Ayyıldız Altında Sürgün” Adını Verdiği Kitaba Bir Önsöz Yazma Yetkisini Pek Kendimde Göremiyorum
Total Page:16
File Type:pdf, Size:1020Kb
TÜRKIYE-AVRUPA EĞITIM VE BILIMSEL ARAŞTIRMALAR VAKFI TURKISH EUROPEAN FOUNDATION FOR EDUCATION AND SCIENTIFIC STUDIES FISTIKLI YOKUŞU NO. 8 / BEYKOZ-KANLICA TURKISH-EUROPEAN FOUNDATION FOR EDUCATION AND SCIENTIFIC STUDIES İSTANBUL TÜRKIYE-AVRUPA EĞITIM VE BILIMSEL ARAŞTIRMALAR VAKFI Contact: TÜRKISCH-EUROPÄISCHE STIFTUNG +905444934300 FÜR BILDUNG UND WISSENSCHAFTLICHE FORSCHUNG -DTS- +90216 3084300 www.tavak.de [email protected] PROF. DR. FARUK ŞEN Ayyıldız Altında Sürgün Türkiye-Almanya İlişkilerinde İki Kesit Yenilenmiş Haliyle AY YILDIZ ALTINDA SÜRGÜN ve ALMANYA’YA KÖK SALANLAR Prof. Dr. Faruk Şen TAVAK Yönetim Kurulu Başkanı 2 Ö n s öz Değerli dostum Faruk Şen’in "Ayyıldız Altında Sürgün” adını verdiği kitaba bir önsöz yazma yetkisini pek kendimde göremiyorum. Bu nedenle ancak o devri yaşamış bu kitapta adı geçen bazı hocaların derslerine, kurslarına iştirak etmiş, bu değerli insanlardan feyz almış bir kişi olarak bazı hatıralarımı, düşüncelerimi ve değerlendirmelerimi kısa bir sunuş yazısının içerisinde ifade etmek isterim. Türkiye ile Almanya arasında çok uzun bir geçmişe dayanan tarihi ilişkiler olmuş, iki ülke ilim, kültür ve sanat konularında birbirlerinden etkilenmişlerdir. 1933 ile 1953 yılları arasındaki devrede Almanya'daki Nasyonal Sosyalizm yönetiminden kaçarak Türkiye'ye sığınan bu değerli bilim, sanat ve kültür insanlarının, o dönemde ve bilhassa 1933 yılında Darülfünun adlı yüksek öğretim kurumunun üniversiteye dönüştürüldüğü aşamada, Türkiye Cumhuriyeti’nin üniversite reformlarında değerli katkıları olmuştur. Bu hocaların değerli katkıları yalnız üniversite ile sınırlı kalmamış, sanat, mimari ve yönetim alanlarında gösterilmiştir. Hocam Fritz Neumark "Zuflucht am Bosporus" (Boğaziçi’ne Sığınanlar) adı altında bu dönemi anlatan bir kitap yazmıştır. Bu tabir, elinizdeki kitapta da geçmektedir. Bu ifade onların minnettarlıklarını yansıtmaktadır. Bu değerli insanlara Atatürk tarafından yapılan davet, onun büyüklüğünün ayrı bir nişanesidir. Ben İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde 1942'den 1947'ye kadar eğitim gördüm. İktisat Fakültesi 1936'da kurulmuş, ilk mezunlarını 1941 yılında vermiştir. Bu fakültenin kuruluşunda, gelişmesinde büyük hizmetleri olan hocalardan Prof. Fritz Neumark, Prof. Gerhard Kessler, Prof. Alexander Rüstow, Prof. Alfred Isaac ve Prof. Wilhelm Ropke'den ders almak şansına sahip oldum. Ayrıca Fritz Neumark ve Gerhard Kessler'in master programlarına devam ettim. Her ne kadar bitirme şansım olmadıysa da şahsi temaslarımdan çok etkilendim. 1940'ların başında işletme iktisadından henüz bir ilim olarak bile bahsedilmezken, Prof. Alfred Isaac'dan bu ilmin kitabını ve dersini aldım. O yıllarda tatbik edilen yöntemin, Nasyonal Sosyalist eğitim sistemine karşı oluşu, Türkiye'de de bazı muhalefetle karşılaşmıştı. Ancak Üniversite rektörü Prof. Dr. Cemil Birsel'in liyakatli tutumu ve Reis-i Cumhur İnönü’nün de rektörü desteklemesi, muhalefetin etkisine yer verilmesini önlemiştir. Prof. Kessler'in "Beverage Business Plan" ı değerlendirmesini hocamla müzakere etmeye aile yükümlülükleri dolayısıyla fırsat bulamadım. Prof. Neumark’ın