"Emojiler olmadan da hayatta kalabileceğimizi hatırlatan çok komik bir hikâye. #akıllıkitap!" USA Today EIyssa Friedland Tam bir internet bağımlısı olan €vie bu yüzden çok sevdiği işinden kovulur. Hemen ardından, evliliğe karşı olan eski sevgilisinin 'da rüya gibi bir düğünle evlendiğini Facebook'tan öğrenir ve çok önemli bir karar alır: İnterneti bırakacaktır!

Artık €vie için Google'do insanları stalk'lamak yok. Facebook'ta eski sevgililerin profillerine bakmak yok. Tuuitter'da tuuit okumak yok. Binlerce selfie çekip kaç beğeni alacağını görmek için beklemek yok. Anlamsız kelimelerden hashtag oluşturmak yok. Her an Instagram'da gezinmek yok. 'den yer bildirimi yapmak yok. VouTube'da Beyonce şarkılarıyla çılgınca dans eden çocukları izlemek yok. Hepsinden de iyisi artık sevgili bulma siteleri yok.

Şimdi sen de sakin ol ve o elindeki akıllı telefonu yavaşça bir kenara bırak, çünkü bu #okıllıkitap sona bambaşka bir aşk masalı anlatıyor!

NOVELLA O /novellayayinlari 9 78605 1 8601 14 /novellayayinlari t 3 3 “Teknoloji hiçbir şeydir. Asıl önemli olan insanların özünde iyi ve zeki olduklarına, onlara gerekli araçlar verildiği tak­ dirde mükemmel işler başaracağına duyduğunuz inançtır.”

Steve Jobs GİRİŞ

Tuvalet masasına iliştirdiği, siyah ve gümüş renklerinde parlak davetiyeyi çekip aldı. Elyazısıyla minicik yazılmış “resmi kıyafetle gelinmelidir” ibaresini okudu. Bu da ne de­ mekti ki? İma edilen şey her neyse, bir cumartesi günü on saat çalışmanın ardından başarılması imkânsız bir görev gi­ biydi. Tıklım tıkış dolu olan gardırobunun katlanır kapısını açtı, tutucu iş kıyafetleri çoğu yeri kapladığından resmi kı­ yafet seçeneklerini pek göremiyordu. Dolabın arkalarından, en son büyük halasının cenazesinde giydiği lacivert, krep ku­ maştan elbisesini çekip çıkarttı. Bantlı sandaletlerin yerine platform topuk ayakkabılar giyip sallantılı küpeler taktı mı kıyafet rahatlıkla cenaze görünümünden çıkıp bir davet giy­ sisi havasına bürünebilirdi. Küpelerin inatçı klipsleriyle ve neredeyse belini incitmesine sebep olan yan fermuarıyla bo­ ğuştuktan sonra, gerçekten de “davet şıklığı” sağlanmış gibi görünüyordu. Kapıdan çıkmadan önce boy aynasında kendi­ sine bir göz atınca gülümsemeden edemedi. Saçlarına fon

7 Eîyssa Friedland

çektirmesi ya da kaşlarını aldırması hiç fena olmayabilirdi, ama yine de acelesi olduğu düşünülünce aynadan görünen yansıması hiç de fena sayılmazdı. Neyse ki havadaki nem kumral saçlarına hoş bir dalga katmıştı. Pürüzsüz, esmer teni sayesinde ne fondöten ne de allık gerekliydi ki her ikisi için de zamanı olmadığından bu iyi bir şeydi. Rujunu ve göz kalemini aceleyle sürmeye çalışırken BlackBerry’si kitaplıkta çöreklendiği yerde bir çıngıraklı yılan gibi tıslamaya başladı. Telefonun çiftleşme çağrısını duymazdan gelmeye çalıştı. Telefona yanıt vermek yerine onu kaptığı gibi aylardır kullanmadığı, elbisesiyle uyumlu minik, pullu bir dikdörtgen şeklindeki gece çantasına yerleş­ tirmeye çalıştı. Bunu başarmak için hiçbir şansı yoktu. Lanet olsun. Ne yapacağını bilmiyordu. Hiçbir fizik ya da geometri kanunu BlackBerry’sini o çantaya sığdıramazdı. Telefonunu bütün gece elinde taşıması söz konusu bile de­ ğildi. Arkadaşları “CrackBerry”* bağımlılığıyla ilgili acıma­ sız şakalar yaparlardı. Telefonu evde bırakması da düşünü­ lemeyecek bir seçenekti. Elinin altında BlackBerry’si bulun­ mayan kurumsal bir dava vekilinin, pazartesi günü işe gel­ meye de zahmet etmesine gerek kalmazdı. Çabucak ve ge­ cesinin kalanıyla ilgili olası sonuçları düşünmemeye çalışa­ rak elbisesini beline kadar kaldırdı ve hantal akıllı telefonunu pamuklu külotunun içine kaydın verdi. Plastik, tenine serin bir esinti gibi çarptı. Minik butonların tenine battığını hisse­

* Markanın adı benzeştirerek uyuşturucu ( Crack, kokainin sigara gibi içilebilir küçük parçalar halindeki formudur) gibi bağımlılık yapmasına gönderme var. (ç. n.) Aşk Burada Çekmiyor

diyordu. Evie, BiackBerry’sini o kadar sık kontrol ederdi ki onun vücudunun bir parçası gibi olması aslında gayet uygun görünüyordu. Günün birinde daha gelişmiş bir versiyonu, an­ nesinin kamından dahili bir akıllı telefonla doğacaktı. Aşağı uzanıp tuş kilidini kapadı ki telefon aşağılardayken birisini yanlışlıkla aramasın. Telefonu güvenli bir şekilde bedeninin oyuklarıyla iç çamaşırının kumaşı arasına yerleştiğinde bul­ duğu çözümden gerçekten de tatmin olmuştu; derin bir nefes aldı, bir süre tuttu ve ardından nefesini verdi. Her şey yo­ lunda gidecekti. Sadece ufak bir rahatsızlık duyacaktı o kadar. Çok önemli bir şey değildi, gerçekten. Her zamanki gibi geç kaldığından bunu tekrar düşünecek zamanı da yoktu zaten.

9 Evie Rosen için bir düğün daha. Gerçi kendi düğünü değil. Dünya evine girenler Evie’nin üniversiteden ve hukuk okulun­ dan arkadaşları Paul Kindling ve Geoide Mendez’di. Resmi ni­ kahlan birkaç gün önce hiç de romantik olmayan belediye sarayında özel bir merasimle kıyılmıştı. Arkadaşlan ve ailele­ rinin daha hoşgörülü bireyleri, onlan şehir merkezinde lüks bir parti eşliğinde daha ihtişamlı bir şekilde kutlamak için bekle­ mişti. Evie elbisesinin kann kısmını son bir kez düzelterek, on altı yıl, diye düşündü. İşte Paul’u bu kadar zamandır tanıyordu. Üniversitedeki ilk arkadaşıydı. Ama Evie şimdi onun düğününe geç kalmıştı. Çok yavaşsın, diyecekti Paul. Yavaşlığından daha kötü bir şey varsa o da düşündük­ leriydi. Ülke çapında milyonlarca insan Paul ve George’unki gibi birliktelikleri engellemeye çalışıyordu, ama onlar bile Evie’den önce dünya evine giriyorlardı. Onlar adına mutlu olmak, imrenen iç sesini susturmak ve, “Neden ben değil de onlar?” gibi gereksiz sorulan bastırmak için elinden geleni yaptı. Çünkü Paul, birinci sınıf denen o korkunç dönemde

11 Elyssa Friedland

gerçek bir dost, yönünü bulmasında iyi bir yardımcıydı, şimdi de New York’un çılgın yaşammda güvenilir bir ortaktı. Zaman zaman düşüncesiz olsa da on altı yıllık ilişkileri boyunca önemli hiçbir durumda onu hayal kırıklığına uğratmamıştı. Yaşını fazlasıyla aşan sofistike bir havaya sahip olan Paul, Yale’deki, sahil bölgelerinden gelen kolejli çocuklar ve küçük kasabalardaki devlet okullarından gelen bölüm birin­ cilerinden oluşan çaylakların arasında sivrilmişti. Koyu renk bir gömlek ve dar bir pantolon giymiş olan Paul, Evie’nin, tuvaleti kullanmak için alışveriş taklidi yaptığı lüks bir buti­ ğin satış temsilcisi gibi görünüyordu. Okulun ilk gününde bi­ rinci sınıflar avlusunda sohbet etmişlerdi; bu avluda öğrenciler, bir dizüstü bilgisayar ve yasak olan halojen ayaklı lambalarının yanı sıra önceden hazırladıkları özgeçmişlerini değiştokuş ederlerdi. Aynı yurda verildikleri ortaya çıkınca Evie, hiçbir şeyden habersiz peşlerinden ağır ağır gelirken Paul, kalacakları yeri bulmakta ona yardım etmişti. Paul’u gerçekten de bu kadar uzun süredir tanıdığına inanmak güçtü, okulun ilk günündeki o şans eseri sohbetten sonra şimdi aceleyle onun düğününe yetişmeye çalışıyordu. Evie, sonunda davet şıklığını yakalamış bir halde dai­ resinden çıkmak üzereyken tuhaf bir titreşimin bedenini sar­ dığını hissetti. Bu titreşim durup tekrar başladığında bunun, külotunun içinde ritmik bir biçimde vızıldayan BlackBerry’si olduğunu fark etti. Telefonu çıkarınca aramanın babaannesi Bette’den geldiğini gördü. Önce sesli mesaja düşmesine izin vermeyi düşündü. Ama Bette fazla zekiydi. Ta Boca’daki

12 Aşk Burada Çekmiyor

Century Village dairesinin balkonundaki beyaz plastik san­ dalyesinden torununun kendisini atlatmaya çalıştığını an­ lardı. Ayrıca babaannesi muhtemelen beş haberlerinde dinlediği listeriya salgını hakkında onu uyarmak için arı­ yordu. Evie’yle ne kadar çok ilgilendiğini gösterme fırsatın­ dan onu neden mahrum bıraksındı ki? Evie’nin babaannesi olan Bette seksenlik bir doğal afetti; Yahudi soykırımından kurtulmuş, dilinin kemiği ol­ mayan bir kadındı. Evie’nin bekârlığından, “şu mesele” ola­ rak bahseder, sık sık, “Şu meseleyi ne yapacaksın bakalım?” diye sorup dururdu. Evie’nin babaannesinin özel bir hareketi bile vardı. Aradan uzun bir süre geçtikten sonra Evie’yi ilk gördüğünde elini avucu aşağı bakacak şekilde uzatır ve sarı altın bir halkanın üzerinde, pırlantalarla çevrili minik, safir bir taşı olan evlilik yüzüğünü işaret ederdi. Bette, Evie’nin dedesi Max yirmi beş yıl önce ölmüş olmasına rağmen yü­ züğünü hâlâ parmağından çıkarmıyordu. Sonra da gözlerini beklenti dolu bir ifadeyle kocaman açarak, “M/?” (Doğu Av­ rupa’daki Yahudi kasabalarına özgü bir argoda “Ee?” anla­ mına gelir) diye sorardı. Bette, telefonda konuştuklarında da cılız bir şekilde öksürerek, “Unutma, babaannen yaşlanıyor. Yuvanı kurduğunu görmeyi çok istiyorum,” derdi. Ardından da öldürücü darbe gelirdi: “Huzur içinde yatsın, baban da bunu isterdi,” diyerek Evie’nin üniversitede birinci sınıftay­ ken ölen babası Henry’yi kullanırdı. Bette profesyonel bir iş­ güzardı ve muhtemelen Evie’yi en çok düşünen insandı. Hayır, onun aramasını görmezden gelemezdi.

13 Elyssa Friedland

“Selam babaanne,” dedi soluk soluğa, eli hâlâ kapının kolundaydı. “Evie-le ne var ne yok?” diye sordu Bette, kadımn Doğu Avrupa göçmenlerine özgü yoğun aksam şimdiden Evie’nin telefonu kapamak için acele etmesinden suçluluk duymasına sebep olmuştu. Bu aksan adeta suçlu hissettirme makinesi gibiydi. Bette’nin kelimelerin üzerine bastıran aksanını du­ yunca Evie’nin içi yine sızladı. “Pek bir şey yok. Bir düğüne gitmek üzereyim,” dedi Evie. “Aslında geç kaldım, o yüzden de konuşmak için pek zamanım yok.” “Ah, ne hoş. Onlara benim adıma mazel tov* deyiver. Babaannesi, Evie’nin tanıdığı herkesin Yahudi olmadığını hâlâ anlayamamıştı. Bir de evlenen çiftte X kromozomunun eksik olduğunu öğrendiğini düşünsenize. “Neyse, öylesine aramıştım zaten. Ah, ama bak bu aklıma ne getirdi. Lauren Moscovitz’in nişanlandığını öğrendim.” Ah! İşte aramasının asıl sebebi. “Aferin ona,” dedi Evie sakince. Telefonda geçirdiği bu birkaç dakikayı hızlıca uyguladığı makyajına rötuş yapmak için kullandı, asansöre binerse telefonun çekmeyeceğini bil­ diğinden hayıflanıyordu. Bağlantının kopması, Bette’yi New York’a bir terör saldırısının yapıldığı düşüncesiyle alarma geçirirdi. “Oğlan, ortopedi cerrahıymış. LaurenTn anneannesi

* (İbr.) Tebrikler, (ç.n.)

14 Aşk Burada Çekmiyor

Rose arayıp söyledi. Rose’u tanıyorsun değil mi? Hani şu at suratlı olan. Kocası berbat bir kumarbazdır. Neyse Lauren’ın haberini vermeden edemedi işte. İyi bir kısmet bulmuş gibi görünüyor.” Evie ne söylenebileceğinden hiç emin olamayarak derin bir iç çekti. “Lauren’ı hatırlıyorsun değil mi? Hani biraz zaftig* bir kızdı. Birkaç defa ona bakıcılık etmiştin.” Babaannesi ona gerçekten Lauren’ı mı hatırlatmaya ça­ lışıyordu yoksa bilinçli bir şekilde, bezini değiştirdiği kızın bile kendisinden önce evlendiğini mi ima ediyordu, bundan pek emin değildi. Evie, Lauren’ı hatırlıyordu. Kıvır kıvır saç­ ları, tehlikeli bir şekilde sümüğü sallanan burnuyla gerçekten de çirkin bir çocuktu. “Neyse işte, düğün Boston’daki Ritz-Carlton’da olacak. Oğlan oralıymış. Görünüşe göre epeyce varlıklı biri.” Bette, Evie’nin babasının ölümünden kısa bir süre sonra Florida’ya taşınmasına rağmen Baltimore’daki eski komşu­ larından haberler almaya devam ediyordu ve Evie’yle bu ev­ lilik ve doğum haberlerini paylaşmak için özel bir ilgisi var gibi görünüyordu. Eski komşulanndan bazılarının da boşan­ dığına hiç şüphe yoktu ama Bette’nin dedikodu kazanındaki o hikâyeler Evie’ye ulaşmazdı. “Onun adına sevindim,” diye tekrarladı Evie sakin ol­ maya çalışarak. “Babaanne benim gideceğim bu düğün de

* (Yidişdiii) Balıketi, dolgunca, (ç.n.)

15 Elyssa Friedland

Boston’da gibi bir şey, çünkü şehir merkezinin trafiğiyle yolum o kadar uzun sürecek. En iyisi seni dışanya çıkınca arayayım, en azından o sırada bir taksi bulurum.” “Tamam, dikkatli ol,” dedi Bette, Evie, Yukan Batı Ya­ kası’nın yuppilerle dolu sokaklarına değil de savaş hendek­ lerine gidiyormuş gibi. Haziran akşamının ılık havasında, her köşe başında taksi için itişip kakışan rakiplerini gizlice süzdü: bastonlarını sa­ vuran yaşlı teyzeler, pusetleri ellerinde anneler ve akşamüstü içkisi kıyafetleriyle grup halinde gençler... Evie şehir mer­ kezine doğru yürümeye başladı, Lincoln Merkezi’nin önün­ den taksi çevirerek kalabalık gruplan atlatmayı umuyordu. Yürürken babaannesinin numarasını çevirdi. “Selam babaanne. Geri döndüm.” “Güzel. Ben de biriyle görüşüp görüşmediğini soracak­ tım. Özel biri falan var mı?” “Şu an yok. Jack’le daha altı ay önce ayrıldık,” diye yanıt verdi Evie homurtusunu bastırarak. “Ama büyük ola­ sılıkla iyi bir haberim olacak. Ortaklar komitesi toplantılara başladı. Yaz sonuna kadar haber almış olurum. Çok heyecan verici değil mi?” diye sordu Evie, onun övgüsüne bu kadar muhtaç olduğunu fark edince şöyle bir irkildi. “Aman. Neden onca saat çalışasın ki? Sürekli çalışırsan biriyle nasıl tanışacaksın? Annen resmen işyerinde yaşadığını söylüyor. Bunu istediğine emin misin?” “Tabii ki istiyorum babaanne. Yoksa neden bu kadar çok çalışayım?” İşin gerçeği, babaannesinin onun şirkete ortak olma ar-

16 Aşk Burada Çekmiyor

zusunu sorgulaması o kadar çılgınca değildi. Evie hukuk fa­ kültesine, sadece babası avukat olduğu ve tüm diğer siyasal bilgiler fakültesi bölümleri hukuk testini zorunlu kıldığı için gitmişti. “Pekâlâ, ben ne bilirim ki? Mademki istiyorsun o zaman umanm olur,” dedi Bette, Evie’nin gönlünü almak isterce­ sine. “Evet, istiyorum. Neyse, en iyisi sonra konuşalım. Taksi bulmaya odaklanmam gerek. Seni...” “Bir dakika, sana söylemem gereken önemli bir şey daha var.” “Söyle?” dedi Evie yüzünde bir tebessümle. Sırada neyin olduğunu biliyordu. Listeriyayla ilgili uyan. Ya da Bette’nin Doktor O z’un* program ında öğrendiği hayat kurtancı birkaç tavsiye... Her gün hünnap ye. Paraben öldürücüymüş. Vıdı vıdı vıdı... “Beni iyi dinle. Bugün kanasta oynarken çok çılgınca bir şey öğrendim. Louise Hammerman’ın torunu bilgisayar­ dan tanıştığı biriyle nişanlanmış. Evlenmek isteyenlerin bu­ luştuğu böyle yerler varmış. Hem de hepsi Yahudi’ymiş. Louise söyledi bana. Onun torunu da Manhattan’da yaşıyor. Sekiz milyon insan bir aradayken insanlar neden evlenmek için makinelere ihtiyaç duyar bilmiyorum, ama ben ne anla­ rım ki? İşe yarıyormuş neticede. Neyse Evie, eğer bilgi almak istersen sana o çocuğun telefonunu gönderebilirim.”

* D oktor Mehmet Öz 'ün ABD 'de yaptığı sağlıklı yaşam konulu TV programı, (ç.n.)

17 Elyssa Friedland

Evie’nin içi sızladı. İyi ki de, “hatırını sormak için” ara­ mıştı. Bu stratejik ama başarısız bir telefon görüşmesiydi. Babaannesine göre Evie, şu internetteki “yer”e kaydolur kay­ dolmaz, uygun bir eş adayı, doğum günü pastasının içinden fırlayan striptizci gibi ekranda belirecekti. Evie, son on yıldır JDates sitesi aracılığıyla otuzdan fazla randevuya çıktığını söyleyerek babaannesini hayal kırıklığına uğratmak istemedi, bu süre içinde sadece Jack’le birlikteyken bu randevulara ara vermişti. İnternette tanıştığı adamlar neredeyse her zaman birer felaketti ve ağız kokusu, nevroz, skolyoz ve -en son olarak da- osteoporozdan mustarip olurlardı. “Şey, teşekkürler babaanne ama ben JDate’i zaten bili­ yorum,” dedi Evie, bu sırada gözleriyle boş bir taksi arı­ yordu. Ama dolu taksiler oldukça yakınından geçerek bantlı, burnu açık ayakkabılannı kirletiyorlardı. “Ya,” diye karşılık verdi Bette. Evie, kadının tek heceli yanıtındaki hayal kırıklığını duyabiliyordu. “Eh, Susama da söylerdim ama boşuna nefesimi tüketmeyeyim, öyle değil mi?” Susan, Evie’nin New Mexico’da yaşayan halasıydı. Kadın, kenevirden yapılmış her şeye bayılan bir meditasyon danışmanıydı. Evie için merhum babasının, halasıyla bir gram DNA’yı bile paylaştığını hayal etmek çok güçtü. Evie, bu uzakta yaşayan akrabasını Google’layarak Susan’m “Yeni Ufuklar” adında tuhaf bir komünde yaşadığını keşfetmişti. Bette’nin kızıyla ilgili olarak sıklıkla söylediği cümle, “Ne­ den ben?” olurdu. Bette’nin Evie’den beklediği o geleneksel

18 Aşk Burada Çekmiyor

yaşamın -evlenmek ve çabucak bebek sahibi olmak falan- tamı tamına zıddını temsil ediyordu Susan Halası. “Evet babaanne.” “Neyse Evie, son sayıyı gördün mü bakayım? Yemin ederim artık kimsede zevk kalmamış,” dedi Bette, usta bir politikacı gibi konuyu değiştirerek. Evie’nin babaannesi Architectural Digest dergisinden namı diğer “Kutsal Kitap”tan bahsediyordu; Bette’yle bir­ likte her ay dergiyi analiz etmeye bayılır, mantıkdışı pahalı­ lıktaki ipek halılara arzu duyar ya da modası geçmiş damasko kumaşından perdeler seçtikleri için hiç tanımadıkları yaban­ cılar hakkında nutuklar atarlardı. Aylık çıkan dergideki dai­ relerin çoğu New York’taydı ama adresleri nadiren verilirdi. Evie bazen ufuktaki camla kaplı binalara bakıp şöyle düşü­ nürdü: Yüksek tavanlı, muhteşem bir oturma odası olan çatı katı sen misin? Ebeveyn banyosu Central Park manzaralı daire sen misin? “Henüz bakmadım. Bütün hafta boyunca e-postalanmı bile kontrol etmeye vaktim olmadı. Babaanne, davetin tama­ mını kaçırmak üzereyim. Seni bu hafta ararım. Seni seviyo­ rum.” Evie telefonu kapadığında ruhen çökmüştü. Babaanne­ sini hayal kırıklığına uğratmaktan nefret ediyordu. Aralarındaki güçlü bağa rağmen Bette şu evlilik meselesini her açtığında bir şekilde ilişkilerinin iyi yanlan gölgede kalıyordu. Evie tekrar saatine baktı. Lanet olsun. Avery Fisher Sa- lonu’nun önünde, hali vakti yerinde iki hanımefendi siyah

19 Etyssa Friedland

bir araçtan indi ve Evie, sürücünün çalışmadığını söyleme­ sine fırsat bırakmadan kendini arka koltuğa atıverdi. Siyah araçlar, san taksilerin neredeyse iki katı para alırdı ama şu an tutumluluk edilecek zaman değildi. “Metropolitan Pavillion’a lütfen,” dedi soluk soluğa. “On sekizinci cadde.” “Otuz dolar hanımefendi,” diye karşılık verdi sürücü ve Evie de bu fahiş fiyat karşısında uysalca başını salladı. Yu­ muşak deri koltuğa kendini bırakıp iş e-postalannı kontrol etmeden önce bir dakika nefes almak için gözlerini kapadı. Evie ve ekibinin, salı günkü tasfiye için hazır olacaklarını hayal etmek zordu; ülkenin en büyük tesisat malzemeleri üre­ ticisi Calicó, hisse alım anlaşmasıyla tesisatla ilgili kimyasal malzeme şirketi Anson-Wells’i devralacaktı. Ama yine de işi vaktinde yetiştirmek için acele etmenin belli bir heyecanı vardı. Kıdemli bir çalışan olarak, yeni çalışanları bitiş nok­ tasına ulaştırmak Evie’nin göreviydi. Calicó’nun operasyon direktörü Florencio Alvez son bir saatte dokuz tane yeni e- posta göndermişti. Kendisinin bu projeye atanmasını özel­ likle talep ettiğini bildiği Florencio’ya karşı özel bir muhab­ beti vardı. Geçen sonbaharda Calicó, konut birimini elden çıkardığında da birlikte çalışmışlardı. Sıkıcı işleri ve geç sa­ atlere kadar çalışılan yorucu geceleri dayanılır kılan, işte bu küçük anlardı: bir ekipten sorumlu olmak, başarılmış bir işin verdiği tatmin duygusu, bir müşteri tarafından şahsi olarak talep edilerek çabalarının takdir edilmesi. Florencio’ya yanıt verdikten sonra kafasını koltuğa yasladı ama huzur bulamadı.

20 Aşk Burada Çekmiyor

Hâlâ düğüne geç kaldığı için stresliydi ve ayrıca Bette’yle yaptığı konuşma da canını sıkmıştı. Pencereden bakınca Lincoln Tüneli’ne gelip hızlanmaya başlamalarına hâlâ on blok olduğunu fark etti. Enerjisinin yerine gelmesi için annesi Fran’i aramaya karar verdi. Fran çoğu kızın hayallindeki anneydi; hiçbir eleştiride bulunma­ yan, daima iyimser, her zaman güvenilen bir destekçiydi. Fran, kızının aşırı çalışması ya da yalnız olmasıyla ilgili en­ dişelerini dinlerken bile bunu Evie’nin mutluluğu için duy­ duğu endişe kılıfına sokmayı başarırdı. Yani numara yapmaya zahmet etmeyen Bette’nin tam tersiydi. Bette, iş kötü durumların iyi yanlarını görmeye gelince tam anlamıyla kördü, ki Evie de maalesef aynı karakter özelliğini taşıyordu. Öte yandan Fran ise her şeyin iyi yanını bulup çıkarmada tam bir ustaydı. “Selam anne,” dedi Evie. “Selam Ev, neredesin?” “Paul’un düğününe gidiyorum. Gerçi arkadaşlığımızın bitmesine sebep olabilecek kadar geç kalmış durumdayım. Lincoln Tüneli’nde çok fazla trafik var. Gerçekten de bu kadar çok insanın New Jersey’ye gitmek isteyeceğini kim bi­ lebilirdi?” “Birazdan gidersin tatlım. Lütfen Paul’u benim için teb­ rik et. Sen nasılsın?” “Ben iyiyim ama az önce babaannemle sinir bozucu sohbetlerden birini yaptım.” Evie detayları aktardı. “Evie, babaannenin nasıl olduğunu biliyorsun. Farklı bir

2 ] Elyssa Friedland

kuşaktan geliyor. Senin evlenip çoluk çocuğa karışmanı isti­ yor. Onun gerçek bir meslek edinme şansı olmamış. O yüz­ den bunlara yabancı.” “Peki ya sen? Sen de bunu mu istiyorsun?” diye sordu Evie. “Kızının birkaç aya kadar Baker Smith’e ortak olma ihtimali seni heyecanlandınyordur herhalde. Toplamda sa­ dece yirmi tane kadın ortak var.” Tam olarak yirmi ikiydi ama Evie oturup bunu saydığını belli etmek istemiyordu. Fran, Evie’ye hamile kalmadan önce Ogilvy’nin Was­ hington D.C. ofisinde reklam müdürüydü. Fran, anne olduk­ tan sonra deneyimlerini yerel işletmelere danışmanlık yapmak için kullandı; buna rağmen, asıl tutkusu olan üçüncü sınıf bölgesel tiyatro için bile yeterince zaman ayırabiliyordu. “Seninle gurur duyduğumu biliyorsun,” dedi Fran. Evie annesinin, sorduğu ilk soruya cevap vermediğini fark etti. “Sevindim. Çünkü bu gerçekten de önemli bir şey. Keşke binleri bunun ne kadar prestijli bir şey olduğunu an­ lasa. Ya da en azından anlamış gibi davransa.” “Ben anlıyorum işte. Aileler toplantısında takmak iste­ diğim ama senin izin vermediğin ‘Yale Annesi’ şapkasını ha­ tırlıyor musun? Ben seninle gurur duyuyorum. Ama bunlar senin başarıların, benim değil. O yüzden de ne benim ne de Bette’nin onayına ihtiyacın var.” Gerçekten yok muydu? diye düşündü Evie. Bazen ger­ çekten de varmış gibi görünüyordu çünkü. “Biliyorum.” “Hadi tatlım, düğünde güzel zaman geçir. Akşam ye­

22 Aşk Burada Çekmiyor

meği için kasabada Winston’in iş arkadaşlarından biriyle bu­ luşacağız, o yüzden kaçmam lazım.” Winston, Evie’nin varlıklı, beyaz orta sınıf mensubu üvey babasıydı; Evie’nin babası beklenmedik bir şekilde öl­ dükten iki yıl sonra Fran, onunla evlenmişti. Winston bir yük vagonu kadar uzun ve yapılıydı. Teni sürekli bronzdu. Yapay, turuncu bir renkte değil, yıpranmış deri kanepe renginde bir bronzluktu bu. Pembe polo tişörtler ve yunus işlemeli Nan­ tucket kırmızısı pantolonlar, gardırobunun büyük bir kısmına hâkimdi. “Ah bir de yarın April ve May’in pazar kahvaltısına gel­ meyi unutma,” diye ekledi Fran, Evie’nin üvey kardeşlerinden bahsederek. “Kahvaltı on birde olacak çünkü bir sürü okul alış­ verişi yapacaklar. Yardım etmek için erken gelebilirsen çok iyi olur. Sabah erkenden kaçırmamam gereken bir provam var. Sana yemin ederim şimdiye kadarki en zorlu Godspell prodük­ siyonu bu. Erken gelirsen seni sete de götürürüm.” “Tamam, gelirim. Seni seviyorum,” dedi Evie ama tam telefonu kapamak üzereyken Fran araya girerek, “Lauren Moscovitz’in nişanlandığım duydun mu? Ne tuhaf bir kızdı değil mi? Herhalde herkese uygun biri var,” diye ekledi. Sonra da klik sesi geldi ve telefon kapandı, Evie hâlâ muaz­ zam bir trafiğin içinde mahsurdu ve bir zerre bile sakinleş- memişti. Dikkatini tekrar hızla artan e-postalarına yönlendirdi, bunlardan bazıları Calico işindeki denetleme ortağı Bili Black’tendi. Bill’in hafta içi ile hafta sonu arasındaki farka

23 Elyssa Friedland

dair farkındalığı yok gibi bir şeydi. Evie ona birkaç hızlı yanıt yollayıp onu en azından bir saat kadar idare etmesini umarak Gmail’ini kontrol etti. Telefonunu gizlice saçma sapan yerine geri koyarken ona bir daha ne zaman erişebile­ ceğini merak etti. O sırada aklına, telefonunu koymak için yanına bir ceket alabileceği geldi ama artık dönmek için çok geçti, özellikle de tünel girişinden birkaç blok gerideyken ve araba sonunda hızlanmak üzereyken. Pencereden bakınca, Dokuzuncu Bulvar’daki, muhte­ melen şehrin en prestijli şirketi olan Cravath, Swaine & Moore’a ev sahipliği yapan gökdeleni gördü; hukuk fakül­ tesinden sonra başvurduğu yedi işyerinden, kendisini kabul etmeyen tek şirketti burası. Posta kutusunda o ince zarfı bul­ duğunda çok kızmıştı: Şirketimizde çalışmak istediğiniz için teşekkür ederiz. Maalesef şu an için size bir teklifte buluna­ mıyoruz. Başarılar dileriz. Eh, bu onların kaybıydı. Columbia Hukuk Fakültesi’nden sonra, başlıca yatırım bankalarının yansından fazlasını ve Fortune 500’ün hatın sa­ yılır bir yüzdesini temsil eden başka bir köklü firmaya katıl­ mıştı. Baker Smith de Evie onlarla çalışmaya başladıktan sonra Cravath’m en büyük müşterilerinden bazılarını kap­ mıştı; gerçi bunun Evie’nin işleriyle bir bağlantısı yoktu ama yine de tatmin edici bir durumdu. Son sekiz yıldır mukave­ leleri incelemiş, satın alma anlaşmalannı revize etmiş, bir­ leşme anlaşmalarını düzeltmiş, bıktınncaya dek süren kon­ ferans bağlantılannda saatler geçirmişti. Randevularım, ar­ kadaşlarıyla hafta sonu buluşmalarını iptal ederek ve zaman

24 Aşk Burada Çekmiyor

zaman da çoğu insanın temel hijyen uygulamaları olarak de­ ğerlendirdiği işleri boş vererek bütün yaşamını şirkete ada­ mıştı. Bikini bölgesi, bir işin kapanışına doğru artık korku filmlerine malzeme olacak cinsten olurdu. İşler gerçekten çı­ ğırından çıktığında arkadaşlarıyla ancak onlar ofis kafeter­ yasında yirmi dakikalık bir öğle yemeği yemeyi kabul ettiklerinde görüşebiliyordu, o yemek bile BlackBerry’si acil bir mesele yüzünden çalarsa kısa kesilebiliyordu. İş oldukça heyecan verici olabiliyordu ama masasına konulan her yeni projeyle birlikte bu işin altından kalkıp kalkamayacağından emin olmayan endişeli bir birinci sınıf öğrencisi gibi hisse­ diyordu. Neyse ki günde on dört saat süren çalışma rutininde bunlan oturup düşünmek için çok az zamanı kalıyordu. Sonunda da bu adanmışlığının karşılığını alacak gibi gö­ rünüyordu. Kendi departmanı olan Birleşmeler ve Satın Al­ malar bölümünde hiç kadın ortak yoktu; ayrıca mevcut bütün ortaklar da aynı yaşlardaydı -altm ış- ve sonunda yaşamla­ rıyla emeklilik birikimlerinin keyfini sürmek için yakında emekli olacaklardı. Evie işiyle ilgili her zaman mükemmel yorumlar alırdı. Ona verilen görevler genellikle şirketin port­ föyündeki en üst düzey ve karmaşık davalardan olurdu. Ne yazık ki ortaklık komitesinin, ortakların hiçbir aile sorumlu­ luğunun olmamasını bir artı olarak değerlendirdiğinin de far­ kındaydı. Çocuklarını Disney’e ya da doktora falan götürmek gibi aptalca şeyler için işten çıkıp gitmezdi. Jack’Ie işler yo­ lunda gitmiş olsaydı şu an bambaşka bir noktada olabilirdi. Ama işte gitmemişti ve şirketin iflas bölümünde şahit olduğu

25 Elyssa Friedland

yeniden yapılandırmalar ve tasfiyelerin aksine, Jack’le ay­ rıldıktan sonra aldığı duygusal hasann azaltımı ya da kıy­ metli malların ayrımı olmamıştı. Geriye sadece eskiden bütün olan ama o zaman iki prçaya aynlan kalbini kendi ba­ şına iyileştirmek kalmıştı. İşte şimdi buradaydı. Yalnızdı ama bir ortaklığın kıyısaldaydı ve aslında ça­ balarıyla fazlasıyla gurur duyuyordu. Daha büyük bir ofise geçmeyi dört gözle bekliyordu ve etkileyici bir unvan da ke­ sinlikle çok hoş olacaktı, ama onu asıl heyecanlandıran şey daha dolgun olacak maaşıydı. Sekiz yıllık çalışandan kıdem­ siz ortak statüsüne geçişteki maaş artışı devasa olacaktı. Ge­ lecek yıl kazancı iki kattan fazla artacaktı, ki bu da sonunda kira ödemek yerine kendi dairesini satın alabileceği anlamına geliyordu. Şu anki dairesinden on blok ileride, 76. Batı Cad­ desinde, Lincoln Merkezi’nin yakınında savaş öncesi dö­ nemden kalma, bir yatak odalı çok hoş bir dairenin ilanı, son üç aydır bilgisayarında kayıtlıydı. Dairenin fotoğraflarına o kadar çok bakmıştı ki girift bir şekilde oyulmuş beyaz ve gri damarlı mermer raflı şömineden, oturma odasının güney cep­ hesinde bulunan ve çok hoş ağaçlarla kaplı ara sokağa bakan altıya altı genişliğindeki pencerelere kadar her detayı adeta ezberlemişti. Çok sevgili kapitone kanepesini nereye koya­ cağını biliyor, onun yanlarına koymak için satın alacağı uzun, lake kitaplıkları tam manasıyla hayal edebiliyordu. Siyah araç gideceği binanın girişine doğru süzülürken Evie, şirkete ortak olduğu gün ilan sahibini arayıp daireyi

26 Aşk Burada Çekmiyor

görmek için randevu alacağına dair kendisine söz verdi. Avery Fisher Salonu ve Metropolitan Operası’nın kapı kom­ şusu olunca belki de New York şehrinin sunduklarından tam anlamıyla faydalanmaya başlardı. Sonunda ilk operasını iz­ leyebilirdi. Hani şu adında Kelebek olan operayı hiç izleme­ miş olması utanç vericiydi.

Davetin en hareketli anında oraya varmıştı. Electric Slide eşliğinde ironik bir şekilde kafa sallayan çekici eşcinsel çocuklardan oluşan gürültücü topluluğun arasından geçince Evie salonun arka tarafındaki bir kabinde hep beraber oturan arkadaşlannı gördü. Onların yanına gittiğinde kadeh tokuş­ turuyorlardı. İki arkadaşının da parmaklarındaki ışıltılı al­ yanslarının saçtığı parıltılar fener ışığı gibi Evie’nin gözlerini aldı. Parmaklarındaki yüzükler -muhtemelen toplamı sekiz karattı ve çoğu da$w taşlardan birinden yapılmıştı işte- tüm dünyaya arkadaşlarının evli olduğunu, sevildiğini, bir ekibin parçası olduğunu ilan ediyordu. Evie, sadece bilgisayarda de­ licesine yazı yazmaktan uçları aşınmış ojelerin süslediği kendi boş parmaklarının bunun tam tersini işaret edip etme­ diğini düşündü. “Evie, sonunda!” Stasia, müziği bastırmak için bağırdı. “Çok geciktin. Paul’a bindiğin taksinin bisikletli yemek da­ ğıtıcılardan birine çarptığını söyledim. Sen de öyle söyle. Hadi sana içki alalım. Kocası Rick’e başıyla ban işaret etti. “Evie, harika görünüyorsun,” dedi Rick ona içten bir şe-

27 Elyssa Friedland

kilde sarılarak. “Sana ne getireyim?” “Beyaz şarap harika olur.” “En iyisi herkesin içkilerini tazelemesi için ona yardım edeyim,” dedi Stasia ve kocasının peşinden gitmek için ye­ rinden sıçrayıp yay gibi esnek vücuduyla kalabalığın içinde ilerledi. Evie, arkadaşının çabasız bir şekilde taşıdığı ve içinde seksi görünmeyi başardığı klasik, beyaz kolsuz elbi­ senin sırt kısmına hayran kaldı. Evi de az kalsın beyaz bir el­ bise giyecekti ama bir düğünde beyaz giymenin yakışık almayacağını düşündüğünden vazgeçmişti. Şimdiyse kendini aptal gibi hissediyordu, çünkü bu kural ancak bir gelin oldu­ ğunda geçerli olurdu. Arkadaşları birkaç dakika sonra içki­ lerle geri döndüler. Bu Evie’nin kendini bir malikânede doğmuş olan Sta- sia’yla ilk karşılaştırması değildi. San Francisco’lu olan Sta­ sia, büyük bir malikânede yetişmişti; babası daha sonra meclis üyesi olan başanlı bir risk sermayedarıydı, annesi de kökenleri Mayflower’a* dayanan ve ABD’ye gelmiş olmanın en saygın hali buymuş gibi Locust Valley ağzıyla konuşan ve genel bir kendini beğenmişlik içinde olan kalem kadar ince bir sarışındı. Stasia, New Haven’a birinci sınıf öğrencisi olarak geldiğinde annesinin tavırları onda yoktu, ama anlat­ ması gereken bir soyağacı vardı. (Stasia, denizcilik diline fazlasıyla hâkimdi, Evie ise tek bir şey biliyordu: deniz tut­ ması.) Stasia, Evie’nin ara sıra meydana gelen sinir krizlerine

• 1620 'de Ingiltere 'nin New England bölgesinden gelip Massachusetts 'e ilk yerleşenlerin geldiği gemi, (ç.n.)

28 Aşk Burada Çekmiyor

kayda değer bir sabır göstermeseydi ondan nefret etmek çok kolay olurdu. “Nasıl hissediyorsun?” diye sordu Evie, ellerini üzerlerinde harfler bulunan M&M’s* dolu kâseye daldıran Tracy’ye. “Şişman,” diye yanıt verdi Tracy, bu kelime ağzından püskürerek çıkmıştı adeta. “Şişman görünecek kadar hami­ leyim ama henüz içeride bir bebeğin olduğunu belli edecek kadar değil. Sakın bana palavra sıkıp ışıldadığımı falan söy­ leyeyim deme.” “Çok güzel görünüyorsun, tatlım,” dedi Tracy’nin ko­ cası Jake araya girip elini karısının kamına koyarak. Bugün Jake’in şefkatli tavırları Evie’nin imrenmesine sebep olmadı, Rick’inkiler genellikle böyle hissetmesine yol açardı. Calico kapanışının verdiği sıkıntı ve Bette’yle yaptığı ve hâlâ içini acıtan konuşma yüzünden tüyleri diken dikendi. “Harika görünüyorsun, Trace. Ayrıca da bir bebeğin ola­ cak. O yüzden buna değer bence,” dedi Evie güven verici ol­ maya çalışarak, gerçi arkadaşlarıyla evlilik ve bebekler konusunda konuşurken her zaman kendini sahtekâr gibi his­ sederdi. Ne de olsa yorumlan sadece tahminlere dayanı­ yordu. “Bana anneliğin nasıl bir şey olduğunu anlatacaksın. Sa­ nırım biz de denemeye hazırız,” dedi Stasia, Rick ve diğer erkekler duymasın diye kızlara doğru eğilmişti. Evie, Rick ve Stasia’nın bir aile kurmaya karar vermelerine aslmda hiç

* Üstü rengârenk sekerle kaplı kap biçimindeki çikolatalar (ç,n.)

29 Elyssa Friedland

şaşırmamıştı. Ama nedense bunu duymak, böyle olmaması gerektiği halde içini acıtmıştı. “Bu harika bir haber! Her türlü bilgiyi seve seve aktarı­ rım,” dedi Tracy heyecanla. “Ah bir de ne oldu bil bakalım. Bugün Jake beşiği kurdu. Biraz erken olduğunu biliyorum ama sonunda işten biraz kafasını kaldırabildi, biz de neden olmasın diye düşündük.” Evie, şu beşiğin nereye konulacağını sormamak için di­ rendi. Jake ve Tracy Loo’nun Hell’s Kitchen’daki stüdyo dai­ relerinde yeni bebeklerini yerleştirebilecekleri en makul yer girişteki dolaptı. Jake’in en son profesyonel girişimi -çev­ reyle ilgili çocuk şarkıları yapmak- pek de kazançlı bir iş de­ ğildi. Evie onlann çok geçmeden banliyölere taşınmasından endişe ediyordu. Tracy’de, Evie’nin diğer arkadaşlarında bu­ lunmayan bir özellik vardı ve Stasia ne zaman babasının si­ yasi ofisinden bahsetse ya da gruplarındaki dördüncü üye Caroline ne zaman müsrif bir harcamasını anlatsa gözlerini devirirdi. Tracy şehirden ayrılıp örneğin Jake’in büyüdüğü Pittsburgh’a falan gitse Evie onu çok özlerdi. Tracy asla Pitt’e gitmeyeceğine dair yemin etmişti. “Asyalı anneleri bi­ lirsiniz. Sığdırabilse Jake’i tekrar rahmine sokar.” “Trace, bebeği doğurduktan üç ay içinde bütün kiloları vereceksin,” dedi Caroline. “Benim eğitmenimle görüşmen yeterli olur. Mucizeler yaratıyor o kadın.” Kaslarını sıkarak spagetti gibi ince kollar yerine şaşırtıcı genişlikte pazılarını sergiledi. “O zaman bana numarasını verirsin,” dedi Tracy, sonra

30 Aşk Burada Çekmiyor

da sessiz bir şekilde Evie’ye, “Bence asıl mucize ameliyatla göbek yağlarını aldırmaktaydı,” diye mırıldandı. “Şişşt,” diye dürtükledi Evie Tracy’yi- “Bunu bilemeyiz.” Tracy’nin hamilelikten dolayı biraz kilo aldığı doğruydu ama hormonlar fildişi rengindeki tenine renk, kızılımsı saçla­ rına da bir panltı eklemişti. Caroline, üniversitedeki halinin şimdi daha iyi bir versiyonuydu: pilatesle şekillenmiş bir vücut, özel spreyli bronzluk, tasarım kıyafetler... Stasia ise doğduğundan beri genetik bir üstünlüğün sürekli olarak key­ fini sürüyordu: oval bir yüz, turkuaz rengi gözler, buğday sarısı saçlar ve çenesinde tatlı bir gamze. Hepsi de, daha iyiye git- medilerse bile üniversiteden beri kendilerini gayet iyi koru­ muşlardı. Moda tercihlerinin çok daha akıllıca olduğu kesindi. Evie bu gece arkadaşlarına bakıp gruplarının bir arada kalmayı nasıl da iyi becerdiğini görünce yine çok şaşırdı. Bunda hepsinin de New York’ta yaşamayı seçmesinin (Stasia batıda tıp okuduktan, Tracy de New Orleans’ta iki yıl gönüllü öğretmenlik yaptıktan sonra) payı olduğu doğruydu ama bir arada kalmalarının tek sebebi coğrafi tercihler, olamazdı. Evie, işin kimi zaman insanı yutacak gibi olduğu hareketli bir şehirde, dostlarıyla birlikte olmaktan çok mutluydu. Bette’nin diyeceği üzere hepsi de alın yazılarındaki ki­ şiyi bulmayı başarmışlardı ama şaşkın Evie, grubun tek çı­ kıntısı olarak kalmıştı. Soğuk şarabı dudaklarına götürürken belki de sadece bu geceliğine bu bulmacanın yanıtını kade­ hinin dibinde bulabileceğini düşündü. “Ee Evie, beş dakikadır BlackBerry’ne bakmadan otu-

31 Elyssa Friedland nıyorsun,” dedi Tracy dalga geçercesine bir şaşkınlıkla. “Şir­ ket mi yandı?” “Maalesef hayır. Baker Smith kalesi sağlam duruyor,” dedi Evie. Telefonunun külotunun içinde olduğunu bilseler arkadaşları ne derdi acaba? “İnternete bağımlı olan bir tek ben değilim ki.” Evie, iP- hone’lannı yemek takımı gibi masaya dizmiş olan arkadaş­ larım işaret etti. “Ben sadece fotoğraf çekiyorum,” dedi Stasia. “Bu gece çektiğimiz fotoğrafları ‘ateşlidamatlar’ olarak etiketleyeceğiz.” “Çok klasmış,” dedi Evie. “Ayrıca biz telefonlarımıza üç dakikalık aralıklarla ba­ kıyoruz,” diye espri yaptı Tracy. “Kendi adına konuş,” diye itiraz etti Caroline, iPho- ne’una göz atarak. “Ben dadının haber vermesini bekliyo­ rum. Grace’in bütün sebzelerini yediğinden emin olmam lazım. Aynca altı dakika içinde eBay’de bir açıkartırma sona eriyor ve klasik bir Birkin çanta için Big Apple Luxury adında biriyle ölümüne kapışıyoruz.” Kobalt mavisi el çan­ tasına hayran kalması için telefonu Evie’nin suratına yapış­ tırdığı sırada bir mesaj ekranda belirdi. “Gözün aydın, Care. Imelda, Grace’in dört yeşil fasulye yediğini bir de... ağaç tepesi de ne zıkkım? Onlardan da üç tane yemiş.” “Brokolinin tepe kısmı,” diye açıkladı Caroline bunun zaten aşikâr olduğunu düşünerek. “Grace gövde kısmını ye­ miyor.”

32 Aşk Burada Çekmiyor

“Anladım.” Caroline gergin bir anneydi ve eski finans işindeki o yoğun gerginliğini kızlarını yetiştirmeye de aktarmıştı. Grace şimdiden o hassas çocuklardan biri olup çıkmıştı, hani şu gözlükleri olmadan banyo yapmayan ya da üzerinde etiket olan hiçbir şeyi giymeyen çocuklar gibiydi. Grace’in kız kar­ deşi Pippa daha dayanıklı görünüyordu, ama kesin bir şey söylemek için erkendi. Caroline’ın onlann her bir hareketini delice bir dikkatle takip etmesinin işe yaramayacağı da ke­ sindi. Ama tabii ki bu Evie’nin yargılayabileceği bir şey de­ ğildi. “Ee mutlu çiftimiz nerede?” diye sordu Evie. “Daha on­ lara bir merhaba bile demedim.” Tracy, açık büfe yemeklerin orada kollarını birbirilerinin beline dolamış şekilde duran Paul ve George’u işaret etti. Evie hukuk fakültesinin birinci sınıfında onlan tanıştıran kişi olduğu için şu anda gözlerinin parlıyor olması gerektiğini bi­ liyordu. Ünlü isimlerin basın danışmanı olarak Paul’un, Ge- orge’un çocuklar için yaptığı gönüllü çalışmadan kendisi kadar etkilenmeyeceğini düşünse de George’un kann kasla­ rının ve cappuccino bronzluğundaki teninin en azından ilk buluşmayı kurtaracağını biliyordu. Haklıydı da. Paul’un şan­ sına George Mendes’in Hollywood kültürüne ve ela gözlü erkeklere bir zaafı vardı. Evie onlar için mutluydu ve onlan birbirlerine ayarla­ madaki başarısı için de kendisiyle gurur duyuyordu, gerçi Baltimore’daki Beth-El Sinagoğu’ndaki Haham Berman’ın

33 Elyssa Friedland onlan da çiftten sayarak Yahudi inancına göre cennetteki yeri garantileyen üç evlilikten biri olarak değerlendireceğinden emin değildi. Belki Evie’nin tanıdığı biri de bu kutsal bahis­ teki son sayısını tamamlamaya çalışıyordu ve Evie’ye ideal eşini bulacaktı. Gerçi bu yüzden endişelendiği falan yoktu. Zamanı gelince zaten olurdu. Evie otuz dört yaşındaydı; bu bazen genç, umut vaat eden bir yaş gibi gelse de bazen Evie patlamak üzere olan biyolojik saatiyle bir çarpışma rotasındaymış gibi hissediyordu kendini. Hiçbir şeyin bu gece çözülemeyeceğini biliyordu en azından. Bu gece iyi vakit geçirip gelecekle ilgili takıntılı en­ dişesine devam etmek için yannı bekleyeceğine dair söz ver­ mişti. Şarap etkisini gösterinceye dek arkadaşlarının sohbet­ lerinin tamdık uğultusunun dikkatini dağıtmasına izin verdi.

Kısa bir süre sonra Paul ve George’un düğünündeki gü­ rültülü patırtılı, çarpışmalı danslar oldukça yardımcı oldu ve Evie’nin alkolün zihnini yatıştırmasına izin vereceğine dair verdiği sözü tutmasında etkili oldu. Greenwich’deki aile kahvaltısına gideceğine söz verdiği için şimdiden pişman ol­ muştu. Winston’in ikiz kızlan April ve May’i görmek, pazar günü ofisten uzakta geçirdiği o çok değerli birkaç saati har­ camak için seçeceği yollardan biri kesinlikle değildi. Kızlar kasım ayında doğmuştu; acaba Winston ve eski eşi kızlann isimlerini tartışırlarken tam olarak ne kadar Mt. Gay romun­ dan içmişlerdi? En azından kızlar tek yumurta ikizi değildi.

34 Aşk Burada Çekmiyor

Bu kadarına katlanmak biraz zor olabilirdi. Evie ve arkadaşlarının deyimiyle Beyaz İkizlerin, yaş­ lan on yediydi ve Andover’da son yıllarım okuyorlardı. April sonbaharda Dartmouth’a, May de Yale’e gidecekti. Onlarda tam olarak nefret uyandıran bir şey yoktu. Evie’ye çok genç ve gerçek sonuçlan olabilecek şeylerden tamamen uzak gö­ rünüyorlardı. Dürüst olmak gerekirse kızlar hâlâ ergendi, Evie’nin sahip oluğu tek kardeş onlar olmasına rağmen on­ larla iletişim kurmak neredeyse imkânsızdı. Yeni gerçekleşen lise mezuniyetlerinde kendini büyükanne gibi hissetmişti; kürsüdeki, kepleri ve cübbeleri içindeki tasasız ergenlerden çok uzakta, yerlerinden şikâyet edip duran dırdırcı ihtiyar­ larla aynı sırada oturmuştu. Dürüst olması gerekirse Beyaz İkizlere asıl alındığı mevzu şuydu: Kendisinin yıllar önce geçtiği bir yola onlar yeni çıkmak üzereydi. Hani şu profesyonel ve romantik an­ lamda her konuda başarıya götürmesi gereken, arkadaşları için gerçekleşse de kendisinin pek başarılı olamadığı şu yola. Ya Beyaz İkizler kendisinden önce evlenirlerse? Ya menekşe renginde, korkunç bir nedime elbisesi giyip kızların yirmili yaşlarındaki arkadaşları arasında durması gerekirse? Ya in­ sanlar, “Eh, en azından iyi bir kariyeri var,” diye fisıldaşır- larsa? Evie, kendisine Yale’le ilgili hiçbir şey sormayan May’e daha çok sinir oluyordu. Sanki Evie o kadar uzun zaman önce oraya gitmişti ki onun tecrübesi artık hiçbir işe ya­ ramazdı. Evie’nin sınıfta dizüstü bilgisayar kullanmadığı doğ­ ruydu, ama sonuçta hokka ve tüylü kalemle yazı da yazmamıştı. Elyssa Friedland

Evie aile kahvaltısından nasıl kaytaracağını düşünürken barın yakınındaki yakışıklı birinin kendisine baktığını fark etti. Bir an masadaki tartışmaya kulak kabarttı; Doğruluk mu, Cesaret mi -Ünlüler programının finali üzerinde ateşli bir tar­ tışma dönüyordu. Adam, şık, koyu renk bir takım elbise giy­ miş, canlı san renkte, ustalıkla bağlanmış bir kravat takmıştı. Belki de bu gece, tahmin ettiğinden daha ilginç olacaktı. Evie, Paul ve George’un erkek arkadaşlarının çoğunu tanı­ yordu ve zaten onlar da E vie’den ziyade birbiri leriyle ilgile­ niyorlardı. Ama bara yaslanan bu adam kesinlikle kendisine doğru bakıyordu. Evie yanına gitse mi, yoksa onun gelmesini beklese mi bilemedi; tatlı bir tanışma için ne yapması gerektiğine dair maalesef ki hiçbir fikri yoktu. Flört ve randevulara dair bil­ diği azıcık şey de JackTe birlikteliği yüzünden kaybolmuştu. Eski sevgilisini düşününce midesinden yükselen safrayı his­ setti. İki yıl birlikte olmuşlardı ama Evie sonunda, adamın daha ilk randevuda, evliliğe inanmadığını söylediğinde şaka yapmadığını fark edince ayrılmışlardı. Sayısız şaraplı akşam yemekleri, pazar sabahları Nespresso Arpeggio latteler ve New York Times eşliğinde uyanmaları, Central Park’ta gezi­ nen o sevimli çocuklar falan Jack’in fikrini değiştirmemişti. Tabii geçen aralık ayında verdiği ültimatom da hiçbir işe ya­ ramamıştı. Bu ana ve buraya odaklanma zamanıydı. Bara doğru du­ daklarını kapalı tutarak hafif bir tebessüm göndererek başını hafifçe salladı. Tebessümü anında karşılık bulunca Evie

36 Aşk Burada Çekmiyor

içinde bir umudun yükseldiğini hissetti: Belki de bu gece, hiç öngörülmemiş bir şekilde hayatının aşkını bulacaktı. Zaten insanlar hep böyle olduğunu anlatmazlar mıydı? Tem­ kinli bir şekilde bara doğru ilerlediğinde adamın, yanındaki boş tabureyi işaret ettiğini görünce rahatladı. “Selam,” dedi adam. “Ben Luke Glasscock. Paul’un ku­ zeniyim. İkinci dereceden kuzeniyim aslında. Peki ya sen?” “Evie Rosen, Paul’un arkadaşıyım. Tabii George1 un da. Paul’e koleje, George’la da hukuk fakültesine gittim. Aslında onları ben tanıştırdım.” “Hem zeki hem hoş. Sevdim bunu,” dedi adam. “Ara­ larını yapman da harika olmuş.” “Teşekkür ederim. Peki bütün ailen burada mı?” “Sadece bazı kuzenlerim. Ailem Cincinnati’de yaşıyor ama ben iş için birkaç yıl önce New York’a taşındım.” “Öyle mi? Ne iş yapıyorsun?” “Yatırım bankacılığı. Deutsche Bank’teyim. Lütfen bunu bana karşı kullanma.” “Sorun yok. Ben de Baker Smith’te avukatım. Hatta DB’yi biz temsil ediyoruz.” “Biliyorum. Sana bir içki alabilir miyim? Daha sonra dans pistini inleteceksen önce küfelik olsak iyi olur ha ne dersin?” Küfelik mi? Bu da ne demekti ki? Erkek yurtlarında kul­ landıkları bir dil miydi bu? Yine Jack’i düşündü. O asla böyle ahmakça laflar etmezdi. “Dansa var mısın?” derdi ve onu dans pistine yönlendirerek Londra’daki öğrencilik zamanla-

37 Elyssa Friedland

nnda aldığı salon dansları derslerini sergilerdi. Ama fiyakacı, bencil biriydi ve evliliğe de inanmıyordu o yüzden bunların bir önemi yoktu. Jack’i, babasını kaybetmenin acı verici ha­ tıralarını da koyduğu, zihninin kilitli köşesine geri gönderip bakışlarını yeniden Luke’a odakladı. “Şerefe,” diye yanıt verdi ve kadehlerini tokuşturdular. “İşe yaramaz aptal”ı -Ba­ baannesi Bette’nin Jack için seçtiği pek de sevimli olmayan takma ad- düşünüp durmanın bir anlamı yoktu. “Olur tabii. Senin içtiğinden alayım,” dedi ve sulanarak kehribar rengine dönmüş içkisini işaret etti. Evie ne zaman­ dan beri viski içiyordu ki? “¡çeri girer girmez fark ettim seni. Konuşabilmek için fırsat kolluyordum.” “Öyle mi? İşte buradayım. Konuşmaya da bayılırım.” Çatalın cama çarparak çıkardığı kulak tırmalayıcı ses, kadeh kaldırma zamanı olduğunu işaret ediyordu. Evie, Paul ve George’un DJ setinin kurulu olduğu platforma ilerleme­ lerini izledi. “Geldiğiniz için hepinize teşekkürler,” diye söze başladı Geoıge. “612 Tvvitter takipçimin zaten bildiği üzere Paul’la yeminlerimizi dün belediye binasında, postadan çıkan bir gelin adayı ve bir eski hükümlünün tanıklığında ettik.” Ka­ labalıktan bunu bildiğini belli eden kıkırdamalar yayıldı. George, ilişkilerinin ilerleyişine dair sıradan ama akıcı bir konuşma yaparken bu detay lan zaten bilen Evie bunlara kulaklannı tıkayıp Luke’u incelemeye koyuldu. Ve ancak kendi adım duyunca o ana geri gelebildi.

38 Aşk Burada Çekmiyor

Görünüşe göre Evie hayallere daldığında Paul, Ge- orge’un elinden mikrofonu kapıvermişti. Evie, Paul’un ça­ kırkeyif olduğunu, bir sakatlık çıkarmanın eşiğinde olan bir çocuk gibi kıpırdanmasından anlayabiliyordu. “...bizi tanıştırdığı için Evie Rosen’a teşekkürler. Bu gece bize katılmak için BlackBerry’sinden ayrıldığı için ona minnettarız. Evie kalkıp selam verir misin? Kendisi şu kö­ şedeki seksi esmer olur.” Bir spot ışığı Dj kabininden ona doğru geldi. “Bu sensin,” diye fısıldadı Luke, dirseğine hafifçe do­ kunarak. Evie zarif bir şekilde gülümseyip bu anın bitmesi için dua etti. Keskin ışıklar üzerinde kalmaya devam ettiğinden Evie gözlerini kıstı. “Ayağa kalk, Evie.” Evie panikledi. Telefonu külotunun içinde tuhaf bir bi­ çimde duruyordu ve doğrulursa onun düşmesinden korku­ yordu. Bu Paul’un iğneleyici lafını doğrulamaz mıydı? Bir önceki Pilates hocasının Kegel adını verdiği egzer­ sizlerdeki gibi bütün kaslarını sıkarak dikkatle ayağa kalktı. “Bu arada kendisi bekârdır.” Paul sahneden ona göz kırptı. Nedense bu açıklama kalabalığın alkışlamasına sebep oldu. Aptallar, diye düşündü Evie. Luke’a bakmaya cesaret edemiyordu. “Buraya gel, Evie,” dedi George. “Çöpçatanımızla bir fotoğraf çekelim.” Evie şarap kadehine canı pahasına tutunarak, tuhaf bir

39 Elyssa Friedland

biçimde, bacaklarını fazla ayırmadan dans pistine doğru yü­ rümeye başladı. Spot ışıkları hâlâ üzerindeydi. Black- Berry’nin bacaklarından aşağıya kaydığını hissedince telefon daha yere düşmeden o çarpma sesini kafasının içinde duydu. Etrafındaki davetliler şaşkınlıkla, sessizce gülüştüler; so­ nunda biri kahkahayı koparınca herkes kendini koyuverdi. Telefonun ekranı yukarıya bakıyordu ve beyaz mermerin or­ tasında dururken kırmızı mesaj ışığı yanıp sönüyordu. Titre­ yen ellerle onu almak için eğildiğinde lanet olasıca alet çalmaya başladı.

40 İKİNCİ BÖLÜM

Tracy’nin bileğinden kavrayıp onu kadınlar tuvaletine doğru çekiştirdiğini hissetti. Lavaboların orada durduklarında Evie’nin kıpkırmızı yanakları floresan ışıklarının altında alev alev yanıyordu. “Şaka mı bu, Evie?” “Telefonumu koyacak bir yer bulamadım, tamam mı?” diye tısladı. “Anlamıyorsunuz. Salı günü bir kapanış var ve bu davada çalışan insanların yarısı Hong Kong ofısindeler. Orada da şu an sabah. Yani ben düğündeyim diye telefonumu kapayamam.” . “Yani telefonunu donuna koymasan işten kaytarmış mı olurdun? Bu arada cepler falan ne işe yarıyor sanıyorsun?” “Çantama sığmadı. Lanet olasıca, Judith Leiber. Caro­ line bana bu katrilyon dolarlık çantayı aldı ama içine bir ruj bile sığmıyor.” “Bunun bir bahanesi yok, Ev. Neden o alete bu kadar takıntılısın ki sarü i?” Tracy, Evie’nin elindeki BlackBerry’ye ters ters baktı.

41 Elyssa Friedland

“Telefonumu seviyorum. Bağlantıda kalmamı sağlıyor,” diye yanıtladı ve “kimseye bir zararım yok” dercesine de omuz silkti. “Neyle?” “İnsanlarla, işle, programlarla, haberlerle, zamanın ru­ huyla falan işte... Ne bileyim.” Evie dudak parlatıcısını ta­ zelemek için aynaya eğildi. “PauFun bütün düğüne bekâr olduğumu duyurması mı gerekiyordu?” “Belki de bunu söylemesi o kadar kötü bir şey değildir. İnsanların haberi olur işte, fena mı?” dedi Tracy, Evie’nin aynadaki yansımasını dikkatle süzerek. “Sanırım Facebook, JDate ve Match profillerim bu işi fazlasıyla yapıyor.” Tracy tuvaletlerden birinin kapısını tıklattı. “Bebek yü­ zünden iki saniyede bir tuvalete gitmem gerekiyor.” Kamını sevgiyle okşadı. Bebeğin sebep olduğu bütün rahatsızlıklar belli ki onun için önemsiz şeylerdi. Kamında en ufak bir kı­ pırdanma hissedince resmen neşeyle yerinden sıçrayıp bütün arkadaşlarının bir ruh çağırma tahtasıymışçasına ellerini gö­ beğine koymalarını ister, bir hareket hissettiklerine yeminler edinceye kadar da onları bırakmazdı. “Konuşmadan önce Paul’un kuzeniyle sohbet ediyor­ dum. Gayet iyi anlaştık sayılır. Tabii dans pistinde bir telefon doğurduktan sonra bakalım hâlâ benimle ilgileniyor olacak mı?” Evie bunu dedikten sonra Tracy’ninkinin yanındaki tu­ valet kabinine girdi. “Öyle mi? Adı neymiş?”

42 Aşk Burada Çekmiyor

“Luke.” Glasscock* kısmını eklemedi; çünkü Tracy’nin ona hemencecik Cam-Penis takma adım vereceğinden emindi. “Eh hadi gidip onu bulalım!” Tracy’nin sesi umut dolu bir şekilde dört oktav kadar yükselmişti. “Bulacağım.” Evie, baldırına dokununca uzamaya baş­ lamış tüyler eline battı. “Tuvalet malzemeleri sepetinde jilet var mı?” “Yok.” Evie, Tracy’nin sepeti karıştırdığını duyabili­ yordu. “Çantamda cımbız var.” “Boş ver gitsin,” diye homurdandı Evie kabinden çıkar­ ken. “Kendime çekidüzen vermek için pek zamanım yoktu. Neredeyse her gece ikiye kadar ofisteydim.” “Seni öldürüyorlar.” Tracy bunu onaylamaz bir şekilde baktı. Kasırganın altüst ettiği New Orleans’ta, mobil bir ka­ ravandaki zorunlu öğretmenlik görevinden sonra Brighton- Montgomery Koleji’nde rahat bir işe başladı; bu okul, zengin akademisyenleri ve daha da zengin öğrencileriyle meşhur bir Yukan Doğu kolejiydi. Çok çalışmıştı ve malzeme odası, resim sınıfı ve öğretmenler odası olarak da kullanılmayan, düzgün bir sınıfa sahip olduğu için son derece müteşekkirdi; ama bölüm toplantısı ya da profesyonel eğitimler olmadı­ ğında öğleden sonra 16.30’da televizyonun karşısında hamile kamını ovuşturuyor olurdu. “Ortak olduğumda daha iyi olacak,” dedi Evie ama bunun doğru olduğundan pek emin değildi. Yükselmeye ça­ lışmadığında gerçekten de işi hakkında daha az endişeli olur

* Cock, argoda penis anlamına gelir, (ç.n.)

43 Elyssa Friedland

muydu? Her zaman yapılacak yeni bir şey mutlaka olacaktı. Yeni müşteriler kazanmak. Şirketin yönetim komitelerinden biriyle toplantı. Diğer ortakların hayranlığını kazanmak. “Sen içeri gir. Benim e-postama bakmam lazım.” “Şu alet sana yeterince sorun yaratmadı mı bu gece?” diye sordu Tracy, Evie’nin telefonuna yine tiksintiyle baka­ rak. “Bütün geceyi burada geçirme.” Tracy kadınlar tuvaletinden çıktıktan sonra Evie iş e- postalannı gözden geçirince hiç de şaşırtıcı olmayan bir şe­ kilde Bili Black’in, neden az önce telefonuna cevap vermedi­ ğini soran ve en son kapanış belgelerini pazartesiden önce gözden geçirmesini isteyen e-postasıyla karşılaştı. Annesi ona Greenvvich’e giden trenlerin pazar günü daha az olduğunu, o yüzden sabah yola çıkmadan Önce prog­ rama bakmasını hatırlatmıştı. Aynca şirketteki en yakın arkadaşı, Baker Smith’teki ilk ofis arkadaşı ve randevu maceralarını paylaştığı bir başka bekâr olan Annie Thayer’dan da bir mesaj vardı. Annie, ona ağabeyinin arkadaşı Mike Jones’un kendisini arayabileceğini söylüyordu. Evie böyle yaygm bir isme sahip birini nasıl Go- ogle’da aratacaktı ki? Adam, uzun süreli kız arkadaşından yeni ayrılmıştı ve flört dünyasına yeniden giriş yapmak istiyordu. Annie, adamın tanışmaya değeceğine yemin ediyordu, ama pek fazla bilgi vermemiş ya da bir resim eklememişti. Evie partiye dönmeden önce kısaca Facebook ve Ins- tagram hesaplarına göz gezdirdi; “seksidamatlar” etiketi şim­ diden dolup taşıyordu. Telefonuna göz attığı için tatmin

44 Aşk Burada Çekmiyor

olmuş bir şekilde içeriye dönünce kız arkadaşlarının eşleriyle birlikte Etta James’in At Last’i* eşliğinde mutlulukla dans ettiklerini gördü; Evie’ye göre bu hiç de adil olmayan bir se­ çimdi, çünkü ne de olsa Paul ve George birbirlerini bulmak için hiç de uzun uzadıya beklemek zorunda kalmamışlardı. Luke hâlâ bardaydı ve telefonuna bakıyordu, Evie oraya iler­ lerken gergin biçimde dudağını ısırdı. “Ve geri döndü/’ dedi Luke. “Evet, döndüm. Bilgin olsun diye söylüyorum: Black- Berry’mi her zaman orada taşımam. Şu anda büyük bir dava için çalışıyorum ve telefonum çantama sığmadı.” Evie du­ rumu kanıtlamak istercesine telefonunu, çantasını aynı anda havaya kaldırdı. “Sorun yok, bence eğlenceliydi,” dedi affedici bir tebes­ sümle. “Seni unutmayacağıma eminim.” “Eh, buna sevindim. İnsanlarda kalıcı bir etki bırakmayı severim.” Ucuz kurtulmuştu. “Kesinlikle bıraktın. Bak ne diyeceğim, annem, teyze­ min çocuklarına selam vermezsem beni öldürecek ve şu anda gitmek için hazırlanıyorlar sanırım. Geri döndüğümde seni burada bulacağımdan emin olabilir miyim?” “Yerimden kımıldamam.” Barda tek başına otururken kalabalığın içindeki arka­ daşlarını aradı. Popüler bir dans şarkısıyla sallanıp duran Ca­ roline ve Jerome’u gördü. Jerome’un kel kafası, Caroline’ın yanağına ancak değiyordu. Caroline doğal bir şekilde büyü­

* "Sonunda " anlamına gelen bu eski şarkı, uzun bir yalnızlıktan sonra kavuşan iki sevgiliyi anlatıyor, (ç.n.)

45 Elyssa Friedland

leyici olmanın yanı sıra cinsel bir cazibeye de sahipti. Evie ne kadar dantelli sutyenle göğüslerini kaldırırsa kaldırsın, de­ koltesini ne kadar açarsa açsın böyle bir cazibeye sahip ola­ mıyordu. Dallas’ta doğup büyümüş olan Caroline’ın üniver­ sitedeyken varlıklı olduğu her halinden belli oluyordu; o za­ manlar bile Kate Spade marka bir omuz çantası, birkaç tane Nicole Miller parti elbisesi ve ailesinin ödediği bir kredi kartı vardı. Ancak yine de Caroline’m parayla ilişkisi her zaman sıkıntılı görünüyordu, ta ki milyarder kocasıyla tanışıncaya kadar. Caroline, on yıl önce bir yatınm konferansında tanış­ tıkları günden itibaren Jerome’a âşık olduğunu açıklamıştı. Aynı gün hakiki bir uşak tarafından iletilen bir notla birlikte doksan altı tane lavanta rengi gül kapısına gelmişti. O gece daha sonra Per Se’de Caroline ve Jerome, trüf mantarlarının tadını çıkarıp bir kasada saklanan şaraplardan içmişlerdi. Sekiz ay sonra nişanlandılar. On yıl sonra hâlâ sapasağlam bir ilişkileri vardı ve dans pistinde gülerek eğleniyorlardı. Daha sonra bakışları George’un annesi ve babasıyla sohbet eden Rick’e takıldı. Rick onun bakışını yakalayınca birazdan ona katılacağını belirtircesine parmağını kaldırdı. Evie derhal bakışlarını çevirdi. El ele ve gülümseyerek ka­ labalığın içine karışan George’un anne ve babasını görmek Evie’nin içine tanıdık bir sancı dolmasına sebep olmuştu. Kendi babası onun evlendiğini göremeyecekti. Evie’nin da­ vetlilerin masası için seçtiği pahalı orkideler hakkında yanm ağızla şikâyet edemeyecek, geleneksel baba-kız dansını ya­ pamayacaktı. Bunun yerine düğün fotoğrafları o ve annesinin

46 Aşk Burada Çelemiyor

Winston ve Beyaz İkizlerle yani onu hiçbir zaman tam anla­ mıyla anlayamayan sözde ailesiyle çevrili olacaktı. Babaanne Bette’den kendisine mihraba doğru eşlik etmesini istemeye karar vermişti bile. Bette, Evie’nin dünya evine girmesine o kadar istekliydi ki muhtemelen onu kürsüye koşarak götü­ rürdü. Tracy, yanında Jake Te birlikte yavaşça Evie’nin yanına geldi. “Sanırım eve gitsek iyi olacak. Bitmiş durumdayım.” “Tamamdır. Ben biraz takılacağım. LukeTa iyi anlaşıyor gibiyiz,” dedi Evie hamile arkadaşının yanağına ufak bir öpücük kondururken. “Seni haberdar ederim.” “Et tabii.” Tracy ve Jake ayrıldıktan kısa bir süre sonra Luke geri geldi. “Kusura bakma. Akrabalarımın bu kadar konuşkan ol­ duğunu bilmiyordum,” dedi. “Sana bir içki daha alayım mı?” “Memnuniyetle,” dedi Evie. Kaç tane kokteyl yuvarladıklarından emin değildi ama belli ki DJ’den mikrofonu kapıp Justin Timberlake’in Sexy­ Back şarkısı eşliğinde kalabalığa serenat yapmanın iyi bir fikir olduğunu düşünecek kadar içmişlerdi. İnsanların hoşuna gittiğine hiç şüphe yoktu. “Gerçekten eğlenceli birisin, Evie,” dedi Luke. Boş ves­ tiyerde tek başlanmaydılar. Luke, ellerini Evie’nin çıplak kol­ larında gezdiriyordu. Dudakları onunkilerin üzerinde, dilleri bir savaş halin­ deydi. Harika bir histi. Birbirine karışan terler, Luke’un kirli

47 Elyssa Friedland sakalının batışı, soluksuz kalmalar. Ah, bunu nasıl da özle­ mişti. Onun yüzüne hayran hayran bakmak için bir an geri çekilip gülümsedi. Jack’in dışında da bir hayat vardı işte. Smokinli bir düğün görevlisi gelip öksürerek onları uya- rıncaya kadar öpüştüler. “Gece bitti çocuklar,” dedi adam. “Seni taksiye bindireyim,” dedi Luke. “Baker Smith’te çalışan Evie Rosen. Sabah ilk iş seni internette bulacağım. Buluşup bir şeyler içeriz.” “Çok güzel olur,” dedi Evie kendisine uzanan eli tuta­ rak. Luke bir taksiyi durdurup Evie’yi bindirdi. Açık pen­ cereye doğru, “Dikkatli git. Ah bir de, telefonuna daha iyi sahip çık, Evie,” dedi. Kahverengi gözlerinden birini kırpıp onu yolcu etti. Arka koltukta, emniyet kemeri bağlı bir şekilde oturur­ ken sokak lambaları ve trafik ışıklarıyla parıldayan şehre baktı. Minik noktacıklardan oluşan kiraz çiçekleri zihninin içinde pembe yastıklara dönüştüler. Harika bir gece olmuştu.

Evie, eve dönünce çabucak rahat pijamalarını giydi ve başı dönerken yatağa girdi. Şimdi neden asla viski içmediğini hatırlıyordu. Komodinin üzerinde bulanık bir karaltı gibi duran dizüstü bilgisayarını görünce neredeyse Luke’a, “Ne kadar eğlenceli bir geceydi,” diyen bir Facebook mesajı gön­ derecekti. Ama sarhoş olduğu için bu isteğe direndi.

48 Aşk Burada Çekmiyor

Sonunun Jeffrey Belzer’ınki gibi olmasını istemiyordu. Jeffrey, Evie’nin yaz hukuk programından iş arkada­ şıydı. Genç adam, Harvard Kulüp’te üç şişe şarap eşliğinde bir Öğle yemeğinden sonra (BigLaw’un yaz programlarının büyüsünde bu gayet olağandı) iş arkadaşı Ailen Jacobs’a ça­ bucak bir e-posta atıvermişti. Ailen, çok tatlı bir öğle yemeğinden döndüm şimdi. Aşın pahalı olduğu için ıstakoz ısmarladım. İki ortakla birliktey­ dim: vergi departmanının başındaki şişko ve hani senin sek­ reter sandığın B&A’deki şu seksi kızı düdükleyen dava­ cılardan biri. Bok gibi içtim. Muhtemelen şimdi de sızmak için eve gideceğim. Hayatımdaki en süper yaz. Bu gece bu­ luşalım. Hani şu İnsan Kaynakları'ndaki Asyalı fıstık mesaj atmış. Jeff. Not: Asistanım maaşımı getirdi şimdi. Mis! Neden ama neden Allen’ın ailesi onun ismini iki ‘L* ile yazdırmıştı ki sanki? Jeffrey Belzer hâlâ bu soruyu düşünü­ yor olsa gerekti. Çünkü bu yakında efsane olacak olan e-pos­ tayı göndereceği kişiyi seçerken Ailen Jacobs yerine “Alıcı: Bütün Şirket” linkini tıklamıştı. Öğle yemeğinde içtiği Rhone Valley Sancerre şarabının da bu duruma katkısı yad­ sınamazdı. Olan olmuştu. Buradan geri dönüş yoktu. Yani durumu kurtarmak için bir girişim oldu. E-postayı gönder­ mesinin üzerinden bir dakika bile geçmeden biri JeÜTey’yi uyarmış olmalıydı, çünkü herkesin gelen kutusundaki bir sonraki mesaj şuydu: “Jeffrey Belzer az önce gönderdiği me­ sajı geri almak istiyor. ” O zaman da bu mesajı görmezden

49 Elyssa Friedland gelenler (mesajın başlığı “N’aber” gibi sıradan bir başlıktı) bunun altında bir şeyler olduğuna karar verdi. Bir saat içinde mesaj yayıldı. Kötü şöhretli blog BigLawSux mesajı ele ge­ çirince e-posta bir sonraki gün kelimesi kelimesine Wall Street Journal’da. yer aldı. Baker Smith derhal, Jeffrey Belzer’m işine, muhake­ mede yetersiz olmasından dolayı son verildiğine dair bir basın duyurusunda bulundu. Bu duyuruda aynca yaz prog­ ramının faturasını ödemeye itiraz eden müşterilere, masraf­ ların tamamen firma tarafından karşılandığı bilgisi de verildi. Son olarak ve Evie’ye göre de gayet komik bir şekilde basın açıklamasında, firmanın her bir çalışanı, bireyleri dış görü­ nümlerine göre değil içsel niteliklerine göre değerlendirmeye dair teşvik ettiği de bildiriliyordu. Evie bunun, insanlara “şişko” ya da “Asyalı fıstık” denmesine firmanın göz yum­ mayacağını söylemenin diplomatik bir yolu olduğunu tahmin etti. Neyse ki Baker Smith’in beyaz ayakkabıları çabucak ci- lalanmıştı ve şehrin gözde hukuk firmalarından biri olarak konumunu korumuştu. Öte yandan Jeffrey bir süreliğine Tay­ land’a kaçmış, en son olarak da West Village’ta bir İtalyan restoranında içki siparişi verirken görülmüştü. Bu olay, Evie’nin katı kuralının doğmasına vesile ol­ muştu: İçkiliyken e-posta ya da mesaj atmak yok. Bundan daha az trajik bir durumda, bir defasında kı­ demli ortaklardan Mitchell Rhodes’a gönderdiği mesajın al­ tına, “Öpücükler, Evie,” yazmıştı. Mitchell bu ibare dışında profesyonelce olan e-postasına şu yanıtı vermişti: “Teşek-

50 Aşk Burada Çekmiyor

kürler. Çocuklarım bile beni sevdiklerini söylemiyor!” Evie ve Mitchell, o e-postadan sonra defalarca birlikte çalışmışlardı ve adam ortaklık komitesinde olduğundan Evie, her ne kadar kendi dikkatsizliği yüzünden olsa da böyle bir samimiyet anı yaşamalarından memnundu. Yine de başka kimseye elektronik bir öpücük, kucaklama ya da gülücük göndermesine gerek yoktu. Jeffrey Belzer olayı sırasında Evie de diğer genç mes­ lektaşları gibi davranmıştı: Yani yaygaracı bir kahkaha ko­ parıp meslektaşına karşı bir acıma duymuştu. Ortak olduğun­ da işler daha farklı olacaktı. Şirketin hissedarı olacaktı (gerçi 250’de 1 hissesi olacaktı) ama asıl böyle bir medya krizi onu tamamen farklı bir şekilde etkilerdi. Bunu düşününce kendini çok yetişkin biri gibi hissetti. Profesyonel alanda tam olarak olması gerektiği yerdeydi. Romantik olaraksa kendine gü­ vensiz bir liseli gibi hissediyordu. Jack’le iki yıllık birlikteliği hariç, aşk hayatı en fazla üç randevu süren ilişkilerle do­ luydu. Luke onu internette aradığında ne bulacaktı? Kendini hemencecik Google’ladı. İlk sonuç Baker Smith profiliydi. Oradaki fotoğrafı tam bir felaketti, iki gece üst üste sabahla­ yarak çalıştıktan sonra çekilmişti. NewYorkSocialDiary: com ’ da, Caroline’ın onu sürüklediği sosyal etkinliklerde çekilmiş daha iyi fotoğrafları vardı. İsmi, 5K Genç Diyabetliler koşu­ sunun katılımcılar listesinde çıkıyordu, gerçi nezle olduğu için son anda bu koşuyu ekmişti. Babasının Baltimore Sun’daki cenaze töreni de çıkıyordu. Ona ve Jack’e dair hiç-

51 Elyssa Friedland bir iz yoktu. Jack fotoğraf çektirmeyi sevmezdi. Bilgi sayarını battaniye gibi kolunun altına alıp Luke’tan gelecek mesajın sesini bekledi ama uykuya dalıncaya dek sa­ dece ambulans ve araba komalarını duydu; bu seslere, “New York Ninnisi” demekten hoşlanırdı.

Çıt yoktu. Paul’un düğününden sonra Luke Glasscock’tan ses seda çıkmamıştı ve bu çok sinir bozucuydu. Dans pis­ tinde telefon doğurmasını kesinlikle affetmiş gibi görünü­ yordu oysaki. Aralarında bir bağ olduğunu düşünmüştü. Gecenin sonunda ateşli bir şekilde öpüşmüşlerdi. Onu kibarca taksiye bindirmiş ve taksiciye bir yirmilik uzatmıştı. Onu ara­ yacağına söz vermişti. Acaba soyadını mı unutmuştu? Ya da ne­ rede çalıştığım. Öyleyse bile Paul’a sorabilirdi. Şimdiyse işte oturmuş onu düşünüyor, bir tenis maçın­ daymış gibi başını dev gibi bir monitörden ötekine çevirirken aslında hiçbir şeye tam olarak odaklanamıyordu. Calico ka­ panışı hiçbir aksilik olmadan bitmişti ama bunu kutlamak ye­ rine imzalı son sayfayı fakslandıktan sonra masasına yeni bir dosyanın konduğunu görmüştü. Kendini çikolata fabrikasın­ daki Lucy* gibi hissediyordu. Söylentiye göre, ortaklık komitesi o gün bir müzakere görüşmesi yapacaktı, yani en azından bakım ekibindeki ar­ kadaşı Jorge’ye göre öyleydi. Jorge az önce kırk ikinci kat­ taki konferans salonuna dört sandviç tabağı ve sekiz adet san not defteri götürmüştü.

• I love Lucy dizisindeki Lucille Ball, (ç.n.)

52 Aşk Burada Çekmiyor

Yaz indirimleri reklamlarıyla dolu e-postaların arasında Evie üç ay önce JDate’te tanıştığı teknoloji girişimcisi Joshua Bimbaum’dan mesaj geldiğini gördü. İki kere çıkmışlardı; aralarında bir kıvılcım olmamıştı ve birbirlerinden soğumuş­ lardı. Ama işte Joshua yine mesaj atmış, son buluşmalarının üzerinden doksan gün geçmemişçesine bir içki içmek için buluşmayı teklif ediyordu. Telefonu çaldığında Evie bu tek­ lifi kabul etmeyi düşünüyordu. “Selamlar fıstık,’’ diye cıvıldadı Caroline. “Düğünün de­ dikodusunu yapamadık. Nasıl gidiyor?’’ “Eh! Her zamanki gibi işe gömüldüm ve Paul’un kayıp­ lara kanşan kuzenine gıcığım.” “Muhtemelen işle meşguldür. Onunki de senin işin gi­ biyse muhtemelen randevulara ayıracak zamanı yoktur.” Evie bu konuda Caroline’la tartışıp basitçe, “Seninle ta­ nıştığıma çok sevindim,” diye bir e-posta yazmanın otuz sa­ niyeden daha kısa sürdüğünü açıklama gücünü kendinde bulamadı. Bunu en iyi Evie bilirdi. Gün içinde onlarca şahsi e-posta göndermeyi beceriyordu. Klavyesindeki harfler adeta parmaklarına yapışmış gibiydi. Gözleri kapalı ve bir eli ar­ kasında bağlı şekilde bir kısa mesaj bile gönderebilirdi. “Bence onu kafandan çıkarsan iyi olur,” diye devam etti Caroline. “Başında beklersen o su kaynamaz, biliyorsun. Bir saniye bekleyebilir misin? Taksideyim de.” Caroline’m sü­ rücüye kendisini Central Park’ın güneyindeki Plaza Oteli’ne götürmesini istediğini işitti. Ardından Caroline daha kısık bir sesle kendisini iki saat sonra oradan almasını söyledi.

53 Elyssa Friedland

Evie’nin bildiği, taksiler kimseyi gelip bir yerden almazdı. Belli ki Caroline, şoförü Jorge’yle konuşuyordu ama bu yüz­ den utanıyordu. “Pardon, geldim. Öğle yemeğine gidiyorum da. Adam­ dan haber çıkarsa mesaj at. Şu yardım yemeklerinin ne sıkıcı olduğunu bilirsin, sürekli telefonuma bakıyor olacağım. Tıpkı senin gibi.” Kıkırdadı. “Tuş,” diye teslim oldu Evie. Masasındaki BlackBerry’sine bakan Evie akıllı telefo­ nunun kendisini yalnızlıktan nasıl kurtardığını düşündü, tıpkı ezberden bildiği bir dizinin tekrarının arka plandan gelen gü­ rültüsü gibi. Seksen gramlık elektronik bir cihazı, gerçek bir dost yerine koyması içini burksa da bu alışkanlıktan vazge­ çemeyecek kadar kullanışlı buluyordu onu. “iyi eğlenceler. Benim için de nesli tehlike altındaki not defterlerinden al­ mayı unutma.” Evie kendine engel olamadı. Şubat ayında Caroline “Vahşi Yaşamı Koruyan New YorkJular”dan bir masa satın al­ mıştı ve Evie’yi Waldorf balo salonunda bir öğle yemeği için işten kaytarmaya ikna etmişti. Sorun şuydu ki, dışarısı eksi altı dereceydi ve kadınların çoğu kürklerine sannmışlardı. Caroline’ın Luke’a olan kızgınlığını umursamaması se­ bebiyle tatmin olmayan Evie her zaman dürüst olan Tracy’yi ararken onu teneffüs sırasında yakalamayı umdu. Tracy’nin telefonu doğrudan sesli mesaja düşünce Stasia’nm numara­ sını çevirmeye koyuldu ama son anda ahizeyi yerine bıraktı. Caroline ve Tracy’yle bu tarz şeyleri konuşmak daha kolaydı.

54 Aşk Burada Çekmiyor

Her ikisi de evliydi ama Caroline’m kocası yaşlıydı ve Tracy’ninki de belirsiz işler yapan bir aylaktı. Evie iki arka­ daşının da hayatından memnun olduğuna emindi ama yine de çeşitli ödünlerin verildiğini görmek içini rahatlatıyordu. Istırap verici randevu hikâyelerini onlara aktarmak kesinlikle daha katlanılır, genellikle de rahatlatıcı olurdu. Stasia ise farklıydı. O ve Rick altın çiftti: Her ikisi de çekici, iyi eğitimli, “iyi” ailelerden gelen kişilerdi. Bir Slim Aarons fotoğrafından fırlamış gibiydiler. Kablosuz bağlan­ tının yardımı -ah ah- olmaksızın, Stanford Tıp Fakültesi’nde bulmuşlardı birbirlerini, gerçi bir kadavra incelemesi sıra­ sında tanışmışlardı ama olsun. Doğu Yakası’nda doğmuş olan Rick, eğitimini bitirdikten sonra Stasia’yı onunla birlikte taşınmaya ikna etmişti. Rick, Park Avenue’da başarılı bir muayenehane yürütürken ve aynı zamanda bir kulak burun boğaz uzmanı olurken, Stasia da New Jersey tabanlı, üst düzey bir ilaç firmasında başarı basamaklarını yavaş yavaş tırmanmıştı. Paul’un düğününde Stasia’nın duyurusundan sonra bir aile kurmayı planladıklarını biliyordu. Rick’i rahatlıkla bir baba olarak düşünebiliyordu. Evie onların özel buluşmala­ rına davetsiz misafir olarak gitse bile bunu dert etmiyor, ilişki tavsiyesine ihtiyaç duyduğunda erkek bakış açısıyla değer­ lendirmeler yapıyordu. Aynca Rick, insanları bir burun ra­ hatsızlığından kurtararak da olsa yaşamlarını daha rahat geçirmelerine yardımcı oluyordu. Günlük görevi para bas­ mak gibi görünen Caroline’m kocasının yaptığından daha iyi

55 L Elyssa Friedland

olduğu kesindi. Baker Smith’te çalışmak onu Rahibe Teresa yapmadığından meslekler hakkında ukalalık etmek ona pek düşmezdi gerçi. Ama yine de... Ofis telefonu çaldı. Tracy. “Selam, senden cevapsız arama gelmiş. Naber? Öğle ye- meğindeyim.” “Hiç. Sadece canım sıkkın. Hani şu Paul’un düğünün­ deki aptal Luke’a. Bana hâlâ e-posta atmadı.” “Evie beni öldüreceksin. Çocuğu gördüm. Yani hoş biri ama sen daha iyisini bulabilirsin. Hani şu sersem bankacılar gibi olduğunu söylememiş miydin?” “Hatırlamıyorum.” (Hatırlıyordu.) “Ayrıca mademki daha iyisini yapabilirim, neden şu an kapımın önünde değil? Aynca onu düğünde gördüğünde çok tatlı olduğunu söyle­ miştin.” • “Ah, ne söylediğimi boş ver. Hormonlardan o. E-postam kontrol etmeyi bırak da fazlasıyla gecikmiş doğum günü ye­ meğin için seni nereye götürmemizi istediğini düşün. Beat­ rice Inn olabilir diye düşündük. Caroline bize bir yer ayarla­ yabilir.” Evie iş yükümlülükleri nedeniyle daha önce planladık­ ları iki buluşmayı iptal etmişti. İşler yazın biraz daha sakinleş­ mişti ama Evie kutlama yapacak havada değildi. Tracy’nin konuyu değiştirme girişimini tamamen duy­ mazdan geldi. “Bütün yetişkinlik hayatım boyunca gerçekten sevdiğim ve beni seven tek bir kişiyle tanıştım. Ona o aptal ültimatomu asla vermemeliydim. Böylece mutlu bir...”

56 Aşk Burada Çekmiyor

“Mutlu bir ilişkin mi olurdu?” diye sözünü kesti Tracy. “Hayatın boyunca mutlu bir ilişki sana yetmeyecekti. Gerçek bir bağlılık, bir düğün, çocuk istediğini söylüyorsun. Ayrıca bunu hak ediyorsun ve Jack’ten ayrılmak doğru bir karardı.” “Sanırım haklısın.” Kız arkadaşlarının her biriyle on­ larca defa yaptığı bu tartışmayı uzatmak yerine onlara hak vermenin daha kolay olacağına karar verdi. “Haklıyım ama şimdi gitmem gerek. Zil çaldı.” Evie ahizeyi yerine koyup alttaki dosya dolabını açtı. Kalın dosyalardan bazılarını öne kaydırıp eskiden bilgisaya­ rının sağ tarafında duran, artık fena halde paslanmış olan gümüş çerçeveyi çıkardı. Çerçevede, bir Cadılar Günü yemek etkinliğinde çekilmiş olan Jack’le onun fotoğrafı vardı. Jack bu etkinlikteki şeflerden biriydi. Kostüm olarak da Evie’nin en fazla tüyler ve komik broşlar takmasına izin vermişti. Öte yandan Evie büyük bir özen göstererek Disney filmi Aşçı Fare Ra/uiuy’daki Şef Remy’nin seksi versiyonu gibi giyinmişti. Jack’le Soho Grand’deki Cadılar Bayramı partisinden bir ay önce, Stasia’nın Batı Yakası’ndan dönüşünü kutlamak için dışan çıktıkları bir akşam tanışmıştı. Gösterişli lobideki pelüş bankette Stasia ile Caroline’ın arasına memnun bir şe­ kilde çökmüş, çabucak da bir kadeh Cabamet’yi yuvarla­ nmıştı. Rahatlamış bir şekilde barın yanında asılı duran şehvetli bir kırmızılıktaki iki kanatlı resmi keyifle incele­ meye koyulmuştu. İşte Jack’i de o sırada fark etmişti. Yakın­ daki bir masada, ayağa kalkıp elinde bir kayıt cihazı olan

57 Eiyssa Friedland

genç bir kadınla ve her yanı dövmeli kameramanla tokalaş- mıştı. Evie’nin bir anda merakı kabarmıştı. Yaklaşık bir saat sûren kaçamak bakışmalardan sonra Evie bir sesli mesajı dinlemek üzere masadan ayrıldığında onun yanma gelip kendisine bir içki ısmarlamayı teklif et­ mişti. Evie’nin ilk duyduğu şey aksanıydı. Tamamen İngiliz ve son derece seksiydi. Evie onun yakışıklı olduğunu düşündü, ama yine de onun kulvarının dışında değildi. Topukluları içindeki Evie’den yaklaşık yedi santim kadar uzundu ve açık tenliydi, çelik mavisi gözleri vardı ve kahverengi saçlarının uzun kı­ sımları biraz dağılmıştı. Onun otuzlu yaşlarının ortasında ol­ duğunu tahmin etti. Ön dişleri arasındaki minik aralık Evie’nin onun geçmişine dair büyük bir merak duymasına sebep oldu. Evie’nin geldiği yerde herkes, yetişkinliğe kabul törenlerinin ertesi günü diş teli taktırırdı. Saf bir seksiliği vardı ve bu, akşam güneşinin etkisi ve rahat bir şekilde çı­ kardığı motosiklet ceketiyle daha da vurgulanıyordu. Tek ke­ limeyle fiyakalı bir tipti. “Ben Jack,” dedi bardaki kavrulmuş fındıklardan bir avuç alırken. “Ayrıca şehir merkezinde yediğim rezalet bir suşiden sonra deli gibi açım.” “Şehir merkezinde mi? Neden orada yedin ki? Benim ofisim şehir merkezinde ve oradaki restoranlar berbattır. Ben Evie bu arada.” “Peki sen ne iş yapıyorsun bakalım?” Kendine güvenini birkaç seviye yükselten alkolün etki-

58 Aşk Burada Çekmiyor

siyle Evie basitçe “avukat” diye mırıldanmak yerine gururla Baker Smith’te kurumsal dava vekili olduğunu söyledi. On dakika kadar Manhattan’daki hangi bölgelerde iyi restoran olduğunu tartıştılar; birbirleriyle şakalaşıyor, dalga geçiyor, eğlenceli bir çekişmeyle fikirlerini ateşle savunu­ yorlardı. Yıllardır belki de ilk defa, şirketin Menlo Park’taki ofisindeki dava vekillerinin ondan geribildirim beklediğini bil­ mesine rağmen BlackBerry’sinin ısrarcı vızıltısını duymazdan geldi. Jack o kadar tutkulu konuşuyordu ki, gerçi o aksanla söy­ lediği herhangi bir şey Evie’yi büyülemeye yeterdi. “Pekâlâ Jack, yemeğe çıkacak kadar boş vakit bulabil­ diğin hangi işle meşgulsün acaba?” Az önce neden kameraya çekildiğine dair de bir açıklama bulmayı umuyordu. “Eh sanırım şef olduğumu sana söylemek için doğru zaman geldi. Adım Jack Kipling. Belki de bu konulara gir­ meden önce sana bunu söylemeliydim.” Evie’nin ağzının bir karış açılmasından hoşlanarak güldü. Jack Kipling, şehirdeki en seksi genç şeflerden biriydi. Onu tanımamasına şaşırmıştı. Sadece bir şef değil, aynı za­ manda başarılı bir lokantacıydı ve şehirde pek çok, övgü alan restorana sahipti; bunlardan en tanınmışlarından biri de Yu­ karı Batı Yakası’nda, Evie’nin dairesinin yakınlarında, Fran­ sız tarzı bir bistro olan JAK’tı. Marcus Samuelsson’ın yakın dostu ve rakibiydi. “Ama merak etme, şehrin yukan yakasındaki restoran­ ların da aşağı yakasındakiler kadar kötü olduğunu söylemene bozulmadım,” dedi.

59 Elyssa Friedland

“Hey, bir dakika, ben JAK’a bayılırım! Sürekli orada yerim. Gerçekten. İstersen fişleri kontrol et. Evie Rosen adına bir sürü ekstre göreceksin.” “Sana inanıyorum. Ama yine de kendimi iyi hissetmem için yalan söyleme ihtimaline karşın en sevdiğin yemeği sor­ mayacağım. Baksana, bu fındıklar beni kesmedi, hâlâ aç sa­ yılırım. Benimle birlikte... şey, pardon, arkadaşlarınla birlikte olduğunu unutmuşum.” “Yo, sorun değil. Zaten biz de gitmeye hazırlanıyor­ duk,” diye yalan söyledi Evie. “Onlara veda edeyim, sonra da gidip bir şeyler yiyebiliriz.” İşte Evie’nin Jack’le ilişkisinin başlangıcı buydu. Ofis telefonu üç kez acı acı çalınca Evie kendine geldi. Bir başka meslektaşıyla paylaştığı sekreteri Marianne her za­ manki gibi yerinde olmadığından Evie telefonu kendisi açtı. Marianne kabank saçlı, koca dudaklı bir kadındı ve görünüşe göre sürekli lavaboda bir şeylerini tazelemesi gerekiyordu. “Ben Evie.” “Evie, ben Mitchell Rhodes. Kırk ikinci kattaki konfe­ rans odasına gelebilir misin lütfen?” Evie’nin anında başı dönmeye başladı. Ortak olduğu açıklanacak olamazdı değil mi? Şirketin protokolü değişme- diyse bunun için henüz çok erkendi. Belki de onu mevcut meselelerde biraz zorlayıp işe hazır olup olmadığını görmek istiyorlardı. Ya da acaba gizli bir kabul ayini mi vardı? Belki de gözleri bağlanacak ve idari komitedeki herkesin serçepar- mağından bir damla kan içmeye zorlanacaktı. Mitchell’ın ses

60 Aşk Burada Çekmiyor

tonu hoşuna gitmemişti. Neden şirketteki herkes bu kadar resmi olmak zorundaydı ki? Komitenin ona, “Pişt, yukan gelsene. Sana kocaman bir ofis ve bir dolu da para verece­ ğiz,” demesini isterdi. “Tabii, hemen geliyorum,” diye mırıldandı ve idari kat­ taki konferans odasına erişim sağlamak için kimlik kartım kaptı. İki dakika sonra ortaklık komitesinin beş üyesinin kar­ şısında oturuyordu. Mitchell, BlackBerry’sini inceliyordu ve Evie içeri girdiğinde kafasını kaldırmadı, ki bu biraz tuhaftı. Konferans odasının duvardan duvara sağlam bir camla kaplı penceresinden içeriye öğleden sonra güneşi sızdığından ciddi görünümlü ortakların karşısında oturan Evie, gözlerini kıs­ mak zorunda kaldı. Tepedeki güçlerden gelebileceklere karşı kendini hazırladı. Ortakların oturduğu uzun, maun masanın üzeri, durum tespiti projelerinde kullanılan kâğıtların olduğu kutularla doluydu. En azından on kutu vardı ve kâğıtlarla ağızlarına kadar doluydular. Yok artık! Lütfen bu yeni görev için incelemesi gereken evrak işi olmasın. . “Evie,” dedi ortaklık komitesinin en yeni üyesi ve ol­ dukça saygın bir davacı olan Patricia Douglas. “Şirkete ka­ tıldığından beri çalışmanın ne kadar sıra dışı olduğunu düşündüğümüzü biliyorsun. İncelemelerin sürekli göz ka­ maştırıyordu.” “Teşekkürler. Elimden geleni yapıyorum.” Hiç kimse te­ bessüm etmediğinde Evie buna yanıt vermemesi gerektiğini düşündü.

