TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH (GENEL TÜRK TARİHİ) ANABİLİM DALI

DOĞU VE BATI KAYNAKLARINA GÖRE II. MEHMED VE İMPARATORLUK ALGISI

Yüksek Lisans Tezi

Gizem MAGEMİZOĞLU

Ankara - 2019

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH (GENEL TÜRK TARİHİ) ANABİLİM DALI

DOĞU VE BATI KAYNAKLARINA GÖRE II. MEHMED VE İMPARATORLUK ALGISI

Yüksek Lisans Tezi

Gizem MAGEMİZOĞLU

Tez Danışmanı

Prof. Dr. Üçler Bulduk

Ankara - 2019

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TARİH (GENEL TÜRK TARİHİ)

ANABİLİM DALI

DOĞU VE BATI KAYNAKLARINA GÖRE II. MEHMED VE İMPARATORLUK ALGISI

Yüksek Lisans Tezi

Tez Danışmanı: Prof. Dr. Üçler BULDUK

Tez Jürisi Üyeleri

Adı ve Soyadı İmzası

……………………………….……………………………..

……………………………….……………………………..

……………………………….……………………………..

Tez Sınavı Tarihî :20/12/2019

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜ’NE

Bu belge ile, bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış ilkelerine uygun olarak toplanıp sunulduğunu beyan ederim. Bu kural ve ilkelerin gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları andığımı ve kaynağını gösterdiğimi ayrıca beyan ederim. (20/12/2019)

Tezi Hazırlayan Öğrencinin

Adı ve Soyadı

Gizem MAGEMİZOĞLU

İmzası

……………………

DOĞU VE BATI KAYNAKLARINA GÖRE II. MEHMED VE

İMPARATORLUK ALGISI

İÇİNDEKİLER

GİRİŞ: DÜNYA TASAVVURU OLARAK İMPARATORLUK ...... 8 İMPARATORLUKLARIN GENEL ÖZELLİKLERİ ...... 13 1. BÖLÜM: İMPARATORLUK GELENEKLERİ ...... 30 1.1. İRAN-İSLAM GELENEĞİ ...... 30 1.2. BOZKIR GELENEĞİ ...... 37 1.3. AVRUPA GELENEĞİ ...... 53 2. BÖLÜM: II. MEHMED’İN KAMUSAL KİMLİĞİ ...... 59 2.1. II. MEHMED’İN MEŞRUİYET KAYNAKLARI ...... 60 2.1.1. Oğuz/Kayı Anlayışı ...... 65 2.1.2. Gazi Sultan/Cihat İdeolojisi (İran-İslam Geleneği) ...... 76 2.1.3. Roma-Bizans Anlayışı ve Diğer Meşruiyet İddiaları ...... 86 2.2. İMPARATORLUK, İSKENDER VE CİHANGİRLİK ...... 97 2.3. BİR İMPARATOR OLARAK II. MEHMED ...... 104 3. BÖLÜM: YAPISAL DÖNÜŞÜM ...... 132 3.1. İMPARATORLUK VE İSTANBUL ...... 132 3.2. İMPARATORLUK VE DEVŞİRME SİSTEMİ ...... 146 3.3. MİLLET SİSTEMİ VE İMPARATORLUK ...... 158 4. BÖLÜM: OSMANLI DEVLETİ’NİN KURUMSAL DÖNÜŞÜMÜ VE İMPARATORLUK ...... 170 4.1. MÜLKİ ÖRGÜTLENME VE VASSALLIK BAĞLARI ...... 172 4.2. VAKIF VE MÜLK ARAZİLERİN TİMARLAŞTIRILMASI ...... 176 4.3. DİĞER EKONOMİK VE MALİ TEDBİLER ...... 181 4.4. KANUNNAME-İ AL-Î OSMAN, KURUMSAL DÖNÜŞÜM VE EGEMENLİK ANLAYIŞI ...... 186 SONUÇ ...... 210 KAYNAKÇA ...... 215

I

KISALTMALAR

a.g.e. :Adı geçen eser a.g.m. :Adı geçen makale

Bkz. :Bakınız

C. :Cilt

Çev. :Çeviren

Der :Derleyen

DİA :Diyanet İslam Ansiklopedisi

Ed. :Editör

Haz. :Hazırlayan

Neş. :Neşriyat pp. :Sayfa s. :Sayfa

S. :Sayı

TTK :Türk Tarih Kurumu vd. :ve diğerleri

Vol. :Cilt

II

ÖZET

DOĞU VE BATI KAYNAKLARINA GÖRE II. MEHMED VE

İMPARATORLUK ALGISI

II. Mehmed, Osmanlı tarihinin en çok tartışılan şahsiyetlerinden biridir. Yerli ve yabancı pek çok tarihçi tarafından Osmanlı Devleti’ni beylikten büyük bir sultanlık haline dönüştüren hükümdarın II. Mehmed olduğu dile getirilmiştir. Bu kanaat, II.

Mehmed’in sadece askeri faaliyetleri göz önüne alınarak değil siyasi ve iktisadi faaliyetlerinin birlikte değerlendirilmesiyle anlam bulabilir. II. Mehmed kendi tahayyülündeki devleti şekillendirirken kendisinden önceki pek çok imparatorluk geleneğinden etkilenmiş ve onların mirasçısı konumuna yükselmiştir.

İmparatorluk, dünya egemenliği iddiasında bulunan çeşitli siyasi teşekküllerin genel özelliklerini belirten bir kavramdır. II. Mehmed bir imparatorluk kurucu olarak hem kendi tebaasına hem de etrafındaki dünyaya kendi iddialarını kabul ettirmiştir.

İslam dünyası ve kendi tebaası için görünmeyen ve ulaşılamaz sultan imajını kuvvetlendirmiştir. Roma imparatorlarının varisi olarak ise bu iddiasının görünmesini ve bilinmesini istemiştir. II. Mehmed, Osmanlı tipi diyebileceğimiz bir imparatorluk düzeni kurup klasik Osmanlı sultanının ilk örneğini teşkil etmiştir.

Bu çalışmamızda, II. Mehmed döneminin genel bir tahlilini yapmaya çalıştık. II.

Mehmed’in çağdaşlarının onunla ilgili yorumlarını, gözlemlerini, anılarını aktarmaya

çalıştığımız gibi II. Mehmed’in kendi gücünü, iktidarını ne şekilde tesis ettiğini; bir imparatorluk kurarken hangi geleneklerden beslendiğini ve devleti dönüştürürken ne gibi önlemler aldığını tahlil gözler önüne sermeye gayret gösterdik.

Anahtar Kelimeler:İmparatorluk, II. Mehmed, Meşruiyet, İslam, Kamusal

İmaj.

III

ABSTRACT

MEHMED II AND EMPIRE NOTION OF HIS TIMES BASED ON WEST AND

EAST SOURCES

Mehmed II is one of the most debated figures in Ottoman history. He was referred as a ruler who transformed the from a principality into a great sultanate by many Ottoman any foreign historians. This opinion may find its real meaning not only by considering his military activities but also by evaluating Sultan’s economic regulations and political actions. While Mehmed II was shaping the state in his envisagement, he was influenced by many imperial traditions before his era and became heir to them.

Empire is a notion that specifies the general characters of various political institutions claiming world sovereignty. As an empires founder, Mehmed succeeded in imposing his own claims on both his subjects and the world around him. The Sultan strengthened the image of the invisible and inaccessible ruler for the Islamic world and

Ottoman rayah. As the heir to the Roman and Byzantine emperors, Mehmed II wanted his pretension to appear and be known.

In this study, we tried to make a general analysis of Mehmed II’s period based on records of historical figures around him. Through this dissertation, we made an effort to show thoughts, memories and observations of Mehmed II’s contemporaries related to him. Furthermore we aimed to show how Mehmed II established his own power and authority, resolute which traditions he fed during the establishment of the empire and reveal what measures were taken while transforming the state.

Key Words:Empire, Mehmed II, Legitimacy, Islam, Public Image. IV

ÖNSÖZ

II. Mehmed, Türk tarihi açısından çok önemli bir siyasi figürdür. Siyasi ve askeri faaliyetleri ile Osmanlı Devleti’nin Anadolu’nun ve Balkanlar’ın önde gelen bir yerel gücü olmaktan çıkararak dünyada söz sahibi olan bir konuma getirmiştir.

Teşkilatlanmaya yönelik kanunnameleri ve sosyo-ekonomik alanda yaptığı düzenlemelerle beraber Osmanlı Devleti klasik çehresini kazanmış bulunmaktadır.

İstanbul’un Fatihi olarak hem Türk tarihinde hem de dünya tarihinde müstesna bir yer edinmiştir. İstanbul’un fethi, dünyanın antik çağ ile olan son bağlantısını yani

Bizans İmparatorluğu’nu tarihin tozlu raflarına kaldırmasına sebep olmuştur ve

Avrupa’da büyük bir şok yaratmıştır. Hakkında en çok eser verilen Türk simalarından birisi, haklı ünüyle II. Mehmed olmuştur.

Çalışmamız dört bölümden oluşacaktır. Giriş kısmında imparatorluk kavramı ele alınacaktır. Maalesef Türk tarih yazımında “imparatorluk” denilince ilk akla gelen unsur, son yüzyılların sömürge imparatorluklarıdır. Türk tarih yazımında, Osmanlı

Devleti’nin ebed-i müddet, cihanşümul bir devlet olduğundan bahsedilir. Ancak, bir devlete imparatorluk demek sadece sömürgeciliği ifade etmez. İmparatorluk, bir siyasi teşekkül biçimi olarak, evrensel bir bakış açısı sunar. Bu evrensel bakış açısı, dönüşerek ve birikerek gelen tarihi bir mirasın anlaşılması açısından mühimdir. İmparatorluk, bir siyasi teşekkülün adıdır ve aynı zamanda kavramsal çerçeve sunmaktadır.

Çalışmamızın birinci bölümde, Osmanlı Devleti’ni etkileyen imparatorluk gelenekleri tahlil edilmeye çalışılacaktır. Osmanlı Devleti, kendisinden önce yaşamış birçok devletin ve imparatorluk geleneğinin temsilcisidir. İmparatorluklar zaman V

içerisinde daha karmaşık idari ve hukuki yapılara dönüşmüştür. Kendi retoriklerini ve ideolojilerini inşa eder hale gelmişlerdir. Osmanlı Devleti, bozkır geleneğini, İran-İslam devlet anlayışı ve Bizans-Roma imparatorluk retoriğini miras almıştır. II. Mehmed, mirasını devraldığı tüm imparatorluk geleneklerini kendi çağına uyarlamayı başarmıştır ve imparatorluğun “Osmanlı” yorumu diyebileceğimiz bir model kurmuştur.

Çalışmamızın ikinci bölümünde, II. Mehmed’in meşruiyet kaynakları ve

“kamusal” imajı incelenecektir. II. Mehmed’in tarihsel karakteri ve kamusal imajı, meşruiyet kaynakları olmadan anlaşılamaz. Greklerin ve Batılı çağdaşlarının kendisini

“despot, tiran, zalim, Hristiyan düşmanı” şeklinde betimlemesi, II. Mehmed tarafından bir propaganda aracı olarak kullanılmıştır ve korkulan “sultan, imparator” vasfını güçlendirmiştir.

Çalışmamızın üçüncü bölümünde ise devşirme sistemi, cemaatler, İstanbul’un başkent olması gibi evrensellik iddiasındaki bir imparatorluğun devletin geçirdiği yapısal dönüşümler ele alınacaktır. Söylemler ya da askeri başarılar, yapısal dönüşümler sağlanmadan kalıcı hale getirilemez. II. Mehmed’in kurduğu bürokratik-merkezi imparatorluk modelinin sacayakları İstanbul’un başkent ilan edilmesi, devşirme düzeninin aldığı nihai hal ve farklı kökenden bir araya gelmiş toplulukları birbirine bağlayan millet sistemidir. Bu üç unsur, imparatorluk yapısının ve söyleminin kurucu

ögeleridir. Devletin yaşadığı kurumsal dönüşümün meşruiyet kaynakları ve söylemsel inşaatın temelleri bu unsurlardır.

Son bölümde II. Mehmed’in kendi eliyle şekillendirdiği kurumlar ve değişen yönetim usulleri üzerinde durulacaktır. Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan itibaren süregelen gerilimleri ortadan kaldırmıştır. Kanunname-i Al-î Osman ile atalarından kendisine kalan yönetem pratiklerini merkezi-bürokratik bir imparatorluk için kendi ön gördüğü kaideleri birleştirmiş, örgütlenmenin her kademesine kendi iktidar tasavvurunu

VI

yerleştirmiştir. Osmanlı Devleti’nde yaşanan bu kurumsal dönüşüm, iktidarın bazı paydaşlarının (Türk-Müslüman kökenli aileler, ulema, uç beyleri, Türkmenler ve dervişler) yöneminden uzaklaştırılmasıyla veya statülerinin tamamen padişah tarafından belirlenmesiyle sona ermiştir.

Tez çalışmamda yardımlarını esirgemeyen, beni her zaman teşvik eden kıymetli hocam Sayın Prof. Dr. Üçler BULDUK’a ve yüksek lisans eğitimim boyunca yanımda olan Genel Türk Tarihi’ndeki bütün hocalarıma teşekkürlerimi sunarım. Bu çalışmamda her zaman benim yanımda olan anneme de çok teşekkür ederim. Yurtdışında olduğum süre boyunca ihtiyaç duyduğum kaynakları temin etmemi sağlayan Doğan Mert Demir ve Ümit Katırancı’ya müteşekkirim. Ayrıca benim okul ve enstitü işlerimle uğraşan çok değerli arkadaşlarım Serhan Çınar ve Remziye Yılmaz’a içten gelen samimiyetimle teşekkür ederim.

VII

GİRİŞ: DÜNYA TASAVVURU OLARAK İMPARATORLUK

Türk ve İslam tarihi, birçok devletin varlığına şahitlik etmiştir. Bu devletlerin bir kısmı, kurumsallaşmasına rağmen ancak üç ya da dört nesil devam edebilmiştir. Bozkır geleneğini, İran-İslam ananelerini ve Roma-Bizans egemenlik söylemini birleştiren II.

Mehmed, yüz yıllar boyunca varlığını sürdürebilen bir devlet omurgası inşa etmiştir.

İmparatorluk nosyonunu iyice tahlil eden, mirasçısı olduğu devlet geleneklerinin zayıf noktalarını ayıklayan II. Mehmed, belli bir söylem çevresinde kendi imparatorluğunu inşa etmiştir. Bu özelliği, kendisini aynı zamanda bir ideolog haline getirmiştir.II.

Mehmed, Türk tarihinde mutlakî monarşinin en mühim ideologlarından biridir ve bu hâl

Kanunname-i Al-î Osmanî’de somutlaşmıştır.Çalışmamızın amacı da II. Mehmed’in

Yakın Çağ’ın en önemli imparatorluk ideologlarından biri olduğunu ispatlayabilmekir.

İmparatorluğun dünya tarihinde döngüsel bir süreç olduğunun tespiti,

çalışmamızın düzlemi bakımından önemli bir yer işgal etmektedir. İmparatorluğu etkileyen tüm süreçlerden bahsetmek, bu çalışmanın sınırlarını aşmaktadır. İmparatorluk kavramına ilişkin bir çerçeve çizmek, günümüzde imparatorluk olarak anılan siyasi teşekküllerin genel özelliklerini tespit etmek, döngüselliğin anlaşılabilmesi açısından mühimdir. Osmanlı Devleti, bu döngüsel sürecin bir parçasıdır. Osmanlı Devleti’nin kurumsal ve yapısal dönüşümü, imparatorluk şeması üzerinden incelenmiştir.

Çalışmamızda imparatorluk önemli bir kavramsal çerçeve sunmuştur.

II. Mehmed dönemini ele alan kaynaklar tarafımızca ikiye ayrılmıştır: Doğu kaynakları ve Batı kaynakları. Doğu kaynakları adı altında tarafımızca incelenen eserler daha çok Osmanlı dünyasına aittir. II. Mehmed ile birlikte güçlenen tarihçilik ilk

VIII

meyvelerini vermiş ve bu dönemde birçok eser kaleme alınmıştır. II. Mehmed ve II.

Bayezid’in saltanat dönemlerinde kaleme alınan eserler çalışmamızda kullanılan materyalin özünü teşkil etmiştir. Bu eserlerin yanı sıra II. Mehmed’in komşu Müslüman hükümdarlara gönderdiği mektupların, yarlıgların ve zafernâmelerin tercümelerinden;

Sultan’ın kanunnamelerinden, mülknamelerden ve ahitnamelerden defaydalanılmıştır.

Osmanlı kaynakları içerisinde özellikle Tursun Bey’in Tarih-i Ebü’l Feth’i, Neşri’nin

Cihan-nümâ’sı, İbn Kemâl’in Tevârih-i Al-î Osmân’ı tarihi hadiseler açısından geniş malumat içermektedir. Osmanlı kaynakları incelenirken yazarlarının toplumsal ve politik konumu hatırda tutulmalıdır. Tursun Bey, II. Mehmed’in defterdarı olarak her faaliyetini desteklemiş, devletin geçirdiği dönüşümü fark etmiştir. II. Mehmed’in faaliyetlerinden zarar gören Şikarî, Aşıkpaşazade, Türkmen babaları toplumdaki muhalefetin sesleridir. Osmanlı kaynakları tarihi, siyasi ve toplumsal şartlar hatırda tutularak değerlendirilmiştir.

Çalışmamızın esasını teşkil eden diğer eserler özellikle Grekler ve İtalyanlar tarafından yazılmış Batı kaynaklarıdır. Grek ve İtalyan eserlerinin bir kısmı, Bizans egemenliğinin son günlerinde İstanbul’da bulunmuş, II. Mehmed’in kuvvetlerine esir düşmüş kimselerdir. Kuşatma sırasında ve sonrasında çok değerli bilgiler veren bu kaynaklarında, tıpkı Osmanlı kaynakları gibi, belli bir süzgeçten geçirilmesi elzemdir.

II. Mehmed’e hizmet etmiş ve daha sonra Osmanlı ülkesini terk etmiş olan Macaristanlı

György, Konstantin Mihayloviç, Giovanni Maria Angioello gibi örnekler özellikle dikkat çekicidir. Sultan ve Osmanlı yönetimi ile ilgili değerli bilgiler vermişlerdir. II.

Mehmed’i bir siyasi düzenin öncüsü olarak gören, Osmanlı düzenini siyaset bilimleri bağlamında inceleyen Bodin, Peresvetov, Machiavelli gibi düşünürlerden de istifade edilmiştir. Osmanlı hâkimiyetini benimseyen Kritovulos, Trabzonlu Georgios vb. müverrihlerin eserleri, bu egemenlikten faydalandıkları gerçeği göz önünde tutularak

2

değerlendirilmelidir. II. Mehmed tarafından yaptırılan madalyonlar, portreler

çalışmamızda değerlendirilen diğer materyeller arasında yer almaktadır.

İMPARATORLUK KAVRAMI

Imperium, Latince “imperare” kelimesinden türemiş bir kavramdır. Imperare; kural, hüküm, hüküm sürmek, emretmek, buyurmak anlamlarını taşımaktadır.1

Imperium yetkisine sahip olan kişi, geniş anlamıyla görevli olduğu alanla ilgili buyurma yetkisine sahip olan kişi şeklinde ifade edilebilir. Imperium kelimesinin siyaset bilimindeki bir başka anlamı ise kamusal erki kullanma yetkisidir.2 Imperium yetkisinin tam olarak karşılığı yürütme erkidir. Imperium, Roma’nın bir imparatorluğa dönüşmesiyle beraber farklı bir kavram haline gelmeye başlamıştır.

Imperium terimi, yani imparatorluk, modern zamanlarda büyük, sömürgeci

Avrupalı politik güçler için kullanılmıştır.3 Ancak, zamanla imparatorluk terimi sadece

Avrupa’nın büyük, sömürgeci politik güçlerini değil aynı zamanda Asya’nın ve

Afrika’nın büyük politik güçlerini ifade etmek için kullanılan bir terim haline gelmiştir.

İmparatorluk, Türk Dil Kurumu’nun güncel sözlüğünde “Kendi topraklarında oturan

çeşitli milletleri egemenliği altında toplayan devlet biçimi” ifadesiyle açıklanmıştır.4

Ünlü’ye göre ise imparatorluk, yetenekli bir liderin önderliğinde fetihle kurulan,

1https://tr.glosbe.com/la/tr/imperare (22.05.2019) 2 Abdurrahman Saygılı, Eşref Küçük,“ Roma Hukukunda İstisna Halinin Paradigmatik Biçimi Iustitium Kurumu”,İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2014, s. 263. 3 Barış Ünlü, “İmparatorluk Fikrinin Gelişimi”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 65/3, 2010, s. 243. 4http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5c07c4ecb252f4.08577 670 (05.12.2018) 3

merkezi ve bürokratik bir devleti ifade etmektedir.5 Birdal’a göre imparatorluk, çok geniş topraklara yayılan ve birçok kimliğe hükmeden bir devlet modelidir.6

İmparatorluk, genellikle kuvvetli bir merkezin (metropolün) fethi sonucunda ortaya çıkan ve kendine ait toprak parçalarını dolaylı yoldan yöneten büyük, karma ve

çok kimlikli bir yönetim biçimidir.7 Michael Doyle, tüm imparatorlukların takip ettiği politikaların birbirine benzediğini iddia eder ve imparatorlukların aşağıda sıralanan beş

özelliği ile modern devletlerden ayrıldığını öne sürer:

- İmparatorluklar, modern devletler kadar bütünleşik yapılar değillerdir.

- İmparatorluklar, kendi iç ve dış siyasetlerini istedikleri gibi

yönlendirebilirler.

- İmparatorluklar çok geniş sahaları yönetiyor olmalarına rağmen

topraklarında kurabildikleri hâkimiyet modern devlete kıyasla daha zayıftır.

- İmparatorluklar diğer devlet deneyimlerine kıyasla daha uzun ömürlü siyasi

teşekküllerdir ve en azından bir nesil devam etmişlerdir.

- İmparatorlukların yönetimindeki halklar, çok uluslu ve çok dinli yapısı

sebebiyle, anlamlı siyasi kimliklere sahip olamamışlardır.8

Münkler, imparatorluğun ne olduğunu anlayabilmek için öncellikle ne olmadığının anlaşılması gerektiğini söylemiştir.9 Modern ulus devletlere, kent devletlerine, aşiret konfederasyonlarına ve feodal prensliklere benzemeyen her siyasi teşekkülün imparatorluk olarak adlandırılması mümkün değildir. Özetlenecek olursa kesin bir sınırının bulunmaması, uluslararası arenada egemenlik anlayışının eşitler

5 Barış Ünlü, Osmanlı: Bir Dünya-İmparatorluğunun Soykütüğü, 2. Baskı, Dipnot Yayınları, Ankara, 2016, s. 109. 6Mehmed Sinan Birdal, Kutsal Roma İmparatorluğu ve Osmanlı: Küresel Emperyal İktidardan Mutlakiyetçi Devletlere, 1. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2017, s. 50. 7 Ünlü, Osmanlı…,2016, s. 110. 8Michael Doyle, Empires, Cornell University Press, New York, 1986, s. 35-47. 9Herfried Münkler, Eski Roma’dan ABD’ye Dünya Egemenliğinin Mantığı, Çev. Zehra Aksu Yılmazer, 1. Baskı, İletişim Yayınları,İstanbul, 2009, s. 19. 4

arasındaki bir dayanışma platformundan çıkarak ast-üst ilişkisine dayanan bir statü haline dönüşmesi, yani eşitliğe dayanmaması imparatorlukların ayırt edici özellikleri arasındadır.10 İmparatorluklar modern öncesi dönemde, tarihsel bir eğilimin sonucunda ortaya çıkmış siyasi teşekküllerdir. Büyümeye başlayan bazı siyasi teşekküller, bir noktaya geldikten sonra gerekli kurumsal ve yapısal dönüşümleri tamamladıkları anda imparatorluk aşamasına geçebilmişlerdir.

Farklı milliyetlerden, dinlerden ve kültürlerden grupların üzerinde geniş ölçekli ve dayanıklı siyasi teşekküller kurmak, kısacası bir imparatorluk inşa etmek, tarihin gözlemlenebilir akışı içerisinde ısrarlı bir eğilimdir. Belli bir siyasi ve coğrafi genişliğe erişmiş her siyasi teşekkülün imparatorluğa dönüştüğü düşünülemez. Ancak, Doyle’ın imparatorluk eşiği dediği bir noktayı geçebilen siyasi teşekküller biçim değiştirmeye başlar.11 İmparatorluk eşiğinin bir diğer adı Augustus eşiğidir ve Roma’nın ilk imparatoru olan Augustus’un adıyla anılması bir tesadüf değildir. Birçok siyasi teşekkül, imparatorluk olma yolunda ilerlerken yapısal dönüşümleri zamanında tamamlayamadığı için yıkılmıştır. Augustus, Roma Cumhuriyeti’nin hizip çatışmaları altında ezildiğinin, Roma’nın köklü değişimlere ihtiyaç duyduğunun farkına varmıştır.

Actium Savaşı’nda (M.Ö. 31) son rakiplerini bertaraf eden Augustus, imparatorluğun genişleme evresinden sağlamlaşma evresine geçişini sağladığı için “Augustus Eşiği” olarak adlandırılan bir kavram ortaya atılmıştır.12

Karen Barkey, imparatorluğun tanımını yaparken merkez ve çevre arasındaki egemenlik ilişkilerinden yola çıkmıştır. İmparatorluk genel anlamıyla kapitalizm öncesi dönemin çok geniş ve farklılaşmış hükümet şekillerinin merkezi bir güç etrafında toparlanması, bu merkezi güçle kurulan dolaylı ya da dolaysız ilişkileri, merkez tarafından çeşitli derecelerde kontrol edilen yarı tekelci ve hiyerarşik bir kuvvetin

10 Münkler,a.g.e., s. 19-23. 11 Doyle, Empire, 1986, s. 93. 12 Doyle, a.g.e., 1986, s. 93-97. 5

yönetici elitlerden farklı kimliklerdeki insanları kontrol etmesi olarak nitelendirilmiştir.13 Kısacası, imparatorluk merkezi otoritenin çevresinde bulunan başka iktidar odaklarıyla, etnik gruplarlar, dinlerle kurduğu farklılaşmış egemenlik ilişkilerinin tamamını anlatan bir hükümet şeklidir.

Tanımlardan anlaşılacağı üzere bir devlet biçimi olarak imparatorluğu ifade eden bazı anahtar kavramlar bulunmaktadır: Fetih, çeşitlilik, evrensellik, bürokrasi, çok kültürlülük vb… İmparatorluk sadece bir devlet biçimi olarak değil aynı zamanda bir dünya görüşü, bir söylem, bir meşruiyet kaynağıdır. Ancak, bu söylem imparatorluğun yönettiği tüm halklara hitap eden bir söylem değildir. İmparatorluk özellikle kozmopolitlik iddiasını taşıyan bir yapı olarak dar ve sınırlı bir tabakaya seslenir.

Kozmopolit elit denilen bu tabaka, yönetici hanedanı da kapsayacak şekilde nüfusun geri kalan kısmından hukuken üstün tutulmuş olan bir toplumsal grubu ifade eder.

Hardt ve Negri, Antik Roma dönemine kadar uzanan tüzel-politik imparatorluk kavramının Avrupa uygarlığının Hristiyan kökenleriyle yakından ilgili olduğunu savunmuştur.14 İmparatorluk politik-tüzel inşaatı konusunda Roma’ya çok şey borçludur.Batı yazınında hakim olan görüş, Roma ile birlikte imparatorluk modelinin pekiştiği yönündedir. Ancak, Roma’dan önce dünya egemenliğini tesis etmeyi deneyen, dünya egemenliğine yönelik söylemler geliştiren başka uygarlıklar vardır. Roma

İmparatorluğu’ndan ve Büyük İskender’den önce Çin, Hindistan ve İran dünya egemenliğini gerçekleştirmek, farklı alt sistemlerden daha uyumlu ve güçlü bir üst sistem çıkarmak konusunda önemli yol kat etmiştir.

Hardt ve Negri, imparatorlukların oluşumunda kuruldukları coğrafi bölgelerin

önemine dikkat çekerler: “İmparatorluk egemenliğinin kendisi, sınırların esnek,

13 Karen Barkey,“The Ottoman Empire (1299-1923)”, Empires and Bureaucracy in World History, Cambridge University Press, Cambridge, 2016, s. 105. 14 Michael Hardt, Antonio Negri, İmparatorluk, Çev. Abdullah Yılmaz, 9. Baskı, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2018, s. 32. 6

kimliklerinse melez ve akışkan olduğu marjinlerde gerçekleşir.” 15 Bir Leh yazar (Jan

Kieniewicz) sınırların imparatorluklar üzerindeki etkisinden bahsederken şu sözleri sıralamıştır: “Bir sınır ilk olarak hâkimiyetin uzanımını ortaya koyar, üstünlük

çabalarının erişim hattını tanımlar ve imparatorluğun zorunlu bir parçasıdır. Ama öte yandan, bir sınır alansal tanımlamanın değersel bir sürecinin de sonucudur.”16Bir imparatorluğun kuruluş süreci boyunca önemli tüzel unsurlar olarak, yönettikleri geniş coğrafya ve sayısız halk göz önünde bulundurulursa, bir düzenleme aracı olarak hak ve hukuk kavramları öne çıkmıştır.17 İmparatorlukları diğer siyasi teşekküllerden farklı kılan unsurlardan biri devamlılığın ve kurumsal yapıların ideal haliyle korunmasının bir amaç olmasıdır. Bu amaca hukuk ile ulaşılabilir.

Eisenstadt, imparatorluk kavramına katkı yapmış bir başka önemli düşünürdür.

Eisenstadt’a göre tarihi-bürokratik imparatorluklar, kent devletleri veya aristokratik prensliklerle kıyaslandığı zaman çok daha büyük bir toplumsal/sınıfsal/zümresel farklılaşma düzeyine ulaşmış siyasi teşekküllerdir.18 Bu farklılaşma düzeyi, siyasi iktidara müşterek arzuları ve anlamları yükleyen bir siyasi elitin ortaya çıkışına zemin hazırlamış, imparator ile birlikte devleti yöneten bir zümrenin doğmasına sebep olmuştur. Eisenstadt, imparatorluklarla kabilelerin, patrimonyal yönetimlerin ve kent devletlerinin ayrıştırılması gerektiğini iddia etmiştir. İmparatorluklar, sınırsız kaynaklara sahiptir ve imparatorluk kurucuları, bu kaynakları belli toplumsal grupların ya da sınıfların denetimine terk etmek yerine, devlete ya da imparatorluk aklına bağlı olan, bağımsız zümrelere vermiştir.19 Bu bağımsız zümreler, zaman içerisinde imparatorluğun temel dayanağı haline gelecek kurumlara dönüşmüş ya da bu kurumları

15 Dariusz Kolodziejczyk, “Evrensellik İddiaları ile Gerçeklik Arasında: Erken Modern Dönemde Osmanlı Sınır Boyları”, Osmanlı Dünyası, Ed. Christine Woodhead, 1. Baskı, Alfa Yayınları,İstanbul, 2018, s. 271. 16 Kolodziejczyk, a.g.m., 2018, s. 271. 17 Hardt, Negri, İmparatorluk, 2018, s. 33. 18 Shmuel Noah Eisenstadt, The Politicial Systems of Empires, London, Transaction Publishers, 1993, s. xvi-xvii. 19 Eisenstadt, a.g.e., 1993, s. xvi. 7

desteklemiştir. Siyasi otorite bürokratikleşip merkezileşirken imparatorluklar yönetimi altına aldıkları uluslara karşı güçlenmişlerdir.

Münkler, dünya imparatorlukları ile bölgesel imparatorlukların veya kısa ömürlü güçlü yapıların ayrılması gerektiğini savunmuştur.20 Gücün yoğunlaşmasına, askeri faaliyetlerin çok uzak noktalara ulaşmasına, çok kültürlü ve çok dilli demografik yapıya sahip olmasına rağmen bazı bölgesel güçlere imparatorluk denemez. Bu bölgesel güçlerin en iyi örneklerinden biri Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’dur. Avusturya-

Macaristan İmparatorluğu, resmi adında var olan imparatorluk kelimesine rağmen, egemenliğini daha çok Orta ve Doğu Avrupa’da yaymak isteyen, faaliyetleri bu bölge ile sınırlı olan bir siyasi teşekkül şeklinde kalmıştır. Habsburg Hanedanı, Kutsal Roma-

Germen İmparatorluğu’ndan gelen Avrupa egemenliği iddiasına rağmen, bölgesel bir devlet olarak varlığını tamamlamıştır. En büyük rakibi Osmanlı Devleti, hükmettiği coğrafya, dünya tarihinde bıraktığı iz ve söylemleri itibariyle imparatorluk olarak anılmaya hak kazanmıştır.

Alaeddin Şenel, siyasi teşekküllerin imparatorluk olma sürecinde şu aşamalardan geçtiğini söylemiştir: kent devleti, yerel devlet, bölgesel devlet ve imparatorluk.21 Şenel’e göre imparatorlukların çıkış noktası İmparatorluk, sadece yerleşik uygarlıkların bir meyvesi değildir. Konar-göçer toplumların kurduğu ve imparatorluk mahiyetini alan siyasi teşekküller göz önüne alınırsa aynı tarihsel çizgiyi takip etmedikleri açıktır. İbn Haldun’un asabiyet teorisine göre konar-göçer toplulukların devlet kurabilmeleri, bu devletin imparatorluğa dönüşmesi ve başka konar-göçer topluluklar tarafından yozlaşmış imparatorlukların yıkılması,22 tarihin temel dinamiğidir. Şenel’e göre çeşitli siyasi teşekküllerin zaman içerisinde

20 Münkler, Eski…, 2009, s. 24. 21 Alaeddin Şenel, İnsanlık Tarihi, İnsanlık Tarihi, 1. Baskı, İmge Kitabevi,Ankara, 2006, s. 621- 623. 22 İbn Haldun, Mukaddime I, Çev. Zakir Kadiri Ugan, 1. Baskı, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları,İstanbul, 1997, s. 444-448. 8

imparatorluk mahiyetini almasının altında yatan sebep daha fazla toplumsal artının aktarılabilmesidir.23 Daha fazla toplumsal artıya sahip olmak, imparatorluğun maddi temellerinden biri olsa bile imparatorluk ideolojisinin anlaşılmasında yetersiz kalmaktadır. Daha fazla insana ya da daha fazla hammaddeye sahiplik, her siyasi teşekkülü imparatorluk haline getiren bir unsur değildir. Günümüzün ulus devletleri veya federasyonları çok daha büyük bir toplumsal artıya sahip olmasına rağmen imparatorluk şeklinde değerlendirilemezler.

Münkler, artı ürüne el koymanın askeri veya ticari yollarla yapılabileceğini savunmuş ve kara imparatorluklarında artı ürüne el koymanın yöntemlerini soygun ve talana dayandırırken deniz imparatorlularının temelinde ise takasın ve ticaretin olduğu iddia etmiştir.24 İmparatorlukların ortaya çıkışını hem askeri hem de ekonomik etmenlerle açıklamaya çalışmak, eksik bir kavramsal çerçeve çizmek anlamına gelir.

İmparatorluk, askeri ve ticari yollarla kurulmuş olan tarihi, siyasi ve psikolojik bir olguyu ifade etmiştir. İster bozkır imparatorluğu olsun ister deniz imparatorluğu hem askeri araçlar hem de ekonomik araçlar aynı derecede önemlidir. Bozkır imparatorluklarının ya da kara imparatorluklarının sadece toprak ya da ganimet ele geçirebilmek için örgütlendiklerini iddia etmek ya da yönetsel anlamda şiddeti bir araç olarak kullandıklarını savunmak doğru değildir. Roma İmparatorluğu, Moğol

İmparatorluğu, Osmanlı Devleti gibi siyasi teşekküller ticaret yollarını ele geçirebilecek fetihlere yönelirken bir yandan da ticareti geliştirebilmek için çeşitli önlemler almışlardır. Bu teşekkülleri zor kullanmayı ya da şiddeti idari araç haline getirmiş imparatorluklar halinde düşünmek, imparatorluk retoriğini kurmak adına gerçekleştirdikleri mali, ekonomik, idari ve hukuki dönüşümleri yok saymak anlamına gelir.

23 Şenel, İnsanlık…, 2006, s. 624. 24 Münkler, Eski…, 2009, s. 86. 9

Toynbee, imparatorluk yapısını medeniyet kavramı etrafında şekillendirmeye gayret etmiş tarihçilerden biridir. Dünyada iz bırakmış imparatorlukları, bir evrensel devlet modeli şeklinde düşünen ve evrensel devlet olarak adlandıran Toynbee, bu imparatorlukların gerçekten dünya çapında olmasa bile tek bir uygarlığın bütün alanını kapsadığını savunmuştur.25 Bu imparatorluk, yerleşik toplumları egemenliği altına almış olan barbar26toplumlar tarafından da kurulmuş olabilir ya da aynı uygarlık hizip

çatışmalarıyla yıkılmanın eşiğine gelmişken geçirdiği bir dönüşümle imparatorluk aşamasına sıçramış olabilir. Toynbee, imparatorluğun tarihi, siyasi ve psikolojik bir olgu olduğunu vurgulamıştır. İmparatorluğun kurulması neticesinde yaşanılan çöküşün durması, iç savaşın yıkıcı sonuçlarını görmüş kimselerin gözünde imparatorlukları

ölümsüz birer kurumsal yapıyan dönüştürür ve bir imparatorluğun bütün dünyayı kapsadığını bilmek, tebaasını tehdit edebilecek hiçbir dışsal gücün kalmadığı izlenimini uyandırmıştır.27Bu nedenle, imparatorlukların inşa ettiği dünya egemenliği retoriği, sadece uluslararası sahada kendi rakiplerine karşı savundukları bir iddia olmanın

ötesinde imparatorluğun kendi toprakları üzerindeki egemenliğine dayanak sağlamıştır.

Toynbee, imparatorlukların tüm dünyaya hükmetme iddiasını da incelemiştir.

İmparatorlukların neredeyse tamamı dünyaya hükmettiklerini iddia etmiş veya dünyaya hükmetme iddiasını gerçekleştireceklerini savunmuştur. Ancak, dünya tarihinde, kürenin tamamına hükmeden bir siyasi teşekkül hiçbir zaman kurulamamıştır.

İmparatorluk, kendi rejimi altında yaşayan insanlara dünya çapında gibi görünmüş, bu duyguyu verebilmiştir.28İmparatorluk, öznel anlamda bir dünya egemenliği kurmayı başarabilmiş ve bu iddiayı kendi egemenliği altında yaşayan insanlara kabul ettirmiştir.

25 Arnold Toynbee, Tarih Bilinci, Çev. Murat Belge, 1. Baskı, Bateş Yayınları, İstanbul, 1978, s. 279. 26 Toynbee, barbar kelimesini daha çok yerleşik bir uygarlığa yabancı olan konar-göçer toplumları ifade etmek amacıyla kullanmıştır; Bkz: Toynbee, a.g.e., 1978, s. 279. 27 Toynbee, a.g.e., 1978, s. 280. 28 Toynbee, a.g.e., 1978, s. 296. 10

Bahaeddin Ögel, klasik anlamda bir dünya imparatorluğu anlayışının, saf bir ideal ve düşünce halinde, sadece Çinliler ile Türklerde bulunduğunu savunmuş ve

Çin’in dine dayalı dünya imparatorluğu anlayışının ne istilacı Roma'nın imperium teorisiyle ne de İngiltere'nin işe dayanan, materyalist empire deyim ve kavramıyla karşılaştırılamayacağını belirtmiştir.29Ögel, Türklerin evrensel devlet anlayışının şiddet ve zor temelinde şekillenmiş olan bir hükmetme anlayışı olmadığını vurgulamak için

Moğol İmparatorluğu ile kıyaslamayı tercih etmiştir. Moğol İmparatorluğu, tıpkı diğer birçok imparatorluk gibi, boyun eğdirdiği milletleri kendi kölesi olarak telakki ederken

Emevi Devleti’nde Arapların dışında kalan herkes mevali, yani köle sayılmıştır.30

Türkler bir dünya imparatorluğu söylemi çerçevesinde, Türk olmayan tebaayı ve vasallarını aynı sorumluluk ve hakkaniyet çerçevesinde yönetmeye özen göstermiştir.31

Ögel, imparatorluğun ceberut ve baskıcı yönünü vurgulamakta haklıdır. Tüm imparatorlukların aynı derecede ceberut olduğunu veya şiddet araçlarını kullandığını söylemek ise genelleme yapmak anlamına gelir. Modern dönemin kolonyal imparatorlukları, valilikler şeklinde örgütledikleri sömürgelerini, kendi ulus-devlet

çekirdeğini teşkil eden toprakları zengin etmek için kullanmış, insanlarını köle yapmıştır. Ancak, Moğol İmparatorluğu’nda Uygurların tırmandığı devlet kademeleri, başarılı Afrikalı ve Arap komutanların Roma’da imparator kabul edilmesi, Abbasilerin döneminde Türklerin ve İranlıların devlet yönetiminde etkin hale gelmeleri, yöneten- yönetilen ilişkisinin sadece efendi millet ve köle uluslar şeklinde değerlendirilemeyeceğini göstermiştir.

Gömeç, Türk siyasi tarihinin parçası olan bazı siyasi teşekküllerin imparatorluk olarak adlandırılmasının doğru olmadığını ifade ettiği gibi Latince hükmetmek fiili ile

29 Bahaeddin Ögel, Türklerde Devlet Anlayışı (13. Yüzyıl Sonlarına Kadar), 1. Baskı, Başbakanlık Basımevi, Ankara, 1982, s. 2 30 Ögel, a.g.e., 1982, s. 110. 31Ögel, a.g.e., 1982. s. 111. 11

ilgili olan imparatorluğun muhtevasında sömürgeciliğin ve baskının bulunduğunu söylemiştir.32 Özellikle, modern dönem imparatorlukları şeklinde ifade edilen

Britaya’nın ve Fransa’nın sömürge imparatorlukları, İspanya’nın Güney Amerika

üzerindeki tahakkümü, Çarlık Rusyası’nın Asya’da kurduğu hükümranlık, ABD’nin ve

Sovyetlerin İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurduğu uluslararası sistemler, imparatorluk kavramına olumsuz anlamlar yüklenmesine sebep olmuştur. Gömeç’in imparatorluk kavramının emperyal bir nitelik taşıdığına yönelik yaptığı eleştirisi, haklılık payı taşımaktadır.

Batıda “imperium” anlayışının her hal ve şartta ceberut bir “kazanma”,

“hükmetme” esasına dayandığını söyleyen Bulduk, Türklerdeki devlet kavramı ile Batı uygarlığına ait imparatorluk kavramının birbirinden özü itibariyle ayrı olduğunu savunmuştur.33 Dünya imparatorluğu denebilecek siyasi teşekküller hükmederken iktidarın farklı derecelerde odaklandığı görülmüştür. Bozkır imparatorluklarının ya da kara imparatorluklarının bir yönetim aracı olarak şiddeti ve baskıyı kullandığını iddia eden Münkler gibi tarihçiler de bulunmaktadır.34 İmparatorlukların yönetmek için kullandığı araçlardan ziyade imparatorluğun bir hükümet şekli olarak değerlendirilmesi durumunda, benzerliklerin farklılıklardan daha önemli olduğu ortaya çıkmaktadır.

Dünya tarihini derinden etkilemiş, benzer yönetsel araçlara sahip devletlerin en önemli ortak noktası ise kendi güçlerini inşa ederken kullandıkları söylemlerin benzerliğidir.

İmparatorluk ideolojisi ve retoriği, egemenlik iddiasının evrenselliği farklı siyasi teşekkülleri birbirine yaklaştırmıştır.

İlber Ortaylı, imparatorluklar ve daha küçük ölçekli devletler arasındaki kırılma noktasının coğrafya olduğunu belirtmiş ve kurak, nüfus yoğunluğu az toprakların

32 Saadettin Gömeç, Türk Kültürünün Ana Hatları, 3. Baskı, Berikan Yayınevi,Ankara, 2014, s. 110. 33 Üçler Bulduk, “Yaşayış ve Kültür Açısından Eski Türk Devletlerinin Kuruluş ve Yıkılış Nedenleri, Kuruluş ve Çöküş Süreçlerinde Türk Devletleri Sempozyumu Bildirileri, Sakarya Üniversitesi Basımevi, Sakarya, 2008, s. 48. 34Münkler, , Eski…,, 2009, s. 86. 12

alabildiğine uzandığı Orta Çağ Doğusunun büyük bölgelerini kontrol eden bir siyasi heyetin iktidar şansının bulunduğunu iddia etmiştir.35 Bu siyasi iktidar, imparatorluk olarak adlandırılmıştır. Kısacası Ortaylı, Orta Çağ’da doğu olarak adlandırılan bölgelerin sadece imparatorluk siyasi teşekkülü adı altında yönetilebileceğini savunmuştur. Bu iddia, kurulan imparatorlukların mühim bir kısmının neden Orta

Doğu’da kurulduğunu açıklamakla birlikte, mesela Roma’nın imparatorluk haline gelmesini ifade etmekte yetersiz kalmaktadır. Ancak, her şeye rağmen, Orta Çağ’daki siyasi ve iktisadi koşullar göz önüne alındığında Orta Doğu’nun Avrupa’ya göre büyük bir siyasi teşekkülün çatısı altında bir araya gelmeye daha uygun olduğu iddia edilebilir.

Özetlemek gerekirse, imparatorluk tarihi olduğu kadar psikolojik ve siyasal bir olgu şeklinde de ele alınmalıdır. Farklı siyasi teşekkülleri imparatorluk olarak adlandırılmasının altında yatan temel unsur, zaman ve mekân kavramlarının ötesine geçerek egemenlik anlayışı, imparatorluk retoriği ve kurumsal yapıları aracılığıyla dünya tarihini uzun bir dönem etkileyebilmiş olmalarıdır. Tarih boyunca birçok toplum ve siyasal teşekkül imparatorluk olmak yoluna girmiştir. Siyasi teşekküllerin pek azı gerekli kurumsal ve psikolojik dönüşümleri tamamlayarak imparatorluk mahiyetini kazanabilmişlerdir. İmparatorluklar çok kimlikli olmaları; yarı egemen, yerel elitlerin bir merkez çevresinde toplanması, kendi iktidarına meydan okuyan güçleri çeşitli yöntemlerle (iskân, parçalama) dağıtmaları, hukuki ve yönetsel araçları kullanıma sokmalarıyla farklı bir hükümet şeklini teşkil etmiştir.

İMPARATORLUKLARIN GENEL ÖZELLİKLERİ

35İlber Ortaylı, Türkiye Teşkilat ve İdare Tarihi, 3. Baskı, Cedit Neşriyat,Ankara, 2008, s. 23. 13

Bürokrasi, hukuk, profesyonel ordu, birölçekleştirilmiş pazar, ulaşım ve iletişim sistemleri, özerk yerel yönetimler, terör ve hoşgörü politikaları, imparatorluk ideolojisi, imparatorluk kurumları ve yöntemleri olarak sayılabilir.36 İmparatorluk hükümet

şeklinin kullandığı bu araçların irdelenmesi, imparatorluğun diğer sistemleri karşısında nasıl farklılaştığının anlaşılabilmesi için önemlidir. Kent devletlerinden, ulus devletlerden ya da XIX. yüzyılın sömürge imparatorluklarından ayrılan klasik çağ imparatorlukları, yukarıda sayılan idari ve hukuki araçlar vasıtasıyla hem haleflerini etkilemiş hem de kültürler ve uygarlıklar arasındaki etkileşimin en önemli aracı haline gelmişlerdir.

Hukuk, imparatorluğun ömrünü uzatan, yönetimin sürekliliğini sağlayan önemli bir araçtır. Tarihi örneklere bakılırsa kuralların, kanunların bir araya getirilmesi, derlenmesi, kısacası düzenleme, genelde imparatorluklar tarafından yapılan bir yönetsel

çaba olmuştur. Bölgesel ve yerel farklılıkları kabul etmekle birlikte imparatorluğun tümleyici yapısı, yeni egemenin farklılıklar üstü yapısı, iktidarını ve düzenini göstermek

üzere kurulmuştur. Hammurabi Kanunları ile başlayan bu süreç, Doğu Roma

İmparatoru II. Justinianos’un çabalarıyla devam etmiştir. II. Mehmed’in kanunnameleri ise bu halkanın bir başka noktasını teşkil etmiştir. Hukuk, imparatorlukların yönetmek için kullandığı bir idari araçtır.

Hukuk, aynı zamanda imparatorlukların teritoryal yönetimi için de önemli bir araçtır. İmparatorluklar, yönettikleri bölgelerin her biriyle aynı zamanda heterojen sözleşmeler yapmıştır. Nexon’ın ortaya attığı bu görüş şu şekilde özetlenebilir: Merkez ile çevrenin bir araya gelmesinin bazı yöntemleri vardır. Bu yöntemlerden biri de imparatorluk devlet biçimidir. Merkez, idari, ekonomik ve sosyal yönden bütünleşmiş iktidara sahip olan coğrafyayı temsil eder. Merkez, sadece başkenti içermez ve

36Şenel, İnsanlık…, 2006, s. 624-634. 14

başkentten çok daha geniş bir coğrafyayı ifade eder. Roma İmparatorluğu için İtalya,

Galya, Yunanistan ve Anadolu iken Osmanlı Devleti ve Bizans İmparatorluğu için

Anadolu ve Balkanlardır. Başkenti ve orduyu besleyen, idari, sosyal ve kültürel yönden daha benzer yerler birleşerek merkezi oluşturur. Çevrenin merkeze bağlılığı derece derecedir ve farklılaşır.

Nexon’a göre imparatorluklarda, merkez ve çevre arasında farklılaşan derecelerde bir bağımlılık söz konusudur.37 Bu yüzden çevrenin merkeze bağlanmasında hukuk özelinde farklılaşmış sözleşmeler, önemli bir rol oynamıştır. Merkezden uzak olan, merkezin doğrudan yönetici atamadığı, merkezin küçük ya da orta dereceli memurları atamadığı yerler görece daha özerktir ve bu özerklikleri hukukla kavranır.Sözleşmeler, yerel beylerin imparatora bağlılığını bildirmesi, vb. hususlar bu hukukun bir parçası sayılır.38 Hukuk, sadece merkez için değil aynı zamanda çevre için kendi göreli özerkliğini korumanın bir yolu, merkeze bağlılığını göstermenin bir

şeklidir.

İmparatorluk eşiğine erişen bir siyasi teşekkülün yaşadığı dönüşümler, basit bir siyasi dönüşümden ibaret değildir. Öncellikle siyasi teşekkülün varlık amacı; imparatorluk olduğu anda değişmek zorundadır. İmparatorlukların kuruluş retoriğini ve hâkimiyetini devam ettirmek için kullandıkları meşruiyet gerekçeleri, bilinen diğer hükümet ve yönetim biçimlerinden farklıdır. Büyük ve iç içe geçmiş farklı dünyaların bir araya geldiği imparatorluk, halkları, dinleri, kültürleri, dilleri içerecek bir model ve retoriği kurmak zorundadır.

Modern tarihçilerin bir kısmı, imparatorluk tabirini uygarlık ile eş anlamlı

şekilde kullanmıştır. Roma İmparatorluğu demek aynı zamanda Roma medeniyeti

37 Daniel H. Nexon, The Struggle for Power in Early Modern Europe, Priceton University Press, Oxford, 2009, s. 8. 38 Nexon, a.g.e., 2009, s. 67-99. 15

demektir. Osmanlı İmparatorluğu bir uygarlığın çekirdeğini ifade etmektedir.

İmparatorluklar bir dini yaymak, barbarlara medeniyet götürmek vb. evrensel iddialarla tarih sahnesine çıkmış yapılardır. Uygarlık ve imparatorluk arasındaki ilişki, basit bir söylencenin ötesindedir. Eğer uygarlık, çok geniş bir şekilde, yazılı kültür ve kentleşme olarak tanımlanırsa imparatorlukla arasında yüksek bir korelasyon olduğu görülür. 39

İmparatorlukları bir uygarlık çerçevesine yerleştirmekten ziyade ardı ardına gelen birden çok kültür çevresinin, idari geleneğin ve uygarlığın çatısı altına yerleştirmek daha doğru olabilir. İmparatorluk, birden çok kültürü ve zaman dilimini kapsayarak devam eden bir yönetim algısına sahiptir. Bu nedenle, imparatorlukların sınırı olsa bile imparatorluk fikrinin coğrafi bir sınırı yoktur. İmparatorluk fikri, zamanın ve mekânın ötesine geçen, gerek imparatorluk tebaasında gerekse düşmanlarında yaratılmak istenen önemli bir aşkınlık çevresinde şekillenmiştir.

İmparatorluğun kendi tebaası tarafından aşkın, sonu gelmeyecek bir siyasi teşekkül

şeklinde anlaşılması çok önemlidir. İmparatorluk retoriğinin devam ettirilmesi adına bu düşünce bir gerekliliktir. Düşmanların ya da öteki siyasi teşekküllerin bu inanca sahip olması aynı derecede önemlidir. Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki ilerlemesi zaman zaman yavaşlamış hatta bazı örneklerde (Belgrad’ın II. Mehmed tarafından kuşatılması,

I. Süleyman’ın Viyana’yı fethedememesi vb.) durma noktasına gelmiştir. Ancak,

Avrupa kamuoyunda Türk ilerlemesinin önünde durulamaz bir sel olduğu kanaati,

XVII. yüzyılın sonlarına kadar varlığını sürdürmüştür.

İmparatorluk, fethetmek demektir. Savaş, tarım toplumlarının yönetilmesinde kullanılan en temel araçlardan biridir. Savaşlar ve fetihler, sadece toprakların genişletilmesi, ganimet elde etmek ve yağmalamak anlamına gelmez. Aynı zamanda imparatorluğun içindeki ve dışındaki merkeze alternatif çevresel güçlerin doğmasına,

39 Ünlü, “İmparatorluk…”, 2010, s. 240. 16

yayılmasına da engel olur. Ancak, imparatorluk çatısı altında gerçekleştirilen fetihlerin

çoğu yağma yapmanın, ganimet elde etmenin ya da yakıp yıkmanın ötesine geçebilmiştir. İmparatorluklar, diğer uygarlıkların büyüklüklerine şahit olmuş, bunlara sanki bir haraçmışçasına el koymuş ve devraldıkları mirasın üzerine yeni yapılar inşa etmişlerdir.

Karışıklık içerisindeki bir bölgeye müdahale etmek ya da iktidarı paylaşamayan grupların yardım çağrılarına karşılık vermek, imparatorlukların genişlemek amacıyla kullandıkları en belli başlı yöntemlerden biri olmuştur. Bu durum, genişlemenin ve fetihlerin imparatorluklar tarafından rastgele yapılan, sadece yağma ve ganimet elde etme amaçları taşımayan askeri operasyonlar olmadığını gösterir. Roma İmparatorluğu

Yunanistan, Anadolu, Suriye ve Mısır’ı ele geçirirken; Osmanlı Devleti Yunanistan,

Balkanlar ve Anadolu Beylikleri üzerinde hâkimiyet kurarken bu çatışmalardan sık sık faydalanmıştır. Savaş, sadece genişlemenin bir aracı değildir aynı zamanda imparatorluklardaki iç çatışmaları yenmek için bir yöntem haline getirilmiştir. Aslında tüm siyasi teşekküller için aynı işlevi görmekle birlikte imparatorlukların kurduğu düzenin ve barışın devamı için çekinmeden başvurdukları en önemli yöntemdir.

Buradan yola çıkılarak elde edilen kavram, haklı savaş teorisidir. Haklı savaşın adı cihat ya da barbarlara medeniyet götürmek olabilir. Önemli olan imparatorluk tebaasının haklı savaşın sebebini kabul etmesi, bu uğurda ödeyeceği bedel karşısında sessiz kalmasıdır.

Hardt ve Negri’ye göre imparatorluğun kurumsal mantığı, temel olarak sınırlarının olmaması özelliğine dayanmaktadır.40 İmparatorlukların sınırı bulunmamaktadır. İmparatorlukların sınırı bulunmaz,çünkü; gerek uygarlık anlamında olsun gerekse merkezi iktidar ve kullandığı yönetsel araçlar olsun imparatorluklar, tüm

40 Hardt, Negri, İmparatorluk, 2018, s. 57. 17

zamana ve yeryüzüne hâkim olduklarını iddia etmişlerdir. İmparatorluğun dışında kalan

ülkeler ve milletler, öteki olarak imparatorluğun varlık sebeplerinden biridir ve zamanı geldiğinde imparatorlukların bir parçası haline gelmişlerdir. Roma İmparatorluğu için barbarlar olan öteki, İslam imparatorlukları için darül harb olmuştur. Ancak, bu iki dünya arasındaki sınırı çok büyütmemek gerekir. II. Mehmed’in müttefikleri arasında yer alan Floransa veya Ancona, darül harbin parçası olmalarına rağmen, Osmanlı

Devleti ile ittifak içerisinde yer almaktan çekinmemişlerdir. Öteki, imparatorluk retoriğinin bir parçası olması sebebiyle önemli bir unsur teşkil etmiştir.

İmparatorluklar, çok geniş toprakları bir araya getiren siyasi yapılardır. Bu geniş topraklarda yaşayan farklı etnik kökenden, ırktan, dinden insanları aynı hukuk düzeni altında bir araya getirmek ya da aynı idari mekanizma altında birleştirmek mümkün olmamıştır. Bu durum, bir yandan imparatorlukların sınırlarının sürekli genişlemesini ve daha çok sayıda topluluğa hükmetmesini sağlarken bir yandan da iktidarın merkezileşmesini zorlaştıran bir faktörü teşkil etmiştir. İmparatorlukların doğuşu ve genişlemesi esnasında yukarıda ifade edilen farklı hukuk düzenlerinin bir arada uygulanması, üstün bir hukuk düzeninin çatısı altında devam etmiştir. Yani imparatorun veya kralın etrafında şekillenen iktidarın belirlediği bir takım genel geçer kurallar bulunmaktadır. Ancak, bu genel geçer kurallar ortak bir hukuk düzeninden ziyade üstün bir hukuk düzenini ifade etmektedir.

Bu çatışmalar, imparatorluklar tarafından yeni ele geçirilen bölgelerde tesis edilen hâkimiyetin, aynı zamanda meşru temellere dayanması sonucunu doğurmuştur.

İmparatorlukların iddialarından biri, kurdukları düzenin mükemmel olduğu ve bu düzen içerisinde yaşayan tebaanın sorunlarının ortadan kalkacağıdır. Kendi içerisinde tutarlı bir düzen kurabilen tüm imparatorluklar, hükmettikleri geniş coğrafyada kargaşanın

önüne geçmeyi başarabilmiştir. Pax Romana (Roma Barışı), Pax Mongolica, Pax

18

Ottomana gibi deyimler, bu imparatorlukların hükmettikleri dönemler boyunca dünyanın diğer yerlerine nazaran tesis ettikleri istikrar ve düzeni anlatmak için kullanılmıştır. İmparatorlukların kurduğu evrensel düzen, sadece Antik Çağ’da ya da

Orta Çağ’da aranılan bir düzen değildir. Roma İmparatorluğu’nun vaat ettiği düzen nasıl yeniden kurulabilir tartışmaları içerisinde Grotius’tan Puffendorf’a kadar birçok düşünür tarafından biçimsel anlamda teorileştirilmeye çalışılmış ve başta Kant olmak

üzere birçok düşünür, ebedi barış fikrini yeniden üretmiştir.41

İmparatorlukları, ulus devlet çağına kadar, diğer siyasi teşekküllerden ayıran bir başka özelliği ise siyasi bir birlik arz ettiği kadar çok büyük bir ekonomik birlik de olmasıdır. Dünya düzeni anlamında imparatorluk aynı zamanda bir dağıtım makinesi, birikim mekanizması ve bir dolaşım aracıdır.42 Hükmedilen coğrafyada kullanılan para biriminin, ölçülerin aynı olması; pazarları ve kentleri birbirine bağlayan devasa yollar, ticaret yapabilmek için dünyanın her yerinden gelen tüccar, satılan ürünler vs. imparatorluğun kurduğu güçlü, evrensel düzeni yansıtır.

İmparatorluk teşekkülünün egemenlik iddiasının üçlü yapısını vurgulamak gerekir: İlki içleyici, ikincisi farklılık temelli ve sonuncusu idari olan yapı.43 İçleyici olan unsur, ırkına, inancına, rengine, diline bakılmaksızın imparatorluğun temel retoriğini benimseyen herkesin (Modernite öncesi için her erkeğin demek daha doğrudur) imparatorluklar tarafından yüce gönüllü şekilde kabul edilmesini kapsar.

İmparatorluk, esnemeyen ya da başa çıkılamayan, bu nedenle de toplumsal çatışmalara yol açabilecek farklılıkları bir kenara koyarak evrensel bir içerleme mekanizması yaratmıştır.44 Roma’da farklı milliyetlerde gelen imparatorların hüküm sürmesi,

41 Hardt, Negri, a.g.e., 2018, s. 33. 42 Hardt, Negri, a.g.e., 2018, s. 54. 43 Hardt, Negri, a.g.e., 2018, s.206. 44 Hardt, Negri, a.g.e., 2018, s. 206. 19

Osmanlı Devleti’nin Mahmud Paşa, İbrahim Paşa gibi güçle veziriazamları imparatorluların içleyici özelliğini bir nevi dışa vurumunun örnekleridir.

Farklılık unsuru, imparatorlukların farklı kültürel unsurları benimsemesini ama bu unsurlara ayrı bir tüzel kişilik atfetmemesi anlamına gelmektedir. İmparatorluğun yapısı gereği çok dilli, çok kültürlü yapısının bir sonucu gereği bu unsur ortaya

çıkmıştır. 45 Bu unsur, özellikle klasik dönem imparatorlukları olarak değerlendirebileceğimiz Pers İmparatorluğu, Roma İmparatorluğu ve Osmanlı

Devleti’nde belirgin bir biçimde korunmuştur. Ancak, bu kültürel kimlikler tüzel kişilik kazanmaya başladığı anda, yani imparatorluk merkezinin belirlediği egemenliğin kullanımı sınırı geçtiği noktada ezilmiştir. Ahameniş İmparatorluğu’nun Batı

Anadolu’daki Yunan kent devletlerini ezmesi, II. Mehmed’in Mora’daki prensliklere son vermesi bu durumun örnekleridir.

İdari unsur, imparatorluğun yönetebilmek için kullandığı tüm idari araçları kapsayan bir çerçevedir. İmparatorluk retoriğinin üretilmesi, idari unsurun düşünce alt yapısını oluşturmuştur. İmparatorluğun merkezine bağlanmış unsurların yönetilmesi, güç dengesi, egemenliğin bölüşümü, yerel elitlerle merkez elitleri arasında denge sağlanabilmesi için hassas bir mekanizmaya ihtiyaç duyulmuştur. İmparatorluğun dışındaki dünyayı ele geçirebilmek için “böl ve fethet” ne kadar gerekliyse imparatorluğu bir arada tutabilmek için var olan farklılıkları tanımak, onları yüceltmek ve genel bir komuta düzeni altına almak o kadar önemlidir.46

İspanya’da Roma kuvvetlerinin komutanı olarak M.Ö. 104’te görev yapan L.

Caesius, Seanoc kabilesine teslim olmasını önermiştir. Kabilenin çarpışmalar boyunca elde ettiği tutsakları ve binek hayvanlarını teslim etmesini istemiştir. Kabile Caesius’un taleplerini kabul etmiştir. Caesius ise kabilenin topraklarına ve evlerine dönmesine

45 Hardt, Negri, a.g.e., 2018, s. 208. 46 Hardt, Negri, a.g.e., 2018, s. 208. 20

müsaade etmekle kalmamış aynı zamanda kendi gelenek ve göreneklerine göre yaşamaya devam etmesini sağlamıştır. Aynı zamanda kabilenin üyeleri, Roma vatandaşı sayılmıştır.47 Ancak, imparatorluk sistemine dâhil olmayacağına inanılan gruplar karşısında aynı hoşgörü sergilenmemiştir. M.S. 69-70 yılları arasında yaşanan Büyük

Musevi İsyanı, İsrail’deki Musevilerin büyük bir kısmının öldürülmesiyle ya da göç ettirilmesiyle sonuçlanmıştır. II. Mehmed, Bosna halkına din ve vicdan hürriyeti sağlarken Karaman’a yapılan seferler neticesinde Osmanlı kuvvetleri tarafından yerli halka yapılan eziyetler ve yaşanan sürgün tarihi bir gerçekliktir. İmparatorluk, özellikle güçlü dönemlerde, otoritesine boyun eğmemek, en büyük suç sayılır. İmparatorlukların ve yöneticilerin adı değişmekle birlikte yönetsel araçların arkasında yatan imparatorluk aklı değişmemiştir.

İmparatorlukların en önemli hedefi, bütün dünyayı yönetebilecek bir çatı kurabilmektir. En azından söylem düzeyinde kurmaya çalıştıkları düzen, tüm dünyayı içine almalıdır. Evrensel imparatorluğun yönetmediği insanlar ve topraklar, bu ideal düzenin dışında kalır. Ya rakip olarak görülür ya da evrensel imparatorluklar kendi kimliklerini yaratırken düzen dışı toplumları ötekileştirirler. Düzen dışı toplumların

ötekileştirilmesi çeşitli şekillerde yapılabilir. Zorunlu göç, iskân ve imar, asimilasyon, kolonizasyon, direnişin şiddetlendiği noktada katliam ve yağma çoğu imparatorluk tarafından kullanılmış araçlardır.

İmparatorlukların ideologları için dünyayı yönetmek, sadece bir amaç değil aynı zamanda bir görevdir. İmparatorlukların genişlemeye yönelik girişimleri bir retoriğe oturtabilmek, imparatorluğu kurma görevinin Tanrı tarafından verildiğini ispatlayabilmek büyük önem taşımıştır. Örneğin, Romalı ozan Vergilius, bu ideolojinin ana temalarını Aeneas adlı destanında şöyle dile getirmiştir: “Unutma Romalı, ulusları

47 Andrew Lintott, Imperium Romanum: Politics and Administration, Routledge Publishing, New York, 1993, s. 17. 21

yönetmek sana düşer. Senin görevin şunlar olacak: Barışçı yoldan töreleri kabul ettirmek, boyun eğenleri esirgemek ve gururluları savaşla uslandırmak…”48 İslam imparatorlukları için ise tüm dünyayı Müslümanlık altında birleştirmek bir görevdir.

Herkes Müslüman olmak zorunda değildir. Ama tüm dünya İslam’ın egemenliğini kabul etmek zorundadır ve bu Müslüman hükümdarların görevi olarak telakki edilmiştir.

Evrensel imparatorluklarda “ben” ve “öteki” algısı, modern ulus devletlerin ya da kent devletlerinin yerleştirdiği algıdan çok daha farklıdır. Sistem içerisinde yer alan ve sistemin meşruiyet kaynaklarını benimseyen, o kaynaklardan beslenen herkes imparatorluğun bir parçasıdır. Bu konuda verilebilecek en iyi örnekler Roma ve Bizans

İmparatorlukları ile Osmanlı Devleti’dir. Osmanlı Devleti, Roma ve Bizans örneklerini de geride bırakmış, imparatorluğa bağlı cemaatlerle ahitnameler imzalayarak farklı milletlerin ve cemaatlerin devlet ile bağını hukuki bir zemine oturtmayı, resmileştirmeyi başarmıştır. Roma daha bir cumhuriyet iken Roma vatandaşlığı sadece Roma kentinde doğan yurttaşların hakkı olarak görülmüştür. Ancak, devletin genişlemesine bağlı olarak

önce İtalya yarımadasında doğanlar Roma vatandaşlığına hak kazanmıştır. M.S. 212’de yayınlanan Caracalla Fermanı ile imparatorluğun coğrafi sınırlarında doğmuş olan her

özgür erkeğe Roma vatandaşlığı bahşedilmiştir.49 Bir Yunan, Roma'ya sunabileceği en büyük övgü olarak şunları söylemiştir: "Bütün dünyayı tek bir evin halkı gibi yaptın.”50

Osmanlı Devleti’nin evrensellik söylemi ise İslam dini temelinde şekillenmiştir.

Müslüman olan herkes, padişahlık hariç olmak üzere, her makama yükselebilmiştir.

İmparatorluk, hükümdarların ve devletlerin hiyerarşik olarak sıralanmasıyla meydana gelen siyasi örgütlenmelerin en üst basamağını teşkil etmektedir. Teritoryal

48 Mehmed Ali Ağaoğulları, (Ed.), Sokrates’ten Jakobenlere Batı’da Siyasal Düşünceler, 4. Baskı,İletişim Yayınları, İstanbul, 2013, s. 27. 49 Merlin Swartz, “İslam’ın Doğuşunu İzleyen Yıllarda Arap Toprakları’ndaki Musevilerin Durumu”, Sakarya Üniversitesi İlahiyet Fakültesi Dergisi, Çev. Levent Öztürk, Sakarya Üniversitesi İlahiyet Fakültesi Dergisi, S. 3, 2001,s. 469. 50Toynbee, Tarih…, 1978, s. 314. 22

örgütlenmesi ve coğrafi sınırları düşünüldüğünde imparatorlukların homojen bir yapı teşkil edebilmesi mümkün değildir. Gücün toplandığı merkez, merkeze benzeyen veya doğrudan bağlı eyaletler, cemaatler bir tarafa bırakıldığında karmaşık bir bağımlılık ilişkisinin idari örgütlenmeyi takip ettiği görülebilir. Merkez ve merkez tarafından eyaletlere atanan yöneticiler dışında, özerk topluluklar, özerk şehirler, imparatorluğa bağımlı krallıklar ve kent devletleri, haraç veren kabileler gibi daha alt düzeydeki siyasi

örgütlenmeler evrensel imparatorluk modellerinin birer parçasıdır.

İmparatorluğun köşe taşları arasında çeşitliliğin cesaretlendirilmesi, farklı kimliklerin bir arada yaşamasına ilişkin söylemler yer almaktadır. Bu söylemler hem imparatorluğun üzerine inşa edildiği evrensellik retoriğini kuşatmış hem de imparatorluğun iç siyaseti yönlendirmesini kolaylaştıran bir unsur olmuştur.

İmparatorlukların uzun süreli yaşayabilmesi, yönetmekle ne kadar ilişkiliyse belki de cemaatleri ve toplumları bölmekle daha yakından ilişkili olmuştur. II. Mehmed’in

Rumları, Ermenileri ve Musevileri ayrı bir cemaat olarak örgütlemesi bu anlayışın somut halinden başka bir şeyi ifade etmez.

İmparatorluk, başkenti ile özdeşleşmiş bir siyasi yapıdır. Roma, İstanbul,

Persepolis, Pekin gibi kentler, dünya egemenliği iddiasında bulunan imparatorlukların söylemlerine uygun bir şekilde imar ve iskân edilmiştir. İmparatorlukların başkentinde hükümdarın gücünü ve zenginliğini gösterecek yapıların bulunması bir gerekliliktir.

Aya Sofya, Kolezyum, Topkapı Sarayı, Süleymaniye Camii gibi yapılar sadece ibadet, hükümdarın ailesinin ikameti ya da kalabalıkları eğlendirmek için yapılmamıştır. Bir imparatorlukta başkent, hükümet merkezi olarak muazzam bir prestij kazanır.51

Bir dünya devleti ideali, İskender ile birlikte Batı düşünce dünyasının bir parçası haline gelmiştir. M. Ö. 333’e kadar evrensel imparatorluk fikri, Mezopotamya, Çin,

51Toynbee, a.g.e., 1978, s. 285. 23

Hindistan gibi Asya kıtasında yer alan coğrafi bölgelerdeki siyasi teşekküllerin yapılanmasında önemli bir rol oynamışken İskender’den sonra bu düşünce Batı kültürüne girmeye başlamış ve Roma İmparatorluğu ile doruk noktasına ulaşmıştır. Batı dünyasında tek dünya devleti ya da imparatorluk düşüncesi, Stoacı düşünürler tarafından sistemleştirilmiştir. Roma İmparatorları arasında Stoacılığın yaygın olması bir tesadüf değildir. Roma imparatorluğuyla, emperyal diliyle, uygarlığıyla ve bu uygarlığı yayma ihtirasıyla Roma, Batılı elitlerin halen kullandığı bir tahakküm söylemi ve takip edilecek bir model temin etmiştir.52

Roma İmparatorluğu, sadece uygulamaları ve yaptığı fetihlerle değil, belki de fiziksel gücünü ortaya koymasının çok daha ötesinde oluşturduğu retorik ile evrensel imparatorluk fikrinin ya da dünya devleti idealinin en canlı timsali olarak yüzlerce yıl boyunca diğer devletlere örnek olmuştur. Evrensel imparatorluk fikrinin kurumsallaştığı ilk siyasi teşekkül olarak Roma, genelde sabit bir nokta olarak kullanılmıştır. Batılı bir bakış açısıyla Roma İmparatorluğu, Batı uygarlığını kuran ve

üstünlüğünü pekiştiren en önemli oluşumdur. İmparatorluk ideali bakımından değerlendirmek gerekirse diğer imparatorluklar, Roma’ya yaklaştığı ölçüde başarılı siyasi teşekküllerdir.

Klasik dönem imparatorlukları ile XVI. yüzyıldan sonra kurulan imparatorluklar arasında bazı temel farklılıklar bulunmaktadır. Farklılık olarak nitelendirilebilecek siyasi yönler, bu iki yapıyı aynı şekilde değerlendirmemizi zorlaştırmaktadır. Modern dönem imparatorluklarını klasik dönem imparatorluklarından ayırabilmek için kullandıkları siyasi, hukuki ve askeri yöntemlere göre çeşitli sınıflandırmalar yapılmıştır. Ancak, en önemli fark egemenliğin dayandığı kaynaklarda ve meşruiyet iddialarında aranmalıdır. Sınıflandırmanın kullanılan yöntemlere, iktisadi yapıya,

52 Ünlü, “İmparatorluk…”, 2010, s. 244. 24

meşruiyet iddialarına ve egemenliğin dayandığı kaynaklara göre yapılması, klasik imparatorluk düzeninin daha iyi anlaşılmasını sağlayabilir.

İnsan gücü ve maddi olanaklar, imparatorlukları Orta Çağ’ın ve Yeni Çağ’ın diğer siyasi örgütlenmelerinden ayıran özelliklerin başında gelmektedir. İmparatorluklar sahip oldukları insan gücü ve maddi kaynaklarla diğer siyasi organizasyonlardan ayrılmıştır. Askeri ve idari anlamda çok büyük bir bürokratik ağa sahip oldukları gibi sahiplendikleri geniş coğrafyanın sağladığı insan gücüyle çok kalabalık orduları beslemek, vergileri toplamak, büyük kamusal imar faaliyetlerine girişebilmek daha olanaklı hale gelmiştir. Klasik dönem imparatorlukları, yukarıda sayılan kamusal faaliyetleri yerine getirebilmek için çok sayıda tahsildar, asker ve yönetici kullanmak zorunda kalmıştır. Özellikle, dışta ve içte barışın, düzenin sağlanabilmesi adına çok büyük orduların beslenmesi, imparatorlukların bir süre sonra askerlerin yönettiği siyasi teşekküller haline gelmesine ya da askerlerin devlet olanaklarından en çok faydalanan sınıfa dönüşmesine sebep vermiştir. Roma İmparatorluğu, Sasaniler, Abbasiler ve

Osmanlı Devleti aynı zamanda birer bürokratik-imparatorluk örneğidir. Oysa kolonyal imparatorluklar sadece birkaç bin asker ya da yönetici ile kolonilerini idare edebilmişlerdir.

Orta Çağ imparatorlukları ile modern dönem imparatorlukları ya da kolonyal imparatorluklar arasındaki ayrımdan bahseden bir diğer siyaset bilimci Immanuel

Wallerstein’dır. Wallerstein’a göre Orta Çağ imparatorlukları, son derece kapsayıcı yönetim biçimleridir ve başka toplumsal sınıfların artı ürüne el koymasında bir takım sınırlamalar getirmiştir.53 Bu durumda, ekonomik ve idari yapının muhafaza edilmesini sağladığı için çoğu Orta Çağ imparatorluğu kapitalizme geçememiş ya da kapitalizmin başlangıcında tarih sahnesinden çekilmiştir. Osmanlı Devleti’nin kapsayıcı imparatorluk

53 Immanuel Wallerstein, The Modern World System I,Academic Press, New York, 1974, s. 60. 25

kavramı çerçevesinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Osmanlı Devleti, özellikle

Rumeli’nde feodal yükümlülüklerin bir kısmını kaldırmaya çalışarak ya da asıl üretici olan köylü ile devlet arasında artı ürüne el koyabilecek aracıların varlığına izin vermeyerek üreticiyi kendi safına çekmiştir. Bu politika, devletin tebaasını dini tercihleri üzerine ayırmadığını, kapsayıcı bir yöntem izlendiğini göstermiştir.

Wallerstein, imparatorlukların birer girişimci gibi davranamayacağını çünkü

öncelikle dünya hâkimiyeti gibi bir iddialarının olduğunu söylemiştir. Bir imparatorluğun başka ülkelerin ekonomilerini sömürüp kendi zenginliğini arttıran bir teritoryal devlet gibi davranması mümkün değildir.54 Zamanla bu şekilde davranan teritoryal devletler, kolonyal imparatorluklar kurmayı başarmışlardır ve bunun yolu ekonomik sömürgecilikten geçmiştir. Orta Çağ imparatorlukları, ekonomik sömürüyü yönetimin bir aracı olarak görmedikleri için kolonyal imparatorluklarla mücadele edemeyip ya yıkılmışlar ya da kolonyal imparatorluklara yem olmuşlardır.55 Yukarıda belirtildiği gibi Osmanlı Devleti, din farkı olmaksızın, kendi tebaasıyla olan ilişkisini ekonomik sömürü düzeni üzerine kurmamayı tercih etmiştir. Osmanlı Devleti, kolonyal imparatorluklara yem olarak ömrünü tamamlamıştır.

