidir. İhtilalin insanı hayrete boğan mükemmellik ve sükûnet içinde cereyan

18 Akis, 30 Mayıs 1960, S.301, s.2. 19 A.g.d., s.2. 20 Kurtul Altuğ, 27 Mayıs’tan 12 Mart’a, Koza Yayınları, İstanbul, 1976, s.45. 21 Akis, 30 Mayıs 1960, S.301, s.4. 289 Meltem ÖNER ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) etmesi, hemen hiç kan dökülmemesi elbette onu hazırlayanların maharetiyle sıkı sıkıya alakalıdır… İhtilali yapanlar milletlerinin hakiki arzularını iyi anlamış, onlara doğru teşhis koymuş bulunduklarını daha ilk tebliğlerinde ispat etmişlerdir… Askeri ihtilaller çok zaman böyle iyi niyetle başlar, en iyi niyetliler ancak aradan vakit geçince davalarını unuturlar ve milletin hakiki arzularını bir kenara iterek koltuk sıcaklığının rehavetine kendilerini terk ederler. Bu gün Türkiye’de, böyle bir ihtimali pek uzak ihtimal saydıracak birkaç şahsi sebep vardır. Yeni idarenin başındaki zat imtihanını vermiş bir vatanseverdir. Hareketin motoru mevkiinde bulunan genç subaylar öyle bir muhitin çocuklarıdır ki milletleriyle daimi temas halini muhafaza edeceklerdir. Sonra bir “İnönü Faktörü” mevcuttur ki Demokrasimizin büyük teminatı vasfını dün nasıl taşıyorsa, bu gün de, yarın da taşıyacaktır…” Toker, 27 Mayıs hareketinin sebebini ve ona meşruiyet kazandıran fikri temeli ise darbenin olduğu sabah radyoda Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından yayınlanan tebliğde22 belirtildiği gibi “demokrasi oyununun kaidelerine uymama ve rejimi değiştirme niyetlerinin fiiliyat sahasına geçmesinde” görmektedir23. Adı geçen tebliğde iktidarı ele geçiren subaylar, “partileri çıkmazdan kurtarmak, partiler üstü bir yönetim kurmak, serbest seçimleri yapmak ve siyasi iktidarı tekrar kazanan partiye devretmek” şeklinde eylemin amacını24 ortaya koymuşlardı. Çünkü o dönemde siyasi partiler çıkmaz içindeydiler ve yapılacak bu müdahale bir kurtuluş gibi görünmüştü25. Özellikle hareketin meşruiyetini kaybeden bir idareye karşı yapılması konusunda Toker, demokrasi oyununun kaidesi olan “milli idarenin siyasi partiler arasında eşit şartlar altında cereyan edecek bir seçim sonunda tecelli etmesi” durumunun DP idarecileri tarafından tahrip edilmesi sonucu ortadan kalktığını ve bunun da DP’nin devrilmesine neden olduğunu belirtmiştir26. Bununla birlikte Toker, Bayar ve Menderes’in en önemli hatasını “kendilerini kimlerin iktidara getirdiği konusundaki yanlış teşhislerinde” görmektedir. Bunu dergideki “DP’yi devirenler, DP’yi getirenlerdir” başlıklı yazısında şöyle açıklamıştır27:

22 Tebliğ için bkz. Hürriyet, 27 Mayıs 1960. 23 Akis, 20 Temmuz 1960, S.309, s.7. 24 Darbeyi gerçekleştirenlerin bu amaca sadık kaldıklarının göstergesi ise hareketin meydana gelmesinden birkaç saat sonra yeni anayasanın hazırlanması vazifesi için profesörlerden oluşan bir ilim ve hukuk heyetinin başkanlığına rektör Sıddık Sami Onar’ın getirildiğinin duyurulması olmuştur. Bkz. Resmi Gazete, 30 Mayıs 1960, S.10515, s.1451. İlim heyetinin göreve başlamasından hemen sonra 29 Mayıs 1960 tarihinde Milli Birlik Komitesi’ne sunduğu rapor ise hareketin meşruiyetine yönelik ortaya koyduğu saptamalar ile dikkat çekmiştir. Raporda ülkenin içinde bulunduğu durumun “adi ve siyasi bir hükümet darbesi” olarak kabul edilemeyeceği bildirilmiş ve bir hükümetin meşruiyetinin “sadece menşeinde, yani iktidara gelişinde değil; iktidarda da kendisini bu mevkie getiren Anayasaya riayeti, ordu, kaza ve ilim müesseseleri gibi müesseselerle işbirliği yaparak hukuk nizamı içinde yaşaması” ile mümkün olacağını ifade etmiştir. Bu bakımdan iktidarın belirtilen icaplara riayet etmemesinin meşruiyetini ortadan kaldırdığını ve bunun da ihtilalin meşruiyetini sağladığına vurgu yapılmıştır. Bkz. Akis, 5 Haziran 1960, S.302, s.14; 17 Ağustos 1960, S.313, s.s.21-22. 25 Feroz Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye (1945-1980), Hil Yayıncılık, İstanbul, 2010, s.207. 26 A.g.d., s.7. 27 Akis, 24 Ağustos 1960, S.314, s.7. 290 1960 Darbesi Sürecinde Akis Dergisi ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

“… Bayar - Menderes ilk günden sanmışlardır ki Atatürk inkılâplarının yarattığı ve 1945’e kadar su altında kalan gerici kuvvetler 14 Mayıs’ın yaratılmasında başrolü oynamışlardır ve kendileri de bu kuvvete dayandılar mı ne yaparlarsa yapsınlar ebediyen koltuklarında oturacaklardır. Gerici kuvvetler 14 Mayıs’ın yaratılmasında elbette rol oynamışlarıdır. Ama o devirleri yaşayanlar hatırlayacaktır, asıl motor aydınlardı. Atatürkçü, batıcı, demokratik ideallere bağlı, kültürün verdiği medeni cesarete sahip aydınlar… Türk cemiyetinin, hayatiyetini bir defa da 27 Mayıs’ta ispat eden hakiki kuvvetler… Bunları yanlarından uzaklaştırıp karşılarına aldıkları gün Bayar – Menderes ölüm fermanlarını zaten imzalamışlardı. 14 Mayıs, hedefinden şaştığı, yaratıcılarından ayrıldığı için bir 27 Mayıs yaratmıştır.” Yine DP’yi iktidara getiren “bir avuç aydına” karşı alınan bu tavrın DP’nin devrilmesine neden olduğunu ve bunun ihtilalin ortaya çıkmasına zemin hazırladığını Metin Toker, “Bir Parti Kuralım…” başlıklı yazısında da vurgulamıştır28. Dergide, ayrıca dönemin muhalif sesleri dışında DP’nin kendi içinden bazı önemli şahsiyetlerin, iktidarın bu yanlış tutumunun darbeyi hazırlayan faktörlerden biri olduğu konusundaki eleştirel görüşlerine de yer verilmiştir. Bu bakımdan Demokrat Parti’nin kurucularından biri olan Fuat Köprülü’nün fikirleri, Kurtul Altuğ’un kendisi ile yaptığı bir mülakatta öğrenilmiş vebu düşünceler Akis’in 284. sayısında “Ne Umdum, Ne Buldum” başlıklı yazıda açıklanmıştır. Fuat Köprülü bu mülakatta DP’nin hatalarına yönelik şu önemli değerlendirmelerde bulunmaktadır29: “… 1954 seçimlerine kadar Demokrat Parti hükümeti muhalefetteki program ve vaatlerine sadık kaldı. Bundan dolayıdır ki 1954 seçimleri hiçbir şikâyeti mucip olmayacak şekilde, tamamıyla dürüst yapıldı ve DP 1950’ye nispetle daha büyük bir ekseriyet kazandı. Lakin sonra Demokrat Parti iktidarının yavaş yavaş programından uzaklaştığı ve nihayet 1957 seçimleri arifesinde eski demokratik hüviyetini tamamıyla bırakarak adeta bir şef idaresi mahiyetini aldığı görüldü. 1957 seçimlerinden evvel ve ondan sonra partinin en salahiyetli ağızlarından Hürriyet ve Demokrasi aleyhinde türlü sözler işitildi. Muhalefetteyken antidemokratik hükümlerin kanunlardan çıkarılması istenirken, yeniden yeniye tedvir olunan kanunlarda veya yapılan tadillerde antidemokratik hükümler vaaz edildi. … Partinin kurucusu olmam ve hem partide, hem hükümette mesuliyet mevkileri işgal etmiş bulunmam dolayısıyla bütün bu gelişme, daha doğrusu değişme esasında şahsen nasıl bir yol tuttuğum sorulabilir. Ben bir bakıma elimle kurduğum DP’den 7 Eylül 1957 günü istifa ederek ayrıldım… Aradan geçen yıllar haklı olduğumu ortaya koydu.” Fuat Köprülü’nün Kurtul Altuğ ile yaptığı bu görüşmede; DP’deki tutum değişikliğinin yapılan en önemli hata olduğunu vurgulaması, ülkenin darbeye doğru gidiş sürecinin nasıl yaratıldığını ortaya koyan önemli bir göstergedir.

28 Akis, 28 Ekim 1960, S.325, s.19. 29 Akis, 6 Ocak 1960, S.284, s.s.10-11. 291 Meltem ÖNER ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Fuat Köprülü gibi DP’nin zamanla yanlış bir yola girerek hatalı davrandığı konusunda fikir beyan eden bir diğer isim ise Menderes Kabinesi’nde Ulaştırma Bakanlığı görevini üstlenen Şemi Ergin olmuştur. Akis, kendisinin bu konudaki fikirleri ile ilgili kızına yazdığı bir mektubu, 321. sayısında paylaşmıştır. Bu mektupta Şemi Ergin, DP’nin iktidara gelmesi ile duydukları büyük mutluluğu ifade ederek ilk başlarda bütün öğütlere sadık kaldıklarını; ancak 1954 seçimlerinden sonra parti içinde oluşan riyakâr zümre sonucu demokratik hükümlerden uzaklaştıklarını ve bunun da kendi aralarında bir itimatsızlık yarattığını belirtmiştir. Bu itimatsızlığın etkisiyle kendisinden bile şüphelenilmesinden sonra Başvekile etrafındaki bu menfaatçi zümreden kurtulması tavsiyesinde bulunan bir mektup yazdığını ifade etmiştir30. DP’nin takip ettiği bu yanlış tutumun ülkedeki demokratik ortamın zarar görmesine neden olduğu fikri, iktidarın kendi içinden sesler dışında Türk siyasetinin deneyimli isimleri tarafından da dile getirilmiştir. Bu isimler içerisinde öne çıkanlar ise Ali Fuat Cebesoy ve Rauf Orbay olmuştur. İki eski generalin adı, o günlerde daha çok MBK Hükümeti yerine geçecek ve yeni idareyi belirleyecek olan seçimlere “yeni bir parti kurarak” dâhil olup olmayacakları konusunda geçmiştir. Ancak basında çıkan haberlerin aksine eski generaller parti kurmaya ve siyasete girmeye taraftar olmadıklarını kesin bir dille ifade etmişlerdir31. Parti kurma ve siyasete girme konusu dışında; Ali Fuat Cebesoy’un ülkenin geleceğine ilişkin duyduğu kaygıyı ortaya koyan düşünceleri ise ayrıca önemlidir. Çünkü Cebesoy, İstanbul Olaylarının ardından gelinen durumun Türk demokrasisi adına büyük sıkıntılar yaratacağını görmüş ve bu nedenle bir çözüm formülü sunmuştu. Bu formüle göre iki partinin mutedillerini yanına alarak memlekette bir sükûnet platformu yaratacaktı; ancak iki tarafın uzlaşmaz tavrını sürdürmesi bu fikrini gerçekleştirmesini engellemiştir. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı ve Başbakan ile ülkedeki durumun kritikliği üzerine görüşmelerde bulunmuş; ancak onların da yaşananları birkaç kişinin tahriki olarak görmesi, kendisinin çabalarını sonuçsuz bırakmıştır. Özellikle ordunun hükümetten yana olmadığını söyleyip tahkikat komisyonun lağvedilmesi, basın üzerinde baskı oluşturulmaktan vazgeçilmesi ve 1954’teki duruma geri dönülmesine ilişkin hükümete yaptığı tavsiyelerin de darbeye giden süreçte ülkedeki siyaset mekanizmasının nasıl bir çıkmazda kaldığını ortaya koymaktadır32. Ali Fuat Cebesoy’un dikkat çektiği ordunun hükümetten yana tavır almaması konusu değerlendirildiğinde; bunun nedenlerinin çok daha öncelere uzandığı görülür. Bu bakımdan çok partili yılların başından itibaren silahlı kuvvetler, DP için önemli bir sorun teşkil etmiştir. DP’liler askeri çevrelerde büyük saygınlığı olan İsmet İnönü’nün liderliği devam ettiği sürece, ordunun

30 Akis, 10 Ekim 1960, S.321, s.18. 31 Akis, 17 Ağustos 1960, S.313, s.8, s.10. 32 A.g.d., s.s.9-10. 292 1960 Darbesi Sürecinde Akis Dergisi ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) CHP yanında yer alacağı yönünde bir kaygı duymuşlardır33. Bu kaygının altında ise DP’nin bir kurum olarak Milli Mücadele yıllarında ya da Cumhuriyet’in kuruluşunda CHP gibi doğrudan yer almamış olmasından kaynaklanan bir korkunun yattığı görülmektedir34. Oluşan bu psikolojiden ötürü İsmet İnönü’ye karşı bir denge kurabilmek için emekli Mareşal Fevzi Çakmak başta olmak üzere başka üst düzey askerleri kendi yanlarına çekmeye çalışmışlardır. 1950 seçimlerinin kazanılmasından sonra ise yeni kabineye bağlılıklarından şüphe duyulan bazı komutanların tasfiyesini gerçekleştirip, onların yerine ordunun modernizasyonu ile ilgili reformlarda daha istekli görünen komutanları getirerek orduda bir sivilleşme yaratmaya çalışmışlardır. Ancak orduyu sivilleştirme girişimleri çerçevesinde yüksek kademedeki askerlere yansıyan iyileştirme çabaları alt ve orta rütbedeki askerlere yansımamış ve bu da onlarda bir hoşnutsuzluk yaratmıştır. Özellikle 1956’daki yüksek enflasyonun yarattığı yoksulluk, bu askerlerin ekonomik ve sosyal hayatlarını oldukça etkilemiştir35. O zamanlar genç bir subay olan 27 Mayıs 1960 darbesinin önderlerinden Alparslan Türkeş bu konuda şunları yazmıştır36: “… Artan hayat pahalılığı, geçim darlığı subayları perişan ediyor, bunaltıyordu. Her yerde subaylar ikinci derece insan muamelesi görüyordu. Ankara’da apartmanların bodrum katları “Kurmay Subay Katı” olarak isimlendirilmişti. Eğlence yerlerinde subayların adı “gazozcu” idi. Yani pahalı içki ısmarlayacak paraları olmadığı için karaborsacılar, vurguncularla yarış etmek imkânları bulunmadığı için bu feragatli memleket çocuklarına bu gibi isimler reva görülüyordu.” Bu hoşnutsuzlukla birlikte doğrudan olmasa da, 1958 yılında Irak’ta askeri darbe sonucu krallığın devrilmesi de, DP’nin ordudan gelebilecek tehlikeler karşısındaki kaygısının (ihtilal fobisi37) artmasına sebebiyet vermiştir. Sonuçta orduya yönelik bu psikoloji, iktidarın hatalı politik tercihler yapmasını sağlamış ve Nisan 1960’ta Tahkikat Komisyonu’nun yetkilerinin anayasaya aykırı olduğunu belirten profesörlere disiplin cezası verilmiştir. Bu etki beraberinde toplumun bir başka cephesinde tepkileri doğurmuş ve üniversite gençliği durumu protesto etmek maksadıyla İstanbul ve Ankara’da büyük eylemler yapmıştır38. Toplumun muhalefet mekanizmalarından biri olan üniversitelerde o dönemde yaşanan bu olaylar Akis Dergisi’nde de geniş yer bulmuştur. Dergide; 33 Ahmad, a.g.e., s.188. 34 Kemal Karpat, Türk Siyasi Tarihi, Timaş Yayınları, İstanbul, 2013, s.s.141-142. 35 Süleyman İnan, “Demokrat Parti (1950-1960)”, Yakın Dönem Türk Politik Tarihi, Anı Yayıncılık, Ankara, 2001, s.s.133-135. 36 Alparslan Türkeş, 1944 Milliyetçilik Olayı, Kutluğ Yayınları, İstanbul, 1975, s.20. 37 Şevket Süreyya Aydemir, 1958 yılında Irak’ta yaşanan askeri darbenin DP üzerinde bir ihtilal fobisi yarattığını belirtmiş ve bu düşüncenin zamanla Başbakan Adnan Menderes’in çeşitli söylemlerine de yansıdığını ifade etmiştir. Bu konuşmalarından birinde Menderes şöyle demektedir: “Ben, bir Halk adamıyım. Başta Muhalefet ve baskı grupları olmak üzere karşımdakiler, benim de düşmanımdırlar. Ama bu azınlıklar, beni devirmek için, İhtilal yolunu da deneyeceklerdir. Fakat benim de, her türlü vasıtayı kullanmak hakkımdır.” Bkz. Şevket Süreyya Aydemir, İhtilalin Mantığı ve 27 Mayıs İhtilali, Remzi Kitapevi, Simge Yayıncılık ve Dağıtım A.Ş, İstanbul, 2000, s.s.276-277. 38 İnan, a.g.e., s.135. 293 Meltem ÖNER ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

öğrenci olayları ile ilgili olarak protestoların önce İstanbul Beyazıt Meydanı’nda başladığı ardından Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne sıçradığı ve öğrencilere karşı şiddete varan sert tedbirlere gidildiği ifade edilmektedir. Ancak sert tedbirler alınacağı bildirilmesine rağmen gençlerin tavırlarını değiştirmedikleri, üstelik kendi aralarında tutturdukları bir söylemle39 Atatürk Bulvarı’nda toplandıkları ve bunu da birbirlerini selamlarken kullandıkları “555 K” 40 tabiri ile yaptıkları anlatılmaktadır. Birbirlerini bu şekilde Kızılay’daki büyük gösteriye çağıran gençlerin geri adım atmaması ve hükümetinde onlara sert tedbirle karşılık vermesi, ülkedeki sıkıntıların çözümüne yönelik ortak bir paydada buluşma unsurunu da yok etmiş ve ihtilale giden süreci hızlandırmıştır41. Bu sürecin son aşamasında ise Harp Okulu sahneye çıkmıştır. Harp Okulu’nun sahneye çıkışı ve eylemi hazırlayışı ise söyle gerçekleşmiştir: İstanbul ve Ankara’da büyük çaplı öğrenci olayları yaşanırken, genç Harbiyeliler kumandanlarının onlara verdikleri “ordu siyasete karışmamalıdır” öğüdüne sadık kalarak sessizliklerini korumuşlar ve herhangi bir girişimde bulunmamışlardır. Ancak onlardaki bu durum aslında fırtına öncesi sessizliğin bir işareti olmuş ve kendilerine verilecek hareket emri için gün saymışlardır. Bekledikleri an ise 26 Mayıs akşamı gelmiştir. İkinci bir emirle silahlarını alan genç Harbiyeliler, saat 24 sıralarında kumandanları Sıtkı Paşa’yı aralarında görünce çok sevinmişler ve harekete geçmişlerdir42. Aslına bakılırsa Harp Okulu daha Mart ayının başından beri hazırdır. Çünkü bazı öncü ihtilalciler (Alparslan Türkeş, Sezai Okan gibi) Harp Okulu kadrosuna öğretmen olarak sokulmuşlar ve kilit noktalara uygun tayinler yapma işi burada yürütülmüştür43. Tarihi 26 Mayıs gecesi, saat 21.30’da Milli Birlik Komitesi üyeleri44 başlarında Cemal Madanoğlu olmak üzere Harp Okulu’na gelerek saat 22.00’da Harp Okulu Kurmay Başkanı Tevfik Ercan ve Yarbay Hikmet Akıncı, Yarbay Hüsnü Temel, Yarbay Galip Okan’ın katılımıyla okul kumandanı odasında harekâtın planını çizecek toplantıyı yapmışlardır. Bu plana göre subay taburu olan 3. Tabur birinci ve ikinci taburlara taksim edilecek ve bunlar her iki taburdaki talebelerin kumandanlık görevini alacaklardı. Planın açıklanmasından sonra Tümgeneral Cemal Madanoğlu samimi ve soğukkanlı bir tavırla şunları

39 Bu söylem Gazi Osman Paşa Marşı’nın sözlerinin o güne uyarlanmasıyla ortaya çıkmıştır. Melodide şunlar ifade edilmiştir: “Olur mu böyle olur mu, Kardeş kardeşi vurur mu, Kahrolası Diktatörler, Bu dünya size kalır mı?” Bkz. Akis, 30 Mayıs 1960, S.301, s.s.13-24. 40 “555 K” tabiri bir parolaydı ve “5. ayın 5’inde saat 5’te Kızılay’da” demekti. 41 Akis, 30 Mayıs 1960, S.301, s.s.13-24. 42 Akis, 9 Haziran 1960, S.303, s.s.18-20. 43 Şevket Süreyya Aydemir, İkinci Adam, C.III, Remzi Kitapevi, İstanbul, 2000, s.419. 44 Toplantıya katılan kişiler şunlardır: “General Cemal Madanoğlu, İrfan Baştuğ, Sıtkı Ulay ve Harp Okulu Alay Kumandanı Albay Müçteba Özden, Kurmay Albay Fikret Kuytak, Ekrem Acuner, Mithat Ceylan, Necati Kumruoğlu, Muzaffer Yurdakuler, Kurmay Yarbay Suphi Karaman, Kadri Kaplan, Muhabere Tabur Kumandanı Binbaşı Nusret Altuğ ve Ali Çakmak, Jandarma Kumandan Muavini Tarık, Binbaşı Selahattin ve diğer ilgili subaylardır.” Bkz. Akis, 3 Ekim 1960, S.320, s.22. 294 1960 Darbesi Sürecinde Akis Dergisi ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) söylemiştir45: “Arkadaşlar kelleyi koltuğa aldık. Hiçbirimizde hırs yok. Memleket ıstırap içindedir. Bu zümreyi alaşağı edeceğiz. O kadar… İstemeyen var mı? Haber versin ki işimize engel olmasın. Hadi hakkınızı helal edin. Ne yaparsınız, bir kere böyle bir şeye karar verdik.” İşte yapılan bu plan, 27 Mayıs sabahı Kara, Deniz, Hava Kuvvetleri ve Jandarma Birlikleri’nin aynı ideal etrafında birleşmeleriyle uygulanmış ve darbe, hızla başarı kazanarak ve herhangi bir aksiliğe yer vermeden tamamlanmıştır46. Hareketin bu yönünün mükemmelliğine yukarıda bahsettiğimiz “Bugünkü Vazifemiz” başlıklı yazısında vurgu yapan Metin Toker dışında o dönemde eylemin içinde olan komutanlar da dikkat çekmişlerdir. Bunlardan biri olan Haydar Tunçkanat, düşüncesini “27 Mayıs 1960 Devrimi (Diktadan Demokrasiye)” başlıklı eserinde şöyle açıklamıştır47: “… Tüm harekât planlandığı gibi gelişmiş ve bir silah patlamadan bütün hedefler ele geçirilmişti. Bu başarıda, görev alan subayların üstün gayret ve cesaretleri ile baskın, iyi bir planlama, zamanlamanın payı büyük olmuştur. Gerçekte bu kadar az bir kuvvetle böylesine riskli bir harekâtın bir tek zayiat bile vermeden gerçekleştirilmiş olması büyük bir sevinç yaratmıştır…”48 Yine eylem safhasındaki bir diğer önemli isim Alparslan Türkeş’te bu konuda şunları söylemiştir: “27 Mayıs hareketi her safhasıyla ve her yönü ile çok iyi planlanmıştı. Hareket öncesi çalışmaları, hareketin yapılışı ve hareketten sonraki işler, titiz ve güzel bir şekilde düşünülmüş ve karar altına alınmıştı.” Hareketin bir numaralı adamı konumundaki Cemal Gürsel’in 27 Mayıs müdahalesine ilişkin düşünceleri ise ayrı bir önem taşımaktadır. Gürsel, 27 Mayıs günü saat 16.00’da radyolarda yayınlanan beyanatında harekete ilişkin düşüncelerini şöyle ifade etmiştir49: “Bir aydan beri memlekette cereyan eden ve milleti süratle korkunç buhranlara sürükleyen hadiseleri biliyorsunuz. Bu gidişin memleketi kanlı bir kardeş kavgasına da götürmekte olduğunu her aklı başında vatandaşın takdir edeceğine kaniyim. … Bu hal nereye kadar gidecek ve bu feci akıbete hissi ve alakasız seyirci mi kalmak lazım? İşte vatandaşların bu ahvali ıstırap içinde aylardan beri düşümdüm ve bu zevata çıkar yolları gösterdim. Fakat onlar kapıldıkları politika ihtiraslarının şuurlarına verdiği bozukluklar dolayısıyla dinlemediler ve işi zora götürmek sevdasına düştüler. Çıkarılan kanunlar, takip edilen hareketler, Türk milletini zincire vurmak kastında olduklarını gösteriyor. … İşte bu düşünce ve mülahazalarla, bu feci gidişe son vermeye karar verdim ve Devletin idaresine el koydum. Derhal bütün vatandaşlara ifade etmek isterim ki, asla bir diktatörlük hevesinde değilim. Bütün emelim süratle bu memlekette temiz ve dürüst bir demokratik nizam kurmak ve devletin idaresini milletin idaresine

45 Akis, 3 Ekim 1960, S.320, s.22. 46 Akis, 30 Mayıs 1960, S.301, s.6. 47 Darbeler, Demirkıratlar ve 27 Mayıs, Haz. Sadık Göksu, Anahtar Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 1993, s.145. 48 Haydar Tunçkanat, 27 Mayıs 1960Devrimi (Diktadan Demokrasiye), Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1996, s.265. 49 Tunçkanat, a.g.e., s.s.270-271. 295 Meltem ÖNER ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) terk etmektir…” Bu ifadelerinde de görüleceği üzere Cemal Gürsel, ülkenin içinde bulunduğu kötü koşullar nedeniyle böyle bir müdahalenin zorunlu hale geldiğini belirtmiş ve demokrasiyi yeniden sağlamanın temel maksadı olduğunu vurgulamıştır. Müdahale etmek zorunda kalındığını Gürsel, daha sonradan gazetecilerle yaptığı bir sohbet esnasında da, “– Bunu yapmak lazımdı. Bana evvelce defaatle teklif ettiler. Olmaz dedim. Fakat hiçbir çıkar yol kalmamıştı. Elimizde öyle kuvvetli deliller vardı ki, bunları muhakeme esnasında hâkimler heyetine ve radyo vasıtasıyla halka dinlettiğimizde hayretler içinde kalacaksınız.” diyerek ifade etmiştir50. Ayrıca kendisine hareketin başına geçmesi için Sadi Kocaş tarafından NATO tatbikatını takip etmek üzere çıktıkları Almanya seyahatinde bir teklif götürülmüştür. Gürsel, bu teklife olumlu yanıt vermekle birlikte özellikle “müdahalenin zorunlu hale gelmesi” ve “ihtilalin son çare olması” noktalarına vurgu yapmıştır.51 Bu açıdan generalin oldukça titiz davrandığı söylenebilir. Onun bu tavrı hareketin uygulanış safhasında da görülmektedir. Çünkü Cemal Gürsel, müdahalenin istenilen şekilde gerçekleşmesinin, idarenin yeniden millete teslim edilme sürecine etki edecek bir faktör olduğunu kabul etmektedir. Bunu gazetecilerle yaptığı bir görüşmede şöyle açıklamıştır52: “– Ben ve arkadaşlarım, idareyi seçimle gelecek olanlara bırakmaya kararlı olduğumuzdan ve bunu başından beri düşündüğümüzden İhtilalin kansız olmasına dikkat ettik. Galiba bunu başardık. Galiba doğrusu da buydu. Kanlı bir ihtilal olsaydı, idareyi teslim etmek, zannederim ki bu kadar kolay olmayacaktı. Ama bir kere daha söyledim, gene tekrar ediyorum, icap ederse, beni ve arkadaşlarımı bu kadar zorlarlarsa, dereler gibi kan akıtmaktan zerre kadar çekinmem. İnkılâbın korunması, bu hareketin devamı ve memleketin menfaati için yapamayacağımız şey yoktur.” Gerçekleştirdikleri harekete böylesine önem veren darbenin bir numaralı adamının 27 Mayıs’a ilişkin; “… İhtilalin birinci günü de söylediğim gibi İhtilali; Ordu, Üniversite, Basın değil; Millet, Türk Milleti yaptı. Onlar, sadece vazife aldılar. Ben bu ulvi hareketi hiçbir zümreye mal etmek istemem. Buna gönlüm yatmaz.”53 şeklindeki değerlendirmesi de darbenin manasını farklı taraflara çekmek isteyenler için bir uyarı niteliğini taşır. Çünkü darbeden hemen sonra bilhassa basın sektöründe olayı belli bir yöne çekerek hareketin anlamını ve amacını saptırma taraftarı çevrelerin olduğu MBK tarafından öğrenilmiş ve onlara yanlış ata oynadıkları söylenmiştir54. Darbeyi gerçekleştiren askerler dışında 27 Mayıs hareketinden haberdar olup olmadığı konusundaki tartışmalarla en çok gündeme gelen isim ise İsmet İnönü olmuştur. Yapılan tartışmalarda İsmet İnönü’nün adının sıklıkla geçmesinin nedeni, kendisinin darbe öncesinde söylediği bazı sözlerdir. Bu sözler içerisinde özellikle İsmet İnönü’nün 18 Nisan 1960’da Tahkikat Komisyonu müzakerelerinde söylediği, “Eğer insan hakları yürütülmez, vatandaş

50 Akis, 10 Ağustos 1960, S.312, s.24. 51 Tunçkanat, a.g.e., s.s.256-257. 52 Akis, 12 Eylül 1960, S.317, s.12. 53 Akis, 19 Eylül 1960, S.318, s.7. 54 Akis, 20 Temmuz 1960, S.309, s.8. 296 1960 Darbesi Sürecinde Akis Dergisi ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) hakları zorlanırsa ihtilal behemehâl olur… Sizi ben de kurtaramam. Şartlar tamam olduğu zaman ihtilal meşru bir haktır.” sözü ile Kore’deki ihtilale atıfla söylediği “… Muvaffak olamayacaksınız… Syngman Rhee kurtuldu mu?... Bu tedbirlere teşebbüs eden baskı tertipçileri bilsinler ki; Türk milleti Kore milletinden daha az haysiyetli değildir.” sözü55 en dikkat çekici olanlardır. Bu sözlerin söylenmesinden kısa bir süre sonra darbenin gerçekleşmesi de ister istemez kamuoyunda bazı soru işaretlerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu çerçevede; MBK hükümetinin ve anayasa komisyonun çalışmalarına başlamasından sonra İsmet İnönü’nün gazetecilerle yaptığı basın toplantısındaki görüşlerine yer veren Akis Dergisi, kamuoyunda oluşan soruların cevaplanmasına yönelik önemli bir katkı sağlamıştır. İsmet İnönü bu toplantıda şöyle demiştir56: “Hiç kimseyi inandıramıyorum. Ama temin ederim ki hareketten zerrece haberdar değilim. Ben onlara bu milletin baskı rejimine tahammül edemeyeceğini, çıkar yol bırakılmadığına göre ihtilalin meşru hale geldiğini söyledim. Şimdi, böyle söylemiş bulunduğum için hadiselerden haberdar olduğumu sanıyorlar. Hâlbuki bunlar milletini iyi tanıyan bir insanın teşhislerinden başka bir şey değildir. Onlara Türk milletini hiç tanımadıklarını da defalarla hatırlatmıştım. Tanımamakta ısrar ettiler ve bu başlarına geldi.” Metin Toker de İsmet Paşa’nın darbeden haberdar olmadığını belirtmekte olup 28 Mayıs sabahı kendisi aracılığıyla Cemal Gürsel’in İsmet Paşa ile telefonda bir konuşma57 yaptığını ve bu konuşmada ihtilalin başının, İsmet İnönü’ye haber vermedikleri için özür dilediğini ifade etmiştir58. Dergide İnönü’nün bu sözüne yer verilmekle birlikte kendisinin yabancı basın mensupları karşısında görüşlerini açıklarken ki tavırlarına da dikkat çekilmiştir. Bu konuda dergide şu yoruma yer verilmektedir59: “… İnönü’nün yabancı gazetecilerle görüşmelerinde bulunanlar millete demokrasi savaşında liderlik etmiş bulunan tecrübeli devlet adamının yeni iktidarın işini zorlaştıracak bir hareketten ne derece sakındığını ibretle müşahede ettiler. İnönü, tezahürat yapılıp sükûn bozulmasın diye nasıl evinden mümkün nispetinde az çıkmaya çalışıyorsa, gazetecilerle konuşurken de intikal devrinin icaplarına büyük dikkatle uyuyor, hareketin içteki ve dıştaki müspet tesirini kolluyordu. Bu müspet tesire yol açan ve 27 Mayıs hareketini basit bir askeri ihtilalden çıkaran Ordunun partiler üstündeki durumuydu. İnönü’nün, Menderes rejiminin memleketi içine attığı buhran arasında askerlerin başına geçip darbe

55 Mustafa Arıkan, “27 Mayıs’a Damgasını Vuran Söz ve Beyanlar”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S.4, Konya, 1997, s.304. 56 Akis, 5 Haziran 1960, S.302, s.17. 57 Bu konuşmada Cemal Gürsel, İsmet İnönü’ye şunları söylemiştir: “- Size karşı kusurluyuz Paşam. Hareketimizi, size önceden haber vermedik. Fakat haber verseydik, bizi bundan caydırmak isteyeceğinizi biliyorduk. Yapacak, başka bir şeyimiz kalmamıştı. Bizi affetmenizi rica ediyoruz. Emirleriniz bizim için daima, Peygamber buyruğudur Sayım Paşam…” Bkz. Metin Toker, Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları “Yarı Silahlı Yarı Külahlı Bir Ara Rejim 1960-1961”, Bilgi Yayınevi, İstanbul, 1998, s.21. 58 Metin Toker, Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları “Demokrasiden Darbeye 1957-1960”, Bilgi Yayınevi, İstanbul, 1992, s.11. 59 Akis, Aynı sayı, s.s.17-18. 297 Meltem ÖNER ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) yapması işten bile değildi. Nitekim muhalefet liderini o istikamette teşvik edenler, hatta bunu yapmıyor diye çatanlar olmuştu. Ama İnönü Türk milleti kadar Türk Ordusunu da tanıyor ve onun buhranlı anlarda hızır gibi kendiliğinden yetiştiğini biliyordu. Memleketin ihtiyacı, İnönü’nün nazarında şuydu: Demokratik nizamın normal işlemesinin sağlanması. Yoksa kendisinin seçim dışı yolla iktidara gelmesi değil… İşte Ordu bu vazifeyi kendiliğinden yüklenmiş, seçimlere nezaret etmek, yani yüksek hakemlik işini üzerine almıştı. CHP Genel Başkanı arkadaşlarına 27 Mayıs’tan itibaren yeni idarenin yardımcısı olmalarını, her türlü siyasi faaliyetten sakınmalarını ehemmiyetle tavsiye etti ve her zaman olduğu gibi bu tavsiyelere evvela kendisi büyük bir hassasiyetle uydu. Partisine yaptığı tek tebliğ, bu hususu duyuran ve vatandaşlardan kendilerini düşmanlık hislerine kaptırmamalarını isteyen tebliğ oldu.” Yukarıdaki ifadelerde de görüleceği üzere İsmet İnönü, demokrasinin gelişimi adına 1950’de çok partili hayata geçiş sürecinde aldığı tavrı, askerler üzerindeki etkisi ve etrafındakilerin kışkırtmalarına rağmen burada da koruyarak darbe taraftarı olmamış ve Türk Ordusunun partiler üstü tavrına yeşil ışık yakmıştır. İsmet İnönü’nün bu tavrı Akis dergisinin bir başka sayısında şöyle açıklanmıştır60: “... CHP Genel Başkanı daha işin başında askerlerin bir endişesini gayet iyi anladı. Askerler, bu harekâtın CHP ile birlikte yapıldığı intibaından sakınıyorlardı. Her iki tarafta fikren aynı platformun üzerinde bulunduğu için ve Paşa aylardan beri İhtilalin ihtimalini iktidara hatırlattığından böyle bir intibaın uyanmaması elbette ki imkânsızdı. Şimdi aslı olmayan bu intibaı düzeltmeye çalışmak yerine intibaı kuvvetlendirmek doğru değildi. İnönü, askerleri haklı buldu ve o sahada onlara yardımcı kesildi. Zira İhtilalin bu kadar kısa zamanda ve hemen hemen cansız şekilde neticelenmesi askerlerin partilerin üstünde kalmasının eseriydi. Şimdi bu eseri tehlikeye düşürmek hiç kimsenin hakkı olmamak, gerekirdi. Üstelik İnönü, yabancı gazetecilere verdiği demeçlerde DP’nin parti olarak kalmasını tabii bulduğunu, başka bir şeklin düşünülemeyeceğini, meşruiyet dışına çıkanlara devleti, hükümeti ve Büyük Meclisi ellerinde tutanlar olduğunu açıkladı.” Dolayısıyla, İsmet İnönü’nün ihtilale ilişkin dergide geçen bu değerlendirmelerinden hareketle; kendisinin ülkenin bir darbeye doğru sürüklendiğini sezinlediğini ve bazı uyarılarda bulunduğunu; ancak bunların yanlış yorumlanarak darbeden haberdar olduğu şeklinde algılandığına vurgu yapılmıştır. Yer verilen bu düşünceler aynı zamanda derginin kamuoyunun gündemine oturan önemli konulara büyük bir hassasiyetle yaklaştığının da göstergesidir. Kısacası; Akis Dergisi, toplumun değişik kesimlerinden kişilerin yorumlarına yer vererek 27 Mayıs 1960 darbesi sürecini eleştirel bir üslupla değerlendirmiştir. Dergide, darbe sürecine ilişkin yapılan yorumların odak noktasında ise darbeyi hazırlayan koşullar yer almıştır. Bu koşullar içerisinde en çok iktidarın uyguladığı yanlış politikalar sonucu meşruiyetini kaybetmesi

60 Akis, 5 Haziran 1960, S.302, s.24. 298 1960 Darbesi Sürecinde Akis Dergisi ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) durumuna vurgu yapılmıştır. Toplumun ihtiyaç duyduğu meşru bir siyasi idarenin yaratılması için ordunun partiler üstü tavır alarak müdahale etmek zorunda kaldığı belirtilmiştir. Dolayısıyla; Akis dergisi darbe sürecinde yer verdiği bu farklı görüşler ile 27 Mayıs öncesinin nasıl şekillendiğini açıklamış ve bu süreçte kendisi gibi sıkıntı yaşayan toplumun diğer kesimlerinin sesini duyurma çabasıyla da bir demokrasi savaşçısı haline gelmiştir.

Sonuç

Türkiye’nin ilk haftalık siyasi haber dergisi olan Akis, 27 Mayıs 1960 darbesi sürecini sahip olduğu eleştirel üslup çerçevesinde değerlendirmiş ve toplumun muhalif kesiminin sesi olmuştur. Türk siyasi tarihinde bir dönemi kapatarak yeni bir dönemin başlamasını sağlayan askeri darbe süreci konusunda dergide temel olarak, iktidarın uyguladığı yanlış politikalar sonucu zamanla meşruiyetini kaybetmesi ve toplumu bir çıkmaza sürüklemesi fikri işlenmiştir. Akis dergisi, iktidarın yanlış politikalarının onların meşruiyetlerini kaybetmelerine neden olduğu konusundaki temel düşüncesini sadece muhalefetin gözünden değil; iktidarın kendi içinden seslerin yorumlarına da yer vererek açıklamaya çalışmıştır. Bu bakımdan DP’nin kurucu üyelerinden Fuat Köprülü ve Menderes Kabinesi’nde Ulaştırma Bakanlığı görevini üstlenmiş Şemi Ergin’in düşüncelerine yer verilmesi, derginin savunduğu fikirleri sağlam temeller üzerine oturtma taraftarı bir yayın politikası takip ettiğinin göstergesidir. Özellikle ülkede yaşanan olaylara bağımsız bir gözle bakmayı başaran Türk siyasi tarihinin önemli isimlerinden Ali Fuat Cebesoy’un değerlendirmeleri, o dönemde ülkedeki siyasi mekanizmaların ne büyük bir açmaz içinde olduğunu göstermesi yönünden büyük bir önem taşır. Dolayısıyla, ülkeyi bu açmazdan çıkaracak ve yeniden meşru bir idarenin oluşumunu sağlayacak ortamın yaratılması için eski düzenin değiştirilmesi görevini ordu mekanizması üstlenmiştir. Türk tarihinin geçmiş dönemlerinden bu yana kritik zamanlarda aldığı görevlerle dikkat çeken ordu, 27 Mayıs 1960 döneminde de bu zorunluluğun sonucu yönetime müdahale etmiş ve yeniden meşru bir idare kuruluncaya kadar ülkenin yönetimini üstlenmiştir. Bu bakımdan eylemin uygulanma safhası ve hareketi gerçekleştiren askerlerin düşüncelerine yer veren Akis, ordunun partiler üstü bir tavır aldığına vurgu yapmıştır. Özellikle askerler üzerindeki etkisinden ve daha önceden yaptığı konuşmalardan ötürü darbeden haberdar olup olmadığı ile öne çıkan İsmet İnönü’nün 27 Mayıs 1960 darbesi ile ilgili düşüncelerine yer verilmesi de tartışma yaratan konunun aydınlatılması yönünden önemli ipuçları taşımaktadır. Dolayısıyla; darbe öncesi dönemin olumsuz koşullarını üzerinde en fazla hisseden bir muhalif yayın organının darbe sürecine ilişkin yer verdiği bu

299 Meltem ÖNER ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) görüşler ile madalyonun öbür yüzüne yansıyanların ortaya koyulması görevini de layıkıyla yerine getirdiğini söyleyebiliriz. Bu konuda Serhat Hürkan, “Üç Dergi Üç İnsan (Akis-Devrim-Yankı)” adlı eserinde Akis dergisinin bu dönemki rolünü şöyle ifade etmiştir61: “Akis, askeri idarenin sivil bir demokratik rejime geçmesini sağlamak savaşını veriyordu. … Akis, daha normal bir düzen içinde hem haber vermek hem de halkoyunu şekillendirmek görevini yapmaya devam etti.”

61 Serhat Hürkan, Üç Dergi Üç İnsan (Akis-Devrim-Yankı), Sinemis yay., Ankara, 2006, s.24. 300 1960 Darbesi Sürecinde Akis Dergisi ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

KAYNAKÇA

I. Resmi Yayınlar Resmi Gazete, 19 Nisan 1960, S.10484. Resmi Gazete, 30 Mayıs 1960, S.10515. TBMM Zabıt Ceridesi, D.XI, C.13, 18 Nisan 1960, TBMM Matbaası, Ankara. TBMM Zabıt Ceridesi, D.XI, C.13, 27 Nisan 1960, TBMM Matbaası, Ankara.

II. Süreli Yayınlar Akşam Gazetesi, Akis Dergisi, Hürriyet Gazetesi, Vatan Gazetesi, Zafer Gazetesi.

III. Kitaplar AHMAD, Feroz, Demokrasi Sürecinde Türkiye (1945-1980), Hil Yayıncılık, İstanbul, 2010. ALTUĞ, Kurtul, 27 Mayıs’tan 12 Mart’a, Koza Yayınları, İstanbul, 1976. AKGÜN, Seçil Karal, 27 Mayıs: Bir İhtilal Bir Devrim Bir Anayasa, ODTÜ Yayıncılık, Ankara, 2009. AYDEMİR, Şevket Süreyya, İhtilalin Mantığı ve 27 Mayıs İhtilali, Remzi Kitapevi, Simge Yayıncılık Dağıtım A.Ş., İstanbul, 2000. AYDEMİR, Şevket Süreyya, İkinci Adam, C.III, Remzi Kitapevi, İstanbul, 2000. Darbeler, Demirkıratlar ve 27 Mayıs, Haz. Sadık Göksu, Anahtar Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 1993. GEVGİLİ, Ali, “Türkiye Basını”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, C.I, İletişim Yayınları, İstanbul, 1983. HÜRKAN, Serhat, Üç Dergi Üç İnsan (Akis-Devrim-Yankı), Sinemis Yayınları, Ankara, 2006.

301 Meltem ÖNER ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) İNAN, Süleyman, “Demokrat Parti (1950-1960)”, Yakın Dönem Türk Politik Tarihi, Anı Yayıncılık, Ankara, 2001. KARPAT, Kemal, Türk Siyasi Tarihi, Timaş Yayınevi, İstanbul, 2013. KONGAR, Emre, Devrim Tarihi ve Toplumbilim Açısından Atatürk, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1983. SUNAR, İlkay, “Demokrat Parti ve Popülizm”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, C.8, İletişim Yayınları, İstanbul, 1983. TOKER, Metin, Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları 1944-1973 “Demokrasiden Darbeye 1957-1960”, Bilgi Yayınları, Bilgi Yayınevi, İstanbul, 1992. TOKER, Metin, Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları 1944-1973 “Yarı Silahlı, Yarı Külahlı Bir Ara Rejim 1960-1961”, Bilgi Yayınevi, 1998. TUNÇKANAT, Haydar, 27 Mayıs 1960 Devrimi (Diktadan Demokrasiye), Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1996. TÜRKEŞ, Alparslan, 1944 Milliyetçilik Olayı, Kutluğ Yayınları, İstanbul, 1975. ÖZCAN, Muhsin, Başlangıcından Günümüze Türkiye’de Haftalık Haber Dergiciliğin Gelişim Evreleri (Akis Dergisi Örneği), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 1996. TORCU, Leyla, Demokrat Partiyi 27 Mayıs’a Götüren Nedenler, Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, İzmir, 1994.

IV. Makaleler ARIKAN, Mustafa, “27 Mayıs’a Damgasını Vuran Söz ve Beyanlar”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S.4, Konya, 1997. BULUNMAZ, Barış, “Türk Basın Tarihi İçerisinde Demokrat Parti Dönemi ve Sansür Uygulamaları”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Hakemli Dergisi, İstanbul, 2012. BULUT, Sedef, “Üçüncü Dönem Demokrat Parti İktidarı (1957-1960): Siyasi Baskılar ve Tahkikat Komisyonu”, Gazi Üniversitesi Akademik Bakış Dergisi, C.II, S.4, Ankara, 2009. KAYA, Ayşe Elif Emre, “Demokrat Parti Dönemi Basın-İktidar İlişkileri”, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Hakemli Dergisi, S.39, İstanbul, 2010.

VI. İnternet Kaynakları http://tr.wikipedia.org/wiki/Metin_Toker, (Erişim Tarihi: 11.04.2014) http://www.dogankitap.com.tr/yazar/Kurtul+Altu%C4%9F-401, (Erişim Tarihi: 11.04.2014). 302 1960 Darbesi Sürecinde Akis Dergisi ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

EKLER

Resim 1: Orgeneral Cemal Gürsel Basın Mensuplarıyla

30 Mayıs 1960 Akis Dergisi

Resim 2: İsmet İnönü Evinin Balkonunda

30 Mayıs 1960 Akis Dergisi

Resim 3: 27 Mayıs Günü Gençler

30 Mayıs 1960 Akis Dergisi

303 Meltem ÖNER ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Resim 4: Harp Okulu Vazife Başında

30 Mayıs 1960 Akis Dergisi

Resim 4: Şükran Yürüyüşü Yapan Basın Mensupları

30 Mayıs 1960 Akis Dergisi

Resim 5: SBF’nin Muazzam Nümayişi

30 Mayıs 1960 Akis Dergisi

304 1960 Darbesi Sürecinde Akis Dergisi ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Resim 6: Milli Birlik Komitesi TBMM’de

30 Haziran 1960 Akis Dergisi

Resim 7: Başbakanlıkta Basın Toplantısı

10 Ağustos 1960 Akis Dergisi

Resim 8: Radyolarda Okunan İlk Tebliğ - 3 Ekim 1960 Akis Dergisi

305 Meltem ÖNER ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Resim 9: Tahkikat Komisyonu Tevkif Müzekkeresi

30 Mayıs 1960 Akis Dergisi

Resim 10: Döneme İlişkin Bir Karikatür

9 Haziran 1960 Akis Dergisi

306 Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi Journal Of Modern Turkish History Studies XIV/28 (2014-Bahar/Spring), ss.307-328.

TÜRKİYE’DE ÖĞRETMEN ÖRGÜTLENMELERİNE BİR ÖRNEK: EGE BÖLGESİ KÖY ÖĞRETMENLERİ DERNEĞİ

Mustafa ŞAHİN*

Öz Bu araştırmada köy enstitülü öğretmenlerle ilgili sorunları örgütlü olarak ilk kez gündeme getiren ve çözüm arayışlarında önemli rol üstlenmiş olan Ege Bölgesi Köy Öğretmenleri Derneği’nin kuruluşu, amaçları, etkinlikleri ve çözüm önerileri ele alınmıştır. Köy enstitülü 12 öğretmen, 1949’da İzmir’in Bayındır ilçesinde bir dernek kurmuş ve kurdukları bu derneğin Ege bölgesindeki bütün köy enstitülü öğretmenleri de kapsaması için adını “Ege Bölgesi Köy Öğretmenleri Derneği” olarak belirlemişlerdir. Uzun yıllar Ege bölgesinde köy öğretmenlerinin sorunlarını değişik yollarla dile getiren bu dernek, 1958 yılında Türkiye Köy Öğretmenleri Dernekleri Federasyonu’na katılmıştır. 1965 yılında kurulan Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın kurulması ve söz konusu sendikanın köy öğretmenlerinin beklentilerine yanıt vereceği umulduğu için varlığına son vermiştir.

Anahtar Kelimeler: Ege Bölgesi, Köy Enstitüleri, Köy Öğretmenleri, Öğretmen Dernekleri.

AN EXAMPLE OF TEACHER ORGANIZATION IN TURKEY: AEGEAN REGION ASSOCIATION OF VILLAGE TEACHERS

Abstract In this study, Aegean Region Village Teachers Association’s establishment, objectives, activities and solutions are discussed. Village institutes’ of issues were raised for the first time. It has undertaken an important role in the search for solutions. 12 village institutes’ teacher, an association established in 1949 in İzmir, Bayındır. This association of institutes of teachers in the Aegean Region to cover the “Aegean Region Village Teachers Association” has been called. This association for many years the problems of rural teachers in the Aegean Region have expressed in different ways. In 1958, this association has participated in the Federation of Turkey Village Teachers Association. Turkey Teachers’ Union was founded in 1965 and Turkey has been the dissolution of the Federation of Village Teachers Association.

