Masters of Infinity dünyada kim olduğunu hatırlamadan yaşarken, , ile dünyaya dönmüş, Doktor Strange'in de yardımıyla babasını aramaya koyulmuşken; öte yandan Tony tüm arkadaşlarını geri kazanmak için bir plan yapmıştır bile. Kabul etmese de kazanmaya çalıştığı bir kalp, hepsinden daha değerlidir. Ve yine aynı kişi o kalbi sonsuza dek Tony'nin elinden söküp almak üzeredir. pilot

"konu" Pepper ile nişanlandıklarını açıklayalı daha bir saat olmuşken Tony, Yenilmezler'i tekrar toplamak için harekete geçmeye karar verir. Steve hala saklanıyordur ve Natasha bir görev için Rusya'ya gitmiştir.

"pilot bölüm" Bazen hayat istediğiniz şekilde ilerlemez. Bazen her şeyi planlayamazsınız. Bazen ipleri bırakmanız gerekebilir. Bu sözler Tony Stark için çok şey ifade ediyordu. Ama onun için ifade eden başka şeyler de vardı: Ailesi. Daha çok küçükken kaybetmişti ailesini ve birkaç hafta önce öğrenmişti aslında olanları. Hala aklından çıkartamasa da gördüklerini, yaşadıklarını, her şeyin bir nedeni olduğunu biliyordu. Bir saat öncesinde tüm dünyaya Pepper ile evleneceğini duyurmuştu. Yıllardır ertelediği, ve neden ertelediğini kendine asla açıklamadığı o teklifi sonunda gerçekleştirmişti. Peki bunları yaparken aklı neredeydi? Hayır, Tony Stark asla düşünmeden hareket etmezdi. Asla. Arkadaşlarıyla arasına büyük uçurumlar yerleştirmişti, neyse ki zırhı ile uçabilir ve o uçurumları atlatabilirdi. ’la savaşırken herkes onu suçladığında her şeyi geride bırakmayı bilmişti Tony, tek suçlu, hatta suçlu olmasa bile. Kimse Wanda’nın onun zihniyle 1 oynadığını hesaba katmamıştı. Ne gördüğünü bilmiyorlardı. Kimse onun korkularını hesaba katmamıştı. Ve yine kimse Ultron’u tek başına yapmadığını hesaba katmamıştı. Ama sonuçta hep birlikte yenmişlerdi onu. "Friday, Kaptan için hazırladığımız yeni zırh prototipini hazırla." dedi akıllı asistanına. "Ve onun son görüldüğü yerleri araştır." Neden olduğu yerde durmuyordu ki? onlar için müthiş bir saklanma yeriydi. Onları kimse bulamazdı. Tabii eğer oldukları yerde kalsalardı. Şartlar olgunlaşıncaya kadar tek yapmaları gereken buydu ama hayır, Steve bunu kabul edemezdi. Gerçekleri bilseydi, belki de her şey farklı olurdu. Aslında onları kurtaranın Tony olduğunu bilseydi- Tony derin bir nefes aldı, yaşlı adama haddini bildirmek için tüm imkanları vardı ama yine de bunu yapmamayı tercih etmişti. "Kaptan ile ilgili son bilgi iki hafta öncesine kadar, patron, ama Thor’un görüldüğüne dair bilgileri sunabilirim." "Eğer istemediğim bilgilerin karşıma sunulmasını isteseydim Google kullanırdım, Friday." Dedi Tony, asistanın sözlerinin yarısını dinlemezken. "Bana gönderdikleri hattı ara ve sinyali takip et." "Aranıyor." dedi asistan, telefon çalma sesi gelmeden önce. Tony stresle bekliyordu karşı tarafın telefonu açmasını. "Lanet olsun, Steve, aç şu lanet telefonu!" diye söylendi kendi kendine. "Tebrikler, Tony." Tony Stark aylar sonra onun sesini canlı duyduğunda bir an için rahatlamıştı. Bu o salak kaseti tekrar tekrar dinlemekle aynı değildi. "Steve?" "Pepper ile nişanlanmışsınız." Aylar sonra Tony’nin onunla konuşmak istediği şey tam olarak bu değildi aslında ama bu konuşmadan kaçamazdı da. "Benim için yanıyordu, biliyorsun." diye cevapladı Tony. "Seni aramamın nedeni-" "Beni sadıçın yapacağını sanmıyorum, Tony." dedi Steve tek nefeste. "Ve açıkçası Friday ile yerimi tespit ettiremeyeceğini de eklemeliyim. Yani, lafı dolandırmana gerek yok." "Yeni kalkanını sana getirmek için-" Steve ikinci kez onun sözünü keserken, Tony dişlerini sıktı. "Yeni kalkanım?" 2 "Eğer beni dinlersen-" Üçüncü kez. "Tony, bu iş çocuk oyuncağı değil!" Tony Stark’ın zaten olmayan sabrı sonunda tükenmişti. Her şeyi çok bilmiş gibi konuşmamak için kendini zor tutuyordu ama buraya kadardı. Çünkü her şeyi çok biliyordu ve Steve’in bir yerde durması gerekiyordu. "Biz de çocuk değiliz, Rogers!" diye bağırdı zırhının içinde, yeni merkezine iniş yaparken. "Hepinizi bir arada tutmak o kadar kolay değil." Steve derin bir nefes aldı. "Sen bizim babamız değilsin, Tony." dedi. "Anladığım kadarıyla bıraktığımız yerden bir adım dahi ilerleyememişsin." Telefonu kapatırken onun cevap vermesini beklemedi bile. Birkaç ayda ne kadar değiştiğine kendi de inanamıyordu Steve. Yattığı yataktan kalktı ve odadan çıkmadan önce Pepper ve Tony’nin nişanlandığı haberinin elli sekizinci tekrarını veren televizyonu kapattı. Telefon hala elindeydi ve neden hala orada olduğunu kendisi de bilmiyordu. Uyku kapsülünün yanına gelip elini cama dayadı. "Bir yolunu bulacağız dostum," dedi kapsülün içindeki Bucky’ye bakarak. Bucky kimseye zarar vermemek için aylardır o kapsülün içinde uyuyordu. Wakanda’nın tüm bilim adamlarını bu konu için toplamıştı T’Challa, bir şekilde onun hafızasındaki tetikleyici kelimeleri silmeye çalışıyorlardı. Ya da en azından etkilerini silmeye ama kesin emin olmadan bu kelimeleri Bucky üzerinde kullanmak yeni bir soruna yol açabilirdi, bu yüzden olabildiğince dikkatli davranıyorlardı. Yavaş yavaş gelişim gösteriyordu araştırma ve her geçen gün Steve için onlarca yıla eşitti. Steve, Tony’yi geri ararken aklında bir soru vardı ve karşı taraftaki kendini beğenmiş adam telefonu açtığında "Bizi bir arada tutmak derken ne kastettin?" diye sordu. Tony lafı ağzında geveliyordu. Bunu söylemek istememişti ama şimdi geri dönüşü yoktu. "Arkadaşlarını kurtarmaya gittiğinde hücre kapılarını T’Challa açmadı." dedi, Steve için yaptırdığı yeni kalkanı elinde tutarken. "Kaptan, bu dünyanın Yenilmezler’e ihtiyacı var." Hazırlıklarını tamamladığı Mark 45 zırhına bakarken, onları neyin beklediğini bilmiyordu. Tek bildiği Yenilmezler’i yeniden toplaması gerektiğiydi. 3 Natasha, Steve’den gelen aramayı açarken yanındaki ara sokağa girdi. Dikkat çekmemek için sessizce konuşuyordu. "Steve?" "Ne kadarını biliyordun?" diye sordu Steve ve o soruyu duyduğunda Natasha Tony’nin artık kendini tutamadığını anlamıştı. Dört ay sabırsız bir adam için yüz yıl gibi gelmiş olmalıydı. "Hepsini ama sana söyleyemezdim." dedi Natasha, yavaşça. "Aslında, bunun çok uygun bir zaman olduğunu sanmıyorum." "Bana anlatman gereken çok şey var, Nat." dedi Steve telefonu kapamadan önce. "Bekliyor olacağım." "En kısa zamanda, Steve." dedi Natasha ve telefonu kapatıp kot şortunun cebine koydu. Ara sokaktan çıkarken ona bakan insanlara yavaşça gülümseyip gitmekte olduğu yere doğru devam etti. Bu sokakları avucunun içi gibi biliyordu ve nereye gitmesi gerektiğini de. Tek bilmediği şey nasıl karşılanacağıydı. Tony’nin aramasını reddederken hedefinin kaldığı eve kısaca bir göz gezdirdi. Neden böyle bir görevi kabul etmişti ki?

