Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya Anamız çay demliyor ya güzel günlere Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız Bu, böyle gidecek demek değil bu işler Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz.

Cemal Süreya

Aylık Gazete - 10 TL Ağustos 2020 Yıl: 10 Sayı: 91 gazetesolfasol.com

Bu çocuklar neye bakıyor? Cevabı >> s. 3

Trafik kazasında hayatını kaybeden genç bisikletçi Umut Gündüz anıldı >> s. 2 Onur Mat 19 yaşındaki genç bisikletçi Umut Gündüz, 'da Ezidi bir kadın kurtarıldı “Tarih Irmağının Önünü Açan” Şair Ahmet Erhan ve alkollü bir sürücünün kullandığı aracın çarpması >> s. 3 Hale Gönültaş Ankara sonucu hayatını kaybetti. >> s. 28 Sencer Başat

Kim bu Solfasol’cüler? >> s. 6 Onur Mat Bulvar’ın Siyasallaşması ve “Dönüşüm” Dergisi >> s. 30 Arif Şentek "Kuğulu Park'ta Ya Bulaşırsa? >> s. 7 Mehmet C. Peker Afişler, Posta Kartları, Posta Pulları, Fotoğraflar ve ‘budanan’ ağaçlar bir Karikatürlerle Birinci Dünya Savaşı

>> s. 30 Önder Şenyapılı daha yeşermeyecek” Dünyadan Güzel Şeyler - 12 - Katılımın Sürdürülebilirliği >> s. 8 Sine Çelik >> s. 4 Mehmet Onur Yılmaz Kraliçe Lear

>> s. 34 Erhan Karadağ Cımbız ile Kazı - 3 - Kaldırım Heykelleri Çankaya Belediyesi tarafından 2017 yılında >> s. 18 Ankara Cımbızcısı Kuğulu Park’ta yapılan yanlış budama sonrası Evdeki önemsiz şeyin hikayesi: Saatler tahrip edilen ağaçlar 3 yıldır yeşermedi.

>> s. 35 Özgün Keser Korkut Boratav ile Ankara Üzerine Bir Söyleşi Orman mühendisi Ahmet Demirtaş Kuğulu >> s. 20 Zeynep Arıca Park’ta sözde ‘budanan’ ağaçların bir daha Ümmiye Koçak’la Söyleşi: Anadolu’da Bir Afife Jale yeşermeyeceğini söylüyor. >> s. 36 Deniz Zeka ve Meltem Sezen Kılıç Asker anılarının biriktiği Ankara kışlaları Nizam-ı Cedid Kışlası ve Sarıkışla >> s. 21 Yavuz İşçen Müzik Okumaları - 3 - ‘Kırksabır’ • SO Duo >> s. 38 Aylin Yılmaz DOSYA Ankara yazanlar ve Ankara çalışanlar >> s. 25 Akın Atauz Cennet Sineması ve Huysuz Virjin 15-16 Haziran İşçi >> s. 40 Aydan Çelik Direnişinin 50. Yılı Magdeleine Marx’a göre 1922 Ankarası’ndan sınıf ve kadın profilleri Söyleşiler >> s. 26 Akın Atauz >> s. 10 2 solfasol Ankara’nın Gayriresmi Gazetesi Ağustos 2020

Trafik kazasında hayatını kaybeden genç bisikletçi Umut Gündüz anıldı

Onur Mat

19 yaşındaki genç bisikletçi Umut Gündüz, alkollü bir sürücünün kullandığı aracın çarpması sonucu hayatını kaybetti.

26 Temmuz günü Kurtuluş Parkı’nda düzenlenen anma (Fotoğraflar: Linda Nihan Lafcı) Umut’un anısına bırakılan bisiklet

Umut’u anmak ve bu acı olayın Kazada vefat eden Umut Gündüz'ün tekrarlanmaması için bisiklet babası Menderes Gündüz "Umut kullanımına dair farkındalık henüz 19 yaşındaydı. Onun sporcu Ne yapmalı? yaratmak isteyen yüzlerce bisikletçi, olma hayalleri alkollü bir trafik 26 Temmuz günü Kurtuluş Parkı’nda magandasının elinde son buldu. Bisikletli ölümlerin sonlanması için toplanarak Anıtpark'a kadar topluca Dileğimiz bu acılara sebep olanların güvenli bisiklet erişimi acil eylem planı bisiklet sürdü. Anıtpark’ta yapılan adil bir şekilde yargılanmasıdır.” hazırlayan ABİDOSD, diğer bisiklet dernek basın açıklamasında "Umut'a ses şeklinde konuştu ve Umut’un ve topluluklarına da açık katılım çağrısı ol, bisikletli ölümleri dursun!" yazılı ailesi olarak bunun son olmasını, yaparak, somut talepleri şu şekilde sıralıyor: pankartlar açıldı. Çok sayıda bisiklet artık bisikletlilerin trafikte güvenle dernek ve topluluğunun katıldığı seyredebilmesini dilediklerini - Şehir merkezlerinde ve yaya/bisikletli eylemin ardından Umut’un anısına belirtti. öncelikli yerlerde hız sınırlaması getirilmeli; parka hayalet bisiklet bırakıldı. bisikletli ulaşım bilgilendirme tabelaları ile görünürlük sağlanmalı; bisiklet yol ve Geçtiğimiz sene Türkiye genelinde Bisiklet en sağlıklı, parkları yapılmalı 8197 bisikletçinin trafik kazalarında ekonomik ve çevreci hayatını kaybettiğini ve kazaların ulaşım aracıdır - Bisiklet kullanımını teşvik edecek yüzde 70’ine alkollü sürücülerin Bu acı kaybın son olmasını dileyen sürdürülebilir ve ekolojik kentsel planlama neden olduğunu belirten Ankara eyleme katılan bisikletlilerin ortak yapılmalı; yerel yönetim, sivil toplum ve Bisiklet ve Doğa Sporları Derneği talepleri trafikte algılanmak ve kamu işbirlikleri ile bisiklet politikaları ve (ABİDOSD) başkanı Murat Yumrutaş, saygı görmek. Bisikletin bir ulaşım eylem planları hazırlanmalı ve uygulanmalı “Bisiklet herkes için demokratik bir aracı olarak algılanmadığını, bu haktır. Bu tip kazaların ardından nedenle sürekli tehlike altında - Bisiklet yollarının motorlu araç parkına bisikleti görmedim diye savunma sürüş yaptıklarını söyleyen karşı korunması için etkin tedbirler alınmalı yapılıyor. Bu bir özür değil aksine bisikletliler, güvenli bisikletli ulaşım suçluluğun itirafıdır. Bunlar birer altyapısı talep ettiler. Bunun için, - Bisiklet dernek ve topluluklarını kaza değil cinayettir.” diyerek Umut bisikletlilerin olduğu yollarda destekleyecek teşvikler planlanmalı Gündüz için adalet istediklerini, genç araçlara hız sınırlaması getirilmesi yaşta kaybettikleri üyelerinin vefatına ve ehliyet eğitiminde bisikletli - İlk, orta ve yüksek eğitimde ve ehliyet sebep olanların en ağır şekilde haklarına dair derslerin müfredata kurslarında bisikletin kullanımı ve bisikletli cezalandırılması gerektiğini belirtti. alınması gibi somut talepler dile hakları üzerine dersler müfredata alınmalı getirildi. solfasol Ankara’nın Gayriresmi Gazetesi Ağustos 2020 3

Ankara'da Ezidi bir kadın kurtarıldı

Hale Gönültaş

Şengal'de IŞİD tarafından 2014 yılında düzenlenen katliam sırasında 16 yaşında iken kaçırılan Ezidi kadın 4 yıl sonra Ankara Sincan'da bir evde bulundu. IŞİD'li olduğu belirtilen bir kişinin evinde tutulan kadın, kendisini köle eden kişiden akrabaları tarafından satın alınarak kurtarıldı.

IŞİD’in kaçırdığı bir Ezidi kadın daha öldürüldü. Zozan K.’nın amcası IŞİD Işid’li Irak’tayken Zozan Tecavüz, Sigara Yanıkları, Türkiye’de özgürlüğüne kavuşabildi. katliamından şans eseri kurtuldu. İçin Ödeme Yapıldı Jilet Kesikleri Ankara’nın Sincan ilçesinde bir Amcası ve katliamdan kurtulan aile Söz konusu kişinin Irak’ta Zozan’ın, Irak Türkmen’i IŞİD’li evde esir tutulan Ezidi Zozan K.* üyeleri kayıplarını aramayı sürdürdü. bulunduğu günlerde aracılar eve geldiğinde sistematik olarak (24), Avustralya’da sığınmacı olarak devreye girerek Zozan’ın ailesinin tecavüze uğradığı belirtildi. Genç bulunan yakınlarının çabalarıyla Ailesi, Zozan K.’nın izine 2018 yılında genç kadını geri almak istediğini kadında beslenme yetersizliğinden özgür kalabildi. Zozan K.’yı “derin IŞİD’in derin internette kurduğu bildirdi. Irak Türkmen’i IŞİD’li kaynaklı belirtiler görüldüğü, internetten” satın alan IŞİD’linin Ezidi “köle pazarında” ulaştı. Ailesinin ile aracılar Zozan için önerilen konuşmakta zorlandığı ifade edildi. kadını 10 ay önce Ankara’ya getirdiği aktardığına göre, Zozan K.’nın ücrette anlaştı. IŞİD’liye ödeme Ayrıca bedeninde sigara yanıkları öğrenildi. Zozan K. geçtiğimiz fotoğrafı internetteki köle pazarında Irak’ta yapıldı. Eş zamanlı olarak ile jilet kesiklerinden kaynaklı derin günlerde Türkiye’den çıkarıldı. sadece bir saat süreyle kaldı, satış Ezidi cemaatinin ileri gelenlerinin yaralar olduğu da görüldü. Zozan’ın Zozan’ın sistematik tecavüze hızla gerçekleşti ve yeğenlerinin Ankara’da temas kurduğu güvenli sadece IŞİD’li değil, evde bulunan uğradığı, bedeninde sigara yanıkları fotoğrafı kaldırıldı. Aile, Zozan K.’nın kişiler aracılığı ile genç kadın diğer iki kadın tarafından da ağır ve jilet kesiği yaraları olduğu, derin internet satışında Irak Türkmen’i bulunduğu evden alındı. Kısa bir fiziksel şiddete uğradığı bilgisini beslenme yetersizliğinden kaynaklı bir IŞİD’li tarafından satın alındığı ve süre sonra da Türkiye’den çıkarıldı. verdiği öğrenildi. sorunlar yaşadığı belirtildi. Musul’da tutulduğu bilgisine ulaştı. * Ezidi kadının ismini güvenlik nedeniyle Amcaları İzini Sürdü, değiştirilmiştir. 2018 Yılında Derin Sincan’da Tutulduğu İnternette Satıldı Bilgisine Ulaştı Ezidi Cemaati ve Avustralya’da 2018 yılının son aylarında yaşayan yakınlarından edinilen Zozan K.’nın amcası ve kuzenleri bilgiye göre kadının IŞİD tarafından Avustralya’ya sığınmacı olarak kabul 2014’te Şengal’den kaçırılmasından ve edildi. Aileye, yaklaşık 10 ay önce Sincan’da tutulduğu evden kurtarılma yeğenleri Zozan K.’nın onu derin sürecine uzanan hikâyesi şöyle: internetten satın alan kişi tarafından Ankara’ya getirildiği bilgisi ulaştı. Zozan K. 2014 Ağustos ayında Zozan, Ankara’nın Sincan ilçesindeki Şengal katliamında IŞİD tarafından Irak Türkmen’inin iki karısı ve dört kaçırıldı. Zozan K., o tarihte 16 çocuğu ile birlikte yaşıyordu. Irak yaşındaydı. Zozan K.’nın ailesinden Türkmeni ise Irak-Ankara gidiş onlarca kişi de katliam sırasında gelişlerini sürdürüyordu.

Bu Çocuklar Neye Bakıyor?

Aydan Çelik

Bu çocuklar Shinichi Tetsutani'nin çok sevdiği üçtekerine bakıyor. Shinichi, 6 Ağustos 1945 sabahı evlerinin önündeki avluda üçtekerine binerken, Enola Gay adındaki Amerikan uçağından atılan Little Boy (Küçük Çocuk) adını taşıyan atom bombası ile can verdi.

4 yaşını doldurmasına bir ay vardı. Üçtekeri ise Hiroşima Barış Müzesi'ne bağışladı.

Babası, onu ve çok sevdiği üçtekerini evinin Eğer Shinichi hayatta kalsaydı bir ay sonra 79 bahçesine gömdü. yaşına basacaktı.

Shinichi tam 40 yıl evinin bahçesinde uyudu. Ne yazık ki, Nazım Hikmet'in "Kız Çocuğu" şiirinde söylediği gibi "Büyümez ölü çocuklar..." 1985'e gelindiğinde babası Nabuo, onu yattığı yerden çıkardı ve aile mezarlığına defnetti. Fotoğraflar: Özgür Çelik 4 solfasol Ankara’nın Gayriresmi Gazetesi Ağustos 2020

“Kuğulu Park'ta ‘budanan’ ağaçlar bir daha yeşermeyecek”

Mehmet Onur Yılmaz

Çankaya Belediyesi tarafından 2017 yılında Kuğulu Park’ta yapılan yanlış budama sonrası tahrip edilen ağaçlar 3 yıldır yeşermedi. Orman mühendisi Ahmet Demirtaş Kuğulu Park’ta sözde ‘budanan’ ağaçların bir daha yeşermeyeceğini söylüyor. Parkın bugünkü durumu Ahmet Demirtaş’ın bu görüşünü teyit eder vaziyette, vahim… Bu konuda yapılan haber ve eleştirilere Çankaya Belediyesinden gelen manipülasyon dolu yanıt ve paylaşımlar ise daha da vahim. 2015 yılında Kuğulu Park (Fotoğraf: Mehmet Onur Yılmaz)

2017 yılında, Çankaya Belediyesi Yanlış Budama tarafından parkta bulunan 36 Ağaçların sağlık durumu gözetilmeden akkavak, 8 saplı meşe, 1 geyikdikeni yanlış bir şekilde budama adı altında ve 2 doğu mazısı olmak üzere doğrandığına vurgu yapan Demirtaş, 47 ağaç, yerden 2-13 metre “Burada sadece akkavaklar değil, saplı yükseklikten gövdeleriyle kesildi. meşeler de doğrandı. Ankara’daki Belediye “kuruyan ağaçlar insanların parklarda bulunan en güzel saplı üzerine düşüyor” ve “ağaçları meşeler buradaydı ve şuan iki tanesi güçlendirme budaması yaptık” kurumuş. Ağaçlar incelenmeden, savunması yapsa da geçen sürede belli bir yükseklikten kesildi ve sonuç özellikle kuğuların bulunduğu bugün ortada. Çok sayıda akkavak, havuzun etrafındaki çoğu akkavak saplı meşe ağacı kurudu ve bir daha ve saplı meşe ağacı tekrar yeşermesi olanaklı değil. Ancak o yeşermedi. Yeşeren ağaçlar ise eski dönem gerekenler yapılıp ağaçlar tek halini almadı. Birçok bankın üzerine tek incelenseydi, şimdi kurumuş olan gölge düşmeyen parkta ağaçların ağaçlar da yaşatılabilirdi” ifadelerini Orman mühendisi Ahmet Demirtaş (Fotoğraf: Zemo Ağgöz) çoğu kurudu. kullandı. bile belediye önce ‘Şu tarihte burada yaptığımız budamadan sonra Söz konusu budamanın belediyenin yanlış bir uygulama yaptık, ağaçlar daha da yeşil... İlk budamanın 'Bir Daha Eski Haline “sorumsuzluk ve bilgisizliğinden” kurudu ama kuruyan ağaçları da ardından çekilen ve bugün çekilen Gelmez' kaynaklandığını kaydeden Demirtaş, böyle değerlendirdik’ demeli" dedi. fotoğraflar...” ifadelerine yer verildi. Mezopotamya Ajansı'ndan (MA) “Doğru diyerek çok yanlışlar yapıp Budanmış ağaçların görünmediği Zemo Ağgöz'e konuşan Kırsal zarar veriyorlar. Kuğulu Park bu Mezopotamya Ajansı'nın kuruyan bir açıdan çekilen ve parktaki Çevre ve Ormancılık Sorunları örneklerden biri. Ağacın biyolojik ağaçların durumuna dair bilgi kurumuş ağaçların başka ağaçların Araştırma Derneği üyesi orman ve yapısal özelliklerini bilmezseniz, edinmeye çalıştığı zabıta ekibi, “Bu yeşil dalları ile kamufle edilerek mühendisi Ahmet Demirtaş, yaprağını, gövdesini, kökünü ağaçlar artık yeşermez, bunların çekildiği bir fotoğraf üzerine de daha önceki uyarılarını hatırlatarak bilmezseniz yarım yamalak bilgilerle üzerine belediye kuğu çizecek” “2020 yılı” yazılarak paylaşıldı. şöyle dedi: iş yapabilirsiniz. Burada bu yapıldı. bilgisi verirken. Çankaya Belediyesi Belediye o zaman bu ağaçlara Park ve Bahçeler Müdürlüğü’nden "Bu park, içinde 80-90 yaşlarında güçlendirme budaması yaptıklarını ise “Parka dair bir çalışmamız yok” ‘Daha da Yeşillendi’ çok yaşlı ağaçların olduğu bir park. köklerinin güçleneceğini açıklamıştı. cevabıyla iddiaları reddetti. İddiası Ağaçların budamadan önceki halini Ama gördüğünüz gibi bu ağaçların Belediye tarafından gönderilen düşünecek olursak yere hiç güneş kökleri o kadar güçlenmiş ki ağaç Çankaya Belediyesinden açıklamada, haberin gerçeği değmeyen, buraya gelen herkesin kuruyor!” yorumunu yaptı. Manipülasyon yansıtmadığı ileri sürülerek, “2017 rahat serin bir ortamda barındıran Çankaya Belediyesi, Mezopotamya yılı Ağustos ayında, biri ağır 3 kişinin bir parktı. Dolayısıyla Ankara’da Ajansı'nın "Kuğulu Park'ta budanan yaralanmasına sebep olan park herkesin bir şekilde bu parka yolu 'Kurumuş Ağaçların ağaçlar yeşermeyecek" başlığıyla içindeki bir ağacın devrilmesinin düşer. Böyle bir budama olmaz. ‘Bu Üzerine Kuğu Çizilecek' servis ettiği haberi yalanladı. ardından Orman Genel Müdürlüğü ağaçların bir kısmı yeşerse bile eski İddiası ve Tabiat Varlıklarını Koruma durumuna gelmez, burayı tekrar Demirtaş, “Kurumuş ağaçların Belediye, ajans tarafından 7 Kurulundan budama işlemleri gölgelemez’ demiştik. Gelmedi." üzerine kuğu resmi çizilecek” Temmuz 2020’de çekilen fotoğrafın için izin alınmıştır. Orman Genel iddiasına ilişkin de, “Kurumuş ağacın üzerine “2017 yılı” yazarak, resmi Müdürlüğü ekiplerinin parkta üzerine güzel kabartmalar çizilebilir Twitter hesabında paylaşımda yaptığı incelemede bazı ağaçların ya da yontu haline getirilebilir. Güzel bulundu. Söz konusu paylaşımda, kuruduğu ve bazılarının da kurumak görünebilir belki ama onu yapacaksa “Kuğulu Park 2017 yılında üzere olduğu tespit edilmiştir. Alınan solfasol Ankara’nın Gayriresmi Gazetesi Ağustos 2020 5

25.12.2017 tarihinde ‘Kuğulu Park Ağaçlarının Budanmasına! İlişkin İnceleme Yazanağı’ hazırlanarak Belediyeye ve kamuoyuna sunulmuştu. Budama sınırlarının çok ötesindeki işlemi ‘budama’ değil ‘doğrama’ olarak nitelediğimiz yazanağa Belediye yetkililerinden bir yanıt alınamamıştır. Buradan Çankaya Belediyesi’nin yaptığı eylemi savunduğu çıkarılabilir.”

Çankaya Belediyesinin 4 Ağustos 2020 tarihli paylaşımı Çankaya Belediyesinin 4 Ağustos 2020 tarihli paylaşımı 2017 yılına ait raporda imzası bulunan orman mühendisi Ahmet izinler üzerine ağaçların kurtarılması Raporlar İddiaları yapmak doğru bir seçim değildir. Demirtaş ise, dün konuya ilişkin amacıyla budama yapılmıştır. Çürütüyor Elma armut gibi meyve ağaçları Mezopotamya Ajansına konuşmuş Biyolojik ömrünü dolduran ve sert Peyzaj Mimarları Odası, Kırsal Çevre yaşlanıp verimden düştüğünde ve şu ifadeleri kullanmıştı: “Ağaçlar zeminde bulunduğu için kurumak ve Ormancılık Sorunları Araştırma (yeniden sürgün vereceği için) incelenmeden, belli bir yükseklikten üzere olan bazı ağaçlar budamaya Derneği ve Kavaklıkderem Derneği ağaçlar gövdesinden veya kalın kesildi ve sonuç bugün ortada. Çok rağmen kurtarılamamıştır. Kuğulu tarafından hazırlanan 25 Aralık 2017 dallarından kesilir. Bu uygulamayla sayıda akkavak, saplı meşe ağacı Park’ta yapılan budamadan sonra tarihli raporda, “budama” adı altında bir süre daha meyve alınabilir. kurudu ve bir daha yeşermesi olanaklı parkın uzantısında bulunan Polonya yapılan işleme ilişkin “ağaçların Kuğulu Park örneğinde bu yöntemi değil. Ancak o dönem gerekenler Büyükelçiliği de aynı tarihlerde gövdelerinden kesilerek doğrandığı” uygulamak doğru olmaz. Kısaca yapılıp ağaçlar tek tek incelenseydi, bahçesindeki ağaçları budamıştır. tespiti yer alıyor. söyleyecek olursak; budama kuruyan ağaçlar da yaşatılabilirdi. Yapılan budamalardan sonra uygulamalarında belirlenmiş (…) Böyle bir budama olmaz. ‘Bu ağaçların canlandığı ve daha yeşil Raporda, şu tespitlere yer verilmişti: olan amaç, ağacın türü, sağlığı ve ağaçların bir kısmı yeşerse bile eski bir hal aldığı görülmüştür. Kuğulu “Yapılan işleme bakıldığında: bulunduğu yer önemlidir.” durumuna gelmez, burayı tekrar Park’taki ağaçlar budama işleminden ağaçların budanmadığı gölgelemez’ demiştik. Gelmedi.” sonra daha da gençleşmiş ve gövdelerinden kesilerek deyim yeşillenmiştir. Ayrıca parkta can yerindeyse doğrandığı ortadadır. 46 ‘Budama’ Değil güvenliğini tehdit eden bir durum adet ağacın kesilmesi sonucunda ‘Doğrama’ Parkın Daha Yeşil Olduğu kalmamıştır” denildi. parkın görünümü tümüyle Aynı dernek ve meslek odaları Günler değişmiş ve çirkinleşmiştir. Geniş tarafından 2019 yılının Ağustos Solfasol arşivinden çıkan bu Ancak, konuya ilişkin daha önce yapraklı ağaçların sürgün verme ayında açıklanan 2’nci raporda fotoğraf parkın gerçekten de yeşil hazırlanan raporlar, söz konusu yeteneğinden yararlanarak, belirli ise, belediyenin yaptığı “budama” olduğu günlerden. 2015’te çekilen açıklamada yer alan kimi iddiaları bir yükseklikten kesilmesi, bu hakkında “acımasız bir işlem” bu hava fotoğrafı uzmanlarca yalanlar nitelikte. Açıklamada işlemin 10-15 yıl aralıkla yinelenmesi nitelendirmesi yapılmıştı. Söz ‘doğrama’ olarak nitelenen sözde yer verilen, “biyolojik ömrünü işlemine ‘tetar işletmeciliği’ denir. konusu raporda da şu ifadelere ‘budama’dan 1,5-2 yıl öncesine dolduran ve sert zeminde Anadolu köylüsü kavak ve söğüt yer verilmişti: “Çankaya Belediyesi ait. Fotoğraf sonbaharda çekilmiş bulunduğu için kurumak üzere olan ağaçlarında ‘tetar işletmeciliği’ sorumluluğunda olan Kuğulu Park, olmasına rağmen Çankaya bazı ağaçlar budamaya rağmen uygulaması yaparak yakacak odun Kasım 2017 tarihinde ‘budama’ adı Belediyesinin iddiasının aksine kurtarılamamıştır” iddiası da ve yapı malzemesi üretir. Ancak altında acımasız bir işleme uğramıştı. parkın bugünkünden çok daha yeşil bunlardan birisi. böyle bir uygulamayı parklarda Yapılan işlem yerinde incelenerek olduğu görülüyor. 6 solfasol Ankara’nın Gayriresmi Gazetesi Ağustos 2020 Kim bu Solfasol’cüler? Onur Mat

“Solfasol nedir? Solfasol’cüler kimdir?” soruları, kesin bir cevabı olmadığını bilmemize rağmen zihin açıcı bulduğumuz için gazetenin ilk günlerinden beri tartışmayı sevdiğimiz konular. Buna kendi kendimize verdigimiz en geniş cevap, Solfasol’ün - ayrımcılık ve şiddet içermediği sürece - her görüşe yer vermeye açık bir iletişim mecrası olduğu.

Solfasol, söyleyecek sözü olan, bunu paylaşmak İkinci sırada Zaytung’un gelmesi, hayatlarımızda isteyen herkese açıktır. Katılım yazı yazmak ile de espri ve eleştirel muhalif mizahın da çok önemli sınırlı değildir. Gazete katlayıp poşetlemekten yeri olduğunu gösteriyor. editoryal müdahalelere, toplantılara katılıp sadece dinlemeye ya da çay demlemeye kadar herhangi En çok takip edilen 20 hesap içerisinde hiç ana bir noktasında olmak isteyen herkese de açıktır. akım, hükümet yanlısı medyanın bulunmaması da Dolayısıyla “ben Solfasol’de yer alıyorum” demek şaşırtıcı değil. de herkese açıktır. Bu verileri genel olarak değerlendirdiğimizde Peki bu açık katılım çağrısı kimlere ulaştı, bir iyi bir de o kadar iyi olmayan şey söylüyor. İyi kimlerden teveccüh buldu? Bu konuya biraz ışık olan Solfasol’ün içi de dışı gibi: Benzerlerimize tutmak, merakımızı gidermek için 9 sene önce ulaşmayı başarıyoruz. O kadar iyi olmayan ise gazete ile birlikte açılan GazeteSolfasol Twitter yine aynı sonuç: Yankı fanusumuzu kırabildiğimizi hesabının takipçilerini çeşitli açılardan inceledik. söyleyemeyiz; biz yine bize konuşuyoruz.

İlk gününden bugüne takipçi artış grafiğine Hala etmiyorsanız @GazeteSolfasol Twitter baktığımızda, sıçramaların Türkiye genelindeki hesabımızı takip etmeyi unutmayın. Solfasol takipçilerinin takip ettiği medya hesapları ve Ankara yerelindeki direnişlerin tarihleriyle örtüştüğünü görüyoruz. İlk sıçrama, 2013 Haziran sonu, Gezi direnişine denk geliyor. Diğer sıçramalar, Solfasol’ün de yakından takip ettiği ve yerinden yayın yaparak aktardığı Ankara’da başarıya ulaşan 2 eyleme denk geliyor: Temmuz 2019 ODTÜ Kavaklık direnişi ve Eylül 2019 Celal Karadoğan ve arkadaşlarının engelli hakları için CHP önünde yaptıkları eylemler… Bu tablo, hak mücadelelerinde doğal olarak taraf olan Solfasol’ün, mücadele içindeki kişilerin de dikkatini çekebildiğini gösteriyor.

Solfasol’cülerin siyasi eğilimleri Twitter takipçilerimizin siyasi eğilimlerini anlamak için hangi siyasi partileri takip ettiklerine baktık. Twitter takibi kesin destek anlamına gelmese de bu veriyi “kayıtsız kalmamak” olarak okuyabiliriz Gezi, ODTÜ ve CHP eylemleri ve genel tabloya dair fikir verecektir.

Takipçilerimizin yüzde 39'u hiçbir siyasi parti hesabını takip etmiyor. Bu, siyasi eğilimleri olmadığı anlamına gelmiyor tabi ki; sadece herhangi bir nedenle partilerin resmi hesaplarını takip etmemeyi tercih etmediklerini söyler. Siyasi parti hesaplarını takip edenlerin kendi içlerindeki dağılımlarına baktığımızda ise aşağıdaki grafiği elde ediyoruz. Tablo, takipçilerimizin ilgisinin açık ara HDP ve CHP’ye yönelik olduğunu gösteriyor.

Solfasol’cüler haberi - başka :) - nereden alıyor? Takipçilerimizin dünyayı nereden okuyup, nasıl gördüklerini anlamak için 50 binin üzerinde takipçisi olan 142 medya hesabının takipçileri ile karşılaştırdık. Solfasol takipçilerinin bu hesapların hangilerini ne oranda takip ettiklerine baktığımızda BirGün gazetesinin birinci sırada olduğunu görüyoruz. Solfasol takipçilerinin takip ettikleri siyasi partiler solfasol Ankara’nın Gayriresmi Gazetesi Ağustos 2020 7 Ya Bulaşırsa? Mehmet C. Peker

2020 yılının ikinci yarısına başladığımız bu günlerde, eşitsizlikleri azaltmak ve "umut"u arttırmak adına elimizde neler var? Yerel iktidarlar ile son bir yıl içinde düne göre daha fazla iletişim ve ilişki içinde olabiliyor olmamız ne tür işbirlikleri fırsatları yaratabilir, düşünmek ister misiniz?

Gamze Yücesan Özdemir’in, 05 Temmuz 2020 Hak ettiğimiz değişimi kolaylaştıracak kararların Bursa/Nilüfer ilçesinde bulunan 42 mahallede tarihli Birgün Pazar ekindeki yazısında ifade ettiği oluşturulma süreçlerine fırsat verecek şeffaf “Mahalle Komiteleri” olduğunu ve mahallelilerin “sınıf olarak hareket etmeye başladıklarında işçiler toplantıları hayal ettiğiniz, o toplantıda ben de kendi yaşam alanları ile ilgili kararlarını uzlaşı ile arasında görülen düşünce ve davranışlar değişir. olsaydım veya bizi temsilen “…” olsaydı dediğiniz, veya açık halk oylamaları ile oluşturarak Belediye Sınıf olarak hareket etmek, bireysel kurtuluş olmadı mı, hiç? Meclisine sunduklarını biliyor musunuz? güdülerinin yerine işçi sınıfının, emekçi halkın, adalet arayışını, hakkaniyet arayışını, dayanışmacı Bu olasılığın, 5393 sayılı Belediye Yasasının 24. Ankara/Çankaya ilçesinde bulunan 123 ve kolektif yapısını yeşertir” beklentisine ilave Maddesinde “Mahalle muhtarları ve ildeki kamu mahallenin dokuzundan oluşan Çayyolu olarak “aynı yerleşim bölgelerinde yaşayanların kuruluşlarının amirleri ile ildeki kamu Kurumu bölgesinde “Çayyolu Semt Meclisi”nin 16 Şubat birbirlerini fark ederek son aylarda kımıldayan niteliğindeki meslek kuruluşları, üniversiteler, 2014’ten bugüne komşuluk ilişkileri geliştirip, dayanışma ekonomilerini genişletmeleri de” sendikalar ve gündemdeki konularla ilgili “Hiçbirimiz Hepimiz Kadar Güçlü Değiliz” süreci olumlu etkilemez mi? sivil toplum örgütlerinin temsilcileri, oy hakkı anlayışını içselleştiren dayanışmalar ile “iyi olmaksızın kendi görev ve faaliyet alanlarına örnekler” oluşturduklarını, diğer bölgelerdeki giren konuların görüşüldüğü ihtisas komisyonu hemşerileri ile Çankaya Kent Konseyi şemsiyesinin toplantılarına katılabilir ve görüş bildirebilir” “nicelik ve nitelik buluşma ortamı” olması için “Değiştirmek için değişmek cümlesinin yer alması heyecan verici bir emek verdiklerini biliyor musunuz? gerekiyor ise; işe “hemşehri” potansiyel değil mi? kavramını sorgulayıp, Yukarıda altı çizilmeye çalışılan konulara 5393 Belediye Yasasını okumaya devam etmek odaklanmamızı sağlayacak en etkili soru sizce ne hissetmeye çalışarak ister misiniz? olabilir? başlayabilir miyiz? Hemşeriler olarak; yaşam alanlarımızı Evet ise; “Belediyeler kamu kurumu niteliğindeki Acaba, Gamze Yücesan Özdemir Hocamın meslek kuruluşlarının, sendikaların, noterlerin, yukarıda sözünü ettiğim yazısındaki tanımlaması sahiplenmeye ve yaşam varsa üniversitelerin, ilgili sivil toplum ile “işçi sınıfının biriken ahlaki ÖFKESİ” Kent kalitemizi değiştirmeye kendi örgütlerinin, siyasi partilerin, kamu kurum Konseyi şemsiyesi altındaki gönüllü çalışmalarda etki alanlarımızdan başlamak ve kuruluşlarının ve mahalle muhtarlarının “yaşamsal beklentilerini ortaklaştıran hemşerilerin kolay olmaz mı?” temsilcileri ile diğer ilgililerin katılımıyla oluşan COŞKUSU” ile buluşabilir mi? Kent Konseyinin faaliyetlerinin etkili ve verimli yürütülmesi konusunda yardım ve destek sağlar. Ne dersiniz, “sınıf bilinci”, “hemşerilik bilincine” buluşabilir mi? 5393 sayılı Belediye Yasasının 13. maddesinde Kent Konseyi, kent yaşamında; kent vizyonunun tarif edilen “Herkes ikamet ettiği beldenin ve hemşehrilik bilincinin geliştirilmesi, kentin Bulaşabilir mi? hemşehrisidir” yaklaşımı ile etnisiteleri yerine hak ve hukukunun korunması, sürdürülebilir müşterek yaşam ihtiyaçlarını ortaklaştıran kişilerin kalkınma, çevreye duyarlılık, sosyal yardımlaşma Ya Bulaşırsa? birbirlerini fark etmeleri ve tanışmaya başlamaları ve dayanışma, saydamlık, hesap sorma ve hesap “o büyük potansiyeli” açığa çıkartamaz mı? verme, katılım ve yerinden yönetim ilkelerini hayata geçirmeye çalışır” cümlelerini okumak Değiştirmek için değişmek gerekiyor ise; işe kulaklarınıza ve yüreklerinize nasıl geldi? “hemşehri” kavramını sorgulayıp, hissetmeye “İlçelerde ve illerde çalışarak başlayabilir miyiz? Hemşeriler olarak; Tekrarlamamı ister misiniz? Tekrar yazıyor ve kurulacak kent konseyleri yaşam alanlarımızı sahiplenmeye ve yaşam soruyorum: kalitemizi değiştirmeye kendi etki alanlarımızdan ve meclisleri ile “kentin başlamak kolay olmaz mı? İlçelerde ve illerde kurulacak kent konseyleri hak ve hukukunun ve meclisleri ile “kentin hak ve hukukunun korunabilmesi, hesap 5393 sayılı Belediye Yasasının 77. Maddesinde; korunabilmesi, hesap sorulabilmesi, katılım sorulabilmesi, katılım ve “Belediye; sağlık, eğitim, spor, çevre, sosyal ve yerinden yönetim ilkelerinin hayata hizmet ve yardım, kütüphane, park, trafik ve geçirilebilmesi için hemşerilik hukukunun yerinden yönetim ilkelerinin kültür hizmetleriyle yaşlılara, kadın ve çocuklara, geliştirilmesi” ihtimalini düşünmek size umut hayata geçirilebilmesi için engellilere, yoksul ve düşkünlere yönelik vermiyor mu? hemşerilik hukukunun hizmetlerin yapılmasında beldede dayanışma ve katılımı sağlamak, hizmetlerde etkinlik, tasarruf Her ilçede kurulacak Kent Konseyi ve Meclisleri, geliştirilmesi” ihtimalini ve verimliliği artırmak amacıyla gönüllü kişilerin yıllardır düşlediğimiz Hak-Hukuk-Adalet- düşünmek size umut katılımına yönelik programlar uygular” yazıyor Liyakat-Demokrasi kavramlarını konuşacağımız, vermiyor mu?” olması, hemşeriler olarak dayanışmak ve paylaşmak sorgulayacağımız, içselleştireceğimiz, için sorumluluk almaya gönüllü olmamızı ve sözü sorumluluklarımızı sorgulayıp sahipleneceğimiz edilen katılım kültürünün Belediyemiz destekleri ile birer “Demokrasi Okulu” olamazlar mı? geliştirilmesini kolaylaştıramaz mı? 8 solfasol Ankara’nın Gayriresmi Gazetesi Ağustos 2020 Dünyadan Güzel Şeyler - 12

Katılımın Sürdürülebilirliği - 2 Sine Çelik

Çeşitli problemlere sürdürülebilir çözümler aramak amacıyla kentlileri araştırmacılar, sivil toplum örgütleri ve belediyelerle bir araya getiren, yaratım ve üretim süreçlerinin yürütülmesi için paydaşların iletişimini sağlayan City Lab’ler yani Türkçesiyle kent laboratuvarları, son yirmi sene içerisinde özellikle Avrupa’da kentlerin karar mekanizmalarının vazgeçilmez birer parçası haline geldi. Katılımcı prensiplerin aktif biçimde uygulandığı bu oluşumların birçoğu kentsel problemleri genel olarak ele alırken, bir kısmı da olgunlaşma sürecinde belirli konular üzerinde yoğunlaşmayı seçerek enerji, akıllı şehirler, sosyal inovasyon gibi alt başlıklarla kendilerini yeniden tanımlıyorlar. Bir önceki sayıda başladığım katılımcı kültürün sürdürülebilirliği konusuna bu ay da devam ederek, kendi özel alanlarını yaratmayı başarmış City Lab’lere hem yurtdışından hem de ülkemizden harika örnekler vereceğim.

