ROMAN HAYMARKET agorakitaphğa

25 MARTIN DUBERMAN The City University of New York'da tarih profesörü olan Martin Du­ berman, içlerinde Charles Francis Adams (Bancroft Ödülü), James Russell Lowell ve Paul Robeson'un biyografisinin de bulunduğu yirmiyi aşkın kitabın yazarıdır. Ayrıca, ilk oyunu bı White America, Vernon Rice Ödü­ lü'ne layık bulunurken, Emma Goldman'ın hayatını anlattığı Mather Earth ve Beat kuşağı hakkındaki Visions of Kerouac başlıklı oyunları da

yakın zamanlarda sahnelenmiştir.

MEHMET HARMANCI 1932 doğumlu. English High School ve Işık Lisesi mezunu olup, Hukuk

Fakültesi'ni yarım bırakmıştır. İlk hikaye çevirileri 1952'de Varlık'ta ba­ sılmış, YaşarNabiNayır'ın teşvikiyle yaptığı ilk çeviri kitabı 1953'te ya­ yımlanmış, 1953'te askerliğini Kore'de Abdi İpekçi ve Can Yücel'le ter­ cüman olarak tamamlamış, 1965'te Köprü Yayınları'nı, 1973'te Tarık Dursun K.'yla birlikte Koza Yayınları'nı kurmuştur. 1990'da emekli ola­ na kadar özel bir kuruluşta yöneticilik yapmıştır. Haymarket, Mehmet Harmancı'nın 424. çevirisidir. HAYMARKET

Martin Duberman

Türkçesi: Mehmet Harmancı

a agorakitaphğ• Dünya Edebiyatı 6

Haymarket Martin Duberrnan

Eserin özgün adı: Haymarket Seven Stories Press, 2003, New York

İngilizce' den çeviren: Mehmet Harmana Kapak tasarım: Mithat Çınar Dizgi: Gül Dönmez

© 2003, Martin Duberman © 2003; bu kitabın yayın hakları Agora Kitaplığı'na aittir.

Birinci Basım: Nisan 2004 İkinci Basım: Nisan 2004

ISBN: 975- 8829-27-O

Baskı ve Cilt: Kitap Matbaaalık

Tel: (0212) 501 46 36

AGORA KİTAPLIGI Gümüşsuyu Mahallesi Osmanlı Yokuşu, Muhtar Kamil Sokak No: 5/1 Taksim/İSTANBUL Tel: (0212) 243 96 26-27 Fax: (0212) 243 96 28 www.agorakitapligi.com e-posta: [email protected] Sue Grand'a, minnet ve sevgiyle ... HAYMARKET

BİRİNCİ BÖLÜM

JOHNSON COUNTY, TEXAS İlkbahar, 1871 \ÖI

On sekiz yaşındaki Lucy Eldine Gonzales, kararlı ve sert adımlarla, kırmızı elbisesinin eteklerini dramatik bir edayla savurarak odanın bir ucundan diğerine yürüyordu. Onu bi­ raz olsun izlemek bile, kıymetli vaktinin, sabun yapmak için küllü su ya da yağı ne kadar kaynatmak gerektiği, veya ka­ yıp sığır sürücüsünün kasahada bulunup, istediği iki dolar zamının verilmesini mi, yoksa, zaten sığırdan, bir damuzun eyerden anladığı kadar anladığı için çekip gitmesine göz yu­ mulmasının mı daha iyi olacağı gibi sorularla harcanmasını hoş görmeyeceğini anlamaya yeterliydi. Amcasının Buffalo Creek' teki küçük çiftliğinin yöneticisi olarak Lucy, böyle sorunlarla sık sık uğraşması gerektiğin-

3 den, kendisine yöneltilen soruların her zaman kısa olmasını ister ve kendi cevaplarını da bu sorulardan kısa tutard ı. Uya­ nık olduğu saatierin çoğunu, tavuklarla domuzlara yem ver­ mek, mum hazırlayıp çorap onarmak, işçilerin sebze bahçe­ sindeki zararlı otları ayıklayıp buğday tarlalarının bakımını yapıp, kazıklarla çiti sağlamlaştırmalarını denetlemekle, ay­ rıca iki Meksikalı kadının ev işlerini aksatmamalarına göz kulak olmakla geçirirdi. Ya şadığını ise, külleri boşaltırken ya da derede bir orman tavuğunu soğuturken değil, ancak geceleri odasında yalnız kaldığında hissederdi; o saatlerde daha çok NewOrleans Tribu­ ne'ü, Kongre' deki Radikal Cumhuriyetçi! erin en son şiddet olaylan karşısında (on yaşında bir zenci çocuk hadım edilip dağlanmış ve sağ bırakılmışh; zenci erkeklerle yattığı iddia edilen beyaz bir kadın evinden zorla alınıp vajinasına sıcak zift dökülmüştü) önerdikleri son tedbirlerin haberlerini okurdu. Lucy, amcası dahil pek çok insanın zencilerden ziyade sı­ ğırları için kaygılandıklarını küçük yaşlarda öğrenmişti. Bir de arada sırada, Anayasa'nın 15. yasasının değiştirilmesi gi­ bi bir 'maskaralık' karşısında öfkelerini ifade ederlerdi. Bir sığır çobanı Lucy'nin akşam yemeğini sofraya getirmesini beklerken, yanındakilere, "Anlaşılan sıra Çiniilere oy hakkı vermeye geldi!" demişti. "Bu zorbalıktan başka bir şey değil! Bir de bakarsın, kenefe kadar peşimizden gelirler!" Lucy, adamın önüne bir tas yulaf lapasım koyarken, "Hayır, sıra kadınlara oy hakkı tanımakta," dedi. "Tabii çok da iyi ola­ cak. Bu kadar cahil erkek oy verirken politik hayatın düzeyini yükseltmeninbir yolunu bulmamız gerek." Adamlarm hepsi sanki aklım kaçırmış gibi kadımn yüzüne bakhlar ve sonra da Lucy hiç ağzım açmamış gibi yine önleri­ ne dönüp, kendi bildikleri konulan konuşmaya devam ettiler: Te ksas humması bu yıl da sürüleri vuracak mıydı? Artık demiryolu ücret savaşlan hafiflediğinegöre Atchison, To peka ve Santa Fe hatlarını uzatacaklar mıydı?

4 Bugüne kadar yapılmış en iyi arabanın New Harnpshire Concord olduğunu herkesin bilmesine karşın, eyalet panayı­ rında jüri ödülünü el yapımı o araba mı alacaktı? Sürüleri Sedalia yerine Abilene' e götürrnek için aldıkları ücret zammı, hayvanların eskisinden daha çok dağılmaları ve çalınmaları riskini göze almaya değer miydi? Lucy'nin bu konularda söyleyeceği bir söz yoktu. Böyle zamanlarda kendini erkeklerden uzak tutar, mutfak ile masa arasında ciddiyetle, sessizce ve için için kendini yiyerek gider gelirdi. Amcası sık sık, insanların onu aşırı kibirli olarak gör­ düklerini söylerdi. "Kendine kırmızı kabarık etekli elbise dikecek kadar be­ cerin var," demişti öfkeli bir anında. "Ama bunu giymeyecek aklın yok. Sen de diğer kadınlar gibi evde dokunmuş pa­ rnuklu kumaştan elbiseler giyrnelisin." "Ve onları aynı rneşe kabuğuyla boyarnalıyırn herhalde." Lucy ona cevap verirken sesindeki horgörüyü saklamaya ge­ rek görrnemişti. "Elbette!" "Meşe kabuğu donuk kalıyor. Ben parlak renkleri sevi­ yorum." "Eh, günü gelip de bir koca seçmen gerektiğinde, herkes gibi davranınayı öğrenmedikçe bir tane bile bularnazsın." Lucy buna bir cevap vermedi. 'Küstah' olduğu söylentilerinden başka dedikodular da geliyordu kulağına. Bazılarının kendisinin zenci olduğunu düşündüklerini biliyordu. Esmer teni, geniş burnu ve kıvır­ cık siyah saçları, insanların Lucy'nin amcasının aslında onun patronu olduğunu düşünmelerine yol açmıştı. Adam onu küçük bir kızken o canlı ve ışıltılı esmer güzelliğine kapılıp yanına almış ve o günden beri kendisinden yararlanıyor ola­ bilirdi. Lucy'nin bir köle olarak doğduğu bile söyleniyordu. Başka bir söylentiye göre de, daha küçükken bir köleyle ev­ lenmiş ve sonra adamı terk etmişti.

5 Lucy bu tür dedikodulara kesinlikle karşılık vermiyordu. Arada sırada nereden çıktığı belirsiz, ne bir çift mahmuzu ne de bir döşeği olan ve cebinde bir içki parası olduğunda çekip giden o serseri sığır çobanlarından biri, suratını Lucy'nin yü­ züne yaklaştırıp, bir 'zenci orospu'dan emir almayacağını söylerdi. O zaman Lucy'nin tepesi atar, ağzından bir Gatling makineli tüfeğinden çıkıyormuş gibi dökülen sözlerini hiç esirgemezdi: · "Ben, yürürken yılan gibi yerde sürünen senin kadar yağ­ lı bir serseriyle konuşmam. Şu laf kulağına küpe olsun, ba­ yım: Senin karşında İspanyol ve Aztek kanı taşıyan bir kadın var. Afrikalı kanı taşıyan değil. Benim annem Meksikalı, ba­ bamsa uygar bir Creek'ti. Bilmen gereken ve bütün öğrene­ ceğin de bu kadar! Şimdi yaylan bakalım! Yürü!" Adam eğer inat edecek kadar saldırgansa, o zaman kendi­ ni toparlamış olan Lucy, kibirli bir tavırla topukları üzerinde döner ve yürür giderdi. Kısa süreliğine bu çatışmayı sona er­ dirmiş olurdu ama söylentiler yine devam ederdi. Bunları bile duymuştu, hem de Lucy'ye söylemeden çok önce. İkisi, Albert 1869' da eyalet vergi tahsil­ dan vekili olarak kuzey Texas' a gitmeye başladığında tanış­ mışlardı. Muhafazakarlann, Radikallerin yol yapımı ve devlet okullan sistemi kurmak için 'gereksiz' bulduklan yeni masraf­ lan nedeniyle, tahsildarlık pek az insanın istediği bir işti. Albert iki yıl önce, o Nisan günü Gonzales çiftliğinin av­ lusuna girdiğinde, Lucy aniden ellerini beline dayamış ve sanki, cesareti varsa atından inmesini söylermiş gibi adamın karşısına dikilmişti. "Burası Gonzales çiftliği, bayım. Ne istiyorsunuz?" "Toprağınıza izinsiz girdiğim için özür dilerim, hanıme­ fendi ... Atım Bessie çok susadı da, acaba ona ..." Lucy boyu­ nu dikleştirip başını kaldırınca Albert'ın sesi soluğu kesil­ mişti. Hayatında böyle bir kadın görmüş değildi: buğday

6 ten, çıkık elmacık kemikleri, dolgun ve şehvetli bir vücut, de­ rin simsiyah gözler. Lucy öyle bir otoriter tavırla hareket edi­ yor ve konuşuyordu ki, adeta bir eski zaman kraliçesiydi. Ta­ mam, diye düşündü Albert. Bu kadın, Wa co'daki okul günle­ rinde bir resmini gördüğü o Mısır prensesi Nefer-bilmemne­ nin yeniden dünyaya gelmiş suretiydi. Albert'ın transa girmiş gibi bomboş gözlerle kendisine baktığını gören Lucy gülümsemesini güçlükle tuttu. O bakı­ şı iyi bildiği gibi, onun ardından, genelde kendisini mıncık­ lamak için kaba bir girişimin geleceğini de çok iyi bilirdi. Ama daha ilk bakışta bu adamın çok sakin ve yumuşak bir tavrı olduğunu sezmişti. "Atınız elbette su içebilir," dedi. "Hatta eğer siz zavallının sırtından inerseniz onu yalağa götürebilirim." Albert bir kahkaha atarak hayvanın sırtından atladı, Lucy de dizginleri aldı. "Siz de epey susuz kalmışsınız," dedi. Ba­ şıyla uzun binanın önündeki kemeri işaret etti. "Siz içeri gi­ rin, ben de Bessie'yi rahatlattıktan sonra size bir şeyler bulu­ rum. Eğer o zamana kadar sağ kalırsanız, yani. Hayahmda sizin kadar zavallı görünüşlü bir sığır çobanı görmedim." "Ben sığır çobanı değilim, hanımefendi, ben vergi tahsil­ darıyım." Lucy'nin suratı kararmışsa da, yüzünde yine de gülümse­ mesinden bir iz kalmıştı. "Öyle mi? O zaman size peynirle kuşüzümü yerine bir iki galeta veririz." Lucy, Bessie'yi yalağa götürüp hayvanın su içmesini bek­ ledikten sonra götürüp bir direğe bağladı. Sonra eve dönüp salon, mutfak ve yemek odası işlevini gören geniş ama ol­ dukça tutumlu döşenmiş odaya girdi. İçeri ayak attığında sö­ zünün yarısına varmışh bile.

.��... Nasıl bir 'vergi' toplayacağınızı düşünüyorsunuz ba­ kalım?" Kız içeri girdiği anda Albert yerinden fırladıysa da, Lucy sabırsızlık belirten bir tavırla oturmasını işaret etti. "Rakamları bir duyalım hele."

7 "Şey, hanımefendi, benim kayıtlarıma göre, Bay Gonza­ les ..." "Senyor Gonzales. Ben onun yeğeni Lucy Gonzales'im. İkimiz de kendimize doğru hitap edilmesini isteriz." "Elbette, hanımefendi. Özür dilerim." Albert şaşkın bir te­ laşla notlarına baktı. "Burada Senyar Gonzales'in iki yıldır hiç vergi ödemedi­ ği yazıyor." "Paranın harcanma şeklini beğenmediği için ödemiyor. 'Radikaller bir yıl iktidarda kalsalar, Teksas Maliyesi'nin ka­ sasında tek bir sent bile kalmayacak,' diyor. İnsanların elin­ den binbir güçlükle kazandıkları paraları alıp zencilere, okullara ve hiçbir yere gitmeyen yollara harcıyorlar." "Ama eyaletin bir okul sistemine ihtiyacı var, hanımefen­ di. Böyle düşünmenize şaştım doğrusu... " Albert, Lucy'nin irkildiğini gördü. "Ben size amcaının duygularını anlatıyordum. Burada önemli olan da odur. Ben onun görüşlerini payiaşıyor olsam bi­ le -ki, ne evet ne de hayır diyorum- bu sizi neden şaşırtsın ki?" Kızınbir anlık böyle aşağıdan alması Albert'ı şaşkınlıktan kekeletmişti. "Şey, hanımefendi, o .. . o izlenime neden kapıl­ dığıınıpek bilemeyeceğim... " "O kadar sinirli olma, çocuk! Aklından geçeni açıkça söy­ lersen insanlar sana daha çok saygı gösterirler. Ayrıca, ben cevabı zaten biliyorum: benim esmer tenim. Ki, onu fark et­ tiğinden hiç kuşkum yok." "Doğru, hanımefendi." "Eh, kör olmadığına göre dikkatini çekmiştir diye düşün­ düm. Bakışların biraz donuk, ama anlaşılan gözlerin iyi gö­ rüyor. Düşüncelerimi de doğru tahmin ettin. Zenciler benim halkım olmayabilirler -ben Meksikalı ve Creek'im-, ama ren­ gi ne olursa olsun, her çocuğun okula gitmeye ve adam ol­ maya, çalışmaya hakkı olduğuna inanırım. Senin gibi aptal

8 beyaz çocukların herşeyi yönetmeye kalkışmayacakları gü­ nün bir an önce gelmesi gerek." Lucy durakladı. "Hey, ço­ cuk, senin adını bile bilmiyorum daha." "Bana çocuk deyip durmazsan sana adımı söylemeyi dü­ şünebilirim." Lucy bir kahkaha attı. "Diklenme zamanın gelmişti doğ­ rusu! Henüz tıraş olmaya bile başlamadığını düşünecektim neredeyse. Kaç yaşındasın sen?" "Yirmi bir." "Hiç göstermiyorsun. Bense on sekiz yaşındayım. Ve sana kimsenin bana kız demediğini söyleyebilirim." "Bahse girerim, başka şeyler de söylüyorlardır. Örneğin, güzel olduğun gibi." Albert gösterdiği cesaret karşısında afallamıştı. "Eğer onlara izin verirsem tabii," dedi Lucy, muzip bir ta­ vırla. "Kendini kornınana ödül olarak sana yiyecek doğru dürüst bir şeyler vereceğim. Belki biraz çiroz ya da bir parça morina balığı." "Buna pek memnun olurum. Ama daha fazla dalga geç­ mezsen de ayrıca memnun edersin beni." "Yazık, hiç şansın yok, çünkü benim huyum böyle. Ama belki de alışırsın." Lucy mutfağa doğru yürüdü. Birden du­ rup döndü. "Peki, adın ne senin?" "Albert Parsons." Lucy yıldırım çarpmışa dönmüştü. "Albert Par... inanmı­ yorum!" "Ünlü falan biri miyim yoksa? Belki de vergileri zamanın- da topladığım içindir." "Sen Spectator'un sahibiydin. Doğru, değil mi?" "Bu kadar kuzeyde okurum olduğunu bilmiyordum." "Bir tek o kurun vardı herhalde -yani, ben. Cleborne' daki mağazada görmüştüm. Tütsülenmiş etierin üzerine konan si­ nekleri kovmak için kullanıyorlardı. Birinci sayfasını ayakta

9 okudum. İşte o kadar. Ondan sonra bir hafta bile kaçırma­ dım, ta Wa co' dan getirtiyordum. 'Albert Parsons.' İşte, bu gerçekten beklenn1edik bir sürpriz!" Kız bir an durakladı. "Tamam, bundan sonra bana Lucy di­ yebilirsin. Esmer tenin1e gelince, onun hakkında bir gün konu­ şabiliriz de, konuşmayabiliriz de .... " Lucy mutfağa dönüp bir tabağa kurutulmuş meyve, peynir, çiroz ve peksirnetdoldurdu. "Yani, bir daha bu taraflara yolum düşerse buraya kabul edileeeğim anlamına mı geliyor bu?" "0, amcaınınne kadar borcu olduğuna bağlı," dedi Lucy, kurnaz bir tavırla. "Bir vergi tahsildarını pek hoş karşıtaya­ cağını sanınamdoğrusu." "Vergi mi? Ne vergisi?" Albert güldü. Kağıtlarını gösteriş­ li bir biçimde karıştırdı. ''Listelerimde Gonzales adı yok ki. Arncan ya bütün borcunu ödemiş ya da yasa gereğince bor­ cuna karşılık gündeliği bir dolara yol ve köprü yapımında çalışmış. Evet, sanırım öyle olmalı." Lucy tabağı getirip Albert'ın önüne koydu. "Pek fazla bir şey değil ama, bir sonra gideceğin yere kadar idare eder." Albert kıza teşekkür edip yemeğe başladı. Ne kadar aç ol­ duğunu unutmuştu. Lucy de adamın karşısına oturacaktı ki, Meksikalı kadın­ lardan biri kapıda belirip ona ispanyolca bir şeyler söyledi. Lucy kadının yanına gitti. Albert biraz ispanyolca anlardı ama Lucy'nin yumuşak konuşmasından, dünyaya sadece kendisine gösterdiği bu sertlikle davranmadığını anlamıştı. Kadın sonunda, "Gracias, senyorita," diyerek gitti. "Bu öğleden sonra ayin yapmak için gezici bir rahip gele­ cekmiş," dedi Lucy. "Amelia tarladan erken ayrılmak için izin istedi." "Dini ayin mi?" "Metodist. Amelia kataliktir ama buralarda o tür kiliseler­ den yok. Doğrusu, Metodist ayinden ne aldığını da anlamıyo­ rum ya. Ayini kütüklerden çatılmış küçük bir yerde yaparlar;

10 orası okul olacaktı ama öğretmen bir ay bile dayanarnayıp git­ ti. Sıralarda arkalık olmadığından uyuklamak bile imkansız­ dır. Amelia en çok açık havada yapılan ayinlerden hoşlanır; orada kendilerinden geçip deliler gibi bağırıp çağırırlar." "Ama sen inanan birine benzemiyorsun pek," dedi Albert. "inandığım çok şey var, ama hiçbiri melekler ve büyük beyaz bir babayla ilgili değildir. Sen inanır mısın ki?" Lucy bu soruyu sanki cevap evet olursa genç adamın önünden ye­ meğini alacakmış gibi sormuştu. 11 Küçükken ailemin zoruyla kiliseye giderdim. Ama o günler çok eskilerde kaldı!" Albert güldü. Neredeyse Ester Teyze'sinin o din ateşinin çocukken az daha kendisine de bu­ laşacağını söylemedi. Ama hayır, diye düşündü, henüz Ester Teyze'ye hazır değil. "O batıl inançlara kapılmadığına sevindim." Lucy, ada­ mın yanına oturup kuru eriklerinden atıştırmaya başladı. 1 1Ben sadece bir kere bir toplantıya gittim. Geçen yıl Dr. Mary J. Walker bu taraflara geldiğinde." "Kim o? Hiç duymamıştım." "Çoğu erkek duymamıştır. Kadın hakları savunucusu. Mary J. Walk er, Brenham' a geldiğinde tren istasyonunda millet onu yumurta yağmuruna tuttu. Konuşmasını bile ya­ pamadı. Ben de onu dinlemek için Hillsboro'ya gittim." "Lucy, bana kalırsa sen erkekler hakkında kötü düşün­ mekte çok acele ediyorsun." Lucy şaşırmış görünüyordu. Kendisine meydan okunma­ sına alışık değildi; yüzünde bir zevk kızartısı belirdi. "Söyle bakalım öyleyse, Bay Editör. Seni dinliyorum." "Geçen yıl yayına başladığından beri Woodlıull and Claf­ lin'i okuduğumu bilmeni isterim. O dergiyi sen de okuyor musun?" "Victoria Woodhull pahalı bir orospudan başka bir şey değil," diyerek, soruyu cevaplamaktan kaçındı Lucy. "Bağımsız her kadına öyle derler."

11 "Bana o lafı söylemeye cesaret edemezler." "Yüzüne diyemezler belki. Ayrıca sen yanlış biliyorsun. Komodor Vanderbilt'in metresi olan, ya da söylentilere göre en azından ona tenkıye yapan kişi, onun kız kardeşi Tennes­ see Claflin' dir." "Ne yapan dedin?" "Tenkıye. Doğuda, en azından kibar çevrelerde moday­ mış diye duydum. Tenkıye müshil gibi bir şey, ama insanın ta içine girip prostatına masaj yapıyor. Yaşlı Komodor da bir delikanlı gibi oluyormuş." "Bana böyle bir şey söylemen büyük cesaret, Albert Par­ sons. Sana kızınam gerek sanırım. Hatta seni hemen kapı dı- şarı etmeliyim." . "Bu rol yapmak olur ve öyle olacağını sen de bilirsin. Ko­ lay kolay şoka uğradığını sanmıyorum. Hatta, doğrusunu is­ tersen, sana rahatlıkla her konudan söz edebileeeğimi hisse­ diyorum." Lucy gülümsemesini saklamaya çalıştı. "Zamanla o da olabilir," dedi. "Ama Bay Parsons, sizinle tanışah henüz bir saat bile olmadı." "Yine de seni iyi tanıdığıını hissediyorum. Böyle şeyler her zaman olmaz ama olduğunda da birdenbire olur. Ve lüt­ fen, bana Bay Parsons demekten vazgeç." "Peki. Gördün mü, her zaman aksi değilim işte. Şimdi bir kahveye ne dersin?" "Çok iyi olur." Lucy mutfağa giderken Albert arkasından seslendi: "So- ruma hala cevap vermedin." "Hangi soruna?" "Woodhull and Claflin'iokuyup okumarlığınısormuştum." "Hayır, okumuyorum," dedi Lucy. "Ve bir şey söyleyeyim mi? Kendimden utanıyorum. Onların dergilerini okumalıy­ dım. Okuyana kadar da o iki hanım hakkında ağzımı kapat­ rnamgereki rdi."

12 Sorusuna sert bir cevap bekleyen Albert, Lucy'nin bu tes­ limiyetine şaşırmıştı. "Aferin sana, Lucy Gonzales!" dedi. "Sağlam fikirleri olan bir kadınsın ve onları sorgulamaktan korkmuyorsun! Senin gibisi az bulunur." Bir an durakladı. "Sana bir şey söyleyeyim mi?" "Söyle bakalım." Lucy'nin sesi çocuksu ve mutluydu. "Seninle gayet iyi geçineceğiz. Seni bir daha ne zaman zi- yaret edebilirim?" "Pek yürekliymişsin doğrusu!" "Sakın bana yine çocuk demeye kalkışma!" "Bessie epey susuzluk çeken bir hayvana benziyor. Onu sık sık getirebilirsin, bir hayvanın ıshrap çekmesine dayanamam." "Bana hayvan mı demek istiyorsun yani?" diye güldü Al­ bert. "Çok sık uğrayamazsın ama. Sen Waco'lusun Albert, ve Waco da buradan altmış mil uzaktır!" "Önümüzdeki birkaç ay buralarda olacağım. Ondan sonra da bir yolunu bulurum. Sen o işi bana bırak, tamam mı? Şim­ dilik buraya uğramak, eyere atlamak kadar kolay benim için."

Ve Albert, dediği gibi sık sık çiftliğe uğramaya başladı. Tahsilat işini mümkün olduğu kadar çabuk tamamlıyor ama Bessie'yi de fazla yarmamaya çalışıyordu. Hayvan yaruldu­ ğunda kulağına atı zevkten kişnetecek ve adımlarını sıklaştı­ racak duygulu şiirler okuyordu. Ancak bazen çiftliğe tekrar uğraması bir haftayı buluyordu. Woodson ve Elbert'in kuze­ yinde kalan bölge fazla meskun olduğundan gidiş gelişleri kolay olmuyordu. Vergi tahsildannın geldiğini duyanlar çı­ kıp elini sıkacakları yerde çoğunlukla tarlaianna kaçıyorlar­ dı. Lucy ise erkeği beklerken huzursuzlanıyor, kulağı, Bes­ sie'nin avludaki ayak seslerini duyabilmek için kirişte olu- . yordu. En kötüsü de günbatımıydı. Günbatımlan herşeyin sonu demek olan kızıl çizgileri yle, Lucy' de hep bir melanko­ li uyandırmıştı. Albert yokken kendisine bodrumda iş bulur,

13 daha önce başkalarının yaptığı kökleri depolama ya da şarap şişelerinin tıpalarını kontrol etme işleriyle uğraşırdı. Ancak Albert'a bu huzursuzluğunu kesinlikle belli etmez­ di. Ta nışmalarının ardından bir iki ay boyunca ona karşı hep iğneleyici ve ters davranmış, erkekten uzak durmaya dikkat etmiş, önüne yemeğini karısıymış tavrıyla koymamış, n1isa­ firine de çiftlik çalışanlarına verdii?\i şarabı çıkarmıştı. Ya lnız kaldıklarında bile konuşmayı kamuoyunu meşgul eden ko­ nulara kaydırmış, ya da, kendisi hakkında pek az şey söyler­ ken, erkeğe ailesini sormuştu. Albert pek öyle kendini beğenmiş biri değilse de, herkes gi­ bi kendisinden söz etmekten hoşlanıyordu. Kızı memnun et­ mek için konuşmanın akışını onun idaresine bırakırdı. Lucy, Waco'yu hiç görmemiş olduğu için onun Wa co'daki hayatını öğrenmek istediğinde Albert da seve seve buna razı gelmiş, kasabanın tek büyük caddesinin iki yanındaki küçük, ahşap binaları, havayı dolduran toz bulutlarıyla at pisliği kokusunu, patiska ve kot pantolon satılan, ara sıra tütsülenmiş et, şurup, tereyağı, peynir ve kahve, çok seyrek olarak da çocuklar için naneli şeker bulunduran tek mağazayı, aynı zamanda kasaba­ nın 'doktoru' sayılan eczacının çoğunlukla kinin ve kalomel satılan eczanesini, sayısı çok olan meyhanelerini ve her tara­ fında tahtakumsu gezinip, aynı yatakta iki müşterinin yatmak zorunda olduğu tek oteli bütün ayrıntılarıyla anlatmıştı. Lucy bir ara, "Sen bütün hayatını Waco'da mı geçirdin?" diye sordu. "Konuşmanda hafif bir Yankee aksanı seziyorum da." "Esaslı kulağın varmış, Lucy. Annem de babam da kuzey­ lidir benim. Babam Maine'li, annem Jersey'li. Onlardan bana da. bulaşmış olmalı." "Göçebesin, demek? Eh, daha kötüsü de olabilirdi." Albert kızın kendisiyle alay edip etmediğini anlayama­ mıştı. "Göçebe mi? Ben 1830'dan söz ediyorum. Alabama'ya,

14 babamın bir ayakkabı fabrikası kurmayı başarıp başarama­ yacağını görmeye gelmişlerdi. Ben Montgomery' de doğdum ve bütün hayatım Güney' de, çoğu da Texas'ta geçti . Savaş'ta Lone Star Gray'lerle birlikte çarpıştım." "Ne? Kuzeyli bir çocuk ve Güney Konfederasyonu, ha! Bence ya birisisindir, ya da diğeri ." Albert sanki soğuk hava çarpmasından korunmak ister­ miş gibi kollarını göğsünde birleştirdi. "Her ikisi de olabilir­ sin, Lucy. En azından ben öyleydim. O zaman henüz on beş yaşındaydım." "Ne zaman?" Lucy sabrının tükendiğini hissediyordu. "Ağabeyim William'ın evinden kaçıp Konfederasyon as­ kerlerine barut dolduruculuğu yaptığım zaman." "Ağabeyin mi? Sen bana bir ağızda kaç hikaye anlatıyor­ sun? Daha sonra ezberlernek için bütün bunları yazmalı mı­ yım yoksa?" Albert göğüs geçirdi. "Eh, sen istedin." "Bir kerede bütün aileni anlat demedim ya ." "Bak, şöyle anlatayım. Annem babarnben beş yaşındayken öldüler. Beni ağabeyirn William büyüttü. En azından bana bir yuva verdi. Ama aslında Ester Te yze ... " -tüh, bunu ağzımdan nasıl kaçırdırn, diye düşündü Albert. Ama arhk çok geçti- "as­ lında beni yetiştiren ve sahip olduğum değerleri öğreten kişi Ester Teyze'ydi. O kadına her şeyimi, en azından kendirnde beğendiğirnher şeyi borçluyum. William bana kötü davrandı demiyorum. O da bana pek çok şey öğretti, daha çok pratik şeyler. Silah kullanmayı, at binrneyi, antilop aviarnayı falan. Tyler Telegraplı gazetesinin sahibiyken dizgiciliği de öğretti." "Ester Teyze onun karısı mıydı?" Albert arkasına yaslanarak içini çekti. "Sana Ester Tey­ ze'den söz etmediğimden emin misin?" Eh, bu işi bir kerede bitirelim öyleyse, diye düşündü. "Ester Teyze ... bir hizmet­ çiydi ... tamam, tamarnbir köleydi... ağabeyimin ailesinde ..."

15 Lucy iskemiesini geri iterek ayağa kalktı . "Bu ağabeyin nerede şimdi? Hala Tyler'da mı?" "Ailesiyle Galveston' a taşındı. Şimdi pamuk tüccarı . Bü­ yük adam. Savaş'ta generaldi." "Sana 'değerlerini' onun öğretmediğinden emin misin?" Lucy odada dolaşmaya, mumları söndürmeye, yerden ötebe­ ri toplamaya başladı. Albert ayağa fırladı. "İnsaf et, Lucy! Ben Konfederasyon Ordusu'na katıldı­ ğımda on beş yaşındaydım! Ateşli bir gençtim, kıpır kıpır­ dım, hepsi bu. Savaşın neden yapıldığını da hala bilmiyo­ rum. Bir heyecana kapıldım, o kadar." "Neden savaşıldığını ben biliyordum." Lucy'nin sesi koca bir morina balığını bütün bir kış için dondurabilirdi. "Savaş, siyahları zincidi olarak tutmak için yapıldı." "Bana eyaletlerin hakları için olduğunu söylüyorlardı. Çok şaşırmıştım. Ben eyaletlerin değil, insanların hakları ol­ duğunu sanırdım. Ama üzerinde fazla düşünmedim. Sa­ vaş'tan önce herhangi bir konuda bir fikrim yoktu, sadece enerjim vardı ve onu boşaltmanın derdindeydim. Fikirlerim daha sonra gelişti." 11Hiç kuşkusuz bana onları da anlatacaksın." Lucy son m umu da söndürdü. "Ama bu gece değil."

Albert zamanla onu da, başka şeyleri de anlattı, ama bir daha ne Konfederasyon Ordusu'ndan, ne de Mississippi'nin batısındaki Konfederasyon süvarİ komutanı Tümgeneral W.H. Parsons'ın emrindeki ünlü Mclnoly Scots'daki hizme­ tinden söz etti. Lucy özellike Spectator'u,o işe başlayacak pa­ rayı nereden bulduğunu ve neden aradan bir yıl geçmeden kapattığını merak ediyordu. "Terhis olunca dünyada sahip olduğum tek şeyi, katırımı, hasat zamanı gelmiş otuz beş dönüm mısır tarlası karşılığın­ da sattım. Sahibi Alınandı ve adamın katın alıp Waco'dan uzaklaşmaktan başka bir düşüncesi yoktu."

16 "Ürünü nasıl topladın? Pek çiftçiye benzemiyorsun da." "Birkaç siyah tuttum, tarlaları avucunun içi gibi bilen öz­ gürleştirilmiş köleler." "İyi yapmışsın." Albert bu defa ötkesine hakim olamadı. "Neyi ima etmek istediğini bilemiyorum ama bundan hoşlanmadığımı söyleye­ bilirim. O adamlar bir iş bulmak için can atıyorlardı; iş bittikten sonra ücret konusunda kazık yemeyecekleri bir iş. Ben onlara paralarını muntazaman ödedim. Ve gururla söyleyebilirim ki, bu, hayatlannda çalışmalan karşılığında aldıklan ilk paraydı." "Pekala öyleyse." Lucy güldü. "Daha yeni tanışmakta oldu­ ğumuzu unutma. Ve ben her şeyden kuşkulanan bir kadırum." "Fark etmiştim. Benim de hayatımda rastladığım en kuş­ kucu kadınsın." Albert'ın gözlerindeki öfke parıltısı tam ola­ rak kaybolmamıştı. "Buna da hakkım var," dedi Lucy, sert bir sesle. "Ama o başka hikaye. Bana hasadı anlatıyordun." Albert kızı daha fazla zorlamamaya karar verdi. "Hep bir­ likte topladık, bütün gün güneş altında, kan ter içinde. Ya lnız bir yerde haklısın: ben çiftçi yaradılışlı değilim. O hasat bana bunu öğretti. Yine de Spectator'u kuracak para kazanmıştım. O para da çoktan suyunu çekti gerçi, yoksa burada vergi tah­ sildarlığı yapar mıydım? Kimse beni muhabir ya da dizgici olarak da işe almadı. .. " "Neden? İşi biliyordun, değil mi?" Albert güldü. "Elbette biliyordun1. Ama bir de ünüm var­ dı. Spectator'u ben kapatmadım. İnsanlar almaz olmuştu. Ba­ na düşman tarafına geçmiş 'kalleş' diyorlardı. Zencilerin çektikleri konusunda çok fazla yazı yazmıştım. Aslında tek kişilik bir işti, her şeyi kendim yapıyordum. Montague ya­ kınlarında ırzına geçerek öldürdükleri sekiz yaşındaki siyah kızın hikayesi ... " Lucy'nin boğazının gerisinden garip bir ses yükseldi. Ye­ rinden fırlarken az daha iskemiesini devirecekti.

17 Sesini bir perde hafifleten Albert, "Beni Cullen Banker'ın En Çok Arananlar listesine sokan da o haber oldu," diye de­ vanl etti. "Cu Ilen o listeyi haftada bir yeniler ve Wa co' da Eagle Meyhanesi'nin kapısına asar." Lucy odanın içinde ileri geri yürüyordu. "Cullen Banker'ı tanıyor musun?" diye sordu Albert. "Elbette tanıyorum! Kim tanımaz ki! Kendisine Sulphur'ın Bataklık Tilkisi denilmesinden hoşlanır. Eğlence olsun diye si­ yahları öldürür. Bazen de beyazları." Lucy birden sel gibi bo­ şandı. "Kölelik günlerinden bin beter şimdi! Bin beter! Ye tişkin zenci kadınlar için de... hayır derneye cesaret ederniyorlar... Beyaz erkekler bunun kendi hakları olduğunu düşünüyorlar, bir şey sorrnuyorlar, rnezatta inek seçer gibi içlerinden birini seçiyorlar: 'Bu sığırı alacağım, darngalayıp arabarna ataca­ ğım ... ' Ben yeteri kadar şey duydum, rniderni kabartacak ka­ dar! Duydun mu? Daha fazlasını duymak istemiyorum." Lucy artık bağırmaya başlamıştı. Albert koşup kızı kolla­ rının arasına aldı. Hıçkırıklar kızın vücudunu sarsıyor, ağzı­ nın kenanndan tükürükler akıyordu. Lucy gözlerini kurula­ madan önce Albert uzun bir süre onu kolları arasında salladı.

Çevrede herkes Albert'ın Lucy'ye ciddi bir şekilde kur yaptığının farkındaydı. Ve o görünür görünmez iki Meksika­ lı kadının gülümsemelerine bakılırsa, herkes de bunu onay­ larnaktaydı. Sığır çobanlarından bazıları 'çok çirkin olduğu için kur yapmaya başka kasahaya geldiği'ni söyleyip alay ederler, Albert da onlara, "Eh, çocuklar, Ta nrı'nın verdiğiyle idare etmeye çalışıyorum işte," diye karşılık verirdi. Albert'a karşı sadece Lucy'nin amcası soğuk duruyordu; ilk birkaç ay neredeyse kibarlık göstermeye bile yanaşma­ mıştı. Sonunda bir gece Albert konuşma arasında 'her an açıklanabilecek olan' yeni vergi listelerine şöyle bir değindi. Ancak tüm vergilerini zamanında ödeyen Senyar Gonzales

18 gibi görevini bilen yurttaşların kaygılanacak bir şeyi olmadı­ ğını söyledi. Gonzales ertesi gece Albert'ı bir kenara çekerek, gayet içtenliksiz bir gülümsemeyle Lucy'yle ilgilendiğini gördüğünü ve iyi bir çift oluşturacaklarını sandığını bildirdi. "Aile üyesi oldun neredeyse," dedi. Fazla bir şey söylemesi­ ne gerek yoktu . Ve rgi konusu bir daha açılmadı ve Senyar Gonzales de genç adama gayet kibar davranmaya başladı. Lucy, Albert' a geceleri iki seçenek tanıyordu: ya açık hava­ da yatardı ya da yatakhanede. Albert kimsenin bir sığır çoba­ nı kadar horlamadığını bildiğinden açık havayı seçmişti. An­ cak sonbaharın sonlarında hava dışarıda yatılmayacak kadar soğumuştu ve Albert'ın, sürekli para almasını sağlayacak ka­ dar vergi tahsilatı yapamadığını kabullenmesinin zamanı gel­ mişti. Yeni bir iş, ya da en azından yeni bir tahsilat bölgesi bulması gerekiyordu, ki bu da bir süreliğine Wa co'ya dönme­ si demekti. Lucy'ye Waco ile Gonzales çiftliği arasının önem­ senecek bir yol olmadığını ve iki haftada bir yine yanına gele­ ceğini söyledi. Erkeğin sevgisiyle güven duyan ve onun şeref­ li bir insan olduğunu hisseden Lucy, Albert'a inandı. Gonza­ les çiftliğine ziyaretlerinde birkaç gün kalabileceğini ve bü­ yük evde kendisine küçük bir oda ayırabileceklerini söyledi. Albert ve Gonzales sözlerinde durd ular, ama Albert'ın sö­ zü daha sıkı bir sınavdan geçti. Wa co'dan kuzeye doğrudan doğruya giden araba yoktu. Olsa bile Albert, delik deşik ol­ muş yollarda ya da taşmış ırmaklarda arabanın arızalanma­ sına veya postayı verip at değiştirmek için sık sık durmasına dayanacak güce sahip değildi. Tek seçeneği, Gonzales çiftli­ ğine kadar altmış millik yolu Bessie'nin sırtında almaktı. İlk seferi geç kalmış bir sıcak dalgasına rastladı ve bu da, ayazın henüz yok edemediği ve Albert'ın sırtından aşağı boşanan tere amansızca saldıran bir kara sinek sürüsünün hışmına uğraması demekti. Ovada su o kadar çarnuriuydu ki, yerli halk 'suyu yutmadan önce çiğnedikleri'ni söylerlerdi. Bessie

19 de, sahibi de temiz bir kaynak bulana kadar susuzluktan öle­ cek duruma gelmişlerdi. Ancak havalar serinledikçe yolcu­ luk daha kolaylaştı ve Albert iki haftada bir düzenli olarak çiftliği ziyarete başladı. İki ziyaret arasında da, Waco'nun kendisine pek düşman olmayan matbaalarında geçimini kıt kanaat sağlayacak kadar bir iş buluyordu. Nihayet bahar ge­ lip de yine vergi tahsildarlığına başlayınca Lucy'yle ilişkisi o düzgün temposuna kavuştu. Bir komşuya yardıma gittikleri zamanlar dışında çiftlik­ ten pek çıkmıyorlardı. Ya kınlardaki Grandview'a yeni yerle­ şen bir çift, ev yapmak için yardım isteyince, beş millik bir daire içindeki bütün sağlıklı insanların oraya gitmesi gerekir­ di. Lucy ile diğer kadınlar yemek ve içeceği sağlarlarken, Al­ bert da kesilen ağaçlan tomruk haline getiren erkeklerle bir­ likte iri parçalan sırıklar yardımıyla öküz arabalarına yükler, sonra da inşaat yerinde bunları, çentik açılması için havaya dikerdi. Diğerlerinin becerileri ve dayanıklılığından yoksun olmasına rağmen, onlar kadar çalışmaya gayret ederdi. So­ luk soluğa kaldığı bir anda Lucy'ye, "Buralarda bu 'eğlence' mi sayılıyor yani?" diye sordu. Lucy bir kahkaha atarak, "Tek eğlencemiz bu," dedi. "Ama suratını asma, iş bittikten sonraki gece, sabaha kadar sürecek dansa bayılacaksın." Gözleri kızarmış Albert şakacı bir umutsuzlukla dizleri üstü­ ne çöküp ellerini yalvarır gibi havaya kaldırdı. Lucy erkeğin kafasını öperek, "Aptal, seninle dalga geçiyordum," dedi. Bölgenin adetlerine göre, bir aile kendisi için önemli bir günü kutlamak isterse çevredeki çiftliklere atlılar gönderip, bir dans düzenlediklerini duyururdu. (Lucy, Albert'a bir ke­ resinde bir partide kemancının zenci olduğunu söyledi. Ada­ mı yörede o güne kadar kimse görmemişti; Lucy iki şarkı arasında adamla konuşmaya çalışmış ama kemancı hemen yanından uzaklaşıp gitmişti.) Bir gün, Albert'la bir komşu­ nun kızının düğününe katıldılar. O akşamın kemancısı bütün gece üç parçanın çeşitli varyasyonlarını çaldı: "Kadril", "Vir-

20 ginia Reel" ve üçünün en sakini, en ciddisi olan "Buffaloyu Vurmak". Albert, Lucy'nin zaten bildiği dans adımlarını ça­ buk öğrendi ve "Reel" sırasında eşini döndürürken özel bir nara atmayı bile keşfetti. Lucy, onun sesinin domuz homur­ tusu ile çoban çığlığı arasında bir şeye benzediğini söyledi.

Taşranın bu eğlencelerine rağmen Albert, çiftçiler arasın­ da pek huzurlu değildi; çocukluğunu sınırlarda geçirdiği ve açık havayı sevdiği halde şimdi bu haline kendisi de şaşıyor­ du. Waco kendisini tahmininden fazla kentlileştirilmiş olma­ lıydı; çok güzel de olsa ıssız mekanlar yerine insanları tercih etmeye başlamıştı ve buzağıları doğumdan hemen sonra mı, yoksa büyüdükten sonra mı damgalamanın daha uygun ola­ cağını tartışmak yerine, Yeniden İnşa'nın değişen yüzünü tartışmak daha fazla hoşuna gidiyordu. Eğer bir gün Wa­ co' dan ayrılırsa, kendisine muhabir veya dizgici olarak daha fazla imkan tanıyacak ve olayların günlük anaforuna kapıl­ masını sağlayacak daha büyük bir yere gitmek isterdi. Ayrıca bu, Lucy'yi de alıp götürme şansını doğurabilirdi. Onunla evlenmek, kendi yuvalarını kurmak istiyordu. Bunu aylar önce açıkça dile getirmişti. Senyor Gonzales ilk başta 'acele evliliğe' karşı çıkmıştı (Albert bu tutumunun becerikli bir kahyayı kaybetmek istememesinden kaynaklandığına emindi). Ancak Gonzales'in talihi birden dönüvermişti: Te­ xas'ın kuzeyindeki buğday tarlalarını beş yıldır eriten çekir­ ge ve hastalık salgını aniden sona erince, kimsenin benzerini hatıriamadığı kadar bol ürün elde edilmişti. Mutlu ve çok daha varlıklı Gonzales bunun üzerine evlenmelerine izin vermiş ve hemen üçüncü bir Meksikalı kadın tutn1uştu. Ancak Albert'ı şaşırtan şey, Lucy'nin, aynı duyguları pay­ laştığını söylemiş olmasına rağmen, kendini geri tutmasıydı. Resmen evlenme teklif ettiği akşam kızın gözleri parlamış ve alçak sesle daha tanıştıkları ilk günde hayatı birbirleriyle ge­ çirmek için yaratıldıklarından emin olduğunu fısıldamıştı.

21 Albert kızı kucaklamış, kalbi yerinden kopacakmış gibi atar­ ken de usulca öpmüştü onu. Ama Lucy erkeğe sarılırken, yü­ zünü bir hüzün kaplamıştı. En azından Texas'ta resmen evle­ nemeyeceklerini biliyordu. Karışık evlilik yapmak suçtu (ama Savaş'tan önce köle kadınların ırzlarına geçen beyaz er­ kekler suçlu sayılmıyorlardı); karışık evlilik yapan çiftler hapse atılabilir, Liberya'ya gönderilebilir ya da diri diri yakı­ labilirdi. Lucy, atalarından birinin yarı Afrikalı olduğunu kimseye açıklamamaya karar vermişti. Albert kızın ruhsal durumundaki değişikliği hissederek onu daha iyi anlayabilmek için kendisinden biraz uzaklaştır­ mıştı. Lucy gülümser gibi yapmaya çalışmışsa da, duygula­ rını saklamayı asla becerememişti. Albert o anda aniden ve kesinlikle kızı neyin rahatsız ettiğini anlayıvermişti. 'Söylen­ tiler' hakkında açıkça konuşmanın vakti gelmişti artık. Konuya şakayla, göğsünü bir sahne soytarısı gibi şişire­ rek, kendisininki kadar başarılı ve yurtsever bir aileye gir­ mekle çok şanslı olduğunu söyleyerek girdi. "Kibar insanlar kuşkusuz," diye burun kıvırdı Lucy. ucan sıkıcı ve kendini beğenmiş, yani'." "Hiçbirinin benim kadar neşeli olmadığını söyleyebilirim." "Eh, benim soyum da seninki kadar şanlıdır," dedi Lucy. Hangi konuya girmek üzere olduklarını çok iyi anlamıştı. O da Albert'ın şakacı tavrını taklit etti. "Hatta daha şanslı. Da­ marlarında pek çok büyük uygarlık dolaşıyor. Sende ise sa­ dece o cılız Ya nkee kanı var." "Ne?" diye alay etti Albert. "Texaslı küçükhanım, büyük­ büyük-büyük amcaının Kuzeybatı'nın ilk yargıcı olduğunu bildirmekle şeref duyarım -kanosu devrilip boğulana kadar, yani. ABernden biri Bunker Hill' de kol unu, bir diğeri Valley Forge' da bir elini kaybetmiştir." "Organlarını korumakta pek başarılı değillermiş demek. Herhalde ileriye değil de, geriye doğru koşuyorlardı."

22 "Ama senin M on tezuma'nın aksine hiç olmazsa kafaları­ na sahip olmayı başardılar." Lucy sevinçli bir çığlık atıp Albert'a sert bir şamar indir­ di. "Sakın benim milletimi aşağılama ... aniadın mı, Ya nkee veledi!" "Sen de benimle vahşi bir kısrak gibi konuşamazsın!" "Ya? Buralarda kısrak falan görmüyorum ben." Albert kızı belinden kavrayıp dudaklarına gürültülü bir öpücük kondurdu. Lucy geriledi, sanki şeker varmış gibi di­ lini ağzının içinde dolaştırdı. "Hah, işte buna tatlı bir öpücük derim," dedi. "Dostça ve sevecen. Ama istekli bir 'genç kıs­ rak' tadı alamadım." "Ağzın çok kasılmış da ondan, içeri hiçbir şey giremiyor." Lucy erkeğe şakadan bir tokat savurdu. "Ben ciddi bir ka­ dınım," dedi. "Koca olarak vahşi bir yeniyetme istemem, o yüzden berbat bir öpüşün olması iyi. Ben esaslı inek duyusu olan bir erkek arıyorum." "İnek dünyanın en aptal hayvanıdır." "Ama söyleneni yapar." "Demek, sen patranluk taslayacağın birini arıyorsun. Ku­ sura bakmayın hanımefendi ama, ihtilal Savaşı kahramanla­ rının soyundan gelenler kimseden, hatta bir Aztek kraliçesin­ den bile emir almazlar." "Ben safkan Aztek değilim." Kız, erkeğin yüzüne baktı, artık zamanının geldiğine karar verdi. "Seni seviyorum, Al­ bert," dedi. "İlkelerin, Spectator' da benim ... ezilmiş halkırnın adına yaptığın tehlikeli çalışman ... O işi seninle paylaşmak istiyorum. Hayatımı seninle geçirmek istiyorum. Ben gurur­ lu bir kadınım, Albert. Kimliğimin hiçbir parçasından utanç duymuyorum. Ama benim sadece İspanyol ve Kızılderili de­ ğil, daha pek çok kan taşıdığıınıbilmen gerekir. Beni anlıyor musun? Benimle evlenmen diğer kısımlarıının da günışığına çıkacağı anlamına gelir ki, bunun bedeli çok ağırdır."

23 "Anlıyorum ve bir süredir de anlamıştım," dedi Albert, sakin bir sesle. "Sen ve ben, benim kim olduğumu biliyoruz. Seninle ya­ şamak ve sağ kalmak istiyorsam bunu sadece ikimizin bilme­ si gerektiğini de biliyoruz." Albert kızı kollarına almak için bir adım ilerledi. "Bunu bü­ tün bedelleriyle kabul ediyorum, Lucy." Ama Lucy erkeği itti. "Benden daha iyisini yap, o zaman. Demek öyle! Ya pmam gerekeni yapacağım ama yaşamak için beni bir parçaınıinkar etmek zorundabırakan bu ülkeye de lanet ediyorum.Lımet edi­ yorum, aniadın mı?" Albert, kızı kolları arasına alarak onu olduğu kadar ken­ disini de avutmaya çalıştı. "Biliyorum, sevgilim," diye mırıl­ dandı. Saçlarını okşarken Lucy ağlamaya başlamıştı. "Biliyo­ rum. Ama biz birbirimize sahibiz. Bunun da bir anlamı var, değil mi?" Lucy gözyaşlarını silerek erkeğin kolları arasından sıyrıl­ dı. "Bir anlamı var elbette... özellikle de bizi öldürmezlerse." Birden gülmeye başlayınca Albert onun ruhsal durumunda­ ki bu cıva gibi değişikliğe şaştı. Lucy erkeğin elini tutup onu eve doğru sürükledi. "Şimdi bana Bessie'ye okuduğun o şiir­ lerden oku bakayım. Lucy'ye kendinden emin ve sesi güzel bir erkeğin ellerinde olduğunu kanıtla."

24 İKİNCİ BÖLÜM

CHICAGO 1873 \ÔI

Eyalet seçimlerinin sonuçlan açıklandığı zaman, Albert, "Kuzeye gitmeliyiz," dedi. "Hem de fazla oyalanmadan. Olay­ lar böyle geliştikçe bizim gibileri zor günler bekler." "Bana bakma ve beni hazır say. Wa co'ya geldiğimizden beri hazırım hem de." Albert güldü, sonra Lucy'yi kollarının arasına aldı. "Daha kolay olacak sanıyordum," dedi. "Sokakta birbirimize doku­ namıyoruz bile." "Eğer hatırlarsan, ben sana böyle olacağını söylemiştim. Sorun bunu nerede daha az yaşayacağımız?" Albert'ın koiia­ nnın arasından sıynldı. "." Albert sanki kararını çoktan vermiş gibi konuş­ muştu. "Bir sürü şey okudum, Lucy. İki yıl önceki Büyük Yan-

27 gın'dan sonra Chicago bir kent olmuş artık. Oraya 'şimşek kent' diyorlar. Ya ngından sadece bir gün sonra, merkez posta­ nesi artık olmayan adreslere bile postayı dağıtıyormuş." "Çok aptalca bir şey. O parayı insanlara başlarını sokacak bir yer bulmak için harcayabilirlerdi." Albert duymazlıktan gelerek devam etti: "O kadar da de­ ğil. Chicago Nehri'ni yokuş yukarı akıtmışlar, sonra da mer­ kez ticaret bölgesini çamurdan çıkarmışlar!" "Sen ne diyorsun, kuzu m?" "İçme suyunu iyileştirmek için! Michigan Gölü'ne dökü­ len nehrin yönünü o yüzden değiştirmişler. Ay rıca, halkı ça­ murdan ve yerel halkın diliyle 'yol elmaları'ndan kurtarmak için çamurun birkaç karış üstünde kaldırımlar yapmışlar." Lucy bir çığlık attı. "Yol elmaları mı? Kent]iler pek de za­ rifmişler! Pisliğe neden pislik demiyorlar ki? Neyse, boş ver. Bana epey inatçı ve dediğim dedik insanlarmış gibi geldi. Chicago insanın yaşayabi/eceği bir yer mi? Benim bilmek iste­ diğim bu. Bana maval okuma." "Her kadernedepek çok fırsat varmış." "Beni kaygılanduan aşağılarda neler olduğu." "Kaygılanmana hiç gerek yok. Ben soruşturdum, hem.de çok soruşturdum." Lucy hayretle gözlerini açtı. "Bana da söylediğin için te­ şekkür ederim." Albert güldü. "Senin o güzel kafanı gereğinden fazla tela­ şa vermek istemedim." "Peki, biraz daha derine inmeye ne dersin? İş ve para gi­ bi, örneğin?" "O kadar derinini bilmiyorum. Ama sana şunu söyleyebi­ lirim: Chicago gazetelerini okudum, günlük gazete satışları çok iyi. Sabahtan başka bir de akşam baskısı çıkarıyorlar, ba­ zıları kadın sayfaları, spor sayfaları açmışlar, hatta roman bi­ le tefrika ediyorlar. Ama yeterli ustalan, özellikle de dizgici­ leri yok. En geç bir haftada iş bulacağımdan eminim."

28 "Gördüğüm kadarıyla çenemi boş yere yormama gerek kalmamış. Ben ne dersem diyeyim, sen taşınmamıza karar vermişsin." "Bu doğru değil ve doğru olmadığını sen de biliyorsun." "Benim tek bildiğim Chicago'nun uzun ve sıcak yazları, karanlık ve soğuk kışları olduğudur." "Ve de çok haydudu, Bayan Parsons," diye alay etti Albert. "Öyle ki, halk geceleri evinden çıkmaya korkuyormuş ve ... " "Bayan Parsons mı? Pek de iyimseriz, bakıyorum!" Albert'ın yüzü sarktı. "Ama söz verdin, Lucy. 'Güneyden çıkar çıkmaz' dedin... " "Ah, benim sersem yavrum!" Lucy erkeğini avutmaya koştu. "Aptalım benim. Seninle elbette evlenmek isterim. Ama kuzeyde izin almanın daha kolay olacağını hiç sanmı­ yorum." "' de ırklararası evlenıneyeizin verdiklerini biliyo­ rum." Lucy omuzlarını silkti. "Bundan bize ne sanki... Bizim bir­ birimize ait olduğumuzu bir eyalet yetkilisinden öğrenme­ ınize gerek yok." "Şimdi tam Victoria Woodhull gibi konuştun." Albert yi­ ne içini bir coşkunun kapladığını hissetti. Lucy erkeğin yüzünü avuçlarının içine aldı. "Chicago'ya gideceğimiz gün kendimi Bayan Parsons olarak tanıtmaya kararlıyım, Albert. Kalbimin gerçeğini dile getirmenin yanı sıra bizi karşılarnalarını yumuşatmak için. Ne olursa olsun, insanlar ayrı ırktan insanlar olduğumuz için bizden nefret edecekler, ama adımın 'Bayan Parsons' olduğunu bilmeleri hiç olmazsa günah içinde yaşıyoruz diye bizden nefret etme­ lerini önleyecektir."

***

29 Aşırı yüklü, yıpranmış valizleriyle Lucy ve Albert, Chicago ve Alton demiryolunun Batı Ya kası istasyonunda trenden in­ diler. Aktarmalar ve rahatsızhklarla süren on günlük bir yol­ culuk yapmışlardı. Ancak trenden iner inmez -duvarların dö­ külen boyalarma ve yerlerdeki diz boyu sigara izmaritine rağ­ men- Albert'ın yüzü heyecanla aydınlandı. "Tanrım, Lucy, şu insanlara bak!" diye gürültüyü bastıran bir sesle bağırdı. "Hayatımda hiç bu kadar insanı bir arada görmemiş tim." "Ve içlerinden tekini bile tanımıyoruz. Eh, pis kokularına bakarsan böylesi daha iyi ya!" Lucy burnunu kıvırdı. "Baksana, bunlar yürümüyorlar, koşuyorlar! Hepsi birden nereye gidiyor bunların?" "Albert, n' olur çıkalım buradan. Gözlerim sanki biber sü­ rülmüş gibi yanıyor." Albert'ın çok gezmiş ağabeyi William, büyük istasyonlann­ da kente yeni gelenleri, hep 'zarif ve ucuz' diye nitelenen ama genelde tek yatağı ve dolabı olan, berbat ve fiyab aşırı yüksek bir otele ya da pansiyona götürmek isteyen 'çığırtkanlar'a kar­ şı tetikte olması için uyarmışb onu. Yine William'ın dediği gibi, Albert kutulanndan birini almak için eğildiği anda çevrelerini saran beş alb kişi, birbirlerini dirsekleyerek valizlerini almaya çalışblar ve falanca falanca yerin erdemlerini, başka yerlerin kötülüklerinisıralamaya başladılar. Bu ani ve gürültülü saldırı karşısında Lu eykorkudan donup kalmışb, ancak Albert hemen otoriter bir tavırla duruma el koyarak, adamlara bir etelde yer ayırtmış olduklannısöyledi ve hepsini başlanndan kovaladı. Her ne kadar yer ayırtmış değillerse de, gidecekleri bir yer vardı: İşleri nedeniyle sık sık Chicago'ya uğrayan Willi­ am, kentin batısında Harrison Sokağı'nda Bayan Wright'ın pansiyonunu tavsiye etmişti. Ağır yüklerinin izin verdiği kadar hızlı hareket ederek dışarı çıktılar ve orada bekleyen at arabalarından birine bindiler.

30 Arabaya binrnek bile başlı başına bir işti. Yolcular yeni 'kuyruklu' arabanın arkasından biniyorlar, sonra sürücüye bilet pa rasını vermek için ta öne kadar yürüyorlardı. Kalaba­ lık nedeniyle insanın elinde kutu, valiz gibi şeyler olmasa bi­ le, güç bir işti bu . Yirmi yolcu taşımak üzere yapılmış araba­ lar kalabalık saatlerde bunun üç katı insan alıyordu. Rahat­ sızlık sadece arabaların tıkış tıkış olmasından değildi. Hava­ landırma da kötüydü; erkek yolculardan bazıları -hele gü­ nün geç saatiyse ve işten eve dönüyorlarsa- sarhoştular ve yanlarından geçenlerin yüzüne puro dumanı üflemeyi pek eğlenceli buluyorlardı. Yeri kaplayan pis samanlar üzerinde ilerlemeye çalışan Lucy'nin önüne, yüzü ve kolları kömür to­ zu kaplı sarhoş bir genç çıktı, şapkasını eline alıp Lucy'yi se­ lamlayarak, "Hızlı yürüyün, bayan, yoksa böcekler kıçınız­ dan içeri girerler," dedi. Şaşıran Lucy olduğu yerde donup kaldığı sırada, arkasındaki adam kaburgalarına bir dirsek in­ direrek, öfkeli bir sesle, "Yürüyelim!" diye bağırdı. Sık duraklar ve delik deşik yollarla araba Bayan Wright'ın pansiyonuna kadar altı millik yolu ancak bir saatte alabildi. Tüm yol boyunca ayakta ve gözleri tutundukları tahta sırık düzeyinde olduklarından kentin hiçbir yerini görmemiş olan Albert ile Lucy pansiyona yorgunluktan bitkin bir halde gel­ diler. Neyse ki Bayan Wright, William Parsons'ı hatırlamış ve kendilerini iyi karşılayarak hemen sıcak su hazırlanmasını emretmiş, evin getir götür işlerini yapan yeniyetme Alman çocuğuna da eşyalarını odalarına çıkarmasını söylemişti. Oda mobilyalı, havadar ve temizdi; bir ay kalmayı düşün­ dükleri bir yere göre oldukça uygundu. Haftada üç dolara rahat bir yatak, kahvaltı ve akşam yemeği (sıcak çörek, soğuk et ve turşu) veriliyordu. Pansiyoncia çoğu aşırı giyimli tuha­ fiye tezgahtarları, sağlıksız tenli terziler, ipekliler ve şifanlar içinde olup her parmağında bir yüzük taşıyan esrarengiz bir orta yaşlı kadın vardı. İlginç biri gibi görünen kadın herkes-

31 ten uzak duruyor, bir şey isternek gerekmedikçe kimseyle konuşmuyordu. Ortak biriktirdikleri para sayesinde Lucy ile Albert ceple­ rinde 265 dolarla gelmişlerdi, ki bu da ortalama bir işçinin ya­ rım yılda aldığı ücret demekti. Paranın küçük bir ev için de­ pozito olabileceğini ummuşlardı; William, Chicago'nun gü­ neyindeki Bl u e Isiand Lan d and Bu ilding Company' den her nasılsa bulduğu bir broşür göndermişti. Yüzde on depozİtoy­ la arsa ve ev satıyorlardı. Ancak hemen ertesi gün, son araba durağından sonra bir mil yürüdükten sonra, yüzde on depo­ zİtoyla satılan yerlerin ev değil, arsa olduğunu öğrendiler. Bundan sonraki iki hafta ev aramakla geçti. On Dördüncü Bölge'nin temeli ve tesisatı olmayan ahşap evlerine bakınadılar bile. Bir ara Güney Yakası' nda, etnik Çekierin yaşadığı bir ma­ hallede, her katında bir ailenin oturduğu, mobilyalı, üç katlı bir apartman bulunca umutlandılar. Ama boş katın rutubetli ze­ min katı olduğunu öğrenince vazgeçtiler. Bir keresinde Chica­ go Nehri'nin, sanayi kuruluşlannın sıralandığı kirli kuzey ko­ lunda, vasıfsız Alman işçilerinin yaşadıkları mahalleye taşına­ cak oldularsa da, Lucy orada yaşayabilmek için soluk almama­ ları gerektiğini söyledi. Sonunda, bütçelerini biraz zorlasa da, kentin merkezi Kuzey Yakası'nda, usta işçi ve zanaatkarların yaşadığı mahalle olan 'demiryolu aparbnanları'nda bir daire kiralamaya karar verdiler. Chicago'ya ayak bashklarının üçün­ cü haftasında yeni evlerine yerleşmiş durumdaydılar. Oturacak bir yer bulma koşuşturmacasma dalmışlarken Lucy, zamanın çoğunu şaşkın bir öfke içinde geçirmekteydi. Her şeye şaşırıyor ve çoğu şeyi de itici buluyordu. Ticari merkezde, on beş yıllık sokak düzeylerini yükseltme projesi tamamlanmaınıştı ve biriken molozlar, kalabalık ve delik deşik caddeler -hatta, çukurlar- Chicago sokaklarında yürü­ meyi tehlikeli bir hale getirmekteydi. Belediye, inşaat firma­ larına, çalışılan yerlerin önüne, kaldırırnlara tahta perde çek-

32 me izni verdiğinden malzerneler sokakları tümüyle kapatı­ yordu . Müteahhitterin çalışma yerleri çevresinde geçici ah­ şap köprüler yapmaları zorunluysa da, bunlar çoğunlukla zayıf ve dar geçitierd i ve yayaların ancak adım adım ilerle­ melerine imkan veriyordu. Üstelik bunlar sadece gündüz tehlikeleriydi. Kente ilk gel­ diklerinde Bayan Wright onlara, sıkı sıkı geceleri sokağa çıkma­ malarını tembih ehnişti. ''Kent merkezindeki sokaklar dolandı­ rıcılar, orospular, sarhoşlar ve gaspçılarla doludur," demişti. Albert ile Lucy, drama düşkün bir havası olan Bayan Wright'ın kentin gece tehlikelerini abarttığı fikrindeydiler. Ancak bunun pek önemi de yoktu: Bütün gün taban teptik­ ten sonra gece zaten sokağa çıkacak takatieri kalmıyordu.

Lucy ile Albert bir gün Hadclock Place'de köşeyi döndük­ leri sırada, önlerinde dört katlı, koskoca bir binanın krikolar­ la kaldırılıp başka bir yere taşınmakta olduğunu gördüler. Onlarca işçi vinçleri ayarlıyor, makaraları sıkıştırıyor ve kala­ balığa yol açmaları için bağrışıyorlardı. Lucy bir çığlık atarak Albert'ın koluna asıldı ve yandaki sokağa çekerek, "Devrilecek! Kaçalım buradan!" diye bağırdı. Albert, Waco' da bilinmiyar olsa da, Chicago' da bina nak­ linin sıradan bir iş olduğunu ve pek kazaya yol açmadığını anlattı. "Bir karınca ordusunun başka bir yuvaya taşındığını düşün," derken, bu yeni otoriter sesinin nereden çıktığını dü­ şünmekten kendini alamadı. "Bu kent çıldırmış!" diye tepki gösterdi Lucy, kendini to­ parlamaya çalışarak. "Her şey yarım, hiçbir iş tamamlanma­ yacak. Sen beni tıpkı bir tuhafiyeci gibi, 'Chicago'nun gör­ kemli yeniden doğuşu' diye palavralar sıkarak kandırdın." "Ama bu gerçekten bir yeniden doğuş, Lucy. Haksızlık et­ me. Dünya, Chicago'nun bu kadar kısa zamanda yaptıkları karşısında gözlerine inanamıyor."

33 "Çok doğru! İnsanın görd üğü en dar alana daha fa zla pis­ lik doldur ve daha çok gürültü yap. O dayanılmaz koku da cabası!" Albert, Lucy'yi rahatlatn1ak için, "Söylentilere göre bele­ diye meclis üyeleri mavnaların burunlarına 'koku kesiciler yerleştirecekmiş." "Hah ha, güleyim bari," dedi Lucy. "Ayrıca gazetelerde nehrin üstündeki kirliliğin çok yo­ ğunlaştığını ve inşaa tçıların beton yerine onları kesip kullan­ dıklarını yazıyor." Lucy gülmernek için kendini zor tuttu. "Ama bunun ınİ­ demdeki bulantıya ya da gözlerimdeki yanmaya bir faydası yok." "Hadi ama, sevgilim." Albert kadını kucakladı. "Chicago hakkında söylediklerinin hepsi doğru. Berbat bir yer oldu­ ğuna kuşku yok. Ama bak, ben ne diyorum: Bir süre sonra bunlara o kadar alışacağız ki, dikkatimizi bile çekmeyecek ve buranın iyi taraflarını da görmeye başlayacağız." Belki, diye düşündü Lucy. Ama kesin olan, bunun daha uzun bir süre gerçekleşmeyeceğiydi. Ancak sesini çıkartına­ yıp erkeğinin kendisini teselli etmesine izin verdi. Albert'ın kokulardan, pislikten ve gürültüden ne kadar az etkilendiğini görüp şaşıyordu. Kendini güçlü biri olarak gör­ mesine rağmen Lucy, nasıl oluyordu da günün büyük bir kıs­ mında kendini hasta hissediyordu? Nehirden gelen pis koku, mezbahadan, bozuk gaz lambalarından ve binlerce bacadan çıkıp öğle göğünü karartan kömür dumanının berbat koku­ larıyla sürekli kusmak istiyordu. Lucy saf Texas havasını özlemişti. Ve dümdüz uzanan uf­ ku. Amcasının çiftliğinde epey koşuşturmaca vardı ama o kar­ gaşa ne de olsa bir amaca yönelik faaliyetle, tamamlanacak iş­ lerle ilgiliydi; uçsuz bucaksız toprakların o yoğun ve uzak sa­ kinliğiyle bir denge oluşturuyordu. Chicago' da ise kökeni bi-

34 linmeyen bir gürültü dört bir yand an üzerine saldırıyor, bir an bile kesilmiyordu. Kent merkezi, sonsuz bir gürültü ve gözle görülen her yerde insanı ürküten bir karmaşaydı: işçilerin bağrışmaları; midye, pişmiş armut ya da baharatlı çörek satan o saldırgan satıcı ordusu; kıskaçları arasında elli kiloluk buz taşıyan buzcular; çıngırakları hiç susmayan bıçak bileyicileri; birbirleriyle sürekli çatışan dilencilerin çığlıkları. İki at arabası çarpışınca, ya da atlar kaçarsa -gündelik olayiardı bunlar- tra­ fik birden düğümleniyorrlu ve birbirine geçen hacaklar ayrıla­ na, sinirler yatışana ve iki yanından ille de birini tutuklamaya kararlı memurlar sarkan bir polis arabasının geldiğini bildiren kulak tırmalayıcı çanlar duyulana kadar da öyle kalıyordu. Sokakların pisliği Lucy'ye gürültü kadar bağucu gelmek­ teydi. Her taraf moloz ve çöp yığınlarıyla doluydu. Ye tersiz kanalizasyon sisteminin işe yaramadığı yerlerde dükkan sa­ hipleri dükkaniarının önündeki pislikleri temizlemek için 'sokak süpürücüleri' tutmak zorundaydılar. Ayakkabıianna bulaşan pisliği o gün dördüncü kere si­ len Lucy, bir öğleden sonra Albert' a, "Bu insanların nesi var?" dedi. "Kent domuz ağılından beter! Bu ıstıraba neden katianıyorlar ki?" Albert'ın, "Herhalde pek umursamıyorlardır," demesi Lucy'yi daha da kızdırdı. "Para kazanma peşinde koştukla­ rından biraz pisliğe aldırış etmiyorlar." "Burada sadece ekabir takım para kazanır, onlar da Praire Caddesi'ndeki salonlarında oturmuş, Michigan Gölü'nden gelen serin esintinin keyfini çıkarırken, ya da yazları Avru­ pa' da bir yerde ona benzer bir salonda otururlarken bu pisli­ ği hiç görmezler. Ben sıradan insanlardan, her gün işe gidip gelenlerden söz ediyorum. Onlar buna neden katlanıyorlar?" "Fazla bir seçenekleri olmadığından herhalde. Belki de bir gün kendilerinin de Praire Caddesi'nde yaşayabileceklerini hayal ettiklerinden."

35 "Bana kalırsa günde on dört saat çalışmaktan kendilerini bile düşünecek zamanları kalmıyor... " Lucy birden sustu. Yü­ zü kızararak karşı kaldırımı gösterdi. "Şuraya bir baksana ." Karşıdaki iş hanının kapıcısı, binanın kazanlarından çıkan beş galonluk kül dolu tenekeleri sokağa boşaltıyordu. Küller şaçlarına ve üstündeki en iyi elbisesine bulaşmaya başlayın­ ca Lucy o kadar siniriendi ki, Albert dışarı fırlamasın diye kendisini tutarken, Lucy ile kapıcı arasında, karşıdan karşıya bir ağız dalaşı başladı ve sonunda kapıcı, 'pis zenci orospu' deyip, bir de tükürük savura rak binaya girdi.

Lucy, Chicago'nun karmaşası altında ezilirken, Albert, da­ ha ilk andan itibaren adeta bir canlılık kazanmıştı. Bir gün yeni bir sekiz katlı -kentin en yükseği- binaya bakarken Lucy'ye, "Bu insanlar sınırlarını bilemiyorlar," dedi. "Gaze­ telerde on katlı Montauk binasının planlarının çizildiğini söylüyorlar. Doğrusu, bu kadar aşırılık hoşuma gitmiyor de­ ğil." Albert adeta bir suçluluk hissederek konuşuyordu. Ken­ di kendine, evet, diye düşündü; burası beni heyecanlandırı­ yor. "Hatta dün gezdiğimiz o otel bile." Lucy ürperdi. "Palmer House'dan mı bahsediyorsun? Gördüğüm en çirkin şey. Giriştİkteki o alçı heykeller, sonra içeri giriyorsun ve karşında sadece para konuşup birbirleri­ nin ayakkabıianna tüküren insanlarla dolu bir salon." "Ben oda servisi için kurdukları o elektrikli haberleşme sistemine bayıldım. Gayet özel bir şeydi." "Herhalde çalışmıyordur, ya da kısa zamanda bozulur. Orasını hiç bitirmeyeceklerini umarım. Bitirseler bile inşallah yine yanar. Bu insanlar bir şeyi tamamlamamaya bayılıyorlar. Böylece hep hummalı bir hareket içinde oluyorlar." Albert, kadının elini tuttu. "Çok aptalca konuşuyorsun." Lucy geriledi. "Nasıl oluyor da bütün bu yıkımlar ve ye­ niden kurmalar arasında kimse kaybedilen hayatlardan, sa-

36 ka t ve evsiz ka lan insanlardan söz etmiyor? Chicago kendisi­ ne bir geçmiş ya da şimdi istemiyor, sadece hiç gelmeyecek bir geleceğin peşinde. Bu sonu hiç gelmeyen bir domuz me­ zadının ortasında olmak gibi bir şey." "Sen yakında Belediye Başkanlığı'na adaylığını da koyar­ sın." Albert elinin tersiyle kadının yüzünü okşadı. "Beni kan­ dıramaclığını bil, küçük bayan." Lucy gülümsedi. Geldiklerinden beri hissettiği duygular­ dan nefret ediyordu: huzursuz ve güvensiz, an�ayamadığı ka­ dar korkak. Hayatı boyunca korkuya karşı savaşmışh; bulun­ duğu çevrenin buyurgan tavırlarını alay konusu haline getir­ diğini bile bile hep dizginleri kendi eline almaya çalışmıştı. Albert'ı yanağından öperek, "Ne tatlı bir şey söyledin," dedi. "Sen bu kadar sakinken benim neden bu kadar sinirli olduğumu bilemiyorum. Oysa sen bütün hayatını New Yo rk'ta, hatta Galveston'da geçirmiş gibisin." "Bu bir yaradılış meselesi ." Albert omuzlarını silkti. "Sen çabuk sinirleniyorsun, ben daha ağırım." Güldü. "Güçlü ve sessiz tip: eski zaman kahramanları gibi." Lucy şakacıktan bir tekme savurduysa da, Albert atik davranıp kenara çekildi.

Ancak Albert, Chicago'ya ayak bastığından beri bir şeye çok kızıyordu: kent halkının, atiarına karşı barbarca davran­ masına. Onların gelişlerinden bir yıl önce, 1872' de, altı hafta­ da binden fazla atı öldüren ve sonra da aylarca devam edip teşhis edilememiş bir at hastalığı olan 'At Salgını' yaşanmış­ tı. Atların çektiği ticari arabalar için kente öküzler getirilmiş­ se de, trafik bir süre durmak zorunda kalmıştı. Albert, atların 'teşhis edilememiş' olan bu hastalığının ne­ denini bildiğine emindi: Sadece hayvanıara kötü davranıl­ ması. Texas'ta da hayvaniara kötü davranıldığını görmüştü, ama kendisi buna her zaman karşı çıkmış, hatta müdahale edebilmişti. Chicago' da ise bu davranışın boyutları ve sıklığı

37 karşısında çaresiz kalıyordu. Hayvanlarını vahşice kırbaçla­ yan ya da güçlerinin ötesine zorlayan onlarca arahacıyı dur­ duramazdı. Ayrıca burada, Johnson kasabasındakinin aksi­ ne, kimin başta olduğunu, kimin sorumlu olduğunu bilmesi­ ne imkan yoktu. Suçlu arahacı mıydı, yoksa atlı araba şirketi mi? Belki de arahacı evine yiyecek bir lokma götürmek için ağır baskı altındaydı ve bu vahşi zalimlik onun açısından bir zorunluluktan doğuyordu ... Albert ın tek bildiği, çocukluğunun bu güvenilir dostlannın böyle kötü davranışlara maruz kalmasına tahammül edemedi­ ğiydi. Bir ahn sokakta sert bir şekilde kamçılandığını ya da hayvanın dizlerini bükecek kadar ağır yük çekmeye zorlandı­ ğını görünce sevgili Bessie'sini hahrlar ve gözleri dolardı. Chi­ cago'nun atlarının neredeyse hepsi bir deri bir kemikti; onlara sıkıntılı günlerde ölmeyecek kadar yem verilir, yaşlandıkların­ da veya hastalandıklarında ise başıboş bırakılıp terk edilirlerdi. Bu durumdan kaygı duyan sadece Albert değildi. Birkaç yıl önce bir grup, Illinois Hayvaniara Zulmü Önleme Derne­ ği'ni kurmuştu. Albert yeteri kadar insan koşulları protesto ettiği takdirde, belediye meclisinin hayvaniara karşı daha iyi davranılması yönünde bir yasa çıkaracağına inanıyordu. Herkesten çok kendine güvenıneyealı ştırılmış olarak yetişti­ rildiği için Albert, başkalarıyla birlikte bir şey yapmak üzere bir araya gelecek biri olmadığının farkındaydı. Bu, onun gö­ zünde doğal bir şey değildi. Ancak yine de derneğe üye ol­ du. Bu dernek, katıldığı ilk örgüttü. İkinci örgütü de Dizgiciler Sendikası'nın 16. Şubesi oldu. Lucy'ye daha önce söylediği gibi, Inter-Ocean gazetesinde ye­ dek dizgici olarak hemen iş bulmuştu. Her şeyi çabuk kavra­ yan bir insan olarak, yeni gravür tekniklerini zaman geçir­ meden kapınca da, Chicago Times' da dizgici olarak tam gün çalışmaya başlayacaktı. Bu arada dizgiciler sendikası üyeliği­ ni herkesten saklıyordu: Çünkü Times sendikacılığın karşı-

38 sındaydı, ayrıca kendisi de kolektif örgütlenmenin yararı, hatta ahHiklılığı konusunda kesin bir karara varamamıştı. Lucy de çalışmakta ısrar ed iyordu. Albert'ın ayda aldığı altmış dolar işçi sınıfı ortalamasından epeyce yüksek olsa da, yine de bu para yoksulluğu göze almadan çocuk sahibi olmalarına imkan vermiyordu. Ayrıca, Lucy'nin bütün öm­ rünü evde getirmeye hiç niyeti yoktu. "Zaten çok oturdum, küllü su hazırlayarak, kül taşıyarak, oturak boşaltarak çok zaman harcadım," diyordu. Albert, Lucy'yi iş bulması için teşvik etmekteydi, ancak kadınlar için evlerde yatılı hizmetçilik ya da fahişelik dışın­ da fazla bir seçenek yoktu. Albert üst sınıf genelevlerin çeki­ ci yanlarını, zarif salonlarını, kültürlü piyanistlerini, Fransız mutfağını ve sevişıneden sonra oynanan körebe oyunlarını hallandıra hallandıra anlatarak kadınla dalga geçiyordu. "Gazetedeki çocukların anlattıklarını bir duysan ... Carrie Watson'un evinde kızlara bedava içki ve morfin bile veriyor­ larmış ... geceleri kocana bile getirecek kadar." Lucy, "Ben de kızlarından havlu başına bir dolar aldığını duydum," dedi. "Clark Sokağı'nda açık pencere önünde blu­ zumu çıkartıp oturursam daha iyi iş yaparım. Egzotik Aztek Kraliçesi. Kısa zamanda zengin olurum. Hatta bir para baba­ sıyla bile evlenebilirim"' "Şahane!" Albert bir kahkaha patlattı. "Servet seni başağ­ rılı, çarpıntılı ve sık sık üşüme nöbetlerine tutulan bir Sinirli Kadın yapar. O zaman diğer hanımefendilerle birlikte din­ lenme kürü için dağlara gidersin." "Orada yatakta yatarım ... " Lucy eteğini, altında kabarık taftası varmış gibi geriye attı, saçlarını bir topuzmuş gibi ba­ şının üstüne kaldırdı. " ... ve düzenli olarak afyon, Bakers Mi­ de Hapı ve belki de arada sırada biraz kokain hidroklorür alının-ka lite kontrolü yapılmış maldan elbette." Sonra kah­ kahalada gülmeye başladı.

39 "Bir dakika, hanımefendi!" Albert, önemli bir hekim tak­ lidiyle bir elini ceketinin içine soktu. "Sıkıntılarınızın teme­ linde cinsel organlarınızın ya ttığının farkındasınız sanırım. Tıp Bilimi kadında cinsel isteğin bir tür akıl hastalığı olduğu­ nu ve kendisi kadar ilişkide bulunduğu erkekler için de teh­ like yarattığını kanıtlamıştır." Lucy, sessizce ellerini Albert'ın pantolon ceplerine sokup uyluklarını okşadı. "Bedeninize hakim olmayı, anormal cinsel arzularınızı fren­ lerneyi ve erkeğin iradesine tabi olmayı öğrenmelisiniz." Albert kadının ellerini ceplerinden çıkarth, kollarını beline doladı. Lucy kollan arasında gevşeyerek bayılmış numarası yaph. "Evet, lordum. Benimle istediğinizi yapabilirsiniz. Emirle­ rinize ama deyim. Ama önce küçük bir soru sorabilir miyim?" Albert, kadının kulağını hafifçe ısırarak, "Çabuk sor," di­ ye fısıldadı. "Sadece şu, efendim: bir kadının 'anormal' cinsel arzu ser­ gilediğini nasıl anlıyorsunuz?" Albert gülmernek için kendini tuttu. "Basit bir test yapı­ yorum, hanımefendi. Parmağımla memesini ve k li tori sini mekanik bir şekilde -yani, şöyle- uyarıyorum." Elini ağır ağır kadının vücudundan aşağı kaydırdı. "Bu pek mekanik bir duygu değil, lordum." "Aha!" dedi Albert yapmacık bir dehşetle. "Dokunuşları­ ma karşılık veriyorsun! Dejenereliğin kesin belirtisi. Derhal jinekolojik bir ameliyata gönderilmelisiniz. Bu kadar ağır bir durumu sadece klitorisin alınması önleyebilir." Ağır ağır ye­ re kayarlarken kadını dudaklarından öptü.

***

Albert tam gün gazetede çalışmaya başladığında Lucy de apartmandaki komşuları arasında birkaç arkadaş edindi. Özellikle de bir kat yukarıdaki tek odalı dairede yalnız yaşa-

40 yan Lizzie Swank'le dost oldu. Albert gibi Lizzie'nin de aile­ si ihtilal'de savaşmış, sonra batıya, lowa'ya göçmüşlerdi. Annesi de aralarında olmak üzere tüm ailesi toplum sorunla­ rıyla uğraşırlarken, Lizzie de arada sırada basma özgürlük yanlısı yazılar yazıyordu. Lucy ile Albert'tan daha çok oku­ muş -liseyi bitirmişti- olan bu kadının verdiği kitapları ve bu arada sözlüğü hevesle okumaktaydılar. Lizzie, Chicago'ya onlardan birkaç yıl önce gelmişti ve ge­ çimini evinde terzilik yaparak sağlıyordu. İş imkanlarını ko­ nuşurlarken Lucy'ye, "Fazla bir seçeneğin yok," dedi. "Bazı meyhaneler kadın garsonlar kullanmaya başladılar ama ücret­ ler çok düşük ve iş, nasıl diyeyim, biraz 'şüphe uyandına'." Gözleri hınzırcasına parlayan Lucy, "Nasıl yani?" diye sordu. "Müşterileri sarhoş etmem mi gerekiyor?" "Tam üstüne bastın. Ancak bu işin kullanılan tanımı şöy­ ledir: 'Gerekli kadınsı kurnazlıkların tümünü kullanarak er­ kek müşterileri içmeye teşvik etmek."' "Eğer öyle ise, o zaman lüks bir geneleve girip gerçek pa­ ra kazanabilirim." "Tabii, fabrikalarda çalışmayı da deneyebilirsin." Liz­ zie'nin çatılan kaşları bu seçenek hakkındaki fikrini ortaya koyuyordu. "Kadınları günde en az on, en çok on dört saat çalıştırıyorlar." "Bunlar çiftlikte normal çalışma saatleri ama." "Ve böyle yerlerde yemek ve yatak yok. Arkadaşlarımdan biri, düzinesi yirmi iki sentten dantel yaka yapıyor; on iki sa­ atte altmış altı sent kazanıyor. Kötü beslenmeden dolayı yü­ zü tebeşir rengini aldı." "Ama bu kölelik!" diye bağırdı Lucy. "Ben köleleri özgür­ leş tirdiklerini sanıyordum." Lizzie, Lucy'nin bu sözü rastgele mi söylediğini, yoksa gizli bir konuşma mı başiattığını anlayamayarak, soru sorar­ casına baktı arkadaşının yüzüne.

41 "Çok daha beter hikayeler var. Ta nıdığım bir kız ha lı diki­ şinde çalışıyor. Elleri yara bere içinde ama bir inşaat yerinde sakat kalmış kocasına bakabilmek için ça lışmak zorunda. Patronu halı kenarlarını bedavaya diktiriyor, 'işin bir parça­ sı' demiş. Zaten hep böyle 'parçalar' yüklerler." Lizzie içini çekti. "Arkadaşım Mary Perkins geçimini ceket dikerek sağ­ lıyor, ceketleri her gece kolalı suya batırıyor ve ütülüyor, bu iş için de para almıyor. Sofraya bir tabak yemek koymak için hemen her gece sabahlara kadar çalışıyor. Sen para kazanan bir kocan olduğu için şanslısın. Bu kentte yalnız yaşayıp da açlıktan ölen çok sayıda kadın var." "Ben çalışmaya kararlıyım," dedi Lucy, umutları kırılmış­ çasına. "Çalışmalıyım." "O zaman en iyisi bir hizmetçilik düşün. İstesen de iste­ mesen de başka iş yok." "Yarım günlük hizmetçilik diye bir şey var mı? O zaman yatılı kalmam ve akşamları eve Albert'a dönebilirim." "Bu tür işlerden arada sırada söz edildiğini duydum. An­ cak yatacak bir yer, yiyecek bir lokma ve eski elbiselere ihti­ yacı olan o kadar çok iriandalı kız var ki. Kibar hanımlar sa­ bahları şömineleri yakmayacak ve geceleri gaz lambalarını söndürmeyecek birini neden tutsunlar? Zaten öyle bir işte sen fazla dayanamazsın, Lucy! Gördüğüm kadarıyla sen kimseye boyun eğmezsin." "Benim fazla yeteneğim yoktur. Doğru dürüst bir eğitim almadım, sadece rakamları ve aşağı yukarı düzgün bir cüm­ le yazmasını öğrettiler. Ama çok dayanıklı ve çalışkanım. Belki de bir hırsız falan olabilirim." Lizzie güldü. "Onlar erkek işi. Ve o işlerde uzun bir bek­ leyenler listesi vardır." "Eh, o zaman başka seçeneğim yok demek. Yarım günlük hizmetçilik imkanı var mı diye araştırmaya başlayacağım he­ men."

42 "Denemekten zarar gelmez. Ama işçi bulma kurumların­ dan uzak dur. Onların çoğu bir gecelik yerlerdir. 'Başvuru ücreti'ni aldıktan sonra hemen ortadan kaybolurlar. Ben se­ nin için iyi bir büronun adresini alayım, hizmetçi kızlarla iş­ verenlerinin birbirlerine uygunluklarını araştıran bir yer." Lizzie sözünü tuttu ve Lucy, bir öğleden sonra Bayan Bur­ ke'ün iş bulma bürosuna gitti. Bir odada kadife elbiseli ve kat kat dantel etekli üç dört zarif bayan oturmuşlar, sabırsızca bek­ leşiyorlardı. Birinin üzerinde özellikle geceleri giyilen lama de­ risinden ceket vardı. Yüzünü boyadığı bizmut ve arsenik karı­ şımı, tenine o zamanın modası olan ölü beyazlığını vermişti. İs­ kemle olmayan yan odada ise çoğu yeni gelmiş, sağlıklı görü­ nen göçmen bir genç kızlar sürüsü, mevcut bir iki işe koşullar ne olursa olsun seçilmek için doluşmuşlardı. Lama ceketli kadın kıziann beklediği odaya gitti, hepsini gözucuyla şöyle bir süzdükten sonra, "İğrenç bir şey!" diye yüksek sesle konuştu. "Bunların içinde kibar evlere girecek tek bir kişi bile yok." Ve sonra eteklerini toplayıp gitmek üzere döndü. Luey kadının arkasından, "Öyle orospu gibi takıp takış­ tırmışken, sen kibar bir evin nasıl olacağını ne bilirsin!" diye ba­ ğırdı. Bir anda nereden çıktığı belli olmayan iri yan bir adam Lucy'yi kolundan yakaladığı gibi sokak kapısından dışarı atlı.

Bu olay üzerine Lucy kararını vermişti. Evde oturacak ve parça başı iş alacakh; her gün tembel kadınların kaprislerini tatmin etmek ya da kocalarıyla oğullannın tacizine uğrayıp aşağılanmaktansa, daha düşük ücretle çalışacaktı. Lucy çocuk­ luğunda dikiş öğrenmişti. Kurdelelerden güller, kadife biyeler, ipekli astarlar ve hatta Medici yakalan yapmayı bile biliyordu . Lizzie onu öğüt verecek, iş bulacak ve müşteri gönderecek ter­ zilerle tanıştırmaya söz verince, terziliğe başlayabileceğinden hiç kuşkusu kalmadı. Evde çalışmanın kötü yanı, istememesi­ ne rağmen ev işleri de yapmak zorunda kalrnasıydı.

43 Chicago' daki ilk yıllarında Lucy ile Albert evlerine sade­ ce birkaç parça mobilya alabilmişlerdi. Küçük odanın nere­ deyse tümünü kaplayacak büyük demir bir karyola ile bir şilte; günlük yıkanmaları için leğeni ve ibriğiyle bir masa, bir dik arkalıklı iskemle ve giysilerini koymak için bir sandık. 'Oturma' alanı olarak kullanılan ikinci odada ise iki gaz lam­ bası, bir Alman sokak satıcısından aldıkları elden düşme iki küçük, bodur koltuk ve duvarda da günün popüler 'kro­ mo'larından biri vardı: batı yayialarını gösteren bir yağlıbo­ ya tablonun renkli taşbaskısı. Kalan alanın büyük bir kısmı Lucy'nin terziliğine ayrılmıştı. Albert küvetin üzerine bir tahta koyup üstünü muşambayla kapıayarak bir çalışma ma­ sası yapmıştı. Lucy masa kullanılmadığı zaman üstüne ört­ rnek için bir örtü örmüş ve pencerelerden görünen çöplüğe dönüşmüş arka sokağı görmemek için perdeler dikmişti. Evi küçük bir buzluk ve kocaman ocağıyla, mutfak köşe­ si tamamlıyordu ve bu köşe Lucy'ye hiç hoşlanmadığı o sü­ rekli tekrardan oluşan işleri çıkarmaktaydı. Günde bir kere eve temiz su taşır, birkaç kere de kirli bulaşık sularını, çöpü, kurumları dışarı götürür ve ayrıca apartmanın arkasındaki küçük kulübedeki tuvaletten insan pisliğini toplardı. Sonra lambalara gaz almak için sık sık mahallenin oduncusuna gi­ der, lambaları temizleyip doldurur, fitilleri keser ve değişti­ rirdi ki, bunlar günlük olarak, hatta günde iki kere yapmak zorunda olduğu işlerdi. Kömürlü ocak ise ateşi yakıp kolla­ mak, külleri boşaltmak, sobanın pasıanmasını önlemek için yüzeyini kazıyıp boyamak gibi daha bir özen isterdi. Lucy günün kalan kısmını yiyecek alıp yemek hazırla­ makla geçirmernekiçin pazara gitmez, alışverişini bütün gün kapının önünden geçen sokak satıcılarından yapardı. Bu sa­ dece vakit kazanmak için değildi: Çok geçmeden doğrulanan bazı söylentilere göre büyük bakkallar çürümüş sebze ve meyveleri boyayıp renkli kağıtlara sarıyariardı ve kıymaya da kıyılmış bağırsaklardan talaşa kadar pek çok şey karıştı-

44 rılmaktaydı. Çoğunluğu İtalyan olan sokak satıcılarından süt ürünleri, et, buz ve kömür; Alsaslı Yahudi satıcılardan da ara sıra kendine özel bir şey ya da ucuz bir giysi, süslü bir ta­ rak, kışlık yün çoraplar alıyordu. Albert ile Lucy birkaç ayda, kente alışmış sayılırlardı. Doğrusunu söylemek gerekirse kent hayatına Albert daha çok, Lucy daha az alışabilmişti. Gazete yaşantısının temel ru­ tinlerini zaten bilen Albert için, o güne kadar görmediği bir tempoyla çalışan Ch icago Times heyecan verici bir yerdi. Ga­ zete bürosu Randolph Sokağı'nın Haymarket bölgesinde, kent merkezinin hummalı faaliyetlerinin yaşandığı ticaret semtinin kalbindeydi. Ancak Albert yine de kendi sakin tem­ posunu korumayı başarmıştı. Lucy ilk birkaç haftadan sonra kent merkezine pek seyrek gitmeye başladı. Korse halenası falan gibi özel şeyler almaya gittiğinde de o derin kanyonlar ve dumandan kararmış gök­ yüzü huzursuzluk duygularını geri getiriyordu. Bunun ne­ denini anlayamıyor, anlamadığı için de huzursuzluğu artı­ yordu. Oysa çiftlikteyken gayet cesurdu, sarhoş bir çobanla karşılaşmaktan korkmadığı gibi, ani sel baskınlarında bile korkan insanları hiç çekinmeden suçlardı. Bu yeni huzursuzluk duygusu o kadar alışılmadık bir şey­ di ki, onun kendisinin gerçek bir parçası olması mümkün de­ ğildi. Zayıflığı ve saçmalamayı bırakıp eski Lucy gibi -John­ son Kasabalı Lucy gibi- davranmaya karar verdi. Kent merke­ zinin o garip ürkütücü tehdidinden mümkün olduğu kadar uzak kalacakh artık. O da Albert da, Chicago'yla, birbirinden farklı yöntemle­ riyle anlaşmaya giriyorlardı.

***

Eylül sonlarında bir gün, Albert dizgi makinesi başında sayfaları bir arada tutan metal çerçeveyi çıkarmakta ustalaş-

45 maya çalışırken, başka bir bölümden bir işçi gelerek, 'Phila­ delphia' daki ]ay Cooke ve Şirketi mali kurumunun 'faaliyet­ lerini durdurduğu' haberini verdi. Herkes uzun zamandır beklenen ekonomik felaketin geldiğini anlamıştı. Dizgi oda­ sındaki işçiler işlerini bırakıp bir araya toplanarak, yakında başlayacak olan işten çıkarmaları, bunun ne kadar yaygın olacağını ve toz duman yatıştığında geride kimlerin kalaca­ ğını konuşmaya başladılar. Aradan birkaç hafta geçince felaketin çok kapsamlı olaca­ ğı ve vahim sonuçlar dağuracağı anlaşıldı. Cooke and Coın­ pany'nin çöküşünün borsada başlattığı panik, aracı kurumla­ rı, sigorta şirketlerini ve banka iflaslarını tetikledi. Büyük çap­ lı bir çöküş söz konusuydu. Bir gece içinde devasa bir işsizler ordusu ortaya çıktı ve çoğu kiralarını ödeyemedikleri için ev­ lerinden atılan insanlar, iş ve barınak bulmak için Chica­ go'nun ve diğer büyük kentlerin sokaklarını aşındırmaya başladılar. Allıert'la Lucy komşularına kıyasla kendilerini şanslı gö­ rüyorlardı. Ekonomik çöküşün bir iki hafta sonrasında apartmanlarındaki ailelerin tümü bunalmaya başlamışlardı. Lucy yakınlardaki bir tekstil fabrikasına yaptığı işlerin bir kısmını düşük ücretle de olsa korumayı başarabilmişti. Al­ bert da işe devam edebilmişti. Chicago Times, işçilerinin beş­ te birine yol vermiş, ancak dizgideki hızı ve ustalığı nede­ niyle, aylığı altmış dolardan kırk iki dolara indirilerek de ol­ sa Albert alıkonulmuştu. Aileler içinde en kötü durumda olan, zemin kattaki beş çocuklu koyu Katalik Joe ve Margaret Hennesey'ydi. Joe taş ustasıydı, Margaret ise parça başı çalışıyordu. Birer hafta arayla ikisi de işlerini kaybetmişlerdi. Hiç birikmiş paraları yoktu ve kirayı da zaten ay sonlarında güçlükle denkleştir­ diklerinden, aile açlıktan ölme tehlikesiyle karşı karşıya kal­ mıştı. İlk olarak değerli iki eşyalarını rehine verdiler: Joe'nun, gençliğinde Montana' da Butte madenierinde çalışır-

46 ken satın aldığı gümüş kemer tokası ve Margaret'ın da on beş yaşında İrlanda'dan gelirken annesinin ayrılık armağanı olarak verdiği emaye broşu. Hennessey'lerin üç büyük çocuğu da ara sıra çalışarak evin geçimine ka tkıda bulunuyorlardı. Dokuz yaşındaki oğ­ lan sokakta tahta kibrit ku tusu satıyor, on bir yaşındaki ço­ cuk da gazete satıcılığı yapıyordu. On dört yaşındaki Sheila ise okuldan sonra diğer çocuklarla birlikte paçavra topluyor, fabrika atıkları arasından kumaş parçaları bulup, bunları, koltuklara kı tık olarak kullanılmak üzere satıyordu. Üç çocu­ ğun toplam kazancı sabahları sofraya yumurta, incecik di­ limlenmiş et ve şekersiz kahve koymaya ancak yetiyordu. Günün geri kalan öğünleri için yiyecek bir şey bulmak so­ rundu. Margaret, Chicago Ya rdım Derneği'ne başvurduysa da, istekleri ilk başta reddedilmişti; Dernek kimin yardıma hak kazandığını saptayan 'bilimsel' formülüne göre Hennes­ sey'lerin kendilerini geçindirebileceklerine karar vermişti: eğer aile 'düzensiz alışkanlıkları ve müsriflikleri'nden vazge­ çerse (bu konuda da iki örnek verilmişti: Joe'nun tütün kul­ lanması ve Margaret'ın bir kez çocuklan Anılar Evi'ne, Bü­ yük Ya ngın' dan kalan erimiş metal yığınını görmeye götü­ rüp kişi başına iki sent giriş ücreti ödemesi) kendi başlannın çaresine bakabilirlerdi. Margaret olanları anlattıktan sonra Lucy, "Yani her sabah kahvaltı ediyorsun diye de azarlamadı/ar mı seni?" diye sor­ du. Kadını ikinci bir başvuru daha yapması için teşvik etti ve -belki de sert kış başladığı ve her gece sokaklarda insanlar donup öldükleri için- Dernek bu sefer az da olsa insafa geldi: Hennessey'lere iki günde bir yiyecek sepeti ile biraz odun vereceklerdi. Ancak Margaret bu yardırnlara eşlik eden 'çok çalışma ve nefsine hakim olma' konferansiarına dayanama­ dığından, bir ay sonra derneğin yardımını reddetti. Lucy ile Albert, Hennessey'lere haftada iki dolar 'borç'

47 vermekte ısrar ettiler. Ayırabildikleri bütün para buyd u. Liz­ zie Swank de iki haftada bir, kendi dar bütçesinden yarım dolar yardım yapıyordu onlara. Ancak kötü ta lih ailenin pe­ şini hiç bırakmıyordu. Sadece yiyecekleri değil, evlerindeki tencereler, tabaklar, soba ve hepsinden önemlisi, değerli Sin­ ger dikiş makineleri de dahil neredeyse herşeyleri taksitle alınmıştı. Ta ksitleri ödeyemeyince eşyalarının birer birer gö­ türüldüklerine tanık oldular. Son giden dikiş makinesiydi ve haciz memurları gelip onu götürürlerken, Lucy hüngür hün­ gür ağlayan Margaret'ı kolları arasında tutuyordu. Ne yazık ki daha kötü günler de gelecekti. Lucy bir öğle­ den sonra bir eteğin belini teyellerken, Margaret ağlayarak içeri daldı ve on bir yaşındaki oğlu To m'un çalıntı malları re­ hinciye satmaya çalışır ken tutuklandığını söyledi. Ya pılan so­ ruşturma sonunda Tom'un bir sokak çocukları çetesiyle ilişki­ si ortaya çıktı. Kentte böyle bir sürü, yaratıcı, hayatta kalma yolu bulmaya çalışan sokak çeteleri doğmaya başlamış tı. Ço­ cuklardan biri kalabalık bir sokağın ortasında sara nöbetine tutulmuş rolü yapıyor, dehşete kapılan halk da aceleyle ora­ dan uzaklaşırken çocuğun eline birkaç kuruş sıkıştınyorlardı. On iki yaşındaki bir kız da görenleri acıya boğacak bir 'topal' olmuştu; kırık koltuk değnekleriyle yürümeye çalışırken eli dilenrneküzere açık bulunurdu; kimi zaman bu r<;>ldensıkılır , sahte bir protez çıkarır, ya da kendini pis sargı bezleriyle sa­ rardı. Çete, Praire Caddesi' n deki konaklara kendi özel kartvi­ zİtlerini de bırakınayıihmal etmezdi: mesela kapı zillerini ça­ larlardı, Marshall Field'ın evinin bahçe kapısını menteşelerin­ den sökmüşlerdi; Pullman konağının bahçesine de kocaman bir 'İşkembe ve Domuz Paçası' tabelası dikmişlerdi. Polis, çocukları tehlikeli suçlular olarak görüyordu. To m, yargılanmadan doğruca kentin dışında hem hapishane, hem tımarhane, hem de evsizler için barınak olarak kullanılan üç katlı, tuğla bir bina olan Dunning'e gönderildi. Margaret hıç-

48 kırıkları arasında, o güne ka dar Dunning'i duyrnarnış olan Lucy'ye, orasının Chicago'nun en korkunç binası olduğunu anlatarak, "Yaramazlık yaptığında To m'u oraya göndermek­ le korkuturdum," dedi. Lizzie, Margaret'a duyurmamaya çalışarak, o yer hakkın­ da bildiklerini anlattı Lucy'ye. "Bir kız arkadaşım çok çalış­ maktan ve yetersiz yiyecekten sinir krizi geçirince Dunning' e gönderilmişti. Aralarında tek bir kibar insan olmayan çalı­ şanlar, kızcağızın yırtık çoraplarına kadar her şeyini çaldılar. Binadaki iki 'doktor' bütün hastalıklara aynı reçeteyi yazan deneyimsiz iki tıp öğrencisiydi. Ye mekler ise sulu çorba, küf­ lü ekmek ve 'D.Ö.', yani 'demirci önlüğü' diye adlandırılan sertlikte bir tür 'et'ti." "Ben böyle bir şeyi kabul etmezdim!" dedi Lucy. "Ah, Lu ey, Chicago hakkında daha öğreneceğin o kadar çok şey var ki! Derdini kime anlatırdın? Dunning müdürüne mi?" "Evet, orayı kim yönetiyorsa ona." Lizzie sanki komik bir şey duymuş gibi başını salladı. "Birkaç yıl önce Dunning skandalı koptuğunda sen burada değildin." "Ne skandalı ?" "Bağırıp küfür etmeyeceğine söz ver ama: Müdürün on yedi yaşındaki kızını, baş yönetici olarak atadığı ortaya çıktı; başhekim de yıllardır, yeni ölenlerin cesetlerini mezarlann­ dan çıkartıp tıp fakültelerine tanesi yirmi dolara satıyormuş. Anlaşıldığı kadarıyla gayet karlı bir ticaretmiş." "Boş tabutları ne yapmış?" diye sordu Lucy, sakin birses­ le. "Büyük Ya ngın'ı başlatmak için mi kullanmış? Gördün mü, bağırıp küfür etmeme gerek kalmadı işte."