Keywords: Aegean Region, Village Institutes’, Village Teacher, Teacher Associations.

* Doç. Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi, Buca EğitimFakültesi, ([email protected]). 307 Mustafa ŞAHİN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Giriş

Öğretmen örgütlenmeleri Batı dünyasında Sanayi Devrimi sonrası modernleşmenin ve siyasal çeşitliliğin artışının sonuçlarından biri olarak 1800’lerde gündeme gelmiştir1. FISE (Uluslararası Eğitim Sendikaları Federasyonu), CMOPE (Öğretim Mesleği Örgütleri Dünya Konfederasyonu), FIAI (İlkokul Öğretmenleri Uluslararası Federasyonu), FIPESO (Resmi Ortaöğretim Öğretmenleri Uluslararası Federasyonu), CSME (Öğretmenler Dünya Sendikal Konfederasyonu) gibi uluslararası öğretmen dernekleri ve sendikalarının faaliyete geçmesi ise 1900’lerin ilk çeyreğinden başlayarak gelişmeye başlamıştır2. Osmanlı siyasal rejiminde 10 Temmuz 1908’e değin açık bir çoğulculuk yoktur. Bu tarihte ise “Hürriyetin İlanı” adıyla meşrutiyetçi bir siyasal rejimin açılış töreni vardır. Bu tarih aynı zamanda çok partili rejimin de ilk adımıdır. İkinci Meşrutiyet olarak anılan dönem Türkiye’nin demokratik gelişmelerinde ileri ve yürekli atılımlarla doludur. Kanun-i Esasi’de yapılan değişiklikler kamuda özgürlükleri genişletmiş, toplanma ve dernek kurma özgürlüğünü tanımıştır3. Dönemin özgürlükçü yapısıyla birlikte hemen her mesleki oluşum dernekleşme yoluna gitmeye başlamıştır4. Bu çerçevede kurulan ilk öğretmen örgütü Encümen-i Muallimin’dir.5 Bu ilk adımı Muhafaza-i Hukuk-ı Muallimin Cemiyeti, Cemiyet-i Muallimin gibi öğretmen cemiyetleri izlemiş ve giderek sayıları çoğalmıştır. Erken dönemde kurulan öğretmen cemiyetlerinin ve atılan adımların daha geniş kitlelere ulaşması ve sağlıklı bir hale gelmesi İkinci Dünya Savaşı sonrasına rastlamaktadır. Sosyal devlet politikalarının Avrupa’da yaygınlaşması Türkiye’yi de yakından etkilemiştir. Cemiyetler kanununda yapılan değişikliklerle dernek, sendika vb. örgütlerin kurulmasına olanak tanınmıştır6.

1 Robert J. Braun, Teachers and Power: The Story of the American Federation of Teachers. New York: 1972; William Edward Eaton, American Federation of Teachers, 1916-1961, Urbana: 1975; Glenn Blackburn, Western Civilization: From the Birth of Modern Science to the Present, New York: 1991; Marjorie Murphy, Blackboard Unions: The AFT and the NEA, 1900–1980, Ithaca: 1991; Forrest W. Parkay, Social Foundations for Becoming a Teacher, Boston: 2006; Dennis Gaffney, Teachers United: The Rise of New York State United Teachers. Albany: 2007; Timothy Reese Cain, “For Education and Employment: The American Federation of Teachers and Academic Freedom, 1926–1941”, History of Higher Education Annual, volume 26 (2007), pp.67–102. 2 Yahya Akyüz, Öğretmen Örgütlenmesi: Türkiye, Fransa, İsviçre’de ve Uluslararası Düzeyde, Ankara: 1980, s.40. 3 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, cilt.1, İkinci Meşrutiyet Dönemi, 2. baskı, İstanbul: 1988, s.3. 4 Yahya Akyüz, “Doğuşunun Yüzüncü Yılında Türkiye’de Öğretmen Örgütlenmesinin İlk On yılına Bakışlar (1908-1918)”, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, Ankara: 2009, sayı.22, ss.1-49. 5 Akyüz, a.g.m. s.10; Niyazi Altunya, Türkiye’de Öğretmen Örgütlenmesi: 1908-1998, Ankara: 1998, ss.22-23. 6 Altunya, a.g.e. s.49. 308 Türkiye’de Öğretmen Örgütlenmelerine Bir Örnek: Ege Bölgesi... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Türkiye’de öğretmen örgütçülüğünde özel bir yeri olan köy öğretmen dernekleri, 1949 yılından başlayarak köy enstitülerinden mezun olan öğretmenler tarafından kurulmaya başlanır. Bu derneklerin çok sayıda ve farklı yerlerde kurulmasının nedenleri arasında hem kurucularının yetişme ve dünyaya bakış tarzlarının farklılığı, hem sorunların görece çeşitliliği, hem de tutucu kadrolar elinde yönetilen yerel derneklerin ve 1948’de kurulan Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu’nun söz konusu öğretmenleri horlayıcı, hatta zaman zaman dışlayıcı tavırlarından kaynaklanmıştır7. Bu bağlamda 1949 yılında İzmir Bayındır’da kurulan Ege Bölgesi Köy Öğretmenleri Derneği köy öğretmenlerinin örgütlenmesinde bir ilk olması bakımından Türk eğitim tarihinde özel bir öneme sahiptir. Türkiye’de öğretmen örgütleri ile ilgili, Yaşaroğlu (1949)8, Akyüz (19789; 198010; 200911), Akgöl (1981),12 Okçu (1981)13, Göldaş (1984)14, Kurt (1994)15, Evren, Erdem ve Yıldırım (1995)16, Altunya (1998),17 Coşkun (1999)18, Orhan (2001)19, Nurdoğan (2007)20 ve Uygun (2009)21 tarafından yapılmış olan çalışmalar alanyazına katkı sağlayan çalışmalardır. Bununla birlikte Ege Bölgesi Köy Öğretmenleri Derneği hakkında yapılmış akademik bir çalışmaya ulaşılamamıştır. Bu nedenle bu araştırmanın alanyazına katkı sağlayacağı umulmaktadır. Araştırmada alanyazın taraması yapılmış, derneğin yayın organı olan Gayret Dergisi temel materyal olarak kullanılmıştır. Dernekte üye ve yönetici

7 Altunya, a.g.e. s.53. 8 Ahmet Halit Yaşaroğlu, “Meşrutiyetten Sonra İlk Talebe Cemiyeti-İlk Muallimler Cemiyeti”, Öğretmen, sayı.25-26, Kasım/Aralık 1949. 9 Yahya Akyüz, Türkiye’de Öğretmenlerin Toplumsal Değişmedeki Etkileri, 1848-1940, Ankara: 1978. 10 Akyüz, a.g.e. 11 Akyüz, a.g.e. 12 Halim Akgöl, Türkiye Öğretmenler Sendikası: 1965-1971, Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 1981. 13 Kadir Okçu, Türkiye’de Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu: 1948-1969, Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 1981. 14 İsmail Göldaş, İstanbul İlkokul Öğretmenlerinin Grevi (1920), İstanbul: 1984. 15 Ali Kurt, Öğretmenlerin Sendikal Eğilimleri (Ankara Örneği), TODAİ, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 1994. 16 Sami Evren, Siyami Erdem ve Cafer Yıldırım, Eğitim Emekçileri Tarihi, İstanbul: 1995, Bireşim Yayınları. 17 Altunya, a.g.e. 18 Feyzi Coşkun, Çalışma İlişkileri Bakımından TÖB-DER, Ankara: 1999, Kültür Bakanlığı Yayınları. 19 Ahmet Orhan, Cumhuriyet Dönemi Öğretmen Örgütlenmesi ve Hukuki Dayanakları (1923- 1980), İstanbul: 2001, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı. 20 Arzu M. Nurdoğan, “Türkiye’de Öğretmenlik Mesleğinde Sosyal Dayanışma Fikrinin Doğuşu: Muallimler Cemiyetleri (1908-1914)”, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, Güz 2007, sayı.27, ss.65-82. 21 Selçuk Uygun, “Öğretmen Örgütleri ve Çanakkale Muallimler Birliği”, Çağdaş Eğitim, Nisan 2009, sayı. 363, ss.18-25. 309 Mustafa ŞAHİN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) olarak görev almış kişilerle söyleşiler yapılmıştır. Konuyla ilgili İzmir’in yerel gazetelerinden olan Demokrat İzmir ve Yeni Asır gazeteleri incelemeye tabi tutulmuştur.

Derneğin Kuruluşu ve Kurumlaşması

Ege Bölgesi Köy Öğretmenleri Derneği’nin kuruluş amacı; asıl mesleği öğretmenlik olan kişilerin her türlü düşünsel gelişmelerine yardım etmek, karşılıklı yardımlaşma ve dayanışmada bulunmak ve bu suretle öğretmenlik mesleğinin yükselmesine hizmet etmekti. Fakat derneğe her öğretmen üye olamamaktaydı. Derneğe üye olabilmek için köy enstitülü olmak ön koşuldu ve derneğin asıl amacı köy enstitülerinden mezun olan öğretmenleri bir çatı altında toplamak, sorunlarına çözüm aramaktı. Ege Bölgesi Köy Öğretmenleri Derneği’ne ilişkin ilk adım Bayındır’da bir grup öğretmen tarafından atılmıştır. Derneğin kurucular listesinde yer alan 12 öğretmen şu kişilerden oluşmaktaydı22: Halil Akyavaş, Kemal Akyavaş, Mehmet Aşıcı, Ahmet Bakıcıol, İbrahim Çitak, Kemal Karaaslan, Yusuf Okutan, Mustafa Orak, Remzi Özkan, Selahattin Tosun, Mehmet Ali Vural, İbrahim Yıldız. Derneğin kuruluş aşamasında ve sonraki yıllarında en önemli kişilerinden biri olan ve Bayındır-Çırpıköy Okulu’nda öğretmenlik yapan Halil Akyavaş, anılarında kuruluş çalışmaları ve yaşanan zorlukları şu şekilde ifade etmiştir23: “Birkaç öğretmenle Çırpı okulunda toplandık ve bir dernek kurma kararı aldık. İkinci toplantıda tüzük okundu, üçüncü toplantıda imzalanacaktı. Aradan bir müddet geçmişti ki ilçeden kötü haberler gelmeye başladı. Neymiş komünistler Arıkbaşı- Çırpı okulunda toplantı yapmışlar, örgütleneceklermiş, kaymakam duymuş. Maarif memuruna söylemiş: Halil Akyavaş’a söyleyin bu işten vazgeçsin sonu kötü olur. Sonra ne derler, komünistler faaliyete geçtiler, komünizmi yaymaya çalışıyorlar. Bu sözler öğretmenler arasında şok etkisi yarattı. Tüzüğü imzalamaktan çekindiler. Niye imzalamıyorsunuz dediğimizde, bizi komünist olarak vasıflandırıyorlar diyorlardı. Çekinen bazı arkadaşlara moral verdik, çekinmeyin diye. İlçeden gelen bu haberlerden sonra toplantımıza gelenlerin sayısı düştü. Ne de olsa çekinenler başlarının derde girmesini istemiyorlardı. Tüzük önce cesaret edip gelenlere imza ettirildi. Sonra da gelmeyenlerin köylerine gidip imzalatılacaktı. Yağmur, çamur demeden köy köy dolaşıp arkadaşları ikna ederek tüzükleri imzalattık. Çekinenlere de dışarıdan yardım edersiniz dedik. İmzalama bitince dilekçeyi kaymakamlığa verdik. Tetkik ve incelemeden sonra dernek fiilen kurulmuş oldu”. Derneğin ilk Genel Kurulu 10 Temmuz 1949 pazar günü Bayındır Kazım Dirik İlkokulu’nda yapılmış ve toplantıyı kurucu heyet başkanı olarak Halil Akyavaş bir konuşma yaparak açmıştır. Konuşmasında yeni bir dernek 22 Ege Bölgesi Köy Öğretmenleri Derneği Tüzüğü, Madde: 28. 23 Halil Akyavaş, Toplum Kalkınması Çalışmaları, Etki Yayınları, İzmir, 2002, ss.8-10. 310 Türkiye’de Öğretmen Örgütlenmelerine Bir Örnek: Ege Bölgesi... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) kurduklarını, üyelerin çabasıyla bunu yaşatabileceklerini ve öğretmenlere hizmet götürebileceklerini anlatmış ve her şeyin tüzüğe göre yapılacağını belirtmiştir. Sınırlı sayıda üye ile yapılan bu ilk Genel Kurulda ilkeler belirlenmiş, istekler sıralanmış ve yöneticiler seçilmiştir. Derneğin ilk günlerde 24 üyesi vardır. Derneğin etkin hale gelebilmesi için kısa sürede üye sayısı artırılmaya çalışılmış ve bunun için 1949 yaz aylarında bir fırsat yakalanmıştır. Bakanlık 20 Haziran-20 Eylül 1949 tarihleri arasında köy enstitüsü mezunu öğretmenler için üç ay süreyle tamamlama kursları açmıştır24. İzmir Kızılçullu Köy Enstitüsü’nde bu kurslara gelen öğretmenlere de ulaşılmasıyla derneğin üye sayısında kısa sürede ciddi bir artış olmuş ve üye sayısı 561’e yükselmiştir. Dernek Yönetim Kurulu, öğretmenlerle daha sıkı bir işbirliğinde bulunmak ve üye sayısını en kısa süre içinde artırmak için 20 öğretmeni bulunan her ilçe merkezine birer şube açılmasına karar vermiş ve ilk girişim olarak da 7 Ocak 1950’de Ödemiş şubesi açılmıştır25. Dernek için Bayındır’ın yetersiz gelmeye başlaması üzerine derneğin merkezi İzmir’e taşınmıştır. İlk zamanlarda İzmir Yeni Doğan Oteli’nde bir oda kiralanmış ve derneğin merkezi olarak kullanılmıştır. Dernek genel merkezinin daha sonraki daimi adresi İkinci Beyler Sokak, numara 40 olmuştur26. Bayındır’da başlayan dernekleşme adımı yukarıda belirtildiği gibi Ödemiş’te ilk şubenin açılması ve merkezin İzmir’e taşınmasıyla hızla gelişmiş ve şube sayısı artmıştır. Nitekim Ege Bölgesinde birçok il merkezinde ve ilçede şubeler açılmıştır. Açılmış olan şubeler şunlardır27: İzmir: Merkez, Bayındır, Bergama, Bozdoğan, Foça, Karaburun, Kemalpaşa, Kınık, Menemen, Ödemiş, Tire, Torbalı ve Urla. Aydın: Merkez, Germencik, Kuşadası, Nazilli ve Söke. Denizli: Merkez, Çal, Çine, Çivril ve Sarayköy. Kütahya: Merkez, Emet ve Simav. Manisa: Merkez, Akhisar, Alaşehir,28* Gördes, Kula, Salihli ve Turgutlu. 24 “Köy Enstitüsü Mezunu Öğretmenler İçin Tamamlama Kursları”, Tebliğler Dergisi, c.12, sayı.541, ss.22-24 (06.06.1949). 25 Akyavaş, a.g.e. ss.13-16. 26 Buradaki dernek binası okul haline getirileceği için Ağustos 1953’de Bahribaba karşısındaki eğitim yurduna taşınmıştır. “Dernek Merkezimiz Nakledildi”, Gayret, sayı.21-22, s.14 (Eylül-Ekim 1953). Eğitim yurdu müzik okulu olacağı için Aralık 1953’de tekrar eski yerine taşınmıştır. “Derneğimizin Yeni Merkezi”, Gayret, sayı.25, s.2 (Ocak 1954). 27 Şube isimlerine ilişkin tek veri olarak derneğin 1952 yılı başında yayın organı olarak faaliyete geçen Gayret dergisi kullanılmıştır. Dergide derneğin şubelerinin açıldığı yerler tarihleri ile verilirken eskiden açılanların olağan kongreleri haber olarak verilmiş ve bu liste derginin değişik sayılarından derlenmiştir. Gayret dergisi, Eylül-Ekim 1952 tarihli 9-10. sayılarında Uşak merkezinde de bir şubenin açıldığını bildirilmekle birlikte şube kurma çabasında bulunan Mehmet Cimi, kuruluş dilekçesinin dernek genel merkezine iletilmesine rağmen bu şubenin açılmadığını söylemektedir. Mehmet Cimi ile 13.05.2002 tarihli görüşme. 28 *Alaşehir şubesi ile ilgili ayrıntılı bilgi için şube kurucularından Süleyman Dinçer, Çitlenbik Kayayı Çatlattı, İzmir, 2002, ss.128-132’ye bakılabilir. 311 Mustafa ŞAHİN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Muğla: Merkez, Fethiye, Köyceğiz, Milas ve Yatağan. Derneğin ikinci Genel Kurulu 10 Eylül 1950’de İzmir Gül Gazinosu’nda yapılmıştır. Genel kurulda dernek başkanı tarafından bir yıllık çalışmalara ilişkin rapor okunmuştur. Derneğin bütün köy öğretmenlerinin dilek ve hislerine tercüman olarak büyük bir azimle hareket ettiği ve Ege Bölgesi’nde toplam 18 şube açıldığı ve bunun bütün Türkiye’yi kapsama yolunda atılmış bir adım olduğu belirtilmiştir29.

Derneğin Amaçları

Kurucu başkan Halil Akyavaş anılarında köy enstitüsü mezunu köy öğretmenlerinin böyle bir derneğe neden ihtiyaç duyduklarını şöyle açıklamaktadır30:“İlçede öğretmen toplantılarında fikirlerimizi rahatça savunamıyorduk. Köy enstitüsü mezunu olmayanlar, köy enstitüsü çıkışlı öğretmenlerin derdinden anlamazdı. O yıllarda çok partili hayat yeni başlamıştı. Bir kısım siyasiler, öğretmen evlerini göstererek sizi komünist yuvası olan bu evlerin yapılmasından kurtaracağız diyorlardı. Öğretmenlerin bu söylenenlere cevap verme imkânları yoktu. Bunlar ancak bir dernek kurularak aydınlatılabilirdi. Bu dernek aracılığıyla sesimizi daha rahat duyurabilecektik. İstediğimiz fikri, dilediğimiz gibi savunabilecektik. Karşıdan gelebilecek çamurlara komünist uşakları gibi ithamlara karşı daha iyi savunma yapacaktık. Tezlerimizi, yayımlayacağımız bir dergide rahatça belirtecektik. Çıkaracağımız kitap, broşürleri basın organlarında yayımlayabilecektik”. Biriken sorunların dışında bir dernek çatısında örgütlenerek çözüm arayışına girilecek daha pek çok sorun ve gereksinim vardı. Bu sorunlar ve gereksinimler dernek kurulduktan sonra öncelik sırasına göre derneğin amaçlarını oluşturmuştur. Bu amaçlar şunlardı: a) Maaş sorunu: Köy enstitülü öğretmenler yasaya göre, okuldan mezun olunca köylere atanıyorlardı ve kendilerine 20 TL ücret ile bir miktar arazi ve araç-gereç veriliyordu. Geçim aracı olarak kendisine verilen bu arazi ve araçlardan öğretmenler yeterince yararlanamıyordu. Çünkü birçok köyde arazi bulunup verilemiyor ya da aletler iyi kalite olmadığından kırılacakları korkusuyla çoğunlukla kullanılamıyorlardı. Bu nedenle öğretmenlerin geçimlerini sağlamaları gerçekten zordu. Daha sonraları öğretmenlerin ücretlerinde artışlar sağlandı; fakat diğer öğretmenlere maaş verilirken köy enstitüsünden mezun öğretmenlere ücret veriliyor olması ve 100 TL’lik ücretin bazı kesintiler sonrası 74 TL olarak öğretmene ulaşıyor olması ciddi sıkıntılar yaratmaktaydı. Öğretmenlere maaş yerine ücret ödendiği için ayrıca kıdem sorunu da oluşuyordu ve bunun acilen çözülmesi gerekmekteydi31.

29 “Ege Bölgesi Köy Öğretmenlerinin Toplantısı”, Yeni Asır, 11.09.1950. 30 Akyavaş, a.g.e. ss.7-9. 31 Süleyman Adıyaman, “Derneğimiz Mensubini Binlerce Öğretmenin Son Dilekleri Üzerine” Gayret, S.13, s.10 (Ocak 1953); Halil Akyavaş, “Köy Enstitüleri İle Öğretmen Okulları 312 Türkiye’de Öğretmen Örgütlenmelerine Bir Örnek: Ege Bölgesi... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

b) Kıdemlerdeki kayıp sorunu: Köy enstitülü öğretmenlerin 1 Ocak 1950 tarihinde 5479 sayılı yasa ile maaşa geçmeleri mümkün olmuştur. Ancak 1942- 1950 yılları arasında ücretli olarak çalıştıkları yılların kıdemlerine sayılması için yeni bir intibak yasasının çıkartılmasına yönelik dernek yöneticileri tarafından mücadele verilmiştir. Kıdemlerdeki kayıp sorununun derhal çözülmesi istenmektedir32. c) Yüksek köy enstitüsü mezunlarının uygun yerlerde görevlendirilmeleri: Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nden mezun olanlar; öğretmen, başöğretmen ve gezici başöğretmen olarak atanmışlardı. Ancak mezunlar kendilerine ilköğretim müfettişliği veya ilköğretmen okulları ile ortaöğretim kurumlarında öğretmenlik verilmesini istiyorlardı33. d) Yaz tatilinin uzatılması: Enstitülü öğretmenlere ücret dışında ayrıca arazi verilmektedir. Bu arazilerden yeterli oranda yararlanmak için öğretmenlere tarım mevsimini kapsayacak şekilde bir yaz izni verilmesi istenmiştir34. e) Askerlik sorunu: Köy enstitülü öğretmenlerin askerlik sürelerinin geciktirilmesi konusu dernek tarafından sıkça dile getirilmiş ve gerek Milli Eğitim Bakanlığı, gerekse Milli Savunma Bakanlığı yetkilileriyle değişik zamanlarda görüşmeler yapılmıştır. Yıllardır köy öğretmenliğinde özveriyle çalışan köy enstitülü binlerce öğretmenin askerlik hizmetlerinin devamlı olarak ertelenmesi ve bu erteleme nedeniyle köy enstitülü öğretmenlerin yedek subaylık haklarının ellerinden alınması şeklinde söylenti dolaşması, öğretmenleri madden ve manen rahatsız etmişti. Köy enstitüsü mezunu öğretmen aleyhtarı bazı kişilere söylentileri artırma fırsatı verdiği için öğretmenler büyük üzüntü duymuşlardır35. Bu sorun en kısa sürede çözülmeliydi. f) Dergi çıkartılması: Derneğe mensup üyelerin sorunlarını dile getirecek ve üyelere eğitim alanında katkı sağlayacak bir derginin çıkartılması gerekliliği daha ilk günlerden itibaren konuşulmaya başlanmıştır.

Birleştirildi”, Gayret, S.26, s.11 (Şubat 1954). 32 Halil Akyavaş, “Yeni bir İntibak Kanunu Tasarısı Teklif Ediyoruz”, Gayret, S.27, s.5 (Mart 1954); Süleyman Adıyaman, “Derneğimiz Mensubini Binlerce Öğretmenin Son Dilekleri Üzerine” Gayret S.13, s.10 (Ocak 1953). 33 “Yüksek Köy Enstitüsü Toplantısı”, Gayret, S.38, s.2, 8 (Şubat 1955); “İki Problemimiz Etrafında”, Gayret, sayı.36-37, s.4, (Aralık-1954- Ocak 1955); Süleyman Adıyaman, “Derneğimiz Mensubini Binlerce Öğretmenin Son Dilekleri Üzerine” Gayret, S.13, s.11 (Ocak 1953). 34 Mestan Yapıcı ile 01.06.2002 tarihli görüşme; Halil Akyavaş, “Allaha Ismarladık”, Gayret, sayı.29, s.3 (Mayıs 1954); Sami Akarsu, “Haklı İsteklerimiz”, Gayret, S.4, s.8 (Nisan 1952). 35 Sami Akarsu “Haklı İsteklerimiz”, Gayret, sayı.4, s.8 (Nisan 1952); Halil Akyavaş, “İntibak Kanunundan Sonra” Gayret, S.57-58, ss.3-4, 31 (Ocak-Şubat 1957); Halil Akyavaş, “Ege Bölgesi Köy Öğretmenleri Derneği’nden Milli Eğitim Bakanlığına”, Gayret, S.1, s.14 (Ocak 1952); Halil Akyavaş, “Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri’ye Açık Mektup”, Gayret, sayı.4, s.5 (Nisan 1952); Osman Aksungur, “Askerliği Özleyiş”, Gayret, S.6, s.5 (Haziran 1952); Halil Akyavaş, “Köy Öğretmenlerinin Askerlik Durumu”, Gayret,S.7, s.3 (Temmuz 1952); “Ege Bölgesi Köy Öğretmenleri Derneği Yeni Yönetim Kurulunun İzmir Valisini Ziyareti”, Gayret,S.9-10, s.10 (Eylül-Ekim 1952). 313 Mustafa ŞAHİN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

g) Köy öğretmenleri için öğretmen evlerinin yapılması. Gerçekte okul yapılırken hemen yanlarına öğretmen evleri de yapılmıştır. Fakat bu evlerin sayısı yetersizdir. Çünkü aynı dönemlerde birden fazla öğretmen köyde görev yaparken ilk gelen öğretmene ev bulunmakta ancak diğer öğretmenler başka sağlıksız evlerde kalmak zorunda bırakılmaktadır. Bu bakımdan bu soruna acilen çözüm bulunması istenmektedir36. h) İlkokul öğretmenlerinin yardım sandıklarının birleştirilmesi: Kentte görev yapan ilkokul öğretmenlerinin ayrı, köyde görev yapan öğretmenlerin ayrı yardım sandıkları vardı. Maaştan kesintiler yaklaşık aynı olmasına rağmen, kentte çalışan ilkokul öğretmenleri yardım sandığına üye olanlara 250 TL’lik yardımda bulunulurken, köy öğretmenleri yardım sandığının vermiş olduğu yardım 50 TL’dir. Sandıkların aynı gelirle farklı yardımda bulunması, gerçekte köy ve şehir öğretmen ayrılığı yaratmaktaydı. Bu nedenle dernek üyeleri bu ayrımın ortadan kaldırılmasını istemektedirler37. i) Köy enstitülü öğretmenlerin köylerdeki 20 yıllık zorunlu hizmet süresinin kısaltılması: Köy enstitülerinden mezun olan öğretmenlerin köylerde 20 yıl zorunlu hizmet yapması gerekliydi. Bu durum yıllar geçtikçe öğretmenler tarafından önemli bir sorun olarak görülmeye başlanmıştır. 20 yıllık zorunlu hizmetin öğretmenler için âdete bir cezalandırma olduğu düşünülmeye başlanmış ve böyle bir zorunluluğun kısaltılması istenmiştir38. j) Öğretmen okulları daha da iyileştirilerek öğretmenler stajyer değil asil olarak atanmalıdır39. k) Öğretmenlerin mesleki kültürünü geliştirmek için bakanlık tarafından yayımlanan mesleki yapıtlar ilkokul öğretmenlerine parasız ya da hiç olmazsa maliyetine verilmelidir40. l) Köy öğretmenliğini cazip hale getirmek için mahrumiyet zammının ya da yıpranma kıdeminin verilmesi istenmektedir41. m) Başöğretmenlerin ek görev ücretleri tekrar ele alınmalıdır42. n) Halkın cehaletten kurtarılması ve ülkede halk eğitiminin geniş çapta ele alınması için yeniçözüm aranmalıdır.43

36 Süleyman Adıyaman, “Derneğimiz Mensubini Binlerce Öğretmenin Son Dilekleri Üzerine” Gayret, S.13, s.11 (Ocak 1953). 37 Mestan Yapıcı ile 01.06.2002 tarihli söyleşi; Süleyman Adıyaman, “Derneğimiz Mensubini Binlerce Öğretmenin Son Dilekleri Üzerine”, Gayret, S.13, s.11 (Ocak 1953). 38 Halil Akyavaş, “Allaha Ismarladık”, Gayret, sayı.29, s.3 (Mayıs 1954). 39 “Şuraya Ulaştırılan Öğretim Meseleleri”, Demokrat İzmir (13.02.1953). 40 “Şuraya Ulaştırılan Öğretim Meseleleri”, Demokrat İzmir (13.02.1953). 41 “Şuraya Ulaştırılan Öğretim Meseleleri”, Demokrat İzmir (13.02.1953). 42 Süleyman Adıyaman, “Derneğimiz Mensubini Binlerce Öğretmenin Son Dilekleri Üzerine” Gayret, S.13, s.11 (Ocak 1953). 43 “Şuraya Ulaştırılan Öğretim Meseleleri”, Demokrat İzmir (13.02.1953). 314 Türkiye’de Öğretmen Örgütlenmelerine Bir Örnek: Ege Bölgesi... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

o) Müfettiş gelmediği için denetlenemeyen ve bu nedenle terfi edemeyen öğretmenler vardır ve bu sorunun ortadan kaldırılması gerekmektedir44. ö) Ders kitabı yazan öğretmene terfi hakkı tanıyacak olan yasa kapsamına mesleki buluş ve mesleki eser yazanların da dâhil edilmesi istenmektedir45. p) Ülke gerçeklerini tanımaları bakımından her yeni mezunun en az beş yıl köyde çalıştırılması ve böylece nakil yönetmeliğinde gerekçeleri bulunmadığı için ömrü boyunca köyde kalan meslektaşlarının da kente gelmelerine ortam yaratacak biçimde nakil yönetmeliğinin değiştirilmesi istenmektedir46. r) Ev kadınlığı ve annelik gereklerini sağlamak için bayan öğretmenlere 20 yılda emeklilik sağlanmalıdır47. s) Kendini geliştirmiş öğretmenlere müfettişlik dahil milli eğitimin her basamağında yükselme olanağı açık tutulmalıdır48. Ege Bölgesi Köy Öğretmenleri Derneği yöneticileri biriken sorunların yeri geldikçe tekrar tekrar ele almış ve çözümü için çaba göstermişlerdir.

Dernek Yönetimleri

1949 yılında ilk Genel Kurulunu yapan ve onuncu döneminde federasyona katılma kararı alan derneğin Genel Kurul tarihleri, yönetim, denetim ve haysiyet kurullarındaki üyeler şu kişilerden oluşmaktadır: Birinci Dönem49: Genel Kurul tarihi 10 Temmuz 1949. Yönetim Kurulu: Halil Akyavaş (Başkan), İsmail Hakkı Acak, İbrahim Çıtak, Hüseyin Saygı, Selim Kaya, Ethem Uzun, Mehmet Aşıcı. Denetleme Kurulu: Kemal Akyavaş, Selahattin Tosun, Abdullah Çimen. Haysiyet Divanı: Yusuf Okutan, Ahmet Bakıcıol, Refik Varolsun. İkinci Dönem50: Genel Kurul tarihi 10 Eylül 1950. Yönetim Kurulu: Ahmet Giray (Başkan), Osman Çetin (2. Başkan), Mediha Kurt (Sekreter), Halil Akyavaş (Muhasip), Mahmut Ankara (Veznedar). Denetleme Kurulu: Bekir Kacar, Davut Tutar, Mustafa Top. Haysiyet Divanı: Rüştü Özel, Kamil Özhan, Necati Kahraman, Kemal Aydoğdu, Galip Aköz. Üçüncü Dönem51: Genel Kurul tarihi 8 Eylül 1951. Yönetim Kurulu: Halil Akyavaş (Başkan), Cemal Güdük (Asbaşkan), Raif Gezer (Sekreter), İbrahim

44 “Şuraya Ulaştırılan Öğretim Meseleleri”, Demokrat İzmir (13.02.1953). 45 “Şuraya Ulaştırılan Öğretim Meseleleri”, Demokrat İzmir (13.02.1953). 46 “Şuraya Ulaştırılan Öğretim Meseleleri”, Demokrat İzmir (13.02.1953). 47 “Şuraya Ulaştırılan Öğretim Meseleleri”, Demokrat İzmir (13.02.1953). 48 “Şuraya Ulaştırılan Öğretim Meseleleri”, Demokrat İzmir (13.02.1953). 49 Akyavaş, a.g.e. ss. 13-14. 50 “Ege Bölgesi Köy Öğretmenlerinin Toplantısı”, Yeni Asır, 11.09.1950. 51 “Ege Bölgesi Köy Öğretmenlerinin Dünkü Toplantısı”, Demokrat İzmir, 09.09.1951; “Ege Bölgesi Köy Öğretmenleri İdare Heyetinde Vazife Taksimi”, Demokrat İzmir, 11.09.1951 315 Mustafa ŞAHİN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Duran (Muhasip), Bekir Kacar (Veznedar). Denetim Kurulu: İsmet Yılmaz, Mustafa Metin, Mehmet Kara. Haysiyet Divanı: Hidayet Uludağ, Süleyman Çeşmeci, Ali Çaldır, Hasan Erel, Şinasi Eraktay. Dördüncü Dönem52: Genel Kurul tarihi 9 Eylül 1952. Yönetim Kurulu: Süleyman Adıyaman (Başkan), Bekir Kacar (As Başkan), Fettah Savranoğlu (Sekreter), Halil Akyavaş (Muhasip), Ahmet Giray (Veznedar). Denetim Kurulu: Kemal Koçana, Mehmet Kırman, Kemal Akyavaş. Haysiyet Divanı: Ömer Soyköse, Adil Uğurlu, Tahir Akgün, Niyazi Yazıcı, Cafer Söğüt. Beşinci Dönem53: Genel Kurul tarihi 8 Eylül 1953. Yönetim Kurulu: Halil Akyavaş54* (Başkan), Halil Karsoy (Başkan Vekili), Refet Özkan (Sekreter), Selahattin Tosun (Muhasip), Bekir Kacar (Veznedar). Denetim Kurulu: Süleyman Adıyaman, Adil Uğurlu, Yusuf Balaban. Haysiyet Divanı: Mehmet Emin Özer, Ömer Kurt, Mustafa Parlar, Cafer Söğüt, Cafer Özyeşil. Altıncı Dönem55: Genel Kurul tarihi 8 Eylül 1954. Yönetim Kurulu: Mestan Yapıcı (Başkan), M. Şükrü Koç (Başkan Yardımcısı), Refet Özkan (Sekreter), Fettah Savranoğlu (Muhasip), Ahmet Giray (Veznedar). Denetim Kurulu: Ömer Kurt, Hakkı Acar, Adil Öztop. Haysiyet Divanı: Bekir Kayalar, Halil Şen, Sait Gürpınar, Mehmet Karagöz, Niyazi Aygün. Yedinci Dönem56: Genel Kurul tarihi 7-8 Eylül 1955. Yönetim Kurulu: Mestan Yapıcı (Başkan), M. Şükrü Koç (As Başkan), Mehmet Gönül (Sekreter), Bekir Kacar (Muhasip), Ahmet Giray (Veznedar). Denetim Kurulu? Haysiyet Divanı? Sekizinci Dönem57: Genel Kurul tarihi 8 Eylül 1956. Yönetim Kurulu: Mestan Yapıcı (Başkan), Ahmet Giray (Başkan Yardımcısı), Halil Akyavaş (Sekreter), Hatice Oğuz (Muhasip), M. Şükrü Koç (Veznedar). Denetim Kurulu: Bekir Kacar (Başkan), Davut Tutar, Osman Gencer. Haysiyet Divanı: Kemal Akyavaş, Kemal Yeğen, Hilmi Meydan, Zeki Simavlı, Veli Uysal. Dokuzuncu Dönem58: Genel Kurul tarihi 8 Eylül 1957. Yönetim Kurulu:

52 “Derneğimizin Yeni Vazifelileri”, Gayret, sayı.9-10, s.20 (Eylül-Ekim 1952). 53 “Ege Bölgesi Köy Öğretmenleri Derneği Yıllık Genel Kurul Toplantısı”, Gayret, S.21-22, s.14 (Eylül-Ekim 1953); “Genel İdare Kurulumuz Vazife Taksimi Yaptı”, Gayret, sayı.29, s.19 (Mayıs 1954). 54 * Halil Akyavaş askere gidince 18.04.1954’de başkanlığa Fettah Savranoğlu getirilmiştir. 55 “Ege Bölgesi Köy Öğretmenleri Derneği’nin 6. Büyük Kongresi”, Gayret, sayı.34, ss.17-18 (Ekim 1954). 56 “Derneğimizin Genel İdare Heyeti İş Bölümü Yaptı”, Gayret, sayı.46-47, s.26 (Ekim-Kasım 1955); “Köy Öğretmenleri’nin Kongresi Sona Erdi”, Demokrat İzmir, 09.09.1955. 57 “Ege Bölgesi Köy Öğretmenleri Derneği Yıllık Toplantısı Yapıldı”, Gayret, S.53-54, s.28 (Eylül-Ekim 1956); “Ege Bölgesi Köy Öğretmenleri Derneği’nin Kongresi”, Yeni Asır, 09.09.1956. 58 Kongrede büyük merkezlere tayin edilmek için bakanlığın koyduğu koşullar eleştirilmiş ve bu yüzden yalan söylemeye itildikleri ifade edilmiştir. “Ege Bölgesi Köy Öğretmenleri Derneği Kongresi Dün Aktedildi”, Demokrat İzmir, 09.09.1957. 316 Türkiye’de Öğretmen Örgütlenmelerine Bir Örnek: Ege Bölgesi... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Halil Akyavaş (Başkan), Veli Uysal (Başkan Yardımcısı), Ali Güner (Sekreter), Ahmet Giray (Veznedar), Mestan Yapıcı (Muhasip). Denetim Kurulu (Tespit edilemedi) Haysiyet Divanı (Tespit edilemedi) Onuncu Dönem59: Genel Kurul tarihi 8 Eylül 1958. Yönetim Kurulu (Tespit edilemedi) Denetim Kurulu (Tespit edilemedi) Haysiyet Divanı (Tespit edilemedi)

Derneğin Faaliyetleri

Derneğin çalışmaları dört başlık altında toplanabilir: Köy enstitülü öğretmenlerin sorunlarına siyasiler ve bürokratlarla görüşerek çözüm aranması: Dernek yönetimi sorunlarını gündeme getirmeyi ve çözüm arayışlarını sadece Gayret dergisi aracılığıyla yapmamıştır. Aynı zamanda Milli Eğitim Bakanlığı yetkilileriyle doğrudan görüşülmesi yoluna gidilmiştir. Köy enstitülü öğretmenlerin sorunu olarak görülen konular hakkında dernek yöneticileri Ankara’da doğrudan Cumhurbaşkanı, Başbakan, Milli Eğitim Bakanı ya da ilgili bakan ve üst düzey bakanlık yetkilileriyle görüşmüşlerdir. Ege Bölgesi Köy Öğretmenleri Derneği’nde çalışmalar gerçekleştirilirken dernek yöneticileri iktidarla uyumlu bir davranış sergilemeye özen göstermişler ve biraz da dönemin yapısı gereği anti-komünist bir dernek olduklarını özellikle ifade etmişlerdir60. Bu bağlamda Cumhurbaşkanı ve Başbakan için 1954 seçimlerinden

59 Ege Bölgesi Köy Öğretmenleri Derneği ve Göller Bölgesi Köy Öğretmenleri Derneği 1958 yılında Türkiye Köy Öğretmenleri Dernekleri Federasyonu’nu oluştururlar. Federasyon merkezinin ilk zamanlarda İzmir, sonra da Ankara olması kararlaştırılmıştır. Yapılan toplantı sonrasında görev dağılımı şöyle olmuştur: Halil Akyavaş (Başkan), Kemal Demiralp (Göller Bölgesi Köy Öğretmenleri Derneği Başkanı’dır ve federasyonda Başkan Yardımcısı olmuştur), Mestan Yapıcı (Genel Sekreter), Enver Ötnü (Muhasip), Ahmet Karaca (Veznedar), Hasan Yalçın (Üye), Nazım Öztürk (Üye), Saim Akeri (Üye). “Köy Öğretmen Dernekleri Federasyonu Faaliyete Geçti”, Yeni Asır, 19.09.1958. 60 Sözkonusu ifadelerin en çarpıcı olanlarından biri Yeni Asır gazetesinde şu şekilde ifade edilmiştir: “Sizinle memleket için çok mühim bir mesele hakkında konuşmak isterim. Dünya sulhunu tehdit eden komünizm ideolojisine karşı sizleri mücadeleye davet ediyorum. Dernekçe bu işi ele aldık. Vazife gördüğümüz en ücra köylere kadar yayılmak isteyen bu kötü fikre karşı daima tetikte olacağız. Bu hususta hükümete en büyük yardımcı bizler olacağız. Aziz Atatürk’ün dediği gibi komünizm her görüldüğü yerde ezilmelidir sözünü unutmayacağız. Bir iki enstitüye her nasılsa sokulan bu soysuzlar yüzünden bütün enstitüler komünist olamazlar. Bilakis enstitülerde okuyanlar, Sakarya’da, Dumlupınar’da şehit düşen kahraman köylülerin evlatlarıdır. Bu hususta hükümetten ricamız şudur: Köy enstitülerinde bu gibi satılmış kimseler varsa temizlensinler. Kalanlarının da temiz ve milliyetçi kimseler olduklarını efkar-ı umumiyeye açıklasınlar”. “Ege Bölgesi Köy Öğretmenlerinin Toplantısı”, Yeni Asır, 11.09.1950; Akyavaş, a.g.e. ss. 24. 31 Ocak 1954 günü Selçuk Belediye Başkanı’nın Şirince’de yapmış olduğu bir konuşmaya yanıt şeklinde ve köy enstitülerinde öğrenim gören öğrencilerin komünist olmadıklarını ifade eden bir yazı derneğin yayın organı olan Gayret’te şu şekilde kaleme alınmıştır: “Eski devri sırf tenkit gayesiyle mensup olduğu partiye birkaç oy sağlayabilmek için konuşan zatı muhterem, bakınız ne diyor: Memleketi komünist yapmak için komünist yuvası olan köy enstitülerini kurdular ve orada komünistleri topladılar. Sayın Belediye Reisi, oralarda bizi alıp topladı. Özbe öz Türk çocuğuyuz, başımız dimdik, alnımız açıktır. Köy enstitülerine alınan ve tamamen köylerden gelen temiz Türk evlatlarının hangi birinin doğup büyüdüğü bu kutsal vatana hıyanet ettiklerini gördün? 317 Mustafa ŞAHİN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) sonra yeni görevlerinde başarı dileyen kutlama telgraflarını çekmişlerdir. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a gönderilen kutlama mesajı şunlar yazılmıştır61: “Yetmiş ikinci yaşınıza girdiğiniz şu anlarda yeniden Cumhurbaşkanlığına seçildiğinizi öğrendik. Candan kutlarız. Köy kalkınması, yurdun kalkınması demek olduğuna göre, 10. TBMM’den köy kalkınmasını hızlandıracak, köy öğretmeninin ihtiyaçlarına tam cevap verecek yeni kanunlar çıkartılmasını sağlayacağınıza emin olduğumuzu derin saygılarımla arz eder, ellerinizden öperim”. Başbakan Adnan Menderes’e gönderilen kutlama mesajında ise şöyle denilmiştir:62 “Kurduğunuz yeni hükümetin köye, köylüye, köyde çalışan öğretmenlere de bütün milletimize olduğu gibi refah ve huzur getirmesini ve ele aldığınız her işte başarılar diler, hürmetlerimizi arz ederiz”. Bu uyuma bir başka örnek de, Yönetim Kurulunun aldığı bir kararla yeni İzmir Valisi General Muzaffer Göksen’in derneğin fahri başkanlığına seçilmiş olmasıdır. Sorunların derneğin yayın organı olan Gayret aracılığıyla kamuoyuna duyurulması ve gündem oluşturulması: Derneğin bir yayın organının olması gerekliliği daha ilk günlerden itibaren konuşulmuş fakat bu istek iki yıl sonra Gayret dergisi ile gerçekleştirilebilmiştir. Gayret aylık meslek ve kültür dergisi olup Ocak 1952’de yayımlanmaya başlamıştır. Dergide ele alınan konular arasında eğitime ilişkin genel konular, öğretmen okullarının sorunları, köy enstitülerinin sorunları, öğretmenlerin görev yaptıkları okullarla ilgili gözlem ve anlatımlar, öğretmenlerin şiirleri, öğretmenlerin yaptıkları karikatürler ve hikâyeler yer almıştır. Dergide son iki üç sayfa genellikle Ege Bölgesi Köy Öğretmenleri Derneği’nin etkinliklerine, derneğin ilanlarına, bilgilendirmelere ve öğretmen haberlerine ayrılmıştır. İlk sayılarında çoğunlukla dernek üyesi olan öğretmenlerin yazılarına yer verilirken, dördüncü sayıdan itibaren çoğunlukla İzmir’in önde gelen yazar ve düşünürlerinin yazılarına yer verilmeye başlanmıştır. İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Mustafa Rahmi Balaban, Sabri Kolçak, Asım Kültür, Fakir Baykurt, Mahmut Makal, Mehmet Başaran, Fuat Gündüzalp bunlardan sadece bir kaçıdır. Derginin yayınlanış amacı ilk sayısında şöyle açıklanmıştır63: Ege Bölgesi Köy Öğretmenleri Derneği’nin düşüncelerini yaymak, üyelerinin çalışmalarından birbirlerini haberdar etmek ve düşünsel olarak üyelere katkıda

Hangi birisi ellerine tevdi edilen çocuklara bu menfur ideolojinin mikroplarını aşılamaya çalışmış olsun? Hangi birisi, çok cüzi bir ücret verildiği halde geri kalmış köylerin kalkınması için canla başla uğraşmış olmasın? İstanbulluyum diyenin askere alınmadığı devirlerde memleketin hudutlarını beklemek Avrupa ortalarına kadar ilerleyerek Viyana kapılarında at oynatmak vazifelerini gören bugün de demokrasi düşmanı komünizme karşı Kunuri’de kahramanlık menkıbelerini yaratan Mehmetlerin, Ahmetlerin torunları ve kardeşleri olan bu köylü çocuklarına, ne hakla komünist diyebiliyorsun? Gittiğin hangi köyde komünist gördün? Hangi köyde bu müesseseden mezun olanların böyle bir sapıklığı ile karşılaştın? Lütfen mensup olduğun kitleye yaranmak için politik hayattan uzak, vatandaş çocuklarının yetişmesinden başka bir maksadı olmayan bu müessese mensuplarına dil uzatmamanızı tavsiye ederiz. Bir partiyi tenkit edebilirsiniz ama bizi lekelemeye asla...”. “Hayır! Sayın Belediye Başkanı, Köy Enstitüleri Komünist Yuvası Değildir”, Gayret, S.27, s.14 (Mart 1954). 61 Gayret, S.30, s.8 (Haziran 1954). 62 “Derneğimiz Fahri Başkanı”, Gayret, S.23, s.18 (Kasım 1953). 63 Halil Akyavaş, “Gayret Dergisi Çıkarken”, Gayret, S.1 (Ocak 1952). 318 Türkiye’de Öğretmen Örgütlenmelerine Bir Örnek: Ege Bölgesi... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) bulunmak; yetenekleri olduğu halde geliştirmek için olanak bulamayan kişilere ortam hazırlamak; yurdun en tenha köylerine kadar gitmiş olan öğretmenlerin çalışmalarını ortaya koyarak uzak yerlerde bile görev yapsalar gönülden uzak olmadıklarını anımsatmak; görev anında karşılaşılan sorunların giderilmesi için yapılacak çabalara katkıda bulunmak ve kimlerden yardım görülebileceği konusunda bilgilendirmek; Gazete ve radyodan yararlanamayan ve bu nedenle olup bitenlerden haberdar olamayanlara katkı sağlamak; köy enstitülerinden mezun olup mağdur durumda olan ve bu nedenle layıkıyla görev yapamayan öğretmenlere sorunlarını iletecek güçlü bir araç olmak; derneğin daha etkin bir rol oynamasını ve düşüncelerini tüm Türkiye’ye etkin bir şekilde duyurmasını sağlamak. Öğretmenlere hizmet içi eğitim verilmesi: Derneğin köy enstitülü öğretmenlerin sorunlarına çözüm arayışının dışında bir başka amacı da üyelerini eğitim yönüyle desteklemek ve onlara hizmet içi eğitim sunmaktır. Bu etkinliklerden en önemlisi yaz kursları olmuştur. Dernek tarafından öğretmenlerin görgü ve bilgelerini geliştirmek için ilki 1954 yaz tatilinde olmak üzere dernek merkezinde kurslar düzenlenmiştir. Tüm çabalara ve kursların ücretsiz olmasına rağmen bu kurslara fazla bir rağbet olmamış ve sadece 25 öğretmen katılmıştır. Düzenlenen kurslar ve kurs öğretmenleri aşağıda belirtildiği gibidir64: Gönen İlköğretmen Okulu öğretmenlerinden Kenan Okan yönetiminde ucuz ve pratik ders araçları yapımı; Ortaklar İlköğretmen Okulu öğretmenlerinden Ömer Sümer yönetiminde ilkokullarda resim ve yazı öğretimi; Öğretici Filmler İzmir Bölge Başkanı Turgut Kömürcüoğlu yönetiminde sinema makinesinin kullanımı. 1955 yaz aylarında tekrar öğretmenlere yönelik kurslar düzenleneceğine ilişkin Gayret dergisi aracılığıyla bildirimde bulunulmuş ve konu ile ilgili bir anket formu da yayımlanmıştır. Bu ankette hangi kursların düzenlenmesi ve kursların kimler tarafından verilmesi gerektiği soruları sorulmuş ve öğretmenlerden bu formu doldurup derneğe ulaştırmaları istenmiştir. Gelen yanıtlara dayalı olarak Temmuz 1955’de dernek merkezinde kurslar düzenlenmiştir. İkinci kez düzenlenen bu kurslara 60 öğretmen katılmış ve bu ilgi dernek yönetimini memnun etmiştir. Düzenlenen kurslar ve kurs öğretmenleri aşağıda gösterildiği gibidir65: Sabri Kolçak, Refik Çetintepe ve M. Şükrü Koç yönetiminde köy okullarında eğitim ve öğretimin sorunları ve çözüm yolları; Öğretici Filmler İzmir Bölge Başkanı Turgut Kömürcüoğlu yönetiminde sinema makinesi ve

64 Gayret, S.32, s.19 (Ağustos 1954). 65 Gayret, S.44, ss.26-27 (Ağustos 1955). Dönemin Dernek Başkanı Mestan Yapıcı 1955 yaz ayında düzenlenen bu kurs için Milli Eğitim Bakanlığı tarafından kendilerine 50 TL para yardımı yapıldığını, bu paranın kurs düzenlemede kendilerin rahatlattığını belirtmiştir. Mestan Yapıcı ile 01.06.2002 tarihli görüşme. 319 Mustafa ŞAHİN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) projeksiyon kullanımı; Kütüphaneci ve öğretmen Mestan Yapıcı yönetiminde köy okullarında çocuk kitaplığı kurulması ve düzenlenmesi. Kutlama günleri ve sosyal etkinlikler düzenlenmesi: Dernek 1953 yılında zengin bir eşya piyangosu düzenlemiş ve ikramiye olarak halı, radyo, av tüfeği, fotoğraf makinesi, elbiselik erkek/kadın kumaşı, kol saati, düdüklü tencere, daktilo makinesi ve Gayret dergisine abonelik vermiştir66. 17 Nisan köy enstitülerini kutlama günü olarak ilan edilmiş, bu kutlamaların en geniş katılımlısı ve parlak olanı 1954 yılında düzenlenmiştir67. Maaş sorunu: Derneğin ilk zamanlarda üzerinde durduğu en önemli konu budur. Ankara’ya konu ile ilgili olarak heyet gönderilmiş ve İzmir milletvekilleri dernekteki toplantıya davet edilip sorunlar iletilmiştir. Nihayet, 1 Ocak 1950 tarihinde 5479 sayılı yasa ile köy enstitülü öğretmenlerin maaşa geçmeleri mümkün olmuştur68. Derneğin bir yayın organına sahip olması: Dernek mensubu olan köy enstitülü öğretmenlerin sorunlarını dile getiren ve derneğin yayın organı olan Gayret, 1952 yılında yayımlanmaya başlamış, alanında önemli bir boşluğu doldurmuştur. Kıdem kayıpları sorunu: 1950 yılında köy enstitülü öğretmenler maaşa geçmişlerdir. Bununla birlikte 1942-1950 yılları arasında ücretli çalıştırıldıkları için bir kıdem farkı doğmuştur. Bu nedenle 10 yıldan daha fazla çalışan köy enstitüsü mezunu bir öğretmen ilköğretmen okullarından yeni mezun birisiyle aynı maaşı almıştır. 25.01.1957 yılında 6888 sayılı “Köy Enstitüleri İle İlköğretmen Okullarının Birleştirilmesi Hakkındaki 6234 Sayılı Kanuna Ek Kanun” ile bu sorun giderilmiş ve öğretmenlerin geçmiş yıllardaki kayıp kıdem sorunu çözülmüştür. Askerlik sorunu: Yıllardır askere alınmayan köy enstitülü öğretmenler sorunu, derneğin ciddi bir kararlılıkla konu üzerine gitmesiyle Kasım 1952’de çözülmüştür. Bu tarihten itibaren köy enstitülerinden mezun olan ilk gruplardan başlanarak öğretmenler yedek subay olarak askere alınmaya başlanmıştır. Askerlik sorununun olumlu bir şekilde çözülmesi üzerine İzmir gazetelerinde derneğin teşekkürü yayımlanmıştır69: “Hükümetimizin bu işi derneğimiz üyelerinin lehine kesin bir karara bağlamış olduğunu İzmir Valiliği’nin derneğimize gönderdikleri yazıları ile öğrenmiş bulunuyoruz. Köy enstitüsü mezunu öğretmenlerin askere alınması işini belli bir düzene bağlayan ve yedek subaylık haklarını yasal olarak tanımak koşuluyla derneğimiz üyesi binlerce öğretmenin üzüntüleri giderilmiştir. Bu konuda bizleri destekleyen İzmir Valisi Osman Sabri Adal’a ve Askeri Şura üyesi General Muzaffer Göksenin’e teşekkür ederiz”.