Katılımcı kültürün görece kısa bir süre zarfında Kentleri biz var ediyoruz! bu kadar popülerleşmesindeki ana etken, Amsterdam sayıca o kadar fazla City Lab ve konsensüsün sağlanmasının güç bulunduğu, türevine ev sahipliği yapıyor ki, son iki yıldır paydaşların birbirlerinden beklentilerinin tamamıyla bu konu üzerine odaklanan bir farklı hatta belki de taban tabana zıt olduğu, festival bile düzenlenmeye başladı. We Make yapısı itibariyle karmaşık süreçlerin yönetilmesi the City! (Türkçesiyle Kenti biz var ediyoruz!) konusunda sağladığı esnek ve sistemik festivali, ‘daha iyi, daha yeşil, daha sosyal kentler’ düşünce biçimi olarak görülüyor. Aynı zamanda mottosuyla dünyanın çeşitli yerlerinde hayat katılımcı süreçler normalde bir araya gelmeden bulan kent odaklı inisiyatifleri kendi hikayelerini, birbirlerinin hayatını doğrudan etkileyecek süreçlerini anlatmak ve elde edilen sonuçları konularda birbiri adına karar vermek durumunda paylaşıp tartışarak birbirinden öğrenmek amacıyla kalan paydaşları aynı çatı altında toplayarak bir araya getiriyor. Geçtiğimiz sene, bir haftalık geçmiş deneyimlerini ve süreçten beklentilerini festival boyunca yüzlerce kent inisiyatifi kendi yapıcı bir şekilde paylaşmanın yolunu açıyor. gerçeklerine dair sorunları paylaşarak bunlara Bu düşünce biçimi, sürece farklı biçimlerde birlikte çözüm aramış ve yine aynı hafta boyunca dahil olmuş olsalar bile, aynı problem üzerinde beş yüzün üzerinde konuşmacı farklı bağlamlardan yoğunlaşan katılımcıların değişik bakış açılarını örnekler sunmuş, çıkardıkları dersleri anlatmış. Aynı birebir deneyimleyebilmelerine, empati zamanda uluslararası katılımcıların Amsterdam kurabilmelerine ve dolayısıyla sürdürülebilir merkezli inisiyatifleri ziyaret ederek kentin iletişim biçimlerini benimseyebilmelerine çeşitli noktalarında süregelen değişimi yerinde sebep oluyor. incelemeleri sağlanmış. Bisiklet pompası Hollanda'da en çok kullanılan eşya olabilir (Fotoğraf - Hier Gratis Lucht) Geçen sayıda Rotterdam şehrinden ve sokak kültürü ile ‘kendin yap’ hareketinin Sosyal ve sürdürülebilir bir kesişiminden doğan katılımcı kent anlayışının ekonominin ilk adımı paylaşmak geldiği noktadan bahsetmiştim. Rotterdam ile Festivalde sunulan projelerden çok farklı birlikte, ülkenin en büyük, en hareketli ve en ölçekte iki projeden bahsetmek istiyorum. turistik şehri Amsterdam da katılımcı süreçler Birincisi Hollanda’nın Zaandam merkezli kent ile kent hayatını pozitif yönden değiştirmeyi laboratuvarı LabZ’nin projesi olan Hier Gratis hedefleyen inisiyatifler bakımından oldukça Lucht (Türkçesiyle ‘Burada hava bedava’). Bu zengin. Rotterdam’dan farklı olarak, özellikle basit ama etkili proje sosyal ve sürdürülebilir bir Amsterdam'ın K mahallesi olarak anılan bölgesi de Just City Lab'in calışmasının bir parcası (Fotoğraf: Michiel Wijnbergh) son yıllarda Amsterdam belediyesinin değişen ekonominin ilk adımı olan paylaşım kültürünü gündeminin de etkisi ile bu şehirdeki inisiyatifler, bu kentte eğlenceli bir şekilde görünür kılma bünyelerinde var olan katılımcı süreçler ile amacıyla ortaya çıkmış. Hier Gratis Lucht kentlileri kentsel problemlere akıllı sistemler ve dijital Hollanda’nın en çok kullanılan gereçlerinden araçlarla cevap verecek şekilde uzmanlaşmaya birini paylaşmaya çağırıyor: bisiklet pompası! Çok başladılar. Bunda şehirdeki üniversitelerin bu basit ve erişilebilir görünüyor olsa da bu kadar konuda niş bir alan yakalayıp uluslararası üne akut bir biçimde ihtiyaç duyulabilen bir nesnenin kavuşmasının da etkisi büyük tabii. Nitekim paylaşımının yaratacağı etkileşimin yüksek olacağı kentin dinamikleri, kentlilerin ilgi alanları, yerel düşünülmüş. Eğer bir gün Hollanda’nın en önemli yönetimin belirlediği gündem ve şehirdeki turistik bisiklet rotalarından birinin üzerinde üniversitelerin çalışma konuları City Lab türevi yer alan Zaandam’a yolunuz düşer ve tekeriniz oluşumlar sayesinde birbirlerini sürekli olarak inerse, LabZ’nin sürekli gelişen haritasında besleyerek, aynı mekanizmanın bir parçası haline hangi ev, tiyatro salonu veya kafenin pompasını Helsinki şehrinin kendisi bir city lab (Fotoğraf reisgraag.nl'ye aittir.) geliyorlar. çekinmeden ödünç alabileceğinizi görebilirsiniz! solfasol Ankara’nın Gayriresmi Gazetesi Ağustos 2020 9

Adil kentler nedeni yerel yönetimin yeni şeyler denemek Bahsetmek istediğim ikinci inisiyatif, kamu, özel Festivalde sunulan projelere ikinci örneğim ise isteyen, küçük bile olsa bir soruna katkı sağlamak ve sivil sektörlerin işbirlikçi yaklaşımı sayesinde Harvard Üniversitesi’nde şehir planlama profesörü isteyen kentlilere sonsuz destek vermesi. Aynı hayat bulan ve bugün çok çeşitli kentsel sorunlara olan Toni Griffin’in problemli mahallelerde yaşayan zamanda yerel yönetim her fırsatta kentin kentliler, tasarımcılar, gönüllüler, öğrenciler ve kentlilerin tasarım yoluyla nasıl daha üretken, nispeten küçük ölçeğinin, açık fikirli halkının çeşitli destekçileri bir araya getirerek yenilikçi sürdürülebilir ve müreffeh bir hayata sahip ve değişken ikliminin çeşitli deneylere, test çözümler arayan Tasarım Atölyesi Kadıköy veya olabileceğini araştırmak amacıyla kurduğu Just City çalışmalarına elverişli olduğunun altını çiziyor. TAK. TAK kısaltmasının bir diğer açılımı da Tasarım, Lab (Türkçesiyle Adil Kentler Laboratuvarı). Hem Helsinki Belediyesi sürekli olarak kentlilerin Araştırma ve Katılım, çünkü TAK, gündeme gelen dünyanın farklı yerlerinde hem de Amsterdam’ın ihtiyaçlarını dünyanın değişen dinamiğine paralel kentsel sorunları bu üç ilkenin birleşimi üzerinden mahallelerinde yaptıkları araştırmalar sonucunda olarak takip ediyor ve girişimcileri bu sorunlara ele alarak sosyal değişime duyarlı süreçler sırasıyla eşitlik, seçim hakkı, erişilebilirlik, doğru yönlendiriyor. Belediye bu bilgi birikimini kurgulamayı hedefliyor. Çalışmaları özellikle kentsel bağlanabilirlik, aidiyet, çeşitlilik, katılım, yönetebilmek için sürekli olarak üniversiteler mekânların tasarımı, haritalandırma ve sosyal ağlar kapsayıcılık, güzellik ve yaratıcılık olmak üzere on ve STK’larla birlikte çalışıyor, yıl boyunca çeşitli geliştirme gibi konular üzerine yoğunlaşıyor. TAK’ın parametreden oluşan bir ‘kentsel adalet endeksi’ çalıştaylar düzenleyerek katılımcı kültürü besliyor. bana göre bir diğer önemli özelliği, oluşan bilgi oluşturulmuş. Bu ibre kentlerin, kentlerdeki karar Hal böyle olunca, kentlilerin refah seviyesi birikimini başkalarının kullanımına açık tutmaları alma mekanizmalarının ve buna bağlı olarak yükselirken Helsinki girişimciler ve yatırımcılar için ve kullandıkları teknikleri tekelleştirmek yerine kentsel dönüşüm süreçlerinin ne kadar adil inanılmaz bir cazibe merkezi haline geliyor. herkesi kendi ölçeği dahilinde katılımcı kültürü olduğunu hesaplıyor. İçlerinde dikkatimi en çok geliştirmeye davet etmeleri. Bu inisiyatifin Kadıköy çeken bağlanabilirlik ve güzellik değişkenleri oldu. ve çevresindeki pozitif etkisi şimdiden ’un Yayınlarında bağlanabilirlik değişkeni ‘mekânların ve İstanbul’dan heyecan diğer belediyelerinin de dikkatini çekmiş. ana amacı insanları bir araya getirip hayatlarını verici örnekler iyileştirebilmeleri için yeni fırsatlar yaratmak Katılımcı süreçleri kent yaşamının bir parçası Gelecek ay bambaşka konularda görüşmek üzere, olması’ şeklinde, güzellik değişkeni ise ‘insanların haline getirmeyi hedefleyen inisiyatiflere sağlıkla kalın! iyi tasarlanmış ve uygulanmış mekanlarda yaşama ülkemizden de çeşitli örnekler vermek mümkün. hakkı’ olarak açıklanıyor. Profesor Griffin ve ekibi, Aynı başlık altında buluşmalarına rağmen festivalde Amsterdam’ın mahallelerinden biri olan birbirlerinden çok farklı alanlarda faaliyet “Yerel yönetim her fırsatta K-buurt sakinlerinin yaşadığı sorunları sunarak gösteren oluşumlar içerisinde hem yarattıkları kentin nispeten küçük ölçeğinin, hem bu mahalleyi kentsel adalet üzerinden etkileşim ağları açısından hem de metodolojik açık fikirli halkının ve değişken değerlendirmiş hem de var olan sorunlara çeşitli açıdan etkileyici bulduğum biri Mersin diğeri katılımcılarla birlikte odaklanarak çözüm aramış. İstanbul çıkışlı iki inisiyatiften bahsederek serinin ikliminin çeşitli deneylere, bu bölümünü sonlandıracağım. test çalışmalarına elverişli olduğunun altını çiziyor.” Bir şehir laboratuvarı olarak İlham verici bulduğum inisiyatiflerden ilki Mersin Helsinki şehri Üniversitesi ve Hollanda merkezli Play the Tabii bir de Finlandiya var, ikinci evim. Ülkenin City’nin ortaklığı ile başlayan Mersin KentLab. sayılı büyük şehirlerinden Helsinki belediyesinin Kendilerini kapsayıcı ve sürdürülebilir bir şehir internet sayfasını ziyaret ederseniz ilk başta için aktif STK’lar, yerel yönetimler, araştırmacılar, şehrin kendisini tamamıyla bir ‘city lab’ olarak oyun tasarımcıları gibi birçok paydaşı katılımcı tanımladığını göreceksiniz. Helsinki aslında süreçler çerçevesinde bir araya getiren ‘çok sadece 650.000 nüfuslu küçük bir şehir ama aynı ortaklı bir planlama ortamı’ olarak tanımlıyorlar. zamanda Avrupa’nın en hızlı gelişen şehirlerinden Koydukları hedeflerin büyük bir çoğunluğu açık de biri. Sadece nüfus anlamında değil, işgücü iletişim ve ciddi oyun metotları kullanarak kentleri anlamında da Helsinki hızla büyüyor. Helsinki alışılagelmiş hiyerarşik yapıların ötesine taşımak, her geçen gün yüzlerce küçük şirkete, sosyal sürdürülebilir ve döngüsel mekanlar yaratmak inisiyatife ve girişime ev sahipliği yapıyor. Bunun üzerine kurulu. TAK'ın Kartal'daki mobil mekanı (Fotoğraf: TAK'a aittir)

Mersin KentLab'de oynanan bir kent oyunu (Fotoğraf: Mersin City Lab'e aittir)

Pompa ödünç alabileceğiniz yerlerin işaretlendiği harita (Harita - Hier Gratis Lucht) TAK Kadiköy'de bir çalıştay (Fotoğraf: TAK'a aittir) 10 solfasol Ankara’nın Gayriresmi Gazetesi Ağustos 2020

DOSYA

15-16 Haziran İşçi Direnişinin 50. Yılı Söyleşiler

Dosya Editörü: Ali Bilge

Dosya Çalışma Grubu: Akın Atauz, Alanur Çavlin, Aydan Çelik, Aydın Bodur, Behiye Erinç Taş, Mehmet Kocabey, Mehmet Onur Yılmaz, Onur Mat, Zişan Kürüm Söyleşiler: Ali Bilge, Mehmet Kocabey Metin Düzenleme: Alanur Çavlin, Zişan Kürüm

DİSK ve Aytül Tamer Torun’a teşekkürlerimizle

Dosyanın bu sayısındaki ikinci kısmında, 15-16 Haziran İşçi Direnişinin tanıklarıyla yaptığımız söyleşileri sunuyoruz.

Cengiz Aksakal

15-16 Haziran döneminde Bahariye İnzibat Karakolu’nda askerlik yapmakta olan Cengiz Aksakal’ın babası o sırada Singer’de Maden-İş’in işçi temsilcisi. Cengiz Aksakal 15-16 Haziran olayları esnasında baba oğulun karşı karşıya kaldığı dramatik yaşantının iki isimden biridir. 14’ünde olaylara ilişkin hiçbir fikirleri olmadığından bahseden Aksakal, 15’inde haber geldiğini söylüyor ve devam ediyor:

“Biz şehir içi güvenliği olduğumuz için 16. gün dağıtmışlar karakollara, toplayıp toplayıp O anları büyük bir zorlukla anlatan Aksakal, Söğütlüçeşme Caddesi’ne dizilen tankların önüne götürüyorlar. Babamın bölgesi ayrı, o Maltepe’de askerlik sonrasında kendisinin de aynı babası gibi bizi dizdiler. İşçinin büyük bir kısmı yürüyerek oturuyor. Biz Kadıköy bölgesinde görev yapıyoruz. işçi olduğunu söylüyor: “Köyde ırgatlık, amelelik Dilovası’ndan Kurbağalıdere’ye gelmiş, bir O ağladığımı duyan asker gidip karakolda yaptım, çobanlık, çiftçilik yaptım; yaşım 76, kısmı da E-5’ten toplanarak gelmiş. Rıhtım’dan söylüyor. Albay çağırıyor, ‘Sen niye bu işçiler yapmadığım şey kalmadı. 80’den sonra kölelik bile Kurbağalıdere’ye geçmeye çalışan işçinin önünü için ağladın?’ diye soruyor. ‘İşçi değildi,’ dedim, yaptım. Terhis olduktan sonra bir ay mezuniyet izni. kesmek için bizi oraya dizdiler. O arada albay şunu ‘Babamdı.’ Sonra Arçelik’te iş başı yaptım. Ben de oldum işçi.” söylüyor: ‘Copla müdahale edin!’ Asker müdahale edince kadın işçiler dağılıyor. Benim elimde silah, Bu cevap üzerine işler daha da zorlaşıyor Cengiz Aksakal, o gün Kemal Türkler’in Selimiye’de tam karşımda babam. Babam ekibin başında tabi. Aksakal için. Ertesi gün gözaltındaki sendikacı kulağına eğilip “Geri çekilme, ne diyorlarsa onu Bana şunu söylüyor: ‘Oğlum, sen geri adım atma, ve işçi liderlerini Selimiye’ye sevk etmek üzere yap, bize bir şey olmaz. Sen bu babanın oğlusun, askerliğini bitirmezler. Ben halkım için mücadele seçiliyor. Babası ile ilgili durumdan dolayı özellikle yap, ne istiyorlarsa onu yap, çekilme.” diye ediyorum, ben işçi için mücadele ediyorum fakat seçildiğini düşünüyor: “Şimdi onları Selimiye’ye fısıldadığını anlattı. Yapılan o kötü muamelenin sen, sermayeye bekçilik ediyorsun. Et, az bir götürürken bizden 2 kişi alıyorlar, özellikle de inadına mücadelede kaldığını söyleyen Aksakal, şey kalmış [askerliğini bitirmene] diyor ve ben beni alıyorlar, bir de yanıma bir çavuş veriyorlar, sözlerini şöyle bitiriyor: “Aslında onlar beni oradan ağlıyorum. Yanımdaki asker bunu görüyor.” oradaki albay kelepçeyi bana taktırıyor. Babamla soğutmaya çalıştılar, gördüler fakat işin tersi Kemal Türkler’i birbirine kelepçeletiyorlar. Orada ben o yolda iyice de keskinleştim ve dönmedim. “Akşamında sıkı yönetim ilan ediliyor, [işçilerin] 40 sendikacı var ama özellikle beni seçip o iş için Dönmeyeceğim de! Son nefesime kadar da aynen hepsini topluyorlar. Bize resim vermiş polis, götürüyorlar.” devam ediyorum, edeceğim.” solfasol Ankara’nın Gayriresmi Gazetesi Ağustos 2020 11 Jülide Aral

Jülide Aral 15-16 Haziran direnişi sırasında 1968 kuşağına mensup bir öğrenci. Kendi ifadesi ile küçük burjuva bir ailenin kızı ancak 18 yaşını doldurduğunda çalışmaya başlayarak kendi yaşam mücadelesini başlatıyor. Çalışma yaşamında tanıştığı sendikal hareket çok farklı bir dünyayla karşılaşmasına neden oluyor. Bu dönemde DEV-GENÇ ve TİP üyesi.

Jülide Aral 70 yaşından 20’li yaşlarına denk gelen gittik. Vita’nın önündeki işçilerle konuşmaya Aral, bu dönemin Türkiye’de kadın hareketinin 15-16 Haziran sürecine baktığında kendisini çok başladık. O sırada orada sendika temsilcileri, işçi örgütlenmesinde kurucu bir dönem olduğunu heyecanlı bir ruh halinde, sol hareketin içinde bir temsilcileri, hepsi bizimle. Bizim lafımız hikâye aktardı: öğrenci olarak gördüğünü anlattı. Bu hareketin tabii ama orada diğer konuşmalarla birlikte Vita belirleyici unsuru, sendikalar ve işçi sınıfı ile iç içe yani Unilever işçisi çıktı. Onlar çıkmayı kabul “Kaç kadın sendikaların yürütme kurullarında? ilerlemesi: Öğrencilerin işçilerle grevlere gitmesi, edince diğer işçiler de çıktılar.” Ondan sonra o kararlar işyeri temsilciliklerine işçi yürüyüşlerine katılması, grev çadırlarının içinde gönderiliyor. İşyeri temsilciliklerinde kadın işçiler olması... İşçi evlerine yapılan ziyaretlerle özellikle Jülide Aral direnişin öncesindeki dönemde var tabii ama sonuç olarak o kararların uygulayıcısı kadın işçilerin sendikalaşması ve örgütlenmesi yükselen sendikal hareketin etkisinin yanı sıra konumundalar. Bugün baktığınız zaman da sol çalışmalarında öğrenciler aktif rol oynamış. özellikle Bereç Pil fabrikası grevindeki kadın hareketin içinde kaç tane kadın karar verme ya işçilerden bahsetti. Çünkü kadın işçilerin kurmuş da yürütme kurulundadır? Zaten bence 70’teki, Jülide Aral’ın direnişin ilk günündeki tanıklığından olduğu ayrı grev çadırında öğrenci kadınlarla 80’deki kadın hareketinin yükselmesi, bu sol aktardıkları, farklı iş kollarında ve koşullarda kadın işçilerin yaptığı günlük yaşam, siyaset, hareketten gelen kadınların farkındalıklarını çalışan işçilerin birlikte hareketini, dönemin ekonomi ve politika tartışmaları, önemli dönüm taşımasındandır diye düşünüyorum.” örgütlenme ve direnişi planlama koşullarını noktaları olmuş. anlamamız için önemli bilgiler veriyor: Jülide Aral 15-16 Haziran’ın işçi sınıfının gücünü “Kadın grev çadırlarının içinde her şey hissetmek anlamına geldiğini söyledi: “Önce Vezüv sobalarının olduğu fabrikaya gittik. konuşuluyordu. Hatırlıyorum, çok soğuk, karlı Fabrika önlerine kadar gittik kadın işçiler ve erkek havada bir odun sobası vardı, çorba da pişiyordu. “Kitaplarda, romanlarda okuduğun ama bizden işler ile konuşmak için. Bütün işçiler kapılardaydı, Çocuklar var, onlar da konuşuluyor. Bu iş nasıl önceki kuşakların hiçbir şekilde bu çapta tanık kimse çalışmıyordu. Karar sürecini bekliyorduk olacak, o da konuşuluyor… Farkındalığın artması olamadığı birçok şeye biz tanık olduk. Ve bunun çünkü sokağa çıkmak ya da çıkmamak buna dediğimiz, sendikal çalışmalar dediğimiz sohbetler yapılabilirliğini, belki bir devrimin olabileceği, bağlıydı. Ve de DİSK’ten, merkezden de haberler de bu çerçeve üzerine oturtulmaya çalışılıyordu. bu çok uzun ama bir hayalin dışında bu gücü geliyordu, gidiyordu, bunlar önemli fabrikalar Ama bu ders vermek gibi değildi. Benim için görmek… Gerçekten bir şeyin yapılabileceğini idi… Vita fabrikası var Bakırköy’de. Şimdi o şöyle: 15 Haziran’da hiç gözümün önünden ve bunun bir hayal olmadığını hissettik. Bugün fabrikadaki işçilerin sözleşmeleri çok iyi bir gitmeyen şey, o tankları aşan kadın işçilerdir. de baktığımız zaman 15-16 Haziran’ın en temel sözleşme ve sanıyorum bir ay tek, bir ay çift Mesela Mecidiyeköy, Levent tarafında Eczacıbaşı noktası, bir şeyin yapılabilirliğini göstermesi. veya 3 ayda bir çift maaş alıyorlar. Onlar çıkarsa fabrikaları var. Ve orada beyaz önlükleriyle işçi Belki Gezi de böyle spontane bir şeylerin biz [Vezüv sobaları işçileri] de çıkarız gibi oldu. kadınlar çıktılar, barikatları aştılar. Gerçekten yapılabileceğini gösterdi. İkisinin de ürkütücü Ondan sonra biz hareketin heyecanıyla Vita’ya kadınlar önünü açtı, kadınların gücünü gördük.” yanı bu oldu.”

bir çatışma benim bildiğim kadarıyla olmadı. Halktan protesto edenler oldu ama katılanlar da Ercan Atmaca oldu, sol görüşlü olan kişilerdi mutlaka. (Ertesi gün İstanbul’da) her tarafta polis-jandarma dolaşıyor, bir kalabalık var! Tabii güvenlik güçleri de işçiler de fabrikanın önündeydi. Üretim durmuş. Yürüyüşe geçtik, yine Ankara asfaltına yürüyoruz. Bu arada O dönem astsubay okulunda olan fakat o tarihlerde izinli olan Ercan Atmaca, işçilerde ‘asker işçi el ele’ sloganı. Önceden yok eylemlerin ilk gününe İzmit’te, ikinci gününe ise İstanbul’un Anadolu bu; önceden tek söylediğimiz, sadece sendikal yasayı protesto ile ilgi slogan... Bu arada Maltepe yakasında tanıklık etmiş. kavşağında TEKEL fabrikasında çatışma çıktığı 14 Haziran’da DİSK’in fabrikalarda oturma eylemi haberi geldi, sapamadık o tarafa doğru. Sonradan kararı aldığını fakat Arçelik, Çelik Halat, Rabak dikkat ettim öğrenci gençlik de vardı aramızda. ve Türk Kablo işçilerinin bir araya gelmesi ile “Oradakilerin hepsi DİSK’e yürüyüşün kendiliğinden geliştiğini belirten İşte Kadıköy’ü [Kaymakamlık binasını] işgal bağlı işçiler de değil; Türk-İş’e Atmaca, 30 bin civarı işçinin nasıl toplandığını ettiğimiz zaman gördüm birkaçını o arkadaşların. şöyle aktardı: Hani biz 20 bin kişi vardık falan girmiştik Kadıköy’e. bağlı işçiler de var aramızda, O arada polis ve jandarmayla çatışıyoruz filan ama örgütsüz, sendikasız, “Türk Kablo’nun işçileri İzmit’in çıkışında öyle tam bir dövüşme yok, ama heyecan var, coşku fabrikadaki işçiler de.” katıldığı zaman arkamızda bizi takip eden polis var, kararlılık var. Merdivenköy’e, Kurbağalıdere’ye ve jandarma vardı. İzmit çıkışında güvenlik geldik. Orada önümüzü çok ama çok kalabalık bir kuvvetleriyle bir tartışma çıktı ama yürüyüş polis barikatı kesti. Polis barikatından ateş açıldı engellenmedi. Yani İzmit’teki yürüyüşte herhangi üzerimize. Oradakilerin hepsi DİSK’e bağlı işçiler 12 solfasol Ankara’nın Gayriresmi Gazetesi Ağustos 2020 de değil; Türk-İş’e bağlı işçiler de var aramızda, Kaymakam kaçmış, kaymakamlığı işgal ettik. işçi hareketini 5-6 sene gerilettiğini ekliyor. örgütsüz, sendikasız, fabrikadaki işçiler de. Sonra gece belli saatte Kemal Türkler’in radyo Buna rağmen dünya sınıf tarihinde önemli bir Ondan sonra kıyı-köşe çatışıyoruz, elimizde kırık konuşması... Ondan sonra dağıldık.” yeri olduğunu da vurguluyor 15-16 Haziran’ın. bayrakların sopası. O polislerden de vurulan oldu, Sonrasında fabrikaların şehir içlerinden organize tabii silahla değil, böyle kalabalıkta linç gibi. Polis O günü böyle anlatan Atmaca işçi tarihinde sanayi bölgelerine taşınmasının temel sebebinin ateş ede ede geriliyor, işçi artık ‘İşçi asker el ele’ işçilerin ilk defa olarak kendi geleceklerini bu tarz ayaklanmaların önüne geçmek için sloganı atmıyor. Daha sonra tekrar toparlandık düşünerek bir eylem yaptıklarını belirtirken yapıldığına dair de bir değerlendirmede yürüdük ileride tanklarla asker önümüzü kesmiş. ertesi gün başlayan gözaltı ve tutuklamaların bulunuyor.

İnci Beşpınar

68 kuşağından İnci Beşpınar, 15-16 Haziran eylemleri esnasında PTT’nin Sirkeci’deki milletler arası - şehirler arası santralinde çalışıyordu. 68 ve sonrası öğrenci eylemlerinin içinde yer alan Beşpınar, DİSK’e bağlı Maden-İş sendikasında uzun yıllar çalıştı. Eşi Mehdi Beşpınar’la birlikte İskenderun Demir Çelik’in örgütlenmesinde aktif sendikal faaliyetlerde bulundu. CHP saflarında siyasetle uğraştı, belediye meclis üyeliği ve belediye başkan yardımcılığı yaptı.

Beşpınar kendilerinin rolünün işçilerin yanında yaptık. Sekreter bakana geçtikten sonra biz Bildiğimiz üzere alınan karar ile köprü geçişine olup, işçilerin verdiği görevleri yerine getirmek dinleyebiliyorduk. Vali beyin sesi: ‘Sayın bakanım, engel olundu ve işçilerin Mecidiyeköy, Unkapanı olduğunu aktardı bize. Beşpınar’ın ifadesi ile “etkin ne yapalım? Direniyorlar, tankın üstündeler.’ İşçi ve Bakırköy’den Taksim’e ulaşmaları engelendi. olan kesinlikle işçi sınıfının kendisiydi.” Kadın sınıfı vilayetin önündeki tankın üstünde valilik için işçilerin erkek işçilerle sayıca kıyaslandığında daha çok büyük heyecan yaratmış; o heyecan, o endişe, Beşpınar 15-16 Haziran direnişinden alınacak az olduğunun ama kortejin ön saflarının kadın İstanbul bürokrasisinin endişesi, ‘köprüyü açalım çok ders olduğunun altını çizdi. Bugün sendikal işçilere ayrıldığının da altını çizdi. Beşpınar’ın mı?’ sorusu... Çünkü akın akın Mecidiyeköy’den hareketin zayıfladığı, işçi haklarının gasp edildiği eylem günü PTT’de bağladığı telefon vasıtası gelenler var, Bakırköy’den Unkapanı’ndan koşullarda örgütlenmenin önemine, özellikle ile dinlediği resmi yetkililerin yürüyüşü takibine gelenler var. Köprü açılırsa ikisinin buluşmasıyla siyasi partilerin işçi sınıfı örgütlenmesinde alması ve köprüyü açarak işçilerin birleşmesine engel valiliğin önündeki yoğunluk çok fazla artacak. gereken role değindi. Kaygılı olmasına rağmen oluşlarına ilişkin tanıklığı şu şekilde: O nedenle endişe verici. ‘Köprüyü açalım mı?’ umudunu güçlü tuttuğunu belirten Beşpınar, işçi sorusuna karşı taraftan ‘evet’ yanıtının geldiğini sınıfı mücadelesininin mutlaka güçleneceğini “Kendimin şahit olduğu, kulağımla duyduğum, biliyorum. Bu benim defalardır anlattığım, o günle şöyle ifade etti: “Bizim ömrümüz yetmeyecek ama valilikten gelen bakanlığa bağlantıyı ilgili kendi özel anımdır.” bir gün mutlaka olacak.”

Emel Civan

Emel Civan 15-16 Haziran direnişi sırasında 19 yaşında ve Tekel fabrikasında işçi olarak çalışıyor. Bu dönemde Cevizli sigara fabrikasındaki yaklaşık beş bin civarındaki işçinin üç bini kadın işçi. Üstelik çoğunluğu 15-16 yaşlarındaki genç kadınlar. Söyleşimizde 15-16 Haziran direnişi tanıklığının yanı sıra Tekel işçilerinin işçilerin sarı sendika olarak tanımlanan Tek Gıda İş’ten DİSK’e geçiş sürecini konuştuk.