To m'un gönderildiği gün, Margaret sakince gelip Lucy'ye, ''Tommy' ciğim Dunning'de çok kalmayacak. Bu ka­ darına yemin edebilirim," dedi.

49 "Peki ama onu salıvermeleri için mahkemeden nasıl karar çıkartacaksın?" Lucy, Margaret'ın niyetini pek anlanıamıştı. "Bu para demek. Hem de bizlerde bulunandan çok fazla para." Üç gün sonra Lucy, Hennessey'lere gittiğinde kapıyı ardına kadar açık buldu. Dairede son kalan eşyalar da boşaltılmışh ve Hennessey'ler gitmişlerdi. Lucy önce mal sahibinin onları çı­ karthğını sandıysa da, mal sahibi de herkes kadar şaşkındı. Aradan aylar geçtikten sonra komşularından Kruger adlı bir genç başını alıp gittikten bir süre sonra ailesini ziyarete döndüğünde, içlerinde küçük Tom da olan -her nasılsa Dun­ ning'den kaçırılmıştı- Hennessey ailesini, Des Moines' dan batıya giden bir yük katarında gördüğünü söyledi. Onlar da ülkenin içinde, oradan oraya dolaşan işsiz ve evsiz barksız­ lar ordusuna katılmışlardı. Kruger, "Köprü altlarında, sa­ manlıklarda ve kümesierde yatan insanlar gördüm," dedi. "Iowa' da beş kişilik bir ailenin eski bir kireç ocağında yattık­ larını ve o gece, bir çökme sonunda ezildiklerini duydum." Lizzie şaşkına dönmüştü. "Peki, bu insanlar ne yiyip ne içerler?" "Kasaba yetkililerinden arada sırada yardım alırlar, bir­ kaç günlük bir çiftlik işi bulur ya da sokak süpürücülüğü ya­ parlar." Kruger sonra çekinerek, "Ve hırsızlık yaparlar," diye · ekledi. Hennessey'lerle bir iki kelime konuşabildiğini de söyle­ mişti. Trenin birkaç dakikalık duruşu sırasında, yakındaki bir su kanalında alelacele yıkanmaya çalışıdarken görmüştü onları. Margaret'ı selamladığında kadın boş gözlerle yüzüne bakmış, sonra başını çevirmişti. Joe Hennessey ise, maden­ Ierde bir iş bulmayı umduğu batıya gittiklerinden başka bir şey söylememişti. Lucy, Hennessey'leri bir daha ne gördü ne de kaderleri hakkında bir şey duydu.

so Lucy, Lizzie'ye, "O Bay Gianni bugün yine sokaktaydı," dedi. İki kadın artık işlerini Parsons'ların dairesinde birlikte yapıyorlardı. "Gianni mi?" "Arada sırada at arabasıyla sebze falan satan adam var ya, o işte. Malları pek taze değil ama, kendisi o kadar bitkin görünüyor ki, her geçtiğinde ondan en azından bir iki doma­ tes almaya çalışıyorum. Kızının nasıl olduğunu sorduğumda az daha ağlayacaktı. Fazla bir ingilizeesi de yok. 'Sophie' ci­ ğim fabrikada var çok çalışmak. .. malzeme kötü ... iğne kır­ mak. .. para ödemek..' dedi. Önce ne dediğini anlayamadım, ama sonra paltasunun kalın kumaşını parmakları arasına alınca, bana kızının diktiği kaba kumaşları anlatmak istediği­ ni fark ettim. Kumaş, makinenin iğnesini, zaman zaman da aynasını kırıyormuş." Lizzie bilmişçe başını salladı. "Ustabaşı, Gianni'nin kızıyla diğer kızlara iğne için beş sent, ayna için de elli sent ceza kesiyormuş. Kimi zaman haf­ ta sonunda evlerine bir sent bile getiremiyorlarmış." "Üstelik bu kırılmalar onların suçu değil," dedi Lizzie. "Onlann tek suçu yoksulolmak. Kıziann çalışırken vakit ge­ çirmek için birbirleriyle konuşmalanna bile izin verilmiyor. Oğlunun durumu daha da kötü.Çocuk henüzsekiz yaşında ve günde on saat sucuk doldurup kasalan temizleyerek çalışıyor, bütün bu süre boyunca mezbahanın dizlerine kadar çıkan su­ yun içinde, pis havayı soluyor. Çocuk birkaç hafta önce Pazar günü eve arabayla getirildi. Yaşlı bir adamdan farkı yok. Ah, Lizzie, bir şeyler yapmalıyız! Ne yapabileceğimizi bir bilsem ... "

Albert ceketini çıkarhp yorgunluktan yığılır gibi çöktü kol­ tuğa. "Dışarısı felaket. Böyle bir ıshrap hayal bile edilemez." Lucy, sanki kendi hayatında yeteri kadar sefalet yokmuş gibi, birden katılaştı. Ama Albert'ı daha önce hiç bu kadar sı-

sı kıntıh görmediğinden yumuşak davranmaya karar verdi. Sa­ kin bir sesle, "Tahmin edebiliyorum," dedi. "Biz de Lizzie'yle bütün gün bunu konuşuyorduk." Albert kalkıp, odayı arşınlamaya başladı. "Times olup bi­ tenlerin ancak bir kısmını yayınhyor. Bugün muhabirierden birine şikayet ettim, öğle tatilinde tanık olduğum bir sahneyi anlatmaya çalıştım. Ama boş boş yüzüme bakıp, 'Gazete sa­ hipleri kamuoyunu aşırı nahoş haberlerle korkuya sürükle­ mek istemiyorlar,' dedi. Sanki kamuoyu, kendi ailelerin ahır­ larda yatmaları ve bir lokma yiyecek çaldıkları için hapse atılmalanyla dehşete kapılni.ıyormuş gibi!" Albert hamurda­ narak koltuğa oturdu. "Bu büyük bir rezalet, bu ... " "Lizzie'yle ben de aynı şeyi söylüyorduk. .. olup bitenler yöneticilerin urourunda değil ve bizler ne yapacağ1mızı bile­ miyoruz ... Öğle saatinde ne oldu?" "Canını sıkacak şeyler işte... boş ver şimdi ... " "Anlat, Albert. Bilmek istiyorum." Albert bir an durakladı. "Küçük bir kız.... " diye başladı, ama sonra yine sustu. "Anlat dedim, Albert!" "Bir sebze arabasının arka tarafında bir kalabalık toplan­ mıştı.. .. taze sebze falan sattıklarını sanıp, seni bir iki mey­ veyle sevindirmek için aralarına girdim ... sonra kızı gör- düm ..." Albert'ın göğsü inip kalkmaya başladı. "Küçücük bir şeydi ... on üç, on dört yaşlarında ... şey... soğuktan donmuştu. Zavallı çocuk, sığınak olarak ancak boş bir arabanın arkasını bulabilmişti ..." Albert hıçkırmaya başladı, vücudu sarsılıyordu. Lucy ko­ şup erkeğini kollarının arasına alıp, soluklan düzelene kadar salladı. Albert mendiliyle gözlerini kuruladı. "Sana bir çay getireyim," diyen Lucy mutfağa gitti. Döndüğünde el ele tu­ tuşup konuşmaya başladılar.

52 "Lizzie evsizlerin geceleri karakollarda uyumalarına izin verdiklerini söyledi. Bu daha az sayıda insanın öleceği anla­ mına gelir... " "Sadece bir geceliğine," dedi Albert. "Bir hücreye on kişi sokuyorlar ve ikisi sabaha kadar ayakta kalıyor. Sabah saat altıda da polisler hepsini yine sokağa atıyorlar -ne bir kah­ valtı, ne de yüz yıkama veya tuvalete gitme izni vardı. Gaze­ teler Emniyet Amiri Wa shburne'ün 'insanlığı'nı yere göğe sığdıramıyorlar." Lucy taş gibi bir yüzle, "Nereye gidiyorlar peki?" diye sordu. "Kim nereye gidiyor?" "Karakoldan atılanlar." "Çaresiz olanlar Yoksullar Oduncusu'na gidiyorlar, ora- da ..." "Yoksullar nesi?" "Binalara asılan ilanları görmedin mi?" "Görseydim sorar mıydım?" "Şimdi sinirlenn1e," dedi Albert. "Zaten havamda değilim." "Sinirlenmiş miydim?" Lucy gerçekten şaşırmıştı. "Kimi zaman kendi sesimi bile duyamıyorum." "Bu sende sık sık oluyor, bebeğim." "Öyleyse neden daha sık uyarmıyorsun ?" Albert gülümsedi. "Senin bu ateşli tavırlarını sevdiğim için. Sen insanların daha iyi hayatları olsun istiyorsun. Ve bu­ nu hemen şimdi istiyorsun." Albert kıs kıs güldü. "Ama ba­ zen de tam bir cadı olabiliyorsun." "Albert, bu korkunç bir şey! Hayır hayır, gülme. Komik değil. Hiç ama hiç hoşuma gitmedi. Bana yardım etmelisin, daha iyi olmam için yardım etmelisin bana." "Pekala, edeceğim. Söz veriyorum." Kadının yanağına kocaman, ıslak bir öpücük kondurdu. "Bunu sana hatırlatacağım. Şimdi bu Yoksullar Oduncusu dediğin nedir, onu anlat bakalım."

53 "Zengin sınıf kentte başıboş dolaşan işsiz sayısının artma­ sından korkuyor. Ya rdım Derneği bu amaçla bu yeri açtı, ora­ ya gidip de bir çeki odun kesen herkese üç öğün yemek, bir gecelik yatacak yer veriliyor ki, bunun da değeri elli sent ka­ dar. Oysa bu işe normalde iki dolar yetmiş beş sent ödenir." "Ne kadar da cömertlermiş." "Aslında daha da az. Usta bir oduncu bir çeki odunu on saatte keser. işsizierin çoğu, bu tür bir işte çalışmamışlardır. . Ayrıca uykusuzluktan ve açlıktan zaten bitkin durumdalar. O nedenle genelde ancak bir öğünlük odun kesebiliyorlar." "Verd ikleri de herhalde domuz ayağıdır." "Yardım Derneği, oduncu deneyiminden çok memnun ol­ duklarını bildirdi. Buna 'aylak aylak dolaşan' insanların ger­ çekten çalışmak isteyip istemediğinin bir ölçüsü olarak bakı­ yorlarmış." "Ya böylesine büyük bir fırsattan yararlanmayı reddeden­ ler?" "Onlar resmen profesyonel dilenci olatak damgalanıyar ve polise teslim ediliyorlar." "Bu korkunç bir şey, Albert! Bir şeyler yapmak gerek!" "Bir şeyler, evet. Ama ne?" "Lizzie'nin dehşet hikayeleri! Senin dehşet hikayelerin! Ve biz de burada oturmuş, sanki Praire Caddesi'nde kabul gü­ nündeymişiz gibi çayımızı içerken bunları konuşuyoruz ..." "Düzenlenen bazı protestolar var ..." "Sahi mi? Bana neden söylemedin? Ben neden bu konuda bir şey duymadım?" "Ben de yeni yeni duymaya başladım. Yakında daha faz­ la bilgi edineceğim." "Hangi konuda? Bana da söyle! Lütfen!" "Times binasında çalışan genç bir marangozia bir süredir selamlaşıyoruz; bir baş selamı ya da bir iki kelime falan. Adam bu hafta kent merkezindeki işçi lokantalarının birinde yemek yememizi önerdi. Ben de gittim."

54 "Artık hiçbir şeye şaşmıyorum. Peki, kim bu marangoz? Sana neler anlattı?" "Adı George. Soyadını söylemedi. Emeğin Şövalyeleri için adam topluyor ama aynı zamanda Birinci Enternasyo­ nal'in gizli örgütçülerinden. Çok ciddi, çok. .. " "Birinci Enternasyonal nedir?" "Marksist bir grup." "Karl Marx'ın takipçileri mi?" diye sordu Lucy. "Ama o

çok. ..." "Evet, çok rad ikaldir. George, Chicago'da Enternasyo­ nal'in on yıldır bir şubesi olduğunu söyledi; kuran işçilerin çoğu Almanmış. Ama bu ekonomik krizden sonra üye sayısı hızla artmaktaymış." "Kaç kişi olmuşlar?" "George dört yüz kadar dedi." Lucy güldü. "Times' da çalışanların sayısı herhalde ondan fazladır." "Yine de zenginlerin ödlerini patlatmaya yetiyor. Gazete­ ler Enternasyonal' den sanki yeni bir Paris Komünü'ymüş gi­ bi söz ediyorlar. Şuna bak." Albert masanın üstüne bir Chicago Tribzme attı. Lucy gazeteyi alıp yüksek sesle okudu: "İnsanlar iş bula­ madıklarından şikayet ediyorlar, ama her nasılsa sarhoş olup her türlü bela çıkarma tehdidinde bulunacak paraları var. Bu insanlar savurgan kişilerd ir." Lucy gazeteyi bırakırken, "Tribwıe'ün editörünün Hen­ nessey'leri tanımaması yazık olmuş," dedi. "Ne kadar ayyaş serserilerdi, değil mi?" "Benim sevgili işverenim, Times'ın, yaklaşan devrim diye adlandırdığı şeyi bastırn1ak için, Milli Muhafızlar garnizonu­ nun kente yerleşmesini istiyor. Marangoz dostum George da. Devrim'in gerçekleşmesinin an meselesi olduğundan. Lucy, doğrusunu istersen bu gidişat beni biraz ürkütüyor. Emeğin

55 Şövalyeleri'ne her gün biraz daha sempati duyuyorum. Bir günlük çalışmanın adil bir ücret karşılığı olmasını istemekte haklılar. Ve vasıflı vasıfsız bütün işçileri kucaklıyorlar... Ama Enternasyonal -en azından George'un anlattığı şekliyle- ka­ pitalizmi tümden kaldırmak istiyor. George, çok para kazan­ mış herkesin hırsız olduğunu düşünüyor." "Hayır, sadece beyazlar," dedi Lucy. Albert başını salladı. "Bu iş beni aşıyor... Ama Şövalyeler'e sempatim gittikçe artıyor." Lucy kuşkuyla baktı erkeğine. "Bunu az önce de söyledin. Sen bir işler çeviriyorsun." "Doğrusunu istersen, öğle paydoslarında onların toplan­ tılarına gidiyorum ..." "Toplantılara mı gidiyorsun? Bana ne zaman söyleyecek­ tİn? ihtilal'den sonra mı?" "Seni işe karıştırmadan ne olup bittiğini anfarnakiste dim. Bunu anlayabilirsin." "Eğer kötü giden bir evliliğimiz olsaydı, anlardırn. Hem benim için kaygılanmana gerek yok. Emeğin Şövalyeleri hakkında duyduklarıma bakılırsa, garip kıyafetler giyen bir grup budala oldukları anlaşılıyor." "O zaman olayı anlamamışsın," dedi Albert. " Şimdi de, benden seni uyarınarnıistediğin, o cadı sesini kullandın yine." "Ne?" Lucy birden parlamıştı. "Ben sadece Emeğin Şöval­ yeleri'nin politikadan çok, kostümlerle ilgileniyormuş gibi göründüklerini söyledim." "Bu da yeteri kadar kötü, ama tek söylediğin bu değildi. Ayrıca, ben senin ses tonuna tepki gösteriyorum." "Anladım. Kadınların değil tutkuyla dile getirmek, ka­ muoyunu ilgilendiren sorunlar hakkında fikirleri bile olma­ malı, değil mi?" "Lucy! Gereğinden fazla sert olduğunda uyarınarnı iste­ yen sendin!"

56 "Bu da senin her seferinde haklı olduğun anlamına gel­ mez." "Belki. Ama bu defa ben haklıyım." "Belki evet, belki hayır." Lucy gerilerneye başlamıştı. "O toplantılara ne kadardır gidiyorsun?" "Bir iki hafta oldu. Ve birlikte olduğumuz bunca zaman içinde, senden başka bir şey saklamadım. Doğrusunuistersen, bunu da neden sakladığıınıbilmiyorum. Belki de beni vazge­ çirmenden korktum. Ama söz veriyorum, bundan sonra ..." "Olayı bu kadar büyütme, Ta nrı aşkına! Ben büyütmüyo­ rum!" Lucy, Albert'ı ağzı açık bırakmaya bayılırdı. "Eğer yaptığımız ya da düşündüğümüz her şeyi birbirimize söyle­ seydik, bir haftaya kalmadan sıkıntıdan boğulurduk. Ayrıca, bu kadar içtenlikli ve pişman olarak, beni Emeğin Şövalyele­ ri hakkındaki fikirlerimden vazgeçireceğini sanma!" "Lucy, sen insanı deli edersin!"

57 CHICAGO 1875 - 1876 \ÔI

Adam, adını söylemedi. Albert' a toplantı salonunun ya­ nındaki antrede -oraya Dış Mekan diyordu- beklernesi tali­ matını verdi. Bir duvar önüne sıralanmış iskemieler ve salo­ na açılan kapalı kapıların yanında üzerinde bir küre, kapalı bir Kutsal Kitap ve boş kartlarla dolu kırmızı bir sepetin dur­ duğu üçgen bir mihrap dışında, dar oda boştu. Adam kart­ lardan ikisini aldı, birini Albert' a vererek adını yazmasını söyledi. Sonra kendisi de ikinci karta bir şeyler yazdı. Ciddi bir sesle, "Kapının vurulduğunu duyunca kalka­ cak ve arkarndan içeri gireceksin," dedi. Sonra Albert' tan uzak bir iskemieye oturdu ve ikisi de konuşmadan bekle­ rneye başladılar. Albert kendini, alışık olmadığı bir gergin-

58 lik içinde hissediyor, duyduğu her seste yerinden fırlamaya hazır bekliyordu. Birkaç dakika sonra kapı vuruldu ve toplantı salonunun ka­ pısı içeriden açıldı. Adam tek bir kelime söylemeden açık kapı­ ya doğru yürürken, Albert' a da kendisini izlemesi için işaret et­ ti. Karşılarında iri yarı bir adam vardı: uzun ve sarkık bıyıkla­ rının ucu dışında yüzü maskeliydi, başındaki şapkasını gözle­ rine kadar indirmiş ve siyah bir pelerine sanmruştı. Albert'ın daha sonraları öğrendiği gibi, bu Meçhul Şövalye olarak tanı­ nan kişiydi (bu bilgiyi kendisine veren kişi gülerek, "Bütün bu törenierin ve sembollerin ne anlama geldiğini bilen birine rast­ lamadım daha. Her kafadan ayn bir ses çıkıyor," demişti). Pelerinli kişinin önünde büyük, üçgen bir altın madalya vardı. Loş ışığa rağmen Albert, madalyanın kenarlarında ve altında Gizlilik, itaat ve Karşılıklı Ya rdım anlamına gelen G, İ ve KY harflerini görebiliyordu. Bunlar Emeğin Şövalyele­ ri'nin resmi prensipleriydi. Siyah pelerinli adam Albert'ın sağ elini tutup kendi başparmağını onun parmakianna bas­ tırdı; Albert da daha önce aldığı talimat karşılığı aynı hareke­ ti tekrarladı ve sonra eline iki kere hafifçe vuruldu. To kalaşma başarılı bir şekilde tamamlanınca adam kapalı elini çenesinin altına götürdü. Albert yine önceden öğretildi­ ği gibi, "Ben bir yabancıyım," dedi. Adam, ''Yabancıya yar­ dım edilmeli," diyerek pelerinini yana açarak Albert' ın salo­ na girmesini işaret etti. Albert bekleme odasından biraz daha büyük ve havaga­ zıyla aydınlatılmış odaya merakla baktı. Beş altı kişi yarım daire şeklinde duruyorlardı. Bir kısmı farklı renkli, süslü kur­ deleli, püsküllü ve madalyonlu giysiler giymişlerdi. Hiçbiri diğeri gibi giyinmiş değildi. Albert bu fantezi giysileri ayrın­ tılı olarak göremeyecek kadar heyecanlıysa da, gözleri bir an parlak bir arınaya takıldı: iri bir mercan sütunun içinden fil­ dişinden açık bir el çıkıyordu, çevresinde yapraklar, meyveler ve 'Önce İki Ta rafı Dinle, Sonra Hüküm Ver' yazısı vardı.

59 Albert iç odaya girdikten sonra kapının önüne bir mızrak kondu ve kapı kapandı. To plantı başlamıştı. Albert'ın iki ya­ nına geçen iki adam, kendisini koltukaltlarından tutarak odanın ortasına götürdüler. Diğerleri çevrelerini sararak tam bir daire oluşturdular. Birbiri ardından karmaşık tokalaşma­ lar yapıldı, işaretler verildi, parolalar söylendi. Tören tamamlanınca siyah pelerinli adam Albert' a alçak sesle, pek de aniaşılamayan bir şeyler söyledi. Albert onun sözlerinin ancak birinci cümlesini duyabilmişti: "Açık ve si­ vil derneklerin, emeğin hakkını korumak ve ilerietmek için yüzyıllarca süren mücadelesinin başarısızlığa uğramasından sonra bu meclisi yasal olarak kurmuş bulunuyoruz." Albert bunun dışında ancak birkaç sözcüğü duyabilmiş- ti: " ... Zengin tekelciler Devlet'ten büyük bir güç olmuşlar- dır... demokrasinin temelini çürütüyorlar... büyüklüğün ger- çek ölçüsü servet değil, ahlaki değerliliktir... " Ve bütün gru­ bun bir ağızdan söylediği son cümle: "Bir kişiye verilen za­ rar herkesi ilgilendirir." Törenler herkesin el ele tutuşup Emeğin Şövalyeleri marşını söylemesiyle sona erdi. Nakarat tam dört kere tekrarlandı:

Emeğin Şövalyeleri, saidırın kaleye, Davanız için savaşın; Her komşuya eşit hak, Kahrolsunzorba yasaları!

Marş bitince gaz lambalarının ışığı arttırıldı. Albert gü­ lümsemeler ve kucaklaşmalarla selamlandı; kendisine, bira­ zını gördüğü ve ancak kısmen anladığı törenin esaslarını da­ ha iyi anlatan Adelphon Kryptos (Gizli Kardeşlik) adlı broşür­ den bir tane verildi.

***

60 "Gizli tokalaşmalar, fantezi giysiler, ha Albert?" Lucy alay­ cı bir kahkaha attı. "Klan gibiler, ya da komşuları korkutma­ ya çalışan ama halde pek de zeki olmayan bir öğrenci grubu." "Sen ilkelere bakmıyorsun." Albert'ın düş kırıklığı sesinin yükselmesinden değil, o karakteristik yumuşaklığının renk­ siz bir monotonluğa dönüşmesinden anlaşılırdı. "Bir kişiye verilen zarar herkesi ilgilendirir," dedi. "İşte, Şövalyeler'in felsefesinin özü bu. Birbirlerinin tavır ve yöntemlerinden hoşlanmayan emekçi insanları bu şekilde bir araya getiren başka bir platform yok." Lucy hala ikna olmamıştı. "O zaman bütüno gülünç süs­ ler altında gizleyeceklerine, ilkeyi vurgulasınlar. 'Dış Peçe,' Adelphon Kryptos -hah! Bana daha çok batıl bir inançmış gibi geliyor. Özellikle de aptalca alanından." "Hokus pokusu unut," dedi Albert; Lucy'yi ikna etmek is­ tiyordu. "Bu Masonlardan ya da işin aslına bakarsan Katalik­ lerden pek farklı bir yapı değil. İnsanların buna ihtiyaavar. Bu onlara bir özellik, bir önemlilik duygusu veriyor. Hayatların­ da hissetmedikleri şeyleri yani. Zavallılara karşı bu kadar sert olma. Bırak, biraz olsun kendilerini yücelmiş hissetsinler." Bu Lucy'yi az da olsa yumuşatmıştı, ama bunu şimdiden göstermek istemiyordu. "Bir kişiye verilen zarar herkesin kaygısı' ha? Peki, bu 'herkes' kimleri kapsıyor? Toplantıda kadın var mıydı? Bir tane olsun siyah bir yüzgördün mü?" "Üyeliğe sadece bankacılar, avukatlar, kumarbazlar, spe­ külatörler ve içki ticareti yapanlar alınmıyor." "İçki ticareti yapanlar mı?" Lucy sevincinden neredeyse bir çığlık atacaktı. "Yani Alman birahaneleri yok demek? Bak, işte bu birlik için gayet etkili bir taktik!" "Sen beni dinlemiyorsun. Ya sak, içki satış tekelini elinde bulunduranlar için. İçkiyi yasaklamayı düşünen yok. Bırak artık bu saçmalığı." "Bırakacağım elbette, ama önce sen kadınlar ve zenciler hakkındaki sorumu cevapla."

61 "Bu toplantıda ikisini de görmedim." Albert huzursuzdu. "Ama çok küçük bir toplantıydı ve güvenilir kişilerin söyle­ diğine göre ... " Albert'ın verecek bir cevabı olmadığından emin olan Lucy, "Kimmiş onlar?" diye sordu. "Şef." (Albert, adamın gerçek unvanı olan Usta Eınekçi'yi söyleyemedi, bunun Lucy'yi sabaha kadar güldüreceğini bi­ liyordu). "Toplantıdan sonra doğrudan doğruya kendisine sordum." "Peki, o ne dedi?" Lucy, erkeğin kendisine yalan söyleme­ yeceğini biliyordu. "Elbette katılabilirler," dedi Albert. "Kadınlar ve zenciler. Bana inanmalısın. Uriah Stevens'in ..." "Kim?"

"Uriah Stephens, Emeğin Şövalyeleri'nin kurucusu. 0 . .." "Ne biçim bir ad bu! Pasası çıkmış bir muhasebeci sanki." "Stephens kadınların alınmamasını istemiş. Onların sır tutamayacakları fikrindeymiş." Albert, Lucy'nin öfkesini bekleyerek sırıttı. Ama Lucy sadece gülmekle yetindi. "Çok doğru! Biz bey­ nimizi yarmadan ve sinir krizleri geçirmeden ciddi kitaplar da okuyamayız. Siz erkekler her şeyin çözümünü bulmuşsu­ nuz." "Haksızlık bu, Lucy. En azından Şövalyeler'e haksızlık." Albert birden masanın üstünde duran Adelplzon Kryptos'u alıp daha önce işaretiediği yeri açtı. "Bir kere olsun kulakla­ rını aç da şunu dinle: 'Önümde her meslekten, inançtan ve renkten erkek ve kadınların yer alacağı bir örgüt görüyo­ rum.' Bunu kim söylemiş, biliyor musun? Bunların kimin sözleri olduğunu biliyor musun?" "Tanrı'nın." "Uriah Stephens' m! Gördün mü? Adam fikrini değiştirebi­ liyor demek. Görüşleri taşa kazınmış değil. Bir mücadele veri-

62 yor. Kişisel olarak yanılsa bile önemli değil. Emeğin Şövalye­ leri kurulduğundan bu yana geçen yedi yıl içinde giderek da­ ha çok şubesi kadınları ve zencileri üyeliğe alıyor. Bu 'evrensel kardeşlik' çağrısı. Ve bunlar sadece boş sözler değil diyorum sana, birkaç yıla kadar on binlerce kadın ve zenci üye olacak." Lucy alay edercesine, "Eh, başkaları zencilere uşaklıktan başka bir şey vermiyorlar ya," dedi. "Pes yani, Lucy." "Sinirlenmene gerek yok. Bu evrensel kardeşlik işi hak­ kında daha çok bilgi istiyorum ... Doğrusunu istersen, ortalık­ ta bıraktığın o Şövalyeler'in broşürlerinden bazılarını oku­ dum -zayıf beynim için her ne kadar yorucu olduysa da. Çinliler hakkında epey kötü şeyler yazıldığını gördüm. Biri onları 'kötülük dolu, insan çekirge, dinsiz' diye niteliyor. Çok az paraya çok çalışarak gerçek Amerikalıların ağızların­ dan ekmeklerini aldıklarını söylüyor. Siz Şövalyeler'in evren­ sel kardeşlikle kastettiğiniz şey bu mu?" Albert içini çekti. "Bunu kastetmediğimi sen de biliyor­ sun. Ama tamam, haklısın. Şövalyeler'in çoğu ülkedeki her­ kes gibi Çiniiierden nefret ed iyor." Albert bir an sustu, hu­ zursuzluktan dili tutulmuştu. Lucy onun biraz daha ıstırap çekmesini isteyerek hiçbir şey söylemeden bekledi. "Başka ne var ki, Lucy?" diye sonunda patladı Albert. "Hiçbir işçi örgütü, hatta ona bakarsan seçimle gelen hiçbir yetkili Çinliler hakkında farklı bir şey söylemiyor. Önemli olan beyaz insan. Bunu bana sen öğrettin." "Ama soluk beyaz olmalı -Ya hudi ya da İtalyan olamaz." "Emeğin Şövalyeleri, kendi ilkelerine henüz tam olarak sahip çıkmıyorlarsa da, hiç olmazsa daha iyi bir şeyi amaçlı­ yor/ar. Evet, önlerinde çok uzun bir yol var. Şimdi sorulacak soru şu: Onların hedeflerine varmasına yardımcı olacak mı­ yız, yoksa o üstün burunlarımızı kırıp pes mi edeceğiz?" Lucy sıcak bir gülümsemeyle baktı erkeğin yüzüne, sesi duygu doluydu. "Onların hedeflerine varması için elbette

63 yardımcı olacağız." Albert'ı kucakladı. "Seni terietmekten hoşlanlyorum. Ama sonuna kadar yanındayım, tatlı çocuk."

* * *

liSekiz yüz yirmi gösterici ve yirmi dokuz araba, hele bir düşünün, arkadaşlar!�� diye sahnedeki konuşmacı gürledi. "İki yıl önce bir bira bahçesi, hem de küçük bir bahçe bizlere yeterdi! Bugün Colehour piknik alanını tıklım tıklım d old ur­ duk. Sonunda bağımsızlık ruhunu temsil eden bir 4 Temmuz pikniği yapıyoruz." Kalabalıktan bir sevinç çığlığı yükseldi. Albert ile Lucy öne yakın duruyorlardı, Albert kolunu kadının beline dola­ mıştı. Heyecandan kolunu sıkınca Lucy küçük bir çığlık ata­ rak eline vurdu. Konuşmacı, "Emeğin Şövalyeleri durdurulamaz," diye devam etti. "Ne devlet, ne polis ne de tekelciler, herkes için saygın bir hayat hedefimize varana kadar bizi durduramaz­ lar!" . Albert eğilip Lucy'nin kulağına, "Herkes dedi, duydun mu?" diye fısıldadı. Lucy erkeğe şakadan bir tokat daha attı. Kalabalığı bir heyecan dalgası sarmıştı, kulakları sağır eden bir onay gürlemesi uzun uzun çınladı. Onlarca pan­ kart ve döviz ('TOPRAK HALKINDIR; BİRLİKTE DİRENE­ CEGİZ') alçaktan uçan kuş sürüleri gibi havada dalgalandı. Babalar çocuklarını havaya fırlattılar. Bir davul ekibi çalma­ ya başladı. İki orkestradan biri "Kaleyi Tutun, Ey Emeğin Şövalyeleri" marşına girince herkes olanca sesiyle ona katıl­ dı. Konuşmacı sakin olmaları için boşuna kollarını kaldır­ dıktan sonra pes etti. Ellerini boru gibi ağzına götürerek, "Haydi pikniğe, arkadaşlar! Eğlenme zamanı geldi! Yarış­ lar... el becerileri. .. kebaplar!. .. Göl pistinde dans etmeyi unutmayın! Ve de yağlı domuzları ... Belediye Başkanı Col­ vin'i buradan denize kadar sürüklemeye yetecek kadar bi­ ra!" diye bağırdı. Yöneticiler sahneden indiler.

64 Albert ve Lu ey Colehour' a, Lizzie Swank'le beraber gel­ mişlerdi ve kalabalık çeşitli eğlencelerin peşinde dağılınca, üçü birlikte çimenler üzerinde yürümeye başladılar. Lizzie, "Hava dans ed ilmeyecek kadar sıcak," dedi. "Za­ ten polkadan başka bir şey çalacakları da yok." "Bence birer bira ve çörek zamanı geldi," dedi Albert. Lucy de aynı fikirdeydi. "Bir kadeh bira şu anda hayatımı kurtarır." Üçü birlikte bira bahçesine doğru yürüderken Lizzie sol yanından geçen bir adama çarptı. Geri çekilerek, "Özür dile­ rim," dedi. Sonra birden yüzü sevinçle aydınlandı. ''Tanrı aş­ kına! Bay Spies!" "Sevgili Bayan Swank, ne beklenmedik bir sürpriz bu!" Adamın ingilizeesi hafif Alman aksanlı da olsa kusursuzdu. Yirmili yaşlarında, aşırı derecede yakışıklı, özgüven sahibi, atietik yapılı bir erkekti. Kalın bıyığı ve neşeyle parlayan ma­ vi gözleri olmasaydı, yüzü klasik bir heykel sanılabilirdi. Ya­ nında bir adam daha vardı. Lizzie, adamı Albert ve Lucy'yle tanıştırdı. "August Spi­ es. Bir zamanlar çalıştığım giyim dükkanının yanında kü­ çük bir döşemeci dükkanı vardı August'un. Onunla ara sı­ ra sohbet ederdik." Ta nıştırıldıktan sonra Albert, Spies'ı kendi işine sahip olduğu için kutladı. l Spies, l Annemle kız kardeşlerim Landeck' ten yakınlarda geldiler, onları geçindirmek için çalışmalıyım," dedi. ll Aha!" diye gülümsed i Lucy. "Gelişmekte olan bir kapita­ listsiniz demek!" "Ne yazık ki, başkasının mobilya mağazasında çalışırken daha çok kazanıyordum," dedi Spies. "Ama işlerin artacağı­ nı umuyorum." Spies dönüp, iri yarı, esmer, kendisinden biraz yaşlı, kalın kaşlı ve gür kara sakallı arkadaşını tanıştırdı. "Bu da taş oca­ ğında çalışan arkadaşım ."

65 Fielden şapkasını kaldırarak, "Chicago'da alın terimin damlamadığı tek bir sokak yoktur," dedi. Güçlü sesi ve fizi­ ği, alçakgönüllü tavrı, gözlerindeki sıcaklık ve İngiliz aksanı olmasaydı, ürkütücü olabilirdi. Fielden gözleri parlayarak, "Sizi uyarmalıyım," dedi. "Pa­ ramı bir at ve araba almak için biriktiriyorum, böylece taşla­ rı sırtımda değil de, arabarula taşıyacağım. Herhalde bu da beni geleceğin kapitalistlerinden biri yapar, değil mi?" "Saçma," dedi Lucy. "Bu sizi sadece çok çalışan bir insan yapar ki, o da kapitalist sınıf üyeliğinden dışlmımmllz için ye­ terlidir." Hepsi gülüştüler ve tanışır ta nışmaz kendini Sp i es' a çok yakın hisseden Albert, iki adamı birer bira içip bir şeyler ye­ meğe davet etti. Adamlar daveti sevinerek kabul ettiler. Lizzie yolda el becerilerinin ve iğne işlerinin sergilendiği pagodaya uğramak istediğini söyledi. Fielden de şişman er­ kekler yarışına girmek isted iğinden kendilerine daha sonra katılacağını bildirdi. Dediğine göre, elli metre koşacaklardı. "Bay Fielden, siz şişman değil, güçlüsünüz," dedi Lucy, kendine özgü o kesin tavrıyla. "Bu öteki yarışınacılara karşı haksızlık olur. " Havanın sıcaklığı nedeniyle Fielden de, Liz­ zie de önce dinlenmeye, daha sonra panayır alanını gezmeye kolaylıkla ikna edildiler. Bira bahçesi ağaçların gölgesinde kurulmuş olup girişine kocaman bir pankart asılmıştı: "HER TA RAF SENDiKA: SENDiKA PUROLARI, SENDiKA YARDlMI, SENDiKA MÜZiGİ, SENDiKA BİRASI." "Sendika müziğinin ne olduğunu biliyorum," diye şaka­ laştı Lucy. "Gürültücü ve teneke gibi." Boş ön masalardan bi­ rine oturdular. "Peki ama sendika birası ne oluyor?" Spies ciddi bir sesle, "Sekiz saatten fazla olmayan bir ça­ lışma gününde yapılmış bira," dedi. ''Yani, olmayan bira," diye atıldı Albert. "Benim sekiz saat çalışan hiç bir tanıdığım yok, meslek sendikalannda çalışan

66 bir iki talihli dışında yani." Bu tavrına kendisi de şaşmıştı ve yeni tanıdığı insanlarla içki içme fikrinin doğru olup olmadı­ ğını düşündü. Ama yeni gelenler hemen kendisine katıldılar. Fielden boru gibi bir sesle, "Hiçbir işveren artık ayrıcalık tanımıyor," dedi. "Sendikalara bile. Ne de olsa, normal ücretin yarısına, on iki saat çalışmaya hazır bir işsizler ordusu var." ''Ücretler düşüyor ama fiya tlar düşmüyor," diye ahldı Lucy. "En çok da yiyecek fiyatları," dedi Lizzie. "Bugünlerde gelirimin yarısı yemeğe gidiyor. Buna bir de kirayı ekiedin mi, kendim için bir top patiska bile alamıyorum." Lucy konuşmayı hafifletmek için, "Bir de bira parası var," dedi, Lizzie'yi göstererek. "Bu da siz beylerin bu zavallı işçi kızcağıza bira ısmarlamanız gerektiği anlamına geliyor." Spies ile Fielden bu şeref için tartışmaya başladıklarında, sesleri Lizzie'nin öfkeli protestosunu bastırdı. "Tanrı aşkına, Lucy, benim biraya verecek beş sentim var." Lucy susmaları için elini kaldırdı. Sp i es ile Field en' e, "İki­ nize de çok teşekkür ederim. Lizzie ve ben nazik teklifinizi kabul ediyoruz. Albert kendisininkini ödeyebilir. İkinci ka­ dehler de bizden olacak." "Yani, benden," diye güldü Albert. "Öyle bir şey söz konusu değil!" diye cevabı yapışhrıver­ di Lucy. "Benim kendi kazancım var. Sevgilim, benim de se­ nin kadar bağımsız olduğumu hatırlarsan memnun olurum." Albert kocaman bir gülümsemeyle, "Ah, tatlım, sen ben­ den çok daha bağımsızsın," dedi. Ren şarabını tercih ettiğini söyleyen Spies dışında diğerle­ rinin biraları ısmarlandı. Spies'ın eğitim görmüş zevkleri ve konuşmasına hayran kalan Albert, adamın geçmişini merak ettiğinden, birbiri ardına sorular yağdırmaya başladı. Spies'ın sadece beş yıl önce, yirmi beş yaşındayken Alman­ ya' dan geldiği ortaya çık h. "Mutlu bir çocukluğum vardı," de-

67 di. "Oyun oynar ve çalışırdım. Memleketimde çocuklar okula sekiz yıl giderler ve bu süre içinde yasalar gereği, ne anne ba­ balar ne de işverenler tarafından kar amacıyla çalıştınlabilirler." Albert, "Buradaysa yoksul çocuklar sadece iki üç yıl oku­ la giderler," dedi. "O yüzden kendimi hala bir köylü gibi his­ sediyorum. Ta m da şimdi olduğu gibi ." Spies'e bakıp sırıttı, Spies da ona bir gülümsemeyle karşılık verdi. Çöken sessizliği Lucy doldurdu. "Bazı çocuklar hiç okula gitmezler. Kölelik artık sona erdiği halde onlar doğuştan kö­ ledirler." Fielden'in dikkatle kendisine bakmakta olduğunu fark etti ve bunun nedenini anladığını sandı; adam bunun tartışmaya girebileceği bir konu olup olmadığını düşünüyor­ du. Fielden bir an duraksadı, sonra, babasının bir orman böl­ gesi yöneticisi olduğunu anlatan Spies'a döndü. Spies da gençliğinde o mesleğe girmeye hazırlanmıştı. "Arada sırada özel öğretmenleri m bile vardı ve bir süre Kassel'deki Polytechnicum'da bile okudum." Lizzie gayet masumca, "Siz zenginmişsiniz galiba," dedi. "Bu ülkeye geldiğimden beri karşılaştığım yoksulluğu ve ıstırabı, daha önce başka hiçbir yerde görmedim." "Neden yönetici almadınız?" diye sordu Albert. "Babam ben on yedi yaşındayken öldü, ben altı çocuğun en büyüğüydüm. Derslerime devam etme hakkını görmedim kendimde. O yüzden ABD'ye geldim; önce New York'a, erte­ si yıl da Chicago'ya . Ormancılıktan döşemeciliğe, bütün ma­ ceramın özeti bu işte." "Size bir şey sorabilir miyim," dedi Albert. "Elbette. Ben açık konuşmayı severim." Spies'ın sesinde hafif bir burukluk vardı. "Ama sorunuzu tahmin ettim, ceva­ bını hemen vereyim: Hayır, evli değilim." Lucy sevinçli bir çığlık atarak 'bunu yakında hallederiz' anlamında bir şeyler söyledi. Albert alınmış gibiydi. "Benim sorum bu değildi," dedi.

68 Field en, "Yakışıklı Bay Spies' a herkes bunu sorar," dedi. "Ama kimse bana sormaz. Sormuş olsaydınız bir karım ve üç çocuğum olduğunu ve hepsini çok sevdiğimi söylerdim." Lizzie onaylarmışçasına adamın kolunu sıktı. Spies, Albert' a, "Özür dilerim," dedi. "Soracağımızı so­ run, lütfen." "Ben asıl sizin felsefenizi merak ediyordum. Politik görü­ şünüzü. Bir cevap vermek zorunda değilsiniz, tabii." Lizzie, içtenlikle ağırlaşmış gözlerle, "Lütfen, bir cevap verin, yoksa sizi nasıl tanıyabiliriz ki, Bay Spies," dedi. "Bir çömez olarak soruyorum," dedi Albert. "Politik ola­ rak yolunu bulmaya çalışan biri gibi." ll Ama ben de aynı duygular içindeyim," diye güldü Spies. "Bence alçakgönüllü davranıyorsunuz," dedi Lucy. "Siz okumuş bir insansınız; bu açıkça görülüyor." "Eh, çok kitap okuduğum doğru. Ama onlar kafaınıcevap­ lardan çok sorularla doldurdular. Eğer temel bir felsefem var­ sa, şudur sanırım: Hayatın amacı, onun keyfini çıkarmaktır. Ve başka insanların da hayahn keyfini çıkarmalarını sağlamak." Düş kırıklığı yüzünden okunan Albert, "Ya politik görü­ şünüz?" diye sordu. 11Siz de, Fielden de yoksulların durum­ ları için kaygılı görünüyorsunuz, ama ..." " ... bizler yoksuluz," diye gülümseyerek, onun sözünü kes­ ti Fielden. "O zaman durumunuzu düzeltmek için hangi politik yo­ lu tercih edersiniz?" diye devam etti Albert. "Birbiriyle reka­ bet halinde olan o kadar çok örgüt ve ideoloji var ki." "Evet ve hepsi de sadece kendisine sadık olunmasını isti­ ll yor," dedi Spies. Ama sadakatimizi neden sadece birine ve­ recek mişiz ki? Neden sadece Emeğin Şövalye!eri'ne, ya da Enternasyonal'e veya Lehr-und-Wehr Verein'e veya diğerle­ rine, hepsi de gayet değerli işler yapıyorlarken? Ben işte bu mecburiyeti anlamıyorum.... "

69 " ... Sözünüzü kestiğim için özür dilerim," diye araya gir­ di Lizzie. "O son söyled iğiniz grup ned ir? Daha önce hiç duymamıştım. Ne demiştiniz?" "Lehr-und-Wehr Ve rein." "Evet, o. Ne demek bu ve neyi hedefliyor?" "Bunu bilmeniz için bir neden yoktu. Özür dilerim. Birin­ ci Ve rein daha yeni kuruluyor." Spies, Almanca sözcüklerin 'eğitim ve savunma derneği' anlamına geldiğini açıkladı. "Bu da Almanya' da çok popüler bir jimnastik derneği olan Tu rnverein model alınarak düzenleniyor," dedi. "Peki bu 'savunma' kısmı ne demek oluyor?" diye sord u Albert. Spies sıradan bir şeyden söz edermiş gibi, "Üyeler toplan­ tı ve yürüyüşlerd e güvenlik sağlamak için talim yaparlar," dedi. "Ve kendilerini savunmak için." "Neye karşı?" diye merakla sordu Lucy. "Emekçi halkın güvenliğine yönelecek her türlü tehdide karşı." Spies'ın bu çok açık cevabı, daha önceki konuşmaları­ nın belirsizlik dolu zarafetiyle tam bir çelişki oluşturduğun­ dan hepsi şaşırmışlardı. Spies sözlerinin etkisini yumuşatarak devam etti. "Ama da­ ha önce de dediğim gibi, çeşitli örgütler arasında bir seçim yap­ mak için tutarlı bir neden göremiyorum. Hepsinin taraflı da ol­ sa, gayet geçerli mesajlan var, hepsinin geçerli katkıları var." "O zaman neden hepsine birden katılmamalı?" Lucy'nin sesi aksiydi; Spies'ın, sanki kendilerini, tutarlı bir açıklama yapılamayacak kadar aydın insanlar olarak görmediğini gös­ teren kırıcı tavrına kızmıştı. Adamın şehvetli bir jestle bıyığı­ nı sıvaziaması da kuşkularını arttırıyordu. Lucy'nin öfkesine şaşıran Lizzie, "Bu iş için yeterli za­ man olmadığından," dedi. "Buraya gelmemiz bile, kirarnı karşılayabilmek için gelecek hafta fazla mesai yapmam de­ mek değil mi?"

70 Spies, Lucy'nin sesindeki düşmanlığı fark etmişti ve onu yatıştırmak amacıyla -buna neden gerek duyduğunu anlamı­ yordu ya- daha politik girişimlerde bulunmak için çaba har­ cadığını söyled i. ll Ama sizi namusumla temin ederim ki, in­ sa nların henüz kendileri için neyin en iyi olduğunu bildiğine inanmış değilim. İşçilerin çoğu birer robota dönüşmüşler, kendi çıkarlarını bile anlamaktan yoksunlar." Lucy'nin adama güvensizliği bir derece daha yükseldi. Küstah bi ri, diye düşündü. Geniş ufukluymuş, tartışmaların ötesindeymiş gibi görünmek istiyor. ��zengin biriymişsiniz gibi konuşuyorsunuz," dedi. //Ben de herkes kadar kafası karışık bir insanım. Beni inan­ dığım Şeyler konusunda bu tumturaklı sözleri söylemeye zorlamanızdan önce, söylemeye çalıştığım şey de tam buydu. Şu anda tek bildiğim, düşüncelerimi, herhangi bir örgütle iliş­ ki kurmak yerine okuyarak daha iyi netleştirebileceğim." 11Saçma bence." Lucy, Spies'ın irkildiğini görünce sevindi. "Bana ka lırsa insan tek başına gaz lambası altına oturmak ye­ rine, bir mücadelede başkalarıyla güç birliği yaparak daha fazla şey öğrenir." Bu konuşma sırasında ellerini düşüneeli bir tavırla çene­ sinin altında birleştirmiş olan Albert suskun kalmıştı. Şimdi Spies' a dönüp kelimelerini tartarak, "Hangi mücadeleye ka­ tılmayı bilmenin güç olduğu fikrine katılıyorum," dedi. "Se­ kiz saatlik çalışma hareketine mi? İşçi sendikalarına mı? Devletin bütün ..." 11Tamam, Albert!" diye sözünü kesti Lucy. ��var olan bü­ tün grupların platformlarını sıralamaya başladın." Albert güldü. "Herhalde bütün gece devam edebilirdim! Göründüğü kadarıyla herkesin kendince bir fikri var... " "Ayrıca, Şövalyeler'in açık bir hedefi var," dedi Lucy. Albert kulaklarına inanamadı, az kalsın havaya fırlıyor­ du. 1/Lucy, yine alaya başladın!"

71 "Kesinlikle alay etmiyorum.'' "Kısa süre önce Emeğin Şövalyeleri'ni suçluyord un ama.'' "Fikrimi değiştirdim. Onların broşürlerini okudum, top- lantılarına gittim. Ve sadece onların, bütün işçilere açık bir örgüt olduklarını öğrendim. Bizi ancak böyle bir yaklaşım kurtarabilir. Buna sadakat yemini etmekte hiçbir sakınca yok." Lucy gözlerini Spies'a dikti. Albert şaşırmış ama sevinmişti. "Eh, bütün bunları bana özel olarak söyleyebilirdin, canım," dedi. "Ama böyle büyük bir dönüşümün, sıkıcı kocandan çok daha büyük bir kitle ge­ rektirdiğini de anlıyorum." Lucy erkeğin sevecen iğnelemesini duymazdan geldi. "Ve Şövalyeler ilkelerine sadıklar. Philadelphia' da liderlik pozis­ yonuna bir kadın sPr:-ildi, lowa' da da zenci kömür madenci­ leri bir şube oluşturuyorlar. Chicago' da bile toplantılarda da­ ha fazla zenci görüyorum." Lucy'nin zencilerden söz etmesi üzerine Fi elden merakla kadının yüzüne baktı. Onunla ileride bir gün özel olarak ko­ nuşmaya çalışacağına karar verdi. "Başka hiçbir grup eski önyargıların üstesinden gelmeye çalışmıyor," diye devam etti Lucy. "Doğru, bunu isteyen başka bir grup yok," dedi Albert. Spies, "Lucy, senin bir lider olabileceğine inanıyorum," dedi. "Bunun için gerekli heyecan var içinde." "Bu doğru olabilir. Siz erkeklerden daha kötü bir şey yap­ mayacağım kesin. Albert da çok iyi bir anne olur -tanıdığım en sevecen insandır." Hepsi güldüler buna; Lucy'yi takdir mi ettiği, yoksa sa­ kinleştirmeye mi çalıştığı pek aniaşılmayan Spies'ın kahka­ haları biraz abartılıydı. Albert sanki bu kaplan yavrusuyla oynamanın tehlikeli olmadığını belirtmek istercesine, güven verici bir gülümsemeyle baktı Spies' a. Fielden, "Bana göre Emeğin Şövalyeleri yeterince radikal değiller," dedi. ''Tekelleri ortadan kaldırmak istemiyorlar, sa-

72 dece onları adil bir rekabet adına, devletin düzene sakmasını istiyorlar. Eğer Şövalyeler'in istedikleri olursa, varılan nokta, özel mülkiyetİn güvenceye alınmasından başka bir kapıya çıkmaz. Bense özel mülkiyetİn kaldırılmasını istiyorum." Fielden, başladığı gibi aniden susunca havaya saygılı bir sessizlik çöktü. Lucy sonunda, "Çok güzel ifade ettiniz, Bay Fielden," de­ di. "Gayet etkili konuşuyorsunuz." "Teşekkür ederim, hanımefendi." Fielden kıpkırmızı ke­ sildi; güçlü çerçevesi içinde başını uzatmış bakan utangaç bir çocuktu sanki. Yine bir sessizlik girdi araya . Albert, "Her neyse, umarım böyle konuşmaya devam ede­ biliriz," dedi. "Bu ... bu benim için ... gerçekten çok iyi oldu." Kendini aptal gibi, tam bir Te xaslı köylü gibi hissediyordu. Ama bunu kimsenin fark etmemiş olmasına da şaşmışh. Lizzie gülere k, 11 Ama bu gece konuşmayalım," dedi. "Be­ nim saat beşte kalkınarn gerek." İskemiesini itip kalkh. Di­ ğerleri de onu izlediyse de Spies pek gitmek ister gibi görün­ müyordu. Grup bahçeden çıkarken Spies, Albert'ı kenara çekti, ikisi birlikte kapıya doğru yürüdüler. Spies, Ve rein ko­ nusunu açtı hemen. "Almanca bilmiyorsun, değil mi?" "Bilmiyorum. Ama Alman toplumu bu kadar aktif oldu­ ğuna göre öğrenmem gerekecek sanırım." Spies sesini hafifleterek, llSözünü ettiğim Lehr-und-Wehr Verein'ın, sadece bir yıl önce kurulmuş ve henüz küçük bir örgüt olduğunu anladığını umarım," dedi. "Sen oraya üye misin?" diye sordu Albert. "Toplantılara katılıyorum ve görüp duyduklarım beni cezbediyor. Verein, aynı zamanda bir milis gücüyse de eğiti­ me, Sosyal Sorun'a önem veriliyor." "Gerçek silahlarla mı talim yapıyorsunuz?"

73 uBulabildiğimiz zan1anlar. Da ha çok silah ve üniforma al­ mak için para toplan1aya çalışıyoruz. Sosyalist kulüplerden bazıları bağışta bulundular." uDoğrusunu istersen, ben şiddet kullanmanın ters tepki doğuracağına inanıyorum." dedi. Albert yine kendinden emin konuşuyordu, artık kendisinden daha bilgili biriyle ko­ nuşurken kekeleyen köylü değildi. "Şiddeti 'bir devrimci ro­ mantizm biçimi' diye adlandıran yazara hak verecek kadar kitap okudum. Yıkıcı bir yöntem bu. Sosyalizme gelince ... eh, ben daha az idareye taraftarım, daha fazlaya değil." "Verein da şiddeti onaylamıyor. Silahlarımız sadece ken­ dimizi koruma k için." Albert'ın dirseğini tuttu. "Chicago polisinin tamamen barışçı bir havadaki protesto toplantıları­ nı dağıtmak için güç kullanmaya ne kadar istekli olduğunu görmüşsündür." "Gördüm. Hem de pek çok defa." "Ayrıca Anayasa da milis sistemine izin veriyor," dedi Spies. "Halkın silah taşıma hakkına, yani." Albert ciddi bir tavırla, "Ama Spies, ya Verein güçlenirse? Yetkililerin hiçbir şey yapmadan bir kenarda beklerneyecek­ lerini biliyorsun." "İşçi mitinglerinde devriye gezen, onların yürüyüşlerinde ve protestolarında önde olan silahlı bir milis gücü polisi dur­ duracaktır. Bizim amacımız, karşı koyacak gücümüz olduğu­ nu göstererek şiddeti önlemektir." "Bence silahlı işçiler paralı sınıfı çok korkutacağından hü­ kümet müdahale edecektir. Siz şiddeti önlemek yerine kö­ rükleyeceksiniz." "Belki. Ama söyle bana, Parsons." Spies daha serinkanby­ dı şimdi. "Polisin bizim toplanma ve fikrimizi söyleme hakkı­ mı�a müdahale etmesini önleyecek başka bir 'Önerin var mı?" "Şey," diye duraksadı Albert. "Belki de bu tür suiistimalle­ ri önleyecek yasalar çıkaracak olan insanları seçmek."

74 "Ah, dostum! Seçimi kazanacak çoğunluk nerede?" Ada­ mın sesindeki üstünlük havasını sezmemek imkansızdı. "Bu ülkede işçiler sorunlara ilgisizdir ve üstelik kendi aralarında bölünmüşlerdir. Ayrıca, seçim sand ığından başarıyla çıkmak için gerekli oyları toplasak bile, yetkililer sonuçları iptal et­ menin yasal ve münasip bir yolunu mutlaka bulurlar. Ama " yine de ben bunun pek hayırlı olacağını sanmıyorum. "Bence sen biraz fazlaca kuşkucusun," dedi Albert. Spies başını sabırsızlıkla çevirdi ama bir şey söylemedi. Albert daha cüretkar olmaya karar verdi. "Spies, az önce bira içerken yaptığın konuşmalara bakarsak, güncel sorunlar­ la göründüğünden çok daha ilgili gibisin. Ama orada adeta bir kitap kurdu gibiydin ve karımı sinirlendirmeyi de başardın." "Lucy takdir edilecek bir kadın," dedi Spies. "Burnu iyi koku alıyor, en ince ipuçlarını, özellikle de fark edilmeden söylenenleri, hemen yakalayıveriyor. Benden hoşlandığım sa nmıyorum. Beni ukala ve üstünlük tasiayan biri olarak gö­ rüyor. Ne yazık ki, ben kimi zaman o izlenimi veririm. İnsan­ lar beni kendini beğenn1iş sanırlar. Ama öyle biri değilim. Be­ ni daha iyi tanıyınca, bunu sen de göreceksin." "Seni tanımayı gerçekten istiyorum." "Gayet iyi dost olacağımızı hissediyorum. Dost ve müt­ tefik." "Bunu ben de hissediyorum," dedi Albert. İki adam kucaklaştılar, sonra birkaç dakika yan yana yü­ rüdüler. "İnsanlar arasında temkinli olmaya çalışırım," dedi Spies. "Bu poz yapmak değildir. Düşüncelerimi somutlaştırmadan önce, öğrenecek çok şeyim olduğuna inanırım." Esrarlı bir tavırla gülümsedi. "Ne de olsa, senin aksine, ben daha Eme­ ğin Şövalyeleri'ne bile katılmadım.'' "Sahi mi? Bana göre çevrenlizdeki en ilerici grup odur." "Eh, bunu ancak zaman gösterecek, değil mi?" Spies daha fazla şeyler söylemek ister gibiydi.

75 Kapıya varmışlardı. Arkaya bakınca Lucy, Lizzie ve Fiel­ den'in kendilerine yaklaştıklarını gördüler. "Bu konuda konuşalım," dedi Albert. "Evet, mutlaka konuşmalıyız. Umarım yakın bir zamanda vakit buluruz."

Lucy, Lizzie ve Fielden arasındaki konuşma da daha az yoğun geçmemişti. Her şey Lizzie'nin Fielden'e, Lancashi­ re'daki hayatını sormasıyla başladı. "Biz el tezgahında dokuma yapan bir aileydik. Ben sekiz yaşımda bir pamuk fabrikasında çalışmaya başladım. Ta m bir işkencehaneydi. Günde on saat, makinelerden dolu bo­ binleri alır, yerlerine boş bobinleri yerleştirirdim. Yo rgunluk­ tan tükenmiş çocukların görüntüsü çok acı bir sahned ir. Ço­ ğunlukla gözlerimden yaşlar akardı, ellerim dönen bobinler­ den yara bere içinde kalırdı ve kotamızı doldurup dayak ye­ mekten kurtulmak için makineden makineye koşardık." liNe kadar korkunç," dedi Lizzie. 11Ben talihlilerdendim. On yaşımda bile epey güçlü bir ço­ cuk olduğumdan, beni oradan alıp, ağır bobinleri tarak ma­ kinesi odasından dokuma makinelerine taşıma işine verdiler. Sekiz yıl önce, yirmi iki yaşımda fabrikadan ayrıldım ve Amerika'ya geldim." Sonra, 'birkaç zenci konferansçı'nın Amerika Birleşik Dev­ letleri'ndeki kölelik hakkında yaphkları konuşmaları fırsat buldukça dinlemenin, kendi eğitimi açısından ne kadar önem­ li olduğunu anlath. 110 beylerden birinin adı Henry Box Brown' dı. Bu ismi duydunuz mu, Lucy... şey, Bayan Parsons?" //Bana bütün gece Lucy dediniz, Bay Fielden. Şimdi neden vazgeçtiniz ki?" Şaşıran Fielden bir özür ınırıldanmaya çalışırken Lucy sö­ zünü kesti. Kesin bir sesle, //Ben öyle resmiyete düşkün biri değilim," dedi. //Öyle değil mi, Lizzie?"

76 Lucy' nin ses tonundaki gizli öfke Lizzie'yi şaşırtmıştı. "Bence haklısın," dedi. "Evet, Henry Box Brown'ı duydum," dedi Lucy. "Onun ismini kim d uymamıştır ki?" "Ben duymadım," dedi Lizzie, gayet masum bir tavırla. "Kendini özgürlüğe gönderdi," dedi Fielden, sonra konuyu kapatmasının daha iyi olup olmadığınıbileme yerek durakladı. Hikayeye Lucy devam etti. "Henry Brown, Virginia' da bir köleydi, Lizzie. Kendini, hava delikleri açtığı bir sandığa ki­ litledi, yanına yiyecek içecek aldı. Adams Ekspresi'yle Phila­ delphia' daki köleliği kaldırma merkezine gönderildi ve yir­ mi altı saat sonra sağ salim oraya vardı." "Ne kadar da cesurmuş!" dedi Lizzie. "Onun konferanslan beni çok etkiledi," dedi Fielden. "Köleliğin dehşetini onun sözleriyle anladım. O konuda çok şey okudum ... Harriet Martineau ... Fanny Kemble ... Tom Am­ ca' nın Kulübesi. Amerikan İç Savaşı'nda Lancashire halkı, pa­ muk ithalatı yapılamadığı için çok sıkıntı çekti, ama Kuzey'i desteklemekten de hiç geri kalmadık." ��Yapmanız gerekeni yapmışsınız," dedi Lucy. Sesi az da olsa yumuşamıştı. "1868'de bu ülkeye geldiğimde, bir süre Güney'de çalış­ tım ve o sözde özgür insanlann, aslında, her zamanki gibi köle olduklannı gördüm. Sambo, devletin kendisine kırk dö­ nüm arazi ile bir katır vermesini bekliyordu ama ..." "Sambo mu?" Lucy'nin tüyleri diken diken olmuştu. "Sambo bir Güneyli terimidir, alay etmek için kullanılır, Bay Fielden -yoksa artık samimi olduğumuza göre size Sam mi demeliydim? Sam bo. Sam. Birbirlerine bu kadar benzernele­ ri şaşırtıcı, değil mi?" Fielden bir yumrukta yere serilmiş gibiydi. "Hiç. . . hiçbir fikrim yoktu ... sizlerin bu terimden alındığından ... " "Bizlerin mi? Şimdi anladım!"

77 Lizzie de anlamış ve ağzından hafif bir inilti çıktı. Fielden ise hiçbir şey anlamış değildi. İyi niyetini belirt­ mek isterken her nasılsa kırıcı laflar etmişti. "Bu benim pek konuştuğum bir konu değildir, Sam. Asla. Ama politik olarak birlikte çalışmamız mümkün göründüğü için size bir istisna yapacağım. Sadece bir kere ama. Sözümü bitirince bir daha konuya asla dönmeyeceğim." Lucy'nin ağ­ zından alevler fışkırıyordu. Lizzie sakinleştirmek için arka­ daşının elini tuttuysa da, Lucy elini çekti. "Elbette, Lucy ... nasıl istersen. Çok özür dilerim ... Ben sa­ dece kaygılarımı belirtmek istemiştim ... " Lucy adamın sözünü kesti. "Kaygını anlıyorum. Bu sana şeref veriyor. Benim de paylaştığım bir kaygı bu. Bu ülkede zencilerin durumları gerçekten feci ve bunu hafifletmek için hepimiz bir şeyler yapmalıyız. Sana şaşırtıcı gibi gelecek ama ben zenci değilim, Sam. Görünüşüm bu yanlış izlenimi doğ­ ruyor, biliyorum. Ya ni esmer tenim, burnumun geniş olması falan. Benim atalarım İspanyol ve Aztektir. Afrikalı değil. Yi­ ne de zenci ırkına hayranım. Bana göre zenciler üstün insan­ lardır, namuslu ve sevecen, sıradan ilişkilerde beyazlardan kat kat üstün. Ama ben onlardan biri değilim." Fielden yıkılmış görünüyordu. Lucy adama acıdı ve san­ ki bunu söylemek istermiş gibi göğsünde sıkı sıkı kavuştur­ duğu kollarını iki yanına indirdi. Çok daha uzlaşmacı bir sesle, "Hiç kuşkusuz, esmer te­ nim sizi yanılttı," dedi. "Doğrusu ya, çoğu kişide aynı izleni­ mi bırakırım." "Hem de pek çok kişide, Sam!" Lizzie şaşkınlığından ne dediğini bilemiyordu. Lucy şaşkın bir halde kaşlarını kaldırıp Lizzie'ye baktı. "Çok kişi mi?" istemediği bir söz söylemiş olan Lizzie hemen geri adım attı. "Şey... komşular işte ... bir ikisi yani..."

78 Lu ey derin bir soluk aldı. "Adlarını bilmek istemiyorum." Lizzie arkadaşını avutmak istediyse de başaramadı. "Ar­ kanızdan konuşulacak, biliyorsun," dedi. "Alberfla derileri­ niz farklı renkte ... insanlar merak ediyorlar işte ..." "Evet, hepsi o ka dar. Bu konuyu kapatalım artık. Bir daha açmamak üzere. Neden daha hafif bir konuya dönmüyoruz ... örneğin, karakol bombalamak gibi." Lucy'nin neşesi o kadar beklenmedik bir şeydi ki, Lizzie kahkahalarla gülmeye başladı. Fielden de gülümserneye çalış­ tı. Bir iki dakika içinde toplanıp 'aptalca' davranışlanndan do­ layı Lucy' den özür diliyor ve iyi arkadaş olacak.lanru umduğu­ nu söylüyordu. Lucybundan hiç kuşkusu olmadığını söyledi. Artık kapıya yaklaşmışlardı.

79

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

ALBERT R. PARSONS'IN GÜNLÜCÜ \ÔI

Bugün, 3 Mayıs 1877'de mümkün olabildiğince bir gün­ lük tutmaya karar verdim. Lucy, yeni Emekçiler Partisi'nde­ ki çalışmalarım arttıkça, görüp duyduklarımı kaydetmek gi­ bi bir sorumluluğum olduğunu söylüyor. Bizim gibi çalışan insanların hayatları çoğunlukla yazılmaz; hikayelerimiz ve mücadelemiz bir sonraki kuşağa ya da ders kitaplarına akta­ rılmaz. Te kelci sermaye ekonomiyi olduğu kadar tarihi de kontrol ediyor. Bu günlüğü elimden geldiğince dürüst tut­ mayı amaçladığımdan, henüz başlarken, boş bir gurura da sahip olduğumu itiraf etmek isterim; bu günlük benim adımı geleceğe taşımaya yardımcı olacak çünkü. Zaten hiç kimse bir iz bırakmadan bu dünyadan göçüp gitmek istemez.

83 Bu kentte ve ülkede olup bitenler hakkında hissetmeye başladığım yoğun heyecanın, kurduğum gerçekliği etkileyece­ ğinin farkındayım. Yine de kaygımın, ilgisiz kişilerin olayların ilgisiz kişiler tarafından gözden kaçınlacak yanlarını görme­ me imkan vereceğini sanıyorum. Her neyse, olayların doğru bir tarihçesini ortaya koymak için elimden geleni yapacağıma söz veriyorum. Ne yazık ki, ben bir yazar değilim. O tür bir hayalgücüm yoktur. İyi yazarlar koskoca hikayeler yaratabilir­ ler. Fakat benim bunu yaparnamam belki de daha hayırlı olur. Son zamanlarda konuşmacı olarak sık sık aranır oldum. İnsanlar Emekçiler Partisi'nin ne demek olduğunu anlamak istiyorlar ve bana hitabet yeteneğim olduğunu, karmaşık ko­ nuları, anlayabilecekleri bir dilde açıklayabildiğimi söyleye­ rek iltifat ediyorlar. Benim öne itilmemin başlıca nedeni, Emekçiler Partisi'nin Chicago şubesinde John McAuliffe, Philip Va n Patten ve benden başka çok az Amerika doğumlu konuşmacı olmasıdır sanırım. Partinin 'yabancıların yöneti­ minde' diye damga yemesinden ve Amerika doğumlu işçile­ rin bu nedenle uzak duracaklarından korkuluyor. Şimdiye kadar, doğuda Philadelphia'ya kadar gittim ve çok şey gördüm. Spies'ın haklı olduğunu aniayacak kadar: Bizim emekçilerimizin çoğu, kendi çıkarlarından habersizler ve örgütlenmenin değerini bilmiyorlar. İşverenler Emekçiler Partisi'nin amaçlarını yanlış yönlere çekerek bunu teşvik edi­ yorlar. Kapitalist basın beni ' 'emekçi kışkırtıcısı' diye nitele­ meye başladı. Gazetedeki işimi kaybetmek istemiyorsam da, neler olacak, bir görelim bakalım.

4Mayıs

Öncelikle Emekçiler Partisi hakkında bazı gerçekleri kay­ detmeliyim. Sadece Illinois' de 2.500 üyemiz var. Asıl amacı­ mız, milliyeti ya da dini ne olursa olsun, tüm emekçilere ulaş-

84 mak. Bu konuda Emeğin Şövalyeleri gibiyiz, ama biz daha po­ litik düşünüyoruz. Emekçiler Partisi'nin Chicago'daki on beş şubesinin çoğu Almanca konuşan insanlardan oluşuyor, ayn­ ca üç Bohemyalı, bir Polonyalı ve bir İskandinavyalı var. Bir İr­ landa kulübümüz de vardı ama o dağıldı. İrlandalılar, Ernek­ çiler Partisi'nin tanrıtanımaz bir yapı olduğuna karar verdiler. Onlar mistik törenleri ve işten atılma korkusunu azaltan gizli­ liğiyle Emeğin Şövalyeleri'ni tercih ediyorlar. Şövalyeler, Emekçi Partisi'nin aksine, hemen hemen tümüyle İrlanda, İn­ giltere ve Amerikan doğumlu işçilerin yönetiminde. İrlandalılar haklı sanırım: biz Emekçiler Partisi'nde yer alanların çoğu tanrıya inanmıyoruz. Geçen gün Spies'ın tu­ turnumuzu özetiernebiçimi çok hoşuma gitti. "Kilise, ezenle­ re hizmet ediyor," dedi. "Doğal Düzen ve öteki dünyada da­ ha iyi bir hayat vaadiyle kitleleri hizaya getiriyor." Sam Fiel­ den, İngiltere' de delikanlılığında Metodist bir vaiz olduğunu söyledi -kendi deyişine göre 'batıl inancın tuzağına düşmüş' biriydi. Ama olayların sırasını şaşırdım sanırım. Günlük tutmak böyle bir şey belki de, kendini düşüncelerin akışına bırak­ mak. Fakat bu sanki amacımı gerçekleştirmiyormuşum gibi huzursuz ediyor beni. Neyse, devam edelim: Emekçiler Partisi'nin öncü gazetesi­ nin adı Der Vorbote. Ülkedeki emekçi faaliyetleri hakkında ha­ ber toplamakta başarılı ve 3.300 satışı var. Beş yıl önce 300 bin olan sendikalı sayısının şimdi 50 bine düştüğüne bakılırsa bu tiraj hiç fena sayılmaz. işsiz bir insan, olmayan işler için pazar­ lık eden bir sendikaya yardımcı olmak üzere nasıl aidat öde­ yebilir ki? Der Vorbote'nin bürosu Market Sokağı'nın batısında bir bi­ nanın ikinci katındaki küçük bir oda. Burası biz 'emekçi kış­ kırtıcıları'nın çoğunun toplantı yeri oldu. Basın burasını bir 'hırsız ve devrimci yuvası' diye nitelemeye bayılıyor. Abart-

85 nuyorum. Times geçen gün büroyu şöyle tanımlıyordu: "Pis ve küçük bir in, dar bir merciivenden kovana çıkılıyor ve tembel bir arı sürüsü durmadan kendi dillerinde vızıldayıp homrdanıyor. Hiçbirinde doğru dürüst bir işçi görünüşü yok. Soluk benizli Bohemyalılar ve Polonyalılar, tembellikten serseme dönmüş pis ve pejmürde kaçak Fransızlar, kendi ül­ kelerinden kovulmuş Almanlar." İşte, bizi böyle görüyor ve bütün dünyanın da böyle görn1esini istiyorlar. Der Vorbote'nin editörü, benim Texas'ta muhabir olarak çalıştığıını her nasılsa öğrenmiş, o yüzden gazetede yazma­ mı istedi. Bunu ne kadar çok isterdim! Ama şu anda bu işe ayıracak bir dakikarn bileyok. Times, dizgicilerine yeni baskı sistemini öğrenmeleri için fazla mesai yaptırıyor (hen1 de üc­ retsiz olarak). Marder-Luse dökümevi, sistemi benimseyerek yeni hurufatın patentini aldı; birkaç yıla kadar sistemin ev­ rensel olacağı düşünülüyor. Eh, toplum değilse bile en azın­ dan dizgicilik sanayi bir devrim yaşıyor. Her neyse, zaten politik görüşlerim nedeniyle tehlikede olan işimi korun1ak için yeni sistemi bir an önce öğrenn1em gerek.

5 Mayıs

Bir kamu görevine adaylığımı koyuyorum! Buna ben de herkes kadar şaşırdım. Her şey dün gece oldu. Odd Fellows Sa­ lonu' ndaki Emekçiler Partisi toplantısına, yaklaşan yerel se­ çimleri konuşmaya gitmiştim. Aslında geç kalmış oln1amıza rağmen, biz de bir iki aday ileri sürerek, politik havayı kokla­ maya karar verdik Kent meclisi üyeliğine aday olarak seçilen üç kişiden biri bendim. Lucy'yle oturduğumuzOn Beşinci Böl­ ge'nin adayı olacağım. Arkadaşlar çok ateşli olduklarından ha­ yır deyip heveslerini kırmak istemedim. Ancak karar öyle bir heyecan fırtınası içinde verilmişti ki, kararın tüm sonuçlarını oturup konuşamadık Benim görüşüme göre, aday olmanın, kı-

86 sıtlı kaynaklarımızı kullanmanın en iyi yolu olmadığını söyle­ yemedim. Arkadaşlar konu üzerinde bölünmüş durumdalar. Ferd i­ nand Lasalle'ı izleyenler (Lizzie'nin ısrarıyla ben de onu oku­ maya başladım ama çok zor ilerliyor) seçim sa ndığında başa­ rının çok önemli olduğunu söylüyorlar. Fakat politikanın za­ man kaybı olduğunu söyleyenler de aynı derecede ısrarlılar. Herkes tartışıyor bu konuda. Ya kınlardaki bir Şövalyeler top­ lantısında -imkan buldukça oraya hala gidiyorum- konuşma­ cılardan birinin, orta sınıf Amerikalıların, çalışma koşullarını öğrendikleri zaman yanımızda yer alacaklarını ve birlikte si­ yasal çoğunluğa ulaşacağımızı söylediğini duydum. Ya kın dostlarımız arasında en kuşkucu olanı Spies. Politi­ kaya katılmaya ka rşı değil, ama bunun tek yararının propa­ ganda yapmak olduğunu ve çalışma koşullarının sertliği hakkında kamuoyunu eğitmenin bir yolu olduğunu düşünü­ yor. Spies, seçim sisteminin tek başına temelden bir değişik­ lik getiremeyeceği iddiasında. Bunun ancak ekonomik müca­ deleyle gelebileceğini, en iyi silahın1ızın genel grev, en iyi ör­ neğimizin de Paris Komünü olduğunu söylüyor. Spies'ı da­ ha fazla tanıdıkça, onun çok açıksözlü ve ra dikal olduğunu görüyorum. Onun 'öğrenme' aşamasının sona erdiğini tah­ min ed iyorum. Ben onun fazla gerisinde değilim ama daha ağır (ya da daha güneyli) bir tempoda ilerlemekteyim.

14 Ha zira1l

Günlük tutmayı da bu kadar becereceğim anlaşılan. Son yazdığımdan bu yana bir aydan fazla zaman geçti. Bütün za­ nlanınu seçim için harcadın1. Kentin her yanından yardıma geldiler; Tribwıe bunları 'ithal yabancılar' olarak adlandırdı. Lucy on kişilik iş yaptı, kapı kapı dolaşıp sokaklarda broşür­ ler dağıttı. Kampanya sırasında çoğunlukla kent projelerinde şeffaf ihale yapılması ve daha kısa çalışma saatleri gibi yerel

87 konular üzerinde durduk. Doğrusunu söylemek gerekirse, çok heyecanlı birkaç haftaydı. Herkes çok ateşliydi. Ayrıca bölgemiz hakkında bir sürü şey öğrenip pek çok yeni insan­ la tanıştık. Sonuçları söylemeyi unuttum! Kazanamadım. Ama za ten hiç kimse, Lucy bile, kazanmaını beklemiyordu. To plam oy­ ların yüzde 15'i kadar olan 400 oy aldım ki, bu da yeni bir parti ve son dakikada katılınmış bir kampanya için hiç fena sayılmaz. Spies, kendine özgü o alaycı üslt1buyla, "Daha iyi­ sini de asla bekleme," dedi. Kimi zaman onun fazla kuşkucu olduğunu sanıyorum. Belki ·örgütlenme ve eğitime daha faz­ la zaman ayırabilirsek, gerçek bir farklılık yaratacak kadar önemli politik mevziler kazanabiliriz.

15 Haziran

Seçim tüm zamanımı alırken dünya durmamıştı. Bir de­ miryolu krizi patlamak üzere. Birkaç ay önce demiryolu hisse­ leri d üşmeye başladı. Sermaye sahipleri, kayıplarını çalışanla­ rın sırtından çıkarmaya çalıştılar. Bostan and Maine, ücretler­ de yüzde 10 kesintiye gitti -sonra da her zamanki yüzde 6 kar payını ödedi ve başkanla başmüfettişinin aylıklarını arttırdı. Bu durum, parasının çoğunu işsiziere yardımdan çok, içki aleyhtarlığına harcayan eski kafalı Lokomotif Makinistleri Bir­ liği'ni bile uyandırdı. Birlik greve gitti ve makinistler için gün­ de on sent zam istedi. Bostan and Maine'in sadece altmış yedi makinisti olduğundan, istenen zamının demiryolu sahiplerine günlük maliyeti 6.70 doları aşmayacaktı. Ama onlar zamını reddettiler. Bunun üzerine Birlik trenleri durdurdu. Yine de yönetim onlardan kumazdı. Aradan birkaç saat geçince şirket, makinistlerin yerine sendikasız yedekleri aldı; nitekim, aradan dört ay geçmesine rağmen trenler hiç aksamadan işliyor. Bir-

88 lik hala grevde ama parası giderek tükeniyor. Demiryolu yö­ neticilerinden bazıları sendikayı tümüyle yıkma zamanın gel­ diğine karar verdiler. Charles Francis Adams II (evet, Adams ailesinden olan), Birliğin 'arbk kamuoyuna bir tehdit oluştur­ duğu'nu ve buna bir son verilmesi gerektiğini söyledi. Tehdit -sırf günde on sent isted ikleri için. Bu arada, Chicago' da otel sahibi John B. Drake, yıllık Av Ye meği'ni veriyor. Müthiş bir para karşılığında dünyanın her yerinden yüzlerce yabani hayvan getirtiyor, onları kestiriyor­ lar ve şölende konuklarına sunuyor. Ye meğin her zamankin­ den daha çok talibi var. Bugünkü Tribune, yaklaşan olayı şöy­ le niteliyor: "Kentin kibar sınıfının sosyal takviminin doruk noktası ve Chicago' nun bir metropol olarak giderek artan in­ celiğinin işareti." Biraz daha incelecek olursak, herhalde bir­ birimizi kesip yiyeceğiz.

16 Haziran

Doğu eyaletlerinden 'zengin beyler'in özel birlikler kur­ dukları, atlı polis kiraladıkları ve Pennsylvania'da her 'say­ gın' yurttaşa 'aylaklara karşı savaşı başlatmak için' bir bora­ zan ve bir cop dağıtıldığına ilişkin haberler geliyor. Oysa ay­ laklardan kurtulmanın en kolay yolu, onlara iş bulmaktır.

17 Haziran

Demiryollarından bazıları 'mallarını korumak için' özel dedektifler tutuyorlar. Lucy bunun 'çalışan insanların mülki­ yet sahibi olmalarını önlemek' anlamına geldiğini söylüyor. Allan Pinkerton Ajansı, 'gizli bir işçi teröristleri çetesi' -sözde Molly Maguire'lar- olduğunu iddia ettiği grubu ortaya çıkar­ dıktan sonra, artık bütün özel dedektiflere Pinkerton deni-

89 yor. Benim tanıdığım hiç kimse Molly Maguire'ler diye bir grup duymamış, ama Pennsylvania madenierindeki çalışma koşullarını protesto eden bu kömür işçilerinden on tanesi, şu anda darağacında asılmayı bekliyorlar.

20 Haziran

Lucy benim son zamanlarda çok çalıştığım ve artık cumar­ tesileri tam gün dinlenmem gerektiği konusunda, Spies'ı ikna etti. Sonra beni de öyle güzel bir şekilde kandırdı ki, 'peki' de­ mekten kendimi alamadım. Lucy'nin ilk istediği, yeni 'paten kayma' çılgınlığını denememizdi. Spies buna razı geldi ama daha sonra bizi bir Tu mverein'a götürmek istedi; düzenli eg­ zersiz yaparak sağlığımızı daha iyi koruyacağımızı düşünü­ yor. Hava çok sıcak olduğundan ben de, Erie Sokağı'nın so­ nundaki Gutchow kumsalının ötesindeki göle yüzmeye git­ meyi önerdim. Ancak Lucy orası özel mülkiyet olduğu için tu­ tuklanacağımızı söyledi. Spies da aynı fikirdeydi. Hemen tu­ tuklanacağımızı, oysa böyle bir olayı daha önemli bir şeye sak­ lamamız gerektiğini söyledi. Onların istediğini yaptım, ama yine de biraz yüzrnek iyi olacaktı. Buraya geldiğimiz J873 yı­ lında, sağlık dairesinin, Lincoln Parkı yetkililerinden, yoksul­ lar için bir plaj yapılmasını istediğini hatırlıyorum;parkın ida­ re heyeti bunun parasını sağlık dairesinin ödemesi gerektiğin­ de ısrar etti ve o konuda bir daha hiçbir şey duymadık. Paten kayma merakımız uzun sürmedi. Bu, zengin eğlen­ cesiydi. Piste girmek için adam başına yirmi beş sent, sonra tahta tekerlekli paten kirası olarak da yirmi sent alıyorlardı. Ve ne yapmak için? Düz ahşap zeminde durmadan dönmek için. Düştüğünde de insanın her yeri ağrıyordu. Lucy benim iki kere düşüşüme çok güldü. Ben yerde sırtüstü yatarken, "Dörtnala gihnedenönce tırısgitmeyi öğrenmelisin!" dedi.

90 Sonra da Spies'ın Tu rnverei n'ına gittik. Onun gittiği, kadın­ ları da kabul eden az sayıda yerden biri. Turnverein sözcüğü akla fantezi bir şey getiriyorsa da, büyük bir egzersiz salonun­ dan başka bir şey değil. Çevrede çeşitli aletler vardı ve Spies bunlardan çoğunu deneyerek bize gösterd i: halkalar, çember­ ler, kürek aletleri, ağırlıklar ve Hint sopası denilip bowling ku­ kasına benzeyen bir şey (Lucy onu başının çevresinde çevir­ mekten pek hoşlandı). Spies beden eğitimi meraklılannın di­ yet konusunda çok sıkı kurallan olduğunu söyledi. Alkol ve tütün içmiyorlar, düzenli olarak maden suyu içerek içierini te­ mizliyorlarmış. Spies bize kendisinin de egzersiz yaptığını ama diyete aldırmadığını söyledi. /IBunu duyduğuma sevin­ dim, o kadar da disiplinli bir arkadaşım olmasını istemez­ dim," dedim. Spies'ın gerçekten görkemli bir bedeni var, ama onu elde ehnek için bu kadar ağırlık kaldırıp teriemek gereki­ yorsa, ben bıyığımı briyantinlemeye devam edeceğim.

21 Haziran

San1 Field en, Pittsburgh' dan, yeni kurulan Demiryolu Ça­ lışanları Sendikası (DÇS) haberiyle döndü. Sendikanın satla­ rı demiryollarında çalışan herkese -makinistlere, kondüktör­ lere, ateşçilere, frencilere, işaretçilere- açık. Üyeler, bir grev durumunda hiçbir işçinin bir başkasının yerine çalışmayaca­ ğına yemin ediyorlar. Grevde olmayan bir hatta çalışanlar, grevde olanların malzemelerine el sürmeyecekler. Bu çok bü­ yük bir haber! Demiryolu sahipleri işçilerin isteklerini red­ detmek için birleşmişlerdi; şimdi de tren işçileri, bu oyunu kendilerinin de oynayabileceklerini gösterdiler. Fielden ayrıca, bir frenci olan Robert An1mon'un, DÇS'nin 'genel örgütçüsü' olarak seçildiğini ve örgütü yaygınlaştırıp yeni üyeler kaydetmek amacıyla, ülke içinde dolaşmaya çı­ kacağını da söyledi. Fielden'e göre ağzı iyi laf yapıyormuş ve

91 demiryolu işçileri akın akın kaydolmaya geliyorlarmış. Fiel­ den, Arnınon'un biraz karışık bir ünü olduğu konusunda uyarısında da bulundu. Blackfeet'lere karşı süvarİ birliğinde savaşmış, içkiyi severmiş ve adı Arizona'da bir elma s made­ ninde bir dolandırıcılığa karışmış. İnatçıymış, kendinden eminmiş ve sözüne karşı çıkılmasından hoşlanmazmış. "Te­ xas'ta tanıdığım herkes gibi," dedim. Onunla iyi anlaşacağı­ mızı tahmin ediyorum.

22 Haziran

Dün sabah Pennsylvania' da, Pottsville' de, on Molly Ma­ guire yanlısı asıldı. Adamları kurtarma girişimi olacağı ha­ berleri alındığı için gece boyunca eyalet milisieri dolu silah­ larla sokaklarda devriye gezdiler. Ama söylentiler gerçekleş­ medi ve yeni bir çatışma yaşanmaması da çok iyi old u; daha fazla ölü işçi istemiyoruz çünkü. Binlerce madenci ve ailele­ ri, yağmur altında sessizce bekleştiler kapaklar açılırken. Spi­ es, Devlet'in hiç duraksamadan şiddet kullanması ile işçile­ rin boş silahlarını yere vurduklarında bile koparttığı yaygara arasındaki çelişkiye dikkatimi çekti.

24 Haziran

Müttefik adaylarımız olarak çiftçileri ve bir tür çiftçiler loncası olan Granger hareketini unu ta biliriz. Ülkenin dört bir yanında, rekor düzeyde bir rekolte bekleniyor. Buğday ve mısır üretiminin tarihte görülmedik miktarda olacağı söyle­ niyor ve Granger'lar da, politik toplantılar yerine, börek gün­ leri ve istiridye şölenleri düzenlemeyi tercih ediyorlar. Para­ nın kokusunun, insanları haklı bir davadan döndürebilmesi­ ne çok şaşıyorum. Kendi ıshraplarıyla birlikte arkadaşlık duygusu da bitiyor sanki. Lucy arkadaşlık duygusunun, si-

92 zin sıkıntınızı paylaşan birine acımak anlamına geldiğini söylüyor. Ben buna katılınıyorum ve bunun gayet güzel bir örneği de Lucy. Te rzilikte ustalığı çevreye yayılınca, haftalık geliri de neredeyse beş doları buldu; paranın büyük kısmını bizden daha çok ihtiyacı olan ailelere veriyor. Sofraya yiye­ cek koyamayan, ya da çocuğu hasta bir aile duyunca, yardı­ ma ilk koşan kişi o oluyor ve bunu kendini göstermeden, ka­ pının altından zarf atarak yapıyor. Alaycı tavırları pek çok alaycı insan gibi, onun sevecen kalbini saklayan bir örtü. Lucy geçenlerde özel bir müşteriden ilk işini aldı. Ancak müşteri zengin olduğu için az daha reddedecekti. İşi Lizzie buldu. Lizzie'nin uzak bir akrabası varlıklı bir kadınmış ve Lizzie' den zaman zaman, bir mağaza da ya da Godey's dergi­ sinde gördüğü bir elbiseyi kopya etmesini isterrniş. Bu defa Lizzie'nin işi çok olduğu için eteği kabarık gösterrnek amacıy­ la arkaya dikilen parçayı Lucy' den istemiş. Kadın, Lucy'nin ipekli ve organza iki kumaşla iki ayrı ton macentayı uydur­ masını çok beğenerek, Lucy'yi 'dahi terzi' diye adlandırmış. Bu akraba Lucy'yi, Astor Sokağı'nın ünlü doktorlarından birinin karısı olan Bayan L.B. Risberg'e tavsiye etmiş. Bayan Risberg de hemen arabasını yolladı. Lucy pek isteyerek git­ medi gerçi. Daha çok Praire Sokağı konaklarından birinin içi­ nin nasıl olduğunu merak ettiğini söyledi, ama üst sınıftan birinin güzel görünmesi için yeteneğini asla kullanmayacağı­ na da yemin etti. İnşaatı sırasında, gazetelerde Risberg konağının resimleri­ ni görmüştük Lucy ise oradan dönünce resimlerin gerçeği yansıtrnadığını söyledi. Bir duygu karmaşası içindeydi. "Evin güzelliği inkar edilemez," dedi. Gözleri bir öfke ve hayranlık karışımıyla parlıyordu. "Bayan Risberg'e de hakkını verrneli­ yim; ciddi ve resmi olmasına rağmen, bana alt katı gezdirrne nezaketinde bulundu. Ne manzaraydı ama! Maun giriş holü soluğumu kesti. Yerden tavana kadar, bu kadar ince ahşap işi

93 görmen1işsindir. Ta bii onu yaratmak için parmakları kopana kadar çalışan Alman ve Çek zanaatka rların adları yazılı bir plaket yoktu. Risbergler herhalde onlara haftada beş dolar ve­ rip yemeklerini de ahırda yemelerini söylemişlerd ir." "Eğer yemek malası verd ilerse," dedim. "Ah... hele o ön oda! Gözlerine inanamazsın. Duvarda goblenler, tavanda altın ve kızıl yaldız, çiçekli halılar ve hep­ sinin ötesinde de bir şömine, beş periyi çeşitli pazlarda gös­ teren bir vitray... sanki yıkanan güzeller gibi!" Lucy bu suçlu heyecanını örtrnek istercesine, duruma ga­ yet uygun bir öfkeyle tamamladı sözünü. "Avrupalı baronlar gibi yaşıyorlar. Chicago'nun dört bir yanında insanlar yatağa aç yatıp, avunmak için zavallı bir bez bebeğe sarılırken! Bir de benim böyle gösterişli insanlara elbise dikmem isteniyor! Bunu asla yapamam! Asla!" "Bu kadar burnu havada olma," dedim. IINamusunla ça­ lışarak para kazanmak suç değildir." Lucy kavurucu bir bakış fırlath benden yana. "Chicago Ti­ mes' dan paranı aldığın için, elbette öyle diyeceksin sen," dedi. Yu tkundum ve verecek bir cevap bulamadım. "Büyük h urufat dökümhaneleri karşısında nasıl olsa bata­ cak bir dizgiciler kolektifi kurma dışında insan lekesiz, 'şe­ refli' bir işi nerede bulabilir? diye sordu Lizzie. "Böyle bir yer söyle, ben de oraya başvurayım." "Spies buldu," dedi Lucy. "Kendi işinin patronu. Fielden de kendine bir araba ve at almaya çalışıyor." "Ama onlar da müşterilere bağlılar," dedi, beni mi yoksa Lucy'yi mi ikna etmeye çalıştığını pek anlayamamış olan Liz­ zie. "Müşterilerini de politik görüşlerine göre seçme lüksüne sahip değiller. Bu toplumda şerefli yaşamak diye bir şey ola­ maz diyorum ben. Ayakta kalabilmek için hepimiz bu yozlu­ ğa bulaşmak zorundayız." Sonunda, olayın 'ahlaklılığı' konusunda birkaç kere daha dönüp dolaştıktan sonra Lucy, Bayan Risberg' in işini kabul

94 etmeye karar verd i. O günden beri Bayan Risberg'in arabası sürekli gelip, kendisini provalara götürüyor. Lucy siyah ipekli elbisesiyle suçlu bir gurur duymakta. Bayan Risberg elbiseyi bir 'başarı' olarak niteledi ve Lucy'yi, bele, balina ke­ miği yerleştirmesi (anladığım kadarıyla şimdi moda huy­ muş) ve on beş metre ku maş gerektiren bir arka yastığı yarat­ masından dolayı takdir etti. Lucy elbisenin aslında bir zevk­ sizlik örneği olduğunu, nefes almayı ve hareketi kısıtladığını söylüyor. Bir gün Lizzie'ye, "Modern bir kadından çok bir ortaçağ askerine uygun," dedi. Ama Lizzie omuzlarını silkti. "Kadına ne kadar sıkıntı verirse, o kadar iyi. Sadece varlıklı kad ınlar bedenlerine böyle bir işkence yapabilirler." Kahka­ haları mutfakta oyalanan bana kadar geldi.

25 Haziran

Arnınon Chicago' da. Field en'in evinde buluştuk. Fiel­ den'in davet ettiği bir de dördüncü kişi vardı. Adı . Bizlerden yaşlı, en azından kırk yaşlarında. Alman asıllı. Epey zor bir hayatı olmuş. Çocukken anne babasını kaybetmiş ve hep aç kalmış. Kendisine kimsenin bakmadığı­ nı söyledi. Sonunda bir badanacının yanına çırak girmiş de hayatta kalmayı başarmış. Almanya' da artık bir iş umudu kalmadığında Amerika'ya göçmüş. Evli ve iki çocuklu, geçen yıla kadar bir vagon fabrikasında çalışmış. Şimdi karısıyla küçük bir oyuncakçı dükkanı işletiyor. Geçimini güçlükle sağlıyor, ama böylece okumaya daha çok vakit ayırabiliyor­ muş. Ya kıniaşması güç bir adam. Ciddi ve suskun. Arnman'la konuşmak çok daha kolay. Ama o kadar çok ko­ nuşuyor ki, ne hissettiğini anlamak mümkün değil. Bütün duygularını açık seçik ortaya döken Fielden'le ne büyük bir te­ zat. Onu tanıdıkça daha çok hayran oluyorum. Gerçekten na­ muslu ve temiz bir insan; içinden iyilik yayılıyor. Lucy ilk kar-

95 şılaştığımızda, 'sambo' diye bir şey söylediği için ona kızdığı­ nı söyledi, ama zamanla bunu masumiyetle söylediğine ve zencilerin sıkıntılarıyla gerçekten ilgilendiğine inandı artık. Ammon, bize To m Scott ve diğer demiryolu patronlarının, işçilerin şikayetlerini dinlemek için bir komiteyle bile görüşme­ yi reddettiğini anlattı. Ya kında bir genel grev olacağına inanı­ yor. Frencilerden çoğu, anlamını bilmediğim 'çifte işe' çıkmayı reddediyorlarmış. Bu, normalin iki katı katarla uğraşmak de­ mekmiş. Arnınon'un söylediğine göre, en tehlikeli işi yapan frencilermiş. Aslında hiçbirinin işi kolay değil ya . Ateşçiler sa­ atlerce, Arnınon'un deyişiyle, 'canu bile eritecek sıcaklıkta' ka­ zanlara kömür atıyorlar. En iyi durumda olan makinistler bile sürekli tehlikelerle karşı karşıya. On iki saat süren vardiyalann­ da, her sert viraja ve yokuşa dikkat ehneleri gerek ve bu çalış­ malanna karşılık sadece üç dolar yirmi beş sent alıyorlar. Arnınon frencilerin her aşamada sakat kalma riskiyle yüz yüze geldiklerini söylüyor. Şirketlerin çoğu yeni hava frenle­ ri ve otomatik bağlama gibi güvenli teçhizata para yatırmak istemiyor. Bir frenci, hiç kontrol edilmeyen ve kimi zaman kopan tutarnaklara tutunarak vagonun kenarına çıkıp va­ gonlar arasından geçerken, ayağı sürekli bir makasa takılına riskiyle karşı karşıya ve bu durumda,hacağı kopmadan ken­ dini kurtarmasına imkan yok. Fren çarklarını çevirmek için vagonun üstünde koşarken, ya da bağlantı halkasını yerine yerleştirirken alçak bir köprüye rastlayıp çarpan kafası ko­ puverir de farkına bile varmaz. Ammon, işaret parmağı ol­ mayan elini göstererek, "İki eli ya da bütün parmakları sağ­ lam frenci çok azdır," dedi. "Böyle birinin işe yeni girdiği he­ men anlaşılır." Sadece Massachusetts' de yılda elli kadar de­ miryolu işçisi kazalarda ölüyormuş. Dul eşierine hiçbir taz­ minat verilmezmiş. Ya ölmeyip de sakat kalırsan? Normal ücretleri dışında sakatlık için de fazladan bir şey almazlar­ mış. Arnınon bana, "Bizler onların gözünde pislikten başka bir şey değiliz," dedi. "Şimdi de bizi çifte işe koşmak istiyor­ lar. Artık bizi daha çabuk öldürmenin yolunu buldular."

96 7 Temmuz

Bu son iki haftada garip bir durgunluk oldu, ben de bu sayfaları boş sözlerle doldurmak istemedim. Belki de sıcak­ tandır. Günlerdir kavurucu bir sıcak var. Eski tuğla kanalizas­ yon borularının bazıları da tıkandığından, sokakları öyle pis bir koku bastı ki, insanlar bir tifüs ya da kolera salgınının baş­ lamasından korkuyorlar. Baltimore' da 150 çocuk geçen hafta tifüsten öldü. Zenginler kuşkusuz, White Sulphur Springs' in ya da Adirondacks'ın serin rüzgariarına attılar kendilerini. Bir değişiklik olarak şimdi işçi yerine ayı avlıyorlar. Lizzie ile Spies, hastalıktan korunmak için haftada bir ba­ ğırsaklarımızı temizlernemizi öneriyorlar, ama ben kuru erik­ le kepeğe tahammül edemiyorum. Spies'ın lahana turşusu önerisine gelince, mide rahatsızlığı yerine ağır işleyen bir ka­ raciğeri her zaman yeğlerim. Sokak satıcılan o kadar çok de­ ğişik şurup, iksir ve ilaç satıyorlar ve hepsini öylesine aynı derecede övüyorlar ki, tahminiınce hiçbiri işe yaramaz. An­ cak Lizzie'yi memnun etmek için bir keresinde Fletcher Cas­ toria içmeye razı oldum.

11 Temmuz

Durgunluk sona erd i. Baltimore ve Ohio demiryolu baş­ kanı Garrett, işçilerin ücretlerinde yeni kısıntı ilan etti: bu de­ fa tam yüzde 1 O. İnsanların nasıl yaşamalarını bekliyor bu adam? Eski ayakkabılarının köselesini kemirerek mi? Hava­ da fırtına kokusu var.

17 Temmuz

Fırtına patlak verdi. Hem de nerede? Batı Virginia'da Martinsburg' da! Bu kimin aklına gelirdi ki? Arnınon orada geçen ay küçük bir DÇS şubesi kurdu, ama işçilerin bir iş bı-

97 rakma eylemi bile yapamayacak kadar zayıf old uğunu ve herhalde boşuna çalıştığını söyledi. Şimd i de başard ılar işte! Yıldırım hiç beklenmeyen yere düşer. Aldığımız haberler çok karışık. Anlaşıldığı kadarıyla ateşçi­ lerden bazıları yük trenlerini terk etmişler, haber çabuk yayıl­ mış ve işçileri teşvik etn1ek için bir ka labalık toplanmış. Loko­ motifleri katardan ayırıp depoya sakmuşlar ve yerel Ba ltimare and Ohio yetkililerine, ücret kesintisi kaldırılana kadar Mar­ tingsburg' dan bir tek trenin bile kalkmayacağını söylen1işler. Başkan Garrett bunun üzerine Va li Henry Mathews' dan askeri koruma istemiş, o da Berkeley Muhafız Birliği'ni göndermiş.

18 Tennnuz

Grev, Baltimare ve Ohio'nun diğer bölümlerine de sıçra­ mış. Kondüktörler, frenciler ve makinistler de ateşçilere katıl­ mış. Grevciler yolcu ve posta trenlerine el sürmemişler an1a yetmiş lokomotifi ve altı yüz adet yük trenini Ma rtinsburg depolarına tıkmışlar. Herhangi bir şiddet gösterisine izin ver­ meksizin son derece düzenli ve kontrollü bir yol izliyorlar. Buna rağmen New York Times editörü, köşesinde "kendi çı­ karlarını korumak için fazla cahil ve fazla pervasız olan adamların gerçekleştirdiği gözükara ve nefret dolu bir ey­ lem" diyerek kınamış grevi.

19 Temmuz

Va li Mathews, Başkan Hayes' e telgraf çekerek, 'bu is yanı bastırmak' ve 'eyaletin yasalara saygılı yurttaşlarını greveile­ rio yasadışı gösterilerinden ve iç şiddetten korumak için' as­ ker istemiş. Bütün bunlar aslında gerçeği yansıtmaktan çok uzak şeyler. Federal askerler henüz ortalıkta görülmeyen şid­ deti yaratacaklardır.

98 20 Temmuz

Hayes, İkinci Birleşik Devletler Topçu Birliği'ni Martins­ burg'a gönderdi: üç yüzden fazla asker. Yük katarlan bugün Baltimore' dan getirilen grev kıncılar taralından depolardan çı­ karıldı. Va li Mathews, "Ayaklanma bastırılmış sayılabilir," dedi. Sam Fielden üzücü haberlerle geldi. Ortanca çocuğu Eph­ raim, kimsenin çocuğun tehlikede olduğunu anlamadığı çok kısa bir hastalık dönemi sonunda, dizanteriden ölmüş. Fielden gözyaşlarını tutamıyordu. Karısı tümüyle kendini kaybetmiş durumda. Bir medyuma gitmeye başladı. Spiritüalizm çok yaygınlaştı ama bizim aklı başında insanlanmız şimdiye ka­ dar bundan uzak durmayı başarmışlardı. Field en kansını böy­ le 'saçma' bir şeyden vazgeçirmeye çalıştıysa da, daha sonra her türlü avunmanın iyi olacağına karar verdi. Kadın medyu­ mun dediklerini harfiyen yerine getirdiği takdirde oğlunun 'geri döneceğine ve canlanacağına' inanıyor. Medyumun tali­ matlan arasında çocuğun resmini gece gündüz kalbinin üs­ tünde taşımak, 'sağ elin pozitif manyetik enerjisi'ni kullanmak için 'tedaviler e para ödemek de var. Zavallı kadıncağız.

21 Temmuz

Martinsburg'da durum sakin, ama başka yerlerde yeni protestolar başladı. Sanki kupkuru bir çalılığa bir kor atılmış gibi. Chesapeake ve Ohio Kanalı mavnacıları teknelerini bağ­ layıp, tüm kanalı trafiğe kapattılar. Binlerce kömür madeni işçisi grevde. Çeşitli şubelere bağlı demiryolu işçileri trenlere binip tarifeleri altüst ediyorlar, trendeki ekipleri indirip bağ­ lantı pimierini çıkarıyorlar. Martinsburg'dan batıya gönderi­ len on altı yük treninden sadece biri geçebildi; geri kalanlar Maryland' de, Cumberland' de durduruldu. Haddehaneler boş kaldı, işsizler çoğaldı, çoğu insan açlıktan ölecek durum­ da. Oradaki kalabalık çok öfkeli gösteriler yaptı, silahlar pat­ ladı ve demiryolculardan biri vuruldu.