bana verdiği 1932 yılından 1942'ye kadarki Türkiye Cumhuriyeti bütçelerini değerlendirme ödevinden hala hatırımda kalan rakamlar vardır. İşte o devirde yaşamış bir kişiden birkaç söz... Asım Kocabıyık 3 Borusan Holding Kurucu ve Onursal Başkanı Önsöz Almanya ve Türkiye, çok uzun zamanlardan beri birbirlerine en sıkı bağlarla bağlıdır. Ülkelerimiz arasında yakın tarihî, politik, ekonomik ve kültürel ilişkilerden dolayı çok özel bir ortaklık vardır. Bu ortaklığın unsurlarından biri de bilimsel iş birliğidir ve esas olarak Alman bilim adamlarının Nasyonal Sosyalizm zamanında mülteci olarak Türkiye’de gösterdikleri faaliyete dayanır. Türkiye, onlara kucak açmıştı: ülkeyi Atatürk’ün istediği anlamda Avrupa’ya giden yola sokmak için onlar da çalışmaları ile katkı yaptılar. Türkiye’de sığınacakları bir liman buldular, kendilerine Almanya’da yasaklanan araştırma ve öğretme özgürlüğüne kavuştular. Yer yer insanı dehşete düşüren bir dille kaleme almış olan ‘Scurla Raporu’, Üçüncü Rayh’ın kültür ve bilim alanlarındaki dış politikası için değerli bir kaynak oluşturuyor. Türkiye’ deki mültecilerin durumuna derinlemesine ışık tutuyor. Rayh Eğitim Bakanlığı, Oberregierungsrat (Hükümet Yüksek Danışmanı) Dr. Herbert Scurla’nın şahsında uygun bir teknokrat seçerek Türkiye’deki hem mülteci hem de Almanya’dan gönderilen Alman bilim adamlarını denetlemekle görevlendirir. Dr. Scurla, bu bilim adamlarının faaliyetini sadece “teftiş’ ve rapor etmekle kalmaz, aynı zamanda Üçüncü Rayh’ın bu faaliyeti etkileme konusunda -ona göre pek de başarılı olmayan- çabalarını belgeler. Ama aynı şekilde Türkiye’nin de kendi bildiğinden şaşmaksızın bu çabalara nasıl karşı durduğunu belgeler. Mültecilerin Türkiye’ye karşı beslediği derin şükran duygusunu Profesör Fritz Neumark, Scurla Raporu’nun ilk baskısında şu duygu dolu sözlerle dile getirir: “… orada çalışmamızın mümkün olması, böylece bizlere yararlı bir iş yapma, hatta pek çoğumuza maddi anlamda var olma imkânı verilmesi, onu sadece geçerken tanımış olanlara ne yazık ki halâ büyük ölçüde yabancı olan bir ulusa karşı duyduğumuz silinemez şükran duygusunun temelidir’. İşte bu sıkı bağlar, şükran duygusu ve halâ varlığım sürdüren karşılıklı yabancılığı aşma hedefi, Türk Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün ve benim kültürlerarası diyalog ve anlaşma için beraberce başlatmış olduğumuz Ernst-Reuter-Girişimi’nin nedenleri arasındadır. Alman yurtsever Ernst Reuter, ömrü boyunca Türkiye’ye bağlı kalmıştır. Bütün bilim adamları gibi o da Türk hükümetinin, ama daha da önemlisi, aynı zamanda Türk halkının da desteği sayesinde Nazi döneminin takibatını Türkiye’ye sığınarak atlatabilmiştir. Reuter, iki ülke arasında varmış gibi gözüken karşıtlıkları aşma konusunda akıl ve sükunetle katkıda bulundu. Son yıllarda dünya, gittikçe artan ve korkunç sonuçlar doğuran bir kültür ve din kutuplaşması yaşamakta. 