Emel Civan da çalıştığı fabrikadaki pek çok Tekel kalmadan fabrikayı boşalttık. Ne olduğunu da Ertesi gün yeniden işyerine geldik, çalışmaya işçisi de yürüyüşten haberdar değilmiş. 15 Haziran bilmiyorduk, hiçbir önderlik yapan yoktu iş başladık. 07.30’da işbaşı yapıyorduk o zaman. sabahı işçi arkadaşları ile birlikte yaşadığı şaşkınlığı yerimizde. Biz de o kalabalığa karıştık. Cevizli Saat 10 civarıydı, dünkü eli sopalı arkadaşlarımız ve yürüyüşe katılımını şöyle aktardı bize: “Aniden İstasyonu’na çıktık, oradan minibüs yoluyla yeniden fabrikaya gelince, biz de o grupla beraber fabrikayı boşaltın diye bir uyarı geldi iş yerindeki Maltepe’ye kadar yürüdük. Maltepe’den Ankara tekrar aynı şekilde Maltepe’den Ankara asfaltına arkadaşlarımızdan, ki bunlar ön çalışmalarını asfaltına çıktık. Tabii bütün trafik aksamıştı: doğru çıktık... Kadıköy’e geldiğimizde bu sefer yapıyorlarmış ama bize hiçbir bilgi vermemişlerdi. 10 binlerce kişi vardı, o kadar kalabalıktı ki! daha büyük bir kargaşa oldu, kucağında çocuğu Bizim fabrikamız deniz kıyısındaydı. 2 kilometre Gebze’den, İzmit’ten toplana toplana gelmiş olan arkadaşlarımız vardı düşünebiliyor musunuz? kadar bir mesafe vardı, binlerce işçi, erkek ama arkadaşlar. Hep beraber Kadıköy’e kadar yürüdük. Yuvaya çocuk getiriyordu bayan arkadaşlarımız, bayan yok içlerinde, ellerinde sopalarla ana giriş 3,5 saatimizi aldı o kalabalıkla beraber Kadıköy’e bırakacak kimsesi yok. O ara polisin ateş ettiğini kapısından fabrikaya doğru geliyorlardı akın yürümemiz. Orada bir kargaşa oldu, ezilenler oldu, gördüm. Daha çok panik oldu, kaçışmalar akın. Tabii biz de korktuğumuz için üzerimizde silah sesleri oldu. Biz ne olduğunu da anlamıyoruz, esnasında 2 metre ötemizde iş yerimizden önlüklerle ayağımızda terliklerle, üstümüzü bir şeyden de haberimiz yok. O kargaşa esnasında Mehmet Gıdak isimli arkadaşımız gözümüzün başımızı değiştirip çantamızı almamıza fırsat dağılma oldu. Biz eve gittik. önünde polis kurşunu ile vuruldu ve öldü.” solfasol Ankara’nın Gayriresmi Gazetesi Ağustos 2020 13

15-16 Haziran direnişinin ardından DİSK’in kendi anlaşmalarını imzalayıp işçileri göz önüne seriyor. 20 yılı aşkın bir süre çalışıp Tekel’de örgütlenme çalışmaları hızlanmış. satıyorlardı”. DİSK’in örgütlenmesi 5 yıl kadar Tekel’den emekli olan Emel Civan, her iki sendika Emel Civan daha önce bağlı oldukları Tek sürmüş. İşçilerinin DİSK’e üye olmasının ardından döneminde de işçilerin toplu haklarını almak için Gıda İş Sendikası’nın işçi haklarını korumak adli soruşturma yapılmış fabrikada. DİSK’e geçen grevler, iş yavaşlatma eylemleri ve yürüyüşlerle yerine işverenle anlaşarak toplu sözleşmeleri tüm işçilere baskı altında geçip geçmedikleri verdikleri mücadelenin tanıklarından biri. imzaladığını, grev haklarının ellerinden alındığını sorulmuş. Tüm bunlar DİSK’İn üye sayısının aktardı: “[Tek Gıda İş] çıkarları doğrultusunda artmasını engellemek için denenen yolları

O dinlenirken 300 metre kadar uzakta olan işçilerden alıp karakola götürmüş. Üst düzey Sabri Dişli miting alanında konuşmalar yapılmış fakat Dişli memurların hepsi eylemde; karakolda kalan ne dendiğini duyamamış. Sonrasında karşısına memurlar ikircikli de olsalar şoförü almışlar. çıkan bir araçtaki kişiye yol kapalı olduğu için Sonrasında Kadıköy’e gitmeye çalışan Dişli geçemeyeceğini, ancak kendisini de alırsa arka ancak Üsküdar’a kadar ulaşabilmiş. O sırada yollardan onu gideceği yere götürebileceğini kaymakamlık ve karakollar işgal edilmeye 15-16 Haziran’da 28 yaşında bir işçi söylemiş. Arabada sohbet ederken adamın çalışılmış ve üç işçi hayatını kaybetmiş. Olaylar olarak Gebze Çayırova Arçelik’te bir fabrika sahibi olduğunu öğrenmiş. Dişli, bitip de işbaşı yaptıkları ertesi gün eylemin işçi ödemelerine dair sitemlerini fabrikatöre organizatörü olarak gözaltına alınan Dişli bir süre çalışan, Maden-İş üyesi ve yerel aktarmış. Çayırova’ya bu sayede geri dönen sonra Selimiye’de mahkemeye çıkarılmış. temsilci Sabri Dişli, 15-16 Haziran Dişli, arkadaşlarını beklemiş ve ilk günü olaysız tanıklığını bizlerle şöyle paylaştı: geçirmiş. “Yürüyüş başladığında anonslarla E-5’ten 16 Haziran sabahı işçiler servislerle fabrikaya “Yürüyüş başladığında Gebze’ye doğru bir rota belirlenmiş. 3000’den gelmiş, direkt İstanbul yoluna doğru yürüyüşe anonslarla E-5’ten Gebze’ye fazla işçi yürümekteydi. Ben doğuştan yürümeyi başlamış ve Kartal Dörtyol’da HAYMAK işçileri sevmeyen bir adamım, hâlâ sevmem... Gidiyoruz, ile bir araya gelmişler. İleride tatsız bir olay doğru bir rota belirlenmiş. bu yeni yol yapılmamıştı daha. Oraları mevki yaşanmış: Bir kamyon şoförü işçileri almayı kabul 3000’den fazla işçi olarak bilebiliyorsanız Gebze’nin içine çınara etmeyince işçiler aracını taşlamaya başlamışlar. yürümekteydi.” çıkılıyor, oradan gidiyordu yol. O çınarı geçince Kamyon şoförü silah çekmiş ve bir arbede ben bittim zaten. Orada bir ağacın gölgesine yaşanmış. Dişli bir arkadaşıyla beraber arbedeye uzandım.” engel olmaya çalışmış ve kamyon şoförünü

Dinçer Doğu

15-16 Haziran döneminde Kimya-İş Sendika Başkanı olan Dinçer Doğu bu dönemde Kemal Türklerin yanında oldu. Kimya İş Sendikası 15-16 Haziran direnişinde kilit rol oynayan sendikalardandır. Dinçer Doğu DİSK ve Kimya İş sendikasında uzun yıllar yöneticilik yaptı. Birinci TİP’te yer aldı. 1975 ‘te kurulan 2. TİP’in kurucu ve yöneticilerindendir. Dinçer Doğu o dönemi şöyle anlattı:

“CHP’li milletvekillerinin başında Abdullah alıyorlar. Kim ne söyledi, ne oldu? Bir şey olursa Ben, 15 Haziran günü Maden-İş Sendikası’nın, Baştürk bulunuyordu, zaten tasarıyı o okudu açalım, gösterelim; yani burada illegal bir iş Nuruosmaniye Camisi’nin karşısındaki mecliste. DİSK’in önünü kesmek için, kapatılması yapmıyoruz diye… Bizim işimiz fabrikalara zarar merkezindeydim. Kemal Türkler ve Basın-İş için, sendikal hayatta tek federasyonun kalması vermek değil, aksine korumaktı. Tüm konuşmalar Sendikası Başkanı Ehliman Tuncer’le beraber için hazırlamışlardı kanun tasarısını. Kanun kayıt altına alındı hatta bu kayıtlardan dolayı Kemal Türkler’in odasındaydık. Orası bir nevi gündeme gelince DİSK’te devamlı toplantılar başımıza çok iş geldi. eylemin karargahı oldu. Bülent Ersoy’un dediği yapıldı. Buna karşı neler yapabiliriz diye her gibi ‘fevkaladenin fevkinde’, katılımla ilgili öyle alanda konuşuluyordu. Çok çeşitli fabrikalardan Toplantıda bir karar alındı: Bu kanun teklifinin bilgiler geliyordu. Çünkü DİSK’in bu eylemler ve sendikalardan, Maden-İş’ten, Seramik-İş’ten, mecliste yasalaşmaması için direniş yapmamız sırasında üyesi çok azdı, taş çatlasa 25 bin üyesi Kimya-İş’ten, Lastik-İş’ten temsilciler geldi. Herkes gerekiyor! Kanun çıkarsa [DİSK] yetki almıyor; olabilir. Belki o kadar da yok, fakat basında 100 çıkıp konuşuyordu, hatta bu konuşmalar teybe alamazsa, sözleşme yapamazsa, üyesi olmazsa bin üyesi vardı deniyor… alınıyordu. Teybe kaydetme işine karşı çıktım, etkin de olmaz. Dolayısıyla direnme kararı alındı. Kemal Türkler’e yapmayalım dedim. Türkler ‘Bu Toplantılar tabandaki baş temsilcileri kapsar Makinalara, malzemelere, yaptığımız işe hiçbir konuşmaların tutanağı olması lazım. Hem kim ne vaziyetteydi. Her yerde bu mesele konuşuluyordu, zarar gelmemiştir. Herkes evlerine dağıldı, biz de söyledi, hem de karar alma biçimi olarak önemli.’ mahallelerde, fabrikalarda, her yerde… Öncelikle ordan çıktık. 17’sine kadar sabahladık, sabahın dedi. Adam eski sendikacılardan, tecrübeli, işi şunu söylemeliyim: 15-16 Haziran örgütlenmesi erken bir saatinde hepimizi gözaltına aldılar… biliyor, beni ikna etti. Çok yeni ve genç olduğum bir taban hareketidir, zaten tabana dayanması Rıza Kuas’ın eniştesi, sözde en iyi yer diye için pek aklım ermiyor. Sonradan bunu ben de başarılı olmasını sağladı, tabandan gelen ve sobanın içine saklamış, [bir muhbir] söyleyince öğrendim. Bir anlamda kendilerini garanti altına tabanın kendi kararıyla olan bir eylemdir. polisler eliyle koymuş gibi onu da almış. Orada 14 solfasol Ankara’nın Gayriresmi Gazetesi Ağustos 2020 kim varsa doğru Maltepe’ye sevk edildiler, zamanlar işverenlerle oturur konuşurduk, sonra kapatılması için kanun teklifini veren Abdullah tutuklandılar. Bizi bıraktılar, hatta o gün benim baktılar ki bunlar kendilerini aşan şeyler, bizim Baştürk’ün gelip başkan olmasının garipliğinden hanım doğum yapmak üzereydi, taksi çevirdim, adımıza sendikamız var dediler çünkü artık belli bahsediyor. Ali Bilge’nin TİP’in o dönemde, 15- ikinci oğlum doğdu. bir strateji benimsiyorlardı.” 16 Haziran’a destek verip vermediğini sorması üzerine Doğu, bunu iddia edenlerin olduğunu 15-16 Haziran hareketinin, Türkiye’deki sermaye İşçilerin haklarının da genişlediğini söyleyen ama kendi düşüncesine göre böyle bir şey sahipleri, burjuvazi için son derece tetikte Doğu, işçi alım gücü açısından altın çağın 1968- olmadığını söylüyor. DİSK’in bir parti değil, her olmalarını ima eden bir direniş olduğu bir gerçek. 1975 arası olduğunu söylüyor. O dönem yapılan görüşten insanı içine aldığını bu yüzden de o Zaten akabinde TÜSİAD kuruluyor, herhalde grevlere polisin müdahale etmediğini, Türk- dönemde bazı noktalarda uzlaşamadıklarını rastlantı değil bu. İşverenler de örgütlendi. İlk İş’ten DİSK’e kaymalar olduğunu, hatta DİSK’in belirtiyor.

İsmail Dönmez

İsmail Dönmez kalıp atölyesinde tesviyeci olarak 1968 yılında Aksan Metal Sanayi’de çalışmaya başlamış. 1969 yılında Maden-İş’te örgütlenmeye başlamışlar ve o dönemde iş yeri temsilcisi olarak seçilmiş. 15-16 Haziran direnişi sırasında da Maden-İş’in Aksan Metal Sanayi iş yeri baş temsilcisi ve Mehmet Ali Aybar’ın genel başkan olduğu dönemde Türkiye İşçi Partisi üyesi.

İsmail Dönmez 14 Haziran’daki toplantıya Dönmez’in aralarında olduğu bir işçi grubu, 15 katılanlardan biri. Toplantıyı ve direnişi hazırlayan Haziran günü HAYMAK’taki işçilerin direnişe koşulları şu şekilde anlattı bize: katılımına destek olmak üzere bu fabrikaya gitmiş. “Bu hareketin devamında İşçilerin dışarı çıkması engellenince olay epey bizim çalıştığımız bölgelerde “O dönemde Süleyman Demirel hükümeti bu şiddetlenmiş. Hareketin örgütlülüğü ve farklı sendika [DİSK] ve bu sendikanın yapısından ve fabrikalardaki işçilerin dayanışması açısından DİSK ve Maden-İş, işçiler taleplerinden bıkmış olacak ki, bunları devre dışı önemli noktalardan bir olmuş HAYMAK. arasında hakikaten bir bırakabilmek için bir yasa teklifi getirdi. Dedi ki: numara haline geldi. Gerek ‘İş kolu seviyesinde bundan sonra sözleşmeler İsmail Dönmez TEKEL işçileri ile birlikte Kadıköy toplu sözleşmeleriyle gerek iş yapılacak.’ DİSK’e bağlı sendikaların içinde de bir Kaymakamlığı önünde polisle yaşanan çatışmanın tek Plastik-İş o statüye uygun. Böylece Türk-İş’in, da tanığı. İşçiler tutuklanmak üzere yakalanan bazı yerlerinden atılan insanların tüm iş kollarında DİSK’in yerini alması planlanmış. arkadaşlarını bu çatışmada kurtarmışlar. Aynı gün, haklarının mücadelesi Genel grev kararı işte bu yasa teklifine karşı bir böyle bir çatışma bölgesi olan Kurbağalı Dere, konusunda...” toplu direniş.” polisin direnişçilere ateş açması sonucunda TEKEL işçilerinden Yaşar Gıdak’ın öldürüldüğü nokta oldu. İsmail Dönmez, direniş sırasında işçilerin fabrikaya zarar vermediklerini, 15-16 Haziran hareketinin 16 Haziran’da sıkıyönetim ilan edilmesinin ardından olduğuna değindi. Sendika mücadelesinin 15- şiddetten uzak bir eylem ile konuyu gündeme İsmail Dönmez de tutuklanmış. Sorgusu sırasında 16 Haziran işçi sınıfına, DİSK’li DİSK’siz işçilere getirmeye ve işçi sınıfının emeğinden gelen TİP üyesi olması nedeni ile üzerine çok gidilmiş. ve bir işçi olarak kendisine neler kazandırdığını gücünü göstermeye yönelik bir hareket olduğunu İşvereninin kendisinden şikayetçi olmamasının, sorduğumuzda şu yanıtı aldık: belirtti. Çalıştığı iş yerini korumaya yönelik tutukluluk süresinin uzamasını engellediğini planlamalarını ise şöyle aktardı: düşünüyor. Pek çok kişinin işinden olduğu süreçte “Bu hareketin devamında bizim çalıştığımız aynı nedenle işinden olmayanlardan. bölgelerde DİSK ve Maden-İş, işçiler arasında “300’e yakın işçimiz vardı çalışan. 300 işçi ile hakikaten bir numara haline geldi. Gerek toplu beraber yürüyüş yapmaya kalktığımız zaman, 15-16 Haziran’ın hazırlanış sürecinde DİSK’in sözleşmeleriyle gerek iş yerlerinden atılan şimdi rahmetli olan mal sahiplerinden bir tanesi çok ciddi bir çalışma yürüttüğünü, Maden-İş’in insanların haklarının mücadelesi konusunda... bana dedi ki: ‘Bu hareket her yerde var, yalnız bir özellikle ve tamamen tabana dayalı bir çalışma Vardır belki elinizde belgeler, o dönemlerde takım kırma-dökme olayları oluyormuş. Acaba yaptığını görüyoruz. Yatay ve dikey kesitlerin işçilerin tatil yapma imkânı diye bir imkân yoktu.” bizim fabrikada sizin arkadaşlardan şöyle 20-30 hepsini örgütlenme anlamında tamamladığını nöbetçi bırakabilir misin? Dışarıdan gelecek başka görüyoruz. Ayrıca DİSK yöneticileri Kemal Söyleşinin önemli vurgularından biri sendikal bir saldırıya karşı...’ ‘Bırakırız tabii, hiç problem Türkler ve Rıza Kuas’ın da özellikle Ankara’da mücadele öncesi elde edilen hakların bir değil çünkü yarın bu direniş bittiğinde bu işyeri meşruiyet arama zemini ve meseleyi anayasaya mücadeleye dayalı olmadığı, temelde 27 Mayıs bize yine lazım, biz burada yine ekmek yiyeceğiz. dayandırmak üzere muazzam bir çalışma sonrası 1961 Anayasası ile elde edilmiş haklar Bizim niyetimiz bu makinalara, senin fabrikana yaptıklarına şahit oluyoruz. Aslında dört başı olmasına karşın, DİSK’in kurulmasını takip eden zarar vermek değil; bizim problemimiz hükümetin mamur bir eylem olarak karşımıza çıkıyor. grev ve eylemler sonucundaki kazanımların çıkarttığı yasa ile ilgili.’ dedim ve fabrikada 50’ye mücadeleye dayalı olmasıdır. Eylemlerin en büyük yakın işçiyi nöbetçi olarak bıraktık.” İsmail Dönmez eylemin ardından DİSK’in kazanımları; işçi sınıfının özgüven kazanması, işlerinden olan işçilere destek olmaya çalıştığını artık kazanımlarını kolay kolay teslim etmeyecek Bazı fabrikalarda işveren işçilerin yürüyüşe katılmak aktardı. Bu dönemde Ankara’da yapılan konuma gelmesi ile anayasal haklar üzerinden üzere fabrikalardan çıkmasına izin vermemiş. DİSK, sendika delege toplantılarının işçilerin gücünü meşru müdafaa alanının dışına çıkmalar olsa bu fabrikalardan biri olan HAYMAK’ta [Demirel’in hükümete göstermek ve DİSK’in meşruluğunu bile devlete ve hükümete karşı her türlü meşru kardeşinin ortak olduğu] yeni örgütlenmiş. İsmail sağlamlaştırmak için sembolik bir öneminin müdafaayı yapması oldu. solfasol Ankara’nın Gayriresmi Gazetesi Ağustos 2020 15

Ancak 15-16 Haziran direnişinin, Türkiye’de işçi Büşra Ersanlı sınıfı hareketini ve sol hareketi yükselten bir etkisinin olmadığını, aksine ardından baskı ve gerileme dönemlerinin geldiğini biliyoruz. Ersanlı bu durumun nedenlerinden birinin Türkiye’de tarih algısı ile zaman algısı arasındaki ilişkiden 15-16 Haziran direnişi sırasında lise öğrencisi olan Büşra Ersanlı, Bora kaynaklandığını söylüyor: “Türkiye’de tarih algısı, Gözen’in yönettiği o zamanki Türk Solu dergisinde çalışıyordu. olan olayları ve onlara duyulan reaksiyonları kaydederek, bunları birbiri üzerine eklemleyerek yeni bakışlarla birbiri üzerinden büyümez. Büşra Ersanlı, 15 Haziran sabahı Cağaloğlu olduğu zaman ve sonrasındaki davalar, verilen Koparılır, başka bir noktadan alınır ve başka bir tarafından katılmış yürüyüşe. Dönemin bazı cezalar ailemi çok rahatsız etmiş, dolayısıyla noktadan değerlendirilir. Sürekliliği olan, üst üste sol çevrelerinin orduyu ilerici bir unsur olarak ben de o bağırış, çığırışları, o suçlamaları hiç binen, gelişen ve dönüşen bir tarih algısına sahip gördüğünü aktaran Ersanlı, 27 Mayıs darbesini, beğenmemiştim. Evde de konuşuluyordu zaten: olmadığımız için o kopukluklar bizi çok harap etti.” 1961 Anayasasının kazanımları nedeniyle alkışlayan ‘darbe oldu, bunlar iyi şeyler değil’ diye... O sol kitle için askerin işçilerin karşısına çıkmasının zamanki çocukça algım üzerinden konuşuyorum. sembolik bir anlamı olmuş. Vilayet binasının Tankın üzerine çıkmak, ordu simgesinin üzerine arkasına geldiklerinde karşısında sloganlar atan çıkmak gibiydi, onun için bu duygumu çok net bir kalabalık ve tanklarla oluşturulmuş bir barikat hatırlıyorum.” bulan Ersanlı, bu tanklardan birinin üzerine çıkışını “Tankın üzerine çıkmak, şöyle anlattı bize: Büşre Ersanlı 15-16 Haziran’ı gördüğü “en şanlı ve neşeli yürüyüş” olarak tanımlıyor: “O kuvvetin ordu simgesinin üzerine “Asker gençlik el ele’, ‘asker işçi el ele’ sloganları büyük olduğunu, öğrencilerin, örgütlerin ve işçi çıkmak gibiydi.” atılıyordu, o slogan da beni rahatsız ediyordu. sendikalarının birlikte olduğunu gördüm. DİSK Çünkü 27 Mayıs’ta çok kullanılmıştı. 60 darbesi vardı zaten. DİSK benim için çok önemliydi”.

Hülya Karadeniz

Çocukluğunda 6-7 Eylül olaylarına da tanık olan Hülya Karadeniz, 60’lı yılların efsane gençlik liderlerinden eşi Harun Karadeniz ile birlikte hem öğrenci hem de işçi sınıfı hareketinde aktif çalışmalar içinde yer almıştır. Pek bilinmeyen Kartal Devrimci İşçi Birliğinde öncü rol oynamıştır.15-16 Haziran olaylarında aktif olarak çalışmış, Anadolu yakasındaki olayların çoğuna tanıklık etmiştir.

Öğrenci hareketinin işçi hareketi ile buluşmasının DİSK ile hızlanan işçi eylemlerinin, hak arama büyüklükteki katılıma, sendikasız ya da Türk-İş’e bağlı öğrencilerin bir sınıf olmadığının anlaşılması mücadelesinin 15-16 Haziran’a hazırlık olarak sendikalara üye işçilerin dahil olmasına rağmen 15- ile başladığını anlattı Karadeniz: “Öğrencilerin önemine de değindi. 16 Haziran direnişinin ardından işçi sınıfı hareketinin Türkiye’deki toplumsal değişimde bir sınıf görevi ivmelenmemesini ise solun bölünmesine, 70’li göremeyeceğini anladıktan sonra daha çok 15 Haziran günü Kadıköy’den katılmış yürüyüşe. yıllarla birlikte genel baskıcı rejime, sıkı yönetim işçilerle, işçi sınıfıyla temasa gittik. O sırada DİSK Bu yürüyüşte karşı güç olarak ilk defa askerle altında yaşamanın kanıksanmasına bağladı. Ancak de kurulmuştu.” DİSK’in ve Türkiye İşçi Partisi’nin karşılaşmak, diğer tanıkların da ifade ettiği gibi 15-16 Haziran’ın mesajının öneminin de altını kurulduğu bu yıllar Türkiye için “Rönesans gibi ordunun sol hareket içinde algılanışı açısından çizdi: “15-16 Haziran işçi sınıfı birleşirse her şeyi bir dönemdi.” Karadeniz, 60’lı yılların sonunda önemli olmuş. DİSK’in bile beklemediği değiştirebileceğini öğretti.”

yapan GAMAK, işçilerin ücretlerinin ödenmediği, Maden-İş’in fabrikada örgütlenmesinin önüne Işıl Özgentürk geçilmek istenen ve kapatılacağı haberleri duyulan bir fabrika. 29 Aralık 1969’da işçilerinin alacaklarının ödeneceği haberi verilir. Özgentürk, Maden-İş gazetesi için olayları izlemek üzere gittiği fabrikada işçi Şerif Aygün’ün Senarist ve yazar olan Işıl Özgentürk, 15-16 Haziran direnişi sırasında öldürülmesine şahit olmuş: Maden-İş’in işçi gazetesi için gönüllü muhabirlik yapıyordu. “Ben de genç ve tıfıl bir muhabir olarak oradayım Işıl Özgentürk, direniş öncesi işçi hareketini olduğunu vurguladı Işıl Özgentürk. İşçilerin çünkü daha önce işçilerle çok çalıştım. İşçilerle ve hükümetin işçi hareketini bastırmak için başta ücretlerinin ödenmemesi olmak üzere hak konuşuyorum, o sırada bir araba geliyor ve içi uyguladığı şiddeti vurgulayan tanıklığını aktardı ihlallerine karşı en önemli direniş yöntemleri Fruko dolu. Yeni kuşak bilmez: Biz o dönem bizlere. Dönemin iktidarının temel isteğinin son olan grevler, 60’lı yılların sonunda Türkiye’deki polise kafalarındaki kasklarından ötürü Fruko yıllarda elde edilmiş işçi haklarını yok etmek fabrikalarda yayılmaya başlıyor. Lastik üretimi derdik. Frukolar birdenbire yere atladılar ve 16 solfasol Ankara’nın Gayriresmi Gazetesi Ağustos 2020 toplanmış olan işçiye kurşun atmaya başladılar. Şerif Aygün’ün cenazesi Maden-İş’e ve DİSK’e Öyle biber gazı ya da sahte kurşun değil. Biz “İşçilerle konuşuyorum, o bağlı bütün işçiler ile Devrimci Gençlik’in, işçilerle beraber arka taraftaki yemekhaneye sırada bir araba geliyor ve esnafın sessizce yürüdüğü bir eyleme dönüşmüş. doğru koştuk, yemekhanenin büyük camları var, 15-16 Haziran yürüyüşü sendikal hakların üzerimize yağıyor o büyük camlar ve ben artık içi Fruko dolu. Yeni kuşak işçilerin elinden alınmak istendiği, bu amaçla her nasıl bir içgüdüyse çelik bir dolap gördüm ve bilmez: Biz o dönem polise türlü zorun ve şiddetin kullanıldığı, buna karşın çelik dolabın arkasına girdim. Yandan, sağdan kafalarındaki kasklarından işçiler arasında örgütlenme ve grevlerin artarak soldan her tarafa kurşun yağıyor ve yanımda devam ettiği koşullarda gerçekleşti. birisi öldü... Şerif Aygün.” ötürü Fruko derdik.”

Melek Ulagay

Melek Ulagay 15-16 Haziran direnişi sırasında 68 olaylarının etkisi altında bir öğrenci ve öğrenci hareketinin içinden bir kadın. Aynı zamanda sanayici bir ailenin kızı olması ve sendikal örgütlenmenin yürütüldüğü fabrikalardan birinin sahibinin torunu olması nedeni ile bu dönemde işçilerin taleplerini işverene iletme görevini yürütmüş.

Melek Ulagay 15-16 Haziran direnişinin sadece Melek Ulagay öğrenci hareketinin içindeki Öğrencilerin işçilere desteğini somut hale getiren daha önce de öğrenci yürüyüşlerine katılmış genç kadınların, özellikle kadın işçilerin yoğun olduğu bu grev destekleri, işçilerin devletten veya bir öğrenci için değil bütün Türkiye için önemli bir fabrikalardaki grevlere katıldığını aktardı. işverenden taleplerinin haklı olduğunu gösterme olay olduğunu şu sözleri ile aktardı: Öğrencilerin işçi kadınlarla dayanışması, özellikle amacını taşıyordu. 15-16 Haziran direnişi öğrenci kadınların iş koşulları nedeni ile yaşadığı sorunlara hareketi için de bir mihenk taşı. Öğrencileri çok “15-16 Haziran anlam olarak bir öğrenci odaklanmış. Katıldığı grevlere ilişkin gözlemi, işçiler derinden etkilemesinde sınıf farklılığı ve sınıf hareketinin çok ötesinde olan bir şeydi. İstanbul’da arasında çok güçlü, çok bilinçli ve en önemlisi bilincini pekiştirmesinin etkisi büyük: ve hatta İstanbul’un çevresindeki illerden katılan de örgütlenmenin önemini kavramış kadınlar işçilerin yaptığı bir hareketti. Ama o yıllarda olduğu. Ulagay’a göre 60’lı yıllarda Türkiye sol “Hangi fakültedensin, hangi üniversitedensin?’in işçi hareketi ve işçiler dediğimiz zaman bu hareketinin genelinde gözlemlenen dalgalanma ve dışında bambaşka bir gerçekle karşılaştık. İşçiler zamankinden çok farklı talepler, farklı konular fraksiyonlar, grev dayanışmalarına katılan kadınlar pasif direnişe geçtiler ama çok işçi işten atıldı. vardı. İşçiler o dönemde çalışma koşulları, sağlık arasında bir ayrışma konusu olmuyordu: Bu bizi çok etkiledi. Birdenbire işçilerle kendim koşulları, ücret talepleri, sendikalaşma hakları gibi arasında ne kadar büyük bir fark olduğunu nedenlerle sokağa çıkıyorlar.” “Biz kadınlar aramızda karar verdik: Grevci düşündüm. Yani ben 2-3 gün içeri alınıp bırakılsam arkadaşlara kadınlar olarak bu fraksiyonlar o günkü yaşadığım hayatım neyse onu yaşıyorum. 15-16 Haziran’a giden süreçte çeşitli fabrikalarda meselesinin hiç önemli olmadığını söyledik. İşçiler açısından baktığınızda adamların karşısında çok büyük işçi grevlerinin olmasının direnişe Jülide Aral falan hepimiz değişik yerlerdeyiz ama ciddi bir sorun var: ‘Ne yiyeceğiz, ne içeceğiz, katılımın büyüklüğünü etkilediği ortada. Melek işçiler ile bir arada olduğumuz zaman bunu hiç çocuklar ne olacak?’ Bu çok temel bir ayrım. Ulagay’ın aktardığı şekilde bu dönemde öğrenci gündeme getirmedik. Şu da var: Geriye dönüp Sınıf farkının ne demek olduğunu orada çok net hareketinin içindeki gençlerin kendi sınıfsal bakınca soldaki bütün bu fraksiyon ayrışımlarında görüyorsunuz.” temellerinden bağımsız olarak işçi sınıfının biz kadınlar erkekler kadar radikal ve sert yanında durma ve onlarla beraber hareket etmek olmadık hiçbir zaman. Yani kadınlar olarak kendi gerektiğine dair düşüncesi ve işçi sınıfının bir aramızdaki dayanışma ile kadın işçilerle dayanışma devrimin öncüsü olabileceği fikri önemli. bize o ayrımdan çok daha önemli geldi.”

sıra devam eden Soğuk Savaş döneminde Osman Ulagay Amerika’ya yakın olan Türkiye için Türk-İş dışında gelişen yeni hareket, yani DİSK, dikkat edilmesi gereken bir yapılanma.

Avrupa’yı saran 68 Hareketi’ni, Kanlı Pazar ve Osman Ulagay, 15-16 Haziran direnişinde sendikal örgütlenmenin 6. Filo olaylarını da anan Ulagay, 15-16 Haziran yürütüldüğü bir fabrikanın sahibi bir aileden. olaylarının yaşanmasının ardında yatan sürecin DİSK’in gelişmesini engellemek için çıkarılan yasalar olduğunu vurguluyor. Bu yasa tasarısını 15-16 Haziran sürecine giden yola dair başlayan değiniyor. Bu sayede sendikal harekette bir CHP’nin de desteklediğini hatırlatıyor ve o sohbetimizde Osman Ulagay öncelikle 27 gelişme olduğunu, bunu takip eden dönemde dönem için muhalefetin durduğu yeri eleştiriyor. Mayıs’a bakmak gerektiğini söylüyor. O dönem Demirel’in özel sektör açılımı ile kentli bir O dönemde Kimya-İş Başkanı olan Dinçer Robert Koleji’nde öğrenci olan Ulagay, o dönem burjuva sınıfının ilk örneklerinin görüldüğünü Doğu’nun da içinde bulunduğu örgütlenme artan yayıncılık ve özellikle sol yayınlar sayesinde ekliyor. Tabii bu da işçi sınıfının sendikal anlamda çalışmasının yanında yer aldığını aktarıyor hem kendinin hem sınıfının yaşadığı dönüşüme yeni olanaklar bulmasına yol açtı. Bunun yanı Ulagay: solfasol Ankara’nın Gayriresmi Gazetesi Ağustos 2020 17

“Bu tarih yaklaşırken onların nasıl bir hazırlık şekilde geliştiği kaygısı vardı. Bazı girişimlerde içerisinde olduğunun farkındaydım ama tam bir patronlarla sendikaların ve sendika yetkililerinin gün öncesiydi galiba, akşam mesai bitiminde karşı karşıya geldiği manzaralar oluştu. Ama bir müthiş bir hazırlık içinde olduklarını fark ettim yandan da şunu unutmayalım ki 15-16 Haziran ve ben de onlara katıldım. Yani o süreçte, ertesi üzerinden bir yıl geçmeden 12 Mart Darbesi gün kullanılacak malzemeler, pankartlar vs. yaşandı Türkiye’de. Ona doğru ilerleyen de bir “Bu hareketteki yükselişin hazırlanıyordu bizim fabrikanın bahçesinde. süreç var ve orada da Yön Hareketi falan (ki Tabii bizim fabrikadaki işçiler için söylüyorum; bunların asker içerisinde de uzantıları olduğu sermaye sınıfının özgürlüğünü her fabrikada buna paralel hazırlıklar oldu yolunda güçlü iddialar vardı, var). Yani iktidarın sınırlayacak veyahut onlara ve ondan sonra o gruplar birleşip o eylemi kendisine güvenilmediğini hissettiği için artı şartlar empoze edecek bir gerçekleştirdi. Ben de ‘hadi şunu yapalım, kaygılı olduğu bir döneme girilmişti. Sonradan bunu yapalım’ falan diyerek o çalışmanın baktığım zaman hem özel sektör içinde hem de şekilde geliştiği kaygısı vardı. içinde bulundum. Ama ertesi gün benim o İstanbul’dan İzmir’e büyük sermayede o zaman Bazı girişimlerde patronlarla yürüyüşe katılmam firma içindeki konumumu da bulunan mesleki kuruluşlardan, yani sanayi sendikaların ve sendika zorlaştıracağı için o yürüyüşe katılmadım. ve ticaret odaları gibi mesleki kuruluşlardan yetkililerinin karşı karşıya Fakat heyecanla nasıl geçecek diye beklemeye bağımsız bir örgütlenmeye gitme girişiminin başladım.” de bu olaylardan etkilendiği düşünüyorum. geldiği manzaralar oluştu.” Yani sendikal yükseliş, 15-16 Haziran falan Osman Ulagay, 15-16 Haziran sonrasını ise şu derken aynı zamanda Türkiye’de siyasi iktidara şekilde özetliyor: “Bu hareketteki yükselişin alternatif oluşturma girişimleri iş dünyasını sermaye sınıfının özgürlüğünü sınırlayacak tedirgin etmişti. TÜSİAD’ın kuruluşu ile bu olaylar veyahut onlara artı şartlar empoze edecek bir arasında bir ilişki olduğunu düşünüyorum.”

dinamiğin birleşmesi, bu dediğim kırmızı çizgiyi Nabi Yağcı duman eden, dinamitleyen bir şey. Getirilen yasa tasarısının temelinde bu gerçeklik yatıyor. 70’li yılların yükselen sosyal muhalefet dinamiği.”