4 5 Seeds of Part 1: Hawk’s Eye

"konu" Natasha Rusya’daki görevden henüz bir sonuç alamamıştır öte yandan beklemeye kararlıdır. Tony ise Steve ile uzlaşmanın yollarını aramaktadır. Ve bu konuda henüz o da başarı sağlayamamıştır.

"birinci bölüm" Tony'nin düşünceleri yine beyninden ışık hızıyla akıyordu. Ne vardı bir dahi olmasaydı? IQ'su 100'ün altında olsaydı ve sıradan bir hayat sürseydi mesela? Sıradan bir kız bulup evlense ve çocukları olsaydı. Bir çiftlik evinde tavuk besleseydi ve... Tony ürperdi. Hayır, o asla bunlara sahip olmak istemiyordu. Olduğu adamdan ölesiye memnundu, sadece hızlı düşüncelerine söz geçiremiyor ve ara sıra sırf bu yüzden biraz fazla yoruluyordu. Steve de cabasıydı. Kaptan işi yokuşa sürmekten ne zaman hoşlanır olmuştu? Aradan geçen bunca zamandan sonra Tony, Steve'in değiştiğini kabul etmeliydi. İnsanlar değişirdi ve elbette buna içinde bulunduğu koşullar sebep olmalıydı. Ve tabii bir de Natasha vardı, bir haftadır Rusya’daydı ve hala ondan bir haber alamamıştı. Acaba hangi cehennemdeydi ve neden onu meşgule almıştı? Tony bu bilinmezliklerle ne yapacağını bilemiyordu. Bazen dahi olmak bile sorunları çözmeye yardımcı değildi. Öte yandan sorunlarına bir sorun daha eklemiş ve nişanlanmıştı. Hangi akla hizmet ettiğinden pek emin değildi, ama artık zamanı diye düşünmüştü.

Natasha girip çıktığı ara sokaklardan sonra nihayet ulaşması gereken yere ulaştı. Karşısındaki küçük taş yapı, ona hatırlamak istemediği anılarını hatırlatıyordu. Karanlık geçmişini... Unutmak istermiş ve sanki unutabilirmiş gibi kafasını hızlıca salladı ve karşısındaki tek katlı taş eve 6 doğru ilerledi. Ara sokakların birinde böylesine güzel ama dikkat çekmeyecek kadar küçük olan ev, ona nedense fazla samimi gelmişti. Belki de kapısına asılan noelden kalma süs yüzünden böyle düşünüyordu, belki de ön camlardan aşağı doğru sarkan begonviller yüzünden. Kapının önünde durduğunda derin bir nefes alıp verdi ve etrafını kolaçan etti, sarı bir kedi arkasından yürüyerek geçiyordu ama onun dışında etraf fazlasıyla sakindi. Zile bastığı sırada telefonu çaldı. Yine Tony arıyordu ve onunla şimdi konuşamazdı, adamın zamanlaması berbattı ve Tony'nin bu görevden haberi yoktu. Şimdilik. Belki Friday Natasha'nın konumunu bulurdu, ama hangi iş üzerinde olduğunu bilemezdi. Çağrıyı bir kez daha meşgule alırken, içeriden gelen ayak sesleri duydu. Kapının üzerindeki minik dürbün, bir anlık karardı ve Natasha oraya doğru sırıttı. Kapı ufak bir gıcırtıyla açıldığında karşısındaki beklediği kişi değildi. "N-Natasha?" dedi kadın şaşkınlıkla "Merhaba Laura." Natasha'nın ses tonu her zamanki gibiydi, ölçülü. "Bizi nasıl buldun? Clint kimsenin bizi asla bulamayacağını söylemişti." "Clint'in beni hafife almak gibi kötü bir huyu var," diyerek omuz silkti kızıl kadın. Arkadan duvara tutunarak yürüyen bir erkek bebek görmüştü, bu Nathaniel'dı. Tanrım, ne çok büyümüştü. Laura henüz Natasha'yı içeri davet etmediğinden- ki bu şaşkınlıktan olsa gerekti- kapıda dikilmeye devam ediyorlardı. O sırada kapının ardından Clint göründü. "Tasha?" dedi o da karısı gibi şaşırarak. "Selam." diyerek elini kaldırdı Natasha. Zaferine gülümsüyordu. Clint onu tuttuğu gibi içeri çekti. "Burada ne işin var?" diye sordu panikle. "Aynı soruyu ben sana soracaktım, Rusya'nın kışları ne kadar soğuk olduğundan haberin var mı? Çocukları hasta etmek mi istiyorsun? Burası saklanmak için uygun bir yer değil." Clint onu duymamış gibi başka bir soru sordu. "Bizi nasıl buldun?" Natasha hafifçe tebessüm etti, ama cevap vermedi. 7 Clint anladı ve gülümsedi. "Aslında bizi hiç kaybetmedin değil mi?"