61 Elyssa Friedland

“Bildiğin üzere Baker Smith’e ortak alma konusu, hiç hafife almadığımız bir mesele.” Lanet olsun. Birlikte işe başladığı yüz yirmi tane mes­ lektaşından sadece beşinin ya da altısının ortaklık şansı ol­ muştu. Evie nasıl bir rekabet içinde olduğunu biliyordu. Adlan fısıldanan diğer meslektaşları farklı departmanlarda çalışıyorlardı ve şirketin sosyal etkinliklerinde nadiren ortaya çıkıyorlardı. Geri kalanlarsa sekiz yıllık süre içinde yavaş yavaş elenmişlerdi. Kan, ter ve gözyaşı bu yolculuğun bek­ lenen yan etkileriydi. Üstelik yine de kalanlar için bir garanti yoktu. Kapanış dosyasındaki tek bir dikkatsizlik ya da bir müşteri toplantısında pot kırmak bu hayalin sonu olabilirdi. Herhangi bir hata yapmadığı ya da en azından üst yönetimin dikkatini çekecek büyüklükte bir hata yapmadığı için ken­ diyle fazlasıyla gurur duyuyordu. “Fakat,” diye devam etti Patricia, “performansını ilgi­ lendiren ve düşündürücü bir şey son dönemde ilgimizi çekti.” Bir anda hava sıcaklığı sıcak Yoga seviyelerine ulaştı. Bu neyle ilgili olabilirdi ki? Hiç bu kadar çaresiz hissettiği, sırada neyin olduğunu bilemediği başka bir an hatırlayamı­ yordu. Bir anda kafasına milyonlarca düşünce hücum etti ama hiçbiri mantıklı değildi. Jack’in restoranındaki özel bir da­ vete katılmak için danışmanlık programından yırtmak adına çok kötü üşüttüğü yalanını söylemişti. Yalan söylediğini kim

62 Aşk Burada Çekmiyor

öğrenmiş olabilirdi ki? Lnstagram’a konacak fotoğraflardan özellikle kaçınmıştı. Yalan dönemde de Calico muhasebeci­ leriyle tele-konferanstayken telefonunun sesini kısmayı unut­ muş ve aynı anda ceptelefonundan kuaföründen randevu almıştı. Ama bunlar büyük kusurlar sayılmazdı ki. “Evie masadaki bütün bu kâğıtları görüyor musun?” Elbette ki görüyordu. Başıyla onayladı. “Burada kaç kâğıt olduğuna dair bir fikrin var mı?” Evie başını hayır anlamında salladı. Neydi bu? Kavano­ zun içinde kaç şeker var yarışması mı? “ 10.000,” dedi Patricia. “Aslında bundan da fazla. Peki bu kâğıtlarda ne olduğunu biliyor musun?” Evie gözünü bile kırpmadan yere baktı ve halının, kareli deseninin yamuk, korkutucu bir desene bürünmesini izledi. “Doküman incelemesi mi?” diye fısıldadı Evie. “Bir sonraki projeme mi aitler? Teknoloji birleşmesi.” Sesi, küçük bir kızınki gibi titremişti. “Hayır, değil Evie,” dedi Mitchell Rhodeş, toplantının başından beri ilk defa konuşmuştu. Diğer ortaklar sessiz kal­ mışlardı, çoğunun yüzü ifadesizdi. İçlerinden biri -Evie onun adını hatırlayamıyordu- gülümsemesini bastırıyor gibiydi. “Evie bu kâğıtlarda senin sekiz yıl boyunca işteyken gönder­ diğin 150.000 şahsi e-posta bulunuyor. Hiç şüphesiz hatırla­ yacağın üzere yakın zamanda sunucu hizmetinde sıkıntı yaşamıştık. Pek çok çalışan internet hızından şikâyetçiydi ve

63 Elyssa Friedland

Lexis-Nexis'in neredeyse kullanılamaz durumda olduğunu söylüyordu. Bu yüzden de bu sorunu araştırması için danış­ man bir şirket tuttuk. Görünüşe bakılırsa bazı çalışanlar faz­ laca şahsi e-posta göndererek çalışma saatlerinden çalıyorlar- mış. Ama sen Evie, aralarındaki en büyük kabahatlisin. Günde ortalama yetmiş beş adet şahsi e-posta gönderdiğini hesapladık. Başta ofisteki zamanında kendine ait özel bir iş­ letme yürüttüğünü sandık, ki bu da kesinlikle yasaktır. Ama veriler incelendiğinde durumun öyle olmadığını anladık." Evie, göğüskafesinin bir akordeon gibi büzüştüğünü his­ setti. Kendini oturduğu koltuktan kaldırmaya ve tuvalete gö­ türmeye yetecek gücü toparlayamayacağını düşündü, şu an tek istediği kusmaktı. Gerçekten de şirketteki en büyük ka­ bahatli olması mümkün müydü? Herkes e-postalara bağımlı değil miydi? Daha genç çalışanlar muhtemelen sadece me­ saj taşıyorlardı. Ama bunu kanıtlayabilir miydi ki? “Evie,” diye devam etti Mitchell. “Çok büyük bir hayal kırıklığına uğradık. Açıkçası ortaklığına neredeyse kesin gö­ züyle bakılıyordu. Ancak Caroline Michaels adında birine bir gün içinde, ‘Jack benden bıktı mı?’ başlığı altında dok­ sandan fazla e-posta gönderen birine güvenemeyiz.” Evie o günü hatırlıyordu. Jack hiç sebep göstermeksizin Aspen Yemek ve Şarap Festivalinde ona eşlik etme teklifini geri çevirmişti. Tek söylediği, “Yalnız gitmemde sıkıntı yok,” olmuştu. Evie, onunla birlikte gitmeyi her teklif ettiğinde dır­

64 Aşk Burada Çekmiyor

dır ediyormuş gibi hissetmişti. Bu anı yarasına tuz basmıştı ve şimdi olanları düşününce de gözlerine yaşlar dolmuştu. İşini kaybediyordu. Hayatındaki en istikrarlı şeyi, geçim kay­ nağını, varoluşunun büyük bir sebebini kaybediyordu. Ve iş­ yerinde ağlıyordu. Yani asla yapmayacağına dair yemin ettiği şeyi yapıyordu. Patricia, Evie’nin gözyaşları karşısında yılmadan tekrar konuştu. “Merak ediyorsan, e-postalarını okumamızın son derece yasal olduğunu söyleyeyim. İşe giriş kontratını imza­ layarak sunucularımızdaki her şeyi inceleme iznini bize ver­ miş oluyorsun.” Kahretsin, sanki haksız yere işten çıkarma savunması elkitabındaki bir yazıyı okuyor gibiydi. “Evie, bunun böyle sonuçlanmasından dolayı üzgünüm. Ama ofis­ teyken şahsi meselelere bu kadar çok zaman harcıyorken bütün eneıjini işine verdiğini düşünemiyoruz. Sana hayatında bol şans diliyoruz, Baker Smith’teki işin resmi olarak son- landınlmıştır.” Evie tek kelime etmeden konferans masasından kalkıp kapıya gitti. Kalan bütün gücünü toparlayarak “O halde sa­ nırım veda zamanı,” dedi. “Evie... bir dakika,” dedi Patricia. Evie eli hâlâ kapının kolundayken döndü. Kısacık bir an için fikirlerini değiştir­ diklerini, Evie’nin kederli yüzünü görünce sessiz bir karara varıp e-postalar konusundaki kabahatini görmezden gelerek ona ikinci bir şans vereceklerini sandı.

65 Elyssa Friedland

“Efendim?” dedi Evie, sesindeki umut dolu tonu kendisi bile duyabiliyordu. “BlackBerry’ni geri almamız gerek.” Son sekiz yıl boyunca dış dünyayla bağlantısını hayati bir şekilde sağlayan bu tüy kadar hafif siyah plastikten cihazı avucunda tutarken tek düşündüğü şey Evie. Rosen@bakers- mith. com değilse kim olduğuydu.

66 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Evie masasına döndüğünde Marianne, yakın tarih bo­ yunca ilk defa kendiliğinden masasındaydı. Telefonu kapatıp derhal Evie’nin yanında belirerek yapmacık bir şekilde onu rahatlatmaya çalıştı. Marianne ve Evie, birbirlerinden hiç hoşlanmazlardı. Marianne kendisinin yaşının yarısı kadar olan bir kız için çalışmaktan dolayı içerlerdi ve Evie, foto­ kopi makinesi için her yardım istediğinde açık bir şekilde onun aptal olduğunu düşünüyordu. Evie, iyi bir avukat ol­ manın kartuş değiştirmede doktora gerektirmediğini bilecek kadar kendine güveniyordu. Ayrıca Marianne’e Staten Is- land’daki komşularıyla kocası Mickey Jr.’ın kendisini aldatıp aldatmadığı hakkında günde üç saat konuşmayı bırakıp Evie’nin gider raporlarını hazırlamasını söylemeyi de isti­ yordu. En basit tabiriyle gergin bir ilişkileri vardı. Bu da Ma- rianne’in sahte endişesini daha da kötü yapıyordu. “Zavallıcık. Seni kovdular mı? Muhasebedeki Juani- ta’dan duydum. Dur sana bir mendil getireyim de göz mak-

67 Elyssa Friedland

yajını sil. Kimsenin seni böyle berbat bir durumda buradan ayrılırken hatırlamasına gerek yok.” İşte Marianne’in Evie’ye son olarak sunmak istediği iyi­ lik buydu. En azından Evie onu bir daha görmek zorunda de­ ğildi. Minicik de olsa bu durumun iyi tarafını bulmayı başarmıştı. Marianne gerçekten de mendilleri çabucak getirmişti. Baker Smith ona binayı terk etmesi ve kimlik kartını teslim etmesi için dört saat vermişti. Masasına geldiğinde “ayrılış talimatları” başlıklı bir e-posta onu bekliyordu. İnsan Kay­ naklarındaki pislikler resmen “gönder” butonuna basmak için bekliyorlarmış. On dakika sonra ön kolunda ANNEM dövmeli irikıyım bir adam yirmi karton kutu getirdi. Onun ardından, Baker Smith’in bodrumunda çalışması sayesinde tehlikeli derecede D vitamini eksiği varmış gibi görünen Kayıt Merkezi’ndeki aksi kadın geldi. Evie’nin eski dosya­ larını kutulayıp etiketlemesine ilişkin yöntemi açıkladı. Bi­ nadan çıkacağı son ana kadar çalıştırılması tam da bu şirketten beklenecek davranıştı. Kalan saatlerini, faturalama için kullanılan standart altı dakikalık aralıklarla kaydetmeyi aklından geçirdi: 14.02-14.08 ayrılış talimatlarını okurken ağlandı; 14.08-14.20 diğer sekreterlerle patronunun şutlan- dığının dedikodusunu yapan Marianne’e ters ters bakıldı; 14.20-14.26 BlackBerry elde, son sekiz yılda o kadar çok e- posta göndermenin nasıl mümkün olduğu düşünüldü; 14.26­ 14.38 toparlanmak için banyoya uzun bir seyahat ve Baker Smith’ten pratik olmayan intikam alma planlan.

68 L Aşk Burada Çekmiyor

Evie’nin dolapları; on yıllık birleşme, bölünme, hisse ve satın almaların evraklarıyla dolup taşıyordu. Bütün kâğıt­ ları bilinçli bir şekilde karıştırıp kutulara yanlış etiket koy­ mayı bir an için düşündü, ama bunun kendisine daha çok iş çıkaracağını ve kimsenin bunu fark etmeyeceğini anladı. İşini bitirdiğinde görev süresi boyunca edindiği birkaç iyi ar­ kadaşına veda etmeye gitti. Annie’ye, gün içinde favori bu­ luşma mekânları olan donmuş yoğurt makinesinin önünde sarıldı. Evie’ye, bir süre önce ayarladığı Mike Jones’la ran­ devusundan sonra kendisini araması için söz verdirdi. Evie, Luke Glasscock’ı resmen hayatından çıkardığı için Mike’la buluşmasını ertelemenin geçerli bir sebebi yoktu. Annie’nin kovulma meselesini didiklememesine memnun oldu. Evie bu hikâyenin hiç ortaya çıkmamasını umuyordu, ortaklık komi­ tesi bu durumun duyulmasını istemezdi çünkü müşterilere kötü görünmüş olurlardı. Yakında yeni iş bulmak için kapı kapı dolaşacağından kendisinin de bu çirkin gerçeği yaymak gibi bir niyeti yoktu. Baker Smith’in vanilyalı-çikolatalı ikramlarından so­ nuncusunu yedikten sonra Evie son iki yıldır yan komşusu olan, ev yapımı kurabiye getirmeye bayılan beyaz yaka ceza dairesinden meslektaşı Julia’yı ziyaret etti. Arkadaşının ek­ ranında Hotmail’in açık olduğu gözüne çarptı. Neden onu da kovmuyorlardı ki? Son olarak da diğer avukatlar hakkında iğneleyici yo­ rumlar yapmaya dayalı neşeli bir arkadaşlığı olan, şımarık idari asistan Pierce’ı buldu. Göz tembelliği bulunan hırslı,

69 Elyssa Friedland

vergi sorumlusu Harry hakkında son bir dedikodu yaptılar ve arayı açmamaya söz verdiler. Başkaları da vardı. Şehir merkezinin aşın uzun saatler çalışan, azgın profesyonellerini sıklıkla ağırlayan, caddenin karşısındaki bar Fat AlVte Jack’le aynlmalanna dair homurdanmalannı dinleyen avu­ katlar; belgelerini ustalıkla düzenlerken şikâyetlerini dinle­ yen yazıcı odasındaki hanımlar; kıçını sayısız kez kurtaran bilgi işlemdeki şapşal elemanlar... Bütün bu insanlara karşı gerçek bir yakınlık duyuyordu, ama onlarla iletişime geçme konusunda gerçekçiydi. O kadar uzun zamandır öteki tarafta yer almıştı ki, firmadan aynlan insanlarla kahve içmek için buluşacağına dair boş vaatlerde bulunarak e-posta adreslerini almıştı. Sadece Annie’yle farklı olurdu. Baker Smith’teki yaz staj programından beri arkadaşlardı, aynı çok bilmiş ortaklar tarafından küçümseniyorlardı, en azından haftada bir kez bir­ likte öğle yemeği yiyorlardı ve hatta bir süre Marianne’i bile paylaşmışlardı. Evie’nin ayrılış yolculuğundaki son durağı Mitchell Rhodes’un ofisiydi. Bütün ortaklar arasında en anlayışlı ki­ şinin o olacağını biliyordu, aynca büyük ihtimalle de kendi­ sine bir referans mektubu da verirdi. Evie yaklaşınca Mitchell’ın kapısının aralık olduğunu gördü ve bu aralıktan onun telefonda konuştuğunu duyabiliyordu. “Bana bağırmayı kes. İşteyim. Bağırma. Sana bağırma dedim.” Mitchell’ın ağzı bağlı bir köpek gibi boğuk sesle ba­ ğırdığını duyabiliyordu. “Loreen, ben günde on altı saat ça­ lışıyorum. Kızın uyuşturucu problemi olduğunu nasıl fark

70 L Aşk Burada Çekmiyor

edebilirim? Bütün gün evde olup kim bilir ne haltlar karıştı­ ran sensin. Bloomingdales’e gidip durmak yerine arada bir kızının kapısını tıklatmaya ne dersin?” Mitchell’ın ses tonu buz gibiydi. Evie’nin şirkette tanı­ dığı en kibar ortaktı, ama şimdi kapısını çalmaya bile korku­ yordu. Mitchell öfkeli bir şekilde devam etti. “Hayır, Twitter’ın ne olduğunu bilmiyorum. Kafasının iyi olduğunu mu twit atmış? Loreen şu an anladığım bir dilde konuşmuyorsun.” Bir an sustu. “Hayır, onunla konuşmak için eve gelemem. Bir saat içinde bir müşteriyle tele-konfe- ransım var, sonra da bir kapanış yemeği. Ondan sonra da Tokyo ofisindeki bazı ortaklarla görüşmek için ofise gelece­ ğim. Birinin onun uyuşturucu parasını kazanması gerekiyor değil mi?” Hâlâ çalkantılı bir ruh halinde olan Evie gülüşünü bas- tıramadı. Her daim kibar olan, köşe ofisin kralı ve şirkete müşteri kazandırmada uzman olan Mitchell Rhodes’un içinde böylesine bir öfkenin olabileceğini tahmin etmezdi. “Pardon, hayır, şaka yapmak istemedim,” dedi Mitchell pişmanlıkla. “On birden önce gelmek için elimden geleni ya­ pacağım. Bununla sabahleyin ilgileneceğime de söz veriyo­ rum.” Telefonu kapadı. Ne seni seviyorum, ne de özledim dedi. Sadece sorunlarla ilgileneceğine dair bir söz verdi, sonra da telefonu kapadı. MitchelPm kendisinden gelen öpü­ cüklere neden o kadar memnun olduğu şimdi anlaşılıyordu. Telefondaki konuşmasına bakılacak olursa evde ona sarılan

71 Elyssa Friedland

ya da onu öpen pek kimsenin olmadığı açıktı. “Evie, iyi misin?” diye sordu Mitchell onun kapının önünde dolandığını fark edince. “Neden gelmiyorsun?” Geçen hafta bir teklif bildirisini revize etmekle ilgili Mitchell’dan talimat almak için geldiğinde oturduğu koltuğa çöktü. Ama bu defa elinde kalemi, kâğıdıyla dimdik ve canlı bir şekilde oturmamış, kendini koltuğa bırakıvermişti. Aile fotoğrafı görmek ve Mitchell’m şımarık kızını görebilmek umuduyla etrafa bakındı. Hiç fotoğraf yoktu. “Evie, toplantıda olanlar yüzünden şaşırdığını biliyo­ rum. Hepimiz berbat hissediyoruz. Açıkçası o kadar zamanı şahsi meselelere harcarken nasıl iş yapabildiğine hâlâ şaşırı­ yoruz. Hatta bu oldukça etkileyici bir şey.” “O zaman bana bir şans daha verin. Son görüşmemde ortaklık yolunda olduğuma dair sinyaller almıştım. Müşteri­ lerim benim gitmeme üzülecekler. Sadece uyarı verseniz olmaz mı? Bir daha aynı hatayı yapmayacağıma dair sizi temin ederim.” Evie bunu söylerken bile gün içinde dikkatini dağıtan dürtülerini nasıl kontrol altında tutacağını merak ediyordu. “Aynca sunucu hizmetinin ne zaman yavaşladığını ha­ tırlıyorum. Bu en azından altı ay önceydi. Bunu ne zamandır biliyorsunuz? Neden beni işten çıkarmak için beklediniz?” Evie, internetin Buzul Çağı hızına düştüğü o dönemi çok iyi hatırlıyordu. Jack’le ayrıldıkları sıraydı ve birbirlerine o tuhaf son mesajlardan atıyorlardı, birbirlerinin dairelerinde bulunan eşyaları almaya ve arkadaş kalmanın doğru olup ol-

72 Aşk Burada Çekmiyor

madiğini (doğru değildi) tartışmaya dair. “Evie, sunucu sorununu incelememiz biraz zaman aldı, sonra da sen Calico-Anson birleşmesiyle çok meşguldün. Doğru zaman değildi. Çok iyi bir çalışansın ve biz seni daha önce işten çıkarmak istemedik.” Bu Tracy’nin, Luke’un kendisi için yeterince iyi olma­ dığını söylemesi gibiydi. Eğer herkes onu bu kadar çok se­ viyorsa ne demeye ondan kurtulmaya çalışıyorlardı? “İşin doğrusu, senin ayrıldığını söylemeni ve işin buraya varmamasını umuyordum.” Bir an duraksayıp doğrudan göz­ lerinin içine baktı. “Birçok kadın çalışan senin yaşındayken, hatta daha da öncesinde işten ayrılır.” Yani demek benden evlilik ve çocuklar sayesinde kurtul­ mayı umuyordunuz, diye düşündü Evie içi acıyarak. Sizi hayal kırıklığına uğrattığım için özür dilerim. “Böyle bir şey olmadığı ortada,” diye devam etti Mitchell. “Ayrıca şu durumda sana ikinci bir şans veremeyiz. Yani şu web sitesi olayı yüzünden.” Sesi gittikçe alçaldı. “Hangi durumda? Ne oldu ki?” . Mitchell bilgisayar ekranını Evie’ye çevirdi. “Ah, sa­ nırım bunu henüz görmedin. Seninle toplantıya başladıktan birkaç dakika sonra bu haberi yayınlamışlar.” Evie yerinden doğrulup BigLawSux’in tanıdık ana say­ fasına baktı; bu site, huysuz dava vekillerinin işleri hakkında sızlanıp dedikodu yapmak için kullandıkları, delicesine po­ püler bir hukuk bloğuydu. İki eski dava vekili tarafından ku­ rulmuş ve büyük bir takipçi kitlesine erişmişti. Başlık

73 Elyssa Friedland

şöyleydi: “BAKER SMITH E-POSTA BAĞIMLISI ÇALIŞANINI İŞTEN ATTI: SEKİZ YILLIK ÇALIŞAN EVIE ROSEN’IN SUNU­ CUYU ÇÖKERTTİĞİ SÖYLENİYOR.” Metnin sağ tarafına da bir türlü kurtulamadığı, yağlı saç lan ve bir günlük makyajıyla çekilen şu lanet fotoğrafı şirketin dizininden bulup koymuş­ lardı. Evie işte o anda bir boksörden sağlam bir yumruk ye­ menin nasıl bir şey olduğunu kesinlikle anladı. Dizlerinin çö­ zülmesine engel olmak için mücadele etti. “Evie,” dedi Mitchell altdudağmı ısırarak ve bakışlannı tekrar Evie’nin üzerinde toplamadan önce bir süre dalgın bir şekilde odanın köşesine doğru baktı. “Korkarım ki böylesi bir haberden sonra yapabileceğimiz hiçbir şey yok. Bütün bunların zalimce geldiğini biliyorum ve bu yüzden de çok üzgünüm. .Keşke yorumlar bu kadar çirkinleşmeseydi.” Evie başlığın altındaki, sadece bir paragraf uzunluğunda olan daha küçük fontlarla yazılmış açıklamayı okumak için eğildi. Yazı genel olarak ortaklar toplantısında kendisine söy­ lenenleri özetliyordu ve bu haberin kaynağının da yönetim komitesinden birine “yakın” olan isimsiz bir çalışan olduğu bildiriliyordu. “Yakın” da ne demekti? Yatıyorlar mıydı yani? Kendisinin değil, o çalışanın kovulması gerekirdi! Yazının üç katı uzunluğundaki yorumlarsa Evie’nin soluğunu kesti. Kargaşayı tetikleyen ilk yorum şöyleydi: “Evie Ro- sen’m ortak olamamasına hiç şaşırmadım. Ne zaman odasma gitsem kendisi ya online kelime oyunu oynuyordu ya da OneKingsLane’den alışveriş yapıyordu. Aynca çalıştığı sa-

74 Aşk Burada Çekmiyor atleri de şişirdiğini duydum.” Bu yorum, hiç de cesurca ol­ mayan bir şekilde “Anonim” biri tarafından yapılmıştı. “Bu doğru değil,” diye bağırdı Evie ve Mitchell’ın yü­ zünde, kendisine inandığına dair bir işaret aradı. “Evie yeterince okudun bence,” dedi ve adeta onu ek­ randan uzaklaştırmak istercesine hafifçe koluna vurdu. “Hayır, bunu görmem gerek.” Sonraki yorum şöyleydi: “Evie Rosen herkesten daha iyi olduğuna inanıyordu. Zor işleri genç çalışanlara yıkıp bütün övgüleri kendisi alıyordu.” Bu iğneleyici yorum ken­ disini “Hukuki Şıllık” olarak tanımlayan bir kızdan geli­ yordu. En azından birkaç çalışan onu savunmuştu. ÇılgınAvu- kat şöyle demişti: “Evie bana karşı her zaman iyi davrandı. Onunla çalışmak bir zevkti, gittiği için üzgünüm.” Başka yo­ rumcular da onun zeki ve yetenekli olduğunu, Baker Smith’in sekiz yıllık bir çalışanını işten çıkarmasının tam bir saçmalık olduğunu eklemişlerdi. Ardından yorumlar, Hukuk Kartalı NYC’nin yazdıklarıyla başka bir yöne kaymıştı: “En azından şirkette güzel bir popo görüyorduk. Şimdi elimizde sadece kemik torbalan kaldı.” Sonra da son darbe, hiç beklenmedik bir yumruk gibi inen yorum geldi. “Evie Rosen o kadar seksi bile değil ki. İflas bölümün­ deki Polly Yang çok daha seksi.” Bunu yazan da Hukuk Dok­ toru’ydu. Evie çok öfkeliydi. Kelime oyunu yorumunu, yoğur-

75 Elyssa Friedland

dunu yerken mide bulandırıcı şapırdatma sesleri çıkaran üç yıllık çalışan yapmıştı. Ona ofisinde yoğurt yememesini söy­ lememiş olmalıydı. Peki ya şu Polly Yang de kimin nesiydi? Evie, Jack’in bunu göreceğini düşünerek irkildi. So­ nuçta sık sık hukuk bloglannı takip ettiği söylenemezdi ama ara sıra Evie’ye bakıyorsa bile (ki Evie böyle olduğunu dü­ şünmekten hoşlanıyordu) karşısına ilk çıkacak şey bu ola­ caktı. Olumsuz haberler tıpkı zeytinyağı gibi her zaman en üste çıkardı. Nutku tutulmuş bir şekilde Mitchell’ın masasının karşı­ sındaki koltuğa gömüldü yine. Mitchell tekrar konuşmaya başlamadan evvel samimi bir empatiyle ona baktı. “Üzgünüm, Evie. Gerçekten başka şansımız yoktu. Müşterilerimiz bu blogları okuyor. Verdiğimiz hizmetler de pahalı olduğundan bu paraya değdiğinden emin olmak isti­ yorlar. İmajımızla ilgili artık eskisinden de daha dikkatli ol­ mamız gerekiyor. Bu bloğun dahili ortaklık bildirilerimize bile nasıl ulaştığı hakkında bir fikrim yok. Evie, sen harika bir avukatsın. Gerçek tutkun bu mu bilmiyorum ama bu işte çok başarılısın. Ekonomide böyle büyük bir çatlak olmasaydı belki de bu tatsızlığın üstesinden gelebilirdik,” dedi bir kez daha ekranı işaret ederek. Kendini daha iyi hisseder misin bilmiyorum, ama bu karar bazı açılardan senden ziyade bi­ zimle daha çok ilgiliydi.” Evie buna resmen güldü. Baker Smith ondan ayrılırken kitaptaki en eski repliği söylüyordu: Sorun sende değil, bende. Ne zavallıca.

76 Aşk Burada Çekmiyor

“Teşekkürler Mitchell. Ayrıca bilgin olsun saatlerimi bir kez bile şişirmedim. Burası için bütün o saatler boyunca ça­ lışan kişi bendim.” Bir anda ayağa kalkıp ona elini uzattı ve sonra da adamın bir şey demesine fırsat bırakmadan arkasını döndü. Saati 16.11 ’i gösteriyordu. Binadan şutlanmasına bir saatten az zaman kalmıştı. Sisler içinde tekrar ofisine döndü. Sentetik kumaşı kalıcı bir şekilde kıçının şeklini alan sandal­ yesine oturduktan sonra içgüdüsel bir şekilde bilgisayarına girmeye çalıştı ama erişim engellendi. “Geçersiz Kullanıcı” kelimeleri adeta retinalarını yaktı. Otuz dokuzuncu kattaki odasının manzarasına bir kez daha bakmak için arkasına döndü, eskiden kendisini başarılı hissetmesini sağlayan bu manzara şimdi midesinin bulanmasına sebep oluyordu. Aşa­ ğıya uzun bir yolu vardı. Şirket protokolü gereği üniformalı bir güvenlik görevlisi saat beşte ofisi terk edişine eşlik etmek için yukarı geldi. “Hazır mısınız hanımefendi?” diye sordu ofisinin kapı­ sında dikilerek. “Ne kadar hazır olunursa,” dedi Evie ve sandalyesinden kalktı. Masasındaki birkaç şahsi eşyayı (ölümsüz bir orkide, Fran ve Bette’yle birlikte birkaç yıl önceki Şükran Günü’nde çektirdiği çerçeveli bir fotoğraf, Tracy’nin düğününde kız ar­ kadaşlarıyla birlikte nedime kıyafetleri içinde çektirdikleri fotoğraf ve duvarında asılı duran siyah-beyaz bir Ansel Adams tablosu) topladı. Jack’le olan fotoğrafını dosya dola­ bında bırakmayı bir an için düşündü, böylece sonsuza dek kayıt departmanında sürünürdü. Zaten ait olduğu yer de muh-

77 Elyssa Friedland

temelen orasıydı, ama yine de son anda fotoğrafı kapıp çan­ tasına attı. Ofisi, her zamankinden daha çıplak göründü gözüne ama zaten yeni çalışanlar işe başladığında diğer herkes gibi şirketin küçük odaları arasında yer değiştirip dururdu. Ortak­ lara aynlan odalardan birine geçmeyi ve şirketin dekorasyon için ayırdığı cömert bütçeden faydalanacağını ummuştu. Daha geniş oda için düşündüğü birçok fikri vardı. Devetüyü renginde yumuşak deri bir kanepe duvarın önüne konula­ caktı; onun karşısında da koyu pembe ipekli kumaştan iki ahşap koltuk olacaktı. Üç adet, bej rengi, kaşmir örgü yastık, eşit aralıklarla ve mükemmel bir diklikte kanepeye yerleşti­ rilecekti ve Evie, sandalyesinin arkasına buna uyumlu bir kaşmir örtü koyacaktı. Masası, erkek ortakların sevdiği ağır, maun modellerin aksine yuvarlak hatlı ve modem olacaktı. Ayrıca perde de asacaktı. Kimse bu detayı hatırlamazdı ama o bunu düşünmüştü. Süet işlemeli, gri satenden perde bağlan olan tiril tiril, boz rengi perdeler... Böylesine iyi fikirler nasıl da heba olmuştu. Elektrik düğmesini kapadı. Gerçi bu sembolik bir hare­ ketti. Bakım ekibinden birinin birazdan burayı sterilize edip onun eserine dahi rastlamamak için dezenfektanla klavyesini ovalamak için geleceğini biliyordu. BlackBerry’sini aynlış talimatlarındaki gibi fare altlı­ ğına bırakacaktı ki vazgeçip bu eski hatırayı birkaç tane kâğıt havluya sanp çöp kutusuna attı. Koridor boyunca görevliyle birlikte yürürken kendini suçlu biriymiş gibi hissetti. Asansör

78 Aşk Burada Çekmiyor

yirmi ikinci ve yirmi birinci katlar arasında gidip gelirken kulakları çınladı ama saat beşte kalabalık kaldırıma çıktı­ ğında tek bir şey bile duyamıyordu.

Stasia, Evie’nin Mike JonesTa olan randevusunu ekme­ diğinden emin olmak için iki defa aradı. Temmuz ayının ina­ nılmaz nemli ve yağmurlu bir günüydü, öyle ki hiçbir saç şekillendirici ya da suya dayanıklı makyaj ürünü bu nemle başa çıkamıyordu. “Belki de işte olanlardan kafanı uzaklaştırmana yar­ dımcı olur,” dedi Stasia. “Mike iyi birine benziyor.” “Gitmek istemiyorsa gitmemeli bence,” dediğini duydu Rick’in. “Annie’ye güvendiğim için gideceğim,” dedi Evie. Henüz geçerliliğini yitirmemiş LexisNexis hesabını da kul­ lanarak online olarak daha detaylı bir araştırmadan sonra Mike hakkında biraz bilgi edinmişti. Adam yakışıklı biriydi ve Pennsylvania Üniversitesi Diş Hekimliğinden mezun ol­ muştu. Tabii bunların hiçbirini Stasia’ya itiraf edemezdi. “Tekrar birileriyle çıktığın için seninle gurur duyuyo­ rum,” dedi Stasia. “Sonuçta bu çok önemli. Evie, Stasia’nın ne tür bir hayat tecrübesine dayanarak bunları söylediğini merak etti. Stasia üniversitedeyken iki yıl boyunca futbol takımının seksi oyun kurucusuyla çıkmıştı, sonra da ünlü bir aktrisin oğlu ve post-it not kâğıtlarının mü­ ridinin de torunu olan, aynı seksilikteki lakros takımı kapta-

79 Elyssa Friedland

nıyla çıkmak için onu terk etmişti. Aşk hayatı imrenilen iliş­ kilerle dolu kusursuz bir çizgide akıyordu. Binleriyle çıkma­ nın ne kadar zor olabileceğini anlayamazdı ki. Yine de Evie, Stasia’nın sadece yardımcı olmaya çalıştığının farkında ol­ duğundan eleştirel bir yorumda bulunmadı. O akşam daha sonra Evie, Mesajınız Var filmiyle meş­ hur olan, Evie’nin yağmurlu günlerdeki favori mekânı Café Lalo’da Mike’la buluştu. Mekân yan yanya doluydu ve Evie gergin oturuşlardan ve kahkahaların çınlayışından, burada­ kilerin çoğunun ilk buluşmalarında olduğu kanısına vardı. “Evie?” diye sordu garsonla birlikte yanına gelen adam. “Sen Mike olmalısın,” dedi Evie. Burnunun üzerindeki soluk çillerle, internette bulduğu fotoğraftakinden daha genç görünüyordu. Saçlan beklenmedik bir şekilde kızıl ve beyaz karışımıydı ama hoş görünüyordu. Sanki tuz ve kırmızıbiber karışımı gibiydi. Yakası düğmeli, şık bir ekose gömlek ve dar bir pantolon giymişti; sekiz yaşındayken kendisine kor­ kunç bir damak genişletici, birkaç yıl sonra da diş teli taktı­ ran, adına uygun bir diş hekimi olan Doktor Hamburger’dan çok farklı biriydi. “Tanıştığıma çok memnun oldum,” dedi Mike ve onu yanağından hafifçe öptü. Miskli tıraş losyonu ve pudralı la- teks eldiven kokuyordu. “Harika görünüyorsun.” Evie ada­ mın gözlerindeki rahatlamayı gördü. Mike da onun gözlerinde aynısını görmüş olmalıydı. Sonuçta kalp krizi ge­ çirmelerine sebep olabilecek kıllı bir ben ya da fazladan bir parmakla falan karşılaşmamışlardı.

80 Aşk Burada Çekmiyor

“Teşekkürler. Buluştuğumuz için ben de çok memnu­ num,” dedi Evie ve bunda samimiydi. Stasia onun çıkmasını istemekte haklıydı. Garson kadın onlan köşe bir masaya oturttu, ama burada sadece tek bir bank olduğundan yan yana oturmak zorunda kaldılar. Evie, eskiden her pazar akşamı Hunan Garden’da akşam yemeğine gittiklerinde annesi ve babasının böyle otur­ duklarını hatırladı. Ama yabancı biriyle dip dibe oturmak çok daha tuhaf bir durumdu. “Bugün çılgın bir gün geçirdim,” diye söze başladı Mike ve Evie, onun sessiz tiplerden olmamasına memnun oldu. “Muayenehanem Yukan Doğu yakasında ve hastalarım, daha doğrusu onlann anne babalan da biraz gergin tipler. Bugün bir kadına, oğluna diş teli takmak için resmen yalvardım. Ama kadın Avenue dergisinin ailesi hakkında haber yapaca­ ğım düşündüğünden bunu reddetti.” Evie, “Şaka yapıyorsun,” dedi rahat bir tavırla saçını geri atarak. Avenue, o lüks evlerde ve dairelerde -ortak ol­ duktan sonra kiralamayı hayal ettiği o tek yatak odalı daire­ nin olduğu binalar gibi- çekim yapma şansı bulan dergiler­ den biriydi. Zaten o daire işi de yalan olmuştu. “Kesinlikle yapmıyorum,” dedi Mike aramalı kahvesin­ den bir yudum alarak. “Ama en kötüsü bu bile değil. Bugün on altı yaşında bir kıza ağız ameliyatı yaptım ve ona ilaçyola- rak Percocet yazdığımda gülüp evde bunlardan bir sürü ol­ duğunu söyledi.” Evie içkisini kafasına dikince rahatladı. Alkol kanına

81 Elyssa Friedland

karıştıkça Mike daha eğlenceli görünmeye başlıyordu. Evie kadehinin dibinden bakınca adamın yüzü bulanıklaşıyordu. Kafasının içinde adamın seyrelen saçlarını gürleştirdi ve kaş­ larının arasındaki birkaç tüyü koparıp attı. Pahalı beyazlatıcı diş macunu markalarında kullanılabilecek bir yüzü olduğunu düşündü. “Ya sen neler yapıyorsun, Evie? Baker Smith’teki işin­ den memnun musun?” Mike, kendisi hakkında fazla konuş­ manın sınırına gelmişken bu soruyu sordu. Gerçi Evie’nin de spot ışıklarını kendisine çekmeye pek hevesi yoktu. “Şey,” dedi Evie kafasını bilinçli bir şekilde kaşıyarak, “Yakın zamanda oradan ayrıldım. O yüzden sanırım artık avukat değilim. Yani en azından çalışan bir avukat değilim. Ama aslında o işi o kadar da sevmediğimi düşünmeye başlı­ yorum. Sadece öylesine yaptığım bir iş gibiydi. Ne demek istediğimi anlıyor musun?” Evie kendisine dahi, işiyle ilgili hislerini ilk defa yüksek sesle dile getirmişti. “Gayet iyi anlıyorum,” dedi Mike ve Evie bir diş heki­ miyle konuştuğunu hatırladı. Muhtemelen o da diş kalıpla­ rına tutkuyla bağlı falan değildi. Google’dan anne ve babasının da diş hekimi olduğunu öğrenmişti, o yüzden muh­ temelen bu kariyeri kendisi seçmemişti. içkiler ve (Evie’nin tuhaf bir biçimde bölüp ayn tabak­ lara koyduğu) paylaştıkları bir dilim limonlu pay eşliğinde neredeyse iki saat boyunca sohbet ettiler, sonunda da garson tepelerinde dolanmaya başladı. “Umarım bunu tekrarlarız,” dedi Mike hesabı öderken. Aşk Burada Çekmiyor

“Önümüzdeki hafta üniversitedeki mezunlar buluşması için şehir dışında olacağım, ama ondan sonraki haftaya ne der­ sin?” Umut dolu bir ifadeyle Evie’ye baktı. “Harika olur,” dedi Evie ve gerçekten de bu durumdan memnundu. “Hâlâ okulla bağını koparmamış olman ne hoş. Penn’i sevdin herhalde değil mi?” “Penn’e gitmedim ben. Neden öyle düşündün ki?” diye sordu Mike, kafası kanşmış hatta biraz da rahatsız olmuş gibi görünüyordu. Evie beynini zorladı. Neden oraya gittiğini düşünmüştü ki? Sohbetleri sırasında bahsetmemiş miydi ki? Belli ki öyle bir şey olmamıştı. Bu bilgiyi internetten edindiğini bir anda anımsayıverdi. Bunu çaktırmamak için çabaladı. “Şey, bilmem, herhalde Annie söylemiştir,” diye lafı do­ landırdı. “Sanmam,” dedi Mike. “Annie’nin ağabeyi Jordan’la birlikte Arizona State’te okudum.” Evie daha da kızardı. “Manhattan’da Michael Jones adında bir. diş hekimi daha var. O Penn’de okumuş,” dedi Mike. “Onun hastalan sürekli bizim ofisimizi arar. Evie, yoksa beni Google’ladin mı?” Mike, önünde duran fişi imzalamamıştı. Evie onun he­ sabı ödemekten vazgeçip vazgeçmediğini düşündü. Tek seçeneği inkâr etmekti. “Yo, hayır. Herhalde kafam kanştı. Tabii ya, bugün bir arkadaşım Penn’den bahsediyordu. Bu içkideki rom yüzün­ den onunla kanştırdım sanınm. O halde iki hafta sonra bu-

83 Elyssa Friedland

luşuyor muyuz?” diye sordu E vie, onunla göz göze gelmek­ ten kaçınarak. “Haberleşiriz,” dedi Mike, sesi vaat vermekten kaçınan bir tondaydı. Fişi imzalayıp bir anda ayağa kalktı. ‘Tanıştığıma memnun oldum,” dedi ve düşüncesi bile hoş olmayan bir şey yaparak elini uzattı. İlk buluştuklarında onu yanağından öpmüştü, şimdiyse sadece tokalaşmak isti­ yordu. Evie böylesine hızla irtifa kaybeden bir buluşma daha yaşamamıştı. Dairesine geri döndüğünde arka planda Seinfeld' in tek­ rar bölümlerinden biriyle yatağına yayılarak geceyi tekrar kafasından geçirdi. İçinden, dijital çağda buluşacağın insanı Google’lamanın hem sıradan hem de gerekli bir araştırma olduğuna inansa da olanlardan yüzünden utanıyordu. Önceki jenerasyonlardan insanların ilk buluşmadan önce birbirlerine internet kolonoskopileri yapmaksızın tanıştıklarını ve hayat­ ları boyunca mutlu yaşadıklarını bilmiyor değildi. Ama artık her şey daha farklıydı. İnternette bu kadar çok bilgi varken bunları kullanmamak sorumsuzluk olurdu. Yine de Google’cı olarak dışlanmak hiç hoş değildi. Evie de tam bu sebeple Mike Jones’tan bir daha haber almayacağını biliyordu. En azından çok büyük bir kayıp değildi. Evie, kafasının içinde Venn şemalan çıkararak tanıştığı herkesi Jack’le kıyaslar, örtüşen kısımları değerlendirirdi. Çekicilik, espri anlayışı ve zekâ konusunda Jack’le örtüşen hatta onu geçen erkeklerle tanışmıştı el değildi. Ama o je ne sais quoi* faktörü, şemanın o “ekstra bir şeyler” kısmını dol-

• (Fr.) Kişiyi öze!yapan, açıklaması zor nitelik.(ç.n.)

84 Aşk Burada Çekmiyor

durmak daha zordu; ki Jack’in durumunda bu onun eşsiz ka­ riyeri, havalı aksam ve hatta belki de ele geçmez oluşuydu. Birlikte oldukları süre boyunca Jack iki tane daha res­ toran açtı: Biri Yukarı Doğu Yakası’nda resmi bir Fransız- Asya füzyon restoranı olan Spice, diğeri deTribeca’da, Eye Candy adında, lüks bir tatlı mekânıydı. Jack’ten önce restoranlar hakkında Time Out New York'un tavsiye ettiği y erler ve New York Times'ın füzyon mutfak modasıyla ilgili Önerdiği yemekler dışında hiçbir şey bilmiyordu. Ama çok geçmeden, yemek etkinliklerinde ve açılışlarda, eleştirmenler ve restoran sahipleriyle “işin vitrini” ve “sofra tarzları” hak­ kında konuşur olmuştu. Manhattan’da sık rastlanır biçimde fınans sektöründe çalışan adamlarla çıkarken kur sabitleme ve vadeli patentler hakkında konuşmak hiç ilgisini çekmiyordu. Evie de aynı iş­ leri yapıyordu ve işte olduğu gibi, bir buluşmada da bunları konuşmak hiç de keyifli gelmiyordu. Annesi bir defasında Evie’nin, tanınan biri, yemekli partilerde istenen bir kişi ol­ duğu için Jack’ten hoşlandığını ima etmişti. Ama Jack ünlü bile değildi ki. Sadece New York’tâki kısıtlı çevrelerce tanı­ nan bir isimdi ve yirmi üç dolarlık bir dilim cheesecake (m ö ­ nüde iddia edildiğine göre hamur kısmında gerçek altın parçalan vardı) satın almayı mazur gösterecek kadar gelire sahipti. Evie için Jack elbette ki bir isimden fazlasıydı, ama yine de üniformasıyla mutfaktan çıktığında müşterilerin ona nasıl hayranlıkla baktıklarını izlemekten de asla yorulmazdı. Yakışıklı ve başanlı olmanın yanı sıra Jack her şeyi kendi ça-

85 Elyssa Friedland

balarıyla başarmıştı ve mesleği konusunda hem hırslı hem de tutkuluydu. Yani gerekli bütün özelliklere sahipti. Evie her ne kadar arkadaşlarına söyleyemese de ve hatta Fran’e bile itiraf etmeye utansa da kendisi de öyleydi. Yani birbir­ lerine uyuyorlardı. İstemeyerek de olsa Annie’ye bu buluşmayı ayarladığı için teşekkür e-postası atmak üzere bilgisayarına uzandı. Mi- ke’ın ona Google meselesinden bahsedeceğine emindi, ama bu konuda yapabileceği bir şey yoktu. Kısaca Mike’la ken­ disini tanıştırdığı için memnun olduğunu ama aralarında bir “elektrik” olmadığını yazdı. Babaannesi onun her zaman kendisini biriyle tanıştıran arkadaşlarına teşekkür etmesi ko­ nusunda ikaz ederdi, böylece insanlar biriyle tanışmak iste­ mediği gibi yanlış bir kanıya kapılmazlardı. Bu ümitsiz anında bite büyük resme bakabildiği için Bette onunla gurur duymalıydı. “Sonunda sevgili Evie’m önceliklerinin ne olduğunu an­ ladı,” derdi Florida’daki dullar çetesiyle Çin dominosu oy­ nayıp ılık bitki çaymı yudumlarken.

86 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

New York’ta temmuz ayı tam anlamıyla arafta olmak gibiydi. Her yıl Evie otobüslerin zehirli dumanlarının onu cehennem gibi ağustos sıcaklarına götüreceğini düşünür ya da Broadway’deki ağaç sıralarından nadiren gelen esintiler­ den birinin kendisini doğrudan sonbahara taşımasını umut ederdi. Özellikle de bu yıl evde kalmak en akıllıcası gibi gö­ rünüyordu. Zaten şehir terk edilmiş gibiydi. New Yorklulann çoğu beton ormanından yazın kaçıp taşraya sığınırlardı. Sanal dünyada bile yaşam yavaşlamış gibi görünüyordu. JDate’e yeni hiç kimse gelmiyordu. Facebook’taki içerik akışı iyice yavaşlamıştı. Evie’nin binasındaki havalandırma son derece güçlü ol­ duğundan insana hangi mevsimde olduğunu unutturabili­ yordu. Günün her saatinde eve yemek siparişi verebilirdi, gerçi bu da bırakması gereken pahalı bir alışkanlıktı. Black- Berry’si olmadığından evdeki dizüstü bilgisayarı dış dün­ yayla arasındaki köprüydü. Şahsi ceptelefonu günümüz

87 Elyssa Friedland

standartlarına göre antika sayılacağından internet erişimi yoktu, ama onun yerine kapağı vardı. Gerçekten de dışan çıkıp kendine bir iPhone satın alması gerekiyordu ama Yu­ karı Batı Yakası’nda bebek arabalarıyla ve latte teriyle gezi­ nen annelerin yargılayıcı bakışlarına katlanamayacaktı. Sanki ona, “Bebeğin ve aşırı pahalı kafeinin nerede?’’ diye sorar­ casına bakacaklardı. Aceleyle metroya yürüyen ya da iş kı­ yafetleri ve topuklu ayakkabıları içinde taksi kapmaya çalışan iş dünyasının kalabalığı görmeye de kalbi dayan­ mazdı, onların BigLawSux’daki makaleyi görüp onun zavallı olduğunu düşüneceklerini hayal ediyordu. Baker Smith’ten çıkarılışının üzerinden dört hafta geç­ mişti ama bunun acısı sanki dün olmuş kadar tazeydi. Şir­ ketteki ofisinin her bir santimini kaplayan yeşil üzerine yeşil kareli halıyı bir daha asla göremeyecek, M arianne’in “şeref­ siz” kocası hakkında dırdırlarını duyamayacaktı. Karşısında oturan genç bir çalışan kendisinden memnun olup olmadığını gergin bir şekilde sorarken ergonomik sandalyesinde şöyle bir geriye doğru esneyemeyecekti. Wall Street Journal’ ın başlıklarına taşınan anlaşmalarda rol oynayamayacaktı. Sa­ bahlan CNBC’yi izleyip, “Bunda benim de payım var,” diye düşünemeyecekti. Bir daha asla yapamayacağı şeyleri düşünmenin en kötü yanı kendi çelişkili hisleriydi. Bütün gece çalışanlarla arka­ daşlık etmeyi, konferans masasındaki Çin yemeği kapların­ dan piramidi kimin devirdiğine dair tartışmayı, kahve odasında Julia’nın duble çikolatalı kurabiyelerine yumulmayı Aşk Burada Çekmiyor

ve yazıcı üç yüz sayfalık prospektüsleri basarken gece yansı iş arkadaşlanyla yirmi soruluk testlerden yapmayı özlüyordu. Makinelerin senfonisi burnunda tütüyordu: Fotokopi maki­ nesinin uğultusu, açılan bilgisayarının gürlemesi ve posta arabasının tıkırtısı yaşamının Fiili fon müziği gibi olmuşlardı. Baker Smith’in sunduğu bitmez tükenmez, usandıran hukuki eğitim dersleri ya da dosya kutularıyla dolu pencere- siz kabinlerde belge inceleme cezasına çarptırılan genç çalı­ şanlara nezaret etmekle geçirdiği bitmeyen saatlerse özlemediği şeylerdi. İyi yapılan bir iş için sırtının sıvazlan­ ması uzun vadede ona yeterli gelmezdi. Baker Smith, sonrasında dairesinden çıkıp kollarının al­ tına sıkıştırdıkları gazeteleriyle aceleyle metroya koşturan kalabalıkları görmek de sonraki adımlarına karar vermeyi ka­ çınılmaz kılıyordu. Evie’nin eve kapanması arkadaşlarının endişeli e-pos­ talar göndermesine ya da aramalarına sebep oldu, arayanlar arasına dahil olan Annie de sıradan bir ofis arkadaşı olmadı­ ğını kanıtlamış oldu. “Buluşmanın iyi gitmemesine üzüldüm,” dedi şu Go­ ogle meselesinde aptala yatarak. “Önemli değil. Ofiste ne var, ne yok?” “Sana bu yapılan, zalimce bir şaka gibi,” dedi Annie. “Yani ben ve diğer çalışanlar neredeyse bütün gün Face- book’tayız. Sanırım mesele sürekli açıp kapamaktansa bütün gün açık bırakmakta. Yani en azından BigLawSux’da öyle yazıyordu. Senin haksızlığa uğradığına şüphe yok ama. Sırf

89 Elyssa Friedland

ortaklığa oynadığın için seni hedef aldılar. Aynı sebepten bir sürü kıdemsizi de çıkaracaklarını duydum.” “Aman neyse. Zaten o lanet olasıca blog haberi ve o pis yorumlar yüzünden bitmiş durumdayım.” “Hiç de değil. Haber en çok gönderilenler listesinden çıktı bile. Artık eskidi. Çok geçmeden yeni bir iş bulursun.” “Peki, ben bulmak istiyor muyum acaba? Sabahın yedi­ sinde uyanmak zorunda olmamanın da kendine has bir cazibesi var.” “Keşke ben de bilebilsem,” dedi Annie. “Belki de erken emekli olup sana katılırım.” Evie aynadaki kılıksız haline, pejmürde eşofman takı­ mına baktı. “İnan bana göründüğü kadar ışıltılı bir hayat değil. İşini bırakm a.” Evie’nin annesi adeta ikinci evi olan tiyatrodan onu daha sık arar olmuştu. Evie’nin oradan çıkarılışının onun ba­ şına gelen en iyi şey olduğuna dair onu ikna etmeye uğraşır­ ken Evie arka planda ‘7 Feel Pretty ” şarkısını prova eden sopranonun sesini duyabiliyordu. Elbette ki Fran’in Evie’nin neden çıkarıldığına dair hiçbir fikri yoktu; bu yüzden de Evie ekonominin çöküşüne, Amerikalı üniversite mezunlarının ka­ ranlık geleceklerine dair söylenmelerini dinlemek duru­ munda kalıyordu. En azından babasıyla bu işin detaylarını konuşmak zorunda kalmadığı için biraz daha rahattı. Henry Rosen hukuk okulundan mezun olduğu andan ölümüne dek Maryland’deki aynı firmada çalışmıştı. Kızının “Manhat-

90 Aşk Burada Çekmiyor

tan’daki havalı işi”yle acayip gurur duyar, Evie yüzünden kendini kıytınk bir avukat gibi gördüğüne dair şakalaşırdı. “Kimin o zavallı şirkete ihtiyacı var ki zaten?” dedi Fran. “Ogilvy’den birilerini aramamı ister misin?” Evie bu teklifi reddetti. “Pekâlâ. Eminim sevdiğin bir iş bulacaksın.” “Bu cümle kendi içinde tezat banndırıyor anne,” dedi Evie. Beyaz bir sayfa açma ihtimali onu hem heyecanlandırı­ yor hem de dehşete düşürüyordu. Baker Smith’teki kariye­ rine birincil olarak ortak olma amacıyla odaklanmıştı. Yeni bir şirkette yeniden başlama fikri, hatta bunun bir olasılık ol­ duğunu bile düşünmek iç karartıcıydı. Etkilenmesi gereken daha çok Mitchell Rhodes’lar, görmezden gelinecek daha çok Marianne’ler demekti bu. “En azından artık birbirimizi daha sık görebiliriz,” dedi Fran. Bu yorumla önce Evie’nin kalbi sızladı, ardından da içini bir panik sardı. Aile buluşmalarından kaçınmak için iş bahanesini birden çok kez kullandığı kesindi, hatta en son Beyaz İkizler’le kahvaltıdan yırtmak için de kullanmıştı, An­ nesinin onun bahanelerinin gerçek yüzünü hiç fark etmemiş olması içini acıttı. Ama suçluluk duygusunu deneyimlemenin yanı sıra artık canının istemediği hiçbir şeyden kaçmak için hazır bir bahanesinin olmadığını da fark etti. Zaten neden annesini görmeyi erteliyordu ki? Beyaz İkizler nadiren evdeydi; kışın yatılı okuldaydılar, yazın da

91 Elyssa Friedland

saçma sapan işlerde (geçen yıl Aspen’de baristacılık, ondan önceki yaz da Martha’s Vineyard'da tur rehberliği gibi) çalı­ şıyorlardı. Her zaman sıcakkanlı olan ve asla Evie’nin haya­ tına burnunu sokmayan Winston da değildi sebep. Adam onu her zaman içten bir şekilde selamlayıp babacan bir şekilde kucaklar, ardından da Fran ve Evie Greenwich çiftçi paza­ rından aldıkları meyveler eşliğinde çene çalarlarken golf si- mülatörüyle oynamak üzere bodrum katındaki mağarasına çekilirdi. Evie’nin babası öldükten sonraki ilk zamanlarda Evie, annesinin bütün sorumluluğunu almak konusunda endişe­ liydi. Ona nasıl arkadaşlık edecekti? Evie tek çocuktu. Fran’in, hafta sonlan Yale’e gelip Evie’nin yurdundaki bek­ leme odasında takıldığını, elinde bir bardak sıcak çikolatayla onu beklediğini hayal etmeye başlamıştı. Bu korkunç se­ naryo yüzünden kendini duygusuz biri gibi hissediyordu. Ama belki de anne-babalar çocukları arasındaki ilişki böyle bir şeydi. Anneler ve babalar özverili bir şekilde çocukları için yaşar, çocuklar da bencil olurdu. Ama Fran’in yası, Henry’nin ölümünden bir yıl sonra kendisini yeniden dış dünyaya açmasıyla birlikte son buldu. Mezar taşı konulduktan sonra Evie hâlâ -etraftaki taşlardaki yıllan karşılaştınp ortalama ömürleri hesaplayarak- “mezar­ lık matematiği”yle meşgulken Fran’in ruh hali tıpkı bir elek­ trik düğmesine basılmış gibi değişti. Yerel bir kursta seramik sınıfına başladı, spor salonunda Krav Mağa derslerine yazıldı ve çok sevdiği yerel tiyatrosuna döndü. Hatta Starbucks kuy­

92 Aşk Burada Çekmiyor

ruğunda Winston’la ilk karşılaşmalannda Fran’in üzerinde Eliza Doolittle kostümü vardı. Winston, iş için Baltimo- re’daydı ve elindeki laite Fran’in (dantel jüponunun) üzerine dökülmüştü. Winston kuru temizleme ücretini ödemekte ısrar etmişti. Fran da ona gösterinin biletlerinden hediye etmişti. Bir yıl sonra Evie’nin yeni bir üvey baba ve iki üvey kız kar­ deşi olmuştu. Hayatına devam ettiği ve kızını tek başına yas tutmak zorunda bıraktığı için annesine içerlemesi fikrinden nefret ediyordu. Ama bunun haksızlık olduğunu bilse de durum böyleydi. Belki de Bette ve Evie’yi birbirine daha da çok yakınlaştıran şey buydu. Fran, hayatını ileriye taşımayı başarırken onlar hâlâ sendeliyorlardı. Evie’nin annesi Connecticut’taki yeni hayatına mutlu bir şekilde geçerek kırklı yaşlarında bir üvey anne rolünü her ne kadar beklenmedik bir durum olsa da kucakladı; yasını tuttuğu tek şey Pikesville oyuncularının, Greenwich Town tiyatrocularından çok daha üstün olmalarıydı. Kendini yalnız hisseden tek kişi Evie’ydi. Ama Fran’le yirmi birinci yüzyılın buluşmalar, yalnızlık ve seks konularını nasıl konuşabilirdi ki? Evie’nin, “Bu gece boş musun? Takılalım mı?” içeriğinde mesajlarla birileriyle buluştuğunu annesi bile bilse kalbine inerdi. Tinder’dan bahsetse kim bilir akima neler gelecekti? Evie kendi çekirdek ailesini kuruncaya dek babasını kaybetmenin acısıyla tamamen barışıp barışamayacağını merak etti. İş meselelerinde olduğu gibi romantik açıdan da hiçbir şey yapmak istemiyordu. Koparmak için gri saçlar ara­ yarak ve Altın Kızlar izleyerek vaktini değerlendiren işsiz bir

93 Elyssa Friedland

avukat tam da seksi olmanın zıddıydı. Ofisteki yoğun bir günden çıkıp bir saatliğine kahve ya da içki içmek için biriyle buluşmak başka bir şeydi, bütün günü evde hazırlanarak ve umudunu yükselterek geçirip buluşmadan hayal kırıklığı içinde dönmek bambaşka bir şeydi, üstelik artık kafasını da­ ğıtmak için kullanabileceği bir işi de yoktu. Bu Evie için tam bir kış uykusu zamanıydı. Bilgisayarı ve televizyonu onu ye­ terince meşgul ettiğinden kış için yetecek kadar “meşe pala­ mudu” vardı neyse ki.

“Facebook’ta hâlâ Baker Smith’te çalıştığın yazıyor,” dedi Tracy, ikisi birlikte Evie’nin binasının lobisine geldik­ lerinde. Hızlı bir yürüyüşten dönmüşlerdi. Hamile bir kadın ken­ disini egzersiz yapmaya sürüklediğinde Evie, işlerin kötü ol­ duğunu anlamıştı. Tracy cumartesi sabahı erkenden arayıp evden çıkmak için yanıp tutuştuğunu söylemişti; Jake ne kendi hamile karısını ne de eline süpürgesini almış olan alt kat komşularını düşünüyor, sabahtan beri gitarını tıngırdatı­ yordu. Tracy aradığında Evie çoktan uyanmıştı ve yatakta “kol­ larda ve bacaklarda uyuşma” konusunu Google’lamakla meşguldü, çünkü uzuvlarının normalden çok daha fazla yo­ rulduğuna yemin edebilirdi. WebMD’ye göre en iyi durumda sinir haşan olmuştu. En kötü durumdaysa ya beyin tümörü vardı ya da felç geçiriyordu. Zihnini ele geçirmeye çalışan

94 Aşk Burada Çekmiyor

bu ölümcül hastalıklar yüzünden Evie, Tracy’nin bu eski moda bir şeyler yapma davetini memnuniyetle kabul etti. Central Park Gölü’nün etrafında tur atarlarken Tracy, yakında geçekleşecek olan Armory’deki Uluslararası Güzel Sanatlar ve Antika Fuan’na Evie’yle birlikte gitmeyi kabul etti. Evie normalde bu fuara, sonbaharın başında New York’a yıllık ziyaretini yapan babaannesiyle birlikte giderdi ama Bette hâlâ uçak biletini almamıştı ve Evie en son bu konuyu açtığında biraz belirsiz konuşmuştu. Evie işten ayrıldığından beri Bette’yle çok sık konuşmamı şiardı. Evie ona kovuldu­ ğunu söylediğinde Bette ona karşı anlayışlı davranmış ama Evie sanki bütün kariyerini değil de çok sevdiği bir takısını kaybetmiş gibi davranmıştı. Evie iş görüşmeleriyle meşgul olduğu yalanını söylemişti, çünkü Bette bütün gün evde ol­ duğunu bilirse Doğru Fiyat yarışmasını birlikte izlemek ve reklam aralarında “şu malum meseleyi” tartışmak üzere Evie’yi arayabilirdi. Dört bin metrekarelik bir alanda gerçekleşen ve çoğu Fransa’dan gelmiş olan, şık bir şekilde düzenlenmiş mobilya ve dekoratif öğelerle dolu Antika Fuan’nı biriyle birlikte gez­ mek çok daha keyifliydi. Belki de Bette’nin seyahat edip kendi ortamından uzaklaşması sonunda zorlaşmaya başla­ mıştı; bu, Evie’nin yüzleşmek istemediği bir olasılıktı. “Facebook konusunda haklısın,” dedi Evie. “Sanırım bir şekilde erteleyip durdum. En azından online olarak hâlâ işim varmış gibi hissetmek istedim. Ama kaldırmam lazım ger­ çekten de. Biri fark ederse şirket muhtemelen kızar.”

95 L Elyssa Friedland

“Geçmişe bir sünger çekmek en iyisi,” dedi Tracy. “İn­ sanlar son günlerde Facebook’u iş bulmak için kullanıyor. Belki sen Baker Smith’i kaldırınca başka firmalar seninle ir­ tibata geçer.” “Pek de öyle olmuyor,” dedi Evie, en yakın arkadaşla­ rının bile onun mesleği hakkında ne kadar az şey bildiklerini fark etti. “Hiç bilemezsin. Neyse, benim doğum dersine gitmem gerek. Fenalık geçireceğim. Evden çıktığın iyi olmadı mı?” diye sordu ve bir yanıt beklemeden diğer yöne doğru yürü­ meye koyuldu. Evie dairesine dönünce Baker Smith’i online profille­ rinden kaldırmaya koyuldu. Zaten Paul’un düğününden bir sürü resim eklemek niyetindeydi; içlerinden biri Annie’nin yeni üye olduğu, yoğun çalışan kişilere uygun eşler bulan site DateSmarter.com için iyi bir profil fotoğrafı olabilirdi. Günün kalanında hiçbir planı olmadığından Facebook ve Instagram’a fotoğraf koyup kaç beğeni aldıklarını ve gelen övgü dolu yorumlan beklemek öğleden sonrayı geçir­ mek için iyi bir yol gibi görünüyordu. Facebook’a giriş yapıp kişisel bilgi sayfasını incelemeye başladı. Sayfada sevdiği filmler (Gelinin Babası, Eski Moda, Kazablanka, Yurttaş Kane), müzikler (The Beatles, Rolling Stones, Sarah McLachlan) ve kitaplar (Gazap Üzümleri, Adaş, Dorian Gray'in Portresi) vardı. Aynca arkadaşlanyla birlikte çektir­ diği, dikkatle seçilmiş fotoğraflan, doğum yeri, yaşadığı şehir, yaşı, ilişki durumu ve yıllar içinde yaptığı rasgele Fa-

96 Aşk Burada Çekmiyor

cebook anket ve testlerinin sonuçlan yer alıyordu. Sayfası, gerçekten sevdiği ve insanlann sevdiğini düşünmesini iste­ diği şeylerle dolu gerçekler ve yan gerçeklerden bir karışım gibiydi. Profil fotoğrafı da benzer şekilde belirsizdi. Yüzünü yandan gösteren, hoş bir fotoğraftı; ışıltılı saçları ve parılda­ yan yeşil gözlerinden biri görünüyordu ama yüz yüze gelin­ diğinde tanınmasını sağlayacak kadar çok şey göstermi­ yordu. Bütün bir profili incelediğinde kendini bukalemun gibi hissetti. Bir süre amacından sapıp eski erkek arkadaşlarının ve öylesine çıktığı kişilerin profillerine bakarak resimlerinden hayatlarının nasıl olduğunu kestirmeye çalıştı. Aynca New York’ta tanıdığı birkaç kızın, yaz kampından ve okuldan yıl­ lardır konuşmadığı eski arkadaşlarının profillerine de baktı. Son baktığından bu yana hiçbir şey değişmemiş gibi görü­ nüyordu. Üstelik Jack de Facebook’ta değildi; Evie, onun kendisini sosyal medyanın çok üstünde gördüğünü biliyordu. Hayatının harika gittiğini dünyaya göstermek için South Be- ach’teki tatilinin fotoğraflarını paylaşmak zorunda değildi. Baker Smith’i kaldırmak üzere tekrar kendi sayfasına döndüğünde şirketin linkine son bir kez tıklamaya karar verdi. Onun çalıştığı ofisten biri resmi olmayan bir Baker Smith grubu açmıştı ve Facebook’ta olan bütün avukatlarda bu gizli gruba katılabiliyorlardı. Grupta genellikle genç ça­ lışanlar vardı ve Evie, onlann profilleri arasında gezinmeye başladı. Listeden çıktığında eğer onlarla arkadaş değilse bu

97 Elyssa Friedland

insanların profillerini de artık göremeyecekti. Kısa sürede onların cafcaflı seyahatlerinin, hayal gibi düğünlerinin ve melekleri andıran bebeklerinin fotoğraflarına kapılıp gitti. Şirketin koridorlarında karşılaştığı, nispeten yeni sayılan dava çalışanı bir kadın yakın zamanda Türkiye’ye yaptığı bir yolculuğun fotoğraflarını paylaşmıştı; Jack’le Evie de işten kaçabildikleri ilk anda orayı ziyaret etmeyi çok istiyorlardı. Evie resimleri inceleyerek görüntülerin tadını çıkardı. Kız; Efes, Kapadokya ve İstanbul dahil bütün önemli yerleri ziyaret etmişti. Onlarca turistik fotoğraftan sonra Evie, düğün fotoğraflarına rastladı. Etkinlik oldukça lüks görünüyordu ve Evie son moda kıyafetler ve rengârenk mücevherlere kendini kaptırıverdi. Birkaç tane fotoğraf da yemekleri gösteriyordu. Tabaklar dolusu, capcanlı renklere sahip lokumlar Evie’nin ağzını sulandırdı. Gelin ve damadı görebilmek için resimleri daha hızlı geçmeye başladı. Arkadan göründükleri, etkileyici bir fotoğ­ rafa rastladı. Gelinin dantel kenarlı duvağı, Prenses Di’nin- kinin uzunluğu ve ince işçiliğine rakip olacak nitelikteydi. Damat, gelinden yaklaşık otuz santim daha uzundu ve tepede minik, kel bir noktayı çevreleyen, kahverengi, dalgalı saçları vardı. Evie merak içinde önden göründükleri bir fotoğraf aradı. Sonraki fotoğraflarda çift bir düğün çardağının altmda, uzaktan görüntülenmişlerdi. Sonunda, albümdeki son fotoğ­ raf, el ele mutlu bir şekilde yürüyen gelin ve damadı göste­ riyordu. Gelin ışıl ışıldı. Oldukça egzotik, inanılmaz derecede zayıftı; Akdenizlilere özgü bir teni ve bir omzunun

98 Aşk Burada Çekmiyor

üzerine gelen, şık bir topuz halinde toplanmış dümdüz siyah saçları vardı. Bembeyaz dişleri düzgün bir şekilde dizilmiş incileri anımsatıyordu. Kıyafeti hem modaya uygun hem de zarifti. Evie, gelini incelemeye kendisini öylesine kaptırmıştı ki damada pek bakmamıştı bile. Sonunda damada dikkatini çevirdiğinde de bunun Jack olduğunu gördü. Damat, Jack Kipling’di. Evie o gün yediği her şeyi doğruca yatağına, bilgisaya­ rının üzerine kusuverdi.

Evie’nin yataktan çıkmayı becerebilmesi için koca bir beş dakika geçmesi gerekti. Boğazı yansa da titreyerek ve paralize olmuş bir şekilde oturdu. Sonunda kendine geldi­ ğinde bilgisayar ekranını buruşuk mendillerle silip gözlerinin ona oyun oynamadığını görmek için iyice ekrana yaklaştı. Damat Jack’ti. Birinci buluşmalarında, annesiyle babasının boktan boşanmaları sebebiyle evlilikten tamamen soğudu­ ğunu söyleyen adamdı. Sevgi dolu ve destekleyici, iki yıllık bir ilişkiden sonra bile bu düşüncesine sadık kalan bir adamdı. Ayrılmaları, Evie’nin, babasmı kaybetmesinin acı­ sına rakip olabilirdi. En azından Jack’in yalnız öleceğini söy­ leyerek kendini avutabilmişti. Bu kız da kimdi? Evie’nin onunla ilgili her bir detayı öğrenmesi gereki­ yordu. Jack’in karısının güzel olduğuna hiç şüphe yoktu. Bir de iyi bir kariyeri varsa Tann yardımcısı olsundu. Belki de

99 Elyssa Friedland

kız hamileydi. Bir bebek her şeyi açıklayabilirdi. Evie ekrana dikkatle bakıp sağa sola çevirerek gelinin ipek gelinliği al­ tında şiş bir göbek görmeyi umdu. Elbisenin üst kısmından görülebilen tek şey kemikleri sayılan kaburgalardı. Gelin ha­ mile değilse o halde bir Türk prensesi olmalıydı. Evie so­ nuçta kraliyet ailesinden biriyle yarışamazdı. Ama Türki­ ye’de krallık olup olmadığından bile haberi yoktu. Jack olsa bilirdi. Zaten belli ki Türkiye’ye de gitmişti. Evie yatağından inip klavyesini silmek için mutfaktan kâğıt havlu almaya gitti. Boş rulo çöp tenekesinin üstünden kendisine bakıyordu. Bu yüzden tuvalete gidip bir tomar tu­ valet kâğıdı kaptı. Yeniden yatağa atlayıp bilgisayarının kö­ şesini bucağını temizlemeye koyuldu. Pisliği temizledikten sonra Google ikonuna çift tıkladı. Yüklemesi koca bir dakika sürdü; normalde olduğundan daha uzun bir süreydi bu ama en azından çalışıyor gibi görünüyordu. Ekrana bakmadan “Jack Kipling” ve “Türk prenses” yazdıktan sonra arama bu- tonuna bastı. Bir kez daha, kızın kim olduğunu düşündü. Jack’i nasıl büyülemişti? Jack’in sonsuza dek onunla olma­ sını sağlayan ne gibi özelliklere sahipti? Evie, Jack için belli ki sadece kısa bir ilişkiden ibaretti. Sonuçlara bir göz attığında Jack’in adına rastlayamadı. Böylesine kötü bir haldeyken yanlış bir şey aratıp aratmadı­ ğını merak etti. Arama kutusunu kontrol edip rasgele bir dizi sayı ve harf gördü. Bacaklarındaki uyuşma muhtemelen bir beyin tümörünün semptomuydu. İşte şimdi de hayal görmeye başlamıştı.

100 Aşk Burada Çekmiyor

Google’ı kapayıp açmak için tekrar çift tıkladı. Hiçbir şey olmadı. Üç defa tıkladı. Dört defa tıkladı. Tık yoktu. Microsoft Excel’i açmayı denedi. Hiç sorunsuz açıldı. Bil­ gisayarının tamamen mahvolmadığını düşünüp geçici bir ra­ hatlama yaşadı. İnternette herhangi bir şeye bakamıyordu ama en azından tablo yapabilirdi! Pek düşünmeksizin üzerine bir şort ve askılı bluz geçi­ rirken havanın, Tracy’yle sabah çıktıklarında olduğu kadar ılık olmasını umdu. Normalde nem analizi ve dakika dakika yağış grafiği sadece bir tık ötesinde olurdu. Ama Black- Berry’si ve çalışan bir bilgisayarı olmaksızın kafasını pen­ cereden çıkarıp kıyafetinin uygun olduğuna karar verdi. Asansörü çağırırken bilgisayarını tamir ettirmek için ne­ reye götüreceğine dair hiçbir fikri olmadığı kafasına dank etti. Bu da internetten bakacağı türden bir bilgiydi. Böylesine berbat bir durumda olmasa durumun ironisi karşısında kıkır- dardı. Ama o binanın uzun koridorunda dikilip hangi kom­ şusunun ziline basabileceğine karar vermeye çalıştı. Çoğu kişi, Evie’nin de hayatı altüst olmasaydı olacağı üzere iş­ teydi. Bu katta yaşayan birkaç yaşlı tip vardı ama Evie, bun­ ların kendisini pek de hoş karşılayacağını düşünmüyordu. Bayan Teitelbaum, Evie akşam dokuzdan sonra müzik çalın­ masını yasaklayan dilekçesini imzalamayı reddettiğinden beri ondan pek hazzetmiyordu. Puro ve yetişkinler için satı­ lan bezlerden kokan Bay Warren da seçenekler arasında yer alamazdı. Adam ona, Sioux Falls’da adli tabip olarak çalışan torunun ayarlamayı önerdiğinden beri Evie altı aydır ondan

101 Elyssa Friedland

uzak duruyordu. Kapı görevlilerinin birinden yardım isteye­ bileceğini düşünerek aceleyle lobiye indi. “Javier!” diye bağırdı Evie boştaki eliyle adamın üni­ formasının kolundan yakalayarak. “Bilgisayarımı nerede tamir ettirebilirim?” “72. Cadde’de bir yer var sanıyorum,” dedi adam kibar bir şekilde kolunu kurtarmaya çalışarak. “Ah bir saniye, yok orası kapandı. Ha, tamam. Birde Queens’deki evimin yakı­ nında bir tamirci var. Buradakilerin yan fiyatına yaparlar üs­ telik. Adı, AlTn Teknoloji Dünyası. Yoksa Abe’in miydi? Şimdi emin olamadım. En iyisi internetten bakın. Rockaway B ulvan’nda.” “İnternetten bakamıyorum! Zaten sorun da bu,” diye açıkladı Evie. “Teşekkürler Javier ama gitmem gerek.” Döner kapıdan uçarak çıktı ve Broad way’den kuzeye doğru yönelip bir Best Buy mağazasına denk gelinceye kadar yürüdü. Servis departmanı, iki kat aşağıda, bodrum katın- daydı. Bilgisayarının bir saat içinde tamir edilmesini bekle­ menin fazla gerçekdışı olmamasını umdu. Neyse ki önünde sadece bir kişi vardı. İş gününde bir öğlen saati olduğundan hafta sonlarındaki çalışan insan kalabalığıyla uğraşmak zo­ runda kalmamıştı. Sırasını beklerken ceptelefonu çaldı. “Efendim?” diye yanıtladı temkinli bir şekilde, annesi­ nin ya da Tann saklasın Bette’nin aramıyor olması için dua etti. Eninde sonunda onlara JackTe ilgili gerçekten bahsede­ cekti ama bugün o gün değildi.

102 Aşk Burada Çekmiyor

“Benim, Stasia. Neredesin? E-postama cevap vermedin, merak ettim.” “Oh, neyse ki sensin. Elektronik mağazasındayım, bil­ gisayarım bozuldu.” “Ooo, ne kötü. Zaten iki dakika içinde senden cevap gel­ meyince bir terslik olduğunu anladım. Rick bu akşam bi­ zimle birlikte sinemaya gelmek isteyebileceğini düşündü. Ona evde takılma modunda olduğunu söyledim gerçi.” Evie iç geçirdi ve midesi bulanıncaya dek tuttuğu nefe­ sini verdi. Stasia, onun iyi hissetmesi için kendisini Rick’in davet ettiğini düşünmesini istiyordu. Belki de Stasia ve Rick kısırdı ve Evie de onları gizliden gizliye kıskanmaktan vaz­ geçebilirdi. Tanrım, bu ne berbat bir düşünceydi böyle. Evie kendi kıskançlığı karşısında irkildi. “Tabii, olabilir. Seni sonra arayıp söylerim. Baksana, büyük bir haberim var. Jack evlenmiş.” “NE? KİMİNLE? NASIL? EMİN MİSİN?” En azından bilmi­ yordu. “Evet, eminim. İnternette düğün fotoğraflarına rastla­ dım, uzun hikâye.” Bunu söylerken bile Stasia’nın ona inan­ mayacağını tahmin ediyordu. Jack’i gözetlediğini düşüne­ cekti. Bunu yapmadığından değildi ama bu defa gerçekten de tamamen tesadüf eseri fotoğraflara denk gelmişti. “Anoreksik gibi görünen ama hamile olma ihtimali bu­ lunan bir Türk prensesiyle evlenmiş.” “Hem anoreksik hem de hamile öyle mi? Evie, sen neden bahsediyorsun?”

103 Elyssa Friedland

Zil çaldı, Evie’nin sırası gelmişti. “Stas, kapatmalıyım. Sıram geldi. Sinemayla ilgili seni daha sonra ararım.” Evie gişeye yaklaşıp bilgisayarını masaya bıraktı. Servis teknisyeni tiksintiyle burnunu kırıştırdı. Belli ki koku tama­ men gitmemişti. “Hanımefendi ne oldu buna?” “Üç yaşındaki yeğenim bilgisayarıma kustu ve şimdi de çalışmıyor gibi görünüyor. Tamir edebilir misiniz?” En azın­ dan hızlı düşünen biriydi. Bir bu, bir de diliyle yonca yap­ ması özel yetenekleri arasındaydı. “Üzgünüm ama bunu tamir edebileceğimizi sanmıyo­ rum. Bir bilgisayara böyle olunca -şey- yani kirlenince ge­ nellikle işi bitmiş olur. Size üst kattan yeni bir bilgisayar bakmanızı .tavsiye ederim.” Ona bilgisayarını veri verirken bir ¡Mac için de indirim kuponu uzattı. Evie yürüyen merdivenin basamaklarını ikişer ikişer çı­ karak hızla ilerledi. Şişe dibi gözlüklü ve sakalında kek kı­ rıntıları olan bir satış görevlisi ona yardımcı olmayı teklif etti. Tam anlamıyla teknoloji manyaklarından oluşan bir kad­ roydu gerçekten de. “Kullanabileceğim, çalışan bir bilgisayar var mı? Yani, şey, denemek için?” “Elbette hanımefendi. Hemen şuradaki internete bağlı­ dır.” Bilgisayarın sabit diski ve megapikselleriyle ilgili bir şeyler anlatıp durdu ama Evie’nin parmaklan çoktan çalış­ maya başlamıştı. Jack’le ilgili daha önceki aramasını tekrar

104 Aşk Burada Çekmiyor

yaptı. Restoranlarıyla ilgili bir sürü makale çıktıysa da dü­ ğününe ilişkin hiçbir şey bulamadı. Gözleri ekranı tarayarak “gelin”, “merasim” ya da nikâha ilişkin herhangi bir keli­ meye rastlamayı umdu. “Jack Kipling’e mi bakıyorsunuz?” diye sordu satış gö­ revlisi. “Evlilik yıldönümümüzde karımı onun restoranların­ dan birine götürdüm. Yemekler harikaydı.” Bu adam evli miydi? Bette olsa her tencerenin bir ka­ pağı vardır, derdi. “Öyle mi? Bir defasında sağlık departmanından bir me­ mura, mutfakta gördüğü fare boklarını rapor etmemesi için rüşvet teklif etmiş.” Bunu bir daha tekrarlamayacağına dair kaç defa yemin etmişti? En azından Jack’in asla evlenmeye­ ceğini söylediği kadar. Bu sözlerin hepsi de uydurma çık­ mıştı. “Neyse, korkarım ki şu an başka bir bilgisayar almaya hazır değilim,” diye ekledi eşyalarını toparlarken ve biraz daha mahremiyet içinde araştırmasına devam edebileceği bir internet kafe aramak üzere dışarı çıktı. Mucizevi bir şekilde, elektronik mağazasından birkaç blok ileride bir kafe buldu, burası bir Kore restoranının ikinci katındaydı. Kafe, dezenfektan ve kimçi* karışımı bir şey ko­ kuyordu ve ayağında havlulardan yapılmış ayakkabılarla uyuyan bir berduş dışında tamamen boştu. Evie korkuyla si­ nerek evsiz adamdan en uzaktaki bilgisayara oturup kredi kartını makineye taktı. Ekranda bir hata mesajı belirdi.

* (Kore dili) Özellikle çin lahanası ve baharatlarla yapılan geleneksel bir Kore yemeği, (ç.n.)

105 Elyssa Friedland

“Affedersiniz,” dedi siyah dudakları ve ön kolundaki ne olduğu anlaşılmayan dövmeleriyle Gotik bir ergen olan gö­ revli kıza. Evie bu dövmede ne yazdığını kesinlikle bilmek istemiyordu. “İffetli Yahudi kızlara ölüm” bile yazıyor ola­ bilirdi pekâlâ. “Bu bilgisayar çalışmıyor.” “Kusura bakmayın hanımefendi. Şuradakini kullanma­ nız gerekecek,” dedi evsiz adamın yanındaki bilgisayarı işa­ ret ederek. “Uyuyan Güzel’in yanındakini.” Evie nefesini tutup bilgisayarı açtı. Ekranın açılmasını beklerken delicesine dizini sallıyordu. Tam Google’ı açmak üzereyken dondu kaldı. Ne yapıyordu böyle? Leş gibi bir internet kafede, kokuşmuş bir berduşun ya­ nına oturmuş Jack’in karısını araştırıyordu. Bulacağı her­ hangi bir bilgi hiçbir işine yaramayacaktı. Jack evlenmişti. Karısının hangi okula gittiğini, başarılı bir girişimci olup ol­ madığını ya da onun çocuğunu taşıyıp taşımadığını öğren­ mek bile onu daha az evli yapmayacaktı ki. Herkes hakkında her şeyi öğrenme takıntısı artık marazi bir şekilde sağlıksız hale gelmişti. İnsanlan online olarak giz­ lice izlemek ona ne yarar sağlamıştı ki? İnternetten edindiği saçma sapan şeylerden -yeterince etkileyici olmadığını dü­ şündüğü bir meslek adı ya da hoş görünmeyen bir fotoğraf- ötürü gayet mükemmel kişilerle buluşmayı reddetmişti. En son çıktığı gayet düzgün bir adam, internette onu gizlice di­ diklediği için kendisini elemişti, ki zaten yanlış adama bak­ mıştı.

106 Aşk Burada Çekmiyoı

İşini de internet bağımlılığı yüzünden kaybetmişti. Bu onun için yeterli uyarıyı sağlamış olmalıydı ama hayır. Ken­ dine gelmek yerine işsiz vakitlerini günde yaklaşık yedi saat internette gezinerek geçirmişti. Facebook, JDate ve Match, com’daki profil resimlerine canı sıkılarak bir sürü zaman har­ camıştı. Sadece bir defa çıktığı adamlardan e-posta beklediği için gelen kutusuna bakarak saatler geçirmişti. Onu gerçek­ ten beğenen biri lanet olasıca telefonunu eline alıp onu arardı zaten. İnterneti bırakacaktı! Ama bu ne anlama geliyordu ki? O anda aklına sadece iyi şeyler geliyordu: Artık Google’dan insanları gizlice araştırmak yoktu. Facebook’ta eski sevgililere bakmak yoktu. Twitter’da twit okumak yoktu. Resim yüklemek ve kaç kişinin beğendiğini görmek için beklemek yoktu. Gmail’i otuz saniyede bir yenilemek yoktu. Anlamsız kelimelerden etiketler oluşturmak yoktu. Her an Instagram’da gezinmek yoktu. Foursquare’den yer bildirimi yapmak yoktu. Sırf rekabetin heyecanı için Ebay’de açıkartırmalara ka­ tılmak yoktu. Monster’da iş arıyormuş gibi yapmak yoktu. Bloglara bakmak yoktu. (Zaten bu bloglardan birinde yerin dibine sokulmuştu!) YouTube’da Beyonce eşliğinde çılgınca dans eden iki yaşındaki çocukları izlemek yoktu.

107 Elyssa Friedland

Yatalak Asperger hastalarına karşı kelime oyunu oyna­ mak yoktu. Hepsinden de iyisi artık randevu siteleri yoktu. Evie kendini güçlü hissediyordu. Bileklerini esnetti, bunun bir başka avantajı olarak karpal tünel sendromundan da kurtulacaktı! Belki üreme organları da dizüstü bilgisayarın bataryası yumurtalıklarını yakmadığında birkaç yıl daha fazla işlev sağlardı. Ellerini sembolik bir şekilde klavyeden kaldırıp kucağına yerleştirdi. Bir gece önce online olarak Anthropologie’de bulduğu o muhteşem kırlentleri de sipariş edemeyecekti, ama rahatlıkla mağazaya gidip onları satın alabilirdi öyle değil mi? Mağaza, evinden taş çatlasa yirmi dakikalık mesafedeydi ve geleneksel bir şekilde alışveriş etmek de gayet yenileyici olabilirdi. Gönül.ferahlığı tıpkı okaliptüslü bir merhem gibi bede­ nini sardı, ta ki sağ bacağındaki beni hatırlayana dek. İnter­ nette kara tümörün semptomlarına bakma niyetindeydi çünkü dizinin üzerindeki izin şekil ve renk değiştirdiğine yemin edebilirdi. Kanserli olanların yuvarlak mı yoksa asi­ metrik mi olduklarını hatırlayamıyordu. Belki son bir defa WebMD’yi kontrol eder, sonra da Facebook’da şort giydiği resimlerini bularak bénin son birkaç ayda farklılık gösterip göstermediğine bakardı. İnternet tarayıcıyı tekrar açmak üze­ reyken kendini durdurdu. WebMD sadece birkaç hafta önce felç geçirdiğine dair son derece olanaksız bir sonuca varma­ sına sebep olmamış mıydı? Ayrıca geçen ilkbaharda da ök­ sürükleri yüzünden sabahın üçünde internete baktığında

108 Aşk Burada Çekmiyor

tüberküloz olduğunu düşünmüştü. İnterneti artık kullanmamayı planladığından yakın ar­ kadaşlarını haberdar etmeliydi. Google’ın logosunun renk­ lerini son bir defa izleyerek Gmail’i açtı ve Tracy, Caroline, Stasia ve Paul’a bir mesaj yazmaya koyuldu. Annesine son­ raki konuşmalarında söylerdi. Zaten Fran, AOL hesabıyla e- posta konusunda pek de üstat sayılmazdı. Geçenlerde Evie’ye, on bin dolara ihtiyacı olan tahttan indirilmiş Nijer­ yalI bir prensin, kendisinin e-posta adresini nereden buldu­ ğunu sormuştu. Ağır ağır ve düşünüp taşınarak yazdı. Pek sevgili dostlarım, interneti bırakmaya karar verdim. Hayatımı mahvettiğini düşünüyorum, iş fiyaskosunun yanı sıra, internette takıntılı bir şekilde yaptığım araştırmaların sayesinde, Jack ’in Türk bir kaltakla evlendiğini öğrendim. Bana ulaşmak isterseniz ARAYIN. XX, Evie. Gönder butonuna basmasının üzerinden otuz saniye geçmemişti ki üç tane mesaj geldi. İlki Paul’dandı: “Evie, iyi misin? Hadi buluşalım. Balayından döndük. İnanılmazdı. Bugün sana resimleri göndereceğim. ” Sonraki Stasia’dan gelmişti: "Şaka mı yapıyorsun? Bil­ gisayar kullanmadan nasıl yeni bir iş bulacaksın? Şu an ne­ redesin? Bilgisayarının bozulduğunu söylemiştin. ” Bunun ardından da telefonuna mesaj attı. “GELİP SENİ ALAYIM. BİR İÇKİ İÇMEN GEREK!” Mesaja üç tane martini bardağı şekli eklemişti. Verizon’dan ise çok daha ürkütücü bir mesaj geldi:

109 Elyssa Friedland

TARİFENİZDEKİ METİN MESAJLARI LİMİTİNİZ DOLDU. BU ANDAN İTİBAREN GÖNDERİLEN VE ALINAN MESAJLAR 2,99 DOLAR OLARAK ÜCRETLENDİRİLECEKTİR. YENİ BİR PAKET SATIN ALMAK İÇİN LÜTFEN WWW.VERIZONWIRE- LESS.COM ADRESİNİ ZİYARET EDİN.

Verizon kendisine az evvel gönderilen mesajlardan ücret almasa iyi ederdi. Evie, hazır başlamışken telefondan mesaj atmayı da bırakmaya karar verdi. O da samimiyetsiz ve ye­ tersiz bir başka iletişim yöntemiydi ve yanlış yere konulan bir virgül kazara Üçüncü Dünya Savaşı’nı başlatabilirdi. Caroline e-postasında şöyle diyordu: “Yani, Jack’le il­ gili habere gerçekten üzüldüm. Şimdi evlenir tabii. Ne de olsa kavanozun kapağını sen gevşettin. Annemin kavanoz kapağı teorisini biliyorsun değil mi? Neyse, demek ki kısmet değil­ miş. Söz veriyorum daha iyi biriyle tanışacaksın. Bu arada dün gece sokakta kime rastladım bil bakalım. Al sana bir ipucu: Seninle işleri tıkırında gitmeyen biri. ” Doğal olarak Evie merak etmişti. Evie’nin birinci sınıf­ lar yurdunda ortak duşlara işemekle suçladığı kız olabilirdi. Ya da sürekli Jack’i yatağa atmaya uğraşan Paris Spice’taki rezervasyon alan şıllık da olabilirdi. Ya da belki de Mari- anne’di. Kendisiyle gurur duyarak, “ KİM?” diye yazmamak için direndi. Sadece Tracy e-posta atmak yerine aramayı akıl edebil­ mişti. Evie aramayı sesli mesaja düşürdü, interneti bırakmakla çok meşgul olduğundan sohbet edemeyecek durumdaydı.

110 Aşk Burada Çekmiyor

Gruba bir e-posta daha gönderdi.

Neden herkes e-posta yazmaya devam ediyor? İnterneti bıraktığımı söyledim. Bu sefer çok ciddiyim. Size cevap ver­ meyeceğim. Aklımı kaçırmadığıma ve intihar etmeyeceğime yemin ederim. Evet, Jack yüzünden üzgünüm ve kafam son derece karışık. Ama saatlerce düğün fotoğraflarına baka- mam. Sadece bir defa çıktığım bir adamdan zavallıca bir haber çıkmasını bekleyerek bir bilgisayar ekranına bakmak­ tan ya da JDate 'e yeni katılan tuhaf tiplerin profillerini didik didik etmekten usandım. Ha, bu arada artık telefondan da mesaj atmayacağım. Maddi meseleler. Az önce de yazdığım gibi, benimle konuşmak isterseniz ARAYIN. Sevgiler, Evie.

Evie kredi kartını çıkanp ekranın kararışım izledi. Ka­ fasında net bir plan yoktu. Stasia iş arama konusunda önemli bir noktaya değinmişti. Özgeçmişini e-postayla yollamadan ve online kariyer hesabına giremeden nasıl iş bulabileceği pek de belli değildi. Ama zaten işten çıktığı bu süre boyunca yeni bir iş bulmaya yönelik girişimleri de pek mevcut sayıl­ mazdı. Bir şekilde interneti bırakmış olmak doğru geliyordu. Son dönemde yaşadığı nakavtların etkisinden kurtuluyor gi­ biydi. En azından bu onu herkesten farklı, Manhattan’da aşkı bulmaya çalışan bekâr kızlardan ya da büyük bir şirkette avu­ katlık yapan bir başka özelliksiz tipten daha eşsiz kılacaktı. En azından buluşmalarında konuşacak bir şeyi olacaktı, tabii

i l i Elyssa Friedland

bir daha kimseyle buluşursa... Ama durum buydu işte. Bin­ leriyle çıkmak için her zaman internete bel bağlamıştı, ama şimdi dışan çıkıp insanlarla yüz yüze tanışacaktı. Eşyalannı toplayıp dışan, sirenlerin seslerinin yankılan­ dığı ve aceleci yayalann bile kendisini hafif ve büyük bir yükten kurtulmuş gibi hissetmesine engel olamadığı sokak­ lara çıktı. Midesi bile daha iyiydi. Sanki bir kar temizleme aracı tepeden tırnağa bütün bedeninden geçerek onu tüm pis­ liklerden arındırıyordu. Bütün gün boyunca yaptığı tek akti- vite olan pijamalarla internette gezinmek artık söz konusu olmadığına göre parkta uzun bir yürüyüş yapmaya karar verdi. Eve dönmek için bir acelesi yoktu, ne kontrol edilecek bir e-posta, okunacak bir blog ne de gözlenecek bir flört he­ sabı vardı. Belki de Stasia ve Rick’le bir film gecesi yapardı. Ağaçlardan» oyun parklarından ve koşu parkurlarından labi­ rentin arasından ilerleyerek o sabah Tracy’yle birlikte gel­ dikleri Central Park Gölü’ne çıktı yine. Bir an duraksayıp suyun durağanlığını hayranlıkla izledi. Sonra da büyük ölçüde mahvolmuş bilgisayarını suya atıp az evvelki sakin karanlığın bir Apple MacBook Pro’nun beklenmedik dalışıyla dalgalanmasını izledi.

112 l o

BEŞİNCİ BÖLÜM

Sonraki haftalar boyunca parkta uzun yürüyüşler yap­ mak Evie’nin günlük rutinlerinden biri haline geldi. İşçi Bay­ ramı kutlamalarını hiçbir iş yapmayarak izledi. Bütün varlığı buna karşı çıksa da hayat daha yavaş bir şekilde akmaya baş­ lamıştı. Çiçekleri koklaya koklaya gezinen bir tipten ziyade hızlı bir yürüyüşçü olmuştu hep. Her kelimeyi okumaktansa sayfalara şöyle bir göz gezdirirdi. İlk başta internet yoksunluğu dayanılmazdı. Akıllı tele­ fonunu kullanan birini her gördüğünde son bir kez bakmak için cihazı ellerinden kapıvermeyi istiyordu. E-posta okuma­ nın dopamin hormonu salgıladığını duymuştu, bunun ne kadar doğru olduğunu şimdi anlıyordu. Dünyayla, arkadaş­ larıyla, haberlerle, her şeyle bağının kopması çok rahatsız ediciydi. Ama 7/24 ilgi talep eden o minik alet tarafından tutsak edilmemek de inkâr edilemez bir dinginliğe sahipti. Sırf bir sürü işi aynı anda yapmaya çalışmamak bile huzur vericiydi,

113 Elyssa Friedland

karşıdan karşıya geçerken mesaj yazmaya çalışmak ya da e- posta atmaya çalışırken alışveriş poşetleriyle hokkabazlık etmek ona yeterince sıkıntı ve morluğa mal olmuştu. Jack’in evli olduğunu öğrendiği gün Stasia e-postasına anında yanıt vermediği için şoka girmişti. İnsanlar bir sinema davetine beş dakikadan kısa sürede yanıt bekliyorsa dünyada ters giden bir şeyler var demekti. New York şehri, dakikalık ale­ lacele iletişim biçimleri olmaksızın da zaten yeterince hız­ lıydı. Yine de bütün bedeni sürekli bir bağlantı haline alışkın olduğundan ne zaman koşan biri yanından geçerken ona değse BlackBerry’sinin titreşimini hatırlıyor ve istemdışı bir şekilde çantasına bakıyordu. Yürürken çıtırdayan her bir dal ona yeni gelen bir mesaj sesini çağrıştırıyordu. Sonra da ne kontrol edilecek bir e-posta ne de yanıtlanacak bir mesaj ol­ duğunu hatırlayarak yürüyüşüne devam ediyor, geniş bir ağacı hayran hayran izlemeye ya da tepesindeki kuşların şa­ kımasını fark etmeye zorluyordu kendini. Zaten ne kaçırı­ yordu ki? Tracy’nin beyaz, kabank saçlı bir uzaylıya ben­ zeyen doğmamış çocuğunun sonogram resmini mi? Tao’da sivri topuklu bir ayakkabı deneyen bir ünlüyü gördüğünü bil­ diren Paul’dan gelen bir e-postayı mı? Kesinlikle evde internete girmemek daha zordu. Aklına Jack’in düğündeki görüntüsünün her gelişinde profesyonel bir şekilde hareket edip düzenlemek üzere yeni bir çekmece ya da dolap seçmişti. Ama kazaklarını renklerine, ayakkabı­ larını da topuk yüksekliklerine göre dizmek çok zamanını al-

114 Aşk Burada Çekmiyor

mamıştı. Boş zamanlarını dairesini yeniden dekore ederek geçirmeyi gerçekten çok isterdi. Beyaz deriden, fiyakalı Bar­ celona koltuklar eski moda, beıjer koltuklarından çok daha hoş dururdu. Aynca, yalnız yatağı da, lavanta rengi ham de­ riden, özel yapım karyola başlığıyla çok daha mutlu olurdu ama gittikçe azalan banka hesabıyla bunları yapması imkân­ sızdı. Evie’nin işe dönmesi, insanlarla buluşması beynini kul­ lanması, sanal âlemlerden uzak durduğu için de gerçek sos­ yal aktivitelere yeniden katılması gerekiyordu. Ama henüz kendini buna hazır hissetmiyordu. Jack -onun Jack’i- evlen­ mişti. Bildiği dünya tamamen değişmişti ve bu yeni gerçek­ liğe adapte olmanın yakınında bile değildi.

“Evie, aç kapıyı.” Caroline’ın sesi Evie’nin yatak oda­ sına doğru sürüklendi. “Sana bir sürprizim var.” Evie sabahın sekizinde kapısı çalınınca irkilmişti. Dışa­ rıda bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu ve yayalar ters dönmek için icat edilmiş ucuz şemsiyelerin altında iler­ lemeye çabalıyorlardı. Bu fırtınada Caroline’ı buraya hangi rüzgârın attığını tahmin edemiyordu. Gözetleme deliğinden bakınca üzerine kolsuz bir elbise giymiş olan ve annesinin baldırına gelen Caroline’ın büyük kızı Grace’i gördü. Evie normalde çocukları severdi ama bu duygusal haliyle bir ufaklıkla oyun oynamak hiç de hoş bir sürpriz sayılmazdı. Kapının kilidini açtı.

115 Elyssa Friedland

“Selam Evie,” dedi Caroline, Grace’i tombul bileğinden tutup Evie’nin dairesine doğru çekiştirerek. “Plaza Otel’de ikimiz için tüm gün spa rezervasyonu yaptırdım. Giyinmene bile gerek yok. Jorge aşağıda bizi götürmek için bekliyor.” Caroline sesini alçalttı. “Sakin ol. Giderken Grace’i okula bırakacağım.” “Ama ben Grace’i severim,” diye itiraz etmek istediyse de Caroline onu susturmak için elini kaldırdı. Güzellik bakımına ayrılmış bir gün, Evie’nin, şu işsizlik hali bir yana dolgun maaşını alırken bile pek düşünmediği bir lükstü. Caroline’ın cömertliği karşısında minnettar olup mutlulukla şoförlü arazi aracına bindi; araç onlan, omuzla­ rından çıkarcasına uzattıkları kollarıyla taksi arayan gergin çalışanların yanından geçirip şehir merkezine doğru götürdü. Otuz dakika sonra, Evie’nin evinden sadece yirmi blok ötedeki bir huzur kozasının içindeydiler, ama burası sanki başka bir evrendi. Manikürcü ayaklarına sıcak yağ döküp cennetten çıkma hareketlerle ta dizlerine kadar ovaladığında Evie çok şaşkındı. “Demek pedikür böyle bir şeymiş,” diye mırıldandı ya­ nında, minderli beyaz deriden bir koltuğa yerleşmiş olan Ca­ roline. Salon, bir spadan çok İtalyan mobilya mağazasına benziyordu. Duvarlardan birinden dökülen şelalenin ritmik şı­ pırtısı haricindeki tek ses fonda çalan Enya’ydı. “Benimki ge­ nellikle nasırlarım hakkında Korece dedikodu yapar. Ama en azından pazartesi günleri ücretsiz bıyık ağdası veriyorlar.” “Şişşt,” dedi Caroline ve sanki Evie hakkında yabancı

116 Aşk Burada Çekmiyor

bir dilde dedikodusunun yapılmasını hak edermişçesine ters ters ona baktı. “Sadece keyfine bak.” “Haklısın. Tekrar teşekkür ederim bunun için,” dedi Evie ve sonra da tam bir depresif gibi görünmemek için, “Dün gece Preggers’ın son bölümünü izledin mi? Jolie’nin tekrar Todd’la barışmasına delirdim.” “Yok artık. Jolie çok daha iyi birini bulabilir. Ayrıca Todd onunla asla evlenmeyecek.” Caroline ayak parmakla­ rındaki seksi bordo rengi incelemek için bakışlarını yere çe­ virdi ya da belki de Evie’ye bakmaktan kaçınıyordu. “Pardon, öyle dememeliydim.” “Sorun yok. En azından ikiz bekleyen, on beş yaşında bir ergen değilim,” diye espri yaptı. “İşte ruh budur,” dedi Caroline tuz banyosu için kimono içindeki ufak tefek bir kadın tarafından götürülürken. Birkaç dakika sonra benzer bir kılıktaki farklı bir kadın Evie’yi kö­ pükler içindeki bir taş banyosu ve masaj masasının olduğu bir odaya götürdü. Masaj uzmanı, gergin kaslarında mucizeler yaratsa da Evie zihnini rahatlatmakta zorlanıyordu. Masözün güçlü el­ leri şakaklarına bastırdığında zihni sadece içinde bulunduğu kasvetli duruma odaklanmıştı. İşsizdi. Erkeksizdi. Black- Berrysizdi. Yakında da çulsuz olacaktı. Spa salonunda, içe­ riye akıllı telefon sokmanın yasak olduğuna dair bir tabela vardı ama Evie hâlâ BlackBerry’sini kullanıyor olsaydı onu bir şekilde gizlice içeriye sokar ve yüzünü masaj masasının ortası delik, yuvarlak biçimli minderine bastırırken e-posta-

117 Elyssa Friedland

lannı kontrol ederdi. En azından yeni gelen e-postaların sü­ rekli çınlaması, kafasını bu vahim düşüncelerden uzaklaştır­ mak için çok daha etkili olurdu. Afrika kafa masajı ve etkili olduğu şüphe götüren göbek masajı da dahil olmak üzere birkaç şımartan bakımdan daha sonra Caroline’la birlikte lüks bekleme odasında tekrar bir araya gelip salatalık ve acai içeren sularını yudumlamaya başladılar. “Gerçek bir içki içmek için Oak Bar’a gidelim mi?” diye sordu Evie, içindekilerin yetersizliğini göstermek ister­ cesine bardağını kaldırarak. Çoğu yapış yapış ve yağlı olan bakım uygulamalarından sonra bir kuaför gelip on dakikada saçlarını ve makyaj lannı düzenledi. Ortaya çıkan sonuç, hiç de hoş görünmeyen kıyafetini gayet iyi dengelediğinden bunu evde oturarak harcamak istemiyordu. Caroline saatine bir göz attı. “Çok isterdim ama Jerome’a yemek hazırlamak için eve dönmem gerek.” Ne zaman bir şeyler uydursa Texas aksam geri gelirdi. Evie bu spa gününden dolayı ona o kadar min­ nettardı ki o yemeği hazırlarken aşçının ne yapacağını bile soramadı. “Ama seni evine bırakırım.” “Teşekkürler. O zaman bir dahaki sefere bir şeyler içe­ riz.” Evie, eşofmanlarım ve yağmurluğunu tıktığı kilitli do­ laba gitti. Şifre, her zamanki gibi babasmın doğum günü olan 04-04-46’ydı. Nedense bu altı rakam, ailesinin her şeyde kul­ landığı şifre olmuştu; kasa, alarm, aklınıza ne gelirse. Bu ra­ kamları her kullandığında kalbine bir ağrı saplansa da bunu

118 L Aşk Burada Çekmiyor yapmaktan vazgeçemiyordu. Bugünse her zamankinden daha fazla sarsmıştı onu. İzole dünyasından çıkınca bir anda eve dönmek katlanılmaz görünüyordu. Minik, stüdyo dairesinde, gerçek yaşamı camın ardından izleyen bir vitrin mankeni gibi hissediyordu kendini. Caroline’ın arazi aracının arka koltu­ ğuna yığılınca yeni boyanmış tırnaklarından birinin şimdiden bozulduğunu fark etti. Bugünün tadına vardı. İstediğinden daha kısa sürse de uzun zamandır geçirdiği en güzel gündü. Araba, Central Park’ın güneyinden batı yakasına doğru süzülürken E vie dostlarıyla geçirdiği anlamlı vakitlerle süslenen, evde sakin bir hayatın, yaşamındaki sonraki adımlan düşünürken ken­ disine yetip yetmeyeceğini düşündü. Harcamaları konusunda tutumlu olduğu takdirde işsiz bir şekilde altı aya kadar idare edebilirdi. Baker Smith kendisine üç aylık işten çıkarma üc­ reti vermişti. Sorun, elli metrekarelik dairesi için ödediği ab- sürt derecede yüksek olan aylık kirasıydı. Ama kapı görevlisi olmayan bir apartmana taşınamayacak kadar çok Law & Order dizisi izlemişti. Pek sevdiği Yukan Batı Yakası’nın ya- kınlanndan aynlması da söz konusu değildi. Başka yerden kısmak zorundaydı. Caroline Tn şoförü bir anda frenlere asıldı. Tekerlekler tiz bir ses çıkardı ve Evie ne olduğunu anlamak için pence­ resini açtı. Bir taksi CarolineTn arabasının önüne kırmıştı yani Manhattan trafiğinde her zaman olan alelade bir durumdu. Ama bu durum, Ritz-Carlton Oteli’nin girişindeki boş dük-

119 Elyssa Friedland

kânın vitrinindeki tabelayı görmesine sebep oldu. Minik ve seçkin bir yazı karakteriyle şöyle yazılmıştı: “Degustation: Jack Kipling’in yeni restoranı, bu sonba­ harda açılıyor. Bilgi için www.iackkiDlingcuisine.com say­ fasını ziyaret edin.” “Telefonunu ver,” dedi Evie, Caroline’ın çantasına uza­ narak. “Hayır,” diye kınadı onu Caroline. “Jack’in restoranına ba­ kasın diye sana iPhone’umu falan vermeyeceğim. Ne işine ya­ rayacak ki? İşte parlak birkaç fotoğrafını falan göreceksin. Ya da tarladan sofraya yemeklerle ilgili kendini beğenmiş yorum­ larını falan okuyacaksın. Ne önemi var ki bunların? O artık evli. Sen de sana gerçekten deli gibi âşık olan birini hak ediyorsun.” Caroline’m konuyu bu şekilde dile getirmesi tuhaftı. “Sen de sana gerçekten âşık birini hak ediyorsun.” Arkadaş­ ları ne düşünüyordu? Jack’in ona delicesine âşık olmadığı için Evie’ye evlenme teklif etmediğini mi? Evie bunun doğru olmadığına inansa da yine de canı yandı. Jack’i kararından yüz seksen derece döndüren bir şey olmuş olmalıydı. Bu Türk kızı onu bir şekilde kendine tutsak etmiş olmalıydı. Bir bebek, eli kulağında bir iflas falan. Bir şeyler olmalıydı. Jack’le çıkmaya başladığında arkadaşları kesinlikle he­ yecanlanmış görünüyorlardı. Onun restoranlarındaki beleş yemekler ya da her yıl düzenlenen NYC Yemek ve Şarap Festivali’ne VIP girmekten hiç şikâyetleri olmamıştı. Stasia birkaç kez şu “evliliğe inanmayan tipler” hakkında küçüm­ seyici yorumlar yapsa da Evie onu bağışlayıcı bir şekilde

120 Aşk Burada Çekmiyor

görmezden gelmişti, çünkü arkadaşları Jack’in anne ve ba­ basının boktan boşanmalarına dair hiçbir şey bilmiyordu. Evie, Jack’le ilk kez buluştuğunda ona ayrık ön dişleri ve İn- gilizlerin dişleriyle ilgili genellemeden bahsetmişti. Böylece, Jack’in işlerinin de, annesiyle babasını dört acı verici yıl bo­ yunca süren boşanma ve velayet savaşı sırasında göz ardı edilen pek çok şeyden biri olduğu ortaya çıkmıştı. Evie, an­ nesi ile babasının çalkantılı evliliğinin Jack'te sebep olduğu kırılganlığı sevmeye başlamıştı. Bu sayede Jack daha erişi­ lebilir ve Evie’nin onaylamasına daha muhtaç oluyordu; diğer zamanlardaysa duygusal açıdan kapalı biriydi. Evie, ona sevgi dolu, istikrarlı bir ilişkinin, kendi anne ve babasının yaşadığı türden bir ilişkinin de olduğunu göstermenin kendi görevi olduğunu düşünmüştü. Stasia’nın doğrudan nikâh masasına giden ilişkisi bir şanstı ama Evie’nin tanıdığı çoğu çift yol boyunca çok daha zorlu sorunlarla karşılaşmıştı. Ayrıca nikâh masasına otur­ manın, ömür boyu mutlu yaşamanın garantisi olmadığını da belirtmeye gerek yoktu. Evie’nin bir sürü arkadaşı ve tanı­ dığının nişanlan ve evlilikleri bozulmuştu. Caroline, Jack’in dünya evine girme konusundaki istek­ sizliğiyle ilgili pek bir şey dememişti. Jack evlilik fikrinden ne kadar çekiniyorsa Jerome da bundan o kadar hoşlanı­ yordu. Caroline onun üçüncü karısıydı. Bir dolu çocuğun üvey annesi durumundaydı ve bunlardan bazılan da nere­ deyse kendi yaşındaydı, o yüzden de Caroline bu konuda gı­ kını çıkarmamayı tercih etmişti.