Nabi Yağcı, direniş öncesindeki 14 Haziran günü Türkiye Komünist Partisi ve Türkiye Birleşik Komünist Partisi'nin eski genel yapılmış olan, kendisinin de katıldığı hazırlık sekreterlerinden Nabi Yağcı (takma adıyla Haydar Kutlu), DİSK’e bağlı toplantısını bize şöyle anlattı:

Basın-İş Sendikası çalışanı olarak sendikal hareketin içinde yer almış ve “Bölge temsilcilikleri, fabrika temsilcilikleri 15-16 Haziran direnişinin örgütlenmesine katkıda bulunmuş isimlerden. ciddi anlamda çalıştı. DİSK’e bağlı, Maden- İş’e bağlı, ki buralar 15-16 Haziran öncesinde 1970 yılının siyasal ve iktisadi iklimine Cumhuriyet kurulduğundan itibaren sendikal gençlik olarak çalıştığımız yerler. Dolayısıyla baktığımızda, bir sene önce yapılan seçimlerde mücadele ve işçi sınıfı hareketi üzerinde 15-16 Haziran benim için bir sürpriz olmamıştı. Süleyman Demirel başkanlığındaki Adalet devamlı bir devlet kontrolünün olduğunu; bir Buradaki işçilerin direnmesini biliyordum. Partisi’nin seçimleri ikinci defa kazanmış ve tek yandan batıya açılmak istenirken, diğer yandan 15-16 Haziran’dan çok önce anayasa direnme başına iktidarda olduğunu görüyoruz. Ekonomide kontrolün devlette kalmasının istenmesini komiteleri kuruldu. Fabrikalarda, bölgelerde 1970 devalüasyonuna doğru bir hareket var ama aktarıyor Nabi Yağcı. Kendi ifadesi ile “kurulduğu kuruldu ve işçiler, DİSK’e yönelen tehlikeyi, iktisadi büyüme iktidar partisinin istediği gibi. andan itibaren Türkiye’de kapitalizminin getirdiği sendikal haklara yönelen bu tehlikeyi kahvelerde 1961 Anayasası’nın özgürlük ve örgütlenme sorunların içinde hep bir dikendi DİSK... ceberut konuşuyorlardı. Hatta o zamanlar bu fabrikalar sınırlarını genişlettiği bir ortamdayız: 1963’te devlet konsepti içerisinde halledilmesi, yok etrafında işçi mahalleleri vardı, buralarda Bülent Ecevit’in Çalışma Bakanlığı döneminde edilmesi gereken bir sendikal örgüt.” tartışılıyordu. Ve nihayet Ankara’da sonuçsuz çalışma-sendika yasalarındaki düzenlemeler kalan görüşmelerden sonra artık bıçağın kemiğe yapılıyor, 1967’de DİSK kuruluyor. 1968’de DİSK’in kurulmasının ardından Genelkurmay dayandığı görüldüğünde 14 Haziran temsilciler üniversite işgalleri var, 1969’da 6. Filo gösterileri Özel Harp Dairesi’nde DİSK hakkında bilgi toplantısına geldik… Basın-İş sendikası ile var. 1970’te Haziran ayına doğru sendikalara toplaması için yayınlanan bir genelgeden gelmiştim ben. Orada benim hatırladığım yönelik bir yasa tasarısı meclise geliyor: Türk-İş’i bahsediyor Yağcı: “Devlete bağlı unsurların” yaklaşık 30-40 kadar sendika temsilcisi güçlendirecek DİSK’i ortadan kaldırmaya çalışan sendikal hareket içinde görevlendirilerek bilgi konuştular ve hepsi de daha önce söylediğim bir yasa tasarısı. sızdırılması isteniliyor: bu hazırlık nedeniyle donanımlıydılar. Ve hepsi konuştuktan sonra Kemal Türkler bitiriş “DİSK kuruldu, genelge devrede, derin devlet konuşması yaptı. Bu müthiştir”. dediğimiz unsur devrede. Sonra DİSK’in mücadeleleri yükselince, bu sefer tehlikeyi Nabi Yağcı 15-16 Haziran direnişinin tam anlamı “Getirilen yasa tasarısının görüyorlar. Ve onun için de bu yasaların ile bir sınıf hareketi olduğunu, sadece DİSK’e temelinde bu gerçeklik yatıyor. değişmesini istiyorlar. Başlangıç noktası bu. bağlı sendikalara üye işçilerin değil, sendikasız Çünkü bu devletin kırmızı çizgisi. Sendikalar ya da Türk-İş’e bağlı sendikalara üye işçilerin 70’li yılların yükselen sosyal olmalı ama kontrol altında olmalı.” de katılımı ile büyüdüğünü aktardı. Yağcı bu muhalefet dinamiği.” katılımın temel sebebinin DİSK’in özellikle Nabi Yağcı’nın altını çizdiği bir diğer nokta DİSK de Maden-İş’in sendikal mücadelesi sonucu ve TİP ilişkisi: “DİSK’i kuran sendikacılardan beş elde edilen kazanımların tüm işçi sınıfı için tanesi 1961’de Türkiye İşçi Partisi’ni kurdular. vazgeçilmez olmasına bağladı. Dolayısıyla bu iki kanalın, bu iki sosyal ve siyasal 18 solfasol Ankara’nın Gayriresmi Gazetesi Ağustos 2020 Cımbız ile Kazı - 3 Kaldırım Heykelleri Ankara Cımbızcısı

1992 yılında kentin farklı 11 noktasına 8 sanatçı elinden çıkan toplamda 29 heykel yerleştirildi. Bu heykeller ve figürleri gündelik yaşamın içinde her an görülebilecek, "sıradan insanların"; senin, benim, onun hallerini direkt yansıtıyordu. O tarihe değin ülkenin herhangi bir yerinde böyle kaidesiz, birebir insan boyutunda, soyut ve kavramsallığa sıkıştırılmış çağdaş sanat formunun tamamen dışında kalan heykeller bütünü görülmemişti. Bu proje, Murat Karayalçın dönemi Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin kültürel canlanma programının önemli bir koluydu. Bugüne bu 29 heykelden yalnızca üç tanesi ulaşabildi. “Toplumların gündelik yaşantılarında sanatla sohbet gerçekleştirdiğimiz heykeltıraş Sercihan söylemem mümkündür sanırım. Yapılacak figür yüzleşmelerinin en önemli olanaklarından Alioğlu; heykelleri yerleştirirken mimariye de dikkat heykellerinde devletin üslubundan sıyrılmak biri de kent mekânlarındaki heykellerdir. Açık ettiklerini, kendisine ait figürlerin yapımında ve gerekliliği kararlaştırıldı. Kaide kullanmayarak mekânlardaki heykeller aynı zamanda hem yerleştirilmesinde toplumsal ve fiziksel çevrenin heykeli yere indirmek, dolayısıyla yeni iktidar bu mekânları paylaşanların ortak varlığı, hem anlamlarının yol gösterici olduğunu iletti. kaynakları üretmeyen, ölçülerinin algılanabilir de o kentin belleğinin simgelerini oluşturur; Sanatçıların işlerini yapmaya başlamadan önce insan boyutunda olması amaçladığımız bir tarihsel evrime tanıklık eder” diye başlar aldıkları ortak kararları sorduğumda Alioğlu’nun olguydu. Bu figürlerin yaşanan bir ânı donduruyor Karayalçın dönemindeki kültürel canlanma aktarımıysa şöyleydi: “Genel olarak devletin olması da tartışmaya açmak istediğimiz bir programı dâhilinde kenti donatan heykellerin resmî zevklerinden ve sanat politikalarının bir konuydu… Ya da benim için öyleydi. Soyut ya da ve sanatçılarının anlatıldığı “Çevre Sanat” kitabı. türlü oluşmamasından rahatsızlık duyduğumuzu kavramsal sanatın ‘daha çağdaşız, daha günceliz’

1989 yılından başlayarak 1993 sonuna kadar; İlhan Koman, Metin Yurdanur, Azade Köker, Jørgen Haugen Sørensen, Erdağ Aksal, Selim Turan, Meriç Hızal, Otto Herbert Hajek, Mehmet Aksoy gibi sanatçılar elinden 1 çevresel-heykel, 2 anıt, 11 heykel ve bu yazının konusu olan 29 adet kaldırım heykeli de kazandırılır başkente. Hatta şehrin çeşitli yerlerine serpiştirilmiş tiftik keçisi heykellerini de (‘Anki’ adı verilen bu heykeller o dönemin maskotu olur. Hatta Ankara’nın amblemi olması gerekliliği de tartışılır) bu serinin içinde sayabiliriz.

Ankara Büyükşehir Belediyesi sanat danışmanı ve aynı zamanda da heykeltıraş olan Eşber Karayalçın önderliğinde Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi heykel mezunu yedi sanatçıyla (Metin Haseki, Nilhan Saygon, Nazlıhan Kızıltan, Eren Kazım Akay, Burhan Özkan, Necmi Özgür ve Sercihan Alioğlu) sanatçıların kendi belirleyeceği noktalara yerleştirecekleri heykellerle “Kaldırım Figürleri” projesi hayat bulur. Heykeltıraşlar önce otobüsle, belediye araçlarıyla ve de bol bol yürüyerek şehri karış karış dolaşıp zihinlerindeki işleri nerelere yerleştirebileceklerine karar verirler. Bu konuda belediyenin kendi belirledikleri yerlere sanatçıları sabit kılmaması da önemli bir vizyon tabii. Bu yazı için ulaşabildiğim ve çok tatlı bir solfasol Ankara’nın Gayriresmi Gazetesi Ağustos 2020 19 baskısına rağmen, figür çalışmalarını tercih ‘komünistlerin burada işi olamayacağı’ oluyor. içine billur akıtır gibi baktığı müthiş bir fotoğrafını etmiştik. Sürüp giden fakat bir türlü değişmeyen “Beyefendi,” diyor Alioğlu; “Bu Lenin değil. Bu çekmişti. Umarız yerinden kaldıran ve evine olumsuz yaşam gerçekliğinin formunu heykelle benim babam. Babam da ülkesine dönerken tek bir götüren kişi kendisidir. Yapmasa daha iyiymiş göstermek, anlatmak olanaklıydı. Neyi amaçladığı bavulla döndü” diyerek tartışmayı sonlandırıyor. tabii ama 5 senedir olmayan ve yerine konması ve ne söylediği belli olmayan, ‘sulandırılmış için de hiçbir girişimde bulunulmayan bu heykel ironiden’ sıyrılmış olmak da önemliydi.” Figürü yere indiren ilk proje olarak hedeflenen kaybolduysa şehirde ona en iyi bakacak kişi de bu heykellere etkileşimler çok hızlı bir şekilde O’dur. Değilse diğer kaybolan şehrin heykelleri gibi Figürlerin basit ve sıradan insanlardan seçilerek sağlanacaktır. Öyle ki; zamanın gerektirdiği ya hurdacılara satılmıştır ya depoda çürüyordur ya sanata katılması kararlaştırılır. Alioğlu üç heykel figürler olarak düşünülen bu kaldırım heykellerine da yakacak olarak kullanılmıştır… yerleştirir şehre. Triptik olarak tasarladığı bu üç toplumun yaklaşımı fazlasıyla insani olur. Avucunu heykel birbiriyle bağıntılıdır. Ana karakter; garın açmış figüre sadaka verenler, serçe çekingenliğinde Her gün binlerce Ankaralının yanlarından gelip önünde, gurbetten yanındaki tek bavuluyla heykele yaklaşıp dokunarak tanıdıktan sonra geçtiği, yaşamlarının içinde sokaktaki herhangi dönmeyi tercih etmiş, hafif yorgun fakat dirençli, dondurmasını onlara uzatan çocuklar, ağızlarına bir biri gibi yer edinen, kendilerine özel mekânlar uzun yolculuklardan sonra trenle memleketine dal sigara iliştirenler, sarılanlar, fotoğraf çektirenler, yaratmayan, insanlara tepeden bakmayan, uzaktan ulaşmış yolcu heykeli. Yan karakterlerin ikisi, bu fark etmediği için heykele çarpıp heykel olduğunu fark edilmeyen, tek başlarına sanatsal kaygı adamın tüm direncini, yüzündeki yaşanmışlıkları anlayana kadar kavga eden sarhoşlar, uzuneşeğe taşımayan, bununla da Ankaralıya dostluk ve sanat özleyen, yüzü gara dönük eşi ve annesine eşlik edenler ve hatta âşık olanlar. Çoğu zarar arkadaşlığı armağan eden bu heykeller, bağırmadan endişeyle yaslanmış çocuğun Anafartalar görerek, kırılarak, yakılarak, kaldırılarak yok edilen Ankaralıyı çağdaş sanata yaklaştırıyordu. Günümüze Caddesindeki heykeli. Üçüncüsüyse, gurbetten bu heykellerin en son vukuatı 2015’in Ocak ayında ise yalnızca üç tanesi erişebilmiş durumda. Biri nasıl olur da tek bir bavulla dönebileceğine gerçekleşti. Yüksel Caddesi’nin ‘oturan teyzesi’ Bulvardan Güvenpark çiçekçilerine bağlanan inanmayan, kuşkulanmış ve şaşırmış halde yolcuyu ayın 12’sinde gece yarısı kayboldu. Kimi dedi köprünün ayağındaki ‘Çiçekçi Kız’ heykeli, diğeri gözlemek isteyen, okuduğu gazetesinin arkasına belediye kaldırdı kimi dedi çalındı vs. O tarihlerde Botanik Park’ın Cinnah Caddesi tarafındaki kamufle olmuş bir polis memuru. Alioğlu: Ana oturan kadın heykeline âşık bir meczup olduğunu düzlüğünde bulunan ‘Uzun Eşek Oynayan karakter yolcu heykelinin yerine yerleştirilme biliyorum. Konur’un Yüksel’in Karanfil’in ve de Çocuklar’ heykeli ve sonuncusuysa heykeltıraşların esnasında yaşadığı bir anıyı da ekledi; bir Mülkiyelilerin fotoğrafçısı Mehmet Özer, kışın aralarındaki sohbetlerde ‘emekli albay’ diye vatandaş bu heykelin oraya yerleştirilmesine itiraz üstüne battaniye örten, eline sıcak çay iliştiren, takıldıkları, yeri değiştirilmiş ve herkeslerce aşina ediyor. Gerekçesiyse heykeli Lenin’e benzetip onunla dertleşen bu arkadaşın, kadının gözlerinin olunan Yüksel Caddesi’nin ‘Ayakta Duran Adam’ı.

Solfasol TV tıpkı kardeşi Gazete Solfasol TV’nin yayınlarının ve ekipman gibi ihtiyacınızı ve / SOLFASOL Solfasol gibi Ankara yerelinden takipçileri ile etkileşimli, bir veya potansiyel katkınızı bizimle evrensele, çok sesli, demokratik, kısmının da açık katılımlı olmasını paylaşabilirsiniz. TV hak temelli haberciliği arzuluyoruz. Bu şekilde, gazete katılımcılıkla inşa etmek için, ile bir ölçüde yakaladığımız Solfasol TV’yi, Ankara gündemini YAYINDA! bağımsız, sivil ve özgür bir online katılımcılığı bir adım daha ileri merkezine alan, yüz yüze iletişim platformu olarak kuruldu. taşıyacağımıza inanıyoruz. konuşabileceğimiz, canlı, katılımcı bir ortam olarak sizlerle birlikte 9. yaşımızı doldurduğumuz bu Doğal olarak iki mecranın içeriği Sizleri program içeriği geliştirmeyi ve genişletmeyi ümit 1 Mayıs’ta, başladığımızdan beri ilk paralel ve birbirlerini tamamlayıcı oluşturulmasında fikirleriniz, ediyoruz. Gelin, yaşadığımız kente defa doğum günümüzde meydanlarda nitelikte. Basılı gazetenin aylık birikiminiz ve üretimlerinizle dair hayallerimizi paylaşalım ve olamıyoruz ama uzun zamandır temposunda gündemin gerisinde aktif yer almaya davet ediyoruz. bunları birlikte gerçekleştirelim. kalabilecek içeriğe Solfasol TV’de, Dilerseniz, Solfasol’ün teknik gözümüze kestirdiğimiz başka bir gazetedeki sayfa sayısı gibi ekibine katılarak kamera arkası meydana adım atıyoruz: Video haber fiziksel sınırlamalar olmaksızın yer süreçlere katkıda bulunabilir ve ve yorum ağırlıklı yayınlar yapacak verebiliyor olacağız. Video haber, diğer içerik sağlayıcıların olan internet televizyonu Solfasol yorum ve söyleşi ağırlıklı içeriğin üretimlerinin yayınlanmasına da TV artık yayında. yanı sıra, Gazete Solfasol’de yer yardımcı olabilirsiniz. alan haber ve makalelere de http://solfasol.tv siteden ulaşabileceksiniz. Bununla QR koduyla erişebileceğiniz form beraber TV’deki yayınların aylık aracılığıyla program önerilerinizi, derlemesini ve özetlerini de sürece ne şekilde dahil olmak gazetede bulabileceksiniz. istediğinizi ve teknik uzmanlık 20 solfasol Ankara’nın Gayriresmi Gazetesi Ağustos 2020 Korkut Boratav ile Ankara Üzerine Bir Söyleşi Zeynep Arıca

Z.A.: Öncelikle bize biraz çocukluğunuzdan ve ünlü ressamlarımızdandı; şu anda adlarını çocukluğunuzun Ankarasından söz edebilir hatırlamıyorum. İki öğretmenin (Matematikçi misiniz? Maşuk ve Edebiyatçı Rahmi’nin) arada bir K.B.: Ben ilkokul, lise ve üniversiteyi Ankara’da öğrencileri tokatladıkları bilinir. okudum. Dört yıllık ortaokulu ise Kayseri’deki Talas Amerikan Okulu’nda yatılı olarak Z.A.: Gençlik yıllarınızda sıklıkla vakit tamamladım. O dönemde de ara ve yaz geçirdiğiniz mekânlar nerelerdi? tatillerinde Ankara’ya dönerdim. Ailenin yaşlıları K.B.: Ankara’da Dörtyol, Anafartalar, Ulus, (dede, anneanne ve babaanneler) İzmir ve Sıhhiye ve Kızılay’da beş sinema vardı. Onlara, İstanbul’da yaşarlardı; yaz tatillerinde bu iki Devlet Tiyatrosu’nun iki sahnesine giderdik. kente, bazen de annem ve babamın kiraladığı Gençlik Parkı gençlerin rağbet ettiği çok keyifli yazlıklara giderdik. bir dinlenme, gezi mekânı idi. Atatürk Orman Çiftliği’ne (ve Hayvanat Bahçesi’ne) trenle Hamamönü, Sokak’ta kiralık üç gidilirdi. Lisenin son iki sınıfında “haytalık” da buçuk katlı bir apartmanda oturuyorduk. Bu yapardık. Okuldan kaçıp Hergele Meydanı’ndaki binanın çevresi eski Ankara’yı temsil ettiği için kahvelerde tavla, Ulus’a yakın Üç Nal’da bilardo sit alanı oldu. Bina kamulaştırılıp Hacettepe oynardık. Üniversite yıllarında klasik müzik Üniversitesi’ne devredilmiş. Hâlâ bizim konserlerini izlerdik. Örneğin David Oistrakh’ın yaşadığımız biçimiyle (önce şoför lojmanı, sonra Ankara’daki konserini kaçırmadım. Dil-Tarih’te öğrenci yurdu olarak) kullanılıyor. hafta sonları bir gün verilen Üniversite Konserleri (şef Hikmet Şimşek) çok popülerdi. Kışları sert, bugünküne göre fazla soğuk bir kentti. Kalorifer yoktu; taşkömürü sobalarıyla Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Z.A.: Ankaralı olmayan pek çok insan için Ankara ısınırdık. Görünüşü daha gösterişli (yağlı/ https://www.flickr.com/photos/dgpi/16925975825/in/ gri bir bürokrasi şehri olarak nitelendirilir. Peki album-72157650912939090/ parlak) olan linyit ucuzdu; ama makbul değildi, Ankara sizin için ne ifade ediyor? fazla duman çıkarır; çabuk yanardı, verimsizdi. K.B.: Ankara hayatımla bütünleşmiştir; Kışlık kömür (diyelim bir buçuk ton) kömür yaşadığım her semt, mahalle, benim için depolarından satın alınır; at arabasıyla eve özeldir. Özümsememek, bu anlamda sevmemek getirilir, kırdırılır; ev içinde ve (bulunabildiği mümkün değildir. kadar dışarısındaki) bir kömürlükte saklanırdı. “İlkokul (1940’lı) yıllarımın Z.A.: Ankara sizce yıllar içerisinde nasıl bir İlkokul (1940’lı) yıllarımın Ankarasını Ulus, Ankarasını Ulus, Yenişehir değişim gösterdi? Daha farklı ve belki de daha iyi Yenişehir (Sıhhiye-Kızılay-Bakanlıklar), Cebeci, bir şehirleşme nasıl gerçekleştirilebilirdi sizce? Hamamönü, Hacettepe, Samanpazarı ve (Kale’yi (Sıhhiye-Kızılay-Bakanlıklar), K.B.: Sonraları, Ankara’ya iki semt eklendi: de içeren) Altındağ’dan ibaret derli toplu bir kent Cebeci, Hamamönü, Yenimahalle ve Bahçelievler… Orta halli olarak hatırlarım. Her yere yürüyerek giderdik; Hacettepe, Samanpazarı ve memur semtleri oldu. Kızılay, Çankaya (Köşk) ile ama şehir içi otobüs işletmesi de vardı. Etlik, birleşti; Kavaklıdere seçkin, kent burjuvazisinin Keçiören, Dikmen yarı kırsal semtlerdi; kent (Kale’yi de içeren) Altındağ’dan itibar ettiği seçkin bir semt oldu. Yine de bu içinde sayılmazdı. ibaret derli toplu bir kent sınıfsal ayrışma, Yenişehir’in diğer uzantıları olarak hatırlarım.” olan Küçükesat, Ayrancı, Dikmen uzantılarını Z.A.: Ankara’da 1950’li yıllarda öğrenci olmak kapsamaz; bunlar da Yenimahalle-Bahçelievler’in nasıldı? Şimdi gözlemlediğiniz öğrenci hayatı sosyolojik özelliklerini taşır. hangi yönleriyle size farklı geliyor? K.B.: İlkokulu evimizin olduğu Erzurum Sokak’ın Bir kentleşme politikası olarak değerlendirsem hemen çıkışında (karşıda) yer alan (o zamanki hata yaparım. Elbette kentsel rantlar, anarşik adıyla) İnönü İlkokulu’nda, liseyi İtfaiye (o Okul çıkışları Kız Lisesi’ne yürür; yaşıtımız kızlarla ve ölçüsüz bir gelişme biçimini beslemiştir. zamanki adıyla Hergele) Meydanı’ndaki Gazi (genellikle başarısız) arkadaşlıklar kurmaya Buna rağmen derli-toplu bir kenttir. Sosyolojik Lisesi’nde okudum. Liseye evden galiba 15 çalışırdık. Bu kızlarla birlikte olma fırsatı sadece farklılaşması çok katı olmayan memurlar, nitelikli dakikada giderdim. Ankara’da (o zaman “kolej” 19 Mayıs gösterilerinin provalarında çıkardı. Bu beyaz yakalılar, profesyonel (hekim, avukat olarak bilinen TED hariç) üç lise vardı: İki erkek provalar bu nedenle önem taşırdı. vb.) meslek sahipleri, benzer, birbirinden çok (Gazi, Atatürk) ve kız (Ankara Kız) liseleri… O uzak olmayan semtlerde toplanmıştır. Randevu yıllarda liselerde, İstanbul-Ankara’da kız-erkek Galiba 40 civarında öğrencili sınıflarda saatlerine (on beş dakikayı aşmayan gecikmeler ayrı; taşrada karma lise uygulaması vardı. okurduk. Çarşamba ve Cumartesi yarım içinde) uymak mümkündür. İstanbul’un tam gün; diğerlerinde tam gün. Öğle yemeğini aksine, akrabalar, eski arkadaşlar birbirleriyle Gazi ve Atatürk liseleri arasında sıkı, bazen (tuhaftır ki) hatırlamıyorum. Lise öğretmenleri sık görüşebilirler. Bu yüzden “yaşanabilir” bir sert rekabet vardı. Özellikle futbol takımları içinde (o tarihler itibarıyla) ünlü kişiler vardı. kenttir. Kıymetini bilelim. Ama dış dünyadan arasında… Atatürk Lisesi, bize göre (Yenişehir’e Edebiyat öğretmenlerimiz arasında Cahit bir dostunuz gelse, Hitit Müzesi vesilesi ile eski yakın olduğu için) daha seçkin aile çocuklarının Külebi, Enver Behnan Şapolyo, Yunus Kazım Ankara/Kale (ve “Oltu Kebap”), belki Anıtkabir gittiği bir okuldu; bu özellik rekabete de yansırdı. Köni gibi… Resim öğretmenlerimizden ikisi dışında göstereceğiniz bir özgünlük taşımaz. solfasol Ankara’nın Gayriresmi Gazetesi Ağustos 2020 21 Asker anılarının biriktiği Ankara kışlaları Nizam-ı Cedid Kışlası ve Sarıkışla Yavuz İşçen

‘Ahmet Onbaşı’ kalabalığın arasında ön sıralarda kendine yer açmaya çalışıyor ve Yunan esirlerin geçişini kaçırmak istemiyordu. Meclisin önünden geçerken esirlerin başlarındaki şapkaları çıkartarak meclisi selamlamaları ve “Zito Mustafa Kemal” (Yaşa Mustafa Kemal) diye bağırtılmaları pek hoşuna gitmişti. İçinin, aynı gençliğinde olduğu gibi kabına sığmayan bir heyecanla dolduğunu hissediyor, kalbi hızlı hızlı atıyordu. Esirlerin Sarıkışla’ya hapsedilecek olmaları anılarını canlandırmıştı. Yaşı 70’i geçmekle birlikte askerliğini yaptığı Sarıkışla’yı çok iyi hatırlıyordu. Savaş yıllarından beri hastane olarak kullanılan kışlaya bu kadar esiri nasıl sığdıracaklarını merak ediyor, esirlerin şehirde tifüs vakalarını artıracağından endişeleniyordu.

Ankara’ya getirilen Yunan esirleri (1922) Nizam-ı Cedid Kışlası planı (1804)

1922 yılının sonbahar aylarıydı. Dumlupınar Ankara’nın ilk kışlaları Savaşı sonrası Yunan orduları etkisiz hale Osmanlı Dönemi’nde Ankara’da yapıldığı bilinen getirilmiş, komutanları Genaral Trikopis de ilk kışla, 1804 tarihinde yapılan Nizam-ı Cedid dahil olmak üzere çok sayıda Yunan askeri esir Kışlası’dır. Hakkında fazla bilgi olmadığından alınmıştı. Eskişehir üzerinden trenle Ankara’ya genellikle Sarıkışla ile karıştırılır. Sarıkışla daha getirilen ilk esir kafilesi, İstasyon Caddesi’ni sonra, 1837’de inşa edildi. Sarı badanalı olduğu takiben Taşhan’ın önüne doğru süngülü askerler için halk arasında ‘Sarıkışla’ diye anılmaya arasından yürütülüyordu. Hapsedilmek üzere başlaması ise çok sonradır. Osmanlı belgelerinde Sarıkışla’ya doğru götürülen esirlerin sayısı adı, ‘Redif-i Asakir-i Mansure Kışlası’ olarak “Ankara’da ilk askeri binden fazlaydı. Hepsi perişan vaziyetteydi. geçmektedir. Dikkat edilirse her iki kışlanın da kışlaların 17. yüzyıl başlarında Bazıları da yaralıydı. Büyük Millet Meclisi önünde Ankara’da yapılma dönemi 1800’lü yılların ilk yapılmış olması, Osmanlı ve Taşhan Meydanı’nda büyük bir kalabalık, yarısına denk gelmektedir. Peki, Ankara’da daha ellerinde Türk bayrakları ile esirlerin geçişini önce askeri bir kışla yok muydu? Bir kışla gibi Ordusu’nun bu dönemde seyretmek üzere birikmişti. Yuhalayanlar, limon kullanılan Ankara Kalesi’ni saymazsak bu soruyu yeniden düzenlenmesi kabuğu, çürük yumurta ve yer yer taş atanlar ‘yoktu’ diye yanıtlayabiliriz. ve yapılandırılmasıyla da oluyordu. Halk özellikle Trikopis’i görmek bağlantılıdır.” istiyordu. Ancak herhangi bir taşkınlığa neden Ankara’da ilk askeri kışlaların 17. yüzyıl başlarında olmamak amacıyla Trikopis ve bazı Yunan yapılmış olması, Osmanlı Ordusu’nun bu dönemde subaylar arka yollardan araba ile Etlik yolundaki yeniden düzenlenmesi ve yapılandırılmasıyla Sarıkışla’ya götürülmüştü. Esirler Sarıkışla’da bağlantılıdır. Askeri kışlalar, bilindiği gibi silah bir süre kaldılar. Daha sonra Kayseri’ye Üsera ve savaş malzemelerinin depolandığı, muhafaza Garnizonu’na sevk edildiler. edildiği, askerlerin kaldığı ve talimlerini yaptıkları mekanlardır. Osmanlı Devleti’nde asker temini, kuruluştan itibaren taşradan tımar sistemi ile 22 solfasol Ankara’nın Gayriresmi Gazetesi Ağustos 2020