Mark 45 üzerinde son çalışmalarını gerçekleştirirken Tony daha önce hangi zırhına bu kadar özenli yaklaştığını düşündü. Her biri özel ve harikaydı, ama Mark 45 onun şu anki gurur kaynağıydı. Bir şeyler oluyordu ve olmaya da devam edecekti, içindeki huzursuzluk giderek büyüyordu. İçgüdüsel olarak takımı bir araya toplamalıydı ama hislerden daha fazlası vardı. Tehdit aslında burunlarının ucundaydı fakat hiçkimse henüz göremiyordu. Belki de görmek istemiyorlardı, Tony bunlardan hangisi olduğuna karar veremedi. Çok sayıda düşman vardı, Dünyanın bir çok yerinde ve uzayda. Onları görmüştü, büyüklüklerini ve teknolojilerini. Tabii ki o solucan deliğinden düşerken çözmeye zamanı ve hali yoktu fakat anlamasına yetmişti. Geri geleceklerdi. Loki asla durmazdı. Thor ise bu sefer onu durduramayabilirdi. Çünkü böyle giderse asla bir ekip olamayacaklardı. "Friday, sen bugün Thor'la ilgili bir şey mi söylüyordun?" "Evet Patron, ama bilmek istemediğiniz bilgi olarak kayıtlarıma geçirdim," dedi asistan. Mekanik sesi her zamanki gibi odada can buluyordu. "Doğru. Ama o zaman meşgul-" Tony'nin lafı çalan telefonu yüzünden kesildi arayan Happy Hogan'dı. "Ne var Happy?" diyerek yanıtladı telefonu. "Kulenin alıcılarından biri seninle yüzyüze görüşmek istiyor.”

Kulenin alıcıları... Tony adamı dinlemeyi bıraktı. Gerçekten satıyor muydu kuleyi? Yenilmezler'i yeniden bir araya toplamaya karar vermişken, Steve'e yeni kalkanlarını, Örümcek kaçığa yeni kostümlerini, Natasha'ya yeni silahlarını hazırlarken sahiden satıyor muydu yani? "Tony? Tony?" "Buradayım, galiba hat gitti. Ne diyordun?" "Adamla bir randevu ayarladım, yarın saat 13.30'da şirkette." "Evet, orada olacağım." dedi ve kapattı telefonu ama elbette orada olmayacaktı. Kuleyi satışa çıkarmıştı, ama pek satası yoktu. Her şey şimdi yeniden başlıyorken, kuleyi başkasına teslim edemezdi. İçi el 8 vermiyordu ve hepsinden de önemlisi kule onlara lazım olabilirdi. Merkez New York dışındaydı, ama Kule şehrin göbeğine inşa edilmişti.

Tony iç çekti. Telefon yine çalıyordu. Ekrandaki isim ise yine aynıydı. "Son konuşmamızın üzerinden kaç dakika geçti 38 mi?" diye sordu alayla. "Yine yüzüme kapatacaksan hiç konuşmaya başlama." Son cümlesini biraz sert söylemişti. Steve eski tanıdığı adam değil gibiydi. "Kilitleri sen mi açtın gerçekten? Yani herkesi kurtaran aslında-" Bu sefer Tony onun sözünü kesti. "Herhalde herhangi birinin ki bu Kral dahi olsa, gelip benim yaptığım şeyin kilitlerini kırabileceğini düşünmemişsindir. Kimse o kilitleri kıramazdı, Rogers! Benim dışımda hiçkimse. Eğer öyle olsaydı, onu okyanusun ortasına inşa etmezdim." Natasha ona bu bilgiyi Steve'e söylememesi ya da bununla övünmemesi gerektiğini tembihlemişti, ama Tony'nin canına tak etmişti artık. Ayrıca Natasha burada yoktu. "Neden? Buck'ın ölmesini istediğini sanıyordum." "Barnes orada değildi, yoksa yanlış mı hatırlıyorum? Sen biricik arkadaşını alıp kayıplara karışmadın mı?" "Yani Bucky'i hala öldürmek istiyorsun." dedi Steve ve bu bir soru değildi. Tony ise yanıtlamak istemedi. Elbette bir çok kez Barnes'ın boynunu kırmayı istemişti. Çıkacak olan o kırılma sesini yüzden fazla kez hayal etmişti, ama artık pek umurunda değil gibiydi. Çünkü hepsine ihtiyacı vardı, her birine. "İstiyorsun," dedi Steve. "Elbette istiyorsun ve bu yüzden Tony, gelebileceğimi sanmıyorum. Ve bizi bulabileceğini de... Şimdi kapatmam lazım." "Televizyonlardaki gibi seni 3 dakika telefonda tutup yerini tespit edebileceğimden korkuyor ve bu yüzden telefonu kapatmak istiyorsan haberin olsun, Friday, o şekilde çalışmıyor," diyerek bilgilendirdi onu Tony. "Sonra görüşürüz Cap." diyerek adama fırsat vermeden bu sefer kendi kapattı telefonu. Yenilmezler'i bir arada tutmaya çabalamaktan yorulmuştu, elindeki telefonu duvara fırlatmamak için neyi beklediğini de bilmiyor ama yapamıyordu. Burnundan soluyarak garajdaki çalışma masasının üzerine sertçe bıraktı telefonu. 9 Steve için yaptığı kalkanların prototipine bakarken aklına tek bir cümle geliyordu; Kendi şeytanlarımızı yaratırız.

Natasha, Barton ailesinin ufak salonuna giriş yaptığında alışkanlık gereği etrafı gözleriyle süzdü. Her şey düzenli ve yerinde görünüyordu. İki tane koyu yeşil koltuk karşılıklı konulmuş, ortaya ufak bir sehpa yerleştirilmişti. Köşede şömine vardı ve hemen üstünde noel çorapları asılıydı. Laura çocuklarla birlikte arka odalardan birine gitmiş ve Clint ile Natasha'yı salonda yalnız bırakmıştı. "Burası kimin evi?" diye sordu Natasha. "Sahipleri nerede?" "Buraya niye geldin Tasha?" "Sorularımı geçiştiriyor musun, yoksa bana mı öyle geliyor Clint?" Barton omuz silkti. "Eh, sen de benimkilere cevap veriyor sayılmazsın." Natasha ağzını açmıştı ki telefonu çalmaya başladı. Clint alışkanlık gereği Natasha'nın elinde çalan telefonun ekranına baktı, Natasha ondan hiçbir şey gizlemezdi. Ama tabii bu birkaç ay önceydi, şimdi pek emin değildi. Ekrandaki ismi görünce kaşlarını çattı. Natasha ona dik dik baktı. "Buraya geldiğimden henüz haberi yok, endişelenme." "Stark'tan olabildiğince uzağa kaçtım. Sorunun cevabı bu Natasha." "Niye adam sizi yiyor muydu?" Clint ağzını açar gibi oldu ama Natasha parmağını kaldırarak onu susturdu. "Sakın bana Raft'a sizi onun attığını ya da buna göz yumduğunu falan söyleyeyim deme. Haberi bile yoktu. Ve bilgin olsun diye söylüyorum, sizi oradan çıkaran yine Tony idi." "Ben Steve'i gördüm, çıkışta ise T'Challa'yı. Şimdi bana bizi oradan Stark'ın kurtardığını-" "Dinlemiyorsun Clint!" diye bağırdı Natasha. "Kilitleri T'Challa açmadı, bunu Tony yaptı." "Ee, ne yapayım? Ayaklarına mı kapanayım?" diye sordu Barton, ses tonundaki bir şey Natasha'yı çıldırtıyordu. "Ekibe lazımsın," dedi Natasha. "Bu da senin sorunun cevabıydı. Bu yüzden buradayım. Ekibi geri topluyoruz, çünkü-" Barton kahkaha atarak kızıl saçlı kadının lafını kesti. "Ekibe katılmak mı? Ne için, yeniden hapsi boylamak için mi?"