66 Gayret, S.13, s.20 (Ocak 1953); Gayret, S.21-22, s.1 (Eylül-Ekim 1953). 67 Gayret, S.29, ss.15-17 (Mayıs 1954). 68 Halil Akyavaş, “Köy Enstitüleri İle Öğretmen Okulları Birleştirildi”, Gayret, S.26, s.11 (Şubat 1954). 69 Süleyman Adıyaman, “Askerlik Meselemiz Kati Olarak Hallolmuştur”, Gayret, sayı.11, s.2 (Kasım 1952). 320 Türkiye’de Öğretmen Örgütlenmelerine Bir Örnek: Ege Bölgesi... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Köy enstitülü öğretmenlerin köylerdeki 20 yıllık zorunlu hizmet süresinin kısaltılması: Zorunlu hizmet süresi Köy Enstitülerdeki öğrenim süresi olan beş yılın bir buçuk katı olarak değiştirilmiş ve böylelikle Köy Enstitülerinden mezun olanlar yedi buçuk yıl zorunlu hizmetle yükümlü tutulmuşlardır70. Yüksek Köy Enstitüsü mezunlarının uygun yerlerde görevlendirilmeleri: Konuyla ilgili dernek etkin bir çalışma yürütmüş; hem basın aracılığıyla kamuoyu yaratılmaya çalışılmış, hem de M. Şükrü Koç, Rıza Dönmez ve Ziya Özlen’den oluşan grup bakanlıkta yaptıkları girişim sonucunda şu sonuca ulaşmıştır71: İlköğretim müfettişliğini Gazi Terbiye Enstitüsü’nden mezun olanlarla sınırlayan 3407 sayılı yasayı değiştirecek olan ilköğretim yasası çıkıncaya kadar Yüksek Köy Enstitüsü mezunlarının ilköğretim müfettişliğine tayin edilebileceği bakanlık tarafından kabul edilmiştir. Buna göre; Yüksek Köy Enstitüsü mezunlarının başarıları iller tarafından belirlenecektir. Yüksek Köy Enstitüsünün tarım ve tarımla ilgili bölümlerini bitirenler ilköğretmen okullarına ve ortaokullara ziraat öğretmeni olarak tayin edilebilecektir. Güzel sanatlar, yapı ve maden işleri şubelerinden mezun olanlar ise ilköğretmen okullarında ve ortaokullarda öğretmenlik yapmak için bir tamamlayıcı kurstan geçirileceklerdir. Bu öğretmenlerin hangi dersin öğretmenliğini yapacaklarına dair esaslar da kabul edilmiştir. 1955 Kasım ayı ile birlikte sözü edilen kararlar uygulanmaya başlanmıştır72.

Sonuç

Köy enstitülü öğretmenlerle ilgili sorunları örgütlü olarak ilk kez gündeme getiren ve çözüm arayışlarında önemli rol üstlenmiş olan Ege Bölgesi Köy Öğretmenleri Derneği’nin ele alındığı bu çalışmada derneğin kuruluşu, amaçları, etkinlikleri ve çözüm önerileri ele alınmıştır. Bayındır’da köy enstitülü 12 öğretmen tarafından 1949 yılında kurulan Ege Bölgesi Köy Öğretmenleri Derneği, uzun yıllar etkin bir şekilde çalışmış ve köy enstitülü öğretmenlerin sorunlarını değişik yollarla dile getirilmesini sağlamıştır. 1949’da İzmir’in Bayındır ilçesinde bir dernek kurmuş ve kurdukları bu derneğin Ege bölgesindeki bütün köy enstitülü öğretmenleri de kapsaması için adını “Ege Bölgesi Köy Öğretmenleri Derneği” olarak belirlemişlerdir. Dernek etkinliğini sürdürdüğü ilk yıllarında köy enstitülü öğretmenler arasında çok popüler olmuştur. Bu nedenle ilk Genel Kurulunu 24 üye ile yapmışken sonraları üye sayısı yüzlerle ifade edilmeye başlanmıştır. Dernek faaliyette bulunduğu süre içinde dernek yönetimleri köy enstitülü öğretmenlerin sorunlarına çözüm bulmak amacıyla Milli Eğitim

70 “Enstitü Mezunlarının Mecburi Hizmeti”, Gayret, S.6, s.20 (Haziran 1952). 71 “Yüksek Köy Enstitüsü Mezunları”, Gayret, S.40, s.27 (Nisan 1955); “Köy Enstitüsü Mezunları İçin İntibak Kanunu”, Gayret, S.43, s.26 (Temmuz 1955). 72 “Yüksek Köy Enstitüsü Mezunları”, Gayret, S.48, s.2 (Aralık 1955). 321 Mustafa ŞAHİN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Bakanlığı yetkilileriyle ve doğrudan Cumhurbaşkanı, Başbakan, Milli Eğitim Bakanı ya da ilgili bakan ve üst düzey bakanlık yetkilileriyle görüşerek çözüm arama yoluna gitmiştir. Çözüm arayışlarında derneğin yayın organı olan Gayret Dergisi kuşkusuz çok önemli bir araç halinde kullanılmıştır. Dernekte öğretmenlere hizmet içi eğitim verilmesi yönünde adımlar atılmış yaz tatillerinde katılımcı sayısı sınırlı da olsa öğretmenlere eğimdeki yenilikler, farklı ders materyalleri kullanımı gibi hususlarda kurslar verilmiştir. Derneğin çabalarının da sonucu olarak köy enstitülü öğretmenlerin maaşa geçmeleri mümkün olmuş, öğretmenlerin geçmiş yıllardaki kayıp kıdem sorunu çözülmüş, yıllardır askere alınmayan köy enstitülü öğretmenler sorunu, derneğin ciddi bir kararlılıkla konu üzerine gitmesiyle çözülmüş ve köy enstitülerinden mezun olan ilk gruplardan başlanarak öğretmenler yedek subay olarak askere alınmaya başlanmıştır. Köy enstitülü öğretmenlerin köylerdeki 20 yıllık zorunlu hizmet süresi yedi buçuk yıl ile sınırlandırılmıştır. Ege Bölgesi Köy Öğretmenleri Derneği’nin bir etkisi olarak, Şubat 1951’de Marmara Bölgesi Köy Öğretmenleri Derneği, Mayıs 1953’de Orta Anadolu Bölgesi Köy Öğretmenleri Yardımlaşma Derneği, Temmuz 1953’de Göller Bölgesi Köy Öğretmenleri Derneği ve Haziran 1954’de Akdeniz Bölgesi Köy Öğretmenleri Derneği kurulmuştur. Uzun yıllar Ege bölgesinde köy öğretmenlerinin sorunlarını değişik yollarla dile getiren bu dernek, 1958 yılında Türkiye Köy Öğretmenleri Dernekleri Federasyonu’na katılmıştır. 1965 yılında kurulan Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın kurulması ve söz konusu sendikanın köy öğretmenlerinin beklentilerine yanıt vereceği umulduğu için varlığına son vermiştir. Köy enstitülü öğretmenlerin kurdukları ilk mesleki örgüt olması bakımından Ege Bölgesi Köy Öğretmenleri Derneği’nin ayrı bir önemi vardır. Dernek yönetimleri, gerek Gayret dergisi aracılığıyla gündeme getirilen ve gerekse Maarif, Ziraat ve Savunma vekâletleriyle yapılan görüşmeler sonrasında sorunlarının bazılarına çözüm bulmuşlardır. Türkiye’de köy enstitülü öğretmenlerin kurdukları ilk dernek ve örgütlenme olduğu için köy enstitülü öğretmenlerin karşılaştıkları sorunların çözümünde önemli ölçüde Ege Bölgesi Köy Öğretmenleri Derneği’nin payının olduğu düşünülmektedir.

322 Türkiye’de Öğretmen Örgütlenmelerine Bir Örnek: Ege Bölgesi... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

KAYNAKÇA

I. Gazeteler ve Dergiler

Demokrat İzmir Gayret Tebliğler Dergisi Yeni Asır

II. Kitaplar

AKYAVAŞ, Halil, Toplum Kalkınması Çalışmaları, Etki Yayınları, İzmir, 2002. AKYÜZ, Yahya, Öğretmen Örgütlenmesi: Türkiye, Fransa, İsviçre’de ve Uluslararası Düzeyde, Ankara: 1980, Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi. AKYÜZ, Yahya, Türkiye’de Öğretmenlerin Toplumsal Değişmedeki Etkileri, 1848- 1940, Ankara: 1978, Doğan Basımevi. ALTUNYA, Niyazi, Türkiye’de Öğretmen Örgütlenmesi: 1908-1998, Ankara: 1998, Ürün Yayınları. BLACKBURN, Glenn, Western Civilization: From the Birth of Modern Science to the Present, New York: 1991, St. Martin’s Press Inc. BRAUN, Robert J., Teachers and Power: The Story of the American Federation of Teachers. New York: 1972, Simon & Schuster. COŞKUN, Feyzi, Çalışma İlişkileri Bakımından TÖB-DER, Ankara: 1999, Kültür Bakanlığı Yayınları. DİNÇER, Süleyman, Çitlenbik Kayayı Çatlattı, İzmir, 2002. EATON, William Edward, American Federation of Teachers, 1916-1961, Urbana: 1975, Southern Illinois University Press. Ege Bölgesi Köy Öğretmenleri Derneği Tüzüğü, İzmir: 1952, Anadolu Matbaası. EVREN, Sami; ERDEM, Siyami ve YILDIRIM, Cafer, Eğitim Emekçileri Tarihi, İstanbul: 1995, Bireşim Yayınları. GAFFNEY, Dennis, Teachers United: The Rise of New York State United Teachers. Albany: 2007, State University of New York Press.

323 Mustafa ŞAHİN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

GÖLDAŞ, İsmail, İstanbul İlkokul Öğretmenlerinin Grevi (1920), İstanbul: 1984, Kardeşler Basımevi. MURPHY, Marjorie, Blackboard Unions: The AFT and the NEA, 1900–1980, Ithaca: 1991, Cornell University Press. ORHAN, Ahmet, Cumhuriyet Dönemi Öğretmen Örgütlenmesi ve Hukuki Dayanakları (1923-1980), İstanbul: 2001, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı. PARKAY, Forrest W., Social Foundations for Becoming a Teacher, Boston: 2006, Pearson Education Inc. TUNAYA, Tarık Zafer, Türkiye’de Siyasal Partiler, cilt.1, İkinci Meşrutiyet Dönemi, 2. baskı, İstanbul: 1988, Hürriyet Vakfı Yayınları.

III. Makaleler

AKYÜZ, Yahya, “Doğuşunun Yüzüncü Yılında Türkiye’de Öğretmen Örgütlenmesinin İlk On yılına Bakışlar (1908-1918)”, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, Ankara: 2009, Ankara Üniversitesi Basımevi ayrı basım, sayı.22, ss.1-49. CAIN, Timothy Reese, “For Education and Employment: The American Federation of Teachers and Academic Freedom, 1926–1941”, History of Higher Education Annual, volume 26 (2007), pp.67-102. NURDOĞAN, Arzu M, “Türkiye’de Öğretmenlik Mesleğinde Sosyal Dayanışma Fikrinin Doğuşu: Muallimler Cemiyetleri (1908-1914)”, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, Güz 2007, sayı.27, ss.65-82. UYGUN, Selçuk, “Öğretmen Örgütleri ve Çanakkale Muallimler Birliği”, Çağdaş Eğitim, Nisan 2009, sayı. 363, ss.18-25. YAŞAROĞLU, Ahmet Halit, “Meşrutiyetten Sonra İlk Talebe Cemiyeti-İlk Muallimler Cemiyeti”, Öğretmen, sayı.25-26, Kasım/Aralık 1949.

IV. Tezler

AKGÖL, Halim, Türkiye Öğretmenler Sendikası: 1965-1971, Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 1981. KURT, Ali, Öğretmenlerin Sendikal Eğilimleri (Ankara Örneği), TODAİ, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 1994. OKÇU, Kadir, Türkiye’de Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu: 1948-1969, Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 1981.

324 Türkiye’de Öğretmen Örgütlenmelerine Bir Örnek: Ege Bölgesi... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Dernek Tüzüğü73

Madde 1: Üyeleri arasında yardımlaşma amacıyla Ege Bölgesi Köy Öğretmenleri Derneği adıyla bir dernek kurulmuştur. Siyasetle uğraşmaz. Merkezi İzmir’dir. Madde 2: Esas meslekleri öğretmenlik olanların hür türlü fikirsel gelişmelerine yardım etmek, karşılıklı yardımlaşma ve dayanışma esasları dâhilinde teşkilat kurmak ve bu suretle öğretmenlik mesleğinin yükselmesine hizmet etmektir. Madde 3: Menşei köy enstitüsü olup ve 18 yaşını bitirmiş bilumum öğretmen, gezici öğretmen veya başöğretmen, ilköğretim müfettişleri ile milli eğitimin diğer işlerinde görevli bulunan memurlar derneğe üye olabilirler. Bu vasıfları taşıyanlar dernekçe bastırılmış üyelik beyannamesini usule göre doldurarak kaydederler. Madde 4: Çıkma ay dâhil olmak üzere bütün mali mükellefiyetini yerine getiren her üye dernekten çıkabilir. Yalnız on beş gün evvel keyfiyeti yazı ile derneğe bildirmesi şarttır. Bu formaliteyi yapmayanlar dernekten çıkarılmış sayılırlar. Madde 5: En aşağı 15 üyesi bulunan (Ege Bölgesi dâhilinde) her yerde birer şube açılabilir. Şubeler bir Yönetim Kurulu, bir Denetleme Kurulu vasıtasıyla yönetilir. Yapacağı işler için genel merkezden alacağı yetki ile çalışır. Madde 6: Derneğin organları şunlardır: a) Genel Kurul, b) Denetleme Kurulu, c) Haysiyet Divanı. Madde 7: Şubelerin Organları: a) Genel Kurul, b) Yönetim Kurulu, c) Denetleme Kurulu. Madde 8: Şubelerin seçeceği 10 kişiyi temsil eden delegelerin kapatılması ile her yıl eylül ayının sekizinci günü toplanır. Genel Kurul toplantısı delegelerin yarısından bir fazlasının gelmesiyle teşekkül eder. Toplantıda bu nisap elde edilmezse gelecek toplantı ilk 15 gün içinde yapılır. Üçüncü defa tehir edilemez. Genel Kurulun iki türlü toplantısı vardır: 1) Normal toplantı, 2) Fevkalade toplantı. Normal Genel Kurul toplantısı sekizinci maddede yazılı günde toplanır. Fevkalade toplantı ise onuncu maddeye göre yapılır. Genel Kurulun müzakere tutanakları toplantı başkanı, ikinci başkan ve kâtipler tarafından imzalanarak saklanır. Genel Kurulun verdiği kararlar ayrıca karar halinde yazılarak aynı suretle imza edilip saklanır. Madde 9: Genel Kurul toplantısı yapılmazdan on gün evvel Yönetim Kurulu toplantının yerini, gününü ve saatini, gündemini üyelere bildirmek mecburiyetindedir. Madde 10: Genel Kurul, aşağıdaki durumlarda olağanüstü (fevkalade) toplanabilir. a) Yönetim Kurulunun yarısından fazlasının istifası halinde, b) Derneğe kayıtlı üyelerin beşte birinin yazılı isteğiyle, c) Yönetim Kurulunun lüzum gördüğü hallerde.

73 Ege Bölgesi Köy Öğretmenleri Derneği Tüzüğü, İzmir: 1952, Anadolu Matbaası. 325 Mustafa ŞAHİN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Madde 11: Genel Kurul toplantısının idare etmek için bir başkan, bir ikinci başkan, iki de kâtip seçilir. Madde 12: Genel Kurul toplantısından alınacak kararlar üyelere yazı ile başkalarına da ilan tahtasında veya gazete ile bildirilir. Madde 13: Genel Kurulun ödevleri şunlardır: a) Yönetim Kurulunun yıllık çalışma raporunu konuşmak, b) Bilançoyu gözden geçirmek, c) Gelecek yıl için hazırlanacak bilançoyu onaylamak, d) Yönetim Kurulunun veya derneğe kayıtlı asli üyenin onda birinin teklifi ile (genel toplantıdan beş gün evvel değişik şekli ve mucip sebepleriyle üyelere bildirmek şartıyla) tüzükte değişiklik yapmak, e) Üyeler arasında on kişilik bir Yönetim Kurulu seçme, g) Altı kişilik Denetleme Kurulu seçme, h) Beş kişilik Haysiyet Divanı seçme, i) Yönetim Kurulunun gelecek yıl yapacağı işler için direktif ve dileklerde bulunmak, j) Milli eğitimi ilgilendiren yurt içi ve dışı toplantılara katılmak üzere gönderilecek delegeleri seçmek veya onlara talimat vermek için Yönetim Kuruluna yetki vermek, k) Gereğinde derneğin feshine karar vermek. Madde 14: Genel Kurulca seçilen on kişiden en fazla oy alanlardan beşi asil, beşi Yönetim Kurulunun yedek üyesi olurlar. Beş kişilik asil üyeler arasından bir başkan, bir başkan yardımcısı, bir sekreter, bir sayman ve bir veznedar seçerler. Madde 15: Asil üyelerden birinin başka bölgeye nakli, istifa, hastalık, ölüm veya herhangi bir sebepten dolayı dernekten ayrılması halinde yedeklerden fazla oy alan onun yerine geçirilir. Madde 16: Yönetim Kurulu en az ayda bir toplanır. Yönetim Kurulu başkanı lüzum görürse ayrıca da toplayabilir. Bunlara yedek üyeler de çağrılabilir. Ancak yedek üyelerin oy hakkı yoktur. Madde 17: Belli bir özrü olmadan üç toplantıya gelmeyen Yönetim Kurulu üyesi istifa etmiş sayılır. Madde 18: Yönetim Kurulunun ödevleri: a) Derneğin günlük işlerini çevirmek, b) Üye sayısını arttırmak, c) Derneğin gelirini toplamak, d) İş bölümü esasından hareket ederek belirli çalışma alanları için üyeler arasından kollar teşkil etmek bunların toplantı yer ve zamanlarını belirterek çalışmalarını sağlamak, e) Doğum ve ölüm gibi hallerde dernek üyelerinin herhangi acele, çok gerekli ihtiyaçları karşısında borç veya armağan şeklinde yardıma koşmak, f) Devletin veya belediyenin gerekirse özel şirketlerin taşıma araçlarından her çeşit kültürel ve estetik dernek ve kurumların giriş paralarından, bütün medeni memleketlerde öğretmenlerin ettikleri istifadeyi sağlamak. Madde 19: Yönetim Kurulu birinci maddede belirtilen amaca ulaşmak için yayın, eğitim, ekonomi ve benzeri kolları kurar. a) Yayın Kolu: Derneğin mesleki amaçlarına yardım edecek gazete, dergi, kitap, broşürler yayınlayarak meslektaşlar arasında kuvvetli bir eğitim ve öğretim şuur ve ülküsünün yayılmasına, kökleşmesine çalışır. b) Eğitim Kolu: Derneğin amaçlarını, öğretmenlik mesleğinin onur ve değerini cemiyete tanıtacak, meslektaşların ilmi ve terbiyevi bilgilerini arttıracak, okulla aile

326 Türkiye’de Öğretmen Örgütlenmelerine Bir Örnek: Ege Bölgesi... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) arasındaki dayanışmayı kuvvetlendirecek konferanslar, müsamereler, konserler, temsiller, balolar ve toplantılar tertip eder. Memleket içi ve dışı eğitim hareketlerini takip ederek Yönetim Kurulunu aydınlatır, bu husustaki raporu ile teklifte bulunur. c) Ekonomi Kolu: Dernek üyelerinin refahını sağlayacak teşebbüslere girişir. Sosyal yardım teşkilatı, istihlak ve yapı kooperatifleri kurulması hususunda Yönetim Kuruluna aydınlatıcı broşürler hazırlar, Yönetim Kurulundan bu alanda çıkacak önergelerin gerçekleşmesine çalışır. Madde 20: Kolların çalışmalarından Genel Kurula karşı Yönetim Kurulu sorumludur. Madde 21: Genel Kurulca seçilen altı kişinin üçü asil, üçü yedek olarak Denetleme Kurulu teşekkül eder. Ödevi, Genel Kurul adına Yönetim Kurulunun bir yıl içinde yaptığı sarfiyatın müspet vesika ve evraklara dayanıp dayanmadığını bütün gelir ve giderlerin yolunda cereyan edip etmediğini gözden geçirir. Neticeyi sene sonunda bir raporla Genel Kurula arz eder. Madde 22: Genel Kurulca bir yıl için seçilen Haysiyet Divanı, Yönetim Kurulunca kendisine verilecek meslektaşların haysiyetlerine ait işlerle uğraşır. Derneğin gayelerine aykırı harekette bulunan üyelerle ihtar ve önemli hallerde üyelikten çıkarma cezalarından birini verebilir. Ancak üyelikten çıkarma cezasının Genel Kurulun tasvibinden geçmesi şarttır. Madde 23: Dernek üyelerinin mali mükellefiyeti: a) Girerken verilecek bir defalık iki buçuk liradan az olmayan giriş parası. b) Ayda en az elli kuruş, en çok on lira arasında değişen aylık aidattan ibarettir. Altı ay içinde aylık yüklerini ödemeyenlerin üyeliği kendiliğinden kaybolur. Başka yerlere nakledilen öğretmenler gittikleri yerde ödemeğe devam ettikleri takdirde üyelikleri bakidir. Madde 24: Dernek üyelerinden en az on kişinin yazılı teklifi ve Yönetim Kurulunun kabulü üzerine öğretmenlik mesleğine mensup olmayan fakat talim, terbiye mevzularına karşı ilgi ve sevgi besleyen bunu eser ve hizmetleriyle belli edenler (asli üyelere yüklenen mali mükellefiyete bağlı olmak şartıyla) fahri üye olabilirler. Fahri üyeler oy hakkına malik olmaksızın Genel Kurul toplantılarına iştirak ederler. Yönetim Kurullarının teklifi ile ve Genel Kurulca kendilerine fahri üyelik verilmiş olan büyüklerden aidat istenmez. Madde 25: Derneğin gelirleri şunlardır: a) Giriş paraları ve aidat, b) Fertler ve teşekküllerce yapılacak bağışlar, c) Devlet, belediye ve özel idarece verilecek ödenekler, d) Yayın, müsamere, temsil, konser, çay, balo, garden parti, eşya piyangoları, gezi ve her nevi spor gösterileri hâsılatı. Madde 26: Derneğin masrafları: a) Dernek bina kirası, memur ve hizmetli gideri, b) Kırtasiye, ısıtma, aydınlatma, döşeme masrafları, c) 18. maddede yazılı amaçların tahakkukuna gidecek masraflardır.

327 Mustafa ŞAHİN ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Madde 27: Herhangi bir sebep yüzünden (Ege Bölgesi Köy Öğretmenleri Derneği) dağılacak olursa, derneğin bütün malları (Çocuk Sevenler Derneği’ne) terk edilir. Madde 28: Derneğin kurucu üyeleri şunlardır: Halil Akyavaş, Bayındır Arıkbaşı - Çırpıköy Okulu Öğretmeni, T.C. Tebaalı; Kemal Akyavaş, Bayındır Falaka Okulu Başöğretmen, T.C. Tebaalı; Mehmet Aşıcı, Bayındır Buruncuk Okulu Başöğretmeni, T.C. Tebaalı; Ahmet Bakıcıol, Bayındır Yusuflu Okulu Öğretmeni, T.C. Tebaalı; İbrahim Çitak, Bayındır Furunlu Okulu Başöğretmeni, T.C. Tebaalı; Kemal Karaaslan, Torbalı Aslanlar Köyü Başöğretmeni, T.C. Tebaalı; Yusuf Okutan, Karaburun İnecik Okulu Başöğretmeni, T.C. Tebaalı; Mustafa Orak, Bayındır Hasköy Okulu Öğretmeni, T.C. Tebaalı; Remzi Özkan, Bayındır Karahanlı Okulu, Başöğretmeni, T.C. Tebaalı; Selahattin Tosun, Bayındır Elifli Okulu Başöğretmeni, T.C. Tebaalı; Mehmet Ali Vural, Bayındır Arıkbaşı-Çırpı Bölgesi Gezici Başöğretmeni, T.C. Tebaalı; İbrahim Yıldız, Bayındır Torbalı-Havuzbaşı Okulu Başöğretmeni, T.C. Tebaalı.

328 Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi Journal Of Modern Turkish History Studies XIV/28 (2014-Bahar/Spring), ss.329-368.

GAYRİ NİZAMİ HARP BAĞLAMINDA POSTA FAALİYETLERİNDE RUM PROPAGANDASI (1960–2014)

Ulvi KESER* Barış ÖZDAL**

Öz 16 Ağustos 1960 tarihinde Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin garantörlüğünde kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin, 21 Aralık 1963 tarihinde başlayan Rum saldırılarıyla fiilen yıkılmasının ardından hayatın her alanında olduğu gibi posta haberleşmesi konusunda da Kıbrıs Türkleri üzerinde ağır baskılar, izolasyonlar, kısıtlamalar ve ambargolar uygulanmaya başlanmıştır. Türkiye’nin de yardımları ile haberleşmeyi sağlamak için geliştirilen gayretler ise Dünya savaş tarihinde bir benzeri bulunmayan örneklerle dönüşmüştür. Kıbrıs Türk Postaları uygulamasından H/M ve KOKKNA damgasına1, Taksi Postası’ndan Ankara Yenişehir ve İskenderun Postanesi uygulamalarına ve Sosyal Yardım Pulu inceliğine kadar birçok farklı çözüm yolları bu kapsamda değerlendirilebilir. Bu çalışma kapsamında Gayri Nizami Harp bağlamında Rumların ve Yunanların Kıbrıs Türkleri ve Türkiye karşıtı propaganda ve kısıtlama faaliyetleri irdelenerek, Kıbrıs Türklerinin bu kısıtlamalara karşı uygulamaya koydukları çözüm yolları analiz edilecektir.

Anahtar Kelimeler: Kıbrıs, Kokkina, Erenköy, Kızılay.

GREEK CYPRIOT PROPAGANDA IN THE POSTAL ACTIVITIES IN THE LIGHT OF IRREGULAR WARFARE (1960–2014)

Abstract Subsequent to the demolition of Republic of Cyprus founded on 16th August 1960 under the guarantee of Turkey, Greece and the United Kingdom due to the Greek Cypriot atrocities starting in 21st December 1961, the heavy pressure, isolations, restrictions and embargoes have appeared on Turkish Cyprit society and the communication as in all the fields of the social life. The efforts so as to get in touch with other people and abroad, and to get the ways of solutions cause to bring second to none and very unique ways throughout

* Prof. Dr., Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi Avrupa Birliği İlişkileri Bölüm Başkanı, Akdeniz ve Kıbrıs Araştırmaları (UKÜ-AKKA) Merkezi Müdürü, ([email protected]). ** Doç. Dr., Uludağ Üniversitesi, İİBF, Uluslararası İlişkiler Bölümü, Siyasi Tarih ABD., ([email protected]). 1 H/M uygulamasının ne olduğu bu araştırma kapsamında ayrıntılı olarak verilmektedir. KOKKNA ise Erenköy bölgesinde bulunan Kokkina köyünün isminin bölgeyi savunmakta olan Kıbrıslı Türkler tarafından yanlış kullanılmış halidir. 329 Ulvi KESER - Barış ÖZDAL ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) the history as well as the war history with the help of Turkey, and th new ways and the solutions such as Turkish Cypriot Posts, H/M and KOKKNA usages, Taxi Post, Yenişehir and İskenderun Post Office usages, and the subtle use of Social Aid stamps. This article will focus on Greek Cypriots’ and Greeks’ propaganda and restriction activities against Turkish Cypriots and Turkey, and how Turkish Cypriots have tried to solve thise issue out will get examined.

Keywords: Cyprus, Kokkina, Erenköy, Red Crescent.

Giriş

Çeşitli uygarlıkların doğup kaynaştığı Akdeniz’in doğusunda çok önemli geçiş yolları üzerinde ve bunlara hâkim bir mevkide bulunan Kıbrıs, tarihin her döneminde stratejik özelliklerini koruyan ve uluslararası kamuoyunun odağı olmayı başaran bir Adadır2. Kıbrıs Adası’nın statüsü ise özellikle 1950’li yıllardan sonra Yunanistan’ın konuyu Birleşmiş Milletler (BM)’ye taşımasıyla önce bu örgütün, ardından dünya kamuoyunun ilgi odağı haline gelmiş, 26 Ağustos 1955 tarihinde başlayan Londra görüşmeleriyle de konu uluslararası bir nitelik kazanmıştır. Ayrıca İkinci Dünya Savaşı’ndan ekonomisi iflas etmiş, genç nüfusunu kaybetmiş, işgal döneminde büyük sıkıntılar çekmiş Yunanistan’ın açlıktan inim inim inlediği, yiyecek ekmek bulunmayan bir ortamda her şeyi bırakıp Kıbrıs Adası’nı Elenleştirmeye çalışmasının arkasında başka şeyler aranmasında bizce fayda vardır. 1 Nisan 1955’de Yarbay Grivas komutasındaki EOKA teşkilatının Megali İdea doğrultusunda Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak için başlattığı tedhiş hareketleriyle kan gölüne dönen ve 20 Temmuz 1974 Barış Harekâtı ile de ikiye bölünen Ada, sosyal bilimlerin farklı disiplinleri açısından her zaman araştırılmaya değer bir konumdadır. Bu araştırmada irdelenecek olan konu ise Kıbrıs’ta özellikle 21 Aralık 1963 tarihinde uygulamaya geçirilen Akritas Planı çerçevesinde, Adada yaşayan bütün Kıbrıs Türklerini topyekûn ortadan kaldırmaya yönelik Kanlı Noel saldırılarının ardından uygulanan haberleşme ambargoları, kısıtlamalar, sansürler, engellemeler, izolasyonlar ve bu olup bitenler karşısında şu veya bu şekilde bir çıkış yolu bulmaya gayret eden Kıbrıs Türklerinin mücadelesidir. Esasında burada Rumlar tarafından yapılan “düşman gerisinde harp”3 olarak adlandırılacak türden bir gayri nizami harp usulüdür ve kamuoyunu etkilemeye yönelik bir propaganda girişimdir. Bu çerçevede yürütülen askeri olmayan

2 Sir George Hill, A History Of Cyprus, Volume I, Cambridge University Press, 1949, s.1; Halil Fikret Alasya, Kıbrıs Tarihi ve Kıbrıs’ta Türk Eserleri, Ankara, 1964, s.13; Robin Parker, Aphrodite’s Realm, Zavallis Press, Lefkoşa, 1962, s.9; Lawrence Durrel, Acı Limonlar; Kıbrıs-1956, Belge Yay., İstanbul, 1992, s.27. 3 Otto Heilbrunn, Düşman Gerisinde Harp, Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1974, s.21. 330 Gayri Nizami Harp Bağlamında Posta Faaliyetlerinde Rum... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) harekât, “cephe gerisinde düşmanın düzenini ve moralini bozma”4 girişimleri çerçevesinde propaganda, “ekonomik harp”, “psikolojik harp” ve “siyasi harp” gibi farklı alanlarda yürütülmektedir ve propaganda burada en önemli ve en etkili tekniklerden birisi olmaktadır. Bu bağlamda Mao Tse Tung, halkı suya, gayri nizami harp uygulamasında bulunan özel birlikleri veya görev verilmiş kimseleri ise suda yaşayan balıklara5 benzetir. Mao’nun bu yaklaşımı kara propaganda ve etkileme girişimlerinin doğrudan halk üzerinde yapılmasıdır ve bundan istifade edecek olanların da aynı kamuoyunun zayıf noktalarından istifade etmesinden başka bir şey değildir. Örneğin Türkiye’nin Yzb. Cengiz Topel’in de içinde bulunduğu bir savaş filosuyla 8 Ağustos 1964 tarihinde Erenköy bölgesine yaptığı uyarı uçuşu sonrasında Rumların siyasi propagandayı etkinleştirmeleri, ayrıca diğer ulusal güç unsurlarını derleyip toparlayan yeni bir güç haline getirmeleri, kamuoyunun desteğini arkalarına almaları ve BM Güvenlik Konseyi gibi merkezlerde atağa geçmeleri hep bu yüzdendir6.

1. Kıbrıs Cumhuriyeti Dönemi

Londra ve Zürih’te görüşülmesinin ardından 19 Şubat 1959 günü kabul edilip imzalanan7 ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yapısını ortaya koyan anlaşma, %60’ı Rumlardan, geriye kalanı da Türklerden oluşacak 2000 kişilik bir ordunun Adada görev yapmasını öngörmüştür8. Bilindiği üzere 16 Ağustos 1960 tarihinde Kıbrıs Türk toplumu ile Rumlar arasında uzun, yorucu ve hayli zorlu görüşmeler sonrasında Türkiye, İngiltere ve Yunanistan’ın garantörlüğü altında Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştur. Ancak kurulan bu yeni devlet daha rüştünü ispat edemeden 21 Aralık 1963 günü Rumların Akritas Planı çerçevesinde Megali İdea’yı gerçekleştirmek ve Enosis yolunda Adayı Yunanistan’ın bir parçası haline getirmek için giriştikleri topyekûn imha hareketiyle ortadan kalkmıştır. Konumuz açısından baktığımızda ise Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla beraber ilk günlerde İngiliz idaresinden kalan bazı pullar üzerine Türkçe ve Rumca olarak sürşarj yapılmış ve bunlar posta haberleşmesinde kullanılmıştır. Öte yandan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasından hemen bir gün önce 15 Ağustos 1960 günü Rumlar tarafından tedavüle çıkartılan “İngiliz İdaresi’nin Son Günü” amblemli bir özel zarfın üzerinde Başpiskopos Makarios’la birlikte Adayı kan gölüne çeviren Georges Grivas’ın da resimleri

4 Bu noktada yapılan propaganda faaliyetine yönelik olarak kamuoyunun ortaya koyduğu tepki ve değişkenlik gösteren davranışlar da faaliyetin aynı dozda yürütülüp yürütülmemesi açısından önem taşımaktadır. Heilbrunn, a.g.e., s.147. 5 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Mao Tse Tung, Che Guevara, Gerilla Harbi, Payel Yay., İstanbul, 1967, s.60. 6 Ergüder Toptaş, Gerilla Harbinin Felsefesi, Kara Harp Okulu Komutanlığı Yay., Ankara, 2007, s.21. 7 Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), 030.01.38.227.17. 8 BCA. 030.01.38.227.17. Charles Foley, Guerrilla Warfare and EOKA Struggle; General Grivas, Longman Yay., Londra, 1964, s.50. 331 Ulvi KESER - Barış ÖZDAL ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) bulunmaktadır. Zarfta ayrıca Grivas’ın EOKA faaliyetleri sırasında kullandığı kod ismi “Dighenis” ve “EOKA” ifadeleri de yer almaktadır. Böylece Rumlar açısından kurulacak olan yeni devletin hangi anlama geldiği de açıkça kendini göstermiştir. Aynı gün Türkiye ise iki farklı değerde pul tedavüle çıkartarak Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kutlamıştır. Öte yandan Rum propagandalarını destekleyen ve Adanın Yunanlaşmasını isteyerek İngiliz politikalarını eleştiren kartpostallar da bugünlerde piyasaya sürülmüştür. “Eğer bu bir renk sorunuysa” yazılı İngilizce, Rumca, Fransızca, Almanca ve Yunanca yazılı renklendirilmiş kartta “İngilizler özgürlüğe giden yolda sömürgelerini kullanırken” ifadesi görülmektedir. Aynı temalı bir başka kart ise “Kıbrıs’a dünya özgürlüğü için ihtiyacımız var” denilirken, Ada bir İngiliz topunun üzerine bağlanmış durumdadır. Oysa yapılan anlaşmaya göre Kıbrıs Cumhuriyeti tarafından basılan bütün değerli kâğıtların üzerinde (resmi pul, damga pulu, posta pulu, para, vb) Türkçe, Rumca ve İngilizce olarak Kıbrıs ifadesi yazılmalıdır. Ancak bütün bunlar sadece kâğıt üzerinde kalmış ve devlet idaresi sadece Rumlara hizmet eden bir kurum haline dönüşmüştür. Posta İdaresi tarafından tedavüle çıkartılan her yeni pul serisinde Türkçe ibareler devamlı olarak küçültülür ve bu durum 1963 yılına kadar bu şekilde devam eder. Türk toplumu üzerinde baskılarını gittikçe arttıran Rumlar bir yandan da uyguladıkları ince taktiklerle uluslararası platformlarda Türklerin imajını olumsuz yönde etkilemeye çalışmışlardır. Örneğin Kıbrıs Cumhuriyeti tarafından 5 Mayıs 1964 tarihinde tedavüle çıkartılan pul serisi “BM Kararlarına Saygı” konuludur.

2. Adada İlk Kıbrıs Türk Posta Damgası ve İlk Engellemeler

Toplumlararası çatışmaların başladığı 21 Aralık 1963 tarihinden itibaren Kıbrıs Türk toplumu posta hizmetlerinden tamamen mahrum kalmış ve posta faaliyetleri durma noktasına gelmiştir. Büyük sıkıntılar çekilirken, Adada kasabalar ve köyler arasında bile haberleşme faaliyetleri Rum idareciler tarafından engellenmiştir. Bu engellemeler nedeniyle BM’e yapılan müracaatlardan ise bir çözüm çıkmamıştır. Bunun üzerine Lefkoşa’nın Türk bölgesinde bulunan ve Merkez Postane olarak bilinen Lefkoşa Atatürk Meydanı’ndaki postane devreye girmiştir. Bu postanede görev yapan posta görevlileri 6 Ocak 1964 tarihinden itibaren Kıbrıs Cumhuriyeti pullarını özel bir damga ile damgalamaya ve Adanın Türk bölgeleri arasında bu posta damgalarıyla iptal edilmiş mektupları göndermeye başlamışlardır. Söz konusu bu damga iç içe iki daire arasında “Kıbrıs Türk Postaları” ifadesini ve “6.1.64” (Resim I) tarihini taşımaktadır9. Bu damganın tam ortasında ise “Ay ve yıldız” bulunmaktadır. Söz konusu bu uygulama ayrıca Mağusa, Larnaka, Limasol, Baf, Girne, Lefke merkeziyle Kıbrıs Türklerinin 9 Kıbrıs Türk Posta İdaresi’nin ilk damga uygulamasının ve ilk posta hizmetinin bu tarihte yapılması itibarıyla Kıbrıs Türk Posta Tarihi’nin bütün dünya filatelistleri tarafından 6 Ocak 1964 tarihinde başladığı kabul edilir. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Sedat Çomunoğlu, Ali Yapıcıoğlu, Bünyamin Altınok, Kemal Atay, Orhan Oydaş ve Ertuğrul Tunalı, Kıbrıs Türk Posta Tarihi, C.I, Kıbrıs Türk Filateli Derneği Yay., Lefkoşa, 2013, s.15. 332 Gayri Nizami Harp Bağlamında Posta Faaliyetlerinde Rum... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) kontrolündeki diğer Türk köylerinde de uygulanmıştır. Kıbrıs Cumhuriyeti pulları üzerine Rumlardan gizli olarak bu uygulamanın yapıldığı dönemde posta merkezlerindeki stoklarda bol miktarda Kıbrıs Cumhuriyeti pulunun bulunması büyük bir avantaj ve fırsat olarak değerlendirilebilir. Ancak Lefkoşa merkez postanesinden Mağusa’ya gönderilen bir posta paketinin yanlışlıkla Rum görevlilerin eline geçmesi ve Rumların bu konuyu derhal BM’ye havale etmesiyle beraber 6 Ocak 1964 tarihli damganın kullanılmasına derhal son verilmiştir10. Türk posta ulaşımını engelleyen, Türklerin Ada içinde dahi posta hizmetlerine gizli bir ambargo uygulayan Rumların BM tarafından da desteklenmesi sonrasında Kıbrıslı Türk posta görevlileri yeni bir çözüm yolu aramaya başlamışlardır. Daha sonra tarihli damga yerine onun yerine üzerinde tarih yerine “yıldız” işareti bulunan damgalar yine Rumlardan ve BM’den gizli olarak yürürlüğe girmiş ve Lefkoşa, Mağusa, Larnaka, Limasol, Baf ve Lefke’de kullanılmıştır. Lefkoşa postanesinde kullanılan damga yeşil, Limasol postanesinde kullanılan damga ise mor renklidir. Gerek 6 Ocak 1964 tarihli, gerekse tarihsiz damganın taahhütlü postadan geçmiş herhangi bir örneği söz konusu değildir. Bununla beraber Rumların uyguladığı baskı ve sansür konusunda tek istisnai durum yine Mağusa ve bağlı 33 köyünde yaşanır. Mağusa limanına hâkim konumdaki Türkler posta hizmetlerinin aksamadan devamını ve haberleşme hürriyeti isterken Rumlar da limandan istifade etmeyi talep etmiştir11. Böylece Adanın dört bir yanında yaşanan sıkıntılara rağmen Rumlarla Türkler liman bölgesinde beraber çalışmaya ve posta hizmetlerini de kısıtlamaya uğramadan devam ettirmeye gayret göstermişlerdir. Bu dönemde Mağusa bölgesinden gönderilen posta gönderilerinin üzerinde genellikle İngiliz döneminde kullanılan “GR”, “ER” ve “VR”12 damgaları kullanılır13. Söz konusu bu uygulama 6 Ocak 1964 tarihinden başlayarak 17 Nisan 1964 gününe kadar devam eder. Uygulamanın Eylül 1964 tarihine kadar devam ettiği yönünde iddialar da söz konusudur. Öncelikle Ada içinde haberleşmeyi sağlamak üzere planlanan bu uygulama çerçevesinde bazı mektuplar ise Kızılay, Kızılhaç, BM Barış Gücü mensupları ve bazı elçilikler kanalıyla Kıbrıs dışına da ulaştırılır14. (Resim II) Bunun hemen ardından 14 Ekim 1966 tarihinde Rumlarla Kıbrıslı Türkler 10 Rumların böylece tepki göstermeleri ve sözde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin faal olduğu bir dönemde Kıbrıs Türklerinin gayrı resmi ve kanunsuz olarak böyle bir damga uygulamasına geçmelerinin hukuk dışı olduğunu iddia etmeleri üzerine 7 Ocak 1964 tarihinde artık bu Türk damgası kullanılmamıştır. 11 Jeff Ertughrul, The Postal Services of Cyprus, Londra, 1964, 4. 12 “George Regina”, “Victoria Regina”, “Edward Regina”. 13 Ertughrul, a.g.e., s.5. 14 Ertughrul, a.g.e., s.12. Bu iki posta uygulaması 17 Nisan 1964 tarihinde Rum idaresinin posta hizmetlerinden Türklerin de istifade etmesi konusunda BM Barış Gücü kanalıyla teminat vermeleri üzerine son bulmuştur. Olayların patlak verdiği bu dönemde Rum Posta İdaresi Türklere ait mektupların hangi postane veya acente aracılığıyla olursa olsun dışarı çıkmasına müsaade etmemiş, Türk bölgelerine gönderilen mektuplar da Rumlar tarafından üzerlerine “Bilinmiyor” damgası vurularak göndericiye iade edilmiştir. 333 Ulvi KESER - Barış ÖZDAL ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) arasında bir posta anlaşması imzalanır. Bu anlaşmaya göre Kıbrıslı Türkler Lefkoşa’da Atatürk Meydanı’nda bulunan postanedeki bütün pul stoklarıyla kırtasiye malzemelerini ve bu ürünlerin satışından elde edilen parayı Rumlara geri vereceklerdir. Bunun karşılığında Rumlar da Kıbrıslı Türklere ait Ada içi ve Ada dışından gönderilen mahalli ve uluslararası postalarıyla Ada içine veya dışına gönderecekleri posta üzerinde uyguladıkları ambargoyu kaldıracaklardır. Ancak yapılan bütün anlaşmalara rağmen verilen sözler tutulmamış ve Kıbrıs Türk haberleşmesi üzerindeki kısıtlamalar devam etmiştir. Böylece Rumlar tarafından Kıbrıs Türk posta haberleşmesi üzerindeki baskı ve ambargolara 20 Temmuz 1974 tarihine kadar devam edilmiştir. Bu dönemde Türklere iletilmesi gereken binlerce mektup Rum postacılar tarafından alıcılarına ulaştırılmak yerine imha edilmiş; “bilinmiyor, adres yetersiz, tanınmıyor, taşınmış, eksik ücret” gibi sudan sebeplerle göndericiye iade edilmiş veya yıllarca ambarlarda tutulduktan sonra alıcılarına ulaştırılmıştır15. Öte yandan bir İngiliz subayı tarafından hazırlanmış “ay yıldızlı” ve Larnaka damgalı zarflar Pergama (Pergamos) köyü posta acentesi tarafından savaşın devam ettiği ve normal yollardan bu mektupların İngiltere’ye gönderilemeyeceği düşüncesiyle reddedilmiştir. Bu zarflar Dikelya’da bulunan İngiliz üssü askeri postanesi FPO (Field Post Office) kanalıyla ve taahhütlü gönderi için ek ücret alınarak postadan geçirilmiş ve İngiltere’ye gönderilmiştir. Söz konusu bu zarfların tamamıVarış/ “ Arrivé” damgalıdır ve Kıbrıs Türk posta tarihi çalışması yapanlar tarafından aranan en nadir materyallerdendir. Bu dönemde Kıbrıs Türk posta damgaları üzerinde en fazla tartışma yaratılan ve spekülasyon yapılan husus ise postada kullanıldığı ileri sürülen “Kıbrıs Tourk Postaları” damgasıdır16. Özellikle 1960 yılı 3 Mils değerli pulların üzerine uygulanan bu damgada “Tourk” kelimesi özellikle pulların üzerine okunmayacak şekilde vurulmuş ve bu damga bütün dünya filatelistlerine Girne damgası olarak sunulmuştur. Ancak Dikelya askeri postanesinde bir İngiliz subayı tarafından gönderilenler dışında bu şekilde gönderilmiş ve Girne’den postalanmış herhangi bir mektup söz konusu değildir. Bu durum bugün bile Türkiye dışında hiçbir ülke tarafından resmen kabul edilmeyen, çıkardığı pullar Dünya Postalar Birliği (Universal Postale Union- UPU) tarafından kanunsuz ilan edilen17, ancak bütün dünyada çok büyük rağbet gören Kıbrıs Türk pullarıyla

15 Bu araştırmanın yazarlarından olan Ulvi Keser’in konuyla ilgili özel arşivinde Rumlar tarafından alıcılarına teslim edilmeyip göndericilere iade edilen pek çok mektupla birlikte Anamur’dan 1964 yılında Lefkoşa’ya gönderilen fakat Rum görevliler tarafından depolarda tutulup ancak 1967 yılında alıcısına teslim edilen bir mektup da mevcuttur. (Resim XII). 16 Çomunoğlu, vd., a.g.e., s.45. 17 UPU’nun 12 Eylül–25 Ekim 1979 tarihinde Brezilya’nın Rio de Jenerio şehrinde yapılan 18. toplantısında Yunan ve Kıbrıs Rum delegasyonunun baskıları sonucunda Kıbrıs Türk Federe Devleti (KTFD) bütün dünyada “kanunsuz/ illegal” olarak nitelendirilmiştir. İlginçtir ki hemen bu toplantı sonrasında orada bulunan delegasyonun büyük bir kısmı KTFD Posta Dairesi’ne veya posta acentelerine müracaat ederek yasaklayıp kanunsuz ilan ettikleri devletin posta pullarına abone olmanın yollarını aramışlardır. Bugün itibarıyla bütün dünyada filatelistlerin ilgisini çeken ve koleksiyonlarda bulunması istenen pullar 334 Gayri Nizami Harp Bağlamında Posta Faaliyetlerinde Rum... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) ilgili olarak yapılmış bir sahtekârlıktan başka bir şey değildir18.