121 Elyssa Friedland

Paul, Jack’in şöhreti ve yemeklerine öylesine hayrandı ki onların ilişkilerine duyduğu heyecan dayanılmaz boyut­ taydı. Jack’le ayrıldıklarında Paul “rezervasyonlar” konusunda ona güvendiğinden yalanmıştı. Ayrılıklarının ardından dostlan ve işyerindeki yakın arkadaşlan her zamanki tesellilerde bu­ lunmuşlardı: “Daha iyi birisini bulacağına eminim,”, “Kısmet değilmiş,” gibi. Ama gözle görünür bir şekilde temkinli konu­ şuyorlardı; çünkü tekrar bir araya gelebileceklerini ve Evie’nin, Jack hakkında söylenen kötü sözleri unutmayacağını düşünü­ yorlardı. Özgürce konuşmamak için kendilerini tutsalar da Evie “narsist” ve “kibirli” gibi birkaç kelimenin zaman zaman ara­ lara sıkıştırıldığını hatırlıyordu. “Haklısın,” dedi ağız dalaşına girmektense ona hak ve­ rerek. “Bu şahane gün için çok teşekkür ederim.” Caroline’a sarılıp arabadan dışarı atladı. “Teşekkürler Jorge,” diye ses­ lendi arabaya doğru. Yukarıya çıkıp kanepesine uzandığında fiziksek olarak yenilenmiş ama duygusal açıdan tükenmiş hissediyordu. Keşke güzellik uzmanı biraz daha derinlere inip siyah nok­ talarıyla birlikte Jack’e dair anılarını da sıkıp çıkarmış ol­ saydı. Yeni restoranının tabelasının görüntüsünü bir türlü zihninden atamıyordu. İki yıllık birliktelikleri boyunca dört nişana ve altı tane de düğüne katılmışlardı. Jack insanlara iyi dileklerde bulun­ maktan, başlarından aşağıya pirinç dökmekten ve hediyeler vermekten memnun olsa da Evie böyle bir etkinliğin onur konuğu olmayı sabırsızlıkla bekliyordu.

122 Aşk Burada Çekmiyor

Çocuk sahibi olmayı istediğini ama bunu daha sonra, kariyeri rayına oturduktan sonra ve sık seyahat etmek zo­ runda olmadığında düşünüyordu. Bu durum Evie’nin kafa­ sını karıştırmıştı, çünkü Jack’in bütün restoranları metroyla ulaşılabilecek yakınlıktaydı ama onun uluslararası iş yapmak gibi bir tutkusu olduğunu varsaymıştı. Yine de zaman zaman kendilerine ayak bağı olan çocukları olmadığı için ne kadar şanslı oldukları hakkında yorum yapardı. Evie rahat rahat uyumaya karşı ya da bez değiştirmeye can atan biri değildi elbette. Anneliğin insanın canına okuduğunu biliyordu; tabii çocuk yetiştirmek için Caroline gibi Hillary Clinton’ın teo­ risini (Filipinli bir dadı) benimsemiyorsanız... Çocuksuz olmak, keyfine düşkün bir yaşam sürmek için bir şanstı. Ama o, Baltimore’lu, hoş bir Yahudi kızı olan Evie Rosen’dı ve gözleri kan çanağına dönmüş bir şekilde Paris’e uçup sabah­ lara kadar partilerde takılacak biri değildi. Kendisinin yetiş­ tiği aileye benzer bir yuvası olsun istiyordu, eskiden Rosen üçlüsü olarak dünyaya bile meydan okurlardı. Evde oturup çalışmayan bir anne olmayı düşünmüyordu, ama şirket bir- leşmelerindense anneliği daha heyecan verici buluyordu. Evlilik konusundaysa Jack daha sabit fikirliydi. Evie hayal kırıklığı belirtileri gösterdiğinde Jack -bozuk bir plak gibi-, “Evie, seni seviyorum ama evlenmek istemiyorum. Umarım bu senin için yeterli olur,” diyordu. Evie son No­ el’den birkaç gün önce her şeyi mahvetti. Jack hasta olan an­ nesini görmeye gideceğini Evie’nin de canı isterse kendisine katılabileceğini söylemişti. Jack’e göre, ailevi zorunluluklar

123 Elyssa Friedland

durumunda Siyam ikizleri gibi davranmalarına gerek yoktu. Sonuçta defacto* olarak evli bir çift değillerdi, hatta bir tele­ fon mesajıyla birbirlerinden ayrılabilecek bir çift ergeninkin- den daha fazla bir bağ yoktu aralarında. Giydiği derin dekol­ teli elbisesinden ve Jack’in o akşamki işini bitirmesini bek­ lerken JAK’ın barında içtiği iki kadeh şaraptan da cesaret alarak bu konuya değindi. Hatta Jack’in evine dönüp seviş­ meye başladıklarında bile bundan vazgeçmedi. Ondan uzak­ laşıp etrafına bir kalkan gibi toparladığı örtülerin arasında oturup Jack’e bir ültimatom verdi: Ya yeni yılda nişanlanır- lardı ya da her şey buraya kadardı. Jack böylesine derin bir konuyu gecenin ikisinde konuş­ manın iyi bir fikir olmadığına dair onu ikna ederek bir şe­ kilde konuyu kapatmayı başarmıştı. Ama sabah olduğunda her ikisi de çok büyük bir şey yaşandığının farkındaydı, geri dönülmez bir noktaya gelmişlerdi. Jack, Virgin Atlantik uça­ ğına bindiği zaman artık ayrılmışlardı. İlişkileriyle ilgili böyle bir ültimatom vermek için o zamanı seçtiği için Evie asla kendini affetmedi. Sonuçta Jack, annesinin hafif çaplı bir kalp krizi geçirdiğini yeni öğrenmişti. Yeni restoranı okula yakınlığı nedeniyle içki lisansı alma konusunda sıkıntı yaşıyordu. Ayrıca ne Jack böyle bağlayıcı bir söz vermeye zorlanmayı kabul ederdi ne de Evie onu tehdit ederek elde etmek isterdi. Caroline telefonunu Evie’den saklamakta haklıydı. Özellikle de kendi yaşadığı işyeri faciasından bu kadar kısa

* (Fr) Fiili, (ç.n.)

124 Aşk Burada Çekmiyor

bir süre sonra Jack’in gelişmekte olan başarısı hakkında bir şeyler okumak floresan ışık altında bikini denemek gibi ola­ caktı: Yani hiç hoş bir manzara olmayacaktı.

Evie, kucağında yayılmış Wall Street Journal gazete­ siyle, alnını kaşıdı ve az önce okuduğu şeyi düşündü. Londra merkezli McQualin, Craft & Breslow şirketi, özelikle de New York’taki varlığını, birleşmeler ve satın almalar depart­ manını iki katma çıkarmayı umuyordu. Evie gazeteyi, haber başlığı gözüne çarpınca büyük ihtimalle şehir dışında oldu­ ğunu düşündüğü bir komşusunun kapısından kapmıştı. Ha­ bere göre, şirket bu tarz kurumsal deneyime sahip en az beş ortak ve yirmi çalışan almak istiyordu. Birkaç tane New York tabanlı şirket onlarla birleşme teklifinde bulunmuş ama onlar içeriden büyüme niyetiyle buna direnmişlerdi. Bu iş dünya­ sına yeniden katılması adına onun için mükemmel bir fırsat olabilirdi. Peki o zaman neden şu an insan kaynaklan depart­ manını arayıp bir randevu ayarlamıyordu? Neden bekliyordu? Dışanda mükemmel bir eylül havası vardı. Eğer gerçek­ ten hukuk şirketi yaşamına geri dönerse şehri keşfetme fır­ satları son bulacaktı. Parktaki yürüyüşleri ve The Paris’te birkaç matineye gitmesi haricinde bu kadar çok sevdiği şe­ hirle kültürel açıdan ilişki içine girmemişti. Bu yüzden de Evie, McQualin’i aramadan önce bilgisayarını Central Park’ın çamurlu sularına atmak kadar sıra dışı bir şey yap­ maya karar verdi, sırf keyfine bir müzeye gidecekti. Ne Koo-

125 Elyssa Friedland

ning sergisinde gördüğü entelektüel bir tipe hava atmak için ne de kendi kendine ne kadar çok yönlü olduğunu kanıtlamak için. Hayır, sırf on iki yıldır New York’ta yaşadığı ve içeriye bir kez bile adım atmadığı için Metropolitan Sanat Müzesi’ne gidecekti. Hatta oraya hiç gitmemiş olması şu an ona çok aşağılayıcı görünüyordu. Baker Smith’in prangaları ve onu kanepeye bağlayan bilgisayarının cazibesi olmaksızın hiçbir bahanesi yoktu. Koyu renk bir tayt, uzun kollu bir tişört giyip, keyfine şal deseni şalını takıp Metropolitan^ doğru yola koyuldu; ideal sonbahar havasının tahmin ettiğinden biraz daha serin olduğunu görünce memnun oldu. Otuz dakikalık yolu bo­ yunca beş farklı Starbucks’ın önünden geçti. Macchiato ve americano lann aromasını, sokak satıcılannın arabalarında közlenen kestanelerin kokusu mükemmel bir şekilde tamam­ lıyordu. Kahvaltıdan dolayı kamı tok olsa da New York’un kokusunu doyasıya içine çekti. Olması gereken yer bura- sıydı; dışarıda güneş ışınlarının tadını çıkarıp devirdaim eden klima yerine temiz havayı içine çekmeliydi. Her bir yaprağın diğerinden daha canlı olduğu, mevsimin ilk dökülen yeşil­ liklerinden oluşan yol, Baker Smith’in baş döndürücü, geo­ metrik desenli halısından çok daha iyiydi. Suratı plastik bir ekrana yapışık olmadığında her şey çok daha netti. Annesi aradığında E vie yürüyordu ama telefonu açmadı. Ona Jack’in evlendiğinden henüz bahsetmemişti. Ayrıca iş bulmada pek çaba göstermediği konusunda da çok açık sa­ yılmazdı. Müzenin meşhur granit basamaklarına vardığında

126 Aşk Burada Çekmiyor

sesli mesajın geldiğini haber veren bip sesini duydu. Mesajı dinlediğinde Evie’nin kalbi sıkıştı. “Evie ben annen. Lütfen beni ara.” Annesinin ses tonundan E vie derhal uğursuz bir şeyler olduğunu anladı. Annesi Greenwich Town tiyatrocularının ilkbahar müzikalini haber vermek ya da Evie’yi Columbus gününde kulüpte anne-kız kahvaltı etmeye çağırmak için ara­ mıyordu. Hayır, annesi bir haber verecekti. Kötü bir haber. Evie, numarayı parmaklan titreyerek çevirdi, üç defa denedikten sonra doğru numarayı tuşlayabilmişti. “Benim. Neler oluyor?” Evie sesindeki endişeyi sak­ lama gereği bile duymamıştı. “Tatlım, Bette hasta. Kanser olmuş.” Evie’yi bir mide bulantısı ele geçirdi. Dizleri çözüldüğü için oturmak zorunda kaldı. “Ne kanseri? İyi mi peki?” diye sordu Evie ısrarcı bir şekilde. “Meme kanseri.” Evie gerginliğinin bir kısmının azaldığını hissetti. “Eh, bu tedavi edilebilen bir tür değil mi? İyileşecek öyle değil mi?” diye sordu Evie, bu sorunun yanıtının evet olmasını ne kadar çok istediğini yeterince belli etmeye ça­ lışmıştı. “Yani,” dedi Fran sesini alçaltarak ve Evie hemen hikâ­ yenin devamının da olduğunu anladı. Evie hiçbir şekilde kötü haberler alma konusunda tec­ rübesiz değildi ve tek bir telefonun insanın hayatını altüst

127 Elyssa Friedland

edebildiğini de çoğu kişiden daha iyi bilirdi. Babası, işye­ rinde geçirdiği bir kalp krizi sonucu öldüğünde üniversite­ deki birinci yılındaydı. Evie telefonu çaldığında kız arkadaş­ larıyla bir barda oturmuş, sınavların bitişini kutlamak için pizza yiyip bira içerek bellerini genişlettiklerini hatırlıyordu. Neredeyse telefonu açmayacaktı ama bir şekilde, sebebi an­ laşılmaz bir dürtüyle yanıt vermişti. Belki de trajediye karşı aşın hassas bir algısı vardı. Babasının durumunda ne bir uyan semptomu ne daha önceki bir rahatsızlık ne de aşın stres söz konusu olmuştu. Hatta babasının iş yaşamının böylesine dengeli olması Evie’nin hukuk okuluna karşı olumlu duygular hissetmesinin sebeplerinden biriydi; gerçi çok geçmeden Manhattan’daki büyük bir şirket yaşamının, babasının kariyeriyle hiçbir ben­ zerlik taşımadığını öğretmişti. Henry hemen hemen her akşam ailesiyle birlikte yemek yerdi; gömleğinin kollarını sıyırdığında o çok sevdiği ucuz, dijital saat ortaya çıkardı. Babası, önüne ne konulursa konulsun tabağını silip süpüren biriydi. Evie’ye derslerini sorar ve tarih profesörü olması ge­ rektiği konusunda yakınırdı. Geceleri kanepeye çekilip ESPN kanalını seyrederdi. Evie sporla ilgilenmemesine rağ­ men sırf onun yanında huzurlu hissettiği için bazen onunla birlikte oturup televizyon izlerdi. Onun ani ölümüyle Evie, kötü haberlerin beklenmedik yerlerde geldiğine dair bir dü­ şünceye sonsuza dek inanacaktı. Gerçi Evie bu yerlerden uzak duracak değildi elbette. Evie’nin üniversitedeyken aldığı telefonla ilgili olarak

128 Aşk Burada Çekmiyor

tek hissettiği şey çaresizlikti. Aranacak bir ambulans, mua­ yene edecek bir doktor, dua edilecek bir mucize beklentisi bile yoktu. Babası ölmüştü. Evie’nin yaşamında, işlerin de­ ğişebileceğine dair en ufak bir şansın bile bulunmadığı ilk andı bu. Ölüm, gerçekten de deneyimlediği tek değişmez ger­ çeklikti. O güne dek başına gelenlerin hepsi onun yanında çocuk oyuncağı kalıyordu. Bu sefer farklı olmalıydı. Babaannesini kaybetmeye­ cekti, kaybedemezdi. “Yani ne?” diye diretti Evie. “Babaannem iyileşecek mi?” “Yani durumun ne kadar ciddi olduğunu henüz bilmi­ yoruz.” Annesinin sesi, omzuna konan ılık bir el gibi uzun bir duraksamadan sonra sessizliği doldurdu. “Ama Evie merak etme, bunu atlatacağız. Görüştüğümüzde sana her şeyi anlatırım. Bette şu an bizim yanımızda, Greemvich’te. Sloan- Kettering’de tedavi gördüğü için kısa bir süre içinde hasta­ nenin yakınında bir daireye taşınacak.” Telefon, Evie’nin terli avuçlarından kaydı ve alt basa­ maktaki köpek dışkısına düşmeden onu yakalamayı başardı. Aynı anda neşeli bir okul grubu da basamakları tırmanıyordu. “Babaannemle birlikte New York’ta mıydınız?” Evie çocukların gürültüsünü bastırmak için bağırmıştı. Annesi neden ona şehre geldiklerini haber vermemişti? Fran onun yardımını ya da en azından Bette’yi ziyaret etmesini istemi­ yor muydu? Annesinin Bette’nin bakımını üstlenmekten do­ layı yorulmuş olduğuna hiç şüphe yoktu. Aynca herkes

129 Elyssa Friedland

Evie’nin son günlerde evde oturup benlerini saymaktan başka hiçbir şey yapmadığını biliyordu. ‘Tatlım, Bette seni üzmek istemedi. Yanlış teşhis çıka­ cağını, buradaki doktorların onun bir tümör değil de sadece bir kireçlenme olduğunu söylemelerini umuyordu.” “Beni hemen aramalıydın!” “Ne fark eder ki? Bette, daha çok bilgi edininceye kadar seni endişelendirmek istemediği konusunda gayet açıktı. He­ pimiz senin bir sürü şeyle uğraştığını biliyoruz,” dedi Fran temkinli bir şekilde. Bu da ne demekti? Hiçbir şeyle uğraştığı yoktu. Hem de hiçbir şeyle. Sanki hayatındaki herhangi bir şey olmayışı onu, herkesin akıl sağlığının bozulmasından endişe duyduğu hassas bir insana dönüştürmüş gibiydi. Hayatındaki hiçlik büyüyüp “bir şey”e mi dönüşmüştü yani? “Her neyse, neden bir trene atlayıp bizi bugün ziyarete gelmiyorsun? Babaannen seni gördüğüne çok sevinir.” “Olur tabii, hemen Grand Central’a geçiyorum,” dedi. Bir taksiye atlarken yersiz bir şekilde, şartların onu bir mü­ zeyi gezmekten nasıl da alıkoyup durduğunu düşündü.

Neyse ki tren kalabalık değildi, bütün bir kompartıman Evie’ye kalmıştı. Köftelerinin soslarını akıtan ya da içecek­ lerini gürültüyle içen terli yolculara katlanacak durumda de­ ğildi. Yanında dikkatini dağıtacak biri yokken az önce öğrendiği haberi hazmedebilirdi. Aklına, gözünün önünde

130 Aşk Burada Çekmiyor

sallanan Bette’nin yüzük parmağı geldi. Günün birinde buna bir anı gözüyle bakacağını nasıl düşünmemişti? Fran ve Winston’ın evinden içeri firtına gibi girip, “Sürpriz baba­ anne, bak nişanlandım! Kanser olmuş olabilirsin ama şu pır­ lantaya bir bak!” demeyi çok isterdi. Bette de muhtemelen, “Evie-le, kanser olunca evleneceğini bilsem çok daha uzun zaman önce hastalanırdım,” diye yanıt verirdi ve bunda da ciddi olurdu. Bette ve Evie her zaman ayrılmaz bir ikili olmuşlardı; öyle ki Fran kızım, Rosen’lere daha çok çekmekle, Apple- baum’lara hiç yakın olmamakla suçlardı. Ama Fran’in an­ nesi, Great Neck’li Lola Applebaum, Evie’yi tanımak için hiç uğraşmamıştı. O her zaman başkalarıyla yarışabilmek adına dairesel araba yoluna park edeceği yeni Mercedes’i için ne zaman kredi çekebileceğine daha çok kafa yorardı. Bette’yse tamamen farklıydı. Fran çalıştığında onu sık sık okula götürür, Evie’nin dans ve piyano resitallerinde (bariz bir şekilde yeteneksiz olmasına rağmen) ön sıralarda oturup izlerdi. İlkokuldayken Bette, Evie’yi (genellikle sabah sekiz­ den önce okula yürüdükleri sırada verdiği) lolipoplara ve Barbie’lere, lisedeyken yirmi dolarlık banknotlara boğardı. Üniversiteye geldiğinde de, “Bedava süt veren ineği kimse satın almaz,” gibi özlü sözler hediye etmeye başlamıştı. Evie lisedeki sevgilisi tarafından mezunlar gecesinden önce terk edildiğinde Bette onun sırtını sıvazlayıp o uyuyakalıncaya dek onunla birlikte Aile Bağları dizisinin tekrar bölümlerini izlemişti. Üniversiteye giriş sınavının sonucu beklediğinden

131 Elyssa Friedland

100 puan düşük geldiğinde Bette onu arabaya binmeye ikna etmiş, sonra da Üçüncü Bulvar’daki Tasarımcılar ve Deko­ ratörler Merkezi’ne gidip çok önemli müşterilermiş gibi dav­ randıkları en gözde aktiviteleriyle kafasını dağıtmak için New York’a kadar götürmüştü. Dört saatlik yol boyunca Baltimore merkezli Rosen & Rosen adlı, dişli bir tasarım ekibinin müdürleri olduklarına ve “seçkin” bir ünlü müşteri için ithal damasko ipek dokuma kumaş satın almak istediklerine dair bir hikâye uydurmuş­ lardı. Bu hikâyelerini birkaç dükkânda ciddi bir ifadeyle açıkladıktan sonra Evie’nin dizlerini titreten son derece lüks duvar kâğıtları mağazası Scalamandre’de kahkahalar içinde yere yıkılmışlardı. Bir anda üniversite sınavının matematik bölümündeki başarısızlığı çok daha önemsiz bir hal almıştı. Ama Henry öldükten sonra bağları daha da kuvvetlendi. Birbirlerine destek olan, farklı jenerasyonlardan bu iki kadın birbirine can simidi gibi tutunmuşlardı, bu yüzden de baba­ annesini kaybetme düşüncesiyle Evie boğulur gibi oluyordu. Kliması aşırı çalışan trende titreyerek şalına sıkıca sarındı. New Rochelle durağında iki kadın vagonun basamakla­ rını çıktı. Boş vagonda hemen Evie’nin arkasındaki koltuk­ ları seçtiler. Kadınlar Bette’nin yaşlarında görünüyorlardı. Trene bindikleri, Chanel No 5’in ağır kokusundan ve altın bileziklerinin şıkırtısından da anlaşılıyordu. “Onun için endişeleniyorum, Gladys,” dedi kadınlardan biri. “Artık yaşını başını aldı.” “Sakin ol Edith. Kaç yaşındaydı ki? Otuz iki mi?”

132 Aşk Burada Çekmiyor

Evie’nin omuzları gerildi. Derhal oradan kalkıp yer de­ ğiştirmesi gerektiğini biliyordu ama içindeki mazoşist bir dürtü onu yerinden kalkmamaya zorladı. “Neredeyse otuz üç. Üstelik geçen yıl tek bir sevgilisi bile olmadı. Gayle’imin şu güzelim haliyle bir kız kurusu ol­ duğunu düşünsene. Bak şu resme.” Evie, Edith’in kocaman çantasını karıştırdığını duyabi­ liyordu. Gayle’in kendisinden daha az mı yoksa daha çok mu çekici olduğunu görebilmek için fotoğrafa bakmayı çok is­ terdi. “Çok güzel bir kız. Harika bir teni var,” dedi Gladys, Edith fotoğrafı gösterdikten sonra. “Kız kurusu falan da ol­ mayacak. En azından kırk yaşına gelmeden kimse ona böyle bir şey demeyi aklından bile geçirmez.” “Sen delisin. İnsanlar ona böyle demeye başlamışlardır bile. Ya da en azından yakında derler,” dedi Edith. “Standart­ ları çok yüksek. Eh, beni dinliyor mu peki? Tabii ki de din­ lemiyor. Ben çok konuşan, eski moda bir nineyim altı üstü.” Evie arkasına dönüp öğle yemeği için kadınlan Green­ wich’e davet etmemek için kendini zor tuttu. Elmalı kurabiye ve buzlu çay eşliğinde Bette’yle güzelce sohbet edebilirlerdi. “Hiçbirisi dinlemiyor ki. Zaten o Blueberry’leriyle çok meşguller,” dedi Gladys. “BlackBerry deniyor ona. Şu dokuz torunun sana hiçbir şey öğretmiyor mu?” diye sordu Edith. Evie gülümsemesine mani olamadı. Greemvich’te trenden indiğinde Evie istasyonun tuva-

133 Elyssa Friedland

letine koşup kendine çekidüzen verdi. Yanaklarına renk kat­ mak için çimdikleyip çantasından dudak parlatıcısını çıkardı. Yanında başka bir makyaj malzemesi olmadığından gözka- paklanna biraz parlatıcı sürdü. Bu, bir moda dergisinde oku­ duğu bir hileydi. Amma da aptalcaydı. Gözkapaklan yapış yapış olduğundan doğal bir şekilde gözlerini kırpıştıramı- yordu. Saç tokasını çıkarıp fırça olmaksızın elinden gelen en iyi şekilde saçlarına şekil verdi. En azından Bette, bekâr to­ rununun Manhattan’da Raggedy Ann’ gibi dolaştığını düşü­ nüp üzülmeyecekti. Winston ve Fran, tren istasyonundan kısa bir yürüyüş mesafesinde oturuyorlardı. Ön kapıyı tıklattığında May’i kar­ şısında gördüğüne şaşırdı. Lanet olasıca Beyaz İkizlerden bi­ rinin burada olabileceğini tahmin etmemişti. “Selam,” dedi Evie sıradan bir şekilde ve rahatsız oldu­ ğunu saklamaya çalışarak. “Sizin çoktan okula gittiğinizi sa­ nıyordum. Oryantasyon bitmiş olmalı.” May, yaklaşık üç santim genişliğinde, san bir kurdeleyle bağlı olan uzun, san atkuyruğunu hızla çevirdi. Kurdeleler ilkokuldayken şık duruyordu. Evie bunu, üniversiteyken sa- nşın hokey oyuncusu kızların atkuyruklarını farklı renk las­ tiklerle tutturduklarını görünce öğrenmişti. “Evet ama hafta sonu biraz alışveriş yapmak için gel­ dim,” dedi April. “Ha, bir de Bette’yi ziyaret etmek için diye ekledi, tabii bunu söylemek sonradan aklına gelmişti. “Has­ talandığına üzüldüm.”*

* Amerikalı çocuk kitabı yazan-çizer Johnny Gruelle im yarattığı pejmürde bir bez bebek olan öykii kahramanı, (ç.n. )

134 Aşk Burada Çekmiyor

“Nerede?” “Ha?” dedi May, iPhone’uyla uğraşırken. Telefonun kı­ lıfında, plajda, üzeri çıplak bir çocuğun (belki de sevgilisiydi) yanında bikinisiyle durduğu bir fotoğraf vardı. Evie yerinden kımıldandı. Hâlâ evin girişinde dikiliyor­ lardı. “Babaannemin nerede olduğunu sordum.” “Ah pardon,” dedi May bakışlarını telefonundan ayır­ madan. “Arkadaşım Lonny şimdi SnapChat’ten Scarlett Jo- hansson’ın yanında pedikür yaptığını paylaşmış. Ayaklarının korkunç ve nasırlarla kaplı olduğunu söylüyor. Off, çok kıs­ kandım. Yani, April da Vineyard’da Justin Timberlake’in burnunu karıştırdığını görmüştü ama yakından bir fotoğrafını çekemem işti. Bunu US Weekly' ye falan yollasa acayip para kazanabilirdi. Sence arkadaşım Scarlett’in ayaklarının fotoğ­ rafını çeksin mi?” “May,” diye tekrarladı Evie, “Babaannem nerede?” “Pardon, misafir odasında.” Evie basamakları ikişer ikişer tırmanıp cn tepede durak­ sadı. İkinci kata geldiğinde her zaman tuhaf hissederdi. Tek­ nik olarak burada, koridorun sonunda, ana yatak odasının karşısında, son derece rahat bir odası vardı. Yıllar içinde, nef­ ret ettiği kanaviçeyle işlenmiş kırlentleri ve çiçekli abajurları değiştirmişti. Ama çocukluk odasındaki masasında dizili ve duvarlannı süsleyen, arkadaşlarının çerçeveli fotoğraflarıyla, akademik ödülleri gözle görülür bir eksiklik teşkil ediyordu. Kapısında dekoratif harflerle isimlerinin yazılı olduğu Beyaz

135 Eiyssa Friedland

İkizlerin odalarıysa tamamen farklıydı. Bir moteldeki sıradan konuk odaları yerine, anılarla doluydular ve kendilerine has tarzlarının izlerini taşıyorlardı. Küçük konuk odasının kapısı açıktı ve Bette bir koltukta oturmuş dışarıya bakıyordu. Krem rengi bir bluzun üzerine kırmızı bir hırkayla lacivert bir etek giymişti ve gayet şık gö­ rünüyordu. Babaannesi asla pantolon giymezdi. Boynunda birkaç tane zincir asılıydı; içlerinden birinde Evie’nin, ken­ disini temsil ettiğini bildiği küçük bir kız figürü vardı. Ba­ baannesinin görünümünde tek bir kusur vardı, o da her zamanki arı kovanı tarzında toplanmış olan ama diplerinde beyazların birkaç santim belirdiği saçlarıydı, Evie babaan­ nesinin saçlarını mavi-siyah görmeye alışıktı. “Babaanne,” dedi Evie ve ona sarıldı. “Evie, çanımın içi, ben iyiyim.” Babaannesi daha sessiz bir şekilde, “O burada olduğu için üzgünüm. On dört yıl geçmesine rağmen bunlan hâlâ birbirinden ayıramıyorum,” dedi. “Babaanne, April ve May tek yumurta ikizleri bile değil,” diye çıkıştı ona kibar bir şekilde ama Bette, “Benim için aynılar,” dercesine kollarını salladı. “Selam tatlım,” dedi Fran konuk odasının kapısından. Evie’nin yanına gelip yanağından öpünce Evie bu kadar ya­ kından annesinin gözlerindeki siyah halkaları fark etti. “Her şey yolunda mı? Neden hiç sesin çıkmıyor? Bu hafta şehre gelip sana bakmayı düşünüyordum ben de.” İnterneti bırakmasını açıklamanın şu an sırası değildi.

136 Aşk Burada Çekmiyor

Bette’nin hastalığıyla kıyaslanınca gayet önemsiz bir du­ rumdu. Dijital arınmasının yedinci gününe ulaşmıştı, bu da geçen yıl Tracy için katlandığı meyve suyu detoksundan altı gün dört saat daha uzun süre demekti. “Ha o mu? Bilgisayarım bozuldu da. Tamir edilmesi biraz uzun sürebilir.” Evie pişmanlık dolu bir ifadeyle baba­ annesine baktı. Bette’nin, artık JDate’ten haberdar olduğu için internete girmemesinden memnun olmayacağını bili­ yordu. Louise Hammerman’ın torunu sağ olsun. “Ee Evie, yeni haber var mı?” diye sordu babaannesi yüzük parmağını kaldırarak. “Babaanne! Şu an beni nasıl düşünebiliyorsun?” Bette homurdanarak güldü. “Ah, yapma lütfen. Beni Hitler öldürememiş, meme kanseri mi öldürecek?” Ama benim bekârlığım öldürecek öyle mi? “Peki ne zaman teşhis konuldu?” diye sordu Evie ko­ nuyu değiştirmeyi reddederek. “Nasıl bir tedavi görmen ge­ rekecek?” “Beni merak etme. Ben iyileşeceğim,” dedi Bette. Ama yüzünde bir rehavetin izleri vardı ve Evie, babaannesinin hiç de alışık olmadığı bu enerjisizliği karşısında daha çok endi­ şelenmemek için çabalıyordu. Bette’nin koltuğundan sıçra­ yıp kendisini ziyarete gelen Evie’yi kucaklamadığı bir zamanı hatırlayamıyordu. “Yapma lütfen babaanne. Sana yardım etmek istiyorum.” “Eh, o zaman ben göğüs cerrahıyla buluştuğumda be­ nimle birlikte gelebil rsin. Annen zaten benim için yeterince

137 Elyssa Friedland

çok şey yaptı ve sen de zaten Manhattan’dasın,” dedi Bette. “Tabii ki gelirim babaanne,” dedi Evie. “İlk defa mı bu­ luşacaksın doktorla?” “Hayır, New York’a geldiğimde iki farklı cerrahla tanış­ tım ve hangisini istediğimi o anda anladım.” “Neden ki? Ötekinin nesi vardı?” diye sordu Evie. “Hiçbir şeyi yoktu. Çok tatlı bir kadındı,” dedi Bette uyuklayan bir halde ve Evie’nin kafası daha da karıştı. “Evie, hadi bırakalım da babaannen biraz dinlensin. Geçen hafta randevular ve testler için gidip gelerek çok yo­ ruldu. Biz seninle mutfakta konuşuruz,” dedi Fran. “Olur mu babaanne? Burada kalmamızı ister misin?” diye sordu Evie ama Bette’nin gözkapakları ağırlaşıp çök­ müştü bile. Bette’ye bir kez daha sarılmak, gençlik dolu kol­ larını Bette’nin kırışık bedenine dolamak ve onun saç spreyini, parfümünü ve nane çayı kokan nefesini içine çek­ mek istediyse de onu rahatsız etmeye içi elvermedi. Fran’le birlikte merdivene gelmişlerdi ki Bette’nin ar­ kalarından seslendiğini duydular. “Evie-le, geri gel.” “Efendim babaanne? Mutfaktan bir şey mi istiyorsun?” “Hayır, hayır. Annenin yapıp durduğu o kalorili kekler­ den daha fazla yemeyeceğim.” “Ne oldu peki?” “Bana bir cevap vermedin. Biriyle görüşüyor musun?” Evie, Jack’in kumsaldaki düğünün görüntüsünü hatırla­ yınca kalbinin ağrıdığını hissetti.

138 Aşk Burada Çekmiyor

“Hayır, şu an kimse yok.” “Eh, ben sonsuza kadar yaşamayacağım,” dedi Bette. “Ama düğününde hora yapacaksam bu kanseri yenecek gücü bulmam gerek.” Evie dilini ısırdı. “Suçluluk Uyandıran” Bette Rosen ye­ niden iş başındaydı. Fran ile Evie yiyecek alışverişi ve Bette’nin ilacını almak için kasabaya gidip geldiklerinde her zamanki pembe gömleği ve haki pantolonuyla Winston’ı mutfak masasının orada May’e yirmi dolarlardan bir tomar para verirken bul­ dular. “Hoş geldin, Evie,” diyen Winston ona içten bir şekilde sarıldı. Her zamanki gibi onu sıcak karşılamıştı ama “hoş geldin” ona Greenwich’te sadece bir misafir olduğunu hatır­ latıyordu. Masada, May’in yanına çöküp kızın mesaj yazar­ ken Red Bull’undan bir yudum içişini izledi. Kendisinden daha küçük olan üvey kız kardeşine nasıl göründüğünü merak etti. Yaşlı? Muhtemelen. Başarılı? Olabilir. Bekâr? Kesinlikle. “Ee May, okul nasıl gidiyor? Oda arkadaşından mem­ nun musun?” May, Yale’le ilgili kendisine tek bir soru bile sormamış olmasına rağmen Evie sohbet etmeye zorladı ken­ dini. “Okul başlamadan Önce ne kadar gergin olduğumu ha­ tırlıyorum. Birkaç hafta önce, ilk gün afallamamak için

140 Aşk Burada Çekmiyor

kalkıp Yale’e bile gitmiştim. Gerçi pek bir işe de yaramamıştı.” May boş boş Evie’ye bakıp, “Gergin falan değilim. Zaten tonla insan tanıyorum,” dedi. “Oryantasyondan mı?” diye sordu Evie sonra da bunu düzeltti. “Ah, yatılı okulu kastediyorsun. Seninle birlikte baş­ layacak bir sürü arkadaşın vardır.” “Evet, bir dolu. Ayrıca Yale’deki bütün birinci sınıf öğ­ rencilerini de tanıyorum. Yani bin üç yüz kişiden bin yüz ta­ nesini.” “Nasıl yani?” diye sordu Evie kafası karışmış bir şe­ kilde. “Facebook’ta arkadaşız. Bilgisayar manyaklarından biri New Bulldogs diye bir grup kurmuş ve yeni başlayan sınıfın neredeyse tamamı gruba katılmış. Arkadaşlarımın kim ola­ cağını bile tahmin edebiliyorum. Birkaçımız Toad’un Ye­ ri’nde içki içmek için sözleştik bile,” dedi May ve sonra da özür dilercesine Evie’ye baktı. “Ah, şey, Toad’un Yeri şu an kampüsteki en iyi parti mekânı. Senin zamanında var mıydı emin değilim.” Evie şu salak Beyaz İkiz’i boğazlamak istediyse de ba­ bası hemen yanlarındaydı. En otoriter ses tonunu takınıp, “Evet, Toad’un Yeri’ni biliyorum. 1970’lerden beri var. Rol­ ling Stones orada çalmıştı.” “Ha, ondan haberim yoktu. Şimdi sadece içki içip dans etmek için havalı bir yer. Sanınm değişmiş.” “Hayır, ben okurken de öyleydi... Her neyse. Boş ver.” “Darthmouth’dan biri de aynı şeyi yapmış. April, Hotch-

141 Elyssa Friedland

kiss’den çok komik bir kızın yurt odası için aldığı her şeyi Instagram’a koyduğunu söyledi. Çok süper değil mi?” Evie, hiç tanışmadıkları birinin IKEA’dan aldığı yer lambasının neden umurunda olduğunu sormayı düşündü. O üniversiteye başladığında Facebook olsaydı şu an en yakın dostlan olan kızlardan muhtemelen uzak dururdu. Tracy’nin Facebook sayfası, Emily Dickinson profil resmi, New York Times çok satanlar listesindeki her bir kita­ bın gereksiz eleştirisi ve “Jane Austen’a deli oluyorum” adlı gruba olan üyeliğiyle onun kaçık bir kitap kurdu gibi görün­ mesine sebep oluyordu. Stasia’nın sayfası da ondan iyi sayılmazdı. Babasının Capitol HilFdeki ofisinde Başkan'ın elini sıkarken çekilmiş en azından on tane fotoğrafı ve “Periyodik Tablodaki Hangi Elementsiniz?” gibi testlerin sonuçlan yer alıyordu. Caroline’ın profiliyse Teksas’a yazılmış bir aşk mek­ tubu niteliğindeydi. “Her Şey Kızartılınca Daha Güzeldir” adlı grubun bir milyonuncu fanıydı. Evie’nin kendi Facebook sayfası da pek harika sayıl­ mazdı. Hoş fotoğraflar ve ilginç makalelerin linkleri mev­ cuttu ama olası talipleri kaçırmamak için biraz daha nötr olmasına çalışıyordu. Daha açık bir dille ifade etmek gere­ kirse çok sıkıcıydı. Bu fikri ne kadar desteklese de “Köpek­ lerinin dışkılarım toplamayanlar şok tabancasıyla vurulmalı” adlı gruba katılmamıştı. Hiç kaçırmadan izlese de Jerry Springer’ın program sayfasını beğenmemişti. Miley Cyrus’u Dunkin Donuts’ın tuvalet kuyruğunda gördüğünde ona aca-

142 Aşk Burada Çekmiyor

yip hayran olduğu hakkında bir şey de paylaşmamıştı. Profili gerçek Evie’yi yansıtmıyordu; gerçi sanal bir sayfa, bir insanı ne kadar tutarlı bir şekilde yansıtabilirdi ki? Bütün bunları May’e söylemek, arkadaşlarını 140 ka­ rakterlik saçmalıklara, Facebook’taki ince elenip sık doku­ narak hazırlanmış şahsi bilgilere dayanarak seçmemesi konusunda uyarmak istedi. Ama Evie, özellikle de Beyaz İkizlere “benim zamanımda” ile başlayan bir şeyler anlatma­ ması gerektiğini gayet iyi biliyordu. Sadece kendisi üniver­ sitedeyken akıllı telefonlar bu kadar yaygın olmadığı için minnettardı. Birinci sınıflar partisinde yarım, askısız bluzun­ dan fırlayan memelerini gören insanlarla yüz yüze bakmak zorunda kalmak zaten yeterince kötüydü. Bu bir de internet âleminde yayılmış olsaydı herhalde tek seçeneği okulu bı­ rakmak olurdu. Beyaz İkizlerin gençliğini kıskanıyor olabi­ lirdi ama aslında onlann yerinde olmak istemezdi. “May tatlım,” dedi annesi. “Bette’yi ziyaret ettiğin için çok teşekkürler. Gerçekten buna gerek yoktu.” Evet, vardı, diye düşündü Evie. Winston resmen buraya gelmesi için ona para ödemiş. Fran onu öpüp sevgi dolu bir şekilde sarılınca Evie kıs­ kandığını hissetti. Annesi Winston’la, Beyaz İkizler dört ya­ şındayken evlenmişti; kızlar her ne kadar çoğunlukla Westchester’da anneleriyle birlikte yaşasalar da Fran, onlann yaşamının büyük bir parçasıydı. Evie kendini yabancı biri gibi hissetti. Annesinin onlar dışandayken ve Winston da yanlannda değilken onlardan şikâyet etmesini ummuştu.

143 Elyssa Friedland

“May, eşyalarını arabana yerleştirmene yardım edeyim,” dedi Winston mutfak tezgâhından anahtarlarını alırken. Evie’nin üvey kardeşi gitmekte özgür olduğunu anla­ yınca hiç zaman kaybetmedi. O çıktıktan sonra E vie mutfak masasındaki yeşilli, sanlı plastik sandalyeye daha rahat bir şekilde yerleşti. Winston’in evinde zaman durmuş gibiydi. Fran evin dekorasyonunu hiç umursamadığı için 1970’lerden kalma mobilyalarla yaşamaktan hiç rahatsız değildi. Ro- sen’ların Baltimore’daki iki katlı Koloni dönemine özgü evi, geniş verandası ve Evie’nin içinden geçmeyi hâlâ özlediği mavi ön kapısıyla büyüleyici bir evdi. Evin antresi, karışık çiçeklerin giyinme odasından taşan kokularıyla dolu olurdu. Winston’in eviyse puro kokuyordu. Fran, Evie’nin karşısındaki iskemleye yerleşip masanın üzerindeki seramik kâseden birkaç üzüm kopardı. Evie’nin gözü, tezgâhın üzerindeki keklere takıldı ama kendini tuttu. Babaannesi bile kalorileri hesaplarken kendisinin bunu umur­ samaması doğru gelmiyordu. “Uzun bir hafta oldu,” dedi Fran derin bir soluk vererek. “Şimdiden bir hafta mı oldu?” dedi Evie şaşkınlıkla. “Nasıl daha önce haber vermezsin?” “Sen zaten bir sürü şeyle uğraşıyorsun, Evie.” İşte yine şu laf. Bunu duymaktan hiç hoşlanmamıştı. “Açıkçası,” diye devam etti Fran, “Bette, New York’ta tedavi görmeyecek olsa muhtemelen senden hasta olduğunu bile gizlemeye çalışacaktı. Senin için endişeli. Babanı kay­ bettikten sonra ne kadar hassaslaştığını biliyor.”

144 Aşk Burada Çekmiyor

Birini sevmek -uzun bir süre hayatında olmasını umut etmek- aşın hassas olduğunu mu gösteriyordu yani? Bu doğru olamazdı. Sevdiği bir aile üyesini kaybeden herkes yı­ kılırdı. Bette’nin her zaman, Today Show' da yüzüncü doğum günü olduğunu açıklarken suratını reçel kavanozuna göm­ müş olan ninelerden biri gibi olacağını düşünmüştü. Willard Scott (ya da onun yerine geçecek olan eşit derecede eğlenceli sunucu) “Güney Florida’dan Bette Rosen’a mutlu yıllar. Uzun ömrünü, iyi bir diyete, insanlarda suçluluk hissi yarat­ maya ve her şeyi olduğu gibi söylemeye borçlu olduğunu açıkladı,” diyecekti. “Babaannem onu ziyarete gelmemi istemedi mi?” “İşin aslı, senin gibi genç bir kadının hastaneye ancak doktor kocana öğle yemeği getirmek için gelmesi gerektiğini söyledi.” Fran ve Evie kahkahalara boğuldular. “Babaannem saçmalıyor. Peki ama teşhis ne? Ve lütfen her şeyi olduğu gibi söyle.” “Meme kanserinde erken teşhiste hayatta kalma oranı oldukça yüksek ama maalesef Bette’nin durumu böyle değil. Bu iyileşemeyeceği anlamına gelmiyor elbette. Keşke daha önceden farkına varsaydık. Üç yıldan fazladır mamogram çektirmemiş.” Evie, annesinin gözlerinin dolduğunu fark etti. “Anne! Bu senin suçun değil! Sen onun gelinisin. Hatta eski gelinisin. Sen ondan sorumlu değilsin.” Evie duygusal­ laştığını hissediyordu. “Çölün ortasında lanet kırkyama yatak örtüleri dikmekle meşgul olan kaçık Susan Halam onunla il­ gileniyor olmalıydı.”

145 Elyssa Friedland

“Haklısın,” dedi Fran. “Ama ilgilenmiyor işte.” Evie’nin aklına gelen düşünceyle içi buz kesti. Bette her yıl ekim ayının başında nasıl Evie’ye grip aşısı olmasını ha­ tırlatıyorsa, Evie de ona mamogram çektirmesini hatırlatmış olabilirdi. Bette kışlan, Evie’nin özel meteoroloğu gibiydi. Günlük güneşlik Boca’dan arayıp, “Evie, New York’a doğru bir soğuk hava dalgasının geldiğini duydum haberlerde. Dı­ şarı çıkarken atkını ve eldivenlerini almayı unutma.” Fran onun aklından geçenleri okudu. “Sakın suçlu hissetmeye kalkma, Evie. Bu senin vazifen değil,” dedi Fran. “Bette’nin kendine has yanlan olsa da bana her zaman iyi bir kayınvalide oldu. Henry onunla ilgilen­ meme memnun olurdu. O bir baba ve koca olarak ne kadar sorumluysa annesine karşı da o kadar ilgili bir evlattı. Aynca Susan’a bu konuda güvenilemeyeceğini ikimiz de biliyoruz, o yüzden bunu tartışmanın bir anlamı yok.” Tam o sırada Winston içeri girip onlann yanına oturunca Fran ona döndü. “Evie, Bette kendine daha iyi bakmadığı için kendini suçluyor.” “Saçmalama. Suçlanacak biri varsa o da Sam. Yani en azından Bette’ye göre,” dedi Winston. Fran, Winston’a, fark edilir bir şekilde “kapa çeneni” bakışı attı. “Sam kim?” diye sordu Evie gerçekten de şaşırmış bir şekilde. “Aynca niye o sorumlu oluyor?” Fran, o gece kanepede yatacak olan biri gibi görünen

146 Aşk Burada Çekmiyor

Winston’a buz gibi bir ifadeyle bakmaya devam ediyordu. “Sam kim?“ diye tekrarladı Evie. “Sam, şey, Sam Bette’nin dostu,” dedi Fran bir üzüm sapını başparmağıyla işaretparmağı arasında yuvarlayıp du­ rurken. Evie şoktaydı. “Babaannemin erkek arkadaşı mı var?” Yetmiş üstü in­ sanlar arasında “dost” kelimesinin erkek arkadaş ya da kız arkadaş için bir kod adı olduğunu herkes bilirdi. Bu zaten çiftlerden “malzeme” diye bahseden bir jenerasyondu. “Ciddi bir şey değil, Evie. O yüzden Bette sana söyle­ memizi istemedi.” “Gerçekten mi? Ciddi değil öyle mi? Ben de babaannem ile sevgilisinin bir aile kurmak istediğini sanmıştım.” Winston kıkırdadı. “Amma olay olurdu.” “Sadece, bilemiyorum, Bette sadece sana söylememizi istemedi. Ama zaten ortaya çıktığına göre bunun bir önemi kalmadı.” Fran yine Winston’a bakarak kafasını kızgınlıkla iki yana salladı. “Babaannemin neden bu Sam denen adamdan bahset­ mediğini biliyorum,” dedi Evie tabağını sert bir şekilde ite­ rek. “Babaannemin bile sevgilisi varken yalnız olduğum için üzülmemi istemiyor. Ama ben onun için çok mutlu oldum!” Ne Winston ne de Fran tek kelime etti. Bu sohbeti nasıl değiştirmeleri hakkında telepatiyle haberleşmek istercesine birbirlerine baktılar. “Ayrıca merakımı mazur görün ama babaannemin has-

147 Elyssa Friedland

talığı neden Sam’in suçu oluyor ki?” diye sordu Evie. “Şey, Bette’ye göre, yumru tespit edildiğinde çoktan bir üzüm tanesi kadar olmuş,” dedi Fran. İkisinin de bakışları masanın üzerindeki seramik kâsede duran kırmızı üzümlere yöneldi. “Yani iki santimetrenin biraz altında.” “Ee?” diye sordu Evie, annesinin nereye varmaya çalış­ tığını anlamayarak. “Sanırım Bette, Sam’in, şey, bunu nasıl hissetmediğini anlayamıyor. Yani, işte, yakınlaştıkları sırada.” Fran kıpkır­ mızı kesildi ve gözlerini Evie’ninkilerden kaçırdı. Winston bir elini golf yakalı gömleğinin içine sokup rahatsız bir şe­ kilde ensesini kaşıdı ama Evie, adamın yüzündeki hafif te­ bessümü yakalamıştı. Sam, seni yaşlı serseri, diye düşünüyor olmalıydı. “Tanrım. Moruğun teki babaannemin memelerini mi el­ liyor? Sanırım onun temelli kuzeye taşınmasını sağlamalıyız. Hem nerede şimdi o?” Fran’in çenesi kasıldı. “Aslında Sam aramadığı için Bette biraz üzgün. Kanser olduğu için onu terk edebileceğini düşünüyor. Güya peşinde bir sürü kadın varmış.” Evie duyduklarına inanamayarak kafasını iki yana sal­ ladı. “Dur tahmin edeyim. Adamın kendi dişleri mi duruyor? Dur, dur, daha da iyisi, geceleri araba kullanabiliyor.” Winston kıkırdadı ama Fran’in yüzündeki kasvetli ifade değişmedi. “Şey, Bette’nin komşusu, Sam’i dün oradaki pek saygın olmayan bir kadınla dama oynarken görmüş.”

148 Aşk Burada Çekmiyor

Evie sonunda yuvarlak keklerden birini aldı. Koca bir ısırık aldı ama yutmakta zorlanınca yavaş yavaş çiğnemeye koyuldu. “Tamam, sanırım şimdilik Sam hakkında yeterince şey duydum. En azından bir süre bunlar bana yeter. Biraz daha tedavisinden bahsetsene.” “Yani tümörün alınması için kesinlikle ameliyat olması gerekecek. Onun ardından da kanserin lenf bezlerine yayılıp yayılmadığına bağlı olarak ya radyasyon tedavisi ya da ke- moterapi görecek. Cerrahla tanıştığında daha detaylı anlatır sana.” “Yani saçları mı dökülecek?” diye sordu Evie. Saçlarını devasa bigudilere sararak şekil veren kuaförüne yaptığı haf­ talık ziyaretlere çok önem veren Bette buna çok üzülürdü. “Pek emin değilim,” dedi Fran. “Kemo artık çok daha fazla gelişti. Görünüşe bakılırsa en kötü yan etkilerin bir kıs­ mını azaltmayı başarmışlar. Mide bulantısı o kadar şiddetli olmuyormuş ve saçların döküleceği de kesin değilmiş. Neyse ki. Bette, şey, bilirsin işte, o da benim gibi görünüşüne çok önem verir. Senin gibi değildir.” “Ne ima etmeye çalışıyorsun?” Şimdi de Winston, Fran’e, “laflarına dikkat et” bakışı attı. Fran bunu fark etmemişe benziyordu. “Tatlım, senin harika olduğunu düşündüğümü biliyor­ sun,” dedi Fran gözleri ışıldayarak, sanki kızının güzelliğin­ den kendine pay çıkarıyor gibiydi. “Ama şu an pijama­ larlasın. Ve günün ortasındayız. Ben sadece asla böyle bir

149 Elyssa Friedland

şey yapmayacağımı söylemeye çalışıyordum. Hem Bette’nin de nasıl olduğunu biliyorsun. Buraya gelmeden önce üstünü değiştireceğini düşünürdüm.” Evie uğraşmaya çalışsa da Lululemon taytının ve Juicy bluzunun pijama olmadığına ve oraya gideceğinden önceden haber olmadığı göz önünde bulundurulursa kıyafetinin gayet düzgün olduğuna Fran’i ikna etmesinin bir yolu olmazdı. Neden Bette de diğer büyükanneler gibi pastel renkli eşof­ manlardan giyemiyordu ki? Kendisine kanser teşhisi konul­ duktan bir hafta sonra nasıl bu kadar şık görünebiliyordu? Masum bir tavırla somurtup, “Ah, hasta babaannemi zi­ yarete gelmeden önce saçlarıma fön çektirmeyi unuttuğum için üzgünüm,” dedi. Winston durumu yatıştırmak istercesine araya girdi. “Hadi bu konuyu geçelim. Evie hayatında yeni ne var ne yok? İş arıyor musun? Firmanın seni işten çıkardığına hâlâ inanamıyorum. Fran piyasadan dolayı çıkardıklarını söyledi. Sanırım herkes bu durumdan mustaripmiş.” “Bende pek bir değişiklik yok. McQuilan’da bir iş fırsatı olduğunu okudum ama başvuracağımdan emin değilim. Baker Smith’te çalıştığım bütün o süre boyunca rahat tek bir nefes bile aldığımı sanmıyorum. Her zaman tepemde ya bir müşteri sorunu ya da yetişmesi gereken işler olurdu. O po­ zisyon için yarışıp durmak çok yorucuydu. Biraz dinlenmek istiyorum.” “Mantıklı,” dedi Winston. “Peki ya kurum içi danışman­ lığı düşünmüyor musun? Benim çalıştığım yerdekilerin ça-

150 Aşk Burada Çekm iyor lışma saatleri gayet düzgün görünüyor.” Winston orta ölçekli, kurumsal bir bankada fınansal planlamacı olarak çalışıyordu. Evie meslektaşlarından çoğunun, Baker Smith’tek inden daha iyi çalışma saatleri ve daha az bir maaş sunan benzer pozisyon­ lara geçtiğini görmüştü. Bu geçişlerden genellikle “yaşam tarzı” değişiklikleri olarak bahsediliyordu; Evie’nin eskiden ayak dirediği ama şimdi anlamaya başladığı bir şeydi bu. “Olabilir. Ama hemen bir şeylere dalmak istemiyorum. Bu arada aslında size söyleyeceğim ilginç bir şey var. Neden artık Baker Smith’te çalışmadığım da bu söyleyeceğim şeyle ilgili.” Fran ile Winston ona doğru yaklaştılar. “İnterneti kullanmayı bıraktım.” Bu duyurusuna drama­ tik bir tepki vermelerini bekledi. Fran ve Winston şaşırmış görünüyorlardı. “İnterneti kul­ lanmayı bırakmak nasıl oluyor?” diye sordu annesi. “Ayrıca neden?” diye ekledi Winston. “İnternet hayatımın büyük bir kısmını kaplıyordu. Üs­ telik iyi bir şekilde de değil. Saatlerce benim için hiçbir anlam ifade etmeyen insanlara bakıp düğün ve bebek fotoğ­ raflarım inceliyordum. İnsanların nerede yaşadıklarını, hangi okula gittiklerini, kimleri tanıdıklarını öğrenmeye çalışıyor­ dum. Aptalca bir zaman kaybıydı. Ayrıca da insanı depres­ yona sokuyordu. Bu yüzden internete girmeyi bıraktım. Artık e-postalarımı kontrol etmiyorum; hatta mesaj bile atmıyo­ rum. Facebook ve JDate’e de girmiyorum.” “Neden depresyona giriyordun ki?” diye sordu Fran en-

151 Elyssa Friedland

dişeli bir şekilde. “Evie sen harika birisin ve bunu göremi- yorsan gerçekten çok üzülürüm.” i “Ama anne bir düşünsene. İnsanlar internette ne payla­ şıyorlar? Sadece en iyi hallerini. Işıltılı fotoğraflarını, muh- j teşem tatillerini, ünlülerle ya da havalı etkinliklerde çekilmiş resimlerini, güneşli günlerde pahalı markalardan tişörtleriyle \ bisikletlerini süren çocuklarının videolarını falan. Kimse Fa- ' cebook’a şişman göründüğü bir resmini koymaz. Arkadaşla- nmdan hiçbiri YouTube’a eşleriyle ettiği kavgalardan birinin j videosunu paylaşmaya cesaret edemez. Ancak neşeli sürpriz \ partilerden görüntüler paylaşırlar. Bir tane kovulma twit'ine 1 karşılık on tane terfi haberi görürsün. Bunun asıl gerçeklik j olmadığını bilsem de ne zaman internete girsem moralim bo­ zuluyordu.” Winston ve Fran hâlâ afallamış görünüyorlardı. Bu ha­ berinin ne demek olduğunu tam anlamıyla kavrayamayacak bir nesilden geliyorlardı. “Sanırım anlıyorum,” dedi Winston sonunda. “Keşke kızlar kafalarını ara sıra o aptal telefonlarından kaldırsa. Bunny, onlan camdan aşağı atmak istiyor.” Gülümsedi. “Kız­ lan değil tabii, iPhone’larım.” Bunny, Winston’ın eski kansıydı. Evie onunla sadece birkaç defa karşılaşmıştı. Fran onun kasıntı takma adını kul­ lanmak istemediğinden ona Barbara diyordu; kadın Manhat- tan’da bir emlak komisyoncusuydu. Fran ona, Bunny’nin Winston’ı, şu anki kocası olan ve ev gösterdiği sırada tanış­ tığı Albert’la aldattığını anlatmıştı. Anlaşmanın imzalanma-

152 Aşk Burada Çekmiyor

siy ile evin satılışı arasındaki süre içinde Bunny Winston’dan ayrılmış ve Albert’la birlikte ona sattığı dairede yaşamaya başlamıştı. Birkaç yıl sonra da Beyaz İkizlerin daha çok alanı olsun diye Rye’a taşınmışlardı. Kızlar küçükken boşanma durumuna canları sıkılsa da büyüdükten sonra Albert’in ai­ lelerini dağıtmasını görmezden gelmeye başlamışlardı; ne de olsa adam Ralph Lauren’da üst düzey yöneticiydi ve kızlara yüklü indirim çekleri ve moda gösterilerine davetiyeler verip duruyordu. “Winston anlıyor!” dedi Evie heyecanla. “Online ran­ devulaşma sitelerindeki yetmiş beş ayrı profilime sürekli ola­ rak yeni resimler eklememden bahsetmiyorum bile! İlgi alanlarımı ve favori filmlerimi de ha bire değiştiriyordum. Sanki adamın teki Woody Ailen filmlerini sevdiğimi görüp benimle buluşmak için mesaj atacakmış gibi. Eh, ne durumda olduğumu görüyorsunuz.” Fran masanın karşısından uzanıp elini Evie’nin koluna koydu. “Evie, dediğim gibi, çok yakında biriyle tanışacaksın. Sadece erkeklerin biraz gözü korkuyor, senin onların çok üs­ tünde olduğunu düşünüyorlar bence.” “Teşekkürler anne. Seni kesinlikle referans gösterece­ ğim. Ama mesele o değil. Hikâyenin devamı da var. İnternet grevimi tetikleyen bir olay oldu. Ama şu an ondan bahsetmek istemiyorum.” Bugün zaten yeterince yorucu olmuştu, bir de Jack’ten bahsederek canını sıkamazdı. “İyi de bunun işinle ne ilgisi var?” diye sordu Fran. Evie derin derin iç geçirdi. “Şu kadarım söyleyebilirim

153 Elyssa Friedland

ki ortaklık komitesi gönderdiğim şahsi e-postaların sayısın­ dan hoşnutsuzdu ve açıkçası haksız da sayılmazlardı. Ama şu an bundan da bahsetmek istemiyorum. Hâlâ utanıyorum.” Neyse ki Winston ve Fran onu zorlamadılar. Sadece şaş­ kın, afallamış ve endişeli bir şekilde bakakaldılar. “Benden bu kadar bahsettiğimiz yeter. Sen hâlâ bodru­ mun tamiratına devam ediyor musun Winston?” dedi Evie, sohbeti devam ettirerek. Winston memnun bir şekilde bu değişikliğe uyum sağ­ ladı. “Evet, gerçi yeni elektrikli zımparamdan dolayı hafif bir yara aldım,” dedi Evie’ye gömlek kolunun altında gizli olan bandajı göstererek. “Annen benim kendi başıma açtığım ya­ ralardan birine daha pansuman yapmak zorunda kalırsa sa­ nırım çıldıracak.” Evie’nin bütün dikkati masanın üzerindeki bir kâğıt par­ çasına yoğunlaşınca Winston’m sesi azaldı. Bu, May’e gön­ derilmiş, Yale’den gelen bir mektuptu; sınıf seçme dönemi­ nin bittiğini açıklıyor ve onu seçilebilecek bütün derslerin açıklamalarının olduğu web sitesine yönlendiriyordu. Evie kendi katalogunun geldiği o dönemi hatırladı. O zamanlar katalog, olasılıklarla dolu kalın, mavi bir kitapçıktı. Kitabın her bir sayfasını kıvırdığını hatırlıyordu. Okul başladığında katalogu sarı yapışkanlı notlarla ve fosforlu çizgilerle dolu, karman çorman bir haldeydi. Sonuç olarak ders programında hiçbir sabah dersi yoktu ve cuma günleri de boştu. Deneyim­ lerle dolu yıllardan sonra bile Evie hâlâ o birinci sınıfa baş-

154 Aşk Burada Çekmiyor

layan, umut dolu kızdan pek farklı biri sayılmazdı. Hiç kim­ seye itiraf etmese de New York’un erkeklerle tanışmak için daha iyi bir yer olduğunu düşündüğünden Harvard yerine Colum- bia’yı seçmişti. Spor yapmak istediğindeyse evinden on blok uzakta olan Reebok Spor Kulübü’nü seçmişti ama burada birkaç tane amatör spor liginden takım çalıştığından, bir sürü genç ve profesyonel tip buraya akın ediyordu. Bütün bu stratejilerden dolayı feminizme ihanet ediyor­ muş gibi hissetmişti. Bir kereliğine de olsa bir şeyin tam zıd- dını yapmanın ne kadar iyi hissettirdiğini düşünerek keyif­ lendi. Sadece sanal dünyada da olsa erkeklerden uzaklaştığı için kendiyle gurur duydu.

155 YEDİNCİ BÖLÜM

Kapıdaki isimde M.D., PhD, AMA, ASA, CDC MPH* Prof. Dr. Edward Gold yazıyordu. Doktorun alfabetik açıdan nitelikli olduğu belliydi. Evie gelişini bildirmek için kapıyı hafifçe tıklattı. Uzun boylu, kumral saçlı doktor onu karşılamak üzere ayağa kalktı. Bronz teni, soluk renkli çillerle kaplıydı; yakın zamanda yaptığı bir tatilden kalan hediyeler gibi görünüyor­ lardı. Fark edilir biçimde gür, koyu renk kirpiklerinin çevre­ lediği mavi gözler yüzünde ön plana çıkıyordu. Evie, onun kırklı yaşlarda olduğunu tahmin etti. Daha yaşlı birini bekli­ yordu. Böylesine yakışıklı biriniyse kesinlikle beklemiyordu. Beyaz önlüğü yakasına kadar ilikli olduğundan sadece tu­ runcu kravatının düğüm yerini ve kahverengi pantolonunun alt kısımlarını görebiliyordu. Evie, kendi üzerindeki dizine gelen, sıkıcı kaşmir hırka, bununla uyumsuz bir tişört ve diz altına gelen yoga taytından oluşan kıyafetinden nefret etti. Randevu sabah sekizde olmasaydı belki doğru düzgün giyin­ mek için bir şansı olabilirdi.

* Amerikan tıp bilimi dünyasındaki akademik unvanları ve üyelikler, (ç.n.)

156 Aşk Burada Çekmiyor

Tokalaştıklarında Evie, onun elini sıkıca kavramasından memnun oldu. Tokalaşması, tıpkı bir cerraha yakışır şekilde sağlam ve netti, ama elleri tahmin ettiğinden daha büyüktü. Cerrahların daha ince ve narin parmaklan olduğunu düşün­ müştü hep. “Babaannem nerede?” diye sordu Evie. Doktorun kâğıt­ larla dolu ve Evie’de derhal düzenleme isteği uyandıran ma­ sasının karşısındaki iki sandalyeden birinde babaannesini göremeyince şaşırmıştı. Bir sürü dosya yığınının yanı sıra doktorun ofisi, temel ofis mobilyalan, sayısız diploma, ser­ tifika ve rafta kapalı duran bir beyzbol topu haricinde boştu. Odada iki tane resim çerçevesi vardı: Birinde, muhtemelen dört yaşlarında, timsah desenli beyaz bir elbise giymiş ve ka­ fasına büyük gelen bir saç bandı takmış melek gibi küçük bir kızın fotoğrafı vardı. Kız gülerek salıncakta sallanıyordu. Evie onun, doktorun kızı olduğunu tahmin etti. Diğer çerçeve ise doktora doğru dönük olduğundan Evie resmi göremedi. Muhtemelen karısının fotoğrafıydı. “Bette’yle dün telefonda konuşup ameliyatın detayla­ rından bahsettim. Nasıl hazırlanması gerektiğini, tedavisiyle ilgili neler beklemesi gerektiğini anlattım,” dedi Doktor Gold. Bette, Evie’ye doktorla yalnız buluşacağından bahset­ memişti. Evie, sabahleyin ikisinin birlikte doktorun ofisinde buluşmak üzere sözleştiklerinden gayet emindi. Şimdi bir de bütün bunlar yetmezmiş gibi babaannesinin aklını yitirme­ sinden endişe ediyordu.

157 Elyssa Friedland

“Ya, o halde ben gideyim mi?” dedi Evie kapıya doğru birkaç adım gerileyerek. Bu duvarda Doktor Gold’un Mt. Sinai Hastanesi’nde eğitmen olduğunu belgeleyen bir serti­ fika vardı, burası Stasia’nın kocası Rick’in ihtisasını yaptığı hastaneydi. “Yo yo. Kal lütfen,” dedi Doktor Gold. “Seni de bilgi­ lendireyim.” “Peki, teşekkürler,” dedi Evie tekrar koltuğa oturarak. Bilinçli bir şekilde saçmı kulağının arkasına attı. “Babaannen hayran olunası bir kadın. Kolay bir yaşam sürmediği çok açık. Babandan bahsetti. Bu durumun olması pek arzu edilmez, ama tıp dünyasında bununla çok sık kar­ şılaşırız. Başma gelen bu son sıkıntıyı da gayet normal kar­ şılamışa benziyor.” “İnanılmaz biridir,” diyerek ona hak verdi Evie. “Bana senden bahsetti. İkiniz belli ki çok yakınsınız.” Doktor Gold hafifçe gülümseyince dudaklarının kena­ rında virgül şeklindeki tebessüm çizgileri ve sol yanağında, bir meşe palamudunun sığabileceği derinlikteki gamzesi be­ lirdi. Adamın yüzündeki ifadeyi görünce Bette’nin onun hak­ kında ne anlattığını merak etti. Herhangi biri Evie’den kısaca bahsedecek olsa onun çekici, akıllı, sinirli ve hatta komik biri olduğunu söylerdi. Ama Bette’nin onu otuz saniyede tarif et­ mesi, bambaşka bir şekilde gerçekleşmiş olabilirdi. Evie ko­ nuşmanın şöyle gerçekleşmiş olmasından korkuyordu: “Doktor Gold, kanser olduğumu biliyorum, ama bana ger­ çekten yardım etmek istiyorsanız torunuma birini bulabilir

158 Aşk Burada Çekmiyor

misiniz? Yuva kurmak isteyen bekâr doktorlar tanıyor olma­ lısınız.” “Şey, umarım utanç verici bir şeyler söylememiştir.” “Sadece güzel şeyler söyledi,” dedi Doktor Gold ve bu defa daha belirgin bir şekilde gülmeye başladı. Evie muhte­ melen ikna olmamış gibi görünüyordu, çünkü doktor konuş­ maya devam etti: “Bana ne kadar zeki, esprili ve tatlı biri olduğunu söyledi. İşte Yahudi büyükannelerin söyleyeceği türden şeyler. Benimki herkese Princeton’ı birincilikle bitir­ diğimi söylüyor ki bunun gerçekle yakından uzaktan bir ilgisi yok.” “Sanırım hepsi birbirine benziyor,” dedi Evie gülerek. “Ameliyatla ve tedavi planıyla ilgili bana ne söyleyebilirsi­ niz? Bunu atlatacak mı?” Evie dizinin titrediğini fark edince sabit durmaya çalıştı. “Dediğim gibi, Bette çok cesur bir kadın. Açıkçası, size yük olmaktan daha çok endişe ediyor.” “Öyle olduğuna eminim,” dedi Evie kederli bir tavırla. “Bette’nin Florida’da yaptırdığı ultrason yardımıyla ya­ pılan biyopsisini inceledim. Babaannende infiltratif duktal karsinoma denen meme kanserinin en yaygın türünden var. Herhalde sen de araştırma yaptığın için bunu biliyorsundur.” Evie hiç araştırma yapmadığı için utandı, ama bunun se­ bebi ilgisizlik değildi en azından. Muhtemelen meme kanseri sitelerindeki bilgilerin aşın yüklenmesiyle sersemlerdi ve baktığı tek şey de potansiyel komplikasyonlar ve hayatta kalma istatistikleri olurdu.

159 Elyssa Friedland

“Kesinlikle tümörün cerrahi müdahaleyle alınması ge­ rekiyor. Bette’ye iki seçenek sundum. Lampektomide sadece tümörü ve etrafındaki dokuyu alıyorum, mastektomideyse bütün göğüs alınıyor,” diye açıkladı Doktor Gold. “Ameliyat sonrasındaki yardımcı tedaviler de farklı oluyor ve çoğu hasta bütün kanserli hücrelerin gittiğinden emin olmak için mastektomiyi tercih ediyor.” “Bette lampektomiyi seçti değil mi?” dedi Evie. Gold gülünce, gözlerinin etrafı çok tatlı bir şekilde kı­ rıştı. Evie onun gülüşünün bütün yüzüne yayılmasından çok hoşlanmıştı. “Haklısın. Ben buna şaşırdım. Onun yaşındaki çoğu kadm, eskiden tekrarlama riskini önleyen en etkili tedavi ola­ rak bilinen mastektomiyi yeğliyor. Neyse ki yeni araştırmalar radyasyon tedavisiyle desteklenen lampektominin de en az onun kadar etkili olduğunu ve hatta mastektomiden daha fazla hayatta kalma oranlarına sahip olduğunu gösteriyor. Hatta bu bulguları teyit edebileceğimizi umduğum bir takip çalışmasını yönetiyorum. Ama Bette ne olursa olsun bu ko­ nuda oldukça kararlıydı.” “Eh, bir erkek arkadaşı varmış. Ben de yeni öğrendim.” “Sam mi?” Tanrı aşkına, gerçekten de en son o mu öğreniyordu? “Adamımız Sam. Peki kitle alındıktan sonra ne olacak?” “Sana göğüs anatomisini biraz açıklayayım,” dedi Gold. Masasından kalkıp ona doğru birkaç adım attı. Bluzunun düğmelerini açması mı gerekiyordu?

160 Aşk Burada Çekmiyor

“Göğüs, koltukaltı an na sıvı taşıyan lenf bezleriyle çev­ rilidir,” dedi Evie’nin sandalyesinin arkasındaki duvarda asılı olan anatomi posterini işaret ederek ve başıyla Evie’nin de bakması için işaret etti. Öğretme aracı olarak onun vücudunu kullanacağını düşündüğü için Evie kendini tam bir aptal gibi hissetti. Evie yerinden doğrulduğunda Doktor Gold’un telefonu çaldı. “Affedersin, buna bakmam gerek. Önemli bir haber bek­ liyordum.” “Tabii ki,” dedi Evie duvardaki D ölçüdeki göğüs çizi- minden uzaklaşarak. “Ben Edward Gold,” dedi telefonu yüzüyle omzu ara­ sına sıkıştırarak, bir taraftan da masasının üzerindeki kâğıt yığınlarını karıştırıyordu. Bilgisayarının yanındaki gözlük­ lerini takmak için bir an duraksadı. “Bu kadar çabuk aradığınıza sevindim,” dedi. “Tabii ki, tabii ki... Evet, evet, önümüzdeki ay Washington’a gelebili­ rim,” diye yanıt verdi yüzünde kocaman bir tebessümle. “Bu harika bir haber. Spektral karyotipin ana çözüm olduğuna ka­ tılıyorum.” Doktor Gold, boştaki elini gür, kirli san saçlarının araşma daldırıp çılgın profesör tarzında karıştırdı. “İlk deneme çok başarılıydı... Buna müteşekkirim... Evet, Tamoxifen çalış­ ması ilerleti lebi lir. Ekibim çok heyecanlanacak... Ulusal Sağlık Enstitüsü’nün ofisleri, tabii ki. Aradığınız için teşekkürler.” Doktor Gold telefonu yerine bırakıp tekrar Evie’nin ya­ nına geldi.

161 Elyssa Friedland

“Affedersin. Neyse, az evvel dediğim gibi kitleyi aldı­ ğımda sıvı aktaran ilk lenf bezini de alacağım ve kanserli hücre var mı diye test yapacağım. Ameliyattan sonra kanse­ rin lenf bezlerine yayılmadığı sonucuna varacağımızı yürek­ ten diliyorum.” Masasına dönmek yerine Evie’nin yanındaki koltuğa oturdu. Evie onun yanında kendini önemli biri gibi hissedi­ yordu, özellikle de hiçbir açıklama yapmadığı o gizemli te­ lefon konuşmasından sonra. “Evie, Bette’nin bununla savaşmasına yardım edece­ ğim. Sloan’da birinci sınıf doktorlar onunla ilgileniyor. Senin sadece rahatlamanı ve ona destek olmanı istiyorum. Aynca ben her zaman buradayım. Aklına bir şey takılırsa ne zaman istersen beni arayabilirsin,” dedi. Doktor Gold, ameliyatın önemli detaylarından bir kıs­ mını daha anlattı ve Bette’nin iyileşmeye dair ne beklemesi gerektiğini açıkladı. Evie, internet tıbbındaki uzmanlığıyla onu alt etmeye çalışmayıp söylediklerini sessizce dinlediği için Doktor Gold’un memnun olduğunu tahmin etti. Stasia ve Rick’in, insanların WebMD ve MedicineNet’i inceleyip sonra doktor kesilmelerine nasıl deli olduklarını biliyordu. “Yaptıklarınıza gerçekten minnettarım.” “Benim işim bu.” “Bir mahsuru yoksa neden bu uzmanlığı seçtiğinizi so­ rabilir miyim?” diye sordu tamamen konu dışı bir sorgula­ maya döndüğü için şaşırarak. Adam az önce Ulusal Sağlık Örgütü’yle telefonda görüşmüştü. Neden Evie’nin gözü

162 Aşk Burada Çekmiyor

korkmamıştı ki sanki? Ona ayırdığı zamana saygılı olması gerektiğinden bahsetmiyordu bile. “Tıp fakültesindeki kız arkadaşım meme kanserinden öldü. Kalp cerrahı ya da belki de nörolog olacağımı falan dü­ şünüyordum. Ama o yirmi sekiz yaşında ölünce yolumu de­ ğiştirmeye mecbur hissettim. Ayrıca ondan bir yıl önce de bir teyzemi meme kanserinden kaybetmiştim. Bu hastalık her yaştan, her geçmişten kadını, hatta erkekleri bile etkiliyor.” “Ah, çok üzgünüm. Çok acı bir kayıp olmalı.” “Korkunçtu,” dedi. “Bir sürü hastayla ve aileleriyle ilgile­ niyorum, ama hiçbiri bana neden bu işi yaptığımı sormamıştı.” “Ya,” dedi Evie, adamın onu sorgulaması hakkında nasıl hissettiğinden emin olamadı. “Umarım sorun olmamıştır, Doktor Gold.” “Hiç sorun yok, seninle konuşmaktan keyif aldım,” dedi. “Bu arada lütfen bana Edward de.” “Olur, derim,” dedi Evie ama bunu yapabileceğinden emin değildi. “Yani sevdiğim birini kaybetme deneyiminin hastalarla çok daha iyi bir iletişim kurmamı sağladığına inanıyorum,” dedi. “Kesinlikle anlıyorum. Ben de işten yeni kovuldum ve şimdi işsiz insanları eskisinden daha iyi anlıyorum,” dedi Evie. “İnsani deneyim meselesi.” Ne saçmalıyordu böyle? “Peki bu senin kızın mı?” diye sordu Evie rafındaki fo­ toğrafı işaret ederek.

163 Elyssa Friedland

“Evet. Olivia dört yaşında,” dedi Gold ve gözle görülür bir şekilde eridi. “Çok tatlıdır. Ayrıca şimdi de gayet iyi durumda.” “Şimdi” derken neyi kastediyordu? Yoksa o da mı has­ taydı? “Harika bir kız. Senin gamzeni aldığını görüyorum,” dedi Evie. “Çocukları çok severim,” diye ekledi gereksiz bir şekilde. Ama gerçekten de hem küçük çocukları hem de be­ bekleri çok severdi, özellikle de şişko, tombul bacaklı ve kat kat kolları olanları. Caroline’ın küçük kızının yanakları pamuk şekeri gibi yumuşak ve kaymak gibi pürüzsüzdü, üs­ telik de insan onları ısırmamak için kendini zor tutuyordu. “Hayattaki en güzel şey,” dedi doktor ve Evie, onun gö­ rüşlerinin sadeliği karşısında mest oldu. “Ah, ayrıca gurur verici diplomalarının arasında Mt. Si- nai’de ders yerdiğini gördüm.” Evie arkasındaki sayısız La­ tince sertifikayla dolu çerçeveleri işaret etti. Edward gözle görülür biçimde kızarmıştı. “Arkadaşımın kocası orada eği­ tim aldı. Rick Howell. Onu tanıyor musun?” “Evet. Rick’le ilk eğitmenlik deneyimimde, cerrahi se­ minerimde tanışmıştık. Arkadaşının kocası mı Rick? Evli ol­ duğunu bilmiyordum.” “Evet, üniversiteden en yakın arkadaşımla üç senedir falan evliler. En mükemmel çift onlardır. Hatta bu biraz sinir bozucu.” Evie bunu daha önce yüksek sesle dile getirme­ mişti, ama bu düşüncenin beyninin ön lobuna uzun bir süre­ dir yerleştiği doğruydu. Bunu ortaya dökmek için ne de saçma bir zaman ve mekândı.

164 Aşk Burada Çekmiyor

“Mükemmel olduklarından şüpheliyim.” “Yo, inan öyleler,” dedi Evie sohbetlerinin böylesine başka bir yöne kaymasına şaşırarak. “Sanınm babaannene benziyorsun,” dedi Doktor Gold, tekrar konuyu değiştirerek. “Gerçekten mi?” diye sordu Evie, seksenlik biriyle kar­ şılaştırıldığı düşünülünce şaşırtıcı biçimde memnun olmuştu. “Evet, yeşil gözler,” dedi Gold, gerçi artık ona bakmı­ yordu. Dosya dolabından aldığı hasta çizelgelerine bakmakla meşguldü. “Aynı genler,” dedi Evie ve sonra bir tıp uzmanına ba­ baannesiyle aynı DNA’yı paylaştığını söylediği için kendini aptal gibi hissetti. “Sırası gelmişken,” dedi Evie, “Sence ben de muayene olmalı mıyım? Yani kitle var mıdır diye?” Şimdi Doktor Gold gözlerini doğrudan onun yüzüne dikmişti, Evie göğüslerinden bahsettikten sonra onun alt kıs­ mına bakmaktan korkuyor gibiydi. “Eğer endişeliysen tabii muayene olmalısın. Gerçi bence kırk yaşına kadar bekleyebilirsin. Otuz beş yaşına gel­ diğinde temel bir mamogram çektirmek faydalı olabilir.” “Bette hastalandığı için aslında epey endişelendim. Kendi kendime kontrol etmeye çalıştım ama nasıl yapılaca­ ğına dair hiçbir fikrim yok. Sen muayene edebilir misin?” diye sordu Evie. “Yani tabii ki randevu alacağım.” Evie, beleş bir muayene yaptırmak istediğini düşünmesini istemi­ yordu.

165 Elyssa Friedland

“Şey, bu pek iyi bir fikir değil,” dedi. “Ama sana mü­ kemmel birini tavsiye edebilirim.” “Ah tabii. Anlıyorum.” Belki de ondan göğüs muaye­ nesi istemek Annie Leibovitz 4* sokakta durdurup bir fotoğ­ raf çektirmek gibiydi. “Yapacak daha önemli işlerin oldu­ ğunu biliyorum.” “Hayır, ondan değil,” dedi. “Genellikle önerdiğim dok­ torun kartını vereyim sana. Ama bence endişelenmene gerek yok. Bette’nin yaşı düşünüldüğünde hastalığında genetik bir faktör olduğunu sanmam.” Evie rahatlayıp onun masasından bulduğu kartı aldı ve eskiden ders kitaplannı koyduğu devasa Columbia Hukuk Okulu çantasının içine attı. Gold’un, okuduğu okulun adım görmüş olmasını umdu çünkü konuşmaları sırasında bir sürü aptalca şey söylediğini sanmıyorum. “Bette’nin söylediğinden eminim ama bir kez daha ha­ tırlatayım. Ameliyat üç hafta sonra, 6 Ekim’de. İlk boşluğum buydu.” “Bu kadar geç mi?” diye sordu Evie şaşırarak. “Daha erken yapmanın imkânı yok mu?” Doktor Gold işinin ehli biri gibi görünüyordu ve kesinlikle yakışıklı olduğuna da şüphe yoktu, ama tümörü mümkün olduğunca kısa sürede al­ dırmak daha mantıklı değil miydi? “Bette birkaç cerrahla görüştü ama beni seçti. Maalesef daha önceden ayarlanmış ameliyatlarım var. Merak etme, tü­ mörün alınması için Bette’nin üç hafta beklemesinde hiçbir

* Ünlü Amerikan portre fotoğrafçısı, (ç.n.)

166 Aşk Burada Çekmiyor

tehlike yok,” dedi. “Hastalar belli bir doktoru istediklerinde ya da bazen kendi iş programlan sebebiyle beklemeyi tercih edebiliyorlar.” Bu son söylediği şey, Evie’ye Patricia Douglas’ı, sadece yedi yıl çalıştıktan sonra ortak olarak şirketin yönetim, or­ taklık ve işe alım komitelerindeki en genç üye olan, Baker Smith’in hukuki ihtilaf ortağı, Patricia Dougles’ı düşün­ dürdü. Şirket içindeki yükselişi şüphe götürür nitelikteydi. Patricia, kendisine meme kanseri teşhisi konulmasına rağ­ men ameliyat olmadan önce bir davanın bitmesini bekler miydi? Kesinlikle. Sırf bu düşünce bile Evie’nin o şirketten ayrıldığına memnun olmasını sağladı. “Pekâlâ o zaman Doktor Gold, ekimde görüşeceğiz sa­ nırım,” dedi Evie ama koltuğundan hâlâ kıpırdamamıştı. Sohbetlerinin bitmesine hazır değildi, ama ziyaretini uzata­ cak bir şey sormak da aklına gelmiyordu. Herhalde bir erkeğin yanında olma hissini özlemişti. Ofisindeki, zevkine flört ettiği erkekleri özlemişti. Her ne kadar bu işte pek iyi olmasa da biriyle buluşmayı bile özle­ mişti. Arkadaşlarıyla sohbet etmek onun için çok kolaydı, hi­ kâyeler ve fikirler paylaşmak onun için çocuk oyuncağıydı. Ama randevularda, özellikle de ilk buluşmalarda ne kadar şey konuşması gerektiğinden hiçbir zaman emin olmazdı. Bazen bilgi edinmeye girişirdi ve karşısındaki adam genel­ likle sorgu odasının sıcak ışıkları altında terleyen şüpheliler gibi görünürdü. Bazen de abuk sabuk gevezelik ederek donuk gözlerle kendisini izleyen adama yaşamöyküsünü an-

167 Elyssa Friedland

latırdı. Bu ikisinin de parlak bir sonuç verdiğini görmemişti. Yaşamöyküsünü tamamen yabancı birine özetlemeyeli birkaç ay olmuştu. Gürültülü bir barda yan yana ya da trend olmuş bir restoranda karşılıklı oturup aralarında hiç oluşma­ yan kıvılcımları beklemeyeli epey zaman geçmişti. Genel­ likle bir buluşmadan eve bitkin bir şekilde döner, yatağına tırmanır ve hatalarını gözden geçirirdi. Beklentilerinden, ha­ zırlanmasına, sohbetlerden evdeki tekrara kadar bütün süreç dayanılmaz olurdu. Buluşmalar dünyasının bu cehennem gibi işkencelerine rağmen nasıl olur da bir randevuyu özlerdi? Doktor ayağa kalktı. “Viziteye çıkmam gerek,” dedi. “Ama kartım burada. Ne zaman istersen beni arayabilirsin.” “Çok teşekkür ederim. Beni de herhangi bir gelişme olursa, bir karar verilmesi falan gerekirse haberdar edersen sevinirim. Babaannemin buna karşı çıkacağını sanmıyorum.” “Tamamdır. Seninle tanıştığıma gerçekten çok sevin­ dim. Bu şartlar altında olduğu için üzgünüm, ama umarım yakında tekrar görüşürüz.” “Zaman ayırdığınız için çok teşekkürler, Doktor Gold,” dedi Evie. “Edward de lütfen,” dedi doktor ve koca gamzesi tekrar sahneye çıktı.

Evie eve döndüğünde kendini Doktor Gold’u düşünür­

168 Aşk Burada Çekmiyor

ken buldu. Ondan şaşırtıcı derecede etkilenmişti, o kadar ki Bette hakkında sorması gereken bir sürü şeyi unutmuştu. Ba­ baannesinin tedavisinin ne kadar süreceğini, bunun şimdiden belli olup olmadığını falan bilmiyordu. Aynca hayatta kalma oranlan hakkında da konuşmamışlardı. Belki de Evie bilinç­ altında bu soruyu sormaktan kaçınmıştı. Stasia’yı aramaya karar verdi. Stasia, Alzheimer üzerine araştırma yapıyordu ama meme kanseri hakkında Evie’den daha çok şey bildiği kesindi. Evie onu işyerinden aradı, ama araştırma asistanı onun hasta olduğu için işe gelmediğini söy­ ledi. Evie bu defa evden aradı ve telefona Rick cevap verince şaşırdı. “Evie selam. Sesini duyduğuma sevindim. Nasılsın?” “Fena değil. Stasia orada mı?” Rick yanıt vermeden önce bir an duraksayınca Evie dai­ renin içinde gezinen ayak seslerini duydu. “Hayır, Boston’daki kız kardeşini ziyarete gitti.” “Ha, öyle mi? Laboratuvardan hasta olduğunu söyledi­ ler. Neyse. E, peki sen bu saatte evde ne arıyorsun? Artık kimsenin sinüsleri akmıyor mu yoksa?” Rick bir an bile tereddüt etmedi. “Dün gece incelediğim bazı hastaların çizelgelerini evde unutmuşum. Şimdi ofise geri döneceğim. Sesin iyi gelmiyor, Evie. Yardımcı olabile­ ceğim bir şey var mı?” Evie bir an duraksadı. Stasia orada değilken Rick’le ko­ nuşmaya alışık değildi, ama uygunsuz hiçbir yanı da yoktu. “Babaannem Bette meme kanseri oldu. Bayağı korkmuş

169 Elyssa Friedland

durumdayım. Zaten yaşlandığını biliyorum ama hâlâ onu kaybetmeyi düşünemiyorum bile.” Evie gözlerine yaşların dolduğunu hissetti ama güçlü durmaya zorladı kendini. “Bi­ liyorsun babamı üniversitedeyken kaybettim. Yeterince ka­ yıpla baş etmek zorunda kaldığımı düşünüyorum. Bu hiç adil değil.” “Öncelikle babaannenin iyi olacağından eminim. Benim uzmanlığım değil ama açıkçası meme kanseri erken teşhiste genellikle tedavi edilebilir bir hastalık. Bir şeye ihtiyacın olursa ben buradayım.” Bu cümleyi duymak - “Evie, senin için buradayım”- içini acıttı, asıl olarak böyle bir rahatlamaya ihtiyacı vardı çünkü. Sırtım sıvazlayacak güçlü ellere. Her zaman onu dinlemeye hazır bir kulağa. Dudağını ısırması ve güçlükle yutkunması yeterli gelmemeye başlamıştı. Zorla derin bir nefes aldı. “Erken teşhis edilmemiş,” dedi Evie sonunda gözyaşla­ rını tutamayarak. “Benim için endişelenmekten son üç yıldır mamogram çektirmemiş.” “Bunun doğru olmadığından eminim. Baksana Evie, bence yalnız kalmamalısın. Batı Yakası’ndasın değil mi? Co­ lumbus Bulvan’nın dışında miydin? İstersen birazdan gele­ bilirim. Ya da dönünce Stasia gelebilir.” En azından Rick için, dışarı çıktıklarında ara sıra onlara takılan, karısının üniversite arkadaşı olmanın dışında bir anlam ifade ediyordu. Yine de bu isteğe direndi. “Teşekkür ederim, çok düşüncelisin. Ama ben iyiyim. Gerçekten.” Rick itiraz etti ve Evie de neredeyse ona izin ve-

170 Aşk Burada Çekmiyor

recekti ki Rick’in çağn cihazı çaldı. Rick ondan bir dakika izin isteyince de tek başına daha iyi hissedeceğine karar verdi. “Evet, geri geldim,” dedi Rick. “Ama ofise dönmem gerek. Sana yardımcı olabileceğim başka bir şey var mı?” “Aslında bir şey daha var. Doktor Edward Gold’la ilgili ne biliyorsun? Şimdi onun ofisinden geldim ve birbirinizi ta­ nıdığınızı söyledi.” “Gold mu? Evet, cerrah olan. Laparoskopi nöbetinde bizden küçük bir grubu yönetmişti. Gerçekten zeki bir adam. Aynca çılgınca bağışlar alıyor. Başkanlık Bilim Danışma Konseyi için final listesinde olduğuna da eminim. Aynca hoş bir adam. Programına alabildiği için Bette çok şanslı.” Rick’in, babaannesinin ismini söylemesi tuhaf bir şe­ kilde samimi geldi. Hani şu çok gurur duydukları hastaya yaklaşım meselesinden kaynaklanıyor olmalıydı. Stasia tıp fakültesinde bunun için bir ders bile olduğunu söylemişti. Doktor Gold’un kendisine gösterdiği ilginin özel bir şey ol­ madığını hissetti. Herhalde hastalarla ailelerini rahat hisset­ tirmek için formalite icabı böyle davranıyordu. En azından Doktor Gold’un yaptığı telefon konuşmasının ne anlama gel­ diğini anlamıştı. Yeni bir bağış almış olmalıydı. “Gold harikadır,” diye devam etti Rick. “Birkaç defa ka­ rısıyla bebeğinin onun derslerine katıldığını hatırlıyorum. Çok tatlılardı.” “Harikaymış,” dedi Evie; gerçi Rick, doktorun karısın­ dan bahsedince nedense kendini berbat hissetti.

171 Elyssa Friedland

“Benim ofise geçmem gerekiyor Evie, cep numaramı yazsana.” Evie bir parça kâğıt ve bir kalem alıp telefon numarasını yazarken onu kullanacağını hiç sanmıyordu. “Teşekkürler R ick.” “Her zaman. Ah, Stasia’ya da seni aramasını söylerim.” Rick çok nazik davranmıştı ama Evie mutfak telefonu­ nun ahizesini yerine bırakırken kendini öncekinden daha da kötü hissediyordu. Tek düşünebildiği, hayatında ona destek olacak bir sevgilisi olsaydı, babaannesinin hastalığını ve kendi profesyonel problemlerini çok daha kolay atlatabile­ ceğiydi. Stasia, ne olursa olsun -ister laboratuvarda bir terfi kaçırmış olsun, ister metroda küpesini kaybetmek gibi önem­ siz bir şey olsun- Rick’e sırtım yaslayabiliyordu. Evie’nin de dostlan vardı ama onlara sonsuza dek bel bağlayamazdı öyle değil mi? Ya işleri, çocukları ve eşleri arasında koşuş­ turdukları yoğun yaşantıları üniversitedeyken kurdukları kuvvetli bağı gölgede bırakmaya başlarsa ne olacaktı? İşte o zaman, Evie ne yapacağını kestiremiyordu.

172 f

SEKİZİNCİ BÖLÜM

Günler geçti ama Stasia, Evie’nin aramasına geri dön­ medi. Hem bu hem de laboratuvara gitmemesi, Paurun dü­ ğünündeki açıklaması sebebiyle Evie, Stasia’nm hamile olduğunu düşündü. Evie bunu bir süredir bekliyordu. Daha doğrusu buna hazırlanıyordu. Şimdi her şey daha netlik kazanmıştı. Rick, günün o saa­ tinde karısıyla ilgilenmek için eve gelmişti. Stasia, Bos­ ton’daki pasif-agresif kız kardeşinden nefret ederdi. Durduk yere hafta ortası onu ziyarete gitmesinin imkânı yoktu. Rick de eve incelemek için hasta çizelgelerini falan getirmemişti. Stasia içinde bir cenin taşıyordu ve Rick’le birlikte doktora gitmiş, kanepede oturup bebek isimleri kitaplarına bakmış, duvar kâğıdı seçimleriyle ilgili olarak şakacıktan atışmış- lardı; gün ortasında evde olmalarının sebebi işte buydu. Rick’in kendisini ziyarete geleceğini düşünerek nasıl da aptallık etmişti. Stasia tuvalette kusarken onun sırtını düzelt­ mek -fazla dik olmayacak şekilde- ve san saçlannı tutmakla

173 Elyssa Friedland

meşguldü. Muhtemelen konuşmaları sırasında, Stasia’ya Evie’den bir türlü kurtulamadığını göstermek istercesine gözlerini falan devirmişti. Stasia hamileliğini açıkladığında -muhtemelen ilk üç aylık dönem geçinceye kadar gizli tutardı- her şey ortaya çı­ kacaktı. Evie, aralarındaki tek bekâr ve işsiz kişi olmakla kal­ mayıp aynı zamanda da tek çocuksuz olacaktı. Caroline’ın şimdiden iki küçük kızı ve bir beyzbol takımı oluşturacak kadar çok üvey çocuğu vardı. Tracy kasımda doğuracaktı. Stasia’nın da baharda doğum yapacağını hesapladı. Mayıs­ taki otuz beşinci yaş gününü kutlamak için ne de harika bir şey olacaktı. Doğum günü muhtemelen Stasia’nın bebeğinin vaftizine ya da Caroline’ın kızlarından birinin doğum günü partisine falan denk gelirdi. Diğer herkes pastanın tadını çı­ karıp kameralara gülümserken Evie bir köşede plastik bıçak­ larla bileklerine dikey kesikler atıyor olurdu. Gerçi Caroline ve Jerome, Eloise tarzı doğum günü partileri için genellikle Plaza Palm Court’u kiraladıklarından muhtemelen gerçek bı­ çakla bu işi yapabilirdi. Evie ağırbaşlı, derin bir nefes aldı. Aslında şu anda bir çocuğu olması için yanıp tutuşmuyordu. Ama bunun, pek de uzak olmayan bir gelecekte yapmak istediği şey olduğunu biliyordu. Jack’le evlenmiş olsaydı şimdiye kadar seve seve bir yuva kurmuş olurdu. Zaten gençken, riskler daha düşük­ ken hamile kalmak daha iyiydi. Evie, Jack’le tanışmadan bir­ kaç yıl önce internette gördüğü bir şeyi hatırladı. İşyerinde, Match.com’u incelerken ekranında bir reklam sayfası açıl­

174 Aşk Burada Çekmiyor

mıştı. “YUMURTALARINIZI DONDURUN!” diyordu reklamda. İlk tepkisi bunu kapamak olduysa da bir şekilde daha küçük harflerle yazılmış açıklamayı okudu: “Otuz yaşını geçtiğiniz ve Doğru Kişi yle henüz tanış­ madığınız için endişeleniyor musunuz? Bir aile kurmak ama hamile kalmak için geç kalacağınızı mı düşünüyorsunuz? Sizin İçin bir çözümümüz var. YUMURTALARINIZI DONDURUN! Zamanı geldiğinde, kaç yaşında olursanız olun sağlıklı bir hamilelik yaşamanız için daha genç halinizden gelen taze yu­ murtalar sizi bekliyor olacak!" O dönemde Evie buna çok öfkelenmişti. Görünüşe ba­ kılırsa Match.com’ la işbirliği içinde olan bu şirket ne cüretle onun profilini inceler ve yumurta dondurma kandırmacası için onu seçerdi? “İyi” yumurtalara ihtiyaç duyduğunda ne yapacaklardı yani? Mikrodalgada mı ısıtacaklardı? Ama şimdi, yani üç yıl geçtikten sonra ve Evie hâlâ bir aile kurmanın ya­ kınında olmadığından bu hizmet hakkında daha çok bilgi edin­ miş olmayı tercih ederdi. Onun şansına, evleninceye ve hamile kalıncaya kadar yumurtaları salmonella kapmış olurdu. O anda bilgisayarını özledi; üstelik sadece yumurta don­ durma işleminin detaylarını öğrenmek için değil. Yapacağı daha pek çok araştırma vardı. 1) McQualin’in Birleşme ve Satın Alma departmanı hakkında daha çok bilgi edinecekti; 2) Luke Glasscock’ın ülkeyi terk edip etmediğini öğre­ necekti; 3) Jack ve karısının nerede oturduklarını (Jack’ın ısrarla

175 Elyssa Friedland

“daire” dediği West Village’tâki asansörsüz stüdyoda yaşıyor olabilirler miydi?) bulacak ve tesadüfen oradan geçecekti, en önemlisi de; 4) Bankada kaç parası kaldığını öğrenecekti. Ne kadar parası kaldığına dair belli belirsiz bir fikri vardı, tutumlu davranırsa altı aylık kirayı ve diğer giderleri karşılamaya yetecek kadar kalmış olmalıydı. Tabii bunları söylemek, yapmaktan daha kolaydı. Son sekiz yıldır aynı so­ kaklarda gidip geldiği ve C treniyle Manhattan’ın yeraltı dünyasına indiği toplu taşıma araçlarını artık kullanmadığı için para harcama seçenekleri sonsuzdu. Ama keyfi harca­ mak için yeterince parası olmadığından şehrin şık mağaza­ larının ancak vitrinlerine bakmak zorundaydı. Bu araştırma isteklerinin yanı sıra sadece internetin gi­ derebileceği birtakım özlemleri daha vardı. Bilgisayarını göle fırlattığında, Stasia karşısında epeyce önde olduğu Words with Friends kelime oyununu da ardında bırakmıştı. Ayrıca Net-a-Porter’daki açgözlü bir şekilde doldurulmuş alışveriş sepetindeki indirim ürünlerinden de olmuştu. Ayrıca New York’lu senatörlerin kim olduğunu da hatırlayamıyordu ama utançtan bunu kimseye de soramazdı. Bilgisayarı olmadan bunu nasıl öğrenecekti ki? Belki kütüphaneye gidebilirdi. Ama internet olmadan kütüphanenin nerede olduğunu da bil­ miyordu; tabii 42. Cadde’deki, giriş kapısını devasa aslan heykellerinin koruduğu New York Halk Kütüphanesinin ür­ kütücü ana binası hariç. Stasia’nın hamile olması fikrinden rahatsız olmuş ve yu-

176 Aşk Burada Çekmiyor

l murta dondurma prosedürüne dair detaylı bilgi edinememek- ten dolayı kızgın bir halde kendini yatağa atıp hayata iyi ta­ rafından bakmaya karar verdi. Yani suşiyle. İşte buydu. Hamileler çiğ et yiyemezlerdi. Ama o yiye­ bilirdi. Favori Japon restoranı Hanı’yu aramak için telefona uzandı. Jack oradan asla sipariş vermek istemezdi, sürekli onların yaratıcılıktan uzak oldukları konusunda dırdır eder, bütün “zincir” restoranlarla alay ederdi. Evie neyse ki ezberinde olan Haru’nun numarasını çe­ virdi. “Selam, sipariş vermek istiyordum.” “Kaç kişilik?” “Bir. Bir somonlu-avokadolu rulo, bir yılan balıklı rulo, bir baharatlı ton balıklı rulo ve üç parça da ton balıklı suşi, bir de salata.” Bir anda, Jack salatasındaki avokado dilimle­ rinin sunumlarını eleştirmeksizin suşi yiyeceği için bir anda kurt gibi acıkmıştı ve kendinden geçmişti. “Bir kişi mi dediniz?” Evie iç geçirdi. “Evet, bir kişilik. Ne kadar tutuyor?” “Kırk sekiz dolar, on altı sent.” Evinde tek başına bir öğle yemeği için biraz yüksek bir fiyattı bu. Evie birazını eksiltmeye karar verdi. “Hangi balıktaki cıva oranı daha yüksekti? Yılan balığı mı, somon mu yoksa ton balığı mı?” “Bir cıva rulosu daha istiyorsunuz. Şimdi toplam elli beş dolar. On beş dakikada orada olur.”