99 Baltimore'da göstericiler alay cephaneliği önünde topla­ nıp taşlar atarak bütün camları kırdılar ve içerideki 180 aske­ rin paniklemesine neden oldular. Üç bölük dışarı çı kmaya çalışınca coplar ve sopalarla karşılandılar, bunun üzerine as­ kerler kalabalığa ateş açtı. Silah sesleri kesildiğinde on erkek ve çocuk ölmüştü ve aralarında bir tek grevci yoktu. Artık 15 bin kişiyi bulmuş olan öfkeli ka labalık bu defa Baltimare and Ohio deposuna yöneldi, yolcu vagonlarını ateşe verdi ve po­ lis le silahlı çatışmaya girdi. Pittsburgh' da eyalet milisieri tam bir kıyım yaparak Yirmi Sekizinci Sokak bölgesine toplanmış bir kalabalığa ateş ede­ rek sekiz-on kişiyi öldürdüler ve çoğu küçük çocuk olmak üzere elli kişiyi yaraladılar. Kent üzüntü ve öfkeden çıldırmış durumda. Onlarca dolu petrol ve kömür vagonu ateşe veri­ lince ortalık tam bir cehenneme döndü. İç Savaş'ta günlük vahşet boyutuna varan insan kıyıınından sonra, Amerikan halkı şiddet karşısında şoka uğramıyor. Basında genellikle grevciler suçlanıyor ve askerler aklanı­ yor. Gazetelerin çoğunun sahipleri tekelciler olduğundan bun­ da şaşılacak bir şey yok: Jay Gould New York Tribıme'ü kontrol ediyor. Penn Central'ın başı New York Wo rld'un politikasını be­ lirliyor... Başyazılarda demiryollannın ülkenin ekonomik sağ­ lığı için gerekli olduğu ve genel bir iş bırakmaya tahammül edilerneyeceği yazılıyor -ama demiryollarında çalışan işçilerin sağlığından söz eden yok. NewYork Tribıme' e göre, demiryolu mülkiyetine izinsiz girmeye çalışan 'mülkiyetsizler sürüsü'ne ancak Gatling marka makineli tüfeğiyle karşılık verilebilir. To m Scott şöyle diyormuş: "Onlara birkaç gün silah diyeti ve­ rin bakalım, o tür ekmek hoşlarına gidecek mi?" Bunu sanki hastalıklı hayvanları öldürmekten söz edermiş gibi hiç utan­ madan söylüyor. Chicago Tribune ondan bir adım ileri giderek 'serseri güruhu'na karşı el bombası kullanılmasını öneriyor. Grev hızla, giderek artan bir kin ve kararlılıkla batıya doğ­ ru yayılıyor. Sermaye ve emek, hiçbirimizin düşünmediği bir

100 hız ve şiddetle çarpışmış durumdalar. Bu süreci hızlandırdık­ ları, ülke tarihinde ilk defa barış zamanında federal birlikleri kendi yurttaşlarına saldırmaya kışkırttıkları için tekelcilere te­ şekkür etmeliyiz. Spies bunun delilik olduğunu ve bizim, işçi sınıfını, onların aleyhine seferber etmeyi başaramadığımızı, ama onların bunu başardıklarını söylüyor. Hepimiz bundan sonra olacaklan nefeslerimizi tutmuş bekliyoruz.

22 Temmuz

Tırmanış devam ediyor. Özel hayatlarımız artık önemsiz ve hatta yok gibi. Franklin Gowan'ın Philadelphia ve Re­ ading hattının, asla Büyük Grev tarafından etkilenmeyeceği­ ni söyleyerek böbürlenrnesi, Reading kentinin ayağa kalk­ masıyla şimdi alaylara neden oluyor. Yüzlerine kömür kara­ sı sürmüş işçi giysili elli kadar adam rayları söktüler, makas­ ları kilitlediler ve kendilerine katılan büyük bir kalabalıkla Lebanon Va disi Köprüsü'nü yakarak Schuylkill ve Union ka­ nallarını tıkadılar. Ülke temellerine kadar sarsılıyor. Üstelik ufukta bir son da görülmüyor.

23 Temmuz

Emekçiler Partisi liderliği ele aldı. Emekçiler Partisi' nin genel sekreteri Philip Va n Patten'le Pazar Meydanı'nda bir miting planlanmasını konuştuk az önce. Bir broşür hazırla­ dık. Va n Patten benim gibi otuzuna yaklaşmış ve 'eski yerli aileler'den gelen birkaç sivrilmiş liderden biri. (Bunu tırnak içine aldım, çünkü Lucy geçen hafta benim böyle konuştuğu­ mu duyunca haklı olarak alay etti. "Vay canına! Ben seninle altı yıldır yaşıyorum ve bir Kızılderili olduğunu fark etrne­ rniştirn. O soluk suratınla bu kirnin aklına gelirdi ki !") Van Patten çukura batmış gözleri, uzun siyah saçları, dikya­ kalığı ve geniş kravatıyla gerçekten alımlıbir adam. Bir şair ha-

101 vası var ama bir at ti.iccarı kadar pratik ve dürüst. Hemen ko­ nuya girdik. Burasının ülkenin demiryolu merkezi olduğunu, sokaklarında 30 bin işsizin iş ve yiyecek peşine düştüğü Chicago'da şiddetli bir patlamanın yakın olduğunu söyled i. Demiryolu sahiplerinin basma verdiği umursamaz beyanatlara rağmen, kentin patlamaya hazır bir bomba olduğunu biliyorlar.

24 Temmuz

Dün gecenin o ateşli heyecanını nasıl dile getirebiiirim ki? Büyük bir kalabalık -bazıları 30 bin kişi olduğunu söylüyor­ lar- çağrımıza uyarak Market ve Madison kavşağında top­ landı. Kentin her yanından meşaleli göstericiler geldi. Bu he­ yecan verici manzara karşısında Lucy elimi öyle sıkı tuttu ki, az kalsın parmaklarım kırılıyordu. Konuşmalar sırasında Lucy'yi bırakıp kürsüye çıkmak zorunda kaldım, ama onu da Lizzie, Spies ve Fielden'in ya­ nında bıraktİğımdan içim rahattı. Önce John McAuliffe ko­ nuştu. Çok ateşli bir konuşma yaptı, bu grevin "emeğin Fort Sumter'i" olduğunu ve "sesini, düşüncelerini ve kolunu kanlı ve acımasız bir savaşa karşı" yükselteceğine yemin et­ ti. Bana göre bu tür konuşmalar saçma denecek kadar kışkır­ tıcıdır. Va n Patten'in gözlerindeki hoşnutsuzluğu fark ettim. Kendisi hemen podyuma çıkarak kalabalığın heyecanını azaltmaya çalıştı. Ondan sonra sıra bendeydi. Va n Patten'in beni 'gecenin baş konuşmacısı' diye sunduğunu duyunca dizlerim titreme­ ye başladı. Benim açımdan bu konuşma bir ilktil Ama neyse ki, beynim kapanmaya fırsat bulamadan ağzım açıldı. Ço­ ğunlukla şiddet kullanılmasına karşı çıktım, sekiz saatlik ça­ lışma gününü savunduro ve haklarımızı kazanmak için se­ çim sandığını kullanılmasının önemini vurguladım. McA­ uliffe konuşmamdan hoşlanmamış gibiydi ve neredeyse

102 ayakkabıının üstüne düşecek bir balgam fırlattı. Ancak kala­ balık benden yana görünüyor, beni onayladıklarını tekrar tekrar bağırarak gösteriyorlardı. Va n Patten daha sonra beni 'gerekli havayı verdiğim için' kutladı ama, "Sana açıkça söy­ leyeyim, konuşmanın pek çok yerinde hoşuma gidenden faz­ la McAuliffe'e benzedin," diye de ilave etti . Ta hminime göre, hiç de pişman olmadığım en ateşli bir anımda şu söylediklerimden rahatsız olmuştu: "işverenin ücretleri belirleme ve bir emeğin değerinin ne kadar olduğu­ nu söylemeye hakkı varsa, demek ki biz elleri kolları bağlı köleleriz ve haftada adam başına bir tas pirinçle bir fareye ra­ zı olmalıyız." Ka labalık arasındaki Lucy, Fielden'den bir ka­ lem alıp yazdığı için, söylediklerimi tam olarak hahrlıyorum. Lucy bu sözlerimi bir kumaşa işleyip oturma odamızın du­ varına asacakmış. Bir kerecik olsun hoşuna gidecek kadar ateşli olduğumu ve her zamanki 'insaflı' tavnma takılıp kalmadığıını söyledi. Lucy'nin bu alaycı konuşması canımı sıktı. Bazı insanlar beni açık fikirli olduğum için överler diye düşündüm. McA­ uliffe'in görüşlerinden bazılarını paylaşsam da, bu, hepsini bir bütün olarak yu tmak zorunda olduğum anlamına gel­ mez. Lucy'ye karar vermekte acele ettiğini, sonra da koşullar ne kadar değişirse değişsin, kendi tutumunu değiştirmediği­ ni söyledim. "Bu lanet bir savaş!" dedi. "McAuliffe haklı!" "Öyle mi?" Giderek öfkelendiğimi hissediyordum. "Belki de benim Savaş sırasında pek çok kere gördüğüm gibi yüzü­ nün yarısı parçalanmış bir delikanlı görseydin 'lanet savaş'ın o kadar arzulanabilir bir şey olmadığını düşünürdün." "Hey bayım, vahşet olaylarını gören yalnızca sen değil­ sin," dedi. "Ben de çok kan aktığını gördüm, hem de çoğun­ lukla, zencilerin vücutlarından." Bu söze, utanmak dışında verebileceğim bir karşılık yok- tu ....

103 26 Temmuz

Koca bir gün geçti; hayatıınınen önemli günlerinden biri. Bitkin ve hastayım ama biraz uyumadan önce -saat şimdi sa­ bahın ikisi- olanları yazmalıyım. Dün sabah Va n Patten'le 'Chicago Emekçilerine Manifes­ to'muz üzerinde çalışmak için buluştuk. Mevcut krizde dü­ şüncesiz bir eylemden kaçınınayı önerirken, aynı zamanda, ülke çapında sekiz saatlik işgünü ve ücretlerde yüzde 20 ar­ tış isteyerek, kararlılık ile tedbirlilik arasında bir denge bul­ maya çalışıyoruz. İstesem de izin verilrneyeceğini bilerek Times' a zamanın­ da geldim. Ama geç gelsern de fark etmezdi. Adım personel listesinden silinmişti. Sa dece kovulmakla kalmayıp, kara lis­ teye de alınrnıştırn; tabii toplantıda konuştuğum için. Times bugünkü başyazısında durumunu açıkça ortaya koymuştu: Michigan Central'in grevdeki rnakasçılarını 'sefil ve pis tern­ beller çetesi' diye niteliyordu. Zaten aslında Times'ın beni işte bu kadar süre tuttuğuna şaşrnak gerekirdi. Bunu işirndeki başarıma bağlıyorum. Pa­ per and Printing Trades Journal'ın her sayısını okurum ve ye­ niliklerden hep haberdarırn. Kendimi vazgeçilmez kılmak için Nonpareil altı puntoluk hurufatta bile ustalaştırn. Ama sonunda beni attılar işte; gazetede bir 'kışkırtıcı'nın bulun­ masındansa vasıflı bir işçiyi kaybetrnek daha iyiydi. Birkaç parça eşyaını hemen topladırn, arkadaşlar sırtımı okşadılar ve birden kendimi binanın dışında buldum. Lucy'ye haberi vermenin sıkıntısıyla ağır ağır eve yürüdürn. Gelirimizin üç­ te ikisini kaybetmenin dışında, başka bir gazetede iş bularna­ mam için kara listeye alınmış old uğumda n, kirarnızı nasıl ödeyeceğirniz, ikimizin de o kadar çok istediğimiz çocuklara nasıl kavuşacağırnızartık tamamen belirsiz. Lucy'nin terzilik işi giderek artıyor, ama henüz o işi başlıca gelir kaynağırnız olarak göreceğimiz günlerden çok uzağız.

104 27 Temmuz

Der Vorbote'nin kapısını açtığımda içeride hummalı bir fa­ aliyet gördüm. Oda grevcilerle doluydu; çoğu Emekçiler Par­ tisi'ne nasıl kaydolabileceklerini sormaktaydılar. Ceketimi çıkartıp hemen isim ve adresleri almaya başladım. Çok geçmeden grevin tüm kente yayılmış olduğunu öğ­ rendim. Tribıme'ün bu sabahki manşeti her şeyi anlatıyordu: BURADA. Yük trenleri tümüyle durmuş halde. Göl gemile­ rinin çoğunun mürettebatlan günde bir buçuk dolar almak için greve gidince, Kuzey Chicago hacldehaneleri kömürsüz­ lükten durmuş. Kalabalıklar kentte dolaşıp trenleri, fabrika­ lan kapatıyorlar, hatta bazı mezbahalardaki işçilere bile ulaş­ mayı başarmışlar. Ticaret d urma noktasına geldi. Silah mağa­ zalan satışların arttığını bildiriyorlar ve Belediye Başkanı Heath -bence akıllı davranıp- meyhanelerin kapanmasını emretti. Ancak 'namuslu' yurttaşların devriye ekipleri çıkar­ malarını ve çoğu İç Savaş gazisi olan gönüllülere yeni Re­ mington tüfekleri dağıtılması emrini vermekle bence hiç de akıllı bir iş yapmadı. Adı verilmeyen 'özel bir yurttaş'ın gö­ reve yeni alınacak polislerin masraflarını ödeme teklifini de kabul etti ve sonuçta düzenli polis gücü gibi eğitim görme­ miş yüzlerce 'özel' kişiye yemin ettirildi. Öğle saatinde ben hala Emekçiler Partisi'ne üye kayde­ derken, iki sert tavırlı adam beni masanın başından yaka pa­ ça kaldırdılar. Sonra da beni Belediye Başkanı Heath'in büro­ suna götürme emrini aldıklarını söylediler: "Vali seninle ko­ nuşmak istiyor." Şaşırmıştım ama Belediye Başkanı'nın şid­ deti önlemek için bizimle işbirliği yapmak isteyebileceğini düşündüm (her ne kadar adamlarının tavırlarından böyle anlaşılmıyorsa da). Adamlarla sokağa çıktım. Her biri bir yanıma geçip hızlı adımlarla yürümeye başladılar. Rüzgar sert olduğundan ce­ ketleri havalanınca ikisinin de silahlı olduğunu gördüm. Bu-

105 na şaşırmıştım ama Belediye Binası'na gelince ra hatlad ın1, ta ki Belediye Başkanı'nın değil de Emniyet Amiri Hickey'in önüne çıkarılana kadar. Odası, bazılarını tanıd ığım kentin ileri gelenleri ve hiç tanımadığım polis yetkilileriyle doluy­ du. Hickey'i zaten tanıyordum. Kaldı ki, kefalet çetesi kurmaktan Mike McDonald'ın ku­ mar sarayı The Store'u korumaya ve büyük bir genelev sahibi Lizzie Moore'un elmas koleksiyonunu bizzat çalmaya kadar, pek çok kere suçlandığı için Chicago'da herkes Hickey'i tanır. Daha geçen yıl Kent Meclisi onun hakkında bir soruşturma açarak, kendisini hileli emlak işlemlerine bulaşmak, hırsızlar­ dan rüşvet almak ve liman boyundaki depoların üst katların­ da kumar oynatılmasına göz yummaktan suçlu buldu. Fakat Belediye Başkanı Heath kanıtları 'inceledi' ve bunların yeterli olmadığını ilan ederek Hickey'i makamında tuttu. Hayır, o adamın bürosunda, asık yüzlü adamlarla çevrili olmaktan hiç hoşlanmadım. Hickey herşeyi yapabilecek bir insandır. Beni oturttukları iskemlenin kenarlarına tutunarak zorbaların karşısında eğilmemeye karar verdim. Önümde iri vücuduyla dikilen Hickey, beni, Chicago'ya 'büyük bela' ge­ tirmekle, 'Texas'tan buraya halkı isyana teşvik etmek için gelmekle', Emekçiler Pa rtisi'ni de grevi başlatmaktan sorum­ lu olmakla suçladı. Benim sesim iki gece önce dışarıda ko­ nuşmaktan kısılmıştı. O kısık sesle gerçekleri elimden geldi­ ğince anlatmaya çalıştım. Grevin, Emekçiler Partisi'nin ku­ rulmasının başlıca nedenlerinden, yanı sömürülme ve yok­ sulluktan kaynaklandığını söyledim. Odadakilerin yüksek sesle homurdandıklarını duyuyor­ dum. Biri, liNe bekliyoruz, atın içeri bitsin," dedi. Bir başka­ sı, 1/0rospu çocuğunu linç edelim!" diye bağırdı. Neyse ki, üçüRcüsü bana verilecek zararın 'devrimcileri daha fazla şiddete başvurmaya yönelteceğini söyledi. Bunun üzerine ortalık biraz sakinleşti ve Hickey beni sorguya çekmeye de­ vam etti. Nerede doğmuştum, ailem nereliydi, karım ve ço-

106 cuklarım va r mıydı? Bu bilgilere zaten sahip olduğundan eminim. Sakin kalmak için elimden geleni yaptıysam da, bir­ kaç kere bayılacağımdan korktum. Hickey sonunda yanımdan ayrılıp odadaki büyükbaşlada konuşmaya gitti. Sonra döndü, beni çekip ayağa kaldırdı ve su­ ra tım yüzüme yaklaşhrarak, "Seni bu defalık bırakmaya karar verdik," dedi. Kolumdan çekip kapıya doğru itekledi. "Şu an­ dan itibaren hayatının tehlikede olduğunu unutma. Biraz aklın varsa ilk trenle Chicago'dan aynlırsın. Kendini kandırma; adamlarımız bu günden itibaren hep peşinde olacak. Ya ptığın her şey, ağzından çıkan her söz anında bana bildirilecek." Hickey, kapıyı açıp beni koridora iterken, arkamdan, "Uyarıldın!" diye bağırınayı ihmal etmedi. Hemen sonra da kapı suratıma kapatıldı. Birden başım döndü ve uzun koridorcia bir çıkış yolu ara­ yarak sarhoş gibi sendeledim. Ancak korkunç gün henüz sona ermemişti. Kent merkezine vardığımda gözüm Times'ın akşam baskı­ sına ilişti: "GREVİN ÖNDERi PA RSONS TUTUKLANDI!" Adım atamayacak kadar felç olmuştum sanki. Sokakta mıy­ dım yoksa bir hapishane hücresinde mi? Ünlü Bir ihtilalci miydim, yoksa işsiz bir dizgici mi? Her an yığılıp kalacağıını hissederek yürümeye devam ettim. Bir saat kadar öyle amaç­ sızca yürüdükten sonra başımı kaldırınca, Tribwıe binasının önünde olduğumu gördün1. Birden dalgınlığımdan uyanıverdim; belki de dizgihane­ de bir gece işi bulabilirdim. Hemen beşinci kata çıktım ve manşetleri gören, şimdi de beni aralarında bulan işçiler tara­ fından heyecanla karşılandım. Saat sekize geliyordu. Fakat tam dizgiciler sendikasının başkanı olan Bay Manian'la ko­ nuşurken üç kişi beni arkarndan yakalayarak çevirdiler ve Parsons olup olmadığımı sordular. Kim olduğumu söyleyin­ ce ikisi koliarımdan tuttu, üçüncüsü gömleğimin arkasına yapıştı ve beni kapıya doğru sürüklemeye başladılar. Bu de-

107 fa kafarn karışık değildi, çok öfkelenrniştin1; buraya bir in­ san gibi geldiğimi ve bir köpekrnişirn gibi dışarı atılmayı protesto ettiğimi söyledim. Bana cevap olarak küfre başladı­ lar, kapıdan dışarı çıkarıp rnerdivene doğru itelediler. Biri ansızın tabancasını çekip başıma dayadı ve, "Şu anda beyni­ ni dağıtırdım ama bir beynin olduğunu sanmıyorum," dedi. Pencerelerden birinin önünden geçerken ikinci adam beni aşağı atmakla tehdit etti . Beş kat aşağı indiğimizde de ar­ karndan bir tekrne savurarak beni sokağa attılar. Sırtırndan bir kurşun yemeyi bekleyerek bir an durakladım, sonra koş­ maya başladım. Bu defa beni yöneten korku değil, öfkeydi; bu insanların bizim başvurmadığımız bir şiddet için bizi suçlarken kullandıkları şiddete karşı duyduğum öfke. Onların görüş mesafesinden çıktıktan sonra adımlarımı yavaşlattım ve boş görünen Dearborn Sokağı'na saptırn. Bir iki dakika kafaını toparlamak için kaldırırnda oturacaktımki, az ilerideki binanın önünde elleri silahlı adamları görünce hemen ayağa kalktım. Sonra bunların Illinois Milli Muhafız askerleri olduğunu anladım. Birden şiddetli bir ürperti geçti sırtımdan. Bugün şiddetle tehdit edilmiştirn; yarın aynı şeyi pek çok kişinin yaşayacağından korkuyordum. Vakit kaybet­ meden oradan ayrılıp eve, Lucy'ye koşturn. Lizzie, Lucy'ye manşetleri göstermiş ve o da doğal olarak çılgına dönmüştü. Hemen Cook kasabası hapishanesine gitmekte ısrar etmiş, Lizzie onu caydıramayınca ikisi birlikte gitmişlerdi. Ta bii, hapishanede Parsons adında bir mahkum olmadığını öğre­ nince şaşkın bir halde eve dönmüşlerdi. Eve geleli ve Lucy'nin kolları arasında uykuya dalalı bir saat olmuştu ki, kapının vurulmasıyla uyandık Gelen Tribu­ ne'ün dizgicilerinden Abel Hinson'du. Benim binadan sü­ rüklenerek çıkarıimamdan sonra, dizgihanedeki işçilerin he­ men o anda grev tehdidinde bulunduklarını söylemeye gel­ mişti. Gazete sahibi Joseph Medili olayı yatıştırmak amacıy­ la bizzat gelmek zorunda kalmıştı. Bana yapılan muamele­ den haberi olmadığına ve böyle bir şeyi asla onayiamaclığına

108 yemin etmişti. Ancak Hinson, "Bizimkiler Medili'in sandığı gibi aptal hayvanlar değiller," dedi. "Onun yalan söylediğini biliyorlar ve harekete geçme zamanını kolluyorlar." Bizi bekleyen kanlı şafaktan korkuyorum. Ta mamen tükendim artık. ..

1 Ağustos

Hayal edilebilecek olayların çok, ama çok daha kötüsü ol­ du. Şu anda ülkenin üzerine huzursuzbir sükunet çökmüş gi­ bi. Ama geçen o birkaç gün tam bir karabasandı. Ben bir insa­ na ömür boyu yetecek kadar zulme tanık oldum. Yüzlerce ölü ve yaralının tüm suçunu askerlere ve polislere ahyor değilim; pek çok yerde kendilerini taş yağmuruna tutan çocuk çeteleri tarafından kışkırtıldılar. Yine de güvenlik güçleri tetİklerine basmakta çok acele davrandılar. Bunlann neden bu kadar azı işçi arkadaşlarma ateş ettiklerinin farkında ki? Chicago emniyet gücünün yarısından fazlası Alman ve İrlanda asıllıdır. Çoğuo sıkıntılı göçmen hayatını yaşamış, zorba bir ustabaşı emrinde bir fabrikada çalışmış, sefil evlerde yaşamışhr ve şimdi de ay­ da elli-altmış dolardan fazla almayan insanlardır. Ama yine de, yozlaşmış amirlerinden, 'Hamam' Coughlin'lerden ve Mi­ ke McDonald'lardan emir alıyorlar; 'bozkurtlar' adını verdiği­ miz bu kişiler de, emirlerini mülkiyet sahibi sınıflardanalmak­ talar. Bu kaosun sorumlusu bu sonuncular işte. Büyük patran­ lar on yıldır işçilerin daha iyi çalışma koşullan için ortaya at­ tıkları barışçı talepleri önemsemediler, onları geçip gidecek bir çekirge sürüsü gibi gördüler. İşçiler seslerini duyurmak için yükseltince, patranlar kulaklanın tıkarnaktanvazgeçip kendi­ lerine yardakçılık eden politikacılara döndillerve zehirlenmiş fareleri süpürürken bile bir an duraklandığı halde, hiç tered­ düt etmeden işçileri vuracak haydutlar tuttular. Gözlerimle gördüğüm olayları yazarken ellerim titriyor. Bütün ayrıntıları buraya aktaramayacağımı hissediyorum.

109 Yine de, bu günlüğe başlamamın amacı olayları kaydetmek olduğu için kendime hakim olmalıyım. Emniyet Amiri Hickey ve Tribıme' deki haydutlada çatış­ marndan sonra, Emekçiler Partisi'nin düzenlediği bir açık ha­ va toplantısına daha katıldım. Gün boyunca sayısız küçük ça­ tışmalar olmuştu. Öfkeli işçi grupları fabrikaları, taş ocakları­ nı ve tabakhaneleri kapatmışlar, Burlington Demiryolu'nun si­ lolara tahıl teslimatını önlemişierdi (polis kurşunları üç kişiyi öldürüp dokuz kişiyi yaralamasına rağmen). Michigan Cent­ ral depolarında polis, coplarını sa liayarak doğrudan doğruya kalabalığın arasına daldı. Times bile şöyle yazıyordu: "Kafatas­ larına inen copların çatırtısı mide bulandırıcıydı; her vuruşta bir isyancı yıkılıyordu, yerler devrilen isyancılarla kaplıydı." Eğer bu kanlı olaylar Times'ın bile midesini bulandırabilmişse, saldırının şiddetinin ne olduğu kolaylıkla tasavvur edilebilir. Yine de o gece, toplantıya katılan 3 bin işçi hiçbir taşkın­ lıkta bulunmadılar. Va n Patten bir önlem olarak o sabah em­ niyete gitmiş, toplantının gürültüsüz ve düzenli olacağını bildirmişti. Bu iyi niyeti 'Parsons muamelesi'yle karşılanmış, ayrıca bir sokak lambası direğine asılmakla tehdit edilmişti. Lucy'nin ısrarı üzerine ben platformdan uzak durdum ve iki­ miz de kalabalığın arasına karıştık. Van Patten toplantıyı açıp konuşmasına başlayınca atlı polisler kalabalığa arkadan saldırıya geçti. İnsanlar kaçmak isterken derme çatma kurulmuş platforma çarpıp devirdiler, meşaleler çevreye dağıldı, Van Patten yaralandı. O anda geç kalmış olan bin işçi, başlarında boru ve trampet takımı oldu­ ğu halde toplantı alanına girdi. Polis onları ordu 'sandı' ve uyarı ateşi açtı, sonra kalabalıkla çatışmaya girdi. Bir mucize olarak olay sadece birkaç ölüyle atlatıldı. Belediye Başkanı Heath ertesi gün federal güçlerden yar­ dım istedi ve Başkan Hayes de Illinois Milli Muhafızları'nın harekete geçirilmesi yetkisini verdi. Muhafıziarın sayısı baş­ ka yerlerden gelenlerle arttırıldı. Bazı işadamları ve demiryo­ lu yöneticileri kendi işçileri arasından silahlı bölükler kurdu-

110 lar. Bu insanların kendi istekleri dışında bunlara katıldıkları­ nı düşünmek istiyorum ama işçi dayanışmasının 'mantığı'na pek güvenmemeyi de öğrendim artık. Yüzlerce İç Savaş gazisi 'özel' polis memuru olmak için sokaklar boyunca kuyruklar oluşturdular. Bunun beni şaşırt­ tığını itiraf etmeliyim. Savaş felaketini yaşamış olan bu in­ sanlar, neden tekrar çarpışmak için bu kadar hevesliydiler ki ? Şimdi hayatlarında eksik olan o duygu ve amaç yoğunlu­ ğunu tekrar tatmak için mi o ıstıraplı anıları unutınayı yeğle­ mişlerdi? Grant'la Doneisan'dan Vicksburg'a yürüdükten sonra, günde on iki saat bir memur ya da duvarcı olmanın konyak yerine çay içmeye benzediğini tahmin ederim. Olayın doruk noktası Halsted Sokağı'nda 5 bin kişilik öfke­ li bir kalabalığın polisle açık çalışmaya girmesiydi. Ben o sıra­ da kentin başka bir yerindeydim ama Spies kargaşanın tam or­ tasında kalmışh. Kafasına veya göğsüne yediği kurşunla dü­ şen ya da coplarla bayılıncaya kadar devrilen insanlan gördü­ ğünü anlath. Başının arkasından kanlar ve beyin parçalan akan bir grevci, o anın heyecanıyla, ölü olarak devrilmeden birkaç blok koşmuş. Bir de, bir gencin iki elinde iki tabancay­ la ateş ettiğini, sonunda kafasından vurulup yere yığıldığını görmüş. Emekçiler Partisi'nin Bohemya şubesi liderlerinden Frank Norbock da, boynuna yediği bir kurşunla (ya da ertesi gün Times'ın anlahrnınagöre 'gelişmemiş beyninin köküne ye­ diği kurşun'la) devrilince kalabalık dağılmaya başladı. 18 ölü ve 32 yaralıdan -arkadaşlan tarafından kaçınlanlar hariç- olu­ şan tabioyla buna hiç şaşmamak gerekirdi. Polis hala tahnin olmuş değildi. Doğruca Harmonia Ma­ rangozlar Derneği'nin 250 kadar üyesinin, sekiz saatlik çalış­ ma gününün nasıl elde edileceğini konuştuklan On İkinci So­ kak'taki Tu rner Hall'a gittiler. Polis herhangi bir uyanda bu­ lunmadan silahlannı çekip içeri daldı, önüne çıkanın kafasını coplamaya başladı. Olay birkaç dakika içinde sona errnişti: bir marangoz vurulup ölmüş, on kadan ağır yaralannuşh. Birkaç kişi üçüncü kat pencerelerinden atlayarak kaçmaya çalışrnışh.

111 Bugün gazeteler polisi bu 'a tik davranışı' yüzünden kutluyor. Tribıme her su kazanına 'komünist ça pulcular'ın üzerine kay­ nar su püskürhnek için bir hortum takılınasını öneriyor. Bu kana susamış basına rağmen, Tu rner Hall olayı kamu­ oyunun havasında bir değişiklik yarattı. İnsanlar sanki bir darbe yemişler de solukları kesilmiş gibi oldular. O olaydan bu yana geçen üç gün içinde, her tarafta hızlı bir gerileme başladı. Te k tük olaylar bildiriliyorsa da, dehşet ortamı dağıl­ maya yüz tutmuştu. Ülkenin başka yerlerinde de benzer sahneler görüldü. St. Louis' de karışıklıklar pek çok yerden uzun sürdü. Orada Emekçiler Partisi'nin bin üyesi var. St. Louis toplantılarından birinde bir zencinin kürsüye çıktığını duyunca çok gururlan­ dım. Adam nehir gemilerinde ve setlerde çalışan insanlar hakkında konuşmak istediğini söyleyince herkes dikkat ke­ silmiş. Vorbote'ye göre -olayı başka gazete yazmadı- zenci şöyle demiş: "Biz yazın ayda yirmi dolara çalışıyoruz ama kı­ şın çalıştığımız insanları bulamıyoruz." Sonra da kalabalığa, "Rengimize rağmen bizim yanımızda olacak mısınız?" diye sormuş. "Olacağız!" diye gürlemiş kalabalık. Bunlar heyecan verici sözler ama Lucy' nin bana, o anın heyecanında söylenen şeylerin çok çabuk unutulduğunu söylemesine hiç gerek yoktu. Yine de, ben umutluyum (Sev­ gili karım, "Sen hep öylesin!" diyor). Te mmuz sonlarında Galveston' daki zenci liman işçileri, beyazlada eşit ücret al­ mak için greve çıktılar ve kazandılar. İki gün önce aynı kent­ te zenci yol işçileri, beyaz meslektaşlarını günde iki dolar zam istemeleri için ikna ettiler. Ve zammı da aldılar! Diğer yandan, San Francisco' da beyaz işçiler bütün Çinii­ lerin demiryollarından atılmalarını istiyor, sokaklarda Çinii­ lere rasgele saldırıyor, çamaşırhanelerini kundaklıyor ve ev­ lerini yağmalıyorlar. Emeğin Şövalyeleri bile Çiniilere 'kötü aşağı ırk', hatta 'insan mikropları' diyor. Bunlar beni iğrendi-

112 riyor, ama bu davranışlar o kadar yaygın ki, bir Çin-yanlısı platformun kurulmasını bekleyecek olsam, ilişki kurabilecek tek bir işçi sendikası bulamam. Sadece en radikal gruplar olan Marksistler ve anarşistler daha geniş bir hoşgörü göste­ riyorlar. Ancak onlar da bana fazla ideolojik geliyor. Özellik­ le Marksistler, geçmişin ne anlama geldiğinden ve geleceğin neyi gerektirdiğinden emin gibiler. Benim gözümdeyse bilin­ meyen ve tahmin edilemeyen o kadar çok şey var ki. Belki de kabahat benim. Eğitimim Spies'ınkiyle kıyaslandığında çok geç başladı. Bugünlerde çok okuyorum ama elime aldığım kitaplar çoğunlukla pek önemli şeyler değil. Lucy bunları okurnamanın çok daha iyi olacağını söylüyor. Neyse, konumdan uzaklaşıyorum. Olayların geri kalanını kısaca özetleyeceğim. Gerçeklerle yüzleşmeliyiz: Büyük Grev çöktü. Demiryolları İşçileri Sen­ dikası'na kayıt olanlardan bir kısmının özel dedektifler ve muhbirler olduğu anlaşıldı; patranlar çok geçmeden üye lis­ telerini ele geçirdiler. Şimdi çoğu işçinin durumu eskisinden bin beter. Özellikle de benim. İşim yok ve 'ayak takımının li­ deri' olarak damgalandığım bu kentte, pek bir umudum da kalmadı. Demiryollan grevde elebaşı rolü oynayan herkesi kovup kara listeye aldı. Demiryolu İşçileri Sendikası çöktü ve Arnınon bir iki demiryolu yetkilisiyle dost olmaya başladı -cesaretine hayransam da zaten ona hiç güvenmemiştim. Üye sayısı azalan ve baskı tehditleri altında bunalan Emekçi­ ler Partisi, şimdilik ortalarda görünmemeye dikkat ediyor. Olayın olumlu yanına gelince, mülkiyet sahibi sınıfların 'alt sınıflara karşı nefretleri azalmadıysa da, çok sarsılmış du­ rumdalar. Geçen hafta Rahip Henry Ward Beecher, New Yo rk cemaatine, grevcilerin 'asayişe karşı zorba bir muhalefeti' temsil ettiklerini söyledi. Buna inanabiliyor musunuz? Şimdi işçiler zorba oldu! Beecher daha sonra şöyle dedi: "Adam si­ gara ve içki içmeye devam ederse, günde bir dolar bir işçiyle

113 beş çocuğunu geçindirmeye yeterli olmaz elbette! Oysa gün­ de bir dolar, ekmek almaya yetn1ez mi? Su bedava. İnsan yal­ nız ekmekle yaşayamaz, doğru; ama ekmek ve suyla yaşaya­ mayan bir insan da yaşamayı hak etmez." Bu nu söyleyen bir kadın ayartıcısı, lüksün kucağında yaşayan bir zampara. İşçiler hiç olmazsa sayıları çok ve örgütleri güçlü oldu­ ğunda neler yapılabileceğini gördüler. Şu anda yeraltına gir­ mek zorunda bırakılmış olsa da, işçiler arasındaki kırgınlık eskisinden daha fazla artık. Ya kında mutlaka yeni bir ifade yolu bulunacak. Buna eminim.

114 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

CHICAGO Şubat 1879 \ÔI

"Bu büyük bir risk, göze alınamayı tercih ederim." Lucy'nin sesi gergin ve kırgındı. "Ama nasıl geçineceğiz ki?" Lizzie'yle birlikte, apartmanlannın boş zemin kahndaydı­ lar. Oda üç metreye iki buçuk metre, döşemesi kaba yontul­ muş tahtadandı ve en ufak bir konfora sahip değildi: duvarla­ n badanasızdı, yıkanmak için bir leğeni, yiyecek saklamak için buzluğu ya da bir sobası yoktu. Kirası aylık dört dolar olması­ na rağmen bunca yıldır boş kalmasının nedeni buydu. Odanın tek cazip yanı, sokağa bakan büyük penceresiydi. Lucy'ye fikri veren bu pencere olmuştu. Sokaktan gelip ge­ çenler içeriyi göreceklerdi ve belki de kendilerine gösterilen eşyaya kapılıp içeri girerlerdi.

117 "Lucy, kışları donarsın ve yazın o pencereden giren gü­ neşle burası cehennen1e döner." "Ben burada oturmayacağım, sadece ça lışacağım. Hava­ landırmak için kapıyı açık bırakırım." "Ama günün yarısını burada geçireceksin." "Ben bu fikirden hoşlanıyar muyurrı sanıyorsun? Bana başka bir alternatif söyle öyleyse. Albert kara listeye alınıp da eve ancak Varbale'ye yazdığı bir yazı için üç kuruş getirir­ ken nasıl yaşamamızı bekliyorsun?" "Ama ... ama bu mahallede bir terzi dükkanı o kadar ol­

mayacak bir şey ki ... " " ...Albert bir gecede meslek değiştirip fıçı yapımcısı ya da nalbant olamaz ya!" Lizzie cevap vermektense, iki elini havaya kaldırdı. "Hayır," diye devam etti Lucy. "Albert bir yazar ve bir ko­ nuşmacıdır ve zamanını bu işlerle geçirmeli, bir işçi ya da ucuz bir sirk çığırtkanı olarak değil." Lizzie beş yaşındaki bir çocuğun suyuna gitmeye çalışır gibi, "Seninle aynı fikirdeyim," dedi. "Albert sadece kendisi­ nin altından kalkabileceği önen1li işler yapıyor." "Kabul ediyor musun? Öyleyse neden tartışıyoruz ki?" "Ben tartışmıyordum. Sadece bir iki pratik fikir oluştur­ maya çalışıyordum. Bu mahallede hemen her kadın dikiş dikmeyi bilir ve ailesinin giysilerini diker. Müşterin kim ola­ cak? Hangi kadın, pli yapmak ya da eteğini bastırmak için para veremezken, etek almak için parayı bulacak? Yoksa Ba­ yan Risberg'in çevresinden tenis ve binicilik giysileri için müşteri mi bekliyorsun?" Lucy burnunu kıvırdı. "Ondan henüz bir müşteri gelme­ di. Kentte yeni bir 'kreole dahisi' gelmiş olmalı. Ayrıca, be­ nim tenis ve binicilik giysileri dikemeyeceğimi sanma! Art­ hur's Magazine'den kopya edebilirim. Benim gayet yetenekli bir terzi olduğumu unuttun sanırım."

118 "O konuda hiçbir kuşkum yok. Ben sadece müşteri bula­ mayacağımdan kaygılanıyorum." "Çok az para isteyeceğim. İki dolara, hem de iyi kumaş, metresi yirmi sentlik saten kullanarak basit bir ev giysisi di­ kebilirim. Ucuz olunca mahalleden müşteri bulabileceğimi düşü nüyorum. Eğer şansım varsa 'neredeyse bedavaya iş ya­ pan harika terzi' lafı kulaktan kulağa yayılır." "Lucy, sen müthiş bir kadınsın! Seni hiçbir şey yıldıramaz." "Şimdilik." Lucy birden Chicago'ya geldikleri ilk yıllarda kent n1erkezine giderken hissettiği korkuyu hatırladı. "Ha, unuttum!" dedi. "Albert eğer bir broşür hazırlarsam politik gösterilerde ve sendika toplantılarında dağıtaeağını söyledi. İnsanlar ona hayranlık duyuyorlar. Sıkıntıda olduğumuzu duyunca bize yardım edeceklerdir." "Ben de sana yardım etmek istiyorum," dedi Lizzie. "Sen mi?" Lucy çok şaşırmış ve duygulanmıştı. "Ama sen bana nasıl yardım edebilirsin ki, Lizzie'ciğim?" Lizzie sırıttı. "Ben de Izemen Izemen dünyaca ünlü Lucy Parsons kadar iyi bir terzi sayılırım." Lucy'nin yüzünde bir rahatlama belirdi. "İlik açmakta benden ustasın. Hatta sana astar işini de verebilirim. Ama, Lizzie, buna nasıl zaman ayırabilirsin ki?" "Pazarları var, sonra akşamları da bir iki saat boşum." "Senin şu anda bile kendine ayıracak zamanın yok. Daha çok pikniğe ve sosyal toplantılara gitmelisin. Bana teyel ya­ parak koca bulamazsın." "Zamanı gelince o da olur. Acelem yok. Şimdi önemli olan sana bir katkıda bulunmak." "Günün birinde çocuğun olsun istemez misin?" diye Lucy, gökten düşereesine sordu. "Şimdi bu konuyu neden açtın?" "Ben çocuk sahibi olmak istiyorun1. Albert da. Ama bir üçüncü kişi gelmeden sofrada iki kişilik yemek olacağından

119 emin olmalıyız." Sesi bir fısıltıya dönüştü. "Dükkan için bir neden daha işte ..." Lizzie'nin gözleri heyecanla parladı. "İyi ya, hemen işe koyulmalıyız öyleyse. Ben, Kinzie Sokağı'nda oturan dul Arnstein'la yakınıaşmayı düşünmüştüm. O yaşta gözleri ar­ tık iyi görmüyor, kocası da iyi para bıraktı." "Namuslu işe namuslu bedel isteyeceğiz. Asla kazık at­ mayacağız." Lucy bir kalabalık önünde konuşuyor gibiydi. Onun bu ciddiyeti Lizzie'yi her nasılsa neşelendirmişti. "Sen kendi adına konuş," dedi. "Ben parça başı işler için sen­ den alışılmış olandan fazlasını isteyeceğim. Ne de olsa bir zen­ ci için çalışan bir beyaz olacağım. Hiç duyulmamış bir şey bu!" Lucy bir an şaşırdı, sonra kahkahayı bastı.

120 CHICAGO Eylül 1879 \ÖI

Albert güleç bir yüzle bira kupasını kaldırarak, "Şerefe iç­ mek istiyorum," dedi. "Daha doğrusu, zamanımız ve para­ mız yeterse pek çok şeyin şerefine." Spies ve Fielden'le, çeşitli ırklardan müşterisi olan popüler Kuzey Yakası meyhanesi Mackins' de oturuyorlardı. Arkada çalınan piyanonun konuşmalanru kesmemesi için girişe yakın, pencere önünde bir masa seçmişlerdi. Pencere ilan posterleriy­ le öylesine kaplıydı ki, saksıdaki çiçekler biraz ışık alsınlar di­ ye odanın içine döndürülmüştü. Masalanrun tam karşısında Mackins'in ünlü maun ban, alhnda ayak dayayacak pirinç bo­ rusuyla odanın bir ucundan diğerine kadar uzann1aktaydı. "Evet, en azından şu an kutlayacak çok şey var," dedi.

121 "Spies ... bu akşam o Alman kötümserliğini bırakacaksın!" diyen Albert, kadehini Spies'ınkiyle tokuşturdu. Fielden'in gözleri sevinçle parlıyordu. Parsons'a eğilerek, "Ben ayrıcalığıını kullanmak istiyorum," dedi. "Bu toplulu­ ğun en yaşiısı olarak kadehimi ilk kez ben kaldıracağım. Bu şerefi bana vermelisin." "Ama benim kadehim havada bile," diye kadehini kaldır­ dı Parsons. Fielden de kendi kadehini kaldırarak, "Öyleyse orada dursun," dedi. Spies da kadehini kaldırdı. "Son zamanların en büyük olayına içelim," dedi Fiel­ den. "Albert Richard Parsons'ın doğumuna! Dünya gözü­ nü dört açsın, yeni bir Parsons kuşağı yeni bir ajitatör ku­ şağı demektir!" Üç adam, "Albert Jr." diye bağırarak içtiler. Spies, Albert Jr.'ın yeni kurulan Sosyalist İşçi Partisi'ne kaydolup kaydal­ madığını sordu. "Yoksa sen ve Lucy hala Angiasakson Eme­ ğin Şövalyeleri'yle birlikte misiniz?" dedi. "Albert Jr. kolay kolay herhangi bir gruba girmeyecek," diye karşılık verdi Albert, diğerlerini şaşırtan bir ciddiyetle. Albert'ın bu ani ses değişikliğine şaşıran Fielden, komik havayı devam ettirmeye çalıştı. "Yani, oğlan sırt mı çevirdi?" diye sahte bir dehşetle sordu. "Düşünün hele ... iki haftalık ve şimdiden kapitalistlerin safına geçmiş." "Gayet mantıklı," dedi Spies. "Çocuk düzenli olarak ye­ mek istiyor." Parsons, "Dostlarım, doğrusunu isterseniz, Albert Jr.'ın çocuk ya da yetişkin, pek seçeneği olmayacak," dedi. "Bilmece gibi konuşuyorsun," dedi Spies. "Pekala, sadede geleyim öyleyse. Albert Jr. hastanede 'zen­ ci bebek' olarak kaydedildi. Ta hmin edebileceğiniz gibi, bu durumdadoğru dürüst bir okula girmesi bile çok güç olacak." Masaya tam bir sessizlik çöktü. Parsons gerilimi hafiflet­ menin kendisine düştüğünü biliyordu. "Abartıyorum elbet-

122 te. Her kapı yüzüne kapanacak değil. Bu aydınlanma günle­ rinde bir garson olmayı umabileceğini duydum. Ünlü Pal­ mer Oteli bile birkaç zenci hadernealıy ormuş ... ara sokak ka­ pısından otele girmeleri o kadar da önemli değil sanırım." "Lucy ne yapıyor?" diye sordu Fielden. Konu üzerinde Lucy'yle eski dalaşmasından dolayı huzursuzdu. "Zenci bir bebek doğurduğu için mi, yoksa onu öyle kay­ dettikleri için mi?" Albert gergin bir gülümsemeyle baktı ar­ kadaşlarının yüzüne. "Lucy kendini 'zenci' olarak kaydettir­ miyor. Oğluna bu yaftayı koymayacağını tahmin edersiniz. Oğlanın teni annesininki gibi, esmer, bronz ... Ama ... " Albert sözünü kesti; aklı diline yetişmişti. "Albert Jr. hakkında bu kadar konuşma yeter," dedi. "Gü­ zel ve sağlıklı bir bebek ve ikimiz de çok mutluyuz." Daha fazla tartışmayı önlemek için kadehini kaldırdı. "Ben de Sam Fielden'in yeni atlı arabasına içiyorum. Sonunda kendi işinin sahibi bir taşçı ustası oldu!" "Ve arahacılar sendikasının lideri!" diyen Spies da kade­ hini kaldırdı. Ondan sonra yakın zamanlardaki talihli olayların hepsine kadeh kaldırıldı: Lucy'nin Çalışan Kadınlar Sendikası'nın kurulmasına yardım ederken terzihanesinde mütevazı ölçü­ de de olsa kar etmesine; Emeğin Şövalyeleri'nin sayısının gi­ derek artmasına ve Büyük Grev'in ardından kaydolan yarı vasıflı demiryolu işçilerine; yeni işçi gazetelerine ve bu arada Albert'ın yardımcı editörlüğüne getirildiği Socialist' e; son olarak da, yeni Sosyalist İşçi Partisi'nin artık kapanmış olan Emekçiler Partisi'nin yerini doldurmasına, zenci üye kabulü­ ne, kadın üye kaydetme kampanyasına ve Frank Stauber'in Kent Meclisi'ne seçilmesiyle politikaya girişine ... Spies ayağa kalkıp dili biraz dolaşsa da ciddi bir tavırla Albert'ın On Beşinci Bölge'den Meclis'e aday olma girişinli­ ne kadeh kaldırdı: "Yoldaşımızı seçtirrnemek, kazandığı za-

123 feri kabul etmemek için yaz bölge şeflerinin oy sandıkların­ da hile yaptığını bütün kent biliyor." Albert gururdan yüzünün kızarmasından rahatsız olarak konuşmayı gelecek bahar seçimlerine yöneltti. O kadar aklı başında konuşuyordu ki, Fielden içtiklerinin yarısını, ağzı ye­ rine gömleğinden içeri boşalttığını söyledi. Parsons çocuklu­ ğunun aksanıyla, "İnsaf, ortak, bu bir şey değil ki," dedi. "Te­ xas'ta yetişmişsen bunlar doğal şeylerdir." Sonra sözde bir kürsüye çıkmış gibi yaparak, "Gelecekteki bu seçim, sendika­ cılığın ve politik eylemlerin el ele gittiğini kesin olarak kanıt­ layacak," diyerek hıçkırdı. " ... ve birlikte kendi insanımızı ik­ tidara getirerek ve ....." Albert'ın zihni aniden boşalmıştı. "Bir son vereceğiz," dedi Fielden. "Evet, çok doğru ... bu ülkeyi bir yoksullar, dilenciler ve uşaklar ülkesine çevirmeye son vereceğiz." Fielden'le Spies gürültülü bir alkışa başlayınca çevre ma­ salan ürküttüler. Üçü de artık sarhoş olmaya başlamışlar, ilk birkaç kadehten sonra beş sentlik biradan on sentlik viskiye dönmüşlerdi. Onu da susuz içiyorlardı. Sadece midesi zayıf olan Spies ayran içmekteydi. Gece sona ererken konuşmalar politikadan Spies'ın mide­ sine döndü. "Her şeyi üstüne alınıyorsun, senin hazımsızlı­ ğının nedeni bu," dedi Fielden. "Sinirlerin aşırı uyarılmış." "Hayır hayır," diye güldü Albert. "Annen ve kız kardeşle­ rinle oturduğun için. Sen kaç yaşındasın, Spies?" "Yirmi dört." "Tanrım!Orta yaşlı sayılırsın arhk; kasıkiarın pes etmeden hemen evlenmelisin. Üstelik çok yakışıklısın. Seçecek o kadar çok kız varken, derdin içlerinden birini seçmektir kuşkusuz." Spies'la sanki kendisi orada değilmiş gibi alay ederlerken, o da kendisini seven iki ağabeyin arasındaymış gibi keyifle­ niyordu. Fielden, "Yanılıyorsun, Parsons!" diye bağırdı.

124 "Spies'ın doğası evliliğin sıkıntılarını ka ldıramayacak kadar hassas. Bana bak!" Göğsünü yumrukladı. "Öküz gibi adamım ama karımın ve çocuklarımın sevgileri sayesinde zamanın­ dan önce yaşlandım. Bak oğlum, büyük sözü dinle ve hep bekar kal. Sen entelektüel bir insansın, zamanını okumaya falan ayırmak zorundasın." "'Hassas', öyle mi? Şaka diye buna derim işte!" Albert güldü. "Bu adam kötünün ta kendisi! O namussuz Lehr-und­ Wehr Ve rein'a katıldı ve silahlı başkaldırıya inanıyor!" Chica­ go Tribıme' de okudum." Spies kendini toplamış görünmeye gayret ederek, " Ayıl­ dığın zaman sana bir kere daha anlatırım," dedi. "Siz yerli Amerikalılar çok ka lın kafalısınız. Ve rein, silahlı mücadele­ yi işçi davasına bir ihanet olarak görür ve ... sınıf savaşını reddeder... " "Ama lüks Remington ve Springfield tüfekleriyle talim yapmaktan vazgeçmez," diye sözünü kesti Albert. "Ve o tü­ fekler hiç de ucuz değildir. Paranın doğruca Karl Marx ile Al­ manya' daki çetesinden geldiğine iddiaya girerim." "Karl Marx Londra' da yaşıyor," diye sırıth Spies. "Aynı şey," dedi Parsons, hepsinin pek komik buldukları gürültülü bir hıçkırıkla. Ya kındaki masaları susturarak, "Bu ülkeyi yıkanlar hep yabancılar," diye bağırdı. "Kıyılarımıza akın akın gelen bu pis anarşistler!" Gömleğinden aşağı salyalan akan Fielden, "Ya o ünifor­ malar!" dedi. "Praire Caddesi hanımları bile süslerine Ve rein üyeleri kadar para harcamıyorlar." "Bizim paramız balolardan, piknikierden ve gönüllü oa­ ğışlardan geliyor," dedi Spies. "Tanrım, bu hala cümle kurabiliyor!" dedi Albert. "İçtiği ayrandan olmalı." Spies güldü. "Anlaşılan bu gece .... " İsken1lesini i tip kalktı.

125 "Nereye gidiyorsun?" diye gürledi Fielden. "Daha kraliçe­ nin şerefine kadeh kaldırmadım. Uriah Stephens'ın şerefine de!" "İkisi de seni bağışlarlar," dedi Spies. Masanın öteki yanı­ na geçip Albert ile Fielden'in kalkmalarına yardım etti, son­ ra üçü birlikte sendeleyerek kapıya doğru yürüdüler.

126 CHICAGO Ekim 1879 \ÔI

Parsons, Richard Andrews'un Ch icago Tribune' deki oda­ sında onun karşısına otururken, "Anlaştığımız gibi size sa­ dece yarım saat ayırabilirim," dedi. "Bu kadarı yeter de artar bile, Bay Parsons. Geldiğiniz için teşekkür ederim." Andrews'un sesinin samimiyetsizliği, özen­ li kibarlığını yalanlıyordu. İlk başta randevu istediğinde Al­ bert kabul etmek istememiş, ama Spies bu riski göze almalan gerektiğini söylemişti: "Sadece yanıngerçekler gazeteye girse, bu bile bir ilerleme sayılır. Ayrıca, sen de o rezil Times' da çalış­ mış tın. Belki Andrews da gizli bir sempatizan olabilir." Andrews, Paris Komünü'nün sekizinci yıldönümünü kut­ lamak için büyük Sergi Sarayı'nda yapılacak Sosyalist İşçi

127 Partisi'nin toplantısıyla ilgileniyordu. Toplantı daha şimdi­ den gazetelerde Milli Muhafıziarın çağrılmasını isteyen baş­ yazıları başlatmıştı. Ancak Andrews, konuya Albert'ın 'kapi­ talizme karşı mücadele'de giderek artan rolünü dile getire­ rek konuya dolambaçlı yoldan yaklaştı. Albert bunu duymazdan gelerek genel bir cevap verdi. "Ben işçi sınıfının ekonomik ve politik yollar aracılığıyla bir­ leşmesinin önemine inanırım. İşçi sendikalarını örgütlernek ve Sosyalist İşçi Partisi adaylarını seçmek aynı amaca varma­ nın iki yoludur." "O zaman Paul Grottkau'nun en azından Der Vorbote'de açıkladığı görüşlerini kabul etmiyorsunuz." Bilgisinin derin­ liğinin Albert'ı şaşırtmasını bekleyen Andrews'un yüzü ken­ dini beğenmişçesine kızardı. "Bizim iç tartışmalarımızı ve yayınlarımızı dikkatle izle­ diğinizi görüyorum," dedi Albert. "Evet, rakiplerimizi yakından izlemeliyiz," diye kıs kıs güldü Andrews. Adamın bu havalara girmesine sıkılan Albert, konuştuk­ ları konulardan uzaklaşmamaya karar verdi. "Paul Grottkau bilgili bir insandır," dedi. "Kendisine büyük saygım vardır. Pek çok konuda, özellikle de işçi sendikalannın güçlendirilmesinin önemi konusunda onunla hemfikiriz." Elinde bir sinek öldüreceği yle, sinir bozucu hayvanın vuruş mesafesine konmasını bekler gibi duran Andrews'un cevabı gecikmedi. "Ama Grottkau ekonomik eylemin politik eylem­ den önce gelmesinde ısrar ediyor. Bunu Kent Meclisi'nde bir üyelik için harcadığınız enerjiyle nasıl bağdaştınyorsunuz?" Albert sakinliğini korumaya çalışarak, "Chicago'nun iş­ sizlerini 'serseri asalaklar diye niteleyen Tribune yetkililerini, sizin, ailelerini beslerneyeçalışan insanlara duyduğunuz aşi­ kar sempatinizle bağdaştırabildiğiniz gibi." Andrews'un yüzünün kızardığını gören Albert, ele geçir­ diği üstünlüğü kaybetmek istemeyerek hemen devam etti.

128 "Ortak bir davada birleşen insanların bütün görüşleri ortak değildir. Ayrıca sizin Grottkau'nun konumunun inceliğini anlamadığınız anlaşılıyor. O politik eyleme karşı değil, ama politik eylemin tek başına işçi sınıfını ekonomik kölelikten kurtaramayacağını söylüyor. Sağlam bir sendikal mücadele temeline dayandığı zaman politik eylemin yararlı olabilece­ ğini söylüyor. Gördüğünüz gibi, Grottkau'yla birbirimizden o kadar da farklı değiliz. Ve kimbilir? Gelecek bizi daha da yaklaştırabilir -özellikle de yönetici sınıf değişimi seçim san­ dığında gerçekleştirmeye yönelik yasal çabalarımızı hile ve tehditle önlemeye devam ettikçe." Albert öyle hızlı konuşmuştu ki, Andrews kendini o yeni çıkan bir metreden fazla çaplı bisikletlerle yayalan tehdit eden çılgın bisikletiiierden birinin kurbanı gibi hissediyordu. Basit bir soruyla geriledi: "Bu bir daha belediyede bir göreve aday olacağınız anlamına mı yoksa olmayacağınız anlamına mı geliyor?" "Geçen yıl bir hileye maruz kaldığımdan, zamanımı baş­ kalarının adaylığını desteklerneye ayıracağım ve bunu da ço­ ğunlukla Socialist'te yazarak yapacağım." "Ah evet, yardımcı editör olduğunuzu duymuştum. He­ nüz söz konusu olan o küçük gazeteyi görmüş değilim. Etnik yayınlardan biri mi?" Albert gözünü bile kırpmadı. "Socialist, Sosyalist İşçi Par­ tisi'nin İngilizce' deki organıdır. İngilizce etnik bir dil olduğu­ na göre, bizimkine de etnik bir yayın denilebilir. Ancak ama­ cımız, bütün işçileri bir tek siyasal parti altında toplamaktır." Bütün işçi gazetelerinin çok az bir destekle varlıklarını sürdürdüğünü çok iyi bilen Andrews, "Herhalde epeyce ge­ niş bir abone kitleniz vardır," dedi. "Sürekli büyüyoruz." Albert adeta tehdit edercesine bir heyecanla konuşmuştu. Andrews yılmış değildi. "Bu yıl sizi diğerlerinden fazla il- gilendiren bir adaylık var mı?"

129 "Belediye Başkanlığı yarışı elbette." Andrews gerçekten şaşırmış göründü. "Sosyalist İşçi Par­ tisi o makama da aday göstermeye mi kararlı yani? Şimdiye kadar belediye meclisinden daha üst bi r makama aday gös­ termemiştiniz." "Dünyada yükselmeye hazırız artık." "Sosyalist İşçi Partisi'nin adayı kim olacak? Siz mi?" "Dediğim gibi, benim bu seçimde ka tkım yazılarımla ola- cak. Beni başkanlığa aday göstermek için bir öneri vardı ger­ çi, ama ..." " ... Sosyalist İşçi Partisi Başkanlığı'na mı? Ama Phillip Va n Patten henüz ..." "Hayır, Amerika Birleşik Devletleri Başkanlığı'na." Andrews'un soluğu kesildi. Te pkisi o kadar komikti ki, Albert gülmernek için kendini güç tuttu. Masum bir tavırla, "Bunu neden bu kadar şaşırtıcı buldunuz?" diye sordu. "Ama, efendim, yani ... bu anlamsız ... " Dizginleri elden kaçırdığı için çılgına dönen Andrews kekeliyordu. "Reddettim tabii." "Tahmin ederim." Andrews başını şiddetle salladı, sanki her şey yerli yerine oturmuştu. "Çok gencim." "Efendim?" Andrews yine şaşkına dönmüştü. "Anayasa. Başkanlığa aday olmak için otuz beş yaşında olmak gerek. Daha dört yıl var, yani. Ama 1884'te yaş şartı yerine gelmiş olacak." Andrews iskemiesini deviren bir öfkeyle yerinden fırladı. "Bayım, sanırım otuz dakikamız doldu." "Haklısınız." Albert de ayağa kalktı. "Havadan sudan ko­ nuşunca vakit ne kadar çabuk geçiyor, değil mi? ihtiyacınız olan her şeyi öğrenmişsinizdir sanırım." "Gereğinden fazlasını," dedi Andrews.

130 Albert, "Bir gün gelecek işçi sınıfından biri bu devletin ba­ şına geçecek," dedi. "Yani, işçi sınıfı, o gün gelmeden önce devlete olan inancını kaybetmezse." Sonra dönüp dışarı çıktı. Andrews'un yazısı iki gün sonra Tribune' de yayınlandı. Manşet şöyleydi: "ANARŞiST PA RSONS YA PILACAK SOS­ YALİST İŞÇi PARTİSİ TOPLANTISINDA 1884'TE AMERiKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ BAŞKANLIGINA ADAYLIGINI KOYACAGINI AÇlKLAYACAK."

131 CHICAGO Kasım 1879 \ÔI

Spies kararlı adımlarla elli kişilik grubunun önüne geçti; bu, onların sıraya girip saflarını sıkiaştırmaları için bir işaret­ ti. Grup, Lehr-und-We hr Verein'ın Sergi Sarayı'na yapacağı yürüyüşte asayişi sağlayacak gruplardan sadece birisiydi. Hala günışığı varken yürüyüş yolunda düzeni sağlama plan­ larını son bir kere gözden geçirmek üzere, Ogden Grove pik­ nik alanında toplanmışlardı. Üyeler arasında Spies serbestçe dolaşıyor, kimiyle İngilizce kimiyle Almanca konuşuyor, göz­ leri heyecanla pariayarak hepsini bir düzene sokmaya çalışı­ yordu. Kimi zaman aristokrata benzese (hatta bir aristokrat gibi davransa) bile, Parsons gibi Spies da, her türlü kalabalık­ ta ve çeşitli kökeniere sahip insanlar arasında gayet rahattı.

132 Spies gelecek ay yirmi beşine gireceği halde, daha yaşlı bir insanın otoriter görünüşüne sahipti ve insanlar kolaylıkla onun emri altına giriyorlardı. Bu doğal otoritesi kısmen fiziki yapı­ sından kaynaklanıyordu. Almanya'nın ortaçağ şatolan kalıntı­ lanyla dolu dağlık bir bölgesi olan Landeck'teki çocukluk gün­ lerinde bir orman korucusuolan babasının yürüyüşlerine katıl­ dığı gibi, sık sık da tek başına yasak keşiflere çıkardı. En sevdi­ ği yıkıntı olan Wildeck Şatosu'nun kayalık arazisinde dolaşır, yılanlardan ve yarasalardan korkmaz, en yüksek tepeye çıkıp, verimli vadilere ve köylere bakarken mutluluktan kendinden geçerdi. Sadece bir kere korkmuştu; eski bir işkence aletine rastlayıp, aletin pasianmış sivri uçlannın insan kanıyla kaplı ol­ duğunu hayal ettiğinde. Ye tişkinliğinde bu korkuyu felsefeye dönüştürmüş, ortaçağ şövalyelerinin barbarlıklan ile polisin copunun verdiği ıstırap arasında paralellikler kurmuştu. Bugün Ogden Grove'da Spies'ın grubu, onun doğal kariz­ masını daha da arttırıyordu. LWV tören üniformasım giy- . mişti: püsküllü pamuklu ceket, kış rüzgarından korunmak için kalın siyah pantolon (pantolonlar yazları beyazdı), mavi keten gömlek, göğüs üzerinde açık renkli çaprazlama bir ku­ şak ve siyah Sheridan şapkası. Pek az LWV üyesi bu giysiye verecek paraya sahipti ve adamlarının çoğunun resmi giysi­ ye yakın bir şeyler bulabilmesi için bol miktarda bağış top­ lanmıştı. Çoğunda gömlek yerine eprimiş fanilalar vardı ve Sprigfield veya Remington yerine eski namludan dolrna tü­ fekler taşıyorlardı. Bohemya Keskin Nişancılan'nın gri tören üniformalarının da hayranlan olmasına rağmen, çeşitli işçi milisierinin en iyi teçhizatiısı LWV'ydi. Spies ve adamları kendilerine verilen sorumluluktan gu­ rur duyuyorlardı. Uyanmış bir işçi sınıfının potansiyel gücü­ nü göstermek üzere tasarlanmış ve uzun zamandır beklenen Sergi Sarayı toplantısı, kentin yoksul mahallelerini yüreklen­ dirip, daha varlıklı mahallelerinin ödünü patlatmıştı. Tribu-

133 ne, mülk sahibi unsurlar ad ına, toplantıya ka tılacakları, 'va­ roşların süprüntüleri, en seçkin hırs ızlar ve kadın ahlaksızlı­ ğının en kötü örnekleri' diye nitelenlişti. Ogden Grove piknik alanı, sıradan bir cumartesi günü binlerce işçiyle dolar, işçiler burada yemek, dans ve eğlence için çeşitli ba rakalara uğrayıp vakit geçirirlerdi. Bugün ise neredeyse boştu. Alanın müdavimleri nden çoğu, Sosyalist İşçi Partisi'nin, yürüyüşü oluşturacak her işçi sendikası ve örgütüne belirlediği toplanma noktalarına gitmişlerdi. Chicago'nun Kuzey Ya ka sı'nda Thalia Salonu' nda, Zep'in Birahanesi'nde, Greifın Ye rinde, Neff te ve Batı On İkinci So­ kak'taki İşçi Salonu gibi daha küçük yerlerde ve pek çok kö­ şebaşı ile boş arsada haftalardır provalar yapılmaktaydı. Ge­ celer boyunca küçük büyük ayrıntılar uzun uzun tartışılmış­ tı: bir pankarta yazılacaklar, seçilen bir konuşmacının onay­ lanması ya da reddedilmesi, bir örgütün yürüyüş kolundaki yeri, kaç meşaleye ihtiyaç olacağı, silah taşıyıp taşımamak gi­ bi bir sürü konu tek tek ele alınmıştı. Ogden Grove' da o gün açık olan birkaç yerden biri de, Stuttgart'taki kraliyet mahzenlerinin 1873 Riesling'iyle ünlü şarapçıydı. Alana gelen LWV üyelerinin çoğu, soluğu önce orada alıyorlardı. Ancak Spies buna hemen bir son verd i. Sa­ kin ama sert bir sesle, "Her türlü içki yasaktır," dedi. "Bize çok önemli bir görev verildi ve ona sadık kalmalıyız. Zihinle­ rimiz açık olmalı." Spies'a bir iki şaka yollu küfür savrulduy­ sa da, adamlar kahve, tereyağlı bademli çörek ve tatlı mayalı ekmek olan Topfkuchen verilen ikinci çadıra yollandılar. LWV ve diğer işçi milisieri silahları boş olarak yürüyecek­ lerdi. Kentin ileri gelen işadamlarından oluşan Yurttaşlar Der­ neği bunu sağlayabilmişti. Büyük Grev sırasında gösterilen mi­ litanlıktan korkan ve Sergi Sarayı toplantısının 'Chicago' da tehlikeli bir komünist ayaklanması ihtimali' doğurduğuna ina­ nan demek, eyalet yasama meclisine, silahlı işçi gruplarını ya­ saklayan bir yasa çıkarması için baskı yapmıştı.

134 Sosyalist İşçi Partisi yönetimi, militarİst gösterinin doğru olup olmadığı konusunda bölünmüştü. Va n Patten gerçek ni­ yetleri ne olursa olsun silahlı işçi grupları görüntüsünün hal­ kı korkutaeağını ve Sosyalist İşçi Partisi'nin devrim yapacağı propagandasını doğrulayacağını iddia ederek tartışmayı ka­ zanmıştı. Ancak Van Patten'in boş silah taşınmasını bile ya­ saklamasına rağmen, partinin militan Chicago kesimi emre uymayı reddetmiş ve Sosyalist İşçi Partisi'nde genişlemeye devam edecek bir çatlak açılmıştı. Öğleden sonra saat tam beşte, Spies'ın LWV birliği Ogden Grove' dan çıkarak, Bohemya Keskin Nişanolan, İrlanda İşçi Muhafızları, Jagerverein ve diğer LWV gruplarıyla buluşmaya gitti. Hep birlikte beş yüzden fazla kişilik on birlik oluşturmuş­ lardı. İşçi sendikası bayrakları, kızıl bayraklar ve Amerikan bayraklarıyla birlikte dalgalanıyordu. Aileler yürüyen akraba­ Ianna sokağın ikiyanından alkışlarla eşlik ediyorlar, Jagervere­ in'ın iki mızıka takımı halkı coşturuyordu. Milisler çiftlik çalı­ şanlanndan fabrika işçilerine, sandıkçılara, fırınolara ve araba­ olara kadar çeşitli etnik ve işçi gruplarını temsil etmekteydiler. Yürüyüş kolunda milisierin arkasında, Paris Komü­ nü'nün son günlerinin canlandırıldığı, kırmızı kalsiyum ışık­ larıyla aydınlatılmış tablolar gelmekteydi. Bunlardan en il­ ginci, Mobilya İşçileri ve Demir Dökümcüler Sendikası'nın ortaklaşa hazırladığı tabloydu: Temsili devlet uşakları Gene­ ral Jeroslas Dombrowsky'yi vuruyorlar ve o da yaralı bir hal­ de, özgürlük savaşçılarının kolları arasına düşüyordu. Fielden arahacılar sendikasıyla yürüyordu. Spies'ı görün­ ce saflarından ayrılıp birbirlerini kucakladılar. Fielden'in, Spies'ı, yanında yürüyen adama tanıştırması için ancak bir­ kaç saniyesi vardı. Adamın adı George Engel'di: Fielden'in bir yıl kadar önce Albert' a tanıştırdığı o etkileyici kişi. Ancak konuşmaya vakit yoktu; yürüyüş tekrar başlamış ve her biri kendi birliklerine dönmüşlerdi.

135 Yürüyüş kolunun sayısı artıp da göl kıyısına doğru uzan­ maya başladığında hava kararmıştı. Artık bu insan kuyruğu kıyı boyunca, yürüdükçe sallanan bir meşaleler dizisiydi. Ka tılanlar o kadar artmıştı ki, Sergi Sarayı yolu çok geçme­ den bir insan deniziyle kaplandı. Konuşmacılardan biri olan Albert, Lizzie ve Lucy'yle (Lucy'nin kucağında, ha ttaniyele­ re sarınmış Albert Jr. vardı) salondaydı. Dev binanın ikinci katından büyük kalabalığı seyrediyorlardı. "Hayallerimin çok ötesinde bir şey!" dedi, soluğu kesil­ miş olan Lucy. Gözleri heyecanla parıldayan Albert, adeta fısıldarca sına, "Gerçekten akıllara durgunluk verici," dedi. "İnsanlık uyanı­ yor." Lizzie ise kalabalıktan bazılarının ayaklar altında ezilme­ sinden korkuyordu. "Merak etme, bak!" dedi Lucy. Dışarısını gösterdi. "Gayet düzenli. İtişen kakışan yok. Sabırla içeri girmeyi bekliyorlar." "Peki ama hepsi içeri nasıl sığacaklar?" diye sordu Lizzie. "Hepsi giremeyecek. Orada belki de 40 binden fazla insan var. Bu bina bile o kadarını alamaz. Ancak kimse gitmeyecek ve kimseye bir zarar gelmeyecek. Bunu biliyorum. İnsanlar torunlarına, bu görkemli olayın bir parçası olduklarını söyle­ mek istiyorlar; çalışan insanların sayılarının ve gücünün far­ kına vardıkları bugünün. İçeri girip de konuşmaları dinle­ mek olayın en önemsiz kısmı. Ben artık platforma gidip programın aksayıp aksamaclığınıöğreneyi m. Unutmayın, ilk sıralarda size yer ayrıldı." Albert önce kadınları kucakladı, sonra da oğlunu öpüp gitti.

Spies' ın Verein birimi şimdi 'Marseillaise' i çalmakta olan bandaların hemen arkasındaydı. Kalabalık da marşı heye­ canla okuyarak binanın büyük salonuna girmeye başlamıştı. Sergi Sarayı'nın içi duvardan duvara bayraklar ve pankart-

136 larla süslenmişti. En büyük pankartta da 'ÖZGÜRLÜK ŞA­ FAGININ BÜYÜK YlLDÖNÜMÜ: PARİS, 1871' yazıyordu. Bir saate kalmadan, platform dahil salonda iğne atacak yer kalmamıştı ve dışarıda da bunun iki katı bir kalabalık vardı. Milis gruplarınınbir talim gösterisi yapmaları planlanrnışh, ancak kalabalığın artması üzerine hepsi silah çahp güvenlik sağlamak üzere tedbir almaya başladılar. Konuşmalar arasında planlanan akrobasi ve dans gösterileri de yersizlikten iptal edil­ mek zorunda kalınmışh. Bu kalabalıkta konuşmalann büyük salonun dışından duyulması da pek mümkün görünrnüyordu. Saat sekiz buçuk olmuş, resmi programın başlaması ya­ rım saat gecikmişti. Düzenleme komitesi, sahneye toplana­ ra k W. B. Creech ve John McAuliffe gibi denenmiş kişileri kürsüye çıkarma kararı verdiler. Creech çoğunlukla büyük işçi toplantılarında açılış şarkısı veya şiiri okuyan gezici bir azandı. Bu gece de, ta balkoniara kadar yükselen gür sesiyle en son bestesini okumaya başladı:

Gelin dostlar, katı/maramıza, Asla pişman olnıayacaksmız, Biz sokacağız bu düzeni Sosyalist yola.

Creech, şarkısının sonunda alkışiandı ve o da halkı birv gösterişli reveransla selamladı. O yerine dönmeden, JOhn McAuliffe koşar adımlarla sahneye çıktı. McAuliffe, Sosyalist İşçi Partisi adayı olarak Kongre seçimlerine katılıyordu. Az sonra gür sesi kalabalığın üzerinde yankılanmaktaydı: "Bağı­ ralım, gürleyelim, kasırgalar gibi eselim oy sandığı başında ve böylece, barışçı yoldan ama büyük bir yüreklilikle zaferimizi kazanıp bunun keyfini çıkaralım, ya da bunun neden böyle olma­ dığını bilelim! İşçi kardeşlerim, özünüze sadık kalın, düşmanı terk edin; seçimi izleyen sabah Emeğin güneşi bütün görke­ miyle doğacaktır!"

137 Lucy ile Lizzie sah neye çok yakın oturduklarından McAuliffe'in sesi bir yankı od asında çınl ıyormuş gibi geli­ yordu kulaklarına. 'Görken1iyle doğacaktır!' dediği anda, Lucy, Albert Jr.'ı neredeyse düşürecek bir telaşla Lizzie'ye vererek, sanki yıldırım çarpmış gibi ayağa fırladı. Kollarını başı üzerine kaldırıp iki yana sallayarak, "Yaşa! Yaşa !" diye bağırdı McAuliffe'in yüzüne doğru. Sesi o kadar güçlüydü ki, McAuliffe o gürültüye rağmen onu duydu ve kadına dö­ nerek bir öpücük gönderdi. Lucy, hüngür hüngür ağlayan çocuğu susturmaya çalışan Lizzie'ye dönerek, "Gelecek yıl!" diye bağırdı. "Gelecek yıl o sahnede bir kadın olacak ve o kadın ben olabilirim!"

To planh ertesi güne kadar devam etti. Ertesi gün Pazar'dı. Ailelerden çoğu arazide kamp kurn1uşlardı; erkekler yiyecek, battaniye ve diğer gerekli malzemeleri taşımak için sürekli ken­ te gidip geliyorlardı. Tıcaret Odası ve Borsa' dan resmi şikayet­ ler alan polis, halkı binadan çıkarmaya çalıştıysa da, çoğu, yer­ lerinden kıpırdamadı bile. Ya sert parke döşeme üzerine uza­ nıp birkaç saat dinlendiler ya da sabaha kadar konuştular. Albert'ın konuşma sırası geldiğinde kalabalık iyice azal­ mıştı; Lizzie ile Lucy de bebeğin ishal olması üzerine sabah erkenden gitmek zorunda kalmışlardı. Geri kalan binlerce ki­ şi o kadar çok ruhsuz konuşma dinlemişlerdi ki, tekrarlanan sözcükler beyinlerine işlemiyordu bile. Yorgunluk ve düş kı­ rıklığı artık güne hakim olmaya başlamıştı. Albert, Chicago işçi sınıfının 1879' da istediklerinin, Al­ man işçilerinin 1848'de, Fransız işçilerinin de 1871'de istedik­ lerinden farksız olduğunu söyleyerek başladı konuşmasına: "Kitlelerin kendi çalışma ve beceriyle yarattıkları uygarlık­ tan pay almalarını sağlayacak bir cumhuriyet." Bu sözlerin yarattığı alkış dalgası, Albert'ı, seçim politikası lehinde bir konuya getirdi. Ancak konuşmanın içeriğinin tabanca ve tü­ fekten oy sandığına kayması, sinirleri törpülenmiş, gözleri

138 mahmurlaşmış kalabalığın hiç hoşuna gitmemişti. Te msili de olsa cesur atışlar beklenmekteydi. Kalabalığın huzursuzluğu Albert'ın moralini bozmuş, kafasını karıştırmıştı. İleri sürdü­ ğü taktiği, sesi kadar bezgin gösteren bir tonda, "Oy sandığı ilk çaremiz olarak kalmalıdır," dedi. Daha sonra, "Bugünkü koşullarda, ordu mülkiyet sahibi sınıfın emrindeyken, grev­ ler ne kazanılabilir ne de kalıcı bir değişiklik sağlar," deyin­ ce hafif alkışlar da yuhalamalara dönüştü. Yu halamalar karşısında Albert'ın sinirleri artık iyice bozul­ muştu. Daha önce böyle bir şeyle karşılaşmış değildi. Popüler bir konuşmacı, kalabalıkların hoşuna giden denenmiş biri ola­ rak hep alkışiara alışmışh. Enerjisinin aniden boşaldığını his­ sedince konuşmasını şu sözlerle sona erdirdi: "Tekrar ediyo­ rum, çözüm bağımsız politik eylemdir. To plumsal programı­ mızı yasama yoluyla gerçekleştirmek için kendi temsilcileri­ mizi seçmeliyiz. Ve sözümü bitirirken vurgulamak istiyorum ki, o program -düşmanlarımızın iddia ettikleri gibi- mülkiyeti kaldırma ya da eşitlerneye yönelik komünist çağrısı değildir. Daha çok kamu araçları mülkiyetinin devlete geçmesi ve in­ sanlar aç gezerken ülkenin zenginliğinin birkaç kişinin ceple­ rine aktarılmasına son vermeye yönelik sosyalist taleplerdir." Albert tek tük alkışlar arasında neredeyse sendeleyerek, hatta dengesini kaybedip düşme tehlikesi geçirerek pod­ yumdan indi ve kalabalığın arasında kayboldu.

***

Albert eve döndüğünde, iki gece uyumamış ve ağzına da pek bir şey koymamış olduğu için hala çok şaşkındı; teselli ve dinlenmeden başka bir şey düşündüğü yoktu. Ancak Lucy, bunların ikisini de veremeyecek kadar kavgacı bir ruh halindeydi. "Ne bekliyordun yani? Kalabalığın havasını yanlış anla­ dın, onlar da sana haddini bildirdiler. Bir haftadır seni uyar-

139 maya ça lıştım! Ama sen her zamanki gibi beni dinlemeyi red­ dettin." "Sen ne diyorsun, Ta nrı aşkına? Ben senin fikirlerine her­ kesinkinden çok önem veririm ve hemen her zaman sözünü tutmuşumdur. Şimdi bu haksızlık neden?" Albert çaresizli­ ğinden neredeyse ağlayacaktı. "Seçim politikasıymış! Oy sandığıymış!" Ellerini beline dayamış olan Lucy, daracık oturma odalarında ileri geri yü­ rümeye başladı. "İktidara sahip olanların bunu barışçı yol­ lardan ellerinden çıkarmayacaklarını neden anlamıyorsun? Senin oy sandıklarını sahte oylarla doldururlar. Senin oyları­ nı geçersiz ilan ederler. Sen ve Spies oy sandığıyla 'barışçı de­ ğişim' konusunu yaşlı kadınlar gibi yineleyip duruyorsunuz. Spies hiç olmazsa bir tüfek satın aldı. .." "Sence ben de öyle mi yapmalıyım?" Albert öfkelenmişti. "Gidip birkaç kişiyi öldürmemi istersin belki de?" "Belki," dedi Lucy, gayet sakin bir tavırla. "Aman ne iyi ... şiddetin Büyük Grev'de bize getirdiği o şahane sonuçlar gibi ... sonunda herkes köle konumuna indi­ rildi ..." "Köleden köleye fark var," dedi Lucy. "Elli yıl önce onlar­ dan birinin adı N at Tu rner' dı." "Nat Tu rner'ıben de senin kadar biliyorum!" diye bağırdı Albert. "Ve sonunun ne olduğunu da biliyorum. Darağacın­ da can verdi ve isyanı başarısız oldu." Lucy öfkeyle iyice sertleşti. "Senin başarısızlık ölçütüne göre belki. Ama kendi halkının yüreğinde Nat Tu rner, hala yaşayan bir esin kaynağıdır." Sonra döndü, "Bebeğe bakmalıyım," diyerek öteki, odaya geçti.

140 CHICAGO Aralık 1879 \ÔI

Lucy telaşlı adımlarla Albert'ın önünde gidip geliyordu. "Ben yazmak istiyorum. Lizzie de istiyor." Bir bildirimde bulunuyordu, yoksa tartışma açmak istiyor değildi. "Ve hemen başlamaya kararlıyım. Te rzihane ile Al­ bert Jr.'a bakmak arasında zaten bütün gün evdeyim." Albert, Lucy'nin bu sert ses tonuna şaşırmışsa da, sakin olmaya çalışıyordu. "İyi ama buna nasıl vakit bulacaksın?" "Senin, Spies'ın ve Grottkau ile Va n Patten'in -bütün di­ ğer erkeklerin- vakit bulduğunuz gibi. Ye teri kadar uyuma­ yarak Yemekleri ayakta yiyerek. Gününü hızlı geçirerek. Eşi­ ni ancak geceleri başın yastığa değdiğinde görerek. Bunu ne­ den soruyorsun ki? Benim senden beceriksiz ya da daha az enerjik olduğumu mu sanıyorsun?"

141 Albert yerinden kalkıp ka rısını kucakladı. "Sevgilim, sen­ de bizim hepimizin toplamından daha fa zla enerji vard ır. Ay­ rıca, ben de bu işi yapmanı istiyorum. Gayet güçl ü fi kirlerin va r ve bunların da duyulması gerek." "Lizzie'nin de." "Lizzie senin kadar güçlü konuşamadığından tu tumu pek belli olmuyor." "Ben onu anlıyorum. Biz sürekl i konuşuyoruz. Hem de kumaşlar ve dikiş hakkında değil." Albert güldü. Şakayla, "İkinizin de en büyük arnacınızın bir dikiş derneği kurmak olduğunu sanıyordum," dedi. Ancak Lucy bundan hiç hoşlanmamıştı . "Frank Hirth'ü, yazılarımızı The Sodalist'te yayınlaması için ikna etn1eni isti­ yorum. Ve yazılarımızın karşısında para istiyoruz." Albert bu kez gerçekten şaşırmıştı. "Lucy, ben sadece onun yardımcısıyım! Editör odur, son kararı o verir!" Büyük bir patlamanın habercisi olan kızarıklık Lucy'nin boynundan yükselmeye başlayınca, Albert hemen yelkenleri suya indirdi. "Frank bana danışıyor elbette. Ama sana sade­ ce bu fikri ona aktaracağım sözünü verebilirim." "Yarın." "Yarın ... ne?" "Hirth'le yarın konuş." "Eğer o kadar süre dikkatini çekebilirsem konuşurum." "Albert!" ''Tamam tamam. Söz veriyorum. Ben senin basına yazmanı istiyorum. Senden ve yeteneğinden kuşku duymadığımı bilir­ sin." Albert'ın çaresizliğini gören Lucy yumuşadı. "Biliyorum," dedi sakinleşmiş bir sesle. "Ve kocam oldu­ ğun için ne kadar talihli olduğumu da biliyorum. Sergi Sara­ yı konuşmanda katır gibi inatçılık etmiş olsan bile." Albert karşılık vermemeyi yeğledi. Lucy, "Çoğu erkek, kadınları toplumsal sorunlarla ilgilen­ dikleri takdirde sinir hastalığına tutulduklarını sanırlar," di-

142 ye devam etti. "Ben sana sahip olduğum için çok şanslıyım." Erkeğin yanağını okşayarak kolunu beline doladı. Albert hafifçe gerileyerek, "Bunu duyduğuma sevindim," dedi. "Son zamanlarda bana karşı hep kızgın gibisin de." "Ben aslında kendime kızıp, acısını senden çıkarıyorum. Katkıda bulunacak çok şeyim var, ama bunu yapacak yolum yok." "Sana söz veriyorum, bir yolunu bulacağız." Albert kadı­ nın itirafından çok duygulanmıştı. "Eğer Hirth kabul etmez­ se, yazılarını Arbeiter-Zeitung' a götürürüz. Gazetenin, Sergi Sa rayı'nda topladığı beş bin doların bir kısmını Spies'ı işe al­ mak için kullanabileceğini söylemiş miydim? idareci olarak." "Şanslı adam! Geçimini sağlamak için koltuklara kıtık doldurmaktan kurtulmasına sevinecektir." "Söylentiyi duyduğunu ona söyleme. Kesin bir teklif al- madı daha. Ben önce Hirth'le konuşunım." "Yarın." "Yarın." Birbirlerine bakıp mutlulukla gülümsediler. "Şimdi bana bir şey söyle," dedi Albert. "Bunu ciddi bir so- nı olarak soruyorum. Ne yazmak istiyorsun? Konuların ne?" "Birinci konum reformcuların bencillikleri olacak. Ben­ ce erkek dostlarımızın çoğu, davadan çok kendi ünlerini düşünüyorlar." "Herhalde hepimizde az da olsa kişisel bir hırs vardır." "Ben seni kast etmemiştim, Tanrı aşkına. Sen tanıdığım en alçakgönüllü erkeksin. Ama seninle Bay Philip Va n Patten arasında çok büyük bir fark var." "Sahi mi? Ondan hoşlandığım sanıyordum." "Hoşlanıyorum. Ama adamın en çok istediği şey Sosyalist İşçi Partisi'nin başkanı olarak kalmak. Bunu sağlamak için il­ kelerinden ödün verebilir." "Ona karşı çok sert davranıyorsun. Va n Patten de bir in­ san, hepsi bu. Hepimiz gazetelerde kendi adımızı görmek is­ teriz."

143 Lucy birden katılaştı. "Ben istemem. Lucy Parsons'tan ki­ şi olarak söz edilmemesi umurumda bile değil. Ya zılarımda kendimden söz etmeye hiç niyetin1 yok. Böyle bir şey yap­ mayı reddediyorum. "Vay vay," diye muzip bir tavır takındı Albert. "Bir azi­ zeyle yaşadığımı bilmiyordum." "Benimle alay etme." "Pekala. O zaman sana gerçekten ne düşündüğümü söy­ leyeceğim. Bence sen çok hırslı bir kadınsın." Albert böylesi­ ne açık konuşmasına kendisi de şaşmıştı. "Dahası, bunda herhangi bir kötülük yok. Ben hırsı doğuştan gelen bir özel­ lik olarak kabul ederim. Önemli olan onu nasıl kullanacağın, hangi dava uğruna, nereye varmak için." "Ben hırslı olmadığımı asla söylemedim." Lucy kozları eline geçirdiğini düşünüyordu. "Sadece kendimi öne çıkar­ mak için, kişisel ün kazanmak için bir şey yapmayacağıını söyledim. Kibir düşmanlarımızın birincisi, en yakını ve en aşağılığıdır." Bir anlık sessizlik oldu. Lucy'nin namuslu, adeta törensel açıklamasıyla karşı karşıya kalan Albert, aklından geçenleri söylemeye karar verdi. "Ne düşünüyorum, biliyor musun sevgili Lucy?" · "Öğrenmek için sabırsızlanıyorum." "Sende birinci sınıf bir devrimci fanatik yapısı var." "Haklı olduğunu umarım. Çok geç başladım çünkü." "Ayrıca, sana yetişemezsem ne olacağını da merak ediyo- rum doğrusu." "Seni kapı dışarı ederim, ne olacak ki!" Lucy'nin gülüm­ sernesi konuşmayı şakayla bitirmeyi kabul ettiğini gösteri­ yordu. "Hem zaten yazacağım ilk şey de bu olacak." "Beni kapı dışarı etmek mi?" "Bencillik -seni namussuz!" Lucy şakayla kocasının kolu­ na bir şaplak indirdi.

144 "Ya ikinci kanun? İçimde bir ses senin şimdiye kadar on­ larca konu hazırladığını söylüyor." "İkinci konum, kadın hizmetçiterin yarı köleliği hakkında olacak. Kibar Praire Caddesi hanımlarının hizmetçilerini on altı saat çalıştırmaları ve sonra, haftada ne kadar çay içip şe­ ker kullandıklarının kaydını tutmaları hakkında. Çalışan Ka­ dınlar Sendikası'nın, şikayetlerini iletebilecekleri bir yer ol­ duğunu daha çok kadının bilmesini istiyorum. Ya zı, ÇKS'nin bahardaki toplantısında söylediklerimin bir özeti olacak." "John McAuliffe'in tepkisine ne kadar şaşhğımızı hatırlı­ yor musun?" "Sosyalist İşçi Partisi'ni Chicago' da sadece beş kadın üye­ si olduğu için kınamakta haklıydı." "Eh, ama parti hiç olmazsa kadınların oy hakkını destek­ ledi." "Ama uygulanması için kılını bile kıpırdatmadı. Sosyalist İşçi Partisi bir sonraki platformunda kadınlara oy hakkını ele almazsa, kadınlar partiye yardımı kesmelidirler." "En saçma olan da McAuliffe'in, kadınların Sosyalist İşçi Partisi'nden bir erkekle dans etmeyi bile reddetmeleri çağrısı olmuştu. Bundan sonra ne isteyecek? Birlikte yatmayı red­ detmelerini mi?" Lucy'nin gözleri kasıldı. "Beni yine sinirlendirme. Tam da uygarca bir konuşmaya başlamışken ... " "Beni yatağımdan uzaklaştırmaya kalktığın anda ..." "Evet, ne yaparmışsın bakalım?" "O anda Sosyalist İşçi Partisi'nden istifa ederim." "Sevgili kocam benim!" Lucy erkeği kucakladı, sonra bir- den kollarını gevşetti. "Üçüncü yazım, doğrudan doğruya sana yönelecek." "Ben ne yaptım şimdi?'' "Seçim politikası konusunda yanıldığını kabul etmiyor­ sun. Son sonuçlar sana bir şey öğretmerli mi?"

145 "Sosyalist İşçi Partisi, Belediye Başkanlığı için 12 bin oy aldı: toplam ayların yüzde yirmisi, Carter Harrison'a kazan­ dıran ayların neredeyse yarısı." "Ya kazanmış olsaydınız? Göreviniz rıhtımlara ve çiftçi pazarlarına ruhsat vermek olacaktı!" Albert' a bir günde bu kadar tartışma yetmişti, ancak yü­ zündeki asık ifade Lucy'ye sözsüz zaferi sunuyor gibiydi. "Bu günlerde boş vaktimin tümünü sekiz saatlik çalışma gü­ nü hareketine ayırıyorum," dedi. "Pek çok şeyi yeniden dü­ şünmeye başladım." "Ben onları düşündüm bile. Asıl mücadele ekonomiktir, politik değil." "Teşekkür ederim, Karl Marx." "Bir şey değil. istediğin zaman öğüt vermeye hazırım. Bu da senin 'yeniden düşünme' sürecini hızlandırabilir." Lucy meydan okurcasına gülümsedi. "Bana yardımcı olan şey Liz­ zie'nin -senin sakin ve 'güçsüz' Lizzie'nin- Mirabeau' dan gösterdiği bir deyiş oldu: 'Gülyağı püskürterek dünyada re­ form yapamazsın."'

146 ALEERT R. PARSONS'IN GÜNLÜCÜ \ÔI

17 Ocak 1880

Bugünlerde kendimi uzun zamandır olmadığı kadar sı­ kıntılı hissediyorum. Sosyalist İşçi Partisi güç kaybettikçe birbirine düşman gruplara bölünüyor. Havada iflah olmaz bir inatçılık var. Dört bir yandaki kaskatı esneksizlik beni çok huzursuz ediyor. Bunu genellikle hayal kırıklığına bağlıyo­ rum; umutlarımız kırılınca içine girdiğimiz çaresizliğin acısı­ nı en yakınlarımızdakilerden çıkarmaya çalışıyoruz. Çok faz­ la sözü edilen 'refaha dönüş'ün bunda bir rolü olduğuna ina­ nıyorum. Gazeteler koşullardaki düzelmeyi abartıyorlar, ama gerçekten iyi bir zamanda yaşıyoruz. Çiftçiler yine iyi ürün kaldırıyorlar, demiryolu inşaatları büyük ölçüde geniş-

147 ledi, bazı fabrikalar yine açıldı, işçiye talep arttı ve bazı yer­ lerde ücretler arttı. Ancak bu sözde refah çok yavan bir çorba ve bir sonraki pazar manipülasyonu başlayınca hemen suya dönüşecek. Bu yılki yukarı gidişten, çoğunlukla Jay Gould ve onun gibi bü­ yük spekülatörler karlı çıkacaklar. Ti caret dengesinin dönü­ şü, Kongre'nin gelir vergisini kaldırması ve altın standartma dönmesi, faizlerin inip borsanın yükselmesiyle keyiflerine diyecek yok. Bizim gibi yaşamak için çalışan ve bir varlığı ol­ mayanlar açısından 'refah', haftada en fazla iki dolar artış anlamına geldi ki, onun da iş güvencesi yok. Konferans vermeye ya da bir işçi sendikası toplantısında konuşmaya gittiğimde insanlara bunu anlatmaya çalışıyo­ rum.Dinleyicilerimin sayısı yarıya düştü ve onlar da tepkile­ rinde hiç ateşli değiller. İşçilerin büyük kısmı 'sistemin' sağ­ lamlığını kanıtlarlığını düşünüyorlar sanırım. Sanki geçen on yılın dehşetinin anısı belleklerinden silinmiş gibi. Belki de in­ sanlar -zenci köleler veya fabrika köleleri- ancak böyle ayak­ ta kalabiliyorlar: ıstıraplarını unutuyorlar, ya da kendi kendi­ lerine, onların kendi suçları olduğunu ve hiçbir şey ya pılama­ yacağını (ve onun yanısıra da, cennetin zevklerinin kendileri­ ni beklediğini ve sonunda herşeyin iyiye dönüşeceğini) söy­ lüyorlar. Va az kürsüsü ile basın, kesinlikle plütokratlarla bir­ likte kutsal kitabın 'yoksullar her zaman yanında olacaklar' mesajını iletmekte. Bu, Ta nrı'nın iradesi. Ne kadar da uygun ama. İnsanların gözlerini örten örtü ve hacaklarındaki katılık sadece çaresizlik zamanlarında çekilip alınıyor herhalde. Politika ve sendikacılığa karşı ilginin azalması beni umut­ suzluğa itiyor. Sosyalist İşçi Partisi'ne katılmış olan pek az insan da, şimdi, partiyi terk etmeye kararlı görünüyor. Parti­ nin son zamanlardaki yüksek umutları karşısında lider kad­ rosunun düş kırıklığı anlaşılır bir şey. Ayrıca, iktidarı ellerin­ de tutanların bize karşı sağır olmaları da bunu arttırıyor. Ör-

148 neğin, geçen hafta Chicago Sekiz Saatlik Çalışma Birliği beni işçi reformcuları konferansı için delege olarak başkent Was­ hington'a gönderdi. Orada hükümetten 1868 yılında çıkarı­ lan sekiz saatlik iş yasasının neden işletilrnediğini, ama Wa s­ hington'un demiryolu baronlarının isteklerine uygun bir ya­ sa çıkarmak için neden bu kadar hastırdığının hükümetten sorulmasını öngören bir taslak sundum. Konferans taslağıını destekledi ve ben Washington' da tam bir hafta kalarak Kongre' de olayı gündeme getirrneküzere lo bi faaliyetleri yü­ rüttürn.Ancak değil bir eylem, kimseden şu kadarcık anlayış bile görmedim. Belki de bu, beni, sorunlarırnızı politikanın çözebileceği uroudurndan vazgeçirtir artık. Ama o umut ıs­ rarla içimde kalmaya devarnediyor. Yine de, daha ne kadar?

18 Ocak

Spies, Sosyalist İşçi Partisi içindeki, gün geçtikçe derinle­ şen bölünrneyi tartışmak için arkadaşları acil bir toplantıya çağırdı. Üye sayısı azaldıkça kin de artıyor. Grottkau politik eylernden önce, güçlü bir sendikal hareketin kurulmasında ısrar ediyor. Spies, işçi milisierinin polis zulrnüne karşı mut­ lak bir gereklilik olduğunu söylüyor. Va n Patten ikisini de, Sosyalist İşçi Partisi'ni yolundan saptırrnakla suçladı; o, par­ tinin sadece siyasal eylem üzerine odaklanrnasında ısrar edi­ yor. Spies bana Van Patten'ın, görüşlerindeısrar ettikleri tak­ dirde onu ve diğerlerini partiden atmakla tehdit ettiğini söyle­ di. Ne kadar da yanlış bir yolda! Uzun zamanda oluşmuş bağ­ lan nasıl da tehlikeye ahyor!

19 Ocak

Dünkü toplantıda Arbeiter-Zeitımg'un kurulmasında yar­ dımlan olan Oscar Neebe adlı bir maya satıcısı, Va n Patten'ın

149 görüşlerini açık açık eleştirdi. Neebe'le daha önce karşılaş­ mamıştım ve sendikacılığa olan güçlü bağı beni çok etkiledi. Ancak toplantıya katılanların bazıları, Va n Patten'a karşı di­ şe diş mücadeleye girmeyi reddettiğİrnden ba na kuşkuyla bakıyorlar sanırım. Aynı amaçları paylaşan kişilerin, birbirle­ rini kötülemeden de farklı fikirler savunabileceklerini asla anlatamayacağın1 galiba.

5 Şubat

Lucy'yle gurur duyuyorum. O ve Lizzie erkeklerin politi­ ka dünyasında öne çıktılar, seslerini her gün biraz daha du­ yuruyorlar. Çeşitli işçi gazetelerinde çıkan yazıları olumlu tepkiler alıyor. Onun ve Lizzie'nin ne kadar akıllı oldukları­ nı bilirdim ama itiraf etmeliyim ki, yazılarının bu kadar can­ lı ta rtışmalarla dolu olacağını düşünmemiştim. Lizzie'nin iyi bir eğitim görmüş ve ayrıca özgür düşünen bir aile çevresin­ de yetişme avantajına sahip olmasına karşılık, Lucy adına kaygılanıyordum. Ancak Lucy hemen öne geçti. Kadınların sıkıntıları konusunda aklına geleni söylen1ekten çekinmiyor. Geçen gün şöyle yazıyordu: "Daha az ücret alan, biraz daha fazla çalıştırılan, şikayet şansı daha az olan kadınlar, aslında kölelerin köleleridir."

15 Şubat

Lucy yeni ortaya çıkan ve federal hükümetin çıkardığı pa­ ranın tek geçerli para sayılmasını isteyen Greenback Parti­ si'nin sermaye ile emek arasında 'doğal bir uyum' olduğunu söylemesi üzerine, çok şiddetli bir eleştiri yazısı yazdı. "Bu, hırsız ile soyguncu arasında doğal bir uyum olduğunu söy­ lemekten farksızdır," diyordu. Amerikalı işçilerin çoğuna, zenginler için iyi olanın tüm ülke için iyi olduğu öğretilmiş­ tir. Ancak mülkiyet sahibi sınıf sadece kendi çıkarını düşü-

ıso nür ve 'uyum'u, işçinin kendine zorlanan koşulları sessizce kabul etmesi olarak tanımlar. Ve bunlar ne koşullardır! Bu­ günlerde hangi işçi gazetesini elinize alsanız, tıbbi bakıma paraları olmadığı için veremden ölen annelerle, onların açlık­ tan ölen çocuklarına, ya da beş parasız kalan İç Savaş gazile­ rine hiç yardım eli uzatılmadığını okursunuz.

18 Şubat

Lucy bana Lizzie'nin biriyle flört ettiğini söyledi. Meğer adam yakınlarda bir Sosyalist İşçi Partisi toplantısında tanı­ şıp çok tuttuğum biri olan William T. Holmes'muş! Fielden gibi o da İngiltere doğumlu, ama beş yaşındayken ailesiyle buraya gelmiş. Babası sakat kalınca mecburen okulu bırak­ mış. Sandık fabrikalarında bıçkıcılık yapmış, şimdilerde ken­ di kendine steno öğrendiği için stenograf olarak çalışıyor­ muş. Hikayesi safların1ızdaki pek çok insanınkinden farksız: okuyup araştırınayla geçirilecek bir hayatı olması gereken yetenekli bir insanın, doğal yeteneklerini kullanamaması. Holmes otuz yaşında, Lizzie' den bir, benden üç yaş kü­ çük. Sakin, alçakgönüllü, huyları Lizzie'ye benzeyen bir adam: ikisi de barışçı, doğuştan arabulucu, cömert insanlar. Benzer huyların mutlu bir evliliğin garantisi olmayacağına inanan biri oln1ama rağmen (zaten mutlu bir evliliği ne ga­ ranti edebilir ki?) birbirlerine çok uyduklarına inanıyorum. Lucy ile bana bakın: birimiz delifişek, diğerimiz serinkanlı mizaçiara sahibiz. Uzaktan bakılınca bundan daha uyumsuz bir çift olabilir mi? Aına benim (onunkine kıyasla) sakinliğim onun çılgın enerjisini frenliyor, onun tutkusu da benim serin­ kanlılığımı ateşlendiriyor. Lucy, Lizzie ve Holmes konusunda dilimi hıtn1am için ba­ na yemin ettirdi. Evlilik için şimdilik bir planları yok ve mah­ remiyetlerini korumak istiyorlar. Lizzie adına çok sevindim. O kadar iyi bir insan ve bu mutluluğu o kadar çok hak ediyor ki!