Önde Sarıkışla arkada Vank Manastırı Sarıkışla (Uğur Kavas, Yıldız Albümleri’nde Ankara Fotoğrafları, BYEGM Yayınları) sağlandı. Bunun için taşrada kışla tipi yapılara Ankara’nın Yabanabad (Kızılcahamam) ve Nizam-ı Cedid Kışlası’nın yeri gerek duyulmamıştı. Tımar sisteminin bozulmaya Şorba (Güvem ve Pazar çevresi) kazaları ile Osmanlı belgelerinde yeni kışlanın “Ankara’ya başlamasıyla birlikte, asker temininde de sorunlar Bolu Sancağı’nın Gerede kazasından kesilerek yarım saat mesafedeki Akköprü mevkiinde Şeyh yaşanmaya başladı. Düzenli orduya geçiş bu Ankara’ya nakledildi. Yağmur Ovası’nda, Emiroğlu tarlasında inşa dönemde bir çözüm olarak gündeme geldi. edildiği” belirtilmektedir. Belgelerde belirtilen Düzenli ordunun ilk ihtiyacı ise kışlaydı. alanın günümüzdeki yerini şöyle tarif edebiliriz. Nizam-ı Cedid Kışlası çok kısa Macun Mahallesi’nde, Gimat Toptancılar ömürlü oldu Sitesi’nin bulunduğu alanda, eskiden ‘Macun Nizam-ı Cedid Kışlası’nın inşa Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Mısır Eyaleti’ni Çiftliği’ denilen bir çiftlik vardı. Macun Deresi’nin edilmesi ayrı bir devlet haline getirmek üzere isyan kenarında yer alan Macun Çiftliği’nin güneyinde Düzenli ordu konusunda ilk hamle, III. Selim’in ettiğinde, ordusu ile birlikte 1833 yılında Ankara’ya bulunan düzlük alan ‘Şeyh Yağmur Ovası’ adıyla iktidarı döneminde (1789-1807) yapıldı. kadar geldi. Ankara’da yaklaşık 6 ay konakladı. Bu anılıyordu. Meraları, kaynak suları ve çeşmelerinin ‘Nizam-ı Cedid Ordusu’ adı verilen yeni bir sürede askerleri, Ankara’nın dış surlarının (3. Sur) fazlalığıyla bilinen bu alanda ‘Yağmurbaba Çiftliği’ ordu oluşturuldu (1793). Yeni ordunun Avrupa onarımını yaptı. Mehmet Ali Paşa’nın, İbrahim adıyla bilinen bir de çiftlik vardı. Nizam-ı Cedit usulünde yetiştirilecek talimli askerlerden Paşa komutasındaki ordusunda kaç kişi olduğu Kışlası, 1804 yılında bu çiftliğin yakınlarına inşa meydana gelmesi düşünülüyordu. Bu amaçla belli olmamakla birlikte, ordusu için Ankara’da edildi. Günümüzde koordinatlarını tam olarak İstanbul’da Levent Çiftliği ve Üsküdar Ocağı adlı konaklayacak bir kışla bulamadığı bilinmektedir. belirleyemesek de kışlanın bulunduğu yerin, kışlalar inşa edildi. Bu dönemde Ankara sancağı Çiftlik Kavşağı’nda yer alan Yumurtatepe’nin da Nizam-ı Cedit kapsamına alındı. 1801 yılında Aynı dönemde Ankara’da bulunan Fransız doğusunda SSK Bloklarının bulunduğu alanda ya Ankara’dan Levent Çifliği’ne katılmak üzere arkeolog ve gezgin Charles Texier, yaşananları da bu alanın yakınında olduğunu söyleyebiliriz. 300 asker istendi. Daha sonra Ankara’nın ‘bir şöyle naklediyor: “Bu birlikleri yerleştirecek ortaya’ (12 bölüğe) kafi asker tertip edebileceği kışla olmadığından, memleketin valisi bunları Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ) arazisi satın düşünülerek 1803 yılında Ankara’da bir kışla halkın evlerine dağıtmak zorunda kalmıştı. alındıktan sonra AOÇ arazisine komşu olan bazı oluşturulması kararlaştırıldı. Ankara kışlası, Halbuki Hıristiyanlar, bu Müslüman askerleri tarlalar da satın alındı. AOÇ arazisi bu şekilde kısa Nizam-ı Cedid’e ve Üsküdar Ocağı’na bağlı evlerine almak istemediklerinden, buna karşılık sürede genişletildi. Macun Çiftliği ve Yağmurbaba olacaktı. Bu amaçla Ankara’ya El Seyyid Mehmet para vermeyi önermişler ve vali de bunu kabul Çiftliği arazileri de bu genişletme çalışmaları Mesud adlı bir mütesellim atandı. Ankara ederek paraya makbuz vermişti.” Bu bilgilerden sırasında 1925 ve 1937 yılları arasında satın Mütesellimi Mehmet Mesud’u bekleyen ilk görev, 1833 yılında Ankara’da bir kışla olmadığı sonucu alınarak AOÇ arazisine dahil edildi. ‘Çiftlik Ağılı’ adı Nizam-ı Cedid askeri için yeni bir kışla yapmaktı. çıkmaktadır. Oysa bu tarihten önce Ankara’da verilen AOÇ’nin fenni ağıllarından biri, söz konusu 1804 yılında yapılan Nizam-ı Cedid Kışlası’nın var araziler satın alındıktan sonra Yumurtatepe’nin Nizam-ı Cedid Kışlası’nın yapımına, 13 Temmuz olduğunu biliyoruz. Peki, ne olmuştu da bu kışla batı tarafına yapıldı. Bu arazilerin 1957 1803 tarihinde satın alınan 40 dönüm tarla kullanılamamıştı? yılından sonra satılarak AOÇ arazileri arasından üzerinde başlandı. Kışlanın yapımı 14 Ekim çıkarıldığını biliyoruz. 1804 tarihinde tamamlandı. Açılışı ise 20 Aralık III. Selim’in tahtan indirilmesi (1807) sonrasında, 1804’te yapıldı. Kışla, dikdörtgen biçimli avluyu Nizam-ı Cedid Ordusu kaldırıldı ve kışlaları da çevreleyen yapılardan oluşuyordu. Kışlanın yapımı tasfiye edildi. Tasfiye edilen kışlalar arasında Ankara’da Redif Taburu’nun ile ilgili olarak Osmanlı Arşivleri’nde bulunan Ankara’daki Nizam-ı Cedid Kışlası da bulunuyordu. kurulması ve Sarıkışla’nın inşası bir belgede, kışlanın planı ve kışla için yapılan Bunu Ankara’ya gönderilen bir emirden anlıyoruz. III. Selim ile birlikte düzenli orduya geçiş çabaları, harcamalar döküm halinde verilmiştir. Belgeden, Ankara’ya gönderilen emirde, Ankara kışlasında Osmanlı’da sancılı bir süreç şeklinde seyretti. kışla için yapılan toplam harcamanın 30.859 kuruş bulunan tahta, kereste gibi malzemelerin Zaytung tabiri ile söylersek ‘orduda sular olduğu anlaşılmaktadır. sökülmesi, bakır eşya ile elbiselerin de satılarak durulmuyordu’. Nizam-ı Cedid kaldırıldı, Sekban-ı bedellerinin harp masraflarında kullanılmak üzere Cedid denendi. Sonunda Yeniçerilik kaldırıldı Mehmet Mesud, kışlayı inşa etmekle işe İstanbul’a gönderilmesi isteniyordu. Kışlanın iptal ve yerine ‘Asakir-i Mansure-yi Muhammediye’ başlamıştı ama asıl görevi asker toplamaktı. edilmesine bağlı olarak kışlada bulunan 3 adet adı verilen yeni bir ordu kuruldu (1826). Yeni Kendisinden genç, harbe kadir 600 nefer tertip topun da Ankara Kalesi’ne nakledilmesine karar ordu ile birlikte, Ankara da dahil olmak üzere edip hepsini bahara kadar (1805 baharı) İstanbul verilmişti. 1833 yılında Mehmet Ali Paşa Ankara’ya sancak idareleri yeniden düzenlendi. Ancak Üsküdar Ocağı’na göndermesi bekleniyordu. geldiğinde işte bu nedenle ordusuna kalacak asker sayısı yeterli düzeye bir türlü ulaştırılamadı. Kışlanın yapımı sonrası Ankara’nın 6 bölük olan kışla bulamadı. Konunun detaylarını tarihçilere Bunun üzerine ‘Redif Teşkilatı’ adı verilen yeni bir asker sayısı, 12 bölüğe (Bir orta) yükseltildi. bırakarak kışlanın Ankara’nın neresinde olduğunu yapılanmaya gidildi. Bu teşkilat kapsamında her Kışlanın yapımı sırasında gerekli olan keresteler, bulmaya çalışalım. sancağın bir redif taburu oluşturmasına karar solfasol Ankara’nın Gayriresmi Gazetesi Ağustos 2020 23 verildi. Bu karara bağlı olarak 1834 yılında Ankara Sarıkışla neredeydi ve ne zamana Vank Manastırı’ndan Hayvan Sancağı’na gönderilen bir fermanla, 1400 kişilik kadar varlığını sürdürdü? Hastanesi’ne Sarıkışla’nın Redif-i Asakir-i Mansure taburu oluşturulması Ahmet Onbaşı’nın askerlik anılarına mekânlık çevresindeki yapılar emredildi. yapan Sarıkışla, Milli Mücadele yıllarında ve Yunus Nadi hatıralarında İstanbul’un İngilizlerce Cumhuriyet sonrasında da bir süre kullanılmaya işgali sonrası 1 Nisan 1920 günü Ankara’ya girişini Redif askerleri yalnızca sefer durumunda devam etti. Alptekin Müderrisoğlu Sarıkışla’nın anlatırken, “Tren dolandıkça sol taraftan binalar kullanılabilecek yedek bir güç olarak planlandı. 1950’li yıllarda yıkıldığını belirtmektedir. Bu seçiliyordu. Şu tepelerdeki Ziraat Mektebi idi. Paşa Bunlar muvazzaf askerlerin tabi oldukları kurallara bilgi doğru olmamakla birlikte birçok kaynakta orada oturuyordu. Şu altındaki ovadaki, Sarıkışla tabi kılınmadı. Redif askerlerine ayda 5 kuruş fazla araştırılmadan kullanılmıştır. Şerafettin idi. Nihayet Ankara’nın ufukta dantellenen aylık bağlandı. Redif zabitleri daima askeri kıyafet Turan, Sarıkışla’nın 1960’lı yıllara kadar geldiğini şekli teressüm etti” derken Sarıkışla’nın ovadaki giymeye mecburdu. Redif askerleri ise savaş harici söylemektedir. Ankara haritalarını incelediğimizde yalnızlığını da dile getiriyordu. zamanlarda normalde sivil kıyafetler giyiyorlar, 1960 yılına kadar olan haritalarda kışla binasının isterlerse askeri kıyafetle de gezebiliyorlardı. gösterildiği, 1967 yılı haritasında ise kışlanın Sarıkışla yapıldığı dönemlerde, Ankara şehir Ancak bu durumda kıyafetlerini kendileri temin yerinin boş olduğu ve buraya birbirine dik açı merkezine yaklaşık yarım saat kadar uzaklıkta tek etmek durumundalardı. İlerleyen yıllarda 5 oluşturacak iki bina halinde ‘Altındağ Adliyesi’ başına bir yapı topluluğuydu. Etrafında boş büyük yıl muvazzaflıktan sonra redife çıkma kuralı yapıldığı görülmektedir. araziler yer alıyordu. Güneybatısında Kazıkiçi benimsendi. Orduda redif teşkilatı 1912 yılında bostanları denilen bağlık bahçelik bir alan vardı. kadar sürdürüldü. Dönem gazetelerinde yaptığımız sınırlı bir Kuzeyinden geçen Çubuk Çayı’nın karşı kıyısında araştırmayla Sarıkışla’nın 1963 yılında kullanıldığı ise yine tek bir yapı topluluğu olarak Vank Ankara redif taburları oluşturulduğunda topçu anlaşılmıştır. Bu bilgilerden Sarıkışla’nın 1963 ile Manastırı bulunuyordu. Gregoryen Ermenilere ait bölükleri kendilerine tahsis edilen çiftliklerde, 1967 yılları arasında (60’lı yılların ortalarında) olduğu bilinen manastır erkeklere ayrılmıştı. süvari birlikleri ise kiralanan Ankara Hanları’nda yıkılmış olduğu söylenebilir. Sarıkışla yıkıldıktan ikamet etti. Bu durumun böyle devam sonra yeri uzun süre boş olarak kaldı. 1976 5 Teşrin-i Sani 1339 (5 Kasım 1923) tarihli Ankara etmeyeceği belli olduğundan, İstanbul’un yanı Ankara haritasında bölgede sadece Altındağ Vilayet Meclisi’nin aldığı bir kararda, şehir içindeki sıra birçok sancakta kışla ve çeşitli askeri yapılar Adliyesi, Altındağ Kaymakamlığı ve lise mezarlıkların şehrin sıhhati için şehir dışında (Baruthane, cephanelik, askeri hastane vb.) inşa binasının var olduğu görülmektedir. Sarıkışla’nın uygun yerlere taşınması gerekliliği üzerinde edilmeye başlandı. günümüzdeki yeri, Etlik Caddesi üzerinde duruluyordu. Bu kapsamda şehir içindeki bazı Altındağ Kaymakamlığı ve Altındağ İlçe Emniyet Gayrimüslim mezarlıkların (belgede, Ermeni Ankara’da Sarıkışla’nın yapımı bu döneme denk Müdürlüğü binalarının bulunduğu alan ile bu Katolik, Rum ve Yahudi şeklinde bahsediliyor) gelmektedir. Osmanlı arşivlerinde bulunan 6 binaların kuzey bitişiğindeki Ankara Anadolu Sarıkışla yakınındaki Gayrimüslim mezarlıklarıyla Nisan 1837 tarihli bir belgede, Ankara’da ‘Redif-i Lisesi’nin kapladığı alana denk gelmektedir. birleştirilebileceği belirtiliyordu. Bu belgeden, Asakir-i Mansure’ için bir taburluk bir kışla Sarıkışla yakınında bulunan bir alanda yapımına padişah (II. Mahmut) tarafından izin Cumhuriyet öncesi Gayrimüslim Mezarlığı olduğu verildiğine dair bir belge yer almaktadır. ‘Redif-i anlaşılmaktadır. Asakir-i Mansure Kışlası’ adıyla belgelerde adı geçen bu kışla, Sarıkışla’dır. Enver Behnan Şapolyo, Çankırıkapı tarafından bahsederken, “Geceleri Ankaralı aşıklar burada saz çalarlardı. Şimdi burası Dışkapı semti ve Redif-i Asakir-i Mansure Kışlası Yıldırım Beyazıt Meydanı’dır. Burada o devirlerde (Sarıkışla) genelevler vardı. Bu semtin Sarıkışla’ya doğru olan Bir tabur askerin konaklamasına uygun olarak kısımları hep bostandı” demektedir. inşa edilen kışla, ilk yapıldığında kare biçimli “Sarıkışla yapıldığı bir avlunun dört tarafını çevreleyen binalardan dönemlerde, Ankara şehir Sarıkışla’nın çevresindeki boş meydanlar, ibaretti. Ankara şehrinin bilinen ilk şehir planı olan merkezine yaklaşık yarım bir dönem Ankara’da futbol sahası olarak da Prusyalı Binbaşı Von Vincke’nin 1839 yılında çizmiş kullanıldı. Seyyah Kandemir’in verdiği bilgilere olduğu Ankara haritasında, kışla binası tek bir saat kadar uzaklıkta tek göre, Meşrutiyet’in ilanı sonrasında Ankara yapı olarak gösterilmiş ve üzerine Almanca kışla başına bir yapı topluluğuydu. Sultanisi’nde (Taş Mektep) muallim Münif Kemal anlamına gelen ‘Kaserne’ yazılmıştır. Etrafında boş büyük araziler Bey’in kurduğu takım, Ziraat Mektebi ve Muallim yer alıyordu. Güneybatısında Mektebi’nde kurulan futbol takımları ile ara sıra Hicri 1288 (Miladi, 1871) tarihli Ankara maçlar düzenliyordu. Bu maçların yapıldığı saha, Salnamesi’nde ise, “Ankara’nın şimal cihetinde Kazıkiçi bostanları denilen Sarıkışla’nın önündeki düzlük alandı. ve şehrin tahminen 20 dakika bu’dunda iki tabur bağlık bahçelik bir alan vardı. piyade ve bir alay süvari asakir-i nizamiye-i Kuzeyinden geçen Çubuk Sarıkışla’nın batısında (Etlik Caddesi’nin karşı şahaneye kafi ve birbirine mülasık iki bab kışla- tarafında) bir dönem ‘Askeri Hayvan Hastanesi’ yı hümayun ve ikisinin arasında bir bab hamam Çayı’nın karşı kıyısında ise faaliyet gösterdi. Milli Mücadele Dönemi’nde mevcuttur.” denilmektedir. Bu bilgilerden yine tek bir yapı topluluğu seyyar olarak çalışan hayvan hastanelerinin anladığımıza göre Sarıkışla’nın yapımına olarak Vank Manastırı savaş sonrası sabit hale getirilmesiyle ‘Sabit 1837 yılında başlanmış ve 2 yıl içinde ilk bina bulunuyordu.” Memleket Hayvan Hastaneleri’ adıyla ilk hayvan bitirilmiştir. Sonrasında 1871 yılına gelmeden hastaneleri açıldı. Bu hastane kapsamında Naki ikinci bina, ahırlar ve hamam gibi ek yapılarla Cevat (Akkerman) tarafından kurulan ‘teşhis ve kışla büyütülerek 2 tabur piyade 1 alay süvari muayene laboratuvarı’ 1922 yılına kadar Ulus’ta askerini barındırabilecek kapasiteye ulaştırılmıştır. Taşhan’ın bir odasında faaliyet gösterdi. Daha Alptekin Müderrisoğlu kışlayı anlatırken, “Sarı sonra Etlik Caddesi üzerinde Sarıkışla’nın karşı renk boyalı olduğundan Sarıkışla şeklinde tarafına yaptırılan binaya taşındı ve 1944 yılına adlandırılan yapı, Ankara’da büyük bir askeri kadar burada faaliyet gösterdi. Görevleri ve birliğin konakladığı mekandı. Düz bir ovada yer çalışma alanları genişletilince Dışkapı tarafına alan kışlada, piyade ve süvari birliklerine ait eğitim nakledildi. Ancak eski binası bir süre daha alanları ve koğuşlar bulunuyordu” demektedir. varlığını sürdürdü. 24 solfasol Ankara’nın Gayriresmi Gazetesi Ağustos 2020

Gazetelerden seçilmiş bazı Sarıkışla haberleri Gazete haberlerinden derlediğimiz bilgilere göre; 27 Mayıs 1960 yılında Yassıada duruşmaları sırasında yargılanmak üzere Ankara’ya getirilen 3 emekli general ve bazı subaylar, Sarıkışla’da nezaret altında tutulduktan sonra serbest bırakıldı (9 Kasım 1960 Milliyet Gazetesi). DDY eski Genel Müdürü Safa Yalçuk ile armatör Ali İpar da Sarıkışla’da nezaret altına alındılar (17 Temmuz 1960 Milliyet Gazetesi). 1962 yılında 189. Alay Sarıkışla’da talimde darbe girişiminde bulunan Talat Aydemir olayını bastırmak için Çubuk’tan gelen 230. Piyade Milli Mücadele Dönemi’nde Alayı’nın Sarıkışla’da konakladıktan sonra tekrar Sarıkışla Çubuk’a geri döndüğü biliniyor (2 Mart 1962 Milli Mücadele döneminde Ali Fuat Cebesoy Milliyet Gazetesi). 21 Mayıs 1960 günü Kızılay’da komutasındaki 20. Kolordu’ya bağlı 24. Tümen, sessiz gösteri yapan Harp Okulu öğrencilerinin 1919 yılının Nisan ayında Ankara’ya geldiğinde, Sarıkışla planı (1837) hareketlerinin bastırılması sırasında şiddete Ali Fuat Paşa, birliğinin bir kısmını Etlik sırtlarında başvurduğu düşünülen bazı yetkililer de yine kurulan çadırlara yerleştirmiş bir kısmını da Sarıkışla’da tutuklu bekletildiler (4 Temmuz 1962, Sarıkışla’da konaklatmıştı. Cebesoy’un 3500 kişilik Milliyet Gazetesi). ordusunun tamamını Sarıkışla’da konaklatmaması, şehirdeki yabancı askerlere karşı birliğini sayıca fazla göstermek amacını taşıyordu.

Enver Behnan Şapolyo, 1920 yılının ilk aylarında işgal askerlerinin henüz Ankara’da bulunduğu Yararlanılan Kaynaklar bir dönemde, Sarıkışla’da konaklayan 20. Kolordu askerlerinin şehirde yaptıkları bir gösteriyi anlatıyor. Hermann Jansen planında Sarıkışla (1932) - 1839 Binbaşı von Vincke Haritası “Bu zamanlar Sarıkışla’da 189. Alay bulunmakta - 1944 Ankara Haritası, Harita Genel Müdürlüğü Yayını, 1944 idi. Bir gün bu alay şehirde bir nümayiş hazırladı. II. Dünya Savaşı, Kore Savaşı ve bir - 1960 Ankara Haritası, Harita Genel Müdürlüğü Yayını, 1960 Sabahleyin erkenden ve kimsenin haberi olmadan askerlik anısında Sarıkışla - 1967 Ankara Haritası, Harita Genel Müdürlüğü Yayını, 1967 muntazam surette bir alay, topları ve süvarileriyle Cumhuriyet yıllarında Sarıkışla askeri kışla olarak - 1976 Ankara Haritası, Harita Genel Müdürlüğü Yayını, 1976 Sarıkışla’dan hareket ederek, Çankırıkapı’dan şehre kullanılmaya devam etti. 1934 yılında İstanbul’da - Altekin Müderrisoğlu, Kurtuluş Savaşında Ankara, Ankara geldi; sokaklardan geçerek Cebeci’de Topraklık açılan Deniz Müzesi, II. Dünya Savaşı başladığında Büyükşehir Belediyesi Yayını, 1993 mevkiinde askeri bir manevra yaptı. Akşam üzeri (1939) güvenlik nedeniyle Anadolu’ya taşındı. - Ankara’nın Türk İslam Dönemi, Panel, TMMOB Mimarlar Odası muntazam bir biçimde kışlalarına döndüler. İşgal Müzeye ait eşyaların depolandığı yerlerden biri de Ankara Şubesi, 2006 ordusu, bu askerlerin nereden çıktığına şaştı ve Sarıkışlaydı. Sarıkışla’da depolanan eserler arasında - Atatürk Çiftlikleri, Devlet Ziraat İşletmeleri Kurumu Neşriyatı, 1939 içlerine bir korku girdi.” son derece değerli tarihi sancaklarla altın ve - Bekir Koç, Osmanlı Kent Yıllıklarında Ankara, Ankara Sanayi Odası gümüş eşyaların bulunduğu bilinmektedir. Savaş Yayını, 2014 Osmanlı Dönemi’nde Sarıkışla’nın içinde askeri sonrası bu eserler tekrar İstanbul’a gönderildi. - Charles Texier, Küçük Asya, Çeviren Ali Suat, Cilt I, E. D. H. Vakfı bir cezaevi olduğunu çeşitli metinlerden Yayını, 2002 anlıyoruz. Nitekim Ocak 1919’da yeniden kurulan 1950 yılında Kore’ye gönderilecek askerler - Deniz Karaman, 18. Yüzyıl’dan Tanzimat’a Ankara, Cedid Neşriyatı, Hürriyet ve İtilaf Fırkası üyeleri, Kuva-yi Milliye Ankara’da Etimesgut Garnizonunda toplandı. Asıl 2013 aleyhine çalıştıkları iddiası ile tutuklandıklarında görev yeri Ayaş olan 241. Piyade Alayı geçici olarak - Diyanet İslam Ansiklopedisi, 23. Cilt Sarıkışla’ya kapatıldılar. Sarıkışla’ya yerleştirildi. 8 Ağustos 1950 tarihinde - E. B. Şapolyo, Kemal Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi, Rafet Zaimler Sarıkışla’da toplanan birliğin 31 subay, 10 astsubay Yayınevi, 1958 Sarıkışla, 1921-1922 yılında çok sayıda yaralının ve 1929 doğumlu erlerden oluşan 494 mevcudu - E. B. Şapolyo, Mustafa Kemal Paşa ve Milli Mücadele’nin İç Alemi, Ankara’ya getirilmesi sonrasında bir süre hastane bulunduğu bilinmektedir. Türk Tugayı kısa bir İnkilap ve Aka. 1967 olarak kullanıldı. Bu dönemde 14 doktorun eğitimden sonra 19 Eylül 1950 tarihinden itibaren - Ferruh Dinçer, Türkiye’de askeri veteriner hekimlik tarihi üzerine görev yaptığı Sarıkışla’da 1200 yatak kapasitesi kafileler halinde trenlerle İskenderun’a hareket araştırmalar II. Bölüm, 1980 bulunuyordu. Savaş sonrası Türk ve Yunan tarafları etti. Buradan da Kore’ye sevk edildi. - Mehmed Kemal, Acılı Kuşak, Çağdaş Yayınları, Aralık 1977 arasında esirler konusu bir sorun haline gelince - Mesut Çapa, Anadolu'daki Yunan savaş esirlerini ziyaret eden Kızılhaç bir heyet oluşturarak her iki ülkedeki Sarıkışla’da askerliğini yapan sadece Ahmet Kızılhaç Heyeti, 1989 esirlerin durumunu incelemekle görevlendirdi. Onbaşı değildi. Edebiyatımızın önemli - Milliyet Gazetesi, 17 Temmuz 1960 Doktor A. W. Roerich bu heyetle birlikte 30 Ocak simalarından Nurullah Ataç da (1898-1957) - Milliyet Gazetesi, 2 Mart 1962 1922 tarihinde Ankara’da Sarıkışla’ya gelerek askerliğini Sarıkışla’da yaptı. Mehmet Kemal şöyle - Milliyet Gazetesi, 4 Temmuz 1962 incelemelerde bulundu. Hazırladığı raporda, anlatıyor; “Ataç’ı günün birinde askere aldılar. - Milliyet Gazetesi, 9 Kasım 1960 Sarıkışla’da bulunan 2 Yunan savaş esirinin tifüs Yaşlı çağında, Sarıkışla’da 6 ay kadar askerlik - Müslihiddin Safvet, Ankara Vilayeti, ilk basım 1925 Osmanlıca, ABB tedavisi gördüğü kaydedilmiştir. Bu dönemde etti. Ataç askerliği için bir de beyit düzmüştü. Yayını 2009 Ankara’da toplam tifüs vaka sayısının 80 kadar ‘Asker oldum süvari/Yürürüm yengeçvari’ der ve - Osmanlı Belgelerinde Ankara, Ankara Kalkınma Ajansı, 2014 olduğu bilinmektedir. kıs kıs gülerdi. Bir gün bunu okudu ve Orhan’ın - S. Aydın, K. Emiroğlu, Ö.Türkoğlu, E.D. Özsoy, Küçük Asya’nın Bin (Orhan Veli) şiirlerinden daha güzel dedi. Orhan’a Yüzü Ankara, Dost, 2005 anlattığımızda, ‘Nurülhüda Bey (Ataç’a böyle - Serkan Sipahi, Kore Savaşı ve Türk Kamuoyu, 2007 derdi) şiir yazmadan ne anlar?’ demişti”. (Önceleri - Seyyah Kandemir, Ankara Vilayeti, Seyahat Kitapları, 1932 iyi dost olan Nurullah Ataç ile Orhan Veli’nin - Şerafettin Turan, Osmanlı Dönemi Ankarası, Ankara Konuşmaları, sonradan aralarının açıldığı ve birbirlerine zaman TMMOB, 1992 zaman sataşmalarda bulundukları biliniyor.) - Yunus Nadi, Ankara’nın ilk günleri, Sel Yayınları, 1955 solfasol Ankara’nın Gayriresmi Gazetesi Ağustos 2020 25 Ankara yazanlar ve Ankara çalışanlar Akın Atauz

Son yıllarda Solfasol’de Ankara ile ilgili kitapları tanıtmaya çalışıyorum ve yeni çıkan kitapları atlamadan ve gecikmeden, sizlere duyurabilmek için çaba gösteriyorum. Bunun anlamı şu: Ankara ile ilgili bir çalışma yapan ve yazanların, Solfasol okuyucuları tarafından bilinmesini ve biliniyorsa, daha iyi tanınmasını sağlamaya çalışmak.

Bu işi yaparken, kuşkusuz atladıklarım ve yeteri Sokak’ın Rüzgarlı Sokak olduğu günlerde”, Ankara Şimdilik sadece yazarların isimlerini anmakla kadar iyi değerlendiremediklerim de oluyordur, gazeteleri önemliydi ve bu kente ait çok şeyler yetineceğim, yazdıkları kitapların bibliyografik çok dolaylı bir Ankara ilgisi söz konusuysa, onu söylüyordu. Bu eski koleksiyonlardan başlayarak, notlarını buraya almayacağım. Yaklaşık bir tarih biraz abartıp gereğinden fazla büyüttüğüm ve bu alan üzerinde çalışmak gerekiyor. sırasına göre davranmak gerekirse, yazarlar şöyle ayrıntılar/dolayımlar arasında boğulduğum da. sıralanabilir: Afif Erzen, Fehmi Yavuz, Tuğrul Akçura, Başlangıç olarak, Ankara ile ilgili kitaplar İlhan Tekeli, Ruşen Keleş, Özer Ergenç, Gönül Öney, Ama gerçekten bu alanı, bütünüyle eksiksiz yazanları, ya da birçok yazarın Ankara yazılarının/ Sevgi Aktüre, Gönül Tankut, İnci Aslanoğlu (kitabın ve oranları doğru kurulmuş bir biçimde makalelerinin derleyicisi olanları, ele almaya başlığında Ankara adı geçmemekle birlikte, Ankara metinleştirmek ve yeni katkılardan sürekli ve çalışacağım. Bu da kolay bir iş değil. Benzer için alanında en önemli kitaplardan), Rıfat Özdemir, doğru biçimde haberdar olmak için izlemek, çabalardan biliyorum ki, atladığım veya Hülya Taş, Musa Çadırcı, Suavi Aydın-Kudret kolay bir iş değil. Ama bunun önemi yok. Madem bilmediğim ya da ihmalciliğim yüzünden, Emiroğlu (bu son iki isim, bir Ankara Ansiklopedisi bu işi yapmak için çalışmaya başlamışım, hiçbir gücendirici olabilecek bir iş yapmaya giriştiğimi sayılabilecek kapsamlı bir kitap yazdılar ve bu mazerete sığınmadan, bu işi olabildiği kadar tam biliyorum. Aslında nesnel bir iş, bir çalışma alanda başka kitap yayımlamadılar), Sureya ve düzgün yapmalıyım. yapmak istiyorum. Ama hiç farkında olmaksızın, Faroqhi, İlber Ortaylı (?), Musa Çadırcı, Enis Batur, öznel davranışlar içine girmiş olabileceğinizi, iş- Musa Kadıoğlu, Mehmet Tuncer, Nuray Bayraktar, Üzerine kitap/lar yazılmış ya da mahalleleri işten geçtikten sonra, görüyorsunuz. Enis Kortan, Baykan Günay, Ali Cengizkan, Güven veya yakın çevresi üzerine çok sayıda yayın Arif Sargın ve Bülent Batuman. yapılmış kentler içinde, önde gelenlerden biri Ankara ile ilgili kitapların yazarları veya değil Ankara. Türkiye’nin hiçbir kenti, İstanbul ile derleyicileri olarak düşündüğümde, karşıma Ankara ile ilgili olarak, akademik çevrede çok yarışamaz. İstanbul hem edebiyat hem araştırma genellikle iki öbek çıktığını düşünüyorum: sayıda referans alan seminer/sempozyum ya da hem de değerlendirme yazıları (hem de başta derlemelerin editörleri olarak Erdal Yavuz, Ayşıl fotoğraf olmak üzere sanat kitapları) bakımından, • Ankara kenti ile ilgili olarak, çeşitli disiplinler Yavuz, Yıldırım Yavuz (Tarih İçinde Ankara), Yılmaz Türkiye’nin bütün kentleri üzerine yapılmış bakımından yaklaşarak çalışma yapmış olan Kurt (Tarihte Ankara Uluslararası Sempozyumu), yayınlarla yarışacak kadar çok, üzerinde çalışılmış/ akademisyenler ve Tansı Şenyapılı (Cumhuriyet’in Ankara’sı) ve Funda çalışılan bir kent. • Ankara’yla gerçekten ilgilendikleri veya bu Şenol Cantek (Cumhuriyet’in Ütopyası: Ankara) kenti sevdikleri için, bu kentle bir bağ kurmuş isimlerinden de bahsetmek gereklidir. Belki İzmir de, sayısal olarak İstanbul ile olduklarını düşündükleri için, Ankara’yla ilgili yarışabilecek düzeyde olmasa da, özellikle çalışanlar ve yazanlar… Ancak ikinci bölümde, yani akademisyen belediyenin yayın politikası nedeniyle, üzerinde olmadıkları halde, Ankara ile ilgili olarak çalışan ve çok çalışılan kentlerden… Ankara, bu açıdan Sınıflamayı bu biçimde yapmak bile, çok öznel başka hiçbir ismin katkıda bulunmadığı alanlarda, yabana atılamayacak derecede önemsenmiş gibi duruyor. Biliyorum. Ama kitaplığıma yerel bir araştırmacı ya da hemşehri olarak, kente kentlerden biri olmakla birlikte, üçüncü sırada baktığımda, bunun uygun bir sınıflandırma katkıda bulunan kitapların yazarı olarak da, sayılabilir. olduğunu düşünüyorum. Turan Tanyer, Yavuz İşçen, Timur Özkan ve Önder Şenyapılı’nın adlarını anmalıyız. Ankara üzerine Aşağıdaki paragraflar, bunu nasıl yapabileceğim Önce, akademisyenler öbeğine bakarsak, burada, çalışan bu yazarlar, kitaplarıyla, dijital ortamdaki üzerinde düşünmeye başlangıç olarak kabul Ankara ile ilgili (Ankara kentinin bütünü için siteleriyle, dergilerle ve yaptıkları sunuşlarla, sürekli edilebilir. Öncelikle, yapılması gereken, ama olabileceği gibi, bazı mahalle/semt, ya da bir olarak, kente dair şaşırtıcı ve yeni bilgiler verirler… yapamayacağım işleri belirtmeliyim: İlk aşamada, sektörüyle ilgili) en azından bir kitabı (ve şu anda edebiyat dünyasını, yani Ankara ile ilgili roman, sayıları üzerinde hiçbir şey söyleyemeyeceğim Bir önceki paragraftaki kadar çok sayıda kitap ya şiir, öykü, anı, edebi deneme alanlarındaki miktarda da makaleleri) olan isimler yer alıyor. da çalışma katkısı olmasa da, Ankara için özel iki ürünlere değinemeyeceğim. Ancak bu alanın Bazılarının isimleri de sadece, çok yazarlı ismin de, bu listeye eklenmesi gerekir, kanımca… çok önemli olduğundan ve içinin yeteri kadar kitaplarda yazarlardan biri olarak veya derleyeni Güven Tunç ve Güven Dinçer. İkisi de çok özel ciddi çabayla, iyi bir biçimde (eski deyimle) “tefriş olarak geçiyor. katkılar yapmış olan Ankaralılar olarak görülebilir. edilmesi” gerektiğinden, hiç kuşkum yok. Güven Dinçer, aile kökeni olarak birçok kuşaktan beri Ankaralı ve kentin coğrafyasını adım adım Başlangıçta ele almayacağım ikinci alan ise, süreli izler. Güven Tunç ise insanları, çalışma yerlerini yayınlar olacak. Yani, Ankara ile ilgili yayınlanmış “Üzerine kitap/lar yazılmış ve Ankara bakımından, yerleri doldurulamaz gazete ve dergileri inceleme konusunu da, özelliklerini inceler. erteleyeceğim. Ankara’da çok sayıda, Ankara ile ya da mahalleleri veya yakın ilgili dergi yayınlandığını biliyorum ve gerçekten çevresi üzerine çok sayıda Bundan sonraki yazılarda, üstteki paragraflarda her biri olağanüstü emeklerle ve çabayla (belki yayın yapılmış kentler içinde, yer alan ve akademisyen olmayan yazarların de “nankörlükle karşılaşmış bir çabayla” demem Ankara’ya olan katkılarını biraz daha yakından gerekir) çıkarılmış olan, çok sayıda dergi olduğunu önde gelenlerden biri değil görmeye çalışacağız. Ankara üzerine ortaya biliyorum. Ankara gazeteleri de, pek önemli Ankara.” çıkmış ve çıkmakta olan bu “külliyat” üzerine, hem olmayan bir alanmış gibi görünüyor ilk başta. açıklamalar yapmak ve tanıtmak hem de ortaya Belki Ankara gazetelerinin önemi ve sayısı giderek çıkmakta olan Ankara kentinin anlamı/yorumları azaldı; ama başlangıçta, nasıl desem, “Rüzgarlı üzerinde tartışma olanağı bulmaya çalışacağız. 26 solfasol Ankara’nın Gayriresmi Gazetesi Ağustos 2020 Magdeleine Marx’a göre 1922 Ankarası’ndan sınıf ve kadın profilleri Akın Atauz

Bu bir kitap tanıtma yazısı. Ancak kitabı bütünüyle tanıtmaktan çok, kitapta çizilmiş birkaç kadın profili üzerinden ayrıntıya girerek, kenti başka bir açıdan tanımaya çalışan bir yazı. Bir kentte yaşayan insanlar kimlerdir ve nasıl düşünürler ve nasıl davranırlar? Özellikle, bir kentteki kadınların kimler olduğunu, nasıl düşünüp davrandığını ve neden öyle yaptığını anlatan metinler, yakın zamanlara kadar oldukça azdı.

