Derebucak

DERİN TARİH

DEREBUCAK’A YERLEŞEN OYMAKLARIN KÖKENLERİ Derebucak ve çevresindeki yerleşim yerlerinde yaşayan insanlar, Osmanlının çok isabetli bir kavram olarak Ko- nargöçer tabir etiği tarzda yaşayan kimselerdi. Gerek Konargöçerler gerekse Yörükler Müslüman olduktan sonra Türkmen denilen Oğuzlardır. Tarihi kayıtlardan, tarihçilerin tespit ve görüşlerinden anlaşıldığı gibi, Derebucaklıların yaşam tarzları, ağız yapıla- rı, gelenek ve görenekleri, örf ve adetleri de açıkça gösteriyor ki Derebucaklılar da Oğuzlardandır. Hal böyle olunca Oğuzların tarihine genel hatlarıyla bir göz atmakta ve bazı kaynaklardan tarihi bilgileri özet ola- rak aktarmakta yarar vardır. Orhun Kitabelerinden anlaşılır ki, Gök Türk devleti zamanında Tokuz-Oğuzlar, Türk budunu ile birlikte, doğru- dan kağana bağlı olan devletin iki temel gücünden birisi idi. Tonyukuk kitabesinde Türk Bilge Kağan’ın Türk Sir budununu, Oğuz budununu besleyip oturduğunu yazar. Bilge Kağan da Köl Tigin için diktirdiği kitabede Oğuz budunu ve beylerine hitap eder. Gök Türkler göçebe olmakla birlikte Çin kaynakları, her kişinin bir toprak parçasına sahip olduğundan söz eder. Kapgan Kağan Çin ile yapılan barış görüşmelerinde 300.000 kile tohumluk darı, 3.000 adet ziraat aleti ve çok mik- tarda demir verilmesini şart koşmuştur. Esasen demirciliğin Gök Türklerin atalarından kalma zanaatları olduğu Çin kaynaklarında anlatılır. Bilge Kağan Ötüken yöresinde oturup, ticaret yapmak sureti ile budununun mutlu ola- cağına inanıyor ve budununun da böyle yapmasını istiyor. ‘Ötüken yir oturup arkış tirkiş ısar nen bunug yok’ (Ötüken yerinde oturup kervan, kafile gönderirsen hiç sıkıntın olmaz) Orta Asya Türk tarihinin en mühim devrinin Gök Türkler devri olduğu şüphesizdir. Gök Türk devleti Türklerin Orta Asya’da kurduğu en büyük devlet olduğu gibi, Türk soyuna mensup hemen bütün topluluklar da son defa ola- rak bu devletin bayrağı altında toplanmışlardır. Bunun sonucu olarak Türk adı bilhassa Orta Doğu’da Türkçe ko- nuşan bütün budunların adı olmuştur. Orta Asya’da Türklerin kurmuş olduğu medeniyetin iyi irdelenmesi gerekir. Demircilikte bir hayli ileri gitmişler- dir. İlk kurdukları şehir Orhun boylarındaki Ordu Balık (Kağanın oturduğu şehir)’dır. VII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kendi alfabelerini kullandıkları ve Kitabeleri Türkçe yazdıkları göz ardı edi- lemeyecek bir olaydır. Bir toplumun yazıtlarında kendi yazısını kullanabilecek seviyeye gelebilmesi için medeniyet kulvarında epey bir yol alması gerekir. Gök Türkler yaşamlarında ve yazılarında kullanmak üzere on iki hayvanlı bir takvim de geliştirmişlerdir. (Göl-tegin abidesi)’nin kuzeydoğusundaki tek satırdan Köl-tegin’in ölüm ve cenaze tarihini kesin öğreniyoruz. Sırasıyla Koyun senesinin 17. günü, yani 17 Şubat 731 ve (aynı senenin –Koyun-) dokuzuncu ay’ının 27. günü, yani 1 Kasım 731. Bu hesap M. Bazin tarafından yapılmıştır. (ay, gökteki ay’dır). Aynı şekilde, (Bilge Kağan abidesi)’nin güney tarafındaki 10. satırdan Bilge’ye ait bilgileri alıyoruz. O, Köpek senesinin 10. ay’ının 26. gününde ölmüş. 25 Kasım 734 ve Domuz senesinin 5. ay’ının 27. günü, 22 Haziran 735’de gömülmüştür.[34]

209 Derebucak

… Geriye ölüm ile gömülme arasında geçen altı ay zarfında cesedin muhafazası meselesi kalmaktadır, mumyalama var mıydı? Geçici olarak yapılsa bile bunu olasılıkla hiç bilemeyeceğiz. Kader Sayıları Cenaze merasimine ait bölümde ‘ölenin akraba ve arkadaşlarının ölünün etrafında yedi defa döndüklerini’ isteyerek be- lirtmemiştik. Abidelerde bu kadar olağan bir uygulamanın belirtilmesi beklenmezdi. Fakat 7 sayısı üzerinde durulma- ya değer. Çünkü kaderle ilgili bir değeri olduğu gözükmektedir. … Doğuda Çin’in kozmik kavramları etkisinde, 7 ülke ve dünyanın 7 iklimi tabiri, dünyanın 4 köşesi ile yer değiştirmiştir: Tört bulun. Fakat 7 sayısı başka yerlerde de ortaya çık- maktadır. Tonyukuk’da İlteriş’in etrafında toplanan insanların sayısı 700 dür (satır 4). Köl-tegin’de ilk sayıları aynı şartlarda 17’dir. Daha sonra çabucak birleşerek 70 olmuşlardır, sonra Tonyukuk’da da bildirildiği gibi 700 olmuşlardır. Aşağıdaki tarihlerde olasılıkla basit bir tesadüf vardır. Göl-tegin’in 7 yaşında öksüz kalması, şayet hiçbir önemi yoksa ne- den abideye kaydedilmiştir? 47 yaşına girerken ‘ilk ay’ın 17. gününde ölmesi, dokuzuncu ay’ın 27. gününde cenaze mera- siminin yapılması, yazılan mezar taşının daha sonraki sene 7. ay’ın 27. günü bitirilmesi az rastlanır bir durum değil mi- dir?[34] Gök Türkler bu alfabeleri ile kendi dillerinde güzel yadigârlar bırakmışlardır. Bu yadigârlar Türk kültürünün en eski ve en değerli kaynakları ve abideleridir. Değerlerinin daha iyi anlaşılması için alıntılar yapalım; “Üze tengri basmasar asra yir telinmeser, Türk budun ilinin törünün kem artatı?” Yukarda gök çökmezse, aşağıda yer delinmezse, Türk ulusu, yurdunu, töreni kim bozabilir. “İnim Kül Tigin kergek boldı. Özüm sakındım. Körür közüm körmez teg, bilir biligim bilmez teg boldı. Özüm sakındım. Öd Tengri yaşar. Kişi oglı qop ölgeli törümiş. Ança sakındım.” Küçük kar- deşim Köl-tegin vefat eti. Ben üzüldüm. Zamanı (insanın ömrünü) Tanrı takdir eder. Bütün insanlar ölmek için doğmuştur. Öylece düşünceye daldım. Steplerde olaylar hızlı geliştiği için Göktürk’lerin zirveye tırmanması ile çöküşleri arasında sadece 20 sene bulunmakta- dır. Kapagan 716’da katledilmiş, Kültekin 731’de ölmüş, Bilge 734’de zehirlenmiştir. Fakat çöküş Kapagan’ın ölümü ile başlamıştır. Oğuzların 717-718’de ayrılarak Çine yerleşmeleri ile son bulmuştur. … Türklerle Oğuzların itifakı tam olarak 781-2’den 716-7’ye kadardır. … Bilge’nin tahta oturuşu isyan eden Oğuzlarla başlamıştır. Bilge Kağan abidesi 29 ve 30’uncu satırlar der ki: Dokuz Oğuzlar benim halkımdı. Gök ile Toprak uyuşmadıklarından, ihtiras zehri kanlarına girdiğinden düşman oldular. Bu Türk-Oğuz bloğunda ilk kopmadır, çökmenin başlangıcıdır.[34] Bilindiği gibi Göktürk Devleti Çinliler tarafından yıkılmıştır. Esir edilen Göktürk ileri gelenleri Çin’e götürülür. Tarihe Kürşad İhtilali olarak geçen ayaklanma, bu yıkılmadan hemen sonra Çin’de esir edilen Türk prensleri ta- rafından organize edilmiştir. Çinliler her zaman yaptıkları asimilasyonu esir Türklerin üzerinde uygulamak ister. Ancak bir süre sonra buna karşı çıkan Kürşad ve 39 arkadaşı ihtilal planı yaparlar. Çin İmparatoru’nun geçeceği güzergâhı tespit ederler. Ancak ihtilal günü müthiş bir yağmur yağar. Çin İmparatoru sarayından çıkmaz. Planı er- telemek isterler. Ancak Kürşad, Çinlilerin durumu haber almalarından korkarak planı ertelemez. Belirlenen saate sarayı basarlar. Yüzlerce Çinli, bir avuç türkün eğri kılıçları altında can verirler. İmparator kıl payı hayatını kurtarabilir. Başarılı ola- madıklarını anlayan Kürşad, arkadaşlarıyla birlikte kaçarsa da bir süre sonra etrafarı çevrilir. Teslim olmayı kabul etmeyince de oklanarak öldürülürler. Gök Türklerden sonra Dokuz Oğuzların akıbeti meçhuldür. Sadece 840 yılındaki Kırgız saldırısından sonra bazı oymaklarının Uygurlara karıştıkları, bazı oymaklarının da başka adlar altında varlıklarını devam etirdikleri söyle- nebilir. X. yüzyılda Aşağı Seyhun boylarında, Oğuz adıyla bir topluluk karşımıza çıkmaktadır. Bunlar Tokuz Oğuzlar de- ğildir. Adlarının aynı olmasından dolayı sadece eski bir akrabalık söz konusu olabilir. Kaşgarlı Mahmut’a göre Türk dillerinin en yeğni (hafif) ve en ince (zarif) dili Oğuz lehçesi, en doğrusu (sahih) da Tohsı ve Yağmaların lehçesidir. Kaşgarlı, Tohsı ve Yağmaların Türkçesine Hakanlı Türkçesi diyor ki, Orhun kitabe- lerinin diline en yakın lehçe budur. Çin kaynaklarına göre Doğu ve Batı Gök Türklerin konuştukları dil biraz fark-

210 Derebucak Derebucak

… Geriye ölüm ile gömülme arasında geçen altı ay zarfında cesedin muhafazası meselesi kalmaktadır, mumyalama var lıdır. İşte bu farkı Oğuz Türkçesi temsil etmektedir. Yani Oğuzca Batı Gök Türklerin dilinin devamıdır. mıydı? Geçici olarak yapılsa bile bunu olasılıkla hiç bilemeyeceğiz. Oğuzların tarihi, Oğuz Destanı’yla başlar. Bu efsanevi destana göre, Oğuz Türklerinin atası, Oğuzhan adında bir yi- Kader Sayıları ğitir. Bu kahraman Türk, gayet güzel olarak doğdu. Karagözlü, karakaşlı ve dudakları ateş kırmızısı idi. Anasının me- mesini bir kez emdi. Hemen konuşmaya ve yürümeye başladı. Kırk günde büyüyerek güçlü, genç ve güzel bir delikanlı Cenaze merasimine ait bölümde ‘ölenin akraba ve arkadaşlarının ölünün etrafında yedi defa döndüklerini’ isteyerek be- oldu. Aygırına atlar, kırlarda yalnız gezer, av avlardı. Oğuzhan’ın doğduğu ülkenin yanında bir orman vardı. İçinde ça- lirtmemiştik. Abidelerde bu kadar olağan bir uygulamanın belirtilmesi beklenmezdi. Fakat 7 sayısı üzerinde durulma- ğıl çağıl dereler, ırmaklar akan ve cıvıl cıvıl kuşlar ötüşen bu orman, büyüktü, korkunçtu. Korkunç olduğu kadar güzel ya değer. Çünkü kaderle ilgili bir değeri olduğu gözükmektedir. … Doğuda Çin’in kozmik kavramları etkisinde, 7 ülke ve olan ormanda, bir canavar vardı. İnsanları, atları parçalar, yer yutardı. Oğuzhan, bu azgın cnavarı tek başına öldürdü. dünyanın 7 iklimi tabiri, dünyanın 4 köşesi ile yer değiştirmiştir: Tört bulun. Fakat 7 sayısı başka yerlerde de ortaya çık- Oğuzhan, bir gün ormanda gezmeye çıkmıştı. Birdenbire gökten mavi bir nur indi; bu nur, Güneşten ve Aydan parlaktı. maktadır. Mavi nurun içinde genç ve çok güzel bir kız vardı. Genç ve güzel kızın başında, pırıl pırıl parlayan bir yıldız bulunuyor- Tonyukuk’da İlteriş’in etrafında toplanan insanların sayısı 700 dür (satır 4). Köl-tegin’de ilk sayıları aynı şartlarda du. Oğuzhan, kıza yaklaştı. Kız gülüyor, güldükçe her yanda güller açılıyordu. Oğuz, başında yıldız parlayan mavi nu- 17’dir. Daha sonra çabucak birleşerek 70 olmuşlardır, sonra Tonyukuk’da da bildirildiği gibi 700 olmuşlardır. run içindeki genç ve güzel kızı sevdi ve aldı. Aşağıdaki tarihlerde olasılıkla basit bir tesadüf vardır. Göl-tegin’in 7 yaşında öksüz kalması, şayet hiçbir önemi yoksa ne- Kırk gün kırk gece düğün-dernek yapıldı. Oğuzhan milletin en büyük hükümdarı yani Hakan’ı seçildi. Birçok ülkeler fet- den abideye kaydedilmiştir? 47 yaşına girerken ‘ilk ay’ın 17. gününde ölmesi, dokuzuncu ay’ın 27. gününde cenaze mera- heti. Çeşitli ülkelerin hükümdarları, Oğuzhan’a çok değerli hediyeler, altınlar, gümüşler, zümrütler, inciler gönderiyor, siminin yapılması, yazılan mezar taşının daha sonraki sene 7. ay’ın 27. günü bitirilmesi az rastlanır bir durum değil mi- ona bağlılıklarını bildiriyor ve baş eğiyorlardı. dir?[34] Oğuzhan’ın Uluğtürk adında yaşlı bir bakıcısı vardı. Uluğtürk, aksakallı, koyusaçlı, iyi düşünür, iyi anlardı. Bu yaşlı kişi, Gök Türkler bu alfabeleri ile kendi dillerinde güzel yadigârlar bırakmışlardır. Bu yadigârlar Türk kültürünün en bir gece parlak bir düş gördü. Düşünde, altın bir yay doğudan batıya doğru uzanıyor, üç gümüş ok da gece tarafına uçu- eski ve en değerli kaynakları ve abideleridir. Değerlerinin daha iyi anlaşılması için alıntılar yapalım; “Üze tengri yordu. Uluğtürk, düşünü Oğuz’a anlatı ve bir öğüt verdi. Oğuzhan, altın yayını doğuda bir yere, gümüş okunu da batı- basmasar asra yir telinmeser, Türk budun ilinin törünün kem artatı?” Yukarda gök çökmezse, aşağıda yer delinmezse, da bir yere sakladı. Günhan, Ayhan, Yıldızhan, Gökhan, Dağhan, Denizhan adlarındaki altı oğlunu yanına topladı ve Türk ulusu, yurdunu, töreni kim bozabilir. “İnim Kül Tigin kergek boldı. Özüm sakındım. Körür közüm körmez teg, onlara dedi ki; bilir biligim bilmez teg boldı. Özüm sakındım. Öd Tengri yaşar. Kişi oglı qop ölgeli törümiş. Ança sakındım.” Küçük kar- & Artık yaşlandım; hakanlık edecek değilim. Günhan, Ayhan, Yıldızhan, siz doğu yönüne gidin. Gökhan, Dağhan, De- deşim Köl-tegin vefat eti. Ben üzüldüm. Zamanı (insanın ömrünü) Tanrı takdir eder. Bütün insanlar ölmek için nizhan, siz de batı yönüne gidin. Bulduklarınızı bana getirin. doğmuştur. Öylece düşünceye daldım. Üç büyük kardeş; dağlarda, kırlarda, ormanlarda gezerek çeşitli hayvanlar, kuşlar avlayarak dolaştılar. Bir altın yay bu- Steplerde olaylar hızlı geliştiği için Göktürk’lerin zirveye tırmanması ile çöküşleri arasında sadece 20 sene bulunmakta- lup babalarına getirdiler. Oğuzhan çocuklarının getirdiği altın yayı üç parça ederek birer parçasını üç büyük kardeşe ver- dır. Kapagan 716’da katledilmiş, Kültekin 731’de ölmüş, Bilge 734’de zehirlenmiştir. Fakat çöküş Kapagan’ın ölümü ile di. Üç küçük kardeş de; dağlardan aşarak, ormanlardan geçerek hayvanlar, kuşlar avlayarak dolaştıktan sonra, bir gü- başlamıştır. Oğuzların 717-718’de ayrılarak Çine yerleşmeleri ile son bulmuştur. müş ok buldular. Babalarına getirdiler. Oğuzhan gümüş oku üçe bölerek her bir parçasını üç küçük kardeşe verdi. … Türklerle Oğuzların itifakı tam olarak 781-2’den 716-7’ye kadardır. Oğuzhan bütün sevdiklerini etrafına topladı; kırk gün, kırk gece şenlik yaptı. Sağ yanında üç büyük kardeş yani Bozok’lar, … Bilge’nin tahta oturuşu isyan eden Oğuzlarla başlamıştır. Bilge Kağan abidesi 29 ve 30’uncu satırlar der ki: Dokuz sol yanında üç küçük kardeş yani Üçok’lar oturuyordu. Oğuzhan şenliğin sonunda devleti oğulları arasında böldü ve: Oğuzlar benim halkımdı. Gök ile Toprak uyuşmadıklarından, ihtiras zehri kanlarına girdiğinden düşman oldular. Bu & Ey oğullarım; çok yaşadım, mızrakla çok savaş etim, çok ok atım, çok aygırlara bindim. Dostlarımı güldürdüm, düş- Türk-Oğuz bloğunda ilk kopmadır, çökmenin başlangıcıdır.[34] manlarımı ağlatım. Göktanrı’ya her şeyi feda etim. Size de yurdumu bırakıyorum, dedi. Bilindiği gibi Göktürk Devleti Çinliler tarafından yıkılmıştır. Esir edilen Göktürk ileri gelenleri Çin’e götürülür. Oğuz Destanı’nın yukarıda özetlediğimiz şekli, İslamiyet’ten önceki devre aitir. İslam dininin Türkler arasında Tarihe Kürşad İhtilali olarak geçen ayaklanma, bu yıkılmadan hemen sonra Çin’de esir edilen Türk prensleri ta- hızla yayılışından ve kabul edilmesinden sonra, yeni dinin etkisi altında Oğuz Destanı, bazı değişikliklere uğramış- rafından organize edilmiştir. Çinliler her zaman yaptıkları asimilasyonu esir Türklerin üzerinde uygulamak ister. tır. Her efsane gibi, Oğuz Destanı’nda da bazı gerçekler saklıdır. Oğuz Destanı, savaşçı olan Oğuz Türklerinin ata- Ancak bir süre sonra buna karşı çıkan Kürşad ve 39 arkadaşı ihtilal planı yaparlar. Çin İmparatoru’nun geçeceği larını cihangir bir kahraman olarak hayal etiklerini göstermektedir. Aynı zamanda, Oğuz Türklerinin boy teşkila- güzergâhı tespit ederler. Ancak ihtilal günü müthiş bir yağmur yağar. Çin İmparatoru sarayından çıkmaz. Planı er- tını da ifade eder.[35] telemek isterler. Buna göre Oğuzlar ya da Oğuzeli, Bozoklar ve Üçoklar diye iki koldan meydana gelir. Bozokların alâmeti yay, Ancak Kürşad, Çinlilerin durumu haber almalarından korkarak planı ertelemez. Belirlenen saate sarayı basarlar. Üçokların alameti oktur. Oğuzeli ve ordusunda da, eski Türk ellerinde olduğu gibi bu ikili düzen değişmez bir ka- Yüzlerce Çinli, bir avuç türkün eğri kılıçları altında can verirler. İmparator kıl payı hayatını kurtarabilir. Başarılı ola- idedir. Gerek el gerekse ordu sağ ve sol diye ikiye bölünmekte, bunlara kol denmekte idi. madıklarını anlayan Kürşad, arkadaşlarıyla birlikte kaçarsa da bir süre sonra etrafarı çevrilir. Teslim olmayı kabul Bozoklar ve Üçoklar adındaki bu kollar Oğuzhan’ın altı oğluna nispetle 6 kısma ayrılırdı. Her kısım 4 boya bölünü- etmeyince de oklanarak öldürülürler. yordu. Böylelikle Oğuz Türkleri 24 boya ayrılmıştı. Gök Türklerden sonra Dokuz Oğuzların akıbeti meçhuldür. Sadece 840 yılındaki Kırgız saldırısından sonra bazı Bozoklar; Kayı, Bayat, Alkaevli, Karaevli, Yazır (Yazgır), Dodurga, Döğer (Düğer), Yaparlı (Yıpar), Avşar (Afşar), oymaklarının Uygurlara karıştıkları, bazı oymaklarının da başka adlar altında varlıklarını devam etirdikleri söyle- Beğdilli (Begdili), Karkın, Kızık (Çarukluğ) adlı boylardan, nebilir. Üçoklar da; Bayındır, Çavuldur, Çepni, Peçenek (Biçene), Salur (Salgur), Alayundlu, Eymür, Yüreğir (Üreğir), İğ- X. yüzyılda Aşağı Seyhun boylarında, Oğuz adıyla bir topluluk karşımıza çıkmaktadır. Bunlar Tokuz Oğuzlar de- dirl (Iğdır), Bükdüz (Bunduz), Yıva (Yuva), Kınık adlı boylardan meydana gelirdi. ğildir. Adlarının aynı olmasından dolayı sadece eski bir akrabalık söz konusu olabilir. Çekirdek birim aile (soy, sop) idi. Ata tarafına soy, ana tarafına sop denirdi. Ailelerden obalar (cemaat), obalar- Kaşgarlı Mahmut’a göre Türk dillerinin en yeğni (hafif) ve en ince (zarif) dili Oğuz lehçesi, en doğrusu (sahih) da dan oymaklar (obalar topluluğu ya da aşiret), oymaklardan boylar (kabile), boylardan kollar, kollardan da Oğuze- Tohsı ve Yağmaların lehçesidir. Kaşgarlı, Tohsı ve Yağmaların Türkçesine Hakanlı Türkçesi diyor ki, Orhun kitabe- li meydana gelirdi. Diğer Türk kavimlerinin söyledikleri budun kelimesinin yerine el (il) kelimesini kullanırlardı. lerinin diline en yakın lehçe budur. Çin kaynaklarına göre Doğu ve Batı Gök Türklerin konuştukları dil biraz fark-

210 211 Derebucak

Oğuzeli gibi. İl (el) kelimesi Kaşgarlı Mahmut’ta sulh anlamınadır. İlçi ya da elçi sulhçü demektir. Orhun kitabelerinde devlet anlamındadır. ‘İlle kara gün bayramdır.’ El kelimesi bazen de üç-dört oymağı bir arada olarak ifade edebilir.[36] Oğuzeli’nin başında Yabgu unvanlı hükümdarlar olurdu. XII. Yüz yıldan sonra bu kelime unutulup gitmiştir. Bu dönemden sonra Türkmen ellerinin başında bulunan hükümdarların yalnız Beğ unvanını taşıdıkları görülür. Bir yay ve üç ok Oğuz Yabgularının hükümdarlık alameti idi. Her boyun bir damgası (en), her dört boyun ortak bir ongunu vardı. Damgalar davarlara ve yılkılara bile vurulurdu. Boyları irsen idare eden reisler Beğ unvanını taşırlar- dı. Oğuz ve Türkmen soylularını bu beğler meydana getirirler. Yabgular ve Sultanlarda bu beğler arasından çıkardı. Yurt, elin, boyun, obanın ve ailenin sahibi olarak oturduğu yeri ifade ederdi. Oğuzlar, Türkistan’da Seyhun ile Ceyhun arasındaki memlekete sakin ve ekseriya İran’ın hüsrevleri ile ve Arap hülefası ile muhariptiler. İrtihal-i Peygamberi İslam’dan ancak 350 sene sonradır ki, Dağhan, akabinde Salur ve onunla birlikte 2000 aile Din-i Muhammedi’yi kabul eylediler. Salur bu andan itibaren Çanak yahut Karahan namını alarak kendi kav- mine de henüz putperest olan Türklerden temyiz için Türkmen ismini verdi… Neşri’ye göre Türkmen kelimesi Türk ile İman lafızlarından mürekkeptir… Yörük’ün aslı yüğrük’tür ve sıfatır. Kabiliyetli, dirayetli, cesur anlamına gelir.[36] Hal böyle olunca Oğuzların tarihini bilmek zorunluluğumuz vardır.

OĞUZLAR Prof. Dr. Faruk Sümer bir Türk tarihçisidir. Oğuzlar konusunda bir otorite olarak kabul edilmektedir. Oğuzlarla il- gili gerekli görülen bölümleri onun kitabından aktarmak en iyisi olacaktır. X. yüzyıl başlarında Oğuz elinin çoğu göçebe hayatı geçiriyordu. Bahar gelince kuzeydeki Kara Kum’a, Cim ırmağına doğru kuzey batıdaki yaylalara ve Aral ile Buzaçı ve Mangışlak arasındaki bölgeye gidiyorlardı. Kış yaklaşınca da ekseri- si Aşağı Seyhun boylarına dönüyorlar ve kışı orada geçiriyorlardı. ...Yeni Kent, Oğuz hükümdarları olan yabguların baş- kentidir. Yabgu kışın bu şehirde oturmakta, yazın kuzeyde bulunan yaylağına gitmektedir. Yeni Kent’i Oğuz Han’ın kur- duğu söylenir.[15] XI. yüzyıldan itibaren kendilerine Türkmen de denilen Oğuzların Türkiye Türkleri ile İran, Azerbaycan, Irak ve Türkme- nistan Türklerinin ataları olduklarını biliyoruz. Selçuklu ve Osmanlı hanedanlarının da onlardan çıktığını hatırlarsak Oğuzların dünya tarihinde ne kadar mühim roller oynamış bir Türk kavmi olduğu anlaşılmış bulunur. Oğuzlar, Sir-Derya boyları ile onun kuzeyindeki bozkırlarda yaşarlarken, onlardan ancak bir bölüğü şehirlerde oturu- yordu. Bu oturak oğuzlar savaş ile meşgul olmayıp, kendilerini şehir hayatının gerektirdiği işlere verdiklerinden göçebe el- daşları onlara istihfafa yatuk, yani tembel demişlerdi. Gerçekten göçebe Oğuzlar oturak eldaşlarını istihfaf etmekte ken- di telakkileri bakımından haklı sayılabilirler. Çünkü Selçuklu İmparatorluğu’nu oturak Oğuzlar değil, bizzat onlar kur- muşlardı. Fakat göçebe Oğuzlar da 1071 yılındaki Malazgirt Zaferi ile Anadolu’yu açıp bu ülkede oturak yaşayışa geç- meye başladılar. XIII. yüzyılda onlardan mühim bir kısmının artık şehir ve köylerde yaşadığı görülür. Bununla beraber, adı geçen yüzyılda yine Anadolu’da çoğunu yeni gelenlerin, yani Moğol istilasının önünden kaçanların teşkil etiği, kala- balık sayıda göçebe Türk unsuru da vardı. Selçuklu Devleti, bir daha kurtulamayacak bir şekilde Moğol hâkimiyeti altına girince, Oğuzların deyimi ile yatuklar, yani oturak Türk halkı, kendisini mukadderata teslim etiği halde, göçebe Türk un- suru, yani Türkmenler, Moğollara karşı mücadelede bulunmaktan geri durmadılar. Neticede Türk göçebe unsuru, Türk- menler, ilk önce Türkiye’de, sonra buradan giderek İran’da siyasi hâkimiyeti ellerine aldılar. Böylece Türkmenler, Türki- ye tarihinin ikinci devrinin (Beğlikler Devri) yaratıcıları oldukları gibi, İran’da da XX. yüzyıla değin Türk hâkimiyetini devam etirdiler. Türkiye tarihinin üçüncü devrini açan Osmanlı hanedanına gelince, bu hanedanın da göçebe Türk unsurundan çıktığını biliyoruz. Diğer tarafan Osmanlı hanedanının gerek bölgesinin fethinde, gerek Rumeli’nin ele geçirilmesinde mensup bulunduğu göçebe unsurdan geniş ölçüde faydalanmış olduğu da bir vakıadır. Fakat XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Türkiye’de göçebe unsur siyasi ehemmiyetini eskisine nispetle epeyce yitirdi. Bu da, başlıca, oturak yaşayışa geçmeler ve İran’a yapılan göçmeler sonucunda sayısının çok azalmış olması, Osmanlı as- keri teşkilatının kudreti ve delikli demirin icat edilmesi gibi amillerden ileri gelmiştir. Bu sebeple, Anadolu’daki Türk oy-

212 Derebucak Derebucak

Oğuzeli gibi. İl (el) kelimesi Kaşgarlı Mahmut’ta sulh anlamınadır. İlçi ya da elçi sulhçü demektir. Orhun kitabelerinde maklarının Osmanlı devrindeki rolleri daha ziyade içtimai tarihimiz bakımından önemlidir. Gerçekten onlar, XVI. yüz- devlet anlamındadır. ‘İlle kara gün bayramdır.’ El kelimesi bazen de üç-dört oymağı bir arada olarak ifade edebilir.[36] yılın sonlarından itibaren muhtelif amiller yüzünden vakit vakit bünyesinde zayıfık ve boşluklar meydana gelen yerleşik Türk halkının bu boşluklarını doldurarak ona daima kuvvet ve hayatiyet kazandırmışlardır. Bununla beraber, şunu da Oğuzeli’nin başında Yabgu unvanlı hükümdarlar olurdu. XII. Yüz yıldan sonra bu kelime unutulup gitmiştir. Bu belirtmek yerinde olur ki, Türk oymakları son asırlarda dahi siyasi ehemmiyetlerini büsbütün kaybetmiş değillerdi. Ni- dönemden sonra Türkmen ellerinin başında bulunan hükümdarların yalnız Beğ unvanını taşıdıkları görülür. Bir tekim XVIII. yüzyılda Anadolu’da ortaya çıkan derebeği ailelerinden, başta en büyüğü (Çapar, Çapan-oğulları) olmak yay ve üç ok Oğuz Yabgularının hükümdarlık alameti idi. Her boyun bir damgası (en), her dört boyun ortak bir üzere, birçoklarının da yine göçebe Türk unsuruna mensup olduklarını biliyoruz. ongunu vardı. Damgalar davarlara ve yılkılara bile vurulurdu. Boyları irsen idare eden reisler Beğ unvanını taşırlar- dı. Oğuz ve Türkmen soylularını bu beğler meydana getirirler. Yabgular ve Sultanlarda bu beğler arasından çıkardı. Şu çok kısa izahat, göçebe Türk topluluğunun milli tarihimizde ne kadar mühim bir yeri olduğunu gösteriyor. Bunu bir cümle ile ifade etmek istersek, diyebiliriz ki: Türk göçebe unsuru, Oğuz Türklerinin Yakın-Doğu’da Selçukluklardan sonra Yurt, elin, boyun, obanın ve ailenin sahibi olarak oturduğu yeri ifade ederdi. da siyasi hâkimiyetlerini devam etirmelerinde başlıca rolü oynadığı gibi, Osmanlı devrinde de Anadolu’daki oturak Türk Oğuzlar, Türkistan’da Seyhun ile Ceyhun arasındaki memlekete sakin ve ekseriya İran’ın hüsrevleri ile ve Arap hülefası cemiyetinin varlığını korumasında pek mühim bir amil olmuştur. ile muhariptiler. İrtihal-i Peygamberi İslam’dan ancak 350 sene sonradır ki, Dağhan, akabinde Salur ve onunla birlikte ...Selçuklu kudreti en yüksek noktasına 1240 tarihinde ulaşmıştı. Bu esnada onların batı sınırı, umumiyetle, Muğla vila- 2000 aile Din-i Muhammedi’yi kabul eylediler. Salur bu andan itibaren Çanak yahut Karahan namını alarak kendi kav- yetindeki Dalaman çayından başlayarak Denizli ve Kütahya önlerinden geçip Sakarya’ya ulaşıyordu. Güneyde, Çukuro- mine de henüz putperest olan Türklerden temyiz için Türkmen ismini verdi… va bölgesi de Selçuklu sınırlarının dışında kalıyordu. Ancak buradaki Ermeni kırallığı Selçuklulara vergi veriyor, harp za- Neşri’ye göre Türkmen kelimesi Türk ile İman lafızlarından mürekkeptir… manında da asker gönderiyordu. Yörük’ün aslı yüğrük’tür ve sıfatır. Kabiliyetli, dirayetli, cesur anlamına gelir.[36] ...Yukarıda işaret edilen zamanda Türkiye mamur ve mürefeh bir ülke halinde idi. Selçuklu hanedanı, şuurlu bir iktisat si- Hal böyle olunca Oğuzların tarihini bilmek zorunluluğumuz vardır. yaseti güderek birinci derecedeki milletlerarası ticaret yollarını Türkiye’den geçirmeye muvafak olmuştu. Bu maksatla, ülke- lerini bir kervansaray ağı ile örmüşler ve ırmaklar üzerine taştan büyük köprüler yapmışlardı. Öte yandan sağlık işlerine de önem vererek başlıca Selçuklu şehirlerinde hastaneler inşa edilmiş ve pek çok medrese ile de süslenmişti. İşte edebi Türkçeyi bu OĞUZLAR medreselerden yetişenler yaratmışlardır. Tabi bunlardan bahsederken Selçuklu devrinin aşağı yukarı 230 yıl kadar sürdüğü, bunun bir asrının Bizans’la devamlı mücadele, 50 yılının da Moğol hâkimiyeti ile geçtiği unutulmamalıdır. Prof. Dr. Faruk Sümer bir Türk tarihçisidir. Oğuzlar konusunda bir otorite olarak kabul edilmektedir. Oğuzlarla il- gili gerekli görülen bölümleri onun kitabından aktarmak en iyisi olacaktır. ...Hâlbuki ‘beylik vermekle, yiğitlik vuruşmakla olur’ atasözünde de ifade edildiği gibi, Türk halkı, en eski zamanlardan beri han, sultan ve beylere kendilerine faydalı olmak ve yardımlarda bulunmakla görevli insanlar gözü ile bakıyorlardı. X. yüzyıl başlarında Oğuz elinin çoğu göçebe hayatı geçiriyordu. Bahar gelince kuzeydeki Kara Kum’a, Cim ırmağına Avrupa asilzadesinin ve krallarının saraylar, şatolar yaptırmaları karşısında bizimkilerin içtimai eserler vücuda getirme- doğru kuzey batıdaki yaylalara ve Aral ile Buzaçı ve Mangışlak arasındaki bölgeye gidiyorlardı. Kış yaklaşınca da ekseri- leri bilhassa bu telakkiden gelmektedir. si Aşağı Seyhun boylarına dönüyorlar ve kışı orada geçiriyorlardı. ...Yeni Kent, Oğuz hükümdarları olan yabguların baş- kentidir. Yabgu kışın bu şehirde oturmakta, yazın kuzeyde bulunan yaylağına gitmektedir. Yeni Kent’i Oğuz Han’ın kur- ...XVI. yüzyılda tam göçebe hayatı geçiren başlıca iki topluluk vardı: Bunlardan biri Haleb bölgesinde yaşayan ve ya- duğu söylenir.[15] zın Uzun-Yayla ile Sivas’ın güney tarafarına çıkan Haleb Türkmenleri, diğeri de Boz Ulus idi. Boz Ulus, Mardin’in gü- neyinde, Fırat kıyılarında kışlamakta ve Erzurum-Erzincan arasında yaylamakta idi. Bunlardan başka Dulkadırlı ulu- XI. yüzyıldan itibaren kendilerine Türkmen de denilen Oğuzların Türkiye Türkleri ile İran, Azerbaycan, Irak ve Türkme- sundan bir kısım oymakların da henüz çifçilik hayatına geçmediği görülür. Çukur-Ova’da yurt tutmuş olan Üç-Oklar nistan Türklerinin ataları olduklarını biliyoruz. Selçuklu ve Osmanlı hanedanlarının da onlardan çıktığını hatırlarsak arasında ise çifçilik yapmayan oymaklara nadiren rast gelinir. Başlıca Sivas eyaletinde yaşayan Ulu- Yörük topluluğu ile Oğuzların dünya tarihinde ne kadar mühim roller oynamış bir Türk kavmi olduğu anlaşılmış bulunur. Boz-Ok’taki Türkmen oymakları da zirai hayata geçmişlerdir. Kısaca bu yüzyılda göçebe ve yarı göçebe unsurun nüfusu Oğuzlar, Sir-Derya boyları ile onun kuzeyindeki bozkırlarda yaşarlarken, onlardan ancak bir bölüğü şehirlerde oturu- yerleşik unsura nazaran çok azdır ve nispet farkı yerleşik unsur lehine gitikçe artmaktadır. yordu. Bu oturak oğuzlar savaş ile meşgul olmayıp, kendilerini şehir hayatının gerektirdiği işlere verdiklerinden göçebe el- XVI. yüzyılda, daha önceki yüzyılda olduğu gibi göçebe anlamında Yörük (yörü-fiilinden) sözü kullanılıyor ve bu söz daşları onlara istihfafa yatuk, yani tembel demişlerdi. Gerçekten göçebe Oğuzlar oturak eldaşlarını istihfaf etmekte ken- Haleb Türkmenleri gibi teşekküllere de veriliyordu. Fakat daha sonraları Yörük adı gerçek anlamını kaybetmiş ve Batı- di telakkileri bakımından haklı sayılabilirler. Çünkü Selçuklu İmparatorluğu’nu oturak Oğuzlar değil, bizzat onlar kur- Anadolu ile Güney Batı-Anadolu’daki oymakların umumi adı olmuştur. Buna göre Yörük adının kavmi hiçbir anlamı muşlardı. Fakat göçebe Oğuzlar da 1071 yılındaki Malazgirt Zaferi ile Anadolu’yu açıp bu ülkede oturak yaşayışa geç- yoktur. Yörükler de Oğuz boylarından gelmektedir. XVI. yüzyılda kavim adı olan Türkmen kelimesi ile vasıfandırılan meye başladılar. XIII. yüzyılda onlardan mühim bir kısmının artık şehir ve köylerde yaşadığı görülür. Bununla beraber, başlıca eller: Haleb Türkmenleri, Boz-Ulus, Dulkadırlılar ile Boz-Ok’taki oymaklardı. Daha sonraları bu ad Haleb Türk- adı geçen yüzyılda yine Anadolu’da çoğunu yeni gelenlerin, yani Moğol istilasının önünden kaçanların teşkil etiği, kala- menleri ile Boz-Ulus’a münhasır kaldı. Bu iki elden XVIII. yüzyıldan itibaren Orta ve Batı- Anadolu’ya gelenlere de Türk- balık sayıda göçebe Türk unsuru da vardı. Selçuklu Devleti, bir daha kurtulamayacak bir şekilde Moğol hâkimiyeti altına men denilmiş, hata köylerde ve kasabalarda yerleştikten sonra da zamanımıza kadar bu adla anılmışlardır. Bugün Orta girince, Oğuzların deyimi ile yatuklar, yani oturak Türk halkı, kendisini mukadderata teslim etiği halde, göçebe Türk un- ve Batı- Anadolu’da bazı yerlerde yan yana Türk, Yörük ve Türkmen köylerini görmek mümkündür. Bunun izahı şudur: suru, yani Türkmenler, Moğollara karşı mücadelede bulunmaktan geri durmadılar. Neticede Türk göçebe unsuru, Türk- Türk denilen köyler, o bölge ve yörenin Selçuklular ve beylikler devrinde yerleşmiş en eski Türk halkına ait olan yerlerdir. menler, ilk önce Türkiye’de, sonra buradan giderek İran’da siyasi hâkimiyeti ellerine aldılar. Böylece Türkmenler, Türki- Yörük adıyla vasıfandırılan köyler, oralarda, XVII. yüzyıldan önce yaşayan ve son asırlarda yerleşen Yörüklerin kurduk- ye tarihinin ikinci devrinin (Beğlikler Devri) yaratıcıları oldukları gibi, İran’da da XX. yüzyıla değin Türk hâkimiyetini ları köylerdir. Türkmen köyleri ise XVII. yüzyıldan itibaren Orta ve sonra Batı-Anadolu ile Marmara bölgesine göç et- devam etirdiler. miş ve son asırlarda oralarda yerleşmiş Boz-Ulus, Haleb Türkmenleri ve Yeni-il’e mensup oymaklar tarafından meydana Türkiye tarihinin üçüncü devrini açan Osmanlı hanedanına gelince, bu hanedanın da göçebe Türk unsurundan çıktığını getirilmiş olanlardır. Dikkate değer bir keyfiyetir ki Osmanlı devrinde Boz-Ulus ve Haleb Türkmenleri gibi eller bile Yö- biliyoruz. Diğer tarafan Osmanlı hanedanının gerek Marmara bölgesinin fethinde, gerek Rumeli’nin ele geçirilmesinde rüklerden daha erken yerleşik hayata geçmişlerdir. Bugün Türkmenlerden hemen hemen hiçbir göçebe teşekkül görülmez. mensup bulunduğu göçebe unsurdan geniş ölçüde faydalanmış olduğu da bir vakıadır. Fakat Toroslarda çok az da olsa ve yarı göçebe olarak hâlâ bu hayatı devam etiren Yörük oymaklarına rast gelinir.[15] Fakat XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Türkiye’de göçebe unsur siyasi ehemmiyetini eskisine nispetle epeyce yitirdi. Oğuzların Yurtları Bu da, başlıca, oturak yaşayışa geçmeler ve İran’a yapılan göçmeler sonucunda sayısının çok azalmış olması, Osmanlı as- X. yüzyılın birinci yarısında Oğuzlar, Hazar denizinden Seyhun (Yincü Ögüz) ırmağının orta yatağındaki Karaçuk (Fa- keri teşkilatının kudreti ve delikli demirin icat edilmesi gibi amillerden ileri gelmiştir. Bu sebeple, Anadolu’daki Türk oy-

212 213 Derebucak

rab) ve İsficab yörelerine kadar olan yer ile bu ırmağın kuzeyindeki bozkırlarda yaşıyorlardı. Oğuz ülkesi batıda hazar denizine dayanıyordu. Hazar’ın doğu kıyısındaki Karadağ yarım adası Oğuzlar tarafından iskân edilmiş ve Mangışlağ adını almıştır. Güneyde İslam ülkeleri ile olan sınıra gelince, Güney batıda Curcan (Gürgenç) şehri ve Cit kasabasından başlıyor, Aral Gölünün güneyindeki Baratekin’den geçiyor, Buhara’nın kuzeyindeki çölden başlayarak İsficab bölgesine kadar uzanıyordu. Seyhun’un sağ kıyısında, Karaçuk dağlarının eteğinde ve Yesi’ye bir günlük mesafede bulunan Savran Müslümanların Oğuzlara karşı sınır şehri idi. Seyhun Savran’dan az ileride Oğuz ülkesine giriyordu. Oğuz ülkesinin kuzey sınırına gelince X. yüzyıl İslam coğrafyacılarından İstahri Oğuz sınırını bu yönde İdil ırmağının meydana getirdiğini söylüyor. Aşağı Seyhun ile Aral’ın kuzeyindeki çöl bölgesine Belhi’ye bağlı coğrafyacılar Oğuz çölü adını verir. Oğuzlar ise bu çöl bölgesine Kara Kum demekte idiler. Gök Türklerin Seyhun ırmağına Yincü Ögüz (İnci Irmağı) dediklerini biliyoruz. Oğuzlar ise sadece Ögüz (Irmak) der- lerdi. Seyhun’un döküldüğü Aral Gölüne Oğuzların ne ad verdikleri bilinmiyor. Aral adı son yüzyıllarda konmuştur. Seyhun’un aşağı yatağı, iki yakası düzlükten oluşan tam bir bozkır bölgesinden geçer. Bozkır bölgesi, ırmağın ağzından doğuya doğru takriben 400km. devam eder. Sonra ırmağa muvazi olarak dağlar başlar ve İsficab’ın (Sayram) kuzeyine kadar gider. Bu güzel görünüşlü sıra dağlar Oğuzların ünlü dağları olan Karaçuk dağlarıdır. Karaçuk’un adı Dede korkut destanlarında Salur Kazan Beği öven bir şiirde geçer (Karaçuk’un aslanı, ismi Emet suyu- nun kaplanı). Oğuzlar Anadolu’da birçok dağa bu adı vermişlerdir. Oğuzların tarihinde Karaçuk adında birçok bey var- dır. İşte Selçuklular Anadolu’ya buradan gelmişlerdir. ...X. yüzyılın başlarında çoğunluğu göçebe hayat geçiren Oğuzların iktisadi faaliyetleri, bu yaşayışın icabı olarak, başlıca hayvan yetiştiriciliğine dayanıyordu. Bu sebeple onların servetlerini koyun sürüleri, yılkılar, develer ve hata sığırlar teşkil ediyordu. At binit ve deve de yüklet olarak kullanılıyordu.[15] Dini İnanışları X. yüzyılın başlarında Oğuzlar Uygurlar müstesna olmak üzere, diğer Türk elleri gibi kendi kavmi inanışlarını devam et- tiriyorlardı. İslam âleminde Türklerin Allah fikrine sahip oldukları ve bunu Tanrı (Tengri) adıyla ifade etikleri biliniyor- du. Türklerin Yaratıcıya Uluğ-Bayat adını verdikleri de İslam bilginleri tarafından söylenir. Fakat Oğuz din adamlarının Tanrı’nın sıfatları ile ilgili tasavvurları hakkında kesin bir bilgi yoktur. Oğuzların mabetleri ve din adamları olduğundan bahseden yazar yoktur. Fakat Oğuzların hakîmleri olduğunu biliyo- ruz. Oğuzlar bu manevi şahsiyetlerine büyük bir saygı gösteriyorlardı. Hata bu hakîmlerin Oğuzların kanları ve davar- ları üzerinde hüküm sahibi bulundukları söylenir. İşte bizim Korkut-Ata (Dede Korkut) bu hakîmlerden biri idi. Tabip- lik yapan, geleceğe ait keşiferde bulunan, yapılacak bir teşebbüsün uğurlu olup, olmayacağına karar veren, dini törenlere başkanlık eden bu manevi şahsiyetlere Oğuzların Kam mı dedikleri, yoksa başka bir ad mı (mesela Dede) verdikleri bi- linemiyor. Oğuzlar ölülerini, Gök Türkler gibi sırtlarında elbiseleri, üzerlerinde silahları ve yanlarında diğer şahsi eşyaları ile birlik- te gömüyorlardı. Ölü oda şeklinde açılan bir mezara oturtulup eline kımız dolu bir kadeh veriliyor ve önüne yine içki dolu bir kap konuluyordu. Mezarın tavanı yapıldıktan sonra üzerine çamurdan kubbeye benzer külah kısmı ilave ediliyordu. Oğuzların bu mezarları ile Türkiye’de bilhassa Selçuklu devrinde yaygın bir şekilde görülen ve mütehassıslar tarafından Türk çadırına benzetilen kümbetler arasında yakın bir benzerliğin varlığına işaret edilebilir. Gömülme işi bitikten sonra, ölünün atları kesilerek yenirdi ki bu bütün Türk kavimlerinde görülen yuğu aşı geleneği idi. Türkiye’de bu gelenek yüzyıllar boyunca sürüp gelmiş ve şimdide mahiyeti aynı kalmak sureti ile köy, kasaba hata şehir- lerde yaşamaktadır. Oğuzlar, aynı zamanda başlıca Türk ellerinde olduğu gibi, yuğ aşında yenilen atların başlarını, ayak- larını ve derilerini mezarın üzerinde bulunan sırıklara asarlardı. Onların inanışına göre, ölen cennete etleri yenilen ve de- rileri sırıklara asılan bu atlar ile gidecekti. Bu yapılmadığı takdirde ölen, yorucu cennet yolculuğunu yayan yapmak mec- buriyetinde kalacaktı. Bütün Türklerdeki köklü bir inanışa göre, su kutludur ve arıdır. Yıkanmak kutlu ve arı olan suyu kirletmek ve böylece bü- yük bir günah işlemek demektir. Bu ise uğursuzluğa ve felakete sebep olur. Onlar yine dini inanışları ile ilgili olarak, gi- yimlerini eskiyinceye dek üzerlerinden çıkarmıyorlardı. Oğuzlar, Müslümanların aksine olarak, davarlarını başına vura- rak öldürüyorlardı.