151 1 Mayıs

Günlüğüme iki aydan fazla ara verdim. Lucy'yle taşınmak zorunda kaldık. Pek çok talihsiz gibi evimizden ahlmış değiliz. Gerçi sadece biraz daha geniş bir yer bulsak iyi olur diye dü­ şündük. Albert Jr. ilk adımlarını atmaya başladı ve bu daracık yerde arasını burasını vurup yara bere içinde kalıyor. Ay rıca, Lucy yine hamile ve bu kış doğurmadan önce yeni dairemize yerleşmek istedik. Benim artan aylığım ve Lucy'nin terzihane­ si sayesinde biraz daha fazla para kazandığımızdan, daha bü- . ·yük bir yer için bundan iyi bir fırsat olamaz diye düşündü k. Önce Chicago'nun güneyinde yeni yapılan dört adalı altı yüz dolarlık evierden birini satın almayı denedik. Texas gün­ lerimizin o geniş alanlarına ve yeşilliklerine ikimiz de hala öz­ lem duyuyoruz sanırım. Ancak sonra, bu kent gürültüsünün artık bizim tempomuz olduğuna ve kent dışına çıkmanın bizi dostlarımızla politik çalışmalarımızdan uzaklaştıracağına ka­ rar verdik. Lucy bir gün gülerek, "Cebimizde sadece yetmiş beş dolar varken, hiçbir inşaat kooperatifi ya da kredi kurulu­ şu, ünlü fanatikler Lucy ve Albert Parsons'a tek kuruş öde­ mezler," dedi. "Ayrıca içimden bir ses, o villaların beyaz mal sahiplerinin aralarında, şey, nasıl desem, esmer bir teni hoş karşılamayacaklarını söylüyor. Hele herkes ev sahibi olana ka­ dar hiç kimsenin ev sahibi olmamasını savunan bir kadını." Yine de Sam Fielden sayesinde çok geçmeden şansımız açıldı. Bize bazı arkadaşlarının California'ya taşınmak üzere olduklarını, Grand Sokağı'nda boşalttıkları üç adalı dairenin kirasının bizimkinden ayda sadece birkaç dolar fazla oldu­ ğunu söyledi. Dahası, bina sadece iki blok ileride olduğun­ dan, Lucy yine dükkanına çok yakın olacaktı. Daireyi almak için yapmamız gereken tek şey mal sahibi­ ne küçük bir 'hediye' vermekti. Mal sahibine ve karısına pa­ halı (on dolarlık) renkli bir taşbaskısı aldık. Fielden, çiftin 'ince' -yani, küçük burjuva- zevkleri olduğunu söyledi ve

152 Robert L. Newman'ın iğrenç Blue-Fringed Gen tians'ını alma­ mızı önerdi. Kromo dükkanında Lucy'nin gözlerinde bir kı­ vılcım çaktı ve Currier ve lves'ın, zencileri sorumsuz geri ze­ kalılar gibi tasvir eden Darktown adlı taşbaskısını almamızın daha iyi olacağını söyledi. "Bu onları şaşkına çevirecektir," dedi. "Bayan Parsons bizimle mi alay ediyor, kendisiyle mi? Bu en azından bizim önümüzde, ırk konusunda çenelerini ka­ patacaktır." Sonunda bir kere olsun işi sağlama bağladık ve Lucy'nin hemen Kadın Cinsel Organı Şeklinde Mene/eşelerdi ye adlandırdığı Newman'ı aldık. Ta şınma günü tam bir karabasandı. Bütün Chicago taşın­ mak için Nisan'ın lO'unu beklemiş gibiydi. İki blok öteye git­ mek, yolda düşürülen kayıp eşyaları aramak (kimi hiç bu­ lunmadı, kimiyse bir daha onarılamayacak şekilde parçalan­ dı) ve eşyalarımızı boşaltıp üç kat yukarı taşımak bütün gü­ nümüzü almıştı. Ama her neyse, artık yerleşmeye başladık ve bu kadar geniş bir mekanda çok mutluyuz. Ye ni evimizi kutlamak için oturma odasına iki adet elden düşme koltuk, bir orta masası ve çam tahtasından bir kitaplık aldık. Şimdiye kadar çoğu Spies'ın armağanı olan kitaplarımız odaların köşelerinde yığılmış halde duruyordu. Spies bizim is­ teğimiz üzerine eğitimimizi, daha doğrusu eğitimsizliğimizi ele aldı ve -çoğunlukla büyük güçlüklerle olduğunu itirafet­ meliyim- biz de çeşitli Avrupalı sosyal düşünüderi okumaya başladık. Bilgimin artmasına sevinmekle birlikte, sanki bir şeyler öğrendikçe köklerimden biraz daha uzaklaşıyormuşum gibi bir üzüntü hissettiğiınİ de söylemem gerekir. Asla gerçek bir Te xas delikaniısı olamamıştım ama, şimdi, Yüksek Avrupa kültürü sayesinde, artık öyle biri hiç değilim. Ester Te yze'rnin ne kadar sevineceğini düşünerek kendimi avutuyorum. Par­ mağını yüzüme doğru sallayarak, "Okul kitaplarına baksan iyiol ur, yoksa tam bir cahil olacaksın," derdi herhalde. Bizi en çok çeken, o güne kadar adlarını bile duyınadığımız anarşist yazarlar oldu, özellikle de Proudhon ve Prens Kropot-

153 kin. Onların yazdıkları bize yeni ufuklar, hatta insan doğasına yeni bir bakışın yolunu açtılar. Parası ve gücü olanların, kend i acımasız yöntemlerini haklı göstermek için, benci lliğin ve sa l­ dırganhğın, en yeteneklinin (bu da onlar oluyor) ödülleri aldı­ ğı bir yarış olarak tanımladıkları hayat yasasının bir parçası ol­ duğunu iddia etmeleri, işlerine geliyor elbette. Kropotkin, ev­ rimin insanlar arasında vahşi bir rekabetten çok işbirliğine da­ yandığını söylüyor. Bizim toplumsal yaratıklar olduğumuzu; birbirimizle uyum ve bağlılık aradığımızı iddia ediyor: Devlet ve Kilise gibi zorla kabul ettirilen diğer otorite kunımları bi­ zim doğal karşılıklı yardım eğilimimize müdahaledir. Gelece­ ğin özgür toplumunun temeli gönüllü işbirliğine dayanacak­ tır. Bu soylu bir düş ... Ta nrım, ben taşınma gününü yazarken felsefenin ağına takılmış, nereye gidiyorum böyle! Ne diyordum? Ha, aldığımız yeni eşyaları anlatıyordum. Kitaplıkla liste tamamlandı sanırım. Ev sahibinin, rafları dantel kağıdıyla kaplama, 'kumaşlarımızı yağlı pomatlardan korumak için' koltuklara kılıf geçirme ve bir d üzine vazoya evde yapılma kağıt çiçekler yerleştirme 'önerileri'ne ku lak asmadık Adam onun 'kendi moda görüşüm' diye nitelediği öğütlere uymadığımız için bize biraz kızdı, ama biz de o ka­ dar güçlükle kazandığımız parayı böyle saçma şeylere harca­ yacak değildik. Dairemiz mobilya açısından pek zengin de­ ğilse de, Fielden'ın 'ev sahibinin küçük burjuva modası mer­ divenleri tırmanıyor" diye yorum yapmasına izin verecek kadar dalmaya başladı. Lucy'yle benim böyle bir burjuva hastalığına yakalanma tehlikesiyle karşılaştığımızı hiç san­ mıyorum. İkimiz de mala pek önem vermiyoruz. Belki de fazla eşyamız olmadığından. Ama o konuda püriten de deği­ liz. Çevrede birkaç güzel parça olmasının ruhu beslediğine inanının ben. Yine de insanın mekanını moda olan süprüntü­ lerle doldurması ruhu mahveder. Yeni dairenin keşfedebildiğimiz tek kusuru, polis müdür­ lüğünün apartmanımızın tam önüne bir alarm kutusu yerleş-

154 tirmiş olması. Bu, kentin her tarafına polis 'çağrı sistemi'nin bir parçası olarak yerleştirdiği iki metre yüksekliğinde ve bir metre eninde, çam tahtası kulübelerinden biri oluyor. Her bi­ rinin içinde bir telefon ve göstergesi on bir seçenekten birine çevrilebilen bir kadran var: 'ayaklanma,' 'hırsızlık,' 'cinayet' fa lan gibi. Kulübeler telgraf direkleri vasıtasıyla karakala bağlı; alarm çaldığı zan1an bir araba ile iki polis olay yerine koşuyorlar. Alarm kutusunun anahtarı kimde dersiniz? 'Mu­ teber yurttaşlar'da. Polisin tanırnma göre yani. Bu da anah­ tarların sıradan yurttaşlardan çok bölge şefleri ve onların uşaklarının elinde olacağı demek. Kimse Lucy'yle beni öner­ mediği gibi, mahallede tanıdığımız birine de teklif edilmed i. Telefonun velespit gibi, bir gecede ortadan kalkacak o dünya harikalarından biri olacağını sandığıını itiraf etmeli­ yim. Ancak alet, orman yangını gibi yayılıyor. Dün gazetede New Haven kentinin iki yıl içinde bir santral kuracak kadar abone bulduğunu okudum. (Ancak makalede santral memu­ ru olarak alınan delikanlıların telefon edenlere çok kaba dav­ randıkları için yerlerine 'alo kızları' alınacağı da yazıyordu.) Chicago' da telefon henüz zenginlerin bir oyuncağı; bin tane bile yok -telefondan söz ediyorum, zenginlerden değil.

1 Haziran

Ye ni dairemizde kendimizi artık yuvamızda hissetmeye başladık. Aslında aynı mahallede olduğumuzdan, gece gün­ düz kulaklarımızı sağır eden o alarm kutusu dışında pek bir uyum zorluğu da yoktu. Artık tüm dikkatimizi birkaç hafta sonra başlayacak olan Greenback toplantısına veriyoruz. Sos­ yalist İşçi Partisi'ni temsil edecek olanlarımız, gerçek sosyalist kazanımlan içeren bir taslak sunmaya kararlıyız; aksi takdir­ de herhangi bir birleşmeyi düşünmüyoruz. Ancak çeşitli kay­ naklardan aldığımız haberlere göre Greenback'çiler , suland ı-

155 rılmış bir 'daha iyi çalışma koşulları' platformunu destekleye­ ceklermiş. Spies onların, ekonomik sistemimizin yanlışlıkları üzerinde durmayan ve bu nedenle yoksullara hiçbir yararı dokunmayacak güvenilmez ucuz para politikasına güvenen, 'anavatan yurtseverleri' olduğunu söylüyor. Bu da enflasyon doğurur ve ülkenin çiftçileri gıda maddeleri fiyatlarının art­ masını dört gözle bekliyorlar. Ancak enflasyon halen midele­ rine doğru dürüst bir şey girmeyen kent işçisine ne yarar sağ­ lar ki? Toplantının neler getireceğini göreceğiz ....

10 Haziran

Büyük haber! Spies, Arbeiter-Zeitung'un müdürü seçildi ve yakında editörü olmasının istenmesi de büyük ihtimal! Gazete kötü yönetim yüzünden iflasın eşiğine gelmişti. Spies gazeteyi kurtarınakla -ki bunu yapacağına eminim- bizim hareketimiz adına önemli bir kürsüyü de kurtarmış olacak. Zaten çok az iş­ çi gazetemiz var ve bunların içinde kalıa güçleri olanlar daha da az. O kadar umut bağladığımiZ ve Lucy ile Lizzie gibi kadın yazariara kucak açan The Sodalist çoktan bath ve şu anda, İngi­ lizce konuşan sosyalistlerin bir tek gazeteleri bile yok.

20 Haziran

Neyse ki sonu iyi biten çok feci iki gün geçirdik Albert Jr.'un Cuma günü aniden ateşi çıktı. Lucy çocuğa bizim de­ nenmiş ev yapımı ilacımızdan verdi ve ateşi düştü. Ancak bu geçici bir çareymiş; birkaç saat sonra ateşi yine yükseldi, ço­ cuk yutkunma güçlüğü çekmeye başladı, boynundaki bezler şişti. O küçücük boğazından çıkan sesler çok ürkütücüydü. Lucy'yle çılgına döndük. Bütün parasız insanlar gibi evde kalmanın genelde yaşama şansını daha çok arttırdığını bilme­ mize rağmen, hastaneye götürmekten başka çare bulamadık.

156 Çocuğu hemen Merkezi Ücretsiz Dispanseı'e götürdük. Dr. John Zeigler adında bir hekimin eline düşmemiz bizim açımızdan büyük talih oldu. Doktor çocuğa difteri teşhisi koydu ve bize boğazında oluşan 'zar tabakası'nı eritmenin gerekliliğini vurguladı. Ancak bunda başarısız olursa ameli­ yat edip çocuğun boğazına bir tüp sokmak zorunda kalaca­ ğını da ekleyince Lucy ağlamaya başladı. Onu görünce ben de az kalsın ağlayacaktım. Bundan sonraki yirmi dört saat çok zor geçti. Zeigler ön­ ce ıhlamur ve pepsin denedi ama bir etkisi olmadı. Sonra, de­ mir klorür de fayda etmedi. Lucy dehşet içindeydi, hıçkınk­ ları koridoru çınlahyor, kalbimi parçalıyordu. Tam umut kes­ meye başlayacağımız sırada, bir doz kalomel ve cıva klorür vermeye karar verdi ve birkaç dakika sonra bebeğin boğazın­ dan çıkan o korkunç hırıltı hafifledi. Bir iki saat sonra, pis ko­ kulu balgamsı bir madde çıkarmaya devam etmesine rağ­ men, artık daha rahat soluk alıyordu. Albert Jr.'ın tehlikeli durumu geçince Dr. Zeigler bir süre yanımızda oturup bize olanları anlatb. Ve sonunda, bitkin hal­ de dinlemek istediğimizden çok daha fazlasını duymuş olduk. Doktorumuzun en son bbbi gelişmeleri izlemeklegurur duy­ duğunu ve bunu tüm ayrınhlanyla anlatmaya kararlı olduğu­ nu anladık. Oğlumuzu kurtardığı için kendisine öylesine min­ nettardık ki, sonunda bir konferansa dönüşen anlattıklarını ses çıkarmadan dinledik En azından ben dinledim; Lucy hala o kadar üzgündü ki, birkaç dakika sonra başının döndüğünü ve gidip yatacağını söyleyerek yanımızdan ayrıldı. Dr.Zeigler yakınzamanlara kadar Almanya'da çalışmış ve Louis Pasteur adında bir Fransızın çalışmalanndan çıkanlan yeni 'mikrop teorisi'ne inanmış biri. Zeigler 'mikrop teorisi'nin yakında hastalıkların açıklanması ve tedavisinde bir devrim yaratacağını söylüyor. Ancak bunun hp mesleğinde güçlü bir direnişle karşılandığını ve pek çok doktorun eski fikirlere sıkı

157 sıkı bağlı olduğunu anlattı . Bunlar difteriyi Chicago ile diğer büyük kentlerin baş belası olan çürüme kokularına -'miyaz­ nıa'ya- bağlıyorlarmış. Zeigler, heyecandan parlayan gözlerle n1iyazmanın, ne difterinin ne de başka bir sürü hastalığın ne­ deni olduğunu, ancak 'temiz su ve hava eksikliğiyle ve doğru dürüst bir kanalizasyon sistemi olmamasının mikroplar için ideal bir üreme alanı oluşturduğu'nu söyledi. Daktorun tutku­ suna hayran kaldıysam da, o anda, korku ve rahatlama dışın­ da bir şey hissedemeyecek kadar büyük bir badire atiatmıştık Ancak ertesi gün oğlumuz eve dönünce, Zeigler'in sözle­ rini ve özellikle de kentin, o kadar gencin canına mal olan ko­ şulları düzeltmekte pek az şey yaptığını düşünmeye başla­ dım. Evet, sağlık müfettişleri sürekli dolaşıyorlar ve kentin yoksul kesimlerindeki 'feci' koşullar hakkında ayrıntılı ra­ porlar yazıyorlardı: Kent henüz gerekli havagazı bağlantıla­ rını sağlamadığı için yağ kandillerinin yaygın kullanımı, av­ lulardaki suyu kirli kuyular, antika ahşap boruları 'güncel­ leştiren' ruhsatsız tesisatçılar, bodrum katında bir çukurdan ibaret olan pis su ve atık giderleri, On Dokuzuncu Bölge' de yerde açılmış bir deliğe boşalan 'kanalizasyon' ... Bu listeyi daha da uzatabilirim. Ama hiçbir şey yapılmıyor. Pis hava konusunda d�. Kent­ te kurulan dernekler yıllardır, fabrikaların yüksek ısı hacala­ rı kurmaları ya da, yetersiz kazanlara (yetersiz, çünkü bitüm­ lü kömürden daha az kirlilik yapan -ve daha pahalı- antrasİ­ te geçmiyorlar) dumanı önleyici tertibat ta kınayı zorunlu kı­ lan bir yasa çıkarılması için boşuna uğraşıyorlar. Basının ve belediyenin inanılmaz cevabı ise, suçu yoksullara yüklemek, onları 'kötü ve pasaklı alışkanlıklar'ı ve pislik içinde yaşama­ ya kayıtsız bir 'köylü' mantığına sahip olmakla suçlamak oluyor. Bu arada belediye, halkı hayvanlar gibi kalabalık apartmanlara doldurmaya devam ediyor (doğrusunu söyle­ mek gerekirse, biz Te xas'ta hayvanları asla bu kadar sıkışık

158 tu tmazd ık), hastalıkların arkası alınarnıyar ve çocuklar ölü­ yorlar. Bugünkü gibi dumanlı havada, insanlar sokaklarda kayıtsızca birbirlerini itip dururken, Waco' nun o geniş rne­ kanlarını öyle özlüyorum ki. Artık kentli olduğum kuşkusuz, ama aklımda hep Brazos'un o tertemiz rüzgarları estikçe baş­ ka bir zamana, daha özgür günlere geri dönüyorum... Kentin sağlık sorunları zenginleri etkilemediği gibi keyif­ lerini de kaçırmıyor. Gazeteler 'varlıklı kişilerin şimdi Bostan İstiridye Evi'nde ca nlı ıstakoz yiyebildiklerini, ya da, Henri­ ci'de Viyana mutfağının harika çeşitlerini ta d abileceklerini gururla ilan ediyorlar. Büyük otellerimiz zengin müşterilerini şın1artmak için rekabet halindeler. Potter Palrner, müşterileri­ ni tren istasyonunda karşılamak ve onları, sıradan halkla te­ mas ettirmeden otele getirmek için özel bir hat kurdu. Neyse, bizim değerli yavrumuz kurtuldu ya . Artık ateşi falan kalmadı ve kısa zamanda kendine geldi. Bütün hastalı­ ğa tutulanlar onun kadar talihli olsalardı keşke. Bu sıkıntıla­ rın Lucy'nin hamileliğini etkileyeceğinden korkmuşturn ama neyse ki pek bir sıkıntısı yok.

28 Haziran

Ye ni Belediye Başkanı Carter Harrison, emniyet amirliği­ ne, reformcu bir ünü olan William McGarigle'ı seçerek herke­ si şaşırttı. Belediye Meclisi iki yıl önce Hickey'i görevinden uzaklaştırdığından beri, hep geçici beceriksizlerin (yani, bü­ yük değil, küçük hırsızların) elindeydik. McGarigle'ın on yıl­ lık polislik deneyimi var ve kolej bitirmiş. Eğitimin belirli bir akıl düzeyi ya da en azından bir dürüstlük demek olduğu dü­ şüncesine hala sahibim ben. Lucy ise, "Hayır, kolej öğrenimi, insanın suçlarını haklı göstermek için daha geniş bir kelime haznesi sağlamaktan bir şeye yaramaz," diyor.

159 3 Temmuz

Dün gece bizim evde birkaç kişi toplandık. Spies, Fielden, Lucy, Lizzie ve Spies'la benim Fielden aracılığıyla tanıştığı­ mız o oyuncak dükkanı sahibi George Engel. Engel sakin ama ateşli biri. Bir zamanlar inandığı 'serbest oy sandığı' fikrinin bir kandırmaca ve hayal olduğunu söylüyor artık. Sanki Baş Budala benmişim gibi, bunu söylerken dik dik yüzüme baktı. Gecenin sonunda Lizzie, Lucy'nin doğum gününü kutla­ mak için hazırladığı kocaman bir pastayla hepimizi şaşırttı. Lucy de herkese, yine hamile olduğunu açıkladı. Bu defa bir kız olacağını umduğunu ve adını daha şimdiden seçtiğini söyledi: Lula Eda (çok Güneyli bir ad). Onu yürekten kutla­ dık ve o da mutluluğundan neredeyse ağlamak üzere olan utangaç, on iki yaşında bir kızmış gibi, öylece durdu karşı­ mızda. Sonra yetişkin Lucy ortaya çıktı, sanki kendisine ol­ duğundan daha yaşlıymış gibi davrandığımızı söyledi. En­ gel, "Peki, kaç yaşındasınız?" diye sordu. Lucy'nin yüzü kı­ zardı. "Bu sizi hiç ilgilendirmez, bayım," dedi. Ta bii, kendisi bile bunu tam olarak bilmiyor...

12 Temmuz

Greenback toplantısı sona erdi. Grubumuz nezaketle ama kesin bir şekilde bir kenarda tutuldu -hem de Van Pat­ ten'ın marifetiyle. Sosyalist İşçi Partisi artık çöküşe geçtiğin­ den Van Patten Greenback'lere katılarak kendini kurtarmak istemiş olmalı. Lucy'yle ben komitedeydik ama komite bi­ zim kadınlara oy hakkı verilmesi taslağımızı görüşmeyi bile reddetti. Lucy bunun için söz almaya çalıştığında, 'usul' ve 'öncelikli sorunlar' hakkında o kadar hummalı bir tartışma vardı ki, kendisine sıra bile gelmedi. Kırk dört Sosyalist İşçi Partisi delegesi son programı tar­ tışmak için toplandıklarında, Lucy'yle ben, 'işçinin çalışma-

160 sının sonuçları üzerindeki kutsal hakkı' gibi saçma sapan bir iki deyim dışında, herhangi bir sosyalist görüş ileri sürülme­ diğini söyleyerek kıyameti kopardık Ben Sosyalist İşçi Parti­ si'nin toplantıdan çekilerek gelecek seçime bağımsız bir adayla katılmasını resmen teklif etti m. Ama grup Va n Pat­ ten'ın yanından ayrılmadı. Şimdi ne olacak? Sosyalist İşçi Partisi'nden istifa edecek mi­ yiz? Eğer edersek nereye gideceğiz? Spies bir süre daha sabulı olmamızı öneriyor ve Sosyalist İşçi Partisi içindeki tarhşmala­ rın henüz sona errnediğine inanıyor.

1 Ağustos

Bütün bu karmaşanın, partilerin tökezleyip toparlanması­ nın, eski dostların birbirlerini suçlamasının arasında, 'bir tek büyük birlik' çağrısıyla Emeğin Şövalyeleri son uykusundan uyandı arbk. Yıllardır gerçek inananların oluşturduğu gizli bir grup olarak, hep etkisiz ve yok olmanın eşiğinde debele­ nip duruyord u. Ama şimdi insanlar, "Hey, belki de çare onca zamandır burnumuzun dibindeydi," demeye başladılar. Bel­ ki de bize üyeden çok parti vernuş olan bütün o ince örülmüş ideolojik farklılıklarımızı bir kenara atma ve bir tek temel ger­ çeği vurgulayan bir bayrak altında toplanma zamanımız gel­ di artık. O temel gerçek de şu: Hepimiz vasıflı vasıfsız emek­ çileriz ve ortak zalime karşı mücadelede birleşmeliyiz. Küçük, parçalanmış gruplar Şövalyeler'e katılmaya başla­ dılar. Üye portresi de ağır ağır değişiyor. Şövalyeler'in çoğu bu ülke doğumlu, usta kent işçileriydi. Şimdi özellikle orta Pennsylvania' dan olmak üzere kömür madeni işçileri, hatta az da olsa tarım işçileri de katılmaya başladılar. Kadınlar da artık safiara alınıyorlar; Frances Willard, Susan B. Anthony ve Elizabeth Cady Stanton şimdi Şövalye oldular ve Phila­ delphia ayakkabı işçileri arasında sadece kadınlardan oluşan ilk şube kurulmak üzere. Lucy kadınlar için ayrı şube kurul-

161 masına karşı ve ben de onu onaylıyorum. Sa dece zencilerin katıldığı şubeler olduğunu da duyd uk. Özellikle de Iowa 'da Ottumwa kön1ür madenlerinde. Emeğin Şövalyeleri çok uzun zamandır Evrensel Kardeşliğin başlıca öğesinin ırkların dayanışması olduğu inancını ilan etmekteyse de, söz ve uy­ gulama pek uyuşmuyor. To plantılarına en son ne zaman ka tıldığıını hatırlamıyor­ sam da, Şövalyeler'in kuruluş ilkesine olan duygusal bağlılı­ ğıını hiç kaybetmedim: Birine verilen zarar herkese verilmiş zarardır. Bence emekçi hareketi sadece budur, ya da böyle ol­ malıdır. Ancak ne yazık ki, Şövalyeler yeni Büyük Usta Emek­ çi olarak Perence Powderly'yi seçtiler. O sadece bir reformcu, uzlaşmayı greve tercih ediyor, sınıf düşmanlığı temelinde ör­ gütlenmek yerine, bunu öne çıkarman1aya çalışıyor.

5 Eylül

Lizzie ile Lucy'nin çok şaşırtıcı bir konuşmalarının üstüne geldim. Bir taraftan bir elbise biçerlerken, bir yandan da sperm duşları, rahim ağzına konan tampon (bunu hiç duy­ mamıştım) ve lastik tamponlar yerine hayvan bağırsağından yapılma prezervatiflerin hangisinin daha yararlı olduğunu konuşuyorlardı! Konuyu duyar duymaz hemen oradan sı­ vışmaya kalkıştıysam da, Lucy oturmaını emretti. Bir kahka­ ha atarak, "Seni erdemlilik kumkuması," dedi. "Sen de di­ ğerlerinden farksızsın -işi yapmaya ca n atarsın ama konuş­ maya gelince hemen yan çizersin! Sen de Anthony Comstock kadar kötüsün!" Ben kendimi toparlamak için zaman kazanmaya çalışa­ rak, "Ne işi?" diye sordum. "Seks tabii. O kadarını anlamışsındır diye düşünmüştüm! Lizzie'nin bazı konularda öğüde ihtiyacı var, bunu ben sen­ den daha iyi sağlayacak durumdaysam da, senin de bir kat-

162 kın olabilir." Lucy çok eğleniyordu ve doğrusunu söylemek gerekirse ben de keyif almaya başlamıştım. Hiçbir Texaslı çiftlik çocuğu seks konusunda utangaç değildir; çekingen davranınayı ancak kentte öğrenir. Yine de olayı bana anlattıklarında şaşkınlıktan az daha di­ limi yutacaktım. Lizzie hamileymiş. William Holmes'tan. İkisi de birbirlerine en başından beri aşıkmışlar ama evlenıneye pek hevesli değillermiş. Lizzie daha önce Bay Swank adında biriyle evlenmiş -bu da şaşırtıcı yeni bir haberdi, ben Swank'i onun aile soyadı sanıyordum. Adam evlendikten sadece bir­ kaç yıl sonra veremden öldüğü için evlilik fikri Lizzie'ye hoş düşünceler çağrıştırmıyormuş. Holmes ise hasta babasına kar­ şı büyük bir sorumluluk duyuyormuş. Aile yirmi beş yıl önce İngiltere' den buraya göç etmiş ve birbirlerinden hiç ayrılma­ mışlar. Evlilik en azından şimdilik bir seçenek olmadığından, Lizzie ile William çocuğu aldırtmaya karar vermişler. Lucy, Lizzie'ye, "Bebek için daha sonra vaktiniz olacak," diyordu. Lucy bana dönerek, "Bu günlerde bu işi yapacak birini bulmak bile imkansız," dedi. "Comstock, Kongre'yi kürtaja yirmi yıl hapis cezası vermeye ikna ettiğinden beri bu ope­ rasyon çok ürkütücü oldu." "Comstock iki yıl önce New Yo rk'taki o kürtajcıyı intiha­ ra sürükledi," dedi Lizzie. "O günden beri usta hekimler o kadar gizli çalışıyorlar ki, kimin gerçek kimin sahtekar oldu­ ğunu bilemiyorsun." Lucy, "Bu arada bizim namuslu doktorlarımız 'aşırı heye­ canlı' cinsel iştahı olan -yani, seksten zevk alan- kadınlara klitoridektomi ameliyatlan yapmaktan hiç çekinmiyorlar," diye söze karıştı. "Bu konu beni çıldırtıyor. Kadınlan cinsel tutkunun bir hastalık belirtisi olduğuna öyle inandırmışlar ki, zavallılar sonunda vücutlarını kestirmeye gönüllü gidi­ yorlar. Doktorlar orta ve üst sınıf kadınlarını kandırabilirler ama biz yoksul kadınlar neyin ne olduğunu çok iyi biliriz.

163 Zaten çok az zevk alacak şeyimiz var, bir de elimizden seksi alamazlar bizden! Onlara göre yoksul olmak zaten umutsuz bir hastalıktır." Lizzie, orta sınıftan ve Amerika'ya ilk gelenlerin ailesin­ den olduğundan durumu fazla yakınmadan kabul ediyordu. Onun söylediğini duyduğum en hoş şeylerden biri de şuydu: "Ben bronz renkli bir Kızılderili kadar Amerikalıyım." Bütün bu olayda Lucy'nin kendisini yönetmesine izin verd iğini tah­ min ed iyorum. Biz konuşurken o sadece saçlarıyla oynadı ve pek bir şey söylemedi. "Comstock ne kadar çabalarsa çabalasın bize engel ola­ mayacak," dedi Lucy. "Gazeteler 'kesin sonuçlu Fransız ka­ dın hapları' ilanlarıyla dolu. Ben kadın arkadaşlar arasında da soruşturdum. Çoğu en güvenilir olanının kalisaya adı ve­ rilen bir kinin türevi olduğunu ve piyasadan sorgusuz sual­ siz satın alınabileceğini söyledi." "Lucy bu sabah aldı," dedi Lizzie, çekingen bir tavırla. "Sen gelmeden az önce bir tane içtim." Solgun ve suçlu görünüyordu. "İyi misin?" diye sordum. Lizzie kalkıp dikişlerini toplayarak, "Herhalde," dedi. Sonra karnını okşadı. "Ama Püriten atalarım, içimde tekme­ ler atarak kararımı onaylamadıklarını bildiriyorlar." Bu epey yürek isteyen küçük bir şakaydı, Lucy'yle gülmeye çalıştıy­ sak da pek beceremedik. Lizzie her geçen an biraz daha kö­ tüleşiyor gibiydi; evine gitmesinin iyi olacağını söyledi. Lucy de ona eşlik etti. Döndükten sonra dolu dolu gözlerle, "Zavallı Lizzie," de­ di. "O da çocukları bizim kadar seviyor ve bir çocuğu olma­ sını istiyor." Ben, Lucy'yi teselli etmeye çalışarak, "Vakti gelince o da olacak," dedim. "William'la daha uzun yıllar var önlerinde." "İkimizin de aynı anda hamile kalmamız ne garip, değil mi? Sanki ikimizin bebeğine de ağlıyormuşuro gibi ürkütücü bir his var içimde."

164 12 Eylül

Lizzie çok kötü günler geçirdi. Kanamayı başlatan kalisa­ ya mı, yoksa fetüsteki bir deformasyon mu oldu, bilemiyo­ ru z. Ancak hapiara başladıktan iki gün sonra şilteyi kan için­ de bıraktı ve büyük sancılarla rahminden fetüs olduğunu sandığımız küçük bir kütle çıkardı. Ta bii sancıları geçmediği gibi ateşi de çok yükselmişti. Lizzie'nin yanından bir an bile ayrılmayan Holmes onu hastaneye kaldırrnamızda ısrar etti. Merkezi Ücretsiz Dispanser riskini göze almak istemiyor­ duk, ama çok daha iyi bakım sağlayan doktorlar veya dini gruplar tarafından işletilen küçük özel hastanelerden biri için yeterli parayı bulabileceğimizden de emin değildik. Yine de parayı çok çabuk toparladık; hangi arkadaşımızdan iste­ diysek elinde avucunda olan bütün parasını çıkartıp verdi. Sam Fielden, öküzlerini karşılık göstererek kredi bile aldı. Lizzie dini grupların işlettiği hastaneye gitrnek istemedi; he­ kimlerin hastanelerinden ilk seçtiğimiz Garfield Park da onu kabul etmedi. Resepsiyandaki hemşire 'kadın rahatsızlıkla­ rı'yla ilgili vakalara bakmadıklannı söylediyse de, bizi tepeden tımağa kadar süzerken, suratındaki alaya ifade, aslında bak­ madıklan kişilerin yoksullar olduğunu açıkça belli ediyordu. Kadınlar Hastanesi'nde talihimiz yaver gitti ve sonunda oraya gitmekle iyi bir iş yapmış olduk. Hastabakıcılardan ba­ zıları, yine de bizi görünce burun kıvırmışlardı. Biri Liz­ zie'nin giysilerini sanki kor tutuyormuş gibi elledi; belki de hamileliğin -ya da yoksulluğun- bulaşıcı olduğunu sanıyor­ du. Ancak, en azından ilk başlarda iyi davranan Michael Fenton adındaki genç bir doktor Lizzie'nin tedavisini üstlen­ di ve kanamasını kısa zamanda kesti. Bir iki saat sonra kızca­ ğızın ateşi de düşmüştü. Lizzie tehlikeyi atıatınca Dr. Fenton yatağının yanına oturdu ve "onunla ve kocasıyla bazı hassas konulan" konuş­ mak için izin istedi. Lizzie ile William, Fenton'ın evlilik du-

165 rumları hakkındaki varsayımını düzeltmeye ka lkışmadan, peki dediler. Lizzie en iyi iki arkadaşının, ya ni bizim de oda­ da kalmamızı istedi. "Onlardan gizlimiz saklımız yoktur ve sizin öğütlerinize gösterecekleri tepki ilerideki kararlanınız­ da bize çok yardımcı olacaktır," dedi. Fenton bu ndan hoşlan­ mamış görünse de, kendisi gidene kadar Lucy'yle benim ko­ nuşmamam koşuluyla yanlarında kalman1ızı istemeye iste­ meye kabul etti. Lucy'nin kaşlarını ka ldırdığını gördüm ama ağzını açmadı ve Fenton büyük bir gururla tıp eğitimini Pa­ ris'te gördüğünü, 'barbar Koruüncüler o güzel kenti neredey­ se yakıp yıkmadan hemen önce' okulu tamamladığını söy­ lerken bile konuşmamayı başardı. Lizzie daha sonra o anda doktora soyadlarımızı söylemediği için talihine şükrettiğini söyledi; Parsons adını duyan iyi yürekli doktor hepimizi anında kapı dışarı edebilirdi çünkü. Dr. Fenton fazlasıyla üstünlük tasiayan bir tavırla, kendi- ' mizi gülrnekten güçlükle alıkoyduğumuz saçma bir teoriyi anlatmaya başladı. Önce, anlaşıldığı kadarıyla Paris'te pek revaç gören, genel bir açıklamada bulundu: "Evlilikte mah­ rem ilişkiler, sadece iki taraf da zihnen gayet sakin oldukları bir zamanda yapılmalı, kan kızışmamış ve mide boş" olma­ lıydı. (Lucy akşam yalnız kaldığımızda, "O seksi değil, aile bütçesinin konuşulmasını tarif ediyordu," dedi.) Fenton bundan sonra "aile olma kararı verildiğinde güçlü ve güzel çocuk yetiştirmek" için, gerçekten de garip bir reçe­ te gösterdi. Buna göre kadın, ilişkide bulunmadan önce çok miktarda kırmızı et yemeli ve koca da sıcak banyo yaparken portakal suyu içmeliymiş. Fenton, Lizzie'nin hayatını kurtar­ mamış olsaydı arkadaşımızı hemen oradan kapıp götürür­ dük. Lizzie, "Kırmızı et bizim için biraz pahalı, ama durumu­ muz düzeldikçe sizin bu mükemmel fikrinizi aklımızdan çı­ karmayacağız," dedi. Lucy'nin daha fazla dayanarnayıpkah­ kahalada güleceğinden korkuyordum. O da aynı şeyi düşün-

166 müş olmalı ki, od anın öteki köşesine, Fenton'la göz göze gel­ meyeceği bir yere kaçtı . Fenton ond an sonra, Lizzie'yi, bundan böyle eczanelerde ya da gezici satıcılar ta rafından reklamı yapılan çocuk düşür­ me ilaçlarından uzak durması ve 'koruyucu' önlemlere baş­ vurması konusunda uyardı. Tehlikeli ilaçlara olan ihtiyaç ön­ celikle hamileliği önlemekle ortadan ka ldırılabilirdi. Fenton en çok seçilen yöntemin 'rahim dışı boşalma' olduğunu söy­ ledi. Holmes'a bakarak, "Eğer kocanız bunu yapmayı redde­ derse size engelleme yöntemini salık veririm," dedi. "Bildiği­ niz gibi prezervatif artık çok ucuz ve çok etkilidir." "Size gelince, bayım ... " -sözünün burasında William' a döndü- " ... size çok açık bir öğüt vereceğim." (William ada­ mın söyleyeceğini beklemeden kıpkırmızı kesildi; biz üçü­ ınüzün aksine, bu gibi mahrem konuları açıkça konuşmadığı belli oluyordu). "Kendi kendini iğdiş etmenin tehlikeleri ko­ nusunda bilimsel gerçekleri bildiğinizi tahmin ediyorum." William başını evet dereesine salladı ama doğrusunu söyle­ mek gerekirse, üçümüz de bu terimi ilk kez duyuyorduk. Ka­ famızın karıştığını anlayan Fenton açıkladı: "Arıtılmış yoğun kan olan erkek menisi çok değerli olup, miktarı da çok kısıt­ lıdır. Mastürbasyon yoluyla aşırı boşalma, sperm ekonomisi­ ni altüst eder, hayat gücünüzü ortadan kaldırır. Size gözleri­ nizin kanlandığını, soluğunuzun pis koktuğunu ya da sesini­ zin tizleştiğini fark edip etmediğİnizi sorabilir miyim?" "Hayır, fark etmedim, efendim." William'ın yüzü o kadar kızarınıştı ki, bir damarının patlayacağından korktum. "Bunu duyduğuma memnun oldum," dedi Fenton. "Bun­ lar aşırılığın ilk belirtileridir. Bunu akılda tutmanız iyi olur." İyi yürekli doktor oturduğu yerden kalkarken de, "Eh, _sanı­ rım bütün gerekli şeyleri söyledim," dedi. "Şin1di artık kara­ rı size bırakıyorum." Hafif alaycı bir gülümsemeyle Lucy'yle benden yana baktı. "Böyle talihsiz bir olayın tekrarlanmama-

167 sı için sevgili dostlarınız da sizi destekleyeceklerdir." Sonra belini kırıp bir selam vererek odadan çıktı. Lucy, hemen Lizzie'nin yatağına koşarak arkadaşını ku­ cakladı. "Sana mahrem yerlerini küllü suyla yıkamanı söyle­ memesine şaştım," dedi. Bu aslında pek komik bir şey olma­ masına rağmen kahkahayı bastık. Sevincimiz daha çok Liz­ zie'nin bu felaketi atiatmış olmasındandı. Lizzie ertesi gün eve döndü. Şimdi artık ayakta ama çocuğunu kaybettiği için de üzgün. Bu deneyimin kendisini çok sarstığını söylüyor. "Ve çekingenliğime bir son verd i," diyor. Lucy, arkadaşını güldürrnek için, "Umarım seks hayatına son vermemiştir," diye yorum yaptı bunun üzerine. Ben bütün bu olay sırasında Holmes'un gayet etkileyici bir davranış sergilendiğini düşünüyorum. Lizzie'nin yatağı­ nın başından bir an bile ayrılmamıştı. Sakin, Lizzie kadar bencillikten uzak, ama çok saygılı ve sevecen bir insan. Liz­ zie için ideal bir eş. Bu son derece berbat koşullar altında bi­ le, onu daha iyi tanıdığıma memnunum.

20 Eylül

Lizzie'nin iyileşmesi şerefine bütün bir gün dışarı çıkıp eğ­ lenmeye karar verdik. Bugün doğuya dönecek olan Lizzie'nin kız kardeşi Albert Jr.'a bakmayı önerince bu fırsatı kaçırmadık Dördümüz dün gece oturupbugün ne yapacağımızı plan­ ladık. .. ve bu da bütün gecemizi aldı! Lucy ucuz müzelere gitmeyi kesinlikle reddetti. Bütün programların sahte oldu­ ğunu, ayrıca şişman insanlara ve 'Maymun Kız Krao' gibi 'hilkat garibeleri' olarak sunulan talihsizlere tahammül ede­ mediğini söyledi. Bu konuda hepimiz hemfikirdik, ama sonra Lizzie gülme­ ye başladı ve 1871 Büyük Yangını'ndan önce, küçük bir kız­ ken teyzesinin kendisini (sonra yangında kül olan) Albay Wood'un ünlü Chicago Müzesi'ne götürdüğünü anlattı. Mü-

168 zedeki, özellikle dünyanın dört bir ya nından getirilmiş kuş­ lar, sürüngenler ve böceklerin çok öğretici olduğunu söyledi. Sonra adeta utanmış görünerek birden susunca, bize öğretici olmayan şeyleri de anlatması için ısrar ettik. Lizzie, duraksayarak, "Parthenon'un bir benzeri vardı," dedi. "Sonra gemi modelleri ve özel bir vitrinde Daniel Bo­ one'un tüfeği." "Çok iyi, çok iyi," dedi Lucy. "Şimdi de gerçekten saçma olan şeyleri dinleyelim." Lizzie bize bundan sonra yarım saat, Musa'yı sazlar ara­ sından kurtaran, ama 'sonra fikir değiştirip tekrar oraya atan' Mısırlı prensesin mumyasını anlattı. Lucy kıs kıs güle­ rek, "Bir de 'tarih öncesi bir balina' olan Büyük Zeuglo­ don'un otuz metre boyundaki iskeleti vardı," diye ekledi. "Basında iskeletİn gerçek olmadığı iddia edilince Albay Wood bunu kanıtlamak amacıyla bir grup 'bilimadamı' top­ ladı," diye devam etti Lizzie. "Ancak ne yazık ki, Albay Wo­ od'un on yaşındaki oğlu, annesinin elinden hir an kurtulup çakısını Büyük Zeuglodon'un kaburgalarından birine batı­ rınca, boya tabakası altındaki çam tahtası ortaya çıkmıştı." Buna kahkahalarla güldük ve William bir bira daha aça­ rak, 'Büyük tahta Zeuglodon' a kadeh kaldırdı. Lu ey, "Ve onu açığa çıkaran on yaşındaki yaramaz oğlana!" dedi. Wi lliam'ın at yarışı düşkünü olması beni şaşırtmıştı. Gü­ nün bir kısmını Garfield Ya rış Alanı'nda geçirmemizi önerdi; yarışları seyrederken kafeteryada da öğle yemeği yerdik. Ben istediğimden daha sert çıkan bir ses tonuyla, "Bu bir spor değil, hayvaniara eziyetin başka bir çeşidi," dedim. "Eği­ ticiler atları döverler, yaşadıklan yerler berbattır, yemleri ise süprüntülerden ibarettir. Atlar soylu hayvanlardır, ama Garfi­ eld' daki kadar kötü muamele gördükleri başka bir yer bilmiyo­ rum. Garfield'ın asıl sahibinin kim olduğunu biliyor musun?" Benim bu sert tavnma şaşıran William, kırgın bir ifadeyle başını salladı.

169 "Mike McDonald." Bu sözün etkisinin yerleşmesini bekle­ dim bir an. "Evet, Kra l McDonald." Chicago'da Mike McDonald'ın kim olduğunu herkes bi­ lirse de, ben sözümü sürdürmeye kararlıydım. "Polisle yap­ tığı anlaşma sayesinde artık at yarışı, zar, iskarnbil kağıdı da dahil bütün kumar türlerini o kontrol ediyor. Kent Meclisi'ne kendi adamlarını doldurd u ve seçim zan1anında adamları, sandık sandık dolaşıp sahte oy kullanıyorlar." Lucy aniden, "ikiyüzlülük ediyorsun," dedi. "Chicago polisinin rüşvet yediğini bilmeyen mi var? Üstelik şans oyunları ne zaman hayatın büyük günahlarından biri oldu?" "Çaresiz hayvanlar söz konusu olduğu zaman," dedim. "İkiyüzlülüğe gelince, az önce masum küçük müzeleri Şey­ tan'ın yaratıklarıymış gibi suçlayan kimdi?" "Mike McDonald bütün Amerikan -özür dilerim, beyaz Amerikan- çocuklarına öğretilen şeyi yapıyor sadece: ne yol­ la olursa olsun, para kazanıyor," dedi Lucy. "O da tren istas­ yonunda şeker ve dergi satarak işe başladı, şimdi güzel bir taş evi var ve The Store' da puro ve konyakla krallar gibi yaşıyor. Bu klasik bir Amerikan ululü başarı hikayesidir." Lucy beni kışkırttığını çok iyi bildiği alaycı ses tonuyla konuşuyordu. "The Store mu?" diye sordu William. Lucy'yle beni tartı­ şırken hiç görmediği ve karı koca arasında sosyal uyurnun iyi bir ilişkinin garantisi değil de, en belirgin işareti olduğu­ na inanarak yetiştirildiği için, yüzü solmuştu. Tu tkulu bir tartışmanın mutlu bir yuvanın can damarı olduğunu düşü­ nen Lucy gibi bir kadına o güne kadar rastlamış değildi. Diğer taraftan Lizzie bize çoktan alışmıştı. Benim Lucy' den çok daha sakin biri olman1a rağmen, bir tartışma­ da en az onun kadar inatçı olabildiğimi bilirdi. Ben daha az parlardım ama muhtemelen daha geç pes ederdim. Lizzie böyle durumlarda, Lucy'yi sakinleştirmenin değil, onu yeni bir konuya itmenin tartışmayı keseceğini iyi bilirdi.

170 Wi lliam'a dönerek, "The Store, McDonald'ın kent merke­ zindeki lüks kumarhanesidir," diye açıkladı. //İçinde akla ge­ lebilecek her şey olan büyük bir evd ir: zarif bir yemek salo­ nu, bir puro mağazası, bir birahane, pahalı antika meşe mo­ bilyalar ve her türlü iskarnbil ve zar oyunlarının oynandığı kumar masaları." "İşte, yarın oraya gitmeliyiz!" diye, bağırdı Lucy. Ben gülere k, "Ama kadınları içeri almıyorlar," dedim. Lucy kaşlarını çattı, ya da, dostça bir gülümsemeyle çatışma­ nın sona erdiğini belli etti. Lizzie değişimi fark etmişti. Yu muşak bir kararlılıkla, "Konuyu ele alma zamanım geldi," dedi. "Ne de olsa benim iyileşmeınİ ku tluyoruz." Aniden bir uysallık abidesi olan Lucy, "Çok doğru," de­ yince, William derin bir soluk alarak rahatladı. Lucy'nin bu uysallığının uzun sürmeyeceğini bilen Liz­ zie, "Michigan Caddesi'ndeki yeni panoramaya bilet alalım, sonra da gider herkesin sağlığına bira içeriz," dedi. Biz de Lizzie'nin önerisine uyduk. Üstelik herkes çok ke­ yif aldı. On yıl önce çok moda olduğunda Lucy'yle panora­ maları görememiştik ve şimdi yeniden moda olmaya başla­ dığında bütün bu gürültüyü koparan şeyin ne olduğunu öğ­ renmek için -üstelik elli sent gibi gayet yüksek bir bedel kar­ şılığında- gayet iyi bir fırsat olduğunu düşündük. Beklediği­ mizden çok etkilendiğimizi itiraf etmeliyim. Panorama, Cali­ fornia' daki güzelliklerinin dev bir resmiydi; pano, sözlü an­ latımlar eşliğinde seyircilerin gözü önünde dikine yerleştiril­ miş kocaman rulolar çevrilerek sergileniyordu. Gayet şaşırtı­ cı bir etki yaratılıyor, insan California'yı hareket halinde bir trenden seyrediyor gibi oluyordu. Lucy oradan çıktıktan sonra, yeni yeni moda olmaya baş­ layan salonlardan birinde 'gazoz' içmeyi önerdi. Gazoz bir tür yapay karbon ve sodyum karbonatla çeşitli şuruplar ka­ rıştırılarak yapılan, yeni keşfedilmiş tatlardan biriydi. Biz

171 sarsaparilla seçtik. Ama pek hoşlanmadık diyebilirim. Bur­ numu gıdıkladı ve beni geğirtti. Bunlara atfed ilen mucizevi tıbbi güçler saçma olsa gerek. Biracıların rekabetten korkma­ larına hiç gerek yok. Lizzie beş yıldır işleyen ve yirmi beş el yapımı otobüsle iki yüz sağlıklı ata sahip, lüks Va tandaşın Otobüsü Hattı'nı kullanmamızı önerdi. Bu otobüsler gölün çevresini otuz da­ kikada dolaşıyorlar. Haymarket Meydanı'ndan geçtiğimiz­ de, son olarak oraya gittiğimizden bu yana nasıl bir humma­ lı faaliyetin başladığını görünce çok şaşırdık. Kent dışındaki çiftçilerin getirdikleri ürünlerle dolu tezgahlada Haymarket, bir anda West Randolph ve South Wa ter Sokakları pazarları kadar genişlemiş gibiydi. Lizzie akşama doğru kendisi adına yeterince kutlama ya­ pıldığını ve şimdi kendisine o kadar iyi baktığımız için onun bizi kutlamak istediğini söyledi. Özellikle 'sevgili Willi­ am'ına hoş bir şey yapmak istiyordu. Sonunda, bence epey mantıksız olsa da, William'ın, Yo rkshire geçmişinin şerefine, gecenin son içkisini içmek için İngilizlerin gi ttiği o müzikli birahanelerden birine gitmemizi önerdi. William, "Ben Yo rkshire' dan beş yaşında ayrıldım," diye itiraz etti. "Ayrıca sadece İngilizlerin gittiği o yerler kötülük yuvalarıdır." William'ın yüzü daha itiraz ederken belli olan sevincinden kızardığı için hemen gitmeye karar verdik. Lucy, yolda bir polisi durdurarak -adam gözünü bile kırpmamıştı­ bize nispeten güvenli bir İngiliz ya da İrlanda müzikli bira­ hanesi salık vermesini istedi. Mavi üniforması içinde gayet asık suratlı memur, kent merkezinin güneyindeki Sullivan'ı deneyebileceğimizi söyledi. Lucy alınmış bir tavırla, "Orada Patch var ama," dedi. "Orası fahişelik merkezidir." "Hanımefendi, Patch güneybatıdadır," dedi güvenilir bir öneride bulunmadığı imasına içeriemiş gözüken memur. "Canınız isterse!" deyip çekti gitti sonra da.

172 Biz de Sullivan' a gittik. Polis haklı çıktı. Şahane ma lt bira­ sı yanında, pek de açık saçık olmayan bir gölge oyunu, bir­ kaç yaramaz şarkı ve birkaç 'bacak' dansı seyrettik. Biri haca­ ğını çok yükseğe kaldırıp da donu görününce Lucy sıkı bir yuh çekti. Ancak bu yaramazlıkların hepsi göstermelikti ve ancak Minnehaha dansı öğrenmek kadar tehlikeli ve cesaret isteyen şeylerdi. Eve gece yarısı keyifli ve ahlakımız bozulmamış olarak döndük. Ancak büyük kente alışkın olmayan Lizzie'nin kız kardeşi başımıza bir şey geldi diye çok korkmuştu ki, bu, o gece, içimizden birinin gerçekten hissettiği tek korkuydu.

5 Ekim

Van Patten sonunda bekleneni yaptı işte. Sosyalist İşçi Partisi'nin, aralarında Spies, Paul Grottkau ve Oscar Neebe de olan on üyesini Greenback ittifakına muhalefetleri nede­ niyle ihraç etti. Bu kadar acıklı bir duruma düştük yani. Özellikle de Va n Patten bizim görüşlerintizi temsil ettiği için. Evet, biz her gün seçim konusunda biraz daha hayal kırıklı­ ğına uğruyorduk, ama asla Sosyalist İşçi Partisi'nin New Yo rk şubesi gibi politikayı 'sadece parlamenter gevezelik' di­ ye de suçlamamıştık. Onlar bundan sonra sendikalaşma, grevler, boykotlar ve genel iş bırakma üzerinde yoğunlaşa­ caklarını ve bu çabaları baskıyla karşılandığı takdirde kendi­ lerini savunmak için derhal hazırlıklara başlayacaklarını bil­ dirdiler. Ancak Chicago' da biz, Amerika doğumlu işçilerin, seçimi demokrasinin temeli olarak gördüğümüzü ve seçimi silip atmanın, bizim Amerikalı duruşumuzu riske edeceğini savunmaya devam ediyoruz. Van Patten farkında olmayabilir, yine de Greenback'le birleşme konusunda ısrar edenleri ihraç etmekle Sosyalist İşçi Partisi'ni tam olarak öldürmüş bulunuyor. Arbetier-Ze-

173 itung ve radikal liderlerin büyük kısmı bizden yana . Hen1 geniş tabanlı, birleşik bir parti hayali de yok artık. Ufukta bizi nelerin beklediğini kim bilebilir? Plütokra tlar gündemi belirlerken, işçiler birbirlerinin boğazına sarılmak­ la meşguller.

***

15 Şubat 1881

Harika bir haberi kaydetmek için günlüğümü açtım yine: Üç kiloluk sağlıklı bir kız anne babasıyız artık! Lulu Eda! Lucy vaktinden önce doğurdu. 2 Şubat'ta Lizzie'nin yardım ettiği komşu kadın tarafından yatağa yatırıldı. Önlem olsun diye bir de ebe çağırmıştık Ancak Lucy'nin sancıları artıp da Lizzie ebeye kloroform vermesini söyleyince sefil kadın red­ detti ve bize İncil' den bir söz okumaya çalıştı: "Sancılar için­ de çocuk doğuracaksın." Bizim nazik Lizzie'miz bunun üze­ rine öfkelenip ebeyi kapı dışarı etti. Neyse ki, Lucy'nin san­ cıları çabuk hafifledi ve dört saat sonra da doğum yaptı. Ar­ dından hızla iyileşti ve şimdi de kendini toparlamış görünü­ yor. Bütün gün birlikte küçük kızımızı seyredip gülüyoruz.

174 BEŞİNCi BÖLÜM

Pittsburgh, 18 Ekim 1883

Sevgili Karıcığım,

Harika bir Kongre oldu, Lucy. Ta rihsel bir önemi olduğun­ dan hiç kuşkum yok. Spies'la benim için aynı zamanda baya­ ğı bir karabasandı. Günler boyunca Johann Most'la bir odaya kapanıp Manifesto'nun son taslağı üzerinde çalıştık. Şu kale­ mim kekeleyebilse ve dili tutulabilse ruhsal durumumu an­ cak anlayabilirsin. Adam imkansız biri. Eve dönmeden önce ne demek istediğimi sana ancak özetle anlatabilirim. Most'la geçen Ağustos ayında tanışmamızı hatırlıyor mu­ sun? Onu ikimiz de garip bir şekilde içine kapanık ve titiz

177 bulmuştuk, hani? Eh, işte o Most, Spies'la burada ka rşılaştı­ ğı ınızda bizi şaşırtan zorba, kasıntılı ve aklına geleni söyle­ mekten çekinmeyen Most'un yanında gayet zarif biri kalır. Polemiğe gelince, insandan çok yırtıcı bi r hayva nı andırıyor, o serçe gagasından bir aslan kükremesi çıkıyor. Bir keresinde gayet neşeli bir tavırla dinarnitten 'esaslı mal' olarak söz etti ve "Hükümdarlık tahtına, mihraba, para babalarına -tünı sü­ rüngenler ailesine- savaş açmalıyız" (burjuvazi için bu deyi­ mi kullanıyor) dedi. Spies onu 'sorumsuzca abartmak'la suçladı ve şöyle dedi: "Kapitalizmin zulmüne karşı saldırırlarken, onlar kadar za­ lim olmamız gerektiğini kabul edemem." Most onunla alay etti . "Ne yazık ki, mülkiyet sahibi sınıf­ lar senin güç kullanma ve cinayet konusundaki vicdan aza­ bını paylaşmıyorlar. Bana gelince, ben Çar Aleksandr iki yıl önce öldürüldüğünde, bu olayı herkesin önünde övdüğümü ve bunun için de on altı ay ağır hapis cezası aldığımı söyle­ mekten gurur duyarım." "Senin cesaretini sorgulayan yok," dedim. Spies, Most'a, "Bana Çar'ınöld ürülmesinin tam olarak ne­ yi başardığını söyleyebilir misin?" diye sordu. Most gayet küstah bir tavırla, "Eğer bunu bilmiyorsan o zaman kendine devrimci demeye hakkın yoktur," dedi. Spies buna gerçekten güldü. Eğitim ve konuşma konula­ rında Most'la kendini eşit saydığından, ondan hiç korkmu­ yor. Oysa ben kendi payıma aynı şeyi söyleyemem. Spies, "Çar'ın öldürülmesi, Rusya'yı onun yaşadığı zamandan bir damla bile daha az zalim kılmamıştır," dedi. Most, sahte bir teslimiyetle ellerini ka ldırdı: "Sizin gibi in­ sanlarla genel felsefi bir tartışmaya girmenin anlamı yok zaten. Sizler burjuva değerleriyle yozlaşmışsınız. Benim bu odada kalmarnın bir tek nedeni var: o da Manifesto üzerin­ deki çalışmayı tamamlamak."

178 Anlıyor musun? Saçıının böyle hızla beyazlaşmasına hiç şaşmamak gerek. Bana verdiğin o siyah boyayı bu hafta iki kere kullanmak zorunda kaldım (sakın Lizzie'ye söyleme) ve yine de on yıl yaşlanmış gibiyim. Most'un yeminine rağmen çok geçmeden yine genel ilkele­ ri tartışmaya başladık. Ben Pittsburgh Manifestosu' nun, Ame­ rikan işçilerinin çoğunun asıl hedefinin güçlü bir sendikal ha­ reket kurmak ve sekiz saatlik çalışma günü hakkını elde etmek olduğu görüşünü yansıtması gerektiği konusunda ısrar ettim. Most, "Sekiz saatlik çalışma günü hakkı palavradan baş­ ka bir şey değildir!" diye bağırdı. İşçilerin koşullarında mey­ dana gelebilecek bir parça iyileşme, onları patronlarının ken­ dilerini düşündüğüne inandırır ki, bu da devrimci mücadele için gerekli heyecanı yok eder." Spies, "İşçilerin şu andaki sefaletlerini gözardı etmek ah­ laksızlık ve mantıksızlık olur," dedi. "Manifesto'nun daha iyi çalışma koşullannın kazanılmasına öncelik vermesi gerekir. Bunlara acil ihtiyacımız var. Sen sendikal istekleri savunarak, düzeni değiştirmek için uzun vadeli mücadelemize eleman kazanacağımızı anlamıyorsun." Most'un bir milim bile gerilerneye niyeti olmadığı anlaşı­ lınca, Spies'la görüşümüzü doğrudan toplantı salonuna gö­ türdük ve karışık sonuçlar aldık. Delegeler sendikaların 'ge­ lecekteki devrimin öncüleri olduğu'nu ilan eden bir kararı kabul ettiler, ama Most'un, "Bu Kongre'nin ilk ilkesi varolan sınıf hakimiyetini her türlü yola başvurarak ortadan kaldır­ maktır" deklarasyonunda da küçük bir değişiklik yaptılar. Bir konuda tam bir zafer kazandık. Most'un ısrarlı itirazlan­ na rağmen, delegeler 'cinsiyet ve ırk ayrımı yapılmaksızın herkese eşit hak' için çalışmayı kabul ettiler. Most, daha sonra bize küçümseyen bir ses tonuyla, "Be­ nim deneyimlerime göre devrimci toplantılara katılan kadın­ lar bunu öncelikle koca bulmak için yaparlar ve bulduktan

179 sonra ikisi de ortadan kaybolurlar," dedi. To plumsal sorunla­ rı anlamak için birbirlerinin gelişmesine yard ımcı olan çiftle­ re örnek olarak, senle kendimi anlattım. Most buna şu ceva­ bı verdi: "Yemek pişirmesini biliyor mu?" (İnsanın kanını donduran çığlığını ta buradan işitebiliyorum.) Ancak ne yazık ki, son belgede bazı kışkırtıcı sözler ge­ reksiz yere yer aldı. En kötüsü de şu madde: "Proletaryanın burjuvaziyle olan mücadelesinin şiddetli bir devrimci ka­ raktere sahip olması kaçınılmazdır." Bu maddenin, paralı sı­ nıflar bizim iyileştirme isteklerimize sağır kaldıkları ta kdir­ de devreye gireceğini umuyorum. Manifesto'nun dilinin, bi­ ze çekeceğinden çok daha fazla işçiyi bizden uzaklaştıraca­ ğından korkuyorum. Pittsburgh' dan çıkan en iyi şey, yeni bir örgüt, Uluslarara­ sı Emekçiler Birliği ve bizim yüreklerimize hitap eden bir vizyon oldu. Manifesto şöyle diyor: "Mücadelemizin nihai hedefi, üretimin işbirliği halinde örgütlendiği, ürünlerin kar amacı güdülmeden değiş tokuş edildiği, tüm kamusal işlerin federal bir sisteme bağlı özerk gruplar arasında özgür anlaş­ malarla yapıldığı ve cinsiyet eşitliği ilkesine dayanan laik bir eğitim sistemi temeli üzerine kurulacak bir toplumdur." (Most, "Kadınların yüksek eğitime uygun olmadıkları çok çabuk ortaya çıkacağından buna, itiraz etmek için enerjimi boşa harcamaya hiç niyetim yok," dedi.) Uluslararası Emekçiler Birliği, birbirinden keskin bir şe­ kilde ayrılmış sosyalist ve anarşist (ve ikisi arasındaki diğer) fraksiyonlar, başarıyla birleştirebilir mi, bunu ancak zaman gösterecek. Ama hiç olmazsa taze bir başlangıç, yeni bir umut demek ve bunların ikisine de çok ihtiyaç vardı. En azından şu an herkes durumdan memnun görünüyor. Johann Most'a gelince, bu adam hakkındaki çelişkili duy­ gularımı çözebileceğimden pek emin değilim. Buradaki per­ formansının insanı çileden çıkarmasına rağmen, Devlet ko-

180 nusunda haklı olanın Marx değil, anarşistler olduğunu, dev­ letin kim kontrol ederse etsin kaçınılmaz olarak bir baskı ara­ cı olduğunu, başkalarını yönetme alışkanlığının insanı yoz­ laştırdığını anlamamıza, onun Die Freiheit'ta yazdığı makale­ lerin büyük katkıda bulunduğunu unutmamız gerekir. Anar­ şistlerin gönüllü işbirliği temeline dayanan yerinden yöne­ tim hayali, en iyi hayaldir. Bu fırtınalı günlerde hep seni ve bebeklerimizi düşündüm. Lulu'nun iki buçuk yaşına geldiğine inanmak çok güç. Yu­ vamdan bu kadar uzun süre uzak olmak, onun neşesini ve te­ sellisini özlemek çok üzücü bir şey. Sana telgrafla da bildirdi­ ğim gibi, buradan Spies ve diğer birkaç arkadaşla New Yo rk City'ye, Te rence Powderly'yle görüşmeye gideceğim. Bu gö­ rüşme senin de bildiğin gibi, onun isteğiyle yapılıyor. Ye ni bir bölünrneyiönlemek için hepimiz bir yol bulmaya çalışıyoruz. Bir daha sefere yazdığırnda Gotharn'ın et pazarında ola­ cağım. Genelevierden birinde kalmayı aklırndangeçirmiştim -ne de olsa zamanım çok sıkışık- ama sonunda yirmi küsur kadının arasında olmanın seçeneklerimi çok kısıtlayacağına karar verdim. Ne de olsa biz anarşistler, insanın bütün halle­ rini yansıtan tam bir ifade özgürlüğünden yana olmalıyız. Gücürnünbu çaba için yeterli olacağını umarım. Ha, az daha hoşuna gidecek bir haberi vermeyi unutuyor­ durn. Van Patten, arkasında Sosyalist İşçi Partisi'nin dağıl­ masıyla düştüğü urnutsuzluğu belirten bir intihar notuyla ortadan kayboldu. Habere hepimiz çok üzülçlük. Ama iki - gün sonra Washington'da görüldüğü haberini aldık. Küçük bir federal memurluk bulmuş. Adama oldum olası güvenme­ diğİn için senin sezgilerin karşısında şapkarnızıçıkarıyoruz. Bana şu adrese yazabilirsin: Powderly eliyle Emeğin Şö­ valyeleri bürosu, 119 Grove Street, . Bana inan, Her zaman sadık kocan, Albert

181 * * *

Chicago, 21 Ekim 1883

Sevgili Kocacığım,

İçindeki haberlerinden bazılarına olmasa da, mektubuna çok sevindim. Çocukları senin yerine bol bol öptüm. Albert Jr. babasını çok özledi. Lulu'yla ben ise kayıtsızız. (Buna ina­ nacak kadar budala mısın?) Haberlerinden bazılarını, Manifesto'nun tamamını telg­ rafla alan 'dan dün duymuştun1. Sen Schwab'la tanışmadın, değil n1i? Chicago'ya iki yıl önce gel­ di. Onu Lizzie aracılığıyla tanıdım. Hoşlanacağın biri. Sakin, yumuşak başlı, ama biraz mesafeli ve çok okumuş. Spies sa­ na onun hakkında daha çok şey anlatabilir: Schwab'ı Arbe­ iter-Zeitung'a muhabir olarak aldı. Schwab, Most'un, yöneti­ ci sınıfın ayrıcalıklarını barışçı yollarla terk etmeyeceği fikri­ ni kabul ediyor. Aslında ben de öyle düşünüyorum. Ben se­ nin her zaman yaptığını yapmakta olduğunu biliyorum: ya­ ni, muhtemel bir çatışmanın vicdan azabını çekiyorsun. Ama seni temin ederim ki, hiçbir kapitalistin bizi öldürürken yü­ reği sızlamamıştır. Lizzie de böyle düşünüyor. Bu seni etkile­ meli. Sen John Brown'ın ayaklanmasını bir kahramanlık ey­ lemi olarak görmüştün. Onun kırbaç sahipleri n1antığını ne­ den tezgah sahiplerine de uygulamıyorsun? Bunu çok ko­ nuştuk. Biliyorum, kimi zaman beni çok sert buluyorsun. Ben de seni kimi zaman zayıf buluyorum. Birbirimize karşı sabırlı olmalıyız. Birlikte doğru yolu bulacağımıza eminim. Lizzie'yle Chicago'nun dikişçi kızlarını örgütlernek için çok çalışıyoruz. Lizzie ticari terzihanelere gitti ve oralarda koşulların bizim alıştığımızdan çok daha kötü olduğunu gör­ dü. Kadınlar pis yangın kapanlarında, uzun masalar başında oturuyorlar. Enerjiyi buharın sağladığı atölyelerde dikiş ma-

182 kineleri masalara raptedilmiş. Köşe bucak yağ, toz ve kumaş parçalarıyla dolu. Duvarlarda şunlar ya zılı levhalar asılı: 'Konuşmak ve Gülrnek Yasaktır!', 'Mala Ve rilecek Zararın Bedeli İşçilerden Kesilecektir,' 'Fazladan Kesilmiş Kumaş Parçalarının Bedeli Ödenmelidir'. Böyle aşağılanma ve ağır işle geçirilen on iki ila on altı saat sonunda bu zavallılar ne para alıyorlar? Haftada bir buçuk ila on dolar arası bir para. Benim esmer tenim ticari bir işletmede çalışmaını engelledi­ ği ve tuvalete gitmek ya da bir bardak çay içebilmek için izin isternekzor unda olmadığım evimde çalışmaınımümkün kıl­ dığı için çok talihliyim doğrusu. Asil ruhlu yardımsever hanımlar bu sefil kadınlara 'ev idaresi alışkanlıklarını düzeltmeleri ve çocuklarının yetişti­ rilmesine daha fazla dikkat etmeleri' konferansları vermek için atölyeleri ziyaret ediyorlar. Ev işlerini hizmetçilerine gördüren bu züppe ve tembel kadınlar buna nasıl cesaret ediyorlar! Çıldıracak gibi oluyorum. Bu barbarca sistemi so­ na erdirmek için her şeyi -evet, herşeyi- yapmak geliyor içim­ den. Lizzie'yle, yakında Chicago'nun dikişçi kızlarının ilk grevini örgütlernedebaşarılı olacağımızı hissediyoruz. Ara sıra bana gelen zengin müşterilere dikiş dikmemeye karar verdim bu hafta. Paraya ihtiyacımız varsa da, onların tıka basa doldurulmuş evlerini görmek ve boş kafalannın ge­ vezeliğini dinlemek istemiyorum. Sadece bir tek istisna ya­ pacağım: ana kız Van Zandt'lar. Onlar için giysi dikmeye de­ vam edeceğim. Onların iyilikseverliklerinden ve zeki kişiler olduklarından, yoksulların hayat koşullarına gerçekten ilgi duyduklarından sana söz etmiştim. (Zenginlerin kozaların­ dan içeri az bilginin sızması beni hala çok şaşırtıyor.) Kızı Nina -evet, inanabiliyor musun, ona Nina demerne izin veriyor- doğuştan bir eşitlikçi. Miss Grant'ın okulunda okumuş ve Vassar dan yeni mezun olmuş genç ve zengin bir kızın böyle düşüneceği aklına gelmezdi, değil mi? Sınıtlarına

183 ihanet eden hainlerin (yani, muhtemel hainlerin) nereden çıktığını kestirebilsek, belki de bunların çoğalmasını sağlaya­ bilirdik Her neyse, dün Nina'ya prova yaparken, ona Liz­ zie'nin ticari atölyelerde karşılaştığı durumları anlatınca kız ağlamaya başladı. Onun bu duygularının politik bir biçim alıp alamayacağını ancak zaman gösterecek. Mümkün olan her fırsatta onun gözlerini doldurmak için elimden geleni ya­ pacağıma emin olabilirsin. Sevgili kocam, Powderly'ye karşı çok dikkatli olman için seni uyarıyorum; özellikle de onun oldukça çekici bir insan ol­ duğunu duyduğum için söylüyorum bunu. Şu sırada onunla görüşmüş olabilirsin. Ama henüz görüşmemişsen, sana onun, işçilerin grev yapmak yerine, patronlanyla 'uzlaşma anlaşma­ ları' yapmalanndan yana olduğunun bilindiğini hatırlatmak isterim. Evet, grevierin son çare olduğunu ve etkili bir örgüt­ lenme aracı olarak kabul edileceğini söylediğini biliyorum, ama kendisi daha çok uzlaşmayı vurgulamak ta. Elimizde avu­ cumuzda de bir şey yokken nasıl 'pazarlık edeceğimizi' ya da çizmesini boğazımıza dayamış biriyle nasıl 'uzlaşacağımızı' söylemiyor ama. Powderly'nin sabır tavsiyeleri, işçilerde za­ ten varolan derin kadercilik duygusunu beslemekte. Çocuk­ luklanndan beri başlarına gelenin Ta nrı'nın emri ya da kendi karakter bozukluklarından kaynaklandığına inanmaları ge­ rektiği öğretilen bu insanlar, kendi kaderlerini değiştirebilme yetenekleri olduğunu kabul edemiyorlar bir türlü. Şimdi de sana olağanüstü bir haber: Lizzie piyano dersle­ ri veriyor! Meğerse eskiden müzik öğretmeniymiş ve bize söylememiş! Hayatının o kısmını geride bıraktığını, ama şimdi ekonomik koşullar ağırlaşınca gelirini biraz olsun art­ tırmak için tekrar başladığını söylüyor. Bizim Lizzie tam bir harika. Geçen gün 'tarih ve müzik felsefesi' hakkında konuş­ masını dinlerken kendimi bir profesörün önünde sandım.

184 Gotham'ın fahişeleriyle düşüp kalkmazsan, sevgili karını mutlu edersin. Senin erdemin beni zerre kadar ilgilendirmi­ yor, ben sadece kendi sağlığıını düşünüyorum. Diğer yan­ dan, kenti mümkün olduğunca görmeni ve bir daha yazdı­ ğında bize tüm ayrıntılarıyla aniatmanı istiyorum. Tüm za­ manını Te rence Powderly gibilere harcama -burada Chica­ go' da da, istersen can sıkıntısından patiaya bilirsin. Son mo­ da ları, Coney Isiand'ın dönme dolabını, yeni büyük Opera'yı ve kent sokaklarındaki elektrikli aydınlatmayı dinlemek isti­ yorum. J.P. Morgan'ın Madison Caddesi'ndeki konağını ha­ vaya uçurmadan önce, o parıltılı aydınlatma hakkında not almayı da ihmal etme!

Her zaman sadık karın, Lu ey

***

Neıo York City, 25 Ekim 1883

Çok Sevgili Suikastçı,

Lizzie'yle, öldürülmesinin 'halkı uyandıracak' (yeni akıl hocan Johann Most böyle derdi) bir aday buldunuz mu? Bu yine bir Başkan mı olacak? Şimdiki başkan sayın Chester Alan Arthur, sıradan bir silahla delinmeyecek kadar şişman kalıpta görünüyor, belki de kendisine zorla bir soda ve gü­ herçile diyeti uygulatmak bu işi görebilir. Yoksa baş işçi-haini Bay Terence V. Powderly'yi ortadan kaldırmaya mı niyet ettiniz? Onun sonunu yamyamlıkla ge­ tirecek kadar yırtıcı görünüyorsun. Bu senin melodram tut­ kunu da tatmin eder sanırım. Sevgilim, insanlara teatral bir gözle bakma eği liminde olduğunu kabul edersin sanırım.

185 Evet, sana bir konferans çekmek istiyorum. Umarım kıpır­ damadan oturur, beni dinlersin. Powderly'yi karikatürize et­ memek önemlidir. Adamla iki uzun gece geçirdikten sonra Prens Albert kuyruklu ceketi, kolalı dik yakası ve kravatıyla utangaç bir içki düşmanına benzediğini itiraf etmeliyim. Ama görüşleri, hatta greviere karşı tutumu, bize söylendiğinden çok daha karmaşık. Emekçi hareketi, bazı konularda anlaşa­ madığımız insanları düşman ilan ederek devam edemez yol­ una. Şimdiye kadar bunun pek çok örneğini gördük. Bu, düş­ manın işini kolaylaştırmaktan başka bir işe yaramaz. Powderly'nin, cinsiyet ve deri rengine dayalı her türlü ay­ rımcılığa karşı olduğunu açıkça dile getirdiğini sana hatırlat­ mak isterim. Daha geçen ay, telgrafçıların We stern Union'a karşı grevlerinde, Şövalyeler'inbaşlıca isteklerinden biri işçile­ rin dörtte birini oluşturan kadın santral memurlarının eşit üc­ ret almalarıydı. Powderly'nin, bizim aksimize, emek ile ser­ mayenin sonunda bir uyuma kavuşturulacağına inandığı doğ­ rudur. Ama adam bir Pollyanna değil. Savaşa girmekte biraz yavaş davranıyor olabilir, ama mücadeleden korkınuyar ve nihai hedefi bizimkinden fa rksız: kooperatİf bir toplum. Pow­ derly'nin görüşlerini zanaat sendikalarıyla, özellikle Gompers ve Strasser liderliğindeki Puro Ya pımcıları Enternasyonali'yle kıyasla. Onlar bizim kapitalizmi devirme amacımızla, ütopya­ cı bir hayal diyerek alay ediyorlar. Powderly, Spies'la bana, za­ naat sendikalarıyla Şövalyeler'in bir çarpışmaya doğru ilerle­ diklerini söyledi; ikisi de sayı olarak hızla büyüyorlar, ama ge­ lecek için çok farklı toplumsal ufuklara sahipler. Her türlü aşırılığa karşı olması nedeniyle Powderly bir gün gelir, o bizi, ya da biz onu suçlayabiliriz. Ama belki de hiç gerekli olmayacak bir kopmadan önce peşin peşin düş­ man ilan etmeyelim onu. Evet, konferansım sona erdi. Mektubu bin parçaya ayırıp öfkeyle Lizzie'ye koştun mu? İnatçıhğının eleştiriyikolayca ka-

186 bul etmene engel olduğunu biliyorum, ama birbirimize herşe­ yi söyleyebilmeliyiz. Sen benim en yakın dostumsun.Eğer faz­ la sert davranmışsam bana söylersin. Bundan hiç kuşkum yok! Önemli bir konu daha var: Sevgili kocanın 'çılgın gençli­ ği'nin sahnelerine dönmediğini bildirmek isterim. Otuz beşin­ de olmak ne yazık ki, insanın enerjisinden korkunç bir bedel alıyor. Ve enerjiınİ korurnam gerektiğini biliyorum: politika (ya da yaklaşan beraberliğimiz) gibi önemsiz bir şey için de­ ğil de, o kadar üstüne basarak istediğin büyük kentin harika köşelerini ve dehşetini inceleyip sana bildirmem için. Doğrusunu istersen, o harika yerlerini pek az görebiliyo­ rum; tahmin edebileceğin gibi zaman ve para nedenleriyle. Herşey o kadar pahalı ki! Görebildiklerimin çoğunu giriş pa­ rası fa lan vermemek için dışarıdan gördüm. New York tam bir ticari inşaat anaforu içinde; ancak devam eden inşaatların çoğu spekülasyon amaçlı, beklenen kiracı hiç çıkmayabilir. Yeni bir ekonomik gerileme daha şimdiden başlamış. Genel bir ekonomik çöküş söylentisi hızla yayılıyor, işsizlik oranı epey yükselmiş. Bu arada Standart Oil Trust'ı tam bir tekel haline getirmek için rakipleriyle güçbirliği yapan John D. Rockefeller sayesinde, fiyatlar da sürekli artıyor. Bak, yine politikaya daldım, oysa sana kenti gezdirecek­ tim. Sevgilim, New Yo rk City bence temelinde Chicago'dan pek farklı değil, özellikle çılgınca bir büyüme, sermaye biri­ kimi ve gösterişe olan ilgisiyle. Buradaki yeni binalar tıpkı bizimkiler gibi daha yüksek. On katlı Hububat Borsası bizim Montauk Binası kadar yüksek. Bunlara 'emek tapınakları' adı veriliyor -dikkatini çekerim, emeğe tapınak değil! Zengin New Yorklular, kentlerinin Chicago'yla ortak bir yanı olduğu söylendiğinde burun kıvırıyorlar. Bizi doğru dü­ rüst (yani, çok büyük ve zengin) bir konser salonu, senfoni or­ kestrası, sanat müzesi ya da opera binası olmayan, barbar bir taşra kasabası olarak görüyorlar. Neıo York Times'a göre, bi-

187 zim adam gibi bir seçkin sınıfımız da yokmuş. Ya ni, küçü k bir hizmetkar ordusu ile Rönesans stili şatolar diken, üniformalı uşakları olan, birbirlerine kabartma kartvizitler gönderen, öğ­ leden sonraları Central Park'ta araba gezintileri yapan ve Ca­ roline Astor ile Al va Va nderbilt arasında kimin sosyetede ön­ ce geldiği konusundaki dünyayı sarsan mücadelede taraf tu­ tan bir üst sınıfımız yok demek istiyorlar. Metropolitan Sanat Müzesi haftada bir gün açık: işçilerin çoğunun kiliseye git­ mek, bir bira içmek ve kendilerini yatağa atmaktan başka bir şey yapamayacak kadar bitkin olduğu Pazar günü. Senin pek hoşuna giden elektrikli aydınlatmadaki hızlı ilerlemeye gelince, bu senin gayet yüksek şarjh benliğinle il­ gili olabilir mi acaba, sevgili m? Kabiolu tramvaylar Chica­ go'da olduğu gibi burada da var. Ama ben atlı tramvayları tercih ediyorum. Dün kalabalığın yoğun olduğu bir saatte az daha yolcuların ayakları altında eziliyordum. Çelik makara­ lara o kadar yük bindiriyorlar ki, bir arabanın kablos u kopup diğerine sarıldı ve sürücüsü kontrolü kaybedip frene asılınca bütün yolcular yere devrildiler. Ayrıca tıpkı bizim orada ol­ duğu gibi hareket eden kablodan öyle bir gürültü çıkıyor ki, konuşmak imkansız oluyor. Elektrik ve telefona giderek ar­ tan bu talep şaşırtıcı sayıda direk kullanımı anlamına geliyor ve bu direkiere gerilen teller gökyüzünü gerçekten karartı­ yor. Sonra da buna İlerleme deniyor: Elektrik geceyi gündü­ ze çevirirken, başımızın üstündengeçen teller ağı da gündü­ zü geceye dönüştürüyor! Ancak sokaklardaki elektrikli aydınlatmanın şaşırtıcı bir görüntü olduğunu da itiraf etmeliyim. Bu konuda Chica­ go' dan kat kat ilerideler. New Yo rk'un elektrikli aydınlatma sistemine geçmesinden bu yana üç yıl geride kalmış. Yedi metre yüksekliğinde süslü dökme demir direkiere asılan kablolar Beşinci Cadde ve On Dördüncü ila Otuz Dördüncü Sokaklar arasına gerilmiş ve hızla da çoğalıyorlar. İnsanlar eskiden geceleri evlerinden çıkmaya · korkarlarken, şimdi so-

188 kaklarda toplanıp aydınlatılmış mağaza ve oteliere bakıyor­ lar. Ünlü eğlence yeri Niblo's Garden Brooklyn Köprüsü'nün -Spies'la giriş parasını denkleştirip giremedik-, dans ederken elektrikli değnekler sallayan dansözlerini iftiharla sunuyor. Burada, Edison Elektrik Şirketi tarafından tasarlanmış , Köp­ rü'nün aydınlatılmış bir maketi sergileniyor. Dışarıdaki ark ışıkları evlerde kullanılamayacak kadar parlak, ama Edison'un evler için ürettiği ampuller çok pratik çıktı. Senin büyük dostu n J .P. Morgan üç yıl kadar önce bah­ çesine bir jenera tör kurdu ve (herşeyde olmak istediği gibi) bunda da özel bir evi tümüyle elektrikle aydınlatan ilk kişi ol­ du. New York zenginleri de onu izlemekte gecikmediler. Şim­ di yaklaşık bin zengin evi ve binlerce ticari işletme elektrikle aydınlatılıyor. Borsa, salonunun üstüne üç 'elektrolier lamba yerleştirdi ve yeni Mills Binası'nın da kendi elektrik üreten je­ neratörü var. Gazetelerde bir mimarın evlerde elektrik kulla­ nımının insanda çil oluşturduğunu iddia ettiği yazıyordu. Gelelim, Co ney Island' a. Senin emrin üzerine Sürat Treni'ni görmek üzere mecburen gittim oraya. Kibar bir beyefendi olan Spies da toplantımızın olmadığı bir öğleden sonra benimle gelmeyi teklif etti. West Brighton' a giden bir va pura bindik. Oraya varınca bizi şaşırtıcı bir görüntü ve ses bolluğukarşıla­ dı. Yedi yüz metrelik Demir Rıhtımlar gerçek bir mühendislik harikası. Sonra Fil Oteli var! Bina daha çok bir hayvanın hey­ ketini andırıyor, ahşaptan yığına, teneke kaplı dev bir yapı. Hayvanın gövdesinin çeşitli yerlerinde otuz dört odası, ön ba­ cağının birinde bir tütüncü, diğerinde bir diorama, hortumun­ da bir şarküteri var. Arka hacaklarındaki helezonik merdiven­ den, başındaki gözlemevine çıkılıyor. Daha neler yapacaklar acaba? Pardösü biçiminde bir giyin1 mağazası mı? Senin sevgili Sürat Treni'ne gelince, kızları ve hız tutkun­ larını tatmin edebilir belki, ama Spies'la bana o iniş çıkışlar ve sert dönüşler intihara çağrı gibi geldiğinden, bu deneyi yaşanlamaya karar verdik. Sen olsaydın hiç kuşkusuz anın-

189 da atlardın üstüne. Her zaman dediğim gibi, kadınlar erkek­ lerden daha yüreklidirler. Coney Isiand kumsalının mevsimin bu geç vaktinde boş olacağını sanmıştık, oysa beklenmedik bir sıcak dalgasının gelmesi nedeniyle, silme insanla doluydu; kadınlar pamuklu giysiler, erkekler hasır şapkalar giymişlerdi, çocuklar ya bir­ birlerini kuma gömüyorlar, ya da kalabalık arasında kaybo­ luyorlardı, telaşlı anne babaları da kıyı boyunca koşuşturup onları arıyorlardı. Sezonda burasının daha da kalabalık oldu­ ğunu söylediler. Ya zları yüzlerce satıcı, meyhane, gösteri, ka­ rakalem ressam ve falcı olurmuş (biz gittiğimizde çoğu bara­ kanın kepenkleri inikti) ve ayrıca dolandırıcılar, kapkaççılar ve hemen arkadaki ara sokaklarda dolaşan fahişeler de hiç eksik olmazmış. Şimdi Ekim sonlarına gelmiş olmamıza rağ­ men, bar bar bağırıp mallarını satmaya çalışan, çeşitli oyun­ larda yeteneklerini sınamaya çağıran, at nalı atma yarışı dü­ zenleyen ya da toprak ördeklere atış yaptıran pek çok sokak çığırtkanı vardı. Bir yerde de sana anlatmaya çekindiğim bir atıcılık oyunu gördüm -oyunda bir zenciyi burnundan vur­ maya çalışıyorlardı. Zavallı adam bir bezde açılmış d�likten başını uzatıyor ve yüzüne atılan lastik toplardan kaçınmak için sürekli başını yana kaçırıp duruyordu. Coney Island'a, 'çalışan insanın eğlence yeri' deniyor. Daha az barbarlığın ol­ duğu bir gelecekte, çok daha farklı bir eğlence tanımına eriş­ memiz için dua ediyorum. Yarından sonra eve dönüş başlıyor. Seni ve sevgili çocuk­ larımı bir an önce kucaklamak dileğiyle,

Görüşmek üzere, Alb ert

190 CHICAGO Ocak 1884 \ÔI

"Nina, kıpırdamadan durmazsan ölçü alamam. Elbise kol­ tuk altlarını tam kavrama/ı, sense oynayıp duruyorsun." "Lucy, bütün bunlar öyle sıkıcı ki!" Nina'runşehvetli, ade­ ta tombul yüzü kırıştı. "Çay elbisesi! Çay elbisesini ben ne yapacağım ki. Bir kereden fazla giymeyeceğim işte." "Annen ihtiyacın var diyorsa, vardır. Şimdi lütfen, kıpır­ damadan dur." "Annem benim New York'ta Vanderbilt'lerin maskeli balo­ suna da gitmemi istedi. Amaben inat ettim, gitmiyornınişte." "Öyle mi? Ben orada olup da gazetelerde o kadar sözü edilen Oyuncak At Kadrili'ni görmek isterdim," dedi Lucy. "Süslü tuvaletler giymiş hanımlar gerçek deri kaplı tahta at-

191 lar üzerinde ... bunlar kadril yapmak bir yana, nasıl yürüye­ cekler, anlayamadım doğrusu." Nina kıkır kıkır güldü. "Sanırım atlar tekerlekliydi ve uşaklar tarafından itiliyordu." "Dernekkarlrili öğrenmek zorunda olan uşaklardı?" "Sadece ayak hareketlerini herhalde. Balodan aylar önce New Yo rk City'lilerin kadrilin kol hareketlerini prova ettikle­ rini duyrnuşturn. Bilemiyorum, bana çok anlamsız geldi. O balo bence saçma sapan bir rnaskaralıktı." "Sevgili Nina, giderek bir sosyalist gibi konuşmaya başla­ dın. Ve tam bir sosyalist gibi kollarını sallıyorsun. Lütfen! Böyle yaparsan nasıl ölçü alırırn, kuzurn." Lucy, Nina'nın kollarını indirdi. "Ben sosyalist değilim. Ama annem Bayan Va nderbilt'in 'yüzyılın olayı'nın bir devrim için en iyi neden olduğunu söylüyor. Düşünebiliyor musun? Duvar diplerinde kestane rengi üniformalar içinde sıralanmış onlarca uşak, Beşinci Cadde'nin tümünü güzelleştirmeye yetecek kadar palrniye yaprakları ve begonviller ve de konuklar! O kadar çok Marie Antoinette ve Mary Stuart vardı ki, eğer gitseydirnherha lde kendime bir giyotin kostümü seçerdim! Sen o kostümü d ikebi­ lir miydin?" Nina öyle neşeli kahkahalar atıyordu ki, ense­ sinde topuz biçiminde toplanmış saçları dağılacak gibiydi. Lucy, yapmacık bir ciddiyetle, "Küçükhanırn,sizde terbi­ ye diye bir şey kalmamış," dedi. "Anne babanıza çok acıyo­ rum doğrusu." "Acırnanahiç gerek yok. Onlar da benim gibi düşünüyor­ lar. Eh, aşağı yukarı yani. Annemle babam yaşlı kukurnavla­ rın dedikleri gibi 'sosyal kabul' görebilirler ama toplumsal konularda kesinlikle ileri sayılabilecek görüşleri vardır. Bunu bu eve bakarak bile söyleyebilirsin." "N e dernekbu?" "Evi nasıl yaptıklarına bakarak."

192 Lucy hiçbir şey anlamadan başını sallayınca ağzındaki top­ lu iğneler halının üzerine döküldü. iğneleri almak için dizleri üstüne çökerken Nina'ya, "Bir dakika dinlenebilirsin," dedi. "Bitiyor mu? Kıpırdamadan duramıyorum." "İşte, bu da sosyalist olduğunun kanıtı!" Lucy güldü. "Hah, buldum." İki toplu iğneyi kaldırıp gösterdi. "Keskin göz! Haydi, küçükhanım, mola sona erdi." Nina içini çekti. "Bitti sayılır. Şimdi bir tek korseyi yerleştirmek kaldı. Bu ev konusunda ne diyordun?" "Ön cephedeki açık veranda. Çevrede onun gibi bir tane daha göremezsin." "Demek açık verandası olmak ileri siyasal görüş oluyor, öyle mi? Hiçbir şey anlama dım. Albert'la bizim verandamız yok ama." "Sen benimle dalga geçiyorsun," diye Nina, küskünlükle dudaklarını büzdü. "Ne? Sevgili Bayan Va n Zandt, emin olun konumlanmız arasındaki farkı çok iyi bilirimve bir an bile ..." "Yeter, Lucy!" Nina ayağını yere vurdu. "Ciddiye alınmak istiyorum. Hem senin hem başkalarının tarafından." "Haklısın. Seni kırdıysam özür dilerim." "Şimdi kafanı biraz çahştırıp düşünürsen ne dediğimi an­ layabileceğine eminim." Lucy, Nina'nın bu üstünlük tasla­ yan tavrını sessizce aklının bir köşesine yerleştirdi. Te peden bakmak, zengin genç kızların doğalarının bir parçası, diye düşündü. Bu kız hiç olmazsa kıvrak bir zekaya ve biraz da insani duygulara sahipti. "Gayet dikkatle dinliyorum," dedi. "Çok basit. Sokaktaki bütün evler dünyadan kopuk, taştan kaleler biçimindedir. Bizim evimiz onların tam aksine, açık ve davet edicidir. Sokaktan geçenler bizi verandada hayatlarımı­ zı sürdürürken görebilirler. Tıpkı sıradan insanlar gibi."

193 Ta bii eğer sıradan insanlara bu sokaktan geçme izni veri­ lirse, diye düşündü Lucy. Yi ne de Nina'nın bu açık fi kirli ma­ sumiyetini kabul etmek istiyordu. "Ne demek istediğini anladım. Kesinlikle. Peki, ailen korkınuyar mu?" "Neden korkacaklar ki?" "Bilmem. Davetsiz misafirlerden. İnsanların evinizin içini görmesinden ..." "Satıcıları içeri sokmamak için bir antremiz bile yok!" de­ di Nina, kendini beğenmiş bir gülümsemeyle. "Belki de fazla cesursunuz." "Kimden korkacağız ki? Sen ve sosyalist dostların bir sal­ dırı mı planlıyorsun uz yoksa?" Bu sözünden pek hoşlanmış gibiydi Nina. "Hayır," dedi Lucy. "Ama komşularınız korkabilirler. Ya ­ ni, sizin bu gelişmiş fikirlerinizden haberdar olurlarsa." "Onlar bizi iyi tanırlar. Komşunun alt kat hizmetçisi bana işverenlerinin -ki, Cyrus McCormick ailesinin bir koludurlar­ geçen gece yemekte bizden söz ettiklerini, anne babamın Detroit' e, o beş saatlik Tekel oyununu görmeye gittiklerinden bahsettiklerini söyledi. Bunu nasıl öğrendiklerini bilemiyo­ rum doğrusu." "Oyunu neden Chicago' da izlemiyorlar ki?" "O oyun burada sergilenmeyecek, Lucy. Sekiz saatlik ça­ lışma günü için yapılan bir grev hakkında. Oyunun bir yerin­ de fabrika müdürü fabrikaya bir bomba atarak suçu radikal bir işçi militanına yüklerneye çalışıyor." Nina bir an durup annesinin anlattığı oyunu tam olarak hatırlamaya çalıştı. Lucy sabırsızlıkla, "Sonra?" diye sordu. Böyle bir oyunun değil sergilenmesine, varlığına bile inanmakta güçlük çeki­ yordu. "Ve ... sanırım yanılmıyorum ... sonunda sanayici, o mili­ tan işçinin, doğumunda kaçırılmış olan kendi oğlu olduğunu öğrendikten sonra aydınlanıp, işçilerin safına geçiyor."

194 "Tahmin etmeliydim," diye burun kıvırdı Lucy. "Aşırı d uygulu bir melodram ... gerçek hayatta aydınlanmış sanayi­ ci diye bir şey yoktur." "Bu noktada sana itiraz edemem. En azından biz öylesine rastlamadık, sevgili babacığım dışında yani ... Ama bir gün olacaktır. Bundan adım gibi eminim ...." "Biliyorum," dedi Lucy, alaycı bir sesle. "Her gün biraz daha iyiye gidiyoruz. İlerleme kaçınılmazdır. Bu da bunun için parmak oynatmamıza bile gerek kalmayacak demek. Hah! Eğer bir şeyler düzelecekse, bu sadece daha fazla ajitas­ yon sonunda olacaktır." Lucy ani bir tiksinti dalgasıyla bu konuşmayı hemen ora­ da sona erdirmek istedi. N ina' dan hoşlanıyor, kendi sınıf de­ ğerlerinin karşısına çıkma cesaretine hayranlık duyuyordu. Fakat kimi zaman onun bu iyimserliğine katlanamayacak ka­ dar sinirlendiği de kesindi. N ina bir adım gerileyip elbiseye baktı. "Tamam, oldu işte. İşimiz bitti. Artık gidebilirsin."

195 CHICAGO Mayıs-l-Iaziran 1884 \ÔI

Amerikan Grubu'nun Greifs Salonu'ndaki az katılımlı toplantısından eve döndüklerinde, Albert, Lucy'ye, "Sence 'in gelmesi biraz garip değil miydi?'' diye sor­ du. "Neebe, Fielden, Lizzie ve Spies'ı bekliyordum. Ama Fischer? ..." Çocuklara çörek ve oyuncak getiren Lucy, "Ben de şaşır­ dım," dedi. "Ne de olsa o ve Engel, Kuzey-Batı Yakası Gru­ bu gibi çok daha büyük bir bölgeye hakimler. Amerikan Grubu, Uluslararası Emekçiler Birliği'nin herhalde en kü­ çük grubudur.'' "Küçük ama gerekli bir grup. Bu kentte en azından bir ta­ ne İngilizce konuşulan grup olması çok önemli."

196 "Neden?" "Lucy, bunun nedenini çok iyi biliyorsun. İngilizce konu­ şan işçiler bir Uluslararası Emekçiler Birliği toplantısına gi­ dip de, hiçbir şey anlamadıkları Almanca konuşmaları du­ yunca kendilerini yabancı hissediyorlar." "Haklısın sanırım. Ben Fischer'i beğeniyorum. İçten bir insan." Lucy'nin kimi zaman başgösteren tartışmacı ruhundan sı­ kılan Albert, yüzünü buruşturarak, "O ve Engel bizi tam ola­ rak onaylamıyorlar," dedi. "Sendikaların, kooperatif bir top­ lum yaratılmasında yardımcı olabileceği düşüncesiyle alay ediyorlar." "Fischer herhalde bizim neler yaptığımızı görmeye gel­ mişti. Bir daha gelmeyecektir." Albert konuyu orada bırakmaya karar verdi. Cebinden bir gazete kupürü çıkardı. "Bugünkü Tribune'ü gördün mü? Kentliler Birliği'nin raporunu yazıyor." "O serseri işadamlarının sözlerine hiç vakit harcayamam. Ayrıca, Arbeiter'da bir yazı vardı." Albert katlanmış kupürü açtı. "Yoksul kesimin büyük bö­ lümünde yaşanan sefalet söylentileri üzerine bir soruşturma yapmaya karar vermişler." "Büyük ihtimalle söylentilerin asılsız çıkacağını bekliyor­ lardı." 11Belki. Ama onlara da bir şans tanı. Araştırmaya karar vermişler işte." Kayıtsız kalmaya kararlı olan Lucy, koltuğa oturup Lu­ lu'nun parti giysisine beyaz dantel dikmeye be'.şladı. "Dahası, işçi konutlarındaki koşulların berbat olduğu so­ nucuna varmışlar. Bunlar Belediye Başkanı Harrison üzerin­ de güçlü bir etki yaratabilecek kent ileri gelenleridir." 11Ama hangi yönde? Carter Harrison'a derhal kapitalizm­ den vazgeçilmesi gerektiğini mi söyleyecekler? Hiç sanmam.

197 Da ha fazla sağlık müfettişi tavsiye ed ip yoksullara pasaklı alışkanlıklarından vazgeçmeleri için vaazlar verecekler." Lucy başını salladı. "Bu sefil sistemin sürdürülmesinde çı­ karları olan insanlardan yardım beklediğine inanamıyorum. On yılda hiçbir şey öğrenemedik mi?" Albert, "Var olan sefalete son vemıek için herkesten yardım kabul etmeye hazır olduğu" hakkında bir şeyler mırıldandı. Merhametli davranmaya karar veren Lucy cevap verme­ di. Bir iki dakika sonra kalkıp masanın üstünden Arbeiter'ı al­ dı. "Kentliler Birliği'nin küçük gezintisi burada başka bir açı­ dan ele alınmış. Yazan Michael Schwab. O vicdan sahibi in­ sanların yanında günlerce dolaşmış. Birazını dinlemek ister misin?" Albert dalgın bakışlada başını salladı. Lucy okumaya başladı. "İki, üç, dört ailenin bir odada ya­ şadığı, ışığın sadece duvarlardaki yarıklardan girdiği, insan­ ların paçavralar veya çürümüş samanlar üzerinde yattıkları, iskemle ve masanın lüks olduğu, şiddetli soğuğa rağmen so­ banın yanmadığı, her aileden üç dört kişinin hasta olduğu iz­ beler var. Bu insanlar nasıl yaşıyorlar? Çöp tenekelerinden çürümüş sebzeler alarak, kasaplardan sakatat dilenip bunlar­ dan sucuk yaparak. Her türlü hastalık bu insanları, özellikle de çocukları toptan öldürüyor." Lucy başını kaldırdı. "Birliğin raporundan biraz daha ger­ çekçi, değil mi? Schwab sözünü şöyle bitiriyor: 'Bu canice bir sistemdir -ama yine de işçilere şiddetin ahlaksızlığı hakkın­ da nutuk çekmeye cesaret ediyor!"' Lucy gazeteyi yine masa­ nın üstüne fırlattı. "İşte, benim saygı duyacağım bir ses!" "Schwab'a ben de hayranlık duyarım. Hoşlanmadığım yanı şu ben-senden-iyiyim tavrı." Albert'ın böyle açık konuşmasına şaşan Lucy bir an sessiz kaldı. Albert, "Öfkemizi neden birbirimizden çıkarıyoruz?" diye sordu sonra. "Bilmiyorum. Bağıracak başka kimsemiz yok da ondan."

198 Albert gidip karısını kucakladı. "Benim tek söylemek iste­ diğim Kentliler Birliği'nin bir şeyler yapacak durumda olma­ sı. Seçkinlerden en azından birkaçı dehşete düştüklerini söy­ lemişler." "Ama onlar kendi sınıflarını ancak N ina Van Zandt ve aile­ si kadar temsil ediyorlar." Lucy yine sinirlenmeye başlamıştı. "Ben öyle bir şey söylemedim." "Kentliler Birliği'nin kendilerini tepede tutan bir sistemin değişmesini gerçekten isteyeceklerini düşünmek saçma geli­ yor." "Ama koşulların düzeltilmesini talep edebilirler." "Ah, Albert! Birlik herkesin, halen var olan sefaletin kapi­ talizme değil, 'geçici' ekonomik bunalıma bağlı olduğuna inanmalarını istiyor. Ancak emekçi kesim bu bunalımdan çok daha önce de aynı sefalet içindeydi." Albert yeni bir tartışmaya meydan vermemek için, "San­ ki seninle aynı fikirde değilmişim gibi konuşuyorsun," dedi. "Ben ]ay Gould değilim." "Haklısın. O senden daha yakışıklı." "Ha, şimdi anladım neden bu kadar öfkeli olduğunu!" Al­ bert kolunu karısının beline doladı. "]ay Gould yeni özel ya­ tım sana gezdirmedi de ondan." Lucy Albert'ın elinden kurtuldu, odanın içinde eteğini dalgalandırarak döndü. "Ben Atalan ta' da bir gün geçirme­ den indiğim için ]ay çok kızdı. Ama ya tın dekoru o kadar kö­ tü bir zevk sergiliyordu ki, daha fazla dayanamadım. Düşün bir kere! Lombozlarda çilek rengi perdeler ve yemek salonu­ nun duvarlarında ahşap kabartma meyveler!" Lucy odanın içinde dans edercesine döndü. "Böylesine çirkin bir moda karşısında duygularım incindi." Lucy kahkahalar atarak yere yığılınca Albert anında yanı­ na çöktü, yüzünü, boynunu öpüp sevdi. Birbirlerine olan tut­ kularını çocukların doğumundan sonra bile kaybetmiş değil­ lerdi. Oysa çocuk doğunca, kadınların gerçek ilgi alanları

199 olan ev işlerine döneceğine ve erkeklerin de seksi, ev dışında arama zamanı geldiğine inanılırdı. Lucy 'normal' kadınların aksine, kendisinin seksten hoşland ığı için garip olmasıyla şa­ ka ederdi. "Benim Afrikalı kanımdan olacak herhalde," derdi. "Biliyorsun, hepimiz seks düşkünü hayvanlarız. Belki de zen­ gin olunca beni tedavi için dağlara gönderirsin. Ta bii, zengin olduğumda tutkum elbiselere ve mücevherlere yönelmezse!"

* * *

1884'ün ilk aylarında ekonomik kriz ve toplumsal huzur­ suzluk artınca Amerikan Grubu'nun Greifs Salonu'ndaki Çar­ şamba toplantıları o kadar kalabalıklaşmaya başladı ki, göl kı­ yısındaki çimenlikte Pazar öğleden sonraları da toplanılması­ na karar verildi. Çok geçmeden binlerce kişi Parsons, Spies, Fi­ elden, Neebe ve diğerlerinin günün sorunlarına ilişkin görüş­ lerini dinlemek için gelmeye başladılar: Kitlelerin sefaletinin nedeni neydi? Devletin kökeni ve amacı neydi? Yo ksulların se­ faletini hafifletmenin en iyi çaresi sosyalizm miydi, yoksa anarşizm mi? Bazı toplantılara bir kadın başkanlık ediyor ve bu da çoğunlukla Lucy veya Lizzie oluyordu. Lucy, Amerikan Grubu konuşmacılarının hepsini birkaç kere dinledikten sonra, bir akşam Albert'a, en iyi konuşanın o olduğunu söyledi. Lucy'nin sanki konuyu uzun uzun düşünmüş de sonra kararını bildiriyormuş gibi ciddi tavrı, Albert'm pek hoşuna gitmişti. Karısına bu iltifata eşlik edecek bir ödülünün olup olmadığını sordu -'altın bir kupa belki, ya da yeleğimi süsle­ yecek bir zincir falan.' "Bencil olmayan devrimciler ne ödül alırlar, ne de almak isterler." "Eh, gördün mü, ben sahteymişim işte. Senin övgülerine layık değilmişim."