3. Taksi Postası Uygulaması: 1964-1967

Özellikle 1964-1967 döneminde Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) mensupları arasındaki haberleşme ve irtibat konusunda da dikkat edilmesi gereken önemli hususlar oluşmuştur19. (Resim III) Günümüzde dünya savaş tarihinin belki de en az bilinen, en organize ve başarılı usullerinden birisi TMT tarafından kullanılan Taksi Postası uygulamasıdır. Azami dikkat, planlama, işbirliği ve gizlilik çerçevesinde yürütülen bu çalışma özellikle 21 Aralık 1963 sonrasında Kıbrıs Türklerinin nispeten daha güvenli bölgelere sığınmaları ve Rumlar tarafından telden çiviye, aküden çimentoya kadar birçok maddeye getirilen kısıtlamalar ve ambargolar döneminde başarıyla uygulanmıştır. TMT tarafından kullanılan ve uygulanan, bugün dünya savaş tarihinde ikinci bir uygulaması veya benzeri olmayan usul “Taksi Postası” adı verilen bu uygulamadır. (Resim IV) Faaliyetlerin yürütülebilmesi için haberleşme olmazsa olmaz şartlar arasındadır. Ayrıca, Rum ablukası altında çadır kentlerde veya güvenli bölgelerde yaşayan Kıbrıs Türkleri yanında TMT kendi iç haberleşmesini nasıl yapacaktır? Ağaç kovuklarından mezarlıklara, cami avlularından çeşit çeşit kâğıt paralara ve kartpostal ve gazetelere kadar her şeyden istifade eden TMT, önemli ve hassas konularda bazı taksi ve otobüs yazıhanelerini ise birer posta şubesi olarak kullanmaktan çekinmemiştir. Özellikle Adadaki İngiliz idaresinin sıkıyönetim uygulamalarını iyiden iyiye arttırdığı ve EOKA’nın da Türkler üzerindeki baskıyı yoğunlaştırdığı dönemde İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne göre insanoğlunun en doğal haklarından birisi olan haberleşme hürriyetinin yeniden tesisi yönünde son derece ince, gizli, tehlikeli ve başarılı bir yol denenmeye başlanmıştır. Bu uygulamaya göre kasaba ve köyler arasında gönderilmesi gereken mektuplar

arasında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) pulları başta gelmektedir. Türkiye Filateli Federasyonu Yönetim Kurulu üyesi Mehmet Akan ile 6 Ocak 2014 tarihinde Lefkoşa’da yapılan görüşme. 18 Bununla birlikte yukarıda belirtilen “Tourk” kaşeli olarak Lefkoşa’dan Limasol varışlı gönderilmiş bir mektup Lefkoşa’da bir koleksiyonerin arşivinde bulunmaktadır. O dönem Posta Dairesi için damga ve kaşeleri hazırlayan kişinin yaşı ve gün içindeki bir anlık dikkatsizliğine bağlı olarak böyle bir damga yapılmış olabileceği belirtilmiştir. Kıbrıs Türk Filateli Derneği Yönetim Kurulu üyesi Ertuğrul Tunalı ile 15 Temmuz 20011 tarihinde Lefkoşa’da yapılan görüşme. 19 TMT’nin Adanın dört bir yanındaki teşkilatlanması sırasında en çok dikkat edilen noktalardan birisi bu konu olmuştur. Kendilerine görev verilen kişilerin birbirleriyle kavgalı, küs, zıt olmamalarına dikkat edilmiştir. Gün boyunca hiçbir şekilde bir araya gelmeyen insanların farklı saatlerde bir arada görülmeleri dikkat çekeceğinden özellikle kamuya açık yerlerde bir araya gelen TMT mensuplarının sosyal statüleri de son derece önem verilmiştir. Bu bağlamda aralarında hiyerarşik düzen ve sosyal hayat farklılıkları olan ancak TMT içerisinde aynı amaç için bunları ikinci plana atarak çalışan insanların dikkat çekmemesine azami özen gösterilmiştir. TMT Limasol Sancağı mensubu merhum Mehmet Y. Manavoğlu ile 25 Ağustos 2004 tarihinde Girne’de yapılan görüşme. 335 Ulvi KESER - Barış ÖZDAL ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) ve TMT’ye ait resmi evrak özel bir kurye vasıtasıyla gizlice, hiç kimsenin dikkatini çekmeden Lefkoşa, Mağusa gibi merkezlerdeki taksi duraklarına getirilmiştir. Bu noktada karşımıza çıkan taksi durakları arasında Lefkoşa’da “Lozan Taksi ve Otobüs İşletmesi”, “NATO Taksi Yazıhanesi”, “Kambilili’nin Taksi Yazıhanesi”, “Samos Universal Taksi Yazıhanesi” ayrıca Mağusa’da “Zafer Taksi” ve “Salamis Taksi Yazıhanesi” bulunmaktadır. Taksi yazıhanesine TMT tarafından görevlendirilen bir kişi tarafından gizlice getirilen ve yazıhane yetkilisine teslim edilen bütün mektuplar burada tıpkı herhangi bir postaneden gönderilecek kayıtlı/taahhütlü mektup gibi bir kayıt defterine şifreli olarak kaydedilmiş ve mektubun üzerine taksi yazıhanesinin kaşesi vurularak tarih ve numara yazılmıştır. Böylece mektup herhangi bir karışıklığa veya kaybolmaya karşı kayıt altına alınmıştır. Bazı yazıhanelerde eğer çalışanlar arasında doğrudan TMT adına görev yapan kişi veya kişiler varsa gönderilecek bu mektuplar veya resmi belgeler o kişilere teslim edilmiş ve böylece taksi yazıhanesinde çalışan diğer insanların olup bitenlerden haberleri olmamıştır. Mektup böylece sanki postanede pul ücreti ödenmiş kayıtlı mektup gibi teslim alınmıştır. Kasabadan veya köyden ayrılacak olan arabanın gizli bir yerine yol boyunca yapılacak olan arama ve kontrollerde bulunamayacak şekilde saklanan mektuplar varış noktasına güvenle ulaştıktan sonra oradaki başka bir taksi yazıhanesine teslim edilmiştir. Bu taksi yazıhanesi de TMT adına çalışan insanların bulunduğu güvenli bir yer olup, bazen taksi şoförünün haberi olmasa da arabasının gizli bir yerinde TMT adına bazı mektuplar taşınmıştır. Mektupların üzerine varış noktasında tıpkı Lefkoşa veya Mağusa’da vurulduğu üzere yine bir kaşe damga vurulmuş, imza altına alınmış ve daha sonra da gizlice alıcısına haber gönderilerek belirtilen yer ve saatte gönderinin alınması sağlanmıştır20. Mektupların teslimi de bulunulan ortam, yer ve zamana göre değişiklik göstermiştir. Güvenli bir bölge değilse genellikle tanıdık birinin evinde veya dükkânında, bazen bir dere yatağında, camide veya mezarlıkta mektup alıcısına teslim edilmiştir. Taksi ve otobüs yazıhaneleri vasıtasıyla TMT tarafından gönderilen pek çok mektup söz konusudur. Ancak Taksi Postası uygulamasında olduğu üzere çıkış ve varış noktalarında iki ayrı kaşe damganın vurulması, ayrıca alınış ve teslim ediliş saatlerinin ve tarihin belirtilmesi sadece bu uygulamaya has özelliklerdir. Ayrıca haberleşme için kullanılan canlı postaların dışında bir de cansız postalardan istifade edilmiştir. Örneğin TMT’ye ait herhangi bir mesajın yerine ulaştırılması için kendisine görev verilen kuryeler, bu mesajı doğrudan kişiye götürüp teslim edemedikleri durumlarda daha önceden tespit edilen ve

20 Mektuplar güvenli ve tehlikesiz bir ortam oluşuncaya kadar bazen saatlerce, bazen günlerce yerinden çıkartılmamış ve teslim edilmemiştir. Burada söz edilen Taksi Postası ile ilgili bilinen 3 orijinal posta gönderisi halen bu araştırmanın yazarlarından olan Ulvi Keser’in çeşitli vesilelerle yurtiçi ve yurtdışında farklı filateli sergilerinde ve yarışmalarda Türkiye’yi temsil eden ve pek çok ödüller kazanan “Kıbrıs Türk Mücadele Tarihi ve Kıbrıs Türk Postaları” isimli koleksiyonu içerisinde kamuoyuyla da paylaşılmıştır. 336 Gayri Nizami Harp Bağlamında Posta Faaliyetlerinde Rum... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) güvenlik durumuna göre farklılıklar gösteren ve zaman zaman değişen mevki ve yerler kullanmışlardır. Buna göre mesaj bir ağaç kovuğu, bir mezarlık, bir posta kutusu, yıkık bir binanın duvarı gibi çok farklı yerlere bırakılmış ve görev tamamlanmıştır21. Bu şekilde haber iletimi sayesinde mesajı alanla ve mesajı oraya koyan kişi birbirlerini görüp tanımadığı için herhangi bir tehlike de söz konusu olmamıştır22. Bu dönemde Rumların Kıbrıs Türk toplumunu bölmeye ve parçalamaya yönelik propaganda girişiminde uyguladıkları bir başka damga ise “Self-Determination For Cyprus” damgasıdır. Bilindiği üzere Adada nüfus çoğunluğunu ellerinde tuttuklarını belirten Rumlar, kendi kaderlerini kendilerinin tespitini istemektedirler. Dostluk ve düşmanlıkla ilgili olarak toplumun çeşitli grupları üzerinde uygulanan kara propaganda çerçevesinde ise sivil halkın direnci kırılırken, dünya kamuoyu da yanlarına çekilmeye çalışılmıştır23.

4. Kokkna ve H/M Damgaları ve İnce Türk Zekâsından Örnekler

21 Aralık 1963 tarihinde Rumların EOKA lideri Grivas’ın komutasında ve Yunanistan’ın desteğiyle Adada yaşayan bütün Kıbrıslı Türkleri topyekûn imhaya yönelik olarak giriştikleri ve “Kanlı Noel” olarak tanımlanan dönem sonrasında, Türkler üzerindeki baskılar ve ambargolar gittikçe artmıştır. Rumların Akritas Planı çerçevesinde başlattıkları bu saldırılar Adanın dört bir yanına yayılırken, 8 Ağustos 1964 günü Yüzbaşı Cengiz Topel’in de içinde bulunduğu Türk Hava Kuvvetleri’ne bağlı bir hava filosu tarafından Erenköy bölgesinde Rumlara yönelik uyarı uçuşları ve uyarı atışları yapılmıştır. Yaklaşık 3 yıl boyunca Erenköy bölgesinde sıkışıp kalan Kıbrıslı Türkler ise Rum baskılarından kurtularak Ada içi haberleşme konusunda yeni yollar bulmaya çalışmışlardır24.

21 Naciye Vardar ile 15 Ocak 2003 tarihinde İzmir’de yapılan görüşme. 22 Gizli belge ve mektupların alımı ve gideceği yerde teslimi konusunda günümüz posta şubeleri gibi son derece titiz, planlı ve aksaksız faaliyet gösteren bu taksi yazıhanesi aynı zamanda bütün faaliyetlerini çok büyük bir gizlilik içinde tamamlayarak kimsenin ruhu duymadan bir yerden bir yere istenilen belgeyi nakletmişlerdir. Bu insanların tereddütsüz kabul ettikleri işin ne kadar tehlikeli olduğu, özellikle İngilizler tarafından adada uygulanan sıkıyönetim göz önüne alındığında daha net ortaya çıkacaktır. Profesyonel eğitimden geçmemiş bu insanların böylesine tehlikeli ve sıkıyönetim uygulamasına göre idamla yargılanacakları işlere kalkışmaları ve ölümü hiçe saymaları son derece takdire şayan cesurca davranışlardır. Eski TMT Derneği Başkanı Yılmaz Bora ile 13 Temmuz 2003 tarihinde Girne’de yapılan görüşme. 23 Department of the Army Field Manual, FM-31-15; Operations Against Irregular Forces, Department of the Navy, Washington DC, 1961, s.17. 24 Söz konusu bu dönemle ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Ulvi Keser, “Askeri Posta; 1964 Erenköy”, Çizgi Ötesi Dergisi, KHO Yay., S.2, Ankara, 1994, s.25 ve Ulvi Keser, “Cyprus Covers Handled By Turkish Postal Service In Turkey”, OPAL The Journal of Oriental Philatelic Association of London, Whole No.208, Londra, 2004, s.s.12-15. Ayrıca bkz. Ulvi Keser, “Üç İnsan, Üç Anı”, Kıbrıs Mektubu Dergisi, KTKD Yay., C.16, No.3, Ankara, 2003, s.2. 337 Ulvi KESER - Barış ÖZDAL ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Daha geniş bir biçimde ifade edersek, 21 Aralık 1963 günü başlayan Rum saldırılarıyla Kıbrıs Cumhuriyeti’nin fiilen ortadan kalkmasının ardından her ne pahasına olursa olsun halkın canını, malını ve namusunu korumakla yükümlü Kıbrıslı Türkler göreve hazırdırlar. Ancak o güne kadar çok iyi silahlanmış Rumlara karşı ellerinde etkili, vurucu gücü yüksek silahların olmaması sıkıntı yaratmıştır25. Zira EOKA’ya karşı kullanılacak silahlar paslı, mermiler nemlidir ve çoğu da ateş etmemektedir26. Bütün olumsuzluklara rağmen Kıbrıslı Türkler ender rastlanan bir direniş ve mukavemet göstermişlerdir27. Olayların artarak devam etmesi sonrasında ise 17 Mart 1964 tarihinde BM Barış Gücü göreve başlamıştır28. Bu dönemde olaylar Erenköy bölgesinde yoğunlaşmış ve Ağustos 1964 döneminden itibaren artarak devam etmiştir. Yukarıda belirttiğimiz gibi özellikle Yzb. Cengiz Topel’in de içinde bulunduğu Türk Hava Kuvvetleri’ne bağlı bir hava filosu tarafından bölgede uyarı uçuşları yapılması, ancak bu uyarıların dikkate alınmaması üzerine uyarı amaçlı harekâta başlanmıştır. Bu olay üzerine Rumlar da karşı propaganda faaliyetine başlamış ve posta yoluyla özellikle Kıbrıs dışına gönderilen her türlü mektup üzerine iki tarafında Napalm bombası bulunan “Turkish Bombs on Cyprus Endangered World Peace–Kıbrıs’ta Türk Bombaları Dünya Barışını Tehdit Ediyor.” (Resim V) şeklinde bir damga vurmuşlardır. Kamuoyunu yanıltmak, halkı sürprizlere maruz bırakmak, hâkim otoriteyi sahip olduğu bütün imkânlarla hırpalamak ve yıkmaya çabalamak29 amacına yönelik olarak bu girişimin uzun süre etkili olduğu açıktır30. Dünya savaş tarihi ve askeri posta tarihi açısından bir eşi daha görülmeyecek bir uygulama da bu dönemde hayata geçirilmiştir. Söz konusu dönem zarfında Erenköy’de mücadele eden Türkler, Lefkoşa’daki Türk Genel Karargâhı ile haberleşmelerini son derece enteresan ve akıl dolu bir yolla gerçekleştirmişlerdir. 1964 yılının Ağustos ayı ile 1966 yılının Ocak ayları arasında üç tarafı Rum kuşatması altındaki Erenköy’de bulunan Türkler Lefkoşa’da bulunan Genel Komutanlık ile görüşebilmek, Rum kuşatması ve BM

25 TMT Lefkoşa Sancağı Kovanbeyi merhum Nevzat Uzunoğlu ile 13 Temmuz 2003’de Girne’de yapılan görüşme 26 TMT Limasol kadrosundan merhum Macit Aydınova ile 13 Temmuz 2003’de Girne’de yapılan görüşme 27 Eski TMT Derneği Başkanı Yılmaz Bora ile 13 Temmuz 2003 tarihinde Girne’de yapılan görüşme 28 The United Nations, The Blue Helmets, New York, 1990, s.85. 29 Harp Akademileri Komutanlığı, Gayri Nizami Harp, Harp Akademileri Basımevi, İstanbul, 1968, s.29. 30 Kıbrıs’ta neler olup bittiğini bilmeyen dünya kamuoyu ise Rumlar tarafından gönderilen mektupların üzerinde Napalm bombalarını görünce ne olup bittiğini anlamadan hemen ön yargılı bir düşüncenin içerisine girmiştir. Rumlar bu damgayı, sadece Ada dışına gönderilecek mektup, kart, paket, kutu, gazete ve dergiler üzerine vurdukları için istedikleri sonuç fazlasıyla elde etmişlerdir. Bu damga uygulamasını Rumlar özellikle BM Barış Gücü’nün mektupları başta olmak üzere İngiltere, ABD, Almanya, Fransa gibi Avrupa ve dünya devletlerinde ve özellikle bu ülkelerdeki Rum ve Yunanların destekleri ve propaganda faaliyetleri aracılığıyla çok iyi uygulamışlardır. 338 Gayri Nizami Harp Bağlamında Posta Faaliyetlerinde Rum... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Barış Gücü’ne bağlı olarak çalışan İngiliz askerlerinin sansür ve kontrollerinden kurtulabilmek için dâhiyane bir plan hazırlanmıştır. Bunun için Genel Komutanlık ve TMT Bayraktarlığı tarafından özel bir damga uygulaması yapılmış ve “Lefkoşa/Kıbrıs” ibaresinin yanında iç içe iki dairenin ortasında “H/M” (Resim VI) ibaresi bulunan damgalarla askeri mektuplar damgalanmıştır. Bu damgaların yanında hemen bütün mektuplara ayrıca bir de numara verilmiştir. Rum kuşatması altında ve Birleşmiş Milletler gözetimindeki Erenköy’e Lefkoşa’dan gönderilecek olan askeri mektuplar bu zarfların üzerine vurulan “H/M” damgaları sayesinde kolayca Rum ablukasını aşmıştır. “Hizmete Mahsustur.” anlamına gelen “H/M” ifadesinin “Her Majesties” veya “His Majesties” manasıyla İngiltere’ye ait resmi bir mektup olduğunu düşünen İngiliz Barış Gücü askerleri bu mektupları Rumlara teslim etmeden doğrudan Erenköy’deki Türklere teslim etmişlerdir31. Böylece Türklere ait mektuplar önce İngiliz askerlerinin gözleri önünde ve hatta onların da bilmeden yardımlarıyla ve Rumlar hiçbir şeyin farkına varmadan Erenköy’de sahiplerini bulmuştur. Bu şekilde sadece resmi mektuplar değil orada yakınları bulunanlara da mektuplar gönderilmiştir. Aynı şekilde Erenköy’deki Türkler tarafından özellikle Lefkoşa’ya ve çok nadir de olsa Türkiye’ye gönderilen mektuplar da köyün İngilizce ismi olan Kokkina’nın bulunduğu resmi “Kokkina Rural Service- Köy Postası” mühründeki “I” harfinin silinmesi sonucu ortaya çıkan “Kokkna” (Resim VII) damgasıyla damgalanarak, Barış Gücü askerlerine teslim edilmiştir. İngiliz idaresi dönemine ait damgayı gören Barış Gücü yetkilileri de kendi resmi mühürlerini taşıyan bu mektupları daha önce köyde yaşayan İngiliz vatandaşlarına ait olabilir düşüncesiyle Rumlara teslim etmeden doğrudan Lefkoşa’nın Türk kesimine getirmişlerdir. Buradan da söz konusu mektuplar genel Komutanlık veya Emniyet Müdürlüğü’ne aktarılmıştır. Resmi damga üzerinde tahrifat yapılarak “I” harfinin kazınmasının sebebi ise bu mektupların herhangi bir şekilde açılması ve Türkler tarafından yazıldığının anlaşılması sonrası doğacak karışıklığı önleme amaçlıdır32.

31 Çomunoğlu, vd., a.g.e., s.60 32 Bu uygulamanın başladığı ilk dönemlerde mektuplar üzerine numara vurulur ve “Destek Kıtaları” yazılır. Yokluk ve sıkıntının had safhaya çıktığı dönemlerde zarf bulunamayınca aynı uygulama küçük kâğıt parçaları üzerine yapılır. Kokkna ve H/M damgaları genellikle kırmızı mürekkep ile vurulmakta, çok nadiren de olsa viyola renkli mürekkep kullanılmaktadır. Özellikle Erenköy’de yokluk içinde çırpınan Kıbrıslı Türkler bazen yazacak kâğıt bile bulamadıklarından bu şekilde mesajlarını gazete yapraklarından faturalara, sinema biletinden tapu koçanına kadar çok farklı kâğıt örnekleri üzerine yazarlar. Erenköy’de bulunan Türklere Türkiye’den gönderilecek mektuplar için ise Türkiye’de özel bir uygulama yapılır. Söz konusu bu tip mektuplar için ise adres “Posta Kutusu 82, Bakanlıklar-Ankara”dır. Ankara’da bu posta kutusuna gönderilen mektuplar PTT tarafından Kızılay’a teslim edilir. Kızılay da Kıbrıs’a gönderdiği insani yardım malzemeleriyle beraber bu mektupları gizlice Kıbrıs’a getirerek Lefkoşa’daki Türk Genel Karargâhı’na teslim eder. Mektuplar buradan da aynı şekilde Erenköy’e ulaştırılır. 339 Ulvi KESER - Barış ÖZDAL ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

5. Kıbrıs’a Yardım Pulu Uygulaması

Türkiye’de Bakanlar Kurulu’nun 7 Ocak 1964 ve 12 Eylül 1964 tarihli toplantılarında Kıbrıslı Türklere yardım için bastırılması ve kullandırılması karar altına alınan “Kıbrıs’a Yardım Pulu” Türkiye Kızılay Derneği, Türk Hava Kurumu, Çocuk Esirgeme Kurumu, Türk Ulusal Verem Savaş Derneği ve Türkiye Yardım Sevenler Derneği’nin tanzim ettikleri protokol çerçevesinde hazırlanarak 1 Ekim 1964 Perşembe günü sabahından itibaren bütün yurtta satışa sunulmuştur. Pulların basım ihalesi ise Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük koleksiyoncusu, filatelist ve pulcusu merhum Ali Nusret Pulhan tarafından alınmıştır. Konuyla ilgili Bakanlar Kurulu Kararnamesi ise 6/3.630 karar sayısı ile 7 Ocak 1964 tarihli ve 6/2.574 sayılı kararnameye ek olarak Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, Başbakan İsmet İnönü ve Çalışma Bakanı Bülent Ecevit de dâhil olmak üzere toplam 21 bakan tarafından imzalanmış ve yürürlüğe girmiştir33. Kıbrıs Adası’nda Rum baskısının giderek artması ve hayatın çekilmez ve katlanamaz hale gelmesinden hemen sonra Kızılay Genel Müdürlüğü de Türkiye’de Kıbrıs’a Yardım Pulu çıkartmaya karar vermiştir. 10, 25, 50, 100, 250 ve 500 kuruşluk değerlerle basılan toplam 123.200.000 pulun ederi 30.000.000 liradır34. Pulların en üst düzeyde sarf edilmesini sağlamak maksadıyla her türlü devlet teşekkülleri ve iştiraklerinin, belediye ve özel idarelerin her çeşit taahhüt ve ödemelerinde, giriş ve çıkış gümrük muamelelerinde, pasaport ve vize işlemlerinde, Toprak Mahsulleri Ofisi’nin hububat ve afyon alım ve satımlarında, her nevi borsa faaliyetlerinde, DDY, THY, DDY ve özel otobüs firmalarında, havagazı, elektrik ve su faturalarında, nakliyat ambarlarının her türlü fiş ve faturalarında, çimento ve demir satışlarında, her türlü bina ve av ruhsatlarında, ehliyet, okul kayıt, evlenme cüzdanları, tiyatro, sinema, at yarışları, maç biletleri spor toto kuponları ve fişlerinde, Zirai Donatım Kurumu’nun her türlü satışlarında, radyo reklâm yayınlarıyla ilgili faturalarda, sigorta, noter, tapu, ticaret ve esnaf odaları faaliyetleri, gazino ve gece kulüpleri hesap pusulalarında, her türlü dernek faaliyetlerinde kullanılması istenmiştir35. (Resim VIII).

33 Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Tetkik Dairesi’nin 6/3.630 karar sayısı ile 7 Ocak 1964 tarihli ve 6/2.574 sayılı kararname. KGMA. K.3475,D.1964–65/9–4 Kıbrıs’a Yardım Pulu Çıkartılması Dosyası. 34 Kızılay Ticaret Müdürü Z. Boyer imzasıyla Kızılay Genel Müdürlüğüne gönderilen 1 Mart 1965 tarihli yazı. KGMA. K.3475,D.1964–65/9–4 Kıbrıs’a Yardım Pulu Çıkartılması Dosyası. 35 Bu dönemde de Kıbrıs’ın Türk bölgelerine gönderilen veya Kıbrıslı Türkler tarafından gönderilen mektuplar “illegal/kanunsuz” damgası vurularak Rumlar tarafından engellenmiş ve alıcılarına ulaştırılmamıştır. Türkiye Kızılay Derneği Genel Başkanı Dr. Fikret Pamir imzasıyla Kıbrıs’a Yardım Komitesi’nce bütün kaymakamlıklara ve bağlı “Kıbrıs’a Yardım Komitesi Başkanlığı” adına gönderilen 3 numaralı yazı. KGMA. K.3475,D.1964–65/9–4 Kıbrıs’a Yardım Pulu Çıkartılması Dosyası. 340 Gayri Nizami Harp Bağlamında Posta Faaliyetlerinde Rum... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Öte yandan olayların devam ettiği bu dönem içerisinde Mağusa Posta İdaresi denetimindeki 33 köyün posta idareleri muhasara altında olmalarına rağmen, bu bölgedeki Türkler tıpkı Rumlar gibi posta hizmetlerinden istifade edebilmişler ve posta hizmetleri sağlıklı bir şekilde yerine getirilmiştir. Zira taraflar arasında 14 Ekim 1966 tarihinde Kıbrıs Türk toplumunu temsilen Ümit Süleyman ve Rumları temsilen de Doktor R. George’un imzaladığı bir posta anlaşması imzalanır. BM Barış Gücü’nün denetim ve kontrolü altında yapılan bu anlaşmaya göre Lefkoşa Atatürk Meydanı’nda bulunan Merkez Postane bu tarihten itibaren acente olarak çalışmaya başlamıştır. Bu postanedeki stok pulların tamamı ile anlaşmanın imzalanmasından önceki dönemde kullanılan pulların bütün geliri de anlaşma şartları gereği Rumlara ödenmiştir. Yapılan anlaşmaya rağmen yine de Türk bölgelerindeki posta faaliyetleri gelişmemiştir36. Özellikle küçük Türk köylerinin diğer yerleşim birimleri ve dış dünya ile bağlantısı kesilmiş, Ada dışından gelen mektuplar ise üzerlerine “unknown / bilinmiyor” damgası vurularak geri gönderilmiştir. Bu durum özellikle Lefkoşa, Lefke ve civar köylerde dayanılmaz boyuta ulaşmıştır.

6. Ankara Yenişehir/ Kızılay Postası

20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’na kadar olan bu dönemde fiili olarak Kıbrıs Türkleri modern dünyadan tecrit edilmiş, ambargo, kısıtlama ve tecrit yoğun olarak yaşanmıştır. 21 Aralık 1963 sonrasında en doğal insan haklarından birisi olan haberleşme hürriyetinin Rumlar tarafından kısıtlanmasının ardından ise devreye yine Kızılay girmiş ve gerek Kıbrıs Türklerinin Ada dışına gönderecekleri mektupları gerekse Kıbrıs’a özellikle Türkiye’den gönderilecek mektupları ulaştırmak için yeni stratejiler geliştirilmiştir. Bu sıkıntılı günlerde insanların dostlarından, akrabalarından ve yakınlarından haber alabilmek için müracaat ettikleri yer de yine Kızılay olmuştur. Bu durumun güzel örneklerinden biri şöyledir37: “Kızılay Genel Merkezi Başkanlığına Bir seneden beri Londra’da bulunuyorum. Kıbrıs’ta Akıncılar ‘Luricina’ köyünde evli bir kardeşim bulunmaktadır. Sizin de bildiğiniz gibi yılbaşından beri Kıbrıs’ta çarpışmalar oluyor. Kardeşimden birkaç mektup aldım ve mümkünse biraz para göndermemi istiyordu. Türkiye’de bulunan arkadaşıma bu fikrimi yazdım ve sizlere başvurduğumu yazarak benim sizlere ayrıca mektup yazarak başvurmamı söyledi. Eğer mümkünse bana lütfen yazın. Kızılay vasıtasıyla biraz para göndermek istiyorum. Birkaç defa diğer banka ve postayla gönderdim fakat aldığını zannetmiyorum. Yapacağınız masrafları da ödemeye hazırım. Selamlar. 22 Nisan 1964. Meral Erkan, 131, Isledon Road, N.7, Islıngton/England”

36 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Ertughrul, a.g.e., s.s.4-6. 37 KGMA. K–4649, 1964/9–4/Kıbrıs Mektupları Dosyası. 341 Ulvi KESER - Barış ÖZDAL ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Söz konusu bu müracaatın ardından Kıbrıs’a Yardım Komitesi adına Kızılay Derneği Genel Sekreteri Babür Ardahan imzasıyla 23 Haziran 1964 tarihinde gönderilen 17.730 sayılı cevabi yazıda “Tarihsiz mektubunuzla birlikte Kıbrıs’a gönderilmek üzere yazdığınız mektup alındı ve adresine ulaştırılmak üzere Kıbrıs’a sevk edildi. Ancak Akıncılar köyünde bulunan kardeşinize Londra’dan Lefkoşa’daki İş Bankası kanalıyla para gönderebilirsiniz.”38 denir. Yurtiçinde yaşayan vatandaşların Kıbrıs’ta bulunan yakınlarıyla haberleşme konusunda müracaat ettikleri yerler arasında sadece Kızılay’ın Ankara’da bulunan merkezi değil, bütün şubeleri de bulunmaktadır. Örneğin Antalya’da yaşayan Latife Kantur da Kızılay Antalya şubesinden yardım talep etmiştir39. Aynı şekilde Kızılay’a gönderilen bir başka mektup ise Kızılay Kocaeli Şubesi vasıtasıyla yerine ulaştırılmıştır40. Kızılay vasıtasıyla haberleşme konusunda sorulan yazılı bir soruyla ilgili olarak Kızılay tarafından “Derneğimiz vasıtasıyla gönderilen bütün mektuplar Mersin’den Kıbrıs’a gıda götüren ekiplerimiz vasıtasıyla sevk edilmekte ve Lefkoşa’da Türk Cemaat Mümessillerine teslim edilmekte ve onlar tarafından dağıtım yapılmaktadır. Ancak son bir ay içinde Mersin’den 28 Şubat 1964 tarihinde bir vapur sevk edilebilmiş ve bir ay zarfında Kıbrıs’a götürülmek üzere sevk edilen mektubu bu vapurdaki ekip götürmüştür. 4 Mart 1964 tarihinde gelen mektubunuz da Kıbrıs’a hangi tarihte gemi gönderilebilirse o tarihte sevk edilebilecektir… ”41 cevabı verilmiştir. Haberleşme konusunda Kızılay’dan yardım isteyenlerden birisi de New York’ta yaşayan Ahmet Akyamaç’tır ve 20 Mart 1964 tarihinde Kızılay’a gönderdiği bir yazıyla Lefkoşa’nın Nuri Efendi Sokağı 13 numaralı adresinde yaşamakta olan babası Yakup Hasan’a ulaşmaya çalışmıştır42. Bu şekilde müracaatta bulunanlardan bir diğeri de Kıbrıs’ta bulunan yakınlarına eğitim amaçlı ders kitapları göndermek isteyen bir başka Türk vatandaşıdır43. Avukat Nermin Kayabaşı da Kızılay’a yaptığı müracaatta “Kıbrıs’tan aldığımız bir haberde Hüsrev’in sağ ve salim, iyi vaziyette olduğu öğrenilmiştir. Bu sebeple duyacağımız sevince imkân sağladığı için son derece memnuniyet duyduğumuzu bilgilerinize rica ederim”44 demiştir. Aynı şekilde Hüseyin Küçük de yazdığı mektupta “Kıbrıs’tan bütün küçüklerin iyi olduğu hakkında aldığımız bilgiyi sunarız. Bu suretle duyacağınız sevince imkân sağlandığı için memnuniyet duyduğumuza bilgilerinizi rica ederiz”45 38 A.g.a. 39 KGMA. Kızılay Antalya Şubesi Başkanı Dr. Refet Tuğay tarafından Kızılay Genel Başkanlığına gönderilen 7 Mart 1964 tarih ve 18 (10740) sayılı yazı. 40 KGMA. Kızılay Kocaeli Şubesi Başkanı Hüseyin Eğe imzasıyla Kızılay Genel Başkanlığına gönderilen 17 Ocak 1964 tarih ve 21 (2973) sayılı yazı. 41 KGMA. Kızılay Derneği Genel Başkan Vekili Dr. Fikret Pamir imzasıyla Gülsevdi Sunat/ Tarsus adresine gönderilen 9 Mart 1964 tarih ve 7595 sayılı yazı. 42 KGMA. Ahmet Akyamaç tarafından Kızılay Genel Başkanlığına gönderilen 20 Mart 1964 tarih ve 12295 sayılı yazı. 43 KGMA. K–4840. 1966–1967/9–4/Kıbrıs Mektupları Dosyası. 44 Nermin Kayabaşı tarafından Kızılay Genel Başkanlığına gönderilen 20 Ocak 1964 tarih ve 1.403 sayılı müracaat. KGMA. K–4649. 1964/9–4/Kıbrıs Mektupları Dosyası. 45 18 Ocak 1964 tarihinde İstanbul Ziraat Fakültesi Talebe Yurdu’nda kalan Hüseyin Küçük’e 342 Gayri Nizami Harp Bağlamında Posta Faaliyetlerinde Rum... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) haberine teşekkürlerini iletmiştir. Aktardığımız örneklerden de anlaşıldığı üzere Kızılay vasıtasıyla yakınlarına ulaşmaya çalışan insanlar yurtiçi ve yurtdışından hep doğrudan Kızılay’a müracaat etmişlerdir. Bunlardan birisi de İngiltere’den müracaatta bulunan ve Mesut Nazım ile ailesi hakkında bilgi almaya çalışan Rosemary Konig isimli Amerikan vatandaşıdır. Söz konusu kişi müracaatında, yapılacak haberleşme sırasında doğabilecek masrafları karşılamak üzere 1 $ da para göndermiştir46. Bu noktada özellikle belirtilmelidir ki Kızılay, Kıbrıs’a yönelik yardım faaliyeti çerçevesinde çok hassas davranmış ve vatandaşların yardım amaçlı gönderdikleri tek bir kuruşun bile hesabını verebilecek altyapıyı her türlü dedikodudan ve kafalarda soru işaretleri oluşturmadan hazırlamıştır. Bu 1 dolarlık hesabı da bir üst yazıyla bankaya göndermekte tereddüt yaşamamıştır47. Kızılay tarafından çok geniş kapsamlı yardım faaliyetlerine paralel olarak posta haberleşmesi konusunda girişilen ve neredeyse dünyada bir eşi daha olmayan uygulamanın istenmeyen sebeplerle sekteye uğrayabileceği endişesiyle Genelkurmay Başkanlığı tarafından yapılan istihbarat çalışması sonrasında şu uyarıda bulunulmuştur48: “Kıbrıs’ta akrabaları bulunanların mektuplarının Ankara Kızılay Merkezi tarafından gönderildiği ve bu mektupların müracaatta bulunan kapıcı tarafından alındığı, bunların açıkta raf altında durmakta olduğu, kapıcı veya ilgili personelin bir zaman için de olsa yerinden ayrılması halinde kapı ağzındaki bir mahalde bulunan mektupların muhaberatı takip eden ajanlar tarafından alınabileceğine dair bir haber alınmıştır. Emniyetle mahalline gönderileceği muhakkak olan bu sistemin bazı kötü niyetlilerce suiistimal edileceği de muhtemeldir…”. Bilindiği üzere özellikle 1963 sonrasında Türkiye ile Kıbrıs arasında Türk Hava Yolları tarafından düzensiz de olsa uçak seferleri yapılmaya başlanmış ve Adada çatışmalarda yaralanan Kıbrıslı Türkler acilen Türkiye’ye getirilmiştir. Düzensiz olarak ve Rum baskıları arasında yapılmaya çalışılan bu seferlerde Kıbrıs Türklerinin giyecek, yiyecek ve ilaç ihtiyaçları da karşılanmaya çalışılmıştır. Bu dönemde Kıbrıs Türklerinin özellikle Ada dışına göndermeye çalıştıkları mektuplarıyla ilgili olarak yeni alternatifler üzerinde durulmuştur. Bunun sonucu olarak Türkiye Kızılay Cemiyeti tarafından koşulsuz destek gelmiş

Kızılay Genel Başkanlığı tarafından gönderilen 1.396 sayılı yazı. KGMA. K–4649. 1964/9–4/ Kıbrıs Mektupları Dosyası. 46 Kızılay Derneği Genel Başkanlığı adına Dr. Fikret Pamir imzasıyla Merkez Bankası Ankara Şubesi Müdürlüğüne gönderilen 20 Nisan 1964 tarih ve 12.300 sayılı yazı. KGMA. K–4649, 1964/9–4/Kıbrıs Kızılhaç’larla Yazışma Dosyası. 47 İngiltere Kızılhaç Teşkilatı tarafından Kızılay Genel Başkanlığına yapılan 10 Nisan 1964 tarihli ve 15.057 ve 15.058 sayılı müracaat. KGMA. K–4649, 1964/9–4/Kıbrıs Kızılhaç’larla Yazışma Dosyası. 48 Genelkurmay Başkanlığı tarafından Kızılay Genel Müdürlüğüne gönderilen Ocak 1967 tarih ve İSTH:3.382-3-67 Em./56/2 (3.382) sayılı yazı. KGMA. K–4649, 1964/9–4/Kıbrıs Mektupları Dosyası. 343 Ulvi KESER - Barış ÖZDAL ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) ve Kıbrıslı Türklere ilaç, gıda, yiyecek, çadır, battaniye ve doktor yardımında bulunan Kızılay Cemiyeti Adadaki, askeri personel ve sivil halkın Türkiye’deki yakınlarına, Türkiye’dekilerin de Adaya göndermek istedikleri mektupları alıcılarına ulaştırmaya çalışmıştır. Bu faaliyetler farklılıklar göstermekle beraber şu şekilde uygulanmıştır; (Resim IX) 1- Pulsuz olarak Lefkoşa’daki Kızılay Cemiyeti’ne teslim edilen mektuplar Kızılay görevlileri tarafından kayıt altına alınıp torbalara konduktan sonra, Adaya yardım malzemeleri getiren Türk uçakları vasıtasıyla Ankara’ya gönderilmiştir. Ankara/Yenişehir Postanesinde sadece Kıbrıs’tan gelen bu mektuplar için hizmete sokulan bölümde bu mektupların zarflarına o günkü posta ücreti karşılığı olan 50 veya 60 kuruşluk pullar yapıştırılmıştır. Daha sonra zarfların üzerine kırmızı mürekkep ile Türkiye“ Kızılay Derneği Genel Merkezi” kaşe damgası vurularak ve bu mektuplar sanki yurtiçinden gönderilmiş gibi Ankara/Yenişehir damgası ile damgalanarak alıcısına ulaştırılmıştır. 2- Aynı şekilde Türkiye’ye getirilen mektupların üzerine “Türkiye Kızılay Cemiyeti Umumi Merkezi” kaşesi vurulmuştur. 3- Türkiye’den Kıbrıs’a gönderilen mektuplara ise adresle beraber “Kızılay Genel Merkezi Kıbrıs Postaları Eli İle” yazılmış, Kızılay Genel Merkezi’nde toplanan bu mektupların üzerine kırmızı mürekkep ile “Türkiye Kızılay Cemiyeti Umumi Merkezi” kaşesi vurulmuş ve Kıbrıs’a getirilen bu mektuplar yine Kızılay aracılığıyla alıcılarına ulaştırılmıştır. 4- Pulsuz olarak Türkiye’de Kızılay Genel Merkezi’ne ulaştırılan mektuplar üzerine bazen pul yapıştırılmamış, sadece “Türkiye Kızılay Cemiyeti Umumi Merkezi” kaşesi vurularak alıcılara ulaştırılmıştır. 5- Pulsuz olarak Kızılay Genel Merkezi’nde toplanan mektuplara pul yapıştırılmamış ancak “Türkiye Kızılay Derneği Genel Merkezi” kaşesi vurulmuştur. 6- Aynı şekilde Kızılay Genel Merkezi’ne teslim edilen mektuplar Kızılay ile ilgili herhangi bir damga vurulmadan alıcısına ulaştırılmıştır49.

7. İskenderun Askeri Posta Uygulaması

Kızılay’ın Kıbrıs Türklerine yönelik olarak uygulamaya soktuğu ve dünya haberleşme tarihinde bir ikincisi bulunmayan posta hizmetlerinin dışında İskenderun vasıtasıyla gönderilen asker mektupları da söz konusudur. 16 Ağustos 1960 tarihinde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasının ardından

49 Bütün bu mektupların Kıbrıs’ta toplanma noktası Kızılay merkezi, Türkiye’de ise Kızılay vasıtasıyla Ankara/Yenişehir postanesidir. Rumların baskı, ambargo ve kısıtlamalarına bağlı olarak Kıbrıs Türklerinin posta haberleşmesi için bulmaya çalıştıkları alternatifler arasında zaman içinde çok daha farklı yollar da bulunacaktır. Kızılay kanalıyla sağlanan haberleşme faaliyetlerinin 1964–1965 dönemiyle sınırlı olduğu yönünde bazı iddialar söz konusu olsa da Kızılay 1967 yılı sonuna kadar bu faaliyetlerine aksatmadan devam etmiştir. 344 Gayri Nizami Harp Bağlamında Posta Faaliyetlerinde Rum... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) garantör devlet sıfatıyla Türkiye’nin Londra ve Zürih Andlaşmalarına paralel olarak Adaya gönderdiği 650 kişilik Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alay Komutanlığı (KTKAK)’na bağlı askeri personelin mektupları da 21 Aralık 1963 sonrasında İskenderun’da bulunan 39. Tümen Komutanlığı vasıtasıyla yapılmıştır. Özellikle 6 aylık devreler halinde yapılan değiştirme faaliyetleri sırasında Mağusa-İskenderun arasında çalışan gemilerle İskenderun’a getirilen asker mektupları, burada üzerlerine KTKAK kaşesi vurulduktan sonra İskenderun postanesinden devlet tarafından postaya verilmek suretiyle alıcısına ulaştırılmıştır50. 1963 sonrasında ise bu asker mektuplarının üzerine günün rayiç bedeline uygun olarak yapıştırılan posta pulu ücreti “Rumların müdahalesi üzerine 39. Tümen Komutanlığı vasıtasıyla Türkiye’ye aktarılan Kıbrıs Alayımız mensuplarına ait 552 mektubun Türkiye’deki adreslerine ulaştırılması için yapıştırılan posta pulu tutarı 224.60 liradır…”51 örneğinde olduğu üzere Kızılay’dan talep edilmiştir. Böylece Kıbrıs Adası’nda Rumlar tarafından uygulanan haberleşme ambargosu sadece sivilleri değil, Andlaşmalar gereği Adada bulunan KTKAK personelini de yakından etkilemiştir. Tıpkı Kızılay Genel Müdürlüğü tarafından uygulanan Ankara Yenişehir uygulaması gibi burada da devreye İskenderun PTT Müdürlüğü girmiş ve nadir de olsa asker mektupları (bunların arasında sivillere ait de mektuplar bulunmaktadır) İskenderun PTT Şubesi kanalıyla gönderilmiştir. Kıbrıs’ta Kızılay merkezine teslim edilen ve Kızılay yardım uçakları veya gemilerle Türkiye’ye getirilen bu mektupların dışında gerek Türkiye’de gerekse farklı ülkelerde yaşayan Kıbrıs Türkleri ve Adada yakınları bulunanlar doğrudan Kızılay’a müracaat etmek suretiyle mektuplarının yakınlarına ulaştırılmasını talep etmişlerdir52. Bu noktada devreye Dışişleri KİPİG ve Ulaştırma Bakanlığı girmiş ve alınan müsaadenin ardından 12 Mart 1964 tarihinden beri bekletilmekte olan ve sayıları 140 civarında posta çantası Kızılay vapurlarıyla Kıbrıs’a götürülmüştür53. Ulaştırma Bakanlığı; 50 Bu şekilde gönderilmiş mektuplardan biri halen Atadan Tunacı özel koleksiyonundadır. Türkiye Filateli Federasyonu Yönetim Kurulu ve İstanbul Filateli Derneği üyesi Atadan Tunacı ile 15 Ekim 2013 tarihinde İstanbul’da yapılan görüşme. 51 Kızılay İskenderun şubesi tarafından Kızılay Genel Müdürlüğüne 7 Mart 1964 tarihinde gönderilen 232 sayılı yazı. KGMA. K–4637.1964.9–4/1 Kıbrıs Gıda ve Malzeme Dosyası. 52 Bu arada daha önce Mersin’den Kıbrıs’a yiyecek ve yardım malzemesi götüren gemilerle yollanmakta olan posta maddeleri, bu postaların Lefkoşa’nın Türk kesimindeki posta merkezine teslim edilemeyerek geri getirilmesi üzerine alınan bir kararla, yardım gemileriyle değil Kızılay gemileriyle gönderilmeye başlanmıştır. Ayrıca Kıbrıs’a gönderilen mektupları muhafaza eden posta çantaları Mersin’den yiyecek ve yardım malzemesi taşıyan Kızılay gemileriyle yollanmakta olmasına rağmen, daha sonra bu posta gönderilerinin Lefkoşa’nın Türk kesimindeki posta merkezine teslim edilmeyerek geri getirildiği tespit edilmiştir. Daha sonraki süreçte, Kızılay Genel Merkezi tarafından bu hususta verilmiş talimat bulunmadığı gerekçe gösterilerek Kızılay tarafından Kıbrıs’a götürülecek mektupların Mersin Kızılay şubesi tarafından da kabul edilmediği ortaya çıkmıştır. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. PTT İşletme Genel Müdürlüğü tarafından Kızılay Genel Başkanlığına gönderilen 27 Eylül 1965 tarih ve 12981 (32958) sayılı yazı. KGMA. K–4643,1965–1966/9–4 Kıbrıs Umumi 1–4. Bölüm Dosyası. 53 Kıbrıslı Türkler Kızılay uygulamasının dışında, Kıbrıs’taki Barış Gücü’ne bağlı askerler vasıtasıyla da posta ulaşımını sağlamaya çalışmışlardır. Ayrıca Kızılhaç, Episkopi ve 345 Ulvi KESER - Barış ÖZDAL ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

BM aracılığıyla Lefkoşa ve Lefke’deki Kıbrıs Türklerinin posta hizmetlerinden faydalanmaları yolunda bir anlaşmaya varıldığını, Rum kesiminde bulunan Posta Genel Müdürlüğü’nden Türklere ait mektupları her gün almak, dağıtmak ve aynı şekilde sevk edilecek mektupları Rum posta idaresine teslim etmek üzere Lefkoşa için 2 ve Lefke için de 1 posta görevlisi tayin edildiğini; pul, para ve resmi evrak gibi eşyaların karşılıklı devir tesliminden sonra 20 Ekim 1966 tarihinden itibaren Adada normal posta faaliyetlerinin başlayacağını Kızılay Genel Müdürlüğü’ne bildirmiştir54. Kızılay tarafından uygulanan ve günümüzde Kızılay Postası olarak adlandırılan bu posta haberleşmesi için Dışişleri Bakanlığı da devreye girmiştir. Bu kapsamda, 966 Kasım ayı itibarıyla Kızılay yardım gemileriyle Kıbrıs’a gönderilmek üzere Mersin’de bekleyen yaklaşık 300 kadar posta çantasından ancak belli bir miktarının Kızılay gemisine alınabileceği ve Adaya götürülebileceği yönünde mahalli posta yetkilileri tarafından bir uyarıda bulunulduğu belirtilmiştir55. Yapılan engelleme ve söz konusu bu mektupların Kızılay aracılığıyla gönderilmemesi yönündeki girişimlere mazeret olarak ortaya sürülen düşünce ise Kıbrıs’ta BM Barış Gücü vasıtasıyla Lefkoşa ve Lefke bölgelerinde yaşayan Kıbrıs Türklerinin genel posta hizmetlerinden istifade edebilmeleri konusunda bir anlaşmaya varılmış olması gösterilmiştir. Ayrıca, Dışişleri Bakanlığı tarafından “uzun süreden beri beklemekte olan mektupların muhataplarına ulaştırılması hususunda mevcut olan imkânsızlığın böylece bertaraf edilmiş bulunması muvacehesinde mektup çantalarının tamamının Kızılay yardım gemisi ile Kıbrıs’a gönderilmesi imkânlarının araştırılması”56 da istenmiştir57. Birinci

Akrotiri İngiliz askeri üsleri ve diplomatik kuryeler de posta haberleşmesi için istifade edilen yollar arasındadır. PTT İşletme Genel Müdürlüğü tarafından Kızılay Genel Başkanlığına gönderilen 27 Eylül 1965 tarih ve 12981 (32958) sayılı yazı. KGMA. K–4643,1965–1966/9–4 Kıbrıs Umumi 1–4. Bölüm Dosyası. 54 Bu kararın ardından Kıbrıs Türklerine mektuplarını ulaştırmak üzere hazırlanmış olan Kızılay’a ait toplam 180 civarındaki posta torbası da Bakanlık tarafından teslim alınmıştır. Bu dönemde Kızılay Genel Merkezi tarafından Ankara’daki merkezde toplanan ve Kızılay yardım gemileri ve özel kuryelerle adaya gönderilen bütün mektupların üzerine 130 kuruş değerinde posta pulu yapıştırılmıştır. Kıbrıs’tan yukarıda ayrıntılı olarak aktarıldığı üzere Kızılay vasıtasıyla Türkiye’ye getirilen ve Ankara Yenişehir Postanesi’nde bu gönderilerle ilgili olarak ayrılmış bulunan bölümden, Türkiye’nin değişik noktalarındaki adreslere gönderilen mektuplara da Kızılay Genel Müdürlüğü tarafından 50 kuruş değerinde normal yurtiçi posta pulu yapıştırılmıştır. 55 Dışişleri Bakanlığı Kıbrıs Dairesi Genel Müdürlüğü tarafından Kızılay Kıbrıs’a Yardım Komitesi Başkanlığına gönderilen 14 Kasım 1966 tarih ve 740.019–6.079 (41.103/824) sayılı yazı. KGMA. 4646/9–4, Kıbrıs’a 18. Parti Yardım Dosyası. 56 A.g.a. 57 Konuyla ilgili olarak Dışişleri Bakanlığı tarafından Ulaştırma Bakanlığına gönderilen yazıda, Kıbrıs’ta ahiren BM aracılığıyla Lefkoşa ve Lefke’deki Türk cemaatinin posta hizmetlerinden yararlanmaları konusunda bir anlaşmaya varılmıştır. Buna göre her iki mahaldeki Türk kesimi sakinlerine ait mektupları Rum kesiminde bulunan Posta Genel Müdürlüğü’nden her gün alarak dağıtmak ve aynı şekilde sevk edilecek mektupları Rum posta idaresine tevdi eylemek üzere Lefkoşa için 2 ve Lefke için de 1 Türk posta acentesi tayin edilmiştir. Lefkoşa Türk kesimi için vazifelendirilen posta acenteleri mevcut pul, para, resmi evrak vs. eşyaların karşılıklı olarak devir ve tesliminden sonra 20 Ekim’den itibaren 346 Gayri Nizami Harp Bağlamında Posta Faaliyetlerinde Rum... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) maddede maruz anlaşma muvacehesinde Kıbrıslı Türkler için bakanlıklarınca kabul edilen ve sayılarının 180’e yükseldiği anlaşılan mektup çantalarının muhtevasının muhataplarına ulaştırılması konusunda uzun zamandan beri mevcut olan imkânsızlık böylece bertaraf edilmiştir. Bu durumda mektup çantalarının “10 Kasım’da hareket edecek olan Kızılay yardım gemisi ile Kıbrıs’a ulaştırılmasını teminen Kızılay Derneği ile birlikte gereken tedbirlere tevessül edilmesinin uygun olacağı düşünülmektedir”58 denilmiştir.