214 Derebucak Derebucak rab) ve İsficab yörelerine kadar olan yer ile bu ırmağın kuzeyindeki bozkırlarda yaşıyorlardı. Oğuz ülkesi batıda hazar Oğuzlar hastalanan kimselerin (yakın akrabaları da olsa) yanlarına yaklaşmazlardı. Hasta olana kul ve karavaşlar hiz- denizine dayanıyordu. Hazar’ın doğu kıyısındaki Karadağ yarım adası Oğuzlar tarafından iskân edilmiş ve Mangışlağ met ederlerdi. adını almıştır. Güneyde İslam ülkeleri ile olan sınıra gelince, Güney batıda Curcan (Gürgenç) şehri ve Cit kasabasından X. yüzyılda Oğuz elinde kadınlar, erkeklerden kaçmazlar ve yüzlerini de örtmezlerdi. Bu husus Türkiye’de oymaklarda başlıyor, Aral Gölünün güneyindeki Baratekin’den geçiyor, Buhara’nın kuzeyindeki çölden başlayarak İsficab bölgesine ve köylerde zamanımıza kadar devam ede gelmiştir. Oğuzların ne zina, ne de kulamparalık gibi yaygın gelenekleri yoktu. kadar uzanıyordu. Seyhun’un sağ kıyısında, Karaçuk dağlarının eteğinde ve Yesi’ye bir günlük mesafede bulunan Savran Esasen Türk kadınları İslam dünyasında ifetli kadınlar olarak tanınmışlardı. Müslümanların Oğuzlara karşı sınır şehri idi. Seyhun Savran’dan az ileride Oğuz ülkesine giriyordu. Oğuzlarda öldürülenin öcünü almak yani kan davası âdeti de vardı. Yine onlarda Araplar gibi baba ölünce oğlu üvey an- Oğuz ülkesinin kuzey sınırına gelince X. yüzyıl İslam coğrafyacılarından İstahri Oğuz sınırını bu yönde İdil ırmağının nesi ile evlenebilirdi. Evlenme geleneğinde kalın-başlık verme usulü yaygındı. Düğünleri ve oyunlarına dair bilgimiz yok- meydana getirdiğini söylüyor. Aşağı Seyhun ile Aral’ın kuzeyindeki çöl bölgesine Belhi’ye bağlı coğrafyacılar Oğuz çölü tur. Yalnız Tuğrul Beğin 1063 yılında Halife’nin kızı ile Boğdan’da evlendiği zaman, bir odada kürsü üzerinde oturan ge- adını verir. Oğuzlar ise bu çöl bölgesine Kara Kum demekte idiler. lini ziyaret etikten sonra avluya çıktığını ve orda beğleri ile birlikte sevinç içinde raksetiğini ve bu esnada Türkçe şarkı- Gök Türklerin Seyhun ırmağına Yincü Ögüz (İnci Irmağı) dediklerini biliyoruz. Oğuzlar ise sadece Ögüz (Irmak) der- lar çağırıldığını biliyoruz.[15] lerdi. Seyhun’un döküldüğü Aral Gölüne Oğuzların ne ad verdikleri bilinmiyor. Aral adı son yüzyıllarda konmuştur. Oğuzların milli yemekleri diğer bazı Türk ellerinde olduğu gibi Tutmaç idi. Tutmaç tarih boyunca birçok kaynaklarda Seyhun’un aşağı yatağı, iki yakası düzlükten oluşan tam bir bozkır bölgesinden geçer. Bozkır bölgesi, ırmağın ağzından Türklerin milli yemeği olarak geçer. Tuğrul Beğin Horasanda iken bir davete yediği badem helvası için “iyi tutmaç imiş, doğuya doğru takriben 400km. devam eder. Sonra ırmağa muvazi olarak dağlar başlar ve İsficab’ın (Sayram) kuzeyine lakin sarımsağı eksik” dediği söylenir. Bu yemeğin Memlükler’de, Türkiye Selçukluları ve Osmanlı saraylarında da yenil- kadar gider. Bu güzel görünüşlü sıra dağlar Oğuzların ünlü dağları olan Karaçuk dağlarıdır. diğini biliyoruz. Karaçuk’un adı Dede korkut destanlarında Salur Kazan Beği öven bir şiirde geçer (Karaçuk’un aslanı, ismi Emet suyu- Oğuzlar sakallarını yülümekte ve yalnız bıyık bırakmakta idiler. Buna karşılık, bütün Türkler gibi saçlarını kesmiyorlar- nun kaplanı). Oğuzlar Anadolu’da birçok dağa bu adı vermişlerdir. Oğuzların tarihinde Karaçuk adında birçok bey var- dı. XI. yüzyılda Ermeniler, Oğuzlar ile karşılaştıklarında dikkatlerini en fazla onların uzun saçları ile yayları çekmişti. dır. İşte Selçuklular Anadolu’ya buradan gelmişlerdir. Oğuzların kıyafetlerine gelince, bu hususta hemen hiçbir şey bilmiyoruz. 1038 yılında Nişabur’a giren Tuğrul Beğ’in ba- ...X. yüzyılın başlarında çoğunluğu göçebe hayat geçiren Oğuzların iktisadi faaliyetleri, bu yaşayışın icabı olarak, başlıca şında ketenden bir sarık, sırtında bir cins kumaştan yapılmış uzun kollu, uzun etekli ve önden ilikli bir kafan (Kâbâ-yı hayvan yetiştiriciliğine dayanıyordu. Bu sebeple onların servetlerini koyun sürüleri, yılkılar, develer ve hata sığırlar teşkil mulham), ayağında keçe çizmeler, kolunda gerilmiş bir yay, kemerinde üç ok vardı. Oğuzlar umumiyetle yün, keçe ve de- ediyordu. At binit ve deve de yüklet olarak kullanılıyordu.[15] riden elbiseler giymekte idiler, kışın deriden (pek çokları keçi derisinden) elbiseler giyerlerdi. Dini İnanışları Oğuzların mizaç ve seciyelerine gelince, yaşadıkları hayat tarzı ve muhitin çetin şartlarının tesiri ile oldukça sert mizaç- lı kimseler idiler. Savaşçı olmak başlıca faziletlerinden biri sayılıyordu. Buna karşılık, onlar İbn Fadlan’a göre namuslu, X. yüzyılın başlarında Oğuzlar Uygurlar müstesna olmak üzere, diğer Türk elleri gibi kendi kavmi inanışlarını devam et- doğru ve konuk sever insanlardı. XIX. yüzyılda dahi Anadolu Türkleri, gezginler tarafından bu hasletleri ile vasıfandı- tiriyorlardı. İslam âleminde Türklerin Allah fikrine sahip oldukları ve bunu Tanrı (Tengri) adıyla ifade etikleri biliniyor- rılmışlardır. Oğuzlar büyüklerine son derece bağlı ve saygılı insanlar idi. Boş inançlara inandıkları ve hislerinin de olduk- du. Türklerin Yaratıcıya Uluğ-Bayat adını verdikleri de İslam bilginleri tarafından söylenir. Fakat Oğuz din adamlarının ça tesiri altında kaldıkları görülüyor. Tanrı’nın sıfatları ile ilgili tasavvurları hakkında kesin bir bilgi yoktur. Oğuz (Yabgu) devletinin yıkılışı hakkında tarih kaynaklarında ise hiçbir bilgi yoktur. Selçukluların tarih sahnesine çıkış- Oğuzların mabetleri ve din adamları olduğundan bahseden yazar yoktur. Fakat Oğuzların hakîmleri olduğunu biliyo- larını ve ilk faaliyetlerini anlatan Melik-name’ye göre Kınık Boyundan Dukak Oğuz devletinin sü başı (Ordu komutanı) ruz. Oğuzlar bu manevi şahsiyetlerine büyük bir saygı gösteriyorlardı. Hata bu hakîmlerin Oğuzların kanları ve davar- idi. O muktedir bir kumandan olduğu için Temür yalıg (demir yaylı) unvanını taşıyordu, ölünce yerine oğlu Selçuk (Sal- ları üzerinde hüküm sahibi bulundukları söylenir. İşte bizim Korkut-Ata (Dede Korkut) bu hakîmlerden biri idi. Tabip- çuk) geçti. Fakat Yabgu’nun karısı, kocasını ileride kendisi için büyük bir tehlike teşkil edeceğini söyleyerek, Selçuk’u orta- lik yapan, geleceğe ait keşiferde bulunan, yapılacak bir teşebbüsün uğurlu olup, olmayacağına karar veren, dini törenlere dan kaldırmağa tahrik ediyordu. Bunu duyan Selçuk, Yabgu ile mücadele edemeyeceği için askerini, oymağını, hayvanla- başkanlık eden bu manevi şahsiyetlere Oğuzların Kam mı dedikleri, yoksa başka bir ad mı (mesela Dede) verdikleri bi- rını alıp Cend’e gelmişti. Selçuk Oğuzların Kınık boyuna mensuptur. Oğuz boylarının siyasi ve içtimai mevkilerine göre linemiyor. yapılmış olan Camî üt-tevarih’teki cetvelde Kınıklar 24. yani en sonuncu sırada gösteriliyor. Oğuzlar ölülerini, Gök Türkler gibi sırtlarında elbiseleri, üzerlerinde silahları ve yanlarında diğer şahsi eşyaları ile birlik- Selçuklu Devletinin kuruluşu, Oğuz Türklerinin tarihinde pek mühim bir dönüm noktasıdır. Bu devletin kurulması ile te gömüyorlardı. Ölü oda şeklinde açılan bir mezara oturtulup eline kımız dolu bir kadeh veriliyor ve önüne yine içki dolu İslam’ın siyasi hâkimiyeti Oğuzların eline geçtiği gibi, Anadolu ve ona komşu ülkeler de onların yurdu olmuştur. Oğuz bir kap konuluyordu. Mezarın tavanı yapıldıktan sonra üzerine çamurdan kubbeye benzer külah kısmı ilave ediliyordu. Türkleri, Yakın Doğu İslam dünyasının bilhassa X. yüzyılın başlarından itibaren siyasi bakımdan zayıf bir duruma düş- Oğuzların bu mezarları ile Türkiye’de bilhassa Selçuklu devrinde yaygın bir şekilde görülen ve mütehassıslar tarafından mesinde faydalanarak adım adım ilerleyen Bizans’ı geri atmakla kalmamış, onun asıl dayanağı olan Küçük Asya’yı fet- Türk çadırına benzetilen kümbetler arasında yakın bir benzerliğin varlığına işaret edilebilir. hetmek sureti ile bu devletin çökmesinde ve yıkılmasında amil olmuştur. Gömülme işi bitikten sonra, ölünün atları kesilerek yenirdi ki bu bütün Türk kavimlerinde görülen yuğu aşı geleneği idi. ...Selçukluların mühim işler arefesinde toplantılar tertip etmeleri, müelliferin Oğuzların işlerini iştişare (keneş) yolu ile Türkiye’de bu gelenek yüzyıllar boyunca sürüp gelmiş ve şimdide mahiyeti aynı kalmak sureti ile köy, kasaba hata şehir- halletikleri sözlerine uygundur. lerde yaşamaktadır. Oğuzlar, aynı zamanda başlıca Türk ellerinde olduğu gibi, yuğ aşında yenilen atların başlarını, ayak- larını ve derilerini mezarın üzerinde bulunan sırıklara asarlardı. Onların inanışına göre, ölen cennete etleri yenilen ve de- ...Selçukluların tertip etikleri kurultaylarda yapılan konuşmalar bize, aynı zamanda Selçuklulara, isabetli rey ve fikirleri, rileri sırıklara asılan bu atlar ile gidecekti. Bu yapılmadığı takdirde ölen, yorucu cennet yolculuğunu yayan yapmak mec- cesareti, enerjisi ile asıl kimin yön verdiğini, cihana hâkim olmak gayesinin doğması, yaşatılması ve nihayet tahakkukun- buriyetinde kalacaktı. da başlıca rolü kimin oynadığını da gösteriyor. Bu büyük insan Davud Çağrı Beğ’dir. Selçuklu ailesinin direği ve devletin kurulmasında en mühim amil odur.[15] Bütün Türklerdeki köklü bir inanışa göre, su kutludur ve arıdır. Yıkanmak kutlu ve arı olan suyu kirletmek ve böylece bü- yük bir günah işlemek demektir. Bu ise uğursuzluğa ve felakete sebep olur. Onlar yine dini inanışları ile ilgili olarak, gi- Gazneli ordusu Selçukluların üzerine yürüdüğü zaman Muhammed Tuğrul Beğ Irak’a gidilmesini istemiş, Çağrı yimlerini eskiyinceye dek üzerlerinden çıkarmıyorlardı. Oğuzlar, Müslümanların aksine olarak, davarlarını başına vura- Beğ nereye gidilse fark etmeyeceğini, o nedenle savaşılması gerektiğini söylemiş, bu fikir daha isabetli görülmüştü. rak öldürüyorlardı. Dendanekan kalesinin önünde, 1040 yılında, meydana gelen savaşta Selçuklular kendilerinden sayıca üstün olan Gazneliler’i yendiler.

214 215 Derebucak

...Selçukluların kazandıkları zafer kesin ve büyük idi; beş yıldan beri etikleri yorucu mücadelenin neticesini almışlar, ga- yelerine ulaşmışlardı. Çağrı Beğ’in dediği gibi, artık cihan onlarındı. Savaş meydanında, sancaklara ve divan kalemi malzemesine varıncaya kadar Gazneli ordusunun bütün ağırlığı kalmıştı. Selçuklular çok sevinçli idiler. Tuğrul Beğ bir tahta oturmuş ve kendisi Horasan Emiri olarak selamlanmıştı. İşte Oğuz elinin tarihi mukadderatını tayin eden Dendanekan savaşı böyle vuku bulmuş ve Selçuklulara ilk hamlede Horasan’ı kazandırmıştı. …Türkiye Selçukluları ailesinin atası Arslan, yukarıda görüldüğü gibi, Oğuzlar’ın yabgusu, yani kıralı idi. Oğlu Kutul- muş da buna dayanarak saltanat davasına girişmiş ve Kutulmuş’un oğulları ise Anadolu’daki fetihlerini Oğuzlar’a da- yanarak yapmışlardı. …Üç-Oklar’a gelince, onların pek çoğu Türk-Memluk ordusunun yanında Çukur-Ova bölgesinin fethine katılmış ve bu- rada yurt tutmuştur. ...Bu bölgeyi fethetmiş olan Üç-Oklar toprağa bağlanmışlar ve kısmen boy teşkilatlarını kaybet- mişlerdir. Bölgenin açılmasında mühim roller oynamış olan Yüreğirler ve Kınıklar’ın XVI. yüzyılda yerleştikleri yerler- de yalnız adları kalmıştır. Henüz tamamıyla çözülmeyerek oymak teşkilatlarını muhafaza edenler: Kara-İsalu, Kusun, Koş-Temür, Ulaş, Gökçelü ve Elvan boylarıdır. …Tahrir deferlerinde görülen Oğuz boylarına mensup oymaklar, 24 boydan 23’ünün Anadolu’ya gelmiş olduğunu kesin olarak ortaya koymuştu. …Bununla beraber boylardan bazılarının bir bölgede diğerlerine nazaran daha kalabalık bir halde yerleşmiş olduklarını, cetvele (Oğuz boylarına ait yer adları hakkındaki cetvel) dayanarak söylemek mümkündür. Yüreğir: Adana (Yöre), Kastamonu (6), Sivas (7), Teke-Antalya bölgesi (4), Trabzon (1). İğdir: Kastamonu (8), Teke (6). …Ankara felaketinin en mühim sonucu, bilindiği gibi, Yıldırım Bayezid’in tamamlamak üzere bulunduğu Türkiye Birliği’nin yeniden parçalanması olmuştur. Yıldırım Bayezid’in ülkesine dâhil bulunan Kemah kalesi ancak 1515’te tek- rar Osmanlı ülkesine girebildi. Bununla beraber, Türk halkı, XIV. yüzyılda olduğu gibi, bu yüzyılda da mutlu bir hayat geçirmiştir. XIV. yüzyılın ikinci yarısında ve XV. yüzyılın başlarında, Türkiye Türklerinin kıyafetleri, umumiyetle Orta Asya Türk- lerininkinin aynı idi; ayaklarında, kadınlar da dâhil olmak üzere, sarı-kırmızı çizmeler ve başlarında kızıl börk vardı. Ozanlar XIV. yüzyılda olduğu gibi bu yüzyılda da ellerinde kopuzlar ile her tarafa dolaşıyorlar ve Dede-Korkut destan- larını söylüyorlardı. ...XIX. yüzyılın ikinci yarısına gelinceye kadar Türklerin devletin dayandığı asli unsur olduklarının Osmanlı hükümdar- ları ve devlet adamlarınca anlaşılmış bulunduğu hakkında elimizde hiçbir delil yoktur. Mezkûr asrın ikinci yarısında Cevdet Paşa, Abdülhamit’in sadrazamı Sait Paşa ve hata Abdülhamit’in bu hususu anlamış oldukları söylenebilir. An- cak bu asırda Anadolu’yu gezen Avrupalılar, yoksul, fakat asil ruhlu ve namuslu olarak gördükleri Türk milletinin ölmek- te, fena idareciler elinde mahvolmakta olduğunu söylüyorlardı. Yine bu seyyahlara göre, aynı ülkede yaşayan Hıristiyan- lar ise mürefeh bir hayat sürmekte, Türklerin nüfusunun azalmasına karşılık onlarınki gitikçe çoğalmakta idi. ...XVII. yüzyıldaki Celali hareketlerinden sonra, müteakip asırlarda imparatorluğun asıl dayanağı ve anavatanı olan bu ülkede bir tarafan kıtlıklar ve salgın hastalıklar, diğer tarafan da uzun süren harpler yüzünden açılmış olan yaralar bir türlü kapanmadı. Cezayir, Tunus ve Trablus gibi yerler için vakit vakit Anadolu’nun en babayiğit gençleri devşirilip götü- rülüyor, binlerce Türk genci, mühim bir kısmı veya çoğu bir daha dönmemek üzere, Yemene gönderiliyordu. Hülasa Os- manlı, Anadolu’nun insanını ve servetini görülmemiş bir israfa tüketi. Edirne ve Manastır’da olmak üzere, Rum-ilinde iki, Şam ve Bağdad’da birer askeri idadi olmasına karşılık Sivas’tan İzmir’e kadar koskoca Anadolu bölgesinde bir tek as- keri mektep yoktu. Neticede Türk milleti maddeten telafisi imkânsız kayıplar verdi; hata belki manevi hasletlerinden ba- zıları zayıfadı, yani türesi zaafa uğradı. ...Hamid sancağının Eğridir yöresinde oturan Yörükler arasında 250 vergi nüfuslu bir Karkın oymağı vardır. Fakat bu Karkın oymağı bu yöredeki büyük Karamanlı boyuna bağlı gösteriliyor. Yine XVI. yüzyılda aynı adda bir oymağın da Teke’de yaşadığı görülür. ...Teke, Hamid, Menteşe: Bu bölgelerdeki Yörükler arasında Bayındır adını taşıyan bazı küçük oymaklara rast geliniyor. Teke’deki Bayındır adlı oymaklardan 37 vergi nüfuslusu Bayındır Elsüz-Piri, 25 nüfuslu olanı ise Tülü-Bayındır şeklin-

216 Derebucak Derebucak

...Selçukluların kazandıkları zafer kesin ve büyük idi; beş yıldan beri etikleri yorucu mücadelenin neticesini almışlar, ga- de zikrediliyor. yelerine ulaşmışlardı. Çağrı Beğ’in dediği gibi, artık cihan onlarındı. ... 1360 yılında adana ve şehirleri Memlükler tarafından alındı. 1381 yılında Ramazan Beğ’in oğlu İbrahim Beğ Savaş meydanında, sancaklara ve divan kalemi malzemesine varıncaya kadar Gazneli ordusunun bütün ağırlığı kalmıştı. yalnız Yüreğirler’in değil, Çukurova’daki bütün Türkmenlerin başbuğu olarak zikrediliyor. İbrahim Beğ Karaman oğlu Selçuklular çok sevinçli idiler. Tuğrul Beğ bir tahta oturmuş ve kendisi Horasan Emiri olarak selamlanmıştı. Alâeddin beğ ile itifak eder Memlüklerin Sis (Kozan) valisini sıkıştırmaya başladı. Bunun üzerine Halep valisi Yol Boğa mühim bir kuvvetle Çukur ova’ya girdi. İbrahim beği öldürdü. Dönüşte, Saru Çam’da Yüreğirlerin baskınına uğradı. Bu İşte Oğuz elinin tarihi mukadderatını tayin eden Dendanekan savaşı böyle vuku bulmuş ve Selçuklulara ilk hamlede baskın sonucu Memlük ordusu bozuldu. Yol Boğa gözünden yaralandı. Horasan’ı kazandırmıştı. İbrahim Beğ’den sonra yerine geçen Ahmed Beğ devrinde Yüreğirler ve Çukur Ova’daki diğer Üç-Oklu boylar mutlu bir …Türkiye Selçukluları ailesinin atası Arslan, yukarıda görüldüğü gibi, Oğuzlar’ın yabgusu, yani kıralı idi. Oğlu Kutul- hayat geçirdiler. Ondan sonra Çukur Ova’da Memlük hâkimiyeti kuvvetle yerleşti ve bu, Osmanlı devrine kadar sürdü. muş da buna dayanarak saltanat davasına girişmiş ve Kutulmuş’un oğulları ise Anadolu’daki fetihlerini Oğuzlar’a da- Yüreğir, Kınık ve Özerli Türkmenleri arasında bilhassa XV. yüzyıldan itibaren çifçiliğin geliştiği anlaşılıyor. Osmanlı yanarak yapmışlardı. hâkimiyeti (1517) başladığı esnada, Yüreğir ve Kınıklar oymak hayatını ve teşkilatını kaybetmiş idiler. …Üç-Oklar’a gelince, onların pek çoğu Türk-Memluk ordusunun yanında Çukur-Ova bölgesinin fethine katılmış ve bu- ...Teke sancağı: XVI. yüzyılda bu sancağın Kara-hisar kazasında 272 nüfuslu bir İğdir oymağı yaşadığı gibi, yine aynı rada yurt tutmuştur. ...Bu bölgeyi fethetmiş olan Üç-Oklar toprağa bağlanmışlar ve kısmen boy teşkilatlarını kaybet- sancakta bir yöre ve 6 köy de bu boyun adını taşımaktadır. Bilhassa bu yer adları İğdirlerin Teke sancağında kalabalık mişlerdir. Bölgenin açılmasında mühim roller oynamış olan Yüreğirler ve Kınıklar’ın XVI. yüzyılda yerleştikleri yerler- bir surete yerleşmiş olduğunu ifade etmektedir. Yazıcı oğlu Ali Antalya’nın Selçuklu hükümdarı Gıyaseddin Keyhüsrev de yalnız adları kalmıştır. Henüz tamamıyla çözülmeyerek oymak teşkilatlarını muhafaza edenler: Kara-İsalu, Kusun, tarafından fethini anlatırken “ol memleketin sahraları ve bişeleri İğdir’den Yörük evi ile doldu” demektedir ki, bu söz mü- Koş-Temür, Ulaş, Gökçelü ve Elvan boylarıdır. ellifin zamanında İğdirlerin Teke’de kalabalık bir halde yaşadıklarını göstermesi bakımından önemli bir değer taşımak- …Tahrir deferlerinde görülen Oğuz boylarına mensup oymaklar, 24 boydan 23’ünün Anadolu’ya gelmiş olduğunu kesin tadır.[15] olarak ortaya koymuştu. …Bununla beraber boylardan bazılarının bir bölgede diğerlerine nazaran daha kalabalık bir Destanları halde yerleşmiş olduklarını, cetvele (Oğuz boylarına ait yer adları hakkındaki cetvel) dayanarak söylemek mümkündür. Oğuzların kendi dillerinde yazılmış biricik destanları Dede Korkut destanlarıdır. Bu destanlar son asırlara kadar Anado- Yüreğir: Adana (Yöre), Kastamonu (6), Sivas (7), Teke-Antalya bölgesi (4), Trabzon (1). lu Türkleri arasında sevilerek dinlenmiş, okunmuş ve Anadolu Türklerinin ataları Oğuzlara karşı derin bir bağlılık duy- İğdir: Kastamonu (8), Teke (6). malarında amil olmuştur. Öyle ki XV. yüzyılda Türkiye’de yaygın bir Oğuzculuk cereyanının mevcudiyeti bile görülmek- …Ankara felaketinin en mühim sonucu, bilindiği gibi, Yıldırım Bayezid’in tamamlamak üzere bulunduğu Türkiye tedir. Birliği’nin yeniden parçalanması olmuştur. Yıldırım Bayezid’in ülkesine dâhil bulunan Kemah kalesi ancak 1515’te tek- Fakat XVII. yüzyıldan itibaren bu destanlar Türkiye’de ehemmiyetlerini kaybetmeğe başladılar. Ozanların yerini âşıklar rar Osmanlı ülkesine girebildi. Bununla beraber, Türk halkı, XIV. yüzyılda olduğu gibi, bu yüzyılda da mutlu bir hayat aldı. Bunlar ise yeni bir destan terennüm ediyorlardı. Bu yeni destan Celali Köroğlu’nun maceralarını anlatıyordu. Bunun geçirmiştir. eski içtimai düzenin XVI. yüzyılın sonlarında yıkılması ile yakından ilgili olduğu muhakkaktır. Eski içtimai düzenin yı- XIV. yüzyılın ikinci yarısında ve XV. yüzyılın başlarında, Türkiye Türklerinin kıyafetleri, umumiyetle Orta Asya Türk- kılması ile yalnız Dede Korkut destanları ehemmiyeten düşmekle kalmamış, devlet de kudretini kaybetmiş ve Türk halkı lerininkinin aynı idi; ayaklarında, kadınlar da dâhil olmak üzere, sarı-kırmızı çizmeler ve başlarında kızıl börk vardı. da zayıf, yoksul ve muzdarip bir cemiyet haline gelmiştir. İşte Köroğlu bu cemiyetin destanıdır. Ozanlar XIV. yüzyılda olduğu gibi bu yüzyılda da ellerinde kopuzlar ile her tarafa dolaşıyorlar ve Dede-Korkut destan- Geredeli Celali Köroğlu Ruşen’in şahsiyeti etrafında teşekkül eden bu destan, Dede Korkut destanları gibi, Oğuz Türkle- larını söylüyorlardı. rinin, diğer bir deyimle Batı Türklerinin üç ayrı ülkede yaşayan torunlarının ortak milli destanları vasfını kazanmıştır. ...XIX. yüzyılın ikinci yarısına gelinceye kadar Türklerin devletin dayandığı asli unsur olduklarının Osmanlı hükümdar- Burada Cami-ut-Tevarih’teki “Türklerin tarihi ve Oğuz’un cihangirliğinin hikayesi” ile Uygurca “Oğuz Kağan Destanı” ları ve devlet adamlarınca anlaşılmış bulunduğu hakkında elimizde hiçbir delil yoktur. Mezkûr asrın ikinci yarısında yeniden ele alınmayıp, onlar hakkında umumi mahiyete birkaç söz söylemekle yetinilecektir. ...Önce şu hususu belirtelim Cevdet Paşa, Abdülhamit’in sadrazamı Sait Paşa ve hata Abdülhamit’in bu hususu anlamış oldukları söylenebilir. An- ki Uygurca Oğuz Kağan destanının İran’da, İlhanlı devrinde, Gazan Han veya halefi zamanında yazıldığından asla şüp- cak bu asırda Anadolu’yu gezen Avrupalılar, yoksul, fakat asil ruhlu ve namuslu olarak gördükleri Türk milletinin ölmek- he edilmemelidir. ...Bunlardan ilki Uygurca destanın İslami bir görüşle işlenmiş bir versiyonundan başka bir şey değildir. te, fena idareciler elinde mahvolmakta olduğunu söylüyorlardı. Yine bu seyyahlara göre, aynı ülkede yaşayan Hıristiyan- Her iki eser bize Türkçülük şuurunun mahiyeti hakkında oldukça açık bir fikir vermektedir. Anlaşıldığına göre bu şuu- lar ise mürefeh bir hayat sürmekte, Türklerin nüfusunun azalmasına karşılık onlarınki gitikçe çoğalmakta idi. run esasları şunlardır: ...XVII. yüzyıldaki Celali hareketlerinden sonra, müteakip asırlarda imparatorluğun asıl dayanağı ve anavatanı olan bu a- Oğuz Han’dan eserin yazıldığı devre kadar Türk âlemini, adları zikredilen şu kavimler temsil etmektedir: Oğuz (Türk- ülkede bir tarafan kıtlıklar ve salgın hastalıklar, diğer tarafan da uzun süren harpler yüzünden açılmış olan yaralar bir men), Uygur, Kıpçak, Kanlı, Karluk, Kalaç. türlü kapanmadı. Cezayir, Tunus ve Trablus gibi yerler için vakit vakit Anadolu’nun en babayiğit gençleri devşirilip götü- rülüyor, binlerce Türk genci, mühim bir kısmı veya çoğu bir daha dönmemek üzere, Yemene gönderiliyordu. Hülasa Os- b- Türklerin de eski zamanda yaşamış cihangir bir hükümdarları vardır. Bu cihangir hükümdarın adı Oğuz Kağan’dır. manlı, Anadolu’nun insanını ve servetini görülmemiş bir israfa tüketi. Edirne ve Manastır’da olmak üzere, Rum-ilinde c- Türk dünyası, Oğuz Han’ın yaptığı büyük fetihler neticesinde meydana gelmiştir. Yani Türk kavimlerinin Beş-Balık böl- iki, Şam ve Bağdad’da birer askeri idadi olmasına karşılık Sivas’tan İzmir’e kadar koskoca Anadolu bölgesinde bir tek as- gesinden Kara Deniz’in kuzeyine ve Anadolu’da Adalar Denizine kadar yayılmış olmaları Oğuz Han’ın fetihlerinden ile- keri mektep yoktu. Neticede Türk milleti maddeten telafisi imkânsız kayıplar verdi; hata belki manevi hasletlerinden ba- ri gelmiştir. zıları zayıfadı, yani türesi zaafa uğradı. d- Oğuzlar, Oğuz Han’ın 24 torunundan inmişlerdir. Uygurlar Oğuz Han’ın öz kavmi veya ona itaat eden Türklerdir. ...Hamid sancağının Eğridir yöresinde oturan Yörükler arasında 250 vergi nüfuslu bir Karkın oymağı vardır. Fakat bu Kıpçak, Kanlı, Karluk ve Kalaçlar da Oğuz Han’ın beylerinden türemişlerdir. Karkın oymağı bu yöredeki büyük Karamanlı boyuna bağlı gösteriliyor. e- Türklerin tarihi bölümünde, Oğuz Han, kavmini hak dinine sokmak için Tanrı tarafından gönderilmiş bir hükümdar Yine XVI. yüzyılda aynı adda bir oymağın da Teke’de yaşadığı görülür. olarak gösterilir. ...Teke, Hamid, Menteşe: Bu bölgelerdeki Yörükler arasında Bayındır adını taşıyan bazı küçük oymaklara rast geliniyor. ...İlhanlı sarayı ve çevresinde başlayan Türkçülük şuuru, Anadolu’da Oğuzculuk şuuru şeklinde XVII. yüzyıla kadar sür- Teke’deki Bayındır adlı oymaklardan 37 vergi nüfuslusu Bayındır Elsüz-Piri, 25 nüfuslu olanı ise Tülü-Bayındır şeklin-

216 217 Derebucak

müştür. Bu şuurun Osmanlı hanedanının siyasi başarılarında rol oynayan başlıca manevi amillerden biri olduğunu söy- lemek her halde yanlış bir görüş sayılmaz. “Osman, Ertuğrul oğlusun Oğuz, Kara-Han neslisin Hakkın bir kemter kulusun ’u aç gülzar yap!” ...Oğuzeli’nin daima üzerinde yaşadığı bir yurdu vardı. Yani bu yurt değişmemektedir. O yurdunda tam göçebe bir hayat sürdürmektedir; Fakat toplu bir halde göçüp konmamakta, yani el halinde kışlaktan yaylağa gidip gelmemektedir. Açık- ça anlaşılıyor ki beylerden her birinin boyu ile beraber oturduğu bir yurdu vardı. Bey boyu ile birlikte bu yurdun dağ veya dağlarında yaylamakta, ırmak, çay boyu gibi engin ve alçak yerlerinde de kışlamaktadır. Bu el Üç-Ok ve Boz-Ok adlarıyla iki kola ayrılmaktadır. Üç-Oklara aynı zamanda İç Oğuz, Boz-Oklara da Dış Oğuz deniliyor. Bu sonuncu sözlerden de anlaşılacağı üzere, her iki kol birbirine karışmayarak ayrı iki küme halinde yaşamak- ta idiler.[15] İktisadi Hayatları ...Göçebe bir hayat geçirdikleri için Oğuzların başlıca servetlerini hayvan sürüleri teşkil ediyordu. Yetiştirdikleri başlıca hayvanlar koyun, at ve devedir. Her ne kadar verilen toylar dolayısı ile at ve deve eti yenildiği anlaşılıyorsa da mutat ye- dikleri et koyun eti idi. Koyunları da pek çok olup, bunlar hakkında tümen yani on bin sayısı sık sık zikrediliyor. Deveye sadece bir nakil vasıtası (yüklet) gözü ile bakılıyordu. At ise, onların destanlardaki deyimle binit’leri idi. ...Koyun için şişlik sözü kullanılıyor. Koyun etinden yapılan bir yemek olarak yahni adı da geçiyor. Yahni bugün de Türkiye’de bilinmektedir. Yine destanlarda etmek (ekmek) den başka gömeç kelimesi de geçmektedir. Gömeç, küle gömü- lerek yapılan çörek veya yumuşak ekmeği deniliyor. Gömeç aynı anlamda Kaşgarlı’da görüldüğü gibi, Farsça eserlerde de bulunmaktadır. Bugün Anadolu’da hâlâ bilinen ve yapılan gömeçe bazı yerlerde kömme ve kömbe de denilmektedir. ...XV. yüzyılda Şirazlı Ebu İshak-ı Hallac’ın Divan-i et’ime’sinde, Türklere ait birçok yemeklerin adı geçiyor: tutmaç, gö- meç, güllaç, çörek, buğra, kıyma, umaç katık, çağır, kavud. Ayrıca börek ve mantu ile bozadan da bahsediliyor. Buğra da ünlü bir Türk yemeğidir. Yine oradaki gömeç, güllaç, çörek, umaç, bulamaç ve diğerlerinin bugün Türkiye’de yapılmak- ta olduğunu biliyoruz. ...Destanlarda saygı davranışları arasında selam verme ve el öpmeden bahsediliyor. Selam şekli “baş indirip, bağır basmak”tı. Oturuş şekli hakkında sarih bir ifade yoktur. Herhalde mutat oturuş şekli bağdaş kurma olsa gerektir. Söz söyleyecek bir kimse büyüklerin önünde diz çökerdi. Bugün Türkiye’de bu gelenek henüz yaşamaktadır. Küçükler büyüklerin ellerini öperler, büyükler de onların boyunlarını öperlerdi. Anadolu’da görüldüğü gibi, sadece uzun zaman ayrı kalıp buluştukla- rında birbirlerine sarılmakta idiler. ...Onlar karşılaştıkları olaylar karşısında taşkın ve coşkun tepkiler gösteriyorlar. Böylece “acığı tutduklarında” yani öfe- lendiklerinde bıyıklarından kan çıktığı yahut kara taşı kül eyledikleri söylenen Alplerin, sevdiklerinin tutsaklığı veya ölü- mü karşısında “böğürü böğürü” ağladıkları görülüyor. ...Kahramanların sevinç davranışlarından biri de kas kas gülmekti. Bugün Anadolu’da bu söz hâlâ kullanılmaktadır. Se- vinçli bir haber, “muştuluk ve gözün aydın” sözleri ile bildiriliyordu. ...Derin üzüntünün bir tezahürü de börk veya sarıklarını yere vurmaktı ki, Osmanlılarda da aynı gelenek vardı.[15]

ESKİ TÜRKLERİN VE OĞUZLARIN İNANÇLARI Burada eski Türklerin dini inançları hakkında biraz daha fazla bilgi vermek yerinde olacaktır. Bugün, özellikle İs- lam öncesi Türk tarihi hakkındaki bilgilerimiz Rus ve İsveçli bilim adamlarının yaptığı çalışmalara dayanmaktadır. Türkler tarafından Göktürk Devleti gibi pek muazzam devletler kurulmuştur. Ancak sorulduğu zaman bir iki bal- bal taşıyla birkaç kitabeden başka bir şey gösterilememektedir. Zira yabancı bilim adamları ancak bu kadarını or- taya koyabilmişlerdir.

218 Derebucak Derebucak müştür. Bu şuurun Osmanlı hanedanının siyasi başarılarında rol oynayan başlıca manevi amillerden biri olduğunu söy- Türklerin İslam öncesi Şamanist oldukları savı hiçbir kaynağa dayanmayan yanlış bir savdır. Türklerin, çok eski ta- lemek her halde yanlış bir görüş sayılmaz. rihlerden gelen inanç sisteminde, Tanrı inancının kesin bir yer tutuğu bilinmektedir. Türklerde Gök Tanrı inan- cı vardır. Türk topluluklarında Tanrı inancı hep merkezi bir konumda yer alır ve “Tengri” kelimesi bazı değişik te- “Osman, Ertuğrul oğlusun lafuzlara rağmen bütün Türkî kavimlerde vardır. Muhtelif yazıtlarda bolca bahsedilen Tengri, bütün Türklerde te- Oğuz, Kara-Han neslisin mel olarak ilahlaştırılmış gök kavramıyla ifade edilmektedir. Hakkın bir kemter kulusun İstanbul’u aç gülzar yap!” Köl-tegin abidesinin Doğusundaki 1. satır ve Bilge Kağan abidesinin Doğusundaki 2. satırın ilk kısımları “Üze kök tengri asra yağız yer kılındukda ikin ara kişi ogli kılınmış” diye başlamaktadır. ‘Üste mavi gök, alta yağız yer yaratı- ...Oğuzeli’nin daima üzerinde yaşadığı bir yurdu vardı. Yani bu yurt değişmemektedir. O yurdunda tam göçebe bir hayat lınca ikisi arasında insanoğlu yaratılmış’, demektir. Her ne kadar ‘kılındukda’ fiilin pasif şekli olduğundan kesin bir sürdürmektedir; Fakat toplu bir halde göçüp konmamakta, yani el halinde kışlaktan yaylağa gidip gelmemektedir. Açık- mana verilmesini önlüyorsa da açıkça ‘mavi’ ve de ‘yağız’ sıfatları kullanıldığına göre, gözüken gök, madde-toprak ça anlaşılıyor ki beylerden her birinin boyu ile beraber oturduğu bir yurdu vardı. Bey boyu ile birlikte bu yurdun dağ veya ilişkisi söz konusudur. dağlarında yaylamakta, ırmak, çay boyu gibi engin ve alçak yerlerinde de kışlamaktadır. Köl-tegin abidesinin Kuzeyindeki 10. satırda bulunan “Öd Tengri yaşar, kişi ogli qop ölgeli törümiş” şeklindeki ifade Bu el Üç-Ok ve Boz-Ok adlarıyla iki kola ayrılmaktadır. Üç-Oklara aynı zamanda İç Oğuz, Boz-Oklara da Dış Oğuz için, M. Bazin ‘Zaman Tanrı buyuruyor’ der. Bunu H. N. Orhun ‘Zamanı Tanrı takdir eder’ şeklinde yazar. Yani ’İn- deniliyor. Bu sonuncu sözlerden de anlaşılacağı üzere, her iki kol birbirine karışmayarak ayrı iki küme halinde yaşamak- sanın ömrünü Tanrı takdir eder, bütün insanlar ölmek için türemiştir’ anlamındadır. Ne şekilde yorumlanırsa yo- ta idiler.[15] rumlansın, bu sözlerde sadece Tanrı hayat verir ve istediği zamanda geri alır, anlamı vardır. İktisadi Hayatları Gök Tanrı inancının, semavi dinlerde olduğu gibi tapınakları mevcut değildir. Eski Türkler tarafından, Tanrının re- ...Göçebe bir hayat geçirdikleri için Oğuzların başlıca servetlerini hayvan sürüleri teşkil ediyordu. Yetiştirdikleri başlıca sim ve heykelleri yapılarak onlara tapınılmış da değildir. Dolaysıyla Türkler, daha geleneksel Türk dini dönemin- hayvanlar koyun, at ve devedir. Her ne kadar verilen toylar dolayısı ile at ve deve eti yenildiği anlaşılıyorsa da mutat ye- de, evrensel ve semavi dinlerin tek Tanrı anlayışına yakın özelliklere sahip bir Tanrı anlayışına erişmiş bulunmak- dikleri et koyun eti idi. Koyunları da pek çok olup, bunlar hakkında tümen yani on bin sayısı sık sık zikrediliyor. Deveye tadır. Bu anlayışta eşi ve benzeri olmayan, insanlara yol gösteren, onların varlıklarına hükmeden, cezalandıran ve sadece bir nakil vasıtası (yüklet) gözü ile bakılıyordu. At ise, onların destanlardaki deyimle binit’leri idi. mükâfatlandıran bir ‘Uluğ Bayat’ (Ulu Varlık) telakkisi söz konusudur. ...Koyun için şişlik sözü kullanılıyor. Koyun etinden yapılan bir yemek olarak yahni adı da geçiyor. Yahni bugün de Türkler, tarihleri boyunca Şamanist olmamıştır. Orta Asya’da üç büyük millet yaşamıştır ve yaşamaktadır. Bunlar; Türkiye’de bilinmektedir. Yine destanlarda etmek (ekmek) den başka gömeç kelimesi de geçmektedir. Gömeç, küle gömü- Türkler, Moğollar ve Çinlilerdir. Hem ırk, hem de din bakımından birbirleriyle yakınlıkları yoktur. Çin’de, Türkle- lerek yapılan çörek veya yumuşak ekmeği deniliyor. Gömeç aynı anlamda Kaşgarlı’da görüldüğü gibi, Farsça eserlerde rin mızmız dinler olarak vasıfandırdığı Konfüçyanizm, Budizm gibi inanışlar yaygın iken, Moğollar Şamanist idi- de bulunmaktadır. Bugün Anadolu’da hâlâ bilinen ve yapılan gömeçe bazı yerlerde kömme ve kömbe de denilmektedir. ler. Din adamlarına da Şaman adı verilirdi. Türkler, Şamanist olmadığı gibi aralarında Şaman adı verilen din adam- ...XV. yüzyılda Şirazlı Ebu İshak-ı Hallac’ın Divan-i et’ime’sinde, Türklere ait birçok yemeklerin adı geçiyor: tutmaç, gö- ları da yoktu. Türklerin Kam’ları vardır. meç, güllaç, çörek, buğra, kıyma, umaç katık, çağır, kavud. Ayrıca börek ve mantu ile bozadan da bahsediliyor. Buğra da Çin kaynaklarının, Türk dini tarihi bakımından en önemlilerinden olan Vey-Şu’da, ilk dönem Türk dini hakkında ünlü bir Türk yemeğidir. Yine oradaki gömeç, güllaç, çörek, umaç, bulamaç ve diğerlerinin bugün Türkiye’de yapılmak- şu bilgiler yer alıyor: ta olduğunu biliyoruz. r Türkler Doğu yönüne hürmet ederler ve Han’ın otağına doğudan girerler. ...Destanlarda saygı davranışları arasında selam verme ve el öpmeden bahsediliyor. Selam şekli “baş indirip, bağır r Bütün Türkler her yıl ecdat mağaralarına gidip orada kurban keserler. basmak”tı. r Beşinci ayın ortasında (10.-20. günleri arası) ırmak kenarına gidip Gök Tanrı’ya kurban sunarlar. Oturuş şekli hakkında sarih bir ifade yoktur. Herhalde mutat oturuş şekli bağdaş kurma olsa gerektir. Söz söyleyecek bir kimse büyüklerin önünde diz çökerdi. Bugün Türkiye’de bu gelenek henüz yaşamaktadır. Küçükler büyüklerin ellerini r Bodin- İli adlı dağ zirvesini ziyaret ederler. öperler, büyükler de onların boyunlarını öperlerdi. Anadolu’da görüldüğü gibi, sadece uzun zaman ayrı kalıp buluştukla- Geleneksel Türk dininde aile babası, başkan, hakan ve kamlar belli dini otoritelere sahip tipler olarak gözükmek- rında birbirlerine sarılmakta idiler. tedirler. 11. yüzyılda Kaşgarlı Mahmut’un yazdığı Divan-ı Lügat-it Türk’te ‘kam’ kelimesi ‘kâhin’ olarak tanımlan- ...Onlar karşılaştıkları olaylar karşısında taşkın ve coşkun tepkiler gösteriyorlar. Böylece “acığı tutduklarında” yani öfe- maktadır. Aynı yüzyılda Yusuf Has Hacib’in yazdığı Kutadgu Bilig’de kamlar ‘otacılar’ (tabipler) ile eşdeğer görül- lendiklerinde bıyıklarından kan çıktığı yahut kara taşı kül eyledikleri söylenen Alplerin, sevdiklerinin tutsaklığı veya ölü- mektedir. mü karşısında “böğürü böğürü” ağladıkları görülüyor. Kaşgarlı Mahmut’un Divân-ı Lügât-it Türk’ünde; yalavaç, yalvaç gibi resul, peygamber anlamında Türkçe kelime- ...Kahramanların sevinç davranışlarından biri de kas kas gülmekti. Bugün Anadolu’da bu söz hâlâ kullanılmaktadır. Se- ler bulunması, Türkler tarafından, eski devirler de bile peygamber kavramının bilindiğinin ispatıdır. vinçli bir haber, “muştuluk ve gözün aydın” sözleri ile bildiriliyordu. Eski Türk inancında görülen “Yaratıcı” ya da “Uluğ Bayat” inancının İslam’a çok yakın olmasının sebebi de pey- ...Derin üzüntünün bir tezahürü de börk veya sarıklarını yere vurmaktı ki, Osmanlılarda da aynı gelenek vardı.[15] gamberlerdir. Bu inanca göre Tanrı’nın sıfatları; BİR = Tek olan, MENGÜ = sonsuz, BAYAT = Başsız, MUNGSUZ = Kendi kendine var olan ve sıkıntılardan uzak olan, DİRİ = Hayat sahibi, ERKİ = İrade sahibi, OGAN = Kudret sahi- bi, TÖRÜTGEN = Yaratıcı… olarak sayılmaktadır.[37] ESKİ TÜRKLERİN VE OĞUZLARIN İNANÇLARI Dolayısıyla İslamiyet’ten önceki Türk dini inancına bakıldığında şaşılacak derecede İslam akaidine benzeyen nok- Burada eski Türklerin dini inançları hakkında biraz daha fazla bilgi vermek yerinde olacaktır. Bugün, özellikle İs- talar görülür. En başta geleni Vahdaniyet yani Yaratan’ın bir olması inancıdır. Bunun yanı sıra Ahirete, öldükten lam öncesi Türk tarihi hakkındaki bilgilerimiz Rus ve İsveçli bilim adamlarının yaptığı çalışmalara dayanmaktadır. sonra hesabın varlığına, cennet ve cehenneme inançları vardır. … Devrin ‘öbür tarafa’ ait kavramlarını tanımak çok Türkler tarafından Göktürk Devleti gibi pek muazzam devletler kurulmuştur. Ancak sorulduğu zaman bir iki bal- ilginç olacaktır. ‘Gök aynı zamanda dürüst ruhların oturdukları yerdir: Nasıl yerin altı kötülerin cehennemi ise. bal taşıyla birkaç kitabeden başka bir şey gösterilememektedir. Zira yabancı bilim adamları ancak bu kadarını or- …Dayandığımız yegâne metin, bizim bildiğimiz kadarı ile cenaze törenlerindeki dini uygulamaları anlatan S. Julien’in Bel- taya koyabilmişlerdir. geler, J.A., 1864, s.331’dir. Bu metin iyice bilinmektedir. Bu bakımdan anlatıklarımızı açıklayabilmek amacı ile yayınlıyoruz:

218 219 Derebucak

“Bir insan öldüğünde vücudu çadıra konur. Oğulları, yeğenleri, her iki cinsten akrabaları, her biri bir koyun veya at öldürür ve kurbn verdiklerini göstermek için çadırın önüne konur. Acıklı çığlıklar atarak çadırın etrafında yedi defa dolaşır, çadırın kapısına gelişlerinde bir bıçakla yüzlerini keserler. Böylece gözyaşlarıyla birlikte kanlarının da aktığını gösterirler. Yedi tur yaptıktan sonra dururlar. Bundan sonra ölenin bindiği at ve onun kullandığı bütün eşyalar yakılır. Bunların külleri toplanır ve ölü ile birlikte özel günlerde beraberce gömülür. Bir insan şayet ilkbahar ve yazın ölmüşse, gömmek için yaprakların sararıp düşmesi beklenir. Sonbahar veya kışın ölmüşse, yaprakların tekrar çıkması veya çiçeklerin açması beklenir. Bir çukur kazılır ve gömülür. Cenaze merasimi günü akrabaları ve yakınları bir kurban keserler, atla koşarlar, ilk günde yaptıkları gibi yüzle- rini çizerler gömdükten ve dikitinin konulmasından sonra bu dikitin yanına taşlar ve bir yazı konur. Taşların sayısı ölenin hayata iken öldürdüklerinin sayısına eşitir. Bir kişi öldürmüşse bir taş konur. Bazılarının yanına yüz hata bin taş konduğu görülmüştür. Bir babanın bir büyük kardeşin veya bir amcanın ölümünden sonra oğlu, küçük kardeşi ve yeğenleri onun dulu ile evlenir. Mezarı işaretlemek için büyük bir direk dikerler ve üstüne bir ev yaparlar, içine ölen kimsenin resmini yaparlar ve hayat- ta iken katıldığı çarpışmaları temsil eden resimler çizerler.”[34] Eski Türklerin din adamları bulunmuyordu, ancak Kam adı verilen tabip / kâhin karışımı bir mesleği icra eden- ler vardır. Kazılık dedikleri Şeytanın varlığına, kötülüğüne ve yeraltında yaşadığına da inanmaktaydılar. Türkler bu inançlarını Müslüman oldukları 10. yüzyıla kadar devam etirmişlerdir. Türkler tarih boyunca hemen hemen mevcut bütün evrensel dinlerle temas etmişlerdir. Bunların hepsine giren Türkler de olmuştur. Bunlardan yalnızca İslamiyet’e girenler milli benliklerini korumuşlardır. Bu dikkate şayan bir durumdur.

YÖRÜKLER LİKYA BURDUR YÖRESİNDE ANTROPOLOJİK ARŞTIRMA Felix Von Luschan Avusturyalı bir doktordur. Paris’te antropoloji tahsili de yapmıştır. Birçok ülkede olduğu gibi Anadolu’da da kazı ve incelemeler yapmıştır. Ülkemizde Zincirli’de yaptığı kazılarla tanınmıştır. “Ön Asya Gezile- ri”, “Küçük Asya Gezileri” gibi kitapları vardır. Yörük kavramı özellikle Anadolu’da çok kesin tarif edilmeli ve anlatılmalıdır. Çünkü Anadolu’da ‘Yörük’ diye tanımlaya- madığımız ‘Yörük’ diyemediğimiz, yeriyle yurduyla göçen sayısız topluluk vardır. Yazın serinlemenin, dolayısıyla yayla- ya çıkmanın kaçınılmaz olduğu bu iklimde, Anadolu’nun Müslüman olan bütün halkı, biz Avrupalılardan farklı olarak, yüksek yerlere gitmekten kendilerini alamazlar… Yörüklerin çadırları koyu keçi kılından dokunmuştur. Dikdörtgen bir temel planda, 9 direğe dayalı, çok havadar, örgü il- meğinin gevşekliği dolayısıyla aydınlık, içerden dışarısının görünme imkânı olan bu çadırlar, sanıldığının tersine su geçir- mezler. Arpa ve diğer erzaklarla doldurulmuş ağır çuvallar, çoğunlukla çadırın ortasına konur ve kadınlarla erkeklerin odalarını birbirinden ayırır. Bu tip çadırlar Yörüklere mahsustur ve onların karakterini taşır. Bunu özellikle hatırlatmakta yarar var, çünkü Anadolu’da başka türlü binlerce çadır görebilirsiniz. Bu çadırları Yörük ça- dırlarıyla karıştırmamak gerekir. Ömürlerini çadırlarda geçiren Yörüklerin meşguliyetleri ve geçimleri de tabii ki, çadır yaşantısına uygundur. Asıl geçim kaynakları hayvancılıktır. Bunun dışında halı, hasır ve ihtiyaç duyulan dokumalar yaşantılarının büyük bir bölümünü oluştururlar. Esas besinleri süt ve peynirdir. Kendi ihtiyaçlarının dışındaki besin maddelerini, dokumaları yakın köyle- re ve şehirlere satarlar. Özellikle Yörük dokumaları uzun zaman Avrupa’da kapı pencere perdesi olarak revaçtaydı. Bun- lar koyun, keçi ve hecin develerinden imal edilmiştir. Yörüklerde sığır ve at istisna olarak yetiştirilir. Buna karşın av, ya- şantılarında büyük bir rol oynar. Diyebilirim ki, Batı Akdeniz yöresindeki Yörükler en iyi panter ve dağ keçisi avcılarıdır. Antropologlar tarafından çok az tanınan Antalya ve Batı Akdeniz Bölgesi’ndeki Yörükler hakkında onları komşuları olan diğer topluluklardan ayıran önemli bir gelenekten de söz etmek gerekir. Bu, yeni doğan çocukların başlarının şeklini, sargı ve bandajla sarıp, değiştirme geleneğidir. Antalya ve Batı Akdeniz Yörüklerinin kafa şekli değiştirmede hangi yönte- mi kullandıkları uzmanlar tarafından kolayca bilinebilir. Yalnız bir Yörük kadınının dikkati, bu eziyetlerin doğabilecek sonuçlarına çekilip, bunun amacı sorulsa alışılmış cevap şu olur; “Anam böyle yaptı, ben de yapıyorum”.[18]

220 Derebucak Derebucak

“Bir insan öldüğünde vücudu çadıra konur. Oğulları, yeğenleri, her iki cinsten akrabaları, her biri bir koyun veya at öldürür TÜRKİYE’NİN GÜNEYİNDE GÖÇEBE GELENEKLERİ ve kurbn verdiklerini göstermek için çadırın önüne konur. Acıklı çığlıklar atarak çadırın etrafında yedi defa dolaşır, çadırın (Les Traditions des Nomedes de la Turquie Meridionale) kapısına gelişlerinde bir bıçakla yüzlerini keserler. Böylece gözyaşlarıyla birlikte kanlarının da aktığını gösterirler. Yedi tur Kemal Özbayrı Tarsuslu bir öğretmendir. Jean Paul Roux isimli bir Fransızla birlikte Yörükler hakkında araştırma- yaptıktan sonra dururlar. Bundan sonra ölenin bindiği at ve onun kullandığı bütün eşyalar yakılır. Bunların külleri toplanır lar yapmıştır. ’da görev yaptığı için araştırmalarında ağırlıklı olarak Alanya ve çevresi üzerinde durmuştur. ve ölü ile birlikte özel günlerde beraberce gömülür. Bir insan şayet ilkbahar ve yazın ölmüşse, gömmek için yaprakların sararıp düşmesi beklenir. Sonbahar veya kışın ölmüşse, yaprakların tekrar çıkması veya çiçeklerin açması beklenir. Bir çukur kazılır Göç yılda en az iki yer değiştirme olayı olmasına karşın, genellikle tek olaymış gibi algılanır. Bu da, yüksekteki otlakları ve gömülür. Cenaze merasimi günü akrabaları ve yakınları bir kurban keserler, atla koşarlar, ilk günde yaptıkları gibi yüzle- karlar kapladığında terk etmek olarak kabul edilir. Yani Alanya yöresinde göç Yörük için yaylayı terk etmek zorunda ka- rini çizerler gömdükten ve dikitinin konulmasından sonra bu dikitin yanına taşlar ve bir yazı konur. larak sahile inmektir. Çünkü kış, hayatın, dahası var olmanın ölü bölümüdür, geleneklerin en uzak olduğu bölümdür. O zaman hayat çetindir. İşte bu çetin şartlar Yörüğü yurdundan koparır… Taşların sayısı ölenin hayata iken öldürdüklerinin sayısına eşitir. Bir kişi öldürmüşse bir taş konur. Bazılarının yanına yüz hata bin taş konduğu görülmüştür. Bir babanın bir büyük kardeşin veya bir amcanın ölümünden sonra oğlu, küçük Yörüklerin barınaklarını kurdukları yerin adıysa “yurt”tur. Bunda tam olarak bizim anladığımız yurt anlamı bulunmaz. kardeşi ve yeğenleri onun dulu ile evlenir. En çok yükseklerde kurulmuş bir kamp veya kampın kurulduğu yer yurtur. Ev de keçi kılından dokunmuş kara çadır veya kıl çadırdı. Eski Türklerde de bu böyle bilinirdi, ama yerleşik hayat bu anlamı değiştirmiştir… Mezarı işaretlemek için büyük bir direk dikerler ve üstüne bir ev yaparlar, içine ölen kimsenin resmini yaparlar ve hayat- ta iken katıldığı çarpışmaları temsil eden resimler çizerler.”[34] Eskiden aşiret aşiret büyük bir disiplinle göç eden Yörükler, bu hızlı hareket karşısında dağınık hale gelmişler, dolayısıy- la göç sırasındaki törenlerle güçlenen bağları zayıfatmışlardır. Bu da doğal olarak geleneğin terk edilmesi anlamına gel- Eski Türklerin din adamları bulunmuyordu, ancak Kam adı verilen tabip / kâhin karışımı bir mesleği icra eden- mektedir.”[18] ler vardır. Kazılık dedikleri Şeytanın varlığına, kötülüğüne ve yeraltında yaşadığına da inanmaktaydılar. Türkler bu inançlarını Müslüman oldukları 10. yüzyıla kadar devam etirmişlerdir. Türkler tarih boyunca hemen hemen mevcut bütün evrensel dinlerle temas etmişlerdir. Bunların hepsine giren TEKE YÜRÜKLERİ HAKKINDA NOTLAR Türkler de olmuştur. Bunlardan yalnızca İslamiyet’e girenler milli benliklerini korumuşlardır. Bu dikkate şayan bir Nuh Naci Kum (Atabeyli) aslen Ispartalıdır. 1898 yılında Seydişehir’de doğmuştur. Bir yazar, ozan, müzeci, öğret- durumdur. men ve araştırmacıdır. Yörükler ve Tahtacılar hakkındaki araştırmalarıyla tanınmıştır. Yerleşme YÖRÜKLER On birinci asırdan sonraları büyük Türkmen akınları ve Teke Türkmenlerinin yerleşmeleri dolayısıyla Teke İli adını alan LİKYA MİLAS BURDUR YÖRESİNDE ANTROPOLOJİK ARŞTIRMA Antalya İli içindeki yürüklere dair birkaç not arz edeceğim. Felix Von Luschan Avusturyalı bir doktordur. Paris’te antropoloji tahsili de yapmıştır. Birçok ülkede olduğu gibi Vambery’nin Türk etnografyası’nda tarihi dirlikleri ve yerleri tespit edilmiş olan Türkmen oruğunun Teke’ler boyundan Anadolu’da da kazı ve incelemeler yapmıştır. Ülkemizde Zincirli’de yaptığı kazılarla tanınmıştır. “Ön Asya Gezile- kümeli bir kısmı, orman, fundalık, yaylak ve sulakları bol olan Toroslar da yerleşmişlerdir. Hâlâ salt göçebe veya yarım ri”, “Küçük Asya Gezileri” gibi kitapları vardır. göçebe olarak bu çevrelerde yaşayan Yürüklerden başka 24 Oğuz boyundan mühim bir kısımda Isparta, Burdur ve Antal- Yörük kavramı özellikle Anadolu’da çok kesin tarif edilmeli ve anlatılmalıdır. Çünkü Anadolu’da ‘Yörük’ diye tanımlaya- ya illeri içinde bulunmaktadır. Yer ve yerleşenlerin adları bunu ispat eder. madığımız ‘Yörük’ diyemediğimiz, yeriyle yurduyla göçen sayısız topluluk vardır. Yazın serinlemenin, dolayısıyla yayla- Antalya İlbaylığının 1933’teki resmi bir tetkiki sonucunda: Vilayet merkez ilçesi dâhilinde 4, Serik’te 15, ’ta ya çıkmanın kaçınılmaz olduğu bu iklimde, Anadolu’nun Müslüman olan bütün halkı, biz Avrupalılardan farklı olarak, 15, Korkuteli’nde 1, Elmalıda 3, ’de 4, Alanya’da 1, Yürük oymaklarının toptan 2668 çadır halkı olduğu anlaşıl- yüksek yerlere gitmekten kendilerini alamazlar… mıştır. Yörüklerin çadırları koyu keçi kılından dokunmuştur. Dikdörtgen bir temel planda, 9 direğe dayalı, çok havadar, örgü il- Teke Yürüklerinin göç mıntıkaları, kışın en çok Antalya’nın merkez ve Serik, Manavgat sahil kışlaklarıdır. Yazın ise; Ak- meğinin gevşekliği dolayısıyla aydınlık, içerden dışarısının görünme imkânı olan bu çadırlar, sanıldığının tersine su geçir- seki, Elmalı, Eğridir, (Anamas Yaylası), Bozkır, Yalvaç (Sultan Dağları) yaylalarıdır. mezler. Arpa ve diğer erzaklarla doldurulmuş ağır çuvallar, çoğunlukla çadırın ortasına konur ve kadınlarla erkeklerin odalarını birbirinden ayırır. Bu tip çadırlar Yörüklere mahsustur ve onların karakterini taşır. Teke Yürükleri günden güne yerleşmekte ve tarla, çif, çubuk, bağ, bahçe sahibi olmaktadır. Bunların % 50’si arazi sahibi- dir. Esasen köylüleşmiş olan halkın yarıdan çoğu Akdeniz ikliminin yazınki sıcaklığı dolayısıyla köylerine civar olan yay- Bunu özellikle hatırlatmakta yarar var, çünkü Anadolu’da başka türlü binlerce çadır görebilirsiniz. Bu çadırları Yörük ça- lalara göç etmektedirler. dırlarıyla karıştırmamak gerekir. Yürüklerin göç müddetleri nisan ayından birinci teşrine kadar 6–7 ay sürer.[38] Ömürlerini çadırlarda geçiren Yörüklerin meşguliyetleri ve geçimleri de tabii ki, çadır yaşantısına uygundur. Asıl geçim kaynakları hayvancılıktır. Bunun dışında halı, hasır ve ihtiyaç duyulan dokumalar yaşantılarının büyük bir bölümünü Geçim Görenek Ve Türe oluştururlar. Esas besinleri süt ve peynirdir. Kendi ihtiyaçlarının dışındaki besin maddelerini, dokumaları yakın köyle- Teke Yürüklerinin diğer bütün yürükler gibi geçim ve dirlikleri çok sadedir. Ellerindeki malları: kara kıl keçileri ile sığır ve re ve şehirlere satarlar. Özellikle Yörük dokumaları uzun zaman Avrupa’da kapı pencere perdesi olarak revaçtaydı. Bun- develeridir. Bunların mahsullerini pazarlarda satar, para ve eşya ile mübadele ederler. Tarlaları olanlar zahirelerini ken- lar koyun, keçi ve hecin develerinden imal edilmiştir. Yörüklerde sığır ve at istisna olarak yetiştirilir. Buna karşın av, ya- dileri temin ederler. Yayladan göçecekleri sıralarda Koçhisar Tuz Gölüne giderek develere yükletikleri tuzu pazarlarda şantılarında büyük bir rol oynar. Diyebilirim ki, Batı Akdeniz yöresindeki Yörükler en iyi panter ve dağ keçisi avcılarıdır. satarlar. Davar dedikleri kıl keçilerin kıllarından çadır, çul, çuval gibi ev gereçlerini yaparlar. Besledikleri ufak koyun sü- Antropologlar tarafından çok az tanınan Antalya ve Batı Akdeniz Bölgesi’ndeki Yörükler hakkında onları komşuları rüleri de yünleriyle onların keçe ve kepenek ihtiyaçlarını temin eder. Hayvanların derilerinden tuluk ve tulumlar, ayak- olan diğer topluluklardan ayıran önemli bir gelenekten de söz etmek gerekir. Bu, yeni doğan çocukların başlarının şeklini, larına çarıklar yaparlar. Develerin de yününden aba, kilim ve çuvallar dokurlar. Sırtlarına giydikleri kaba şayakları da sargı ve bandajla sarıp, değiştirme geleneğidir. Antalya ve Batı Akdeniz Yörüklerinin kafa şekli değiştirmede hangi yönte- (menevrek) koyun ve deve yününden evlerinde dokurlar. Her çadırda bir dokuma tezgâhı bulunur; evin gelin ve kızları mi kullandıkları uzmanlar tarafından kolayca bilinebilir. Yalnız bir Yörük kadınının dikkati, bu eziyetlerin doğabilecek bu tezgâhlarda kilim, zili, vs. dokumasını bilirler. Malı olmayan yürüklerin çoğu, diğer mal sahiplerine çobanlık ve ırgat- sonuçlarına çekilip, bunun amacı sorulsa alışılmış cevap şu olur; “Anam böyle yaptı, ben de yapıyorum”.[18] lık yaparak geçinirler. Gıdaları, süt, yoğurt, peynir, bulgur ve kuru sebzelerdir. Ekmekleri mayasız yufadır (şepit); bu ek- meği her gün saç kondurarak pişirirler.

220 221 Derebucak

Yürüklerdeki aile teşkilatı, diğer köylü Türklerden farksızdır. Büyüklerine çok saygıları vardır. Kadınları çok ciddi ve ırz, namus kayıtlarına çok bağlıdırlar.; erkeklerden kaçmazlar; fakat bir erkek kadar cesur, mihnete dayanıklıdır; güzel ata binerler. Evlenme işlerinde delikanlı erkek ve genç kız ekseriya kendi kendilerine sevişir ve anlaşırlar. Kız tarafının rızası olmayan bazı evlenmelerde kız kaçırılmak âdeti vardır. Bu takdirde oğlan tarafı fazlaca ağırlık vererek sulh olurlar. Rıza ile olan evlenmelerde de, hal ve vakitlerine göre oğlan evi kız evine; deve, davar, sığır, at… Gibi ağırlıklar verir. Düğünler çokluk, sahil kışlağına inilen güz mevsiminde yapılır. Düğüne komşu obalar okunur; onlarda birçok armağanlarla gelirler. Çok enteresan eğlenceleri vardır: Deve güreşleri, cirit oyunları, seymen alayları, pehlivan güreşleri, soytarılıklar, türlü rakslar yapılır. Teke Yürüklerinin milli bir oyunu vardır: Teke Zortlaması. Bu oyun iki kişi tarafından ellerde kaşıklarla ve ayakuçla- rında zıplayarak ve dizleri de hafifçe büküp yaylandırarak oynanır, sallama havasıdır. Bu oyunun türküsü şöyle başlar: Hamamdan da çıktık ikimiz Hamamdan Sulu sulu şefali yükümüz… Gel sarılalım yatalım ikimiz Hay gelin Sulu sulu şefali yükümüz… Bu oyunlar kaval, kemençe ve sazların çalınması ile oynanır. Yürüklerin başlıca çalgı aleti Koca Kavaldır. Ney gibi uzun ve ağaçtan yapılmış olan koca kavalı maharetle çalanlar vardır. Kara koyun havası da Yürüklerin milli türküsüdür. Yü- rüklerin Gurbet Yakımları ve Durna Havaları da meşhurdur. Ya duman da vardır yüce dağların başında Hey… Başında Arzum da kaldı şu illerin toprağında, taşında Hey… Taşında Ya bizim de değil il âlemin başında Hey… Başında Gitme durnam bellerin avcısı çekilsin İneceğin göllerin donu çezilsin Kanadı bitmedik yavrular kalındı kal.[38]

AKSEKİ KZASI Tarih-Coğrafya-Turizm-Biyografya Aksekili bir eğitimci olan Kemal Özkaynak’ın Akseki ve çevresi hakkında yazmış olduğu “Akseki Kazası” adlı ese- ri hem bölgemizle hem de Yörüklerle de ilgili önemli bilgiler vermektedir. Yörükler; 1071’de Malazgirt’te cereyan eden muharebeden sonra Anadolu yollarının açıldığını, Türkmenlerin batıya doğru göç et- meye başladığını biliyoruz. Bu göçebelerin bir kısmı Celaletin Harzemşah’la beraber gelmişlerdir. Tekeler, Karamanlar, Sarılar, İlbeyler… bunlardandır. Hepsinin isim ve karakter olarak izleri Akseki, Manavgat civarında bugün de mevcutur. Daha ziyade sürü, sığır, deve, at besleyen bu taife için en müsait yerler, İçel, Alaiye, Antalya ve Muğla civarı olduğundan iki müsait iklim arasında yayla-kışlak tedariki noktasından kolaylık elde edenler öteden beri buralarda göçebeliği ana- ne haline getirdiler. Akseki yaylalarına göç edenlerin bazısı, yaylakta veya kışlakta birer mekân buldular ve buraları ele geçirdikleri bir fer- manla köy yurt itihaz etiler. Buna muvafak olamayanlar da otlak bedeli ödeyerek barındılar. Fatih devrinde Türkmenlerin serazat hayatı dikkati çekti. Asayiş mülahazası ile oldukça iyi bir iskân siyaseti takip olun- du. Birçoklarına yurt temin edildi. Bunlar Yörükan Muharrirleri denilen kâtipler tarafından yazıldı. Rumeli’dekilere Evlad-ı Fatihan unvanı verildi. Fakat yine rahat durmadılar. Alaiye, Antalya ve Manavgat’ta iskân olunanlar gaileler çı- kardılar. Tediplerinden aciz kalan devlet, bir aralık itlaf için ferman ısdar etmek mecburiyetinde kaldı, bir kısmı Kıbrıs’a nefyedildi. Antalya’dan zorla gemileri bindirilenler gemide isyan çıkardılar. Bir kısmı adaya vasıl olmadan geri döndü, bir

222 Derebucak Derebucak

Yürüklerdeki aile teşkilatı, diğer köylü Türklerden farksızdır. Büyüklerine çok saygıları vardır. Kadınları çok ciddi ve ırz, kısmı Akdeniz sahillerine çıktılar. Bu sırada devletin gailesi artı. namus kayıtlarına çok bağlıdırlar.; erkeklerden kaçmazlar; fakat bir erkek kadar cesur, mihnete dayanıklıdır; güzel ata 1111’de (1699)Zekeriyalı, Sofulu, Takyeli, Hacı karalı, Kitreli, Yalçılı, İrikli… gibi Türkmenler icrayı şekavet etmeye binerler. başladılar. Bunların tedibine Alaiye mutasarrıfı memur edildi. Evlenme işlerinde delikanlı erkek ve genç kız ekseriya kendi kendilerine sevişir ve anlaşırlar. Kız tarafının rızası olmayan 1119’da (1707)Alaiye; Hamit, Beyşehir mutasarrıfarına bir ferman daha gönderildi. Bu sancakların ortasında şekave- bazı evlenmelerde kız kaçırılmak âdeti vardır. Bu takdirde oğlan tarafı fazlaca ağırlık vererek sulh olurlar. Rıza ile olan te devam eden Yörüklerin tedibi emir olundu. Ve tenkile memur olan Selim Bey’e mutasarrıfarın yardım etmesi istendi… evlenmelerde de, hal ve vakitlerine göre oğlan evi kız evine; deve, davar, sığır, at… Gibi ağırlıklar verir. Düğünler çokluk, sahil kışlağına inilen güz mevsiminde yapılır. Düğüne komşu obalar okunur; onlarda birçok armağanlarla gelirler. Çok 1126’da (1714)sürüp giden bu kaynaşmalar için devlet daha cebri tedbirler aldı. Müsait arazide, köylerde iskânlar yap- enteresan eğlenceleri vardır: Deve güreşleri, cirit oyunları, seymen alayları, pehlivan güreşleri, soytarılıklar, türlü rakslar tı. Afı umumi ilan eti. İbradı havalisinde, Kaşaklı’da yerleşenler oldu. Bu civarda iskân edilenler Alemdar Mustafa Paşa yapılır. devrinde isyana yeltendiler. Teke Yürüklerinin milli bir oyunu vardır: Teke Zortlaması. Bu oyun iki kişi tarafından ellerde kaşıklarla ve ayakuçla- Yörüklerin çadırı kıldan dokunmuştur. Ev eşyaları yayık, bişek, kilim, çuval, keçe, yatak, saç, senit, bişecek, sacayağı, ka- rında zıplayarak ve dizleri de hafifçe büküp yaylandırarak oynanır, sallama havasıdır. Bu oyunun türküsü şöyle başlar: zan, bakır kap, heybe, çul, balta, silah… gibi araçlardan ibaretir. Son senelerde pilli radyo satın alanlara tesadüf edil- miştir. Hamamdan da çıktık ikimiz Hamamdan Sulu sulu şefali yükümüz… Gıdaları süt, yoğurt, ekmek, yarma, bulgur… gibi mahdut maddelerdir. Pek az sebze ve meyve bulurlar. Vücut yapıları Gel sarılalım yatalım ikimiz Hay gelin mütenasip ve sıhhati yerinde olan Yörükler misafirperverdirler. Sulu sulu şefali yükümüz… İktisadi bünyeleri son yıllara kadar pek de sağlam olmayan Yörüklerin başlıca nakil vasıtaları deve, katır, merkeptir. Bu oyunlar kaval, kemençe ve sazların çalınması ile oynanır. Yürüklerin başlıca çalgı aleti Koca Kavaldır. Ney gibi uzun Yaylada ve sahilde adi taştan örülmüş, nispeten sabit kulübelerde oturdukları gibi çadır altında da ikamet ederler. Yayla- ve ağaçtan yapılmış olan koca kavalı maharetle çalanlar vardır. Kara koyun havası da Yürüklerin milli türküsüdür. Yü- daki konma yerleri etrafında arpa, patates, kabak… gibi yiyecekler yetiştirmeye özenirler. Aldıkları mahsul kendilerine rüklerin Gurbet Yakımları ve Durna Havaları da meşhurdur. yetişmez. İhtiyaçlarını Bozkır, Seydişehir ve Beyşehir pazarlarından temin ederler. Ya duman da vardır yüce dağların başında Bu bölgede halen Karakeçili, Sarıkeçili, Araplı, Gebeceli, Kepezli, Ahmetli, Sarıimamlı… gibi göçebelere rastlanır. Bunla- Hey… Başında rın arasında okuma yazma bilenler azdır. Bir kısmının Manavgat’ta, Serik’te arazisi, evi mevcutur. Bir kısmı da köyler Arzum da kaldı şu illerin toprağında, taşında nüfusuna mukayyetirler. Aralarında canlı mal hırsızlığı, köy otlak ihtilafarı, kız kaçırma, hırsızlık… gibi vakalar müs- Hey… Taşında tesna, birbirleri ile iyi geçinirler. Ya bizim de değil il âlemin başında Hey… Başında Yörükler, I. Dünya Harbi’nde asker kaçaklarından müteşekkil mütecavizlerden pek çok eziyet ve zarar gördüler.[2] Gitme durnam bellerin avcısı çekilsin Durup dinlenmeden göçüp konmak, tekrar göçüp tekrar konmak çekilir bir hayat tarzı değildir. “Yörüğe göç! diye İneceğin göllerin donu çezilsin emir vermektense bir göç çekivermek daha müessirdir” derler. Bahar ve hele Hıdrellez gelip de sahili sıcaklar ba- Kanadı bitmedik yavrular kalındı kal.[38] sıp, sinek ve haşereler hayvanları rahatsız etmeye ve yayılmaktan alıkoymaya başladı mı, kışın bir daha göçmeme- ye karar vermiş Yörükler yaylaları özlemeye başlar. Hele bir de etrafaki komşu Yörük çadırları sökülüp, katarların yönü yayla yoluna çevrilince Yörüğün yüreğinin yağı erir, yaylaya doğru yol almaya başlamaktan başka çaresi kal- AKSEKİ KZASI maz. Malı, davarı olmayan Yörüklerin bile yaylaya çıktıkları çok görülmüştür. Tarih-Coğrafya-Turizm-Biyografya Bugün kamyonlar ve traktörler kullanılsa da eskiden Yörüğün evi devesinin sırtı demekti. Yazın yaylada dört ay, kı- Aksekili bir eğitimci olan Kemal Özkaynak’ın Akseki ve çevresi hakkında yazmış olduğu “Akseki Kazası” adlı ese- şın sahilde dört ay oturabilir. Yılın kalan dört ayı da yolculukla geçerdi. Yörükler de bu hayatan bıkmıştır. Bilhas- ri hem bölgemizle hem de Yörüklerle de ilgili önemli bilgiler vermektedir. sa her yerde sığıntı vaziyetinde bulunmaktan çok eza duyarlar. Yörükler; Kediye, tavuğa, çocuk beşiğine kadar her şey develere sarılır. Tülü deve veya maya deve katarın önüne takılır. Evin 1071’de Malazgirt’te cereyan eden muharebeden sonra Anadolu yollarının açıldığını, Türkmenlerin batıya doğru göç et- en genç kadını, en yeni ve süslü elbiselerini giyer. Kafilenin önüne düşer. Obanın en genç kadını katarı çekmek hak- meye başladığını biliyoruz. Bu göçebelerin bir kısmı Celaletin Harzemşah’la beraber gelmişlerdir. Tekeler, Karamanlar, kına maliktir. Sarılar, İlbeyler… bunlardandır. Hepsinin isim ve karakter olarak izleri Akseki, Manavgat civarında bugün de mevcutur. Yörük tufeyli yaşayan bir insan görülmektedir. Yaylada ya da sahilde, hayvanlarını otlatığı yerlerde bir karış top- Daha ziyade sürü, sığır, deve, at besleyen bu taife için en müsait yerler, İçel, Alaiye, Antalya ve Muğla civarı olduğundan rağı yoktur. Ormana otursa ormancılar rahat vermez, köyün merasına otursa köylü razı olmaz, sahipli yere otursa iki müsait iklim arasında yayla-kışlak tedariki noktasından kolaylık elde edenler öteden beri buralarda göçebeliği ana- toprak sahibinin gönlü olmaz. Burada anlatmaya çalıştığımız kompozisyonun sonucu olsa gerek ki göçerlik yavaş ne haline getirdiler. yavaş tükenmeye yüz tutmuştur. Akseki yaylalarına göç edenlerin bazısı, yaylakta veya kışlakta birer mekân buldular ve buraları ele geçirdikleri bir fer- Gerek köylü ve gerekse Yörük Türk halkı genellikle sabırlı, tahammüllü, mütevekkil, cesur, gözünü budaktan sa- manla köy yurt itihaz etiler. Buna muvafak olamayanlar da otlak bedeli ödeyerek barındılar. kınmaz, misafir sever, ikramcı, insanlardır. Ancak uysallığı bir dereceye kadar olup, bu derece aşılınca haşin ve inat- çı olurlar. Toprak, su, kadın yüzünden kanlı olaylar doğabilir. Çünkü eski zamanlarda Yörüklerde hemen her çadır- Fatih devrinde Türkmenlerin serazat hayatı dikkati çekti. Asayiş mülahazası ile oldukça iyi bir iskân siyaseti takip olun- da ateşli silahlar ve av silahları bulunurdu. du. Birçoklarına yurt temin edildi. Bunlar Yörükan Muharrirleri denilen kâtipler tarafından yazıldı. Rumeli’dekilere Evlad-ı Fatihan unvanı verildi. Fakat yine rahat durmadılar. Alaiye, Antalya ve Manavgat’ta iskân olunanlar gaileler çı- Türk göçebelerinde aile müessesesi tam pederşahi değildir. Kadında yuvada söz sahibi olup içtimai hayata rol oynar. kardılar. Tediplerinden aciz kalan devlet, bir aralık itlaf için ferman ısdar etmek mecburiyetinde kaldı, bir kısmı Kıbrıs’a Yörüklerde de kadının mevki ufak tefek farklarla fena sayılmaz. Her meselede az çok söz sahibi, rey sahibidirler. Kaçgöç nefyedildi. Antalya’dan zorla gemileri bindirilenler gemide isyan çıkardılar. Bir kısmı adaya vasıl olmadan geri döndü, bir yoktur. Ne tam kapalı ne de açık, eski örf ve âdete uygun giyinirler.

222 223 Derebucak

Anadolu göçebelerinde endogami hâkimdir. Dışardan kız alıp vermezler. Türk göçebelerinin ikinci vasfı monogam (Tek eşli) olmalarıdır. Birkaç kadın alma istisna teşkil eder. İki kadınla yuvada dirlik, düzenliğin kalmayacağı, bereketin gideceği kanaatindedirler. İki kadının kocası Şeytanların hocası Bir karı bir koca Helva yer her gece Eğer kadının çocuğu olmaz, hasta olur vb. durumda ikinci kadın (kuma, ortak) iyi karşılanır.[36] Osmanlı imparatorluğunun düzeni tamamen vergi tahrirleri üzerine kurulmuştur dersek fazla mübalağa etmiş ol- mayız. Yörükler tufeyli yaşayan insanlar olarak bilinse de Osmanlı vergi ödemeyen kimseyi topraklarında barındır- mazdı. Yörüklerce ödenen bazı vergiler kaynağından alınmıştır, bilinmesinde yarar vardır. Kanunname-i Vilayet-i Karaman ...Vilayet-i Karaman ale’l-umum sipahiye hasıl kayd olunmuşdur. Mir-i liva dahl eylemez. Vilayet-i Karaman’da bir ki- şinin atı veya katırı veya öküzü ekine girse davar başına beş çomak urup ve beş akça alına. İnek girse dört çomak ve dört akça alına. Koyun girse ve buzağı girse her birine bir çomak ve bir akça alına. Küfarın kara canavarı girse canavar başı- na iki çomak ve iki akça alına. Amma mukaddema her kişiye nida ve tembih edeler. ...Deve ile bazara un gelse yüküne iki akça resm-i kantar ve iki akça deve ile bazara bac alınur. Ve at ve katır yükünden iki akça ve hımar ve merkeb yükünden bir buçuk akça resm-i kantar ve bac alınur. Kanun-ı resm-i otlak ve kışlak der Karaman Kadimden otlağiçün korunugelüp resm-i otlak alınugelmiş yerlerden sürüden sürüye bir orta koyun alınur. Ve timar ara- zisine koyun gelüp kışlasa sürüden bir şişek resm-i kışlak alınur. Alçak sürüden altı akca alına. Sipahinin beratında veya deferde üzerine mukayyed değildir deyü muhalefet olunmaya. Ahval-ı reaya-yı sipahiyan ki aher topraklarda sakinlerdir. Ve liva-i İçel’in ekser reayası Yörük taifesi olup ve bazısı Vilayet-i Karaman’da cabeca müteferrik sakin iken matekad- demden rüsumun sipahilerine veregelmişlerdir. Anlar temekkünleri itibarınca oturdukları mezralara yazılmak ol timar- ların külli noksanına sebep mülahaza olunmağın kemakan kabileleri ve cemaatleri ile bile yazıldılar. Ve ol yer sipahileri- nin eben an cedd tasarruf etdikleri reayasından bir ferd haric koyulup aher sipahiye temekkün itibarıyla yazılsa araları- na ihtilaf düşüp külli şekvaya müncer olmak hususuna binaen tağyir olunmamak nizam ve intizama muvafık mulahaza olundu. Alel-husus ki bir nicesi haric-i vilayet-i Karaman’da Teke ve Alaiye ve Tarsus ve Adana ve gayrı memalikde mü- temekkin ve mutavatın olmuşlardır. Ve lihaza Defer-i Atik’a mutabık kayd olunup ve Defer-i Cedid’de bazısının ne ma- halde mütemekkin olduklarına işaret olundu. Kanun-ı resm-i gerdek ve arusane der vilayet-i Karaman Resm-i gerdek ve arusane alası bakire kızdan altmış akcadır. Evsatül-halden kırk, fakirül-halden yirmi akcadır. Cem-i vilayet-i Karaman’da serbest kayd olunan zeamet ve timarlardan maada nısf-ı sipahiye ve nıfs-ı aher-i emirane deyü mir-i livaya hasıl kayd olunmuşdur.[39]

ANADOLU’DA TÜRK AŞİRETLERİ Ahmet Refik, 1881 yılında İstanbul’da doğmuştur. Babası Ürgüplüdür. Askerdir. Gözleri bozulduğu için yüzbaşı- lıktan ayrılmıştır. Aynı zamanda bir tarihçi, şair ve yazardır. ...Aydın ve Saruhan sancaklarında muhassılı emvalden Nasuh dame ikbalihuya hüküm ki Yürükan tayifesinden Kara Hacılu ve Batralı ve Zekeriyalı ve Sofılı ve Tekyeli ve Saçı Karalı ve Kitreli ve Balcılar ve İrikli cema- atleri bundan akdem kadimi yerleri olan İç İl sancağından kalkub Alaiyye sancağında vaki kazalara (Manavgad ve Düşenbe) gelüb fesad ü şekavet üzre olmaları ile bundan akdem mezkûrları kadimi yerleri olan İç il sancağına iskân ile ahali-i bilad üze- rinden şerr ü mazarratlarının def’ine memur olan Alaiyye sancağı mutasarrıfı Musa Paşa... Fi evahiri 1 1111 (1699).