Ünlü, Orta Çağ imparatorlukları ile kolonyal imparatorluklar arasındaki en

önemli farkın “pazar ekonomisi” olduğunu iddia etmiştir. XVII. yüzyıldan önce, kapitalizm dünyadaki ekonomik ilişkileri değiştirmeden önce, imparatorluk kavramı sadece politik bir anlam taşımaktadır. Ancak, imparatorluk kavramı XVII. yüzyıl ile birlikte ekonomik anlamlar ve düşünceler çağrıştırmaya başlamıştır.56 Bireysel kazanç ve kar için kar elde etmek şeklindeki yeni düşünceler, modern dünyaya aittir. Orta Çağ imparatorlukları için vergi, maliye, ticari kazanç, girişim gibi kavramlar belli bir öneme

54 Birdal, Kutsal…, 2017, s. 52. 55 Wallerstein, The Modern…, 1974, s. 117-118. 56 Ünlü, “İmparatorluk…”, 2010, s. 244. 26

sahip olmakla birlikte düzeni değiştirecek bir mahiyet kazanmalarına müsaade edilmemiştir.

Orta Çağ imparatorluklarında, toplumsal düzenin ve imparatorluğun kurduğu sistemin devam edebilmesi açısından, toplumsal üretim miktarı ve bu üretimin döngüsü merkezin koyduğu kuralların etrafında hareket etmiştir. Sistemi tehdit edecek unsurlar,

çeşitli yöntemlerin (müsadere vb.) kullanılmasıyla bertaraf edilebilmiştir. Samir Amin,

Orta Çağ imparatorluklarında gücün zenginliğin kaynağı olduğunu belirtirken modern imparatorluklarda ise zenginliğin gücün kaynağı olduğunu ortaya koymuştur.57 İkinci tür toplumlarda, iktisadi olgular hem toplamsal hem de politik düzeyi etkilediği için sömürü ekonomik faaliyetlerde yoğunlaşmıştır. Bu durum, ikinci tür toplumlara kolonyal imparatorluk denmesinin temel sebebidir. Sömürgecilik temel bir yöntemsel araçtır ve sömürü temel ekonomik faaliyettir.

Klasik dönem imparatorlukları ile kolonyal imparatorluklar arasındaki farktan bir diğeri, klasik imparatorlukların ele geçirdikleri bölgelerde yaşayan sıradan insanlara ve yönetici elitlere yönelik davranışlarında kendini göstermektedir. Klasik dönem imparatorlukları ele geçirdikleri bölgelerde hüküm süren aileleri, daha doğru bir ifade ile hanedanlıkları ya yok etmiş ya da ezip geçmiştir. İskender, Augustus, Cengiz ve II.

Mehmed gibi hükümdarlar ele geçirdikleri ülkeleri yöneten hanedanları son üyelerine kadar yok etmekte tereddüt yaşamamışlardır. Ancak, yerel elitlerle işbirliğine gitmekten

çekinmemişlerdir. Kolonyal imparatorlukların ise ne yöneten hanedana ne de yönetici elite karşı hoşgörü beslemek ya da işbirliğine gitmek gibi bir yükümlülüğü olmamıştır.

Kolonilerden elde edilen zenginliğin yerel elitlerle de paylaşılmak istenmemesi, merkezin sömürgeler üzerinde doğrudan egemenlik kurmak istemesi gibi nedenlerle zaman içinde işbirlikçi yerel elitler ya ortadan kaldırılmış ya da sindirilmişlerdir.

57SamirAmin, “The Ancient World-Systems versus the Modern Capitalist World-System”, Review (Fernand Braudel Center), Vol. 14, No. 3, 1993, pp. 350-351. 27

Klasik imparatorluklarda hanedan dışında kalan yönetici sınıfın merkez ile ilişkisi ise daha karmaşık bir süreci takip etmiştir. İmparatorlukların yönetici sınıflara sundukları imkânlar, küçük ve yerel ölçekli ayrıcalıklara sahip elitlerin hayallerinin

ötesinde olmuştur. İmparatorluk yöneticileri ile yerel elitler arasında genelde bir işbirliğine gidilmiştir. Geniş bölgeleri yönetimi altına alan dünya imparatorlukları, genelde yerel elitlerle birlikte yönetmeyi tercih etmişlerdir. Osmanlı Devleti de bu yöntemi tercih etmiştir. Osmanlı öncesi Rum,Bulgar, Sırp ve Arnavut aristokrasilerine mensup birçok kişizadeler, Osmanlı beyleri ve vezirleri olarak hizmet etmişlerdir.58

Ancak, yerel elitler imparatorluklara direndiği anda imparatorluklar tarafından alınan

önlemler çok sertleşmiştir.

İmparatorluklar arasındaki farklılıklar, benzerliklerden çok daha fazladır.

İmparatorlukların kurulduğu coğrafya, etkileşim içerisinde olduğu kültürler, idare ettikleri insan toplulukları birbirinden farklı olduğu için bu kaçınılmaz bir sonuç olarak karşımıza çıkmaktadır. Tamamen farklı kıtalarda kurulmuş olan imparatorluklar açısından gözlemlenen bazı benzerlikler kimi zaman basit bir tesadüf olarak görülebilir.

Ancak, yönetim pratikleri ve kullandıkları araçların altında yatan dünya görüşü farklılıkları önemsizleştirmiştir. İmparatorlukların genel olarak evrensellik iddiasında bulunmaları, evrensellik iddiasını meşru kılabilmek için kullandıkları kavramlar ve yöntemler, geniş coğrafyaları ve farklı insan topluluklarını bir arada tutabilmek için uyguladıkları yönetim prensipleri benzerlik arz etmiştir. İmparatorlukların farklı bir siyasi sistem olarak isimlendirilmesinin altında yatan asıl unsur budur.

Dünya görüşü, en geniş manasıyla varlık karşısında geliştirilen muayyen bir duruşu ve bu duruşun ahlaki kodlarını ifade eder.59İmparatorluk, bir siyasi sistem olduğu kadar aynı zamanda bir dünya görüşünün adıdır. Dünya görüşü, kaynağını din,

58 Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi-I: 1300-1600, Çev. Halil Berktay, 1. Baskı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,İstanbul, 2017, s. 206. 59 İbrahim Kalın, Barbar, Modern, Medeni, 1. Baskı, İnsan Yayınları, İstanbul,2018, s. 129. 28

medeniyet ya da başka bir yerden alabilir. İmparatorluklar, medeniyet kavramını kendi genişlemeci politikaları ve evrensellik iddiaları için kullanmaktan çekinmemişlerdir.

Medeniyet tasavvuru ile iç içe geçen kimlikler imparatorluğun doğası gereği ortaya

çıkmıştır. İmparatorlukların ahlaki kodları, kendi türdeşlerine ve başka siyasi teşekküllere karşı savunduğu, yaymaya çalıştığı bir “ideoloji” haline gelir. İmparatorluk,

ömrünü tamamlayıncaya kadar bu ideolojiyi kullanır. Dünyanın tek bir devletin çatısı altında birleşmesi, imparatorluğun mirası olarak, uzun süre düşünürlerin ve siyaset adamlarının hayallerini süslemiştir. Dante, devlet yönetiminde cihanşümul bir kraliyetin gerekliliğini açıkça belirtirken, bunun sebebinin insanın içinde var olan sınırsız fütuhat isteği olduğunu söylemiştir.60

60 Haldun Eroğlu, “Osmanlılarda İktidarın Değişim Süreci ve Meşrutiyet Sorunu”,Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi, C. 43, S. 2, 2003, s. 19. 29

1. BÖLÜM:İMPARATORLUK GELENEKLERİ

İnalcık, Osmanlı Devleti’ni besleyen iki temel devlet geleneğinden bahsetmiştir:

İran, Hindistan, İslam etkilerini barındıran İran-İslam devlet geleneği ve bozkır devlet geleneği.61 İnalcık’ın sınıflandırmasından yola çıkılarakOsmanlı Devleti’ni etkileyen üç temel gelenek ele alınmıştır: İran-İslam Geleneği, Bozkır Geleneği ve Avrupa geleneği.

1.1. İRAN-İSLAM GELENEĞİ

Tarihte bilinen ilk imparatorluk, Akad İmparatorluğu olmuştur. Akad

İmparatoru Sargon, Mezopotamya’daki şehir devletlerini askeri yöntemleri kullanarak bir araya getirmiş ve hepsini tek bir yönetim altında birleştirmiştir. Akadlar, Sami asıllı bir topluluk olarak Sümerlerin yaşadığı Mezopotamya’yagelmiş ve Sümerlerin tamamını egemenliği altına almıştır.Akadları imparatorluğa götüren güdü, dış saldırılara karşı güçlü bir ortak savunma gereksinimi gibi savunmacı amaçların yanı sıra; uygar toplumun, dağlık bölgelerin hammaddelerine duyduğu gereksinimin körüklediği yayılmacılık isteklerinden kaynaklanmıştır.62Akad İmparatorluğu, birden çok kimliğe hükmettiği bilinen ilk siyasi teşekküldür. Fetih ve çok kültürlülük yönüyle Akadların kurduğu siyasi teşekkül, sonraki imparatorluklara örnek olmuştur.

Akad İmparatorluğu’nun başkenti Akad, diğer kentlerden ayrılmıştır. Akad, basit bir kent devleti değildir. Emperyal bir yönetim anlayışını yerleştirmiş bir

61 Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600), 10. Baskı, Yapı Kredi Yayınları,İstanbul, 2008, s. 71-73. 62 Alaeddin Şenel, İlkel Topluluktan Uygar Topluluğa, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, 1982, s. 241.

imparatorluğun başkentidir. Bilinen anlamda ilk dünya kentidir. Gerçek bir imparatorluk başkenti olarak, yeniden dağıtımın merkezi, kitlesel ve lüks tüketimin yuvası haline gelmiştir.63 Aynı zamanda imparatorluk, daha önceden kent devletlerinin sahip olmadığı bir takım yönetsel, askeri ve ekonomik kurumların ortaya çıkmasına, yeni yöntemlerin uygulanmaya başlanmasına sebep olmuştur. Tarihteki ilk düzenli ordu, imparatorluk bürokrasisi, ortak ölçü birimleri, garnizonlar, posta teşkilatı, dirlik sistemi gibi uygulamalar Akad İmparatorluğu’nun yönetimsel uygulamalarıdır.64 Tanrısal öze sahip bir egemen tarafından yönetilen evrensel imparatorluk fikri Akad’da

şekillenmiştir. Akad İmparatorluğu, Mezopotamya’daki devletlerin örnek aldığı imparatorluk modelini kuran siyasi teşekkül olmuştur. Akad imparatorlarının en yaygın unvanı “dünyanın dört köşesinin kralı” idi.65 Evrensel iddiaları olan bir sistem olarak

Akad, Mezopotamya’daki ilk hatırlanan ve evrensellik iddiaları en uzun süre kullanılan imparatorluktur. Sargon ise tarihin ilk imparatorudur.

Akad İmparatorluğunu Ur ve Babil İmparatorlukları takip etmiştir.66 Hammurabi zamanında Babil İmparatorluğu, Mezopotamya’daki tüm kent devletlerini birleştirmeyi başarmıştır. Aynı zamanda kanunları ile meşhur olan Hammurabi, adaleti evrensel imparatorluk sisteminin ve ideolojisinin bir parçası haline getirmiştir. İmparator, halkın sömürülmesini engellemiş ve refahın toplumun her bir hücresine yayılmasını sağlamıştır. İmparatorluğun bir parçası haline gelen adalet, İran-İslam devlet geleneğinde karşımızda adalet dairesi olarak çıkmıştır. M.Ö. VIII. Yüzyılda kurulan

Asur İmparatorluğu aynı zamanda Akad’ın halefi olarak yükselmiştir. Kralların taşıdıkları unvanlar arasında “Bütün Asur’un ve Sümer’in Kralı” unvanı da

63 Ünlü, Osmanlı…,2016, s. 122. 64 William H. McNeil, Dünya Tarihi, Çev. Alaeddin Şenel, 6. Baskı, İmge Yayınevi, Ankara, 2002, s. 64-65. 65 Ünlü, Osmanlı…,2016, s. 123. 66 McNeil, Dünya…, 2002, s. 67. 31

bulunmaktadır.67 Asur İmparatorluğu, Ahamenişler öncesinde Mezopotamya uygarlığının ulaştığı son noktayı temsil eder. Sargon’un halefleri olmak iddiasında bulunan Asurlular, eyaletlerini doğrudan merkezden gönderdikleri valilerin eliyle yönetmeyi tercih etmiştir. Ayrılıkçı kuvvetlere ve sınırdan gelebilecek saldırılara karşı eyaletlere garnizonlar yerleştirilmiştir. İmparatorluk, birbirine yol ve posta teşkilatı aracılığıyla bağlanmış, ticaretin gelişmesi için kervansarayalar yapılmıştır.

Asur İmparatorluğu’nda toprak aristokrasisinin ve feodalizmin bulunmaması, bürokratik aristokrasi, dirlik sistemi gibi sistemin ortak unsurları nedeniyle Osmanlı

Devletiyle benzeştiği iddia edilmiştir.68Burada asıl vurgulanması gereken nokta, imparatorlukların bazı ortak özellikleri nedeniyle (evrensellik iddiası, kurucu söylemlerin benzerliği vs.) yönetsel bir takım benzerliklerin gelişmesinin kaçınılmazlığıdır. Ahameniş İranlıları, elli yıl gibi kısa bir süre zarfında Mezopotamya,

İran, Anadolu, Suriye, Mısır, Horasan, Afganistan ve Hindistan’ın Kuzeybatısı gibi neredeyse bilinen dünyanın çoğunu kendi kontrolleri altına almıştır. Bu çok geniş fetih hareketi ve uzun süreli bir imparatorluk yapısının kurulması, İran’ın bir imparatorluk modeli olarak zamanla Akad İmparatorluğu’nun yerini almasıyla sonuçlanmıştır.

Büyük Darius’un Behistan'da, Büyük Kuzeydoğu Yolu üstündeki kayada, başarılarını anlatan yazıtı, üç imparatorluk başkentinin dillerini yansıtacak şekilde çivi yazısıyla yazılmıştır: Susa şehri için Elamca, Ekbatan için Medce-Persçe ve Babil için Akadca.69

İmparatorluğun kapsayıcılığı ve bilinen önemli toplumlara hükmettiğini kanıtlama ihtiyacı kendini göstermiştir.

Ahamenişler, kendilerinden önceki Akad geleneğini devralmışlardır. Ele geçirdikleri bölgelerde hem imparatorluk bürokrasisini yerinde bırakmış hem de

67Okay Pekşen, “Asur Devlet Emperyalizminin Meşrulaştırılması Açısından Tanrı Aššur’a İsyan Olgusu”, Prof. Dr. Recep Yıldırım'a Armağan, Haz. Pınar Pınarcık vd., Bilgin Kültür Sanat Yayınları, Ankara, 2017, s. 361. 68 Ünlü, Osmanlı…, 2016, s. 128. 69 Toynbee, Tarih…, 1978, s. 329. 32

geleneksel yönetim araçlarının kullanılmasını devam ettirmişlerdir. Ahameniş

Krallarının unvanları arasında yer alan “Sümer’in ve Akad’ın kralı” gibi unvanlar hem evrensel imparatorluk iddiasını hem de geçmişle olan devamlılığı göstermektedir.

İranlılar geliştirdikleri geniş yollar ve posta teşkilatı, satraplar tarafından yönetilen eyaletleri, garnizon sistemi, isyan eden grupların göç ettirilmesi, harekete her an hazır bekleyen merkezi bir ordu, dirlik sistemi gibi uygulamalar aracılığıyla bu coğrafyayı yönetmişlerdir.70 İmparator figürünün git gide tanrısal bir nitelik alması, hükümdarın halktan tamamen ayrılarak soyut bir nitelik kazanması İran buluşudur. İmparatorun kendisini görmek giderek zorlaştı; imparatorlar kimi zaman yemek yerken en soylu yoldaşlarından bir perde yardımıyla ayrı oturmuşlardır. 71

İskender, Ahamenişlerin en büyük takipçisi olmuştur. Makedon İmparatorluğu hem Avrupa’da evrensel devlet fikrini başlatan hem de İran geleneğinin parçası olan bir siyasi teşekküldür. Makedon İmparatorluğu’nun çok kısa bir sürede yıkılmasının

üzerine yerini Pers İmparatorluğu almıştır. Persler, Makedon İmparatorluğu’nun artıklarına son verip egemenliklerini kuran göçebe savaşçılardır. İran, Horasan,

Mezopotamya, Kafkasya ve kısmen Hindistan’ın kuzeyi Pers İmparatorluğu’nun hüküm sürdüğü bölgelerdir. Persler devletlerini inşa ederken Ahamenişlerin faydalanmışlardır.

Perslerin bir başka önemli özelliğine Fyre şu şekilde değinmiştir: “Doğu’da Osmanlı

İmparatorluğu’nun milletlerine gelene dek alışık olunduğu üzere, çeşitli dini cemaatler kendi dini liderlerinin altında ayrı varlık sürdürdüler.”72

Sasaniler ise bu İslam öncesi İran devlet geleneğinin son halkasını oluşturmaktadır. Sasaniler, İslam dünyasındaki devlet algısını çok derinden ve doğrudan etkilemiştir. Özellikle İslam kaynakları aracılığıyla Sasanilerin imparatorluk

örgütlenmesi ile ilgili çoğu bilgi günümüze ulaşmıştır. Türk-İslam devlet geleneğini

70 McNeil, Dünya …, 2002, s. 98-99. 71 Maria Brosius, The Persians: An Introduction, London, Routledge, 2006, s. 46. 72 Ünlü, Osmanlı…, 2016, s. 136. 33

derinden etkilemiş olan bir takım kurumlar ve memuriyetler (divan, vezirlik vs.) Sasani

İmparatorluğu’nun uygulamalarıdır. Sasani İmparatorluğunda devletin resmi bir dininin olması, sonraki imparatorluk geleneklerini etkilemiş olan başka bir unsur olmuştur.

Zerdüştlüğün devlet dini olarak kabul edilmesi, halkın dış dünyaya karşı daha rahat kenetlenebilmesi sonucunu beraberinde getirmiştir. İmparator aynı zamanda Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesidir. Adalet, imparatorluk ideolojisinin temel direği olmaya devam etmiştir. Düzenli ordu, posta teşkilatı, geniş yollar ve etkili bir maliye Sasani düzeninin temel unsurlardır. Sasani İmparatorluğu etkili bir idari aygıt kurmuş olsa da merkez ve merkezkaç kuvvetler arasındaki çekişme imparatorluk sona erinceye kadar devam etmiştir.

Hz. Muhammed’in 622 yılında Medine’ye hicretiyle birlikte Müslümanların egemenlik sahası hızla yayılmaya başlamıştır. Yüz yıl içerisinde tüm Arap yarımadası,

Mısır, Suriye, Mezopotamya, İran, Kuzey Afrika, Horasan, Maveraünnehir, Endülüs ve kısmen Anadolu Müslümanlarca ele geçirilmiştir. Devlet geleneği olmayan bir

örgütlenmenin bu kadar kısa zamanda yeni bir imparatorluk kurması, fetih ve

örgütlenmede gösterdiği başarı şaşırtıcıdır. İslam’ın bu denli hızlı yayılmasına ilişkin bazı açıklamalar yapılmaya çalışılmıştır; yeni dini yayma arzusu, Arap kabilelerinin yağma ve ganimet ihtirası, iklim değişikliği, sosyal ve ekonomik eşitsizlikler vs. ne olursa olsun, Müslümanlar tarafından ele geçirilen bazı coğrafyalar Mısır, Suriye, Irak ve İran gibi İslam geleneğini ortaya çıkmasında çok önemli bir işleve sahip olmuştur.

İslam, dünya işlerini de düzenleyen bir dindir. Hz. Muhammed sadece yeni bir dini tebliğ eden bir kişi değil aynı zamanda bir devletin kurucusu olarak tarih sahnesindeki yerini almıştır. İslam yönetim, hukuk, adalet, ordu vb. birçok alanda düzenleme yapan kurallara sahiptir. Bizans ve İran gibi çok önemli dünya- imparatorluklarının kültürel, idari ve ekonomik düzenlerin de özümseyen İslam

34

medeniyeti kendine özgü bir çizgi yaratmayı başarabilmiştir. Emevilerin siyasi ağırlık merkezinin Suriye olması ve zamanla İslam İmparatorluğu’nun merkezinin Hicaz’dan

Şam’a taşınması, devleti özellikle Bizans ve Sasani etkisine açık hale getirmiştir.

Müslüman hükümdarlar zamanla Şah’ın ve Sezar’ın halefleri olmaya başlamıştır.

Emevilerin döneminde üzerinde insan sureti olan dinarların, dirhemlerin bastırıldığı bilinmektedir.73Emevi halifeleri kendilerini farklı imparatorluk geleneklerinin halefleri ve temsilcileri olarak görmüşlerdir; III. Yezit kendisini Şah’ın, Sezar’ın, Han’ın çocuğu ve torunu olarak kabul etmiştir. 74 Emeviler, Arapların hala egemen olduğu ve toplumsal statülerinin tüm tebaanın üstünde olduğu bir dönemi ifade eder. Emeviler, her ne kadar Yunanca ve Pehlevice kayıt tutmuşlarsa da her ne kadar İranlı kâtiplere memurluklar verilmiş bile olsa Arapların üstünlüğü devam ettirilmiştir.

İran-İslam geleneğinin başlangıcından sonuna kadar yöneten ve yönetilen arasındaki ilişkiye hâkim olan bazı ilkeler vardır. Hükümdarın bir çoban olarak halkı gözetmesi ve halkın bir sürü olarak hükümdarın emirlerine itaat etmesi, çoban/sürü metaforu çok eski bir Mezopotamya geleneğidir. Bu gelenek sadece yönetimi değil aynı zamanda Orta Doğu’da doğmuş olan dinleri, siyaset felsefesini ve pratik uygulamaları da etkilemiştir. Adalet dairesi ile çoban/sürü metaforu arasında sıkı bir bağ bulunmaktadır. Halk, yönetene sadık kalmalıdır ve düzenli bir şekilde vergisi ödemekle yükümlüdür. Hükümdarın en önemli görevi ise adaletin sağlanmasıdır. Maverdi, Farabi vd. gibi düşünürler adaletin sağlanmasına özel bir önem vermişlerdir. Adaletin sağlanmadığı yerde hükümdarın meşruluğunun tartışılmaya başlanabileceği çıkarımını yapan bu düşünürler, adaletin olmadığı bir ülkede halkın otoriteye boyun eğmemesini bir hak olarak görmüşlerdir. Çoban/sürü metaforu Sasaniler aracılığıyla İslam dünyasının bir parçası haline gelmiştir.

73 Bahriye Üçok, İslam Tarihi: Emeviler-Abbasiler, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara, 1968, s. 48. 74 Ünlü, Osmanlı…, 2016, s. 146. 35

Sasani uygulamalarını takip eden Emevi ve Abbasi halifeleri, git gide yönetilenlerle bağlarını koparmaya başlamıştır. Hükümdarın tecridi, Ahamenişlerden itibaren önemli bir idari gelenektir. Kabile asabiyetinden tebaaya/reayaya dönüşen bir toplum için hükümdarın ulaşılmazlığı ve görünmezliği önemlidir. Emevilerin

Sasaniler’den ödünç aldığı diğer uygulamalar ve kurumlar şunlardır: jurnalcilik, sokağa

çıkma yasağı, polis teşkilatı, mezalim divanları, iletişim ve ulaşım ağı.75 Divanlar, defterdarlık, nişancılık, kâtiplik gibi çeşitli kurumlar İranlı bürokratlar aracılığıyla

Emevilerin yönetim sisteminin bir parçası haline gelmiştir.

Abbasiler, İslam’ın evrensellik vurgusunun ne kadar önemli olduğunu fark etmiştir. Abbasilerin iktidarı Horasanlıların yardımıyla alması, İranlıların sadece alt derecedeki memurluklara değil aynı zamanda vezirlik gibi makamlara gelmeye başlaması ile devleti kuran asabiyet bağı tamamen dağılmıştır. Türklerin yavaş yavaş orduya sızmaya başlaması ve önemli kademelere yükselmesi, İslam’ı kabul etmiş olan yerli halklara karşı daha hoşgörülü bir tutum izlenmesi sonraki İslam devletlerini derinden etkilemiştir. Abbasi hükümdarların kullanacakları adamlardan yalnız şahsi sadakat ve liyakat istemeleri, Emeviler devrindeki Araplık asabiyetini ve Araplar’ın siyasi tahakkümünü izale etmiştir.76

Harem, imparator önünde yerlere kadar eğilip selam verme, halifelerin yakınında bir arkadaş çevresi oluşması gibi adetler Abbasilerin üzerindeki Sasani etkisinin

örnekleridir. Bağdat’ın eski Sasani başkentinin yanı başında kurulmuş olması, devamlılığın ve halefiyetin bir işaretidir. Halife Mu’temid’e kadar İslam dünyasında türbe yapma gibi bir adet yoktu. Ancak, Mu’temid’in ölümüyle birlikte halifenin olduğu yere büyük bir ehemmiyet verilmeye başlanmış, İslam hükümdarlarının naaşlarının

75 Micheal G. Morony, Iraq After the Muslim Conquest, New Jersey, Princenton University Press, 1984, s. 88-97. 76 Mehmed Fuad Köprülü, “Şu’ûbiyye Mes’elesi”, İslam Medeniyeti Tarihi, Düz. Mehmed Fuad Köprülü, 6. Basım, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1984, s. 100. 36

bulunduğu büyük yapılar ortaya çıkmıştır.77 Abbasilerle, hükümdarın halktan tamamen ayrıldığı, bedenine kutsallık atfedildiği ilk İslam devletidir. Abbasilerin İslam devlet geleneğine kattığı en önemli yenilik, kul ordusunun devlet sisteminin bir parçası haline getirilmesidir. Abbasiler, tam anlamıyla mülk sahibi olabilmek ve İslam

İmparatorluğu’nu kuran asabiyeti ortadan kaldırmak amacıyla varlık sebepleri sadece hükümdara hizmet etmek olan bir merkezi kuvvet yaratmıştır. Abbasilerden sonra birçok devlet kul sistemini örnek almıştır.

Abbasilerin tarihte üstlendiği mühim vazifelerden biri, Sasani anlayışı ile Türk-

İslam devletlerini birbirine bağlayan halka olmasıdır. Gaznelilerin, Karahanlıların ve daha sonra Selçukluların hukuki ve idari müesseseleri üzerinde görülen Samanî etkisi,

Abbasi İmparatorluğu’nun doğrudan veya dolaylı bir şekilde bıraktığı mirastır.78

Köprülü’nün belirttiği üzere haraç, divan teşkilatı, vezaret, kitabet, diğer memuriyetler, saray adetleri, idari ananeler ekseriyetle Sasaniler’den alınmıştır.79 Daha sonraki Türk devletleri tarafından devam ettirilen bu müesseseler, bozkır anlayışı ile karışarak

Osmanlı Devleti’ne kadar ulaşmıştır.

1.2. BOZKIR GELENEĞİ

Bozkır geleneği, Hunlar ile birlikte başlamıştır. Çin yıllıklarına göre bozkırda yaşayan boyların önemli bir çoğunluğunu ilk kez bir siyasi teşekkül altında birleştirmeye muvaffak olan Hun Konfederasyonu, Çin ile boy ölçüşebilecek bir kudrete

77 Wilhelm Barthold, İslam Medeniyeti Tarihi, Düz. Mehmed Fuad Köprülü, 6. Basım, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1984, s. 35. 78 Mehmed Fuad Köprülü, Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Etkileri, 3. Baskı, Akçağ Yayınları, Ankara, 2012, s. 45. 79Köprülü, a.g.e., 2012, s. 46. 37

sahip olmuştur. Hun Konfederasyonu, konar-göçer boyları bir araya getirerek iç işlerinde özerk ve gevşek bağlarla birbirine bağlı olan; dışarıda ise devlet benzeri, otoriter ve sert bir örgütlenme kurmayı başarmıştır. Hun Konfederasyonu, Çin’i fethetmeyi asla düşünmemiştir. Konfederasyonun üç temel amacı vardır: ticaret iznini elde etmek, ganimet ve yağma…

Hun Konfederasyonu’nun kuruluşu, Orta Asya’da kendisinden sonra gelen tüm siyasi teşekküllerin kuruluşu için bir örnek teşkil etmiştir. Boy içerisinden çıkan boyların/cemaatlerin siyasal veya sosyal nedenlerle zamaniçinde başka grupları da içine alarak genişlemesi bir siyasal güç odağının ortaya çıkmasına yol açtığı gibi kendi içinde alt bölümlere de ayrılabilmesine imkân vermiştir.80 Hun Konfederasyonu, bu manada alt bölümleri birleştirerek bozkırların tamamında egemenlik kurabilen ilk siyasi teşekkülü meydana getirmiştir. Karizmatik ve güçlü bir önderin etrafında kenetlenen Hun boyu, asabiyeti diğer konar-göçer toplumlardan daha kuvvetli olduğu için sırasıyla diğerlerine boyun eğdirmiştir. Çin’den ve diğer yerleşik uygarlıklardan elde edilen iktisadi değerlerin dağıtımı, konar-göçerlerin ihtiyaç duyduğu tüketim ve lüks maddelerinin

İpek Yolu’ndaki ticaret sayesinde elde edilmesi, Çin ile ticaretin aksamadan devam etmesi bu karizmatik önderin en önemli görevleri arasındadır.

Çin ve Hun Konfederasyonu her ne kadar birbirinden farklı iki uygarlık dairesinin temsilcisi olsa da (göçebe ve yerleşik) aslında birbirini tamamlayan iki

örgütlenme şeklini ifade eder. Çin, Hun Konfederasyonu’nu yenemeyeceğini anlamıştır.

Hun Konfederasyonu ise Çin’in fethedilemeyeceğini fark etmiştir. Çin’i ele geçirmek, nüfusları Çin ile kıyaslandığında az sayıda olan boyların kimliklerini kaybetmesi anlamına gelmektedir. Ancak Hun Konfederasyonu, Çin’in kendisini denk bir emperyal güç olarak görmesini sağlamıştır. Çin’in Hun Konfederasyonu’nu eşit ve egemen bir

80 Üçler Bulduk, “Osmanlı Beyliğinin Oluşumunda Oğuz/Türkmen Geleneğinin Yeri”, Ed. Güler Eren Osmanlılar, C.I, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 1999, s. 162. 38

güç olarak tanıması, hanedanlar arasında akrabalık bağının kurulmasına sebep olmuştur.

Çin yıllıklarında ho-ch’in adı verilen evlilik yoluyla uyum anlaşması çerçevesinde,

“Gök’ün oğlu”81 lakabıyla anılan Çin imparatoru, Hun Konfederasyonu’nun başındaki

önderi kendine eşit bir güç olarak görmeye başlamıştır.82

Hun Konfederasyonu İç Asya’da teşkilatlanmanın öneminin farkında olan bir siyasi teşekküldür. Her ne kadar bu teşkilatlanma, gevşek ve zayıf bağlara dayanıyor olsa da, Çin’in binlerce yıllık yazılı tarihinde, kuzey sınırında ilk kez bu kadar boy bir araya gelmiş ve dışarıya karşı devlet benzeri bir örgütlenmeye gidebilmişlerdir. Hun

Konfederasyonu’nun en kuvvetli hükümdarı Mete Han, (M. Ö. 234-174) “Ok ve yay gerebilen kavimleri bir aile gibi birleştirdim şimdi onlar Hun oldular” demiştir.83 Bu cümlede anlatılmak istenen asıl olgu, Hun Kağanlarının bozkırlar ve boylarüzerindeki egemenlik iddialarıdır. Hun Konfederasyonu, boylar üzerinde üstünlük iddiası ile hükmeden ilk siyasi teşekkül olmuştur. Bu üstünlük iddiası, ilk bozkır imparatorluğunun doğmasının altında yatan en önemli tarihi unsurdur.

Türk-Moğol devlet geleneğinde dünyaya hakim olma ya da bozkırda yaşayan boylara boyun eğdirme düşüncesi, destanlarda da kendisine yer bulmuştur. Ögel’e göre

Türk bünyesinde beliren dünya imparatorluğu fikrinin mitolojide ve destanlarda kendisini göstermiştir. Destanda cihan hâkimiyetini ilk kez tesis eden Oğuz Kağan’ın

Çin, Hindistan, İran, Azerbaycan, Irak, Suriye, Mısır, Anadolu (Rum) , Rus ve hatta

Frenk ülkelerini fethettiğini anlatılırken Kun (Hun) , Gök-türk ve Selçuk devirlerini

şümulüne almakta ve hatta destanın muahhar parçaları Osmanlılara kadar uzanmıştır.84

Destan kahramanı olan Oğuz Kağan’ın tarihi bir şahsiyet ve Hun Konfederasyonu’nun en önemli hükümdarı telakki edilen Mete ile aynı kişi kabul edilmesi, Hun

81 Ögel, Türklerde…,1982, s. 41. 82 Ayşe Onat, vd.,Han Hanedanlığı Tarihi: Hsiung-nu (Hun) Monografisi, TTK, Ankara, 2004, s.93. 83Onat, vd.,a.g.e., 2004, s. 14. 84 Osman Turan, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefküresi Tarihi, 1. Baskı, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2013, s. 97. 39

Konfederasyonu’ndan Osmanlı Devleti’ne kadar devam eden bir hâkimiyet anlayışının ilk nüvesinin erken bir dönemde şekillendiğini göstermektedir. Nitekim Mete’nin güttüğü fetih politikasının izleri Oğuz geleneği içerisinde Osmanlı Hanedanına kadar ulaşmış görünmektedir.

Çin ile Hun Konfederasyonu arasındaki etkileşim çok önemlidir. Çin ve Türk devlet geleneği birbirini karşılıklı olarak etkilemiştir. Hun Konfederasyonu, Çin ve bozkırlar arasında kültürel ve toplumsal alışverişin kurulmasını, hızlanmasını sağlamıştır. Çin, Hun Konfederasyonu’nu denk bir kuvvet olarak görmüştür. Hem Çin

Hükümdarının hem de Kağan’ın aynı zamanda “Gök’ün Oğlu” unvanını kullanmaları bir tesadüf değildir. Bu durum, yerleşik uygarlıklar ve konar-göçer imparatorluklar arasında Orta Asya’da ilk kez ortaya çıkmış bir gün dengesidir. Bu haliyle Hun

Konfederasyonu kendisinden sonra gelen siyasi teşekküllere örnek olmuştur. Hun

Konfederasyonu’nun da merkezi bir yönetimden bahsedebilmek mümkün değildir.

Karizmatik önder, kendi asabiyetiyle boyları birleştirebildiği, refahın dağıtımını devam ettirebildiği sürece Konfederasyon içerisinde bir hükümdar gibi davranabilmiştir.

Bozkırda merkezileşmeyi istisna, âdem-i merkezileşmeyi kural haline getiren şey ise, oluşan birliğin büyük ölçüde dış dünyayla ilgili olması ama iç dünyanın (boyların)

özgürlüğünü ve bağımsızlığını kısıtlamasıdır:85 “Bu çelişki, konar-göçer yönetimlerinin periyodik olarak doğuşunu ve bunların istikrarsızlığı büyük ölçüde açıklamaktadır.”86

Hun Konfederasyonu’nda kağan ya da handan sonra boyların başına kimin geçeceğini belirleyen bir veraset kuralı bulunmamaktadır. Kağandan sonra kimin tahta geçeceği belli olmadığı için karizmatik önderin ölümüyle birlikte iç savaşın başlaması

çok olasıdır. İç savaş sonrasında tahta geçen hükümdarın kim olacağını belirleyen iki unsur vardır: hükümdarın yeteneği ve Tanrı’nın/Tanrıların yanında olması. Tanrı’nın

85Ünlü, Osmanlı…, 2016, s. 53. 86 Anatoly M. Khazanov, Nomads and the Outside World, Çev. Julia Crookenden, The University of Wisconsin Press,Madison, 1994, s. 152. 40

yönetme yetkisini vermesi, kut anlayışı, Hun Konfederasyonu’ndan Osmanlı Devleti’ne kadar varlığını devam ettirmiştir. Yönetici ailenin mensubu her erkeğin yönetme meşruiyetine sahip olduğuna inanılması, Kağan’ın başarısızlık denilebilecek durumlarda tahtını terk etmesinin ya da aynı hanedandan yeni bir yöneticinin ülkeyi devralması olağandır.87

Hun Konfederasyonun ardıllarına bıraktığı bazı uygulamalar ve yönetsel araçlar vardır. Ülkenin doğu-batı şeklinde örgütlenmesi, ordunun on ve onun katları şeklinde düzenlenmesi, posta teşkilatı, boylar ve Çin arasındaki ilişkilerde izlenecek temel politika, bozkır egemenlik geleneğinin formülleştirilmesi gibi uygulamalar ve retorik inşası Hun Konfederasyonu’ndan diğer bozkır toplumlarına miras kalmıştır. Hun

Konfedereasyonu’ndan miras kalan bir diğer düşünsel öge, hâkimiyet anlayışıdır.

Bozkır geleneğini derinden etkilemiş olan bu hâkimiyet anlayışına göre dünyayı içine alan bir siyasi hâkimiyet telakkisi esastır.88 Bu siyasi hâkimiyet telakkisi, en azından birbirine benzeyen toplumların bir çatı altında toplanması temeline dayanmaktadır.

Daha önceden belirtildiği gibi, Hun Konfederasyonu Çin’in içlerine yerleşmeyi düşünmemiştir, Çin’e düzenlenen akınlar fetih mahiyetini taşımamıştır. Hun

Konfederasyonu zamanında şekillenen Türk hâkimiyet mefhumunun temelinde cihanşümul, yani bütün cihanı içine alan bir siyasi teşekkül fikri bulunur ve bu hâkimiyetin temel amacı “güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar” her tarafta egemenlik sağlayabilmektir.89 Bozkırlar üzerindeki evrensel egemenlik iddiası,

Augustus eşiğini geçen tüm bozkır siyasi teşekküllerinin ortak iddiası haline gelmiştir.

87 Saadettin Gömeç, Türk Kültürünün Ana Hatları, 3. Baskı, Berikan Yayınevi, Ankara, 2014, s. 77- 78. 88 Bozkırda kurulan siyasi teşekküllerin hükümdarlarının mektupları, bu hâkimiyet anlayışının anlaşılabilmesi için bilhassa okunmalıdır. Mete, Çin İmparatoru Wen’e yazdığı bir mektupta yirmi altıya yakın şehri ve kabileyi yönettiğini, artık hepsinin Hun Konfederasyonu’nun bir parçası haline geldiğini belirtmiştir. Bkz: A. Onat, vd.,Han Hanedanlığı…,2004, s. 14-15; Ying-Shih-Yü, “The Hsiung-nu”, The Cambrige History of The Ealry Inner Asia, Ed. Denis Sinor, Cambridge University Press, Cambridge, 1990. s, 123. 89Gömeç, Türk Kültürünün…, 2014, s. 84. 41

Avrupa Hunlarının başında bulunan Uldız, barış müzakeresi yapmaya gelen

Trakya umumi valisine “Güneşin battığı yere kadar her yeri zaptedebilirim.” diyerek meydan okumuştur.90 Bir Göktürk prensi olan Türk Şad ise Bizans elçilerine “En doğudan en batıya noktaya kadar tüm dünya bana açıktır”91 diyerek, kendine bağlı kuvvetlerin harekât sahasını gözler önüne sermeye çalışmıştır. Aynı düşünce anlayışını devam ettiren Bilge Kağan, Kültigin’in hatırasını ölümsüzleştirdiği abidede şu ifadelere yer vererek “Doğuda Yeşil Nehre, Şantung ovasına kadar ordu sevk ettik. Batıda Demir

Kapıya kadar ordu sevk ettik.Köngmeni aşarak Kırgız ülkesine kadar ordu sevk ettik.”92

Aynı anlayışın bozkır kavimlerinin genelinde devam ettiğini göstermiştir. Saadettin

Gömeç’e göre, “devlet-i ebed müddet” anlamına da gelebilecek bu düşünce biçimi, devlet ve güç aracılığıyla Tanrı adına dünya nizamını kurmak, başlangıçtan beri hakim olan bir durumdur.93Bozkır kurulan siyasi teşekküllerin belli bir eşiği geçtikten sonra bu düşüncenin temsilcisi haline gelmesi, bir istisnadan ziyade genel bir durum haline gelmiştir.

Göktürkler, Türk devlet geleneğinde dönüm noktasını teşkil eden siyasi teşekküldür. Kendi devlet gelenekleri ve imparatorluğa dair görüşleri Orhun Abideleri vasıtasıyla bugüne kadar ulaşmıştır. Göktürkler, tıpkı Hun Konfederasyonu gibi Ötüken merkezli bir siyasi teşekkül meydana getirmişlerdir. Göktürkler, Tanrı’nın yeryüzündeki vekili olduklarını iddia etmiş94 ve göğün altında sadece tek bir Kağan bulunabileceğini, o kağanında Türk hükümdarı olduğunu savunmuşlardır.95 Türk Kağanı ilahi bir menşeden devlet kurma ve yönetme yetkisini (kut) almıştır.96 Göktürkler, imparatorluk kavramına karşılık gelecek şekilde “Türk Kağanlığı” ifadesini kullanmayı tercih

90 İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, 36. Basım, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2014, s. 73. 91 Menander Protector, The History of The Menander Guardsman, Çev. R. C. Blockley, Francis Cairns LTD, Liverpool, 1985, s. 175. 92 Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, 3. Baskı, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1975,s. 37. 93Gömeç, Türk Kültürünün…, 2014, s. 85. 94 Ergin, Orhun Abideleri, 1975, s. 33-34. 95Ergin, a.g.e., 1975, s. 17. 96 Bulduk, “Yaşayış …”, 2008, s. 48. 42

etmiştir. Bu kullanım, imparatorluğun çok uluslu yapısını inkâr edecek bir kullanım

şekli değildir bu. Bilakis, Pasifik Okyanusu’ndan Hazar Gölü’ne kadar uzanan geniş bozkır coğrafyasındaki tüm boyları ve yerleşikleri hükümleri altına almışlardır. Bilge

Kağan, “…Doğuda gün doğusuna, güneyde gün ortasına, batıda gün batısına, kuzeyde gece ortasına kadar…” tüm milletlerin ona tabi olduğunu söylemiştir.97 Tardu, Bizans

İmparatoru Maurice’e yazdığı bir mektupta ise kendisini “Yedi ırkın ve yedi iklimin efendisi” şeklinde betimlemiştir.98 Bu ifade ile Akad imparatorlarının kullandığı

“dünyanın dört köşesinin kralı” unvanı arasında hiçbir farklılık yoktur. Göktürkler,

Hunların halefi olduklarının farkındadır ve nasıl gökyüzünde bir Tanrı varsa yeryüzünde de bir hükümdar olmalıdır.

Göktürkler, bir imparatorluk kurabilmek için ele geçirdikleri sahanın genişliğinin ve bilek gücünün ne kadar önemli olduğunu fark etmiştir. Bilge Kağan kaç kere sefere çıktığını, Büyük Denize (Pasifik Okyanusu’na) kadar ordular sevk ettiğini,

Demir Kapı’ya sevk ettiği askerler vasıtasıyla milletleri dize getirdiğini anlatmıştır.99

Göktürkler, bozkırların etrafındaki dünyayı tanımış, nasıl yönetmeleri gerektiğinin, ne tür ittifaklar kurmaları gerektiğinin farkına varmışlardır. Göktürkler, Sasanilerle ve

Bizans İmparatorluğuyla ittifaklar kurmuştur. Uluslararası güç dengesinin önemli bir parçası olarak ticareti geliştirmek için ellerinden gelen çabayı sarf etmişlerdir. Ticareti, kültürü, sanatı ve dinleri korumak Göktürkler için kurdukları bozkır imparatorluğunun bir gereğidir. Göktürkler, imparatorluk olmanın bir sonucu gereği, hoşgörülüdürler.

Topraklarında her türlü din ve inancın, her milletten insanın serbestçe yaşamasına izin vermişlerdir.100

97 Ergin, Orhun Abideleri, 1975, s. 47. 98Denis Sinor, “The Türk Empire”, History of Civilizations of Central Asia, Ed. B.A. Litvinsky, Unesco Publishing, Vol. III, 1996, s. 334. 99Ergin, Orhun Abideleri, 1975, s. 17. 100 Denis Sinor, “The Establishment and Dissoluiton of the Türk Empire”, The Cambrige History of The Ealry Inner Asia, Ed. Denis Sinor, Cambridge University Press, Cambridge, 1990. s, 315. 43

Göktürkler, yönettikleri geniş coğrafyada yaşayan insanları derlenmesi, toparlanması ve düzene koyulması gereken bir kitle olarak görmüşlerdir. “Hun” adının anlamının “halk” veya “koyunlu” olduğu iddiası,101 bozkır kültüründeki bir geleneğin sürekliliğini göstermektedir. Halkın derlenecek, toplanacak bir unsur olarak görülmesi, bozkır geleneğinin önemli bir parçasıdır. Derleyip toplama, bozkır siyasi teşekküllerinin sürekliliği açısından büyük bir önem arz etmiştir ki Göktürk

Yazıtlarında Türk kağanları, Türk boylarının başlarını alıp gitmesinden sık sık şikâyetçi olmuşlardır.102 Toplamak ve derlemek, Bilge Kağan’ın sık sık vurguladığı bir siyasa olmuştur. Bilge Kağan, bu önemli bozkır geleneğini şu şekilde ifade etmiştir : “… Tanrı buyurduğu için, kendim devletli olduğum için kağan oturdum. Kağan oturup aç, fakir milleti hep toplattım... Tanrı buyurduğu için kendim oturduğumda dört taraftaki milleti düzene soktum ve tertipledim ...”103Göktürk Hanları eski cedleri gibi boylar arasında sadece hakem olan önderler değildir; bunlar artık büyük devletler kuran ve bunları bazen şiddetle idare eden hükümdarlardır.104

İran-İslam devlet geleneğinde yer alan çoban/sürü metaforu ile bir bozkır siyasası olan halkı/devleti toparlamak düşüncesi, birbirine benzemektedir. Bozkır geleneğinin bir parçası olan halkı derleme, toplama, doyurma, eğitme, giydirme gibi faaliyetlerin Türklerin İslam’ı benimsemesinden sonra vakıflar aracılığıyla devam ettirildiği söylenebilir. Vakıflar aracılığıyla devletin halka bakma görevinin devam ettirilmesi, bozkır geleneğinden gelen bazı adetlerin kurumsallaşmasından başka bir şey olmasa gerektir. Hun adının anlamının “koyunlu” ya da “halk” manasına geldiği iddiasının dayanağı bu noktada kendisini göstermektedir. Bir düzen ve nizam içerisinde, itaat altında tutulan veya tutulması hedeflenen bir topluluk için bu sözün kullanılması

101Üçler Bulduk, “Akkoyunlulardan Koyun Baba’ya: Sosyal Hayat ve Din İlişkisi İçinde Türklerde Koyun Kültürü”, Uluslararası Nehrin Piri Koyun Baba Sempozyumu Bildirileri Kitabı, Çorum, 2016, s. 363. 102Ögel, Türklerde…, 1982, s. 134. 103Ergin, Orhun Abideleri, s. 59-61. 104 Zeki Velidi Togan, Umumi Türk Tarihi’ne Giriş, 3. Baskı, Enderun Kitabevi, İstanbul, 1981, s. 53. 44

şaşırtıcı değildir.105 Raiye/raiyyet kelimesinin sözcüğünün “sürü, otlatılan hayvanat sürüsü, bir çobanın güttüğü hayvanat”106 ve “bir hükümdarın hüküm ve iradesine tabi olup tekâlif-i emriyye veren halk”107 anlamlarına gelmesi, farklı imparatorluk geleneklerinin ortak aklını yansıtmaktadır.

Düzenli bir devlet teşkilatı Göktürkler döneminde şekillenmeye başlamıştır.

Vezirlik, maliye, posta teşkilatı gibi yönetim araçlarına Orhun Kitabelerinde yer verilmiştir. Göktürkler, devlet teşkilatlanmasının ve şehirlerin bir uygarlık kurmak için ne kadar önemli olduğunun bilincindedir. Bilge Kağan’ın yerleşik yaşama geçme ve din değiştirme isteği, İbn Haldun’un medenileşme teorisiyle yakından ilişkilidir. Tonyukuk,

Türklerin kurduğu Bozkır Kağanlığının ancak konar-göçer yaşamın sürdürülmesiyle mümkün olacağını iddia etmiş ve Bilge Kağan’ı bu düşünceden vazgeçirmiştir.108

Tonyukuk, göçebe asabiyetinin siyasi teşekküller üzerinde ne kadar önemli bir rol oynadığının farkındadır. Göktürkler, ikili yönetim düzenini benimsemiştir. Kardeşlerin beraber yönetmesi ve kardeşlerden birinin (tercihen büyük kardeş) yüksek egemenliğinin tanınması esastır. Bumin Kağan-İstemi Kağan, İlteriş Kağan- Kapagan

Kağan, Bilge Kağan ve Kül Tigin arasındaki iş bölümü ikili yönetimin işleyen

örnekleridir. Bu sayede, Türk devlet geleneğindeki “Hanedandaki her erkeğin yönetme erkine” sahip olmasının önüne geçilmeye çalışılmıştır. Ancak, ikili yönetimde taht kavgalarını engelleyememiştir.

Denis Sinor, Türk İmparatorluğu’nun İç Asya’da hayati bir fonksiyon

üstlendiğini belirtmiş, Türkler tarafından yaratılan Pax Turcica’nın özellikle farklı kültürleri (İran, Bizans, Hindistan ve Çin) birbirine bağlamanın ötesinde bir öneme haiz

105Bulduk, “Akkoyunlulardan…”, 2016, s. 363. 106Bulduk, a.g.m.,2016, s. 365. 107Bulduk, a.g.m., 2016, s. 365. 108 Ahmet Taşağıl, Göktürkler III, TTK, Ankara, 2004, s. 45-47. 45

olduğunu vurgulamıştır.109 Türk sarayında Zerdüştler, Grekler, Maniheistler, Budistler,

Çinliler bulunmuş, birbirlerinin kültürleri ve inanışları hakkında fikir alışverişi yapmış ve daha sonra bu saraydan ayrılıp dünyanın farklı köşelerine dağılmışlardır.110 Türk kültürü, bu kozmopolit çevreden etkilendiği gibi bu çevrede yer alan unsurları da

şekillendirmeyi bilmiştir. Göktürkler, imparatorluk olmanın bir gereği olan, çok kültürlülüğe saygı duyan, farklı kimliklerle bir arada yaşayan bir siyasi teşekkül kurmuşlardır. Göktürklerde, vassal kavimlerin başına kendilerine bağlı bir kağan veya bir Göktürk komutanı tayin edilerek o kavim, bir millet (budun) olarak siyasi teşekküle bağlanmıştır.111

Uygurlar, Göktürklerin imparatorluk geleneğini devraldığı gibi bozkırda uygarlık kurmuş bir toplum olarak tarihe geçmiştir. Her ne kadar, Göktürkler gibi geniş coğrafi alanlara hükmedememiş olsalar da, kurdukları kentler, açtıkları kanallar, tarımın

ön plana çıkması ve hayvancılığın gerilemesi, tapınaklarda ve saraylarda yeniden

üretilen kültür tarihinde farklı bir durağı ifade etmektedir. Uygurlar, zaman içerisinde boy asabiyetlerini kaybetmiş ve tamamen medeni bir toplum olarak köklü bir uygarlık kurmuşlardır. Kendilerinden sonra gelen bozkır imparatorluklarını (Moğollar ve

Mançular) etkilemiş, kendi idari geleneklerini, yazılarını, kültürlerini onlara devretmişlerdir. Uygurlardan sonra Türk-Moğol devlet geleneği, İran-İslam devlet geleneği ile karşılaşmıştır. Türklerin önce paralı asker olarak Yakın Doğu’ya sızması, daha sonra ise İç Asya’dan başlayan büyük göçlerin neticesinde bilhassa Oğuz boylarının kitleler halinde Müslümanlığı kabul etmeye başlaması iki büyük dünyanın

öncelikle karşı karşıya gelmesine daha sonra ise erimesine sebep olmuştur. Türk boylarının Maveraünnehir’de görülmesiyle birlikte Türklerin komşu olduğu kültür

çevresi değişmeye başlamıştır.

109Sinor, “The Establishment…”, 1990. s, 315. 110Sinor, a.g.m., 1990, s. 315-316. 111 Ögel, Türklerde…, 1982, s. 20. 46

Maveraünnehir’de yer alan Semerkant, Horasan, Buhara gibi kentler XI.

Yüzyılda Türklerin egemenliğine girmeye başlamıştır. Konar-göçer boyların yaşam tarzı ile yerleşik toplumların yaşam tarzları birbirini tamamlamıştır ve farklı üretim tarzları yüzünden ticaret gündelik hayatın sıradan bir parçası haline gelmiştir. Türkler, bir yandan Maveraünnehir’i ele geçirirken İran-İslam kültürü ve devlet düşüncesi de

Türkleri derinden etkilemeye, değiştirmeye başlamıştır. Bu havzada, bir Türk-İran sentezi doğmuştur. Devletlerin kurucusu, asıl yöneticileri ve orduların önemli bir

çoğunluğu Türk iken bürokratlar İranlılar arasından seçilmiştir. Türkler ve İranlılar, bu

şekilde birçok devleti beraber yönetmişlerdir.112

Türklerin İslamiyet’i kabul etmesi, saltanatın ve yürütmenin Araplardan

Türklere geçtiği bir sürecin başlangıcını teşkil etmiştir. Gazneli Mahmud, Abbasi halifesinden “Sultan” unvanını alan ilk Türk hükümdarıdır.113Gazneli Mahmud gibi köle kökenli Türkler, ailelerinden satın alınarak ya da kaçırılarak İslam devletlerinde

önemli makamlara gelmeye başlamışlardır. Abbasi İmparatorluğu’ndan ayrılarak istiklallerini kazanmış muhtelif Türk-İslam devletleri, Abbasi teşkilatını, esas kadro olarak, muhafaza etmiş ve amme müesseselerini o müşterek kadro dairesinde inkişaf ettirmişlerdir.114Maveraünnehir bir sınır bölgesi olarak farklı kültürlerin, dillerin, bürokratik ve emperyal geleneklerin, devletlerin geçiş bölgesi olarak tarihteki yerini almıştır. Samaniler’in yerini alan Karahanlılar ve Gazneliler İslam devlet geleneğini de devralmıştır.

Karahanlılar, kendilerinden sonraki tüm Türk-İslam devletlerini derinden etkilemiştir. Maveraünnehir’deki yerleşik uygarlığa alışkın olmalarına rağmen hükümdarlar kent dışındaki ordularda yaşamayı tercih etmişlerdir. Karahanlılar,

112Barthold, İslam Medeniyeti…,1984, s. 44. 113Bahaattin Kök, “Gazneli Mahmud’la Abbasi Halifesi El-Kadir Arasındaki İlişkiler”, Ekev Akademi Dergisi, C. 1, S. 2, 1998, s 117-121. 114 Mehmed Fuad Köprülü, “İslâm Hukuku”, İslam Medeniyeti Tarihi, Düz. Mehmed Fuad Köprülü, 6. Basım, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1984, s. 303. 47

kendilerini Göktürk imparatorluk mirasının varisi saymıştır. Türk kültürünün koruyucuları olarak ne Türk-Moğol devlet geleneğini reddetmişlerdir ne de İran-İslam geleneğini küçümsemişlerdir. Lewis, Gaznelilerin aksine, fethe uğramamış diyarlarda, kendi boy reislerinin iradesi ile İslamiyet’i seçen bu toplumun Göktürk, Uygur ve

Karluk gibi İslam’dan evvelki bozkır devletlerinden gelen bazı tatbikat ve hussiyetleri devam ettirdiğini iddia etmiştir.115

Yusuf Has Hacip, Türk devlet geleneğinin İran-İslam devlet geleneği kadar köklü olduğunu göstermeye çalışmıştır.116 Yusuf, devlet yönetiminin en önemli unsuru olarak adaleti esas almıştır ve Kutadgu Bilig’te Hükümdar Kün-Togdı, adaleti temsil etmiştir.117Adaleti temsil eden hükümdarın çeşitli görevleri bulunmaktadır. Adalet dairesi, Osmanlı Devleti’ne gelinceye değin tüm Türk-İslam imparatorluklarını etkilemiştir. Adl, sıfatı hükümdarın en önemli görevini yansıtmaktadır. Çünkü adl sıfatına sahip hükümdar, kuvvetlinin zayıfa karşı zulmünü ve yolsuzluklarını önleme görevini de yüklenmiştir.118 Adalet, devleti tanzim etmek ve insanları yönetebilmek için en etkili araç olarak görülmüştür. Hükümdarın görevi sadece adil olmakla veya kanunları düzenlemekle kalmaz. Hükümdar, kendi düzenlediği kurala riayet etmek zorundadır. Zira Yusuf öncelikle hükümdarın kendi düzenlediği kurala riayet etmesi gerektiğini, tebaanın ise hükümdarın izinden gideceğini öne sürmüştür.119 Batı

Karahanlıların, bütün hükümdarları tarafından kullanılmak üzere, “el-Müeyyed el-Adl” lakabını benimsemeleri120, bu anlayışın bir tezahürüdür.

115 Bernard Lewis, “İslam Devlet ve Müesseseleri Üzerinde Bozkır Telakkisinin Etkisi”, İslam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, C. 3, S. 2-4, 1958, s. 218. 116 Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig, Çev. Ayşegül Çakan, 4. Basım, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2017, s. 9. 117 Halil İnalcık, “Kutadgu Bilig’te Türk ve İran Siyaset Nazariye ve Gelenekleri”, Osmanlı’da Devlet, Hukuk, Adalet, 2. Baskı, Eren Yayıncılık, İstanbul, 2005, s. 16. 118İnalcık, a.g.m., 2005, s. 17. 119 Yusuf Has Hacip, Kutadgu…, 2017, s. 171. 120 Reşat Genç, Karahanlı Devlet Teşkilatı, TTK, Ankara, 2002, s. 53. 48

Töre, adalet dairesi kadar önemli bir başka toplumsal kurum olmuştur.121 Töre, bozkır imparatorluk teşekkülleri ilk ortaya çıktığı andan itibaren çok önemli bir toplumsal işlev üstlenmiştir. Yönetici elit ile yönetilen tebaa arsındaki ilişkiyi düzenleyen, bir nevi esas kanun olarak kabul edilen töre, kurucu hükümdarlar tarafından hazırlanmış ve uygulanmıştır.122 Kadimden gelen kuralların devam ettirilmesi, yeniden

şekillenmesi ve yeni normların üretilmesiyle töre meydan gelmiştir. Ögel’e göre

Kutadgu Bilig'de karşılıklı hikmetler ve derin sözler söyleyen ve dört kişiden biri olan

Kün-Toğdı ise, törenin kendisidir veya töreyi temsil etmiştir.123 II. Mehmed’in Osmanlı

Devleti’ni bir imparatorluğa dönüştürmesiyle beraber törenin içinde yer alan birçok kural örfî hukukun bir parçası haline gelmiştir. Töre, aynı zamanda hükümdarın iradesini esas alan örfî hukukun da temelini oluşturmuştur. Yusuf, hâkimiyetin bizzat töre ve kuttan ibaret olduğu görüşünü paylaşmış, bir adım daha ileriye giderek adaleti törenin doğru ve tarafsız bir şekilde uygulanması şeklinde ele almıştır.124

Gazneliler, Samaniler aracılığıyla İran-İslam imparatorluk geleneğinin en önemli temsilcilerinden biri haline gelmiştir. Daha önce belirtildiği gibi Gazneli Mahmud,

“sultan” unvanını alan ilk Türk hükümdarı olarak tarihe geçmiştir. Gazneliler, Türk kökenlerini unutarak çok hızlı bir şekilde İran-İslam geleneği içerisinde dönüşmüşlerdir.

Selçuk’un mütevazı torunları, Gazneliler’den farklı olmak üzere zaten asil bir ailenin temsilcisi olarak tarihteki yerlerini almıştır. Selçuklular sadece Türk ve İran-İslam geleneğinden beslenmekle kalmamıştır. Aynı zamanda Oğuz geleneğini, Oğuz Han’dan gelen meşruiyet iddialarını sonuna kadar beslemiş ve kullanmışlardır.125Tuğrul ve Çağrı

Beyler, Yakın Doğu’da Gaznelilerin, Karahanlıların ve Abbasilerin yerini almıştır.

121 Yusuf Has Hacip, Kutadgu…, 2017, s. 411-413. 122 Ögel, Türklerde…, 1982,s. 130. 123 Ögel, a.g.e., 1982, s. 309. 124İnalcık, “Kutadgu…”, 2005, s. 20-22. 125 Ebu’l-Gazi Bahadır Han,Şecere-i Terâkime (Türkmenlerin Soy Kütüğü), Çev. Zuhal Kargı Ölmez, Simurg Yayınları, Ankara, 1996, s. 264. 49

Selçuklular, hem kadim İran medeniyetinden hem de Türklerin kadim devlet geleneğinden faydalanmasını bilmiştir. Selçuklular Gaznelilerin bürokrasisini yani

İranlı memurları ve yönetim pratiklerini aynen devralmışlardır. Selçuklu Devleti’nin ilk

önderleri (Tuğrul ve Çağrı Beyler) Göktürkler döneminden beri İç Asya’da yaygın bir

şekilde uygulanmakta olan ikili yönetimi benimsemişlerdir. Aynı zamanda aile fertlerinin yönetme yetkisini Tanrı’dan aldığına dair inanış devam ettirilmiştir. Selçuklu

Sultanlarının Yakın Doğu’nun otoriter yöneticilerine dönüşmesi zaman almıştır. İktidar ve imparatorluk, Alparslan’ın tahta geçmesine kadar ortak mülkiyet olarak kabul edilmiştir. İranlı bürokratların yardımıyla beyler imparatora dönüşmüştür. Selçuklu

Sultanları şah, şehinşah gibi binlerce yıllık İran unvanlarını benimsemiştir.126

Selçuklular, Selçuklu hanedanının, iktidarın ve ülkenin hanedanın ortak mülkiyeti olarak benimsenmesi âdetini devam ettirmesi devletin parçalanmasını yanında getirmiştir. Anadolu’da kurulan Selçuklu kolu, merkezileşme adına zaman zaman ciddi hamleler yapmıştır. Selçuklular ile Anadolu’daki yarı özerk Türkmen beyleri arasındaki mücadelenin esas sebebi merkezileşmeye duyulan tepkidir. Selçuklu hanedanı ve İran bürokrasisi merkezileşmeyi savunurken, Türkmen beyleri, göçebeler, dervişler gibi diğer gruplar merkezkaç kuvvetlerini oluşturmuştur.

Anadolu Selçuklu Devleti, Türk-İslam devlet geleneği üzerinde yükselmiş bir siyasi teşekküldür. Divanlar, vezirlik, uç beyliği, hanedan azalarının vali olarak yetiştirilmesi, düzenli ordu, gulamlık müessesesi, timar sistemi, pervanelik, atabeylik, kadılık vb. birçok idari aracı ve uygulamayı devralmıştır. Ancak, kurulduğu coğrafya gereği aynı zamanda derinden etkilendiği bir gelenek daha vardır. Selçuklular, Roma-

Bizans imparatorluk geleneğinden etkilendiği gibi bu mirasın halefleri olarak

126Ali Sevim, Erdoğan Merçil, Selçuklu Devletleri Tarihi, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1995, s. 64. 50

kendilerini görmüştür. Bir şehzadenin unvanının Kayserşah olması, Selçukluların hangi mirasa sahip çıktığını göstermektedir.127

Moğolların tarih sahnesine çıkışı, İç Asya’nın kadim uygarlıklar üzerindeki en büyük zaferidir. İç Asya bozkırlarındaki boyları birleştiren Timuçin, 1206’da toplanan

Kurultay’da Kağan ilan edilmiştir.128 Timuçin’in Kağan unvanını alması, önceki bozkır imparatorluklarından yapılan bilinçli bir aktarımı ifade eder. Türk-Moğol boylarını birleştiren Cengiz Han, boyların asabiyetini dünyanın geri kalan bölgelerini ele geçirmek için kullanmıştır. Cengiz Han, tıpkı kendisinden önce gelen diğer bozkır imparatorluklarında olduğu gibi dünyayı yönetmek için Tanrı’nın iznini ve vekilliğini alan kişi ilan edilmiştir. Dünya çapında yapılan fetihler sadece ganimet elde etmek ya da asabiyet ile açıklanamaz. Dünyaya hükmetme, tüm bozkır imparatorluklarını ortak idealidir.

Cengiz Han, kendisini bir imparatorluk halkasının son ve en büyük halkası olarak görmüştür. Cengiz Han ve Çin’deki ardılı Yuan Hanedanı çoklu kişiliğe sahiptir:

Budist hükümdarların en büyüğüdür, bütün göçebeleri tek bir bayrak altında birleştiren

Büyük Handır, göğün altındaki her şeyin imparatoru ve Budistlerin büyük koruyucusu.

II. Mehmed kendisini Sezar, sultan ve han olarak görerek bu yaklaşımı devam ettirmiştir. Çin, İran, Hindistan topraklarının önemli bir kısmını fetheden Moğol

İmparatorluğu, kültür tarihi bakımından çok mühim bir taşıyıcı rolünü üstlenmiştir.

Moğol İstilası, diğer tüm bozkır imparatorluklarındaki gibi, büyük konar-göçer kitleleri

127 Ahmet Kütük, “Selçuklu Dünyasının Antroponimik Haritası (Selçuklu Çağında Ad Koyma Geleneği Hakkında Bazı Tespitler), USAD, S. 6, 2017, s. 176. 128 Leon Cahun, Asya Tarihine Giriş, Çev. Sabit İnan Kaya, Seç Yayın Dağıtım, İstanbul, 2006, s. 156- 157. 51

batıya doğru itmiştir. Osmanlı Devleti’ni kuran ailenin de bu göçler esnasında

Anadolu’ya geldiği düşünülmektedir.129

Cengiz’in torunu Hülagü Han’ın Yakın Doğu’da kurduğu İlhanlılar, özellikle

Osmanlı Devleti’nin kurumsallaşması açısından çok önemli bir durağı ifade etmektedir.

Anadolu yaklaşık yüz yıl boyunca (1243-1336) İlhanlı askerlerini, valilerini, tüccarlarını, asilzadelerini ve toprak sahiplerini ağırlamıştır. Sadece Anadolu’da yaşayanlar değil İran’da bulunan Moğollar da zaman içerisinde Türk ve İran tesiri altında kalmıştır. Göçlerle Anadolu’ya gelenler, bozkır imparatorluklarının mirasını da getirdiklerinin farkında olan insanlardır. İlhanlılar, İran-İslam devlet geleneğini bozkıra uygun hale getirmişler ve geliştirmişlerdir. Osmanlı Devleti kadıaskerlik, beylerbeyliği, maliye düzenini ve timarı İlhanlılardan devralmıştır. İlhanlılar’dan Osmanlı Devleti’ne kalan en büyük miras, örfî ve şer’i hukuk arasındaki ayrımdır.

Şer’i hukuk ve örf arasındaki ayrım, Türk-İslam devletlerinde de bulunmaktadır.

Cengiz Han döneminde ise yasanın sahip olduğu önem, Türk-İslam devletlerini de etkilediği gibi hükümdarın iradesine dayanan örfî hukukun güçlenmesine yol açmıştır.

Moğol istilasına uğramamış olan Memluk İmparatorluğu’nda bile, türlü sebepler ile orada yerleşmiş olan Müslüman-Moğollar, veya Moğol sahasından gelmiş Türkler, mahdut şer’i mes’eleler dışındaki anlaşmazlıklarını yasa hükümlerine göre çözmek için, hacib unvanını taşıyan hakime müracaat etmişlerdir.130 Osmanlı Devleti, Bozkır geleneğini bitirirken konar-göçerlerin kurduğu siyasi teşekküllerin özellikleri şu şekilde sıralanabilir:

129 Feridun Emecen, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluş ve Yükseliş Tarihi (1300-1600), 1. Basım, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2015, s. 20. 130Köprülü, “İslâm Hukuku…”, 1984, s. 307. 52

- Bu insanlar, hem yerleşik dünyanın değerlerini ve öğretilerini hem kendilerine ait olan bozkır geleneklerini birleştirmişlerdir. Ortaya çıkan uygarlıklarla ise doğal olarak müthiş bir dinamizme sahip olmuştur.

-Konar-göçerler yerleşiklerin hala zannettiklerinin aksine bilgili ve görgülü topluluklardır. Farklı kültürler arasındaki bilgi transferinin temel taşıyıcıları olmuşlardır.131

-Bozkırda kurulan siyasi teşekküller birbirini taklit eden yapılar değildir.

Zamana ve kuruldukları mekâna bağlı olarak ilerlemiş, farklı özellikler kazanmış ve evrimsel bir şekilde gelişmeye devam etmiştir.

-Konar-göçer siyasal teşekkülleri kuran hanedanlar ya da bozkır elitleri, kültürlerin ve uygarlıkların karşılaştığı yerlerde yaşayan sınır insanlarıdır. Konar-göçer dünyanın en yeteneklileri sınır insanları olmuştur.

- İki farklı dünya çarpıştığı zaman, genellikle konar-göçerler yendikleri toplumların kültür dairesi çerçevesinde erimeye başlar. Fakat enerjisini kaybetmiş uygarlıkların ve devletlerin yeniden faaliyete geçebilmesi için aranan taze kan konar- göçerlerde bulunmaktadır.

1.3. AVRUPAGELENEĞİ

Avrupa geleneği, Makedon İmparatorluğu ile başlayan bir takım devletleri içermektedir. Roma İmparatorluğu, Bizans İmparatorluğu, Kutsal Roma-Germen

İmparatorluğu ve Habsburg İmparatorluğu belki de bu geleneğin diğer halkları olarak nitelendirebilir. Ama yukarıda özelliklerin çoğunu barındıran, gerçek anlamda bir

131Ünlü, Osmanlı…, 2016, s. 94. 53

evrensellik iddiası üzerine inşa edilen üç imparatorluk vardır: Makedon İmparatorluğu,

Roma İmparatorluğu ve Bizans İmparatorluğu.

Büyük İskender, Avrupa tarihinde imparatorluk kurma fikriyle yola çıkan ilk hükümdardır. İskender’in Avrupa’nın kurucu değerlerinden biri olarak görülmesinin en

önemli sebebi emperyal diyebileceğimiz, dünya genelinde büyük sonuçlar doğurmuş bir imparatorluk kurma girişiminin mimarı olmasıdır. İskender, kendisini III. Darius’un varisi ve bir Ahameniş İmparatoru olarak görmüştür. Eski Mezopotamya unvanlarından biri olan “Bütünün Kralı” nı benimsemiştir. Bir Ahameniş İmparatoru olarak Perslerin askeri ve idari bürokrasideki yerlerini korumasına müsaade etmiş, satraplık uygulamasını devam ettirmiş, Yunanların ve Perslerin evlenmesini özendirmeye

çalışmış ve farklı kültürlere hoşgörüyle yaklaşmıştır. Makedon İmparatorluğu,

İskender’in ölümünün hemen ardından parçalanmıştır. Her ne kadar imparatorluklar uzun süreli siyasi yapılar olsa da, İskender, Ahameniş İmparatorluğu’nun son halkası olarak değerlendirilirse İran geleneğinin önemli bir faslının kapandığı söylenebilir.

Ancak, imparatorlukların aynı zamanda farklı kültürler ve uygarlıklar arasındaki transfer işlevi göz önüne alınırsa, imparatorluk fikrinin ve araçlarının İskender aracılığıyla önce Yunan dünyasına daha sonra ise Roma uygarlığına taşınması önemli bir sonuçtur.132

Roma İmparatorluğu’nun kendinden önceki imparatorluklardan ayrıldığı nokta ahlak ile hukukun örtüşmesi ve evrenselliğini en uç noktaya kadar taşımasıdır.

İmparatorluk bu yönüyle iki temel eğilimi içerisinde barındırmaktadır: ilki, uygarlık olarak anladığı şeyi yeni bir düzenin inşasında teyit edilen bir görev olarak görmesi ve ikincisi bütün zamanı/hâkim olduğu mekânı (öncesi ve sonu olmayan) kucaklayan bir yapı. Roma İmparatorluğu’nun kurduğu düzenin sonu yoktur ve bu bir zorunluluktur.

132Köprülü, Bizans Müesseselerinin…,2012, s. 182-183. 54

Devlet-i ebed-müddet şeklinde özetlenebilecek bu anlayış, en son Osmanlı Devleti tarafından benimsenmiştir. Roma İmparatorluğu, kendisinden sonraki evrensel imparatorluklar için bir örnek işlevi teşkil etmiştir. Bu yönden bakıldığında emperyal

Roma birçok iddiasıyla yüzleşme zorunda kalmıştır: en büyük askeri güç, eşsiz bir finansal güç ve rakipsiz bir altyapı, insan gücü ve çok kültürlülük, küresel politikalar, evrensel imgeler ve mimari, tükenmeyen topraklar, esnek ideolojiler ve kabul edilebilir dinler.133

Roma İmparatorluğu’nun yukarıda sayılan iddialarıyla ilgili değerlendirilmesi gereken ilk husus en büyük askeri güç olduğu yönündeki savdır. Evrensellik iddiasındaki diğer imparatorluklarla kıyaslandığı zaman Roma İmparatorluğu’nun en

önemli özelliği bıraktığı mirasın kalıcılığıdır. Roma İmparatorluğu, Avrupa imparatorluk geleneği açısından bir dönüm noktası ve aynı zamanda bir zirve anlamına gelmektedir. Ancak, Roma İmparatorluğu daha önceden de belirtildiği gibi imparatorluk retoriğini mükemmelleştiren siyasi teşekküldür. Roma, mükemmelleştirdiği imparatorluk aklını, İskender vasıtasıyla İran’dan ödünç almıştır. Ancak, Roma bir imparatorluk haline geldikten sonra kendi dünya devleti geleneğini Orta Doğu’dan bağımsız bir şekilde geliştirmeye başlamıştır. Roma İmparatorluğu, Roma’nın yönetimi altındaki dünyayı ifade etmemiştir. Bilakis, Roma bayrağının dalgalandığı her yer dünyanın (Orbis terrarum) kendisidir.134 Roma İmparatorluğu’nun iktidarının önünde zamanın ya da mekânın bir sınırı (imperium sine fine dedi) yoktur.135 Osmanlı

Devleti’nin kendi iktidarı için “devlet-i ebed-müdded” nitelendirmesi, Roma ile aynı imparatorluk retoriğine sahip olmasının bir sonucudur.

133 Rolf Michael Schneider, “The Making of Oriental Rome: Shaping the Trojian Legend”, Universal Empire, Ed. Peter Fibiger Bang, Dariusz Kolodziejczyk,Cambridge University Press, Cambridge, 2012 s. 76. 134Bruno Latour, “Onus Orbis Terrarum: About a Possible Shift in the Definition of Sovereignty”, Millennium: Journal of International Studies, V. 44, N. 3, 2016, pp. 307. 135Marjeta Sasel Kos, “The Roman conquest of Dalmatia and Pannonia under Augustus”, Fines imperii- imperium sine fine?, Ed. Günther Moosbauer, Rainer Wiegels, Leidorf, Verlag Marie Leidorf GmbH, 2011, s. 107-108. 55

Romalılar kendi imparatorluklarına Imperium Romanum demişlerdir. Roma’nın büyümesi ile birlikte Akdeniz, bir iç deniz haline geldiği için Mare Nostrum (Bizim

Deniz) olarak adlandırılmıştır. Imperium Romanum kavramı, günümüze kadar farklı

şekillerde nitelendirilmiştir. Bazı tarihçiler Imperium Romanum kavramının emperyalizmden son derece uzak olduğunu, Roma İmparatorluğu’nun doğmasına sebep olan siyasi ve iktisadi etkenlerin günümüzdekilerden farklılığını güçlü bir şekilde belirtmişlerdir. Bazı düşünürler ise aynı kavramın Roma’nın emperyal gücünün ve

Roma’nın dünyayı yönetme kavrayışının bir parçası olarak kullanıldığını savunmuştur.

Romalı düşünürler, imparatorluğun önünde tüm halkların diz çökmesi gerektiğine inanmıştır. Roma’yı tehlikeye atabilecek bağımsız bir gücün olmamasının yolu ise tüm dünyanın tek bir devlet olarak yönetilmesidir. Dünyada birçok krallık olabilir ama sadece bir imparatorluk vardır: “Bütün halkların, kralların ve boyların- bazıları zorla, bazıları da kendi iradeleriyle- boyun eğdiği imparatorluk.”136

Roma İmparatorluğu’nun kendisinden sonra gelen diğer siyasi teşekküllere

örnek olduğu bir başka nokta, yarattığı Romalılık kimliğidir. Romalılık, Roma

İmparatorluğu yükselirken ne kadar önemli bir kimlik olmuşsa aynı zamanda imparatorluk düşerken de önemini korumaya devam etmiştir. Roma vatandaşı olmayan barbarların (Germenlerin) Roma İmparatorluğu için sınırda kendi kandaşları ile

çarpışmaları, Yakın Doğu’da Roma bayrağı için ölmeleri, imparatorluğun son yüz yılındaki en önemli devlet adamlarının bu kişiler arasından çıkması Romalı kimliğinin birleştirici yönünü göstermektedir. Romalı kimliği, büyük bir başarıyla inşa edilmiş imparatorluğun ideolojik yönlerinden birini vurgulamaktadır.

Roma, teritoryal genişlemesine meşruiyet kazandırabilmek, kamuoyunda savaşlara karşı ortaya çıkabilecek muhalefeti bastırabilmek için medeniyet götürme

136 Richard Koebner, Empire, Cambridge University Press, Cambridge, s. 298. 56

söylemini sık sık kullanmıştır. Roma’nın cumhuriyet idaresinden imparatorluğa geçmesi, doğal olarak yürütmenin niteliğini değiştirmiştir ve imparatorun yetkileri genişlemiştir. Roma İmparatorluğu, Montesquieu tarafından despotik ve askeri bir yönetim olarak tanımlanmıştır.137 Yönetilen coğrafyanın genişlemesi, yönetim altındaki halkların sayısının artması, devletlerin temel retoriğinin evrensel egemenlik haline gelmesi ile imparatorluk yönetimlerinin despotik olarak nitelendirilmesi arasında bir bağ vardır.