Bir kente ait gündelik yaşam, özellikle kentteki M. Marx’ın Ankara’yı bir yerleşme yeri olarak Demiryolu işçisinin evi ve kadınların yaşamları ve koşulları üzerine, eğer nasıl gördüğü ve değerlendirme biçimi, hemen yün atölyesinde çalışan edebiyat türü bir yapıt söz konusu değilse, yazılı hemen aynı günlerde Ankara’ya gelmiş olan Y. Ankaralı kadın metinler bulmak, mucize gibidir. Eğer bu mucizeye Y. Lansere’nin yazdıkları ile hiç örtüşmüyor. M. Bir demiryolu işçisinin eşi olan ve Ankara’daki en hem üzerinde çalıştığınız kent hem de üzerinde Marx da, Y. Y. Lansere de, Ankara’ya Sovyetler yoksul ailelerden birinde yaşamını sürdürmekte çalıştığınız dönemle ilgili olarak rastlarsanız, bu Birliği’nden, ama farklı amaçlarla geliyorlar. olan kadın, bütün yoksulluğuna rağmen Ankaralı artık mucizeden de öte bir şeydir… Lansere’nin kitabı, daha önce Solfasol’de, Arif kadınlar içinde en zor durumda olan kadınlardan Şentek tarafından tanıtılmıştı. Lansere iyimser biri değil. Hem evde çalışıyor hem de evde Magdeleine Marx’ın kitabına rastlayınca, tam biri ve onun merakı, daha çok çizeceği eskizlerde yaptığı el üretimiyle, ailenin geçimine katkıda olarak böyle düşündüm. 1922’nin, yani savaşın olduğu için, gördüğü her şey ona ilginç geliyor ve bulunuyor. [“Ortaya hemen beyaz yumaklar çıktı son günleriyle Cumhuriyet'in ilanından önceki onu heyecanlandırıyor. ve iki kız kardeşiyle birlikte çalışmaya koyuldular: günlerinin Ankarası’ndaki kadınlar hakkında, Dördü de (italik yazılar benim tarafımdan Ankara’ya gelen gazetecilerin ya da çeşitli Marx ise insanlara ve kadınlara, daha çok eklendi: Anne ve üç kız çocuk) bir angora yün nedenlerle Ankara’ya uğramış olanların anılarında, sosyolojik olarak ve toplumsal cinsiyet açısından atölyesinde çalışıyorlardı. Bu yünlü üretimi bazen küçük ipuçları bulunabiliyor. Ama M. Marx bakıyor. Bu yazı, Ankara’da aynı zaman diliminde sokaklarda da satılıyordu.”] Bu işi zaten evdeki feminist bir kadın ve kadınlarla ilgili gözlemleri bulunmuş ve birer kitap yazmış olan M. Marx’ın kızlarıyla birlikte yaptığı için, bu sınıfın gelecek ve düşünceleri ya da kısaca anlatıları, rastlantıyla (kadın profillerini) ve Lansere’nin (eskizlerini) kuşaklarındaki bir kadını bekleyenin de, nasıl bir bulunabilen tek-tük ipuçlarına benzemiyor. ürettiklerini, birlikte sunuyor. Bunun nedeni, bu yaşam olabileceğini öngörebiliriz. birlikteliğin, 1920’lerin Ankarası'nı gözümüzün Gerçi, bu kitapta yer alan metinler için yeteri önünde canlandırabilmek bakımından, oldukça Yaşanan ev gerçekte, içi eski ve loş bir kulübe. kadar bir bilgi yok kitapta, ama yine de kapaktaki iyi bir uyum sağlıyor olması… Mobilya olarak, sadece duvar diplerinde iki “makaleler-anılar” bilgisi ve “Sunu”da da belirtildiği sedir var ve bunlar aynı zamanda yatak olarak gibi, M. Marx’ın, 1925 yılında Paris’te yayınlanmış M. Marx’ın kitabı, Ankara’da yaşayan insanları kullanılıyor. Masa, sandalye gibi eşyalar yok. olan “La Perfide (Par les routes d'Asie Mineure)” anı- ve kadınların içinde bulundukları koşulları Sadece yerde eski birkaç halı serili. Biraz da romanı da sonuç olarak bir edebiyat kitabı. anlatırken, aynı zamanda sınıfların içinde mutfak gereci sayılabilecek eşya var: Toprak bulunduğu durumu ve konumlarını da belirlemiş testiler, bakır kaplar ve sini… M. Marx, Ankara’ya gerçekten gelmiş ve bir süre oluyor. Bu anlatıdan, bu yazıda, üç kadın profili burada yaşamış ve Ankara’da, biraz coğrafya ve çıkarıldı. Bunlardan birincisi, evde ve yün Evin dışında çalışan iki erkek çocuğun dışında, kent, biraz insanlar, kadınlar üzerine yazmış. Türkçe atölyesinde çalışan işçi eşi bir kadın, ikincisi dört de kızı olan anneyi şöyle anlatıyor Marx: olarak yayınlanan kitabın ikinci bölümde, bu çok güç koşullar altında ev dışında çalışan bir “Anne güzel bir kadındı herhalde; hala gençti “anılar” yer alıyor. Ancak “Le Perfide”nin bir bölümü kadın ve üçüncüsü de İstanbul’dan gelmiş, ve koyu sarı renkli güzel gözleri ve fildişi mü, tamamı mı alınmış Türkçe kitaba, bu konuda ama artık Ankara’da yaşamaya başlayan bir beyazlığındaki elleri, çizgili çarşafının altından bilgi verilmemiş. Kitabın adından da anlaşılacağı politikacının eşi. görünüyordu.” gibi, iki farklı bölümden oluşuyor kitap: 1921 İstanbul bölümü, o yıllarda L’Humanité gazetesine “Ne var ki bu kara yazgılarını, kara bahtlarını gönderdiği yazı ve makalelerden oluşuyor ve ya da yaşamlarının akışını biraz olsun 1921’de Ankara’daki devrimcilere bakışı çok ateşli değiştirebilmenin nasıl mümkün olabileceği bir “taraftar” gibi. Neredeyse bir Türk “muhibbi” konusunda hiçbir fikirleri, dolayısıyla olduğunu sanabilirsiniz. Ama Ankara’ya geldiğinde umutları yoktu. İletişim kuramadığım bu kız ve Ankara’daki devrimcilerle karşılaşınca, sanırım “M. Marx’ın kitabı, Ankara’da kardeşle karşılıklı bakışıyorduk ve ben ona “taraftarlık” konusundaki hevesi oldukça kırılıyor. yaşayan insanları ve kadınların bu mutsuzluğunun nedeni ve bunlardan içinde bulundukları koşulları çıkış yollarını anlatıp göstermediğim için çok Şunu söylemeden geçmek, haksızlık olur: M. mutsuzdum. Zavallı kadın, büyük kızını, en Marx’ın Ankara’daki devrimcileri duyduğu anlatırken, aynı zamanda yakındaki varlıklı komşusuna, üç fincan kahve olağanüstü yakınlık, daha çok onların özellikle sınıfların içinde bulunduğu istemeğe yollamıştı (kahve, işçi ailelerinin asla İngiliz Emperyalizminin küstahlığına ve Fransız durumu ve konumlarını da alışamayacakları kadar büyük bir lükstü) (…) Emperyalizmine, İtalyanlara kafa tutmasına ve belirlemiş oluyor.” teslimiyetçi olmamak konusundaki kararlılıklarıyla “Bu yaşadığımız günlerin amacı neydi ve bu ilgili. Ankara’daki düş kırıklığı ise, daha çok topraklarda yaşayan kadınların, nasıl bir yazgıları Ankara’daki bürokrasisinin ve politikacıların, emeğe vardı?” önem veren politikalara çok uzak olması ve özellikle de kadınlar bakımından son derece duyarsız bir “erkek Ankara” ile karşılaşmış olması nedeniyle… solfasol Ankara’nın Gayriresmi Gazetesi Ağustos 2020 27

ki, “acaba kurmaca bir karakter mi?” diye düşünülebilir.) Ankara’ya eşi ile birlikte, 1920’de gelmiş ve buraya yerleşmiş.

Güzel ve çekici bir kadın. İngilizce ve Fransızca biliyor. Siyasetle ilgileniyor ve Fars işi şamdan koleksiyonu yapıyor. Uluslararası mutfak sanatından anlıyor ve iyi giyiniyor. Marx, onun için “hiçbir ülkenin edebiyatını tanımamasına karşın, sanki bu konuda çok yetkin birisiymiş gibi konuşup-tartışmayı becerebiliyordu.” diyor. Ve ekliyor: “…hemen hemen her ülkede görülebilen, tek bir ülkeye özgü olmayan bir burjuva kadınıydı.”

“Şimdilerdeki ‘takıntısı’ feminizmdi. Kısa saçları rüzgârda hafifçe kıpırdadıkça, bakılmaya doyum olmuyordu. Giydiği etek gömlek ve ayaklarındaki siyah iskarpinler, son Paris modasına uygundu. Sigara ve kahve ikram ederken parmaklarındaki yüzüklerin görülmesini sağlıyor, pek hoş ve tarçınlı bir parfüm kokusu duyuluyor ve aynı ikna edici sesle sürekli yineliyordu: ‘Kadınların özgürlüğüne kavuşması; asıl olan budur! Kadınlar özgürleşmeli’!”

-Kaç yaşında? diye sordu Cebet. “Ev sahibem çok zarif bir el hareketiyle pekiştirdiği -Bir günlük, dün sabah doğdu. bir söylemle konuştu: -Aman ya rabbim! Yazık “Kitap, gerçekten o yıllarda -Annesi nerede? hiçbir ilerleme yok! (O da tüm burjuvalar gibi Ankara’daki yaşamla -Benim, dedi. Bu sırada gerçekten de düzgün kendi sınıfının bakış açısından hareket ediyor, ve güzel olan bembeyaz dişlerini göstererek, bir anda milyonlarca emekçiyi konun dışında ilgili anlama kapasitemizi gülümsedi. bırakıveriyordu.) Amerika’daki ya da İskandinav genişletiyor.” -Ama onu nerede doğurdunuz? ülkelerindeki gibi toplantılarla ve gösteri -Burada. yürüyüşleriyle, kendi dernekleriyle, kendi kulüpleriyle, kendi talepleriyle, gazeteleri ve Eliyle birkaç adım ötemizdeki mısır tarlasını işaret propagandalarıyla, gerçek bir feminist hareket ediyordu. yaratmaktan başka çare yok’!” İnşaat İşinde Çalışan Kadınlar -Ama hemen bugün de çalışıyorsunuz ha? İkinci kadın, daha da yoksul ve tam olarak -Ne yapalım? Çalışmak gerek! Hatta dün öğleden Ankara’daki politikacılardan birinin eşi olan bu yoksulluğun ve çaresizliğin daha derin bir sonra bile çalıştım. Bu benim sekizinci çocuğum. kadın karakter, 1922 Ankarası'ndaki yaşam koşulları tabakasında bulunuyor. Kocam çok az kazanabiliyor… düşünüldüğünde, inanılması zor gibi gözükmekle -Ama kendinizi yorgun hissediyorsunuz her halde? birlikte, kentin toplumsal yaşamının hemen sonraki “Vadide, toprakları elekten geçiren bir kadın -Evet, gerçekten yorgunum. Ama eve döndüğüm yıllarında gelişmeye başlayan devrimler, toplumsal topluluğuna doğru yürüdüm. Önlerinde büyük zaman, orada da yapılması gereken bir sürü iş var! yaşam koşulları modernleşme ve yarılma dikkate bir çerçeveye gerilmiş bir tel örgü ağ ve ondan -Peki, ne zaman dinleniyorsunuz? alındığında, abartılmış olsa bile, gerçeklerden geçirmeye çalıştıkları çok büyük bir taş toprak -Hiçbir zaman… Dinlenmek için zaman yok… büsbütün bağlantısız sayılmayabilir. yığını vardı. Bu hem gözler hem ciğerler hem de genel olarak tüm vücut için son derece güç ve Aşağıda ellerinde kalbur tutan üç kadın bize Ancak Marx, bunca feministliğe rağmen, aynı zahmetli bir çalışmaydı. Kızgın güneşin altında doğru işaretler yapıyorlardı, bu, herhalde kadının, sokağa çıkarken çok süslenmek ve çabalıyor, önce çakıllı kumları koydukları büyücek yanımızdaki kadının tekrar işe dönmesi gerektiği makyaj yapmakla birlikte, çarşafa girmesini ve bir kabı dolduruyor, sonra da bunları elekten anlamına geliyordu. Kadın minik bebeğin hala başını örtmesini yadırgıyor ve tutarsız buluyor. geçiriyorlardı. hırsla emdiği sarkık ve sarımtırak memesinden Bu nedenle, Ankara’daki bu burjuva “feminizmini” biraz da zorla ayırdı ve özenle sallanan sepete inandırıcı bulmuyor. Gerçi kadın haklarının Bu topluluktan sadece bir kadın konuşmayı kabul yerleştirdi, uçuşan sinekleri kovaladı. Daha sonra Türkiye’de çok büyük bir hızla genişlemiş olması, ediyor. Kadını ve aralarında geçen konuşmayı şöyle da çabucak işine, toz toprağın içine döndü ve Ankara’da kadın konusundaki tartışmanın, anlatıyor Marx: ağır eleğini yeniden aldı.” o yıllarda gerçekten canlı olması gerektiğini düşündürüyor. Ancak Marx’ın asıl önem verdiği “…hiç de genç sayılmayacak bir kadındı ve Bu ikinci profil, gerçekten 1922 Ankara’sının en konu, kadın haklarının çok, çalışan/ emekçi elleri, yaptığı işten yara bere içindeydi. Yorgun alttaki katmanı ile ilgili, ilginç bir betim. Yokluk kadınlarla ve onlara sağlanacak desteklerle bir hareketle, taş çakıl kabını yere bıraktı ve sarı ve yoksulluk, çaresizlik, çok somut. Elek başında gelişmesi gereğiyle ilgilidir. Bu nedenle burjuva renkli başörtüsünü özenle düzeltti ve bize doğru çalışan diğer kadınların da aynı kategoride kadınını, açıkça söylemese bile, güvenilmez ve anlamadığımız bir hareket yaparak, yamaçtaki bir olduğu düşünülebilir. tutarsız olarak değerlendiriyor. iğde ağacını işaret etti. Ne demek istemişti acaba? Çok bol pantolonunu savurarak geniş birkaç adım Kitap, gerçekten o yıllarda Ankara’daki yaşamla attı, önündeki küçük hendeği ve tümseği aştı ve Politikacı eşi burjuva ve feminist ilgili anlama kapasitemizi hem genişletiyor ağacın yanına ulaştık. Ağacın en alt dalına bir iple kadın hem de ideolojik bir şemaya göre yapılmış asılmış olan hasır sepete uzandı, iki, elini birden Üçüncü kadın profili ise, ilk iki kadından çok farklı açıklamalardan uzaklaştırarak, daha sınıfsal ve sokarak, hiç de temiz olmayan çamaşırlara sarılı, ve büyük bir olasılıkla, Ankara’daki en üst sınıfa toplumsal cinsiyet içerikli bir içgörü kazanmamıza kara-sarı renkli minnacık bir bebeği çıkarttı. ait bir kadın. (Gerçi bu profil o kadar mükemmel yardımcı oluyor. 28 solfasol Ankara’nın Gayriresmi Gazetesi Ağustos 2020 “Tarih Irmağının Önünü Açan” Şair Ahmet Erhan ve Ankara Sencer Başat

1980’li yılların ortalarıydı. Babam bir akşam siyah kapaklı birkaç şiir kitabı koydu önüme. Kapaklarını açtığım imzalı şiir kitaplarından birkaç dize okudum. İlk aklımda kalan hüzündü. Gepegenç ama imge yaşı yüzyıllarca ötede olan bir şair ile karşılaşmıştım. Lir Yayınlarından çıkan ilk kitaplarıydı Ahmet Erhan’ın.

“Bu dünyada acı çeken tek bir insan yoktur, Şiirleri ve Edebi Yönü diyebildiğim zaman Deniz ve limon kokulu Mersin sokakları İşte o zaman ölebilirim” ile Küçükesat Ankara’sının siyah-beyaz sokaklarındaki ayazın birleşimiydi Ahmet Erhan’ın şiiri. Buram buram ölüm vardı ve bu ölüm biraz da kara mizahı çekiyordu ardı sıra. Çünkü içinde ölüm korkusu olmayan bir ölümdü bu…

Yürümek şiirine şöyle başlıyor şair: “Yalnızca yürümek istiyorum boğazıma böğürtlenler doldurarak çok görme dünya haritama bir çizgi daha eklemek mersin -ankara -ayvalık yok ki başka”

Sadece şiiriyle var olmayı başarmıştı. Diğer edebi Kısa Yaşamından Kesitler dallara dalmadan kendi şiirinde kaybolarak 78 Kuşağı şairlerinden genç kaybettiğimiz Ahmet kendini bulmuştu. Kimseye özenmesi yoktu, Erhan’ın 4 Ağustos’ta ölüm yıldönümüydü. Diğer popüler kültürün aracı olmamıştı. Görsellik bir şairimiz Turgut Uyar’ın doğum gününde… amacıyla bulundurmazdı cebindeki şiirleri; 7 yıl önce ölüm haberini okuduğumda da söyleşilere ve resmi toplantılara biraz mesafeli gençliğimden kalan yukarıdaki sahneyi durmuştu. İçine dönüktü, hassastı, sessizdi ve hatırlayarak içim cız etmişti. Her şiirinde yeniden uzak dururdu kalabalıklardan. doğduğunu ve her dizesinde sonsuz bir şekilde öldüğünü yazmaktan çekinmiyordu. Ankara, oldu. Aynı sorun, yaşamının her döneminde Kişisel bir şair olduğunu kabul etmekteydi. 70’li Kızılay, Sakarya Caddesi ve Küçükesat… Biraz da yayımlanan her şiir kitabında devam etti. ve 80’li yılların etkisinde kalarak, kişiselliğini; onun mekanlarıydı. ölüm, yalnızlık, ayrılık ve alkol çerçevesinde Yayınevi depolarının şiir kitaplarıyla dolu olduğu belirlemesi rastlantı değildi. Bu nedenle 1958 yılında Ankara’da dünyaya gelmişti. Asıl ve salgın döneminde neredeyse yeni kitap sürekli hem yaşamın hem de ölümün arasında adı Erhan Bozkurt idi. Çocukluğu ve gençlik basımının durduğu bu günlerde onun kitapları yazmaktaydı. Bu nedenle hem sağcılardan hem yıllarında, biraz Mersin’de biraz da Adana’da daha da zor bulunmakta. Nitelikli şiir ödüllerinin de solculardan çok eleştiri alırdı. yaşamıştı. Ankara’da bir akşam lisesinden mezun çoğunu almasına rağmen adı popüler şairler olmuştu. Gazi Yüksek Öğretmen Okulu Türk Dili arasında geçmemekte. ve Edebiyatı Bölümünde yükseköğrenim görerek Türkçe öğretmenliği yapmıştı. Yaşamında Gençliklerinde Yaşar Miraç ve Ahmet uzunca bir süreyi Ankara’da, kalan kısmını da Erhan’ın Ankara’da çıkardıkları dergilerinin İstanbul’daki farklı semtlerde geçirmişti. Özel ellerinde kalması gibidir yaşam öyküsü... okullarda öğretmenlik ve bir dershanede müdür 1978’in ilkbaharında Yeni Türkü adlı dergiyi “Kendine dönüklüğü bireysel yardımcılığı yapmıştı. 1990 yılında kurduğu A çıkarmışlardır. Üç sayı olarak; nisan, mayıs anlamda kabul etmemişti. Kitabevi’ni birkaç yıl sonra devretmek zorunda ve haziran aylarında yayımlanmıştır sadece. kalmıştı. Sonuçta Ahmet Erhan ile Yaşar Miraç, Kızılay Toplumcu damarını her Meydanı’nda günlerce elden edebiyat dergisi kitabında ve şiirinde ön plana Babası, gözlerinin iyi görmediğini bahane ederek dağıtmışlardır. çıkarmıştı. Hüzünlüydü ama ondan kendisine kitap okumasını istermiş. Ciltler dolusu kitabı okutan babasının tek amacı, İlk kitabı “Alacakaranlıktaki Ülke” ile 23 yaşında bu hüzünde mücadelenin ve oğlunu okuryazar yapmakmış. Çünkü aslında Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü kazandı. Daha sokaktaki şiddetin acısını dile gözleri gayet iyi görürmüş. sonra sırasıyla Yunus Nadi Şiir Ödülünü, Cemal getirmeye çalışırdı.” Süreya Şiir Ödülünü, Halil Kocagöz Şiir Ödülünü İlk şiirleri 1975 yılından itibaren Militan, ve Şiir Ödülünü aldı. Bir Dönemeç, Türk Dili, Sanat Emeği ve Varlık öykü ve bir deneme kitabı olmak üzere, toplu dergilerinde yayımlandı. 1980 öncesinde hem şiir kitaplarıyla birlikte kitaplarının sayısı 15’i sağcıların hem de solcuların kurşunlarına hedef geçmektedir. solfasol Ankara’nın Gayriresmi Gazetesi Ağustos 2020 29

İlk kitabı Alacakaranlıktaki Ülke’de aynı isimli Şiirinden karnını doyurmayı beceremedi belki de Ahmet Erhan’ın “Bugün de Ölmedim Anne” şiirden: şiiri cebindeki parayı da savurdu bazı zamanlarda, şiirini Ahmet Kaya seslendirmişti. Ahmet belki de bu nedenle işsiz kaldı bazı bazı… Erhan yazmıştı, Selda Bağcan ve Teoman “Ve sorularım ne çoktu benim Kararlıydı, şüpheci bir biçimi ve özü yoktu, ne seslendirmişti/söylemişti: Ellerim her taşın altını kuşkuyla aralardı söylüyorsa doğrudan söylüyordu. Zevke dalan İnanmaz olurdum kimi, göğün mavi, yaprağın bir şiir değildi, acı ve hüzün şiiri yazıyordu, bu “Anne ben geldim, üstüm başım yeşil olduğuna nedenle dizeleri ve imgeleri yere ağır adımlarla Uzak yolların tozlarıyla perişan” Gözlerim her renkte saklı bir karayı arardı.” basıyordu. Belki de bu yüzden bir yaşam içinde birçok kez öldü, bazı zamanlarda hatta üst üste… Kendine dönüklüğü bireysel anlamda kabul Ahmet Erhan Hatıra Evi etmemişti. Toplumcu damarını her kitabında ve Nihat Genç, Ahmet Erhan şiiri ve Ankara için Bu yıl şairin doğum günü olan 8 Şubat’ta Kızılay şiirinde ön plana çıkarmıştı. Hüzünlüydü ama “Kelimelerle gizli ve bitmeyen ve umutsuz bir aşk Hatay Sokak’taki bir apartmanın 7’nci katında bu hüzünde mücadelenin ve sokaktaki şiddetin gecesini, zarifliğini hiç bozmadan son gününe Ahmet Erhan Evi’nin açılışı yapıldı. Yaşam izlerinin acısını dile getirmeye çalışırdı. Kendisiyle kadar sürdürdü. Şiirleriyle bir Venedik değil bir kovalandığı ve kişisel eşyalarının korunduğu ev, hesaplaşması bitmemişti son dakikasına kadar, Prag ve Moskova karışımı elimizdeki tek Ankara aynı zamanda okurların buluştuğu bir mekân bu yüzden en çok kendisiyle dalga geçmişti. tarihini yazdı.” demektedir. haline geldi. İlk baskısı imzalı kitaplarından giyim “Herkes adam oldu ben şair oldum” demekteydi, eşyalarına, sırt çantasından şiirlerini yayımladığı hiç sıkıntı çekmeden ve bu sayede sert, kararlı ve Ahmet Erhan yazmıştı, Yeni Türkü söylemişti: dergilere kadar uzanan 55 yılın sergilendiği sıcacık açıktı dili. “Kalırsa bir soru kalır benden bir ev oldu burası. 21 Mart Dünya Şiir Günü de bu Bir de üç beş şiir, iyi kötü” evde kutlandı birçok şairin katılımıyla.

Ahmet Erhan’ın eşi Hacer, Ahmet Erhan Hatıra Evi’nin oluşumunda şöyle anlatıyor:

“Ceketini doğum gününde hediye etmiştim. Öyle sevmişti ki nereye gitse giyerdi. Kokusu bile hâlâ üzerinde duruyor. Sırt çantasına sığıp gezmelere gitmek isterdi ama sığamazdı. O bu duruma düşünce ‘Alışkanlıklarım bol / Kapsama alanım geniş’ dizeleri aklıma gelir. Bazen evde küsüştüğümüz zaman salondaki küçük eşyaları bu çantaya doldurur odasına giderdi. Piposuna gelince, hep pipo istiyordu. Onu da Silivri’deyken hediye etmiştim. Tütününü incir lokumu kutusunda saklardı. Sürekli sokak satıcılarından saat alırdı. Bozulunca pil alıp takmak yerine yenisini alırdı. Üstünde mutlaka fener, kibrit, çakmak taşırdı. Odasında da bunları hep masasının üstünde tutardı.”

Kaynaklar: - https://www.evrensel.net/haber/396685/sair-ahmet-erhan- ankarada-hatira-evinde-anilacak - https://www.evrensel.net/haber/271941/kenar-mahallede-bir- ahmet-erhan - https://odatv4.com/sair-ahmet-erhan-oldu-0408131200.html - https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/ani-siir-ve-oykulerle-dolu- Ahmet Erhan Hatıra Evi bir-ev-ahmet-erhan-hatira-evi-1725217

SOLFASOL'DE ŞEFFAFLIK

GELİR - GİDER TABLOSU Solfasol yasal zorunluluklar sebebiyle bir ticari yapı kimliği altında çıkıyor GİDERLER (01.07.2020 - 30.07.2020) olsa da bu kimliği onun kâr odaklı olması anlamına gelmiyor. Ana gelir GENEL BİLGİLER (31.07.2020 itibariyle) Toplam abone sayısı: 999 Matbaa Gideri: 9.676,00 TL kaynağı abonelerinin desteği olan Solfasol olarak 2011'de, 1 Mayıs Toplam kurumsal abone sayısı: 14 Postalama Gideri: 530,40 TL alanında Ankaralılarla buluştuğumuz ilk günden bu yana elde ettiğimiz DÖNEMSEL BİLGİLER (01.07.2020- 31.07.2020) Kira ve Ofis Giderleri: 3.110,00TL tüm geliri yine Solfasol için kullanacağımızı defalarca deklare ettik. Bir Abonelik yenileme sayısı: 16 İdari ve Editoryal Giderler: 32.628,11 TL süredir de bunun gereklerinden birisi olan mali şeffaflık ve hesap verebilirliği Yeni abone sayısı: 10 Resmi Giderler (vergi, stopaj, harç vb.): 1.850,00TL Kurumsal abonelik yenileme sayısı: 0 GİDERLER TOPLAMI: 47.794,51 TL sağlamak üzere aylık gelir-gider tablosu yayımlamaya başladık. Yeni kurumsal abone sayısı: 1 GELİRLER (01.07.2020 - 31.07.2020) BORÇLAR (31.07.2020 itibariyle) Bu tabloyu ve mali şeffalığımızı gelecek öneriler ve isteklere göre geliştirmek Yeni abone, abonelik yenileme ve patreon geliri: Matbaaya Borç: 982,40 TL istiyoruz. Bu sebeple görüş ve önerilerinizi bilgi@ gazetesolfasol.com 4.803,11 TL Kişilere Borçlar: 54.117,81 TL adresine göndermenizi rica ediyoruz. Solfasol'un bu hamlesinin sivil EED KATKISI (01.07.2020 - 31.07.2020) Diğer Borçlar (vergi, muhasebe, kırtasiye, kira..): 13.000,00 TL oluşumlar ve basın-yayın kuruluşları için öncü olması umuduyla. Proje kapsamında hakediş: 46.240,1 TL GELİRLER TOPLAMI: 51.043,21 TL BORÇLAR TOPLAMI: 68.100,21 TL 30 solfasol Ankara’nın Gayriresmi Gazetesi Ağustos 2020 Bulvar’ın Siyasallaşması ve “Dönüşüm” Dergisi Arif Şentek

Atatürk Bulvarı’nın özellikle Kızılay yakınları, bir zamanların önemli bir kamusal buluşma alanıydı. Akşamüstü orada dolaştığınızda hemen hemen bütün tanıdıklarınıza rastlayabilirdiniz. Elbette siyasal gösterilere, o zamanın deyimiyle “nümayiş”lere de sahne olmuştur.

Siyasal gösterilerin en önemlisi 555K’dır. Demokrat kamuya açık alanlarda halkın huzur ve rahatını Parti iktidarına karşı gençlerin 5 Mayıs günü saat kaçıracak şekilde bağırarak yayın satma suçundan 5’te Kızılay’da düzenlediği protesto mitinginde yargılanırlar. Suçun karşılığı, 25 lira hafif para Adnan Menderes göstericilerin elinden zorlukla cezasıdır. kurtulmuştur. Göstericiler arasında Deniz Baykal ve Vedat Dalokay’ın da bulunduğu anlatılır. Şimdi Olayın bir de karşı cepheden nasıl görüldüğüne pek hatırlanmaz ama bu geçmişinden dolayı Kızılay bakalım. Balıkesir milletvekili Cihat Turgut, Meydanı’nın adı 27 Mayıs sonrasında “Hürriyet Meclisin 28 Nisan 1965 günlü oturumunda Meydanı” olarak değiştirilecektir. gündem dışı söz alır ve Türkiye’nin antikomünist edebiyatına geçecek bir konuşma yapar. “Hürriyet Meydanı” yani Kızılay, sol siyasal Konuşmasına, anlatacaklarının “milli dergiciliğin ve gençlik hareketlerinin geçmişinde bütünlüğümüzü gün geçtikçe tehdit eden ve önemli bir başlangıç olan “Dönüşüm”e de tanıklık gelişen korkunç bir ejdere” ilişkin olduğunu etmiştir. Bir grup genç, 23 Nisan 1965 günü söyleyerek başlar. Sosyalizm görüntüsü altında akşam saatlerinde, Sakarya Caddesi ile Bulvar’ın “pervasız, şımarık ve küstah davranışlarla basına, kesiştiği köşede Dönüşüm dergisinin birinci sanat çevrelerine, işçi topluluklarına, fakir halk sayısını satmaya başlarlar. Türkiye’de sol, sosyalist tabakaları arasına zehirli bir yılan gibi süzülerek görüşlerin yükselişe geçtiği günlerdir. Dönüşüm girmek isteyen kızıl sosyalizm”den söz eder. böyle bir ortamda, Türkiye İşçi Partisi (TİP) yanlısı Siyasal Bilgiler Fakültesi (SBF) öğrencisi olan Milletvekili, Dönüşüm dergisi satışı sırasında gençler tarafından çıkarılmaktadır. Yasal zorunluluk gençlerin attığı sloganlardan aşırı rahatsız gereği derginin sahibi Ataol Behramoğlu, sorumlu olmuştur. Yazarlar arasında “isimlerini tekrardan müdürü Ümit Hassan gösterilmiştir. tiksinti duyduğum meşhur ve müseccel iki kızılın adı zikrediliyordu” der. Adını veremediği iki 22 Nisan 1965 tarihli Dönüşüm O 23 Nisan günü Bulvar’da piyasa yapanlar, ilk yazar Aziz Nesin ve Sadun Aren’dir. (Rastlantıya kez bazı sloganların yüksek sesle söylendiğini bakın; Sadun Hoca 6 ay sonra Meclise milletvekili gözaltılar, Dönüşüm’ün sürdürülmesini giderek duyuyorlardı. Bulvar “sol” taraftan siyasallaşıyordu olarak girecek, AP’li Cihat Turgut, onu sürekli zorlaştırmaktadır. Haziran 1965’te yayınlanan 5. da diyebilirsiniz. “Patronların rotatiflerine görmek, kürsüde söylediklerini dinlemek zorunda sayıdan sonra yayına ara verilir. karşı Dönüşüm” diye satılan dergi, genellikle kalacaktır.) makalelerden oluşmaktaydı. İlk sayıda Aziz Bu arada 10 Ekim 1965 seçimlerinde TİP Nesin’in “Çağımız İnsanı ve Politika”, Sadun Aren’in Cihat Turgut, güvenlik güçlerinin Dönüşümcüler’e 15 milletvekili ile Meclise girmiş, sol politik “Sosyalizm ve Bazı Sorunlar”, Cem Eroğul’un beklenen müdahaleyi yapmadığını söyler, yaşamda yeni bir döneme geçilmiştir. Dönüşüm, “Fransa’da Siyasal Partilerin Rolü”, Ümit Hassan’ın “ama milli şuura sahip halk ve milliyetçi gençlik Kasım 1966’dan başlayarak, Abdullah Nefes’in Çin-Sovyet çatışmasını ele alan makaleleri coştu, gereken cevabı verdi, yumruğunu vurdu, yönetiminde daha profesyonel bir biçim ve içerikle yer almaktadır. Ömür Sezgin, Lefebre’den gazeteleri parçaladı ve yaktı” der. 7 sayı daha yayınlanır. Bu kez dergide bütünüyle yaptığı “Diyalektik Metod” çevirisi ile katkıda TİP ağırlıklı haber ve yorumlar yer almaktadır. bulunmuştur. Dergide TİP’in Konya İl Kongresi Dönüşümcüler’i “kızıl patronların gençlik Dergi, Şubat 1967’de yayınlanan 12. sayısından haberine de geniş yer verilmiştir. arasından bulabildiği zayıf iradeli birkaç zavallı” sonra yayın yaşamından çekilir. diye niteleyen milletvekili, hükümetten konunun Dönüşüm’ün Bulvar’da sloganlar eşliğinde üzerine titizlikle eğilmesini ister. “Hoşgörürlüğün İlk sayısında Dönüşüm’ün yurttaki dönüşümü satılması kısa sürede bir siyasal gösteriye dönüşür ve demokrasinin bu kadarı fazladır” der. hızlandıracağı, basında bir dönüşüm, reform ve ve iktidar müdahalede gecikmez. Dönüşümcüler, Sözlerini, “Hükümetten Atatürk’ün ‘komünizm devrim yaratacağı vurgulanmıştır. Dönüşüm’ün bu Komünizmle Mücadele Derneği ve AP Gençlik nerede görülürse ezilmeli’ vasiyetinin yerine beklentiyi gerçekleştirdiğini söylemek güç. Mutlaka Kollarından gelen zorbaların saldırısına uğrar. Polis getirilmesini istirham ediyorum.” diyerek bitirir. etkileri olmuştur. Ancak daha önemlisi, Dönüşüm’e saldırganları değil, saldırıya uğrayanları alır götürür. (Hatırlatalım, Atatürk’ün böyle bir vasiyeti bir yönelik saldırıların, daha sonra silahlı çatışmalara Bu gösteri 15 günde bir tekrarlanır, her seferinde türlü bulunamamıştır. Bir ara Kızılay’ın ortasına kadar varacak gençlik olaylarının habercisi saldırılar sürer, dergi için toplatma kararı çıkarılır. bu sözlerin yazılı olduğu bir pleksiglas tabela olmasıdır. Ayrıca, kısa bir süre sonra TİP ile gençlik dikilmişse de, Vedat Dalokay’ın belediye hareketi arasında ortaya çıkacak kopukluğun Saldırıya uğrayan ve gözaltına alınanlar arasında başkanlığı sırasında kaldırılmıştır.) başlangıç izlerini de Dönüşüm deneyiminde Ataol Behramoğlu, Ümit Hassan, Necmiye Alpay, görmek mümkündür diyebiliriz. Abdullah Nefes ve Kurthan Fişek, bazı SBF Dönüşüm’ün ilk sayısı 1.500 adet basılmıştır. öğrencileri, bu arada yolda geçen bir iki kişi de Baskı sayısı daha sonra 3.000’e çıkarılır ve dergi Dönüşüm dergilerine TÜSTAV arşivinden vardır. Polisin gözaltına aldığı Dönüşümcüler İstanbul’da Taksim Meydanı’nda da satılmaya ulaşabilirsiniz: www.tustav.org/sureli-yayinlar- TCK’nın 535. maddesine muhalefetten, yani başlar. Ancak saldırılar, dergilerin toplatılması, arsivi/donusum/ solfasol Ankara’nın Gayriresmi Gazetesi Ağustos 2020 31 Afişler, Posta Kartları, Posta Pulları, Fotoğraflar ve Karikatürlerle Birinci Dünya Savaşı Önder Şenyapılı

Birinci Dünya Savaşı’na ilişkin afişler, posta kartları, posta pulları, fotoğraflar kaçan Goeben ve Breslau adlı Alman kruvazörleri ve karikatürlerle yoğun propagandaya karşın yer aldığı ittifak savaşı yitirince, Çanakkale Boğazı’na girerek Osmanlı Devleti’ne sığınır. Osmanlıların tarafsızlığını koruması için Osmanlı İmparatorluğu sona erdi. Alman krıvazörlerine sığınma hakkı vermemesini gerekmektedir. Sorun kruvazörlerin satın Tarih okumayı sevenler bilirler ki 20. yüzyıl Bu cinayet Avusturya’nın çoktan beri beklediği alınması yoluyla çözülür. Adları Yavuz ve Midilli Avrupası yüzyılın başından itibaren gerilim fırsatı yaratmıştır. Tam bir ay sonra 28 Temmuz olarak değiştirilir. içindedir. Ülkeler arasında dünyanın en 1914 günü Sırbistan’a savaş ilân eder. Gerisi çorap gelişmiş siyasal ve ekonomik gücü olma söküğü gibi gelir: Almanya 1 Ağustos’ta Rusya’ya, yarışı sürerken kimileri aralarında anlaşırlar, 3 Ağustos’ta Fransa’ya, 4 Ağustos’ta Belçika’ya; 4 böylece egemenliklerini güçlendirme yolunda Ağustos 1914’te İngiltere Almanya’ya savaş ilân et adımlar atarlar. Örneğin, Almanya ile Avusturya der. Böylece, Birinci Dünya Savaşı başlamış olur. Macaristan 19. yüzyılın sonlarına doğru, 1879 yılında imzaladıkları antlaşma ile “İkili İttifak”ı Daha sonra Bulgaristan, İtalya, Japonya, Osmanlı oluştururlar. Üç yıl sonra İtalya’nın katılımıyla “İkili Devleti, Romanya, Yunanistan ve Amerika Birleşik İttifak”, “Üçlü İttifak”a dönüşür. Devletleri’nin de katılımıyla Savaş iyice büyür. Alman kruvazörleri Goeben ve Breslau’nun komutanıyken kruvazörlerin Osmanlı Devletince satın alınması sonrasında Avrupa’nın batı, doğu, Galiçya, Balkanlar ve Osmanlı Donanma Komutanı olarak atanan Alman Amiral “Üçlü İttifak” üyelerinin her biri çevredeki güney cephelerinde süregiden savaşlar, Osmanlı Wilhelm Anton Souchon. (solda Goeben/Yavuz; solda Breslau/ topraklara el koyma, Amerika ve Avrupa dışında Devleti’nin katılmasıyla Kafkasya, Filistin, Irak ve Midilli kruvazörleri. sömürgeler edinme amacındadır. Ne var ki, Çanakkale Boğazı’na sıçrar. İngiltere, Fransa ve Rusya, çok önce paylaşmış Gelgelelim çözüm uzun ömürlü olmaz. Goeben ve oldukları dünyayı “Üçlü İttifak” üyelerine Breslau kruvazörlerinin komutanı Alman Amiral kaptırmamak için her tür engellemeyi, direnci Wilhelm Anton Souchon (1864-1946) Osmanlı göstermektedirler. Donanma Komutanı olarak atanır. Donanma 27 Ekim 1914’de Karadeniz’e açılır, Sivastopol ve “Üçlü İttifak” oluşunca, Fransa önce Rusya ile Novorosisk limanlarını topa tutar, Rus gemilerini 1893’te; sonra da 1904’te İngiltere ile anlaşır. batırır. Yavuz ve Midilli adı verilen kruvazörler de 1907’de Rusya ile İngiltere anlaşma imzalayınca doğal olarak Osmanlı bombardımanına katılmıştır. “Üçlü İtilâf” oluşur. Bu olay üzerine Rusya 2 Kasım 1914’te Osmanlı Devleti’ne savaş ilan eder. Böylece Osmanlı Her bir “Üçlü” hızla silahlanmaya koyulur. Devleti Almanya ve Avusturya-Macaristan’ın Taraflar arasında her an bir savaşın başlaması müttefiki olarak savaşa katılmak zorunda kalır. beklenmektedir. Bir kıvılcım kocaman bir yangına yol açacaktır. Dolayısıyla, hemen hemen bütün (Solda) Cinayeti duyuran 29 Haziran 1914 günlü Çek gazetesi; ülkelerin silahlı kuvvetleri teyakkuz halindedir. (sağda) Almanya’nın savaşa girdiğini duyuran 2 Ağustos 1914 günlü Alman gazetesi Hemen hemen bütün ülkelerde askerî manevralar yapılmaktadır. Bu manevralar, bir yandan savaşa hazırlanmak, bir yandan da gerginlik yaşanan ülkelere gözdağı vermek amaçlıdır.