224 Derebucak Derebucak

Anadolu göçebelerinde endogami hâkimdir. Dışardan kız alıp vermezler. ...Karaman valisi vezir Ali paşaya ve ber vechi arpalık Alaiyye sancağına mutasarrıf olan İbrahim ve Teke sancağına mu- tasarrıf olan Hacı Mustafa ve Hamid sancağına mutasarrıf olan Derviş Mehmed ve Beğşehri sancağına mutasarrıf olan Türk göçebelerinin ikinci vasfı monogam (Tek eşli) olmalarıdır. Birkaç kadın alma istisna teşkil eder. İki kadınla yuvada Ali dame ikbalihüme hüküm ki: dirlik, düzenliğin kalmayacağı, bereketin gideceği kanaatindedirler. Bundan akdem Alaiyye sancağına müstevli olan yürükan taifesinin vatanı asliyeleri olan İç il sancağına iskân olunmala- İki kadının kocası rı içün emri şerifim sadır olmuş iken... [40] Şeytanların hocası Bir karı bir koca Özetle anlatmak gerekirse İç İl’de yerleştirilmeleri düşünülen yürükler, oradan kaçarak Alanya (Akseki kazasına Helva yer her gece tabi Marulye karyesi ve İbradı nahiyesi), Konya, Hamit, Teke ve Beyşehir sancaklarına dağılıyorlar. 1707’de (Eva- ili za 1119) bunların İç İl’e iskânları, uymayanların Kıbrıs adasına nakilleri ve Magosa Kalesinde hapis ve kalebent Eğer kadının çocuğu olmaz, hasta olur vb. durumda ikinci kadın (kuma, ortak) iyi karşılanır.[36] yapılmaları emrediliyor. Osmanlı imparatorluğunun düzeni tamamen vergi tahrirleri üzerine kurulmuştur dersek fazla mübalağa etmiş ol- Kıbrıs’a sürülen Yörükler sefine reislerini öldürerek firar ediyorlar. Teke, Hamid, Alaiyye, Beğşehri, Konya, İç İl, mayız. Yörükler tufeyli yaşayan insanlar olarak bilinse de Osmanlı vergi ödemeyen kimseyi topraklarında barındır- Kütahya, aydın, Menteşe sancaklarına dağılıyorlar. 1708’de (Fi evasıtı r 1120) bunların mutlaka Kıbrıs’a gönderil- mazdı. Yörüklerce ödenen bazı vergiler kaynağından alınmıştır, bilinmesinde yarar vardır. meleri, inat ve şekavet edenlerin Şeyh ül-İslam’ın fetvası mucibince öldürülmeleri emrediliyor. Kanunname-i Vilayet-i Karaman 1714’de (Fi evahiri c 1126) Kıbrıs’a sürülecek aşiretlerin kendi hallerinde yaşayacaklarına söz vermeleri halinde ...Vilayet-i Karaman ale’l-umum sipahiye hasıl kayd olunmuşdur. Mir-i liva dahl eylemez. Vilayet-i Karaman’da bir ki- nefyedilmelerinden feragat edileceğine dair Anadolu Beylerbeyine hüküm veriliyor. şinin atı veya katırı veya öküzü ekine girse davar başına beş çomak urup ve beş akça alına. İnek girse dört çomak ve dört akça alına. Koyun girse ve buzağı girse her birine bir çomak ve bir akça alına. Küfarın kara canavarı girse canavar başı- na iki çomak ve iki akça alına. Amma mukaddema her kişiye nida ve tembih edeler. OSMANLI İMPARTORLUĞUNDA OYMAK AŞİRET VE CEMAATLER ...Deve ile bazara un gelse yüküne iki akça resm-i kantar ve iki akça deve ile bazara bac alınur. Ve at ve katır yükünden iki Cevdet Türkay İçel ilinin Anamur ilçesinin Malaklar köyünde, 1917 yılında doğmuştur. İstanbul Üniversitesi, Ede- akça ve hımar ve merkeb yükünden bir buçuk akça resm-i kantar ve bac alınur. biyat Fakültesi, Coğrafya bölümü mezunudur. Kanun-ı resm-i otlak ve kışlak der Karaman 1960 yılında uzman olarak atandığı Başbakanlık Arşiv Genel Müdürlüğünde 15 yıl çalışmış, araştırmalarını bu ki- tapla yayınlamıştır. Kadimden otlağiçün korunugelüp resm-i otlak alınugelmiş yerlerden sürüden sürüye bir orta koyun alınur. Ve timar ara- zisine koyun gelüp kışlasa sürüden bir şişek resm-i kışlak alınur. Alçak sürüden altı akca alına. Sipahinin beratında veya Cevdat Türkay’a göre Başbakanlık arşivlerindeki çeşitli deferlerde, Manavgat ve İbradı da, kayıtlı olan aşiretler ve deferde üzerine mukayyed değildir deyü muhalefet olunmaya. cemaatler şunlardır; Ahval-ı reaya-yı sipahiyan ki aher topraklarda sakinlerdir. Aşiretler Ve liva-i İçel’in ekser reayası Yörük taifesi olup ve bazısı Vilayet-i Karaman’da cabeca müteferrik sakin iken matekad- Manavgat’ta (Teke) kayıtlı Yörük aşireti: Aydın Yörüğü. demden rüsumun sipahilerine veregelmişlerdir. Anlar temekkünleri itibarınca oturdukları mezralara yazılmak ol timar- Manavgat’ta (Teke) kayıtlı Konargöçer aşiretleri: Hacıisalı, Tünküşlü, Zekeriyalı. ların külli noksanına sebep mülahaza olunmağın kemakan kabileleri ve cemaatleri ile bile yazıldılar. Ve ol yer sipahileri- nin eben an cedd tasarruf etdikleri reayasından bir ferd haric koyulup aher sipahiye temekkün itibarıyla yazılsa araları- Manavgat’ta (Alaiye) kayıtlı Yörük aşiretleri: Bozahmedli, Fetahlı, Güzelbeğli, Parekendi. na ihtilaf düşüp külli şekvaya müncer olmak hususuna binaen tağyir olunmamak nizam ve intizama muvafık mulahaza Manavgat’ta (Alaiye) kayıtlı Konargöçer aşiretleri: Karahacılı, Karatekeli, Kuşaklı(Küşüklü), Sülek, Toğayo- olundu. Alel-husus ki bir nicesi haric-i vilayet-i Karaman’da Teke ve Alaiye ve Tarsus ve Adana ve gayrı memalikde mü- temekkin ve mutavatın olmuşlardır. Ve lihaza Defer-i Atik’a mutabık kayd olunup ve Defer-i Cedid’de bazısının ne ma- ğulları. halde mütemekkin olduklarına işaret olundu. İbradı’da (Manavgat, Alaiye) kayıtlı Yörük aşireti: Sarıkaralı. Kanun-ı resm-i gerdek ve arusane der vilayet-i Karaman Cemaatler Resm-i gerdek ve arusane alası bakire kızdan altmış akcadır. Evsatül-halden kırk, fakirül-halden yirmi akcadır. Cem-i Manavgat’ta (Teke) kayıtlı Yörük cemaatleri: Karalı (Danişmentli aşiretinden), Karaçalı, Macunlu. vilayet-i Karaman’da serbest kayd olunan zeamet ve timarlardan maada nısf-ı sipahiye ve nıfs-ı aher-i emirane deyü mir-i Akseki (Alaiye) kayıtlı Konargöçer cemaati: Ivgalı. livaya hasıl kayd olunmuşdur.[39] Manavgat’ta (Alaiye) kayıtlı Yörük cemaatleri: Âşıklı, Aydın Yörüğü, Ayvatlı, Balcılar, Batralı, Cünbüklü, Çakmak- lar, Çerkesli, Çolaklı, Arıklı, Fetahlı, Gedikli, Gencek, Gencenek, Güzelbeğli, Hacıisalı, Hacıisaoğulları, Hacımü- ANADOLU’DA TÜRK AŞİRETLERİ minli, Hacıobası, Hasanabdallar, Hatapcılı, İrikli, Küçüksarılı, Manavgat eski yörüğü, Mısırlı, Musafakılı, Ören- Ahmet Refik, 1881 yılında İstanbul’da doğmuştur. Babası Ürgüplüdür. Askerdir. Gözleri bozulduğu için yüzbaşı- li, Püseli, Salur (Salurbeğli), Sarukayalı, Sarukayaoğlu, Sevincelü (Sevincehacı), Tekeli, Tönküşlü, Yörükan-ı Eski. lıktan ayrılmıştır. Aynı zamanda bir tarihçi, şair ve yazardır. (Anadolu Yörükanından Hacıisalı ve Hacımüminli cemaati ehalileri, evleriyle eyyam-ı şitada Alaiye sancağında vaki ...Aydın ve Saruhan sancaklarında muhassılı emvalden Nasuh dame ikbalihuya hüküm ki Manavgat kazasında ve evan-ı sayfda bazen kaza-ı mezbur civarında vaki İbradı kazasında ve bazen Beğşehri sancağı hududunda sakin olurlardı.) Yürükan tayifesinden Kara Hacılu ve Batralı ve Zekeriyalı ve Sofılı ve Tekyeli ve Saçı Karalı ve Kitreli ve Balcılar ve İrikli cema- atleri bundan akdem kadimi yerleri olan İç İl sancağından kalkub Alaiyye sancağında vaki kazalara (Manavgad ve Düşenbe) Manavgat’ta (Alaiye) kayıtlı Konargöçer cemaatleri: Adavatlı, Bıçakçı, Ceridli, Çakallı, Çaylaklar, Eski Yörük (Ka- gelüb fesad ü şekavet üzre olmaları ile bundan akdem mezkûrları kadimi yerleri olan İç il sancağına iskân ile ahali-i bilad üze- rahacılı aşiretinden), Gebizli (Anamasda yaylar), Gölüklü (Külüklü), Hacıhaliloğulları, Karahacılı (Mamalı aşire- rinden şerr ü mazarratlarının def’ine memur olan Alaiyye sancağı mutasarrıfı Musa Paşa... Fi evahiri 1 1111 (1699). tinden Bozdoğan Yörükanı), Karamanlı (Bozulus aşiretinden, Anamasda yaylar), Karatekeli, Köseler (Bozulus aşi-

224 225 Derebucak

retinden), Küçüklü (Bozulus aşiretinden), Saçıkaralı, Savalı (Danişmentli aşiretinden), Serikli, Şamlı, Tartarlı, Te- keli (Bozdoğanlardan), Zekeriyalı. İbradı’da (Manavgat, Alaiye) kayıtlı Yörük cemaati: Kocaisaoğulları, İbradı’da (Manavgat, Alaiye) kayıtlı Konargöçer cemaati: Karabakıoğlu (Bozulus aşiretinden). Şimdiye dek Başbakanlık Arşiv Genel Müdürlüğü’ndeki çeşitli belgelerden ve deferlerden derleyip toparlayabildiğimiz oymak, aşiret ve cemaatlerin toplamı yedi bini aşmış bulunmaktadır. Belgelerde ve deferlerde, herhangi bir Türk topluluğuna boy denildiği gibi; oymak, aşiret, cemaat de denilmektedir.[35]

ANADOLU’DA TÜRKMENLER VE YÖRÜKLER Tarihçi ve arşivci Orhan Sakin XVI. yüzyıl Anadolu’sunun demografik durumunu incelemeye çalışmış arşiv kay- naklarına dayanarak cemaatlerin ayrıntılı bir listesini vermiştir. Kitabında ve çalışmasında sadece cemaat, bölük, taife ve Yörük gibi tabirlerle kayıtlı olan gurupları incelediği için bizce çalışma eksiktir. Nahiye, karye ve mahalle gibi kayıtların yanında Konar-göçerleri bile incelemenin dışında tutarak sadece göçerler üzerinde çalışmıştır. Bu nedenle muallâkta kalan cemaat listelerinden değil, yazarın genel tespitlerinden aktarmalar yapacağız. Anadolu’nun Türkmenlerce fethi, hiç şüphesiz milli tarihimizin en önemli hadiselerinin başında gelmektedir. Müslüman Türklerce Anadolu’ya yapılan akınlar ve fetih harekâtları, daha Selçuklu Devletinin kuruluş aşamasında, 1038’de başla- mış ve 1086’da yani aşağı yukarı yarım asırda tamamlanmıştır. Esasen Türkistan ve Horasan’dan sahip oldukları bütün maddi ve manevi varlıklarıyla Batıya sürekli olarak göç eden ka- labalık Türkmen kitlelerinin iskân edilmesi, Selçuklu Sultanlarının en önemli sorunu olmuştur. Bu husus göz önüne alı- nacak olursa, bütün bir millet halinde batıya göç eden bu büyük Oğuz kitlelerine, üzerinde yaşayacakları bir yurt, bir va- tan bulmak gerekiyordu. İşte bu amaç uğruna yapılan Türk-Bizans mücadelesi, Anadolu’nun bir Türk yurdu haline geti- rilmesine kadar hiç durmaksızın devam etmiştir. İnançla sürdürülen bu mücadelenin sonunda Anadolu’nun fethi, Türki- ye Selçukluları, Beylikler ve nihayet Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u alması (1453) ve Trabzon Rum-Pontus devleti- nin ortadan kaldırılmasıyla (1461) tamamlanmıştır. …1530 yıllarına ait muhasebe icmal deferlerinde, Anadolu, Kuzey Irak ve Suriye’deki Türkmen teşekküllerinin şöyle bir dağılım arz etikleri görülmektedir: Teke Sancağı Yörükleri Teke sancağındaki Yörük grupları genellikle Antalya çevresinde toplanmakta idiler. Kızıl-keçilü, Mahmadlar ve İvacalu adlı Yörük gruplarından başka Varsak ve Uluyörük adlı gruplar belli başlıları idi. İçel Yörükleri Anadolu’nun Türkleşmesi sırasında İçel yöresi, coğrafi kuşaklar arasında sahip oldukları yaylak kışlak özelliğinden dola- yı hayat tarzlarını göçerlik geleneği ağır basan Türkmenlerin ilgisini çekmiştir. İçel, Selçuklular fethedilmeye başlanmış ve Karamanoğulları zamanında tamamlanmıştır. Bu bakımdan, buradaki Türkler Çukurova’dakilerden ayrı bir siyasi ma- ziye sahiptirler. İçel Türkmenleri hemen tamamen Karamanoğulları’nın Türkmenleridir. XV. yüzyılın ortalarından itiba- ren Osmanlı hâkimiyetini tanıyan bölge, tipik Türkmen bölgelerinden biridir. Bölgedeki grupların başında Bozkırlu, Hacı Bahaeddinlü ve Yuvalu Yörükleri gelmektedir.[41]

VARSAKLAR (TARSUS TÜRKMENLERİ) Prof. Dr. Ali Sinan Bilgili tarihçidir. Daha ziyade Osmanlı İmparatorluğunun doğusunda kalan devletler, milletler ve toplumlarla olan münasebetlerini konu alan inceleme ve yayınlarıyla tanınmaktadır. “İkibin yıllık tarihi içerisinde anayurtları Orta Asya bozkırlarından, Avrupa ve Afika‘ya kadar çok geniş bir alana ya- yılan Türkler, kültür ve medeniyetleriyle tarihe altın harferle yazılan devletler kurmuşlardır. Hun, Göktürk, Uygur, Ka-

226 Derebucak Derebucak retinden), Küçüklü (Bozulus aşiretinden), Saçıkaralı, Savalı (Danişmentli aşiretinden), Serikli, Şamlı, Tartarlı, Te- rahanlı, Gazneli, Selçuklu, Memlûk, Akkoyunlu, Osmanlı gibi isimler alan bu devletler, muhtelif Türk kavim ve boyları- keli (Bozdoğanlardan), Zekeriyalı. nın eseridir. Bu kavim ve boylar arasında Oğuzlar‘ın (Türkmenler) tarihî ehemmiyeti diğer kavimlere nazaran daha da önemlidir. Malazgirt zaferi ile Anadolu kapılarını açan, Osmanlı ile cihan devletini kuran, Türkiye Türklüğü‘ne üzerinde İbradı’da (Manavgat, Alaiye) kayıtlı Yörük cemaati: Kocaisaoğulları, yaşadığı Anadolu topraklarını vatan yapan Türkmenlerdir. İbradı’da (Manavgat, Alaiye) kayıtlı Konargöçer cemaati: Karabakıoğlu (Bozulus aşiretinden). Malazgirt zaferinden sonra Anadolu‘yu yurt tutmaya gelen Türkmen boyları, Karamanlı, Germiyanlı, Ramazanlı, Dul- Şimdiye dek Başbakanlık Arşiv Genel Müdürlüğü’ndeki çeşitli belgelerden ve deferlerden derleyip toparlayabildiğimiz kadirli, Bozulus, Yeni-İl, Turgutlu, Bayburtlu, Hamitli gibi muhtelif isimler altında birleşerek siyasî, askerî ve ekonomik oymak, aşiret ve cemaatlerin toplamı yedi bini aşmış bulunmaktadır. güç birliği oluşturmuşlardı. Bu birliklerden birisi de, Tarsus ve yöresinde yaşayan Varsak Türkmenleri’dir. Belgelerde ve deferlerde, herhangi bir Türk topluluğuna boy denildiği gibi; oymak, aşiret, cemaat de denilmektedir.[35] Kaynaklarda adı, Varsak, Varsağ, Varsah veya Farsak şekillerinde kaydolunan bu Türkmen topluluğuna, günümüzde halk arasında Farsak denilmektedir. ANADOLU’DA TÜRKMENLER VE YÖRÜKLER Varsak/Farsak kelimesinin menşeî hususunda kaynak eserlerde açık bir bilgi bulunmamaktadır. Muhtelif kaynaklarda bu kelime, şahıs (boy beyi), boy, yer (dağ), silah (kılıç) ve hayvan (Karsak) adı olarak geçmektedir. Tarihçi ve arşivci Orhan Sakin XVI. yüzyıl Anadolu’sunun demografik durumunu incelemeye çalışmış arşiv kay- naklarına dayanarak cemaatlerin ayrıntılı bir listesini vermiştir. Uzun savaş yıllarından sonra bir hukukî nizama giren Varsak aşiretleri, Orta Asya bozkırlarından getirdikleri ananevî konar-göçer hayat tarzlarını Osmanlı idaresinde de devam etirdiler. Nitekim belgelerden, merkezî gücün, yeni kazandığı Kitabında ve çalışmasında sadece cemaat, bölük, taife ve Yörük gibi tabirlerle kayıtlı olan gurupları incelediği için bu Türkmen grubunun hayat tarzını pek fazla değiştirmek düşüncesinde olmadığı anlaşılmaktadır. Defer kayıtlarında- bizce çalışma eksiktir. Nahiye, karye ve mahalle gibi kayıtların yanında Konar-göçerleri bile incelemenin dışında ki vergi nisbetleri incelendiğinde bu Türkmenleri hayat tarzından vazgeçirmeye yönelik aşırı vergiler alınmadığı, bilakis tutarak sadece göçerler üzerinde çalışmıştır. imparatorluğun diğer bölgeleriyle hemen hemen aynı olduğu anlaşılmaktadır. Kış aylarını kışlaklarında geçiren bu Türk- Bu nedenle muallâkta kalan cemaat listelerinden değil, yazarın genel tespitlerinden aktarmalar yapacağız. menler, yaz aylarında Toros dağlarının eteklerindeki yaylaklarına göçerken devletin engellemesiyle karşılaşmadılar. Bila- kis devlet, yaylak ve kışlak mahallerini defere geçirmek suretiyle bir nevi bu Türkmenlerin hayat tarzlarını resmileştirdi. Anadolu’nun Türkmenlerce fethi, hiç şüphesiz milli tarihimizin en önemli hadiselerinin başında gelmektedir. Müslüman Hata yaylaklarında pazar kurmalarına dahî izin verdi. Türklerce Anadolu’ya yapılan akınlar ve fetih harekâtları, daha Selçuklu Devletinin kuruluş aşamasında, 1038’de başla- mış ve 1086’da yani aşağı yukarı yarım asırda tamamlanmıştır. Farsaklar, umumiyetle kışlaklarına yakın ve kısa mesafeli yaylalara çıkarlardı. İktisadî açıdan yaylak-kışlak hareketi Var- saklar için birbirini tamalayan iki yönlü ekonomik bir sistem meydana getirmişti. Mart ayı sonlarına doğru yaylalara göç Esasen Türkistan ve Horasan’dan sahip oldukları bütün maddi ve manevi varlıklarıyla Batıya sürekli olarak göç eden ka- ederler, senenin yaklaşık 6-8 ayı burada kalırlar, Eylül veya Kasım’a doğru geriye dönerlerdi. Yaylalarda hayvancılık ağır- labalık Türkmen kitlelerinin iskân edilmesi, Selçuklu Sultanlarının en önemli sorunu olmuştur. Bu husus göz önüne alı- lıklı olmakla birlikte üretim az da olsa ziraat de yaparlardı. Keçi ve kızıl koyun cinsi koyun besiciliği yaygındı. Kızıl ko- nacak olursa, bütün bir millet halinde batıya göç eden bu büyük Oğuz kitlelerine, üzerinde yaşayacakları bir yurt, bir va- yunlar, özellikle Kusun ve Kara İsalu boylarına mensup göçebe çobanlar tarafından otlatılırdı. Yazın Toros eteklerinde, tan bulmak gerekiyordu. İşte bu amaç uğruna yapılan Türk-Bizans mücadelesi, Anadolu’nun bir Türk yurdu haline geti- kışın ovalarda otlatılan kızıl koyunlarla, İstanbul ve İstanbul yolu üzerindeki şehirlerin et ihtiyacı karşılanırdı. Üretikle- rilmesine kadar hiç durmaksızın devam etmiştir. İnançla sürdürülen bu mücadelenin sonunda Anadolu’nun fethi, Türki- ri hayvan ürünlerini ve ziraî mahsülleri kondukları yere yakın veya kır kesiminde devamlı kurulan bir pazarda satışa su- ye Selçukluları, Beylikler ve nihayet Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u alması (1453) ve Trabzon Rum-Pontus devleti- narlar yahut mübadele usulü ile değerlendirirlerdi. nin ortadan kaldırılmasıyla (1461) tamamlanmıştır. Kışlak mahallerinde ise, arıcılık faaliyetleri, buğday, arpa, pamuk, pirinç, susam, kendir, bakla, darı, mercimek, çavdar, …1530 yıllarına ait muhasebe icmal deferlerinde, Anadolu, Kuzey Irak ve Suriye’deki Türkmen teşekküllerinin şöyle bir nohut, burçak, soğan üretimi yaparlar, bağ, bahçe, bostan ziraatıyla uğraşırlardı. Farsakların hububat ve bakliyat üre- dağılım arz etikleri görülmektedir: timi Anadolu’daki diğer Türkmen gruplarına ve yerleşiklere göre oldukça fazladır. Hassa develerinin beslenmesi ve bakı- Teke Sancağı Yörükleri mı da bunlara aiti. Teke sancağındaki Yörük grupları genellikle Antalya çevresinde toplanmakta idiler. Kızıl-keçilü, Mahmadlar ve İvacalu Kısacası, Osmanlı merkezi hükümeti uyguladığı politika ile Çukurova’nın fethinde; Türk-İslâm vatanı olmasında birin- adlı Yörük gruplarından başka Varsak ve Uluyörük adlı gruplar belli başlıları idi. ci derecede rol oynamış ve kendisiyle bir asırdan fazla mücadele eden Varsakları, 1519’da tahrire tabi tutuktan kısa bir İçel Yörükleri müddet sonra reaya haline getirmeyi başarmıştır.”[54, 55] Anadolu’nun Türkleşmesi sırasında İçel yöresi, coğrafi kuşaklar arasında sahip oldukları yaylak kışlak özelliğinden dola- “Anadolu‘ya göç eden Türkmenler, umumiyetle konar-göçer bir hayat tarzına sahip oldukları ve bozkır kavmi oldukla- yı hayat tarzlarını göçerlik geleneği ağır basan Türkmenlerin ilgisini çekmiştir. İçel, Selçuklular fethedilmeye başlanmış ve rı için daha ziyade kendilerinin yaşadıkları şartlara elverişli topraklarda yerleşmişlerdir. 13.yüzyılın başından itibaren Karamanoğulları zamanında tamamlanmıştır. Bu bakımdan, buradaki Türkler Çukurova’dakilerden ayrı bir siyasi ma- Türkmenlerin bir kısmı Likya ve Kilikya (Toros) Dağları‘ni aşarak Akdeniz sahillerine inmişler ve kır kesiminde nüfûs ziye sahiptirler. İçel Türkmenleri hemen tamamen Karamanoğulları’nın Türkmenleridir. XV. yüzyılın ortalarından itiba- ekseriyetini sağladıktan sonra şehirleri feth etmeye başlamışlardır. Anadolu‘ya gelen bu Türkmen zümreleri ya yerleştik- ren Osmanlı hâkimiyetini tanıyan bölge, tipik Türkmen bölgelerinden biridir. Bölgedeki grupların başında Bozkırlu, Hacı leri bölgenin adına izafeten (Rumlu, Şamlu, Maraşlu, Arapkirlü v.s.) veya etrafına toplanmış oldukları aile veya boy be- Bahaeddinlü ve Yuvalu Yörükleri gelmektedir.[41] yinin ismine izafeten (Varsak, Inallu, Karamanlu, Elbeylü, Bahadırlu, Kusunlu, Elvanlu, Akkoyunlu, Karakoyunlu, Ger- miyanlu, Ramazanlu, Osmanlu, Menteşelü v.s.) yeni boylar yahut Türkmen grupları vücuda getirmişlerdir. Varsaklar- da, bu teşekkül içerisinde Bayındır, Salur, Dodurga, v.s. Oğuz boylarına bağlı zümrelerin bir araya gelmesiyle oluşmuştur. VARSAKLAR (TARSUS TÜRKMENLERİ) Bu şehirlerin ve Çukurova kır kesiminin ele geçirilmesinde Memlûk emrindeki Varsakların ve diğer Türkmen birliklerinin Prof. Dr. Ali Sinan Bilgili tarihçidir. Daha ziyade Osmanlı İmparatorluğunun doğusunda kalan devletler, milletler rolü çok büyüktür. Fetihten sonra bir kaç Varsak ailesi, Tarsus şehrine yerleşti. Memlükler Tarsus’ta bir niyabe (uç vali- ve toplumlarla olan münasebetlerini konu alan inceleme ve yayınlarıyla tanınmaktadır. liği) tesis ederek, bu niyabe sayesinde Çukurova‘da yaşayan Türkmenleri kontrol altında tutmak istemişlerdir. Bu Türk- menler arasında, Bayındır, Salur, Dodurga, İğdir, Kargın, Peçenek, Yüregir, Kınık, Yıva ve Beğdilli boylarına mensup aşi- “İkibin yıllık tarihi içerisinde anayurtları Orta Asya bozkırlarından, Avrupa ve Afika‘ya kadar çok geniş bir alana ya- retler bulunmaktadır. Bu aşiretlerden birçoğu Varsak federasyonuna bağlıdır. yılan Türkler, kültür ve medeniyetleriyle tarihe altın harferle yazılan devletler kurmuşlardır. Hun, Göktürk, Uygur, Ka-

226 227 Derebucak Derebucak

Türkiye Selçuklu Devleti’nin inhitatı üzerine, bu devletin başkenti Konya’yı ele geçirerek mirasına sahip çıkan ve diğer Varsak birlikleri bir ara Niğde’de bulunan İshak Paşa’nın ordugâhına dahi saldırmıştır. Ancak, Paşa Bey, Ankara hakimi Anadolu Türkmen beylikleri arasında kuvvetli bir hale gelen Karamanlılar, Varsaklar üzerinde nüfuzlarını artırmışlar- Davud Paşa’nın üzerine yürümesiyle, Bolkar Dağı’na sığınmıştır. Paşa Bey, bir müddet sonra Turgud-oğlu Ömer Bey’in dır. Karamanlılar yayılma ve genişleme yolunda fütühat siyasetlerinin önüne çıkan Osmanlı, Ramazan ve Memlük en- vefatı üzerine Karaman ordusu kumandanlığına getirilmiştir. Ancak, Niğde muhafızı Davud Paşa’nın bir baskını netice- gellerine karşı diğer Türkmen birlikleri ile birlikte Varsaklardan da azami derecede istifade etme siyasetini gütüler. Nite- sinde ele geçirilerek İstanbul’a gönderilmiş ve burada öldürülmüştür. Varsak aşiretleri 1471’de İshak Paşa’nın şiddetli bir kim, Varsaklar, 1378 ve 1397 tarihlerinde Karamanlılar ile Osmanlılar arasında yapılan savaşlarda Karaman ordusun- hücumuna daha uğramışlardır. Fakat, Bolkar Dağı’na sığınarak bu saldırıdan da kurtulmuşlardır. da yer aldıkları gibi, Karamanlı Mehmed Bey’in 1400’lü yılların başında Tarsus’u Ramazanlılardan almasında da etkin Varsaklar, Fatih’in vefatından sonra, Sultan II.Bayezid ile şehzade Cem arasında başlayan iktidarı ele geçirme mücade- rol oynadılar. Ancak, Ramazanlı Ahmed Bey’in Mart 1415’de Tarsus ve civarını tekrar ele geçirmesi üzerine bir çok Var- lesinde, Karamanlı Kasım Bey ile birlikte Cem’in yanında yer aldılar. Osmanlıların, bu buhranlı döneminden istifade et- sak aşireti Ramazan hakimiyetine girdi. Bir müddet sonra Karamanlı II. Mehmed Bey, Tarsus ve havalisini ele geçirince mek isteyen Turgut, Özer, Kusun, Kara İsalu ve Varsak birlikleri, Kasım Bey’in idaresinde, Konya’ya yürümüş; Karaman Varsak aşiretleri bir kez daha Karaman idaresine geçti. valisi şehzade Abdullah ve beylerbeyi Hadım Ali Paşa’yı Mut yakınında Pervane Sahrası’nda mağlup etmişlerdir. Cem, Karamanlı İbrahim Bey devrinde bir kısım Varsak aşireti Memlük tarafına geçmiştir. Nitekim, 12 Aralık 1427’de Varsak 1482’de Mısır’dan Anadolu’ya döndüğünde onu Adana’da Varsak ve diğer Türkmenler karşılayarak Tarsus’a kadar re- beylerinden Emir Hamza bin Kara İsa, 40 kişilik nökeri ile Mısır’a giderek Sultan Barsbay’a itaatlerini ve bağlılıklarını fakat etiler. Cem’e destek olmak için Kasım Bey ile birlikte Konya’ya sonuç vermeyen bir taarruzda dahi bulunmuşlar- bildirdi. Bedreddin Aynî, Varsak beylerinin bu ziyareten önce Mısır diyarına hiç gelmemiş olduklarını belirtir. dır.” [54, 55] Osmanlı sınırları, 15. asrın ikinci yarısında sınırlarını Torosların kuzey yamaçlarına kadar ilerlemiş ve Varsaklarla mü- Varsaklar değişik Oğuz boylarından oluşan bir teşekküldür. Birçok tarihçi Varsakların, Türkmenlerin Üç Ok kolu- nasebet kurmuşlardı. Osmanlı-Karaman mücadelesi, Osmanlıları Varsak yurduna kadar getirmişti. Bu mücadelede Var- na mensup oldukları hakkında hemfikirdir. Varsak Türkmenleri Malazgirt zaferinden sonra, Moğol İstilası sebe- saklar büyük çoğunlukla Karamanlıların yanında yer aldılar. Bu sebeple İbn Kemal, Varsakları eleştirmek için “Varsak-ı biyle (1220) Selçuklu hâkimiyetindeki Anadolu’ya göç etmişlerdir. Bunlardan kısım Türkmen, Selçuklu-Moğol pür-nifak ve bed-fiâl” (Yaptığı işler kötü ve nifak dolu Varsak) cümlesini kullanır. Yenilgiler esnasında Karaman-Varsak otoritesini kabul ederek Anadolu’da kalmış, bir kısmı Suriye’ye gitmiş, bir kısmı da geriye İran’a göç etmiştir. Göç- kuvvetlerinin sığınma yeri, Memlük sınırları içerisindeki Tarsus dağlık kesimi (Bolkar Dağları) idi. Bunları takip eden ler 13. yüzyılda daha da artmış, 14. ve 15. yüzyıllarda ise Çukurova’ya doğru devam etmiştir. Göç hadisesinin yo- Osmanlı kuvvetleri Varsak yurduna kadar gelmekteydi. ğun yaşandığı Varsakların asıl yurdu Tarsus ve çevresidir. Toroslar da yaşayanlarda vardır. Bir kısım Varsak da Ka- raman, Kayseri, Kırşehir, Niğde, Antalya (Teke), Aydın, Kars, Maraş ve Kıbrıs’ta yurt tutmuştur. Anadolu’nun çe- Osmanlı-Karaman mücadelesi ilk olarak 1387’de savaşa dönüştü. Bu ilk savaşta Sultan I.Murad ile Karaman beyi Ala- şitli yörelerinde yaşamaya devam eden Varsakların çoğu kimliklerini kaybetmiştir ve mensup oldukları aşireti bil- eddin Ali Bey, Konya önlerinde karşılaştı. Karaman ordusunda Varsak, Turgud ve Bayburt Türkmenleriyle, Teberrrük, memektedir. Samagar, Barımbay, Çagazan, Saga ve Tosboğa gibi Kara Tatar kuvvetleri bulunmaktaydı. Alaeddin Ali Bey, Varsak birliklerini ordusunun sağ koluna yerleştirmişti. Bu savaşta Karamanlıların, Türkmen ve Kara Tatar kuvvetleri, Osman- Varsakların genel olarak inanç ve âdetleri şu anki Anadolu insanınınkinden pek farklı değildir. Hata “Bizdeki bu lıların talimli ve tecrübeli muntazam kuvvetleri karşısında mağlup olarak geri çekildiler. Osmanlı-Karaman orduları, inanç ve âdet acaba Varksaklardan mı geldi?” denilebilecek durumlar çoktur. Sonuç olarak aynı toprakta yaşayan 1397’de Akçay Ovası’nda tekrar karşılaştılar. Karaman ordusunu yine Varsak, Turgud, Bayburt ve Kara Tatar aşiret bir- insanların birbirlerinin kültürlerinden etkilenmesi ve zamanla kaynaşması doğaldır. likleri oluşturuyordu. Yapılan savaşta Yıldırım Bayezid komutasındaki Osmanlı kuvvetleri, Alaeddin Ali Bey komutasın- Varsaklarda diğer toplumlarda da görülen doğum ile ilgili birçok âdet yer alır. Mesela kısırlık konusunda Varsaklar- daki Karaman ordusunu bozguna uğratı. Bu savaşta da mağlup olan Varsaklar, yüksek dağlardaki yurtlarına çekilerek da en çok uygulanan malzeme ardıç ağacıdır. Anadolu’nun birçok köyünde de görülen kurbanlar kesme, yatırların Osmanlı saldırılarından kurtulmaya çalıştılar. ziyareti, çalılara çaput bağlama gibi âdetler yaygındır. Karamanlıların iktidarı ve hakimiyeti ele geçirme gayretleri, Pir Ahmed ve Kasım Beyler zamanında da devam eti. Bu Varsaklarda akraba evliliği de oldukça yaygındır. Evliliklerin büyük bir bölümü de kız kaçırma yoluyla olmakta- meyanda Pir Ahmed Niğde’de yaşayan Türkmen cemaatlerinin (Darü’l-Pehlevâniyye), Kasım Bey ise, Varsak, Kusun, dır. Kız tarafına iki defadan fazla dünürcü yollanmaz. Karşı taraf olumlu ya da olumsuz, kısa sürede neticeyi bildi- Gögez, Bayburd, Turgud ve Kara Tatar aşiretlerinin desteğini alarak Osmanlılarla yeniden mücedeleye giriştiler. Bu dö- rir. Düğün üç gün sürer. Aydın ve Antalya Varsaklarında davete giderken havlu, bardak, kaşık ve kibriten bir tane- nemde Osmanlı tahtında Fatih Sultan Mehmed bulunmaktaydı. Fatih “hıristiyanlığı takviye ederek müslümanlığı za- si okunuk olarak verilir. Böylece davet gerçekleşmiş olur. Bayrak dikildiği gün düğün başlamıştır. Davul, zurna ve afa götüren” Karaman-oğulları meselesini tamamen halletmek ve Anadolu’da Türk birliğini gerçekleştirmek düşüncesin- çalgı eşliğinde düğün devam eder. Son yıllarda ise mevlitlerle düğün yapanlar çoğalmıştır. Gelin oğlan evine gel- deydi. Bunun için de Karaman hanedanını ortadan kaldırmak ve onlara destek veren ve yardım eden Varsak ve Turgud- diğinde kaynana gelinin başından üzüm, arpa, bozuk para gibi şeyler döker. Gelin Kapının eşiğine konan bir bar- ları itaat altına alarak Osmanlı idaresine sokmak istiyordu. Fatih, bu siyasetini gerçekleştirmek üzere, 1466’da Mahmud dak suyu, ibriği veya testiyi tepik vurarak döker. Eline verilen oklavayı kırar. Böylece ileride başarılı olacağına ina- Paşa’yı, 1469’da Rum Mehmed Paşa’yı ve 1470’de Ishak Paşa’yı Varsak ve Turgudlar üzerine gönderdi. nılır. Eve girdikten sonra erkek çocuğu olsun diye kucağına bir erkek çocuk verilir. Gelin içeri girdikten sonra da- Buna karşılık Pir Ahmed ve Kasım Beyler Fatih’in ordularına Varsaklarla birlikte karşı koymaya çalıştılar. Onların en mat, sağdıca teslim edilir. Evli gençlerden biri damadı kaçırırsa sağdıç para ödeyerek geri alır. Damada ve geline çok güvendikleri bu sırada Varsak aşiret beylerinden biri olan Adalı-oğlu Paşa Bey idi. Adalı-oğulları Konya’ya bağlı hoca huzurunda nikâh yapılır. Damat, gelinin odasının önüne gelince gençler damadın sırtına yumruk vurarak içe- Ereğli kazasında yaşıyorlardı. ri gönderirler. Mahmud Paşa’nın 1466 seferinde Osmanlı kuvvetlerinin üzerine geldiğini haber alan Türkmenler, Bolkar Dağı’na ve Çukurova Varsaklarında güveyi bağlama olayı yaygındır. Günümüzde de hâlâ vuku bulan güvey bağlama, kız ya da Tarsus tarafarına kaçarak Memlük sınırını geçtiler. Bu seferde, Karaman ve Türkmen meselesi halledilemediği gibi, Os- oğlan ailesine düşmanlık beslenmesi, kızın isteyenden başka birine verilmesi gibi durumlarda başvurulan bir me- manlılar aleyhine bir takım hareketler de başlamıştı. Meselenin halli için Fatih, 1469’da bu kez, Rum Mehmed Paşa’yı totur. gönderdi. Paşa, Karaman-ili’nde pek çok kişiye zulüm etiği gibi, cami, türbe ve medreseleri soymuş, ağır vergilerle halkı Varsaklarda bazı rahatsızlıklarda doktor yerine ocak ailelerine gidilir. Ateşi Söndürmek Fakirliğe İşaretir. Gözü ezmiş ve daha sonra da aynı maksatla Varsaklar üzerine hareket etmiştir. Ancak, bu sırada Varsak aşiretlerinin başında mavi ve benzi sarı insanların nazarı değer. Çocuğu nazardan korumak için görünen bir yerine nazar boncuğu takı- bulunan Ulaş-oğlu Hasan (Uyuz) Bey, Osmanlı kuvvetlerini pusuya düşürerek mağlup eti. Paşa ise, Karaman-ili’nden lır. Nazar değdiğine inanılan çocuğa ise kurşun dökülür. gasbetiği bütün mal ve parayı Varsaklara bırakarak kaçmış ve güçlükle hayatını kurtarmıştır. Bu seferden bir yıl sonra, Karamanlı Kasım Bey, Bozkırlu, Turgud, Çini, Kusun, Burnazoğlu, Bozdoğan, Gündüz, Kuştemür, Adalıoğlu ve Gö- Bu inançların çoğunun Anadolu’da da devam etiğini bilmekteyiz. Engin Türk kültürünün içinde Varsaklar, kültü- gez gibi bir çoğu Varsak boylarından oluşan Türkmenleri yanına toplayarak, tekrar Osmanlılarla mücadeleye girişmiştir. rümüzün bugüne taşınmasında bir köprü görevi görmüşler, belki çok zaman öncesinde unutulmaya yüz tutabile- Bunu üzerine Fatih Karaman-Türkmen seferine İshak Paşa’yı gönderdi. Kasım Bey ve Varsaklar İshak Paşa’nın saldı- cek değerleri günümüze taşımışlardır. rılarına karşılık yüksek dağ eteklerindeki Varsak-ili’nde tutunmaya çalıştılar. Hata, Adalıoğlu Paşa Bey komutasındaki

228 229 Derebucak Derebucak

Türkiye Selçuklu Devleti’nin inhitatı üzerine, bu devletin başkenti Konya’yı ele geçirerek mirasına sahip çıkan ve diğer Varsak birlikleri bir ara Niğde’de bulunan İshak Paşa’nın ordugâhına dahi saldırmıştır. Ancak, Paşa Bey, Ankara hakimi Anadolu Türkmen beylikleri arasında kuvvetli bir hale gelen Karamanlılar, Varsaklar üzerinde nüfuzlarını artırmışlar- Davud Paşa’nın üzerine yürümesiyle, Bolkar Dağı’na sığınmıştır. Paşa Bey, bir müddet sonra Turgud-oğlu Ömer Bey’in dır. Karamanlılar yayılma ve genişleme yolunda fütühat siyasetlerinin önüne çıkan Osmanlı, Ramazan ve Memlük en- vefatı üzerine Karaman ordusu kumandanlığına getirilmiştir. Ancak, Niğde muhafızı Davud Paşa’nın bir baskını netice- gellerine karşı diğer Türkmen birlikleri ile birlikte Varsaklardan da azami derecede istifade etme siyasetini gütüler. Nite- sinde ele geçirilerek İstanbul’a gönderilmiş ve burada öldürülmüştür. Varsak aşiretleri 1471’de İshak Paşa’nın şiddetli bir kim, Varsaklar, 1378 ve 1397 tarihlerinde Karamanlılar ile Osmanlılar arasında yapılan savaşlarda Karaman ordusun- hücumuna daha uğramışlardır. Fakat, Bolkar Dağı’na sığınarak bu saldırıdan da kurtulmuşlardır. da yer aldıkları gibi, Karamanlı Mehmed Bey’in 1400’lü yılların başında Tarsus’u Ramazanlılardan almasında da etkin Varsaklar, Fatih’in vefatından sonra, Sultan II.Bayezid ile şehzade Cem arasında başlayan iktidarı ele geçirme mücade- rol oynadılar. Ancak, Ramazanlı Ahmed Bey’in Mart 1415’de Tarsus ve civarını tekrar ele geçirmesi üzerine bir çok Var- lesinde, Karamanlı Kasım Bey ile birlikte Cem’in yanında yer aldılar. Osmanlıların, bu buhranlı döneminden istifade et- sak aşireti Ramazan hakimiyetine girdi. Bir müddet sonra Karamanlı II. Mehmed Bey, Tarsus ve havalisini ele geçirince mek isteyen Turgut, Özer, Kusun, Kara İsalu ve Varsak birlikleri, Kasım Bey’in idaresinde, Konya’ya yürümüş; Karaman Varsak aşiretleri bir kez daha Karaman idaresine geçti. valisi şehzade Abdullah ve beylerbeyi Hadım Ali Paşa’yı Mut yakınında Pervane Sahrası’nda mağlup etmişlerdir. Cem, Karamanlı İbrahim Bey devrinde bir kısım Varsak aşireti Memlük tarafına geçmiştir. Nitekim, 12 Aralık 1427’de Varsak 1482’de Mısır’dan Anadolu’ya döndüğünde onu Adana’da Varsak ve diğer Türkmenler karşılayarak Tarsus’a kadar re- beylerinden Emir Hamza bin Kara İsa, 40 kişilik nökeri ile Mısır’a giderek Sultan Barsbay’a itaatlerini ve bağlılıklarını fakat etiler. Cem’e destek olmak için Kasım Bey ile birlikte Konya’ya sonuç vermeyen bir taarruzda dahi bulunmuşlar- bildirdi. Bedreddin Aynî, Varsak beylerinin bu ziyareten önce Mısır diyarına hiç gelmemiş olduklarını belirtir. dır.” [54, 55] Osmanlı sınırları, 15. asrın ikinci yarısında sınırlarını Torosların kuzey yamaçlarına kadar ilerlemiş ve Varsaklarla mü- Varsaklar değişik Oğuz boylarından oluşan bir teşekküldür. Birçok tarihçi Varsakların, Türkmenlerin Üç Ok kolu- nasebet kurmuşlardı. Osmanlı-Karaman mücadelesi, Osmanlıları Varsak yurduna kadar getirmişti. Bu mücadelede Var- na mensup oldukları hakkında hemfikirdir. Varsak Türkmenleri Malazgirt zaferinden sonra, Moğol İstilası sebe- saklar büyük çoğunlukla Karamanlıların yanında yer aldılar. Bu sebeple İbn Kemal, Varsakları eleştirmek için “Varsak-ı biyle (1220) Selçuklu hâkimiyetindeki Anadolu’ya göç etmişlerdir. Bunlardan kısım Türkmen, Selçuklu-Moğol pür-nifak ve bed-fiâl” (Yaptığı işler kötü ve nifak dolu Varsak) cümlesini kullanır. Yenilgiler esnasında Karaman-Varsak otoritesini kabul ederek Anadolu’da kalmış, bir kısmı Suriye’ye gitmiş, bir kısmı da geriye İran’a göç etmiştir. Göç- kuvvetlerinin sığınma yeri, Memlük sınırları içerisindeki Tarsus dağlık kesimi (Bolkar Dağları) idi. Bunları takip eden ler 13. yüzyılda daha da artmış, 14. ve 15. yüzyıllarda ise Çukurova’ya doğru devam etmiştir. Göç hadisesinin yo- Osmanlı kuvvetleri Varsak yurduna kadar gelmekteydi. ğun yaşandığı Varsakların asıl yurdu Tarsus ve çevresidir. Toroslar da yaşayanlarda vardır. Bir kısım Varsak da Ka- raman, Kayseri, Kırşehir, Niğde, Antalya (Teke), Aydın, Kars, Maraş ve Kıbrıs’ta yurt tutmuştur. Anadolu’nun çe- Osmanlı-Karaman mücadelesi ilk olarak 1387’de savaşa dönüştü. Bu ilk savaşta Sultan I.Murad ile Karaman beyi Ala- şitli yörelerinde yaşamaya devam eden Varsakların çoğu kimliklerini kaybetmiştir ve mensup oldukları aşireti bil- eddin Ali Bey, Konya önlerinde karşılaştı. Karaman ordusunda Varsak, Turgud ve Bayburt Türkmenleriyle, Teberrrük, memektedir. Samagar, Barımbay, Çagazan, Saga ve Tosboğa gibi Kara Tatar kuvvetleri bulunmaktaydı. Alaeddin Ali Bey, Varsak birliklerini ordusunun sağ koluna yerleştirmişti. Bu savaşta Karamanlıların, Türkmen ve Kara Tatar kuvvetleri, Osman- Varsakların genel olarak inanç ve âdetleri şu anki Anadolu insanınınkinden pek farklı değildir. Hata “Bizdeki bu lıların talimli ve tecrübeli muntazam kuvvetleri karşısında mağlup olarak geri çekildiler. Osmanlı-Karaman orduları, inanç ve âdet acaba Varksaklardan mı geldi?” denilebilecek durumlar çoktur. Sonuç olarak aynı toprakta yaşayan 1397’de Akçay Ovası’nda tekrar karşılaştılar. Karaman ordusunu yine Varsak, Turgud, Bayburt ve Kara Tatar aşiret bir- insanların birbirlerinin kültürlerinden etkilenmesi ve zamanla kaynaşması doğaldır. likleri oluşturuyordu. Yapılan savaşta Yıldırım Bayezid komutasındaki Osmanlı kuvvetleri, Alaeddin Ali Bey komutasın- Varsaklarda diğer toplumlarda da görülen doğum ile ilgili birçok âdet yer alır. Mesela kısırlık konusunda Varsaklar- daki Karaman ordusunu bozguna uğratı. Bu savaşta da mağlup olan Varsaklar, yüksek dağlardaki yurtlarına çekilerek da en çok uygulanan malzeme ardıç ağacıdır. Anadolu’nun birçok köyünde de görülen kurbanlar kesme, yatırların Osmanlı saldırılarından kurtulmaya çalıştılar. ziyareti, çalılara çaput bağlama gibi âdetler yaygındır. Karamanlıların iktidarı ve hakimiyeti ele geçirme gayretleri, Pir Ahmed ve Kasım Beyler zamanında da devam eti. Bu Varsaklarda akraba evliliği de oldukça yaygındır. Evliliklerin büyük bir bölümü de kız kaçırma yoluyla olmakta- meyanda Pir Ahmed Niğde’de yaşayan Türkmen cemaatlerinin (Darü’l-Pehlevâniyye), Kasım Bey ise, Varsak, Kusun, dır. Kız tarafına iki defadan fazla dünürcü yollanmaz. Karşı taraf olumlu ya da olumsuz, kısa sürede neticeyi bildi- Gögez, Bayburd, Turgud ve Kara Tatar aşiretlerinin desteğini alarak Osmanlılarla yeniden mücedeleye giriştiler. Bu dö- rir. Düğün üç gün sürer. Aydın ve Antalya Varsaklarında davete giderken havlu, bardak, kaşık ve kibriten bir tane- nemde Osmanlı tahtında Fatih Sultan Mehmed bulunmaktaydı. Fatih “hıristiyanlığı takviye ederek müslümanlığı za- si okunuk olarak verilir. Böylece davet gerçekleşmiş olur. Bayrak dikildiği gün düğün başlamıştır. Davul, zurna ve afa götüren” Karaman-oğulları meselesini tamamen halletmek ve Anadolu’da Türk birliğini gerçekleştirmek düşüncesin- çalgı eşliğinde düğün devam eder. Son yıllarda ise mevlitlerle düğün yapanlar çoğalmıştır. Gelin oğlan evine gel- deydi. Bunun için de Karaman hanedanını ortadan kaldırmak ve onlara destek veren ve yardım eden Varsak ve Turgud- diğinde kaynana gelinin başından üzüm, arpa, bozuk para gibi şeyler döker. Gelin Kapının eşiğine konan bir bar- ları itaat altına alarak Osmanlı idaresine sokmak istiyordu. Fatih, bu siyasetini gerçekleştirmek üzere, 1466’da Mahmud dak suyu, ibriği veya testiyi tepik vurarak döker. Eline verilen oklavayı kırar. Böylece ileride başarılı olacağına ina- Paşa’yı, 1469’da Rum Mehmed Paşa’yı ve 1470’de Ishak Paşa’yı Varsak ve Turgudlar üzerine gönderdi. nılır. Eve girdikten sonra erkek çocuğu olsun diye kucağına bir erkek çocuk verilir. Gelin içeri girdikten sonra da- Buna karşılık Pir Ahmed ve Kasım Beyler Fatih’in ordularına Varsaklarla birlikte karşı koymaya çalıştılar. Onların en mat, sağdıca teslim edilir. Evli gençlerden biri damadı kaçırırsa sağdıç para ödeyerek geri alır. Damada ve geline çok güvendikleri bu sırada Varsak aşiret beylerinden biri olan Adalı-oğlu Paşa Bey idi. Adalı-oğulları Konya’ya bağlı hoca huzurunda nikâh yapılır. Damat, gelinin odasının önüne gelince gençler damadın sırtına yumruk vurarak içe- Ereğli kazasında yaşıyorlardı. ri gönderirler. Mahmud Paşa’nın 1466 seferinde Osmanlı kuvvetlerinin üzerine geldiğini haber alan Türkmenler, Bolkar Dağı’na ve Çukurova Varsaklarında güveyi bağlama olayı yaygındır. Günümüzde de hâlâ vuku bulan güvey bağlama, kız ya da Tarsus tarafarına kaçarak Memlük sınırını geçtiler. Bu seferde, Karaman ve Türkmen meselesi halledilemediği gibi, Os- oğlan ailesine düşmanlık beslenmesi, kızın isteyenden başka birine verilmesi gibi durumlarda başvurulan bir me- manlılar aleyhine bir takım hareketler de başlamıştı. Meselenin halli için Fatih, 1469’da bu kez, Rum Mehmed Paşa’yı totur. gönderdi. Paşa, Karaman-ili’nde pek çok kişiye zulüm etiği gibi, cami, türbe ve medreseleri soymuş, ağır vergilerle halkı Varsaklarda bazı rahatsızlıklarda doktor yerine ocak ailelerine gidilir. Ateşi Söndürmek Fakirliğe İşaretir. Gözü ezmiş ve daha sonra da aynı maksatla Varsaklar üzerine hareket etmiştir. Ancak, bu sırada Varsak aşiretlerinin başında mavi ve benzi sarı insanların nazarı değer. Çocuğu nazardan korumak için görünen bir yerine nazar boncuğu takı- bulunan Ulaş-oğlu Hasan (Uyuz) Bey, Osmanlı kuvvetlerini pusuya düşürerek mağlup eti. Paşa ise, Karaman-ili’nden lır. Nazar değdiğine inanılan çocuğa ise kurşun dökülür. gasbetiği bütün mal ve parayı Varsaklara bırakarak kaçmış ve güçlükle hayatını kurtarmıştır. Bu seferden bir yıl sonra, Karamanlı Kasım Bey, Bozkırlu, Turgud, Çini, Kusun, Burnazoğlu, Bozdoğan, Gündüz, Kuştemür, Adalıoğlu ve Gö- Bu inançların çoğunun Anadolu’da da devam etiğini bilmekteyiz. Engin Türk kültürünün içinde Varsaklar, kültü- gez gibi bir çoğu Varsak boylarından oluşan Türkmenleri yanına toplayarak, tekrar Osmanlılarla mücadeleye girişmiştir. rümüzün bugüne taşınmasında bir köprü görevi görmüşler, belki çok zaman öncesinde unutulmaya yüz tutabile- Bunu üzerine Fatih Karaman-Türkmen seferine İshak Paşa’yı gönderdi. Kasım Bey ve Varsaklar İshak Paşa’nın saldı- cek değerleri günümüze taşımışlardır. rılarına karşılık yüksek dağ eteklerindeki Varsak-ili’nde tutunmaya çalıştılar. Hata, Adalıoğlu Paşa Bey komutasındaki