8. Sosyal Yardım Pulları ve Rum Ambargosu 1970-1973

Yukarıda da belirttiğimiz üzere Rumların, EOKA’nın direktifleri ve Megali İdea çerçevesinde başlattıkları Adadaki Türkleri imhaya yönelik faaliyetleri dayanılmaz boyutlara ulaşarak devam ederken, en doğal insan haklarından birisi olarak kabul edilen haberleşme hürriyeti de ortadan kaldırılmıştır. 21 Aralık 1963 sonrasında Kıbrıslı Türkler üzerinde uygulanan baskı ve ambargolar sonrasında Türklerin yaşadıkları bölgelere demir ve demirden araç ve gereçler, çelik ve çelik ürünleri, kereste ve kereste çivisi, taş, kum ve çakıl, tel, kamuflaj ağı, kablo, tel kesiciler, mayın arayıcıları, patlayıcı maddeler, telsiz, radyo, telefon, saçma, TNT, dinamit, kükürt, çelik, yün, amonyum nitrat, akaryakıt, oto yedek parçaları, oto yedek lastiği, akü, batarya çeşitleri, dikenli tel, ölçüm aletleri, yangın söndürücüsü, torba, çizme, çivi, deri, lastik ökçe, haki kumaş, eldiven, deri ceket, çorap, palto ve yağmurluk, yünlü maddeler, kömür, termos, plastik boru girişi yasaklanmıştır. Rumların ambargo uyguladıkları bir başka alan ise haberleşmeyle ilgilidir ve bunun sonucu olarak Kıbrıs Türklerinin sadece Ada dışıyla değil, Ada içinde farklı bölgelerle haberleşmeleri de imkânsız hale gelmiştir. Çaresizlik içinde yeni yollar bulmaya çalışan Kıbrıs Türklerinin 1970 yılının ilk aylarında uygulamaya soktukları yeni yöntem ise “Sosyal Yardım Pulu” adı verilen pulların kullanıma girmesidir. Desenleri Türk Maarif Müdürlüğü Resim Müfettişi Fikri Direkoğlu tarafından hazırlanan ve Halkın Sesi matbaasında 100’lük tabakalar halinde basılan bu pul serisi iki ayrı puldan oluşmaktadır. 5 Mils ve 15 Mils değerinde olmak üzere hazırlanan pulların tirajları ise 5 Mils değerindeki pul 500.000 ve 15 Mils değerindeki pul da 200.000 şeklindedir59. Pulların fiyatı ise 5 Mils değerinde

normal görevine başlamış bulunmaktadır. Lefke acentesi de yakında görevine başlayacaktır. Koli ve para havaleleri ile ilgili posta ulaştırması konularında da keza BM’nin aracılığıyla Rum yönetimi ile bir anlaşmaya varılmaya çalışılmaktadır. 58 Dışişleri Bakanlığı Kıbrıs Dairesi Genel Müdürlüğü tarafından Ulaştırma Bakanlığına gönderilen “Çok Acele” ibareli yazı. KGMA. 4646/9–4, Kıbrıs’a 18. Parti Yardım Dosyası. 59 Yabancı filatelistler ve araştırmacılar tarafından “Muhasara Pulları” olarak adlandırılan pullar, 3 Nisan 1970 tarihinden itibaren posta haberleşmesinde kullanılmaya başlanmıştır. Öte yandan söz konusu pullar anormal şartlarda hazırlanmış, anormal bir dönemin sıkıntılarını gidermeye yönelik olduğundan klasik manada postada kullanılan normal pullardan bazı farklılıklar göstermektedir. Rum kuşatması altındaki Türk bölgelerinde ve Rumlardan habersiz olarak kullanılmaya başlanılan pulların üzerinde fiyatını gösteren bir rakam söz konusu değildir. Türkiye’de yardım amaçlı olarak Kızılay, Çocuk Esirgeme 347 Ulvi KESER - Barış ÖZDAL ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) olan pulun sağ üst köşesinde bulunan ve 5 yapraktan oluşan yonca sayesinde anlaşılmaktadır. 15 Mils değerinde olan pulun sol üst, sağ üst ve sol köşesinde ise 5 yapraklı toplam üç tane yonca bulunmaktadır. Rumların kamuoyunu yanıltmaya yönelik girişimlerinin önüne için titizlikle hazırlanan pullar, sanki gerçekten sosyal yardım amaçlı olarak hazırlanmış gibi piyasaya sürülmüştür60. (Resim X) Bu pulların iptali düz veya zigzaglı metal çizgi şeklinde bir damga vasıtasıyla yapılmış, tarih damgası ise pulların üzerine değil zarfın boş bir yerine vurulmuştur. 8 Kasım 1973 tarihinde Türkçe tarih damgaları kullanılıncaya kadar, Kıbrıs Cumhuriyeti döneminden kalma İngilizce damgalar tarih damgası olarak kullanılmıştır. Bu pullar Ada içerisinde, Kıbrıslı Türkler tarafından damga pulu olarak da kullanılmıştır. Adadaki Türk belediyeler tarafından verilmekte olan ruhsat gibi bazı belgelerle resmi farklı işlerde de söz konusu bu pulların kullanıldıkları görülmektedir. Söz konusu pulların Lefkoşa, Mağusa, Larnaka, Lefke, Limasol ve Baf’ta kullanılması sırasında zarfların üzerine vurulan metal zigzag damgalarda bazı farklılıklar söz konusudur. Buna göre Lefkoşa’da Nicosia damgasının yanında “cetvel çizgi” ve “dişli cetvel çizgi” kullanılmıştır. Siyah renkte olan bu iki çizgi 7 Kasım 1973 tarihine kadar devam etmiştir61. Lefkoşa’da ayrıca taahhüt uygulaması da yapılmıştır. Mağusa Türk Postanesi’nde ise İngilizce “Famagusta Town” damgası yanında “siyah cetvel çizgi” uygulaması da söz konusudur. 7 Kasım 1973 tarihine kadar devam eden bu uygulamadan sonra 9 Kasım 1973 tarihinde Mağusa 162 tarih damgası uygulamaya geçmiştir. Lefkoşa ve Mağusa’da böylece İngilizce Nicosia Town ve Famagusta Town taahhüt etiketleri kullanılmıştır. Lefke’de 7 Kasım 1973 tarihine kadar devam eden uygulama sırasında “siyah cetvel çizgi” vurulmuştur. Aynı şekilde Larnaka’da da 7 Kasım 1973 tarihine kadar “cetvel çizgi” uygulaması söz konusudur. Larnaka’da çok nadir de olsa “mavi renkli çizgi” uygulaması bulunmaktadır. Limasol’da “siyah renkli dişli cetvel çizgi” 8 Kasım 1973 tarihine kadar devam etmiştir. Baf kasabasında da 8 Kasım 1973 tarihine kadar yapılan uygulamada mavi ve siyah renkli “dişli cetvel çizgi” uygulaması söz konusudur. Bazı köylerde

Kurumu, Türk Hava Kurumu tarafından çıkartılan pullarda olduğu üzere Sosyal Yardım pulları üzerinde herhangi bir devletin ismi yazmamaktadır. Bunun yerine pulların üzerinde “Türk Cemaat Meclisi” ibaresi yer almıştır. 60 Kamuoyuna verilen bilgiye göre ise pulların basılmasının asıl gayesi sosyal yardıma muhtaç insanlar için yapılacak olan düşkünler evi inşaatına mali destek sağlamaktır. Sosyal Yardım Pulu olarak adlandırılan iki pulluk serinin üzerinde yapılması planlanan düşkünler evinin resmiyle tekerlekli sandalyede yaşlı bir insan figürü bulunmaktadır. Böylece Rumların dikkatini ve tepkisini çekmeden basılan bu pullardan elde edilecek gelirle yardıma muhtaç kimselere, hastalara, evsiz barksız insanlara, göçmenlere ve ayrıca yapılması planlanan öksüzler yurduna mali kaynak aktarılacağı bildirilir. Mektup zarflarının üzerine bu pullar yapıştırılmış olmasına rağmen kullanılan posta damgaları İngiliz döneminden kalma İngilizce damgalardır. 61 Çomunoğlu, vd., a.g.e., s.74. 62 Mağusa 1 damgası sadece normal posta gönderileri, Mağusa 2 damgası ise taahhütlü, sigortalı ve kayıtlı posta gönderileri için kullanılan posta damgalarıdır. 348 Gayri Nizami Harp Bağlamında Posta Faaliyetlerinde Rum... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) ise köy mührü pulun veya pulların yanına vurulmuş, mektup merkez postaneye geldiğinde ise o posta merkezinin damgası ile damgalanmıştır63.

9. 1973 ve Beş Günlük Posta Uygulaması

Cumhuriyetin 50. yılı münasebetiyle 29 Ekim 1973 tarihinde 7 puldan oluşan “50. Yıl Serisi” Kıbrıs Türk toplumunun Sosyal Yardım Pulu sonrasında ilk resmi pul serisi olarak piyasaya sürülmüştür. Üzerinde “Kıbrıs Türk Yönetimi, 1923-1973 Milletçe Kutluluyoruz”64 ibarelerinin bulunduğu ilk gün zarfları da aynı gün piyasaya sürülmüştür. İlk gün zarfları iki farklı damga ile hazırlandığından koleksiyoncular tarafından özellikle büyük ebatlı damga ile hazırlanmış olanı çok rağbet görmektedir. Kıbrıs posta tarihi koleksiyonlarının nadir parçalarından birisi olup, katalog değerinin de üzerinde bir fiyatla alıcı bulabilmektedir. Bu dönemde 7 puldan oluşan 50. Yıl serisinin de tedavüle çıkmasıyla beraber daha önce İngilizce olan posta damgalarının Türkçeleştirilmesi yoluna gidilmiş ve Türkiye’de Türkçe yeni posta damgaları hazırlatılmıştır. Ancak bu damgaların belirlenen zamanda Kıbrıs’a ulaşamaması üzerine 1 Kasım, 4 Kasım, 5 Kasım, 6 Kasım ve 7 Kasım 1973 tarihlerinde ve toplam sadece 5 gün için 50. Yıl serisinin pulları Sosyal Yardım pullarında olduğu üzere metal çubuk damgayla iptal edilmiştir. Kıbrıs Cumhuriyeti damgaları da zarfın boş bir yerine vurulmuştur. (Resim XI) Bu nadir posta uygulamasının şu ana kadar bilinen örnekleri sadece Lefkoşa ve Mağusa posta merkezlerine ait olanlardır. Bu iki merkez dışında bu şekilde bir uygulama söz konusu değildir. Kıbrıs Türk posta tarihi ile ilgili koleksiyonlarda ender olarak bulunan filatelik malzemelerden birisi de bu şekilde gönderilmiş mektuplardır. Bu geçiş döneminin ilginç özelliklerinden bir diğeri ise Kıbrıs Cumhuriyeti döneminden kalan taahhüt etiketleri ile Türkçe posta damgalarının Kıbrıs Türk Yönetimi pulları üzerinde uygulanmış olmasıdır. Böylece Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında Türk bölgesinde kalan Omorfo, Lefkonuk, Girne, Lapta, Trikomo, Yenişehir/Lefkoşa ve Değirmenlik ile Mağusa’da açılan postanelerde Türkçe damgalar kullanılmaya başlamasına rağmen özellikle taahhüt etiketleri hazırlanmadığından, aynı mektup zarfı üzerinde İngiliz dönemi, Kıbrıs Cumhuriyeti dönemi ve Kıbrıs Türk Yönetimine ait farklı izler görmek mümkün olmuştur.

63 Bazı köylerde ise pullar doğrudan o köyün köy damgası ile damgalanmaktadır. 1972 yılının Aralık ayının son haftasında Mağusa postanesinin posta torbalarını karıştırması ve Sosyal Yardım pulları ile postadan geçmiş adi ve taahhütlü mektupları Mağusa’nın Rum tarafında bulunan Maraş bölgesine göndermesiyle Maraş Postanesi Müdürü Stylianides durumu derhal fark eder ve Rum Posta Genel Müdürlüğüne olup bitenleri aktarmakta da gecikmez. Bunun sonucu olarak da Sosyal Yardım pullarının posta haberleşmesinde kullanımı sonsa erer. Rum Posta Genel Müdürü bu pulların posta haberleşmesinde kullanıldığını haber alır almaz Mağusa Posta Müdürü Mehmet Demirel’den bu uygulamanın derhal durdurulmasını, aksi takdirde Mağusa’nın Türk bölgesi de dâhil olmak üzere 33 Türk köyünün dış dünya ile bağlantısını derhal keseceği tehdidinde bulunmuştur. 64 Cumhuriyetin 50. Yılı nedeniyle çıkartılan 7 pulluk seriyle ilgili bu ilk gün zarfı üzerindeki “Kutluluyoruz” ifadesi bugün yanlışmış gibi görünse de doğru bir ifadedir ve fiil yakın bir döneme kadar özellikle resmi yazışmalarda “Kutlulamak” olarak kullanılmıştır. 349 Ulvi KESER - Barış ÖZDAL ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

10. 20 Temmuz 1974

Bilindiği üzere, Kıbrıs’ta önce EOKA daha sonra da EOKA-B’yi kuran ve yüzlerce insanı katleden Grivas’ı destekleyen Yunan Cuntası, EOKA- B’ye Makarios’a karşı harekete geçilmesi emrini vermiştir. Bunun üzerine askerlik kısaltılmış ve bir temizlik hareketi başlatılmıştır. Yunanistan darbeyi organize etmek üzere 14 Temmuz 1974 tarihinde Tuğgeneral Mihail Georgitsiz komutasında bir grup subayı Lefkoşa’ya göndermiştir65. Makarios’un milis ve polis teşkilatında aldığı tedbirler üzerine darbenin gündüz yapılması kararlaştırılmış66 ve Afrodit-3 Harekâtı, 15 Temmuz 1974 saat 08.00’de “Makarios Hastaneye Girdi” mesajıyla başlatılmıştır. Darbe gerçekleşmiş ve Makarios’un kaçtığı Baf hariç bütün bölgeler Sampson’un adamlarınca kontrol altına alınmıştır. Makarios’u ortadan kaldırmak ve “Kasap”67 olarak anılan Nikos Sampson’u “Kukla Başkan”68yapmak için başlatılan hareketin asıl hedefi ise Enosis’e yönelik olarak Makarios’tan kurtulup Adanın Yunanistan’a bağlanmasını sağlamak ve Adada yaşayan Türkleri yok etmektir. 21 Aralık 1963 tarihinde Akritas Planı çerçevesinde Kıbrıslı Türkleri topyekûn yok etmek ve Adayı Yunanistan’a bağlamak için harekete geçen Rumlar, aynı girişimi 15 Temmuz 1974 günü bir kere daha tekrarlamışlardır. Her iki girişimin de ortak noktası esasında Türklerin Ada sathından temizlenmesine yönelik olmalarıdır. Aynı gün Yunanistan, Türkiye tarafından resmen uyarılmış ve ültimatom verilmiştir. Hemen akabinde, Türk Hükümeti İngiltere’ye de Garanti Anlaşması’nın işbirliği yapılarak uygulanması için bir nota vermiştir69. Başbakan Bülent Ecevit, 17 Temmuz’da Londra’da İngiltere Başbakanı Harold Wilson ve Dışişleri Bakanı James Callaghan ile görüşmüş fakat Garantörlük Anlaşması’na bağlı olarak müdahale ve ortak harekât konusunda İngilizler son derece isteksiz davranmışlardır70. Yunanistan’ın umursamaz ve isteksiz davranışları sonucunda da Garanti Anlaşması’na göre Türkiye’ye müdahale hakkı doğmuş71 ve harekât 20 Temmuz 1974 günü Girne’nin Pladini Plajı’nda başlatılmıştır72. Bu arada harekâtın başlamasıyla beraber mukavemet göstermeyen, elindeki silahını teslim eden Rum ve Yunanların koruma altına alınacağı ve kendilerine zarar verilmeyeceği yönünde bildiriler hazırlanmış ve Türkçe-Rumca hazırlanan bu duyurular bütün cadde ve sokaklara asılmıştır73. Türkiye Cumhuriyeti PTT Genel Müdürlüğü de 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış

65 Pierre Oberling, Kıbrıs Faciası, Ankara, 1990, s.16. 66 Samtay Vakfı, Özgürlük ve Barış 27 Yaşında, Gazi Mağusa, 2001, s.91. 67 New York Times, 15 ve 20 Temmuz 1974. Ali Fikret Atun, Yunan Karakterinin Anatomisi, Lefkoşa, 1996, s.36. 68 Oberling, a.g.e., s.17. 69 K. Rüstem and Brother, North Cyprus Almanack, Londra, 1987, s.16. 70 Halil Fikret Alasya, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Ankara, 1987, s.43. 71 Sevinç Toluner, Kıbrıs Uyuşmazlığı ve Milletlerarası Hukuk, İstanbul, 1977, s.316. 72 Özkan Konca, “Dünden Bugüne Kıbrıs”, Güvenlik Kuvvetleri Dergisi, S.25, 1995, s.7. 73 KTMA, Kıbrıs Barış Harekâtı Dosyası. 350 Gayri Nizami Harp Bağlamında Posta Faaliyetlerinde Rum... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Harekâtı anısına 26 Ağustos 1974 tarihinde özel pul ve özel bir damga uygulaması gerçekleştirmiştir. Bu dönemden sonra Rumların gerek Kıbrıs Türkleri, KTKD ve KKTC gerekse Türkiye aleyhindeki propagandalarının en yoğun yaşanacağı dönem başlamıştır.

11. Türkçe Tarih Uygulaması ve Mersin 10 Turkey

Yukarıda da genel ve soyut olarak belirttiğimiz üzere, 15 Temmuz 1974 tarihinde Nikos Sampson idaresindeki EOKA-B taraftarlarının Makarios’u devirmek ve Adayı Megali İdea çerçevesinde Yunanistan’a bağlamak amacıyla giriştikleri kanlı darbe sonrasında gerçekleştirilen harekâtla, Ada fiili olarak ikiye ayrılmıştır. Bu dönemde Türk tarafında kalan bölge içerisinde daha önce Kıbrıs Cumhuriyeti döneminden kalma posta damgalarının uygulanmasına son verilmiştir. Esasında Kıbrıs Türk posta tarihi ile ilgili yapılacak bir araştırma veya Kıbrıs Türk postalarıyla ilgili bir koleksiyon aynı zamanda Kıbrıs Türklerinin Adada Rumların bitmek bilmez Megali İdea ve Enosis saplantıları karşısında nasıl yaşama mücadelesi verdiklerinin bir göstergesidir. Bugün bile Rumlar ve Yunanlar tarafından daha 1974 yılında başlatılan posta ve haberleşme ambargosu yüzünden KKTC’ye doğrudan mektup gönderilmesi mümkün değildir. KTFD döneminde Ada dışına Türkler tarafından gönderilen mektupları kanundışı olarak niteleyen ve Kıbrıs Türk pullarının üzerini karalamak suretiyle posta haberleşmesini engelleyen Rumlar ve Yunanlılar, Ada dışından Kıbrıs’taki Türklere gönderilen mektuplara da engel olmuşlardır. Bu duruma bir çözüm bulmak amacıyla Türkiye de dâhil olmak üzere Kıbrıs’a dünyanın herhangi bir yerinden gönderilecek mektuplara adrese ilaveten “Mersin - 10 Turkey” kodu eklenmiştir. Böylece esasında Kıbrıs’a gönderilen bütün mektuplar önce Mersin’de toplanmış ve buradan Adaya gönderilmiştir74. 27 Temmuz 1974 tarihinden itibaren ise Türkçe posta damgaları Ada sathında kullanılmaya başlanmıştır. Bu bağlamda; 27 Temmuz 1974 - Girne, 9 Aralık 1974 - Trikomo, 28 Şubat 1976’ya kadar Trikomo, 1 Mart 1976 tarihinden itibaren Trikomo yerine İskele, 9 Aralık 1974 - Omorfo, 28 Şubat 1976’ya kadar Omorfo, 1 Mart 1976 - Güzelyurt, 16 Aralık 1974 - Değirmenlik, 27 Ocak 1975 - Lefkonuk, 28 Şubat 1976’ya kadar Lefkonuk, 1 Mart 1976 - Geçitkale, 3 Mart 1975 - Lapta ve 3 Şubat 1975 sonrası Yenişehir-Lefkoşa damga uygulaması söz konusudur. Özellikle KTFD’nin kurulmasının ardından UPU’nun Rumlar ve Yunanlar lehine karar vermesiyle KTKD ve bugün de KKTC yasadışı ve yok

74 Alınan bu tedbirle mektupların kaybolması veya Rumlar tarafından engellenmesinin de önüne geçilmiş olur. Bu uygulama bugün itibarıyla hala devam etmektedir. Bütün bunlara rağmen Rum ve Yunan posta görevlilerinin çalıştığı yurtdışındaki postanelerde (ve mektupların yanlışlıkla Rum tarafına gitmesi halinde) bu adreslerdeki Mersin-10 Turkey kod numarası da boyanarak karalanmakta ve ancak ondan sonra mektup alıcısına verilmektedir. 351 Ulvi KESER - Barış ÖZDAL ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) kabul edilmiştir. Kıbrıs Türkleri tarafından özellikle İngiltere, ABD, Avustralya, Kanada gibi Rumların ve Yunanların da yoğun olarak yaşadıkları yerlere gönderilen mektupların üzerindeki KTKD veya KKTC pulları üzerleri boyayla kapatılmak suretiyle imha edilmiştir75. Yurtdışından Mersin - 10 Turkey kod numarası yazılmadan KTKD veya KKTC’ye gönderilen mektuplar da Güney Kıbrıs Rum Yönetimi posta idaresinin eline geçtiğinden bu mektuplar da ya imha edilerek alıcısına teslim edilmemiş ya da pulların üzeri boyanıp karalanmıştır. Zarf konusunda ise özellikle resmi daireler çok büyük sıkıntı çekmişlerdir. Pek çok devlet dairesi uzun süre kendilerine gönderilen zarfların arka yüzlerine yeni adres yazmak suretiyle, tekrar kullanmışlardır76.

12. Kızılhaç Mesaj Formları

Daha öncede belirttiğimiz üzere Rumların, 18. UPU konferansında KDFD aleyhine bir karar çıkartması üzerine kullanılmasına son verilen bu mesaj formları, Kızılhaç teşkilatının haberleşmeyi Adada devamlı kılmak amacıyla 15 Temmuz 1974 sonrasında uygulamaya başladığı uluslararası bir faaliyettir. 15 Temmuz 1974 tarihinde Nikos Sampson darbesi sonrasında Adadaki oldubittiye müdahale eden Türk Silahlı Kuvvetleri Megali İdea düşüncesine de bir set çekmiştir. Karışıklıkların devam ettiği bu dönemde posta faaliyetleri durma noktasına gelmiş ve Adanın dört bir yanına dağılan sivil Türkler ve Rumların kendi aileleri ve yakınlarıyla haberleşmesi de durmuştur. Bu karışıklığı önlemek ve haberleşme konusunda sıkıntıları gidermek üzere Kızılhaç devreye girmiş ve mesaj formu adı verilen formlar vasıtasıyla haberleşme sağlanmıştır. Özellikle savaşın başladığı 15 Temmuz 1974 ile savaşın devam ettiği dönem içerisinde kullanılan mesaj formları nadir filatelik materyallerdendir. Önceleri İngilizce, Almanca ve Fransızca olarak hazırlanan formlar daha sonra Rumca, Türkçe ve İngilizce olarak hazırlanmıştır77. (Resim XIII) Rumlarla anlaşmazlıkların

75 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. supra dipnot 17. 76 Örneğin Güzelyurt’taki nüfus idaresinden Lefkoşa’ya gönderilen Güzelyurt damgalı resmi bir zarf daha sonra Lefkoşa damgası vurularak Girne’ye gönderilmiştir. Böylece bu dönemde bazı resmi zarflarda iki farklı merkezin posta damgası görülmüştür. Bu dönemde ayrıca üzerinde Türkçe ve Rumca olarak “Kıbrıs Cumhuriyeti” yazılı resmi zarflar da kullanılmıştır. Bu zarfların bir başka özelliği ise üzerlerinde aynı şekilde Türkçe ve Rumca olarak “Posta Ücretinden muaftır.” ifadesinin yer almasıdır. Özellikle 1973 sonrasında Türkçe posta damgalarının kullanılmaya başlamasından sonra bazı devlet daireleri tarafından “Türk Yönetimi” yazılı etiketler hazırlanmış ve zarflara yapıştırılmıştır. Böylece Rumlar ve İngilizlerin posta haberleşmesi üzerindeki varlığı da ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Bu arada daha önce Türk Cemaat Meclisi tarafından bastırılan resmi pullar da aynı şekilde normal posta haberleşmesinde kullanılmıştır. Bu şekilde Türk Cemaat Meclisi pulları yapıştırılan zarflar köy muhtarının damgası ile damgalanmıştır. 77 Mesaj formunun ön yüzüne gönderenin baba adı, sokak, şehir veya köy adı ile kaza/bölge adı yazılır. Ayrıca alıcının baba adı, adı, sokak adı, sokak, şehir veya köy adını içeren bilgiler yazılmaktadır. Formun arka yüzünde ise alıcının göndericiye yazdığı bilgilerin bulunduğu bölüm bulunmaktadır. Mesaj formuna ancak 25 kelimeyi geçmeyecek şekilde ve sadece aile haberleri ile ilgili bilgiler yazılabilmektedir. Daha sonraki dönemde 25 kelimelik kısıtlama 12 kelimeye düşürülür. Böylece 25 kelimeyi geçmeyecek şekilde mesajını yazan kişi bunu 352 Gayri Nizami Harp Bağlamında Posta Faaliyetlerinde Rum... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) sürmesi üzerine ise Türk Posta İdaresi, Lefkoşa’da bulunan Kızılhaç bürosunu kapattıklarını, Kuzey Kıbrıs’ın özellikle Karpaz bölgesinde yaşayan Rumların Güney Kıbrıs’ta bulunan yakınlarına mektuplarını Kıbrıs Türk pulları kullanmak suretiyle gönderebileceklerini açıklamıştır.

13. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı Sonrası Rum Propagandası

Gayri Nizami Harp sadece askeri hedeflere yönelik değil, siyasi, sosyal ve ekonomik hayata yönelik olarak da icra edildiğinden78 Kıbrıs Rum ve Yunan Posta İdaresi özellikle bu noktada üzerlerine düşen görevi en iyi şekilde yapmaya gayret göstermişlerdir. Bir tür pasif direniş olarak da adlandırılabilecek bu faaliyet sırasında hedef kitlenin ulusal irade, egemenlik arzusu, milli ve dini günlerle aidiyet duygusu köreltilmeye çalışılmış, toplum bezginliğe itilmiş, kamuoyu önünde yanlış yapıldığı, suç işlendiği intibası verilmiş ve hasmın mukavemet gücü kırılmaya çalışılmıştır79. 20 Temmuz 1974 sonrasında Adanın fiilen ikiye ayrılmasının ardından Rum Posta İdaresi ve Yunanistan Posta İdaresi bir yandan Adada oluşan bu yeni durumu protesto etmek, bir yandan da bilgi kirliliği yaratmak amacıyla farklı posta damgaları, kaşeler, pullar ve kart-maksimumlar80 çıkartmaya başlamışlardır. Bunların tamamı “20 Temmuz” veya “8 Mart Dünya Kadınlar Günü” gibi özel günlerde piyasaya sürülmüş ve özellikle Ada dışına gönderilen postada kullanılmıştır. 1974’den bu yana Rum Posta İdaresi ayrıca bütün matbu evrak ve posta gönderilerinin üzerine vurulması zorunlu olan Göçmenler Fonu yararına 3 puldan oluşan bir seri de bastırmıştır. “Öksüz bir Rum çocuk”, “öksüz ve yetim kalmış dikenli teller arasında bir Rum çocuk” ve “annesinin kucağında çaresiz ağlayan bir Rum çocuk”u gösteren bu pullar halen kullanımdadır. Ulusal bağımsızlık kazanma, baskı veya bir düşman gücünden kurtulma, ekonomik ve sosyal gelişmeyi sağlamak, düşman olarak algılanan bir grup, toplum veya devletin moral-motivasyon düzeyini alaşağı etmek ve dini söylemlerde bulunmak81 gibi amaçlarla yürütülen bu kara propaganda çeşidinde en önemli silah ise ulusal/uluslararası kamuoyu olmuştur. Doğaldır ki özellikle konuyla

BM görevlisine teslim eder. BM yetkilileri tarafından alıcısına ulaştırılan mesaj formunun arka yüzüne de alıcı tarafından bir mesaj yazılır ve böylece mesaj formu gönderen kişiye geri gelir. Özellikle Rum tarafında kalan Limasol esir kampındaki Türk esirlerle Rum bölgesinden kurtulma imkânı bulamayan diğer Türkler kısıtlı imkânlarla da olsa bu mesaj formlarından istifade ederler. Alıcının bulunamaması durumunda mesaj formu Kızılhaç tarafından göndericiye iade edilir. 78 Cihat Akyol, Gayri Nizami Kuvvetlere Karşı Harekat, Harp Akademileri Komutanlığı Yay., İstanbul, 1972, s.17. 79 A.g.e., s.19. 80 Söz konusu bu kartlar özel bir olayla ilgili olarak çıkartılan pulun kartpostala basılmış halidir. Aynı resmi taşıyan pulun bu kartların üzerine yapıştırılması ve özel damgayla damgalanması sonrasında kart-maksimum tamamlanmış olur. 81 Department of the Army Field Manual, FM-31-15; Operations Against Irregular Forces, Department of the Navy, Washington DC, 1961, s.4. 353 Ulvi KESER - Barış ÖZDAL ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) ilgisi olmayan ve bilgisi de bulunmayan toplumlar olup bitenlerden çok kolay etkileneceklerdir. Askeri ve siyasi stratejinin bir parçası olarak ve silah kullanılmadan “askersiz savaş stratejisi”82 bağlamında yürütülen bu çalışmalar bağlamında Rumlar tarafından Ada dışına gönderilen mektuplar üzerine vurulan “Kıbrıs Türkleri”, “Barış Harekâtı” ve “Türkiye” aleyhtarı özel damgalar arasında şunlar da bulunmaktadır; 1- “Help the People of Cyprus.220.000 Refugees are Homeless” (220.000 Kıbrıslıya yardım edin. 220.00 Mülteci Evsizdir) 1 Ekim 1974 tarihli kaşeli zarf. Bu propaganda kaşesi her yıl tekrarlanmıştır. 2- “Don’t Forget Cyprus”: (Kıbrıs’ı Unutmayın) Bu özel zarfta Adanın kuzeyi kanlar içinde betimlenmektedir. 3- 18 Mart 1983 tarihinde Atina’da kullanılan dikdörtgen içinde “Remember Cyprus” (Kıbrıs’ı Unutmayın) kaşesi. 4- “Akhna Forest Refugee Camp” (Akhn Ormanı Mülteci Kampı) damgası. Bugüne kadar böyle bir mülteci kampı tespit edilememesine rağmen Rumlar hayali bu kampla ilgili özel damga çıkartmaya devam etmektedirler. 5- “Anzio Refugee Camp” (Anzio Mülteci Kampı) damgası. Bugüne kadar böyle bir mülteci kampı tespit edilememesine rağmen Rumlar hayali bu kampla ilgili özel damga çıkartmaya devam etmektedirler. 15 Temmuz 1993 tarihli uygulamada zarfın üzerinde perişan halde Rum göçmenler bulunmaktadır. Özel kaşede ise 20 Temmuz 1974 – 20 Temmuz 1993 “Cyprus Should not Be The Exception in the Unity Process” (Kıbrıs Birleşme Sürecinde Bir İstisna Olmamalıdır) yazmakta ayrıca “19 Years of Turkish Occupation” (Türk İşgalinin 19 Yılı) denilmektedir. Yukarıdaki damga sözde “Türk işgalinin 5, 6, 7, 8…26. Yılı” şeklinde her yıl kullanılmaktadır. 6- 20 Temmuz 1975’den başlayarak 20 Temmuz 2013 yılı da dâhil olmak üzere her yıl uygulanan kaşede yetim kalmış Rum çocuğu çaresizlik içinde tellerin arkasında görünürken, damga da “War Orphans Week” (Savaşta Yetim Kalmışlar Haftası) anısına çıkartılmıştır. Bu damga da 1974 yılından bu yana hiç aksatılmadan Rumlar tarafından uygulanmaya devam edilmektedir. 7- Kara propagandaya yönelik olarak hazırlanan filatelik malzemelerden birisi ise Yunanistan çıkışlı olarak bütün posta gönderilerinin üzerine yapıştırılan ve Kıbrıs Adası’nı kan gölü halinde gösteren bir resimle süslenmiş “Don’t Forget Cyprus” (Kıbrıs’ı Unutmayın) yazılı bir vinyettir. Pul baskılı etiketler olarak da bilinen vinyetler genellikle özel günlerde, anma haftalarında veya reklam amaçlı olarak kullanılan malzemelerdir ve kullanımı özellikle Avrupa’da son derece yaygındır. Yunanistan merkezli bu tip vinyetler küçük farklılıklar gösterse de Türkiye aleyhine zaman zaman postada kullanılmaktadır.

82 Friedrich August, Modern Irregular Warfare;in Defense Policy and as a Military Phenomenon, New Benjamin Franklin House, New York, 1986, s.70. 354 Gayri Nizami Harp Bağlamında Posta Faaliyetlerinde Rum... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

8- 20 Temmuz 1985 tarihli Adanın kuzeyini kanlar içinde gösteren ve 1974–1985 sürecinde yaşanılan sözde acıları betimleyen propaganda zarfı ve Rumca özel kaşesi. 9- 15 Nisan 1987 tarihli ve “Bring Happiness Back To Me” (Bana Tekrar Mutluluk Getir) yazılı zarfta “Cyprus Still Bleeding. 1619 are Still Missing Due To Turkish Invasion We Have The Right To Know” (Kıbrıs Hala Kanamaya Devam Ediyor. 1619 Kişi 20 Temmuz 1974 Türk İşgali Nedeniyle Kayıptır. Bilme Hakkımız Var) kaşeli propaganda zarfı. Bu propaganda kaşesi Rumlar tarafından her yıl uygulanmaktadır. 10- 1 Temmuz 1987 tarihli ve Rumca olarak “Bana Tekrar Mutluluk Getir” yazılı zarfta “Kıbrıs Hala Kanamaya Devam Ediyor. 1619 Kişi 20 Temmuz 1974 Türk İşgali Nedeniyle Kayıptır. Bilme Hakkımız Var” kaşeli propaganda zarfı. 11- Yunanistan’dan İzmir’e gönderilmiş ve zarfın arka kapağında Yunan bayrağının bulunduğu yuvarlak bir özel damgada “Macedonia is Greek-Salonica” (Makedonya Yunan’dır. Selanik) kaşesi bulunan propaganda materyali. 12- “Remember The Refugees of Cyprus. They Have The Right To Go Home” (Kıbrıslı Mültecileri Unutmayın. Onların da Evlerine Gitme Hakları var) yazılı Fransızca ve İngilizce hazırlanmış özel kaşe. 13- 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla çıkartılan “Justice For Cyprus” (Kıbrıs’a Adalet) propaganda kaşesi. 14- 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü amacıyla çıkartılmış “Freedom To Our Ancent Theatres” (Antik Tiyatrolarımıza Özgürlük) İngilizce ve Rumca kaşesiyle her yıl çıkartılan propaganda materyali. 15- 2 Şubat 1987 tarihli “Cypriot Women Demand To Return Home” (Kıbrıslı Kadınlar Evlerine Dönmek İstiyorlar” damgası. 16- 17 Temmuz 1985 tarihinde Pire’de uygulanan “The Security Council Decision For Cyprus” (Kıbrıs İçin Güvenlik Konseyi Kararı) kaşeli propaganda zarfı. 17- Genellikle her 8 Mart Kadınlar Günü’nde ve özellikle Derinya bölgesinde kullanılan “Women Walk Home” (Kadınlar Evlerine Yürüyorlar)” propaganda kaşesi. 18- Hoşgörü merkezi olması gereken ibadethaneleri de bu uğurda kullanmaktan ve istismar etmekten çekinmeyen Rum Posta İdaresi KKTC’nin en uç noktasındaki Apostolos Andreas Manastırı’nın fotoğrafının bulunduğu özel karta, aynı manastırla ilgili özel damga uygulamıştır. Bu manastır Rumlar tarafından, “Symbol of Struggle for Freedom and Return” (Geri Dönüş ve Özgürlük Mücadelemizin Sembolü) olarak nitelendirmektedir.

355 Ulvi KESER - Barış ÖZDAL ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

19- 15 Ocak 1987 tarihli “Cyprus Demands Restoration of Human Rights” (Kıbrıs İnsan Haklarının Düzeltilmesini Talep Ediyor) propaganda kaşesi. 20- 1974 Barış Harekâtı sonrasında dönemin ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ı kötü bir Osmanlı tipi olarak gösteren kırmızı fesli, göbekli ve göbeğinin üzerinde ay-yıldız bulunan propaganda kartı. 21- “Think of Cyprus” (Kıbrıs’ı Düşünün) kaşeli propaganda zarfı. 22- “Greek Postal Services have refused to forward this letter to the addressee and it has been returned through UN authorities to the Postal Authorities of the Turkish Republic of Northern Cyprus. We regret the incovenience caused by this unhuman behaviour of the Greek postal authorities” (Yunan Posta Dairesi bu mektubu adresine ulaştırmayı reddetmiş ve mektup BM vasıtasıyla KKTC Posta Dairesi’ne iade edilmiştir. Yaşanan bu olumsuzluk ve Yunan Posta Dairesi’nin bu insanlıkdışı davranışından dolayı üzgünüz) kaşesiyle göndericiye iade edilen ve Yunanistan veya Güney Kıbrıs’a kabul edilmeyen Türk mektupları (Resim XIV). 23- 1974 Barış Harekâtı sonrasında Kıbrıs Adası’nı kanlar içinde ikiye ayrılmış ve kurukafadan bombalar savuran Türk betimlemesiyle aktaran propaganda kartları. Rum propaganda faaliyetleriyle ilgili en ilginç örneklerden birisi ise İngiltere çıkışlıdır ve halen Londra’da faaliyette bulunan Kalopsida Refugee (United Kingdom) Association/Kalopsida Köyü İngiltere Mülteci Derneği isimli Rum derneği vasıtasıyla yürütülmektedir. Daha geniş bir biçimde belirtirsek, halen KKTC’nin Gazi Mağusa kazası sınırları içinde bulunan ve Çayönü olarak bilinen köy, Rumlar tarafından Kalopsida ismiyle bilinmektedir. Söz konusu bu dernek Londra çıkışlı olarak gönderdiği her türlü resmi matbuat üzerine derneğin resmi damgası/mührü haricinde kendinden yapışkanlı bir adres etiketi yapıştırmakta, ayrıca üzerinde Kıbrıs haritasının bulunduğu ve Çayönü köyünü de Kalopsida olarak gösteren bir başka kaşe/posta damgası uygulamaktadır. Rum derneğinin yürüttüğü bir başka propaganda çalışmasında ise iç içe iki halka arasında “Help the refugees to return home” (Mültecilerin evlerine dönmesine yardım edin) yazısıyla birlikte diğer kaşe damgada da olduğu üzere damganın tam orta yerinde bir Kıbrıs haritası ve köyün ismiyle yerini işaret eden bir yıldız bulunmaktadır. Söz konusu derneğin bir başka propaganda faaliyeti ise bütün bu matbuat üzerine uyguladığı İngilizce “Macedonia and Cyprus is Grek” (Makedonya ve Kıbrıs Yunandır)83 kaşesidir. Dernek ayrıca bütün fatura, belge, fiş, kâğıt ve zarfların ön yüzüne dikenli teller arasında bir Rum çocuğunu tasvir eden ve üzerinde İngilizce ve Rumca olarak kırmızı renkte Kıbrıs yazan 1974 tarihli bir de etiket yapıştırmaktadır. Bu uygulama özellikle posta haberleşmesinde uygulanmaktadır (Resim XV). 25- Bu noktada karşımıza çıkan bir başka kara propaganda örneği de yine İngiltere merkezlidir. 16 Aralık 1994 tarihinde Kingston Upon Thames’den

83 Bu cümledeki tekil “is” ifadesinin İngilizce kurallara göre çoğul “are” olması gerekir. 356 Gayri Nizami Harp Bağlamında Posta Faaliyetlerinde Rum... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

ABD’ye gönderilen bir mektup zarfı üzerinde İngilizce olarak kırmızı renkte ve aşağıya doğru akan bir pozisyonda “Cyprus Still Bleeding” (Kıbrıs Hala Kanıyor) ifadesi yer almaktadır. Ayrıca aynı zarf üzerinde İngilizce ve Rumca olarak “1619 Kıbrıslı Rum Türk İşgaline Bağlı Olarak Hala Kayıptır. Nerede Bu Kayıplar?” ifadesi bulunmaktadır. Zarfın sol üst köşesinde ise tel örgülerin arasında oğlunu, babasını, eşini arayan gözü yaşlı bir Rum kadını tasvir edilmiştir. 26- 15 Nisan 1987 tarihinde Lefkoşa’dan gönderilen bir başka zarf üzerinde de aynı Rum kadın tasvir edilmekte, 1619 Kıbrıslı Rum’un 20 Temmuz 1974 Türk işgaline bağlı olarak kayıp oldukları belirtilmekte ve “Bu kayıp İnsanlar neredeler? Bilmeye Hakkımız Var” denilmektedir. 27- 1987 yılında aynı şekilde Lefkoşa’dan gönderilen bir başka Rum mektubu üzerinde de özellikle simsiyah resmedilmiş bir Kıbrıs haritası ve “Cyprus Demands Restoration of Human Rights” (Kıbrıs İnsan Hakları İhlallerinin Düzeltilmesini Talep Ediyor) kaşesi bulunmaktadır. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında Rum Posta İdaresi tarafından çıkartılan Türkiye ve KKTC aleyhtarı pullar ve ilk gün zarfları (first day cover) ile kart-maksimumlar ise şunlardır; 1- 20 Temmuz 1984 tarihli 18 ve 20 cent değerli iki puldan oluşan seri. Pullardan birisi Kuzey Kıbrıs topraklarını yangın yeri olarak gösterirken diğeri Adanın tamamını tel örgüler içerisinde Türk askerinin kontrolünde göstermektedir. Bu iki pulun ayrıca kart-maksimumları da yapılmıştır. Aynı tarihli pulun kart-maksimumu Adayı tam anlamıyla yangın yeri olarak göstermektedir. 2- 10 Kasım 1975, 4 Eylül 1975, 18 Temmuz 1984, 9 Kasım 1992, 10 Kasım 1975, 10 Ocak 1977, 26 Temmuz 1993, 22 Aralık 1977, 29 Eylül 1990 tarihli Mülteciler Fonu Yardım Pulu. 3- 3 Nisan 1995 tarihli Kıbrıs’ta kayıp olduğu iddia edilen 1619 Rum’la ilgili resim bulunan, “Do Not Forget The 1619 Missing Persons” (1619 Kayıp Kişiyi Unutma) yazılı ve Kıbrıs Adası’nın tam ortasında çaresiz bir Rum’u betimleyen propaganda özel damgası. 4- 7 Ekim 1991 tarihli Mülteciler Fonu Yardım Pulu. Özel damganın üzerinde sözde mültecilerin kaldığı çadırlar bulunmaktadır. Bu seri kapsamında basılan 5 cent değerli pulda ayrıca annesinin kucağında babasız kalmış bir Rum çocuğu da bulunmaktadır. 5- 10 Temmuz 1984 tarihli Kıbrıslı Rumları haç önünde 1974 yılında acı çekerken gösteren özel zarfta 20 ve 32 cent değerinde iki pulda Kıbrıs dikenli teller arasında ve kan bulanmış Kuzey Kıbrıs tarafında Türk tankları ezip geçerken gösteren, aynı konulu özel damgayla damgalanmış ilk gün zarfı.

357 Ulvi KESER - Barış ÖZDAL ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

6- 31 Mart 1995 tarihinde EOKA’nın 40. Yılı münasebetiyle üzerinde halen Lefkoşa’nın Rum tarafında kalan EOKA mensupları anısına dikilmiş heykeller silsilesinin bulunduğu pul. 7- 20 Temmuz 1999 tarihinde tedavüle çıkartılan ve Kıbrıs Adası’nı dikenli teller içinde gösteren, Mülteciler Fonu Yardım Pulu resimleri bulunan ve “25 Years of Illegal Turkish Military Occupation. 25 Years of Injustice 1974– 1999” (Kanundışı Türk İşgalinin 25 Yılı. Adaletsizliğin 25 Yılı 1974–1999) yazılı propaganda materyali. 8- “Solidarity With Cyprus” (Kıbrıs’la Dayanışma) ifadesiyle Rum Posta İdaresi tarafından piyasaya sürülen çaresiz bir Rum kadını betimleyen propaganda kartı. 9- 27 Haziran 1994 tarihli İnsan Hakları konulu 10 ve 50 cent değerli iki pulun üzerinde ise kültürel mirasa saldıran Türk askeri, korkudan çaresiz kalmış siviller ve Kıbrıs’ı talan eden Türk askerinin postalları bulunmaktadır. 10- EOKA’nın 50. Yılında 50 cent değerinde çaresizlik içinde ağlayan yalnız bir Rum kadını betimleyen özel pul, özel damga ve özel kart-maksimum uygulaması yapılmıştır. 11- EOKA’nın 25. Yılı nedeniyle 1 Nisan 1980 günü çıkartılan özel damga. 12- EOKA’nın 30. Yılı nedeniyle 1 Nisan 1985 günü çıkartılan özel damga. 13- EOKA lideri Grivas adına çıkartılmış 23 Ocak 1983 tarihli özel zarf. 14- EOKA lideri Grivas adına çıkartılmış 23 Ocak 1988 tarihli özel zarf. 15- EOKA tedhiş örgütünün en eli kanlı katillerinden Gregoris Afxenti’ou adına çıkartılmış özel pul, damga ve kart-maksimum. 16- Kıbrıs’ta EOKA mensubu 13 kişinin idam edildikten sonra defnedildikleri yeri gösteren özel pul, damga ve kart-maksimum. 17- Rumlar tarafından 2012 yılında, Türklerce sözde tahrip ve imha edildiği belirtilen Avgasida Manastırı, St. Theomianos Kilisesi, Panagia Kilisesi’yle ilgili özel pul, damga ve kart-maksimum çıkartılmıştır. 18- Telemachos Kanthos’un “1974’ün Kara Yaz Mevsimi” adlı tablosundan esinlenerek hazırlanmış Kıbrıs Barış Harekâtı’nı eleştiren özel pul ve damga 19- 3 Ekim 1987 tarihinde Girne’de Batık Gemi Müzesi’nde bulunan ve dünyanın en eski ticaret gemisi olarak da bilinen gemiyle ilgili 4 puldan oluşan bir pul serisi çıkartan Rum Posta İdaresi aynı konuyla ilgili olarak bir de kart-maksimum hazırlamış ve geminin “işgal edilmiş Girne Kalesi’nde Türkler tarafından” tutulduğunu belirtmiştir. 20- Başpiskopos Makarios konulu ölümünden önce ve sonra bol miktarda özel pul, zarf ve damga çıkartan Rum Posta İdaresi yeni Başpiskopos Hrisostomos’la ilgili de aynı stratejisine devam etmiştir.

358 Gayri Nizami Harp Bağlamında Posta Faaliyetlerinde Rum... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Sonuç

Çalışmamızın başında da belirttiğimiz üzere özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında cephede silahla verilen mücadele yanı sıra cephe gerisinde, silahsız kuvvetlerle verilecek mücadelenin de en azından askeri mücadele kadar etkili olduğu ve bazı durumlarda çok daha kesin sonuçlara ulaşıldığı görülmüştür. Bu kapsamda başta lobicilik, kara propaganda, halkla ilişkiler ve kamuoyunu içeriden etkilemek olarak özetlenebilecek “5. Kol Faaliyeti” çok daha etkin olarak kullanılmaya başlanmıştır. Propaganda faaliyetini ve sosyal hayatın neredeyse her unsurunu bilgi kirliliği ve kamuoyunu etkileme açısından en iyi kullananlar arasında ise Kıbrıslı Rumlar gelmektedir. Çalışmamızda verdiğimiz örneklerden de anlaşıldığı üzere, Rumlar 16 Ağustos 1960 tarihinde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulduğu günden bugüne kadar özellikle posta faaliyetlerini ve filatelik malzemeleri propaganda amaçlı olarak kullanmaktadırlar. Her ne kadar uluslararası ilişkilerde mütekabiliyet esas olsa da gerek Türkiye’nin, gerekse KKTC’nin bu konuda karşı adımlar attığını söylemek ise mümkün değildir. Bugün KKTC filatelisi bütün dünyada rağbet görmektedir. Bu bağlamda gerek KKTC’de, gerekse ülke dışında açılacak filateli sergileri, uluslararası toplantılar, Ada dışında gerçekleştirilen sergiler, kongreler ve toplantılara Posta Dairesi Müdürlüğü yanında KKTC Ulaştırma ve Haberleşme Bakanlığı ile Kıbrıslı Türk filatelistlerin katılmasının sağlanması, artırılması ve desteklenmesi KKTC üzerindeki izolasyonların kaldırılması veya en azından hafifletilmesi açısından faydalı olacaktır. 2012 yılında Lefkoşa’da düzenlenen ulusal serginin daha sık ve daha geniş katılımla yapılması, Kıbrıs Türk Postalarının 50. Yılı nedeniyle 6 Ocak 2014 tarihinde yapılan uluslararası serginin her yıl düzenlenmesi, sergiyi destekleyecek bilimsel çalışmaların yapılması, KKTC ve KKTC filatelisini tanıtıcı yayınların artırılması gerekmektedir. KKTC Filateli Derneği’nin Türkiye Filateli Federasyonu çatısı altına alınması bizce bu noktada son derece önemli bir fırsattır ve ülkenin ekonomi, turizm, hukuk ve meşruiyet bağlamında tanıtılması için de çok büyük bir avantajdır.