177

L Elyssa Friedland

“Hayır, hayır. Cıva rulosu istemiyorum. Hangi balığını­ zın cıva seviyesinin yüksek olduğunu sormuştum. Yılan ba­ lığı mıydı?” “Tamam, bir tane daha yılan balığı rulosu istiyorsunuz. Altmış bir dolar. Teşekkürler.” Kadın telefonu kapadı ve Evie oldukça pahalı, cıva yüklü yemeğini beklemek üzere daire­ sinde yapayalnız kaldı. Google olmadan yaşam listesindeki gıcık durumlara, balıklardaki cıva seviyesine bakamamayı da ekleyebilirdi şimdi. Bilgisayarsız olmanın getirdiği gittikçe artan sorunları görmezden gelmek Evie için şüphesiz ki git gide zorlaşı­ yordu. Ama yine de bu internet perhizine devam edeceğinden emindi. Ne kadar yavaş olsa da interneti bırakmak zihnini arındırıyordu, tıpkı kıvırcık lahana suyunu içmenin vücuduna detoks yapması gibi. Zihninden bir torbadan süzülen serum gibi geçip duran Facebook ileti akışı olmaksızın, yıllardır hiç olmadığı kadar özgür hissediyordu. Alice SaltzTn (dudakları ortaklardan Bili Black’in kıçına yapışık gezen Baker Smith’ teki dalkavuk çalışanlardan biri) ilişki durumunu nişanlıya çevirmesinden ve Harry Shamos’un (Evie’yi mezuniyet ge­ cesinden önce terk eden lisedeki eski sevgilisi) ‘Shamos İkiz­ leri - 6. ay’ adlı fotoğraf albümüne yeni resimler ekleme­ sinden özgürleşmişti. İletilerini dikkatle ölçüp tartmak zo­ runda hissetmekten özgürleşmişti. İnsanlar hakkında, öğren­ memesinin daha iyi olacağı bilgileri keşfetmekten özgürleş­ mişti. Yeni sevgili bulmak için girilen cilalı randevu sitele­ rinden de kurtulmuştu. Ve bütün bunlar en azından bir süre

178 Aşk Burada Çekmiyor

daha New York’lu senatörlerin kim olduğunu öğrenmeme­ sine değerdi.

Tracy’nin hamileliği ayyuka çıkmıştı; bombeli kamı git­ tikleri her yerde insanların ilgisini ve dokunma isteğini uyandı­ rıyordu ve E vie, Stasia’mn da bebek bekleyip beklemediğini merak edip duruyordu. Bütün arkadaşlarının bebekten haberdar olduğunu ama sinirinin bozulacağını düşündüklerinden ondan sakladıklarını düşününce kamına bir sancı saplanıyordu. Arka­ daşlarına karşı çoğu zaman güçlü görünmeye çalışıyordu, ama kimi kandırıyordu ki? Jack’le ayrıldıkları andan itibaren çok daha keyifsiz bir ruh haline bürünmüştü ve bunu gizlemek için yaptığı gönülsüz çabalar da pek ikna edici sayılmazdı. Bir hafta boyunca merak içinde kendine işkence ettikten sonra havayı koklamak için Caroline’ı aramaya karar verdi. Caroline’ın evindeki telefonu tamdık aksanlı bir kadın açtı. “Michael’lann evi buyurun?” Evie, arkadan gelen kızların gülüşlerini ve Jerome’un, “Kaçsanız iyi olur yoksa sizi yakalayacağım!” diye bağırışını duydu. Bir Wall Street titanının ufaklıklarla birlikte maska­ ralık ettiğini düşünmek çok tuhaftı. “Caroline’la görüşebilir miyim? Ben Evie Rosen.” Ken­ disini tanıtmak zorunda kalmak sinir bozucuydu ama o ken­ diliğinden söylemese kadın, “Kimin aradığını söyleyeyim?” diyecekti.

179 Elyssa Friedland

Kâhyanın, “Bayan Michaels, Bayan Rosen arıyor. Mü­ sait misiniz?” dediğini duydu. Lanet hizmetçi bile onun evli olmadığını biliyordu. Caroline ve Jerome muhtemelen dört ciltlik evlilik albümlerinin sayfalarını çevirirlerken bahtsız bekâr arkadaşları Evie’den bahsediyorlardı. Ayrıca şu, “Bayan Michaels” olayı da çok yapmacıktı. Bundan beş yıl önce olsaydı kadının şöyle demesi gerekirdi: “Bayan Micha­ els, Automatic Slims’in erkekler tuvaletinden Bayan Ro- sen’ın sizi sürükleyerek çıkarmasını ister misiniz? Güvenlik gelmek üzere de.” Caroline çabucak telefonu alıp nefes nefese konuştu: “Evie senin aramana çok sevindim. Sana harika haberlerim var. Ama önce babaannen nasıl? Jerome, Sloan-Kettering’de birkaç tane mütevelli tanıdığını söyledi. Araya adam sokmak gerekirse aklında olsun.” “Teşekkürler ama işler yolunda görünüyor. Babaannem ürkütücü derecede sakin ve bunun nasıl olduğunu pek anla­ yamıyorum. Ee, neymiş bu harika haber?” “Sana süper birini ayarlıyorum.” Evie, telefonu daha sıkı kavradı. Caroline ona sık sık bi­ rini ayarlamayı teklif etmezdi. Eğer Tracy bunu deseydi ona kocasının hippi arkadaşlarından birini ayarlayacağından şüp­ helenip kesinlikle ilgilenmezdi. Stasia’nın yıllar içindeki gi­ rişimlerinden anladığı kadarıyla da onun tek kriteri adamın erkek ve bekâr olmasıydı. Paul ve George da çok az hetero- seksüel erkek tanıdıklarım söyler ve ona birini ayarlayama- dıkları için sık sık özür dilerlerdi. Ki aslında Evie öylesine

180 Aşk Burada Çekmiyor

biriyle çıkmak istemediğinden bunda bir sorun yoktu. “Çok yakışıklı biri,” diye devam etti Caroline. “Siyah saç­ ları dalgalı ve gür. Koyu renk gözleri var ve de uzun boylu.” “Devam et.” “Zeki ve başarılı,” diye devam etti Caroline. “JCM Ca- pital’da Jerome için yani JeromeMa birlikte çalışıyor. Altı ay önce başladı. Onunla şirket gezisinde tanıştım. İyi okullara falan filan gitmiş. Bunları önemsediğini biliyorum.” Bunları gerçekten önemsiyor muydu, yoksa dışarıdan nasıl göründüğü mü önemliydi? İkisinin de geçerli olduğunu düşündü. Caroline bu adamın zeki olduğunu söylüyordu, yani başka bir şekilde onaylanmaya ihtiyacı yoktu öyle değil mi? Arkadaşlarının karşısında açık bir kitap gibi olması ca­ nını sıktı. Sıklıkla harika bir adamla tanışmak istediğinden ve özgeçmişini hiç umursamadığından - “Hoş ve zeki olduğu müddetçe” onun sloganı gibiydi- bahsederdi ama işte Caro­ line hiç düşünmeden bunu yüzüne vurmuştu. Üstelik bunlar­ dan “falan filan” diye bahsetmişti. “Hangi okula gittiğini umursamıyorum,” dedi Evie bi­ linçli bir şekilde uydurarak. “Başka?” “İsmi Harry Persophenis. Ailesi Yunan.” Kafasındaki John Stamos resmi tamamlanmıştı. “Neyse işte numaran onda var ve seni arayacak. E-posta adresini istedi ama ona bilgisayarının bozulduğunu söyledim. Senin çatlağın teki olduğunu düşünmesini istemedim.” Evie bunun için minnettardı. İnterneti kullanmayı bırak­ masını arkadaşlarının algılaması bile yeterince zorken bir de

181 Elyssa Friedland

randevuya çıktığı kişilere bunu anlatmak istemiyordu. Stasia hakkında bir şey sormamaya karar vererek C aroline’a teşek­ kür ettikten sonra telefonu kapadı. Evie günün kalanını yeni randevusunu düşünerek iyimser bir havada geçirdi. Zihninin saçma sapan düşüncelerle dolmasına izin verdi: İki yıl sonra Jack’in Türk işi düğününden çok daha güzel bir merasimle bir Yunan adasında evlenecekler, Harry kendi ofisini açmak için Jerome’un ofisinden ayrılacak, Evie de burada, şirket içi danışmanlık konusunda alanında uzman bir dava vekili kad­ rosunun başına geçecekti. Canlanmış bir şekilde kendisini şımartıp kendi bloğunda yer alan tatlı bir butikten yeni bir kazak aldı ve sonra da nasıl olduğunu sormak için Bette’yi aradı. Gayet sıradan bir tavırla da yakında biriyle buluşacağından bahsetti. Bu bilgiyi Bette’yle paylaşmak oldukça cesur bir hamleydi, çünkü ba­ baannesi her an, “Ailesiyle tanıştın mı? Ne iş yapıyorlar­ mış?” diye sorabilirdi. Aralarındaki iki neslin farklarını ve biriyle çıksa bile ailelerle tanışmanın altı aydan önce söz ko­ nusu olmadığını ona açıklamak Evie için epey zorluydu. Yani en azından Evie’nin durumunda böylesi daha güvenliydi. Bette, Jack’le ilk tanıştığında ona soyadını üç defa tekrar ettirmişti. “Kiplitz mi dedin?” “Hayır babaanne, Kipling dedi.” Bunun ardından Bette sohbetleri sırasında şaha kalk­ mış bir şekilde eski İbranice deyişler söyleyip Jack’in şaşırıp şaşırmadığını kontrol etmeye çalıştı. Tatmin olmadığından ya da en azından emin olmadığından dolayı Jack’e doğrudan ailesinin Londra’da hangi sinagoga gittiklerini sordu. Jack

182 Aşk Burada Çekmiyor

yan Yahudi olduğunu açıkladığında Bette neredeyse kekini yutamayıp boğuluyordu. Evie, Bette’nin oracıkta kalbinin duracağından korktuğu için ona Jack’in anne tarafından - yani sözüm ona “asıl” taraftan- Yahudi olduğunu açıkladı. “Pek güzel canımm içi,” diye yanıtladı Bette. “Keyfine bak.” Pardon? Babaannesine kim izinsiz bir lobotomi yapmıştı böyle? “Söylesene Evie, Doktor Gold’la görüşmen nasıl geçti? Sence emin ellerde miyim?” “Kesinlikle. Aynca arkadaşımın ondan eğitim almış olan kocasına da sordum ve Doktor Gold’un harika bir cerrah ol­ duğunu söyledi.” “Onunla yeterince zaman geçirdin mi? Umarım o saçma sapan spor derslerinden birine gitmek için acele etmemişsin- dir.” “Zumba merkezinden çıkmayan sensin, ben değilim. Doktor Gold’la uzun süre konuştum merak etme. Ne kadar başarılı biri gibi görünse de onun ameliyat yapması için o kadar beklemek bence çok saçma. Patoloji sonucunun ne ol­ duğunu bir an evvel öğrenmek istemiyor musun?” Evie tıp terminolojisiyle konuştuğu için kendiyle gurur duydu. “Hayır. Ben kararımı verdim,” dedi Bette katı bir tavırla ve Evie konunun kapandığını anladı. Telefonu kapadıktan sonra Batı 78. Cadde’deki bir aile işletmesi olan Dino-Kitap adlı dükkâna yollandı. Yukarı Batı Yakası’ndaki mega-mağazalar hariç her şeyin nesli tükendi-

183 Elyssa Friedland

ğinden Evie dükkân sahiplerinin mağazanın isminin ne kadar yerinde olduğunu fark edip etmediklerini merak etti. Dükkân sahiplerinin üniversite çağındaki kızı olan ve son birkaç haf­ tadır tanıdığı Stella’ya el sallayıp New York Spaces, Elle Décor ve Veranda dergilerinin son sayılarıyla birlikte tu­ runcu renkli armut koltuğa yerleşti. Evie burada oturup der­ gilerini okurken Stella’nın teslimat kutularını açmasını izlemeye ya da manzaralarını kapatacak olan yeni binanın inşaatı hakkında şikâyet eden mahallelileri dinlemeye alış­ mıştı. Bu ufak tefek alışverişler ve sohbetler, kendisini sem­ tine daha bağlı hissetmesini sağlıyordu; oturduğu semti hep sevdiğini iddia ederdi ama sürekli ofiste vakit geçirdiğinden burayı o kadar iyi tanıyamamıştı. Sığındığı dergileri incelerken Evie zihninde, Pinterest’in bile yardımı olmaksızın nasıl kapsamlı bir pano oluşturdu­ ğuna şaşırdı. Park Avenue’deki art-deco tarzındaki bir ev öy­ lesine baş döndürücüydü ki Evie o anda stüdyo dairesine orta halli bir yenileme yapmaya karar verdi. Ortaklık hayali devam ederken takibe aldığı o tek yatak odalı daireyi artık tutamayacağı için bir teselli ödülü olacaktı. Mutfağı yeniden boyayacaktı (Gök mavisi olabilir miydi?) ve sadece bir tane, kaliteli bir mobilya alacaktı. Fran, Hanukka* için kendisine vereceği hediyenin parasını ona önceden vermekte kesinlikle bir sakınca görmezdi. Evie, bir dilim pizza aldıktan sonra bir poşet dolusu der-

• “Işık Bayramı "ya da “Yeniden Adanma Bayramı " olarak da anılan ve sekiz gün süren bir Yahudi bayramı, (ç.n.)

184 Aşk Burada Çekmiyor

giyle eve dönüp en rahat pijamalarını giydi. Kanalların ara­ sında gezinirken Yunanlı Harry’nin kaç model olduğunu bil­ mediğini fark etti. Caroline onun Jerome’la iş ilişkisi konusunda da muğlak konuşmuştu. Adamın okuldan yeni mezun mu yoksa Jerome’un yüzüncü üniversite toplantısın­ dan tanıdığı biri mi olduğunu merak etti. Bir anda John Sta- mos, Aristotle Onasis’e dönüşmüştü. Kendisi için bir keşif yapmasını umarak Tracy’yi aradı. Telefonu dokuz defa falan (gerçi beşinciden sonra say­ mayı bırakmıştı) çaldıktan sonra Tracy’nin kocası Jake açtı. “Efendim?” Sesi afallamış gibiydi. “Ben Evie. İyi misin?” “Evet, çalışıyorum da. Yaratıcı bir dönüm noktasında olduğumu hissediyorum.” “Öyle mi? Ne çalışıyorsun peki?” Bu defa ne olduğunu merak etti. Şiir miydi? Yoksa Afrika Davulu muydu? “Son senaryomda büyük bir potansiyel olduğunu hisse­ diyorum. Kahramanımın kırılganlığının ortaya çıktığı sah­ neyi gözden geçiriyordum. Piyano hocasının babaannesinin kilerinde onu taciz ettiğini öğreniyoruz. Bu proje için ger­ çekten iyi bir yönetmen bulmam lazım.” Senaryo yazarlığıymış. Evie bunu düşünememişti, “Eh, iyi şanslar.” Birkaç ay önce sözüm ona üzerinde çalıştığı çocuk şarkılarına ne olduğunu sormaya cesaret ede­ medi. “Tracy orada mı?” “Evie, tam da konuşmak istediğim kişi,” diye şakıdı Tracy telefonda. Evie bugün ikinci kez bunu duyuyordu. Ar-

185 Elyssa Friedland

kadaşları ona e-posta atamayınca bir sürü önemli haber bi­ rikmiş gibiydi. “Öyle mi? Neden acaba? Ayrıca Jake ne yapıyor? Artık senaryo yazdığını bilmiyordum.” “Yazıyor işte. Bir sürü projeyi aynı anda yürütüyor,” diye yanıt verdi Tracy savunmaya geçercesine. “Anladım. Fark edememişim. Ee, sen benimle ne konu­ şacaktın?” “Sana bir iş bulduğumu söylemek için arayacaktım. İşsiz olduğun ve bilgisayar kullanmayı reddettiğin için ken­ dine nereden başka bir, şey, gelir kaynağı bulacağını merak ediyordum. Ama görünen o ki şanstı günündesin.” Evie pencereden dışarıya, caddeye baktı. Hava karan­ lıktı ama karşı taraftaki binadaki dairelerden birinde her iki yanında da bir yığın evrak bulunan, bilgisayarının başına gö­ mülmüş adamın siluetini seçebiliyordu. Adam acayip üretken görünüyordu, bakışlarını gökdelenin başından sonuna kadar gezdirdiğinde diğer katlardaki çoğu kişinin de aynı şekilde olduğunu gördü. Son birkaç aydaki en ticari aktivitesi, ban­ kaya gidip elli dolar para çekmek oluyordu. İşe geri dönmesi gerekiyordu. İşi olmazsa, Bette’yi çok fazla kafasına takacak, hem kanserden öleceği için endişelenecek hem de aşk haya­ tıyla ilgili kafasının etini yediği için onu öldürmek isteye­ cekti. “Tamam, hangi şirket? Nereden duydun?” “Şey, avukat olacak bir sürü insanla birlikte çalışacak olsan da burası bir firma değil,” dedi Tracy ve Jake’ten ken-

186 Aşk Burada Çekmiyor

dişine üç kaşık Napolitan dondurmasından getirmesini istedi. Evie, sadece dokuz aylığına da olsa ve doğumdan sonra ko­ caman görünecek bile olsa şu an Tracy’nin canının her iste­ diğini yeme özgürlüğünü kıskandı. Evie’nin buzluğundaki kırk kalorilik, şekersiz meyve çubukları tatlı kavramına adeta bir hakaretti. “Yani hocalık işi mi? Hukuk okullarından biri beni işe alsa öğretim üyeliği yapabilirim. Gerçi yeterli deneyimim yok.” “Hayır. Çok daha iyisi. Benimle çalışacaksın. Brigh- ton’da.” Tracy kelimenin tam anlamıyla ciyakladı. “Sen neden bahsediyorsun? Lisede hocalık yapamam ben.” “Hocalık değil. Avukatçılık. Ya da işte adı her neyse. Brighton’ın dahili danışmanı hakkında gelir vergisi sahteci­ liğinden soruşturma açıldı. O yüzden kalıcı birisi için güven­ lik incelemesi yapılıncaya kadar onun yerine geçici birini arıyorlar. Ben de seni önerdim.” Tracy adam sanki hastalık izni almış gibi söylemişti bunu. “Benim bu iş için yetkin olduğumu sanmıyorum, Trace. Bir okulu temsil etmek hakkında hiçbir şey bilmiyorum.” “Görünüşe göre hukuki işlerin çoğu, okulla bağlantısı olan büyük şirketler tarafından ücretsiz olarak yapılıyormuş. Sen daha ziyade bağlantı kuran biri olacaksın. Ayrıca okul müdürü Baker Smith’te sekiz yıl çalışmış birini önerince çok memnun oldu. Seninle hemen tanışmak istiyor.” Evie buna çok şaşırmamıştı. Şirketin adı ona epey bir

187 Elyssa Friedland

sükse sağlıyordu. Bu da özlediği başlıca şeyler arasındaydı. “Gerçekten minnettarım. Gerçekten. Ayrıca paraya da ihtiyacım var. Ama avukatlığa devam edip etmeyeceğimden bile emin değilim. Belki de başka bir şeye en baştan başlama şansıdır bu benim için. Yani yön değiştirmek falan için.” “Peki ne yapacaksın?” Evie’nin buna bir yanıtı yoktu. “O halde tamam. Sen okul müdürünü arayıp bir randevu ayarla. Birbirimizi sürekli görmek çok eğlenceli olacak. Gerçi işe daha ne kadar devam edebileceğimden pek emin değilim.” “Neden ki?” Tracy boğazını temizledi. “Rahim ağzım kısalıyormuş mu, yumuşuyormuş mu ne, bilmiyorum. Jake korkudan çıl­ gına dönüyor. Doktorum da yatak istirahatinin gerekebilece­ ğini söyledi.” “Tatlım çok üzüldüm. İyi olduğuna emin misin?” Evie’nin doktoru ona böyle bir şey demiş olsaydı muhteme­ len hamilelik günlerinin kalanını amuda kalkmış vaziyette geçirirdi. Evham ve hamileliğin bir arada süper bir ikili ol­ mayacağına şüphe yoktu. “Sorun yok. Bir sürü kadın yatak istirahati alıyor. Uma­ rım yine de seks yapabiliriz.” Tracy, hamileliğinin şu aşamasında doyumsuz bir azgın­ lık içindeydi, ki ilk üç aylık dönemdeki aralıksız kusmalar­ dan sonra bu gayet hoş bir değişimdi. Geçen baharda sınıfın­ daki kızlara asla seks yapmamalarını, çünkü bunun sabah bu-

188 Aşk Burada Çekmiyor

lantılanna sebep olduğunu söylüyordu. Bu cinsel perhiz hak­ kında pek alışılmadık bir ders olsa da Tracy ders sırasında o kadar çok küsmüştü ki, Evie sınıftaki kızlardan birkaçının cinsel ilişkiye girmeden önce bir kez daha düşündüğünden emindi. Evie, Tracy’den, şehirli çocukların artık her şeyi dört yıl önceden deneyimlemeye başladıklarını öğrendiğinden, bu gayet de yararlı olmuş olabilirdi. “Sana şans diliyorum. Ah, kapamadan önce benim için Harry Persophonis ya da Persophole ya da işte öyle birine bakmanı istiyorum. Sen bana iş buldun, Caroline da bana bi­ rini ayarladı. Jerome’un ofisinde çalışıyormuş. Adamın kaç yaşında olduğunu öğrenmeye çalışır mısın? Moruk çıkma­ sından korkuyorum.” “Evie seni seviyorum ve interneti bırakma kararını des­ tekliyorum. Açıkçası benim denemek için kendimde o gücü bulamayacağım bir şeyi deneyimliyorsun. Ama bunu yapa­ caksan doğru şekilde yapmalısın. Ben senin yedek Goog- le’cın olamam.” Evie telefonda homurdandı. “İyi, bakma. Ama adam ce­ binde takma dişleriyle gelirse benim için öldün demektir.” “Aşın mübalağa yaptıklannda öğrencilerimin notlannı kırdığıma göre seni sınıfta bıraksam yeridir,” dedi Tracy. “Bu arada interneti ne kadar süre daha kullanmamayı düşünüyor­ sun. Oldukça zorlayıcı bir durum.” “O kadar çılgınca değil. ‘İnternet Beyinlerimize Ne Ya­ pıyor?’ diye bir kitap var, okudun mu?” “Yo, hayır. Sen?”

189 Elyssa Friedland

Evie, Tracy’nin telefona ters ters baktığını hayal edebi­ liyordu. “Henüz okumadım ama okuyunca karan m da ne kadar haklı olduğumu göreceğime eminim.” Bu kitabı ona, Dino- Kitap’taki Stella önermişti. “Bana da anlatırsın. Ben ciddiyim ama. New York Ti­ mes'm senin hakkında bir film yapmasını mı bekleyecek­ sin?” “Kesinlikle hayır. Otuz beşinci yaş günüme kadar kul­ lanmayacağım,” diye açıkladı Evie, bu yanıtın ona bu kadar doğal gelmesine acayip şaşırmıştı. 29 Mayıs’a kadar dayanıp dayanamayacağından emin değildi ama gayet mantıklı bir hedefti. Sonuçta son doğum gününde Facebook’ta sadece otuz üç tane “Doğum Günün Kutlu Olsun” mesajı aldığı için yıkılmıştı. Ayrıca interneti kullanmayı haziranda bırakmıştı. Bu da neredeyse bir yıllık bir süre demekti ve bu döngüsel sürenin rahatlatıcı bir yanı vardı. Telefonu kapadığında yoıganının altına kıvrıldı, ayaklan yatağının ucundaki sahte yılan derisi kaplı pufa değiyordu. Geçici bile olsa Brighton’daki işte çalışmaya başlarsa o ba­ yıldığı cilalı, gri lake komodinleri alabilirdi. Yaşam alanına yapacağı orta halli yenileme kesinlikle ekstra bir desteğe ka­ vuşurdu. Yorganına sıkıca sanndı. Yumuşacık çarşaflara değen teni ürperdi. İşini kaybetmişti, Jack'i kaybetmişti ve çok sevdiği babaannesini de kaybetme ihtimali vardı. Sanal

190 Aşk Burada Çekmiyor

dünyadan uzaklaşmıştı; BlackBerry’si şimdi şirkette işe baş­ layan yeni ve hevesli bir çalışanın elinde, bilgisayarı da gölün çamurlu sularının dibindeydi. Ama yine de uykuya dalmak üzereyken karıncalanan ayak parmaklarından kızarmış ya­ naklarına dek, bedeninin hafif bir umut kapladı.

191 k DOKUZUNCU BÖLÜM

ZırriTr! Zırm r! Zırm r! Zil sesi kesilmiyordu. Evie, sarı boyalan dökülen duvardaki bronz zilin çalmasını izlerken panikledi. Kalemini daha sıkı kavradı ama parmaklarına kramp girdi. Spazmlan geçirmek için parmaklarını oynattı. Sırasının üzerinde duran kâğıdın tepesindeki soru şey­ leydi: Karanlığın Yüreği kitabındaki fildişi sembolizmini tar­ tışın. Conrad ’ın bu sembolizmi bilinçli olarak kullandığını düşünüyor musunuz? Fildişinin rolüne ilişkin diğer olası yo­ rumlamalar nelerdir ve bunlar kitabın genel teması içinde nasıl bir yer edinir?” Lanet olsun! O kitabı okumamıştı bile. Hatta bunun ödev verildiğini bile hatırlamıyordu. Bütün sınıf arkadaşla­ rının sıralarının üzerinde sayfalan kıvrılmış ve okunmaktan yıpranmış kitabın kopyaları duruyordu. Bu nasıl mümkün olurdu? Evie her zaman A alan bir öğrenciydi. Elini bile sürmediği bir kitaptaki sembolizm hakkında yazı yazması isteniyordu. Ve lanet olası zil de çalmaktaydı. Ders nasıl bitmiş olabilirdi? Önündeki sayfaya baktı. Sayfa

192 Aşk Burada Çekmiyor

bomboştu. Normalde altmış dakikalık sınav süresince üç ya da dört sayfa doldururdu. F alacaktı. Zil gittikçe daha yüksek sesle çalmaya başladı. Neden durmuyordu ki? Öğretmen kâğıtları toplamak üzere geli­ yordu. En sevdiği öğretmen olan Bay Londino’ya finaldeki bu berbat performansını nasıl açıklayacaktı? Belki yalan söy­ leyerek ailesinden birinin hasta olduğunu söylerdi. Bir dakika ama bu doğruydu. Zil, cehennemi gürlemesiyle çalmaya devam etti. Sınav kâğıtlarını toplamak üzere Bay Londino yerine Jack’in gel­ mekte olduğunu gördü. Onun kâğıtları topluyor olması hiç mantıklı gelmese de sınıf arkadaşlarının hepsi rahat bir ta­ vırla kâğıtlarını ona teslim ediyor, o yanlarından geçerken onunla sohbet ediyorlardı. İşaretparmağının etrafında bir yara bandı vardı. Yine bir şey doğrarken kesmiş olmalıydı. Ma­ sasında, kanadına bir numara yazılı bir kurdelenin tutturul- duğu, dolgun bir hindi vardı. “Evie bitirdin mi? Süre doldu.” Soluk bir kot pantolon ve kareli gömlek giymiş olan Jack, sırasının yanında duru­ yordu. Arka cebine tıktığı önlüğünün yarısı dışarı taşıyordu ve bağcıklarında gözle görülür kahverengi lekeler vardı. “Kalemini bırakmalısın.” Evie kafasını kaldırmak istemiyordu. Yüzünde makyaj yoktu. Kıyafetleri birbiriyle uyumsuzdu. Bir önceki gece saat bire kadar oturduğunu Jack’le gülüşüp seviştiklerini hatırlı­ yordu. Peki o zaman neden şu an ona bir yabancıymış gibi dav­ ranıyor, herhangi bir öğrenciymiş gibi smav kâğıdım istiyordu?

193

L Elyssa Friedland

“Üzgünüm Jack, biraz daha zamana ihtiyacım var. Lüt­ fen daha sonra yine gel.” Evie kafasını kaldırıp baktı. Karşı­ sındaki Jack falan değildi. Jack’in aksanınm tuhaf bir versiyonu olan Cockney aksanıyla konuşan, lisedeki İngi­ lizce hocasıydı. Bay Londino elini uzatınca Evie, adamın gömleğinin altından görünen, pazısındaki şiir dövmesini fark etti ama “elem” haricinde hiçbir kelimeyi çıkaramadı. Adam, Evie’nin elinden kâğıdını çekerken Evie her ne kadar kitap­ çığa umutsuzca yapışmaya çalışsa da parmaklan ve bilekleri işlevsizdi. Ayrıca zil de hâlâ gürültüyle çaldığından Bay Londi- no’ya beş dakika daha vermesi için duyulabilir biçimde yal- varamıyordu. Bir anda kalın sesli bir kadının, Dow Jones hisselerinin yükseldiğini, sonbahar başlangıcı hisse senedi piyasalan için kötü bir zaman olduğundan bu durumun sıra dışı olduğunu söylediğini duydu. Ama bu hiç mantıklı değildi. Final sınav­ ları her zaman ilkbaharda olurdu. O zaman neden bu kadın haberlerde eylül ayından bahsediyordu? Evie’nin içine dolan panik hissi yerini kafa karışıklığına bıraktı ve haince uzun geçen delirme hissinden sonra da her şey aydınlandı. Yastığın altına gömdüğü elini oradan çıkardı. Kan akışı olmadığından eli karıncalarımıştı. Duyduğu zil sesi saatin alarmıydı, ki o da beş dakika boyunca gittikçe artan bir sesle çaldıktan sonra otomatik olarak haberlere geçmişti. Hepsi rüyaydı. Son sınıf İngilizce dersinden kalmamış olmak ne büyük rahatlamaydı. Gerçekte, o dersten A almış

194 Aşk Burada Çekm iyor

ve Karanlığın Yüreği hakkındaki kapsamlı yonımu sayesinde de üniversiteye hazırlık dersinin sınavından beş puan almıştı. Ama bilinçaltında bile olsa Jack’i görmek onu hassaslaştır­ mıştı. Ayrıldıkları geceden beri -ki bu neredeyse bir yıl ön­ ceydi- onun yüzünü böyleşine yakından görmemişti. Facebook’taki fotoğrafları -hani şu sırıtan bir damat olarak poz verdikleri- en iyileri bile net değildi. Ama onun asıl yüzü, belli belirsiz elmacıkkemikleri ve kaşlarından birini ikiye bölen, kayak kazasından kalma yara iziyle karşısına çıkmış, uyurken ona görünmüştü. Üstelik de çok yakışıklı görünüyordu, özellikle de etine dolgun bir kuş olarak hayal ettiği karısıyla. Türkiye’den gelen hindi*. Yataktan kalkarken rüyayı analiz etmek için Freud’a ihti­ yaç olmadığını düşündü. O gün, Brighton’ın okul müdürü, oku­ lun mezunlarından ve meşhur bir Shakespeare eğitmeni olan Thomas Thane’le iş görüşmesi yapmak için liseye gidecekti. Jack’in onun öğretmeni olarak belirmesi -ona not vermesi, smav yapması, kendisini küçük hissettirmesi- kısmı da REM-uyku- sunun gerçekliği çarpıttığı anlardan biriydi sadece. Çabucak ince kareli, muhafazakâr bir anvelop elbise giyip bir avuç dolusu kare yulaf gevreğini mideye indirdi ve apartmanının dışından bir taksi çevirdi. Sürücüye Brigh- ton’ın adresini verirken ceptelefonu çaldı. “Selam Trace. Görüşmeye gitmek üzere yoldayım.” “Biliyorum. Sana şans dilemek için aradım.”

* Burada, İngilizcede yazılışları aynı olan Türkiye ve hindi () sözcüklerine gönderme var. (ç.n.)

195 Elyssa Friedland

“Teşekkürler, iyi hissediyorum kendimi. Bana ne sora­ cağını tahmin edemiyorum. Saldırgan hisse devri deneyimi­ min okulla pek ilgili olacağını sanmıyorum.” Evie, Baker Smith’teki işinden referans verince hiç tah­ min etmediği bir şekilde nostaljik hissetti. Marianne’in yeni işe başlayan çalışanı, Evie1 den daha çok sevip sevmediğini, Calico birleşmesinin Venezuela’daki emtia krizi yüzünden raydan çıkıp çıkmadığını merak etti. Annie son aradığında Evie ofis dedikoduları almaya çalışmış ama pek bir şey öğ­ renememişti. Annie’nin yanıtları daha ziyade şöyle olmuştu: “Son zamanlarda Marianne’in oradan geçmedim,”, “Califor­ nia ofisindeki çalışanların ortak olup olmadığına dair hiçbir fikrim yok,”, “Donmuş yoğurt makinesi iki koca haftadır bozuk ve kimsenin umuru bile değil.” Ofisteki Gossip Girl hayranı arkadaşı Pierce’e yaptığı aramalardan da kayda değer bir şey elde edememişti: “Kusura bakma Evie, patron bey iki adım ötemde olduğundan şu an dedikodu yapamam.” “Ah, merak etme,” diye güvence verdi Tracy ona. “Mü­ dürün takma adı Uysal Thane’dir, çünkü çok yumuşak bir adamdır.” “Eh sanırım bu benim için iyi bir şey. Seni çıkınca ara­ rım,” dedi Evie. “Bir dakika, bir şey daha var. Eminim bahsi açılmaz ama açılırsa da internete girmediğin meselesinden bahsetme­ men daha iyi olabilir.” “Evet, hukuki araştırma yapmam gerekirse sorun olabi­ lir.” Evie internet orucunu bir işle birlikte nasıl sürdürebile-

196

I Aşk Burada Çekmiyor

ceği konusunda düşünmüştü bile. İnterneti sadece, kesinlikle gerekli olduğu takdirde iş için kullanacağına yemin etmişti. Baştan çıkarıcı bir reklam sayfası beliriverirse de interneti kapatacak ve eski moda yöntemlerle avukatlık yapmanın yol­ larını araştıracaktı. “Hem o hem de Brighton teknolojiyi el altında bulun­ durmaya aşın önem veriyor. ‘Çocuğunuza Google Kullana­ rak Parlak Bir Gelecek Edinmeyi Öğretin’ ya da ‘Çocuğunuz Geleceğin Mark Zuckerberg’i mi?’ gibi konferanslara ev sa­ hipliği yapıyor. Herhalde aileler de böylelikle sürekli tele­ fonlarına baktıkları için kendilerini kötü hissetmiyorlar.’’ “ö ğ ğ .” “Aynen. Yönetim, fakülte üyelerinin sınıf listesini ince­ lemesini bile öneriyor, ki bunun anne babaların kim olduğuna internetten bakmak olduğuna adım gibi eminim. Kulağa kor­ kunç geldiğini biliyorum. Ama gerçekten cömert birkaç aile olmasa okul hiçbir maddi bağış yapamazdı. Keşke bu para­ ların bir kısmını da New Orleans’taki öğrencilerime aktara- bilseydim.” Evie, Jerome ve Caroline’in, Grace, ağzında gümüş ka­ şıkla doğan diğer yarım metrelik ilahların arasına katılabilsin diye prestijli bir yuvaya cömert bir bağış yaptıklarını hatır­ ladı. Üstelik bu sadece Parmak Boyamaya Giriş içindi. Evie lisede ödeyecekleri bağışlan hayal bile edemiyordu. “Anladım. Zaten konunun açılmayacağından eminim. Ya çıkınca seni aranm ya da belki sınıfına uğrarım. Bu işi ayarladığın için tekrar teşekkür ederim.”

197 Elyssa Friedland.

Evie, telefonunu çantasına atıp taksinin arka koltuğunda gözlerini ön koltuktaki televizyona dikti, sürekli tıkalı bir tra­ fiği olan Manhattan’da dolanırken vakit geçirmeye yarayan şahane bir icattı bu. Ekranda, beyaz önlüklü, büyükbabaları andıran bir adam tarafından tartaklanan, ipeksi küt saçlara sahip yan çıplak, hoppa bir haber spikeri gördü. Kafasını da­ ğıtmaktan memnun bir şekilde sesini açmak için ekrana eğildi. “İşte, ellerinizi bu şekilde yapıyorsunuz,” dedi beyaz önlüklü adam sanki havaalanı yönündeki trafiğe yol verirce­ sine iki parmağını uzatarak, “Ve göğsün etrafında saat yö­ nünde çevirerek herhangi bir şişlik ya da kitle olup olmadı­ ğını kontrol ediyorsunuz. Eğer isterseniz sıkıştırabilirsiniz de ya da yukarı aşağı hareketler de yapabilirsiniz. Duştayken en fazla bir dakikanızı alacaktır.” Evie’nin büyük bir rahatlamayla doktor olduğunu anla­ dığı yaşlı adam, ulusal bir kanalda kadının sadece dantel bir sutyenle kapalı göğüslerini sıkarken haber spikeri yüzündeki plastik gülümsemeyi koruyordu. “Teşekkürler, Doktor Liman. Oldukça açıklayıcı oldu.” Kadın kırmızı bluzunun düğmelerini kapamak için durdu. Gümüş rengi, gür saçlara sahip, kadından on yaş daha büyük görünen şık giyimli yardımcı spiker de yüzünde bir tebes­ sümle kameraya doğru eğildi. “Tabii JoAnne, eğer evde bu testi senin için yapacak biri varsa çok daha iyi olur.” Kameraya alışık olmadığı belli olan doktor tuhaf bir şekilde dikilip onları izlerken spikerler kı­

198 Aşk Burada Çekmiyor

kırdadılar. Evie televizyonu kapatırken düzgün bir muayene için Doktor Gold’un önerdiği hekimi araması gerektiğini dü­ şündü. Brighton-Montgomery, Yukarı Batı Yakası’nın kuzey uçundaydı, Tracy’nin söylediğine göre bütün öğrenciler de o civarda oturuyorlardı. Okul, çok hoş, kırmızı tuğladan bir binadaydı; dördüncü katından bir Amerikan bayrağı, bir de üzerinde bir aslan başının olduğu altın rengi ve lacivert bir bayrak sallanıyordu. Okulun mermer basamaklı girişini, süslü, ferforjeden tırabzanlar çerçeveliyordu; Evie basamak­ ları çıkarken bunlara hayranlıkla baktı. Bina, liseden ziyade bir elçilik binasına benziyordu. Ders başlamış olmalıydı çünkü koridorda boş boş dola­ nan sadece bir iki öğrenci gördü. Ön ofiste, pek de hukuki görünmeyen, müdürün Keli (“Sonu i ile bitiyor!” diye gu­ rurla bildirmişti) adındaki asistanı Evie’yi karşıladı. Müdür Thane beklenmedik bir şekilde Paris’ten gelen “saygın” bir mezunla öğle yemeğine çağrıldığı için görüşmeyi kendisinin yapacağını açıkladı. Keli’nin bilgisayarının ekranındaki kedi fotoğraflarından kolaj ve kadının ha bire “falan” demesi Evie’yi oldukça rahatlattı. Kelly, Evie’nin özgeçmişini bir dakika kadar inceledikten sonra ona çalışma tarzına ve Brighton’da çalışmanın onu neden heyecanlandırdığına iliş­ kin birkaç kolay soru sordu. Görüşme bittikten sonra Evie, binanın dışında bir süre takılıp Tracy’nin öğle yemeği arasını bekleyip beklememeyi düşündü. Parmaklarını tırabzanın soğuk metalinde gezdirir-

199 k Elyssa Friedland

ken ferforjenin verdiği hisse kendini bıraktı. Baker Smith’ teki her şey, en iyi İtalyan mobilyaları ve şık ofis ekipman­ larıyla yepyeni ve modemdi ama tarihi bir şeylerle çevrili olmak çok daha tatmin edici bir histi. Birkaç öğretmen ön kapıdan hızla çıkıp şüpheli bir merakla onu süzünce Evie yo­ luna devam etti. Basamakları inip köşeden sola döndü ve Le- xington’a doğru yola koyuldu. Semt birden kötüleşti ve Evie’nin etrafı köhne şarap dükkânları ve sosyal konutlarla çevrildi. Sokaklar, yangın musluğunun etrafında dans eden çocukların sıska ayak bi­ leklerinin etrafında fırıl fini dönen yırtılmış şeker kâğıtlan ve teneke kutularla doluydu. New York şehri bu anlamda ina­ nılmaz bir yerdi, herhangi bir yöne doğru birkaç blok gitti­ ğinizde bambaşka bir dünyanın içine girebiliyordunuz. Evie, Brighton’daki öğrencilerin sosyal yardım prog­ ramlarına katılıp katılmadıklarını merak etti. Eğer böyle bir şey yoksa belki bir kardeşlik programı başlatabilir, lise son öğrencilerini Brighton’ın kutsal koridorlarından bir taş atımı mesafede yaşayan ilkokul öğrencileriyle tamştırabilirdi. Evie, Baker Smith’teyken gönüllü çalışan kurumlar için hayır işi yapar, vergiden muaf tutulmalarına yardımcı olur ve kira sözleşmelerini, kontratlarını gözden geçirirdi. Bu ke­ sinlikle işinin en tatmin edici yanlarından biriydi ve gerçek­ ten de bunu çok özlüyordu. Baker Smith’ten ayrıldığı sırada Bakery Park City’deki bir evsiz kadın barınağının hükümet­ ten daha çok yardım alması için bir talepte bulunmaya çalı­ şıyordu. Projeyi Julia’nm devralmasını rica etmiş, onun

200 Aşk Burada Çekmiyor bürokratik formalitelerle savaşma konusunda Evie’den daha başarılı olmasını ummuştu. Barınağın, muhtemelen Julia’yla daha çok şansı olacaktı. Julia hukuki açıdan özenli bir şekilde çalışacağı gibi hafta sonları da muhtemelen barınak sakinle­ rine kirazlı çörekler götürürdü. Telefonu çaldığında Brighton’ın akıl hocalığı programı için örgütsel sözleşme kafasının içinde şekillenmişti bile. Bu fikri paylaşabilmek için arayanın Tracy olmasını umdu ama arayan Paul’du. Hayırseverlik içgüdüsü beklemek zorun­ daydı. “Selamlar Kayıp Kadın,” diye şakıdı Paul. “Sesini du­ yabildiğim için ne mutlu bana.” “Benim için de öyle dostum,” diye yanıtladı Evie gülerek. Son dönemde plan yapma konusunda biraz tembeldi; artık daha çok zamanı olduğundan paradoksal bir biçimde bir şeyler yapmak için daha az motivasyonu vardı. Çalıştığı zaman, minicik bir boş zaman bile sonuna kadar keyfini sür­ mesi gereken bir hediye gibiydi. Şimdi ne zaman isterse sos­ yalleşebileceği için arkadaşlarıyla buluşmak için daha az baskı duyuyordu. “Amişlerde yaşam nasıl bakalım?” Sana İbiza’daki ge­ zintimizden birkaç müstehcen fotoğraf gönderdim ve senden iğneli bir yorum gelmeyince de hâlâ internetten kopuk yaşa­ dığını tahmin ettim.” Evie iç geçirdi. “Evet, hâlâ internetten kopuğum. İyi gi­ diyor. Sıkıcı, sağlıklı, yalnızlaştırıcı, arındıncı falan. Hislerim kanşık.”

201 Elyssa Friedland

“Disiplinine hayranım. Yeni ne var ne yok?” “İnanır mısın bilmem ama muhtemelen Brighton’da ça­ lışmaya başlayacağım. Gerçi Tracy için endişeliyim çünkü...” “Biliyorum, serviks meselesi. Doktordayken bana mesaj atmıştı.” Evie, Paul’un bu bilgileri olduğu anda öğrenmesini kıskandığını inkâr edemedi. “Gerçi epey sakin karşılamış gibi görünüyor. Neyse diğer haberim de babaannemin hastalığı. Bette. Hani çok yakın olduğum, Florida’ya ziyarete gittiğim babaannem. O da her yaz buraya beni görmeye gelir. Neyse işte Bette meme kanseri oldu.” Bu sözler, tıpkı tarihi geçmiş pekmez gibi di­ lini ağırlaştırmıştı. “Ah tatlım. Çok üzgünüm. George ve ben sana herhangi bir konuda yardımcı olabilir miyiz?” Cevap vermeden önce bir an duraksadı. Bir şeye ihtiyacı var mıydı? Belki biraz dostluk iyi gelebilirdi. Televizyon programlarının geceleri ona yarenlik ettiği dönem çoktan geçip gitmişti. “Belki hep birlikte yemeğe çıkabiliriz. Kafamı dağıtmak çok iyi olur.” “Oldu bil. Ben de seninle bir şeyler yapmak için aramış­ tım zaten. George da ben de seni özledik. Haftaya yokum çünkü iş için Los Angeles’a gitmem gerek. Disney Chan- nePdaki şıllıklardan biri küçük kız kardeşinin Beverly Hills’teki ilkokulunun tuvaletinde kokain çekerken yaka­ landı. Patronum işler duruluncaya kadar ceza olsun diye ona bir sözcü atamamız gerektiğini falan düşünüyor.”

202 i Aşk Burada Çekmiyor

“Tam bir skandala benziyor. Kalanını dinlemek için sa­ bırsızlanıyorum.” Evie dedikodunun keyfini çıkardı. Perez Hilton ve The Superficial internet siteleri olmaksızın Holly­ wood skandallanna ilişkin tek bilgiyi dandik manikür salo­ nundaki dergilerden edinebiliyordu; ki bu salon da artık bu işin nasıl yapılması gerektiğini Caroline sayesinde Plaza’da gördüğünden gittikçe daha çok gözünden düşmüştü. “Ama unutma ki hâlâ bilgisayarım yok. Plan yapmak için yine telefonu eline alman gerekecek. Unutma.” “Anlaşıldı. Bir mağarada yaşıyorsun. Anladık. Ha bu arada Evie geri döndüğümde sana büyük bir haberimiz ola­ cak. Dev bir haber.” “Dur tahmin edeyim. Hugh Jackman’ı gey kulüpte gör­ dün ve böylece her zaman bildiğin şeyi tasdik etmiş oldun.” “Yanlış! İnanır mısın bilmem ama bu haber ondan da büyük. Ama yüz yüzeyken söylemek istiyorum.” “Tamamdır, yemeği şimdi daha da sabırsızlıkla bekli­ yorum. Beni aramayı unutma. E-posta yok!” “Peki ucube. Aranm. Aynca Evie, babaannen iyileşecek. Merak etme.” Paul’un basmakalıp tesellisinin kendisini o an için ya­ tıştırmasına izin verip Brighton’dan eve kadar yürümeye karar verdi. Güneş parlıyordu, hava da kuru ve serindi. Evie bu havanın berraklığının keyfini çıkardı. Central Park, her zamanki gibi bu güzel günde dolup taşıyordu; New York’lu- lar güneş ışınlarının betonda değil de çimenlerdeki yansıma­ sını görmek için can atarak burayı doldurmuşlardı. Parkın

203 Elyssa Friedland

doğu yakasındaki gürültülü bir oyun parkının yanından ge­ çerken okul çocuklarının ve yeni yürümeye başlamış ufak­ lıkların neşeyle koşturmalarını izledi. Kahkahalarındaki ahenk çok hoşuna gitmişti. Sevinç çığlıkları atıyor, kıkırdı­ yor, ciyaklıyorlardı. Hepsi de ne kadar masumdu. Evie, gözlerini kaydırağa tırmanan kabarık saçlı tek yu­ murta ikizlerine dikti. Kendi yaşında görünen kızların anne­ leri onlardan yaklaşık üç metre uzaktaydı. Baştan aşağı fildişi renginde döpiyes giymiş ve metal çite dikkatli bir şekilde yaslanmış olan kadın akıllı telefonunu sıkıca kavramıştı; te­ lefonu, sanki vücut sıcaklığından mahrum kaldığı takdirde patlayacak olan bir bombaymış gibi tutuyordu. Muhtemelen kaçırılıp kaçıramadıklarını görmek için şöyle bir kafasını kaldırıp baktı; büyük ihtimalle onların fotoğraflarını Instag- ram’a yüklemekle meşguldü. Ah, bu nasıl bir ironiydi. “Anne, ’a bak,” diye bağırdı ikizlerden biri. “Geri geri gidiyor!” Anne sadece bir milisaniye bakarak dudaklarını yukan kaldıran minimum sayıdaki kası kaldırarak kızına tebessüm etti. “Aferin tatlım,” dedi. Kızına gerçekten kulak vermiş ol­ saydı muhtemelen önüne dönmesini ve haylazlık etmemesini söylerdi. Ama onun yerine Evie’nin hor gören bakışlarından habersiz bir şekilde elektronik kozasına geri döndü. Evie, 7/24 internet bağlantılı bir dönemde yetiştirilme- diği için minnettar hissetti. Fran’in en büyük zevki, Evie ayaklarının dibindeki kum havuzunda oynarken yanında ge­

2 0 4 Aşk Burada Çekmiyor

tirdiği House and Garden dergisinin sayfalarını çevirmekti. Bazen Evie dergiyi onun elinden kaparak hayal ürünü kum­ dan kalelerini yaparken ilham almak için resimlere bakardı. Fran çalışan bir anneydi ama Evie’yle birlikteyken tamamen serbest bir şekilde onunla ilgilenirdi. Evie de eğer günün bi­ rinde çocukları olursa kendini onlara adayacağına ve o kıy­ metli ilk yıllan telefonuna saplanarak harcamayacağına dair söz verdi. Caroline kesinlikle onun bu kibirli düşüncesi kar­ şısında terslenirdi. ‘İki saat yerde oturup prensesçilik oyna­ dıktan sonra görürüm ben seni,” derdi. Ama Evie çocuk- lannın ona ihtiyacı olduğunda bilgisayannı kenara bırakabi­ leceği fikrinden hoşlanıyordu; özellikle de ikizlerin şu an yaptığı gibi dizlerini bükerek oyun parkı demirlerinden baş aşağı sallanıyorlarsa...

Evie dairesine döndükten sonra kanepesine gömülüp sakin bir gece geçireceği düşüncesiyle televizyonu açtığı sı­ rada telefonu çaldı. Numara gizliydi. “Efendim?” “Evie, selam, ben Edward Gold. Umarım kötü bir za­ manda aramıyorum.” “Yo, yo, televizyon izliyordum,” dedi Evie. “Bette iyi m i?” “Ah, evet, gayet iyi. Her şey aynı. Bu hafta ofis dışında olduğumdan seni ve aileni bir arayayım istedim. Belki bana soracağınız bir şeyler vardır diye,” dedi Gold.

205 Elyssa Friedland

“Biz iyiyiz» yani ben iyiyim,” dedi Evie. “Sanırım ame­ liyat öncesinde dinlenme fırsatımız oluyor. Sonra da işin zor kısmı başlayacak değil mi?” “Belli olmaz. Olumlu düşünmeye çalış. Neyse, ihtiyacın olursa numaram sende var. Bırakayım da programım izle sen artık,” dedi. “Ah, soru değil. Antika Twrw’na bakıyordum öyle. Biraz bağımlısı sayılırım da,” dedi Evie. “O programa bayılırım. Pawn Stars'ı izledin mi hiç?” “Her bölümünü hem de.” “Ne var peki? Antika 7i/ru’nda yani?” “Şu anda çirkin ötesi bir vazo var. Adam bunun, Büyük Petro’nun metresi olan büyük-büyük-büyükannesinden ken­ disine kaldığını iddia ediyor.” “Sen ne düşünüyorsun?” “Ben taklit olduğunu biliyorum ama bu bölümü izledi­ ğim için. Yoksa o kadar zeki değilim,” diyerek güldü Evie. “Bekle, ben de açayım. Bakalım ben ne kadar iyiyim.” Evie bir hışırtı duydu, sonra da izlediği programın sesi yankılandı. Burada neler oluyordu böyle? “Bak, işte bu çok çirkinmiş,” dedi Gold, Liberace’ın ko­ leksiyonundan gelme ihtimali bulunan piyanoyu kastederek. “Müzik aletlerinde elmaslardan hoşlanmaz mısın?” “Sadece tıbbi aletlerde severim.” “Aman ne komik. Ee ne düşünüyorsun? Yani piyano hakkında?” “Ben orijinal olduğunu düşünüyorum. Çünkü kimse bu

206 i Aşk Burada Çekmiyor

kadar çirkin bir şeyin taklidini yapmaz. Doğru bildim mi?” “Evet!” diye bağırdı heyecanla Evie. “Çok iyi. Bu işte deneyimlisin.” Kanepesine iyice gömülerek programın kala­ nını birlikte izlemelerini umut etti. “Sadece çok akıllıyım,” diye yanıtladı Gold ifadesiz bir şekilde. “Ama artık kapamam gerek. Kızım ağlayarak uyandı. Sana keyifli izlemeler Evie. Birkaç hafta sonra gö­ rüştüğümüzde bana kalanını anlatırsın.” “Bayan Gold neden kızlarıyla ilgilenmiyor acaba?” diye düşündü Evie. “Tamamdır, hoşça kal,” dedi Evie ve hayal kırıklığı içinde telefonu kapadı. Nereden arıyordu acaba? Başta bir havuz kenarından aradığını sanmıştı ama yan odada ağlayan bir çocukla ve Antika Turu'nu istediği an açabiliyorsa Evie bu tatilin o kadar da egzotik olmadığı sonucuna vardı.

207 ONUNCU BÖLÜM

Kahve makinesine doğru sallana sallana yürürken, “Hadi hayırlısı,” dedi Evie yüksek sesle. En azından bu sabah gerçekten de bir kafein desteğine ihtiyacı vardı. Brigh- ton’daki ilk günüydü. Asistanının dediği gibi Müdür Thane gerçekten de görüşmeden birkaç saat sonra onu arayıp birkaç soru sormuş ve hemencecik işe alındığını bildirmişti. Kalıcı bir danışman buluncaya dek Evie onlarla çalışacaktı; bu süreç de altı ayı bulabilirdi. Okul, yeni bir bilgisayar laboratuvan ve öğrenci salonu için yan taraftaki iki katlı binayı almak üzereydi ve Evie de sözleşme görüşmeleriyle ilgilenecekti. Emlak, Evie’nin uz­ manlık alanı değildi ama multi-milyar dolarlık ticari işlemleri halletmekle geçen sekiz yılın ardından proje o kadar da ür­ kütücü gelmiyordu. Özellikle de istediği zaman dışarıdan da­ nışmanlık alabiliyorken. Sıcak kupasını kavrayıp gardırobunun içindekileri ince­ lerken yeni pozisyonu için uygun bir döpiyes bulmayı umdu. Tracy öğretmenlik yaparken kot pantolon giyerdi ama Evie

208 Aşk Burada Çekmiyor

kot seçeneklerini bir yana bırakıp daha profesyonel bir şeyler bakındı. Eski iş kıyafetlerine göz gezdirdi. Pantolon takımları artık dolabının en arkasını boylamışlardı; hatta duvara öyle­ sine yapışmışlardı ki Evie siyah-beyaz ince çizgili takımını çıkarmaya çalışırken neredeyse belini incitiyordu. Evie bu takımı gösterişsiz, beyaz bir gömleğin üzerine geçirdi. Pantolonun belinin bollaştığını görünce şaşırdı. Bu ta­ kımı en son Floransa’ya uçtuğu sırada giymişti. Yabancı ül­ kelere seyahat, Baker Smith’in işe alım belgelerinde sunduğu teşvik unsurlarından biriydi. Ama Evie çok geçmeden bunun daha ziyade bir sıkıntı olduğunu fark etmişti; Avrupa’ya iş seyahati demek, bir gökdelenden diğerine geçmek ve uçak yolculuğunun sebep olduğu o acı verici sersemliğe katlan­ mak demekti. Bu pantolonun daracık beli yüzünden sekiz sa­ atlik İtalya uçuşu sırasında şekerleme bile yapamadığını gayet net hatırlıyordu. Evie’nin kilo vermeye ihtiyacı pek yoktu ama o da tanıdığı bütün kadınlar gibi birkaç kilo faz­ lasını vermek için uğraşıp dururdu. Tatmin olmuş bir ifadeyle aynaya baktıktan sonra güneşlikleri açıp geçen yılki No­ el’deki lüks harcaması olan kristal detaylı mor ipekten per­ delerinin takılı olduğu metal halkalara geçirdi. Hava bulutsuzdu ve Evie yoldan geçenlerin güneşli bir sonbahar gününe uygun şekilde giyindiklerini fark etti. Dolabından bumu açık, siyah, deri bir sandalet giydi. Bunlar randevu ayakkabılarıydı, çünkü Baker Smith’te san­ daleti andıran her hangi bir şey giymek katiyen yasaktı. Evie, azıcık seksi görünen ayakkabılarını giyince kendini arsız his-

209 Elyssa Friedland

setti. Hukuk firmasındayken yazın en sıcak günlerinde bile giymek zorunda olduğu burnu kapalı topukluların pranga­ sından kurtulmuştu. O ayakkabıların içinde taban çukurunda ter birikintileri oluşurdu. Belli ki Baker Smith yönetimi ayak parmaklarının görünmesindense ayak kokusunu tercih edi­ yordu. Evie, mikrodalganın saatine bir bakış atıp hızla dışan çıktı ve tahmin etmediği serinlik karşısında titredi. Dün gece on bir haberlerindeki meteoroloğun vadettiği güneş, işba­ şında görünmüyordu. Evie artık ekim ayının başında olduk­ larını fark etti. Yakında balkabağından fenerler apartmanın girişini süslemeye başlardı; Starbucks da yine balkabaklı lat- tesinin promosyonunu yapardı. Facebook bir ay sonra süper kahraman ve prenses kostümleri içindeki çocuk fotoğrafla­ rının akınına uğrardı; aynca her tür meslek kostümünün seksi versiyonlarını giymek için can atan yetişkinler de cabasıydı. İşkenceli bir bekleyişten sonra kapı görevlisi sonunda ona körili kuzu gibi kokan bir taksi bulmayı başardı. Okula vardığında bir tandırdan fırlamış gibi kokacaktı. Trafik çok berbattı. Evie, dağıtım kamyonlarıyla dolu Madison Bul­ varı’ndan yukarı en azından on beş bloklarının olduğunu dehşet içinde fark etti. Thane ona saat sekizde okulda olma­ sını söylemişti ve taksinin televizyonundaki saat 07.53’ü gösteriyordu. Hay sıçayım, diye düşündü ve cüzdanından bir yirmilik çıkardı. “Üstü kalsın,” dedi nefes nefese ve caddeyi arşınlamaya koyuldu. Doğanın acımasız bir oyunuyla yağmur yağmaya

210 Aşk Burada Çekmiyor

başladı; önce birkaç damla, sonra da bardaktan boşanırca­ sına. Az önce masmavi olan gökyüzü şimdi bir çocuk kita­ bındaki çizimler gibi tehditkâr bir griliğe büründü ve çok geçmeden Evie sırılsıklam olmuştu. Az önce seksi olan şim­ diyse başına bela olan ayakkabısının topuklan kaldınmdaki bütün deliklere girip çıkıyordu. New York caddelerinde kar­ şılaştığı çer çöpün ve dile getirilmemesi daha uygun kaçacak ıvır zıvınn son derece farkında olmasaydı çıplak ayakla koş­ maya başlardı. Bitmek bilmez bir tempolu yürüyüşün ardından okulun heybetli girişine vardı ve mermer basamaklan uçarak çıktık­ tan sonra ilk zilden hemen önce gelmiş olan öğrenci kalaba­ lığının arasına kanştı. Görev yerine geçmeden önce kalabalığı kısaca inceledi. Okulun iki blok kuzeyinde rastladığı çocuklardan pek de farklı olmayan gürültücü bir kalabalıktı bu; gerçi buradaki çocuklar diğerlerinden, şeftali rengi ve pürüzsüz tenleriyle ve dolgun banka hesaplarıyla ayrılıyorlardı. Estetik açıdansa Brighton’daki kitle, Evie’nin alışkın olduğu hırpani avukat­ lardan oldukça farklılardı. Açık sarıdan kestane kabuğuna dek değişen gölgeler ışıldıyor, Chanel çantalar çıtkırıldım omuzlardan rahatça sallanıyorlardı. Mimari ödüllere layık burunlar tavanı gösteriyordu. Ve bunlar sadece kızlara ba­ kınca gördükleriydi. Bir de oğlanlar vardı. Onlar da dar ama üzerlerine ya­ pışmayan, gökkuşağının renklerinde Lacoste tişörtler giyi­ yorlardı. Onların saçları da kızlarınki kadar (belki onlannkin-

211 Elyssa Friedland

den daha da iyi) şekillendirilmiş, rüzgârla mükemmel bi­ çimde dağıtılmış hissi verecek şekilde yapılmıştı. Sanki okula Evie’den daha faklı hava şartlarında gelmiş gibiydiler. Bir zamanlar Evie’nin olduğu gibi yoğun bir şekilde akıllı telefonlarına gömülmüşlerdi ama mucizevi bir şekilde kori­ dorda birbirlerine çarpmadan ilerliyorlardı. Her birinin üze­ rinde kaydığı, kendilerine has bir ray varmış gibiydi. Bütün yüzlerde, dinlenerek ve lüks mekânlarda güneş ışınlarının tadını çıkararak geçirilmiş bir yazın solan izleri görülebiliyordu. Brighton’ın, Evie’nin banliyöde gittiği, GAP gömleklerin hüküm sürdüğü, 1950lerin liselerine bir övgü niteliğindeki o turuncu-kahverengi fayanslı okul olma­ dığı kesindi. Evie’nin gözü korkmuştu. Özellikle de ıslak pantolonunu görünce. Daha bu sabah bu takımın ona ağır­ başlı bir haya kattığını düşünürken şimdi inanılmaz derecede salak hissediyordu; orta yaşlı bir fen öğretmeninin ucuzluk sepetinden aldığı kıyafetleri giymiş gibiydi. Yönetim katına çıkınca kendisiyle iş görüşmesini yapan, yirmili yaşlarındaki kedisever Keli ona odasını gösterdi. Bu­ rası, Marianne’in Baker Smith’teki küçük bölmesine benzi­ yordu; bir masaüstü bilgisayar, telefon ve birkaç dosya dolabı vardı. Acayip bir manzarası olan rahat, özel ofisinden nasıl da aşağılara düşmüştü. Çantasını, sade bir metal sandalyeye bıra­ kırken son işyerindeki poposunu dinlendirdiği yeri -ayarlana­ bilir minderli bel destekli sandalyesi- nasıl da kanıksadığını kavradı. Yeni yeri, müdürün deri kaplı mağarasından sadece birkaç metre uzaklıkta bir akvaryum gibiydi. Restoration

21 2 Aşk Burada Çekmiyor

Hardware mağazasının beş santim kalınlığındaki katalogunu gizlice karıştırmak ihtimal dışı olacaktı. “Maaş bordron için vergi belgelerinden bazılarını hazır­ layacağım,” dedi Keli. “Sen de bu arada okulu dolaşmak is­ temez misin? Fakülte salonu ikinci katta, kafeterya da alt katta.” “Teşekkürler. Sanırım Tracy Loo’nun sınıfını ziyaret edeceğim .” Evie arkadaşının sınıfına giden üç kat merdiveni oflayıp puflayarak çıkarken Tracy’nin serviksi mi, plantası mı her ne zıkkımı o haldeyken, haftanın beş günü bu merdivenleri çıkmaya nasıl devam edeceğini düşündü. Bir sınıf tartışması sırasında içeri girdi. Evie çocuklan yakından görünce, o sofistike cilaların altındaki biçimsizliği gördü. Hâlâ sivilceleri falan çıkan ergenlerdi sadece. “Emma? Az önce elini mi kaldırmıştın?” diye seslendi Tracy eskimiş metal masasının ardından; burnunun ucunda plastik çerçeveli gözlükler vardı ve omuzlarına da yünlü bir hırka atmıştı. Ne kadar da yetişkin görünüyor, diye düşündü Evie. Arkadaşlarım da ben de artık öğrenci değiliz. “Evet Bayan Loo,” diye yanıt verdi ön sırada oturan ne­ şeli bir esmer kız. “Survivor yarışmasının Sineklerin Tan­ rısından esinlenmiş olabileceğini düşündüm de. Siz ne dersiniz?” Tracy gözlüklerini yukarıya itti. “Yani, evet, sanırım her ikisinde de bir adada mahsur kalan insanlar mevcut. Ama medeniyet ve vahşilik hakkında bir şeyler söyleyeceğini um­

213 Elyssa Friedland

muştum. Sence Golding hangi dürtünün insanın doğasında mevcut olduğunu söylüyor?” “Şey,” dedi Emma. “Emin değilim.” “Bilen var mı?” diye sordu Tracy umut dolu bir şekilde; muhtemelen New Orleans’daki öğrencileri burnunda tütü­ yordu. E vie’ye özür dilercesine baktı. “Jamie? Sen ne düşünüyorsun?” Hiçbir yanıt gelmedi. Tracy iki defa daha, “Jamie?” diye seslendikten sonra Evie arka sırada oturan bir öğrencinin ukala bir tavırla, “Evet?” dediğini duydu. “Lütfen bir dahaki sefere sınıftaki sohbete katılmaya çalış,” diye uyardı onu Tracy; Evie’ye göre oğlanın yakasını biraz fazla çabuk bırakmıştı. “Olur,” diye yanıt veren Jamie, bakışlarını Evie’ye dikti. Oğlanın bakışları karşısında, sanki fermuarı açık kalmış gibi çaresiz hissetti kendini; üstelik de azarı yiyen çocuk olmasına rağmen. Sonra oğlan omuzlarını kasıp kaşlarını çatarak önüne döndü; rahatsız edildiği için sinir olduğu belliydi. Evie çocuğun kollarının ileri geri oynadığını fark etti. Pislik herif sırasının altında mesaj yazıyordu! “Çocuklar, izin verin size üniversiteden en yakın arka­ daşımı tanıştırayım. Brighton’da geçici olarak hukuki işlerle ilgilenecek,” dedi Tracy, Evie’yi işaret ederek. “Siz de çok çalışır ve ders sırasında mesaj yazmayı bırakırsanız Yale’e gidip benim gibi harika dostlar edinme şansını yakalayabi­ lirsiniz.”

2 1 4 Aşk Burada Çekmiyor

Demek Tracy sınıfta dönen dolapların farkındaydı. Evie sınıfa dostane bir şekilde el salladı. “Biraz kalsana. Yaz için okuma listesinde yer alan ilk kitabı tartışıyoruz.” Evie olur dercesine başını salladı. Tracy’nin fazlaca yaptığı hazırlıklara ve akıcı Sokrates tarzına rağmen öğrencilerin gözleri bulanmış gibiydi. Belki de sorun atmosferdeydi. Soluk san duvarlardaki tek süs, ilk yardım posteri ve kafesin içindeki teneffüs ziliydi. Burası bir yuva değildi elbette ama yine de Evie burayı canlandırmak için bir sürü şey yapılabileceğini düşündü. Tracy doğum iz- nindeyken ona sürpriz yaparak sınıfını renklendirmeyi çok isterdi. Ders programındaki kitaplann kapaklarıyla duvarlan süslemek bile çok işe yarayabilirdi. İngiliz edebiyatındaki ünlü sözlerden yapılmış bir çelenk de hazırlayabilirdi. Yara­ tıcılığı, çalkalanmış bir şişedeki gazoz gibi fışkırmaya hazırdı ve işe koyulmak için sabırsızlanıyordu. Tracy çılgına döne­ cekti. Gönüllü öğretmenlik işinden sonra sık sık, dört duvan ve tepesinde çatısı olan bir sınıfta ders verdiği için ne kadar minnettar olduğunu söylerdi. Evie başını sallayarak Tracy’te aşağıya ineceğini işaret etti. Keli, masasına doldurulması gereken formlar, müdürün, kendisinden okumasını istediği belgeler bırakmıştı; bunla­ rında arasında okulun kira kontratı, son üç yıla ait işletme anlaşmalarıyla mali raporlar vardı. Kendini kaptırarak bun­ ları okuyup notlar almaya koyuldu; kaldığı yerden avukat moduna geri dönmüştü ve çok geçmeden de öğle yemeği vakti gelmiş, yönetim ofisi yangın tatbikatı varmışçasına bo-

21 5 Elyssa Friedland

şalmıştı. Evie nereye gideceğini bilmiyordu ama meslektaş­ larının peşi sıra yollandı. Dışarıya çıktığında telefonu çaldı; tanımadığı bir numa­ radan sesli mesaj gelmişti. Mesajı duyunca Rick’ten gelmiş olmasına şaşırdı. “Selam Evie, Stasia’yla birlikte nasıl oldu­ ğunu sormak istedik. Bir şeye ihtiyacın olursa ara.” Rick’in numarasını rehberine kaydetmekten çekindiği ve çantasının dibindeki alışveriş fişinin arkasına karaladığı için ne kadar da aptaldı. O evli olsa bir arkadaşının fikir almak ya da iyilik istemek için kocasını aramasını dert etme­ yeceğini düşünmekten hoşlanırdı. Tabii o arkadaşı kendisin­ den iki beden büyükse ve kendi kocası varsa. Ama Stasia kendine çok daha güvenliydi. Saçlan sırma işli ipekleri, ba­ cakları da incecik bilekleriyle sivri açılmış incecik kalemleri andırıyorken insan nasıl kendine güvenmezdi ki? Evie, Brighton’m karşısındaki bir büfeden bir sandviç aldı; aklı yine Rick’e Stasia’ya ve bebeklerine takılmıştı. Sta­ sia kendisini çok hasta hissettiğinden arkadaşlık görevlerini Rick’e devretmiş olmalıydı. Evie kaldırımda Havarti peynirli ve humuslu dürümünü yutarken caddenin yaklaşık yirmi metre kadar ilerisinde park etmiş, koyu renk camlı, şoförlü, siyah bir Escalade’den inen silueti fark etti. Koyu renk takım elbise giymiş ve kravat takmış olan adam inanılmaz derecede Doktor Gold’a benziyordu. Ama Evie onun tatilde olduğunu ve böyle bir aracın içinde gezinmesi için hiçbir sebep olma­ dığını bilmesine rağmen yine de Gold’un ikizini gözlerini kı­ sarak izledi; dar bir elbise ve normalde sıradan olan ama

216 Aşk Burada Çekmiyor

böyle biri giydiği için fiyatına bir sıfır daha eklenmesi gere­ ken kırmızı tabanlı topuklular giymiş, fasulye sırığı gibi bir kadın adamın peşi sıra ilerliyordu. Evie, Bette’nin ameliyatı için bile olsa gerçek Doktor Gold’u tekrar görmeye can attığını fark etti. Onu düşünürken yüzünde bir tebessüm belirmiş olsa gerekti ki binaya girerken yanından geçen Tracy’nin öğrencisi Jamie pis pis sırıtarak, “Birileri güzel bir gün geçiriyor galiba,” dedi.

Evie işten çıktıktan sonra, her ne kadar Brighton’daki ilk günü onu tüketmiş olsa da Evie’yi görmek için otuz blok- luk bir yürüyüş yapmaya karar verdi. Yeni çevresine uyum sağlamak, okul kampındaki ilk günkü kadar kolay değildi. Kahve kupaları ortak mı kullanılıyordu yoksa herkes çoktan kendine bir tane seçmiş miydi? Ofisteyken ceptelefonuyla konuşmak hoş karşılanıyor muydu? Her ofisin kendine has, yazılı olmayan kuralları vardı ve Evie’nin bu kurallarla ilgili danışacağı kimse yoktu. Aslında, milyon yıl Önce Rising Star mağazasında Baltimore’lu Yahudi kızlara yetişkinliğe geçiş töreni kıyafetleri sattığı işi saymazsa Baker Smith dışında hiçbir yerde çalışmamıştı. Kilitli dosya dolaplarının şifrele­ rini, fakülte salonunun yerini ve hatta Brighton’daki meslek­ taşlarının isimlerini hatırlamak epey yorucu olmuştu. Yine de Bette’yi görmesi gerekiyordu. Evie, babaannesinin kaldığı daireyi görünce irkildi. Bette, Greenwich’te kalarak Fran ve Winston’a yük olmayı

217 Elyssa Friedland

kesinlikle reddetmişti; ayrıca Evie’nin “mini mini evinde” kalma fikrinden de pek hoşlanmamıştı. Onun yerine, şans eseri Sloan-Kettering’e yarım blok mesafede bir daireye yer­ leşmişti. Burası, Boca’dan arkadaşı Esther’e on beş yıl önce, yüz yaşındayken vefat eden annesinden miras kalmıştı. Bu­ rası, soyulan duvar kâğıtları, parçalarına aynlmak üzere olan ahşap döşemeleri ve dünyanın en çirkin hardal rengindeki perdeleriyle bir stüdyo daireydi. Bir poşet çayla, bütün bir gün boyunca idare eden (günün son bardağı rengi hafifçe de­ ğişen sudan ibaret olurdu) Bette burada kaldığı süre içinde bu mekânı güzelleştirmek için hiçbir şey yapmazdı. Evie içeri girdiğinde babaannesini eski püskü kanepede oturmuş, telefon kulağında dedikodu yaparken buldu. “Oğlan biraz kısa olabilir ama hatırladığım kadarıyla se­ ninki de pek uzun sayılmaz. Bak, artık otuz dokuz yaşına geldi, bu kadar seçici olamaz. Bugün oğlana telefon numara­ sını vereceğim. Hadi kapamam gerek, torunum geldi şimdi.” Bette, Evie’ye kanepenin yanındaki koltuğa oturmasını işaret etti. “Ne dedin?” Bette sesini alçalttı. “Ah, Evie mi? Yok, şu an kimse yok.” Telefonu diğer kulağına, Evie’den uzak olan kulağına götürdü. “Neredeyse otuz beş... Biliyorum, biliyo­ rum.” Sonra da telefonu kapayıp masum masum Evie’ye baktı. “Kimdi o?” diye sordu Evie. “Ayrıca ben neredeyse otuz beş falan değilim. Daha yeni otuz dört oldum.” Öyle değil miydi? Daha henüz eylül ayındaydılar ve doğum günü de mayısın sonundaydı.

218 Aşk Burada Çekmiyor

“Sunny Isles’dan Carol Goldenberg’di. Torununa birini ayarlamaya çalışıyorum.” Evie’nin içindeki çocuk feryat etmek istedi. “Peki ya bana?” “Torunu, San Diego’da yaşayan ve kuklacı olmak iste­ yen bir kız,” diye devam etti Bette. “Gerçi kim öyle bir şey ister ki? Para kazanmak için de garsonluk yapıyor. Şu çocuk­ ları anlamak mümkün mü? Neyse, sanırım onun için orada yaşayan birini tanıyorum.” Evie’nin nabzı yavaşladı. Carol Goldenberg’in torunu Califomia’daydı ve kaybolmuş kukla sanatını kariyer edin­ meye çalışıyordu. Benzer türden adamlardan hoşlanamaz - Iardı zaten. “Böyle bir zamanda bile çöpçatanlık yaptığına inanamı­ yorum. Kendine odaklanman gerekir senin.” “Neden ki? Diğer insanları mutlu etmekte ne zarar var?” dedi Bette omuzlarım silkerek. “Doktor Gold’la konuştun mu peki?” “Adamın bir ailesi var, babaanne. Onunla tanıştığımda ofisinde kızının fotoğrafını gördüm.” “Neden sinirleniyorsun ki? Seni baş göz etmeye çalış­ mıyorum. Sadece onunla konuşup konuşmadığını sordum. Belki sağlığımla ilgili bir şeyler sormuşsundur diye.” Evie birdenbire parladığı için pişman olarak yumuşadı. “Affedersin. Sadece sürekli bana birini bulmaya çalıştığın için öyle düşündüm. Neyse, zaten neden seni ameliyat etmesi için Doktor Gold’u beklediğini de anlayamıyorum. Sloan’da

219 Elyssa Friedland

bir sürü yetkin doktor olduğuna eminim.” “Merak etme.” Bette iç geçirdi. “Ben beklemeye alışkı­ nım.” Bakışlarını kucağına çevirip parmağındaki altmış yıllık evlilik yüzüğünü çevirmeye başladı. Evie’nin nutku tutulmuştu. Kanser ile bekâr torununu başka kim mukayese edebilirdi ki?

“Bette beni deli ediyor, anne,” diye sızlandı Evie, has­ tanenin yakınlarındaki bir kahve dükkânında annesiyle otu­ rurken. “Hem de nasıl.” Fran’in, Manhattan1 m kapkaççılarla dolu olduğuna inanan turistler gibi çapraz askılı çanta taktı­ ğını fark etti. Evie de hukuk okuluna ilk başladığında böyle yapardı. Şimdiyse fermuarı açık bir şekilde, çantası dirseğin­ den öylece sallanarak yürüyordu. Ama kendine güvenen bir New York’lu gibi yürümeyi öğrenmişti; ona göre zaten hır­ sızları caydıran en önemli etken de buydu. “Bekâr olmamın onu ne kadar üzdüğünü biliyorum. Ama gerçekten de zaten aşk hayatımla ilgili yeterince sıkın­ tım var; bir de evlenmemiş olmamın etrafımdakileri nasıl et­ kilediğini düşünerek buna endişelenemem yani. Sana yemin ederim, eğer Nobel Ödülü kazanmış olsam babaannemin tek söylediği İsveç’e tek başına gidecek olmam olurdu.” Evie’nin annesi kahvesini sessizce karıştırdı; yüz ifade­ sinden ne düşündüğü anlaşılamıyordu. “Anne, beni dinliyor musun? Sakın babaannemle aynı fikirde olduğunu söyleme bana. Yoksa sen de mi bekâr ol- Aşk Burada Çekmiyor

mamdan nefret ediyorsun?” elive sandalyesine çöktü. “Sen­ den bunu beklemezdim. Bette geçmişe saplanıp kalmış.” Fran, Evie’ye baktı. Düşmeye başlamış gözkapaklanyla çevrelenen, şefkatli gözleri sevgi ve bilgelikle doluydu. Evie onların içine bakınca kendi yansımasını gördü. Bu çok do­ ğaldı çünkü Fran, Evie’yi her şeyden daha fazla düşünürdü. “Evie, beni üzen o değil. Şensin. Bekâr olmayı dert et­ mediğini bilsem benim de azıcık bile umurumda olmazdı. Hatta babaannen de umursamazdı.” Bakışları, içinde bir şey­ ler aradığı çantasına kaydı. “Yok, o yine de umursardı. Ama benim için gerçekten bir önemi olmazdı,” diye ekledi yumu­ şak bir tonda. Evie bardağın her zaman dolu tarafını görmeye çalışan annesine inanmalı mıydı, bilmiyordu. Bette’yi ziyaret etti­ ğinden beri bastırdığı gözyaşları yine onu tehdit etti. Çenesini kaldırırken ağlamasını bastırmayı beceremedi. “Tatlım, seni üzmeye çalışmıyorum. Sadece seninle içten bir konuşma yapmak istiyorum. Senin bekâr olman ara­ mızda bir tabu gibi, hiç konuşulmuyor. Ama böyle olmamalı. Bette’nin bu konularda daha dobra olduğunu biliyorum. Ama ben çoğunlukla bu konuyu açmaktan korkuyorum.” Evie ne diyeceğini bilmiyordu. Birkaç saat önce Brigh- ton’dayken eski işiyle birlikte kaybettiği bazı şeyleri -sorum­ luluk, özgüven, saygı- yeniden kazandığını hissetmişti. Şimdiyse, Fran’in karşısında kendini bir ergen gibi hissedi­ yordu. “Senin mutlu olmanı istiyorum. Ve evet, itiraf etmem

221 Elyssa Friedland

gerekirse evlenmeni de istiyorum. Çünkü o zaman kendini daha güvende hissedeceğine inanıyorum. Senin bir sürü özel­ liğin var Evie. Güzelsin, akıllısın, başarılısın, sosyalsin. Liste uzayıp gidiyor. Ama bekâr olman sana bütün bu şahane özel­ liklerini unutturuyor. Sana baktığımda sadece güvensiz bir kadın görüyorum. Bu da beni öldürüyor. Seni şöyle bir sarsıp neler başardığını hatırlatasım geliyor.” Evie, bu dürüst konuşmanın bir dakikasına daha katla- nabileceğinden emin olmasa da dinlemeye devam etti. En azından kafe boştu. “Ama doğruyu söylemek gerekirse seni pek de suçlamı­ yorum. Bu dünya çiftler için tasarlanmış. Hemen hemen her film, radyodaki her şarkı aşkı anlatıyor. Sevgililer Günü, yıl- dönümleri falan. Hatta restoranlarda bile tek kişilik ya da üç kişilik yer yok öyle değil mi?” Evie Jack’in restoranlarını düşündü. Bekârlar için küçük masa olmazdı. İnsanların tek sayılarda rezervasyon yapma­ larından şikâyet ederdi. “Para kazanabileceğimiz bir müşterinin yeri boşa gitmiş oluyor,” derdi ikisi gecenin geç saatlerinde oturmuş şarap içer­ ken; o sırada Jack o geceki fişleri gözden geçiriyor olurdu. “Ay­ rıca kötü de görünüyor. Asimetri çok sinir bozucu.” Jack ne zaman şikâyet etse Evie umursamazca, “Bekâr­ lar bence eve sipariş etmeli,” derdi. Evie içi acıyarak belki de Jack’in bu yüzden evlenmiş olabileceğini düşündü. Müş­ terilerine örnek olmak istemişti. Evie de onu buna teşvik et­ mişti.

222 Aşk Burada Çekmiyor

Evie en azından söyleyeceklerini dinlemeye devam etmek istediğini belirtircesine annesine başını salladı. “Üstelik bunlar, Bette’den duyabileceğin feminizm kar­ şıtı zırvalıklar değil. Erkekler de kendilerini yalnız hissedi­ yor. Winston boşanınca yıkılmış. Tekrar evlenmek için sabırsızlanıyormuş. Sen küçükken çok bilmiştin. Bana, ‘Ben evlenmeyeceğim. Harvard’a gidip milyoner olacağım,’ der­ din. O zamanlar yedi yaşındaydım Bunlan söylediğini hatır­ lıyor musun?” Evie bunları hatırlıyordu; çünkü annesiyle babası bunu ona o kadar sık tekrar etmişlerdi ki yedi yaşındaki halini gö­ zünün önünde canlandırabiliyordu. At kuyruklu ve tombiş halinin, kendini beğenmiş bir tavırla, ‘Baltimore’daki Pro­ vince tarzındaki san-mavi fayanslı mutfaklarında dolanarak anne ve babasına geleceğinden bahsediyordu. Fran’e yine hafifçe başını salladı. “Babanla ben birbirimize bakar ve hayat hakkında öğ­ reneceğin ne kadar çok şey olduğunu düşünürdük. Bunu hiç yüksek sesle itiraf etmedim. Hiç. Ama baban öldüğünde, ak­ lıma gelen ilk düşüncelerden biri de KopelTerin yıldönümü partisine tek başıma gitmek zorunda kalacağımdı. Düşüne­ biliyor musun? Hayatımın aşkını kaybettikten sonra ne için endişelendiğime bakar mısın? Çok utanç verici ama insanın doğası böyle.” Evie yerinde hızla doğrulup annesine doğru yaklaştı. Garson, ne olduğunu görmek için People dergisinden kafa­ sını kaldırıp baktı.

223 Elyssa Friedland

“Bana kendimi daha da kötü mü hissettirmek istiyorsun? Sana katılıyorum. Yalnız olmak istemiyorum ama sabahtan akşama kadar sokaklar sırtımda ‘Koca Aranıyor’ afişiyle do- laşamam ya. Ayrıca senin de babaannemin de böyle baskı yapması işimi hiç de kolaylaştırmıyor.” Evie tekrar arkasına yaslanıp kollarım göğsünde kavuşturarak Fran’in kendisine itiraz etmesini bekledi. Ama Fran yüzünü tezgâha çevirip Evie’ye sırtını döndü. “Pardon, hesabı alabilir miyiz lütfen?” Evie’nin içi içini yedi. Tıpkı babası ve Bette gibi o da bir tartışmayı uzlaşarak sonlandırmak zorunda hissederdi. Annesiyse cümlenin ortasında tartışmayı bırakır, karşısındaki kişiyi gergin ve çözümsüz bir halde bırakırdı. “Anne, lütfen konuş benimle. Kendime eş bulmamış tamzamanlı işim olamayacağını bildiğine eminim.” Fran büyük bir fedakârlık yapıyormuş gibi davranarak masalarına yaklaşan garsonu el sallayarak uzaklaştırdı. Ama sonra yüzü beklenmedik bir şekilde yumuşadı ve Evie’nin eline uzandı. Bu sıcak dokunuş Evie’nin ürpermesine sebep oldu. “Elbette ki katılıyorum. Sadece, lütfen bunu söylediğim için kafamı koparmaya kalkma ama reddedilmemek için ka­ riyerine gömülmeyi seçtiğini düşünüyorum. İş hakkında ne kadar şikâyet edersen et, ek bir görev alma fırsatı her doğ­ duğunda sen gönüllü oluyordun. Hatta Jack’i bile örnek ve­ rebilirim. En uzun ilişkini evliliğe inanmayan bir adamla yaşadın. Bilinçaltından bir yerlerde bağlanmayı reddeden bi­

22 4 Aşk Burada Çelemiyor

rine âşık olmana sebep olan bir şeyler olmalı. Şükürler olsun ki o işi bitirdin. Sana yemin ederim ki kırklarına kadar onunla birlikte olduktan sonra asla evlenme teklif etmeyeceğini an­ lamandan korkmuştum.” Evie, Fran’e hâlâ Jack’in evlendiğini söylememişti. An­ nesinin kendisine acımasını ya da daha da kötüsü, Jack'i kor­ kutup kaçıracak bir şey yaptığını düşünmesini istemiyordu. Baker Smith meselesi zaten yeterince utanç verici olmuştu. Ama bu, annesine bekârlığının tek suçunun kendisi olmadı­ ğını gösterme fırsatıydı. İyi tarafından bakılacak olursa, kötü kaderin bir kurbanıydı. Kötü tarafından bakılırsa da sadece arzulanmayan bir kadındı. “Anne, aslında Jack...” “Selam herkese. Çikolatalarla geldim,” diye seslendi Winston neşeli bir şekilde; kafenin girişinde beklenmedik bir şekilde belirmişti. Winston bir elindeki Godiva kutusunu Evie’ye verirken öteki eliyle de kravatını gevşetti. Fran’in yanağına ufak bir öpücük kondurdu. Evie de Bay ve Bayan Jack hakkındaki konuşmayı ertelemek zorunda kaldığı için rahatlayarak ona gülümsedi. “Winston’a burada olacağımızı söyledim,” dedi Evie' nin annesi; sonra da kocasına döndü. “İş nasıldı?” “Yoğun,” dedi Winston garsonu çağırarak. “Kahveden daha sert bir şeyiniz var mı?” Garson kafasını iki yana salladı. “Tamam o zaman sütsüz bir kahve lütfen. Bir de domuz pastırmalı sandviç.”

225 Elyssa Friedland

“Ben eve gidiyorum. İlk gün beni bitirdi,” dedi Evie. “Yol için bir parça çikolata alacağım.” Kutunun altın rengi ambalajını açarken, Fran’in azarlarından sonra en azından bir çikolata yemeyi hak ettiğini düşündü. Aynca o sabah pan­ tolonu da bol gelmişti. Ahududu Iikörlüden alıp gitmek için arkasını döndü­ ğünde annesinin soluğunun kesildiğini işitti. “Evie, pantolonunun arkası sökülmüş. İç çamaşırını gö­ rebiliyorum! Etrafta nasıl böyle dolaşırsın? Üstelik de okulda!” Fran’in tiz sesi, Evie’nin şansına, son üç dakikada yarı yarıya dolan kafede çınladı. “Neden bahsediyorsun?” diye sordu Evie arkasına uzana­ rak. Yumuşak ipekli pantolonunu avuçladı ve işaret parmağı bir deliğe isabet etti. Hem de tam poposunun üzerindeydi. “Aman Tannm! Ne kadar kötü?” Evie açıkta kalan kı­ çını gizlemek için tekrar sandalyesine çöktü. Sabahki olaylar bir film şeridi gibi gözünün önünden geçti. Pantolonu giydi­ ğinde belinin bol gelmesine şaşırması... Kahve almak için ana ofiste dolanması... Tracy’nin sınıfını ziyaret ettiğinde ona sarılmak için eğilmesi. Ya Öğrencilerden biri bu frikik gös­ terisini kaydedip YouTube’a koyduysa? Fran ve Winston’ın yüzüne bakamadığından suratını, sağ kolunda taşıdığı ceketine gömdü. Ceketi! Ceketi işteyken hep üzerindeydi ve sadece an­ nesiyle kahve içmek üzere kafeye geldiğinde onu çıkarmıştı. “Ceketimi giyiyordum!” diye haykırdı Evie ve oturmuş haldeyken tuhaf bir biçimde ceketini üzerine geçirdi. Ayağa

226 Aşk Burada Çekmiyor

kalkıp, bir şişte pişmekte olan kuzu gibi yavaşça arkasını döndü. “Arkanı kapıyor,” dedi Fran pek de hoşnut olmayan bir ifadeyle. “Tanrı’ya şükür,” diyerek coştu. ‘Tamam, artık gerçek­ ten gidiyorum,” dedi Evie ve süklüm püklüm bir şekilde Winston’la Fran’e el salladı. Trüf de geride kaldı. Tam bir adımını dışarı atmışken de Fran’in Winston’a fısıldadığını duydu: “Bekâr olmaktan şikâyetçi ama daha doğru düzgün kıyafeti bile yok.”

227 ON BİRİNCİ BÖLÜM

“‘Ticari olarak makul durumda’ ve ‘makul durumda’ aynı anlama gelmiyor. Ya ‘ticari olarak makul’ deriz ya da telefonu kapıyorum.” Tele-konferansı kapama tehdidi Baker Smith’in rakip­ lerinden biri olan Crohn and Hitchens firmasının beyaz yaka suçlar biriminin başı ve kıdemli bir ortak olan Louis Mad- well’dan geldi. Firmanın ofisi, 3. Cadde’de, şeklinden dolayı genel olarak “Ruj Binası” olarak bilinen binada yer alıyordu; gerçi Evie bu binanın daha fallik bir görüntüsü olduğunu dü­ şünüyordu. Madwell’ın davranış tarzı da onun bu fikrini pe­ kiştiriyordu. Adam Brighton Mütevelli Heyeti’nin bir üye­ siydi ve konuşmanın başmda herkese söylediği gibi, okulun ‘ipleri onun elindeydi’. Okula bu hizmeti ücretsiz olarak sun­ duğu gerçeği de yine herkesin kendi zamanına saygı göster­ mesini hatırlatmak istediğinde belirttiği bir şeydi. “‘Makul’, ‘makul’dür,” dedi karşı tarafın hukuk danış­ manı olan Joe Cayne; adamın ismi Evie’ye derhal kokaini çağnştırmıştı. “Ve biz de sadece bunu kabul edebiliriz. Ayrıca

228 Aşk Burada Çekmiyor

siz hiçbir şey satmıyorsunuz. Orası bir okul. Neden ‘ticari olarak’ demeye gerek olsun ki?” Madwell, konuşmadaki on beş kişi adına küçümseyerek güldü. “Kişi başı 40.000 dolara elbette ki bir şeyler satıyoruz. Eğitim satıyoruz biz. İşte bu yüzden de müşterin, lanet olasıca ödüllü bir bilgisayar laboratuvan kurmak için binanın anahtar­ larını çevirdiğinde kontratta ‘ticari olarak makul durumda’ yaz­ masını istiyorum. Çünkü içeri girdiğimde duvarlarda deliklere ve farelerin istilasına rastlamak istemiyorum. Beni anladın mı?” “Kusura bakma ama Louise müşterim, mekânında gayet seçkin bir sanat galerisi işletiyor. Binada fare falan yok. Ay­ rıca duvarlarda delikler olmadığına da seni temin ederim,” diye karşılık verdi Caine sertçe. “Duvarlarda delik yok öyle mi? Peki lanet tabloları nasıl asıyordu?” İyi yakaladın Madwell. Evie’nin araya girme zamanı gelmişti. “Beyler şu an konudan sapıyoruz. Herkesi memnun ede­ bileceğini düşündüğüm bir şey önerebilir miyim?” Kimse bir şey demedi. “Neden o koşulu, binanın ‘makul derecede yaşanabilir’ konumda teslim edileceği şeklinde değiştirmiyoruz? Böy- lece, herkesin mutabık olacağı üzere karşı tarafın rahatsız ol­ duğu ‘ticari olarak’ ibaresini çıkarmış oluruz. Bizim taraf da hepimizin endişe ettiği üzere, binanın öğrenciler için yaşa­ nabilir konumda olması durumunda iyi hissedecektir. Ne dü­ şünüyorsunuz?”

2 2 9 Elyssa Friedland

“Bana uyar,” dedi Madwell. “Zaten şu an üç milyar do­ larlık bir davayla uğraşıyorum ve bir müşteriyi hayatı bo­ yunca şehir dışındaki bir hapishanede çürümekten kurtar­ maya çalışıyorum. Bu saçmalıktan daha önemli işlerim var yani. Joe, kızın dediğine katılıyor musun?” Evie kendisine “kız” denmesinden hoşlanmamıştı ama daha önce kadın avukatlara çok daha kötü şekillerde sesle- nildiğini duymuştu. Telefonda bir fısıldaşma olunca Evie, Kokain’in müşterisine danıştığını tahmin etti. “Bize de uyar,” dedi. “Ekibine kontratın yeni halini gön­ deririm. Şu satışı hafta sonuna kadar halledelim artık.” “Herkese bu verimli görüşme için teşekkürler,” dedi Evie. “Güzel bir gün geçirmenizi dilerim; başka meseleler oluşursa lütfen beni arayın.” Ahizeyi yerine bırakıp derin bir nefes aldı. Brighton’daki geçici danışmanlık işindeki ilk gö­ revi oldukça sorunsuz gidiyordu. Günlük cümleleri farklı bi­ çimlerde sunma konusunda eski bir uzmandı. Birleşme & Satın Alma departmanında benzer bir sorun, müşterisi için hangisinin daha iyi olduğuna karar vermekle geçirecekleri bir haftalık bir tartışma demekti: “Yönetim ne zaman önemli bir mesele doğsa yatırımcılara derhal bildirecektir,” mi, yoksa, “Yönetim ne zaman önemli bir mesele doğsa yatırım­ cılara gecikmeden bildirecektir,” mi? Bütün bunlar sözlük savaşlarındaki boşuna çabalar gibiydi. Bir sorun çıkarsa mahkemeye başvurmadan uzlaşılırdı. Kimse, kontrattaki bir belirtecin anlamını çözümlemeye girişmeyecekti. Bu Evie’ nin bir şirket dışındaki ilk hukuki göreviydi ama fırmadakin-

23 0 Aşk Burada Çekmiyor

den pek de farklı olmadığı ortaya çıkmıştı. Belki bazı avu­ katlar telekonferanslarda didişmekten ve sürekli “lanet olası” demekten hoşlanıyor olabilirlerdi ama Evie onlardan biri de­ ğildi. “Hey, seni tanıyorum. Bayan Loo’nun arkadaşısın sen.” Evie kafasını kaldırınca, Tracy’nin sınıfında mesaj yazan Jamie Matthevvs’un bir omuzunda çantası, bir elinde de küçük, karton bir bardakla tepesinde dikildiğini gördü. “Ofiste bir arkadaşım olacağını bilsem iki espresso alır­ dım.” Çocuk, kendisininkinin yanındaki boş bölmeye çöktü ve buruş buruş kahverengi bir paketten çikolatalı kruvasan çıkardı. “Evet, selam, ben Evie. Evie Rosen. Yani Bayan Rosen,” diye geveledi. Kendisini nasıl tanıtmalıydı ki? Sonuçta bir öğretmen değildi ama belirli bir dereceye kadar mesafenin de gerekli olduğunu düşünüyordu. “Bir süreliğine kurum içi danışmanlık yapacağım.” “Selam Evie, ben de Jamie.” Görünüşe bakılırsa çocuk ona nasıl sesleneceğine karar vermişti bile. Kurum içi danış- malığın ne olduğunu bilip bilmemesi de pek önemli görün­ müyordu. “Ofis arkadaşı olacağız. Umarım sorun değildir.” “Sen öğrenci değil misin?” diye sordu Evie dik oturup Caroline’ın kızlarının bale derslerinde “mutlu beller” dedik­ leri konuma geçti. “Aynen. Ama geçen yıl başım biraz belaya girdi ve mü­ dürle bir anlaşma yaptım. Boş zamanlarımda ofisteki işlere yardım ediyorum ki böylece...”

231 Elyssa Friedland

“Böylece ne?” “Böylece uzaklaştırma aldığım öğrenci kaydımda gö­ rünmeyecek. Bu sene üniversiteye başvuruyorum da. İşte bu­ rada da dosyalama, fotokopi falan gibi işer yapıyorum. Kimin neye ihtiyacı varsa yani. Dolayısıyla buna sen de da­ hilsin.” Jamie ona şeytani bir şekilde gülümsedi. “Sorun değil. Benim yardıma ihtiyacım yok.” Jamie omuz silkti. “Keyfine bilir. Bir şeye ihtiyacın olursa ben buradayım.” “Teşekkürler.” Evie bilgisayarına bakmak üzere döner­ ken, zaten sıkışık olan çalışma alanının bu şekilde işgal edil­ mesinden rahatsız olmuştu. Zaten espresso içip Fransız hamur işlerinden yiyen bu çocuk da kimdi böyle? Evie lise­ deyken bisküvi yerdi. En azından tatlı bir çocuktu; yani ya­ şına göre. ■ Jamie’nin gelişini izleyen birkaç dakika içinde onun varlığı yüzünden Evie’nin dikkati dağıldı. Telefonu on sani­ yede bir ötüyor, ne zaman bir mesaj gelse tiz bir ıslık sesiyle titreşiyordu. Çocuğa doğru ters ters baksa da Jamie bunları fark etmedi. Masasındaki kontratta geçen kelimeler, “gayri mahdut mülkiyet hakkı”, “irtifak hakkı”, “rüçhan hakkı” gibi sözler hukuki bir dansa başladılar. Biraz daha kafein almanın zamanı gelmişti. Plastik saplı ortak kahve demliğinden (Baker Smith’te her katta bulunan Nespresso makinelerini nasıl da özlüyordu) kupasını doldurmak üzere doğruldu- ğunda dikkat çekici genç bir kızın ofise girip doğruca Jamie’ye yöneldiğini fark etti. Jamie kızın minik kıçına yer

232 Aşk Burada Çekmiyor

açmak için sandalyesinde kenara kaydı ve birlikte oturup kı­ kırdayarak oğlanın kruvasanından yemeye başladılar. “Evie, bu kız arkadaşım Eleanor,” dedi Jamie, Evie’nin bakışlarını yakalayınca. “Eleanor Klieger,” dedi kız hoş bir tavırla, Evie için bir anlam ifade etmesi gerekirmişçesine soyadını da eklemişti. Belki de ediyordu. “Memnun oldum.” İmrendiren, hışırtılı bir sese sahipti. Sanki soğuk algınlığının dördüncü günün­ deymiş de bu sebepten sesinde seksi bir hışırtı ve gırtlaktan gelen bir kahkahaya kavuşmuş gibi. “Ben de memnun oldum,” dedi Evie bir anda ikisinin karşısında kendini moruk gibi hissederek. Kahvesini süt ve şekerle iyileştirmeye çalışırken Elea- nor’m kıvrak beden hareketleriyle Jamie’nin uzun saçlarını kulağının arkasına atışını, puf puf kruvasan parçasını çocu­ ğun ağzına tıkışını izliyordu. Eleanor’ın kıyafetine hayran kalmıştı: kısa kot pantolon, kırmızı-beyaz ekose gömlek ve yan tarafında gizli bir şekilde yer alan ters iç içe geçmiş çift C işaretiyle lacivert babetler... Kıyafetleri kızın mükemmel vücut hatlarını sarıyordu ama kimsenin fark etmesini istemi­ yormuş gibi gösterecek kadar da boldu. Evie bu tarz kızları tanırdı. Sabahlan mükemmel dağınıklıkta saçlarla uyanırdı, bulaşıcı bir kahkahası olurdu ve fazla tehditkâr olmayan de­ rece iyi bir öğrenci olurdu. Şapşallık sevimli göründüğünde şapşal, zeki olmak havalı göründüğünde zeki olurdu. “Çalışma salonuna gitmem gerek,” dedi Eleanor sandal­ yeden sıçrayıp Jamie’nin yanağına bir öpücük yerleştirirken.

233 f Elyssa Friedland

“Antrenmandan önce otomatların orada buluşalım tamam mı?” Elbette ki Eleanor bir sporla uğraşıyordu. Büyük olası­ lıkla çim hokeyi ya da lakros oynuyordu. “Orada görüşürüz bebeğim.” Evie tekrar kontratına döndü. Kelimeler sinir bozucu dans­ larım bitirmişlerdi ve Evie tekrar odaklanmayı başardı. Jamie genel işlerini hallederek ofiste dolanıp durdu; yukarıdaki dosya dolaplarına uzanmayı da gerektiren bu işler sırasında polo ti­ şörtü yukan kalkıp şekilli karın kaslarını da gözler önüne seri­ yordu. İşini bitirdiğinde Evie’nin omzuna dokunup, “Seni gördüğüme sevindim. Yann tekrar geleceğim,” dedi. Evie o gün daha sonra fakültenin tuvaletinden göbeğinin ağırlığını taşısın diye taktığı elastik kemerle uğraşan Tracy’ye yardımcı olup kemeri bağladı. “Öğrencilerinden biri benim ofisimin yanında çalışıyor. Sanınm adı Jamie’ydi,” dedi Evie. “Masası benimkinden bir milimetre uzaklıkta. Kız arkadaşıyla tanıştım bile.” “Öyle mi? Jamie Matthews o. Sanırım o anlaşmayı ai­ lesi yaptı. Neredeyse Brighton’dan atılmak üzereydi. Bura­ daki çocukların yarısı ona tapıyor. Neden olduğunu pek anlamış değilim.” “Düzgün bir çocuğa benziyor,” dedi Evie. “İngilizcesi pek iyi değil ama.”