200 "Beni kandıramazsın. Sana iltifat etmeye devam etmemi ve bir konuşmacı olarak bütün erdemlerini tek tek saymaını istiyorsun." "N'olu r!" dedi Albert. "Eh, belirli olanlarını söyleyeyim peki. Nasıl diyeyim, bi­ lemiyorum ... sende çocuksu bir çekicilik, hiç eksilmeyen bir cana yakınlık var." "Benim pek takdir edilen sesimi unutuyorsun, özellikle de şiir okurken ." "Ah, onu bir unutabilsem. Mclntosh'un 'Dilenci' sini bir ke­ re daha dinlersem, ya da o sevgili 'Annie Laurie'ni, hareketi ciddi olarak terk etmeye karar verebilirim." Albert güldü. "Annie'mden asla vazgeçmem. O dünyada en sevdiğim şiirdir." "Ve senin sayende arhk bütün dünya da duydu onu." "Sen istesen de istemesen de ben 'Annie'yi bırakacak de­ ğilim. Ne de olsa sadağımda sadece bir iki okum var. Fiel­ den'ın o gür sesi ya da Spies'ın bilgiçliği gibi niteliklerim ol­ duğunu iddia edemem." "Spies'ın ateşli mavi gözlerini ve atietik yapısını unutma, hanımlar her ikisinden de sık sık söz ederler." "Sahi mi? Çok şaşırdım! Bunlar namuslu kadınlar ola­ mazlar." "Spies'ın çekiciliğinin gerçek kaynağını anlayamayacak kadar kibar kişilerdir." "Zekasını mı?" "Hayır, kontrollü alaycılığını -daha karanlık ve daha cin­ sel bir enerjinin yanılmaz göstergesidir." Albert neşeli bir sesle, "Şimdi düşüp bayılınam mı gereki­ yor?�' dedi. "Unutma, ben de alaycı bir kişiyle yaşıyorum." "Şükret öyleyse!" "Nasıl şükrediyorum, bir bilsen." Birbirlerine bakıp gü­ lümsediler.

201 Albert bir duraklamadan sonra, "Lucy, ben eve geldiğim anda bu gevezeliğe başlamasaydın şu anda büyük haberimi kutluyor olacaktık." "Ciddi bir şey var galiba." "Öyle." "$öyle öyleyse, insanı ça tlatma." "Uluslararası Emekçiler Birliği yeni bir gazete çıkarmaya karar verdi. Adı Alarm. Ve sen şimdi onun yeni ed itörüne ba­ kıyorsun." "Albert! Olamaz!" Lucy koşup kocasının boynuna sarıldı, yüzünü öpücüklere boğdu. "Yeter!" Albert karısını kendisinden uzaklaştırdı. "Bu ha­ berlerden yalnızca biri." "Daha fazlasına dayanamayacağım." Lucy soluk almak için oturdu. "Times seni kara listeye aldığından bu yana bu, ilk tam gün gazete işin. Şu rastlantıya bak! Spies, Arbetier-Ze­ i tung' un editörlüğüne getirildi ve şimdi de sen. İnanılınaya­ cak bir şey bu." "Sakin ol, şimdiden olayı abartmayalım. Alann asla Arbe­ iter'in satışına ve etkisine erişemez. Onlar yirmi bin satıyorlar. Biz on beş günde bir yerine haftalık çıkabilirsek, talihli sayılı­ riZ. Kentin tek İngilizce radikal gazetesiyiz, başkası yok ki." "Sen istediğin kadar küçümseyebilirsin, ama bence senin atanman bir mucizedir." "Bir mucize daha var," dedi Albert, muzip bir tavırla. "Uluslararası Emekçiler Birliği iki de yardımcı editör belirle­ di. Kimler olduğunu tahmin edebilir misin?" "Onları tanıyor muyum?" Albert bir kahkaha attı. "Hem de çok iyi tanıyorsun diye­ bilirim. Yeni editörler Lizzie Swank ve Lucy Parsons." Lucy'nin boğazından öyle bir çığlık koptu ki, o zamana kadar bir köşede kardeşiyle oynayan küçük Lulu birden ağ­ lamaya başladı. Lucy kızı teselli etmeye koşarken heyecanın­ dan ayağı halıya takıldı, az daha çocuğun üstüne düşüyordu.

202 Bunun üzerine Lu lu daha fazla ağlamaya başladı, ancak uzun uzun kucaklanıp okşanrnadan sonra sakinleşti ve her­ kes derin bir soluk aldı. Lucy, Albert'ın yanına oturup elini tuttu. "Ah, Albert, o kadar mutluyum ki. Bu bir rüyanın gerçekleşmesi oldu be­ nim için. Şimdi kocarn aracılığıyla değil, benim kendirnin de dünya üzerinde bir etkirn olacak." "Bunu hak ettin ve kazandın." Albert kadını alnından öpüp kucakladı. "Atanmana muhalefet olmadı değil. Nasıl olsa duyacağın için bunu ben söylemek istedim." Lucy'nin ne sevinci azalmış ne de şaşırrnıştı. Albert'ın ak­ sine herkesin hoşlandığı bir insan olmadığını biliyordu. "Muhalefet mi?" "Kuruldakilerden birkaç kişi. 'Kan koca olarak aynı görü­ şe sahip olacaklar ve bu da Alarm'm Uluslararası Emekçiler Birliği üyeliğini karakterize eden geniş fikir yelpazesini tern­ sil ederneyecek' falan işte." Lucy güldü. "Bizi iyi tanıyor olamazlar. Ya nımızda iki sa­ at kalan biri, birçok konuda farklı düşüncelerimizi bağıra ba­ ğıra ifade ettiğimizi bilir." "Bağıran sensin." Lucy kocasının kafasına şakadan bir şaplak indirdi. "Ayrıca, her konuda olmasa bile, pek çok ko­ nuda fikir birliği içindeyiz. Alarm'ın Enternasyonal'deki bü­ tün görüşleri yazmasını sağlamalıyız. Hatta, seninki kadar aşırı görüşleri bile." Lucy bir şaplak daha indirip erkeği öptü. "Başlamak için sabırsızlanıyoru m." "Önce yemek yiyebilir miyiz?" "Sanırım, bir saat daha bekleyebilirirn. An1a biz yine de çabucak yiyelim ...."

***

203 Lucy iki gün sonra Albert'ın gazetedeki küçük odasına girdiğinde, kocası bir köşede temizlik yapıyordu. Lucy bir elinde Lulu'yu çekiştirirken diğer elindeki gazeteyi başı üs­ tünde salladı. "İnanamıyorum!" diye bağırdı. "Bu cinayete teşviktir." Kızını kucağına alan Albert, "Nedir o?" diye sordu. "Chicago Times. Hiç bu kadar alçakça bir şey okumamıştım!" "Sakin olmaya çalış, sevgilim." Albert kadına iskemleyi gösterdi. "Otur ve oku." "Hayatında böyle bir şey duymamışsındır. 'Paçavralar için­ deki bir serseriye verilecek en iyi yemek, kurşunlu alanıdır. Bir serseri sizden ekmek istediğinde üzerine striknin veya arsenik dökün, böylece sizi bir daha rahatsız etmez ve diğerleri de semtinize uğramazlar." Lucy öfkeyle başını kaldırdı. "Korkunç bir şey bu!" dedi Albert. "Bir de şiddeti kışkırt­ tığımız için bizi suçluyorlar." Lucy cebinden gösterişli tavırla bir kağıt çıkarırken, "Bir kereliğine haklı çıkacaklar," dedi. "Ne demek istiyorsun?" "Bir cevap yazdım. Alarm'da yayınlamanı beklemiyorum ama bir de Labor Standard'ı deneyeceğim. Hazır ol şimdi. '1884'ün o soğuk kışında siz evsizler ve işsizler soğuktan donmamak için gece sabaha kadar ateşler yaktınız. Ama ço­ ğunuz yine de donarak öldü. Diğerleri kendilerini Michigan Gölü'ne attılar. Size yalvarıyorum: Acele etmeyin! Kendinizi öldürmeye kararlıysanız, birkaç tane zengini de yanınızda götürün. Sizi böyle çaresiz yapan şey onların kalpsizlikleri­ dir. Bu satırları okuyan her aç serseri Bilim'in yoksulun elle­ rine verdiği o küçük savaş yöntemlerinden yararlanmalıdır... Patlayıcı kullanmayı öğrenmelisiniz!" Lucy kağıdı indirip meydan okurcasına kocasına baktı. "Lucy, yalvarırım bir daha düşün. Bu, düşmanlarımızın bizimle ilgili basmakalıp düşüncelerini doğrulayacaktır." "Olabilir."

204 Albert sesini yükselterek, "Bu konuşan sen değilsin," dedi. "Johann Most bu. Senin bir parçan gizlice hep onun görüşle­ rini benimsedi. Bunu uzun zamandır biliyorum. Ama bunu kontrol altına almalısın. Kendini savunma bir şeydir, bireysel terör, şiddete kışkırtma başka bir şey. Bu yanlış, Lucy." "Başüstüne, Bay Beyaz Adam. Bir daha bir zenciyi linç et­ tiklerinde, ilmek boğazını sıkarken ağaca tırmanacağım ve kulağına şöyle fısıldayacağım: 'Asla şiddete başvurmadığzn için kutlarım seni, adamım. Kendini savunmak için biraz geç kaldın ama hiç olmazsa öteki dünyaya elin temiz olarak gidi­ yorsun.'" Lucy, bir an Albert'ın önüne dikildi, sonra Lulu'yu kapıp bir kasırga gibi dönerek odadan çıktı gitti.

Lucy'nin Manifesto'su bir ay sonra Alarm'ın birinci sayfa­ sında çıktı. Albert iki yardımcı editörünü çağınp yayınlama kararını bildirirken, mümkün olduğu kadar sıradan bir ko­ nuymuş gibi konuşarak sözcüklerini herhangi bir tartışmayı önleyecek şekilde seçti. "Alarm'ın politikası Enternasyonal içindeki tüm görüşleri yayınlayarak okurlara kendi kararla­ nnı verme hakkını tanımaktır." Lucy dudaklarını ısırdı ama ağzını açmadı. Lizzie kulak­ larına kadar gülümseyerek ve bilerek araya anlamsız bir söz sıkışbnp, Albert' a, bir süredir ücretlerinin ne olacağını sor­ mak istediğini söyledi. "Enternasyonal benim ücretimi haftada sekiz dolar ve si­ zinkini de dörder dolar olarak belirledi. Bu sizce kabul edile­ bilir mi, bilemiyorum. Doğrusu, ikiniz de muhtemelen benim­ le aynı sürelerde çalışacağınız için bana pek adil görünmedi." "Ben kabul ediyorum," dedi Lizzie. Albert'ın yazısını ya­ yınlama haberi karşısında Lucy'nin hala apışıp kaldığını gö­ rerek, "Lucy de kabul ediyor," diye devam etti. Bunun üze­ rine hepsi kahkahayı bastılar ve gözyaşları içinde birbirleri­ ne sarıldılar.

205 South Bend, Indiana, 12 Ekim 1884

Sevgili Karıcığım,

Bu çok kısa bir seyahat olduğu için yazmaya niyetim yok­ tu, ama burada olanlardan o kadar etkilendim ki, yaşadıkla­ nın henüz tazeyken kağıda dökmek istedim. Buradaki Emeğin Şövalyeleri şubesinin yeraltında çalıştı­ ğını bilmiyordum. Bunun için gayet iyi nedenleri de var. Bir işçi örgütüne girmeye cesaret eden, ya da böyle bir örgütle ilişkili olduğundan kuşkulanılan kişi hemen işinden çıkarılı­ yor. Bu kent Studebaker'ların, Olliver'ların ve Singer'lerin malı. Hala bir işi olanlar günde seksen sente çalışıyorlar ve sokaklarda işsiz dolaşan yüzlerce kişi var.

206 Süregelen teröre rağmen beni dinlemek için bin kadın ve erkek toplandı. Şaşırtıcı bir cesaret ve umutsuzluk gösterisi. Studebaker'ların yetki alanı dışında yaşayan Bay Frank Avery beni takdim etti. To pluluğa, Anarşistler, Komünistler ve Sos­ yalistler hakkında korkunç şeyler duymuş olduklannı söyle­ di. Sonra şöyle devam etti: "İşte bu gece burada, bu özellikle­ rin üçünü de barındıran bir adamı tanıyacak, onu dinieyecek ve bu konuda kararınızı kendiniz vereceksiniz." Onun başladığı konuyu ele alarak, hareketimiz içindeki fikirleri bir tek etiketin yeterince temsil edemeyeceğini söyle­ dim. Aramızda bazılarının cumhuriyetçi kurumlarımızın 'te­ mizlenmesi' nin ülkeyi doğru yola sokmaya yeterli olduğunu düşündüklerini anlattım. Bir kısmı da devletin, demiryolları­ nın sahibi olması gerektiğini vurguluyordu. Yine bazılan ge­ nel bir grev istemekteydiler. İşte böyle, bildiğin minval üze­ rinde devam ettim. Kalabalığa, hepimizin ortak olarak pay­ laştığımız inancın, sıradan insanın daha iyi bir hayatı hak et­ tiğini ve zenginler cennetinin, yoksullar cehennemİ üzerine kurulduğu inancı olduğunu söyledim. Eğer bu umutsuzluk böyle devam edecek olursa, işçi sınıfının, istemese bile, doğ­ rudando ğruya isyana zorlanacağını anlattım. Sonra South Bend' deki koşulları ele aldım. "İki ay önce el­ leri kamçılı insaniann on yedi sözde boştagezeri kent dışına attıklarını duydum," dedim. ("Doğru! Doğru!" diye seslenen­ ler oldu.) "Olliver Pulluk Fabrikası'nda çelik talaşlannın bir insanın ciğerini bir yılda iflas ettireceğini de biliyorum," diye devam ettim. Bu da onlar için yeni bir haber değildi. "Olliver veremi. Yüzlerce kişiyi öldürdü!" diye seslendiler. O anda, daha önce görüştüğüm Va lentin Ruter adında bir adamı sahneye çağırdım. Valentin gelip yanımda durdu. "Bu adama iyi bakın," dedim. "Dört güçlü kuvvetli kardeşiyle bir­ likte üç yılOlliver Fabrikas{nda çalıştı. Bu süre içinde dört kar­ deşi de veremden öldü. Bu yıl Va lentine'in sağlığı bozulunca

207 Olliver kendisini sokağa attı. Ölümü beklerken ka rısıyla üç ço­ cuğunu belediyenin verdiği haftada bir buçuk dolarla geçindirdi." "Bu korkunç şeyler sadece Olliver'da olmuyor, " diye de­ vam ettim. O sırada başka bir gönüllü olan Martin Pauliski yanımda, Ruter'in yerini aldı. "Bu adam Studebaker'ların araba fabrikasında sekiz yıl çalıştı," dedim. "Açık havada uzun saatler çalışma sonucunda rornatizma olup, kısa süre­ ler dışında ayakta durarnaz hale gelince, şirket onu işten çı­ kardı. Geçen kış ailesi az daha soğuktan donacakken, karısı çaresizlik içinde Studebaker'lara gitti. Kendisine bir çeki odun verdiler. Ondan kısa bir süre sonra da Paulski'yi tekrar işe çağırdılar. Ama bu sadece verilen odunun parasını erne­ ğiyle ödeyecek kadar sürdü. Sonra yine sokağa atıldı. Olliver ve Studebaker geçen yıl kentte yeni bir kilisenin inşası için büyük bağışlarda bulundular. Orada size öğretilen şudur: Ta nrı'nın sizi hayatta yerleştirdiği konurnla yetinrnelisiniz. Peki, şimdi ben soruyorum:Ta nrı çocuklar için hastalık ve er­ ken ölüm mü istiyor acaba?" Benim sözlerim ve bu iki hastalıklı adamın korkunç yüzle­ ri sansasyon yarattı. Kalabalık sahneye biraz daha yaklaştı. Arkalarda, biri bağırarak, benim yalancı bir tanrıtanımaz ol­ duğumu ve bunun cezasını ödemem gerektiğini söyledi. Biri, "Linç edin şunu!" diye .seslendi. Bir işçi yanıma fırlayıp, "Bu adama bir zarar verirseniz, ağacın dalından sallanacak o değil, siz olacaksınız!" diye bağırdı. Kalabalıktan bir alkış koptu. Kalabalık biraz sakınleştikten sonra konuşmama devam edip, gerçekleri anlattığımı, Ruter ve Puliski örneklerinin ço­ ğaltılabileceğini kendilerinin de çok iyi bildiklerini söyledim. Bilmedikleri şeyin şu anda Cumhuriyet'in Büyük Ordu­ su'nun Wyoming Territory, Doğu Saginaw ve Cleveland'da grev kırıp kafa parçaladıkları, Devlet'in gücünün kapitalist­ lerin istedikleri zaman ve yerde kullanılmakta olduğunu söyledim. "Sonuçta işçilerin şikayetlerini barışçı yollarla dile getirme hakları ellerinden alınıyor," dedim.

208 Artık kalabalık da, ben de bayağı ateşlenmiştik. "İnsanlar tek çare olarak şiddete zorlanıyor/ar," dedim. "Bir fırtına oluş­ makta, bu fırtına çok geçmeden patlayacak ve birkaç kişinin çoğunluğu sömürme ve köleleştirrne haklarını sonsuza kadar ellerinden alacak. Kışkırtın! Kışkırtın! Örgütlenin! Ayaklanın!" Birden arkamda polis üniformalı biri belirdi, elini omzu­ ma koyup, "Bayım, eğer halkı biraz daha kışkırtacak olursa­ nız sizi tutuklayacağım," dedi. Memura adını sorunca, "Bu sizi hiç ilgilendirmez, bayım," dedi. O anda gürültü koptu ve kalabalık bir öfke dalgasıyla patladı. Ne olduğunu anlama­ dan bir grup araba ve pulluk işçisi, iki yanıma geçip emniye­ te alarak, beni polisin elinden kurtardılar. Kaldırırnda bir grup silahlı adam -onları kimse ta nımıyordu- bana saldırma­ ya kalkıştı ama güçlü koruyucularım beni sağ salim otelime kadar götürmeyi başardılar. Bu soylu insanlardan üçü saba­ ha kadar odamda nöbet tuttular. Çok yorgun ve sevinçliyim. İşçiler ne yapılması gerektiğini anlıyorlar. Sen bu mektubu aldıktan kısa bir süre sonra döneceğim ve seni kollarım arasına alacağım.

Seni çok seven Albert'ın

209

ALTINCI BÖLÜM

CHIGAGO 1885 İlkbaharı \ÔI

Ülke çapında, cop kullanınada kötü ün salmış bir emniyet amirliğinde, Des Plaines Sokağı Karakolu amiri Yüzbaşı John Sonfield eşitleri arasında birinci olmuştu. Bir greveinin yara bere almadan kaçınası riskini göze almamak için birkaç ma­ sum vatandaşı coplan1aktan kaçınmayacağını gururla söy­ lerdi. Uluslararası Emekçiler Birliği ve sendika toplantılarına sayısız baskınını nasıl haklı gösterdiği sorulunca Sonfield gülerek şöyle demişti: "Toplantılarda Amerikan bayrağının görünmemesi ya da kızıl bir bayrağın olması yeterliydi." Kısa bir süre önce de, elli polisin şefi olarak, sosyalist bir yayınevinin üyelerinin toplantısını basmak üzere Greif Salo­ nu'nun kapılarını kırıp içeri dalmıştı. Polisler dolapları par-

213 çaladılar, derneğin bayrağını yırttılar, durmadan inip kalkan coplarla beş altı kişiyi ağır yaraladılar. Ya yıncı derneği dava açtı. Ya rgıç ise 'polisin önyargısız hareket ettiğine, bu insan­ ların anarşist olarak bilinen tehlikeli grubun üyeleri olduğu­ na içtenlikle inandığı' kararına vardı. Greif Salonu olayından birkaç ay önce Bonfield, tramvay kondüktörlerinin bir grevini, adamlarına Madison ve Western köşesinde toplanan herkesi, grevci, seyirci ya da dükkan sahi­ bi olmalarına bakmadan coplayarak kırmaları emrini verdi. Polisler büyük bir şevkle işe koyuldular ve Bonfield tek başı­ na, grevle ilgili olmayan iki kişiyi bayıltıncaya kadar copladı. Bu saldırı Belediye Başkanı Harrison'un halkla gereksiz çatış­ maya girmeme kararına karşı gelmek olduğundan, Harrison hemen Bonfield'ı açıklama yapması için çağırdı. Görüşme sı­ rasında Bonfield kendisine gösterilen iskemieye oturmamak ta ısrar ederek, Belediye Başkanı'nın tepesine tehdit edercesine dikildi ve soruyu beklemeden hemen cevabını verdi: "Bunu insanlara olan merhametimden yaptım. Bugün kendilerini da­ ğıtmak için kullanılan bir cop, yarın onları bir tabancayla kar­ şı karşıya kalmaktan kurtarır." Harrison öfkesinden görüşme­ yi yanda kesti ve Bonfield' a sadık polislerin onu boş olan em­ niyet arnirliği görevine getirme baskısına boyun eğmemeye karar verdi. Görevi Frederick Ebersol d' a önerecekti . Ancak Bonfield, başında old uğu polislerin gözünde bir kahramandı. Tıpkı Bonfield gibi emrindeki polisler de -ken­ dileri de işçi sınıfından gelmiş olmalarına rağmen, işçilerin şikayetlerine sempatiyle bakmıyorlar, aldıklan armağanlar ve pek az olan gelirlerini arttıran rüşvetler nedeniyle kendi­ lerini iş dünyasına bağlı hissediyorlardı. Ebersold, emniyet arnirliği görevini kabul ettiğinde bu durumu, yani, rüşvetle­ ri ve yaygın olan zalimliği biliyordu; o yüzden, Sonfield ile destekçilerini kendisine düşman etmemek için mümkün ol­ duğu kadar az şey yapmaya karar verdi.

214 Ebersold korkak değildi. Shiloh savaşında Sherman'la çar­ pışmış ve ondan önce memleketi Savyera'da askerlik yapar­ ken madalya almıştı. Harrison' dan görevi aldığında, bu işe Sonfield'dan daha layık olduğundan kuşkusu yoktu . Ne de olsa Sonfield bir bakkaliye, sonra da küçük bir gübreleme şir­ keti kurmuş ve ikisini de batırmıştı. Polisliğe de ancak kırk bir yaşında başlamıştı. Ebersold masası üzerindeki bir raporu kullanmaya karar verirse Sonfield'ın ünü beş paralık olacaktı. Rapora Sonfield'ın aşırılıklan hakkında görgü tanıklarının im­ zalı ifadeleri ve bir kopyasının doğrudanHarrison' a gönderil­ diği ve Benfield'ın polislikten alınmasını isteyen bin imzalı bir dilekçe ekliydi. Mektuplarm en şaşırtıosı Sonfield'ın kendi çevresinden olan Yüzbaşı Michael J. Schaack'tan geliyordu; Schaack, meslektaşını 'gereksiz vahşet'le suçlamaktaydı. Eberson, Schaack'ın mektubu üzerine 'yurttaşların dilek­ çelerini görüşmek için' Harrison' dan randevu isted i. İki adam karşı karşıya gelince Belediye Başkanı, Ebersold'a, di­ lekçe konusunda hemfikir olduklarını, Bonfield'ın 'sık sık' kabul edilemez davranışlarda bulunduğuna inandığını söy­ ledi. "Ya bir disipline girmeli, hatta belki de görevden alın­ malı," dedi. Konuşmanın gidişatından pek memnun olan Ebersold, Belediye Başkanı'nı bu konudaki cesur tutumun­ dan dolayı kutlamak üzereyken Harrison elini kaldırarak susturdu. "Ne yazık ki, bir dizi saygın insan Benfield'ın lehi­ ne başvuruda bulunarak, kentin, teröristlerin ve yabancıların eline düşmesini önlemekte çok başarılı olduğunu vurguladı­ lar. Ben de çelişkili ifadeleri dikkatle değerlendirdikten son­ ra bu tartışmada onlardan yana oldum." Şaşkına dönen Ebersold, "Yani, John Bonfield disiplin al­ tına alınamayacak mı?" diye kekeledi. "En azından şimdilik hayır. Geleceğin ne getireceğini bile­ mem. Yüzbaşı Bonfield işine devam edecektir. Ancak bundan böyle kendisini daha yakından izlemenizi isteyeceğim."

215 Spies, "Bana sorarsan ta m bir bilmece," dedi. Arbeiter'da Spies'la çalışan Schwab, onu başını saliayarak onayladı. "Ke­ sinlikle çözümlenemeyen bir bilmece ve hayatımda ra stladı­ ğım en etkileyici genç." İkisi de gazetede işlerini bitirdikten sonra Parsons'ların evinde Lucy ve Lizzie'yle birer bira içi­ yorlardı. Schwab, "Sabit fikirli ve çok suskun," dedi. "Lingg'in suskunluğu belki de İngilizce anlamamasından kaynaklanıyor," diye söze karıştı, Nina Van Zandt'ın beyaz patiska eteğini dikmekte olan Lucy. "Buraya geleli daha bir iki hafta oldu." "Hayır, dil bilmernekten değil," dedi Schwab. "Adam kendi içinde yaşıyor." Spies sırıtarak, "Kadınlardan kaçıyor," dedi. "Lingg aşırı yakışıklı biri. Doğal bir özgüveni var." "Bu da seni rahatsız mı ediyor, Spies?" diye Lizzie alaycı bir ta vırla sordu. "Spies'ın artık kadınların dikka tini çekmek­ te bir rakibi var... hem de kendisinden genç biri." Spies güldü. "Lingg bu yarışınayı haydi haydi kazanır. Olağanüstü gözleri var: çelik grisi, delici ve her nasılsa aynı anda hem buz gibi hem de alev alev yanan. Cazibesine önem vermeyen ve böylece daha da çekici hale gelen tiplerden biri." "Kulağa çok ürkütücü geliyor," dedi Lucy. "Eğer yirmi bir yaşında bir çocuk ürkütücü olabilirse yani." "Onun ürkütemeyeceği bir kişi varsa o da sensin, Lucy. Bu arada onun müthiş bir kadın hakları savunucusu olduğu­ nu söylemeliyim. Gerçek bir uygarhkta kadınların cinselliği­ nin insanlığın diğer sakallı yarısından mutlak surette bağım­ sız olmaları gerektiğini söylüyor. Ancak o zaman saf ve öz­ gür aşkı görebilirmişiz." Lucy, "Bununla herhalde çarapiarını yamayan ve ayakla­ rını öpen bir sevgilisi olduğunu söylemek istiyordur," dedi.

216 "Üstelik Engel ile Fischer'dan bile daha solcu," diye ekle­ di Spies. "Onların, imal edecek yerde, bomba hakkında çok konuşarak vakit kaybettiklerini söylüyor. Söylentilere göre Louis Linggs odasında esaslı bir cephanelik kurmuş." "Umarım odası buraya pek yakın değildir," diye araya girdi Lizzie. Schwab, "Kuzey Ya kası'nda William Seliger adında bir adamla karısının yanında pansiyoner olarak kalıyor," dedi. "Her iki adam da Marangozlar Sendikası üyesi." O anda, gördüğü bir rüyadan ürkmüş olan beş yaşındaki Albert Jr. ağlayarak odaya daldı. Lucy kucağına aldığı oğlu­ nu saliayarak konuşmaya devam etti. "Lingg'in geçmişi hak­ kında ne biliyoruz? Onun bir kışkırtıcı ajan olabileceğini hiç düşündünüz mü?" Oğlanın hıçkırıkları azalmaya başlamışh. "Öyle bir şey olamaz," diye Spies atıldı. "Lingg ailesini Bad en' den tanıyanlarla ilişki k urduk Yıllarca bir kereste imalathanesinde çalışmış olan babası, sonunda kendisini öl­ dürecek bir kaza geçirip de şirket annesine yardım etmeyi reddettiğinden beri, öfkeli bir asi olup çıkmış. Kadın iki kü­ çük çocuğunu aşırı yoksulluk içinde yetiştirrnek zorunda kalmış ve oğlan topluma nefret besleyerek büyümüş. Ve bu nefreti de zamanla artmış." Albert Jr. birden, "Babamı istiyorum," diye hıçkırrnaya başladı. "Babamı istiyorum!" "Biliyorum canım." Lucy çocuğu kucaklayarak ağır ağır salladı. "Baban yakında gelecek Bugün günlerden ne?" "Bilmiyorum," diye hıçkırdı çocuk "Biliyorsun. Bugün Salı. Sonra Çarşamba, ardından Per­ şembe, ondan sonra da Cuma. Ve Cuma günü güneş batma­ dan baban evde olacak." "Babamı istiyorum." "Elbette istiyorsun, yavrum. Bu defa yolculuğu çok uzun sürdü. Babanı hepimiz özledik. Ama düşün hele! Sadece üç gün kaldı, benim cesur oğlum, üç gün sonra gelecek."

217 Albert Jr. rahatlamış gibiydi. Ağlamayı kesip annesinin kucağında uyuklamaya başladı. "Albert'tan düzenli olarak haber alıyor musun?" diye sor­ du Spies. "Evet. Güvenliğinden endişe ettiğimizi bildiği için nere­ deyse her gün yazıyor. Bir toplantıdan ötekine koştururken yazmaya nasıl vakit bulabiidiğini aklım kesmiyar doğrusu. Gece yanlarına kadar ayakta ka lıyor olmalı." Schwab o çekingen tavrıyla, "Lemont'tan ileri gitti mi?" diye sordu. Lucy güldü. "Albert çağrıldığı her yere gider. Bu kez Ohio, Missouri ve Kansas'a gitti. Uğradığı bütün kentleri ha­ tırlamıyorum bile. Her nasılsa, arada bana on beş sayfalık mektuplar yazmayı da başarıyor." Lucy, Albert Jr.'un başı üzerinden uzanıp yanındaki masadan bir tomar alırken oğla­ nı bir anlığına uyandırdı. "Birazını dinleyebilir miyiz?" diye sordu Spies. "Haftaya tümünü Ala rm' da yayınlayacağız -öyle sevgi­ lim, öpücükler falan yerlerini değil elbette. Ama size bir kıs­ mını okuyabilirim. Ya lnız sizi uyarıyorum, çoğu hiç de hoş şeyler değil." Lucy mektubu açıp okumaya başladı: "Lemont taşocağı sahipleri grevi hemen kırdılar. Darbe çok ani ve vahşi oldu. Milisler toplanan kasabalılara ateş açtılar. İki kişi anında öl­ dü. Köyün sevilen gençlerinden olan Andrew Stulata, iki eli­ ni açmış yirmi otuz çocuğu sokaktan uzaklaştırmaya çalışı­ yordu. Askerlerin ateşiyle kafası parçalandı, kanı ve beyni küçük çocukların üzerine yağdı. Bir diğeri ...." Lizzie aniden yerinden fırladı. "Yeter, Lucy. Daha fazlası- nı duymak istemiyorum." Sesi titriyordu. Lucy mektubu bıraktı. "Çok yazık," dedi Schwab. Lucy, "İşçiler örgütlenmekten korkuyorlar," dedi. "Bölge­ de Emeğin Şövalyeleri'nin bir şubesi bile yok."

218 "Hepsi taşocağı sahiplerinin elinde piyon/' diye atıldı Spies. "Albert öyle düşünmüyor," dedi Lucy. Odanın artık en sessiz kişisi olan küçük oğlan annesinin kolları arasından sıyrılıp yatağına gitti. Spies şaşırarak, "Bu zavallı insanların ne yapmalarını is­ tersin?" diye sordu. "Bölgedeki tek çalışma alanı taşocakları." Lucy kucağından mektubu alırken Lizzie uzanıp elinden kaptı. "Daha fazlasını duymak istemiyorum dedim sana." ''Bu, yeni bir Lizzie," dedi Lucy, buz gibi bir sesle. "Senin gerçekleri inkar ettiğini hiç görmemiştim." Ellerini önünde kavuşturdu. Lizzie azarlandığı için bembeyaz kesilmişti. "Seni ... düş kırıklığına uğrattıysam ... özür dilerim ... " dedi. Neredeyse ağlayacaktı. "Sana okuyacağım kısımda dehşetli sahneler yoktu. Al­ bert'ı en iyi yanıyla gösteren kısımdı." Lucy dimdik ve hiç kı­ pırdamadan oturuyordu. Bir an kimse konuşmadı. Sonra Lizzie eğilip mektubu Lucy'nin kucağına bıraktı. Hafif bir sesle, "Dinlemek iste­ rim," dedi. Lucy bir an durakladıktan sonra mektubu aldı. "Pekala ... Albert o cinayetlerden bir gün sonra yapılan toplantıdan söz ediyor." Lucy okumaya başladı: "Toplantıda çoğunlukla örgüt­ lenme ihtiyacından söz ettim. Ama birkaç kişi öfkeyle bana karşı çıkarak, eğer örgütlenmeye çalışıriarsa patronlarının kendilerini işsiz bırakıp açlıktan öldüreceklerini söylediler. 'Öyleyse sizler kölesiniz,' dedim. Adamlar başlarını öne eğdiler. Bazılarının gözü yaşlıydı. Sonunda biri, "Ne yazık ki hakiısınız efendim,' dedi. Ama yapılan oylamada grev kararı çıkınca çok şaşırdım. Grev, söyledikleri gibi çok kısa

219 sürdü. İşçilerin isteklerini destekleyecek güçleri olmadı­ ğından taşocağı sahiplerinin koşullarına boyun eğerek işle­ rinin başına geri dönn1ek zorunda kaldılar." Lizzie içini çekerek, "Demek Lemont'ta işler eskisinden farksız, ya da daha kötü," dedi. "Hiç de değil," dedi Lucy, sert bir ses tonuyla. "Taşocağı işçileri bir dahaki sefere daha güçlü bir örgüte ve Şövalyeler ile Terence V. Powderly tarafından uzak durmaları söylenen yasadışı eylemiere hazır olmaları gerektiğini artık anladılar." Lizzie alay edercesine burnunu kırıştırdı. "Powderly'nin hedefi 'sınıf uzlaşması' dediği şeydir. Sanki böyle bir şey mümkünmüş gibi." Genelde çekingen olan Schwab, Powderly'yi savunması gerektiğini hissetti. "Bence o, işverenler iie işçiler arasındaki güç dengesizliğinin birkaç grevin başarılı olmasıyla ortadan kaldırılacağı kadar büyük olduğunu düşünüyor. Bu kolay­ lıkla reddedilecek bir şey değildir." "Saçma!" diye bağırdı Lucy. "İşçilerden haftada onar sent topla, işsiz kalabilecekleri bir dönem için bir grev fonu oluş­ tur ve sonra da genel grev ilan et." Lizzie istemeyerek ateşi körükledi. "Sıradan bir işçinin bir cehennem ateşi yerine tedbirli olmayı tercih ettiğini unutma­ malıyız." Spies, "İşçilerin çoğu, değil bir aidat vermek, sendikalara bile katılmıyorlar," diye söze karıştı. "Yetersiz grev fonu tü­ kendiği zaman ne olacak? Ya da genel grev çağrısına kimse olumlu karşılık vermezse?" Spies, sorularına verilecek bir ce­ vap bulunmadığını biliyordu ama Lucy'nin bu militan tavrı­ na da canı sıkılmıştı. Schwab üzgün bir tavırla, "İşçilerin korku ve isteksizlikle­ ri göz önüne alındığında Lemont gibi yerlerde durum bizim aleyhimize," dedi. "Nat Turner daha büyük güçlüklerle karşı karşıyaydı," dedi Lucy. "Ama bu onu durdurmadı."

220 Spies, Lucy'yi adeta kışkırtmak için, "Pekala, sence Nat Tu rner başarılı mıydı?" diye sordu. "Siyahlar özgürler, değil mi?" "Böyle düşünmene şaştım doğrusu," dedi Spies. Lucy sözcüklerin üstüne basarak, "Köle değiller," dedi. "Ve asıl mücadelelerinin ırk değil, sınıf mücadelesi olduğu­ nu anladıklarında daha büyük özgürlüğe erişecekler. Kapita­ lizmin yenilgiye uğradığı gün zencilere yönelik küstahlıklar da sona erecek." Spies aynı kanıda değildi. "Lucy, bütün insanlar içinde en çok sen bilirsin, ırkçılığın kendi ta rihi ve hikayesi olduğunu." "Ben mi? Bu da ne demek oluyor?" Spies, Lucy'nin kilit altında tuttuğu bir alana girmiş oldu­ ğunu fark ederek sözü değiştirdi. "Yani, Te xas'ta yetişmiş ve ırksal nefretin derinliğini görmüş biri olarak, demek istedim. Sınıf bölünmeleri olmadığı zaman bile, korkarım, bu miras hep bizimle olacak. Amerikan Grubu' ndaki bizler, zencilerin çektikleri konusunda kaygı duyan birkaç sosyalist ve anar­ şist arasındayız." "Yanılıyorsun," dedi Lucy. "Emeğin Şövalyeleri zencileri saflarına almakta büyük adımlar atıyorlar." "Hem de ne adımlar," diye söze karıştı Schwab. "Zenci­ lerden birleşik değil, ayrı toplantılar yapmaları isteniyor." Schwab, Spies ile Lucy arasındaki bu gizli düşmanlığı hafif­ letmek istemişti. Sosyalizme bağlılığın kendiliğinden bir dostluk bağı yarattığına inanmaya ihtiyacı vardı ve bunun aksine bir görüntü kendisini huzursuz kılıyordu. Lucy sanki onu d uymamış gibi devam etti sözüne. "Ve bu konuda -ama sadece bu konuda- Ierence Powderly'ye hakkı­ nı teslim ederim." "Powderly, zencilerin beyazların evlerine kabul edilmele­ rini beklemediğini de söyledi," dedi Spies.

"Ama kendisi zenciler le rahatça görüşüyor," dedi Lucy. ·

221 Lucy'nin bir adım bile gerilememesine kızan Spies, New York Age dergisinin sahibi ve ülkenin en önde gelen zencisi olan T. Thomas Fortune'un, Emeğin Şövalyeleri içinde yay­ gın olarak rastladığı ırkçılığı topa tuttuğunu hatırlattı. "Ben­ ce Uluslararası Emekçiler Birliği onlardan daha iyi değil," diye devam etti. "İki gün önce bilgisine saygı duyduğum bir yoldaş bana, Güney'deki 'zenci vahşileri hizaya getirmek için lince başvurmanın en iyi yol olabileceğini söylüyordu!" "Irk konusunda daha fazla konuşmak istemiyorum," de­ di Lucy. "Yoldaşlar bu konuda olmaları gereken yerde değil­ ler. Zenciler de sınıf mücadelesinde olmaları gereken yerde değil." Sesi buz gibiydi. "İstediğiniz fikre sa hip olabilirsiniz. Bu konuyu burada kapatalım." Spies ile Schwab az sonra git­ tilerse de, Lizzie kalmıştı. Lucy onun daha önceki duygusal­ lık olarak kabul ettiği tavrını henüz tümüyle bağışlamadı­ ğından, masayı toplamaya koyuldu. "Albert'ın harika bir enerjisi var," dedi Lizzie. "Öyle." Lizzie duraksayarak, "Lucy... sana bir şey söylemek isti­ yorum ..." dedi. Masayı silmeye devam eden Lucy, "Özür dileyecek bir şey yapmadın," dedi. "Bana aklından her geçeni söyleyebi­ lirsin. Senin doğruları söylediğini biliyorum ve bu gece de doğru olduğunu bildiğin şeyi söyledin." "Bu gece hakkında değil. Seni incittiğime pişmanım... eğer gerçekten incitmişsem, yani. Ve Albert'ın mektubuna dürüst tepkiınİ saklamanın da doğru olmayacağına inanıyo- rum." Lucy elindeki işi bırakıp koltuklardan birine oturdu. "Öy­ leyse ne var peki?" Sesindeki uzaklık birden kaybolmuş, ye­ rine şaşkın bir kaygı gelmişti. "William ile benim hakkımda." Lizzie de öteki koltuğa oturdu.

222 Birden heyecanlanan Lucy, "Bir tarih kararlaştırdınız mı?" diye sordu. "Doğrusunu istersen, evet." Lizzie' de garip bir mutsuz­ luk vardı. "Harika bir haber bu!" Lucy arkadaşının elini tu ttu."Peki ama canım, neden bu kadar kederli görünüyorsun ?" "Çünkü kentten taşınacağız." Lizzie ağlamaya başladı. Lucy bir tokat yemiş gibi irkildi. "Taşınmak mı? Nereye? Senin yerin burası, hareketin içindedir, bizimle! Sen benim en sevgili arkadaşımsın." "Fazla uzağa gitmiyoruz." Lizzie gözlerini mendiliyle sil­ di. "Yine mücadele içinde olacağız; William da o konuda be­ nim gibi düşünüyor. Ama ... ama senden bir sokak ötede otu­ ruyormuş gibi olmayacak ..." Lizzie ağlamaya başlayınca Lucy arkadaşını kolları arasına aldı. "Nereye gidiyorsunuz ... Alaska'ya mı?" "Geneva'ya ... Sadece kırk mil uzak. Hem artık Illinois Central'ın günlük karşılıklı seferleri var." "Peki, bu Geneva meselesi nereden çıktı?" Lizzie kendini taparlamaya çalışarak Lucy'nin kollan ara­ sından sıynldı. 'William'a orada küçük bir ev miras kaldı. Ste­ no ve konuşma dersleri vereceği bir okul açmayı düşünüyor. Ben de müzik dersi verebilirim." Lizzie bir an durakladı. "Dok­ torlar köy havasının sağlığına çok iyi geleceğini söylediler." "William'ın hasta olduğunu bilmiyordum. Birbiri ardın­ dan sürprizlerle karşılaşıyoruz bu gece!" "Mide sorunları. Doktorlar kesin bir teşhis koyamadılar ve verdikleri ilaçların da bir faydası olmadı." "Seni çok özleyeceğim, Lizzie!" Lucy birden hıçkırarak başını Lizzie'nin kucağına gömdü. Lizzie arkadaşının ağladı­ ğını hiç görmemiş olduğundan şoka uğramıştı. "Canım benim ... her şey yolunagirecek, göreceksin ... hiçbir şey beni senden uzak tutamaz ... Bütün toplantılara geleceğim!"

223 Lucy gözyaşlarını bastırarak doğruldu. "Sen benim için çok değerlisin ... bunu biliyor muydun? Lizzie, benim için ne kadar önemli olduğunu, seni ne kadar sevdiğimi biliyor musun?" "Biliyorum. Gerçekten biliyorum. Sen de benim için çok önemlisi n." "Eğer bilmiyorsan, bunun sorumlusu sadece benim. O ka­ dar öfkeli ve kaba davranıyoruro ki." "Bu senin ruhununbüyüklüğünden, canım. Bütün dünya­ nın acılarını ruhunda topluyorsun. Ve hayatta çoğumuzdan daha fazla kötülükle karşılaştın. Öfkeli olmakta haklısın." Lucy'yi sıkıca kucakladıktan sonra geriledi. "Terzihane konusunda da kaygılanmana gerek yok. İşin genişlerse Ge­ neva' da sana parça başına çalışabilirim. O yeteneksiz piyano öğrencilerinden sonra, benim için de rahatlama olur." İki ka­ dın bir kez daha kucaklaştılar ve uzun bir süre hiç konuşma­ dan öylece kaldılar.

* * *

Lizzie ve William Holmes'un Chicago'dan 1885 yılının Ka­ sım ayında ayrılmaları, ekonomik krizin ve işçi direnişlerinin zirvede olduğu bir döneme denk gelmişti. Grevler, konuşma­ lar, toplantılar, örgütler, yayınlar ve gösteri yürüyüşleri birbi­ rini izliyordu. Çoğu vasıfsız ya da yan-vasıflı yüz binlerce iş­ çi Emeğin Şövalyeleri'ne katılıyordu. Daha militan olanlar Enternasyonal' e katılmışlar ve yeni Uluslararası Emekçiler Birliği şubeleri açmışlar; koruyacak bir zanaah olanlar da va­ sıflı işçilerin haklarını savunan Samuel Gompers'in saflarında yerlerini almışlardı. Kendini sendikacılık savunucusu ve 'devrimci sosyalist' ilan eden Parsons, konuşmalarında ister sendikalarda, isterse Şövalyeler'de ya da Enternasyonal'de ol­ sun, mutlaka örgütlenmenin önemini vurguluyordu.

224 Uzun zamandır uykuya bırakılan sekiz saatlik çalışma günü hareketi 1886 kışında yeniden canlanmıştı. "Sekiz saat ça lışma, sekiz saat uyku, sekiz saat de canımız ne isterse!" sloganı, uyanan işçi sınıfının temel çağrısı, daha iyi bir haya­ tın temel sloganı olmuştu. Uluslararası Emekçiler Birliği'nde bu hareketin çekiciliğine ilk kapılanlardın biri olan Albert, çok geçmeden politik enerjiyi bu kadar 'kısıtlı' bir isteğe yö­ neltmekten korkan Spies'ı da yanına almıştı. "Ne de olsa, her gün yaşanan sefaleti hemen dindinneyi vaat eden bir harekete ağırlığını koymayı reddeden inatçı ütopyacılar olarak görülmek istemeyiz," diyordu. Kendisine hazmedebileceği bir konu bu lan Spies da, "Se­ kiz saat hareketini, işçinin bilinçlenmesi evriminde, tarihsel açıdan kaçınılmaz bir aşama olarak görebiliriz," dedi. Parsons 'kaçınılmaz' vurgusuna inanmazdı, ama Spies'ı da kendi yanında istiyordu. "Şöyle düşün," dedi. "Sekiz sa­ atlik çalışma hakkı için mücadele, şimdiye kadar hep elimiz­ den kaçırdığımız sınıf birliğini yaratabilir."

***

Emniyet Amiri John Bonfield pek keyifliydi. Gelecekteki gelirini garantiye almak için yeni bir plan kurmuştu. Emrin­ deki memurların her birinden aldığı beşer yüz dolarlık kat­ kıyla eyalet meclisine rüşvet vererek, yirmi yıllık polislere, aylıklarının yarısına varan bir emekli aylığını garanti edecek bir yasa çıkarılmasını sağlayacaktı. Evet, yıllık aldığı bin do­ lardan biraz fazla olan bir polis memuru için, beş yüz dolar çok büyük bir paraydı, ama Sonfield'ın o durum için de ga­ yet kurnazca bir çözümü vardı. Bu paranın temini için çok düşük fa izli krediler sağlayacaktı; para sahipsiz arazi satışın­ dan, birahane ruhsatlarından ve çeşitli yasalann çiğnenme­ sinden alınan cezalardan oluşan polis fonundan verilecekti. Bonfield memurların yürekten desteğiyle, meclisin gelecek toplantısında yasayı geçireceğinden emindi.

225 Ayrıca, dikkatini vermesi gereken daha pek çok şey vardı. Bunların hepsi, kentin kumar şefi Mike McDonald'la yakın ilişkisinden kaynaklanıyordu. Chicago'da McDonald 'ın el atmadığı bir iş yapmak neredeyse imkansızdı. Onlarca içki dağıtım işinin kontrolü onun elindeydi, at yarışı bahislerini o oynatırdı, çeşitli kefalet şirketlerine büyük yatırımlar ya p­ mıştı ve kentin zengin kumarbaziarına hizmet veriyordu. Onlara, zar ve iskarnbiloy unları, konyak ve pura sunan, bü­ yük paraların döndüğü kumarhanenin tek patronuydu. McDonald'ın, varlıklı görünen taşralılan bir kumar oynama­ ya teşvik etmek için tren istasyonları ve otel Iabilerinde tut­ tuğu onlarca adamı vardı. Chicago'nun daha küçük çaplı ku­ marhanelerinin ayakta kalması, ancak McDonald' a her ay yüzde vermeleriyle mümkün olabiliyordu. McDonald 1885'te kentin en gözde semtlerinden birinde yer alan Ash­ land Caddesi'nde kocaman bir konak satın almıştı. Bonfield, McDonald'ın, polis müdahalesinden korunmak, karakala düşen adamlarının alacakları cezaların tecil edilme­ sini sağlamak ve seyrek de olsa mahkemeye düştüğü zaman dost ve etkili tanıklar bulmak için, güvendiği belli başlı in­ sanlardan biriydi. McDonald buna karşılık olarak, Bonfield ile kendisine yardımcı olan diğer memurların iyi para alma­ larını sağlar, kalpazanlık ve tefecilik, ça lıntı mal satma ya da sokak satıcıları ve fahişelerden haraç alma gibi çeşitli işlerin­ den hisse verirdi.

* * *

Bonfield, Harrison Sokağı nezarethanesini ziyaretten nefret ederdi. Karakolların kentin evsiz harksıziarı için sı­ ğınak olarak kullanılmasına karşıydı. Bunların çoğu göç­ mendi ki, bu da, Bonfield'a göre kavgacı ve radikal, bir iş­ te uzun zaman tutunama yan, sıradan işler yapmayacak ka-

226 dar burnu havada insanlar demekti. Yi ne de emniyet amiri olarak ayda bir kere Harrison nezarethanesini gezmek zo­ rundaydı. Hücreler arasında yürürken nöbetçilere baştan savma so­ rular soruyordu. "Evsizleri n bir geceden fazla kalmalanna izin vermiyor­ sunuz, değil mi?" "Hayır, efendim. Barınak aramaya geldiklerinde, 'Sadece bir gece kalabilirsiniz, ondan sonra düşkünlerevine gidecek­ siniz' diyoruz." "Bir hücrede kaç kişi var?" "Çoğunlukla on. Hücreler bir buçuğa iki metre olduğun- dan ancak o kadar sıkıştırıyoruz." "Haşereler kontrol altında mı?" "Her zamanki kadar fare var." "Ben serserilerden söz etmiştim." Nöbetçi bu şakayı bir aydır rluymadığı için görev kabilin- den güldü. "Evet, efendim, bütün gece kilit altındalar." "Her hücrede ihtiyaç görmeleri için bir kova var mı?" "Evet, efendim." "Hava çok pis kokuyor. Herhalde kovalardan değil, serse- rilerden geliyordur." "Sanırım öyle, efendim." "Saat kaçta salıveriliyorlar?" llSabah altıda, efendim. Kahvaltıdan sonra." "Ne? Bunlara kahvaltı da mı veriliyor?" Sonfield öfkelen­ miş görünüyordu. "Buna kim izin verdi? Yasalar kahvaltı ve­ rilmesini gerektirmiyor." Nöbetçi sırıttı. "Sadece çizmelerimizi boyamak için erken uyandırdıklarımıza kahvaltı veriyoruz efendim." Sonfield'ın arkasındaki hücreden ani bir ses yükseldi. "Senin suratına tüküreyim!" Sonfield döndü, karanlık hücreye bakarak, "Kim söyledi onu?" diye bağırdı.

227 Cevap alamayınca nöbetçiye döndü. "Sesi ta n ıd ın mı? Ko­ yu bir Alman aksanı vardı." "Evet, efendim," dedi nöbetçi, bezgin bir sesle. "Bütün ge­ ce bizi rahatsız ed ip durdu. Su falan gibi şeyler istedi sürekli." "Hemen buraya getir onu!" Bonfield copunu elinde tarttı. Nöbetçi kilidi açtı, ama hücreye girerneden genç bir adam kendiliğinden dışarı çıktı. Bütün gece yerde yattığı için üstü başı kirlenmiş olmasına rağmen, heybetli bir görünüşü var­ dı. İri yarı ve yakışıklıydı. Hücreden çıkarken Sonfield'ın yüzüne bakarak, "Evet?" dedi. "Adın ne?" "." "Nerelisin ?" "lch komme gerichf von ..." Sonfield cobunu Lingg'in omzuna indirince adamın bir anlığına dengesi bozuldu. "İngilizce konuş, seni pislik Al­ man! Burası Amerika Birleşik Devletleri!" Lingg'in yüz kasları öfkeyle titredi. Bonfield adamın çev­ resinde dönerken copuyla eline vuruyor, Lingg' e sorular so­ ra rken, bir yandan da küfürler yağdırıyordu. Lingg dimdik durmuş, ileri bakmaktaydı. Sonfield copu kaburgaları arası­ na sokup canını acıtınca bile sesini çıkarmadı. "Benim kim olduğumu biliyor musun, sersem herif? Adım Bonfield. Hiç duymuş muydun? Bütün anarşist dostla­ rın duymuştur." Lingg'in, karşısında inatla ve sessizce dur­ ması, Bonfield'a onun şu terörist domuzlardan biri olduğu­ nu düşündürmüştü "Senin gibilerin kafalarını kırmaya pek düşkün olduğum için bana 'Cop' Sonfield derler. Sakın bunu unutayım deme!" Sonra Sonfield dönüp yürümeye devam etti. Ta m kapıya varmıştı ki, Lingg'in sesi gürledi: "Unutmayacağım!" Bonfield hızla arkasına döndü, bir an gidip Lingg'i bir te­ miz dövmeyi düşündü. Ama sonra, "Vakit harcamaya değ-

228 mez," diye söylendi ve tek kelime etmeden dışarı çıktı. O da Lingg'i unutmayacaktı.

Lingg bir sürü beklenmedik olaydan sonra Harrison So­ kağı nezarethanesine düşmüştü. O sabah, çalıştığı fıçı fabri­ kasında, grevdeki bir işçinin işini yapmayı reddetmiş ve bir haftalık maaşı içeride tutularak kovulmuştu. Ev sahibi Willi­ am Selinger'e kirasını ödeyemeyince de -bir zamanlar dost bir marangoz olan Selinger artık aleyhine dönmüştü- kendi­ ni sokakta bulmuştu. Hava çok soğuk olduğundan geceyi karakolda geçirmek zorunda kalmıştı. Sevgilisi Ida Miller kendisini, asla 'kamu yardımı' kabul et­ mem esi yönünde uyardığı için daha sonradan pişman olmuş­ tu. Ida, Chicago'ya ilk geldiğinde Kuzey Yakası'nda bir terzi­ ye, tanesi iki sente ilik açarak çalışmaya başlamıştı. Ama mev­ simi geçince işini kaybetn1iş ve haftalığı üç dolar olan kirasını ödeyemeyince ev sahibi kadın kendisini kapı dışan etmişti. Beş parasız olan Ida, evsiz barksız kadınlar için sığınacak bir yer olan Atheneum'a gitrniş, ama bir gece kaldıktan sonra, yıkandığında 'havlulan çok ıslathğı' gerekçesiyle oradan da atılmıştı. Bunun üzerine Arkadaşsızlar Yurdu'nu denemişti, ancak oraya da sadece yaşlılan ve çocuklan alıyorlardı. lda on­ dan sonraki on gün boyunca Lincoln Parkı'nda bir bankta uyu­ muş tu. On günsonra bir tuhafiyeci mağazasında tezgahtar ola­ rak haftalığı üç dolara bir iş bulmuş, Fulton Sokağı'ndaki Çalı­ şan Kadınlar Sanayi Evi'nde bir oda kiralanuşh. Oda kirası ve yemek haftada iki buçuk dolar olduğundan, kirasını düşürmek için koridorda bir şilte üzerinde yatn1aya ve kahvalb hazırlığı­ na yardım etn1ek için sabah beşte kalkmaya razı olmuştu. Da­ ha sonra Lingg' e, "Bir bannak için bu ka dan fazlaydı," diye­ cekti. "Aklıma uysaydım sokaklarda fahişelik yapardım."

* * *

229 Chicago'nun saygın Batı Ya kası Felsefe Derneği, ülkenin dört bir yanındaki kışkırtma çabalarının bilincinde olarak, Princeton Hall'de 'Sosyalizm' konulu açık bir ta rtışma dü­ zenleme zamanının geldiğine karar verdi. Konuyu ortaya koymak üzere de Albert Parsons davet edilmişti. "Sakın gitme," dedi Lucy. "Hilkat garibeleri gösterisinde Bir Numaralı Örnek olacaksın." "Gitmem gerek. Bu, benim bir fikrim olmad ığına inanan insanlara, fikirlerimi söylemek için bulunmaz bir fırsat. Me­ rak etme, söyleyeceğim hiçbir şeyin o ukalalar arasında des­ tek bulacağını, hatta anlaşılacağını bile düşünmüyorum." "Doğru," dedi Lucy. "Çünkü tek bir kişinin bile fikrini de­ ğiştiremeyeceksin." Ta rtışma gecesi Lucy, Lizzie ve William, Spies, Fielden ve Neebe'nin de aralarında bulunduğu Uluslararası Emekçiler Birliği üyelerinden bir grup, büyük ve kalabalık salonun ön sıralarında bir arada oturdular. Ayakta kalanlar olduğu halde, hemen yanlanndaki koltuklar boştu; kibar insanlar böylesine kötü ün salmış kışkırtıcılara yakın oturmayı akıllarından bile geçiremezlerdi. Lucy omzuna dakunulduğunu hissederek dönüp bakın­ ca, Nina Va n Zandt'ın gülümseyen yüzüyle karşılaştı. "Bir merhaba diyeyim, dedim. Kocanı dinlemek için can atıyorum. Annem de öyle." Nina orta sıralarda oturan bir ka­ dını gösterdi. Bayan Va n Zandt el salladı; Lucy ile Nina'nın provalarında bir iki kere karşılaşmışlardı. Nina'nın, bu in­ sanlar içinde kendisini selamlamasındaki cesarete ağzı açık kalmış olan Lucy de kadına el salladı. "Geldiğin için ... çok teşekkür ederim," diye kekeledi. Nina, annesinin yanına dönerken omzu üzerinden, "Ya­ kında görüşürüz," dedi. Tam o anda Albert da kürsüye çıkmıştı. Bir an durup önündeki sateniere ve şallara, silindir şapkalara ve Prens Al-

230 bert tipi uzun ceketlere, gözlerinin önünde uzun boyunlu al­ batroslardan bir deniz gibi uzanan, izleyeniere baktı. Yu muşak ve melodik bir sesle, "Bayanlar bay lar," diye sö­ ze başladı. "Böyle güzel beyaz gömlekli beyler ve böyle zarif ve pahalı elbiseler giymiş hanımlardan oluşan bir kalabalık önünde pek az konuşma fırsatı bulabilirirn. Ben şu kötü şöhreti olan, gü nlük basından bildiğiniz kadarıyla uzun boy­ nuzlu Parsons'ırn. Eh, uzun boynuzların -yani, sığırların­ pek bol olduğu Texas'tan geldiğim için, bu benzetme pek de yanlış sayılmaz sanırım." Sözleri birkaç kişinin gülrnesine, biraz da huzursuzluğa yol açtı. Hanımlar Parsons'ın gülümsemesinin çok tatlı oldu­ ğunu düşünüyorlar; erkekler de, onun uzun boynuzları böy­ le vurgulamasının hafif tehdit edici bir yanı olduğunu, her nasılsa, mızrakların ucundaki kelleler görüntüsünü uyandır­ dığını hissediyorlardı. "Ben emekleriyle sizlerin böyle güzel giyinmenizi sağlar­ ken kendileri kaba ve adi giysiler giyrnek zorunda kalan; si­ zin o zarif ve konforlu saraylarınızı yapıp kendileri izbelerde ya da sokaklarda yaşayan insanların oluşturduğu toplanh­ larda konuşmaya alışkınım. Bu iyiliksever insanlar -bu don­ suzlar- sizlere karşı çok cömert davranmıyorlar mı dersiniz?" Aldığı tek tepki, hafif bir hışırtıydı. Bayanlar hemen yeni bir değerlendirmeye girdiler: bu tatlı gülümseme kötü bir in­ sana aitti -tıpkı kendilerine söylendiği gibi gibi. Albert, "Bu ülkede elli beş milyon insanın rahat ve bolluk içinde yaşadığının söylendiğini sık sık duyanz," diye devam etti. "Ancak Bradstreet'in son sayısında, iki milyon aile babası­ nın işsiz ve herhangi bir geçiminlkanından yoksun olduğu ya­ zıyor. Ve Bradstreet kesinlikle yalan yazan bir komünist gazete­ si değildir." Daha yüksek ve uzun bir ıslık sesi yükseldi. Sesi artıkdaha az yumuşakolan Albert, sessiz olmalan için elini kaldırarak, bu insanların fazla uzun dinlemeyeceklerini

231 bilerek asıl konuya girdi: "Sadece bu Chicago kentinde, otuz beş bin erkek, kadın ve çocuk açlık sınırında yaşamakta olup ... " Bu kez izleyicilerin çeşitli köşelerinden gelen yüksek yu­ halama sesleriyle sözü bir daha kesildi. Ancak Albert'ın sesi gürültüyü bastırıyordu: "Aranızda açlıktan ölmek te olanla­ rın bulunduğunu inkar edebilirsiniz, ama bu inkar, gerçeği değiştirmeyecektir." Arka sıralardan biri, "Bize kanıt göster!" diye bağırdı. "Sözlerinin doğru olduğunu kanıtla." "Kanıt mı? Sizin gözleriniz ve kulaklarınız yok mu, ba­ yım? Yoksa onları sadece iyi şeyler görmek ve duymak için mi kullanıyorsunuz? Kanıt bulmak çok kolay, bayım. Soğuk bir kış gecesi bir karakala gidin ve Chicago yardımseverliği­ nin ne olduğunu görün: soğuk ve çıplak taşlar üzerinde uyu­ mak, eğer veriliyorsa, kahvaltıda bir dilim ekmek yemek için sabahın beşinde kalkmak Ya da gerçek suçlarınız nedeniyle tutuklanmamak için karakala gitmekten korkuyorsanız, gece­ leri, kentin rutubetli tünellerini dolaşın: orada erkeklerin ve kadınların -evet, kadınların ve onlar sizin inanmak istediğiniz gibi fahişe değildirler- soğuktan donmamak için bütün gece aşağı yukarı yürüdüklerini göreceksiniz. Eğer bunları kanıt olarak kabul etmezseniz, o zaman bir de ... " Artık onlarca insan ayağa fırlamış, ayaklarını yere vuru­ yorlar, kürsüye hakaretler yağdırıyorlardı. Toplantının baş­ kanı hemen takınağını zile vurarak sessizlik çağrısı yaptı. Gürültü azalınca başkan kulise doğruelini salladı ve iki ürk­ müş genç kız, kendilerine eşlik edecek müzisyenle sahneye çıktılar. Ancak kızlar şarkıya başlamadan Albert sessizlikten yararlanarak son sözlerini söyledi: "Siz insanları devrim yapmaya itiyorsunuz. Ben güç kul­ lanılmasından yana değilim. Bunu sadece önceden bildirme­ ye çalışıyorum. Şiddet biz istediğimiz için değil, siz onu ka­ çınılmaz kıldığınız için gelecektir!"

232 Salon gürültüyle inierken Lucy, Spies ve birkaç kişi Al­ bert'ı sahnenin arka kapısından çıkardılar. Sokağa çıkınca da aceleyle dağı ldılar. Ancak Lucy gitmeden, Nina'yla annesi­ nin tek başlarına kaldırırnda durduklarını görmüştü.

233 CHIGAGO 1 Mayıs 1886 \ÔI

Belediye Başkanı Carter Harrison 1886 Mart ayı sonunda, 1 Mayıs'tan başlayarak, kentteki çalışanların artık günde se­ kiz saatten fazla çalışma yacaklarını bildirdi. 'Bir Mayıs', anında milli bir toplantı çağrısı oldu; ideolojik yelpazenin içindeki tüm işçi sendikaları, o gün sekiz saatlik çalışma gü­ nüne uyulması yönünde baskı yapmak üzere, genel grev ya­ pılması konusunda anlaştılar. Uzun zamandır beklenen gün bulutsuz ve serindi. Ülke­ nin dört bir yanında 300 bini aşkın kişi işlerini bırakarak yü­ rüyüş çağrısına uydular. Chicago'da toplanan 80 bin kişi, kentin merkezine doğru yürüyüşe geçtiler. Silahlı polisler, Pinkertonlar ve milisler çatılarda yerlerini almışlardı; söylen-

234 tilere göre, 1350 Milli Muhafız da kent cephaneliklerinde alarma geçirilrnişti. Parsons ailesi -altı yaşındaki Albert Jr. ve dört yaşındaki Lulu Eda dahil- sıranın en başında yürüyor­ lardı. Çocuklar çok geçmeden yarulunca Lucy ile Albert on­ ları sırayla kucaklarına aldılar, kaldırım kenarlarında gazoz ve dondurma satıcılarından yapılan alışverişler de çocukla­ rın enerjilerini yerine getirmeyi başardı. Albert'ın bir zamanlar ilerici bir güç olacağını umduğu Kentliler Birliği, yürüyüşün devrimin başlangıcı olduğuna ve Chicago'nun 'komünizmin eline düşeceği'ne inanrnıştı. Bu nedenle ileri gelen Birlik üyeleri, yürüyüşün stratejik noktala­ rına yerleşerek, ilk karışıklık anında polise haber verrneküz e­ re hazırlandılar. Ancak üyeler bildirecek pek az olayla karşı­ laştılar. Ortalıkta sadece handolar ve neşeli şarkılar, keyifli ve gülen yüzler, Ogden Grove' da piknik ve spor yapmak, ko­ nuşmaları dinlernek için dağılan, mutlu bir kalabalık vardı. Spies ve Parsons başlıca konuşrnacılardı. Albert kalabalı­ ğı ve canlılığı görünce coşarak, "Cumhuriyet altında 109 yıl evrim geçirdikten sonra insanlar artık ekonomik bağlarından kurtulmak üzereler!" diye bağırınca, kalabalık onayını gürle­ yerek bildirdi ve bir grup işçi kulakları sağır eden alkışlar arasında Albert'ı omuzlarına alıp sahneden indirerek kalaba­ lığın arasında taşıdılar. Albert yorulmuş olmasına rağmen, ertesi günkü sekiz sa­ atlik çalışma toplantısına katılmaya söz verdiği için Cincin­ nati'ye gitti. Konuşmasını yaptıktan sonra hemen Chica­ go'ya döndü ve sabaha karşı evine vardı. Kanepede daldığı derin uykudan, ancak Lucy'nin öğle vakti dürtmesiyle uyan­ dı. Mayıs gösterileri süresince onlarda kalmak üzere Gene­ va' dan gelen Lizzie'yle birlikte, 'gelişlerden çok ama çok kaygılı' olduklarını söyledi, henüz uykusunu alarnarnış Al­ bert' a. Albert, kafasındaki sersernliği üzerinden atmayı uma­ rak dirseği üzerinde doğruldu.

235 Lucy telaşlı adımlarla odanın içinde yürüyord u. "Hız aza­ lıyor. Bunu hissedebi liyor um. İnsanlar Enternasyonal' e de­ ğil, sendikalara ya da Emeğin Şövalyeleri'ne kaydoluyorlar. Bu da, baştakilerin bizim önümüze birkaç göstermelik re­ form atmasıyla herşeyin sonuçlanacağı anlamına gelir." Lucy, Albert'ı uyandırmayı başarmıştı. Albert'ın, kendisi­ nin bile fazla dokunınaya cesaret edemediği nazik bir nokta­ sına dokunmuştu. Albert uzun zamandır An1erikan işçi sını­ fının pasifliğinin ve muhafazakarlığının ilerlemeye karşı bü­ yük bir engel oluşturduğunu düşünmekteydi ve bunu birkaç defa kamuoyu önünde de dile getirmişti. "Ne demek istediğini biliyorum," dedi. 1/Cincinnati'de bir işçi beni ve bütün devrimci sosyalistleri, işçi sınıfının düşma­ nı olmakla suçladı! Adam, 'Benim komünistlerle ve anarşist­ lerle işim yok!' diye bağırdı. Oysa her ikisini de nasıl tanım­ ladığı hakkında hiçbir fikrim yok. Bunu biz bile yapamıyo­ ruz. Üstelik alkışiandı da." "Çıldıracağım," dedi Lucy. 1/İlk kez bir ayaklanma fırsatı var, bir daha asla elimize geçmeyebilecek bir fırsat ve bu da parmaklarımızın arasından kayıp gidiyor. Dikişçi kızlar bir ölçüyse, çoktan gitti sayılır. Hepsi de geçim imkanlarını kay­ bedecekleri korkusu içindeler. Amerikan Grubu'nu hiç za­ man kaybetmeden bu gece toplayıp, kızların mücadeleci ru­ hunu ateşieyecek bir şeyler bulmalıyız. Lütfen, Albert!" Albert ölesiye yorgun olmasına rağmen karısını onayladı. Yüzüne bir avuç soğuk su atıp aceleyle kahvaltı etti ve doğ­ ruca öğleden sonra gazetelerine bir ilan vermeye gitti. Top­ lantı hem Alarm'ın, hem de Arbeiter-Zeitwıg'un merkezi olan Beşinci Cadde 107 numarada, saat 19:00' da yapılacaktı. Albert ondan sonra dinlenmek için eve döneceğine, Alarm'a uğrayıp son olayları öğrenmek istedi. Sonunda bü­ tün gününü orada geçirdi. Spies kendisine hoş geldin dedik­ ten sonra, saatler boyunca olup bitenleri anlattı.

236 "Çok kötü şeyler oldu," dedi. "En kötüsü de McCormick fabrikasında olanlar." "Yine mi?" "Son birkaç ayın dalaşınalarından çok daha beter. Cyrus McCormick Sr. yaşıyor olsaydı keşke. Onun zamanında her şey çok daha iyiydi." "Yoksul doğduğu için. Ve fabrika içinde dolaşıp işçileriy­ le konuştuğu için." "Cahil oğluna hiç benzemezdi," dedi Spies. "CyrusJr.' dan daha küstah ve daha yanlış yola sapmış birini bulmak zordur. O sendikasız grev kıncılarını getirmek ve onları korumak için üç yüz silahlı Pinkerton tutmak ... aptalca bir kışkırtmadan başka bir şey değil. İşçilerin oraya arbk McCormick Kalesi de­ melerine şaşmamalı. Sonfield'ın dalavereleri de cabası." "Yeni numaralar mı çeviriyor?" "Bonfield'ın Eberson'un işini istediğini ve onu sendika yanlısı göstererek gözden düşürmeye çalıştığını biliyorsun ." "O kadarını biliyorum." "Ebersold durumu haber almış ve Mülkiyet Koruyucusu olarak imajını tazelemek için üç yüz elli Chicago polisini, ya­ ni emniyet güçlerinin neredeyse üçte birini, McCormick fab­ rikasına yerleştirmiş." "Ben Cincinnati'ye giderken polis korumasına rağmen fabrikada sadece birkaç yüz grev kıncısı vardı," dedi Albert. "Doğru, ama dün fabrika tarihindeki en kötü çatışma ya­ şandı. Ben o civarda olduğumdan olayların bir kısmını göre­ bildim. McCormick fabrikasından birkaç blok ileride, Black Road'da toplanmış olan kalabalık bir işçi grubuna bir açık hava konuşması yapmaya gitmiştim. Onlara bir vagonun üs­ tünden sesleniyordum ve pek de başarılı olamıyordum. Öle­ siye yorgundun1 -gazetede yazmanın yanı sıra haftalardır günde iki üç konuşma yapıyordum." "Ne?" dedi Albert. "Spies'ın ünlü ateşli hitabeti bir kereli­ ğine olsun başarısız mı kaldı?"

237 "Yanmış kömür gibiydim," diye güldü Spies. "McCormick fabrikasında saat üç düdüğü çalar çalmaz, dinleyicilerim ora­ dan ayrılmak için bir mazeret buldular ve yüzlercesi, vardiya arasında grev kırıcılada dalaşmak için fabrikaya koştular. O sırada yanımızdan hızla polis arabaları geçerek fabrika ya git­ tiler ve çok geçmeden bir mücadele gürültüsü duyuldu. Bu­ nun üzerine bizim gruptan kalanlar da fabrikaya koştular." Spies'ın kalabalık karşısında kendini kaybettiğini bilen Albert, "Onları kışkırtacak bir şey söyledin mi?" diye sordu. "Albert, öyle bir haldeydim ki, Louis Lingg'i bile kışkırta­ mazdım! Onlara sadece birbirlerine sırtlarını dönmemelerini ve McCormick'in tehditleri karşısında gerilememelerini söy­ ledim. Sen de Chicago Herald muhabiri kadar fesatsın." "O da ne demek oluyor?" Spies, Albert'a Herald'ın sabah nüshasını uzattı. "Benim kalabalığa 'demiri tavında dövün, silahlanın ve grev kırıcıları McCormick fabrikasından çıkarın!' dediğimi yazıyor." Parsons gülümsedi. "Belki o da yorgundu ve seni Lingg, Engel ya da Fischer'la karıştırdı." "Oysa onların teki bile orada değildi." "Şunu dinle hele." Spies gazeteyi aldı. '"McCormick'in zi­ li saat üçte çaldığında, ateşli Spies kalabalığı öyle kışkırtmış­ tı ki, insanın kanını donduran 'Grev kıncıianna ölüm!' çığlık­ ları havayı dalduruyordu ve işçiler ateşli bir heyecan içinde disiplinli saflar halinde boş arsalardan geçerek fabrikaya doğru koştular."' Parsons bir kahkaha attı. "Çılgına dönmüş bir kalabahğın düzenli saflar halinde hareket etmeleri, herhalde tarihte ilk kez oluyor. Peki, sonra ne oldu?" "Ne? Özgür ve demokrat basınımıza inanmıyor musun? Utan, utan! Çok basit: dinleyicilerim tarafından terk edilince ben de fabrikada neler olduğunu görmeye gittim." Spies bir­ den ciddileşti. "Görülecek bir şeydi! Korkunç bir manzara. Asla unutamayacağım bir şey."

238 "Crevciler grev kırıcılarına saldırmadılar, değil mi?" Al­ bert gerçekten kaygılanmıştı. "Vardiya, işten çıkarken taş yağmuruna tutuldu ve fabri­ kaya dönmek zorunda kaldı. Ya ralanan olmadı." "Eh, bu iyi işte." "Ama taş atma polise destek güçleri çağırma mazereti verdi. Yeni ekip birkaç dakika sonra geldi ve grevcilerden ba­ zıları devriye arabasını sardılar. Yüzbaşı çıkıp işçileri kırbaç­ lamaya başladı. Sonra ..." "Kırbaç mı?" Parsons neredeyse bağulacak gibi olmuştu. "Kendini nerede sanıyor bu herif, Güney' de mi?" "Daha kötüsü de gelecek. Adamlarına coplarını istedikle­ ri gibi kullanmaları ve kalabalığa ateş etme emrini verdi. Ve kalabalık dağılmaya çalışmasına rağmen, insafsızca ateş etti­ ler. Güvenilir rakamları bilen yok. Bazı haberlere göre altı iş­ çi ölmüş ve birçoğu da ağır yaralı." Spies, masanın üstündeki Herald'a doğru elini salladı. "Basın hiç kuşkusuz polisin 'Dağılın yoksa ateş edeceğiz' uyarısı yaptığını yazmıştır. Herald polisin önce havaya ateş açtığını ve ancak grevciler kendilerine saldırınca üzerlerine ateş ettiklerini iddia ediyor. Muhabir hiçbir polisin değil öl­ mek, neden yaralanmadığını açıklamıyor tabii." Parsons ayağa kalkmış, telaşlı adımlarla odanın içinde yürümeye başlamıştı. "Peki, sonra ne oldu? Bu inanılmaz bir rezalet!" "Şoka girmiş olmalıyım. Arbeiter bürosuna koşup İngiliz­ ce ve Almanca bir bildiri hazırladım." "Kopyası var mı?" "İşte burada." Spies cebinden katlanmış bildiriyi çıkardı. "Buna haklı olarak, ateşli denilebilir." Parsons kağıdı alıp bir bakışta okuduktan sonra, "Hayır, gerektiği gibi yazılmış," dedi. "Çok güzel olmuş." Spies'ın sırtını okşadı. "Dili sert ama gerekli."

239 "Ya son satır?" diye Spies korkuyla sord u. Albert bir an duraksadı. "Yanlış anlaşılabilir... 'Sizi silah başına çağırıyoruz, silah başına!' ... ama patronlarımız nasıl olsa bizim söylediğimiz ya da yazdığımız herşeyde bir kusur buluyorlar." "Ama son satır hakkında bazı kuşkuların var, değil mi? Bunu ses tonundan anlıyorum." "Sen bu sözle ne kastettin, biliyorum: hazırlıklı olun di­ yorsun. Ta bii düşmanlarımız bunu şiddete açık bir çağrı ola­ ra k görecekler." "Alınaneası daha da sert," dedi Sp i es. "Onu onayiayaca­ ğını sanmıyorum. Ama şimdi, öfkem yatışınca sanırım ben de onaylamıyorum artık. Özellikle bir bölümünü." Spies de­ vam edip etmemeye karar veremeyerek sustu. Parsons'a, "Hangi bölümü?" diye bastırdı. "Johann Most'u hatırlatıp dinarnit kullanılmasını mı önerdin?" diye şakayla sordu. Cevabın 'evet' olacağı aklının ucundan bile geçmezdi. Spies sıkılarak bakışlarını kaçırdı. "Ne kullanılacağını be­ lirtmedim. Ama 'yok etmeyi' önerdim. 'Kendilerine yönetici diyen insan biçin1indeki hayvanları yok etmek!' Ne diyebili­ rim ki? Üzüntüden neredeyse aklımı kaçıracaktım. Dahası da var; dizgicilerimizden biri, Fischer'ın bir arkadaşı, bildirinin başına kalın harflerle 'İntikam' diye yazmış." Parsons korkudan bir an soluğunu tuttu, sonra huzursuz­ luğunu saklamaya çalıştı. Spies'ın o ara sıra ortaya çıkan gu­ ruruna rağmen, dünyanın en yufk.a yürekli insanı olduğunu bilirdi. Ama bildiği başka bir şey de, en yumuşak insanın bi­ le fazlaca sıkıştırıldığı takdirde çılgına döneceğiydi. "Lucy'nin yazdıklarını okumasını bekleyelim," dedi. ��seni hemen o anda şövalye ilan edecektir!" Şaka yapmaya çalımak boşunaydı. ��Benim hakkımda düş kırıklığına uğradığını biliyorum," dedi Spies. "Zaten çok insanı düş kırıklığına uğrattım."

240 "Hiçbirimiz orada değildik," dedi Parsons. "Hiçbirimiz haftada birkaç sent fazla almak için greve gitmeye cesaret eden gençlerin kafa larının parçalandığını görmedik. Seni yargılamayı aklımın ucundan geçirmem. Ve bunu yapacak olan insan da, dilde şiddetin eylemde şiddet olduğunu asla kabul etmez." Spi es' ı kucakladı. "Bunun için teşekkür ederim, dostum. Bu iyiliğini hiç unutmayacağım." "Ben iyilik yapıyor değilim, sadece doğruyu söylüyorum." "Bunu söylemen bile iyiliğini gösterir." Bir anlık sıkıntılı bir sessizlikten sonra Spies, "Kendimi savunmak için, en azından Kuzey-Batı Ya kası Grubu kadar ileri gitmediğimi söyleyebilirim." Büyük bir korkuya kapılan Albert donup kaldı. "Most'un taraftarlarından küçük bir grupla silahlı yedekle­ rin bazı üyeleri, gelecekteki polis saldırılarına n�sıl karşı koya­ caklarını konuşmak üzere dün gece Greif Salonu'nda toplan­ dılar. Engel ve Fischer da oradaydılar. Duyduğum kadarıyla, Engel polis saldırılarına karşı koordineli bir tepki için bir tür acil durum planı sunmuş. Ayrıntılan konuşmayı gelecekteki bir toplantıya bırakmışlar. Söylediklerine göre tartışmanın ana konusu McCormick'teki olaylarmış. Sonunda bir kitlesel pro­ testo için bu akşam Haymarket'ta toplanılmasına karar ver­ mişler. Toplantıyı bildiren el ilanlarının basımı için Fischer gö­ revlendirilmiş ... ve Fischer da -dikkatini çekerim, böyle bir yetkisi olmamasına rağmen- broşüre büyük harflerle 'İŞÇiLER SiLAHLANlN VE HEPİNİZ ORADA OLUN!'diye yazmış." "Fischer Arbeiter'da dizgici, değil mi?" "Evet." "Peki, el ilanını basmadan önce sana göstermesi gerek­ mez miydi?" "Bana bu sabah gelip ilanın bu sabahki gazetede yayınla­ nıp yayınlanmayacağını sordu. Ben ilanı görünce öfkelen-

241 dim ve gülünç bu ldum." Spies, Albert'ın yüzündeki şaşkın ifadeyi fark etti. "Evet, biliyorum, bir gün önceki kendi bildirimde de he­ men hemen aynı duyguları dile getirmiştim. Ama o gece ak­ lımı başıma topladım. Belki de Fischer'a o yüzden kızınıştı m: o neden akıllanmadı diye? Ayrıca daha önceki aptallığıma da çok kızgındım. Fischer'a o satırı çıkarmadığı ta kd irde ilanı Arbeiter' a basmayacağını ve onun istediği gibi Haymarket toplantısında konuşmayacağıını söyledim. Söylediklerimi kabul etti ama direndiğini hissediyordum. Sonra o satırın bu­ lunduğu bazı el ilanlarının hasıldığını öğrenip dehşete kapıl­ dım. Hemen yok edilmelerini emrettim ama birkaç yüz tane­ sinin çeşitli işçi sınıfı bariarına dağıtıldığını öğrendim." Spies'ın üzüntüden gözleri yaşarmıştı. "Daha barışsever kardeşlerimizin eline düştüklerini umalım." Parsons arkadaşını teselli etmek için kendi korkusunv bastırmaya çalıştı. "Boşuna kaygılandığından eminim, Spies. Unutma ki, işçilerin çoğu şiddet yanlısı protesto fikrinden nefret ediyorlar ve Most ile onun gibilerin görüşlerini kesin­ likle reddettiler. Haymarket'ta yapılacak bu geeeki toplantı­ nın tümüyle barışçı olacağından eminim." Sesi hala korku dolu olan Spies, "Bu akşam orada olmalı­ sın," dedi. "Yirmi bin kişi bekliyoruz ve kentte gerginlik çok fazla. İnsanlar sınıf savaşının sonunda gelip çattığını söylü­ yorlar." Albert kupkuru bir sesle, "Tek yönlü bir sınıf savaşı zaten uzun bir süredir devam ediyordu," dedi. "Ve bu savaşı en çok hızlandırmak isteyen de Bonfield. Sa­ dist bir vahşi. Güvenlik güçleri şiddet isterlerse işçiler ancak kedi patisi olabilirler. Bazılarının tırmalamaya hazır oldukla­ rı biliniyor. Ben de kendimi onların arasında sayıyoruın." "Sen her zaman kendini savunmayı önerirdin. Bunu mu demek istiyorsun?"

242 Spies'ın sesi aniden yükseldi. "Çektiğirni söylediğim vic­ dan azabına rağmen, daha iki saat önce Arbeiter'a dünkü bildi­ rim kadar kışkırtıcı bir yazı yazarken buldum kend imi. Sarhoş bir denizci gibi bir o yana bir bu yana yalpalayıp duruyorurn." Parsons kaygıyla, "Bir göreyirn," dedi. "Ezbere biliyorum: 'McCorrnick fabrikasında olduğu gibi işçiler bir daha katledilrnerneli. Bir dahaki sefere taşlarla de­ ğil, silahlarla karşı koymalıyız!"' "Çok sert ifadeler, ama duygu yeni değil." "Beni kaygılandıran, dilin bu kadar sert olması zaten; bu bir şiddet çağrısı olarak algılanabilir." "Sözcükler eylem değildir. Bir insana bağırmak ile ona ateş etmek aynı şey değildir." Spies aniden, "Nereye kadar dayanacağız?" diye patladı. Belki de Parsons'ın teselli eder tutumu kendisini rahatlatrnış­ tı. "Boynurnuzu uzatıp boğazlanrnayı mı bekleyeceğiz?" "Bu son birkaç gün içinde çok şey yaşadın." Parsons arka­ daşını daha önce bu kadar dengesiz bir ruh hali içinde gör­ mediğinden fazla ileri gitmemeye karar verdi. Sp i es sanki Albert' ın aklından geçenleri okumuş gibi, "Kendimi ben bile tanıyarnıyorurn artık," dedi. "Hiç bu ka­ dar dengesiz olrnarnıştırn. Bu günlerde sinir bozukluğu çok normal geliyor. Sen her koşul altında dengeni koruyabilen birkaç kişiden birisin, Albert." "Lucy seninle aynı fikirde değil ama. Dosturn sen beni, ol­ duğumdan daha iyi görme ihtiyacını hissediyorsun. Ve bir şey söyleyeyim mi? Birden bundan hoşlanrnadığırna karar verdim. Sen benim herkes gibi tutkulu ve sinirli olma hakkı­ mı elirnden alıyorsun." Sözleri Parsons'ın kendisini bile şa­ şırtrnıştı ama Spies kendisini duyrnarnış gibiydi. Aklı yine o gece Haymarket Meydanı'nda yapılacak toplantıya gitrnişti. Albert' a, "Konuşrnaalardan biri de sen olnıalısm," dedi. Bu bir rica değil, bir emirdi sanki. "Sadece sen, gerekli çizgiyi çize­ bilir ve bütün bu kargaşayı daha sakin sulara kaydırabilirsin."

243 "Ne çizgisi?" Spies'ın yeni ateşliliği Albert'ı şaşırtmıştı. "Tanrı aşkına, dem i len beri çizip duruyorum ya!" "Kusura bakma, do�tuıı1, aına kafaını iyice karıştırdın. Ba- na son bir iki saat içinde o kadar çok şey söyledin ki, kafam karmakarışık oldu." Spies vicdan azabıyla başını saliayarak bir iskemleye yı­ ğıldı. "Hayır, azizim Parsons, kusuruna bakılması gereken biri varsa, o da benim. Çok üzgünüm. Ta nıdığım en kibar insan olan sana karşı sesimi yükselttim. Bağışlanmaz bir şey bu." Albert derin bir iç çekişiyle, "Belki de herşeye yeniden başlasak iyi olacak," dedi. Spies güldü. "Hayır, herşeye olmaz! Eğer bu konuşmayı tekrarlarsak ikimiz de aklımızı kaçırırız!" İki adam birbirleri­ ne bakarak gülümsediler; gerilim atlatılmıştı . "Hem İngilizce hem Almanca konuşan toplulukların Chi­ cago' da güvendikleri bir tek sen varsın. Bu geeeki toplantıda sen konuşmalısın." "Mümkün olsa konuşurdum, ama başka bir yere sözüm var," dedi Parsons. "Nereye? Bundan önemli ne olabilir ki?" Spies yeniden parlayacak gibiydi. "Lucy'ye söz verdim. Amerikan Grubu bu gece dikişçi kızları sekiz saatlik çalışma mücadelesine katılmaları için teşvik yöntemlerini tartışaccık. Lucy ile Lizzie onları örgütle­ rnek için çok çalıştılar ama kızlar bu işten soğunıaya başla­ mışlar." Spies sinirlenmemeye çalıştı. "Lucy, Haymarket toplantı­ sının daha önemli olduğunu anlayacaktır sanırım." "Sanmam. Dikişçi kızların akıbeti onun gözünde bir saplantı haline geldi. To plantıya katılmak için söz verdim. To plantı saat yedide, burada, Alarnı bürosunda yapılacak." "O zaman iki toplantıya da katılabilirsin! Haymarket ye-

244 di buçukta başlayacak, ama o çapta bir kalabalıkla sekizden, hatta sekiz buçuktan önce başlayabileceğini sanmam. Önce ben konuşurum, sonra sen öteki toplantın biter bitmez he­ men gelirsin. Saat dokuzda falan yani ." "Ama toplantının ne zaman sona ereceğini bi lernemki. Ve sona ermeden de oradan ayrılamam. Bu yanlış bir mesaj gön­ dermek olur... sanki toplantının sonuna kadar beklerneye değmez olduğunu düşünüyormuşuru gibi." "Saçma! Başka bir yerde acil olarak beklendiğini söyleye­ bilirsin." Parsons gülümsedi. "Spies, sen evli değilsin." "Lucy senin politikalarını paylaşıyor. Durumu anlaya­ caktır." "Aniayabilir de, anlamayabilir de. Ben sözümü tutmaya kararhyım." "Sen onun kölesi olmuşsun, işte o kadar." Spies yine sinir­ lenıneye başlamıştı. İki adam bir süre sustular. Spies huysuzluk yaptığını bili­ yordu, ama hiç alışkın olmadığı bu duyguya iyice kapılmıştı artık. Sessizliği bozan Albert old u. "Spies, yeter artık. Bir gece için bu kadar tartışma yeter." Spies uzatılan zeytin dalını hevesle kavradı. "Haklısın. Kararını kabul etmem gerek. Sana aşırı yüklendim. Bu inadı­ nu ben de anlamıyorum. Ama ne kadar çirkin bir şey oldu­ ğunun farkındayım." 11Bir fikrim var. Haymarket'ta bir aksilik olur da bana ih­ tiyaç duyduğunu düşünürsen bir haber gönder, hemen geli­ rim. Hem de toplantımız bitmemiş olsa bile." Spies, Albert'ı yakalayıp kucakladı. 11Teşekkür ederim, aziz dostum ... oh, şimdi rahatladım, gerçekten rahatladım .. " "Her iki toplantı da kısa ve sıkıa olacak," diye güldü Par­ sons. "Ve saat dokuzda Greifte biralanmızı yudumlayacağız."

245 CHICAGO 4 Mayıs 1886 \ÔI

Sam Fielden, Wa ldheim mezarlığına taş yüklemeyle uğ­ raştığından gazeteyi okumaya ancak atiarını yıkadıktan son­ ra vakit bulabilmişti. Amerikan Grubu'nun o akşamki top­ lantı ilanını da o zaman gördü. Ölesiye yorgun olmasına rağmen katılmamak olmazdı; muhasebeci olarak paradan söz edildiği takdirde orada ol­ ması gerekirdi. Hemen eve gidip küçük oğlu dizanteriden öl­ dükten sonra yine hamile kalan karısıyla alelacele bir yemek yedi, kadını kucakladı, uyuyan küçük kızının beşiğini salla­ dı ve tramvaya yetişrnek için kendini dışarı attı. Alarm bürosuna vardığında birinci kattaki odada sadece on beş üyenin bulunduğunu ve Parsons'ın gelmesi beklendi-

246 ğinden toplantının henüz başlamarlığını gördü . Dostlarıyla selamiaşırken aynı anda Haymarket Meydanı'nda bir top­ lantı yapılmakta olduğunu öğrendi.

Albert, Lucy, iki çocuk ve Lizzie, Grand Sokağı'ndaki evle­ rinden Alarm bürosuna kadar yürümeye karar verdiler. Hep­ si de çok keyifliydi, Albert en son yolculuğundan hikayeler anlatıyordu. Ta nıştığı bir kendini beğenmiş sendikacıyı taklit ederek ka rnını ileri çıkardığında çocuklar o kadar eğlendiler ki, onlar da karınlarını çıkarıp burunlarını havaya kaldırarak babaları gibi yürümeye başladılar. Böyle gülüşüp oynayarak yürürlerken Halsted ve Randolphs sokaklarının köşesinde, biri Times' dan, diğeri Tribıme' den olan iki gazeteciyle karşı­ laştılar. Albert adamlan tanıdığı ve basın temsilcilerinin dü­ rüstlerinden olduklarını bildiği için sorularını cevaplamak üzere durdu. Times' dan Bay Owen, Haymarket toplantısını sordu. Albert, Haymarket'a gitmediğini ve orada ne olduğu­ nu bilmediğini söyledi. K�ndisi kentin dikişçi kızlarının akı­ betini tartışmak üzere yapılacak bir toplantıya gitmekteydi. Bay Owen, "Ama sizin Haymarket'ta konuşacağınızı duyduk," dedi. Parsons neşeli bir sesle, "Yanlış duymuşsunuz öyleyse," dedi. "Ben de siz muhabirierin tabanca taşımaya başladığını­ zı duydum." "O kadar da korkmuyoruz!" dedi Owen. "Gördünüz mü? Söylentiler ne kadar saçma olabiliyor­ muş." "Bu yanlış haberlere sizin dinarnit bulundurduğunuz söylentisi de dahil n1i?" diye asık bir surat ifadesiyle sordu Tribwıe muhabiri. Parsons güldü ve kulaklarına inanamayarak başını iki ya­ na salladı. Lucy neşeyle, "Çok da tehlikeli bir görünüşü var, değil mi?" diye atıldı.

247 Parsons, "Biz artık gitmeliyiz," dedi. "Toplantı Güney Ya ­ kası'nda ve korkarım şimdiden geç kaldık." Lizzie bir tram­ vaya binmelerini önerdi, muhabiriere dostça veda ettiler. To plantıya vardıklarında saat sekiz buçuk olmuştu. He­ men işe koyuldular� Gerekli kararlar alındı. Dikişçi kızların yardıma ihtiyaç duydukları konusunda kimsenin ikna ed il­ mesi gerekmiyordu. Bildiriler basılmasına, örgütçü leri n bu­ lunmasına ve toplantılar için salon kiralanınasına karar veril­ di. Parsons'ın oybirliğiyle kabul edilen önerisine göre Ame­ rikan Grubu beş dolar katkıda bulunacaktı : dört dolar el ilan­ ları, bir dolar da yol ve diğer masraflar için. Muhasebeci ola­ rak Fielden, Lizzie'ye parayı verdi. Lizzie de ona hemen bir makbuz yazdı ve yanağına Fielden'ın kıpkırmızı kesilmesine neden olan kocaman bir öpücük kon durd u. Lizzie, Lucy'ye, "Kabul edersin ki, hem güçlü bir bedene hem de iyi bir mizaca sahip erkeğe pek kolay rastlanmaz," diye fısıldadı. "Ben şahsen zayıflarını tercih ederim," dedi Lucy. "Hiza­ ya sokulmaları kolay oluyor. Bana On Emir'i indiren Mu­ sa'ya benzer birini istemezdim!" Saat dokuza geliyordu, başka bir konu kalmadığından tam toplantıyı sona erdireceklerdi ki, Arbeiter-Zeitımg'un ida­ ri müdürü Balthazar Rau telaşla içeri girdi ve Spies tara fın­ dan gönderildiğini söyledi. Haymarket toplantısı sakin geç­ miş, sadece birkaç bin kişi gelmişti ve konuşmacı olarak Spi­ es'tan başka kimse yoktu. Ya rdım istiyordu. Çağrıldığı tak­ dirde gideceğine söz vermiş olan Parsons davete uyma zo­ runluluğu hissetti. Amerikan Grubu toplantıya son verdi ve hemen hemen hepsi Parsons ve Fielden'la Haymarket'in ya­ rım blok kuzeyinde, Crane' s All ey yakınlarındaki Desplaines Sokağı'na gitmek üzere yola çıktılar.

Belediye Başkanı Carter Harrison, görevde bulunduğu dört dönemde Chicago'nun işçi sınıfının takdirini kazanmış-

248 tı . Beled iye işçileri için sekiz saatlik çalışma kuralını getirme­ den önce bile işçilere olan sempatisini çeşitli yollarla göster­ mişti. Fabrika ve konut teftişlerini sıkılaştıran yönetmelikleri desteklemiş; kampanyalarında, çok sevilen bir Alman-Ame­ rikan kültürel kurumu olan birahanelerin kaldırılmasını iste­ yen reformculara karşı çıkmış; sendikalaşma, konuşma ve toplanma haklarına müdahale girişimlerine karşı koymuş; bir grevi sona erdirmek için asla eyalet veya federal askerle­ rini çağırmayacağını kamuoyu önünde açıklamıştı. Ayrıca, günün pek çok devlet memurunun aksine, Harrison asla eli­ ni kent kasasına daldırmış değildi. Kentin iş dünyası seçkin­ leri böyle alışılmamış bir tavır karşısında gülümsüyorlarsa da, Harrison kentin sağlık dairesinin yerel bürolarına birkaç sosyalisti atamaya cesaret ettiğinde müthiş öfkelenmişlerdi. Polis hiyerarşisinin ve özellikle de Sonfield'ın Haymarket Meydanı toplantısında muhtemel bir 'devrimci şiddet' ihbar­ larını duyan Harrison, 4 Mayıs gecesi durumu bir de kendi­ si görmeye karar vermişti. Bonfield'ı emniyet amiri olarak atamış olmaktan pişmandı. Bonfield, o pek sevdiği, 'Bugü­ nün copu yarının kurşununu önler' sloganını son zamanlar­ da muhabiriere sık sık tekrarlar olmuştu. Harrison kendisi­ nin toplantıdaki varlığının Bonfield'ın, bir çatışmaya girme hevesini kıracağını umuyordu. Bonfield'ın, Emniyet Amiri Ebersaid'un da onayıyla Desplaines Sokağı karakoluna iki yüz kişilik bir polis kuvveti yerleştirdiğini ve kentteki bütün karakolların yedeklerini alarma geçirdiğini duymuştu. Belediye Başkanı Harrison geldiğinde açık hava toplanhsı henüz başlamış değildi. Altmış bir yaşında, iri yarı, yakışıklı bir adam olan Harrison hemen fark edilmişti. Ancak Belediye Başkanı hiçbir şeyi şansa bırakmıyordu: orada olduğunun an­ laşılması için sık sık alandaki tek sokak lambasının ışığı altın­ da duruyor, kalabalık arasında gezinirken, her ne kadar pura­ su yanarken hiç görünmese de, arada sırada yüzünün önünde

249 bir kibrit çakıyordu. Harrison'a eşlik eden bir dostu Belediye Başkanı'nın kargaşa çıkarmak isteyenlere hedef olacağından korktuğunu söylediyse de, Harrison, "İnsanların belediye baş­ kanlarının orada olduğunu bilmelerini," istediğini söyledi. Spies, sekiz buçuktan az önce Crane Plumbing Şirketi'nin sokağı kapatan iki arabasından biri üzerine çıkıp konuşması­ na başladı. Almanca konuşması gerekirken başka konuşmacı olmaması nedeniyle son dakikada İngilizce konuşmaya ka­ rar vermişti. İlk cümlesiyle ılımlı bir konuşma yapacağının işaretini verdi: "Bazı çevrelerde bu toplantının bir ayaklanma başlatma amacıyla yapılacağı fikrinin hakim olduğu anlaşıl­ maktadır. Sözde asayiş güçlerinin adeta bir savaş varmış gi­ bi hazırlanmaları bundan kaynaklanmaktadır. Size hemen şunu belirteyim ki, bu toplantının böyle bir arnacı yoktur. Burada toplanrnamızınnedeni sekiz saatlik çalışma hareketi­ ni anlatmak ve bu hareketle ilgili çeşitli olaylara -ki, bunların başında McCorrnick fabrikasında dün gerçekleşen olaylar gelmektedir- ışık tutrnaktır." Belediye Başkanı Harrison, Spies'ın ses tonundan ve ko­ nuşmasından hoşlanarak tam rahatlamaya başlamıştı ki, ka­ labalık arasından birkaç öfkeli ses yükseldi: "McCormick'i asalırn! Narnussuzu yakalayalırn!" Sonfield haklı olabilir miydi? Belediye Başkanı kendini koruma refleksiyle şapkası­ nı gözlerine kadar indirdi. "Hayır!" diye anında bağırdı Spies. "Boş tehditler savur­ mayın! Yurttaşların hayatını ve mutluluklarını yok eden cana­ varlara ... vahşi hayvanlarmış gibi davranılacağı bir zaman ge­ lecektir ve o güne hızla yaklaşmaktayız." Spies ağzından çı­ kanlara kendisi de şaşrnış gibiydi. Sözlerinin etkisini yurnu­ şatmak için, "Ama o zaman henüz gelmedi!" dedi. Sonra san­ ki yine esrarengiz bir gücün etkisinde (belki de daha sonra düşüneceği gibi, sadece kendisine ait olmayan kolektif bir öf­ kenin etkisinde) kalmış gibi, "Zamanı gelince artık tehdit sa-

250 vurmayacaksınız, gidip eyleminizi yapacaksınız," dedi. Spi­ es, içinden kendine küfürler savuruyordu. Kendi uzlaşmacı amacına ters düşmekteydi. Bunun üzerine korkuya kapıla­ rak, kontrolü elinde tutmaya çalıştığı bir dizi yatışhncı şey söyledi. Bunlar tam zamanında söylenmişti; Belediye Başkanı Harrison sinirli bir tavırla saat kösteğiyle oynuyor ve belki de ihtiyacı olur düşüncesiyle kalabalıkta Bonfield'ı arıyordu. Ancak ondan sonraki yarım saat boyunca Spies öyle yatış­ tırıcı ve hatta yavan terimler kullandı ki, Harrison toplanh­ nın kamu huzuruna bir tehdit olmayıp, sadece sıkıcı olacağı­ na dair önceki tahmininin doğrulandığını düşündü. Saat dokuzda Parsons'la diğerleri Desplaines' e geldiler ve içi rahatlayan Spies, el saliayarak arkadaşını arabanın yanına çağırdı. Parsons arabaya binerken alkışlandı. Spies onu sun­ duktan sonra başka bir arabada oturan Lizzie, Lucy ve ço­ cukların yanına gitti. Parsons bir saat kadar konuştu. Bu sü­ re boyunca Spies'ın konuşmasında sık sık esrarengiz bir şe­ kilde bölünen o ılımlı tonu sürdürdü. Parsons genellikle bili­ nen konular üzerinde duruyordu: işçilerin şikayetleri, kendi emeklerinin ürünü üzerindeki hak sahibi olma istekleri, yö­ netici sınıfın açgözlülüğü ve sabit fikirliliği. }ay Gould adı kalabalıkta birkaç kişinin yuhalamasına ve küfürlersavurmasına neden oldu. AncakParsons kendini kay­ betmedi. "Bu bireyler arası bir çahşma değildir,'' dedi. "Siste­ min değişmesi zamanıdır. Sosyalizm, yoksulu ve milyoneri ya­ ratan nedenleri kaldırmayı amaçlıyor, ama insanların hayabm değil. Jay Gould'u öldürürsenizbu mevcut toplumsal koşullar­ da yerinialacak biriya da yüzlercesi hemen çıkacaktır." Kalabalık, daha doğrusu ilk kalabalıktan arta kalanlar ar­ tık yatışmışlardı. Parsons popüler bir kişi olmasına rağmen konuşması basmakalıp sözlerden ibaret olduğu için insanlar birer ikişer toplantı yerinden uzaklaşmışlardı. To plantı tü­ müyle ruhsuz, hatta uyutucu bir hal almıştı. Saat lO'da Par-

251 sons kürsüyü gecenin son konuşmacısı Fielden'a bıraktığında ortalıkta kayıtsızca dolaşan üç yüz kişi ya vardı ya yoktu. Fi­ elden, Parsons'a sadece birkaç dakika konuşacağını fısıldadı. Belediye Başkanı Harrison artık güvenle eve dönebilece­ ğim düşünüyordu. Yo lda Haymarket toplantısından sadece bir sokak ileride olan Desplaines karakoluna uğrayacak ve Bonfield'a izienimlerini anlatacaktı. Gayretkeş emniyet ami­ rini şimdiye kadar havaya bir tek kanlı mızrak kaldırılmadı­ ğım söyleyeceğini düşündükçe kıs kıs gülüyordu. Fakat Harrison karakola girince apışıp kaldı. Saatin geç olmasına ve Haymarket'ta herhangi bir olay çıkmamasına rağmen içerisi alarm durumunda polislerle doluydu. Bonfi­ eld da sanki her an dışarı fu layacakmış gibi lacivert pardösü­ sünü ve resmi şapkasını kafasına geçirmişti. Kalın kaşları ve sinsigülüm semesiyle bir Chicago polisinden çok bir Fransız lejyonerine benziyordu. Bonfield, Belediye Başkanı'nı görün­ ce gülümsemesinin yerini çatılan kaşları aldı. Harrison doğruca adamın yanına gitti. Silahlı memurlara bakarak, "Buna hiç gerek yok," dedi. "Ben toplantıdan geli­ yorum ve bir iki nokta dışında konuşulanlar gayet ılımlıydı. Polisin müdahalesini gerektiren bir şey olmadı ve bundan sonra da olmaz." 11Sizinle aynı fikirdeyim, efendim," dedi Bonfield. Sesi sa­ kin,yüz ifadesi yumuşaktı ama omuzlarının kasılı olmasında itaatdışında her şey vardı. "Toplantıyı en baştan beri sivil me­ murlara iziettim ve onlar da sizin sözlerinizi doğruluyorlar." Harrison rahatlamıştı. "Pekala, öyleyse öteki karakollar­ dan gelen yedeklerio hemen yerlerine dönmeleri için emir venneni tavsiye ederim." 1'BU emir verildi bile, efendim." Belediye Başkanı'nın yü­ zündeki şaşkınlık ifadesi Sonfield'ın pek hoşuna gitmişti. Adamın bu kadınsı vicdanından nefret ederdi -ve onu kandırmak ne kadar kolaydı.