359 Ulvi KESER - Barış ÖZDAL ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

KAYNAKÇA

I. Arşiv Kaynakları

Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA). Ulvi Keser Özel Arşivi (UKÖA). Kızılay Genel Müdürlüğü Arşivi (KGMA). Kıbrıs Türk Milli Arşivi (KTMA), Kıbrıs Barış Harekâtı Dosyası.

II. Süreli Yayınlar

The New York Times.

III. Kitaplar

AKYOL, Cihat, Gayri Nizami Kuvvetlere Karşı Harekat, Harp Akademileri Komutanlığı Yay., İstanbul, 1972. ALASYA, Halil Fikret, Kıbrıs Tarihi ve Kıbrıs’ta Türk Eserleri, Ankara, 1964. ALASYA, Halil Fikret, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Ankara, 1987. ATUN, Ali Fikret, Yunan Karakterinin Anatomisi, Lefkoşa, 1996. AUGUST, Friedrich, Modern Irregular Warfare;in Defense Policy and as a Military Phenomenon, New Benjamin Franklin House, New York, 1986. ÇOMUNOĞLU, Sedat, Ali Yapıcıoğlu, Bünyamin Altınok, Kemal Atay, Orhan Oydaş ve Ertuğrul Tunalı, Kıbrıs Türk Posta Tarihi, C.I, Kıbrıs Türk Filateli Derneği Yay., Lefkoşa, 2013. DEPARTMENT OF THE ARMY FIELD MANUAL, FM-31-15; Operations Against Irregular Forces, Department of the Navy, Washington DC, 1961. DURREL, Lawrence, Acı Limonlar; Kıbrıs-1956, Belge Yay., İstanbul, 1992. ERTUGHRUL, Jeff, The Postal Services of Cyprus, Londra, 1964,. FOLEY, Charles, Guerrilla Warfare and EOKA; General Grivas, Longman yay., Londra, 1964. HARP AKADEMİLERİ KOMUTANLIĞI, Gayri Nizami Harp, Harp Akademileri Basımevi, İstanbul, 1968.

360 Gayri Nizami Harp Bağlamında Posta Faaliyetlerinde Rum... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

HEILBRUNN, Otton, Düşman Gerisinde Harp, Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1974. HILL, Sir George, A History Of Cyprus, Volume I, Cambridge University Press, 1949. K. Rüstem and Brother, North Cyprus Almanack, Londra, 1987. PARKER, Robin, Aphrodite’s Realm, Zavallis Press, Lefkoşa, 1962. OBERLING, Pierre, Kıbrıs Faciası, Ankara, 1990. SAMTAY VAKFI, Özgürlük ve Barış 27 Yaşında, Gazi Mağusa, 2001. THE UNITED NATIONS, The Blue Helmets, New York, 1990. TOLUNER, Sevinç Toluner, Kıbrıs Uyuşmazlığı ve Milletlerarası Hukuk, İstanbul, 1977. TOPTAŞ, Ergüder, Gerilla Harbinin Felsefesi, Kara Harp Okulu Komutanlığı Yay., Ankara, 2007. TSE TUNG, Mao ve Che Guevara, Gerilla Harbi, Payel Yay., İstanbul, 1967.

IV. Makaleler

KESER, Ulvi, “Askeri Posta; 1964 Erenköy”, Çizgi Ötesi Dergisi, KHO Yay.,, S.2, Ankara, 1994. KESER, Ulvi, “Cyprus Covers Handled by Turkish Postal Service in Turkey”, OPAL The Journal of Oriental Philatelic Association of London, Whole No.208, Londra, 2004. KESER, Ulvi, “Üç İnsan, Üç Anı”, Kıbrıs Mektubu Dergisi, KTKD Yay., C.16, No.3, Ankara, 2003.

V. Sözlü Tarih Görüşmeleri

TMT Limasol Sancağı mensubu merhum Mehmet Y. Manavoğlu ile 25 Ağustos 2004 tarihinde Girne’de yapılan görüşme. Naciye Vardar ile 15 Ocak 2003 tarihinde İzmir’de yapılan görüşme. Eski TMT Derneği Başkanı Yılmaz Bora ile 13 Temmuz 2003 tarihinde Girne’de yapılan görüşme. TMT Lefkoşa Sancağı Kovanbeyi merhum Nevzat Uzunoğlu ile 13 Temmuz 2003’de Girne’de yapılan görüşme. TMT Limasol kadrosundan merhum Macit Aydınova ile 13 Temmuz 2003’de Girne’de yapılan görüşme. Türkiye Filateli Federasyonu Yönetim Kurulu üyesi Mehmet Akan ile 6 Ocak 2014 tarihinde Lefkoşa’da yapılan görüşme.

361 Ulvi KESER - Barış ÖZDAL ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Kıbrıs Türk Filateli Derneği Yönetim Kurulu üyesi Ertuğrul Tunacı ile 15 Temmuz 20011 tarihinde Lefkoşa’da yapılan görüşme. Türkiye Filateli Federasyonu Yönetim Kurulu ve İstanbul Filateli Derneği üyesi Atadan Tunacı ile 15 Ekim 2013 tarihinde İstanbul’da yapılan görüşme.

362 Gayri Nizami Harp Bağlamında Posta Faaliyetlerinde Rum... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

EKLER:

Resim 1:

Resim 2:

Resim 3:

363 Ulvi KESER - Barış ÖZDAL ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Resim 4:

Resim 5:

Resim 6:

Resim 7:

364 Gayri Nizami Harp Bağlamında Posta Faaliyetlerinde Rum... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Resim 8:

Resim 9:

Resim 10:

365 Ulvi KESER - Barış ÖZDAL ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Resim 11:

Resim 12:

366 Gayri Nizami Harp Bağlamında Posta Faaliyetlerinde Rum... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Resim 13:

Resim 14:

367 Ulvi KESER - Barış ÖZDAL ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Resim 15:

368 Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi Journal Of Modern Turkish History Studies XIV/28 (2014-Bahar/Spring), ss.369-392.

KIBRIS KARA SINIR KAPILARININ AÇILIŞININ TOPLUMSAL MÜZAKERELERE ETKİSİ VE KKTC’DE DEVLETLEŞME OLGUSU (2003-2013)

Rüştü YILMAZ*

Öz 23 Aralık 1963 tarihinde Kıbrıs Türk ve Rum toplumlarının eşit egemenliğine dayalı ortak Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yıkılmasından günümüze geçen yarım asırlık sürede de toplumlararası görüşmelerden herhangi bir sonuç alınamamıştır. Görüşmelerin olumsuz neticelenmesi ve Kıbrıs Rum tarafının uzlaşmaz tutumu Kıbrıs Türklerini kendi devletlerini kurmaya yöneltmiştir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti tek yanlı bir kararla sınır kapılarını 23 Nisan 2003 tarihinde Güney Kıbrıs Rum Yönetimi vatandaşlarına açmıştır. Sınır kapılarının açılmasıyla her iki toplum da karşı taraf hakkında kendilerine anlatılanlarla gerçek durumu karşılaştırma imkânı elde etmişlerdir. 24 Nisan 2004 referandumu sonrası kendilerine verilen sözlerin tutulmadığını gören KKTC vatandaşları her geçen gün devletlerine sahip çıkmanın gerekliliğini daha iyi anlamaya başlamışlardır. Bu makalede konu detaylarıyla incelenmiştir.

Anahtar Kelimeler: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Kıbrıs Kara Sınır Kapıları, Annan referandumu, Kıbrıs müzakereleri.

THE EFFECT OF OPENING CYPRUS LAND BORDERS TO INTERCOMMUNAL NEGOTIATIONS AND TRCN’S STATE-MAKING PHENOMENON (2003-2013)

Abstract Subsequent to the demolition of Republic of Cyprus on 23rd, December 1963, which was founded by Turkish and Greek Cypriots on the basis of the equal sovereignty, the intercommunal negotiations have been so far fruitless. The fact that the negotiations have resulted with no positive result and due to the negative manner of the Greek Cypriots have directed Turkish Cypriots to establish their own nation. Turkish Republic of Northern Cyprus has opened the borders for the Greek Cypriots on 23rd, April 2003. As soon as the doors mutually have been opened, then both parties have got the opportunities to see, and to compare the actual positions. After 24th April 2004 referendum, TRNC citizens regarding that the promises were not carried out have started perceiving the value and the necessity of possessing their own nation. This article has focused on this topic in detail.

Keywords: Turkish Republic of Northern Cyprus, Cyprus Border Gates, Annan Referendum, Cyprus negotiations. * Doktora Öğrencisi, Ankara Üniversitesi, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Anabilim Dalı, ([email protected]). 369 Rüştü YILMAZ ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Giriş

Tarihi süreç içerisinde birçok medeniyete ev sahipliği yapan Kıbrıs Adası, coğrafi konumu nedeniyle geçmişten günümüze önemini yitirmemiştir. Osmanlı Devleti tarafından 1571 yılında fethedilen Kıbrıs Adası’nda, Türkler ve Rumlar birlikte yaşamaya başlamıştır. Kilisenin önderliğinde Kıbrıslı Rumların 1821 Yunan Mora isyanına destek vermesi sonucu Kıbrıs Türk ve Rum toplumları ilk kez karşı karşıya gelmiş ve birbirlerine karşı güvensizlik duymaya başlamıştır1. Kıbrıs Adası’nın yönetiminin 1878 yılında İngiltere’ye devredilmesi ile beraber Rumların “Enosis” istekleri güçlenmiştir. Bu yüzden Adada yaşayan Türklere karşı şiddet ve tahrik hareketlerine başlanılmıştır. Bu saldırılar ve tahriklerin belli başlıları 1894 tarihinde Baf’ta, 1895’te Tahtakale Mahallesi’nde (Lefkoşa), Vitsada’da, Vadili’de, 1903’te Kalavaç’ta, 1906’da Paşaköy’de, 1907’de Lefke, Angastina ve Akarsu’da, 1908’ de Akatu, Geçitkale ve Ayakebir’de (Dilekkaya), 1911’de Lefkoşa’da ve 1912’de Hamitköy, Abohor (Cihangir), Limasol, Lefkoşa, Monağra, Perapedi, Lefke, Larnaka, İstinco, Topçuköy, Ayermola (Şirinevler)’da gerçekleştirilmiştir. 1912 yılında Rumların neden olduğu Hamit Mandraları (Hamitköy) ve Limasol olaylarında Türklerle Rumlardan ölenler ve yaralananlar olmuştur2. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla beraber İngiltere 5 Kasım 1914 tarihinde adayı ilhak ettiğini açıklamıştır. Osmanlı Devleti’nin yıkılması sonrası 1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti Lozan Barış Antlaşmasının 16, 20 ve 21. maddeleri ile bu ilhakı tanımak zorunda kalmıştır3. Ancak Kıbrıs Rumları, Kıbrıs’ın günün birinde Yunanistan’a katılması fikrini hiçbir zaman akıllarından çıkarmamıştır. Her fırsatta Enosis hayallerini gerçekleştirmek için ayaklanmışlardır. Bunlardan birisi de 21 Ekim 1931 tarihinde İngilizlerce bastırılan ayaklanmadır4. Yunanistan’da Kıbrıs’a sahip olma yolunda duyduğu büyük hevesle İkinci Dünya Savaşı’nda müttefiklerin yanında yer alarak Kıbrıs’ın kendisine bırakılacağını ümit etmiştir. Fakat savaş sonunda umduğunu bulamamıştır. Yunanistan’ı Kıbrıs konusunda asıl heyecanlandıran olay, 1947 Paris Anlaşması ile Oniki Ada’nın kendisine verilmesidir5. Yoğun Enosis

1 İsmail Şahin, Kıbrıs Başpikoposluğu (1571-1821), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2005, s.140. 2 Vehbi Zeki Serter, Kıbrıs’ta Rum-Yunan Saldırıları ve Soykırım, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Merkezi Yayınları, Ankara, 2008, s.s.7-8. 3 Süleyman Özmen, Avrasya’nın Kırılma Noktası Kıbrıs, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2007, s.s.69-70. Türkiye’nin Lozan’da Kıbrıs’ın İngiltere tarafından ilhak kararını niçin tanıdığı için bkz. Mustafa Tarakçı, Kıbrıs Barış Harekâtı, Hiperlink Yayınları, İstanbul, 2010, s.s.34-40. 4 Ayrıntılı bilgi için bkz. Zafer Çakmak, Kıbrıs’ta İsyan, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2009, s.s.87-132. 5 Sebahattin Özel, “Birinci Dünya ve Milli Kurtuluş Savaşları ile Sonrasında Kıbrıs Türkleri’nin Genel Durumu”, Haz.: Ali Ahmetbeyoğlu-Erhan Afyoncu, Dünden Bugüne Kıbrıs Meselesi, Tarih ve Tabiat Vakfı (TATAV) Yayınları, İstanbul, 2001, s.168. 370 Kıbrıs Kara Sınır Kapılarının Açılışının Toplumsal Müzakerelere... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) propagandası sonrasında Yunanistan parlamentosu 27 Şubat 1947 tarihinde oybirliği ile aldığı bir kararla “Yunanistan’ın Kıbrıs’la Birleşmesi” gerektiğini kabul ederek bunu tüm dünyaya ilân etmiştir6. İngiltere’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında Kıbrıs’tan çekilmeye karar vermesiyle de Rumların Enosis gayretleri artmaya başlamıştır. Bunda İngiliz yönetimince yapılan bazı uygulamaların etkisi fazla olmuştur. Rumlar Enosis ülkülerinin önünde Adada yaşayan Türkleri engel görmüşlerdir. Rumların ve Yunanistan’ın bu konudaki tutumları Adada var olan barışın yerini şiddet, kavga ve katliamlara bırakmıştır7. 1950’li yıllardan itibaren Kıbrıs’ta yaşayan Türk nüfusu yok etmek için Ada Rumları çeşitli eylemlere başvurmuştur. Kıbrıs Rum saldırılarına karşı Kıbrıs Türkleri direniş göstermişlerdir. Başpiskopos Makarios, 7 Mart 1953 tarihinde Rum Ortodoks Kilisesi önderliğinde yer altı örgütü olan ve Enosis’i gaye edinen EOKA (Ethniki Organosis Kibriyon Agoniston-Kıbrıslı Savaşçıların Ulusal Birliği) adlı terör örgütünü kurmuştur8. Bu örgüt ilk kanlı eylemini 1 Nisan 1955 tarihinde gerçekleştirmiştir. Türkiye, 1955 yılına kadar Lozan Barış Anlaşmasını gerekçe göstererek statükocu bir politika izlemiştir. Rumların şiddet eylemleri karşısında Volkan, Karaçete, 9 Eylül gibi Ada’da yaşayan Türkleri Rum saldırılarından korumak maksadıyla direniş örgütleri kurulmuştur. Bu örgütler 27 Temmuz 1957 tarihinde tek çatı altında birleştirilerek “Türk Mukavemet Teşkilatı” (TMT) adını almıştır9. Rum saldırıları sonucunda 1956 ve 1958 yıllarında Lefkoşa dikenli teller ile Baf Kapısı’ndan başlayarak Ermu Sokağı boyunca Mağusa Kapısı’na kadar bölünmüş ve böylece ilk kez halkların kendi tarafları belirginleşmiştir. Aynı şekilde kantonlar halinde yaşanan şehirlerde Türk ve Rum ayrımı yapılması bu tarihlerde başlamıştır10. 1958 yılında Kıbrıslı Rumların Türklere ve İngilizlere yaptığı saldırılarda belirgin bir artış olmuştur. 11 Şubat 1959 tarihinde Türkiye, Yunanistan ve İngiltere hükümetleri Zürih’te yapılan konferansta bir araya gelerek Türkiye ve Yunanistan’ın himayesinde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasına karar vermişlerdir. Daha sonra Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin Dışişleri Bakanlarının ve iki halkın temsilcilerinin katılımıyla, Londra Konferansı başlamış, Garanti ve İttifak Anlaşmaları imzalanmıştır11. 16 Ağustos 1960 tarihinde Kıbrıs Cumhuriyeti bağımsız ve egemen bir devlet olarak ilan edilmiştir. Başpiskopos

6 Robert Stephens, Cyprus- A Place Of Arms, Pall Mall Press Yayınları, Londra, 1966, s.30. 7 Serter, a.g.e., s.IX. 8 Ulvi Keser, Kıbrıs’ta Yeraltı Faaliyetleri ve Türk Mukavemet Teşkilatı, IQ Kültür, Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2007, s.s.47-50. 9 A.g.e., s.220, s.234. “TMT’nin kuruluş günü olarak 1 Ağustos 1958 tarihi alınır. Bu tarih TMT’nin Türkiye tarafından benimsenip kabul görmesinin ve bütün ada sathına yayılarak örgütlenmesini tamamladığı tarihtir.” a.g.e., s.234. 10 Ata Atun ile 4 Temmuz 2013 tarihinde Gazimağusa’da yapılan görüşme. 11 Sabahattin İsmail, 150 Soruda Kıbrıs Sorunu, Kastaş Yayınları, İstanbul, 1998, s.s.52-55. 371 Rüştü YILMAZ ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Makarios Cumhurbaşkanı, Dr. Fazıl Küçük ise Cumhurbaşkanı yardımcısı seçilmiştir12. Uluslararası toplumun baskısı ve özellikle garantör devletlerin çıkarları doğrultusunda kurulan Kıbrıs Cumhuriyet yetkileri kısıtlanmış bir devlet olarak kurulmuştur. Kıbrıs Cumhuriyeti’ni oluşturan halklardan Kıbrıs Türkleri Türkiye’nin, Kıbrıs Rumları da Yunanistan’ın etkisinden kurtulamamıştır. Anayasada kurulması öngörülen devletin organları Kıbrıs Türk ve Rum toplumları tarafından uzlaşma kültürü sağlanılamaması nedeniyle oluşturulamamıştır. Millet öğesinden yoksun Kıbrıs Cumhuriyeti ise kuruluşundan sadece üç yıl gibi kısa bir süre sonra Kıbrıs Rumlarının Akritas Planı’nı13 uygulamaya koymasıyla 21 Aralık 1963 tarihinde sona ermiştir14. İki ayrı tarihi geçmişe, ayrı kültüre ve ayrı halka dayanan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kısa ömürlü olmasını Niyazi Kızılyürek, “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti” isimli eserinde kurulduğu gün “bayrağı için ölecek bir tek vatandaşının bile olmadığı” sözleri ile ifade etmiştir. Makarios, “Anlaşmalar bir devlet yaratmıştır, bir ulus değil” diyerek Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşunu küçümsediğinde onunla hemfikir olan Rauf Raif Denktaş “Makarios doğru söylüyor” demiştir15. Özellikle, Ada Rumlarının bitmeyen Enosis istekleri ve yöneticilerinin bu konudaki kararlı tutumları bu konuda belirleyici etken olmuştur. Akritas Planı’nın uygulamaya konulması sonrası 30 Aralık 1963 tarihinde Lefkoşa’da Türk ve Rum bölgelerini ayıran “Yeşil Hat” çizilmiştir16. Yeşil Hat millet özelliği taşımayan bu iki toplumun coğrafi olarak da birbirinden ayrılmaya başladığını göstermesi bakımından önemlidir. Çizilen bu sınır, Kuzey Kıbrıs’ta devlet oluşumunda önemli bir aşamadır. Aslında Yeşil Hat sadece Kıbrıslı Türkleri ve Rumları ayıran bir sınır olmakla kalmayıp üzerinde bürokratik teşkilatın kurulacağı Kıbrıs Türk vatanının sınırlarını da oluşturmuştur. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGS) tarafından 4 Mart 1964 tarihinde alınan ve adaya barış gücü konuşlandırılmasını öngören

12 Nuri Çevikel, Kıbrıs’ta Osmanlı Mirası, 47 Numara Yayıncılık, İstanbul, 2006, s.348. 13 Ayrıntılı bilgi için bkz. Akritas Planı, KTFD Enformasyon Dairesi Yayınları, Lefkoşa, 1982. İki kısımdan oluşan bu planın birinci kısmı, ilk kez 21 Nisan 1966’de Patris Gazetesinde, bazı maddeleri gizli tutularak yayınlanmıştır. Bu planda gerek içte ve gerekse uluslararası alanda uygulanacak taktik; dünyanın nasıl kandırılacağı, Kıbrıs Türklerinin ellerindeki tüm haklarını almak için uygulanacak yol ve Kıbrıs Türklerine genel saldırı yapılırken öne sürülecek iddialar açıkça belirtilmiştir. İkinci plan ise, yine ilk kez 7 Şubat 1967 tarihinde Patris gazetesinde askeri “Genel Hareket Planı” başlığı ile kısmen yayınlanmıştır. Bu planda Akritas örgütüne bağlı birliklerin personeli, görev yerleri, görevleri ve silah ve cephaneleri belirtilmiştir. Ayrıca Makarios’ta 1974 yılında devrildikten sonra bu planı itiraf etmiştir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Milliyet, 27 Kasım 1983, s.9. 14 Akritas planının uygulamaya konulması ile Rumların Türkleri imha etmeyi başaramadıklarını ancak Türkleri devletten dışarı atmayı başardıklarını belirten İsmail Bozkurt bunun avantajını Rumların kullandığı görüşünü belirtmiştir. (İsmail Bozkurt ile 24 Ağustos 2012 tarihinde Gazimağusa’da yapılan görüşme.) 15 Niyazi Kızılyürek, Doğmamış Bir Devletin Tarihi Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti, İletişim Yayınları, İstanbul, 2005, s.16. 16 Ata Atun, Kıbrıs Antlaşmaları, Planları ve Önemli BM, AB Kararları (1571-1983), C.1, Samtay Vakfı Yayınları:26, Mağusa, 2007, s.204. 372 Kıbrıs Kara Sınır Kapılarının Açılışının Toplumsal Müzakerelere... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) kararla Ada Rumları “tüm Kıbrıs’ın meşru hükümeti” kabul edilmiştir. Birleşmiş Milletlerin (BM) bu tutumu ada Rumlarının Türkleri yönetime almamalarındaki ve uzlaşmaya yanaşmamalarındaki en önemli etkenlerden birisi olmuştur17. Kıbrıs Türk halkının, kurucusu ve eşit ortağı olarak egemenliğinde söz sahibi olduğu Kıbrıs Cumhuriyeti’nden dışlanmasından sonra, yaşamı dayanılmaz derecede kötüleşmiştir. Kıbrıs Türkleri, yoğun saldırılar, katliamlar ve insanlık dışı bir kuşatma altında yaşamak zorunda bırakıldıkları küçük gettolarda, 7’den 70’e silah elde, varlığını koruma mücadelesi vermiştir. Devlet yönetiminden, ekonomiden ve üretimden soyutlanmış, sadece Türkiye’den gelen yardımlarla yaşayabilen bir toplum haline dönüştürülmüştür18. 5 Ağustos 1964 Rum ve Yunan birlikleri Erenköy bölgesindeki Türk halkına karşı saldırıya geçmişlerdir19. 15 Kasım 1967 tarihinde Geçitkale ve Boğaziçi köylerine Rum- Yunan saldırıları gerçekleşmiştir20. Makarios, 1964’te Türkiye’nin Erenköy’e saldıran Yunan ve Rum birliklerini bombalaması ve Geçitkale-Boğaziçi saldırılarından sonra Türkiye’nin sergilediği kararlı tutumdan gerekli mesajı almıştır. Türkiye’nin silahlı yoldan Enosise asla izin vermeyeceğini değerlendirdiğinden uzun vadeli Enosis stratejisine yönelmiştir. Bu sebeple 1967-1974 yılları arasında Türklerin ekonomik yönden çökertilmesi, Adadan göçe zorlanması ve direnişin kırılarak Enosis’in zaman içerisinde kendiliğinden gerçekleşmesi amaçlanmıştır21. Ancak Yunanistan Cuntası üyeleri kısa yoldan Enosise ulaşarak, bunu gerçekleştiren kişiler olarak birer milli kahraman olma peşine düşmüşlerdir. Bu çerçevede Makarios’u devirerek, yönetimi ele almayı ve ani bir genel harekâtla Kıbrıs Türk halkını yok ederek Enosisi ilan etmeyi planlamışlardır. Bu nedenle Yunanlı subaylar Enosis’in son adımı olan 15 Temmuz 1974 darbesini başlatınca, buna Türkiye Garanti Antlaşması’nın 4. maddesi uyarınca “tek başına müdahale etme” hakkını kullanarak 20 Temmuz 1974 Barış Harekâtı ile cevap vererek adaya asker çıkarmıştır22. Bu harekâtla İphestos planının uygulanma imkânının önüne geçilmiştir23. 20 Temmuz 1974 sonrası Türkiye’nin Kıbrıs Barış Harekâtı karşısında Yunanistan’ın fiili müdahalede bulunmaması sonucu Kıbrıslı Rumlar “Kıbrıslılık” kavramını ön plana çıkarmışlardır24. 1963 yılından 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’na kadar geçen 11 yılda, 25 bin Kıbrıslı Türk yapılan baskı ve şiddet eylemleri nedeniyle kendi ülkelerinde göçmen olmuş ve adanın %3’lük bölümüne sıkıştırılarak ablukaya alınmıştır. 37 çeşit eşyanın Türk bölgelerine girişi yasaklanmış, Türkiye’den Kızılay 17 Ahmet Gülen, “İnönü Hükümetleri’nin Kıbrıs Politikası (1961-1965)”, Atatürk Yolu Dergisi, C.13, S.50, Ankara, 2012, s.s.402-404. 18 “1963-1974 Döneminde Sosyal ve Ekonomik Yaşantımız”, Kuzey Kıbrıs, C.2, S.1, 1989, s.6. 19 Serter, a.g.e., s.236. 20 A.g.e., s.228. 21 Rauf Raif Denktaş, Rauf Denktaş’ın Hatıraları-5, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1997, s.203. 22 Ali Fikret Atun, İkinci Kıbrıs Seferi, Harp Akademileri Basımevi, İstanbul, 1999, s.s.54-70. 23 İphestos planı için bkz. Atun, a.g.e., s.s.234-235. 24 Mehmet Hasgüler (Der.), Kıbrıslılık, Agora Kitaplığı, 2. Bsk., İstanbul, 2009, s.5. 373 Rüştü YILMAZ ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) yardımlarının geçişi engellenmiştir. Hatta Türklere çocuk mama satışı ve süt satışı bile sözlü emirlerle yasaklanmıştır. Böylece Türkler, daha güvenli bölgelere göç ederek kısmen Türk kontrolü altında yaşamaya başlamışlardır. Tüm bu olumsuz koşullar altında Ada Türkleri 11 yıl boyunca direnişe devam etmiş ve egemenliklerini korumaya çalışmışlardır25. 1975 yılında yapılan Viyana görüşmelerinin üçüncü oturumunda yapılan Nüfus Mübadelesi Antlaşması ile de Kıbrıs Adası’nda iki kesimlilik kalıcı hale gelmiştir. Yönetimden dışlanan Ada Türkleri, Kıbrıs Cumhuriyetinin yıkılışından 1967 yılına kadar Kıbrıs Türk Genel Komitesi, 27 Aralık 1967’den 1 Ekim 1974’te Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi’nin kurulmasına kadar, Kıbrıs Geçici Türk Yönetimi veya Kıbrıs Türk Yönetimi, 1 Ekim 1974’te ise otonom Kıbrıs Türk yönetimi ile temsil edilmişlerdir. 13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti (KTFD) kurulmuştur26. KTFD ilk olarak adadaki işgücü açığının kapatılması amacıyla Türkiye’den kırk bin göçmen getirmiştir. Daha sonra ise nüfus yapısının değişmesine yönelik olarak nüfus mübadelesi olmuştur. 31 Temmuz-2 Ağustos 1975 tarihleri arasında imzalanan anlaşma ile Ada’nın kuzeyinde yaşayan Rumların da güneye geçebilmesine imkân sağlanmıştır27. BM’nin aracılığıyla gerçekleşen bu mübadele ile iki toplumlu ve iki kesimli, feodal yapı mümkün hale gelmiştir. Yapılan bu nüfus mübadelesi ile Kıbrıslı Türkler tarihte ilk kez, homojen bir şekilde sınırları belli olan bir bölgede toplanmıştır. Rum tarafının uzlaşmaz tutumu neticesinde BM iyi niyet misyonu çerçevesinde 1977 yılından 1983 yılına kadar devam eden görüşmelerden de hiçbir sonuç alınamaması üzerine, Kıbrıs Türkleri “self-determinasyon” hakkını kullanarak 15 Kasım 1983 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)’ni ilan etmiştir28. Alınan bu karar, Rumlar ve Yunanistan tarafından “yasa dışı ve kabul edilmez” olarak değerlendirilmiştir. Yunanistan 16 Kasım 1983’te Türkiye’ye protesto notası vermiştir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 18 Kasım 1983 tarihli ve 541 sayılı kararıyla KKTC’nin ilanını hukuken geçersiz saydığını ve bu kararın geri alınması gerektiğini belirtmiştir. Örneğin alınan bu karar nedeniyle KKTC’yi tanıyan Bangladeş tanımasını geri çekmek durumunda kalmıştır. Türkiye KKTC’yi tanıyan tek devlet olmuştur29.

25 Ayrıntılı bilgi için bkz. “1963-1974 Döneminde Sosyal ve Ekonomik Yaşantımız”, Kuzey Kıbrıs, C.2, S.1, 1989, s.s.6-9. 26 Ayrıntılı bilgi için bkz. Hamza Eroğlu, Kıbrıs Türk Federe Devletinin Kuruluşu, Anayasası ve Bağımsızlığı, Türk Devrim Kurumu Yayınları, Ankara, 1976; Seyit Yolak, 1571’den Günümüze Kıbrıs Türk Yönetimleri, KKTC Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı Yayınları, Lefkoşa, 1989. 27 Rauf Raif Denktaş, “1975 Nüfus Mübadelesi Anlaşmasının Bilinmeyen Yönleri”, Halkın Sesi, 11 Ocak 1980, s.1, s.3; 12 Ocak 1980, s.5; 13 Ocak 1980, s.7. 28 Resmi Gazete, Kıbrıs Türk Federe Devleti, Meclis Kararları, Ek IV, Sayı:88, Karar No:50, 15 Kasım 1983. Ayrıca bağımsızlık ilanına iç ve dış tepkiler hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Filiz Köksal, Türk Basınında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin Kuruluşu, Kıbrıs Türk Kültür Derneği Yayını, Ankara, 2013, s.s.575-679; Erdem Karaca, Türk Basınında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Kuruluş Süreci ve Türkiye’nin Kıbrıs Politikası (1975-1983), Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara, 2010, s.s.327-332. 29 Vakfı Ata Atun; Yayınları:27, Kıbrıs Antlaşmaları, Lefkoşa, 2008, Planları s.s.2-3. ve Önemli BM, AB Kararları (1983-2008), C.2, Samtay 374 Kıbrıs Kara Sınır Kapılarının Açılışının Toplumsal Müzakerelere... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Devlet, belirli bir insan topluluğunun, belirli bir toprak parçası üzerinde egemenlik kurmasıyla oluşmaktadır. KKTC’nin de ilanı bunun açıkça dile getirilmesinden başka bir şey değildir. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yıkılmasıyla beraber kendi yönetimlerini kuran ada Türkleri, Barış harekâtı sonrası Ada’nın kuzeyinde kendilerine ait toprak parçasına sahip olmuşlardır. Kısacası bir devletin varlığı için gerekli olan üç unsur bir araya gelmiştir: Ülke, millet ve egemenlik30. Yeni doğan bir devletin tanınması için gerekli olan şartlar ise sınırları muayyen bir ülke, egemen-üstün bir otoritenin varlığı ve uluslararası yükümlülükleri yerine getirmeye muktedir olmaktır. Bir toplumun devlet olma şartlarını yerine getirdiği anda devletini kurması en doğal hakkıdır. Tanınma devlet olma koşullarını yerine getiren bağımsız devletin olmazsa olmazı değil, tamamlayıcı öğesi olarak düşünülebilir. Çünkü tanınmanın hukuki olduğu kadar siyasal bir konu olduğu da bilinmektedir. Mevcut devletlerin devlet olma koşullarını yerine getirmiş yeni bir devleti tanıma konusunda zorlayıcı bir etki yoktur. Aynı şekilde mevcut devletlerin tanıma işlemi yaparken yeni devletlere koşullar ileri sürmesini engelleyecek bir hukuki ilke bulunmamaktadır. Bu durum tanıma kararı ile ilgili tanıyan devletlere kendi dış politikaları ile uyumlu olarak yeni kurulan devleti tanıma/tanımama inisiyatifi vermektedir31. Bu bağlamda, tanınma için gerekli tüm şartları taşıyan KKTC’nin tanınmama kararının siyasi olduğu söylenebilir.

Kıbrıs Kara Sınır Kapılarının Açılması

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi arasında, 11 Kasım 2002 tarihinde Birinci Annan Belgesi’nin sunulması ile başlayan süreçte Kıbrıs Türk tarafı, 24 Nisan 2004 referandumuna kadar geçen süreçte Kıbrıs sorunun çözüme ulaşması, çözümsüzlüğün Kıbrıs Türk tarafından kaynaklanmadığını ve toplumlar arasında güven ve kaynaşmanın yeniden tesisi için bir iyi niyet göstergesi olarak 23 Nisan 2003 günü üç sınır kapısını karşılıklı geçişlere açmıştır32. Bu kararın alınmasında 3 Kasım 2002 seçimleri ile Türkiye’de iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi’nin “bir adım önde olma” politikası33 ile KKTC kamuoyunu Annan Planı’na “Evet” denilmesi için teşvik etmesinin etkili olduğu değerlendirilmektedir34. 30 Ayrıntılı bilgi için bkz. Kemal Gözler, Anayasa Hukukuna Giriş, Ekin Basın Yayım Dağıtım, Bursa, 2010, s.s.42-52; Hüseyin Pazarcı, Uluslararası Hukuk, Turhan Kitabevi, Ankara, 2010, s.s.140-146. 31 Aslan Gündüz, “KKTC’nin Tanınması Sorunu ve Milletlerarası Hukuk”, Halkın Sesi, 1 Aralık 1983, s.3; Ezeli Azarkan, Uluslararası Hukukta Devletlerin Tanınması (Slovenya, Hırvatistan ve Bosna-Hersek), Adalet Yayınevi, Ankara, 2008, s.s.9-45; Sevin Toluner, Kıbrıs Uyuşmazlığı ve Milletlerarası Hukuk, Fakülteler Matbaası, İstanbul, 1977, s.s.479-506. 32 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin sona erdiği 21 Aralık 1963 tarihinden itibaren kapalı bulunan sınır kapılarından 3 tanesi (Ledra Palace, Beyarmudu ve Akyar) 23 Nisan 2003’de KKTC ile Güney Kıbrıs arasındaki karşılıklı geçişlerin başlamasından önce de, çok sınırlı amaçlarla geçişler için kullanılmıştır. Örneğin, BM kontrolü altında olan Pile köyünde yaşayan Kıbrıslı Türk köylüler KKTC’ye giriş yapmak için uzun yıllar Beyarmudu sınır kapısını kullanmıştır. Bu kararla sınır kapıları karşılıklı geçişlere açılmıştır. 33 Yenidüzen, 25 Temmuz 2008, s.9. 34 AKP’nin Kıbrıs politikaları için bkz. Melek M. Fırat, “Helsinki Zirvesinden Günümüze 375 Rüştü YILMAZ ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Ayrıca 1990 yılı Temmuz ayında Avrupa Birliği (AB)’ne müracaat eden GKRY, 16 Nisan 2003 tarihinde yapılan Atina Zirvesi’nde tüm Kıbrıs Cumhuriyeti adına Avrupa Birliği’ne üyeliği onaylanmıştır. On beş AB üyesi ve on yeni üye ülkenin liderlerinin katıldığı törende GKRY lideri, Tassos Papadopulos “Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı” sıfatıyla üyelik protokolünü imzalamasının ardından yaptığı konuşmada, Kıbrıs Türklerinin “suni duvarlar nedeniyle AB’ye katılamamasından üzüntü duyduğunu” söylemiştir. Ayrıca konuşmasında üyeliğin Kıbrıs sorununun çözüm çabalarına engel olmayacağını ve girişimlerin devam edeceğini belirtmiştir35. GKRY’nin tüm adayı temsilen ve Kıbrıs sorunu çözülmeden AB’ne alınacak olmasının kesinleştiği bu tarihten sonra KKTC’nin sınırlarını GKRY’ne açmak suretiyle AB’ne Kıbrıs’ın temsilcisinin sadece GKRY olmadığını göstermek istemesi bir başka neden olabilir. KKTC Bakanlar Kurulu 21 Nisan 2003 tarihinde yaptığı olağanüstü toplantıda, KKTC ile GKRY arasındaki geçişlerin serbest bırakılması yönünde E-762-2003 no’lu ve KKTC’den Güney’e Geçişler ile Güney’den KKTC’ye Geçişler başlıklı tarihi kararı, 22 Nisan’da Resmi Gazete’de yayımlanmış ve 23 Nisan sabahı KKTC ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi arasında, belli kurallara bağlı olarak serbest geçişler başlamıştır. Bu karara göre KKTC’den Güney Kıbrıs’a geçişlerde kimlik ve pasaport ibrazı, geçişlerin bilgisayara kaydı, araba ile geçişe izin verilmesi, geçişlerin günübirlik olması (06.30-24.00) ve her şahsın beraberinde zati eşyasını getirebilmesi kabul edilmiştir. Buna karşılık Güney Kıbrıs’tan KKTC’ne geçerken; pasaport ibrazı, geçişlerin bilgisayara kayıt edilmesi, geçiş belgesi üzerine mühür, çıkışlarda belgenin geri verilmesi, geçişlerin günübirlik olması (09.00-24.00 arası), araçlı gelişlerde araç sigortası zati eşyaya müsaade edilmesi ve güneyden kuzeye geçecek turistler için herhangi bir kısıtlama getirilmeyerek serbest olması şartları getirilmiştir. İlk olarak Ledra Palace, Beyarmudu ve 2,5 Mil Kapısı (Akyar)’nın açılması kararlaştırılmıştır36. Rum kesimine geçen Türkler, doğdukları ve yıllarını geçirdikleri yerleri göreceklerini, aile büyüklerinin mezarlarını ziyaret edeceklerini, gezmek istediklerini ve Güney’i merak ettiklerini söylemiştir. İlk gün saat 09.00-13.00 saatleri arasında 170 Rum KKTC’ye geçerken, 300 Türk GKRY’ne geçiş yapmıştır. Rumlara KKTC’ye araçlarıyla geçiş izni verilirken, Türkler araçlarıyla KKTC’ye geçememişlerdir37. 24 Nisan saat 23.30 itibarıyla Ledra Palace’den 1224 Türk, 3000 Rum giriş yaparken, Beyarmudu’dan 378 Türk, 1910 Rum geçiş yapmıştır. Yine aynı gün Ledra Palace’den 370, Beyarmudu’dan 150 araç KKTC’ye giriş

AB-Türkiye İlişkileri Çerçevesinde Kıbrıs Gelişmeleri”, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, C.4, No.1, Ankara, 2004, s. 67-71; Bilal N. Şimşir, AB, AKP ve Kıbrıs, Bilgi yayınevi, 2. bsk., Ankara, 2004. 35 Kıbrıslı, 17 Nisan 2003, s.2. 36 Resmi Gazete, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Bakanlar Kurulu Kararları, Ek IV, Sayı:40, Karar Numarası: E-762-2003, 22 Nisan 2003; Kıbrıslı, 22 Nisan 2003, s.1, s.7. 37 Kıbrıslı, 24 Nisan 2003, s.2. 376 Kıbrıs Kara Sınır Kapılarının Açılışının Toplumsal Müzakerelere... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) yapmıştır38. Sınır kapılarının açıldığı ilk günlerde KKTC’den Güney Kıbrıs’a kısa sürede çok kişinin geçmesi her iki toplum insanında karşı tarafı merak ettiği şeklinde yorumlanabilir. Sınır kapılarının açılışı ile ilgili olarak ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Richard Boucher de Kıbrıs’ta Türk ve Rumların karşılıklı geçişlerini memnuniyetle karşıladığını ve bu tür tedbirlerin Kıbrıs’ta adil ve kalıcı bir çözüm için gereken atmosferin oluşmasına yardım ettiğini söylemiştir39. KKTC Turizmden Sorumlu Devlet Bakanı Serdar Denktaş, Ledra Palace sınır kapısının açılmasının ardından 24 Nisan 2003 günü yaptığı basın toplantısında Rumlardan, “KKTC tanınacak kaygısı taşımamalarını” istemiştir. Güneyden KKTC’ye geçiş sırasında pasaport gösterilmesinin veya KKTC’den Güney’e araçla geçilmesinin KKTC’yi tanıma anlamı taşımadığını söylemiştir. Yeni süreçte tarafların birbirlerinin koyduğu kurallara bağlı kalmasının sürecin doğru işlemesinin ana temasını teşkil edeceğine işaret eden Serdar Denktaş, “Birbirimizin yasalarına saygılı olmalıyız” demiştir40. Serdar Denktaş’ın bu açıklamayı uluslararası toplumun tepkisini çekmemek için söylemiş olabileceği düşünülmektedir. Esasında Güney Kıbrıs vatandaşlarının pasaport göstererek KKTC’ye geçmesi KKTC’yi zımni tanıma özelliği göstermektedir. Ledra Palace ve Beyarmudu sınır kapısının ardından 2,5 Mil Sınır kapısı (Akyar) da üç gün gecikmeli olarak 26 Nisan 2003 günü saat 09.00’da açılmıştır. Saat 11.00’a kadar geçen iki saatte 475 Rum kuzeye geçişi yaparken, 67 Türk Güney’e geçiş yapmıştır. Bu geçişlerde KKTC Yunanistan doğumlu GKRY vatandaşlarına da geçiş imkânı sağlarken, GKRY, Türkiye doğumlu vatandaşların geçişine izin vermemiştir41. 27 Nisan 2003 saat 17.30 itibarıyla Güney Kıbrıs’tan KKTC’ye pasaport göstererek geçen Rumların sayısı 11 bin 136, KKTC’den kimlik kartı göstererek Güney Kıbrıs’a geçen Türklerin sayısı 6 bin 802 olarak belirtilmiştir. Aynı saat itibariyle GKRY’den KKTC’ye 2 bin 99 araç geçiş yapmıştır42. Sınır kapılarının açılması sonrası ilk başlarda Rum vatandaşlarından KKTC’ye geçişin fazla olması, KKTC’deki eski mülklerini görme arzularından ve haklarında bilgi sahibi olma ihtiyaçları ve özlemlerinin fazla olması olarak yorumlanabilir. Rum Ulusal Konseyi, KKTC’nin Kuzey Kıbrıs ile Güney Kıbrıs arasında geçişleri kolaylaştıran kararını “yasadışı intibalar yaratmaya ve uluslararası camiayı yanıltmaya yönelik” olarak nitelemiştir. GKRY Sözcüsü Kipros Hrisostomidis 23

38 Kıbrıslı, 25 Nisan 2003, s.1. 39 Kıbrıslı, 25 Nisan 2003, s.6. 40 Kıbrıslı, 25 Nisan 2003, s.11. 41 Kıbrıslı, 27 Nisan 2003, s.2. “Kıbrıslı anne ve/veya babadan gelmeyen Türkiye Cumhuriyeti (TC) doğumlular ise, KKTC vatandaşı olsalar dahi, KKTC’den GKRY’ye geçememektedirler. Bu bağlamda, TC vatandaşı turistler de, KKTC sınır kapılarını kullanarak Güney Kıbrıs’a geçememekte ancak başka bir ülke üzerinden GKRY’ye girebilmektedir. Kıbrıslı Türklerle evlilik yaparak KKTC vatandaşlığını almış TC ve diğer ülke vatandaşları ise, ilk seferde eşiyle geçmek şartıyla, GKRY’yi istedikleri zaman ziyaret edebilmektedirler.” 42 Kıbrıslı, 28 Nisan 2003, s.12. 377 Rüştü YILMAZ ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Nisan 2003 günü Rum radyosu aracılığıyla yaptığı açıklamada “Kıbrıs Rum tarafı yasadışı rejimin, dolaşımla ilgili sınırlamaların sözde kaldırılmasıyla ilgili kararının yasa dışı olduğu görüşündedir” ifadesinde bulunmuştur. Ancak KKTC’ye geçecek vatandaşlarını da engellemeyeceklerini belirtmiştir43. GKRY uluslararası toplumda uzlaşmaz tutum sergiler görünmemek ve Kıbrıs Türk vatandaşlarını AB vatandaşlığı hususunda etkileyerek devletlerinden vazgeçmesini sağlamak arzusu taşımış olabileceği değerlendirilmektedir. Dönemin KKTC Başbakanı Dr. Derviş Eroğlu aynı gün yaptığı açıklamada KKTC’nin GKRY tarafından tanınsa da tanınmasa da bir devlet olduğunu ve bu devletin parlamentosundan kendi insanının menfaatine olduğuna inandığı yasaları geçirebileceğine dikkat çekmiştir. Başbakan Eroğlu GKRY’nin KKTC’yi bir devlet olarak görmediğini, “kendi kontrolündeki bir bölge” olarak gördüğüne vurgu yaparak alınan bu kararın Rum Ulusal Konseyi’nce Kuzey’i işgal bölgesi olarak değerlendirerek benimsenmemiş olmasından duyduğu üzüntüyü dile getirmiştir44. Ayrıca Eroğlu 28 Nisan 2003 günü yaptığı açıklamada KKTC’nin var olduğunu ve varlığını sürdürdüğünü ifade ederek “Biz hükümetiz, biz KKTC devletiyiz, sınır kapılarını biz açtık. Bu kapılardan geçen KKTC toprağına geçtiğinin bilincindedir” demiştir45. 29 Nisan 2003 günü yapılan değişiklikte geçişlerin günübirlik 07.00-24.00 saatleri arasında olması kabul edilmiştir. Ayrıca Güney Kıbrıs’tan KKTC’ye geçen vatandaşlara rezervasyon yaptırmak koşuluyla ve çıkışlarda otellerde kaldıklarına dair makbuz veya belgeyi ibraz etmek şartıyla bir haftada üç güne kadar KKTC konaklayabilme hakkı tanınmıştır. Ayrıca sadece araçlı geçişlerde kullanılmak üzere gerekli hazırlıklar tamamlandıktan sonra Metehan (Kermiya) Sınır Kapısı’nın da açılması kararı alınmıştır46. Denktaş 29 Nisan 2003 günü Türk Öğretmenler Grubu’nu kabulünde geçişlerin serbest bırakılması ile ilgili olarak “Açılım yaptık. Biz hareket serbestisini her zaman savunduk. Yeni açılımlar da yapabiliriz. Çünkü kendimize güveniyoruz ve amaç zemini düzeltmektir. Umut ederiz netice uzlaşma olur” demiştir47. 30 Nisan 2003 günü Atatürk Havalimanı Devlet Konukevi’nde sınır kapılarının açılışı ile ilgili olarak KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, Ada’da kapıların açılışının birçok açıdan iyi olduğunu belirterek, bunun görüşme zeminin dengelenmesine imkân vereceği inancı taşıdığını belirtmiştir48. Yunanistan Dışişleri Bakanı Yorgo Papandreu, 2003 yılı Mayıs ayı başlarında Kıbrıs’ta KKTC Bakanlar Kurulu kararıyla başlatılan karşılıklı serbest geçişlerin Kıbrıs’ın (Rum kesimi) AB üyeliği sonucunda gerçekleştiğini öne

43 Kıbrıslı, 23 Nisan 2003, s.10. 44 Kıbrıslı, 23 Nisan 2003, s.2. 45 Kıbrıslı, 28 Nisan 2003, s.4. 46 Resmi Gazete, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Bakanlar Kurulu Kararları, Ek IV, Sayı:44, Karar Numarası: E-770-2003, 29 Nisan 2003; Kıbrıslı, 30 Nisan 2003, s.2. 47 Kıbrıslı, 30 Nisan 2003, s.4. 48 Kıbrıslı, 1 Mayıs 2003, s.4. 378 Kıbrıs Kara Sınır Kapılarının Açılışının Toplumsal Müzakerelere... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) sürmüştür. Kıbrıs’ta duygulandırıcı ve tarihi anların yaşandığını ifade etmiştir49. Bu durumu GKRY Lideri Tasos Papadopulos 11 Mayıs 2003 günü Fileleftheros gazetesine verdiği demeçte, 23 Nisan 2003 gününden itibaren başlayan serbest geçişlerde pasaport göstermenin Rumların ödediği küçük bir bedel olarak değerlendirmiş ve Rumların KKTC’deki harcamalarından KKTC ekonomisinin düze çıkmayacağı gibi, Rum ekonomisinin de bundan etkilenmeyeceğine vurgu yapmıştır50. Oysa sınır kapıları açılırken ekonomik olmaktan çok siyasi katkısının fazla olacağı öngörülmüştür. Türkiye Cumhuriyeti (TC) Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener ise konuyu, Kıbrıs’ta karşılıklı geçişler sırasında Rumların pasaportları ile KKTC’ye geçtiğini belirterek “Yani iki ayrı devletin varlığını tescil ediyorlar. Bu önemlidir” sözleriyle değerlendirmiştir51. Kıbrıslı gazetesinin 5 Mayıs 2003 tarihli haberine göre GKRY, TC doğumlu KKTC vatandaşlarının Rum tarafına geçmesine izin vermemesine rağmen, KKTC plakalı araçların Güney’e geçişleriyle ilgili uygulayacağı prosedürde TC sürüş ehliyetlerini kabul edeceği belirtilmiştir52. Referandum sonrası, 21 Mayıs 2004 tarihinde, KKTC hükümeti, 23 Nisan 2003’te başlayan karşılıklı geçişlerle ilgili bir dizi yeni kararlar almıştır. Güney Kıbrıs’tan KKTC’ye geçişlerde pasaport gösterme zorunluluğunu Rumlar dâhil AB üyesi ülkelerin vatandaşları için kaldırmıştır. Bu uygulamayla AB vatandaşları sadece kimlik göstermek suretiyle diğer vatandaşlar ise pasaport göstermek suretiyle KKTC’ye girmesine müsaade edilmiştir53. Bu karar, çözüm konusundaki kararlılığın ve AB ile bütünleşmek için gösterilen çabanın bir sonucu olarak değerlendirilebilir. 2 Haziran 2004 tarihinde yapılan değişiklikte ise geçişlerin günübirlik olma kısıtı kaldırılmış, 11 yaşından küçük çocukların Güney Kıbrıs’tan KKTC’ye geçişte anne ve babalarıyla birlikte olmak şartıyla hiçbir belge ibraz edilmemesi ile geçiş saatlerinin 06.00-24.00 arasında yapılması kabul edilmiştir54. Bostancı Sınır Kapısı 31 Ağustos 2005 günü saat 08.00 itibariyle KKTC tarafından geçişlere resmen açılmıştır. İlk açılış gününde büyük sorunlar yaşanan sınır kapısında, Kıbrıs Türk tarafı vatandaşların geçişine izin verirken, ara bölgede bulunan BM Barış Gücü askeri “kendilerine herhangi bir talimat verilmediği” gerekçesiyle geçişlere engel olmuştur55. Kıbrıs’ta 2005 yılından beri Türk askerinin geri çekilmesini isteyen GKRY, Lokmacı Kapısını açmak için Türk askerinin bölgeden çekilmesini şart koşmuştur. Ancak Türk tarafı bu şartı reddetmiştir. GKRY liderliğine Dimitris Hristofyas gelince Rum tarafı “dünyaya çözüm mesajı vermek amacıyla” geri adım atmak zorunda kalmış ve 3

49 Kıbrıslı, 1 Mayıs 2003, s.10. 50 Kıbrıslı, 12 Mayıs 2003, s.7. 51 Kıbrıslı, 2 Mayıs 2003, s.7. 52 Kıbrıslı, 5 Mayıs 2003, s.2. 53 Milliyet, 23 Mayıs 2004, s.23. 54 Resmi Gazete, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Bakanlar Kurulu Kararları, Ek IV, Sayı:79, Karar Numarası: T-820-2004, 2 Haziran 2004. 55 Volkan, 1 Eylül 2005, s.7. 379 Rüştü YILMAZ ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Nisan 2008 günü ara bölgede Türk ve Rum tarafınca yapılan törenle Lokmacı Sınır Kapısı açılmıştır56. Lokmacı Sınır Kapısının açılmasından sonra İstanbul’da basın mensuplarına açıklama yapan KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, Kıbrıs’ta çözüm için koşulların “oldukça uygun” olduğunu ve “üzerlerine düşeni yapacaklarını” söylemiştir. Talat, Lokmacı Kapısı’ndan önce de pek çok kapının açıldığını “kapıların açılmasının Kıbrıs sorununun çözümünü doğrudan etkilemeyeceğini” sözlerine eklemiştir57. 14 Ekim 2010 günü Yeşilırmak Sınır Kapısı açılmıştır. Açılış töreninde Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu yaptığı konuşmada Yeşilırmak Kapısı’nın açılmasının, “çaba gösterildiği” ve “Kıbrıs Türk tarafının hassasiyetleri dikkate alındığında” bir şeylerin başarılabileceğini göstermesi açısından son derece önemli olduğuna vurgu yapmıştır. GKRY Lideri Dimitris Hristofyas ise, ana hedeflerinin bütünsel bir çözümün başarılması olduğunu belirtmiştir58. BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon ise yaptığı yazılı açıklamada kapının açılmasından duyduğu memnuniyeti dile getirerek bunun adadaki Kıbrıs Türk ve Rum toplumları arasında daha çok etkileşim ve işbirliği sağlanmasına yol açacağına inandığını belirtmiştir59. Açılışa daveti örgütleyen BM tarafından Yeşilırmak Kapısı’nın açılışına görüşmeleri yürüten Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu ve bazı muhtarların dışında KKTC makamlarından hiçbir yetkilinin ve TC Büyükelçisi’nin davet edilmemesi ise kulislerde “BM, KKTC’yi yok saydı” şeklinde yorumlanmıştır60. AB Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Stefan Füle, Yeşilırmak Kapısı’nın açılışının Kıbrıs sorununun çözümü yönünde cesaretlendirici bir unsur olduğunu belirterek, kapının açılmasıyla fiziki bir engelin daha ortadan kaldırılmış olduğunu söylemiştir. AB’nin Kıbrıs politikasının birleşik bir Kıbrıs’ın AB içerisinde yer alması olduğunu kaydetmiştir. Ancak AB bu konuda samimi olmadığını Kıbrıs sorunu çözülmeden Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni Avrupa Birliği’ne alarak göstermiştir. BM Genel Sekreteri Kıbrıs Özel Danışmanı Alexander Downer ise Yeşilırmak Kapısı’nın açılması ile elde edilen başarının iki liderin adayı yeniden birleştirebileceğinin açık göstergesi olduğunu ifade ederek, bunun siyasi irade ve cesaret gerektireceğine vurgu yapmıştır61. KKTC ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi arasındaki giriş-çıkışlar Ledra Palace, Beyarmudu, 2,5 Mil (Akyar), Metehan, Lokmacı, Bostancı ve Yeşilırmak sınır kapılarından yapılmaktadır62. Bu sınır kapılarından üç tanesi (Ledra Palace, Beyarmudu ve 2,5 Mil) 23 Nisan 2003’de KKTC Güney Kıbrıs arasındaki karşılıklı geçişlerin başlamasından önce de, çok sınırlı amaçlarla kullanılmıştır.