228 229 Derebucak

Varsağı Özel bir ezgiyle söylenen koşmaya denir. Önce Güney Anadolu’da yaşayan Varsak Türkleri tarafından söylendiği için bu adla anılır. Semâiye benzer. Hece ölçüsünün en çok sekizli kalıbıyla yazılır. 4+4 duraklı veya duraksız olur. Semâiden ezgi yönüyle ayrılır. Varsağı yiğitçe bir havayla okunur. Çoğunlukla içinde “bre”, “hey”, “hey gidi”, gibi ünlemler yer alır. Bu ünlemlerin bulunmadığı varsağılar ezgisiyle fark edilir. Halk edebiyatında en çok varsağı söyleyen âşık, Karacaoğlan’dır. Karacaoğlan Varsaklara mensup bir halk ozanıdır. Örnek bir varsağı; Bre ağalar bre beyler Ölmeden bir dem sürelim Gözümüze kara toprak Dolmadan bir dem sürelim Aman hey Allahım aman Ne aman bilir ne zaman Üstümüzde çayır çemen Bitmeden bir dem sürelim

DEĞERLENDİRME Daha öncede yazdığımız gibi tarihi kayıtlardan, tarihçilerin tespit ve görüşlerinden, Derebucaklıların yaşam tarzla- rı, ağız yapıları, gelenek ve görenekleri, örf ve adetleri açıkça gösteriyor ki Derebucaklılar da Oğuzlardandır. Oğuzların Mavera-ün nehir’den başlayıp, üç asırdan fazla süren batıya doğru akışları incelendiği zaman Çukurova, İçel, Alanya ve Teke yörelerini fetheden Oğuz kolunun Üç Oklar olduğu tarihi bir gerçektir. Derebucakların Oğuz- ların hangi boyundan olduğuyla ilgili olarak bundan ötesini tespit etmek imkânımız yok gibidir. Derebucak, sanırım birazda yedi karye ya da obanın birleşmesiyle oluştuğu için ve yedi karye ya da oba farklı oy- maklardan olduğu için, haliyle yerleşim yerine oymak adı verilmemiş, zamanla da önemsenmediği için unutulup gitmiştir. Mehmet Eröz’ün Yörükler hakkındaki araştırmalarına göre; Farsak Aşireti (Karacalı, Dağlı, Yağbasan obaları) çok geniş bir aşiretir. Toroslar da dâhil geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. Karaca Oğlan bu aşiretendir. Dilleri hayli kabadır. Karahacılu Aşireti (Galdırıcılar, Solaklı, Sarıg Balı, Hacı Hamzalı, Eski Yörük, Hümmetli, Çüngüllü oymakları) Ana- mas dağlarında, Adana tarafarında ve dağınık olarak Ege’de bulunurlar. Karakoyunlu Aşireti (İbişli, Kuşçular, Hacıalılar, Könterli, Dayıkır, Balıklılar, Ebişler, oymakları) Anamas’ta yaylayıp Antalya’da kışlarlar.[36] Cevdat Türkay’a göre çeşitli deferlerde, Manavgat, İbradı ve Akseki’de kayıtlı olan aşiretler ve cemaatlerin tama- mı yukarıya çıkarılmıştır. Yusuf Halaçoğlu’nun Anadolu’da Aşiretler, Cemaatler ve Oymaklar (1453-1650) isimli çalışmasında bölge hakkın- da kesin bilgilere ulaşmak mümkün olmamaktadır. Sanırım bunun temel nedeni bölge insanlarının Konar-göçer olmalarından kaynaklanmaktadır. Bu çalışmada bölgemiz Teke Türkmenlerinin ve Varsakların yaşam alanları içe- risinde gösterilmektedir. Bu durumda Derebucak’a yerleşen oymakların kök ve kökenleri hakkında çok kesin şeyler söylemek elbete müm- kün değildir. Değişik bölümlerde aktarmalar yaptığımız tarihi kaynaklarda da bu konuda fazla bir şey bulmak mümkün olmamıştır. Ancak yukarıda yazdıklarımız ve bildiklerimizin ışığı altında burada bir değerlendirme yapmamız da yerinde ola- caktır. Oğuzlar Anadolu’ya geldikten sonra, birazda İslamiyet’in etkisiyle, El (Oğuzeli), Kol (Üç Ok ve Boz Ok kolları) , Boy (Oğuzların 24 boyu), Oymak ve Soy şeklinde sıralanan eski teşkilatlarını yavaş yavaş kaybetmeye başladılar. Boyların yerini teşekküller, oymakların yerini de cemaatler almaya başladı.

230 Derebucak Derebucak

Varsağı Osmanlılar imparatorluk haline gelmenin neticesi, biraz da bilinçli olarak boyların ve oymakların aynı bölgede Özel bir ezgiyle söylenen koşmaya denir. Önce Güney Anadolu’da yaşayan Varsak Türkleri tarafından söylendiği toplamasını engellediler. Yeni fethedilen bölgelere de değişik boylardan Türkmenleri biraz da zorla gönderdiler. için bu adla anılır. Semâiye benzer. Hece ölçüsünün en çok sekizli kalıbıyla yazılır. 4+4 duraklı veya duraksız olur. Vergi kayıtlarını da eski boy ve oymak adlarıyla değil, cemaat adlarıyla tutular. Semâiden ezgi yönüyle ayrılır. Varsağı yiğitçe bir havayla okunur. Çoğunlukla içinde “bre”, “hey”, “hey gidi”, gibi Osmanlı arşivlerinde 6890 numarada kayıtlı Maliyeden Müdevver deferde, Türkmenlerin Karaman, Mut, Bozkır, ünlemler yer alır. Bu ünlemlerin bulunmadığı varsağılar ezgisiyle fark edilir. Aladağ, Manavgat, Teke sancağında Kızıl kaya, İbradı; Hamit sancağı dâhilinde İshaklı, Hoyran... kazalarında yer- Halk edebiyatında en çok varsağı söyleyen âşık, Karacaoğlan’dır. Karacaoğlan Varsaklara mensup bir halk ozanıdır. leşmiş oldukları köyler ile beraber kayıtlıdır. Örnek bir varsağı; İbradı’yla ilgili kısımda “Parekende-i cemaat-ı Karahacılu Sakin-i Kaza-ı İbradı der Liva-yı Alaiye” gibi Türkmen ce- Bre ağalar bre beyler maatlerinin isimleri yazılıdır. Yalnız kayıtlar cemaat isimleriyle yapıldığı, yer isimleri bulunmadığı için tam anla- Ölmeden bir dem sürelim mıyla bir tespit mümkün olamamaktadır. Gözümüze kara toprak 1730 tarihli Yörük deferinde İbradı civarına Karahacılı, Turgutlar, Eski Yörük, Narencili ve Zekeriyalı cemaatleri- Dolmadan bir dem sürelim nin yerleştiği kayıtlıdır.[14] Aman hey Allahım aman Bu cemaatlerden Karahacılı cemaati Yüreğir boyundandır. Derebucak’ı oluşturan guruplardan birisi de Bıçakçılar Ne aman bilir ne zaman cemaatidir. Gerçi sonradan Derebucak’ı terk etmişlerdir ama Bıçakçılar Bozdoğan’a bağlı cemaatlerdir. Bozdoğan- Üstümüzde çayır çemen lılar ise İğdir boyundandır.[15] Bitmeden bir dem sürelim Demircilü cemaatleri ise Yüreğir boyundandır. Temürciler cemaati, Manavgat kz, Ala’iye liv, TD: 166, s. 626.[41] Tabi kayıtlarda adı geçen Demircilü ya da Temürciler cemaatinin Derebucak’taki Demirciler soyunu ihtiva edip et- DEĞERLENDİRME mediğini bilmemize imkân yoktur. Daha öncede yazdığımız gibi tarihi kayıtlardan, tarihçilerin tespit ve görüşlerinden, Derebucaklıların yaşam tarzla- Derebucak’a Kızıldağ’dan gelen Hacılar soyu, deferlerde kayıtlı olan Turgutlar cemaatindendir. Bu nedenle zaten rı, ağız yapıları, gelenek ve görenekleri, örf ve adetleri açıkça gösteriyor ki Derebucaklılar da Oğuzlardandır. Turgut soyadını almışlardır. Turgutlar cemaati de Bozdoğan teşekkülü vasıtasıyla İğdir boyundandır. Oğuzların Mavera-ün nehir’den başlayıp, üç asırdan fazla süren batıya doğru akışları incelendiği zaman Çukurova, Derebucak’ın isminden hareketle Derebucak insanının Bucak aşiretiyle bir ilgisinin olduğu düşünülebilir. An- İçel, Alanya ve Teke yörelerini fetheden Oğuz kolunun Üç Oklar olduğu tarihi bir gerçektir. Derebucakların Oğuz- cak İbradı civarına bu aşiretin yerleştiğine dair bir kayda rastlanmadığı gibi bu konuda atalarımızdan ya da bü- ların hangi boyundan olduğuyla ilgili olarak bundan ötesini tespit etmek imkânımız yok gibidir. yüklerimizden bir şeyler de duyulmamıştır. Yukarıdaki değişik kitaplardan yaptığımız alıntılardan da gördük ki; Alanya’nın fethinde bölgeye gelen Oğuz boyu Yüreğirlerdir. Teke Eli’nin yani Antalya’nın fethinde ise bölge İğdir Derebucak, sanırım birazda yedi karye ya da obanın birleşmesiyle oluştuğu için ve yedi karye ya da oba farklı oy- çadırlarıyla dolmuştur.[15] maklardan olduğu için, haliyle yerleşim yerine oymak adı verilmemiş, zamanla da önemsenmediği için unutulup gitmiştir. Dolayısıyla Derebucak’ı oluşturan yedi yerleşim yerinden gelen oymaklar ya da cemaatler için şu Oğuz boyundan- dır demek yanlış olur. Buna karşın bir genellemeyle, Derebucak insanlarının kökeninin Oğuz Eli’nin, Üç Ok kolu- Mehmet Eröz’ün Yörükler hakkındaki araştırmalarına göre; Farsak Aşireti (Karacalı, Dağlı, Yağbasan obaları) çok nun, Varsak teşekkülünden, Yüreğir ve İğdir boylarından olduğunu söylemek doğru bir yargı olabilir. geniş bir aşiretir. Toroslar da dâhil geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. Karaca Oğlan bu aşiretendir. Dilleri hayli kabadır. Göçerlerle ilgili olarak da şunu söylemek mümkündür; Karahacılu Aşireti (Galdırıcılar, Solaklı, Sarıg Balı, Hacı Hamzalı, Eski Yörük, Hümmetli, Çüngüllü oymakları) Ana- mas dağlarında, Adana tarafarında ve dağınık olarak Ege’de bulunurlar. Konargöçer Türkmenler ve Yörükler Anadolu’nun Türkleşmesinde ve vatan haline gelmesinde tarihi bir rol oyna- mışlardır. Savaşlarda ordunun her türlü ağırlıklarının taşınması, ağır silahlarını nakletme ve ordu için hayati önem Karakoyunlu Aşireti (İbişli, Kuşçular, Hacıalılar, Könterli, Dayıkır, Balıklılar, Ebişler, oymakları) Anamas’ta yaylayıp taşıyan cins Türk atlarının yetiştirilmesi görevi onların olmuştur. Kanuni’den itibaren de imar, muhafaza, su hizme- Antalya’da kışlarlar.[36] ti, kale tamiri, şehir korumaları, gemi yapımı, köprü yapımı ve korunması, maden çıkarılması ve taşınması, kasap- Cevdat Türkay’a göre çeşitli deferlerde, Manavgat, İbradı ve Akseki’de kayıtlı olan aşiretler ve cemaatlerin tama- lık ve şehirlerin et ihtiyacının karşılanması, top yuvarlağı dökülmesi, derbentlerde ve ana geçitlerde yol emniyeti- mı yukarıya çıkarılmıştır. nin sağlanması gibi önemli görevleri üstlenmişlerdir. Yusuf Halaçoğlu’nun Anadolu’da Aşiretler, Cemaatler ve Oymaklar (1453-1650) isimli çalışmasında bölge hakkın- Bu hizmetlerin yanı sıra Konargöçerler ve Yörüklerin önemli ölçüde vergi ödedikleri de bilinmektedir. da kesin bilgilere ulaşmak mümkün olmamaktadır. Sanırım bunun temel nedeni bölge insanlarının Konar-göçer Türkmenlerde göçebelik tabii, coğrafi, iktisadi şartların zorlamasıyla meydana gelen bir yaşayış şekli değildir. Bu olmalarından kaynaklanmaktadır. Bu çalışmada bölgemiz Teke Türkmenlerinin ve Varsakların yaşam alanları içe- bir dünya görüşü, maşeri duygu ve töre meselesidir. risinde gösterilmektedir. Ekme bağ bağlanırsın Bu durumda Derebucak’a yerleşen oymakların kök ve kökenleri hakkında çok kesin şeyler söylemek elbete müm- Ekme ekin eğlenirsin. kün değildir. Değişik bölümlerde aktarmalar yaptığımız tarihi kaynaklarda da bu konuda fazla bir şey bulmak Çek deveyi güt koyunu mümkün olmamıştır. Bir gün sende beğlenirsin. (13) Ancak yukarıda yazdıklarımız ve bildiklerimizin ışığı altında burada bir değerlendirme yapmamız da yerinde ola- Türkmenlerin 13. yüzyıldan günümüze kadar geçen tarihi süreç içerisinde yerleşik hayata soğuk bakmalarına rağ- caktır. men, gerek Yörüklük gerekse Konargöçerlik sona ermek üzeredir. Selçuklulardan başlayan iskân politikaları 20. Oğuzlar Anadolu’ya geldikten sonra, birazda İslamiyet’in etkisiyle, El (Oğuzeli), Kol (Üç Ok ve Boz Ok kolları) , yüzyılın sonunda tamamlanabilmiştir. Boy (Oğuzların 24 boyu), Oymak ve Soy şeklinde sıralanan eski teşkilatlarını yavaş yavaş kaybetmeye başladılar. Ancak bunun çok iyi bir netice olduğunu söylemek mümkün değildir. Göçerliğin tüm tarihimiz boyunca hür ve Boyların yerini teşekküller, oymakların yerini de cemaatler almaya başladı.

230 231 Derebucak

müstakil kalmanın başarılmasındaki ve her düşülen durumda yeni bir devlet kurulmasının sağlanmasındaki rolü yadsınamaz bir gerçektir. Osmanlı İmparatorluğunun kurucusu Osman Gazi’nin oğullarına “Asla iskân olmamalarına, yerleşenlerin asaletinin kaybolacağına, beyliğin Yörüklük ve Türkmenlik edenlerde kalacağına” dair nasihati vardır.[36] Bir başka açıdan bakarsak; Göçerler yerleşik hayata geçmekle, üretici konumlarından birden bire tüketici konu- muna düşmüşlerdir. Bu açıdan eski Türkmenlerin şehirlerde oturan akrabalarına ‘yatuk’ yani tembel demeleri boş bir söz değildir.

TARİHTE DEREBUCAK VE ÇEVRESİ ANTİK ÇAĞLAR Derebucak ve çevresi dağlık bir bölgedir. Tarih ilk çağlarındaki ilkel imkânlar nedeniyle buralarda değişik medeni- yetlerin izlerinin bulunmaması gayet doğaldır. Bölge tarihteki Pshidya, Kilikya ve hudutlarının birbirle- rine yaklaştığı bir yer olarak belirlenebilir. Muhtemelen Pamphylia hudutları içerisindedir. Etilerin hâkimiyetinin buralara kadar uzanıp, uzanmadığı bilinemez. Charles Texier bir Fransız arkeolog ve gez- ginidir. Hititlerin başkenti Hatuşaş’ı da bulan yazar Ülkemizin dışarıda tanınmasında önemli bir rol oynamıştır. ‘Küçük Asya’ adındaki seyahatnamesi tarihimiz açısından önemli bir kaynaktır. Tex ier’in araştırmalarına dayanarak Berlin’de basılan ve Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde bulu- nan Asia Minors adlı haritada bölgede üç adet antik kentin var olduğu tespit ediliyor. Bunlar Etenna (İvgal), Goten- na (Gödene) ve Erimna’dır (Ormana). Bugün de bu antik kentlerin izleri görülebilir. Ancak herhangi bir kazı ve ben- zeri bilimsel çalışma yapılmadığı ve tarihi kaynaklarda da bilgi olmadığı için bir şeyler bulabilmek imkânı yok gibidir. Güney sahillerimizde , Alara ve Selcuciye liman kentleri bulunur. Ayrıca Bozkır havalisinde Sdara, Beyşehir ile Eğridir arasında Anlabada, Seydişehir civarında da Kalybrsos-Velverit şehirleri mevcutmuş. Bu sayılanlar önem- li yerleşim yerleridir. Bunların dışında, İskörles’de (Üstünler), Manastır’da (Üzümlü), Zekeriya’da (Taşlı pınar), Balat’ta, Gembos’ta ve başka yerlerde de küçük yerleşim yerleri varmış. Tarihi de Doğu Pamphylia hudutları içinde, Erimna ile komşu idi. Büyük İskender Milatan önce 329’da Pamphylia’ya Isparta-Ağlasun yoluyla inmiş, Perge ve ’u aldıktan sonra Side’yi zapt etmiş, Selgeliler Side’ye gelerek teslim olmuşlar. Hal böyle olunca arkadaki dağlık mülhakatın da İskender’in hâkimiyetine girme- si doğaldır.

İLK ÇAĞLAR İskender’den sonra bölgeye İranlılar gelmiş, daha sonra da M.Ö. 190 yılında Roma hâkimiyeti başlamış. Bugün Derebucak sınırları içerisinde kalan Balat mezrasında, Balat taşında 1960’lı yıllarda araştırmacılar tarafın- dan kopyalanmış eski bir yazıt vardı. Sonraki yıllarda hazineciler tarafından kırılarak ortadan kaldırılmış olan yazıtın kopyalanmış hali aşağıya alınmıştır. Roma döneminden eski Yunanca bir metin olan bu ya- zıta; “Vali Aruntios Akulas tarafından 6. Sidera lejyo- nunda orduya alınan Gaios Trollio… Kaklemeus, Tiberi- us Klaudius Kaisar üzerine 27 yılında sefere çıkarak dü- rüst bir şekilde otoriteye itaat etiği için Vespesianus Kai- sar tarafından askerlikten azat edildi. …ise bu adağı Tan- rı Apollon için adak gereğince kendi vatanına dikti” şek- linde bir ifade yer almaktadır. Tarihi bilgilere bakacak olursak; Sidera yıldız anlamın- Balat Taşı’ndaki Yazıtın Kopyalanmış Hali dadır. Romalıların Sidera lejyonu M.Ö. 58 yılından iti-

232 Derebucak Derebucak müstakil kalmanın başarılmasındaki ve her dara düşülen durumda yeni bir devlet kurulmasının sağlanmasındaki baren Anadolu’da hizmet vermiş. Yazıta adı geçen Tiberius Klaudius M.S. 14–27 yılları arasında Roma’da Sezarlık rolü yadsınamaz bir gerçektir. yapmış. Vali Lucius Aruntios da ona hizmet etmiş. Osmanlı İmparatorluğunun kurucusu Osman Gazi’nin oğullarına “Asla iskân olmamalarına, yerleşenlerin asaletinin Roma döneminde bu dağlık arazi bir orman denizi halindedir ve gemi yapımı için en makbul kereste olan sedir bol kaybolacağına, beyliğin Yörüklük ve Türkmenlik edenlerde kalacağına” dair nasihati vardır.[36] miktarda bulunmaktadır. Romalılar da bundan yararlanmışlardır. Hata bir ara Marc Antuan bu orman denizini ge- milerinin yapımında kullansın diye Mısır kraliçesi Cleopatra’ya hediye etmiştir. Bir başka açıdan bakarsak; Göçerler yerleşik hayata geçmekle, üretici konumlarından birden bire tüketici konu- muna düşmüşlerdir. Bu açıdan eski Türkmenlerin şehirlerde oturan akrabalarına ‘yatuk’ yani tembel demeleri boş Büyük Roma İmparatorluğu’nun bölünmesinden sonra Akdeniz sahilindeki kale ve limanlar ile bunların dağlık bir söz değildir. kısımdaki mülhakatı devamlı olarak Bizans hâkimiyetinde kalmamış, zaman zaman Mısır ve Kıbrıs krallıkları- nın hâkimiyetine geçmiştir. Bunun nedeni yukarıda bahsetiğimiz gibi bölgenin sedir açısından zengin bir orman mıntıkası oluşudur. Bizans döneminde Side küçülüp zayıfarken, Korekasyon veya Gelinevros (Alanya) gelişerek TARİHTE DEREBUCAK VE ÇEVRESİ önemli bir liman haline gelmiştir. ANTİK ÇAĞLAR VII. asırla IX. asır arasında Arap donanması bu sahillerde görülmeye başlandı. Arap tazyiki karşısında yerli halkın Derebucak ve çevresi dağlık bir bölgedir. Tarih ilk çağlarındaki ilkel imkânlar nedeniyle buralarda değişik medeni- iç kısımlara doğru çekildiği söylenir. yetlerin izlerinin bulunmaması gayet doğaldır. Bölge tarihteki Pshidya, Kilikya ve Pamphylia hudutlarının birbirle- rine yaklaştığı bir yer olarak belirlenebilir. Muhtemelen Pamphylia hudutları içerisindedir. SELÇUKLULAR Etilerin hâkimiyetinin buralara kadar uzanıp, uzanmadığı bilinemez. Charles Texier bir Fransız arkeolog ve gez- İşte Arap tazyikinin iç Toroslara doğru atığı bu halkın arasına, Türk milleti ile Anadolu’nun kader birliğinin baş- ginidir. Hititlerin başkenti Hatuşaş’ı da bulan yazar Ülkemizin dışarıda tanınmasında önemli bir rol oynamıştır. ladığı 1071’deki o muhteşem Malazgirt zaferinden sonra peyderpey Anadolu’ya gelmeye başlayan göçebe Türk- ‘Küçük Asya’ adındaki seyahatnamesi tarihimiz açısından önemli bir kaynaktır. ler katılmışlardır. Tex ier’in araştırmalarına dayanarak Berlin’de basılan ve Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde bulu- Beyşehir civarı Melikşah’ın emriyle Süleyman Bey tarafından fethedilmiş ve kendisine bağışlanmıştır. H. 479’da nan Asia Minors adlı haritada bölgede üç adet antik kentin var olduğu tespit ediliyor. Bunlar Etenna (İvgal), Goten- (1085) Süleyman Bey vefat etmiş, yerine oğlu Davut geçmiştir. Davut Selçuklunun bir Uç Beyi’dir. na (Gödene) ve Erimna’dır (Ormana). Bugün de bu antik kentlerin izleri görülebilir. Ancak herhangi bir kazı ve ben- zeri bilimsel çalışma yapılmadığı ve tarihi kaynaklarda da bilgi olmadığı için bir şeyler bulabilmek imkânı yok gibidir. Bölgemizdeki konmalar, göçmeler, çekilmeler ve kaynaşmalar Bizans, Selçuklu, Karamanoğulları ve Osmanlılar dönemlerinde hep devam etmiştir. Güney sahillerimizde Side, Alara ve Selcuciye liman kentleri bulunur. Ayrıca Bozkır havalisinde Sdara, Beyşehir ile Eğridir arasında Anlabada, Seydişehir civarında da Kalybrsos-Velverit şehirleri mevcutmuş. Bu sayılanlar önem- Selçuklular Anadolu’nun Türkleşmesini sağlayan devletlerin başındaki hanedandır. Orta Çağ Türk dünyasının iki li yerleşim yerleridir. Bunların dışında, İskörles’de (Üstünler), Manastır’da (Üzümlü), Zekeriya’da (Taşlı pınar), buçuk asra yakın bir devresini şerefi hatıralarıyla dolduran ve bugünkü milli birliğin temel taşlarını Anadolu’ya bir Balat’ta, Gembos’ta ve başka yerlerde de küçük yerleşim yerleri varmış. bir döşeyen bu iki devlet Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçukluları’dır. Türkçe olarak Selçukluların tarihi çehresi- ni ve Anadolu’nun Türkleşmesindeki stratejilerini ve rollerini, gerçeklere uygun ve açıklıkla belirten, önemini vur- Tarihi Selge de Doğu Pamphylia hudutları içinde, Erimna ile komşu idi. Büyük İskender Milatan önce 329’da gulayan, derli toplu bir eser henüz yayınlanmamıştır. Pamphylia’ya Isparta-Ağlasun yoluyla inmiş, Perge ve Aspendos’u aldıktan sonra Side’yi zapt etmiş, Selgeliler Side’ye gelerek teslim olmuşlar. Hal böyle olunca arkadaki dağlık mülhakatın da İskender’in hâkimiyetine girme- si doğaldır. TÜRKİYE SELÇUKLULARI DEVRİNDE KONYA Tuncer Baykara, Denizlilidir. Ord. Prof. Zeki Velidi Togan’ın talebisidir. Anadolu tarihi, Anadolu tarihi coğrafyası İLK ÇAĞLAR ve Anadolu’da Türk iskânının temelleri konularında yaptığı çalışmalar ve yayınlarla tanınmaktadır. İskender’den sonra bölgeye İranlılar gelmiş, daha sonra da M.Ö. 190 yılında Roma hâkimiyeti başlamış. 1071’den sonra Anadolu’ya yepyeni bir unsur geldi. Türkler. Önce bir askeri istila şeklinde kendisini gösteren, an- cak zamanla kökleşen bir hareketi de yaratmışlardır. Daha Malazgirt zaferinden de önce, bir kısım Türk birliklerinin Bugün Derebucak sınırları içerisinde kalan Balat mezrasında, Balat taşında 1960’lı yıllarda araştırmacılar tarafın- Anadolu’yu baştanbaşa çiğnedikleri, hata Konya gibi bazı şehirlerin alındığını da biliyoruz. 1018’den beri keşif sefer- dan kopyalanmış eski bir yazıt vardı. Sonraki yıllarda lerine başlayan Türkler, bu türden akınları Malazgirt öncesinde iyice artırmışlardı. Bu sebepledir ki Malazgirt’ten he- hazineciler tarafından kırılarak ortadan kaldırılmış olan men sonra, on yıl içinde hemen bütün Anadolu, Türklerin eline geçti. Konya’ya da bu sırada Türkler gelmiş olmalıdır. yazıtın kopyalanmış hali aşağıya alınmıştır. 1069’daki olayın etkisi sürmüş olmalıdır… Roma döneminden eski Yunanca bir metin olan bu ya- Türkler, Konya’da kesinlikle 1069’da göründüler; bir ara aldılar fakat hemen çekildiler. Ancak 1071’den sonraki dönem- zıta; “Vali Aruntios Akulas tarafından 6. Sidera lejyo- de de aldılar, bu defa gitmediler… nunda orduya alınan Gaios Trollio… Kaklemeus, Tiberi- us Klaudius Kaisar üzerine 27 yılında sefere çıkarak dü- Türkler, Konya’ya önce İç Anadolu’nun bir önemli iskân yeri olarak geldiler. Bu dönemdeki küçük Türk garnizonu, belki rüst bir şekilde otoriteye itaat etiği için Vespesianus Kai- Alâeddin Tepesinde, belki de çevrede kalıyordu. Konya’nın asıl önemi XII. yüzyıldaki başkent oluşundan sonradır. sar tarafından askerlikten azat edildi. …ise bu adağı Tan- Konya’nın başkent oluşu, sadece Türkleri değil, yaratığı önemli hareket ve canlılık dolayısıyla daha başka unsurları da rı Apollon için adak gereğince kendi vatanına dikti” şek- çekmiş olmalıdır. Nitekim Frenkleri, Ermenileri ve hata Rumları bu şehirde yeni hareketler içinde görüyoruz. Dolayısıy- linde bir ifade yer almaktadır. la 1071 sonrasındaki asker, XII. yüzyıldan sonra ise payitaht olduğundan asker ve idareci olarak Türkler bu şehrin esas Tarihi bilgilere bakacak olursak; Sidera yıldız anlamın- unsuru oldular. Balat Taşı’ndaki Yazıtın Kopyalanmış Hali dadır. Romalıların Sidera lejyonu M.Ö. 58 yılından iti-

232 233 Derebucak

Konya’nın 1100’lerden 1300’lere kadar olan iki asırlık olağanüstü, 1500’lere kadar da devamı olan parlak dönemi, Kon- ya tarihi içinde parlamaktadır. Zira o dönemde başkent kesinlikle Anadolu şartları içinde düşünülmüştü. Konya gerek dış görünüş, gerekse iç müesseseleri bakımından Türk şehircilik geleneklerini Anadolu’da en iyi aksetiren ör- neklerden birisidir.[42]

ANADOLU SELÇUKLULARI Büyük Selçuklu İmparatorluğundan ayrılarak Küçük Asya da kuvvetli bir devlet halinde beliren Anadolu Selçuklu- larının medeniyet dünyasına zengin bir kültür armağanı getirdikleri şüphesizdir. Bugün elimizde kalan enkazı üze- rinde muhteşem bir mazinin asil çehresini, ince ve yüksek bir zevkin canlı izlerini temaşa etiğimiz abideler, o fe- yizli çağların nefis yadigârlarıdır. Sanat ve kültür âlemine yeni bir ışık, medeniyet dünyasına yeni bir revnak getiren bu muazzam devletin ilk orta- ya çıkış devresinden son gelişme ve çöküş çağlarına kadar geçirdiği tarihi ve içtimai safaları, kuruluşundaki ve ya- şayışındaki müessir sebeplerle, zaaf ve çöküşünü hazırlayan amilleri vesikalarıyla birlikte çok iyi bilmek durumun- dayız. Ortaçağın şartlarında, en ücra Yörük yaylalarına bile seyyar hastane ve adalet kavramının mekanizmalarını götüre- bilen, bütün ağırlıklarıyla birlikte ordusuna, günde kırk kilometre yol aldıran Selçukluların devlet yapılarıyla, mu- azzam ve muntazam teşkilatlanma anlayışlarına hayran olmamak elde değildir. Yüce Sultan Alâeddin Keykubad; Anadolu Selçukluları’nın en büyük hükümdarı ve şüphe yok ki bir cihangirdir. Bu kabına sığmayan, fakat tahta geçer geçmez yaptığı işlerle saltanat hırsına hiç olmazsa devrin örfi içinde hak ver- diren sultan, babası I. Gıyaseddin Keyhüsrev İznik hudutlarında yaptığı muharebede şehit olur olmaz, ağabeysi ve gurbet arkadaşı İzzeddin Keykavus’un elinden tahtı almak için harekete geçer ve ağabeyini Kayseri’de muhasara eder. Muharebeyi kaybedince Ankara kalesine kapanır. Böylece Ankara bir müddet Alâeddin Keykubad’ın şehri olur. Şehir uzun müddet saltanat kavgasında Şehzadenin tarafını tutar. Alâeddin Keykubad kendi adı ile anılan camiyi bu muhasara günlerinin hatırası olarak yaptırmış ya- hut da o günlerde tamir etirmiş olmalıdır. Fakat zafer ümidi kalmayınca konuşmalar başlar, Şehzade de hayatına dokunulmamak şartıyla teslim olur. Uzayan muhasara esnasında İzzeddin’in karargâhında, bugünün Hergelen Meydanında, padişah ve maiyetindeki beyler için köşkler ve evler yaptırılmıştır. Ayrıca İzzeddin Keykavus bir de medrese yaptırmıştı. Gerçi Alâeddin Keyku- bat, kendisi kadar büyük bir hükümdar olan kardeşinin Sivas’ta veremden ölümü üzerine kapatıldığı Malatya ka- lesinden çıkarılıp tahta geçince bu teslimin hacaletini ve ölüm korkusu ile geçen günleri hatırlatan bu medreseyi yıktırır ama Selçukludaki düşünce yapısına bakın ki savaşta bile bir taraf medrese diğer taraf cami yaptırıyor. İşte Anadolu’ya Türklük damgasını vuran bu zihniyetir. Yeri gelmişken söyleyelim; Kızıl Bey Anadolu Selçuklu Devleti’nin ileri gelen, aydın, söz ve kudret sahibi, asker ve mal yönüyle oldukça varlıklı, bilginlere, fakirlere gariplere sahip çıkan hayır ve erdemli bir devlet adamıdır. Günü- müzde Ulus’ta bulunan Ziraat Bankası Genel Müdürlüğünün bulunduğu yerde türbesi, camisi ve medresesi mev- cutken, 1931 yılında Vakıfar Genel Müdürlüğünce satılmıştır. Kızıl Bey medresesinin ve camisinin yanında kendisine yakışan bir eser olan türbesinde huzur içinde yatarken bir gün türbesine vurulan bir kazma sesiyle uyanır. Bakar ki camisi; türbesi ve medresesi yıkılıyor. Evet, karar verilmiş buraya Ziraat Bankası yapılacak… Kızıl Bey ismi bugün sadece küçük bir sokağa ve bir vergi dairesine verilmiş, duruyor. Bir sanat abidesi olan camisi ve medresesi, vefasızlık timsali olarak yıkılmış, bizlere bu toprakları vatan ediveren bu güzide şahsiyetlere bir me- zarı dahi çok görmüşüz… Sultan İzzeddin Keykavus hicri 617 (1220) yılının Şevval ayının dördüncü günü Tanrı’sına kavuştuğu zaman Me- lik Alâeddin Keykubat Kizerprit (Malatya) kalesinde gözaltındaydı. İbni Bibi, Selçuk name isimli Farsça bir kitabı olan Selçuklu tarihçisidir. Gerçi Selçuk name tarih kitabından ziya- de bir destana benzese de okunması hoştur.

234 Derebucak Derebucak

Konya’nın 1100’lerden 1300’lere kadar olan iki asırlık olağanüstü, 1500’lere kadar da devamı olan parlak dönemi, Kon- O gece rüyasında yüzü nurlu bir adamın yanına gelerek ayaklarının bağını çözdüğünü, kendisini koltuğundan tutup iri ya tarihi içinde parlamaktadır. Zira o dönemde başkent kesinlikle Anadolu şartları içinde düşünülmüştü. cüsseli bir katıra bindirdikten sonra bu, Ömer bin Muhammed Sühreverdi’nin Melik Alâeddin Keykubad’a himmetidir, dediğini hatırlıyor ve bu garip rüyanın tabirini araştırıyordu. Konya gerek dış görünüş, gerekse iç müesseseleri bakımından Türk şehircilik geleneklerini Anadolu’da en iyi aksetiren ör- neklerden birisidir.[42] Ansızın uzakta bir süvari kafilesi gözüktü. Biraz sonra gelen kafilenin başındaki Çaşniğir Seyfeddin “Verilen söz yerine getirildi, zamanın arzu etiği iş oldu” mealindeki beyti okuyarak koynundan siyahlara boyanmış mendil ve yüzüğü çıka- rarak gösterdi. Bu Selçuk oğlu, İsrail oğlu, Kutulmuş oğlu, Kılıç Arslan oğlu, Mesut oğlu, Kılıç Arslan II oğlu, Keyhüsrev ANADOLU SELÇUKLULARI oğlu Melik Alâeddin Keykubad’ın Anadolu Selçuklu Devletine Sultan olması demekti.[43] Büyük Selçuklu İmparatorluğundan ayrılarak Küçük Asya da kuvvetli bir devlet halinde beliren Anadolu Selçuklu- Alâeddin Keykubat Sivas’ta tahta çıkmıştır. Üç gün matem tutulduktan sonra sultanlık merasimleri yapılmış- larının medeniyet dünyasına zengin bir kültür armağanı getirdikleri şüphesizdir. Bugün elimizde kalan enkazı üze- tır. Daha sonra Kayseri ve Aksaray üzerinden Konya’ya gelmiştir. II. Murat devri tarihçilerinden Yazıcıoğlu, İbni rinde muhteşem bir mazinin asil çehresini, ince ve yüksek bir zevkin canlı izlerini temaşa etiğimiz abideler, o fe- Bibi’den Alâeddin Keykubat devrini Oğuz Destanı ve türesine göre nakleder ve eserine bu mahiyete bir takım hoş yizli çağların nefis yadigârlarıdır. ilaveler yapar. Konya’da yapılan cülus şenliklerinin Oğuz türesine göre cereyan etiğini, sağ kolda Kayı ve Bayat, Sanat ve kültür âlemine yeni bir ışık, medeniyet dünyasına yeni bir revnak getiren bu muazzam devletin ilk orta- sol kolda Bayındır ve Çavuldur beyine, Beylerbeyilik verildiğini, diğer yirmi dört boyun beyleri dururken başka- ya çıkış devresinden son gelişme ve çöküş çağlarına kadar geçirdiği tarihi ve içtimai safaları, kuruluşundaki ve ya- larına Beylerbeyilik düşmediğini yazar ve Oğuz türesine göre boyların sırasını, toplantı günlerinde hukuki mevki şayışındaki müessir sebeplerle, zaaf ve çöküşünü hazırlayan amilleri vesikalarıyla birlikte çok iyi bilmek durumun- ve hisselerini anlatır: dayız. Hanlar atası Oğuz han söyledi, Ortaçağın şartlarında, en ücra Yörük yaylalarına bile seyyar hastane ve adalet kavramının mekanizmalarını götüre- Böyle türe, yol ve erkân eyledi, bilen, bütün ağırlıklarıyla birlikte ordusuna, günde kırk kilometre yol aldıran Selçukluların devlet yapılarıyla, mu- İşbu resmile vasiyet kıldı ol, azzam ve muntazam teşkilatlanma anlayışlarına hayran olmamak elde değildir. Ta ola oğlanlarına türe yol. Didi Kayı çünkü sonra han ola, Yüce Sultan Alâeddin Keykubad; Anadolu Selçukluları’nın en büyük hükümdarı ve şüphe yok ki bir cihangirdir. Sağa begler beg Bayat’tan ola... [44] Bu kabına sığmayan, fakat tahta geçer geçmez yaptığı işlerle saltanat hırsına hiç olmazsa devrin örfi içinde hak ver- diren sultan, babası I. Gıyaseddin Keyhüsrev İznik hudutlarında yaptığı muharebede şehit olur olmaz, ağabeysi ve Zamanın büyük âlim ve zahitlerinden Emir Celâleddin Karatay der ki; On sekiz sene seferde ve hazarda, gece gündüz gurbet arkadaşı İzzeddin Keykavus’un elinden tahtı almak için harekete geçer ve ağabeyini Kayseri’de muhasara sultanın mahiyetinde bulundum. Gerek ayıklık ve gerekse mestlik zamanlarında gecenin üçte ikisinden fazla yatakta kal- eder. Muharebeyi kaybedince Ankara kalesine kapanır. dığını bilmiyorum. Belki “Gecenin az bir kısmından fazlasında kaim ol” emrine itaat eder, manevi derecesinin yükselmesi sebebini bundan bilirdi, her ne kadar usul ve füruda Ebu Hanife mezhebine salik ise de sabah namazlarını Şafii mezhe- Böylece Ankara bir müddet Alâeddin Keykubad’ın şehri olur. Şehir uzun müddet saltanat kavgasında Şehzadenin bi üzerine kılardı. Gece ve gündüz vakitlerini halk ve memleket işlerine taksim etmişti. Meclisinde mizah ve şaka yer bul- tarafını tutar. Alâeddin Keykubad kendi adı ile anılan camiyi bu muhasara günlerinin hatırası olarak yaptırmış ya- maz, ancak sultanların tarihine, padişahların güzel ahlakına ait eserlere dalar, vakit vakit latif tab’ından zarif rubailer hut da o günlerde tamir etirmiş olmalıdır. söylerdi. Maiyetinden ve dostlarından herhangi birisi vazife ve mertebesinden hariç bir söz veya harekete bulunsa onu, Fakat zafer ümidi kalmayınca konuşmalar başlar, Şehzade de hayatına dokunulmamak şartıyla teslim olur. Uzayan bir daha meclisine çağırmazdı. Eski padişahların hatıralarını tazimle anar, İslam sultanlarından Gazneli Sebük Tekin muhasara esnasında İzzeddin’in karargâhında, bugünün Hergelen Meydanında, padişah ve maiyetindeki beyler oğlu Mahmut ile Veşmgir oğlu Kâbus’a çok itikat eder, onların ahlakına uymak isterdi. Abdestsiz ferman yazmazdı. Da- için köşkler ve evler yaptırılmıştır. Ayrıca İzzeddin Keykavus bir de medrese yaptırmıştı. Gerçi Alâeddin Keyku- ima Nizamalmülk’ün Kimya-ı Saadet ve Siyerül-Müluk kitaplarını mütalaa ederdi. Tavla ve satranç oynamakta emsal- bat, kendisi kadar büyük bir hükümdar olan kardeşinin Sivas’ta veremden ölümü üzerine kapatıldığı Malatya ka- sizdi, güzel ok ve cirit atardı. Mimarlık, marangozluk, oymacılık, saraçlık ve ressamlıkta son derece mahareti vardı.[43] lesinden çıkarılıp tahta geçince bu teslimin hacaletini ve ölüm korkusu ile geçen günleri hatırlatan bu medreseyi İbni Bibi’nin ifadesiyle; Şöhreti o derecelere erişti ki ta Abhaz hudutlarından Hicaz tarafarına, Başkırd ülkesi başlangı- yıktırır ama Selçukludaki düşünce yapısına bakın ki savaşta bile bir taraf medrese diğer taraf cami yaptırıyor. İşte cından Velaşkerd diyarı nihayetlerine, Kıpçak’tan ta Irak çöllerine dayandı. Ba husus Şam hükümdarları kendilerini bu Anadolu’ya Türklük damgasını vuran bu zihniyetir. padişahın uşağı zannederlerdi. Hutbe onun namına okundu, para onun adına basıldı.[43] Yeri gelmişken söyleyelim; Kızıl Bey Anadolu Selçuklu Devleti’nin ileri gelen, aydın, söz ve kudret sahibi, asker ve O dönemlerde Gelinevros kalesi Akdeniz’in incisiydi. Hendekleri denizden, surları mermer kayalardan yapılmış- mal yönüyle oldukça varlıklı, bilginlere, fakirlere gariplere sahip çıkan hayır ve erdemli bir devlet adamıdır. Günü- tı. Bu tarihlerde Korekasyon’dan başka Alara’da Kirfard isminde bir Hıristiyan beyi bulunuyordu. Alara hâkimiyeti müzde Ulus’ta bulunan Ziraat Bankası Genel Müdürlüğünün bulunduğu yerde türbesi, camisi ve medresesi mev- muhtemelen Manavgat’a ve mülhakatına kadar uzanıyordu. cutken, 1931 yılında Vakıfar Genel Müdürlüğünce satılmıştır. O zaman bu küçük beylikler Mısır’dan yardım görüyorlardı. Selçuklular, Moğol tehlikesine karşı arkadan vurulma- Kızıl Bey medresesinin ve camisinin yanında kendisine yakışan bir eser olan türbesinde huzur içinde yatarken bir mak için Konya sarayında bir divan toplayarak Devletin emniyeti için Korekasyon’un fethine karar verdiler. Sel- gün türbesine vurulan bir kazma sesiyle uyanır. Bakar ki camisi; türbesi ve medresesi yıkılıyor. Evet, karar verilmiş çuklu sultanı Alâeddin Keykubad ilk olarak Uç’u takviye eti. Hazırlıklarını tamamladı ve yaza doğru ordularını üç buraya Ziraat Bankası yapılacak… koldan harekete geçirerek 1223’de Korekasyon’u (Kandelor) fetheti. Uzun lafın kısası, bugünün Alanya’sı olan Kızıl Bey ismi bugün sadece küçük bir sokağa ve bir vergi dairesine verilmiş, duruyor. Bir sanat abidesi olan camisi Gelinevros kalesi Sultan Alâeddin Keykubat tarafından fetih olunmuştur. Büyük Sultan burayı çok sevmiş ve ken- ve medresesi, vefasızlık timsali olarak yıkılmış, bizlere bu toprakları vatan ediveren bu güzide şahsiyetlere bir me- di ismiyle şerefenmesini uygun bulmuş ve Alaiye adını vermiştir. zarı dahi çok görmüşüz… Tabiatın ve şehrin güzelliği sultanı büyüledi. Bazı Selçuklu şairleri Keykubadiye deseler de şehrin adı, sultanın is- Sultan İzzeddin Keykavus hicri 617 (1220) yılının Şevval ayının dördüncü günü Tanrı’sına kavuştuğu zaman Me- mine izafeten Alaiye olarak değiştirildi. Alaiye’nin fethinden sonra merkezde köşklerin, camilerin ve sebillerin te- lik Alâeddin Keykubat Kizerprit (Malatya) kalesinde gözaltındaydı. melleri atıldı. Çevre mülhakat da fethedildikten sonra buralarda asayişi temin edecek, derbentleri tutacak kadar kuvvet bırakıldı. İbni Bibi, Selçuk name isimli Farsça bir kitabı olan Selçuklu tarihçisidir. Gerçi Selçuk name tarih kitabından ziya- de bir destana benzese de okunması hoştur. Alaiye’nin fethinden sonra Sultan, Alara ve Taşağıl üzerinden Antalya’ya doğru yürüdü. Sultanın Taşağıl-İbradı