252 uya burada toplanmış bu adamlar?�� diye sordu Harrison .

"Toplantı sona erene kadar onların burada hazır bekleme­ lerinin iyi olacağını düşündüm, efendim. To plantıdan sonra şiddetli bir çatışma olacağı planına dair söylentiler dolaşıyor." ��önceden de bir sürü söylenti vardı," dedi Belediye Baş- kanı. "Ama hiçbiri doğru çıkmadı."

ll Adamlarımı burada kısa bir süre daha tutarak içiminra ­ hat olmasına izin verirseniz size minnettar olurum, efen­ dim," dedi Bonfield. Sonfield o kadar alçakgönüllü davranıyordu ki, kibar bir insan olan Belediye Başkanı'nın etkilenmemek elinde değil­ di. ��Pekala, Bay Bonfield. Ama gereğinden bir dakika fazla kalmasınlar." IIBen de öyle düşünüyorum, efendim." Sonfield saygıyla başını eğerken, bunak moruğu yine kandırdım, diye kendi kendine söyleniyordu. 'Neye ne zaman ihtiyaç duyutaeağına ancak ben karar veririm.' Harrison her şeyin yolunda olduğuna inanarak Sonfield ile memurlanna veda edip evine gitmek üzere karakoldan ayrıldı.

Haymarket'ta Fielden konuşmaya başlayalı ancak birkaç dakika olmuştu ki, gölden yana soğuk bir rüzgar esti ve ka­ raran gökyüzünden az sonra yağmurun başlayacağı anlaşıl­ dı . Parsons, Fielden'a toplantıya, yakınlardaki popüler birbi­ rahane olan Zepf's Hall' da devam etmeleri için seslendi. Fielden, "Orada mobilyacılar sendikasının toplantısı var," dedi. "Merak etme, söyleyeceklerimi birkaç dakikada toplar­ Iarım ve evierimize gideriz." ��çocuklar üşüyorlar," dedi Parsons. "Biz Zepf' e gidiyo­ ruz, seni orada bekleriz." Parsons grubunun gittiğini, havanın da iyice kötüleşme­ ye yüz tuttuğunu gören ve aralarında Adolph Fischerın de bulunduğu bir grup da bu kadar yeter deyip oradan ayrıldı.

253 Fielden'ın son sözlerini dinleyen birkaç yüzden fazla kişi kalmamıştı. Fielden, geriye kalan ruhsuz insanlar geceye dağılmadan önce biraz enerji verecek sözlerle bitirmek istiyordu konuş­ masını. Gözleri kan çanağına dönmüş, sesi kısılmıştı, kendine özgü dobra dobra konuşmasıyla, "McCormick fabrikasında insanlara soğukkanlılıkla ateş eden bir toplumsal düzen altın­ da işçi sınıfı için güvenlik diye bir şey söz konusu olamaz," dedi. Kalabalığa, "Artık yasayla, onu boğazından yakalayıp boğana kadar sıkmak dışında bir işleri kalmadığını" söyledi. Kalabalığın arkalarında bekleyen iki sivil dedektif, hemen Desplaines karakoluna koşup Bonfield'a Fielden'ın halkı is­ yan etmeleri için kışkırttığını söylediler. Onlar gelmeden ön­ ce Bonfield, bir memurunu Harrison'ın arkasından gönder­ miş ve Belediye Başkanı atına binip uzaklaşır uzaklaşmaz kendisine bildirmesini istemişti. Sivil memurlar gelmeden beş dakika önce Başkan'ın gittiği haberi de gelmiş olduğun­ dan, Bonfield adamlarına Winchester tüfeklerini alarak kara­ kolun dışında toplanmalarını emretmişti bile. Sonfield'ın adamları haftalardır kitle kontrolünün ileri tekniklerini prova ediyorlar, Chicago sokaklarında omuz omuza yürüyerek militarİst hareketleriyle halkı korkuya dü­ şürüyorlardı. Lucy bu konuda Ala rm' a bir yazı bile yazmıştı. "Amerika'yı hangi yabancı düşman işgal etmeye hazırlanı­ yor?" diye soruyordu. Sonra da sorusunu şöyle cevaplıyor­ du: "Tehlikede olan tek egemenlik, tek hayat, Amerikan işçi­ lerinin hayatıdır." Bonfield karakolun önünde toplanan adamlarına düzen­ li saflar halinde Haymarket Meydanı'na yürümelerini em­ retti. To plantıya kendisi müdahale etmeden dağılırlar kor­ kusuyla da, "Marş marş!" diye bağırdı. Heyecandan boğazı kurumuş, daracık pantolonu içinde penisi rahatsızlık vere­ cek kadar şişmişti.

254 180 kişilik polis ekibi Fielden son sözlerini söylerken mey­ dana girdi. "Ne kadar iğrenç olursa olsun, her hayvan üzeri­ ne hasılınasına karşı direnir," diye bağırıyordu. "İnsanlar sal­ yangaziardan ve solucanlardan daha mı aşağılıktır?" Bonfield ile yardımcısı Yüzbaşı Ward, doğruca Fielden'ın konuştuğu arabaya yürüdüler. Ward yüksek sesle, "Illinois eyaleti halkı adına derhal ve sükfınetle dağılınanızı emredi­ yorum!" diye seslendi.

uAma biz zaten sakiniz," dedi Field en. Wa rd emrini bu kere daha yüksek sesle tekrarladı. //Pekala, dağılalırn," dedi Fielden. "Zaten dağılmak üze- reydik." Fielden arabadan indi. Ayağını yere bastığı anda başı üs­ tünden hışırdayarak ve hafif bir parıltıyla geçen bir nesne polis saflannın tam önüne düştü, büyük bir gürültüyle pat­ ladı; Mathias Degan adındaki memur anında ölürken, sekiz onu da ağır yaralandı ve çevredeki camlar kırıldı. Bir anlık şaşkın bir sessizlikten sonra polisler toplanıp ka­ labalığa ateş etmeye başladılar. Gürültü o kadar fazlaydı ki, bazıları top kullanıldığını sanmıştı. Spies konuşmacı araba­ sından inerken bir memur tabancasını onun sırtına nişanladı. Gözucuyla durumu gören Spies'ın kardeşi Henry tabaneayı patladığı anda kavradı ve kasıkianna yediği bir kurşunla ye­ re serildi. Olup bitenin farkında olmayan Spies, paniğe kapıl­ mış olarak kalabalığın arkasından itmesiyle oradan uzaklaştı. Çığlıklar ve iniltiler arasında insanlar kurşun ve cop yağ­ murundan kurtulmak için dört bir yana kaçıyorlar, onlar ara sokaklara girdikçe arkalanndan koşan polisler de dört bir yana ateş ediyorlardı. Bir tek tabancayla yetinmeyen Bonfield, düş­ müş bir polisin silahını da alarak iki elle ateş etmeye başladı. Desplaines karakolundan isyan alarmı verilince kentin her ya­ nında polis arabalan meydana doğru yola çıkn1ıştı. Birkaç da­ kika sonra polisler Haymarket'ı saran üç bloğu ablukaya aldı­ lar ve gördükleri herkesi acımasızca coplamaya koyuldular.

255 İnleyen yaralılar sokağa serilmiş yatıyorlar, kıpırdayacak gücü olanlar sürünerek yakındaki dükkaniara erişmeye çalı­ şıyorlardı; bazıları, arkadaşlarının çekerek sürükled ikleri ara sokaklarda kaybolmuşlardı. Halsted ve Madison sokakları­ nın köşesindeki bir dükkanda küçük bir çocuk kan kaybın­ dan öldü. Olaydan sonraki haftalarda yedi memur ve sivil, aldıkları yaralardan dolayı öleceklerdi ve ağır yaralı sayısı da yüzü aşacaktı. Bütün olay beş dakika içinde olup bitmişti.

Belediye Başkanı Harrison saat 22:20' de eve geldi, soyun­ du ve tam yatacağı sırada uzaklardan top sesine benzeyen bir gürültü duydu. Ya tak odasının penceresini açınca Haymarket Meydanı tarafından gelen tabanca sesleriyle karşılaştı. He­ men giyinip atına atlayarak Desplaines karakoluna koştu . Harrison karakol kapısını açınca korkunç bir manzarayla karşılaştı. On beş yirmi memur yerlerde ve bankoların üstün­ de yatıyorlar, bir avuç doktor ve hemşire kendilerine yardı­ ma çalışırken iniemeleri duvarlardan yankılanıyordu. Yaralı­ lardan pek çoğunun sessizlikleri ve kül rengini almış yüzleri ölüme çok yaklaştıklarını gösteriyordu. Sersemiemiş olan Harrison, Bonfield' a, "Tanrı aşkına, ne oldu?" diye sordu. Gözleri öfkeden ve gördüklerine inana­ maktan dolayı fıldır fıldır dönüyordu. "Haymarket' a vardığımızda, adamlarım ... " "Haymarket'ta ne işin vardı?" diye Harrison adamın sö­ zünü kesti. "Bana söz vermiştin... " "Sizin de kabul ettiğiniz gibi adamlarımı hazır bekletme kararım çok yerinde olmuş," diye Bonfield, gayet sakin bir tavırla karşılık verdi. "Sonuncu konuşmacı Samuel Fielden ­ tahmin edildiği gibi- gerçekten de kalabalığı şiddete başvur­ maları için kışkırttı. Güvenlik güçleri olarak bir kıyıınıönle­ mek üzere Haymarket'a gitmekten başka çaremiz yoktu." "Oysa bu kıyıını siz başlatmış görünüyorsunuz," dedi, omzu üzerinden yarahiara bakan Harrison.

256 "Hiç de öyle değil, efendim. Bu soylu insanlar çok daha büyük bir felaketi önlediler." Harrison öfkeyle, bu adamla tartışmanın bir anlamı yok, diye düşündü. Bu kendini beğenmişliğiyle nasılsa binbir ya­ lan uyduracaktı . Gerçekleri mümkün olduğunca öğrenmeye çalışmalı ve bu herifin itaatsizliğine ne ceza vereceğini daha sonraya bırakmalıydı. "Haymarket'a gidince ne oldu?" "Kalabalığa dağılmalarını emrettim, efendim. Ama polise ateş açtılar. Adamiarım da kendilerini savunmak için karşı ateş açtılar. Sonra kalabalık arasından bir hain üzerimize bir bomba attı.'' "Bomba mı?" "Evet, efendim, bomba." Aptal moroğun gözlerini belki bu açar artık, diye düşündü Bonfield. "Adamlanından bazı­ ları bombanın bir pencereden, bazıları da kalabalığın içinden atıldığını söylüyorlar. Çoğu da bombanın Fielden'ın konuş­ masını yaptığı arabadan atıldığında ısrar ediyor." Sonfield'ın yardımcılarından biri söze karıştı. "Bombanın polise değil, topluluğa atıldığı da söyleniyor, efendim. Bir kalabalığı gayet hızlı bir şekilde ileri itiyorduk, eğer bomba sadece bir iki saniye önce düşseydi işçilerin durdukları yere isabet etmiş olacaktı ..." Bonfield sert bir bakışla yardımcısını susturdu. "Bu görü­ şün yanlış olduğu kanıtlandı, efendim." Inter-Ocean gazetesinden bir muhabir Belediye Başkanı'na ne yapmayı düşündüğünü sordu. "Henüz bir şey söyleye­ mem," dedi Harrison. "Bu olay insanın sadece gerçekiere ba­ karak hareket etmesi gereken bir durum, teorilerle değil. Bu durum beni çok üzdü ... ama bu kenti koruyacağım."

Patlama sesi duyulduğunda Albert, Zepf'in barının pen­ ceresinden dışarı bakmaktaydı. Lizzie, Lucy ve çocuklar da

257 yakınlarda bir masada oturuyorlardı. Patlama o kadar bü­ yüktü ki, başka bir masada oturan Adolph Fischer polisin toplantıya bir Gatling makineli tüfeğiyle saldırdığından korkmuştu. Arkadan silah sesleri gelmeye başlayınca, insan­ lar kurşun yağmurundan kaçmak için bara doluşma ya başla­ dılar. Açık kapılardan içeri bir iki kurşun girince bar sahiple­ ri hemen koşup kapıları kapattılar. Ta m o anda soluk soluğa kalmış olan Spies da içeri daldı. Lizzie ile Lucy adama yardıma koşarlarken, Albert da ço­ cukları kucağına alıp sakinleştirmeye çalıştı. "Korkmayın, yavrularım, korkacak bir şey yok." Bu beklenmedik heyecan­ la Lulu'nun yüzü aydınlanmıştı, ancak Albert Jr. başını baba­ sının omzuna gömdü, gözlerini kapatarak olanca sesiyle ba­ ğırmaya başladı. Biri arka odaya geçerlerse daha iyi korunacaklarını söyle­ yince hep birden oraya girip kapıyı arkalarından kapattılar. Orada zifiri karanlıkta on beş dakika oturduktan sonra biri kapıyı aralayıp dışarı baktı ve ateşin kesildiğini, ortalığın sa­ kin olduğunu söyledi. Zepfin önündeki sokak boştu. O sırada polis de görünme­ diğinden bardaki insanlar dışarı çıkıp hızla çeşitli yönlere da­ ğıldılar. Spies, "Hepimiz derhal tutukianma tehlikesindeyiz," dedi. "Hep birlikte kalarak onların işini kolaylaştırmayalım." Diğerlerini kucaklayarak binadan çıktı. Parsons'la Lizzie de Desplaines Sokağı'ndan evlerine doğru aceleyle yürüdüler. İlk konuşan Lizzie oldu. "İçimizde tehlikede olan varsa, o da sensin, Albert. Kentte kalmamalısın." Albert şaşırarak bir şey söyleyemedi ama Lucy de Lizzie gibi düşünüyordu. "Lizzie haklı. Kentin en tanınmış işçi ön­ deri sensin. Yönetim bu kıyıını mutlaka birinin üzerine ata­ cak ve bunun da kendileri olmayacağı kesin. Bu kriz geçene kadar en az birkaç gün kentten uzaklaşmalısın." "imkansız," dedi Albert. "Bu bir seçenek değil. Dostlarımı geride bırakamam."

258 "Eminim onlar da benim gibi düşüneceklerdir." Lizzie beklenmedik bir tutkuyla konuşuyordu. "Seni severler, gü­ vende olmanı isterler." A1bert'ın hareket için doğru olanı yaptığından emin olma­ dıkça razı gelmeyeceğini bilen Lucy, "Öyle rastgele tutuklan­ ınanıistemezl er," dedi. "Güvenli bir uzaklıktan hareketin ya­ rarı için ne yapılması gerektiğini görür ve kararını ona göre verirsin." Albert, eskisinden daha az sertçe, "Gitmemem daha doğ­ ru olur," dedi. "Israr ediyorum. Bizim için gitmelisin." Lucy kararını v�rmiş görünüyordu. Albert'ın şaşkınlığı, Lucy'nin elde ettiği avantajla hastır­ masını sağladı. "Eğer Bridewell' e tıkılırsan bunun insaniann moralleri üzerinde nasıl bir etki yaratacağını düşün. Ya ço­ cuklarımız? Onların seni evden kelepçelenerek çıkanldığını görmelerini mi istiyorsun? Babalan aylarca, hatta yıllarca ha­ pis yatarsa ne yaparlar? Ya ben ne yapanın?" Lucy kocasına sarıldı, Albert yüzünü kadının boynuna gömdü. "Gerçekten gitmeli miyim?" diye sordu. "Evet... gitmelisin!" Lucy, erkekten uzaklaşıp korkusunun yüzünden belli olmaması için büyük bir çaba harcadı. "Ben de! Ben de!" diye bağıran küçük oğlan, babasının kolunun altına girdi. "Bir dahaki sefere, yavrum," dedi Albert sakin bir sesle. "Söz veriyorum ... bir dahaki sefere ... " Lucy'ye döndü. "Ne­ reye gidebilirim ki?" Lizzie, "Geneva' da bizim eve gidersin," dedi. "Tamam!" diye bağırdı Lucy. "Polis aradaki bağiantıyı he­ men kuramaz, kurduğu zaman da William sana daha güven­ li bir yer bulmuş olur." Albert istemeye istemeye razı oldu. Ama iki kadına henüz ikna olmuş olmadığını ve bir iki gün içinde fikrini değiştire­ bileceğini söyledi.

259 "Eh, o zaman da gelip benim kapımı çalma,'' dedi Lucy. "Doğruca Desplaines karakoluna git. Benim yerime Sonfield seni kollarını açarak karşılayacaktır." Lucy her an ağlayacak gibiydi. Albert karısını kucaklayıp öptü. "Lucy.... " Birbirl erine sıkıca sarıldılar, ağlamaya başlayan Lucy er­ keği iteledi. Gözyaşları arasında, "Hadi, git de çocukları ku­ cakla," dedi. "Bir dakika bile oyalanmamalısın." Albert ço­ cuklarını kucakladı. "Ah, canımı acıttın!" diye bağırdı küçük Albert. "Ah, benim zavallı bebeğim. Özür dilerim ... baban seni ve Lulu'yu o kadar çok seviyor ki ..." Lulu kıkırdayarak annesi­ nin kucağına koştu, küçük oğlan da arkasından gi tti. Lucy kocasını son bir kere daha sıkıca kucakladıktan sonra çocuk­ larını alıp arkasına bakmadan yürümeye başladı. Albert ile Lizzie doğruca Chicago ve Kuzeybatı Demiryo­ lu istasyonuna gittiler. Lizzie, Geneva' daki evinin en yakın istasyonu olan Turner Junction'a bir bilet aldı. Peronun ka­ ranlık bir köşesinde trenin gelmesini beklediler. Sonunda ge­ len trene Albert bindi ve vagonlar ağır ağır istasyondan uzaklaşırken Lizzie onun arkasından el salladı.

Ertesi sabah ülkeyi bir histeri dalgası sardı: Chicago'nun Belediye Sarayı dinamitlenmişti! Kentin yarısı alevler için­ deydi! Anarşistler kenti yağmalıyorlardı! Washington' daki hükümeti ele geçirme planı ortaya çıkarılmıştı! Kızıl Devrim ülkeyi silip süpürüyordu! Paniği basın körüklüyordu. Ülkenin dört bir yanındaki gazeteler, Belediye Başkanı Harrison'ı, Spies ile Parsons gibi fanatiklerin halk önünde özgürce konuşmasına izin verdiği için 'yanlış yola sapmış liberalliği' nedeniyle suçluyorlardı. Editörler ve rahipler, sosyalist ve anarşistleri 'katiller,' 'fana­ tik vahşiler,' 'insanlık dışı pislikler olarak kötülemekte yarı-

260 şa girmişlerdi. Ne gazeteler ne de rahipler Haymarket kıyı­ mında polisin suçlu olduğu ihtimali üzerinde duruyorlar, ak­ sine sayfalarını ve kürsülerini polislerin olağanüstü kahra­ manlıkianna yağdırdıkları övgülerle dolduruyorlardı. Tabii, olayda ne polis ne de devrimci olmayan pek çok sıradan yurttaşında öldüğü göz ardı edilmekteydi. Chicago Times, özellikle Parsons'ı hedef alıyor, onun 'ay­ lardır meşale ve hançeri savunan bir iblis', 'bir zencinin ko­ cası' ve 'tam bir korkak' olduğunu yazıyordu. Lucy'yi şaşır­ tan tek şey, kendisinin 'zenci' olarak tanımlanmasıydı; bu ko­ nunun kamuda tartışıldığından haberi olmadığı gibi, bu du­ rumdan hiç de hoşlanmamıştı. Şok edici haberler art arda gelmeye devam etti. Kıyıının üzerinden yirmi dört saat geçmeden Büyük Usta Emekçi Te­ rence Powderly bir bildiri yayınlayarak, hiçbir namus/u işçi­ nin 'kan ve yıkımın sembolü olan' kızıl bayrak altında yürü­ rnemesi gerektiğini söyledi. Lucy, Powderly'nin bildirisini duyunca yere okkalı bir tükürük savurarak, "Hain Büyük Usta!" diye söylendi. Ondan sonra da Albert'ın kendi sendikası olan Dizgiciler Sendikası'nın 16. Şubesi'nin, polisin kışkırtmasından söz et­ meden 'Haymarket'taki güruhun çirkin eylemi'ni kınayan bir karar aldığını duydu. Lucy elinden geldiği kadar bu ka­ rarı Albert'tan saklayacaktı. Kocası, işçiler arasındaki yanlış anlaşılmalardan ve işçilerin kendi kendini sabote etmelerin­ den yeteri kadar sıkıntılıydı zaten.

Sonfield ertesi sabah erkenden kalktı. Bu yeni durumdan en iyi şekilde faydalanmak için adamlarını toplayıp, müm­ kün olduğu kadar sendikacıyı yakalamak ve toplantı yerleri­ ni basmak üzere kentin dört bir yanına saldı. Tu tuklama emirleri ve kesin suçlamalar gibi şeylerle kafasını yormayan Bonfield, çok geçmeden nezarethanelerini kelepçeli ve sık sık dövülen yüzlerce tutukluyla doldurmuştu.

261 Basılıp kilitlenen yerlerden ilki Zepfin Sa lonu 'ydu. Onun ardından, başlarında Bonfield'ın bulunduğu ekip Greife girdi­ ğinde grevdeki yü k taşıyıcılar sendikasının bir toplantısı yapıl­ maktaydı. Bonfield toplantı yöneticisine herkese sağ elini ha­ vaya kaldırhp, "dün geeeki korkunç cinayeti işleyen sosyalist­ lere sempati duymadıklarına" yemin ettirmesini istedi. Bütün eller havaya kalktı. Bonfield ondan sonra arasını da kapattı.

Polis Haymarket'ta ateşe başlar başlamaz Sam Fielden di­ zinden yaralanmıştı. Kurşun dizini delip geçtiği için meydan­ dan kaçıp topaHayarak evine giderken sancılar içinde kıvranı­ yordu. Polis ertesi sabah kendisini yatağından kaldırdı, yarası­ nın önemsiz olduğunu söyleyerek Emniyet Arnirliği'ne kadar yürüttü. Emniyet Amiri Ebersold, Fielden'ın yaralı numarası yaptığına karar vererek dizindeki sargıyı açmasını söyledi. Ama sonra parçalanmış etlerini görüncebaşını çevirdi ve Fiel­ den'ın alnını göstererek kurşunun asıl oradan girmesi gerekti­ ğini söyledi. Fielden mahzendeki bir hücreye kapatıldı.

Haymarket toplantısı gecesinde George Engel, evinde is­ kambil oynuyordu. Spies, Fielden ve Parsons'ın her zamanki ihtiyatlı basmakalıp sözlerini tekrarlayacaklarından emin ol­ duğundan toplantıya gitmeye gerek görmemişti. Spies'la si­ lahlı mücadele konusundaki tartışmadan sonra artık konuş­ ınuyarlardıbile. Üstelik o gece bir dostu gelip toplantı yerine bir bomba atıldığı haberini verdiği zaman bile, Engel eylemi hor görmüştü. "Şiddet sadece tek bir sivri akıllıdan değil, kit­ lelerden geldiği takdirde kabul edilebilir," dedi. Polis, Engel'in dairesini aramaya geldiğinde, memurlar­ dan biri galvanize demirden seyyar bir ocak buldu. Bu bir te­ sisatçı ocağına benziyordu ama çok garip bir şekli vardı. En­ gel aletin nereden geldiğini ya da ne için kullanıldığını bil­ mediğini, kendisinin bir araba fabrikasında boyacı olarak ça­ lıştığını söyledi. Ocağı da emniyet amirliğine götürmeye ka-

262 rar verdiler. Ebersold bunun dinarnityapımı için kullanılıyor olacağını tahmin etti. Ancak alet incelendiğinde hiç yakılma­ mış olduğu ve patlayıcı yapımında kullanılamayacağı ortaya çıktı. Engel yine de tu tuklandı.

5 Mayıs sabahı saat sekiz buçukta, başlarında Emniyet Amiri Sonfield'ın kardeşi D�dektif Sonfield'ın bulunduğu yedi kişilik bir sivil ekip, Arbeiter-Zeitung ve Alarm'ın bürola­ rının bulunduğu Beşinci Cadde'deki 107 numaralı binanın merdivenlerini koşarak çıktılar. Lucy ile Lizzie de birkaç sa­ atlik huzursuz bir uykudan sonra şafak sökerken oraya git­ mişler, kentte dolaşan resmi yalanları çürütecek bir yazı ha­ zırlamaya koyulmuşlardı. Schwab, Fischer ve Spies da Arbe­ iter' a aynı amaçla erken gelmişlerdi. Dedektif Bonfield, Spies'ı tanıyarak hemen ona döndü: "Sen denilen iblis değil misin?" "Adım Spies'tir, ama iblis olduğum söylenemez." "Hey, çocuklar!" diye Spies'ı göstererek, diğerlerine ses­ lendi Bonfield. "Şu surata bakın, şu kurt dişlerine bakın! He­ rif utanmadan Şeytan'ın ibiisierinden olmağını iddia edi­ yor... hah!" Spies kendine hakim olmaya çalışarak, 'beklenmedik zi­ yaretçileri' için ne yapabileceğini sordu. "Bizimle gelmeye hazırlanabilirsin," diye bağırdı James Bonfield. "Biz polis memurlarıyız. Tu tuklusun." Ertesi gün Times'ın yazdığına göre bu noktada, "Sözleri ve yazıları onca felakete ve son günlerde kan dökülmesine yol açan bu kor­ kak sefiHerin yüzleri kül rengine dönüşmüştü ... Fischer san­ ki Cehennem' de donmuş gibi olduğu yerde kah vermişti. Michael Schwab yaprak gibi titriyor ve ceketini iliklemekte güçlük çekiyordu. Haklı olarak öfkeye kapılan memurlar bu işi onun yerine hiç de nazik olmayan hareketlerle yaptı." Bonfield gösterişli bir tavırla bumunu kanşhrdı, sonra Spi­ es'ın yanına gidip sümüklü parmağını Spies'ın ceketinin kolu-

263 na sildi. Üç adam ondan sonra sürüklenerek sokağa çıkarıldı­ lar, bekleyen polis arabasına bindirildiler ve tu tuklanmak üze­ re Belediye Sarayı'ndaki Merkez Karakolu'na götürüldüler. Lucy ve Lizzie tutuklanmamışlardı. Arkadaşları götüröl­ dükten sonra iki arkadaş gözyaşiarına hakim olmaya çalışa­ rak hemen Alarm'm acil sayısını hazırlamaya başlamışlardı. Onlar bu işle bir saat kadar uğraştıktan sonra birden Oscar Neebe geldi. O da kent eteklerinde çalıştığı için bir gece ön­ ceki kıyameti yeni duymuş, hemen gazeteye koşmuştu. Lucy ile Lizzie, Neebe'ye olayları anlatırken, ikinci polis grubu yine koşarak yukarı çıktılar. Bu kez yanlarında daha önce Emniyet Amiri Bonfield'a 'önce baskını yap, yasayı son­ ra düşünürsün' tavsiyesinde bulunan da Cook Kasabası sav­ cısı Julius Grinnel ile Carter Harrison vardı. Kamuoyu baskı­ sına dayanamayan Belediye Başkanı, önceki tutumunu de­ ğiştirmeye ya da en azından bir baskına katılmaya karar ver­ mişti. Yüzü bembeyaz ama kararlıydı. Memurlardan beşi bir önceki baskında girmedikleri üçün­ cü kata girdiler ve orada buldukları dizgicileri hemen tutuk­ ladılar. Bu arada Harrison da Neebe' e Ala rm ve Arbeiter'la ilişkisini soruyordu. "Ben August Spies'ın arkadaşıyım," dedi Neebe. "İki ga­ zetede de çalışmıyorum." "Neyle geçiniyorsun peki?" "Eskiden tenekeciydim, hem de ustaydım, ama 1877 de­ miryolu grevini destekiediğim için işten atıldım." "Şimdi ne yapıyorsun?" diye sordu Harrison, sabırsız bir sesle. uKardeşimle küçük bir maya şirketi kurduk, onunla geçi- niyorum." "Yanında çalışan var mı?" "Yok, efendim. Ama olsaydı sekiz saat çalışırlardı." Çirkin bir baskı altında dürüst bir insan olan Harrison, Ne- ebe'nin gereksiz yere kışkırtıcı davrandığını hissediyordu.

264 Canı sıkılarak, "Belki de biliyorsun, ben de sekiz saatlik çalışmayı destekliyorum," dedi. "Bunu biliyorum, efendim. Siz işçi dostu olarak tanınan birisi niz." Harrison'ın yüz hatları hafifçe gevşedi. "Öyle olmaya ça­ lıştım. Ama sizler benim işimi her zaman kolaylaştırmıyor­ sunuz." Lucy ile Lizzie öfkeyle birbirlerine baktılar. Savcı Grinnell'in memurları bu arada tutuklulanyla dar merdivenden aşağı inmişlerdi. Harrison onları izlemek için çıkarken tekrar odaya döndü. "Matbaanızın bir daha kışkırtıcı yayınlar basmayacağına dair söz vermenizi istiyorum," dedi. "Gerçek, çoğunlukla kışkırtıcıdır," dedi Lucy. "Bizden gerçekleri yazmamamızı mı istiyorsunuz?" "Beni fazla zorlamayın, Bayan Parsons. Ben sizinle, sizin derhal tu tuklanmanızı isteyenler arasında kalıyorum." Neebe hemen öne çıktı. "Gazetenin bu sabahki sayısını ben bizzat okuyacağıma söz veriyorum, efendim. Dizgicileri­ mizi tutukladığınıza göre eğer gazeteyi çıkarabilirsek tabii. Kışkırtıcı bir yazı çıkmayacağına dair size söz veriyorum." Lucy, neredeyse kendi kendine konuşur gibi, "Bu da ya boş sayfalı ya da her sayfası Haymarket Meydanı'nı kana bo­ ğan kahraman polislere övgülerle dolu bir gazete demek. Belki de Emniyet Amiri Bonfield' dan bize bir yazı yazmasını istemeliyiz." Neebe gözleriyle Lucy'ye ağzını tutması için yalvanrken, Lizzie de arkadaşının kolunu sessizce sıkarak onu destekledi. Lucy'yi duymazdan gelen Harrison, Neebe'ye döndü. "Sizin sözünüze güveniyorum," dedi. "Sözünüzü tutmadığı­ nız takdirde bunun sonucunun çok ağır olacağını biJmelisi- - niz." Harrison sonra dönüp odadan çıktı. Lucy, Harrison'a söylediklerinin tartışma konusu yapıl­ masını önlemek amacıyla, "Hemen işe koyulalım," dedi. "Bu

265 kadar kısıtlamayla Arbeiter'ı bir genelge biçiminde çıkarmayı düşünn1eliyiz." "Bunu bile yapabilecek dunımda mıyız?" diye sordu Ne­ ebe. Arbeiter'ın parasal ihtiyaçlarını karşılayan Sosyalist Ya ­ yıncılık Derneği'nin yönetim kurulundaydı ama gazete çıka­ rılmasıyla hiç ilgilenmiş değildi. "Yani, dizgiciler dahil mat­ baadaki herkes tutuklandı. Sadece üçümüz kaldık." "Bu işi ne olursa olsun yapmalıyız," dedi Lizzie. "Bizi ezemeyeceklerini göstermeliyiz." "Ya Alarm?" diye sordu Neebe. Lucy güldü. "Bir gazeteyi nasıl çıkaracağını düşünürken şimdi de iki tane çıkarmak mı istiyorsun? Hayır, Neebe, şu an için Alarm'ı bir kenara bırakmalıyız." Sonra üzgün bir ses­ le ekledi. "Sadece şu an için olacağını umarım, yani." Ta m o sırada merdivenlerde yine polislerin ayak sesleri duyuldu. Bu kez odaya kararlılıkla dalanlar başka bir ekip­ tendi. Başlarındaki dedektif hemen adamlarına dosya dolap­ larını, çekmeeeleri ve kutuları boşaltmalarını emretti. Hepsi yere yığılan evrak arasında, 'komplocuların terörist niyetleri­ nin kanıtları olarak' merkeze götürülecek 'kışkırtıcı' malze­ me aranmaya başlandı. Adamları o işle uğraşırken, dedektif birden Lizzie'ye dö­ nüp hiçbir açıklama yapmadan tutuklandığını bildirdi. Ka­ dın itiraz edince de çenesini kapatmadığı takdirde onu bir yumrukta yere sereceğini söyledi. Lucy müdahale etmeye ça­ lışınca bir başka memur kendisini bir iskemieye itti, 'siyah orospu' diyerek onu de yere sermekle tehdit etti. Baskıncılar az sonra Lizzie'yi alarak çekip gittiler. Lucy öfkeli, Neebe ise şaşkındı. "Anlamıyorum," dedi. "Neden bizi değil de, Lizzie'yi al­ dılar?" Yere saçılmış evraklar, mektuplar ve tashihler arasında öf­ keli adımlarla odayı arşınlayan Lucy, "Çok basit," dedi. "Se-

266 ni aşırılıkçı biri olmakla suçlayacakları bir hikaye uydurmak­ ta güçlük çekecekler. Senin ne böyle bir şöhretin, ne de geç­ mişin var." Lucy'nin kendisinden sa nki gerçek bir eylemci değilmiş, polisin uğraşmaya değer bulmadığı biriymiş gibi bahsetmesi karşısında Neebe hafifçe kırılmıştı. "Ben fırıncılar ve bira iş­ çilerinin başta gelen örgütçülerinden biriyim," dedi. Savun­ ma konumunda kaldığı için kendini tuhaf hissediyordu. Lucy onu dinlemiyordu bile. Lizzie'yi düşünüyordu. Kend isine kim yard ım edebilirdi? Kime haber verebilirdi? Geneva'daki William'a telgraf çekse miydi? Yoksa bu Al­ bert'ın saklandığı yeri tehlikeye atmak mı olurdu? "Ayrıca sen aşırılık yanlısı olarak tammyorsım," diye Ne­ ebe devam etti. "Seni neden tutuklamadılar?" liGayet aşikar bir nedenle. Onları Albert'a götüreceğiınİ umuyorlar. Baş İblis'in tu tuklanmamış olması kamuoyunu öfkelendirdi .... Çok dikkatli olmalıyım." Lucy kendi kendine konuşur gibiydi. Eşyalarını toplamaya başladı. 11Neebe, ben çocuklarıma bir baksan1 iyi olacak. Polisten herşey beklenir." ��Peki, Arbeiter ne olacak? Onu yayınlamaktan tamamen n1i vazgeçeceğiz?" "Kesinlikle hayır! Chicago işçilerinin Times ve Tribıme' de­ ki pislik ve yalanlardan başka okuyacak bir şeyleri olmalı. Mümkün olduğu kadar çabuk döneceğim. Herhalde sadece tek bir sayfa çıkarabileceğiz. Sen onu hazırlarsan bizim ba­ sım işlerimizi yapan Burgess'e götürüp birkaç bin tane bastı­ rabiliriz. İki saatten fazla kalmam."

Lucy evine vardığında polisler oradaydı ve onun gelmesine rağmen evi altüst etmeye devam ettiler. Beş yaşındaki Lulu du­ nın1u sakinlikle kabullenmiş, bez bebeğiyle oynuyordu. Ama ödü patlamış olan küçük Albert, yaşlı gözlerle bir köşeye sin-

267 mişti. Lucy sonunda oğlanın gözlerini kurulayıp konuşmaya ikna edince, çocuk polisin kendisini bir halıya sarıp odanın içinde durmadan çevirirken, "Baban nerede saklanıyor? ... Bize söylesen iyi edersin, çocuk. .. Senin baban bir katildir... Onu zenciler gibi asacağız ... onu bir daha asla canlı göremeyecek­ sin!" diye bağırdıklarını anlattı. Lucy polislere, "Gangsterler! Haydutlar!" diye öyle bir öfkeyle bağırdı ki, kendisini kollann­ dan tutmak zorunda kaldılar. Yine de Albert'ın yerini bildiğine ve kendilerini oraya götürebileceğini umarak tutuklamadılar. Günün geri kalanı bir tür kedi fare oyunuyla geçti. Çocuk­ larını alan Lucy boş dairelere giriyor, binaların arka kapıların­ dan ve bahçelerinden geçiyor, arkadaşlarıyla görüşebileceği bir zaman kazanmak için peşindeki polisleri atlatmaya çalışı­ yordu. Ama polis izini bir an bile kaybetmedi. Öğleden sonra artık bitkin bir halde ve polisten kurtulduğunu sanarak bir ar­ kadaşının evine kapağı attı. Ama polis de arkasından binaya daldı ve çaresizlikten cinnet getirmiş gibi evi darmadağın etti. Korkutma çabaları bir işe yaramayınca Lucy'yi tutukladı­ lar; gün sona ermeden sinirlerini bozmak ve hatta belki de delirtmek için tam dört kere tutuklayıp serbest bırakmışlardı. Her tutuklanmada Lucy polislere hakaret yağdırmış, bir tek soruyu bile cevaplamamıştı. Yine de her defasında kendileri­ ni Albert'ı götüreceğini umarak salıvermişlerdi. Lucy, Arbeiter bürosuna bir daha gidemedi, ama Oscar Ne­ ebe de tek başına işi başarmıştı. Bir sayfalık gazeteyi tamam­ layınca Lucy'nin dediği gibi Burgess Basım Şirketi'ne götür­ dü ama şirket gazeteyi basınayı reddetti. Burgess, Neebe'nin kulağına işyerinin bulunduğu binanın sahibinin Chicago Ti­ mes olduğunu ve Arbeiter'ı bir daha bastığı takdirde kira kont­ ratını iptal edecekleri tehdidinde bulunduklarını fısıldadı. Neebe saatlerce matbaa matbaa dolaştıysa da her yerde aynı korku dolu yüzler ve olumsuz cevapla karşılaştı. So­ nunda küçük bir sosyalist işyeri gazeteyi gizlice bastı ve Ne-

268 ebe de kendi eliyle işçi birahanelerine ve kulüplerine dağıttı . Yazısında şöyle diyordu: "Tutuklanan yoldaşlarımızın yerini bizler aldık. Daha fazla tutuklama yapılırsa, bizim yerlerimi­ zi de başkaları alacaktır... Bu hareket egemen sınıfların data­ verelerine rağmen ilerlemeye devam edecektir." Gazetenin bir nüshası Chicago Times'ın eline düşmüş ve 8 Mayıs'taki manşette dili 'eğlendirici' olarak nitelenmişti. 10 Mayıs'ta, Haymarket'ta bombanın patlamasından bir hafta bile geçmeden yüzlerce kişi hapse ahlmışve sendika ga­ zetelerinin çoğu bir daha açılmamak üzere kapahlmışh. Bas­ kınlar ardı arkası kesilmeden devam ediyordu. Yüzbaşı Micha­ el Schaak, kamuoyunu korkutmakta John Bonfield' dan bile ile­ ri gidiyor, zaman zaman yeni bir silah deposu bulunduğunu, kenti felce uğratacak yeni bir anarşist komplosunun açığa çıka­ rıldığını bildiriyordu. Schaak'a bu çabalannda Chicago ticaret aleminin sağladığı 100bin dolarlık bir fon yardıma olmaktay­ dı; Haymarket olayından sonra, aralanndaMarshall Field, Phi­ lip Armour ve Cyrus McCormick'in de bulunduğu Yurttaşlar Birliği'nin üç yüz ileri gelen üyesi bu fona bağışta bulunmuş­ lardı. Kent Kurtanası olarak bu yeni ününün de keyfiyle Scha­ ak, her yerde bomba ve silah görme saplanhsına tuhılmuştu; kamuoyunun heyecanını hep üst noktada tutmak için polisin de, dağıttığı anarşist gruplar yerine yeni anarşist gruplar kur­ masını ve sonra onlara baskınlar düzenlemesini bile önermişti. Adamları en sonunda o kadar aradıkları dinarnitin izini Haymarket'taki patlamadan on gün sonra, eski ev sahibi, iş arkadaşı ve sözde militan yoldaşı William Seliger'in ihbar et­ tiği genç marangoz Louis Lingg'in Ambrose Sokağı'ndaki evinde buldular. (Seliger'e iyi bir ödül verilmiş ve Alman­ ya'ya gönderiln1işti). Lingg, Chicago'ya daha on ay önce Al­ manya'dan gelmişti ve daha şimdiden kendi deyimiyle 'po­ lisin daha kaba kuvvetiyle mücadele için kaba kuvvet kulla­ nılması'nı savunuyordu. Polisler odasına girdiklerinde

269 Lingg şiddetle durendi. Hatta birinin boğazını sıkarak bayılt­ mıştı ki, bir diğeri kafasına copunu inciirince yere devrildi ve hemen üzerine atlayıp kelepçelediler. Lingg'in sandığında iki bomba, iki tabanca ve çok miktarda mermi bulundu. Chi­ cago Daily News ertesi gün bu heyecanlı haberi şöyle veriyor­ du: "Polis 4 Mayıs gecesi polislerin üstüne dinarnit atan ada­ mı bulup tutuklamıştır." Gazete, Lingg'in Haymarket top­ lantısına katılmadığından söz etmeyi ise gereksiz bulmuştu.

Lizzie tutuklandıktan sonra dört gün hiç kimseyle görüş­ türülmedi ve bu süre içinde kendisine yönelik herhangi bir suçlamada bulunuln1adığı gibi, bir ziyaretçiyle ya da bir avu­ katla görüşülmesine de izin verilmedi. Sonra 9 Mayıs'ta yine hiçbir açıklama yapılmadan aniden salıverildi. Lizzie doğru­ ca Lucy'ye gitti ve orada polisin Geneva' daki evini bastığım öğrendi. Lucy, Albert'la William'ın bir baskın yapılacağını aniayarak daha önceden evi terk ettiklerini söyledi. Lizzie aradan bir saat geçmeden evine gitmek üzere yola çıktı.

Albert, Geneva'ya 5 Mayıs günü öğle saatinde gelmişti. Holmes kendisini hararetle karşılamış, sabah gazetelerinde çıkan haberleri bildirmişti: Anarşistler Chicago'yu kundakla­ mışlardı ve şimdi yardakçılarıyla birlikte yakalandıkları yer­ de kurşuna diziliyorlardı. Albert'ın aklına ilk gelen şey he­ men geri dönmek oldu. Holmes onun o gece dönmemesi için çok uğraşmış, Albert ancak saatler süren tartışmalar ve yalvarmalardan sonra sa­ baha kadar kalmayı kabul etmişti. Ertesi günün gazeteleri de bu söylentileri doğruladığı takdirde, Holmes Chicago'ya bir­ likte döneceklerine söz vermişti. Ertesi sabah gazeteler yangın ve kıyım haberlerini yalan­ laınıştı ama yine de çok ürkütücü haberler vardı: Lizzie da­ hil bütün çevresi tutuklanmıştı, bir numaralı halk düşmanı

270 ilan edilen Albert Parsons aranıyordu ve Chicago'ya ayak bastığı anda hemen tutuklanacağı ya da öldürüleceği bildiril­ mekteydi. Lizzie'nin nezarete alınmasıyla polisin Holmes'la­ rın evini basmalarının sadece bir saat -ya da dakika- mesele­ si olduğunun farkındaydılar. Çok acele karar vermeleri gerekiyordu. Albert hala Chica­ go'ya dönülmesinden yanaydı, ama Holmes ona sağ kalma­ sının ailesi için gerekli olduğunu, histeri dalgası yatıştıktan sonra hala yapıcı bir rol oynama şansı varken hayatını feda etmesinin romantik bir saçmalık olacağını söyledi. Albert ba­ ğırıp çağırdı ama sonunda pes edip saklanmaya karar verdi. Holmes hemen Wisconsin' de Wa ukesha' daki arkadaşı Daniel Hoan'a bir haber göndererek bir dost'un yanına gele­ ceğini bildirdi. Albert bıyığını keserek görünüşünü büyük öl­ çüde değiştirdi: solgun ve kırışıksız yüzü kendisini otuz se­ kiz yerine on sekiz yaşındaymış gibi gösteriyordu. Sonra ya­ kasını ve boynundaki eşarbı çıkardı, pantolon paçalarını çiz­ melerinin içine soktu, üstüne başına biraz çamur sürdü ve iş­ siz bir genç serseri tipine büründü. Holmes, Albert'ın Elgin'e gidip oradan Waukesha trenine binmesini tavsiye etti. İki dost birbirlerini sıkı sıkı kucaklaya­ rak yakında tekrar görüşmeye söz verdiler. Albert avare bir serserinin kambur ve sallantılı yürüyüşüyle boş yolda ilerler­ ken, Holmes arkasından baktı. Ertesi sabah ilçe şerifi, yar­ dımcısı ve bir Pinkerton dedektifi, Holmes'un evine gelip her tarafı didik didik ederek aradılar, ama evde ne suçlayıcı bir şey, ne de saklanmış birini bulmanın öfkesiyle çekip gittiler.

Eliili yaşlarında basit bir adam olan Daniel Hoan, kapısının vurolduğunudu yduğunda gazete okuyordu. Gelenin Parsons olduğunu anlamışb. "İçeri buyur, Ta nrı senden razı olsun," di­ yerek, parıldayan gözlerle konuğunu içerialdı . Elleri heyecan­ dan titriyordu. "Seni buraya Ta nrı gönderdi, en doğru yere geldin. Burada öz evladımmışgibi güvende olacaksın."

271 Albert adama teşekkür etti, önüne koyduğu yemekleri ye­ di. Sonra iki adam oturup Albert'a yeni bir kimlik düşündü­ ler. Çok geçmeden de gezici bir marangoz olan 'Bay Jackson' adı üzerinde anlaştılar; kornşulara Hoan'un küçük tulurnba atölyesinde birkaç hafta çalışacağı ve evinde bir iki onarım yapacağı söylenecekti. Hoan, konuğunun yeni kimliğine uy­ gun olan bol gri bir ceketle geniş kenarlı bir de şapka buldu. Parsons'ın kır düşmüş saçları ve sakalı birkaç hafta sonra iyice uzarnıştı ve artık yıllardır olduğu gibi boyarnıyordu. Bol giysileri, kır sakalıyla onu gören köy kadınları, sohbeti böylesine ilginç olan bu adarnın kılıksız ve bakırnsız haline çok geçmeden acımaya başlamışlardı. Hatta çoğu biraraya gelip ona yeni bir ceket almaktan bile söz etrnekteydiler. Albert sanki saklayacak bir şeyi varmış gibi gölgede kal­ manın daha çok kuşku çekeceğini düşünerek köylüler arası­ na karışrnıştı. Köylüler onun alçakgönüllü ta vırlarından, ze­ kasından, Hoan'un evinin saçaklarını onarırken çocuklara kölelerin güç yaşantılarından, kentin büyük fabrikalarında çalışanların sıkıntılarından söz etmesinden pek hoşlanrnış­ lardı. Hoan bir keresinde onun, çocuklara, "İnsanlar koşulla­ rının izin verdiği ölçüde iyidirler," dediğini duymuştu. Wa ukesha yemyeşil tepeler arasında, berrak pınarları olan güzel bir köydt). Parsons sabahları tulurnba atölyesin­ de çalışmaya başlamadan önce bir saat kadar kırlarda gezi­ nirdi. Va diye yukarıdan bakan Spence Tepesi'nde çok hoşu­ na giden bir yer bulmuştu ve her akşam oraya giderdi. Me­ kanın sakinliği, üzerinde çifte etki yaratıyordu; sessizlik ru­ hunu huzura kavuştururken, gündüzün sıkı bir çalışmayla hafifleyen incinmiş duyguları tekrar su yüzüne çıkıyor, Lucy'yle çocuklarını özlüyor, hapse atılmış dostlarının ka­ derlerine üzülüyordu. Parsons, Waukesha' da iki hafta kaldıktan sonra çeşitli aracılar vasıtasıyla William Holmes' a bir mektup ve onun

272 aracılığıyla da Lucy'ye bir iki ra hatlatıcı haber gönderebildi. Mektubunda, "Hala Chicago'ya dönmem gerektiğini düşü­ nüyorum," diyor ve Lucy'nin arkadaşlarından kendisinin yeniden aralarına dönmesinin ne zaman iyi olacağını öğren­ mesini istiyordu. Yine dolambaçlı yoldan gelen haberde arkadaşlarının bö­ lündüğü bildiriliyordu. Çoğu, Albert'ın şimdilik uzakta kal­ masının doğru olacağını, dönüşünün yoldaşlarının kaderini değiştirmeye en ufak bir katkıda bulunamadan kendi canını tehlikeye atacağını düşünüyorlardı. Dönüşünün yararlı ola­ bileceğini düşünenler bile acele etmemesini söylemekteydi­ ler. 17 Mayıs'ta büyük bir jüri toplanmış, ancak henüz suçla­ malarda bulunmamıştı. Ya kınlarda kurulan bir Savunma Ko­ mitesi, kiralayacak bir tek salon bulamamış ve 22 Mayıs'taki ilk toplantısını üyelerden birinin bürosunda yapmak zorun­ da kalmıştı. Chicago' dan gelen mesaj kısaca şuydu: her şey karmakarışık; acele etme. Büyük Jüri 27 Mayıs'ta kararını verdi. Engel, Fielden, Fisc­ her, Lingg, Neebe, Parsons, Schwab ve Spies, Haymarket Meydanı'nda bombanın patladığı ilk anda ölen polis Mathias Degan'ın 'öldürülmesi'nden ve aldıkları yaralardan dolayı daha sonra hayatını kaybeden diğer alh memurun ölünuerin­ den 'olay öncesi suçortağı' olarak sorumlu bulunmuşlardı. Listedeki adlar arasında herkesi şaşırtan, Neebe'ninkiy­ di. Neebe yorulmak bilmeyen bir sendika örgütçüsüydü, ama Uluslararası Emekçiler Birliği'yle bir ilgisi yoktu ve as­ la silahlı savunma lehinde konuşmuş değildi. Yıllar sonra, Neebe'nin işçilerini örgütlediği bira fabrikalarından birinin sahiplerinin: büyük jüriyi, onu da suçlaması için ikna etmek üzere 90 bin dolar harcadıkları ortaya çıktı. Karar çıkar çık­ maz Neebe tutuklandı, ancak aleyhindeki kanıtların zayıf olduğu sanki kabul ediliyormuş gibi kefaletle salıverildi. Parsons dışında diğer sanıklar zaten tutukluydular ve 21

273 Haziran' daki yargılanmalarını beklemek üzere Merkez Ka­ rakolu'nd<ınCook Kasabası Hapishanesi'ne gönderildiler. Bir iki sendika ile Sa vunma Komitesi, Neebe'nin kefaleti­ ni denkleştirip tutukluları savunmak üzere, yirmi sekiz ya­ şındaki Moses Salon1on ile, baroya yeni kabul edilmiş olan yirmi altı yaşındaki yardımcısı Sign1und Zeisler'i tuttular. Her ikisi de yetenekli kişilerd i, ama yaygın bir ünleri ya da mahken1ede ün yerine geçecek baskın bir tavırları yoktu. Sa­ vunma Komitesi'ne avukat ekibinin başına daha kıdemli bi­ rinin getirilmesi sorumluluğu verildi.

William Perkins Black, Chicago' daki şirket avukatlarının en önde gelenlerinden biriydi. Kırk dört yaşında, ciddi tavır­ lı ve yakışıklı bir adam olan Black, on dokuz yaşındayken İç Savaş'ta Pea Ridge Muharebesi'nde gösterdiği kahramanlık­ tan dolayı Kongre Şeref Madalyası almışt�. 1882'de Kongre seçimlerini kaybetmişti gerçi, ama geleceğinin parlak oldu­ ğunda herkes hemfikirdi; seçimde, Rus popülist hareketini savunan konuşması anlaşılmaz olarak görülmüşse de, sade­ ce bir avuç oy fa rkıyla Kongre üyeliğini kaçırmıştı. Pek çok kimse o 'yanlış adın1'a rağn1en Yüzbaşı Black'in (böyle tanı­ nıyordu) elli yaşına gelmeden Va li olacağına inanıyordu. Black'le çekici ve alçakgönüllü bir kadın olan karısı Hor­ tensia, bütün doğru ilişkileri kurmuşlardı. Sınıflarının adetle­ rine uyan insanlardı: arabayla gezintiler, kartvizitler, ısınarla­ ma giysiler, Bornique'lerden (günün saygın karıkoca dans öğ­ retmenleri) dans dersleri, pahalı Fransız şarapları ve uzman pasta şefleriyle ünlenmiş zengin ve ayrıcalıklı oniks saraylar olan Rector, Henrici ya da Kinsley restoranlarında yemekler. Yüzbaşı Black, Chicago Kulübü'nde yemek yerken kentin seçkinleriyle iş ve politika konuşur, Chicago Atletizm Kulü­ bü'nde düzenli olarak egzersiz yapardı. Seçkin üyelerinin in­ sanlar arasında terli görünmeme ihtiyacını çok iyi bilen bu kulübün kapalı hentbol, squash ve rakettopu kortlan vardı.

274 1 Haziran akşamı Savunma Komitesi'nden beş kişilik bir heyet Yüzbaşı Black'in evinin kapısını çaldı. Heyetin başın­ da, bilgili olmasıyla tanınmış ve pek çok belediye görevine aday olmuş, ılımlı sosyalist Dr. Ernst Schmidt vardı. Schmidt 'aşırılık'tan hoşlanmadığı için Uluslararası Emekçiler Birli­ ği'ne girmemişti ama tu tukluların iyi bir savunmayla koru­ nup adil biçimde yargılanmalarında da kararlıydı. Yüzbaşı Black, heyeti çalışma odasında kabul etti ve ken­ dilerine herhangi bir girişte bulunmadan, ama saygıyla ne­ den geldiklerini bildiğini söyledi. Daha önce başka avukatla­ ra gitmiş ve reddedilmiş olduklarını da biliyordu. "Doğru," dedi Dr. Schmidt. "Üstelik hiç dinlenmeden reddedildik. Söz konusu beyler durumun adilliği konusun­ daki fikirleri ne olursa olsun, bu kadar kötü ün salmış bir da­ vayla ilgilenmenin sonuçlarını göze almaya hazır olmadıkla­ rını söylediler." "Benim tavrıının farklı olacağına neden inanıyorsunuz?" diye sordu Black. Heyetten başka biri, "Daha önce de popüler olmayan bir davayı, Rus popülistlerini savunmak için Kongre seçimini kaybetmeyi göze almış olduğunuz için," dedi "Ayrıca, çok dürüst bir insan olarak bilindiğiniz için. Bir adaletsizlik du­ rumunda konuşmaktan kaçınmayacağınız için." Black gülümsedi. "Karakterimi bu kadar cömertçe değer­ lendirdiğiniz için size teşekkür ederim, bayım. Ama şunu da belirtmeliyim ki, eğer seçimi kaybetmeme mal olacağını bil­ seydim Ruslardan hiç söz etmezdim." Dr. Schmidt, "Açıksözlülüğümü mazur görün ama size inanmıyorum," dedi. Black bir kahkaha ath. "Beni saflarımza çekmek için aşırı pohpohlama stratejisini seçtiniz demek." "Hiç de değil. Biz karakterinizi bizim gördüğümüz gibi ta­ nımladık. Gördüğümüz şey de, gerçeğe duyulan tutkudur."

275 Black yerinden kalkıp odanın içinde gezinmeye başladı. Bir­ kaç dakika sonra, "Beyler, sizin benim hem Bay Spies'la hem de Bay Parsons'la tanıştığımı biliyor musunuz?" diye sordu. Heyet üyeleri arasında şaşkın bir mırıltı dolaştı. "Hayır, Yüzbaşım, bunu bilmiyorduk," dedi Dr. Schmidt. "Evet," diye devam etti Black. "Pek çok kez onları dinle­ meye gittim. Parsons'ın kendisiyle alay eden kalabalığı hak ettikleri şekilde büyük bir zarafetle azarladığı Batı Ya kası Fel­ sefe Derneği'nin ünlü toplantısında ben de vardım." Başka biri bundan cesaret alarak Black' e kendini bir sos­ yalist olarak görüp görmediğini sordu. Black güldü. "Hayır! Ama koşullardan haberdarım ve sosyalizmin umutsuzluk ve çaresizliğin ürünü olduğunu bi­ liyorum." Black gereğinden fazla konuşmaktan pişman olarak tek­ rar konuya döndü. "Neyse, beyler, teklifinizi kabul etsem bi­ le, bu davayı kazanacağıma inanmıyorum. Ben bir şirket avukatıyım ve ceza davalarında fazla deneyimim yoktur." Black'in ahlaki duraksamasının kaynağının parasal oldu­ ğunu sanan biri, "Size bir avans verebiliriz," diye atıldı. "Sa­ vunma Komitesi'ne çoğu sıradan insanlardan olan küçük miktarlarda bağışlar verilmeye başlandı ve her gün biraz da­ ha artıyor." Black alınmıştı, sesinde hafif bir sertlik belirdi. "Sizi temin ederim ki, alacağım para, hatta para alıp almayacağım, kara­ rımda hiçbir rol oynamayacaktır." Dr. Schmidt adamı hemen onayladı. "Elbette. Bizler... " Eliyle tüm heyeti gösterdi. " ... sadece hukuki işlemler için ge­ rekli paranın mevcut olduğunu bildirmek istemiştik. Sekre­ ter veya yardımcı desteğinden yoksun kalacağınızı düşün­ menizi istemeyiz." "Böyle çok kişiden bağış geldiğini duyduğun1a sevin­ dim," dedi Black. "Doğrusunu isterseniz, bu hasmane iklim­ de buna şaşırdığımı da söylemek isterim."

276 "Biz de çok şaşırdık ve çok duygulandık İnsanlar kimi zaman on sente varan küçük paralar gönderdiler, sadece o kadar ayırabiliyorlardı, onlar ne yapsınlar, ama Birliğin her eyaletinden, Upsala ve Bombay kadar uzak yerlerden bile bağışlar geldi." Bir delege heyecanla, "Bu dava kazanılabilir," diye atıldı. "Ve kazanınanız için deneyimli bir avukata ihtiyaonız ola­ cak, beyler," dedi Black. "Bu görevi bana vermek istemeniz be­ nim için büyük bir iltifat, ama bu işe uygun olduğum hakkın­ daki kuşkularımı ne yazık ki gideremiyorum." Black, Schmidt'in yılgın bakışını görüp de yalvarmak üze­ re olduğunu anlayınca, "Size bu davayı yürütecek beceri ve deneyime sahip bir avukat bulabilirim," diye devam etti. "Ama bunun için bana birkaç gün süre tanımalısınız. Bazı araştırmalar yapmalıyım. Ve ikna gücümü iyice bilemem ge­ rekecek." Black heyete kendisine geldikleri için tekrar teşek­ kür etti ve kapıya kadar geçirdi. Heyet üyeleri de nezaketi ve kendilerini kabul ettiği için Black' e teşekkür ettiler. Yüzbaşı Black bundan sonraki birkaç gün sözüne sadık kalarak ceza hukukunda deneyimli bazı meslektaşlarıyla gö­ rüştü. Hepsi de teklif karşısında kaşlarını kaldırdılar ve Black'i kuşkuyla süzdü. Neden böyle bir görev üstlenmişti? Gizli bir sempatizan mıydı? Onun hakkında yanılmışlar mıy­ dı? Toplumun bu saygın üyesi toplum düşmanlanyla gizli bir ittifak içinde miydi yoksa? Black'in tekiifte bulunduğu ki­ şilerden çoğu, kendisini sahte bir kibarlıkla karşılayıp, bom­ ba atanlara duydukları öfkeyi ya da işlerinin çokluğunu öne sürdüler. Ancak kendi şirketinin kıdemli bir ortağı, Black'i, sosyal kargaşalık çıkmasına yardımcı olmakla suçladı ve bu yolda devam ettiği takdirde aforoz edilip, meslek yaşantısı­ nın sona ereceği tehdidinde bulundu. Hukuk dünyasının bu tepkisi Black'i derin bir şoka uğrat­ mıştı. Bu şok geleceğini tehlikeye atmış olmaktan değil, mes­ lektaşlarının görevden kaçmak diye nitelediği tutumianna

277 öfkeden kaynaklanıyordu. Bu adan1lara birinin hukuksal yardım yapması gerekiyordu. Bunu kin1se yapmayacağına göre davayı kendisi üstlenmek zorunda kalacaktı. Black, Schmidt'le diğerlerine kararını söylemeden önce, karısının da onayını almak istedi. Bu nefret edilen hainleri temsil etmek Black ailesinin de dışlanmasına neden olabilir­ di ve Yüzbaşı, Hortensia'nın onayı olmadan davayı alırsa huzurlu olamayacaktı. Karısı ilk anda şoka uğramıştı. Fısıltılı bir sesle, "Böyle bi r şeyi nasıl düşünebilirsin?" dedi. "Bütün geleceğimiz, hatta hayatımız tehdit altına girebilir." "Bunu inkar edemem," dedi Black, gayet ciddi bir sesle. "Ama başka ne seçenek var ki? Bu adamlan savunmasız mı bırakayım? Bu görevimle alay etmek olur -sadece mesleğime değil, kendime karşı da ihanet olur." "Kendin mi? Bizi bir uçuruma yuvarlamaya seni zorunlu kılan hangi görev, hangi ilke olabilir?" "Adaleti ayakta tutacağıma ettiğim yemin. Eğer bu insanla­ rın adil bir şekilde yargılandıklarını göremezsem yaşayamam." İkisi de bir süre konuşmadılar. Sonra Hortensia, "Sana bu davayı alınamanı söylersem yine de alacak mısın?" Black'in bağazı tıkanır gibi oldu. Soluk almakta güçlük çekiyordu. "Sevgili karıcığım ... " dedi. "Senin ne kadar iyi yü­ rekli olduğunu bilirim. Bunu benden istemezsin ..." Hortensia sessizce pencereye dönüp bakımlı bahçeye, Ha­ ziran güneşi altında parıldayan kadife yeşilliğe baktı. Odaya döndüğünde yüzünde öfkeden eser yoktu artık, sadece göz­ lerinin kenarında hafif bir hüzün seziliyordu. "Sen soylu bir insansın, sevgili William. Ben sana layık değilim. Ama yanında olacağım. Dimdik yanında olacağım."

* * *

278 Daniel Hoan sayesinde Parsons, her gün Chicago gazete­ lerini alabiliyordu. Komplo kurmakla, yasadışı toplantı dü­ zenlemekle ve cinayetle suçlandığını oradan öğrendi. Aynı zamanda ağır bir şekilde cezalandırılmasını isteyen ateşli makaleleri de orada okudu. İşçi basını bile bölünmüş gibiy­ di; kentin en büyük tirajlı işçi gazetesi olan Emeğin Şövalyele­ ri, anarşistlerin "vahşi hayvanlardan daha fazla önemsenme­ ye hakları olmadığını" iddia ediyordu. 2 Haziran'da yapılan Şövalyeler'in eyalet toplantısında, Haymarket kargaşası sıra­ sında ölen ve yaralanan polislerin ailelerine sempati bildirme kararı alınmıştı -ama aynı düşüncelilik, yaralanan eşit sayı­ daki sivilin ailesine gösterilmemişti. Chicago basınının bu tavrı, Albert'ın kente dönmesinin tehlikeli olacağını gösteriyordu. Yine de bunun gerekli oldu­ ğunda ısrar etmekteydi. Lucy'ye elden gönderdiği ikinci mektubunda avukatlarla dönüş konusunu bir kere daha gö­ rüşmesini istemişti. "Onların tavsiyesini dinleyeceğime söz veriyorum," diye yazıyordu. "Kanımca benim davam, eğer tarafsız bir jüri bulunabilirse, beraatla sonuçlanabilir. Benim ne bombadan haberim vardı ne de Haymarket toplantısının düzenlenmesine karışmıştım. Ya rgılanma sırasında, varlığım diğer sanıkiara bir ölçüde bile yardımcı alacaksa yargıç önü­ ne çıkmaya hazırım." Lucy yargılanmanın başianlasından üç gün önce, 18 Hazi­ ran' da, şin1di aralarında William A. Foster adında bir dördün­ cü ismin de bulunduğu savunma avukatlarıyla buluştu. Yüz­ başı Black savunma ekibinin başına geçmeye karar verince aralarına bir de ceza avukatı alması gerekeceğini biliyordu. Iowa'dan Chicago'ya yeni gelen Foster bu görevi kabul etti. Ne fazla bilgili ne de fazla yumuşak bir insan olan, kırk yaşın­ daki Foster, ceza davalarında büyük deneyime sahipti ve mü­ cadeleden zevk alıp fikir çatışmalarından hoşlanan biri olarak ün salmıştı. Kıvırcık kızıl saçları, kayıtsız giyimi ve sürekli tü-

279 tün çiğnemesiyle, zarif Yüzbaşı Black'ten çok fa rklı bir insan­ dı. Ancak Black, ya nında kend isini kopya edecek değil de, ta­ mamlayacak birinin varlığının önemini çok iyi kavramıştı. Lucy avukatlara Albert'ın mektubunun içeriğini anlattık­ tan sonra ilk cevap veren Foster oldu. "Bence kocanız geri dönmemeli. Şu andaki kamuoyu nabzı göze alındığında bu intihar olur. Şi mdilik güvenli bir yerde, çevresi dostlarıyla çevrili ve polisin onu bulma çabası hep boşuna çıktı. Olduğu yerde kalmalı." Yüzbaşı Black fikrini bir soruyla dile getirdi: "Foster, sence Parsons mahkemeye kendi isteğiyle gelse, bu jestinin kahra­ manlığı jüri üzerinde olumlu bir etki yaratn1az mı ve bu olum­ luluk tüm sanıklar için daha yumuşak bir görüş sağlamaz mı?" "Bence böyle bir şey olmaz," dedi Foster, gayet açık yü­ reklilikle. "Eğer söylememe izin verirseniz efendim, sizin in­ san doğası hakkında aşırı idealleştirilmiş görüşleriniz var. Siz gönüllü teslim olmayı bir kahramanlık olarak görüyorsu­ nuz, ama pek çok insanın gözünde bu aşırı budalalıktan baş­ ka bir şey değildir." Black, Foster'in bu hırçın tavrı karşısında şaşırmıştı. Arka­ sına yaslandı, çenesini ellerine dayadı ve sessizliğe gömüldü. Ekibin iki genç üyesinden biri olan Salomon, Fostera ce­ vap verme görevini üstlendi. "Eğer jürinin suçlu bulmak için önemli bir şansı olduğunu düşünseydim sizinle aynı fikirde olabilirdim," dedi. "Ama Parsons'ın Haymarket toplantısın­ da bir bombanın atılması için fikir verdiği, yardımcı olduğu, yataklık ettiği hakkında kesin bir kanıt yok. Onun suçsuzlu­ ğu kesin ve tarafsız düşünen herkes bu sonuca varmalıdır." "Bana kalırsa tarafsız düşünenler şu sıralar pek azınlık­ ta," dedi Foster. Konuşma sırası Zeisler'e gelmişti. "Parsons'ın geçmişi soru­ nu da var. Haymarket'ta ne yaptığı ya da yapmadığı bence yıl­ lardır bir kışkırtıcı olarak tanınmış olduğu gerçeği yanında pek

280 önemli değildir. Mevcut toplumsal düzenin adaletsizliği konu­ sunda çok konuşmuş ve bunlar kayıtlara geçmiştir. Sermaye sı­ nıfının ısrarlı reddinin, koşullan kötüleştirerek ülkeyi bir dev­ rime götüreceği konusunda, sık sık uyanlarda bulunmuştur. Evet, kendisi şahsen şiddete başvurulmasınakarşıd ır, ama şid­ detin çok yakında bizi ezeceği kehanetinde de ısrar etmiştir." Yüzbaşı Black düşüneeli bir tavırla, "Bu sizi nasıl bir so­ nuca götürüyor?" diye sordu. Zeisler çaresizlikle başını sallayarak, "Kesin bir sonuca varamıyorum," dedi. "Ben sadece bizim Parsons'ın masumi­ yeti olarak gördüğümüz şeyin, çok yaygın bir fikir olmadığı­ nı belirtmek istedim. Savcılık Parsons'ın yıllar boyunca söy­ lediği şeylerin Haymarket'ta bomba atılmasına ilham verdi­ ğini söyleyecektir." Yüzbaşı Black, Lucy'ye döndü. 11Bu konuda en çok sizin fikrinizi öğrenmek isterim." Ta rtışma sırasında Lucy dimdik ve sessizce oturmuştu. Şimdi konuşurken bile kıpırdamıyordu. "Ben bir fikir ileri sürmek istemiyorum," dedi. "Albert'ın doğru ve akıllıca ol­ duğuna inandığı şeyi yapacağını biliyorum. Kendisi karannı verirken avukatlarının görüşlerini de almak istedi." Lucy'nin sesinin tonundan bu tartışmaya daha fazla girmeyeceği açık­ ça belli oluyordu. Black bir anlık bir duraklamadansonra, 11Bir oylama öneri­ yorum," dedi. "Odada farklı fikirler var ve biz de bunlara ad­ lanmızı eklemeliyiz. Ne diyorsunuz? Parsons teslim olmalı mı?" Black ve Salomon olumluoy verdiler, Foster olumsuz, Ze­ isler ise çekimserdi. Yüzbaşı Black, Parsons' a bir mektup yaza­ rak oylamayı ve tarhşmanın gidişatını bildireceğini söyledi. "Kişisel inanamın onun masumiyetim kanıtlayacağımızve ak­ lanmasını sağlayacağımızyönünde olduğu, aynca yargılanma­ sının diğer sanıklar için bir avantaj olacağı görüşürnübild irece­ ğim. Ancak, beyler, burada ileri sürülenkarşı görüşleri ve özel-

281 likle Bay Foster'ın, dönüşünün kendi güvenliği ve özgürlüğü için gerçek bir tehlike yaratacağı görüşünü de ileteceğim." Dört adam konu kapanmış da kalkacaklarmış gibi iskem­ lelerini geri itederken Lucy yeniden söz aldı. "Beyler, koca­ n1ın atacağı adımın tehlikesini Bay Fos ter' dan bile daha iyi bildiğime inanıyorum. Sorusunu böyle değer vererek cevap­ ladığınız için onun adına sizlere teşekkür etmek isterim."

* * *

Parsons daha ilk baştan arkadaşlarıyla birlikte yargılanma­ sı gerektiğine inanrnıştı, ama kendisine çok yakın kişilerin fi­ kirlerine kayıtsız görünrnek de istemiyordu. Yüzbaşı Black'ten gelen mektup bu konuda arkadaşlarının bölündüğünü göste­ riyor olsa da, kendisi geri dönrnekten yanaydı. Lucy' den, avu­ katların Lizzie ile Williams'ın da teslim olması fikrinde olduk­ larını öğrenrnişti.Ama Lucy' nin kesinlikle bir fikir ileri sürrne­ mekte kararlı olmakla birlikte, onlarla aynı düşüncede olma­ dığını da biliyordu. Parsons 19 Haziran'da Daniel Hoan aracılığıyla ertesi ak­ şam Chicago'ya doğru yola çıkacağını bildirdi. O öğleden son­ ra Waukesha' daki arkadaşlarına çok sevdiği Spence Tepesi'ne kadar kendisine eşlik etmelerini istedi. Tepeye varınca bir sü­ re diğerlerinden ayrı oturup ruhunu ılık bahar havasının ok­ şayışlarına bırakh. Sonra neşeli bir tavırla diğerlerinin arasına katıldı. Bir ara çocuk gibi yere yatıp tepeden aşağı yuvarlandı, dibe varınca kahkahalarla gülerek ayağa kalktı. Daha sonra da Hoan'a mahkemelere hiç güveni olmadığını söyledi. O gece Hoan'un oğullarından biri atları hafif bir arabaya koştu, Parsons'ın kent giysilerini bir sepete doldurup yirmi mil uzaklıktaki Milwaukee'ye doğru yola çıktılar. Parsons oradan sabahın üçünde kalkan Chicago trenine bindi. Tren her zaman yavaşladığı Kinzie Sokağı'na yaklaşınca, Parsons

282 da istasyona kadar gittiği takdirde fark edilebileceğini düşü­ nerek trenen atiarnaya karar verdi. Ancak tren tahmininden hızlı gidiyordu ve yere düşünce aşağı kadar yuvarlandı. Ba­ şını kaldırdığında genç bir İrlanda h polis kendisine bakıp ya­ ralanıp yaralanmadığını soruyordu. "Bir şeyim yok, teşekkür ederim. Biraz sarsıldım, hepsi o kadar." Parsons uzamış sakalına ve üzerindeki giysilere uy­ gun olarak yoksul bir köylü gibi konuşuyordu. "Neden atiadın ki?" diye sordu memur. "Kinzie'ye gitmek istediğim için." Parsons kendine hakim olmaya çalışıyor ama gelecek sorulardan da ödü patlıyordu. "O zaman nereye gittiğini biliyorsun demek?" "Biliyorum, memur bey. Çok gittim oraya. İlginiz için te­ şekkür ederim. İyi günler, efendim." Parsons yürümeye baş­ ladı. Memur, sıradan hayatında birdenbire şöhrete hrmanma fırsatını kaçırmış olduğunun farkına bile varmadan, arkasın­ dan, "Kendinize iyi bakın," diye seslendi. Parsons'ın doğruca evine gittiği bir arkadaşı, kendisini gözyaşlarıyla karşılayıp kucakladı. Albert tıraş olup üstünü değiştirir ve saçlarıyla bıyığını boyarken, arkadaşı da Lucy'ye kocasının sağ salim geldiğini bildiren bir not yolla­ dı. Korkudan yüreği ağzına gelen Lucy, çocuklarını alıp ev­ den çıktı. Altı haftadır sürekli gözetim altındaydı, evden her çıktığında mutlaka izleniyordu. Dedektitlerin o gün de ken­ disini adım adım izlediklerini düşünerek sıradan bir yürüyü­ şe çıkmış gibi davrandı, sabırsızlıktan neredeyse patlayacak halde olmasına rağmen, küçük Albert'ın ayakkabısını bağla­ n1ak için durdu, Lulu'ya çiçekleri gösterdi. Ta lihi yaver gidi­ yordu: çocuklarla kimseye görünmeden arkadaşlarının evine girmeyi başarmıştı. Hen1en Albert'la kucaklaştılar ve hiç ağ­ lan1ayan o Lucy bir anda hıçkırıklara boğuldu. Yüzbaşı Black' e Parsons'ın kente geldiği ve teslin1 olmaya hazır olduğu bildirildi. Çeşitli arkadaşlan gerekli düzenlemele-

283 ri yapmak için bütün sabah uğraştılar. Albert ile Lucy öğleden sonra saat ikide, her şeyin yolunda gideceği konusunda birbir­ lerine güvence vererek kucaklaştılar. Albert çocuklarını da göğ­ süne bashrdıktan sonra, kendisini bekleyen arabaya bindi ve arabaaya Ağır Ceza Mahkemesi'ne çekmesini söyledi. Araba binanın önünde durup da Albert indiğinde Yüzba­ şı Black kaldırırnda telaşla bir aşağı bir yukarı yürümekteydi. Black hiçbir şey söylemeden Albert'la tokalaştı, sonra kolunu uzattı ve iki adam merdivenlerden çıkıp binaya girdiler. Du­ ruşma salonuna girip de Ya rgıç 'nin kürsüsüne doğruyürüderken Parsons'ı tanıyanlar çıktı ve onun mahke­ meye geldiği haberi bir anda yayıldı. Yüzbaşı Black, yargıca Albert Parsons'ın yargılanmak üzere teslim olmaya geldiğini dramatik bir havayla bildireceği sırada davaya başsavcı ola­ rak atanan Savcı Grinnell birden ayağa fırlayıp, "Sayın yargıç, Albert Parsons'ın salonda olduğunu görüyorum! Hemen şe­ rife teslim edilmesini istiyorum!" diye bağırdı. Grinnell'in bir teslim olmayı tutuklamaya dönüştürerek Parsons'ın eyleminin yüceliğini küçümsetmeye çalışmasına kızan Black, "Sayın Yargıç, Bay Grinnell'in bu isteği zalimce olduğu kadar haksızlıktır da," dedi. "Gördüğünüz gibi Bay Parsons mahkemeye gelme kararını kendisi vermiştir." Par­ sons da, "Sayın yargıç, arkadaşlarımla birlikte yargılanmak istiyorum," dedi. Yargıç Gary, Parsons'a sanıklar arasına geçmesini söyleye­ rek bir sandalye daha getirilmesini emretti. Sanık bölmesine geçen Parsons arkadaşlarıyla tokalaştı ve gülümseyerek ara­ larına oturdu.

284 YEDiNCİ BÖLÜM

ALBERT R. PARSONS'IN GÜNLÜGÜ \ÔI

22 Haziran 1886

Sonunda oldu işte. Burada sabah erkenden hücremde oturmuş, yargılanmanın ikinci günü için mahkemeye götü­ rülmeyi bekliyorum. Lucy'yle çocukları düşünmekten dün gece pek uyuyamadım. Mübaşir dünkü kucaklaşmamızı ya­ nda kesip kaba bir sesle, "Haydi bakalım, annenle evine git!" deyince Lulu nasıl da korktu. Ama ruhumu ve daha önemli­ si aklımı sağlam tutabiirnek için daha pek çoğunu yaşayaca­ ğım bu sahneleri düşünmemeliyim . . İşte, beş ya da altı yıl sonra bu günlüğe bu yüzden geri dönüyorum. Cook Kasabası Hapishanesi'nin üst katındaki, bizi tıktıkları bu tavuk kümesinde mümkün olduğunca bir

287 şeylerle oyalanınam gerek. Buraya 'Katiller Yo lu' diyorlar - yargılanmadan suçlu bulunmak yani- ve koridorun bir ucun­ daki daracık demir merdivenle çıkılıyor. Her birimiz bir sek­ sene iki metrelik taş hücrelerde kalıyoruz ve hücrenin ön ta­ rafı ancak parmaklarımızın sığacağı kadar aralık olan tel ız­ garayla kaplı (zavallı Neebe, o kalın parmaklarıyla bunu çok zorluk çekerek ve ıstırapla yapabiliyor). Benim 29 numaralı hücrem sıranın hemen başında, sonra 30 nurnarada Fischer, 31 nurnarada Fielden ve sırayla Spies, Engel, Schwab ve Lingg geliyor. Son hücrede de Neebe var. İçeride pek hava cereyanı olmasa da, kalın taş duvarlar nedeniyle burası du­ ruşma salonundan daha serin oluyor. Haftanın her günü saat 9:30'dan 17:00'ye kadar mahke­ mede olacağız, ama geriye de d old uracak epey boş zaman kalıyor. Bu sürenin büyük kısmında kafeslerimizde, sürekli önümüzde dolaşan iki silahlı gardiyanın gözleri önünde ola­ cağız. Mahkemede de avukatlarımızın masasının solunda sı­ kışık bir dizi halinde oturuyoruz ve herhalde seyircilere bomba atacağımızdan korktuklarından, memurlar bir an bi­ le gözlerini üzerimizden ayırmıyorlar. Günde iki kere kısa ziyaretiere izin olduğu gibi, hücrelerin önündeki dar koridorda egzersiz yapmamıza da izin veriyor­ lar. Ancak dışan çıkmamız yasak. Hücrelerimizde kilitliyken birbirimize, en rahat da yanımızdaki hücrelerde kalanlara ba­ ğırarak seslenebiliyoruz. Özel konuşmalar ancak koridorda birbirimizin yanından geçerken mümkün olabiliyor. Bu koşul­ lar alhnda zaman hiç geçmiyor. Neyse ki, yetkililer bize kitap­ la kağıt kalem veriyorlar. Bunlar benim kurtuluşuro olacak. Dün ara verildiğinde, mahkemede yanımdan geçen Spies bana, "Sen boynunu ilmeğe uzattığının farkındasın, değil mi?" dedi. Bunu bir türşakacı bir hayranlıkla, gözleri sevgiy­ le pariayarak söylemişti. Daha sonra aynı sözleri, salondan çıkarken avukatlarımızdan biri olC).nBay Foster' dan da duy-

288 d um. Ama onun bunu bayağı öfkeyle söylemesi beni şaşırttı. Adam gayet kaba biri ve bana, teslim olmak için hiç olmazsa jürinin seçilmesini bekleyebileceğimi söyledi. Böylece, diğer­ lerinden ayrı olarak yargılanırdım ve kamuoyunun kana su­ samışlığı bir ölçüde azalmış olurdu, dedi. O zaman, şimdi Lingg ve Fischer gibi 'anarşist fanatikler e karşı sunulan 'iğ­ renç' malzemenin (bu tür sözcükler kullanan bir adam bizim davaya nasıl girdi acaba?) benim gibi 'daha ılımlı bir tip'e bulaşma tehlikesi olmazmış. Foster'in bu tavrına kızarak arkadaşlarımın yanında bu­ lunmamın vicdanİ görevim olduğunu söyledim. Bu onun kö­ tü niyetini (başka ne ad vereceğiınİ bilemiyorum) daha da kışkırtmış olacak ki, alaycı bir ses tonuyla, "Herhalde bunu erkekçe bir şey olarak gördünüz," dedi. "Size bir şey söyleye­ yim, Bay Parsons: Erkeklik, aptallık etmek ve öfkeli bir ka­ muoyunun önyargılarına gönüllülükle teslim olmak değil­ dir. Kentte teslim olduğunuz için size erkek diyen tek bir ki­ şi bile olmadığını garanti ederim. Hatta size, samimi bile de­ ğil de, şehit rolü oynamaya hevesli gözüzüyle bakıyorlar. Ya­ salara karşı içten bir horgörünüz olduğu ve sekiz kişi içinde tek Amerikan doğumlu siz olduğunuz için cezadan kurhıla­ bileceğinize dair aptalca bir karar vermişsiniz." Foster'ın öfkesi beni öylesine şaşırtmıştı ki, sesimi çıkart­ madım. Daha sonra Spies' a bu konuşmayı naklettiğimde, adamın tepkisinin nedeni hakkında bir şeyler öğrenebildim. Anlaşıldığı kadarıyla dün sabah, benim teslim olmamdan az önce, Foster sanıkiann her birinin ayrı ayrı yargılanmasını talep etmiş ve bu yüzden Ya rgıç Gary'yle atışmışlar. Foster mahkemenin adalet adına talebini kabul etmesi gerektiği hal­ de bunu yapmasını beklemediğini söylemiş. Gary de buna buz gibi bir sesle, "Eh, Bay Foster, öyleyse sizi düş kırıklığı­ na uğratmayacağım," karşılığını verip talebi reddetmiş. Fos­ ter buna karşılık ağzındaki tütünü üç metre ötesindeki tükü­ rük hakkasına nişanlamış ve tam ortasına oturtmuş. Salonda

289 gülüşmeler olmuş ve Spies çok kızmış. "Kendi avukatımız, hem de duruşmanın ilk günü, yargıca hakaret ederek bizi na­ sıl güç duruma sokabilir?" dedi. "Herkes gibi Foster da Gary'nin zaten bize karşı olduğunu biliyor oln1alı." "Ben bilmiyordum," dedim. "Uzun zamandır sendikala­ rın aleyhine konuşuyor ama yargıçlığının tarafsızlığı ve adil­ liğiyle nam saldığını duymuştum." "Evet, namı öyle," dedi Spies. "Ama bunun senin için ge­ çerli olup olmadığını yakında anlarsın. Bana sorarsan, bize kesinlikle karşı. Foster'ın bugünkü gösterisi durumu daha da kötüleştirecek Yüzbaşı Black çok iyi bir insan, ama Foster'ı neden yanına aldığını hiç anlamadım doğrusu." "Belki de bulabildiği tek ceza avukatı Fos ter'dı. Black her taraftan red cevabı aldıktan sonra Foster kendisi gönüllü ol­ madı mı?" "Evet, kurnaz köylü, n' olacak. Kente yeni geldiği için böyle bir davaya girmekle dikkat ve müşteri çekebileceğini düşünmüş olmalı."

24 Haziran

Spies'ın Ya rgıç Gary hakkında ne demek istediğini anla­ maya başladım. Jüri seçimi başladı ve saatler boyunca bir tek aday bile uygun bulunmadı. Bir tek sanayi işçisi bile çağrıl­ mamıştı; duruşma başlamadan önce bütün bir işçi sınıfı saf­ dışı bırakılmıştı sanki. Gary adil bir yargılanmayı garanti eden standart usullerin dışına çıkmış, muhtemel jüri üyeleri­ nin adlarını, seçmen listelerinden rastgele seçilmiş yüzlerce adın bulunduğu bir kutudan çekmi�ti.

26 Haziran

Duruşma devam ettikçe pek çok şey öğreniyoruz: bun­ lardan biri de bir cinayet davasında yasaların 'neden' e ya

290 da kanıtlanabilir taraflılığa dayanarak, sınırsız sayıda jür i üyesini reddetme hak kını veriyor olması. Ancak Yargıç Gary bu tür itirazların hepsini reddediyor. Yüzbaşı Black de önyargılı bir jüri adayını diskalifiye etmek için 'mutlak' hakkını kullanmak zorunda kalıyor. Ama her sanık için sa­ dece yirmi mutlak hak tanınıyor. Yargıç Gary, bir sebep ile­ ri sürülerek yapılan her itirazı reddettikçe, Yüzbaşı da, bir derece olsun dürüstlük ve hakbilirlik gösteren insanlara razı olmaya başlaması gerektiğini söylüyor. Aksi takdirde, mut­ lak itiraz haklarımızı tüketeceğimiz ve çok daha aleyhte bir jüri karşısında kalacağımız konusunda bizi uyardı. Bugün, tanıkların tek kel imesini dinlemeden suçluluğumuzdan emin olacak bir jüri kurulması ihtimaline karşı kendimizi hazırlamamızı söyledi.

27 Haziran

Karılarımız, kendileri için büyük bir sıkıntı nedeni olma­ sına rağmen, her gün salona geliyorlar. Çocuklanmızı bir an görebiliyoruz, sonra gardiyan elimizden çekip alıyor. Çocuk­ larımızı bu kadarcık görmemize izin verdiği için, Yargıç Gary kendinden pek memnun görünüyor. Ne kadar zalimce bir şey olduğunu fark etmeden, bunu büyük bir merhamet ve cömertlik gösterisi olarak sunuyor.

28 Haziran

Jüri seçiminde iki gün daha geçti. Henüz sadece üç kişi se­ çilebildi. Dayanılmaz sıcak ve uykusuz gecelerden sonra olup biteni güçlükle izleyebiliyorum. Sıkıcı sonılar, bir sürü insanın sırayla geçişleri, tekrar tekrar sorulan sorular artık beyniınİ uyuşturdu. Akhm Wa ukesha'da, vadiye bakan Spence Tepesi'nde, bahar tomurcuk1arında, temiz havada ... Ya nımda oturan Schwab ise herşeyle çok yakından ilgileni-

291 yor gibi. Bir tek kelime kaçırmamak için öne doğru eğilip dinliyor. Ne de olsa okumuş bir insan ...

29 Hazira n

Lucy büyük bir sadakatle her gün ziyaretime geldi. Gel­ meyen tek eş Meta Neebe; kocasının hapsedilmesi zavallı ka­ dının çok ağırına gittiğinden hastalandı. Hücrelerimizde eş­ lerimizle yalnız kalmamıza nadiren izin veriliyor ve ya sade­ ce ızgaranın arasından konuşmamız ya da koridorun ucun­ daki küçük bölmede gardiyanın gözetimi altında oturmamız gerekiyor. Yine de Lucy'nin elini tutmak ve onun teninin sı­ caklığını hissetmek çok rahatlatıcı bir şey. Eyleme inanmış bir insan olarak mücadeleden hiç geri kalmıyor, para topla­ mak için piknik ve çekiliş düzenlernede Savunma Komite­ si'ne yardım ediyor, emekçi basınına -ya da polis Arbeiter ve Alarm'ı kapattıktan sonra geriye ne kaldıysa oralara- yazılar yazıyor. Çocukları sorduğumda gözlerini kaçırışından bana sıkıcı haberler vermek istemediğini anlıyorum. "Senin yokluğuna çoktan alıştılar," dedi bugün. "Daha önce de hep konuşma falan yapmak için evden uzak olman işe yaradı. .." "Hapishanenin ne anlamına geldiğini biliyorlar mı?" diye sordum, yedi yaşındaki Albert'ın bildiğinin çok iyi farkında olarak. "Onlara doğruyu söylüyorum," dedi Lucy. "Yoksullara yardım etmeye çalıştığın için kötü insanların seni buraya tık­ tıklarını." "Albert buna ne diyor?" "Onların bizden daha yoksul olup olmadıklarını sordu." Lucy gülmeye çalıştı, ama bu çabası adeta bir hıçkırık gibi boğazına takıldı. Bana terzihanede hızla müşteri kaybetmek­ te olduğunu ve böyle giderse daha ucuz bir yere taşınınayı

292 düşünmemiz gerekeceğini söyledi. Böyle bir ihtimalden söz etmesi bile, bunun kaçınılmaz olduğu anlamına geliyor.

30 Haziran

Uyuşturucu monotonluk devam ediyor; henüz sadece dört jüri üyesi seçilebildi. Ya rgıç Gary iki gün önce jüri üye­ liği yapabilecek kişileri arayıp çağırmak için Henry Rice adında birini özel yardıma olarak görevlendirdiğini bildirdi. "Seçme sürecini hızlandırmak için gerekli bir yöntem." An­ cak Yüzbaşı Black bize, Ryce'ın özel konuşmalarında, Black'in mutlak hakkını kullanmak zorunda kalacağı kişileri seçeceğini ve Yargıç Gary'nin de kendisini zaten bunun için seçtiğini söyleyerek böbürlendiğini iletti.

1 Temmuz

Rice efendisinin verdiği görevi iyi yapıyor doğrusu. Bu­ gün Haymarket'ta öldürülen polislerden birinin akrabası olan birini çağırma cüretinde bulundu. Sonra da başka bir ölü memurun yakın bir aile dostunu çağırdı! Gary ikisinde de Yüzbaşı Black'in itirazını kabul etmedi. Hatta başka bir aday üyenin, "Bu anarşistler hakkındaki fikrimi değiştirtecek kanıt getirebileceğinize inanmıyorum," demesine rağmen, Yüzba­ şı'nın itirazını yine kabul etmedi. Ancak en garip olay, aday­ lardan birinin bizim suçlu olduğumuza inandığını ve bu inancının, kanıtlan tarafsız olarak dinlemesinde bir 'engel' oluşturacağını hissettiğini söylediği zaman gerçekleşti. Ya rgıç Gary, "Saçmalamayın, efendim!" dedi. "Bir insan engelini bi­ lirse ona karşı çok daha tetikte olur." Ya rgıcın böylesine açık­ ça taraf tutması inanılır gibi değil, ama böyle adamlann mül­ kiyet sahibi sınıf ile kuklalarının ayncalıklannı korumak için neler yapacaklannı çok iyi bildiğimden fazla şaşırmadım.

293 Foster bana, ben teslim olmadan yargıca, duruşmanın Haymarket'taki ölümlerden çok kısa süre sonra ve öldürülen polislerin ailelerin evlerinin çok yakınında yapıldığın ı, bu­ nun sakıncalı olduğunu söylemeye çalıştığını, ama Gary'nin hiç ku lak asmadığını söyledi.

2 Temmuz

Louis Lingg beni çok şaşırtıyor. Duruşmadan önce hiç kar­ şılaşmamıştık. O çok az İngilizce konuşabildiğinden, bense hiç Almanca bilmediğimden karşılıklı konuşamıyoruz. Ama onu sadece seyrederek bağımsız karakterini hissedebiliyorum. Mahkemede saatlerce kitap okuyar veya boş bakışlarla dimdik ileri bakıyor, çevresinde olup bitenlerle ilgilenn1eye tenezzül etmeyerek, mahkemenin yasallığını kabul etmediğini açıkça belirtiyor. Bu karşı koyuşu gösterişli fiziki varlığıyla daha da güçleniyor. Sağlam bir yapısı var (Spies onun bir atlet olduğu­ nu söylüyor) ve çevresine bir tür volkanik enerji yayıyor. Çok da yakışıklı: kıvırcık kestane saçlar, soluk beyaz ten ve delici mavi gözler. Gerçek bir Yunan ilahı -horgöriilü ve hırs dolu.

3 Temmuz

Bugün Lizzie'yle William'ın beni ziyaret etmesine izin verildi; ancak ikisi de 'adları kötüye çıkmış radikaller ol­ duklarından ziyaret çok kısa sürdü. Görüşmemiz sırasında bir gardiyan hücremin tam önünde bekledi. Zavallı Lizzie, gözyaşlarını tutmak için nasıl da çaba harcıyordu! Onu, jüri seçiminin önyargılı biçimde devam etmesine rağmen neşeli olduğuma, sonunda masumiyetimi kanıtlayacağıma inandı­ ğıma ikna etmeye çalıştım. Lizzie neşesizce gülümsedi, bir şey söylemek için ağzını açtı, ama sonra benim şevkimi kır­ ma korkusuyla sustu.

294 Wi lliam, Haymarket'tan sonra sekiz saatlik çalışma grev­ lerinin her yerde başarısızlığa uğradığını, işçilerin korktukla­ rını ve polislerin güç kullanmaya daha istekli olduklarını an­ lattı. Bu döngülerin kaçınılmaz olduğunu dikkat çekip, geçi­ ci bir inişin sürekli bir yenilgi olarak algılanmaması gerekti­ ğini anlattım. Şu anda davamızı kaybediyor gibi görünsek de, biz doğru olan taraftayız. 'İnsan doğası'nda (başka türlü açıklanamayan şeyler için kullanılan bir deyim bu) hiçbir şey, aynı fikirde olan insanların ortak çıkarlarını keşfedip, onları elde etmek için birlikte hareket etmelerini önleyemez. Lizzie'den Lucy'yle çocukların nasıl olduklannı bana açık­ ça söylemesini istedim. O da Lucy konusunda hiç kaygılan­ marnam için bana güvence verdi: Lucy iyimserlikten hiç vaz­ geçmediği gibi, benim intikamımı almayı tüm enerjisiyle sür­ dürüyormuş. Çocukların da iyi olduklannı, ancak küçük Al­ bert'ın olanlan aniayacak yaşa geldiğini ve babasının akıbetin­ den korktuğunu düşündüğünü söyledi. Lizzie mahkeme sona erene kadar çocukların Waukesha'ya gönderilmesinin iyi ola­ cağı fikri nde. "Ama o zaman hem annelerinden hem babala­ rından yoksun kalmayacaklar mı?" diye sordum. Lizzie onla­ rın emin ellerde olacaklarını ve Lu ey' nin sık sık onları ziyare­ te giJebileceğini söyledi. Çocuklar Wa ukesha' da mahkeme konusunda fazla bir bilgi edinemeyeceklerinden, sürekli kor­ ku içinde olmayacaklarmış. Ayrıca, onların yokluğu Lucy'ye çalışmaları için daha fazla zaman tanıyacakmış. Bu planın fay­ dalarını görüyorun1 ama ikna olmuş değilim. Bence, korkuya en iyi engel, insanın yakınında olan sevgi dolu annesidir.

4 Temmuz

Bağımsızlık Günü. Ya rgıç Gary, başsava Grinnell ve Cum­ huriyet'indiğer Savunucuları, çeşitli vatansever görevlerine gi­ debilsinler diye duruşma kısa kesildi. Bu insanlar eyalet milis-

295 lerini selamlayacaklar, Union League Kulübü'nde Kutsal Öz­ gürlüklerimiz'i (ikinci mermer saraylarını dikebilmek için işçi­ lere onları açlıktan öldürecek kadar ücret ödeme özgürlüğü gi­ bi) yok etmeye kararlı çılgın teröristleri yakaladıkları için, teb­ rikleri kabul edip kadeh kaldıracaklar. Gerçek yurtseverlerin tüm halkın refahıyla ilgilendikleri fikrine nasıl da gülecekler...

7 Temmuz

Sıkıcı jüri üyesi seçme süreci, bağucu sıcakta ve daha da bağucu olan monotonlukta devam ediyor. Son birkaç hafta içinde yüzlerce insan çağrıldı, ama sadece yedi kişi seçilebil­ di. O yedi kişiye de tarafsız denilemez; hepsi de sosyalistlere ve anarşistlere çeşitli derecelerde karşı olduklarını itiraf edip, basında hakkımızda okuduklarına kandıklarını gösterdiler. Avukat Zeisler, Ya rgıç Gary'nin kabul etmeyeceğini bildi­ ğimiz halde niçin 'sebep' ileri sürmeye devam ettiğimizi şöy­ le anlattı: "Jüri suçlu bulduğu takdirde Yüksek Mahkeme'ye Gary'nin hatalı kararlarıyla hükmü bozması için başvurabile­ ceğiz." 'Hüküm' sözcüğü yutkunmama neden oldu. Masumi­ yetimizi bilerek -Lingg konusunda aynı şeyi söyleyemem- ve bunu destekleyen o kadar çok kanıt varken, şimdiye kadar ol­ dukça iyimserdim. 'Kanıtların ağırlığı'nın zorbalan etkileme­ diğini bildiğimden suçlu bulunma ihtimalimizin gerçekliği­ nin farkındayım. Zeisler durumudr amatize edecek biri değil.

10 Temmuz

Bugün suçlamada bulunulmuş olmasının,suçun gerçekliği­ nin yeterli kanıtı olduğunu düşündüğünü söyleyen bir jüri üyesi kabul edildi! Yüzbaşı Black, bilgisiz bir zihniyetin sabit fikirlerle dolu bir zihniyete tercih edilebileceğini düşünerek itiraz etmedi. Sorgu sırasında sosyalizmden nefret ettiğini iti-

296 raf etmesine rağmen, kentte önemli bir yeri olan tüccar Alan­ son Reed de jüriye seçildi. Black, Reed'i uzaktan tanıyormuş ve onun özgür düşünceden yana olduğu söylentilerini duy­ muş -en azından bu iş çevrelerinde nasıl tanımlanıyorsa! Böylece Ryce, seçim hakkımızı epey kısıtlamış oldu. Ya Re­ ed'i seçecektim ya da bugün gururla, "Bu jüriye girersem bü­ tün namussuzları asacağım," diyen adayı.

12 Temmuz

Dün gece garip bir rüya gördüm. Brazos Nehri Va disi'nde ağabeyimin çiftliğinde küçük bir çocukmuşum. Vahşi bir Meksika ahna eyersiz binmişim, yalnızım ve çok sevinçliyim. Birden bir tepenin yamacında yatan bir kadın görüyorum. Kadının yanında çömelince, bunun, ağabeyimin evinde köle ve hizmetçi olan sevgili Ester Teyze olduğunu fark ediyorum. Kadın uyanıyor, beni kollan arasına alıp sallıyor. Ta m o sıra­ da yüzüne kocaman bir karga konup beni gagalamaya başlı­ yor. Kargayı kovmaya çalışhğımda bir yılana dönüşüp beni boynurndan ısırıyor. Acıyla bağırarak uyandım. Gardiyan co­ bunu hücremin parmaklıkianna vuruyordu. Nerede olduğu­ mu anlayamadım. Gardiyan pek de sert olmayan bir sesle, "Parsons, uyan Parsons. Gürültünden herkes uyandı!" diye sesleniyord u. O sırada arhk kendime gelmiş tim, ama karan­ lıkta yatarken çok sarsılmış olduğumu hissettim. Ester Tey­ ze'nin yüzü bütün gün gözlerimin önünden gitmedi. Rüyayı dün ağabeyimden gelen bir mektup üzerine gör­ düm. Ağabeyim duruşma başlayınca Chicago'ya geleceğini bildiriyordu. Bu haber benim açımdan büyük bir sürpriz ol­ du, içimde çelişkili duygular uyandırdı. William'la on beş yıldır görüşmüyorduk ve Yeniden Ya pılanma döneminde çok farklı politikalara sahiptik. O bir ara üstün beyaz ırkın 'melezleşmesi' tehlikesine karşı bir kitap yazmayı düşündü-

297 ğünü söylen1işti. Benin1 Lucy'yle evlenmem, aramızdaki tü m ilişkiye son vermişti. Ağabeyin1 şin1di politik görüşünü değiştirdiğini yazıyor. Yaşadığı Virginia'da Emeğin Şövalyeleri'ne katıln1ış ve ekono­ miyi kendi çıkarları için kullanan, Güney'in yeniden in�asını engelleyen (demek tanınmayacak kadar değişmen1iş!) Kuzey­ li tekelcileri kınayan bir kitapçık yazmış. Bana 'aşırı' görüşle­ rimi payiaşmadığını açıkça yazıyor, ama yine de basındabeni reddettiği hakkında çıkan haberleri inkar ettiği de anlaşılıyor. William şöyle yazıyor: "Senin bir inanç uğruna savaştığı­ nı düşündüğümü bildiren ve inançlarının gerektirdiği cesa­ rete sahip olduğun için seni kutlayan bir bildiri yayınladım. Kendiliğinden teslim olmanın, sana daha fazla itibar kazan­ dırmamış olmasına şaşkınlık ve öfkemi de belirttim. Konfe­ derasyonun bir generali olarak, gerçek bir savaşta seninki gi­ bi cesaretin, sana askerlikten şerefinle terhis olmanı sağlaya­ cağını ve vahşi kabileler arasında böyle bir cesur hareketin seni kabile şefliğine yükselteceğini ifade ettim." Ağabeyim, Lucy'ye bile selam gönderiyor ve onu tanıyıp çocuklarımızı görmekten mutluluk duyacağını bildiriyor. Bu­ gün bunları Lucy'ye anlattığımda 'çok geç' falan gibi bir şey­ ler söyleyeceğini sanmıştım. Ama o adeta duymazdan geldi ve ağabeyimin tekrar ortaya çıkışı haberini hapishane yemekleri­ ne şekerli suyun da eklendiği haberi kadar önemsiz buldu.

15 Temmuz

Yüzbaşı Black bu sabah son mutlak red hakkını kullandı. Bu nedenle bir sonraki on ikinci jüri üyesinin seçimi de so­ runsuz geçti. H.T. Sanford adındaki bu bey, gazetelerin suçlu olduğumuza dair yazdıklarına inanman1ak için bir nedeni olmadığını söyleyip sözlerini şöyle tamamladı: "Ben sanıkla­ rın bombanın atılmasını teşvik ettiklerine inanıyorum."