Roma’da imparator, paganizmin hüküm sürdüğü dönemde birinci yurttaş, başrahip, başkomutandır. Hristiyanlığın devletin resmi dini olmasıyla beraber imparator aynı zamanda Tanrı’nın vekili olarak görülmeye başlanmıştır. Egemenin meşruiyetinin sorgulanmaması için yönetimin ilahi bir kaynağa dayanması, sadece Orta Doğu ya da İç

Asya geleneği değildir. Dünyanın birçok yerinde farklı dönemlerde ortaya çıkmış yöntemdir. Çeşitli imparatorluklarda, başrahipliğin imparatorun sahip olduğu unvanlardan biri olduğu görülmektedir. Mesela, Augustus’tan Gratin’a kadar tahta çıkan her Roma İmparatoru aynı zamanda en yüksek rahipliği ifade eden Pontifeks Maksimus unvanıyla başrahiptir ve önemli ayinleri yönetmiştir.138 Türk-Moğol ve İslam medeniyet dairelerinde genel olarak böyle bir uygulama görülmemiştir. Roma’nın imparator anlayışı, Büyük Konstantin’in, Tanrı’nın hizmetçisi rolünü benimsemesiyle tamamlanmış ve Bizans’ta imparator devletin tek sahibi, iradesi kanun olan, dünya hakimi, insanüstü, kutsal hükümdar kimliğine ulaşmıştır.139

Bizans’ta imparator hem kilisenin hem de devletin başı durumundadır. Tanrı’nın baş temsilcisi, görünen temsilcisi imparatordur. Tanrı tarafından seçilmiştir ve

137 Montesquieu, Kanunların Ruhu Üzerine, Çev. Berna Günen, 2. Baskı,Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2017, s. 113-114. 138 Alan Cameron, “Pontifex Maximus: from Augustus to Gratian – and Beyond”, Studies across Disciplines in the Humanities and Social Sciences, Helsinki, 2016, s. 139. 139 Halil İnalcık “Fatih Sultan Mehmed, Fetih ve İmparatorluk”, Fatih Sultan Mehemmed Han, 1. Baskı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2019, s. 218. 57

Roma’nın halefi olduğu için aynı zamanda yeryüzünde meşru olan tek imparatordur.

Roma İmparatorluğu’nun parçası olan ve zaman içerisinde Katolik Kilisesi’ne bağlanan tüm topraklar üzerinde ideolojik bile olsa Bizans Devleti hak iddiasında bulunmuştur.

Bizans Devleti, Roma İmparatorluğu’ndan kalan birçok uygulamayı devam ettirmiş ve geliştirmiştir. Bizans Devleti’nin Grekleşmesine paralel olarak “Sezar, Augustus” gibi unvanların yerine “Basileus” tercih edilmiştir. Bizans Devleti’nin Orta Doğu ile komşu olmasının sonuçları arasında imparatorluk retoriğinin doğudan etkilenmesi de vardır. I.

Constantinus'tan, son imparatoru XI. Konstantin Palaeologos'a kadar tüm imparatorlar

“Roma İmparatoru" unvanını kullanmıştır.

Osmanlı Devleti, yukarıda sayılan tüm imparatorluk geleneklerinin son halkasını temsil etmektedir. Osmanlı Devleti’ni kendisinden önce gelen İran-İslam imparatorluk geleneğinden ayıran bir nokta vardır. Bu da kurulduğu ve yayılmayı tercih ettiği coğrafya gereği sahip çıktığı Roma-Bizans imparatorluk retoriğidir. Osmanlı Devleti bu yönüyle Avrupa imparatorluk geleneğinin de bir parçası olmuştur. Osmanlı Devleti’ni her şeyden önce bir imparatorluk olarak tasarlayan, kurumsallaşmasını bu yönde devam ettiren hükümdar II. Mehmed’dir.

58

2. BÖLÜM: II. MEHMED’İN KAMUSAL KİMLİĞİ

II. Mehmed, II Murad’ın dördüncü oğlu olarak 30 Mart 1431’de

Sarayı’nda dünyaya gelmiştir. II. Mehmed’in annesinin adı Hatice Halime Hûma Hatun olarak bilinmekle birlikte menşei konusunda fikir birliği bulunmamaktadır. Annesinin

Candaroğlu İsfendiyar Bey’in torunlarından biri140 ya da cariye olduğu iddia edilmiştir..

1443 yılında iki lalası Kassabzade Mahmud ve Nişancı İbrahim bin Abdullah Bey ile

140 Bekir Sıdkı Baykal, “Fatih Sultan Mehmed’in Muhiti Ve Şahsiyet Üzerine Bir Deneme”, İstanbul Üniniversitesi Edebiyat Fakültesi Seminerleri, 1953, s. 69. 59

Edirne’den Manisa’ya vali olarak gönderildiği bilinmektedir.141 Ağabeyi Alaeddin

Ali’nin 1443 yılının sonlarına doğru vefat etmesi ile birlikte tahtın tek varisi haline gelmiştir.1421444’te II. Murad tahtan çekilmiştir ve kendi makamına oğlu Mehmed’i kaymakam etmiştir.143 II. Murad tahtan çekilmeden önce Osmanlı Devleti’ni doğudan ve batıdan gelebilecek muhtemel saldırılara karşı korumak amacıyla Macar Kralı, Sırp

Despotu ve Hunyadi Yanoş ve Karamanoğlu İbrahim Bey ile ahitnameler imzalamıştır.

II. Murad’ın Manisa’da inzivaya çekilmesi ile birlikte II. Mehmed’in ilk saltanat dönemi başlamıştır.

2.1. II. MEHMED’İN MEŞRUİYET KAYNAKLARI

Meşruiyet, Arapça’da eskimiş olan anlamına gelmektedir.Siyaset bilimi açısından ise meşruiyet genel olarak geçerlilik, dini ve kanuni durumlara uygunluk, hukuken kendisine değer verilen gibi anlamlara sahiptir. İktidarın meşruiyete sahip olması, yani halk nezdinde ve egemenliğin bağımsızlık halini aldığı uluslararası sistemde kabul edilebilirliği, devletler ve hükümdarlar nezdinde her zaman önemini korumuştur.

Devlet, hukuki açıdan emretme hak ve yetkisine sahip, örgütlenmenin en üst düzeyinde ortaya çıkmış bir düzeni ifade eder. Bu emretme yetkisinin, halk nezdinde kabul edilmesi yani meşru kabul edilmesi gerekir ki aksi takdirde yerini zorbalık alır.

141 Halil İnalcık,“II. Mehmed”, DİA, C. 28, 2003, s. 395. 142Anonim Osmanlı Tarihi(F. Giese Neşri), Haz. Nimet Azamat, 1. Baskı, Marmara Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 1992, s. 71. 143 Hadidi, Tevarih-i Al-î Osman, Haz. Necdet Öztürk, 1. Baskı, Marmara Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 1991, s. 207. 60

Meşru kabul edilen devletlerde Weberyen anlamda üç tip hükümranlık anlayışı bulunmaktadır: karizmatik, gelenekçi ve kanuni.144 Türk hükümdarlık anlayışı genel olarak karizmatik önderlik ve geleneksel otorite anlayışı çerçevesinde şekillenmiştir.

Tahta geçen hükümdarın siyasi ve askeri faaliyetleri ile rüştünü göstermesi, tahta hakkıyla geçtiğini ispatlaması gerekmiştir. Töre veya şer’i hükümler, geleneksel otoritenin unsuru olarak toplumsal düzenin parçasıdır.

II. Mehmed’in toplum üzerinde tesis ettiği otorite ve kendi egemenliğini diğer devletlere kabul ettirme şekli, karizmatik otorite ve geleneksel otorite bağlamında incelenebilir. İstanbul’un fethinin II. Mehmed’e sağladığı meşruiyet, karizmatik otoritesinin en önemli nedenidir. Weber, karizmatik otoritenin sosyolojik analizini yaparken “Bunalım dönemlerinin doğal önderleri, bedence ve ruhça özel yeteneklere sahiptirler, onlardaki bu yeteneklerin herkese nasip olmayan doğaüstü yetenekler olduğuna inanılmıştır.” ifadesine yer vermiştir.145 II. Mehmed, Osmanlı Devleti’nin en buhranlı dönemlerinden birinde tahta çıkmıştır. II. Mehmed, Osmanlı Devleti’nin Türk-

Müslüman kökenli aileler ve uç beyleri ile devşirme kökenli devlet adamaları arasındaki hizip çatışmalarının yoğunlaştığı, devlet içerisindeki gerilimin en uç noktaya ulaştığı dönemlerden birinde tahta geçmiştir. İstanbul’un fethinin kendisine sağladığı büyüleyici

özellik, tümüyle değer yargılarından arındırılmış bir kavram şeklinde karşımıza çıkar ve aslında Osmanlı Devleti’nin bir imparatorluk haline gelmesindeki kurucu unsur olarak belirir.

Weber’in hükümdarları karizmatik otoriteleri ile ilgili ön gördüğü son, gelenek ya da rasyonel sosyalizasyon karşısında sona ermesidir.146 II. Mehmed’in karizmatik otoritesi, Osmanlı Devleti’ni imparatorluğa dönüştürürken kurucu öge olmuş ve diğer

144 Gürbüz Özdemir,“Weberyan Anlamda Türklerde Otorite ve Meşruiyet İlişkisi (XV. Yüzyıl Osmanlı Dönemine Kadar)”, Akademik İncelemeler Dergisi, C. 9, S. 2, 2014, s. 74. 145 Max Weber, Sosyoloji Yazıları, Çev. Taha Parla, 11. Baskı, Deniz Yayınları, İstanbul, 2008, s. 352. 146Weber, a.g.e., 2008, s. 357. 61

meşruiyet kaynakları içerisinde zamanla erimiştir. Hükümdarlığı boyunca yaptığı kanun derlemeleri, imparatorluğun mülki anlamda yeniden örgütlenmesi, tesis ettiği imparatorluk modelini kurma gücünü karizmatik otoritesine borçludur. II. Mehmed’in vefat ettiği anda bıraktığı imparatorluk ise II. Mehmed’in meşruiyet kaynaklarının, kendi dünya tasavvuruna göre düzenlediği ve yarattığı hukuk kurallarının

(kanunnameler) ve geleneksel imparatorluk düzeninin birleşimidir.

II. Mehmed’in ilk saltanatı, ikinci hükümdarlık yıllarını şekillendiren dönem olmuştur. Tahta on iki yaşında bir çocuğun çıkarılmış olması hem devletin içindeki

çeşitli gruplar (Yeniçeriler, ulema, köklü Türk-Müslüman aileleri vb.) arasında infial uyandırmış hem de Macar Kralı ve Karamanoğlu İbrahim Bey gibi düşmanların iştahını kabartan bir durum haline gelmiştir.147 Arnavutluk’ta İskender Bey’in isyan etmesi,

Mora Despotu Konstantin’in Osmanlıları egemenlik alanını taciz etmesi, Karamanoğlu

İbrahim Bey’in Anadolu’daki faaliyetleri Osmanlı yöneticilerini rahatsız etmeye başlamıştır. Macar Kralı’nın önderliğinde Osmanlı Devleti’ne karşı bir Haçlı İttifakı kurulmuştur. II. Murad’ın kendi saltanatı esnasında çatışmaya başlayan iki hizip,

İnalcık’ın nitelendirmesiyle, II. Mehmed’in ilk saltanatı esnasında karşı karşıya gelmiştir. 148 Bir yandan köklü Türk-Müslüman ailelerinin çoğunluğunu oluşturduğu ulema, bürokrasi ve uç beyleri diğer yanda ise çoğunluğu devşirmelerden oluşan yeniçeriler ve diğer bürokratlar. Türk-Müslüman kökenli aileler ve uç beyleri daha çok mevcut durumun korunmasından yana iken II. Mehmed’in etrafında kenetlenen kapıkulu kökenli askerler ve devlet adamları daha saldırgan bir dış politikadan yana olmuşlardır.

II. Mehmed’in tahta çıkmasını fırsat bilen Orhan Çelebi’nin isyan etmesi, başkent Edirne’de kendi fikirlerini yaymaya başlayan Hurufilerin yarattığı infial,

147Anonim Osmanlı Tarihi, 1992, s. 72. 148İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu…, 2008, s. 31. 62

Edirne’deki yangında şehrin kül olması muhalefeti şiddetlendirmiştir. Haçlı İttifakı,

Osmanlı Devleti’ne karşı taarruza geçmiştir ve II. Mehmed, Çandarlı Halil Paşa’nın baskısı neticesinde babası II. Murad’ı ordunun başına geçmesi için çağırmak zorunda kalmıştır.149 II. Murad’ın ordunun başına geçmesiyle Osmanlı Devleti Varna’da ezici bir zafer 150kazanmıştır. II. Murad’ın başta Çandarlı Halil Paşa olmak üzere birçok devlet adamınca meşru hükümdar olarak kabul edildiği anlaşılmaktadır. Venedik elçileri, II. Mehmed’i Rumeli Sultanı olarak anarken II. Murad’ı Anadolu Sultanı

şeklinde zikretmişlerdir.151 1446’da Çandarlı Halil Paşa’nın da üstü örtülü bir şekilde desteklediği Buçuktepe İsyanı152 neticesinde, II. Murad yeniden tahta geçmiştir.

1451’de II. Murad’ın vefat etmesi üzerine II. Mehmed ikinci ve son kez olmak

üzere tahta çıkmıştır. Çandarlı Halil Paşa’nın makamında kalmasına müsaade eden II.

Mehmed’in ilk seferi, Osmanlı tahtına genç bir sultanın oturmasını fırsat bilen

Karamanoğlu İbrahim Bey üzerine olmuştur.153 Karaman’daki isyanı bastıran II.

Mehmed, dikkatini İstanbul üzerine çevirmiştir.154 II. Mehmed, tasavvur ettiği imparatorluğu kurabilmek için rüştünü ispatlaması gerektiğini, saltanatının bir kez daha sarsılmaması için meşruiyetini sağlamlaştıracak bir atılım yapmak istemiştir. 29 Mayıs

1453’te İstanbul’un fethedilmesi hem Osmanlı Devleti için hem de II. Mehmed’in saltanatı için yeni bir dönüm noktasıdır. İstanbul’un fethinden hemen sonra II. Mehmed iktidarın iplerini tamamen ellerine almıştır. Çandarlı Halil Paşa’nın bertaraf edilmesi ile bürokraside Türk-Müslüman kökenli ailelerin egemenliği yıkılmıştır. Bu durum, II.

Mehmed’in iktidarını sağlamlaştırdığını ve meşruiyetini sağladığını gösterir. İstanbul,

149Laonikos Chalkokondyles, The Histories, Çev. Anthony Kaldellis, Harvard University Press, Massachusetts, 2014, C. VII, s. 123. 150 Neşri, Kitab-ı Cihan-Nüma (Neşri Tarihi II), Haz. Faik Reşit Unat, Mehmed A. Köymen , 4. Baskı, TTK, Ankara, 2014, s. 649. 151 Halil İnalcık, “II. Mehmed Dönemi ve Bizans”, Fatih Sultan Mehemmed Han, 1. Baskı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2019, s. 130-131. 152 Yeniçeriler tarafından 1446’da çıkarılan bir isyandır. İlk yeniçeri isyanı olarak tarihteki yerini almıştır. Bkz: Oruç Beğ, Oruç Beğ Tarihi, Haz. Necdet Öztürk, 1. Basım, Bilge Kültür Sanat Yayınları,İstanbul, 2014, s. 64. 153 Hadidi, Tevarih-i…, 1991, s. 225. 154Anonim Osmanlı Tarihi, 1992, s. 78. 63

devletin başkenti olmuş ve imar-iskân çalışmaları başlamıştır.155 Osmanlı Devleti’nin bir imparatorluk şeklinde nihai olarak örgütlenmesi İstanbul’un fethiyle başlamıştır.

II. Mehmed, tahta iki kez çıkmış olan ender Osmanlı padişahlarından biridir.

Henüz çocuk yaşta olduğu ilk saltanatı esnasında, padişah olabilmek için henüz yeterli vasıflara sahip olmadığını düşünen, başta Çandarlı Halil Paşa olmak üzere, devlet ricalince ve yeniçeriler tarafından tahttan indirilmesi meşruiyetin ne kadar önemli olduğunu öğrenmesine sebep olmuştur.156 II. Mehmed, meşruiyetin iki kanaldan geldiğinin kavramıştır. Meşruiyetin ilk kaynağı olarak Osmanlı Devleti’nin besleyen devlet gelenekleridir. Meşruiyetin ikinci kaynağı ise II. Mehmed’in faaliyetleridir.

Türk-İslam Devletlerinde siyasi iktidarın meşruiyeti II. Mehmed’in saltanatına kadar iki temel kaynaktan beslenmiştir. İslamiyet’in doğuşu ile birlikte asıl şeklini alan

İran-İslam zinciri ve Türk-Moğol devlet geleneği. II. Mehmed, seleflerine nazaran bu iki meşruiyet kaynağını daha bilinçli bir şekilde benimsediği gibi aynı zamanda kendi mutlak-merkezi imparatorluğunu kullanmak için bir araç haline getirmiştir. II. Mehmed, yukarıda sayılanlara ek olarak Roma-Bizans geleneğini de bir araç olarak kullanmıştır.

II. Mehmed’in Osmanlı Devleti’nidüzenlerken dayandığı üç sacayağı olmuştur:

Oğuz/Kayı geleneği (Türk-Moğol devlet geleneği), kökenini İslam’dan alan Gazi

Sultan/Cihat ideolojisi ve Bizans-Roma İmparatorluğu’nun mirasçısı olma iddiası.

İslam, Osmanlı Devleti’nin gerek kuruluşunda gerekse imparatorluğa geçiş aşamasında en önemli meşruiyet dayanağını oluşturmuştur. İslam’a dayanan meşruiyet iddiası, sadece cihat anlayışı ve padişahın bir Gazi Sultan olarak İslam dünyasındaki yeriyle sınırlı kalmamıştır. II. Mehmed, İran-İslam devlet geleneği aracılığıyla kendi şahsında ulaşılamaz, iktidarı paylaşmaz bir makam yaratmayı başarmıştır.

155 , Tevarih-i Al-î Osman:VII. Defter, Haz. Şerafettin Turan, 2. Baskı, TTK, Ankara, 1991, s. 101. 156 Chalkokondyles, The Histories, 2014, C. VII, s. 123. 64

2.1.1. Oğuz/Kayı Anlayışı

Türk devlet anlayışı ve hâkimiyet telakkisine göre bir devletin meşruiyet

çerçevesinde değerlendirilmesi için öncelikle bir kurucu aile/hanedan veya boya dayanması gerekmektedir.157 Türk-Moğol geleneklerinde, bozkır söylencelerinde Oğuz

Kağan’ın soyundan ya da Cengiz Han’ın neslinden olmak önemli bir meşruiyet noktasıdır. Selçuklu Hanedanı, Türklerin Orta Doğu’da egemenliğini ilk tesis eden devlettir ve Oğuzları Orta Doğu’ya kalıcı olarak yerleştiren ailedir. Bu nedenle,

Anadolu beylikleri arasında Selçukluların soyundan gelmek ya da Selçuklu Hanedanı ile herhangi bir şekilde bağ kurabilmek (evlilik, sultanın berat vermesi vs.) çok sık tercih edilen siyasi propaganda aracı olmuştur. 158

Osmanlı hanedanının menşei hakkında çok çeşitli söylenceler bulunmaktadır.

Osmanlıların kökenlerine ilişkin tartışmalar bir bölümde anlatılamayacak kadar uzundur. Ancak, Osmanlı ailesinin yönetme hakkına sahip olduğunun vurgulanması

özellikle II. Murad döneminde ortaya çıkmış bir ihtiyaçtır. Türkmenlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde sürdürülen Oğuz geleneği gereğince, hanedanların soyunu Oğuz

Han’a bağlaması halkın iktidarı benimsemesini kolaylaştırmıştır. I. Bayezid’in ordusunda yer alan çoğu Türkmen sipahinin Timur’un safına geçmesi, buna rağmen

157Üçler Bulduk, “Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu ve Kurucuları Hakkında”, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluş Meseleleri Sempozyumu, Bilecik Üniversitesi Yayınları, Bilecik, 2009, s. 83 158 Hasan Basri Karadeniz, Anadolu’da Meşruiyet Mücadelesi, 1. Baskı, Yeditepe Yayınları, İstanbul, 2008, s. 190. 65

Sırpların ve devşirme kökenlilerin padişahın yanında savaşmaya devam etmesi

159Türkmenlerin Osmanlı ailesine bağlılığının sorgulanmasına sebep olmuştur.

Osmanlı Devleti’ne doğudan yönelen tehditlerin en büyüğü Timur olmuştur.

Akkoyunlular ve Şah İsmail tehlikesini bertaraf edebilen Osmanlı Devleti, daha kuruluş dönemindeyken Timur ile karşı karşıya gelmek zorunda kalmıştır. Timur, I. Bayezid’e yazdığı bir mektupta “Davamız cihangirlik olup, saltanatımız adına hutbeler okunmaktadır, sikkeler basılıdır. Müslümanların ûlü’l-emri olduğumuzda şüphe yoktur.

Bizim soyumuz, İlhân-ı Âlişân’a ulaşmaktadır.”demiştir.160 Görüldüğü gibi Timur,

üstünlük iddiasını İlhanlı soyuna bağlamıştır. İlhanlılar, hem Cengiz Han’ın soyundan gelmeleri itibariyle hem de Anadolu’yu yönetmeleri sebebiyle birçok devletin Anadolu

üzerindeki egemenlik iddialarının dayanağını teşkil etmiştir. İlhanlıların egemenlik iddialarına dayanarak Anadolu’da hak talep eden son siyasi teşekkül Akkoyunlular olmuştur.

Osmanlı Devleti’nin yöneticileri hem Selçuklu Devleti’nin meşru halefleri olduklarını ispatlayabilmek (Oğuz Kağan’ın en büyük oğlu Kayı Han’ın soyundan geldiklerini söyleyerek, Türker’de eskiden beri adet olan idarenin büyük oğulda kalması hakkına dayanarak Selçuklu Hanedanı’ndan üstün olduklarını iddia etmişlerdir.) hem de daha önceden vassalı oldukları İlhanlıların Anadolu ve Türkmenler üzerindeki iddialarını kırabilmek için Oğuz Kağan’a uzanan bir soy ağacını siyasi propaganda aracı olarak kullanmışlardır.

Osmanlı soyunun yönetme hakkına sahip olduğuna yönelik anlatılar, Osmanlı

Devleti’nin kurulmasına kıyasla daha yeni sayılır. Ahmedî’nin İskendernamesi’nde

159 Johann Wilhelm Zinkeisen, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi 1(1299-1453), Çev. Nilüfer Epçeli, 1. Baskı, Yeditepe Yayınları, İstanbul,2011, s. 277. 160 Abdurrahman Daş,“Ankara Savaşı Öncesi Timur İle Yıldırım Bayezid’in Mektuplaşmaları”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi , S. 15, 2004, s. 146. 66

Oğuz geleneğine ilişkin izler görülmektedir.161Ahmedî’nin eserini Süleyman Çelebi’ye sunması, İskendername’de Oğuz geleneğine yapılan atıfların Osmanlı sarayı tarafından da kabul edildiğini göstermektedir. Ahmedî’nin Osmanlı hanedanın atalarının adını sayarken sık sık Oğuz adlarına yer vermesi bir tesadüf değildir.162Osmanlı hükümdarlarının İslam adına savaşan gaziler olduğu için, Anadolu Selçuklu Sultanı

Alâeddin’in Ertuğrul Gazi’ye kılıç hakkı olarak Sultanönü ve civarını verdiğini söylemiştir.163Anadolu’da kurulan beyliklerin Selçuklu Hanedanı ile akrabalık bağlarının kurulduğunu iddia etmesi veya hükümdarlık etme hakkının Selçuklu

Hanedanı tarafından kendilerine teslim edilmesi üzerine kurdukları meşruiyet, Osmanlı

Hanedanı tarafından da benimsenmiştir. II. Mehmed ve II. Bayezid zamanında yazılan

Osmanlı tarihlerinde, bu gelenek devam ettirilmiştir.

Enveri, Yazıcade Ali, Şükrüllah, Oruç Bey, Neşri gibi II. Mehmed döneminde yaşamış Osmanlı tarihçileriyle birlikte Osmanlı soyunun Oğuz Han ile olan bağlantısının daha güçlü bir şekilde vurgulanmaya başlanması tesadüf değildir.

Yazıcızade Ali, Osmanlı soyunu Oğuz Han’a çıkarmak için en çok gayret gösteren tarihçilerden biridir. Yazıcızade Ali Selçukname isimli eserinde:

“Osman Ertuğrul oğlusun,

Oğuz Karahan neslisin,

Hakkın bir kemter kulusun,

İstanbul’u aç gülzar yap”

161 Ahmedî, İskendername, Çev. Furkan Öztürk, 1. Baskı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2018, s. 569. 162 Ahmedî , a.g.e., s. 569. 163 Ahmedî , a.g.e.,s. 568-569. 67

diyerek Osmanlıların soyunu Oğuz Kağan’a bağladığı gibi İstanbul’u fethedecek neslin Osman’dan geldiğini söyler. Yazıcızade Ali’nin bahsettiği kişi II. Mehmed’den başkası değildir. 164

Yazıcızade Ali, Osmanlı soyunun diğer Oğuz Hanedanlarından ve Cengiz

Han’ın ailesinden daha üstün olduğunu belirtmiştir. Türkçe Selçuknamesi’nde yer alan

“Padişahımız Murad Han ki Eşref-i Al-î Osman’dur ve padişahlığa enseb ve elyaktır.

Oğuzların kalan hanları uruğundan ve Çingiz Han uruğunun ulu asil ve ulu sükükdür.”165ifadeleriyle Osmanlı hanedanının üstünlüğünü vurgulamıştır. Osman’ın soyundan gelenler, Cengiz Han’ın ardıllarından ve Selçuklu Hanedanı’ndan daha üstün olduğunu vurgulayarak, Anadolu üzerindeki başka bir egemenlik iddiasını tanımayacaklarını vurgulamıştır.Altın Ordu hanı Mahmud Han, II. Mehmed’i “Sultan-ı

Azam” olarak kabul etmiş ve ona göre hitap etmiştir.166 1475’te Altı Orda üzerinden

Tebriz’e giden Venedik elçileri, Ahmet Hanı Türkiye’ye karşı ayaklandırmak istemişse de han bu teklifi reddetmiştir.167

Kırım Hanlığının Osmanlı Devleti’nin matbuluğunu kabul etmesinin siyasi bir anlamı bulunmaktadır. Osmanlı Devleti, İlhanlılara yani Cengiz Han’ın ardıllarına vergi veren bir uç beyliği olarak kurulmuşken II. Mehmed ile birlikte Cengizoğulları’na yüksek egemenliğini kabul ettiren bir imparatorluk haline dönüşmüştür. Hacı Giray,

Cenevizlilere karşı II. Mehmed’den yardım istemek zorunda kalmış, Sultan 1454’te elli kadırgadan olsun bir donanmayı Kırım’a göndermiştir.168Kırım tahtına oturacak olan

Han, Osmanlı padişahının onayı alan bir vassal haline gelmiştir.

164 Karadeniz, Anadolu’da, 2008, s. 152 165 Turan, Türk…,2013, s. 101. 166 Akdes Nimet Kurat, Altın Ordu, Kırım ve Türkistan Hanlarına Ait Yarlık ve Bitikler, Burhaneddin Matbası, İstanbul, 1940, s. 46. 167 Togan, Umumi…, 1981, s. 355. 168 Togan, a.g.e., s. 354. 68

Erken dönem Osmanlı tarihçilerinden Ruhî, Osmanlı soyunu Kayı Han’a bağlamıştır ve Oğuz’un vasiyeti üzerine Kayı Han’ın ulu oğul olarak hüküm sürdüğünü belirtmiştir.169 Oğuz Han’dan sonra hanlık Kayı neslinde kalmıştır. Ancak, Selçuklu

Hanedanı’nın ve öteki Türk beylerinin galebesiyle egemenliğin Kayı Han’ın neslinden

çıkarak başka ellere geçtiğini belirten Ruhî “Hanlık Oğuz Han vasiyyeti mücebince ahir

Kayı Han evladına düşse gerekdür, ta kıyamete dek ol nesilden anı kimse almasa gerekdür.”170diyerekiktidarın ahir zamana kadar Osmanoğulları’nda kalması gerektiğini vurgulamıştır. II. Mehmed’i Anadolu, İran ve Maveraünnher’de hüküm süren Türk hükümdarlarından üstün kılmıştır. Hükümdarlık, II. Mehmed’e ve soyuna ait olan iktidar gücünü simgelemektedir.

Ruhî, Osman’ın soyunun yönetme erkini elinde tutan hanedan olduğu bilgisini

Korkut Ata’ya dayandırmıştır. 171 Korkut Ata, Dede Korkut’tan başka biri değildir.

Dede Korkut, Türkmen/Oğuz geleneğinde çok önemli bir yere sahiptir. II. Mehmed döneminde yaşamış bir tarihçinin dile getirdiği bu durum, Osmanlı hanedanının kendi meşruiyeti ile ilgili ortaya attığı önemli bir iddiayı yansıtıyor olabilir. Türkmenlerin nezdinde neredeyse Oğuz Kağan kadar saygın bir yere sahip olan Korkut Ata “Ahir zamanda hanlık tekrar Kayıya geçecek. Kimse ellerinden almayacak, ahir zaman olup kıyamet kopuncaya kadar… Bu dediği Osman neslidir, işte sürüp gidiyor.” diyerek

Osman’ın neslinin gerçek iktidara sahip olduğunu tescillemiştir.172 II. Mehmed’in saltanatı döneminde Osmanlı hanedanının Oğuz Han ile bağlantısının vurgulanması, bu iddiaların saray tarafından benimsendiğini, II. Mehmed’in kendi meşruiyetini pekiştirmek için bu geleneği kullandığını göstermektedir.

169 Bulduk, “Osmanlı Beyliğinin…”, 1999, s. 163. 170Ruhî, Ruhî Tarihi, Haz. Halil Erdoğan Cengiz-Yaşar Yücel, Belgeler, Ankara, 1992, s. 370. 171 Ruhî, a.g.e.,s. 370. 172 Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1969, s. 3. 69

Tarihçi Şükrüllah’ın Sadrazam Mahmud Paşa’ya ithafen yazdığı tarih Oğuz geleneğinin Osmanlı yönetimine nasıl yansıdığını göstermektedir. Cihanşah’ın sarayında Oğuznâme’nin Uygurcasını gördüğünü iddia eden Şükrullah,

Karakoyunlularla Osmanlıların akrabalığına vurgu yapmak istemiştir.173 II. Mehmed’in saltanat döneminde ise bu iddialarını eserinden çıkarmak zorunda kalmıştır.174II.

Mehmed’in merkeziyetçi ve iktidara ortak kabul etmeyen yapısı, bu durumun nedenidir.Şükrullah’ın vurguladığı akrabalık bağının eserinden çıkarılmasının sebebi, II.

Mehmed’in Karakoyunlu Hanedanı ile kan bağının bulunmasından utanması, Türkmen geleneğinin aşağılanması şeklinde düşünülmemelidir. Anadolu’da egemenlik iddiası sadece Osmanoğullarına ait olduğu için başka bir hanedan ile akrabalık kabul edilmemiştir. II. Mehmed evlilikler yoluyla Anadolu Beylikleri ile akrabalık kurmaktan geri kalmamıştır.

II. Mehmed, Anadolu üzerindeki başka egemenlik iddialarını kabul etmemiştir.

Karamanoğulları, Candaroğulları gibi beyliklere son verdiği gibi Akkoyunluların ve

Memlûklerin Anadolu üzerindeki hak iddiaları, savaşa bile sebebiyet vermiştir. Uzun

Hasan’ın II. Mehmed’e karşı Venedik ile ittifak kurma çabalarına girmesi, Osmanlı

Devleti’nin mülkü olan Tokat’ı yağmalaması ve halkını ortadan kaldırması bardağı taşıran son damla olmuştur.175 En nihayetinde 1473 yılında Otlukbeli Savaşı’nda karşı karşıya gelen iki hükümdarın karşı karşıya gelmesi, bir yandan göçebe asabiyeti ile merkezi-mutlakiyetçi imparatorluk arasındaki çarpışmanın bir örneğini teşkil etmiştir.

Uzun Hasan’ın hükümet düzeni “aşiretler topluluğunu” ifade ederken, II. Mehmed’in

173 Şükrullah, Behçetü’t-Tevarih, Üç Osmanlı Tarihi, Çev. Nihal Atsız, 1. Baskı, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2011, s. 203-204. 174 Tarkan Suçıkar, Ertuğrul Gazi: Osmanlı’nın Kökleri, 6. Baskı, Yediveren Yayınları, İstanbul, 2017, s. 52. 175 Aşıkpaşazade, Aşıkpaşaoğlu Tarihi, Haz. Nihal Atsız, 4. Basım, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2014, s. 187; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi: II, 11. Baskı, TTK, Ankara, 2016, s. 93-94; Kıvâmî, Fetihname, Haz. Ceyhun Vedat Uygur, 2. Baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2018, s. 383. 70

imparatorluk hükümeti çağının en ileri mutlakiyetçi düzeninin bir örneğidir.176 II.

Mehmed, Ankara Savaşı’ndan (1402) itibaren Osmanlı Devleti’nin korkulu rüyası olan

“doğudan istila” edilme tehlikesini de bertaraf etmiştir.

II. Mehmed döneminde İstanbul’un fethedilip merkezi bir cihan devletinin esasları atıldıktan sonra makbul hükümdar motiflerinin oluşturulması için geleneksel

Türk-Oğuz anânelerinin referans gösterildiği eserler kaleme alınmaya başlanmıştır.177 II.

Mehmed, Türk- Moğol devlet geleneğindeki sürekliliğin, konar-göçer imparatorluklardaki yöneticiler için kullanılan “Kağan” motifinin nasıl bir meşruiyet sağladığının farkındadır. II. Murad döneminde başlayan ve II. Mehmed ile artarak devam eden Oğuz geleneğine bağlanmanın asıl sebebi artık imparatorluk mahiyetini almış bir siyasi teşekkül için bulunabilecek en meşru atanın Türkmenlerin gözünde

Oğuz Kağan olmasıdır.II. Mehmed döneminde hanedan üyelerine verilen isimler

üzerinde de Oğuz geleneğinin izleri görülmektedir. II. Bayezid’in oğluna Korkud adının verilmesi, Cem Sultan’ın oğullarından birinin isminin Oğuz olması bir tesadüf değildir.

Hanedan arasında özellikle II. Murad’ın ve II. Mehmed’in saltanatı, Oğuz geleneğinin güçlü şekilde hissedildiği bir dönemi ifade eder. Oğuz geleneği, sadece II. Mehmed döneminde yazılan tarihlerde ya da II. Mehmed’in çevresinde yer alan bürokratların eserlerinde kendisini göstermez. Topkapı Sarayı, İstanbul’un yedi tepesine hâkim bir noktada inşa edilmiştir. II. Mehmed’in Topkapı Sarayı’nı, kadim Türk kozmogonisinin birer tezahürü olan Altun Dağın zirvesinde bulunan Tanrı Sarayları ile özdeşleştirmeyi amaçladığı iddia edilmiştir.178

Oğuzlara ait Kızıl Elma mefhumu, II. Mehmed’in yönetiminde devam eden bir gelenek halini almıştır. Kızıl Elma, bozkır geleneğindeki dünyayı ele geçirme amacının

176 Mustafa Akdağ, Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi, 2. Baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2014, s. 469. 177 Serhan Çınar, “Osmanlı Devleti’nde Geleneksel Oğuz Veraseti Üzerine”, Milel ve Nihal, 14 (1), 2017, s. 313. 178Çınar, a.g.m., s. 327. 71

bir simgesidir. Her bozkır imparatorluğu (aslında her imparatorluk), dünyayı ele geçirmeyi bir hedef olarak belirlemiştir ve asıl dünya kendi yaşadıkları, kendi egemenlikleri altında olan dünyadır. Kızıl Elma geleneğinin, daha doğru bir deyimle bozkırdaki cihangirlik iddiasının İslam’daki fetih düşüncesi ile birleşmesi, II. Mehmed döneminde kendini çeşitli şekillerde göstermiştir.II. Mehmed için Kızıl Elma, tahta ilk geçtiği dönemde İstanbul’dur. Kızıl Elma, İslamiyet’in kabulü ile birlikte dini bir nitelik kazanmıştır. İstanbul, Peygamberin hadislerinde gösterilen hedef şeklinde fethedilmiştir. Oluşturulan bu yeni geleneğe göre: Ayasofya’nın önünde dikili bir sütün

üzerinde, at üstünde bulunan Justinianus heykelinin bir elinde kızıl bir küre olup Türk

Kızıl elması ve cihân hâkimiyetinin yeni hedefi olmuştur.179 II. Mehmed, İstanbul’un fethi ile Hz. Muhammed’in hadisini gerçekleştirme şerefine erişmiştir.

II. Mehmed döneminde kullanılan Kızıl Elma tabirinden Roma’nın anlaşılması gerektiği iddia edilmiştir. Babinger, bu durumun ispatı olarak II. Mehmed’in çağdaşı bir

İtalyan olan Niccolo Sagundino’nun “Kendisine İtalya Kralllığını, Roma şehrinin zaptını ve İstanbul’u Tanrı tarafından tayin olunan devlet merkezi olarak vaad eden bazı kehanetlere dayanıyor. Bu hükümet merkezi de İstanbul değil, Roma imiş ve kızını zorla aldıktan sonra annesini (Roma’yı) de alabilmesi gayet tabii imiş.”180sözlerine dayandırmıştır. Sagundino’nun ifadesinde yer alan kehanetler ile Hz. Muhammed tarafından İstanbul’un fethedileceği müjdesi kast edilmiş olmalıdır. Kızıl Elma tabirinin sadece bir şehir için kullanılmadığı, değişen siyasi ve askeri koşullara göre yeni anlamlar yüklendiğini söylemek daha doğrudur.

Bernard Lewis, Türklerin İslamiyet’i kabul ettikten sonra muhafaza etmeye devam ettiği bazı unsurları belirtmiştir Osmanlı Devleti’nde bile ok, yay ve atkuyruğu

(tuğ), Orta Asya’dan İslam İslam topraklarına doğru ilk olarak nehirleri aşan atlı

179 Çınar, a.g.m., s. 328. 180 , “Fatih Sultan Mehmed ve İtalya”, çev. Bekir Sıtkı Baysal, Belleten, C. 17 , S. 65, 1953, s. 59. 72

süvarilerin hatırasını yâd edecek şekilde hüviyetlerini muhafaza etmişlerdir.181Oğuz geleneğinde ok ve yay hâkimiyeti temsil etmiştir. Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’den II.

Mehmed’e değin birçok hükümdar ve asker tarafından hâkimiyetlerinin simgesi olarak ok ve yay birçok yerde kullanılmıştır. Evliya Çelebi’den yapılan bir rivayete göre II.

Mehmed hâkimiyet alameti olarak İstanbul’un fethinden sonra Ayasofya’nın kubbesine ok yerleştirmiştir.182

Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda yer alan Osman Gazi ve nesline yönetme hakkının Allah tarafından verildiği iddiasının II. Mehmed tarafından da benimsendiği ve desteklendiği belirgindir. Osman Gazi’nin ve torunlarının politik girişimine ilahi bir sözleşme onayı vermek için düş öyküsü ileri sürülmüş olabilir, ancak düşün gerçekliği

üzerindeki uzlaşma, bütün sözleşmeler gibi ilahi onayı olduğu için Osman’ın soyunun erkinin kabul edilmesi gerektiğine işaret etmekle kalmaz, siyasal uzlaşma arayışına yönelik bir çalışma anlamına da gelir.183 Bu siyasi uzlaşma, II. Mehmed tarafından soyuna verilmiş yönetme erkini gösterebilmek amacıyla kullanıldığı gibi saltanatı esnasında Osmanlı hanedanının iktidarını paylaşan diğer güçlerin tasfiye edilmesi amacıyla da kullanılmıştır.

II. Mehmed’e ait olduğu iddia edilen bir keramet bulunmaktadır. Keramet, II.

Mehmed’in tabiiyetine girmiş olan Dulkadiroğlu Şehsuvar Bey’in cezalandırılmasıyla ilgilidir.184 İbn Kemal’in aktardığı bu keramete göre, Şehsuvar Bey, kendisi hep destekleyen II. Mehmed’in öğütlerini dinlemekten vazgeçmiştir ve II. Mehmed’e karşı isyan bayrağını açmıştır. 185 Şehsuvar Bey, Osmanlı Devleti’ne isyan ettiğini açıkça ilan etmiş, II. Mehmed tarafından ona gönderilen sancağı ve tablı parçalattırmış, padişahlık

181Lewis, “İslam Devlet…”, 1958, s. 216. 182 Turan, Türk…, 2013, s. 283-284. 183 Cemal Kafadar, “Ortaçağ Anadolusu ve Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu Üzerine”, Cogito, Ed. Vedat Çorlu, 14. Baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2017, s. 54-55. 184 Karadeniz, Anadolu’da….,2008, s. 82. 185İbn Kemal, Tevarih-i Al-î Osman,VII. Defter, 1991, s. 395 73

iddiasında bulunmuştur. Şehsuvar Bey, 1466’da II. Mehmed’in desteği ile iktidara gelmiş bir Dulkadiroğlu hükümdarıdır. Şehsuvar Bey, Memluklere karşı kazandığı zaferler neticesinde güçlü rakibini küçümsemeye başlamıştır. II. Mehmed, tavsiyelerini dinlemeyen bu isyankâr Bey’den desteğini çekmiş ve nihayetinde Memlukler tarafından yakalanan Şehsuvar Bey 1472’de Zamantı kalesinde idam edilmiştir. 186 Şehsuvar Bey,

İstanbul’un Fethi ile Peygamberin hadisindeki övgülere mazhar olmuş II. Mehmed’e, soyunun kutsallığı tasdik edilmiş bir hanedana isyan ettiği için ilahi adalet tecelli etmiş ve cezalandırılmıştır.187 II. Mehmed, İstanbul’un fethi ile soyunun kutsallığını tasdik ettirmiştir ve II. Mehmed’in iradesine karşı gelmek, ilahi ceza ile yüzleşmek ile neticelenir. II. Mehmed’in iradesinin kutsallığı vurgulanmıştır.

Osman’ın soyunun erkinin kabul edilmesi, Oğuz geleneğinin bir uygulaması olan kut anlayışı ile yakından ilişkilidir. Kut, sadece Oğuz geleneğinin değil Türk-

Moğol devlet geleneğinin bir parçasıdır. Osmanlı Devleti’nde iktidarın mutlaklaşması,

Osman Gazi’den II. Mehmed’e uzanan bir süreci kapsamıştır. Bu başlık altında kut anlayışına ilişkin söylenebilecek en önemli unsur, Osman Gazi’nin amcası Dündar’ı

öldürmesiyle hanedana ait her erkek bireyin yönetme hakkı vardır anlayışı kısıtlanmış olduğudur. I. Murad ile birlikte “Mülk, padişahın ve oğullarının ortak malıdır” anlayışına doğru evrilen kut, II. Mehmed’in kardeş katlini bir kanun maddesi ile düzenlemesi sonucunda, “Taç ve taht, mülk ve devlet, sadece padişaha” ait olan bir ilahi güç haline gelmiştir.

II. Mehmed, Cengiz Han’ın ardılı olduğunu, Türk-Moğol devlet geleneğine ve uygulamalarına sahip çıktığını yaptırdığı bir başka portresinde göstermiştir. II.

Mehmed’in resim eğitimi için İtalya’ya gönderdiği iki Türk ressam vardır: Sinan ve

çırağı Şiblizade. Türk ressamlara yaptırdığı portresinde II. Mehmed, bağdaş kurmuş bir

186 İbn Kemal, a.g.e.,s. 396-397. 187 Karadeniz, Anadolu’da…, 2008, s. 84. 74

halde resmedilmiştir. Bağdaş kurmuş halde resmedilen ya da minyatürleri yapılan tarihi simalar genelde Cengiz Han ve beş oğlu olmuştur. Bu poz, Cengiz Han’a ve ardıllarına yakıştırılan bir pozdur, başındaki beyaz ulema sarığı, elindeki gül ve mendil ile Timur ve Rönesans dönemlerine özgü gelenekleri birleştiren bu tablo, II. Mehmed’in cihan imparatoru olma arzusunu açık bir biçimde sergilemektedir.188

II. Mehmed’in yeni düzeninde, imparatorluğun dayandığı asli unsur olan Türk nüfusunun ayrıcalıklı bir konuma sahip olması mümkün değildir. İmparatorluk yapısı gereği belli bir etnik grubun imtiyazlara sahip olmasına müsaade etmez. II. Mehmed’in yönetimi esnasında, hanedan ile Türkler arasındaki ilişkiyle ilgili farklı görüşler ortaya atılmıştır. Ancak, II. Mehmed’in bozkır geleneklerine sahip çıkması, Cengizoğullarının meşruiyetinin yerini Osmanoğullarının meşruiyetinin alması, Karamanoğulları ve

Candaroğulları beyliklerini ortadan kaldırması, Uzun Hasan ile giriştiği iktidar mücadelesi vb. bunların tamamı Türkmenlerin gözünde meşruiyetini koruyabilmek ve otorite sahibi tek hükümdar olabilmek için atılmış adımlardır.

II. Mehmed, aynı zamanda Osmanlı tarihlerinin yazılmaya başladığı bir dönemin padişahıdır. Osmanlı Devleti’nin bir imparatorluk haline gelmesi, saray teşkilatının tam olarak yerleşmesi, egemenlik iddiaları ile birlikte artık hanedanın ama daha özelde II.

Mehmed’in kendi meşruiyet iddiaları için Osmanlı tarihini yazmaya başlayacak kişilerin sultanın çevresinde belirmesi doğaldır. Tursun Beğ gibi Osmanlı müellifleri tarafından

İslam-saltanat özdeşliğinin esas alındığı klasik Osmanlı imparatorluk retoriğinin sınırları, XV. yüzyıl itibariyle çizilmeye başlanmıştır. Böylece, II. Mehmed’den itibaren

Osmanlı sultanları, çok daha belirgin bir biçimde, kendilerini biri örfî (Oğuz Kağan

188Birdal, Kutsal…, 2017, s. 15. 75

soyundan gelme örfî temel), diğeri dini temel (Göbekten çıkan ağaç rüyasının da işaret ettiği gibi ilahi iradeye ve desteğe mazhar olma) üzerinde meşrulaştırmışlardır.189

Micheal Foucault’ya göre tarihçinin söylemi, gerçeklik içerisinde iktidarın hem doğrulanmasını hem de bu iktidarın güçlendirilmesini sağlamak zorunda olan, sözlü ya da yazılı bir tür seremoni olarak anlaşılmalıdır.190 Neşri, Tursun Beğ, Aşıkpaşazade,

Kritovulos, Ruhî, İbn Kemal, Oruç Beğ gibi Osmanlı tarihçilerinin önemli bir kısmı, II.

Mehmed döneminde yaşamış, önemli görevlerde bulunmuş ya da meslek hayatına adım atmış kimselerdir. Bu tarihçilerin Osmanlı hanedanı ile ilgili yazdığı iddiaların çoğunun, meşruiyet kaynağı olarak yorumlanabilecek söylemlerin II. Mehmed’in çevresinde konuşulan, kendisi tarafından desteklenen unsurlar barındırdığı açıktır. II. Mehmed’in saltanatı esnasında ortaya çıkan iktidarın yaratılması ve yoğunlaştırılması anlatısı, halefleri döneminde yoğunlaşarak devam etmiştir.

2.1.2. Gazi Sultan/Cihat İdeolojisi (İran-İslam Geleneği)

II. Mehmed’in evrensellik iddiasının temeli, İslam’ı tüm dünyada egemen din haline getirmektir. Osman Gazi’den itibaren padişahlar, en büyük meşruiyet kaynağı olarak gaza ve cihat anlayışını görmüşlerdir. II. Mehmed’in de en büyük meşruiyet kaynağı gaza ve cihattır, yani İslam’dır. II. Mehmed’in selefi olan Osmanlı padişahları cihat ve gaza yapmak için bir araya gelen birçok kişinin önderidir. II. Mehmed ise

189 Ahmet Yaşar Ocak, Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler, 5. Baskı, Tarih Vakfı Yurt Yayınları,İstanbul, 2013, s. 101. 190 Michel Foucault, Toplumu Savunmak Gerekir, Şehsuvar Aktaş (Çev.), 1. Baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2002, s. 78. 76

İslam’ın yüksek ideallerinin beden bulmuş hali, dünyevi iktidarı kendi bedeninde toplayan bir büyük bir sultandır.

II. Mehmed’in İslam’ı yayma ve İslam’ı hâkim din haline getirme çabası, kurduğu imparatorluğun en önemli ideolojik unsurlarından biridir. Hâkimiyet, Tanrı tarafından II. Mehmed’e bahşedilmiştir. Bu hâkimiyet telakkisi eski bir bozkır inanışıdır. Dünya hâkimiyetinin kendilerine Tanrı tarafından verildiğine inanan

Moğollar “Gökte bir Tanrı, yerde bir hükümdar” anlayışı ile hüküm sürmüşlerdir.191. II.

Mehmed’in temel dayanağı, İslam dininin yüksek egemenliğidir.Doğu devlet geleneğinde, hükümdarın ve soyundan gelenlerin Tanrı tarafından yönetmek için seçilmesi, egemenliğin ilahi temellere dayandırılması kalıplaşmış bir anlayıştır. Sadece doğu devlet geleneğinde değil imparatorluk kültürünün bir parçası olarak egemenliğin ilahi temellere dayanması önemli bir noktadır. II. Mehmed, tıpkı selefleri ve halefleri gibi bu anlayışı benimsediği gibi, kendi saltanatı esnasında bu anlayış bir metne dönüştürülmüştür ve karşımıza Kanunname-i Al-î Osman çıkmıştır.

Osmanlı Devleti, XV. yüzyılın sonlarına doğru artık en güçlü İslam devleti olduğu iddiasını kurumsallaştırmıştır. İbn Kemal, Osmanlı Devleti’nin kurumsallaşmış iddialarını özetlemiştir: Osmanlı yönetimi bütün İslam hanedanlarının yönetimlerinden

üstündür; hepsinden güçlü ve zengin olduğu için otoritesi kökleşmiştir.192 Osmanlı

Devleti, sahip olduğu tüm gücü ve zenginliği, kâfir topraklarını Darü’l-İslam’ın bir parçası haline getirerek yaptığı için, fetih üzerine kurulduğu için hepsinden

üstündür.193İbn Kemal’in dile getirdiği bu iddia, II. Mehmed’in izlediği imparatorluk kurma politikasının en net sonuçlarından biridir.

191Murtaza Çevik, “Moğolların Cihan Hâkimiyet Anlayışı, Dayanak Noktaları Ve Bu Konudaki Bazı Uygulamalar”, Turkish Studies, S. 10/13, 2015, s. 43. 192 Palmira Brummet, “Avrupa’da Osmanlı Genişlemesi, Yak. 1453-1606”, Türkiye Tarihi 1453-1603, Ed. Suraiya Faroqhi, Kate Fleet, 1. Baskı, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2016, s. 85. 193 İdris-i Bitlisi, Heşt Behişt: VII. Ketibe, Haz. Muhammed İbrahim Yıldırım, TTK, Ankara, 2013,s. 38. 77

Fetih ya da dini çatışma ideolojisi, II. Mehmed’in kurduğu imparatorluk meşruiyetinde yabana atılamayacak derecede önemli bir rol oynamıştır. Neşri,

Semendire ve Midilli fetihlerini tasvir ederken, Darü’l-İslam ve darü’l-harb terimleri

Osmanlı retoriğinin inşaatında ve övgü edebiyatında sürekli karşımıza çıkmaktadır.194

Anonim Osmanlı Tarihi’nde İstanbul’un fethinin ayet olarak Kur’an-ı Kerim’de yer aldığı vurgulanmış ve II. Mehmed’in Hakk’ın müjdesine nail olduğunu belirtilmektedir.195 Tursun Beğ, Neşri, Kıvâmî gibi Osmanlı yazarları, II. Mehmed’in yaşadığı dönemdeki “biz” ve öteki algısını, bu temel üzerinden kurmuşlardır.

Dini çatışma ideolojisinin imparatorluk retoriğinin inşasındaki yerini sadece

Osmanlı kaynakları öne sürmez. Bu fetihlerin altında yer alan asıl sebebin dünyayı ele geçirme hırsı ya da ekonomik mükâfat elde etmek değil, cihat olduğunu öne süren,

Batılı kaynaklar bulunmaktadır. Hırvatistan'da, Zatlar yakınlarındaki Niş'in Piskoposu

Curac Divniç 1493'te Papa VI. Aleksander'a gönderdiği bir mektupta, Bosna’nın

Osmanlılar tarafından ele geçirilmesi ile ilgili şunları yazmıştır: “Dolayısıyla

Osmanlıların bölgeye yaptıkları akınların ilk ve ana nedeni kanaatimce şudur: inananları

öldürmeye duyulan doymak bilmez bir iştah ve tüm dünyada iktidarı ele geçirme hırsı…” 196 Piskopos, II. Mehmed’in bir imparatorluk kurma hevesini dini çatışma ideolojisinin arkasına yerleştirmiştir.

İstanbul’un fethi, çeşitli Osmanlı kaynaklarında belirtildiği gibi o güne kadarki en büyük gaza olarak değerlendirilmiştir. II. Mehmed, kendisini İslam dünyasının en büyük gazi-sultanı, İslam’ın tek kılıcı olarak görmüş ve göstermek istemiştir. Neşri,

“Ulema, şeyhler, tekkelerde abdallar, yaşlı olsun, genç olsun, dünya halkı şunu diyordu:

“Bu, gazvelerin en büyüğüdür.”197 Anonim Osmanlı Tarihi’nde, halkın İstanbul

194Brummet “Avrupa’da…”, 2016, s. 104. 195 Anonim Osmanlı Tarihi, 1992, s. 78. 196Brummet, “Avrupa’da…”, 2016, s. 106. 197Neşri Tarihi II, 2014, s. 699-709. 78

Seferi’ne gönüllü olarak katılmasının en önemli nedenini büyük bir gaza olarak görülmesine bağlanmıştır.198 II. Mehmed’in İstanbul’un fethinden sonra Memluk

Sultanına gönderdiği mektupta da benzeri iddialar yer almıştır. II. Mehmed, Allah’ın gaza için kendisini Müslümanlara lider olarak seçtiğini iddia etmiştir.199

II. Mehmed, dinin savunucusu ve gazi bir hükümdar olarak kendi kamuoyunun desteğini sağlamıştır. II. Mehmed’in bu imajı, birçok din adamının ve mutasavvıfın

Osmanlı Devleti’nin desteklemesine sebep olmuştur. Otlukbeli Savaşı’ndan önce Uzun

Hasan’ın muzafferiyet duası istediği Halveti Pir Muhammed Erzincani’nin cevabı şu

şekilde olmuştur: “Osmanlı’nın üzerine varmaman senin için daha hayırlı olur. Çünkü

Mehemmed Han ve onun askerleri İslam gazileri ve ni’me’l-ceyş (fetih askerleri) dir.

Akıl sahipleri onlardan sakınır. Sözümüzün kıymetini, hayır ve şerrini daha sonra anlarsınız.” diyerek geri çevirmiştir.200 Uzun Hasan’ın Batı’nın önemli bir müttefiki olarak görüldüğünü gösteren bir başka emare, 1473’te Roma’da düzenlenen karnavaldır.

Karnavaldaki oyunlarda II. Mehmed’in karşısına çıkarılan düşman Uzun Hasan olmuştur ve oyunların sonundaki sözde dövüşte Uzun Hasan büyük bir zafer kazanmıştır.201

II. Mehmed’in çizdiği gazi padişah imajı, diğer Müslüman hükümdarların

Avrupa’ya yansımalarını etkilemiştir. Venedik Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti’nin rakipleri Karamanoğulları’nın ve Uzun Hasan’ın desteğini kazanabilmek için çeşitli elçilik heyetleri göndermiştir. Uzun Hasan, İtalya’da ünlü bir doğulu devlet adamı olarak tanınmış; iyi Müslüman, etnik olarak Türk değil İranlı, erdemli ve kültürlü bir

198Anonim Osmanlı Tarihi, 1992, s. 78. 199 Nicolae Iorga, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, Ed. Erhan Afyoncu, Yeditepe Yayınları, İstanbul, C. II., İstanbul, 2005, s. 62. 200 Türkan Alvan, “Fatih Sultan Veyis Redifli Gazelinde Kimi Methediyor”, Fatih Sultan Mehmed Han, Ed. Fahameddin Başar, Fatih Sultan Mehmed Vakıf Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2018, s. 386. 201 Jean-François Solnon, Osmanlı İmparatorluğu ve Avrupa, çev. Ali Berktay, 1. Basım, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2019, s. 138. 79

hükümdar şeklinde nitelendirilmiştir.202 II. Mehmed, Avrupa’nın nezdinde Türk egemenliğinin sembolüyken rakibi Uzun Hasan’ın bir İranlı olarak kabul edilmesi manidardır.’un fethini gaza hareketlerini devamı şeklinde gören Behiştî, Uzun

Hasan’ın bu fethin önüne geçmek için “Memleketime ziyanları dokunmasın” diyerek annesini ve Şeyh Hasan’ı II. Mehmed’e elçi olarak gönderdiğini belirtmiştir.203Uzun

Hasan’ın annesinin Trabzon Komnenoslarına dayanıyor olması, onu II. Mehmed’in fetihlerinden rahatsız olan bir hükümdar konumuna indirgemiştir. Sultanın Akkoyunlu hükümdarına yazdığı bir mektupta “Bizim memleketimiz Dar-i İslâmdır. Eben ân ced devletimizin çırağı küffar ehlinin yağiyle ruşendir” demesi ayrıca manidardır.204

Uzun Hasan’ın Venedik ile kurduğu ittifak, II. Mehmed’in Otlukbeli zaferini meşrulaştırmak için kullandığı bir araç haline getirilmiştir.II. Mehmed, zaferini çeşitli fetihnameler aracılığıyla komşu hükümdarlara duyurmuştur.205Uzun Hasan, Venedik’e gönderdiği bir mektupta II. Mehmed için şunlar yazılmıştır “…Osmanlı Türklerinin oğlundan, Mehmed Beyden başka bir düşmanımız, yolumun üstünde başka bir mânia yoktur. O da yenilmeyecek, mülkünden ve saltanatından atılmayacak bir şey değildir…”206Uzun Hasan’ın Venedik ve Papalık ile yaptığı ittifakı Hüseyin Baykara’ya

şikâyet etmiştir: “Şimdi anlaşıldı ki Uzun Hasan Bey’in ahd ve Peyman dilinde olup ef’alinde yokmuş; diyar-ı İslam taarruz için gayri Müslimlerle mektuplaşıp anları tahkir etmiştir.”207 II. Mehmed’in hükümdarlığının ilahi kökenleri Türkistan hükümdarlarına gönderdiği yarlıglarda karşımıza çıkmaktadır. II. Mehmed zaferini Türkistan

202 Norman Housley, Haçlı Seferleri ve Osmanlı Tehdidi, Çev. Mehmed Moralı, 1. Baskı, Alfa Yayınları, İstanbul, 2016, s. 126. 203 Behiştî Ahmed Çelebi, Tarih-i Behiştî: Varidat-ı Sübhani ve Fütuhat-ı Osmani, haz. Fatma Kaytaz, 1. Baskı, TTK, Ankara, 2016, s. 284. 204 Togan, Umumi …, 1981, s. 351. 205 Uzunçarşılı, Osmanlı…, 2016, s. 102. 206 Haydar Koç, Fatih Dönemi Osmanlı-Akkoyunlu İlişkikeri, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Yüksek Lisans Tezi Ankara, 2007, s. 74. 207UzunçarşılıOsmanlı…, 2016, s. 103. 80

hükümdarlarına bildiren Uygurca yarlıga "Allah Taila'nın inayeti ile Sultan Muhammed

Han sözüm" ifadesi ile başlamıştır.208

II. Mehmed’in Anadolu üzerindeki iddiaları, İslam’ın en önde gelen hükümdarı

şeklinde belirmesi, Osmanlı-Memluk ilişkisinin de değişmesine sebep olmuştur. II.

Mehmed’in Karamanoğullarına son vermesi, Dulkadir Beyliği’nin başına kendisinin desteklediği aday Şahsuvar Bey’in geçmesi gibi nedenlerle Osmanlı-Memluk çıkarları

Anadolu’nun güneyinde çatışmaya başlamıştır. II. Mehmed’in kendi imajını yeniden biçimlendirmesi ve bölgesel iddialarını daha güçlü bir şekilde vurgulamaya başlaması,

Memluk Devleti’nin kabullenebileceği sınırların ötesinde hamleler olarak değerlendirilmiştir. Memlukler, eski statükoyu korumuşlardır. Bu statüko, Osmanlıların

Memluk üstünlüğünü, Memlukların da Osmanlıların topraklarını genişletmesini kabul etmesine dayanmıştır.209

II. Mehmed, İstanbul’un fethinden sonra Memluk hükümdarı İnal Şah’a gönderdiği fetihnamede “Şimdi ibadeti sever kullar için hac merasimini yeniden canlandırmak zahmetini üzerine almış bir kimse ile baba ve dedelerde- Tanrı onlara

öteki dünyada vad’edilmiş olan nimetleri lütfetsin!- miras olduğu üzere, gaza ve cihad ehlini techiz etmek meşakkatlerini üzerine alan bir kimse arasında dostluk ve karşılıklı sevgi ile bağlanma zamanı gelmiştir.”210 İfadelerini kullanmıştır. II. Mehmed, bir hanedana mensup olduğunu vurguladığı gibi, Abbasi Halifesi’nin Kahire’de yaşadığını hiçe sayarak, Osmanlı padişahının gaza ve cihat görevini üstlendiğini belirtmiştir. II.

Mehmed’in fetihnamede kullandığı bu ifadeler, Osmanlı padişahının kendisini İslam’ın siyasi önderi olarak gördüğü şeklinde yorumlanabilir.

208Turan, Türk…, 2013, s. 120. 209 Cihan Yüksel Muslu, Osmanlılar ve Memluklar: İslam Dünyasında İmparatorluk Diplomasisi ve Rekabet, Çev. Zeynep Rona, 1. Basım, Kitap Yayınevi, İstanbul 2016, s. 151. 210 Ahmet Ateş, "İstanbul'un Fethine Dair Fatih Sultan Mehmed Tarafından Gönderilen Mektublar ve Bunlara Gelen Cevablar," Tarih Dergisi, S. 7, 1952, s. 16. 81

II. Mehmed iktidarının ilk yıllarında Memluklerle dengeli ve mesafeli bir ilişki kurulmuştur. Diplomatik ziyaretlerin usulüne uygun yapılması, devletler arasında giden gelen heyetlerin varlığı, sunulan hediyelerin mahiyeti göz önüne alındığında II.

Mehmed’in değişen imajına ve güçlenen prestijine rağmen iki devlet arasında herhangi bir çatışma yaşanmamıştır.211 II. Mehmed’in kendisini en güçlü İslam hükümdarı olarak görmeye başlaması, elçilerin davranışlarına ve hükümdarlar arasında giden gelen mektupların içeriğine de yansımıştır. Hem Osmanlı Devleti’nin hem de Memluklerin

Dulkadiroğulları’nın ve Karamanoğulları’nın iç işlerine karışması, kendi destekledikleri beyler üzerinden yürütülen vekâlet savaşları ilişkilerin gerilmesine neden olmuştur.

Uzun Hasan’a karşı Memluklerin ve Osmanlı Devleti’nin üstü örtülü bir şekilde ittifak kurması, II. Mehmed’in Zeynel Mirza’nın kesik başını sergilenmek üzere Kahire’ye göndermesi212 ilişkilerin bir süreliğine yumuşadığını gösterir. II. Mehmed’in İskenderlik işlerini tamamlamak ve hükmünü bütün cihana yaymak üzere Arap ve Acem memleketlerinin üzerine yürüdüğünü bildiren İdris-i Bitlisi, son seferin aslında

Memlukler üzerine olduğunu belirtmiştir.213 II. Mehmed, İslam dünyasının önderliğine soyunacak kendisinden başka bir devlet kabul etmediği gibi, kendi iktidarını tanımayı reddeden herhangi bir siyasi teşekkülün varlığına müsaade edecek karakterde bir sultan değildir.

Osmanlı Devleti, dini çatışma retoriğini kullanarak hem Avrupa’daki rakipleri karşısında tebaasının desteğini kazanmış hem de diğer Müslüman devletler karşısında psikolojik bir üstünlük yakalamıştır. II. Mehmed’in gazi padişah olması, İslam dünyasının o güne kadar yaptığı en önemli fethi gerçekleştirmesi Osmanlı Devletine

önemli bir ideolojik silah kazandırmıştır. Maverdi, devletin temelinin din, güç ve servet

211Muslu, Osmanlılar ve…, 2016,s. 150-162. 212İbn Kemal, Tevarih-i Al-î Osman,VII. Defter, 1991, s. 366. 213Heşt Behişt,2013, s.264. 82

olduğunu belirtmiştir.214 Temeli din olan devletlerin daha uzun süre yaşayacağını ve daha güçlü siyasi teşekküller haline gelecekleri iddiaları arasında yer almaktadır.215 II.

Mehmed, Maverdi’nin siyaset felsefesinde olduğu gibi, devletin temelini dine dayandırarak süreklilik arz edecek bir ideoloji üzerine imparatorluğunu inşa etmiştir. II.

Mehmed’in seleflerinin de kullandığı “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” kavramı, II.

Mehmed’in hazırlattığı kanunnamelere de yansımış ve hukuki bir nitelik kazanmıştır.216

Türk-İslam devlet geleneğinde “Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi, yeryüzündeki gölgesi” şeklinde formülize edilen egemenliğin ilahi kökenleri, Osmanlı padişahları açısından önemli bir meşruiyet kaynağını yansıtmaktadır.

II. Mehmed’in meşruiyetini İslam’dan alan bir başka söylem daha vardır ki, bu da adalettir. Adalet, İslam dünyasının tamamı tarafından hükümdarın yerine getirmek zorunda olduğu bir görev olarak kabul edilmiştir. Hükümdar, tahta geçtiği andan itibaren Allah’ın adaletini insanlığa dağıtan kutsal kişi kimliğini üstlenmiş olmaktadır.

217 Ayrıca, adalet dairesi İran-İslam imparatorluk geleneğinden alınmış bir kavram olarak önemini korumuştur. Tursun Beğ de bir hükümdarın en önemli özelliği olarak adaleti vurgulamıştır. 218

II. Mehmed’in meşruiyetinin ilahi temelleri, Ebu Eyüp El Ensari’nin mezarının

İstanbul’un fethinden hemen sonra bulunması hadisesinde de kendisini gösterdiği söylenebilir.219 II. Mehmed, fetihten hemen sonra Eyüp El Ensari’nin mezarının nasıl bulunacağını Akşemsettin’e sormuş ve Akşemsettin’in “İşte, nur burada.” Cevabı

üzerine yapılan kazı ile söz konusu mezar bulunmuştur.220 Bu hadisede vurgulanan

214 Maverdi, Siyaset Sanatı, Çev. Mustafa Sarıbıyık, 2. Baskı, Özgü Yayınları, İstanbul, 2014, s. 16. 215 Maverdi, a.g.e., s. 17. 216Ergin Ergül, “Jean Bodin’in Devlet Teorisi Üzerindeki Osmanlı Etkisi”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. XX, S. 1, 2016, s. 315. 217 Eroğlu, “Osmanlılarda İktidarın…”, 2003, s. 19. 218 Tursun Bey, Tarih-i Ebü’l Feth, Ed. Fatih Kerem Yardım, Seval Orhan, 1. Baskı, İstanbul, İlgi Kültür Sanat Yayınları, 2014, s. 14. 219 Hüseyin Algül, “Ebu Eyyüb El Ensari”, DİA, C. 10, 1994, s. 124. 220İbn Kemal, Tevarih-i Al-î Osman,VII. Defter, 1991, s. 100-101. 83

husus mezarın bulunmasından ziyade, Hz. Muhammed’in sahabesinin Müslüman

önderlere vasiyet ettiği İstanbul’un fethinin II. Mehmed tarafından tamamlanmasıdır.

II. Mehmed, İslam’ı sadece fetihlerinin ideolojik altyapısını hazırlamak için kullanmakla yetinmemiştir. Kendi tasavvurundaki mutlakiyetçi-merkezi dünya imparatorluğuna en uygun kimlik aynı zamanda Müslümanlık temelinde yükselmiş olan bir Osmanlı kimliğidir. Güçlü Türk ailelerini yönetimden uzaklaştırması ve devşirme kökenlileri kendi iktidarının gölgesi yapmasının en önemli ideolojik unsuru İslam’dır.

Bir kişi, Müslüman olduktan sonra zekâsına ve yeteneklerine göre devlet kademesinde istediği kadar yükselebilmiştir. Bu kişi, artık bir Osmanlıdır ve devletin kurucu unsuru olan Türklerin sahip olduğu her türlü hakka sahiptir.

Tursun Beğ, padişahların diğer insanlardan daha üstün olduğunu iddia etmiştir.

“Andolsun biz insanoğluna şan, şeref ve nimetler verdik; onları karada ve denizde taşıdık, kendilerine güzel güzel rızklar verdik ve onları yarattıklarımızın çoğundan üstün kıldık.”221ayetini kendi kanaatinin meşru temeli olarak göstermiştir.222 Tursun Bey,

Osmanlı padişahının mutlak güce sahip olduğunun altını çizer. Ama bu mutlak güç, adalet çerçevesinde sağlanmalıdır. Düzenin ve otoritenin sağlanmasındaki en önemli unsur adalettir ve adalet, sınırsız yetkiye sahip bir kişinin kendi iradesine göre dağıttığı bir şey değildir.223 II. Mehmed’in sarayında bürokratlık yapan ve defterdarlık makamına kadar yükselen Tursun Beğ’in devlet idaresi ile ilgili düşünceleri aslında II. Mehmed’in düşünceleridir. En azından onun sarayında ve onun katında dile getirilen düşünceler olduğu söylenebilir.

Tursun Beğ’e göre padişah (II. Mehmed) şu özellikleri taşıyan bir yöneticidir:

Allah’ın gölgesi, İslam hükümdarı, tüm dünyanın hükümdarı, hükmü insanlar dışında

221https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/%C4%B0sr%C3%A2-suresi/2099/70-ayet-tefsiri (30.01.2019) 222Tursun Bey, Tarih-i Ebü’l Feth, 2014, s. 15. 223 Tursun Bey, a.g.e., s. 14-15. 84

kalan varlıklara da geçen kişi, güçlü ve muzaffer, adil, cömert ve yardımsever, akıllı ve bilgili, dindar, asil kan taşıyan, talihli ve başarılı.224 İslamî yönetim anlayışı, yoğun

şekilde vurgulanmıştır. II. Mehmed’in memleketlerin idaresinde, kurtarılmasında, düşmanın yok edilmesinde, hazinenin zenginleşmesinde ve saltanat işleri ile ilgili yaptığı sayısız iyiliğin birer hikmet olduğunu belirtilmesiyle esasında tam manasıyla kutsal bir hükümdar modeli ortaya koymuştur.225 Tursun Beğ’in ortaya koyduğu, II.

Mehmed tarafından temsil edilen hükümdar tipi, icraatları ve yaptığı düzenlemelerle, kendine mahsus bir Osmanlı padişahı tipinin ilk örneğini teşkil etmiştir.

II. Mehmed’in iktidarını betimlemek için kullanılan bazı benzetmelerde yoğun bir İran etkisi göze çarpmaktadır. Kıvâmî, Sivrice Hisar’ın ve Amul Kalesi’nin fethini anlatırken sefere hazırlanan II. Mehmed’i şöyle betimlemiştir: “Hemen, âlem padişahı, hüma kuşu gibi ya da aslana binmiş güneş gibi ata bindi.”226 Hüma kuşu ve aslana binmiş güneş motifleri, Pers İmparatorluğu kökenli iktidar sembolleridir. Bu sembollerin II. Mehmed’in tasviri için rastgele seçilmediği aşikârdır. Yakın Doğu tipi imparatorluk modeli, II. Mehmed’i de etkilemiştir ve imparatorluk modelinin kökeni

İran’a dayanmaktadır. Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarında İlhanlara bağlı olması,227

Timur’un İlhanların ardılı olarak I. Bayezid’in elindeki Anadolu topraklarında egemenlik iddiasında bulunması ve Uzun Hasan’ın iddiaları düşünülürse, II. Mehmed’in betimlenmesinde İran’ın egemenlik anlayışına ait simgelerin kullanılması, Osmanlı

Devleti’nin Doğu ile boy ölçüşebilecek bir noktaya geldiğini gösterir.

224 Tursun Bey, a.g.e., s. 16-17. 225 Haldun Eroğlu, Osmanlı’da Muhalefet, İstanbul, 1. Basım, Bilge Kültür Sanat Yayınları, İstanbul, 2016, s. 20. 226 Kıvâmî, Fetihname, 2018, s. 177. 227 Bu iddia kesin olarak ispatlanabilmiş bir iddia değildir. Gazan Han adına Söğüt’te basılan sikkelerin bulunması, bu iddianın temelini teşkil etmektedir. Bkz: F. Emecen, Osmanlı İmparatorluğu’nun…, 2015,s. 38. 85

2.1.3. Roma-Bizans Anlayışı ve Diğer Meşruiyet İddiaları

II. Mehmed’in İstanbul’u fethetmesi ile birlikte siyasi iktidarın meşruiyetini besleyen bir gelenek daha Osmanlı iktidarının bir parçası haline gelmiştir: Kayserlik. II.

Mehmed Kayser sıfatını siyasi bir vasıta, fetihleri için meşru bir hareket noktası saymıştır.228 İstanbul’un fethi ile birlikte II. Mehmed inşa ettiği imparatorluğu için yeni bir retorik ve imparatorluk mirasına sahip olmuştur. Bu miras, Roma- Bizans

İmparatorluğu’nun mirasından başka bir şey değildir. II. Mehmed, babası gibi kendisini yalnızca Balkanlar'a ve Güneydoğu Avrupa'ya egemen olan bir hükümdar olarak görmekle yetinmemiş aynı zamanda Rum (Roma) kayseri ve İslam dünyasının başı olarak görmek istiyordu.229

Osmanlıların kayser, çar, basileus ve imparator gibi İslamiyet’ten önceki dönemlere ait ya da Müslüman olmamış toplumlar tarafından kullanılmış unvanları benimsemeleri, Müslüman olmayan toplumları yatıştırmak ve düşman Avrupa elitler tarafından tanınabilmek için yapılan bilinçli bir çabanın ürünüdür.230 II. Mehmed’in madalyon yaptırmasının ve portrelerini çizdirmesinin ardında da aynı politik nedenler bulunmaktadır. Avrupa’da Roma’nın halefi olarak tanınabilmesi için sadece askeri gücünün değil kendisinin de bir imparator olarak görünür hale gelmesi gerekmiştir.

II. Mehmed döneminde, Osmanlı Devleti’nin Balkanlara iyice yerleşmesi,

Balkanlarda yaşayan Hristiyan reayanın Osmanlı hükümdarına bakış açısını da değiştirmiştir. Bulgarlar, Sırplar vb. Balkan halklarının dilinde imparator veya

228 Halil İnalcık,“Osmanlı Tarihine Toplu Bir Bakış”, Osmanlılar, Ed. Güler Eren, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, C. I., 1999, s.71. 229 Muslu, Osmanlılar ve…, 2016,s. 150. 230 Dariusz Kolodziejczyk, “Khan, caliph, tsar and imperator: the multiple identities of the Ottoman sultan”, Universal Empire, Ed. Peter Fibiger Bang, Dariusz Kolodziejczyk, Cambridge University Press, Cambridge, 2012, s. 192. 86

hükümdar kelimesini karşılayan doğru unvan “Tsar” yanı çardır. II. Mehmed,

Balkanlarda yaşayan Hristiyan reayanın tsar diyerek andığı ilk Osmanlı hükümdarıdır.

1476’ta bir Bulgar rahibi, Stefan, II. Mehmed’i nitelerken “.makûs kaderli, aksi ve açgözlü, hain çar Mehmed Bey.” ifadelerini kullanmıştır.231 II. Mehmed için kullanılan hain, aksi vb. sıfatlar bir tarafa bırakılırsa Sultan’un Ortodoks halk tarafından çar

şeklinde nitelendirilmesi manidardır. Vladislav adındaki bir papaz yardımcısının el yazmalarında “Büyük otokrat Müslüm Çarı’nın döneminde, Emir Mehmed Beğ” ifadesine rastlanmıştır.232 Bazı Bulgar yazarların Sultan’ı benimsedikleri, iktidarı ele geçirmiş gaspçılar olarak görmedikleri bu ifadelerden anlaşılabilir.

Balkanlar’da yaşayan Ortodoks halk tarafından II. Mehmed’in meşru bir imparator olarak tanınmasının bir başka göstergesi, II. Mehmed’in soyunun Bizans imparatorluk sülalelerinden birine bağlanma çabasıdır. Eflak voyvodaları ile ilgili yazılmış olan bir kronikte, Osmanlı sultanlarının Bizans İmparatorluğu’nun meşru varisleri olduğu iddia edilmiştir.233 Kroniğin sahibi şu satırları kaleme almıştır:

“Çelebinin (İona Kommen) oğlundan Ertuğrul doğdu; Ertuğrul’dan ise Osman…

Osmanlı sultanları işte bunların torunlarıdırlar. Türkler, Tarigrad (İstanbul)

İmparatorluğu’nun meşru sahipleridir, çünkü bunlar Komnen Hanedanı’na dâhildirler.”234 Bu iddia, Spandounes tarafından da dile getirilmiştir. Spandounes,

İstanbul’un fethinden sonra Venedik’e göç eden Rum mültecilerin soyundandır ve eski hanedanlardan Kantakuzenosların akrabasıdır.235 Spandounes, Osmanlı Hanedanı’nın

231 Kolodziejczyk, a.g.m.,s. 185. 232 Kolodziejczyk, a.g.m.,s. 185. 233 Mehmed Ali Ekrem, Romen Kaynak ve Eserlerinde Türk Tarihi: Kronikler, 1. Baskı, TTK, Ankara, 1993, s. 173. 234Ekrem, a.g.e., s. 173. 235 Theodore Spandounes, On the origin of the Ottoman Empires, Çev.Donald M. Nicol, First Published, Cambridge University Press, Cambridge, 1997, s. vii. 87

Tatar soyundan gelmediğini, II. Mehmed’in buna kesinlikle inanmadığını, Sultan’ın atalarının Isaac Komnenos adında birinin soyundan geldiğini öne sürmüştür.236

Dönemin hem Romen kaynaklarında geçen hem de Spandounes tarafından dile getirilen bu iddianın gerçeklikten uzak olduğu aşikârdır. Spandounes’in bu iddianın II.