Beklenen kıvılcım, Bosna’da parlar. Adı Sırpçada “İlke Muştucusu” (Prensip Müjdecisi) anlamına 2 Ağustos 1914 günü Osmanlı Devleti genel seferberlik ilan gelen bir Sırp milliyetçi, Gavrilo Princip (1814- edildiğini afişlerle duyurur. Savaş boyunca 2,850,000 kişi silah altına alınır. 1918) askerî manevraları denetlemek için Bosna’ya gelmiş olan Avusturya veliahtı Prens Franz Ferdinand ile eşini 28 Haziran 1914 Katıldığı bu savaş Osmanlı Devleti’nin sonunu günü öldürür. 29 Haziran 1914 günlü ABD gazetesi getirecektir. Nedenleri çok. Askeri yönden nedenini az önceki satırlardan çıkarsamak da olanaklı: Koca Almanya’nın Rusya’ya savaş açmasının ertesi İmpatarorluğun donanması yok. Donanma komutanı günü, 2 Ağustos 1914’te, İstanbul’da Osmanlı yok. Alman kruvazörlerinin komutanı Osmanlı Devleti ile Almanya arasında antlaşma imzalanır. Donanma Komutanı olarak görevlendiriliyor. Aynı gün Osmanlı Devleti “umumi seferberlik” ilân eder. Duyuru afişleri devreye girer. Osmanlı, Askerî açıdan durumun vahameti Kâzım kökende Savaşa girmeye niyetli değildir, tarafsız Karabekir’in anılarında ayrıntılı olarak sergileniyor. kalmak niyetindedir. Niyetiyle kısmeti çakışmaz. 1900’lerin başlarını, Birinci Dünya Savaşından (soldan sağa) Franz Ferdinand; eşiyle; Gavrilo Princip 10 Ağustos 1914’te İngiliz donanmasından 7-8 yıl öncesini anlatıyor: 32 solfasol Ankara’nın Gayriresmi Gazetesi Ağustos 2020

“Yarabbi, işin içine girdikçe nelerimiz varmış Yalnızca afişlerle sınırlı değildir propaganda. ancak görülüyor. (...) Şu halde bunun ismi Posta kartları, posta pulları da “tarafların” neden ordudur... Doğrusu işin bu derece gücünü göstermeyi erekliyordu. Bu sayfalarda kepazelik olduğuna inanamadım. (..) Bir aralık izlenen kartpostallarda “Mihver Devletler”den binbaşı geldi, (...) Alaya talimi denilen şeyi her birinin yöneticilerinin güvendikleri görmediklerini... söyledi. (...) Gerçi Erkân-ı komutanlar da tanıtılıyor. İlginç olan tanıtılan Harbiye sınıflarında üç sene bize de bölük komutanlar arasında bir tek Osmanlı Paşasının, taliminden fazla göstermemişlerdi..(...) bizi kıt’a Enver Paşa’nın yer alması. Görüntülerin çoğu ile temasa getirmek Sultan Hamid’in evhamına Alman komutanların. Alman komutanlardan dokunuyordu. O kadar topçu kıt’ası olduğu halde Birinci Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı Devletinin durumunun kimilerinin Osmanlı Ordusunda görev almış iç açıcı olmadığını anlatan İngiliz çizgiler bir bataryanın (genellikle 6-8 toptan/obüsten oldukları biliniyor. Örneğin, Osmanlı Sultanının oluşan en küçük topçu birliği) hareketlerini bile başı üstünde solda Alman generali Erich von göstermemişlerdi.” Osmanlı Devleti Karabekir’in betimlediği Falkenhayn’ın görüntüsü ve adı okunuyor. koşullara karşın Birinci Dünya Savaşı’na Almanya General, Osmanlı Yıldırım Orduları Komutanı Manastır’da 5. Süvari Bölüğü Kâzım Karabekir’in ve Avusturya-Macaristan’ın ittifakına katılarak olarak atanmıştır. Almanya İmparatoru II. emrine verilir. Manastır’daki durum hakkındaki girer. Oysa, yabancı basın yayın organlarında Wilhelm Haziran 1917’de atanmasına ilişkin değerlendirmeleri şöyledir: yayımlanan karikatürler durumun hiç de parlak kararnemeyi imzalar. Ve General Erich von olmadığını (Karabekir’i doğrular/destekler yolda) Falkenhayn Osmanlı Ordusundaki görevine “Manastır’da mevcut üç bölük bir elde değil. Ne açık seçik anlatmaktadır. 1909’da tahttan indirilen müşir/mareşal rütbesi verilmiş olarak başlar. binbaşı ne de alay kumandanı bir gün talime Sultan Abdühamid döneminde İmparatorluk gelmemişler. Talimhaneyi bile bilmiyorlarmış. dağılma sürecini yaşar; başta Balkanlar olmak Örneğin, yatay posta kartının en solunda üstte Bölüklerin hayvan mevcudu 90’lardan aşağı üzere birçok bölgede isyanlar çıkar. 1912-1913, fesli görüntüsü yer alan Goltz Paşa, (Colmar değil. Efrat ise 100’den fazla olduğu halde 8 ay süreli Balkan Savaşlarında Osmanlı en ağır von der Goltz) önce Gelibolu'daki 1. Ordu'nun, bana neler söyledi bu adamlar... Bulgar, Sırp ve yenilgisini alır. Büyük toprak yitirimine uğrar. oradan da Irak'taki 6. Ordu'nun komutanı olarak Yunan ordularının günden güne tekemmülü, görevlendirilir. kumanda heyetinin bu yüksekliği karşısında, bu kumandanlarla zavallı Türk ordusu istikbalin 1914 yılı Kasım’ında Osmanlı Donanmasının bu müşterek düşmanları karşısında, bu başına getirilen Amiral Wilhelm Soushon ve kumandanlarla zavallı Türk ordusu istikbalin bu 1917'ye değin bu görevde kalır. müşterek düşmanları karşısında, ne yapacak? Zavallı genç zabitler, zavallı Türk askeri bu cahil “Mihver Devletler”in “Zafere ulaşmayı planladığı eller seni nasıl idare edecek? Ya alayın silahları? komutanların tanıtıldığı” (dik) posta kartında da Hâlâ Martin... Dumanlı barut. Halbuki her ordu Alman İmparatoru Kaiser Wilhelm, Osmanlı İmparatoru Sultan Enver Paşa’nın görüntüsüne yer verilmiş. Doğal Mehmed Reşat ve Avusturya-Maceristan İmparatoru Franz mavzer, (Avusturyalı silahı üreten firmanın adıyla Joseph’in görüntülerinin yer aldığı propaganda afişlerinden biri olarak. Çünkü Enver Paşa 1914 yılında Osmanlı anılan) manliher silahlarıyla kaç seneden beri ve bir posta kartı. Devletinin Almanya ile antlaşma yapmasına silahlandı. Çetelerin ellerinde bile kâmilen böyle öncülük etmiş, savaş sırasında Erkan-ı Harbiye-i silahlar var. Bölüğü teslim alırken cephaneyi birkaç Propaganda afişlerinde Alman İmparatoru Kaiser Umumiye Reisi (Genel Kurmay Başkanı) ve zabitle kâmilen elden geçirdim. Çoğu bir kere Wilhelm, Avusturya-Macaristan İmparatoru Harbiye Nazırı (Savunma Bakanı) olarak görev atılmış, elden doldurulmuş, bazısının kurşunu Franz Joseph ve Osmanlı İmparatoru Sultan yapmıştır Bu sayfada yer alan fotoğraflardan düşmüş, ateş almamış fişekler var. Birkaç gra fişeği Mehmed Reşat’ın görüntüleri yer alır. Yabancı birinde Osmanlı Sultanı, Almanya İmparatoru ve (Fransız ürünü tüfekler ve fişekleri) bile karışmış. dilde bu “üçlü”ye “Central Powers” (Merkez Güçler) Enver Paşa birlikte görülmektedirler. Tüfeklerin yivleri aşınmış, nişan sürgüleri tutmuyor. denmiştir. Türkçeye “Mihver Devletler” olarak çevrilmiştir. Bu vaziyeti görüp de kan ağlamamak mümkün mü? Zavallı millet ve zavallı ordu. Kimdir cani ve caniler... Nargile içmekten binbaşı başını kaldırmaz. Kazan üzengili eyere senede bir kere bindiği görülen alay kumandanı, 15 yaşında bir kızla henüz evlenen 70’lik süvari fırkası kumandanı... Garabetle dolu erkân-ı harbiye heyeti... Ondan sonra rahatlarından başka bir şey düşünmeyen İstanbul’daki erkân-ı harbiye ve kumanda heyeti ve en sonra da bu cinayetlerin hepsinin sebebi olan Sultan Hamid...” (Kâzım Mihver Devletler ve komutanlarını gösteren posta kartı. Dikkati Karabekir: Hayatım, Kronik, 2019, s.247-249) II.Wilhelm, Sultan V. Mehmed ve Enver Paşa birlikte çeken Enver Paşa dışında hepsinin Alman oluşu.

1914 Kasım ayında Rusların Sarıkamış üstünden Erzurum’a yürümeye başladığını yazar tarih kitapları. Rusları püskürtmek üzere Enver Paşa komutasındaki Osmanlı 3. Ordusu Kars ve Ardahan’ı hedefleyerek üç koldan saldırıya geçer. Soğuk ve yorgunluğun da etkisiyle 50 bin Osmanlı erinin yitirildiği öne sürülmektedir. 1915 Ocak ayında ise, Osmanlı (Solda) Osmanlı ordusuyla alay eden 19. yüzyıl başlarındaki bir (Solda) “Mihver Devletler”in “Zafere ulaşmayı planladığı Ordusu Sarıkamış ve Ardahan’da kesin Fransız karikatürü; (sağda) Bir başka Fransız karikatürü Osmanlı kişiler”inin tanıtıldığı posta kartı; (sağda) “Dünya Savaşında Devletinin 19. yüzyıl başlarındaki durumunu anlatıyor. Ayaklanan yenilgiye uğrar. Bu yenilgi bir Rus taşbaskısında Türkler”i gösteren bir Alman posta kartı. Balkan ülkeleri Osmanlı İmparatorluğunu parçalıyorlar. betimlenmiştir. Almanya ile sıkı ilişkileri başlatan antlaşma Sultan Abdülhamid döneminde imzalanır. Alman İmparatou II. Wilhelm 1898 yılında İstanbul’a gelmiş, 1876’dan beri Osmanlı tahtında oturan Sultan Abdülhamid’e ülkesinin şirketleri hakkında bilgileri bizzat vermiş, sonunda Bağdat Demiryolu’nun Konya’ya değin uzatılması, Haydarpaşa limanının yapımı ve Konstanz- İstanbul telgraf hattının kurulması işlerinin Birinci Dünya Savaşı öncesi Osmanlı Devletinin durumunu konu Alman firmalarınca yapılması konusunda iki ülke alan çizgiler ve bir fotoğrafla tasarım çalışması posta kartı arasında bir tecimsel antlaşma imzalanmıştır. Antlaşmadan sonra Osmanlı Ordusunun silah Osmanlı Ordusunun 1915 yenilgisini konu eden bir Rus taşbaskısı gereksinimini karşılamak üzere Almanya’ya yüklü bir sipariş verildiği de kayıtlara geçmiştir. 14 Ekim 1915’te Bulgaristan da Mihver Devletler’e katılır. Böylece propaganda afişlerinde ve posta kartlarında, basındaki yandaş ve karşıt karikatürlerde yer verilen ülke yöneticilerinin ve bayraklarının sayısı dörde çıkar. Dördüncü üye, Bulgaristan’ın yöneticisi Çar I. Ferdinand’ır.

Bir başka “Le Concert Européen/Avrupa Uyumu” karikatürü

Fransız “Le Petit Journal” gazetesinin resimli ekinde yayımlanan “Almanya İmparatoru Gezide” altyazılı karikatürde II. Wilhelm Concert Européen (İngilizce Concert of Europe) İstanbul’da betimlenmiş. 22 Ekim 1898 tarihi “L'Illustration”un kapağında “İki Arkadaş”, Abdülhamid ve II. Wilhelm. 1815 yılında Avrupa güçlü ülkelerinin barışın Dörtlü ittifaka dönüşen Mihver Devletler’e ilişkin bir afiş ve iki Bir başka Fransız karşı propaganda karikatüründe II. Wilhelm sürekliliğini sağlamak amaçlı olarak geliştirdikleri posta kartı. Dört yapraklı yonca yorumu ilginç! “Hayvan terbiyecisi” olarak niteleniyor ve ”Türk aslanı bir kanişe dönüştü” diyor. bir düzenin (sistemin) adı.

1800 -1815 yılları arasında yaşanan Napolyon Bağdat Demiryolunun yapımı askeri yönden de Savaşları Avusturya, Prusya, Rusya ve Britanya önemlidir Osmanlı Devleti için. Gerek isyanları ittifakının yengisiyle sona erer. Utkulu 4 ülke bastırmak, gerekse sefereberlik ilan edilmesi 1815 yılında bir araya gelerek uluslararası durumunda askeri cepheye taşımak kolaylığı ilişkilerde siyasal güçler dengesini gözeterek (Fotoğrafta soldan sağa) Kaiser Wilhelm, I. Ferdinand, Mehmed sağlayacaktır. yaşamayı öngören bir düzen oluştururlar. Bu Reşat, (oturan) Franz Joseph; dört önderin kartalın kanatları düzene Avrupa Uyumu denir. 1815’ten Birinci altına sığındığı görülen posta kartındaki slogan: “Tek yaşam, tek güç, tek irade” Sonuçta 1898 yılında imzalanan ikili antlaşma Dünya Savaşının başladığı 1914 yılına değin Osmanlı-Almanya yakınlaşmasını yoğunlaştırır. Avrupa’nın büyük devletleri barışın tehlikeye Bu yoğun ilişki Üçlü İttifakta yer almasını zorunlu düşer gibi olduğu gelişmeler olduğunda kılar. Savaşa girmemek, tarafsız kalmak niyetiyle toplanıyor, sorunları giderecek çözümler de olsa Almanya’dan gelen öneri geri çevrilemez. geliştirerek uluslararası uyumu, - Avrupa Ne var ki, beklenmedik gelişmeler, önceki uyumunu sağlıyorlarmış. Karikatür sanatçıları satırlarda anlatıldığı gibi hiç de olumlu olmaz. Balkan savaşları ve Birinci Dünya Savaşı öncesi dönemde olup bitenlerin henüz yürürlükte Dolayısıyla, Osmanlı’nın Mihver Devletler olan “uyum düzeni”ne hiç de “uymadığını” arasında yer almasının yanlış olduğu anlatıyorlar. Ya da Osmanlı’nın düştüğü durumun görüşündeki Avrupa basın yayın organları Avrupa’nın göteki güçlü devletlerinin uyumunu/ ve özellikle karikatürcüler genellikle Sultan ahengini bozmayıp, aksine pekiştirdiğini Abdülhamid’i eleştirirler. Sultan Abdülhamid ile sergiliyorlar. alay ederler. Örneğin, bir Fransız çizgi sanatçısı Bulgaristan Çarını karşılama: Eller tokalaşmak için hazır. “Sultanın Sutyeni” alt yazılı yapıtında Alman Osmanlı’nın Balkanlar’daki yenilgisinin kutlandığı İmparatorunun yorgun, bitkin Abdülhamid’i bir başka “Avrupa Uyumu” karikatürü kökende ayakta tutarak zar zor ‘sürüklediğini’ bir “kutlama dinletisi” görünümü betimliyor betimlemiştir. Fransızca “soustien” (Sutyen ki, ve Osmanlı’nın durumunun vahametini özetle biz sütyen diyoruz) sözcüğü “alttan tutan”, “dik vurguluyor. tutan” anlamına geliyor. Türkçede yaygın olarak kadınların göğüslerini alttan destekleyerek Balkan Savaşları döneminde Sırbistan, Karadağ, sarkmasını engelleyen iç giysiyi tanımlıyor Bulgaristan ve Yunanistan’ın Türkiye üstüne Şirin gözükmesi amacıyla hazırlanmış Alman posta kartları: sütyen sözcüğü. Oysa, Fransız karikatürü, Alman yıldırım gibi yağdıklarını simgeleyen bir posta Sol baştaki ittifak üçlü iken, ortadaki ve sağdaki Bulgaristan’ın İmparatoru II. Wilhelm’in Abdülhamid’i dik kartından da söz etmeli. ittifaka katılmasından sonra yayımlanmış. tutmak için ona destek olduğunu anlatıyor. 28 Temmuz 1914'te başlayan ve 11 Kasım Le Petit Journal (Küçük Gazete) resimli ekinin 1918'de sona eren savaş önce “Harbi Umumi” kapağındaki “Le Concert Européen/Avrupa (Genel Savaş), 21 yıl sonra yeni bir genel savaş Bulgaristan’ın Mihver Devletler’e Uyumu” (‘Uyum’ sözcüğünü ‘ahenk’ diye yaşanınca “Birinci Harb-i Umumi” ve/ya da “Eski katılması üzerine “güvenilen komutanlar”ın tanıtıldığı afişler ve posta okumak belki daha açıklayıcı olur.) altyazısı Harb-i Umumi”, “Sabık Harb-i Umumi” diye anılır. kartları da yenilenir. ile yayımlanan karikatür Avrupa devletlerinin Daha sonra “Birinci Cihan Savaşı” ve/ya da “Birinci Osmanlı-Yunan dansını (savaşını) “uyum” Dünya Savaşı” olarak söylenir ve yazılır. Nasıl içinde izlediklerini betimliyor. Kökende, Le anılırsa anılsın, önemli olan sonuçlarıdır. 34 solfasol Ankara’nın Gayriresmi Gazetesi Ağustos 2020

Osmanlı Devleti 3 milyon insanını kurban verir. Anadolu dışındaki bütün topraklarını yitirir. 10 Ağustos 1920’de İtilâf Devletleri ile imzalanan Sevr Antlaşmasıyla neredeyse Anadolu topraklarını da yitirme çekincesiyle karşı karşıya kalınır. Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde başlayan ve başarıyla sonuçlanan Bağımsızlık Savaşı sonucunda Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulmasıyla o çekince ortadan kalkar. Özetle, Birinci Dünya Savaşı Osmanlı Devletinin Avrupa siyasal haritası: solda Savaş öncesi, sağda Savaş sonrası sonunu getirmiştir.

Öncelikle 16-19 milyon insanın ölümüne yol Savaş Avrupa’nın siyasal coğrafyasını değiştirir. açmıştır. Ölen sivillerin 7-9 milyon olduğu tahmin Savaştan yenik çıkan Mihver Devletlerden edilmiştir. Ayrıca 20-23 milyon asker ve sivilin Avusturya-Macaristan parçalanır. Almanya 20 yıl yaralandığı sanılmaktadır. içine toparlanır ve İkinci Dünya Savaşını başlatır.

Kraliçe Lear Erhan Karadağ

Torosların zirvesine doğru bir minibüs tırmanıyor. Minibüsün içinde Arslanköy sakinlerinden 5 kadın sohbet ediyor. Konu kader; çünkü aralarında yüksekten korkan var. Uçurumlara kıyı dar yollar virajlar geçildikçe birbirinin omzuna yıkılan yolcuların konuşma konusu bir ölüme dönüyor bir kadere. “Vade dolduysa yapacak bir şey yok.” lafı alevlendiriyor konuşmayı. “O kadar kaderci değilim. Yapılmayan yolun ihmalini vadeye bağlayamam.” diyor en çok korkan.

Mersin Belediyesi sinema tiyatro müdürlüğü bünyesinde sanat hayatı başlayan beş kadının dünyasında geçen konuşma bu. Torosların eteklerinde 14 yıl önce, 30-35 yaşlarında amatör tiyatroya başlayan köy kadınlarının lisanı. Lisan duru olunca ne dediği kolay anlaşılıyor. Yoksa Ankara’nın dilinde kadın hâlâ anlaşılmıyor, hâlâ sığ tartışmalarda başörtüsü siyasetinin yardımcı oyuncusu.

Bu kadar kadın şiddet görürken, katledilirken, işsiz kalırken, ölümü seçerken kadın kimliğini sadece başörtüsü üzerinden savunmak öteki dertlerin üstünü örtmeye yetmiyor elbette. Çünkü kimse kimseye bir şey vermiyor. Kadınlar canlarını vererek alıyor, emekleriyle alıyor, mücadeleleriyle alıyor hakkını. Kadın cesareti sadece kendi önüne çıkan engelleri aşmıyor, çıkardığı ses, bastığı iz arkadakilerin de yolunu açıyor.

“Bize kadar kadının adı bile yoktu” diyerek hemcinslerini siyasete malzeme yapanların kolay anlamayacağı bir direnç bu. Nereden nereye. solfasol Ankara’nın Gayriresmi Gazetesi Ağustos 2020 35

Eskiden alt metinlerde, satır aralarında ele 30 köyde 8 yaylada gündüz ev ev, tarla bahçe seyircilerini etkilemeyi sürdüren efsanevi yazar, verirdi zihin kendisini, şimdi sözlerini düzeltirken gezip sohbet ederek halkı davet ediyorlar, akşam Kral Lear’da yozlaşan dünyanın çaresi olmayan kadına biçtiği rolü teslim edip, açıkça söylüyor kapalı gişe oynuyorlar. Dağlar, köyler, genç kızlar, çöküşünü ele alır. Oyunun kurgusu, karakterleri, bu samimi siyasi anlayış; “önemli birinin eşi dahi koca kadınlar, dedeler, amcalar, kahkahalarla, felsefi konuşmaları, evrenselliği ve insani boyutu olamıyordunuz” diyebiliyor. Bu sözü söyleyen bir göz yaşlarıyla Kral’ı ve Kral’ın kızlarını izliyor. Bir zaman aşımına uğramayacak kadar güçlü” diyor. kadın. Erkek siyasetçinin konuşmasından farkı kadın önemli birinin eşi olunca mı var olabiliyor, yok; zira kadın lisanı başka, öncelikleri farklı. yoksa üretince, konuşunca, hayatın içinde olunca Oyunu kendi bildikleri gibi, dillerine kolay mı var oluyor izah ediyorlar. Yönetmen Pelin yazdıkları gibi sahneliyorlar. Tıpkı çiçekli İzlemediyseniz Kraliçe Lear’ı izleyin. İzleyin ve bir Esmer tek bir cümle kurmadan göstermiş müthiş basmadan elbiselerini defne dalıyla süsleyip kral grup köylü kadının nasıl var olduğunu, Mersin’in belgeselinde, Kraliçe Lear’da. kostümü yaptıkları gibi. dağ köylerinde, Toroslarda yayla yayla gezip, memleketteki erkek krallığını, nazik bir üslupla Gösteri sonunda tiyatrocu kadınları taşıyan nasıl yerle bir ettiklerini görün. Hayallerinin minibüs aynı yoldan, virajları kıvrıla kıvrıla geri peşinden giden beş kadının özgüveni, yeteneği “Bir kadın önemli birinin eşi dönüyor. Servis minibüsündeki konu aynı, yine hayranlık uyandırıyor. olunca mı var olabiliyor, yoksa kaderi tartışıyorlar: üretince, konuşunca, hayatın Siyah bir araba yanaşsa kuyruğa girecek adamlar, “Ben de isterdim Avrupa’da doğayım, onu seçme kadınlara “Kaymakamlıktan izniniz var mı?”, içinde olunca mı var oluyor, şansım yok. Bir de ölüm anımı belirleyemem. Ama “Ne tiyatrosu, ne meydanı? Bir kişi bile gelmez izah ediyorlar. Yönetmen Pelin yaşarkenki tercihlerimi kaderden saymıyorum. oyununuza” diyen muhtarlar kahvede tek başına Esmer tek bir cümle kurmadan İnsanın tercihidir, seçimleridir hayatı. Bu tiyatroya otururken köy meydanları dolup taşıyor. göstermiş Kraliçe Lear’da.” girdikten sonra kendi ayaklarımın üzerinde durabildim mesela. Kader mi bu.” Tiyatro katarı köye girdiğinde bağırıp çağıran, “panayır değil yol getirin köye yol” diye kavga Belgeselde başrol oyuncularının üç beş saniye çıkaran adamı akşam sahnede konuk oyuncu William Shakespeare’in 1605 yılında yazdığı de olsa “eş durumundan” kocaları da var. O güçlü görünce şaşırmayın; hatta kadın kılığında Kral Lear, tv filmleri oldu, Akira Kurosawa filmini adamlar, eniştebeyler, ağalar, ağabeyler, sadece görünce. Büyülüyorlar çünkü. çekti, Sovyet uyarlaması yapıldı, Türkiye’de Haluk aktristin eşi olarak görünebiliyorlar filmde. Ve o Bilginer oynadı. Kim bilir nerelerde yayınlandı, kısa süre içinde utana sıkıla konuşan adamların Behiye Yanık, Cennet Güneş, Fatma Fatih, Ümmü kaç dilde basıldı, sahnelendi bu büyük oyun. eşleriyle gurur duyduğunu anlıyorsunuz. Kurt, Zeynep Fatih, Arslanköylü beş kadının yıldızı Ama böylesi dünya üzerinde bir ilktir kesin. Kocalarının gözünde bir ay eve uğramayabilen, parlıyor Torosların üzerinde. Tek başına doktora Ansiklopediler yazarını ve oyunu tarif ederken, turneye çıkabilen kadına saygıyı görüyorsunuz. gidemeyen kadınlara güç veriyorlar. “dört yüz yıl boyunca bütün dünya okur ve Az şey midir bu? Kader midir bu?

Evdeki önemsiz şeyin hikayesi: Saatler Özgün Keser

Tarihte bilinen en eski zaman ölçme aleti güneş Bizim için birkaç satırdan ibaret olan 2400 yıl sonra, çözene 20 bin sterlin (şimdiki karşılığı ile 2,87 saatidir. M.Ö. 4000 yılında Mısır’da kullanılmaya M.Ö. 1600 yılından kalma, ne zaman icat edildiği milyon sterlin) ödül verileceğini duyurdu. başlandığı tahmin edilen bu sistemde dikey tam olarak bilinmeyen su saati ve aradan 2400 olarak yerleştirilmiş bir çubuğun gölgesi, yatay yıl daha geçtikten sonra M.S. 800’lü yıllarda bir Boylamın ölçülmesi zaman kavramı ile ilişkilidir. yerleştirilmiş bir yüzeyde günün saatlerini papaz tarafından icat edilen kum saati izledi bu Denizde boylamın bulunması için, boylamı bilinen gösteren bir kadrana düşer. Güneş gökyüzünde zaman ölçme yarışını. Kum saati kiliselerde dua bir yerdeki yerel saat ile gemideki yerel saatin ilerledikçe ucunun saat üzerinde bıraktığı etme süreleri, gemilerde tayfaların nöbet süreleri bilinmesi gerekir. Doğu-batı yönündeki her bir gölge, farklı saat çizelgelerine denk gelecek ve gemilerin hızını aşağı yukarı tahmin etmek için saatlik fark 15 derecelik yolu, yani 15 boylamı belirtir. şekilde hareket eder. Bu saatin doğru zamanı kısa süreli bir zaman ölçme aleti, aynı zamanda da Bu nedenle, yolu bilmek için, gemideki sallantılara göstermesi için çubuğun manyetik kuzeyi değil tahmini bir hız ibresi olarak kullanıldı. Ancak her bile dayanabilecek, sapması en aza indirilmiş bir coğrafi kuzeyi göstermesi gerekmektedir. Ayrıca zaman aynı sürede akışını tamamlamadığı için zaman ölçme mekanizmasına ihtiyaç vardı. çubuğun yatay düzleme yaptığı açı, saatin uzun süreli hesaplamalarda yüksek sapma payı bulunduğu coğrafi enleme eşit olmalıdır... vardı. Hep aynı hızda akmayan kum mu yoksa aynı İster quartz taşının saşmazlığına dayanan hızda ilerlemeyen zaman mıydı, o bile muamma kolunuzdaki saat, ister telefonunuzdaki elektronik Gel gelelim, daha önceki yaşamında prens oldu yüzyıllar boyunca. saat... Bugün sizleri dakik ve toplumun takdir edilen ve prenses, kral ve kraliçe olan bizler, bireyleri yapan bu muazzam zaman ölçme aletlerini imparatorluğundaki önde gelen fizikçi, Dünya değişti, okyanuslar ticaretin ana mecrası kaybolan denizcilere ve kapitalizmin sorunları matematikçi, mühendis ve zanaatkarları bir araya oldular ve bambaşka bir sorun ile karşılaştı çözme konusundaki yüksek motivasyonuna getirip bu yüksek teknoloji ürünü zaman ölçüm imparatorluklar: boylam sorunu, yani ekvator borçlusunuz. Gün içinde nabzımızı ölçen, makinesini kusursuz bir biçimde ürettik. Sonra çizgisine yakın sularda ufacık bir sapma ile yüzlerce randevularımızı hatırlatan akıllı saatler için de 6000 beklenmedik bir sürpriz oldu ve hava karardı, kilometre yolunu kaybeden ve bir daha hiç geriye yıl önce gün batımında zamanın durmasıyla içini zaman bir anda karanlığa gömüldü. Ta ki güneş dönmeyen ticaret gemileri. Bundan sonra kesenin saran o tedirgin özgürlük duygusunu hisseden yeniden doğana dek... ağzı gerçekten açıldı. İngiliz parlamentosu sorunu bazılarımızın atalarına selam olsun. 36 solfasol Ankara’nın Gayriresmi Gazetesi Ağustos 2020 Ümmiye Koçak’la Söyleşi: Anadolu’da Bir Afife Jale Deniz Zeka ve Meltem Sezen Kılıç

Ümmiye Koçak’la Aslanköy’deki evinde sohbet ettik. Öyle sıcak karşıladı ki, komşularıyla bayram için imece usulü ekmek yapıyorlardı bahçede. Hamurun başından kalktı; hamur kokan elleri, unlu şalvarıyla kadın olmanın başka dünyalarına götürdü bizi. Sabancı Vakfı’nın toplumsal gelişmeye katkıda bulunan “sıra dışı kişilerin olağanüstü öykülerini” anlatan, “Fark Yaratanlar” programında “Ümmiye Koçak” kendine çok yakışan bir ünvan sahibi olmuş. "Afife Jale'nin Ruhunu Taşıyan Kadın" ünvanını alan Koçak, "Afife Jale hayalim. Birçok yerde, birçok yaptığı işle kendimi yıllardır hep özdeşleştirmiştim," diyor.