10 "Sizi oradan kurtaran adam, sizi yeniden neden hapse soksun? Tony'den nefret mi ediyorsun?" "Antlaşma yüzünden biraz takık olabilirim. Antlaşmayı bize o getirdi." "Ve karşı çıkan da sizdiniz!" diye bağırdı Natasha. Clint bir şey söylemedi. "Ben aradığımda emekli olduğunu söylüyor, Steve aradığında göreve koşuyor ve tam karşımda yer alıyorsun. Sonra sizi Raft'a attılar diye karşıma geçmiş ağlıyor, bir de her şey için Tony'i suçluyorsun. Aklınızı mı kaçırdınız siz?" Natasha son cümlesinde yine bağırmıştı. Clint yeşil koltuklardan birine çöktü. "Özür dilerim Natasha. Belki de haklısın, bilmiyorum. Şu sıralar hiçbir şey bilmiyorum. Kaçmaya odaklandık ve geri kalan hiçbir şeyi düşünmedik. Kaçak yaşamanın ne demek olduğunu bilirsin, şimdi ben aynı durumdayım. Burası kimin evi bilmiyorum. Ama burada daha fazla kalamayacağımızı biliyorum." Natasha Clint'in karşısına oturdu. "Artık kaçmana gerek yok Clint. Çünkü bir arada olmak zorundayız. Tony... Steve ile görüşüyor, ekibi bir araya toplamak için. Ben de sana geldim, çünkü sana ihtiyacımız var. Benim sana ihtiyacım var." Barton, kızıl kadının mavi gözlerine baktı. O gözlerde kimseye ihtiyaç duymayan bir ton vardı. "Bilmiyorum. Yenilmezler'e katılmayı pek istemiyorum. Belki de gerçekten emekli olmanın zamanı gelmiştir." Natasha oturduğu yerde dikleşti. "Tehdit büyük Clint. Dünya her birimize şiddetle ihtiyaç duymak üzere." "Ne tehditi?" diye sordu Clint. Natasha'nın bunu cevaplamasına onay verilmemişti. Henüz hiçkimseye bir şey söylenmeyecekti. Ama ortada bir tehdit olduğunu görmeyen insanlar ekibe nasıl dahil olacaktı ki? "Sadece düşünmeni istiyorum, Yenilmezler'e tekrar katılmanı ve bizimle birlikte savaşmanı istiyorum. Yine geleceğim, umarım o zamana dek kararını vermiş olursun." Natasha hızla ayağa kalktı ve çıkışa yöneldi. Clint, ona seslendi ama genç kadın durmadı. Sessize aldığı telefonu elinde titriyordu. Kapıyı ardından kapatır kapatmaz telefonu bir kez daha meşgule attı ve geldiği yoldan dikkatlice geri dönmeye başladı. 11 Seeds of Apocalypse Part 2: Fury and Fire

"konu" eski dostu ile uzaydaki tehditlere karşı dünyayı savunuyordu ama aklı hala çocuklarında, Yenilmezler’deydi. Zaman daralıyordu ve bir an önce harekete geçmeliydiler.

"ikinci bölüm" Nick Fury daha fazla beklemek istemiyordu. Eskiden ona güvendiği için bir gözünden olduğu kadın ona sabretmesini, tekrar güvenmesini söylüyordu. "Dünya’ya dönmemiz gerekiyor artık." dedi Fury, karşısındaki sarışın kadına dik dik bakarak. "Daha fazla burada beklememizin anlamı yok, Carol." dudağının ucuyla gülümsedi. Fury’nin sabırsız biri olduğunu biliyordu, bunu yıllar önce öğrenmişti. Bu sefer de sırf sabırsızlığı yüzünden buraya gelmişti, Dünya’da gizlenerek yaşamak ona göre değildi. "Muspelheim’ı gözetmeyi bırakmak hiç mantıklı değil, Nick, bana güvenmeni söylemiştim." "Sana güvenmek mi, Carol? Bu cümleyi bir kez daha sana güvendiğimde kaybettiğim gözüme söylemek ister misin?" Nick Fury artık sabrının son raddesine gelmişti. "Eğer söylediğin gibi bir tehlikeyle karşı karşıyaysak, Yenilmezler’i yeniden toplamam gerektiğini söylemiştim." Carol, Fury’ye iyica yaklaştı. "En son gördüğümde birbirlerini öldürmeye çalışıyorlardı, Nick." dedi yavaşça. "Onların gerçekten yardım edebileceğini düşünüyor musun?" "Onlar-" "Onlar birbirlerine yenildiler, Nick. Thor, Odin’i bulana kadar bizim yapmamız gereken bir görevimiz var."

12 Fury içinden küfrederken dışından sadece "Geriye kalan tek gözümle, ki bunun için teşekkürler sana geliyor bayan bana-güven-gerisini- boşver, Dokuz Diyar’ın gözetmeni ben değilim, kahrolasıca Heimdall ve ruhları bile görmeyi başarabilen o turuncu iki gözü! Şansa bak, ne hikmetse kendisi de ortalarda yok!" demekle yetindi.

16 Yıl Önce "Kaptan burada yardımına ihtiyacım var!" Nick Fury etrafını saran yaratıklarla savaşmaya devam etse de tek başına onlara karşı koyamayacağını biliyordu. Sahadaki diğer ajanların hiçbirine ulaşamıyordu. Direktör Johson bile çağrısına yanıt vermiyordu ve Fury hayatında ilk defa bu denli umutsuz hissediyordu. "Birazdan orada olacağım, Nick." dedi telsizden gelen ses. Fury yere uzanmış, parçalanmış bir kapıyı kendisine siper yapmıştı. Bu karmaşaya nasıl karıştığını çok net hatırlıyordu. S.H.I.E.L.D uzaylıların varlığını onaylayalı sadece birkaç yıl olmuştu ki onu ve CIA ajanı Carol Danvers’ı uzaya bir araştırma görevine yollamışlardı. düşündükleri kadar dost canlısı olmasa da Mar-Vell adındaki bir Kree ile aşk yaşamayı başaran Carol, başını büyük bir derde sokmayı başarmıştı. Kadınlar, diye düşünmüştü Fury, başlarını bir şekilde derde sokmayı başarabiliyorlar. Fury ve Carol’ı yok etmek için kundaklanan bir patlamada Mar-Vell sevdiği insanı korumak için kendi bedenini onun vücuduna kalkan olarak kullanmıştı. Ve Nick Fury patlama alanına vardığında karşısında gördüğü kadının, takım arkadaşı Carol Danvers ile aynı kişi olmadığını biliyordu. Yeşil bir yaratık daha Fury’nin barikatını aşmayı başardığında Fury son bombasını yaratığa fırlatarak kendini odadan dışarıya fırlattı. "Kaptan, şimdi tam zamanı!" Olabildiğince hızlı koşuyordu ve Kaptan’ın ona yetişmesi için dua ediyordu. "Bana güven, Nick, orada olacağım." Nick Fury koridorun sonundaki camdan kendini dışarı atmadan önce son duyduğu şey buydu. Nick ona güveniyordu. Fury cam kırıklarıyla birlikte yere düşmeden önce kısa bir süre havada süzüldü. Arkasındaki binadan gelen patlama sesi kulaklarında çınlarken sol gözünde bir yanma hissetti. Gözlerini acıyla kapatırken, bir çift el onu yakaladı ve

13 düşmesini engelledi. Nick Fury, Kaptan’ın yetiştiğini biliyordu. Gözlerini açıp onu görmeye çalıştı ama kahretsin, bu çok acıtıyordu. "Nick, buradayım, yetiştim." "Kaptan-" dedi Nick Fury, acıyla. Hayatında ilk defa canının bu kadar yandığını hissediyordu. "Carol, gözlerimi açamıyorum."