Mehmed tarafından dile getirildiğini iddia etmesi, Osmanlı başketinde bilinçli bir

şekilde bu iddiaların yayıldığı şüphesini yanında getirmektedir. Bizans tahtının yeni sahibi II. Mehmed, Osmanoğulları ile Komnenos Hanedanı237 arasında sunni bir bağ olduğu düşüncesini yaymış olabilir. Kan bağı, modern dönemlere kadar önemli bir meşruiyet aracı olarak kullanılmıştır. Bu söylence, II. Mehmed’e kan bağı yoluyla

Bizans tahtı üzerinde hak iddia etme olanağını sağlamıştır.

Johannes Leunclavius, Spandounes ve Niceta Choniate gibi Grek tarihçilerin yazdıklarından yola çıkarak Komnenos soyundan Müslüman olan bir prensin bu iddiaların kaynağı olduğunu belirtmiştir.238 Daha sonra Müslüman olan Isaac

Komnenos, bu iddiaların kaynağı durumundaki kişidir. Bizans tahtı üzerinde hak iddia eden Isaac Komnenos, Anadolu Selçuklu Sultanı I. Mesud’un yanına sığınmak zorunda kalmıştır.239 Bu sabık Komnenos Müslüman olduktan sonra Alaeddin’in kızlarından biriyle evlenmiş240, Osmanlı Hanedanı’nın kurucusu olmuştur. Isaac Komnenos’un

Müslüman olduktan sonra I. Mesud’un kızlarından biriyle evlendiği bilinmektedir.

Oğuz/Kayı geleneğine göre Ertuğrul Gazi Alaeddin Keykubat tarafından serhad illerine

236 Spandounes, a.g.e.,s. 11. 237 Bizans İmparatorluğu’nu 1081-1185 arasında yöneten hanedandır. Hanedana mensup bir kol, İstanbul’un Latinler tarafından ele geçirilmesinin üzerine Trabzon’a kaçmış ve orada müstakil bir devlet kurmuştur. Güçlü ve dirayetli imparatorlar yetiştirmiş, saygıdeğer bir hanedan olarak tarihteki yerini almıştır. Bkz: Paul Magdalino, “The Empire of Komnenoi (1118-1204)”, The , Ed. Jonathan Shepard, Cambridge University Press, Cambridge, 2008, s. 627-664. 238 Johannes Leunclavius, Türk Milletinin Tarihi II, Çev. Türkis Noyan, 1. Baskı, Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 2019, s. 24. 239 Paul Magdalino, “The Empire of Komnenoi (1118-1204)”, The Byzantine Empire, Ed. Jonathan Shepard, Cambridge University Press, Cambridge, 2008, s. 630. 240Spandounes, On the origin …,1997, s. 11. 88

gönderilmiştir.241 Bu söylence, Osmanlı Hanedanı’nı sadece Bizans imparatorlarına bağlamakla kalmamış aynı zamanda Selçuklu Hanedanı ile bir bağın kurulmasını da sağlamıştır. Osmanoğullarının kendisinden önce Anadolu’yu yönetmiş olan iki siyasi teşekküle kan bağıyla bağlanması, II. Mehmed’in zımnen desteklediği bir argüman olabilir. Leunclavius, II. Mehmed’in halkın alt tabakalarından gelen atalara sahip olmaktan hoşlanmayacağını belirtmiştir.242 II. Mehmed’in kendi selefleri ile kıyaslanmaktan kaçındığı düşünülecek olursa, Leunclavius’un Sultanla ilgili tespitleri anlaşılabilir.

Kritovulos’a göre Osmanlı Hanedanı sırasıyla Mısır, Yunanistan ve İran’da yaşamış soylu bir aileden gelmektedir.243 Kritovulos, aslında II. Mehmed’in Grek soyundan geldiğini iddia etmiştir. Papa II. Pius’un II. Mehmed’e Hristiyan olması karşılığında “Greklerin ve Şarkın İmparatoru” unvanını vermeyi teklif etmesi 244 ile

Kritovulos’un ve Eflak Kroniklerinin iddiaları arasında bir paralellik bulunmaktadır. Bu söylemler, Türk egemenliğini kabul etmiş elitlerin Osmanlı iktidarını meşrulaştırmak için ortaya attıkları birer iddia olabileceği gibi yerli halkın desteğini kazanmak için

Osmanlı padişahları, özellikle II. Mehmed, tarafından desteklenmiş birer iddia da olabilir. Kritovulos’un kurmaya çalıştığı bağ, II. Mehmed tarafından zımnen desteklenmiş olabilir. Bu söylemler, yerel halk ve yerel elitler gözünde II. Mehmed’in ve doğal olarak Osmanlı egemenliğinin yerleşmesine yardımcı olmuştur.

İstanbul’un fethinden sonra II. Mehmed’in Sultan’ül Berreyn ve Hakan’ül

Bahreyn (İki Kıtanın ve İki Denizin Hükümdarı) unvanının yani sıra Kayser-i Rum unvanını alması, Roma mirasını devraldığını gösteren bir hükümdar için sürpriz

241 Aşıkpaşazade, Osmanlıoğullarının Tarihi, Haz. Kemal Yavuz, M. A. Yekta Saraç, 4. Baskı, İstanbul, K Kitaplığı, 2003, s. 55. 242Leunclavius, Türk Milletinin…, 2019, s. 24. 243 Kritovulos, İstanbul’un Fethi, Çev. Karolidi, 3. Basım, Kaktüs Yayınları, İstanbul, 2011 s. 13-14. 244İnalcık, “II. Mehmed”, 2003, s. 513. 89

değildir.245II. Mehmed, dönemin siyasi, iktisadi ve jeo-politik koşullarını göz önüne alarak fetih politikasına yön vermiştir. Fetih politikasında bazı gelenekleri ve seleflerinin politikalarını, Selçuklu Devleti’nin mirasını birleştirmek, cihad ve gaza anlayışını devam ettirmek gibi, göz önünde bulundurduğu açıktır. Sezarların makamının ele geçirilmesinin neticesi olarak II. Mehmed kendisini onların halefi olarak kabul etmiştir ve Bizans İmparatorluğu’nun daha önce hüküm sürdüğü toprakları kendi egemenliği altında birleştirmiştir.246

II. Mehmed, Anadolu’daki eski medeniyetlerin temsilcisi olduğu iddiasını da taşımıştır. Kayser-i Rum unvanı, kullandığı unvanlar arasından sadece birisidir.

Anadolu’da ve Rumeli’nde yasayan Yunanların İmparatoru olan II. Mehmed, Troya

Harabelerini, efsanevi Akhilleus Tepesini ve Ajax Tepesini ziyaret eder.247 II.

Mehmed’in yaptığı iddia edilen bir konuşmada Troyalı kahramanları över ve Yunanları,

Makedonları, Selaniklileri ve Moralıları muhteşem İllium’u yok ettikleri için eleştirir.248

II. Mehmed’in sözlerinde dikkat edilmesi gereken hususlardan biri, kendi fetihlerini tarihi bir gerekçeye dayandırmak istemesidir. Anadolu’daki kadim uygarlıkların mirasçısı olan Sultan faaliyetleriyle bu uygarlıkların intikamını almıştır. II. Mehmed’in

Mora’nın fethini bu şekilde meşrulaştırmaya çalışması, yüksek bir tarih bilincini ve siyasi araç şeklinde kullanabilen farklı meşruiyet söylemlerinin varlığını göstermektedir.

II. Mehmed’in İstanbul’un fethini Truvalıların intikamı olarak değerlendirdiğine yönelik rivayetler, sonraki yıllarda Avrupa’da inşa edilecek Osmanlı retoriğinin de temelini atmıştır. Mario Fielfo’nun 1470’lerde kaleme aldığı şiirinde II. Mehmed

245 Zeynep Aydoğan, “ Changing Perceptions along The Frontiers: The Moving Frontier with Rum in Late Mediavel Anatolian Frontier Narratives”, Ed. Christine Isom Verhaaren, Kent F. Schull, First Edition, Indiana University Press, Indiana, 2016, s. 38. 246 Halil İnalcık, Osmanlılar ve Haçlılar, 4. Baskı, Alfa Yayınları, İstanbul, 2017, s 116. 247 İstanbul’un Fethi, 2011, s. 153. 248 Franz Babinger, Fatih Sultan Mehmed ve Zamanı, Çev. Dost Körpe, 5. Baskı, Oğlak Yayınları, İstanbul, 2003, s. 191. 90

Hannibal, Pirus, Kiros ve Makedonyalı Philip gibi büyük tarihi karakterlerin arasına yerleştirilmiş, Yunanların Truva’ya yaptığı zulmün intikamının nihayet alındığından bahsedilmiştir.249 II. Mehmed’in ve onun nazarında Türklerin Anadolu’daki eski uygarlıkların veya Troyalıların soyundan geldiği, mirasçısı olduğu iddiası dönemin hümanistleri tarafından da dile getirilmiştir. Hem Osmanlı Devleti’nde hem Batı Avrupa devletlerinde İtalyanlar, Fransızlar ve Osmanlılar dahil çeşitli halkların Troyalıların,

Teucri’nin soyundan geldiğini, onların da Yunan Tanrısı Apollo ile Troya Kralı

Kassandra’nın soyundan geldiği fikri oldukça yaygınlaşmıştır.250Türkler ile Troyalılar arasındaki bu simgesel bağlantı, II. Mehmed’in saltanatından hemen önce kurulmaya başlanmıştır. 1437’de İstanbul’u ziyaret etmiş İspanyol seyyah Pero Tafur, İstanbul’da yaşayan Yunanların ahlaksız bir kitle olduğunu belirtmiştir ve bunu tarihi bir referans olarak kullanmıştır.251 Seyyah, aslında Yunanların başına gelenleri hak ettiği ve artık II.

Mehmed’in egemenliği altında yaşamak zorunda olduklarını ima etmiştir. Aynı seyyah,

Türklerden şu sözlerle bahsetmiştir “Asil ve doğru bir millettir. Ülkelerinde asilzadeler gibi yaşarlar… Mutlu ve alicenaptırlar…”252

II. Mehmed’in sarayında ve çevresinde yer alan Avrupalı çevre, II. Mehmed tarafından özellikle İtalya’ya gönderilen temsilciler toplumların birbirleri ile ilgili görüşlerini etkilemeye başlamıştır. Osmanlı Devleti’nin kuruluşuna kadar Avrupa ve

Doğu toplumları arasındaki ilişki biçimi, çatışma ve savaş üzerinden şekillenmiştir.

Toplumlar arasındaki vasıflı iş gücünün, sanatçılar ve zanaatkârların, coğrafya bilginlerinin, diplomatik temsilcilerin, âlimlerin, paralı askerlerin ve mühendislerin dolaşımının yoğunlaştığı dönem, II. Mehmed’in saltanat yıllarına denk gelmiştir. II.

Mehmed için bu dolaşım çok önemlidir. II. Mehmed, bu dolaşım sayesinde Avrupa’da

249 İbrahim Kalın, Ben, Öteki ve Ötesi: İslam-Batı İlişikleri Tarihine Giriş, 15. Baskı, İnsan Yayınları,İstanbul, 2018, s. 79. 250 Claire Norton,“Sınırların Bulanıklaşması”, Rönesans ve Osmanlı Dünyası, Der. Anna Contandini, Claire Norton, 2. Baskı,Koç Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2018, s. 19. 251Kalın, Ben, Öteki…, 2018, s. 204. 252Kalın, a.g.e., s. 204. 91

olup biten siyasi, ekonomik ve kültürel olaylara hâkim olduğu gibi bir imparator imgesi yaratırken İtalyan ve Yunan danışmanları, bilim adamlarını, sanatçıları kullanmaktan geri durmamıştır.

Kıbrıs sarayının bir elçisi II. Mehmed ile ilgili şu sözleri sarf etmiştir: “Yeni

Roma’nın kâfir yeni imparatorunun kibirli ve parlak sözlerle eski mukaddes Roma’yı papazların elinden alıp cihan imparatorluğunun Osmanlı biçimine uygun bir şekilde tekrar kurmak ve zamanın Büyük İskender unvanına sahip olmak için yanlış tutuştuğu…”253 Evrensellik iddiasının düşünsel kökenleri Türk-İslam geleneğine dayanmıştır. Bu iddianın kamusal anlamda gösterilmesi, Avrupa’da kabul ettirilmesi

Roma-Bizans geleneğine bağlandığı noktadır. Roma bir imparatorluk simgesi olmaya devam etmiştir. Ancak yeni Roma’nın seleflerinden ayrıldığı nokta, bozkır telakkilerine ve İran-İslam devlet geleneğine göre iktidarını şekillendirmiş bir hükümdarın payitahtı olmasıdır. II. Mehmed’in saltanatı, birçok geleneğin ve devlet telakkisinin bir araya geldiği, dünya egemenliği söyleminin Osmanlı şeklinin ortaya çıktığı bir dönemdir

Kardinal Piccolomini (Papa II. Pius’un seçilmeden önceki adı), II. Mehmed’in

Roma İmparatoru olduğunun farkındadır. İstanbul’un Fethi’nden hemen sonra Leonardo

Benvoglienti’ye yazdığı bir mektupta “İtalikler evrenin sahibi idi, şimdi Türklerin imparatorluğu başlıyor.”254 II. Mehmed’in sadece güçlü bir emir ya da bey olmadığı,

Doğu Avrupa’daki çok köklü bir dönüşümün mimarı unvanıyla devletin çehresini değiştirdiği anlaşılmıştır. II. Mehmed’in kendi imparatorluğu için örnek aldığı imparatorluk gelenekleri arasında Grek-Roma uygarlık dairesi özel bir örnek oluşturmuştur. Bu iki örnek, aynı zamanda boy ölçüşmeyi istediği Batı medeniyetinin de temellerini atmıştır. Languschi’nin "Konstantinopolis'in muhasarası ve zaptı'' başlıklı

253 Haldun Eroğlu, Osmanlılar: Devlet ve Hâkimiyet, 1. Basım, Bilge Kültür Sanat Yayınları, İstanbul,2016, s. 185. 254 Agostino Pertusi, İstanbul’un Fethi I: Çağdaşların Tanıklığı, Çev. Mahmud H. Şakiroğlu, 1. Baskı, İstanbul’un Fethi Cemiyeti, İstanbul, 2004, s. 15. 92

hikâyesinde II. Mehmed “…Makedonyalı Büyük İskender gibi bir şöhrete ulaşmak ister, her gün Roma İmparatorluğu tarihlerini okutur ve daha başkalarını okuturken bir ahbabı Ankonalı Ciriaco ve bir başka İtalyan dostu ile beraber Laertius, Herdotos,

Livius, Quintus Curtius adlı müelliflerin eserlerini, Papaların, İmparatorların, Fransa

Kralının, Longobardların Kroniklerini okutur…” 255satırlarıyla, Batı medeniyetine ve tarihine ilgili bir hükümdar olarak belirmektedir.

Riccherio, II. Mehmed’in İstanbul’a yönelmesinin asıl sebebinin imparator unvanını kullanabilmek olduğunu ileri sürmüştür. Ricchero, bir hükümdarınİstanbul’un efendisi olmadığı müddetçe kendisini Roma imparatoru olarak adlandırmasının dürüst olmadığını, imparator unvanın boş yere kullandığını belirtmiştir.256 Riccherio’nun düşünceleri, II. Mehmed’in İstanbul’un fethinden sonra kayser unvanını kullanmaya başlamasıyla uyum içerisindedir. II. Mehmed’in Roma-Bizans geleneğini benimsediğinigösteren bir başka delil, ressamlara ve diğer sanatkârlara yaptırdığı eserlerde bulunmaktadır. II. Mehmed’in madalyonunu yapmak için İstanbul’a çağrılan ve padişahın vefatı üzerine ülkesine dönen İtalyan sanatçı Constanzo da Ferrara’nın tasarladığı madalyondaki detaylar dikkat çekicidir. Yaptığı bronz madalya çevresindeki yazı, II. Mehmed’i Bizans İmparatoru olarak tasvir etmektedir: “Sultan Mıhammeth

Octhomani vgli Bizantii Imperatoris”257

Bellini’nin yaptığı II. Mehmed tablosunda dikkat çeken bazı hususlar bulunmaktadır. Bu çalışmanın kapsamı bakımından özellikle iki noktanın vurgulanması gerekmektedir. İlki, II. Mehmed’i çevreleyen kemerin iki yanında yer alan altı yaldızlı

255 Giacomo Languschi, “1453 Senesinde Konstaninopolis’in Muhasarası ve Zaptı”, İstanbul’un Fethi III: İstanbul’un Fethine Dair Neşredilmemiş ve Bilinen Belgeler, Haz. Agostino Pertusi, Çev. Mahmud H. Şakiroğlu, 1. Baskı, İstanbul’un Fethi Cemiyeti, İstanbul, 2008, .s. 121-122. 256 Cristoforo Ricciherio,“İstanbul’un Düşüşü”, Yedi Çağdaş Rivayete Göre 1453 İstanbul Kuşatması, Der. J.R. Melville Jones, Çev. Cengiz Tomar, 3. Baskı, Yeditepe Yayınları, İstanbul, 2018, s. 169. 257 İsmail E. Erünsal,., “Fatih Sultan Mehmed: Entelektüel bir Sultanın Portresi, İlgi Duyduğu Konular, Kitaplar ve Kurduğu Kütüphaneler”, Fatih Sultan Mehmed Han, Ed. Fahameddin Başar, Fatih Sultan Mehmed Vakıf Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2018, s. 70. 93

taç ve halı üzerindeki taç dikkati çeker. Tacın sayısının yedi olması, Osmanlı padişahının yedi tuğlu sancağına yapılan bir atıftır. Portrede yer alan taçların imparatorluk nosyonu ile ilgili başka bir durumu daha simgelediği düşünülmektedir: taçların üç tanesi Bizans İmparatorluğu’nun en önemli şehirleri olan İstanbul, Konya ve

Trabzon’u simgelerken diğer üç taç Rumeli, Anadolu ve Ege Denizi’ni temsil etmektedir.258 Yedinci taç ise hükümdarın kendisi yani II Mehmed’dir. II. Mehmed’in tasarrufu altında bulunan büyük siyasi ve askeri güç, tabloya Latince bir ibareyle işlenmiştir: Victor orbis, yani Cihan Fatihi.259 “Mehmed, Osmanlı sultanı, Türklerin imparatoru. Savaşta bir yıldırıma benzeyen bu adam, halkları ve şehirleri mağlup etmiştir.” ifadeleri, Bellini tarafından desenleri çizilen ve Bellano tarafından dökümleri yapılan madalyonların üzerinde yer almıştır.260

Görünürlük ve ulaşılabilirlik, Türklerin ve Müslümanların İmparatoru olarak değil, ancak Romalıların ya da Roma’nın İmparatoru için kullanılması gerekilen bir araçtır. Batı dünyası ve Hristiyanlar, Roma İmparatoru’nun neye benzediğini bilmelidir.

II. Mehmed, sanata önem vermekle birlikte Avrupalı hükümdarların tablo, madalyon yaptırması örneğinden yola çıkarak, kendi egemenliği ve imparatorluk iddiasını

Avrupa’ya taşıyabileceği, egemenliğinin ve imparatorluk iddiasının görünürlüğünün somutlaştırılabileceği bir yöntem olarak tabloları ve madalyonları kullanmıştır.

Madalyonların ve portrelerin yapılması, genelde 1479-1481 yılları arasına düşmektedir.

Otranto Seferi esnasında Roma imparatorlarının halefi olduğunu vurgulayacak faaliyetlere girişmesi, bu iddiasını görünür kılmak istemesi bir tesadüf değildir.

II. Mehmed’in bastırdığı madalyonlarının ve yaptırdığı portrelerinin tarihlerine bakılacak olursa bu faaliyetlerin 1479’dan sonra belirginleştiği dikkat çekmektedir. II.

Mehmed’in 1450lerde madalyon yaptırmak için tunç döküm ustası çağırıp çağırmadığı

258 Ahmet Refik, Fatih ve Bellini, 1. Baskı, İstanbul, Yeditepe Yayınları, s. 52. 259Kalın, Ben, Öteki…, 2018, s. 65. 260Solnon, Osmanlı İmparatorluğu…,2019, s. 56. 94

bilinmemektedir. Ancak, 1450lerde yapıldığı tespit edilen iki madalyonda II.

Mehmed’in tasvirlerine rastlanmıştır.261 II. Mehmed, 1461’de papa ile arası bozuk olan

Rimini Senyörü Sigismondo Malatesta’ya İtalya haritalarını ve Roberto Valturio’nun

De Re Militari isimli eserini göndertmeyi başarmış olmasına rağmen, bunları taşıyan gemiyi arayan Venedikliler, söz konusu belgeleri devlet sırrı sayarak el koymuştur.262

Birkaç yıl sonra Napoli Krallığı’ndan Contanzo da Ferrara gönderilmiştir. Ferrara’nın

II. Mehmed için madalyonlar yaptığı ve bu madalyonların Avrupa’da yayıldığı bilinmektedir. İtalyanlar tarafından “El Gran Turco” diye adlandırılan Sultan’ınFatih imgesi bu madalyonlarla güçlendirilmiştir.263 II. Mehmed’in Avrupa’daki kamusal imajını güçlendirmeye dönük faaliyetleri 1479’dan sonra hızlanmıştır. Heykeltıraş, ressam, mimar, tunç yapımcısı, ayna ustası ve saat yapımcısı talebi, II. Mehmed’in sanata düşkünlüğünü gösterdiği kadar yaratmak istediği “imparator” imajına ne kadar

önem verdiğini göstermiştir.

Languschi, II. Mehmed’in İtalya’ya ve Avrupa’ya olan merakını bu ifadelerle dile getirmiştir “İtalya’nın coğrafi mevkii; mahalleri; Aeneas’ın ve Anthenor’un

Ankhises ile nereye vardıkları; Papanın ve İmparatorun hükümet merkezlerinin nerede oldukları; beylikleri ve eyaletleriyle ilgisi olan Avrupa krallarının kaç tane olduğu; bütün bunlar hakkında dikkatle malumat alıyor”264 II. Mehmed’in itimat ettiği

Floransalılar arasında yer alan Tedaldi “Venedik’in nerede ve ne zaman kurulduğunu, ne kadar uzak olduğunu, oraya denizden ve karadan nasıl gidileceğini sorardı.

Askerlerini geçirebilmek için Magara’dan Venedik’e büyük bir köprü yaptırmanın

261 Julian Raby, “Pride and Prejudice: and the Italian Portrait Medal”, Studies in History of Art, V. 21, Symposium Papers VIII: Italian Medals, 1987, pp. 173. 262 Solnon, Osmanlı İmparatorluğu…,2019, s. 50. 263 Solnon, a.g.e.,s. 55. 264 Babinger, “Fatih Sultan…”, 1953, s. 50. 95

kendisi için çok kolay olduğunu söylerdi.”265cümleleriyle II. Mehmed’in İtalyan yarımadasına olan merakını ifade etmiştir.

Trabzonlu Georgios, dönemin imparatorluk ideolojisine uygun olacak şekilde bir takım düşünceler ileri sürmüştür. Trabzonlu Georgios ve oğulları, II. Mehmed döneminin önde gelen şahsiyetleri olarak saraydaki yerlerini almışlardır. Trabzonlu

Georgios’un II. Mehmed’e yazdığı bir mektupta yer alan bazı ifadeler dikkat çekicidir.

266İmparatorluk ideolojisinin oluşturulduğu bu dönemde Trabzonlu Georgios’un

Ortodoks tebaa ile devlet arasındaki bağların kuvvetlenmesi ve padişahın egemenliğinin

Ortodoks tebaa tarafından meşru kabul edilmesi gibi bazı amaçları bulunmaktadır.267

Osmanlı padişahının otoritesini, sahip olduğu insan gücünü ve maddi kaynaklarını kullanarak devleti bir Türk-Grek İmparatorluğuna çevirmek istediğini hissettirmiştir.

1481’deki vefatından sonra Avrupa’da basılan bronz bir madalyonda II. Mehmed,

“Bizanti İmperatoris” (Bizans İmparatoru) ve “Othomanum Turcarum Imperator”

(Osmanlı Türkeri’nin İmparatoru) unvanlarıyla anılmıştır.268 Trabzonlu Georgios’un hedefleri ile madalyonda yer alan ifadeler arasındaki paralellik dikkate şayandır.

Trabzonlu Georgios, 1453 yılının temmuz ayında II. Mehmed’e sunmak üzere bir risale yazmıştır. Risalesinde Georgios İslamiyet ile Hristiyanlığın tek bir dinin çatısı altında uyumlu bir şekilde nasıl birleştirilebileceğini anlatmıştır ve bunun siyasal itibar sağlayacağını savunmuştur. “269Georgios’un mektubunda belirtmeye çabaladığı nokta, ister Müslümanlıkla Hristiyanlığın birleşmesi olsun isterse Müslümanlığın yüksek egemenliği altında Hristiyanlarında barış içinde yaşamaya devam etmesi olsun herhangi

265 Babinger, a.g.m., s. 52. 266 Anna Akasoy, “Yunan Felsefesinin Hamisi Olarak II. Mehmed: Latin ve Bizans Perspektifleri”, Rönesans ve Osmanlı Dünyası, Der. Anna Contadini, Claire Norton, 2. Baskı, Koç Üniversitesi Yayınları,İstanbul, 2018, s. 284. 267 Agostino Pertusi, İstanbul’un Fethi II: Dünyadaki Yankısı,Çev. Mahmud H. Şakiroğlu, 1. Baskı, İstanbul’un Fethi Cemiyeti,İstanbul, 2006, .s.33. 268Ocak, Osmanlı…,2002, s. 100. 269 Pertusi, İstanbul’un Fethi II, 2006, s.33. 96

bir şey fark etmemektedir.270 Burada asıl önemli olan nokta Georgios’un imparatorlukların temel özelliklerinden biri olan evrenselliği görebilmiş olmasıdır. II.

Mehmed’in imparatorluk sisteminde ise evrensellik iddiası İslam üzerinde yükselmiştir.

II. Mehmed’in batı medeniyetlerine ve tarihlerine duyduğu ilgi, sadece Batı ve

Bizans kaynaklarında geçmez. Osmanlı kaynaklarında da II. Mehmed’in bu ilgisine yönelik bir takım ifadeler bulunmaktadır. Oruç Beğ kendi tarihinde İstanbul’un

Fethinden sonra II. Mehmed’in Rum ve Frenk halkından, din adamlarından, İstanbul’un tarihini bilenlerden bazı kişileri bir araya toplayıp dinlediğini belirtmiştir.271 Oruç Beğ,

II. Mehmed’in özellikle İstanbul’u kimlerin kurduğunu, kimlerin yönettiğini merak ettiğini ve buna yönelik sorular sorduğunu yazmıştır.272 Birçok kaynaktan anlaşıldığı kadarıyla II. Mehmed’in maiyetinde ona eşlik eden çeşitli Latin ve Yunan dostları bulunmaktadır. Özellikle İtalya’dan gelen bazı hümanistlerin ona eşlik ettiği açıktır.

İstanbul’un fethi için Macar top ustası Urban ile çalıştığı bilinir. Ancak, daha sonra

İstanbul’da kurdurttuğu top atölyelerinde İtalyanlar, Fransızlar, Macarlar ve Almanlar istihdam edilmiştir.273

2.2. İMPARATORLUK, İSKENDER VE CİHANGİRLİK

Büyük İskender, hem doğu tarihinde hem de batı tarihinde çok önemli yere sahip bir figürdür. İskender, Makedonya’nın ve Yunanistan’ın insan gücünü, maddi kaynaklarını seferber ederek Doğu’yu istila eden ilk Avrupalı olarak tahayyül edilmiştir.

270 Akasoy, “Yunan Felsefesinin…”, 2018, s. 285. 271 Oruç Beğ Tarihi, 2014, s. 87. 272 Oruç Beğ, a.g.e,, s. 87. 273 Colin Imber, Osmanlı İmparatorluğu 1300-1650, Çev. Şiar Yalçın, 1. Baskı, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları,İstanbul, 2006, s. 354. 97

Yakın Doğu ve Türk-İslam medeniyeti ise, İskender’in yaptıklarının hakkını vermiştir.

Batı ile Doğuyu aynı potada eritmeye çalışan, tek bir dünya devleti içerisinde insanları soyuna göre değil ama liyakatlerine göre değerlendiren Makedon Kralı, İslam düşünürleri ve filozofları tarafından Zülkarneyn ile özdeşleştirilmiştir.274

İskender, hem doğu hem de batı için önemli bir figür olmakla birlikte kendisinden sonra kurulan çoğu evrensel imparatorluk için de örnek alınan hatta aşılmak istenen bir mit haline gelmiştir. İdeal hükümdarın tipik bir örneği olan İskender, hem çok başarılı bir komutan hem de doğunun ve batının insanlarını kendi yönetimi altında birleştirmeyi başarmış bir imparatorluk kurucusudur. Ancak, İskender bazı

özellikleri ile doğu tipi bir despot ya da batı tipi bir tiran olarak nitelendirilebilir.

Özellikle, hükümdarlığının son yıllarında yakın çevresindeki birçok kişiyi öldürtmesi,

Pers geleneklerini benimsemeye başlaması batı tarih yazınında bir tiran olarak anılmasına da sebep olmuştur.275Makedonya’da yola çıkarak Anadolu, Suriye, Mısır,

İran, Afganistan gibi ülkeleri ele geçirmesi ise doğu tarafından bir işgalci olarak nitelendirilmesinin de önünü açmıştır.

Batı dünyasında, İskender Doğu’dan öç alan ve Doğu’yu egemenliği altına alan bir hükümdar olarak ideal imparatorun simgesi haline getirilmiş ve hatta ölümünden sonra Mısır’da tanrılaştırılmıştır.276 Pers-Yunan Savaşlarının yaşandığı M.Ö. 499-449 döneminden sonra, genelde Doğu’nun Batı’ya karşı saldırgan ve genişlemeci bir tutum takınması, İskender’i ve Roma İmparatorluğu’nu Batı medeniyetini Doğu’ya karşı koruyan, kendilerinden olmayan bir dünyayı, barbarları medenileştirmek, kendi uygarlık dairelerime katmakla görevli tarihi örnekler olarak algılamış, böyle bir tarihsel görev katmışlardır.

274 Mahmud Kaya, “İskender”, DİA, C. 22, 2000, s. 557. 275 Ernst Fredricksmeyer, “Alexander the Great and the Kingdom of Asia”, Alexander the Great In Fact And Fiction, Ed. A. B. Bosworth, E. J. Baynham, Oxford University Press, New York, 2000, s. 150. 276 Carol G.Thomas, , Alexander the Great in his World, First Edition, Oxford, Blackwell Publishing, 2007, s. 216. 98

Evrensel imparatorluk fikrinin yeniden canlandığı bir dönemde batı kaynakları

II. Mehmed’i İskender ile nasıl kıyaslamıştır? II. Mehmed İstanbul’un fethi ile beraber

İskender’in yüklendiği tarihsel görevinin tam tersini üstlendiğini göstermiştir. Batı kaynaklarında II. Mehmed, Hristiyan dünyasına yıkım ve ölüm getirecek doğulu bir

İskender’dir. II. Mehmed’in Doğu’nun İskender’i olduğu, Doğu’da yapılan yıkımların ve katliamların öcünü almak için gönderildiği, padişahın bizzat kendisinin bu yönde hareket ettiği inancı Batı kaynaklarında yaygın olarak yer almıştır. Hatta bu kanaat, II

Mehmed hakkında garip söylencelerin yazılmasına, hikâyelerin uydurulmasına sebep olmuştur. II. Mehmed, mektuplarda ve casus raporlarında doğulu bir İskender’den ziyade Caligula ya da Neron tipi bir despot, bir tiran olarak tasvir edilmiştir.277

Floransalı Benedetto Dei Sultan’ın “Ben yaptığım bir planda bana yardımcı olacak birçok şey biliyorum; Gençliğimin, zenginliğimin ve talihimin yardımıyla, Sezar,

İskender ve Keykavus’u geçeceğim.”278şeklinde bir konuşma yaptığını iddia etmiştir.

Batı dünyasında II. Mehmed’in İskender’in imparatorluğunu geçecek bir devlet kurma

çabası içinde bulunduğu düşüncesi yerleşmiş ve yaygın bir kanaattir.Giacomo de

Languschi onu şöyle övünürken duyduğunu kaydetmiştir: “Sezar ve Anibal bile benim ile karşılaştırılınca hiçbir şeydir ve ben (Dünyadaki bütün Hristiyanları) hâkimiyetim altına alabilirim.”279 Sultan, böyle bir söylev vermiş olabilir. II. Mehmed, başarılı komutanlar ve büyük hükümdarlar arasındaki yerinin farkında olan bir sultandır.

Leonardo Benvoglienti’nin diplomatik notunda yer alan “… Şimdi elde etmiş olduğu kudret Kayser (Sezar), İskender veya daha başka büyük krallar gibi kişilerden yüksek olup, dünya üzerinde benzeri görülmemiştir.”280ifadesi, II. Mehmed’in yaratmak istediği kamusal imaj bakımından önemlidir. II. Mehmed’in çağdaşlarının kullandığı bu ifadeler

277 Babinger, “Fatih Sultan …”, 1953, s. 52. 278 Rhoades Murphey, “Fatih Sultan Mehmed Döneminde Osmanlı İç ve Dış Siyaseti, Osmanlılar”, Osmanlılar, Ed. Güler Eren, Yeni Türkiye Yayınları,Ankara, C. I., 1999, s. 240. 279Murphey, a.g.m., s. 240. 280 Leonardo Benvoglienti, “Siena’ya Yollanan Takrir”, İstanbul’un Fethi II: Dünyadaki Yankısı, Haz. Agostino Pertusi, Çev. Mahmud H. Şakiroğlu, 1. Baskı, İstanbul’un Fethi Cemiyeti,İstanbul, 2006, s. 54. 99

hem Avrupalı elitlerin sultanın gücünü nasıl kavradığını göstermiştir hem de II.

Mehmed’in bu imajı aynı zamanda bir propaganda mahiyeti taşımıştır.

Lauro Qirini’nin Papa Nicolo V’ya yazdığı bir mektupta yer alan “… Bundan dolayı da bütün dünyanın ve bütün insanların başı olmak istiyor ve ilan edilmesini, yani bir ikinci İskender gibi tanınmasını bekler. Bundan dolayı da her gün tarihçi

Arrianos’un eserini okuturken, bu tarihçinin çok iyi yazdığı Makedonyalı Büyük

İskender’in harplerini öğrenmek de ister.” satırları II. Mehmed’in İskender’e benzemek istediğini ve İskender’i örnek aldığını açık bir şekilde göstermektedir. 281 II. Mehmed’in nezdinde geçmesi gerektiğine inandığı tek tarihi şahsiyet İskender değildir. Nicola

Tignosi adlı bir müellifin İstanbul’un fethi esnasında orada bulunan ve adı bilinmeyen bir kişinin mektubundan aktardığı satırlar, dünya tarihine yön vermiş, imparatorluk kurmuş diğer şahsiyetleri de kendisine örnek aldığını göstermektedir: “Yeni bir Caligula gibi nazar edene karşı korku saçar ve anlatıldığına göre antik devirden aktarılan alışkanlıkların tarih kitaplarında görülen anlatımları, her zaman takdir dolu olduğundan dolayı, şimdi kendi teşebbüslerinin Makedonyalı İskender’den daha yüksek olduğu ve

Sezar ile Octavianus’u da taklit ederek, bütün âlemi kendi hâkimiyeti altına almağa muvaffak olacağına kendisini inandırmıştı.”282der.

Trabzonlu Georgios’un II. Mehmed’e seslenirken kullandığı “Ey Krallar kralı, azim sultan ve azim emir Mehmed bej [Yunanca metinde: Basileu Basileon, büyük autenta (efendi) ve büyük emir sultan Mahumet bei], pek çok sebep beni kalemi elime alıp da senin kudretine, senin büyüklük ve yüceliğine müracaatta bulunmağa

281 Lauro Quirini, “Papa Nicolo V.'ya Mektup”, İstanbul’un Fethi III: İstanbul’un Fethine Dair Neşredilmemiş ve Bilinen Belgeler, Haz. Agostino Pertusi, Çev. Mahmud H. Şakiroğlu, 1. Baskı, İstanbul’un Fethi Cemiyeti, İstanbul, 2008, s. 63. 282 Niccolo Tignosi, “Konstantinopolis'in Zaptına Dair Mektuba yapılan ekde bulunan bilgi”, İstanbul’un Fethi III: İstanbul’un Fethine Dair Neşredilmemiş ve Bilinen Belgeler, Haz. Agostino Pertusi, Çev. Mahmud H. Şakiroğlu, 1. Baskı, İstanbul’un Fethi Cemiyeti, İstanbul, 2008, s. 80. 100

cesaretlendirdi ve içine attı.” ifadeleri dikkat çekicidir.283 Georgios, II. Mehmed’in yönetiminin ve devletinin insanları gerçek dine yönlendirdiğini, II. Mehmed’in şanının

İskender’i geride bırakacağını belirmiştir.284 II. Mehmed’in Sezar, Augustus, İskender gibi Yunan ve Roma uygarlıklarının önde gelen şahsiyetlerinin eylemleriyle ilgilendiği, hayatlarını okuttuğu bilinmektedir. İslam hükümdarları arasında İskender’i geçmek,

İskender’i yenmek aynı zamanda bir büyüklük göstergesidir.

II. Mehmed, kendi askeri ve siyasi faaliyetleriyle atalarının yaptıkları arasında anlayış ve derinlik farkının bulunduğuna inanmıştır. İstanbul’un fethinden hemen önce

Rumeli Hisarı’nı yaptıran II. Mehmed, hisarın yapımı ile ilgili şikâyetçi olmaya gelmiş

Bizans elçilerine şu şekilde hitap etmiştir: “Gidiniz ve imparatora deyiniz ki, şimdiki padişah eski padişahlara benzemiyor. Onların yapamadıkları şeyleri bu kolayca yapabilecektir ve onların istemedikleri şeyleri, bu isteyecek ve yapacaktır”.285 II.

Mehmed, atalarını kendi gölgesi altında bırakmak istemiştir ve en güçlü Osmanlı padişahı olduğunu hissettirmiştir.

Batılı kaynakların II. Mehmed’in doğulu bir imparator olarak Hristiyan dünyasını istila etmesinden ne derece korktuğu mektuplarda ve raporlarda hemen dikkati çekmektedir. Bu satırların sahibi tarafından da II. Mehmed’in tek bir imparatorluk ve tek bir hükümdar şiarıyla hareket ettiğine inanılıyor olsa da, batılı kaynakların aktardığı bazı rivayetlerin süzgeçten geçirilerek değerlendirilmesi kaçınılmazdır. Languschi’nin satırlarında şu ifadeler yer almaktadır: “… Makedonya

Kralı’nın oğlu İskender küçük bir kuvvetle Asya’ya gitti; ama şimdi zamanların değiştiğini söylüyor, böylece vaktiyle Batılılar şark tarafından gitmişler ise şimdi de

283Trabzonlu Georgios, Trabzonlu Georgios, “Hristiyan İmanının Hakikati Hakkında Konstantin’in Şehrine Zamanında Sahip Olan Emir Mehmed, İstanbul’un Fethi II: Dünyadaki Yankısı, Haz. Agostino Pertusi, Çev. Mahmud H. Şakiroğlu, 1. Baskı, İstanbul’un Fethi Cemiyeti, İstanbul, 2006, s. 37. 284 Trabzonlu Georgios, a.g.e.,s. 38. 285 Mihail Dukas, Bizans Tarihi, Çev. V. L. Mirmiroğlu, 1. Baskı, İstanbul Enstitüsü Yayınları, İstanbul, 1956, s. 146. 101

Şarklılar batıya geçecekler; âlemde bir tek imparatorluk, bir insan, bir mutlakiyet olması lazım geldiğini söylüyor.” 286

Machiavelli, iyi bir hükümdarın tarih kitaplarını okuması gerektiğini, büyük adamların eylemlerini incelemesini, savaşlarda nasıl davrandıklarına bakmasını, yengilerin ve yenilgilerin nedenlerini inceleyerek yenilgilerden kaçınması, büyük kişileri örnek akmasını ve onların eylemlerini aklından çıkarmaması gerektiğini

öğütlemiştir.287 II. Mehmed, Sezar, İskender, Keyhüsrev vb. diğer büyük şahsiyetlerin hayatına meraklı, okuyan, kendisini onlarla kıyaslayan biri olarak Machiavelli’nin ideal yöneticisinde aradığı bu özelliğe sahiptir. 288 II. Mehmed’in kütüphanesinde yer alan

Grekçe ve Latince kitapların bir kısmı, Büyük İskender’in hayatını konu alan eserlerdir.

II. Mehmed’in etrafındaki Rum ve İtalyan kökenli danışmanlarına İskender’in hayatını anlatan eserleri okuttuğu bilinmektedir.289 II. Mehmed, sadece Latince ve Grekçe eserlerde yer alan İskender kıssalarına değil, aynı zamanda Türk-İslam geleneğinde yer alan İskender anlatısına da hâkimdir.

II. Mehmed’in Avni mahlasıyla yazdığı şiirlerde hangi devlet adamlarını örnek aldığı tespit edilebilir. Peygamberlerin dışında II. Mehmed’in şiirlerinde yer verdiği yöneticiler Keldani milletinin önderi Nemrut, İran’ın efsanevi hükümdarlarından

Keykavus ve efsanevi kahramanlardan Rüstem’in babası Zal, Gazneli Mahmud ve

Büyük İskender’dir.290 Bu, II. Mehmed’in özellikle İran mitolojisine hâkim olduğunu gösterir. II. Mehmed’e kasidelerini sunan Osmanlı şairleri de İskender ve Süleyman temalarını işlemeyi tercih etmiştir. İskender, Doğu’da da çok kuvvetli bir tarihi

şahsiyettir, iddialı bir hükümdarın aşması gereken en önemli simgelerden biridir.

286Languschi, “1453 Senesinde…”, 2008, s. 123. 287 Niccolo Machiavelli, Prens, Çev. Rekin Teksoy, Oğlak Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2000, s. 148. 288 Julian Raby, “Cyriacus of Ancona and the Ottoman Sultan Mehmed II”, Journal of the Warburg and Courtauld Institutes, 1980, pp. 243. 289 Babinger, “Fatih Sultan …”, 1953, s. 56. 290 Nihat Öztoprak “Sultan Avni’nin Şiirlerine Genel Bir Bakış”, Fatih Sultan Mehmed Han, Ed. Fahameddin Başar, Fatih Sultan Mehmed Vakıf Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2018, s. 359. 102

Süleyman ise kral ve peygamber olan Hz. Süleyman’dır. Nizami’nin, II. Mehmed’e sunduğu bir kasidesinde:

“İrdi üstine tutup çetr-i Süleymān lale

Geldi başına urup tac-ı Sikender nergis”291

II. Mehmed, Süleyman’a benzetilmiş ve hükümdarlık alametleri olan taç ve tahtın sahibi

şeklinde nitelendirilmiştir. II. Mehmed saltanatı, kahramanlığı ve cesareti ile başka

şairlerce de Süleyman’a veya İskender’e benzetilmiştir.

Tursun Bey, II. Mehmed’i sahipkıran olarak nitelendirir.292 II. Mehmed, sadece başarılı bir komutan olarak tanınmak istememiştir, aynı zamanda hemen hemen bütünüyle başarılı askeri sicilinin (Belgrad ve Rodos hezimetlerine rağmen) onu sahipkıran (gezegenlerin uğurlu birleşiminin efendisi) unvanına layık gördüğünün bilincine varmıştır ki bu unvan İslam dünyasında elde ettiği başarılarla çok az kişiye yakıştırılmıştır. Tursun Beğ bu durumu şöyle ifade etmiştir: “ İstanbul’a ilave olarak, atalarından kalan topraklara, yirmi ülkeyi daha katmış ve dünya fatihlerinden birisi olduğunun işaretlerini göstermişti”293Kıvâmî’nin Fetihnâmesi’nde de II. Mehmed yüzyılın fatihi olarak gösterilmiştir.294

II. Mehmed’e sunulan kasidelerde sahipkıran teması da işlenmiştir. Molla Aşki,

II. Mehmed için yazdığı bir kasidede sahipkıranlığını şu beyitlerle vurgulamıştır:

“Şah-ı yegâne husrev-i śahib-ķırān-durur

Adl ü sehada Hatim ü Nuşü’r-revan-durur” 295

291 Süreyya Yalçın, “Fatih Sultan Mehmed’e Sunulan Kasideler”, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Muğla, 2015, s. 67. 292Tursun Bey, Tarih-i Ebü’l Feth, 2014, s. 84. 293Tursun Bey, a.g.e., s. 117. 294Fetihname, 2011, s. 71-73 295Yalçın, “Fatih Sultan…”, 2015, s. 94. 103

II. Mehmed’in bir cihangir olduğu konusunda hem Batı hem de Doğu kaynakları hem fikirdir. Stratejisyenliği, askeri başarıları, sahip olduğu maddi kaynaklar ve insan gücü ile II. Mehmed XV. yüzyılın en kudretli hükümdarlarından biri şeklinde tasvir edilmiştir. Kritovulos,”Başkalarının kahramanlıkları. Sizinkilere kıyasla ehemmiyetsiz de olsalar, Yunanlılar tarafından ve Yunan tarihinde gerçekleştirildiği için insanlarca daha iyi bilinmeli ve ünlenmeli, oysa sizin başarılarınız, ne kadar muazzam olsalar da ve hiçbir surette Makedonyalı İskender'inkinden daha aşağı olmasalar da. . . ”296 satırlarıyla Türk-İslam egemenliğinin simgesi haline gelmiş bir hükümdarı, İskender’in seviyesine çıkarmıştır.

2.3. BİR İMPARATOR OLARAK II. MEHMED

Batılı kaynaklarında genelde II. Mehmed kendini beğenmiş, hırslı, İskender,

Sezar, Augustus, Keykavus gibi liderlerle yarışan, acımasız, şiddetten zevk alan doğu tipi bir despot olarak sunulmuştur. II. Mehmed’i bu şekilde anlatan kaynakların başında

Grek tarihçiler gelmektedir. Francis, Dukas gibi Grek tarihçiler ve İstanbul’un fethi esnasında kentte bulunan İtalyanlar genelde II. Mehmed’in bu şekilde tanınmasında etkili olmuşlardır. İstanbul’un fethi, özellikle Grekler açısından çok büyük bir manevi yıkım olmuştur. Osmanlı tarihçilerinden Kemal, İstanbul’un fethinden sonra kâfirlerin sürekli gözyaşı döktüğünü, Firengistan’da üç yıl yas tutulduğunu ve çanların

çalınmadığını ifade etmiştir.297 Görüldüğü üzere II. Mehmed’in kamusal imajının

şekillenmesinde İstanbul’un fethi mühim bir rol oynamıştır.

296İstanbul’un Fethi, 2011, s. 17-18. 297 Kemal, Selâtîn-nâme (1299-1490), Haz. Necdet Öztürk, TTK, Ankara, 2001, s. 168. 104

Sahte Sphrantzes olarak da anılan Macarios Melissenos’un eserinde, II. Mehmed neredeyse deccal niteliği kazanmıştır. II. Mehmed, İstanbul’u yok etmek, şehirlerin kraliçesini kirletmek, kutsal çarmıhı ve İsa’nın öğretisini yeryüzünden silmek isteyen bir vahşidir. 298 Melissenos, İstanbul’un fethinden yaklaşık olarak 125 yıl sonra yazdığı eserinde Sphrantzes’in adını kullanarak II. Mehmed ve Türklerle ilgili kullandığı olumsuz ifadelere bir dayanak noktası bulmaya çalışmıştır. 299 Eser, objektif bir tavırla kaleme alınmadığı gibi Sphrantzes’in anılarında yer almayan, hayal gücüne dayanan bir sürü ayrıntıya yer vermiştir. Bu tutumun altında yatan sebep, Osmanlı Devleti’nin büyüyen gücü, yabancı bir kuvvetin Avrupa içlerine bu kadar yerleşmesinin getirdiği dehşettir. II. Mehmed’in İstanbul’u fethetmesi, aynı zamanda Antik Yunan kültürünün sonu anlamına gelmiştir. Dönemin birçok düşünürünün ve devlet adamının yargısı bu

şekildedir. Philip Melanchthon, İstanbul Patriği II. Iosaph’a yazdığı bir mektubunda “

Solon ile Atina’nın yıkıcısı II. Mehmed’i iki bin yıl ayırıyor.” yazmıştır.300İstanbul’un fethi esnasında, kenti savunan Bizans-İtalyan birliklerinde yer alan Venedikli Nicolo

Barbaro, II. Mehmed’den bahsederken olumsuz bir dil kullanmamayı tercih etmiştir. “

Kötü niyetli Türk beyi”301 ve “Hristiyan dininin haini olan Türk Mehmed beyin deniz donanması”302gibi suçlamalar yöneltmiştir.

II. Mehmed’in evrensellik iddiasının en büyük kaynağı olarak İslam dininin yüksek egemenliği olduğunu belirten kaynakların başında Batı kaynakları gelmektedir.

İstanbul’un fethini haber vermek için yazılan mektuplarında çoğunda, casus raporlarında bu durum takip edilebilmektedir. II. Mehmed, bu raporlarda ve diğer

çağdaşları tarafından Hristiyanlığın da baş düşmanı olarak betimlenmiştir. Ancak, batı

298 Macarios Melissenos, Memorii 1401 - 1477: în anexă: Pseudo-Phrantzes: Macarie Melissenos Cronica, 1258 – 1481, Ed. Vasile Grecu, 1966, s. 123. 299 Levent Kayapınar, “Georgios Sphrantzes ”, DİA, C. 37, 2009, s. 415. 300 Asaph Ben-Tov, “Turco-Graecia: Alman Hümanistleri ve Yunan Antikitesi’nin Sonu: Kültürel Alışveriş ve Yanlış Anlamalar”, Rönesans ve Osmanlı Dünyası, der. Anna Contadini, Claire Norton, 2. Baskı, Koç Üniversitesi Yayınları,İstanbul, 2018, s. 212. 301 Niccolo Barbaro, Konstantiniye Muhasarası Ruznamesi, çev. Ş. T. Diler, 1. Baskı, İstanbul Halk Basımevi, İstanbul, 1953, s. 37. 302 Barbaro, a.g.e., s. 35. 105

kaynaklarında yer alan bu ifadeleri incelerken göz önünde bulundurulması gerekilen ilk nokta, II. Mehmed’in gerek eylemleriyle gerekse davranışları ve sözleriyle casuslar, elçiler, tüccarlar, askerler, yazarlar üzerinde bıraktığı intibadır. İstanbul’un fethi ve akabinde yapılan askeri-siyasi faaliyetlerin büyüklüğü, II. Mehmed’in Hristiyanlıktan ve inananlarından nefret ettiği, Hristiyanlığın kökünü kazıyabilmek için topyekûn bir seferberlik içerisinde olduğu düşüncesini pekiştirmiştir. Trabzonlu Georgios 1442’de

Napoli Kralı Alfonso V. için yazdığı bir eserinde Türk gücünün kırılabilmesi için büyük bir Haçlı Seferi yapılması gerektiğini, 1452’de Papa Nicolo V’ya yazdığı bir mektupta ise Katoliklerin bir araya gelmezse Türk gücünün kırılamayacağını belirtmiştir.303

“…Hristiyan adının çok azılı düşmanı kendisi gibi Muhammed (Latince metinde: Machameta ) adını taşıyan kişi Muhammedilik kötülüğünün çok gayretli yayıcısıdır ve ona bağlı olanlar tarafından büyük emir diye tanınan bu genç” ifadeleri

Soemmernli Enrico tarafından kaleme alınmış satırlardır.304 Türklerin elinde uzun yıllar esir olarak kalan György, II. Mehmed’in Hristiyanların iyiliği için huzuruna bir psikopos çağırdığını, psikoposa saygı gösterdiğini ve görevini yerine getirebilmesi için her ne lazımsa kendisine koşulsuz yardım edileceği sözünü verdiğini belirtmiştir.305II.

Mehmed’i bilen, Türklerin içinde yirmi yıldan uzun bir süre yaşayan bir Macar’ın bu sözleri dikkate şayandır II. Mehmed’in Hristiyan tebaayı koruması, Ortodoks din adamlarına gösterdiği saygı, bir dine özel olarak düşmanlık beslemediğinin en önemli kanıtlarından biridir. Saltanatının sonuna kadar sarayında yer alan İtalyan ve Yunan nedimler, kişisel hayatında da din üzerinden temellenen bir ayrım yapmadığını göstermiştir.

303 Pertusi, a.g.e, C II, s.33. 304 Soemmernli Enrico,”Konstantinopolis’in Türkler Tarafından Fethi ve Yağmalanması”, Haz. Agostion Pertusi, İstanbul’un Fethi II: Dünyadaki Yankısı, Çev. Mahmud H. Şakiroğlu, 1. Baskı, İstanbul’un Fethi Cemiyeti, İstanbul, 2006, s. 42. 305 Macaristanlı György, Türkler: Türklerin Gelenekleri, Görenekleri ve Hinlikleri Üzerine İnceleme, çev. Lale Aslan Özcan, 1. Basım, Bilge Kültür Sanat Yayınları, İstanbul, 2009, s. 65. 106

İstanbul’un gerek Roma-Bizans geleneğinin merkezinde yer alması gerekse

Hristiyanlık tarihi açısından taşıdığı önem, II. Mehmed ile ilgili değerlendirmelerin yönünü belirlemiştir. Papalık makamına seçilen III. Calixtus şu yemini etmiştir: “ Ben,

Papa III. Calixtus, çarmıha gerilen İsa’nın düşmanı, şeytanın oğlu, Türk sultanı

Mehmed tarafından, günahkâr insanların cezası olarak ele geçirilip yıkılan

Konstantiniye’yi gerektiğinde kendi kanımı feda ederek… Geri almak, lanetli ve sadakatsiz Mehmed’in doğudaki şeytani tarikatını yok etmek için…” 306 III. Calixtus’un

II. Mehmed ile ilgili bu düşünceleri, dönem boyunca kamuoyuna hakim olmaya devam etmiştir.

Quirini’nin Papa V. Nicolo’ya yazdığı bir mektupta yer alan satırlar dikkate değerdir : “… Fakat âlemde artık ya Hristos’un ya da Muhammed’in adı kalacaktır. Bu korkunç canavar yalnız sözlerle değil fiiliyatı ile de Hristiyanlık imanını kökünden kazımak ister…”307 Döneminde mektupları, casus raporları ve tarihleri incelendiğinde

Batı kaynaklarının çok büyük bir kısmında aynı düşüncenin yaygın bir biçimde benimsendiği görülebilir.Yunanların yaşadığı toprakların çok büyük bir kısmının II.

Mehmed’in eline geçmesi ve artık İtalya’yı tehdit etmeye başlaması, Osmanlı

Devleti’nin artık Balkanlar’daki çatışmaları etkileyen, yönlendiren bölgesel bir güç olmaktan çıkmıştır. Bu durum, Hristiyan nüfusun hayal kırıklığı yaşamasına ve

ümitsizliğe düşmesine sebebiyet vermiştir.Sıradan insanlar arasında görülen bu

ümitsizlik hali Ourini’nin Papa Nicolo V’ya yazdığı mektupta kendisini göstermektedir

“… Sakız adasındaki bazı zavallı esirler, ısrarlı bir şekilde efendimiz Jesus Hristos adına şefkat temennisinde bulunuyorlardı; fakat yanlarındayken çoğu şunu diyorlardı: “

306 Johann WilhelmZinkeisen, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi 2 (1453-1574), Çev. Nilüfer Epçeli, 1. Baskı, Yeditepe Yayınları, İstanbul, 2011, s. 43. 307Quirini, “Papa Nicolo…”, 2008, s. 61. 107

Ey zavallılar, susunuz, Hristos adına ne için temenni ediyorsunuz ki, Hristos’u mağlup edip de hezimete uğratan Muhammed adına sizler şefkat niyaz ediniz…”308

XI. Konstantin’in başı yeniçeriler tarafından II. Mehmed’e sunulmuştur. II.

Mehmed, Doğu Roma tahtının sahibi olduğunu İstanbul halkına gösterebilmek için gün boyunca XI. Konstantin’in başının Augusteon’daki Porphyr sütunun üstünde sergilenmesini emretmiştir.309 Zaferini duyurabilmek amacıyla, tipik bir Türk geleneği olan, İmparatorun doldurulmuş başını Anadolu Beylerine ve Memluk Sultanına göndermiştir.310 Dukas, bu olayın yer aldığı asıl kaynaktır. Kesik başın doldurulması hadisesi, başta Grekler olmak üzere Batılı yazarları dehşete sürüklemiştir. Ancak,

Dukas’ın Türklere ve II. Mehmed’e yönelik bakış açısı hatıra getirilirse bu iddianın doğruluğu tartışmaya açıktır. Kuşatma sırasında Bizans’a destek veren Venedikliler çok daha sert bir muamele ile karşı karşıya kalmıştır. Osmanlı Devleti’ne resmen savaş açmamış olmakla birlikte, Venedik Balyosu Girolamo Minotto ve oğluyla Katalan konsolosu Pietro Guliano ve iki oğlu gibi şehrin savunmasında önemli rol oynayan

Batılılar öldürülmüştür.311 Esir alınan çoğu Venedikli büyük fidyeler karşılığında serbest bırakılmıştır. Osmanlı tahtında hak iddia eden Şehzade Orhan bertaraf edilmiştir.312 Böylece II. Mehmed, İstanbul’un ve Osmanlı tahtının tek sahibi olduğunu ispatlamıştır.

II. Mehmed’i bizzat gören Bizans elçisi Francis, Sultan’ın Hristiyanlığın azılı bir düşmanı olduğunu iddia eden bir başka kaynaktır. II. Murad’ın ölüm haberi üzerine

İmparator XI. Konstantin’e şu cümleleri kurduğunu ifade eder: “… Yeni padişaha gelince, genç olduğu gibi çocukluğundan beri Hristiyanların bağnaz düşmanıdır. Ve

308Quirini, a.g.e., 2008, s. 64. 309Doukas, Decline and Fall of Byzantium to the Ottoman Turks, Çev. Harry J. Magouilas,Wayne State University Press, Detroit, 1975, s. 224-227. 310Dukas, Bizans Tarihi, 1956, s. 168-169. 311The Histories, C. VII, s. 201. 312Dukas, Bizans Tarihi, 1956, s. 186. 108

kendisine fırsat verilip devleti ele aldığında, tüm olanakları ile Romalılar devletini ve genelde tüm Hristiyanları ortadan kaldırmaya çalışacağını söyleyip tehdit ederek…”313

Bu sözlerin II. Mehmed tarafından söylenip söylenmediği şaibelidir. Ancak, II.

Mehmed’in siyasi faaliyetleri, askeri fetihleri, davranışları ve sözleri ile bu izlenimi bıraktığı iddia edilebilir. II. Mehmed’in bu intibayı bilerek bıraktığı da ileri sürülebilir.

En büyük meşruiyet dayanağını İslam’dan alan, diğer Türk-İslam devletleri arasında gaziliği ile öne çıkan bir hükümdar için normal karşılanmalıdır.

Katolik Kilisesi’nin bu iddialarına karşı, II. Mehmed’in niyetinin Hristiyanlığı yıkmak ya da Hristiyanlığı ortadan kaldırmak olmadığını bilen din adamları da bulunmaktadır. Aggsbachlı Vinzez, bu din adamlarından birisidir. Vinzez, Türklerin tebaalarından din değiştirmelerini istemediğini, onlara karşı savaşmasının tamamen seküler bir konu olduğunu ileri sürmüştür.314 Quirini, Papa V. Nicolo’ya şöyle seslenmektedir: “ . Eğer Hristiyan topluluğunu sakin zamanlar esnasında idare edip de onun tanzimini ve teşkilatlanmasını beceremez ve içinde bulunduğu zor şartlarda gelip imdadına gelip de müdafaasını yapamaz isen Allah tarafından yaratılan, Hristiyanlığın makamına başka hangi sebep için gelip oturdun ki? Şimdi artık Hristiyanlığın bu çok korkunç düşmanı karşısında imanın müdafaası için Hristiyanlığın kuvvetlerini harekete geçirt ve canlandır…”315

Osmanlı Devleti’nin dünyadaki güç dengelerini değiştirebilecek bir konuma gelmesi, Avrupa’da Haçlı Seferi hayalinin tekrar dirilmesine sebep olmuştur.

İstanbul’un fethinden sonra Batı dünyası, bir imparatorluk ile karşı karşıya bulunduğunu fark etmiştir. İstanbul’un fethinden sonra Türk egemenliği altında eziyet gören din kardeşlerini kurtarmak isteyen bazı Papalar (V. Nicolo, II. Pius, III. Callixtus), Haçlı

313 Yeorgios Francis, Şehir Düştü, Çev. Kriton Dinçmen,1. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 1992, s. 24. 314 Housley, Haçlı Seferleri…,2016, s. 52. 315Quirini, “Papa Nicolo…”, 2008, s. 61- 65. 109

Seferleri düzenleyebilmek adına ciddi gayret göstermişlerdir. Papalar ve vaizleri,

Hristiyan dinini yıkmak için yola çıkan II. Mehmed’in “İkinci Muhammed” ihtiraslarına sahip olduğunu iddia etmiştir.316

II. Mehmed, imparatorluğunu kurmaya ve genişletmeye devam ederken başta

Papa II. Pius ve dönemin önde gelen hümanistleri olmak üzere Batı dünyasında

Sultan’ın Hristiyanlığı kabul etmesi, bazı hümanistlerde ise İslam ve Hristiyanlığın tek bir dinin çatısı altında birleştirilmesi gibi farklı görüşler ortaya çıkmaya başlamıştır.

İslam ve Hristiyanlığın tek bir çatı altında birleştirilmesini gerektiğini savunanların başında Trabzonlu Georgios gelmektedir. II. Mehmed’in Hristiyan olduğunu veya en azından Hristiyanlığa ilgi duyduğunu iddia eden çağdaşları da bulunmaktadır.

Spandounes, II. Mehmed’in Hristiyanlar için kutsal kabul edilen nesnelere taptığını, bulunduğu yerlerde mumları yanar halde tutmaktan hoşlandığını ifade etmiştir.317

Zinkeisen, II. Mehmed’in 1470’te kâfirlere yaptığı bir çağrıyı vurgulamıştır.

İtalyanca tercümesiyle Roma’ya ulaşan bu çağrıya gönderme yapan Kardinal

Papiensis’e göre II. Mehmed’in ağzından dökülen sözler şunlardır: “ dilekle ve yemin ederek her şeyi yaratan bu tek Allah'a söz veriyorum, gözlerim uyku yüzü görmeyecek, ziyafet tatlıları yemeyeceğim, güzellikler aramayacağım, gösterişli faaliyetlerle uğraşmayacağım, doğudan batıya bir hamlede bulunmayacağım, insanların tahtadan, tunçtan, gümüşten, altından ve resimden, İsa'ya tapanların elleriyle yaptıkları tanrılarım yere indirmedikçe, atımın toynaklarıyla çiğnemedikçe; onların, gerçek Tanrı'nın

Sabbouth (Musevi dilinde 'semavi silahlılar'?) ve Peygamber Muhammed'in övgüsüne olan tüm huzursuzluğunu da, doğudan batıya yayıldığı kadar, yeryüzünden silip kovmadıkça".318

316 Housley, Haçlı Seferleri…,2016, s. 40. 317Spandounes, On the origin…, 1997, s. 53. 318Zinkeisen, Osmanlı İmparatorluğu…, C. 2, 2011, s. 337. 110

II. Pius, XV. yüzyılda Türklere karşı büyük bir Haçlı Seferi yapılması gerektiğini düşünen ve bunu destekleyen devlet adamlarından biridir. 1436 Basel

Konsülü’nden beri Türklere yönelik birleşik ve güçlü bir Haçlı Seferi yapılması gerektiğini dile getirmiştir.319 Piccolomini’ye göre Türklerin hükümdarı II. Mehmed, tüm Hristiyanları yenmeye, Kutsal Yazmaları ve İsa’nın kanununu ortadan kaldırmaya azmetmiştir.320 II. Pius, her ne kadar II. Mehmed’i din değiştirmeye ikna etmeye

çalışmışsa da, II. Mehmed’i ve Türkleri kâfir, dinsiz ve Hristiyanlık düşmanı olarak nitelendirmişse de Türklerin imajı ve II. Mehmed’in meşruiyeti ile ilgili önemli bir saptamanın yapılmasına yardımcı olmaktadır. II. Pius, hem taşıdığı dini kimlik hem de siyasi unvan göz önünde bulundurularak, II. Mehmed’i sadece döneminin en güçlü hükümdarı olarak görmez aynı zamanda bir imparatorluğun mirasçısı ve halefi olduğunun farkındadır.

II. Mehmed’in kurduğu mekanizma, uzun zamandır siyasi çalkantılarla mücadele eden Katolik dünyasının aradığı, Türk ilerlemesine karşı ihtiyaç duyulan bir devlet modelinin örneğini de teşkil etmiştir.II. Pius’un Sultan’ı Katolik olmaya davet etmesinin arkasında bazı pratik nedenlerin yer aldığı aşikârdır. II. Pius’un Sultan’a yazdığı mektubun İstanbul’a erişip erişmediği ya da II. Mehmed tarafından okunup okunmadığı bilinmemektedir. Katolikliğe yapılan bu davet, özellikle II. Mehmed’in o dönemde Avrupa üzerinde yarattığı etkinin sınırlarının belirlenmesi açısından bir hayli

önemlidir. Mektup, kamuoyu nezdinde propaganda yapabilmek amacıyla da yazılmış olabilir. Bu davet, gelenek dışı bir davranışın simgesi haline gelmiştir. Hristiyan kralların bir araya gelip İstanbul’u Türk egemenliğinden kurtaramaması, dönemin

önemli teologlarının Müslümanlarla barışçıl diyalog kurulması gerektiğini iddia etmesi,

319 Özden Mercan, “Constructing a Self-Image In The Image of The Other: Politicial and Religious Interpretaitons of Pope Pius II’s Letter to Mehmed II (1461)”, Budapest, 2008, s. 4. 320Mercan, a.g.e., s. 4. 111

II. Mehmed’in diğer Osmanlı sultanlarından ayrılan sıradışı kişiliği papayı mekup yazmaya teşvik eden sebeplerdir.321

II. Pius’un mektubunda dikkat çeken bir nokta vardır ki, o da II. Mehmed’e imparatorluk tacının teklif edilmesidir.322 II. Mehmed’den önceki Osmanlı sultanlarını

Katolik olmaya davet eden, din değiştirmesi halinde imparatorluk tacının verileceğini vaat eden başka bir belge henüz bulunamamıştır. Bu mektup, II. Mehmed’in artık

Avrupa tarafından bir imparator şeklinde tahayyül edildiğini, Osmanlı Devleti’ninresmi kabul görmesinin önündeki tek engelin olduğunu din faktörüdür.323 Papanın II.

Mehmed’e yaptığı bu tarihi çağrı, Roma İmparatorluğu’nun tarihindeki çok önemli bir olayın hatırlanmasına da vesile olmuştur. Papa Sylvester’in Roma İmparatoru

Konstantin’i vaftiz ettiği gibi, Pius’ta II. Mehmed’i vaftiz edebilseydi tarihe ikinci

Sylvester olarak geçecekti.324 İstanbul’un kurucusu ile İstanbul’u fetheden padişah arasında kurulan bu retorik ilişki, basit bir benzerliğin ötesindedir. Roma İmparatoru olarak Konstantin’in sahip olduğu meşruiyet ve prestij, İstanbul’un yeni efendisi II.

Mehmed’e geçmiştir.

II. Mehmed’in Roma-Bizans İmparatorluğu’nun mirasçısı olma hayalinin gerçekleşebilmesi için II. Pius tek şartı şu şekilde açıklamıştır: “Küçük bir şey, sizi bugün yaşayanlar arasında en büyük, en kudretli, en ünlü insan haline getirebilir… Sizi vaftiz edecek azıcık bir suyla Hristiyan inancına dâhil olur, İncil’e inanlar arasına katılırsınız. Siz bunu yaptıktan sonra, dünya üzerinde hiçbir hükümdarın şanı sizinkinden üstün olamaz, hiçbir hükümdar gücünüze erişemez.”325II. Pius’un

321Yusuf Yıldız, Papa II. Pius’un Fatih Sultan Mehmed’e Mektubu, 1. Baskı, Akçağ Yayınları, Ankara, 2018, s. 37. 322 Zweder von Martels, “Hristiyan Avrupa ile İslami Osmanlı İmparatorluğu Arasında Eski ve Yeni Sınır Çizgileri: Papa II. Pius’tan (1458-64) Papa XVI. Benedictus’a (2005-2013)”, Rönesans ve Osmanlı Dünyası, Der. Anna Contadini, Claire Norton, 2. Baskı, Koç Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2018 s. 191. 323von Martels, a.g.m., s. 196. 324Yıldız,Papa…, 2018, s. 38. 325 von Martels, a.g.m., s. 197. 112

mektubunda öne çıkan bir başka unsur, II. Mehmed’in din değiştiren diğer krallardan

üstün sayılmasıdır. Tarih boyunca din değiştiren ve Hristiyan olan birçok kral olmasına rağmen II. Mehmed hepsinden daha büyük imkânlara sahip bir hükümdardır. Büyük

Konstantin’i kendine örnek alan ve imparatorluğun sabık başkentini yeniden yapılandıran II. Mehmed, din değiştirdikten sonra imparatorluğun gücü kendisinin ve halkının yararına ona geçecek, 1453’te Konstantinopolis ile düşmüş son Bizans imparatorunun tacını giyecektir.326

Francesco Fielfo, II. Mehmed’e yazdığı mektubunda “ Allah pederdir, ey muhteşem emir Mehmed, imanın gözünü sana verebilsin (Bu mısralar, II. Mehmed’i,

Hristiyan dinine davet olarak mütalaa edilir) Elbette sen bütün âlemin kralı olacaksın

(Burada Basileous unvanı kullanılmıştır).”327II. Mehmed, Osmanlı Devleti’nin bir imparatorluk haline gelmesini sağlayan, Osmanlı Devleti’nin emperyal iddialarının temelini atan ve yönünü belirleyen kişidir. İzlediği fetih politikası ile sadece Avrupa’yı dehşete düşürmekle kalmamıştır, imparatorluğun geçirdiği yapısal dönüşümler sayesinde Osmanlı Devleti tarihin gördüğü en büyük İslam devleti sayılmıştır. II.

Mehmed’in fetih politikası, merkeziyetçiliği ve sert yönetimi sadece bir dehşet, korku hissi değil aynı zamanda bir hayranlık uyandırmıştır.

Soemmernli Enrico, İstanbul’un fethinden sonra yazdığı mektubunda Sultan’ın

Ege Denizi’nde yer alan adaların, Semendire’nin (Semendironova), Belgrad,

Güvercinlik gibi kentlerin tehdit altında olduğunu, Macaristan üzerine sefere çıkma niyetini, Roma’yı ve İtalya’yı hâkimiyetine alma isteğini328 belirtmiştir. II. Mehmed,

Batılı tarihçiler tarafından imparatorluk iddiasını sürdüren bir hükümdar olarak tanınmıştır. Bu iddialarının meşrulaşamamasının ve hatta Batılı kaynaklarda “despot,

326 von Martels, a.g.m., s. 196. 327 Francesco Fielfo, “Türk'lerin Büyük Bey'i ve Emir'i Mehıned'e”, Haz. Agostino Pertusi, İstanbul’un Fethi III: İstanbul’un Fethine Dair Neşredilmemiş ve Bilinen Belgeler, Çev. Mahmud H. Şakiroğlu, 1. Baskı, İstanbul’un Fethi Cemiyeti, İstanbul, 2008, s. 194. 328 Soemmernli Enrico,”Konstantinopolis’in…”, s. 45. 113

tiran, şeytan” gibi nitelendirmelere sahip olmasının sebebi, İstanbul’u ele geçirmiş olmasının getirdiği yankıdır. İstanbul’u farklı kılan unsur, sadece Roma

İmparatorluğu’nun başkenti olarak bin yıl boyunca sahip olduğu ideolojik misyonu değildir. İstanbul, İslam’ın ilerlemesi karşısında, yüz yıllar boyunca bir set, bir engel olarak tahayyül edilmiştir.329 Ünlü yapıları, muhteşem mabetleri, Avrupa kültürünü besleyen kaynakları, kiliseleri ve kütüphaneleri ile birlikte İstanbul, hümanistler tarafından Antik Dünya’nın atan kalbi şeklinde nitelendirilmiştir.

Belgrad’ın kuşatılması; Negroponte, Otranto ve Mora’nın fethedilmesi, II.

Mehmed’in sebep olduğu diğer kriz anlarıdır. Belgrad’ın önüne gelen II. Mehmed’in geri çekilmek zorunda kalması, Avrupa’da Türklerin bu topraklardan atılabileceği

ümidinin yeşermesine sebep olmuştur. 330 Ancak, II. Mehmed’in ardı ardına yaptığı seferler, bu ümidin kısa sürede sönmesine sebep olmuştur. Belgrad yenilgisi, Arnavut

İskender Bey’in II. Mehmed’in kuvvetlerine direnmesi gibi unsurlar, II. Mehmed’in yenilemeyeceğine dair Avrupa’da oluşan efsanelerin sarsılmasına sebep olmuştur. II.

Mehmed her defasında daha büyük bir kuvvetle ve Avrupa’nın farklı yerlerinde sefere

çıkıyor olmasına rağmen, İskender Bey ve Hunyadi Yanoş, II. Mehmed’in yenilebileceğini göstermiş ve İstanbul’un yeniden ele geçirilmesiyle ilgili ümitleri canlandırmıştır.

Arnavutluk İsyanının başındaki kişi İskender Bey, II. Murad’ın saltanatı döneminde Osmanlı sarayında eğitim almış bir asilzadedir.331 Osmanlı Devleti’nin askeri taktiklerini ve ülkesinin coğrafi yapısı iyi bilen İskender Bey, Macaristan ve

Venedik’in de desteğiyle Arnavutluk’un uzun süre Osmanlı egemenliği altına alınmasına engel olmuştur. Arnavutluk üzerine üç kez sefere (1465, 1467 ve 1479)

329 Nancy Bisaha, Creating East and West, University of Pennslyvania Press, Philadelphia,2004, s. 64. 330 Housley, Haçlı Seferleri…,2016, s. 56. 331Neşri Tarihi II, 2014, s. 625. 114

çıkmak zorunda kalan II. Mehmed, son seferinde İşkodra ve Kroya’yı ele geçirmiştir.332

Elbasan Kalesi’nin sağlamlaştırılması, şehirlere yeniçeri garnizonlarının yerleştirilmesi, ele geçirilen toprakların dirliğin parçası haline getirilmesiyle Arnavutluk, bu tarihten itibaren Osmanlı Devleti’ne bağlı bir sancak olarak yönetilmeye başlanmıştır.

Eflak Prensliği’ne II. Mehmed tarafından III. Vlad (Kazıklı Voyvoda)333 tayin edilmiştir. (1456) III. Vlad vassalı olarak prensliğinin ilk yıllarında sadakatini ispatlayan ve Macarlara karşı başarılı olan III. Vlad daha sonra II. Mehmed’e cephe almıştır. Müslüman köylüleri öldüren, Osmanlı Devleti’ne vergi vermeyi reddeden III.

Vlad, II. Mehmed’in üzerine gönderdiği kuvvetleri yenilgiye uğratmış ve Hamza Bey’in kesik başını334 Macar Kralı’na göndererek Osmanlı tabiiyetinden ayrıldığını ilan etmiştir. II. Mehmed, Vlad’ı cezalandırmak için 1462’de Eflak üzerine sefer çıkmıştır.

III. Vlad, II. Mehmed’in ordularıyla baş edemediği için gerilla savaşına girişmiş,

Balkanlar’daki savunmasız Türk köylerini yok etmeye başlamıştır. II. Mehmed’in

1462’de çıktığı Eflak Seferi’nde yirmi bin Türk’ün kazıklara oturtulduğu görülmüş ve

“Annelerine bağlanıp kazıklara oturtulmuş küçük çocuklar da vardı ve göğüs kafeslerinin içine kuşlar yuvalanmıştı” ifadesiyle335 Türk cenahındaki dehşet gözler

önüne serilmiştir. II. Mehmed’in bu çerçevede yaptığı misillemeler, “korkunç ve kana susamış Türk beyi” imajını şekillendiren olaylar arasında sayılabilir. III. Vlad Macarlara sığınmak zorunda kalmıştır ve yerine kardeşi Radu geçmiştir.336

II. Mehmed’in Gedik Ahmet Paşa komutasında hazırlandığı Otranto seferi Batı kaynaklarında çok geniş bir yankı uyandırmıştır. Osmanlı kaynaklarında Otranto

Seferi’ne pek az yer verilmiştir. Otranto Seferi’ne yer veren kaynaklardan biri Neşri’dir.

Neşri tarafından Pulya Seferi olarak adlandırılan harekâta dair çok az bilgi

332 Uzunçarşılı, Osmanlı…, 2016, s. 71-72. 333İbn Kemal, Tevarih-i Al-î Osman, VII. Defter, 1991, s. 202. 334 İbn Kemal, a.g.e., s. 206. 335 Solnon, Osmanlı İmparatorluğu…, 2019, s. 77. 336 Ruhî Tarihi, 1992, s. 450. 115

bulunmaktadır. Neşri, İtalya Seferi’nin amacıyla ilgili genel geçer şekilde “gaza” demiştir. II. Bayezid’in Gedik Ahmet Paşa’yı çağırması üzerine Otranto Kalesi’nin kaybedildiğini, birçok Müslüman’ın öldürüldüğünü yazmakla yetinmiştir.337Oruç Beğ,

Gedik Ahmet Paşa’nın Pulya Adası’na denizden çıkarma yaptığını ve fethettiğini kaydeder. Pulya Adası olarak adlandırılan bölge, Otranto’yu da içeren Apuglia

Bölgesi’nden başka bir yer değildir.