Ümmiye Koçak www.ummiyekocak.ne Arslanköy Kadınlar Tiyatro Topluluğu turnede www.ummiyekocak.net

D.Z.: Nasıl bir çocukluk ki buralara kadar taşıdı sizi? okuyamayacaktım, bunun bilincindeydim. Ne sesini Mersin’e duyurmalıyım.” diyordum. Ü.K.: Ben 10 kardeşin altıncısı olarak Adana’nın yapabilirdim. En kolayı hayal kurmaktı. Onun Ağzımdan Mersin çıkıyordu, ama yüreğim Çelemli köyünde dünyaya geldim. Benim peşinden gitmekti. Ben de onu yaptım; hep “Dünyaya duyurmalıyım.” diyordu. köyümde o zamanlar kız çocukları okula okudum üretmeyi, başarmayı çok seviyorum. gitmezdi, ayıptı, dedikodu olurdu. Kızlar M.K.: Tiyatro hayatınıza nasıl girdi? evin dışına çıkmazdı, sadece ev işi yapardı. M.K.: O kitabın adı neydi? Ü.K.: Ben ne yapacağımı bilemiyordum, arayış Ben 7-8 yaşlarındayken bir gün camiden bir Ü.K.: Maksim Gorki’nin Ana kitabıydı. Ben o kitabı içindeyken Tarsus’tan okula tiyatro gelmiş, anons yapıldı. “Her evden bir kız çocuğu okula elime aldıktan sonra hayal kurmaya başladım öğretmen çocuklara “Annenize babanıza da gidecek, eğer gönderilmezse baba ya da anne ve o kısacık anda gördüklerimi kendimle söyleyin gelebilirler.” demiş. Ben hemen söylenen hapse atılacak.” diye. Ben öyle bir sevindim ki, özdeşleştirdim. saatte okulun bahçesine gittim, en ön sıraya çünkü “Ben gideceğim.” diye düşünüyorum. oturdum. Oyun oynanırken düşündüğüm tek Sonra yelkenler suya düştü, çünkü kardeşimin D.Z.: İlkokul bitti ve okuldan ayrıldınız. Hayatınız şey, oynayan çocuğun adı kendi adı mı? Oyun gideceğini söylediler, ama O okula gitmek sonra nerelere evrildi? bitince, oyuncunun yanına gittim “Kuzum istemedi. Bu nedenle ben gittim ve tesadüfen Ü.K.: Köyde büyüdüm, köyde yaşıyorum ve senin adın ne?” dedim. “ Aliii” dedi. ”Ee ama ilkokulu bitirdim. Çok şanslıydım evimiz bundan hiç rahatsız olmadım. Evlendikten sonra demin Veli'ydi ya yavrum” dedim. “O benim okula yakındı, okulun bahçesinde öğretmen Mersin Aslanköy’e geldim. 19 yaşındaydım, iyi bir rol adımdı.” dedi. Ben gece eve geldim sabaha lojmanları vardı. Öğretmenler ablamlarla çok dinleyiciydim, iyi bir gözlemciydim. Önce yeni kadar uyumadım. Ben de tiyatro yapabilirim ve samimiydi, beni de çok severlerdi. Öğretmen geldiğim yeri gözlemledim. Benim köyümde köydeki kadınların sorununa ayna tutabilirim bir gün bana “Hadi masamın üstündeki kitabı kadınlar işe gitmezdi; gelin geldiğim köyde diye düşündünmeye başladım. Ayşe Teyze Fatma alıp gel.” dedi. Öğretmenin masasındaki kitabı erkekler oturuyor, kadınlar çalışıyordu. Ben bir Teyze’yle kavga ediyor, şuradaki komşumla aldım. Kitabın üstünde kırışık yüzlü aynı anam şeyler yapmalıyım dedim. Okul var öğretmen yok, buradaki komşum kavga ediyor. “Ben bunları gibi bir resim var, ama adı yabancı, şöyle bir hastane var doktor, hemşire yok, buna önce bir oyunlaştırayım herkes kendini görsün ve araladım kitabı içini karıştırdım, baktım. Evin anlam veremedim. Sonra sordum soruşturdum, yanlışlarını anlasınlar.” dedim. Ben ilk oyunda içinde sobası var, demir bir divan, yoksulluk meğer bekâr gelenler evlenip çocukları olunca özellikle eşleri içki içenleri, çalışmayanları, aynı bizim ev, hatta bizim köy. O kitabı anlatan baktıracak kimse bulamayınca tayinlerini isteyip eşlerine kötü davrananları seçtim. Kahvenin kişi de köydeydi hatta yabancı bir köydeydi ve gidiyorlarmış. Ben de “Bizler bakalım.” dedim. İlk önünde oyunu izlediler. Oyuncunun birinin eşi hayal kuruyordu. Onun hayalleri benim elime kez memurların çocuklarına bakmaya başladım. çok alkol alıyordu. Oyundan çıkınca “Ümmiye ulaşmıştı. Yabancı bir ülkede anlatılan bir olayı Sonra baktılar ki hiçbir şey olmuyor. Aileler genç Abla bu biraz bana mı benziyor?” dedi. Ben de ben burada okuyabiliyorsam ben de yazacağım, kızlarını da göndermeye başladı. Temizliğe “ne biliyim, sen düşün” dedim. “Amma yaptın bizim yoksulluğumuzu da başkaları duysun gitmeye başladım. Gençlere öncülük yapıyordum canım kadına öyle davranılır mı ya!” diye diye düşündüm. İlkokul üçüncü sınıftayım. ama “Başka bir şeyler daha yapmam gerekir.” diye söylene söylene gitti. Önce karısının oynamasını Öğretmenin yanına gidene kadar sayfalarını düşünüyordum. Yaşadığımız yer Güney Toros istemeyenler, film çekerken geldiler “Ümmiye çevirdiğim kitapta, o kısacık zamanda ben dağlarıyla çevrili. Aslanköy kapalı bir yer. Öyle bir Abla benim hanıma da küçük de olsa bir rol nereleri gezdim bir bilseniz. Ben ilkokulu bitirince şey yapmalıydım ki “Burada yaşayan kadınların versen.” dedi. Ben öyle bir sevindim ki, çünkü solfasol Ankara’nın Gayriresmi Gazetesi Ağustos 2020 37 bir kişinin kafa yapısını değiştirsen bile o kadar kadına uyguladığı şiddet, hem de kadının kadına M.K.: Hamlet’i Hamit’e dönüştürdünüz bu önemli ki. 7 kadınla yola çıktım. İlk oyuncuları uyguladığı şiddet anlatılıyor. İkisinin de üstüne dönüşümle yapmak istediğiniz neydi? bulmak çok zor oldu. Bazılarıyla yollarımız ayrıldı. üstüne gidilmeli. Yün Bebek çok ses getirdi. Bu Ü.K.: Shakespeare ta o zamanlar, 16. yüzyılda Şimdiye kadar elli kadar oyuncuyla çalıştım. filmin daha çok kitleye yayılmasını istiyorum. bencilliği anlatmış. Biz hâlâ aynı noktadayız. Televizyon kanallarında yayınlanması daha geniş Hiçbir ilerleme yok. Ben de bunu bizim köyün D.Z.: Peki bütün bunları niçin yaptınız? kitlelere yayılması açısından çok önemli. insanlarına anlatmak istedim. Ayna tutup “bak Ü.K.: Ben “kadınlar için ne yapabilirim?” diye sen de böylesin”i göstermek istedim. İnsan kendi düşündüm hep. Benim tek bir amacım vardı, bu D.Z.: Bu filmle Avrasyalı En İyi Kadın Sanatçı gibi olunca anlıyor ya. İnsan kendini insanda yola çıktığımda kadınların sesi olmaktı. Hepsinin ödülünü almıştınız. tanıyor. Bir şeyleri anlatmak istiyorsan öğüt oğlu/kızı var. Komşunun birinin oğlu karısından Ü.K.: Evet. Avrasyalı En iyi Kadın Sanatçı ödülünü vermeyeceksin. Ayna olacak. ayrıldı, diğer komşunun kızı kocasından ayrıldı. getirdi. Tabii ki bunda birçok kişinin emeği var. Niye biliyor musun? Biri sindirmeyi öğrendi, biri Başta Aslanköy halkı. D.Z.: Komşularınız için şanssınız siz, ne kadar sinmeyi öğrendi. Bu benim çok canımı acıtıyordu. güzel. size güvenip arkanızdan gelmişler. Kadınların kendilerine öz güvenlerinin oluşmasını M.K.: Aslanköy’de mi çektiniz? Ü.K.: Öyle dersek eksik olur, onlar da benim istiyordum. Kendilerini ifade edebilsinler Ü.K.: Aslanköy’de çektik herkesin desteği ile oldu. için şans. İnsan, tek başına bir şey yapamıyor, istiyordum. Hayır demesini bilmelerini Hiç kimse tek başına bir şey yapamaz. İnsanın gerçekten birlikten kuvvet doğuyor. Sadece istiyordum. Koyun gibi güdülmesinler istiyordum. bir kıvılcıma ihtiyacı var aslında. Biz kadınlar benim güçlü bir kişiliğim var, inatla yapmak Kendim de dahil biz kadınlar kendimizi bananeciyiz. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın, istediğim şeyleri yaparım. Ben çocukluğumda geliştirmeliyiz. Bunun farkındayım. diyor, rahatımızı bozmak istemiyoruz. da öyleydim kafama koyduğumu yapardım. Ağır adımlarla ilerliyorsan, insanlara güven veriyorsan, M.K.: Tiyatroyla kadınların bunu fark etmesini D.Z.: Okumayı sevdiğinizi biliyoruz. Nereden bir gün, bir yerde mutlaka arkandan geliniyor. sağlamak istedin. buluyorsunuz kitapları? Güvenenler çıkıyor, o zaman. Ben ilk önce Ü.K.: Aynen. Tiyatroyu ilk kurduğumda en Ü.K.: Ben üçüncü sınıfta kitap okumakla tanıştım güvenle başladım. Ben aileme, komşularıma o çok ezilenleri seçtim özellikle. Yaşadıklarını, ve o günden beri de okurum. Okumayı çok güveni vermeseydim benim arkamda olmazlardı. kendilerini görsünler, onu ifade edebilsinler, seviyorum. İlk zamanlar kitap bulmak için çok Çıktığın yolda ilk önce kendine güveneceksin özgüvenleri gelişsin istedim. Amacım kadının; zorlandım. Burada Başpınar’da Mine Hanım var sonra ailene. Belirlediğin hedefe ağır adımlarla ben bir bireyim, ben anneyim, ben güçlü bir bana ödünç kitap getiriyordu. Belgeselden sonra gideceksin. Başladığın işi sonuçlandıracaksın. kadınım, ben birinin kızı ya da karısı değilim. sesim duyulunca herkesten gelmeye başladı. Ben kadınım. Ben benim, benim hakkımda hiç Bütün yazarlar kitaplarını gönderdi. M.K.: Kadınlara, erkeklere ne söylemek kimse karar alamaz. Bunun için mücadele ettim. istersiniz? Tiyatroya 2000-2001 yıllarında başladık. Sahneye M.K.: Yeni bir oyuna başladığınızda Ü.K.: İnsanların her şeyden önce şundan emin ilk koyduğumuz oyun Remzi Özçelik'in “Taş çalışmalarınız nasıl devam ediyor, nerelerde olması lazım; çetin yolda kendi iradenle, kendi Bademleri” adlı oyunuydu. O zamandan bu yana sergiliyorsunuz? aklınla, kendi zekânla yürüyeceksin. Kendini iyi her yıl bir oyun, bir öykü yazıyorum ve onları Ü.K.: Evlerde çalışıyoruz. Bu çalışmalar bizi tanıyacaksın, ne istediğini bileceksin. Eğer kendini sahneliyoruz. engellemiyor hiç. Davet gelen her yere gidiyoruz. tanımazsan, ne istediğini bilmezsen başkasının Geçen hafta Konya Ereğli’de bir düğünde oynadık. istediğini yapmak zorunda kalırsın. Başkalarının D.Z: Neden sanat, sanatın hayatımızdaki yeri Benim için de bir ilkti o. Her zaman, her yerde, her aklıyla yola çıkarsan da o omzunda ağır bir yük nedir, bu kadar önemsiyorsunuz? şey olur. Yeter ki insanlar istesin. olur, o yükü yarı yolda atarsın ve başarısız olursun. Ü.K.: İnsanın eğitiminde gerçekten sanat Şu hiç unutulmasın; İsteklerinin, azminin önüne olmalı, kendini geliştirmesinde, özgüveninin D.Z.: Son oyununuzun adı ne? parayı geçirirsen işte o zaman başaramıyorsun. gelişmesinde. Bir çocuğa “şunu al, şunu yap” desek Ü.K.: “Ana Bak Gökyüzü Delinmiş.” Küresel ısınmayı Her zaman belirlediğin hedefin olmalı. Para sonra, yapamaz/yapmaz, ama onu oyunla anlatsan anlatıyor. Bu sadece bizim sorunumuz değil, o yaşamak için lazım. Para amacın olmayacak. hemen anlar yapar. Gerçekten sanatın her dalı iyi, bütün dünyanın sorunu. Biz yine de şanslıyız, Her zaman en başta hayallerin olacak. Ben ama bana göre tiyatro drama bambaşka. Afrika’ya baksanıza susuzluk, açlık, insanlar çocukluğumda bizim köyün dağlarından görünen çok zor koşullarda. Şimdi tekstleri hazırladım, yerlere bakardım, ışıklar görürdüm. Adana’nın M.K.: Kadının kadına şiddeti üzerinde de çok çalışmalara başlayacağız. Diğer oyunumuz ışıklarını gördüm ben “Ben bir gün oraya duyarlı olduğunuzu biliyoruz. Yün Bebek filmi “Baba Ben Geldim”in de ses getirmesi benim için gideceğim” derdim. Meğer o gördüğüm ışıklar bunun için çekilmiş bir film. Bu konuda neler çok önemli, çünkü terse göçü işleyen bir oyun. bizim köye çok yakın bir köyün ışıklarıymış. Bizim söylersiniz? Köyler boşaldı. Şehre gidince sanki her şey çok köye çok yakın bir dağın tepesinde yansıtıcı vardı, Ü.K.: Yıllar önce, benim çok canımı acıtan bir iyi olacakmış gibi düşünüyorlar, her şeyi satıp öğretmenimiz bizi bir gün iletişimle ilgili dersimiz olayın farkına vardım. Köyde 70-80 yaşında savıyorlar. için oraya götürmüştü. “Televizyon için paket teyzelerle konuşuyorum onlar anlatıyor. İçlerinden yayın programlar yapılıp oradan dağıtılıyor.” diye biri, “Ben çocukluğumda hiç oyuncak görmedim M.K.: Yazmaya nasıl başlıyorsunuz? anlatmıştı öğretmenimiz. Ben de oradayken yine biliyor musun?” dedi. “Ağamın kızına şehirden Ü.K.: Önce hikayeye karar veriyorum, kafamda “Bir gün televizyona çıkacağım.” demiştim. İnsan bebek gelmişti, ben de bir bakayım.” diye istedim. dönüp duruyor sonra kurguluyorum. Kurgusu hayal kurmalı sonra da hayallerinin peşinden Beni hem annem dövdü hem babaannem dövdü. bitince çok kısa sürede bitiririm. gitmeli. Şu da unutulmamalı; hayal kurmak başka Ben bunu duyunca çok üzüldüm. Anlatan teyze bir şey, hayalperest olmak başka bir şey. kendi babaanne olmuş ama hâlâ o çocukluk D.Z.: Küçükken, Adana’daki tepede yansıtıcının günlerini unutamamış, hâlâ titriyor. Ben sabaha yanında söylediğiniz gibi hem televizyona M.K. ve D.Z.: Son olarak gençlere ne dersiniz? kadar uyuyamadım, düşündüm. Kadından kadına çıktınız hem dünyayı dolaştınız. Nerelere Ü.K.: Kendinizi tanıyın, hedef belirleyin, asla pes şiddet bazen daha fazla oluyor. Bunun için ne gittiniz? etmeyin, o hedefe de ağır adımlarla ilerleyin. yapabilirim diye düşündüm. Ü.K.: İtalya, İspanya-Bilboa, San Sebastian, Acele ederseniz tökezleyip düşebilirsiniz, Vietnam, Tayland, Tayvan, Kamboçya, New York… kalktığınızda aynı yerde olmayabilirsiniz. Okuyun, Çocuklarımıza ne verirsek onu alıyoruz. Annelerin İlk belgeselle gittik. Sonra konuşma için davet okuyun, okumadan hiçbir şey olunmaz. Okudukça bilinçlenmesi gerekir diye düşündüm,erkeklerden ettiler. Sırbistan’a Hamlet Festivali’ne konuk ufkunuz gelişir. Ufkunuz geliştikçe bakış açınız ziyade kadınlar. Sonra ben bunun filmini çekmeye olarak çağrıldık. Bizim Hamit oyunundan parçalar gelişir. Böylece insanları daha iyi tanırsınız. “Hayal karar verdim. Yün Bebek filminin öyküsünü gösterdiler ve ayakta alkışlandık. Madrid’e kuruyorum ama olmuyor.” demeyin, harekete yazdım. Şiddetin her iki türlüsü; hem erkeğin Ronaldo ile reklam çekimine gittim. geçin. Harekette bereket vardır. 38 solfasol Ankara’nın Gayriresmi Gazetesi Ağustos 2020 Müzik Okumaları - 3 ‘Kırksabır’ • SO Duo

Aylin Yılmaz

Türkiye’de halk müziği dediğimizde geçmişe, Dost bî-pervâ felek bî-rahm ü devran bî-sükûn başka bir dünyaya ait bir şeyden bahsediyoruz Derd çok hem-derd yok düşmen kavî tâli’ zebûn sanki. Tekrar tekrar geri dönerek dinlenilen, yeniden yorumlanan (bazen yeni enstrümanlarla), Şâhid-i maksad nevâ-yi çeng tek perde-nişîn muhafaza edilmesi gereken kemikleşmiş bir Sâgar-i işret habâb-i sâf-i sahbâ tek nigûn repertuvar geliyor aklımıza. Amerika’da, bir karşılaştırma yapılacaksa eğer, durum böyle değil (Dost ilgisiz, felek merhametsiz, dünya sükûnetsiz halbuki. Folk—özellikle indie-folk—buralarda tüm Dert çok, dert ortağı yok, düşman güçlü, talih zayıf canlılığı ile yeşermeye devam ediyor. Folklora, kırsala, modern öncesine hapsolmamış. Maksadımın şahidi çengin nağmesi gibi perde arkasında SO Duo, folk’un Türkiye’de de nefes aldığını İçki kadehi, şarabın saf kabarcığı gibi ters) bana hatırlatan grup. Sumru Ağıryürüyen ve Orçun Baştürk’ün farklı müzik türlerindeki ilgi ve Üçüncü sırada gelen “Bir büyük sükûn”, sözlerini deneyimlerini, söz ve müziklerini çoğunlukla kendi Paul Valéry’nin “Nergis Konuşuyor”unun bir yazdıkları şarkılarda birleştirdikleri beste odaklı bir beyitinden alan, çelişki üzerine kurulu bir şarkı. proje. SO Duo’ya folk niteliği kazandıranın iki temel Şarkının sözleri (Bir büyük sükûn dinler beni / unsur olduğunu düşünüyorum; müzik stillerindeki Umudu dinlediğim yerden.) umut ve sükunetten belirgin sadelik ve bireyselcilikten uzak, kolektif bahsetse de, müziği sonu gelmeyen gergin bir bilinci baz alan (ve asla belli bir edebi içerikten loop’lar ve çözüme ermeyen disonant tınılar ödün vermeyen nitelikteki) şarkı sözleri. oluşturuyor. (Sükun bir boşluğu, cevapsızlığı temsil ediyor olabilir mi?) “Kırksabır”, So Duo’nun izolasyon günlerinde besteleyip Bilgi Music Label tarafından 2020 Albümün son parçası “Işığa Dönüyoruz”da yılında yayımlanan dört parçalık kısaçalarının adı. ise, içinde bulunduğumuz dönemin bir İlk albümleri “Ay Ana” ve klasik Hindu müziği ve başka duygu hali beliriyor: Değişim arzusu ve bansuri ustası Steve Gorn ile yaptıkları üç parçalık tüm yaşananların bizi daha iyi bir geleceğe kısaçalar “The Light”ın (2019) ardından imza götüreceğine dair beslediğimiz o naif umut: attıkları üçüncü iş bu. Kırksabır’da (Baştürk’ün Bir şeyler değişiyor, seziyorum / Karanlık çaldığı) geleneksel bir Gürcistan telli çalgısı koyulaştıkça ışığa dönüyoruz. olan panduri’yi duymaya devam ettiğimiz gibi, elektronik tını ve yapıların hiç olmadığı kadar ön Endişe, ümitsizlik, umut, bekleyiş… Bir bütün plana çıktığını görüyoruz. olarak bakıldığında Kırksabır'ı, bugünün çelişkili ve çoklu duygu hallerinin panoramik bir resmini Kısaçalarların güzel yanı, az sayıdaki parçayı iyi bir sunan bir albüm olarak okumak mümkün sanırım. şekilde özümseyebilmek, aralarındaki bağlantılar, sıralanışlarının oluşturduğu çerçeve (ya da anlatı) hakkında düşünmek için size fırsat sunması. Kırksabır’ın içinde yer alan dört şarkı, ses dünyaları ve duyguları bakımından birbirinden çok farklı. Ancak her biri bugüne ait; ayrı ayrı bugünün dünyasının his ve düşüncelerinden parçalar taşıyorlar.

Albümü açan “Arka Bahçe”, bekleme üzerine durağan, ninnimsi bir şarkı. (Ağaçlar bekliyor, üryan /Kuşları değil baharı bekliyor.) Bekleme, izolasyon günlerinin de temel modlarından biri. Müzik bu modu etkili bir şekilde yansıtıyor; çevreleyen, ambiyant ses duvarları, Baştürk’ün statik, ajitasyonsuz panduri arpejleri, gecenin sona ermediğini hatırlatan uğulamalar ve Sağıryürüyen’in yatıştırıcı, hipnotik ses tonu…

Bunu takip eden, bir Fuzuli gazelinin iki beyiti kullanılarak bestelenmiş “Fuzuli” adlı parça: sözleri ümitsiz ve karamsar ancak müziği karşı konulmaz bir şekilde çekici ve baştan çıkarıcı. Fuzuli’nin insanlığın geldiği umutsuz noktayı tasviri bugün için de geçerli: MEGARON Terra Kafe & Mutfak Ankara’nın vegan yemek kültürüne rafine 16 yıl önce metallerle çalışmaya lezzetleriyle yeni bir soluk getiriyor. Üstelik bunu yaparken az yağlı, başladım. Takılarımı, çevremdeki az işlenmiş, tat arttırıcılara sırtını yaslamayan, yüksek el emeğine dünyaya olan ilgimden, doğadan dayanan menüsüyle damak zevki gelişmiş, sağlıklı ve doyurucu ve gezilerimden esinlenerek öğünleri tercih eden herkesi Terra deneyimine davet ediyor. Terra’nın yaratıyorum. Önceliğim, gümüştür. fritöz kullanılmayan, çöp çıkarmayan/ayrıştıran mutfağı hem pişirme Bakır, pirinç, alloy, reçineyi doğal hem de tüketme deneyimini tekdüzelikten çıkarmak amacıyla dinamik taşlarla birleştirerek taşların menü konseptine dayanıyor. Değişen günlük çeşitler için Terra’nın doğal hallerini bozmadan, sahip dijital menüsüne http://terra.dijital.menu adresinden bakılabilir. Her oldukları formlarını kullanarak daim taze kahvesi, taze ve yine aroma arttırıcılara, şekere bulanmamış üretim yapmaktayım. Takı tatlı seçenekleri ise az masalı ferah bahçesini uzun sohbetleri için yapımcılığımdaki seçimlerimi tercih edenlerin favorisi. Terra, mimari projelerimdeki bilgilerle birleştiriyorum. Çalışmalarım, Telefon: 03124284244 galeri olarak kullandığı sarı özel insanların kullanmayı E-posta: [email protected] duvarı, go ve satranç takımları ile seveceği nesneler yapma tutkumla instagram: https://www.instagram. şehir kültürüne yalnızca mutfak ortaya çıkıyor. Megaron, hem bu com/megaronkarum penceresinden değil daha geniş nesnelerin tasarımdan üretime bir anlayışla katkıda bulunmak kadar olan aşamalardan geçtiği Aşağıdaki google haritalar istediğini gösteriyor. küçük bir atölye, hem de ürünlerin sayfamızın linkine tıklayarak sevenleriyle buluştuğu bir Megaron’da sanal gezi galeri olarak Karum AVM’de yer yapabilirsiniz: https://goo.gl/ almaktadır. maps/3eBU973YgRVTFxet9

Sıcak, samimi ve etkileyici atmosferiyle Ankara’nın en güzel, köklü butik sahnelerinden birisi olan Farabi Sahnesi’nde, tiyatro oyunları, doğaçlama, müzik, dans gibi sahne sanatlarının her türünde deneyim yaşayabilirsiniz. Farabi Sahnesi alternatif bir mekân olarak bir sahneden çok daha fazlasını sunar. En az sahnesi kadar farklı bir tasarımı olan kafesinde kahve içerek kitap okuyabilir, lezzetli kekler ve pastalar yerken dostlarınızla sohbet edebilirsiniz. Sahne dışında alternatif atölye alanları da olan mekanda sanatın her alanında kendinizi geliştirme imkânı bulabileceğiniz gibi toplantı/ seminer vs. düzenleyebilirsiniz. Farabi Sahnesi, sanatla dolu alternatif deneyimler yaşamak için sizleri bekliyor. Sanatla yaşamak, sanatı yaşatmak için Farabi Sahnesi’nde buluşalım.

Ayrancı'da bir tuhaf dükkan: Gurmefil. Sofranıza sağlıklı, bitkisel hazır gıda ürünleri... Hayvansal madde içermez, katkısız.

FADE Stage & Coffee, şehrin ortasında ama şehrin karmaşasından uzak çok yönlü bir mekân, bir yaşam alanı; hem kafe / mutfak hem sahne hem atölye. İsterseniz resim, seramik gibi sanat eserleriyle dekore edilmiş kafe alanında sakin bir ortamda ders çalışabilir / kitap okuyabilir, isterseniz yeşil bahçesinde sohbet ederken kahvenizi yudumlayıp güzel pastalar yiyebilirsiniz. FADE mutfağın alternatif Ankara’nın denizi güzel insanları, Güzel Karadeniz Lokantası ise o güzel insanların sahilidir. menüsünden lezzetli yemekler tadabilirsiniz. İsterseniz hemen kapının arkasındaki sahnede İlkiz Sk. No:12 Çankaya/Ankara tiyatro oyunlarına, stand up gösterilerine, müzik dinletilerine, söyleşilere katılabilirsiniz. Ya da alternatif atölye alanında tiyatro, drama, dans, mozaik, yoga gibi çeşitli alanlarda eğitim düzenleme veya eğitim alma şansı Organik, vegan, vejetaryen, glutensiz ve yerel ürünleri bir arada bulabileceğin Kantin Organic, bulabilirsiniz. FADE size sıradan olanın dışına hem kafe hem de bir market. Yazın bahçede ferahlayıp, kışın içerde koltuğa yayılabilirsin. çıkmak için birçok seçenek sunmaya devam Alacağın ürünlerin tadına bakıp karar verebilirsin. En güzeli kısık sesli müzik eşliğinde dilersen ediyor. Sanatla yaşamak, sanatı yaşatmak için kendinle baş başa takıl, dilersen biz çalışanlarla tatlı bir sohbete katıl. Burası alışkanlıklarının FADE’de buluşalım. ötesinde bir deneyim sunmaya açık. Cennet Sineması ve Huysuz Virjin Aydan Çelik

Huysuz Virjin'in ölümü aklıma Giuseppe Tornatore’nin Cinema Paradiso Onun, makam, mevki, statü, şan, şöhret, cinsiyet (Cennet Sineması) filmini getirdi. İzleyenler hatırlayacaktır. Kasabanın papazı takmayan; riyakârlığı, ikiyüzlülüğü, kibri sarakaya alan, nalına da mıhına da vuran tarzı, Türkiye her filmi halka gösterilmeden önce izler, öpüşme sahnelerinde elindeki zili çalar, toplumunun halen en büyük ihtiyaçlarından biri makine dairesindeki Alfredo, o bölümleri işaretler, sonra da keser çıkartırdı. değil mi? Böylelikle halk, “ahlakı”nı bozacak şeylerden korunmuş olurdu :) ** Yaşının ilerlediği bir dönemde sunduğu bir Filmin esas karakteri, sinema delisi, dehşet Bir gün cesaretimi toplayıp Cennet Sineması’ndaki yarışma programında fenalaşmış, yere yığılmıştı. yaramaz, 7 yaşındaki Salvatore'ydi. Alfredo’nun durumu anlattım. “Abiler siz de Alfredo’nun Salondakiler yine şaka yaptığını sanmış gülüp çırağı olan Salvatore büyüyünce, Alfredo’nun da yaptığını yapsanız şahane olmaz mı?” diye bir geçmişlerdi. Hadisenin ciddiyeti anlaşılınca ısrarıyla Roma’ya sinema okumaya gidiyor, ünlü bir öneride bulundum. Doğrusu pek de tınmadılar. tıbbi müdahale yapılmış, ayıldığında ilk cümlesi, yönetmen oluyor, Alfredo’nun ölüm haberini alınca Ama yaptılarsa şahane bir işe imza atmış olmalılar. "Gittim baktım. Yukarıda iyi bir arsa bulamayınca da yıllardır görmediği kasabasına geri dönüyordu. geri döndüm." olmuştu. Sonradan bir araya getirilmiş sansürsüz Huysuz Alfredo, öldüğünde Salvatore'ye teslim edilmek Virjin şovlarını kim izlemek istemez ki? Yolu açık, mekânı cennet olsun. üzere bir film kutusu bırakmıştı. Filmin sonunda Salvatore özel bir salonda kutudan çıkan filmi tebessümüne eşlik eden gözyaşlarıyla izlemişti.

Alfredo, yıllar boyu papazın sansürlediği öpüşme sahnelerini uç uca eklemiş, yepyeni bir film yapmıştı. ** Huysuz Virjin’in ölüm haberini alınca aklıma o sahne geldi.

Yıllar evvel, Levent’te, ufak tefek animasyonlar yaptığım bir post-prodüksiyon şirketi vardı. Aynı zamanda çok sayıda TV programının montajını filan yaparlardı.

Ne zaman gitsem, ekibi kahkahalar içinde Huysuz Virjin’in çekimlerini montajlarken bulurdum. RTÜK ya da diğer nedenlerden ötürü, o kadar çok yeri çıkartır ya da “biiiip” koyarlardı ki ham çekimin en az yarısı kullanılmazdı.

SOLFASOL Sezen Kılıç, Onur Mat, Önder Şenyapılı, SOLFASOL'UN BİR UCUNDAN DA SİZ TUTUN! Ankara’nın Gayriresmi Gazetesi Özgün Keser, Sencer Başat, Sine Çelik, Ağustos 2020 Yavuz İşçen, Zeynep Arıca, Zişan Kürüm Gazete Solfasol'da yer almasını istediğiniz yazı, haber ve çizilerinizi her ayın 25'ine kadar 91. Sayı [email protected] adresine gönderebilirsiniz. Abone olmak için aşağıda belirtilen hesap Ayda bir yayımlanır. Yayın İdare Merkezi numarasına ödeme yaptıktan sonra adınızı, açık adresinizi, e-posta adresinizi ve telefon numaranızı Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Büklüm Sokak, No: 44/4, [email protected] adresine veya 0 536 9566426 nolu telefona SMS ile gönderin. Mehmet Onur Yılmaz 06680 - Kavaklıdere / ANKARA Editörler: Duygu Toprak, Zişan Kürüm Tel-Faks: 0 312 437 76 41, Dosya Editörü: Ali Bilge İrtibat Tel: 0 537 024 28 49, 0 536 956 64 26 Yıllık Abonelik: 100 TL Yazı-Haber: [email protected] SOLFASOL ARTIK PATREON'DA! Sayfa Tasarımı: Aslıhan Özgen Yıllık Destekçi Abonelik: 200 TL Gazete Sekreteri: Dilan Nil Özgen Abonelik: [email protected] Yurtdışı Abonelik: 200 TL [email protected] Patreon Solfasol'a aylık düzenli destek verebileceğiniz Basım Yeri: Şen Matbaa Öğrenci Aboneliği: 50 TL online bir kitlesel fonlama platformudur. Oluşturacağınız Özveren Sok. 25/B Demirtepe/Ankara Dijital Abonelik: 50 TL talimatla belirleyeceğiniz miktar, kredi kartınızdan her ay Bu Sayıyı Yayına Hazırlayanlar: Akın Tel: 0 312 229 64 54 Fax: 229 64 54 otomatik olarak çekilerek Solfasol'a aktarılır. Atauz, Alanur Çavlin, Ali Bilge, Ankara E-Mail: [email protected] Cımbızcısı, Arif Şentek, Aydın Bodur, WEB: www.senmatbaa.com Abonelik Ödemesi için Banka Hesap Bilgileri 1- Akıllı telefonunuzu Aydan Çelik, Aylin Yılmaz, Behiye Erinç kullanarak yandaki karekodu Taş, Ceren İskit, Deniz Zeka, Duygu Basım Tarihi: 01.08.2020 TÜRKİYE İŞ BANKASI - KÜÇÜKESAT ŞUBESİ okutun. 2- Üye değilseniz Toprak, Erhan Karadağ, Hadi Sinan İskit, ISSN: 1301-8655 IBAN: TR83 0006 4000 0014 2080 7867 87 Patreon'a üye olun. 3- Aylık Hale Gönültaş, Kaan Can Bircan, Linda Yerel Süreli Yayın destek miktarınızı seçin ve Nihan Lafcı, Mehmet C. Peker, Mehmet 3.000 adet basılmıştır. Hesap Sahibi: onaylayın. 4- Desteğiniz her ay Onur Yılmaz, Mehmet Kocabey, Meltem Mehmet Onur Yılmaz SOLFASOL Solfasol'a ulaşsın.