2001 yılında 11 Eylül’ü, Londra, Madrid, İstanbul’da, Asya’da ve Yakın Doğuda izleyen terör saldırılan belleğimizde. Yılın başında tanık olduğumuz karikatür bunalımı, karşılıklı saygı, duyarlık ve bilginin ne kadar eksik olduğunu bir kere daha gözler önüne serdi. Batıda İslam’a karşı korkutucu ölçüde, hattâ tehditkâr boyutlara varan düşmanca duygular beslendiği gibi, İslam dünyasında da Batı karşıtı duygular aynı boyutlarda. Bundan 4 dolayıdır ki, Abdullah Gül ve ben, toplumlarımızın gerçekliğinde yer alan olumlu yaşanmışlıkları göstermeyi, bunun için bir işaret vermeyi görev bildik. Bu hem karşılıklı anlayışın bir işareti hem de toplumda bu uğurda ortaklaşa çaba gösterecek olan bütün kesimlere bir çağrıdır. Diyalog, insanların ve kanaatlerinin birbirleriyle açık bir biçimde karşılaşması sayesinde yaşar. Bunun ön şartı ise, kendi kültürünün bilincinde olmaktır. Merkezde yer alan temel değerler- adalet, özgürlük ve eşitlik- üzerine tartışma başlatmak, farkları tespit etmek, beraberce çözüm üretmek ve ortak geleceği biçimlendirirken farklılığa saygı göstermek, işte Ernst-Reuter-Girişimi’nin çağrısı budur. Olağandışı ortaklığımız, Türkiye’nin demokrasi ve hukuk devleti temelleri üzerinde kurulmuş modern bir devlet içinde Müslüman bir toplum olması, Almanya’da yaşayan ve yaşamöykülerinde Türkiye’nin yer aldığı sayısız kadın ve erkek hemşerimiz, ülkelerimize ve toplumlarımıza özel bir sorumluluk yüklüyor. Ve burada bilimsel iş birliğine büyük önem düşüyor: bilim ve akıl, keyfiliğin ve akıldışılığın alternatifi olarak Aydınlanma Çağı’ndan bu yana Avrupa’nın en önemli temellerinden biri olagelmiştir. Hoşgörü ve kabulün yönlendirdiği ortak bilimsel çalışma, politik anlaşma için de gerekli toplumsal zemini hazırlar. Elinizdeki kitap, Almanya ile Türkiye arasında en zor şartlarda başlamış olan bilimsel değiş-tokuşu bugünkü özgür toplumlarımızda da canla başla sürdürmek için bizlere şevk vermelidir. Bu bağlamda hem Almanlara hem de Türklere ortak bilimsel mirasımızı korumaları ve geliştirmeleri için çağrıda bulunuyorum. Dr. Frank-Walter Steinmeier Almanya Cumhurbaşkanı 5 Önsöz 1492 yılında Granada’nın düşmesinin ardından, İspanyol hükümdarlarca yayınlanan kararnameyle ülkelerini terk etmeye zorlanan Yahudi tebaaya, dönemin yükselen gücü Osmanlı İmparatorluğu yardım elini uzatmakta tereddüt etmemişti. İber Yarımadası'ndaki sosyal, kültürel ve ticari hayata büyük katkı sunan bu insanları ülkesine davet eden Osmanlı Sultanı II. Bayezid'in, Yahudileri ülkesinden atan Katolik hükümdar Ferdinand'la ilgili kullandığı “Böyle bir kralın zeki ve akıllı olduğunu söyleyebilir misiniz? Kendi ülkesini fakirleştiriyor ve benim imparatorluğumu zenginleştiriyor” şeklindeki ifade, Osmanlı İmparatorluğu'nun bu konudaki devlet siyasasına temel teşkil etmiş, ilerleyen yüzyıllarda yaşadıkları ülkelerde zulüm gören farklı din ve etnik kimlikten birçok topluluk için İmparatorluk toprakları adeta bir güvenli liman olmaya devam etmiştir. Osmanlı devleti, bu toplulukları sadece şemsiyesi altına almakla kalmamış, Osmanlı toplumu ve devlet mekanizması içinde tüm üretkenlikleriyle yer alabilmeleri için her türlü imkanı onlara sağlamaya çalışmıştır. Döneminin diğer egemen güçleri dikkate alındığında çağının çok ötesinde olarak nitelendirilebilecek Osmanlı devleti tarafından benimsenen bu liberal yaklaşım sayesinde, farklı dini ve etnik unsurlar yüzyıllar boyunca İmparatorluk topraklarında barış içinde bir arada yaşamışlar ve birlikte yaşam geleneği oluşturmuşlardır. Bu anlayış, Türkiye Cumhuriyeti tarafından da benimsenmiştir. 90 yılı aşan Cumhuriyet tarihi boyunca büyüklü küçüklü birçok topluluk ülkemiz