Otranto Seferi’nin neden yapıldığına dair detaylı bir açıklama Osmanlı kaynaklarında yer almamaktadır. Bu konuda yapılan tahminler genellikle II. Mehmed’in

Roma’yı ele geçirebilmek için İtalya’da bir köprü başına ihtiyaç duymasından ve

Otranto’yu bu niyetle fethetmesinden ibarettir.1480’de başlayan bu İtalya harekâtı iki koldan ilerlemiştir. II. Mehmed’in başında olduğu Osmanlı ordusunun bir kısmı

Rodos’u kuşatmıştır. Ancak, Rodos ele geçirilememiştir. Gedik Ahmet Paşa komutasındaki donanma ve ordu, 1480’de Otranto’yu kuşatmış ve ele geçirmiştir.338 II.

Mehmed, Napoli’nin Bizans tahtına yönelik, tarihten gelen taleplerini sürdürme hırsını kavramış339 ve cezalandırmak istemiş olabilir. Otranto’daki Osmanlı hâkimiyeti, II.

Mehmed’in şehzadeleri arasında başlayan taht kavgalarına değin (1481) devam etmiştir.

II. Mehmed’in İtalya’yı fethetmek için başlangıç noktası olarak düşündüğü Otranto,

1481’de el değiştirmiş ve Napoli Krallığı’nın topraklarına katılmıştır.

Otranto Seferi’i nasıl anlaşılmıştır? Otranto Seferi, dönemin İtalya’sında dehşet uyandırmıştır. II. Mehmed’in nihai hedefinin Roma kenti olacağı, İstanbul’un fethinden sonra yazılan mektuplarda ve raporlarda açıkça yer almaktadır.İstanbul’un fethinin akabinde 1453’te İtalyan hümanisti Publio Gregorio Tifernate İtalya’nın Tahribinin

Kehaneti adlı bir çalışmasında Türklerin istilasına uğramış bir İtalya’nın tasvirini şu

337 Neşri Tarihi II, 2014, s. 839. 338 Neşri, a.g.e., s. 839. 339 Any Williams, “Akdeniz Çatışması”, Kanuni ve Çağı, Ed. Metin Kunt, Christine Woodhead, 1. Basım, Alfa Yayınları, İstanbul, 2015, s. 60. 116

şekilde yapmıştır: “…Hâlbuki şimdi Getes’in vahşi ordusu Ausonia (=İtalya) sahillerine

çıkıyor, Roma ismini imha etmek için yaklaşanlardan bile, Anibal ve Galyalılar

(=Fransızlar) Alp Dağlarının yukarılarından gelemediler…”340 İtalyan hümanist aynı

çalışmasında II. Mehmed’in ilerlemesini kolaylaştıran sebepleri sıralamış ve İtalya’yı tüketen iç savaşların sona ermemesi durumunda II. Mehmed’in daha da ilerleyeceğini

şöyle ifade etmiştir:

“…Yuh olsun sana üç defa, Roma sana da dört defa,

Hesperyalılar (İtalyalılar) bitirin artık şu dahili savaşlarınızı,

Bizleri böyle bir korkudan uzak tutunuz.

Ey siz, Latinlerin hamileri olan Venedikliler,

Bütün Avrupa’nın mesuliyetinin selameti devredildi size…”341

Osmanlı Devleti’nin Otranto ve Apulia’daki egemenliği, sadece on üç ay sürmüş olmasına rağmen, bu fetihlerin getirdiği ses daha uzun bir süre Avrupa’da yankılanmıştır. XVI. yüzyılda yaşamış bir Yunan vakanüvis, Osmanlıların Adriyatik’in batı kıyısına çıkmasının Hristiyan batı âleminde nasıl bir endişeyle karşılandığını bahsederek II. Mehmed ölmeseydi Apulia’ya geçip, İtalya’yı işgal edeceği ve

Hristiyanlığa zarar vereceği şeklindeki kamuoyuna hâkim fikri şöyle aktarmıştır: “…

Sonra Ahmet Paşa pek çok askerle Apulia’ya geçti, Otranto’ya savaş açtı, o bölgenin idaresinin elinde tutan Calabria Dükü (saldırı esnasında ) orada olmadığından

Otranto’yu ele geçirdi ve oraya yerleşti. Böylece Paşa Apulia ve Calabria’yı, hatta bütün

Hristiyan Âlemi’ni derin bir endişeye sevk etti. Hatta diyorlar ki, eğer Sultan

340 Publio Gregorio Tifernate, “İtalya’nın Tahribinin Kehaneti”, İstanbul’un Fethi III: İstanbul’un Fethine Dair Neşredilmemiş ve Bilinen Belgeler, Haz. Agostino Pertusi, Çev. Mahmud H. Şakiroğlu, 1. Baskı, İstanbul’un Fethi Cemiyeti, İstanbul, 2008, s. 179. 341Tifernate, “İtalya’nın Tahribinin...”, 2008, s. 180 117

Mehmed’in ölümü yetişmeseydi o Apulia’ya geçmek için harekete geçecek, İtalya’yı işgal edecek ve Hristiyanlığa büyük zarar verecekti…”342

II. Mehmed’in İtalya üzerindeki emellerinden dehşet duyanların yanı sıra bu emelleri destekleyen İtalyan kent devletlerinin olduğu bilinmektedir. Bazı İtalyan kent devletleri, II. Mehmed’in şahsında bir hami bulmuştur. Bu kent devletleri sırasıyla

Ceneviz (Karadeniz kolonileri II. Mehmed tarafından ele geçirilinceye kadar), Ancona,

Floransa, 1470’lerin ortasına kadar Napoli ve 1479 barışından sonra Venedik olmuştur.

Bu durumdan çıkarılacak iki sonuç bulunmaktadır: II. Mehmed, aynı zamanda iyi bir diplomat olarak, dönemin ihtiyaçlarına göre İtalya’da farklı ittifaklar kurmuş ve İtalyan kent devletleri tarafından aranan bir müttefik haline gelmiştir. Otranto Seferi için

Venedik’i suçlayan bir İtalyanşu satırları yazmıştır: “ "Türklerin İtalya'ya sokulmasının nedenini onlarla barış ve bağlılık anlaşması imzalayan Venediklilerin bizzat kendilerinin olduğu söyleniyor…”343

Napoli Kralı Ferdinand’ın Floransa’ya ait bazı kentleri ele geçirmesi,

Florsansa’nın II. Mehmed ile yakınlaşmasına yol açmıştır. Avrupa’nın tamamında yaratılan kana susamış, vahşi Türk imgesine rağmen Floransalı Lorenze de Medici,

Bertoldo di Giovanni’ye bir madalyon sipariş etmiştir. Bu madalyonun arkasında, sanatçı sakallı ve sarıklı II. Mehmed’in zaferini kutlayarak, onu ağızlarından köpükler saçan atların çektiği bir savaş arabasının üstünde, sol elinde klasik ikonografyaya uygun olarak kanatlı zafer figürünü sallar ve diğer elinde Yunanistan, Trabzon ve Asya’yı temsil eden taç giymiş üç çıplak ve zincirli kadını tutar halde tasvir etmiştir.344 II.

Mehmed’in Antik Çağ’daki muzaffer bir hükümdar olarak tasvir edilmesi, zaferlerinin

İtalya’da nasıl algılandığını gösteren güzel bir örnektir.

342 Kontantinos Giakoumis, “Osmanlıların Otranto ve Apulia Seferleri (1480-1481)”, Türkler, Yeni Türkiye Yayınları,Ankara, C.9, 2002, s.373. 343 Zinkeisen, Osmanlı İmparatorluğu…,C. 2, 2011, s. 327. 344Solnon, Osmanlı İmparatorluğu…, 2019, s. 56. 118

II. Mehmed’in sahip olduğu gücü ifade etmek isteyen Batılı tarihçiler ve yazarlar, özellikle insan gücünü ve maddi kaynakları öne çıkarmışlardır.

Benvoglienti’nin Venedik’ten gönderdiği diplomatik notta II. Mehmed’in sahip olduğu insan gücüne ve maddi kaynaklara hayran kaldığı açıktır. Benvoglienti II. Mehmed’in gücünü şu şekilde anlatmıştır “ … Türk’ün çok muazzam gücü ve tarif edilemeyecek…

Hristiyanlara karşı merhametsizliği ve onun külliyetli miktardaki hazineleri… Türk’ün

öyle büyük hazineleri vardır ki galiba hiçbir kral şimdiye kadar onun darp ettirdiği kadar altını asla olmamıştır bile…”345 Barbaro, eserinin farklı bölümlerinde II.

Mehmed’in sahip olduğu insan gücünden ve maddi olanaklardan saygıyla bahsetmiştir.

“ ve sözü gecen Türk bu kalayı inşaya geldiği zaman Gelibolu’dan hareket etti ve çok mükemmel bir surette teçhiz edilmiş 6 kadırga ve 18 küçük kalyon ve 16 parandarya ile geldi”346, “Orada beyin çok köleleri de vardı ki bunlar beyaz serpuşlarından belli oluyordu” 347 ve başka şekilde II. Mehmed’in henüz iktidarının başındayken sahip olduğu güç ve zenginlik vurgulanmıştır.

Yaşanmamış olayların bir hakikat gibi yansıtılması, II. Mehmed’in

Hristiyanlıktan ve Batı’dan intikam alabilmek adına her türlü eylemi yapabilecek bir despot olarak tasvir edilmesinde bir araç olarak kullanılmıştır. Mesela, Riminili

Filippo’nun Francesco Babaro’ya yazdığı bir mektupta yer alan “… Zaferinden dolayı

çok daha cüretlenen Türklerin kralı, her türlü yollardan hırsını tatmin için bizim mukaddes dinimize yöneldi, ilk anda çok meşhur mabedimiz olan Aya Sofya’yı dinsizleştirmek istedi ve hayvani bir şiddetle orada şirin genç bir kıza tecavüz etti

345Benvoglienti, “Siena’ya…”, 2006, s. 54. 346Barbaro, Konstantiniye…, 1953, s. 12;. 347Barbaro, a.g.e., s. 38. 119

Palladius mabedinde Troia’lı bakireye yapılan şiddetin intikamını aldı…” 348satırları

İstanbul’un fethinin yarattığı dehşeti gözler önüne sermektedir.

Languschi ise sultanın şu sözleri söylediğini yazar: “Büyük Türk, Pallas mabedinde tecavüze uğrayan Troialı bakirenin intikamının alındığını söyledi.”349

Verilmek istenen asıl mesaj, II. Mehmed’in Doğu’da yaşanılan tüm yıkımın (belki de

Haçlı Seferlerine yakın bir zaman diliminde olmasının etkisiyle) intikamını aldığının düşünülmesidir. Sultanın kendisinin böyle bir eylemi gerçekleştirmesi hayal edilemez.

Kritovulos, II. Mehmed’den “Troialıların intikamını aldım.” cümlesini naklettiği için,

II. Mehmed’in Batı dünyasından Doğu’nun intikamını alma iddiasında bulunduğu ileri sürülebilir.350 II. Mehmed, davranışları ve söylemleri ile bu iddiayı pekiştirmiştir. II.

Mehmed’in tek hükümdar, tek imparatorluk ve tek din şiarıyla harekete geçtiğini iddia eden Dolfin, II. Mehmed’in Avrupa üzerine yaptığı seferleri Doğu’nun Batı’ya boyun eğdirmesinin bir nişanesi olarak değerlendirmiştir.351

Bazı batılı kaynaklar II. Mehmed’i daha farklı değerlendirebilmişlerdir. II.

Mehmed’i örnek ve adil bir hükümdar, örnek alınması gerekilen bir prens şeklinde gösteren bir menkıbe elimizde mevcuttur. Avrupalı bazı tarihçiler, II. Mehmed ile beraber Osmanlı Devleti’nin bir imparatorluk mahiyetine büründüğünün de farkındadırlar. II. Mehmed’in Osmanlı Devleti açısından bir dönüm noktası olduğunu,

Batı kaynakları da belirtmiştir. Tanınmış İngiliz tarihçi Richard Knolles History of the

Turks adlı abidevi eserinde II. Mehmed’e kadar olan altı padişahtan kral, II.

Mehmed’den itibaren ise imparator olarak bahsetmiştir.352 XVI. yüzyılda yaşamış bir

348 Riminili Filippo, “Francesco Barbaro’ya Mektup”, Haz. Agostino Pertusi, İstanbul’un Fethi III: İstanbul’un Fethine Dair Neşredilmemiş ve Bilinen Belgeler, Çev. Mahmud H. Şakiroğlu, 1. Baskı, İstanbul’un Fethi Cemiyeti, İstanbul, 2008, s. 101. 349Languschi, “1453 Senesinde…”, 2008, s. 125. 350İstanbul’un Fethi, 2011, s. 153. 351 Zorzi Dolfin, “Cronaca, 313-322 (Seçmeler)”, 1453 İstanbul Kuşatması: Yedi Çağdaş Rivayet, Der. J.R. Melville Jones, Çev. Cengiz Tomar, 3. Baskı, Yeditepe Yayınları, İstanbul, 2018, s. 181. 352 Mehnet İpşirli, “Fatih Sultan Mehmed ve Osmanlı Teşkilatı”, 550. Yılında Fetih ve İstanbul: Bildiriler, TTK, Ankara, 2007, s. 77. 120

İngiliz tarihçinin II. Mehmed ve ardılları için imparator unvanını seçmesi tesadüf değildir. II. Mehmed ile beraber Osmanlı Devleti’nin geçirdiği dönüşüm, devleti dünyadaki dengeleri etkileyecek bir noktaya getirmiştir ve bu durum II. Mehmed’in

çağdaşları tarafından da kabul görmüştür.

XV. Yüzyıldaki farklılıklara rağmen egemenlik anlayışında gözlemlenen bazı ortak noktalar, II. Mehmed’in bir imparator olarak Batı dünyası tarafından kabullenilmesini anlaşılır kılmaktadır. Doğu’nun hükümdarlık anlayışı ile Batı’nın hükümdarlık algısı arasındaki en önemli fark, Osmanlı Devleti’nde II. Mehmed’in hükümdarın kişiliğinden bağımsız, iktidara ortak bir toplumsal sınıfın oluşmaması için her türlü tedbiri almasıdır. Anadolu ve Balkanlar üzerinde, kendisine muhalefet edebilecek her türlü aileyi ve imtiyazlarını yok etmiş, kendine bağlı bir kul sınıfı yaratmıştır. Avrupa’da ise hanedanlar aristokrasi ile iktidarı paylaşmaya devam ettikleri için hükümdarı destekleyen bir aristokrasinin varlığı zaruri olarak görülmektedir.

Nitekim Machiavelli, Peresvetov ve Bodin gibi düşünürler merkeziyetçiliği sıkı sıkıya destekleyen kişiler olarak II. Mehmed’i ve kurduğu sistemi methetmişlerdir.

İvan Peresvetov isimli eski bir Rus askeri tarafından 1547’de yazılan Fatih

Sultan Mehmed Menkıbesi, farklı bir bakış açısıyla II. Mehmed’in portesini

çizmektedir. 353 Peresvetov’un hayatı hakkında verilecek malumat, neden II. Mehmed’i farklı bir şekilde tasvir ettiğinin anlaşılmasına yardımcı olacaktır. Peresvetov’un bir Rus askeri olduğu göz önüne alınacak olursa hem Peresvetov’un temsil ettiği Rusya hem de

II. Mehmed’in kurumsallaştırdığı Osmanlı Devleti Bizans İmparatorluğu’nun doğal olarak Antik Roma’nın mirasçılarıdır. Peresvetov, bu iddiaları tanımıştır ve II.

Mehmed’i meşru bir hükümdar olarak kabul etmiştir.Peresvetov ailesi, Rusların

Altınorda Hanı Mamay ile yaptığı 1380 Kulikova Meydan Savaşı’nda yararlılık

353 Gamze Öksüz, “XVI. Yüzyıl Rus Edebiyatında Fatih Sultan Mehmed Menkıbesi”, Akademik Bakış Dergisi, C. 6 , S. 12, 2013s. 333. 121

gösteren bir atadan gelmektedir.354 Osmanlı Devleti’nin de taraf olduğu Macar veraset savaşları esnasında Osmanlı Devleti’nin desteklediği Yanoş Zapolya’yı desteklemiştir.

1528-1530 yılları arasında Zapolya’yı destekleyen Peresvetov, daha sonra taraf değiştirerek I. Ferdinand’ı desteklemeye başlamıştır.355 Zapolya’yı desteklediği dönemde Türkleri yakından tanıdığı, Osmanlı Devleti’nin idari ve askeri yapılanmasını bu dönemde öğrendiği söylenebilir.

Peresvetov, Türk düşmanı değildir ve Türklere karşı herhangi bir ön yargısı bulunmamaktadır. Türk Sultanı hakkındaki yargısına ”Menkıbenin” ilk cümlesinde

“Türk padişahı Sultan Mehmed Türkçe eserler okuyarak yetişmiş bir filozoftu” diye başlayan yazar, onun tarihte bu erdemliliğe erişmiş ender bir hükümdar olduğunu vurgular.356 Peresvetov, aynı zamanda siyaset teorisine bir yenilik getirmiştir. Adaletin yani siyasi nedenlerin inanç ve tapınmadan üstün olduğunu göstermiştir.357 Çünkü II.

Mehmed beceriksiz Yunan Hristiyanları cezalandırmak için Tanrı tarafından gönderilmiştir ve sultan sahip olduğu erdem ile Tanrı tarafından yüceltilmiş hükümdar tipinin ilk örneklerindendir. Peresvetov, tıpkı Papa II. Pius gibi bir yandan II. Mehmed karşısında Hristiyanlığı müdafaa etmeye girişir. II. Mehmed, Hristiyanlığı değil beceriksiz Yunanları yenmiştir. II. Mehmed gibi üstün niteliklere sahip bir yöneticisinin

Hristiyan bir anne tarafından büyütüldüğünü iddia etmiş ve II. Mehmed’in yaşamının sonunda Hristiyanlığa girmek istediğini de savunmuştur.358 II. Mehmed’in Ortodoks bir düşünür tarafından bu kadar içselleştirilmesi, aslında XV. ve XVI. yüzyılda kültürler arasında geçişkenliğin yaygın olduğunu göstermesi açısından çok önemlidir. II.

354 Altan Aykut, “İvan Peresvetov ve “Sultan Mehmed Menkıbesi”, Belleten,nC.46, S.184, 1982, s. 861. 355Aykut, a.g.m.,s. 862. 356 Aykut, a.g.m., s. 861. 357 Marc Youssim, “XVI. Yüzyıl Rus “Makyavelist”i Ivan Peresvetov’un Eserlerinde Yeni Prens’e Örnek Olarak II. Mehmed”, Machiavelli, Makyavelizm ve Modernite,Haz. Cemal Bali Akal, 2. Baskı, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 2014, s. 134. 358Öksüz , “XVI. Yüzyıl…”, 2013, s. 344. 122

Mehmed, Peresvetov’un risalesinde neredeyse ideal bir Ortodoks hükümdar çizgisine yerleştirilmiştir.

Peresvetov, II. Mehmed’in başkenti İstanbul’a taşımasının önemini kavramıştır.

Devletin yeni fethettiği yerlerde otorite kurması için başkenti taşınması en etkili

önlemlerden biridir. II. Mehmed, başkenti İstanbul’a taşıyarak Edirne’yi kendi siyasi iktidarlarının merkezi olarak gören uç beyi ve serhat gazilerinin baskılarını bertaraf etmeyi başarmıştır. Ayrıca, yeni bir başkent demek devletin yeniden şekillendirirken hükümdarın her türlü tehditten ve baskıdan uzak kalması anlamına da gelir. İstanbul’u başkent ilan eden iki hükümdar, II. Mehmed ve Büyük Konstantin, başkentin imarı ile devletin yapısal dönüşümünü birlikte yürütmüşlerdir. Peresvetov, II. Mehmed ve

İstanbul örneğinden yola çıkarak Rus Çarı IV. İvan’a başkentini yeni ele geçirilen

Kazan topraklarına taşıması öğüdünü vermiştir. 359

Bodin, II. Mehmed’in öven satırlar kaleme almıştır. Bodin’in hayranlığının başlıca sebebi, II. Mehmed’in erken-modern dönem Avrupa’sının tam anlamıyla merkeziyetçiilk siyasi teşekkülünü kurmasından kaynaklanmıştır. Bodin, Julian de

Medici’yi öldürüp Floransa’dan kaçan katili teslim etmesini örnek göstererek II.

Mehmed’in adil bir hükümdar olduğunu savunmuştur.360 Bodin, II. Mehmed’in Roma imparatorlarının meşru varisi şeklinde görülmesi fikrini vurgulamıştır. 1576’da yazdığı satırlarda “ Hristiyanların elinden Bizans’ı, imparatorluğun başkentini aldıktan sonra,

Perslerden de Babil bölgesini alan […], Roma’nın eski eyaletlerine Tuna ötesi diyarlarını da ekleyen Türklerin sultanını Roma İmparatorluğu’nun mirasçısı olarak görmek çok daha adil olurdu.” 361 II. Mehmed’den yüzyıl sonra yaşamış bir Fransız düşünürün nezdinde Osmanlı sultanlarının Roma’nın meşru halefleri olarak tahayyül edildiği anlaşılabilmektedir. Mutlakiyet yanlısı bir düşünür olarak Bodin, II. Mehmed’in

359Youssim, “XVI. Yüzyıl Rus…”, 2014, s. 136. 360Ergül, “Jean Bodin’in…”, 2016, s. 321. 361Solnon, Osmanlı İmparatorluğu…, 2019, s. 51. 123

kurduğu mutlakiyetçi-merkezi imparatorluğu Fransa için örnek alınması gereken, adil bir yönetim sistemi şeklinde değerlendirmiştir.

Francesco Fielfo, II. Mehmed’i diğer Batılı kaynakların aksine ideal imparator olarak görenlerden biridir. Kendisi, II. Mehmed’e yazdığı bir mektubunda “…Ey cesur emir, kim seni asırlarca tebcil etmekten uzak kalabilir ki? Senin büyük değerin bütün cihana teşmil olunmuştur. Ey Emir, senin böyle büyük taarruzların, bütün âlemi

şimdiden doldurdu. Yaşadığın süre zarfında göğü bile fethedeceksin. Senin şöhretin ilk insanlar arasında bile ki bunlar Argoslu (Yunan) meşhur Romalılar olsun, bunlar arasından geçip gidecektir daima ileriye…”362ifadelerini kullanmıştır. II. Mehmed’in başarılarının büyüklüğü, Avrupa’da sadece korku uyandırmamıştır. II. Mehmed, aynı zamanda hayranlık beslenen, saygı duyulan bir hükümdar imajına sahip olmuştur.

György, II. Mehmed’in hayranlık duyulacak bir hükümdar olduğunu ifade etmiştir. György tarafından yazılan kitabın aynı zamanda bir Katolik propaganda metni olduğu düşünülürse bu ifadelerinde samimi olduğu anlaşılabilir. György “Sultanın zaferlerinde, savaşlarından ve ordusunun haşmetinden, ününden ve yüce gönüllülüğünden ve muhteşemliğinden söz edilişini işiten biri, hükümdarın mütevaziliğinden şüphe duyabilir ve ona hayranlık duymaktan kendini alıkoyabilir mi?”363 ifadeleriyle, Papa IV. Sixtus’un hizmetinde tercüman olarak görev yapan birinin

II. Mehmed hakkındaki objektif görüşlerini yansıtmaktadır. II. Mehmed’in tatlı dilli, bilge, adil ve ince düşünceli bir insan olduğunu belirten György, Sultan’ın aynı zamanda mütevazi biri olduğunu ifade ederek, II. Mehmed’in annesinin cenaze töreninde Sultan’ın giyim kuşamıyla kalabalıktan ayırt edilemediğini vurgulamıştır.364

362Fielfo, “Türk'lerin…”, 2008, s.193. 363 György, Türkler…, 2009, s. 65. 364 György, a.g.e., s. 65. 124

Kritovulos, II. Mehmed’e eserini ne için yazdığını açıklarken şu ifadeleri kullanmıştır: “Yüce imparatorun birçok büyük eser meydana getirdiğini, sadece

Perslerle diğer kavimlerin değil, aynı zamanda Romalılarla Hellenlerin de eski zamanların birçok komutan ve kralını ün, yiğitlik, bilgelik ve askeri deha açısından kıyas kabul edilemeyecek derecede kat kat aştığını gördüm.” 365 Kritovulos’un bir başka bahanesi, II. Mehmed’in başarılarının Hellen dilinde yazılması gerektiğine inanmasından kaynaklanmıştır.366 Bu durum, Osmanlı egemenliğini destekleyen ya da kabul eden Yunanlar için II. Mehmed’in birleştirici bir hükümdar olarak aynı zamanda

Yunanların İmparatoru şeklinde tahayyül edildiğini gösterir.

II. Mehmed’in felsefeye olan yatkınlığı çağdaşları tarafından da tasdik edilmiştir. Georgios Amirutzes ile II. Mehmed arasında geçen konuşmalarda, Sultan

Aristoteles’in Metafizik’teki öğretilerine göndermede bulunmuştur.367 Mehmed ve

Georgios Amirutzes, Orta Çağ’da aşina olunan bilgili imparator ile saray filozofu çifti gibi görünür: II. Frederick ile Michale Scot ya da İbn Rüşd ile Muvahhid Halifesi Ebu

Yak’ub Yusuf gibi.368 Bu dostluk, II. Mehmed’in sadece metafiziğe ve Yunan felsefesine duyduğu ilgiyi göstermekle kalmaz. II. Mehmed’in Yunan-Roma uygarlığından faydalanmasının düşünsel temellere sahip olması, onu basit bir taklitçinin ya da imparatorluk mirasçısının ötesine götürür.

Trabzonlu Georgios, II. Mehmed’in sarayında yer almak istemiş, çalışmalarını göndermiş ve II. Mehmed’e hitaben üzerinde yazılan mektuplar bulunduğu için hapis cezasına çarptırılmış bir örnek olarak, kendi çevirisi olan Latince Almagest’i II.

Mehmed’e ithaf etmeye çalışmıştır.369 Georgios’a göre II. Mehmed Aristo ve Platon’un

365 Kritovulos, Kritovulos Tarihi, Çev. Ari Çokona, 2. Basım, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2018, s. 1. 366 Kritovulos, a.g.e., s. 1-2. 367Akasoy, “Yunan Felsefesinin…”, 2018, s. 284. 368 Akasoy, a.g.m., s. 284. 369 Akasoy, a.g.m., s. 285. 125

çalışmalarından haberdardır, Aristoteles’in eserlerinde ustalaşmıştır ve matematiğe hakimdir.370Floransalı hümanist Francesco Berlinghieri, Batlamyus’un Coğrafyasını

İtalyancaya çevirdiği eserini (Septe Giornate della Geographia di Francesco

Berlinghieri) II. Mehmed’e “Bu kitabı şanlı, şerefli hükümdar, Tanrı’nın tahtının sahibi, imparator, Asya’nın ve Yunanistan’ın hâkimi Osmanlılardan Mehmed’e ithaf ediyorum.” ifadesiyle ithaf etmek istemiştir.371

II. Mehmed’in askeri ve siyasi faaliyetlerini inceleyen bazı tarihçiler (Franz

Babinger) özellikle kendi siyasi hırsları ve kurmak istediği imparatorluk için tarih, coğrafya, felsefe ve dinlerle bu kadar çok ilgilendiğini ileri sürmüştür.372 II. Mehmed’in

özellikle felsefe ile ilgilenmesinin altında yatan asıl sebep kendi imparatorluk retoriğini kurmak olabilir. II. Mehmed, İstanbul’da Doğu ve Batı kültürünü bir araya getirebilen tek padişahtır. Kurduğu imparatorluğu hem Doğu’nun hem de Roma İmparatorluğu’nun varisi saydığı için bir taraftan İslam kültürünün gelişmesi için önemli faaliyetlerde bulunmuş, diğer taraftan Batı dünyasıyla kültürel temasları geliştirmiş ve bu ülkelerden birçok sanatçıyı İstanbul’a davet ederek bu şehir Doğu ve Batı kültürlerinin birleştiği bir merkez haline getirmeye çabalamıştır.373

Theodoere Spandounes, II. Mehmed’in çağdaşı olan Greklerden biridir. II.

Mehmed’i çağının en şanslı ve başarılı hükümdarlarından biri olarak anmıştır.374 Savaş konusunda yetenekli ve şanslı olan II. Mehmed, aynı zamanda özgürlükçü ve adil bir hükümdar olarak resmedilmiştir.375 Spandounes, II. Mehmed’in Hristiyanlara saldırmakla birlikte, soylu amaçları olan bir imparator olduğunu iddia etmiş ve her fırsatta din ya da milliyet ayrımı gözetmeksizin fakirlere sadaka dağıttığını

370 Akasoy, a.g.m., s. 285. 371 Erünsal,”Fatih Sultan…”, 2018, s. 71. 372 Babinger, Fatih…, 2003, s. 421. 373 Erünsal, “Fatih Sultan…”, 2018, s. 64. 374Spandounes, On the origin…, 1997, s. 51. 375Spandounes, a.g.e., s. 51. 126

belirtmiştir.376 II. Pius, II. Mehmed’i Hristiyan olmaya davet ederken padişahın yaptıklarını ve karakterini övmekten geri durmamıştır. II. Pius’un gözünde Osmanlı sultanı “…atalarının soyluluğu ile tanınan, şanlı işlerle kendini ispatlayan, büyük bir imparatorluğa sahip olan ve tabiatın bahşettiği birçok yetenekle dikkat çeken muhteşem…” bir adamdır.377

Eğriboz’un Osmanlılarca fethedilmesi esnasında esir düşen, sırasıyla Şehzade

Mustafa’ya ve II. Mehmed’e hizmet eden ve daha sonra ülkesine dönen

Angiolello’nun378 II. Mehmed ile ilgili yazdığı satırlar dikkat çekmektedir. Angiolello,

II. Mehmed’in anılmaya değer büyük ve önemli işler yaptığını belirtmiştir.379 Faziletli bir insan dediği II. Mehmed’in resimleri ve bahçeleri sevdiğinden bahseden Angiolello,

Bellini ile II. Mehmed arasında geçen bir konuşmadan bahsetmiştir. Bu konuşmada

Bellini II. Mehmed’in yaptıklarının İskender’in kahramanlıklarını geçtiğini belirterek neden övülmek istemediğini sormuştur.380 II. Mehmed’in sadece bilge insanlar tarafından övülmeyi istediğini belirtmesi381 onun karakteri ve düşünce yapısı ile ilgili

önemli ipuçları taşımaktadır. II. Mehmed etrafında akıllı ve yetenekli insanları istediği gibi kendi yaptığı işleri büyüklüğünün ve niteliğinin bilge insanlar tarafından hatırlanmasını arzulamıştır. II. Mehmed, Osmanlı Devleti’ni hangi noktaya taşıdığını bilen bir hükümdar olarak, tüm siyasi ve askeri faaliyetlerini yerleşik bir imparatorluk kurabilmek adına gerçekleştirmiştir.

Kaynaklarda II. Mehmed’in Arapça ve Farsçanın yanı sıra Grekçe, Latince ve

İtalyanca bildiği iddia edilmektedir. Bazı kaynaklarda bu dillerden başka Sırpça gibi yerel dillere de hâkim olduğu iddiaları bulunmaktadır. II. Mehmed’in etrafında Yunan,

376Spandounes, a.g.e.,s. 52. 377Yıldız, Papa…,2018, s. 68. 378 Mahmud H.Şakiroğlu, ,” Giovanni Mari Angiolello”, DİA, C. III, 1991, s. 196. 379 Giovanni Maria Angiolello, Fatih’inİçoğlanı Anlatıyor, Fatih Sultan Mehmed, Çev. Pınar Gökpar, 1. Baskı, Profil Yayınları,İstanbul, 2011, s. 124. 380Angiolello, a.g.e., s. 125. 381Angiolello, a.g.e., s. 125. 127

İtalyan, Musevi vb. olmak üzere farklı milletlerden ve cemaatlerden kişiler bulunmuştur. Aslında Trabzonlu bir Rum filozofu ve matematikçisi olan Amirutzes'e

Batlamyus'un meşhur coğrafya kitabını ve haritalarını Arapçaya tercüme ettirmiştir.382

Çok hürmet ettiği ve zamanın İmam-ı A'zamı diye vasıflandırdığı ünlü hocası

Hocazade'ye o meşhur "Tehafütü'l-Felâsife" ünvanlı felsefî eseri yazdırmıştır.383

II. Mehmed bilim adamlarını ve sanatkârları kendi sarayında toplamaya gayret etmiştir. Venedik’ten kendisine ressamlar ve tunç döküm ustaları getirtmesi (Her ne kadar siyasi emelleri olsa da), Ali Kuşçu gibi bilim adamlarını İstanbul’da yaşamaya ikna etmesi, Otlukbeli Savaşı’ndan sonra Osmanlılara esir düşen Kadı Mahmud Şerihi,

Hasan Keyfi gibi ulemadan şahıslara itibarlarını iade edip himayesine alması bu duruma verilen örneklerdir.384 II. Mehmed, astronomiye meraklı bir hükümdar olarak çağının en büyük Müslüman astronomu Ali Kuşçu’yu İstanbul’a getirmiş, yolculuğu esnasında kendisine eşlik etmesi için Topkapı Sarayı’ndaki bazı nedimleri Tebriz’e göndermiştir.385 Ali Kuşçu’nun yolculuk esnasında hazırladığı, Risaletü’l

Muhammediye adıyla II. Mehmed’e ithaf ettiği bir matematik kitabı bulunmaktadır ve ayrıca Risaletü’l Fethiye başlıklı bir başka kitabı II. Mehmed’e sunduğu bilinmektedir.386

II. Mehmed, İstanbul’u Doğu ve Batı kültürlerinin birleştiği bir kent haline getirmeye çalışmıştır. Fethettiği Yunan-Roma medeniyetinin merkezinin geleneksel kültürünü reddetmek bir yana bu gelenek ve kültürden faydalanmaya çalışmıştır. 387

Anonim bir Grekçe tarihte II. Mehmed için“ İlim ve bilgelikte atalarının tamamını

382Kritovulos Tarihi, 2018, s. 230. 383Baykal, “Fatih Sultan Mehmed’in…”, 1953, s. 80. 384 İlhan Erdem, “Ak-Koyunlu Kaynaklarına Göre Otlukbeli (Başkent) Savaşı", OTAM, S. 4, 1993, s. 158. 385 John, Freely, Büyük Türk: İki Denizin Hakimi Fatih Sultan Mehmed, Çev. Ahmet Fethi, Doğan Kitap, 6. Baskı, İstanbul, 2018, s. 110. 386Freely, a.g.e., s. 110-111. 387Erünsal, “Fatih Sultan…”, 2018, s. 65. 128

geride bırakmıştır.” ifadesi yer almaktadır.388 Yine aynı Grekçe tarihte II. Mehmed’in atalarının tamamından daha yardımsever biri olduğu, bilginleri koruduğu, dikkatli, titiz ve her iş için en uygun kişiyi bulduğu belirtilmiştir. 389 II. Mehmed’in bu anlayışı, okuduğu kitaplarda ve tercümesini emrettiği eserlerde kendisini göstermektedir. II.

Mehmed’in kütüphanesi, onun kişiliğini ve dünyaya bakış açısını yansıtan bir başka unsurdur. II. Mehmed’in kütüphanesi hakkında yapılmış en detaylı çalışmalar, Julian

Raby’e aittir. Raby’nin 1983 senesinde Padişah’ın Rumca yazmaları üzerinde yaptığı araştırma neticesinde, Sultan’ın kişisel koleksiyonunda on dört kitabın bulunduğu, Paris ve Vatikan kütüphanelerinde bulunan birer kitabın ise II. Mehmed’in çalışma odasından alındığı ortaya çıkmıştır.390

Sultan, Türkçe’yi ve Arapça’yı çok iyi bilen Georgios Amiroutzes’in oğlu

Mehmed Bey’e bazı Yunanca elyazmaları ile Kitab-ı Mukaddes’in çevrilmesi konusunda emir vermiş olmakla birlikte Kitab-ı Mukaddes gerçekten çevrildiyse bile bugüne kalan bir örneği bulunamamıştır.391 II. Mehmed’in Kitab-ı Mukaddes’in

çevrilmesini emretmesi, diğer Osmanlı padişahlarına nazaran, dinler karşısında takındığı tutumu gösteren bir başka örnektir. II. Mehmed’in dinler karşısında meraklı olması, II.

Mehmed’in Hristiyanlığı ve İslam’ı birleştirecek bir hükümdar şeklinde tahayyül edilmesinin altında yatan asıl sebeplerden biridir. György, II. Mehmed’in kominyon ayinlerine katıldığını iddia etmiştir. György’e göre II. Mehmed kiliselere gitmiştir, papazlar onun huzurunda ayin yönetmişlerdir, şarap ve ekmek ayini esnasında II.

Mehmed’e kutsanmamış ekmek sunmuşlardır.392

388 Emperors, Patriarchs and Sultans of , 1379-1513: An Anonymous Greek Chronicle of the Sixteenth Century, Haz. Marois Philippides, Hellenic College Press, Brookline, Massachusetts, 1990, s. 91. 389 Emperors, Patriarchs…, s. 90. 390Freely, Büyük..., 2018, s. 111. 391Freely, a.g.e., s. 109. 392 György, Türkler…,s. 65. 129

II. Mehmed’in Hristiyan teolojisine duyduğu bu yakın ilgi, yukarıda sıralanan

örneklerle sınırlı kalmamıştır. İsa’nın üzerinde doğduğu taş,İsa’nın Çilesi’nin araçları,

İşaya’nın saçı, sakalı ve kulakları olan cesedi veya İsa’nın yaşadığı yıllarda İsrail Kralı olan Herodes tarafından öldürülen Kutsal Masumlar gibi Hristiyan röliklerini topladığı iddia edilmiştir.393 Bellini’ye yaptırdığı portreler ise İslam’ın tasvir yasağının

çiğnenmesi şeklinde anlaşılmıştır. Bellini’ye sadece kendi portresini yaptırmakla yetinmeyen II. Mehmed’in ona Çocuklu Meryem tablosu sipariş ettiği ve sarayın duvarlarına Avrupa’daki gibi şölen ve şenlik resimleri394 çizdirdiği rivayet edilmiştir.

Saraya ait duvar resimleri ve tablolar, II. Mehmed dönemine tepkili olan ulemanın da desteğini alan ve dindarlığı ile nam salmış, II. Bayezid tarafından satılmış ve bu eserler

İstanbul’da ticaret yapan Venedikliler tarafından satın alınmıştır.395

II. Mehmed’in İskender’in hayatına öteden beri meraklı olduğu bilinmekle birlikte İslam kaynaklarında Büyük İskender’in hayatını anlatan bazı eserlere aşina olduğu varsayılabilir. Ahmedî’nin İskendernamesi ya da Nizami’nin İskendernamesi aracılığıyla Farsça’daki İskendername geleneği, zaten Osmanlı düşünce dünyasının bir parçası haline gelmiştir. Raby’nin yaptığı inceleme neticesinde II. Mehmed’in kütüphanesinde İskender’in Yunanca biyografisi olan Arrian’ın Anabasis adlı eserinin bir kopyası ortaya çıkarılmıştır.396II. Mehmed’in kütüphanesinde bulunan diğer kitaplar ise şunlardır: Hesiodos’un Theogonia’sı (Tanrıların Doğuşu); Planudes’in Aisopos’un

Hayatı ve Aisopos’un Fablları; Oppianos’un Halieutika’sı (Balıkçılık Üzerine);

Antonios Monakhos’un Hipokrates’in Kehanetleri ve Lir Sanatı ve Derleme’si;

İskenderiyeli Kyrillos’a atfedilen Kitab-ı Mukaddes Sözlüğü; Değerli Taşlar ve

Hayvanların Özellikleri Üzerine anonim bir eser; Manuel Moskhopoulos’un Gramer’i;

Gramer, Fiillerin Çekimi ve Tasnifi üzerine anonim bir eser; Pindaros’un Olympiaka’sı

393Solnon, Osmanlı İmparatorluğu…, 2019, s. 56. 394Solnon,a.g.e., s. 55. 395 Solnon, a.g.e., s. 59. 396 Freely, Büyük..., 2018, s. 111. 130

(Olympia Odları); Eudemos Rhetor’un Sözlük’ü ve Süleyman’ın Ahdi Üzerine anonim bir eser.397

II. Mehmed’in askerî teknolojileri yakından takip etmesi, İstanbul’un fethinden sonra devam etmiştir. II. Mehmed, askeri meseleler hakkındaki Avrupa yazınını yakından takip etmiştir - bu ilgisi o kadar meşhurdur ki Avrupa’da bu konu hakkında eser kaleme alan yazarlar eserlerini Osmanlı padişahlarına ithaf etmiş ve eserlerini doğrudan padişaha göndermişlerdir.398 II. Mehmed’in teknik bilgisinden yararlandığı tek kişi Macar top döküm ustası Urban değildir. Osmanlı birlikleri tarafından esir edilen ve II. Mehmed’in emrinde uzun yıllar çalışan tüfekçi Nürnbergli Jorg bir diğer

örnektir.399 II. Mehmed’in Rimini Senyörü Sigismondo Malatesta’dan gönderilmesini talep ettiği Roberto Valturio’nun De Re Militari isimli eser, 1461 yılı itibariyle

Avrupa’daki askerlik sanatının gelişimini inceleyen kitapları yakından takip ettiğini göstermiştir.

Haritalar, II. Mehmed’in ilgi alanları arasında yer almaktadır. II. Mehmed, sadece Batlamyus’un (Ptolemaios) haritasının Arapça’ya çevrilmesini emretmekle kalmamıştır. II. Mehmed aynı zamanda Müslüman coğrafyacıları da teşvik ve himaye etmiştir. Bir değerlendirmeye göre II. Mehmed’in İslam coğrafyası bilgisine dayanan haritalarla ilgilenmesini sağlayan kişi Ali Kuşçu’dur.400 Ancak, II. Mehmed’in haritalara olan ilgisi, Ali Kuşçu’yu himaye etmesinden çok daha önce kendisini göstermiştir.

Georgios Amiroutzes’in II. Mehmed’in emri üzerine Batlamyus’un haritalarını

Arapça’ya çevirmesi 1464 yılında vuku bulmuştur.401 II. Mehmed’in İslam

397 Freely, a.g.e., s. 113. 398 Miri Shefer-Mossensohn, Osmanlı’da Bilim: Kültürel Yaratı ve Bilgi Alışverişi, Çev. Kübra Oğuz, I. Basım, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2018, s. 167. 399Babinger, Fatih…, 2003, s. 132. 400 Mossensohn, Osmanlı’da Bilim…, 2018, s. 168. 401Kritovulos Tarihi, 2018,s. 230. 131

haritacılığıyla ilgilenmesi, Ali Kuşçu’nun Osmanlı himayesine girdiği 1472 senesinden

önce başlamış olduğu söylenebilir.

3. BÖLÜM: YAPISAL DÖNÜŞÜM

3.1. İMPARATORLUK VE İSTANBUL

132

Osmanlı Devleti’ni Balkanların veya Anadolu’nun önde gelen yerel güçlerinden biri olmaktan çıkaran, bir imparatorluk olmasına sebep veren hadise İstanbul’un fethedilmesidir. Tarihteki çok az olay, bir devletin örgütlenmesinde ve dönüşümünde

İstanbul’un fethi kadar etkili olabilmiştir. II. Mehmed, cülusundan itibaren kendisini evrensel bir imparatorluğun varisi olarak görmüş, mutlak bir iktidar sahibi olduğuna inanmış, İstanbul’un her bakımdan tekrar bir dünya merkezi haline gelmesini istemiştir.402 Venedik, Ceneviz, Floransa, Napoli gibi İtalyan kent devletlerine verilen imtiyazlar ile Anadolu’dan ve Rumeli’den getirip yerleştirdiği gayrimüslim tebaa ile kentin ekonomik hayatını canlandırmaya çalışmıştır.

Roma İmparatorluğu’nun ve Bizans İmparatorluğu’nun başkenti olma vasfını bin yıldan uzun süre taşıyan İstanbul, bir imparatorluk kültü yaratılması için son derece ideal bir hedeftir. 1466’da Trabzonlu Georgios Fatih’e şöyle hitap etmiştir : “ Kimse

şüphe etmez ki, sen Romalılar İmparatorusun. İmparatorluk merkezini hukuken elinde tutan kimse İmparatordur ve Roma İmparatorluğunun merkezi de İstanbul’dur.”403

Roma İmparatorluğu’nun başkentini ele geçiren hükümdar, aynı zamanda yeni Roma

İmparatoru olmaya hak kazanmıştır. II. Mehmed,İstanbul’dan hükmeden bir imparatorun bütün dünyaya egemen olacağı yolundaki Doğu Roma öğretisini kabul etmiştir, onungözünde İstanbul'un fethi şehrin Asya ve Avrupa'daki geniş hinterlandının fethinden daha fazla önem taşımıştır.404 Osmanlı hükümdarları, İstanbul’u aldıktan sonra uzun süre boyunca şehrin eski adını kullanmaya devam etmişlerdir. Osmanlıların resmi yazışmalarında, sikkelerinde ve hatta XIX. yüzyılda kullandıkları posta

402İnalcık, “Osmanlı Tarihine...”, 1999, s.71. 403 İnalcık, a.g.m., s.71. 404Toynbee, Tarih…, 1978, s. 279. 133

pullarında, şehrin kurucusunun adıyla anılması dört yüz yıllık bir süreçtir, şehrin adı

“Konstantin’in Kenti”, yani Konstantiyye olarak kalmıştır.405

II. Mehmed’i İstanbul’u fethe götüren ideolojik motifler arasında, en temel olanı, orasını, kendi mutlak-merkeziyetçi saltanatının hâkimiyetinde kurmayı hayal ettiği dünya imparatorluğunun her bakımdan merkezi yapmak idealidir. Osmanlı Devleti’nin yönettiği coğrafya göz önüne alınırsa hem kültürel hem coğrafi hem de tarihi olarak bir imparatorluk başkenti olarak İstanbul’un düşünülmesi bir tesadüf değildir. İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmed’in Sultanü’l-Berreyn ve Hakanü’l-Bahreyn (İki

Kıtanın ve İki Denizin Hükümdarı) unvanının yani sıra Kayser-i Rum unvanını alması,

Roma mirasını devraldığını gösteren bir hükümdar için sürpriz değildir.406

İstanbul’un fethi, Osmanlı Devleti’nin çehresini değiştiren en önemli olaylardan biri olarak tarih sahnesindeki yerini almıştır. Gerek kentin coğrafi konumu gerek yüzyıllar boyunca Doğu’daki en önemli başkent olması gerekse fethin II. Mehmed’e sağladığı büyük saygınlık bu değişimin en önemli nedenleri arasındadır. II. Mehmed’in iki kez Manisa’ya gönderilmiş olması, kendisine uzun zaman önce babasının çizdiği zafer ve fetih yolunda ilerlemesi mümkün olmayan beceriksiz bir çocuk olduğuna dair bir intiba kazandırmıştır.407 Fetih, II. Mehmed’i neredeyse bir gecede deneyimsiz bir gençten bir otokrata dönüştüren psikolojik bir pota olmuştur.408 Fetih, II. Mehmed’i genç bir otokrata dönüştürmenin ötesinde bir anlam kazanmıştır. İmparatorluk başkentinin fethi, II. Mehmed’i bir imparatora dönüştürmüştür.

İstanbul’un fethi ile birlikte II. Mehmed’in kazandığı meşruiyet, Osmanlı tahtında oturmuş seleflerini de gölgede bırakmıştır. Nitekim II. Mehmed’in son

405 Donald Quataert, Osmanlı İmparatorluğu 1700-1922, 10. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2016, s. 29. 406 Aydoğan ,“Changing…”, 2016, s. 38. 407 Zinkeisen, Osmanlı İmparatorluğu…, C. 1, s. 595. 408 Michael Angold, Konstantiniye 1453 Fetih/Düşüş, Çev. Zeynep Rona, 1. Baskı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,İstanbul, 2017, s. 71. 134

veziriazamı Nişancı Mehmed Paşa’nın yazdığı Osmanlı Sultanları Tarihi’nde

İstanbul’un birçok büyük padişah ve sultan tarafından arzulandığı, yapılan kuşatmaların başarılı olamadığı,surların sağlamlığı nedeniyle şehrin kıyamete kadar İslam mülkü haline getirilemeyeceğine inanıldığı belirtilmiştir.409 Nişancı Mehmed Paşa’nın bu satırlarla vurguladığı asıl husus, II. Mehmed’in İslam padişahları arasında, özellikle kendi soyunda, İstanbul’un fethi ile birlikte kıyamete kadar unutulamayacak bir başarı elde etmiş olmasıdır. İstanbul’un fethinin II. Mehmed’in merkezi-bürokratik imparatorluğunun kurucu unsuru olması, devletin en yüksek kademelerinde yer alan bürokratlar tarafından da vurgulanmıştır. II. Mehmed’in de bu hususta Nişancı Mehmed

Paşa ile aynı şeyleri düşündüğü söylenebilir.

II. Mehmed’in İstanbul’u fethetme düşüncesinin ne zaman şekillendiği belli olmamakla birlikte Emecen, sultanın tahta çıktığı ilk yılları işaret etmiştir.410 II.

Mehmed’in tahttan indirilmesi ve Manisa’ya dönmesi, bu fikrin olgunlaşması için kendisine yeterli zamanı vermiştir. Dukas, II. Mehmed’in her geceyi İstanbul’a nasıl hücum edebilirim sorusunun cevabını arayarak geçirdiğini belirtmiştir.411 İstanbul’un fethinin II. Mehmed’e sağladığı meşruiyet ve itibar, çağdaşlarının da dikkatini

çekmiştir. Francis, II. Mehmed’in şu sözleri söylediğini iddia etmiştir “ Şehri fethedersem, ona defalarca saldırmalarına rağmen alamayanların yapamadığını başarmış olacağım.”412 Bu ifade benzer şekilde Sphrantzes’insatırlarında da yer almıştır.413 II.

Mehmed’in kaderini adeta İstanbul’un fethiyle özdeşleştirdiğini anlatan bir başka ifade

409 Nişancı Mehmed Paşa, Osmanlı Sultanları Tarihi, Osmanlı Tarihleri I, çev. İbrahim Hakkı Konyalı, düz. H. Nihal Atsız, Türkiye Yayınevi,İstanbul, 1949, s. 352. 410 Feridun Emecen, Fetih ve Kıyamet:1453, 1. Basım, İstanbul, Kapı Yayınları, 2019, s. 121-122. 411 Mihail Dukas, “Bizans Tarihi: 33-42. Kısımlar”, 1453 İstanbul Kuşatması: Yedi Çağdaş Rivayet, Der. J.R. Melville Jones, Çev. Cengiz Tomar, 3. Baskı, Yeditepe Yayınları,İstanbul, 2018, s. 115. 412Şehir Düştü, 1992, s. 46-47. 413 GeorgiosSphrantzes, Memorii 1401 - 1477: în anexă: Pseudo-Phrantzes: Macarie Melissenos Cronica, 1258 – 1481, Ed. Vasile Grecu, 1966, s. 99. 135

ise II. Mehmed’e ait olduğu öne sürülen “Ya ben İstanbul’u alırım ya da İstanbul beni.” cümlesidir.414

İstanbul, XIV. ve XV. yüzyıl Osmanlı ilerlemesinin bir neticesi olarak, Osmanlı egemenliği altındaki toprakların ortasında kalmıştır. Sultanların Anadolu’dan

Rumeli’ye ya da tam tersi istikamette geçerken yaşadıkları sorunlar, büyük siyasi krizlere yol açmıştır.Bizans İmparatorluğu’ndan izin alınması, Latinlere ve Bizans’a rüşvet verilmesi415 gibi çeşitli yöntemlerin kullanılmasıyla aşılabilmiştir. II. Mehmed,

Bizans Devleti’nin düşmanca tavırlarını ve başta babası II. Murad olmak üzere Osmanlı padişahlarının yaşadığı zorlukları Bizans elçilerine söylemiş ve İstanbul’un kuşatılması ile ilgili Osmanlı padişahına gönderilecek başka elçilerin idam edileceklerini belirtmiştir.416 II. Mehmed, iktidarının kaderini İstanbul’a bağlamıştır.

İstanbul’u kuşatmaya karar verdiğini devlet ricaline açıkladığı bir toplantıda

şehrin fethedilmediği veya ortadan kaldırılmadığı sürece devletin sağlam temellere dayanamayacağını ve güven içinde yaşamasının mümkün olmadığını iddia etmiştir.417

II. Mehmed, komutanlarını ve devlet adamlarını ikna etmeye çalışırken tüm otoritesini ve ikna gücünü kullanmak zorunda kalmıştır. İstanbul’u almak konusundaki kararlılığını “fethetmek ya da gerekirse ölümü göze alarak fetheden kadar ondan vazgeçmemek”418 şeklinde ifade eden II. Mehmed, İstanbul şehriyle birlikte devletinin bir imparatorluk mirasını devralacağını, tam anlamıyla yerleşmiş ve kurumsallaşmış bir devlet teşekkülünün İstanbul ile gerçekleşeceğini anlamıştır.

414Dukas, Bizans Tarihi, 1956, s. 169-170. 415Dukas, Bizans Tarihi…,2018, s. 106. 416Dukas, a.g.e., s. 106. 417 Kritovulos Tarihi,2018,s. 35. 418 Kritovulos, a.g.e., s. 38-39. 136

Machiavelli, hiçbir şeyin bir hükümdara büyük girişimlerde bulunmak ve az rastlanır davranış örnekleri vermek kadar saygınlık kazandırmayacağını söyler.419 II.

Mehmed’in İstanbul’u fethi, kazandığı saygının ve uyandırdığı korkunun en önemli sebebidir. II. Mehmed’in kurduğu imparatorluğun başlangıcı olarak İstanbul’un fethinin alınması basit bir tesadüfün ötesindedir. Tüm toplumsal muhalefet grupları, İstanbul’un fethi ile birlikte II. Mehmed’in elde ettiği meşruiyeti sorgulamaya cesaret edememiştir.Oryantalizm üzerine yaptığı çalışmalarla adını duyuran Michael Curtis, II.

Mehmed’in yaptığı fetihlerle Osmanlı Devleti’nin gücünün zirvesine çıktığını ileri sürmüştür.420

İstanbul’un fethi, Marmara Denizi’nin bir iç deniz haline gelmesine sebep olmuş ve Osmanlı Devleti’ni gerçek anlamda bir donanmanın sahibi kılmıştır.Karesi

Beyliği’nin 1345’te Osmanlı Devleti tarafından ilhak edilmesiyle birlikte Aydıncık’ta kurulan tersaneyi sırasıyla İzmit ve Gelibolu’da kurulan tersaneler izlemiştir.421Karesi donanması Osmanlı silahlı kuvvetlerinin bir parçası haline gelmiştir. I. Bayezid zamanında Osmanlı Devleti’nin donanması ilk kez Ceneviz donanması ile boy

ölçüşebilmiştir.422II. Mehmed, imparatorluk iddiaları için İtalyan kent devletleriyle başa

çıkabilecek bir donanma kurmak istemiştir.II. Mehmed’in İstanbul’un fethi için vücuda getirdiği donanma, Osmanlı Devleti’nin kara gücünün yanında zayıf kalmıştır. II.

Mehmed’in donanmasının niteliği ile ilgili bilgi veren bazı kaynaklar bulunmaktadır.

İstanbul’un muhasarası esnasında kentte bulunan Venedikli Nicolo Barbaro’ya göre

Osmanlı deniz kuvveti kadırgalar, kalyonlar, küçük tekneler ve firkateynlerle birlikte yüz kırk beş parçadan ibarettir.423 Osmanlı donanmasının Bizans-Venedik donanması

419 Machiavelli, Prens, 2000, s. 197. 420 Michael Curtis, Orientalism and Islam, Cambridge University Press, Newyork, 2009, s. 25. 421 Ali İhsan Gencer, “Osmanlı Türklerinde Denizcilik”, Osmanlılar, Ed. Güler Eren, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, C.VI, 1999, s. 571. 422 Neşri, Kitab-ı Cihan-Nüma (Neşri Tarihi I), Haz. Faik Reşit Unat, Mehmed A. Köymen, 4. Baskı, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2014, s. 325-327. 423 Barbaro, Konstantiniye…,1953, s. 33. 137

karşısında çaresiz kalması, daha ilk çatışmada donanmanın önemli kayıplar vermesi424,

II. Mehmed’in çileden çıkmasına sebep olmuştur Ancak, bu durum Türk donanmasının daha çok bir nakliye filosu hüviyetinden uzak olmadığı gerçeğini henüz değiştirmemiştir.425

II. Mehmed, egemenlik iddiasında bulunduğu denizlerde Venedik ve Ceneviz egemenliğine meydan okuyabilecek bir deniz gücü oluşturma işine İstanbul’un fethinden hemen sonra başlamıştır. II. Mehmed döneminde Ege Denizi’nde yer alan birçok ada ele geçirilmiştir. İstanbul’un ve Boğazların güvenliğini sağlayabilmek,

Bizans Devleti’nin elinde kalan son adaları ele geçirebilmek için harekete geçmiştir.

İstanbul’un Fethi esnasında etkin bir şekilde kullanılmaya çabalanan donanma güçlendirilmiştir. II. Mehmed, imparatorluğun bilinçli bir banisi olarak Rumeli’de ve

Anadolu’da kurulmuş bir devletin donanma olmadan imparatorluk haline gelemeyeceğini ön görmüştür. Gökçeada, Taşoz, Semendirek, Midilli, Limni, Eğriboz,

Zanta, Kefalonya ve Ayamavra Osmanlı mülkü haline gelmiştir.426II. Mehmed, 1481’de donanma yardımıyla Otranto’yu ele geçirip İtalyan yarımadası boyunca ürkütücü şok dalgaları göndermiştir.427 Osmanlı Devleti, Roma İmparatorluğu’nun mirasını karadaki fetihlerle devir aldığı gibi, denizlerde de aynı mirasçılık haklarına sahip çıktığını göstermiştir.

Yukarıda sıralanan sebepler, II. Mehmed’in tasavvurundaki imparatorluğu kurabilmesi için İstanbul’un fethini bir başlangıç noktası olarak kabul etmesini sağlamıştır. Dukas II. Mehmed’in Rumeli Hisarı’nın yapımının durdurulmasını talep eden Bizans elçilerine şu cevabı verdiğini yazmıştır: “… Babamın İstanbul Boğazını geçmemesi için imparatorun kadırgaları keşiflerde bulunuyorlardı. Ben daha çocuktum,

424 Emecen, Fetih…, 2019, s. 266-267. 425 Gencer, “Osmanlı Türklerinde…”, 1999, s. 571. 426 İbn Kemal, Tevarih-i Al-î Osman, VII. Defter, 1991, s. 219.;Aşıkpaşaoğlu Tarihi, 2014, s. 181.; Ruhî Tarihi, 1992, s. 462; Spandounes, On the origin…, 1997, s. 35. 427Brummet “Avrupa’da…”, 2016, s. 83-84. 138

Edirne’de oturuyor, Macarların gelmelerini bekliyordum. Macarlar Varna civarındaki yerleri yağma ediyorlardı. Bunları gören imparatorunuz ise seviniyordu, Müslümanlar ise, ıstırap çekiyorlardı, kâfirler de sevinç ve meserret içinde idiler. Çok büyük tehlikeler ile boğazı geçen babam, karşı tarafa geçer geçmez, Anadolu kıyısında bulunan kalenin karşısına, garp tarafından diğer bir kale yaptıracağına yemin etti. O, bu yemini yerine getirmeğe muvaffak olamadı, Allah’ın inayeti ile bunu ben yapmak istiyorum… Gidiniz ve imparatora deyiniz ki, şimdiki padişah eski padişahlara benzemiyor. Onların yapamadıkları şeyleri bu kolayca yapabilecektir ve onların istemedikleri şeyleri, bu isteyecek ve yapacaktır…”428

Genelde kaynaklar, Rumeli Hisarı’nın yapımını II. Mehmed’in barışın bozulduğunu gösteren bir karar olarak aldığını ve bunu XI. Konstantin’e göstermek istediği konusunda hem fikirlerdir. Ancak, Behiştî Ahmed Çelebi, II. Mehmed’in

Rumeli Hisarı’nın inşası için XI. Konstantin’e elçiler gönderdiğini iddia etmiştir.429

Ahmed Çelebi, II. Mehmed’in şehri ele geçirme isteğini açıkça dile getirmiştir. Ahmed

Çelebi’ye göre XI. Konstantin, Rumeli Hisarı’nın yapılacağı mevkiinin Franklara

(Venedik, Ceneviz vb. İtalyan kent devletleri kast ediliyor olmalıdır) ait olduğunu söylemiştir.430 İtalyan kent devletleri ile Osmanlı Devleti’nin barış içerisinde olması sayesinde Rumeli Hisarı’nın inşasına başlanmıştır. Ahmed Çelebi’nin bu ifadeleri,

Bizans İmparatorluğu ve İtalyan kent devletleri arasındaki husumetin II. Mehmed tarafından kullanıldığını da göstermektedir.

II. Mehmed’in İstanbul’u başkent olarak seçmesi bir gecede alınan bir karar değildir. Devraldığı ve neredeyse enkaz haline gelen bir kentten kurmayı hayal ettiği imparatorluğuna yakışan bir başkent inşa edilmesi epey meşakkatli bir süreç olmuştur.

II. Mehmed’in aklından geçen şey, Bizans İmparatorluğu’nun hatıralarının yaşayacağı

428Dukas, Bizans Tarihi, 1956, s. 146. 429Tarih-i Behiştî…, 2016, s. 258-259. 430 Behiştî Ahmed Çelebi, a.g.e., s 259. 139

bir anıt mezar bırakmak değil, burada bin yıllık tarihin getirdiklerinden farklı olarak, başka temeller üzerinde ve başka yasalara göre yeni ve canlı bir yaşam kurabilmek olmuştur.431 II. Mehmed, şehrin boş ve harap haline sahip olmaya hazırlanmıştır.

Dukas’a göre II. Mehmed Bizans elçilerine şu şekilde seslenmiştir: “… geri kalan bütün halkını, esir ve mallarını, yağma etmek üzere askerlerimin ellerine teslim edeceğim.

Şehrin boş olarak bana kalması benim için kâfidir”432 İstanbul’a sahip olmanın getireceği prestij, şehrin zenginliklerinden çok daha değerlidir. II. Mehmed, İstanbul’u yeniden kuran hükümdardır.

İstanbul’un bir diğer önemli özelliği, Roma İmparatorluğu tarafından

Hristiyanlığın resmi din şeklinde benimsenmesiyle birlikte, kentin ilk Hristiyan başkenti sıfatını almasıdır. Nitekim kent düştükten sonra kentin savunmasında aktif rol oynayan

Kievli Isidor gönderdiği bir mektupta “dinsizler ve gaddar kafirler tarafından

Konstantinopolis denilirken şimdi ise berbat kaderden dolayı Turkopolis [Türkün şehri] denilmekte olup” 433 ifadeleriyle kentin kaybedilmesinin ne anlama geldiğini ifade etmeye çalışmıştır. Hristiyanlığın ilk başkenti, 1453 itibariyle harap olmuş da olsa,

Türklerin eline geçmiştir ve bu durum tahammül sınırlarını aşan bir felaket şeklinde telakki edilmiştir.

II. Mehmed, İslam hukukuna göre şehir aman dileyerek teslim olmadığı için askerlerinin üç gün boyunca İstanbul’u yağmalamasına ve ganimet toplamasına izin vermek zorunda kalmıştır. Şehir, özellikle 1204’teki Latin İstilası ile kıyaslanınca kuşatmadan ve üç gün süren yağmadan nispeten az zarar görmüştür. Dukas, II.

Mehmed’in askerleriyle yaptığı mukaveleden pişman olduğunu belirtir.434Tarihçi

Kemal, İstanbul’un fethedildikten sonra şiddetli bir şekilde yağmalandığını, şehirdeki

431Zinkeisen, Osmanlı İmparatorluğu…, C.I., 2011, s. 634. 432 Dukas, Bizans Tarihi, 1956, s. 170. 433 Kievli Isidor, “Bessarione'ye Mektub, İstanbul’un Fethi I: Çağdaşların Tanıklığı, Haz. Agostino Pertusi, Çev. Mahmud H. Şakiroğlu , 1. Baskı, İstanbul’un Fethi Cemiyeti, İstanbul, 2004, s. 137. 434Dukas, Bizans Tarihi, 1956, s. 184. 140

herkesin kırıldığını, sokakların kan gölüne döndüğünü vurgulamıştır.435Yine Dukas, II.

Mehmed’in Aya Sofya’ya girdiği anda yaşanan bir hadiseyi aktarmıştır. Dukas’a göre

II. Mehmed Aya Sofya’ya girdiği zaman bir askerin mabedin mermerlerini kırmakta olduğunu görür ve askeri cezalandırır. Bunu üzerine II. Mehmed “Servet ve esirler size yeter, şehrin binaları bana aittir” demiştir.436 II. Mehmed’den sanki bir deccalmişçesine bahseden Nestor İskender, padişahın şehre zarar gelmemesini istediğini kaydetmiştir.

Şehri ele geçen II. Mehmed, sancakbeylerine, paşalarına ve vezirlerine, şehir halkına, kadınlara ve çocuklara ölümle, esaretle veya başka herhangi bir kötülük ile zulmetmelerini yasaklamıştır.437

İstanbul, fetihten hemen önce nüfusu elli bin veya dolaylarında bulunan bir kent

şeklinde tasvir edilmiştir. Şehrin imarının yanı sıra şehrin iskân edilmesi de II.

Mehmed’in önceliklerinden biri haline gelmiştir. II. Mehmed’in İstanbul’un imarına yönelik yaptığı ilk hamle kendi payına düşen esirleri serbest bırakmak ve onları vergiden muaf tutarak İstanbul’a yeniden yerleştirmek olmuştur.438 İbn Kemal, II.

Mehmed’in kenti ele geçirir geçirmez kendisine ait esirleri serbest bıraktığını, Osmanlı

Devleti’nin dört bir yanından gelen insanların boş evlere yerleşmek, dükkânları işletmek için teşvik edildiğini belirtilmiştir.439 Şehrin iskânı, II. Mehmed’in saltanı boyunca dikkatle uyguladığı, devlet politikası haline getirdiği gayelerinin başındadır. Fethettiği yerlerde sanatçıların ve zanaatkârların İstanbul’a sürülmesini emretmiştir.440 Şehrin aynı zamanda el sanatlarının ve ticaret merkezi haline gelmesinde bu önlemin etkili olmuştur.

435 Kemal, Selâtîn-nâme (1299-1490), Haz. Necdet Öztürk, TTK, Ankara, 2001, s. 167. 436Dukas, Bizans Tarihi, 1956, s. 184. 437 Nestor İskender, İstanbul: Çar Şehrinin Hikâyesi, Çev. Gamze Öksüz, Fatih Yapıcı, Birinci Basım, Heyamola Yayınları, İstanbul, 2014, s. 65. 438 İstanbul’un Fethi, 2011, s. 109. 439İbn Kemal, Tevarih-i Al-î Osman: VII. Defter, 1991, s. 97. 440 İbn Kemal, a.g.e., s. 98. 141

II. Mehmed tarafından İstanbul’un ilk subaşı olarak atanan Karıştıran Süleyman

Beğ’e şehrin nüfusunun arttırılması yönünde özel görevler verilmiştir. 1453 yazı boyunca Galata ve Silivri’den İstanbul’a insanlar nakledilmiştir. İmparatorluğun birkaç kentinden ve bölgesinden, fethedilen yörelerden çok sayıda insan İstanbul’a yerleştirilmiştir. İmparatorluğun çok kültürlü ve çok dilli yapısına uygun olarak sadece

Türk ve Müslüman ahali değil Rum, Ermeni, Musevi, Sırp vb. farklı cemaatlerden insanlar göç ettirilmiştir. İstanbul’un etrafındaki padişah haslarına savaş esirlerinin yerleştirildiği, bu savaş esirlerinin üretim yaptığı haslar için özel kanunnamelerin yayınlandığı da bilinmektedir.4411454’teki ilk Sırbistan seferinin hemen akabinde dört bin Sırp esirin, Mora’dan iki bin ailenin İstanbul ve çevresine yerleştirilmesi, iskân politikasına ne kadar erken başlandığını gösterir.442Amasra, Trabzon, Konya, Edirne,

Karaman, Foça, Kefe, Sinop, Ege Adaları vb. bu iskândan payını fazlasıyla almış

Osmanlı topraklarıdır.

1453 sonrası İstanbul’unun gelişmesi, başlı başına sürgün politikalarının, demografik ve ekonomik bir daralmanın ardından yeniden kentleşme ve büyümeyi desteklemek için belirli deneyim, hüner ve mesleki uzmanlığa sahip bireylerin göç ettirilmesinin ne kadar dikkatle planlandığını gösterir.443 II. Mehmed’in çağdaşı olan bazı tarihçiler, Karaman vilayetinden göç ettirilen Karaman sakinlerine yapılan muameleleri çok sert bir dille eleştirmiştir. Şikari, II. Mehmed’in 1463’te yaptığı

Karaman Seferi esnasında Konya’daki hisarları yıktığını, otuz bir bin Müslüman ve yedi bin kâfir evini İstanbul’a sürdüğünü belirtmiştir. 444 Larende’de ise camileri, medreseleri

441 Ahmet Akgündüz, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukuki Tahlilleri: Osmanlı Hukukuna Giriş ve Fatih Devri Kanunnameleri, 1. Baskı, FEY Vakfı Yayınları, İstanbul, 1990, s. 458. 442 Ruhî Tarihi, s. 452. 443 Rhoades Murphey, Erken İmparatorluk Çağında Osmanlı Ekonomisi”, Osmanlı Dünyası, Ed. Christine Woodhead, 1. Baskı, Alfa Yayınları, İstanbul, 2018, s. 59. 444 Şikari, Karamanname: Zamanın Kahramanı Karamaniler’in Tarihi, Haz. Metin Sözen Necdet Sakoğlu, Karaman Belediyesi Yayınları, İstanbul, 2005, s. 238. 142

ve evleri yıkıp yüz on yedi mahalleyi İstanbul’a göç ettirdiğini yazmıştır.445 Şikari’nin verdiği sayılar mübalağalı olmakla birlikte, İstanbul’u şenlendirmek adına yapılan sürgünlerin niteliğini gösterdiği için çarpıcıdır.

II. Mehmed’in İstanbul’a yerleşmesi için zorladığı Osmanlı tebaası da bu duruma tepki göstermiştir. Bursa’nın önde gelenlerinin sürgün emrine direnmesi üzerine

II. Mehmed’in sert tedbirler alması gerekmiştir. II. Mehmed’in zengin ve fakir fark etmeksizin birçok kişinin İstanbul’a yerleşmesini emretmesi, emrine karşı gelenlerin cezalandırılmasını başkentini imar etmeye çalışan padişah için İstanbul’un yeni inşa edilecek kimliğinin ne kadar önemli olduğunu gösterir. Padişahın gözde devlet adamlarından Mahmud Paşa’nın Karaman yöresinden İstanbul’a gönderilmek üzere seçilen zengin ve ileri gelenlere karşı aşırı toleranslı tavrı ve onların yerine fakir insanların yazılması Sultan’ı çok kızdırmıştır.446 Aşıkpaşazade, Mahmud Paşa’nın II.

Mehmed’in gözünden düşmesinin sebebi olarak sürgünler konusundaki yumuşak tutumunu göstermiştir.447

Osmanlı Devleti’nin yeni başkenti, hızlı bir şekilde İslami bir kimlik kazanmıştır. Aya Sofya, İslam geleneğine uygun olarak camiye çevrilmiş ve ilk cuma namazı Aya Sofya’da kılınmıştır. Yüzlerce yıl boyunca Avrupa’nın en önemli ve en büyük dini yapısı olması nedeniyle Aya Sofya’nın camiye çevrilmesinin önemi büyüktür. Şehrin fethinin akabinde altı önemli kilisenin derhal camiye çevrilmesi,

şehrin yeni kimliğinin şekillenmesinde önemli bir eşiktir. Aya-Marina Kilisesi,

Haydarilere bağışlanmıştır.448Camiler, medreseler, bedestenler, vakıflar, hamamlar vb. yapılar İstanbul’un hızlı bir şekilde hüviyet değiştirmesini sağlamıştır. Sultan yüksek

445 Şikari, a.g.e., s. 238. 446 Halil İnalcık, “II. Mehmed’in İstanbul Rum Halkı ve Bizans Yapılarına Yönelik Politikası”, İstanbul Tarihi Araştırmaları, 1. Basım, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2019, s. 23. 447Osmanlıoğullarının Tarihi, 2003, s. 253. 448 Halil İnalcık, “Istanbul: An Islamic City”, İstanbul Tarihi Araştırmaları, 1. Basım, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2019, s. 98. 143

rütbeli devlet adamlarına vakıf niteliğine haiz büyük, kompleks yapıların inşa edilmesi emrini vermiştir.449 Mahmud Paşa, Gedik Ahmet Paşa, Mustafa Paşa gibi dönemin önde gelen vezirlerinin bu şekilde imarethaneler yaptırdığı bilinmektedir.450 İmarethaneler bünyesinde medrese, cami, hastahane, misafirhane, kütüphane, tekke, zaviye gibi yapıları barındırdığı için bir kentin İslami kimlik kazanmasında son derece etkili bir sistemdir.

Latin İstilası’ndan sonra ticari yolların Bursa, İznik gibi kentlere kayması

İstanbul’un zamanla iktisadi önemini kaybetmesine sebep olmuştur. II. Mehmed, imparatorluğun iki yakasını birleştirdiği için İstanbul’u yeniden ticaret yollarının kesiştiği bir kent haline getirmeye çabalamıştır. II. Mehmed’in fetihleri dikkatli bir

şekilde tetkik edilecek olursa Karadeniz ve Ege Denizi’nde ele geçirilen toprakların

İstanbul ile olan bağları gözden kaçırılmamalıdır. Ege’deki adaların fethedilmesi,

Kefe’nin ele geçirilmesi, Karadeniz boyunca yapılan fetihler sadece Bizans

İmparatorluğu’nun meşru halefi olarak eski topraklarının Osmanlı Devleti’ne bağlanmasından ibaret değildir. Karadeniz ticaretinin ve İpek Yolu’nun ele geçirilmesi,

İstanbul’un güçlü bir imparatorluğun başkenti olması kentin ticari önemini arttırmıştır.

İstanbul’a yaptırılan bedestenler ve çarşılar, şehrin ticari hayatını canlandırabilmek için

II. Mehmed’in ne kadar çabaladığını gösterir.

Şehrin ticari hayatının canlanmasına yönelik alınan ilk önlem, Anadolu’nun

çeşitli yörelerindeki zengin, hali vakti yerinde tüccarların ve çeşitli meslek dallarında uzmanlaşmış zanaatkârların İstanbul’a yerleşmesinin emredilmesi olmuştur. İstanbul’un ilk bedesteni 140 dükkâna ve sandığa ev sahipliği yapmıştır.451 II. Mehmed’in yaptırdığı

Büyük Çarşı’nın yanısıra Mahmud Paşa’nın yaptırdığı 265 dükkândan oluşan başka bir

449 İnalcık, a.g.m.,s. 105. 450Osmanlıoğullarının Tarihi, 2003, s. 289-290; Enveri, Düsturname-i Enveri (19-22. Kitaplar) [Osmanlı Tarihi] (1299-1465), haz. Necdet Öztürk, 2. Baskı, Çamlıca Yayınları,İstanbul, 2012, s. 61. 451 Halil İnalcık,“İstanbul’un Türk-İslam Şehri Olarak Yeniden İnşaası”, İstanbul Tarihi Araştırmaları, 1. Basım, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2019, s. 125. 144

çarşı,452 İstanbul’un ticari yaşamının kalbi haline gelmiştir. II. Mehmed’in Pera’daki

Ceneviz kolonisine verdiği ahidnamenin altında yatan sebeplerden bir diğeri, kentteki ticaret faaliyetlerinin devam ettirilebilmesidir. Her ne kadar Osmanlı Devleti’nin

Ceneviz kolonilerini ele geçirmesiyle birlikte İtalyan tüccarlarının ve denizcilerinin yerini kısmen Türkler ve gayrimüslimler almış olsa da453 Galata ve Pera’daki ticaret kolonileri fetih sonrası İstanbul’un da önemini korumaya devam etmiştir.

Havariyun Kilisesi yerine bir cami inşa ettirmesi II. Mehmed’e, yeni bir düzene hükmettiğini ilan etme olanağı verirken, yeni bir saray yaptırma isteğiyse, eski sarayın artık onun emperyal iktidar kavramıyla uyuşmadığını ortaya koymuştur.454 II. Mehmed,

Bizans hükümdarlarına ait eski sarayda oturmayı reddetmiştir. İstanbul’un fethinin akabinde yapılmasını emrettiği saray kompleksini beğenmemiştir. Bunun üzerine II.