Pantolonundaki sökükle en dip noktaya ulaştığı kıyafet sorunundan bir buçuk hafta sonra Brighton için daha uygun

234 L Aşk Burada Çekmiyor

olabilecek bir gardırop düzenlemeye karar verdi. Neredeyse her gün iş yapmak için gelen şık Jamie ve onu ziyaret eden Malibu Barbie’si Eleanor yüzünden Evie kendini, görünü­ münü iyileştirmek zorunda hissediyordu. Stasia’dan kendi­ sine kıyafet alışverişinde eşlik etmesini rica etti. Stasia’nın, Rick’in ona babaannesinin hastalığından bahsetmesine rağmen aramasına dönmemesine hâlâ kırgındı ama şu bebek göbeğini bir yoklama merakı, kızgınlığına bas­ kın gelmişti. Time Warner Merkezi’ndeki J. Crew mağaza­ sında buluştular; burası Manhattan’da, alışveriş merkezine benzer tek yerdi. Evie, herkesi daimi bir şekilde selamlayan, Âdem ve Havva olarak bilinen, iki tane devasa, çıplak Botero heykeli sebebiyle alışveriş merkezinin ön kapısından içeri girmeye bayılırdı. Her biri yaklaşık dört metre olan heykel­ lerin yanında Evie kendini çok narin ve çocuk gibi hisse­ derdi; onlara doğru yürürken kendine ait sıkıntıları olan sekiz milyon insandan oluşan bir şehirde, sorunlarının oldukça önemsiz olduğunu hatırlardı. Evie, tuhaf bir biçimde, o kadar da önemli olmamayı rahatlatıcı bulurdu. Evie, Stasia’yı, bu heykellerin altında bekledi ve arka­ daşı on dakika geç kalarak hasta ve bitkin bir şekilde geldi­ ğinde Evie onu ta SoHo’dan J. Crew’a kadar getirttiği için üzüldü. Ama sonuçta Stasia, bebek haberini resmi olarak du­ yurmadığından özel muamele beklemesi de adil olmazdı. Evie, Âdem’in devasa erkeklik organına uzanıyormuş gibi yaptığında bile arkadaşı kıkırdamadı. Sıkışık soyunma odasında yaklaşık bir saat kadar kıya-

235 Elyssa Friedland fetleri inceledikten sonra Evie tatmin olmuş bir şekilde gö­ revlerini başarıya ulaştırdıklarını düşündü. Menekşe rengi ve koyu yeşil fitilli kadife pantolon, iki tane evaze etek, birkaç tane bisiklet yaka kaşmir kazak ve kocaman düğmeleri olan şeker pembesi bir erkek yaka, kruvaze kaban bulmuştu. Sta­ sia düzgün yorumlar yapsa da bütün alışveriş boyunca dik­ kati dağınık görünüyordu. Herhangi bir kıyafet bile deneme­ yince Evie hamilelikten iyice emin oldu. “Yeni iş nasıl gidiyor?” diye sordu Stasia, Evie bütün kıyafetlerini kasaya doğru götürürken. “Şaşırtıcı bir şekilde eski işime benziyor.” “Eh, bu iyi bir şey değil mi?” “Emin değilim. Ama en azından ne yaptığımı biliyo­ rum.” Ödeme «ırası Evie’ye geldiğinde teknoloji kurtlarına özgü, moda gözlükleri olan ve çekmiş bir oduncu gömleği giymiş görevliye yaklaştı. Evie, kasiyerin, tezgâhın üzerinde durmaması gereken telefonunun arkasına yapışık olan BOK­ TANSIN çıkartmasından, çocuğun gözlerini devirip herkesin boktan olduğunu düşünmeye meyilli tiplerden olduğu sonu­ cuna vardı. “J. Crew’dan alışveriş yaptığınız için teşekkürler,” dedi ruhsuz bir şekilde, Evie’nin yeni kıyafetlerindeki alarmları çıkarırken. “E-posta adresinizi verirseniz bin dolarlık hediye çeki yarışmasına sizi dahil edelim.” Evie ona bilgiç bir edayla gülümsedi. “Peki bu sözde

çekiliş için kaç tane SPAM e-postaya katlanmam gerekecek?”

236 Aşk Burada Çekmiyor diye sordu ve çekiliş kelimesini söylerken havaya tırnak işa­ reti çizmişti. “Şey, pek emin değilim,” diye yanıt verdi kasiyer umur­ samaz bir şekilde omuz silkerek; telefonundan gelen bildiri sesiyle dikkati dağılmıştı. “Ah, J. Crew’un ve e-posta listelerini sattığı firmaların gerçekten çok düşünceli davranarak bana ancak çok önemli durumlarda e-posta atacağından eminim,” dedi Evie dalga geçer bir tavırla. O konuşurken Stasia ondan hafif hafif uzak­ laştı. “Ama maalesef,” diye devam etti Evie, “Ben e-posta kullanmıyorum. Bir bilgisayarım bile yok. Ya da bir Black- Berry’m. Ya da iPhone’um. Bu arada benden ücret alırken senin de kendi telefonunu kullanmıyor olman gerek.” İşte bu cümle çocuğun dikkatini çekmişti. “Bakın,” dedi. “Günlük e-postalardan çıkıp yine de çe­ kilişe katılabilirsiniz. E-posta adresinizi ekleyeyim mi, ekle­ meyeyim mi?” “Yalan söylemiyordum. Gerçekten de e-posta kullanmı­ yorum.” Arkasında uzayan kuyruğa rağmen Evie konuşmaya devam etti. “İnsanlar son zamanlarda teknolojiye çok bağımlı oldular. Gerçekten de insanların birbirileriyle olan iletişimi değişiyor, üstelik iyi yönde değil. E-postanı günde kaç defa kontrol ediyorsun? Dürüst ol. Otuz defa mı? Kırk mı? Ayrıca Twitter’dan ya da Facebook’tan gerçekten önemli bir şey öğ­ reniyor musun? Bu saçmalıklarla harcadığın zamanı düşün­ sene. Ne demek istediğimi anlıyorsun değil mi?”

237 Eiyssa Friedland

“Baksana çok bilmiş,” diye çınladı arkadan bir ses. “Şu konuşmanı daha sonra bitirsen olur mu?” Gri ve kahverengi pantolonlar taşıyan orta yaşlı bir kadın omzuna vurmuştu. “Yapmamız gereken işler var da.” “Pardon,” diye mırıldandı Evie ve süklüm püklüm bir şekilde kredi kartını uzattı. Ama yine de düşüncelerini dile getirdiği için memnundu; pastel renklerde pantolonlar giyen tipik Amerikalı annenin de canı cehennemeydi. “Evie,” dedi Stasia onu dirseğinden çıkışa doğru çekiş­ tirirken. “Bence biraz sakinleşmelisin. Hem de hemen.”

Evie ertesi sabah sadece sutyeni ve külotuyla dikilmiş, elinde kahve kupasıyla, kanepesine yaydığı yeni kıyafetlerini inceliyordu.-Sökük pantolon utancından beri greyfurtla idare etmeye çalışmasına rağmen göbeği hâlâ vardı. Her gün liseli kızlan görmek epey zordu. Paket paket şeker yemelerine ve Red Bull içmelerine rağmen, metabolizmalarının yavaşlama­ sına hâlâ on yıl olduğu için bir deri bir kemiklerdi. Sürünün lideri Eleanor’da ise ayrı bir hafiflik vardı; tıpkı köpüklü bir gazoz gibi hoplaya zıplaya hareket ettiğinden arkadaşları adeta onu bir dikişte içmek ister gibiydiler. Kızın bir balerin gibi ofise süzülüşünü izleyen Evie’nin Pikesville Lisesi’ndeki kendine güvensizlikleri yeniden can­ lanmıştı. Büyükannelere özgü adını bile özgüvenle taşıyan Eleanor, Evie’nin lisesindeki en çekici kız olan Cameron Ca- non’ın Yukan Doğu yakası versiyonu gibiydi. Bir defasında Aşk Burada Çekmiyor

Cameron, kışın ortasında beyaz bir kot etekle okula geldi­ ğinde, ertesi gün okuldaki kızların yansı aynı kıyafeti giy­ mişlerdi. Ancak Cameron giydiğinde sadece hafif bir kar yağıyordu ve kız, adeta hava durumu tannlanna onun kıya­ fetini tamamlayacak bir kar yağdırmasını emreden bir peri prensesi gibi görünmüştü. Ertesi gün diğer kızlar onu taklit ettiğindeyse şiddetli bir yağmur, bir günlük, pamuk gibi kan çamura dönüştürmüş ve Evie’ninki de dahil olmak üzere her­ kesin kıyafetini mahvetmişti. Cameron’m Evie’nin rakibi olduğunu söylemek, Evie’ nin sosyal statüsünü, olmadığı bir düzeye çıkarmak olurdu. Evie’nin Cameron’la rekabeti son derece kendi halindeydi. Aslında oldukça samimiydiler; gerçi Evie onu hiçbir zaman o kadar yakından tanıdığını hissetmemişti. Her ikisi de aynı “havalı” grupta yer alıyorlardı ama Evie genellikle, bu gruba diğer üyelerden çok daha zayıf bir bağla bağlı olduğunu his­ sediyordu. Notlarını, diğerlerinden çok daha fazla önemsi­ yordu. Şimdi dönüp baktığında eğlenmek yerine iftihar listesine girmeye neden bu kadar kafayı taktığını kestiremi- yordu. Ama kitaplarında, partilerde asla bulamadığı bir çeşit güvenlik hissi buluyordu. Sıkı çalış, iyi bir not al. Çoğunlukla tahmin edilebilir bir yoldu bu. Herkese iyi davran; eh, bunun insanı popülerliğe götüreceğine dair bir garanti yoktu. Cameron’m, muhteşem Eleanor kılığında Evie’ye tekrar musallat olacağını kim bilebilirdi? Evie de yine eski alışkan­ lıklarına dönmüş, bu defa Eleanor’m kıyafet tarzını taklit edi­ yordu. Eski kıyafetlerinden bazılarıyla yeni J. Crew giysile-

239 Elyssa Friedland

rini kombin yapan Evie, Eleanor’ın tanıştıkları ilk gün giy­ diğine benzer, kareli bir gömlek seçti ve bunun altına, dar kesim, bej rengi bir pantolon giydi. Chanel babetleri yoktu ama dolabında siyah bir çift taklit pabuç vardı. Makyajsız gitmek yerine, gözleri üzerinde dikkatle çalışıp bunları açık kahverengiyle gölgelendirdi; yanaklarına hafif bir bronz allık ve dudaklanna da parlatıcı sürerek makyajını tamamladı. Son olarak da yuvarlak bir fırça yardımıyla saçlarını tarayıp kat­ larını düzeltmek ve şekillendirmek için fön makinesiyle ha­ valandırdı. İşini bitirdiğinde Evie son sınıf kızlarından pek de farklı görünmediğini memnuniyet içinde fark etti. Ağzının kenarlarında daha çok çizgi olduğuna şüphe yoktu ama fazla gülümsemekten kaynaklanan kusurlardan kim şikâyet ede­ bilirdi ki? Kıyafetini, kendisine hafiften bir süper kahraman havası katan bir pelerinle tamamladı. Mükemmel bir dakiklikle ve artmış bir özgüvenle ağır ağır ofise girdi ama maalesef ortalıkta, onun görünümündeki bu iyileşmeyi takdir etmek için okul muhasebecisinden başka kimse yoktu; armayı andıran bir boyunbağı takan bu iri yarı beyefendi, bugüne dek dilsiz olma ihtimalinin tersini ispat­ layacak hiçbir şey yapmamıştı. Jamie öğlene doğru, çalışma arasında geldiğinde Evie onun gözle görülür bir biçimde be­ ğeni dolu bakışlarını görüp utanarak bundan keyif aldı. Onun yardım teklifini kabul ederek çocuğu, Brighton heyetindeki üyelerin incelemesi için satış kontratlarının son versiyonla­ rını dosyalamakla görevlendirdi. “Yardım isteyecek kadar bana güvenmeni bekliyordum ben de," diye dalga geçti Jamie.

240 Aşk Burada Çekmiyor

Evie, interneti kullanmak istemediğinden satıcının hukuk ofisinde çalışan meslektaşına Jamie’nin şahsi hesabı olan [email protected] adresini verirken e-posta he­ sabının ele geçirildiğine ilişkin saçma bir hikâye uydurdu. Okulun multi-milyon dolarlık satın alma anlaşmasının de­ taylarını bir öğrencinin görmesi hiç uygun değildi ama Evie bir süredir Jamie’yle aynı ofisi paylaştığından onun bu hassas materyalleri okumasına ilişkin yüzde sıfırlık bile tehlike ol­ madığını biliyordu. Seri üretim hattındaki birbirine uyumsuz iki işçi gibi yan yana oturuyorlardı; Jamie ona, üç halkalı kla­ söre yerleştirmesi için kontratın sıralı kopyalarını veriyordu. Evie, büyük Amerikan şirketlerinin birleşme anlaşmaların­ dan ta nerelere düşmüştü. “Bu benim annem,” dedi Jamie kontratın ek bölümle­ rinden birindeki bir ismi işaret ederek. “Efendim?” dedi Evie, çocuğun ne söylediğinden emin olamayarak. “Mütevelli Heyeti listesinde. Annem heyet üyelerinden biri.” Parmağını tireyle ayrılmış soyadının altından geçirdi. “Julianne Holmes-Matthews senin annen mi? Hani şu meşhur Julianne Holmes-Matthews?” Julianne ve şirketi “Holmes” (bir iç mimarın böyle bir soyadına sahip olması ne büyük şanstı) Architectural Digesî dergisinin gözbebe­ ğiydi ve kadının projeleri istisnasız her ay dergide yer alırdı. Paris’te bir şato, Moskova dışında bir kır evi, Tokyo’da bir çatı katı; müşterileri konutlarını tasarlaması için onu dünya­ nın dört bir yanından çağırırlardı. Kadının tarzı genellikle

241 Elyssa Friedland

eski Paris esintileri taşıyan bir modernliğe sahip olarak tarif edilirdi. Çelik kapıları ve çok çekmeceli dolapları, beyaz Taşoz mermerinden mutfak tezgâhlan ve klasik içki araba­ larıyla bir araya koyardı. Tam anlamıyla mükemmeldi. Ev dekorasyonunun Anna Wintour’u olan bu kadın mükem­ meldi. Bu çocuk onun oğlu muydu yani? Evie, toy çalışma arkadaşını bir kez daha inceledi. Belki daha çok kez. “Aynen. Kendisi dekoratör,” dedi Jamie; bunu büyük bir şevkle söylememişti. “Bono’nun evini yeni bitirdi.” Vay canına. “Hatta önümüzdeki hafta okula geliyor. Yeni binayı görüp fikrini falan söyleyecekmiş sanırım.” Julianne Holmes-Matthews, Brighton’a geliyordu. Evie onunla tanışmalıydı. “Ne zaman?” diye sordu Evie sıradan bir tavırla ama as­ lında içi kıpır kıpırdı. “Onun işlerini severim,” dedi biraz daha umursamaz bir ifadeyle. “Emin değilim. Şu an Beyrut’ta ama ona mesaj atıp öğ­ renirim. Onunla tanışmak falan ister misin?” “Tabii, olur. Neden olmasın?” “Tamam, ben ayarlarım.” “Teşekkürler,” dedi Evie. “Kontratta binaya ilişkin bazı hükümleri onunla görüşmeyi çok isterim.” Bu tamamen yalandı. Ama neyse ki, Jamie’nin pek çok konuya olduğu gibi buna da pek kafası basmıyordu.

Sonunda hafta sonu gelmişti ve Evie, okuldan sonra

242 i Aşk Burada Çekmiyor

Bette’yi ziyaret etmeyi planlıyordu. Babaannesinin kasvetli ortamını güzelleştirmek için birkaç aksesuvar götürecekti. Cuma günleri tiyatro grubu seslerini dinlendirdiğinden büyük ihtimalle Fran de gelirdi ve böylece kafedeki sohbetlerini ta­ mamlarlardı. Bette’nin hastalığı, Rosen ailesini normalden daha sık görüşmek durumunda bırakmıştı. Kanser ve hastane ortamı da herkesi duygusal boşalmaya daha yatkın kılıyordu. Babaannesi safir evlilik yüzüğünü artık göstermekle yetin­ miyor yüzüğün taşını adeta yumrukluyordu; ayrıca alakasız durumlarda evliliğe ilişkin yorumlarda bulunmaya başla­ mıştı. Seçkin bir soydan geldiğini öğrendiğinden beri gözün­ deki değeri resmen dört kat daha artan Jamie’yle birlikte işte klasör hazırlamak bile daha kolaydı. Lakros üniformasıyla inkâr edilemez bir şekilde hoş gö­ rünen Eleanor öğle yemeği vaktinde gelip öfkeli bir tavırla el sallayarak Jamie’ye dışarı gelmesini işaret etti. Evie, ofis kapısının hemen dışında münakaşa etmelerini izlemeye ko­ yuldu. Eleanor kollarını göğsünde kavuşturmuş, başını da ciddi bir şekilde öne eğmişti. Jamie beceriksizce kıvranıyor, Eleanor’ın görüş açısına girmeye çalışıyordu, gerçi kız ken­ disinden yaklaşık otuz santim kısa olduğundan bu oldukça zordu. Elini Eleanor’m omzuna koyduğunda Evie, kızın om­ zunun hafifçe çöktüğünü fark etti; Jamie’nin dokunuşuna ha­ fiften direnmeye çalışır gibiydi. Parıldayan saçlarına ve pürüzsüz ciltlerine rağmen Eleanor ve Jamie de ilişkilerin o cehennemi girdaplarından kaçamıyorlardı. Evie’nin suçluluk duyarak izlediği, liselilerin konu edildiği dizilerdeki karak-

243 Eiyssa Friedland

terler gibiydiler. Ama bu defa Evie canlısını izliyordu. Eleanor beklenmedik bir şekilde okul çantasına uzandı; tabii aşın büyük Louis Vuitton çantaya böyle denebilirse. İP- hone’unu çıkarıp Jamie’nin burnuna soktu. O kadar ufak te- fekti ki çocuğa erişmek için parmak uçlannda yükselmesi gerekiyordu. Jamie ekrana baktığında yüz ifadesi bir anda değişti. Gözlerini bir süre kapalı tuttu. Derin bir nefes ver­ dikten sonra telefonu Eleanor’ın elinden almak istedi ama kız zorla elini geri çekti. Evie’nin kızın bu beklenmedik gücü karşısında şaşkınlıkla soluyunca didişen aşk böcekleri ona döndüler. Eleanor, Evie’ye üzgün bir ifadeyle bakıp hızla oradan uzaklaştı. Evie, Jamie’nin bakışlarıyla baş başa kalmıştı. Jamie ona doğru ağır ağır yürürken kendini yakalanmış his­ setti. ' “Saçmalıyor. Hadi işimize dönelim.” Çocuk masasına doğru çökünce Evie, Jamie’nin saçlarının, son beş yılda çık­ tığı erkeklerin hepsininkinden daha gür olduğunu fark etti. “Konuşmak ister misin?” “Uzun hikâye. Ayrıca sana çok çocukça gelir,” dedi Jamie. “Yine de teşekkürler.” “Fikrini değiştirirsen buradayım.” “Sağ ol. Ben gidip bir şeyler yiyeceğim,” dedi. “Yarın bitirsek sorun olur mu?” “Olmaz, keyfine bak.” Evie de açlıktan midesi kazınarak yeni keşfettiği öğle yemeği yerine, yani Brighton’ın köşesindeki ıvır zıvır dük­

24 4 Aşk Burada Çekmiyor

kânının önünde bulunan hasır banka doğru yollandı. Bazen Tracy de öğle yemeğinde ona eşlik ediyordu; çok şükür ki serviksi işe devam etmesine izin verecek kadar sıkıydı ama bugün İngilizce departmanı toplantısı vardı. Evie, ev yapımı sandviçini (bir Jack spesiyali olan ar­ mutlu, krem peynirli, jambonlu sandviç) ve üzümlerini yer­ ken Jamie ve Eleanor’ı düşündü. Tartışmaları çocukça olabi­ lirdi ama JackTe yaptıkları bazı tartışmalar da dışarıdan bi­ rine çocukça gelebilirdi. Jack’in restorandaki garsonlarla flört etmesi hakkında didişirler, Jack bunun sadece “moral” vermek için olduğunu söylerdi. Evie’nin ailesiyle görüşme planlarının çoğunu, dağıtımcılarla görüşmesi veya maaş bordrolarını gözden geçirmesi gerektiğini söyleyerek iptal etmesi hakkında da kapışırlardı. Evie her zaman geri adım atardı; Jack bir şekilde onun şikâyetlerini önemsiz göster­ meyi becerirdi. Üstelik Evie haklı olduğundan emin olduğu zamanlarda bile. Kurul toplantılarında kendisinin iki katı ya­ şındaki adamlara kafa tutar, hazırcevaplığı ve sivri diliyle ya­ tırım bankacılarını ve kurumsal devleri kurnazlıkla alt ederdi ama Jack onun kendisini üçüncü sınıftaki bir kız çocuğu gibi hissetmesine yol açardı. “Evie?” Fazla hızlı bir şekilde yuttuğu için boğazına takılan tam tahıllı ekmek yüzünden öksürürken birinin kendisine seslen­ diğini duydu. Bu gizli öğle yemeği mekânında keşfedildiği için şaşkın bir vaziyette kafasını kaldırdı. “Doktor Gold?” diye sordu Evie öksürüğünü bastırmaya

245 Elyssa Friedland

çalışarak. “Burada ne arıyorsunuz?” Belli belirsiz kare çiz­ gili, lacivert takım elbise ve eskimiş ve rengi solmuş olmasa fazla şık kaçacak olan ayakkabılarıyla şok hoş görünüyordu. Kemik çerçeveli gözlükleri ceketinin üst cebinden görünü­ yordu. San kravatı biraz muhafazakar göründüyse de Evie daha yakından bakınca üzerinde minik zebra desenleri oldu­ ğunu gördü. “Benim yüzümden burada,” dedi minik bir kız sesi, acemi bir İngiliz aksanıyla. Bacağının arkasından çıkan küçük kız, kendi kafası kadar bir lolipop yalıyordu. Her iki yanından lacivert saten kurdelelerle bağlanmış at kuyrukları çok tatlıydı ve düz bir jilenin altma Mary Jane ayakkabılar giymişti. Bunlar Evie’ye, küçükken giydiği ayakkabıları hatırlatmıştı. Kız, hık demiş babasının burnundan düşmüş gibiydi. “Sen Ölivia olmalısın,” dedi Evie küçük kıza kocaman gülümseyerek. Kız, parıldayan gözleri, güneşin ışıltılarını ta­ şıyan saçlarıyla büyüleyici görünüyordu; doktorun ofisinde gördüğü fotoğraftakinden bile daha meleksiydi. Sırf ona ba­ kınca bile insanın içi neşe doluyordu. “Livi, bu Evie,” dedi Doktor Gold. “Onunla işten tanı­ şıyorum.” “Aa, hasta mısın?” dedi kız; aksam hafiften kaybolmuştu. “Yo, hayır. Babaannem hasta ama baban onunla ilgile­ niyor,” diye açıkladı Evie. Olivia dilini çıkarıp lolipopunu yaladı. “Babam herkesi iyileştiriyor,” dedi kafasını kaldırıp hayranlıkla babasına bakarak.

246 i Aşk Burada Çekmiyor

Evie’nin bakışları Doktor Gold’un üzerinde sabitlenmişti. “Tatilde olduğunu sanıyordum,” dedi Evie. “Şehirde bir tatil gibiydi,” diye yanıt verdi adam. “Hallet­ mem gereken bir sürü iş vardı; bunlardan biri de harikulade kı­ zımı, anaokuluna yazdırmak. Bugün Brighton’la görüşmemiz var.” Brighton’m, lisenin bir blok ilerisinde bir anaokulu vardı. O zaman Evie’nin geçen gün gördüğü kişi de Doktor Gold olmalıydı ama nasıl olurdu da şoförlü bir aracın içinden inerdi? Doktorlukta o kadar çok kazanılmıyordu ki. Ya ka­ rısı? Evie yakından göremediyse de Edw ard’i Louboutin’leri içinde, öyle fidan boylu bir kadınla hayal etmemişti. “Annem her zamanki gibi geç kaldı,” dedi Olivia. Av­ rupa aksam geri gelmişti. “İngiliz aksam nereden geliyor?” diye söze başladı Evie. “Uzun hikâye,” dedi Edward çaresiz bir ifadeyle kafa­ sını iki yana sallayarak. “Halletmeye çalışıyoruz. Öyle değil mi Livi? Normal sesimizle konuşacağız değil mi?” Kızın ka­ fasına bir öpücük kondurdu. “Evet, babişko,” dedi Olivia heyecanla babasının kolla­ rına atılarak, elbisesi havalanınca şeker pembesi prensesli külotu meydana çıktı. Evie kızın sırtına ağzım yapıştırıp du­ daklarım birbirine sürtmemek için kendini zor tuttu. “Bette nasıl hissediyor?” diye sordu Doktor Gold Evie’ye. “İyi. Başkalarının hayatına burnunu sokmakla meşgul,” dedi Evie gülerek, bunu kötü niyetle söylemediğini anlamış olmasını umdu.

247 Eîyssa Friedland

“Ah, eminim,” diye yanıtladı gizemli bir bakışla. “Onu operasyon öncesi testleri ayarlamak için aradığımda bana bu­ rada çalıştığını söyledi. O yüzden seninle karşılaşınca çok da şaşırmadım.” “Her zamanki Bette işte,” dedi babaannesinin Edward’la ne zaman konuştuğunu düşünerek. Daha dün Bette’yle ke­ lime oyunu oynamışlardı ama bundan söz etmemişti. Ama zaten neden bahsetsindi ki? “Böyle kocaman bir şekerin olduğu için çok şanslısın,” dedi Evie tekrar Olivia’ya dönerek. “Harika bir baban var.” Doktor Gold Evie’ye iyice yaklaşınca adamın çenesin­ deki minik bir beyaz köpüğü fark etti. Uzanıp bunu sildikten sonra da manalı bir tavırla parmağını yalamamak için kendini zor tuttu. “Tıraş köpüğü,” dedi kendi cüretkarlığına şaşırarak. “Teşekkürler,” dedi adam; hâlâ onun kulağına doğru eğilmekteydi. “Livi’nin annesi aslında geç kalmadı. Sadece şekerlerden pek hoşlanmayan biri olduğu için Olivia’yı erken getirmeyi tercih ettim.” “Ah, anlıyorum,” dedi Evie ve anlayışlı bir şekilde bir­ birlerine gülümsediler. Gerçi Evie, sırf merakını gidermek için Edward’in karısına daha dikkatli bakmadığı için şimdi pişman olmuştu. Acaba Bayan Gold, bu kusursuz bulmaca­ nın tatlı ve muhteşem üçüncü parçası mıydı? Yoksa dişlek ve gıcık bir tip miydi? Hani şu Evie’nin, bazı kadınların nasıl olup da ideal erkeğe ve şirin bir evlada sahip olmak için böy- lesine şanslı olduklarını anlayamadığı türden biri miydi?

248 Aşk Burada Çekmiyoı

“Benim hakkımda ne diyorsun?” diye sordu Olivia, ba­ basının elini çekiştirerek. “Annenin şekerleri sevmediğini, senin de benim biricik kızım olduğunu söylüyordum.” “Sen de benim biricik babişkomsun,” dedi Olivia. Baba ve kız arasındaki bu katıksız sevgi Evie’nin kalbinin erime­ sine sebep olmuştu. “En iyisi yakalanmadan önce gidip yüzünü temizleye­ lim,” dedi Olivia’nın yanaklarına kadar uzanan yapış yapış pembe şekerleri işaret ederek. Evie onların gidecek olmasına üzüldü. Onlarla biraz daha sohbet etmeyi, yanlarından ge­ çenlere o üçünden oluşan mükemmel bir aile tablosunu sun­ mayı çok isterdi. “Lolipopumu daha bitirmedim baba!” diye haykırdı Oli­ via. Evie’ye baktı. “Sen burada öğretmen misin? Ben öğret­ menlerimi çok seviyorum. Temizlikte en başarılı olduğum için dün okulda üç yıldız aldım.” “Annen dün gece bana bundan bahsetmeyi unutmuş,” dedi Doktor Gold, kızına bakarak; Olivia da bu sırada banka, az evvel Evie’nin oturduğu yere yerleşmişti. Bir balon balığı gibi yanaklarını havayla şişiriyordu. “Hayır, ben öğretmen değilim. Avukatım. Baban sana bunun ne olduğunu açıklar. Ama doktorluk ya da öğretmenlik kadar havalı bir meslek değil.” Doktor Gold’a dönerek, “Gö­ rüşmeye gitmeniz gerektiğini biliyorum. Seni gördüğüme se­ vindim. Haftaya ameliyatta görüşürüz Doktor Gold.” “Lütfen Edward de. Ben de seni gördüğüme sevindim,”

249 Etyssa Friedland

dedi. E vie, Edward’m kendisine beğeniyle baktığını görünce Eleanor’dan ilham aldığı bir kıyafet giymiş olduğu için se­ vindi. Edward, onun on altı yaşında bir kızı taklit ettiğini bil­ miyordu. “Bay bay Olivia,” dedi Evie; yanında ona verebileceği küçük bir oyuncak ya da öyle bir şey olmasını çok isterdi. “Güle güle,” diye yanıt verdi Olivia, İngiliz çocuklarına özgü bir edayla. Banktan atladıktan sonra babasını çekiştire­ rek dörtnala koşturmaya başladı. Evie de bu aksanın ardın­ daki hikâyeyi merak eder durumda öylece kaldı. Doktor Gold çekiştirilirken Evie’ye el sallamak için döndü. Evie de çocuğu tarafından sürüklenen evli bir adama karşı çok da uygunsuz kaçmayacak bir şekilde, şehvetli bir tavırla gülümsedi. Baba-kız el ele yürürlerken onların gitgide küçülen siluetlerini sessizce izledi. “Affedersiniz. Sanınm çantanızı bankta bıraktınız. Ya da biri bırakmış.” Simsiyah, küt saçlarının arasında bembe­ yaz bir saç tutamı bulunan orta yaşlı bir kadın Evie’nin ko­ luna dokununca Doktor Gold ve kızının gidişlerini konsantre olmuş bir şekilde izlemesi son buldu. “Efendim?” diye sordu Evie. “Çantanız,” dedi kadın Evie’nin, gerçekten de bankta bir başına bıraktığı çantasını işaret ederek. “Ah, evet, teşekkür ederim. Dikkatim dağılmış.” “Rica ederim,” dedi kadın. Evie, kadını bir yerlerden ta­ nıyor gibiydi. Belki de koridorda rastladığı Brighton’lı ebe­ veynlerden biriydi.

250 Aşk Burada Çekmiyor

“Burada unutmamanıza sevindim. Ben neredeyse bütün hayatımı çantamda taşınm.” Kadın, Evie’nin içindeki kâğıt­ ları görmesi için kırmızı deriden ağır sırt çantasını kaldırdı. Kadını nereden tanıdığını hatırladı! Evie şehrin en iyi emlak firmalarından biri olan Allman-White’ın düzinelerce broşürlerini gördü. Kokarcalarınkine benzeyen saçıyla bu kadın, Evie’nin salyalarını akıtarak internette takip ettiği dai­ renin komisyoncusuydu. “Siz Batı 66. Cadde’deki tek yatak odalı dairenin emlak komisyoncususunuz öyle değil mi? İlanda fotoğrafınızı görmüştüm,” dedi Evie. “Ta kendisi. Emmeline Fields emrinizdedir. Daireyi gör­ mek ister misiniz? Sahipleri fiyatı %5 indirdi.” Cüzdanından bir kartvizit çıkarıp Evie’nin eline tutuşturdu. “O daire tam alıcı piyasasında.” “Ah, şey, artık düşünmüyorum. Bir süre önce ilgileni­ yordum .” “Eh, pazar günü ortak bir görüş etkinliği yapacağım, lüt­ fen uğrayın. Başka bir şey için değilse bile leziz çörekler için gelin. Evin broşürünü de alın. Bunda bütün bilgiler mevcut.” Emmeline, kitapçığı doğrudan Evie’nin çantasına koyduğun­ dan Evie itiraz bile edemedi. “Teşekkürler ama gelebileceğimi sanmıyorum,” dedi Evie kendini rahatsız hissederek. Elindeki broşüre bakma­ mak için kendini zor tutuyordu ama güney tarafındaki pen­ cerelerden güneş ışığının içeri dolduğu oturma odasının fotoğrafı karşı konulmazdı.

251 Elyssa Friedland

“Ne seksten daha iyidir biliyor musunuz?” diye sordu Emmeline. “Şey, hayır. Ne?” “Manhattan’m evleri. Pazar günü görüşürüz.1

252 ON İKİNCİ BÖLÜM

Evie’nin, ofisinin önünde gerçekleşen gençlik dramının detay lannın ortaya çıkması sadece birkaç gün sürdü. E vie, o sabah çok sevdiği hasır bankın satıldığını öğrendiği için öğle yemeği için, şüphesiz ki Eleanor’ın ailesinin soyadını taşı­ yan, Klieger Öğretmenler Odası’na girdi. Orta yaşlı birkaç öğretmenin Eleanor ve Jamie arasındaki tartışmadan bahset­ tiklerine kulak misafiri oldu. Kendilerini dedikoduya öyle­ sine kaptırmışlardı ki Evie içeri girip boş bir masaya yerleş­ tiğinde kafalarını kaldırıp bakmadılar bile. “Görünüşe göre biri, Facebook’a Hamptons İşçi Bayra- mı’nda, Matthews’lann Montauk’ta, hemen okyanus kena­ rında bulunan evindeki barbekü partisinden bir fotoğraf koymuş. Arka planda Jamie’nin başka bir kızı öptüğü görü­ lüyor. Sanırım bu kız İsviçre’de bir yatılı okula gidiyor ve ailesi de o sırada Matthews’larda kalıyormuş. Bu, Eleanor, ailesiyle birlikte St. Tropez’deyken olmuş.” Evie, bu konuşan kadının, iş görüşmesi yaptığı gün gördüğü mağrur öğretmen

253 Elyssa Friedland

olduğunu anladı; kadın haberi ilk veren olduğu için zevkten dört köşe görünüyordu. Ergenlerin kirli çamaşırlarını böyle döküp saçarken birkaç hafta önceki kadar göz korkutucu de­ ğildi doğrusu. “Yani ayrılıyorlar mı?” dedi hırpani kılıklı, lacivert bir etek ve bol, çiçekli bir bluz giymiş başka bir öğretmen; Jamie ve Eleanor’ın ilişkisinin durumu hayatını azıcık da olsa et­ kileyebilirmiş gibi soluk soluğaydı. Diğer öğretmenler bir­ birlerine daha da sokuldular. İçeriden bilgi alan öğretmen tekrar konuşmaya başladı. “Görünüşe bakılırsa Jamie, bunun bir önceki yaz oldu­ ğunu iddia ediyor ve şimdi de Eleanor’ın arkadaşları, şu gi­ zemli İsviçreli kızla aynı okula giden bazı arkadaşlarını arayarak Jamie’nin doğru söyleyip söylemediğini öğrenmeye çalışıyorlar,” Evie hem heyecanlanmış hem de şaşkına dönmüştü. Eleanor ve Jamie, sosyal konumlan bir yana sırf çekici gö­ rünümleri sebebiyle bile yeterince ilgi çekiyorlardı. Ama bu öğretmenleri, öğrencilerinin özel yaşamlarını böylesine tut­ kuyla tartıştıklarmı görmek yine de rahatsız ediciydi. Pikes- ville Lisesi’ndeki, Bay Londino ya da çorabı sürekli kaçık olan Fransızca öğretmeni Bayan Robidoux gibi öğretmenle­ rin de boş zamanlannda Evie ve arkadaşlan hakkında sohbet ediyor olmaları mümkün müydü? Büyük olasılıkla hayır. Manhattanlı gençler çok daha ilgi çekici şeyler sunuyorlardı. Masalardan birinde oturan adam gruba katılmak için doğruldu. Evie ofisinde bulduğu yıllığı incelediği için bu

254 Aşk Burada Çekmiyor

adamın fizik öğretmeni Bay Molinetto olduğunu biliyordu. Adam, şişe dibi gözlükleri ve kısa kollu, soluk renkli göm­ leğinin üzerine taktığı kahverengi, polyester kravatıyla oyun­ culuk ajansından gönderilmiş bir inek tiplemesi gibiydi. “Bu yaz çekilmiş,” dedi yetkin bir şekilde ve bütün öğ­ retmenlerin dikkatlerini kendisine çevirmesini bekledi. “Öğ­ rencilerden biri kütüphanede Facebook’unu açık unutmuş, ben de şöyle bir baktım. Fotoğrafa dikkatli bakınca konuk evini görebiliyorsun. Geçen kasımda Jamie’nin ailesinin, bu konuk evinin inşaatı yüzünden komşusuyla mahkemelik ol­ duğunu net bir biçimde hatırlıyorum. Komşusu, Matthews’ ların mülküne ek bir yapı konulmasının dalgaların çarpma sesine müdahale ettiğini iddia ediyormuş. Bu haber bütün Hamptons bloglannda vardı.” Hamptons bloglannı mı takip ediyorsun? Evie, bu eski püskü kıyafetler giymiş fizik öğretmeninin Doğu’da bir yaz­ lık evinin olduğundan şüpheliydi. Diğer öğretmenler şaşkınlık içinde Molinetto’ya bakı­ yordu. Adamın detektiflik becerilerinden bariz biçimde etki­ lenmişlerdi ve bir öğrencinin Facebook hesabındaki fotoğraf­ lara bakmasından da hiç rahatsız olmuş görünmüyorlardı. “O halde kesinleşti. Jamie gerçekten de onu aldatmış,” dedi öğretmenlerden biri üzerine basa basa. “Asıl mesele Eleanor’m bunu kanıtlamasının ne kadar süreceği. Zaten ay­ rılmaları daha iyi. Evlenirlerse bu tekelcilik karşıtı kanunları ihlal etmek olur.” “Ah, yakında öğrenir,” dedi bir başka öğretmen. “İnter­ nette hiçbir şey sır olarak kalmaz.”

255 Elyssa Friedland

Evie bu düşünceye yürekten katılıyordu.

Birkaç gün sonra, iş çıkışında Bette’nin dairesine doğru yürürken ceptelefonunun ekranında Paul’un numarası be­ lirdi. Bette’nin ameliyatı ertesi sabahtı ve Evie kendini hasta gibi hissediyordu. Kanserin yayılma riski bir yana, ameliyat bile başlı başına bir sürü riski barındırıyordu. “Dün gece neredeydin?” diye sordu hemen Paul, tele­ fonu açtığında. “Pijamalarımı giymiş televizyon izliyordum. Ya sen?” diye sordu Evie. “Diğer herkesle birlikte Caroline’ın evinde Annabel’in nişanını kutlama partisindeydim. Konuştuğumuz gibi yemek için plan yapanz diye ummuştum. Neden gelmedin?” Annabel, Jerome’un ilk evliliğinden olan kızıydı. Evie onu sadece birkaç defa görmüştü. Caroline’ın ondan hoşlan­ dığını biliyordu. Aralarında sadece beş yaş fark olduğundan başta işler biraz tuhaftı ama bir süre sonra bu tuhaflığı ka­ bullenip arkadaş olmaya karar verdiler. “Ah, lanet olsun. Davetiyeyi aldığımı bile hatırlamıyo­ rum. Keşke Caroline bana hatırlatsaydı.” “Davetiye yoktu zaten. Bu onun gerçek nişan partisi de­ ğildi. Nişanlı sı bu hafta evlenme teklif ettiğinden doğaçlama gerçekleşen ufak bir kutlamaydı. Caroline herkese saati falan e-posta olarak attı. Annabel’in annesi de geleceği ve desteğe ihtiyacı olduğu için hepimizin gitmesini istedi.”

256 Aşk Burada Çelemiyor

Demek işler bu noktaya gelmişti. E-postasına bakmadığı ya da Facebook davetlerine yanıt vermediği için acaba başka neler kaçırmıştı? En yakın arkadaşları bile onu bir partiye davet etmek için aramayı unutmuştu. Son birkaç aydır evde tek başına oturuyor olmasına şaşırmamak gerekti. “Neyse,” diye devam etti Paul, “Büyük duyurumu ka­ çırdın.” “Neymiş o?” diye sordu o kadar da merak etmeden. “George’la benim bir bebeğimiz oluyor!” diye ciyakladı Paul telefonda. “Ne?” Vızır vızır trafiğe rağmen Evie, yaşlanan rahmin­ deki yumurtaların çatlayıp açıldığım işittiğine yemin edebi­ lirdi. Üstelik boşa harcanamayacak kadar az yumurtası kalmıştı. “Fahri teyze olacaksın. Çok heyecanlandın değil mi?” Olması gerektiği kadar değildi. “Orada mısın?” diye sordu. “Evet, buradayım. Harika bir haber bu. Ama nasıl ola­ cak?” Aklına gelen en iyi yanıt buydu. Sesinde, gizlemeyi başaramadığı bir tizlik vardı. “Eh, ebeveyn olmak için can atıyorduk. Bu yüzden de araştırmaya başladık. Onca yerin içinde Alabama’da bir grup kadına rastladık; bunlar bebek sahibi olmak isteyen çiftlere taşıyıcılık yapan tiplerdi. Adları da Göbek Taşıyıcılar. Harika bir isim değil mi?” “Harika,” diye yanıt verdi Evie pek de coşkulu olmayan bir tavırla. Paul bunu fark etmişe benzemiyordu.

257 E/yssa Friedland

“Biz de geçen bahar bizim Göbek Taşıyıcımız Ann’e spermlerimizi götürmek için oraya gittik. Kadın hamile kaldı ve ocakta da doğuracak. Düğün bitinceye ve bebeğin sağlıklı olduğundan emin oluncaya dek kimseye bir şey söylemek is­ temedik. Ayrıca ona ikimizin de spermleri enjekte edildiği için bebeğin kimden olduğunu asla bilemeyeceğiz.” Evie ince, uzun ve açık tenli Paul’u ve kısa, kaslı ve esmer George’u gözünde canlandırınca bebeğin gerçek ba­ basının Paul’un tahmin ettiği gibi büyük bir gizem teşkil et­ meyeceğini düşündü. “Ee ne düşünüyorsun? Harika bir haber değil mi?” Evie ne demesi gerektiğini kesinlikle biliyordu. Kendi­ sine karşı her zaman nazik davranmış olan dostuna, onun için çok heyecanlandığını, onun harika bir baba olacağını, bebe­ ğin George’la ikisine sahip olduğu için çok şanslı hissedece­ ğini, şirin ufaklıkla oynamak ve ona minik çoraplar almak için sabırsızlandığını, bu muhteşem bebeğin gelişini kutla­ mak için örgü bile örebileceğim söylemeliydi. Ama bu cüm­ leler beyninden diline ulaşamadı. Onun yerine ağzından tamamen farklı sözler çıkıverdi. “Sence de biraz acele etmiyor musunuz? Daha yeni ev­ lendiniz. Çocuksuz hayatın keyfini çıkarmak istemiyor mu­ sunuz?” Paul’un kendini savunmasına fırsat bile vermeden devam etti. “Sen bu söylediklerimi boş ver. Sizin için çok mutlu oldum. Gerçekten, tebrik ederim. Ama şu an babaan­ nemi ziyarete gidiyorum o yüzden de konuşamayacağım. Seni sonra ararım.”

258 Aşk Burada Çekmiyor

Kalan yolu küskün bir şekilde ve mesaj attıkları için düz bir çizgide bile ilerlemeyi beceremeyen yayalara sinirlenerek yürüdü. Paul ve George’un biyolojik saatleri için endişelen­ melerine bile gerek yokken neden böylesine acele ediyorlardı ki? Bette’nin binasının girişinde, Annabel’in partisini sorma bahanesiyle Caroline’ı aradı. Daha ziyade Caroline’ın da Pa- ul’un bebek haberini kendisi kadar absürt bulup bulmadığını öğrenmek istiyordu. Sonuçta George’la neredeyse daha dün evlenmiş sayılırlardı. Evie, Pippa’nın bale resitali hakkında kısa bir konuşmadan sonra ona nişan partisini sordu. “Gerçekten çok ama çok üzgünüm. Ama gerçekten de son dakika ayarlanan bir şeydi ve artık bilgisayarın olmadı­ ğını bile unutmuşum. Zaten küçük bir etkinlikti. Bir şey ka­ çırmadın. Tanışmaya değecek kimse yoktu.” “Erkeklerle tanışmak dışında da evden çıkıyorum,” dedi Evie kızgın bir şekilde. “Elbette ki. Yanlış ifade ettim. Yani her zamanki tipler vardı demek istedim. Zaten sıkılırdın.” “Harry orada mıydı bari? Hani şu güya bana ayarlaya­ cağın adam?” Sıradan ve umursamaz bir tavırla sormaya ça­ lıştı bunu. “Ondan hiç haber çıkmadı.” Carol ine’ın bir yanıt bulmak için çalışan zihni adeta te­ lefondan bile duyulabiliyordu. “Ah, o konuda üzgünüm. Sanırım eski sevgilisiyle ba­ rışmış. Yani Jerome’dan öyle duydum.” Yine Texas şivesi devrede olduğundan yalan söylediği ortadaydı.

259 Elvssa Friediand

“Çare, gerçeği söyle bana. Neden aramadı?” “Dedim ya, eski sevgilisiyle barışmış. Uzun mesafeli bir şey miymiş neymiş,” dedi Caroline görgü tanığı gibi hikâye­ sine bağlı kalarak. “Çare, benimle konuşuyorsun. Doğru söyleyerek bana ancak yardımcı olursun.” Nasıl yardımcı olacağı konusu pek açık olmadığından Caroline’ın bunu didiklememesini umdu. “İyi,” diyerek teslim oldu Caroline. “Ama çok saçma bir şey.” Evie arka plandaki tiz ağlayışı işitti. Telefondan anladığı kadarıyla, bunun sebebi, kayıp bir prenses kostümüydü. Ca- roline’ın ağlayan ufaklığı, yarın ilk iş bir Külkedisi kostümü alacağını söyleyerek sakinleştirdiği süre boyunca Evie korku ve meraktan çatlayacağını düşündü. “Pekâlâ, döndüm. Pippa tam bir histerik. İstersen senin kızın olabilir,” diye kıkırdadı Caroline. “Neyse, ne olduğunu söyleyeceğim ama kesinlikle ciddiye almamalısın. İnternette bir resmini bulmuş, sonra da bana kaç yaşında olduğunu sordu. Sanırım daha genç olduğunu düşünmüş.” Evie hem kulaklarına inanamıyordu hem de çok öfke­ lenmişti. “Biz seninle aynı yaştayız!” “Biliyorum. Sanırım benim de kaç yaşında olduğumu bilmiyormuş. Yemin ederim bunu duyunca senin adına çok öfkelendim. Çok aptalca bir şey bu. Aptalın teki o adam.” Evie, Caroline’ın çizgisiz gülümsemesini, diri bedenini, platin rengi saçlarını ve kırışıklıklardan yoksun gözkapakla-

260 Aşk Burada Çekmiyor

nnı düşündü. Cildi, muhtemelen fahiş fiyatlı dermatologunun enjekte ettiği fare zehri sebebiyle böyleydi; vücudu da So- ulCycle’da haftanın yedi günü yaptığı çalışmaların ürünüydü ama ne olursa olsun sonuçlar yıllara meydan okuyacak kadar iyiydi işte. “Demek senin yirmili yaşlarında olduğunu sanıyordu ve benim çirkin fotomu görünce de nüfus cüzdanıma bir göz atmak istedi öyle mi?” “Evie, yeter artık. Bu fınansçı tipler, aptal ve genç mo­ dellerden hoşlanırlar. Unut gitsin.” “Bastona ihtiyacım olduğunu düşünen adamı mı unuta­ yım? Zevkle.” Böyle bir süre devam ettiler, en sonunda Caroline genç görünümü konusunda kendisini temin etmesi için Jerome’u telefona çağırmayı teklif edince Evie bunu reddedip telefonu kapadı. Artık Paul ve George’un haberini çekiştirme mo- dunda bile değildi. Acaba hangi fotoğrafı Harry’nin ardına bakmaksızın kaçmasına sebep olmuştu? Umutsuzca o resmi bulmak, ar­ dından da Google genel merkezini arayarak onun derhal kal­ dırılmasını talep etmek istiyordu. Ama çaresizdi. Zaten hangi fotoğrafını o derece itici bulduğunu da bilmesinin imkânı yoktu. İnternet kullanmayı bırakmış olmasına rağmen Bilgi Çağı aşk hayatını baltalamaya devam ediyordu. Telefonu, kapadıktan bir dakika sonra çaldı. Arayan Ca- roline’dı. “Şu an kızgın olduğunu biliyorum ama Annabel’in ni-

261 Elyssa Friedland

şanlısıyla OkCupid’de tanıştığını söylemek istedim. Adam, NYU’da istatistik profesörü. Aynca da gayet hoş biri,” dedi Caroline. “Biriyle online tanışmakta tabu edilecek hiçbir şey yok. Belki sen de bir denemek istersin.” “Annabel ve nişanlısına, kedi deneyimlerime dayanarak biriyle online tanışmamın ‘istatistiksel olarak’ imkânsız oldu­ ğunu söyleyebilirsin,” dedi Evie. “Zaten şu an Bette’nin ameli­ yatıyla uğraştığımdan biriyle buluşabilecek durumda değilim.” “Pekâlâ, sadece önermek istedim. Paul sana büyük ha­ beri verdi mi? Bebek meselesini? Gracie ve Pippa bir bebekle birlikte oynayabilecekleri için çok heyecanlanacaklar.” “Evet, evet. Çok heyecan verici. Neyse, benim kapa­ mam gerek,” dedi Evie konuşmayı bir anda keserek. Belli ki Caroline yeni bebek konusunda kendisiyle aynı düşünceleri paylaşmıyordu. Başını binanın dış cephesine yaslayıp göz­ lerini kapadı ve sert tuğlaların kafasına masaj yapmasına izin verdi. Siber randevu âleminde Annabel kadar şanslı değildi. Jack’le ayrıldıktan bir ay sonra, hâlâ onun krema kıvamın­ daki soslarını, lezzetli tatlılarını hayal eder bir vaziyette, mes­ lek bölümünde “yemek endüstrisi” yazan biriyle randevulaş- mıştı. İşin gerçeği, adam Houston Caddesi’ndeki Katz’s De- licatessen’de komiydi. Onun, Jack’in kötü bir kopyası oldu­ ğunu söylemek, yüzyılın en büyük eksik ifadesi olurdu. “Birini mi bekliyorsun?” Evie gözlerini açınca üzerinde beyaz önlüğü ve haki pantolonuyla tepesinde dikilmiş kendisine bakan Edward Gold’u gördü.

2 62

L Aşk Burada Çekmiyoı

“Yo, yo,” dedi Evie çabucak. “Sadece Bette’ye görmeye gitmeden önce birkaç telefon açıyordum.” Edward onu şaşırtarak kaldırımda yanına oturdu. “O halde umarım sana katılmamın mahsuru yoktur. Akşam yemeğim yanımda,” dedi beyaz plastik bir poşeti kal­ dırarak. “Ofisteki araştırma asistanlarımla bir toplantıyı yeni bitirdim ve açlıktan ölüyorum.” Dumanı tüten Çin yemeğiyle dolu köpükten bir kap çı­ kardı. Yemek muhteşem kokuyordu. Evie yemeğin, restora­ nın civarındaki, asla yemeyeceği o tuhaf görünümlü resto­ ranlardan birinden alındığına emindi. “Tabii ki yok,” dedi Evie gizliden gizliye sevinerek. Her ne kadar itiraf etmek istemese de Brighton’daki karşılaşma­ larından beri Edward aklına gelip duruyordu. Kendini ondan bahsederken, Bette’ye kızının ne kadar tatlı olduğunu, Tracy’ye onun Brighton’a başvurduğunu anlatırken buluyordu. “Biraz ister misin?” diye sordu Edward eriştelerini çu­ buklarla burnunun dibine sokarak. “Hayır, teşekkürler,” dedi Evie; onun karşısında Çin ye­ meği yemeye kalkışsa bile eline yüzüne bulaştırmaktan en­ dişe ediyordu. “Eh, fikrini değiştirirsen burada bir sürü var,” dedi Ed­ ward. “Pekâlâ neden Bette’nin evinin Önünde kafanı sağa sola sallıyorsun bakalım? Yarın için mi endişelisin?” “Diğer şeylerin yanı sıra o da var,” dedi Evie. “Bette’yle ilgili olarak seni temin ederim ki ameliyat gayet rutin bir prosedür ve kanser yayıldıysa bile tedavi se-

263 Elyssa Friedland

çenekleri mevcut,” dedi Edward. “Diğer şeyler konusundaysa sana yardımcı olabilmem için önce detay vermen gerek.” Evie derin bir nefes aldı; yağlı Çin yemeğinin kokusu burun deliklerinden öyle derinlere süzüldü ki Evie beyninin bu kokuyla kaplandığını hissetti. Bu durum, sorunlarını Ed­ ward’la paylaşıp paylaşmama konusunda karar vermesini daha da zorlaştırıyordu. Bir yandan, gey arkadaşının kendi­ sinden önce çocuk sahibi olması ya da Stasia’nın ideal evli­ liğini kıskanması gibi ıvır zıvır sorunlarıyla onun canını sıkmak istemiyordu. Öte yandan da Edward, arkadaş çevre­ sinin dışından biriydi ve arkadaşlarından daha objektif ola­ bilecek birine içini dökmek de rahatlatıcı olabilirdi. Hem sohbet etmesi inanılmaz kolay biri olduğu ortadaydı hem de onu tanımakla gerçekten ilgileniyor gibi görünüyordu. Her açıdan süper bir sırdaştı. “Sanırım,” diye söze başladı Evie, “Biriyle tanışama- maktan endişe ediyorum.” “Gerçekten mi?” Edward şaşırmış görünüyordu. “Senin gibi birinin pek çok teklif aldığını düşünürdüm.” “Teklif almak değil sorun,” dedi Evie. “Gerçi teklif yağ­ dığı falan da yok yani. Yani bazıları çıkıyor elbette. Asıl me­ sele kendimi yakın hissettiğim birini bulmakta. Âşık olduğum herkesin bir kusuru var. Ya bağlanmak istemiyorlar ya da evliler falan.” “Evli olması kötüymüş,” dedi Edward ve Evie, onun kendisinden bahsettiğini düşünüp düşünmediğini merak etti. Ondan mı bahsediyordu ki?

2 64 Aşk Burada Çekmiyor

Bunu kendisine itiraf etmesi ne kadar zor olsa da galiba öyleydi. Ona tutulmuştu. Evli birine tutulmuştu. Yarın baba­ annesini kesip biçecek olan adam. Çocuğu olan bir adama tutulmuştu. Üstelik çocuğuyla da tanışmıştı. Bu işin iyi ola­ bilecek hiçbir yanı yoktu. Bir süredir bir şeyler hissetmeye başlamıştı. Bunu bas­ tırmak için elinden geleni yapmıştı ama Edward’a olan çe­ kimi karşı konulmaz derecede yoğundu. Birbirlerini sadece birkaç kez görüp konuşmuş olmalarına rağmen sırf onun yüz hatlarını bile incelemek Evie’yi heyecanlandırıyordu. Soh­ betleri, ilk buluşmalardaki o zoraki, uyduruk biyografik özet­ lerden çok daha farklıydı. Edward kendisinden ne kadar bahsederse bahsetsin Evie daha fazlasını öğrenmek istiyordu. Antigues Roadshow dışında hangi televizyon programlarını izliyordu? Roman mı yoksa kurgu dışı mı eserler okurdu? En iyi çocukluk anısı neydi? Eskiden erkeklerin kendisine bu soruları sormasını isterdi. Düğün kutlamasından önce “Evie Hakkında Her Şey” adlı teste hazır olmaları gerekiyordu. Şimdiyse durum tam tersiydi. Üstelik bilgi edinmenin heye­ canı, kendini anlatmanınkinden çok daha fazlaydı. “Tabii canım. Yuva yıkan biri falan değilim zaten.” Ed­ ward’m tepkisini ölçmek için baktı ama yüzündeki ifadeden hiçbir şey anlaşılmıyordu. “Neden böyle bir şey dediğimi bile bilmiyorum.” “Tabii ki değilsin,” dedi Edward. Akşam yemeğini çı­ kardığı plastik torbayı karıştırdı. “İster misin?” Ona bir fal kurabiyesi verip kendininkini açtı. Elyssa Friedland

Evie kendi kurabiyesinin plastik ambalajını yırtarak açtı. “Yani sorunlarımın yanıtı bunun içinde olabilir mi?” Evie dizini hafifçe onunkine vurdu; bu kısacık temas bile tüylerini ürpertti. “Kesinlikle,” dedi Edward. “Ben bütün büyük kararla­ rımı fal kurabiyelerine danışarak veririm.” Birlikte güldüler ve Evie, her ne kadar bir belirsizlik bu­ lutuyla kaplı olsa da hoş bir an paylaştıklarını hissetti. Edward minik kâğıdı çıkarıp okudu: “Erkeklerin imren­ diği, kadınların da âşık olduğu hayat kurtaran bir doktorsu­ nuz.” Beyaz ruloyu Evie’ye uzattı. Evie, kırmızı harflerle yazılmış cümleyi okumak için eğildi. “ ‘Bu yıl Mandarin Çincesi öğreneceksiniz’ diyor,” dedi Evie ve Edward’in koluna şaka yollu vurdu. “Aman çok komik.” “O zaman şeninkini görelim,” dedi Edward. Evie kurabiyesini açarken Edward’inki gibi esprili bir şey bulmaya çalıştı. Akima hiçbir şey gelmediğinden kâğıtta yazanları yüksek sesle okudu: “Baştan çıkarma sanatında us­ tasınız.” “Gördün mü bak?” dedi Edward. “Bunlar yüzde yüz doğru çıkıyor.” “Neden bahsediyorsun sen? Şimdi saçmalık olduklarına iyice ikna oldum. Keşke baştan çıkarma sanatında usta ol­ saydım,” dedi Evie dalga geçercesine kiıpiklerini kırpıştırarak. “Belki de öylesindir ama haberin yoktur.” Evie homurdandı. “İnan bana değilim ” dedi ve stres ve

266 Aşk Burada Çekmiyor

mutsuzluk hisleri geri döndü. “Yumurtalarımı dondurmayı düşünüyorum. Bunun senin uzmanlık alanına girmediğini bi­ liyorum ama belki bana birini önerirsin. Yaşım ilerliyor, be­ kârım, bu yüzden de bunu yapmak iyi bir fikirmiş gibi geliyor. Böylece, biriyle tanışıncaya kadar on yıl geçse bile en azından hâlâ sağlıklı, genç yumurtalarım olmuş olur.” Bu son kısmı söylerken Yunan Harry’yi düşündü. Edward, Evie’yi rahatlatan bir şekilde, kafayı yemiş bi­ rine bakar gibi bakmadı ve ondan uzaklaşmaya kalkmadı. “Evie bence sakin olmalısın. Daha yeni tanıştığımızı bi­ liyorum ama neden böylesine büyük bir adım atmak istedi­ ğini anlayamıyorum. Sen güzel bir kadınsın Evie. Ayrıca da gençsin. İşleri yoluna koymak için pek çok zamanın var.” “Teşekkür ederim,’* dedi Evie; bakışları ayakkabılarının bağcıklarında sabitlenmişti. Söylemesi kolaydı ve ayrıca Ed- ward’in bu söylediklerinde ne kadar samimi olduğunu bil­ miyordu. Belki de sadece Bette’nin bu kritik ameliyatının öncesinde onu rahatlatmak istemişti. “Son birkaç ay çok zor geçti. Babaannem için yaptığın her şeye minnettarım.” Ko­ nuyu burada kesip Edward’ın kendini bu tuhaf sohbetten kur­ tarmasına izin vermeye karar verdi. Evie’yi şaşırtan bir şekilde adam kaçmamayı tercih etti. “Evie, bütün bunların sebebi nedir? O kadar hayat do­ lusun ki. Bütün gün kanserli insanlarla ilgilenmeme rağmen beni güldürmenin bir yolunu her zaman buluyorsun.” “Gerçekten mi?” “Evet, gerçekten,” dedi Edward. Yemeğinden kalan po-

267 Elyssa Friedland

şetleri toplamaya koyuldu. Evie, onun kalkıp gideceğini sandı ama Edward yerinden kımıldamadı. “Peki nasıl Brighton’daki işe girdin?” diye sordu. “Bette ‘kahrolası bir hukuk fîrması’ndan bahsetti ve bir arkadaşının öğretmen olduğunu söyledi. Tam olarak anladığımı söyleye­ meyeceğim.” Evie ona uzun versiyonu anlattı: Baker Smith’te geçen yıllan, işkence gibi toplantıları, bitmek bilmeyen çalışma sa­ atlerini, iptal edilen randevuları ve tatilleri... Es geçtiği tek kısım, işten çıkanlmasıydı; Edward’in kendisinin de mecburi işten çıkanlanlar kervanındaki kurbanlardan biri olduğunu düşünmesine izin verdi. Daha önce kimseye anlatmadığı hi­ kâyeleri anlattı: 200 milyon dolarlık birleşme anlaşmasında karşı tarafa imzalı sayfaları fakslamayı unuttuğundan bütün belgelerin tarihini öne aldığından bahsetti. Belirli bir sebep olmaksızın ofis kırtasiyelerinden sürekli olarak bir şeyler aşırdığını ve Marianne’le olan destansı güç savaşını kaybe­ dişini anlattı. Baskıyla baş edemediği durumlar için masası­ nın en alt çekmecesinde bir su şişesinin içinde birkaç yudum­ luk votka zulasından bile bahsetti. “Ben de öyle yapıyorum. Özellikle de çok gergin oldu­ ğum zor bir ameliyattan önce.” Evie’nin gözleri kocaman açıldı. Ama bir an sonra onun şaka yaptığını anlayıp büyük bir kahkaha patlattı. En son ne zaman böyle yüksek sesle kahkaha attığını hatırlayamıyordu; son zamanlarda yanm ağızla şöyle bir güler olmuştu. “Arkadaşım Stasia’nın hamile olduğuna emin gibiyim,”

268 Aşk Burada Çekmiyor

dedi Evie sebepsiz yere yine aynı konuya dönerek. “Hani şu Rick HowelFla evli olan arkadaşım.” “Yumurtalarını bu yüzden mi dondurmak istiyorsun?” “Sayılır. Yani onun da etkisi var. Sanırım artık zamanın benden uzaklaşmaya başladığı konusunda endişelenmeye başladım. Artık şirkete ortak olamayacağım için B planımı ve hatta B+ planımı da kaybetmişim gibi hissediyorum. Hiç çocuğum olmasa bile ortaklık benim bebeğim olacaktı. Tabii ki en ideali ikisine de kavuşmaktı. Yani ortaklık olmasa bile onun kadar tatmin edici bir şey de olabilirdi.” Evie saatine bir göz attı. Yarım saat geçmişti bile. Ed­ ward’ ı eve gitmekten alıkoyduğu için kötü hissetmeye baş­ ladı. Evde onu öpmek için bekleyen bir karısı ya da işten çıkmak için sabırsızlanan bir dadı olabilirdi. Ayrıca Olivia da onu özlemiş olmalıydı. Bayan Edward Gold’un, böylesine değerli bir eşe sahip olmanın kıymetini bildiğini umdu. Belki kendisi kariyer sahibi bir kadın, masasının üzerinde, bir grup aile fotoğrafını kapatan bir kâğıt yığınıyla boğuşarak hâlâ ofiste çalışmakta olan bir yatırım bankacısıydı. Mimar da olabilirdi. Edward öyle birinden hoşlanabilirdi. Ya da belki de o da bir doktor, hatta bir çocuk doktoruydu. Bu durum, Olivia’nın tatlı yemesine neden karşı olduğunu da açıklardı. Ama aynı zamanda dengeli ve farklı yiyeceklerle dolu akşam yemekleri hazırlayan de şahane aile kaçamaklan planlayan bir ev hanımı da olabilirdi. “Devam et,” dedi Edward ve Evie, onun en azından bir­ kaç dakika daha yanında kalacağını tahmin etti.

269 Elyssa Friedland

“Gördüğüm kadarıyla şu anda yeterince ilgilendiğim ya da benimle ilgilenen biri yok. Otuz dört yaşındayım. Diyelim ki bir yıla kadar birisiyle tanıştım. Nişanlanmadan önce de iki yıl çıktık. Muhtemelen bağlanma fobisi yüzünden teklif etmesi yıllar sürecektir. Diyelim ki ondan bir yıl sonra da ev­ lendik. Ondan sonra da ben moruk olduğum için hamile kal­ mam yıllar sürecek. Zaten yumurta kanallarımın birbirine dolandığından ya da tıkandığından falan da eminim.” “Hidrosalpenks olduğunu mu düşünüyorsun?” Edward gayet ciddi bir şekilde ona bakıyordu. “O da ne demek öyle?” Edward’ın ne dediği hakkında hiçbir fikri yoktu ama tıp jargonu gayet seksiydi. “Senin dediğin şey, yani tıkalı kanallar demek. Sanınm bunun için herhangi bir kanıtın yok, öyle değil mi?” “Daha ziyade bir his. Ama şimdi neden yumurtalarımı dondurmak istediğimi anlıyorsun değil mi? Güvenlik ama­ cıyla.” “Bu gayet çılgınca. Ama yine de senden hoşlanıyorum.” Dizini hafifçe Evie’ninkine vurdu. “Ayrıca yumurta kanalları yorumuna bakacak olursak lisedeyken biyolojinin pek iyi ol­ madığını varsayıyorum.” “C aldığım tek dersti.” “Hay aksi. Seni o zamanlar tanımadığım kötü olmuş. Üniversitedeyken biyoloji dersi verirdim.” Edward’in manyetik büyüsünün çekimine kapılan Evie, hayat hikâyesinin olumsuz yanlarını da onunla paylaştığına pişman olmaya başladı. Gerçi bir önemi yoktu. Sonuçta bu

270 Aşk Burada Çekmiyor

bir randevu değildi. Yine de, gerçeklikten çok uzak olsa da, Edward’m, onun kendini toparlayacağına inanmasından hoş- lanm ıştı. “Gerçekten de aceleci davrandığını düşünüyorum,” dedi. “Ama bütün bu yumurta dondurma muhabbeti yüzün­ den canım dondurmalı süt çekti. Hastaneye bir blok mesa­ fede en iyi çikolatalı sütleri yapan bir restoran var. Bette’ye gitmeden önce bir tane içmek ister misin?” Evie bu teklifi kabul edemeyeceğini biliyordu. Ed­ ward’in karşısında oturup ilişkilerinin platonikten daha faz­ lası olmasını dilemeye devam etmek fazlasıyla acı verici olurdu. Jack’le ayrılığından öğrendiği bir şey varsa o da in­ sanın kendini korumaya almasının ne kadar gerekli oldu­ ğuydu. “Teşekkürler ama şimdi gitsem iyi olur. Daha sonra ha­ vaalanına gitmem gerekecek. Ama sorunlarımın iştahını ka­ bartmasına sevindim doğrusu.” Böyle başarılı bir esprinin evli bir adamla harcanması çok yazıktı ama işte bu da Evie’nin şansıydı.

271 ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Fran, Evie’yi Bette’nin ameliyatının öncesindeki gece Susan Hala’yı havaalanından almakla görevlendirdi. Fran so­ nunda telefonda kendini kaybedince Susan, varlığıyla herkesi şereflendirmeye karar verdi. Halası pişman gibi görünüp kısa süre içinde orada olacağını söyleyerek “bir şeyler” ileçok meşgul olduğu için özür diledi. Evie havaalanına gitmek zorunda kaldığı için şikâyet et­ meye cüret edemedi; çünkü halası en azından Greenvvich’te kalacaktı. Böylece Edward’la beklenmedik yumurta don­ durma konuşmasının ve babaannesine beş dakikalık ziyare­ tinin ardından Evie, Tracy ve Jake’in külüstür arabalarını alıp çılgın halasını beklemek üzere LaGuardia’ya doğru yola ko­ yuldu. Susan’m uçağı üç saat rötar yapmıştı, ki Evie internetten uçuşları takip edemediğinden bunu bilmiyordu. Erken gelip UÇUŞ RÖTARLI ibaresini görüp irkildikten sonra bir bekleme odası bulup burada beyaz şarapla, sodayı dönüşümlü olarak yudumlamaya koyuldu; bir yandan da uyumsuz yolcu kala-

272 Aşk Burada Çekmiyor

balığının arasında geçen ufak tefek sohbetlere kulak kabarttı. Halasının uçağının iniş yaptığı sonunda anons edildiğinde Evie çakırkeyif olmuştu. Valiz teslim yerinde, birbirine benzeyen siyah valizlerin taşıma kayışı üzerinde dönerek ilerlemeleri Evie’yi transa soktu. Dikkati özellikle bir valiz üzerinde yoğunlaştı; sapına, parlak san ve pembe puanlı bir kurdele bağlanmış olan bir valizdi bu. Kim valizine Paskalya bonesini andıran bir şey bağlayıp “İşte bu... Valizin bana ait olduğunu işte böyle an­ layacağım,” diye düşünecek kadar böylesine arsız biçimde neşeli kişi kim olabilirdi? Perişan olmuş bir New York’lu, tükenmiş bir profesyonel ya da kendisi gibi mahvolmuş bir romantiğin olmadığı kesindi. Susan Hala’nm kendisine doğru geldiğini bile fark et­ medi. “Evie, gel buraya!” Susan hâlâ Evie’ye sıkı sıkı sarıldı. Kadın vücut kokusu ve narenciye kokuyordu. Evie’nin ka­ fasının, Susan’ın şüphesiz ki kendi bahçesindeki bitkilerden yaptığı homeopatik deodorantlara bulanmış kıllı koltukaltına bastırılmış olması da koku meselesini daha beter hale getiri­ yordu. “Selam Susan Hala,” dedi Evie. Halası kahverengi ke­ tenden bir Hawaii elbisesi giymişti. îç içe geçmiş turkuaz kolyeler ve koluna taktığı güneybatı stili pançosu da görü­ nümünü tamamlıyordu. Gri ve kestane rengi dalgalardan da­ ğınık ve uzun saçlan açık bırakılmıştı. Susan, Henry’den yedi yaş küçük kız kardeşiydi ama şimdi Evie’nin babasını

2 7 3 Elyssa Friedland

hatırladığı halinden ürkütücü biçimde daha yaşlı görünü­ yordu; babasının yüzünde oluşma fırsatı bulmamış olan derin çizgileri vardı. “Evie, seni biriyle tanıştırmak istiyorum.” Susan Ha­ la’nın gözleri parlıyordu. Lanet olsun. Susan yanında erkek arkadaşını getirmiş olmalıydı. Adam da, Tracy’nin arabasını kokutacak olan bir başka libe­ ral hippiydi muhtemelen. Halasının arkasında rasta saçlı, Phish tişörtü giymiş orta yaşlı ve Bette’ye kesinlikle kalp krizi geçirtecek olan bir adam arandı. Ortalıkta böyle biri yoktu; sadece takım elbiseleri içinde adamlar ve küçük ço­ cuklarını endişeli bir şekilde tutan anneler vardı. “Evie, bu Wyatt,” dedi Susan ve ondan birkaç santim ötede duran puseti Evie görebilsin diye çevirdi. “Wyatt benim oğlum,” diyerek bebeği daracık arabadan yukarı kaldırdı. Evie serseme dönmüştü. Halüsinasyon görüyor olma­ lıydı. “Susan Hala,” dedi Evie dikkatli bir şekilde konuşmaya çalışarak; bir yandan da bakışları, halasının boynuna gömül­ müş olan bebekteydi. “Wyatt siyahi.” “Tabii ki öyle Evie. Onu evlat edindim. Etiyopya’dan. Biliyorum. Çok Angelina Jolie’yim değil mi? Ama yemin ederim bu fikir ilk benim aklıma gelmişti.” “Afrika’dan evlat edinmenin patentinin alınabileceğini sanmıyorum,” dedi Evie; gözlerini hâlâ dünyanın en doğal

2 7 4 Aşk Burada Çekmiyor

şeyiymiş gibi Susan’ın bedenine sokulan minik bebekten çe­ kemiyordu. “Vay canına Susan. Vay canına yani.” “Değil mi ama?” diye coştu Susan. “İsme bayılmadın mı? Wyatt olmak zorundaydı.” “Wyatt Earp’ten mi geliyor?” diye sordu Evie, tanıdığı tek meşhur Wyatt’ı söyleyerek. “Sheryl Crow’dan geliyor. O da evlat edindiği çocuğun adını Wyatt koydu. Her zaman onunla bir sürü ortak yanım olduğunu düşünmüşümdür. Tam adı Wyatt Rasputin Rosen. Mükemmel değil mi?” Neden olmasındı ki? Çocuk zaten eli mahkum terapi gö­ recekti. “Mükemmel.” “Annem için de nasıl bir hediye olacak değil mi? Anne­ anne olacak! Bu onun keyfini yerine getirir,” dedi Susan. Evie’nin ağzı açık kaldı. “Yeni olmayacak. Ben onun torunuyum, hatırlamıyor musun?” “Ah tabii, ne aptalım. Sadece o kadar yaşlandın ki biri­ nin torunu olabileceğini unutmuşum. Eh, Bette-nin şimdi bir kız, bir de erkek torunu olacak.” Susan coşkuyla güldü. “Evie seninle sohbet etmek için sabırsızlanıyorum. Annen, benim Connecticut’ta kalmamı kabul etti ama işin aslı ben seninle kalmayı tercih ederdim. Büyük şehir yaşamını özlüyorum.” Susan, batıya gitmeden önce East Village’de yaşıyordu ve B Caddesi’yle 12. Sokak’m köşesinde seramik ürünler satı­ yordu. Muhtemelen bir zamanlar hippileri barındıran yerle­ şim yerinin, şimdi kapı görevlileri bulunan gökdelenler ve

27 5 Elyssa Friedland

bir 7/11 ile nasıl büyük bir değişime uğradığını görse her­ halde dehşete kapılırdı. “Evet, ne kötü. Ama planlan değiştirerek annemi üzmek istemezsin değil mi?” dedi Evie içinden sessiz bir dua ede­ rek. “Yo, hayır. Elbette istemem. Aynca Wyatt’in Fran’in evinde kendine ait bir odası olacak. Senin evinin minicik ol­ duğunu söyledi.” Demek Fran, Wyatt’i biliyordu. İlginç. “Öyle. Hatta minyatür.” Hayatında ilk defa dairesinin sınırlı metrekaresinden memnun oldu. Daha büyük bir dai­ reye taşınamamış olmak, Susan ve ithal bebeğine katlanma­ mak anlamına geliyorduysa belki de gerçekten de ortak olamamanın olumlu bir yanı olmuştu. Susan’ın kalan eşyalarını alıp park halindeki arabaya yığdıktan ve Wyatt’i da kendi taşıyıcısıyla arka koltuğa sıkıca bağladıktan sonra Evie, halasına döndü. “Demek babaannem Wyatt’i bilmiyor?” Susan, bebek öteberisiyle dolup taşan tığ işi berbat gö­ rünümlü çantasıyla oynuyordu. “Annemle ben yakın değiliz, biliyorsun. Ona istediği şeyi hiçbir zaman veremedim. Benim hoş bir Yahudi doktorla evlenmemi, çocuk sahibi olmamı, beyaz çitli bir evde otur­ mamı falan istiyordu. Öte yandan baban ona tam olarak is­ tediğini verdi. Ki bu onun için kolay bir şeydi. Çünkü bu onun da istediği şeydi. Neyse, demem o ki annemi sürekli hayal kırıklığına uğratıyormuş gibi hissettim. Doğu Kiyi­ si’nın ritmi bana göre değildi. Daha özgür olabileceğim bir

276 Aşk Burada Çekmiyor

yere gitmem gerekiyordu, bu yüzden de batıya taşındım. Bunları biliyorsun. “Ee?” diye sordu Evie, çünkü Susan’in söylemediği şey­ ler olduğunu hissediyordu. “İşte bu da yapılması gereken doğru şeydi,” dedi Susan, hâlâ çantasının sökülen ipleriyle oynamaya devam ederek. “Ama bazı konularda annem haklıydı. Örneğin aile kurmak konusunda. İşte bu yüzden W yatt’ı evlat edindim. Gerçekten de bir şeylerin eksik olduğunu hissetmeye başlamıştım. Bet- te’ye Wyatt’tan bahsetmek, ona başından beri haklı olduğunu söylemek gibi olacaktı ve ben o konuşmayı yapmaya hazır değildim. Anlıyor musun?” Evie, gözlerini yoldan ayırmadan başıyla onayladı. Su­ san’ı gerçekten de anlıyordu. “O yüzden sanırım yarın W yatt’la birlikte hastaneye gel­ diğimde ona büyük bir sürpriz olacak.” “Susan Hala, beni yanlış anlama ama yann babaannem için oldukça gergin bir gün. W yatt’ın evde kalması ve senin hastaneye tek başına gelmen daha iyi olabilir. Onu şoka sok­ mak falan istemeyiz değil mi?” “Ama ona bakacak kimse yok.” Evie, Caroline’ın dadılar ve kahyalardan oluşan filosunu düşündü. “Merak etme, onu birkaç saatliğine bırakabileceğin bir yer biliyorum. Son derece güvende olacak ve ona harika ba­ k ılacak.” “Tamam o halde, belki de haklısın,” dedi Susan.

277 Elyssa Friedland

Evie radyoyu açtı ve bir süre sessizce klasikler istasyo­ nunu dinlediler. Evie, dikiz aynasından bebeğin Crocodile Rock şarkısının ortalarında uyuyakaldığını gördü. “Wyatt kaç yaşında?” “Yedi aylık. Kova burcu. Biliyorsun ben de başağım ve normalde ikisi çatışır ama sanırım biz harika bir yin-yang di­ namiği oluşturuyoruz.” Evie yol tabelalarına baktı. Sadece sekiz sapak sonra Susan’ı Greenwich’e bırakabilecekti. Susan radyo istasyonlarını karıştırmaya başladığı sırada Evie’nin çantasındaki ceptelefonu çaldı. “Sen bakabilir misin, Susan Hala?” Susan telefonu açtı. “Selam Fran, geldik sayılır.” Sonra uzun bir süre sessiz­ lik oldu. “Tamam o zaman yarın sabah görüşürüz.” Evie’nin iç organları korkuyla düğümlendi. “Evie, tatlım, annen dedi ki Winston birtakım tadilatlar yaparken bir gaz vanasına vurmuş. Bu gece bir arkadaşla­ rında kalacaklarmış. Sanırım Wyatt’la birlikte senin eve yer­ leşiyoruz,” dedi Susan kocaman gülümseyerek. Bu gaz sızıntısı yanlış alarm çıkarsa Evie, annesiyle bir daha asla konuşmamaya yemin etti.

“Evini sevdim Evie,” dedi Susan; sonunda New York’ta dolanmaları son bulmuştu ve Evie, arabayı Tracy’nin Hell’s Kitchen’daki garajına bırakmıştı. “Herhalde zevk sahibi olmak

2 7 8 Aşk Burada Çekmiyor

genlerimizde var. Santa Fe’deki evim de buraya benziyor” “Teşekkürler,” dedi E vie ve evi yeniden dekore etmeye karar verdiği için memnun oldu. “Peki nereye yerleşelim?” diye sordu Susan, Wyatt’i ha­ vaya kaldırarak. Greenwich. “Benim odamda kalabilirsin. Ben kanepede yatarım.” “Teşekkürler, ben de böyle demeni bekliyordum. Wyatt rahat etmediğinde ha bire çığlık atıyor. Senin için uygun olursa ben eşyalarımı yerleştirip Wyatt’a banyo yaptırayım.” Evie banyodaki musluğun açıldığını duyunca Caroline’ı arayıp yarın Bette ameliyattayken Wyatt’in onun evinde kalıp kalamayacağını sordu. “İyi,” dedi Caroline. “Ama bana borçlusun. Çünkü yarın hiç kimse yok o yüzden Grace, Pippa ve halanın çocuğuna ben bakacağım.” “Hiç kimsen yok mu?” Caroline homurdandı. “Hey, kimin kimden iyilik istedi­ ğini unutma istersen.” “Doğru, doğru. Pardon.” Evie’nin telefonu bekleyen bir arama olduğuna dair sinyal verdi. Bette. “Sana milyonlarca teşekkür. Babaannem Öteki hatta. Açmam lazım.” Evie cevap tuşun bastı. “Selam babaanne,” dedi, “Kendini nasıl hissediyorsun?” “İyiyim canımın içi. SusanTa her şeyin yolunda gitti­ ğinden emin olmak istedim. Duyduğuma göre seninle kalı­ yorm uş.”

2 7 9 Elyssa Friedland

“Evet, her şey yolunda.” “Nasıl görünüyor? Onu ancak hayal edebiliyorum,” dedi Bette. Yo, hayal bile edemezsin. Evie, WyattT düşündü. Ne­ reye geldiğinden habersiz olan, kumru gibi sesler çıkarıp gü- lümsemekten, kıymetli bebek kıyafetlerini çekiştiren o tatlı minik bebeği. “Mutlu görünüyor.” “Eh, bunu duyduğuma sevindim. Tek kızımın beni daha yeni görmeye gelmesi şu doktorun önünde utanç verici olacak.” “Doktor Gold’un hakkımızda ne düşündüğü kimin umu­ runda? Susan biraz kaçık diye ameliyatı kötü yapacak değil ya,” dedi Evie. “Başka bir şey var mı babaanne? Bu gece din­ lenmen gerek.” “Evet, Evie-le. Bunun sana biraz tuhaf geleceğini bili­ yorum ama hem senin hem de Susan’m aynı yerde bulunması nadir olan bir şey. Yann hoş bir aile fotoğrafı çektirmek isti­ yorum. O yüzden de süslenmeni, güzel bir şeyler giyinmeni, makyaj yapmanı falan istiyorum. Çok özel görün ki üçümü­ zün güzel bir fotoğrafı olsun.” “îyi de sen hastane kıyafeti içinde olacaksın,” diye itiraz etti Evie. “Üstümü değiştirmeden önce çekeriz. Lütfen. Bu benim için çok önemli.” “Tamam babaanne. Sen nasıl istersen.” “Harika. Çok güzel görüneceğine eminim. Elbise giy. Bolca allık sürmekten de çekinme.”

280 Aşk Burada Çekmiyor

Evie, Bette’ye bol bol bronzlaştırıcı ve allık süreceğine dair güvence verdikten sonra ona iyi geceler diledi. Saatler sürmüş gibi gelen ağlama zırlamalardan, Susan’ m batik bir askıya sarılmış Wyatt’la Evie’nin dairesinin içinde dolanıp durmasından sonra bebek uyuyakaldı. Ev sonunda sessizleşince Susan, Evie’nin yanma geldi. “Sana bir şey sorabilir miyim Evie?” “Tabii,” dedi Evie. “Ne oldu?” “Bu gün Wyatt’ı görünce afalladın. Şaşırtıcı bir şey ol­ duğunu biliyorum ama sana birkaç hafta önce onun bir dü­ zine fotoğrafını e-posta attım. Cevap vermeyince de ilginç gelmişti. Belki de yanlış e-posta adresi aldım.” “Fotoğrafları görmedim. Dört ay kadar önce interneti kul­ lanmayı bıraktım. Haziranın sonundan beri e-posta hesabımı kontrol etmedim. Artık kaldıramıyordum; şu sosyal medya hen­ gâmesi falan. Bilmem sana bir şey ifade ediyor mu?” “Evie bu harika,” dedi Susan. “Medeniyetten uzak dur­ ma meselesini tabii ki de anlıyorum. İçinde yaşadığım top­ lulukta bilgisayarı bırak, ceptelefonu bile olmayan insanlar var. Hepimiz insani iletişime önem veriyoruz. Bilgi Çağı’nın bizi ele geçirmesine izin vermiyoruz. Beni ziyarete gelmeli­ sin. Oradaki insanlarla çok iyi anlaşırsın. Hele ki şimdi tek­ noloji karşıtı hareketin bir parçası olduğun için. Sandığından daha çok birbirimize benziyoruz Evie.” Hiçbir hareketin bir parçası değilim, diye düşündü Evie. Ama Susan’la sohbetlerinin felsefi bir yere doğru uzanması riskini göze alamadı.

281 k Elyssa Friedland

“Evet, kesinlikle gelmelisin,” dedi Susan bu fikri düşün­ dükçe daha çok heyecanlanarak. “Yeğeninle de daha çok ya­ kınlaşırsın.” “O benim kuzenim,” dedi Evie, halasına; belli ki kadın aile ağacının temellerine ilişkin hiçbir fikre sahip değildi.

Evie, Sloan-Kettering’in koridorlarında yedi santimlik topuklular, pınl pırıl bir elbise ve savaş boyası gibi yüzüne sürdüğü bronz pudrayla yürürken hasta erkekleri avlamaya çalışan bir fahişe gibi hissetti kendini. Caroline, şafak söker­ ken Susan Ta birlikte Wyatf ı bırakmaya gittiklerinde onu gö­ rünce neredeyse kendinden geçiyordu. “Ameliyattan sonra partiye mi gidiyorsun Ev?” diye sormuştu. Kapıdan çıkarken kaptığı trençkotunu bile giyememişti çünkü fahişe kılığını daha da vurguluyordu. Hastanenin operasyon tarafı buz gibi olduğundan Evie’nin çıplak bacakları ürpermiş, kollarındaki tüyler diken diken olmuştu. Neyse ki Susan’ın görüntüsü ilginin bir kıs­ mını kendinden uzaklaştırıyordu. Evie’nin halası da kendi versiyonunda süslenmişti: en hoş ev kıyafeti gibi görünen bir elbisenin üzerine ekstra bir turkuaz kolye ve tabii ki de ço­ rapların üzerine giyilen Birkenstock terlikler. “Tamam, annem ameliyat hazırlık odasında buluşma­ mızı söyledi. Bette oradaymış.” Evie hayatında ilk defa bir hastaneye gelmiş olan halasına yol gösterdiği için sinirliydi. “Sanırım aile fotoğrafını orada çekeceğiz.”

282 Aşk Burada Çekmiyoı

“Peki,” dedi Susan omuz silkerek ve Evie’nin yanında ilerlemeye devam etti. “Wyatt1 ın fotoğrafta olmaması biraz tuhaf değil mi?” Evie, Susan’ın sorusuna cevap beklemediğini varsaydı. “Şu fotoğraf işini halledip kimse görmeden normal kı­ yafetlerimi giymek istiyorum,” dedi Evie; bir yandan da her bir odanın önünde durup içerideki hastalara kaçamak bir bakış atmak isteyen Susan’ı acele ettiriyordu. “Bütün bu hastalıklı insanlar. Geleneksel tıbba bağlan­ mışlar. Kaç tanesinin doğal ilaçlan denediğini merak ediyo­ rum doğrusu. Holistik şifacımla tanışmalısın Evie. Hidro- fonik olarak yetiştirdiği kökler yemin ederim ki eklem ilti­ habımı iyileştirdi.” “Bugün bundan bahsetmeyelim Susan Hala,” dedi Evie. “Babaannem geleneksel biri ve bugün ameliyatı var, o yüz­ den de aktarından bahsetmemenin daha iyi olacağını düşü­ nüyorum.” Bette’nin olduğu odadan yirmi adım uzaktaydılar ve Evie o mesafeyi halasını gırtlaklamadan nasıl geçeceğin­ den emin değildi. “Sana katılıyorum Evie.” Evie, Edward Gold’un sesini duyunca hızla döndü. “Doktor Gold!” Evie pancar gibi kızardı. Deniz mavisi bir ameliyat önlüğü içindeydi ve san saçları operasyon mas­ kesinin altında gizlenmişti. Ayağında, daha önce gördüğü Crocs terlikler yerine Converse spor ayakkabılar vardı. Kı­ yafeti o kadar mükemmeldi ki sanki akşam kuşağında bir di­ zide doktor rolünü oynuyor gibiydi: “Hemşire, hastanın

283 Eîyssa Friedland

hayati değerleri düşüyor. Şok veriyoruz, durum bildirin!” “Edward,” diye hatırlattı adam. “Harika görünüyorsun.” Doktorun bakışlarının, fönlü saçlarından pedikürlü ayak par­ maklarına dek gezindiğini gördü. Evie, içinde bir yerlerde, aslında ona rastlamayı umduğunu fark etti. “Ben Susan,” dedi halası Edward’a elini uzatarak; Evie’nin, babaannesinin ameliyat gününde neden böyle par­ tiye gider gibi giyindiğini açıklamasına bile izin vermemişti. “Bette’nin kızıyım. Siz de annemin doktorlarından biri ol­ malısınız.” “Edward, Bette’nin cerrahı,” diye açıkladı Evie. “Evie ne kadar yakışıklı olduğunuzdan bahsetmemişti,” dedi Susan adama göz kırparak. “Susan!” diye haykırdı Evie, halasını biraz sert bir şe­ kilde dirseğinden yakalayarak. Halasının Edward’la flört et­ tiğini düşünmek korkunçtu. “Evie, bunu nasıl unutursun?” diye sordu Edward çekici bir şekilde gülümseyerek. Evie, onun gamzesine doğru so­ kulup orada saklanmak istedi. Kendini toparlamak için elinden geleni yapıp şakalaş­ maya çalıştı. “Kim bilir aklım neredeydi?” Edward güldü. “Seni affediyorum. Peki, gidip Bette’yi görelim mi?” dedi ve tekrar yürümeye başlamadan önce Evie’yi bir kez daha süzdü. “Olur,” dedi Evie. “Bu arada, şey, kıyafetimin neden böyle olduğunu açıklamak istiyorum. Bette süslenmem için ısrar etti. Halam geldiği için bir aile fotoğrafı çektirmek isti­

284 Aşk Burada Çekmiyor

yormuş. Kendimi çok gülünç hissediyorum.” “Yo, bence çok hoşsun,” dedi. “Ameliyat için sabahın bu saatinde kalkmama değdi.” Ha? Edward alenen ona asılıyordu. Bu da neydi böyle? Evie ona olan saygısmı yitirmek istemiyordu. Edward onun olmasa bile, Edward gibi adamların var olduğunu bilmek gü­ zeldi. Kader onun karşısına da böyle birini çıkarmayabilirdi ama en azından bu tek boynuzlu atlardan dünyada bulundu­ ğunu bilmek insanı rahatlatıyordu. Edward’in sırf iltifat ede­ rek bile evliliğinin sınırlarının dışına çıktığını düşünmek cesaret kinciydi. Sohbeti tekrar pratik konulara çekti. “Peki sen neden bu kadar erken geldin? Ameliyat birkaç saat sonra başlayacak sanıyordum,” dedi Evie. “Öncü lenf düğümü enjeksiyonlannı olurken Bette’nin yanında olmak istedim. Beş tane ağır iğne olacak ve senin ve ailenin o sırada onun yanında olmak isteyip istemeyece­ ğinizden emin olamadım. Bette’nin, elini tutacak birine ihti­ yacı olabilir.” İşte tanıdığı ve hayranlık duyduğu Edward buydu. “Gerçekten çok kibarsın,” dedi Evie; daha fazlasını söy­ leyebilmeyi isterdi. Ama Susan’ın yanında kendini tuttu. Bette içeri girdiklerinde hastane yatağında oturuyordu. “Susan,” dedi coşkuyla ve gözyaşları pudralı yüzünden süzülmeye başladı. “Selam anne.” Evie kenarda beklerken anne ve kız birbirlerine sarıldı­ lar.

285 Elyssa Friedland

Bette’nin yatağının yanında koca bir buket pembe açelya vardı. Evie gözlerini kısıp kartı okudu: “CV Kulele­ rindeki en gözde dostuma. Sağlıklı bir şekilde geri dönmeni dört gözle bekliyorum. Sevgiler, Sam.” Barıştıklarını görmek güzeldi; demek ki sitedeki aşüfteyle dama oynadığı dediko­ dusu asılsızdı. Neden ihtiyarlar da çıkamayacaklardı ki? Eğer babaannesi ilişki dramları ve kalp kırıklıklarıyla uğraşmak istiyorsa Evie kim oluyordu da ona engel olacaktı? “Gördüğüm kadarıyla Sam’le barışmışsınız,” dedi Evie çiçekleri işaret ederek. “Ondan bir süredir bahsetmiyordun.” Bette çelimsiz omuzlarını silkti. “Benim yaşımda insan bağışlayıcı olmayı öğreniyor. Yalnız kalmaktansa özverili ol­ mayı tercih ettim her zaman.” “Biliyorum babaanne.” Bette gerçekten de ona yeni bir şey söylediğini mi sanıyordu? “Senin buna katılmadığına eminim. Haklısın da. Sakın yetinme Evie-le. Yetinmek zorunda değilsin.” Bette bunu diyerek onu şaşırttığı sırada içeri Edward girdi. “Günaydın Bette. Çok güzel görünüyorsun,” dedi. “Kor­ karım ki başlamadan önce takılarını çıkarman gerekecek.” Evie, Edward’m etrafa kompliman saçmasından, ona ve sek­ sen bir yaşındaki babaannesine aynı şeyleri söylemesinden hoşlanmamıştı. Belki de az önce flört ettiği falan yoktu. Evie, Susan’la Bette’nin hasret gidermesi için uzaklaştı. Annesi ve Winston koridorda kahve, yoğurt ve çöreklerden oluşan tepsileri ayarlıyorlardı. Edward, Evie’nin koluna do-

286 Aşk Burada Çekmiyor

kunup odanın dışına gelmesi için ona işaret etti. Fran ve W inston’ın yanına gittiler. “Birkaç detayın üzerinden geçmek istedim. Ameliyat bir buçuk saat sürecek ve sonra da bütün hayati fonksiyonları düzenleninceye kadar Bette yoğun bakımda olacak. Bu da dört beş saati bulabilir. Bu sürede Bette kendine gelecek ama epey bitkin olacak. Yani burada beklemeniz için hiçbir sebep yok, dilerseniz gidip hava alabilirsiniz. Herhangi bir şey ol­ duğu takdirde sizi hemen aran m. Ondan sonra da en önemlisi sonraki birkaç hafta boyunca Bette’nin kendini zorlamaması çünkü nekahet döneminde enfeksiyon kapmasını istemeyiz. Yaşlı hastalar için bu daha da önemli. Bir süre ağrısı da ola­ cağı kesin. Hastane eczanesine Percocet reçetesi bıraktım. Evie, Bette’nin sigortasının ameliyatın ilk birkaç haftasında bir bakıcıyı karşıladığını biliyorum ama senin de yardımcı olacağına eminim. Ağrı kesicisiyle birlikte bol bol su içme­ sine ve bandajlarını değiştirmesine özen göster. Şimdilik bu kadar. Daha sonra yine konuşuruz.” Evie, konuşurken kaşlarının çatıldığını, istemeyerek de olsa yüzünde endişeli bir ifadenin belirmesini izlemekten hoşlanıyordu. “Pekâlâ, birkaç dakika içinde Bette’yi hazırlayacağım o yüzden şimdi ona şans dileme zamanı.” Evie’ye bakarak, “Aynca fotoğraf da çekilecek,” dedi. “Her şey için teşekkürler Doktor Gold,” dedi Evie. Ai­ lesinin önünde ona “Edward” demek tuhaf geliyordu. Son derece huzurlu görünen Bette’yi görmek için içeri girdi.

287 Elyssa Friedland

“Evie-le, şahane görünüyorsun,” dedi Bette, Evi e onu öpmek için eğildiğinde. “Böylesine üzerime titreyen bir to­ runum olduğu için çok şanslıyım. Baban seninle gurur du­ yardı. Ameliyattayken bana bir şey olursa, seni ne kadar çok sevdiğimi unutmamanı istiyorum. Henry’yi kaybetmiş olsam bile sen olduğun için kendimi şanslı hissediyorum.” Evie tıkanıp kaldı. Bette’nin eline uzandı ve boğazın­ daki yumru geçinceye kadar da elini hafifçe sıktı. “Babaanne yapma lütfen. Gayet iyi olacaksın. Doktor Gold harika bir cerrah. Sana çok iyi bakacak.” “Evet, haklısın.” Bette iç geçirdi. “Tamam hadi diğerleri de gelsin de bana şans dilesinler.” Evie, Bette’ye bir öpücük daha verip annesini içeri ça­ ğırdı. “Sana bir şey diyeyim mi Evie?” dedi Bette, Evie anne­ sine yer açmak için çekilmek üzereyken. “Her şeyin bir se­ bebi var.” Evie, babaannesinin tam olarak ne demek istediğini bi­ lemedi ama yine de başım salladı. Tekrar koridora çıktığında Edward ona, “Evie, ameliyat biter bitmez seni arayacağım,” dedi. Edward, elbisesi sebe­ biyle açık olan sırtına nazikçe elini koydu. Onun dokunuşu, içini beklenmedik bir şekilde ürpertti. ‘Tamam,” dedi Evie. “Tekrar teşekkürler.” Uzanıp ona sarılmak istediyse de bu isteğe karşı koydu. Evie gitmeye hazırlanırken yanlarına bir hemşire yak­ laştı.

288 Aşk Burada Çekm iyor

“Doktor Gold, Bayan Gold telefonda,” dedi. “Baksam iyi olur. Telefonda, Twitter’da olduğumuzdan daha iyiyiz,” dedi Edward, Evie’ye mahcup bir tavırla gülüm­ seyerek. Ama Evie, onun ne demek istediğini anlayamadı. “Her şey yolunda doktor,” dedi hemşire dirseğiyle belini dürterek. “Teşekkürler Milly,” dedi Edward. “İyi ki beni kollu- yorsun.” Sonra da Evie’ye dönerek “O halde sonra konuşu­ ruz,” dedi. Evie de uysal bir şekilde başıyla onayladı. Edward, hemşireler odasına doğru dönerken ona el sal­ ladı; uzaklaşırken yüzünde hüzünlü bir ifade var gibiydi. Ya da belki de Evie kendi hayal kırıklığını ona yansıtı­ yordu.

Evie, Bette’nin ameliyat gününde boş zamanı olacağını tahmin etmemişti. Yanında getirdiği kot pantolonu ve kazağı giyerken Bette’nin istediği aile fotoğrafını çektir fark etti. Evie kimsenin elinde bir fotoğraf makinesi bile görmemişti. Brighton’dan zaten izin almıştı, böylece normal kıyafetlerini giyip Yukarı Doğu Yakası’nda yürüyüşe çıktı. Susan organik diş macunu ve “konflik” (o da ne de­ mekse artık) bebe şampuanı aramak için dışarı çıkarken Fran ve Winston hastanede kalmaya karar verdi. Evie, 3. Cad­ de’deki bir kafeden latte alıp vitrinlere bakınırken bunu ya­ vaşça yudumladı. Vitrininde Muhteşem Gatsby film posteri­ nin olduğu bir klasik poster dükkânına rast gelince kafasında

289 Elyssa Friedland hızla düşünceler belirdi. Bu, Tracy’nin sınıfı için harika ola­ bilirdi. Dükkâna girip harika edebiyat uyarlaması filmlerden üç tane daha poster seçti -Paranın Refigi, Büyük Umutlar ve Cadı Kazanı- ve kasaya yöneldi. “Üç yüz elli dolar,” dedi yaşlıca bir kasiyer. Yünlü, gri bir hırka giymişti ve New York Film Akademisi kupasından sıcak çay yudumluyordu. Bu görüntüye rağmen hali tavrı hiç de büyükbabalara özgü değildi. “Posterler mi?” “Evet, bunlar klasik posterler. New York’taki en etkile­ yici klasik film posterleri koleksiyonuna sahibiz.” Yaşam boyu içilen sigaraların bir işaretçisi olarak şid­ detli bir şekilde öksürdü. Evie bu paragöz poster satıcısının gençlik yıllarını gözünde canlandırmaya çalıştı. Belki de adam bir senaryo yazarıydı; istekli aktrislerin, hiç çekilme­ yen filmlerde rol kapmak için flört ettiği, kafelerde arka ar­ kaya sigara içen biriydi belki de. Bu iş güya geçici olacaktı. New York’ta yaşayan her yıldız için binlerce eski ünlü ve özenti vardı. Evie yumuşadı. Belki de adam bunu fark etmişti çünkü ona yaklaşıp sesini alçalttı. “Bunu söylememem gerekirdi ama bütün bu posterleri eBay’de yan fiyatına bulabilirsin. Bana güven. Çünkü biz de çoğunlukla oradan alıyoruz.” Ona hafiften edepsiz bir şekilde gülümsedi. “Sadece on lin e mı bulabilirim?” diye ısrar etti. “Bu ci­ varda daha ucuza satan bir yer yok mu?” “Tatlım sana posterleri yarı fiyatına alabileceğin yeri

290 Aşk Burada Çekmiyor söyledim. Şimdi de seni başka bir dükkâna yönlendirmemi mi istiyorsun? Posterleri istiyor musun, istemiyor musun?” “İyi, tamam, alıyorum,” diye boyun eğdi ve kredi kartını çıkardı. Posterleri on lin e satın alamasa bile interneti bırakmak para akışını olumlu yönde etkilemişti. Geri göndermeye üşendiği ıvır zıvır kıyafet alışverişleri yapmıyordu artık; on­ ları geri göndermek için asla doğru boyutta kutu bulamazdı ve UPS’e gitmek de tam anlamıyla bir işkence olurdu. Ama­ zon.com adlı para çukuruna gecenin geç saatlerinde parala­ rım saçmayalı aylar olmuştu. Brighton’daki iş Baker Smith gibi olmasa da parasal açıdan rahatlık sağlamıştı. Bunun için de Tracy’ye teşekkür etmesi gerektiğinden ona minnettarlı­ ğını göstermek için yapılması gereken doğru şey bu gibi gö­ rünüyordu. Rulo halindeki posterleri eline alıp bir saat daha cadde­ lerde amaçsızca dolanırken Bette’yi, Edward’i, Jack’i, Su- san’ı, Stasia’nın bebeğini, Paul’un bebeğini ve Baker Smith’i, yani onun canını sıkan hiçbir şeyi düşünmemeye ça­ lıştı. Ameliyatın tamamladığı haberi geldiğinde ruh hali dar­ madumandı. Hastaneye döndüğünde ailesini Edward’ın ofisinde top­ lanmış olarak buldu. Boş koltuk olmadığından tuhaf bir bi­ çimde ayakta dikilip duvara yaslandı. Diplomalar ve anatomi posterleri neredeyse duvarın her yanını kapladığından Evie Harvard’dan alınmış, önemli görünen bir sertifikaya yas­ landı.

291 Elyssa Friedland

“Evie, hoş geldin,” dedi Edward. “Ben de her şeyin planlandığı gibi gittiğinden bahsediyordum. Bette kendine geldi ve dinleniyor. Burada işimiz bitince gidip onu görebi­ lirsiniz, herhalde o da uyanmış olur. İlk lenf düğümünü aldık ve patolojiye gönderdik. Lampektomi de sorunsuz geçti. Bet­ te’ nin birkaç gün ağrısı olacağını tahmin ediyorum ama onun haricinde bir sıkıntı olmayacaktır. Dinlenmesi gerektiğini unutmayın. Bette’yi tanıyorsam hemşirenin talimatlarını gör­ mezden gelecektir. Ama siz onunla ilgilenirsiniz. Bir hafta sonra sonuçları konuşmak için buluşuruz. İşin en zor kısmı­ nın beklemek olduğunu biliyorum. Olumlu düşünün. Ger­ çekten işe yarıyor.” Evie’nin annesi ayağa kalkıp Edward’a sarılınca Evie sabahleyin bunu yapmak istediği için neden tuhaf hissettiğini düşündü. “Doktor Gold, size nasıl teşekkür etsem azdır. Hepimiz size minnettarız,” dedi Fran coşkuyla. Winston da ayağa kalkıp Edward’m sırtına vururken Fran’in hislerini paylaştı. “Lütfen teşekkür etmeyin,” dedi Edward mütevazı bir şekilde. Hep birlikte yoğun bakım odasına gitmek üzere ofisten çıktılar. Fran, W inston ve Susan önden giderken Evie ve Ed­ ward geride kalıp birlikte yürüdüler. Ailesinin, ikisi arasında özel bir bağ hissedip hissetmediğini merak etti. Öyleyse bile kimse bir şey dememişti. “Uyuyor,” dedi Winston; yoğun bakıma ulaşınca arka-

292 Aşk Burada Çekmiyor

sına döndü. “Gidip aşağıda bir şeyler yiyelim, sonra tekrar geliriz.” “Siz gidin,” dedi Evie onlara el sallayarak. Fran, Wins- ton’ın koluna girdi ve birlikte asansöre bindiler. “Daha iyi hissediyor musun Evie?” diye sordu Edward, Evie’nin ailesi gözden kaybolunca. Evie onun dünkü konuş­ malarından bahsettiğini farz etti. “Çok daha iyiyim,” diye yanıt verdi dürüst bir şekilde. Onun yanındayken gerçekten de daha mutluydu; özellikle de Bayan G old’u zihninin derinliklerine gömmeyi başardığı za­ manlarda. “Bunu duyduğuma sevindim,” dedi. “Biz de gidip bir şeyler yiyelim mi? Dün istediğim şu dondurmalı sütü içeme­ dim.” Bu defa, ameliyat stresiyle enerjisi çekildiğinden ve mu­ hakeme yeteneği normalden daha bulanık olduğundan karşı koyamadı. “Harika olur.” Evie ve Edward hastaneden çıkıp iki blok boyunca ses­ sizce yürüdüler. Sohbet etmemeleri o kadar tuhaf değildi ama Evie’yi rahatlatmamıştı da. Kırmızı plastikten bir kabine yer­ leştiler. Edward, patenli garson kıza, iki dondurmalı süt, bir de kendisi için kahve siparişi verdi. Restoranda Sloan-Let- tering’den beyaz önlüklü birkaç doktor daha vardı, civardaki New York Presbiteryan kilisesinin birkaç mensubu da kabin­ lerde oturuyorlardı. Edward birkaçına başıyla selam verdi ama durup sohbet etmedi.