234 235 Derebucak

yolu ile Konya’ya avdet etiğine dair rivayetler var ise de İbrahim Hakkı Konyalı Alanya tarihi adlı eserinde, Sulta- nın Isparta üzerinden Konya’ya döndüğünü söylemektedir. Alaiye Selçukluların eline geçtikten sonra Karadeniz kıyısındaki Sinop gibi önemli bir liman haline gelmiştir. De- ğişik güzergâhlardan işleyen kervanlar şehrin ticari hayatını canlandırmış, devletin Mısır ile olan alış verişi artmış- tır. Alaiye’de bir tersane inşa olunarak sedir ormanlarından yararlanılmıştır. Tersanenin kalıntıları halen ayaktadır. Alaiye’de tesisler tamamlandıktan sonra şehri, Konya’ya bağlayan yollar da geriden emniyet altına alınmış, güzergâhlarda hanlar, kervansaraylar gibi korugan yapılar inşa olunmuştur. Bu devirde Konya ile sahil şeride ara- sında, başka güzergâhlar olsa da, en önemli güzergâh Konya-Beyşehir-Gembos-Kesikbel-Taşağıl yoludur. İşte bundan sonra belki de bendenizin Sultan Alâeddin Keykubat’a hayran olmasına sebep olan kompozisyon or- taya çıkar. Sultan’ın kışlık sarayı Konya’da, Yazlık sarayı Alaiye’dedir. Gidiş ve dönüş yolu da bizim diyarlardadır. Alaiye seferlerinin gidiş ve dönüşlerinde kullanmak üzere Beyşehir Gölü kıyısına Kubadabad sarayını yaptırır. Mo- ğol istilasında yakılan o güzelim ve zarif sarayı. Sonra da yol üzerindeki bugün sadece yıkıntıları bulunan kervan- saraylar ve hanları. Sultan Alâeddin Keykubat, 1227 yılında geleneğine uyarak Alaiyye’ye (Alanya) kışlamaya giderken Beyşehir Gölünün batı yakasına geçmiş ve hayran kaldığı Hoyran (Gölyaka) köyünün Tol yöresinde bir saltanat kenti kurulmasını mimar ve av emiri Saadeddin Köpek Bin Muhammed’ten istemiş ve hata bir kesiminin planlarını da kendisi çizmiştir. Kubadabad, Selçuklular’ın Anadolu’da kurdukları en göz kamaştırıcı kentlerdendir. Anamaslar’ın eteklerinde, adalar kümesinin karşısında, gölün yalıyarlı batı kıyısında kurulmuştur. Bu dillere destan yalı kentinden günümüze, müzeleri süsleyen eşsiz ve ünlü çiniler ile yarı kazılmış örenler kalabilmiştir. Kentin adı, 1671 yılından sonra Şehirköy ve sonraları da Yenişahr olmuş, zamanla Yenişar’laşmıştır. Şehir halkı, Delibaş- lar baskınından yılarak komşu Muma (Gölkonak) köyüne taşınmış ve böylece kent 1948 yılına kadar tarihin karanlık- larına gömülmüş ve yitik bir kent olarak kalmıştır. ...Kazılarda, özellikle bazı sarayların temelleri ve iç bölümleri ortaya çıkarılmıştır. Ayrıca renkli camlar, kapkacak, ma- densen ve alçı gereçler, künk ve tuğla gibi yapı gereçleri ile eşsiz çiniler elde edilmiştir. Eski kentin surlarla çevrili olup yük- sek bir kulesi ile göl yakasında tersane ve kayıkhanesi bulunduğu; kentin saraylar, köşkler, cami, hamam, has bahçe, ha- vuzlar ile donatılmış olduğu anlaşılmaktadır. Ortaya çıkarılan örenler içinde, ünlü Tahtsarayı ile küçük sarayın kalıntı- ları en iyi durumdadır. ...Bugün Konya Karatay Çini Eserler Müzesi’nde bir bölümü sergilenen Kubadabad çinileri, Türk çiniciliğinin eşsiz ve öl- mez örnekleri sayılmaktadır. ...son yapılan kazılarda ortaya çıkarılan 16 saray 5200 metrekarelik bir alana yayılmak- tadır. Kubadabad sarayları çağında ün salmıştı. ...Prof. Osman Turan’ın anlatımıyla, bu şirin yalı kentinin dört bir köşesinde- ki çeşmelerden su değil, gülsuyu akıyor, görkemli yapılarının özellikle göl mavisi (firuze) rengindeki duvarları gök kuşa- ğını andırıyordu. Çeşmelerden biri kıyıdaki havuza akmakta, masmavi Beyşehir Gölü ufukta Çin ipeği gibi uzanmak- ta ve Anamas ormanlarının yeşilliği ile bahçelerin yeşilliği birbirine karışan Kubadabad kenti, cenneten bir köşeye ben- zemekteydi Bugün iki bekçinin nöbetleşe beklediği Kubadabad örenlerine yöre halkı Tolöreni adını vermektedir.[33] Kubadabad Sarayı Beyşehir Gölünün güneybatı kıyısında kurulmuş, Anadolu Selçukluları dönemi sivil yapılarının en ünlü ve sanat tarihi açısından önemli yapılardandır. I. Alâeddin Keykubad’ın buyruğuyla, 1236’da veziri mimar ve nakkaş Sadedin Köpek yaptırmıştır. 1949’da çevrede araştırma yapan M. Zeki Oral’ın bulduğu çini kalıntılardan sonra, 1956’da Mehmet Önder çalışmaları sürdürmüştür. 1965–1968 arasında K. Oto-Dorn başkanlığındaki kazılardaysa, 5200 m2’lik alanı kapla- yan Selçuklu kenti tümüyle ortaya çıkarılmıştır. Çit duvarına benzer alçak bir sur içinde Büyük Saray, Küçük Saray (Ve- zir Sarayı) Firdevs (Paradeison) Av Hayvanları Parkı, Büyük Saray altında kalansultan kayıklarının ya da küçük yel- kenlilerin yanaşabileceği iki gözlü küçük bir tersane ve 16 yapı kalıntısı bulunmaktadır. Bunlar arasında bir mescit, ha- mamlar, fırın ve mutfak, kışla kapısı, depolar ve ahırlar vardır. Büyük Saray, 50x35 m. ölçülerindedir. Güney ve doğusu odalarla çevrili düzgün taş döşeli büyük avludan, asıl saraya ge-

236 Derebucak Derebucak yolu ile Konya’ya avdet etiğine dair rivayetler var ise de İbrahim Hakkı Konyalı Alanya tarihi adlı eserinde, Sulta- çilmektedir. Burası, büyük salon, tuğla döşeli yüksek taht nın Isparta üzerinden Konya’ya döndüğünü söylemektedir. salonu, harem ve konuk odalarından oluşmaktadır. Bakı- şıksız planlı yapıda, belli bir düzen gözetilmemiştir. Yapı Alaiye Selçukluların eline geçtikten sonra Karadeniz kıyısındaki Sinop gibi önemli bir liman haline gelmiştir. De- 50x55 m. Ölçülerinde büyük bir terasla göle uzanmakta- ğişik güzergâhlardan işleyen kervanlar şehrin ticari hayatını canlandırmış, devletin Mısır ile olan alış verişi artmış- dır. Büyük Saray kazılarında ortaya çıkarılan alçı ve çini tır. Alaiye’de bir tersane inşa olunarak sedir ormanlarından yararlanılmıştır. Tersanenin kalıntıları halen ayaktadır. süslemeler, bezeme sanatının gelişimini belgeleyen önemli Alaiye’de tesisler tamamlandıktan sonra şehri, Konya’ya bağlayan yollar da geriden emniyet altına alınmış, örneklerdir. Taş işlemeciliğinin yaygın olduğu Anadolu Sel- güzergâhlarda hanlar, kervansaraylar gibi korugan yapılar inşa olunmuştur. Bu devirde Konya ile sahil şeride ara- çuklu mimarisinde, Alçı süsleme, özellikle saray yapıların- sında, başka güzergâhlar olsa da, en önemli güzergâh Konya-Beyşehir-Gembos-Kesikbel-Taşağıl yoludur. da kullanılmıştır. Bu alçıların figürlü oluşu ilginçtir. Kalıp- İşte bundan sonra belki de bendenizin Sultan Alâeddin Keykubat’a hayran olmasına sebep olan kompozisyon or- lama tekniğiyle, hafif kabartmalı insan ve hayvan figürleri taya çıkar. Sultan’ın kışlık sarayı Konya’da, Yazlık sarayı Alaiye’dedir. Gidiş ve dönüş yolu da bizim diyarlardadır. işlenmiştir. Alçıdan nişli duvar rafarı, geometrik geçmeler, rozetler, uzun kuyruklu tavus kuşlarıyla bezenmiştir. Atlı Alaiye seferlerinin gidiş ve dönüşlerinde kullanmak üzere Beyşehir Gölü kıyısına Kubadabad sarayını yaptırır. Mo- av sahnesinin işlendiği bir pano, Anadolu Selçuklu dönemi ğol istilasında yakılan o güzelim ve zarif sarayı. Sonra da yol üzerindeki bugün sadece yıkıntıları bulunan kervan- alçı süslemesinin başarılı örneklerindendir. Yeni teknikle- saraylar ve hanları. rin denendiği çini bezemeler, sarayın büyük salonunda in- Sultan Alâeddin Keykubat, 1227 yılında geleneğine uyarak Alaiyye’ye (Alanya) kışlamaya giderken Beyşehir Gölünün situ (yerinde) olarak ortaya çıkarılmıştır. Tüm çiniler, çev- batı yakasına geçmiş ve hayran kaldığı Hoyran (Gölyaka) köyünün Tol yöresinde bir saltanat kenti kurulmasını mimar redeki fırınlarda dönemin usta sanatçılarınca sır altı ve ve av emiri Saadeddin Köpek Bin Muhammed’ten istemiş ve hata bir kesiminin planlarını da kendisi çizmiştir. lüster (sır üstü) teknikle yapılmıştır. Alçı ve çini buluntu- ların tümü Konya Karatay Medresesi Müzesi’nde sergilen- Kubadabat Küçük Saray Kalıntıları Kubadabad, Selçuklular’ın Anadolu’da kurdukları en göz kamaştırıcı kentlerdendir. Anamaslar’ın eteklerinde, adalar mektedir.[5] kümesinin karşısında, gölün yalıyarlı batı kıyısında kurulmuştur. Bu dillere destan yalı kentinden günümüze, müzeleri süsleyen eşsiz ve ünlü çiniler ile yarı kazılmış örenler kalabilmiştir. Kentin adı, 1671 yılından sonra Şehirköy ve sonraları da Yenişahr olmuş, zamanla Yenişar’laşmıştır. Şehir halkı, Delibaş- lar baskınından yılarak komşu Muma (Gölkonak) köyüne taşınmış ve böylece kent 1948 yılına kadar tarihin karanlık- larına gömülmüş ve yitik bir kent olarak kalmıştır. ...Kazılarda, özellikle bazı sarayların temelleri ve iç bölümleri ortaya çıkarılmıştır. Ayrıca renkli camlar, kapkacak, ma- densen ve alçı gereçler, künk ve tuğla gibi yapı gereçleri ile eşsiz çiniler elde edilmiştir. Eski kentin surlarla çevrili olup yük- sek bir kulesi ile göl yakasında tersane ve kayıkhanesi bulunduğu; kentin saraylar, köşkler, cami, hamam, has bahçe, ha- vuzlar ile donatılmış olduğu anlaşılmaktadır. Ortaya çıkarılan örenler içinde, ünlü Tahtsarayı ile küçük sarayın kalıntı- ları en iyi durumdadır. ...Bugün Konya Karatay Çini Eserler Müzesi’nde bir bölümü sergilenen Kubadabad çinileri, Türk çiniciliğinin eşsiz ve öl- mez örnekleri sayılmaktadır. ...son yapılan kazılarda ortaya çıkarılan 16 saray 5200 metrekarelik bir alana yayılmak- tadır. Kubadabat Büyük Saray Kalıntıları

Kubadabad sarayları çağında ün salmıştı. ...Prof. Osman Turan’ın anlatımıyla, bu şirin yalı kentinin dört bir köşesinde- Yukarda bahsi geçen hanlara gelince; Derebucak Tol Han, Ortapayam Han, Eynif Tol Han, Mutbel Han, Kargı ki çeşmelerden su değil, gülsuyu akıyor, görkemli yapılarının özellikle göl mavisi (firuze) rengindeki duvarları gök kuşa- Han, Alara Han, Şarapsa Han… Bir başka güzergâhta Bulasan Han ve Burma Han’lardır. ğını andırıyordu. Çeşmelerden biri kıyıdaki havuza akmakta, masmavi Beyşehir Gölü ufukta Çin ipeği gibi uzanmak- ta ve Anamas ormanlarının yeşilliği ile bahçelerin yeşilliği birbirine karışan Kubadabad kenti, cenneten bir köşeye ben- Derebucak Tol Hanı Osman Kunduracının kaleminden yazalım: zemekteydi Derebucak İlçesi sınırlarında Derebucak-Beyşehir karayolunun 3. km.’sinde Kara kısık deresinin yanı başında bulunan Bugün iki bekçinin nöbetleşe beklediği Kubadabad örenlerine yöre halkı Tolöreni adını vermektedir.[33] han bugün oldukça harap durumdadır. Kubadabad Sarayı Kubadabad-Alanya arasındaki bağlantıyı sağlayan Selçuklu dönemi kervansaraylarının ilk halkasını oluşturan Tol Han kaynaklara henüz geçmemiştir. Beyşehir Gölünün güneybatı kıyısında kurulmuş, Anadolu Selçukluları dönemi sivil yapılarının en ünlü ve sanat tarihi açısından önemli yapılardandır. I. Alâeddin Keykubad’ın buyruğuyla, 1236’da veziri mimar ve nakkaş Sadedin Köpek Önünden geçen ve taş döşemeleri hâlâ mevcut olan kervan yolunun üzerinde bulunan Tol Han’ın batı ucunda mescidi ve yaptırmıştır. 1949’da çevrede araştırma yapan M. Zeki Oral’ın bulduğu çini kalıntılardan sonra, 1956’da Mehmet Önder doğusuna yakın bir yerde bir de sarnıcı yer almaktadır. Bugün Derebucak Ulu Cami’nin önünde bulunan kitabelerin bu çalışmaları sürdürmüştür. 1965–1968 arasında K. Oto-Dorn başkanlığındaki kazılardaysa, 5200 m2’lik alanı kapla- handan getirildiği ve yıkılan camide devşirme malzeme olarak kullanıldığı tespit edilmiştir. yan Selçuklu kenti tümüyle ortaya çıkarılmıştır. Çit duvarına benzer alçak bir sur içinde Büyük Saray, Küçük Saray (Ve- 1995 yılında yapılan araştırmalar sırasında bu kitabelerin çözümlemeleri cami imamı tarafından yapılmış olup, han ve zir Sarayı) Firdevs (Paradeison) Av Hayvanları Parkı, Büyük Saray altında kalansultan kayıklarının ya da küçük yel- mescit kitabesi olduğu sonucuna varılmıştır. ‘Vakfedilmiş silsile halindeki han...’ ve ‘altı yüz… iki elhamdülillah’ şeklinde kenlilerin yanaşabileceği iki gözlü küçük bir tersane ve 16 yapı kalıntısı bulunmaktadır. Bunlar arasında bir mescit, ha- tarih belirten kitabeden 13. yüzyılın ilk yarısına ait bir han yapısı olduğu anlaşılmaktadır. mamlar, fırın ve mutfak, kışla kapısı, depolar ve ahırlar vardır. Derebucak Tol Han kuzey-güney doğrultusunda 70 m.’lik uzunluğu ve tek sahınlı kapalı mekânıyla Şarapsa Han ve Büyük Saray, 50x35 m. ölçülerindedir. Güney ve doğusu odalarla çevrili düzgün taş döşeli büyük avludan, asıl saraya ge-

236 237 Derebucak

Ortapayam Hanı’yla benzerlik göstermektedir. Han giri- şi doğu cephesinde olup, tam ortaya gelen bir kapıyla sağ- lanmaktadır. Ortapayam ve Şarapsa’da olduğu gibi dik- dörtgen kesitli payandalarla desteklenmiştir. Düzgün mo- loz taşlardan oluşan duvar örgüsünde, taşlar arasında ki- reç harcı kullanılmıştır. 1970’li yıllarda köylüler tarafın- dan kireç yapılmak üzere yapının duvarları yıkılmış ve yapı oldukça tahrip edilmiştir. Mescit kısmının girişi bağımsız olup bu bölümde mihrap nişi ve duvarların izleri takip edilebilmektedir. Yapının gü- ney duvarı ise tabii zemine yaslanmış olduğundan kısmen ayaktadır. Derebucak Tol Han Yıkıntıları Han tek bir tonozla örtülmüş olup örtü kuzeyden güneye sıralanan on iki adet sivri kemer tarafından taşınmakta- dır. Mescit bölümünün ise doğu-batı yönünde kemersiz tek tonozla örtüldüğü mevcut izlerden anlaşılmaktadır. Derebucak Tol Han, tek kapalı mekândan oluşan planı ile Şarapsa ve Ortapayam hanlarının üçüncü bir örneği ola- rak karşımıza çıkmaktadır. Bu yapıya ait olduğunu tespit etiğimiz mevcut kitabelerden yapıyı 13. yüzyılın ilk yarı- sında yapılmış olan Selçuklu dönemi kervansarayları ara- sında sayabiliriz.[45, 46]

Ortapayam Han Yıkıntıları 1955’te Derebucak’ta meydana gelen büyük yangından sonra Derebucak tekrar imar edilirken bu örenden bir hayli malzeme Derebucak’a taşınmıştır. Sanat Tarihinde bu tür malzeme inşaatlarda tekrar kullanılınca devşirme malzeme deniyor. Derebucak merkez camide bolca kullanıldığına ben şahsen tanıklık ediyorum. Kaldı ki rahmet- li babam sonraki dükkânını yaptırırken steyr kamyonlarla iri kesme taşları bir hayli taşıtmıştı. Dükkânın duvarında bugün bile bakıldığı zaman bu taşlar fark edilir. Mehmet Arslan, benim rahmetli ve sevgili dayım; Nam-ı diğer Anasız da 70’li yıllarda bu kalıntının yanında kireç ocağı işletirken bir hayli malzemesini kullanmış olmalıdır. Eynif Tol Hanı da Suna İnan Kıraç’ın kaleminden anlatalım; Eynif Ovası Antalya’nın (Pamphylia) kuzeyinde dağlık kı- sımda, Manavgat’ın batısında Taşağıl, Kargı han ve eski Kesikbel Geçidi’nin kuzeydoğusunda bulunur. Tol Han bu ovanın güney ucunda, Antalya-Seydişehir-Beyşehir-Konya yönünden Selçuklular devrinde de kullanılan kervan yolu üzerindedir. Anadolu kervansarayları konusunda toplu bilgi veren K. Erdmann bu hanı göremediği yapıların arasında belirtmekte- dir. Eynif Ovasını ve Tol hanı 1956–1957 yılı eylül ve ekim ayı içerisinde yapmış olduğum iki gezi sırasında gördüm ve inceleme fırsatı buldum. 1956 yılında Alanya’dan yaya olarak Gündoğmuş bucağına, oradan batıya dönüp dağlık bölge- nin içersinden geçerek on bir günde Antalya’ya geldim. Gezim sırasında Akseki-İbradı-Ormana (Erymna) yolunu izle- dim. Ormandan üçbuçuk saate Başlar Köyü’ne geldim. Bu köy Eynif Ovası’nın kuzey ucunda bulunmaktadır ve ovanın tek köyüdür. Ovadaki gezi ve incelemeden sonra, yoluma ovanın batı yönünde devam ederek Derme dağı çevresini dola- şarak Burma han ve Beşkonak üzerinden Zerk’e (Selge) geçtim. Başlar Köyü’nden Beşkonağa onbeş saate geldim. 1957 yılında ise Eynif Ovası’na bir başka yönden, kuzeyden geldim. Beyşehir’den Başlar Köyü’ne yük götüren bir kamyonla Üzümlü-Dereköy ve Gömboz Ovası’nı geçerek yedi saate Başlar Köyü’ne vardım. Buradan ovayı güney yönünden geçe- rek Kesikbel-Kargı han kervan yolundan Taşağıl bucağına oniki saate geldim. Eynif Ovası’nı doğuda Kara dağ ve Kavanoz dağı, batıda Akdağ ve Çemrekçi dağı ve 2153m yükseklikteki Derme dağı çevirir. Kuzeyini Gömboz Ovası, güneyini Kesikbel sınırlar. 1000 metreden fazla yükseklikte bulunan ova orta yerinde daralır bir boğaz yapar buradaki Göztaşı mevkiinden ovanın kuzey ve güney kısmı görülebilir. Ovanın etrafını çeviren dağlarda tahtacılar orman kesimi yaparlar. Ovanın diğer bir özelliği ilkbaharda ve sonbaharda Antalya Yörüklerinin Beyşehir’de Anamas dağı yaylalarına çıkış ve inişlerinde uzun bir süre konak ve otlak yeri oluşudur.

238 Derebucak Derebucak

Ortapayam Hanı’yla benzerlik göstermektedir. Han giri- şi doğu cephesinde olup, tam ortaya gelen bir kapıyla sağ- lanmaktadır. Ortapayam ve Şarapsa’da olduğu gibi dik- dörtgen kesitli payandalarla desteklenmiştir. Düzgün mo- loz taşlardan oluşan duvar örgüsünde, taşlar arasında ki- reç harcı kullanılmıştır. 1970’li yıllarda köylüler tarafın- dan kireç yapılmak üzere yapının duvarları yıkılmış ve yapı oldukça tahrip edilmiştir. Mescit kısmının girişi bağımsız olup bu bölümde mihrap nişi ve duvarların izleri takip edilebilmektedir. Yapının gü- ney duvarı ise tabii zemine yaslanmış olduğundan kısmen ayaktadır. Derebucak Tol Han Yıkıntıları Han tek bir tonozla örtülmüş olup örtü kuzeyden güneye sıralanan on iki adet sivri kemer tarafından taşınmakta- dır. Mescit bölümünün ise doğu-batı yönünde kemersiz tek tonozla örtüldüğü mevcut izlerden anlaşılmaktadır. Derebucak Tol Han, tek kapalı mekândan oluşan planı ile Şarapsa ve Ortapayam hanlarının üçüncü bir örneği ola- rak karşımıza çıkmaktadır. Bu yapıya ait olduğunu tespit etiğimiz mevcut kitabelerden yapıyı 13. yüzyılın ilk yarı- sında yapılmış olan Selçuklu dönemi kervansarayları ara- sında sayabiliriz.[45, 46] 1955’te Derebucak’ta meydana gelen büyük yangından Ortapayam Han Yıkıntıları Eynif Ovasında Eynif Tolhan Kervansarayı Kalıntıları sonra Derebucak tekrar imar edilirken bu örenden bir hayli malzeme Derebucak’a taşınmıştır. Sanat Tarihinde bu tür malzeme inşaatlarda tekrar kullanılınca devşirme Kışın ova uzun süre su altında kalır. Ormana ve Başlar köylüleri darı ekerek ovadan faydalanırlar. malzeme deniyor. Derebucak merkez camide bolca kullanıldığına ben şahsen tanıklık ediyorum. Kaldı ki rahmet- Eynif Ovası’nın güneyinde Akdağ’ın ovayla birleştiği düzlükte, doğu-batı yönünde yerleştirilmiş olan Tol Han’ın, planda li babam sonraki dükkânını yaptırırken steyr kamyonlarla iri kesme taşları bir hayli taşıtmıştı. Dükkânın duvarında görüldüğü gibi doğu, batı, güney çevre duvarları halen ayakta durmaktadır. Kuzey duvarı ise yer yer yıkıktır. Basık ke- bugün bile bakıldığı zaman bu taşlar fark edilir. merli giriş kapısı, taş kemerli iç avlu bölmelerinin bir kısmı ayaktadır. Uzun kenarı 29m kısa kenarı 24m olan dikdörtgen Mehmet Arslan, benim rahmetli ve sevgili dayım; Nam-ı diğer Anasız da 70’li yıllarda bu kalıntının yanında kireç bir yapıdır. Doğu kısmında bulunan giriş kapısı 4,70m açıklıktadır. Yapının giriş kısmının iki yanında 1,00x1,70 met- ocağı işletirken bir hayli malzemesini kullanmış olmalıdır. relik payeler üstünde bugünkü yer düzlüğünden 2,50m yükseklikte sade profilli portal kemerinin kaide taşı ve bunların Eynif Tol Hanı da Suna İnan Kıraç’ın kaleminden anlatalım; Eynif Ovası Antalya’nın (Pamphylia) kuzeyinde dağlık kı- üzerinde üzengi taşları bulunmaktadır. Bu kemerin eni 3,55 metredir. İki paye arasındaki 4,70 metrelik portal açıklığı- sımda, Manavgat’ın batısında Taşağıl, Kargı han ve eski Kesikbel Geçidi’nin kuzeydoğusunda bulunur. Tol Han bu ovanın nı örtüğü anlaşılmaktadır. Bunun gerisinde 2,70 metrelik giriş kapısı açıklığı gelmektedir. Sade blok kesme taşlarla ya- güney ucunda, Antalya-Seydişehir-Beyşehir-Konya yönünden Selçuklular devrinde de kullanılan kervan yolu üzerindedir. pılmış kapı sövesi 1,47m genişliğindedir. Söve bugünkü toprak seviyesinden 2,20m yüksekliktedir. Sade bir profil ile bi- ter. Bundan sonra kapı açıklığını örten basık kemer söve kalınlığında tek sıra kesme blok taşlardan yapılmıştır ve sağlam Anadolu kervansarayları konusunda toplu bilgi veren K. Erdmann bu hanı göremediği yapıların arasında belirtmekte- olarak durmaktadır. Bu kapının gerisinde 5,40x20,65 metrelik dikdörtgen bir avlu yer almaktadır. Kapı aksı boyunca dir. Eynif Ovasını ve Tol hanı 1956–1957 yılı eylül ve ekim ayı içerisinde yapmış olduğum iki gezi sırasında gördüm ve kapı genişliğinde arka duvara kadar uzanan bir orta koridor bulunur. Bu koridorun sağında ve solunda sivri kemerler inceleme fırsatı buldum. 1956 yılında Alanya’dan yaya olarak Gündoğmuş bucağına, oradan batıya dönüp dağlık bölge- nin içersinden geçerek on bir günde Antalya’ya geldim. Gezim sırasında Akseki-İbradı-Ormana (Erymna) yolunu izle- dim. Ormandan üçbuçuk saate Başlar Köyü’ne geldim. Bu köy Eynif Ovası’nın kuzey ucunda bulunmaktadır ve ovanın tek köyüdür. Ovadaki gezi ve incelemeden sonra, yoluma ovanın batı yönünde devam ederek Derme dağı çevresini dola- şarak Burma han ve Beşkonak üzerinden Zerk’e (Selge) geçtim. Başlar Köyü’nden Beşkonağa onbeş saate geldim. 1957 yılında ise Eynif Ovası’na bir başka yönden, kuzeyden geldim. Beyşehir’den Başlar Köyü’ne yük götüren bir kamyonla Üzümlü-Dereköy ve Gömboz Ovası’nı geçerek yedi saate Başlar Köyü’ne vardım. Buradan ovayı güney yönünden geçe- rek Kesikbel-Kargı han kervan yolundan Taşağıl bucağına oniki saate geldim. Eynif Ovası’nı doğuda Kara dağ ve Kavanoz dağı, batıda Akdağ ve Çemrekçi dağı ve 2153m yükseklikteki Derme dağı çevirir. Kuzeyini Gömboz Ovası, güneyini Kesikbel sınırlar. 1000 metreden fazla yükseklikte bulunan ova orta yerinde daralır bir boğaz yapar buradaki Göztaşı mevkiinden ovanın kuzey ve güney kısmı görülebilir. Ovanın etrafını çeviren dağlarda tahtacılar orman kesimi yaparlar. Ovanın diğer bir özelliği ilkbaharda ve sonbaharda Antalya Yörüklerinin Beyşehir’de Anamas dağı yaylalarına çıkış ve inişlerinde uzun bir süre konak ve otlak yeri oluşudur. Eynif Ovasında Eynif Tolhan Kervansarayı Kalıntıları

238 239 Derebucak

vardır. Orta koridorun yanında olan kemerler daha dar (2,47m), yan duvarlara bağlanan kemerler ise daha geniştirler (4,00m). Yapının iç örgüsü 8 dar açılı ve 8 geniş açılı taş kemerlerden meydana gelmiştir. Bu bölmeleri çeviren 1,70m ge- nişliğindeki duvarın uzun kenarlar üzerindeki dış yüzünde belirli aralıklarla duvar örgüsünden çıkan üçgen şeklinde du- varları takviye için üper payı yer almaktadır. Batı, kısa kenarında ise payeler iki adetir. Yapının taşlarında yazıt ve işlenmiş mimari parçalara rastlanmamıştır. Yalnız kuzey yan duvarı taş bloklar arasında bir sol fonton parçası bulunmaktadır. Bu parçanın bu yapıyla ilgisi olmadığı kanısındayım. Bugünkü duruma göre Tol Han avlulu hanlar tipine konabilir. İncir Han bunun büyük bir örneğidir. Bu iki gezi sırasında Eynif Ovası’nda çeşitli yerlerin- de eski yapı kalıntılarına mimarî taşlara ve sütun kaidelerine rastlanmıştır.[47] Daha çok ticaret yapan kervanların konaklama yerleri olan bu yapılar dıştan bakıldığında bir kale görünümünde- dir. Kaynağını sınır karakolları olarak yapılan ribatlardan alan kervansaraylar Anadolu Selçuklu mimarisinin 13. yüzyıldaki ulaştığı gelişmeyi ortaya koymaktadır. Bu anlatılan kervansarayların dışında Derebucak sınırları içerisinde, Burnucu mevkiinde, Hüsün çayı üzerindeki Tınaz köprüsünü geçtikten hemen sonra, Çöllü Taşının oralarda Çöllü Han diyebileceğimiz bir han kalıntısı artık toprak altında kalmıştır. Daha ileride Gedik kuyusu yakınlarında Karahan denilen mevkide de aynı adı taşıyan kervansaray kalıntıları bu- lunmaktadır. Çöllü Han ve Kara Han diğer kervansaraylara göre tali hanlar olup nispeten daha az önemli yapılardır. Ne yazık ki Alaiye’nin bu önem ve görkemi, Anadolu’daki birçok şehir gibi çöken ve yıkılan Selçuklu tahtının tozu dumanı arasında kalmıştır. Bu kesif duman tabakasını delecek ışığı hâlâ yakalayabilmiş değiliz. Vakıa asıl Selçuklu macerası Konya, Kayseri ve Sivas arasında geçer. Selçuklu devrinden ve sanat işlerinde onun de- vamı olan ahilerden Konya, Sivas, Niğde ve Kayseri’de, Erzurum ve Aksaray’da görüp taş işçiliğine ve ağaç oyma- cılığına hayran olduğumuz o taç kapılı ulu camiler, medreseler, sırlı tuğladan, alaca kanatlı bir kuş gibi sabah ışık- larında uçan minareler görülür. Selçuklu hatıralarına büyük vefasızlık gösteren Ankara’da bile 1222 yılından beri zamanın tahribatına meydan okuyan Ak Köprü, Alâeddin Camii ve Ahi Şerafetin Camii vardır. 1237 senesinin şevval ayında Sultan Alâeddin Keykubat Şam seferine çıkmak üzere ordusunu Kayseri’de toplamıştı. Meş- hediye Ovası bayram yerine dönmüştü. Herkes bir hüner gösteriyordu. Sultan, Emir Celâleddin Karatay’a mızrakla nişan alıyor, Emir kalkanıyla ona fırsat vermiyordu. Sonra üç direkli saltanat çadırına çekildiler, namaz kılında, sofa kuruldu ve kaldırıldı. Şevvalin üçüncü günü Kayseri’de hazır olan elçilerin saltanat meclisine davet edilmelerini emreti. Memleket büyükleri, Emirler, Şehzadeler toplandılar, sofa takımları düzeltildi. Güzel sesli hanendeler okumağa, çalgı- cılar çalmağa başladılar. Altın kemerli, gümüş bilekli sakiler yürüyen serviler gibi meclis yaranının başları ucunda dönü- yor, onların rüzgâr gibi ayakları: Zevklerden, nimetlerden payınızı alın Sonuna kadar uzayan her şey kırılacaktır Şiirinin ahengini terennüm ediyor, bir alacakarga feryat eden sesiyle inşat etiği: Gözlerimiz nice cemiyetler gördü ki: Hepsi de berrak suya şarap karıştırdılar; Bir gün sonra yaptıklarından peşiman oldular. Zamanede her halin sonunda başka bir hal vardır. Mealindeki şiirin nağmelerini uğursuz ve korkunç sedasıyla şarap meclisinde zevke dalanların kulaklarına haykırıyordu. Çaşniğir Nasırüddin Ali, ansızın kızarmış bir kuş etini sıcak sıcak Sultan’ın önüne koydu ve kendi eliyle parçaladı. Sultan Keykubat birkaç lokma yedi. Bir müddet sonra mizacında büyük bir değişiklik baş gösterdi. Meclistekiler şaşırdı ve dağıl- dılar. Sultan hararet ve ıstırabının şiddetinden hemen atına binerek Keykubadiye sarayına giti, birçok istifağ eti. Emir Karatay’a dönerek; benim işim sonuna erişti, şimdi Kemaleddin Kamyar’ı çağırınız, ona söyleyecek vasiyetlerim vardır dedi. Hassa köleleri koşuşturdular. Kemaleddin yatsı namazı vaktinde huzura geldi. Sultan’ın dilinde ağırlık başlamış- tı. Her ne kadar işaretlerle bir şeyler anlatmak istediyse de Emir Kemaleddin bir türlü anlayamıyordu. Acele evine dön- dü. Hicri 634 (1237) yılının Şevval ayının dördüncü pazartesi gecesi Sultan Alâeddin Keykubat, Keykubadiye sarayın-

240 Derebucak Derebucak vardır. Orta koridorun yanında olan kemerler daha dar (2,47m), yan duvarlara bağlanan kemerler ise daha geniştirler da cennetin yolunu tutu. (4,00m). Yapının iç örgüsü 8 dar açılı ve 8 geniş açılı taş kemerlerden meydana gelmiştir. Bu bölmeleri çeviren 1,70m ge- Bu matemle şimşeklerin kalbi kebap olmuş, bulutların gözü yaşla dolmuştu. İki gün sonra mübarek cesedi Konya’ya götü- nişliğindeki duvarın uzun kenarlar üzerindeki dış yüzünde belirli aralıklarla duvar örgüsünden çıkan üçgen şeklinde du- rülerek ata ve dedelerinin yanında toprağa verildi.[43] varları takviye için üper payı yer almaktadır. Batı, kısa kenarında ise payeler iki adetir. Sultan yüksek şahsiyeti, kudreti, zaferleri, adaleti ile medeniyetçe ileri, mamur ve mürefeh bir Türkiye’nin kurucusu ol- Yapının taşlarında yazıt ve işlenmiş mimari parçalara rastlanmamıştır. Yalnız kuzey yan duvarı taş bloklar arasında bir makla, Türk milletinin hatırasında, asırlarca, unutulmaz izler bırakmış ve ‘Uluğ Keykubad’ olarak daima saygı ve has- sol fonton parçası bulunmaktadır. Bu parçanın bu yapıyla ilgisi olmadığı kanısındayım. Bugünkü duruma göre Tol Han retle anılmıştır.[44] avlulu hanlar tipine konabilir. İncir Han bunun büyük bir örneğidir. Bu iki gezi sırasında Eynif Ovası’nda çeşitli yerlerin- de eski yapı kalıntılarına mimarî taşlara ve sütun kaidelerine rastlanmıştır.[47] Gerçekten hep kudretli sultanlar tarafından yönetilen Anadolu Selçukluları Alâeddin Keykubat’ın ölümü ile bir- denbire inhitata başlamış ve hanedan bir daha dirayetli bir sultan çıkaramamıştır. Köse Dağ bozgunu ve Moğol is- Daha çok ticaret yapan kervanların konaklama yerleri olan bu yapılar dıştan bakıldığında bir kale görünümünde- tilası ile de çöküntü gerçekleşmiştir. İran’da ve Horasan’da hüküm süren aynı hanedanın Büyük Selçuklu kolu, ilk dir. Kaynağını sınır karakolları olarak yapılan ribatlardan alan kervansaraylar Anadolu Selçuklu mimarisinin 13. devrede, Tuğrul ve Çağrı beyler, Alpaslan, Melikşah ve Sancar gibi büyük ve cihangir sultanlar yetiştirmiş, onla- yüzyıldaki ulaştığı gelişmeyi ortaya koymaktadır. rın haleferi ise zayıf kalmıştı. Buna mukabil Türkiye kolu, Anadolu Selçukluları, sekiz büyük hükümdar yetiştire- Bu anlatılan kervansarayların dışında Derebucak sınırları içerisinde, Burnucu mevkiinde, Hüsün çayı üzerindeki bilmiştir. Tınaz köprüsünü geçtikten hemen sonra, Çöllü Taşının oralarda Çöllü Han diyebileceğimiz bir han kalıntısı artık Milli ve İslâmi mefûreleri kaynaştıran atalarımız Selçuklular, bu harikulade kudret ve hayatiyet sayesinde, bu ülkede bir toprak altında kalmıştır. cihat ve destan devri yaratmışlar; her karış yeri kanları ile sulamış; her bölgeyi kahramanlar ve evliya ziyaretgâhları ile Daha ileride Gedik kuyusu yakınlarında Karahan denilen mevkide de aynı adı taşıyan kervansaray kalıntıları bu- doldurup kutsileştirmişlerdir. Asırlarca süren bu cihat ve mücadeleler sayesinde bu cansız topraklar ruh kazanmış; de- lunmaktadır. Çöllü Han ve Kara Han diğer kervansaraylara göre tali hanlar olup nispeten daha az önemli yapılardır. rin bir vatan şuuru doğmuş; yeni ve yüksek bir medeniyet doğmuş ve Anadolu Türkiye olmuştur. Bu harikulade büyük ta- rihi eserin baş mimarları, şüphesiz, Süleyman Şah’lar, Kılıç Aslan’lar, Danişment Gaziler, Sultan Mesut, Keyhüsrev ve Ne yazık ki Alaiye’nin bu önem ve görkemi, Anadolu’daki birçok şehir gibi çöken ve yıkılan Selçuklu tahtının tozu Keykavüs’ler olup bu vatan ve medeniyet kurucuları arasında ‘Uluğ Keykubad’ çok mükemmel ve mümtaz bir padişah- dumanı arasında kalmıştır. Bu kesif duman tabakasını delecek ışığı hâlâ yakalayabilmiş değiliz. tır.[44] Vakıa asıl Selçuklu macerası Konya, Kayseri ve Sivas arasında geçer. Selçuklu devrinden ve sanat işlerinde onun de- vamı olan ahilerden Konya, Sivas, Niğde ve Kayseri’de, Erzurum ve Aksaray’da görüp taş işçiliğine ve ağaç oyma- cılığına hayran olduğumuz o taç kapılı ulu camiler, medreseler, sırlı tuğladan, alaca kanatlı bir kuş gibi sabah ışık- MEVLEVİLER BELDESİ KONYA larında uçan minareler görülür. Clement Huart bir Fransız şarkiyatçısıdır. 20 yıl kadar İstanbul’da yaşamıştır. İslam medeniyeti ve tarihiyle yakın- Selçuklu hatıralarına büyük vefasızlık gösteren Ankara’da bile 1222 yılından beri zamanın tahribatına meydan dan ilgilenmiştir. Anadolu’da seyahat ve incelemelerde bulunmuştur. okuyan Ak Köprü, Alâeddin Camii ve Ahi Şerafetin Camii vardır. Haçlılar Türkiye’nin (Küçük Asya) ortasından iki defa geçtiler. Birinci geçişte Godefoy de Bouillon İznik’i aldı ve dos- 1237 senesinin şevval ayında Sultan Alâeddin Keykubat Şam seferine çıkmak üzere ordusunu Kayseri’de toplamıştı. Meş- doğru yürüyüşüne devam ederek en kısa yoldan Suriye’ye ulaştı. İkinci seferde Frederik Barbaros Tevton savaşçılarını hediye Ovası bayram yerine dönmüştü. Herkes bir hüner gösteriyordu. Sultan, Emir Celâleddin Karatay’a mızrakla nişan Kudüs’e sevk eti. alıyor, Emir kalkanıyla ona fırsat vermiyordu. Sonra üç direkli saltanat çadırına çekildiler, namaz kılında, sofa kuruldu İki tarihi olayın arasında doksan yıla yakın zaman geçmiştir. Haçlılar her iki seferde de çetin bir düşmanla karşılaştılar. ve kaldırıldı. Şevvalin üçüncü günü Kayseri’de hazır olan elçilerin saltanat meclisine davet edilmelerini emreti. Bugün Konya adı ile anılan eski İkonium şehrinin Türkleri… Memleket büyükleri, Emirler, Şehzadeler toplandılar, sofa takımları düzeltildi. Güzel sesli hanendeler okumağa, çalgı- Selçuk ailesinin diğer kişileri Irak ve Kirman’da krallıklar kurarken içlerinden birisi buraya gelmiş ve oldukça zor geçilen cılar çalmağa başladılar. Altın kemerli, gümüş bilekli sakiler yürüyen serviler gibi meclis yaranının başları ucunda dönü- bu bölgede saltanat tesis etmeye muvafak olmuştu. Selçuklular bütün çevreyi baskı altına alan Anadolu’nun bu yüksek yor, onların rüzgâr gibi ayakları: tepelerine sağlamca yerleşirken, şüphesiz bir zamanlar Yunan tapınaklarını yağma ederek Frigya’nın yükseklerine çekilen Zevklerden, nimetlerden payınızı alın dedelerimiz Galya’lıların yolundan gidiyorlardı… Eskiler bu topraklara hâlâ Galya demektedirler. Orta Anadolu’nun Sonuna kadar uzayan her şey kırılacaktır bakir tepelerini ele geçirenler, bütün Küçük Asya’ya hâkim olurlar. Çıkışları gözler, denize doğru inen Toros dağlarındaki geçitleri isterlerse açar isterlerse kapatırlar. Şiirinin ahengini terennüm ediyor, bir alacakarga feryat eden sesiyle inşat etiği: Konya Selçuklularının tarihleri üzerinde fazla bilgi yoktur. Bu tarihin henüz yazılmadığı ileri sürülebilir. İran yahut Bi- Gözlerimiz nice cemiyetler gördü ki: zans tarihçilerinin aktardıkları sözler ikinci derece bilgilerdir… Hepsi de berrak suya şarap karıştırdılar; Bir gün sonra yaptıklarından peşiman oldular. Konya sultanlarının yaşadıkları yerleri, hatıraları günümüze kadar ulaşmış ünlü Mevlevileri (dönen dervişler) ve bütün Zamanede her halin sonunda başka bir hal vardır. bu efsanevi insanların bıraktıkları eserleri yerinde görmenin zevkli olacağını düşündük.[48] Mealindeki şiirin nağmelerini uğursuz ve korkunç sedasıyla şarap meclisinde zevke dalanların kulaklarına haykırıyordu. Çaşniğir Nasırüddin Ali, ansızın kızarmış bir kuş etini sıcak sıcak Sultan’ın önüne koydu ve kendi eliyle parçaladı. Sultan EŞREFOĞULLARI Keykubat birkaç lokma yedi. Bir müddet sonra mizacında büyük bir değişiklik baş gösterdi. Meclistekiler şaşırdı ve dağıl- Selçuklulardan sonra, Karaman oğullarından önce Beyşehir ve civarında Eşref oğulları Beyliği var ama bu beyli- dılar. Sultan hararet ve ıstırabının şiddetinden hemen atına binerek Keykubadiye sarayına giti, birçok istifağ eti. Emir ğin hâkimiyeti Derebucak’a kadar uzanmış mıdır, bilemiyorum. Bilindiği gibi Eşrefoğulları hiçbir zaman Torosla- Karatay’a dönerek; benim işim sonuna erişti, şimdi Kemaleddin Kamyar’ı çağırınız, ona söyleyecek vasiyetlerim vardır rın Akdeniz sathı mailine sarkmamış, buralarda hâkimiyet kurmamışlardır. Küçük bir beyliktir ve uzun ömürlü de dedi. Hassa köleleri koşuşturdular. Kemaleddin yatsı namazı vaktinde huzura geldi. Sultan’ın dilinde ağırlık başlamış- olmamıştır. Muhtemelen o yıllarda Derebucak da yoktur zaten. tı. Her ne kadar işaretlerle bir şeyler anlatmak istediyse de Emir Kemaleddin bir türlü anlayamıyordu. Acele evine dön- dü. Hicri 634 (1237) yılının Şevval ayının dördüncü pazartesi gecesi Sultan Alâeddin Keykubat, Keykubadiye sarayın- Aslen Kölemen oldukları bilinen Eşrefoğulları 724–725 (1324) senelerine kadar hükümrandırlar. Eşref oğlu Sey-

240 241 Derebucak

fetin Süleyman Bey’in, Selçukluların Moğol istilasıyla sarsıldıkları bu dönemde, bir ara bölgeye hâkim olan Mısır Kölemenlerinin bir uç beyi olduğu sanılmaktadır. 1316’da bölgede İlhanlı hâkimiyeti vardır. Olcayto Han adına Alaiye’de kesilmiş olan paralar vardır. Çoban oğlu Temürtaş ikinci Anadolu valiliği sırasında Eşref oğlu Süleyman Bey’le Hamitzade Dündar Bey’i yenerek öldürmüş ve buralara sahip olmuştur. Bu hengâmede Beyşehri ve Gurgurum’dan kaçanlar bölgemize sığınmışlardır. Eşrefoğulları zamanında Alaiye ile Beyşehri arasında halk münasebetleri samimidir. Horasandan gelip, beyliğin önemli bir merkezi olan Seydişehri’nde karar eden ve eski adı Velverit olan bu şehirde cami ve zaviye inşa eden Seyyit Harun halkı irşat etmeye girişmiştir. Daha sonra müritleri Zekeriya Seydi ile Manavgat’ta, Mahmut Seydi ile Alaiye’de, Gökdemir Baba ile Antalya’da ve İshak Seydi ile değişik yerlerde bilvasıta irşatlarını yürütmüştür. Gö- çebe Türkmenler arasında Seyyit Harun’un manevi nüfusu o kadar yayılmıştır ki bu devirde küpe dağları ve bölge dağları onlarla dolup taşmıştır. Sonradan Derebucak’ı oluşturacak oba ve mezra şeklindeki yedi küçük yerleşim biriminin bu dönemde bölgeye gelip yerleşerek yarı göçer, yarı meskûn olarak yaşayan Yörükler tarafından oluşturulması muhtemeldir. Hasan Dede diye bir Alevi dervişine izafe edilen; Eşrefoğlu al haberi Bahçe biziz, gül bizdedir. Biz ol Mevla’nın kuluyuz Yetmiş iki dil bizdedir. Arı vardır, uçup gezer Teni tenden seçup gezer Canan bizden kaçup gezer Arı biziz, bal bizdedir. Âdem vardır, cismi temiz Alır abdest, olmaz temiz Halkı taneylemek nemiz Cümle küstahlık bizdedir.