56 Halkın Sesi, 4 Nisan 2008, s.5. 57 Halkın Sesi, 4 Nisan 2008, s.3. 58 Kıbrıslı, 15 Ekim 2010, s.4. 59 Kıbrıslı, 16 Ekim 2010, s.10. 60 Kıbrıslı, 15 Ekim 2010, s.3. 61 Kıbrıslı, 15 Ekim 2010, s.5. 62 Sınır kapılarını Kıbrıs haritasında görmek için Ek’e bakınız. 380 Kıbrıs Kara Sınır Kapılarının Açılışının Toplumsal Müzakerelere... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Beyarmudu ve 2,5 Mil (Akyar) hariç, tüm sınır kapılarından geçtikten sonra, önce BM’nin kontrolündeki ara bölgeye girilmekte, daha sonra ise Güney Kıbrıs topraklarına geçilmektedir. Ada’yı ikiye ayıran yaklaşık 180 kilometre uzunluğundaki Yeşil Hat’ta beş ayrı geçiş noktası vardır. Beyarmudu ve 2,5 Mil (Akyar) sınır kapısından sonra, İngiliz üs bölgesi Dikelya’ya girilmekte, daha sonra GKRY’ye geçilmektedir63. 2010 yılı Ekim ayında KKTC ve GKRY arasında yedi sınır kapısının açılmasından sonra, bölgelerinde daha önceden sınır kapısı olan iki taraftaki bölge sakinleri, bu kapıların da açılması için taleplerini dile getirmeye başlamıştır. Bu bağlamda, Yeşilırmak Kapısı’nın açılmasından sonra, yaklaşık kırk yedi yıldır kapalı olan Lefke-Maratasa vadisi köyleri arasındaki Aplıç Sınır Kapısı’nın açılması talebi Lefke ve bölgesinde faaliyetlerini sürdüren dokuz sivil toplum örgütü tarafından istenmiştir. Yapılan ortak açıklamada Kıbrıs Adası’nda nedeni ne olursa olsun çizilen ve iki halkı birbirinden ayıran hattın kuzey ve güneyde hayatı şöyle veya böyle etkilediğine vurgu yapılarak köylerin önemini yitirdiğinden yakınılmıştır. Buna Lefke’nin önceden elli üç köyün merkezi iken on iki köyün merkezi haline gelmesi örnek gösterilmiştir64. Ayrıca, Yeşilırmak sınır kapısının açılmasının Lefke, Pile, Gaziler ve Limya’ya yeni geçiş noktalarının açılmasını da gündeme getirmiştir65. Ancak bu konuda herhangi bir gelişme olmamıştır.

Annan Referandumu

Sınır kapılarının açılmasından bir yıl sonra 24 Nisan 2004 günü yapılan Annan referandumu sonucu özellikle büyük beklentiler içinde olan BM ve AB’ni hayal kırıklığına uğratmıştır. Referandum sonucunda KKTC tarafından yüzde 64,9 “evet” oyu; Rum tarafından ise yüzde 75.83 “hayır” oyu çıkmıştır66. Referandum sonucu, Ada’nın iki sahibi olduğu ve her birinin, “self- determinasyon” hakkını ayrı ayrı kullandığını göstermesi bakımından önemlidir. Kıbrıs Türk tarafı verdiği evet oylarıyla, iki kesimliliğe ve iki toplumun siyasi eşitliğine dayalı bir ortaklığı Kıbrıs sorunun çözümü için istediğini ortaya koymuştur. Her iki halkın da diğerinin “self-determinasyon” hakkını tanıdığını ve birinin diğerini temsil etmediği iki halkın varlığı referandumla bir kez daha doğrulanmıştır67.

63 Ülkü Alemdar, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Kara Sınır Kapıları, KKTC Dışişleri Bakanlığı Tanıtma Dairesi, Yayımlanmamış Bilgi Notu, Lefkoşa, 2011, s.6. “Ayrıca, Ledra Palace ve Lokmacı sınır kapısından sadece yaya girişi olmaktadır, a.g.b.n., s.15. 64 Kıbrıslı, 14 Ekim 2010, s.5. 65 Kıbrıslı, 24 Ekim 2010, s.6. 66 Kıbrıslı, 25 Nisan 2004, s.2. 67 Rauf Raif Denktaş, The Cyprus Problem, What It Is-How Can It Be Solved?, Özyurt Matbaacılık, Ankara, 2004, s.9. 381 Rüştü YILMAZ ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

KKTC II. Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, 24 Nisan 2004 referandumundan sonra dünyanın Kıbrıs Türküne bakış açısının değiştiğini belirtmektedir. Resmen tanınmasa da Kıbrıslı Türklerin ayrı bir yönetim ve devlete sahip olmasının tüm dünya devletleri tarafından daha fazla kabul gördüğünü ve daha fazla tepkisiz kalındığını söylemiştir. Bu bağlamda KKTC’nin ilanının önemli bir dönüm noktası teşkil etmediğini, ancak 24 Nisan referandumunun dünya tarafından kabul görme açısından bir dönüm noktası, ileri bir adım, olduğu görüşünü savunmaktadır. Buna ABD ve İngiltere gibi bazı ülkelerin KKTC makamlarını ziyaret etmesini, AİHM kararlarında esnek davranılmaya başlanılmasını ve KKTC’nin oluşturduğu Taşınmaz Mal Komisyonu’nu kabul etmesini örnek göstermiştir68. GKRY, 1 Mayıs 2004 tarihinde kendisiyle beraber 10 üyeyle69 birlikte AB’ne resmen üye olmuştur. Bu üyeliklerle beraber AB tarihinin en kapsamlı genişlemesi olmuştur70. GKRY, AB üyesi olduktan sonra vatandaşlarını, KKTC’de bıraktıkları malları için Rum mahkemelerinde özel hukuk ve ceza davaları açmaya yönlendirmek ve AB hukukundan istifade etmek istemiştir71. Ayrıca, KKTC II. Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat kendisiyle 19 Nisan 2013 günü yapılan görüşmede, Kıbrıs sorunu çözülmeden GKRY’nin AB’ye alınmayacağı düşünüldüğünden kendisinin söylemesine rağmen bunun dikkate alınmamış olmasından yakınmaktadır72. 24 Nisan 2004 referandumu Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk tarafının çözüm konusundaki iradelerini dünya kamuoyu önüne sermiştir. Annan Planı Kıbrıs Rum tarafının “Ada’nın tanınmış devleti” statüsünü bölüşmek istemediğini bir kez daha ortaya çıkarmıştır. BM ve AB tarafından planın kabul edilmesi yönündeki büyük beklenti, Kıbrıs Rum tarafının yüzde yetmiş altı “hayır” oyuyla hayal kırıklığına uğramıştır. Referandum öncesi KKTC’de izolasyonların ve ambargoların kalkacağı, Kıbrıs Türk halkının AB vatandaşı olacağı gibi söylemler ve buna Türkiye’nin desteği, her ne pahasına olursa olsun, Kıbrıs Türk halkının Evet oyu kullanmasında etkili olduğu değerlendirilmektedir. Referandum sonrası olumsuz oy kullanan GKRY’ne AB tarafından hiçbir ciddi yaptırım uygulanmaması düşündürücüdür. Yaptırımlar sadece söylemde kalmıştır. Hatta referandumdan sadece bir hafta sonra AB üyesi olan GKRY, AB tüzüklerinin KKTC’de uygulanmasını engellemiştir. Bu durumun Kıbrıs Türk halkının AB’ye olan güvenini sarsması ve artık devletine sahip çıkmasının ne kadar gerekli olduğunu anlaması açısından olumlu bir katkı da yaptığı da söylenebilir.

68 KKTC İkinci Cumhurbaşkanı Mehmet yapılan Ali Talat ile 19 Nisan 2013 tarihinde Lefkoşa’da görüşme. 69 Diğer üyeler: Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya, Slovakya, Slovenya, Litvanya, Letonya, Estonya, ve Malta’dır. 70 Hüner Tuncer, Kıbrıs Sarmalı Nasıl Bir Çözüm, Kaynak Yayınları, 2. bsk., İstanbul, 2012, s.s.136-137. 71 Sema Sezer ,“ Kıbrıs’ta Saatli Bomba: Mülkiyet Sorunu” Stratejik Analiz Dergisi, S.70, Ankara, 2006, s.36. Mülkiyet konusunda diğer başvurular için bkz. Zaim M. Necatigil, Kıbrıs Uyuşmazlığı ve AİHM Kıskacında Türkiye, Turhan Kitabevi Yayınları, 2. bsk., Ankara, 2006, s.s.78-81. 72 KKTC İkinci Cumhurbaşkanı Mehmet yapılan Ali Talat ile 19 Nisan 2013 tarihinde Lefkoşa’da görüşme. 382 Kıbrıs Kara Sınır Kapılarının Açılışının Toplumsal Müzakerelere... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

KKTC’de Devletleşme Olgusu

Namibya ilkesi73, KKTC gibi “tanımama ilkesi” bağlamında uluslararası toplumun yaptırım uyguladığı ve BM Güvenlik Konseyi kararlarıyla “geçersiz” ve “yasadışı” saydığı rejimlerin hangi hukuksal işlemleri yapabileceklerini saptamamıza yardımcı olan bir ilkedir. Bu ilkeye göre, bir rejimin işlemlerinin kabul edilebilmesi için yapılan işlemin bu rejimin yasadışı olduğunu destekler nitelikte ayrığı destekler olmaması ve bu işlemin görmezden gelinmesinin sadece o coğrafyada yaşayan insanları etkilemesi esas alınır. Namibya ilkesi çerçevesinde 24 Nisan 2004 referandumunda KKTC’nin kamusal işlemlerine hukuksal sonuç yüklenmesi ve bunun geçerli kabul edilmesi önemli bir aşamadır. BM Genel Sekreteri’nin 28 Mayıs 2004 tarihli raporunda da ifade edildiği üzere Kıbrıs Türkleri verdiği yüzde 65 evet oyu ile esasen Ada’da ayrılıkçı olmadığını ve çözümü desteklediğini dünya kamuoyuna ispatlamıştır74. Bu bağlamda, sınır kapılarının açılmasının KKTC’nin hukuksal statüsünü güçlendirdiği söylenebilir. Referandum sonrası Namibya ilkesi gereğince, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 5 Mart 2010’da Demopoulos/Türkiye ve diğer 7 dava hakkında verdiği kararda KKTC’nin 19 Aralık 2005 tarihli ve 67 sayılı yasay­ la kurduğu Taşınmaz Mal Komisyonu’nu etkin iç hukuk yolu olarak tanımış ve bu iç hukuk yolunu tüketmeyen Rumların başvurularının incelenmesini kabul edilemez bulmuştur. AİHM, kararın KKTC’nin tanınması anlamına gelmediğini vurgulamış ve Kıbrıs sorununun siyasi açıdan çözümlenmesini beklemeyi tercih eden Rumların ille de bu yola gitmek zorunda olmadıklarını belirtmiştir. Fakat karar­dan çıkan sonuç, Kıbrıslı Rumların KKTC’deki taşınmaz malları ile ilgili olarak adalete gitmeyi düşünmeleri halinde AİHM yerine önce KKTC’deki Taşınmaz Mal Komisyonu’na başvurmak zorunda olduk­larıdır. Buna göre AİHM’de bekleyen ve Türk tarafının milyarlarca Euro değerinde tazminat ödemesine imkân verecek yaklaşık 1500 Rum başvurusunun da bu komisyona yönlendirilmesi söz konusu olabilecekti. AİHM, verdiği bu kararla Rumların 36 yıl önce kaybettik­leri mülklere hiçbir şey olmamış gibi tekrar dönüp kullanmalarının söz konusu olmadığı sonucuna varmıştır. Aradan geçen zaman için­de Rum malikleri ya da onların mirasçıları mülkleri ellerinde bu­lunduramamışlar; birçoğu mülklerini hiç görememiş, dolayısıyla bir anlamda mülkiyet hakkının içi boşalmıştır. Bu mülklerde kullanıcı ve sahip olarak başkaları yaşamış, bir kısmı kamusal amaçla kulla­nılmış ve bir kısmı da güvenlik açısından özel önem taşımıştır. Bu çerçevede mülkleri geri sahiplerine verme yerine takas ve tazminatın da olası seçenekler olarak ortaya çıktığı AİHM kararından anlaşıl­maktadır. Diğer taraftan TMK’nin AİHM tarafından iç hukuk yolu olarak tanınması, aksi yönde açıklamalar olsa da KKTC’de bir hukuk

73 Kudret Özersay, Kıbrıs’ı Yeniden Okumak, İmaj Yayınevi, Ankara, 2009, s.s.48-52. 74 A.g.e., s.s.62-64. 383 Rüştü YILMAZ ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) düzeni olduğu, dolayısıyla KKTC’nin devlet olmanın şartlarını ta­şıdığı şeklinde yorumlanabilmektedir75. KKTC Cumhurbaşkanlığı Özel Temsilcisi Osman Ertuğ, 6 Haziran 2013 günü kendisiyle yapılan görüşmede sınır kapılarının açılmasını “tek yanlı bir jest” olarak değerlendirmektedir. Rum tarafının sınırların kapalı olması ve korunmasının tarafları birbirinden uzaklaştırdığı görüşünü içinde olduğunu belirtmektedir. Yapılan müzakerelerde Rum tarafının bu durumu suiistimal ettiğine vurgu yapmıştır. Kıbrıs Türk tarafının sorunun kişiler değil iki yapı, iki halk, arasında olduğunu göstermek ve olası bir uzlaşıyı daha gerçekçi bir zemine oturtmak için sınır kapılarını açtığını söylemiştir. Sınır kapılarının açılışından günümüze, KKTC’den GKRY’ye geçişin daha fazla olmasını76 Türk tarafının “affedici ve hoşgörülü” olmasının göstergesi olarak nitelemiştir. Sınır kapılarının açılmasıyla KKTC’nin liberal bir siyasi yapıya sahip olduğunun, yasakçı bir yönetim anlayışına sahip olunulmadığının ve kamu düzenine zarar verilmediği müddetçe Rum vatandaşı veya yabancılara herhangi bir hukuksal eylem yapılmadığının gösterildiğine vurgu yapmıştır. Aynı zamanda, GKRY’den KKTC’ye geçen vatandaşların KKTC’nin işgal altında ve ekonomik buhran içinde olmadıklarını gördüklerini sözlerine ilave etmiştir. Kıbrıs sorunun adanın Yunanistan’a bağlanma (Enosis) nedeniyle çözülemediğini ve kantonlar halinde de olsa yaklaşık 400 yıl beraber yaşamış toplumun bu nedenle kaynaşamadığını belirtmiştir. Bu bağlamda sınır kapılarının açılmasının iki toplumun kaynaşmasına olan etkisinin az olduğunu değerlendirmektedir77. Gazeteci-Yazar Sabahattin İsmail, kendisiyle 13 Mayıs 2013 günü yapılan mülakatta yapılan görüşmelerden sonuç alınamamasını bir tarafta tanınan GKRY ile diğer tarafta tanınmayan KKTC’nin masada eşit olarak bulunamamasına bağladığını belirtmiştir. Görüşmelerin eşit zeminde yapıldığı görüşünün bu anlamda sadece sözde kaldığını belirtmektedir. BM ve dünyanın adaletsiz tutumu nedeniyle eşitlik sağlanamadığından KKTC’nin ilanından günümüze geçen 30 yılda da (2013) çözüm sağlanamadığını ifade etmiştir. Çözüm sağlanmasının yolu olarak, KKTC’nin de Rum devleti kadar egemen ve meşru ya da değil tanınmasıyla sağlanılabileceğini belirtmektedir. KKTC’nin ilanı sonrası KKTC ve Türkiye’nin KKTC’nin tanınması için ve 1963 yılında yıkılan ortaklık sonrası Kıbrıs Cumhuriyeti’ni temsil eden GKRY’ni meşru hükümet sayan 4 Mart 1964 tarihli 186 sayılı kararın değişmesi için BM’ye müracaat etmemesini hata olarak

75 Nasuh Uslu, “Türkiye’nin Dış Politikası 2010”, Türk Dış Politikası Yıllığı 2010, Siyaset Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) Yayınları XIV, Ankara, 2011, s.238. 76 23 Nisan-31 Aralık 2003 tarihleri arasında 1.442.286 Türk GKRY’ne geçerken, 728.017 Rum vatandaşı KKTC’ye giriş yapmıştır. 2003-2010 yılları arasındaki Türk ve Rum toplumlarının sınır kapılarından geçiş miktarları için bkz. Alemdar, a.g.b.n., s.17. Sınır kapılarının açıldığı 23 Nisan 2003 tarihinden bu güne kadar (2013 yılı Ekim Ayı), Kıbrıslı Rumların kapılardan 8 milyon, Kıbrıslı Türklerin de 14 milyon kez geçiş yaptığı tespit edilmiştir. http://www.kibristime.com/kibris/sinir-kapilarinin-acilisinin-10uncu-yili-h15660.html (Erişim:08.03.2014). 77 Osman Ertuğ ile 6 Haziran 2013 tarihinde Lefkoşa’da yapılan görüşme. 384 Kıbrıs Kara Sınır Kapılarının Açılışının Toplumsal Müzakerelere... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) değerlendirmektedir. Böyle girişim olmadığından bugüne (2013) kadar çok zaman kaybedildiğinden yakınmaktadır. Sabahattin İsmail Tayvan örneğinde olduğu gibi BM Güvenlik Konseyi’nin aldığı kararları değiştirebileceğini sözlerine eklemiştir. KKTC’nin bugüne kadar müzakereler devam ederken tanınma istenirse görüşmeleri bozan, kesen taraf olarak suçlanma korkusu nedeniyle böyle bir talebi olmadığını söylemektedir. Oysa bunun yapılmış olması halinde taraflar arasındaki eşitsizliğin giderilmiş olacağını ve iki eşit devlet zemininin yaratılmasıyla asıl çözümün gerçekleşebileceği görüşünü savunmaktadır78. KKTC, toprakları üzerindeki egemenliği, sürekli nüfus yapısına sahip olması, Ada’nın kuzeyinde belirli bir toprak parçasına sahip oluşu ve Kıbrıs Türk halkı ile varlığını devam ettirmektedir. Diğer devletler tarafından tanınmasa da “de facto” statüsüyle varlığını sürdürmektedir. Ankara’da büyükelçiliği, ayrıca 20 merkezde temsilciliği ve 31 merkezde de fahri temsilciliği mevcuttur. Ülke içinde 7 adet yabancı misyon şefliği vardır. KKTC pasaportuna ABD, İngiltere ve Fransa vize vermektedir79. 50 milletvekilinden oluşan meclisi80, 10 bakanlığı81, işleyen devlet bürokrasisi ile statüsünü her geçen gün daha da güçlendirmektedir.

Sonuç

KKTC Bakanlar Kurulu’nun 21 Nisan 2003’te tek yanlı olarak aldığı, sınır kapılarının açılması ve geçişlerin serbestleştirilmesi kararı, Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum toplumları arasında yıllardır zihinlerde biriken soru işaretlerine açıklık getirmiştir. Sınır kapılarının açılmasıyla her iki toplumda karşı taraf hakkında kendilerine anlatılanlarla; gerçek durumu karşılaştırma imkânı elde etmiştir. Kıbrıslı Türklerin “çok zor ekonomik koşullar altında kendilerine muhtaç durumda yaşadıklarını” düşünen Kıbrıslı Rumlar, kapıların açılmasıyla “tüm kurumları ile işleyen KKTC’yi” görmüşlerdir. Ayrıca, sınır kapılarının açılmasıyla Kıbrıs müzakerelerinde önemli bir yer teşkil eden üç özgürlükler konusundan biri olan “serbest dolaşımın” kısmen de olsa gerçekleştiği söylenebilir. 23 Nisan 2003 tarihinde Kıbrıs Türk tarafı tek taraflı olarak GKRY’ne sınır kapılarını açmıştır. Bu durum karşısında GKRY de kapılarını KKTC vatandaşlarına açmak zorunda kalmıştır. Açılan sınır kapılarının yapılan

78 Sabahattin İsmail ile 13 Mayıs 2013 tarihinde Lefkoşa’da yapılan görüşme. “Mao devrimi sonrası kurulan Çin’den ayrılma ile kurulan Tayvan’ın BM’de 1990’lı yıllara kadar üye kabul edilmesini daha sonra ise hakkında tanınmama kararı alınmasını ve Çin’in BM’de temsil edilmesinin sağlanmasını örnek vermiştir.” 79 Ayrıntılı bilgi için bkz. http://www.mfa.gov.ct.tr/tr-tr/temsilcilikler/ankara.aspx “Erişim:30.10.2013”. 80 Ayrıntılı bilgi için bkz. http://www.cm.gov.nc.tr/Default.aspx “Erişim:30.10.2013”. 81 Ayrıntılı bilgi için bkz. http://www.edevlet.eu/goster.aspx?Uc=tr-tr&grp=0&subid=3 “Erişim:30.10.2013”. 385 Rüştü YILMAZ ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) müzakerelere olumlu etkisinin olduğunu ve iki halkı kaynaştırdığını söylemek güçtür. Çünkü “Kıbrıslı” diye bir millet yoktur. Kıbrıslılık kavramı 20 Temmuz 1974 sonrası Türkiye’nin Kıbrıs Barış Harekâtı karşısında Yunanistan’ın fiili müdahalede bulunmaması sonucu gelişen bir kavramdır. Zaten Kıbrıslılık kavramı olsa bugün adadaki uzlaşmazlık devam etmezdi. Ortaklığın yıkıldığı 1963 tarihinden günümüze (2013) geçen yarım asırlık süreçte, çok sayıda müzakere yapılmasına rağmen ortaklığı yeniden tesis etmek mümkün olmamıştır. Görüşmelerin başarıya ulaşmamasında Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY)’nin uluslararası alanda tanınması, BM ve AB üyesi olarak bu üyeliklerin imtiyazlarından yararlanması ve Kıbrıs Türkleri ile egemenliği paylaşmak istememesinin etkili olduğu değerlendirilmektedir. Bu bağlamda çözümsüzlükten en fazla etkilenen tarafın Kıbrıs Türk tarafı olduğu söylenebilir. Kıbrıs adasında yaşayan Türk ve Rum toplumlarının geçmişte yaşananlar nedeniyle birbirlerine duyduğu güvensizlik, yeniden ortaklık tesis edilememesinin başat bir sonucu olmalıdır. Annan süreci sırasında KKTC’nin aldığı tek taraflı kararla sınırları GKRY’ne açması ve uzun yıllar birbirleri ile sosyolojik ve kültürel etkileşimde bulunmamış iki toplumun kaynaşması hedeflenmiştir. Ayrıca Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum toplumlarının önyargılardan arınması sağlanarak bunun müzakere sürecini olumlu etkilemesi amaçlanmıştır. Ancak beklenen sonuç elde edilememiştir. 24 Nisan 2004 referandumunun Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum taraflarında ayrı ayrı uygulanması her iki toplumunda “self-determinasyon” hakkının olduğunun BM, AB ve dünya kamuoyu tarafından tescili anlamına gelmektedir. Bu bağlamda KKTC’nin ilanı ve varlığı “ayrılıkçı bir hareket” olarak değil Kıbrıs Türk halkının “self-determinasyon” hakkını kullanması olarak yorumlanmalıdır. Yapılan referandumda Kıbrıs Türk tarafının evet demesiyle Kıbrıs Türk toplumunun uzlaşmacı ve barışçı yapısı gözler önüne serilmiştir. Annan referandumunun olumlu sonuçlanması halinde KKTC’nin varlığına son verecek olması kabul edilmesi güç bir durumdur. Bu bakımdan Kıbrıs Rum tarafının Hayır demesi hem Kıbrıs Türklerinin hem de Türkiye’nin elini güçlendirmesi bakımından olumlu ve KKTC olgusunu devam ettirmesi açısından da isabetli olmuştur. Kıbrıs Türk halkı da, kapıların açılmasıyla yaşadıkları ilk heyecan geçince, kendi ülkelerine daha sıkı sarılmış ve iki kesimliliğin önemini daha iyi kavramışlardır. Kapıların açılmasını müteakip, 2004’te Annan Planı döneminde verilen sözlerle yükseltilen beklentilerin, zaman içerisinde boşa çıktığı görülmüş ve “kendi sınırlarında güven içerisinde yaşamanın” önemi daha iyi anlaşılmıştır. Bu durum Kıbrıs’ta bulunacak çözümde iki kesimlik ilkesinden vazgeçilmemesinin gerekliliği bir kez daha ortaya çıkmıştır. Sınır kapılarının açılmasıyla, her iki halk arasında beklenen kaynaşmanın gerçekleşmemesi Kıbrıs’ta her şeyiyle ayrı iki ayrı halkın varlığı gerçeğini gözler önüne sermiştir. Buradan iki halk arasında sadece fiziksel engellerin kalktığını ancak “Kıbrıslılık” kavramı temelinde 386 Kıbrıs Kara Sınır Kapılarının Açılışının Toplumsal Müzakerelere... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) düşünülecek millet kaynaşmasının olmadığı aşikârdır. Sınırların karşılıklı geçişlere açılmasına rağmen, her iki toplumun mensupları kendi tarafında yaşamaya devam etmiştir. Bu durum, her iki toplumun da kendi ülkelerinde kendilerini daha güvende hissettiğini göstermesi nedeniyle önemlidir. Bu durum, olası bir çözümde “iç içe değil de, yan yana yaşama” gerçeğini bir kez daha gözler önüne sermekte ve iki kesimliliğin önemini pekiştirmektedir. KKTC, 1963 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yıkılması sonrası devletsiz kalan Kıbrıs Türklerinin kendi yönetimlerini kurarak varlıklarını devam ettirme mücadelesinin bir sonucu olarak kurulmuştur. Kıbrıs Türklerini, 1963-1974 arası Kıbrıs’ta yaşananlar, aradan uzun yıllar geçmesine rağmen yapılan müzakerelerden herhangi bir sonuç alınamaması ve uluslararası alanda Kıbrıslı Rumların tek yanlı eylemleri kendi devletlerini kurmaya yönelttiği söylenebilir. Kurulan bu devletin en önemli sorunu uluslararası platformlarda tanınmamış olmasıdır. Bu sorunun aşılamamasında ise KKTC’nin ayrılıkçı bir hareket olarak algılanışı ve BM’nin 541 sayılı kararının etkili olduğu söylenebilir. Devletlerin tanıma işlemi yaparken yeni devletlere koşullar ileri sürmesini engelleyecek bir hukuki ilke bulunmaması onlara dış politikaları ile uyumlu olarak yeni kurulan bir devleti tanıma/tanımama inisiyatifi vermektedir. Bu yüzden devlet olabilmenin tüm gereklerine sahip KKTC’nin tanınmamasının siyasi bir karar olduğu değerlendirilmektedir. Buna rağmen KKTC, Kıbrıs Türk halkı, toprakları üzerinde egemenliği, devlet kurumları ve işleyen bürokrasisi ile her geçen gün varlığını daha da güçlendirmektedir.

387 Rüştü YILMAZ ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

KAYNAKÇA I. Süreli Yayınlar

Milliyet, Halkın Sesi, Kıbrıslı, Yenidüzen, Volkan, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, Atatürk Yolu Dergisi, Kuzey Kıbrıs Dergisi, Stratejik Analiz Dergisi.

II. Resmi Yayınlar

Resmi Gazete, Kıbrıs Türk Federe Devleti, Meclis Kararları, Ek IV, Sayı:88, Karar No:50, 15 Kasım 1983. Resmi Gazete, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Bakanlar Kurulu Kararları, Ek IV, Sayı:40, Karar Numarası: E-762-2003, 22 Nisan 2003. Resmi Gazete, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Bakanlar Kurulu Kararları, Ek IV, Sayı:44, Karar Numarası: E-770-2003, 29 Nisan 2003. Resmi Gazete, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Bakanlar Kurulu Kararları, Ek IV, Sayı:79, Karar Numarası: T-820-2004, 2 Haziran 2004.

III. Kitaplar

Akritas Planı, KTFD Enformasyon Dairesi Yayınları, Lefkoşa, 1982. ALEMDAR, Ülkü, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Kara Sınır Kapıları, KKTC Dışişleri Bakanlığı Tanıtma Dairesi, Yayımlanmamış Bilgi Notu, Lefkoşa, 2011. ATUN, Ata, Kıbrıs Antlaşmaları, Planları ve Önemli BM, AB Kararları (1571-1983), C.1, Samtay Vakfı Yayınları:26, Mağusa, 2007. ______, Kıbrıs Antlaşmaları, Planları ve Önemli BM, AB Kararları (1983-2008), C.2, Samtay Vakfı Yayınları:27, Lefkoşa, 2008.

388 Kıbrıs Kara Sınır Kapılarının Açılışının Toplumsal Müzakerelere... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

ATUN, Ali Fikret, İkinci Kıbrıs Seferi, Harp Akademileri Basımevi, İstanbul, 1999. AZARKAN, Ezeli, Uluslararası Hukukta Devletlerin Tanınması (Slovenya, Hırvatistan ve Bosna-Hersek), Adalet Yayınevi, Ankara, 2008. ÇAKMAK, Zafer, Kıbrıs’ta İsyan, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2009. ÇEVİKEL, Nuri, Kıbrıs’ta Osmanlı Mirası, 47 Numara Yayıncılık, İstanbul, 2006. DENKTAŞ, Rauf Raif, The Cyprus Problem, What It Is-How Can It Be Solved?, Özyurt Matbaacılık, Ankara, 2004. ______, Rauf Denktaş’ın Hatıraları-5, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1997. EROĞLU, Hamza; Kıbrıs Türk Federe Devletinin Kuruluşu, Anayasası ve Bağımsızlığı, Türk Devrim Kurumu Yayınları, Ankara, 1976. GÖZLER, Kemal, Anayasa Hukukuna Giriş, Ekin Basın Yayım Dağıtım, Bursa, 2010. HASGÜLER (Der.), Mehmet, Kıbrıslılık, Agora Kitaplığı, 2. bsk., İstanbul, 2009. İSMAİL, Sabahattin, 150 Soruda Kıbrıs Sorunu, Kastaş Yayınları, İstanbul, 1998. KESER, Ulvi, Kıbrıs’ta Yeraltı Faaliyetleri ve Türk Mukavemet Teşkilatı, IQ Kültür, Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2007. KIZILYÜREK, Niyazi, Doğmamış Bir Devletin Tarihi Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti, İletişim Yayınları, İstanbul, 2005. KÖKSAL, Filiz, Türk Basınında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin Kuruluşu, Kıbrıs Türk Kültür Derneği Yayını, Ankara, 2013. NECATİGİL, Zaim M., Kıbrıs Uyuşmazlığı ve AİHM Kıskacında Türkiye, Turhan Kitabevi Yayınları, 2. bsk., Ankara, 2006. ÖZMEN, Süleyman, Avrasya’nın Kırılma Noktası Kıbrıs, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2007. ÖZERSAY, Kudret, Kıbrıs’ı Yeniden Okumak, İmaj Yayınevi, Ankara, 2009. PAZARCI, Hüseyin, Uluslararası Hukuk, Turhan Kitabevi, Ankara, 2010. SERTER, Vehbi Zeki, Kıbrıs’ta Rum-Yunan Saldırıları ve Soykırım, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Merkezi Yayınları, Ankara, 2008. ŞİMŞİR, Bilal N., AB, AKP ve Kıbrıs, Bilgi yayınevi, 2. bsk., Ankara, 2004. STEPHENS, Robert, Cyprus- A Place Of Arms, Pall Mall Press Yayınları, Londra, 1966. TARAKÇI, Mustafa, Kıbrıs Barış Harekâtı, Hiperlink Yayınları, İstanbul, 2010. TOLUNER, Sevin, Kıbrıs Uyuşmazlığı ve Milletlerarası Hukuk, Fakülteler Matbaası, İstanbul, 1977. TUNCER, Hüner, Kıbrıs Sarmalı Nasıl Bir Çözüm, Kaynak Yayınları, 2. bsk., İstanbul, 2012.

389 Rüştü YILMAZ ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

YOLAK, Seyit, 1571’den Günümüze Kıbrıs Türk Yönetimleri, KKTC Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı Yayınları, Lefkoşa, 1989. KARACA, Erdem, Türk Basınında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Kuruluş Süreci ve Türkiye’nin Kıbrıs Politikası (1975-1983), Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara, 2010. ŞAHİN, İsmail, Kıbrıs Başpikoposluğu (1571-1821), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2005.

IV. Makaleler

“1963-1974 Döneminde Sosyal ve Ekonomik Yaşantımız”, Kuzey Kıbrıs, C.2, S.1, 1989. DENKTAŞ, Rauf Raif , “1975 Nüfus Mübadelesi Anlaşmasının Bilinmeyen Yönleri”, Halkın Sesi, 11 Ocak 1980, s. 1, s.3; 12 Ocak 1980, s.5; 13 Ocak 1980, s.7. FIRAT, Melek M., “Helsinki Zirvesinden Günümüze AB-Türkiye İlişkileri Çerçevesinde Kıbrıs Gelişmeleri”, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, C.4, No.1, Ankara, 2004. GÜLEN, Ahmet , “İnönü Hükümetleri’nin Kıbrıs Politikası (1961-1965)”, Atatürk Yolu Dergisi, C.13, S.50, Ankara, 2012. GÜNDÜZ, Aslan, “KKTC’nin Tanınması Sorunu ve Milletlerarası Hukuk”, Halkın Sesi, 1 Aralık 1983. ÖZEL, Sebahattin, “Birinci Dünya ve Milli Kurtuluş Savaşları ile Sonrasında Kıbrıs Türkleri’nin Genel Durumu”, Haz.: Ali Ahmetbeyoğlu- Erhan Afyoncu, Dünden Bugüne Kıbrıs Meselesi, Tarih ve Tabiat Vakfı (TATAV) Yayınları, İstanbul, 2001. USLU, Nasuh; “Türkiye’nin Dış Politikası 2010”, Türk Dış Politikası Yıllığı 2010, Siyaset Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) Yayınları XIV, Ankara, 2011. SEZER, Sema, “ Kıbrıs’ta Saatli Bomba: Mülkiyet Sorunu” Stratejik Analiz Dergisi, S.70, Ankara, 2006.

V. İnternet Kaynakları http://www.kibristime.com/kibris/sinir-kapilarinin-acilisinin-10uncu- yili-h15660.html (Erişim:08.03.2014). http://www.mfa.gov.ct.tr/tr-tr/temsilcilikler/ankara.aspx (Erişim:30.10.2013). http://www.cm.gov.nc.tr/Default.aspx (Erişim:30.10.2013). http://www.edevlet.eu/goster.aspx?Uc=tr-tr&grp=0&subid=3 (Erişim:30.10.2013).

390 Kıbrıs Kara Sınır Kapılarının Açılışının Toplumsal Müzakerelere... ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

VI. Sözlü Tarih Görüşmeleri

Ata Atun ile 4 Temmuz 2013 tarihinde Gazimağusa’da yapılan görüşme. İsmail Bozkurt ile 24 Ağustos 2012 tarihinde Gazimağusa’da yapılan görüşme. Mehmet Ali Talat ile 19 Nisan 2013 tarihinde Lefkoşa’da yapılan görüşme. Osman Ertuğ ile 6 Haziran 2013 tarihinde Lefkoşa’da yapılan görüşme. Sabahattin İsmail ile 13 Mayıs 2013 tarihinde Lefkoşa’da yapılan görüşme.

391 Rüştü YILMAZ ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

EKLER

Kıbrıs Kara Sınır Kapıları82

82 Alemdar, A.g.b.n., s.3. 392 Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi Journal Of Modern Turkish History Studies XIV/28 (2014-Bahar/Spring), ss.393-409.

ŞERAFETTİN TURAN’IN TARİHÇİLİĞİ

Alev GÖZCÜ*

Öz Şerafettin Turan, yaşayan önemli Türk tarihçilerinden biridir. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi geleneğinde yetişmiş ve uzun yıllar aynı fakültede öğretim üyeliği yapmıştır. Prof. Dr. Şerafettin Turan, “Osmanlı Teşkilatında Hassa Mimarları”, “Kanuni Süleyman Dönemi Taht Kavgaları”, “Türkiye- İtalya İlişkileri” ve daha pek özgün araştırmasıyla Osmanlı Tarihi araştırmalarına önemli katkılar yapmıştır. Turan’ın Osmanlı Tarihi üzerine yaptığı çalışmalar kadar Kültür Tarihi ve Türkiye’nin yakın tarihi üzerine de kaynak sayılacak eserler vermiştir. Profesör Dr. Şerafettin Turan, Cumhuriyet’i kuran kadroların lideri Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü üzerine biyografi çalışmaları yaparak da özgün eserler vermiştir. Bu çalışmada, Şerafettin Turan’ın söylediklerinden, yorumlarından ve yaklaşımlarından hareket ederek, onun tarihçiliğinin çok yönlülüğü, tarihçiliğinde geçirdiği evreler tarih bilimine yaptığı katkılar ve yakın tarihe bakışı ele alınıp irdelenmeye çalışılacaktır.

Anahtar Kelimeler: Şerafettin Turan, Tarihçilik, Tarih.

HISTORIOGRAPHY OF SERAFETTIN TURAN

Abstract Şerafettin Turan who had grown in Ankara University DTCF tradition, had officiated as staff member long years. He beleived to republic ideal as an intellectual and he never changed his attitude. Like “Special Architects in Otoman Organization” and “Kanuni’s Son Shahzadah Beyazıt” he assisted orijinal productions to otoman history area. He also studied at turkish-İtalian relations and cultural history. This important historian didn’t studied at only these areas, he created opuses as to source to turkish history. Professor Turan is one of the most important academical historians in this area. Especially after retirement,in his books,he concentrated on area’s main basic problemsand he made ascension with his biography workings. In this lectur;directly Historical versatility and evaluation of Şerafettin Turan and his phases in the area,addition to scienc of history are wanted to be researched.

Keywords: Şerafettin Turan, Historical, History.

* Dokuz Eylül Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, ([email protected]). 393 Alev GÖZCÜ ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Giriş

Gerçekte tarih alanında yapılan her çalışma, tarihin bilinmezlerle dolu koridorlarını aydınlatırken, nice farkında olmadığımız yeni koridorları da önümüze seriyor. Tarih açısından bakıldığı zaman gördüğümüz bu somut olgu, yaşamını tarih araştırmalarına vermiş bir tarihçi açısından baktığımız zaman, tarihe bakış açımızın değişmesine de nice katkılar sunuyor. Tarih, elbette insan topluluklarının geçmişten günümüze gelişimini, bu gelişim süreci içinde yaşanmış olayları neden sonuç ilişkisi içinde ele alıp irdeleyen bir bilim dalıdır. Bu bilim dalının kendi tarihi içinde yaşanan gelişmelere baktığımız zaman çok eski dönemlerde kullanılan anlatım ve araştırma yöntemlerinden bugüne nice değişiklikleri de görmezden gelemeyiz. Bu tarihçinin kendi öz yaşam öyküsü açısından da böyledir. Çünkü yaşamını bu alana vermiş her hangi bir tarihçi eğer değişen tekniklere, araştırma yöntemlerine, ortaya çıkan yeni yayınlara ve yeni bilgi hazinelerine ulaştıkça hem kendini yeniler, geliştirir; hem de tarihin dolambaçlı, birbiri içine girmiş çetrefilli konularını çözecek yeni olanakları ve bilgileri önümüze koyar. Yaşı belli bir düzeyin üzerine çıkan tarihçilere baktığımız zaman bu değişimi olumlu ve nitelikli yönde yaşamış tarihçilerin, dünyada olan biten gelişmelerle karşılaştırıldığında hiç de çok olmadığını görür ve üzülürüz. Değişmeyen tek şey, değişim denilen olgunun kendisi olduğuna göre, bunu başaramamış bir bilim insanının insanlığa sunacağı yeni şeyler neler olabilir ki? Ancak ya bunu başarabilenler? Bunu başarabilen ve önümüze yeni olgular, bilimsel sonuçlar, yeni araştırma alanları, yöntemler, bakış açıları koyabilen tarihçiler, gerçekte akıp giden tarihsel sürecin karanlıklarını aydınlatan birer el feneri gibi değiller midir? İşte Şerafettin Turan denildiğinde onun gerek öz yaşam öyküsünü ve gerekse yazıp çizdikleri şeyleri bu genel kurallar bütünü içinde irdelemek gerekir. O 1940’lı yılların tarih algısı içinde eğitimini tamamladı. Sonra modern Türkiye’nin iniş ve çıkışlarla dolu çağdaşlaşma süreçlerine ve yaşadığı sancılara tanıklık etti. Bütün bu dolambaçlı ve inişli çıkışlı süreçlerde bir etken ve bu değişimden de etkilenen bir kimlik olarak yerini aldı. Ve kendi yeteneklerini, algılarını, kültür birikimini ve araştırma yeteneklerini kullanarak, çalıştığı alanda bugün hala yeni araştırıcılara yön veren sayısız araştırmanın altına imza attı. Kuşkusuz bir insanı ele almak için, onun çeşitli yönleri üzerinde durulabilir. Kişinin kendine özgü yetileri, içinde yetiştiği toplumsal çevre, aldığı eğitimin niteliği ve yoğunluğu, duyguları, kendi yaşamı içinde önemsediği ilkeler ve yaşama ilişkin algılar, onun bir şekilde çalıştığı alanda belli belirsiz izler biçiminde kendini gösterebilir. Şerafettin Turan da bu türlü etkenlerin bir

394 Şerafettin Turan Tarihçiliğini Değerlendirme Denemesi ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) kaçı ya da tümü üzerinden ele alınarak, onunla ilgili bir bakış açısı ve yoruma ulaşılabilir. Ancak onun Türk tarihçiliği içindeki yerini irdelemek için yola çıkmışsak; elbette onun kendini öğrenci yetiştirmeye vermiş bir öğretmen olarak nitelikleri yanı sıra, bir bilim insanı olarak yazıp çizdikleri şeyler de ele alınmalıdır. İster kişilik özellikleri, ister bilim adamlığı yönleri olsun; bu niteliklerinin belirlenebilmesi için, yaşam çizgisi üzerinde kimi etkenler onunla ilgili kimi saptamalar yapmayı da kolaylaştıracaktır. Prof. Dr. Şerafettin Turan bir öğretmen çocuğu olarak 1925’te Van’ın Erciş ilçesinde dünyaya geldi. İçinde bulunduğu koşullar içinde çokça sıkıntılar çekmesine karşın yine de kendi yetiştiği dönemin koşullarına göre bir şanstı. Çünkü Türkiye’nin geneli onun dünyaya geldiği dönemde yoksulluk içindeydi. Eğitim ve öğrenim süreçleri son derece düşüktü. Ülkenin pek çok yerinde temel eğitim verecek okullar bile yoktu. Böyle bir dünyada bir öğretmen çocuğu olmak, öğretmen babanın kendi evinde okuma tutkusuna, ailesine verdiği öneme, dünyayı yorumlamaktaki çağdaş algılarının düzeyine bakıldığı zaman, bir çocuk olarak Şerafettin Turan’ın içinde yetiştiği aile ortamın onun kişiliği üzerinde son derece olumlu etkiler yaptığı kolaylıkla söylenebilir. Üstelik buna eklenmesi gereken bir şey daha var: Cumhuriyet coşkusu ve bu coşkunun insanın toplumsallaşması üzerinde yarattığı etki… O dönemlerin Türkiye’si, kapitalist ilişkiler düzeneği üzerinden değil, ilkeler, özlemler ve idealist duruş ve tavırlarla dünyayı ve yaşamı algılıyordu. Yüceltilen değerler, ülkenin ideolojik duruşu için yaşamsal önem taşıyordu. Dolayısıyla yetiştirdiği genç nüfuslarda bu coşkunun derin etkileri vardı. Bu ortamda doğal olarak Şerafettin Turan da bu gıdadan bol bol payına düşeni aldı1. Ancak bütün bu olumlu katkıların yanı sıra, toplumsal yaşantının bütünü içinde bir gencin kendini dünyaya açacak ve okuyup geliştirecek hem de kendine seçeceği bir alanda önemli bir bilim insanı olarak ortaya çıkmanın 1 Ayrıntı için bkz. Alev Gözcü, Tarih Yaşanmış Hayattır, Şerafettin Turan ile Söyleşi, Şenocak Yay. İzmir, 2008; Fevziye Özberk, “Aydınlanma, aydınlatma mücadelesiyle dolu bir yaşam: Prof. Dr. Şerafettin Turan” Bilim ve Ütopya Mart/117,2004, yine kısmen bkz.,: Hamiyet Sezer, “ Prof. Dr. Şerafettin Turan”, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/19/1151/13531.pdf E.T.31.03.2014, Salih Özbaran, “Yaşanmışlıktır Tarih: Bilge Kişi Şerafettin Turan” Geçmişi Güncelleştirmek- Tarihçi İmgesinden Medya Sözcülüğüne, Tarihçi Kitabevi, İstanbul, 2011. s.s 103-111. 395 Alev GÖZCÜ ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

büyük zorlukları vardı. Bu öncelikli olarak eğitim ve öğretim süreçlerinde kendini göstermekteydi. Pek çok Türk genci için, ilkokuldan başka okula gitmenin önünde yığınla sosyo-ekonomik ve kurumsal zorluklar varken; O, pek çok zorluğu göze alarak, bu engelleri aşmayı başardı. Çeşitli eğitim süreçlerinden geçti ve bu yenmek için uğraştı. O’nun kuşağında yer alan gençlerin en idealist olanları bile bu zorlukların pek çoğuyla karşı karşıya kalıyordu. Ancak yaşam, mücadele demekti. Bu mücadelesinde O, pek çok zorlukları yenerken elbette kendi yetenekleri ve gücü ölçüsünde bir savaşım içine girdi. Kimi kez şansı önemli zorlukları aşmayı başarırken, kimi zaman da beklenmedik gelişmeler kolayca ulaşabileceği yeni olanakların önünü tıkadı. Bir biçimde, engellerle yeni olanakların kesişme noktasında yer alan O, kendi yetenekleri, farklı duruşu ve kendine özgü özellikleriyle gidebileceği amaca doğru yürüdü. Üniversite yaşantısını ve buna ilişkin evreleri ele aldığımız zaman, şu saptamayı yapmak durumundayız: Şerafettin Turan, kendi eğitim döneminin sınırlı yükseköğrenim olanakları içinde bir Osmanlı Tarihçisi olarak yetişti. Yanında doktora yaptığı hocası Prof. Dr. Şinasi Altundağ’ın yanında asistan olarak da yer almak, ister istemez onu “Genel Türk Tarihi” alanına yönlendirmişti. Bu da gerçekte onun hiç yakındığı bir şey değildi ve başka bir arayışa yönelmesini sağlayacak olumsuzlukları içinde taşımıyordu. Zorluklar, onun yöneldiği alandan daha çok, genel olarak Türkiye’nin siyaset-kültür dünyası içinde onun görev yaptığı Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin koridorlarına kadar yansıyan gerilimli ortamlardı. O, gerek asistanlığı ve gerekse mesleki anlamda daha sonraki dönemlerde; önceleri hocası Prof. Dr. Şinasi Altundağ’ın yönlendirmesiyle, bir süre sonra da kendi özgür iradesiyle Osmanlı Tarihi’nin temel kaynakları üzerinden giderek, önemli yapıtlar ortaya koydu. Mesleki