Nick Fury karşısındaki kadına dik dik bakarak "… Dokuz Diyar’ın gözetmeni ben değilim, kahrolasıca Heimdall ve ruhları bile görmeyi başarabilen o turuncu iki gözü! Şansa bak, ne hikmetse kendisi de ortalarda yok!" demekle yetindi. "Bak Fury, inan bana tek gözünü kaybettiğin için üzgünüm- ama bunun şu anki konumuzla alakası-" Nick Fury işaret parmağını sallayarak konuştu. "Üzgün müsün? Üzgün müsün, Carol? Bunu benim yüzümden tek gözünü kaybettiğinde konuşalım istersen!" "Gözünü benim yüzümden kaybetmedin, Nick, bunu sen de biliyorsun!" diye karşı çıktı Carol, adamın önüne uçarak. Şimdi ikisi de burun burunaydılar. "Yine de sırf bu yükü taşıyamadığım için yıllardır uzayda görev alıyorum!" Nick Fury kadınla arasındaki mesafeyi kapatacak adımı attı. "Kaçarak her şeyi geri alabileceğini mi düşündün Carol? Gerçekten? Damarlarında gezen Kree kanı tanıdığım o zeki kadını her geçen gün bir gerizekalıya dönüştürüyor sanırım." Carol sinirlerine hakim olamıyordu. Yumruğunu sıktı. Pişmandı ve suçluluk duyuyordu. Evet, Nick’in onu koruduğu gibi Carol, Nick’i koruyamamıştı. Hayatını Mar-Vell’a borçlu olduğu kadar, Nick’e de borçluydu ve Carol bunu biliyordu. Patlamadan önce Nick Mar-Vell’ı uyarmış ve onu Carol’a yönlendirmişti. Ve Carol buna nasıl karşılık vermişti? Nick’i koruyamayarak. İhtiyaç duyduğu tek anda yanında olmayarak. On altı yıl boyunca pişmanlık çekmediği tek bir günü geçmemişti. Derin bir nefes aldı genç kadın. "O günü geri alabilmeyi çok istedim, Nick." dedi yavaşça. "Kahraman olmayı o kadar çok istiyordum ki- kendi kahramanımı unutmuştum." Nick Fury tuttuğu nefesi yavaşça verdi. Gözünü Carol’ın yüzünden ayırmaksızın kadının yumruk yaptığı eline uzandı. "Carol, bu sefer 14 Yenilmezler’in bana ihtiyacı var." dedi. "Onlara yardım etmem gerekiyor." Carol Danvers boştaki eliyle Nick Fury’nin elini tuttu. Ona engel olamayacağını biliyordu. Nick Fury kahraman olmak için dünyaya gelmişti ve hiçbir şey onu durduramazdı.

Natasha onu on dakika içinde beş milyon kere arayıp altı yüz mesaj atan Tony’nin çağrısına geri dönmeye karar verdiğinde, Clint’in evini çoktan geride bırakmıştı. Derin bir nefes aldı, bu konuşmadan daha fazla kaçabileceğini düşünmüyordu. "Tony-" "Lanet olsun, Nat- hangi cehennemdesin? Seni beş milyon-" Natasha bu konuşmanın nereye varacağını biliyordu. "Evet, Steve beni aradı." dedi, hattın öteki ucundaki adamı susturmak için. "Senin gerçekten onu kurtarıp kurtarmadığını bilip bilmediğimi sordu." "Hala o Barnes denen katili umursuyor!" diye haykırdı Tony telefonun üteki ucundan. "Düşünebiliyor musun? Ya birileri onu tekrar kontrol etse? Hala daha açtığı yarayı kapatabilmiş değiliz ve gelmiş bana onu savunuyor!" Natasha ne diyeceğini bilmiyordu. "Bir ortak yol bulmanız gerekiyor, Tony." dedi. "Buraya gelme nedenim-" Kadının sözü ikinci hattının çalmasıyla yarıda kesildi. "kapatmam gerekiyor, Tony." "Natasha?" hattın öteki ucundan sinyal gelmeye başlayınca Tony derin bir of çekti. Bu insanlara ne olmuştu böyle? Huysuz ve vurdumduymaz olan kendisiydi ama şimdi nasıl oluyorduysa herkes telefonu onun yüzüne kapatmaya başlamıştı. Bu haksızlıktı çünkü normalde Tony telefonu insanların yüzüne kapatırdı, insanlar onun yüzüne değil.

"O içinden geçtiğimiz şey de neydi öyle?" diye sordu Drax, Roket’e şaşkın şaşkın bakarak. "İnanılmaz eğlenceliydi!" Roket gözlerini devirerek "Bir Boyut Yarığı’ndan geçtik." dedi. "Hesaplamalarıma göre Muspelheim denen bir gezegenin yörüngesindeyiz." "Bir sinyal alıyorum." dedi , önündeki ekrana bakarak. "Gezegenin öteki tarafından geliyor. Bir başka uzay gemisi. Mesajı yansıtıyorum." 15 Carol Danvers’ın üç boyutlu hologram görüntüsü uzay gemisinin içinde yayınlanıyordu. "Merhaba, Galaxi’nin Koruyucuları! Ben, Kaptan Marvel. Sizinle Alpha Fight Squadron Jet 2’den iletişime geçiyorum. Dünya’yı korumak için yardımınıza ihtiyacımız var." Peter Quill oturduğu kaptan koltuğunu holograma doğru döndürüp gülümseyerek "Galaksi’nin Koruyucuları Dünya’yı korumaya geliyor!" diye bağırdı heyecanla.