298 Bu 'on iki iyi ve dürüst' jüriyi seçmek yirmi bir gün sürdü ve tam 931 adayla görüşüldü. Jüride yabancı topraklarda doğn1uş bir kişi var ve bir tane bile sanayi işçisi yok. Mars­ hall Field mağazasının baş tezgahtan Bay FS. Osbome jüri sözcülüğüne seçildi. Jüri sürecinin tamamlandığı bildirilince salon alkıştan inledi. Bu kadar taraflı bir jüriyle kaygıya ka­ pılmak için bayağı neden var ve yoldaşlardan bazıları bu kaygıya yenik düştüler (özellikle de bir güvercin kadar seve­ cen olan zavallı Schwab). Ben Yüzbaşı Black'in bu mahkeme­ nin vereceği suçlu bulma kararının daha yüksek bir mahke­ meden geri döneceği inancını paylaşıyorum. Ayrıca, Black kararın aleyhimize olacağını sanmıyor. Jüri yerini alır almaz savcı Grinnell hemen ayağa fırlayıp açılış konuşmasına başladı. Gerçekler yerine melodramı ter­ cih ettiği anında ortaya çıktı. "Ülkemiz tarihinde ilk kez in­ sanlar anarşiyi hakim kılmak, insanları acımasızca katiet­ mekten dolayı yargılanıyorlar." Sanki Anarşizm'in ne demek olduğunu bilebilirmiş gibi! Anarşizmi bizim tam karşıtımız olan nihilizm ve şiddetle bir tutuyorya da jürinin öyle anlamasını istiyor. Biz, insanların do­ ğuştan toplumsal varlıklar olduklarına, geleneksel dindarlık­ tan ve kuruıniaşmışotoriteden bir kere kurtulduklantakdirde, karşılıklı yardım ve ilgi temeline dayanan topluluklar kuracak­ Ianna inanıyoruz. Anarşi insani yaşama imkanlarına duyulan inançtır. Dünyaıun Grinnell'leri, bizim otoriteye köle gibi itaat etmemizin bizi kendi vahşi doğamızdan koruyantek şey oldu­ ğuna inanmamızı isterler. Calvin'in görevlerinin bilincine var­ mış oğullan olan bu kişiler, hayatı her bir bireyin topluma kar­ şı savaşı olarak görürler.Biz toplum için bireyin sorumluluğu­ nu vurgulanz ve doğuştan merhametli ve dost caniısı olan in­ san doğasının, böyle bir toplumsal hedefi mümkün kılacağını ısrarla belirtiriz. Bu bizi bir tür 'hain' yapıyor sanırım: hayatta başarının statüve mal birikimiyleölçüleceği ve kişinin 'başarı-

299 sızlığı'nın sadece kendi ahlaki yoksunluklarından kaynaklan­ dığını düşünen Arnerikangörüşüne 'ihanet' edenler. Grinnell'in cehaleti ve çarpıtmaları beni çileden çıkardı. Adarnındoğru konuşmak diye bir derdi yok. Bu davayı ha­ yatının fırsatı olarak görüyor ve mesleğinde yükselrnek için bizim canımızı seve seve feda edebilir. Karakterlerimizi ve eylemlerimizin sebeplerini en aşağılık terimlerle tanımlıyor. Bugün ben de fazladan payımı aldım hakaretlerinden: "Par­ sons hayatı boyunca erkekçe hareketi olmamış bir korkaktır ve bu da topraklarırnızdadoğmuş biri adına çok daha utanç verici bir şeydir." Ancak en ağır hakaretlere uğrayan Spies oldu. Grinnell onu yıkmış olmak için yıkan, kan dökme ve ayaklanma dokt­ rinini sürekli yaymaya çalışan bir ahlak canavarı olarak gös­ terdi. Spies'ı kenti bornbalarla harabeye çevİrıneye kararlı gizli bir şeytani komplonun merkezinde olarak gösterdi. Onu McCorrnick fabrikasındaki şiddet olaylarını bizzat baş­ latmak ve sonra da canını kurtarmak için kaçrnakla; Arbe­ iter' da şifre li rnesajlarladi ğer kornploculara genel ayaklanma vaktinin geldiğini bildirmekle; sonra da Haymarket toplantı­ sını tüm kentte bir bombalama cümbüşü başlatınakla itharn etti. Onun bu girişimleri Benfield'ın 'zamanında ve akıllıca' müdahalesiyle boşa çıkarılmıştı. Grinnell'ın sesi bütün bu konuşma sırasında öyle bir tiyatrovari heyecanla titriyordu ki, bir insana aşırılıkçı sıfatı uygulanmak istenirse, bu ancak ona uyabilirdi. Üstelik, tüm bunlar yetmezmiş gibi, gözleri sahte bir içtenlikle kapanarak şöyle dedi: "Bu duruşma sıra­ sında sizi heyecana getirecek herhangi bir şey söylemek iste­ mem." Bu adam kendi kendisiyle nasıl yaşıyor ki? Jüri adarnın konuşması boyunca büyülenrniş gibi durdu ama Grinnell'ın çılgınca yalanlarını yalayıp yutacak kadar aptal olduklarına inanmak istemiyorum. Yüzbaşı Black bize, bornbayı atan kişinin eylemiyle bizim yıllardır, sözde böyle

300 eylemleri teşvik etmek için yazdıklarımız ve söylediklerimiz arasında kuracağı bağlantının inanılırlığının çok önemli oldu­ ğunu söyledi. Ona göre Grinnell'ın stratejisi, jüriye şunları söylemesiyle açığa çıkmış: "Belki bu adamların hiçbiri born­ hayı atmış değildir, ancak hepsi de tek tek ve birlikte bomba­ nın atılmasını teşvik etmişler ve tavsiye etmişlerdir ki, bu ne­ denle bombayı atan kişi kadar suçludurlar. Bunlar bombayı atanın suç ortaklarıdır." Grinnell bombayı atan kişiyi ortaya çıkaramazsa -Yüzbaşı Black, onun, eylemi Schwab'ın kayınbi­ raderi ve Uluslararası Emekçiler Birliği üyesi olan Rudolph Schnaubelt' e yüklerneye çalışacağını söylüyor-, jüri üyeleri­ nin bizi suçlu bulması için gerçek katilin suçlanması bile ge­ rekmediğine jüriyi ikna etmek için zemin hazırlıyor.

16 Temmuz

Grinnellbugün ilk tanığı olan Emniyet Amiri Bonfield'ı ça­ ğırdı. Sonfield tanık bölmesine giderken kalabalık salondan bir alkış koptu. Ya rgıç Gary sessizlik olması için tokmağını ha­ fifçe kürsüye vurduysa da, babacan gülümsernesibu azarlama hareketini yalanlıyord u. Sonfield fütursuzca yalan söylerken bile, dinleyicilerinden emin bir tavırla konuştu. Polis geldiğin­ de Haymarket'ta binlerce kişi olduğunu -aslında ancak iki yüz kişi vardı- söyleyip, bomba paHadıktan sonra da 'her yandan ateş yağdığı'nı ve 'polisler tek el ateş etmeden yetmiş beş ila yüz el silah atıldığı'nı ekledi. Oysa güdümlü basın bile, polisin öyle ihtiyatsız bir süratle ateş ettiğini ve kendi memurlarından birkaçını öldürdüğünü yazmıştı. Belediye Başkanı Harrison da kalabalığı sakin ve silahsız olarak tanımlamıştı. Sonfield'ın kısa süren tanıklığından sonra sıra Gottfried Wa ller' a geldi. Onun savcılık lehine tanıkhk edeceğini ve hat­ ta savcılığın 'yaygın komplo' iddiasını onun çevresinde ku­ racağım biliyorduk. Yine de bizim Uluslararası Emekçiler

301 Birliği gediklilerimizden, kendini toplumsal devrime adamış birini, düşmanlarımızın kucağında görmek ıstırap verici bir şeydi. Gottfried'ın düşmüş omuzları ve mahzun tavırları, gö­ revinden hiç de mutluluk duymayan bir insan görüntüsü çi­ ziyordu. Ama belki de gerçekliğine inanmak istediğim bir şe­ yi hayal ediyor olabilirim. Greif Salonu'nda 3 Mayıs toplantısına başkanlık eden kişi olarak Wa ller'ın ifadesi özel bir ağırlık taşımaktaydı. Ancak onun anlattıkları, 3 Mayıs toplantısında bulunan Fischer ve Engel'in sonradan söylediklerine göre tümüyle yalandı. Wa l­ ler'a göre, Engel'in, Greifte grubun kabul ettiği planına göre McCormick fabrikasındaki kıyıının intikamını almak üzere silahlı bir karşılık verilecekti. Yine Waller'ın anlattığına göre, ayaklanmanın işareti Arbeiter'da iri harflerleçıkaca k Ruhe (sü­ kunet, huzur) sözcüğüydü. Gazetenin 4 Mayıs sayısında Ru­ he sözcüğü 'Posta Kutusu' bölümünde çıkmıştı ve bu da (sav­ cının jüriyi ikna etmeye çalıştığı gibi) o akşam Haymarket Meydanı'nda Devrim'in başiayacağını göstermekteydi. An­ cak Waller bile, 3 Mayıs toplantısında Haymarket toplantısı­ nın konuşulmadığını ve polisin oraya müdahale edeceğinin bir kere bile dile getirilmediğini kabul ediyordu. Greifte bir 'komplo' üzerinde anlaşılmış olsa bile, kimse bunun, ertesi gece Haymarket'ta başlaması gerektiğini ya da başiayacağını aklının ucundan dahi geçirmemişti. Aksine, silahlı kişilerin o toplantıdan tümüyle uzak durmaları özellikle önerilmiştil Bu akşam hücrelerimizde Engel bize, kendisinin Griefte 3 Mayıs'ta sunduğu ileri sürülen 'plan' ın, işçileri öteki yanakla­ rını uzatmaktan vazgeçip güce güçle karşılık vermeleri gerek­ tiğine dair pek de belirli olmayan bir öneri olduğunu söyledi. Toplantıdakiler onu onaylarken aynı derecede belirsiz konuş­ muşlardı. Kimse belirli bir takvimden veya ayrıntılı strateji­ lerden söz etmiş değildi. Engel oradakilerin, çoğunun bir gün bir proleter ayaklanması olacağı ve böyle bir ayaklanma ger-

302 çekleştiği zaman onu desteklemeye hazır olmaları gerektiği görüşünü paylaştıklarını söylüyor. Sözde komplo adı verilen şey, bir grup insanın işçi sınıfı içinde gayet yaygın olan, gele­ ceğin biçiminin karşı konulmaz şekilde belirli olduğu hakkın­ daki inançlarını dile getirmekten başka bir şey değilmiş. Engel'in o gece Greifte sergilediği öfkeyi küçümsemesin­ den kuşkulanınama rağmen doğruyu söylediğinden emi­ nim. Ne de olsa, McCormick fabrikasındaki kıyıının üzerin­ den sadece birkaç saat geçmişti. Spies öfkesini yazdığı maka­ lede dökmüştü. Eğer kentte olsaydım ben de düşüncesizce bir tutkunun esiri olabilirdim. Herkes olurdu. Sadece sefale­ te kayıtsız kalanlar -yani, dünyanın Cyrus McCormick'leri­ insanların acıları karşısında istiflerini bozmazlar. Her neyse, bizim avukat sorgusunu tamamladığında Wa ller'ın güvenilirliği paramparça olmuştu. Yüzbaşı Black ona, ayın dörd ünde Arbeiter'da Ruhe sözcüğünün neden çık­ tığını bilmediğini -yani, bir 'gong'un' çalınmadığını- itiraf ettirdi ve aynı zamanda gazetenin editörü Spies'ın, Rulıe'nin bir 'işaret' olduğunu bilmediğini, gazeteye gelen diğer ilan­ lar gibi onu da otomatik olarak 'Posta Kutusu' sayfasına koyduğunu kabul ettirdi. Wa ller, polis kendisini komploya karışmakla tehdit ettik­ ten sonra işbirliği yapmaya yanaştığını da itiraf etti. Dahası, son iki haftadır Merkez Karakolu'nda nasıl ifade vereceği ko­ nusunda eğitim gördüğünü, hatta ifadesinin bir kısmını keli­ me kelime ezberlemesi için polisin yazdığını da anlattı. Son olarak, orada geçirdiği zaman için para aldığını ve Yüzbaşı Schaak'ın kendisine iş bulmada yardımcı olduğunu bile açık­ ladı. Wa ller belki de fikir değiştirmişti. Aksi halde neden kendisini Black' in sorularına teslim etsin di ki? Bu yalan ifadenin ve polisin bu işe karışmış olmasının ardından hemen davanın iptal edileceğini sanmıştım. Ama saflığıınınsonsuz olduğu anlaşılıyor. Wa ller tanık sandalye-

303 sinden indiğinde öylesine kısa bir ara verildi ki, bacaklarımı­ zı uzatmaya bile fırsat bulamadık.

20 Temmuz

Savcılık 3 Mayıs'taki Greif toplantısı ile ayın dördünde Haymarket'ta olanlar arasında güvenilir bir bağlantı ya da bir 'komplo'nun varlığını da kanıtlayamadıktan sonra, dik­ katini bizimle birlikte suçlanan ama ortadan kaybolan Ru­ dolph Schnaubelt'e çevirdi. Grinnell, Schnaubelt'i suçlu gös­ termek için art arda bir sürü tanık çağırıyordu. İki 'yıldız' ta­ nığı, Marshall Field şirketi bakkaliye bölümünden Bay M.M. Thompson ile geçmişi doğruyu söyeme duygusu kadar belir­ siz Bay Harry L. Gilmer adında biriydi. Thompson, Haymarket toplantısında Spies ve Schwab'ı Crane Sokağı'na kadar izlediğini ve konuşmaları arasında ta­ banca ve polis sözcükleri geçtiğini söyledi. Hatta Thompson biraz daha yaklaşınca, Spies'ın, "Bir tane yeter mi, yoksa gi­ dip birkaç tane daha alalım mı?" dediğini duyduğunu iddia etti. Birkaç dakika sonra da Schwab'ın, "Eğer geliderse onla­ ra gösteririz," dediğini duyduğunu da ısrarla söyledi. Yine ifadesine göre, o sırada yanlarına üçüncü bir adam gelmişti. Spies adama iri bir nesne vermiş, o da bunu sağ cebine sok­ muş. Grinnell bunun üzerine Schnaubelt'in bir fotoğrafını çı­ kardı ve Thompson da görevinin bilincinde olarak fotoğraf­ taki kişinin söz konusu üçüncü kişi olduğunu söyledi. Çapraz sorgulamada Thompson'ın Spies veya Schwab'ı daha önce hiç görmediği, tabanca ve polis sözcükleri dışında başka b\r şey duymadığı ve en önemlisi de Almanca bilmedi­ ği ortaya çıktı. Thompson, Spies ile Schwab'ın o gece İngiliz­ ce konuştuğunu iddia etmeye kalkışınca, Yüzbaşı Black'in ça­ ğırdığı tanıklar, iki adamın birlikte oldukları zaman sadece Almanca konuştuklarını kesin bir şekilde ortaya koydu. Fos-

304 ter buz gibi bir sesle mahkemeye, "Bir suç işlerneyi planlayan iki adamın çevredekiler tarafından daha kolay anlaşılacak bir dilde ve iki metre uzakta duran birinin duyabileceği kadar yüksek sesle konuşmaları mantığa sığmaz," dedi. Diğer tanıklar Schwab'ın, o akşam Arbeiter bürosundan Haymarket' a, sadece, Spies' a o sırada Deering fabrikasında yapılmakta olan toplantıda konuşmak üzere hemen gelmesi­ ni söylemeye gittiğini kesin bir şekilde gösterdiler. Grinnell 'yıldız' tanıklarından birinin paçavraya dönüştürülmesinden sonra yılınayıp bir ikincisini çağırdı. Gilmer'ın ifadesi savcı­ lık için çok daha büyük bir felaket oldu. Gilmer polisin Hay­ market'a girmesinden sonra Spies'ın arabadan inip Crane Sokağı'nda birkaç kişinin yanına gittiğini iddia etti. Gilmer sanık bölmesinde oturan Fischer'ı göstererek, "Biri oydu," dedi. Gilmer'a göre Spies, ondan sonra başka bir adamın tut­ tuğu bir nesneye bir kibrit çakmıştı. "Bir fünye cazırtısı baş­ ladı ve ikinci adam bombayı polislerin arasına fırlattı." Schnaubelt'ın fotoğrafı bir kere daha ortaya çıkanldı ve tanık hiç duraksamadan onun bombayı atan kişi olduğunu söyle­ di. Savcılığın çok işine gelen bir ifade olmasına rağmen, Gil­ mer'ın ifadesi, daha önce Chicago Times'dan bir muhabire an­ lattıklarından çok farklıydı. Times röportajında Gilmer, Spi­ es'tan hiç söz etmemişti, bombanın fitilini yakanla atanın ay­ nı kişi olduğunda ısrar etmişti ve tarif ettiği kişinin Schna­ ubelt'le uzaktan yakından ilgisi yoktu. Savcılık Gilmer'ın her iki ifadesini de doğrulayan başka bir kanıt getirmedi. Buna karşılık Yüzbaşı Black, polis geldik­ ten sonra ve Yüzbaşı Ward dağılma emri verene kadar Spi­ es'ın arabadan inmediğini söyleyen on iiç tanık çıkardı. Spies arabadan indiğinde biri kendisine ateş etmeye kalkışmış ve ancak kardeşinin muhtemel katiliyle arasına girmesi sayesin­ de kurtulmuştu. Yüzbaşı Black o anda Fischer'ın Haymarket Meydanı'nda değil, Zepf Salonu'nda olduğunu da kanıtladı.

305 Yüzbaşı Black'in getirdiği dokuz komşusu ve tanıdığı, Gil­ mer'ın aşağılık bir yalancı olduğu yolunda ifade verdiler. Hatta ikisi, Gilmer'ın "yeminine bile inanılmaması" gerekti­ ğini söyleyecek kadar ileri gittiler. Ne muazzam bir hezimet! Keyiflerimiz yerine gelmişti. O günkü duruşma sona erince Lucy kızarmış tavuk getirdi ve yakında serbest bırakılacağımız şerefine kendimize esaslı bir ziyafet çektik. Yüzbaşı Black ile karısı Hortensia -bütün du­ ruşmalara katılıyordu- geçerken uğradılar, onlar da gidişat­ tan bizim kadar memnun görünüyorlardı. Yüzbaşı Black bi­ ze savcılığın henüz bütün kozlarını oynamadığını hatırlatma gereğini hissetti. Bundan sonra Lingg üzerinde yoğunlaşa­ caklarını, onun bombayı atan kişi olduğunu kanıtlamaya ba­ şaramadıkları için şimdi bombayı yapan kişi olduğunu iddia edeceklerini tahmin ediyordu. Yüzü memnuniyetle parılda­ dığı halde Yüzbaşı, "Hayır, henüz işimiz bitmed i," dedi. "Ya­ kında şerefe kadeh kaldıracağımızı umuyorum, ama belki de bunun henüz zamanı gelmedi."

24 Temmuz

Yüzbaşı Black'in kehanetleri doğruçıktı. Savcılık son dört günü Lingg'in bomba yaptığını ispatlamaya çalışarak geçir­ di. Evinde bulunan aletler ve ev sahibinin 'tanıklığı'na, bir zamanlar yoldaşı olan ama şimdi savcının tanıklığını yapan William Seliger'in, kendisinin de bomba yapımına yardım et­ tiğini itiraf etmesi eklenince bu hiç de zor bir iş değildi. Ka­ nıtlanması zor olan, Lingg'in bombaları ile Haymarket'ta atı­ lan bomba ve Lingg 'le bizler arasında bağlantı kurmaktı. Sa­ nıklardan çoğu mahkemeye getirilmeden Lingg'i tanımıyor­ lardı ve biz tanıyanlar ise onunla hiç yakın olmamıştık Birkaç kimya profesörü, elde edilen Haymarket bombası parçalarını incelemek üzere çağırıldılar. Bunlar o bomba ile

306 Lingg'in evde ürettiği bombalarda -çeşitli miktarlarda olmak üzere- kıyaslanabilir oranlarda metaller bulduklarını söyle­ diler. Bu ifade Haymarket'ta atılan bombanın Lingg'in bom­ balarından biri olduğunu kanıtlamaktan çok uzaktı ve bom­ ba yı Lingg'in attığını da kanıtlamıyordu. Lingg'in o gece Haymarket' a iki milden fazla yaklaşmadığı zaten açıkça be­ lirlenmiş bulunmaktaydı. Yüzbaşı Schaak tanık kürsüsüne çıktığında, terör savunu­ cusunun adının bile jüri üyelerini ürküteceğini bilerek Jo­ hann Most'u olayın içine çekmeyi başardı. Schaak, Lingg'in Merkez Karakolu'nda tutuklandığında kendisine bomba ya­ pımını Most'un Devrimci Savaş Bilimi adlı elkitabından öğ­ rendiğini itiraf ettiğini söyledi. Bu doğru olabilirdi de olma­ yabilirdi de, ama bunu söylemesi bile Bay Grinnell'in sanık­ ların kitabı görüp görmediklerini araştırmadan (örneğin, ben görmemiştim) tümünü jüriye okuması için yeterliydi.

25 Temmuz

Duruşmalar kamuoyunun gündeminin en önde gelen at­ raksiyonu oldu. Jüri seçilirken bile salon doluydu, ancak şimdi moda düşkünü genç hanımlar bile oya işlerini ve dans derslerini bir yana atıp, tehlikeli sapkınların ve yabancıların içieri sıkılan aristokrasiyi eğlendirmek üzere canlan için sa­ vaştıkları bu çağdaş Kolezyum'a akın akın koşuyorlardı. En şık giysileri içinde ön sıralarda oturuyorlar, şeker yiyorlar, sanıklan incelerken aralannda kıkırdaşıyorlar ve diyelim, bir sanığın sinsi gözlerini, diğerinin ahlaksızlık akan çenesini birbirlerine gösteriyorlardı. İçlerinden birinin yakışıklı Spies ya da Lingg' e uzun süre baktığını görünce, o kızla alay et­ mek için kahkahalan daha da yükseliyordu. Yargıç Gary toplumda ileri gelen ya da güzel ve genç ha­ nımları sık sık kürsüsünde yanında oturmaya çağırıyor, ta-

307 nıklar ifade verirken bile onlarla çene çalıyor. Bugün kendini de aşan bir şey yaptı. Ya nında özellikle çok güzel bir kadın oturuyordu, yargıç sanki deniz kıyısında bir sayfiye yerin­ deyınişler gibi kadını eğlendirmek için resimler çizdi ve ka­ dının çözemediği bir bilmecede kendisine yardım etti! Pazar günleri mahkemenin özel konuklarının hücreler arasında dolaşıp vahşi hayvanları yakından görmelerine izin veriliyor. Lingg bu ziyaretçi resmi geçidine mükemmel bir çare buldu: hücresine yaklaştıklarında atietik yeteneklerin­ den yararlanarak parmaklıklara asılıyor ve bir orangutan gi­ bi homurdanıp kaşınıyor. Bu arada tutukluların aksine, jüri üyelerine aşırı bir saygı ve nezaket gösteriliyor. Mahkemenin hemen karşısındaki pa­ halı bir otelde kalıyorlar ve Pazar günleri arabalarla zengin­ lerin gezinti yollarında gezmeye götürülüyorlar. Evlerini zi­ yaret etmek istediklerinde aileden birinin rahatsız olduğunu söylemeleri yeterli oluyor.

26 Temmuz

Kendi deneyimlerimden zenginler arasında bile aşırı du­ yarlı birkaç kişi olduğunu biliyorum. Ne de olsa kendi sınıf­ larının üyelerinden misiliernegöreceklerine aldırış etmeden, Gilmer'a bir tanık olarak güvenilmeyeceğini söylemeye hazır iki ünlü mülk sahibi bulmuştuk. Uzun süredir en yüksek sos­ yal çevrelerde bulunan Yüzbaşı Black de, konumunu ve geli­ rini bizi savunarak tehlikeye atmıştı. Söylentilere göre, başta kocasının davayı almasına karşı çıkan Bayan Black, sosyete tarafından tecrit edilmesi pahasına kaderimizle yakından il­ gilenmiş ve kendi ayrıcalıklı çevresinde bize olan sempatisi­ ni belirtmişti. Evet, en üst tabakada bile olsa iyi ve merha­ metli insan her yerde bulunur. Duruşmaya gelen genç kadın­ lar kimi zaman sadece bir kere gelseler de, içlerinden bazıla-

308 rı düzenli olarak gelip, duruşmaları gayet büyük bir dikkat ve ciddiyetle izliyorlar. Bunlardan biri de hemen her gün ge­ len Bayan Nina Va n Zandt. Zarif annesi Bayan James K. Van Zandt da sık sık kızına eşlik ediyor. Ya rgılanmanın ilk günlerinden birinde her zaman olduğu gibi salonda Lucy'yi arandım. İki çok süslü giyinmiş ve ana kıza benzeyen kadın arasında oturuyordu. O üçünün hemen yanındaki iskemlelerin boş olması dikkatimi çekti. Oysa du­ ruşmalar hep çok kalabalık olur ve oturacak yer bulunmaz­ dı. Birden, bunların Lucy'nin bana o kadar sözünü ettiği müşterisi Nina van Zandt ile annesi olduklannı anladım. Van Zandt kadınlanrun, böyle herkesin önünde Lucy'nin yanında oturma cüretlerine çok şaşınyordum. Bir ara verildi­ ğinde Lucy'yle tanık bölmesine benimle tanışmaya geldiler. Bayan Van Zandt biraz huzursuz göründüyse de, Nina sanki bir maskeli baloda karşılaşmışız gibi neşeyle konuştu benimle. Bu akşam, yanında annesiyleN ina (kendisine öyle dememi­ zi istiyor) ilk kez olarak hapishaneye bizi ziyarete geldi. Sanık­ Iann akrabalanolmadıklan için sadece bir iki dakika kalmala­ nna izin verildi. Ama Nina yine de birkaçımızia konuştu, bir ara Spies'ın yanına gitti. Spies daha sonra bizlere, kızın bize yardım konusundaki kararlılığının çok içten olduğunu söyledi.

27 Tem muz

Bomba atıldığı zaman altımız da Haymarket'ta almadığı­ mız için savcı tüm ağırlığıyla Spies'a ve Fielden'a yükleniyor. Spies'ı bombayı atan ya da en azından fünyesini yakan kişi olarak gösterme çabasında başanlı olamayan Grinnell, şimdi insaniann en naziği olan Fielden'ı o gece şiddet uygulamak­ ta kararlı bir kişi olarak göstermeye niyetli. Ta nıklardan biri, Fielden'ın konuşmasında polislerin öldürülmesi çağrısında bulunduğunu iddia etti ve Teğmen Quinn tanıklığında, po-

309 Iisler yaklaşırken Fielden'ın, "İşte köpekler geliyorlar! Siz işi­ nizi yapın çocuklar, ben de kendi işiıni yapayım!" diye bağır­ dığına yemin etti. Bunu diğer üç görgü tanığı ile Fielden şid­ detle inkar ettiler. Bazı memurlar Fielden'ın doğrudan polise ateş ettiğinde ısrar ettilerse de, savcı Grinnell bunların ifade­ lerini birbirlerine uydurmayı başaramadı: polislerden biri Fi­ elden'ın bomba patlamadan önce, bir diğeri bomba patladık­ tan sonra ateş ettiğini söylerken, bir diğeri onun arabadan in­ meden ateşe başlarlığına iddia etti; bir dördüncüsü de araba­ nın arkasına saklandıktan sonra ateş ettiğini söyledi. Bu ka­ dar kafa karıştırmak yetmezmiş gibi, iki polis teğmeni de 'bomba patlamadan önce hiç ateş edilmediği'ni belirttiler. Bu tür gariplikler ve çelişkiler adaletle alay etmek demek­ tir ve Grinnell ile tanıklarının doğru sözlülukleri üzerinde çıkmaz bir lekedir. Şimdiye kadar davanın çoktan reddedil­ mesi gerekirdi. Ama Yargıç Gary bunu yapacağı yerde, Chi­ cago'nun züppelerine evsahipliği etmenin yorucu görevle­ riyle meşgul ve Yüzbaşı Black'in usul hakkındaki bütün iti­ razlarını reddediyor. Ya rgıç Gary'nin sadık bir müttefiki ol­ duğunu bilen savcı da, açığa çıkan bir yalanını ya da bir çe­ lişkiyi sadece birer yaramaziıkmış gibi görüp, yazısı kötü ol­ duğu için azarlanan bir öğrenci gibi davranıyor. Savcının taktikleri birer birer geri teptikçe -'patladı' daha uygun bir terim olur- sanki, hastası içtiği hintyağını kusunca hemen bir müshil tavsiye eden ilaç satıcıları gibi, derhal bir sonrakine geçiveriyor. Şimdiye kadar hiçbirimizin bomba at­ tığını ya da polise ateş ettiğini veya arabadan yaptığı konuş­ malarda böyle bir tavsiyede bulunduğunu kanıtlayamayınca (bu konuda tanıklık eden Belediye Başkanı Harrison, o gece Haymarket'ta yapılan konuşmaların 'uysal' olduğunu defa­ larca söyledi), Grinnell, şimdi eski konuşmalarımız ve yazı­ larımızia şiddet tavsiyesinde bulunduğumuzu kanıtlamaya çalışıyor. Yüzbaşı Black, savcılığın önümüzdeki birkaç gün-

310 de, jüriyi, Haymarket'ta bombanın atılmasından önceki yıl­ larda bizim ısrarla güç kullanımını savunmamızın bizi de bombayı atan kişi kadar suçlu kılacağına ikna etmeye çalışa­ cağını bildirdi. Taktiklerdeki bu değişikliğin şimdiye kadar yapılan herşeyden daha ağır olabileceği konusunda bizleri uyardı. Bize gayet ciddi bir tavırla şöyle dedi: "Beyler, Alarm ve Arbeiter'ın eski sayılarını okuyorumve sizlere oradaki pek çok şeyi paylaşmadığımı, daha da önemlisi, bunların rahat­ lıkla size karşı bir önyargı havası estirmek için kullanılabile­ ceğini söylemek isterim." Spies, kendine özgü o alaycı tavrıyla, Yüzbaşı Black' e anayasanın konuşma özgürlüğünü garanti eden Birinci Yasa Değişikliği'nin, kendisinin haberi olmadan değiştirilmiş olup olmadığını sordu. Black, "Hayır, Bay Spies," dedi. "Ama hiçbir zaman da tutarlı bir şekilde olarak uygulanmış değildir."

28 Temmuz

On küsur yıl ayrılıktan sonra bu sabah ilk kez William'la görüştük. Çok değişmiş. Saçları dökülmüş, şişmanlamış. Ama yanımda olduğu için kendisine minnettarım. Bunun bedelini ödemeye başladığını söyledi: komşulan kendisinden uzak du­ ruyorlarmış, Newport News' daki gümrük müfettişliği işinin tehlikede olduğu ima ediliyormuş. Ama o beni savunmanın görevi olduğuna inanıyor; çoğunu 'üzüntü verecek kadar yan­ lış' bulduğu görüşlerimi değil de, onları ifade etme hakkımı. Eski bir eyalet haklan savunucusu olarak, son zamanlarda bü­ yük şirketlerin gücünün artmasından kaygı duyuyor. Bunu 'kimse }ay Gould'a karşı çıkmıyor' sözleriyle dile getiriyor. Kendisiyle pek çok konuda uzun uzun konuştuk;gardiyanlar ziyaretçi gerçekten akrabaysa buna izin veriyorlar. William bir süre avukatlık da yaphğından davanın adli usulleriyle de ya-

311 kından ilgileniyor. Bu kadar açıkça taraf tutulması karşısında şaşkına döndüğünü ve heraat kararı çıkacağından kuşkusu ol­ madığını söylüyor. William'ı bir kere daha görmek beni çok duygulandırdı, bütün eski anılarımı canlandırdı.

30 Temmuz

Savcı üç gündür bir an bile durmadan Alarm ve Arbe­ iter'dan, ayrıca diğer yazı ve konuşmalarımızdan zabıtlara geçmesi için parçalar okuyor. Ev ödevlerini iyi çalışmışlar doğrusu. Herbirimizin şiddete yaptığı en ufak bir gönderme­ yi gözden kaçırmamışlar ve sözcükleri anlamları dışına çeke­ rek olumsuz etkilerini arttırıyorlar. Lucy'nin 'Aylakların Şe­ refine' ve Lizzie'nin 'Dinamit' isimli makalesini bile, ikisi de suçlanmadıkları ve yargılanmadıkları halde zabıtlara geçir­ diler. Savcılık, sanık olan biz sekizimizin gayet yaygın bir komplonun sadece bir parçası olduğumuzu ortaya koymak amacıyla onları ve diğerlerini de davaya çekiyor. O yazılan yazdıklarında Lucy de Lizzie de Johann Most tarafından büyülenmiş gibiydiler; ben onları, yazılarının ba­ zı yerlerini yumuşatmaları için uyardığımı hatırlıyorum. An­ cak onlar beni dinlemediklerinden makaleler Alarm' da öz­ gün şekilleriyle çıkmıştı ve ben bundan çok rahatsız olmuş­ tum. İçeriklerinin çoğunu unuttuğumdan şimdi bazı parçala­ rından ve özellikle de Lucy'nin, iş bulamayanlara ve açlıktan ya da soğuktan ölme tehlikesiyle yüz yüze gelenlere, 'zorba­ ların duyduğu tek sesin kaba kuvvetin sesi' olduğunu unut­ mamaları gerektiğini söylediğini şaşkınlıkla dinliyordum. Ancak bu sözler abartmanın ulusal tarz haline geldiği büyük heyecan zamanlarında söylenmişti. Lucy'nin makalesi milis­ Ierin ancak ölmeden yaşamaya yetecek bir ücret için greve giden taşocağı işçilerini süngüleyip vurduğu ve mahkeme salonunda sözü bile edilmeyen 1885 Lemont olayiarına doğ­ rudan bir tepki olarak yazılmıştı.

312 Mahkemede askerlerin halka karşı kıyım eylemi hakkın­ da bir şey işitınediğimiz gibi, mülk sahibi sınıfların ve bası­ nın askerleri galeyana getirdiği -ve Lucy ile Lizzie'nin sözle de yazıyla da asla erişemeyeceği- yaklaşımı hakkında da bir şey duymamıştık. Mahkeme bize unutturmaya çalışsa bile, işsiz biri ekmek dilendiğinde Chicago Tribune'ün, "Ekmeğin üzerine striknin ya da arsenik sürün, bir daha sizi rahatsız et­ mez," dediğini asla unutamayız. Aynı şekilde, Pennsylvania Demiryolu'nun başkanı Tom Scott'un yaptığı, "Onlara güzel bir tüfek şöleni çekmek lazım!" önerisini de. Bu insanlar neden cinayetten ya da cinayete teşvikten yargı­ lanmıyorlar? Bunlar şiddeti savunmuşlar ve başlatmış/ardı, ama halen özgürler. Savcılık bizi mevcut toplum düzenine karşı ol­ mamıza -politik görüşlerirnize- dayanarak cinayetten mahkum ehnek istiyor ama gerçekten cinayet işlemiş olan Yüzbaşı Son­ field'ları 'yasa ve düzeninkurtancıları' olarak alkışlıyor. Savcı dün, Ya rgıç Gary'nin herhangi bir müdahalesi veya uyarısıyla karşılaşmadan, ölü polis Mathias Degan'ın yırtık ve kanlı üniformasını göstererek jüriyi kışkırttı. Grinnell'ın Sezar'ıngiysi sinde Brütüs'ün 'lanetli kılıcını soktuğu' yırtığı gösteren Mark Anthony rolünü oynamasına izin verildi. An­ cak Degan'ın ölümünün sebebi veya gerçekleştiği yer konu­ sunda eylemi kimin yaptığı dışında bir kuşku yok; onun le­ keli giysilerinin gösterilmesi bu esrarı çözmediği gibi, zaten çözmesi de amaçlanmamıştı. Geçen Şubat ayında, Ohio kömür bölgesinde konuştuğum­ da Can ton' da genç kızların giydikleri parça parça giysiler ne­ den sergilenmiyor? Ya da geçen bir trenden düşmüş olabilecek kömür parçalarını karlar altında arayan o bir deri bir kemik kalmış küçük çocukların resimleri neden jüriye gösterilmiyor? Büyük Demiryolu Grevi'nde milis kurşunlarıyla Martins­ burg' da delik d eşik edilen grevcilerin cesetleri neden sergi­ lenmiyor? Ya da Halsted Sokağı altında tesadüfen oradan ge-

313 çerken Chicago polisi tarafından vurulan ve beyni boşalan gencin cesedi neden gösterilmiyor? Allghany' de konuştuğum fabrika işçilerinin ifadeleri ne­ den dinlenmiyor? Altı kazanı on iki saat süreyle istimde tut­ tukları ve en küçük bir ihmalin bile patlamaya, kırk elli işçi­ nin ölümüne yol açacağı ve bu felaketin birkaç kere yaşandı­ ğı neden bilinmiyor? Demiryolu baronlarının gerekli güven­ lik malzemesi kullanmamaları nedeniyle kafaları köprüler­ den geçerken kopan demiryolu çalışanlarının dul eşleri ne­ den tanıklığa çağrılmıyor?

31 Temmuz

Savcılık dördüncü gün de tutanaklara geçmesi için Arbeiter ve Ala rm' dan yazılar ok uyarak, bizim yazılarımızia bomba atılmasını esinlendirdiğimizi, kurnazca sözcüklerimiz ve iddi­ alarımızla namuslu işçilerin kafalarını karıştırdığımızı kanıtla­ maya çalışıyor. Kısacası, bizler cinayetierin 'suç ortağı'yız ve Illinois yasalarına göre katille aynı cezaya çarptırılmalıyız. An­ cak bu tümüyle saçma bir mantık: Katilin kim olduğu bilinme­ den onu neyin etkileyip neyin etkilemediği nasıl bilinebilir ki? Savcı jüriyi biz sekiz sanığın gayet iyi örgütlenmiş bir komplonun liderleri olduğumuzu ve bir terör hakimiyetinin başlangıcı olarak 1 Mayıs 1886 tarihini seçtiğimize ikna etme­ ye çalışıyor (biz de sekiz saatlik çalışma gününü başlatmak için eylem yaptığımızı sanıyorduk!). Ancak Lucy'nin Labor Enquirer' da gayet açık seçik anlattığı gibi, bir tek bombanın atılmış olması böyle yaygın ve koordineli bir ayaklanma -ka­ rakol gibi yerlerin bombalanması- fikrini çürütmektedir. Haymarket bombasının tek kalması onun tekil bir hareket ol­ duğunu, polisin dayağını yemiş ve intikam almaya karar vermiş biri, bir deli ya da hatta bir ajmı provokatör olabileceği­ ni göstermektedir. Bombayı atanın kimliği bilinmedikçe, sav-

314 cı, onun bir komplonun bir parçası olduğunu, ya da bizleri tanıdığını veya hep birlikte bir komploya girdiğimizi nasıl hala ısrarla iddia edebilir? Ancak o, karmakarışık mantığına inanılacağından emin olarak bunu yapmakta ısrar ediyor. Yüzbaşı Black mahkemeye, bizim belirli bir cinayetten yargılandığımızı ve bu nedenle tutanaklara geçirilen bütün bu malzemenin gereksiz ve kabul edilemez olduğunu sık sık hatırlatıyor. Bu okunanlar bizim zaten asla saklamadığımız, kurulu düzene muhalefetimizle Haymarket'taki bomba ola­ yı arasında bir bağlantı kurmadığı gibi, 1 Mayıs'ta bir şiddet başlatma planı ya da bir 'genel komplo' kurmayla da bağlan­ tılı olamaz. Ancak Yargıç Gary yazılarımızı 'ilişkili ve kabul edilebilir kanıt' olarak kabul etmekte devam ediyor. Ve Yüz­ başı Black'in itirazları hep boşuna çıkıyor.

1 Ağustos Belediye Başkanı Carter Harrison tanık sandalyesine oturdu ve şunları söyledi: "Toplantının en başından, Bay Par­ sons'ın konuşmasının sonuna yaklaşmasına kadar Haymar­ ket mitingindeydim. Bay Parsons konuşurken sekiz yüz kişi­ lik kalabalığın dörtte biri bile kalmamıştı. Orada bulundu­ ğum süre içinde değil sözde Terör Hakimiyeti'nin başlatıl­ nlası, 'organize bir komplo'yla karşı karşıya bulunduğuma dair en ufak bir izlenin1e kapılmadığıını belirtmek isterim." Kentin ileri gelen yetkililerinden birinden gelen bu abartı­ sız beyan, salondakiler arasında mırıltıların yükselmesine neden oldu. Grinnell, bir skandalla karşılaşmış gibi inannlı­ yormuş gibi bir tavırla başını iki yana sallıyordu, yüzü hoş­ nutsuz bir sırıtmayla çarpılmıştı. Ancak bu, Belediye Başka­ nı'nın sözlerinin etkisini gideremediği gibi aynı doğrultuda konuşmaya devam etmesini de önlemedi. "Konuşmacıların çok sert sözler söyledikleri doğrudur," dedi. "Ama bunlar

315 desteklenmedi. Ben kalabalığın çoğunluğunun sadece seyir­ ci olduklarından, çoğunun işçi olduğundan ve yine çoğunun İngilizce bilmeyen Almanlar olduğundan eminim. O akşam hiçbir konuşmacının, derhal güç ya da şiddet kullanılması çağrısında bulunmadığından da eminim. Böyle bir şey olsay­ dı kalabalığı anında dağıtırdım. Hiç kimsenin üstünde her­ hangi bir silah da görmedim." Belediye Başkanı Harrison'ın bugün politik kariyerini yıktığım sanıyorum. Keşke bir tek kişiyi bile ikna ettiğine inanabilseydim.

2 Ağustos

Saatlerce hücrede kapalı kaldığım ve duruşmanın da sonu gelmeyecekmiş gibi uzadığı şu sıralarda, ruhumu ayakta tuta­ biirnek için büyük çaba harcamak zorunda kalıyorum. Diğer­ leri gibi elbette. Ama Lingg, Fischer ve Engel en azından dışa­ rıdan bakıldığında çok sağlam ve sabırlı görünüyorlar (yine de içlerinde nasıl ıstıraplara katlandıklarını kim bilebilir ki?). Çoğu günler sıcak dayanılmaz oluyor. Ben bu günlüğü ya­ zarak sıcağı düşünmemeye çalışıyorum, ama hemen her sayfa ter damlalanylaıslanıy or; onları gözyaşlan gibi düşünüyorum, yavrularımı düşündükçe önlemeye çalışhğım gözyaşiarım gi­ bi. Nasıl da özlüyorum çocuklanmı, Lulu'nun kucağımda hop­ layıpzıplamasını, Albert Jr.'un Ben Hur'u 'bir kere daha' oku­ rnamiçin yalvarmasını. Bir daha onları ancak haftalar sonra gö­ rebilirim: kapanış konuşmalan başlayacağı için çocuklan Wa­ ukesha' daki arkadaşlanmızın yanına göndermeye ve bu fazla­ sıyla ağır duygusal gerginlikten uzak tutmaya karar verdik.

4 Ağustos

Çocuklar bugün gittiler. Veda etmeye geldiklerinde neşeli görünmeye çalıştım ve çok yakında tekrar birlikte olacağımı-

316 zı söyledim. Ah, buna bir de kendim inanabilseydim ... kal­ birn yuvasından koparılmış gibi ...

6 Ağustos Lingg'in saatlerce çakısıyla oyalandığını görünce ben de tahta yontınaya başladım. Şu anda bir vapur üzerinde çalışı­ yorum; iyi bir şey olursa belki de satıp Lucy'ye biraz para ve­ rebilirim; 'anarşist hayvanın ellerinden çıkma' falan gibi. Lucy yakında dükkanı kapatmak zorunda kalabilir. Ancak ziyaret saatlerinin birini bile kaçırmıyor, bana ufak tefek ar­ mağanlar ve ellerinin temasının o büyük huzurunugetiriyor. Umutlarımızı ve korkularımızı birbirimizden saklamadan, bütün ihtimalleri açık açık konuşuyoruz. Bugün bana yakınlardaki bir otelde kalan ve sık sık ken­ disini ziyarete gelen Wi lliam'a kızdığını anlattı. "Bana senin karın değil de evinin kahyasıymışım gibi davranıyor," dedi. "Kendi sesini duymaktan büyük keyif alıyor. Dün işçilerin çaresizlikten silaha sarılabileceklerine dair 'yanlış' fikri hak­ kında konuşup durdu ve bütün şikayetleri çözmek için öz­ gür demokratik seçimin yeterli olduğunda ısrar etti. Kendisi­ ne Bay Lincoln'ün özgür ve demokratik bir seçimi kazandıktan sonra neden ona karşı silaha sarıldığını sordum. Buna çok şa­ şırmış göründü." Lu ey kıkır kıkır güldü. "Ama çok geçme­ den kendini topariayıp bana fazla okumanın tehlikeleri hak­ kında bir d emeç verdi. Bunun benim sağlığıınıtehli keye ata­ cağını söylüyor. Anlaşılan okumak kadının erkekten dalıa zayıf olan beynine aşırı bir yük bindirirnıiş." "Asıl fazla okuyan William ... sözümona durmadan Bilim okuyor." "Sevgili ağabeyin ondan sonra da, 'Senin halkının özel ye­ tenekleri çok başka alanlardadır,' dedi." "Oh oh... "

31 7 "Buna karşılık vermeden duramazdım ama öfkeme de hakim oldum. Ona, 'Benim halkım Amerikan halkıdır ve ye­ teneklerim sadece olağanüstü geniş ve derin oldukları anla­ mında 'özeldir' dedim." Lucy güldü. "William sersemiemiş gibiydi. Bunu da büyük bir ilerleme saydım."

Nina Va n Zandt bugün hapishaneyi ziyarete geldi. Spi­ es'la artık çok sık görüşüyorlar ve ikisi birlikte Spies'ın oto­ biyografisi üzerinde çalışmaya başladılar. Kız, Spies'ın akra­ bası olmadığından, ziyaret için hapishane yetkililerinin önü­ ne çıkardığı çeşitli engelleri aşmak zorunda kalıyor. Ancak ailesinin ünü ve kendi inatçılığı hep galip geliyor. Lucy kadar ateşli ve iradeli. Lucy'yle böyle dost olmak yerine düşman bile olabilirlerdi. Hala da olabilirler sanırım. Güçlü iradeye sahip insanlar, etki alanlarını paylaşmak istemezler. Nina gittikten sonra Lucy şaşkınlıktan ağzımı açık bıra- kan bir şey söyledi: "Nina, Spies'a aşık." "Bunu o mu söyledi?" "Söylemesine gerek yok. Yüzünden anlaşılıyor." "Bence yanılıyorsun." "Bütün belirtiler ortada: Spies'ın adını söylerken sesinin o hayranlık ifade eden tonu, onu görünce yüzünün kızarması, kimse aleyhine bir şey söylemediği zaman bile Spies'ın dün­ yanın en yanlış anlaşılmış kişisi olduğunu ısrarla söylemesi. Bunu nasıl göremezsin?" "Herhalde görmek istemediğim için," dedim. "Birlikte nasıl bir gelecekleri olabilir ki?" Lucy'nin dili tutuldu. "Albert, ne söylediğinin farkında mısın? Ta m da seninle benimki gibi bir gelecekleri olacak. İyi bir gelecek. Uzun bir gelecek. Yüzbaşı Black'in beraat kararı çıkması ihtimalinin çok yüksek olduğunu söylediğini duy­ dun. Ondan neden kuşkulanıyorsun ki?" Konuşmanın orada son bulmasını isteyerek, "Foster daha karamsar," dedim.

318 "Sadece bu jüri konusunda ama," dedi Lucy. "Jürinin suç­ lu bulması durumunda bile hepinizin temyizde serbest kala­ cağımza Foster bile inanıyor." Sesinde öyle bir güven vardı ki, "Foster'ın sözcükleri mi bunlar?" diye sordum. "Buna benzer bir şey söyledi işte." "Anlıyorum," dedim. Konuyu orada bıraktık. Parmaklı­ ğın arasından birbirimizin elini kavrayıp sıktık.

7 Ağustos

Bazı gazete muhabirieri benim Wa co' daki gençliğimi araştırmaya başlamışlar. Chicago Herald'dan biri 'çılgın genç' olarak eski ünüm hakkında benim bile unuttuğum bir sürü ayrıntıyı ortaya çıkarmış. Hatta gezdiğim birçok kadının ve Lucy'yle karşılaşmadan önce kısa bir süre birlikte yaşadığım bir tanesinin adlarını bile bulmuş. Bunların hiçbiri karşısında kılım bile kıpırdamadı -ben asla dürüst bir Ya nkee olduğu­ mu iddia etmedim. Hem o yıllarda Waco' da bir delikanlının zaten 'çılgın' olması beklenirdi. Ama şimdi durum ciddileşti. Gazetecinin son yazısı Lucy'nin eski hayatı hakkında ve Lucy öfkeden çılgına dön­ dü. Ya zıda Lucy'nin zenci olduğu ve benimle tanışmadan önce eski bir köle olan Oliver Gathings adında biriyle evli old uğu iddia ediliyor. Bu benim için yeni bir haber ama doğru da olabileceğinin farkındayım. Lucy'nin bana bile tüm geçmişini anlatmayacağını kabullendim artık. Geçmi­ şini tam olarak Lucy de bilmiyor, kendisine anlatılan çeliş­ kili bilgi parçacıklarını asla çözernemiş olabilir. Ya da bunu istememiş olabilir... Bugün ziyaret saati geldiğinde gözlerime inanamadım: göz­ lerinden alevler fışkıran Lucy hücremin dışındaydı ve yanmda Herald muhabiri vardı! Bana hal hahr sorma zahmetine bile gir-

319 meden, "Söyle şuna!" diye bağırdı. "Bu sersem muhabire be­ nim geçmişim hakkında bütün bildiklerini anlat... herşeyi!" İkimiz de benim fazla bilgiye sahip olmadığımı bildiği­ mizden onun beni yönlendirmesini kabul etmemi istediğini anladım. Sanki ben özellikle duraksıyormuşum ya da konuş­ maktan kaçınıyormuşum gibi, ''Söyle şu sersen1e!" diye tek­ rarladı. Ne söylememi istediğini bilmediğimden Texas'ta yaşar­ ken verdiğimiz politik mücadeleyi anlatmaya koyuldum. "Hayır, hayır!" diye Lucy sözümü kesti. "O eski Ye niden Ya pılanma hikayelerini değil! Bu adam ..." Gazetecinin om­ zunu dürtükledi. "Bu adam önemli konuları bilmek istiyor. Kim kiminle yatıyordu falan gibi. Ya tak işleri, devlet işleri değil. Chicago' da gazeteciler öyle sıkıcı şeyleri Nort h Ameri­ can Review dergisine bırakırlar." Muhabir o arada bana kendisini Bay F.W.Peters olarak ta­ nıttı ve dedikoduyla ilgilenmediğini, hikayemizin 'insani' yanını ortaya çıkarmak istediğini söyleyerek bizi okuyan ka­ muoyuna daha sempatik göstermek istediğini ima etti. Onun ve Lucy'nin bu saptırmaları arasında en güvenli çıkış yolunu arayarak, "Size şunu söyleyebilirim," dedim. "Bu Oliver Gat­ hings adındaki adamı ne Lucy' den ne de bir başkasından duydum. Böyle birinin var olduğundan emin misiniz?" "Evet, efendim, hala Waco' da yaşıyor." "Bana adam reklamdan payını almak istiyormuş gibi ge­ liyor," dedim. "Bazı insanların adlarının gazetelere geçmesi için yapmayacakları yoktur. Örneğin ben. Ben de resmimin Herald'ın birinci sayfasına geçmesi için ücret köleliğine karşı çıkmadım mı?" Bu şaka girişimim hiç takdir edilmedi. Lucy yüzüme öfkeyle bakarken Bay Peters sıkıntıyla yere baktı. "Bay Peters, ben size birkaç şey söyleyeceğim," dedi Lucy. "Ondan sonra da başka hiçbir şey söyleyecek değilim. Bir: atalarım Meksikalı ve Creek Kızılderilisidir. İki: bu Oliver

320 Gathings'in kim olduğu hakkında hiçbir fikrim yok. Ya bunu kabul edip gazetende bir özür yayınlarsın ya da beni iki eşli olma suçuyla mahkemeye verirsin. Zaten verdin sayılır ya . Zamanını Mississippi' de Carrollton' daki son linçler hakkın­ da 'derinliğine araştırma' yaparak harcasan çok daha iyi olurdu. Araştırma becerini biraz da siyah bir adamın siyah bir kadını ırzına geçilmekten korumaya çalıştığı için linç edildiğini ve linç edenlerin eğlence olsun diye bir mahkeme salonuna ateş edip on üç siyahı daha öldürdüklerini öğren­ meye ayır bakalım. O Carrollton pisliklerinin hayatlarının çok 'insani ilgi' uyandıracağına bahse girerim." Lucy sonra arkasını döndü ve koridorda kayboldu. Bay Peters da beni şapkasıyla selamladıktan sonra tek kelime bi­ le söylerneden çekip gitti.

13 Ağustos

Kapanış konuşmaları üçüncü gününde. Eyalet adına Wa l­ ker ve Ingham, duruşmalar sırasında zaten söylenenleri uzun uzun tekrarlamaktan başka bir şey yapmadılar. Wa lker Haymarket protesto mitingini 'yasadışı bir toplantı' olarak niteleme cüretinde bile bulundu. Nedenmiş? Çünkü 'karga­ şa çıkarmak' için yapılmış. Mitingin şiddet uygulama niye­ tiyle gelen Bonfield ve adamları ortaya çıkana kadar tümüy­ le huzurlu geçtiğini söyleyen Belediye Başkanı Harrison'un­ ki dahil, dağ gibi yığılan ifadelere rağmen bunu söyleyebildi. Wa lker savunma tanıklarının hiçbirinin 'Amerikan yurt­ taşı' olmadıklarını söyleyerek jüri üyeleri arasında bir yerli yandaşı duygusu yaratmaya çalıştı. Ingham da aynı minval­ de konuşarak, özel mülkiyete inanmayanların Afrika Hot­ tentoları ya da Fiji Adası sakinleri arasında yaşamaya gitme­ lerini tavsiye etti. O yerleri sakinlerinin derilerinin renklerin­ den dolayı seçtiğini tahmin ediyorum.

321 Ingham jüriye 'sonuçlarından korktukları için' bir beraat kararı vermemeleri gerektiğini de iki kere hatırlattı -yani, bi­ zim asılmamıza karşı insani bir gönülsüzlük göstermemele­ rini istedi.

14 Ağustos

Bugün sıra bizdeydi. Konuşmaya Bay Foster başladı ve o si­ nirli huyu bir kere olsun işimize yaradı. Adamdan hiçbir za­ man hoşlanmayacağım ama yeteneklerine yeni yeni saygı duy­ maya başladım. Doğrudan doğruya konuya girdi. Ya rgıç Gary'ye panltılı gözlerle bakarak, "Bir tek, sadece bir tek soru var," dedi. "Bu sanıklar cinayetten sorumlu mudurlar? O gayet özenle hazırlanmış -ve de çürütülmüş- komplo suçlamasının amacı, dikkati gereksiz konulara çekmekti. Bir toplumsal dev­ rimin istenirliliği ya da gerçekleşme ihtimali hakkındabir fikre sahip olmak ve bu fikirleri kamuoyu önünde açıklamak, her yurttaşın anayasamızın güvence alhna aldığı bir hakkı olduğu için sanıklarkomplo suçlamasıyla karşılaşmamalıydılar." Yargıç Gary, Fos ter'ın konuşmasının tam burasında yanın­ da oturan süslü giyimli kadının kulağına bir şeyler mırıldan­ dı; kadın elini ağzına götürerek gülmesini saklamaya çalıştı. Gary'nin bu kışkırlması karşısında Foster cümlesinin orta­ sında sustu. Çöken sessizlik Gary'nin dikkatini yeniden ko­ nuşmaya vermesini sağladı. "Eğer insanları politik görüşleri için asmaya başlarsak, o zaman sanıkların aksine, sık sık şiddet çağrısında bulunan o gazete editörleri ve tanınmış siyasetçilerin akıbetieri ne ol­ malıdır? Tribıme'ün sahibi Joseph Medill'in makaleleri, ki kendi sözlerini aktarıyonım, 'Chicago'nun sokak lambaları­ nı süsleyen komünist leşleri' hayallerini dile getirmiyor muydu? Ya gazetelerinde grevci işçilerden söz ederken 'bu vahşi yaratıklar güç kullanılmasından ve bunun çok sonraki

322 kuşaklarca bile hatırianacak kadar çok olmasından başka bir mantıktan anlamazlar' diye yazan New York Tribune sahiple­ rine ne ceza verilmelidir? "Hiç kuşkusuz bu tür gaddar duygular sert bir kınarnayı hak etmektedirler. Yoksa hiçbiri de Tribune gibi yurttaşian­ ınıza el bombası atılmasını tavsiye etmemiş olan Alarm ve Arbeiter-Zeitung dışında her gazetenin fikirlerini ifade ettiği için korunmasını mı tercih edersiniz?" Foster'ın yaptığı bu uzlamaz kapanış konuşmasındaki çü­ rütülmesi mümkün olmayan savlarının bize dost kazandır­ maktan çok, sempatizan kaybettireceğini bilmeme rağmen kalkıp kendisini alkışlamak istedim. Ama bir bakıma, hep­ sinden öte, bunun bir önemi olacağını sanmıyorum. Şimdiye kadar jüri üyelerinin hepsi değilse bile çoğu kararlarını çok­ tan vermişlerdir.

15 Ağustos

Dün Foster beni o küstah şovmenliğiyle şaşırtmışh. Bugün de Yüzbaşı Black beni tam aksi bir yönde şaşırth. Sevgili adam­ cağızın görünüşü beni ürkütmüştü. Aylardırkendisini her gün gördüğüm halde bugün karşımda dururken ilk taruşhğımız­ dan bu yana saçlannın ne kadar beyazladığıru ve yüzündeki çizgilerin arthğını fark ettim. Daha alh ay önce yakışıklı ve cid­ di bir askeri kahramanı temsil ediyor gibiydi. Bugün ise karn­ huru çıkmış, gözleri huzursuz bir telaşla yuvalannda dönüp duruyor. Bu sabah karşımızda tam yaşlı bir adam vardı. Bugünkü performansı da her zamanki etkileyiciliğinden çok uzaktı. Kalbirn duracak gibi oldu. Yüzbaşı Black yoksa güvenini mi kaybetti, bizim suçlu bulunacağımızdan mı kor­ kuyor? Oysa şimdiye kadar çok neşeliydi, hatta kimi zaman bizi gereksiz yere umutlandırmamak için kendi iyimserliğini frenleme konusunda bayağı çaba gösteriyordu.

323 Lucy bir süredir Yüzbaşı Black'in etkinliğinin, bize karşı giderek artan ve artık aşikar olan hayranlığıyla birlikte kay­ bolmakta olduğundan kaygılanıyor. Lucy daha birkaç gün önce onun için, "Tarafsızlığını kay­ betti," dedi. "Dostumuz oldu," diye karşılık verd im ben de. "Ve bir dereceye kadar politik bir sempatizan. Belki de dostluk onu daha güçlü bir savunucu yapar, bizi mümkün olan en etkili biçimde temsil etme kararlılığını güçlendirir." "Bunu hiç kuşkusuz istiyordur," dedi Lucy. "Ama hay­ ranlık tehlikeli olabilir. Bir insan hakkında iyi duygular bes­ liyorsan, onun karakterine yapılan saldırılara şaşırırsın ve bir avukatın sorumluluğu olan yanlışlığını ka mtlanıak yerine on­ ları önemsememeye çalışırsın." Lucy'nin ne demek istediğini bugün tam olarak anladım. Black bir noktada 'devletin sonunda despotluğa dönüştüğü­ nü' söyleyerek hiç olmadığı halde tam bir anarşist gibi konuş­ tu. Sonra bizi mahkemeye 'hayatlarını hemcinslerinin daha iyi yaşarnalarınaadam ış insanlar'di ye tanımiayarak şöyle devan1 etti: "Bir insanın, sıradan insaniann ıstırapianna sempati d uy­ ması, kalbinin ezilen işçilerin isteklerine karşılık verdiğini his­ setmesi bu kadar kötü bir şey mi? Aramızda böyle insaniann çoğalmasının bizleri karlı çıkaracağına inanıyorum ben." Bu sözler karşısında Grinnell sırıttı, dinleyiciler arasında gülenler oldu. Ondan sonra öyle bir övgü dizisi geldi ki, doğ­ rusu ben sıkıldım. Bir de kaygılandım. Yüzbaşı Black'in bu abartmalarının çok ciddi sonuçları olabilirdi. Black bizim 'özverili idealizmimiz'i John Brown'ın ve ... İsa'nınkiyle karşılaştırdı! İsa'yı, 'Spies ile diğer çağdaş hava­ rilerinin öğrettiği sosyalizmi ilk kez dile getiren Ya hudi­ ye'nin büyük Sosyalisti' olarak tanımladı. John Brown'a ge­ lince, Brown'ın Harpers Ferry'ye saldırısı 'Sosyalistlerin çağ­ daş kötülüklere saldırıları'yla kıyaslanabilirdi.

324 Beyazların çoğu siyah köleleri özgürlüklerine kavuştur­ mak için silaha sarılmasından hoşnut değillerdi, bu nedenle john Brown benzetmesi zaten yeterince tehlikeliydi. Ama biz­ leri İsa'ya benzetrnek kesinlikle hataydı ve iyi Yüzbaşı'nın kal­ bindekileri dile getirdiğinden bir an bile kuşku duymuyor ol­ sam da, bizim adımıza ciddi bir hata yaptığına inanıyorum. Grinnell, Black'in hemen ardından konuşmasını yapmak için ayağa kalkınca, Yüzbaşı'nın yanlışlıklarından kurnazca yararlanmayı ihmal etmedi. "Devlet despotluk mudur? Bizim yüce milletimiz bu kadar çarpıtılmış bir savın yalan olduğunu kanıtlamadı mı?" Salon yurtsevercealkışlarla inledi. Yargıç Gary milleti susturmak için gülümseyerek tokmağını hafifçe vurdu. Grinnell, "Neyse ki, sanık avukatlarından Bay Foster müvekkillerinin hain anarşist­ likleriyle lekelenmiş değil," diyerek k.ışkırtmasını sürdürdü. Grinnell yeni bir alkış dalgası bekleyerek sustu ama bek­ lediğini bulamadı. Çünkü dinleyiciler, Foster'ın bu şekilde de olsa övülmesini istemiyorlardı: Forster mahkemeye ve dinle­ yicilere horgörüsünü biraz fazlaca göstermişti. Grinnell hemen devam etti: "Bay Black sanıkları insanse­ ver olarak tanımlıyor. Herhalde mahkemeniz Bay Black'in aksine, bu adamların bu kentte yıllardır açıkça vatana ihanet ve cinayet çağrısı yaptıklarını unutmamışhr. Cinayet çığırt­ kanlığı yapmak Bay Black'in insanseverlik tanımı mıdır? Üste­ lik, Yüzbaşı Black daha da ileri gidiyor: Sanıkları insanlığın Kurtarıcısı İsa'ya benzetiyor! Savunma bu kadar alçaldı mı? Barış isteyen o yüce insan buradaki sefillerle kıyaslanabilir mi?" Salondan yuh sesleri yükseldi. Yargıç Gary düzeni sağlamak için hiç acele etmedi. Grin­ nell ondan sonra bize haftalar boyunca yöneltilen komplocu­ luk ve terörist suçlamalarının hepsini tekrarladı. Ardından yeni söz oyunlarına geçti. Azami etki yapabilrnek için jüri bölmesinin önünde durup jüri üyelerine, heraat kararı ver-

325 dikleri takdirde, "Bu dava sırasında kentin deliklerine ve ara sokaklarına gizlenmiş bütün aşağılık haşereler, fare sürüsü gibi tekrar dışarı çıkacaklardır," uyarısında bulundu. Salon yine alkışlarla iniedi ve heyecandan gerilen gövde­ leri, gururla parıldayan gözleriyle jüri üyeleri büyük bir sa­ vaşa girmek üzere olan askerlere benzediler. Bu işlerin emektan olan Grinnell onları, talimatlarını verip, görevleri­ ni tam olarak yapacaklarına inandığını belirterek, karar ver­ meleri için gönderdi. Foster ve Black'in jüri üyelerine kuru bir teşekkürle yetin­ melerine karşılık, Grinnell onlara 'bencillikten uzak, soylu hizmetleri' ve bu çetin duruşma sırasında kendisine göster­ dikleri 'nazik ilgi' için övgüler yağdırdı. Sonra gayet usta bir darbe indirerek, jüri üyelerinin vicdan sahibi insanlar olarak 'son derece nahoş ve ağır da olsa' görevlerini cesaretle yapa­ caklarından emin olduğunu bildirdi. Jürinin 'o hassas duyarlılığına' rağmen görevlerinin ne olduğu kuşkusunu taşıması ihtimaline karşılık, Grinnell bi­ zi kıyaslamalı bir adaletsizlikle sıralayarak en uygun ceza­ nın ne olacağını ima etmeye koyuldu: Spies, Fischer, Lingg, Fielden, Parsons, Schwab ve Neebe. Grinnell, Neebe'yi biz­ lerden özellikle ayırmıştı. Onun polisin 'tam zamanında bo­ şa çıkarttığı' cinayet komplosunun tam üyesi olmadığını, elbette cezayı hak ettiğini, ama bunun bizlerin alacağı ceza­ dan daha hafif olması gerektiğini belirtti. Bu akşam hücrelerimize döndüğümüzde, Grinnell'ın sıra­ lamasındaki adaletsizlik üzerine konuştuk. Ya rışınada bu ka­ dar gerilerde kaldığım için benimle dalga geçtiler. Spies, "Eğer kendini birahanelerden koparabilirsen ara sıra bizi zi­ yarete gelirsin belki," dedi. İyi bir espri değildi belki, ama ce­ sur bir yürekten geliyordu ...

326 17 Ağustos

Ya rgıç Gary'nin ertesi gün jüriye vereceği ta limatlan bek­ lerken zaman eskisinden çok daha ağır geçiyor. Sadece Lingg, Fischer ve Engel gayet keyifli olarakdavamızın haklı­ lığı konusunda konuşuyorlar. Hepimiz uykusuzluktan ve kendimizi okuyup yazmaya vermemizden, zaman zaman gerginlik belirtileri göstermeye başladık. Ben ikinci bir aşap vapur yontınaya başladım, bu tek bir parçadan oluşuyor ve çok daha süslü. Hatta bir dümen yon­ tup ön güverteye iki insan bile yerleştirdim. Lingg bugün hücremin önünden geçerken eserimi gördü ve o nadir gü­ lürnsernelerinden biriyle başını onayiareasma salladı. Ta hta yontrnanın, beni, geleceği düşünmekten alıkoyduğu gibi, bir tür hayale dalmayı da kolaylaştırdığını fark ediyo­ rum. Za manda gerilere gidip yine bir çocuk oluyor, Ester Te y­ ze'nin beni kucağına alıp her insanın hayatının değerli oldu­ ğunu asla unutınamam gerektiğini söylemesini, Brazos kıyıla­ rında saçlarıının dalgalanarak yasemin kokuları arasında ko­ şuşurnu hatırlıyorum. Hayat ne kadar garip ... o nehir kıyısm­ daki antilop avlayan, dünyayı umursamayan mutlu çocuğun, bir gün Kuzey' deki bir hapishanenin buz gibi hücresinde, te­ miz havayı içine çekmesi ve gökyüzünü görmesi yasaklanarak başka insanların onun ne kadar suçlu olduğunu belirlemesini bekleyeceği kirnin aklına gelirdi. Çocukluğumuzda, bizi nele­ rin beklediğini tahmin edemediğimiz 'gelecek' gibi anlamsız bir konu üzerinde de kafamızı yormayız. Ama şimdi bu sıkın­ tılı hücrede otururken hayatıının nasıl kökten bir farklılık gös­ terebileceğini ve öyle olmamasının ne büyük bir esrar olduğu­ nu çok iyi anlıyorum. Bu tabii bir pişmanlık değil, sadece me­ rak konusu benim için. Neden William'ın yolunu izleyip bir hayvan yetiştiricisi, ya da Galveston'da bir pamuk tüccan ol­ madım ki? Benim geçrnişime sahip bir genç için bunlar, zenci­ leri savunmaktan (ve hatta biriyle evlenmekten), göçmen işçi­ lerle el ele tutuşmaktan çok daha mantıklı seçimler olurdu ...

327 18 Ağustos

Nina Van Zandt artık neredeyse her gün ziyarete geliyor -eğerizin alabilse gerçekten her gün gelecek. Bugün nasıl ol­ duğumu sormak için hücreme uğradı ve parmaklıkların ardın­ dan konuştuk. Yüzü her zamankinden gergindi ve çok dalgın görünüyordu, göz kenarlanndaki çizgiler kaygıdan artmış gi­ biydi. Ne olduğunu sorunca bana telaşlı bir sesle yakında Mat­ son adında yeni bir şerif atanacağını duyduğunu ve adamın di­ sipline düşkün olmasıyla ün saldığının söylendiğini anlattı. Ona güven vermeye çalıştıysam da iyimserlik yayacak gerçek bir nedenim olmadığından sözlerim adeta boşlukta çınladı. Gözleri bulutlanan Nina, "Eğer Matson atanırsa Bay Spi­ es'la bazı alternatif planlar düşünüyoruz ...." dedi ve sustu. O kadarını bile söylediğinden pişman olduğu anlaşılıyordu. Ben ne gibi 'alternatifler' düşündüklerini sorduğumda soru­ mu duymazdan geldi ve az sonra da veda edip gitti. Çok ga­ rip ... Buradan kaçınayı planlıyor olamazlar herhalde. Bu in­ tihar demek olur.

19 Ağustos

Yargıç Gary bugün jüriye talimatlarını verdi ve onlar da görüşmelere başlamak üzere çekildiler. Ya rgıç jüriye özetle, bir tek örnek bile gösteremeden, bombayı atanın kimliği ve bizim onunla ilişkimiz bilinmediği halde, yine de bizleri ci­ nayetin suç ortakları olarak görebileceklerini söyledi. Hele jüri bizim yazı veya sözle cinayet işlenınesini teşvik ettiğimi­ zi düşünüyorsa, bu konuda hiç kuşku duymamalıydı. Yüz­ başı Black, Gary'nin bu önyargılı talimatıarına çok kızdı ama yine bunun da işe yarar bir yanını görüyor: Davayı temyiz mahkemesine götürürsek Gary'nin bu şekilde taraf tutan tavrı yüzünden hükmün iptal edileceğinden emin.

328 Olayların karmaşıklığı ve Grinnell'ın sanıklan 'derecelen­ direrek', ima edilen suç sırasına göre cezayı da derecelendir­ miş old uğu gerçeği göz önüne alındığında, genel kanı jürinin tartışmalarının en az birkaç hafta süreceği. Ta m hücrelerimize döneli sadece birkaç saat olmuştu ve Sam Fielden'ın eşinin bir oğlan doğurduğu haberini kutlu­ yorduk ki, Yüzbaşı Black aniden hiç görmediğim kadar ber­ bat bir suratla çıkageldi. Kendini taparlamaya çalıştıysa da, fazla dayanamadan şok edici haberi söyledi: Jüri karara var­ mıştı -sadece üç saatlik bir görüşme sonunda! "Düşünebiliyormusunuz?" diye gürledi Black. ''Üç saat! İki aylık ifadelerin gözden geçirilmesi, değerlendirilecek onca çe­ lişkili kanıt... Üç saatte değil diğer malzemeleri; altmış dokuz suçlama maddesini bile okuyamazlardı. Ah, beyler... " İyi yü­ rekli Yüzbaşı bayılacak gibiydi. " ... bu çirkin telaşın beni çok kaygılandırdığını itiraf etmeliyim. Bu kadar aceleyle verilenbir karar, jürinin Grinnell'ın önerdiği sıralamaya falan dikkat et­ meden herkes için aynı kararı vererek en kolay yolu seçmiş ol­ duğu anlamına gelebilir. O karann ne olduğunu da çok yakın­ da öğreneceğiz ... Mahkeme yann sabah saatonda toplanacak." Yüzbaşı Black bu şok haberi verdikten hemen sonra ekibiy­ le görüşmesi gerektiğini söyleyerek yanımızdan ayrıldı. Saba­ ha kadar oturacaklarını tahmin ediyorum.Tıpkı bizim gibi.

20 Ağustos

Saat ondan kısa bir süre önce bizi mahkeme salonuna aldı­ lar. içeriye dinleyici alınmadığı için salonu boş görünce şaşır­ dım; ancak aşağıdaki sokaktan gelen gürültülere bakılırsa dışa­ nda karan dinlemek üzere epeyce büyük bir kalabalık toplan­ rnışh. Salon ise polislerinyoğun koruması altındaydıve içeride sadece ailenin yakın fertleri bulunuyordu. Lucy, Spies'ın anne­ siyle kız kardeşinin yanındaydı, bana eliyle bir öpücükgönder­ di ve ondan sonra da bir daha gözlerini benden ayırmadı.

329 Jüri içeri girip yerini alınca Ya rgıç Gary bir karara varıp varmadıklarını sordu. Jüri başkanı evet diyerek zabıt ka tibi­ ne bir kağıt uzattı, o da yüksek sesle okudu. Jüri, Neebe dı­ şında herkesi cinayetten suçlu bulmuş ve ölüm cezası veril­ mesine hükmetmişti. Neebe'ye on beş yıl ağır hapis verilmiş­ ti. Schwab'ın karısının çığlıkları adeta havayı parçalıyordu. Arkadaşlarıma baktım. Spies ile Schwab sararmışlardı, Neebe ise biraz sersemiemiş gibiydi -beraat bekliyordu çün­ kü- ama yine de herkes sakin görünüyordu. Bense kendili­ ğimden teslim olarak ölüm cezası almayacağıını düşünmek saçmalığında bulunduğum için oldukça sarsılmıştım. Ama kararın benim gözümde bir sürpriz olduğunu gösterınemeye kararlıydım. Yüzüme bir gülümseme yerleştirdim, cebimden kırmızı mendilimi çıkarttım ve pencere yanında olduğum­ dan aşağıdaki kalabalığa salladım. Bir gardiyan hemen beni önlediyse de kol um u bırakır bırakmaz bu sefer perdenin kor­ donunu yakaladım, hemen bir ilmek yapıp pencereden aşağı sarkıttım. Kalabalık çılgınca bir sevinç içindeydi; karar hoşla­ rına gitmişti. Yüzbaşı Black yeniden yargılanmamızı ta lep ettiyse de, Yargıç Gary bir dahaki duruşmayı gelecek aya erteledi. Gar­ diyanlar bizi dışarı çıkardılar. Fielden sendelediği için ona destek olmak zorunda kaldım.

Saat 18:00

Sabahtan beri çok gelip giden oldu. Lucy'yi ayakta tutan, öfkesiydi. Yüzbaşı Black, bir meslektaşından Grinnell'ın ka­ panış konuşmasında, "Parsons'ın kendiliğinden teslim olma­ sının göz önüne alınmasını" söylemeyi "unuttuğu" için üz­ gün olduğunu duyduğundan bahsetti. Bunu duyan Lucy öyle bir öfkelendi ki,bir an onun kendi­ ni kaybedeceğinden korktum. "Unutmuş mu?" diye haykırdı:

330 "Namussuz, senin hem ölmeni istiyor hem de seni kurtarmaya çalışağı için takdir edilmeyi! İkiyüzlü aşağılık bir pislik o!" Yüzbaşı Black akşama doğru hücreme geldi. "Bu kararın beni ... beni dehşete düşürdüğünü ... söylemek istedim .. " diye kekeledi. Adamı sakinleştirmek için elimi omzuna koydum. "Ah, azizim Parsons," derken hıçkınklan­ nı güç tutuyordu. "Benim seni teselli etmem gerek aslında ... " "Karara şaşırdım diyemem," dedim. "Mahkeme de ülke­ mizi yansıtıyor. Ve bu ülke büyük çoğunluğuyla bizim aleyhi­ mizde." "Ama hukuk çevrelerindeki, hatta savolıktaki yaygın kanı aranızdan sadece dördünün ölüm cezası alacağı yönündeydi: Spies, Lingg, Fischer ve Engel. Fielden, Schwab ve senin suçlu bulunsanız da hafif bir hapis cezası alacağınız düşünülüyordu. Neebe'nin ise beraat edeceğine herkes inanmaktaydı." "Siz elinizden geleni yaptınız," dedim. "Bunu unutma­ malısınız. Bu sonuç için kendinizi suçlamanıza hiç gerek yok. Sizi temin ederim ki, hepimiz böyle düşünüyoruz." Black bu sözlerim üzerine biraz daha neşelenmiş görün­ dü. Dışarı çıkmadan önce dönüp cesaretimi kaybetmemem için bana yalvardı. "Yenidenyargıla �manızı isternek dışında birkaç yolumuz daha var," dedi. "Eyalet ve Federal Yüksek Mahkemeleri ve Va li Oglesby'ye doğrudan af başvurusunda bulunmak." MelankoÜ dolu gözleri çok başka mesajlar veri­ yordu. "Özgürlük savaşınız daha yeni başlıyor."

Tribwıe'ün akşam sayısının başlığı şöyle: "İDAM SEHPA­ SI BEKLiYOR. DİNAMİTÇİLER İÇİN YEDİ DARAGACI." Gazetede 'minnettar halkın soylu görevleri için teşekkürle­ riyle' ibaresi altında, jüriye 100 bin dolar armağan edilmek üzere bir bağış kampanyası başlatıldığı haberi de var. Gaze­ teye göre, "bu paranın hızla toplanacağını tahmin etmek için çok sayıda neden varmış."

331

SEKİZİNCi BÖLÜM

Ohio, Cincimıati, 10 Ekim 1886

Sevgili Kocacığırn,

Bu notu sana aceleyle yazıyorum. İkisaate kadar gezinin ilk konuşması başlayacak. Yorgunluktan ağnrnadık yerim kalmadı, arhk gözyaşianın da tükendi. Seninle olmayı özlü­ yorum ama ayakta kalmam gerektiğini de biliyorum. Yargıç Gary'nin davanın yeniden görülmesini kabul etmediğine ha­ la inanarnıyoru m. Sevgilirn,o ceza gerçekleşmeyecek .. buna inanıyorum... Benden başka pek çok insan ülkeyi kanş kanş dolaşıp para ve destek toplamaya çalışıyor. Şimdi Leonard Swett -Lincoln'iin arkadaşı- bizim ideallerimize asla sempati duymayan Fosterrn yerini aldığı �çin, Yüzbaşı Black Eyalet

335 Yüksek Mahkemesi'nin kararı iptal edeceğini düşünüyor. Buna inanmalı ve güçlü olmalısın. Bu sabah mahkemedeki konuşmanı dinledikten sonra bu­ nu söylemek saçma geliyor tabii. William ile Lizzie beni tre­ ne öyle çabuk götürdüler ki, yaptığın konuşmayla ilgili dü­ şüncelerimi seninle paylaşamadım. Bunca aydır orada otu­ rup yalancıların ve namussuzların sana yılanlar gibi zehirle­ rini kusmalarını dinledin ve onların sözlerini çürütmek için tek kelime bile söylemene izin verilmedi. Gary sonunda sana konuşma izni verince -karar verildikten sadece on hafta son­ ra!- tahmininin pek üstünde bir şeyle karşılaştı. Sevgilim, o ne onurluluk ve meydan okuma, o ne tutkuydu! "İnsanlar fi­ kirleri için ölmek zorundalar mı?" diye sorduğunda, salon­ daki o ürpermeyi hissetmiş olmalısın. Ve sen savcıya yedi adamın boğularak öldürülmesinin ya da kemiklerinin yok­ sullar mezarlığına taşınmasının herhangi bir şeyi çözümle­ meyeceğini veya Amerikan halkının ayaklanıp ülkemizin anayasasının tüccar prensler ve onların kiralık uşaklarının emirleriyle ezilmesine isyan etmelerini önlemeyeceğini söy­ lediğinde Yargıç Gary'nin koltuğunda nasıl huzursuzca kı­ pırdandığını gördüğünü umarım. Albert, senin sözlerin çağ­ lar boyunca insanların kulaklarında çınlayacak. Beni en çok d uygulandıran şey, senin konuşmanın sonun­ da, şimdi bile hiçbir şeyden pişman olmadığını söylemen ol­ du. Sonra da Yüzbaşı Black'in iskemiesine gidip, sanki ona hitap ediyormuşsun gibi, seni Wa ukesha'dan ayrılıp teslim olmanı tavsiye ettiği için müthiş bir yük taşıdığını biliyor­ muşsun gibi elini omzuna koyuşun. Adamın gözlerinin ra­ hatlama ve pişmanlıkla ve bu en büyük ihtiyaç anında seni kaygılandıran şeyin onun duyguları olmasından dolayı duy­ duğu minnetle bulutlandığını gördüm. Ben duygusal bir ka­ dın değilim, ama sevgilim, şunu da söylemeliyim ki, ruhu­ nun cömertliği beni -tanıdığın en burnu büyük insanlardan biri olan beni bile- alçakgönüllü olmaya itiyor.

336 Ancak orada suçlanan insanların hepsinin kend ilerini mükemmel biçimde savunduğunu fark etmeyecek kadar kör değilim. Hepsi de kendi doğalarına uygun bir tavırla konuş­ tu ve çoğ undan hoşlanmadığımı sana daha önce defalarca söylemiş olmama rağmen, içlerinde tek bir zayıf konuşma yoktu. Her zaman Schwab'ın sıkıcı, bir profesör kadar sıkıcı bir insan olduğunu düş ünmüşümdür. Fischer ve Engel'in militan fikirleri benimkilere yakınsa da, o dümdüz ve sıkın­ tılı kişilikleri hiç de bana göre değildir. Ama diğer dördü... ah, tüm varlığım onların o yüce sözle­ ri ve davranışları karşısında gururla kızarırken nasıl da yü­ reğimi parçaladılar! Gözleri kırgınlıkla parlayan Spies, "1886 yılında Illinois eyaletinde insanların daha iyi bir geleceğe inandıkları için ölüme mahkum edildiklerini tüm dünya bil­ sin," dediğinde, Nina elimi sımsıkı kavradı ve ikimiz de göz­ yaşlarımızı tutamadık. Sonra Neebe, o saf ve gösterişsiz in­ san, yargıca diğer sanıklarla birlikte asılmayacağı için üzgün olduğunu, mahkemenin onların kaderlerini paylaşmasına izin vermesini istediğinde bir kere daha ağladık. Fielden da kendine özgü açıksözlülüğüyle, Lancashire fabrikalarında çocuk işçi olarak çektiği çileleri, o acıların kendisini haksız­ lıktan nefret etmeye yönelttiğini ve hayatını gelecek nesiller­ deki çocukların hayatlarını daha kolaylaştırmak için harca­ maya adadığını anlatırken aynı derecede duygulandıncıydı. Ya kınımızda oturan ve hiç tanımadığım bir kadın, sanki kal­ bi parçalanıyormuş gibi bir çığlık attı. Sonra bir de Lingg vardı. Onun başkaidırıyı kendi bedenin­ de cisimleştirmesi bende gözyaşı değil, onunkine eşit şiddette bir öfke yarattı. Almanca konuşması ve her cümlesinin çeviri gerektirmesi, yarattığı o güçlü izlenimi daha da vurguladı. Sanki bu dünyamn dışından bir yaratık bize değiştirilemeye­ :. cek bir hüküm vermeye gelmiş gibi. Urperrnekten kendimi alamadım. Düşün hele! Sadece yirmi iki yaşında, ölüme mah­ kfun edilmiş ve yine de kendisine işkence edenlere o küçüm-

337 seyici yıldırımlarını fırlatacak kadar sakin. Onun sözlerini ez­ berledim ve sonsuza kadar onlarla yaşayacağını: "Konuştu­ ğum yüz binlerce kişinin sözlerimi hatırlayacaklarından o ka­ dar eminim ki, darağacında mutlu öleceğim. Bizi astığınız za­ man, işte onlar, esas o zaman bomba atmaya başlayacaklar! Bu­ nu umut ederek size şunu söylüyorum: Sizlerden nefret ediyo­ rum. Sizin düzeninizden, yasalarınızdan, kaba kuvvetle des­ teklenen otoritenizden nefret ediyorum. Beni bunun için asın!" Bu fikirleri seninle bir mektupta paylaşmak ne kadar ya­ pay geliyor ama kaderimiz buymuş. William ile Lizzie beni hüküm verildikten hemen sonra alıp götürdüler. Seni kucak­ layıp ötekilere de bir iki kelime söylemekten başka bir şey yapamadım. Şimdi seni bir daha ancak altı hafta sonra göre­ ceğim! Buna katlanmak zor ama hiçbir şey sizin yaşadıkları­ niz kadar zor olamaz. Herkesi kucakla ve sık sık yazmaya ça­ lış. Bu bizim tek cankurtaran simidimiz artık. .. Geziyi, Wa ukesha' da Lulu ve Albert'la birkaç gün geçire­ ceğim şekilde ayarladım. Aldığım haberlere göre ikisi de ga­ yet iyi ve mutlularmış, tabii onları dünyada en çok seven iki insandan ayrıyken ne kadar mutlu olabilirlerse ... Seni binlerce kez öpüyorum ... Cesur ol!

Her zaman sadık karın, Lucy

* * *

Cook Kasabası Hapishanesi, Chicago, 16 Ekim 1886

Sevgili Karıcığım,

Ayrılırken çok üzüldüm ve şimdi itiraf ediyorum, az da­ ha sana gitmemen için yalvaracaktım. Sana şöyle demek is-

338 terd im: "Hiç önemi yok, düşmanlarımız çok güçlü, yeniden yargılanma şansı, çok değerli zamanımızı birbirimizden ayrı geçirmeyecek kadar zayıf." Ama gitmen gerektiğini, o yoğun faaliyete girmen gerektiğini, o alkışlarıyla salonları inleten kalabalıkların bir şekilde anlayışlı yargıçlara dönüşeceklerini hissettim. Senin iyimserliğine gölge düşürmernek için sus­ tum. Şimdi bunu itiraf ediyorum diye tüm umudumu kay­ betmiş olduğumu sanma; ben ihtimaller ve önceliklerden söz ediyorum, kesinliklerden değil. İşte, seni coşkuyla alkışiayan kalabalıkların kalbini kaza­ nıyorsun! Gazetelerden ilerlemeni dikkatle izliyoruz. Anla­ şıldığı kadarıyla çok hoşlarına giden görüntüne ne kadar yer verdiklerini görüyorum: senin 'bakır rengi tenin,' 'delici kara gözlerin,' 'derin ve yumuşak sesin.' Bütün bunlar ne kadar da şeffaf. Sana 'zenci' demek için can atıyorlar. New York ga­ zetelerinden bir ikisinin bunu da yaptıklarını gördüm. Buna kızıyor olmalısın. Ama hiç olmazsa görünüşün kadar sözle­ rini de bildiriyorlar ki, onlar da son derece güçlü ve gerçek. Cooper Union' da kalabalığa Philip Armouı'un, 'domuzları olduğu kadar çocukları da öldürdüğünü' söylemenden çok hoşlandım. Ve Armour'un on yaşındaki çocukları çalıştırma­ sıyla, bizim küçük çocuklan fabrikalardan çıkartıp ait olduk­ ları yere, oyun alanlarına göndermeye dair anarşist rüyamı­ zı kıyaslaman da çok hoşuma gitti. Doğrusunu söylemek gerekirse New Haven'da söyledi­ ğin bazı şeylerden pek hoşlanmadığımı belirtmeliyim -'her büyük reformun kurbaniara ihtiyacı olduğu' ve kocanın so­ nu darağacında gelecekse 'ölümünün sadece davaya yar­ dımcı olacağı' kısmını. Lucy! Dediğin doğru olabilir ama böyle büyük bir sevinçle kurban verdiğin kişinin senin kocan olduğunu unutma! Bu sözlerinin kocanın tüylerini ürpertti­ ğini söyleyebilirim ve dinleyicilerinin de hoşuna gittiğini sanmıyorum. Sevgilim, davamızın başarısıyla kıyaslanınca

339 hiçbirimizin bireysel hayatının önemli olmadığı konusunda hemfikiriz elbette, ama Eyalet Yüksek Mahkemesi yargıçları kendilerini kurban etmeye hevesli insanların hayatlarını kur­ tarmaya ilgisiz kalmakta haklı olabilirler! Doğrusu, ben hal­ kın 'şehit kompleksi' dediği şeye asla sahip olmadım. Ben ölümü araınıyorum ve kendimi hiç de özel kaderi olan bir in­ san sayıyor değilim. Hayatı, onu gönül rızasıyla terk edecek bir yol aramayacak kadar da çok seviyorum. Evet, eğer iş oraya gelecekse bu zorunluluğun karşısında boyun eğerim ama onu seve seve karşılayacağımı sanma. Düşüncelerime sansür koymadığım için bana kızına. Birbirimize karşı aklı­ mızdan geçenleri söylemekle hep gurur duyduk ve bunu yapmaya devam etmeliyiz. Burada herkes o enerji dolu çalışmaların için sana minnet­ tar. Yüzbaşı Black sadece geçen hafta 750 dolar topladığını söyledi! Bu tempoda gidersek Illinois Yüksek Mahkemesi'ne başvurmak için gerekli 12,500 doları toplamakta hiç güçlük çekmeyeceğiz. Gördüğün gibi, sen bizim hem temsilcimiz hem de bankacımızsın ve bunun seni nasıl bir yük altına sok­ tuğunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Kamuoyu önünde sakin bir yüz sergilemek için elimizden geleni ya pmamıza rağmen hiçbirimiz bugünlerde pek sakin değiliz. Mahkemeye son konuşmalarımızı yaparken çok başarılı olduğumuzu söyle­ mene ne kadar sevindim, bilemezsin. Ancak birer 'sembol' olarak kimi zaman üzerimize çöken dehşeti açıkça ifade ede­ rnememiz de korkunç bir şey. Seni ve çocukları görmek için herşeyimi verirdim ...

Her zaman sadık kocan, Albert

* * *

340 Philadelphia, Pennsylvania, 20 Ekim 1886

Ah Benim Sevgili Albert' ı m,

Sözlerimin sana böyle ıstırap vereceğini bir an bile aklıma getirmeden seni kırdım. Sevgilim, mektubunu aldığımda içimden geçen ilk şey, hemen Chicago'ya dönüp seni kolları­ rnın arasına almak oldu. Lizzie (o da bir haftalığına burada) benim konferans vaatlerimi tutmarn gerektiğini ve sana yar­ dırncı olmanın en iyi şeklinin, bıkıp usanmadan davanı baş­ ka insanlara anlatmak olacağını defalarca söylernekzorunda kaldı. Ama bir daha benim sevgirnden kuşkulanrnadığını ya da sevgili kocamın hayatını 'seve seve' kurban edeceğimi bir an bile düşünmediğini söyleyene kadar içim rahat etmeye­ cek. Albert, Albert, sen dünyada benim en sevdiğim insan­ sın, seni amcaınınçiftl iğinde ilk gördüğüm andan beri haya­ tıma anlam kattın. Sana olan sevgimi her an kalbinin yanın­ da taşıyacağına söz vermelisin bana! Mektubunda kamuoyu önünde neşeli bir yüz sergilemenin ne kadar büyük bir geri­ lim yarattığını yazıyorsun. Aynı şeyin benim adıma da geçer­ li olduğunu görmüyor musun? Ben bu konuda sanırım sen­ den daha başarılıyım, siniderim seninkilerden daha az has­ sastır, ama kürsüden 'kapitalistlerin cinayetleri' diye gürledi­ ğirnde hiç kuşkun olmasın, yüreğim kan ağlıyor. İnsanlara cehennemİ gösterıneyi biliyorum ama ben de bir cehennem­ de yaşıyorum. Ve gazetelerde -hatta işçi gazetelerinde bile- okuduğun herşeyin doğru olmadığını unutrnarnalısın. Bunu en çok sen bilirsin zaten! Sözlerinin çarpıtıldığını, belli bir cümlenin vurgulanarak nasıl amacından saptırıldığını kaç kere gör­ dün? Ben de bir gece önce yaptığım bir konuşmayı gazetede okuduğumda, değil kelimelere anlam veren duygu ve jestle­ ri, kendi fikirlerimi bile tanıyarnıyorurn.

341 Seni bir konuda uyarmak isterim. Ben yola çıkmadan ön­ ce anlaştığımız gibi, ülkenin mahkemeye ve onun verdiği ka­ rara duyduğu büyük ilgi, mutlaka yakalanması gereken bir fırsattır. İster bir Uluslararası Emekçiler Birliği şubesine ister Yale' deki ayrıcalıklı gençlere olsun, benim konuşacağı m ilan edildiğinde n1üthiş bir ka labalık toplanıyor. Dinleyicilerim­ den bazıları çalışma koşulları hakkında bilgisizler, hatta sen­ dika toplantılarında bile anarşizn1 konusunda şaşırtıcı yanlış anlamalarla karşılaşıyorum; bizi dinamitçiler ve nihilistler olarak görüyorlar ve daha insani toplum vizyonumuz hak­ kında hiçbir şey bilmiyorlar. Şiddetle eğitime ih tiyaçları var ve ben de bunu bilerek hareket ediyorum. Benim kürsüde gös­ terişli bir varlık ve güçlü bir hatip olduğumu, kitleleri anar­ şizme doğru yöneltıneye başladığın1ı söylüyorlar. Ve biliyor musun, Albert? Bu övgüleri duymaktan hoşlanı­ yorum. Bunu itiraf ediyorum. Bana gösterilen ilgi ve hayran­ lıktan keyif alıyorum. Bu gezinin bana getirdiği kişisel tatmin için kendimi suçlamamaya çalışıyorum, ama benim 'kötü ünümden zevk aldığım' ve 'kibirlilikten tumturaklı sözlerle konuştuğum' fısıltılarını da duyuyorum. İstedikleri kadar fı­ sıldasınlar! Benim özür dileyecek bir şeyim yok, özellikle de bir kadında hiç hoş karşılanmayan nitelikler için, yani etkili ve güçlü olduğum için. Sen her zaman benim hırslı olduğumu ve -teşekkür ederim- bunu bir kusur olarak görmediğini söyler­ din. Hiçbirimiz, ne kadar aksini söylesek de, bencillikten kur­ tulamayız. Ancak bencillik, davanın hizmetinde olmalıdır. Sana bir şey daha itiraf etmek istiyorum: Fikirlerimi söyle­ me fırsatını yakalamak çok hoşuma gidiyor. 'İtiraf diyorum, çünkü söylediklerimin bazılarını onaylamayacağını biliyo­ rum; özellikle sürekli şiddet kullanma temeline dayanan bir toplumsal sistemi ortadan kaldırmak için, her türlü aracın haklı kılınmasında ısrarımı. Senin bu konuda daha ciddi kuş­ kuların olduğunu ve böyle kritik bir anda böyle bir noktayı

342 vurgulamanın kamuoyundaki sana karşı duyguları arttırma riskini taşıdığını da biliyorum. Kendi savunduğum şeyleri dürüst olarak dile getirme ihtiyacıyla, senin kendini savunma dışında, başka bir amaç için güç kullanmayı tavsiye etmediği­ ni aniatma ihtiyacı arasında bir denge kurmak için elimden geleni yapıyorum. Sürekli olarak bu ikilem arasındayım ve her ikisini de başarıyla yerine getirdiğime inanıyorum. Lütfen, bana ve senin adına yaptıklarıma inandığını söy­ le ... Bunun aksini düşünürsem asla devam edemem ...

Seni daima seven, Lucy

***

Cook Kasabası Hapishanesi Chicago, 25 Ekim 1886

Çok Sevgili Lucy'm,

Sen ve ben, yanlış anlaşılmalara ve anlaşmazlıklara hiç yabancı değiliz. Evlilik hayatımızda bunları fazla yaşamamış olmamız bizi pek çok çiftten ayırıyor. Sürekli yaşadığımız si­ nir gerilimini göz önüne aldığımızda, esas birbirimizle daha fazla dalaşmamış olmamız şaşırtıcıdır. Mektubunda söylen­ ınesi gereken herşeyi söylemişsin. Senin sevginden kuşku duymuyorum. Kalpterimizin birlikte attığını biliyoruz. Sana önemli haberlerim var ama ne yazık ki çoğu üzücü. Sam Fielden, Lanchashire' daki babasının ölüm haberini aldı ve çok sıkıntılı. Neebe de büyük bir gerilim altında. Karısı Meta ağır hasta ve iyileşeceği kuşkulu. Kadının ne kadar çe­ kingen biri olduğunu, her türlü karar için nasıl Neebe'ye bağlı olduğunu hatırlarsın. Tek başına trarnvaya binmeye korktuğu için hapishaneye de çok sık gelerniyordu. Haftalar

343 ayiara dönüştükçe, Neebe'nin evden uzak olması kadını bir tür duygusal felce götürmüş. Doktorlar belirli bir hastalık bulamadıklarından çöküntüsünü 'sinir bozukluğu'na bağlı­ yorlar. Kadın her gün biraz daha zayıflıyor; bu kötü gidişini durdurabileceğini uromaktan başka yapacak bir şey yok. Hortensia Black de saldırılara maruz kalıyor. Kadının, Ya rgıç Gary'nin kararına sinidendiği anlaşılıyor; sanırım Yüzbaşı o kendine özgü iyimserliğiyle karısını çok daha baş­ ka bir karara hazırlamıştı. Duruma kızan Hortensia, Chicago Daily News'a gönderdiği bir mektupta bizi gayet açık bir dil­ le savunuyor. Sana onun mektubundan bir parça aktarıyo­ rum: "Kocam savunma avukatı olana kadar hiç anarşist gör­ memiştim ve bu terimin ne demek olduğunu bilmiyordum. Gerçekleri öğrendiğİrndeyanlış insanların tutuklandığına ik­

na oldum... O uzun dava sırasında ruhumun bir tür çarmıha gerildiğini hissettim. Sık sık Kutsal Efendim'in sözlerini ha­ hrlıyordum: 'Hangi iyi işlerim için beni taşlıyorsunuz?' ... Anarşi nihai kurtuluşu, yeni milenyumu getirmeyi hedefle­ yen insani bir çabadan başka bir şey değildir. Bütün vaaz kürsülerinden zamanın çok yaklaştığı gümbür gümbür söy­ lenirken, bunun için neden insanları asmak istiyorsunuz?" Basın, kadına öfke ve kin yağdırıyor. Ta hmin edeceğin gibi, Yüzbaşı Black'in kapanış konuşmasında yaphğına benzer bir şekilde İsa'ya ahf yapılması büyük öfke uyandırdı. Kadına sapkından 'ahlaksız' a kadar yapışhnlmadık yafta kalmadı. Kadının bunlara dayanması çok zor, ama ben böylesine asil yürekli bir kadının bizim iyiliğimize ve masumiyetimize inan­ dığını öğrenmekten bencil bir şekilde mutlu oldum. Çocuklara bir daha ne zaman gideceksin? İkimizi de son gördüklerinden bu yana çok oldu.

Bütün sevgimle, Albert

344 * * *

Bridgeport, Connecticut 5 Kılsım18 86

Sevgili Kocacığım,

Sana daha önce yazacakbınama hiç durmadan bir dizi kon­ feransa, yemeğe, toplantıya koştum durdum. Şimdi bile bir he­ yet beni yerel Uluslararası Emekçiler Birliği'nde bir konuşma­ ya götürmek için geleceğinden çok kısa yazmak zorundayım. Politik önemi açısından en büyük olay Emeğin Şövalyele­ ri'nin toplantısı oldu. Ayrıntıları yüz yüze görüşmemize sak­ layacağım -sadece üç hafta kaldı!- ancak belki de bildiğin gi­ bi sempati kararı Powderly'nin şiddetli muhalefetine rağ­ men geçti. Powderly kamuoyunu, 'namuslu ve yasalara say­ gılı işçilere ve onların yasal istekleri'ne karşı kışkırtmayı ba­ şaran sanıkiara sempati değil, 'nefret borcu' olduğunu söyle­ di. Mahkeme kararını onayiayan sendikacılar arasında bir tek o yok. Bu insanlar 'aşınlıkçılar'la bir tutulmaktan korku­ yorlar. Ancak mahkemenin ne kadar taraflı ve adaletsiz oldu­ ğunu giderek daha çok insan görüyor ve işçi sınıfı arasında fikirler bizden yana dönüyor. Powderly'nin bize destek ve­ ren Emeğin Şövalyeleri şubelerini dağıtma tehdidi yerel şu­ beler tarafından önemsenmiyor. Powderly, La bor Enquirer editörü Burnette Haskell' e -bu­ nu bana Haskell söyledi- elinde sizin sekizinizin de katil ol­ duğunuz hakkında çoktandır kanıt bulunduğunu bildirmiş ve sözde bu kanıtların bir kısmını da ağabeyin vermiş! Has­ kell, "Öyleyse bunları neden sakladınız?" diye sorunca da, "Ben dedektif değilim ve bu iş beni ilgilendirmez," cevabını verme cüretinde bulunmuş. Oysa bizi defalarca karalamayı iş edinen sanki başkasıydı! Son palavrası da, benim senin resmi karın olmadığım, birlikte yaşadığımız ama evli olma-

345 dığımız. Ayrıca benim 'kötü şöhretli biri' olduğumu ve 'ülke­ yi karış karış dolaşan beyaz ya da zenci' hiçbir kadına saygın bir gözle bakılamayacağını söylüyor. Bütün bunlara inanabiliyor musun? Eğer kendisi ölüm ce­ zası almış olsa herhalde karısına zamanını kilisede geçirmesi­ ni ya da oturma odalarına asmak için Meryem Ana tasvirleri dikmesini tavsiye ederdi! Aşağılık adam, benim güvenilirliği­ mi sarsmak için elinden geleni yapıyor ama neyse ki Haskell beni korumayı üstlendi. Powderly'ye bizim 'resmen evlendi­ ğimizi', ağabeyinin kamuoyu önünde seni savunduğunu ve şu anda da yargılamanın uydurmalığı ve taraflılığı hakkında bir kitap yazmakta olduğunu söyledi. Ancak Haskell bana bunların hiçbirinin Powderly'yi etkilemiş görünmediğini söylüyor. Öyle olsun. Amerika' daki işçi hareketi lideri artık bizim düşmanımız. Ama sıradan işçi bize düşman değil. Jo­ hann Most, Powderly'ye, Die Freiheit'ta yazdığı cevapta, on­ dan 'Büyük Üstad Fare' diye söz etti. Most senin en sevdiğin kişi olmayabilir ama kimi zaman doğrulan da söyleyebiliyor. Lütfen, çocuklar için kendini fazla üzme. Onları geçen haf­ ta kısa bir süreliğine görebildim ve ayın ortalarında bir daha görebileceğim. Hoan ailesi ve diğer arkadaşlar onlara çok iyi bakıyorlar. Albert Jr. arhk gazeteleri izieyecek kadar okuyabi­ liyor (bazı düşmanca yazılar kendisinden saklanıyor). Sürekli olarak herkese senin ne zaman salıverileceğini, seni ne zaman göreceğini sorup duruyor. Herkes, "Çok yakında," diyor. Ço­ cuk senin haksız yere orada turulduğunu anlıyor gibi, babası­ nı inciten kötü adamlara çok kızıyor. Lulu, küçük bir hastalık geçirdi; bir ara salgı bezlerinde bir bozukluk olduğu sanıldı, ama halen bir teşhis konulamamış olmasına rağmen ateşi ve boğazının ağrısı geçti, yani eski haline döndü sayılır. Çocukları kucaklamayı ne kadar özlediğini bili yorum ama kendimizden önce onların iyiliğini düşünmeliyiz. Bu ayın sonunda döndüğümde terzihaneyi bir daha açmamak

346 üzere kapatacağım. Ye terli müşterim kalmış olsa bile sipa­ rişlerini karşılamaya zamanım olmayacak. Bu da o dairede daha fazla oturamayacağım anlamına geliyor. Bir yerlerde bir üçüncü ka t bulmam gerekecek sanırım; Wa ukesha'nın açık arazisi ve güzelliklerinden sonra çocukların böyle bir yere alışmalarının kolay olmayacağını biliyorum. Orada kalmaları kendileri açısından çok daha iyi olur. Belki de Sa­ vunma Komitesi'nden kiramıza yardım etmelerini isterim, o zaman yerimizde kalabiliriz. Konferanslanından aldığım paranın sadece hukuki masraflara harcanması konusunda seninle aniaşmıştık Chicago'ya döndüğümde bütün bunla­ rı daha etraflıca konuşuruz... Bildiğin gibi, ben sadece bir iki gün orada kalacağım, ka­ rarın ertelenmesi belli olunca, ki öyle olacağından eminim, Savunma Komitesi batıda bir geziye çıkmaını istiyor. Ne ka­ dar çok konferans verirsem, çağrımızı riske atmaması için çok ileri gitmemeye çalışınama rağmen giderek daha militan oluyorum. New Jersey'de silahlı bir muhafız salona girmemi engellemeye kalkışınca kapıyı bir tekmede açtığıını sana söy­ lemiş miydin1? Ondan sonra hiç kimse bana elini süremedi ve konuşmaını rahatça yaptım. Az kalsın unutuyordum, New York limanında Özgürlük Anıtı'nın açılışına tepkiyi anlatmış mıydım? Benim tepkim çok basitti: "Neden kimsenin aklına oraya bir bomba yerleş­ tirmek gelmedi?" diye sordum. Beni almaya geldiler... Burada veda etmeliyim ... Geç kaldık.