Eşrefoğlu Camiinin Kuzey Tarafındaki Taç Kapısı

242 Derebucak Derebucak fetin Süleyman Bey’in, Selçukluların Moğol istilasıyla sarsıldıkları bu dönemde, bir ara bölgeye hâkim olan Mısır Diyen bu güzel şiirin çok yaygın olarak bilinmesine rağmen o günlerde bugünkü anlamıyla Sünni-Alevi ayrışma- Kölemenlerinin bir uç beyi olduğu sanılmaktadır. sı yoktur. Bölgenin siyasi otoritesi Sünni, manevi otoritesi Alevi temsilden olmasına rağmen aralarında sürtüşme yok gibidir. 1316’da bölgede İlhanlı hâkimiyeti vardır. Olcayto Han adına Alaiye’de kesilmiş olan paralar vardır. Çoban oğlu Temürtaş ikinci Anadolu valiliği sırasında Eşref oğlu Süleyman Bey’le Hamitzade Dündar Bey’i yenerek öldürmüş Eşrefoğulları’ndan sonra Karamanoğullarının meşgul ve zayıf olduğu bir dönemde Hamitoğullarının Antalya ko- ve buralara sahip olmuştur. Bu hengâmede Beyşehri ve Gurgurum’dan kaçanlar bölgemize sığınmışlardır. lunun (Teke Beyliği) bir müddet havalide hâkimiyet kurdukları görülür. Eşrefoğulları zamanında Alaiye ile Beyşehri arasında halk münasebetleri samimidir. Horasandan gelip, beyliğin Eşrefoğulları’nın Beyşehir’de bıraktığı en büyük eser, Eşrefoğlu camiidir. Aslında caminin içinde bulunduğu ya- önemli bir merkezi olan Seydişehri’nde karar eden ve eski adı Velverit olan bu şehirde cami ve zaviye inşa eden pılar topluluğu türbesiyle, zaviyesiyle, kütüphanesiyle, dokumacılar hanıyla, çife hamamıyla tam bir külliyedir. Seyyit Harun halkı irşat etmeye girişmiştir. Daha sonra müritleri Zekeriya Seydi ile Manavgat’ta, Mahmut Seydi ile Alaiye’de, Gökdemir Baba ile Antalya’da ve İshak Seydi ile değişik yerlerde bilvasıta irşatlarını yürütmüştür. Gö- çebe Türkmenler arasında Seyyit Harun’un manevi nüfusu o kadar yayılmıştır ki bu devirde küpe dağları ve bölge dağları onlarla dolup taşmıştır. Sonradan Derebucak’ı oluşturacak oba ve mezra şeklindeki yedi küçük yerleşim biriminin bu dönemde bölgeye gelip yerleşerek yarı göçer, yarı meskûn olarak yaşayan Yörükler tarafından oluşturulması muhtemeldir. Hasan Dede diye bir Alevi dervişine izafe edilen; Eşrefoğlu al haberi Bahçe biziz, gül bizdedir. Biz ol Mevla’nın kuluyuz Yetmiş iki dil bizdedir. Arı vardır, uçup gezer Teni tenden seçup gezer Canan bizden kaçup gezer Arı biziz, bal bizdedir. Eşrefoğlu Camiinin Geçme Ahşaptan Oluşan İç kısmı ve Nemlendirme Karlığı Eşrefoğlu Camii Minberi Âdem vardır, cismi temiz Ancak cami çok ünlüdür. Anadolu’da ahşap direkler üzerine oturan düz tavanlı ulu camilerin en büyüğüdür. Ca- Alır abdest, olmaz temiz minin inşasında hemen hiç çivi kullanılmamış, ahşap kısımlar geçme tekniğiyle birleştirilmişlerdir. Muhteşem mo- Halkı taneylemek nemiz zaik çinili mihrabının önündeki sırlı tuğla ve mozaik çini kaplı kubbesiyle, abanoz ağacından çivisiz minberiyle ve Cümle küstahlık bizdedir. Selçuklu taş işçiliğini devam etiren taç kapısı ile taş, tahta ve çini süslemeyi en ahenkli şekilde birleştiren bir abi- dedir.

KRMANOĞULLARI Anadolu Selçuklularından sonra Derebucak ve çevresinin Karamanoğulları Beyliği ile Hamitoğulları ve onların bir kolu olan Tekeoğullarının hükümranlık sınırları içerisinde yer değiştirdiği anlaşılmaktadır. Karamanoğulları Devletinin kurucusu sayılan Karaman Bey, Selçukluların en büyük hükümdarı olan Alâeddin Keykubat zamanında Konya’da imrahorluk vazifesiyle bulunmuştu. Hicri 655 (1257) yılında Larende’yi zapt ede- rek kısa bir müddet kalmış ve şehre kendi adını vermiştir. Oğulları Mehmet ve Mahmut beylerden sonraki hükümdarlar Konya’da bulunmuşlardır. 737’de (1336) Alaiye’de Kıbrıs nüfusu hâkim iken Karaman’da kaynaşmalar vardı. Bu sırada Osmanlı Beyliği de 38 yıllık bir tarihe sahip ve kuruluş devresinde idi. Hamitoğulları bu durumdan faydalanarak Beyşehri’ni ve Seydişehri’ni ele geçirdiler. Bozkır’dan Alaiye’nin kuzeylerine kadar uzandılar. Hicri 772 (1370) yılında Alâeddin Halil Bey Karaman oğulları tahtına çıkmıştır. I. Murat 1362’de tahta çıktıktan sonra Alâeddin Bey onun kızı Melek Hatun ile evlenmiş, bu sayede Osmanlı – Karamanlı ilişkileri düzelmişti. Ha- mit oğulları payitahtları olan Uluborlu-Eğridir’den uzak olan bu şehir ve kaleleri müdafaa edemeyeceklerini anla- dıklarından ve güneyde gün geçtikçe biraz daha kuvvet kazanan Kıbrıs’tan çekindiklerinden 1374’de Kemaletin Hüseyin Bey zamanında Beyşehir ve Seydişehri’ni para mukabili Osmanlılara satınca Osmanlı – Karamanlı ilişki- leri yeniden gerginleşti. Osmanlı Beyliği bu alış-verişten sonra Seydişehri’ne Mahmut Bey isminde bir Emir tayin eti. Eşrefoğlu Camiinin Kuzey Tarafındaki Taç Kapısı

242 243 Derebucak

Osmanlılar balkanlarda sefere çıktıkça Karamanoğulları Bozkır üzerinden Emir Mahmut’u taciz ve tazyik etiler. Silahlı çatışmalar çıktı. Neticede Seydişehir arazisinin bir kısmı Karaman sınırları içine alındı. Emir Mahmut Bey ‘bu ilhakın ahde muvafık olmadığını’ söyleyerek mukavemete devam etmek istedi ise de Karamanlılar ‘biz bu yerle- re Murat Hüdavendigar’dan evvel sahip idik’ cevabını verdiler. Böylece Alâeddin Halil Bey Osmanlıların elinde bu- lunan Hamit İli topraklarına tecavüz edince; Osmanlılarla, Karaman oğulları arasındaki uzun süren mücadeleler başlamış oldu. I. Murat Kosova’da şehit olunca tahta geçen Yıldırım Beyazıt, Seydişehir’deki bu gaileyi saltanatla beraber miras olarak devir almış oldu. Yıldırım Beyazıt hicri 793 (1390) senesinde Aksaray, Konya ve Niğde’yi ve zapt edince Alâeddin Halil Bey Taş İli’ne çekildi. Çarşamba suyu hudut olmak üzere sulh yapıldı. Dolayısıyla Derebucak ve çevresi yine Karaman oğullarında kaldı. Zaten 794 (1391) yılındaki Osmanlı - Karamanoğulları harbinde de Timurtaş Paşa Alâeddin Halil beyi idam etirerek Karamanoğulları hâkimiyetine son verdi. Yıldırım Beyazıt, Timur tehlikesi yüzünden bunları tam olarak tasfiyeye fırsat bulamadı. 1402’de Aksak Timur’un Yıldırım Beyazıt’ı Ankara’da yenmesinden sonra Bursa’da hapisten kurtulan Alâeddin beyin oğlu Mehmet Bey Konya’ya gelerek Karamanoğulları hükümetini yeniden kurdu. Ama Osmanlıların bu fetret döneminde kardeşi Ali beyle arası açılınca Ali Bey Mısır hükümetine sığındı. Mısır hü- kümdarı Şeyh Müeyyed’in orduları bir süre Karamanoğulları topraklarını işgal eti. Karamanoğulları daha sonraki dönemlerde de Osmanlılarla mücadelelerinde Venediklilerle ve Ak Koyunlularla it- tifaklara girmişler ve tarihte bilinen mücadelelerini sürdürmüşlerdir. Fatih döneminde kendi aralarındaki mücadelelerde Osmanlılardan yardım alan Pir Ahmet Bey, İshak Bey’i yendi ve bu yardımın karşılığı olarak Akşehir, Ilgın ve Beyşehir’i Osmanlılara terk eti. Pir Ahmet Bey Venediklilerin teş- vikiyle Ilgın’ı geri isteyince Osmanlılar; Mahmut Paşayla Pir Ahmet Bey arasında, Larende civarında yapılan sa- vaşla Karamanoğullarını yendiler. Uzun Hasan’a sığınan Pir Ahmet Bey daha sonra Silife’de bulunan kardeşi Kasım beyin yanına geldiyse yardım görmemiştir. Bunun üzerine Ermenek tarafarına çekilmiş, fakat Gedik Ahmet Paşa tarafından Yelli bel’de yenile- rek dramatik bir şekilde adamları tarafından Tarsus’a kaçırılmıştır. Bu vakadan sonra hicri 873 (1468) tarihinde Karamanoğulları devleti Osmanlıların bir eyaleti haline geldi. Fatih bu eyaleten birçok halkı ve sanat erbabını İstanbul ve diğer şehirlere nakletirerek göçürmüştür. Alaiye ve mülhakatının zabtı için gerekli girişim 876’da (1471) yine Gedik Ahmet Paşa tarafından yapılmış, Alai- ye, Alara ve Manavgat Osmanlı Topraklarına katılmıştır. Karamanoğullarının son beyi Kasım beydir. Veli II. Beyazıt’la olan mücadelesinde Cem Sultan’a yardım etmişse de Konya ve Ankara’da başarılı olamayınca Ak- şehir yoluyla Taş İl’ine geçmişlerdir. Taş il’inde meyus bir halde bulunan Kasım Bey savaşla bir yere varamayacağını anlamış ve son bir ümitle hicri 888 (1483) tarihinde II. Beyazıt’a ricacı göndermiştir. Yaptırdığı rica kabul edilerek İç İl kendisine verilmiş, burada az bir müddet idareyi umur etmiş, aynı yıl içerisinde vefat etmiştir. Böylece Karamanoğulları da tarih sahnesinden çekilmişlerdir.[49]

TEKE-ELİ VE TEKE-OĞULLARI ANTALYA VE TEKEOĞULLARI (1308–1426): Bu hanedana dair tarihçilerin verdikleri bilgiler oldukça azdır. Bun- ların Teke-ili diye adlandırılan eski Likya bölgesine rastlayan Livaya sahip oldukları sanılmaktadır. Hükümet merkezleri Antalya idi. Tekeliler Harezm ve Seraks civarında yerleşmiş bir Türkmen aşiretinin koludur. Fakat Elmalı, Kalafatlı, Kaş, Karahisar-ı Teke, Finike, Kızılkaya, İstanoz vb. yerlere de sahiptiler. Bu hükümetin kurucusu olan Teke Bey yada Teke Paşa Selçuklular döneminin uç emirlerindendi. Selçukluların yıkılışları sırasında Antalya’da egemen oldular. Oğulları ve ataları (Tekeoğulları) adı ile bu vilayete hükümran olmuşlardır ki tarihçiler Yunus Bey, oğlu Hızır Bey, diğer oğlu Mah-

244 Derebucak Derebucak

Osmanlılar balkanlarda sefere çıktıkça Karamanoğulları Bozkır üzerinden Emir Mahmut’u taciz ve tazyik etiler. mud Bey ile bunun oğlu Mehmed Bey’den bahsederler. Bunların Hamidoğlu ailesinden olduklarını da söyleyenler vardır. Silahlı çatışmalar çıktı. Neticede Seydişehir arazisinin bir kısmı Karaman sınırları içine alındı. Emir Mahmut Bey Oruç ve Neşri, Yıldırım Bayezid’in 1388 veya 1392’de Teke İli’ni istila etiğini söylerler.[5] ‘bu ilhakın ahde muvafık olmadığını’ söyleyerek mukavemete devam etmek istedi ise de Karamanlılar ‘biz bu yerle- re Murat Hüdavendigar’dan evvel sahip idik’ cevabını verdiler. Böylece Alâeddin Halil Bey Osmanlıların elinde bu- lunan Hamit İli topraklarına tecavüz edince; Osmanlılarla, Karaman oğulları arasındaki uzun süren mücadeleler HAMİDOĞULLARI BEYLİĞİ Selçuklu devletinin 1308’de Çöküşünden sonra Anadolu’da ortaya çıkan bağım- başlamış oldu. sız beyliklerden biri de Hamidoğulları Beyliği’dir. Göller Bölgesinden Antalya’ya değin uzanan beylik kurmuş olan Hamidoğulları’nın Anadolu Selçuklularınca Bizans sınırına yerleştirilen Teke Aşireti Türkmenlerinden olduğu sanılmak- I. Murat Kosova’da şehit olunca tahta geçen Yıldırım Beyazıt, Seydişehir’deki bu gaileyi saltanatla beraber miras tadır.[5] olarak devir almış oldu. Yıldırım Beyazıt hicri 793 (1390) senesinde Aksaray, Konya ve Niğde’yi ve zapt edince Alâeddin Halil Bey Taş İli’ne çekildi. Çarşamba suyu hudut olmak üzere sulh yapıldı. Dolayısıyla Derebucak ve çevresi yine Karaman TEKE-ELİ VE TEKE-OĞULLARI XV. ve XVI. yüzyıllara ait Teke Livası tahrir ve tapu deferlerinde hudutları dikkat- oğullarında kaldı. Zaten 794 (1391) yılındaki Osmanlı - Karamanoğulları harbinde de Timurtaş Paşa Alâeddin le tespit edilen bu bölgeye, XIII. yüzyıldan itibaren ekseriyetini Üç-Okların teşkil etiği Türkmen toplulukları yerleştiril- Halil beyi idam etirerek Karamanoğulları hâkimiyetine son verdi. miş idi. Yıldırım Beyazıt, Timur tehlikesi yüzünden bunları tam olarak tasfiyeye fırsat bulamadı. 1402’de Aksak Timur’un Hama meliki ve büyük müellif Ebu’l-Fida, 721 (1321) senesinde hacdan gelenlerin beyanlarına istinaden, bu bölgede Yıldırım Beyazıt’ı Ankara’da yenmesinden sonra Bursa’da hapisten kurtulan Alâeddin beyin oğlu Mehmet Bey Hamid-oğulları Türkmenlerinin bulunduğunu, Antalya ile Konya arasındaki dağların da bunların isimlerini taşıdıkla- Konya’ya gelerek Karamanoğulları hükümetini yeniden kurdu. rını zikreder. Ama Osmanlıların bu fetret döneminde kardeşi Ali beyle arası açılınca Ali Bey Mısır hükümetine sığındı. Mısır hü- …Öyle anlaşılıyor ki, XIII. yüzyılın ilk yarısından itibaren, Üç Okların ekseriyetini teşkil etiği Türkmen zümrelerinden kümdarı Şeyh Müeyyed’in orduları bir süre Karamanoğulları topraklarını işgal eti. bir kısmı, XIV. ve XV. yüzyıllarda ise Üç Oklara tabi bazı boy ve oymaklar, zaman zaman bulundukları yerlerden Teke- eli’ne gelip yerleşmişlerdir ki, Menteşe, Saruhan ve Karaman-oğulları’nın zayıfamaları veya dağılmaları üzerine bazı Karamanoğulları daha sonraki dönemlerde de Osmanlılarla mücadelelerinde Venediklilerle ve Ak Koyunlularla it- Türkmen (Yörük) zümreleri de bunlara katılmışlardır. tifaklara girmişler ve tarihte bilinen mücadelelerini sürdürmüşlerdir. …Bu bakımdan, Fatih ve II. Bayezid devirlerinde tanzim edilen Teke livası tahrir ve tapa deferlerinde kayıtlı nahiyeler- Fatih döneminde kendi aralarındaki mücadelelerde Osmanlılardan yardım alan Pir Ahmet Bey, İshak Bey’i yendi le cemaatler arasında sağlam bir rabıta kurmak mümkündür. ve bu yardımın karşılığı olarak Akşehir, Ilgın ve Beyşehir’i Osmanlılara terk eti. Pir Ahmet Bey Venediklilerin teş- vikiyle Ilgın’ı geri isteyince Osmanlılar; Mahmut Paşayla Pir Ahmet Bey arasında, Larende civarında yapılan sa- …Teke-eli, 1402 Ankara Savaşı’ndan sonra, Sivrihisar’a gelen Timur’un 10 tümen askerle gönderdiği oğlu Şahruh ve vaşla Karamanoğullarını yendiler. kumandanlarının korkunç tahriplerine maruz kalmıştır. Nitekim Şahruh, İstanoz (Korkut-eli) ve Kitir (Iğdır) tarafa- rını, Şah Melik de, deniz kenarındaki Adaliye (Antalya) başta olmak üzere bütün Teke-eli’ni yağmalamışlardır. Diğer Uzun Hasan’a sığınan Pir Ahmet Bey daha sonra Silife’de bulunan kardeşi Kasım beyin yanına geldiyse yardım tarafan Timur, Kütahya’ya geldiği sırada, Teke-elini, Antalya ve Alaiye (Alanya) dâhil, Bursa’dan hapisten kurtardığı görmemiştir. Bunun üzerine Ermenek tarafarına çekilmiş, fakat Gedik Ahmet Paşa tarafından Yelli bel’de yenile- Karaman-oğlu Mehmet Bey’e vermiş ve bu suretle de Osman Çelebi elindeki İstanoz ve Osmanlı hâkimiyetindeki Antalya rek dramatik bir şekilde adamları tarafından Tarsus’a kaçırılmıştır. hariç, bu bölgede Karaman hâkimiyeti başlamıştır (1402–1415). Nitekim Defer-i Evkaf-ı Vilayet-i Teke’de “Karaman Bu vakadan sonra hicri 873 (1468) tarihinde Karamanoğulları devleti Osmanlıların bir eyaleti haline geldi. Fatih zamanı olacak” kaydı bu devreye işaretir. bu eyaleten birçok halkı ve sanat erbabını İstanbul ve diğer şehirlere nakletirerek göçürmüştür. …Alaşehir ovasında Şehzade Korkut Çelebi’nin adamlarını yenip Bursa’ya doğru harekete geçen Şah-Kulu Baba Teke- Alaiye ve mülhakatının zabtı için gerekli girişim 876’da (1471) yine Gedik Ahmet Paşa tarafından yapılmış, Alai- li, sadrazam Hadım Ali Paşa’nın Rumeli’den Anadolu’ya geçmesi üzerine, Teke-eli’ni Karaman’a bağlıyan Kızılkaya bo- ye, Alara ve Manavgat Osmanlı Topraklarına katılmıştır. ğazına çekilmek zorunda kalmıştır. Bunun üzerine sadrazam ile valisi Şehzade Ahmet, Kızılkaya boğazını 38 gün muhasara etilerse de Şah-Kulu Baba Tekeli, önce İncirli Derbendi’nden, sonrada Döşeme Derbendi’nden kayalar Karamanoğullarının son beyi Kasım beydir. arasından kendisine bir yol açarak, Beyşehir önüne gelmeye muvafak olmuştur. Bununla beraber vesikalarda, Şehzade Veli II. Beyazıt’la olan mücadelesinde Cem Sultan’a yardım etmişse de Konya ve Ankara’da başarılı olamayınca Ak- Ahmed’in Hisar dağı’na sığınan Tekelilerden 3000’ini öldürdüğüne dair kayıtlar vardır. şehir yoluyla Taş İl’ine geçmişlerdir. Bundan sonra Kayseri yolu üzerinden Sivas yakınındaki Gedik Hanı mevkiine çekilen Şah-Kulu Baba Tekeli üzerine az Taş il’inde meyus bir halde bulunan Kasım Bey savaşla bir yere varamayacağını anlamış ve son bir ümitle hicri 888 bir kuvvetle yürüyen Hadım Ali Paşa, bu mevkide, etrafarını müdevver hendekler ve binlerce deveyle çevirmiş olan, be- (1483) tarihinde II. Beyazıt’a ricacı göndermiştir. Yaptırdığı rica kabul edilerek İç İl kendisine verilmiş, burada az raberindeki kadın ve çocukları da bulunan Tekeli Türkmenlerinin şiddetli mukavemeti ile karşılaşmış, girişilen savaş so- bir müddet idareyi umur etmiş, aynı yıl içerisinde vefat etmiştir. Böylece Karamanoğulları da tarih sahnesinden nunda, Şah-Kulu ve Hadım Ali Paşa okla vurulmuşlardır. Şirazlı Edai’ye göre, Tekelilerin yanında Varsaklar da sava- çekilmişlerdir.[49] şa katılmışlardır. …Diğer tarafan Bayezid, isyandan sonra Teke ve Hamidili yöresinde bulunan Şii-Alevileri, 1501 senesinde olduğu gibi, TEKE-ELİ VE TEKE-OĞULLARI sürgüne tabi tutmuştur ANTALYA VE TEKEOĞULLARI (1308–1426): Bu hanedana dair tarihçilerin verdikleri bilgiler oldukça azdır. Bun- Anadolu’da 50000 kişinin ölümüne sebep olan bu isyan ve birbiri ardından yapılan sürgünler yüzünden Teke-elindeki ların Teke-ili diye adlandırılan eski Likya bölgesine rastlayan Livaya sahip oldukları sanılmaktadır. Hükümet merkezleri halkın azaldığı, belli başlı kaza ve nahiyelerin ise küçüldüğü anlaşılmaktadır. Antalya idi. Tekeliler Harezm ve Seraks civarında yerleşmiş bir Türkmen aşiretinin koludur. Fakat Elmalı, Kalafatlı, Kaş, Başta Antalya ve civarı olmak üzere XIV. yüzyıldan beri pek çok devenin beslendiği belirtilen Teke-eli hakkında, 1523’de Karahisar-ı Teke, Finike, Kızılkaya, İstanoz vb. yerlere de sahiptiler. Bu hükümetin kurucusu olan Teke Bey yada Teke Antalya’nın burç ve surlarından, limanı ağzındaki zincirden ve Finike kalesinden bahseden Piri Reis istisna edilecek olur- Paşa Selçuklular döneminin uç emirlerindendi. Selçukluların yıkılışları sırasında Antalya’da egemen oldular. Oğulları ve sa, 1650’ye doğru Kâtip Çelebi’nin ve 1671’de Evliya Çelebi’nin tasvirleri pek zayıf kalmaktadır. Nihayet XIX. yüzyılın ataları (Tekeoğulları) adı ile bu vilayete hükümran olmuşlardır ki tarihçiler Yunus Bey, oğlu Hızır Bey, diğer oğlu Mah- sonunda Antalya (Teke) sancağı, 5 kaza, 9 nahiye ve 549 köyden ibaretir.

244 245 Derebucak

…Diğer tarafan bu bölgenin kati olarak Osmanlılara geçmesi 800’de (1397), Karamanoğlu Alâeddin Ali Bey’in Akçay savaşında mağlup olup öldürülmesinden sonradır. Nitekim çağdaş Memlüklü müelliferinden el-Kalkaşandi ile İbnü’s- şıhna bu sırada Antalya ve Alaiye arasındaki bölgenin Osmanlı hâkimiyeti altına girdiğini kaydederler.[50]

OSMANLILAR Fatih II. Sultan Mehmet Karaman oğulları ile çok uğraştı. Karaman ili iki rakip ve ihtiraslı Türk beyliğinin satranç tah- tasına döndü. Yılan akışlı ve zikzaklı istilalar ve gerilemeler bu toprakları yıkma ve yere serilme med ve cezri içinde çal- kalandı durdu. Osmanlı’lar bu toprakları bir harabe halinde devraldılar ve böylece tutmakta siyasi faydalar gözeti- ler. Geniş sınırlı Karaman topraklarını bir insan madeni gibi kullandılar. Yeni alınan yerlere buralardan insan sürdü- ler. Bizans’tan bir ören halinde alınan yeni başkent İstanbul eski Selçuk ve Karaman başşehri Konya’dan ve onun etrafı- nı haleleyen yerlerden sürülen insanların el emekleri ile alın terleri ile sanat ve yüksek zevkleri ile imar edildi ve bezendi. Karaman’ın torunları tarafından müstakil bir beylik halinde idare edilen Alaiyye de Fatih adına Gedik Paşa tarafından Osmanlı sınırları içine alındıktan sonra yüz üstü bırakıldı. İç Anadolu ile ve merkezle ilgisi kesildi. İmar membaları ku- rutuldu, daima horlandı ve kötülendi. Eski ihtişamını ve insan kalabalığını kaybeti. Toroslar bir Çin Seddi gibi bu top- rakların ümranla, ileri yaşayışla alakasını kesti. Son dejenere sultanlar zamanında da büsbütün unutuldu. Yurdumuzun ve egemenliğimizin düşmanları gözüne boş ve açılması kolay bir toprak gibi görünmeye başladı. Nüfusu azaldı fakat öz- lüğünden, asil Türk cevherinden hiçbir şey kaybetmedi.[27] Karaman-oğullarının idaresinde kalan bölgeleri Türkler Karaman vilayeti olarak çağırdılar. Karaman vilayeti başlangıçta idari açıdan iki kısma ayrılmıştı. Bunlardan ilki İç-el, diğeri de Taş-eli (veya Dış-el) idi. Bu idari taksimat coğrafya esas alınarak yapılmıştır. Toros dağlarının güneyinde kalan kısım İç-el, dağlık taşlık olan kuzey kısım ise Taş-eli ismiyle anılmıştı. Osmanlılar Karaman vilayetini ele geçirdikten sonra bu idari düzenlemeyi biraz daha geliştirdiler. Askeri ve mali gayeleri için bölgeyi daha küçük idari birimlere böldüler ve bölgede merkezi denetimi sağlam- laştırdılar. Bilindiği gibi Osmanlılar fethetikleri toprakları adli ve askeri olmak üzere iki kısımda tasnif etiler. Kaza ve nahiye ola- rak adlandırılan yerler adli, Beylerbeyilik (eyalet) ve liva (Sancak) olarak isimlendirilen yerler ise askeri birimlerdi. Adli bölgelerde kadı Osmanlı hukukunu uygulamaya çalışırdı. Özellikle evkafa ilgili işleri düzenlerdi. Beylerbeyiler ve sancakbeyiler ise bazı zamanlarda adli vazifeler yaparlardı. Beylerbeyilikler sancaklara, sancaklar kaza ve nahiyelere bölünmüştü. Bu ayrımın esası genel bir anlatımla, vergi ve asker toplamayı amaç edinen Timar sistemine da- yanıyordu. Bu tür yerler doğrudan merkezi hükümetin idaresi altında idi. Bu yerlerin idarecileri beylerbeyiler ve sancak- beyiler doğrudan İstanbul’dan tayin edilirdi. Osmanlı Devletinde ilk idari düzenlemeler Orhan Gazi döneminde yapıldı. 1340 yılında askeri sebeplerden dolayı Sul- tanhöyüğü, Hüdavendigareli, Kocaeli ve Karesieli birer sancak yapıldı. Edirne’nin fethinden hemen sonra, 1362 yılında, askeri ve mali işleri tanzim için Rumeli’de, merkezi Edirne olmak üzere Rumeli Beylerbeyiliği kuruldu. Bu ilk Osman- lı Beylerbeyiliği idi. Daha sonra Anadolu’nun pek çok şehri Osmanlı topraklarına katılınca, Anadolu Beylerbeyiliği teş- kil edildi. Sivas, Amasya ve Canik bölgesinin Osmanlı topraklarına katılması1413 yılında, bu bölgede Rum Beylerbeyiliği’nin ku- rulmasını gerektirmişti. Bu üç Beylerbeyilik; Osmanlının ilk eyaletleri oldu. Bunların arkasından hemen, XV. yüzyılın sonlarına doğru Karaman Beylerbeyiliği ihdas edildi (1476). Beylerbeyilik sayısı zamanla otuz dörde kadar çıktı. …1513 tarihli Topkapı sarayı arşivindeki 929 nolu belge Karaman eyaletinin yirmi beş kazadan oluştuğunu bildirir. XVI. yüzyıl süresince Karaman Beylerbeyiliğinin değişmeyen sancakları Konya, Beyşehri, Akşehir, Niğde, Aksaray ve Kayseri idi. Değişik dönemlerde Kırşehir, Bozok, Maraş, İçel ve Tarsus sancakları da Karaman Beylerbeyiliğine eklendi. …Ancak 1522’de Dulkadir eyaletinin kurulmasıyla Maraş bu eyaletin paşa sancağı olmuştu. Tarsus ve İçel sancakları da Kıbrıs Beylerbeyiliğine aktarılmıştı. Bu idari üniteler düzenlenirken Osmanlı idarecilerinin dikkat etikleri en önemli nokta bölgenin coğrafi yapısı idi. Dağ, göl, ada, derbent, yol, sahra gibi coğrafi mekânları çok iyi değerlendirdiler. Bütün livalarda bu nokta rahatlıkla görülmek- tedir. ...Şahıs, aşiret ve cemaat isimleri de nahiye ismi olarak konulmuştu. Özellikle livalar birbirlerinden dağ silsileleri,

246 Derebucak Derebucak

…Diğer tarafan bu bölgenin kati olarak Osmanlılara geçmesi 800’de (1397), Karamanoğlu Alâeddin Ali Bey’in Akçay göller, bozkır sahalar ve eski yollar vasıtasıyla ayrıldı. …tarihi geçmiş diğer Osmanlı idarecilerinin idari taksimata dik- savaşında mağlup olup öldürülmesinden sonradır. Nitekim çağdaş Memlüklü müelliferinden el-Kalkaşandi ile İbnü’s- kat etikleri önemli noktalardan biriydi. şıhna bu sırada Antalya ve Alaiye arasındaki bölgenin Osmanlı hâkimiyeti altına girdiğini kaydederler.[50] Önemli hususlardan biride nahiye isimlerinin çoğunun coğrafi bölge ismi olarak kullanılmasıydı. Bu bölgelerin genellik- le farklı isimde bir merkezi bulunmaktaydı. Kıreli, Bozkır, Yaylasun, Kaşaklı, Çemeneli, Sudiremi, Karacadağ, Aladağ OSMANLILAR gibi nahiyelerin, aynı isimde bir merkezleri yoktu. Nahiye isimlerinin meskûn bir mahalle isim olması ancak XVI. yüzyıl- dan sonra gerçekleşti. Fatih II. Sultan Mehmet Karaman oğulları ile çok uğraştı. Karaman ili iki rakip ve ihtiraslı Türk beyliğinin satranç tah- …Sonuç olarak Osmanlılar, Karaman ülkesini aldıktan sonra, yaptıkları idari taksimatla ülkenin birliğini bozdular. tasına döndü. Yılan akışlı ve zikzaklı istilalar ve gerilemeler bu toprakları yıkma ve yere serilme med ve cezri içinde çal- Alanya bölgesi Osmanlı öncesinde Karaman topraklarından sayıldığı halde, Osmanlılar bu bölgeyi Anadolu Beylerbeyi- kalandı durdu. Osmanlı’lar bu toprakları bir harabe halinde devraldılar ve böylece tutmakta siyasi faydalar gözeti- liğine bağladılar. Bozok, Maraş ve Tarsus bölgelerini de Karaman vilayetinden çıkardılar. Eski dönemlerde yapılmış idari ler. Geniş sınırlı Karaman topraklarını bir insan madeni gibi kullandılar. Yeni alınan yerlere buralardan insan sürdü- üniteleri daha da küçülterek bu bölgelerde merkezi otoritenin hâkimiyetini böylelikle sağlamayı başardılar.[51] ler. Bizans’tan bir ören halinde alınan yeni başkent İstanbul eski Selçuk ve Karaman başşehri Konya’dan ve onun etrafı- nı haleleyen yerlerden sürülen insanların el emekleri ile alın terleri ile sanat ve yüksek zevkleri ile imar edildi ve bezendi. Bölgemiz Osmanlılar tarafından fethedildikten sonra yapılan ilk kayıtlar Kanuni devrine kadar sınırlı düzeltmeler yapılarak kullanılmıştır. Kanuni devrinde idari taksimata kesin bir düzenleme yapılırken Alaiye yeniden teşkilat- Karaman’ın torunları tarafından müstakil bir beylik halinde idare edilen Alaiyye de Fatih adına Gedik Paşa tarafından landırılan 13 sancaktan biri olarak Karaman Eyaletine bağlanmıştır. Fakat bu bağlılık uzun yıllar devam etmemiş, Osmanlı sınırları içine alındıktan sonra yüz üstü bırakıldı. İç Anadolu ile ve merkezle ilgisi kesildi. İmar membaları ku- Kıbrıs fethedildikten sonra Aliye sancağı sahile yakınlığı sebebiyle 979 (1571)’da Karaman Eyaletinden ayrılarak rutuldu, daima horlandı ve kötülendi. Eski ihtişamını ve insan kalabalığını kaybeti. Toroslar bir Çin Seddi gibi bu top- Kıbrıs’a bağlanmıştır. rakların ümranla, ileri yaşayışla alakasını kesti. Son dejenere sultanlar zamanında da büsbütün unutuldu. Yurdumuzun ve egemenliğimizin düşmanları gözüne boş ve açılması kolay bir toprak gibi görünmeye başladı. Nüfusu azaldı fakat öz- Bu düzenlemelerin yapıldığı 1500’lü tarihlerden itibaren Derebucak çevresindeki karye ya da obalar, ister liva def- lüğünden, asil Türk cevherinden hiçbir şey kaybetmedi.[27] terlerine kayıtlı olsun ister Yörük deferlerine kayıtlı olsun isterse de kayıtlardan muaf olsun, Osmanlı imparatorlu- ğunun son yıllarına kadar İbradı nahiyesine bağlıdırlar. Karaman-oğullarının idaresinde kalan bölgeleri Türkler Karaman vilayeti olarak çağırdılar. Bu dönemdeki bölgeyle ilgili kayıtlar III. bölümde ‘Eski Kayıtlarda Derebucak ve Çevresi’ kısmında detaylarıyla ve- Karaman vilayeti başlangıçta idari açıdan iki kısma ayrılmıştı. Bunlardan ilki İç-el, diğeri de Taş-eli (veya Dış-el) idi. Bu rilmiştir. İbradı iki asır boyunca Manavgat kazasına ve dolayısıyla Alanya livasına bağlı kalmıştır. Osmanlının son idari taksimat coğrafya esas alınarak yapılmıştır. Toros dağlarının güneyinde kalan kısım İç-el, dağlık taşlık olan kuzey 35 senesinde de Akseki kazası vasıtasıyla önce Alanya sonrada Antalya’ya bağlı olmuştur. kısım ise Taş-eli ismiyle anılmıştı. Osmanlılar Karaman vilayetini ele geçirdikten sonra bu idari düzenlemeyi biraz daha geliştirdiler. Askeri ve mali gayeleri için bölgeyi daha küçük idari birimlere böldüler ve bölgede merkezi denetimi sağlam- XIX. asırda yani 1800’lü yılların sonunda Derebucak 100 civarında haneye ve 400 civarında nüfusa sahip bir kar- laştırdılar. yedir. İbradı nahiyesi, Akseki kazası vasıtasıyla Teke sancağına bağlıdır. Teke sancağı ise Konya vilayetine bağlıdır. Bilindiği gibi Osmanlılar fethetikleri toprakları adli ve askeri olmak üzere iki kısımda tasnif etiler. Kaza ve nahiye ola- 1285 (1868), 1286 (1869), 1287 (1870), 1288 (1871), 1289 (1872), 1290 (1873), 1291 (1874) yıllarında çıka- rak adlandırılan yerler adli, Beylerbeyilik (eyalet) ve liva (Sancak) olarak isimlendirilen yerler ise askeri birimlerdi. Adli rılan Konya vilayeti sal-namelerinde Akseki kazası, İbradı nahiyesi ve Derebucak karyesi hakkında şu bilgilere yer bölgelerde kadı Osmanlı hukukunu uygulamaya çalışırdı. Özellikle evkafa ilgili işleri düzenlerdi. verilmektedir. Sal-nameler arasında kayda değer bir farklılık bulunmamaktadır. Beylerbeyiler ve sancakbeyiler ise bazı zamanlarda adli vazifeler yaparlardı. Beylerbeyilikler sancaklara, sancaklar kaza Akseki Kazası Kaim-Makamlığı ve nahiyelere bölünmüştü. Bu ayrımın esası genel bir anlatımla, vergi ve asker toplamayı amaç edinen Timar sistemine da- yanıyordu. Bu tür yerler doğrudan merkezi hükümetin idaresi altında idi. Bu yerlerin idarecileri beylerbeyiler ve sancak- Nüfus-ı İslam Hane Mahallat ve Kurra Bedel-i Askeriyye Vergisi Para beyiler doğrudan İstanbul’dan tayin edilirdi. Akseki kazası 09656 3220 57 000 216587 20 Osmanlı Devletinde ilk idari düzenlemeler Orhan Gazi döneminde yapıldı. 1340 yılında askeri sebeplerden dolayı Sul- Senir mea Düşenbe 02847 0950 54 000 192285 30 tanhöyüğü, Hüdavendigareli, Kocaeli ve Karesieli birer sancak yapıldı. Edirne’nin fethinden hemen sonra, 1362 yılında, İbradı Nahiyesi 04282 1427 16 000 081145 30 askeri ve mali işleri tanzim için Rumeli’de, merkezi Edirne olmak üzere Rumeli Beylerbeyiliği kuruldu. Bu ilk Osman- Yekün 16785 5597 127 000 490019 00 lı Beylerbeyiliği idi. Daha sonra Anadolu’nun pek çok şehri Osmanlı topraklarına katılınca, Anadolu Beylerbeyiliği teş- kil edildi. Akseki Kazasının Kaim-Makamlık makarrı Marla’dır. Ve Taşlık bir mahaldedir. Mezkur Marla ve Çimi’de yirmi Sivas, Amasya ve Canik bölgesinin Osmanlı topraklarına katılması1413 yılında, bu bölgede Rum Beylerbeyiliği’nin ku- adet cami ve mescit, beş adet medrese ve beş adet mekteb ve altmış kadar dükkan vardır. [52] rulmasını gerektirmişti. Bu üç Beylerbeyilik; Osmanlının ilk eyaletleri oldu. Bunların arkasından hemen, XV. yüzyılın Mahsusat-ı Sınaiyyesi sonlarına doğru Karaman Beylerbeyiliği ihdas edildi (1476). Beylerbeyilik sayısı zamanla otuz dörde kadar çıktı. Bez ve gön ve demirden ma’mul balta ve kazma gibi âlâtır. …1513 tarihli Topkapı sarayı arşivindeki 929 nolu belge Karaman eyaletinin yirmi beş kazadan oluştuğunu bildirir. Hasılat-ı Araziyye XVI. yüzyıl süresince Karaman Beylerbeyiliğinin değişmeyen sancakları Konya, Beyşehri, Akşehir, Niğde, Aksaray ve Hınta ve şa’ir ve pembe ve burçak ve sairedir. Kayseri idi. Değişik dönemlerde Kırşehir, Bozok, Maraş, İçel ve Tarsus sancakları da Karaman Beylerbeyiliğine eklendi. Enhar …Ancak 1522’de Dulkadir eyaletinin kurulmasıyla Maraş bu eyaletin paşa sancağı olmuştu. Tarsus ve İçel sancakları da Kıbrıs Beylerbeyiliğine aktarılmıştı. İşbu Akseki kazası dahilinde bulunan Düşenbe nahiyesinin Alaiyye cihetinden Kargı ve Alara namında iki nehir cereyan edip deryaya mansap olur. [52] Bu idari üniteler düzenlenirken Osmanlı idarecilerinin dikkat etikleri en önemli nokta bölgenin coğrafi yapısı idi. Dağ, göl, ada, derbent, yol, sahra gibi coğrafi mekânları çok iyi değerlendirdiler. Bütün livalarda bu nokta rahatlıkla görülmek- tedir. ...Şahıs, aşiret ve cemaat isimleri de nahiye ismi olarak konulmuştu. Özellikle livalar birbirlerinden dağ silsileleri,