Natasha telefonu açarken eli titriyordu. Aylar sonra ilk defa onunla gerçekten konuşma fırsatı bulmuştu. Derin bir nefes aldı. "Fury?" Nick Fury dünya’ya iniş yaptığı jetin içinden gülümseyerek en iyi ajanını selamladı. "Natalia Alianovna Romanoff!" dedi Fury heyecanla. "Bu sesi duymayı özlemişim." "Ben de, Nick." dedi Natasha, heyecanını gizlemeyerek. "Clint’i ikna etmek zor olacak ama içerdeki ajanımız sayesinde Hydra’nın neyin peşinde olduğunu öğrendik." "Ajan May’e Avengers binasına dönme izni verildi bile, Romanoff. Ama hala Hydra’nın neden sonsuzluk taşlarını araştırdığını bilmiyoruz ne yazık ki." "Burada biraz daha kalıp araştırmalarıma devam etmemi isterseniz-" "Barton’ı da alıp bu geçe Avengers binasına uçmanı isterim." diye yanıtladı Nick Fury. "Hepinizi bir arada görmem gerekiyor." "Dünya’ya döndünüz demek?" "Çocuklarım bana bu denli ihtiyaç duyarken daha fazla uzak kalamazdım." diye yanıtladı Nick Fury, kendinden emin bir tonla. Natasha suratındaki sırıtışı silip "Anlaşıldı, Nick." dedi.

Stephen Strange gözlerini açtığında karşısında merakla ona bakan sarışın adama gülümsedi. "Görünen o ki babanı buldum, Thor Odinson." Pelerini onu dürterken, Doktor hala gülümsüyordu. Evrenin farklı bir planı vardı ve Stephen Strange dengeyi korumalıydı. Ragnarok’un gerçekleşmesine izin veremezdi. Bu yüzden Yenilmezler’i bir araya getirmesi gerektiğini biliyordu.

16 Seeds of Apocalypse Part 3: Assemble

"konu" Fury, Dünyaya geldiğinden itibaren Avengers’ı bir araya toplamaya karar vermiştir. Steve ise dostunu arkasında bırakmayı göze alarak New York’a dönecektir. Bu sırada Thor, merkeze gelerek herkesi şaşırtır.

"üçüncü bölüm" Uzayın derinliklerinde Peter Quill'in gemisi Milano'nun ekranında, Captain Marvel'ın hologramı yansıyordu. Quill, 'geliyoruz,' demişti ama nereye gittiğine dair bir fikri yoktu. Arkadaşları ona dik dik bakarken ve , "Adım Groot" derken, Rocket, "Nereye gideceğini o da bilmiyor bence," diye yanıtladı.

Hologramdaki sarışın kadının konuşması şimdi kesik kesik geliyordu. Peter kaşlarını çatarak, "Neredesiniz Captain Marvel?" diye sordu. Ancak kadının onları duyduğundan şüpheliydi, çünkü sadece dört kelime söyleyebilmişti. "Tehlike... Thor... Asgard... Acil..." Sonrasında hologramla birlikte ses de gitmişti. Ekran kararırken, ekip birbirine baktı. "Bu neydi şimdi?" diye sordu Rocket. "Bize ihtiyaçları var," dedi Quill. Gamora kaşlarını çattı. "O halde nereye gidiyoruz?" Peter gülümsedi. "Asgard'a.”

Natasha Romanoff, iki gün önce geçtiği yolları yeniden arşınlarken, içinde tuhaf bir his vardı. Clint'in göreve dahil olup olmayacağını bilmiyordu, eğer 'emekli oldum' derse kafasına silah dayayıp onu zorlar mıydı, yoksa ikna etmeye mi çalışırdı? Natasha emin değildi. Ama öğrenmek üzereydi.

17 Kapıyı çalmadan hemen önce kulağını kısa bir süre kapıya dayadı. İçeriden hiçbir ses gelmiyordu, göğsüne yayılan panikle kapıyı yumrukladı. 'Lütfen gitmiş olmasın.' Kısa süre sonra kapı açıldığında Clint'in üzerinde pijamalar vardı ve saçları her yana dağılmıştı. Şaşkın ve uykulu gözlerle kızıl kadını süzerken, yüzündeki paniği okuyabiliyordu. Natasha davet edilmeden Clint'in yanından hızla içeri daldı ve adamın şaşkın bakışlarına aldırmadan kapıyı dikkatle ardından kapattı. "Giyinmelisin, dedi. "Sana beş dakika veriyorum." "Ne için beş dakika? Natasha, neler oluyor?" "Açıklayacak zaman yok Clint. Hemen yola çıkmalıyız. Acil durum." İyice sersemlemiş olan Clint "Ne-ne acil durumu?" diye kekelerken, Natasha, "Geldi," dedi. "Sonunda beklediğimiz şey geldi Clint. Benimle gelmek zorundasın, Dünya yok oluşun eşiğinde. Ve ben burada seninle çene çalamam. Acele etmeli ve hemen-" "Natasha dur bir dakika. Ağzından çıkanlara kulak veriyor musun? Dünya neden yok oluşun eşiğinde, sen neden sabahın altısında kapımdasın ve seninle nereye gelmek zorundayım?" "New York’a," dedi Natasha. Clint ile kısa bir süre bakıştılar. "Her şeyi yolda anlatırım, ama acele etmeliyiz, vaktimiz tükeniyor."

Şimdi Heimdall olsa kendilerine doğru yaklaşan gemiyi çoktan görmüş ve düşman olup olmadığını anlamış olurdu. Sif ise yaklaşan geminin düşman olmadığını sadece tahmin etmişti. Bu yüzden Asgard'a girmelerine izin vermişti. Böylece onlarla konuşabilir, ne istediklerini öğrenebilirdi.

Asgard topraklarına iniş yapan Galaksinin Koruyucuları ise bir miktar tedirgindi. Bir savaş çağrısı almışlardı ve kendisini Captain Marvel olarak tanıtan kadın Asgard'la ilgili bir şeyler söylemişti. Sonrasında kendileriyle tekrar bağlantıya geçsin diye beklemişler, hatta kendileri ona ulaşmaya çalışmış ama başaramamışlardı. Bu sebepten durumun acil olduğuna karar verip Milano'yu Asgard'a getirmişlerdi.

Gelen misafirleri karşılamak için öne çıktı Sif. Tedirgindi. Güç aldığı tek 18 şey sırtındaki kılıcıydı. Gökkuşağı köprüsünden yürüyen üç insan, bir hayvan ve... bir ağaç mıydı o? Sif gözlerini kıstı, Heimdall'ın buna ihtiyacı olmazdı ama Sif, Dokuz Diyarın gözetmeni değildi. Ve o da şimdi kim bilir neredeydi?