Daima senin, ' Lu ey n

* * *

347 Cook Kasabası Hapislzanesi, Chicago, 12 Kasım 1886

Sevgili Karıcığım (Powderly'nin dediklerine rağmen!)

Coşkun, mektuplarından fışkırıyor. Seni nasıl da kıskanı­ yorum, insanlar arasındasın, havayı soluyorsım! Bu taş hücre­ de oturup her gün aynı mekanik hareketleri yapmak zorun­ da bırakılırken, bir kalabalığın önünde durmanın heyecanı­ nı, onların takdir dolu alkışlarının içimi bir kararlılık duygu­ suyla daldurduğunu hatırlıyorum. Bunları bana acıman için değil, alkışiarın ve onların verdiği kararlılık duygusunun ta­ dını çıkarman için söylüyorum. Alkışiarın etkisine fazla da kapılma, sonra buraya dönmek istemezsin. İki hafta sonra birlikte, yani aramızda demir parmaklıklar ve yanıbaşımızda silahlı gardiyanlar varken ne kadar birlikte olabilirsek, birbi­ rimize dokunacağımız anı düşün. Ayrıca, yanında bir orduyla gelip bizi buradan silah sıka­ rak çıkmaya çalışacak kadar militan olma. Hoş, burası Waco olsaydı onu da yapacağından eminim ya. Lizzie seninle ge­ çirdiği bir haftadan sonra sana 'militan' demenin az geleceği­ ni söyledi. Senin neredeyse politik ikizin olan Lizzie bile, sendeki şiddet hissine ara sıra şaşırdığını itiraf ediyor. Onun dediğine göre, Orange' da kapıyı kırma n, sözlerin le kıyaslan­ dığında çok daha az dramatikmiş. 'Yargıç Gary' yerine 'Cel­ lat Gary' demen pek hoşuma gitti; senin sekiz saatlik çalışma hareketini yok etmek için Haymarket' a bir kışkırtıcı ajan ta­ rafından bomba atılmasını bir Wall Street komplosu olarak iddia etmen ihtimalini de hiç gözardı etmiş değilim. Ancak dinleyiciterin tümüyle devrimcilerden oluşmadığı göz önüne alındığında (ki toplanan kalabalıklara bakılırsa bu doğru olamaz), onları ikna etmekten çok kışkırtma tehlike­ sinde olduğunu söylemek isterim. Bu senin karakterin ve sa­ na kendini frenlemeni tavsiye etmeye hakkım yok. Ama po­ lise 'hayvan' dediğini, ya da eğer Haymarket'ta 'dağılmak

348 için verilen o küstah emri' duymuş olsaydın bombayı kendi ellerinle atacağını söylediğini duyduğumda, Lizzie'nin seni azarlama isteğine hak verdim. Bu tür konuşmalar değil yet­ kililerin, insanların bile bize karşı yüreklerini yumuşatmaz. Bir başka konuya geçeyim. Bunun üstünde ne kadar ısrar etsem yetersiz: çocuklarımı görmek istiyorum, onları göğsü­ me bastırmak istiyorum, seslerini, o saçma kıkırdamalarını duymak, enselerine burnumu sürtmek istiyorum. Buna o ka­ dar çok ihtiyacım var ki -hatta bencilce de diyebilirsin- onla­ rın buraya gelip yerlerini yadırgamaları riskini bile göze ala­ bilirim. Onlar küçük ve dirençlidirler: Waukesha' dan Chica­ go'ya dönmeye kısa zamanda alışacaklardır. Albert ile Lu­ lu'nun hep Chicago'da kalmalarından söz etmiyorum ama hiç olmazsa bir süre benim yanımda olmalılar. Umudum kı­ rıldıkça -sana bunu yazmamaya çalıştım- ruhum onların ma­ sum gözlerindeki neşe ve umutla beslenmek istiyor. Sakın telaşa kapılma; bağucu bir bunalıma girmiş deği­ lim, ama ruhsal iniş çıkışiarım eskisine nazaran artık daha sert (ben iyi bir konuşmacı olarak yüzürodeki neşeyi göster­ n1eye çalışıyorum). Yüzbaşı Black on gün önce Eyalet Yüksek Mahkemesi'ne verdiği infazın ertelenmesi dilekçesinin kabul edileceğine inanıyor. Bu da bize yeniden yargılanmayı talep etn1ek için zaınan kazandıracak. Eğer o haklıysa, keyfimin hen1en geri geleceğinden hiç kuşkun oln1asın. Bana fa zla d uygulu diyebilirsin ama gazetelerdeki Özgür­ lük Anıtı beni heyecanlandırdı. Bunu şöyle düşün, sevgilim: O anıt, ülkemizin bir gün olacağı şeyi simgeliyor. Sen bunu kabul etmeyecek kadar alaycı davranmaktan hoşlansan da, içten içe buna inandığını biliyorum. iyimserlikten yoksun kimseler asla toplumsal reformcu olamazlar -onlarhiçbir şe­ yin daha iyiye gidebileceğine inanmazlar. Kötümserlik, iki­ miz için de kabul edilemez.

Seni her zaman seven ve sadık, Albert

349 * * *

TE LG RAF

MILWA UKEE WISCONSIN 25 KASIM 1886

ALBERT AZ ÖNCE HEYECANLI BİR HABER GELDi STOP YARGlÇ SCOTT iNFAZI ERTELEMiŞ STOP ŞİMDİ MART'TA EYALET YÜKSEK MAHKEMESi YOLU AÇlLDI STOP MUHTEŞEM STOP BİRKAÇ GÜNE KADAR EVDE­ YİM STOP DÜN GECE TOPLANTlDA İKİ BİN KİŞİ VA RDI STOP KAZANACAGIZ STOP LUCY

* * *

Cook Kasabası Hapislıancsi, Chicago, 29 Ocak 1887

Sevgili Karıcığım,

Kalem elimde kurşun gibi ağır. Son iki aydır Chicago' da olmandan sonra yine mektuplara dönmek zorunda kaldığı için isyan ediyor. O sürenin çoğunda yollardaydın ama asla uzakta olmadığını ve yakında döneceğini bilmek huzur veri­ yordu. Ta bii, küçükleri kısa da olsa bir kez daha görmenin se­ vinci; onları Wa ukesha'ya göndermeye dayanamayacaktım az daha. Ama artı.k sen yine uzaklarda olduğun ve buraya Ni­ san' a kadar dönmeyeceğin için başka ne seçeneğimiz vardı ki? Bunları düşündükçe kalbiın duracak gibi oluyor. Neyse, buna bir son vermeliyim. Güçlü kalmaya çalışmalıyız. Sana söz verdiğim gibi bütün ayrıntıları bildirmek için dü­ ğünden hemen sonra yazıyorum. Bildiğin gibi arkadaşlarımız­ dan çoğu bu fikirden pek hoşlanmamışlardı. Hortensia ile Yüzbaşı Black özellikle çok huzursuz oldular, bu evliliğin Ni-

350 na'nın sosyete çevresini kızdıracağım ve Spies'ı savunmayı güçleştireceğine inanıyorlar. Hortensia'yı hiç bu kadar öfkeli görmemiştim; bana Nina'nın tezcanlı ve sığ olduğunu, kendi reklamının peşine düştüğünü, Spies'a layık olmadığını ve sını­ fının değerlerini aşmayı başaramaclığını söyledi. Eğer bunu kendisi yapabilmişse, Nina'nın da aynı şeyi yapamayacağını nasıl düşündüğünü sormayı isterdim. O da, anne babası da bi­ zim duru mumuzu anlamak için ellerinden geleni yaphlar ve Nina dış dünyaya karşı bizi tutkuyla savundu. Yan Zandt'lar kendi kişisel güvenlikleri dahil, pek çok şeylerini riske athlar. Ailenin evleri birkaç kere saldınya uğradı, taş ve çamur yağ­ muruna tutuldu, camları kırıldı. Bu sürede Nina ile anne ba­ bası korku içinde badruma sığınmak zorunda kaldılar. Matson şerifliğe getirilip de Nina'nın ziyaretlerini yasak­ ladıktan sonra Spies'la görüşebilmek için başka ne seçenek­ leri kalmıştı ki? Sadece Nina resmen Bayan Spies olduğu tak­ dirde ziyaret ayrıcalıklarından yaradanabiiirdi (hoş, Matson bunları da asgari tutmak için çaba gösteriyor ya). Spies da evlenıneye kararlıydı. Basın bunu onun kurnazlığı olarak gö­ rüyor, kızın servetini kendi savunması lehine kullanarak sı­ nıfsal etkisinden dolayı davayı ertelemeyi amaçladığı yoru­ munu yapıyor. An1a o 'servet' hızla yok olmakta. Ailenin en zengin üyesi olan Nina'nın teyzesi kendisini mirasından yoksun bıraktı ve 'sınıfsal etkiye' gelince, Doğu Huron'da bir tek kon1şuları bile sokakta karşılaştıklarında Yan Zandt'larla selamlaşn1ıyor. Hayır, ben N ina ile Spies arasındaki bağın gerçek, sevgile­ rinin de çok güçlü olduğuna inanıyorum. Bunun aşk denebi­ lecek kadar derin olduğunu kim bilebilir, ama herhalde bu­ günlerde kızlarını Av rupa aristokrasinden en yüksek fiyatı verene satınayıplanlayan o zengin ailelerden değiller. Düğün heyecanıyla Nina, Spies'ın hücresini çiçeklerle do­ nattı ve çıplak taşların üzerine çok güzel bir halı serdi. Ancak Şerif Matson son anda nikahın hapishanede kıyılmasını ya-

351 sakladı ve çift ancak vekaletle evlenebildi. Spies'ın kardeşi evlerinde damadın yerine geçti ve onun adına yemin etti. Bu koşullar altında çifte ne dilemeye cesaret edebiliriz? 'Mutlu­ luk' saçma olur. Cesaret, belki de... Henry George'un bizim temyiz başvurumuzu destekle­ diğini gördün mü? Standart' da bizim için, "O kadar utan­ mazca yasadışı bir şekilde seçilmiş bi r jüri tarafından mah­ kum edildiler ki, yargıcı beceriksizlikle itharn etmekkend i­ sine iyilik olur," diye yazmış. Ülkenin başta gelen gazeteci­ lerinden Henry Demarest Lloyd ile yine sayılı edebiyatçı la­ rından William Dean Howells da bizden yanalar ve davamı­ zı savunmaya devam ediyorlar. Howell en son beyanatında bizlerin 'köleliğe ateşli biçimde karşı koyan her insanı dara­ ğacına gönderecek bir mantığa dayanılarak ölüme mahkum edildiğimizi' söylüyor. Ancak Eyalet Yüksek Mahkemesi'ne verdiğimiz dilekçe­ nin gerekli ağırlığı taşıması için daha pek çok bu tür 'saygın' kişinin açık desteğine ihtiyacımız var. Ünlüler konuşunca yet­ kililer bunları dikkate alıyorlar, oysa sıradan insanların fikir­ leri -tabii, seçim zamanı dışında- duyulmuyor bile ... George, Lloyd ve Howells şu anda neredeyse yalnızlar. Avrupa' da aralarında William Morris, Annie Besant ve George Bernard Shaw'un da olduğu tanınmış kişilerin bizden yana oldukları­ nı duyuyoruz. Ancak bizim yurtsever yargıçlarımız herhalde iç işierimize bu 'yabancı müdahalesi'nden alınacaklardır. Mektubumu burada kesrneliyim. Seni kısa bir süre önce gördükten sonra şimdi mektup yazmak bana çok acı geliyor.

Seni çok öpüyorum sevgili karıcığım, Albert

Not: İşte sana dokunaklı bir şey: iç çamaşırı ve çorap satın al­ mak için Savunma Komitesi'ne başvurmak zorunda kaldım! Eğer bu, o katı kalbini etkilemezse şunu dinle: biiyük bir ihtimalle iste-

352 ğimin reddedileceğini de öğrendim! Kurtulma şansımı bu parayı ödemeye değer bulmayacak kadar az mı görüyorlar? Belki de sen bir iki şey söyler ve bağış toplama ka mpanyasından üç doların kocan m saygın görünüşünü korumak için bir kenara ayrılması yolunda kendilerini ikna edersin.

***

Omaha, Nebraskıı 15 Şubat 1887

Sevgili Kocacığım,

29 Ocak tarihli mektubun elime yeni geçti ve benim ortaba­ tı hapishanelerinden birinin derinliklerinde kaybolduğurnu düşünmemen için aceleyle bir iki sahr karalıyorum. Gerçek şu ki, Columbus'ta kısa bir süre hapishaneye ahldım. Konuşmam için bir salon verilmeyince Belediye Başkanı'nın karşısına çık­ tım. Bana, "O anarşist çeneni kapat!" dedi. Ben cevap vermeye çalışınca da, polislere, "Atın şunu içeri!" diye emir verdi. Beni 'ahlaka aykın davranışlar' nedeniyle hapse hkılmış dört kadı­ nın bulunduğu geniş ve pis bir hücreye attılar. Bu tarumdan, kadıniann talihsiz ve arkadaşsız olduklannı anladım. Günde iki kere verilen ekmek, tuz ve suyla besleniyorlardı. Destekçi­ lerim beni ziyarete geldiklerinde onlan kadınlara doğru dürüst yiyecek almalan için gönderdim. Kadınlar minnetlerinden ne­ redeyse ağlayacaklardı. Beni ertesi gün salıverdiler. Nebraska, son dört ayda geldiğim on yedinci eyalet. Kaç konuşma yaptığımın, kaç broşür sattığımın, mesajlarımı kaç tane on binlerce kişiye ilettiğimin hesabını unuttum artık. Yi­ ne de enerji ve, evet, umut doluyum. Hortensia ile Yüzbaşı Black'in evliliğe karşı tepkilerini an­ lamıyorum.Acaba sınıf taratlılıkları mı su yüzüne çıkıyor der­ sin? Senin gibi ben de onlara çok değer veriyorum; onlar olma-

353 saydı çoktan kurtların önüne atılırdık. Ama içimde bir ses, on­ ların Nina'nın hareketini onaylamamalarının, Spies'a düş­ manlık uyandırmakla fazla bir ilgisi olmadığını söylüyor. Ne de olsa, hepsinin en fanatiği olarak nitelendikten sonra ka mu­ oyunun gözünde daha da aşağı düşemezdi artık. Bence bunun Black'lerin 'karışık' sınıf evliliklerine duydukları huzursuz­ lukla daha çok ilgili olduğunu tahmin ediyonım. İyi insanlar olduklarından kendi önyargılarına fazla kapıldıklarını san­ mam. Benim kaçık olduğumu düşünebilirsin ama değilim. Henry George'un davamıza omuz vermesinden duydu­ ğun memnuniyeti paylaşmıyorum. Bence adam hırslı opor­ tünistin biri. Bildiğin gibi gelecek seçimde New Yo rk Beled i­ ye Başkanlığı için bağımsız aday olmak ve kazanmak istiyor. Bu nedenle de sanırım Bay George'un bundan sonraki Hay­ market sanıkları söylemi bizim fazla lehimize olmayacak. Ya­ nıldığımı umuyorum. Ama ne yazık ki, pek az yanılırım: bu da benim taşımak zorunda olduğum çarmıhınıiş te! (Evet, bi­ liyorum -ve senin de). Benimki kadar yoğun bir bağış kampanyası yürüten Lizzie ve William'la birkaç kere görüştüm. Lizzie bir gün bana, im­ kan olsa senin yerine kendisinin ölmeye razı geleceğini söyle­ di. Bu sözünde gayet ciddi. William bana Fischer hakkında çok acıklı bir hikaye anlattı. Anlaşıldığı kadarıyla Kasım'da, infaz ertelenmeden önce William turunun ilk ayağına çıkma­ dan sizlerle vedalaşmak için hapishaneye gitmiş. Fischer ken­ disini bir kenara çekmiş ve St. Louis' deki eski arkadaşlarına onun ardından yas tutmamaları nı, ilkeleri için ölmekten mem­ nun olduğunu ve "Amerika'nın en zengin insanıyla bile yer değiştirmeyeceğini" söylemiş. Bunu duyunca ağladım. Fisc­ her'a fazla yakın değildim, biliyorsun, ama bu sözleri tam da benim ve sanırım senin fikirlerini yansıtıyor. Hapishane yat­ mak, bizim ayrıcalığımız ... Kendine iyi bak, sevgilim.

Lucy

354 Not: Yüzbaşı Black'in Eyalet Yüksek Mahkemesi'nin kararını ne zaman vereceği hakkında bir fikri var mı?

* * *

Cook Kasabası Hapishanesi Chicago, 10 Mart 1887

Sevgili Hapishane Kuşu,

Hapishanede geçirdiğin ilk gece için seni kutlanm. Bunu benimle yarışmak için yaptığına eminim ama onuncu ayımıza girmekte olan bizlerle aynı kefeye konman için bir gece yet­ mez, bunu da bilmiş oL Biliyorum: sen sadece kısıtlı kaynak­ larıyla elinden geleni yapmaya çalışan tek başına bir kadınsın! Hapishane rekorun beni fazla hayran bırakmadıysa da, Henry George hakkındaki kehanetin bunu yapmayı kesinlik­ le başardı. Onun karşı tarafa geçeceğini söyledin ve geçti de. Şimdi gazetesinde 'mahkeme zabıtlarını tekrar okuyunca', daha önceki görüşünün aksine, anarşistlerin yeterli kanıta dayanılarak hüküm giydikleri sonucuna vardığını söylüyor. Böyle sözünden dönmekle, esaslı bir Belediye Başkanı adayı olacağından hiç kuşkum yok. Hortensia ile Yüzbaşı Black' e gelince, sezgilerinin seni al­ dattığını düşünüyorum. Hiçbirin1iz çocukken bize benimseti­ len o aşağılık sınıf ve ırk önyargılarını ruhlarımızdan tümüy­ le silip atamayız, ama Black'ler de herkes kadar ileri gitmiş­ lerdir. Sevgilim, insanlardan dört dörtlük olmalannı bekle­ mek senin açından tipik bir davranış, ama senin ölçülerine göre tüm insanlar yoldaş olarak 'uygunsuz' olurdu ... Hayır, Yüzbaşı, Yüksek Mahkeme'nin kararının zamanı için bir tah­ minde bulunmadı. Bu sonsuz beklemenin sıkıntısı ve gerili­ min acısı çıkıyor doğrusu, ama en azından dış görünüşlerin­ deki sakinlikleri, hatta kayıtsızlıklarıyla insanüstü bir kişi

355 olan Fischer, Engel ve Lingg birer istisna. Wi lliam'ın sana Fischer hakkında anlattıkları onun karakterine ı;ok uygun. Geçen gün bana koridorda senin 'kışkırtıcı' konuşınalarına yöneltilen eleştirileri okuyunca çok kızdığını söyled i. Seni bü­ yük bir tutkuyla savundu ve kapitalistler birkaçımızı demir parmaklıklar ardına attılar diye görüşleri ve ilkelerini değişti­ reniere karşı nefretini belirtti. "Gerçek savaş gelecek uğruna­ dır, yedi önemsiz hayat için değil!" diyor. Ta m da senin duy­ guların bunlar. Benim de, ama önemsiz yedi hayattan birinin sahibi olarak benim inancım derin bir ınelankoliyle sarılı. Ben sadece bir insanım. Çocuklarımın büyümelerini, Lucy'min ortalıkta fırtına gibi dolaşmasını görn1ek istiyorum. Ben sade­ ce meşgulken keyifliyimdir. Şin1di hen1 anılarımı yazmaya hem de bir Anarşizm tarihi kaleme almaya başladım. Diğer yoldaşlardan bazıları benim kadar dayanaklı değil­ ler. Fielden ile Schwab ziyaretten sonra karıları ve çocukla­ rıyla vedalaşırken sık sık gözyaşiarına boğuluyorlar. (Bu ara­ da Lingg'in çocuklarla oynamasını görmelisin; onun doğal tatlılığı ortaya çıkıveriyor ve o da masum bir çocuk gibi oy­ nuyor - hiç de basının gösterdiği gibi bir canavar değil.) Spi­ es, Nina ile otobiyografisini yazıyor ama solgun yüzü ve hü­ zünlü gözleri durumunu açığa vuruyor. En kötü haberi sona sakladım: Meta Neebe bu hafta hastalığına yenik düştü ve Neebe'yi bir enkaza çevirdi. Gelen mektuplardan ve birkaçı Avrupa' dan olmak üzere her taraftan akan çeşitli ziyaretçilerden dolayı en azından kı­ sa bir süre keyifleniyoruz. Büyük Alman sosyalisti Wilhelm Liebknecht bizi ziyarete geldi! Üstelik yanında Karl Marx'ın küçük kızı Eleanor ile kocası Edward Aveling de vardı! On­ larla den1ir parmaklıklar ardından konuşmak zorunda kal­ dık. Bayan Aveling bize çok somut destek veriyor. New York'ta ve başka yerlerde yapılan mitinglerde konuşarak bi­ zim yaptıklarımız için değil, inandıklarımiz uğruna suçlan­ dığımızı söylüyor. Bana New Yo rk'ta babasının Paris Ko-

356 müncülerinin kıyıını sırasında söylediklerinden bir alıntı yapmış: cellatlar "daha şimdiden papazlarının bütün duala­ rının kendilerini kurtarmaya yetmeyeceği teşhir direklerine çivilenmişlerd ir." Kadının ziyareti çok heyecan vericiyse de, sonra beni çok daha etkileyen bir ziyaretçim oldu: Texas'tan eski arkadaşım Ollie Canby! İnanabiliyor musun? On beş yıl önce Waco'dan ayrıldığımızdan bu yana onu ne görmüş ne de mektuplaş­ mıştım. Hatırladığım kadarıyla, sürekli sürüleri naklettiği için, sen onu hiç tanımamıştın ama ben sana ondan çok söz etmiştim. Ondan daha dürüst ve kutsal şeylere onun kadar saygısız bir insan dünyaya gelmiş değildir. Şimdi yüreği ka­ dar kocaman bir göbeği, bir karısı ve üç çocuğu var. Bir gün sahip olmayı umduğu çiftliğe asla kavuşamamış -çoğunluk­ la sıradan işçilik yapıyor- ama bu konuda hiç de kırgın değil ve hayal kurmaya devam ed iyor. Bu yolculuğu yapacak pa­ rayı nereden bulduğunu bilmiyorum ama, Waco' dan buraya sadece beni görmeye gelmiş. Parmaklıklar ardından eski günleri konuştuk. Savaş sırasında henüz yeniyetmeyken bile beni kollar, hep kendimi öldürteceğimden korkardı. Bulutlanan gözlerle, "Ve şimdi yaptın işte," dedi. "Seni gözlerimin önünden ayırmamahydım ... Hep o lanet Federa­ lİstler yüzünden! O savaşı biz kazanmalıydık!" Ollie gittikten sonra oturup hüngür hüngür ağladım. Bu herhalde sen dönmeden önceki son mektubum olacak. Günleri sayıyorum ...

Seni seven kocan, Albert

357 CHICAGO 1887 \ÔI

Her iki tarafın da avukatları Illinois Yüksek Mahkemesi önünde üç gün boyunca görüşlerini savundular. Savunma kendine göre davanın başından sonuna kadar yapılan huku­ ki yanlışları ve kişisel taraflılıkları ayrıntılarıyla ortaya koy­ du. Savcılık ise daha önceki komplo, tahrik ve suç ortaklığı id­ dialarının geçerli olduğunda ısrar etti. Chicago'nun batısın­ daki bir kent olan Ottawa' da toplanan mahkemenin altı yaş­ lı yargıcı 16 Mart'ta nihai kararı görüşmek üzere çekildiler. Günler haftalara, haftalar ayiara dönüştü. Yargıçlar bir türlü ortaya çıkmıyorlardı. Kararın çabuk verilmesi bekleni­ yorrlu ama bahar bitip de yaz geldiğinde tüm ülkede bu ge­ cikmenin şaşkınlığı ve kaygısı yaşanınayabaşla dı. Sonbahar

358 gel irken ülke hala soluğunu tutmuş bekliyordu ve tutuklular da, günlük rutinlerinin monotonluğuyla ve sıcaktan tüken­ miş bir halde, Neebe'nin duruşma sırasında 'santim santim ölmektense bir kerede ölmeyi tercih ettiği' sözünü artık ta­ mamen benimsemişlerdi. Sonra 13 Eylül günü, Ya rgıç Schofield aniden bir haber göndererek ertesi sabah saat onda Yüksek Mahkeme'nin ka­ rarını bildireceğini duyurdu. Ayın 14'ü sabahı yargıçlar gel­ meden saatler önce salon tıka basa dolmuştu. Mahkeme he­ yeti adına konuşan Ya rgıç Magruder, kararı yüksek sesle ağır ağır okumaya başladı. Yüksek Mahkeme her konuda alt mahkemenin kararlarını onaylıyordu. Sadece Ya rgıç Mulkey çok küçük bir görüş ayrılığında bulunmuş, onun da altına, "kararın yanlış olduğunun aniaşılmasını istemem, çünkü de­ ğildir ve verilen kararı tam olarak onaylıyorum" notunu düşmüş"verilen kararı tamamen desteklediğini" vurgular­ ken aklından geçen yanlışları da belirtmemişti. Mahkeme da­ vanın yeniden görülmesini reddetti ve infaz günü olarak 11 Kasım'ı belirledi. Savcılık kazanmıştı. Basın tabii bu kararı alkışiadı ve ülkenin 'saygın unsurları' derin soluk aldılar. Sanıklar ise kaderci görünmeye çalışıyor­ lardı. Fischer, bir gazeteciye, "Başka bir sonuç beklemiyor­ dum," dedi. Spies, bir başkasına alaycı bir tavırla, "Bu büyük ülkenin halkı özgür ifadenin boğulmasından memnunsa be­ nim şikayet etmem neye yarar ki?" dedi. Albert, kararı daha önceden tahmin etmiş ve işçi basınından bir muhabire, mülk sahibi sınıfların Ya rgıç Gary'in kararını onaması için yüksek n1ahkemeye baskı yapacaklarını söylemişti: "Özgür Amerika için ne görüntü ama?" demişti. "İnsanlar egemen sınıfın ho­ şuna gitn1eyen konuşmalar yaptıkları için öldürülüyorlar." Ta hn1inleri şimdi doğrulanınca Albert kamuoyuna şöyle di­ yordu: "Ben, bana ve insanlara karşı görevimi yaptım; sonuç­ larına da korkusuzca katlanacağım. Hemcinslerime karşı bir

359 tek suç işlemediğimi ve anayasanın bir tek maddesini bile çiğ­ nemediğimi biliyorken başka ne yapabilirim ki?" Yüzbaşı Black kararı duyunca şok<ı uğramıştı, ama bu so­ nuca rağmen infazın gerçekleşmeyeceğine inanan bir tek o de­ ğildi. Black, umutlu olmak için gerçek nedenler bulunduğun­ da ısrar ediyordu. Geriye iki seçenek kalmışh: Davayı Ameri­ ka Birleşik Devletleri Yüksek Mahkemesi'ne götürmek ve ora­ da da başarısızlıkla karşılaşıldığı takdirde, cezanın affed ilmesi ya da hafifJetilmesi için Va li Richard Oglesby'ye başvurmak. Yüzbaşı Black, yanına eski Konfederasyon generali Roger A. Pryor, eski Birlik Generali Benjamin Butler ve Vi rginia'nın çok saygın simalarından John Randolph Tu cker'ı alarak, 27 Ekim'de Amerika Birleşik Devletleri Yüksek Mahkemesi önüne çıktı ve iki gün usul hatası kararı çıkartmak için uğraş­ tı. Mahkeme 2 Kasım' da oybirliğiyle aldığı kara rı açıkladı. Başyargıç Wa ite davada 'federal ilişki olmadığı için' Yüksek Mahkeme'nin yetkisiz olduğunu bildiriyordu. Mahkerneyi eleştirenler, söz konusu federal ilişkilerin özgür ifade ve top­ lantı hakları olduğunu belirtmekte gecikrnediler. Ancak hu­ kuk mücadelesi sona ermiş, mahkeme yoluyla ternyiz imka­ nı kalmamıştı. O gece sekiz sanıktan ölüme mahkum edilmeyen tek ki­ şi olan Oscar Neebe, Cook Kasabası Hapishanesi'nden alı­ nıp on beş yıl ağır hapis cezasını çekrnek üzere Joliet'teki eyalet hapishanesine nakledildi. infaza dokuz gün kalmıştı. Artık bütün gözler ve girişim­ ler Vali Richard Oglesby'ye çevrilrnişti. Savunma Kornitesi cezaların hafifJetilmesi için bir dilekçe kampanyası başlatrnıştı. Yüzlerce insan dilekçeleri dağıtmak üzere gönüllü oldular. Nina Van Zandt ile annesi, sokak kö­ şelerinde imza toplamaya çalışıyorlar, küfürlerle karşılaşı­ yorlardı. Lucy'nin başı polisle sürekli belaya giriyordu. Bir polis memurunun, kaburgalarına copunu sokarak oradan çe­ kip gitmesini söylemediği gün yok gibiydi. Sonunda bir öğ-

360 leden sonra tutuklandı. Davaya bakan yargıç, kulağına gelen olumsuz dedikod u yüzünden karşısında dişi bir kaplan bul­ ınayı beklerken, Lucy'nin solgun ve bitkin yüzüyle karşıla­ şınca duygulanarak onu en düşük para cezası olan beş dola- - ra mahkum edip hemen salıverilmesini emretti. Oglesby'nin bürosuna dilekçeler, telgraflar ve mektuplar yağıyordu. Bütün dünyadan, ünlülerden ve tanınmamış ki­ şilerden, George Bernard Shaw'dan ve Rhode Isiand fabrika işçilerinden mektuplar geliyordu. Çoğu mektup "İnsanlık adına ... " diye başlıyor ve genellikle de "Size yalvarıyoruz, onları ailelerine geri verin ve tarihin yargılamasına bırakın," diye son buluyordu. Oglesby'nin olumlu bir tavır takınaca­ ğına inanmak için neden vardı. Savaş öncesi dönemde köle­ liğin kaldırılması hareketinde aktif rol oynamış, kölelerin se­ faletine sempatiyle yaklaşmıştı. Yüzbaşı Black, Lucy'ye, "Pek çok kimse valinin iyi yürekli bir insan olduğunu söyle­ di," dedi. Lucy bunu duyduğuna sevinmişti 'ama insan kal­ bi çok dönektir' diye düşünüyordu. O, umutlarını kamu­ oyunda görülen değişime bağlıyordu. "Vali bu değişime bir karşılık verebilirdi." Oglesby kendini 'dürüst bir insan' olarak görüyorsa da, bir politikacı olduğu için, ticari ve mesleki toplulukların ken­ disi hakkında iyi fikirler beslemesine ihtiyacı vardı. İdeal ola­ rak kalbin ezilenlere sempati pompalayan odacığı ile oy için el sıkan odacığının birbiriyle uyumlu olmasını ve bir karşı akımın tehlikeli bir ritimsizlik yaratmasını istemezdi. Af için bazı seslerin kentin ileri gelenlerinden yükselmesinden mem­ nundu. Dilekçeleri imzalayan 40 bin kişi arasında, baro baş­ kanı William Goudy ile Chicago ve Northwestern Demiryo­ lu'nun başkanı Marvin Hughitt de vardı. Potter Palmer bile kent seçkinlerinden ellisinin bir araya geldiği gizli bir toplan­ tıda cezanın hafifletilmesi görüşünü bildirmiş, ancak Mars­ hall Field'ın güçlü muhalefeti bu girişimin destek bulmasını önlemişti. Aralarında George Pullman, Cyrus McCormick Jr.

361 ve Philip Armour'unda bulunduğu diğer güçlü iş adamları, asayişin gelecekte korunması adına ölüm cezasının infaz ed il­ mesi gerektiği görüşünde olduklarını bildinnişlerdi. Beliren işaretler karışık, ka muoyu tutkulu ve bölünınüş­ tü . Vali Oglesby bürosunda oturmuş, iddiaları ve karşı iddi­ aları düşünüyor, kendisine Hazreti Süleyman'a yaraşır, ani bir ilham geleceğini umuyordu.

* * *

Çocuklar demir merdivenlerden olanca sesleriyle, "Baba! Baba!" diye bağırarak koşa koşa çıktılar. Onların seslerini du­ yan Albert yerinden öyle bir sevinçle fırladı ki, az önce dalgın bir şekilde üzerinde yazmakta olduğu küçük masa devrildi. Çocuklan biraz daha erken görebilmek için hücresinin önü­ ne koşunca, yakında duran gardiyanla göz göze geldi. Gardi­ yan gülümseyerek, "Hiç merak etmeyin, Bay Parsons, onlan içeri alacağım," dedi. "Karınızı da. Ama sakın beni Şerife şika­ yet etn1eyin, yoksa başınıza benden daha anlayışsız birini di­ kerler!" Albert adama teşekkür edip dönünce, Lulu ile Albert Jr.' un arkalanndan gelen Lucy'le koridorda koştuklarını gördü. Görüşmeyeli aylar olmuştu. Hücreye giren çocuklar baba­ larının üstüne atladılar, Lulu on1uzlarına çıktı, Albert Jr. beli­ ne sarıldı, sonra da yüzünü öpücüklere boğdular. Parsons, arnzundaki Lulu'yla daracık hücre içinde at gibi koşarken, kız sevinçle bağırıyor, oğlan da arkasından olanca sesiyle haykırarak koşturuyordu. Diğer mahkumlar da çocukların geldiğini duyunca hep bir ağızdan gelenleri selamiayıp konuşmaya başladılar. Al­ bert'ın yanındaki hücrede kalan Fischer, neşeli bir sesle, "Ba­ banıza bir zarar vermeyin, onu Devlet' e saklamamız gerek!" diye bağırdı. Bir şaka yapmıştı ama şakacılık Fischer'ın güç­ lü yanı değildi ve çocuklar sanki onun sözlerinin anlamını

362 kavramışlar gibi hemen sakinleştiler. Lucy, Albert'la konuşa­ bilmek için yanında getirdiği oyuncakları yere saçh. "Lizzie Te yze'nin söylediğini unutma, Lulu," dedi. "Fazla koşarsan ilacı çıkarırsın." Albert telaşla, "Nesi var?" diye sordu. Lucy, kızın tekrarlayan ateşi yüzünden çok kaygılı olma­ sına rağmen, "Yine küçük bir hastalık geçirdi, başka bir şey değil," diye durumu hafifletmeye çalıştı. "Doktor ne diyor?" "Doktorların bu tür hastalıklarda işe yaramadıklannı bi­ lirsin. Beş altı doktora gösterdim. Hepsi de aynı şeyi söylü­ yorlar; ciddi bir şey değil, soğuk algınlığı. Lizzie, Drake's Plantatian Bitters ilacı veriyor ve bayağı iyi geldi." Lucy, çantasından küçük bir gazete çıkartıp Albert'a uzat­ tı. "Sen hele buna bak bakalım!" Albert gazeteyi açınca bir­ den soluğu tutuldu, gözleri aydınlandı. 'ALARM. 5 KASIM 1887.' "Başardın demek," diye bağırdı. "Gazeteyi tekrar çı­ karttın. Ama bunu nasıl yapabildin ?" "Ben bir şey yapmış değilim. Bütün başarı Dyer Lum'a ait. Onu hatırladın mı? 1880'de Greenback-Emekçi toplantı­ sında görüşmüştük ve Ala rm' da onun birkaç yazısını basmış­ tı k. Şimdi sağlan1 bir Uluslararası Emekçiler Birliği yandaşı oldu." "Hatırlan1ak nu? Dyer Lum sık sık buraya ziyarete geli­ yor, çoğunlukla da Lingg'i görmek için. Hiç burada karşılaş­ manuş mıydınız?" "Hayır, hiçbir fikrim yoktu ... " Lucy şaşırmıştı. "Onun Hayn1arket olayını duyduktan sonra New Yo rk'taki matba­ asını satıp Chicago'ya taşındığını biliyordun1 sadece." "Lum bunu nasıl başardı? Alarm'ı kimsenin bir daha aya­ ğa kaldıracağını sann1ıyordum." "Bir yıldır bu işin peşinde, para bulmak için uğraşıp du­ ruyordu. Bütün parası olan 1,500 doları bu işe yatırdı."

363 "Ve hiçbiriniz bana bunu söylemediniz, ha?" "Başaramayacağından korkuyorduk. .. Ha, yardımcı ed i- törü olarak kimi seçti biliyor musun?" "Seni." "Benim kadar iyi birini ... Lizzie'yi!" "Ah, Lucy.... " Albert'ın sesi çatallaşmıştı. "Belki de herşey boşuna olmadı..." "Boşu11a mı?" Lucy'nin bitkinliği bir peçe gibi sıyrıldı yü­ zünden. "Bunu asla düşünme, Albert, asla. Hiçbir şey boşu­ na olmadı!" · Annelerin bu beklenmedik öfkesine şaşıran çocuklar, oyuncaklarını atıp babalarının kucağına çı ktılar. "Tamam tamam," diye gülümsedi Alhert. "Sana inanıyo­ rum ... en azından inanmaya çalışıyorum ..."

* * *

infaza günler kala, ülkenin ve dünyanın dört bir yanında toplantılar ve yürüyüşler yapılıyordu. Protesto mitinglerine büyük kalabalıklar katılıyor, 'hukuki katliam'ı kınamaktan tarafsız adalet çağrıianna kadar pek çok karar alınıyordu. Cezanın hafifJetilmesi için Oglesby'ye Londra' dan çekilen bir telgrafın imzacıları arasında Oscar Wilde, Ed ward Car­ penter, William Rosetti, George Bernard Shaw, Friedrich En­ gels, Oliver Schreiner ve William Morris de vardı. Terence Powderly, Emeğin Şövalyeleri'nin 'şiddet çığırt­ kanlığı' yapanlardan uzak durmasında ısrar etmeyi sürdür­ mekteydi ve Şövalyeler'in yerel şubeleri af konusunda bö­ lünmüş durumdaydılar. Ancak daha muhafazakar olan Sa­ muel Gompers, yaklaşan idamları, 'milletimizin onurunun yüz karası' olduğu konusunda diğer ileri gelen işçi liderle­ riyle birleşmişti ve valinin ölüm cezalarını ömür boyu hapse çevirmesini istiyordu. Gompers, Oglesby'ye, kendi örgütü olan Amerikan Emekçiler Federasyonu'nun ve anarşistlerin

364 'evin ayrı köşelerinde emekçiler için mücadele verd iklerini', Chicago polisinin 'bir dereceye kadar Haymarket olayından sorumlu olduğuna inandığını yazmıştı. Değindiği bir diğer nokta da, anarşistlerin idamının onları şehitlik mertebesine yükselteceği ve böylece 'bu sözde devrimci hareket'i yaygın­ laştıracağıydı. Gompers şöyle devam ediyordu: "Eğer bu ül­ ke jefferson Davis'i bağışlamışsa, bu insanlara da merhamet gösterecek kadar büyük ve yüce gönüllü olmalıdır." Bu kamuoyu baskısı valiyi af yoluna sakınayı başarsa bi­ le, hükümlüler resmi bir dilekçeyle başvurup, ne kadar üstü kapalı da olsa geçmiş 'hataları'ndan pişman olduklarını bil­ dirmedikleri sürece, eyalet yasasının valinin bu konuda ha­ rekete geçmesini engelleyeceğini herkes biliyordu. Sorun, hükümlüleri valiye böyle dilekçeler göndermeye ikna etmekti. Lingg, Engel, Fischer ve Parsons, bunu ilk ağız­ da reddettiler. Onlar masum olduklarını söyleyerek şartsız salıverilmelerini istiyorlardı. Fischer, Oglesby'ye şöyle yazı­ yordu: "Eğer yetkililerin adalete uygun hareket etmeleriyle aileme geri dönemeyeceksem, o zaman kararın olduğu gibi infaz ediJmesini tercih ederim." Fischer ve Engel'in eşleri ka­ rarlarını bir kere daha gözden geçirmeleri için yalvardılarsa da, herkes bunun boşuna olduğunu biliyordu: Kocaları, ya­ şamanın bir ilkeye bağlı kalmaktan daha önemli olduğunu asla kabul etmezlerdi. Albert'a gelince, aralarında Yüzbaşı Black'in de bulunduğu pek çok kişi, onun yalvarmalara dayanarnayıphayabm kurtar­ mak için çaba gösterenlerle işbirliği yapacağına inanıyorlardı. Schwab ile Fielden ilk başlarda Oglesby'ye resmi bir baş­ vuruda bul unmaya sıcak bakıyorlardı, ancak hiç düşünme­ dikleri fikirleri ve yapmadıkları eylemleri üstlenmeye niyet­ leri yoktu. Spies, herkesi şaşırtan bir hareketle ve Nina'nın yalvarmaları sonucu kendi yaşama arzusuna yenik düşerek, Schwab ve Fielden'la ortak bir dilekçeye imza atmayı en azından düşünebileceğini bildirdi.

365 Hızlı d(lvranmak çok önemliyd i. Gece gü ndüz demeden ça lışarak ve her kelimeyi tek tek t(lrtıp biçerek Fielden, Schwab ve biraz duraksayarak da olsa Spics'ın onaylarını alan bir mektup hazırlandı. İki p(lr(lgr(lflı kısa mektup, üç adamın şu kesin ifadesiyle başlıyordu: "Biz kendini savunma ha lleri dışında hiçbir zaman şiddet ku llanılmasından yana olmadık ... Ya sadışı bir eylemi asla desteklemedik ve gerçekleştirn1ek için komplo kurn1adık." Bunun ardın dan gerekli özür dilerne geli­ yordu: "Eğer görüşlerin1izi yayma heyecanı içinde işçileri re­ forn1 için gerekli aracın saldırgan güç olduğunu düşünmeye yöneltecek bir ifade kullandıysak, bundan üzüntü duymakta­ yız. Haymarket'taki ve" -bunu Spies'ın ısrarı üzerine eklemiş­ lerdi- "McCormick fabrikasındaki can kayıplarını üzüntüyle karşıladık." Spies mektubu imzalan1ak için kalen1ini alırken, "Bir hata yapmakta olduğun1tı düşünüyorun1," dedi. Fielden ile Schwab, sonraki iki günde valiye birer ek mek­ tup daha göndererek, pişmanlık göstern1ekte Spies'ın onay vereceğinden biraz daha ileri gittiler. Fielden 'dinleyicileri­ nin alkışlarıyla sarhoş olarak' kimi zan1an şiddete başvurma­ yı tavsiye ed iyor gibi görünebilecek 'sorun1suz' konuşmalar yaptığını kabul ediyordu. Ancak korkak bir insan olmadığı için de şöyle devam ediyordu: "Fakat herhangi bir kimseyi suç işlemeye bilinçli olarak yönelttiğim doğru değildir... Bomba yapmak veya atmak komplolarına girmiş değilin1 ve Haymarket mitinginin huzurlu ve düzenli geçmeyeceği ko­ nusunda en küçük bir düşüncem bile yoktu." Schwab'ın sadece üç satır olan mektubu da temel olarak ay­ nı şeylere değinmekteydi: "Söylediğim pek çok şey aşın heye­ can anında, çoğunlukla hiç düşünmeden söylenıniştir. Bunla­ rın kimi zaman gereksiz şiddete yöneltme eğilimi gösterdiğine inanarak pişmanlık duyuyorum. Benim bulunmadığım Hay­ market mitingine ilişkin, şiddet içeren herhangi bir düşünce ve amaç taşıdığım iddiasını bir kere daha reddediyorum."

366 Yüzbaşı Black koridorun ucundan Lucy'nin sesini duyu­ yordu ve Albert'ın hücresine yaklaştıkça kadının kelimeleri­ ni seçmeye başlamıştı. " ... bir korkak o! ... Almanya'daki radi­ ka ller onu ihanetle suçluyorlar ... " Black bir iki adım daha atınca Albert'ın kısık sesli itirazını duydu. "Tanrı aşkına, alçak sesle konuş ... Spies seni duyacak!" "Duyarsa duysun, umurumda bile değil." Ancak Lucy se­ sini alça ltmıştı. "Çok sert davranıyorsun ... Spies ağır baskı altındaydı... bir insanı böyle yargılayamazsın ..." Bu sırada Black hücrenin tam karşısına gelmişti ve Albert sözünü aniden kesti. Sebepsiz yere üçü birden birbirlerinden özür dilen1eye kalkıştılar. Black o sıkıntılı anı sona erdirmek için Albert'la birkaç dakika yalnız konuşmak istediğini bil­ dirdi. Lucy'nin bundan alınacağını biliyordu -zaten kadının gözlerindeki kuşkulu bakış da bunu doğrulamaktaydı- an­ cak koridorcia gelirken kulağına çalınanlardan Albert'la yal­ nız konuşursa daha başarılı olacağını anlamıştı. Lucy zaten gitn1ek üzere olduğunu söyleyerek herkesi rahatlattı. İki adam baş başa kahnca Black, Albert' a, valinin merha­ metini isteyen bir dilekçe imzalamamasının herkes tarafın­ dan çılgınlık ve inatçılık olarak karşılandığını, bunun sonun­ da idam sehpasına çıkarsa bundan sadece Albert'ın kendisi­ nin sorumlu olacağının söylendiğini anlattı. Lucy'nin ziyaretinin keyfini üzerinden hala atamamış olan Albert, "Bu korkunç şeyleri kim söylüyor?" diye sordu. "Pek çok kişinin yanısıra sanık arkadaşlarının bazıları." "Schwab ile Fielden herhalde. Spies olacağını sanmam. Bakın, Schwab ve Fielden beni sevdikleri için, kendi iddiala­ rına göre 'beni benden kurtarmak' istedikleri için böyle ko­ nuşuyorlar, kendilerinin valiye dilekçe yazma isteklerini sa­ vunmak istediklerinden değil. Ailelerinin yalvarmalarına bo­ yun eğip merhamet için başvurdular ama sizi temin ederim ki bunu hiç de isteyerek yapmış değillerdir."

367 "Spies'ı neden ayrı tutuyorsun?" "Çünkü Spies, Oglesby'ye verdiği dilekçeyi iptal edecek. Spies dilekçeyi imzaladığından beri bunun ıstırabını yaşıyor. Benimle uzun uzun konuştu ve yanlış bir karar verdiği sonu­ cuna vardı." "Spies'ın valiye yazdığı son mektubun kopyası bende. Sen gördün mü?" "Ne söylemek istediğini aşağı yukarı biliyorum; birkaç taslağı birlikte hazırladık, ama son şeklini görmedim." Duyulmaması için fısıltıya konuşuyorlardı. Yüzbaşı Black, Albert'a Spies'ın mektubunu uzatıp arkasına yaslandı. Mektup sadece iki sayfaydı ve Albert içeriğini bildiğini dü­ şünerek şöyle bir bakarken birden beklemediği bir paragraf­ la karşılaştı. Şaşkınlıkla Black' e baktı. "Bu kısmını görmeıniş­ tim!" Mektubu kaldırıp alçak sesle okudu: "Eğer bir can feda etmek gerekiyorsa benimki yetmez mi? Yarı barbar bir kitle­ nin öfkesinin tatmin edilmesi ve arkadaşların1ın hayatlarının kurtulması için size kendi hayatımı sunuyonım.İlle de yasal bir cinayet işlenecekse benimki yeterli olsun." Albert mektubu kucağına bıraktı. "İşte, bir inancın ölçü­ sü," dedi. "Şimdi Spies'a korkak demeye kim cesaret edecek bakalım?" "Oglesby'nin bu teklifi kabul etmesine imkan yok tabii," dedi Black. "Bu da akla Spies'ın bu teklifi neden yaphğı sonı­ sunu getiriyor. Arkadaşlan arasında şöhretini kurtarmak için elbette ve kendisinin ilkelerine olan bağlılığı konusundaki kuşkuları gidermek için. Ancak ben, Spies'ın bile tam farkın­ da olmadığı bir başka sebep olduğundan kuşkulanıyonım." Albert' ın şaşkın bakışlarını gören Black, sözlerini, "Bence Spies hiçbirinizin idam sehpasına gitmeyeceğine inanıyor," diye sürdürdü. "Kalben idealist bir insan. Oglesby'ye mektu­ bunun sonunda bunu nasıl dile getiriyor? 'Tek suçları herkes için daha iyi bir gelecek isternek olan insanlar' gibi bir şey söylüyor. Spies'ın mantığına göre, Devlet böyle insanları öl-

368 dürecek kadar duygusuz değildir. Spies son dakikada en azından bir erteleme olacağına inanıyor. Devlet'in idealistler­ den hoşlanmadığını anlayamıyor." Yüzbaşı sözlerinin etkisini göstermesi için bir an sustu. Sonra ciddi bakışlarını Albert'a çevirdi. "Ama Spies yanılı­ yor. Bu gece sana bunu söylemeye geldim: O, Engel, Fischer ve Lingg mutlaka asılacaklar. Bu aşamada onları kurtarmak için hiçbir şans kalmadı." Albert herhangi bir şaşkınlık ya da telaş belirtisi göster­ memişti. "Haklısınız sanırım," dedi. "Peki, o listeye neden benim adımı da almadınız?" "Bunun çok iyi bir nedeni var. Senin kurtarılabileceğine inanıyorum." Albert iskemiesinde huzursuzca kıpırdandı. ''Yani, bazı şeyleri yerine getirmeyi kabul edersem demek istiyorsanız." "Evet. Savcı Grinnell ve Yargıç Gary bile sen istediğin tak­ .dirde cezanın hafifletilmesini kabulleneceklerini ima ettiler. Ne de olsa Amerika doğumlusun, kendi isteğinle teslim ol­ dun ve mahkemedeki konuşman, gösterdiğin içtenlik büyük bir etki yarattı. Va li bana senin özel bir muameleye hakkın ol­ duğuna inandığını gayet kesin bir şekilde ima etti." "Eğer ona bir dilekçe yazarsam ... " "Bunu yapmanı öneriyonım. Bunu yapman için sana yal­ varıyorum. Hiçbir şey için olmasa bile, karın ve çocukların için yap bunu." "Lucy böyle bir dilekçe verınem için beni sıkıştırmıyor." "Vermemen için sıkıştırıyor mu?" "Bu konu üzerinde tek kelime bile söylemeyi reddediyor." "Ama Field en, Schwab ve Spies'ı dilekçe verdikleri için kınadı. Koridorda gelirken duydum." "Evet, ama ben onun kocasıyım!" Albert'ın kahkahası ge­ rilimi az da olsa hafifletti. "O benden daha radikal görünme­ ye çalışmaktan zevk alsa da, beni sever. Ölmemi istemiyor. Ve bir şey söyleyeyim mi, Yüzbaşı? Ben de ölmek istemiyo-

369 ru m. Henüz genç sayılırım. Sadece otuz sekiz yaşındayım. Ya şamakta n hiç de bıkmış değilim." "Öyleyse yaşa, Parsons!" diye patladı Yüzbaşı Black. "Ya­ şamak senin elinde." "William ve Lizzie Holmes sizinle aynı fikirde değiller. Onlar Oglesby ile efendilerinin kurnazca bir oyun oynadık­ larını, beni süründürrnek için af ihtimalini uzattıklarını dü­ şünüyorlar. Beni öldürmekle yetinmeyip rezil olmarnı da is­ tiyorlar. Bunu yaptıktan sonra da, nasıl olsa öldürecekler." "William ile Lizzie yanıhyorlar! Çok yanlış düşünüyorlar! Eğer Oglesby'nin teklifinde içtenlikli olduğuna inanmasaydım bir dilekçe yazmanı bir an için bile olsa ister miydim senden?" "Elbette istemezdiniz. Sizin dürüst bir insan olduğunuz­ dan hiç şüphem yok. William ile Lizzie'nin yanıldıklarını ve sizin haklı olduğunuzu düşünüyonım: Eğ�r bir bağışlanma dilekçesi yazarsam cezam hafifletilecektir." Yüzbaşı Black derin bir soluk aldı. "Ne diyeceğimi bilemi­ yorum, Parsons. Senin bu isteksizliğini anlayamıyorun1. Seni yola getirmek için başka ne söyleyeyim ki?" Black'in yüzün­ de ıstırap vardı. İki adam arasındaki kısa bir sessizlikten son­ ra Albert ürkütücü bir sakinlikle konuşmaya başladı. "Size verdiğim kararla ilgili sırrıını açıklayacağırn. Ama bu aramızda kalacak. 11 Kasım'dan önce bu konuda hiç kim­ seye bir şey söylerneyeceğinize söz verir misiniz?" "Elbette." Black öne doğru eğildi. Parsons'ın 11 Kasım ta­ rihini öylesine, sıradan bir şeymiş gibi söylemesi midesini düğümlemişti. "Durum şöyle, Yüzbaşı. İdari af için başvurmayı reddede­ rek, böyle bir şeyi reddeden dört arkadaşıının hayatını kur­ tarma şansının -binde bir de olsa- var olduğunu düşünüyo­ rum. Kendimi Lingg, Fischer, Engel ve Spies'tan ayırıp valiye başvurduğurn takdirde, bunun, onların ölümü den1ek olaca­ ğına eminim. Onları kurtarmanın bir imkanı varsa bu da, on-

370 ların yanında yer alınam ve davalarını benimsememdir. Böy­ lece Oglesby onları da bağışlamadan beni bağışlayamaz." "Ama bunu asla yapmayacaktır!" diye bağırdı Yüzbaşı Black. "Sen bir af dilerkçesi yazmayı reddetmekle Devlet'i diğerlerini affedecek kadar köşeye sıkıştırmıyorsun, aksine seni öldürmek için ellerine hukuki bir neden veriyorsun. Ne de olsa, seni yaşatmaya can atmıyorlar!" "Haklı olabilirsiniz. Stratejimin onların serbest bırakılma­ sına ya da benim de darağacında onların kaderini paylaşma­ ma yol açacağını biliyorum. Ama bu konuda içim rahat. Öl­ meye hazırım." Yüzbaşı Black söyleyecek başka bir şey bulamadı. Par­ sons'ın merhamet dilemek için başvuruda bulunmayı red­ detmesinin diğer dört adamın darağacından kurtulmalan için tek şans olduğunu biliyordu. Ve Parsons'ın onlara bu fır­ satı verme kararında ısrarlı olduğunu da biliyordu, üstelik bunun kendi hayatına mal olacağını bilmesine rağmen. Yüz­ başı Black, Parsons'ın elini tuttu ve yaşlı gözlerle, "Sana ya­ kışan bir tavır bu," dedi.

* * *

Hükümlüler 6 Kasım sabahı hücrelerini derhal boşaltmak için emir aldılar. Hepsi birden koridorun ucundaki küçük hole alındılar. Gardiyanlar hücreleri aramaya başladılar. Çok geçmeden Lingg'in şiltesini kaldıran iki gardiyanın sesi du­ yuldu. Yatağın altındaki tahta bir kutuda, gazeteler arasına saklanmış dört ince boru bombası bulmuşlardı. Hemen basma sızdırılan bu keşif bir sansasyon yarattı. Gazeteler en dramatik yorumları sergilerneye başladılar: bombalarla hapishaneyi yıkmak, belki bir kaçışı kolaylaştır­ mak, belki de kendileriyle birlikte n1ümkün olduğu kadar çok 'düşman' öldürmekti. Kentte anarşistlerin gizli talim

371 yaptıkları ve infazdan hemen önce tutuklulan güç kullana­ rak kaçırınayı planladıkları söylentileri yayıldı. Yu rttaşlar Derneği hemen polise silah bağışında bulundu: 400 Springfield tüfek ve kasaturası, 12 bin mermi ve bir Gat­ ling topu. Eyalet milisieri alarma geçirildi, Salt Lake City' de­ ki Amerika Birleşik Devletleri Altıncı Piyade Ala yı' mn iki bö­ lüğü trenle Chicago'ya gönderildi. Yüzbaşı Schaak ve Emni­ yet Amiri Ebersold şurada bir sandık dinamit, orada bir de­ po Remington bulunduğuna dair uydurma haberlerle öfkeyi körüklediler. Bonfield bu hummalı korkudan büyük keyif al­ maktaydı. Tribune muhabirine şöyle diyordu: "Bir karışıklık çıkmasından korkmaya gerek yok. Anarşistler doğuştan kor­ kaktırlar. Zaten Haymarket'ta da polis ateş açınca erkek gibi oldukları yerde kalacaklarına çil yavrusu gibi dağılmışlardı." Yüzbaşı Black ve Savunma Komitesi bombaların bulun­ masına çok sıkılmışlardı; bunun kamuoyunda giderek artan sempatiyi tersine döndüreceğinden ve cezaların hafit1etilmesi girişimini baltalayacağından korkuyorlardı. Bu olumsuz pro­ pagandaya karşı çıkmak için hemen harekete geçtiler. Yüzba­ şı Black gazetecilere dört bombanın ciddi bir hasar vermeye­ cek kadar küçük olduklarını, ama hücrelerin dar telörgüsün­ den geçirilemeyecek kadar büyük olduklarını söyledi; diğer bir deyişle, Lingg bunları sadece kendini öldürmek amacıyla kullanabilirdi. Lingg ise bu teoriyi doğrulamayı reddediyor­ du. O ısrarla, bombalardan haberi olmadığını söylemekteydi. Bu tavrı da hükümlülere merhamet gc·.stl'rllmesi için gi­ derek büyüyen hareketin önünü kesrnek için, bombaları hücreye polisin yerleştirdiği spekülasyonlarının yayılması­ na neden oldu. Albert ile Lucy de böyle düşünenler arasın­ daydılar ve Lucy polisle beceriksizliği için kamuoyu önün­ de alay etti. Bir gazeteciye şöyle dedi: "Daha zeki insanlar bombayı bir hücreye, fünyeyi bir ikincisine ve dinamiti de üçüncüsüne yerleştirir ve bölyece ortada gerçek bir komplo varmış görüntüsü verirdi."

372 Lucy ile Albert'ın aksine Spies, Lingg'in bombalan bir ar­ kadaşı aracılığıyla hücreye soktuğuna inanıyordu. Spies, Lingg' den pek hoşlanmazdı ve iki adam son dokuz ayda pek konuşmamışlardı. Spies şimdi Chicago basınına yazdığı bir mektupta (mektubu Fielden ve Schwab da imzalamışlardı) Lingg'i bir 'monomanyak' olarak niteliyor, onun anlamadığı bir dava için arkadaşlannın hayatlannı feda etmeye hazır ol­ duğunu, -Lucy ile Albert'ın teorisinin aksine- giderek büyü­ yen af hareketinin önünü kesrnek için bombalan hücresine bizzat koyduğunu söylüyordu. Öfkeye kapılan Lucy, bir daha Spies'la hiç konuşmadı. Bu da aynı derecede öfkeli olan Ni­ na'nın Lucy'yle tüm ilişkisini kesmesine yol açh. Şimdi merak edilen tek şey, bombalann bulunmasının Vali Oglesby üzerinde ne gibi bir etki yaratacağıydı. Hemen ertesi sabah, 7 Kasım' da, Oglesby af dilekçelerini sunmak isteyen herkesi 9 Kasım' da Va lilik binasında kabul edeceğini bildirdi. 7 Kasım sabahı Harper's Ferry Kahramanı'nın büyük oğ­ lu John Brown Jr., hükümlülerden her birine birer kutu Ca­ tawba üzümü ile şu notu gönderdi: "Bunları size ve davam­ za duyduğum sempatinin bir belirtisi olarak kabul etmenizi rica ederim. Babam idam edilmeden dört gün önce bir arka­ da!?ınaşöyle yazmıştı: 'Hepimizin yapacağı gibi doğaya olan borcumu ödemek için değil de, bir dava uğruna ölmeme izin verildiğini bilmek büyük bir huzur veriyor bana."' 8 Kasım' da Lucy günlük ziyareti için geldiğinde ilk kez te­ peden hrnağa kadar arandı. Bütün diğer eşler de aranıp kuş­ kulu bir şey bulunmadıktan sonra o gün ziyaretçi kabul edil­ meyeceğisöylendi. Lucy öfkeylegardiyanlara dönerek, kendi­ lerini bilerek küçük düşünneye çalışınakla suçladı. "Bir gün hücrelerde tuttuğunuz adamlar anahtarlan ele geçirecek ve si­ zin üstünüze kilit vuracaklar!" diye kükreyerek çıkıp gitti. O akşam Chicago' dan özel olarak kiralanmış vagonlar Springfield' daki Eyalet Meclisi'ne hareket ettiler. Trenlerde

373 avukatlar, aile üyeleri ve tutukluların ileri gelen destekçi1eri vardı. Ama kendilerini 'alçaltmayı' reddeden Lucy, Lizzie ve Wi lliam onların aralarında değildi. Çoğu eyalet dışından 300 kadar sempatizan gece boyunca sabaha kadar Springfield'a gelmeye devam ettiler. Ertesi sabah saat dokuz buçukta Va li Oglesby, Capital'ün 'kabul salonu'nda yaldızlı bir lllasanın başına geçerek, önün­ de toplanmış yüzlerce kişiye Hayına rket davası için başvu­ ruları dinlemeye hazır olduğunu bildirdi. Yanında karısı Hortensia olan Yüzbaşı Black, uzun ve belagatlı bir konuş­ ınayla hükümlülere merhamet gösterillllesini isteyerek otu­ rumu açtı. Va li arada sırada adamın sözünü keserek bir nok­ tanın açıklanmasını ya da iddianın tekrarlanlllasını istiyor­ du. Oglesby gün boyunca büyük bir dikkatle sunulan her id­ diayı dinledi. Öğleden sonraki kısa bir ara dışında dilekçeler sekiz saat­ ten uzun bir sürede takdim edildi. Henry Delllarest Lloyd ve Samuel Gompers gibi ünlüler spiritüalistlere, ev kadınlarına, akrabalara, çiftçilere ve sendikacılara katılarak validen in­ sanlık ve adalet adına merhametli olmasını rica ettiler. Pek çok kişi tutkulu bir akıcılıkla ya da daha etkili olan te­ reddütlü ve dokunaklı bir zarafetle konuştuysa da, bunca ay­ lık tartışmalardan sonra yeni ya da şaşırtıcı bir şeyin söylen­ ınesi pek mümkün değildi. Ama toplantının sonunda Yüzba­ şı Black, August Spies ile Albert Parsons' dan valiye mektup­ lar getirdiğini belirtti ve bunları yüksek sesle okumak için sa­ dece birkaç kişilik özel bir grup talep etti. Vali hemen isteği kabul edip, on-on beş kişiyi özel odasına aldı. Spies'ın mektubu sadece kendisinin idam edilip arkadaş­ larının ölümden kurtulmalarını isteyen mektuptu, ancak şimdi valiye iletiliyordu. Bunu duyan Oglesby'nin gayet duygulandığı görüldü; böyle bir şeyin lllÜmkün olamayaca­ ğını herkes bildiğinden, Spies'm mektubu yazarken duygu­ landığından bile daha fazla duygulanmıştı belki de.

374 Di ğer ya ndan, Albert'ın mektubu daha önce sadece Lucy tarafından okunmuştu ve Yüzbaşı Black mektubu va linin önünde açmaya söz vermişti. Mektubun kısa ve şok edici içe­ riği Yüzbaşı'nın merhamet dileneceği umutlarını parampar­ ça ed iverdi. Parsons -vali dışında herkese ıstırap veren bir ironiyle- bomba atıldığı gece Haymarket'ta bu lunduğu için asılacağına göre, karısı, iki çocuğu ve Lizzie Holmes'un da orada kendisiyle birlikte olduklarını valiye bildirmek istiyor­ du. Bu nedenle, diğer dördünün de yargılanıp, suçlu bulu­ nup, idam cezasına çarptırılana kadar kendisinin cezasının ertelenmesini istiyor, böylece hep birlikte el ele Öteki Dün­ ya'ya gidebileceklerini yazıyordu. Yüzü acıyla kasılan vali, "Tanrı m! Bu korku nç bir şey!" demekten kendini alamadı. Oglesby, bir anlık duraklamadan sonra kendini toplaya­ rak kararını ertesi gün vereceğini bildirdi. infazın gerçekleş­ tirilmesine kırk sekiz saatten az bir zaman kalmıştı. Parsons o gece hücresinde iki çocuğuna bir mektup yazdı: "Bu satırlan yazarken gözlerimden akan yaşlar kağıdın üzerin­ deki adlannızı örtüyor. Sizinle bir daha hiç görüşemeyeceğiz. Ah çocuklarım, babanız sizleri o kadar çok seviyor ki. Siz, ha­ yatırnı ve doğal olmayan zalim ölürnürnü başkalarından öğre­ neceksiniz. Size miras olarak, narnuslu bir isim ve yerine geti­ rilmiş bir görev bırakıyorum. Onu koruyun, daha iyisini yap­ maya çalışın. Çocuklarım, benim değerli varlıklarım, bu son sözlerimi, ölürnümün yıldönümlerinde sadece sizin için değil, henüz doğmamış bütün çocuklar için ölen birini anmak adına okuyun. Ta nrı'ya emanet olun, sevgili yavrulanrn. Elveda."

***

10 Kasım sabahı saat 8:55'te hapishanenin koridorlann­ dan biri patlamayla sarsıldı. Lingg'in hücresi önünde duran bir gardiyan, içeriden mavi bir durnan çıktığını görünce, "Lingg!" diye bağırdı. Diğer gardiyanlar hemen o yana koş-

375 tu lar. Lingg, yatağı üzerinde başı sarkmış bir halde yatıyor­ du; hücredeki her şey -yatak, yastık, duvarlar ve yer- kan, et parçaları ve kırık kemiklerle kaplanmıştı. Lingg'i çeviren gardiyanlar onun hala soluk almakta olduğunu görd üler; ağ­ zından bir gurultu yükseliyordu. Hala soluk alabilmesine şa­ şırmışlardı. Yüzünün alt kısmı, dudakları ve dili parçalan­ mış, çenesine kadar iğrenç bir yara açılmıştı. Burnu kanlı bir et parçası gibi yüzüne gömülmüştü. Çenesinin bir parçası ile üst dudağı kalmıştı sadece. Gözleri kapalıydı. Ancak Lingg'in bilinci yerindeydi. Gardiyanlar onu hücre­ den çıkartıp odalardan birine taşıyıp hemen doktor çağırdılar. Doktorlar belki Lingg'in son arzusu olan kendi eliyle ölmesini imkansız kılmak, belki de aomasız bir mizah anlayışı olan bi­ ri onlara bir insanın asılması için ne kadar sağlıklı olması ge­ rektiğini sorduğu için, Lingg'i ameliyat etmeye karar verdiler. Üç doktor korkunç bir Engizisyon tablosu yaratip aletleri­ ni Lingg'in kanlı etleri arasına sokarak çalışmaya koyuldular. Vücudu zaman zaman ıstırapla kasılsa da, Lingg bir kere bile inlemedi. Kendisine işkence yapanların elinden kurtulup öl­ mek istiyordu ama güçlü bedeni tam altı saat boyunca irade­ sine boyun eğmedi. Sonunda, saat 15:00 sularında birden ko­ maya girdi ve son nefesini verdi. Gardiyanlar onun cesedini, arkadaşlarınınkini beklesin diye bir banyo küvetine attılar. Nina Van Zandt, Lingg'i polisin öldürdüğüne eminse de, Lingg'i tanıyanların pek azı onun bu tahminine katılıyordu. Engel, " Asılacak bir adam bir gün önce neden öldürülsün?" dedi. Ya rgılanması ve tutukluluğu sırasında başkaidırıyı adeta kendi bedeninde cisimleştirmiş olan Lingg'in, ruhu­ nun da bedeninin de üzerinde Devlet' e söz hakkı vermeme­ ye kararlı olduğu genel kabul görüyordu. Tek şaşırtıo olan şey, onun intihar etmek için patlayıcıyı ne­ reden bulduğuydu. Çoğu kimse dinamiti içeriye sevgilisi Ida'nın soktuğunu düşünüyordu. Ancak sonunda bunu ya­ pan kişinin, Alarm'ın yeni sahibi ve kendisinden kuşkulanılan-

376 dan daha militan bir devrimci olan Dyer Lum olduğu anlaşıl­ dı. Lingg'e dinarnittibir pura getirmişti. Tu tukluların sigara iç­ melerine izin verildiği için, polisler üç gün önce Lingg'in hüc­ resini aradıklarında puroyu incelememişlerdi. Lingg de ölme­ ye hazır olduğunda puroyu ağzına sokup yakmışh. Chicago Tribıme, Lingg'in intiharını verdiği baş sayfadaki yazısının son paragrafında, okurlarına bu ölümün Lingg'in hücresinde 6 Kasım'da bulunan bombaların polis tarafından yerleştirildiğini iddia eden 'o anarşist sempatizanlarının ağızlarını kapattığı'nı hatırlatıyordu. William Dean Howells, Lingg'in ölümünü duyunca hası­ na şunları söyledi: "Dünyanın her yerinde insanlar kendi kendilerine, 'İnsanların böyle seve seve uğruna öldükleri da­ va gerçekten nedir?' diye soruyorolmalılar ." Lingg'in intihar ettiği hemen telgrafla Springfield'daki Eyalet Meclisi'ne bildirildi. Bir buçuk saat sonra, saat dört buçukta, gazetecilere Va li Oglesby'nin başvurular konusun­ daki kararını açıklayacağı bildirildi. Vali az sonra salona gelip gayet ciddi ve huzursuz bir ta­ vırla elindeki yazılı metni okudu: "Çok büyük bir titizlikle incelediğim kanıtlar, bende jürinin kararını ya da Yüksek Mahkeme'nin bu insanların suçluluklarını onayiayan hük­ münü değiştirecek bir izienim yaratmamıştır." Dinleyiciler arasında bulunan Michael Schwab'ın karısı Maria'nın birden yüzü sarardı, bayılacak gibi oldu; vali da­ ha bir gün önce, Savcı Grinnell ile Ya rgıç Gary'nin mahke­ mede 'saygılı davranışları' ve pişman olduklarını belirten dilekçeleri nedeniyle cezalarının hafifletilmesini tavsiye et­ tiklerini açıklamıştı. Herkes bu tavsiyeye uyulacağını bek­ lerken, valinin sözleri şimdi bununla çelişiyar gibiydi. Ancak Oglesby, sadece kendi doğasına uygun olarak uzun bir açılış konuşması yapmaya karar vermişti. Birinci amacı iş çevreleriyle arasını düzeltmekti; bu çevreler kendi-

377 sine ayaklarını yere sıkı basmasını isteyen dilekçeler yağdır­ mışlardı. Oglesby de mülk sahibi sınıfların gözünde yerini sağlamlaştırmak için sözlerinin başında, mahkemenin, yedi adamın 'şiddet içeren' konuşmalarıyla cinayetin suç ortakla­ rı oldukları kararını kabul ettiğini bildirmekteydi. Va li daha sonra Parsons, Fischer, Engel ve Lingg ile Spies'ın 'koşulsuz salıverilrne' isteğinde bulunrnakla, dururnlarında bir deği­ şiklik yapma hakkını elinden almış olduklarını bildirdi; bu insanlar hükümlerini kendileri vermişlerdi. Oglesby böylece kendini güvenceye aldıktan sonra Schwab ve Field en' a verilen ölüm cezasını 'insanlık adına ve kamu adaletine herhangi bir aykırılıkta bulunmadan' ömür boyu hapse çevirdiğini bildirdi. Oglesby'nin kararı o akşam kendisine iletilince Lucy he­ men Lizzie ve William'la hapishaneye gitti. Hapishaneye gi­ riş bir polis birliği tarafından engellenrnişti. Lucy adamları iterek kendisine yol açmaya çalıştıysa da, k�ba bir hareketle geri itildi. Bir an sersernleyipbayılacak gibi oldu ama telaşla yanına koşan Lizzie'nin yardımıyla kendini toparladı. Birkaç saniye sonra, öfkeden gözleri kararrnış bir halde polislere yine saldırıyordu. En yakındaki memurun yüzüne, "Kocarnı ne zaman öldüreceksiniz?" diye bağırdı. Polisler gözlerini kaçırarak heykel gibi kıpırdarnadan duruyorlardı. Lucy başlarındaki çavuşu görünce hemen yanına seğirtti. "Bu akşam son bir veda için bazı eşierin ve ailelerin içeri alındıklarını biliyorum," diye bağırdı. "Neden bana aynı hak tanınmıyor?" "Hiçbir fikrirnyok, hanımefendi," dedi polis. "Ama saba­ ha gelirseniz mutlaka gireceğinize eminim." Lucy'yle arkadaşları adama inanarak ve zaten başka bir seçenek olmadığından oradan ayrıldılar.

* * *

378 Oglesby'nin kararı bildirildiğinde hükümlüler bu sonuca hiç şaşırmadılar ve fazla bir telaşa kapılmadılar. Spies gardi­ yanlarla dostça bir sohbetten sonra oturup, N ina'ya güçlü ol­ masını, hiçbir zayıflık belirtisi göstermemesini yazdı. Hapis­ hane rahibi teselli etmek için Engel' e gelince, Engel adama ihtiyacı olmadığını söyledi. "Ben bildiğim tek dine sadık kal­ manın huzuru içindeyim," dedi. "O da 'kimseye kötülük et­ memek ve herkese iyilik etmektir." Fischer bir şişe şampan­ ya istedi ve dizgiciler sendikasına, 'sevgili kızıl bayraklany­ la' birlikte ve 'din palavraları' ya da 'duygusal şarkılar' okunmadan gömülmek istediğini yazdı. Parsons ise kendisine gönderilen şerif yardımosıyla neşeli bir sohbete girişti ve sadece Lucy'yle çocuklar için kaygılandı­ ğında hüzünlendi. Gecenin bir saatinde ağabeyi William'dan gelen mektubun son sahnnı şerif yardımcısına okudu. Neşeli bir sesle, "Şunu dinle hele," dedi. "Sevgili ağabeyi­ min bana son sözleri bunlar: 'Yüceliğinle, metanetinle ve irsi kahramanlığınla gurur duyuyorum.' İnanabiliyor musun? Ben burada ilkelerim için darağacına çıkmak üzereyim ve William bunun onurunu bana değil, ailemin kanına vermek istiyor!" Şerif yardımcısı gülmeye çalışh ama söyleyecek bir şey bulamadı; kendisini huzursuz eden Willam'ın duygulan değil, Albert'ın gülümsemesiydi. Ölümü bekleyiş, sabahın bir buçuğunda değişip de ışıklar sönüp herkes hücresinde yalnız kalınca sessizlik yoğunlaşh ve ruhlar karardı. Çok geçmeden aşağıdaki avludan gürültü­ ler gelmeye başladı: Bir sürü testerenin ve çekicin gürültüsü. Darağaçları hazırlanıyord u. Kimse uyuyamadığından Albert, arkadaşlannın dikkati­ ni gürültüden uzaklaştırmak için şiir okuyup şarkı söyleme­ ye karar verdi. Önce John Greenleaf Whittier'in 'Reform­ cu'sunu okudu:

379 İnsanın öleceği en soylu yer İnsan için öldüğü ...

Whittier'in, haftalar önce William Dean Howell'ın af di­ lekçesini imzalamamış olmasına aldırış bile etmiyordu. Albert daha sonra, yıllardır yürüyüşler ve toplantılarda söylediği şarkılar içinde en sevdiğini, 'Annie Laurie'yi okudu:

Ve güzel Annie Laurie için Ölüyarımı işte.

Albert'ın gür sesi hücreler boyunca yayılıyor, taş duvar­ larda yankılanıyordu.

* * *

Yüzbaşı Black tam o anda tren le Springfield' a gitmekteydi. O sabah Chicago'ya döndüğünde New Yo rk City' den aldığı bir telgraf umutlannın yeniden canlanmasına neden olmuştu:

ANARŞiSTLERiN SUÇSUZ OLDUKLARINI GÖSTEREN KANlTLARlM VAR. SUÇLU NEW YORK'TA BULUNDU. VA Li OGLESBY'YE TELGRAF ÇEKTiM. KANlT YEMiNLi. SiZE NASIL iLETEYiM?

AUGUST P. WAGENER AVUKAT

Yüzbaşı Black, Wagener'ıngerçek ve saygın bir kişi oldu­ ğunu saptayınca, telgrafı bombayı atan kişinin tanıklık etme­ ye hazır olduğu şeklinde yorumladı. Black, Springfield' a sabah sekiz buçukta -infazdan üç saat önce- vardı ve doğrucaOglesby' nin evinin kütüphanesine alın­ dı. Vali de New York'tan telgraf almışh ve selamı sabahı bir ya­ na atarak Yüzbaşı Black'e bunun ne anlama geldiğinisordu.

380 "Öğrenebildiğirn kadarıyla, içeriği ve imzacısı gerçek," dedi Black. Ciddi yüzlü vali, "Eğer öyleyse ne öneriyorsunuz?" diye sordu. "Bombacıyı Illinois' e getirmek ve Haymarket olayiarına önemli ışık tutacak olan ifadesini almak için altmış ila dok­ san günlük bir erteleme, Sayın Va li. Bu soruşturmayı yürüt­ menizdeki adil davranışlarımza hayran biri olarak, hükürn­ lülere hayatlarını kurtarmak için her yasal imkanı tanıyaca­ ğınızdan eminim." Vali konuyu düşünrnek üzere bir odaya çekildi. Fakat yir­ mi dakika sonra çıktığında erteleme istemini reddetti. Aylar sonra Lucy, Wa geneı'i bulup da işin aslını öğrenmeye çalıştı­ ğında, adamı verdiği adreste bulamadı; adam gittiği yeri bil­ dirmeden sırra kadern basmıştı.

* * *

11 Kasım' da korkunun hakim olduğu kentte hava soğuk­ tu. Söylentilere göre anarşistler hapishanenin badrumuna bomba yerleştirrnişlerdi ve ya bunları patiatacaklar ya da yoldaşlarını kurtarmak için son bir saldırı düzenleyeceklerdi. Parsons'ın birkaç gün önce Chicago işçilerine herhangi bir şiddet gösterisine başvurmamaları için yaptığı çağrıya rağ­ men, kent halkının büyük bölümü bir felaketin kaçınılmaz olduğuna inanıyordu. Parsons'ın çağrısını duyan Emniyet Arniri Ebersold, "Bir kandırrnaca," dedi. "Dikkatimizi dağıtmaya çalışıyor." Bu üstün öngörüsünden gurur duyan Ebersold, Gatling tüfekle­ ri ve topla donanmış silahlı rnilislerle destekli polis birlikle­ rinin kentin çeşitli yerlerine dağılmalarını ernretti. Adarnları­ nın büyük bir kısmı da hapishaneye bakan binalara ve çatı­ lara yerleşeceklerdi. O gün için fabrikalar kapatıldı, dükkan­ Iarın vitrinierinin kepenkleri indirildi. Zenginlerden çoğu ev-

381 lerinde kaldılar, sokağa çıkmaya cesaret eden birkaçı da ta­ bancalarını yanlarına aldılar. 'Güruh'tan en büyük tehlikeyi bekleyenlere -Yargıç Gary, Grinnell, Ebersol d ve Sonfield da bunlar arasındaydı- özel polis koruması verildi. Bir gün önce ek bir önlem olarak gizli bir toplantı yapıl­ mış ve mahkemeden polisin Cook Kasabası Hapishanesi çev­ resinde dolaşan anarşistleri 'tutuklama' izni alınmıştı. Hapis­ haneye bitişik bloklar kordon altına alınmış, her türlü trafik

� yasaklanmıştı. Winchester tüfekleriyle silahlı üç yüz polis hapishanenin çevresini l

***

Hükümlüler birkaç saatlik bir uykudan sonra erken bir kahvaltı için uyandırıldılar. Albert yüzünü yıkadı, kahve içti, yediği midye kızartmalarını 'lezzetli' bulduğunu söyledi. İç­ lerinde en gerginleri olan Spies'ın nasıl olduğunu merak edi­ yordu. Dört adam hücrelerinden birbirleriyle selamiaşınca arkadaşının sakin olduğunu gördü ve içi rahatladı. Albert, Lucy'yle çocukların neden gelmediklerini merak ediyordu. Görüntülerini hayalinden silmek için sabah gaze­ telerini gözden geçirdi. Ancak hücre kapısı birden açıldı ve gardiyan, Rahip Doktor Bolton diye tanıttığı bir adamı içeri soktu. Albert adamın pişmanlık ve bağışlanma sözlerini ses­ sizce dinledi, adamın sözü sona erince de, dinin batıl inanç­ tan başka bir şey olmadığını düşündüğünü söyledi. Rahip Bolton şoka uğramış olmasına rağmen sakinliğini korudu. "Yaratanın bağışlayıcılığı o kadar büyüktür ki, en kaba küfrü bile duymazdan gelir," dedi. Sonra Parsons' a, ya da daha doğrusu onun Ruhu'na veda etti. Albert arkasından, "Sizi benim çağırmadığıını unutmayın," diye seslendi.

382 * * *

Nina ile annesi o sabah arabalanyla hapishaneye gelip Spi es' a veda etmek için izin istediler. Bir şerif yardımcısı son ziyaretlerini yapmış olduklarını söyleyerek kendilerini gön­ derdi. Van Zandt'lar evlerine döndüler, bütün perdeleri ka­ patıp kapıları kilitlediler. Eve yaklaşan bir komşu büyük bir keyifle, içeriden inierneve ağlama sesleri geldiğini söyledi.

* * *

Lucy'yi bir gece önce geri çeviren şerif yardımcısı, iki ço­ cuğuyla birlikte onun ertesi sabah sekiz buçukta son bir ve­ da için içeri alınacağını söylemişti. Lucy bir iki saat uyuduk­ tan sonra şafak sökerken çocuklarını uyandırıp giydirdi. Ha­ va soğuktu ve Lulu'nun yine ateşi çıktığından Lucy kıza üç kat kazak giydirmişti. Lizzie ile William saat tam yedi buçuk­ ta geldiler. Hep birlikte kent merkezine gittiklerinde William, Savunma Komitesi bürosuna, diğerleri de hapishaneye git­ mek üzere ayrıldılar. Hapishaneye gidenler polis kordonuy­ la karşılaşınca Lucy köşe başında duran mernura kendini ta­ nıtıp hapishaneye alınacağına söz verildiğini bildirdi. Polis, "Buradan giremezsiniz," dedi. "Ama bir sonraki köşeye giderseniz oradaki memur gerekli izni verir sanırım." Ancak öteki köşedeki polislerin başında bulunan teğmen, Lucy'yle göz göze gelmemeye çalışarak, "Önce şeriften izin kağıdı almanız gerekiyor," dedi. Paniğe kapılmaya başlayan Lucy , "Şerifi nerede bulabili­ rim?" diye sordu. "Bir sonraki bloğun batı köşesine giderseniz, orada kendi­ sine mesaj iletecek imkan bulacaksınız." Ancak Lucy üçüncü köşe başına geldiğinde orada şerifin nerede bulunabileceğini kimsenin bilmediğini gördü.

383 Bu .kovalamaca böylece iki saat sürdü, umutları giderek sönen dört kişi şu ya da bu söze inanarak oradan oraya sü­ rüklenip durdular. Memurlardan hiçbiri açıkça, "Kocanızı göremezsiniz, hapishaneye girmeniz yasak," demiyordu. Onun yerine hep, eğer sakin olduğu ta kd irde belirsiz bir noktada yolun açılacağı ve çocuklarıyla birlikte veda edebi­ lecekleri iması vardı. Saat 11 :30' da gerçekleştirilecek infazlar için artık çok az zaman kalmıştı. Lucy'nin sinirleri bozulmuştu, yanakların­ dan aşağı yaşlar süzülüyordu; çocuklar soğukta titriyorlardı ve küçük Lulu'nun gözleri ateşten parlıyordu. Lucy hapishane köşesinde duran polis yetkilisine, hiç ol­ mazsa çocuklarının son bir kere babalarını görmeleri, zihin­ lerinde kalabilecek son bir görüntüye sahip olmaları için yal­ vardı. Polis ise sertçe oradan çekilmesini söyledi. Istırabına daha fazla dayanamayan Lucy, birden bağırmaya başladı: "Beni de kocarnı öldürdüğünüz gibi öldürün öyleyse!" Liz­ zie arkadaşını kucaklayıp sakinleştirmeye çalıştıysa da bir faydası olmadı. Lucy'nin çığlıkları havayı yırtıyordu ve kadı­ nı susturmak için çabalayan üç polis memuru 'sizi içeri al­ mak için elimizden geleni yapacağız' diyerek Lucy'yi, çocuk­ ları ve Lizzie'yi bir polis arabasına soktular. Böylece sonunda 'içeri' alındılar. Lizzie rutubetli bir bad­ rum hücresine, Lizzie ile çocuklar da bir diğerine kilitlendi­ ler. Çocuklar dahil hepsi çırılçıplak soyulup arandılar. Ço­ cuklar çığlık çığlığa bağırıyorlardı. Arama bitince hücrelerin ağır kapıları kapandı ve ışıksız, susuz ve yiyeceksiz orada beklerneye bırakıldılar.

* * *

Saat tam 11:30'da Şerif Matson, kasaba doktoru ve birkaç şerif yardımcısı Spies'ın hücresinin önüne geldiler. Çevresi

384 muhabirlerle sarılı olan Matson, titrek bir sesle ölüm ilanını okurken, Spies kollarını göğsünde kavuşturmuş olarak ifa­ desiz bir yüzle bekledi. Daha sonra Spies'a hücreden çıkma­ sı emredildi, kolları beş santim kalınlığında meşin bir kayış­ la göğsüne bağlandı ve elleri arkasından kelepçelendi. Grup daha sonra diğer üç hücreye geçerek aynı süreci tekrarladı­ lar. Albert, kolları bağlanırken başını kaldırınca, hücresinde ağlayarak kendisine bakan Sam Fielden'ı gördü. Hafif bir gü­ lümsemeyle, "Elveda, sevgili Sa m," diye seslendi. Sonra başta şerif, iki yanda muhabirler olduğu halde dar­ ağaçlarına doğru yürüyüş başladı. Albert, muhabirierden bi­ rine dönerek alaycı bir sesle, "Siz de bizimle gelmez miydi­ niz?" dedi. Darağaçları kuzey koridorunda kurulmuştu, önde de iki yüz kişinin oturacağı sıralar yerleştirilmişti. Halk sabah altı­ da gelmeye başlamıştı. Bütün yerler dolmuştu, oda heyecan­ lı konuşmalada çınlıyordu. Ancak demir merdivende ayak­ sesleri d uyunca aniden ortalığa belirgin bir sessizlik çöktü. Kısa bir süre sonra her biri yanında birer şerif yardımcı­ sıyla hükümlüler göründü. Kapakların üzerinde yerlerini al­ dıklarında yüzleri seyircilere çevrildi. Hepsi de kendine göre sakindi. Spies, seyircilere horgörüyle baktıktan sonra, gözle­ rini başları üzerinde görünmeyen bir noktaya dikti. Dimdik ve kendine güvenli olan Fischer, bu insanların kin1 oldukla­ rını çok merak ediyormuş gibi çevresine bakınmaktaydı. En­ gel' den ise bir mutluluk yayılıyordu, sanki çok önemli bir olayın şeref konuğu gibiydi. Albert kendisiyle barışık bir ta­ vırla aşağıdaki yüzlere bakmaktaydı. Yüzü bembeyazdı. İdam edileceklerin son sözlerini söylemelerine izin verile­ ceği sanılıyordu, ancak şerif yardımcılan eğilip de her birinin ayaklarına kayışiarı bağlayınca hızlı bir son kararı verilmiş old uğu anlaşıldı. Yukarıda çengellerinden sallanan ilmekler çıkarılırken, seyircilerin soluklarını tuttukları duyuldu. Boynuna ilmek

385 geçirilen ilk kişi Spies oldu. Biraz sıkı bağlandığı için şerif yardımcısı Spies'ı ra hatlatmak için ilmeği hafifçe gevşetti; Spies bu iyiliğe hafif bir gülümsemeyle karşılık vardı. Ondan sonra sıra Fischer'daydı ; o da il rneğin sol kulağının altında sıkılmasını kolaylaştırmak için başını hafifçe öne eğdi. Engel başını çevirip şerif yardımcısına bir şeyler söyledi; yüzünde­ ki gülümserneye bakılırsa kendisine ülkenin en büyük nişa­ nını boynuna geçirdiği için teşekkür ettiği düşünülebilirdi. Sıra Albert'a geldiğinde hiç kıpırdamadan durdu ama gözle­ rinde dalgın bir bakış vardı. Bir an Ester Te yze'nin sevgiyle dolu yüzünü görür gibi oldu. Arkasından, sırayla hepsinin omuzları, boyunları ve bel­ lerinden bağlanan kefenler geçirilip, çenelerinin altında dü­ ğümlenen ve pencerelerden giren gün ışığını örten beyaz ku­ kuletalar başlarına yerleştirildi. Kukuletaların hazırlıkların sonu olduğu biliniyordu. Beklenen an gelmişti. Birden Spies'ın kukuletanın altından yükselen sesi duyul­ du: "Bir gün gelecek, sessizliğimiz bugün boğduğunuz sesle­ rimizden daha güçlü olacak!" "Yaşasın anarşi!" diye hemen ardından Fischer bağırdı. "Yaşasın anarşi!" diyen Engel'in sesi onunkini bastırdı. Albert'ın kefeni bağlanırken Fischer'ın sesi bir daha yük- seldi: "Bu hayatıının en mutlu anıdır!" Sonra da Albert'ın güçlü sesi duyuldu. "Bırak konuşayım,

Şerif Matson! Bırak milletin sesi.. .. " Kapak açılınca Albert'ın sözü yarıda kesildi. Dört beden aşağıya düştü, sonra boşlukta sallandılar. Bir an cansız gibi göründüler ama sonra birer birer kıvranmaya, kolları hacak­ ları kasılmaya, göğüsleri spazmlarla şişmeye başladı. Sonun­ cu hükümlü de tamamen hareketsiz kalana kadar sekiz daki­ ka geçmişti. Cesetler on dakika asılı kaldıktan sonra ipler kesildi ve yakınianna verilmek üzere sade tabutlara yerleştirildiler.

386 Doktorlar son muayenelerini yaptıklarında, hükümlüle­ rin hiçbirinin boyunlarının kınlmadığını gördüler. Hepsi de boğularak ölmüşlerdi.

* * *

Hapishanenin kadın gardiyanı saat on ikiyi çeyrek geçe Lucy'nin hücresinin kapısını açarak, "Bitti," diye seslendi. Sonra kapıyı kapatıp Lucy'yle çocuklarını yine karanlıkta bı­ raktı. Lizzie yan hücreden onların iniemeleri ve ağlamalarını duyuyor, teselli etmek için durmadan kendilerine sesleniyor­ du. Ama yandan hiç karşılık gelmedi ve o korkunç iniltiler devam etti. Yüzbaşı Schaack üç saat sonra gelip artık evlerine gidebile­ ceklerini söyledi. Lucy bitkinlikten yıkılacak gibi olmasına rağmen, Schaack'ın önüne dikilip kendilerine yapılan mUame­ leyi protesto etti. Schaack omuzlarını silkti, olaydan hiç habe­ ri olmadığını söyleyerek derhal orayı terk etmelerini emretti.

387 SON \Ol

Cenaze ala yı Chicago' da o güne kadar görülenierin en büyüğüydü. Ya klaşık 200 bin kişi sokakları doldurmuştu. Si­ yah krep bir elbise giymiş olan Lucy ve diğer arkadaşları en öndeki arabadaydı. Lingg'in de yoldaşlarına katılmasıyla, sayıları beşe çıkmış siyah cenaze arabaları tamamen çiçek ve çelenklerle kaplanmıştı. Kortej çalınan hafif davul sesleri ara­ sında Milwaukee Caddesi'ne girdi. Halk sokaklardan, pence­ relerden ve köprülerden kırmızı çiçekler yağdırıyordu. Kala­ balık arasında çoğunluk ağlamaktaydı; yürüyüş kolunun dü­ zenini sağlayan polisler arasında da ağlayanlar vardı. Belediye bayrak ve döviz taşınmasını yasaklamışsa da, yaşlı bir İç Savaş gazisi aniden cenaze arabalarının önüne

388 çıktı, cebinden küçük bir Amerikan bayrağı çıkardı ve tören sona erene kadar da taşıdı. Otuz özel tren 10 bin kişiyi kentin on mil dışında olan Wa ldheim Mezarlığı'na taşımıştı. Kalabalık arasında pek çok kimse, kadınlar bonelerinde, erkekler ceketlerinde olmak üzere kırmızı kurdeleler taşımaktaydılar. Güneş batarken Yüzbaşı Black, mezarlıktaki kısa konuş­ masını yapmak üzere öne çıktı. "Biz burada suçluların tabut­ larını şerefsiz bir mezara indirmek için bulunmuyoruz," de­ di. "Burada fedakarlıklarıyla yücelen insanların huzurunda saygıyla eğiliyoruz." Onu daha öfkeli başka konuşmacılar izledi. Biri, "Ey Chi­ cago emekçileri, sizler, en iyi beş adamınızın öldürülmesine göz yumdunuz!" diye bağırdı. "Ölülerinizi gömmeyi iyi bil­ diğİnizi gösterdiniz ... Onları sadakatle sevdiniz. Fakat artık nefret zamanı. .. Bu tabutların başında yemin edin ... O boyun­ duruğu silkinip atın ... Özgürlüğünüzü elde edin!"

389 NE OLDULAR... \ÔI

YÜZBAŞI WILLIAM BLACK: Haymarket davasının he­ men ardından büyük müşteri kaybına uğradı. Ama zamanla yeniden müşteri kazandı. Ömrünün sonuna kadar Haymar­ ket sanıkiarına olan hayranlığını açıkça dile getirdi ve Halk­ çı Demokrat olarak politikaya girdi. 1916'da yetmiş dört ya­ şında öldü.

EMNiYET AMİRİ JOHN BONFIELD VE MICHAEL SCHAAK: 1889'da çalıntı mal pazarlamakla suçlanıp emni­ yetten atıldılar. Bonfield özel dedektif ajansı kurdu, ama çok geçmeden iflas etti. Schaak, Wisconsin' de bir çiftliğe çekildi.

SAMUEL FIELDEN: Neebe ve Schwab'la birlikte 1893'te Va li tarafından aifedildiler ve bu davranı-

390 şı Altgeld'in politik karlyerininsonu oldu. Field en bir süre taş işçiliğine geri döndü. Sonra İngiltere' deki bir akrabasından kalan küçük bir miras la Colorado' da bir çiftlik aldı ve ailesiy­ le oraya taşınıp hayvan yetiştinciliğine başladı. Ara sıra işçi sendikacılığına da karıştı. 1922' de yetmiş dört yaşında öldü.

YARGlÇ JOSEPH GARY: Mesleğinin saygın bir üyesi ola­ rak kırk üç yıl boyunca hizmet verdikten sonra, 1906 yılında seksen beş yaşındayken öldü.

LIZZIE VE WILLIAM HOLMES: Anarşist yayınlara ve sendika dergilerine yazı yazmaya devam ettiler. 1893'teki Alt­ geld affından sonra batıya göçüp New Mexico'ya yerleştiler. Evleri her zaman için radika l politikacılann toplantı yeri ol­ du. Lizzie 1926'da, William da ondan iki yıl sonra öldü.

OSCAR NEEBE: Affedilmesinden kısa bir süre sonra ev­ lendi, 1916'da altmış beş yaşında ölene kadar Chicago mez­ bahaları yakınında bir meyhane işletti.

MICHAEL SCHWAB: Hapishanede yattığı yılların etki­ sinden asla kurtulamadı. 1893'te serbest bırakılınca, kitap da sattığı küçük bir kunduracı dükkanı işletmeye başladı. 1898'de hapishanede yakalandığı verem sonucunda, geride eşiyle dört çocuğunu bırakarak kırk beş yaşında öldü.

NINA VAN ZANDT: Uzun bir yas ve tecrit döneminde iki kere evlenip boşandı. Ailesi servetlerinin çoğunu kaybettiler ve N ina sonunda yoksul kaldı. Halsted Sokağı'nda açtığı pan­ siyoncia işçilere ucuz, işsiziere ve evsizlere bedava odalar ve­ rerek hayatını güçlükle sürdürdü. Ömrünün sonuna kadar politik açıdan aktif oldu. 1936'da yetmiş beş yaşında öldü.

391 PARSONS AİLESİ

LULU EDA PARSONS: Babasının idam edilmesinden iki yıl sonra, sekiz yaşında, lenf bezi hastalığından öldü.

ALBERT PARSONS Jr.: Kiliseye gitmeye ve spiritüalizmle uğraşmaya başladı. On sekiz yaşında annesinin itirazlarına rağmen İspanya-Amerika savaşına katıldı. 1899'da Illinois Tımarhanesi'ne kapatıldı. Babasının idam edildiği yaşta, otuz dokuz yaşındayken 1919' da tımarhanede öldü.

LUCL PA RSONS: Uzun ömrünün sonuna kadar politika­ dan hiç kopmadı. Kocasız ve evlatsız yaşayarak yıllarca tu­ tuklanma tehdidi altında kalınca, kendini Albert'ın yayınlan­ mamış eserlerinin düzenlenmesine adadı, pek çok radikal dergide yazılar yazdı ve konferanslar verdi. 1894' te işsizierin Washington'a düzenlediği yürüyüşte Coxey Ordusu'na hi­ tap etti. 1905'te Dünya Sanayi İşçileri kurucular toplantısına katıldı. 1930'larda Sacco ve Va nzetti ile Scottsboro Boys'u sa­ vunan konuşmalar yaptı. Onlarca yıl McCormick fabrikasın­ da işçileri örgütleme çabasını sürdürdü. Rus Devrimi'nden sonra komünizmle yakından ilgilendi ama Parti'ye katılma­ dı. Sonraki yıllarında kör olmasına rağmen, bütün alanlarda­ ki faaliyetlerini sürdürdü ve 11 Kasım 1937'de Haymarket sanıklarının idamının ellinci yıldönümünde konuştu. Lucy, hayatının son otuz yılında George Marstali'la birlikte yaşadı ve 1942 yılının Mart ayında, küçük ahşap evlerini yerle bir eden yangında ikisi birlikte öldüler. Lucy, Haymarket anıtı­ nın yanına gömüldü.

392 6 cıuc.l>ııbW: liiWiry Spc.ı::ai CGIItd-s - P•ou.-. a.ıo""' Oıw ��

Haymarket Damsı'11da yargılanan Be� Clıicago Anar�isti: A11gust Spics, Allıert Parso11s, Lo11is Lingg, George Engel, Adolplı Fisclıcr Albert R. Parsons Lucy Eldi11c Gmrzalez

Dönemill sosvalist ve anarşist ıtaıtm Emekçi hareketin temel talebi: orgmrl�rmdan bazıları. · · Sekiz saatlik işgiillii, 011 saatlik iicret. McCornıick fa lırikasmda çıkmı ı:ıe altı ki�iııi11 öliip çok sayıda i�çi11i11 ıtaralalldığı çatı�madan bir sa/me.

==:.:\dıınun :lrbtittr! �ssen·rer�n! i)c alt "ftlltat.beit � U,r. ai k8 .\\tiiiiUUff,

McCormick fa l,rikasındaki eylemde, .J Mayıs ta işçileri Haymarkt'f /1ir mgmıwı fizerille çıkım Mt·ydam'nda h•l'laumaya Augw.;f Spies işçilere lıitap ediyor ... çıığrraıı lıir l1i/diri. Haymarket'taki toplmıtınm �011 mı/an. Mcydanda birkaç yiiz ki�i kalmı�kcn zıc kiirsiideki Fieldeli son ciimlclcrini söylerken kalabalı,�nı fistı"iııc bir bomlıa atılıyor.

Haymarket Meydm11'ııdaki miti11ge bombmıı11 atıldığı mı. Sanıklarııı avukatlığını iistleııen Albert, teslim olmadmı öııce bir süre Yiizlıaşı Black ve ka rısı. Wa ukeslıa' da saklaıuyor.

ve diııamitler. Haymarket sallikları ait'ylıiııı: kı1 nıt olarak göstaileıı bomba Haymarket Davası'11ı11 görı'ilıhiğii mahkeme lı i11ası.

T;f� GRt:.\f 111..\L '-•• •• - c:...... <:"""'

O günlerde Amerikali kamıwyımu en çok meşgul eden olay o/mı Bı'iyiik Duruşma. Mahkemedeki taraflı tutımıuyla Yargıla manm bitmesiilden sonra iiç idam kararlamıın çıkmasmda saat içinde karamıı bildıren jı"iri iiyeleri. /Jaş ra/ii oynayan yargıç Gary.

Çeşitli kişi ııc kımtluşlarla bazı Hallmarket'taki topla ııtıya lıiikiimliilain af dilckçı.>lcri11i ıhizcııicııcıı saldırılll tezgıilılayaıı inedeyip reddeden Vali Oglcslıy. Emııiyct A.mi;i Bonfic/d. A.i\.�P.R50�S. 'St\\\ m� �� \o 1)e�\\\ AutilJ� . SPıt:S N UkU!.K.

Albert Parso11s Au�ust Spies (asılarak idam edildi). (asılarak idam edildi>.

George E tr gel Adolplı Fisclıer (asılarak idam edildi). (asılamk idam edildi). SAN\\)�\.T\ 't:\...�t.�. �n-.\i.ütii\. ��to\\

Fieldeıı, Sclıwab ve Neebe'ııiıı Samuel Fielden hapishaneye girerken (idam aldıktan sonra çekilen fo toğrafları. cezası ömiir boyu hapse çevrildi).

W\\C.\'\Ai.\... 1Ki1'1\W". ��\\\l\\tı:�\� :Uru.\\\

Oscar Nı·elıı• (on beş yıl Miclıad Sclıuıab (idam aldıktan smıra ağır lıaJ'isle ce:alaudrrıldı). cezası iimiir /10_1111 lıapse çı·z•rilıW. Lo11is Liııgg (öhime malıkı/m edildi Lo11i s Liııgg'iıı iııtilıarn11 taszıir zıe lıücrcsindc, a,�z ıııda dinamit eden bir ilf11strasyon. patiatarak intihar etti).

A Concise History

; · Chicago Anarchists

er On:• D LUII

Lingg'in intilıa r cttixi di11amitli pura­ Duruşmalar sırasıııda Liııgg'e yu lıapislıa11ı�IC soka11 A/nrm '11ı cditörii aşık o/mı Niııa zıan Zmıdt. Dycr D. Lımı'ım kitnb111111 knpn,�ı. Allırrt Parsoll5, Haymarket lıı'ikiimhileri11iıı idmna 29 ıııtmaralı lı ı'icrcs iııdc. �ötiirı"ilii�iiııiitaszıir edc11 bir illustrasyoıı.

i, darağamıda. Öhirlcrkc11 "Ya�as11ı A11ar�i!" diye haykırall dört hiikiimlı Waldlıcim Mczarlı,�ı 'na sömı"ilen / laymarket lı ı"ikı"imhilerinin, yaklaşık 200 lıin kişinin ka tıldı,� ı ccna:c töreni.

Hükı'imhilerin avukatı Yüzbaşı Black'in bir konuşma yaptı,�ı defin11 111.