246 247 Derebucak

İbradı Nahiyesi

Nüfusu Hanesi Aded-i Kura Nahiye Kazaya Mesafesi Re’si liva Merkez-i vilayet Nefs-i İbradı 1325 366 1 -- 6 32 -- Urmana Karyesi 645 264 1 -- 6 -- -- Onlar Karyesi 289 74 1 -- 7 -- -- Üzüm Deresi 63 30 1 -- 4 -- -- Zülal Karyesi 137 44 1 -- 8 -- -- İlarma Karyesi 140 43 1 -- 8 -- -- Lorduma Karyesi 259 87 1 -- 9 -- -- Günü 150 50 1 -- 12 -- -- Dalaman Karyesi 210 50 1 -- 11 -- -- Zekeriyya Karyesi 117 31 1 -- 12 -- -- Kencek Karyesi 312 80 1 -- 9 -- -- Derebucak Karyesi 410 104 1 -- 13 -- -- Kevinç Karyesi 311 81 1 -- 12 -- -- Başlanur Karyesi 69 23 1 -- 9 -- -- Yekün 4437 1352 14 ------[52] Osmanlının son yıllarında İbradı’da nahiye müdürlüğü yapmış olan Macit Selekler, hatıratında bölgemizin o za- manki idari yapısı hakkında şunları yazmaktadır; “Konya’nın Selçukiler zamanındaki Antalya yolunun Konya’dan Beyşehri üzerinden İbradı nahiyesi hududu içinde- ki Gembos, Eynif ve Kesikbeli üzerinden Kargı Hanı ve Köprü Çayı üzerinden Antalya’ya ulaşan yol olduğu bu yol güzergâhında hâlâ harabeleri mevcut kervansaraylardan anlaşılmaktadır. Konya’nın Antalya ile idari, askeri, iktisa- di münasebeti devam etikçe en kısa yol olan bu yoldan Osmanlılar devrinde de 19. asır sonlarına kadar istifade edildiği muhakkaktır. Bunun içindir ki 1310 ve 1318 ve 1330 (1894 -1914) tarihlerinde bu yolun, Konya – Kesikbeli – Antalya yolu diye inşasına uğraşıldığına ait birçok vesaike tesadüf ediyoruz.”[13] Teke livasının Konya’dan ayrılarak müstakil bir sancak oluşu 1912–1913 yıllarındadır. Bu oluşumdan Derebucak ve çevresini alakadar eden kısım, Akseki kazasından gönderilen teklifir. “Bu kazadan gelen proje İbradı nahiyesinin Taşderebucak, Göynem, Gencek, Zekeriya, Çetmi gibi köylerinin İbradı’ya uzak ve kışın yol kapanarak aylarla münase- bet temin edilemez olduğu için İbradı’dan fekki ile Şeydişehri’ne verilmesi mütalaası dermeyan edilmiş proje öylece Kon- ya Vilayetine gönderilmişti. Bab-ı Ali’den de tasdik edilir İrade-i Seniye’si çıkan bu teşkilat Haziran 1914’te tebliğ olundu. İbradı’ya müdür olarak vardığım 22 Ağustos 1914’de (1330) hâlâ bu köyler İbradı’ya bağlı sanılıyordu… 1920’de İbradı; İbradı Nahiyesi Tanzimat’tan evvel Nevahi-i Alaiye’den sayılırdı. O vakit Alanya sancak idi. 1257 hicri yılı içinde teşkil edilen Konya Vilayetine Alanya’da kaza olarak ilhak edilmişti. O tarihten sonra İbradı’yı Akseki Kazasına bağlı bir na- hiye olarak görüyoruz. 1914 yılından evvel İbradı ‘Ormana, Unurla, Zilan, Larma, Bodamya, Dereköy, Göymen, Üzümdere, Dalayman, Gen- cek, Yeniköy, Zekeriya, Kirli’ köylerini ihtiva ederken Akseki Kazasının gösterdiği lüzum üzerine 1914 teşkilatında Bo- damya köyü Akseki merkez kazasına ve Dereköy, Göynem, Gencek, Zekeriya, Yeniköy, Kirli, Dalayman köyleri Seydişe- hir kazasına ilhak edilmiş ve yalnız eskiden Akseki’ye bağlı olan Tutus köyü İbradı’ya verilerek Tutus, Larma, Zilan, Baş- lar, Ormana, Unurla köyleri İbradı nahiyesini teşkil etmiştir… İbradı’dan alınarak Seydişehri’ne verilen 7 köy İbradı’ya 9 – 15 saat mesafede olmasına mukabil Seydişehri’ne 6 saate kadar inen yakınlıklarda olmaları itibari ile Seydişehri’ne ilhak edilmeleri muvafık ise de yukarıda bir münasebetle izah edildiği veçhile bu köyler halkı bütün evsaf ve hayat tarzı itibari ile Akseki muhiti halkından ayrılamayacağı gibi, iktisa- di ciheten de Akseki’ye faydalı köylerdi.” [13]

248 Derebucak Derebucak

İbradı Nahiyesi Aksekililerin meşrutiyeten sonraki dönemde çevirdikleri siyasi dümenler nedeniyle Derebucak ve çevresi, Os- manlı devletinin buhranlı yıllarında (1912–1916) Akseki ilçesinin İbradı nahiyesinden ayrılıp, Seydişehir ilçesi- Nüfusu Hanesi Aded-i Kura Nahiye Kazaya Mesafesi Re’si liva Merkez-i vilayet nin Çetmi nahiyesine bağlanmıştır. Bu konudaki resmi belge aşağıya çıkarılmıştır. Ancak Devletin bu kararı 4 yıl Nefs-i İbradı 1325 366 1 -- 6 32 -- gibi uzunca bir süre uygulanamamıştır. Urmana Karyesi 645 264 1 -- 6 -- -- Akseki hakkındaki araştırmalarıyla bilinen Kemal Özkaynak o dönemle ilgili olarak şunları yazmaktadır. Onlar Karyesi 289 74 1 -- 7 -- -- Üzüm Deresi 63 30 1 -- 4 -- -- “…Kanuni devrinde ısdar edilen fermanla 950–1050 (1543–1640) arasında imparatorluğun vergiye esas olan tahriri yapılmış, buna lüzumlu evkaf muamelatı da işlenmiştir. İşte eskilerin Defer-i Hakanî dedikleri bu kayıtlardır. Alaiye ve Zülal Karyesi 137 44 1 -- 8 -- -- nevahisinin tahriri de takriben 980 (1572) senelerinde ikmal olunmuştur. İlarma Karyesi 140 43 1 -- 8 -- -- Lorduma Karyesi 259 87 1 -- 9 -- -- …172 numaralı defere ve buna müsteniden daha sonra tesis olunan evkaf kayıtlarına göre Kanuni devrinde Alaiye; Oba pazarı, Mahmutlar, Nağlu, Dim deresi, Geyse (Senir havalisi), Çöngere, Nevahi-i Alaiye, Manavgat, Akça hisar, Atabey Günü 150 50 1 -- 12 -- -- nahiyelerinden mürekkepti. İbradı, Manavgat’tan Mahremkoluna kadar uzanan bölge içinde idi. Dalaman Karyesi 210 50 1 -- 11 -- -- …İbradı etrafındaki köylerle beraber, Manavgat’a tâbi idi. İbradı ve Pazarcı’da naip otururdu. Göynem, Zekeriya, Gen- Zekeriyya Karyesi 117 31 1 -- 12 -- -- cek, Kirli… gibi köylerle beraber birçok göçebeler, cemaatler, defer dışı bazı köyler İbradı’ya tabi idi. Kencek Karyesi 312 80 1 -- 9 -- -- Derebucak Karyesi 410 104 1 -- 13 -- -- Tanzimat’tan sonra değişen idari taksimata halkın işleri kısmen Akseki’de görülmeye başlandı. 1262’de (1845) başla- yan bu istihsale 1275’e (1858) kadar devam eti. Bu tarihte yapılan idari taksimata eyaletlere valiler, livalara kayma- Kevinç Karyesi 311 81 1 -- 12 -- -- kamlar, kazalara da “idari manada” müdürler tayin olundu, bunun üzerine Akseki’ye de bir müdür geldi. Kaza teşkilatı- Başlanur Karyesi 69 23 1 -- 9 -- -- nın temeli atılmış oldu. 1288’de (1871) ise Akseki Alaiye’den büsbütün ayrıldı. Bir kısım kayıt hizmetleri Alaiye tarafın- Yekün 4437 1352 14 ------dan ifa edilmek üzere hükümet teşkilatı halkın ayağına gelmiş oldu. [52] İlçe teşkilatı gelişmeye başladı. İbradı, Mahrem kolu ve Kirli civarındaki birkaç köyle beraber, nahiye haline getirildi. Osmanlının son yıllarında İbradı’da nahiye müdürlüğü yapmış olan Macit Selekler, hatıratında bölgemizin o za- Daha sonra Senir-maa Duşenbih Akseki’ye bağlandı. manki idari yapısı hakkında şunları yazmaktadır; 1288’den (1871) sonra Marulye ile İbradı arasında bazı hissi ihtilafardan doğan tatlı bir rekabet görüldü, bazen alev- “Konya’nın Selçukiler zamanındaki Antalya yolunun Konya’dan Beyşehri üzerinden İ bradı nahiyesi hududu içinde- lendiği de oldu. Konya valisi Ali Süruri Paşa katır sırtında Akseki’ye gelmek ve ihtilafı halletmek lüzumunu duydu. ki Gembos, Eynif ve Kesikbeli üzerinden Kargı Hanı ve Köprü Çayı üzerinden Antalya’ya ulaşan yol olduğu bu yol 1327’de (1909) idari teşkilata bir değişme daha yapıldı. Antalya müstakil sancak haline geldi. Akseki’nin sınırları güzergâhında hâlâ harabeleri mevcut kervansaraylardan anlaşılmaktadır. Konya’nın Antalya ile idari, askeri, iktisa- da bu arada daraltıldı. Yukarda adlarını saydığımız köyler İbradı’dan alındı. 1330’da Derelisıbyan, Göynem, Gencek, di münasebeti devam etikçe en kısa yol olan bu yoldan Osmanlılar devrinde de 19. asır sonlarına kadar istifade edildiği Zekeriya’nın irtibatı belli edilmedi. Bu köyler askıda kaldı. Seydişehir benimsemedi, Akseki bakmadı, halk ne yapacağını muhakkaktır. Bunun içindir ki 1310 ve 1318 ve 1330 (1894 -1914) tarihlerinde bu yolun, Konya – Kesikbeli – Antalya şaşırdı. Mülkiye makamları durumu Bab-ı Âli’den sordular. yolu diye inşasına uğraşıldığına ait birçok vesaike tesadüf ediyoruz.”[13] 29 Haziran 1330 (1912) ve Dâhiliye Nezaretinin 92530/318 sayılı emri ile bu köylerin “İbradı’dan fekki ile Seydişehri’ne Teke livasının Konya’dan ayrılarak müstakil bir sancak oluşu 1912–1913 yıllarındadır. Bu oluşumdan Derebucak rabt” edildiği telgrafa Konya vilayetine, müstakil Antalya sancağına bildirildi. İrade-i Seniyye sureti de ayrıca ilgili ka- ve çevresini alakadar eden kısım, Akseki kazasından gönderilen teklifir. “Bu kazadan gelen proje İbradı nahiyesinin zalara tebliğ olundu. [2] Taşderebucak, Göynem, Gencek, Zekeriya, Çetmi gibi köylerinin İbradı’ya uzak ve kışın yol kapanarak aylarla münase- bet temin edilemez olduğu için İbradı’dan fekki ile Şeydişehri’ne verilmesi mütalaası dermeyan edilmiş proje öylece Kon- Bu konudaki yazışma metinleri o günkü ifadeleriyle şöyledir; ya Vilayetine gönderilmişti. Bab-ı Ali’den de tasdik edilir İrade-i Seniye’si çıkan bu teşkilat Haziran 1914’te tebliğ olundu. İbradı’ya müdür olarak vardığım 22 Ağustos 1914’de (1330) hâlâ bu köyler İbradı’ya bağlı sanılıyordu… Bâb-ı Âlî Dâhiliye Nezareti 1920’de İbradı; İdâre-i Umûmiye-i Dâhiliye Müdüriyeti İbradı Nahiyesi Tanzimat’tan evvel Nevahi-i Alaiye’den sayılırdı. O vakit Alanya sancak idi. 1257 hicri yılı içinde teşkil 1126 Husûsi edilen Konya Vilayetine Alanya’da kaza olarak ilhak edilmişti. O tarihten sonra İbradı’yı Akseki Kazasına bağlı bir na- İrade-i Seniyye hiye olarak görüyoruz. 1914 yılından evvel İbradı ‘Ormana, Unurla, Zilan, Larma, Bodamya, Dereköy, Göymen, Üzümdere, Dalayman, Gen- Teke Sancağı dâhilinde Akseki kazasına tabii Derebucak, Göynem, Gencek, Kirli, Zekeriya, Yeniköy karyeleri cek, Yeniköy, Zekeriya, Kirli’ köylerini ihtiva ederken Akseki Kazasının gösterdiği lüzum üzerine 1914 teşkilatında Bo- kaza-i mezkûrdan fe’k ile Konya vilayetine merbut Seydişehri kazasına ilhak edilmişlerdir. damya köyü Akseki merkez kazasına ve Dereköy, Göynem, Gencek, Zekeriya, Yeniköy, Kirli, Dalayman köyleri Seydişe- İş bu irade-i seniyyenin icrasına dâhiliye nazırı memurdur. hir kazasına ilhak edilmiş ve yalnız eskiden Akseki’ye bağlı olan Tutus köyü İbradı’ya verilerek Tutus, Larma, Zilan, Baş- lar, Ormana, Unurla köyleri İbradı nahiyesini teşkil etmiştir… 11 Şaban sene 1332 ve 22 Haziran sene 1330 İbradı’dan alınarak Seydişehri’ne verilen 7 köy İbradı’ya 9 – 15 saat mesafede olmasına mukabil Seydişehri’ne 6 saate (11 Temmuz 1912) Dâhiliye Nazırı Sadrazam kadar inen yakınlıklarda olmaları itibari ile Seydişehri’ne ilhak edilmeleri muvafık ise de yukarıda bir münasebetle izah edildiği veçhile bu köyler halkı bütün evsaf ve hayat tarzı itibari ile Akseki muhiti halkından ayrılamayacağı gibi, iktisa- di ciheten de Akseki’ye faydalı köylerdi.” [13]

248 249 Derebucak

Bâb-ı Âlî Dâhiliye Nezareti İdâre-i Umûmiye-i Dâhiliye Müdüriyeti 92530 Umûmi / 318 Husûsi

Teke Sancağı dahilinde Akseki kazasına merbut iken livanın teşkilat-ı cedidesine idhal edilmemiş olan Derebu- cak, Göynem, Gencek, Kirli, Zekeriya ve Yeniköy karyelerinin Konya vilayetine tabii Seydişehri kazasına ilhakla- rı hususu bil-istizar 22 Hazian 330 tarihinde irade-i seniyye-i cenab-ı padişahî şeref sadır olduğu ba tezkere-i se- niyye izbar buyrulmuştur. Ol babda emr ü ferman hazret-i men lehü’l-emrindir.

18 Şaban Sene 1332 ve 29 Haziran Sene 1330 (18 Temmuz 1912) Dâhiliye Nazırı Namına Müsteşar

TÜRKİYE CUMHURİYETİ Osmanlının son yılları Balkan Savaşı, Trablusgarp Savaşı ve I. Cihan Savaşı nedeniyle çok karışık ve meşakkatli yıl- lardır. Yeni devletimiz, Türkiye Cumhuriyeti’nin İçişleri Bakanlığı arşivlerinde, bölgemizle ve İbradı nahiyesi ile il- gili şu bilgiler vardır; “İbradı 330’da (1911–1912) kurulmuştur. İbradı nahiyesinin ilk kuruluşunda 14 köyü vardı. İsimleri şunlardır. İbradı, Üzümdere, Unulla, Ormana, Başlar, Zilan, Larma (Kuyucak), Bodamya (Bademli), Kirli, Göynem, Dereköy, Gencek, Zekeriya, Dalayman. 317 (1899) tarihinde Dalayman Seydişehri’ne, 330’da (1911–1912) Kirli, Göynem, Dereköy, Gencek, Zekeriya köyleri de Seydişehri’ne verildi.

Seydişehir Kazasından Verilmiş Bir İlkokul Diploması

250 Derebucak Derebucak

Bâb-ı Âlî 338’de (1919) Zilan, Larma Cevizli nahiyesine verildiler. Dâhiliye Nezareti O zamanki idari teşkilatın gösterdiği lüzum üzerine bu değişiklikler yapılmıştır.” İdâre-i Umûmiye-i Dâhiliye Müdüriyeti Yukarıda bahsedilen karar uygulandıktan sonra da bölge halkı çok mağdur olmuştur. Çünkü yeni bağlanılan kaza 92530 Umûmi / 318 Husûsi merkezi Seydişehir’e bölgenin yolu yoktur. İşi olan insanlar bu şehre ancak Küpe dağındaki Reze belinden aşarak, yayan gidip gelebilmekte ya da bir başka kaza merkezi olan Beyşehir’den dolaşarak kendi kazalarına ulaşabilmek- Teke Sancağı dahilinde Akseki kazasına merbut iken livanın teşkilat-ı cedidesine idhal edilmemiş olan Derebu- tedirler. cak, Göynem, Gencek, Kirli, Zekeriya ve Yeniköy karyelerinin Konya vilayetine tabii Seydişehri kazasına ilhakla- Derebucak ve çevre köyler 1916’da kesin olarak Seydişehir’e bağlandıktan sonra, 1928–1935 yılları arasında nahi- rı hususu bil-istizar 22 Hazian 330 tarihinde irade-i seniyye-i cenab-ı padişahî şeref sadır olduğu ba tezkere-i se- ye merkezi Çetmi olmuştur. 1935 yılından sonra da nahiye merkezi Gencek’tir. niyye izbar buyrulmuştur. Ol babda emr ü ferman hazret-i men lehü’l-emrindir. Gerek I. Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı ordusuna, gerekse İstiklal Savaşı yıllarında Türk ordusuna, Derebucak ve 18 Şaban Sene 1332 ve 29 Haziran Sene 1330 çevresi çok asker göndermiş, yüzlerce şehit vermiş, yüzlerce de gazi çıkarmıştır. Fakat bir olay bu kadar fedakârlığı (18 Temmuz 1912) Dâhiliye Nazırı Namına Müsteşar gölgelemiştir. Bozkır, Seydişehir, Beyşehir, Akseki ve İbradı’daki Delibaşı isyanına bu bölgenin insanları da katıl- mıştır. Dolayısıyla genç Türkiye devleti tarafından gerçekleştirilen tenkil harekâtından bölge halkı çok zarar görmüştür. TÜRKİYE CUMHURİYETİ İstiklal Harbi bitikten sonra da bölge çok uzun bir süre ihmal edilmiş, okulsuz, öğretmensiz, yolsuz ve yoksul bıra- Osmanlının son yılları Balkan Savaşı, Trablusgarp Savaşı ve I. Cihan Savaşı nedeniyle çok karışık ve meşakkatli yıl- kılmıştır. Uzun kıtlık yıllarında Derebucak insanının çektiğini bugünkü nesillerin kavraması bile mümkün değildir. lardır. Yeni devletimiz, Türkiye Cumhuriyeti’nin İçişleri Bakanlığı arşivlerinde, bölgemizle ve İbradı nahiyesi ile il- gili şu bilgiler vardır; Üstüne üstlük bu yıllarda Derebucak, birincisi 1927’de, ikincisi de 1955’de olmak üzere iki de yangın felaketi ge- çirmiş, her iki yangında da köy tamamen yanıp kül olmuştur. “İbradı 330’da (1911–1912) kurulmuştur. Yine İçişleri Bakanlığı arşivlerinde 1939 yılında Derebucak’ın bağlı olduğu Seydişehir kazasından Konya vilayeti- İbradı nahiyesinin ilk kuruluşunda 14 köyü vardı. İsimleri şunlardır. İbradı, Üzümdere, Unulla, Ormana, Başlar, Zilan, ne gönderilen 20.10.1939 tarihli yazıda, kaza hakkında şu bilgiler bulunmaktadır: Larma (Kuyucak), Bodamya (Bademli), Kirli, Göynem, Dereköy, Gencek, Zekeriya, Dalayman. “5.10.939 gün ve mektupçuluk kalemi 270/3527 sayılı buyrukları karşılığıdır. 317 (1899) tarihinde Dalayman Seydişehri’ne, 1 – Kaza Osmanoğullarından üçüncü padişah Murad zamanında Hamitoğullarından para ile satın alınmış ve o vakit 330’da (1911–1912) Kirli, Göynem, Dereköy, Gencek, Zekeriya köyleri de Seydişehri’ne verildi. tımarla idare edilmiş ve 1253 (1837) tarihinde kaza haline ifağ edilmiştir. 2 – Şehri Seydi Harun isminde bir zat kurmuş olduğundan bu isme izafetle Seydişehri denilmiş ve hiç değişmemiştir. 3 – Kazanın ilk kuruluş merkezi bugünkü Seydişehri’dir. Merkezi hiç değişmemiştir. 4 – Kazanın ilk kuruluşunda nahiyesi yoktu, mevcut 47 köyün cümlesi kazaya bağlı idi. Kaza sancak devrinde de Kon- ya velayetine bağlı idi. Bu husustaki cetvel ilişiktedir. 1.4.933 tarihinde köyleri Beyşehir’e yakın olması dolayısı ile Çaysalur, Cemiller, Dumanlı, Ada, Muharremkolu köyle- rinin vaki müracaatı nazari itibara alınarak bu köyler Seydişehri’nden ayrılarak Beyşehri’ne nakledilmiş ve aynı tarihe Beyşehri’nin uzaklığı hasebiyle Kurdular köyü Beyşehri’nden ve yine aynı sebepten dolayı Kozlu, Bükce, Ufacık, Saraycık, Karacaviran köyleri Konya’dan alınarak kazamıza bağlanmıştır. 5 – Hali hazır idari teşkilatını gösterir ve Çavuş, Çetmi nahiyesiyle Merkez nahiyesini havi 3 numaralı cetvel ilişiktedir… Kazanın bağlı olduğu Vilayet; Konya Kazanın ilk kuruluşunda bağlı olan köyler; Çavuş, Rumdüğün, Dikilitaş, Çalmanda, Nuzumla, Mes’udiye, Evreği, Oğ- lakcı, Tol, Çat, Ortakaraviran, Aşağıkaraviran, Başkaraviran, Dere, Akçalar, Kisecik, Karabulak, Boyalı, Muradiye, Bağra, Kuran, İncesu, Gevrekli, Gökçehüyük, Taraşcı, Taşağıl, Susuz, Süberde, Elmes’ut, Yenice, Kızılca, Kavak, Gök- hüyük, Çetmi, Gencek, Derebucak, Göynem, Dalayman, Zekeriya, Kirli, Yeniköy, Çay, Salur, Cemeller, Dumanlı, Ada, Mahremkolu. Bölgenin bu dönemdeki kanaat önderleri yine Muhammed Hadimi geleneğinden olan Seydişehir’de Şıh Abdullah Efendi, Derebucak’ta Hamit Efendi, Dalayman’da Ahmet Efendi’dir. 1927 ve 1955 yıllarında iki büyük yangın felaketi geçiren Derebucak, bu felaketlerden çok etkilenmiştir. Bu iki yan- gın felaketi bunları yaşayan nesiller üzerinde derin ve çöküntülü izler bırakmıştır.

Seydişehir Kazasından Verilmiş Bir İlkokul Diploması İlk yangın 12 Mayıs 1927 tarihinde, bir Cuma günü çıkmıştır. Derebucaklılar Cuma namazında iken Ali Bakırcı’nın

250 251 Derebucak

Çetmi Nahiyesi’nden verilmiş Bir Nüfus Hüviyet Cüzdanı

evinin civarından başlamıştır. Ahşap yapılar çok olduğu için de köy kısa süre yanıp kül oluvermiştir. Köyden sadece iki ev kurtulabilmiştir. Bunlar Ahmet Şimşirci ve Ömer Çetin’in evleridir. İkinci yangın yine bir Cuma günü 8 Temmuz 1955 tarihinde meydana gelmiştir. Mustafa Kömürcü’nün evinden başlayan yangın iki saat gibi kısa bir sürede yine Derebucak’ı yok etmiştir. Bu yangında yedi ev yanmaktan kurtul- muştur. Konumunun uygunluğundan olsa gerek ki Ömer Çetin’in evi bu yangında da zarar görmemiştir. Yangınla- rın tek teselli edici yönü insan kaybının olmamasıdır. Bu yangından sonra Derebucaklılar çok zor şartlarda, çevre köylülerin yardımı ve Devletin verdiği kredi ile Derebucak’ı yeniden inşa etmişlerdir. Yangınların yanı sıra Derebucak’ın geçirdiği kıtlık yılları ve dönemleri de vardır. Derebucak’ın ilk büyük kıtlık za-

252 Derebucak Derebucak

manını 1873–1874 yıllarında yaşadığı anlatılır. Bu zamanda hayvanlar telef olmuş, İnsanlardan bazıları hayatını kaybetmiş ve bazıları da Derebucak’tan başka yerlere göç etmiş. İkinci ve çok uzun zaman süren kıtlık ise 1920– 1940 yılları arasında yaşanmış. Büyüklerin anlatıklarına göre; Bu dönemde Derebucaklar bırakın diğer yiyecekle- ri, ekmek yapacak un dahi bulamamışlar. Meşe ve pelit kabuklarından un öğütüp ekmek eylemişlerdir. Su baskınlarına gelince; 1907 yılında, şiddetli geçen bir kışın ardından, Derebucak arazisinin, su baskınına uğradı- ğı anlatılır. Derebucak’ın güney tarafında bulunan Alacamaşat ve Gembos ovalarında biriken sular, yaklaşık 15 km civarındaki mesafeyi doldurarak Derebucak’a kadar ulaşmış. Ekilen tarlalar bozulmuş ya da hiç ekilememiş, Dere- bucaklılar zor günler geçirmiş. Yine 1963 yılında Gembos Suları Taşlıgeçit’e kadar taşmış ve Derebucak’ı bir afet ile baş başa bırakmıştır. Bu za- manda Pınarbaşı ile Derebucak arasındaki ulaşım kayıklarla sağlanmıştır. Öğretmen Ahmet Bilban’ın Derebucak’ta görev yaptığı 1946–1950 yılları bir kırılma noktası oluşturur. Yetiştir-

Öğretmen Ahmet Bilban’ın Verdiği Diplomalardan Birisi

diği insanların sorumluluk alabilecek yaşlara gelmesinden yani 1960’lardan sonra Derebucak’ın kaderi değişme- ye başlamıştır. Çetmi Nahiyesi’nden verilmiş Bir Nüfus Hüviyet Cüzdanı Ahmet Bilban’ın öğrencilerinden Hüseyin İnce’nin Derebucak’a öğretmen olarak gelmesi bu değişen sürecin de- vamında çok önemli bir etkendir. evinin civarından başlamıştır. Ahşap yapılar çok olduğu için de köy kısa süre yanıp kül oluvermiştir. Köyden sadece iki ev kurtulabilmiştir. Bunlar Ahmet Şimşirci ve Ömer Çetin’in evleridir. 1962 yılında Abdullah Özdemir’in muhtar olması Cumhuriyet dönemindeki Derebucak’ın makûs talihinin yenil- mesinde ikinci bir kırılma noktası oluşturur. Abdullah Özdemir’in muhtarlığından sonra köydeki yaşantıya kural İkinci yangın yine bir Cuma günü 8 Temmuz 1955 tarihinde meydana gelmiştir. Mustafa Kömürcü’nün evinden ve disiplin gelmiştir. Ortak akıl ve yardımlaşmayla pek çok şeyin başarılabileceği anlaşılmış, Derebucaklıların ha- başlayan yangın iki saat gibi kısa bir sürede yine Derebucak’ı yok etmiştir. Bu yangında yedi ev yanmaktan kurtul- yata bakışı değişmiştir. muştur. Konumunun uygunluğundan olsa gerek ki Ömer Çetin’in evi bu yangında da zarar görmemiştir. Yangınla- rın tek teselli edici yönü insan kaybının olmamasıdır. 1967 yılında Derebucak, çevre köylerle (Kurdular (Tepearası), Kirli (Durak), Huğlu, Gencek, Zekeriya (Taşlıpınar), Çetmi (Akçabelen), Göynem (Kayalar) ‘Kayaarası, Geydeş ve Pınarbaşıyla beraber’, Dalayman (Çamlık)) birlikte, Bu yangından sonra Derebucaklılar çok zor şartlarda, çevre köylülerin yardımı ve Devletin verdiği kredi ile uzun süren bir bürokratik serüvenin ardından, Seydişehir ilçesinden ayrılıp ulaşım ve iletişim imkânları daha ra- Derebucak’ı yeniden inşa etmişlerdir. hat olan Beyşehir ilçesine bağlanmıştır. Yangınların yanı sıra Derebucak’ın geçirdiği kıtlık yılları ve dönemleri de vardır. Derebucak’ın ilk büyük kıtlık za- Nüfus sayısı iki bini geçtiği için aynı yılda, yani 1967’de belediye teşkilatı kurulmuştur. Belde olmak da uzun bir

252 253 Derebucak

zaman almış, sıkıntılı bir sürecin sonunda, köyde yapılan bir referandumla belediye teşkilatına kavuşulmuş, an- cak bu süreç bazı kırgınlıklara da neden olmuştur. Yapılan seçimlerde bu ayrışma daha da belirgin bir hal almıştır. Muhtar Abdullah Özdemir bu süreçlerde yani hem Beyşehir ilçesine bağlanma hem de belediye teşkilatının ku- rulması süreçlerinde önemli roller oynamıştır. Derebucak’ın eski insanlarının diretmelerine karşın, Abdullah Özdemir’in çevresine toplanan, o günün Derebucak gençliği de bu başarılarda haklı bir paya sahip olmuştur. Şunu da kabul etmek gerekir ki muhtar Abdullah Özdemir’in Derebucak insanının dünyaya bakışının değişme- si ve ufunun genişlemesindeki rolünün yanı sıra o başarılı gençlik öğretmen Ahmet Bilban ve öğretmen Hüseyin İnce’nin eseridir. 1960’lı yıllarda, Avrupa kapıları Türk işçilerine açılınca, Derebucak bir gurbetçiler beldesi olmuştur. Gurbete göç 1962’lerde başlayıp bugüne dek sürmüştür. O zamanın Avrupa’sının yurtdışından işgücü talep etmesi sebebi ile Derebucak’tan giden ilk kişiler Hüseyin Özcan, Memiş Ballı ve İlyas Çetindir. 1962 yılında, çalışmak üzere yurt- dışına gitmişlerdir. O günden bu yana geçen 40 küsur yıl zarfında binlerce insanımız Derebucak’ı terk edercesine başka ülkeleri vatan edinmişlerdir. İlk zamanlarda bir müddet çalışıp belirli bir birikime sahip olduktan sonra döneriz şeklindeki düşünceler zaman- la değişmiş, Avrupa’da yaşamanın cazibesi ağır basmıştır. Çok az insan geri dönüş yapabilmiş, emekliler bile orada kalmayı yeğlemiştir. Derebucaklılar artık Avrupa ülkelerine kök salmış vaziyetedir. Bu gurbet serüveni geçmiş dönemde Derebucak’a ekonomik açıdan şüphesiz çok yararlı olmuştur. Ancak sıla has- retinin yanı sıra, verdiği acıların ve sosyal çöküntülerin hissedilmemesi de mümkün değildir. Dostlarından ve sev- diklerinden uzak kalan, doğup büyüdüğü memleketini bir daha göremeyen, eşini dul, çocuklarını yetim bırakan in- san manzaralarını görmemek olası değildir. Oralarda doğup büyüyen genç nesillerin Derebucak’ı tanıdıkları bile söylenemez. Gurbet Derebucaklılardan bü- yük bedeller istedi. Onlara verdiğinden çok fazlasını geri aldı, hâlâ da almaya devam ediyor. Maalesef bu dönem- de onlara yol gösterecek bir kanaat önderi de bulunmamaktadır. En acısı ise gurbetçiler için Derebucak’ın bir me- zarlıklar beldesi olarak algılanmasıdır. Yukarıda anlatılan gelişmeler daha sonra da Derebucak’ın ilçe merkezi olmasıyla sonuçlanmıştır. Derebucak ci- var beldelere göre merkezi bir konumda değildir. Buna rağmen 1955 yangınından sonraki imarının düzgünlüğü ve gurbetçilerin hayırhahlığı sayesinde yapılan üç güzel camisi, hastanesi, okulları, resmi daireleri ve de modern mi- mariden örnekler sunan evleriyle güzelleşen silueti sebebiyle, 1987 yılında, II. Özal Hükümeti döneminde, 3392 sayılı yasa ile kazayla kaza olmuştur. Gerçi I. Bölümde Derebucak’ın tarihçesi yazılmıştır ama bütün bu anlatılanları özetleyerek kısa bir tarihçe ver- mekte yarar vardır.

DEREBUCAK’IN KISA TARİHÇESİ Malazgirt zaferinden sonra ve yaklaşık 3 asır kadar süren Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması zamanların- da Oğuzlar’dan bazı boylara mensup oymaklar Derebucak çevresine de gelip yerleşerek konargöçer bir hayat tar- zını benimsemişlerdir. Anadolu Selçukluları’nın hüküm sürdüğü bu asırlar bölge insanlarının gerçekten mutlu ol- dukları dönemlerdir. Anadolu Selçukluları’nın yıkılmasından sonra bölgemiz bir süre Mısır Memluklarının hâkimiyetinde kalmıştır. Beylikler döneminde Karamanoğullarının idaresindeki Alaiye ile Memlukların devamı olarak kabul edilen Eşrefo- ğullarının başkenti olan Beyşehir arasında herhangi bir sorun yoktur. Horasan’dan gelip, Seydişehir’e yerleşerek, bu şehirde cami ve zaviye inşa eden Seyit Harun o çöküntü döneminin manevi önderlerinden birisidir. Göçebe Türkmenler arasında Seyit Harun’un manevi nüfuzu o kadar yayılmıştır ki bu devirde küpe dağları ve bölge dağları onlarla dolup taşmıştır. İşte sonradan Derebucak’ı oluşturacak oba, mezra ve karye şeklindeki yedi küçük yerleşim biriminin bu dönem- de bölgeye gelip yerleşerek yarı göçer, yarı meskûn olarak yaşayan konargöçer Türkmenler tarafından oluşturul- ması büyük ihtimaldir.

254 Derebucak Derebucak zaman almış, sıkıntılı bir sürecin sonunda, köyde yapılan bir referandumla belediye teşkilatına kavuşulmuş, an- Bu Türkmenler Oğuzların Üç Ok kolundandır, fakat boylarını belirlemek bugün için mümkün değildir ama Yüre- cak bu süreç bazı kırgınlıklara da neden olmuştur. Yapılan seçimlerde bu ayrışma daha da belirgin bir hal almıştır. ğirler ve İğdirler’den olması muhtemeldir. Zira Çukurova’nın ve Alanya’nın fethinde bölgeye gelenler Yüreğirlerdir. Teke’nin fethinde ise bölge İğdir çadırlarıyla dolmuştur.[15] Muhtar Abdullah Özdemir bu süreçlerde yani hem Beyşehir ilçesine bağlanma hem de belediye teşkilatının ku- rulması süreçlerinde önemli roller oynamıştır. Derebucak’ın eski insanlarının diretmelerine karşın, Abdullah Derebucak’ı oluşturan yerleşim birimleri; Bayram Yeri, Yukarı Köy, Balat, Mahmutlar, Bıçakçı, Senir Yeri ve Özdemir’in çevresine toplanan, o günün Derebucak gençliği de bu başarılarda haklı bir paya sahip olmuştur. Kızıldağ’dır. Bunlardan bazıları karye yani köydür, bazıları da henüz karyelik sıfatı kazanamamış mezra veya ko- nargöçer Türkmen obalarıdır. Şunu da kabul etmek gerekir ki muhtar Abdullah Özdemir’in Derebucak insanının dünyaya bakışının değişme- si ve ufunun genişlemesindeki rolünün yanı sıra o başarılı gençlik öğretmen Ahmet Bilban ve öğretmen Hüseyin Osmanlılar, tarihi süreç içerisinde Karamanoğulları ile çok uğraşmışlar. Neticede bu toprakları bir harabe halinde İnce’nin eseridir. devralmışlar ve öylece tutmakta, siyasi açıdan faydalar görmüşler. Geniş sınırlı Karaman topraklarını, bir insan ma- deniymiş gibi kullanmışlar. Yeni alınan yerlere buralardan insanlar sürmüşler. Bölgeyi uzunca bir süre de Kıbrıs’a 1960’lı yıllarda, Avrupa kapıları Türk işçilerine açılınca, Derebucak bir gurbetçiler beldesi olmuştur. Gurbete göç bağlamışlardır. Toroslar bir Çin Seddi gibi bu toprakların medeniyetle alakasını kesmiş fakat bölge insanlarının öz- 1962’lerde başlayıp bugüne dek sürmüştür. O zamanın Avrupa’sının yurtdışından işgücü talep etmesi sebebi ile lerinden ve Türklüklerinden bir şey kaybetmelerine neden olamamıştır. Derebucak’tan giden ilk kişiler Hüseyin Özcan, Memiş Ballı ve İlyas Çetindir. 1962 yılında, çalışmak üzere yurt- dışına gitmişlerdir. O günden bu yana geçen 40 küsur yıl zarfında binlerce insanımız Derebucak’ı terk edercesine Osmanlı Arşivlerinde 937 (1530) tarihli ve 166 numaralı tahrir deferinde, Manavgat, İbradı, Ormana kayıtlarının başka ülkeleri vatan edinmişlerdir. bulunduğu sayfalarda; Karye-i Balat Karye-i Kızıldağ, Karye-i Bıçakçılar, Karye-i Kirli, Karye-i Senir, Karye-i Geydeş gibi bildik köylerin kayıtları vardır ama bunların arasında Derebucak yoktur. Demek ki 1500 – 1600 tarih aralığın- İlk zamanlarda bir müddet çalışıp belirli bir birikime sahip olduktan sonra döneriz şeklindeki düşünceler zaman- da Derebucak henüz kurulmamıştır. la değişmiş, Avrupa’da yaşamanın cazibesi ağır basmıştır. Çok az insan geri dönüş yapabilmiş, emekliler bile orada kalmayı yeğlemiştir. Derebucaklılar artık Avrupa ülkelerine kök salmış vaziyetedir. Kuyud-u Kadim arşivindeki, 963 (1555) tarihli, 172 numaralı tahrir deferi kayıtlarına göre İbradı, Manavgat’tan Mahrem koluna kadar uzanan bölge içindedir ve Manavgat’a tabiidir. Etrafındaki köylerle beraber, birçok göçebe- Bu gurbet serüveni geçmiş dönemde Derebucak’a ekonomik açıdan şüphesiz çok yararlı olmuştur. Ancak sıla has- ler, cemaatler ve defer dışı bazı köyler de İbradı’ya tâbidir.[2] retinin yanı sıra, verdiği acıların ve sosyal çöküntülerin hissedilmemesi de mümkün değildir. Dostlarından ve sev- diklerinden uzak kalan, doğup büyüdüğü memleketini bir daha göremeyen, eşini dul, çocuklarını yetim bırakan in- XVII. asrın sonlarına doğru 1690 yıllarında Osmanlıların, Konargöçer Türkmenler için bir iskân siyaseti geliştir- san manzaralarını görmemek olası değildir. dikleri bilinen bir tarihi vakıadır. Bu siyasetle Osmanlılar, konargöçerleri yerleşmeye zorladılar. Türkmenler bu si- yasete uymadılar. Osmanlılar bu konuda fermanlar çıkardılar, fermanlara uymayanları bilinen usullerle tedip eti- Oralarda doğup büyüyen genç nesillerin Derebucak’ı tanıdıkları bile söylenemez. Gurbet Derebucaklılardan bü- ler. yük bedeller istedi. Onlara verdiğinden çok fazlasını geri aldı, hâlâ da almaya devam ediyor. Maalesef bu dönem- de onlara yol gösterecek bir kanaat önderi de bulunmamaktadır. En acısı ise gurbetçiler için Derebucak’ın bir me- Osmanlı arşivlerinde 6890 numarada kayıtlı Maliyeden Müdevver deferde ve 1730 tarihli Yörük deferinde İbra- zarlıklar beldesi olarak algılanmasıdır. dı civarına yerleşen Türkmen cemaatleri kayıtlıdır. Karahacılı, Turgutlar, Eski Yörük, Narencili ve Zekeriyalı cema- atleri bunlardan bazılarıdır. [14] Yukarıda anlatılan gelişmeler daha sonra da Derebucak’ın ilçe merkezi olmasıyla sonuçlanmıştır. Derebucak ci- var beldelere göre merkezi bir konumda değildir. Buna rağmen 1955 yangınından sonraki imarının düzgünlüğü ve İşte Derebucak’ın da o yıllarda kurulmuş olması gerekir. Yukarıda sayılan 7 yerleşim birimi bir araya gelerek bu- gurbetçilerin hayırhahlığı sayesinde yapılan üç güzel camisi, hastanesi, okulları, resmi daireleri ve de modern mi- günün Derebucak’ını kurmuşlardır. Bu birleşmenin nedeni iskân siyasetinin bir zorlaması sonucu olabileceği gibi, mariden örnekler sunan evleriyle güzelleşen silueti sebebiyle, 1987 yılında, II. Özal Hükümeti döneminde, 3392 iskân siyaseti sonucu bölgede gelişen şekavet olayları karşısında, kendilerini emniyete alma ihtiyacı da olabilir. sayılı yasa ile kazayla kaza olmuştur. Bizim atalarımız Selçuklu’nun çöküşü ve Osmanlı’nın kuruluşu olan 1300’lü yıllardan beri bu topraklarda vardır, Gerçi I. Bölümde Derebucak’ın tarihçesi yazılmıştır ama bütün bu anlatılanları özetleyerek kısa bir tarihçe ver- ama bir köy olarak Derebucak’ın kuruluşu 1600’lerin sonu 1700’lerin başındadır. mekte yarar vardır. Kuruluşunda Derebucak’ın adı Kışlakçı’dır. Kuyud-ı Kadim arşivindeki 137 numaralı deferin arasında bulunan, 1142 (1729) tarihli, bir şer’i sicil belgesinde bu isim açıkça görülmektedir. Daha sonraki bilinmeyen bir tarihte De- DEREBUCAK’IN KISA TARİHÇESİ reköy ya da Derebucak olarak isimlendirilmiştir. 1861 tarihli bir Osmanlı tapusunda Derebucak olarak yazılıdır. Kurulduğu zamanın idari yapısı içerisinde Teke livası, Manavgat kazası, İbradı nahiyesinin Dereköy karyesidir. İki Malazgirt zaferinden sonra ve yaklaşık 3 asır kadar süren Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması zamanların- asır boyunca da böyle kalmıştır. Teke livasının merkezi Alaiye’dir. Zamanla da Antalya olmuştur. da Oğuzlar’dan bazı boylara mensup oymaklar Derebucak çevresine de gelip yerleşerek konargöçer bir hayat tar- zını benimsemişlerdir. Anadolu Selçukluları’nın hüküm sürdüğü bu asırlar bölge insanlarının gerçekten mutlu ol- Akseki 1871 tarihinde, meşrutiyet dönemlerinde kaza olmuştur. İbradı Nahiyesi vasıtasıyla Derebucak’ın Akseki’ye dukları dönemlerdir. bağlılığı bu zamanlarda ve kısa bir süreyi kapsamaktadır. Bu tarihten sonra, Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar İbra- dı, Akseki kazasının bir nahiyesidir. Nahiyenin, 1871 yılındaki meşrutiyet düzenlemesinde 14 köyü vardır. Dere- Anadolu Selçukluları’nın yıkılmasından sonra bölgemiz bir süre Mısır Memluklarının hâkimiyetinde kalmıştır. bucak da bunların arasındadır. 1868-74 yıllarında çıkarılan Konya vilayeti salnamelerinde Derebucak; Teke livası- Beylikler döneminde Karamanoğullarının idaresindeki Alaiye ile Memlukların devamı olarak kabul edilen Eşrefo- nın, Akseki kazasının, İbradı nahiyesinin 104 haneli, 410 nüfuslu bir karyesidir. ğullarının başkenti olan Beyşehir arasında herhangi bir sorun yoktur. İbradı ile Akseki arasındaki kaza merkezi olma rekabetinin bir sonucu olarak, 1912-1916’da Derebucak ve çevre Horasan’dan gelip, Seydişehir’e yerleşerek, bu şehirde cami ve zaviye inşa eden Seyit Harun o çöküntü döneminin köyler (Derebucak, Göynem (Kayalar), Gencek, Kirli (Durak), Zekeriya (Taşlıpınar) ve Yeniköy) Akseki ve İbradı’dan manevi önderlerinden birisidir. Göçebe Türkmenler arasında Seyit Harun’un manevi nüfuzu o kadar yayılmıştır ayrılıp Seydişehir’e bağlanmıştır. Bu dönemde 1928–35 yılları arasında nahiye merkezi Çetmi, 1935 yılından son- ki bu devirde küpe dağları ve bölge dağları onlarla dolup taşmıştır. ra da Gencek olmuştur. İşte sonradan Derebucak’ı oluşturacak oba, mezra ve karye şeklindeki yedi küçük yerleşim biriminin bu dönem- Böyle olunca da halk arasında Seydişehir’e bağlı olan diğer Dereköy’den ayırt edebilmek için Seydişehir’e yakın de bölgeye gelip yerleşerek yarı göçer, yarı meskûn olarak yaşayan konargöçer Türkmenler tarafından oluşturul- olan Dereköy’e Bostan Dereköy, Derebucak’a da Taş Dereköy denmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki Seydişehir’le ması büyük ihtimaldir.

254 255 Derebucak

ilgili resmi kayıtlarda ise Derebucak olarak yazılıdır. 1928 tarihli bir Cumhuriyet tapusunda da Derebucak olarak yazılıdır. 1927 ve 1955 yıllarında iki büyük yangın felaketi geçiren Derebucak, bu felaketlerden çok etkilenmiştir. Bu iki yan- gın felaketi bunları yaşayan nesiller üzerinde derin ve çöküntülü izler bırakmıştır. Yangınların yanı sıra 1873–1874 yıllarında Derebucak’ın büyük bir kıtlık yaşadığı anlatılır. İkinci ve çok uzun za- man süren kıtlık ise 1920–1940 yılları arasında yaşanmış. 1907 yılında, Gembos ovasının sularla dolması sonucu Derebucak arazisinin, su baskınına uğradığı anlatılır. Yine 1963 yılında Gembos Suları Taşlıgeçit’e kadar taşmış ve Derebucak’ı bir afet ile baş başa bırakmıştır. 1960’lardan sonra, Avrupa kapıları Türk işçilerine açılınca, Derebucak bir gurbetçiler beldesi olmuştur. Gurbete göç 1962’lerde başlayıp bugünlere değin sürmüştür. Derebucak, çevre köylerle (Kurdular (Tepearası), Kirli (Durak), Huğlu, Gencek, Zekerya (Taşlıpınar), Çetmi (Akça- belen), Göynem (Kayalar “Kayaarası, Geydeş ve Pınarbaşıyla beraber”), Dalayman (Çamlık)) birlikte, 1967 yılında da Seydişehir’den ayrılıp Beyşehir’e bağlanmıştır. Nüfus sayısı iki bini geçtiği için aynı yılda, yani 1967’de belediye teşkilatı kurulmuştur. 1987 yılında da, 3392 sayılı yasa ile ilçe olmuştur. Derebucak ilçesinin Çamlık, Gencek, Göynem, Pınarbaşı isimli 4 beldesi ve Taşlıpınar, Durak, Tepearası ve Uğur- lu olmak üzere 4 köyü bulunmaktadır. 1.240 rakımlı ilçenin toplam nüfusu 10000, ilçe merkezinin nüfusu ise 3000 civarındadır.

256