Grup dağınık şekilde önünde durduğunda, "Asgard'a hoş geldiniz," dedi. Quill, "Merhaba," diyerek elini uzattı. "Adım-" Ancak tam o anda Sif, kaşlarını çatıp "Bu da ne?" diye sordu. "Adım Groot." Sif bir adım geri gitti. "Konuşuyor mu?" Şaşkındı. Rocket cevap verdi. "Sadece 'adım Groot' diyebiliyor." Sif kılıcını çekip eline aldı. "Neler oluyor burada? Siz de kimsiniz? Bu... bu şeyler de ne?" Peter öne çıktı. "Sakin ol Bayan. Benim adım Quill. Peter Quill." Sif kaş çatmaya devam etti. "Star-Lord? Belki beni bu isimle tanıyor olabilirsi-" "Arkadaşımın kusuruna bakmayın," diye atıldı Gamora. Sif'in sinirli olduğunu ve Quill'i ortadan ikiye kesebileceğini anlamıştı. "Biz Xandar'dan geliyoruz. Orada yaşıyoruz. Ancak bir savaş çağrısı aldık. Dünya'nın bir savaşa girmek üzere olduğunu öğrendik ve biz de yardım etmek için buraya geldik... Thor'u arıyoruz." dedi son cümlesini hızlı söylemişti. Sif, "Onu neden arıyorsunuz?" diye sordu. "Bunu bizde merak ediyoruz aslında, ufak bir araştırma yapıp kendisinin Tanrı olduğunu öğrendik. Onu neden aradığımızı da onu görünce anlarız diye düşünmüştük," dedi Quill, omuz silkerek. "Thor burada değil," diye cevap verdi Sif. "Vay anasını. Bunca yolu boşa geldik desene," diyerek küfretti Rocket. "Adım Groot." "Evet ama bu çıtır bize yetmez, bize şu Tanrı zımbırtısı lazım." Sif bir adım öne çıktı. "Evcil hayvanınız neden bahsediyor?" Rocket sinirlendi ve "Evcil hayvan mı?" diyerek Sif'in üzerine atlamaya çalıştı. Onu son anda Quill tuttu. "Bırak beni Quill, bu çıtır bana ne dedi duymadın mı?" 19 "Anlaşılan onlar senin türünü tanımıyor Rocket, buraya ne için geldiğimizi unutma," diyerek onu yatıştırmaya çalıştı. Gamora arkadaşlarına göz devirdi ve "Thor'u bulmamız lazım," dedi. "Bize nerede olduğunu söyleyebilir misiniz?" Sif derin bir nefes aldı. Düşman olmadığını bildiği bu tuhaf gruba kısaca göz gezdirdi. Dünyadaki bir savaştan bahsetmişlerdi. Savaş çağrısı aldıklarını söylemişlerdi. Ve Dünya Thor'un koruması altındaydı. "Thor Dünya'da," dedi Sif. "Adım Groot." "Ona teşekkür etmene gerek yok şapşal," dedi Rocket ters ters. Gamora kızgınca Rocket'e baktı. "Şey, bilgi için teşekkürler... Aa?" "Lady Sif," diyerek kendini tanıttı Sif. "Ben de Drax," diyerek elini uzattı ve sırıttı Drax. Sif hoşuna gitmiş olmalıydı. Quill başını salladı. Sif kendine uzatılan eli sıkmadı. Gamora iç çekti. Bir avuç geri zekalı ile Asgard'a ne diye gelmişti, hiç bilmiyordu.

Tony'e 'bugün ne görmeyi ummazsın?' diye sorsalar, herhalde Nick Fury'i karşısında görmeyi ummadığını söylerdi. Ama kesinlikle yanılmış olurdu. Çünkü tek gözü bandajlı adam, siyahlar içinde karşısına dikilmişti ve ona gülümsüyordu. Tony uyanıkken hayal görmezdi, yine de bu, irkilmesine engel değildi. "Nick?" dedi şaşkınlığını gizleyemeyerek. "İyi bir sürpriz sayılırım, sen ne dersin?" diye sordu Nick Fury. En son Sokovia'da gördüğü adamı, şimdi burada Avengers Üssünde görmek Tony'e tuhaf hissettirmişti. Fury, çok uzun zamandır uzaydaydı ve hiçkimse ile bir bağlantı kurmamıştı. Sonra birden bire ortaya çıkmış ve hiçbir şey olmamış, araya koca bir zaman dilimi girmemiş gibi gülümsüyordu. Tıpkı eski günlerdeki gibi. "Sürpriz olduğu kesin, ama iyi mi kötü mü tartışılır," dedi Tony, tüm kayıtsızlığıyla. "Seni beklemiyordum." "Eh, ben de gelmeyi planlamıyordum. En azından bir süre daha. Ama çocuklarımın bana ihtiyacı olduğunu-" "Çocuklarım derken, bizi kast etmiyorsun herhalde?" diyerek adamın sözünü kesti Tony. Huylu huyundan vazgeçmezdi. 20 Fury, 'Tony yerine bir başkasının karşısına çıkmış olsaydım, daha sıcak karşılanırdım,' diye düşünmeden edemedi. Natasha muhtemelen Nick'e gülümser, hatta belki de sarılırdı. Kadının sesi telefonda oldukça heyecanlı ve samimi gelmişti. "Aslında tam olarak sizi kast ediyordum." Tony aldırış etmedi. "Burada ne işin var?" diye sormakla yetindi. Merak ediyordu, o her şeyi merak eder ve öğrenmek isterdi. Fury cevap vermek yerine kendisi bir soru sordu. "Pepper nasıl? Nişanlandığınızı öğrendim." Tony nereden öğrendiğini bilmek istemediğine karar verdi. Aklı Pepper'a kaymıştı. Nişanlısına. 'Hay lanet,' diye küfretti içinden. Pepper iyi olmalıydı, onunla bugün hiç konuşmamış, kadının çağrılarına geri dönmemişti. Herhalde kötü olsa Happy onu arayıp bilgi verir, üstüne bir de haddiymiş gibi fırça çekerdi. Happy Hogan kendisine çalışıyordu, ama her zaman Pepper'ın tarafındaydı. Tony kısaca "İyi," dedi. Sonra asıl konuya geri dönmek ister gibi adama bir bakış fırlattı. Nick, bu adamı çok ama çok uzun zamandır tanıyordu. Büyüdüğüne bile şahitlik etmişti, ondan hep haberdar olmuştu. Bu bakışın da ne ifade ettiğini biliyordu. "Zorlu bir savaşa girmek üzereyiz, yanılıyor muyum?" dedi. Konuyu Tony'nin istediği yere getirerek. "Yanılıyor olsan gelmezdin," dedi Tony. "Sadece bunu nereden öğrendin, onu merak ediyorum." "Bir gözüm kör evlat, kulaklarım hala sağlam." "Ya da istihbaratın kuvvetli," dedi Tony. Bu bir soru değildi. "Ben bir casusum, hatta casus ekibinin başıyım. Herhalde istihbaratım kuvvetli olacak. Yoksa bu işi ne diye yapayım ki." Tony buna akıllıca bir cevap verebilir, bu konuşmayı uzun süre sürdürebilirdi. Ama laf kalabalığı yapmak istemiyordu. "Bir planın var mı, yoksa bizim plana mı dahil olacaksın?" "Bir planınız var mı ki?" diye sordu Nick. Olmadığını biliyordu. "Ekibi bir araya toplamak dışında tabii." "İlk adım bu," dedi Tony. "Sonrasına bakacağız."