293 Elyssa Friedland

“Buranın yemekleri güzeldir. Ama ambiyansı biraz gör­ mezden gelmen gerekecek,” dedi. “Tatlı bir yer,” dedi Evie, her ne kadar son derece banal olsa da. “Bette için yaptığın her şey için çok teşekkür ederim.” “Ne demek.” “Sevdiğin şeyi yaptığın için çok şanslısın. Belki de ben çalışmaya uygun biri değilimdir.” “Ama henüz tek bir şey denedin. Dünyada milyonlarca seçenek var,” dedi Edward. “Sanırım öyle,” dedi Evie. “Ama sen doktor olmadan önce başka bir şey yapmadın ki.” “Bu doğru değil.” “Gerçekten mi? Ne yaptın?” “Eh, sadece bir yıl da olsa tıp okuluna gitmeden önce gazetecilik yaptım. San Francisco Chronicle'da bilim mu­ habiriydim. Tek bildiğim yer Manhattan olduğu için biraz da batı kıyısında bulunmak istedim. Uyumakta güçlük çekersen hâlâ online olan bazı makalelerime bakabilirsin.” Evie güldü. Edward’m doktorluk dışında bir şey yaptı­ ğını asla tahmin edemezdi. Eğer, pek çok kez canı istediğinde onu Google’da aratmış olsaydı bunu bilirdi. Onunla ilgili bir şeyi doğrudan ondan öğrenmek çok hoştu; onun gizlice in­ ternette arayıp bulmadığı, EdwardTn kendisiyle paylaşmayı seçtiği bir şeydi çünkü. Onu bir piñata* gibi parçalamaktansa hikâyesinin soğanın katmanları gibi teker teker açılmasını izlemek çok daha tatmin ediciydi. $

* (İsp.) İçine şeker, sakız gibi yiyecekler veya oyuncaklar doldurulan, hayvan veya geometrik biçimli kutular. Tavana asılır ve gözleri bağlı çocukların sopalarla vurarak için­ dekileri dökmesi biçimindeki Meksika özel gün eğlencisidir. (ç.n.)

29 4 Aşk Burada Çekmiyor

“Vay canına, çok havalıymış. Senin hakkında bilmedi­ ğim başka neler var bakalım?” Bunca zamandır merak ettiği, hatta duymayı umduğu (evliliğinin kötü gittiği, Evie’yi ak­ lından çıkaramadığı falan gibi) şeyleri söylemesi için ona bir fırsat sunmaya çalıştı. “Hiçbir şey yok. Açık bir kitap gibiyimdir.” Evie hayal kırıklığına uğramıştı. “Pekâlâ eski muhabir, sence bir sonraki mesleğim ne olsun? Yeni kariyerimi seçmemde bana yardımı dokunacak ne tür bilgilere sahipsin?” “Gerçekten ne düşündüğümü merak ediyorsan...” Kö­ püklü ve iki şekerli kahvesini yudumlarken sesi alçaldı. Ed­ ward’m ofisindeki keçeli kalemle işaretlenmiş Starbucks bardaklarını doğru çözümlediyse, Edward her zaman aynı şeyi içiyor gibi görünüyordu. Öte yandan Evie değişiklik yapmayı severdi. Bir gün ekstra kahveli kremalı bir latte, er­ tesi gün buzlu kafeinsiz bir espresso içerdi. Kahve tercihleri bile karakterlerinin yansımaları gibiydi: Edward istikrarlı, Evie dengesiz. “Ne düşündüğünü elbette bilmek istiyorum,” dedi he­ yecanla. Edward’m onun yaşamına karşı gerçekten ilgi duy­ ması fikri onu büyülemişti. Utanç verici bir şekilde, onun kendisini iş dışında, örneğin kızını jimnastikten alırken ya da belki de Bayan Gold’un yanında yatarken düşünüp dü­ şünmediğini merak etti. “Bence iç mimar olmalısın.” “Ne?” dedi Evie şaşkınlıkla. “Bu da nereden geldi ak­

295 Elyssa Friedland

lına?” Tanrı aşkına, o bir dava vekiliydi. Ev tasarlamak -ki dürüst olmak gerekirse, kafasının içinde sürekli yaptığı bir şeydi- en fazla bir hobi olabilirdi. “Bette onun dairesine neler yaptığından bahsetti. Seni her gördüğümde çantanda bir yığın iç mimari dergisi oluyor. Eminim şu yanında taşıdığın rulonun da yine tasarımla bir ilgisi vardır.” Kabinin kenanna koyduğu poster rulosunu işa­ ret etti. “Ah, o başka bir şey. Bunlar, Brighton’daki arkadaşımın sınıfı için posterler.” “Gördün mü? Muhtemelen hatırlamıyorsundur ama ofi­ sime ilk geldiğinde kanepemdeki yastıkları yeniden yerleştirdin, masamın üzerindeki tıp dergilerini yaydın, diplomalarımı dü­ zelttin ve masamın karşısındaki sandalyeleri farklı bir açıyla yer­ leştirdin. Ki bu gerçekten de büyük bir fark yarattı.” “Öyle mi?” dedi Evie şaşkınlıkla. “Özür dilerim!” “Evet. Ben telefonla konuşurken. Sanki otomatik pilotta gibiydin.” “Çok utandım. Genellikle insanların mekânlarını yeni­ den tasarlamak isterim ama bunu izinsiz bir şekilde yaptığı­ mın farkında değildim. Ama sorun şu ki ben avukatım. Bunun için okul okudum. Hukuk kariyerime on yıldan fazla zaman harcadım. Herkes kırlent satın alabilir. Tek sahip olman gereken şey bir kredi kartı.” Yale ya da Columbia hukuk fakültesindeki arkadaşlarından hiçbirinin meslek ola­ rak duvar boyası seçtiklerini hayal edemiyordu. Sınıf notla­ rında neler yazacağını düşününce ürperdi.

2 9 6 Aşk Burada Çekmiyor

Evie Rosen, Baker Smith ’te ortaklık görevini es geçtikten sonra hasta babaannesinin boktan stüdyo dairesini tasarla­ yarak iç mimarlık kariyerine başlamıştır. Diğer projeleri ara­ sında, kendi dairesi ve Brighton-Montgomery Hazırlık Okulu ndaki bir sınıf yer almaktadır. Yeni bir kanepe almak isteyen bütün arkadaşlarının kendisini aramasını beklemek­ tedir. “Ayrıca bunu yapmak istesem bile nasıl yapacağımı bi­ lemem. Önceden belirlenmiş olmayan bir yolda yürüme ko­ nusunda pek iyi değilim. Üniversite, hukuk fakültesi, staj, hukuk firmasında çalışma, ardından ortaklık ya da kurum içi danışmanlık falan bunlar bildiğim şeyler. Ama yeni bir giri­ şime atılmak ya da az bilinen bir yola girmek pek bana göre değil.” Edward’m önerisine karşı çıksa bile açık mavi şönil ör­ tünün, kadifeden, hazır korniş perdesinin ve plastik kaplı iki kişilik kanepeyi süsleyen rami lifinden yastıkların gerçekten de Bette’nin geçici evini daha yaşanır kıldıklarını itiraf et­ meliydi. Babannesinin, çabasını takdir ettiğini ve kendisini ziyaret edenlere bütün bunları torununun kendisi için yaptı­ ğını söylediğini biliyordu. Evie de bu iyileştirmeler için Home Goods and Target mağazasını gezmekten gerçekten hoşlanmıştı. Ama keyif veren bir aktiviteyi, para kazandıran bir işe dönüştürmek bambaşka bir şeydi. Tamamen farklı bir mesleğe yönelmek korkutucu bir fikirdi. “Sadece bu işte harika olacağını söylemek istedim. İs­ tersen, bunun bir yolunu bulabilirsin,” dedi Edward. “Ayrıca

2 9 7 Elyssa Friedland

inan bana, bunu herkes yapamıyor. Benim evimi bir görme­ lisin.” Evie onun nerede yaşadığına dair hiçbir şey bilmiyordu ama her zaman banliyölerde yaşadığını hayal etmişti. Gold’ları Westchester’da, muhtemelen Rye ya da Mamaro- neck’de beyaz çitli bir evde yaşarken görebiliyordu. Ana yatak odaları -kafasında canlandırdığını itiraf etmekten utan­ dığı şu yer- pastel tonlardan ve zengin dokulardan bir sen­ foniydi. Mutfakları geniş ve güneşli, koyu yeşil mermer tezgâhlı beyazlatılmış ahşap dolapların içine yerleştirilmiş en üst sınıf ankastre ürünlere sahip bir yerdi. Perdeler, ken­ disinin seçmeyeceği türden ama mükemmel derecede uyum­ lu ve zevkli çiçekli desenlere sahipti. Şimdiyse Edward’ın, beğenilecek bir dekora sahip ol­ mayan bir apartman dairesinde yaşadığını duyuyordu. Acaba Bayan Gold’un zevki hakkında yaptığı bir kinaye miydi bu? Kafasının içinde, kocaman kileri ve hasırdan hoş geldiniz ya­ zılı paspasıyla düzenli banliyö evi, yıllar önce değiştirilmiş olması gereken ama hâlâ döşemelere çivilenmiş duran Ikea mobilyalarıyla dolu, dağınık bir New York dairesine dönüştü. Daha önce hastanede söylediği şu Twitter yorumunun ne demek olduğunu düşündü yine. Edward sürprizlerle doluydu. “İltifat için teşekkürler ama bunun benim için uygula­ nabilir bir kariyer seçeneği olduğundan emin değilim.” “Evie Rosen girişiminin hisselerini kesin alırdım.” Ed­ ward dondurmalı sütünün kalanını içip masaya yirmi dolarlık bir banknot bıraktı.

298 Aşk Burada Çekmiyor

“Güvenli bir yatırım olduğumu mu düşünüyorsun?” “Geçmiş performansım mükemmel değil ama seninle il­ gili iyi şeyler hissediyorum Evie.” Portföyüne katılamayacak olmam ne kötü, diye düşündü Evie.

299 ON DÖRDÜNCÜ BOLUM

Film posterleri çerçevecide iki hafta geçirdikten sonra artık Tracy’nin sınıfına asılmaya hazırlardı. Tracy’nin dok­ toru geçen hafta ondan işe gitmeyi bırakmasını istemişti. Evie, Tracy doğum izninden döndüğünde ya da daha kısa bir süre sonra, bebekle birlikte okulu ziyaret ettiğinde ona hoş bir sürpriz olmasını umuyordu. Evie, posterleri mutlu bir şe­ kilde okula taşıdıktan sonra kabininin bir duvarına yasladı ve kendi yaratıcılığına hayran hayran bakmak için geri çe­ kildi. Edward onun içindeki tutkuyu doğru fark etmişti. Ed­ ward’m, ruhunun katmanlarını ayrıştırma ve onun ilgilendiği şeylerle ilgili ipuçlarını bir araya getirebilme becerisi buruk bir mutluluk veriyordu. Evie bu ilginin, yasak bölgede olma­ yan bir adamdan, karısının bir sihirbazın kutusuna girip or­ tadan kaybolduğunu hayal etmediği birinden gelmesini istiyordu. “Bunlar harika,” dedi hafif aksanlı bir ses onu irkilte­ rek.

3 0 0 Aşk Burada Çekmiyor

“Teşekkürler,” dedi Evie arkasını dönmeden. “Ne kadar hoş çerçeveler. Ayrıca paspartu seçimi de sıra dışı. Bunların asılı hallerini görmeyi çok isterim.” Evie hızla arkasına dönünce Julianne Holmes-Matt- hews’la karşı karşıya kaldı. Dergilerde ya da kitaplarının ka­ paklarında göründüğünden çok daha şahaneydi. Bu arada Evie onun bütün kitaplarına sahipti. Paris Evinizde, Stilize Bir Yaşam, Holmes Klasikleri. Julianne, krem rengi, balıkçı yaka kazağı ve kemer ni­ yetine dâhice kullandığı Hermes fularla gri süet pantolonu içinde narin, incecik bir kadındı. Aşın büyük güneş gözlük­ leri yüzünün büyük kısmını kaplıyordu ama imrenilen kemik yapısı yine de belirgindi. Bir elinde Celine bir çanta, öteki elinde de firmasının adının yazılı olduğu bir kol çantası taşı­ yordu. Evie onları taşımayı önerse çok istekli görünüp gö­ rünmeyeceğini merak etti. Müdür Thane, ofisinden çıkarak “Julianne,” dedi heye­ canla. “Bu soğuk günde harikulade görünüyorsun. Buraya kadar geldiğin için çok teşekkürler. Sana yeni binayı göste­ receğim için gerçekten heyecanlıyım. Ekibin şimdiden bir sürü harika fikir gönderdi.” “Benim için her zaman bir zevk Thomas. Geçmeden önce sevgili oğlumu görmek istiyorum. Benimle buluşmak için buraya gelecek.” “Selam anne,” diye seslendi Jamie. Julianne eğilip onu yanağından bir defa değil, iki defa öptü. Paris’i gerçekten de evimize getirmişti!

301 Elyssa Friedland

“Jamie, tatlım, beladan uzak duruyorsun değil mi?” Thane’e dönerek, “Son zamanlarda dünyanın dört bir yanın­ daydım ve ona dilediğim gibi göz kulak olamadım.” “Sorun yok Julianne. Yeni çalışanımız Evie Rosen onu meşgul ediyor.” Thane onu işaret edince Evie kızardı. “Lütfen devam edin,” dedi Julianne, Evie’ye. “Ederim,” diye yanıt verdi Evie, onunla gerçek bir di­ yaloga girebildiği için memnun bir şekilde. “Gidelim mi?” dedi Julianne, incecik bileğindeki altın saate bakarak. “Buyurun,” dedi Thane, Julianne için ofisinin kapısını tutarak. Tam kapıdan çıkıyorlardı ki Evie önceden düşün­ meksizin Jamie’nin elini yakaladı. Jamie şaşkınlıkla ona baktı. Evie kafasıyla kapıyı işaret etti. “Şey, anne. Biz de gelebilir miyiz?” “Neden olmasın?” Evie neşeyle paltosunu kaptı ve dördü birlikte yola çık­ tılar. Bilgisayar laboratuvan ve öğrenci dinlenme salonu ola­ cak olan bina hâlâ sanat galerisi olarak döşeliydi. Geniş pen­ cereleri ve ortasında dönen bir merdiveni olan üç katlı, kahverengi kumtaşmdan bir binaydı. Havadar cam tavanıyla kolonsuz geniş bir yer olan en üst katın ortasında durdular. Galeri burayı ofis olarak kullanıyordu çünkü doğrudan güneş ışığı resimlere zarar verirdi. Brighton bu katı bilgisayarlar için kullanacaktı. İkinci kat öğrencilerin dinlenme salonu ola­ caktı; birinci kata da üniversite kütüphanelerindeki gibi özel çalışma kabinleri yerleştirilecekti.

302 Aşk Burada Çekmiyor

Julianne gözlerini kapadı ve dua edercesine avuçlarım birleştirdi; ilham vermeleri için tasarım tanrılarını çağırıyor gibi görünüyordu. Diğer herkes, kutsal ruhu kaçırma korku­ suyla sessiz bir şekilde bekliyordu. “Thomas,” dedi Julianne ağır ağır ve ellerini çenesinin altına koydu. “Bir şey görüyorum. Bu ışığın boşa gitmesine izin veremeyiz. Brighton, hidrofonik bir sera yaptırmayı dü­ şünür mü? Öğrenciler için ne kadar muhteşem bir şey olur? Şehirli çocuklar bahçeye dair hiçbir şey bilmiyor.” Soru müdüre yöneltilmiş olsa da “Bayıldım,” dedi Evie heyecanla. “Bitkilerin bazılarını dışarıya, ön kapıya giden basamaklara koyabiliriz. Ayrıca şuna bakın. Ortadaki merdi­ venin tırabzanlarında asma deseni var. Yani tema olarak da birleşiyor. İkinci kat da hem dinlenme salonu hem bilgisayar odası olur; sonuçta sosyalleşme ve internete girme son dö­ nemde aynı anlama geliyor. Ayrıca cam tavandan yansıyan ışık yüzünden bilgisayar ekranını görmeyi zorlaştınrdı zaten.” “Çok iyi,” dedi Julianne onaylayarak. “Asma detayını fark etmemiştim henüz. Işık konusunda da doğru bir noktaya değindin. Harika bir gözün var. Adın neydi?” “Evie Rosen. Okula hukuki danışmanlık yapıyorum.” “Seninle tanıştığıma memnun oldum Evie. Thomas, ilk tasarım toplantımıza onu da getirmelisin.” “Teşekkürler,” dedi Evie ve bu anı paylaşmak için he­ yecanla Jamie’ye baktı. Jamie ona aferin dercesine başparmağını kaldırdı. Bir saat sonra ana ofise döndüğünde yetenekleri müdü-

303 Elyssa Friedland rün önünde övüldüğü ve Jamie’nin annesi üzerinde böyle ha­ rika bir etki yarattığı için hâlâ neşeyle hoplayıp zıplıyor ol­ malıydı. Ama Evie’nin başı zonkluyordu ve içinde bir huzursuzluk vardı. Tracy’nin masasında bir ilaç kutusu vardı ve Evie, Advil almak için sınıfa yöneldi. Boş sınıfta, arkadaşının yerine oturup sandalyede dön­ meye başladı. Sonunda başı dönünce durdu. Bu noktaya nasıl gelmiş, Jack’in evli olduğu, kendisinin bir okulda çalıştığı, babaannesinin kanser olduğu, halasının bir bebeğinin olduğu, Julianne Holmes-Matthews’un kendisine harika bir gözü ol­ duğunu söylediği ve beş aydır interneti kullanmadığı bu kı­ yamet sonrasını andıran dünyada nasıl buluvermişti kendini? Her ne kadar gazetecilikte neler yaptığını görmek istese de Edward’m eski bilim makalelerine hiç bakmamıştı. Alnın­ daki üç çizgiden, burnunun üzerindeki, ezberlediği çil hari­ tasına varıncaya dek yüzünü öylesine özlemişti ki; özellikle de gamzesini. Eski Evie olsa, hastanenin web sitesinden onun bir fotoğrafını bulur, mazoşist bir şekilde gece geç saatlere kadar buna bakardı. Bette’nin ameliyatı bittiği için Edward’i gittikçe daha az göreceğini biliyordu. Kitlenin alınmasının ardından geçen tamı tamına yedi, gerginlik dolu günden sonra o, Fran ve Bette bir araya gelerek sonuçları tartışmak üzere Edward’ın ofisine gitmişlerdi. Evie, Sloan’a gitmeden önce, kıyafetine bu kadar özen gösterdiği için neredeyse suçluluk hissetmişti; babaannesinin kaderi ince bir çizgi üzerindeyken nasıl olur da altı kıyafet ve dört farklı ruj denediğini anlayamıyordu.

304 Aşk Burada Çekmiyor

Evie, babaannesinin elini tuttuğunda bileklerinde hızla atan nabızları adeta birbirine çarpıyordu. Edward, Evie’yi şaşırtan bir biçimde onları kot pantolon ve fermuarlı kapüşonlu bir sweatshirt'le karşılamıştı. Top­ lantıdan sonra Olivia’nın anaokulunun Bronx Hayvanat Bah- çesi’ne yapacakları okul gezisine eşlik edeceğini açıklamıştı. Evie ona, “Beni mahvetmek mi istiyorsun?” diye sormak is­ temişti. Seni her gördüğümde bu kadar mükemmel olmak zorunda mısın? Edward, Bette’nin testlerinin negatif çıktığını söyledi; yani kanser tümör dışına yayılmamıştı. Evie, Fran ve Bette birbirlerine sıkıca sarıldılar ve Evie omuzlarının aylardır ilk kez rahatlayarak normal konumuna geldiğini hissetti. Ame­ liyattan sonra, babaannesinin yanında sakin durmaya çalış­ mak acı verici derecede zor olmuştu ve Evie, Bette’nin gafil avlanmış bir geyik gibi olan bakıcısıyla, babaannesinin ne kadar su içtiği ya da bandaj mm ne zaman değiştirildiğine iliş­ kin kavga eder olmuştu. Edward, Bette’nin yine de altı hafta radyasyon görmesi gerektiğini bildirdi; ondan sonra da beş yıl boyunca hormon tedavisi görecekti ama kemoterapi ge­ rekli değildi. Yani mevcut tehdit geçmişti ama Evie bu haberi duyduğunda ve neşeyle Bette’nin kahverengi yaşlılık lekeleri olan elini sıktığında bile birlikte geçirecekleri zamanm, ya­ şamın doğal döngüsüyle sınırlı olduğunun farkmdaydı. Evie, Bette’nin şehirde geçireceği birkaç ayı en iyi şe­ kilde değerlendireceğine ve yılda en azından iki defa uzun süreli olarak Boca’da babaannesini ziyaret edeceğine kendi

305 Elyssa Friedland

kendine söz verdi. Belki Bette’yle birlikte Art Basel Mia- mi’ye gider ve eski numaralarını sergileyip bu defa milyarder müşterileri için Hirst ve Murakami arıyormuş taklidi yapa­ bilirlerdi. Edward, aslan kafesinden uzak durması gereken dört yaşındaki parmakların sahibinin kendisini beklediğini söyleyerek görüşmeyi sonlandırdığında Evie ve Bette aynı anda ona sarıldılar. Edward’m kendisine sarılmasını özle­ mişti; her ne kadar bu defa Bette ve Fran’le paylaşmak zo­ runda kalsa bile. Bütün bunları, Tracy’nin sandalyesinde oturmuş, şişteki et gibi dönüp dururken ve ağrı kesicinin et­ kisini göstermesini beklerken düşündü. “Merhaba?” dedi bir kız sesi. Evie kafasını kaldırınca Eleanor’m sınıfın kapısında durduğunu gördü. “Pardon, rahatsız etmek istemedim. Jamie’ye bakmış­ tım. Kafeteryada buluşacaktık ama gelmedi.” “Onu birkaç dakika önce annesiyle birlikte gördüm. Belki birlikte gitmişlerdir,” dedi Evie. Aslında böyle oldu­ ğunu biliyordu; çünkü ikisini okulun dışına park etmiş özel şoförlü bir arabaya binerken görmüştü. “Aa,” dedi Eleanor. “Jules’un döndüğünü bilmiyordum. Teşekkürler.” Jules mu? Eleanor’m Holmes-Matthews klanıyla böyle samimi olması Evie’nin sebepsiz yere ona kin duymasına neden oldu.

Bette’nin ameliyatından sonra yaşam rahat bir ritme ka­

3 0 6 Aşk Burada Çekmiyor

vuştu. Brighton’daki işi baş edilebilir bir süratte ilerliyordu ve Evie daha genç hocalardan bazılarıyla arkadaş olmuştu. Okula giderken uzun yürüyüşler yapmaktan hoşlanıyordu ve haftada en az bir defa, okuldan sonra güzel zaman geçirmek için Bette’ye uğruyordu. Bette, soğuktan yakınarak Flori- da’ya dönmek için can atıyordu ama Evie, babaannesinin eve dönme arzusunun Sam’le alakalı olduğunu düşünüyordu. Neyse ki Evie ve Fran onu, kesin bir süre belirlenmese de, nekahet döneminde şehirde kalmaya ikna etmişlerdi. Edward, Bette’nin iyileşme döneminde kibarlık ederek birkaç defa uğramıştı ama zamanlamaları hiç uymamıştı; Evie geldiğinde o vizitelerine başlamak için çıkıyor olu­ yordu. Akşamlan Antigues Roadshow başladığında Evie onu arayıp programı birlikte izlediklerine dair hayal kuruyordu. Bazen Bette’nin tedavisiyle ilgili uyduruk sorular sormayı düşünüyordu ama Edward’m bunu anlamasından çekini­ yordu. Ya Bayan Gold onun telefonuna cevap verse ne ya­ pardı? Elbette ki Edward’la asla flört edeceği yoktu. Sadece onun sesini duymayı özlüyordu. Ve bir de telefonda tıp jar­ gonuyla konuşup durmasını. Bir de onu hastane önlüğü içinde görmeyi. Onun yanında kendini özel, fark edilmiş, analiz edilmeye değer hissetmeyi de özlüyordu. Onun yanın- dayken Jack’in anılan buhar olup gidiyordu; sadece Edward, Jack’i bir zombiden şeffaf bir hayalete dönüştürebiliyordu. Jack. İnternet kullanmadığı için, adı Zeynep Kaytani olan ka- nsının fotoğrafını hiç bulamamıştı; kızın adını Stasia, mu-

3 0 7 Elyssa Friedland

zaffer bir şekilde Evie’nin bilemediği yollarla öğrenmişti. (Evie’nin aklına bir tek Türk Sicil Kayıtlan Bürosu geli­ yordu.) Evie küçük, tatlı bebeği özlese ve New Mexico’daki yaşamının nasıl ilerlediğini merak etse de Susan Hala’nın, gönderdiğini söylediği Wyatt Tn fotoğraflanna da bakma­ mıştı. O sevimli bebek, onun yanında sadece iki gün kalsa da (Susan Bette’nin sonuçlannın çıkmasından günler önce onu alıp Santa Fe’ye dönmüştü) Evie’nin kalbine taht kur­ mayı başarmıştı. Evinin her bir karesini dolduran bebeklere özgü ıvır zıvırlannı bile özlemişti. Susan Tn e-posta attığı, Wyatt’in fotoğraflanna bakmayı gerçekten çok istiyordu ama bunun için e-posta hesabına girmesi gerekirdi. Sonra da ka­ çınılmaz olarak Luke Glascock’tan ya da buluşmayı rezil et­ tiği diş hekiminden ya da Zeynep’le evliliğinin büyük bir hata olduğunu itiraf eden Jack’ten bir e-posta gelip gelmedi­ ğini kontrol edecekti. Bu mesajlardan hangisinin gelen ku­ tusunda olduğunu tahmin etmesi gerekse yanıtı “D: Yukan- dakilerin hiçbiri” olurdu. İşte bu yüzden de bir türlü gelmek bilmeyen mayıs ayın­ daki doğum gününe kadar e-postalardan uzak durma kararı daha da güçlendi. Ayrıca sadece Gmail’den arınıyor değildi. Artık saatlerce eHarmony, JDate veya Match sitelerinde de devriye gezmiyordu. Facebook’daki hayranlık uyandıran fo­ toğraflara ve paylaşımlara bakarak kendi kendini de kırbaç­ lamış olmuyordu. Kendisiyle ilgili özellikle kötü hissettiği zamanlarda gizlice boşanma haberlerine ya da skandallara da bakmıyordu. Kendi rezaletinden beri BigLawSux’a da gir­

308 Aşk Burada Çekmiyor

memişti; gerçi acımasız çalışma saatleri ve güç gösterisi ya­ parak emirler yağdıran ortaklara ilişkin yorumlar hoşuna git­ mişti. İnterneti bırakınca şüphesiz ki acı verici bir yoksunluk dönemi geçirmişti ve zaman zaman bir kerecik bakmak istese bile bu durumun, hayatında olumlu bir değişim sağladığı da açıktı. Artık kendini sanal bir ölçütle kıyaslamadığından baş­ kalarının ne yaptığına daha az takıntılı bir hale geldiği ke­ sindi. Ama yine de mutlu değildi. Bir şeyler eksikti. Bu inter­ net değildi. Ama yine de eksik olan bir şey vardı.

Sonbahar çekildikten sonra kış, yüzünü çabucak gös­ terdi ve kar yağışı, şehirdeki tentelerin üstünün pudraşekerle kaplanmış gibi görünmesini sağladı. Brighton’ın ana ofisin­ deki eski radyatörden sıcaklık yayılmaya başladı ve Evie de Jamie’nin kendisine vurulduğundan şüphelenmeye başladı. Günde iki defa ofiste yardımcı olmaya gönüllü oluyor, derse giderken uğrayıp ironik bir şekilde selam çakıyordu. Evie bunu tamamen kendi çıkarına kullanıp Jamie, İntemet’ten te­ lefon numaralarına bakarken, imzalı sayfalan e-posta atarken ve kontrat şartlarını Google’da aratırken sık sık annesinin projelerinin detayları hakkında ondan bilgi alıyordu. Annesi nasıl iç mimarlığa başlamıştı? Antikalannı nereden alıyordu? Bono nasıl biriydi? Çocuğun başının etini yediği sorulardan bazıları bunlardı ama Jamie sıkılmıyor gibi görünüyordu. Bu haftaki görevi Brighton’ın yeni binasını yenileyecek

309 Elyssa Friedland

olan inşaat ekibiyle sözleşmeyi düzeltmek ve kurul üyelerine bir kopyasını dağıtmaktı. Hukuki işler pek zorlayıcı sayılma­ dığından Evie, bunların çoğunu otomatik pilottaymış gibi ya­ pıyordu. İnşaatçıların cayma tazminatını arttır. Brighton’ın ödeme takvimini genişlet. Sonuçta atomu parçalamıyordu. Maaşından ve günlerinin dolu geçmesinden çok memnundu ama bu şekilde bir avukatlık ona ne heyecan veriyordu, ne de Birleşme ve Satın Alma’lar olduğundan daha çok hitap ediyordu. “Evie,” dedi Müdür Thane bir sabah; arkasından sesle­ nince Evie bir an irkilmişti. “Önemli bir meseleyle ilgili se­ ninle konuşmam gerek.” Ona başıyla kalkmasını işaret etti. Evie’nin kalbi hopladı. Acaba Evie’nin hiç bilgisayar kullanmadığını mı fark etmişti? Ya da bütün internet işlerini cezalı bir lise öğrencisine devrettiğini, zavallı çocuğu, eline geçen her fırsatta, bir Brighton mütevellisi olan annesi hak­ kında sorgulayıp durduğunu da anlamış olabilirdi. Ortaklık komitesinin kendisine işinin bittiğini söyledikleri anı endişeli bir şekilde tekrar yaşayarak adamı ofisine doğru takip etti. “Otur lütfen,” dedi adam ve Evie, onun karşısındaki deri koltuğa yerleşti. “Evie, harika bir iş çıkarıyorsun. Hepimiz kontrat an­ laşmalarını hallediş biçiminden ve kurulumuzdaki zaman zaman zorlayıcı olan bazı üyeleri idare edişinden' çok etkile­ niyoruz. Julianne’m da seni çok beğendiğini biliyorum. He­ pimiz bizimle tamzamanlı olarak çalışmaya başlamanı çok istiyoruz. Aslında eğitim sektöründe tecrübeli birini anyor-

3 10 Aşk Burada Çekmiyor

duk ama bunun çok gerekli olduğunu düşünmüyorum. Muh­ teşem bir iş çıkardın.” Evie derin bir nefes aldı. Azarlanmıyordu. Thane’in, taş devrinden kalma bir tarzda avukatlık yaptığından ya da “staj- yer”ini (Jamie’yi böyle görüyordu) uygunsuz biçimde kullan­ dığından haberi yoktu. Tam tersine övgü alıyordu. Çalışma­ larının ve becerilerinin takdir edilmesi o kadar iyi hissettirmişti ki karar vermesi gerektiğini anlaması biraz zaman aldı. “Ne diyorsun peki? Eski firman kadar maaş veremeyiz ama çalışma saatlerin çok daha iyi olacak ve çoğunlukla kendi başına hareket edeceksin.” Ve de her gün, papyon takıp dirseklik giyen biri için ça­ lışacağım, diye düşündü Evie, profesyonel görünümlü Thane’e bakarak. Brighton, özellikle de Thane, onun üniversite yıllarım özlemle hatırlamasına sebep oluyordu; o zamanlar, hayatının daha mutlu ve kesinlikle daha sakin olduğu bir dönemiydi. İŞLERİ HALLETMEK için zamanın tıkır tıkır işlediğini düşün­ mediği, evlenmek için değil eğlenmek için binleriyle çıktığı, arkadaşlannın yaşam koçu değil içki arkadaşı olduğu zaman­ lardı. Bu teklif gerçekten de düşünmeye değerdi. “Teklifinizden ötürü gurur duydum. Ama biraz düşün­ mem gerek.” “Elbette. Bir ya da iki hafta düşünebilirsin. Seni ara­ mızda görmeyi çok isteriz.” Evie masasma döndüğünde Jamie’yi kabininde iPod’unu dinlerken buldu. Çocuk onu görünce kulaklığım çıkardı. “Müdür Thane Te sıkıntı mı var?” diye dalga geçti.

311 Elyssa Friedland

“Hayır, tam tersine. Bana tamzamanlı iş teklif etti.” “Tebrikler. Kabul edecek misin?” “Emin değilim. Düşünmem gereken şeyler var.” “Burası süper bir yer. Yani baksana benim bile çalış­ mama izin veriyorlar ve...” “Jamie,” diyerek çocuğun sözünü kesti. “Bu posterleri Bayan Loo’nun sınıfına asmak için yardıma ihtiyacım var. Artık burada böyle durmasınlar.” “Olur tabii. Ben taşırım,” dedi Jamie çerçevelerden iki tanesini kaldırıp onun peşinden merdivenlere yönelerek.

“Çivi ve çekiç alsaymışız iyi olurmuş,” dedi Evie. “Neden düşünemediysem.” Tracy’nin sınıfına yaptıkları başarısız geziden sonra Jamie ve Evie, okulun bodrum katındaki malzeme deposuna sıkışmışlardı. Jamie bir ayaklı merdivene çıkmış alet çantası aranıyordu. “Sorun yok,” dedi Jamie. “Zaten İspanyolca dersini kır­ mayı düşünüyordum.” “Boşu boşuna üç kat çıktığımız için üzgünüm. O pos­ terlerin ağır olduğunu biliyorum.” “Hiç sorun değil. Ama sen donuyormuş gibi görünüyor­ sun.” Gerçekten de donuyordu. Bodrumda ısıtma yoktu ve üzerinde de ince bir bluz vardı. “Eşofman üstümü al,” dedi Jamie epey bol, fermuarlı eşofmanını önererek.

312 Aşk Burada Çekmiyor

Evie minnettar bir şekilde bunu üzerine geçirdi. “Hey! Bir şey buldum,” dedi kancalar ve bir kutu çivi çıkararak. “Şimdi sadece bir çekice ihtiyacımız var.” Merdivenden inip rastgele kutulan açmaya başladı. Evie de aynısını yapmaya başladı ve küçücük depoda birbirlerine çarparak çekiç aramaya koyuldular. “Sanırım bir tane gördüm,” dedi Jamie Evie’nin arka­ sındaki bir kutuya uzanarak. “Harika, çünkü bu işi bugün halletmek istiyorum. Tracy, yani Bayan Loo yakında doğuruyor ve okula dönmeden önce... Hey, ne yapıyorsun?” diyerek irkildi. Jamie elini onun sırtına, gömleğinin içine sokuvermişti. Sutyeninin kopçasını açmaya çalışıyordu. Evie tek kelime daha etmeye fırsat bulamadan çocuğun dudakları kendi du­ daklarının üzerindeydi. Jamie’nin dudakları doldun, teni bebek yumuşaklığm- daydı. Evie neredeyse bunu yapacak, onu öpecekti. Neticede Jamie, sıradan, akneli bir ergen değildi. Dilini onunkiyle bu­ luşturmak ne kadar da kolay olurdu. Eleanor ve dolayısıyla da Cameron Canon üzerinde sembolik bir zafer kazanmak ne hoş olurdu. Ama hayır. Jamie’nin annesi ne kadar şahane biri olsa da bu doğru değildi. Bir öğrenciyle öpüşmeyecekti. Bu çok iğrençti. “Jamie dun Böyle bir şey olmayacak.” Çocuğu üzerin­ den itti. “Merak etme on sekiz yaşındayım,” dedi tekrar üzerine atılarak.

313 Elyssa Friedland

“Sorun bu değil,” dedi Evie. “Neden o zaman?” diye sızlandı her zaman istediği şey­ leri elde etmeye alışmış ufak bir oğlan çocuğu gibi. “Aylardır beni ayartıyorsun.” “Ne yapıyorum? Hayır, öyle bir şey yok!” “Senin için e-posta göndermemi istiyordun. Ciddi ola­ mazsın değil mi? Birlikte çalışmamız için bahane yaratıyor­ dun işte. Üstelik geçen gün yatak odamı sana tarif etmemi istedin.” “Çünkü annen yüzünden! Julianne Holmes-Matthews’a tapıyorum da ondan. Odanı nasıl dekore ettiğini merak et­ miştim.” Jamie o kadar incinmiş ve şaşırmış görünüyordu ki Evie onun için üzüldü. Ne yapmıştı böyle? “Peki ya bütün o dokunuşlar falan?” Bu kısım doğruydu. Birbirlerine dokunmak için uydu­ ruk bahaneler (“Bir şey düşürdün... Pantolonunda iplik var... Dur sana yardım edeyim”) ürettikleri açıktı. Evie altı üstü başka bir insanı dokunuşunu hissetmek is­ temişti. Bu bir suç muydu yani? Jamie, Evie’nin artık erişe­ mediği bir şeyi temsil ediyordu: sorumluluk duymadığı bir partner. Edward açık bir kitapsa, Jamie boş bir kitaptı. Tıpkı kendisinin de onun yaşındayken olduğu gibi. Babası ölme­ den, kıymet bilmez bir işe on yılını vermeden, Jack kalbini un ufak etmeden ve teknoloji, etrafındaki her şeyin hızını art­ tırmadan önce olduğu gibi. Dünyası hâlâ bütün ve karmaşa­ dan uzakken olduğu gibi.

314 Aşk Burada Çekmiyor

“Neden bahsettiğini anlamıyorum. Yani birbirimizden iki adım mesafede çalışıyoruz. Birbirimize çarpmamız kadar doğal bir şey yok.” “Peki ya bilgisayar meselesi? Neden benden her şeyi Google’lamamı istiyorsun?” “Çünkü internet kullanmıyorum. Yaklaşık altı ay oldu.” Jamie o anda kendisine tek gözlü bir Marslıymış gibi baktı. “Çok tuhaf. Benden gerçekten hoşlanıyormuş gibi gö­ rünüyordun. Eleanor her geldiğinde ona ters ters bakıyordun. Hadi ama Evie. Bence sadece öğrenci olduğum için çekini­ yorsun. Söz veriyorum kimseye söylemem.” “Jamie, üzgünüm ama böyle bir şey yok. Gerçi gurur duyduğumu söylemeliyim.” “Neyse,” dedi Jamie malzeme odasının kapısını iterek. Arkasına bakıp fısıldadı: “Dalga geçilmek hiç hoş değil. Er­ kekler bundan hiç hoşlanmazlar.” Bir lise öğrencisinden ilişki tavsiyeleri. Demek sonunda bu kadar alçalmıştı.

“Bir oğlan!” “Ne?” diye sordu Evie sersem bir halde. Gözlerini ya­ nında saate odaklamaya çalıştı ama kırmızı rakamlar bulanık bir şekilde dans ediyorlardı. Acı verici bir şekilde gözlerini kıstıktan sonra saatin üzerinde 03.30 yazdığını gördü. Ahi­ zeyi tutan parmaklarını iyice sıkınca rüya görmediğinden emin oldu.

315 Elyssa Friedland

“Bir oğlan. Harika, melek gibi bir oğlan.” İkinci kez du­ yunca Tracy’nin sesini tanımıştı. “Hiç de değil,” dedi Evie savunmaya geçerek. Tracy olan biteni nereden öğrenmişti ki? “Evie gerçekten de oğlan oldu. Bir saat önce sünnet et­ tiler.” Bebek. Tracy ’nin bebeği oğlan olmuştu. “Ah, bebek oğlan oldu yani. Bu harika bir haber. Kusura bakma, gecenin bir yarısı olduğundan bir an anlayamadım.” “Ee, hadi kalk da onunla tanışmaya gel. Şaşkınlık verici derecede iyi hissediyorum. Percocet gerçekten muhteşem bir şeymiş.” “Şimdi mi geleyim?” “Tabii ki şimdi. Henry’yle tanışman gerek.” “Ona Henry adını mı verdin?” diye sordu Evie bir anda paralize olarak. “Evet. Çok tatlı değil mi? Jake’in amcasının ismi.” Evie’nin nutku tutuldu. Babasının ismini bu şekilde duymayı hiç beklemiyordu. “Orada mısın?” “Şey, evet. Bence harika bir isim,” dedi Evie. “Babamın ismiydi.” “Ah, Tanrım, Evie. Çok üzgünüm. Umarım sorun ol­ maz. Doğrusu bu hiç aklıma gelmedi. Sorun olmaz değil mi? İkimizin de Henry’si olabilir. Yani bir gün.” Evie Henry’nin yaygın bir isim olduğunu biliyordu. Onun üzerinde hak talep edemezdi; özellikle de bir gün kendi

316 Aşk Burada Çekmiyor

oğlu olup olmayacağı bile belli değilken. “Sorun değil, gerçekten. O zaman giyinip sizi ziyarete geleyim. New York Hastanesi’ndesin değil mi?” “Evet, ayrıca teşekkürler Evie. Umanm benim Henry’m de senin baban gibi biri olur. Ondan her zam an övgüyle bah­ sedersin.” “Birazdan orada olurum.” Evie doğum katma vardığında Tracy enerjik halinden baygınlığa geçiş yapmıştı. Yeni baba da hastane kanepesine sığmak için yan çocuk poisyonunda yatmış, uyukluyordu. Bebek duvara dayalı hastane beşiğinde sessizce yatıyordu. Caroline ve Stasia çoktan gelmiş, büyük ihtimalle bekleme odasından taşıdıkları birbiriyle uyumsuz plastik sandalye­ lerde oturuyorlardı. “Daha yeni uyudu,” dedi Caroline genişçe esneyerek. Uykuya özgü salgılar, gözlerinin ve dudaklarının kenarında kabuk tutmuştu. “Kızlan gündüz doğurduğum için çok şan­ slısınız.” Evie ayak seslerinin bebeği uyandırmasından endişele­ nerek temkinli bir şekilde beşiğe yaklaştı. “Merak etme, uyandırmazsın,” dedi Caroline, Evie’nin endişesini sezerek. “Aynen bir bebek gibi deliksiz uyuyor.” Henry, yünlü bir hastane battaniyesine sarmalanmıştı, başında da minik, mavi, pembe, beyaz çizgileri olan bir şapka vardı. Evie onun, kıpkırmızı yanakları ve beresinin al­ tından görünen gür siyah saçlarıyla çok tatlı bir bebek oldu­ ğunu itiraf etmeliydi.

317 Elyssa Friedland

“Evie, Tracy’nin oldukça detaylı doğum hikâyesini ka­ çırdın,” dedi Stasia. “Kendinden geçmeden önce benden va­ jinasının hâlâ düzgün olup olmadığını kontrol etmemi istedi. Jake’in belgesel yapma konusunda ciddi olmadığını umuyo­ rum. Tracy’nin yerinde olsam o kamerayı ikiye kırmıştım.” O sırada Jerome, boğazını temizleyerek içeriye girdi. “Kahve isteyen?” Koca bir tepsi dolusu kahve getir­ mişti. Evie onun Caroline’la birlikte hastaneye gelmesine şa­ şırmıştı. Zengin insanların, özellikle de yaşlı zenginlerin onlar için elverişli olmayan şeyleri yapmadıklarını farz ederdi; buna gecenin bir yansı yeni doğmuş bir bebeği kar­ şılamak için hastaneye gitmek de dahildi. Ama işte Jerome buradaydı ve kahveleri dağıttıktan sonra Caroline’ın omuz- lannı ovmaya başlamıştı. “Rick geldi mi?” diye sordu Evie, Stasia’nın da Je­ rome’un bu sıcak hareketini süzdüğünü fark edince. O anda Tracy’nin gözleri şak diye açıldı ve Evie yerin­ den sıçrayıp onun yanma gitti. “Selam Trace! Tebrikler!” dedi Evie. “Umarım seni uyandırmamışımdır. Nasılsın?” “Sanırım iyiyim. Sadece bir kasılma hissettim. Bebeği doğurdum değil mi?” Caroline güldü. “Evet, beşikte uyuyor. Doğum sonrası kasılmalan yaşıyorsun. Çok boktan bir şey, birkaç gün sürer.” “Tam da bittiğini düşünürken,” dedi Tracy gözlerini ovalayarak. “Tamam o zaman, eğer bu çocuğa bakmak için bir şansım olmasını istiyorsam uyumaya dönmem gerek.

318 I

Aşk Burada Çekmiyor

Paul geldiğinde beni uyandırın tamam mı? Sanırım gelece­ ğini söyledi. George’la ikisi, Maya gelmeden önce doğum partisini düzenlemek istiyorlar.” Demek Paul ve George kızlan olacağını öğrenmişlerdi. Evie, Paul’la konuşmasının üzerinden bir aydan fazla zaman geçtiğini hesapladı. Tracy gözlerini tekrar kapadı ve birkaç dakikada bir ir­ kildiği için uyumadığını bilseler de herkes alçak sesle konu­ şuyordu. “Korkuyor musun?” dedi Evie, Stasia’ya dönerek. “Yani Tracy’nin ne kadar acı çektiğini görünce?” “Neden korkayım ki?” diye sordu Stasia boş boş baka­ rak. Bakalım şeftali kadar bir deliğin içinden bir karpuz çı­ karmakla nasıl başa çıkacaksın? “Yani, günün birinde bebek yapmayı düşünsem bu kadar zor olduğunu görünce ben gerilirdim,” diye konuştu temkinli bir şekilde. Stasia ona hâlâ hamilelikten bahsetme­ mişti o yüzden çaktırmamak için dikkatli konuşmuştu. “Eh, hamile olmadığıma göre endişelenecek bir şey yok,” diye Stasia dudakları kapalı bir şekilde gülümsedi. Belki de düşük yapmıştı. Evie, Stasia’nın kendisinden bir şeyler sakladığına çok emindi. “Rick de sen de doktor olduğunuz için zamanı geldi­ ğinde muhtemelen bu işi daha klinik bir şekilde ele alırsınız zaten. Bu arada Rick, babaannem konusunda çok nazikti. O da geliyor mu?” diye tekrarladı Evie önceki sorusunu. Oda­

3 1 9 Elyssa Friedland

nın diğer köşesinde Jerome ve Caroline sessizce Jerome’un iPhone’undaki resimlere bakıyorlardı. Jerome’un parmağı her oynadıktan sonra yüzlerinde beliren ifadeden, yani anne- babalara özgü o şapşal tebessümden, kızların resimlerine baktıklarını anlamıştı. “Gelmiyor Evie. Neden sorup duruyorsun ki?” Sta- sia’nın sesi odada yankılanarak sakin havayı paramparça etti. “Tamam, pardon, sadece sohbet ediyordum. Seni kız- dırdıysam kusura bakma.” Evie, Stasia’nın neden böyle öf­ kelendiğini anlayamıyordu. “Neyse ya,” diye devam etti Stasia; ilk anki patlam asın­ dan sonra sesini hâlâ alçaltmamıştı. “Boşanıyoruz tamam mı? İşte öğrendin.” Bir anda odadaki bütün oksijen çekildi; Evie de soluğu kesilerek patavatsız hastalığına yakalanıver- mişti. “Benim dışımdaki herkes biliyor mu bunu?” Evie, bunun saçma bir soru olduğunu biliyordu ama aklına ilk gelen şey buydu ve gecenin bir yansında da zihinsel filtresi­ nin işlediği söylenemezdi. Stasia ağlamaya başladı. Başını ellerinin arasına alıp aşağı yukarı salladı. Bu kadar belirsiz bir hareketti ki Evie sorusunu onaylıyor mu yoksa sadece kafasını mı oynatıyor, bundan emin olamadı. “Öyle mi yani?” diye sordu. Bu defa Stasia daha belirgin bir şekilde kafasını salladı. “Neden bana söylemedin? Yanında olurdum senin.” Caroline ve Jerome, resimlere bakmayı bırakmış di-

3 2 0 Aşk Burada Çekmiyor

kaktle Evie ve Stasia’yı dinliyorlardı. “Bunu paylaşmak kolay bir şey değil. Ayrıca sen zaten anlayamazdın.” Stasia “sen” derken yaptığı münasebetsiz vurguyla onu incitmeye çalıştıysa bunda başarılı olmuştu. “İki yıl birliktelikten sonra Jack’le korkunç bir ayrılık yaşadım. Tann aşkına, ben aseksüel amipin teki değilim. İliş­ kiler hakkında bir iki şey biliyorum ben de,” diye terslendi Evie. “Selam herkese, neler kaçırdık? Cinsellikle ilgili bir şey­ ler var mı bakalım?” diye sordu George, Paul’la birlikte odaya daldıklarında; kollan, kurdelelerle bağlı alışveriş po­ şetleriyle doluydu. Kimse yanıt vermedi. “Bu tuhaf oldu,” dedi George ve hediyeleri yavaşça yere bıraktı. Yine de ambalaj kâğıdının hışırtısı kulak tırmalayı­ cıydı. “Ona söyledim,” dedi Stasia doğrudan Paul’a bakarak. “Ya?” “Bana mı?” Evie artık öfkeleniyordu. “Evet, sana. Boşanma meselesi,” dedi Paul; sesi buzlu sular kadar dondurucuydu. George, Evie’ye odanın dışına gelmesini işaret etti. “Bana pusu mu kurulmuş, ne oluyor?” diye sordu Evie, George’a koridora çıktıklarında. Stasia, kolunun altına sıkış­ tırdığı kabanıyla hızla yanlarından geçerek asansöre yöneldi. “Doğrudan söylüyorum,” dedi George. “Paul sana çok kızgın.”

321 Elyssa Friedland

“Ne, neden ki?” Evie çok şaşkın görünmeye çalıştıysa da bir şeyler sezinliyordu. “Onunla en son ne zaman konuştun?” “Bilmem, birkaç hafta önce,” diye yalan söyledi Evie. “Çok daha uzun zaman önce. Sana bebeğimiz olacağını söylediğinden beri konuşmuyorsunuz. Seni evimizdeki şu bebek partisi kokteyline davet ettik, ona da gelmedin. Aynca Paul, aile kurma planlarımızı duyunca hiç heyecanlanmadı­ ğını söyledi.” Evie ayak parmaklarının kasıldığını hissetti. Haksız ol­ maktan nefret ediyordu. Daha da kötüsü haksız olduğunun yüzüne söylenmesinden nefret ediyordu. Savunmaya geçmek istedi. “Son zamanda işler hiç yolunda gitmedi. İşsiz kaldım, babaannem önemi i bir ameliyat geçirdi ve ben onunla ilgile­ niyordum. Jack de durduk yere evlendi falan. Gerçekten çok boktan zamanlardı. O yüzden de beşik alışverişi hikâyelerini dinleyecek zamanımın olmaması gayet anlaşılabilir.” Jero- me’un getirdiği kahve kanına karışmaya başlamıştı. Uyku­ suzlukla kafeinin karışımı gerginlik ve hiperaktivite karışımı ölümcül bir kombinasyona sebep olmuştu. Savunmacı tav­ rından haklı bir öfkeye geçerek söylenmesine devam etti. “Aynca da bebek partisi davetiyesi falan da almadım ben.” “Paperless Post’tan e-davetiye gönderdik. Paul, Evi- te’ların modasının geçtiğini söyledi.” “Flaş flaş, ben artık internet kullanmıyorum ve ikiniz de bunu biliyorsunuz.”

322 Aşk Burada Çekmiyor

“Bu yüzden de Paul seni arayıp mesaj bıraktı. Arama­ sına geri dönmediğini söyledi. Aynca sana bebekten bahse­ dince resmen telefonu yüzüne kapamışsın. Yani tebrikler falan demişsin ama yanm ağızla.” Evie yanıt vermedi. Paul’dan gelen sesli mesaj hâlâ te­ lefonunda dinlenmeyi bekliyordu ve bir süredir de oradaydı. “Ama doğru söyle. Zaten gelmek ister miydin ki?” diye sordu George; bakışları, ona yutturmaya çalıştığı maskesinin altına erişiyordu. Evie kendini şişe geçirilmiş gibi hissetti. “Elbette ki isterdim,” diye haykırdı gayri ihtiyari. “Biz o kadar emin değildik işte. Kıskançlık ettin Evie. Ve bu sorun değil. Ama Paul bunu pek anlamıyor. Ablam Paola hâlâ bekâr olduğu için ben bu tarz şeylere karşı daha anlayışlı olabiliyorum.” “Bu tarz şeyler mi?” Evie öfkeden kuduruyordu. Ge­ orge, acınası durumlarından ötürü bekârların kötü davran­ maya hakları olduğunu mu söylemek istiyordu yani? “Kıskançlık falan etmiyorum. Sanırım tahmin ettiğin kadar iyi tanımıyorsun beni.” George onun karşı çıkışını duymazdan geldi. “Stasia’yla olan durum da cabası. Boşanmayı sana söy­ lemeyi planladığını biliyorum ama sorun senin onun evlili­ ğini böyleşine yüce görmendi. Sanınm Rick’le onu mükem­ mel çift olarak gördüğünü biliyordu ve onlan böylesine idea­ lize eden kişiye bu hayranlığın yersiz olduğunu itiraf etmek onu çok üzecekti.” Evie saatine baktı. Sabah beşe yaklaşıyordu ama pence-

323 Elyssa Friedland

reden bakınca havanın hâlâ kapkaranlık olduğunu görebili­ yordu. Stasia dışan mı çıkmıştı yoksa günün ağarmasını bek­ lerken hastanenin kafeteryasına mı sığınmıştı? Evie havanın daha aydınlık olmasını dilerdi, böylece hızla hastaneden kaçıp yatağına sığınmak için eve kadar bütün yolu koşabi­ lirdi. George adeta onun içsel monoloğunu duydu. “Hâlâ gecenin bir yansı. Tracy’nin odasına gir Evie. Pa- ul’la konuş. Bir buluşma ayarla. Sana sonsuza dek kızgın ka­ lamaz.” Evie derin bir nefes alıp George’a razı geldiğini vücut hareketleriyle anlatma yoluna gitti. Birlikte koridorda ilerle­ diler. Bu sırada Tracy’nin annesiyle babası gelmişti ve taze anneanne ve dede beşikteki bebeğe agucuk yapmakla meş­ gullerdi. Paul, Tracy’nin yanında, koyu bir sohbetteydi. Ya biberonlarla ilgili sırlar paylaşıyorlardı ya da Paul ona kav­ gadan bahsediyordu; Evie’nin bir fikri yoktu. O içeri girdi­ ğinde Paul kafasını kaldırıp bakmamıştı. Jerome, Caroline’ın yanından kalkıp ona yer vermişti ve Evie de minnettar bi­ çimde kabul etmişti. Sanki bacaktan jöleye dönmüş gibiydi. Stres bir yana bedeninin ağırlığını dahi desteklemekte zorla­ nıyordu. “Delice bir gece,” diye fısıldadı Caroline’a. Tracy önü­ müzdeki kırk sekiz saat ya da daha doğrusu bir ay boyunca erişim dışı olacağından Caroline, Evie’nin kalan tek dostu gibiydi.

324 Aşk Burada Çekmiyor

“Düzelir. Stasia gerçekten zor zamanlardan geçiyor. Rick onu aldatıyormuş biliyor musun?” “Vay canına, bilmiyordum. Çıktıkları ya da evli olduk­ ları bütün o yıllar boyunca Stasia ondan tek bir kez bile şi­ kâyet etmemişti.” “Sana âşık olduğunu düşündüğünü biliyorsun değil mi?” “Bana mı?” Evie gerçekten de şoktaydı. “Sanırım seni planlarına dahil etmeyi o kadar çok öne- riyormuş ki Stasia’nın paranoya yapmasına sebep olmuş.” Evie birkaç ay önce bilgisayarını tamir ettirmek için sı­ rada beklerken Stasia’nın onu aradığını hatırladı. Rick bi­ zimle birlikte sinemaya gelmeni istiyor. Geçmişte de böyle birçok davet olmuştu. Rick’in telefonda onunla nasıl içten konuştuğunu ve mesaj bırakarak nasıl olduğunu sorduğunu hatırladı. Diş hekimiyle buluşacağı zaman Stasia’yla tele­ fonda konuşurken Rick’in istemiyorsa buluşmaya gitmeme­ sini söylediğini hatırladı. “Ama Stasia muhteşem biri. Onu muhtemelen bir süper modelle falan aldatıyordur. Benim gibi birini istemez ki,” diye karşı çıktı gerçek bir samimiyetle. “Evie,” dedi Caroline bitkin bir şekilde kafasını iki yana sallayarak. “Hepimiz Stasia’nın akıllı ve güzel olduğunda hemfikiriz. Ama sen de öylesin. Nelere sahip olduğundan ha­ berin bile yok değil mi?”

325 Elyssa Friedland

“Hiçbir şeye sahip değilim ben.” “Buna bir yanıt bile vermeyeceğim.” “George beni kıskanç biri olmakla suçladı. Ona katılıyor musun?” Evie bakışlarının, Caroline’ın kendisine dürüst bir cevap vermesini istediğini anlatmasını umdu. “Bence...” Caroline duraksayınca Evie onun doğru ke­ limeyi bulmak için zihnindeki sözlüğü karıştırdığını anlaya­ biliyordu. “Bence sen evli insanları küçük görüyorsun.” “Ne? Hiç de değil!” “Bazen Jerome’la ilgili, onun daha yaşlı olmasına ya da daha önce evlenmesine ilişkin bir şeyler söylüyorsun. Jake’in geleneksel bir kariyeri olmamasıyla dalga geçtiğini de bili­ yorum. Bütün bunların sebebi ne?” “Böyle şeyler demedim!” Evie kızgınlıkla reddetti. “.la­ ke’i de Jerome’u da severim ben.” “Bak, ben sana kızgın değilim. Uykusuz olmasaydım muhtemelen bu konuşmayı bile yapıyor olmazdım. Ama madem ki yapıyoruz sana bir şey sorayım.” Evie, Caroline’a kaygıyla baktı. Kırılgan biriyim. Lütfen üstüme gelme, dercesine ona yalvarmak istedi. “Sor.” “Neden bu kadar endişeleniyorsun? Tek başına kalıp bir papağan beslemekten ve sırf iş olsun diye yerel belediye gruplarına katılmaktan mı?” Keşke hayatı bir klişe kadar basit olsaydı.

326 Aşk Burada Çekmiyor

“Hayır,” dedi Evie samimi bir şekilde ve kolunu Caro- line’ın koluna geçirdi. Kafasını da arkadaşının omzuna yas­ layınca ne kadar yorgun olduğunu anladı. “Aslına bakarsan bunu yapmayacağım için endişeliyim. Hayatımın bir yere oturmasından çok daha fazla korkuyorum.” Bu gerçek, odada yankılandı ama Evie’nin bu itirafına gelen tek yanıt Tracy’nin lazımlığını değiştiren hemşirenin anlayışlı bir şekilde iç çekişiydi. ON BEŞİNCİ BÖLÜM

Güneş doğar doğmaz Evie, Tracy’yi alnından öpüp bebek Henry’ye de bir öpücük üfleyip hastaneden ayrıldı. Jake yeni baba olmanın yükünü taşıdığı uyuklamasından kal­ kınca daha coşkun bir şekilde iyi dileklerini iletmişti. Sokaklarda pek kimse yoktu: evsiz biri, çok hevesli bir yatırım bankacısı, gece vardiyalarından çıkan birkaç tane de üniformalı işçi... Midesinin açlıkla guruldadığını hissetti. Tracy’nin doğum yaptığı hastane Bette’nin tedavi gör­ düğü yerden çok uzak değildi. Edward’m onu götürdüğü o 1950’lerden kalma restoranda kahvaltı etmeye karar verdi. Brighton’m ana ofisine sesli mesaj bırakıp o gün hasta ol­ duğu için işe gidemeyeceğini söyledi. Jamie muhtemelen onun nerede olduğunu merak edecek, belki de yaptığı hare­ ketle ona sarsıntı yaşattığını düşünecekti. Ne fark ederdi ki? Tek başına kabine çöküp mönüdeki yiyecek fotoğrafla­ rını inceledi. Çan şeklinde fınolu bir etek ve siyah beyaz Oxford ayakkabılar giymiş garson kız yanına geldi. Restoranın at-

328 Aşk Burada Çekmiyor

mosferi Edward’la geldiğinde sevimli görünmüştü ama bugün, müzik kutusundan yükselen Hound Dog şarkısının sesi eziyet gibiydi. “Bu sabah ne alırdın? Evie’nin bakışları, içinde en çok yiyecek barındıran resme yöneldi. “Kamyoncu spesiyalinden istiyorum,” dedi. “Bir de dondurmalı süt.” “Emin misin tatlım? Her şeyden iki tane var onda. İki pankek, iki yumurta, iki dilim yumurtalı ekmek, iki dilim pastırma, iki dilim...” “Hanımefendiyi duydun. Kamyoncu Spesiyalinden is­ tiyor. Hatta iki tane olsun lütfen.” Evie şaşkınlıkla döndü. Edward Gold kabininin arka­ sında durmuş kocaman gülümsüyordu. “Demek burayı sev­ din ha?” “Şey, dün gece bir arkadaşım New York Hastanesi1 nde doğum yaptı. Bütün gece uyanık olduğum için bu kadar acık­ tım. Yoksa normalde domuz gibi yemem.” Neden boşboğaz­ lık ediyordu ki? “Aynen katılıyorum. Gece yarısından sabah altıya kadar acil nöbetim olduğunda işimi bitirdiğimde açlıktan ölüyo­ rum.” Evie’nin karşısındaki boş yeri işaret etti. “Sana katı­ labilir miyim?” “Elbette!” Onu daha önce davet etmediği için utandı. Edward oturup lacivert rengi çok hoş Barbour parkasını çıkardı. Onun altına kızılımsı mor bir önlük giymişti. Kısa

329 Eiyssa Friedland

kollu önlüğü şaşırtıcı şişkinlikte kaslarını sergiliyordu. Bette’nin ameliyatından beri onu doktor kıyafetiyle görme­ mişti. Gömleğinin V şeklindeki yakasına Ray Ban gözlükle­ rini takmıştı. “Demek arkadaşının bebeği oldu. Mazel tav." “Evet, hem de gecenin bir yarısı. Bir oğlan. Adı Henry.” Evie gözlerini ovuşturarak bu talihsiz görünümünün baha­ nesini açıklamış olmayı umdu. “Babanın adı.” Edward bunu dedikten sonra bilinçli bir şekilde duraksadı ve Evie’ye düşünceli bir şekilde baktı. “Senin için zor oldu mu?” Bunu hatırlaması Evie’yi duygulandırdı. “Oldu, özellikle de ilk duyduğumda. Ama sanırım bu hoş bir şey.” “Anladım/’ dedi basitçe ve Evie onun bu meseleyi daha fazla kurcalamak istemediğini anladı. “Peki Brighton lakros takımı eşofmanı da neyin nesi? İşine artık alıştığın anlamına mı geliyor bu?” Evie üstüne bakınca kızardı. Jamie’nin, üzerinde “Bi­ rinci Takım” yazan ve kollarında çarpı şeklinde iki sopa bu­ lunan dev kapüşonlusunu giyiyordu. Karanlıkta giyinirken eline bu geçmiş olmalıydı. “Ha, bu mu? Evet, öğretmenlere dağıtıyorlar. Pijama olarak giyiyordum da,” diye yanıt verdi bu yalan hikâyesin­ den anında pişman olarak. Edward’in, kendisini bol bir eşof­ man üstüyle değil dantelli, tek parça iç çamaşırıyla hayal etmesini istiyordu. Özellikle de kendisini ayarttığını söyle­

330 Aşk Burada Çekmiyor

yerek daha yeni üzerine atlamış olan yanm akıllı bir çıtıra ait olmayan bir kıyafetle düşünmesi daha iyi olurdu. Garson büyük boy tabaklarıyla geldi; sosislerin dumanı tütüyor, pastırmalar cızırdıyordu. Ayrı bir tabakta da pankek­ ler leziz bir şekilde sallanarak, yumurta yığınına değiyor­ lardı. Evie midesi guruldarken derin bir nefes aldı. Uzun zamandır ilk defa bu kadar acıkmıştı. “Kamyoncu spesiyali kesinlikle doğru seçimdi,” dedi Edward koca bir parça şuruplu pankeki ağzına götürürken. “Seninle karşılaşmasaydım az yağlı bir kek sipariş edecek­ tim. Beni yine baştan çıkardın.” Dostane denmeyecek şekilde ayartıcı bir şekilde gülümsedi. Evie, sanki kucağına sıcak bir patates düşmüş gibi yerinde kımıldandı. Mutlu bir rahatsızlık içindeydi, tabii eğer böyle bir şey mümkünse. Evli bir adamla zararsız flörtlerin kötü bir şey olmadığına ikna etmeye çalıştı kendini. Özellikle de adam onunla flört ediyorsa. Bu kadar az uykuyla bunu ayırt etmek çok güçtü. Ona tatlı bir şekilde gülümseyip bir kaşını kaldırdı. “Bu kadar baştan çıkarıcı olabildiğime sevindim.” Cil­ veli şakalaşmaları, ne kadar şaşırtıcı olsa da Tracy’nin oda­ sında yaşadığı olayları biraz unutmasını sağladı. Edward beklenmedik bir şekilde ağzına koca yumurta lokmaları tıkmaya başladı. Evie sinyalleri yanlış algılamış olabileceğini düşünürken Edward şöyle dedi: “Affedersin, saati yeni fark ettim. On dakika içinde ameliyata hazırlan­ mam gerek. Gerçi sana bir şey soracaktım...” Garson araya girdi.

331 Elyssa Friedland

“Biraz daha kahve alır mısınız bayım?” “Hayır, teşekkürler,” dedi Edward aceleyle. Kadın kahve demliğiyle E vie’ye döndü. “Hanımefendi?” “Evet, lütfen.” Lanet olsun. Neden kahve istemişti ki? Garsonun Evie’nin fincanını doldurması ve yandaki masadan biraz daha şeker ve süt getirmesi saatler sürmüş gibiydi. So­ nunda yanlarından uzaklaştığında Edward ne söyleyeceğini unutmuşa benziyordu. Başka bir masada oturan birini çıkar­ maya çalışıyormuş gibi uzaklara bakıyordu. “Bir şey diyordun,” diye söze başladı Evie temkinli bir şekilde sesini yükselterek. “Bir şey mi soracaktın?” “Evet, soracaktım. Bette bana kaç defa Yale’e gittiğini söylemişti. Yeğenim de oraya başvuracak. Onunla konuşa­ bilir misin, diye soracaktım.” “Ha?” Yüzüne bir şaşkınlık ifadesinin yayıldığına hiç şüphe yoktu. Ne bekliyordu ki? Bu evli adamın kendisine, hastanenin bodrum katında, şırıngaların ve sondaların ara­ sında yasadışı bir seks teklif etmesini mi? Ne düşünmüş olursa olsun, Edward’ın sorusunun bu kadar önemsiz bir şey olması onu hayal kırıklığına uğratmıştı. “Olur mu? Yani yeğenimle konuşur musun?” “Şey, olur tabii. Ona e-posta adresimi verebilirsin. As­ lında hayır, e-postamı verme. Beni arasın.” Evie, şuruba uzandı ve pankekinin her bir karesini özenli bir şekilde şu­ rupla kaplamaya başladı. Edward’a bakmamak için şu an ne olsa yapardı. Edward onu şaşırtan bir şekilde uzanıp Evie’nin şurup

332 ! Aşk Burada Çekmiyor

kavanozunu tutan elini tuttu. Evie’nin eli bu temasla biraz sallanınca şurup tabağına boca oldu. Evie refleks olarak bir kahkaha attı. Edward söze başladı. “Aslında sormak istediğim bir tek bu değildi. Hatta benim yeğenim bile yok. Ben tek çocu­ ğum.” “Ben de öyle!” dedi Evie heyecanla. Mağazadaki gö­ revliye, bilgisayarına kustuğunu söylediği kendi hayali ye­ ğenini düşündü. İyi ama Edward neden ona hayali aile üyeleri uydursundu ki? “Biliyorum.” Edward derin bir nefes aldı. “Benimle ye­ meğe çıkar mısın diye sormak istiyordum aslında. Gerçekten seninle bir gece dışan çıkmak çok hoşuma gider. Bunu da çok uzun zamandır sormak istiyordum sana.” Soluk verdi. “Tanrım, sonunda söylemek epey iyi geldi. Ne dersin?” Evie’nin ağzı açık kaldı. “Ama sen evlisin! Bir kızın var. Karın onun şeker ye­ mesine izin vermiyor!” “Ben boşandım Evie. Kısa bir süre önce boşandım. Ama iki yıl önce ayrı yaşamaya başlamıştık. Bunu bildiğini sanı­ yordum.” “Boşandığını nereden bilebilirim ki?” Edward hafifçe güldü. “Çünkü boşandığımı herkes bi­ liyor. İnternette var. Gerçi özel hayatımın detaylannı bilme­ yen biriyle tanışmak çok hoşmuş.” “Neden boşanman internette ki? Ünlü biri falan mısın?” Evie, öğrendiği bilgilerin hızına yetşmeye çalışıyordu.

333 k Elyssa Friedland

“Hayır, değilim. Yani belki tıp çevrelerinde biraz ünlü olabilirim. Ne diyorum ben? Ünlü falan değilim ama eski kanm öyle. Georgina Cookman.” “Cookman’ın Kurabiyeleri mi? Çocukken onlara bayı­ lırdım. Hâlâ da bayılıyorum.” Evie, Edward’in yüzünün göl­ gelendiğini fark etti. “Ah, affedersin, yani bence korkunçlar. Yanık lastik gibi tatlan var.” “Yo, sorun değil. Ben de onlan bırakmakta epey zorlan­ dım. Hastanedeki bütün otomatlarda var. Her neyse dört ay öncesine kadar kurabiye veliahdıyla evliydim işte. Ve inan bana onun tatlı hiçbir yanı yoktu. Aynca birlikte olduğumuz bütün o süre boyunca onun tek bir şey bile pişirdiğini gör­ medim. Güya aile tarifiymiş, hadi oradan.” Evie, Edward’in bu yanını daha önce hiç görmemişti. Hassas, katıksız hisler yönlendiriyordu ağzından dökülenleri. Evie’nin hoşuna git­ mişti. “Georgina Cookman.” Evie, onlann yulaflı üzümlü ku­ rabiyelerinden birinin tadını çıkanyormuş gibi bu ismi sanki ağzının içinde şapırdattı. “O kadın her yerde. Bir defasında Versailles Bahçelerinin yenilenmesi için onun yardımcı baş­ kanlık ettiği bağış etkinliğine gitmiştim. Orada ne aradığımı sorma.” Edward gözlerini devirdi. “Lütfen o anıları hatırlatma. O kadının Venedik’i kurtarmak için ne kadar çok zaman vak­ fettiğini sana anlatamam.” “Ama bir dakika, hâlâ anlamadım. Neden internetteydi boşanmanız?”

334 Aşk Burada Çekmiyoı

Edward tekrar saatine baktı. “Gerçekten şu ameliyata hazırlanmam gerek. Bunu sana sonra anlatsam olur mu?” “En azından kısa versiyonunu anlat şimdi. Nasıl birlikte olmaya başladınız?” “Pekâlâ. Georgina’yla bir bağış etkinliğinde tanıştım. Üniversite hocalığına başladığım yıldı ve tıp bölüm başkanı beni zorla bir öğle yemeğine götürmüştü. Her neyse Georgie, aile şirketinin verdiği bir burstan söz ediyordu ve konuşması sırasında göz göze geldik. Paltomu almaya giderken yanıma geldi. Güzel bir kadındı. Ayrıca sofistikeydi.” Evie yine yıpranmış lakros kapüşonlusuna baktı. Yen­ miş tırnaklarım saklamak için de ellerini masadan indirip ku­ cağına koydu. Edward bunu fark etmiş olsa gerekti. “Kes şunu Evie. Sen büyüleyici bir kadınsın. Sana bir­ çok kez nasıl baktığımı görmüş olmalısın.” Gerçekten de fark etmişti. Ama her zaman sinyalleri yanlış okuduğunu düşünmüştü: Dişinde susam parçası kal­ mış olmalıydı ya da Edward yoğun bir göz teması kurmaktan hoşlanan erkeklerdendi. Son birkaç aydır gördüğü işaretlerin nasıl da farkına varmamıştı? Fark ettiklerindeyse kendine ye­ terince güvenmediğinden üzerine alınmamış, ya bunları yan­ lış anladığını düşünmüş ya da muhtemelen sıkılmış olan evli bir adamın zararsız kurları olarak değerlendirmişti. Evie ba­ şını hafifçe sallayarak onu onayladı. “Her neyse beş yıllık ihtisas dönemimde, mısır gevreği ve kahveyle beslenerek kütüphanede yaşamıştım. Benim için

335 Elyssa Friedland

sosyalleşmek demek nöbetçi saatlerimde doktorlar odasında zamanım yoktu. Sonra Georgina bir fırtına gibi hayatıma girdi. “İşler başta iyiydi. G her şeyi hallediyordu. Programı­ mızı, dairemizi, bütçemizi düzenliyordu. Böylece hastala­ rıma ve araştırmama yoğunlaşacak zamanım oluyordu. Hemen Olivia’ya hamile kaldı. O doğduktan sonra da her iki­ miz de işlerin kötü gitmeye başladığını bilsek de boşanmanın söz konusu olmadığını düşünmüştüm. Kulağa korkunç gel­ diğini biliyorum ama bir yanımla sırf Olivia’nın bir kardeşi olsun diye Georgina’yla birlikte olmaya devam etmek isti­ yordum. Olivia’nın hâlâ bir kardeşi olmasını istiyorum. Ama Georgina’dan değil elbette. Ama günün birinde daha çok ço­ cuğum olmasını umuyorum. Neyse, Georgina’yla ortak hiç­ bir yanımız yoktu. Onun tek istediği magazin dergilerinde fotoğraflarının çıkmasıydı. Ona eşlik etmediğim için de ça­ lışma saatlerime içerlemeye başladı. Ben de onun botoks ya da kuaför randevusu gibi aptalca şeyler için Olivia’yı dadı­ sıyla çok fazla bıraktığını düşünüyordum. Ben de uzak oldu­ ğuma eminim; sorunlarla yüzleşmemek için kendimi işe gömüyordum. Sonunda bir yıl kadar önce bitmesine karar verdik. Çocuğumuz olduğu ve bir sürü para işin içine girdi­ ğinden dolayı da boşanma bir felakete dönüştü. Elimizden geldiğince gizli tutmaya çalıştık ama birkaç ay önce işler çı­ ğırından çıktı ve medya da bayram etti.” “Nasıl yani?” “Dur bakalım. Önce başlıklardan bahsedeyim. ‘Kura­ biye Vârisi Kocasını Çıtır Çıtır Yiyor’, ‘Cookman’ın Evliliği

3 36 Aşk Burada Çekmiyor

Tatlıdan Ekşiye Döndü’, ‘Kurabiye Kavanozunu Paylaşama­ dılar’, ‘Kurabiye Vârisi İştahım Kesmek İçin Kendine Yeni Bir Sevgili Buldu’. Böyle saatlerce devam edebilirim. En çok da Olivia için üzüldüm. Neyse ki internete giremeyecek yaşta henüz.” Evie bunun doğru olmasını umdu. Caroline kısa bir süre önce beş yaşındaki Grace’i, Amerikan Kızı web site­ sinde Julie bebeği için kıyafet seçerken yakalamıştı. “Evden taşındığımda Olivia biraz tepki göstermeye baş­ ladı. İngiliz aksam da işte o zaman bir anda ortaya çıktı.” “Hay aksi. Çok kötüymüş. Hiç bilmiyordum.” Evie, Ed- vvard’ın elini tutmak için uzanarak kendini şaşırttı; Edward da sıcacık eliyle ona karşılık verdi. “Sonra bir de Twitter meselesi var.” “Twitter meselesi mi?” Evie, hastanede Edward’m, te­ lefonda Twitter’da olduklarından daha iyi anlaştıklarım söy­ lediği yorumu hatırladı. “Doğrusu bunu söylemekten utanıyorum. Şöyle özetle­ yeyim: Georgina’ya 140 karakterde zalimlik etmenin yolla­ rını bulmuştum. Savaşmam gerektiğine inanıyordum. Ama sana yemin ederim Evie, o benim gerçek halim değildi. O dönem gerçekten boktan bir dönemden geçiyordum.” “Edward sorun değil. Ben de mükemmel olmadığım keşfetmeyi bekliyordum.” Olivia’ya sınıf gezisinde eşlik edeceğini söylediği zamanı hatırladı; EdwardTn mükemmel­ lik seviyesi adeta fazla gelmişti. “Tam tersine,” diye güldü. “Ama hâlâ soruma yanıt ver­ medin. Benimle yemeğe çıkacak mısın?”

3 3 7 Elyssa Friedland

“Çok isterim.” Ağzının kulaklarına vardığını, yıllardır böyleşine kocaman gülümsemediğini fark etti. “Harika,” dedi Edward. “Benimle ilgilenip ilgilenme­ yeceğinden emin değildim.” Evie kaşlarını çattı. Onun televizyon yıldızlarını andıran görüntüsünden, sakin özgüveninden, ilk konuşmalarından iti­ baren aralarındaki doğal şakalaşmalardan büyülenmişti ve ona karşı hissettiği arkadaşlıktan biraz daha öte ilgiyi çaktır­ mamak için elinden geleni yapmıştı. Ondan hoşlanmayaca­ ğını nasıl düşünebilmişti ki? “Yani başta hoşlanabileceğini düşünmüştüm ama sonra bana yumurtalarını dondurmaktan bahsedince benimle flört etmemek için bundan bahsettiğin kanısına vardım.” “Evet, üreme meselelerimden bahsetmek için genellikle üçüncü buluşmaya kadar beklerim,” dedi Evie duyduğu utanca rağmen şakalaşmayı becererek. “Dürüst olmak gere­ kirse ben senin evli olduğunu sanıyordum.” “Seni susturmak için hemen oracıkta seni yemeğe davet etmek istedim ama etik açıdan doğru davranmak için önce ameliyatın bitmesini beklemem gerekirmiş gibi geldi. Baba­ anneni ameliyat ederken canım sıkkın olmasın diye benimle çıkmayı kabul etmenden endişelendim. Aslında Bette’nin resmi olarak hastam olmaktan çıkmasını bekliyordum. Ki üç gün önce bunun olduğunu memnuniyetle söyleyebilirim.” Masaya her ikisinin de kahvaltılarını karşılayacak kadar para bırakıp beyaz paltosunu aldı ve gitmek üzere ayağa kalktı.

338 Aşk Burada Çekmiyor

“O zaman yer ve zaman belirlemek için seni daha sonra arayacağım tamam mı?” “Sabırsızlıkla bekliyorum.” Edward kapıya doğru yöneldi ama sonra bir anda geri döndü. “Gitmeden önce tatsız boşanmamın haberlerini oku­ maktan nasıl kurtulduğunu sorabilir miyim?” Meraklı bir şe­ kilde ona bakıyordu. “Ah, o mu?” Evie kıkırdadı. “İnterneti, dur bakayım, beş aydır kullanmıyorum.” “Ah,” dedi Edward. “Evie Rosen, tanıştığımız anda sen­ den hoşlanmıştım.” “Teşekkür ederim,” dedi Evie nazikçe. “Şimdi de ben sana bir şey sorayım.” “Neymiş o?” diye sordu kaşlarını kaldırarak. “Kurabiye şirketinin vârisi, çocuğunun şeker yemesine mi izin vermiyor?” “Aynen öyle,” diye yanıtladı Edward duygusuz bir ifa­ deyle. “Artık her şeyi öğrendim,” diye yanıt verdi Evie oyuncu bir tebessümle. Edward gittiğinde Evie doğaçlama bir şekilde telefo­ nunu çıkarıp Müdür Thane’i aradı. Bu cömert, tamzamanlı iş teklifi için ona teşekkür etti ama yan binanın satın alması tamamlanıncaya kadar kalmaya söz vererek teklifi kibarca geri çevirdi. Jamie’yle karşılaşmaktan ne kadar çekinse de vicdanı ona bu projeyi tamamlaması gerektiğini söylüyordu;

3 3 9 Elyssa Friedland ki bu de en fazla birkaç hafta sürerdi. Kendisini tavsiye eden Tracy’ye bu kadarını borçluydu. Paul ve Stasia’yla arkadaşlığı sendeliyor da olsa, kam­ yoncu spesiyalinin kalıntıları eşliğinde tek başına otururken Evie, dünyanın önüne fırsatlar sunmaya başladığını inkâr edemedi. Muhtemelen tanışmalarının birinci gününden iti­ baren gizlice fantezisini kurduğu Edward’la yemeğe çıka­ caktı. Geleceğini sınırladığı o tarihi kutunun tamamen dışında olan bir iş bulabilirdi. Belki de gerçekten dekoras­ yona yönelirdi; gerçi Julianne Holmes Matthews’un yanında çıraklık yapması artık söz konusu değildi. Bayan Robin­ son ^’lık* günleri kesinlikle bitmişti. Büyük ihtimalle avukatlık yaptığı günler de...

Evie sonraki gün ofise girdiğinde Jamie tırnaklarını yi­ yordu. Evie, Jamie’nin bir süre oraya uğramayacağını dü­ şünmüştü; ayrıca araya hafta sonu da girince aralarında geçen şey o kadar da büyük bir mesele gibi görünmeyecekti. Ama hiç şansı yoktu. Masasına oturup derhal işe koyuldu ya da en azından koyulmuş gibi yaptı. “Evie,” diye fısıldadı Jamie. “Dışarıda konuşabilir miyiz?” Evie kâğıtlardan kafasım kaldırmadı. “Konuşacak bir şey yok,” diye mırıldandı. “Unutalım gitsin.”

* Mike Nichols'in. Charles Webb'in The Graduate (bizde "Mektepli" olarak basıldı) romanından sinemaya Aşk Mevsimi adıyla uyarladığı filmde, bir öğrenciyi baştan çıkaran olgun kadın, (ç.n.)

340 Aşk Burada Çekmiyor

“En azından beni bir dinle. Yaptığım şeyden dolayı ger­ çekten özür dilerim. Hiç hoş bir şey değildi. Kabul ediyorum. Sadece aramızda bir şey olduğunu sanmıştım. Sana çılgınca geldiğini biliyorum ama normalde kızların hareketlerinden anlayabiliyorum.” “Jamie, lütfen, Thane ofisinde. Şu an, hatta hiçbir zaman bu konuyu tartışmak istemiyorum.” “Hâlâ odamı görmek istiyor musun? Dairemizin fotoğ­ raflarını görmek istemiştin ya.” Telefonunu çıkarmak için arka cebine uzandı. “Hayır, hayır, hayır!” Tanrım, gerçekten bunu istemiş miydi? Çocuğun neden onu öpmeye kalkıştığına şaşırmamak gerekti. “Sanırım söylediğim her şeyi yanlış anladın. Çalış­ mam gerek Jamie. Tamzamanlı işi kabul etmeyeceğim ama yine de şu kontratı halletmem gerekiyor.” “Annem harika olduğunu düşünüyor bu arada.” “Gerçekten mi?” dedi kafasını kaldırarak. Hayır, Evie, odaklan. “Ne hoş,” diye ekledi daha duygusuz bir ifadeyle. İlk dersin üç dakika içinde başlayacağını haber veren zil çaldı. Jamie okul çantasını toparladı. “Gerçekten üzgünüm Evie. Barıştık mı?” “Barıştık,” dedi Evie ona temin edici bir şekilde gülüm­ seyerek. Jamie gerçekten de düzgün bir çocuktu. O beş yaş büyük, Evie de beş yaş küçük olsaydı... belki. Annesi onlar için nasıl bir ev tasarlardı acaba? Evie kendini çimdikledi. “Barıştık,” diye tekrarladı ve Jamie’nin her zamanki se-

341 Elyssa Friedland

lamlarından çaktı. “Eleanor, senin gibi bir erkek arkadaşı olduğu için çok şanslı. Umarım aranızdaki sorunları çözersiniz.”

Edward ve E vie, ilk buluşmalarında sinemaya gittiler. Edward onu almaya gelmeden önce bütün bir gün boyunca içinde bir huzursuzluk vardı. Acaba onun erişilemez oldu­ ğunu düşündüğü için mi ondan bu kadar etkilenmişti? Ya bir anda alnında çıkık bir damar ya da boynunda kıllı bir ben gö­ rürse ne olacaktı? Belki de sarımsak kokulu bir nefesi vardı ya da sohbetler sırasında Fransızca deyimler kullanıp dura­ caktı. Endişe verici bir buluşma öncesinde kendisine cesaret verici konuşmalar yapan arkadaşı Paul’du. “O seksi, sen sek­ sisin, o zaman sorun ne?” gibi şeyler söyleyip onu rahatla­ tırdı. Ama Evie’nin, özellikle de yardım istemek için onu aramaya cesareti yoktu. Eğer Paul onu terslerse, ki bunu yap­ ması beklenebilirdi, o zaman buluşmadan keyif alamazdı. Edward’la buluşmak için lobiye indiğinde zihninin nasıl da rayından çıktığını anladı. Onu, buluşma kıyafeti içinde öylesine rahat ve mükemmel bir şekilde görünce ona bir kez daha baktı. Rengi soluk kot pantolonu, mokasen ayakkabı­ larının hizasına geliyordu. Evie, kısa kabanının altındaki ekose gömleğini ve V yaka gri süveterini görebiliyordu. Kemik çerçeveli gözlüklerini taktığını görmek hoşuna git­ mişti. Yanaktan öpüştüler. “Selamlar,” dedi Evie; gerçekten de midesinde kelebek­ ler uçacak kadar heyecanlıydı.

342 Aşk Burada Çekmiyor

“Selamlar,” diye tekrarlan Edward da. “Harika görünü­ yorsun.” “Teşekkürler,” dedi Evie rahat bir tavırla; siyah kot pan­ tolonu, binici çizmeleri ve turkuaz rengi geniş yaka kazağı o gün denediği onuncu kıyafet değilmiş gibi görünüyordu. “Hazır mısın? Mısır almaya zamanımız kalsın istiyo­ rum,” dedi Edward onun sırtına dokunarak. “Mısır alamayacaksak hiç gitmeyelim,” diye şakalaştı Evie ve omuzlanndaki gerginliğin gevşediğini hissetti. Ran­ devuları, karanlık bir zamandaki iş görüşmesini andıran ilk buluşmalar gibi olmadığı için nasıl da mutluydu. Film, pamuk şeker kadar uçucu bir romantik komediydi. Mısır almak için kutuya uzandıklarında elleri birbirine değip durdu; sonunda Edward onun elini yakalayıp, “Hey, mısırım­ dan almayı bırak bakalım,” diye şakalaştı. Sonra da filmin sonunda elini tutarak sol bacağının üzerine koydu. “Bir şeyler yemek ister misin?” diye sordu Edward, si­ nemadan çıktıklarında. “Kesinlikle,” dedi Evie mısırla tıka basa dolu olmasına rağmen. Bir suşi restoranı buluncaya dek Broadway’de el ele dolaştılar. “Peki bunu Bette’ye söyleyecek miyiz? Yani buluştuğu­ muzu?” diye sordu Evie, baharatlı bir tonbalığını ağzına götü­ rürken. “Bu hafta onu iki defe gördüm ama bir şey söylemedim. Sanının önce aramızda bir çekim olduğunu görmek istedim.” Aslında Edward’la görüştüğünü ona söylemek için can atıyordu ve kendine engel olmak muazzam bir çaba gerektiriyordu.

343 Elyssa Friedland

“Çekim demek? Bu hoşuma gitti. Bette’ye söylemek ta­ mamen sana kalmış. Ama babaannenin kendisiyle epey gurur duyacağına eminim,” dedi Edward ve Evie onun ne demek istediğini merak etti. Acaba babaannesinin, hastalığının on­ ları bir araya getirmesine memnun olacağını mı söylemeye çalışıyordu? Çünkü bu kesinlikle doğruydu. “Yarın öğle yemeğinde onu göreceğim. Yahudi bir büyük­ anneden bir doktorla çıktığını gizlemek adeta bir suç sayılır.” “Sanırım bunu İbranice okulunda öğrenmiştim.” “Temple Israël mi? Ben de Fransız öpücüğünü orada öğ­ renmiştim.” Ağzına bir soya fasulyesi tıkarken Edward’i gü- lümsetmekten hoşnuttu. O gamzeyi her gün görmek onda bağımlılık yapabilirdi. “Ya da en azından okuldan sonra.” “İbranice okulunun evrensel bir ders programı vardı sa­ nırım .” . “İbranice okulu üzerinden de bir bağımız olduğuna göre artık bana gerçekleri anlatabilirsin. Ameliyat sırasında kim­ senin içinde bir şey unuttun mu?” “Bildiğim kadarıyla hayır,” dedi Edward. “Bir ameliyat sırasında ceptelefonum kaybolmuştu. Ama hastam yoğun ba­ kımda göğsünde bir telefon sesiyle uyanmış olsa haberim olurdu diye düşünüyorum.” Evie kahkahalara boğulduğunda fasulye tanesi nere­ deyse boğazına kaçıyordu. “Hiç görevini suistimal ettiğin oldu mu?” diye sordu. “Sadece bir defa,” dedi Evie birkaç yudum su içtikten sonra. “Ama müvekkil bunu gerçekten hak etmişti.”

3 4 4 Aşk Burada Çekmiyor

“Geçerli bir sebebin olduğuna eminim.” Edward yemek çubuklarıyla ustalıkla yosun salatasından bir parça aldı. E vie onun cerrah ellerini izlemekten hoşlanıyordu. Bütün o kor­ kunç haberlere rağmen bu kadar iyi zaman geçirdiğim için biraz suçluluk hissediyorum doğrusu. Ateşkes iki saat bile sürmedi herhalde. Berbat değil mi?” İsrail mi? Rusya mı? Irak mı? Evie şu an hangi kıtada bir savaş olduğunu bile bilmiyordu. Her sabah theSkimm si­ tesini okuduğu rutini artık olmadığından hiçbir şeyden haberi yoktu. Gerçek bir gazeteye abone olması gerekiyordu artık. “Korkunç,” dedi başını coşkulu bir şekilde sallayarak. “Ne diyeceğimi hiç bilemiyorum.” Buluşmaları son derece harika ilerledi. İkisi de Japon restoranındaki tatlıların berbat olduğunda karar kıldılar ve yemekten sonra, serin kasım ayına rağmen dondurma ara­ maya koyuldular. Şükran Günü’ne sadece bir hafta kalmıştı. Fran ile Winston, Beyaz İkizler anneleriyle birlikte olacakları için bir haftalık Galapagos turuna katılacaklarını haber ver­ mişlerdi. Evie’yi de davet etmişlerdi ama onların peşine ta­ kılmaktan rahatsız olurdu. New York’da misafir olan Bette’ nin bile planları vardı. Baltimore Hadassah Demeği’nden, şimdi Brooklyn’de yaşayan eski bir arkadaşı Bette’yi, briç grubuyla birlikte Şükran Günü yemeğine davet etmişlerdi. Evie muhtemelen Caroline’m ailesinin verdiği Şükran Günü ziyafetine katılırdı, her şeyin (hatta nedeni bilinmez bir şe­ kilde hindinin bile) ithal edildiği bu yemeğin Jack’in ikisi için pişirdiği son Şükran Günü yemeği kadar lezzetli olması

345 Etyssa Friedland

mümkün değildi. Kendini fazlalık gibi hissedeceğinden Mic­ haels ’lann yemeğine gitmekten zaten çekiniyordu, ama yine de evde tek başına oturmaktan iyiydi. “Evimi görmek ister misin?” diye sordu Edward, elle­ rinde dondurma külahlarıyla yürürlerken. “Buradan sadece birkaç blok ileride oturuyorum.” Evie’nin en sevdiği New York simgelerinden biri olan üçgen biçimli Apple Bank bi­ nasının arkasını işaret etti. Evie tereddüt ettiği anlaşılmasın diye külaha akan don­ durmasını yalamakla meşgul oldu. İşin gerçeği onun nerede yaşadığını görmek ve hatta bundan daha fazlasını yapmak için yanıp tutuşuyordu. Ama artık buluşmalarda nereye kadar ilerlemenin uygun olduğu hakkında bir fikri yoktu. Uzun za­ mandır oyun dışı kalmıştı. Jack’le birlikte olduğu sürenin yanı sıra son birkaç yıldır tamamen yabancı olan insanlarla birbirini tanıma buluşmalarına çıkmıştı ve bunlardan sadece birkaçıyla bir sonraki aşamaya geçmişti. Edward’la zaten ya­ lanlardı ama resmi olarak daha ilk romantik buluşmalarıydı. “Olur tabii, hadi gidelim,” dedi Evie kararsız görünme­ meye çalışarak. Edward, Evie’nin dairesinin sadece beş blok kuzeyinde yer alan ve kumtaşından bir binanın bütün bir katını kaplayan iki yatak odalı harika bir evde oturuyordu. Evie’nin, aynı semtte olmaları hoşuna gitmişti. Kuru temizlemeciye ya da eczaneye gittiklerinde defalarca birbirleriyle karşılaşmış ola-

346 Aşk Burada Çekmiyor

bilirlerdi. Ama Georgina’yla birlikteyken muhtemelen daha havalı bir yerde oturuyordu ve Evie, Edward’ ın yaşamının o dönemini düşünmemeyi tercih etti. Yaşadığı blok, eski sıra evlerle doluydu; birkaç sabırsız ev sahibi, şimdiden noel ışıklarını asmıştı. Tıklım tıkış cad­ deleri ve sınırsız oyalanma seçeneğiyle New York şehri, yine de tatil zamanlarında dünyanın en yalnız mekânlarından biri gibi olurdu. Manhattan çok geçmeden dev bir Noel ağacı gibi aydınlanacaktı ve şehrin en ayaklan yere basan, mantıklı sa­ kinleri bile kendilerini bu kör edici ışıklara kaptırabilirlerdi. Evie ise kendini Edward’a kaptırmak istiyordu. Tatil döne­ mini birlikte geçirmeyi çok istiyordu. “İşte burası,” dedi Edward, paltosunu çıkarırken. “Dur seni gezdireyim. Dekorasyonu iyileştirmeye yönelik her türlü öneriye kesinlikle açığım.” Edward ona, bir aradaki oturma ve yemek odasını, mut­ fağı, yatak odasını ve sonunda da Olivia’nın odasını gösterdi. Küçük kızın odası hariç her şey nötr renklerdeydi ve canlı­ lıktan yoksundu; adeta Edward mobilyaları doğrudan Pottery Bam katalogundan sipariş etmiş gibiydi. Öte yandan Oli­ via’nın odası muhteşemdi. Duvardan duvara halısı morumsu pembeydi, mobilyalarsa krem rengi lake kaplı ahşaptandı. Bütün detaylar, gül rengi tonlarındaydı. “Burası büyüleyici,” dedi Evie. “Küçük bir kızın hayal­ lerindeki oda.”

347 Elyssa Friedland

Edward kızardı. “Teşekkürler. Onun için özel bir yer olsun istedim. Bu oda için iç mimar bile tuttum. Seni o zamanlar tanımıyor olmam ne kötü.” “Bence harika bir iş çıkarmışsın,” dedi Evie onun beline sarılarak. Onun evinde fiziksel bir temas başlattığı için kendi kendine şaşırmıştı ama bu olağanüstü adamın kızına duy­ duğu bu bariz sevgiyi izlemek gerçekten de çok seksiydi. Öpüşmeye başladılar. Başta yumuşak, tatlı dokunuşlardı sadece ama gittikçe daha tutkulu ve sabırsız bir şekilde öpüş­ meye başladılar. Edward onu elinden çekiştirince Evie onu yatak odasına götürdüğünü sandı. Ama bunun yerine, Oli- via’nın raflarına tünemiş olan Minnie Mouse’un ve Kâşif Dora’nın meraklı gözlerinde uzağa, oturma odasının kane­ pesine yerleştiler. Edward eliyle sırtını okşadığında Evie onun biraz daha tutkulu olmasını ve elini gömleğinin içine sokmasını umdu. İsteği gerçekleşti. Edward ellerini göğsünde gezdirmeye, sut­ yeninin dantelini çekiştirmeye başladı. Edward elini sutyen­ den içeri sokup göğüslerini okşamaya başlayınca Evie’nin soluğu kesildi. EdwardTn yumuşak ve hassas dokunuşları gitgide yo­ ğunlaştı; sonunda Evie, göğüslerinin olgun olup olmadıkları kontrol edilen kavunlar gibi hissetti. Hızla ondan uzaklaştı.

348 Aşk Burada Çekmiyor

“Kitle mi arıyorsun yoksa?” “Ne? Hayır tabii ki de.” Edward şoke olmuş gibi görü­ nüyordu. Evie ona suçlayıcı bir bakış attı. “Peki, peki. Belki biraz bakmış olabilirim. Mesleki de- formasyon. Ama söz veriyorum bir daha yapmayacağım.” Sanki silahını çekmiş bir polisin karşısındaymış gibi ellerini havaya kaldırdı. “Pekâlâ,” dedi Evie ve tebessüm etti. Aslında bu çok ko­ mikti. Kesinlikle unutmayacağı bir ilk buluşmaydı. Rahatla­ yıp onu kendine doğru çekti. Edward, köprücükkemiğinden boynuna doğru öpücükler kondurdu. “Bu konuda ne yaptığımı bildiğimden emin olabilirsin,” diye fısıldadı Edward, kulağına geldiğinde. “Tabii kitle ko­ nusunda da iyiyim ama şu an bunu kastediyorum.” Edward onu öpmeye devam etti ama Evie yine gerilmişti. “Her şey yolunda mı?” diye sordu Edward. “Peki bir şey hissettin mi? Yani bir kitle falan?” “Gerçekten hiçbir şey yoktu. Ama artık otuz beş yaşmda olduğun için şu mamogramı çektirmen gerek.” “Otuz beş falan değilim,” diye haykırdı. “Otuz dört bu­ çuğum,” diye ekledi daha cılız bir sesle. “Vay canına, sadece Olivia’nın buçuklu yaşlar kullan­ dığını sanıyordum.” Artık birbirlerinden uzaklaşmışlardı ve her ikisi de sanki

3 4 9 Elyssa Friedland

yıldızlan izlermişçesine tavandaki ışıklara bakıyorlardı. “Yani kitle yok öyle mi?” diye sordu yine Evie. “Fark edilir bir kitle yok.” Edward duraksadı. “Peki ama neden sana önerdiğim doktora gitmedin?” “Gitmediğimi nereden biliyorsun?” “Kontrol ettim.” “Doktor hasta gizliliği diye bir şey yok muydu?” “Ah, sen ona gerçekten inanıyor muydun?” diye sordu Edward gülerek. “Tabii ki şaka yapıyorum.” “Umanm öyledir!” diye haykırdı Evie gözlerini şaşkın bir ifadeyle açarak. “Tabii ki şaka,” dedi Edward. “Biliyor musun, ilk bu­ luşmada göğüs muayenesi yapacak kadar önemsediğim bir kız hiç olmamıştı. Yani bu oldukça sıra dışı bir durum.” “Eh, belki de ben sıra dışı bir kızımdır,” dedi cilveli bir tavırla. “Ben de bu yüzden senden hoşlanıyorum,” dedi Edward ve çenesinden tutup onu kendine çekti. “Bu durumda,” diye fısıldadı Evie yüzleri birbirinden bir santim uzaklıktayken, “Kalçamdaki beni de kontrol et­ meni çok isterim. Sanırım büyüyor.” “Sorun değil,” dedi Edward. “Ama önce öpüşsek senin için sorun olur mu?” “Ah,” diye kıkırdadı Evie. “Bu çok hoşuma gider.” Ed- ward’m kendisini yönlendirmesine izin verdi ve ateşli öpü-

350 Aşk Burada Çekmiyor

cükler, gözü dönmüş dokunuşlar ve tutkulu sarılışlara bıraktı kendini. Nihai birleşmeye ramak kala durdular. Gece yarısına doğru Evie gitmek üzere kalktı; Edward onu taksiye bindirmek için aşağıya indi. Evie’ye bu harika gece için teşekkür etti. Evie özgüveni pompalandığından şu şüpheli beni kontrol etmesini tekrar istemeyi düşünmüştü ama şaşırtıcı bir şekilde kendisini tuttu ve gecelerini bir başka buluşma için sözleşerek sonlandırdılar.

351 c

ON ALTINCI BÖLÜM

Son yıllarda Evie’nin, hatırlayabildiği kadanyla kendini mutlu hissettiği ilk yılbaşı arifesiydi. Hırslı ve gerçekleşmesi imkânsız niyetlerle dolu bir liste hazırlamasına ihtiyacı yoktu. Bir önceki yıl yalnızdı, Jack’ten yeni ayrılmıştı ve sudan çıkmış balık gibiydi. Ofiste kafasını gömecek bir proje bulmuş ve yeni yılı masasında kutlarken yalnız bir hademe de çıplak ayaklarının altını elektrik süpürgesiyle süpürmüştü. Jack’le birlikteyken de durum daha parlak değildi. Bir­ likte kutladıkları ilk yılbaşında, JAK’tan bir saat bile ayrıla­ mayacağını söyleyerek Caroline’ın evindeki partide ona eşlik etmeyi reddetmişti. İkinci defasındaysa Jack bütün bir gece keyifsizdi; çünkü İtalya’dan sipariş ettiği trüf mantarları gel­ memiş, fıks mönüsünü mahvetmişti. Mantar fiyaskosundan bir gün önce Jack’in annesi tekrar evleneceğini haber verdi­ ğinde Jack onun aynı hatayı ikinci kez yapmak için bunamış olması gerektiğini söylediğinde zaten Evie’nin keyifli bir gece geçirmeyeceği açıklık kazanmıştı. En azından bu yıl farklıydı. Geceyi, hoş bir akşam ye-

352 Aşk Burada Çekmiyor

ineği yiyip Times Square’deki zaman topunun düşmesini iz­ lemek için 23.30’da eve dönmekten keyif alacak olan Ed­ w ard’la geçirecekti. Bu onların beşinci buluşmaları olacaktı. Evie bunun, onunla yatacağı buluşma olacağını hayal ediyordu. Önceki buluşmaları eşsiz geçmişti ve tahmin edildiği gibi Bette de, Edward’la görüştüğünü söylediğinde çok mutlu olmuştu. “Ah, Evie, beni nasıl mutlu ettin anlatamam,” demişti. Sinema buluşmasının ardından bovling ve bira gecesi yapmışlardı. Bir hafta sonra da Edward’m arkadaşlarından birine ait olan Central Park’ın batısındaki bir dairede Macy’nin Şükran Günü Geçit Töreni’ni izlemiş, daha sonra da Edward, hastanede nöbetçi olduğundan hastane kafeter­ yasında Şükran Günü yemeği yemişlerdi. (Caroline, Evie’nin yemeği ekmesine hiç bozulmamıştı.) Edward kendi tepsisin­ deki ve Evie’nin tabağından kalan hindiyi, iç harcı, tatlı ekşi sosu ve tatlı patates payını silip süpürürken geleneksel Şük­ ran Günü yemeklerinin hepsine nasıl da bayıldığını itiraf ederken insanların bu güzelim yemekleri senede sadece bir defa yemelerinden yakınmıştı. Buluşmanın en harika anı, Evie’ye bir sonraki Şükran Günü’nde nöbetçi olmadığını ve onunla birlikte düzgün bir şekilde kutlamaya can attığını söy­ lemesi olmuştu. Adeta kristal küresine bakıp orada Evie’nin yüzünü net bir şekilde görüyor gibiydi. Son buluşmalarında -o önemli buluşma olacağını düşündüğü gece- Central Park’ta bir at arabasıyla gezintiye çıkmışlardı. O gece bek- k 353 Elyssa Friedland

lenmedik bir şekilde Olivia da onlara katılmıştı çünkü annesi bir Noel partisine katılabilsin diye Edward’dan kıza göz kulak olmasını istemişti. Edward buluşmalarını iptal etmek istemişti ama Evie bunu duymak bile istemedi. Üçü birlikte New York’taki Noel dönemini turistler gibi kutlamak üzere o soğuk akşamda dışarı çıkmışlardı. Olivia, başı Evie’nin kucağında uyuyakaldığında Evie daha önce hiç hissetmediği bir huzur duymuştu. Küçük kızın göğsü inip kalkarken Evie onun bukleli sarı saçlarını okşa­ mış, inanılmaz derecede yumuşak yanaklarında parmaklarını gezdirmişti. Bunların hiçbirini Edward’a hoş görünmek için yapmamıştı. Olivia’nm adeta tutsağı olmuş, tiz sesinden, inkâr edilemez sevimlilikteki gramer hatalarına kadar bu ufaklığın her şeyine bayılmıştı. Hisleri karşılıklı gibiydi. Oli­ via, at arabasındaki gezileri boyunca Evie’nin elini tutmuştu ve Edward bakmadığında birazcık ‘kafein’ denemek için fı­ sıltıyla yalvararak Evie’nin kahvesinden gizli bir yudum al­ mıştı. Evie için kendisini Gold’ların aile albümünde hayal etmek çok kolay olmuştu; fakat Edward’in telefonu çalınca Evie gelen mesajı görüp biraz bozulmuştu: O'nun çan­ tasından hipopotamını çıkarmayı unutma ve ona annesinin onu çok özlediğini söyle lütfen. G. ” Edward mesajı okuduk­ tan sonra uzanıp Evie’nin elini sıkmıştı. Evie bunun kendi­ sini rahatlatmak için mi yapıldığını, yoksa öylesine bir hareket mi olduğunu bilememişti. Evie’nin içini huzursuz eden başka bir şey de her şeyin sorunsuzca ilerlemesiydi. Edward oyunlar oynamıyordu.