Mehmed’in Topkapı Sarayı’nın inşası için emir verdiği ve 1465’de Topkapı Sarayı’nın inşasına başlandığı bilinmektedir.455 Topkapı Sarayı, yaklaşık olarak dört yüz yıl boyunca Osmanlı Devleti’nin kalbi olmaya devam etmiştir. II. Mehmed, İstanbul’u

Roma İmparatorları zamanındaki evrensellik iddiasına ulaştırabilmek, siyasi ve dini bir merkez haline getirebilmek için her türlü önlemi almıştır. II. Mehmed’in şehrin imarına verdiği önemi, kendi vakfiyesinde yazdırmayı tercih ettiği şu beyitten anlaşılabilmektedir:

“ Hüner bir şehir bünyad etmektedir

Reaya kalbin abad etmektir.”456

452 İnalcık, “a.g.m.,s. 126. 453 Halil İnalcık, “Ottoman Galata: 1453-1553 İstanbul Tarihi Araştırmaları, 1. Basım, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2019, s. 301. 454Angold, Konstantiniye…, 2017, s. 172. 455 Zeynep Ertuğ Tarım, “Topkapı Sarayı”, DİA, C. 41, 2012, s. 256. 456 Suphi Saatçi, “Fatih Camii ve Külliyesi”, Fatih Sultan Mehmed Han, Ed. Fahameddin Başar, Fatih Sultan Mehmed Vakıf Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2018, s. 242. 145

3.2. İMPARATORLUK VE DEVŞİRME SİSTEMİ

II. Mehmed’in ve diğer Osmanlı padişahlarının despot olarak kabul edilmesinin en önemli nedenlerinden biri, küçük yaşta devşirilen ya da seferler esnasında ganimet olarak ele geçirilen çocukların Türk-Müslüman ailelerin yanında yetiştirilmesi ve devlet hizmetinde kullanılması esasına dayanan devşirme sistemidir. Devşirme sistemi, bozkır geleneğinin bir parçası değildir. Gulam sisteminin bir tür devamı şeklinde Osmanlı

Devleti’nin kullandığı idari ve askeri bir yöntem olarak kökenleri Perslerin

“ölümsüzler” birliğine kadar götürülebilir.457 Hükümdarı koruyan ve iktidarını pekiştiren, özel eğitimli bu kişisel muhafız birliği, Akdeniz ve Yakın Doğu imparatorluklarına has bir uygulamadır.

İran’ın İslam güçleri tarafından ele geçirilmesiyle birlikte gulam sistemi, İslam imparatorluk modelinin bir parçası haline gelmiştir. Emevilerin ordularında paralı Türk askerlerine rastlanmasına rağmen, gulamların merkezi ordunun önemli bir parçası haline gelmesi, Yakın Doğu’daki toplumların Müslümanlığı kabul etmesi, İranlıların İslam

İmparatorluğu’nda Arapların iktidarına ortak olmaya başlaması gibi nedenlerle

Abbasiler hanedana bağlı bir muhafız kıtası kurulmasıyla ortaya çıkmıştır.458 Savaşlarda esir alınan, Kafkasya ve ötesinden getirtilen, yabancı devletlerden hediye edilen ve vergi karşılığı alınan çocukların birkaç yıl özel olarak eğitilmesiyle ortaya çıkan bu askeri sınıfa gulam adı verilmiştir.

Gazneliler ve Büyük Selçuklular, Türkler arasında gulam sistemini ilk uygulayan örneklerdir.459 Anadolu Selçukluları aracılığıyla bu askeri ve idari uygulama

457 Pers ordusunun özel bir birimi olan ölümsüzler, imparatorluğun dört bir yanındaki halkların katıldığı, Pers imparatorunu korumaktan başka bir görevi bulunmayan, profesyonel askerlerden oluşan muhafız birliğidir. Bkz: Yavuz Arslan, Perslerin Yönetim Politikası, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Konya, 2010, s. 50. 458 Mustafa Zeki Terzi, “Gulam”, DİA, C. 14, 1996, s. 178. 459Köprülü, Bizans Müesseselerinin…,2012, s. 125. 146

Anadolu’ya taşınmıştır. Osmanlı Devleti, devşirme sistemini Selçuklu Devleti’nden

örnek alarak uygulamaya başlamıştır. Osmanlı Devleti’nin ilk yıllarında daha çok savaşlarda ya da akınlarda elde edilen çocuklar Türk-Müslüman ailelerce yetiştirilmiştir.

Savaşlarda esir düşen gençlerin ve akınlarda ganimet olarak ele geçirilen çocukların beşte birinin yetiştirilmek üzere devlet adına el konulduğu bu sisteme pencik denilmiştir. 460

Osmanlı Devleti’nin tebaası olan gayrimüslim çocuklarından Acemi oğlanı toplama usulü daha sonra belirmiş ve buna devşirme yöntemi adı verilmiştir.461

Devşirme yöntemi, Osmanlı Devleti’nden önceki İslam devletlerinde uygulanmamıştır.

Gulam sistemi, daha çok Kafkasya ve Karadeniz’in kuzeyinden satın alınan çocukların profesyonel asker olarak yetiştirilmesine dayanmıştır. Mehmed Fuad Köprülü, Osmanlı

Devleti’nin tebaası olan gayrimüslim çocukların şer’î esaslara aykırı olarak orduya aldığını söylemiş ve bu yönüyle diğer tüm Müslüman devletlerden farklı olduğunu belirtmiştir.462Orhan Gazi ve I. Murad devirlerinde devşirme sisteminden ziyade pencik usulünün uygulandığı bilinmektedir. Savaş esirlerinden askeri amaçlı faydalanma, ilk kez Orhan Gazi’nin saltanatı esnasında başlamış bir uygulamadır.463 Yeniçeri ocağı,

Orhan Gazi döneminde hayata geçirilmiş olup pençik sisteminin uygulanmasına I.

Murad’ın saltanatı esnasında başlanmıştır.464 Devşirme düzeninin ne zaman ortaya

çıktığı belli değildir. II. Murad’ın saltanatı ile birlikte yaygınlaştığı ve genel usullerinin belirlendiği kabul edilmektedir.465

460 Yavuz Ercan, Osmanlı Yönetiminde Gayrimüslimler, 1. Baskı, Turhan Kitabevi,Ankara, 2001., s. 161. 461Ercan, a.g.e., s. 161. 462Köprülü, Bizans Müesseselerinin…, 2012, s. 123. 463 Abdülkadir Özcan, “Kul”, DİA, C. 26, 2002, s. 349. 464 Nejat Göyünç, “Kuruş Devrinde Askeri Teşkilat ve Devşirme Düzeni”, Osmanlılar, C.VI, Ankara, 1999, s. 560. 465Özcan, “Kul”, 2002, s. 349. 147

Osmanlı Devleti’nde devşirme sisteminin padişahlar tarafından sistematik bir

şekilde kullanılması I. Bayezid döneminde başlamıştır. I. Bayezid döneminde hızlananmerkezileşme sürecinin bir parçası olarak devşirme kökenli askerler orduda, yöneticiler ise devlet kademelerinde önemli görevler üstlenmeye başlamıştır. I.

Bayezid’in Ankara Savaşı’nda sonuna kadar yanında kalan yöneticilerin ve askerlerin kul kökenli olmaları manidardır.466 Ankara Savaşı’ndan sonra merkezi otoritenin zayıflaması ve iktidarın fiilen uç beylerinin eline geçmesi, Çelebi Mehmed ve ardılı olan padişahları devşirme kökenli askerleri ve devlet adamlarını desteklemeye sevk etmiştir. II. Murad’ın daha çok sarayındaki kullar arasından seçtiği kendi adamlarını uç komutanlıklarına getirmesinden başlayarak, merkeziyetçi politika giderek öne çıkmış ve

II. Mehmed dönemine damgasını vurmuştur. 467

Devşirme sistemi, Osmanlı Devleti’nde soya bağlı bir aristokrasinin oluşumunu engellemek için ortaya çıkmış araçlardan biridir. II. Mehmed döneminde Çandarlı Halil

Paşa’nın şahsında Türk-Müslüman kökenli ulema ailelerinin ve uç beylerinin iktidardan uzaklaştırılması, kalıcı bir aristokrasinin ortaya çıkmasını engellemiştir. II. Mehmed’in imparatorluk kurma siyasetinin önemli bir ayağı da devşirme sistemine ve kapıkulu ocağına dayanmıştır. Devşirmelerin görevlerinin ırsi olmaması, zaman içerisinde timarların bile devşirmelere dağıtılmaya başlanması ile yönetim üzerinde ayrıcalıklı bir sınıfın hak iddia etmesi önlenmiştir. II. Mehmed, varlık nedeni sadece hükümdarın kendisinden kaynaklanan ve hükümdardan başka bir otorite tanımayan kapıkullarını yönetim aygıtının tam kalbine yerleştirmiştir. Kapıkulları ve devşirme sistemi ile ilgili

Osmanlı ve Batı kaynaklarında farklı farklı yorumlar mevcuttur. Aynı zamanda tarihteki en güçlü profesyonel ordulardan biri olan kapıkulu askerleri, Batılı kaynakların gözünde

II. Mehmed’in askeri faaliyetlerinin başarı ile neticelenmesinin en önemli sebeplerinden

466 Aşıkpaşaoğlu Tarihi, 2014, s. 84. 467İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu’nun…, 2017, s. 6. 148

biridir. Osmanlı kaynakları ise devşirme sistemi ve kapıkulu askerleri hakkında çelişkili görüşlere sahiptir.

İdris-i Bitlisi, II. Mehmed’in zaferlerinde sultanın cesur savaşçıları olan yeniçerilerin önemini vurgulamış ve onları muzaffer savaşçılar olarak nitelendirmiştir.468 Aşıkpaşazade, yeniçerilerin cesaretini ve savaşta padişaha bağlılığını

överken469 Rum Mehmed Paşa gibi bazı kapıkullarının ile aslını unutmadığını ve her an kendi çıkarlarını kollama gayretinde olup Müslüman halka eziyet ettiğinden yakınmıştır.470Aşıkpaşazade, II. Mehmed’in bazı faaliyetlerinden zarar görmüş toplumsal bir sınıfın mensubudur. Merkezileşme ve imparatorluk vasfına erişme, gazi sınıfının, dervişlerin ve bir kısım ulemanın toplumsal çıkarlarını zedelemiştir. II.

Mehmed’in cülusundan önce idari gücü elinde bulunduran eski Müslüman aileleri ve

Osmanlının genişleme döneminde iyice zenginleşen, sultanın merkezi imparatorluk projesine karşı olan Gazi sınıfının da içinde bulunduğu bazı çevreler, devşirmelerin saray üzerinde sahip olduğu gücü güvenilmez olarak nitelendirmiştir.471

II. Mehmed’i ideal bir hükümdar olarak gösteren Peresvetov, Türk devletinin başarısının altında yatan sebeplerden biri olarak ülkede soyluluğun değil, yeteneklerin ve ülkeye hizmetin ölçü olduğunu savunur.472 Peresvetov’un yetenek ve ülkeye hizmetin ölçüsü ile kast ettiği asıl unsur, padişaha bağlılık üzerine kurulmuş ve liyakati esas alarak Osmanlı Devleti’ne yetenekli yöneticiler kazandırmış olan devşirme sistemidir. Hakikatten devşirme sistemi, II. Mehmed’in etrafındaki yetenekli devlet adamlarının yetiştirilmesinde önemli bir rol oynadığı gibi Mahmud Paşa, Gedik Ahmet

468Heşt Behişt, 2013, s. 46. 469 Aşıkpaşaoğlu Tarihi, 2014, s. 137 470 Aşıkpaşazade, a.g.e., s. 149-150. 471 Theoharis Stavrides, From Byzantine Aristocracy to Ottoman Ruling Elite: Mahmud Angelovic and His Christian Circle, 1458-1474”, Living in the Realm, Empire and the Identity 13th and 20th Century, Edt. Christine Isom Verhaaren, Kent F. Schull, Indiana University Press, Indiana, 2016.s. 62. 472 Aykut, “İvan Peresvetov…”, 1982, s. 866. 149

Paşa, Pargalı İbrahim Paşa, Sokullu Mehmed Paşa gibi Osmanlı tarihinin en yetenekli komutanlarını ve vezirlerini devlete kazandırmıştır.

Kapıkulları ile sarayın gündelik işlerinde kullanılan kölelerin ayırt edilmesi

önemlidir. Öncelikle, kapıkullarının köle olarak değerlendirilmesi doğru değildir.

Kapıkullarının genelde köle olarak değerlendirilmesi, II. Mehmed’in çağdaşları tarafından gücünün köle ordusuna dayandırılması, kısmen Türk egemenliğine duyulan bir tepkinin sonucudur. Niyazi Berkes, kapıkulları ile köleler arasında ayrım yapılması gerektiğini savunmuştur.473 Berkes’e göre Osmanlı Devleti’ndeki kapıkullarının siyasal imtiyazları vardır ve bu onları kölelerden ayırdığı gibi feodal Avrupa’nın serflerinden ve paralı askerlerden farklı kılmıştır.474 Askeri ve idari kadroların kapıkullarına açık olması, vergi alınmaması, taşraya çıkma sırasında kapıkullarına öncelik tanınması,

Enderun’a alınacak çocukların özellikle yetenekli kapıkullarından seçilmesi önde gelen imtiyazlardandır.

II. Mehmed, Osmanlı tarihinde bir veziri azamın hal edilmesi emrini veren ilk padişahtır. Ancak, II. Mehmed bu siyaseten katil emrini sadece Türk-Müslüman kökenli ailelerin ve Çandarlı Halil Paşa’nın iktidar üzerindeki tekelini kırmak amacıyla vermemiştir. II. Mehmed, iktidarı esnasında bir veziriazamın daha ölüm emrini vermiştir: Mahmud Paşa (1474). II. Mehmed’in idam emrini verdiği bir diğer önemli devlet adamı ise Rum Mehmed Paşa’dır. Devşirme kökenli devlet adamları ve askerler, hem padişahın otoritesinin bel kemiği haline gelmiş hem de padişahın iktidarının görünmez ortağı olmuşlardır. II. Mehmed, bu iki devlet adamının ölüm emrini verirken siyasi dengeleri gözetmiştir. Kendi iktidarının ve otoritesinin üstünde hiçbir güç tanımayan II. Mehmed, halkın kendi siyasi ve askeri faaliyetlerini sorgulamaya başladığı noktada boyun eğdirdiği coğrafyaların önde gelen asilzadelerinin Osmanlı

473 Niyazi Berkes, Türkiye İktisat Tarihi, 3. Baskı, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2018, s. 75. 474Berkes, a.g.e., s. 75. 150

bürokrasisindeki temsilcilerini ve devşirme kökenli yöneticileri ortadan kaldırmaktan sakınmamıştır.

Rum Mehmed Paşa, İstanbul Rumlarından devşirilmiş bir yönetici olarak

Müslüman halkın tepkisini çeken bir vezirlik dönemi (1466-1469) yaşamıştır. II.

Mehmed’i, Rum ailelere madenler dâhil çeşitli yer üstü kaynaklarının, gümrük vergilerinin iltizama verilmesi ve bu sayede devlet gelirlerinin toplanmasında verimin ve artışın olabileceği konularında ikna etmiştir.475 Rum Mehmed Paşa’nın başta

Aşıkpaşazade olmak üzere çeşitli toplumsal zümrelerin tepkisini çektiği bir husus daha bulunmaktadır; İstanbul’da padişaha ait olan evlerin,dükkânların sürgün veya gönüllü

şekilde İstanbul’da yaşamaya başlayan reayaya kiralanmaya başlanması. Aşıkpaşazade, padişahın kullarına bağışladığı evlerin ve dükkânların mukataa haline getirilmesinin halkın İstanbul’un imaretinden kaçmasının sebebi olduğunu ileri sürmüştür.476.

Merkezileşmeden rahatsız olan bazı toplumsal gruplar (Dervişler, şeyhler, Türkmenler vb.) tepkilerini Rum Mehmed Paşa gibi devşirme kökenli devlet adamlarına yöneltmişlerdir. Aşıkpaşazade’nin yazdıklarına göre kamuoyu, şeriata aykırı olduğu,

Rumlara ayrıcalık sunduğu ve II.Mehmed’in aklının çelinerek kiralara binaların kiraya verildiği gerekçeleriyle mukataa uygulamasına karşı çıkmıştır.477Mahmud Paşa’nın arkasından çevirdiği entrikalar,478 1470 Karaman Seferi’nde yaptığı zulüm vb. nedenlerle Rum Mehmed Paşa hakkında idam cezası uygulanmıştır. II. Mehmed, bu kararıyla iktidarı devşirme kökenli yöneticilerle paylaşmadığını, bilakis devşirmelerin ona muhtaç olduğunu da göstermiştir.

Mahmud Paşa’nın hal edilmesi, Osmanlı tarihçileri tarafından talihsiz bir olay olarak nitelendirilmiştir. Genellikle Osmanlı tarihçilerinin Mahmud Paşa’ya yaklaşımı

475 Aşıkpaşaoğlu Tarihi, 2014, s. 149-150. 476 Osmanlıoğullarının Tarihi, 2003, s. 221. 477İnalcık, “II. Mehmed’in İstanbul…”, 2019, s. 33. 478Aşıkpaşaoğlu Tarihi, 2014, s. 180. 151

ılımlıdır. II. Mehmed’i doğrudan suçlayabilmek mümkün olmadığı için Rum Mehmed

Paşa’yı suçlamışlardır.479 Mahmud Paşa’nın eşi ile Şehzade Mustafa arasında yaşananlar, Mahmud Paşa’nın eşinden boşanması, II. Mehmed’in emriyle yeniden aynı kadınla evlenmek zorunda kalması 480 magazin tarihçiliğinin bir parçası gibi görünse de aslında iktidar mücadelesinin devamıdır. II. Mehmed’in kurduğu merkeziyetçi imparatorlukta hiç şüphesiz iktidar, padişaha ait olmakla birlikte aslında iktidarın uygulanmasında padişahın en büyük ortağı belki de kapıkulları olmuştur. Mahmud

Paşa’nın Şehzade Mustafa’nın zehirlenmesine karışması hadisesi,481 iktidarın padişaha ait olduğu bir imparatorluk yapısında Mahmud Paşa’nın sahip olduğu gücün padişahın ailesine yaklaştığını göstermiştir. Şehzade Mustafa’nın zehirlenmesi, II. Mehmed’in iradesine bir meydan okuma ya da muhalefet etme şeklinde değerlendirilmiş olabilir.

Batı düşünürleri, despotizmin en tipik özelliği olarak kölelik kurumunu görmüştür. Doğu monarşilerinin özellikle önemli askeri ve idari kademelerde köle kökenli idarecilere yer vermesi, eski İran devlet geleneğinin bir uzantısıdır. Bu eski İran geleneği, İslam devletleri tarafından devam ettirilmiştir. Osmanlı Devleti tarafından yaygın şekilde kullanılan bu yöntemle, yetişmiş kadro ihtiyacı karşılanmıştır. Devşirme sisteminin klasik kölelik olarak değerlendirilmesi yerinde olmaz. Devşirme kökenli bir vezir ya da veziriazam için siyasi köle denilebilir. Tezcan’ın ifadesiyle bir vezirin siyasi köleliği klasik kölelikten çok Avrupa feodalizmine benzemektedir; zira her iki kurumda da karşılıklı şartların bulunması söz konusudur. 482Aristo, Montesquieu gibi düşünürler despotizmin en ayırt edici yönü olarak köleliği görmüşlerdir. Burada bahsedilen kölelik iki tür anlam ifade etmektedir. Bir tür kölelik, insanların yaşadığı coğrafyadan ya da

479 Aşıkpaşazade, a.g.e., s. 170-171. 480 Aşıkpaşazade, a.g.e.,s. 170-171, s. 200-201. 481Neşri Tarihi II, 2014, s. 821. 482 Gülay Yılmaz, “Osmanlı Yönetiminin Oryantalist İnşası”, Studies of the Ottoman Domain, C. 4, S. 7., 2014, s. 74. 152

bulundukları iklimden kaynaklanan bir köleliktir.483 Bu kölelik, doğu halklarının sorgusuz sualsiz hükümdara boyun eğmelerinin altında yatan biricik sebeptir. İkinci tür kölelik ise hükümdarın has kölelerinin devlet yönetiminde görevlendirilmesini, devlet kademelerini işgal etmesi anlamına gelmektedir. 484

Montesquieu, Batı monarşilerini despotik doğu yönetimlerine üstün kılan bir

özelliğinden bahsetmiştir. Buna göre, prense bağlı birçok sınıfın (sınıf: ekonomik bir birim olarak değil iş dağılımına göre kullanılmış bir kavramdır) bulunmasının devleti daha sabit kıldığını, yönetenlerin daha güvende olduğunu iddia etmiştir.485 Prense bağlı sınıfın olması aynı zamanda prense karşı birleşmesi gereken birden çok muhalif toplumsal kesimin varlığı anlamına gelmektedir. Prense bağlı çok güçlü bir askeri ve idari bürokratik sınıfın varlığı ise bir anda büyük bir muhalefetin doğmasına da sebep olabilir. Bu yönden hükümdarın has kölelerinin bulunması bir tehlikedir. Bu nedenle, devşirme sistemi gibi bir düzen devlet ve hükümdar için tehlikelidir.

Montesquieu, Aristoteles vd. düşüncelerine rağmen Peresvetov, Bodin,

Machiavelli, Gritti, Navagero, Nicolas Nikolay gibi II. Mehmed’in ve ardıllarının

çağdaşı olan düşünürler, elçiler, tüccarlar devşirme sistemini övmüşler ve Osmanlı

Devleti’nin başarısının sırrı olarak nitelendirmişlerdir. Özellikle Venedikli diplomatlar, kapıkullarının teslimiyetini anlamak konusunda zorlanmışlardır. Bu kadroların İslam’ı kabul etmenin ötesinde Hristiyanlıktan nefret etmelerini, ordunun disiplinini, askerlerin sebat etmesini, imparatora ve halka adanmışlıklarını Lucette Valensi “itaatkârlık” kelimesiyle dile getirmiştir.486

483 Montesquieu, Kanunların…, 2017, s. 23-24; Aristoteles, Politika Çev. Mete Tuncay, 1. Baskı, İstanbul, Remzi Kitabevi Yayınları, 1975, s. 11. 484 Montesquieu, a.g.e.,s. 23. 485 Montesquieu, a.g.e., s. 18. 486Yılmaz, “Osmanlı Yönetiminin…”, 2014, s. 58. 153

Machiavelli, Türk imparatorunu çevresindeki devlet adamlarının ve askerlerin para ile satın alınmayacağını, bu yüzden ülkesinin işgal edilmesinin çok zor olacağını belirmiştir.487 Devşirme düzeninin faydalarından bahseden Machiavelli, “ çünkü çoğu onun emir kulları oldukları, ona gönül borcu duydukları için satın alınmaları daha zordur” diyerek kapıkullarının padişaha olan bağlılığını vurgulamıştır.488 Machiavelli,

Türk sultanının askeri memnun etmesi gerektiğini ifade ederken iddiasını şu şekilde desteklemiştir: “ Türk’ü dışarıda bırakıyorum çünkü yanında hep on iki bin piyade ile on beş bin atlı bulundurur ve krallığını güvenliği ve gücü bunlara bağlıdır, bu nedenle bu senyörün her şeyden evvel onlarla dost olması gerekmektedir.”489 II. Mehmed, yeniçerileri kullanarak diğer toplumsal grupların muhalefetini bastırmış ve bu duruma zemin hazırlamıştır. Ancak, yeniçerilere karşı diğer toplumsal grupların desteğini aldığı için II. Mehmed’in iktidarı boyunca bir denge mekanizması kurulabilmiştir.

Machiavelli, doğru olmakla birlikte eksik bir saptama yapmıştır. II. Mehmed’in zaman zaman sertleşen yönetimine karşı askerler içerisinde baş gösteren muhalefet, kapı kulları karşısında başka toplumsal grupların desteğini aramaya da sevk etmiştir.

Bodin, devşirme sistemini örnek olarak göstermiş ve bu sistemin doğru bir

şekilde kullanıldığı takdirde egemenliğin bölünmezliği ilkesine hizmet ettiğini söylemiştir. Bodin, devşirme sistemi ile ilgili olarak şu cümleleri kaleme almıştır:

“Türklerin Pretorian (kapıkulu) askerlerine, Hristiyanlardan haraç olarak alınan ve haraç

çocuklar denilen şu çocuklara gelince, ben onları hiç köle olarak görmedim; padişahın ailesine katıldıklarını, sadece onların büyük mevkilere gelebildiklerini, şeref payeleri alabildiklerini, din adamı olabildiklerini gördüm; Çünkü bütün halklar arasında neredeyse sadece Türkler gerçek asaleti soy sopla ya da malın mülkün eskiliğiyle değil

487Machiavelli, Prens, 2000, s. 75. 488Machiavelli, a.g.e., s. 75. 489Machiavelli, a.g.e., s. 86. 154

erdemle ölçerler. ”490 Bodin, devşirme sistemi ile Osmanlı Devleti’nin önüne geçmeye

çalıştığı en önemli tehlikenin soya aristokrat sınıfı olduğunun farkına varmıştır. II.

Mehmed’in devşirme devlet adamlarını veziriazam yapmaya başlaması, yani padişahın mutlak vekilliğinin devşirme kökenli devlet adamlarına geçmesinin, asıl sebebi budur.

Bu devlet adamlarının iktidarı kullanabilmesinin ve sahip olduğu gücü devam ettirebilmesinin tek sebebi padişahın dileğidir.

Navagero, yeniçerilerin gücünden, zenginliğinden, ordu disiplininden ve hükümdara duyduğu bağlılıktan etkilendiğini açıkça belirtmiştir.491 Peresvetov, II.

Mehmed’in sarsılmaz bir otoriteye sahip olduğunu ifade ederken, imparatora sarsılmaz bir sadakat ile bağlı olan askerlerini över.492 Tüm bunlar, II. Mehmed’in devşirme sistemini devletin en etkin idari ve askeri aygıtı haline getirirken gözettiği unsurlardır.

Ancak, yeniçeriler ordunun en eğitimli grubunu teşkil etmiştir, en büyük kışlaları her daim payitahtta bulunmuştur. Bu durum, kapıkulu askerini son derece tehlikeli bir siyasi araç haline de getirmiştir. II. Mehmed, hükmettiği dönem boyunca, hiçbir toplumsal grubun ya da siyasi hizibin kendi egemenliğini tehdit edecek kadar güçlenmesine müsaade etmemiştir. Nicolay, yeniçerilerden bahsetmiş başka bir seyyahtır. Nicolay, yeniçerilerin başarılarını övmüş ve kapıkulu birliklerini İskender’in iktidarını yaymasında etkili olan Makedon Falankslarına benzetmiştir.493 II. Mehmed’in kendisine

örnek aldığı ve geçmek için çabaladığı örneğin İskender olduğunu hatırlanırsa bu benzetme aynı zamanda övgü içermektedir. Osmanlı Devleti’nin en güçlü askeri birlikleri, dünyanın en büyük imparatorluklarından birinin vurucu gücüne benzetilmiştir.

490 Noel Malcom, , “16. Yüzyılda İslam ve Osmanlı Dünyası Hakkında Olumlu Görüşler: Jean Bodin Örneği”, Rönesans ve Osmanlı Dünyası, Der. Anna Contandini, Claire Norton, 2. Baskı, Koç Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2018, s. , s. 226. 491 Yılmaz, “Osmanlı Yönetiminin…”, 2014, s. 58-59. 492Aykut, “İvan Peresvetov…”, 1982, s. 866. 493Yılmaz, “Osmanlı Yönetiminin…”, 2014, s. 62 155

Münkler, Osmanlı Devleti’nin çöküşünü yeniçeri ordusunun bozulmasına ve hatta hür doğan Müslümanların sayısının artmasının bir sonucu olarak merkezin çevre

üzerindeki siyasi kontrolünü yitirmesine bağlamıştır.494 Kapıkullarının savaşlar esnasında sergilediği cesaret, sultanları bir baba olarak kabul etmeleri ve onlara gösterdikleri sadakat, çoğu kez eksik değerlendirilmiştir. Yeniçeri birliklerinin sadakati, genellikle yabancı seyyahların dikkatini çeken bir husus olmakla birlikte, yazdıklarından anlaşıldığı kadarıyla çocukken devşirilmeyen ve görece daha olgun bir yaşta, savaşta esir düşerek495 Osmanlı ordusunda kapıkulu olan Mihailoviç, geldiği toprakları ya da kökenini unutmamıştır. Osmanlı sultanlarının, Pretorian isyanlarının kurbanı olan Roma imparatorlarıyla aynı kaderi çoğu kez paylaşmamalarının en önemli sebebi, kapıkullarının taleplerini kabul etmek zorunda kalmaları olmuştur. II. Mehmed, padişah ve kapıkulları arasındaki dengeyi korumanın bıçak sırtına bağlı olduğunu anlamıştır.

Osmanlı Devleti’nde iktidarın II. Murad’ın saltanatının son yıllarından itibaren padişah ile devşirmeler arasında fiilen paylaşıldığı yaygın bir kanaattir. II. Mehmed’in vefatından hemen sonra bu durum kendisini göstermiştir. Kapıkullarının bir toplumsal güç odağı haline gelip iktidarı hükümdar ile paylaşmaya başlamıştır. Daha güçlü ve dirayetli hükümdarların saltanatta olduğu süre boyunca kapıkulları kontrol altına alınabilmiştir. II. Mehmed’in ilk saltanatı döneminde ortaya çıkan Buçuktepe İsyanı, saltanatı nihai olarak ele aldığı ve Karaman Seferi’ne çıktığı 1451’de yaşadıkları yeniçerilerin en otoriter Osmanlı egemenine bile isyan edebildikleri göstermiştir.496Kapıkulu askerleri ve devşirme yöneticiler, yeri geldiğinde II.

Mehmed’in iktidarını sınırlandıran bir unsur haline gelmişlerdir.

494Münkler, , Eski…,,2009, s. 49. 495 Konstantin Mihailoviç, Bir Yeniçerinin Hatıraları, Çev. Behiç Anıl Ekim, Nuri Fudaly Kırcıoğlu, 2. Basım, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2017, s. 85. 496 Neşri Tarihi II, 2014, s. 687. 156

II. Mehmed’in saltanatında bazı yeniçeri isyanları görülmüştür. Bu isyanlardan ilki, II. Mehmed’in ilk saltanat döneminde meydana gelmiştir. II. Murad’ı tekrar padişah olarak görmek isteyen Çandarlı Halil Paşa’nın arkasında olduğu bu ayaklanma esnasında yeniçeriler, Şehabettin Paşa’nın vaktiyle Macaristan Seferi esnasında yeterli

önlemi almadığı için arkadaşlarının ölümüne sebep olduğunu öne sürerek isyan etmiştir.497 Şehabettin Paşa’nın konağı yağmalanmış, İstanbul’da Bizans İmparatorluğu tarafından rehin tutulan ve Süleyman Çelebi’nin oğlu olduğu iddia edilen Şehzade

Orhan’ın tahta geçirileceği tehdidinde bulunulmuştur.498 Yeniçeriler, maaşlarına yarım akçe zam yapılarak yatıştırılabilmiş ve Edirne’ye gelen Sultan II. Murad tahta

çıkmıştır.499 II. Mehmed, Manisa’ya vali olarak gönderilmiştir. Bu olay, “Buçuktepe

İsyanı” olarak adlandırılmıştır. Yeniçerilerin iktidara ortak olduğunun görüldüğü ilk vakıadır. Bu isyan ile birlikte kapıkulları sadece sultanın sadık bendesi olarak kalmamıştır. Kapıkulları aynı zamanda bir güç odağı ve önemli bir muhalefet yuvası niteliğini kazanmıştır.

II. Mehmed’in tahta nihai olarak çıktığı 1451’de başlayan yeniçeri isyanına tepkisi, daha önceden belirtildiği gibi, çok daha sert olmuştur. 1451 Karaman Seferi esnasında ihsan isteyen yeniçeriler, kazan kaldırmıştır. II. Mehmed, askere altın dağıtıp ortalığı yatıştırmıştır. Ancak isyan karşısında çok öfkelenen II. Mehmed, Yeniçeri Ağası

Kurtçu Doğan’ı falakaya yatırıp görevinden azletmiştir.500 Halil Paşa’nın önde gelen destekçilerinden biri olan Kurtçu Doğan’ın501bu şekilde cezalandırılması, siyasi dengelerin değiştiğini göstermiştir. Yeniçeri subayları da II. Mehmed’in öfkesinden nasiplerini almıştır. Yayabaşlarını çağırıp, “Bu edepsizlik sizin aklınızın kusurudur”

497 Neşri, a.g.e., s. 685-687. 498Oruç Beğ Tarihi, 2014, s. 64. 499Bir Yeniçerinin Hatıraları, 2017, s. 71. 500 Neşri Tarihi II, 2014, s. 687. 501İnalcık, Fatih Devri…, 2007, s. 85. 157

diyerek onlara yüzer sopa vurdurmuş ve görevlerinden azletmiştir.502 II. Mehmed’in

Kurtçu Doğan’ı ve yeniçeri komutanlarını idam ettirmektense dayak ile cezalandırmayı tercih etmesi, çok büyük bir aşağılama anlamına gelmiştir. Bu hadiseden sonra, kapıkulları II. Mehmed’in iktidarı boyunca bir daha isyan etmeye cesaret edememiştir.

II. Mehmed’in vefatını müteakiben gelişen olaylar, devşirmelerin II. Mehmed’in izlediği sert ve tavizsiz politikalardan nasıl usandığını, kapıkulu ocaklarının aynı zamanda nasıl birer muhalefet yuvası olduğunu iyi göstermiştir. II. Mehmed’in son veziriazamı, Karamani Mehmed Paşa köklü Türk-Müslüman ailelerinin bir temsilcisi olarak makamına atanmıştır. Kapıkulları ve Türk-Müslüman kökenli aileler arasında denge kurmak isteyen II. Mehmed’in Karamani Mehmed Paşa’yı sadaret makamına ataması bilinçli bir tercihtir.II. Mehmed’in ölüm haberinin askerler arasında yayılması huzursuzluğa sebep olmuştur. Tepkilerini öncelikle Karamani Mehmed Paşa’yı

öldürerek gösteren kapıkulları, Osmanlı tebaası olan Hristiyan ve Musevilere ait evleri, iş yerlerini yağmalamıştır.503 Daha sonra ise Venedikli ve Floransalı tüccarların mallarına yönelen yeniçerileri II. Bayezid’in padişah olması ve maaşlarına yapılan zam durdurabilmiştir.504 II. Mehmed’in ölümünden sonra yaşanan bu süreç, her padişah değişikliğinde tekrar tekrar yaşanmış ve kapıkullarını iktidarın bir parçası haline getirmiştir.

3.3. MİLLET SİSTEMİ VE İMPARATORLUK

İmparatorlukları diğer siyasi örgütlenme modellerinden ayıran en önemli

özelliklerinden biri farklı dinlere, dillere sahip milletlerin kurucu unsur ya da unsurlarla

502 Erhan Afyoncu vd.,Askeri İsyanlar ve Darbeler, 2. Baskı, Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 2010, s. 10. 503 İbn Kemal, Tevarih-i Al-î Osman:VIII. Defter, Haz. Ahmet Uğur, 1. Baskı, TTK, Ankara, 1997, s. 4-5. 504 İbn Kemal, a.g.e., VIII. Defter, s. 5. 158

aralarındaki ilişkinin niteliği olduğu daha önceden belirtilmiştir. II. Mehmed, kendi döneminde yaptığı düzenlemelerle tebaası arasındaki bağın niteliğini saptamıştır. Millet sistemi, II. Mehmed döneminde şekillendirilmiş ve sınırları saptanmıştır. Osmanlı

Devleti, Müslüman-Türk zümre tarafından kurulmuş olmasına rağmen zaman içerinde onlarca farklı etnik ve dini zümreyi yönetmeye başlamıştır. Osmanlı Devleti’nde yaşayan onlarca toplumun devlet tarafından kolayca denetlenebilmesi, vergi alınabilmesi, toplumsal düzenin ve huzurun sağlanabilmesi için bazı dini zümrelerin cemaatler halinde örgütlenmesine millet sistemi denilmiştir. Millet sistemi, imparatorun

(padişahın) yüksek egemenliği altında yönetilen, kendi iç işlerinde bağımsız olan ve iç işlerindeki işleyişin dinin ya da mezhebin kurallarına göre belirlendiği, cemaatin dini ve siyasi önderlerin (patrik, hahambaşı vs.) padişaha bağlandığı sistem olarak değerlendirilebilir.

II. Mehmed’in tebaasını özellikle din ve mezhep tabanlı cemaatlere bölerek devlete bağlaması, serbestçe ibadet edebilmeleri, kendi medeni hukuk kuralların uygulayabilmeleriyle bir takım amaçlara ulaşılmak istendiği aşikârdır. Bu amaçların en başlıcaları toplulukların isyan etmemesi, devlete sadakat beslemesi ve özellikle

Hristiyan dünyasındaki parçalanmışlığı derinleştirebilmektir. II. Mehmed, tüm imparatorlukların yönetimsel bir araç olarak kullandığı parçala-böl- yönet sistemini uygulamıştır. Osmanlı Devleti’nde bir cemaat olarak örgütlenen ilk topluluk

Ortodokslardır. II. Mehmed’in yönettiği imparatorlukta, Müslüman-Türk toplumundan sonra en kalabalık cemaat Ortodokslardır.

Katolikliğin aksine Ortodokslukta dünyevi iktidar her zaman İmparatora aittir ve

Patriklik makamı İmparatordan sonra gelmektedir.505 Osmanlı hizmetinde bulunan

Yunanlardan ve II. Mehmed’in en güvenilir özel görevlilerinden biri olan Nikolas

505 Deno J. Geanakoplos, “Bizans İmparatorluğunda Kilise ve Devlet: Sezaropapizm Sorununu Yeniden Düşünmek”, Çev. Mustafa Alican, Tarih Okulu, 2011, s. 172. 159

İsidoros’un başı çektiği Yunanların tavsiyesi üzerine Sultan Patrikhane’nin yeniden açılmasına karar vermiştir.506 1452’de henüz daha şehir kuşatma altındayken Büyük

Dük Lukas Notaras “Latinlerin miğferlerini şehrin ortasında görmek yerine, Osmanlı padişahının sarığını bin kez görmeyi yeğlediğini” açıklamıştır.507 Bizans

İmparatorluğu’nun son döneminde Katolik Kilisesiyle birleşilmesi gerektiğini savunanlar ve bunu kesinlikle kabul etmeyeceğini beyan edenler arasında yaşanan

çatışma, Türklerden yana bir partinin doğmasına sebep olmuştur. Bizans

İmparatorluğunun önde gelen bazı ailelerini içeren ve Katolik egemenliğindense Türk egemenliğini benimseyen bu parti, fetihten sonra II. Mehmed ile yakın bir ilişki kurmuştur.

Katolik Kilisesi ile Ortodoks Kilisesi’nin birleşmesini desteklemeyenler sadece

Bizans’ın önde gelen siyaset adamları ya da ruhbanları değildir. Sıradan halk arasında tercihi Türk egemenliğinden yana olan bir topluluk bulunmaktadır. Evliya Çelebi,

Karatya denilen bir yerde balık avlamakla geçinen bazı Rumların Petrus Kapısını açarak kuşatmada II. Mehmed’e yardım ettiğini aktarmıştır.508 Kimliği tespit edilemeyen bir

Rum piskoposu 1453’te yazdığı bir mektupta İstanbul’da yaşayanlar yüzünden kentin düştüğünü yazmıştır ve şehrin halkını hainlikle suçlamıştır.509 Birçok Ortodoks, II.

Mehmed’in hizmetinde bulunmuştur. Sırbistan gibi vassal devletler Osmanlı Devleti’ne asker sağlamıştır.510 Ortodoks nüfusun önemli bir kısmı Osmanlı Devleti’nin egemenliğinde yüz yıllar boyunca yaşamıştır. Kritovulos için, İstanbul’un fethi

Yunanların siyasal açıdan tek bir hükümdar altında yeniden birleşmesi olasılığı

506Angold, Konstantiniye…, 2017, s. 78. 507Zinkeisen, Osmanlı İmparatorluğu…, C.I, 2011, s. 619. 508 Evliya Çelebi, Evliya Çelebi Seyahatnamesi: İstanbul I, Seyit Ali Kahraman, Yücel Dağlı (Çev.), 5. Baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2008, s. 58. 509 Ernst Werner, Büyük Bir Devletin Doğuşu: Osmanlılar (1300-1481), Çev. Yılmaz Öner, Orhan Esen, 1. Baskı, Yordam Kitap, İstanbul, 2014.s. 335. 510 Aşıkpaşaoğlu Tarihi, 2014, s. 84 160

anlamına gelmiştir. Bu hükümdar Ortodoks Kilisesi’nin koruyuculuğuna da

üstlenmiştir.511

Ortodoks Kilisesi, Katolik Kilisesi’nin aksine dünyevi gücün kilise ve imparator arasında paylaştırılması gerektiğini hiçbir zaman iddia etmemiştir. İstanbul Patrikliğine atamayı her zaman İmparator yapmıştır.512 Patriğin atanması, Bizans İmparatorluğu’nda dünyevi iktidarın en önemli göstergelerinden biri ve devlet görevi olarak sayılmıştır.

Aynı geleneği devam ettiren hükümdar ise II. Mehmed olmuştur. II. Mehmed’in

Greklere karşı izleyeceği siyasetin temel çizgileri, İstanbul’un fethinden hemen sonra neredeyse şekillenmiştir Millet sistemi ile yönetilmeye başlanan ilk imparatorluk unsuru

Grekler olmuştur. Her ne kadar Grekler Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan beri tebaa olarak yaşamlarına devam ediyor olsalar da, devlet ve cemaatler arasındaki ilişkinin kurumsallaşması II. Mehmed’in en önemli faaliyetlerinden biridir.

Geleneklerine sıkı sıkıya bağlı olan Ortodoksların Patrikhanesi tekrar açılırken

II. Mehmed bu gelenekleri tatbik etmiştir. II. Mehmed’in bir Bizans İmparatoru gibi

Georgios Skholarios’u Patrikhane’nin başına getirmesini Francis şöyle ifade etmiştir

“Bu adam da, şehrin kralı gibi davranarak, Hristiyan krallarının yaptıkları gibi yemek ve konuşmak üzere patriği davet etti. Patrik geldiğinde, hükümdar onu şan ve şerefle kabul etti. Beraberce uzun süre konuştular ve patriğe pek çok vaatte bulundu. Patriğin saraydan gitme saati geldiğinde, padişah, hediye olarak o çok değerli asayı verdi ve kabul etmesini rica etti. Padişah, Agii Apostoli Kilisesini Patrikhane olarak tahsis etmiştir.”513II. Gennadios adını alan Georgios Skholarios’un patrikliğinin meşruiyeti

Osmanlı tebaası olan Ortodokslar arasında sorgulanmamıştır. Hristiyan İmparatorluğu sona ermiş olmasına rağmen, II. Mehmed Roma imparatorunun varisi olarak elinden

511 Angold, Konstantiniye…, 2017, s. 73. 512 Dimiter Angelov, Judith Herrin, “The Christian Imperial Tradition”, Universal Empire, Ed. Peter Fibiger Bang, Dariusz Kolodziejczyk, Cambridge University Press, Cambridge, 2012, s. 160. 513Şehir Düştü, 1992, s. 107. 161

geldiğince Greklere karşı vazifelerini yerine getirmeye çabalamıştır.514 Sarayında bulunan Yunan danışmanlar, Georgios Amuritzes, Kritovulos vb. Yunan âlimlerle sürdürdüğü yakın ilişki II. Mehmed’in Yunan birikiminden yararlandığını göstermektedir.

Grekler, İstanbul’un fethinden sonra ticari faaliyetlerine devam etmişlerdir.

1477’de yapılan Galata Tahriri’ne göre 592 hane ile Grek Ortodokslar en büyük topluluğu oluşturmuştur.515 Tahrir sonucunda servetlerinin bir dökümü yapılan

Greklerin oldukça zengin, hali vakti yerinde bir topluluk olduğu dikkatlerden kaçmamıştır. Balkanlarda yaşayan bazı Bizans aristokrat ailelerine zengin altın ve gümüş yataklarının işletilmesi imtiyazı da verilmiştir. Ianni Cantacuzenus’un

önderliğinde kurulmuş olan bir ortaklığın Sırbistan’ın Vuk bölgesinde yer alan gümüş ve altın yatakları için 14 milyon akçelik bir taahhüt altına girdikleri bilinmektedir.516 Bu ifadelerden çıkarılması gereken sonuç şudur; Grek tebaa Osmanlı Devleti’nde ayrıcalıklı bir konuma sahip olmuştur ve bu konumunu korumayı bilmiştir. Cemaatlere verilen bu ayrıcalıkların İstanbul’un şenlendirilmesine yardımcı olduğunu belirtmek gerekir.

II. Mehmed tarafından bir cemaat olarak örgütlenen diğer unsur ise

Ermenilerdir. Çukurova Ermeni Prensliğinin yıkılmasından sonra Anadolu’da yaşayan

Ermenilerin ilk ruhani merkezi Kütahya olmuştur.517 Bursa’nın Osmanlı Devleti’nin başkenti haline gelmesi üzerine, Müslüman olmayan halka çok iyi davranılması

(Osmanlı Devleti’nin temel uygulamalarından biri gayrimüslim halka zimmet hukuku

çerçevesinde her türlü hakkın sağlanması olmuştur.) nedeniyle, ruhani merkez buraya

514 Steven Runciman, The Fall of Contantinople 1453, Cambridge University Press, London, 1965, s. 154. 515 Halil İnalcık, “Greeks in Ottaman Econocmy and Finances (1453-1500)”, Fatih Sultan Mehemmed Han, 1. Baskı, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2019, s. 670. 516 İnalcık, a.g.m., 2019, s. 672. 517Ercan, Osmanlı Yönetiminde…, 2001, s. 89. 162

taşınmıştır.518II. Mehmed, egemenliği altında yaşayan tüm Ermenileri kendisine tabii kılmıştır. 1461’de Bursa’da ikamet eden Ermeni Piskoposu Ovakim ile Anadolu’da yaşayan bir miktar Ermeni’yi yeni başkenti İstanbul’a getirtmiştir.519 Sulumanastır isimli kilise II. Mehmed tarafından Ermeni cemaati için tahsis edilmiş ve Patriklik doğrudan padişahın kendisine bağlı bir makam haline getirilmiştir.

II. Mehmed, Musevilere de İstanbul’da örgütlenme hakkını vermiştir. Osmanlı

Devleti’nin Balkanlardaki fetihlerini müteakiben yönetimi altında yaşayan Musevi sayısı artmıştır. Balkanlarda bulunan bütün Musevi toplulukları, Edirne’de oturan

“Rabbi”nin (Hahambaşı) yönetimi altına girmiştir.520 İstanbul’un fethinden hemen sonra ise diğer Gayrimüslim tebaaya tanındığı gibi Musevilere de yeni başkente yerleşme, okul açma, dini ibadetlerine serbestçe devam edebilme, ticaretle uğraşma, dinlerinin getirdiği medeni haklara göre yaşama hakkı verilmiştir. II. Mehmed, fethettiği yerlerde yaşayan Musevilerin bir kısmının İstanbul’a yerleşmesini emretmiştir. Saltanatı esnasında başta Edirne olmak üzere kırktan fazla şehirden Musevi İstanbul’a sürgün edilmiştir. Bizans döneminde de Musevilerin dini ve siyasi lideri olan haham Moses

Capsali II. Mehmed tarafından ilk hahambaşı olarak atanmakla kalmamış, kendisine ayrıca Divan’a girme ve Şeyhülislam ile aynı seviyede temsil hakkı verilmiştir.521

İstanbul’a yerleştirilen Museviler, imparatorluğun iktisadi faaliyetlerinde önemli bir rol üstlenmişlerdir. Musevi mültezimler, Grek iş adamları ile tuz üretim tekeli ve tuzun dağıtılması üzerine yoğun bir mücadeleye girişmişlerdir. Mora’nın son despotu

Demetrius Palaeologus’a verilen balıkçılık imtiyazının Yakub, Eleazar ve Musa tarafından kurulan bir Musevi ortaklığına geçmiş, bu imtiyaz üç yıllığına ve 550.000

518Ercan, a.g.e., s. 89. 519 Özcan Mert, “Osmanlı Türkleri İdaresinde Ermeniler”, İstanbul Üniversitesi Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları Dergisi, 2003, s. 144. 520Ercan, Osmanlı Yönetiminde…, 2001, s. 65. 521 Muharrem Gürkaynak “Osmanlı Devleti’nde Millet Sistemi ve Musevi Milleti”, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 2003, s. 281. 163

akçe karşılığında merkezi hükümet tarafından bu mültezimlere devredilmiştir.522 II.

Mehmed’in doktoru olan ve zaman içerisinde vezirliğe yükseltilen Yakub Paşa, ihtidasından önce Sultan’ın gözüne girmeyi başarmıştır. Siyasi sorumluluklar verilen

Yakub Paşa, sultanın sarayına olduğu kadar Venedik balyosunun konağına da istediği gibi girip çıkabileceği bir güce erişmiştir.523 Aşıkpaşazade Tarihi’nde, II. Mehmed’in kişisel doktoru Yakub’a Musevi olduğu için şüphe ile yaklaşılmış, sarayda görev alan

Musevi asıllıların devlet işlerine karışmaları eleştirilmiştir.524 II. Mehmed’in vefat haberinin orduda yayılmasıyla birlikte askerlerin gayrimüslim tüccarların evlerini ve iş yerlerini yağmalaması, millet sistemine ve gayrimüslimlere idarede yer verilmesine duyulan tepkinin dışa vurulmasından başka bir şey değildir.

II. Mehmed’in Galatalı Hristiyanlara tanıdığı imtiyazları ve verdiği fermanı kozmopolit bir imparatorluk kurma politikasının devamı olarak görmek yerindedir.

İstanbul’daki bu Ceneviz kolonisi, şehrin en önemli ticaret bölgesi olması sebebiyle de yerinde bırakılmıştır. Galata Fermanı’nın en önemli özelliği, II. Mehmed’in millet sistemini kurumsallaştırırken padişahın kaleminden çıkan ilk resmi belgelerden biri olmasından kaynaklanmaktadır. Galata’daki gayrimüslimlerin can, mal ve ibadet

özgürlükleri II. Mehmed tarafından güvence altına alındığı gibi Galata’da yaşayan zımmilerden oğlan devşirilmeyeceği de belirtilmiştir. Koloninin çeşitli imtiyaz ve ayrıcalıkları, bizzat padişahın güvencesi altındadır. II. Mehmed, ahitnameye 1463’te bir ekleme yaparak zımmilere tanınan muafiyetlere açıklık getirmiştir. Galata’daki gayrimüslimler, tıpkı Osmanlı askeri sınıfı gibi, avarız ve angaryadan muaf tutulmuştur.525 Galata gayrimüslimlerinin, Osmanlı idarecileri için ne derece önemli

522 İnalcık, “Greeks in Ottaman…”, 2019, s. 672. 523 Solnon, Osmanlı İmparatorluğu…, 2019, s. 154. 524 Alpay Bizbirlik, “Kroniklerde Osmanlı Devleti Yöneticilerine Yapılan Eleştiriler Üzerine”, Bilig, S. 31, 2004, s. 61. 525 İlker K. Bulunur, “II. Mehmed Tarafından Galatalılara Verilen 1453 Ahidnamesi ve Buna Yapılan Eklemeler Hakkında Yeni Bilgiler”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, S. 50, 2010, s. 68-69. 164

olduğu angarya ve avarız muafiyetinden anlaşılmaktadır. Galata Fermanı, padişahın kendisinin de bizzat gerilemekte olduğunu gördüğü İstanbul’un ve Galata’nın yeni bir ticari canlılığa kavuşmasına yardımcı olmuştur.526

II. Mehmed’in Bosnalı Hristiyanlara da Galata Ahitnamesine benzer bir ahitname verdiği bilinmektedir. Çok yakın bir zamanda bulunan bu ahitname ile Bosnalı

Hristiyanların can ve mal güvenliği, inanç ve ibadet hürriyetinin bizzat II. Mehmed’in güvencesi altında olduğu, padişah buyruğu ile korunacağı belirtilmiştir. 527 II.

Mehmed’in Bosnalılara karşı sergilediği bu esnek tutum Bosna Kralı Stephan

Tomaseviç’in mektuplarına da yansımıştır. Tomaseviç mektuplarının birinde yer alan

“…Türkler… Köylülere karşı çok dostça davranıyorlar. Kendilerine katılan tüm köylülerin özgürlüklerine kavuşacaklarına söz veriyorlar…”528ifadesi, II. Mehmed’in

Balkanlar genelinde sistematik şekilde uyguladığı devlet politikasının yansımalarını göstermektedir. Mihailoviç, II. Mehmed döneminde gayrimüslim tebaaya nasıl davranıldığına şahit olmuştur. Osmanlıların gayrimüslim tebaayı angarya hizmetlere zorlamadığını, Türk beylerinin sefer esnasında kâfir ya da Hristiyan hiç kimseye zarar gelmesini istemediğini belirtmiştir.529 Osmanlı Devleti, Rumeli’nde ilerleyebilmek, gayrimüslim tebaadan daha rahat vergi alabilmek, yerel elitlerin köylü üzerindeki etkisini kırabilmek için özellikle gayrimüslim tebaanın gönlünü hoş tutmaya gayret etmiştir.

II. Mehmed, krallarının ya da din adamlarının baskısından kurtulmak isteyen

Ortodoks ve Macar soylularının başvurabileceği bir hükümdar olarak sivrilmiştir.

Katolik külahı ya da Kralın tacı yerine Türk sarığı görmeyi tercih ettiğini söyleyen tek

526 Mahmud H. Şakiroğlu,., “Fatih Sultan Mehmed’in Galatalılara Verdiği Fermanın Türkçe Metinleri, AÜDTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, Ankara, S. XIV, 1983, s. 211. 527http://www.hurriyet.com.tr/Murad-bardakci-kilisedeki-muthis-ferman-39092898 (06.01.2019) 528Werner, Büyük Bir…, 2014, s. 308. 529Bir Yeniçerinin Hatıraları, 2017, s. 131. 165

kişi Büyük Dük Notaras değildir.530 1471’de Macaristan’da bir komploya karışan soylular “utanç verici bir kral ve bir tiran tarafından yönetilmektense, bir barbara itaat etmeyi yeğleyeceklerini” ifade ederek Türklere başvurma kararı almışlardır.531 II.

Mehmed’in uyguladığı bu devlet politikası, Papa III. Calixtus’un da dikkatini çekmiştir.

III. Calixtus, Kardinal Juan Carvajal’a yazdığı bir mektupta, Capistrano’nun Yunanları zorla yeniden vaftiz ettiğini, kiliselerini yaktığını ve Macar Ortodokslarına Türklerden daha kötü muamele ettiğini belirterek kaygılarını iletmiştir.532 II. Mehmed’in

Rumeli’ndeki egemenliğinin benimsenmesinin en önemli sebeplerinden biri, Katolik

Kilisesi’nin yaptığı zulümler olmuştur. 1472’de Hırvastistan’da Türk egemenliğine giren milletler şu şekilde bildirilmiştir: “ Ayrıca sizi…Kayzer’in ücretlerini ödemediği

çok sayıda Alman paralı askerlerinin Türklerin tarafına geçtiklerinden ve çok sayıda diğer Hristiyanların da Türklerin yanında yer aldıklarından haberdar ediyorum.”533

II. Mehmed, Türk-Moğol ve İslam yönetim geleneklerini takip ettiği gibi Bizans

İmparatorluğu’nun din ve devlet arasında kurduğu ilişki modelini de uygulamaktan

çekinmemiştir. Ayrı dini toplulukları cemaatler şeklinde örgütlemek ve nihayetinde cemaatlerin ruhani önderleri aracılığıyla doğrudan II. Mehmed’e bağlanması bu durumun en somut örneğidir. II. Mehmed’in İslam tarafından kitap ehli olarak tanınan ya da zımmi kelimesi altında toplanabilecek bütün topluluklara belli konularda özerklik bahşettiği hakikattir. Bu özerkliğin altında yatan asıl sebebin sadece hoşgörü değildir.

Haraç ve cizye, Osmanlı Devleti için çok önemli, iki gelir kalemidir. Devlete haraç ve cizye ödeyen tebaa ile arasındaki ilişkiyi hukuki bir zemine oturtması olağandır.

Fermanlar ve ahitnameler, Osmanlı hukuk sisteminin bir parçası haline getirilmiştir. Bu evrak, devlet ile gayrimüslim tebaa arasındaki bir anlaşma hüviyetindedir.

530Zinkeisen, Osmanlı İmparatorluğu…, C. I, 2011, s. 619. 531Housley, Haçlı Seferleri…,2016, s. 81. 532 Housley, a.g.e., 2016, s. 63. 533 Hans, Pfeffermann, Rönesans Papalarının Türklerle İş Birliği, Çev. Kemal Beydilli, 1. Baskı, Pınar Yayınları, İstanbul, 2019, s. 37. 166

Hristiyan asıllı sipahilerin varlığı, Halil İnalcık tarafından uzun süre önce ispat edilmiş bir gerçektir. İnalcık, Tırhala Livasına ait iki defter üzerinde yaptığı tetkiklerin neticesinde, 182 timardan 36’sının Hristiyan sipahilere ait olduğunu tespit etmiştir. 534

Defterde yer alan “ Tımar-ı Dimitri veled-i Mihal, kadimi sipahi oğluymuş.”535ifadesi,

Dimitri isimli sipahinin ailesinin de devlete uzun bir süre boyunca sipahi olarak hizmet ettiğini bir göstergesidir. 1468/1469 yıllarında yer alan bir kayıt ise çok daha ilginç bir olayı gözler önüne sermektedir. Barak isimli bir sipahi hizmete gelmediği için Osmanlı

Devleti’ne sığınmış bir mülteci olan Frenk Gilibertes Kançilaryus’a Barak’ın timarı verilmiştir.536 II. Mehmed döneminde sadece Osmanlı tebaası olan gayrimüslimlere değil Osmanlı Devleti’ne sığınan Katoliklere de timar verilmesi, önde gelen devlet kademeleri hariç olmak üzere, askeri teşkilat içerisinde de imparatorluk aklının egemen olduğunu göstermektedir.

İstanbul kuşatmasında II. Mehmed’in ordusunda yer alan Hristiyanların bulunduğu bilinmektedir. Giacomo Tedaldi, muhasarada Türk ordusunda çok sayıda

Rum’un ve Hristiyan’ın yer aldığını, II. Mehmed’in tebaası olmalarına rağmen diledikleri gibi ibadet edebildiklerini belirtmiştir.537 Muhasaranın bir diğer tanığı olan

Sakızlı Leonardo, Türklere katılan Hristiyanlardan büyük bir elem içerisinde bahsetmiştir. Rumların, Latinlerin, Almanların, Macarların, Bohemyalıların II.

Mehmed’in birlikleri arasında yer aldığını, Türklerin adetlerini benimsediğini söylemiştir.538 Sakızlı Leanorda, bu kişilerin yeniçeri birlikleri içerisinde yer aldığını belirtmediğine göre II. Mehmed’in ordusuna gönüllü olarak katılan, Türklerle birlikte hareket etmeyi tercih eden gayrimüslimlerden bahsetmek yerinde olacaktır. II.

534 İnalcık, Fatih Devri…, 2007, s. 147. 535İnalcık, a.g.e., s. 147. 536İnalcık, a.g.e., s. 149. 537 Giacomo Tedaldi,“İstanbul’un Türk Sultanı Tarafından Zaptı”, Yedi Çağdaş Rivayete Göre 1453 İstanbul Kuşatması, Der. ve Çev. J.R. Melville Jones, Çev. Cengiz Tomar, 3. Baskı, Yeditepe Yayınları, İstanbul, 2018, s. 25. 538 Sakızlı Leonardo, “Papa Cenaplarına Yazılan Mektup”, Yedi Çağdaş Rivayete Göre 1453 İstanbul Kuşatması, Der. J.R. Melville Jones, Çev. Cengiz Tomar, 3. Baskı, Yeditepe Yayınları, İstanbul, 2018, s. 38. 167

Mehmed’in özellikle donanmasında ada Rumlarından çok sayıda kişinin katıldığı bilinmektedir.539

Mihailoviç’in II. Mehmed ve bir Rum sipahisi arasında geçtiğini iddia ettiği bir dialog ise, II. Mehmed’in Hristiyan sipahilerle bizzat iletişim içinde olduğunu, ordugâhında ya da sarayında bulunan gayrimüslim sipahilerle sohbet ettiğini göstermektedir. Mihailoviç’e göre II. Mehmed sipahiye Roma’daki Papa hakkında düşüncelerini sormuş ve Rum sipahi Thomas Formosus’a değin tüm papaların aziz bilindiği cevabını vermiştir.540 Martolos ve voynuk adında Osmanlı Devleti’ne yardımcı olan Hristiyan birliklerin varlığı da bilinmektedir. II. Mehmed’in saltanatı esnasında seferlerde cesareti ile öne çıkan voynuklara timar dağıtılmış ve sipahi haline getirilmiştir.541İmparatorluğun evrensel ve çoğulcu aklı, gayrimüslimlerin seyfiye sınıfının bir parçası haline getirilmesinde kendisini göstermiştir.

II. Mehmed’in kurduğu millet sistemini tam olarak nasıl değerlendirmek gerekmektedir? Çok uzun süre Osmanlı hâkimiyeti altında kalan Yunanların iddia ettiği gibi zalim bir Tourkokratia (Türk hâkimiyeti)’nın hüküm sürdüğünü iddia edenler olduğu gibi farklı etnik ve dinsel grupların huzur içinde yaşadığı bir Pax Ottomanica

(Osmanlı Barışı) çağından bahsedenler de bulunmaktadır. Bu iki zıt kutup arasında dikkatlerin yönetilmesi gereken nokta ise II. Mehmed’in birbirinden farklı toplulukları bir araya getirirken kurumsal bir çerçeve kullanması ve hukuk kurallarına dayanmasıdır.

Baki Tezcan, Osmanlı Devleti ile cemaatler arasındaki ilişkinin Catlos’un öne sürdüğü elverişlilik ilkesine dayandığını iddia etmiştir.542 Catlos Orta Çağ Akdeniz’inde farklı grupların bir arada yaşamasının en önemli sebebi olarak şunu ileri sürmüştür: “

539 Solnon, Osmanlı İmparatorluğu…, 2019, s. 193. 540 Bir Yeniçerinin Hatıraları, 2017, s. 110. 541İnalcık, Fatih Devri…, 2007, s. 150-160. 542 Baki Tezcan, “Etnisite, Irk, Din ve Toplumsal Sınıf: Osmanlı Fark İşaretleyicileri”, Osmanlı Dünyası, Ed. Christine Woodhead, 1. Baskı, Alfa Yayınları, İstanbul, 2018, s. 216. 168

Etnik-dinsel çoğunluk ve azınlık gruplarının karşılıklı çıkar algısından doğan, hukukta belirlenen resmi antlaşmalarla pekiştirilen ve sınırlı olmakla birlikte, karşılıklı rızaya dayalı meşruiyete dayandırılan bir dizi ilişkinin sonucu…” 543Catlos’un çoğunluk ve azınlık arasında ortaya koyduğu ilişkinin unsurları dikkatle incelenecek olursa, II.

Mehmed’in kurumsallaştırdığı millet sistemiyle ne kadar benzer bir şekilde ilerlediği anlaşılmaktadır. Catlos, bir azınlık grubunun hayatta kalabilmesi için, ekonominin genişlemesinin, sosyoekonomik ve yönetsel imkânlara sahip olunmasınınönemini vurgulamıştır denilebilir.

Bizans İmparatorluğu’nun önde gelen ailelerinin çocukları, Osmanlı yönetici elitinin bir parçası haline gelmiş ve II. Mehmed’in Yunan-İtalyan entelektüellerinden bir çevresi oluşmuştur. Ayrıca, bu topluluklardan birçok temsilci vergi toplayıcısı ve sarraf olarak Osmanlı toplumundaki yerlerini almıştır. II. Mehmed, cemaatler ile devlet arasındaki ilişkiyi, zımmi hukuku esas alarak oluşturduğu bir kodlar ve kurallar bütünü

üzerinde yükselttiği için diğer imparatorluklara göre daha düzenli olmuştur. Devlet ve cemaatler arasındaki ilişkinin, zımmi hukuk, ahitnameler, fermanlar ve kanunlar

üzerinde yükselmesi cemaatler açısında bir nevi Corpus Iuris Civilis544 hazırlandığını göstermektedir. Gayrimüslim tebaa ile Osmanlı Devleti arasındaki ilişkilerin hukuki statüsü, II. Mehmed’in saltanatında açıkça belirlenmiştir. Hukuk, Müslüman olmayanlar arasında bir ayrım yapılmasına izin vermemiştir. Müslümanlarla tam olarak eşit haklara sahip olamasalar da, cemaatlerin haklarını koruyan bir çekirdek alanın varlığından söz edilmesi doğru olur. Cemaatlerin sık sık Osmanlı mahkemelerine başvurması, adaletin sağlanmasına duydukları güvenin bir göstergesidir.

543Tezcan, a.g.m, s. 216. 544 Doğu Roma İmparatoru II. Lustinianus tarafından bir araya getirilen, derlenen ve düzenlenen Roma Hukuku külliyatına verilen isim. Bkz: Haluk Emiroğlu, “Roma Hukuku'nun Bilgi Kaynaklarından Corpus Iurıs Cıvılıs Ve Türkiye'de Hukuk Resepsiyonu”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 51 (3), 2002, s. 85-97. 169

4. BÖLÜM: OSMANLI DEVLETİ’NİN KURUMSAL DÖNÜŞÜMÜ VE

İMPARATORLUK

Iorga’ya göre, II. Mehmed, İstanbul’u Rumlardan alıp kendine hükümet merkezi yaptıktan sonra, kendi zamanına kadar, Asyai bir devlet mahiyetinde olan Osmanlı

Devletini bir “monarhie absolue” halinde ve Bizans Devletini takliden kurmuştur.545

Bizans sarayının bütün teşrifatı, bütün memuriyetleri, II. Mehmed’in sarayında da, tabi isimlerini değiştirerek devam etmiş ve padişahın iradeleri bile Eski Rumca Canon’dan alınmış olarak kanun adı altında çıkarılmıştır.546Osmanlı Devleti’ndeki kurumsal dönüşümün Bizans etkisi altında gerçekleştiğini, İstanbul’un fethinden sonra özellikle

Bizans müesseselerinin benimsendiğini söyleyen birçok tarihçi bulunmaktadır. Bu tarihçiler arasında Gibbons, Kramers, Sokolo, Deny sayılabilir.

Köprülü, Türk-İslam devletlerinde görülen Roma-Bizans etkisinin Osmanlı

Devleti’nin kuruluşundan çok daha önce ortaya çıktığını savunmuştur.547 İslamiyet’in yıllarında kurulan devletlerde, özellikle Emeviler’de, Roma-Bizans izleri açıkça kendini göstermiştir. Arabistan yarımadasından çıkan Müslümanların ilk yöneldiği topraklar,

Bizans İmparatorluğu tarafından yönetilmiştir. Berid, posta teşkilatı için kullanılan bir kelimedir ve iptida resmi posta manasında kullanılan Latin menşe'li bu kelimenin, ilk

İslam fatihlerinin Suriye ve Mısır'da tesadüf ettikleri Bizans posta teşkilatından alınmış olduğu kendiliğinden anlaşılıyor.548 Araplar tarafından Bizans’tan alınmış olan yerlerde, evvelce Bizans paralarında olduğu gibi, salip; İran vilayetlerinde ise, ateşe kurban

545 Saadet Dinç, “Fatih Sultan Mehmed Bir Rönesans Hükümdarı Mıdır? Franz Babinger’in Fatih Sultan Mehmed Ve ZamanıAdlı Kitabındaki Tezlerine Yaklaşımlar, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2010, s. 43. 546 Köprülü, Bizans Müesseselerinin…, 2012, s. 32. 547 Köprülü, a.g.e., s. 187. 548 Mehmed Fuad Köprülü, “Unvan ve Istılahlar”, İslam ve Türk Hukuk Tarihi Araştırmaları ve Vakıf Müessesesi, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1983, s. 215.

kesilen yerin tasviri, paraların üzerine basılmaya devam etmiştir.549 İslam coğrafyasında altın paranın adı dinar (Latince: dinarius),gümüş paranın ismi ise, dirhem (Yunanca: drahmos'dan) olup, bakır paranın ismi olan fels de Yunanca obolos’dan alınmıştır.550

İslam’ın yayılmaya başladığı dönemde devlet teşkilatı Roma-Bizans etkisinde kalmıştır. Roma-Bizans geleneğinin etkileri, zaman içerisinde İslamî bir hüviyete bürünmüş veya ortadan kalkmıştır. Mesela, Harun-ur Reşid’in hemen aynen Bizans themelerini taklit ederek kurduğu cündler X. yüzyılın başı itibariyle ortadan kalkmıştır.551 Rumca ve Pehlevice tutulan defterler, Emevi Halifesi Abdülmelik döneminden sonra Arapça tutulmaya başlanmıştır. Fıkıh hukukunun Grek-Roma hukukundan etkilendiğini iddia eden tarihçiler bile bulunmaktadır. Aynı coğrafyada yer alan, benzer sorunları çözmek zorunda kalan hukuk sistemlerinin ortak cevaplar verebilmesi, tarihi devamlılık içerisinde birbirini etkilemesi doğaldır. Keza Köprülü,

özellikle Hanefî fıkhı ile Roma hukuku dahil olmak üzere İslamî olmayan unsurların arasındaki benzerliklere dikkat çekmiş, ancak bu durumun hiçbir zaman fıkhın orijinal ve müstakil hüviyetini değiştirecek bir nitelik arz etmediğini belirtmiştir.552

Osmanlı Devleti’nin Bizans-Roma geleneği ile kurduğu ilişkiyi bu minvalde değerlendirmek gerekir. XII. ve XIII. yüzyıllar, Türklerin Bizans etkisine yoğun şekilde maruz kaldığı dönemdir. Anadolu Türklerinin büyük bir Hristiyan nüfusuyla birlikte yaşaması, boyların henüz konar-göçer olması bu yüz yıllardaki Bizans tesirini açıklar.553

II. Mehmed’in saltanata çıkışı, Osmanlı Devleti’nin kurumsal dönüşümünü derinden etkilemiştir. Osmanlı Devleti’nin kurumsal dönüşümü Bizans müesseselerinin taklidine indirgemek doğru değildir. Osmanlı Devleti’nin miras aldığı birden çok devlet geleneği

549 Barthold, İslam Medeniyeti…, 1984, s. 25. 550 Barthold, a.g.e., s. 25. 551Mehmed Fuad, Köprülü, “İdare Teşkilâtında İran ve Bizans Te’sirleri: Dîvânlar”, İslam Medeniyeti Tarihi, Düz. Mehmed Fuad Köprülü, 6. Basım, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1984, s. 119. 552 Köprülü, “İslâm Hukuku…”, 1984, s. 298. 553Köprülü, Bizans Müesseselerinin…,2012, s. 198. 171

vardır. Müesseselerinin büyük çoğunluğu Türk-İslam devletlerinden miras kalmıştır.

Ancak, II. Mehmed’in sultanlığının evrenselliğinde ve Avrupa ile kurduğu ilişkide

Bizans-Roma geleneği güçlü bir şekilde vurgulanmıştır.

Hatırda tutulması gerekilen ilk husus, II. Mehmed’in devletini bir imparatorluk haline getirmesidir. Osmanlı Devleti’nin geçirdiği dönüşümler, kendi mutlakiyetçi egemenliğine dayanan bir dünya imparatorluğuna uygun biçimde gerçekleştirilmiştir.

Osmanlı Devlet örgütlenmesini ve kanunlarını kalıcı bir şekilde ortaya koyan ilk padişah II. Mehmed’dir. Onun, bu alandaki başarısını ve gerçekleştirdiklerini biri zihniyet, diğeri de teşkilat açısından olmak üzere başlıca iki alanda değerlendirmek gerekmektedir.554

II. Mehmed’in imparatorluk kurma konusundaki en büyük başarısı örgütlenme alanında gerçekleştirdiği faaliyetlerdir. Moğol İmparatorluğu ya da Timur

İmparatorluğu, Osmanlı Devleti’nden kat be kat daha geniş alanları egemenlikleri altına almış olmalarına rağmen örgütlenme alanında aynı derecede başarılı olamadıkları için kısa sürede parçalanmış ve çökmüşlerdir. Osmanlı Devleti ise ortaya koyduğu kurumların sürekliliği, yeni toplumsal ve ekonomik koşullara uyum sağlayabilmesi, tebaasıyla kurduğu ilişkinin mahiyetiyle klasik bozkır imparatorlukların çoğundan farklılaşabilmiştir.

4.1. MÜLKİ ÖRGÜTLENME VE VASSALLIK BAĞLARI

II. Mehmed’in çok sayıda sefer yapması, İstanbul’un iskân edilmesi ve büyük

çaplı imar faaliyetlerinin başlatılması bu durumun belli başlı sebepleri arasında

554İpşirli, “Fatih Sultan…”, 2007, s. 78. 172

sayılabilir. Ancak asıl sebep, merkeziyetçi- mutlak bir imparatorluk kurmak niyetinde olan II. Mehmed’in Osmanlı Devleti’nin egemenlik alanında kendisinden başka iktidar odaklarının yaşamasına kısmen izin vermesidir. II. Mehmed’in devleti kurumsal olarak dönüştürmeye başladığı ilk alan merkez-çevre ilişkisinde kendini göstermiştir. Yerel elitlerle işbirliği yapmaya devam eden II. Mehmed, onların ayrıcalıklarına dokunmadan güç dengesini kendi lehine çevirmeyi başarabilmiştir. II. Mehmed döneminde vezirliğe kadar yükselen Has Murad ve Mesih gibi dönmelerin Palaeologos ailesine mensup olması bir tesadüf değildir.555

Haraçgüzarlık statüsünden eyalete geçen topraklarda genel olarak uygulanan yöntem, yerel hanedanın ve direnç odaklarının ortadan kaldırılması yoluyla vassallık bağlarının sıkılaştırılması, ardından Osmanlı öncesi bütün yönetim aygıtı kalıntılarının kaldırılması ve nihayetinde Osmanlı taşra yönetiminin temel yapıtaşı olan timar sisteminin getirilmesidir.556 Osmanlı Devleti’nin haraçgüzarlık payesini biçtiği bağımlı devletler, kent devletleri ve prenslikler zaman içerisinde tımar sisteminin bir parçası haline dönüştürülmüş ve eyalet haline getirilmiştir. II. Mehmed, Sırbistan’ın, Mora’nın,

Arnavutluk’un ve Bosna’nın geniş topraklarını doğrudan timar sisteminin bir parçası haline getirmeyi tercih etmiştir. Bosna Kralı Stephan Tomasevic, II. Mehmed’in katı mutlakiyetçi politikasının bir gereği olarak Bayezid Bistami neslinden gelen Şeyh Ali

Bistami’nin fetvasıyla idam edilmiştir.557

II. Mehmed, Osmanlı Devleti’ne bağlı devletlerin vassallık statüsünü (Kırım

Hanlığı hariç) kabullenebilecek bir padişah değildir. Osmanlı Devleti’nin fethettiği toprakların yerel hanedanla ve direnç odaklarıyla ilişkisinin kesilmesi yöntemini,

özellikle II. Mehmed çok keskin bir şekilde uygulamıştır. İstanbul’u fethettikten hemen sonra kentin önde gelen ailelerini öldürtmesi, Bizans İmparatorluğu’nun tahtında iddia

555 İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu’nun…, 2017, s. 256. 556 İnalcık, a.g.e., s. 7. 557 Neşri Tarihi II, 2014, s. 727. 173

edebilecek hanedanları ortadan kaldırması (Komnenoslar, Paleologlar vs.), daha yaygın bir şekilde Rumeli’de görülmekte olan yarı-özerk prensliklerin eyalet haline getirilmesi.

Anadolu’da ve Rumeli’de asilzadelerin topraklarının ilhak edilmesi II. Mehmed döneminin tipik uygulamaları arasındadır. Enveri, Anadolu Beylerbeyi olarak atanan

İshak Paşa’nın Aydınoğulları’nı ve Menteşoğulları’nı illerinden çekip çıkardığını ifade etmiştir.558

Machiavelli, II. Mehmed’in fethettiği geniş toprakları merkeze bağlamasını ve bu topraklara merkezden yöneticiler atamasını, asker yerleştirmesini önemli bir örnek

şeklinde ele almıştır. Ana dili, düzeni ve gelenekleri farklı topraklara yerleşilirse, o topraklarda egemenlik, güvenlik ve istikrar süreklilik kazanır 559 “Türk, Yunanistan’a böyle yapmıştır.” diyerek, II. Mehmed’in İstanbul’u başkent ilan etmesini örnek göstermiştir.560 Machiavelli, Osmanlı Devleti’nin çok uluslu yapısını işaret ederek, imparatorluk olarak başka uluslar üzerinde başarılı bir şekilde egemenlik kurduğunu belirtmiştir. Dili, gelenekleri ve düzeni değişik bölgelerdeki uluslar üzerinde egemenlik kurmanın en etkili yolunun, ele geçiren kişinin oraya gidip yerleşmesi olduğunu, elde ettiği topraklarda gerekirse eski kanunların ve uygulamaların bırakılması gerektiğini vurgulamıştır.561 II. Mehmed’in Otlukbeli Savaşı’ndan sonra Osmanlı egemenliğine kattığı topraklarda Uzun Hasan Kanunlarını değiştirmemesi bu durumun örneklerinden biridir.

II. Mehmed döneminde merkezileşmenin şiddetlenmesi (vassal hanedanların ortadan kaldırılması, vakıf arazilerinin timar sisteminin bir parçası haline getirilmeye

çalışılması, Fatih Kanunnamesi, imparatorluk başkentinin şekillenmesi) adem-i merkeziyetin bir idari prensip olarak ortadan kalktığını göstermez. Bizans ve Balkan

558Düsturname-i 2012, s. 42. 559 Machiavelli, Prens, 2000, s. 62. 560 Machiavelli, a.g.e., s. 62. 561 Machiavelli, a.g.e., s. 62, s. 85-86. 174

kökenli soylu ailelerin devlet içerisindeki etkinliği, Balkanlarda yerel yöneticilerle yapılan işbirliği, Kırım Hanı’nın padişahın vassalı olması gibi örnekler âdemi merkeziyetçiliğin somut örnekleridir. Ancak, II. Mehmed dönemindeki bu örnekler geneli değil istisnayı teşkil etmiştir.