396 Şerafettin Turan Tarihçiliğini Değerlendirme Denemesi ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) anlamda bu çalışmaları gerçekleştirmekle birlikte, ilerleyen zamana koşut olarak, içinde yer aldığı etkinlikler yalnızca tarih bilimi üzerine araştırmalar yapmakla sınırlı kalmadı. Kültür Tarihi, Cumhuriyet Tarihine ilişkin değişik konular, biyografi çalışmaları, giderek tarihte sosyal tarih araştırmalarına dek pek çok alan onun ilgi alanında oldu. Her araştırma bir dünya demekti. Pek çok kişi, dar bir alanda yayın vermeye çalışırken, o ilgi alanını olabildiğince geniş tutmaya çalıştı. Örneğin bir yandan Tevarih-i Ali Osman’ın 7. Kitabı’nı yayına hazırlayan bir Şerafettin Turan portresi2, öteki yandan da Ulusal Bağımsızlık savaşının çok önemli yüzlerinden biri olan Hacim Muhittin Çarıklı’nın anılarını yayına hazırlıyordu3. Bir süre sonra da Türkiye’nin dil sorunu4 ve örneğin Reşit Galip gibi ilginç ve önemli bir kişilik üzerine kalem oynatabiliyordu5. Hele çok sonraları ele aldığı Türk Devrim Tarihi gibi birkaç ciltten oluşan kapsamlı eseri ile Atatürk ve İsmet İnönü üzerine yaptığı biyografiler de hesaba katıldığında6, onun ne denli geniş bir ilgi alanı üzerinde tarihin temel sorunları üzerine yoğunlaştığı kolaylıkla görülebilmektedir. Kuşkusuz bu araştırma konularının yanı sıra, onun tarihe ve yaşama nasıl baktığı da önemli bir konudur. Şerafettin Turan’ın yaşamı yakından izlendiğinde onun tarihi hiçbir zaman yaşanan hayatın akışından ayrı tuttuğu görülemez. Onun için tarih geçmişte kalan ölü bir mazi değil; yaşayan bir canlıdır. Dolayısıyla, yaşayan, etkileri olan bir şeyi öğrenmek, irdelemek, günümüz insanı için var olmak açısından da gereklidir. Tarih toplumun ve insanın gerçekte kendi içindedir. Toplum ve birey, onu var eden tarihi akışın bir sonucu olarak, geçmişin etkileri altındaki koşulları kendi yaşantısına almak durumunda kalmıştır. Nitekim O, “Tarih sizin için ne ifade ediyor?”sorusuna şu 2 İbn Kemal, Tevarih-i Al-i Osman, VII. Defter (Tıpkıbasım), T.Tarih Kurumu yay., Ankara, 1954; XXI+625+51, İbn-i Kemal, Tevârih-i Âl-i Osman, I. Defter, (Tenkitli metin), T. Tarih Kurumu yay. Ankara, 1970; 45+235 s. İkinci Basım, 1991. İbn-i Kemal, Tevârih-i Âl-i Osman, II. Defter (Tenkitli Metin), T. Tarih Kurumu yay., Ankara, 1983, LII+ 265 s; (İkinci Basım: 1991). 3 Şerafettin Turan (Hazırlayan), Balıkesir ve Alaşehir Kongreleri ve Hacim Muhittin Çarıklı’nın Kııva-yı Milliye Hatıraları, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü yayını, Ankara, 1967. 4 “Türkçenin, Türkiyenin ve Türklüğün Geleceğini Karartan Bir Gidiş: Dil Yozlaşması”, Ulusal, Üç aylık akademik / politik dergi, S.2, Eylül-Kasım 1996, s.s.lll–116, “Türkçe’nin Bilim Dili Olmasına İlişkin Sorunlar”, Türkçe’nin Dünü, Bugünü, Yarını. Uluslararası Bilgi Şöleni, Bildiriler, Kültür Bakanlığı yayını, Ankara, 2002, s.s.91–106, vb. 5 “Dr. Reşit Galip’in Atatürk’e Yakınmaları”, Tarih Araştırmaları Dergisi, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi yay., C.XXV, S.39; Ankara, 2006, s.s.1-25. 6 Türk Devrim Tarihi: I: İmparatorluğun Çöküşünden Ulusal Direnişe, Ankara, 1991, s.357 (Genişletilmiş ikinci basım: 2004, s.432, Türk Devrim Tarihi II, Ulusal Direnişten Türkiye Cumhuriyetine, Ankara,1992, (İkinci basım: 1998) Türk Devrim Tarihi, III (Birinci Bölüm), Yeni Türkiye’nin Oluşumu, 1923–1938), Ankara, 1995, 383 s., Türk Devrim Tarihi: III (İkinci Bölüm)Yeni Türkiye’nin Oluşumu (1923–1938), Ankara, 1996, 295 s., Türk Devrim Tarihi IV, (Birinci Bölüm) Çağdaşlık Yolunda Yeni Türkiye (10 Kasım 1938 – 14 Mayıs 1950), Ankara, 1999, 355 s., Türk Devrim Tarihi, IV (İkinci Bölüm ), Çağdaşlık Yolunda Yeni Türkiye ( 14 Mayıs 1950–27 Mayıs 1960), Ankara, 1999, 319 s., Türk Devrim Tarihi V. Çağdaşlık Yolunda Yeni Türkiye (27 Mayıs 1 9 6 0 – 1 2 Eylül 1980), Ankara, 2002, 559 s., İsmet İnönü: Yaşamı. Dönemi ve Kişiliği, Kültür Bakanlığı yayını, Ankara, 2000, XI+ 591 s. (İkinci basım: Bilgi yayınları, Ankara, 2003, s.611. 397 Alev GÖZCÜ ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

yanıtı vermiştir: “Yaşanmış hayat” diyorum tarih için. Düşünüyorum; 82 yaşına geldim. Kendim de bir tarihsel dönemi yaşadım ve tarih oldum. Yaşanmışlıktır tarih. Yaşanmışlık; ama acısıyla tatlısıyla bir bütündür. Acıyı da bilmek gerekir tatlıyı da. Kişi hayatında da toplum hayatında da bu geçerlidir. Başarılarla beraber, zaferlerle beraber yanılgılarımızı ve yanlışlarımızı da bilmemiz gerekir. Bunları topluca değerlendirebilmek insana ve topluma öz güven getirir. Yanlışlardan arınılabilinir. Bu bakımdan tarih benim için çok önemli geliyor.7” Bu satırlar bize O’nun tarih anlayışını gösterdiği net olarak göstermektedir. Tarih, tek yanlı olarak bakılıp algılanabilecek bir süreç değildir. O ancak yaşanır ve yaşayan varlık olarak insanın algı dünyası üzerinde şekillenir.

1. Yetiştiği Ortam ve Tarihçiliği

Prof. Dr. Salih Özbaran’ın anlatımıyla Şerafettin Turan; tecrübeli bir tarihçi, olmasının yanı sıra bir kültür adamı, Türkiye Cumhuriyeti’nin modern vatandaşı ve Atatürk devrimlerine içten inanan bir yurttaş olduğu kadar; Türk ve dünya tarihçiliğinde mümtaz bir kişiliktir8.

7 Alev Gözcü, Tarih Yaşanmış Hayattır- Şerafettin Turan İle Söyleşi, Şenocak yay., İzmir, 2008, s.430. 8 Özbaran, a.g.e., s.s.104-105. 398 Şerafettin Turan Tarihçiliğini Değerlendirme Denemesi ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Öğrenim hayatı Türkiye’nin farklı kentlerinde –Muş, Bitlis, Erzurum, Ankara- geçmiş bu süreçlerde karşılaştığı zorluklara karşın öğrenim hayatını devam ettirmiştir. Turan’ın üzerinde durulması gereken en önemli özelliklerinden biri de bize göre hiç kuşkusuz onun Cumhuriyet idealine inanmış olması ve o dönem insanında görülen idealist anlayışı yansıtmış olmasıdır. Bu idealist duruş onu mesleki üretimine de yansımıştır. Son derece sınırlı imkânlarda karşılaştığı kimi yoksunluklara karşın başarılılarla geçen bir öğrenim hayatı olmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarında öğretmenler hem topluma örnek olmayı hem de Cumhuriyet’in getirdiği yeni değerlere ve ilkelere sahip çıkmayı görev edinmiş kişilerdir. Bir ilkokul öğretmenin beş çocuğundan biri olan Prof. Dr. Şerafettin Turan da tıpkı babası gibi Cumhuriyet’in kazanımlarını içselleştirmiştir. Turan, bu durumu şu şekilde anlatmaktadır: “Yalnız babam için değil, Cumhuriyet’in ilk kuşaklarında bütün öğretmenlerin böyle bir yanı vardı. O dönemde öğretmenlerin bu çok belirgin bir özelliği, Cumhuriyet’e bütün benlikleriyle bağlı olmaları... Cumhuriyetin her atılımının, başardığı büyük işlerin öncüsü onlar olmuşlardır. Babam da bu kuşağın içinde, ilkeleri olan bir eğitim neferiydi. O, bir ilkokul öğretmeni olarak öğrencilerini yetiştirdiği gibi, ailesine ve çevresine de bu yönde katkıda bulunmaya çalışırdı. Ailesinin ve çevresinin eğitimi ve kendilerini geliştirmeleri için de çaba gösterirdi.9” Şerafettin Turan’ın babasında gördüğü bu anlayış onun mesleki yaşamına da yansımıştır. Meslek olarak tarihe yönelmesinde yaşadığı dönemin çevrenin ve şartların etkisi görülmektedir. O, bu durumu kendi tümceleriyle şu şekilde açıklamaktadır: “Benim doğduğum dönem Türkiye’de bir tarih sevgisinin, bilincinin ve daha doğrusu Türk bireyinin kişisel, Türklerin de toplumsal ve kültürel kimliğinin ortaya çıkarılması çabalarının olduğu bir dönemdir. Bu sürecin kendisi zaten ister istemez bir tarih bilincinin oluşmasına neden olmuştur. Yurt sevgisi güçlü öğretmenlerin bu bilincin oluşmasındaki katkısı yadsınamaz. Kurtuluş Savaşından sonra Mustafa Kemal Türklere kimliklerini, öz benliklerini kazandırmak için Tarih çalışmalarına büyük önem vermişti.10” “Tarih olmuş olaylardır. Bu olayların bir yönü zaferse öbür yönü yenilgidir… Tarihte bir konuyu işlerken, önemli olan iki tarafın kaynaklarından olabildiğince objektif kalarak yararlanarak yazabilmektir11.” “Tarih bilinci” Turan’a göre “nefret uyandırmamak koşuluyla, geçmişi unutturmamaktır12”. Cumhuriyet idealine inanmış bir aydın olan Turan, bu duruşunu hiçbir dönem gündelik kaygılara bakarak değiştirmemiştir. Gazi Eğitim Enstitüsü’nde başlayan yükseköğrenim sürecine 1948 yılında buradan mezun olduktan sonra, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde devam etmiştir. Söz konusu fakülte, Türk tarihçiliğinin ön plana çıkmış isimlerinin eğitmenlik

9 Gözcü, a.g.e, s.18. 10 Gözcü, a.g.e, s.45 11 Gözcü, a.g.e, s.304. 12 Gözcü, a.g.e, s.170. 399 Alev GÖZCÜ ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

yaptığı bir yer olması bakımından da Şerafettin Turan’ın tarihçiliğine şüphesiz çok katkılar yapmıştır. Bu tarihçiler arasında Enver Ziya Karal, Şinasi Altundağ, Halil Demircioğlu, Fuad Köprülü, Osman Turan… vb daha pek çok önemli isim yer almaktadır. Bu isimlerin bir kısmı örneğin Enver Ziya Karal, Şinasi Altundağ, Halil Demircoğlu, Selahattin Tansel, Şerafettin Turan’ın doğrudan ders gördüğü isimlerden yalnızca bazılarıydı. Özellikle Şinasi Altundağ Şerafettin Turan’ın etkilendiği ve hatta onun asistan kalmasına öncülük eden bir hoca olmuştu. Turan’ın aktardığına göre Şinasi Altundağ;“Öğrenciye yakınlığı onların kişisel ve ailesel sorunlarıyla ilgilenmesi bile ilk anda dikkatimizi çeken bir öğretmen kişiliğini göstermişti. Bize ilk öğrettiği de tarihte kitap yoktur, kitaplar ve belgeler vardır ilkesi olmuştur. Ve her derste o konuya ilişkin okunabilecek makaleleri ve kaynakları da gösteriyordu. Dersin dışında seminer ödevleri yaptırıyordu. Tarihin aynı zamanda sözlü bir anlatım olduğunu…13” vurgulayan bir kişi olarak bu yönleriyle Şerafettin Turan’ın da kendi mesleki yaşamında örnek aldığı bir tarihçi olmuştu. Turan’ın tarih yöntemin üzerinde ise Halil Demircioğlu’ndan etkilendiğini onun şu cümlelerinden anlıyoruz. “Halil Demircioğlu, tarih metodolojisini çok iyi özümsemiş, tarih bilincinin ne olması gerektiğini saptamış ve geçmişle günümüz arasında nasıl ilişki kurulabileceğini gösteren bu nedenle de örnek alınabilecek bir öğretim üyesiydi” 14. 13 Gözcü, a.g.e, s.100. 14 Gözcü, a.g.e, s.102. 400 Şerafettin Turan Tarihçiliğini Değerlendirme Denemesi ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Şerafettin Turan’ın yükseköğrenim için seçtiği Ankara, 1940’lı yıllarda Türkiye’nin eğitim süreçleri için en önemli kenti konumundaydı. Başkent olmasının sağladığı olanaklar bu kenti eğitim-öğretim süreçleri kadar sosyal hayat bakımından da avantajlı duruma getirmişti. Bu ortam Şerafettin Turan’ın da beslendiği bir kültürel ortam olmuştur. “Turan, akademik ilerleme yükselmesinin her aşamasında verdiği özgün eserler yanında daha pek çok araştırmaya imza atmış, Türk tarihinin en eski dönemlerinden günümüze kadar uzanan tarihsel süreç içinde değerlendirip yorumlayan bir ustalık beceri kazanmıştır. 15” Tarihin; giderek herkesin üzerinden rastgele konuşmaya başladığı, gündelik siyasetin giderek geçmişe dönük yargılar oluşturduğu ve bu çerçevede giderek tarihin bir bilim dalı olduğunun unutulduğu günümüz Türkiye’sinde Şerafettin Turan’ın; tarihi ele alış biçimiyle adeta “unutanlara” tarihin bir bilim dalı olduğunu göstermektedir. Turan, tarihsel olayları belgeler ışında ele alan bu çerçevede eleştirisel bakış açısı geliştirilebilen, kendi sınırlarını aşabilen bir tarihçidir. Prof. Dr. Salih Özbaran’ın da belirttiği gibi Şerafettin Turan; çok değerli bir bilgin olması kadar özellikle Osmanlı Tarihine ve tarihçiliğin çağdaş görüntülerine ilişkin son derece önemli örnekler vermiştir16. Turan, usta bir tarihçi olduğu kadar bir aydınlanma insanıdır. “Size göre Tarihçi nasıl olmalıdır?” sorusuna Şerafettin Turan şu yanıtı veriyor: “Öncelikle Tarihçi, doğru konuşan doğru yazan bir kimse olmalıdır. Türkçenin ayrıntılarını iyi bilmelidir. Çünkü kullanılan sözcükler, seçilen sözcük çok önemlidir. Yani bir olayı beş ayrı sözcükle ifade edebilirsiniz. Kullandığınız sözcükler anlatmak istediğiniz konuyu, olumlu da gösterebilir olumsuz da17. Tarihi canlı, yaşayan, ama yalnız geçmişte kalmayan, günümüzde de etkisi olan bir alan olarak tanımlarsanız bu mantık hatasına düşmezsiniz. Tarih, bir ahlak öğretisi değil; bir öz benliktir; geçmişi bilmektir, kendini bilmektir, bir de kendine uygun doğru sonuçları çıkarabilmektir. Örneğin; Avrupa’nın neden bize karşı olumsuz bir algılaması var diye düşündüğünüz zaman, elbette ki bunun bir geçmişi vardır18.” Şerafettin Turan, kapsayıcı, çok yönlü bir tarihçi olarak tarihin farklı alanlarında çok sayıda kitap ve makale vb. çalışmalar yapmasına karşın onun akademik kariyerini oluşturan çalışmalar, Osmanlı Tarihi’nin çeşitli süreçlerini ve konularını kapsamaktadır. Bunların ilki Şerafettin Turan’ın lisans mezuniyet tezi olan “Edirne Andlaşması”dır19.1951 yılında bir makale olarak da yayımlanan bu çalışma Şerafettin Turan’ın ifadesiyle onun yaşamında bir dönüm noktası olmuştur: “1829 Edirne Antlaşması”… Benim mezuniyet tezimin başlığı buydu; 15 Zeki Arıkan, “Bir Tarihçi ve bir dönemin tarihi” Cumhuriyet Kitap, 2001, S.611, s.30. 16 Özbaran, a.g.e., s.105. 17 Gözcü, a.g.e, s.s.295. 18 Gözcü, a.g.e, s.s.302. 19 Şerafettin Turan, “1829 Edirne Andlaşması”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, IX/1-2, Ankara, 1951, s.s.111-151. 401 Alev GÖZCÜ ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) tarihimizde son derece önemli bir anlaşmayı oluş nedenleri ve etkileriyle inceleyecektim. Artık tez çalışmalarıma başlayabilirdim. Bana arşiv yolu göründü. Onun için İstanbul’a, Başbakanlık Arşivi’ne gittim. Bu benim ilk arşive gidişimdi20.” Şerafettin Turan, 1952 Şubatı’nda Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Genel Türk Tarihi Kürsüsü Asistanı, “Kemal Paşazade’ nin Hayatı, Eserleri ve Fatih Mehmet Dönemi’ne Ait Tevarih-i Ali Osman’ı” adlı teziyle 1954’te Edebiyat Doktoru olmuştur. 1956 yılında “Kanuni’nin Oğlu Şehzade Bayezıd Vak’ası” adını taşıyan çalışmasıyla sonucunda Doçent ve 1964’te Osmanlı Teşkilatında Hassa Mimarları” konusunu içeren araştırmasıyla Profesör olmuştur21. Turan, Osmanlı kaynaklarına hâkim22 bir tarihçi olarak yukarıda adı geçen çalışmaları ve onlara ilave daha pek çok özgün araştırmasıyla Osmanlı Tarihi alanı çalışmalarına önemli katkılar yapmıştır. Turan’ın doçentlik tezi olarak kabul edilen “Kanuni’nin Oğlu Şehzade Bayezıd Vak’ası” başlıklı konu Osmanlı Devleti’nin veraset sisteminde yaşanan sorunların nasıl ciddi bunalımlar yarattığına mercek tutan bir çalışma olmuştur. Turan, söz konusu araştırmasını şöyle değerlendirmiş: “Osmanlı İmparatorluğu’nun en güçlü ve görkemli dönemi sayılan Kanuni Süleyman’ın saltanat yıllarında, Şehzade Mustafa ve arkasından Bayezıd’in adlarıyla anılan hareketler, kuşkusuz çelişkilerle dolu tarihin dikkatle incelenmesi gereken olaylarındandır. Kanlı bir iç savaşa yol açan ve Muhteşem Süleyman’ın, her iki oğlu ile onlardan olan erkek torunlarını öldürtmesini de içeren bu ayaklanmalar, genelde basit birer “veliahtlık” savaşımı olarak nitelendirilmiştir” 23. Şüphesiz böyle bir çalışma Osmanlı Devleti gibi büyük bir devletin içinde yaşanan çelişikleri göstermesi bakımından ve iktidarı elde etmek ve onu korumanın güçlüğünü göstermesi bakımdan oldukça önemlidir. Şerafettin Turan’ın Doçentlik tezi olan “Kanuni’nin Oğlu Şehzade Bayezıd Vak’ası” başlıklı konu 1961 yılında önce Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi yayınları arasından çıkmış daha sonra Bilgi Yayınevi tarafından ikinci baskısı yapılmıştır. Söz konusu araştırma Dr. İsa Seyf tarafından da “Sergüzeşt-i Şahzade Bayezid” olarak Farsça’ya da çevrilmiştir24. Prof Dr. Şerafettin Turan, akademik olarak yükselebilmek için bugünkü akademik yükselme kıstaslarından farklı uygulamayı yaşayan akademisyenlerdendir. Doğu dilleri dışında, profesörlük için ikinci bir batı dilinden sınava giren Turan, İtalyancayı tercih etmiştir. Türkiye’de daha çok kişisel gayretiyle belli bir düzeye getirdiği İtalyanca öğrenimini İtalya’ya giderek sürdürmüştür25. Şerafettin Turan, bu süre içinde İtalyan arşivlerinin

20 Gözcü, a.g.e, s.118 21 Sezer,http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/, E.T. 31.03.2014. 22 Özbaran, a.g.e., s.107. 23 Şerafettin Turan, Kanuni Süleyman Dönemi Taht Kavgaları, Bilgi yay., Ankara, 1997. 24 Turan, Kanuni Süleyman…, kitabın arka kapağından. 25 Zeki Arıkan, “Bir Cumhuriyet Aydını”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, Bahar 2009, Ankara, S.43, s.470 402 Şerafettin Turan Tarihçiliğini Değerlendirme Denemesi ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Anadolu’da beylikler ve kuruluş dönemi Osmanlı tarihi yazımı için son derece gerekli ve önemli kaynak grubu olduğunu gördü. İtalyan kaynaklarının verdiği bilgiler Şerafettin Turan’ın “Türkiye – İtalya İlişkileri” isimli referans eserini ortaya koymasını sağladı. Bu eserin söz konusu alanda önemli bir boşluğu doldurduğu bilinmektedir. Eserin II. cildini ne yazık ki henüz yazılamamıştır. Eserin önsözünde yazar, İtalyan kaynaklarının ne derece değerli olduğunun açıklamasını şöyle yapmıştır: “Küçük Asya denen coğrafya parçasının Turchia( Türkiye)’ya dönüşmesi döneminden başlayarak geçen süre boyunca Türk tarihinin siyasal, ekonomik ve kültürel konularını ve sorunlarını aydınlatmada İtalyan kaynaklarının çok önemli bir yer tuttuğu bilinmektedir26.” Doğu Akdeniz’e (Levante) yayılarak burada ticaret kolonileri kuran İtalyan şehir devletleri Anadolu ve Rumeli’de yer tutarak Asya- Avrupa ticaretinde egemen olmuşlar ve bu doğrultuda gerektiğinde Bizans İmparatorluğu savaş ya da işbirliği yapmaktan çekinmemişlerdir. Türklerin Anadolu’da yerleşmeye başlamasıyla birlikte de benzer bir süreç Türklerle söz konusu şehir devletleri arasında da gerçekleşmiştir. Böylece Türkler Anadolu’da Avrupalı bir devlet olarak öncelikle İtalyanlarla diplomatik ve ekonomik ilişkiler kurmalarına neden olmuştur. “Türkiye -İtalya İlişkileri” Metis Yayınları arasından çıkmasının yanı sıra Kültür Bakanlığı tarafından da yayımlamıştır. Kitabın Metis yayınlarından çıkan ilk nüshasının basımında İtalyan Büyükelçiliği’nin de katkıları olmuştur. Şerafettin Turan, İtalyanca gibi bir kaynak Batı dilini bilmesinin verdiği avantajla Türkiye- İtalya İlişikleri isimli çalışmasının dışında pek çok makale de yazmıştır. Bunlar arasında II. Mehmet (Fatih)dönemi siyasi mücadelelere değindiği “Fatih Mehmet –Uzun Hasan Mücadelesi ve Venedik27” başlıklı makale Anadolu üzerindeki egemenlik savaşını göstermektedir. Özellikle Osmanlı Devleti’nin Akdeniz’deki faaliyetlerinin anlaşılmasında “Sakız’ın Türk Hâkimiyeti Altına Alınması”, “Rodos’un Zaptından Malta Muhasarasına”, “Rodos ve 12 Ada’nın Türk Hâkimiyetinden Çıkışı” vb. üzerine yaptığı çalışmaları anılmalıdır28. Turan, Osmanlı Tarihi üzerine yaptığı çalışmalar kadar Kültür Tarihi üzerine de eser vererek çalışma alanın ne derece zengin olduğunu göstermiştir. Özellikle Türk Tarihini erken dönemlerden Cumhuriyet dönemine kadar kapsayıcı bir biçimde ele alan Türk Kültür Tarihi isimli eseriyle Turan söz konusu alana ne derece hâkim olduğunu da göstermektedir. Turan, Kültür

26 Şerafettin Turan, Türkiye- İtalya İlişkileri I Selçuklular’dan Bizans’ın Sona Erişine, Metis Yay., İstanbul, 1990. 27 “Fatih Mehmed-Uzun Hasan Mücadelesi ve Venedik”, Tarih Araştırmaları Dergisi, C. III, S.5–6, 1965, s.s.63-118. 28 “Rodos ve 12 Ada’nın Türk Hâkimiyetinden Çıkışı” Belleten, C.XXIX, S.113, 1965, s.s.77- 119; İkinci Basım: Atatürk Konferansları, II, T. Tarih Kurumu, Ankara, 1970, s.s.45-87; “Sakız’ın Türk Hâkimiyeti Altına Alınması”, Tarih Araştırmaları Dergisi, IV / 6–7, 1966, s.s.173–199, “Rodos’un Zaptından Malta Muhasarasına, Kanuni Armağanı, TTK yay, Ankara, 1970, s.s.47–117. 403 Alev GÖZCÜ ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar) konularına bakışını şöyle anlatıyor: “Ben kültürü oluşturan ögeleri şu biçimde ele alma gereği duydum. Dil, yazı, din, bilim, giyim kuşam, sanat, yerleşme gibi unsurlar vardır kültürün içinde. Bütün bu süreçlerde, günümüzde kültür olarak ele aldığımız pek çok şeyin tarihsel kökleri vardır… Bazen farkına varmazsınız, gündelik yaşamda karşınıza çıkıveren bir kültürel oluşumun, binlerce yıllık geçmişinden söz edebiliriz. Örneğin çinicilik, hat sanatı, ebru sanatı ya da giyim kuşam; bazen bir giyim parçasında gördüğünüz basit bir desen… Bunun köklerine indiğiniz zaman, binlerce yılın etkisini, felsefi ya da mistik anlayışını görmeniz olanaklıdır. Bunu da bir zenginlik olarak benimsemek gerekiyor29.” Yine burada anımsatılması gereken bir başka nokta da Şerafettin Turan’ın 1978 yılında Kültür Bakanlığı müsteşarlığı görevine getirilmesi olmuştur. Bu süreçte Turan, Kültür Bakanı görevinde olan Prof. Dr. Ahmet Kışlalı’yla çalışmıştır. Turan, bu göreve getirilişini şöyle anlatmıştır: “Ahmet Taner Kışlalı Kültür Bakanı olmuştu Ecevit Hükümeti’nde. Bana müsteşarlık görevi önerisi doğrudan doğruya Ecevit’ten geldi. Ben rahmetli Kışlalı’yı sadece siyasal bilgiler fakültesinde genç bir doçent olarak tanıyordum… Her akşam, eğer bakanın işi yoksa her gün akşam saat altıda, ben, yardımcılarım ve bir de baş danışmanı beş kişi oturuyorduk; bugün neler yaptık, programımızda neler var, neler yapabiliriz; bunu her gün gözden geçiriyorduk. Böyle bir uygulamayla 20 ay, yani Ecevit Hükümeti düşünceye kadar müsteşarlık görevimi sürdürdüm… Ahmet Taner Kışlalı, gerçekten çok iyi, anlayışlı, özgürlükçü, sanatın ve bilimin her alanıyla ilgili bir kişiydi… O dönemde Kültür Bakanlığı için en büyük hedef, hükümetler değişse bile kalıcı bir kültür programı oluşturmaya çalışmak oldu. Bunu hedeflemiş ve bunun için çalışmıştık. Bunun için bir Kültür Yüksek Danışma Kurulu ve kültüre ilişkin sekiz değişik alanda danışma kurulları oluşturuldu… Yurt çapında yapılan değerlendirmelerden sonra kurul bir kültür programı yazmaya çalıştı. On dört ay süren bu çalışmalardan sonra Kültür Politikası diye bir metin oluşturuldu… Bu metinde, kültürün ne olduğu, ulusal kültürün içersine neler girdiği, bunun nasıl derleneceği, nasıl korunacağı, nasıl geliştirileceği ve bu alanda neler yapılabileceği ayrıntılarıyla madde madde saptandı30.” Prof Dr. Şerafettin Turan’ın yukarıda sözünü ettiğimiz çalışma, Ecevit Hükümeti düşünce sona ermişti. Böylece yeni hükümet döneminde söz konusu Kültür Politikası uygulaması da göz ardı edilerek bir başka bahara bırakılmıştır! Metinin oluşumunda alanında uzman pek çok önemli kişi yer almış olan bu programla sadece bir hükümet için değil Türkiye’de izlenecek kültür politikası olarak saptamaya çalışılmıştır. Turan, bu sürecin sonunu şöyle anlatıyor: “Türkiye’de iyi niyetle yola çıkılan pek çok konu, bir süre sonra ya askıya alınıyor ya da sulandırılıyor31.

29 Gözcü, a.g.e, s.s.229-230. 30 Gözcü, a.g.e, s.234. 31 Gözcü, a.g.e, s.239. 404 Şerafettin Turan Tarihçiliğini Değerlendirme Denemesi ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Şerafettin Turan, meslekten yetişme bir tarihçi olarak tarihin kendisi ve farklı tarihçileri ele alan yazılar da yazmıştır. Bunlar arasında “Machiavelli’nin Tarih Anlayışı32”, “Benedetto Crote ve Tarih33”, “İbn Kemal’in Tarihçiliği ve Tarih Metodolojisi” vb. başlıklı makaleleri gelmektedir.

2. Cumhuriyet Tarihçiliği

Cumhuriyet tarihçiliği son otuz yıl içinde önemli bir aşama geçirdi. Çoğu zaman, bu dönem üzerine çalışmanın tarihçilik olarak görülüp görülmeyeceği üzerine tartışmalar yaşanırken, belki de tarih disiplini içinde en büyük atılımlardan birisi bu alanda yaşandı. Popüler tarihin yanı sıra, akademik tarihçilik çalışmaları da büyük bir ivme kazandı. Yakın dönem Türkiye Tarihi’nin oluşumunu sağlayan tarihsel olgular, daha derinlemesine ve değişik boyutlardan irdelenir oldu. Cumhuriyet tarihine bilimsel yönden bakma çabalarında en başta gelen isimleri arasında yer alan Prof. Dr. Şerafettin Turan, Cumhuriyet tarihçiliğinde de akademik tarihçiliğin önemli isimlerindendir. Özellikle emeklilik sonrasında bu alanla ilgili yaptığı çalışmalarında, dönem üzerine pek çok kitap yazmış, alanın temel sorunları üzerine yoğunlaşmış ve Cumhuriyet tarihçiliğinde, başta biyografi çalışmaları olmak üzere önemli bir açılım yapmıştır. O’nun bu alanda yaptığı çalışmalar arasında çeşitli kitap ve makaleler arasında şunları sayabiliriz. Beş ciltlik Türk Devrim Tarihi dizisi, Atatürk ve İnönü biyografileri bunların yanı sıra söz konusu alanla ilgili çok sayıda makale bildiri vb. sayabiliriz. Hemen ilk akla gelen makalelerden “Mondros Mütarekesi Ertesinde Mustafa Kemal’in Orduya, Siyasete ve İngilizlerin Tutumuna İlişkin Düşünceleri”, “Kurtuluş Savaşı’nda Kongreler”, “Türkiye Cumhuriyeti: “Yeni Devlet” Temeli ve Nitelikleri”, vb. Cumhuriyet tarihini belli başlı konularına açıklık getirmektedir. Türk Devrim Tarihi serisi Tanzimat’ın kısa bir değerlendirmesiyle başlayıp pek görmediğimiz şekilde 12 Eylül 1980 tarihine kadar gelmektedir. Özelikle Cumhuriyet tarihçiliğinde yaşanılan güne yaklaştıkça tarihçinin nesnel olma özelliğini kaybetmesi gibi bir risk vardır. Turan, ele aldığı yakın dönem tarih sürecini, belgelerin ışında değerlendirerek Cumhuriyet tarihi çalışmalarına rehberlikte etmiştir. Turan, kendisi Cumhuriyet tarihi çalışmalarına nasıl yöneldiğini şöyle anlatmıştır: “Devrim Tarihi Kürsüsü’nde olan arkadaşlar vardı. Onlara önerdim; bu tür bir çalışma yapmalarını. Şu gerekçeyi öne sürdüler: “Efendim olayların yaşandığı dönemdeki insanlar hala hayattalar. İnsanlar hayattayken, onların yaşadığı dönemi eleştirmek mümkün müdür? Eksik belgeler var”. Ben bu görüşe katılmıyorum; bana göre olabilir. Zamanla eksiklikler tamamlanır. Bunu söyledim bu arkadaşlara. Onlar bunu yapmaya yanaşmayınca, ben de bunu yapabildiğim ölçüde kendim yazmaya karar verdim… Türk Devrimi’nin bir yönünü ele alan bilimsel

32 Şerafettin Turan,“Machiavelli’nin Tarih Anlayışı”, İtalyan Filolojisi, S.1, 1969, s.s.19–27. 33 Şerafettin Turan,“Benedetto Croce ve Tarih”, İtalyan Filolojisi, C.IV, N.1, 1972, s.s.225–228. 405 Alev GÖZCÜ ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

çalışmalar Türkiye’de yapıldı. Oysa benim yapıtım, Türk Devrimi’nin Osmanlı Devleti’nin son yıllarına uzanan köklerinden hareketle, 1980 yılına kadar getirmeyi amaçlayan bir çalışmadır. Bir bütünlük içinde vermeye çalıştım34.” Bu alanla ilgili Şerafettin Turan’ın yaptığı iki önemli de biyografi çalışmasının üzerinde durmalıyız. Bu biyografilerden bir tanesi Atatürk’e ait diğeri ise İsmet İnönü’ye35… Her iki çalışmada ciddi araştırma süreçlerinin sonucunda ortaya çıkmış. Türk Devrimi’nin lideri ve onun en yakınındaki kişiyi ele alan bu kapsamlı çalışmalarda aslında Turan’ın beş ciltlik Türk Devrim tarihini tamamlayıcı birer özellik taşımaktadır. Özellikle Atatürk’ün biyografisi genellikle yabancı yazarlar tarafından yazılmıştır. Türk Devrimi’nin mimarı Atatürk’ün Türkiye’de kapsamlı bir biyografi denemesi yok denecek kadar az olmasına karşın Şerafettin Turan’ın “ Mustafa Kemal Atatürk- Kendine Özgü Bir Yaşam ve Kişilik36” çalışması bundan sonra bu süreci farklı ellerden yazacaklara da bir kaynak niteliğindedir. Atatürk biyografisi kadar onun düşünce dünyasını aramanın bir ürünü olan 1982 yılında Türk Tarih Kurumu tarafından yayımlanan Atatürk’ün Düşünce Yapısını Etkileyen Olaylar, Düşünürler, Kitaplar37, çalışmasını anımsatmamız gerekir. Bu kitapla Mustafa Kemal Atatürk’ün öğrenciliğinin erken dönemlerinden başlayarak okuduğu kitaplar, etkilendiği yazarlar ve şairler önemli tarihsel olaylar üzerinde durularak onun düşünce dünyası ve böylece Türk Devrim sürecinin nasıl şekillendiği tespit edilmeye çalışılmıştır.

34 Gözcü, a.g.e, s.276. 35 İsmet İnönû: Yaşamı. Dönemi ve Kişiliği, Kültür Bakanlığı yayını, Ankara, 2000, s.XI+ 591 (İkinci basım: Bilgi yayınları, Ankara, 2003. 36 Şerafettin Turan, Kendine Özgü Bir Yaşam ve Kişilik: Mustafa Kemal Atatürk, Bilgi yay. Ankara, 2004. 37 Şerafettin Turan, Atatürk’ün Düşünce Yapısını Etkileyen Olaylar. Düşünürler, Kitaplar. T.Tarih Kurmu yay, Ankara, 1982, s.68+ 6, İkinci basım, 1989; Üçüncü basım: 1991 Dördüncü basım 2006. 406 Şerafettin Turan Tarihçiliğini Değerlendirme Denemesi ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

Sonuç

Gazeteci Oktay Akbal Cumhuriyet gazetesinde 7 Ocak 1983 yılındaki yazısında Prof. Dr. Şerafettin Turan’ın Atatürk’le ilgili “Atatürk’ün Düşünce Yapısını Etkileyen Olaylar Düşünürler, Kitaplar” çalışmasından hareketle, Turan’ı gerçek anlamda Atatürk Devrimi’nin izinde yürüyen, Atatürk Devrimi’nin anlamını duyurmak isteyen bir kişi olarak tanımlamıştır38. “Atatürk İlkelerini özümsemiş gerçek bir aydın…39” “Cumhuriyet tarihine ilişkin yapıtlarıyla Cumhuriyet Aydınlanmasına katkıda bulunan bir aydındır40.” Cumhuriyet dönemi Türkiye’sini anlatırken bir yandan da Osmanlı tarihine nasıl bakmalı sorusunun cevabını yaptığı özgün çalışmalarla gösteren Turan, bu anlamda tarihin tek noktasına saplanıp kalmamıştır. Bu bildiride Turan’ın tarihçiliği onun belli başlı eserlerine atıf yaparak değerlendirilmeye çalışılmıştır. Umuyoruz ki süreç içerisinde bunun daha iyi örneklerini veren akademisyenler olacaktır. Çünkü son derece üretken ve tarihin oldukça farklı noktalarında kalem oynatmış Turan’ın, değerlendirmesi sadece tek bir kalemden yapılırsa eksik kalacaktır. Bu bildiride atıfta bulunulan yayınları dışında onlarca makale, ansiklopedi maddesi, onlarca bildiri ve çeşitli konular üzerine verilmiş konferansları olduğunu okuyucuya ancak burada anımsatmakla yetiniyoruz. Şerafettin Turan’ı, kapsayıcı, bütünü görebilen ve sadece ulusal bir çerçevede değil aynı zamanda evrensel tarih anlayışına yaklaşan bir akademik kimlik olarak tanımlarsak sanıyoruz yanlış bir tespit yapmamış oluruz.

38 Cumhuriyet, 7 Ocak 1983. 39 Fevziye Özberk, Aydınlama, aydınlatma mücadelesiyle dolu bir yaşam: Prof. Dr. Şerafettin Turan” Bilim ve Ütopya Mart /117, 2004. s.s.45-55. 40 Konur Ertop, “Alev Gözcü’nün Tarih Yaşanmış Hayattır” kitabı üzerine”, Cumhuriyet Kitap, S.996, s.s.16, 17. 407 Alev GÖZCÜ ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

KAYNAKÇA

I. Gazete ve Dergiler

Cumhuriyet

II. Kitaplar

GÖZCÜ, Alev, Tarih Yaşanmış Hayattır- Şerafettin Turan İle Söyleşi, Şenocak yay, 2008. TURAN, Şerafettin, Türkiye -İtalya İlişkileri,Metis yay., İstanbul, 1990. ------, Atatürk’ün Düşünce Yapısını Etkileyen Olaylar, Düşünürler, Kitaplar, TTK yay., Ankara, 1982. ------, Kanuni Süleyman Dönemi Taht Kavgaları, Bilgi yay., Ankara, 1997.

III. Makaleler

ARIKAN, Zeki, “Bir Tarihçi ve bir dönemin tarihi” Cumhuriyet Kitap, 2001, S.611. ------, ,“Bir Cumhuriyet Aydını”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, S.43, Bahar 2009. ERTOP, Konur, “Alev Gözcü’nün ‘Tarih Yaşanmış Hayattır’ Kitabı Üzerine”, Cumhuriyet Kitap, S.996, Mart, 2009, ÖZBARAN, Salih, “Bilge Kişi, Türkçe Ustası Bir Tarihçi Şerafettin Turan”, Toplumsal Tarih, S.186, 2009. ÖZBERK, Fevziye, “Aydınlama, aydınlatma mücadelesiyle dolu bir yaşam: Prof. Dr. Şerafettin Turan” Bilim ve Ütopya, Mart/117,2004. SEZER, Hamiyet, ”Prof. Dr. Şerafettin Turan”, http://dergiler.ankara.edu.tr/ dergiler/ TURAN, Şerafettin, 1829 Edirne Andlaşması, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi Dergisi, IX. Cilt. 1-2( ayrıbasım), Ankara, 1951. ------, “Fatih Mehmet-Uzun Hasan Mücadelesi ve Venedik” Ankara Üniv.DTC Fakültesi Tarih Araştırmaları Dergisi cilt III., S.4-5 den ayrıbasım, Ankara, 1966.

408 Şerafettin Turan Tarihçiliğini Değerlendirme Denemesi ÇTTAD, XIV/28, (2014/Bahar)

------, “Machiavelli’nin Tarih Anlayışı” İtalyan Filolojisi A.Ü. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi İtalyan Dili ve Edebiyatı Kürsüsü Dergisi’nden (ayrıbasım), Ankara, 1969. ------, “Benedetto Crote ve Tarih” İtalyan Filolojisi A.Ü. Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi İtalyan Dili ve Edebiyatı Kürsüsü Dergisi’nden (ayrıbasım), Ankara, 1972. ------, Atatürk’ün Düşünce Yapısını Etkileyen Olaylar, Düşünürler, Kitaplar, TTK yay., Ankara, 1982. ------, Türkiye -İtalya İlişkileri,Metis yay., İstanbul, 1990. ------, Kanuni Süleyman Dönemi Taht Kavgaları, Bilgi yay., Ankara, 1997.

409

YAYIN KURALLARI Dergimizde, özgün araştırma ve inceleme makalesi, derleme makalesi, çeviri, arşiv belgeleri, kitap eleştirisi ve tanıtımı, ölüm ve sempozyum vb. haberleri yayınlanır. Yazıların başka bir yerde, farklı bir dilde dahi olsa yayınlanmamış olması gerekir. Gönderilen yazılar, yayın kurulu tarafından incelendikten sonra, isimsiz olarak iki hakeme gönderilir, iki hakemin onayı ile basılır. Eğer hakemlerin birisinden olumsuz görüş gelirse yazı, üçüncü bir hakeme gönderilir ve üçüncü hakemin görüşü belirleyici olur.Yazar, hakemlerin belirttiği görüş ve önerileri dikkate almalıdır. Bunu yayın kurulu takip eder.Editör gerektiğinde, yazıların yazımı ve dili üzerinde değişiklik yapabilir. Makalelerin içeriği ile ilgili bütün sorumluluk yazarına aittir.

MAKALE YAZIM KURALLARI • Makalelerin formatı aşağıda belirtilen biçimde olmalıdır:

FORMAT : Program : Microsoft Word Kağıt boyutu : 210x297 mm MARJLAR: Üst : 3 cm Alt : 3 cm Sağ : 2 cm Sol : 2 cm BAŞLIK/ ALTLIK: Üst : 2 cm Alt : 2 cm METİN: Yazı : Times New Roman, 11 punto Paragraf başı : 1,25 cm. Paragraf aralığı : önce 0,6 nk Satır aralığı : tek Metin alıntıları : İtalik DİPNOT: Yazı : Times New Roman, 9 punto Satır aralığı : tek Asılı : 0 • Makaleler 11 punto ile ve Times New Roman yazı tipinde hazırlanmalıdır. • Makaleler, Türkçe, İngilizce, Almanca veya Fransızca olabilir. Makaleler için 100 kelimeyi geçmeyen, Türkçe ve İngilizce Özet /Abstract yazılmalıdır. • Makalelerde konuyu tanımlayan Türkçe ve yabancı dilde, uygun en fazla yedi tane Anahtar Sözcükler / Keywords verilmelidir. • Yazar, makalenin ilk sayfasında yer alan adının-soyadının olduğu kısma yıldızlı dipnot koyarak Akademik unvanını, çalıştığı kurumu ve e-posta adresini parantez içinde ve italik olarak belirtmelidir. Örnek: * Yrd. Doç. Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, ([email protected]).

• Makalelerde konunu içeriğine uygun ana başlıklar 1. 2. 3. şeklinde, alt başlıklar: 1.a. 2.a. 3.b şeklinde numaralandırılmalıdır. • Makalelerin en sonunda yapılan araştırmanın sonuçları Sonuç bölümünde belirtilmelidir. • Atıfta bulunan metinlerin kısaltılmış kaynakçası dipnot olarak verilmelidir. • Makalelere eklenmesi istenen harita veya resimler Word (.doc, .docx) belgesine konulduğu gibi harita ve resimlere sıra numarası verilerek makaleden ayrı olarak da gönderilmelidir. • Grafikler, Microsoft Office Excel (.xls) veya Word (.doc, .docx) belgesinde hazırlanmalı ve belge içerisine uygun biçimde konulmalıdır. • Grafik ve şemalar makul bir boyutta olmalı, çok uzun olmamalıdır.

DİPNOTLARIN VERİLMESİ • Kaynak ilk defa verilirken yazarın adı ve soyadı tam olarak yazılmalıdır. • Kaynak eserin adı İtalik olarak yazılmalıdır. • Kaynak eserin yayınevi, basım yeri, yılı ve sayfa numarası verilmelidir. • Dipnot 9 punto ile Times New Roman yazı tipinde verilmelidir. Örnek: 24 Naşit Hakkı Uluğ, Üç Büyük Devrim, Ak yay., İstanbul, 1973, s.41. • Makaleler dipnot olarak gösterilirken, makale adı “tırnak içerisinde” gösterilmeli ve makalenin yer aldığı kaynak eser yine italik olarak verilmelidir. Örnek: 25 Oktay Gökdemir, “Fransız Kaynaklarının Işığında 1922 İzmir Yangını”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, C.VI, S.15, İzmir, 2009, s.21.

• Aynı eser ardı ardına tekrar kaynak gösterilecek uygun kısaltmalar italik olarak kullanılmalıdır: Adı geçen arşiv : A.g.a. Adı geçen bilgi notu : A.g.b. Adı geçen dergi : A.g.d. Adı geçen eser : A.g.e. Adı geçen kararname : A.g.k. Adı geçen makale : A.g.m. Adı geçen rapor : A.g.r. Adı geçen tez : A.g.t. Adı geçen yayın : A.g.y.

Örnek: 25 Oktay Gökdemir, “Fransız Kaynaklarının Işığında 1922 İzmir Yangını”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, C.VI, S.15, İzmir, 2009, s.21. 26 A.g.m., s.25.

• Aynı eser, kendisinden sonra başka eserlerin dipnotta gösterilmesinden sonra yeniden verilecekse; yazarın soyadı ve yine uygun kısaltmalarında biri kullanılarak sayfa numarası ile verilmelidir. Örnek: 24 Naşit Hakkı Uluğ, Üç Büyük Devrim, Ak yayınları, İstanbul, 1973, s.41. 25 Oktay Gökdemir, “Fransız Kaynaklarının Işığında 1922 İzmir Yangını”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, C.VI, S.15, İzmir, 2009, s.21. 26 A.g.m., s.25. 27 Uluğ, a.g.e., s.53. 28 A.g.e., s.58. 29 Gökdemir, a.g.m., s.27. • Dipnot gösteriminde birden fazla sayfanın gösterilmek istenmesi halinde sayfa numarası “ss.” şeklinde verilmelidir. Örnek: 30 A.g.m., ss.21-29. 31 Uluğ, a.g.e., ss.45-51.

• Tarihi kaynaklar (Örn: İbn-i Bibi, Evliya Çelebi, Strabon) için basım yılı yazılmaz. • Dipnotlarda kullanılan kaynaklar, yazının sonunda KAYNAKÇA listesinde verilir. • .pdf formatlı makaleler ve İnternet Kaynakları, varsa sitenin bağlı olduğu kurum, kuruluş adı, adres satırı ve parantez içinde siteye erişim tarihi verilmelidir. Örnek: 32 Mahir Küçükvatan, “Tehcir Kararı Üzerine Amerika Kamuoyunda Ermeni Propagandası”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, http://web. deu.edu.tr/ataturkilkeleri/ai/uploaded_files/file/dergi%2024/05-%20Mahir.pdf, (Erişim: 01.12.2012).

KAYNAKÇANIN HAZIRLANIŞI • Kaynakçaya eklenecek olan eserlerin sırası aşağıdaki gibi olmalıdır: I. Arşiv Kaynakları II. Resmi Yayınlar III. Süreli Yayınlar (Gazete ve Dergiler) IV. Kitaplar V. Makaleler VI. İnternet Kaynakları VII. Sözlü Tarih Görüşmeleri

• Arşiv kaynakları öncelikle belgenin alındığı yer, dosya numarası, varsa gömlek numarası şeklinde verilmelidir. • Gazete ve dergiler alfabetik sıra ile belirtilmelidir. Örnek: III. Süreli Yayınlar (Gazete ve Dergiler) Akşam, Cumhuriyet, Hürriyet, Tarih ve Toplum. • Yazar, yukarıda belirtilen kurallara göre hazırlanmış metnin bir çıktısını postayla ve aynı zamanda e-mail yoluyla editöre göndermelidir. Yazar, elektronik adresini ve telefonunu mutlaka yazmalıdır.

BAZI KISALTMALAR Cilt : C. Sayı : S. Editör : Ed. Bakınız : Bkz: Çeviren : Çev. Hazırlayan : Haz. Basım Yeri Yok : b.y.y. Basım Tarihi Yok : b.t.y.