354 Aşk Burada Çekmiyor

Bağlanmaya karşı fobisi olduğunu itiraf etmemişti. Bir daha asla evlenmeyeceğini söylememişti. Arayacağını söyledi­ ğinde arıyordu. Evie’ye ondan ne kadar hoşlandığını söylü­ yordu. Sohbet ederken hiç zorlanmıyorlardı. Birbirlerini güldürüyorlardı, hem de çok. Evie, onun yanındayken olduğu halinden hoşlanıyordu. Ama Evie, ilişkilerinin böyle rahat ilerlemesinden keyif almak yerine sürekli olarak kendine her şeyin yolunda gitmesinde yanlış bir şey olmadığını, New York buluşmalar dünyasında neredeyse on üç yıla katlandık­ tan sonra böyle keyifli olmayı hak ettiğini hatırlatmak zo­ runda kalıyordu. Sadece Edward’la çıkmak, Jack’le çıkma­ nın tam tersiydi. Jack’le birlikteyken mazoşist bir şekilde Jack ilgisiz davrandıkça ve ulaşılmaz oldukça ona daha çok bağlanmıştı. Edward’laysa adam kendini ona teslim ettikçe ve birbirlerine yakınlaştıkça ondan daha çok hoşlanıyordu. Yılbaşını Edward’la birlikte geçirecek olmanın heyeca­ nını sadece Stasia ve Paul’la olan soğukluğu gölgeliyordu. Stasia yalnızlığa alışkın değildi ve yılbaşı gecesinde terk edil­ miş birisi olmak da gerçekten kötü bir his olmalıydı. Evie, sabah ilk iş nasıl olduğunu sormak için onu aradı ama tek ça­ lıştan sonra sesli mesajın devreye girmesine de hiç şaşırmadı. Evie, onu Tracy’nin oğlunun doğumundan birkaç hafta sonra aradığında da aynı şey olmuştu; o günden beri ilk olarak bu sabah tekrar aramış olmaktan dolayı utandı. Henry daimi ola­ rak memesine yapışık olduğundan bir dakika bile konuşama­ yan Tracy, Rick’in taşındığını ve spor salonunda bisiklet eğitmeni olan yirmi iki yaşındaki sevgilisinin yanına yerleş-

355 Elyssa Friedland

tiğini söylemişti. “Nasıl da klişe,” demişti Tracy. Evie, Sta- sia’nın nasıl boktan hissettiğini düşününce kötü oldu ve onu iyi hissettirmek için yapabileceği hiçbir şey olmadığını bil­ diğinden daha da kötü oldu. Paul, hisleri incindiğinde genellikle küserdi o yüzden Evie, onun eşiyle işleri yoluna koymak üzere George’u aradı. Ama George da telefonu açmadı. Caroline geçen hafta arayıp bebeklerinin erken geldiğini söylemişti (bu da Evie’nin gö­ zünün önünde FedEx kutusundan fırlayan ağlayan bir bebek belirmesine sebep olmuştu) ve görünüşe bakılırsa taze baba­ ların işleri başlarından aşkındı. Evie’nin her iki durum kar­ şısındaki ilgisizliği bu arkadaşlıkların ancak yeni yılda düzelecekleri anlamına geliyordu; Stasia ve Paul’un yeni yıl niyetleri arasında affetmenin de yer almasını umuyordu. Gerçi bunu .hak ediyor değildi. Yıllar boyunca arkadaşlarının iyiliklerine alışmış biri olarak en azından son dönemde on­ lara çok rezilce davranmıştı. Oysa onlar hem babasının ölü­ münden hem de Jack’le ayrılığından sonra onu tekrar yaşamla barıştırmış, dibe battığı yalnızlığı sırasında ona eşlik etmişlerdi. Edward’la işler nasıl giderse gitsin bu arkadaş­ lıklarını düzeltmek öncelikleri arasında olmalıydı. Edward o gece için nerede rezervasyon yaptırdığını söy­ lememişti ama oldukça hoş bir yere gideceklerini tahmin edebiliyordu. Onun için süslenmeye can atıyordu. Edward’ın kendisini giyinip kuşanmış olarak gördüğü tek zaman Bette’nin ameliyat gününde, asla çekilmeyen o fotoğraf için kokteyl elbisesini giydiği zamandı. Buluşmalarının saba-

356 Aşk Burada Çekmiyor

hında dolabını karıştırırken ev telefonu çaldı. Ahizeyi kaldır­ dığında tek duyduğu ağlama sesiydi. “Kimsiniz?” “Evie bana yardım etmelisin,” dedi Caroline heyecanla. “Çare ne oldu?” diye sordu Evie kulağındaki ahizeyi sı­ kıca kavrayarak. “Jerome beni öldürecek. Ben ne yapacağım? Bu gece iş gezisinden dönüyor,” dedi Caroline öksürerek ve tekrar ağ­ lamaya başladı. “Sakin ol. Neler oluyor? Neden kocan seni öldürüyor?” Evie kendini bir başka ihanet hikâyesi duymaya hazırladı. “Çünkü 400.000 dolar kaybettim,” diye ağladı tele­ fonda. “400.000 dolar gidiverdi.” “Nasıl olur bu?” Caroline’m hıçkırıkları gürültülü burun çekişlere dö­ nüştü. “Oraya geleyim de sana bütün hikâyeyi anlatayım.” “Tabii, olur, evdeyim. Yılbaşı için hazırlanıyordum.” “Ah, doğru ya, o bu geceydi. Ama Jerome beni öldüre­ cek.” Musluklar yine açılmıştı. “Merak etme. Birazdan görüşürüz.” İki dakika sonra Evie kapısının çalındığını duydu. Mas­ karaya bulanmış, kıpkırmızı yüzüyle Caroline titreyerek ka­ pısında dikiliyordu. Normalde fönlü olan saçları temel mimari prensiplerine meydan okuyan bir topuzla toplanmıştı. Evie arkadaşını, üniversitedeki pazar günü kahvaltılarından beri hiç bu kadar dağıtmış bir halde görmemişti.

357 Elyssa Friedland

“Nasıl bu kadar çabuk gelebildin sen?” “Aşağıda, arabadaydım. Evde değilsen gelinceye kadar beklerim diye düşünmüştüm. Gerçekten yardımına ihtiyacım var.” Evie’nin koltuğuna çöküverdi ama bir dakika sonra tek­ rar kalktı. “Burası harika. Zevkin gerçekten çok güzel,” dedi Ca­ roline. “Bu yastıklara bayıldım. Nereden aldın?” “Şey, teşekkürler. Ama evimi daha sonra konuşabilir miyiz? Jerome’la aranda neler olduğunu anlat çabuk.” Caroline ilgisiz bir şekilde Evie’nin televizyonun üze­ rindeki duvar raflarında sergilediği şarap kadehlerini incele­ meye koyuldu. “Çare? Bana histerik bir halde aradın. Şimdi de evimi övüyorsun. Neler oluyor böyle?” Caroline, Evie’nin kanepesinin bitişiğindeki koltuğa at­ ladı. “Ah, bu da çok rahatmış. Dana derisi mi bu?” Evie yanıt vermeyi reddederek ters ters baktı. “Peki, peki. Anlatayım. Haftaya Jerome’un doğum günü, o yüzden ben de onun için özel bir şey yapmak istedim. Bir süredir evdeki ofisini yenilemekten bahsediyordu ama ona vakit ayıramayacak kadar yoğundu. Bu yüzden ben de onun...” diye duraksadı Caroline, sonra da devam etti. “Aman ya, ne olacaksa sanki?” Kendi kendine konuşur gi­ biydi. “O koruma fonu konferansı için Gstaad’dayken onun altmış beşinci yaş günü için ofisini yeniden dekore ettirece­ ğimi söyledim.”

35 8 Aşk Burada Çekmiyor

Jerome bu kadar yaşlıydı demek! Caroline ilk tanıştık­ ları zamandan beri onun yaşı hakkında çok ketum davran­ mıştı. JCM Capital’m web sitesinde ya da onun hakkındaki makalelerde bile yaşına dair tek kelime yoktu. Şimdi öğren­ diğindeyse, aralarındaki otuz bir yaş farka tahmin ettiği kadar şaşırmamıştı. Arkadaşı mutlu bir evlilik sürüyordu. Bu açıktı. Gerisiyse -biyolojik detaylar, geçmişe dair ıvır zıvırlar, New York Times düğün haberleri- asıl önemli olan şeyi gölgeleyen teferruatlardı sadece. “Neyse işte Pierre-Louis Von Warburg adında bir deko­ ratör buldum,” dedi Caroline tiksintiyle. “Bizi Kiki Krauss tanıştırdı. Yanında sürekli şu Malta köpeğini taşıyan arkada­ şımı hatırlıyor musun? Hani Jack onun genç Cruella de Vil* gibi göründüğünü söylerdi.” Jack bunu her zaman yapardı. Bu Hintli Mickey Roo­ ney’ye benziyor; şu sıska Oprah gibi görünüyor. Evie ateşli bir şekilde ona katılırdı he zaman. Ama acaba hiç tutturduğu oluyor muydu? Karısı Zeynep, en azından resimlerde, ano- reksik Padma Lakşmi’ye benziyordu. Acaba bu benzerliği de fark etmiş miydi? Evie başıyla onayladı. “Her neyse, Pierre o kadar revaçta biriymiş ki ancak bir müşterisi aracılığıyla tanıştığı kişilerin evini yapmayı kabul ediyordu. Jerome’un ofisini yapmayı kabul edince aşın he­ yecanlanmıştım.” Evie gözlerini devirdi. “Care, mağaranın tavanını boya-

*101 Dalmaçyalı daki kötü kalpli modacı, (ç.n.)

359 Elyssa Friedland

ması için Michelangelo’yu hayata döndürmüşsün gibi konu­ şuyorsun.” “Dalga geçme Evie. Bu iş ciddi. Benim müsrif oldu­ ğumu düşündüğünü biliyorum, belki de gerçekten öyleyim- dir. Ama şu an gerçekten yardımına ihtiyacım var. Hem bu arada yerinde olsam bana kötü davranmazdım. Çünkü şu anda senin resmen tek arkadaşınım.” Evie titredi. Caroline haklıydı; hatta sadece dakikalar önce Stasia ve George telefonuna yanıt vermeyerek bunu ka­ nıtlamışlardı. “Haklısın, affedersin. Devam et.” “Neyse işte, birkaç kez buluştuk ve bana sipariş edece­ ğimiz şeylerin resimlerini gösterdi. Ben de Kiki’ye teşekkür ettim ve hatta onu öğle yemeği için Degustation’a bile gö­ türdüm.” . “Ne yaptın?” Evie yerinden sıçradı. “Jack’in restoran­ larından uzak durmaya karar verdiğimizi sanıyordum.” “Çok üzgünüm, biliyorum. Ama Kiki oraya gitmek is­ tedi. İnan bana şu an çok pişmanım. Beni affettin mi?” “İyi, tamam. Sorun değil.” İşin aslı, Edward’la çıkmaya başladığından beri Jack aklına gittikçe daha az geliyordu. Ama şimdi merakı kabarmıştı. “Yemekler nasıldı? İçerisi güzel miydi?” “Tatlım berbattı. Et çok pişmişti, salatalar pörsümüştü. Eminim bir yıla kalmadan kapanır. Kiki kaz ciğerinde bir saç kılı bile buldu.” Evie, Jerome’un iş arkadaşı Harry’nin, eski sevgilisiyle barıştığı için kendisini aramadığını söylediğin-

360 Aşk Burada Çekmiyor

den beri Caroline’in Texas şivesini duymamıştı. “Acaba söylediklerinin tek bir kelimesi doğnı mu?” “Hayır,” dedi Caroline kafasının sağa sola kederli bir şekilde sallarken. “Yemek enfesti. İçerisi de büyüleyiciydi. Üzgünüm.” “Jack orada mıydı?” “Hayır tatlım.” Caroline nazikçe Evie’nin dizine do­ kundu. “Jack’i görmedim.” “Sorun değil. Gerçekten. EdwardTa birlikte olduğum için o kadar heyecanlıyım ki Jack’in başarısını bile göz ardı edebiliyorum. Neyse sen şu Korkunç Pierre’den bahset biraz daha.” “İşte böylece mobilyaların ücretini önceden ödedim, ki normalde de böyle oluyor sanırım. Ve hepsi 400.000 dolara mal oldu.” “Tanrı aşkına Care, ne ısmarladın acaba? Som altından büfe mi?” “Hayır. O bile yok işte. Altı üstü birkaç mobilya. Ama Pierre mobilyaların hepsinin Viyana’da dünyanın en önde gelen mobilyacılarından birine özel sipariş olarak yaptırıldı­ ğını söyledi.” “Dur tahmin edeyim, eşyalar gelmedi.” “Aynen öyle. Her şeyin dün gelmesi gerekiyordu. Ben de bütün gün evde oturup onları bekledim. Gelen giden ol­ madı. Pierre’in cep ve ofis telefonlarını aradım ama ikisi de bağlanmadı. Kiki’yi aradım. Kâhyası onun bir tatile çıktığını ve kendisine ulaşılamadığını söyledi. Sanırım benim paramı

361 Elyssa Friedland

alıp kaçtılar. Jerome da yann geliyor ve eve geldiğinde yeni ofisini göreceğini sanıyor. Bütçeyi önceden konuştuğumuz için de ne kadar para harcadığımı biliyor. Yani o farkına var­ madan yerine bir şeyler koyamam. Benim aptalın teki oldu­ ğumu düşünecek.” “Çare, Jerome anlayacaktır. Bu senin hatan değil.” “Ama öyle. Şirketin ofislerini tasarlayan dekoratörle ça­ lışmak istemişti. Adı Julianne’mıymış neymiş.” “Holmes-Matthews mu?” diye sordu çenesini sıkarak. “Evet o. Ama ona itiraz ettim. Kiki, Pierre’in en iyisi ol­ duğunu ve Avrupa’daki en lüks mekânları tasarladığını söy­ lemişti. Jerome yine de adını hiç duymadığı biriyle çalış­ maktan hoşlanmadığını söylediyse de bir hafta başının etini yedikten sonra sonunda boyun eğmişti.” “Çare, yine de anlayacaktır. 400.000 dolar kaybettiniz diye Grace ile Pippa’ya bakamayacak hale gelecek değilsiniz ya.” “Elbette öyle. Ama anlamıyorsun. Yaşı çok daha büyük biriyle yaşamak zor olabiliyor. Sanki, ne bileyim, ona tabiy­ mişim ya da kendimi kanıtlamam gerekiyormuş gibi hisse­ debiliyorum.” Caroline’ın histeri krizi geçmişti ama şimdi yanaklarından birkaç damla yaş süzüldü. Sabahın doku­ zunda, Evie hâlâ kahvesini içmemişken böyle bir manzara oldukça dramatikti. Evie mendil kutusunu getirdi. Arkadaşının yanına çö- melip Caroline’ın yüzündeki kara kömürleri sildi. “Şunu unutma ki Jerome’dan daha genç olabilirsin ama

362 Aşk Burada Çekmiyor

sen her şeyi başarabilecek birisin. Harika bir eğitim aldın ve evlenmeden önce de Goldman Sachs’da yatırım bankacısıy- dın. Tann aşkına bunları hatırlasana.” “Teşekkür ederim. Bunları duymak iyi geldi.” “Bunu düzeltmene yardım etmek istiyorum ama ne ya­ pabilirim ki?” diye sordu Evie. “Yani dünyadaki kimsenin zevki seninki kadar iyi değil. Yale Daily News'un üniversite ikinci sınıftayken yurt odanın fotoğraflarını çektiğini hatırlıyor musun? Şu daireni nasıl de­ kore ettiğine baksana. Tıpkı bir mobilya mağazası gibi gö­ rünüyor. Babaannenin evini de bir günde bambaşka bir yere dönüştürdün. Ayrıca Tracy’nin sınıfı da var, gerçi orayı bir an önce gelip görmek istiyorum. Bu arada Brighton’daki işi neden geri çevirdiğini anlatmadın.” “Biraz karışık. Özetle, faturaları ödemenin dışında da keyif alabileceğim bir kariyer bulmak için şöyle etraflıca bir düşünüp taşınmaya hazınm diyebilirim. Yani pazar günleri canımın sıkılmasına sebep olmayan bir işte çalışmak istiyo­ rum artık.” “O halde bol şans. Çok daha iyi bir şey bulacağına emi­ nim. Daha yaratıcı bir alanda çalışman gerek. Ben her zaman böyle düşündüm.” “Edward da böyle düşünüyor. Ama benden bahsettiği­ miz yeter. Konumuza dönersek, şimdi benden bir gün içinde Jerome’un ofisini mi dekore etmemi istiyorsun? Hem de ne kadar bütçeyle? 1000 dolar falan mı?” “Hayır, saçmalama,” dedi Caroline elini sallayarak. “On

363 Elyssa Friedland

bin. Jerome’un bilmediği, kenara ayırdığım biraz param var. Kara günler için yani.” Rahatsız olmuş gibi görünse de devam etti. “İlk evlendiğimde annemin tavsiye ettiği bir şeydi bu. Bana şöyle demişti: ‘Caroline Ashley Jones, Çin’deki bütün çaylara sahip biriyle evleniyor olabilirsin ama eğer Çin’den atılacak olursan bu hiçbir işine yaramaz.” “Bu tam da babaannemin söyleyebileceği türden bir şey,” diye güldü Evie. “Sanırım hayat tecrübesi olan herhangi bir kadının söy­ leyebileceği bir şey bu,” dedi Caroline kederli bir şekilde. “Peki bana yardım edebilir misin?” “Hiç sorun değil. Elbette ki bir günde, 10.000 dolarla 400.000 dolara mal olmuş gibi görünen bir yere benzetebili­ rim. O iş halledince de kanserin çaresini bulacağım ve bir de gezegen keşfedeceğim. Duyduğum kadarıyla Plüton’u liste­ den çıkarmışlar.” “Lütfen, çaresiz durumdayım. Bana yardım etmelisin.” “Yardım etmek isterim ama ben dekoratör değilim. İyi zevkimin olması beni dekoratör yapmıyor. Nereden başlaya­ cağımı bile bilmiyorum.” Ki aslında bu pek de doğru sayıl­ mazdı. Kafasının içinde, en son çıkan Crate & Barrel katalogunda gördüğü nikel dikişli, şarap rengi dinlenme kol­ tuğunu Jerome’un ofisinin köşesine yerleştiriyordu bile. Ofis, Restoration Hardware’de gördüğü ahşap halkaları olan, ka­ dife, çizgili güneşlikler ve ABC Carpet’taki sisal lifinden kilim sayesinde de hem maskülen hem de sıcak bir havaya bürünecekti. Jerome’un ofisi güney cepheye bakıyordu ve

364 Aşk Burada Çekmiyor

güneş ışıkları mobilyaların koyu tonlarını mükemmel bi­ çimde tamamlayacaktı. Proje aslında Evie’ye keyifli geli­ yordu. Tabii başka bir gün olsaydı. Ama bugün randevusuna hazırlanmalıydı. “Merak etme. Jerome oturup kilimlerin liflerini kontrol edecek değil. Lütfen,” diye sızlandı Caroline. Evie’nin beş yıl önce West Village’taki bit pazarında bulduğu art deco tar­ zında, kıymetli duvar saatine baktı. “Bak, eğer beşten önce bitirebilirsek seni bu geceki balonun yıldızı yapabilirim. Bergdorf Goodman’a gideriz. Hangi elbiseyi istersen onu alı­ rız. Sonra da üst kattaki salona çıkıp saçlarını, makyajını ve tırnaklarını yaptırırız. Her şey benden.” “Yeni ayakkabılar da ısmarlayacak mısın bari?” dedi Evie yan şaka yarı ciddi. “Elbisen için topuklular, ertesi gün Jerome’un yeni ofi­ sini ne kadar beğendiğini görmek için gelirken giymen için de babetler.” Caroline sevimli yavru köpek ifadesi takındı. Evie pencereden dışarı baktı. Meteorolog havanın eksi yedi derece olacağını söylemişti ve gerçekten de havadaki acı soğuğu görebiliyordu insan. O öğleden sonra kar yağması bekleniyordu. Alışveriş cümbüşü için şehirde gezinti yapıla­ cak bir hava değildi yani. Ama sonra Baker Smith’teki fiyas­ konun ardından Caroline’m evine gelip onu zorla, çok ihtiyacı olduğu spa gününü götürdüğü zamanı hatırladı. Ca­ roline ağlayarak içeri girdiği andan itibaren ona yardım et­ meyi zihinsel olarak kabul ettiğini fark etti. Yoksa neden Caroline ona olanları anlatırken pijamalarını çıkanp üzerini

365 Elyssa Friedland

değiştirsindi ki? Daha iyi bir arkadaş olmaya yemin etmişti ve şimdi başlamak için en iyi andı. “Aman ya, hadi yürü alışverişe gidelim.” Caroline kollarını Evie’ye doladı, sonra ikisi birden pal­ tolarını ve şapkalarını aldılar. “Ama bir şey daha var,” dedi Caroline, caymasını en­ gellemek istercesine onun koluna girerek. “Neym iş?” “Bütün ofis feng şuVye göre düzenlenmeli. Dengeli çi Jerome’un koruma fonu için faydalı mıymış neymiş.”

Evie ve Caroline yaklaşık altı saattir Manhattan’daki bütün makul fiyatlı mobilya mağazalarını araştırdıktan sonra, son mağaza olan Bloomingdales’e gelmişlerdi. Zemin katta, kendilerine gardenya, vanilya ve amberçiçeği bulutlan ar­ dından “mutlu yıllar” dileyen parfüm fısfıslarının saldınsına uğradılar. Bu kanşık buket Evie’nin başına ağrılar soktu ve enerjisini hızla kaybediyordu. Pierre’in piece de resistance olacağına söz verdiği ve Caroline’ı sırf bu parça için 50.000 dolar sökülmeye ikna ettiği bir “bureau plat” arıyorlardı. Caroline bu parça için o kadar heyecanlanmıştı ki Jerome’a söylemeden edememişti. Şimdiyse bunu bulmak Evie’ye kal­ mıştı. Üstelik harcamak için sadece 212,39 dolar vardı. “Yardım için birini çağırayım mı?” diye seslendi Caro­ line yorgun ve bitkin bir sesle. Yatak departmanındaki bir ya­ tağın üzerine yığılmış, Frette’nin üzerinde kestirmeye çalı-

36 6 Aşk Burada Çekmiyor

şıyordu. Evie birkaç metre uzaklıktaki bronz kitap destekle­ rini inceliyordu. “Olabilir. Doğrusu bir tane bulabilecek kadar şanslı ol­ duğumuzu sanmıyorum. Ama yine de bir sorabiliriz her­ halde.” Cam ürünler bölümündeki yaşlı satış görevlisine doğru yöneldi. “Tek umudumuz Jerome’un bureauplaCin ne olduğunu bilmemesi. Böylece güzel bir lamba alıp bunun bu­ reau plat olduğunu söyleyebiliriz.” Evie o tarafa yaklaşırken porselen bölümünde cıvıltılı bir ses çınladı. “Kayıt için yardım alabilir miyim lütfen?” satış görevlisi, tiz sesli cıvıltıya bakmak üzere döndü. “Nişanlımla hangi deseni seçeceğimize karar vereme­ dik,” dediğini duydu kızın. Evie şakadan kusacak gibi oldu. O aptal fiyat tabancalarıyla birlikte bir mağazada gezerek atış talimindeymişçesine hediye seçen nişanlı bir çiftten daha kötü bir şey yoktu. Tanıdık bir erkek sesi sohbete katıldı. “Evet, hem yemekli davetlerde hem de aile olduğu­ muzda günlük olarak kullanabileceğimiz bir takım bakıyo­ ruz.” “Aaah. Ne tatlı,” dedi kız ve Evie, kızın öpücüğünün se­ sini resmen duydu. Kız tabakların bulunduğu uzun rafın ardından ilk çıkan oldu. Parlak mor, balıkçı yaka kazak, zeytin rengi pantolon giymiş ufak tefek, kızıl saçlı bir kızdı; Banana Republic’in katalogunda Noel hediyeleri saran kızlara benziyordu. Belki de burnunun üzerindeki çillerden dolayı böyle görünüyordu

3 67 Elyssa Friedland

ama evlenmek için çok gençti. Kızın yaptığı her hareket par­ mağındaki nişan yüzüğünü vurgulamaya yönelik gibiydi. Sanki birdenbire yok olabilirmiş gibi sürekli yüzüğünü kont­ rol ediyordu. Bir dakika sonra da nişanlısı görüş alanına girdi. Evie onu görmeden o Evie’yi fark etmiş gibiydi çünkü göz göze geldiklerinde adamın yüzü bembeyaz kesilmişti. “Şey, selam. Epeydir... görüşmemiştik,” dedi Evie. Adam, Paul’un kuzeni Luke Glasscock’tu. Tıpatıp aynı gö­ rünüyordu. Ela gözler, hoş, dalgalı saçlar. Ama bu defa Evie’nin midesi bulandı. Kızıl saçlıya döndü. “Ben Evie. Sen de müstakbel Bayan Glasscock olmalı­ sın?” Evie elini uzattı, kız da çekinerek kabul etti. Luke ise şapşal bir surat ifadesiyle öylece dikiliyordu. Tanışma merasimini kolaylaştırmak için hiçbir şey demedi. “Evet, adım Emily. Siz nereden tanışıyorsunuz?” Açık­ lama için Luke’a döndü. “Ah, uzun zaman önce bir partide tanıştık.” Evie’ye dö­ nerek ilgisizce ekledi: “Neyse, seni gördüğüme sevindim. Kendine iyi bak.” “O kadar uzun zaman olmadı,” diye onu düzeltti Evie. “Evet, sanırım o kadar iyi hatırlamıyorum,” dedi. “Neyse, karşılaşmak güzeldi. Umarım her şey yolundadır.” “Ne kadar zamandır nişanlısınız?” diye sordu Evie Emily’ye; Luke’un kısa kesme çabalarım görmezden geli­ yordu.

368 Aşk Burada Çekmiyor

“On üç ay. Uzun bir nişanlılık, biliyorum. Ama düğün planlamak gerçekten zor iş,” dedi Emily, mümkün olan en ciddi tavırla. “Tahmin edebiliyorum,” diye yanıt verdi Evie empati yapıyormuş gibi. Elinde tuttuğu gücün farkına vardı. Luke ve Emily’yle sohbete ısrarla devam edebilir, bu ışıltılı yüzüğü olan, koca gözlü genç kıza Luke’la sadece yedi ay önce, kuzeninin dü­ ğününde karşılaştığını söyleyebilirdi. Emily o gece yatarken Bloomingdales’deki karşılaşmanın ne tuhaf olduğunu, nişan­ lısının neden o kadar tuhaf davrandığını ve acele ettiğini sor­ gulardı. Luke’un onu neden düğüne götürmediğini merak ederdi. “Neyse, bugün halletmemiz gereken başka işler de var o yüzden biz artık gidelim,” dedi Luke bu defa daha net bir şekilde. “Bir dakika,” dedi Evie. Gitmesine engel olmak için ko­ lunu bile tuttu. “Söylemem gereken bir şey var.” Luke adeta sonu gelmiş gibi görünüyordu. Evie onun kıvranmasını izlemekten büyük keyif aldı. Emily havadaki gerginliği hissetmişti. Evie’nin söyleyeceği şeye hazırlanıyor gibiydi. “Evet?” diye sordu Luke bir kurbağa kadar ürkek bir halde. Evie öne eğilip Luke ve Emily’ye yanaşmalarını işaret etti. Tuhaf bir üçlü olarak bir araya toplandıklarında Evie, Luke’un kesik nefeslerini duyabiliyordu.

369 Elyssa Friedland

“Almayı düşündüğünüz porselenlerin deseni,” dedi Evie, “Çok şatafatlı. Ben olsam kesinlikle daha zarif bir şey­ ler bakardım.” Emily gözyaşlarına boğulacakmış gibi görünüyordu. Zevkini eleştirmek onu ağlatabiliyorsa müstakbel kocasının kendisini aldattığını öğrense nasıl tepki verirdi acaba diye düşündü Evie. Luke, Evie’ye rastladıklarından bu yana ilk defa gülüm­ sedi. “Haklı Emily. Kesinlikle bir daha düşünmeliyiz.” Luke, Evie’ye minnettar gözlerle baktı. Caroline, Evie’nin yanına doğru gelirken çift de farklı tabakları incelemek üzere uzaklaşıyordu. “Kim onlar?” diye sordu. “Önemli birileri değil.” Evie kendi kendine düşünüp ek­ ledi: “Sana tuhaf bir şey söyleyeyim mi Çare?” “Neymiş o?” diye sordu Caroline esneyerek. “Hani bir şeyi takıntı yapar, kafanın içinde milyonlarca farklı senaryo uydurursun ya sonra da gerçeği keşfettiğinde, aslında gerçekte ne olduğuna dair hiçbir fikrin olmadığını, bunu takıntı yapmanın nasıl da büyük bir zaman kaybı oldu­ ğunu anlarsın. Ne garip değil mi?” Caroline esnedi. “Neden bahsettiğine dair hiçbir fikrim yok ve bitmiş durumdayım. Hadi gidip seni güzelleştirelim.”

370 ON YEDİNCİ BÖLÜM

Caroline, Evie’ye Edvvard’la randevusu için hazırlama sözünü yerine getirdi. Mobilya departmanında alışverişi bi­ tirdikten sonra doğruca Bergdorf’taki Avrupalı tasarımcılar katına yöneldiler. Evie denediği elbiselerin fiyatına bakınca irkildi ama Caroline ona elini salladı. “Bir fiyat etiketine daha bakarsan teklifimi geri çekece­ ğim.” Evie, zarif bir Christian Dior, siyah kokteyl elbisesinde karar kıldı. Söz vermesine rağmen fiyatına şöyle bir bakınca 3000 dolar olduğunu gördü. Evie bu paraya kadife perdeler, deri bir kanepe, ceviz görünümlü çalışma masası, sahte ipek­ ten abajurlar, çok elzem olan bir not defteri ve kalem seti ve bir de yün koltuk örtüsü almıştı. Ama üzerine denediğinde kıyafetin neredeyse bu fahiş fiyata değdiğini düşündü. Yün krep olan kumaşı, bugüne dek tenine değen en yumuşak ve en lüks kumaştı. Kesimi kusur­ suzdu. Minik ipek fiyonklar omuzların üzerine iliştirilmişti

371 Elyssa Friedland ve fermuar tam belinin altına iniyordu. Elbisede, parıltılı gümüş ipliklerin titizlikle dokunması sonucu hafif bir ışıltı vardı. BergdorTun giyinme odası lavanta kokuluydu ve yu­ muşak ve doğrudan olmayan ışıklarla aydınlatılmıştı; Evie burada hemen hemen herkesin güzel görünebileceğinden şüp­ helendi. Satış görevlisi kadının getirdiği üç kutu ayakkabıdan (Caroline Bergdorf VIP’si gibi görünüyordu) Evie on santimlik ten rengi stilettolan seçti. Salonda saçları, dağınık dalgalardan bir topuz olarak toplandıktan ve kaşlarının kavisleri de boyan­ dıktan sonra Evie’nin özgüveni tavan yapmıştı. “Gerçekdışı görünüyorsun,” dedi Caroline, Evie’nin dairesine geri geldiklerinde. Telefonunu çıkarıp Evie’nin bir fotoğrafını çekti. “Bunu paylaşabilir iniyim? Son zamanlarda bilgisayarlardan uzak olduğunu biliyorum ama bu fotoğrafı benim paylaşmama izin verirsin değil mi?” Evie omuz silkti. “İstiyorsan neden olmasın?” dedi. Kısa bir süre önce bu fotoğrafı dijital dünyaya salıvermek onu çok memnun ederdi. Bir seljîe çekeceğine hiç şüphe olmazdı. Şimdiyse en iyi ifadeyle kayıtsızdı. Sadece Edward’ın ken­ disini beğenmesini istiyordu. “Pekâlâ, Edward seni almaya gelmeden önce kaçayım artık.” Caroline kürk paltosunu alıp şoförünü aradı. “Muh­ teşem görünüyorsun. Kapıyı açtığında Edward kendinden ge­ çecek.” Evie memnuniyetini gizledi. “Bu bendeki şansla muh­ temelen beni buz patenine götürür. Ice Capade’deki bir gös­ teri sanatçısı gibi olurum.”

372 Aşk Burada Çekmiyor

“Olumsuz düşünmeyi kes artık! Karamsar olmak için fazla güzelsin. Bu gece yılbaşı. Harika bir gece geçirecek­ sin.” “Öyle umalım bakalım. Bu gece Edward’a Jack’ten bah­ sedeceğim. Bunun önemli olduğunu düşünüyorum. Yani adamla evlenmek istemiştim. Keşke Edward’a haftalar önce o bana Georgina’dan bahsettiğinde söylemiş olsaydım. Ama acelesi vardı ve ben de onun bana çıkma teklif etmesinden dolayı hâlâ şoktaydım. Şimdi de sanki bir kartopu gibi bü- yüyormuş gibi geliyor. En azından neden internet kullanmayı bıraktığımı açıklamış olacak. Yani en azından bir kısmını.” “Ona Jack’i anlatmalısın,” dedi Caroline gösterişli bir çift deri eldiveni ellerine geçirirken. “Ve de interneti. Belli ki Edward’la bir gelecek düşünüyorsun, o yüzden ona karşı dürüst olmalısın.” “Biliyorum. Sanırım eski sevgilim evlendiği için büyük bir iletişim kanalını hayatımdan çıkarmamın deliymişim gibi görünmeme sebep olmasından korkmuştum. Ama aslında bundan fazlası var. Sanki bütün dünya gönüllü bir şekilde Big Brother'a kaydolmuş gibi hissettim ve buna daha fazla ayak uyduramadım. Uydurmak da istemedim.” “Senin adımlarını takip edemesem de ben seni anlıyo­ rum.” Caroline bir tepsiymiş gibi elini uzatıp avcunun için­ deki iPhone’unu gösterdi. “Ona kesinlikle Jack’i söylemen gerektiğine de katılıyorum. Önemli eski sevgililer ya da Je­ rome’un durumunda eski eşler konusunda dürüst olmak her zaman doğru karardır.” Caroline utanarak gülümsedi.

373 Elyssa Friedland

“Sanırım biraz da utanıyorum. Yani Edward, Jack’in, özellikle de çok kısa bir süre sonra başka biriyle evlendiği için benimle neden evlenmek istemediğini düşünür diye. Jack’in evlenme karşıtı saçmalıklarına inandığım ve onunla zamanımı harcadığım için benim aptal olduğumu düşüne­ cek.” “Evie, Edward koca bir çocuk. Kendi kararlarını vere­ bilir. Hiç tanımadığı birisi seninle bir hayata başlamadı diye bundan etkilenecek değil ya. Daha önce terk edildiği için bi­ rinden ayrılman beni çok üzerdi mesela.” “Teşekkürler. Haklısın,” dedi Evie. Gerçi eski Evie tam da bu dediğini yapıp başka biri onu uygun bulmadığı için son derece mükemmel bir adayı terk edebilirdi. “Muhtemelen beş dakika konuşup geçeceğiz. Neden bu kadar endişelendiğimi bile bilmiyorum.” Caroline ona bir öpücük üfleyip kapıya yöneldi. “Evie hayatım, yardımın için teşekkürler, teşekkürler, teşekkürler. Umarım yarın uğrarsın. Edward’i da getirmekten çekinme.” Edward’i da getirmekten çekinme. Kulağa ne hoş geli­ yordu. On dakika sonra kapı görevlisi Doktor Gold’un aşağıda olduğunu bildirdi. Evie hemen geleceğini söyledi ama kapı görevlisi misafirinin yukarı çıkmak istediğini ekledi. Edward daha önce hiç dairesine gelmemişti. Her zaman lobide bu­ luşmuşlar geceyi de onun evinde sonlandırmışlardı. Evie kapıyı araladı ve ilk olarak harika bir buket çiçeğin dairesine girişini neşeyle izledi. En azından üç düzine beyaz

374 Aşk Burada Çekmiyor

gül Edward’ın yüzünü saklıyordu. Çiçekler saplan uzun, di­ kenleri budanmış bir şekilde ustalıkla dizilmiş, kalın bir saten kurdeleyle bağlanmıştı. “Bunlar senin için,” diyerek buketi Evie’ye uzattı ve çok sevimli bir şekilde de “Ee, tabii ki,” diye ekledi. Evie onu içeriye davet etti ve öpüştüklerinde çenesinde bir parça sakal kalmış olduğunu fark etti. Evie, birlikte ha­ zırlanmalarının çok daha iyi olabileceğini düşündü: Evie onun görmediği sakalı işaret eder, Edward da onun elbisesi­ nin fermuarını çekerdi. Evie ona telefonunu almasını hatır­ latır, Edward da ona zorlu takı kopçalarında yardım ederdi. Annesi haklıydı: Bu dünya çiftler içindi. Bu gece Edward, kemik çerçeveli gözlükleri yerine lens takmıştı. Gökdelen yüksekliğindeki topuklularına rağmen hâlâ ondan birkaç santim uzundu. Caroline’ın kendisini süs­ lemesine izin verdiği için memnun olmuştu; çünkü Edward siyah kadife ceketi, süet mokasenleri ve en koyu tondaki in­ digo kot pantolonuyla çok şık görünüyordu. Evie saçlarında hafif bir jöle bile tespit etmişti; bu da Edward’in da o gece için ekstra çaba sarf ettiğini gösteriyordu. “Bu çiçekler muhteşem,” dedi Evie ve ona bir öpücük daha vermek için eğildi. Baharatlı tıraş losyonu hoş bir şe­ kilde burnuna doldu. Mutfağında kendisinin geçici olarak yaptığı bar bölü­ müne yöneldi ve güller için bir vazo aldı. “İnanılmaz görünüyorsun,” dedi Edward. “Elbisen ger­ çekten çok hoş.”

375 Elyssa Friedland

“Fark etmene sevindim,” dedi Evie. “Aslında bir arka­ daşım aldı.” “Ne iyi arkadaşmış,” dedi Edward. Evie elbiseyi arka­ daşının aldığını söylediği için kendine kızdı. Neden kendini küçültmeden bir iltifatı kabul edemiyordu ki? “Yani ona büyük bir iyilik yaptım, o yüzden de hak ettim sayılır.” “Georgina’y la evliyken moda hakkında çok şey öğren­ dim. Ayrıca Olivia da şimdiden alışveriş hastası oldu, gerçi çoğunlukla aşırı pahalı prenses kostümleri istiyor.” Gülerek gözlerini devirdi ve Evie onun aslında kızından şikâyet eder­ ken bile nasıl gururlandığını keyifle izledi. Georgina referan­ sını duymazdan geldi. EdwardTa gerçek bir geleceği olacaksa Georgina’mn adını zaman zaman duyacaktı. Sadece buna alışması gerekti. “Dairen harika,” dedi Edward. “Gerçi hiç şaşırmadım. Sadece iç mimarlık işi kurman konusundaki fikrim doğru­ lanmış oldu. Bunu ilk söylediğimde delirdiğimi düşündü­ ğünü biliyorum ama bence gerçekten yeteneklisin.” “Teşekkürler. Son zamanlarda gerçekten de dekoratör- cülük oynama şansı buldum. Sanınm kariyer tavsiyeni bir deniyorum. Avukat olmanın yakınından bile geçmiyor ama çok daha eğlenceli olduğu kesin.” “Sana demiştim,” dedi Edward ve sıcak bir şekilde Evie’nin omzunu sıktı. “Sehpaya bayıldım. Bir dergide yer alabilir bence.” Evie’nin gözleri parladı. Edward onun en gözde mobil-

37 6 Aşk Burada Çekmiyor

yasını seçmişti. Evie kendi fiyat aralığında bir sehpa bula­ mayınca sehpa kitaplarında gördüğü bir masayı kendisi yap­ mıştı. Dört sıra, düzgünce dizilmiş kitap sehpanın tabanını oluşturuyordu; kitaplar dini ikonografiden modem mimariye kadar değişen bir skaladaydı. Kitapların üzerine de babasının Baltimore’daki ev ofisinde bulunan bir masanın üzerindeki ağır camı yerleştirmişti. Edward mobilyaları ve sanat eserlerini dikkatle incele­ yerek etrafta dolandı. Yatak odasına yaklaşınca Evie’ye dönüp “Göz atabilir miyim?” diye sordu. “Daha sonra göstereceğim,” dedi Evie göz kırparak. Ed- ward’la flört etmenin kendisine bu kadar doğal gelmesi ho­ şuna gitmişti. Edward ona kendini seksi ve arzulanan biri gibi hissettiriyor, normalde diline dolanan şeyleri rahatlıkla söylemesini sağlıyordu. “Bana uyar,” dedi Edward ve saatine baktı. “Gitmeliyiz artık. Gideceğimiz yer çok popüler. O yüzden masamızı baş­ kasına vermelerini istemiyorum.” Evie açlıktan ölüyordu. Caroline’la alışveriş gezileri sı­ rasında sadece biraz dondurulmuş yoğurt yemeye zamanları olmuştu. “Demek buz patenine gitmiyoruz?” Edward şaşırmış bir şekilde ona baktı. “Hayır, buz pa­ tenine gitmiyoruz. Ne tuhaf bir soru.” “Boş ver,” dedi Evie onun eline uzanırken. “Hadi gide­ lim.” “Yürüyerek gidebiliriz. Sadece birkaç blok uzakta.” Ed-

377 Elyssa Friedland

ward paltosunu giyip Evie’ye de yardım etti. Evie nereye gittiklerini merak ediyor, New York Maga­ zine'de. yeni çıkan Caddesinde bulunan ve önün­ den geçerken dışarı muhteşem sarımsak kokuları yayan yeni İtalyan restoranına gittiklerini umuyordu. Oraya gitmek için yanıp tutuşmuştu ama minik, mumlu masalar ve çalan yu­ muşak müzik tek başına orada pek hoş karşılanmayacağı hissi uyandırmıştı. Evie’nin dairesinden güneye doğru birkaç blok yürür­ lerken yanlarından geçen taçlı ve kocaman güneş gözlüklü yılbaşı eğlencesine çıkmış gruplan her gördüklerinde kıkır­ dadılar. Evie, Edward’a kısıtlı bir bütçeyle Jerome’un ofisini dekore etme maceralarını anlatmaya başladı. Gitmek istediği ve tam tersi istikamette olan İtalyan restoranını tamamen unutmuştu ve kendini, eldivenli elini sıkıca tutan Edward’a bırakmıştı. “Geldik,” dedi Edward elini Evie’nin koluna koyup onu durdurarak. Durdukları sırada Evie caddeye bakıyordu ve ayaklarının altındaki hintkamışından paspas bir yerlerden ta­ nıdık geldi. “Umarım Fransız yemeklerini seversin. Burası Yukarı Batı Yakasının en iyi yerlerinden biriymiş. Daha önce geldin mi? Adı JAK.” “Harika,” diye fısıldadı Evie; iştahı, kendine güveni ve neşesi aynı anda kayboluvermişti. Daha ne olduğunu anla­ madan içeriye girmişlerdi ve başka bir yere gitmeleri için bir bahane üretmediğinden kendine lanet ediyordu. Gerçi başka

378 Aşk Burada Çekmiyor

bir mekânda da yer bulamazlardı. Jack bir defasında yılbaşı gecesinin restoranlar için yılın en dolu gecesi olduğunu söy­ lemişti. Hatta, akşam sekiz için bir masa ayarlayabilmek adına Edward’m bir ay önceden rezervasyon yaptırması ge­ rektiğini de biliyordu. Edward’ın öngörüsünü takdir edebil­ meyi çok isterdi ama o sırada bulunduğu yerin stresine kaptırmıştı kendini. Restoranın kapısı arkalarından kapandığında sanki bir zaman makinesinden geçmiş gibi hissetti. Jack’in meşhur dil- balığı filetosundan geldiğini bildiği kızarmış tereyağı ve bi­ beriye kokusu ona bir déjà vu yaşattı. Gece yarısından sonra boş bir masada Jack, geceki fişleri incelerken kendisinin de kırmızı şarap içtiği bir zamana ışınlanmıştı. Jack, çıplak ayaklarını masa örtüsüne koyduğu için onu azarlardı, Evie de crème brulee'rim fazla yanık olduğunu söyleyerek onunla dalga geçerdi. Edward’a bakınca ikisinin de bu ilişkiye geçm­ işlerinden taşıdıkları bir sürü yükle girdiklerini düşündü. Masaları hazır değildi, o yüzden kalabalık barda bekle­ diler. Gözlerini, elindeki parlak mor Montepulciano şarabına dikti; etrafa bakmamak için her şeyi yapabilecek durum­ daydı. Edward kendisine sade bir Skotch viski ısmarladı; Evie’nin dikkati bu kadar dağınık olmasaydı onun böyle er­ keksi bir içkiden hoşlanıyor olmasını takdir ederdi. Gürültü­ nün içinde sohbet etmek için zorlanırlarken Evie mümkün olduğunda normal ve kontrollü görünmek için elinden geleni yaptı. Sonunda yerlerine geçtiklerinde Evie, sohbetlerinin azalması sebebiyle strese girdi; bu onlar için bir ilkti ama Ed-

379 Elyssa Friedland

ward’m söylediği hiçbir şeye odaklanamıyordu. Neyse ki garson gelip onlara mönülerini uzattı. Evie kendininkini bir burka gibi kullanıp gözleri dışında yüzünün tamamını mö­ nüyle saklayarak restoranda Jack’e bakınmaya başladı. Or­ talarda görünmüyordu. Belki de Dégustation ya da Paris Spice’daydı. Garson kız, elindeki deftere bir kez bile bakmadan spe­ siyalleri saydı. Jack her zaman personelin plats du jour' u ez­ berlemelerinde ısrarcı olurdu. “Son olarak da,” dedi garson, “mönüyle ilgili istekleri­ niz ya da sorularınız olursa aşçıbaşımız Jack Kipling de mi­ safirlerimizle görüşmek üzere burada bulunuyor.” Başka bir yerde olmasını beklemek hataydı zaten. Lüt­ fen, lütfen, lütfen restorandaki kimse ona hiçbir şey sorma­ sın. O da bütün gece mutfaktan çıkmasın ve hatta elektrikli tencerede de elini yaksın. “Şefle tanışalım mı?” diye sordu Edward. “İlginç olabi­ lir. Bize fantastik bir tatlı yapmasını isteyebiliriz.” “Şey, boş ver. Eminim meşguldür.” Hayatımı mahvet­ mekle, diye ekledi kendi kendine. “Peki o zaman,” dedi Edward biraz hayal kırıklığına uğ­ ramış bir ifadeyle. “Sipariş vermeye hazır mısın?” “Ben size biraz zaman vereyim,” dedi garson; belki de Evie’nin yüzündeki sıkıntılı ifadeyi fark etmişti. Evie’nin canı sıkılmıştı. Bu ufak bir meseleydi ama şefle tanışma teklifini geri çeviren bir oyunbozan gibi görünmek istemiyordu. O gece Edward’a Jack’le ilişkilerinden bahset-

380 Aşk Burada Çekmiyor

meyi planlamıştı. Ondan sonra da yeni yılı Jack’siz bir şe­ kilde kutlayacaklardı; ayrıca Edward’a hayatıyla ilgili bah­ setmediği tek bir şey bile kalmayacaktı. Çok mu fazla şey istiyordu? Şimdiyse eski sevgilisinin restoranında telaşlı ve panik haldeyken bunu nasıl atlatacağın] bilemiyordu. Evie mönüyü inceledi. Yemeklerin çoğu yeniydi ama onun en sevdiği aperatif ve ana yemek duruyordu. Bunlar Jack’in spesiyalleri arasındaydı ve kendi dairesinde Evie’ye sık sık bunlardan hazırlamıştı; özellikle de Evie kendini ke­ yifsiz hissettiğinde. Evie’nin onda en çok sevdiği şeylerden biriydi bu. Becerisiyle Evie’nin duyularına hitap eder, taze hazırlanmış waffle' lann kokusuyla onu uyandırırdı ya da ta­ vada cızırdayan pastırma sesiyle onu mutfağa çekerdi. Jack, Evie onun yemeklerini yediğinde yüzündeki memnuniyet ifadesini izlemekten hoşlandığım söylerdi. Belki de mesele Evie’nin ruhunu beslemekten ziyade kendi egosunu doyur­ maktı. Belki de öyle değildi. Belki de sadece onu mutlu gör­ meyi seviyordu. Belki de o yemekleri mönüde o yüzden tutmuştu. Jack bile duygusal biri olabilirdi. Başka bir garson siparişlerini almak için geldiğinde Evie, “İtalyan pastırmalı, peynirli makarnayla başlayacağım, ardından da levrek istiyorum ama...” “Yeşil fasulye yerine brokoli mi olsun?” diye sordu gar­ son ona gülümseyerek. “Seni görünce masaları değiştirdim.” “Tasha?” Evie hâlâ bulunduğu ortama inanamaz bir şe­ kilde gözlerini kısarak kıza baktı. “Aynen, benim. Hâlâ burada çalışıyorum. Hâlâ oyun-

381 Elyssa Friedland

culuk peşinde koşuyorum. Law & Order'da konuşmalı bir rol kaptım ama sadece iki kelimeydi. Ama en azından Oyun­ cular Demeği kartımı aldım. Sen neler yapıyorsun canım?” Tasha’nın bakışları Edward’a kaydı. “Ben iyiyim,” dedi Evie. Sonra da söylediklerinin doğ­ rudan Jack’e rapor edileceğini düşünüp “Aslında harikayım. Hiç daha iyi olmamıştım,” diye ekledi. Edward’ın, onun bunlan söyleme sebebinden habersiz bir şekilde gözleri parladı. “Bunu duyduğuma sevindim. İkinize de mutlu yıllar di­ lerim. Afiyet olsun tatlım,” dedi Tasha ve doğrudan mutfağa yöneldi. “Vay canına, burada meşhur birisin,” dedi Edward. “Altı gün boyunca resmim gazetelerde çıkınca ben de kendimi ünlü sanıyordum ama kimse benim siparişimi ezbere bilmi­ yor doğrusu.” “Eskiden buraya çok gelirdim.” En azından bu doğruydu. “O zaman burayı seçtiğime memnun oldum.” Biraz yak­ laştı. “İlk buluşmamızdan sonra rezervasyon yaptırdım. Yıl­ başını birlikte geçireceğimizi umuyordum. “Çok düşüncelisin,” dedi; bunun yeterli olmadığını bi­ liyordu ama aklına başka bir şey de gelmiyordu. “O ilk gece sen gittikten beş dakika sonra OpenTable si­ tesinden rezervasyon yaptırdım. İyimser olduğumu söyleye­ biliriz.” “Hı hı,” dedi; yine çok daha iyi bir tepki vermesi gerek­ tiğini biliyordu.

382 Aşk Burada Çekmiyor

“Yani, online rezervasyon yaptırmadan yaşamak sorun olmaz ama sen intemetsiz nasıl yaşıyorsun? Ya da daha önemli soru: Neden?” Evie derin bir nefes alıp bir kez daha Jack’i kontrol etmek için etrafa bakındı. “Uzun hikâye.” “Sorun değil. Gece yarısına kadar vaktimiz var,” dedi Edward şakalaşırcasma saatine bakarak. “Top düşünceye kadar bitirmiş olursun herhalde?” “Sanırım tam o zaman bitirmiş olurum,” dedi Evie alaycı bir ciddiyetle. Su bardağına uzanıp koca bir yudum aldı. “Belli bir sebepten ötürü bıraktım ama aslında, en iyi şekilde ifade etmek gerekirse bu perhize devam etmemi sağ­ layan bir sürü başka sebep vardı. İdare etmek biraz zorlu ama parmaklarımın inceldiğini düşünüyorum.” Edward ciddi bir konuyu aptalca bir şakayla geçiştirmeye çalışsa buna izin vermeyeceğini bilerek bileklerini esnetti. “Ben asla yapamazdım. Araştırma yapmak ve hastala­ rımla haberleşmek için sürekli internet kullanıyorum. Sakın yanlış anlama ayrıca bir dolu zaman da harcıyorum. ESPN. com benim baş düşmanım.” Aslında senin baş düşmanın şu anda mutfakta, çorban için sebze doğruyor, diye düşündü Evie. “Öyle mi? Yankee Ter mi, Mets mi?” diye sordu konuyu değiştirme fırsatını kaçırmayarak. “Ben Oriole’yi tutuyorum. Camden Yards stadındaki en iyi biber kızartmasını yapıyor­ lar. Yüzü, Worcestershire sosuna bulanmış halde açık tribün­ den bağıran babası, gözünün önünde belirdi. Şu anda

383 Elyssa Friedland

paniklediğini bilse kızına ne derdi? Muhtemelen şöyle bir şey: “Annenle konuş.” ‘Tabii ki Yankee’ler. Sanırım Olivia’yı gelecek sezon ilk maçına götüreceğim.” İnternet meselesini erteleyerek kızı geçen gün götürdüğü Pixar filminden söz etmeye devam edince Evie rahatladı. Neden anlatmıyordu ki? Facebook’un zamanını çaldı­ ğını, sonunda bulunduğu konumu Four-Square’de paylaşma­ nın ya da hayatı bir fotoğraf kabininde geçiyormuşçasına Instagram’da paylaşmanın saçmalığını fark ettiğini anlatabi­ lirdi. Baker Smith’ten atılması hakkındaki gerçeği bile söy­ leyebilirdi. Neden interneti bıraktığına ilişkin Jack’i içerme­ yen birçok versiyon vardı ve hepsi de içinde bir parça doğ­ ruluk barındırıyordu. Ama Jack inkâr edilemez bir şekilde bu olayı tetiklemişti ve Edward’a yalan söylemek -ya da en azından gerçeği kısmen anlatmak- doğru gelmiyordu. Özel­ likle de eski sevgilisi birkaç metre mesafedeyken ve Evie sırf o yakınında olduğu için düşüncelerini bile toparlayamazken. Çünkü aslında görmemesi gereken bir şeyi gördüğü -Jack’in Zeynep’le el ele bir şekilde “evet” derken çekilmiş fotoğrafı- o an bunları tetiklemişti; Evie o anı görmeyi kaldıramamıştı ve kendisini bu değişik yolda buluvermişti. Evie ve Edward’m ilk yemekleri geldiğinde Evie bir an durup bu tanıdık tabağı hayranlıkla izledi; sonra da mükem­ mel çıtırlığa sahip makama ve peyniri yemeye koyuldu. Ba­ haratlı ekmek kırıntılarıyla süslenmiş kremsi mozarella peynirinin ve tuzlu İtalyan pastırmasının o tanıdık tadı ağzı-

384 i Aşk Burada Çekmiyor

nın içinde lezzet patlaması yarattı. Aromatik koku gözlerini yaşarttı. Bu yemeği hatırladığından daha çok özlediğini an­ layıp her bir lokmanın tadını çıkardı. Tasha tabaklan almaya geldiğinde tabağı neredeyse pınl pınl olmuştu. “Yemeklerinizden memnun musunuz?” Evie gözucuyla lekeli bir önlük görünce irkildi. Kafasını kaldırdı ve işte Jack karşısındaydı. Kafasında aşçı şapkasıyla tepesinde dikilen Jack onu bir yıldan uzun bir süre önceki son görüşüyle aynıydı. Hâlâ yakışıklı, hâlâ kendine güven­ liydi ve nemli mavi gözleri de hâlâ içli içli ağlamanın eşi­ ğindeymiş gibi görünüyordu. Saçları, Evie’nin hatırladı­ ğından biraz daha seyrelmiş gibiydi. Belki biraz da göbeği çıkmıştı. Ona iki yıl önce Jack’in fotoğrafını gösterdiğinde annesi, “Asla zayıf bir şefe güvenme,” demişti. “Evet, yemek harika. Balkabağı çorbası olağanüs­ tüydü,” dedi Edward. “Buraya ilk defa geliyorum ama burası hakkında harika şeyler duydum.” Evie, “Onun kıçını yalamayı bırak! Hayat kurtaran şen­ sin,” diye çığlık atmak istiyordu. Ama sandalyesinde oturup huzursuz bir şekilde çatalını çevirip durdu. “Peki ya siz?” diye sordu Jack Evie’ye dönerek. “Ben ne?” “Yemeğinizi beğendiniz mi?” diye sordu Jack, gözlerini dikmiş bir şekilde ona bakarak. Edward, bu sohbetin iki ya­ bancı arasında geçmediği konusunda tamamen habersizdi. “İyiydi. Ben de iyiyim. Tasha’ya da söylediğim gibi gayet iyiyim,” dedi Evie. Şimdi Edward’ın kafası karışmış gibiydi.

385 Elyssa Friedland

“Affedersin,” dedi Jack, Edward’a dönerek. “Kız arka­ daşını bir dakikalığına alabilir miyim?” Edward, yüzündeki şaşkın ifade memnuniyetsizliğe dö­ nüşürken, “Tabii ki,” diye mırıldandı. “Pardon,” dedi E vie, Edward’a ve restoranın arkasın­ daki ofisine doğru Jack’in peşinden gitti. Kapı arkalarından kapandığında ve baş başa kaldıkla­ rında önce Jack konuştu. “Evie göz kamaştırıcı göründüğünü söylemek zorunda­ yım. Seni hiç bu kadar muhteşem bir halde görmemiştim. Göz alıcısın.” “Caroline aldı bu kıyafeti.” Lanet olsun. Aynı hatayı bir saat içinde ikinci kez tekrarlıyorken onun için nasıl bir umut olabilirdi ki? “Yani hâlâ para babasıyla beraberler öyle mi?” diye sordu Jack ve Evie, onun arkadaşlarını böyle tanıması karşı­ sında hüzünlendi. Biriyle bir geçmiş oluşturmak, bir bakışla ne demek istediğini anlattığın, karşındakinin de tam olarak ne düşündüğünü bildiğin ya da sevgilinin ailesi ya da arkadaşları­ nın zayıf yönlerini çözdüğün noktaya gelmek uzun zaman alı­ yordu. Yeni birini bunlar hakkında bilgilendirmek o kadar çok çaba gerektiriyordu ki Evie sırf bunu düşününce bile yoruldu­ ğunu hissetti. Belki de Edward’a henüz Jack’ten bahsetmemiş olmasının bir sebebi de buydu, yani tamamen yorgunluktu. Evie hafifçe başını salladı. “Yani elbiseyi o almış olabilir ama onu bu kadar iyi ta­ şıyan kişi sensin.”

38 6 Aşk Burada Çekmiyor

“Teşekkürler,” dedi Evie burnu açık topuklularına ba­ karak. Nedense Jack’in iltifatları kendisini küçük hissetme­ sine sebep oluyordu; sanki her bir kelime topuklarından birkaç santim eksiltiyormuş gibiydi. Böyle devam ederse bir hiçlik yığınına dönüşecekti. Yerde sadece bu tasarım elbise kalacaktı. “Demek Tasha hâlâ burada,” dedi Evie sessizliği dol­ durmak için. “Evet, onun için kötü hissediyorum. Sanınm bana karşı bir şeyler hissediyor.” Evie yanıt vermedi. Jack’in ukalalıklarına alışkındı. Hatta utanç verici bir biçimde bunu hâlâ biraz çekici bulu­ yordu. “Ee, neden buradasın Evie? Pastırmalı makarnamı o kadar özlemiş olamazsm değil mi?” Jack bir kaşım kaldırdı. Pislik. Muhtemelen ona ne kaçırdığını göstermek için böyle süslenip püslendiğini düşünüyordu. Evie onun kendi­ sini küçük düşürmesine izin vermeyecekti. “Tabii ki hayır. Erkek arkadaşım bu restoranı seçmiş.” Masada tek başına ve kafası karışmış bir şekilde oturan Ed­ ward’ ı düşündü. Edward onun geleceği, mutlu bir yeni yıla giriş biletiydi; o halde neden geçmişinde tutsak kalmış bir şekilde Jack’in ofısindeydi? “Ne sipariş ettiğimi nereden bi­ liyorsun ki? Gördüğüm kadarıyla Tasha’ya sormuşsun.” Jack’in iğneli sözüne kendini beğenmiş bir şekilde kaşını kal­ dırarak karşılık verdi. “Hayır, Tasha’ya sormadım,” dedi ve sonra işaret par-

38 7 Elyssa Friedland

mağını Evie’nin yüzüne doğrulttu. “Ön dişlerinin arasında pastırma kalmış.” Evie kızararak dilini dişlerinin üzerinde geçirince çıtır çıtır eti hissetti. Pastırma bir türlü çıkmadı. “Merak etme çekmecede kürdan var,” dedi Jack ve onu kolundan tutup masaya doğru çekti. Bir yıldır ilk defa fiziksel temasta bulunuyorlardı. İşaretparmağındaki yanığı hissetti. Acaba Jack de tüylerinin diken diken olduğunu fark etmiş miydi? Bir filmde olsa bu, adamın kızı dağınık kâğıtların üzerine yatırıp pastırmayı kendi dilini kullanarak çıkaracağı bir sahne olurdu. Evie, bir an için Jack’in de böyle yapaca­ ğını düşündü. Ama Jack onu bileğinden tutup gerçekten de bir yığın kürdanın bulunduğu masaya doğru çekti. Evie kür­ dan almak için uzanırken eli gözle görülür biçimde titriyordu. Jack’in masasındaki çerçeveli fotoğraflara bir göz attı. Jack’in, şu an Chelsea’de artık kapanmış olan bir Amerikan kafesi olan ilk restoranı önünde babasıyla birlikte çektirdiği fotoğrafının yanında karısıyla onun büyük ihtimalle Tür­ kiye’deki düğün yemeğinde çekilmiş bir resmi vardı. Evie’nin Facebook’ta gördüğü karenin daha profesyonel bir versiyonuydu. “O Zeynep,” dedi Jack, Evie’nin bakışını fark ederek. Evie ona bakmaktan kaçındı. Jack, Evie’nin, evli oldu­ ğunu bildiğinden haberi yoktu; o yüzden de şaşırmadığını belli etmek istemiyordu. “Aslında burada olmak çok komik,” dedi Jack. Gerçi şu an içinde bulundukları durumun uzaktan yakından komik bir

388 Aşk Burada Çekmiyor

yanı yoktu. Jack’in mahvettiği arka arkaya üçüncü yılbaşını yaşıyordu ve güya bu defakini mutlu bir şekilde geçirecekti. “Geçen yıl seni çok düşündüm. Yani evlendiğimden beri.” Evie, şaşkınlıkla arkasına dönmeyince ya da yere yıkılma­ yınca da ekledi: “Artık evliyim. İnanabiliyor musun?” “Aferin sana,” diyebildi ancak. Zaten bildiği şeyin ca­ nını bu kadar acıtacağını tahmin etmiyordu. İçgüdüleri ona bu ofisten derhal çıkıp gitmesini ve Edvvard’m yanına döne­ rek dişleri arasında pastırma olan bir kızda olabilecek bütün haysiyetini korumalıydı. Ama merak onun için her zaman gururdan daha kuvvetliydi. “Bu konuda fikrini değiştirdiğine şüphe yok,” dedi so­ nunda ona bakarak. “Nasıl gidiyor?” Jack, Evie’nin yüzüne bakmamak için bakışlarını uzak­ larda bir yere dikti. Bunun utançtan, acımadan ya da suçlu­ luktan mı kaynaklandığını bilemiyordu. “Sanırım ilginç gidiyor. İyi, kötü, eğlenceli, yorucu falan filan.” Şifreli yanıtlar konusunda ödül almak niyetin- deydiyse Evie ona derhal bir madalya vermeye hazırdı. “Anlıyorsun değil mi?” diye sordu Jack. Hayır, anlamıyorum, diye düşündü. “Tabii ki,” dedi. “Yolda bir bebek falan var mı?” diye sordu sonra da ger­ gin bir şekilde gülerek. “Yo, yo, hayır,” dedi Jack çabucak; Evie tam rahatla­ mıştı ki, “Yani en azından şimdilik,” diye ekledi. “Eh, tebrikler.” Jack’in bildirisine rakip olacak bir şeyler söylemek isterdi. Bir nişan. Hamilelik. Terfi. Ama aklına hiç-

389 Elyssa Friedland

bir şey gelmedi. “Ben de artık Baker Smith’te çalışmıyo­ rum,” dedi en azından konuyu değiştirerek. Jack gerçekten de şaşırmış görünüyordu. Jack’in onu düşündüğünü, yeni erkek arkadaşlarıyla fotoğraflarına bak­ tığını ya da hukuk firmasının sitesine girip ortak olup olma­ dığını kontrol ettiğini hayal ettiği tüm o zamanlar hayalden ibaretmiş. “Bir süre önce ayrıldım,” dedi. “Şimdi tamamen farklı bir kariyere odaklanıyorum.” “Senin için sevindim Evie,” dedi; insanlara ön adlarıyla hitap etme konusunda eğitim almış bir politikacı gibiydi. “Ne yapıyorsun şimdi?” Bir parçacık dürüst olsa Jack’e dairesinin hemen oradaki çok küçük bir şirkette kaldırım mühendisliği yaptığını söy­ lerdi. Ama kendini de şaşırtarak şöyle yanıt verdi: “Dekora­ törüm. Firmamın adı da ‘Manhattan Maison’”. Bu da nereden çıkmıştı? Önceden düşünmeksizin böylesine güzel bir isim uydurduğu için kendini içten içe tebrik etti. “Bu harika. Benim zavallı dairemi ha bire düzenlediğini hatırlıyorum. Aslında JAJCı da yeniden tasarlamaksın. Biraz yenileme gerekebilir.” “Kesinlikle gerekir.” “Ah, öyle mi?” dedi Jack; aslında restoranının herhangi bir yardıma ihtiyacı olmadığını düşünüyor gibiydi. “Aklında ne gibi değişiklikler var?” “Yani halının modası geçmiş, aydınlatma armatürleri çok sıradan ve sandalyelerin kumaşı da sentetik gibi görü­

39 0 Aşk Burada Çekmiyor

nüyor,” dedi Evie; sesi her bir eleştiriyle daha meydan oku­ yucu bir tona bürünmüştü. “O halde tamam. Bana yardım edeceksin. Bir toplantı ayarlamak için yarın sana e-posta atarım.” Evie bir yanıt bulmaya çalıştı. “Yani ben aslında resto­ ranları yani ticari mekânları tasarlamıyorum henüz. Ona da yakında başlayacağım elbette.” “Eh, eğer ilgilenirsen beni nerede bulacağını biliyor­ sun.” Jack göz kırptı ya da en azından Evie onun böyle yap­ tığını düşündü. Çünkü o sırada ayak parmaklarına bakıyordu. “Artık randevuna dönmen gerekiyor öyle değil mi? En azından on dakikadır buradayız,” dedi Jack saatine bir göz atarak. Parlak ve som altından gibi görünen saati belki de Zeynep’in çeyizinden bir parçaydı. “Evet, evet, aynen. Edward bekletilmekten nefret eder.” Jack’in, onun ilk buluşmasında olmadığını, Edward’ı gayet iyi tanıdığını düşünmesini istemişti. Oysaki tek yaptığı Ed­ ward’ı gıcık bir tip gibi göstermek olmuştu. Aslında onu özle­ diğini ve masaya geri dönmek istediğini söylemiş olmalıydı. “Eh, o zaman gitsen iyi olur. Mutlu yıllar.” Jack, onun için kapıyı açtı. Evie, Jack’in rafındaki bir kitaba gözü takılınca duraksadı. “Bu hâlâ sende mi?” dedi parmağını kitabın sırtında gezdirirken: “Yahudi Bir Annenin Sırlan: Ruhu Besleyen ve Sindirim Sistemini Rahatlatan Tarifler.” Bette’nin Evie’ye hediyesiydi. Tariflerin dörtte üçünde kuru erik vardı. Jack, kitabı Evie’nin dolabına tıkılmış bir şekilde bulduğunda

391 Elyssa Friedland almak için ısrar etmişti. Hayatında gördüğü en komik şey ol­ duğunu söylemişti. “Bana seni hatırlatıyor. Birlikte harika zamanlar geçir­ dik.” Jack hafifçe onun dirseğini sıkıp bariz bir şekilde önemli bir konuşmayı bitirmeleri gerekiyormuş gibi, “Sana yann e-posta atarım,” dedi. “Hayır, en iyisi ara,” demek üze­ reydi ki Jack ofisine dönmüştü bile. “Her şey yolunda mı?” diye sordu Edward, Evie masaya geri döndüğünde. “Seni merak etmeye başlamıştım.” “İyiyim. Bunun için çok üzgünüm,” dedi Merlot kade­ hini kafasına dikti ve Tasha’yı çağırmak için kafasını çevirdi; kızın gelmesi Evie için fazla yavaştı. “Tash, içkimin tazelenmesi gerek,” dedi bardağını işaret ederek. “Hemen.” “Oldu bil canım,” dedi kız ve bara doğru fırladı. “Bu da neyin nesiydi böyle?” diye sordu Edward. İşte başlıyoruz.

392 ON SEKİZİNCİ BÖLÜM

“Bu restoranın şefi ve sahibi olan Jack Kipling,” dedi Evie bakışlarını Edward’dan ayırmadan “benim eski sevgi­ lim. Onunla geçen aralıkta ayrıldık. O şimdi evli.” Komiler­ den ya da güvenilmez şarap garsonlarından biri duyup da Jack’e yetiştirmesin diye Edward’a yaklaştı. “İnterneti bırak­ mamın bir sebebi de o. Facebook’ta düğün fotoğraflarına rastladım. Bana her zaman evliliğe inanmadığını söylerdi. Bizim ilişkimiz bittikten altı ay sonra da başka birinin kocası olmuştu. Bunu gerçekten zor atlattım. Görebileceğin üzere.” “Vay canına,” dedi Edward sandalyesinde kımıldanarak. “Böyle bir şey tahmin etmemiştim.” Dikkatsiz bir biçimde tereyağı sürdüğü ekşi mayalı yuvarlak ekmeği sepete geri bı­ raktı. “Aslında dahası var,” dedi Evie. “Tabii duymak istersen.” “Devam et,” dedi Edward içkisine uzanarak. Bardağını kaldırdığında buz küpleri sertçe birbirlerine çarptı; bu çatırtı

393 Elyssa Friedland

Evie’ye sembolik olarak, sonunda Edward’a kalbini gerçek­ ten açışının sesi gibi gelmişti. “İşimi de internette çok zaman geçirdiğim için kaybet­ tim. BlackBerry’m iş sebebiyle adeta elime yapışmış gibiydi; sonra da çok fazla e-posta gönderdiğim için işten atıldım. Çok ikiyüzlü bir davranıştı.” Evie bunu söylerken bile ken­ dini kandıramıyordu. Bağımlılığı yüzünden Baker Smith’i suçlayamazdı. Sürekli internette gezinme, bir şeyleri kaçır­ maya olan takıntısı tamamen onun problemiydi. “Neyse, bu da interneti bırakmam için bir başka işaretti.” Edward başıyla onayladı ama tek kelime etmedi. Evie bunu, devam etmesi, her şeyi anlatması için bir işaret olarak aldı. Baker Smith kısmını Edward’in anlayacağından emindi. Onu asıl endişelendiren, hikâyenin Jack’le ilgili kısmıydı; bu yüzden de dikkatli bir şekilde anlatmaya başladı. “Jack’i tanıdığımı düşünüyordum. Birlikte iki harika yıl geçirmiştik. Açıkçası onun evliliğe nasıl ikna olduğunu hâlâ anlayabilmiş değilim ama bunun bir önemi yok. Belki de Zeynep seksi bir tannça falandır.” Evie ortamı neşelendirmek için sırıtmaya çalıştı. “Fotoğrafta gayet esnek görünüyordu.” “Zeynep mi?” “Jack’in kansı. Türk bir kız.” “Bak Evie, hepimizin eski sevgilileri var. Benimkini de biliyorsun. Asıl soru onun için hâlâ bir şeyler hissedip his­ setmediğin.”

394 Aşk Burada Çekmiyor

O sırada Tasha, sulannı tazelemeye gelmişti. Evie dü­ şüncelerini toparlamak için bu fazladan birkaç saniyeyi de­ ğerlendirdi. “Hissetmiyorum,” dedi elinden geldiğince ikna edici ol­ maya çalışarak. Edward’m elini tutmak için uzandı. “İlk bu­ luşmamızdan beri bulutların üzerinde yürüyorum. Bu geceyi nasıl iple çektiğimi tahmin bile edemezsin.” “Duymam gereken tek şey bu,” dedi Edward onun elini sıkarak, sonra da Evie’nin parmağındaki yüzükle oynamaya başladı. Evie onun rahatlayarak eski haline döndüğünü fark edebiliyordu. “Onca restoran içinden bunu seçiyorum,” diye devam etti yenik düşmüş bir ifadeyle gülerek. “Herhalde bu şehirde on bin tane falan restoran olsa gerek ama biz buraya geliyo­ ruz.” “Aslında on sekiz bin tane,” dedi bir ses tepelerinde. “Size kendim servis yapma imtiyazını kullanmak isti­ yorum sorun olmazsa,” dedi Jack ve Edward’ın önüne ağır ateşte pişmiş pırasayla, dumanı üstünde bir kızarmış tavuk tabağı bıraktı. “Levreğin birazdan çıkar Evie. Onun için ha­ zırladığım özel sos hâlâ koyulaşıyor. Sos şefim birazdan ge­ tirir.” “Teşekkürler,” diye mırıldandı göz temasından kaçına­ rak. Böyle aralarına girmesine inanamıyordu. Tanıdığı Jack’in seviyesinin altında bir şeydi bu.

395 Eîyssa Friedland

“Az evvel kız arkadaşını o şekilde çaldığım için affe­ dersin. Kendimi düzgünce tanıtayım,” dedi Jack, elini Ed- vvard’a uzatarak. “Jack Kipling. Sanıyorum sen de Evie’nin bu geceki ahbabısın.” Ahbap mı? Evie’nin tüyleri sinirden diken diken oldu. Jack sanki Edward paralı bir eskortmuş gibi söylemişti bunu. “Edward Gold,” dedi onun elini sıkarak. “Evie de şimdi senden bahsediyordu.” “Tek kelimesine bile inanma,” dedi Jack hınzır bir te­ bessümle. Samimi bir diyalogdansa bir film repliği gibiydi ve Evie bütün bu saçmalıklardan rahatsız hissetti. “Ee, Edward Gold, faturalarını nasıl ödüyorsun baka­ lım?” diye sordu Jack; ses tonunda onun bir restoran sahi­ biyle boy ölçüşemeyeceği iması okunuyordu. “Bir cerrah,” diye araya girdi Evie. “Bu yıl babaanne­ min kanserini iyileştirdi.” “Yani, onu ‘iyileştirdiğimden’ emin değilim ama eve, tümörü aldım,” diye araya girdi Edward, sinir bozucu bir dü­ rüstlükle. “Aferin dostum,” dedi Jack Edward’in sırtına yavaşça vurarak. Uzun, san bir atkuyruğu olan dinç bir şef yanlannda belirerek Evie’nin tabağını önüne koydu. “Teşekkürler Ari- anna,” dedi Jack; bütün kadın personeliyle konuştuğunda ses tonu her zaman bir ölçü lütuf, iki ölçü flört barındırırdı. “Evie, JAK’ı yeniden dekore etmeyi kabul etti. Umanm

396 Aşk Burada Çekmiyor

yakında detayları konuşuruz,” dedi Jack; Edward masada bile yokmuş gibi bakışlarını Evie’ye kenetlemişti. “Öyle mi?” diye sordu Edward ve Evie’nin omuzları yine gerildi. Kafasını “hayır” anlamında salladı ama her iki adamın da bunu fark ettiğinden emin değildi. Ses telleri onu terk etmişti. Jack masum bir şekilde gülümsedi. “Sanırım detaylarda anlaşmamız gerekecek. Ama yeni işi sebebiyle de bunun ha­ rika bir fırsat olmaması için bir sebep göremiyorum.” Evie tavana yükselen duman bulutunun içinde kaybol­ mayı umarak başını tabağına eğdi. Ama elbette ki böyle bir kurtuluşu olmayacaktı. “Eh, bırakayım da huzur içinde yemeğinizin tadını çı­ karın,” dedi Jack. “Bu gece bir sürü masaya uğramam gere­ kiyor. Her yerin dolu olduğu restoranı işaret etti. “Evet, bizim de gitmemiz gereken bir parti var zaten,” dedi Evie, Jack’e ayak uydurmak için. “Öyle mi?” diye sordu Edward; kızgınlığı şaşkınlığını bastırıyordu. “Evet, sana söylemedim mi?” dedi Evie masum bir şe­ kilde. “Neyse, hoşça kal Jack.” “Mutlu yıllar Evie,” dedi ve yanağına ufak bir öpücük kondurdu. Bir kez daha Edward’a elini uzatıp, “Onu elinden kaçırma,” dedi. Senin yaptığın gibi mi? Evie şaşkına dönmüştü.

397 Elyssa Friedland

“Bu parti de neyin nesi Evie?” diye sordu Edward, Jack onlardan uzaklaşınca. “Ah, onun bir an önce gitmesi için uğraşıyordum,” dedi Evie ikna edici olmayı umarak. Edward’m ona JAK’ı yeni­ den tasarlaması ya da sözüm ona ‘yeni işi’ hakkında hiçbir şey sormadığını fark etti. Jack yanlarından ayrıldıktan sonra Evie ve Edward’m yemek sohbetleri tamamen bozulmuş değildi ama her za­ manki doğal ritminden yoksundu. Evie onun söylediği pek çok şeye, “hı hı” diyerek karşılık vermiş, Edward da gam ze­ sini pek göstermemişti. Evie bu yüzden çok endişelenme- meye çalıştı. Jack’ın dışında, nötr bir bölgede Edward’la eski hallerine döneceklerdi. Bundan sonra geçen bir saatte, Evie ve Edward ana ye­ meklerini ve lüks porsiyonlardaki tiramisu ve milföy tatlıla­ rını yerken Jack konuklarla tokalaşarak, alevli yemekleri yakarak ve müdavimlerle kadeh tokuşturarak restoranda do­ landı. Evie yan masadakilerin saatin on bir olduğunu söyle­ diklerini işitti. Zeynep’in gelip gelmeyeceğini merak ediyor­ du. Acaba şimdi neredeydi? Şehir merkezinde’ göz kamaştı­ rıcı yabancı dostlarıyla birlikte şampanyasını mı yudumlu- yordu? Kendilerini izleyen bakışların altında Jack’e öpücük vermek için gece yansında burada olacak mıydı? Evie bu ka­ dını canlı canlı görmek istiyordu. Jack’in kendisine baktığını hisseden Evie saçlannı geriye atıyor, şarap kadehini şuh bir

398 Aşk Burada Çekmiyor

şekilde dudaklarına değdiriyor, ensesi acıyıncaya kadar içten kahkahalar atıyordu. Jack’in yan masada olduğunu fark edince hiç kendisine uygun olmayan bir biçimde tatlısından bir kaşık alıp Edward’in ağzına bile tıkmıştı. Edward, Evie’nin bu ilgi­ sini nasıl değerlendireceğini bilemiyor gibiydi; şaşkınlık, gurur ve endişe karışımı hisler okunuyordu yüzünden. “Sanırım artık gitmeliyiz,” dedi Edward tatlı tabaklan kaldınldığında. Edward’in hesabı ödediğini bile fark etme­ mişti. Edward paltolannı aldı ve gitmelerine itiraz etmesine veya son bir kez Jack’i görmesine fırsat bırakmadan onu dı- şan çıkardı. Dışarıya çıkınca soğuk hava, yüzüne bir kamyon gibi çarpıverdi. Sokak ışıklan süzülen boyalar gibi görünüyordu ve destek almak için Edward’in koluna girdi. Şarap onun hakkından gelmişti. Taksiye bindikleri sırada Dick Clark ve onun toplannm düşmesinden bahsederek saçmalıyordu. Evie, alnını evinin kapısına yaslayarak anahtarı kilide sokmaya çalıştı. Edward anahtan onun kararlı ellerinden alıp kapıyı kolayca açtı Evie içeri girdiklerinde ne olacağını ger­ çekten bilmiyordu. İlişkilerine, Evie’nin yeni yılı karşılaya­ caklarını hayal ettikleri biçimde mi devam edeceklerdi yoksa JAK’a vardıklarından beri hissettiği sismik kayma gerçek miydi? Kanepeye yığılıp kafasını kadife kırlente gömerken doğru düzgün düşünmeyi beceremiyordu. Ne geceydi ama. “Işıklar nerede Evie?” Edward’in duvarlara hafifçe vur-

399 Elyssa Friedland

duğunu duyabiliyordu. Eğer yanılmıyorsa, sesinde daha önce hiç duymadığı bir soğukluk vardı. “Giriş kapısının sağında,” diye mırıldandı. Belki de hâlâ geceyi düzeltmenin bir yolu olabilirdi. Biraz müzik koyar, en sevdiği, şeftali rengi geceliğini giyer, Edward’a yatağına götürebilirdi. “Tam oradayım,” dedi Edward. Onun elektrik düğme­ sini açıp kapadığını duyuyordu. Evie ağır ağır ayağa kalktı. Sarhoşluktan, sarhoşluk er­ tesi sersemliğe olan yolculuk başlamıştı bile. Kaya kadar şiş­ likler ensesine yerleşmişlerdi. Hiçbir kası işlemiyordu; sanki alkolden annıncaya dek grevde gibilerdi. Evie elektrik düğmesini açtı. Hiçbir şey olmadı. Birkaç kez daha açıp kapadı ama oda siyah bir tuval gibi kalmaya devam etti. “Üzgünüm, ne olduğunu bilmiyorum. Paravanın orada bir düğme daha var,” dedi. “Büyük fotoğrafın yanında. Onu denesene.” Yatak odasının hemen dışında, Fransız şarkıcı Edith Pi­ af” m eski bir fotoğrafı asılıydı. Evie onu bir yıl Önce, Jack’le Paris’e yaptıkları gezi sırasında, şehrin dışındaki antikacıları gezerken bulmuştu. Bu tatil, ilişkilerinde bir dönüm nokta­ sına işaret ediyordu. Başlarda Evie her şeyin harika olduğunu düşünüyordu. Gerçekte bildiği şeyi boş verip Jack’in kendi­ sine Paris’te evlenme teklif edeceğine inanmıştı. Versailles

400 Aşk Burada Çekmiyor

ya da Eyfel Kulesi’ndc diz çökerken hayal ediyordu onu. Jack’in onu daha da şaşırtmak için yüzüğü çıkardığında ev­ liliğe ilişkin bütün dediklerinin aslmda yalan olduğunu söy­ lediği bir fantezi kurmuştu. Ama Edith PiaFın o güzelim siyah-beyaz fotoğrafını buldukları antikacıya girdikleri gün gezileri bitmek üzereydi ve Jack evlenme teklif etmemişti. Aslında Evie çok dikkatli seçilmiş anlarda bu konuyu birkaç kez açmaya bile çalış­ mıştı. Güneşli bir günde Tuileries’de dondurma yiyerek ge­ zinirlerken şöyle bir değinmişti. Sonra da yataktaki, bir striptiz ve becerikli bir oral seksi de içeren olağanüstü per­ formansından sonra bir kez daha açmaya çalışmıştı. Ama ge­ leceklerinden bahsettiği her seferinde Jack onu kabaca tersleyip, “En iyisi gezimizin tadını çıkaralım,” tadında bir şeyler söylemişti. Kalbi kınlan Evie, gezilerinin son gününde keyifsiz bir havadaydı ve Jack, PiaFın fotoğrafının ücretini ödemeye gittiğinde Evie, onun elini uzaklaştınp kendisi öde­ mekte ısrarcı olmuştu. “Ne gerek var ki?” demişti ters bir şekilde. “Evli falan değiliz ne de olsa.” Jack cüzdanım pantolonunun cebine geri koyup Evie kredi kartım çıkarırken hiçbir şey dememişti. Bir sürü acı dolu anıyı çağnştırsa da resmi çok sevdiği için Evie onu duvardan indirmemişti. “Güzel fotoğraf,” diye seslendi Edward. Daha ziyade iç burkucu, diye düşündü Evie.

401 Elyssa Friedland

“Evie bu da çalışmıyor. Belki de binada elektrikler ke­ siktir,” dedi. “Öyle olmalı,” dedi Evie. Diyafona bastı. “Elektrikler mi kesik?” “Hayır Bayan Rosen. Elektrikler kesik olsaydı diyafonu kullanamazdık.” “Benim evim kapkaranlık ama o yüzden kapıcıyı yukarı gönderebilir misin lütfen?” “Bu gece yılbaşı. Kapıcı izinli,” dedi kapı görevlisi se­ vimsiz bir ifadeyle. Edward yanma gelip elini onun omzuna koydu. “Evie sorun değil. Yarın hallederiz.” Yann hallederiz. Bu sözler zihninin içinde yankılandı. “Ne kâbus ama,” diye sızlandı Evie. Saat 23.43’tü. Ko­ modinin üzerindeki mumu yakarken aklında Fiona Apple’ın Shadowboxer şarkısının sözleri yankılandı: Bir zamanlar ate- şimdin, şimdi beni yakıyorsun. Lanet olsun Jack. Ekose pi­ jamalarına uzandı. “Yann elektrik şirketini arayıp ne olduğunu öğrenirsin,” dedi. “Bir hata olduğuna eminim. Sonuçta faturanı ödememiş olamazsın.” Bunu bir an düşününce en son ne zaman bir elektrik fa­ turası ödediğini hatırlayamadı. “Haklısın,” dedi Evie. “Sanırım uyumam lazım. Be­ nimle birlikte kalır mısın?”

4 0 2 Aşk Burada Çekmiyor

* ♦ *

Sabahın ilk ışıklan onu acımasızca vurdu. Güneş, pen­ ceresinden büyük bir güçle sızıp uyumasını ve dün gece hiç olmamış gibi davranmasını imkânsız kılıyordu. Yanında yatan adama dikkatle baktı. Beraber kaldıklan ilk gece hiç de plana uygun ilerlememişti. Tişörtü ve boxer şortuyla yatan Edward yatakta son de­ rece rahat görünüyordu. Çenesindeki ve dudağının üstündeki sert kıllar çıkmıştı ve gölgeler onun daha haşin görünmesine sebep oluyordu. Aklının içinde hemencecik onu ve Jack’i karşılaştırdı. Edward kesinlikle klasik anlamda daha yakışık­ lıydı ama Jack’te, Evie’nin kendine bile açık açık itiraf ede­ meyeceği bir karizma vardı. Dün gece onu gördüğüne hâlâ inanamıyordu. “Günaydın,” dedi Edward, Evie yatakta kımıldanmaya başladığında. “Sana da günaydın,” dedi Evie. Edward1 ın yatakta ha­ reketsiz yatışında güven verici bir şeyler vardı. Eğer kaçıp gitmeyi planlıyorsa bile Evie bunu kestiremiyordu. “Rüya olup olmadığını anlamak için soruyorum: Elek­ triğim yok değil mi?” diye sordu Evie. Edward ona doğru dönüp kafasını eline yasladı; böylece aynada birbirlerine bakıyormuş gibiydiler. “Korkarım ki hayır. Bir saat önce kalkıp kahve yapmak

4 03 Elyssa Friedland

istedim ama elektrikli kahve makinesi ve buzdolabından mahnım kalmış sütün önemli bir soruna işaret ettiğini fark ettim.” Evie inledi. Dün gece buzdolabındaki ve buzluktaki yi­ yeceklerin bozulacağını düşünmemişti bile. Neyse ki tek kaybı süt, donmuş waffle ve bir kutu da Han’ın Mutlu Şar­ küterisi’nden aldığı yumurta salatasıydı. “Dün gece eski sevgilini gördüğümüze inanamıyorum. Hem de benim seçtiğim restoranda. Nasıl bir şans ki bu?” Edward bacaklarını yataktan aşağı indirip kıyafetlerine uzan­ dı. Evie bunun iyi bir işaret olmadığını düşünüyordu. “Çok çılgındı,” dedi Evie ve Edward gömleğini giyme­ den önce hafifçe sırtına dokundu. “Ama bir daha oraya git­ meyiz olur biter. Dediğin gibi gidilecek on sekiz bin tane restoran var.” “Aslında onu Jack söyledi,” dedi Edward ona bakmak için arkasına dönerek. “Bak Evie, yersiz bir şey söylüyorsam affedersin ama bence onunla aranızda bitmemiş bir şeyler olabilir.” Gömleğini kollarına geçirdi ve pantolonunu giymek için doğruldu. Evie itiraz etmek istedi. Edward’a Jack’le işinin bitti­ ğini, kendi ilişkilerine devam etmeye gayet hazır olduğunu söylemek istedi. Ama kafasının içinde, Jack’le konuştukları her kelimeyi tekrar tekrar düşünürken, kendisini özlemiş ol­ duğuna dair işaretler ararken ve onu neden ofisine çağırdığını

4 0 4 Aşk Burada Çekmiyor

merak ederken bunu ikna edici bir şekilde yapmak çok zordu. Onu etkilemek için yeni bir şirket açtığını uydurmuş, başka bir partiye gideceklerini söylemişti. Edward bu davranışla­ rına şahit olmuştu. Evie’yi çözümlenmemiş hisleri olmakla suçlamasın da ne yapsındı? Ama asıl sorun, Edward’la iliş­ kilerinin bu boktan durumdan sonra nereye gideceğiydi. “Bütün olanlar yüzünden gerçekten üzgünüm.” O an söyleyebildiği en iyi şey buydu. “İlginç bir geceydi.” Edward eğilip onu yanağından öptü. “Elektrik meselesinde bol şans.” Evie, “ Yarın hallede­ riz" e ne olduğunu merak etti. “Teşekkürler. Yakında konuşur muyuz?” dedi Evie se­ sinin sekiz oktav tizleşmesinden nefret ederek. “Tabii ki,” dedi Edward yatak odasının kapısından el sallayarak. Evie giriş kapısının kapandığını duyunca “Ahhh” diye bağırdı. Yeni yıl korkunç başlamıştı. Con Ed’e ait bir fatura bulmak için bütün dolap ve çek­ meceleri didik didik ettikten sonra komodininin derinlikle­ rine gömülü, yeni hesabının aktivasyonunu teyit eden bir mektup buldu. Fonda, Donna Summer’ın Bad Giriş şarkısını dinlediği, ona işkence gibi gelen on dakikanın ardından müş­ teri ilişkileri görevlisi sistemlerinin çökertildiğini ve herkesin kayıtlı kredi kartı bilgilerinin kaybolduğunu açıkladı. Elek­ triği, son üç aydır faturalarını ödemediği için kesilmişti.

405 Elyssa Friedland

“Neden ödeme bilgilerimi almak için beni aramadınız? Önceden uyarabilirdiniz,” diye diretti Evie. “Hanımefendi, dosyanızda bize telefon numaranızı ver­ meyi özellikle reddettiğiniz yazıyor. Size e-posta yoluyla ulaşmamızı istemişsiniz.” “Anlıyorum,” dedi Evie sinerek. “Hanımefendi peki size postayla gönderdiğimiz mek­ tupları almadınız mı?” Mektuplar mı? Ivır zıvır şeylerle birlikte onlan da çöpe atmış olmalıydı. Dairesinde ışıkların yanması için daha önce gelen hiçbir zarfı açması gerekmemişti. Belki internet hiz­ meti de yoktu. Hiçbir fikri yoktu. Sadece altı ay önce bir in­ ternet kesintisi onu sinyal bulmak için çatı katına kadar çıkarırdı. Şimdiyse hiç etkilenmiyordu bundan. “Komşum mektuplarımı çalıyor. Elektriğimi tekrar aça­ bilir misiniz?” Evie, görevliye kredi kartı numarasını verdikten daki­ kalar sonra ışıklar titreşerek yandı. Rahatlamış bir şekilde al­ kolden kalanları emmesi için karbonhidrat bulma arayışıyla mutfağa gitti. Şansına, tezgâhın üzerinde bir İngiliz keki buldu. Kekini çiğneyerek evde köşe bucak dolanırken buraya ilk taşındığı günü düşündü. Paul oradaydı. Columbia Hukuk Fakültesi yurt odasındaki eşyalarını, yeni kiraladığı daireye, bugün hâlâ evim dediği yere taşımasına yardım ediyordu. Momingside Heights’te inekle-

406 Aşk Burada Çekmiyor

yerek geçirdiği üç uzun yılın ardından Evie Yukarı Batı Ya- kası’na taşınıyordu sonunda; “gerçek” Manhattan’a duvarda hukuk diploması, sofistike bir işi, harika arkadaşları ve yir­ mili bir şeyler kulübünde üyeliği bulunan bekâr bir kız olarak gelmişti. Yeni konutunun kapı eşiğinde olasılıklarla birlikte duruyordu ve Paul onun hayatının bir sonraki bölümüne geç­ mesine yardım etmek için yanındaydı. Evie onu George’a ayarladığı için karşılık olarak yapıyordu bunu; o zamanlar Paul onun için hâlâ “bugüne kadar gördüğüm en seksi vü­ cuda sahip adam” diyordu. Şimdiyse, George en fazla birkaç kilo almış olmasına rağmen ondan “Bay Aşk Simidi” diye söz ediyordu. Bir yandan bütün bunlar ışık yılı kadar uzak­ taymış gibi gelse de bir yandan da birebir aynıymış gibi ge­ liyordu: Yine kendini bir yol ayrımında bulmuştu. Taşınma günü çok yorucuydu. Yeni kanepesine serilip gözlerine bir mutfak havlusu koyduğunu hatırlıyordu. Paul hâlâ etrafta koşturuyor, tabaklan raflara diziyor, kıyafetlerini (haklarında bol bol yorum yaparak) asıyordu. Delicesine sıcak bir gündü ve her ikisi de terden sınlsıklam olmuştu. Bi­ nanın emlakçısının söz verdiği güçlü klima nedense kendisini pek gösterememişti. “Şimdi de kablolu televizyonunu, internetini ve elektri­ ğini bağlatmalıyız tamam mı?” dedi Paul. Evie sadece inleyip Paul’a kira sözleşmesiyle birlikte gelen birkaç kâğıt uzatmıştı.

407 Elyssa Friedland

“Ben mi yapayım yani?” diye sordu Paul inanamaz bir şekilde. “George,” demişti Evie sadece; onun neden burada ol­ duğunu hatırlatmak istemişti. “İyi,” diye homurdandı Paul ve işe koyuldu. “Ama Ge­ orge yüzünden yapmıyorum. Sen harika bir dost olduğun ve seni sevdiğim için yapıyorum.” Bu anı içini acıttı. Bir anda Paul’u görüp kollarım onun boynuna dolama ve bebek haberine orta şekerli bir tepki verdiği için samimi bir özür dileme ihtiyacı duydu. Maya’yla hâlâ tanışmamıştı. Edward meselesi raydan çıkmış olabilirdi ama bu bugün başka bir yanlışım düzeltemeyeceği anlamına gelmiyordu. Telefonuna uzandı. “Paul, ben Evie. Bana kızgın olduğunu biliyorum ama seni gerçekten çok özledim ve bebekle tanışmak istiyorum. Oraya geliyorum.” Pişman olduğunu belirten bir e-posta atmak milyon kez daha kolay olabilirdi, ama tek taraflı bir konuşma sadece kaçamak bir özür olabilirdi. Paul’un özrünü kabul edip etmeyeceği ise başka bir konuydu. Arkadaşı yüz yüze bir özrü hak ediyordu. Evie paltosunu kapıp bir taksiyle şehir merkezine yö­ neldi. New York şehrinin sokakları 1 Ocak günü tam bir kalp kırıklığı tablosuydu. Bekârlar dün geceki parti kıyafetleri içinde başları önlerine eğik bir şekilde şimdiden yeni yıl ni-

408 Aşk Burada Çekmiyor

yetlerinin en başındakileri bozdukları için kendilerine söy­ lenerek caddelerde yürüyorlardı. Bu niyetler şunlardı: 1) İçkiyi azalt; 2) Tek gecelik ilişkiler yok; 3) Her gece sekiz saat uyku uyu; 4) Her sabah egzersiz yap. Çiftler de keyifsiz görünüyorlardı; geç kahvaltılarını ne­ rede edecekleri konusunda tartışıyor ya da zorunluluktan ka­ tıldıkları yılbaşı partisindeki diğer konukların dedikodularını yapıyorlardı. Restoranlar hariç neredeyse her yer kapalı ol­ duğundan şehirliler boş zamanlarıyla, tıka basa yemek yemek ve hayatları hakkında çokça düşünmek dışında ne ya­ pacaklarını bilmiyorlardı. Evie oraya vardığında George asansörsüz binalarının üçüncü katındaki dairenin kapısını kollarında kundaklanmış bir bebekle açtı. Şu anda bebekten daha çok battaniye var gibiydi. “Selam Evie,” dedi Geoıge. “Mutlu yıllar. Maya’yla tanış.” Evie, pembe kaşmir kozasına sanlı, gözleri kapalı, gül rengi yanaklan tombul tombul olan, gonca şeklinde kıpkır­ mızı dudaklanyla yeni doğmuş kızı görür görmez eridi. “Muhteşem görünüyor,” dedi Evie soluksuz kalarak ve kollarını George’a doladı. “Teşekkürler,” dedi George kocaman gülümseyerek ve başıyla içeri girmesini işaret etti. “Tannm, buraya epeydir gelmemiştim,” dedi Evie. Dai-

409 Etyssa Friedland

releri şık ve modem bir vaha olmaktan çıkıp bir Buy Buy Baby mağazası haline gelmişti. Baktığı her yerde en canlı pembe, mor ve san tonlarında bebek salıncaklan, zıplayan oturaklar, oyun örtüleri, battaniyeler, oyuncaklar ve kitaplar vardı. “Biraz aşırıya kaçtık,” dedi George, Evie’nin dehşet dolu bakışlannı fark edince. “Yo, yo, çok güzel. Sadece büyük bir değişiklik.” “Sana bebeğin odasını göstereyim,” dedi George. “Paul beşiği kurmamıza yardım etmesi için birine rüşvet vermek adına bir nalbur bulmaya gitti. En azından bir saat daha gel­ mez. Maya’yı Musa sepetinden doğru düzgün bir beşiğe ge­ çirmek yeni yıl niyetlerimiz arasındaydı.” Maya’nın odası canlı ve neşeliydi; duvarla Pepto Bismol mide ilacı şişesinin pembesine boyanmıştı. Ama açılmamış oyuncak ve süs poşetleri her yerdeydi; kuzu şeklinde bir lamba ve bir yığın hayvan çıkartması da hâlâ buruşuk amba­ lajlan içindeydi. Evie balta girmemiş ormanlardaki hayvan- lann neden bir bebeğin ilk eğitiminin parçası olduklannı asla anlayamamıştı. Sonuçta çoğu çocuk gerçek hayatında kaç defa bir zürafayla karşılaşırdı ki? Büyük mobilyalar, yani bir alt değiştirme sehpası, iki kişilik, fildişi rengi kadifeden hoş bir kanepe, çikolata kahvesi süet bir sallanan sandalye tuhaf bir biçimde odanın ortasına yerleştirilmişti. “Bir saat gelmez mi dedin?” diye sordu Evie; Maya’nın açıkta kalan ayak parmaklanın battaniyeyle örten George’a döndü.

410 i Aşk Burada Çekmiyor

“En azından bir saat sürer. Nereden bir nalbur bulacağını bile bilmiyordu. Şimdi düşününce yeni yılda açık bir nalbur bulacağından bile emin değilim.” “Maya’yı alıp yürüyüşe çık olur mu? Burada halletmem gereken işler var,” dedi Evie, George’u nazikçe odadan dı­ şarı, pusete doğru iterek. “Emin misin?” diye sordu George. Evie başıyla onayladı. “Yüzde yüz. Bunu Paul’a borçluyum,” dedi. “Bırak da ikiniz için de ufak bir şey yapayım.” George fısıldayarak teşekkür etti ve sıkı sıkı sarılmış Maya’yla birlikte yola koyuldu. Julianne Holmes-Matthews gibi gözlerini kapayan Evie, bir süre durup odanın şekillenmiş halini gözünde canlandırdı. Kapalı gözkapaklannın ardında sallanan koltuğun pencereye doğru çekildiğini ve beşiğin de batı duvarına taşındığını gördü. Pelüş hayvanlar konumlarını aldılar, aşırı büyük zü­ rafa kapının yanında hazırola geçti. Oyuncak sandığı dolabın içinde kendine yer bulmuştu. Evie akimda bir plan oluşmuş halde gözlerini açıp işe koyuldu. Evie mobilyaları yerlerine yerleştirdi, hayvan çıkartmalarını da aşırı şık olmayan bir şe­ kilde hoş bir şekilde odaya yerleştirdi. Lambayı kurdu, kilimi serdi, minik oyuncakları ve bebek kitaplarını da raflara yer­ leştirdi. Sanki yıllar önce Paul’un kendisi için yaptığı şeyi, minyatür eşyalarla yapmak gibiydi.

411 Elyssa Friedland

Bu iş, Edward’la geçen yılbaşı buluşmasını (ve sarhoş­ luktan kalma sersemliğini) ona unutturmuştu ki Olivia’nm odasındakine benzer aşın büyük, pelüş bir Minnie Mouse gördü. At arabasındaki gezilerinin üzerinden bir haftadan fazla zaman geçmişti. Olivia’nın sıcak çikolatasına üflemeyi ve Central Park’taki atlıkarıncada onun yanında gitmeyi öz­ lemişti. Alışveriş torbalarından birinde Toys ’R Us’tan alın­ mış çok güzel bir prensesli saat buldu. Olivia’nm da buna bayılacağını düşündü ve o gün daha sonra onun için bir tane almaya karar verdi. Gerçi ona bunu verip veremeyeceği bam­ başka bir hikâyeydi. Evie kapıda anahtar sesini duyduğu sırada yaptığı içten gayet memnundu. “Aman.Tannm,” dedi Paul değişimi görünce soluğu ke­ silerek. “Evie bu gerçekdışı.” Onun yanında gelip Evie’ye kocaman sanldı. “George mesaj atıp burada olduğunu ve bir saat daha gelmememi söylediğinde buraya sihirli bir dokunuş yapacağını anlamıştım.” “Rica ederim,” dedi Evie. ‘Tam bir pislik gibi davrandım. Bu kadar bencil olduğum için gerçekten ama gerçekten çok üz­ günüm. Ama babaannemin hastalığı, iş durum umum boktan git­ mesi, yakın zamana kadar aşk hayatımın olmaması ve Jack’in evlenmesi falan... Ya aslmda... hiç bahane üretmeyeceğim...” Paul, parmağını onun dudaklarına koyarak Evie’yi sus­ turdu.