II. Mehmed, özellikle Bizans İmparatorluğu’nun tahtında hak iddia edebilecek herkesin bertaraf edilmesine özel bir önem vermiştir. II. Mehmed, İstanbul’un fethiyle birlikte artık kendisinin sadece Sultan değil Roma İmparatorluğu’nun veliahdı ve sahibi olduğunun farkına varmıştır.562 II. Mehmed’in İstanbul’da düzeni sağladıktan sonraki ilk işi, XI. Konstantin’in akıbetini öğrenmek olmuştur. XI. Konstantin’in başı bir sütun

üzerinde halka sergilenmiştir.563 Mora despotlarından Demetrius öldürülmüş, Thomas

İtalya’ya kaçarak hayatını kurtarabilmiştir.564 Trabzon’un fethinden sonra Alexios

Komnenos’un Trakya’ya yerleşmesine müsaade eden II. Mehmed, daha sonra

Komnenos ve oğullarının ortadan kaldırılmasını emretmiştir. Ayrıca, Bizans

İmparatorluğu’nun son Megadük’ü olan Lucas Notaras ve Konstantin’ın diğer dokuz bakanını önce affetmiş olmasına rağmen daha sonra infaz edilmelerine karar vermiştir.565

II. Mehmed ele geçirdiği yerlerdeki gereksiz gördüğü kaleleri yıktırmış ve bunu merkezileşme politikasının bir aracı haline getirmiştir. II. Mehmed’in savaşlarda top kullanımına verdiği önem, İstanbul’un fethinden sonra devam etmiştir. Bosna’da olduğu gibi Mora’da da Orta Çağ’dan kalma pek çok yerel kale, II. Mehmed’in emriyle yıkılmıştır. Bu durum, Rumeli’de Osmanlı fethi ve merkeziyetçi idarenin kurulması bakımından fevkalade bir gelişimi simgelediği gibi II. Mehmed imparatorluğunu bu

562Runciman, The Fall…, 1965, s. 144. 563 Doukas, Decline and Fall …, 1975, s. 224-227. 564 Emperors, Patriarchs…,,1990, s. 73. 565Dukas, Bizans Tarihi, 1956, s. 57. 175

silah sayesinde kurmuştur.566 Konya yakınlarında yer alan Gevale Kalesi’ni yıktırması567 ise aynı siyasetin Anadolu’daki uzantısından başka bir şey değildir.

Enveri, Sultan’ın II. Mora Seferi’nde ele geçirdiği üç yüz kaleden sadece birkaç tanesini bıraktığını, geri kalanları yıktırdığını belirtmiştir.568 II. Mehmed, çağdaşları arasında, kalelerin merkezi yönetim karşısında bir tehdit unsuru haline gelebileceğini ilk fark eden hükümdarlardan biri olduğu için sadece Osmanlı otoritesini tesis edebilecek kadar kalenin ayakta kalmasına müsaade etmiş ve bazı kalelere yeniçerileri yerleştirmiştir.

4.2. VAKIF VE MÜLK ARAZİLERİN TİMARLAŞTIRILMASI

Merkezi bürokrasinin ve askeri sınıfın timar beklentisi, padişahların üzerinde büyük bir baskı kurmuştur. Yapılan fetihlerin temel amaçlarından biri de bu beklentinin karşılanabilmesidir. II. Mehmed’in kurduğu imparatorluğun yapısı ve iddialarının büyüklüğü düşünülürse, merkezi bürokrasinin ve yeniçerilerin desteğini alabilmek için timar ihdas etmesinin bir zaruret olduğu sonucu çıkarılabilir. II. Mehmed, merkezi bürokrasiyi, uçlarda akın yapan gazileri, saraydan bağımsız bir yaşam kurabilmek için

“taşra çıkma” anını bekleyen yeniçerileri, öteki kullarını ve askeri seçkinler zümresini ihya etmek zorunda kalmıştır.569 Özellikle yeni fethedilen Rumeli topraklarının sancakbeyliği halinde örgütlenmesinin esas sebeplerinden biri taşraya çıkma anının beklenmesidir.

566 Halil İnalcık, Osmanlı Tarihinde Efsaneler ve Gerçekler, 10. Baskı, Kronik Yayınları, İstanbul, s. 134. 567Oruç Beğ Tarihi, 2014, s. 106. 568Düsturname-i Enveri, 2012, s. 48. 569İnalcık Osmanlı İmparatorluğu’nun…, 2017, s. 85. 176

II. Mehmed’in timarlaşma politikası diyebileceğimiz devletin kontrolündeki miri arazileri genişletme çabası, yeni fethedilen ülkelerdeki kiliselere ve manastırlara ait arazilerin de devlet idaresi altına alınmasını kapsamıştır. İlginç bir şekilde, yeni fethedilen ülkelerdeki kilise ve manastırlara ait toprakların devletin kontrolüne geçirilmesini, Anadolu ve Rumeli’de bulunan vakıf ve mülk arazilerinin miri arazi olarak değiştirilmesi izlemiştir. II. Mehmed’i vakıf arazilerini timarın bir parçası haline getirmeye zorlayan bazı sebepler bulunmaktadır. Bunlardan ilki, merkezi bürokrasinin mukataa gelirini arttırmak istemesi ve askeri sınıfın timar beklentisi içerisinde olmasıdır.

Vakıf, tanımından da anlaşılacağı üzere Allah yoluna tahsis edilmiş mülkleri ifade ettiği için, dokunulamaz. İslam ülkelerinde özellikle devlet adamları ya da hükümdar tarafından toprak tahsis edilmiş olan kişilerin, müsadere korkusu ile topraklarını vakıf arazisi haline getirmeleri çok yaygın bir uygulamadır. Aslında, gelirleri kamunun ihtiyaçlarına tahsis edilen vakıfların bu şekilde özel mülkün bir parçası haline getirilmesi, II. Mehmed’in vakıfları miri arazi haline getirirken dayandığı en temel nokta olmuştur. Mütevelli heyetlerinde (Vakıf gelirlerinin nasıl harcanacağına karar verilen heyetler) mirasçılara yer verilmesi, vakıf topraklarını miri arazi haline getiren II. Mehmed’in elini güçlendiren başka bir unsurdur.

II. Mehmed, vakıfları ve mülkleri ilga ederken İslam’ın toprak hukuk ve yönetime ilişkin kurallarını sonuna kadar zorlamıştır. Maverdi, hükümdarın hazineyi doldurabilmek için dinen sakıncası olmayan yollardan zor ve şiddet kullanarak bu denemeyi yapabileceğini ve hatta dinin kabul etmediği yöntemlerden dahi yararlanabileceğini yazmıştır.570 II. Mehmed’in yaptığı bu uygulama Maverdi’nin satırları ile örtüşmektedir. II. Mehmed’in vakıfları ve mülkleri timar sisteminin bir

570 Maverdi, Siyaset …, 2014, s. 42. 177

parçası haline getirmesi, özellikle Aşıkpaşazade tarafından din karşıtı bir uygulama olarak nitelendirilmiştir. Timarlaştırma hareketine karşı olan Aşıkpaşazade, Nişancı

Mehmed Paşa hakkındaki olumsuz düşüncelerini çok açık bir biçimde ifade etmiştir.

Aşıkpaşazade’nin mensubu olduğu toplumsal grup gereği verdiği tepkilerin daha duygusal olduğu söylenebilir. Nişancı Mehmed Paşa’nın neslinin belli olmadığı, insanların malına ve rızkına el uzattığı şeklindeki iddiaları571, bu toplumsal tepkinin birer yansımasıdır.

II. Mehmed’in bu uygulaması anlatılırken sitemkâr bir üslup göze çarpmaktadır.

Özellikle vakıf arazilerinin miri arazi haline getirilmesi çok büyük tepkilere neden olmuştur. İslam hukuku vâkıfı , “bir malın veya mülkün Allah’ın mülkü hükmünde olduğunun ilan edilmesi yoluyla menfaati halka (ibadullah) ait olmak üzere hapis ve tevkif edilmesidir”572 şeklinde tanımlamıştır. Timarlaştırma hareketi, bu tanımdan yola

çıkılarak İslam hukukuna aykırı bulunmuş ve şiddetli bir şekilde eleştirilmiştir. II.

Mehmed’e yönelik en büyük toplumsal tepki, vakıf arazilerinin miri arazi haline getirilmesinde kendisini göstermiştir. Aşıkpaşazade, uygulama için II. Mehmed’i suçlayamadığından, veziriazam Nişancı Mehmed Paşa’yı suçlamış ve şu ifadelerle din dışı bir hareket olduğunu vurgulamıştır: “Osmanlı ülkesinde Muhammed şeriatı ile yapılmış ne kadar vakıflar ve mülkler varsa hepsini bozdu ve hâsıllarını padişahın hazinesine götürdü.”573Nişancı Mehmed Paşa’nın Osman Gazi tarafından verilmiş olan mülklere ilişkin kanunu iptal ettiğini ve bu arazilerin bir kısmını timar haline getirdiğini, bir kısmını ise mukataa olarak sattığını belirten Aşıkpaşazade, Türk-Müslüman kökenli eski ailelerin bu uygulamaya verdiği tepkiyi gizleme ihtiyacı hissetmemiştir.574

571Osmanlıoğullarının Tarihi, 2003, s. 290. 572 Halil Cin, Osmanlı Toprak Düzeni ve Bu Düzenin Bozulması, 2. Baskı, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1985, s. 16. 573 Aşıkpaşaoğlu Tarihi, 2014, s. 213. 574 Aşıkpaşazade, a.g.e., s. 213. 178

II. Mehmed’in 1478’te başlattığı vakıf ve mülk arazilerinin devlet kontrolü altına alınması politikası, Osmanlı Devleti’nin altı yüz yıllık siyasi tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir uygulamadır. Büyük bir otoriteye sahip olan II. Mehmed, projelerini hayata geçirebilmek için tüm mali kaynakları seferber etmek durumunda kaldığı gibi askeri sınıfa ve merkezi bürokrasiye timar dağıtmak zorunda kalmıştır. Yaklaşık olarak yirmi bin köyün ve çiftliğin, timar olarak dağıtılması ancak II. Mehmed gibi otoriter, sert bir padişahın alabileceği bir karardır. Nitekim timarlaştırma hareketinin devamı getirilememiştir ve bu hareket, Osmanlı tarihinde sadece II. Mehmed’in uygulamak istediği bir toprak reformu mahiyetinde kalmıştır.

II. Mehmed’in vakıf ve mülk arazilerini devletin kontrolü altına alması, VIII.

Henry ve diğer Protestan hükümdarların yaptığı gibi dini müesseselerin ya da mezheplerin ve tarikatların ellerindeki servete el konulması ile kıyaslanabilir mi?

Avrupalı hükümdarların Katolik Kilisesi’nin mülklerine el koymasının aksine, İslam hukukunda özel mülkiyet değil devlet mülkiyeti esastır. İktidar, her iki medeniyette de ilahi bir meşruiyet temeline dayandırılıyor olsa da, Türk-İslam topluluklarında devletin toprak üzerindeki hâkimiyeti esas olduğu için vakıf ve mülk arazileri istisna teşkil etmektedir. II. Mehmed, gerek İslam hukukunun hükümdara verdiği “topraklara egemen olma” hakkını sonuna kadar kullanmasıyla şer’i hukukun sınırlarını zorlamıştır. II.

Mehmed, iktidarı ulema sınıfı ile paylaşan bir egemenlik anlayışına sahip değildir.

II. Mehmed, Osmanlı padişahları arasında örfî hukuku sistemleştiren ve yeri geldiğinde şer’i hukukun alanına girebilecek bazı konuları örfî hukuk ile düzenleyerek

Bodin’in ön gördüğü şekilde egemenlik gücünü kullanmıştır. II. Mehmed, mutlak gücü hiç kimseyle, hiçbir toplumsal sınıfla, hiçbir hiziple paylaşmayarak, Bodin tipi bir mutlak monarşi arzuladığını saltanatı boyunca defalarca göstermiştir. Bodin, iktidarın

179

devredilmezlik, süreklilik ve bölünmezlik niteliklerini vurgulamıştır.575 II. Mehmed’in nihai şeklin belirlediği Osmanlı padişahı, Avrupa’da mutlakiyetçi ilk hükümdar örneği olarak Bodin gibi mutlak monarşiyi savunan düşünürlerin ilham kaynağı haline gelmiştir.

Vakıf ve mülk arazilerinin miri arazi haline getirilmesi, II. Mehmed’in sahip olduğu mutlak gücü sonuna kadar kullandığı uygulama olarak değerlendirilebilir. Halil

Cin, toprağın Allah’a dolayısıyla onun kudretini temsil eden padişaha ait olduğu yolundaki anlayışın ancak fethedilen topraklar hakkında olabileceğini belirtmiştir.576

İslam’da mülkiyet mevcut olduğu gibi bazı bireysel haklar gibi mülkiyet deher türlü ihlalin dışında bırakılması gereken bir alandır.

Osmanlı Devleti, egemenliği altındaki toprakların neredeyse tamamını kılıç hakkıyla kazanmıştır. II. Mehmed, kılıç hakkı iddiasına dayanarak devletin hizmet karşılığı verdiği mülk toprakların bir kısmını dirlik haline getirmiştir. Kılıç hakkı, ilk defa II. Mehmed’in saltanatı zamanında kendisini göstermemiştir. I. Murad’ın Evrenos

Bey’e yazdığı iddia edilen bir mektupta “Seni o vilayete (Rumeli’ye) emir tayin ettim.

Buyurdum ki tüm mutasarrıf olasın. Ama sakın Rumeli vilayetini kendi kılıcımla fethettim diye gurur gelmesin sana. Yer, Resulünden sonra halifesinindir.” diyerek, fethedilen yerlerin aslında Osman soyunun hakkı olduğunu iddia etmiştir.577

Mülk araziler, özellikle akıncı beylerine ve köklü Türk-Müslüman ailelerine devletin kurucuları tarafından verilmiş olan topraklardır. Mülk arazilerin bir kısmının dirlik haline getirilmesi, toprakların sipahilere dağıtılması tepki çekmiş olmakla birlikte bu aileler II. Mehmed tarafından etkisiz hale getirilmiştir. II. Mehmed’in ırsi mülk

575 Jean Bodin, On Sovereignty, Ed. Julian H. Franklin, Cambridge University Press, Cambridge 1992,Book I, s. 7-17. 576 Cin, Osmanlı Toprak…, 1985, s. 15. 577Berkes, Türkiye…, 2018, s. 93. 180

haline gelmiş tüm malikâne, vakıf ve timar topraklarını miri toprak rejimi içine alması, merkezkaç unsurları yok etmeye yönelik en önemli eylemlerinden biridir.578

Vakıfların timarlaştırılmasına tepki gösteren toplumsal tabakaların başında köklü Türk-Müslüman aileleri gelmektedir. Ellerindeki siyasi kudreti kaybeden bu aileler, topraklarının bir kısmının miri arazi haline getirilmesiyle ekonomik güçlerini de kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Köklü Türk-Müslüman ailelerini destekleyen bir başka grup ise ulema olmuştur. II. Mehmed döneminde bazı vakıf arazilerinin timar haline getirilmesi ve özellikle vakıflara yönelik yapılan muamele İbn

Kemal tarafından da eleştirilmiştir.579 Kaderin bir cilvesi olsa gerek, mülk ve vakıf arazilerinin miri arazi haline getirildiği 1478 yılında köklü Türk-Müslüman bir aileye mensup olan Nişancı Mehmed Paşa veziriazamdır.580 Timarlaştırma hareketini arkasında yer alan devlet adamlarından biri olarak Nişancı Mehmed Paşa, merkezileşmeye yönelik bu eylemi hararetli şekilde desteklemiştir.

4.3. DİĞER EKONOMİK VE MALİ TEDBİLER

Kritovulos, II. Mehmed’in tahta geçer geçmez Osmanlı gelirlerini ve giderlerini düzenleyecek bazı önlemler aldığını belirtmiştir. Hassa hazinesinden maaş alan süvari ve piyadelerin düzen defterlerini gözden geçirdiği gibi aile hazinesini incelemiş, bu hazineyi yönetmekle ve yıllık vergileri toplamakla görevlendirilmiş memurları sorguya

çekmiş ve hükümdara hesap vermek zorunda bırakmıştır.581 Vergileri toplamakla

578 Mehmed Ali Kılıçbay, Feodalite ve Klasik Dönem Osmanlı Üretim Tarzı, 3. Basım, Ankara, Efil Yayınları, 2010, s. 265. 579 İbn Kemal, Tevarih-i Al-î Osman:VIII. Defter, 1997, s. 3-4. 580 Aşıkpaşaoğlu Tarihi, 2014, s. 213. 581 Freely, Büyük…, 2018, s. 42. 181

görevli memurların sorguya çekilmesi, II. Mehmed’e şahsen hesap vermek zorunda olması merkezileşmenin bir başka ispatıdır. II. Mehmed’in mazeret kabul etmeyen kişiliği, hedeflerine ulaşabilmek için ihtiyaç duyduğu insan gücü ve maddi unsurlar göz

önünde bulundurulduğunda bu durumun olağan karşılanması gereklidir. II. Mehmed’in vergi gelirlerine el koymaya cüret eden memurları görevden alması, güvenilir maliye memurları seçmesi, defterdarların padişahın huzuruna doğrudan çıkabilmesi maliyede yaşanan merkezileşmenin diğer emareleridir.

II. Mehmed’in gücünün ve otoritesinin arttığını gösteren kullandığı bir başka mali yöntem daha vardır ki bu da tağşiştir. Madeni para sisteminin uygulandığı dönemlerde madeni paranın altın ya da gümüş içeriğinin; yani, saflık derecesinin

(burada henüz sadece gümüş akçe söz konusudur) azaltılmasına tağşiş denilmektedir ki, bugünkü ifade ile o günün devalüasyonu olarak kabul edebiliriz.582 Tağşiş yapmak, fiyatlar yükselinceye kadar devletin elindeki maden stokunun artması anlamına gelmektedir ki, bu da hazineyi geçici bir süre için rahatlatmıştır. Devletin senyöraj gelirini arttıran bu uygulama, zaman zaman halkın ve yeniçerilerin tepkisini çekmiştir.

II. Mehmed döneminde ilki 1444 yılında olmak üzere (II. Mehmed’in ilk saltanat döneminde yaptığı tağşiş uygulaması Buçuktepe İsyanı’nın patlamasına sebep olmuştur.583) Hükümdarlığı boyunca 1451,1460-1461, 1470-1471, 175-76 ve 1481 yıllarında olmak üzere 6 kez tağşiş uygulamasına gitmiştir. Yeniçerilerin daha sonraki tağşişler karşısında sessiz kalmasının en önemli sebebi, II. Mehmed’in fetih politikalarının başarılı olması ve bu sayede yeniçerilerin ve diğer toplumsal kesimlerin,

ücretlerdeki artışlar dâhil olmak üzere, yarar sağlamış olmalarıyla açıklanabilir.584 II.

582 Ekrem Erdem,“Osmanlı Para Sistemi ve Tağşiş Politikası: Dönemsel Bir Analiz”, Bankacılık Dergisi, S. 56, 200 s. 12. 583 Oruç Beğ Tarihi, 2014, s. 64. 584 Şevket Pamuk, “Osmanlılarda Para ve Enflasyon”, Cogito, Ed. Vedat Çorlu, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, S. 19, 2017, s. 185. 182

Mehmed’in uzun süren saltanatı boyunca padişahın gücünün ve otoritesinin pekişmesi, bir diğer sebeptir.

II. Mehmed’in düzenli olarak uyguladığı tağşiş, II. Bayezid’in tahta geçmesinden sonra uzun bir zaman uygulanmamıştır. II. Bayezid vakıfların ve müsadere edilen toprakların bir bölümünü geri verdiği gibi, tağşişlere son vermeyi de taahhüt etmiştir.585 II. Mehmed’in Osmanlı Devleti’ne ait ilk altın sikkeyi bastırdığı bilinmektedir. Altın sikke, aynı zamanda imparatorluğun ekonomik gücünü gösteren bir simge olarak değerlendirilebilir. II. Mehmed altın sikkenin bir imparatorluğun ekonomik gücünün göstergesi olduğunun farkındadır. II Mehmed’in kendisini dünyaya

"Daribü'n-nadr sahibü'l- Izz ve'n-nasr fi'l-berr ve'l-bahr Sultan Mehmed i.Murad

Han'azza nasruhu" (Altın sikke bastıran, Karada ve Denizde Şanın ve Zaferin Efendisi,

Murad Han oğlu Sultan Mehmed, Zaferi Daim olsun)586 bu ifadelerle sunması, altın sikke bastırmanın prestijini ve II. Mehmed’e tanıdığı gücü göstermiştir. II. Mehmed,

Osmanlı ekonomisinde ve maliyesinde tağşiş uygulamasından başka belirsizlik olarak nitelendirilebilecek herhangi bir önlem almamıştır. Aksine, ticaretin ve serbest pazarın bir imparatorluk için ne kadar önemli olduğunu bildiğinden çeşitli fermanlar düzenlemekten geri kalmamıştır. Ticaretin ve ekonominin düzenli ve güvenli bir şekilde yürütülmesi imparatorluk rejiminin bir gereği olarak görülmüştür.

II. Mehmed’in bu konudaki özeni, özel tedariklerle görevli kethüdasına 1477’de yazdığı bir emirde kendini gösterir. II. Mehmed tarafından padişahın kethüdasının sahip olduğu güce ve yetkiye rağmen, açık pazar erişim kurallarına ve diğer düzenleyici unsurlara uymasının hem zorunlu hem de uygun olduğu şu sözlerle ifade edilmiştir:” sözün özü… (saltanat hanesi için) ister kumaş alımları, ister tahıl alımları ister başka herhangi bir malın alımı olsun, mubayaalarını (satın almalarını) ve isteklerini mutlak

585Pamuk, a.g.m., s. 186. 586Muslu, Osmanlılar ve…,2016, s. 161. 183

dürüstlükle yapacak… Bir yandan sultani kaynakların çarçur edilmesini, ama öte yandan da kamuya zarar gelmesini önlemeye çalışacaksın. Bütün alımlar ve işlemler her daim düzenli gözetim ve titizlik doğrultusunda, yerel adalet yetkilileri (kadılar) ve güvenlik yetkilileri (subaşılar) aracılığıyla yürütülmelidir.”587 II. Mehmed gibi otoriter bir padişahın ticaret söz konusu olduğunda kendi iktidarını kullanmaktan kaçınması düşündürücüdür. Padişahın, pazarlarda kendi kulları ve vergi veren tebaasıyla aynı kurallara tabii olması, kendisine farklı bir muamelede bulunulmasından kaçınması, II.

Mehmed’in egemenlik erkini kullanmaktan kaçındığı uygulamalardan birisidir.

1478 yılına kadar Osmanlı Devleti Venedik altın parasını (frengi flori) kullanmaya devam etmiştir. II. Mehmed’in 1478’de altın sikke bastırmasıyla birlikte

Osmanlı altın sikkesi pazarlarda yaygınlaşmaya başlamıştır. Sultani flori adını alan

Osmanlı altın sikkesi ile Venedik altın parası aynı değerdedir. Osmanlı Devleti’nin

çözülme emareleri göstermeye başladığı XVI. yüzyılın sonuna değin Osmanlı altın parası değerini korumayı bilmiştir. Altının en değerli maden olması ve Osmanlı

ülkesinde az bulunması nedeniyle, II. Mehmed sadece iki darphanede altın sikke kesilmesine müsaade etmiştir. Sadece İstanbul ve Edirne darphanelerinin bu yetkiye sahip olduğu belirtilmiştir.588 Ayrıca, sarrafların ellerine geçen altını darphaneye getirmeleri, altınları başka bir yere veya kimseye satmaya çalışmamaları; darphaneler dışında altın sikke kesmeye çalışanların ölümle cezalandırılacağını söyleyen altın yasaknamesi, II. Mehmed’in merkeziyetçiliğinin sembollerinden biridir. Altın sikke kesmek, sadece hükümdarlara özgü bir harekettir. Altın sikke kesebilecek darphanelerin

İstanbul ve Edirne ile sınırlandırılmış olması, devletin merkez bürokrasisinin en çok yoğunlaştığı, denetimlerin daha rahat yapılabileceği iki kentte altın sikke üretiminin seçilmesi merkeziyetçiliğin bir sonucudur.

587Murphey, “Erken İmparatorluk…”, 2018, s. 53. 588Akgündüz, Osmanlı Kanunnameleri…,1990, s. 441-442. 184

Osmanlı Devleti’nin her iki yakasının (Anadolu ve Rumeli) II. Mehmed tarafından birleştirilmesi, imparatorluğun ekonomik örgütlenmesinde de merkezileşmeye, uygulamaların tek elden düzenlenmesine sebep olmuştur. Kurulduğu andan itibaren ticaret yollarının ele geçirilmesine, bereketli ovalarda yapılan tarım ve hayvancılığa önem veren Osmanlı yöneticilerinin sahip olduğu mali olanaklarla II.

Mehmed’in sahip olduğu mali araçlar arasında çok büyük bir fark bulunmaktadır. II.

Mehmed’in genişleme siyasetine bağlı olarak Ege, Marmara ve Karadeniz’de ele geçirilen ticaret ağı, Osmanlılara müthiş bir güç sağlamıştır. II. Mehmed’in Kefe’yi fethettiği yıl olan 1475’e ait, Jacopo da Promontorio’nun Osmanlı varlıklarına ve gelir kaynaklarına ilişkin listesi, Osmanlı Devleti’nin ekonomik gücünü göstermektedir.589

II. Mehmed’in yayılma politikası dikkatle incelendiğinde gümüş ve bakır kaynaklarının önemli bir yer edindiği anlaşılabilir. Sırp Krallığındaki zengin gümüş yataklarının bulunduğu Novobrodo, Tpreça ve Rudnik’in 1459’da fethedilmesi ile bakır madenleri yönünden zengin bir bölge olan Küre ve civarının 1461’de ele geçirilmesi aynı gerekçelere dayanmaktadır.590 Bu seferler neticesinde Osmanlı hükümdarlarının para politikası üzerinde gerçek bir hâkimiyet kurduğu söylenebilir. II. Mehmed için para bastırmak aynı zamanda kurduğu imparatorluğun görünür hale gelmesini sağlamıştır. H.

875 tarihli 10 akçelik sikkenin bir yüzünde “Sultanü’l-Berreyn ve Hakanü’l-Bahreyn

Es-sultan b. Es-sultan”, diğer yüzünde “Mehemmed bin Murad Han Halledallahu

Sultanehu, duriba Konstantiniyye sene 875” unvanlarının bulunması, onun kurmuş olduğu imparatorluğun nasıl tahayyül edilmesini istediğini de göstermiştir.591

II. Mehmed’in seferlerini karşılayabilmek adına aldığı bir başka önlem,

İstanbul’da hükümdarın kendi mülkünde olan evlerden, dükkânlardan kira alınmasına

589 Murphey, “Erken İmparatorluk…”, 2018., s. 56. 590 Heşt Behişt, 2013, s. 54-55. 591 Halil İnalcık, “Osmanlı Para Birimleri”, Fatih Sultan Mehemmed Han, 1. Baskı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2019, s. 446. 185

yönelik uygulamadır. İstanbul’un fethinden sonra II. Mehmed’in mülkü haline gelen

Bizans döneminden kalma evlerin ve dükkânların çeşitli mülknameler ile reayaya her türlü tasarruf hakkıyla birlikte verildiği bilinmektedir. Topkapı Sarayı Arşivi’nde bulunan ve 1457’de yazıldığı tespit edilen bir mülknamede “Mutasarraf ola; dilerse sata ve isterse bağışlaya ve murad edünürse vakf eyleye” ifadesiyle birlikte592 II. Mehmed’in bu mülkleri tüm tasarruf haklarıyla birlikte bağışladığı görülmektedir. Hazinenin ihtiyaç duyduğu geliri sağlayabilmek için Rum Mehmed Paşa tarafından alınan önlemler, II.

Mehmed tarafından devam ettirilmiştir. Rum Mehmed Paşa’nın giderleri azaltmaya yönelik faaliyetlerinden bir diğeri, şeyhler ve dervişler zümresine dağıtılan hediyelerin ve bağışların kaldırılması olmuştur. Aşıkpaşazade, Rum Mehmed Paşa’nın

Osmanoğullarının süregelen adetlerini kestirdiğini iddia ederek,593 bu durumdan dolayı

şikâyetçi olan toplumsal zümrelerin tepkilerini dile getirmiştir.

4.4. KANUNNAME-İ AL-Î OSMAN, KURUMSAL DÖNÜŞÜM VE

EGEMENLİK ANLAYIŞI

II. Mehmed’in kanunnameleri, kamuoyunda yaratmak istediği Osmanlı padişahın figürünü ortaya koyması yönünden önemlidir. İmparatorluğu örgütlerken padişahın tekleştirilmesinin ve iktidarın odağı haline getirilmesinin en önemli belgesi

Fatih Kanunnameleridir.II. Mehmed, teşkilat ve teşrifat kaidelerini ilk defa bir kanunda toplatmakla, bir kanun adamı olarak da tarihe geçmiştir.594 II. Mehmed padişahın yerini ve konumunu belirleyen hükümdar olmuştur. Yargı işleyişini Osmanlı yasa külliyatına

önemli katkılarla genişletip tamamlayan, diğer beylerin boyun eğdirilmesi ve sultanın

592 İnalcık, “II. Mehmed’in İstanbul …”, 2019, s. 26. 593Osmanlıoğullarının Tarihi, 2003, s. 290. 594 Abdülkadir Özcan, Kanunname-i Al-î Osman, 1. Baskı, İstanbul, Kronik Kitap Yayınları, 2017, s. 13. 186

gücünün, dinsel kurumların (vakıflar) idaresini ele almaya varana kadar, sivil-dinsel alana yayılması süreçlerine son halini veren II. Mehmed, Osmanlı imparatorluk geleneğini kuran sultan olarak kabul edilir.595

II. Mehmed, kanunname ile sadece teşkilat ve teşrifat kaidelerini belirlemekle kalmamıştır. Kanunname yazımının aynı zamanda ideolojik bir yanı bulunmaktadır.

Kanunname yazımının ideolojik yönü iki şekilde değerlendirilebilir: yerleşik bir kültürü ve imparatorluk yapısını göstermesi bakımından kanunların derlenmesi, imparatorluk

çizgisindeki devamlılığa yapılan bir atıftır. Turan’a göre II. Mehmed ile birlikte başlayan kanunların derlenmesi hareketi, cihan hâkimiyeti ve dünya nizamı davası güden Türk milletinin hukuk sahasında Romalılar gibi belirgin bir aşamaya ulaşması doğaldır ve bu sayede İslam fıkhının eksikleri tamamlanmıştır.596 Kanunname’nin bir diğer ideolojik yönü ise Osmanlı kimliğinin belirginleştirmesi, farklı toplulukların devletle bağının kurulması için bir çerçeve öngörmesidir. Nitekim bu dönemde Osmanlı terimi, “Osman’ın yandaşları ve hane halkı” anlamına gelen basit tanımlayıcıdan türeyen bu terim, Habsburg veya Romanov gibi, emperyal bir yönetime dönüşen bir hanedanı anlatmak için kullanılmaya başlanmıştır.597

Kanun-ı Al-î Osman’ın yaratılma çabası ülkede yaşayan halk arasında eşitlik esasına dayalı temel hukuk kaideleri oluşturulmak suretiyle hukuken yeni bir millet oluşturma gayreti olarak görülebilir.598 Kanunlar aracılığı ile yaratılan bu eşitlik, günümüzün yargılarına göre değerlendirilmemelidir. Yönetici Osmanlı elitleri ile yönetilen tebaa arasında Mustafa Ali, Osmanlı Devleti’ni diğer Anadolu beyliklerinden

595 Metin, Kunt “Süleyman Dönemine Kadar Devlet ve Sultan: Uç Beyliğinden Dünya İmparatorluğuna”, Kanuni ve Çağı, Ed. Metin Kunt, Christine Woodhead, 1. Basım, Alfa Yayınları, İstanbul, 2015, s. 37. 596Turan, Türk…, s. 250. 597 Christine Woodhead, Giriş”, Osmanlı Dünyası, Ed.Christine Woodhead, 1. Baskı, Alfa Yayınları, İstanbul, 2018, s. 26. 598 Esra Mindivanlı, Kuruluş Döneminde Osmanlı Devleti’nin Kimlik Siyaseti ve İdeolojisi, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Erzurum, 2008, s. 22. 187

ayırıp büyük yapan sebepleri sıralarken, yeni Osmanlı yaratacak şekilde ırkları karıştırmayı Osmanlı Devleti’nin başarısının sırrı olarak yorumlamıştır.599

Mustafa Ali’nin kaleminden çıkan Osmanlı ile ne Osman Gazi’nin yandaşları anlamına gelen “Osmanlı” kelimesinin bir benzerliği vardır ne de Gibbons’un iddia ettiği gibi yeni bir etnik kimlik kast edilmektedir. Mustafa Ali’nin bahsettiği “Osmanlı” kimliği, II. Mehmed ile doruk noktasına ulaşan ve tamamlanan padişah ve padişahın etrafındaki yönetici sınıfı temsil etmektedir.600 Bu yönetici sınıf, Osmanlı Devleti’nin evrensel bir imparatorluk olarak taşıdığı emperyal hedefleri belirleyen, devletin insan gücünü ve mali kaynaklarını buna göre seferber eden elitlerden oluşmaktadır ki klasik

Osmanlı kimliği ile kast edilen kişiler bu elitlerdir.

II. Mehmed döneminin yeni elitleri ile kurucu Türk-Müslüman kökenli aileler arasında yaşanan gerilim, aslında devletin bünyesinde meydana gelen değişimin bir sonucu olarak iktidar erkinin devşirmelerle paylaşılması sonucunu doğurmuştur.

İmparatorluk, yapısı gereği tek bir milliyetin değerleri etrafında yükselmez.

Bütünleştirici ve evrensellik iddiasını pekiştiren bir söyleme sahip olması gerekmektedir. II. Mehmed’in tahta geçmesi, kozmopolit imparatorluk politikasının bir zaferi sayılmış ve 1453’ten sonra Osmanlı Devleti milletler karması bir imparatorluk

şeklinde yaşamaya devam etmiştir.601

II. Mehmed’in kurduğu çok uluslu ve mutlakiyetçi imparatorluğun kurumsal

çerçevesini belirleyen metin Kanunname-i Al-î Osman olmuştur. Kanunname-i Al-î

Osman’ın kaynağı hakkında çeşitli tartışmalar yapılagelmiştir. Ancak, çoğu tarihçi

Kanunname-i Al-î Osman’ın II. Mehmed’in son yıllarında derlendiği, sonraki

599 Metin Kunt, “Bab-ı Hümayun ve Diğer ‘Kapılar’”, Osmanlı Dünyası, Ed. Christine Woodhead, 1. Baskı, İstanbul, Alfa Yayınları, 2018, s. 152. 600Kunt, “a.g.e, s. 152. 601 Aydın Taneri,Türk Devlet Geleneği (Dün-Bugün), 1. Baskı, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1993, s. 98-99. 188

padişahların saltanatları esnasında genişletildiği konusunda hem fikirdirler.

Kanunname-i Al-î Osman incelendiğinde, teşkilat ve teşrifat kaidelerinin önemli bir kısmının II. Mehmed’den önceki padişahların saltanatları esnasında ortaya çıktığı ve

şekillendiği görülmektedir. II. Mehmed, metnin girişinde “Bu Kanunname, atam ve dedem kanunudur.” diyerek kendi saltanatından önce devlet yönetiminde yer alan kaideleri devam ettirdiğini ifade etmiştir.602

II. Mehmed’in İstanbul’u fethetmesiyle birlikte Osmanlı Devleti, Balkanların

önde gelen güçlerinden biri olmaktan çıkmış ve evrensel bir imparatorluk haline gelmiştir. Genişleyen ve güçlenen imparatorluğun yönetimine ait kaideleri bir mecmuada toplanması lüzumu duyulmuş, II. Mehmed eksik kısımlarını tamamlayarak

“ebedü’l abad mamulün-bih” olmasını istemiştir.603 İmparatorlukların devamı açısından sistemin üzerinde yükseldiği kurumların, yapısal reformların önemi büyüktür. Bir imparatorluğun uzun süre ayakta kalmasının ölçütü, kurucusunun (ya da kurucu kuşağın) karizmatik niteliklerinden bağımsız olarak kurumsal reform ve kendini yenileme kapasitesidir.604 II. Mehmed, Osmanlı Devleti’nin uzun ömürlü bir imparatorluk şeklinde tarihteki yerini almasını sağlamıştır. II. Mehmed’in kanunnameyle ilgili “ebedü’l abad mamulün-bih” ifadesini kullanması, aynı zamanda kendisini kanun koyucu makamına koyduğunu göstermektedir. Ayrıca II. Mehmed, kanunnamede yer alan “evlad-ı kiramım neslen ba’de neslen bununla amil olalar”

şeklindeki ifadesiyle kendisinden sonra gelecek padişahları bu kanunla bağlamak istediği ve kendisine hususi bir kanun koyuculuk mevkii verdiğini belli etmektedir.605 II.

Mehmed’in kanunlaştırma faaliyetleri, onun egemenliğin sürekliliği anlayışına sahip olduğunu da göstermektedir.

602Özcan, Kanunname…, 2017, s. 3. 603Özcan, a.g.e, s. XXIX. 604 Münkler, Eski…, 2009, s. 24. 605Özcan, Kanunname…, 2017, s. XXXI. 189

II. Mehmed’in önceki dönemlerden kalan kaidelerin bir kısmını koruduğu bir kısmını değiştirdiği veya yeni kaideler eklediği muhakkaktır. II. Mehmed’in kanunnamede yaptığı değişiklikler ya da eklemeler, padişahın devlet içerisindeki konumunun tamamen değişmesiyle sona ermiştir. II. Mehmed’in yaptığı düzenlemeler,

Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda en önemli itici güce sahip olan kandaşlığı tamamen ortadan kaldırmıştır. İran-İslam devlet geleneğine uygun olarak hükümdar tamamen görülmez ve mutlak egemenliğe sahip bir figür haline getirilmiştir. II. Mehmed’den

önceki padişahlar her ne kadar iktidarı başka gruplarla paylaşmak konusunda hevesli olmasalar da, devletin kurulması esnasında aktif olarak görev almış uç beylerine, köklü

Türk-Müslüman ailelerine ve desteğini kazanmak zorunda kaldıkları çeşitli toplumsal gruplara karşı daha esnek davranmak zorunda kalmışlardır. I. Murad’ın Ahilerin desteği ile tahta çıkması, I. Bayezid’in Kosova Savaşı’nın akabinde beylerin ittifakı ile padişah seçilmesi ve kardeşi Yakup Çelebi’yi öldürtmesi, II. Murad’ın saltanatı boyunca devşirme kökenli devlet adamları ile köklü Türk-Müslüman aileleri arasındaki denge kurma siyaseti yukarıdaki durumlara örnek olarak gösterilebilir.

Osmanlı Hanedanı, Osman Gazi’den itibaren Türklerin Orta Asya’dan getirdiği

“Ülke, hanedanının ortak malıdır.” Anlayışını değiştirebilmek ve terk edebilmek için

çaba harcamıştır. Osman Gazi’nin amcası Dündar Beyi öldürmesi, I. Murad ile beraber

“Devlet, padişahın ve oğullarının mülküdür.” anlayışının benimsenmesi Türk egemenlik anlayışının yerini İslam’ın kadir-i mutlak egemenlik anlayışına terk ettiğinin bir göstergesidir. Her ne kadar egemenlik anlayışı zaman içerisinde değişmiş olsa da, II.

Mehmed’in saltanatına kadar Osmanlı padişahlarının belirlenmesinde yukarıda bahsi geçen uç beylerinin, köklü Türk-Müslüman ailelerinin ve çeşitli toplumsal grupların etkisi son derece bariz olmuştur. Padişah egemenliğin tek sahibi gibi gözükmesine rağmen, özellikle Fetret Devri’nde yaşanan hadiselere değinmek gereklidir. Fetret

Devri’ni benzersiz yapan özelliklerinden biri, iktidarın çeşitli toplumsal gruplar arasında 190

paylaşıldığının ve bu toplumsal grupların padişahın etrafında kenetlendiğinin gözler

önüne serilmiş olmasıdır. Çelebiler arasında yaşanan güç mücadelelerinde yeniçerilerin, sipahilerin ve uç beylerinin I. Bayezid’in oğulları arasında yaptıkları tercihler saltanatın nihayetinde Çelebi Mehmed’in eline geçmesinde belirleyici olmuştur.

Timur’un varisi Şahruh ile Çelebi Mehmed arasında geçen mektuplaşmalar, II.

Mehmed’in tamamen padişahtan ibaret olan bir egemenlik anlayışını benimsediğini açık biçimde ortaya koymaktadır. Çelebi Mehmed’in kardeşlerini ortadan kaldırması,

Şahruh’un nezdinde İlhanlı töresine aykırı bir davranıştır. Çelebi Mehmed Şahruh’a verdiği cevapta kardeşleri hakkındaki nasihatleri kabul etmekle beraber, atalarının bazı müşkülleri tecrübeyle hallettiklerini, bir ülkede iki padişahın barınamayacağını, bilhassa etraflarındaki düşmanların fırsat kolladıklarını belirtmiştir.606 Çelebi Mehmed’in mektubunda ifade ettiği “bir ülkede iki padişahın barınamayacağı” gerçeği, Osmanlı

Devleti’nin İslam’ın hâkimiyetin bölünmezliği ilkesini benimsemeye başladığını gösterir. II. Mehmed ile hâkimiyetin bölünmezliği ilkesinin benimsenmesi ve uygulamaya geçirilmesi tamamlanmıştır. Saltanat için aile üyeleri arasında yaşanan

çatışmalar ya da hanedan üyelerinin birbirini ortadan kaldırması, XV. yüzyılda sadece

II. Mehmed’in başvurduğu bir yöntem değildir.

Lancaster ailesinin bir bireyi olarak İngiltere tahtına çıkan VI. Henry, 1461’de

İngiltere tahtından indirilmişve on yıl sonra Londra Kulesi’nde öldürülmüştür.607 York

Hanedanı’nın bir üyesi olarak tahta çıkan IV. Edward, 1478’de kendisine isyan eden kardeşi George’u öldürtmüştür.608 İngiltere Kralı III. Richard tarafından Londra

Kulesine gönderilen iki yeğeninin akıbeti hiçbir zaman bilenememiştir.609 Kralın

606 Ferhan Kırlıdökme Mollaoğlu, “Düzmece Olarak Anılan Mustafa Çelebi ve Bizans (1415-1416/17), Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Dergisi, 2009, s. 177. 607http://www.bbc.co.uk/history/historic_figures/henry_vi_king.shtml (01.05.2019) 608http://www.bbc.co.uk/history/historic_figures/edward_iv_king.shtml (11.02.2019) 609 Thomas More, King Richard The Third, Ed. George M. Logan, Indiana University Press, Bloomington, 2005, s. 95-96. 191

çağdaşı olan More, Richard’ın yeğenleri hayatta olduğu sürece meşruiyet iddialarını devam ettiremeyeceğini düşündüğü için bu kararı aldığını iddia etmiştir.610Avrupa’da egemenlik için hanedan üyelerinin bertaraf edilmesi uzun bir süre boyunca devam etmiştir. Romanov Hanedanı’nın bir ferdi olan Korkunç İvan’ın bir delilik nöbeti esnasında oğlunu öldürmesi, Borgia ve Medici ailelerinin kendi aralarında yaşadığı

çatışmalar göz önüne alınacak olursa Orta Çağ’ın sonunda Avrupa’nın hanedanların içerisinde yaşanan kanlı olaylara yabancı olmadığı söylenebilir. II. Mehmed’i diğerlerinden farklı kılan unsur, bu duruma Kanunnamesinde yer vermesidir.

Nicola Tignosi da Foligno’nun aktardığı satırlarda, II. Mehmed’in saltanatı alır almaz kardeşini öldürtmesinin nasıl anlaşıldığını görülmektedir: “Mehmed henüz on sekiz yaşındayken hayatta bulunan tek erkek kardeşini öldürttü ve sonra da caniyi idam ettirerek, bu adamın soyunun kanını eline sürüp lekeledi diye övünmesine müsaade etmedi. Bu sülale için, ilk mümkün durumda, bütün akrabalarını öldürtmek bir adettir, zira bu tarz bir devlet idaresi iki tane devlet reisine cevaz vermez ve tek bir kral bütün hâkimiyeti elinde tutar…”611 II. Mehmed, kendisine yönelmiş (Orhan Çelebi) veya yönelmesi muhtemel olan aile muhalefeti ortadan kaldıran tek hükümdar değildir. II.

Mehmed’in suçlanması, siyasal nedenlere dayanmıştır. Kanunnamede kardeş katline yer verilmesi, hâkimiyetin bölünmezliği ilkesinin benimsenmesinin sonuçlarından sadece biridir.

Devlet ricali, II. Murad’ın saltanatının sonunda iki rakip gruba ayrılmış görünmektedir. Müslüman-Türk ailelerinin başı çektiği (Halil İnalcık’ın deyimiyle güvercinler) ve uç beyleri tarafından desteklenen ulema ile kapıkulları (Yine Halil

İnalcık’ın deyimiyle şahinler) tarafından desteklenen devşirme kökenli paşalar. Bu ayrım, özellikle devletin dış politikada atacağı adımların niteliğini etkilemiştir. Bizans

610 More, a.g.e., s. 96. 611Tignosi, “Konstantinopolis'in Zaptına…”, 2008, s. 79. 192

İmparatorluğu ile devam ettirilmekte olan barış ve İstanbul’un Osmanlı Devleti’ne bağlı kalması gerektiği düşünen barış yanlısı kesim, eski Müslüman-Türk ailelerinin savunduğu dış politikanın temelidir. Uç beyleri, özellikle yerleşik bir uygarlığa ev sahipliği yapmış olan İstanbul’un fethedilmesiyle beraber padişahın daha merkezi bir devlet yapısı kuracağının farkındadır. Uclardaki gaza anlayışının ve dolayısıyla kendi

önemlerinin azalacağını düşünerek İstanbul’un fethi üzerine kurulacak bir dış politikayı desteklememişlerdir.

Cem Sultan için Ebül Hayr Rumi tarafından derlenen Saltukname’de uç beylerinin İstanbul’un fethi ve başkent olması için ne düşündükleri şu şekilde anlatılmıştır: “Kim (bütün) Rum elini fethetmek istiyorsa Endriyye’de konaklasın. Kim küffar ve düşmanı yok etmek istiyorsa Edirne’de kala, çünkü gazi ocağıdır. Gaza için daha iyi yer yoktur. Bu dünya yüzüğe benzer; Rumeli yüzüğün mührü olup bu yüzüğün merkezi Endriyye’dir.”612 Hikâyede yer alan bir Ermiş, Mehmed adlı bir sultanın

İstanbul’u fethedeceği; kentin eninde sonunda “yolsuzluk, zina, oğlancılık ve zulm” yüzünden yok olacağı, ama “Müslümanlar gazayı bırakmadıkça” Edirne’ye bir şey olmayacağı kehanetinde bulunur.613 II. Mehmed’e kadar tüm Osmanlı padişahlarının en

önemli görevi, gazadır. II. Mehmed ile birlikte gaza ideolojisi ve gazi padişah imajı bir tarafa bırakılmamıştır. Bilakis, XV. yüzyıl Osmanlı tarihçileri ve devlet adamları tarafından, bir söylem olarak resmileştirilmiştir. İmparatorluk söyleminin önemli bir parçası haline getirilmiştir. Ancak, bir gazi olmak artık Osmanlı padişahının çoklu kimliğinin sadece bir parçasıdır. Hanedanı etkileyen, devleti şekillendiren tüm geleneklere, yönetim birikimine rağmen en sonunda ortaya çıkan Osmanlı padişahı ve padişahın çoklu kimliği nihayetinde Osmanlı tarihinin bir ürünüdür. II. Mehmed,

“Osmanlı padişahı”nın yaratıcısıdır.

612 Cemal Kafadar, “İki Cihan Aresinde”, Cogito, Ed. Vedat Çorlu, 14. Baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2017, s. 56. 613Kafadar, a.g.e, s. 56. 193

II. Mehmed’in 1451’de yaptığı Karaman Seferi esnasında, yeniçerilerin isyan girişimini uç beylerine dayanarak bastırdığı bilinmektedir.614 Buna rağmen uç beylerinin İstanbul’un fethi ve başkent yapılmasında sergiledikleri pasif direnişin en

önemli nedeni, II. Mehmed’in etrafındaki kul sınıfı tarafından saf dışı bırakılma korkusudur. Enveri, İstanbul’un tüm fitnelerin sebebi olduğunu iddia etmiştir.615 II.

Mehmed’in Belgrad Seferi esnasında uç beylerinin bu korkusu açık bir şekilde kendini göstermiştir. “Belgrad alınırsa bize çiftçilik düşer” diyen söylenen uç beyleri, birtakım fetihlerin sonucunda yeni toprakların artık merkezi bir sistem içerisinde ülkeye ekleneceğini bildikleri için II. Mehmed’in yayılmacı siyasetinden hoşnut olmamışlardır.616 Belgrad’ın kuşatılması esnasında yaşananlar, uç beylerinin pasif bir direniş sergilediğini kabul etmeyi gerektirecek raddededir.

Mihailoviç’in rivayetine göre II. Mehmed’in “Eflaklılar, Kili ve Akkerman’a sahip oldukça, Macarlar Belgrad’ı ellerinde tuttukça biz onlara üstün gelemeyiz”

617diyecek kadar önem verdiği Belgrad Seferi esnasında uç beyleri, kul kökenli Dayı

Karaca Paşa’ya itaat etmek istememiş ve II. Mehmed’in kuşatma ile ilgili teklifini reddederek bozguna zemin hazırlamışlardır.618 Neşri’de uç beylerini tavrının II.

Mehmed nezdinde devlete karşı değil, ancak kul kökenli yöneticilere karşı olduğunu iddia etmiştir.619 Enveri’de ise uç beylerine yönelik doğrudan bir itham bulunmamaktadır. Enveri, Rumeli’den ve Anadolu’dan gelen askerlerin Belgrad’da savaşmak istemediğini söylemekle yetinmiştir.620 II. Mehmed’in Bosna Seferi’nde sergilenen pasif direniş, Enveri’nin satırlarında da kendisine yer bulmuştur. Enveri,

Mahmud Paşa’nın Rumeli uç beylerine neden savaşmadıklarını sorduğunu ve gerekirse

614Tevarih-i Al-î Osman, VII. Defter, s. 18. 615Düsturname-i Enveri, 2012 s. 45. 616 Kafadar, “Ortaçağ Anadolusu…”, 2017, s. 73. 617Bir Yeniçerinin Hatıraları, s. 103. 618 Hasan Basri Karadeniz, Osmanlılar ve Rumeli Uç Beyleri: Merkez ve Uç, . Baskı, İstanbul, Yeditepe Yayınları, 2015, s. 289-290. 619Neşri Tarihi II, s. 721. 620Düsturname-i Enveri, 2012, s. 47. 194

cezalandırmakla tehdit ettiğini belirtmiştir.621 Ancak, II. Mehmed kul tabanlı bir yönetim anlayışını yerleştirerek uç beylerini tamamen bertaraf etmiştir. Uç beyleri, sadece önemli birer komutan haline gelmiştir. II. Mehmed, uç beylerine sancak beyliğinden daha yüksek bir rütbeyi ya da makamı vermemeye gayret etmiştir.

II. Mehmed, uç beylerinin tecrübelerinden ve bölge üzerindeki etkisinden faydalanmasını bilmiştir. Sırbistan, Mora, Eflak, Arnavutluk ve Macaristan üzerine sık sık sefere çıkan II. Mehmed, uç beylerini bu bölgelere akın yapmaya yollamış, Doğu’ya yaptığı seferlerde onlardan yararlanmıştır. Eflak üzerine sefere çıktığı 1462 senesinde komuta kademesinin önemli bir kısmının uç beylerinden (Turahanoğlu Ömer Bey,

Evrenesoğlu Ali Bey, Malkaçoğlu Bali Bey, Nasuh Bey vd.)622 oluşması, uç beylerinin komuta kademesindeki yerlerini göstermesi bakımından mühimdir. 1460’larda

Mihailoğlu İskender Bey, Macarlara karşı çıkılan seferlerde gösterdiği cesaretten dolayı sancakbeyliğine atanmıştır.623 1472 yılında ise, Osmanlı Devleti ve Akkoyunlular arasındaki ilişkilerin git gide sertleşmesi neticesinde ortaya çıkan olağanüstü durum,

Mihailoğlu Ali Bey’in Sivas (Rum) beylerbeyliğine, kardeşinin ise Kayseri sancakbeyliğine atanmasıyla sonuçlanmıştır.624 Ancak, görüldüğü gibi bu atamalar çok istisnaidir ve Mihailoğlu Ali Bey’in beylerbeyliğine atanmasından sonra, bir daha aynı makama atanan bir uç beyi görülmemiştir.

II. Mehmed’in merkezileşme faaliyetlerinden rahatsız olan bir diğer toplumsal grup ise abdallar ve abdallar çevresinde toplanmış olan Rumeli Yörükleridir. Otman

Baba Velayetnamesi’nde, Otman Baba ve II. Mehmed arasında gerçekleştiği iddia edilen dialoglar ve olaylar tahlil edildiğinde, özellikle vergi ve askeri yükümlülüklerden rahatsız olan Yörüklerin hassasiyetleri ön plana çıkmaktadır. II. Mehmed, eşi

621 Enveri, a.g.e., s. 53. 622 İbn Kemal, Tevarih-i Al-î Osman: VII. Defter, 1991, s. 210. 623 İbn Kemal, a.g.e., s. 261. 624 İbn Kemal, a.g.e., s. 331. 195

görülmemiş başarılarıyla İslam tarihinde gelmişgeçmiş padişahların en güçlülerinden biri olduğundan ve kendi imparatorluk ve fetih planları uğruna uyruklarına, özellikle de

Yörüklere ağır yükümlülük ve baskılar yaptığından Otman Baba, Kutb-i 'Alemolarak onun karşısına çıkmayı ödev bilmiştir.625 Uç beyleri arasındaki rahatsızlığın Rumeli’de yaşayan Yörükler tarafından paylaşılması bir tesadüf değildir. Uç beylerinin emrindeki kuvvetlerin önemli bir kısmı Yörüklerden teşkil edilmiş ve II. Mehmed’in devleti dönüştürmesi onlar tarafından hoş karşılanmamıştır.

Otman Baba ile II. Mehmed arasında yaşanan gerilim, II. Mehmed’in askeri ve siyasi faaliyetleri karşısında rahatsızlıklarını belli eden çeşitli grupların duygularının ifade edilmesinden başka bir anlam taşımamaktadır. Velayetname’ye göre, II.

Mehmed’in Otman Baba ve müritleri için yaptırmak istediği büyük bir tekke reddedilmiş, padişahın gönderdiği para ya yere saçılmıştır ya da fakirlere dağıtılmıştır.626 Otman Baba, sadece II. Mehmed’e karşı muhalefet etmekle kalmamıştır. Hükümdarı destekleyen, para ve vakıf kabul eden bunun gibi işbirlikçi

(conformist) şeyh ve dervişlere karşı Otman Baba, ateş püskürmüştür: "Bu meşayih deyü bilinenler evliyayüz deyüb halka yalan yanlış çürük ma'rifet satarlar ve dünyalar cem' edüb irşad ve mürfd bizimdir diyüb şermsar-i Hakk olurlar"627

Gian-Maria Angiolello’nun Bellini ve II. Mehmed arasında yaşandığını aktardığı bir konuşmada, II. Mehmed dervişler için şöyle bir ifade kullanmıştır “Ben böyle bir deli tarafından methedilmek istemem”.628 II. Mehmed’in bu ifadesinden çıkarılması gerekilen sonuç, II. Mehmed’in devletin resmi söylemi dışında kalan ve muhalafet yuvaları haline gelebilecek dini gruplara hoşgörü sahibi olduğunu iddia etmek doğru

625 Halil İnalcık, Osmanlılar, 1. Baskı, İstanbul, Timaş Yayınları, 2010, s. 144. 626 Gökhan Yurtoğlu, XV. Yüzyılda Rumeli’de Heterodoks Bir Türk Sûfîsi: Otman Baba Ve Velâyetnâmesi, Danışman: Mustafa Alkan, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, Yayılanmamış Yüksek Lisans Tezi Ankara, 2012, s. 75. 627İnalcık, Osmanlılar, 2010, s. 150. 628İnalcık, a.g.e., s. 155. 196

değildir. Otman Baba'nın gayr-i Sünni görüşleri sebebiyle medrese çevrelerince II.

Mehmed'e şikâyet edildiği, hatta mahkemede sorgulandığı, fakat onun ölünceye kadar fikirlerini savunmaya devam ettiği anlaşılmaktadır.629Angiolello’nun aynı zamanda II.

Mehmed’in herhangi bir dine inanmadığını, bunun genel bir kanaat olduğunu belirtmesi,630 II. Mehmed’in özellikle oğlu II. Bayezid ile karşılaştırıldığında bu dini gruplara yönelik mesafeli tavrından kaynaklanmış olmalıdır. II. Mehmed her gittiği yerde halkın yanına toplandığı Otman Baba’yı müritleriyle beraber idama karar vermiştir ancak dervişler vezirlerin ve ulemanın şefaatiyle ölümden kurtulmuşlardır.631

II. Mehmed ve Şeyh Cüneyd arasında geçtiği iddia edilen bir olay, Anadolu

Türkmenlerinin de merkezileşme faaliyetlerine tepkiyle yaklaştığının bir ispatı sayılabilir. II. Mehmed, tahta geçtikten sonra seleflerinin Erdebil Tekkesi’ne gönderdiği

çerağ akçesini göndermekten vazgeçmiştir. Cüneyd’in bu durumun sebebini sormak için

II. Mehmed’e elçiler gönderdiği rivayet edilmiştir.632 II. Mehmed’in verdiği cevap,

Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarından beri devam eden Türkmen pratiklerine bağlı

örgütlenme prensipleri ile merkezi-bürokratik imparatorluk hükümet şekli arasındaki eski çatışmayı hatırlatmış ve devletin çoktan bir imparatorluk hüviyetini aldığını göstermiştir. II. Mehmed’in “Vallahi tekkenin kocası ölmüştür” şeklinde bir cevap verdiği rivayet edilmiştir.633 “Tekkenin kocası” ifadesi ile kastedilen kişi, eski padişah

II. Murad’dan başkası değildir. II. Mehmed, Türkmen geleneklerini yaşatan ve bu geleneklere göre bir örgütlenme içerisinde olan Cüneyd’i kendisine bir rakip olarak görmüş olabilir.

629 Mustafa Alkan, Gökhan Yurtoğlu, “Tarihi Bir Şahsiyet Olarak Otman Baba: Otman Baba Kimdir?”, V. Uluslararası Alevilik ve Bektaşilik Sempozyumu Bildiriler Kitabı, 2018, C. I, s. 61. 630 Halil İnalcık, “Dervish and Sultan: An Analysis of the Otman Baba Vilayetnamesi”, The Middle East and the Balkans under the Ottoman Empire, Bloominghton, 1993, s. 32; G. M. Angiolello, Fatih’in İçoğlanı…, 2011, s. 126. 631 Halil İnalcık, “II. Murad (1421-1444, 1446-1451) ve Bizans”, Fatih Sultan Mehemmed Han, 1. Baskı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,İstanbul, 2019, s. 98. 632 Richard F. Kreutel, , Haniwaldanus Anonimine Göre Sultan Bayezid-i Veli (1481-1512), çev. Necdet Öztürk, 1. Baskı, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 1997, s. 35. 633Kreutel, a.g.e., s. 35. 197

II. Mehmed merkezileşme politikasının bir parçası olarak yeniçerilerin mevcudunu on bine çıkarmıştır. Yeniçerilerin özellikle tüfek kullanabilen profesyonel askerler haline gelmesi, kapıkullarının siyasi ve askeri yöneticiler olarak eyaletlere gönderilmesinin genel bir uygulama haline gelmesiyle merkeziyetçi yönetim pekişmiştir. Yeniçerilerin İstanbul dışında kale garnizonlarına gönderilmeye başlanması, kale garnizonlarında bulunan kapıkulu birliklerinin doğrudan merkezden emir almaları uç beylerinin gücünü kıran sebepler arasındadır. II. Mehmed’in padişahlığı boyunca yapılan akınların çoğu, doğrudan doğruya padişahın ya da veziriazamın emriyle yapılmış olan akınlardır. Bu da artık uç beylerinin merkezin belirlediği çerçevelerde hareket eden sınır muhafızları olduklarının bir göstergesidir.

II. Mehmed, Osman Gazi’den beri süregelen yerli Hristiyanlarla işbirliği ilkesini devam ettirmiştir. Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan itibaren fethettikleri bölgelerde yaşayan Hristiyan halkı özellikle İslamlaştırmaya yönelik bir tutum benimsememiştir.

İmparatorluğun büyük gelir kaynaklarından birinin cizye olması, önemli bir sebeptir.

Yerli halkın Osmanlı egemenliğine direnmemesi, yeri geldiğinde Osmanlılarla işbirliğine gitmesi, II. Mehmed’in gayrimüslim tebaa ile devlet arasındaki ilişkiyi zımmi hukuka ve normlara dayandırmasının bunda etkisi vardır. Yerli aristokrasi ile işbirliğine gitmesi, ele geçirilen bölgelerde eski yönetsel araçların kullanılmaya devam etmesi

Osmanlı egemenliğinin kalıcılığını pekiştiren diğer unsurlardır.

II. Mehmed, sadece teşkilat ve teşrifat kurallarını belirlemekle kalmamıştır. Aynı zamanda ulemanın yeri, tarikatlara devlet tarafından atfedilen önemde bu kanunnamede kendine yer bulmuştur. Kanunname-i Al-î Osman’da Nişancı Mehmed Paşa tarafından hazırlandığı düşünülen bir maddede ilmiye mensupları ile devlet memurları arasındaki

198

mertebeler tespit edilmiştir.634 Osmanlı Devleti’nin kuruluşundaki gibi gönüllü

şeyhlerden ya da tasavvuf ehlinden meydana gelen “ulema” değişmiştir. II. Mehmed ile birlikte ulema, uzmanlaşmış bir meslek grubuna dönüşmüştür. İmparatorluğun gaza yapmak amacıyla yoldaş toplayan tasavvuf ehlinden ziyade şer’i kuralları yorumlayabilen, fethedilen bölgelerdeki halkların sorularına ve sorunlarına cevap verebilen bürokratlara ihtiyacı olmuştur. Ulema, bu ihtiyacı karşılamıştır.

Padişahın devlet içindeki yerini tekrar tayin eden II. Mehmed, hükümdarın hayatına dair getirdiği kurallar ile fiziksel bedenine adeta bir kutsallık atfetmiştir. II.

Mehmed’in Osmanlı padişahının Osman Gazi’den beri süregelen davranış kalıplarını, teşkilat ile ilgili alışkanlıklarını nasıl değiştirdiğini görebilmek için seleflerini incelemek gerekmektedir.II. Mehmed’e gelinceye değin padişahlar fiziksel olarak devlet adamlarından, ulemadan ya da halktan bağımsız bir özne konumunda değildir.

Padişahlar bizzat dava dinleyip devlet işlerini görmüş, askerleri ile silah arkadaşı olmuş ve yemeklerini devletin önde gelen yöneticileri ile birlikte yemişlerdir. Divana başkanlık etmek, padişahların görevleri arasında sayılmıştır.

II. Mehmed, kanunname ile birlikte padişahın Divan toplantılarına katılma

âdetini sona erdirmiştir. II. Mehmed’den itibaren Divan-ı Hümayun veziriazamın başkanlığında toplanmaya başlamış ve divan müzakerelerinin bu çerçevede

şekillendirilmesi bir adet olmuştur. Artık hükümdarın arz odasında perde arkasında oturarak haftanın dört günü vezir, kadıasker ve defterdarın rikab-ı hümayuna arza girmeleri şeklinde devlet işlerinin yürütülmesi benimsenmiştir.635 Osmanlı Devleti’nin klasik döneminde veziriazama verilen yetkiler, II. Mehmed döneminde şekillenmiştir.

“Evvela vüzera ve ümeranun başıdur. Cümlenün ulusudur. Cümle umurun vekil-i

634 Barış Akagündüz, Osmanlı Ulemasının Devlet Hayatı Üzerindeki Etkisi (1451-1512), Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Kırıkkale, 2008, s. 19. 635Eroğlu, Osmanlı’da…, 2016, s. 20. 199

mutlakıdur.” diyerek II. Mehmed, kendi mutlak vekili olarak veziriazamlık makamını tayin etmiştir. 636

Çandarlıların, dolayısıyla köklü Türk-Müslüman kökenli ailelerin, iktidardan uzaklaştırılması, devlet yönetiminde yeni bir âdetin doğmasına sebep olmuştur. II.

Mehmed’in iktidarı boyunca, Nişancı Mehmed Paşa, haricinde sadaret mührü hep devşirme kökenli devlet adamlarına verilmiştir. Veziriazamların doğrudan kendine bağlı, köklerini neredeyse unutmuş, tek velinimetleri olarak sadece hükümdarı gören kullar arasından seçilmesi II. Mehmed’in saltanatında başlamış ve geleneksel Osmanlı düzeninin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.637 Kandaşlık hukukunun koparılmasında en önemli adım, II. Mehmed’in öncelikle Çandarlı ailesini, daha sonra ise uç beylerini, yönetimden uzaklaştırması olmuştur. II. Mehmed, Halil Paşa’nın ortadan kaldırılmasında etkisi olan veziriazamlarını (Zağanos Paşa ve İshak Paşa), halkın ve askerin tepkisini yatıştırmak için akıllıca bir hamle yaparak azletmiştir.638 Gençken akıl hocaları olan Zağanos Paşa’nın ve İshak Paşa’nın etkisi altında kalmayacağını göstermiştir.

Turan, hükümdarların boy beyleri ve komutanlar üzerindeki otoritesinin, ilahi menşesine rağmen, yüksek bir derece farkından ibaret kaldığını iddia etmiştir.639

Turan’a göre Eski Çağ’ın ve Orta Çağ’ın imparatorları veya kralları, kendilerini mabudlaştıran, zulüm ve istibdat ile yönetimlerini devam ettiren hükümdar prototipinin bir örneğidir.640 II. Mehmed’in kuruluş döneminde devletin yönetimine iştirak eden

Türk-Müslüman kökenli aileleri yönetimden uzaklaştırması, iktidarın tekleştirilmesinden başka bir mana ifade etmemektedir. Turan, Osmanlı Devleti’ni

636Özcan, Kanunname…,2017, s. 5. 637 Ferdiun Emecen,., “Fatih Sultan Mehmed ve Dönemi: Siyasi Olaylar”, Ed. Fahameddin Başar,Fatih Sultan Mehmed Vakıf Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2018, s. 161. 638İnalcık, Fatih Devri…, 2007, s. 138. 639Turan, Türk…, 2013, s. 139. 640 Turan, a.g.e., s. 139. 200

kurduğu merkeziyetçi sistemle Türk tarihindeki diğer siyasi teşekküllerden ayırmış641 ve

Çandarlı ailesinin katliyle birlikte II. Mehmed’in aristokratik ve feodal unsurlar taşıyan sisteme daha merkezi, demokratik bir hüviyet kazandırdığını ifade etmiştir. 642 Osmanlı

Devleti’nin merkeziyetçi bir yönetim yapısına kavuşması tarihi bir hakikat olmakla birlikte, II. Mehmed’in pekiştirdiği Yakın Doğu tipi imparator modelinin demokratik unsurlar taşıması pek mümkün değildir. II. Mehmed’in Çandarlı Halil Paşa’yı bertaraf etmesi ile birlikte padişahın iktidarını sınırlandıran denge unsuru (Türk-Müslüman kökenli ailelerin gücü) ortadan kaldırılmıştır.

Hükümdarın divana başkanlık etmesi, devletin önde gelenlerini sık sık ağırlaması, önde gelen yöneticilerle ve komutanlarla yemek yemesi çok eski bir adettir.

Osmanlı Devleti’nin miras aldığı Türk-Moğol devlet anlayışı ve İran-İslam yönetim gelenekleri, hükümdarın maiyeti ile kurduğu ilişkiye aynı şekilde önem vermiştir.

Nizamü’l-mülk “Zira büyükler ve başlar için dergâha gelip, padişahı görememekten daha sıkıcı hiçbir şey yoktur. Defalarca gelip de padişahı göremedikleri zaman padişah hakkında şüpheye düşerler ve aleyhinde konuşmaya başlarlar. Padişahın huzuruna girmesinin güçleşmesi yüzünden insanların işleri yüzüstü kalır…”643şeklindeki ifadesiyle Nizamü’l-mülk devlet ricali, beyler ve gerektiğinde tebaa için hükümdarı görebilmenin ne denli önemli olduğunu vurgulamıştır.

II. Mehmed, selefleri olan padişahların vezirleriyle beraber yemek yeme âdetini kaldırmıştır. Osmanlı hükümdarının bu kutsallığı Osmanlı kanunlarına "Ve canib-i

şerifim ile kimesne ta'am yemek kanunum değildir. Meğerki ehl-i tyalden ola. Ecdad-ı izamım vüzerasıyla yerler imiş. Ben men etmişimdir." hükmüyle geçerek durumunu

641 Turan, a.g.e., s. 241. 642 Turan, a.g.e., s. 248. 643 Nizamü’l-mülk, Siyasetname, Çev. Mehmed Ali Köymen, Ankara, 1. Baskı, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1982, s. 152. 201

ilahî meşruiyetin yanı sıra hukukî bir şekle büründürmüştür.644 Hükümdarın tek başına yemek yemesi, II. Mehmed ile beraber tarih sahnesine çıkmamıştır. Ahamenişlerden beri hükümdarların zaman zaman tek başına yemek yemeyi seçtiği bilinmektedir.

Ancak, II. Mehmed bu İran geleneğini yeniden canlandıran ve Türk devlet geleneğinin bir parçası haline getiren hükümdardır. Sultanın görünmezliği onu daha kutsal, dokunulmaz ve korkutucu yapmıştır.645

II. Mehmed, saray erkânının, devlet adamlarının ve padişahın has yoldaşlarının hükümdarın yanına dilediği gibi girip çıkabilmelerini sınırlamıştır. Bozkır geleneği, boy

önderinin yanındaki kişilerin rütbesini ve tertibini düzenlemez. II. Mehmed, hükümdarın dokunulmazlığını ve ulaşılmazlığını temel alan Yakın Doğu devlet geleneğini etkin kılmıştır. Kanunnamesinde yer alan “Ve canib-i şerifim sefer-i zafer- rehbere müteveccih olsa yanaşmak vüzerâmın ve kadıaslerimin ve defterdarlarımın kanundur. Ma'zul beğlerbeğleri ve beğleri dahi da'vet edersem yanaşmak kanunumdur."646hükmü ile devlet erkânından kendisine doğrudan ulaşabilecek makamları tayin etmiştir. Sultan’a doğrudan ulaşabilmek, çok az sayıda devlet görevlisine lütfedilmiş bir ayrıcalıktır. Beğlerbeğleri bile II. Mehmed’in izni olmadan padişahın katına yanaşamamıştır.

II. Mehmed, padişahın huzuruna çıkabilecek olan bürokratlara bir sınır getirmiştir. Kanunname’ye göre veziriazam, vezirler, defterdarlar ve nişancılar padişahın huzuruna doğrudan çıkabilme hakkına sahip olan bürokratlardır.

Beylerbeyleri ya da azledilmiş olan yüksek rütbeli memurlar, hükümdarın izni olmadan huzura çıkmayı bırakmak zorunda kalmıştır. II. Mehmed, kendi otoritesinden daha

üstün bir otorite tanımayacağını gösteren padişahtır. II. Mehmed, ulemanın aldığı kararlarla ya da yaptığı atamalarla padişahın iradesini geçilemeyeceğini kanıtlamıştır.

644 Eroğlu, “Osmanlılarda İktidarın…”, 2003, s. 25. 645 Ünlü, Osmanlı…, 2016, s. 132. 646 Özcan, Kanunname…, 2017, s.18. 202

Aynı zamanda lalası olan Molla Gürani’nin kazaskerliği esnasında yaptığı müstakil atamaları kabul etmemiştir. Molla Gürani’yi istifa etmeye zorlayan II. Mehmed, ulemanın tayin edilmesini de veziriazamın görevlerinden biri haline getirmiştir.

II. Mehmed, kanunnameyi padişahın kendi yetki alanını ve otoritesini geliştirebilmek için bir araç olarak kullanmıştır. Padişahlar her ne kadar şer’i hukukun

üstünlüğünü tanımış olsalar da, örfî hukuku git gide daha çok genişleterek aynı zamanda kendi otoritelerini ve iktidarlarını pekiştirmişlerdir. İslam hukuk okulları içerisinde sadece Hanefi Okulu ve onun Osmanlı uleması, kamu işleriyle ilgili çatışmalı sorunları maslahat işi saymış, bunları düzenlemeyi padişahın iradesine bırakmıştır.647 Büyük

İslam imparatorluklarının hepsinin Hanefi ekolünü benimsemesi bir tesadüf değildir, II.

Mehmed bu geleneği devam ettirmiştir. 648

Tursun Beğ, örfî hukuku tanımlarken şu ifadeleri kullanmıştır: “Yalnız akla dayanan hükümete sultani yasak denir… Her iki cihanda da mutluluğu sağlayacak olan ilkelere dayanan hükmetme şekline ise şeriat denir. Tanrı, peygamberi aracılığıyla

şeriatı tebliğ eder. Ancak, bu ilkeleri bir hükümdarın iktidarı kurumsallaştırabilir. Tanrı bu iktidarı yalnız bir kişiye bahşetmiştir ve düzenin devamı için bu kişiye mutlak itaat gerekir.”649 Tursun Beğ’in hükümdara itaatle ilgili yazdığı bu satırlar, II. Mehmed’in iktidarı ve kurduğu imparatorlukla ilgili fikirlerinden bağımsız olarak değerlendirilemez. Tursun Beğ’in bu fikirleri şüphesiz İran-İslam devlet geleneğinin bir devamı niteliğindedir. Ancak, II. Mehmed döneminde hâkimiyetin bir kişiye bahşedildiğini ve düzenin devamı için bu kişiye mutlak itaat edilmesi gerektiğini savunan siyasetnamelerin ortaya çıkması bir tesadüf değildir. II. Mehmed, Türk-İslam devlet geleneğinde hükümdarın koyduğu örfî hukuku, yani seküler anlayışı bu kadar

647 Berkes, Türkiye…, 2018, s. 92. 648 Berkes, a.g.e., s. 92. 649Tursun Bey, Tarih-i Ebü’l Feth, 2014, s. 14. 203

şiddetli şekilde vurgulayan ilk hükümdar olmuştur. II. Mehmed’in örfî hukuku ön plana

çıkarması, şer’i hukuku yani adalet dairesini bir kenara ittiği anlamına gelmemiştir.

II. Mehmed, Kanunname’de padişahın konumunu ve yerini tespit ederken koyduğu ilk kurallardan biri kardeş katlidir. Kanunname’de atalarının kanunu gereği ve nizam-ı âlemin sürmesi için kardeşlerin ortadan kaldırılmasının haklı bir uygulama olduğu belirtilmiştir. Oysa gerek bozkır adetleri gerekse Oğuz gelenekleri tüm hanedana yönetme hakkını vermiştir. Türk-Moğol geleneğinde kardeşler veya hanedan mensupları taht mücadelesinde öldürülebilir. Ancak, beşiklerinde yatan bebeklerin bertaraf edilmesi, bu geleneğin bir parçası olarak düşünülmemiştir. II. Mehmed, saltanatta her erkek kardeşin eşit payının olması ve egemenliğin bölünmezliği ilkelerini bir araya getirerek kardeş katlini bir hukuk normu haline getirmiştir. Bazı tarihçiler, Fatih

Kanunnamelerinin sadece bir nüshasında bu maddeye yer verilmesinden yola çıkarak, kardeş katli uygulamasının ilk kanunname metninde bulunmadığını iddia etmiştir.650

Ancak, bu iddiaları doğrulayabilecek başka bir sav ileri sürülmemiştir.

Kardeş katli uygulaması, pratikte hanedandaki hak sahibi erkeklerin bertaraf edilmesini değil, devletin iç savaşlarla sarsılması sonucunu yanında getirmiştir. II.

Mehmed, egemenliğin bölünmezliği ilkesini pekiştirmek için bu önlemi almışken, daha sonra kardeş katliamı uygulaması kardeş çocuklarını içine alacak kadar genişlemiş,

şehzadelerin saltanat için mücadele etmesi bir nevi zorunluluk haline gelmiştir. II.

Mehmed’in kardeş katli uygulamasını bir hukuk normu haline getirmesi, devletin kurucu unsurlarından biri olan kandaşlığın dağıtılmasına bir örnektir. İbn Haldun, bedevilikten umrana, kandaşlıktan uygarlığa, riyaset bağlı başkanlıktan mülke/hükümdarlığa geçişte kandaşlığa ait son bağların ortadan kaldırılmasının önemini

650Uzunçarşılı, Osmanlı…, 2016,s. 391. 204

vurgulamıştır.651 Haliyle kardeş katli uygulaması, İbn Haldun’un, devletin kuruluşu etrafında hükümdarın yanında olan ancak daha sonra kendisine karşı olabilecek akrabalarını ve yakınlarını devlet işlerine ortak olmaktan uzaklaştırarak gücünü kırma prensibini çağrıştırmaktadır.652

II. Mehmed’in kandaşlığı tamamen dağıtabilmek ve merkeziyetçiliği iyice kuvvetlendirebilmek adına kanunnamesine eklediği bir madde daha bulunmaktadır. “Ve kızlarımın evladından olanlara beylerbeylik verilmesin, ağır sancak verilsin” maddesi ile hanedanın kadın üyelerinin soylarından gelebilecek erkeklerin devlet içerisinde yükselebileceği makamın sınırı çizilmiştir.653 Sultanzadelerin iktidara ortak olabilecek bir sınıf haline gelmesi engellenmeye çalışılmış, yerel elit olmaları önlenmiştir.

Sultanzadelerle uç beylerinin yükselebilecekleri makamın sancakbeyliği olması, merkeziyetçilik konusunda II. Mehmed’in sergilediği hassasiyeti göstermektedir.

II. Mehmed’in kanunnameleri hem kodifikasyon faaliyetlerini içermiş hem de devletin yaşadığı kurumsal ve yapısal dönüşümlere uygun bir biçimde yeni kurallar ihtiva etmiştir. II. Mehmed’in fethettiği topraklarla birlikte büyüyen ve imparatorluk mahiyetini alan devletin yönetilebilmesi için ortak bazı kuralların belirlenebilmesi bir zaruret haline gelmiştir. Bütün İslam tarihinde ulül-emre tanınan yasama yetkisini geniş

ölçüde kullanan II. Mehmed, Kanun-ı Padişahi adıyla, kendisinden sonra gelen bütün

Müslümanlara örnek teşkil edecek umumi bir kanunname hazırlamıştır.654 Kanun-ı

Padişahi’de zina, cinayet, alkol kullanma, hırsızlık gibi ceza hukukunu ilgilendiren hükümlerin yanı sıra çift akçesi, öşür vb. bedellerin düzenlendiği bir fasıl; yörükler, cebeliler gibi toplumsal gruplara ilişkin vergi yükümlülüklerinin düzenlendiği bir başka fasıl bulunmaktadır.

651İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu’nun…, 2017, s. 237. 652Eroğlu, Osmanlı’da..,s. 103. 653Özcan, Kanunname…, 2017, s. 22. 654Akgündüz, Osmanlı Kanunnameleri…, 1990, s. 346. 205

Kanunname-i Kitabet-i Vilayet denilen tapu-tahrir kanunu, II. Mehmed döneminde yapılan en önemli hukuki düzenlemelerden biridir. İhtiyaç duyulan gelirin büyümesi tapu-tahrir kanunun neden hazırlandığını gözler önüne sermektedir. Timar sisteminin bel kemiğini oluşturan unsurlardan birisi de tapu-tahrir kayıtlının düzenli bir

şekilde tutulmasıdır. Kanunname’nin birçok maddesi ile tahrir defterlerinin nasıl tutulması gerektiği en ince detaylarına kadar düzenlenmiştir.655 Timar sistemi, II.

Mehmed döneminde nihai yapısına kavuşmuştur. Kanunname-i Kitabet-i Vilayet’i de tespit edilen kurallar, uzun yıllar boyunca timar sisteminin sınırlarını belirlemiştir.

Tahrir defterlerini düzenleyen eminlerin “hedaya, peşkeş, konukluk ve gayri nesneler” almasının kesinlikle yasaklanmış olması656, bu kuralların uygulanmasında sergilenen titizliği göstermiştir.

II. Mehmed, sadece teşkilat ve teşrifat kurallarını bir araya getirmekle ve yeniden şekillendirmekle kalmamıştır. Saltanatı boyunca çıkarılan birçok kanunname bulunmaktadır. Bu kanunnameler Osmanlı Devleti’nin bürokratik omurgasını oluşturan kuralların bir araya getirilmesi ya da bu kuralların yeniden düzenlenmesini de içermektedir. II. Mehmed devrinde örfî-sultani hukuk alanında, özellikle iktisadi-mali konularda geniş bir kanun koyma etkinliği kendini göstermiştir.657 Çıkarılan kanunnamelerin başlıcaları şunlardır: Kanun-ı Kitabet-i Vilayet, İhtisap Kanunnamesi,

Gümrük Kanunnamesi, Darphane Kanunnamesi. Bu kanunnamelerin yanı sıra, II.

Mehmed’in saltanatı boyunca hususi zümre, iş ve bölgelere dair ferman şeklinde

çıkarılmış yasaknameler günümüze kadar ulaşmış olup bunların bir kısmı Kanunname-i

Sultani ber-Muceb-i Örf-i Osmani’de bir araya getirilmiştir.658

655 Akgündüz, a.g.e., 1990, s. 369. 656 Akgündüz, a.g.e., 1990, s. 372. 657 İbn Haldun, Mukaddime I…, 1997,s. 98-99. 658 İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu’nun…, 2017, s. 237-238. 206

II. Mehmed, otoriter bir hükümdardır. Son derece otoriter bir hükümdar olmasına rağmen, kuralsız ya da sınır tanımayan bir despot olarak anılması doğru değildir. Osmanlı Sultanının iktidarını sınırlayan unsurların başında din gelmiştir.

Montesquieu, aynı şekilde hükümdarın idaresinin üzerinde yer alabilecek tek şeyin din olduğunu belirtmiştir. 659 II. Mehmed, devleti en etkili ve en sert şekilde yöneten padişahların başında gelmektedir. II. Mehmed’in saltanatı, Osmanlı padişahının “eşitler arasında birinci” olduğu bir uç beyliğinden, mutlakiyetçi bir kültüre sahip merkeziyetçi, bürokratik bir imparatorluğa dönüşmesinin dönüm noktasıdır.660

II. Mehmed’in tarih, coğrafya, felsefe ve teoloji gibi bilimlere yatkın olduğu, bu bilimlerle bizzat ilgilendiği bilinmektedir. II. Mehmed’in yukarıda sayılan bilimlerle bu kadar ilgilenmesinin altında yatan en önemli sebep, kurduğu imparatorluğun ideolojik temellerini bu bilimlerden faydalanarak kurmak istemesidir. II. Mehmed, bilimle ilgilenmenin ve âlimlere destek olmanın yanı sıra, Sahnı Seman medreseleri (Fatih

Medreseleri) ve Enderun gibi kurumlar vasıtasıyla devlete yönetici kadro yetiştirme, başkent İstanbul’u kültürel bir merkez haline getirmek gibi gayeleri de taşımıştır. II.

Mehmed’in saltanatı esnasında hanedan ve toplumun önde gelen kesimlerin tarafından otuz medrese kurulmuştur.661 II. Mehmed’in selefleri döneminde kurulan medrese sayısının otuz dokuz olduğu göz önüne alınırsa662 fetihlere ve kurumsallaşmaya istinaden yetişmiş nüfusa duyulan ihtiyacın nasıl arttığı anlaşılabilir.

II. Mehmed ile beraber başlayan süreçte imparatorluk vizyonunun egemen olmaya başlaması, idari yapıda merkeziyetçiliği yanında getirmiş ve yeni oluşan devlet bürokrasisinin çarkını çevirecek tecrübeli insana duyulan ihtiyaç, medreseler eliyle

659 Montesquieu, Kanunların…,2017, s. 21-23 660 Derin Terzioğlu, “Devlet İnşası ve Mezhepleşme Çağında Sufiler, Ed. Christine Woodhead, 1. Baskı, İstanbul, Alfa Yayınları, 2018, s.124. 661 Abdurrahman Atçıl, Scholars and Sultans in the Early Modern Ottoman Empire, First Edition, Cambridge University Press, Cambridge, 2017, s. 44. 662 Atçıl, a.g.e., s. 44. 207

sağlanmıştır. 663 Osmanlı merkeziyetçiliğinin düşünsel merkezi haline gelen medreseler,

II. Mehmed ile birlikte tarikatları sınırlandırmış ve onların önüne geçmişlerdir. Osmanlı

Devleti’nin imparatorluk retoriğinin ve meşruiyet söylemlerinin üretildiği bir başka merkez haline gelmiştir.II. Mehmed’in Semaniye Medreseleri ile özel olarak ilgilendiği bilinmektedir. Medreseleri bizzat kendisi teftiş etmiştir, imtihan heyetlerine başkanlık etmiştir, dersleri dinlemiş ve ödüller dağıtmıştır. Buradan mezun olan talebelerin isimlerini, durumlarını, aldıkları görevleri yazdığı bir defteri vardır.664 Osmanlı

Devleti’nin kuruluş dönemlerinde tekke ve zaviyelerden karşılanan, ahilerden ve diğer toplumsal kesimlerden karşılanan kalemiye memuru ihtiyacı, II. Mehmed’in açtığı veya geliştirdiği okullar sayesinde saraydan karşılanmaya başlamıştır. İmparatorluk kurma sürecinde bu okullar, yetişmiş personel ihtiyacını karşıladığı gibi imparatorluk retoriğinin inşa edilmesinde önemli vazifeler üstlenmiştir.

Haleflerini etkileyen ve kamusal imajıyla padişahları yönlendiren II. Mehmed, bir imparatorluk ideolojisi oluşturmuştur. Haldun Eroğlu, bu ideolojiyi “Osmanlılık

İdeolojisi” olarak adlandırmıştır. II. Mehmed, saltanatı esnasında kandaşlığı adım adım parçalamış ve devletin dayanağı olan Türkler, imparatorluk yapısının içerisinde yer alan herhangi bir unsura dönüşmüştür. Daha doğrusu imparatorluk içerisindeki ayrıcalıklı yerlerini kaybetmişlerdir. II. Mehmed, farklı etnik ve dini yapıyı bir arada tutabilmek için Osmanlılaşma denilebilecek bir anlayışı uygulamaya koymuştur.665

II. Mehmed ile birlikte “Osmanlı” Nicola Jorga’nın belirttiği gibi “Osmanlıların birkaç devşirme ile genişletilmiş yönetici sınıfı değil farklı ülkelerden, farklı soylardan gelen, ancak Osmanlı Devleti’nin kurucularının temsilcisi olarak sultana tabi olan ve uluslararası İslam demokrasisinde yerlerini almak için Hristiyan inançlarını terk edip,

663 İlber Ortaylı, “İdeal Osmanlı Yok”, Cogito, Ed. Vedat Çorlu, 14. Baskı, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2017, s. 236. 664 Ali Bulut, “Fatih Sultan Mehmed’in Alimlere Verdiği Değer”, Fatih Sultan Mehmed Han, Ed. Fahameddin Başar, İstanbul, Fatih Sultan Mehmed Vakıf Üniversitesi Yayınları, 2018, s. 115. 665 Haldun Eroğlu, Osmanlılar: Yönetim ve Strateji, Baskı, İstanbul, Gökkube Yayınları, s. 50. 208

Müslümanlığa geçmeyi kabul edebilecek herkes…” 666olarak ifade edilmiştir. II.

Mehmed, imparatorluk kavramını ideolojik bir araç olarak kullanmıştır. İmparatorluk kavramını ve Osmanlı kimliğini kullanarak yeni bir imparatorluk ideolojisi yaratmıştır.

Bu yeni imparatorluk ideolojisi, Osmanlı İmparatorluğu, devletin evrenselliği ve hükümdarın mutlaklığı üzerine kurulmuştur. II. Mehmed, Osmanlı Devleti’ni Augustus eşiğinden geçirmiş olan hükümdardır. Osmanlı Devleti’ni yaşadığı hizip

çatışmalarından kurtarmış, gerekli reformları yaparak devleti bir imparatorluk seviyesine yükseltmiştir.

666Iorga, Osmanlı İmparatorluğu…, C. 2, 2005, s. 175-176. 209

SONUÇ

Öteki üzerinden verilen hükümler, öteki kadar ve belki de ondan çok ben ile biz ile ilgili verilen hükümlerin bir aynasıdır.667 Doğu, Batı’nın kendi varlığına bir anlam yükleyebilmek için kullandığı bir aynadır. Bu çerçevede II. Mehmed’e yakıştırılan

“zorba, despot, tiran, Hristiyanların baş düşmanı” gibi ithamlar, Osmanlı Devleti lehine değişen güç dengesinin bir yansıması olarak tarihteki yerini almıştır.

Osmanlı Devleti, kısa süreli politikalar ya da hükümdarın keyfi çıkarları doğrultusunda yönetilen bir siyasi yapı olmamıştır. Asya’da, diğer Türk/Moğol aşiretleri tarafından kurulan Göktürkler, Moğol İmparatorluğu ve Timur Hanedanının ortaya

çıkışıyla ya da Selçuklu Hanedanı’nın İslam dünyasındaki hızlı parlamasıyla kıyaslandığı takdirde, Osmanlı Devleti’nin genişlemesi olağanüstü olmakla birlikte çok daha uzun bir zaman zarfında meydana gelmiş bir yayılmadır. Ele geçirdiği coğrafyada kalıcı bir egemenlik kurmak istemesi ve bunun sonucunda Doğu Akdeniz coğrafyasındaki hiçbir kültürel, dini, idari ve siyasi mirası reddetmeden bütünleştirebilmesi, Osmanlı Devleti’nin en büyük başarısıdır.

XV. ve XVI. yüzyıllardan “emperyal bir kimliğin görsel ifadeleri ve bu ifadelerin bu imparatorluk merkezinde ve bu merkezin ötelerinde gerçekleşen etkileşimlerle yeniden tanımlanışlarının” birleştirici unsur olarak vazife gördüğü çağlar olarak bahsedilmiştir.668 II. Mehmed’in saltanatı ile beraber Osmanlı Devleti’nin etki alanı ve egemenlik iddiaları, bölgesellikten uzaklaşarak emperyal bir niteliğe

667Kalın, Ben, Öteki …, 2018, s. 1. 668 Kate Fleet, “Osmanlılar, 1451-1603: Siyasi Tarihe Bir Giriş”, Osmanlılar, 1451-1603: Siyasi Tarihe Bir Giriş”, Türkiye Tarihi: 1453-1603, Eds. Suraiya Faroqhi, Kate Fleet, 1. Basım, İstanbul, Kitap Yayınevi, 2016 s. 49.

bürünmüştür. II. Mehmed, imparatorluk kurmanın ve evrensel egemenlik iddialarını ispatlamanın yolunu kurumsallaşma, yeni bir retorik inşaatı olarak görmüştür.

XV.-XVI. yüzyıllar, Osmanlı Devleti’nin kültürel ve düşünsel anlamda en canlı dönemini oluşturmuştur. Roma-Bizans İmparatorluğu’nun sadece siyasi mirası ve egemenlik söylemleri devralınmamıştır. II. Mehmed, Bizans İmparatorlarının halefi ve mirasçısı olarak sanatsal, ikonografik ve retorik mirasını da sahiplenip benimsemiştir.669

Sipariş ettiği madalyonlar ve dünya haritaları, yaptırdığı tablolar göz önüne alınacak olursa bu miras özellikle padişahın egemenliğini pekiştirmek, imparatorluk söylemlerine temel bulmak için kullanması gayet olağandır.

Osmanlı Devleti, basit bir şekilde toprakları ele geçiren, öldüren ya da köleleştiren bir devlet modeli çizmemiştir. Osmanlı Devleti’nin fethettiği coğrafyada siyasi, ekonomik ve sosyokültürel olarak belli bir düzeyde bütünleşme ve hâkimiyet sağlanmıştır.670 Osmanlı Devleti’nin egemenlik kurduğu topraklarda var olan

Müslüman, Hristiyan, Musevi, Türk, Rum vb. gibi dini ve etnik temelli ayrımlar, kısmi gerçeği yansıtmakla beraber Osmanlı kimliğini ifade edebilmekten uzaktır. Osmanlı kimliği denilen kavramı tasarlayan ve hayata geçiren kişi ise II. Mehmed’dir.

II. Mehmed ile ilgili çağdaşları tarafından yazılanları dikkatli bir şekilde tahlil etmek gerekmektedir. Grek tarihçiler ve Batılı çağdaşları II. Mehmed’i kan dökmeyi seven bir zalim olarak resmetmiştir. Kardeş katli üzerinden II. Mehmed’in despot ve cani olduğunun belirtilmesi, Batı’da yapılmış olan bir siyasi propaganda aracından başka bir şey değildir. İngiltere Kralı IV. George’un kardeşini öldürtmesi, III.

Richard’ın ise yeğenlerini ortadan kaldırması II. Mehmed’in yaşadığı dönemde vuku bulmuş olaylardır. XVIII. yüzyıla kadar Doğu ile Batı arasında devlet, hükümdarlık, yönetim, iktidarın mutlaklığı gibi konularda ciddi anlamda benzerlik bulunmaktadır.

669Norton, “Sınırların…”, 2018, s. 35. 670Brummet, “Avrupa’da…”, 2016, s. 80 211

Bodin ve Machiavelli gibi mutlak monarşi taraftarlarının II. Mehmed’i ve yönetimini

örnek göstermeleri bir tesadüf değildir. II. Mehmed, dönemin Avrupalı hükümdarları için de örnek alınacak bir imaj çizmiştir.

II. Mehmed gerektiği zaman şiddet kullanmaktan çekinmemiştir. 1467’de

Karaman üzerine yaptığı seferin neticesinde kullanılan şiddet, yöre halkı için zorlayıcı olmuştur.671II. Mehmed’in yaşadığı dönem gereği “şiddet” algısı tamamen farklıdır.

XV. yüzyılda Avrupa’da yaşananların (Yağma, engizisyon, cadı avları, iktidar mücadeleleri vs.) hümanizmle açıklanamayacağı ortadadır. II. Mehmed döneminde cemaatlerin hiçbiri ülkeden kovulmamıştır. Yaşanan sürgünlerin en önemli sebebi ise

İstanbul’u şenlendirmek adına yapılmıştır. Kaldı ki, bu insanların iskân edilmesi bir zalimlik emaresi değil, yönetsel bir uygulamadır.

II. Mehmed dönemi, Osmanlı Devleti’nin, kurumlarının ve toplumsal yapısının en keskin dönüştüğü dönemlerden biridir. Devlet tamamen dönüştüğü gibi demografik yapı, toplum içerisindeki ilişkiler imparatorluk modeline göre değişmiştir. XV. yüzyılın toplum yapısı, durağan olmaktan uzaktır. II. Mehmed gibi otoriter bir padişah, ticaret ve pazar gibi ekonomik dengeler söz konusu olduğunda kuralları değiştirmeye

çalışmamıştır. II. Mehmed’in attığı bazı adımlar, halk, uç beyleri ya da dönemin

Osmanlı düşünürleri tarafından desteklenen nitelikte olmamıştır. II. Mehmed’in

ölümünden sonra İstanbul’da patlak veren yeniçeri isyanı, bu dönemin genelinde birikmiş olan muhalefetin dışa vurumudur. Osmanlı tebaasını sadece itaat eden bir toplum şeklinde tahayyül etmek doğru değildir. II. Mehmed’in vakıf ve mülk arazileri dirlik haline getirmesi, çok ciddi bir muhalefet ile karşılanmıştır. II. Mehmed’i doğrudan eleştiremedikleri hadiselerde ise özellikle devşirme kökenli yöneticileri eleştirmeye yönelmişlerdir.

671Karamanname, 2005, s. 238. 212

Osmanlı Devleti, idari ve askeri örgütlenmesi, takip ettiği yayılmacı politika ile hem Orta Çağ dünyasının emperyal yapılarını hem de erken modern çağın Batı Avrupalı açık deniz imparatorluklarını andırmaktadır. Osmanlı Devleti’ni emperyal bir güç haline getiren, yayılmacı politikasının temel esaslarını belirleyen II. Mehmed’dir. Bu yüzden

İngiliz tarihçi Richard Knolles’in deyimiyle II. Mehmed, Osmanlı sultanları arasında imparator unvanını hak eden ilk padişahtır.II. Mehmed, Osmanlı İmparatorluğu’nun sadece teritoryal anlamda temelini atmakla kalmamıştır, özellikle siyasi, idari ve sosyal kurumları yeniden düzenleyerek Osmanlı Devleti’nin sonraki yüzyıllarını şekillendiren padişah olmuştur. II. Mehmed, kurduğu sağlam imparatorluk yapısı, ortaya attığı evrensel egemenlik iddiası ile Osmanlı Devleti’ni farklı kılmaya çabalamıştır. Özellikle, kurduğu sistem ile Osmanlı Devleti’nden önce gelen emperyal sistemlerin (Roma

İmparatorluğu, Sasaniler, Abbasiler, Bizans Devleti gibi) potansiyel zafiyet unsurlarını ayıklayarak, kendisini koruyabilecek bir emperyal sistem ve imparatorluk retoriği inşa etmeye çalışmıştır.

II. Mehmed’in kurduğu merkeziyetçi imparatorluk, emperyal iddiaları, gücü ve zenginliği ile paralı askerleri, düşünürleri, teknisyenleri ve sanatçıları imparatorluğunun başkentine çekmiştir. Bellini, Macar Urban, Ali Kuşçu gibi isimler sadece birer örnektir.

İmparatorluk kurmak, emperyal zekâya, emperyal ihtiraslara ve bir vizyona ihtiyaç duyar. II. Mehmed’i bu sayılanların tamamına sahiptir ve belki de en önemlisi sahip olduğu siyasi teşekkülü bir imparatorluk haline getirebilmek için neler yapması gerektiğini tahta çıktığı andan beri bilmesidir.

“Padişahın Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” yani “zillullahi fi’l-arz” olan II.

Mehmed, iki tür padişah imajı yaratmıştır. Kendi tebaasına, askerlerine ve bürokratlarına, Doğu’daki rakiplerine karşı kullandığı ulaşılamaz, görülemez, kutsal padişahtır. İkincisi ise Roma’nın mirasçısı, geleneklerini devam ettiren Kayser

213

Mehmed’dir. İmparatorluk başkenti İstanbul’un ele geçirilmesiyle birlikte üçüncü Roma

İmparatorluğu ihya edilmiştir. Ancak, bu yeni devlet öncekilerden farklıdır. Bozkır geleneğini ve İran-İslam etkilerini barındıran yeni Roma, yeni bir imparatorluk modelinin de merkezi olarak anılmıştır.

II. Mehmed ve yönetimi ile ilgili en doğru tespiti yapan kişi belki de Zinkeisen olmuştur. Zinkeisen, II. Mehmed’in kişiliğini ve iktidarını şu sözlerle değerlendirmiştir :

“ Sultan Mehmed’in karakterini tarihsel gerçeklik içinde ve salt bilgi açısından değerlendirmek daima zor olacaktır. Çağdaşlarının Sultan Mehmed hakkında bıraktıkları bilgiler doğrultusunda, karakterinin ve kişiliğinin açık ve tam bir resmini

çizmeye cesaret edemeyiz. Bu bağlamda tarafsızlığın ve daha yüce bir hakkaniyetin kriterlerine uyabilecek bir şey bulamadık. Hakkında söylenen her şey, neredeyse tamamen ölçüsüz ve boyun eğmiş bir hayranlığın ya da nefretin ve husumetin, bilhassa

Hristiyan âlemine yaşattığı acının ve sefaletin ifadesidir. Adıyla ilintili hale getirilen birçok şeyin, o dönemlerde birbirleriyle böylesine düşmanca karşı karşıya gelen Avrupa ve Asya âleminin, Hristiyan ve İslam’ın oluşturdukları dünya tarihi unsurlarının, ister istemez meydana getirecekleri azametli şartlardan kaynaklandığını da unutmamak gerekir.”672

Ünlü yazar Stefan Zweig, İnsanlığın Yıldızının Parladığı Tarihi Anlar isimli eserinde, dünya tarihini değiştiren en önemli on olaydan biri olarak İstanbul’un fethini saymıştır. II. Mehmed’in en büyük başarısı, öncüsü olduğu devleti kendi prestijinden ve karizmasından bağımsız kurumlarla, imparatorluk retoriği ve yönetsel araçlarla donatarak devletin sürekliliğini sağlamasıdır. Devletin sürekliliği, Osmanlı

Hanedanı’ndan gelen kimselerin eliyle değil bürokrasi, kurumlar, kanunlar aracılığıyla sağlanmıştır. II. Mehmed, Osmanlı Devleti’nin talihi olan padişah, o güne kadar gevşek

672 J. W. Zinkeisen, Osmanlı İmparatorluğu…, C. 2s. 338. 214

vassallık ilişkileri içerisindeki eyaletlerin tamamen ilhakı ile doğacak ve bütün kararların tek elden alındığı ve bütün ganimetlerin toplandığı merkez olarak devasa bir imparatorluk başkenti ile en yüksek noktasını bulan bir devleti miras olarak bırakmıştır.673

KAYNAKÇA

673Iorga, Osmanlı İmparatorluğu…., C. 2, 2005, s. 589. 215

Afyoncu, Erhan vd, Askeri İsyanlar ve Darbeler, 2. Baskı, Yeditepe Yayınevi,

İstanbul, 2010.

Ahmedî, İskendername, Çev. Furkan Öztürk, 1. Basım, Türkiye İş Bankası Kültür

Yayınları, İstanbul, 2018.

Ağaoğulları, Mehmed Ali (Ed.), Sokrates’ten Jakobenlere Batı’da Siyasal

Düşünceler, 4. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2013.

Akgündüz, Ahmet, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukuki Tahlilleri: Osmanlı

Hukukuna Giriş ve Fatih Devri Kanunnameleri, 1. Baskı,FEY Vakfı Yayınları,

İstanbul, 1990.

Akagündüz, Barış, Osmanlı Ulemasının Devlet Hayatı Üzerindeki Etkisi (1451-1512),

Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Yüksek Lisans Tezi,

Kırıkkale, 2008.

Akasoy, Anna, “Yunan Felsefesinin Hamisi Olarak II. Mehmed: Latin ve Bizans

Perspektifleri”, Rönesans ve Osmanlı Dünyası, Der. Anna Contadini, Claire Norton, 2.

Baskı, Koç Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2018, s. 275-287.

Akdağ, Mustafa, Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi, 2. Baskı, Yapı Kredi

Yayınları, İstanbul, 2014.

Algül, Hüseyin, ”Ebu Eyyüb El Ensari”, DİA, C. 10, 1994, s. 123-125.

Alkan, Mustafa, Yurtoğlu, Gökhan, “ Tarihi Bir Şahsiyet Olarak Otman Baba: Otman

Baba Kimdir?”, V. Uluslararası Alevilik ve Bektaşilik Sempozyumu Bildiriler

Kitabı, C. I, 2018, s. 47-65.

216

Alvan, Türkan, “Fatih Sultan Veyis Redifli Gazelinde Kimi Methediyor”, Fatih Sultan

Mehmed Han, Ed. Fahameddin Başar, 1. Baskı, Fatih Sultan Mehmed Vakıf

Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2018, s.385-416.

Amin, Samir, “ The Ancient World-Systems versus the Modern Capitalist World-

System”, Review (Fernand Braudel Center), Vol. 14, No. 3, 1993, pp. 349-385.

Angelov, Dimiter, Herrin, Judith, Universal Empire, Ed. Peter Fibiger Bang, Dariusz

Kolodziejczyk, Cambridge University Press, Cambridge, 2012, s. 149-175.

Angioello, Giovanni Maria, Fatih’in İçoğlanı Anlatıyor, Fatih Sultan Mehmed, Çev.

Pınar Gökpar, 1. Baskı,Profil Yayınları, İstanbul, 2011.

Angold, Michael, Konstantiniye 1453 Fetih/Düşüş, Çev. Zeynep Rona, 1.

Baskı,Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2017.

Anonim Osmanlı Tarihi(F. Giese Neşri), Haz. Nimet Azamat, Marmara Üniversitesi

Yayınları, İstanbul, 1992.

Aristoteles, Politika, Çev. Mete Tunca, 1. Baskı,Remzi Kitabevi, İstanbul, 1975.

Arslan, Yavuz, Perslerin Yönetim Politikası, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler

Enstitüsü Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Konya, 2010.

Aşıkpaşazade, Aşıkpaşaoğlu Tarihi, Haz. Nihal Atsız, 4. Basım, Ötüken Yayınları,

İstanbul, 2014.

Aşıkpaşazade, Osmanlıoğullarının Tarihi, Haz. Kemal Yavuz, M. A. Yekta Saraç, 4.

Baskı, K Kitaplığı, İstanbul, 2003.

Atçıl, Abdurrahman, Scholars and Sultans in the Early Modern Ottoman Empire,

Cambridge University Press, Cambridge, 2017. 217

Ateş, Ahmet, "İstanbul'un Fethine Dair Fatih Sultan Mehmed Tarafından Gönderilen

Mektublar ve Bunlara Gelen Cevablar," Tarih Dergisi, S. 7, 1952, s. 11-51.

Aydoğan, Zeynep, “ Changing Perceptions along The Frontiers: The Moving Frontier with Rum in Late Mediavel Anatolian Frontier Narratives”, Living in the Realm,

Empire and the Identity 13th and 20th Century, Ed. Christine Isom Verhaaren, Kent

F. Schull, Indiana University Press, Indiana, 2016, s. 29-42.

Aykut, Altan, “İvan Peresvetov ve “Sultan Mehmed Menkıbesi”, Belleten, C.46, S.184,

1982, s. 861-882.

Babinger, Franz, Fatih Sultan Mehmed ve Zamanı, Çev. Dost Körpe, 5. Baskı, Oğlak

Yayınları,İstanbul, 2003.

Babinger, Franz, “Fatih Sultan Mehmed ve İtalya”, çev. Bekir Sıtkı Baysal, Belleten, C.

17, S. 65, 1953, s. 41-82.

Barbaro, Nicolo, Konstantiniye Muhasarası Ruznamesi, Çev. Ş. T. Diler, İstanbul

Halk Basımevi, İstanbul, 1953.

Barkey, Karen, “The Ottoman Empire (1299-1923)”, Empires and Bureaucracy in

World History, Ed. Peter Crooks, Timothy H. Parsons, Cambridge University Press,

Cambridge, 2016, s. 102-126.

Barthold, Wilhelm, İslam Medeniyeti Tarihi, Düz. Mehmed Fuad Köprülü, 6. Basım,

Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1984.

Baykal, Bekir Sıdkı, “Fatih Sultan Mehmed’in Muhiti ve Şahsiyet Üzerine Bir

Deneme”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Seminerleri, 1953, s. 69-82.

218

Behiştî Ahmed Çelebi, Tarih-i Behiştî: Varidat-ı Sübhani ve Fütuhat-ı Osmani, Haz.

Fatma Kaytaz, TTK, Ankara, 2016.

Ben-Tov, Asaph, “Turco-Graecia: Alman Hümanistleri ve Yunan Antikitesi’nin Sonu:

Kültürel Alışveriş ve Yanlış Anlamalar”, Rönesans ve Osmanlı Dünyası, Der. Anna

Contadini, Claire Norton, 2. Baskı, Koç Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2018, s. 205-

220.

Benvoglienti, Leonardo, “Siena’ya Yollanan Takrir”, İstanbul’un Fethi II: Dünyadaki

Yankısı, Haz. Agostino Pertusi, Çev. Mahmud H. Şakiroğlu, 1. Baskı, İstanbul’un Fethi

Cemiyeti, İstanbul, 2006, s. 54-55.

Berkes, Niyazi, Türkiye İktisat Tarihi, 3. Baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2018.

Bisaha, Nancy, Creating East and West, University of Pennslyvania Press,

Philadelphia, 2004.

Birdal, Mehmed Sinan, Kutsal Roma İmparatorluğu ve Osmanlı: Küresel Emperyal

İktidardan Mutlakiyetçi Devletlere,İletişim Yayınları, İstanbul, 2017.

Bizbirlik, Alpay, “Kroniklerde Osmanlı Devleti Yöneticilerine Yapılan Eleştiriler

Üzerine”, Bilig, S. 31, 2004, s. 51-69.

Bodin, Jean, On Sovereignty, Ed. Julian H. Franklin, Cambridge University Press,

Cambridge, 1992.

Brosius, Maria, The Persians: An Introduction, Routledge, London, 2006.

Brummet, Palmira, “Avrupa’da Osmanlı Genişlemesi, Yak. 1453-1606”, Türkiye

Tarihi 1453-1603, Ed. Suraiya Faroqhi, Kate Fleet, Kitap Yayınevi, İstanbul,2016, s.

77-113.

219

Bulduk, Üçler, “Akkoyunlulardan Koyun Baba’ya: Sosyal Hayat ve Din İlişkisi İçinde

Türklerde Koyun Kültürü”, Uluslararası Nehrin Piri Koyun Baba Sempozyumu

Bildirileri Kitabı, Çorum, 2016, s.363-372.

Bulduk, Üçler, “Osmanlı Beyliğinin Oluşumunda Oğuz/Türkmen Geleneğinin Yeri”,

Osmanlılar, Ed. Güler Eren, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, C.I., 1999, s. 161-166.

Bulduk, Üçler, “Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu ve Kurucuları Hakkında”, Osmanlı

İmparatorluğu’nun Kuruluş Meseleleri Sempozyumu, Bilecik Üniversitesi

Yayınları, Bilecik, 2009, s. 82-90.

Bulduk, Üçler, “ Yaşayış ve Kültür Açısından Eski Türk Devletlerinin Kuruluş ve

Yıkılış Nedenleri, Kuruluş ve Çöküş Süreçlerinde Türk Devletleri Sempozyumu

Bildirileri, Sakarya Üniversitesi Basımevi, Sakarya, 2008, s. 47-55.

Bulunur, K. İlker, “ II. Mehmed Tarafından Galatalılara Verilen 1453 Ahidnamesi ve

Buna Yapılan Eklemeler Hakkında Yeni Bilgiler”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat

Fakültesi Tarih Dergisi, İstanbul, S. 50, 2010, s. 59-85.

Bulut, Ali, “Fatih Sultan Mehmed’in Alîmlere Verdiği Değer”, Fatih Sultan Mehmed

Han, Ed. Fahameddin Başar, Fatih Sultan Mehmed Vakıf Üniversitesi Yayınları,

İstanbul, 2018, s. 115-130.

Cahun, Leon, Asya Tarihine Giriş, Çev. Sabit İnan Kaya, Seç Yayın Dağıtım, İstanbul,

2006.

Cameron, Alan, “Pontifex Maximus: from Augustus to Gratian – and Beyond”, Studies

Across Disciplines in the Humanities and Social Sciences, Helsinki, 2016, s. 139-

159.

220

Chalkokondyles, Laonikos, The Histories, Çev. Anthony Kaldellis,Harvard University

Press, Massachusetts, 2014.

Cin, Halil, Osmanlı Toprak Düzeni ve Bu Düzenin Bozulması, 2. Baskı, Boğaziçi

Yayınları, İstanbul, 1985.

Curtis, Michael, Orientalism and Islam, Cambridge University Press, Newyork, 2009.

Çakır, H., Şahin, B., “Max Weber’de Doğu Algısı ve Türkiye Özelinde Tartışmalar”,

Sosyoloji Araştırmaları Dergisi, C. 18, S. 2, Ankara, 2015 s. 18-45.

Çevik, Murtaza, “Moğolların Cihan Hâkimiyet Anlayışı, Dayanak Noktaları Ve Bu

Konudaki Bazı Uygulamalar”, Turkish Studies, S. 10/13, 2015, s. 43-56.

Çınar, Serhan, “Osmanlı Devleti’nde Geleneksel Oğuz Veraseti Üzerine”, Milel ve

Nihal, 14 (1) , 2017, s. 312-334.

Daş, Abdurrahman, “Ankara Savaşı Öncesi Timur İle Yıldırım Bayezid’in

Mektuplaşmaları”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S. 15, 2004, s. 141-168.

Dinç, Saadet, Fatih Sultan Mehmed Bir Rönesans Hükümdarı Mıdır? Franz Babinger’in

Fatih Sultan Mehmed Ve ZamanıAdlı Kitabındaki Tezlerine Yaklaşımlar, Hacettepe

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2010.

Dolfin, Zorzi, “Cronaca, 313-322 (Seçmeler)”, 1453 İstanbul Kuşatması: Yedi

Çağdaş Rivayet, Der. J.R. Melville Jones, Çev. Cengiz Tomar, 3. Baskı, Yeditepe

Yayınları, İstanbul, 2018, s. 179-184.

Doğan, Necmettin, “Patrimonyalizm Kavramına Eleştirel Bir Yaklaşım”, Liberal

Düşünce, Yıl 16, S. 64, Güz 2011, s. 161-184.

221

Doukas, Decline and Fall of Byzantium to the Ottoman Turks, Çev. Harry J.

Magouilas, Wayne State University Press, Detroit, 1975.

Doyle, Michael, Empires, Cornell University Press, New York, 1986.

Dukas, Mihail, Bizans Tarihi, Çev. V. L. Mirmiroğlu,İstanbul Enstitüsü Yayınları,

İstanbul, 1956.

Dukas, Mihail, “Bizans Tarihi: 33-42. Kısımlar”, 1453 İstanbul Kuşatması: Yedi

Çağdaş Rivayet, Der. J.R. Melville Jones, Çev. Cengiz Tomar, 3. Baskı, İstanbul,

Yeditepe Yayınları, 2018.

Ebu’l-Gazi Bahadır Han,Şecere-i Terâkime (Türkmenlerin Soy Kütüğü), Çev. Zuhal

Kargı Ölmez, Simurg Yayınları, Ankara, 1996.

Eisenstadt, Shmuel Noah, The Politicial Systems of Empires, Transaction Publishers,

London, 1993.

Ekrem, Mehmed Ali, Romen Kaynak ve Eserlerinde Türk Tarihi: Kronikler, TTK,

Ankara, 1993.

Emecen, Feridun, “Fatih Sultan Mehmed ve Dönemi: Siyasi Olaylar”, Fatih Sultan

Mehmed Han, Ed. Fahameddin Başar, Fatih Sultan Mehmed Vakıf Üniversitesi

Yayınları, İstanbul, 2018, s. 131- 166.

Emecen, Feridun, Fetih ve Kıyamet:1453, 1. Basım,Kapı Yayınları, İstanbul, 2019.

Emecen, Feridun, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluş ve Yükseliş Tarihi (1300-

1600), 1. Basım, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul,2015.

222

Emiroğlu, Haluk, “Roma Hukuku'nun Bilgi Kaynaklarından Corpus Iurıs Cıvılıs Ve

Türkiye'de Hukuk Resepsiyonu”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 51

(3), 2002, s. 85-97.

Emperors, Patriarchs and Sultans of Constantinople, 1379-1513: An Anonymous

Greek Chronicle of the Sixteenth Century, Haz. Marois Philippides, Hellenic College

Press, Massachusetts, 1990.

Enveri, Düsturname-i Enveri (19-22. Kitaplar) [Osmanlı Tarihi] (1299-1465), haz.

Necdet Öztürk, 2. Baskı, Çamlıca Yayınları, İstanbul, 2012.

Ercan, Yavuz, Osmanlı Yönetiminde Gayrimüslimler, Turhan Kitabevi, Ankara,

2001.

Erdem, Ekrem, “Osmanlı Para Sistemi ve Tağşiş Politikası: Dönemsel Bir Analiz”,

Bankacılık Dergisi, S. 56, 2006, s. 10-28.

Erdem, İlhan, “Ak-Koyunlu Kaynaklarına Göre Otlukbeli (Başkent) Savaşı", OTAM,

S. 4, 1993, s. 151-159.

Ergin, Muharrem, Dede Korkut Kitabı, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1969.

Ergin, Muharrem, Orhun Abideleri, 3. Baskı, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1975.

Ergül, Ergin, “Jean Bodin’in Devlet Teorisi Üzerindeki Osmanlı Etkisi”, Gazi

Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. XX, S. 1, 2016, s. 303- 346.

Eroğlu, Haldun, Osmanlılar: Devlet ve Hâkimiyet, Bilge Kültür Sanat Yayınları,

İstanbul, 2016.

223

Eroğlu, Haldun, “Osmanlılarda İktidarın Değişim Süreci ve Meşrutiyet

Sorunu”,Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi, C. 43, S. 2,

2003, s. 19-39.

Eroğlu Haldun, Osmanlı’da Muhalefet, İstanbul, Bilge Kültür Sanat

Yayınları,İstanbul, 2016.

Eroğlu, Haldun, Osmanlılar: Yönetim ve Strateji, Gökkube Yayınları, İstanbul, 2006.

Ertuğ Tarım, Zeynep, “Topkapı Sarayı”, DİA, C. 41, 2012, s. 256-261.

Erünsal, İsmail E., “Fatih Sultan Mehmed: Entelektüel bir Sultanın Portresi, İlgi

Duyduğu Konular, Kitaplar ve Kurduğu Kütüphaneler”, Fatih Sultan Mehmed Han,

Ed. Fahameddin Başar, Fatih Sultan Mehmed Vakıf Üniversitesi Yayınları, İstanbul,

2018, s. 63-94.

Evliya Çelebi, Evliya Çelebi Seyahatnamesi: İstanbul I, Seyit Ali Kahraman, Yücel

Dağlı (Çev.), 5. Baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2008.

Fielfo, Francesco, “Türk'lerin Büyük Bey'i ve Emir'i Mehıned'e”, Haz. Agostino Pertusi,

İstanbul’un Fethi III: İstanbul’un Fethine Dair Neşredilmemiş ve Bilinen Belgeler,

Çev. Mahmud H. Şakiroğlu, 1. Baskı, İstanbul’un Fethi Cemiyeti, İstanbul, 2008, s.

190-194.

Fleet, Kate, “Osmanlılar, 1451-1603: Siyasi Tarihe Bir Giriş”, Türkiye Tarihi: 1453-

1603, Ed. Suraiya Faroqhi, Kate Fleet, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2016, s. 47-77.

Foucault, Michel, Toplumu Savunmak Gerekir, Çev. Şehsuvar Aktaş, Yapı Kredi

Yayınları, İstanbul, 2002.

224

Francis, Yeorgios, Şehir Düştü, Çev. Kriton Dinçmen, İletişim Yayınları,İstanbul,

1992.

Fredricksmeyer, Ernst, “Alexander the Great and the Kingdom of Asia”, Alexander the

Great In Fact And Fiction, Ed. A. B. Bosworth, E. J. Baynham, Oxford University

Press, New York, 2000, s. 136-167.

Freely, John, Büyük Türk: İki Denizin Hakimi Fatih Sultan Mehmed, Çev. Ahmet

Fethi, 6. Baskı, Doğan Kitap, İstanbul, 2018.

Gencer, Ali İhsan, “Osmanlı Türklerinde Denizcilik”, Osmanlılar, Ed. Güler Eren,

Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, C.VI, 1999, s. 569-589.

Genç, Reşat, Karahanlı Devlet Teşkilatı, TTK, Ankara, 2002.

Geanakoplos, Deno, “Bizans İmparatorluğunda Kilise ve Devlet: Sezaropapizm

Sorununu Yeniden Düşünmek”, Çev. Mustafa Alican, Tarih Okulu, 2011, s. 169-198.

Giakoumis, Konstantinos, “Osmanlıların Otranto ve Apulia Seferleri (1480-1481)”,

Türkler, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, C.9, 2002, s.373-382.

Gömeç, Saadettin, Türk Kültürünün Ana Hatları, 3. Baskı, Berikan Yayınevi,

Ankara, 2014.

Göyünç, Nejat, “Kuruş Devrinde Askeri Teşkilat ve Devşirme Düzeni”, Osmanlılar,

Ed. Güler Eren, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, C.VI, 1999, s. 558-560.

Gürkaynak, Muharrem, “Osmanlı Devleti’nde Millet Sistemi ve Musevi Milleti”,

Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, C. 9, S.

2, 2003, s. 275-290.

225

Hadidi, Tevarih-i Al-î Osman, Haz. Necdet Öztürk, Marmara Üniversitesi Yayınları,

İstanbul, 1991.

Hardt, Michael, Negri, Antonio, İmparatorluk, Çev. Abdullah Yılmaz, 9. Baskı,

Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2018.

Heper, Metin, Türkiye’de Devlet Geleneği, Çev. N. Soykarık, Doğu-Batı Yayınları,

Ankara, 2006.

Housley, Norman, Haçlı Seferleri ve Osmanlı Tehdidi, Çev. Mehmed Moralı, Alfa

Tarih Yayınları, İstanbul, 2016.

Imber, Colin, Osmanlı İmparatorluğu 1300-1650, Çev. Şiar Yalçın, İstanbul Bilgi

Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2006.

Iorga, Nicolae, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi C. I-V, Ed. Erhan Afyoncu, Yeditepe

Yayınları, İstanbul, 2005.

İbn Haldun, Mukaddime I, Çev. Zakir Kadiri Ugan, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları,

İstanbul, 1997.

İbn Kemal, Tevarih-i Al-î Osman:VII. Defter, Haz. Şerafettin Turan, 2. Baskı,TTK,

Ankara, 1991.

İbn Kemal, Tevarih-i Al-î Osman:VIII. Defter, Haz. Ahmet Uğur, TTK, Ankara,

1997.

İdris-i Bitlisi, Heşt Behişt: VII. Ketibe, Haz. Muhammed İbrahim Yıldırım, TTK,

Ankara, 2013.

İnalcık, Halil, “II. Mehmed, DİA, C. 28, 2003, s. 395-407.

226

İnalcık, Halil, “II. Mehmed Dönemi ve Bizans”, Fatih Sultan Mehemmed Han,

İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2019, s. 115-164.

İnalcık, Halil, “ II. Mehmed’in İstanbul Rum Halkı ve Bizans Yapılarına Yönelik

Politikası”, İstanbul Tarihi Araştırmaları, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,

İstanbul, 2019, s. 11-36.

İnalcık, Halil, “II. Murad (1421-1444, 1446-1451) ve Bizans”, Fatih Sultan

Mehemmed Han, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2019, s. 81-111.

İnalcık, Halil, “Dervish and Sultan: An Analysis of the Otman Baba Vilayetnamesi”,

The Middle East and the Balkans under the Ottoman Empire, Bloominghton,

1993, s. 19-36.

İnalcık, Halil, Fatih Devri Üzerinde Tetkikler ve Vesikalar, 4. Baskı,TTK, Ankara,

2007.

İnalcık, Halil, “Fatih Sultan Mehmed, Fetih ve İmparatorluk”, Fatih Sultan

Mehemmed Han, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2019, s. 217-224.

İnalcık, Halil, “Greeks in Ottoman Econocmy and Finances (1453-1500)”, Fatih Sultan

Mehemmed Han,İstanbul Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2019, s. 663-

675.

İnalcık, Halil, “ Istanbul: An Islamic City”, İstanbul Tarihi Araştırmaları, Türkiye İş

Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2019, s. 93-121.

İnalcık, Halil, “ İstanbul’un Türk-İslam Şehri Olarak Yeniden İnşaası”, İstanbul Tarihi

Araştırmaları, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2019, s. 123-131.

227

İnanlcık, Halil, “Kutadgu Bilig’te Türk ve İran Siyaset Nazariye ve Gelenekleri”,

Osmanlı’da Devlet, Hukuk, Adalet, 2. Baskı, İstanbul, Eren Yayıncılık, 2005, s. 11-

27.

İnalcık, Halil, Makaleler II, Ankara, Doğu Batı Yayınları, 2008.

İnalcık, Halil, “Padişah”, DİA, C. 34, 2007. s. 140-143.

İnalcık, Halil, Osmanlılar, İstanbul, Timaş Yayınları, 2010.

İnalcık, Halil, Osmanlılar ve Haçlılar, 4. Baskı, İstanbul, Alfa Yayınları, 2017.

İnalcık, Halil, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi-I: 1300-

1600, Çev. Halil Berktay, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2017.

İnalcık, Halil, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600), Çev. Ruşen Sezer,

10. Baskı, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2008.

İnalcık, Halil, “Osmanlı Para Birimleri”, Fatih Sultan Mehemmed Han,Türkiye İş

Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2019, s. 444-449.

İnalcık, Halil, Osmanlı Tarihinde Efsaneler ve Gerçekler, 10. Baskı, İstanbul, Kronik

Yayınları, 2018.

İnalcık, Halil, “Osmanlı Tarihine Toplu Bir Bakış”, Osmanlılar, Ed. Güler Eren, Yeni

Türkiye Yayınları, Ankara, C. I., 1999, s. 37-118.

İnalcık, Halil, “Ottoman Galata: 1453-1553”, İstanbul Tarihi Araştırmaları, Türkiye

İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2019, s. 286-402.

İnalcık Halil, “The Ottoman Survey of 1455”, The Conquest and İstanbul in 550th

Anniversary,TTK, Ankara, 2007, s. 1-15.

228

İpşirli, Mehmed, “Fatih Sultan Mehmed ve Osmanlı Teşkilatı”, 550. Yılında Fetih ve

İstanbul: Bildiriler,TTK, Ankara, 2007, s. 77-82.

Kafadar, Cemal, “İki Cihan Aresinde”, Cogito, Ed. Vedat Çorlu, 14. Baskı, Yapı Kredi

Yayınları, İstanbul, 2017, s. 41-62.

Kafadar, Cemal, “Ortaçağ Anadolusu ve Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu Üzerine”,

Cogito, Ed.Vedat Çorlu, 14. Baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2017, s. 63-76.

Kafesoğlu, İbrahim, Türk Milli Kültürü, 36. Basım, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2014.

Kalın, İbrahim, Barbar, Modern, Medeni, İnsan Yayınları, İstanbul, 2018.

Kalın, İbrahim, Ben, Öteki ve Ötesi: İslam-Batı İlişikleri Tarihine Giriş, 15. Baskı,

İnsan Yayınları, İstanbul, 2018.

Karadeniz, Hasan Basri, Anadolu’da Meşruiyet Mücadelesi, editepe Yayınları,

İstanbul, 2008.

Karadeniz, Hasan Basri, Osmanlılar ve Rumeli Uç Beyleri: Merkez ve Uç, Yeditepe

Yayınları, İstanbul, 2015.

Karakuş, Turgut, 16.Yüzyıl Osmanlı Devlet Yönetim Sisteminde Enderun Saray

Mektebi'nin Yeri Ve Yönetim Sistemi Üzerindeki Etkisi,İstanbul Sabahattin Zaim

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2014.

Kaya, Mahmud, “İskender”, DİA, C. 22, 2000, s. 557-559.

Kayapınar, Levent, “Georgios Sphrantzes ”, DİA, C. 37, 2009, s. 415-417.

Kemal, Selâtîn-nâme (1299-1490), Haz. Necdet Öztürk, TTK, Ankara, 2001.

229

Khazanov, Anatoly M, Nomads and the Outside World, Çev. Julia Crookenden, The

University of Wisconsin Press, Madison, 1994.

Kılıçbay, Mehmed Ali, Feodalite ve Klasik Dönem Osmanlı Üretim Tarzı, 3. Basım,

Efil Yayınları, Ankara, 2010.

Kievli Isidor, “Bessarione'ye Mektub, İstanbul’un Fethi I: Çağdaşların Tanıklığı,

Haz. Agostino Pertusi, Çev. Mahmud H. Şakiroğlu, 1. Baskı, İstanbul’un Fethi

Cemiyeti, İstanbul, 2004, s. 137-141.

Knolles, Richard, History of the Turks, Ed. Salih Özbaran, The Economic and Social

History Foundation of Turkey, İstanbul, 2003.

Kıvâmî, Fetihname, Haz. Ceyhun Vedat Uygur, 2. Baskı, Yapı Kredi Yayınları,

İstanbul, 2018.

Koç, Haydar, Fatih Dönemi Osmanlı-Akkoyunlu İlişkikeri, Gazi Üniversitesi Sosyal

Bilimler Enstitüsü Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2007.

Koebner, Richard, Empire, Cambridge University Press, Cambridge, 1961.

Kolodziejczyk, Dariusz, “Evrensellik İddiaları ile Gerçeklik Arasında: Erken Modern

Dönemde Osmanlı Sınır Boyları”, Osmanlı Dünyası, Ed. Christine Woodhead, Alfa

Yayınları, İstanbul, 2018, s. 271-290.

Kolodziejczyk, Dariusz, “Khan, caliph, tsar and imperator: the multiple identities of the

Ottoman sultan”, Universal Empire, Ed. Peter Fibiger Bang, Dariusz Kolodziejczyk,

Cambridge University Press, Cambridge, 2012, s. 175-193.

230

Kos, Marjeta Sasel, “The Roman conquest of Dalmatia and Pannonia under Augustus”,

Fines imperii-imperium sine fine?, Ed. Günther Moosbauer, Rainer Wiegels, Verlag

Marie Leidorf GmbH, Leidorf, 2011, s. 107-119.

Kreiser, Klaus, “Türklerde Akıl Var Mı? Napolyon Dönemi Avrupası’ndaki Doğu

Tartışması Üzerine”, Cogito, Ed. Vedat Çorlu, Yapı Kredi Yayınları, S. 19, İstanbul,

2017, s. 93-113.

Kreutel, Richard F.,Haniwaldanus Anonimine Göre Sultan Bayezid-i Veli (1481-

1512), çev. Necdet Öztürk, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 1997.

Kritovulos, İstanbul’un Fethi, Çev. Karolidi, 3. Basım, Kaktüs Yayınları, İstanbul,

2011.

Kritovulos, Kritovulos Tarihi, Çev. Ari Çokona, 2. Basım, İş Bankası Kültür

Yayınları, İstanbul, 2018.

Kök, Bahaatin, “Gazneli Mahmud’la Abbasi Halifesi El-Kadir Arasındaki İlişkiler”,

Ekev Akademi Dergisi, C. 1, S. 2, 1998, s 117-126.

Köprülü, Mehmed Fuad, Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Etkileri, 3.

Baskı, Akçağ Yayınları, Ankara, 2012.

Köprülü, Mehmed Fuad, “İdare Teşkilâtında İran ve Bizans Te’sirleri: Dîvânlar”, İslam

Medeniyeti Tarihi, Düz. Mehmed Fuad Köprülü, 6. Basım, Diyanet İşleri Başkanlığı

Yayınları, Ankara, 1984, s. 114-127.

Köprülü, Mehmed Fuad, “İslâm Hukuku”, İslam Medeniyeti Tarihi, Düz. Mehmed

Fuad Köprülü, 6. Basım, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1984, s. 291-321.

231

Köprülü, Mehmed Fuad, “Şu’ûbiyye Mes’elesi”, İslam Medeniyeti Tarihi, Düz.

Mehmed Fuad Köprülü, 6. Basım, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1984, s.

98-102.

Köprülü, Mehmed Fuad, “Unvan ve Istılahlar”, İslam ve Türk Hukuk Tarihi

Araştırmaları ve Vakıf Müessesesi, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1983, s. 103-307.

Kunt, Metin, Bab-ı Hümayun ve Diğer ‘Kapılar’, Osmanlı Dünyası, Ed. Christine

Woodhead, İstanbul, Alfa Yayınları, 2018, s. 145-160.

Kunt, Metin, “Süleyman Dönemine Kadar Devlet ve Sultan: Uç Beyliğinden Dünya

İmparatorluğuna”, Kanuni ve Çağı, Ed. Metin Kunt, Christine Woodhead, Alfa

Yayınları, İstanbul, 2015, s. 15-47.

Kurat, Akdes Nimet, Altın Ordu, Kırım ve Türkistan Hanlarına Ait Yarlık ve

Bitikler, Burhaneddin Matbası, İstanbul, 1940.

Küçük, Mehmed Alparslan, “İslâm Öncesinden Sonrasına Türk Geleneğinde Bir Yaşam

Stili:Okçuluk”, International Journal of Cultural and Social Studies, C. 4., S. 1,

2018, s. 178-191.

Kütük, Ahmet, “Selçuklu Dünyasının Antroponimik Haritası (Selçuklu Çağında Ad

Koyma Geleneği Hakkında Bazı Tespitler)”, USAD, S. 6, 2017, s. 147-180.

Languschi, Giacomo, “1453 Senesinde Konstaninopolis’in Muhasarası ve Zaptı”,

İstanbul’un Fethi III: İstanbul’un Fethine Dair Neşredilmemiş ve Bilinen Belgeler,

Haz. Agostino Pertusi, Çev. Mahmud H. Şakiroğlu, 1. Baskı, İstanbul’un Fethi

Cemiyeti, İstanbul, 2008, s. 115-131.

232

Latour, Bruno, “Onus Orbis Terrarum: About a Possible Shift in the Definition of

Sovereignty”, Millennium: Journal of International Studies, V. 44, N. 3, 2016, pp.

305-320.

Leunclavius, Johannes, Türk Milletinin Tarihi II, Çev. Türkis Noyan, 1. Baskı,

Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 2019.

Lewis, Bernard, “İslam Devlet ve Müesseseleri Üzerinde Bozkır Telakkisinin Etkisi”,

İslam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, C. 3, S. 2-4, 1958, s. 209-230.

Lintott, Andrew, Imperium Romanum: Politics and Administration, Routledge

Publishing, New York, 1993.

György, Türkler: Türklerin Gelenekleri, Görenekleri ve HinlikleriÜzerine

İnceleme, çev. Lale Aslan Özcan, Bilge Kültür Sanat Yayınları, İstanbul, 2009.

Machiavelli, Niccolo, Prens, Çev. Rekin Teksoy, 2. Baskı, Oğlak Yayınları, İstanbul,

2000.

Magdalino, Paul, “The Empire of Komnenoi (1118-1204)”, The Byzantine Empire,

Ed. Jonathan Shepard, Cambridge University Press, Cambridge, 2008, s. 627-664.

Malcom, Noel, “16. Yüzyılda İslam ve Osmanlı Dünyası Hakkında Olumlu Görüşler:

Jean Bodin Örneği”, Rönesans ve Osmanlı Dünyası, Der. Anna Contandini, Claire

Norton, 2. Baskı, Koç Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2018, s. 221-243.

Maverdi, Siyaset Sanatı, Çev. Mustafa Sarıbıyık, 2. Baskı, Özgü Yayınları, İstanbul,

2014.

Maverdi, Yönetimin Esasları, Çev. Mehmed Ali Kara, 3. Baskı, İlke Yayıncılık,

İstanbul, 2013.

233

McNeil, William H.,Dünya Tarihi, Çev. Alaeddin Şenel, 6. Baskı, İmge Yayınevi,

Ankara, 2002.

Menander Protector, The History of The Menander Guardsman, Çev.R. C. Blockley,

Francis Cairns LTD, Liverpool, 1985.

More, Thomas, King Richard The Third, Ed. George M. Logan, Indiana University

Press, Bloomington, 2005.

Nexon, Daniel H.,The Struggle for Power in Early Modern Europe, Priceton

University Press, Pricenton, 2009.

Neşri, Kitab-ı Cihan-Nüma (Neşri Tarihi I), Haz. Faik Reşit Unat, Mehmed A.

Köymen , 4. Baskı,TTK, Ankara, 2014.

Neşri, Kitab-ı Cihan-Nüma (Neşri Tarihi II), Haz. Faik Reşit Unat, Mehmed A.

Köymen, 4. Baskı,TTK, Ankara, 2014.

Nişancı Mehmed Paşa, Osmanlı Sultanları Tarihi, Osmanlı Tarihleri I, çev. İbrahim

Hakkı Konyalı, düz. H. Nihal Atsız, Türkiye Yayınevi, İstanbul, 1949, s. 322-369.

Melissenos, Macarios, Memorii 1401 - 1477: în anexă: Pseudo-Phrantzes: Macarie

Melissenos Cronica, 1258 – 1481, Ed. Vasile Grecu,1966.

Mercan, Özden, Constructing a Self-Image In The Image of The Other: Politicial and

Religious Interpretaitons of Pope Pius II’s Letter to Mehmed II (1461),Central

European University, Unpublished MA Thesis in Medieval Studies, Budapest, 2008.

Mert, Özcan, “Osmanlı Türkleri İdaresinde Ermeniler”, İstanbul Üniversitesi Yakın

Dönem Türkiye Araştırmaları Dergisi, 2003, s. 143-174.

234

Mihailoviç, Konstantin, Bir Yeniçerinin Hatıraları, Çev. Behiç Anıl Ekim, Nuri

Fudaly Kırcıoğlu, 2. Basım, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2017.

Mindivanlı, Esra, Kuruluş Döneminde Osmanlı Devleti’nin Kimlik Siyaseti ve

İdeolojisi, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Yüksek Lisans

Tezi, Erzurum, 2008.

Mollaoğlu, Ferhan Kırlıdökme, “Düzmece Olarak Anılan Mustafa Çelebi ve Bizans

(1415-1416/17)”, Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Dergisi, C.

49, S.2, 2009, s. 173-185.

Morony, Michael G.,Iraq After the Muslim Conquest, New Jersey, Princenton

University Press, 1984.

Montesquieu, Kanunların Ruhu Üzerine, Çev. Berna Günen, 2. Baskı, Türkiye İş

Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2017.

Murphey, Rhoades, “Erken İmparatorluk Çağında Osmanlı Ekonomisi”, Osmanlı

Dünyası, Ed. Christine Woodhead, Alfa Yayınları, İstanbul, 2018, s. 48-67.

Murphey, Rhoades, “Fatih Sultan Mehmed Döneminde Osmanlı İç ve Dış Siyaseti,

Osmanlılar”, Osmanlılar, Ed. Güler Eren, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, C. I., 1999, s. 239-247.

Muslu, Cihan Yüksel, Osmanlılar ve Memluklar: İslam Dünyasında İmparatorluk

Diplomasisi ve Rekabet, Çev. Zeynep Rona, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2016.

Münkler, Herfried, Eski Roma’dan ABD’ye Dünya Egemenliğinin Mantığı, Çev.

Zehra Aksu Yılmazer, İletişim Yayınları, İstanbul, 2009.

235

Nestor İskender, İstanbul: Çar Şehrinin Hikayesi, Çev. Gamze Öksüz, Fatih Yapıcı,

Heyamola Yayınları, İstanbul, 2014.

Nexon, Daniel, The Struggle for Power in Ealry Modern Europe, Priceton

University Press, Oxford, 2009.

Nizamü’l-mülk, Siyasetname, Çev. Mehmed Ali Köymen, Kültür ve Turizm Bakanlığı

Yayınları, Ankara, 1982.

Norton, Claire, “Sınırların Bulanıklaşması”, Rönesans ve Osmanlı Dünyası, Der. Anna

Contandini, Claire Norton, 2. Baskı,Koç Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2018, s. 19-

39.

Ocak, Ahmet Yaşar, “İstanbul’un Fethinin İdeolojik Arkaplanı (Bir Analiz Denemesi”,

550. Yılında Fetih ve İstanbul: Bildiriler, Ankara, TTK, 2007, s. 43-51.

Ocak, Ahmet Yaşar, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler, 5. Baskı, Tarih

Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2013.

Onat, Ayşe, vd.,Han Hanedanlığı Tarihi: Hsiung-nu (Hun) Monografisi, TTK,

Ankara, 2004.

Ortaylı, İlber, “İdeal Osmanlı Yok”, Cogito, Ed. Vedat Çorlu, 14. Baskı, Yapı Kredi

Yayınları, İstanbul, 2017, s. 232-259.

Ortaylı, İlber, Türkiye Teşkilat ve İdare Tarihi, 3. Baskı, Cedit Neşriyat, Ankara,

2008.

Oruç Beğ, Oruç Beğ Tarihi, Haz. Necdet Öztürk, Bilge Kültür Sanat Yayınları,

İstanbul, 2014.

236

Ögel, Bahaeddin,Türklerde Devlet Anlayışı (13. Yüzyıl Sonlarına Kadar),

Başbakanlık Basımevi, Ankara, 1982.

Öksüz, Gamze, “XVI. Yüzyıl Rus Edebiyatında Fatih Sultan Mehmed Menkıbesi”,

Akademik Bakış Dergisi, C. 6 , S. 12, 2013, s. 333-346.

Özcan, Abdülkadir,”Devlet Kurucu ve Kanun Koyucu Olarak Fatih Sultan Mehmed”,

Fatih Sultan Mehmed Han, Ed. Fahameddin Başar, Fatih Sultan Mehmed Vakıf

Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2018, s. 19-28.

Özcan, Abdülkadir, Kanunname-i Al-î Osman, Kronik Kitap Yayınları, İstanbul,

2017.

Özcan, Abdülkadir, “Kul”, DİA, C. 26, 2002, s. 348-350.

Özdemir, Gürbüz, “Weberyan Anlamda Türklerde Otorite ve Meşruiyet İlişkisi (XV.

Yüzyıl Osmanlı Dönemine Kadar)”, Akademik İncelemeler Dergisi, C. 9, S. 2, 2014, s. 69-90.

Öztoprak, Nihat, “Sultan Avni’nin Şiirlerine Genel Bir Bakış”, Fatih Sultan Mehmed

Han, Ed. Fahameddin Başar, Fatih Sultan Mehmed Vakıf Üniversitesi Yayınları,

İstanbul, 2018, s. 345-384.

Pamuk, Şevket, “Osmanlılarda Para ve Enflasyon”, Cogito, Ed. Vedat Çorlu, Yapı

Kredi Yayınları, İstanbul, S. 19, 2017, s. 179-189.

Pekşen, Okay, “Asur Devlet Emperyalizminin Meşrulaştırılması Açısından Tanrı

Aššur’a İsyan Olgusu”, Prof. Dr. Recep Yıldırım'a Armağan, Haz. Pınar Pınarcık vd.,

Bilgi Kültür Sanat Yayınları, Ankara, 2017, ss. 355-370.

237

Pertusi, Agostino (Haz.), İstanbul’un Fethi I: Çağdaşların Tanıklığı, Çev. Mahmud

H. Şakiroğlu, 1. Baskı,İstanbul’un Fethi Cemiyeti, İstanbul, 2004.

Pertusi, Agostino (Haz.), İstanbul’un Fethi II: Dünyadaki Yankısı, Çev. Mahmud H.

Şakiroğlu, 1. Baskı, İstanbul’un Fethi Cemiyeti, İstanbul, 2006.

Pertusi, Agostino (Haz.), İstanbul’un Fethi III: İstanbul’un Fethine Dair

Neşredilmemiş ve Bilinen Belgeler, Çev. Mahmud H. Şakiroğlu, 1. Baskı, İstanbul’un

Fethi Cemiyeti, İstanbul, 2008.

Pfeffermann, Hans, Rönesans Papalarının Türklerle İş Birliği, Çev. Kemal Beydilli,

1. Baskı, Pınar Yayınları, İstanbul, 2019.

Quataert, Donald, Osmanlı İmparatorluğu 1700-1922, 10. Baskı, İletişim Yayınları,

İstanbul, 2016.

Quirini, Lauro, “Papa Nicolo V.'ya Mektup”, İstanbul’un Fethi III: İstanbul’un

Fethine Dair Neşredilmemiş ve Bilinen Belgeler, Haz. Agostino Pertusi, Çev.

Mahmud H. Şakiroğlu, 1. Baskı, İstanbul’un Fethi Cemiyeti, İstanbul, 2008, s. 52-66.

Raby, Julian, “ Cyriacus of Ancona and the Ottoman Sultan Mehmed II”, Journal of the Warburg and Courtauld Institutes, V. 43, 1980, pp. 242-246.

Raby, Julian, “Pride and Prejudice: Mehmed the Conqueror and the Italian Portrait

Medal”, Studies in History of Art, V. 21, Symposium Papers VIII: Italian Medals,

1987, pp. 171-194.

Refik, Ahmet, Fatih ve Bellini, 1. Baskı, Yeditepe Yayınları, İstanbul, 2006.

238

Ricciherio, Cristoforo, “İstanbul’un Düşüşü”, Yedi Çağdaş Rivayete Göre 1453

İstanbul Kuşatması, Der. ve Çev. J.R. Melville Jones, Çev. Cengiz Tomar, 3. Baskı,

İstanbul, Yeditepe Yayınları, 2018, s. 169-177.

Riminili Filippo, “Francesco Barbaro’ya Mektup”, Haz. Agostino Pertusi, İstanbul’un

Fethi III: İstanbul’un Fethine Dair Neşredilmemiş ve Bilinen Belgeler, Çev.

Mahmud H. Şakiroğlu, 1. Baskı, İstanbul, İstanbul’un Fethi Cemiyeti, 2008.

Ruhî, Ruhî Tarihi, Haz. Halil Erdoğan Cengiz-Yaşar Yücel, Belgeler, Ankara, 1992.

Runciman, Steven, The Fall of Contantinople 1453, Cambridge University Press,

London, 1965.

Saatçi, Suphi, “Fatih Camii ve Külliyesi”, Fatih Sultan Mehmed Han, Ed.

Fahameddin Başar, 1. Baskı, Fatih Sultan Mehmed Vakıf Üniversitesi Yayınları,

İstanbul, 2018, s. 241- 264.

Sakızlı Leonardo, “ Papa Cenaplarına Yazılan Mektup”, Yedi Çağdaş Rivayete Göre

1453 İstanbul Kuşatması, Der. ve Çev. J.R. Melville Jones, Çev. Cengiz Tomar, 3.

Baskı, İstanbul, Yeditepe Yayınları, 2018, s. 33-72.

Saygılı, Abdurrahman, Küçük, Eşref, “ Roma Hukukunda İstisna Halinin Paradigmatik

Biçimi Iustitium Kurumu”,İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 5, S. 2,

2014, s. 259-282.

Schneider, Rolf Michael, “ The making of Oriental Rome: shaping the Trojian Legend”,

Universal Empire, Ed. Peter Fibiger Bang, Dariusz Kolodziejczyk, Cambridge,

Cambridge University Press, 2012.

Sevim, Ali, Merçil, Erdoğan, Selçuklu Devletleri Tarihi, TTK, Ankara, 1995.

239

Shefer-Mossensohn, Miri, Osmanlı’da Bilim: Kültürel Yaratı ve Bilgi Alışverişi,

Çev. Kübra Oğuz, I. Basım, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2018.

Sinor, Denis, “The Establishment and Dissoluiton of the Türk Empire”, The Cambrige

History of The Ealry Inner Asia, Ed. Denis Sinor, Cambridge University Press,

Cambridge, 1990. s, 285-317.

Sinor, Denis, “The Türk Empire”, History of Civilizations of Central Asia, Ed. B.A.

Litvinsky, Unesco Publishing, Vol. III, 1996, s. 327-335.

Soemmernli Enrico,”Konstantinopolis’in Türkler Tarafından Fethi ve Yağmalanması”,

Haz. Agostion Pertusi, İstanbul’un Fethi II: Dünyadaki Yankısı, Çev. Mahmud H.

Şakiroğlu, 1. Baskı, İstanbul, İstanbul’un Fethi Cemiyeti, 2006, s. 42-47.

Solnon, Jean-François, Osmanlı İmparatorluğu ve Avrupa, çev. Ali Berktay, 1.

Basım, İstanbuli Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2019.

Spandounes, Theodore, On the origin of the Ottoman Empires, Çev.Donald M. Nicol,

First Published, Cambridge, Cambridge University Press, 1997.

Sphrantzes, Georgios, Memorii 1401 - 1477: în anexă: Pseudo-Phrantzes: Macarie

Melissenos Cronica, 1258 – 1481, Ed. Vasile Grecu, 1966.

Stavrides, Theoharis, “From Byzantine Aristocracy to Ottoman Ruling Elite: Mahmud

Pasha Angelovic and His Christian Circle, 1458-1474”, Living in the Realm, Empire and the Identity 13th and 20th Century, Ed. Christine Isom Verhaaren, Kent F. Schull,

Indiana University Press, Indiana, 2016.

Suçıkar, Tarkan, Ertuğrul Gazi: Osmanlı’nın Kökleri, 6. Baskı, Yediveren Yayınları,

İstanbul, 2017.

240

Swartz, Merlin, “İslam’ın Doğuşunu İzleyen Yıllarda Arap Toprakları’ndaki

Musevilerin Durumu”, Çev. Levent Öztürk, Sakarya Üniversitesi İlahiyet Fakültesi

Dergisi, S. 3, 2001, s. 469-488.

Şakiroğlu, Mahmut, “ Fatih Sultan Mehmed’in Galatalılara Verdiği Fermanın Türkçe

Metinler”, AÜDTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, S. XIV, 1983, s. 211-219.

Şakiroğlu, Mahmud H.,” Giovanni Mari Angiolello”, DİA, C. III, 1991, s. 196-197.

Şenel, Alaeddin, İlkel Topluluktan Uygar Topluluğa, Ankara Üniversitesi Siyasal

Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, 1982.

Şenel, Alaeddin, İnsanlık Tarihi, 1. Baskı, İmge Kitabevi, Ankara, 2006.

Şikari, Karamanname: Zamanın Kahramanı Karamaniler’in Tarihi, Haz. Metin

Sözen Necdet Sakoğlu, Karaman Belediyesi Yayınları, İstanbul, 2005.

Şükrullah, Behçetü’t-Tevarih, Üç Osmanlı Tarihi, Çev. Nihal Atsız, Ötüken Yayınları,

İstanbul, 2011.

Taneri, Aydın, Türk Devlet Geleneği (Dün-Bugün), 1. Baskı, Milli Eğitim Bakanlığı

Yayınları, İstanbul, 1993.

Taşağıl, Ahmet, Göktürkler III, TTK, Ankara, 2004.

Tedaldi, Giacomo, “İstanbul’un Türk Sultanı Tarafından Zaptı”, Yedi Çağdaş Rivayete

Göre 1453 İstanbul Kuşatması, Der. J.R. Melville Jones, Çev. Cengiz Tomar, 3.

Baskı, Yeditepe Yayınları, İstanbul, 2018, s. 21-32.

Terzi, Mustafa Zeki, “Gulam”, DİA, C. 14, 1996, s. 178-180.

241

Terzioğlu, Derin, “Devlet İnşası ve Mezhepleşme Çağında Sufiler, Osmanlı Dünyası,

Ed. Christine Woodhead, 1. Baskı, Alfa Yayınları, İstanbul, 2018, s.124-141.

Tezcan, Baki, “Etnisite, Irk, Din ve Toplumsal Sınıf: Osmanlı Fark İşaretleyicileri”,

Osmanlı Dünyası, Ed. Christine Woodhead, 1. Baskı, Alfa Yayınları, İstanbul, 2018, s.

215-229.

Thomas, Carol G.,Alexander the Great in his World, Blackwell Publishing, Oxford,

2007.

Tifernate, Publio Gregorio, “İtalya’nın Tahribinin Kehaneti” , İstanbul’un Fethi III:

İstanbul’un Fethine Dair Neşredilmemiş ve Bilinen Belgeler, Haz. Agostino Pertusi,

Çev. Mahmud H. Şakiroğlu, 1. Baskı, İstanbul’un Fethi Cemiyeti, İstanbul, 2008, s.

178-181.

Tignosi, Niccolo, “Konstantinopolis'in Zaptına Dair Mektuba yapılan ekde bulunan bilgi”, İstanbul’un Fethi III: İstanbul’un Fethine Dair Neşredilmemiş ve Bilinen

Belgeler, Haz. Agostino Pertusi, Çev. Mahmud H. Şakiroğlu, 1. Baskı, İstanbul’un

Fethi Cemiyeti, İstanbul, 2008, s. 75-88.

Togan, Zeki Velidi, Umumi Türk Tarihi’ne Giriş, 3. Baskı, Enderun Kitabevi,

İstanbul, 1981.

Toynbee, Arnold, Tarih Bilinci, Çev. Murat Belge, 1. Baskı, Bateş Yayınları, İstanbul,

1978.

Trabzonlu Georgios, “ Hristiyan İmanının Hakikati Hakkında Konstantin’in Şehrine

Zamanında Sahip Olan Emir Mehmed, İstanbul’un Fethi II: Dünyadaki Yankısı,

Haz. Agostino Pertusi, Çev. Mahmud H. Şakiroğlu, 1. Baskı, İstanbul’un Fethi

Cemiyeti, İstanbul, 2006, s. 37-39.

242

Turan, Osman, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefküresi Tarihi, 1. Baskı, Ötüken

Yayınları, İstanbul, 2013.

Tursun Bey, Tarih-i Ebü’l Feth, Ed. Fatih Kerem Yardım, Seval Orhan, 1. Baskı,Bilgi

Kültür Sanat Yayınları, İstanbul, 2014.

Uzunçarsılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi:II, 11. Baskı, TTK, Ankara, 2016.

Ünlü, Barış, “İmparatorluk Fikrinin Gelişimi”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler

Fakültesi Dergisi, 65/3, 2010, s. 237-266.

Ünlü, Barış, Osmanlı: Bir Dünya-İmparatorluğunun Soykütüğü, 2. Baskı, Dipnot

Yayınları, Ankara, 2016.

Üçok, Bahriye, İslam Tarihi: Emeviler-Abbasiler, Ankara Üniversitesi İlahiyat

Fakültesi Yayınları, Ankara, 1968.

Verhaaren, Christine Isom, “Constructing Ottoman Identity in the Reigns of Mehmed II and Bayezid II”, Journal of the Ottoman and Turkish Studies Association, C. 1, S.

1-2, 2014, s. 111-128. von Martels, Zweder, “Hristiyan Avrupa ile İslami Osmanlı İmparatorluğu Arasında

Eski ve Yeni Sınır Çizgileri: Papa II. Pius’tan (1458-64) Papa XVI. Benedictus’a (2005-

2013)”, Rönesans ve Osmanlı Dünyası, Der. Anna Contadini, Claire Norton, 2. Baskı,

Koç Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2018, s. 191-204.

Wallerstein, Immanuel, The Modern World System I, Academic Press, New York,

1974.

Weber, Max, Sosyoloji Yazıları, Çev. Taha Parla, 11. Baskı, Deniz Yayınları, İstanbul,

2008.

243

Werner, Ernst, Büyük Bir Devletin Doğuşu: Osmanlılar (1300-1481), Çev. Yılmaz

Öner, Orhan Esen, 1. Baskı, Yordam Kitap, İstanbul, 2014.

Williams, Any, “Akdeniz Çatışması”, Kanuni ve Çağı, Ed. Metin Kunt, Christine

Woodhead, 1. Baskı,Alfa Yayınları, İstanbul, 2015, s. 58-77.

Woodhead, Christine, “Giriş”, Osmanlı Dünyası, Ed.Christine Woodhead, 1. Baskı,

Alfa Yayınları, İstanbul, 2018, s. 19-31.

Yalçın, Süreyya, Fatih Sultan Mehmed’e Sunulan Kasideler, Muğla Sıtkı Koçman

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Muğla, 2015.

Yıldız, Yusuf, Papa II. Pius’un Fatih Sultan Mehmed’e Mektubu, 1. Baskı, Ankara,

Akçağ Yayınları, 2018.

Yılmaz, Gülay, “Osmanlı Yönetiminin Oryantalist İnşası”, Studies of the Ottoman

Domain, C. 4, S. 7., 2014, s.54-81.

Ying-Shih-Yü, “The Hsiung-nu”, The Cambrige History of The Ealry Inner Asia,

Ed. Denis Sinor, Cambridge University Press, Cambridge, 1990. s, 118-151.

Youssim, Marc, XVI. Yüzyıl Rus “Makyavelist”i Ivan Peresvetov’un Eserlerinde Yeni

Prens’e Örnek Olarak II. Mehmed, Machiavelli, Makyavelizm ve Modernite, Haz.

Cemal Bali Akal, 2. Baskı, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 2014, s. 131-137.

Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig, Çev. Ayşegül Çakan, 4. Basım, Türkiye İş Bankası

Kültür Yayınları, İstanbul, 2017.

Yurtoğlu, Gökhan, XV. Yüzyılda Rumeli’de Heterodoks Bir Türk Sûfîsi: Otman Baba

Ve Velâyetnâmesi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Yüksek

Lisans Tezi Ankara, 2012.

244

Zinkeisen, Johann Wilhelm, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi 1(1299-1453), Çev.

Nilüfer Epçeli, 1. Baskı, Yeditepe Yayınları, İstanbul, 2011.

Zinkeisen, Johann Wilhelm, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi 2 (1453-1574), Çev.

Nilüfer Epçeli, 1. Baskı, Yeditepe Yayınları, İstanbul, 2011.

Faydalanılan İnternet Siteleri https://kuran.diyanet.gov.tr/Tefsir/ https://tr.glosbe.com/la/tr/ http://tdk.gov.tr/

245