412 Aşk Burada Çekmiyor

“Evie, sorun değil. Maya’mn odası inanılmaz. Ödeştik diyelim tamam mı?” Düşüncesiz bir arkadaş olmak, ancak gerçekten eski bir dostlukta yeni dekore edilmiş bir bebek odasıyla affettin lebi lirdi. Sekiz yıl önce de Paul ve Evie bir ayarlama karşılığında New York’ta bir daire düzenleme an­ laşmasına varmışlardı. “Sana minnettarım,” dedi Evie ama Paul onu duyuyor- muş gibi görünmüyordu. Kulaklarına kadar yayılmış bir sı- ntışla kızının yeni odasını inceliyordu. “Tamam ama çok üzgün olduğumu unutma lütfen,” diye devam etti Evie; Maya’nın odasındaki sallanan koltuğu us­ taca yerleştirdiği için hatasının tamamen ortadan kaybolma­ sına izin verme niyetinde değildi. “Biliyorum Evie. Bak sana Maya’nın fotoğraflarını gös­ tereyim. Biraz çıldırdık sayılır.” Paul, postacı çantasından iPad’ini çıkarıp resimleri göstermeye başladı. Paul’u bu şekilde görünce kendi Mac bilgisayarının pü­ rüzsüz metaline elini sürmeyi özledi. Fotoğraflarından sa­ dece bir dokunuş uzaklığında olmayı, parmak uçlarının klavyeye vururken çıkardığı tıkırtıyı özledi. Ama her şeyden daha fazla, e-postalarını kontrol etmeyi istiyordu. Jack, res­ toranını tasarlamayla ilgili olarak onunla iletişime geçeceğini söylemişti. Evie, Jack’in gerçekten e-posta atıp atmadığını merak etti; attıysa bile onun için bir önemi var mıydı ki? Asıl önemli olan şey, gerçek erkek arkadaşıyla işleri batırmış ol-

413 Elyssa Friedland

maşıydı. Peki o zaman neden hâlâ Jack’i düşünüyordu? Bu hiç mantıklı değildi. Ama gerçekten de, bazı şeyler artık daha anlamlıydı.

414 ON DOKUZUNCU BÖLÜM

Ocak ayının ilk haftalarında, meteoroloğun “Büyük Elma* Soğuğu” dediği soğuk hava döneminde Evie, Ed­ ward’m aralarına koyduğu mesafeyi hissedebiliyordu. Ed­ ward elektrik meselesini sormak için aramıştı fakat buluşma teklif etmediğinde Evie çok üzülmüştü. Edward’m, ilişkilerini, ciddi bir yolda gibi görmekten vazgeçip flört dünyasında eğlenceli bir mola olarak değer­ lendirmeye başladığını düşünmemek çok zordu. Bugüne kadar yaşadıkları en büyük sıkıntıları (en azından Evie’nin hatırladığı kadarıyla) JAK’taki o korkunç yılbaşı yemeğiydi. Evie her ne kadar o geceyi unutmaya ve hatta kafasının içinde yeniden yazmaya (özellikle de alkol yüzünden bulanık olan kısımları) çalışsa da nasıl göründüğünü çok iyi bili­ yordu. Eski sevgilisini atlatamamış, onun yanında hâlâ eli ayağına dolanan, onun ne düşündüğüne biraz fazla önem veren, ona bir şeyler kanıtlamak isteyen bir kız gibi görün-

• Büyük Elma (Big Apple) New York 'a verilen bir addtr. (ç.n.)

415 Elyssa Friedland

müştü. Bir yandan Jack’in kalbinin bir köşesinde her zaman yer alıp almayacağını merak etse de Edward’a onunla bir iliş­ kiye tamamen hazır olduğunu göstermek istiyordu. Birkaç gün sonra ona hastanede sürpriz bir ziyaret yaptı ve İkinci Bulvar’daki Spice adlı restorana öğle yemeğine gö­ türdü. Hindistancevizli-körili çorba ve sebzeli mantı eşli­ ğinde, Jack ve yılbaşı gecesi hariç her şeyden konuştular; yemeğin sonunda her zamanki ritimlerine kavuşmuş gibiy­ diler. Ofise döndüklerinde Evie, çantasından bir hediye çı­ kardı. “Sana bir hediyem var.” Evie bir an durduktan sonra gümüş rengi ambalajlı paketi uzattı. Edward küçük kutuya merakla baktı. Gümüş rengi kâğıdı açarken başta yutmamaya çalıştıysa da sonra sabırsızlıkla yırttı. Hediyeyi, antika gümüş çerçeveli bir gazete makalesini gördüğünde yüzü aydınlandı. Evie çer­ çevenin köşesine bir not yapıştırmıştı: “İlk el ele tutuştuğu­ muzda benim kalbime de böyle olmuştu. Öpücükler. Evie.” “Eski bilim makalelerinden bazılarım okumayı gerçek­ ten istemiştim ama artık internete girmediğim için onları bu­ lamadım. Ben de kütüphaneye gidip gazete yığınlarını karıştırmaya karar verdim. Göründüğünden daha zor bir işmiş. Neyse, sonra insanlar heyecanlandığında kalplerinin düzensiz atıp atmadığını anlattığın makalenin fotokopisini çektirdim.” Evie tebessümünü bastırmaya çalıştı.

416 Aşk Burada Çekmiyor

“Aritmik palpitasyonlar,” dedi Edward bilgili bir şekilde kafasını sallayarak. “Aynen,” dedi Evie gülümseyerek. “Tıp jargonu gerçek­ ten çok seksi.” Edward en gizemli tıp bilgilerini bilgiçlik tas­ lamadan söyleyebilirken Jack, sosu koyulaştırmaktan sanki bir roket tasarlıyormuş gibi bahsederdi. “Öyle söylüyorlar. Ama gerçekten Evie, bu harika. Ba­ yıldım.” Edward ona sarıldı. “Umarım beğenmişsindir,” dedi Evie, Edward’in çerçe­ veyi Olivia’nın resminin yanında koyuşunu izlerken. Yine de endişeli hissediyordu ve Edward’in buluşma teklif etmesini beklemek istemedi. “Bu hafta sonu işin yoksa sinemaya gidelim mi?” diye sordu hâlâ Edward’in arkası dönükken. “Harika olur,” diye yanıt verdi ve Evie, omuzlarındaki gerginliğin kaybolduğunu hissetti. “Ah bir de ne oldu biliyor musun? Senin fikirlerine ne kadar önem verdiğimden şüphen olmasın, çünkü sana bir ha­ berim var.” “Öyle mi? Nasıl bir haber?” “Okula geri dönüyorum. Bir gün Bette’den dönerken dersleri hakkında bilgi almak için New York İç Mimari Oku- lu’na uğradım. Doğu Yakası’nda 70. Cadde’de. Bir yıllık ser­ tifika programlan olduğunu öğrendim. Edward, binadan içeri girip portföy çantalarıyla etrafta dolanan, projelerini tartışan

417 Elyssa Friedland

tasarımcıları görünce sonunda doğru yere gelmişim gibi his­ settim. Çok heyecan vericiydi.” “Bu muhteşem bir haber! Senin için çok sevindim.” Ed­ ward ona tekrar san İdi. “Öyle rahat rahat kaydolmak çok tuhaftı. Kayıt görev­ lisi, üniversite sonucumu görmek isteyip istemediğini so­ runca biraz şaşırdı.” “Her şey zor olmak zorunda değil,” dedi Edward. Bunu öğrenmeye başlıyordu. “Aynca bunun JAK’ı tasarlamakla da hiçbir ilgisi olma­ dığını söylemek istiyorum. Onu yapmaya hiç niyetim yok. Bunu bilmeni istiyorum.” “Sana güveniyorum,” dedi Edward ve her iki omzunu da hafifçe sıkıp alnına küçük bir öpücük kondurdu. “Tasanm okulu hemen hastanenin yanında. Öğle yemeklerinde bulu­ şabiliriz.” Edward’ın geleceğe yönelik düşüncelerini duyunca Evie derin bir nefes aldı. “Teşekkürler. Eylülde başlıyorum. Ca­ roline, Jerome’a ofisini benim tasarladığımı söyledi, o da bana bir şeyler ödemekte ısrar etti. Hatta Hamptons’taki konuk evini yeniden tasarlamamı bile istedi. O yüzden okul ücretini rahatça ödeyebileceğim.” “Bir de sana bunu ilk önerdiğimde ayak diremiştin,” dedi Edward şakalaşarak. “Yirmi dakika içinde viziteye çıkmam lazım ama bunun devamım dinlemek için sabırsızlanıyorum.”

418 Aşk Burada Çekmiyor

Bir hastalık hastasına âşık olup çeşitli hastalıklar uydu­ ran bir doktorla ilgili romantik komediyi izledikleri buluş­ madan sonra sonunda beraber oldular. Evie buluşmadan önce güzel görünmek için aşın titizlenerek yeni bir mini elbise ve kısa botlar aldı ve saçlarına kuaförde fön çektirdi. Dikkat edilmesi gereken her yerine ağda yaptı, yoldu, tıraş yaptı, ta­ radı, kısalttı ve cilaladı. Sanki bir araba yıkama servisinden çıkmış gibiydi ama onu almaya gelen Edward soluk gri fitilli kadife pantolonu ve lacivert fermuarlı hırkasıyla o kadar tatlı görünüyordu ki Evie bu kadar zahmete katlandığı için mem­ nun oldu. Sinema çıkışında çabucak makama atıştırmanın ardın­ dan eve döndüklerinde yeni elbisesi ve botları oturma oda­ sında dağınık bir yığın halinde yatıyorlardı; dantel sutyeni ve külotu da dondurma üzerindeki kiraz gibi onların üzerinde duruyordu. Seks, Evie’nin tahmin ettiğinden çok daha iyiydi; katlandıkları bu bekleyiş, sadece yoğunluğu artırmaya yara­ mıştı. İlk sefer biraz hızlı ve ateşliydi; her ikisi de birbirinin bedenini keşfetmeye can atıyor, belki de diğer açılardan ol­ duğu gibi cinsel olarak da uyumlu olup olmadıklarını merak ediyorlardı. O mesele de hallolduktan sonra biraz yavaşladı­ lar ve tutkulu sarılışlar ve sevişmeler sırasında durup öpüş­ meye, yumuşak sohbetler etmeye başladılar. Vücutları adeta kilit ve anahtar gibi birbirine uyumluydu. Evie’nin başı, onun omzu ve göğsü arasına mükemmel uyuyordu. Edward’in

419 Elyssa Friedland

ayaklan da tam Evie’ninkilerin altına geliyor, böylece par­ maklarıyla onu gıdıklayabiliyordu. Her bir doruk noktası, yapbozdaki son parçalann yerleştirilmesi gibiydi. Hayat güzeldi.

New York İç Mimari Okulu’ndaki kayıt memuru, Evie’ye dilediği zaman ziyarete gelip gelecek sömestrin malzemelerini alabileceğini söylemişti. Evie sabırsızlanı­ yordu. Elinde ders programı ve okuma listesiyle okuldan eve doğru mutlu bir sis bulutunun içinde yürüyordu. Batı 66. Cadde’ye geldiğinde beklenmedik bir şekilde sola döndü. Daha ne olduğunu anlamadan kendini, Emmeline Fields’in görmesi için kendisini ikna etmeye çalıştığı tek odalı dairenin bulunduğu binanın, yani Hamilton’m döner kapısının önünde buldu. “Yardımcı olabilir miyim?” diye sordu kapı görevlisi. Adam, tıpkı bir Buckingham Sarayı muhafızı gibi şık bir şe­ kilde, altın püsküllü, bordo-siyah bir üniforma giymişti. “Evet, aslında olabilirsiniz,” dedi Evie. “Bu binada tek odalı bir kiralık daire var. Ya da vardı. Allman-White fırma- sınındı. Görüp göremeyeceğimi merak etmiştim. Herkese açık etkinliğin ne zaman yapıldığını hatırlayamıyorum.” “Üzgünüm hanımefendi. O daire ocak ayının sonunda tutuldu. Yeni bebekleri olan bir çift tuttu.”

4 2 0 Aşk Burada Çekmiyor

“Peki teşekkürler,” dedi Evie, tahmin ettiğinden daha çok hayal kırıklığına uğramış bir şekilde. “Binada bir daire daha var,” dedi kapı görevlisi, Evie’ nin çıkmaması için elini kapıda tutuyordu. “İki odalı bir daire. Nehir manzaralı, aileler için harika bir yer. Oraya da Emmeline Fields bakıyor. İsterseniz kapıcıyı arayayım, evde binleri varsa size göstersinler.” Evie, Edward’ın evindeki odasını kafasında canlandırdı. Burada, bu iki odalı dairede onun için daha da güzel bir yer hazırlamayı çok isterdi. “Yani, benim bir ailem ya da eşim yok. Henüz,” diye ekledi Evie sebepsiz yere özel hayatını kapı görevlisiyle pay­ laşarak. “Umarım yakında olur. Olduğunda da ilk olarak bu­ rayı görmeye geleceğim.” “İyi şanslar dilerim hanımefendi.” “Teşekkür ederim bayım. Emmeline’e uğradığımı söy­ leyebilirsiniz. Ona Brighton okulunun yakınında çantasını bulduğu kişi olduğumu, tekrar uğrayacağımı söyleyin.” “Söylerim. Binada spor salonu, oyun salonu ve bir de...” “Affedersiniz,” dedi Evie çalan telefonunu eline alarak. “Buna bakmam lazım.” Aceleyle binadan çıkıp telefonun ekranına baktı. Bu on rakamı görmeyeli çok uzun zaman olmuştu. Ama yine de on­ ları hiç unutmamıştı. “Jack?” dedi Evie. “Nasılsın?”

421 Elyssa Friedland

“Doğrusu pek iyi sayılmam. E-postalanmın hiçbirine dön­ meyince çok şaşırdım. Yılbaşından beri herhalde en az beş tane göndermişimdir. Hesabımı kontrol edip duruyorum.” “Şey, kusura bakma. Çok yoğundum,” dedi Evie; inter­ neti bırakmasına suçu yüklemediği için kendisiyle gurur du­ yuyordu. Jack’in, onun e-postalarını görüp cevap vermemeyi tercih ettiğini düşünmek çok daha keyifliydi. “Sorun değil. Yenilemeyle ilgili bana yardım etmek is­ teyip istemediğini düşündün mü? Ayrıca sohbet etme şansı­ mız da olur. Restoranda pek konuşamadık. Seni arkadaşından uzun süre alıkoymak istemedim. Adı neydi sahi?” “Edward. Adı Edward.” “Düzgün birine benziyor. Sen iyi şeyleri hak ediyorsun. Zeynep’le tanışamaman çok yazık oldu. Gece yarısından hemen önce geldi o da.” Çok mu yazıktı? Gerçekten de karısıyla tanışmasını mı istiyordu yani? Şu an Evie’yi aradığına göre hiç de öyle gö­ rünmüyordu. Tabii sadist bir şekilde bunu Evie’nin burnuna sokmak istiyorsa o başkaydı; ama Jack öyle biri değildi. “Çok yazık. Neyse Jack, neler oluyor?” “Evie birlikte bir geçmişimiz var. Sesini duymak iste­ dim. Eğer istemiyorsan seni bir daha rahatsız etmem.” İğne düşse duyulacak, uzun bir sessizlik oldu. “Yemek çok lezzetliydi. Yılbaşındaki,” dedi Evie so­ nunda. “Özlediğimi itiraf etmeliyim. Gerçekten yetenekli bi­ risin Jack.”

422 Aşk Burada Çekmiyor

“Evie bunları senden duymak gerçekten çok güzel. Senin fikirlerine her zaman değer verdim. O gece çok güzel görünüyordun. Sen benim yemeklerimi özlemişsin ama ben senin yüzünü özlemiştim.” “Jack şimdi kapamam gerek tamam mı? Bence restora­ nın için başka biriyle çalışmalısın.” “Anlıyorum Evie. Umarım mutlusundur. Mutlusun değil mi?” “Kapatıyorum Jack. Hoşça kal.” Telefonu tekrar çantasına koyduğunda titriyordu. Kalbinin derinliklerinde, Jack’in sadece şu an Evie eri­ şilmez olduğu için aradığını biliyordu. Sorun şuydu ki, kendisi de aynı şeyi yapmışken onu bu yüzden suçlayabilir miydi? Ona takıntı yapmasının bir sebebi de Jack’in evlenmeyi reddetmesi değil miydi? Bu meseleler, gürültücü step dansı ritimleri gibi kafasının içinde dönüp durarak dakikalar önce tasarım okulun- dayken hissettiği neşeyi gölgede bırakmıştı. “Hanımefendi?” Hamilton’ın kapı görevlisi kafasını dı­ şarı uzatmıştı. “Emmeline Fields binanın arka kapısından girdi şimdi. Size iki odalı daireyi göstermesini ister misiniz?” “Şimdi değil,” dedi Evie ve arkasına bile bakmadan cad­ dede ilerledi.

Jack’in aramasından birkaç hafta sonra Edward konuş-

423 Elyssa Friedland

mak için buluşmak istediğinde Evie pek de şaşırmış sayıl­ mazdı. İki kere daha buluşmuşlardı ama Evie o kadar dal­ gındı ki, sakin olması gereken anlarda kıpır kıpır olmuş, sohbet etmesi gereken zamanlarda da sessiz kalmıştı. Seviş­ meleri sırasında bile sanki yukarı doğru süzülmüştü ve se­ vişmelerini tavandan, bir pusun ardından izliyor gibiydi. En kötüsü de Olivia, Edward’ın oturma odasına Peppa Pig şek­ linde giyinmiş bir şekilde girdiğinde olmuştu. “Bu benim en sevdiğim program,” diyen Olivia, Evie’nin kucağına atla­ mıştı. Evie sonunda kızın İngiliz aksanının kaynağını anla­ mıştı. Evie ona, “Çok hoş,” diye yanıt vermişti her zamanki coşkusunun dörtte biriyle. Birkaç dakika sonra dergisinden kafasını kaldırıp baktığında Edward’m küskün Olivia’nın ku­ lağına bir şeyler fısıldadığını görmüştü. Edward’la bir pazar sabahı Central Park’ta buluşacaktı. Oraya erken gidip banklardan birine oturdu ve ağaçların te­ pelerindeki kristalleşmiş karın keyfini çıkararak soğuk rüz­ gârların zihnini arındırmasını bekledi. Park, interneti kullanmayı bıraktıktan sonra huzur bulduğu, bağımlılığını hafifletmesine ve Jack’in evliliğini sindirmesine yardımcı olan uzun yürüyüşler yaptığı yerdi. Ama gel gör ki her derde deva olmuyordu. Edward tam vaktinde yanına geldiğinde Evie, onun söyleyecekleri karşısında hiç de sakin değildi ve ona ne söyleyeceğine de karar vermemişti. “Evie senin için deli olduğumu biliyorsun,” diye söze

424 Aşk Burada Çekmiyor

başladı Edward. “Ben oyunlar oynamam ve öyle değilmiş gibi davranmam.” “Ama...” Evie kafasının içinde Edward’in bu şekilde devam edeceğini hayal ederek kendini gelecek fırtınaya ha­ zırladı. “Ve sana dürüst davranmaya devam edeceğim. Seninle bir geleceğim olsun istiyorum. Ama sana bir şeylerin engel olduğunu hissediyorum,” dedi. Rüzgâr onun san saçlannı ha- valandınyordu ve paltosu yukan aşağı çarpıyordu. Evie, Ed­ warden bankta otururken aralarına bir mesafe koyduğunu fark etti; hem fiziksel hem de duygusal olarak ondan uzak­ laşıyor gibiydi. “Seni seviyorum. Bunu resmi olarak henüz söylemedim ama umanm şimdiye dek bunu anlamışsındır. Ama senin nasıl hissettiğini, bu ilişkiyi nasıl gördüğünü de bilmek istiyorum. Jack’in aramızda olmadığını bilmeye ih­ tiyacım var.” Jack’le ayrılışının ardından gelen o karanlık günlerde cilveli ve muğlak cevaplar vererek bir adam üzerinde güç kurmaktan büyük zevk alırdı. Ama koca bir yıl geçmişti ve Evie değişmişti. Edward onu değiştirmişti. Edward’la birlikte olmak ya da bu açıdan bakılacak olursa Jack’le de birlikte olmak, Facebook durumunu “ilişkisi var” olarak değiştirmek ya da bir daha tanımadığı biriyle buluşmaya gitmeyecek olmak demek değildi. Asıl mesele, mutluluğu bulmak ve ger­ çek aşkın ne olduğunu keşfetmek, Baker Smith’te asla olma-

425 Elyssa Friedland

yan bir birleşme sağlamaktı. Edward’la ilişkileri devam ede­ cekse buna büyük bir yatırım yapmalan gerekiyordu ve bunu sonuçlan da onlar için gerçekten önemli olacaktı. Şimdi de Edward ona, uzun süreli hatta belki de sonsuza dek sürecek olan bir ilişki isteyip istemediğini soruyordu. Edward Gold bugüne dek çıktığı en düşünceli, samimi, içten ve ilgili adamdı. Aynca eskiden takıntılı olduğu ve her zaman bir yere kadar önemseyeceği başka özellikleri de vardı: Yakışıklıydı, işi düzgündü, eğitimi iyiydi. Ama her zaman istediği bir şeye ulaşmak bunun kendisi için yeterli olup olmayacağını sorgulamasına sebep olmuştu. Belki de Jack’i bu kadar zamandır cazip kılan şey buydu. Hiçbir zaman uzun süreli plan yapmasına izin vermezdi. Jack evli­ liği konu dışı bıraktığından Evie otomatik olarak bunu arzu­ ladığına karar vermişti. Çünkü hiçbir zaman bunun sonuç­ larının ne olacağını görme şansına sahip olmamıştı. Ya da belki de başka bir şey, Edward’la bir hayat kurmasına engel olan daha karanlık bir şeyler vardı. Belki de en iyisini hak ettiğinden emin değildi. Edward’in onun sorunlarını hemen fark ettiği açıktı ve bu da Evie’yi korkutuyordu. Onu kendi delilikleri yüzünden kaybetmek istemiyordu. “İşlerin böyle gitmesi beni çok mutlu ediyor,” dedi Evie samimi olarak ve elini onun dizine koyarak aralarındaki me­ safeyi kapamak istedi. “Hayatıma girdiğin için kendimi çok şanslı hissediyorum.”

426 Aşk Burada Çekmiyor

Edward rahatlamış görünüyordu. Bunu, sohbetin başın­ dan beri ortaya çıkmayan gamzesini görünce anlamıştı. “Evie benim kadar mutlu olmanı çok istiyorum," dedi ve kollarını ona dolamak için biraz yanaştı. “Mutluyum," dedi Evie, “Gerçekten. Aynca ben de seni seviyorum." Başının onun omzuna yasladı. Parktan geçen biri için mutluluğun portresi gibiydiler. “Peki ya Jack?" diye sordu Edward. Evie fularını çekiştirip püsküllerini işaretparmağına do­ ladı. “Aradı," dedi Evie; bunu saklamaya hakkı olmamasına rağmen başka bir şey söylemek içinden gelmiyordu. “Onu tahmin ettim. Sonra?" diye ısrar etti Edward. “Sanırım beni geri istiyor. Ama ben artık seninle bera­ berim ve ona da bunu söyledim." Evie bunları söyledikten sonra derin bir iç çekti. Bu sözler o kadar nihai gelmişti ki, öyle olmaması gerektiğini bildiği halde onu korkutmuşlardı. “Güzel," dedi Edward sadece. Belki de bunu duymak onun için yeterli, diye düşündü Evie hayret ederek. Kendi­ sine yeterli olmazdı. Ama Edward onun aynası değil tamam­ layıcı eşiydi. “İnterneti neden bıraktığımdan biraz daha bahsetmek is­ tiyorum. JAK’tayken çok azından bahsettim ve sen gerçeğin tamamını hak ediyorsun," dedi. Edward’ın yüzüne bakmak için bankta yan döndü. “Sana bahsettiğim gibi Facebook’ta çok az

427 Eiyssa Friedland

tanıdığım birinin resimlerine bakarken Jack’in evlendiğini öğ­ rendim. Karısını Google’da aratmaya çalışırken bilgisayarıma kustum. Biz aynldıktan sonra onun biriyle evlendiğini sana söy­ lemekten çekindim. Sanki gözündeki değerim düşecekmiş gibi hissediyordum. Bakalım başka neler var. Çalışmak ye­ rine bir sürü şahsi e-posta gönderdiğim için işimi kaybettim. Bir buluşmadan önce yanlış birini Google’da arattım ve o kişi bunu anladı. Hukuk sektöründen bir blog, benimle dalga geçti. Eski sevgililerimi gizlice internetten takip ettim. Ken­ dimi başka kadınların fotoğrafları ve özgeçmişleriyle karşı­ laştırarak değerlendirdim. Kendimi gerçekten ortaya koymak yerine birileriyle tanışmak için flört sitelerine bel bağladım. Böyle saymaya devam edebilirim.” “Böyle bir şeyler olduğunu tahmin etmiştim. Bak Evie, seni anlıyorum. Eski karımla Twitter üzerinden kavga edip dünyayı da boşanmamızda taraf olmaya davet ettik. İnternet çok çılgın bir yer.” “Gerçekten öyle.” “Ama iyi şeyler de var. Olivia, Georgina’dayken Face­ Time’ ı kullanıyoruz mesela. Bunun için ne kadar müteşek­ kirim biliyor musun? Ayrıca dünyanın farklı yerlerindeki hastaların röntgenlerini inceleyebiliyorum. Ve tekrar e-pos- talanna bakmaya hazır olduğunda hastanede dönen gayet hoş mesaj lan sana da yollayabilirim.” “Hazır olduğumda haber veririm,” dedi Evie ve Ed-

428 Aşk Burada Çekmiyor

ward’in elini tutarak onu ayağa kaldırdı. “Hadi biraz yürüyelim,” dedi. “Haberlerde dağsıçanının gölgesini görmediği söylendi.” “Ah harika,” dedi Edward. “İlkbahara bayılırım.” “Benim doğum günüm ilkbaharda,” dedi Evie; birkaç ay sonra otuz beş yaşında olacağına inanamıyordu. “Biliyorum,” dedi Edward. “Bu kadar yaşlandığın için kendini kötü hissetme diye özel bir şeyler yaparız.” Şakala­ şarak Evie’nin bileğinin içini gıdıkladı. El ele, meşhur karaağaçların dizili olduğu yolda yürür­ lerken mükemmelliğin resmi gibiydiler. Ama kötü cinler rahat bırakmıyordu. “Edward seni gerçekten seviyorum.” Evie durdu. “Ama biraz zamana ihtiyacım var.” Edward’in elini ve muhtemelen bütün geleceğini ar­ dında bırakarak tam tersi istikamette yürümeye başladı; ya­ kında yapraklarına geri kavuşacak olan karaağaçlar etrafını çevreliyordu.

Sam Blumberg, bir huzur evinde yaşayan seksen yedi yaşındaki bir emeklide bekleyebileceğiniz her şeye ve daha fazlasına sahipti. Bette birkaç hafta sonra Florida’ya dönecek olmasına rağmen Sam onu ziyarete gelmişti. Evie onunla, Fran ve

429 Elyssa Friedland

Winston’in evinin arka bahçesinde tanıştı. Bette, kaldığı apartmandaki komşusu, onun kafasına ağrılar sokan gürül­ tülü bir tadilata başladığından beri geçici olarak buraya yer­ leşmişti. Bette canlı ve güçlü görünüyordu; birkaç ay önce hayatı kanser yüzünden allak bullak olan bir kadın gibi de­ ğildi. Saçlarına yeni meç yapılmıştı ve tırnaklarında da koyu şarap rengi ojeler vardı. Evie geldiğinde yüzüğüne vurdu. Eski alışkanlıklardan vazgeçmek zordur, diye hatırlattı kendi kendine Evie. Evie hamağa uzandığında Bette ve Sam de birbirinin eşi sallanan sandalyelere karşılıklı oturarak sallanmaya başladı­ lar ve her defasında ortada buluşuyorlardı. “Seninle tanıştığıma çok sevindim Sam,” dedi Evie ada­ mın buruşuk elini bıraktıktan sonra. Gerçekten de çok tatlı bir ihtiyardı; teni, aşın olgunlaşmış bir şeftali gibi kınşmıştı ve kıvırcık, beyaz kıllarla kaplıydı. Evie onun hafif kambur olduğunu görebiliyordu. Onun vücudu da kocaman bir kalbin bir arada tuttuğu yumuşak kısımlardan oluşuyordu. “Evie tıpkı ninenin dediği kadar şahanesin. Rosen ka­ dınları dizlerimi titretiyor. Ya da osteoporozdan da olabilir tabii.” “Sam, Century Village’i kınp geçiriyor olmalısın,” dedi Evie. “Benim yüzümden mi yoksa yaşlılıktan mı bilmiyorum ama sinekler gibi nallan dikip duruyorlar.”

430 Aşk Burada Çekmiyor

Evie kıkırdadı. Bette’nin gözleri parlıyordu. Hayatının sonbahannda, onlarca yıllık bilgeliğine rağmen yine de “iyi bir av” yakala­ dığı için kendiyle gurur duyuyordu. “Baksana Evie, Bette konuştuğun biri olduğunu söyledi ama işler yolunda gitmezse şehirde sana uygun bir torunum var, üstelik de bütün o tuhaf tipleri gölgede bırakır. Barry’m uzun boyludur, kazancı iyi ve inan bana bir hanıma nasıl muamele etmesi gerektiğini de bilir. Hiç fena biri değildir. Şimdiye dek birini bulamamış olması çok üzücü.” Bette ve Sam’in birbirine mükemmel uyduğunu anla­ mak için Evie’nin tek duyması gereken buydu. “Teşekkürler Sam. Barry’yi aklımın bir köşesinde tuta­ cağım.” “Belki ona uygun bir arkadaşın falan vardır ha?” “Uzun boylu mu demiştin?” diye sordu Evie. Onu Sta- sia’yla tanıştırmaktan bir zarar gelmezdi; gerçi en çekici ar­ kadaşına bir erkek arkadaş ayarlama düşüncesi hâlâ rahatsız edici bir değişiklikti. “Sonuçta basketbol oyuncusu değil ama yeterince uzun işte. Ampul değiştirmek istiyorsan tamirci çağıracaksın. Bu zamane kızlarının derdi ne Bette?” “Hiç ağzımı açtırma Sam.” “İşler eskiden daha iyiydi. Pekâlâ güzel hanımlar, bor­ sacımı aramak için içeri geçiyorum. Yeni glokom ilacım mu­ cizeler yarattı, ben de o yüzden biraz Glaxo hissesi almak

431 Elyssa Friedland

istiyorum.” Evie, Sam’in yerinden yavaşça doğrulmasını, alt­ mış kiloluk sarkık vücudunu kaldırmak için ellerini koltuğun kollarına dayamasını izledi. “Ee Evie-le, senin için ne yapabilirim?” diye sordu Bette masumca Sam yanlarından ayrıldıktan sonra; gerçi Sam’in buraya öğüt vermek için geldiğini gayet iyi biliyordu. “Kafam karışık,” dedi Evie açıklamaya hazırlanarak. “Yani son konuşmamızdan sonra...” “Dur tahmin edeyim. Jack denen aptal işleri karıştırmak için tam vaktinde ortaya çıktı ve Edward’la her şey fazla iyi gidiyordu. Haksız mıyım?” Evie sahtekârlıktan bıkmıştı. Greenwich’e kadar kısmi gerçekleri anlatmak için gelmemişti. Kafasını hamaktan kal­ dırıp doğrudan babaannesine baktı ve şöyle dedi: “Evet, böyle de özetlenebilir. Jack beni aradı. Ve e-posta attı. Ayrıl­ dığımız zamandan çok farklı davranıyor.” “Şu Jack, sana gerçekten zarar verdi,” diye iç geçirdi Bette. “Bunda elbette senin de suçun var. Hep erişilmez olanı istiyorsun. Seni üyesi olarak görecek bir kulübün parçası olmak istemiyorsun. Ama sen Groucho Marx değilsin.” “Biliyorum babaanne.” “O zaman beni dinle. Jack’i çok uzun bir süre boyunca istedin. Onu bu kadar özledikten sonra unutabileceğim dü­ şünemiyorsun. Ama artık hayatında Edward var. Gerçek bir menş* Senin için çok daha iyi biri. Ama tabii onu çok kolay

* (İbr.) Toplumun saygın bir üyesi, (ç.n.)

432 Aşk Burada Çekmiyor

elde ettin. Telefonda bekleterek seni zorlamıyor. Sen de doğal olarak onun senin için yeterince iyi olmadığından şüphe edi­ yorsun. Sadece ikna edebileceğin birini istiyorsun.” “Bu doğru değil babaanne. Elbette ki beni gerçekten seven birini istiyorum. Düğünümüze geleceğinden emin olmak için uyku ilacı vereceğim birini değil. “Ne yaptığını biliyorsun değil mi?” Bette çayından büyük bir yudum aldı ve yaşlanmakta olan Yahudi bir Buddha gibi ellerini kavuşturdu. “Ne yapıyormuşum?” diye sordu Evie; gerçi kafasının içinde tahmin edilebilir bazı yanıtlar vardı: “Meşuga* gibi davranıyorsun, hayatını şmuk** ediyorsun ya da buna benzer bir şeyler.” “Yaptığın şey,” dedi Bette, “kitle aramak”. “Kitle mi aramak? Sen neden bahsediyorsun? Bunun kanserle ne alakası var? Hastalık hastalığımla da bir ilgisi yok. Ki artık o konuda da daha iyiyim.” “Kanserden bahsetmiyorum. Beni dinle canımın içi. Ben bütün hayatımı endişelenerek geçirdim. Kitle arayıp dur­ dum. Ama sana bir şey diyeyim mi? Asla oğlumu kaybede­ ceğimi düşünmezdim. Kendimizi ne kadar hazırlamaya çalışsak da hayatta neyin karşımıza çıkacağını asla bileme­ yiz. Hayatın kontrolü aslında bizim elimizde değil. O yüzden

* (İbr.) Çılgın, aptal (ç.n.) ** (İbr.) Rezil, (ç.n.)

433 Elyssa Friedland

sadece hayatını yaşa ve mutlu olmaktan da korkma.” “Peki, belki de haklısın. Belki de söylediğin gibi kitle anyonundur. Ama ben çılgınlığımı bir kenara koysam bile Edward’m beni hâlâ isteyeceğinden emin değilim. Kızı be­ şinci yaş gününü yeni kutladı ve ben davet edilmedim. Ed­ ward birlikte kesin olarak bir geleceğimiz olmayacaksa onu umutlandırmak istemediğini söyledi.” Evie parkta onu öylece bıraktıktan sonraki gün o telaşlı ve kafa karıştıncı davranışı yüzünden özür dilemek için Ed- ward’i aramıştı. Edward işteyken telefonunu açmıştı ama her zamankinden daha kısa kesmişti. Evie laflan eveleyip geve­ ledi ve sonunda da pek bir şey diyemedi. Kendisine karşı sa­ bırlı olması için ona yalvarmak, Jack’ten ikinci kez aynİmanın onun için ne kadar zor olduğunu açıklamak istedi; gerçi Edward’in onu hâlâ isteyip istemediğini bile bilmi­ yordu. Aynca Edward bunlan duyunca ardına bile bakmadan kaçacağından Evie sadece o gece bir şeyler içmek için bulu­ şup konuşmalannı önerdi. Edward onu sabırla dinledi ama Evie duygulannı tamamen çözümleyinceye dek onunla gö­ rüşmek istemediğini söyledi. Evie bu detaylardan bahseder­ ken Bette yüzünü buruşturdu. “Evie lütfen,” dedi Bette. “Seni ona ayarladığım için beni pişman etme.” Evie hamaktan öyle hızla fırladı ki yere düşüp soğuk ze-

434 Aşk Burada Çekmiyor

mine sertçe çarptı. Hamağın demirine kafasının arkasını çarpmıştı. “Ne demek ayarlamak?” diye sordu tamamen şaş­ kınlık içinde. Evie, Bette’ye aylar önce Edward’la görüştü­ ğünü söylemişti ve Bette onlann bir araya gelmesinde tanış­ malarındaki ana unsur olması dışında bir rol oynadığından bahsetmemişti. “Evie-le beni biraz hafife almıyor musun?” dedi Bette. “Edvvard’a senin hakkında onca güzel şeyi kim söyledi sa­ nıyorsun? Ona mezuniyetinden resimlerini gösterdim. Biraz allıkla nasıl olduğunu o da görsün istedim. Bu yüzden ame­ liyat günümde hastaneye giyinip süslenerek gelmeni istedim. Edward’m biraz çabaladığında nasıl güzel olduğunu görme­ sini istedim.” “Ama beni evli bir adama ayarlamaya çalıştığını sandı­ ğımda sana kızmıştım. Boşanmış olduğunu biliyordun ve bana söylemedin öyle mi? İlk buluşmamızdan sonra ben sana onunla görüştüğümü söyledim ama. Sen de bana anlatabilir­ din.” Bette, Evie’ye öyle bir bakış attı ki sırtı ürperdi. “Ne diyebilirim ki? Onunla hemen çıkmaya çalışmama­ nın daha iyi olacağını düşündüm. O çok yakışıklı biri. Ve de başarılı. Onun yanındayken kendin gibi davranmanın daha iyi olacağını düşündüm. Hem bu işin arkasında benim oldu­ ğumu bilsen bu işe hiç şans vermezdin. Bunu da ancak ikiniz

435 Elyssa Friedland

artık yakın olduğunuz için söylüyorum.” Bette kucağındaki battaniyeyi alıp göğsünün etrafına sıkıca sardı. Böylesine güçlü bir kadınında fiziki bir zayıflık görmek gerçekten ür­ kütücüydü. Evie kendisini kandırdığı için Bette’ye kızmak isti­ yordu. Edward’a yumurta dondurma hakkında sorular sorma korkunçluğundan ve onunla paylaştığı tüm diğer utanç verici şeylerden kurtulabilirdi. Ama aslında çaktırmadan da olsa Bette’nin söylemeye çalıştığı şey torunu Edward’in yanında kendisi gibi davranırsa Edward’in ondan hoşlanacağını bil­ diğiydi. Her şey yerine oturacaktı; ki gerçekten de öyle ol­ muştu. Tabii ki Jack tekrar ortaya çıkıp sorunsuz giden flörtünü ateşe atana kadar. “Peki ya Edward?” diye sordu Evie. “O da mı senin küçük planından haberdardı?” “Alakası bile yok,” dedi Bette. “İkiniz de benim piyon- lanmdınız. Ona senin bir erkek arkadaşın olup olmadığını falan bilmediğimi söyledim. İlgisini uyandırmak için, işte bi­ lirsin. Benim zamanımda da işler pek farklı sayılmazdı. Ama Evie, sana ne yapman gerektiğini söyleyemem.” “Söyleyemez misin?” diye sordu Evie; babaannesinin, insanlara hayatlarım nasıl yaşamaları gerektiğini dikte eden karakter özelliğinin radyasyon tedavisiyle bir şekilde ortadan kaybolup kaybolmadığım merak etti. Eğer öyleyse Susan Ha-

436 Aşk Burada Çekmiyor

la’ya, Doğu Kıyısı’na dönmesinin güvenli olduğunu haber verebilirdi. Babaannesini başından öpüp sandalyesinden kalkma­ sına yardım etti. Birlikte, kol kola bir halde içeriye girdiler; Fran, elinde bir kurabiye ve meyve tabağıyla onları bekli­ yordu, Sam de sözünün eri biri olarak gerçekten de borsacı­ sıyla telefonda konuşuyordu. Evie’nin kafası hâlâ pek netliğe kavuşmuş sayılmazdı ama ne olursa olsun sevgi dolu ailesi için minnettar olduğunu hissediyordu. Şehre trenle geri dönerken Evie, Bette’nin dalaveresini düşünmeden edemedi. Seksenlik babaannesinin fark edeme­ diği şey, onun küçük planının sadece Evie’nin internet mo­ lasına denk geldiği için işe yaramış olduğuydu. Evie eskiden olduğu gibi tanıştığı herkesi, özellikle de erkekleri Google’da aratıyor olsaydı Edward’in evli olmadığını bilirdi. Onu po­ tansiyel bir talip olarak görür ve tıpkı Bette’nin söylediği gibi onun yanında tamamen farklı davranırdı. Ya da sansasyonel boşanması yüzünden canı sıkılır ve Edward’la ilgili tamamen yanlış bir kanıya kapılabilirdi. Onu ağına almaya çalışmadığı için ilk sohbetleri o kadar rahat geçmişti. Tam tersine sadece kendisi olmuş, iyi, kötü ve çirkin yanlarını birden ortaya ser­ mişti. Edward yine de ondan hoşlanmıştı. Ama internete girmemek Jack’i de tekrar yörüngesine sokmuştu. Yazdıklarına cevap vermemesinin onu deli ettiğini

437 Elyssa Friedland

söylediğinde yakayı ele vermişti. Bilgisayarını nehrin derin­ liklerine fırlatmanın, evlenme teklifi almasına yardımcı ola­ bileceğini kim düşünebilirdi? Her şeyden daha ilginci de akıllı telefonların iç çamaşı­ rından daha yaygın olduğu bir şehirde, İnternet kullanmayı bırakmasının ona profesyonel olarak yardım etmesiydi. Hâlâ İnternet kullanıyor olsa Baker Smith’ten ayrıldıktan kısa bir süre sonra özgeçmişini bir yerlere göndermiş ve muhtemelen de şimdiye kadar bir başka kıymet bilmeyen büyük bir hukuk firmasında kendini parçalıyor olurdu. Caroline ondan Jero- me’un ofisini tasarlamasını istediğinde de boğazına kadar milyar dolarlık bir birleşme anlaşmasına battığını, bir salise bile boş vakti olmadığını söylerdi. New York İç Mimari Oku- lu’na kayıt olması da söz konusu olmazdı. İntemet’ten kopmak hayatının yönünü değiştirmişti. Evie sadece bunun olumlu yönde bir değişim olmasını umuyordu.

Bette’yi ziyaretinden birkaç gün sonra beklenmedik bir şekilde Stasia aradı. “Seni özledim Evie,” dedi yorgun ama samimi bir sesle. “Buluşup bir kahve içebilir miyiz?” “Ne zaman istersen. Bana bir şans daha verdiğin için te­ şekkür ederim.”

438 Aşk Burada Çekmiyor

O öğleden sonra Starbucks’ta buluşmak üzere sözleşti­ ler. Evie, Edward’in ve son dönemde de Edward ve Jack’in, onu dostluğunu tamir etme görevinden uzaklaştırmasına izin vererek aylar harcamıştı. Sonunda, yıllar boyu aralarındaki tek engelin kendi kıskançlığı olduğunu anlamıştı. Üstelik bu kıskançlık da olmayan bir şeye karşıydı. Tüm bu süre bo­ yunca Evie, onunla romantik sıkıntılarım paylaşmaktan ka­ çınmış -kalp kırıklığından ya da yalnızlıktan haberi yokmuş gibi görünen- arkadaşının onu asla anlayamayacağını dü­ şünmüştü. Şimdi işler bambaşkaydı ve Evie konuşmalarının daha karşılıklı olacağını düşünüyordu; gerçi bu noktaya ulaş­ malarında bir evlilik krizinin etkili olması onu üzüyordu. Stasia, Evie’nin hiç görmediği kadar zayıflamıştı ve nor­ malde parlak olan saçları donuk ve bakımsızdı. Ama buna rağmen bütün gerçek güzellerde olduğu gibi hâlâ harikaydı. “Nasılsın?” diye sordu Evie, gerçi bu soruyu sorduğu için kendini aptal gibi hissediyordu. “İyileşiyorum. Rick geçen ay bütün eşyalarını götürdü. Onun o iğrenç boxer şortlarını her gün görmemek iyi geliyor. Eşyalarını yakmaya çok yaklaşmıştım ama kendimi tuttum. Senden n’aber? Edward’la işler hâlâ yoğun mu gidiyor? Tracy ve Caroline aracılığıyla haberlerini almaya devam ediyordum.” “Aslında şu an işler biraz sıkıntılı. Senin tavsiyeni al­ mayı çok isterim.”

439 Elyssa Friedland

“Emin misin? Kocamın ortadan kaybolması düşünüldü­ ğünde birinin benden ilişkiler konusunda fikir almak istemesi gerçekten çok hoş.” “Hey,” dedi Evie sert bir sesle. “Okuldaki her tatlı ço­ cuğu kendine âşık etmeyi kimse senden daha iyi beceremi- yordu.” “Bunda haklısın,” dedi samimi bir şekilde omuz silke­ rek. “Ama inan bana bu olanlar çok küçük düşürücüydü.” “Çok üzgünüm Stasia. Keşke iyi hissetmeni sağlayacak bir şeyler diyebilsem. Karşılaştırılamayacağını biliyorum ama ben de daha önce küçük düştüm. Jack’e ültimatom ver­ dikten sonra ondan ayrılmama göz yumması inanılmazdı. Şimdi de, yani hayatımda ne noktada olduğumu bilmiyo­ rum.” Evie ona Edward’la olan buluşmalarından ve yılbaşı ge­ cesi Jack’e rastlamalarından bahsetti. “Jack’i gördükten sonra kaçık gibi davrandım. Ofisinde biraz konuştuk. Bilmiyorum, hâlâ aramızda bir şeyler varmış gibi geldi. Sonra masaya geri döndüm ve Jack gelip Ed- ward’a kendini tanıttı. Sana yemin ederim onlar tokalaşırlar- ken geçmişim ile geleceğimin aynı anda infilak ettiğini izliyormuş gibiydim. Jack, Edward’a, ‘Onu elinden kaçırma,’ dedi. Bu da ne demek oluyor? Neyse işte, yemeğin kalanı tam bir felaketti. Bir yandan Jack’i kıskandırmak için ken-

4 4 0 Aşk Burada Çekmiyor

dimi Edward’in kollarına atıyor, bir yandan da Edward’a Jack’in geçmişte kaldığını kanıtlamaya çalışıyordum. Şimdi şunu dinle: Jack beni aradı. Bana e-posta atıp durduğunu söy­ ledi. Benimle konuşmayı ve yüzümü özlemiş. Şimdi de Ed­ ward artık Jack’e karşı kesinlikle hiçbir şey hissetmediğimi duymak istiyor. Ben de bu basit cümleyi söylemeyi bir türlü beceremiyorum.” “Peki öyle mi?” diye sordu Stasia. “Yani hâlâ Jack’e bir şeyler hissediyor musun?” “Sanmıyorum. Yani, Edward’ı seviyorum. Bu kesin. Ama bir yanımla da Jack’in, benim gayet mutlu olduğumu bilmesini ya da en azından benimle evlenmediği için pişman­ lık duymasını istiyorum. Hâlâ bunu önemsiyorsam o zaman Edward’a tam anlamıyla bağlı olmadığım anlamına gelmez m i?” Stasia chai latte'sinden bir yudum alıp uzun bir dakika boyunca yanıt vermedi. “Gerçekten hiç sanmıyorum. Örne­ ğin beni düşün. Şu an Rick’ten gerçekten tiksiniyorum ama şu an benim bir süperstarla falan birlikte olduğunu düşün­ mesini çok isterim. Bu onunla tekrar bir araya gelmek iste­ diğim anlamına mı geliyor? Hem de hiç. Ama yine de hayatımın harika olduğunu düşünmesini istiyorum.” “Bunu anlıyorum,” dedi Evie. “Gerçekten anlıyorum. Zaten Facebook da bir nevi bu işe yanyor.”

441 Elyssa Friedland

“Aynen. Ah, bu arada JAK’tayken laboratuvar ekipma­ nımı görmüş olabilir misin?” “Sen neden söz ediyorsun?” diye sordu Evie gözlerini kocaman açarak. “Jack moleküler yemek pişirme tekniklerini denerken ona bir dolu deney tüpü, damlalık ve beher kabı ödünç ver­ miştim. Yaklaşık 500 dolarlık malzemelerdi ama hemen ar­ dından ayrıldığınız için bir şey söyleyemedim.” “Üzgünüm tatlım, etrafta bilimsel malzemeler gördü­ ğümü hatırlamıyorum,” dedi Evie. “Pislik herif,” dedi sinirle Stasia. “Edward ondan çok daha iyi biri.” “Peki ne düşünüyorsun? Yani Edward’a kendimi ilişki­ mize adayacağıma nasıl gösterebilirim? Hâlâ Jack’ten hoş­ landığımı ya da daha kötüsü onunla sadece Jack’i unutmak için görüştüğümü düşünmesini istemiyorum.” “Jack’ten alıntı yapmaktan nefret ediyorum ama gerçek­ ten de, yemek yaparsan asla hata yapmazsın. Neden kendi evinde Edward için şahane bir akşam yemeği hazırlamıyor­ sun? En sevdiği yemekleri yap. Mumlan yak. Sonra da onu oturtup yılbaşı gecesi yapmak istediğin şeyi yap. Ona ne kadar değer verdiğini, yıllardır ya da hiçbir zaman bu kadar mutlu olmadığını söyle. Jack konusunda içini rahatlat. Jack seni bırakıp siz aynldıktan çok kısa bir süre evlenince ne

4 4 2 Aşk Burada Çekmiyor

kadar incindiğini anlat ona. Edward’ın da daha önce evli ol­ duğunu unutma. Edward’la yoluna devam edince içinde hiç­ bir zaman Jack’e yer olmayacağından endişe ediyorsun ama işler öyle yürümüyor. Rick her zaman benim bir parçam ola­ cak. Hayatımızda yer alan bu insanlar tamamen ortadan kay­ bolmuyor. Bizde izler bırakıyorlar. Ne demek istediğimi anlıyor musun?” “Sanırım tam üstüne bastın,” dedi Evie. “Bunca zaman­ dır Jack ne zaman aklıma gelse kendimi suçlu hissediyor­ dum. Ama hayatımın iki yılını hafızamdan silip atamam ki. Kendimi ona tam anlamıyla bir defada açıklarsam Edward’m anlayacağını düşünüyorum. Bir keresinde Georgina’nın her zaman onun bir parçası olacağını söylemişti.” “Kesinlikle. Ee, başka bir şey var mı? Açıldım bir kere.” “Benden bu kadar. Asıl senden naber Stas? Gerçekten endişeleniyorum senin için.” “Toparlanacağım. Harika dostlarım var.” Elinin Evie’ nin elinin üzerine koydu.” “Pek de harika sayılmam. Hastanedeki o geceden sonra kapında bitmiş olmalıydım ya da en azından kiralık katil tutup Rick’i öldürtebilirdim. Tıpkı bir ergen gibi kendimi yeni ilişkime kaptırdım.” “Kes şunu. Birini bulduğun için senin adına çok mutlu­ yum,” dedi Stasia.

4 4 3 Elyssa Friedland

“Birini bulmak demişken, muhasebeciler hakkında ne düşünüyorsun?” 1 “Olumlu şeyler. Rick vergilerimizi hallederdi. Nere­ deyse nisana geldik ve ben sıçmış batırmış durumdayım.” “Romantik olarak diyorum. Babaannemin erkek arka­ daşının oğlu kendine bir sevgili arıyormuş.” “Ah, tatlım. Bunu bir süre düşüneyim ben. Sen de gidip telefonunu aç ve yemeğini pişir. Ben de laboratuvara gide­ yim .” “Laboratuvar mı? Bugün cumartesi.” “Son günlerde erkeklerdense fareleri tercih ediyorum. Gerçi ortak pek çok noktalan var.” “İşler yoluna girecek,” dedi Evie. Stasia bir kaşını kaldırıp, “Bunu sana söylediğimizde bize asla inanmazdın,” dedi. Evie güldü. “Sanırım artık iyimser biriyim.” “Tannm, belki ben de interneti bırakmalıyım,” dedi Sta­ sia. “Davranışlanmı değiştirmek işime yarayabilir. Özellikle de işyerinde. Rick’in Facebook hesabını beş dakikada bir kontrol ediyorum. Daha iyi bir Alzheimer ilacı bekleyen onca insan için hiç iyi bir şey değil bu.” “Aah, Facebook takipleri. Çok iyi bilirim,” dedi Evie efkarlı bir tavırla. “Ya da çok iyi bilirdim mi demeliyim?” Evie, içeceğinden son bir yudum alıp sordu: “Peki bu

444 Aşk Burada Çekmiyor

durumun Rick’in yanına kâr kalmasına mı izin vereceksin gerçekten? İntikam falan almayacak mısın? Gerçekten ben­ den daha iyi bir kadınsın.” “Eh,” dedi Stasia fısıltıyla. “Babamın Ulusal Güvenlik Komitesi’ne atandığını söylemiştim hatırlıyor musun?” “Evet,” dedi Evie bunun nereye varacağını kestiremez bir ifadeyle. “Rick’i uçuşu yasaklılar listesine ekledi. Onun şu küçük bisikletçi metresini bir geziye çıkarmak istemesi için sabır­ sızlanıyorum.”

Evie, Stasia’dan ayrıldığı anda Edward’ı arayıp onu o gece, kendi pişireceği yemek için evine davet etti. Ona ken­ disini görmek istediğini, onu delicesine özlediğini ve onun kamını doyurmak istediğini söyledi. Neyse ki Edward tekli­ fini kabul etti. Evie hızla semtindeki aşın büyük gurme markete koştu. Hint yerelmalannın yanından geçerken mönüsü aklında can­ lanmıştı. Edward’a ocak ayında bir Şükran Günü yemeği pi­ şirecekti. Edward ona yılda sadece bir defa böyle bir ziyafet çekildiği için ne kadar üzüldüğünü söylemişti; böylece alış­ veriş sepetini hindi, yeşil fasulye, yemek sosu, hazır bir pekan cevizli pay ve tatlı patates çıtın için gerekli malzeme­

4 4 5 Elyssa Friedland

lerle doldurdu. Farklı kasalar - “ 13 ya da daha az ürün” için hint yerelmalanm tek tek mi saymalıydı yoksa bir poşet ola­ rak m ı?- yüzünden kafası karışan Evie, kendini markette tu­ rist gibi hissetti. FreshDirect’ten online olarak sipariş etmeye ve tembel bir biçimde “mevcut siparişi yenile” butonunu işa­ retlemeye alışmıştı; gerçi bu, mutfağında hiçbir işi olmayan kimyon, kişniş ve bunun gibi birtakım tutkulu malzemeler­ den de sipariş etmesi anlamına geliyordu. Ardından içki dükkânına uğrayıp müdürün tavsiye ettiği iki şişe ödüllü şarap aldı: Rhone Valley’den beyaz ve Bor- deaux’dan kırmızı. Sonra da aceleyle evine yöneldi. Market kesekâğıtlan üst üste yığıldığından attığı adımı bile göremi- yordu. Asansör butonunu el yordamıyla bulup doğru katta indiğini umdu! “Yardım ister misin?” diyen tanıdık ses onu irkiltti. Gö­ rüşünü kapayan kesekâğıtlan yere düştü. “Jack? Ne anyorsun burada?” diye sordu Evie, ayağının dibindeki dağınıklığa bile bakmadan. Jack kapısının içinde oturmuştu ve üzerinde bir gömlek ve aşçı üniformasının alt kısmıyla kucağında bir gazete vardı. “Sonunda geldin. Makaleleri en baştan okumaya başla­ m ıştım .” “Beklettiğim için kusura bakma,” dedi Evie sertçe. “Neden evimin önündesin?”

4 4 6 Aşk Burada Çekmiyor

“Önce sana yardım edeyim. Senin yemek pişirdiğini bil­ miyordum. Bunun Edward için olduğunu sanmıyorum. Yoksa yanılıyor muyum?” Jack onun önünde yere eğilince zencefilli şampuanına karışan tereyağı ve sarmısağm tanıdık kokusu ona doğru yükseldi. Evie istememesine rağmen bunu derin derin içine çekti. “Edward için. Hadi şunlan içeri taşıyalım.” Evie bece­ riksizce anahtarı kilide yerleştirmeye çalışırken elleri titrediği için kendine kızıyordu. Saatine baktı. Hem yemeği hazırla­ mak hem de giyinmek için yeterli zamanı yoktu. Gerçekten de Jack’ten gitmesini istemeliydi. “Manhattan Maison nasıl gidiyor?” diye sordu Jack mal­ zemeleri dolaba yerleştirirken. Evie, onun neden bahsettiğini hatırlamaya çalışırken yüzü kireç gibi oldu. Tam Jack ona bakmak üzere döndüğünde hatırladı. “Ah, müthiş. Yukarı Batı Yakası’nda muazzam bir proje yaptım.” Caroline ve Jerome orada yaşadığına göre bu tama­ men yalan sayılmazdı. “Bunu duyduğuma sevindim. Yani Evie, aslında iste­ mezsen seni rahat bırakacağımı söylemiştim ama bu tahmin ettiğimden daha zor geliyor. Ayrıca senin yapmanı istediğim de bir şey var. Yeni bir restoran daha açıyorum ve seninle birlikte çalışmak istiyorum. JAK sadece bir yenileme ola­ caktı ama burayı tamamen kendi hayal gücüne göre yaratma şansın olacak.”

447 Elyssa Friedland

Başka bir restoran mı? Onu kıskanmadan edemedi. Ed­ ward da yakınlarda prestijli bir hocalık ödülü almıştı ve Evie de bunu Jack’le paylaşmak istiyordu. Ama bu öylesine söy­ lenemeyecek kadar konu dışı olduğundan ne yapmak istediği çok bariz anlaşılırdı. O yüzden bir şey demedi. “Neyse, web siten aracılığıyla sana ulaşmaya çalıştım ama henüz bir tane kurmamışsın. Yabancı biri gibi davran­ mayı düşünmüştüm. Belki o zaman işi kabul ederdin,” dedi Jack. “îşte şehir merkezinde oldukça lüks, Fransız-Aıjantin konseptli bir yer açıyorum. Tiyatroseverlerin gitmesi için ama kesinlikle turistler için değil. Sadece buranın insanları.” Tamamen farklı bir ülkeden geliyor olmasına rağmen Jack nasıl böylesine ukala bir New York’lu gibi davranabili­ yor, diye düşündü Evie küçümseyerek. Edward doğma bü­ yüme Manhattan’lı olmasına rağmen asla böyle kibirli davranmazdı. “Harika görünüyor,” dedi Evie ve Jack, sebzeleri doğ­ ramaya başladığında ona itiraz etmedi. “Adını Evita koyacağım,” dedi Jack; bıçakla doğrama­ sını sürdürürken kafasmı kaldırıp baktı. “İsmi beğendin mi?” “Güzelmiş,” dedi Evie nötr bir tavırla. Restoranın adının kendisinden esinlendiğini mi söylemeye çalışıyordu yoksa? Bu mümkün müydü ki? Gerçekten de nasıl tepki vermesi ge­ rektiğini kestiremiyordu.

448 Aşk Burada Çekmiyor

“Güzelden daha fazlası olduğunu düşünmeni umuyor­ dum. Senden ilham aldım,” dedi Jack. Artık brüksellahanalannı hazırlamaya geçmişti. Elleri rahat bir şekilde çalışıyordu. Jack’in kendisine, iyi doğrama becerisinin tamamen bilekle ilgili olduğunu söylediğini ha­ tırlıyordu. Pazıların şişiyorsa bir şeyleri yanlış yapıyorsun demektir. “Ne de olsa ben gerçek anlamda başarıya ulaşmadan önce beni desteklemiştin,” dedi Jack. Bu onun için yeni bir haberdi. O ve Jack tanıştıklarında Jack zaten New York’un rekabetçi yemek sektöründe iyi bilinen bir isimdi. Mücadele veren bir restoran sahibi olsa onunla çıkacağından bile emin değildi. Ya Jack onu övmeye çalışıyordu ya da kafasında ta­ rihi yeniden yazıyordu. “Bu kimin?” diye sordu Jack Wyatt’ın burada kalmış olan biberonlarından birini kaldırarak. “İnanır mısın bilmem ama Susan Halam bir bebek evlat edindi.” “Aman Tanrım. O kadın pisliğin teki olduğumu düşünü­ yor,” dedi Jack. “Ürünlerimin sadece yansının organik oldu­ ğunu öğrendiğinde müşterilerimi zehirlediğimi söylememiş miydi o?” “Kesinlikle zehirle ilgili bir şeyler söylemişti ama ben onu yatıştırmıştım.”

4 4 9 Elyssa Friedland

“Yani yine de bana destek vereceğini sanmıyorum.” “Destek verecek bir şey yok. Benim bir erkek arkadaşım var. Aynca insanların sana arka çıkmama sebebi brokolileri- nin kimyasal zehirlerle ilaçlanması değil muhtemelen evlen­ miş olmanla ilgilidir.” “Tuş oldum,” dedi Jack ve Evie onun uzlaşmacı tavrın­ dan dolayı yumuşadı. “Bak Evie, hayatına tekrardan girişi­ min ani olduğunu biliyorum ama seni tanıyorum. Sen karmaşa olmadan yapamazsın.” “Bilemiyorum,” diye yanıt verdi Evie samimiyetle. Bir evlilik, karmaşadan çok daha fazlasıydı. Aynca Jack’in ken­ disi hakkındaki varsayımlanna da sinirlenmişti. Önüne bir tabak Bolonez soslu spagetti koyduğu zamanlar dışında Evie’nin ihtiyaçlan hakkında hiçbir zaman öngörülü olma­ mıştı. “Eminim kann seninle gurur duyuyordur,” dedi Evie, sohbeti daha önemli meseleye odaklamaya çalışarak; Jack ne demeye başka biriyle evliyken restoranına kendisinden ilham aldığı bir ismi veriyordu ki? “Zeynep mi? Göz önünde olmayı seviyor,” dedi tek om­ zunu silkerek. Evie, Jack’in yeni karısını aşağılamasından hoşlandı ancak bunun yüzüne yansımasına izin vermedi. Açılış skoru: 1-0, Evie kazanıyor.

450 Aşk Burada Çekmiyor

“Ama tabii ki benimle gurur duyuyor ve gerçekten de çok yardımcı oldu,” diye ekledi. Kaşıkla verip kepçeyle almak tam da Jack’e göre bir davranıştı. Evie onun, duygusal durumunu saniyeler içinde değiştirme becerisine gıcık oldu.

1- 1. “Eh, iyiymiş,” dedi Evie. “Onunla evlendiğine göre ben de öyle olduğunu tahmin etmiştim.” Ağzında gevelemeden söyledi bunları. Jack’le çekişmesi kızıştıkça onun neden bir anda evliliğe hazır olduğuna dair bir açıklamayı hak ettiğin­ den daha da emin oldu. “O konuya gelirsek Evie,” dedi Jack, bıçağı tezgâha bıra­ kırken. Evie, ciddi bir konuşma yapması gerektiği için, bütün dikkatini toplamak adına bıçağı bıraktığını düşündü. Ama onun yerine Jack, hindiye uzanıp onu musluğun altma koydu. Akan su yüzünden sesini yükselterek konuşmaya başladı. “Evlendiğimi duyunca şaşırmış olmalısın. Doğruyu söy­ lemek gerekirse her şey çok bulanıktı. Zeynep hamile kaldı ve ben de panik olup evlenme teklif ettim.” Aha! İşin içinde bir bebek olması gerektiğini biliyordu.

2- 1. “Sonra bebeği düşürdü ama o zamana kadar da evlilik hazırlıkları çoktan başlamıştı. Ben de onu seviyorum zaten.” Lanet olsun.

2- 2.

451 Elyssa Friedland

“Peki ya şimdi?” diye sordu Evie lavabonun yanına gi­ derek. Jack’in bu evliliği yapmasının sebebi korkakça gelse de hindiye uzandı ve parmaklan onunkilerin üzerinde ge­ zindi. “Şimdi de seni aklımdan çıkaramıyorum. Evie şu diğer herifle restoranıma geldiğinde öleceğimi sandım,” dedi. 3-2. “Edward.” “Eh, bu hazırladığın ziyafete bakacak olursak Edward hâlâ hayatında herhalde. Çok şanslı biri,” dedi Jack ama boş­ taki elini Evie’nin ensesine koyunca Evie’nin sırtı ürperdi. “E-postalarıma yanıt vermediğinde -geçen ay sana en az beş tane gönderdim- neredeyse çıldırıyordum. Sana yemin ederim Hotmail hesabımı belki sonunda bana yazmış- sındır umuduyla üç dakikada bir kontrol ettim.” İşte şimdi bir kere de olsa üstün olan taraf olmamanın nasıl olduğunu anlıyorsun,” diye düşündü Evie. “Peki ya Zeynep?” diye sordu Evie; bu sırada ondan ha­ fifçe uzaklaşmıştı ama Jack’in eli hâlâ bedenindeydi. Par­ makları dağınık topuzunun arasında dolanmaya başladı ve sonunda lastik tokasını çıkarınca Evie’nin saçlan omuzlarına döküldü. “Anlayacaktır Evie. Sanırım zaten şu an bulunduğumuz noktaya nasıl geldiğimizi biliyor. Bu onun için sürpriz

452 Aşk Burada Çekmiyor

olmaz,” dedi Jack. Artık doğranmış sebzeler tavada cızırdı- yor, karamelleşen sebzelerden kokular yükseliyordu. Evie sembolizmi düşünerek ateşi kıstı. “Peki değişen bir şey var mı Jack? Kesinlikle evlenip bir yuva kurmak istediğimi söylemekten artık utanmıyorum.” Bunları açıkça söyleme konusunda güvenini yerine getiren kişinin Edward olduğunu biliyordu. Evie’nin ruhunun derin­ liklerini herkesten daha fazla görmeyi başaran o mükemmel adam. Edward sık sık geleceğe atıfta bulunuyordu. Jack neden bunu yapmasındı ki? “Bunu daha sonra konuşuruz,” dedi Jack skoru eşitle­ yerek. Bir eli yılan gibi süzülerek sırtından öne doğru kaydı ve parmaklan göğüslerini okşamaya başladı. Evie göğüs uç- lannın sertleşip dikleşerek onun dokunuşuna karşılık verme­ sinden nefret ediyordu. Aptal refleksler. Jack de bunu fark etmiş olmalıydı. “Gitmeni istiyorum.” Jack’in artık kendisine ulaşama­ yacağı kadar uzaklaştı ondan. “Lütfen beni ara,” dedi Jack Evie onu kapıdan dışarı iterken. Kapıdan çıktıktan sonra, “En azından senin için bu yemeği pişirmemi istemez misin?” “Hayır, git artık.” Oyun burada biter. Ama kapıyı onun ardından kapayıp mutfaktaki dağınık­ lığa baktığında onun teklifini kabul etmiş olmayı diledi. Ona

453 Elyssa Friedland

yaşattıkları için yapabileceği minicik bir telafi olurdu en azından. Belki de Jack, onun karşısında her zaman avantaj­ lıydı. Ama hayır, diye düşündü Evie; öyle değildi. Jack’in artık onun üzerinde bir avantajı yoktu. Jack bir ya da iki oyun kazanabilirdi ama Evie maçı kazanacaktı. Bir dakika sonra Jack kapıyı çaldı. Evie kapıyı hafifçe aralayınca Jack zorla içeri girdi. “Evie, lütfen, sana ihtiyacım var.” Evie’nin üzerine atı­ lıp dudaklarını onunkilere yapıştırdı. Tükürüğü tıpkı asit gi­ biydi. Evie, yüzünden bir gölge gibi geçen tiksintiyle geri çekildi. “Jack, bir daha uyarmayacağım. Artık git ve bir daha da gelme.”

“Bradley Winter!” “Brad Winter?” Evie, henüz kepenklerini kapamadığı için memnun bir şekilde yine Dino-Kitap’taydı. Venedik’e özgü plastik boyalarla ilgili bir makale okurken annesi ara­ mıştı. Evie, okulun ilk gününde hocalarını etkilemek isti­ yordu. “O da nereden çıktı?” diye sordu Evie, Fran’e. Birkaç dakika sonra CarolineTa buluşup sinemaya gideceklerdi ve lise sevgililerini tartışacak zamanı yoktu.

454 Aşk Burada Çelemiyor

“Bradley Winter’in şu an nerede olduğunu biliyor musun?” diye sordu Fran; belli ki bunu paylaşmaya can atıyordu. “Hiçbir fikrim yok. Mezuniyetten beri görmedim onu.” “Ben biliyorum ama. Şu an Çek Cumhuriyeti’nde ABD elçisi. Üstelik de bir bikini modeliyle evli. Üç çocuktan var.” Fran’in sesinde oldukça tatmin olmuş bir ton vardı. “Peki sen bunu nereden biliyorsun?” diye sordu Evie. “Facebook’tan. Sen o lanet zıkkımı bıraktıktan sonra ben de girip onun ne menem bir şey olduğuna bakayım dedim.” “Peki neden bana bunu anlatıyorsun?” dedi Evie, anne­ sinin konuşma tarzına şaşırarak. “Çünkü mezuniyetten önce sana gül ve çikolata gönder­ diği için Bradley Winter’ı terk etmiştin. Eğer seninle uzun süreli bir ilişki istiyorsa onunla yetinmek zorunda kalacağını düşünmüştün.” Aslında bu doğruydu. O zaman Fran’e, Bradley’den, evi alabalık gibi koktuğu için ayrıldığını söylemişti. “Bak, bütün arkadaşların evliyken talihsiz bir şekilde bekâr kalan kendine güvensiz kız rolü oynadığını biliyorum. Ama işin gerçeği kimsenin senin için yeterince iyi olduğunu düşünmüyorsun. Seni istemeyen kişi hariç tabii ki. Elbette ki evlenmek isteyeceğin kişi o olur. Ama inan bana Jack, se­ ninle evlenecek olsaydı onun da orijinalliği hemencecik bi­ ti verirdi.”

455 Elyssa Friedland

“İnanamıyorum anne. Bu konuşmayı yapmak için ne za­ mandır bekliyorsun?” “Pek olmadı. Bradley’nin Facebook sayfasını gördükten sonra aydınlanma yaşadım.” “Tebrik ederim. Facebook beni sadece intihara meyilli kılmayı başarmıştı,” dedi Evie biraz fazla dalgın bir şekilde. “Elbette ki abartıyorum!” “Bu senin kendi sorunun Evie,” dedi Fran. “Geleceğini düşünmen gerekiyor artık. Uzun dönemli mutluluğunu, neyi hak ettiğini, kimin daha iyi bir baba, daha iyi bir koca olaca­ ğını, kimi sevdiğini... Sevgi derken de uzun bir günün ardın­ dan ayakların ağrıyarak eve geldiğinde...” “Anne anladım. Lütfen benim için endişelenme.” “Umanm buna gerek yoktur. Winston’la yola çıkmadan önce aramak istedim. M ay’in tenis maçını izlemek için New Haven’a gidiyoruz.” “Selam söylemeyi unutma,” dedi Evie alaycı bir tonda. “Evie kes şunu. Winston’in kızlan çok tatlı. Aynca sana da resmen tapıyorlar. Onlara ne garezin var ki?” “Bana tapıyorlar mı?” diye alaycı bir şekilde güldü Evie. “May bana Yale hakkında hiçbir şey sormadı bile.” “Evie lütfen. Aptal numarası yapma. Senden gözleri korkuyor. Güzel, başanlı bir kadınsın ve Manhattan gibi büyük bir şehirde yaşıyorsun. Ayrıca onlan da korunaklı be-

456 Aşk Burada Çekmiyor

bekler olarak görüyorsun. Onlar da bunu biliyorlar. Ben de olsam senden tavsiye isteyemezdim. Kapamam gerek çünkü Winston beni dürtmeye başladı. Seni seviyorum,” dedi Fran. “Ben de seni seviyorum, anne.”

457 YİRM İNCİ BÖLÜM

“Resmi olarak yaşlıyım artık,” dedi Evie sabah tutuklu­ ğunu geçirmek için yatağında gerinerek. Doğum gününün geldiğine ve geçen bahardan beri ne çok şeyin değiştiğine inanamıyordu. En azından son birkaç ay olaysız geçmişti; üstelik olabilecek en mükemmel biçimde. “Seninle tanıştığım günkü kadar gençsin.” Evie banyo­ dan gelen sabah rutininin seslerini duyabiliyordu: cama çar­ pan diş fırçası, kutudan çıkan tıraş köpüğü. “Çok komik,” diye yanıt verdi Eviç, örtüyü keyifli bir şekilde boğazına kadar çekerek. Gerçi bunu kastederek söy­ lemesi hoşuna giderdi. Birçok şey yaşanmıştı. Bu süre içinde birkaç kırışığa direnebildiyse sırf bu bile kutlama sebebi sa­ yılırdı. “Sanırım doğum günü kızının uyanma vakti geldi,” dedi; ellerinde dumanı tüten kahve kupalarıyla yanında be­ lirmişti. Evie’ninki tam istediği gibi hazırlanmıştı. “Bu gece

458 Aşk Burada Çekmiyor

için heyecanlı mısın? Eğlenceli olacak.” Caroline, Evie’nin doğum gününü kutlamak için evinde bir parti veriyordu. Evie ufak ve rahat bir parti hazırlaması için ona söz verdirmişti ama Caroline bu iki sıfata uygun herhangi bir davet verebi­ lecek kapasitede değildi. “Evet, herkesin orada olması güzel olacak.” Yatakta doğrulup kafasını uyku sersemi bir halde yatak başlığına da­ yadı. “Ama ben asıl parti sonrasını dört gözle bekliyorum.” Kupasının onunkine değdirdi ve her ikisi de kocaman tebes­ sümlerle kahvelerinden birer yudum aldılar. “Peki bugün ne yapmak istersin bakalım? Canın ne is­ tiyorsa yapabiliriz. Emrindeyim.” Evie hayal kırıklığına uğramıştı. Düşüncesi çok hoş olsa da yataktan kalktığı anda önceden detaylı bir şekilde prog­ ramlanmış bir güne başlayacağını ummuştu; hatta belki de gecenin sonunda bir evlenme teklifi bile alabilirdi. Ama şimdi, kendi doğum gününü kendisi planlaması gerekiyor gibi görünüyordu. “Bilmem. Pek düşünmedim,” diye yalan söyledi. “Hadi ama yapmak istediğin bir şeyler olduğuna emi­ nim.” Evie pencereden dışan baktı. Mükemmel bir ilkbahar günüydü; mayıs çocuğu olmanın iyi yanlarından biriydi bu da.

459 Eîyssa Friedland

“Sanırım biraz yürüyüp sonra da kahvaltı edebiliriz.” “Harika olur.” “Tamam, hemen giyineyim,” dedi Evie, yatağın yanında yerde duran kot pantolonuna ve askılı bluzuna uzanarak. “Sabahlan çok güzel görünüyorsun.” Beline sanlı hav­ luyla Evie’nin yanında durdu. Evie onun yeni parfüm sürül­ müş teninin kokusunu içine çekti. Ona kızmak çok zordu; özellikle de birkaç ay önceki dengesiz davranışlarından sonra. “Teşekkürler Edward. Seni seviyorum.” Parmak uçla- nnda yükselip onu dudaklanndan öptü. “Doğum günümü se­ ninle geçirdiğim için çok mutluyum. Bir dakika, ‘mutlu’ yeterli bir ifade olmadı.” Evie duraksayıp derin derin düşü­ nüyormuş gibi işaretparmağını çenesine dayadı. “Mutluluk­ tan uçuyorum demek çok daha doğru olur.” “Ben de öyle,” dedi Edward kollarını ona dolayarak. “Hastanedeki bütün hemşirelerin beni kıskandığına emi­ nim,” diye şakalaştı Evie parmaklan çağrı cihazına değince. “Yo, sanmıyorum,” dedi Edward kafasını kaşıyarak. “Bir dakika ya ben diyorum böyle? Zamansız göçüp gitmen için bütün gün dua ediyorlar.” Edward. Kendinden o kadar emindi ki Jack’in eskiden yaptığı gibi peşinden koşulduğuna dair hikâyeler anlatarak Evie’yi etkilemeye ihtiyacı yoktu. Evie, yemek pişirme ders-

4 6 0 Aşk Burada Çekmiyor

leri talep eden ilgiye muhtaç garson kızlar ve kapanıştan sonra en yeni karışımlarını denemesini isteyen yılışık bar­ menlerle ilgili hikâyeler duymaya o kadar alışmıştı ki Ed­ ward, kendisine asılan bir hemşireden ya da hasta yakınından hiç bahsetmeyince başta onu sadece kendisinin bu kadar da­ yanılmaz bulduğundan şüphelenmişti. Ama artık Edward’in böyle şeyleri paylaşma ihtiyacı duymadığını memnuniyetle fark etmişti; hem belki de, bir ihtimal, Edward bunları fark bile edemeyecek kadar âşıktı kendisine. Evie’nin adeta yerleştiği Edward’in evinden çıkıp el ele, Zabar’s’a gitmek üzere yola koyuldular. Evie, bugün bir ev­ lenme teklifinin büyük ihtimalle gelmeyeceğini anladığı için duyduğu hayal kırıklığını gizlemek için elinden geleni yaptı. Bette sabahın köründe ona mutlu yıllar dilemek için bir sesli mesaj bırakmıştı bile. Evie de belki ona vereceği haberler olur diye onu aramayı bilerek geciktirmişti. Ama şimdi ba­ baannesinin gün içinde fazla umutlanmaması için daha erken arayabileceğini düşünüyordu. Bette çok şükür ki gayet iyiy­ di; Boca Sahili’nde tempolu yürüyüşler yapıyor, kanasta oy­ nuyor ve yeni edindiği bir alışkanlığın keyfini çıkarıyordu: Sam’in pazar günleri sitenin havuzundaki gaynresmi stand- up gösterisini izlemek. Öğlenin erken saatlerinde dışarıda olan yayaların ara­ sında on dakika kadar ilerledikten sonra Edward, “Sorun ol-

461 Elyssa Friedland

mazsa senin eve bir uğrayabilir miyiz? Şeker ve karbonhidrat yüklemesi yapmadan önce tuvalete bir uğramam gerek,” dedi. Çok hoş. Hem bugün nişanlanmıyorlardı hem de Edward onunla bedensel fonksiyonlarım paylaşıyordu. Evli olmadık­ larına göre onun tuvalet planlarım duymak istemiyordu. “Zabar’s’da gidemez misin?” diye sordu Evie kendini pek uyumlu hissetmeyerek. “Hayır, gidemem. Şeninkini kullanmak istiyorum,” diye ısrar etti Edward. Bir anda Evie’nin modu değişti. Sürpriz bu olmalıydı! Edward onu, arkadaşlarından birinin şampanya ve güllerle süslediği dairesine çekmeye çalışıyordu. Zümrüt kesim bir pırlanta da kadife bir kutuda, New York’taki en he­ vesli parmaklardan birini çerçevelemeyi bekliyor olmalıydı. “Tamam tatlım, kusura bakma. Hadi çıkalım.” Asansördeyken kendi görüntüsü gözüne takıldı. O büyük an yaklaşmakta olduğundan biraz süslense iyi ederdi. Atkuyruğunu açıp dudağına parlatıcı sürdü ve dudakların­ daki nemlendiriciyle dağınık kaşlarını yatıştırdı. “Altı üstü Zabar’s’a gidiyoruz,” diye şakalaştı Edward onunla, Evie on dokuzuncu kata olan yolculuklarında ken­ dine çekidüzen verirken. “Doğum günümde güzel görünmek istiyorum, o kadar.” Kapıya vardıklarında Evie derin bir nefes aldı. O an gel-

462 Aşk Burada Çekmiyor

mek üzereydi ve bu bekleyiş tam da tahmin ettiği kadar keyif vericiydi. Kalbi göğsünde tıpkı bir kuşun minik kanatlan gibi çırpmıyordu. Midesi berbat durumdaydı. Şu an tepeden bir oksijen maskesi düşse Evie memnuniyetle onu yüzüne da­ yardı. “Ee?” dedi Edward. “Gerçekten de tuvalete gitmem gerek. Kapıyı açabilir misin?” “Tabii, tabii,” dedi Evie iki ayağı bir pabuca girerek. Parmak uçlan kanncalanıyordu. Kapıyı açtığında Evie’nin gördüğü ilk şey geçen gün giydiği mor kazak ve ekoseli ince fulardı. Üstünü değiştir­ dikten sonra onlan bıraktığı yerde, kanepenin kolunda buru­ şuk bir yığın halinde duruyorlardı. Edward ona burada evlenme teklif edecek olsaydı önce bunlan kaldırmış olurdu. Edward banyoda gözden kaybolunca Evie delicesine bir araştırmaya girişerek beklenen evlenme teklifine dair bir ipucu bulmak için perdelerin arkasına ve her bir çekmecenin içine baktı ama bir şey bulamadı. “Tamam, ben hazırım,” dedi Edward. “İyi, hadi gidelim,” dedi evi kanepenin minderlerini dü­ zelterek. “Ama bir dakika. Bunun ne olduğunu bilmek istemiyor musun?” diy sordu Edward kollarım uzatarak. Banyo. Evie’nin bakmadığı tek yer orasıydı.

463 Elyssa Friedland

Edward’in elinde bir kitap boyutunda sanlı bir kutu vardı. “Doğum günün kutlu olsun bebeğim,” dedi ona paketi uzatarak. Eğer bu, iç içe geçen Rus bebeklerinden oyuncaklar gibi içinde daha küçük kutulan da banndırmıyorsa, bu he­ diye, Evie’yi memnun edeceğe benzemiyordu. “Teşekkürler,” dedi Evie paketin ağırlığına şaşırarak. “Ne olduğunu tahmin edemiyorum.” “Açmadan önce birkaç şey söylemek istiyorum. Bu sende olmayan bir şey. Ve sanınm hoşuna gidecek. Ayrıca sanınm buna gerçekten de ihtiyacın olacak.” O anda Evie bunun bir vibratör olduğuna ikna olmuştu. Kendisinde yoktu. Hoşuna giderdi. Ve eğer Edward otuz be­ şinci yaş gününde ya da ondan kısa bir süre sonra evlilik tek­ lif etmezse de kesinlikle buna ihtiyacı olacaktı. “Eee hadi, aç bakalım,” dedi Edward yüzünde kocaman bir sırıtışla. “Pekâlâ, açıyorum,” dedi Evie kâğıdı yırtarak. Bu, altın rengi, kesinlikle kendi zevkine uymayan, üzerinde banal bir çoklu fiyongun olduğu bir ambalajdı. “Vay canına, yeni bir bilgisayar.” Hediye pahalı olabilirdi ama kesinlikle hedefi tuttura­ mamıştı. Sıradan bir halhal bile bu hiç romantik olmayan ma­ kineden daha iyi olurdu.

464 Aşk Burada Çekmiyor

“Beğenmedin mi?” diye sordu Edward. “Yo, yo, bayıldım. Gerçekten çok yararlı bir şey. Yazı yazmayı kim sevmez ki?” diye espriyle lafı çevirmeye ça­ lıştı. “Yani, eski bilgisayarının bozuk olduğunu biliyordum. Sen de otuz beş yaşma basınca tekrar internet kullanmaya başlayacağını söylemiştin,” dedi Edward. Bu doğruydu. New York İç Mimari Okulu’ndaki ilk sö­ mestri birkaç aya kadar başlayacağından ve yeni sitesinde gerçek projelerini sergilemesi gerektiğinden bir bilgisayar kullanması kaçınılmazdı. Aynca Edward’la ne kadar mutlu olduğu düşünülünce de tekrar internete dönmeye hazırdı. Başka insanların düğün ve bebek resimleri yüzünden anti- depresan içtiği günler geride kalmıştı. Edward’a yeni bir bil­ gisayar ve muhtemelen bir iPhone ve iPad alacağını söyle­ mişti. Ama bu defa interneti çok daha bilinçli bir şekilde kul­ lanacağına dair kendine söz vermişti. Takıntılı bir şekilde kullanmayacak, hayatım doğal bir şekilde yaşama fırsatlarını kaçırmayacaktı. Aynca gizlice birilerini takip etme günleri de kesinlikle gerilerde kalmıştı. Belli ki Edward onun söylediklerine kulak vermişti. Çünkü şu an Evie’nin elinde 1,7GHz Intel Core İ5 İşlemcili bir 11 MacBook Air vardı. En azından Edward portatif şaıj aleti ve harici CD-ROM gibi lüks birtakım malzemeleri de almıştı.

465 Elyssa Friedland

“Eee, hadi o zaman açalım şunu,” dedi Edward. “Senin için her şeyi kurdurdum bile. Bunca zamandan sonra e-pos- talanna bakmak istemiyor musun?” Yanağından tek bir damla yaş süzüldü. Edward bunu anında fark edip onu yanına çekti. “Sorun nedir sevgilim?” diye sordu nazikçe. “Sadece... sadece...” Evie konuşmaya çalıştı. Belki de Edward’a gerçeği söylemeliydi. “Bilmiyorum, sanırım do­ ğum günlerimde her zaman hayal kırıklığına uğnıyorum. Ge­ nellikle yağmur yağar.” “Ama bugün çok güzel bir gün. Hadi e-postalannı kont­ rol et de kahvaltıya gidelim. Eminim elli binden fazla e-posta seni bekliyordun En eskisinden mi yoksa en yenisinden mi başlayacaksın okumaya?” Edward onun hassaslığına karşı beklenmedik bir şekilde duyarsız davranmıştı. “Bilmem ki. Ne fark eder?” dedi Evie. Edward üzülmüş gibi göründü. “Tamam, dur da şunu açayım,” diye ekledi Evie biraz daha istekli bir şekilde ve gösterişli bir tavırla bilgisayarı açıp tuşlara dokundu. “Sana danışmadan www.manhattanmaison.com site is­ mini aldım. Ona da bir bakmalısın. Sana bir logo bile yaptım. Çok kötü ama en azından başlangıç için idare eder.” “Peki, tamam, bir bakayım.” Bağdaş kurarak yere otur-

466 Aşk Burada Çekmiyor

du ve saçlarını topuz yaptı. Neredeyse bir yılın ardından bir bilgisayar ekranına baktığı için gerçekten heyecanlanmıştı. Belki de hediye o kadar da kötü sayılmazdı. Edward’ın kendisi için aldığı Manhattan Maison web adresini tuşladı. Sayfa, tek bir satır haricinde boştu: “Bu web sayfasına erişmek için kimliğinizi doğrulamanız gerekmek­ tedir. Lütfen [email protected] adresinden gelen linke tıklayın.” Bu tarz saçmalıklarıysa hiç özlememişti. “Edward?” Edward mutfağa girerek gözden kaybol­ muştu. “Kahve yapabilir misin?” Bir yıldır bakmadığı e-pos­ talarını kontrol edecekse Zabar’s’ın beklemesi gerekecekti. Edward yanıt vermedi. Evie, Gmail hesabını açtı. Gelen Kutusunda 24.612 okunmamış mesaj vardı. Vay canına. Nereden başlamalıydı? Şu anda, bir yıl önce olduğundan çok daha iyi bir nok­ tada bulunduğu için listenin en başındaki e-postaya bakmaya karar verdi. Edward’dan geliyordu. Konu başlığı “Manhattan Maison Doğrulama” idi. Evie buna tıklayınca kelebekler midesine geri döndü. E- postada sadece tek bir satır vardı ama bu, bir ekranda ya da herhangi bir yerde görebileceği en harika şeydi. Times New Roman fontuyla, otuz punto, büyük harf olarak yazılmış sa­ tın okudu:

467 Elyssa Friedland

“EVIE ROSEN BENİMLE EVLENİR MİSİN ?” Evie hızla arkasını dönünce Edward’ın elinde açık bir kutuyla, bir dizinin üzerine çökmüş olduğunu gördü. Yüzük çok tanıdıktı. Pırlantalarla çevrili bir safirdi. “Babaannemin yüzüğü,” dedi Evie soluğu kesilerek. “Evlenme teklif edeceğimi söylediğimde bunu almam için ısrar etti.” Evie öylesine büyülenmişti ki nutku tutulmuştu; ses tel­ lerinin, ihtiyaç duyduğu tek kelimeyi söyleyebilmesini umu­ yordu. “Evet,” diye fısıldadı. Sonra da biraz daha güçlü bir şe­ kilde aynı şeyi tekrar etti. “Evet, evet, evet, milyon kere evet.”

4 6 8 SONSOZ

Sevgili Alexia,

Şu ana kadar Edward ve benim için yaptıklarına ger­ çekten minnettarım. Brooklyn Botanik Bahçesi 'ni tutmamıza yardım ettiğin için teşekkürler. Düğünümüz için çok seçkin bir yer olacağına eminiz; her ne kadar böcek sergisi hâlâ re­ sepsiyonda devam etse de ve tuvaletler tadilatta olsa da. Royal Flush, portatif tuvaletlerinin olmadığı bir düğün neye benzerdi ki zaten? Tutmamızı büyük bir şevkle önerdiğin tedarikçilerden ikisinin senin akraban olduğu dikkatimizden kaçmadı. Face- book sağ olsun D J Rhapsody 'nin senin oğlun, Flowers Flo­ wers Flowers'in sahibinin de kuzenin Stephan olduğunu belirledik. Bu işi yapabilecek en iyi kişiler olduğunu söyle­ meden önce bize bu bağlantılardan bahsetmiş olman gerek­ tiğini düşünüyorum.

4 6 9 Elyssa Friedland

Bir iç mimar (ve Greenwich tiyatrocularının yeni gay- rıresmi set tasarımcısı) olarak, her ne kadar masa örtüsü se­ çimimin “tartışmaya açık " olduğunu söylemiş olsan da senin yardımın olmaksızın hayallerimdeki düğünü hazırlayabile­ ceği me eminim. Ayrıca, bembeyaz bir düğünde "klişe ’’ hiçbir şey yok. Gayet klasik ve zevkli bir renk, ayrıca da bizim tar­ zımıza uyuyor. Bugüne kadarki hizmetlerin için sana bir çek gönder­ dik.

En içten dileklerimle, Evie Rosen

Not: Ayrıca yeni bir davetiye firmasıyla çalışmalısın. Onun da akraban olup olmadığını bilmiyorum ama ( ‘en iyi­ nin de iyisi 'olduğunu iddia ettiğin) Charlotte Appleby birçok davetiyedeki ismi yanlış yazmış. Baş nedimeye, davetiyesinin neden Bay ve Bayan Poo olarak gönderildiğini açıklamakta epey zorlandık. Soyadları L-O-OÜ! Ayrıca babaannem B-E-T- T-E de gözleri pek iyi görmediğinden adının B-E-T-T-Y olarak yazıldığını anlamadığı için çok şanslısın. Bu kadın hem da­ vetiyeyi hem de zarfı bile çerçevelemeyi düşünen bir kadın. (Sanırım bugünün geleceğinden pek umutlu değildi.)

470 Aşk Burada Çekmiyor

“Ee Susan, ne düşünüyorsun?” “Mükemmel Evie. Kelimelerle aran çok iyi. Aynca düğün organizatörüne de ihtiyacın yok. Ben sana yardım etmek için buradayım.” “Öyle mi?” diye sordu Evie kuşkulu bir ifadeyle. “Ben iş için burada olduğunu sanıyordum.” “Her şeye yetecek zaman var.” Susan birkaç hafta önce ona e-posta atarak Wyatt’la iki­ sinin birkaç gün kendisinde kalıp kalamayacağını sormuştu. Evie de artık Edward’da da kalabildiğinden buna karşı çık­ mamıştı. Zaten Wyatt’i görmek için de ölüp bitiyordu. “Neyse. İşine e-postayla son verebildiğim için çok memnunum. Bunu yüz yüze ya da hatta telefonda yapmak hiç hoşuma gitmezdi. Tatın’ya şükür internete geri döndüm.” “İnternete geri mi döndün?” diye sordu Susan kafası ka­ rışmış bir şekilde. “Sana internet kullanmayı bıraktığımı söylemiştim hatır­ lıyor musun? Sen de New Horizons’ın anti-teknoloji hareketine katılabileceğimi söylemiştin.” Evie halasınm Tanrı bilir hangi yüzden kaybolmuş hafızasını tazelemeye çalışarak. Susan ukala bir şekilde gülümsedi. “Evie sen ciddi misin? İnterneti bırakmak mı? Ne kadar da modası geçmiş bir şey bu. Artık önemli olan bilinçli internet kullanımı.” “Zamana ayak uydurduğum için memnun oldum.”

471 Elyssa Friedland

“Gerçekten de öyle. Bu arada Evie yine yanında kal­ mama izin verdiğin için sen bir meleksin. Son geldiğimde harika vakit geçirmiştik.” “Babaannem önemli bir ameliyat geçiriyordu o zaman. Yaşayıp yaşamayacağını bile bilmiyorduk.” “Evet, biliyorum ama ikimiz sohbet etme şansı bulmuş­ tuk. Aynca Wyatt’la tanışmıştın.” İsmini duyan sevimli ufaklık elinde Evie’nin ayakkabı­ larından biriyle odaya girdi. Yeni yürümeye başladığından sarhoşlar gibi yürüyordu. Wyatt sadece birkaç ayda ne kadar da büyümüştü. Şimdi küçük bir adamın yüzüne sahipti ve be­ ceriksiz eliyle koca bir avuç dolusu Mısır gevreğini kendi başına yiyebiliyordu. “Anne!” diye haykırdı Susan’ın ayak bileğini tutarak. “Efendim tatlım. Bu hafta Evie halanla vakit geçirecek­ sin.” Halası mı ? “Peki tam olarak neden New York’tasın bakalım. E-pos­ tandan pek anlaşılmıyordu.” “Tamam, sabırlı ol! İş ortağımla tanıştıktan sonra her şeyi anlatacağım. Birazdan o da gelir. Kendisi arkadaşım Anton. O da New Horizons’da yaşıyor. Fikri ben bulmuş olsam da pazar­ lama uzmanlığından dolayı onu da dahil ettim. Onu çok seve­ ceksin. O meşhur soya fasulyeli çöreklerinden de yaptırırız.”

472 Aşk Burada Çekmiyor

“Yemekten bahsetmişken, düğünde senin için vegan yemek sipariş ettim.” “Ah, bu biraz sorun olacak. E-postamda söz etmedim mi sana? Artık sadece vahşi doğadan yiyecek bulmaya çalı­ şıyorum.” “Brooklyn Botanik Bahçesi’nde öyle bir şey yapmaya­ caksın. Ya kendi yemeğini getirirsin ya da açlıktan ölürsün.” Susan inlediyse de Evie buna aldınş etmedi. “Geldi!” diye haykırdı Susan, birkaç dakika sonra Evie’nin zili çaldığında. Anton, Susan’ı dudaklarından öperek selamladı. Amma da arkadaşmış. Şarkıcı Jerry Garcia’nın katı bir Cherry Gar­ cia dondurması diyetinde olan ikizi gibiydi. Aynca elinde bir valiz mi vardı onun? “Sen Evie olmalısın,” dedi. “New York’ta olduğumuz süre boyunca bizi ağırlaman çok hoş.” Sizi mi? “Anton, Evie’ye henüz senin burada kalıp kalamayaca­ ğını sormadım. Evie sorun olmaz değil mi?” Susan yavru köpek bakışlarıyla kendini Evie’ye acındırmaya çalıştı ama daha aile ilişkilerini doğru düzgün bilmeyen altmış yaş üstü bir çatlağın sevimli hiçbir yanı yoktu. Evie hemen yanıt vermeyince Anton, “Dilediğiniz zaman seni ve nişanlını New Horizons’da misafir etmekten memnuniyet duyarız.”

473 l Elyssa Friedland

Bu vaat de, çekici olmak yerine tatsız bir fikir gibiydi. Edward’m yanma kaçabilecek olsa da Susan, Anton ve (çok tatlı olsa da küçük bir şeytana dönüşmüş olan) Wyatt üçlü­ sünün denetimsiz bir şekilde evinde kalmaları fikri hoşuna gitmiyordu. “Peki ama sadece bir gece. Artık okula döndüm ve yap­ mam gereken bir sürü okuma var. Ee bu üzerinde çalıştığınız iş neymiş bakalım?” “Online sütannelik işi kuruyoruz. Tıbbi sebeplerle ya da evlat edindikleri için emziremeyen kişiler genellikle bebek­ lerinin anne sütü içmesini istiyorlar. Ama bu sütannelerin ta­ mamen organik beslendiklerine dair bir garanti yok. Benim firmam, anneleri organik beslenen sütannelerle buluşturacak. İstersen sen de yatınm yapabilirsin. Önce aile üyelerine ve arkadaşlanma bu fırsatı sunuyorum.” “Şey, teşekkürler ama ben meteliksizim.” “Eh, fikrini değiştirirsen beni nerede bulacağını biliyor­ sun. Sana bir şey göstereyim.” Spor çantasındaki rulo halin­ deki posterin lastiğini çıkardı. İlanda DOĞA ANANIN SÜTLERİ yazıyordu ve doğrudan bir ağaçtaki yapraklan yiyen gürbüz bir siyahi kadının göğsünü emen Asyalı bir bebeğin resmi vardı. “Çok iyi değil mi? Ne düşünüyorsun?” dedi Susan. “Anton eskiden Coca-Cola için grafik tasanmcılık yapıyordu.”

474 Aşk Burada Çekmiyor

“Profesyonel görünüyor,” dedi Evie. “Ve çok farklı.” “Teşekkürler. Bütün bunları Wyatt için yapıyorum. Artık beslemem gereken bir boğaz daha var. Doğa Ananın Sütle­ riyle tabii ki.” “Anton’ın kansı da halkla ilişkilerden sorumlu,” diye ekledi Evie’nin halası kayıtsız bir ifadeyle. “Acayip bir sos­ yal medya kampanyası yürüteceğiz.” “Bir dakika, bir dakika. Anton sen evli misin? Karın, şey, yani SusanTa arkadaşlığını umursamıyor mu?” “Hem de hiç,” dedi Anton. “Rain benim en yakın arkadaşım. Anton’ı onun tepesin­ den almama memnun oluyor,” dedi Susan göz kırparak ve Evie’nin mutfak dolabına uzandı. “Kavuzlu buğdayın var mı? Wyatt’a yemek hazırlamam lazım.” Evie inanamaz gözlerle bakıyor olmalıydı çünkü Susan oturup elini onun dizine koydu. “Evie tatlım, hayatta sadece tek bir yol yoktur. Yaşam karmaşayla çok daha iyidir. İnan bana,” dedi Susan kendin­ den son derece emin bir şekilde. Sözleri, Jack’in aylar önce söylediklerini hatırlattı. Nasıl da saçmalıktı. Keşke Edward yanında olsaydı da birbirlerine bakarak gizlice gözlerini devirebilselerdi. Eve sipariş ettikleri yemek­ ten ve “Antiques Roadshow” maratonundan sonra ortak ya-

475 Elyssa Friedland

taklarına yerleştiklerinde bunu ona anlatacaktı.

Evie ve Edward, ertesi gün düğün için şarap seçiminden sonra hafif çakırkeyif olarak Evie’nin dairesine el ele dön­ düklerinde gördükleri ilk şey, hiç tanımadıkları Asyalı bir ka­ dının bombeli, iri göğsü oldu. Susan, Anton ve Wyatt’ın şimdiye dek 57. Cadde’deki Holiday Inn’e geçmiş olmaları gerekiyordu. “Ben Angie,” dedi üstsüz kadın; Evie’nin pek sevgili ultra süet kanepesine tünemişti. Ayaklarının dibinde, Wyatt dahil üç bebek vardı ve Evie’nin çok kıymetli birtakım eş­ yalarını çiğniyorlardı. Bunların arasında pahalı, kaşmir bir örtü, baskısı tükenmiş bir Chanel kitap sehpası ve hepsinden kötüsü de yeni tüylü terlikleri vardı. Tasarım sınıfındaki çizimlerini ve kitaplarını serdiği yemek masası şimdi Kinkos bayisi olarak hizmet vermele­ rine yetecek kadar elektronik ekipmanla kaplıydı. Masanın etrafında birkaç yabancı daha oturuyordu. Susan ve Anton ortalarda görünmüyorlardı. Odadaki kimse oradaki varlıklarına ilişkin bir açıklama yapmayınca, “Merhaba,” dedi Evie çekinerek. “Çekim için mi geldiniz?” dedi masada oturan kel bir adam. Gömleğinin göğüs cebinde bir paket sigara görünü­

4 7 6 Aşk Burada Çekmiyor

yordu. Dairesinde sigara içtiğini öğrenirse Evie, adamı öldü­ rürdü. “Çekim mi?” diye sordu Evie. “Evet, Doğanın En iyi Sütü için.” “Doğa Ananın Sütleri,” diye düzeltti mavi saçlı, sıska bir kadın; o da Evie’nin masasında oturuyordu ve tığ işine geri dönmüştü. “Pekâlâ kusura bakmayın. Geri döndük,” diye bildirdi Susan içeri girerken. “Ah, Evie, Edward dönmenize sevin­ dim. Bize fikir verirsiniz.” Anton, Susan’m arkasından elinde on inç lensi olan bir kamerayla geliyordu. “Susan Hala neler oluyor burada?” diye diretti Evie ka­ nepesindeki çıplak kadını işaret ederek. “Sen hiç kafanı yorma Evie. Her şey birkaç dakikaya kadar bitecek. Anton yatırımcılara vereceğimiz PowerPoint sunumunu evde unutmuş o yüzden hemen bir şeyler hazırla­ mamız gerekti. Umarım sorun değildir. Sadece birkaç fotoğ­ raf çekeceğiz, sonra da dairen eski haline dönecek.” “Bu insanları bu kadar kısa sürede nasıl buldunuz ki?” “Craig’s List’ten.” Tabii ya. “Susan,” diye söze başladı Edward. “Evie düğünle ilgili gerçekten çok gergin. Aynca hazırlaması gereken okul projeleri de var. Sanırım çalışmak için başka bir yer bulmalısınız.”

4 7 7 Eîyssa Friedland

“İşimiz bitti sayılır. Gerçekten,” dedi Susan. “Bu arada göğüs uzmanı olduğundan modelimizle ilgili fikrini almayı çok isterim. Sence göğsü fotoğrafta iyi çıkar mı?” “Evie,” dedi Edward nişanlısını kapıya doğru çekerek. “Benim gitmem gerek. Hem de hemen.” Birazdan nefessiz kalacakmış gibi görünüyordu. “Biliyorum, biliyorum. Ama bu insanlar gidene kadar burada kalmak zorundayım ben. Davetiyelerimiz burada. Ge­ linliğim dolabımda. O yüzden bu manyaklan tek başına bı­ rakamam.” “En fazla beş dakika Evie, söz veriyorum,” dedi Susan; hiçbir şekilde alınmış görünmüyordu. “Angie,” dedi yönetmen edasıyla. “Çekim zamanı. Bu fotoğrafta Wyatt’i kullanalım. Onu göğsüne koy, bir elinde de elmayı tut. Gülümsemeyi de unutma.” “Evet arkadaşlar,” diye seslendi Anton. Fotoğraf maki­ nesini suratına yaklaştırdı. “Facebook DEYİİİİİİİN!” “BU KADARI YETER,” dedi Edward kollannı Evie’ye do­ layarak. “Ben de interneti bırakıyorum.” “Bu olanlardan sonra yalnız olmayacaksın.” “Davetiyeleri falan boş ver Evie. Şu evden çıkıp gitmek seni benim evime götürüp öpmek ve bu kadar normal olduğu­ muz için kutlama yapmak istiyorum. Böyle yaşayabilir misin?” “Hem de sonsuza kadar.”

478