21 Fury başını salladı. "Yüzbaşının takımı bir araya toplama planından haberi var mı?" "Onu aradım, defalarca konuştuk, ancak toplanmaya pek niyeti yok gibiydi. Herhalde katil arkadaşını geride bırakamıyor." "Aileni öldüren arkadaşı değildi, bir Hydra ajanıydı." "Ne olduğunun bir önemi yok, kim olduğunun bir önemi var," dedi Tony. "Ailemin katili ." "Howard'ı senden daha iyi tanıyordum Tony, o benim arkadaşımdı. Ve S.H.I.E.L.D.'ın kurucularından biriydi. Steve de babanın arkadaşıydı, çok yakın dostlardı. Baban ona güvenir, onu severdi ve-" "Bunu bilmediğimi mi sanıyorsun? Ben büyürken ne kadar çok 'dan bahsettiğini bilemezsin. O övgü kaynağıydı, hep örnek gösterdiği bir adamdı. Ama sonra en yakın arkadaşı, diğer en yakın arkadaşını öldürdü ve bunu benden, bir diğer iyi arkadaşından sakladı. Babamı ya da beni düşünmedi. Tek düşündüğü o katil arkadaşıydı. Babamın ona yaptığı, verdiği her şeyi unutmuştu. Sadık değildi. Sadakati sadece Barnes içindi." "Peki, bu sizi bir takım olmaktan alıkoyar mı Tony? Dünya tehdit altındayken? Steve'e kızgınlığın, Barnes'a olan nefretin toplanmanızı engeller mi? Bence bunları bir düşün, sonra takım olmaktan bahsedersin." "Bu gerçek bizi dağıttı Nick. Rogers'ı dostum sanıyordum. Asla dağılmayacağımızı düşünüyordum, ama şu anda... bilemiyorum. Herkesi bir araya toplamak çok zor." "Ben de bu yüzden geldim. Natasha, Clint ile dönüyor. Diğerlerini de bulacak ve yeniden bir takım oluşturacağız. Dünya'nın süper kahramanlara ihtiyacı var. Eh, sizin de bana."

Steve Rogers, çalan telefonunun sesiyle uyandı. Zaten gece geç yatmış ve sık sık uyanmıştı. Ekranında tanımadığı bir numara vardı. Açıp açmama konusunda kararsız kalmıştı fakat, bu numarayı pek bilen yoktu. Herhalde General Ross, onu telefonla aramazdı. "Alo?" diyerek altıncı kez çalan telefonunu yanıtladı. "Günaydın Yüzbaşı, uyandırdım mı?" 22 Steve hafızasını şöyle bir yokladı. Bu sesi tanıyordu, ama uzun zamandır duymamıştı. "Fury?" "Bingo!" dedi hattın diğer ucundaki adam. Steve onun güldüğünü düşündü. "Dünyada mısın?" diye sordu Steve. Sorar sormaz da pişman oldu. Herhalde uzayda telefon çekmezdi. "Evet. Yokluğumda buralar epey karışmış, gelip bir el atmak istedim. Takım birbirinden kopmuş. Fakat bir araya topluyorum." Steve yatakta oturup çıplak ayaklarını aşağı sarkıttı. "Neden?" "Tony bahsetmiştir. Dünya yeni bir tehditle dalgalanıyor, yoksa haberin yok mu? Wakanda'da her şeyden soyutlanmadınız ya." Fury güldü. Steve adamın dalga geçip geçmediğini düşündü ve sonra ciddi olduğuna karar verdi. "Evet, Tony bir şeyler söyledi. Ama senden bahsetmedi." "Bilmediği bir şeyden bahsetmesini bekleyemezsin. Daha bu sabah geldim. Ona da sürpriz oldu." Fury derin bir nefes alıp verdi. "Yıllar önce sana Tesseract'tan bahsettiğimi hatırlıyor musun? Bizden çalındığını söylemiştim. Ve seni o zamanlar çağırdığımda takıma dahil olmuştun. İşte şimdi tehdit daha büyük Yüzbaşı. Anlattığımdan çok daha fazlası var." Fury sustu. Steve ise 'ne anlattın ki?' diye düşündü. Tehditten bahsediliyor, ama ne olduğu söylenmiyordu. "Takıma dahil olmanı istiyorum Steve. Bu ciddi bir mesele. Her şeyi geride bırakıp buraya dönmelisin. En azından adam akıllı toplantı yapmalıyız ve bunu sen Wakanda'dayken yapamayız. Bu çok önemli. Her şeyden çok daha önemli." Steve, Fury'nin ses tonundan bir şeylerin gerçekten yolunda gitmediğini anlamıştı. Tony de ısrarla tehditten bahsediyordu, ama nedense Fury'e inanmak daha kolaydı. Sonuçları hesaplamaya çalışıyordu. Giderse ne olurdu, kalırsa ne değişirdi? Sonra kararını verdi. "Yarın orada olurum, daha erken bekleme," dedi ve kapattı Steve.

Yataktan kalktı ve odasında turlamaya başladı. Tony aradığı zaman birbirlerine bağırmaktan başka hiçbir şey yapmamışlardı. Evet, Tony kırgındı, ama Steve de kızgındı. Kilitleri Tony açmış olabilirdi fakat bu 23 ona kızgın olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Zaten ne zaman yanyana gelseler kavga ederlerdi. Tony hep laf sokardı. İlk tanıştıkları zamanda bile herkes Steve’e karşı kibarken, Tony kaba davranmayı seçmişti. ‘Sen bir labaratuvar deneyisin Rogers! Seni özel kılan her şey bir şişeden çıktı.’

Tüm bunlara rağmen Steve yine de gidecekti. Bucky'i ardında bırakmak istemiyordu, ama görünen o ki mecburdu. Tony'e ne zaman kendisine ihtiyacı olursa döneceğine dair söz vermişti. Ve şimdi her şeye rağmen o sözü tutma zamanıydı.

Fury telefonu kapatıp Tony'e döndü. "Yarın geliyor," dedi. Tony kaşlarını kaldırıp adama baktı. "İkna edici konuştum, muhtemelen sen bağırıp çağırmışsındır," dedi Tony'e. Tony cevap verecekken telefonu çaldı. Arayan Pepper'dı. Aklını dağıtabilmek için kadının telefonunu yanıtladı.

Natasha ve Clint, merkeze gelmişlerdi. Clint bir miktar tedirgindi, ama Natasha en iyi dostuydu ve yanındaydı. Natasha adamın gerilimini anlamış gibi omzuna dokundu. "Seni köpeklerin önüne atacakmışım gibi bakma," dedi. "Her zamanki işimizi yapacağız." "Yıllar önce emekli olmalıydım," dedi Clint. "Bu işleri bırakmalı ve verandada buzlu çayımı yudumluyor olmalıydım." Natasha tebessüm etti. "Belki. Ama şimdi buradasın ve görev adamı olmalısın. Takımın ve benim sana ihtiyacımız var." O sırada Fury, karşılarına çıktı. "İşte en iyi ajanlarım," diyerek kollarını açtı. Tabii kimse kollarına doğru koşup atılmadı ama zaten Nick de bunu beklemiyordu. İkili ona doğru ilerledi. Clint adamın elini sıkarken, Natasha kısaca sarıldı ve geri çekildi. "Gelmene sevindim," dedi Fury, Clint'e bakarak. Clint başıyla Natasha'yı gösterdi. "Gelmeseydim boğazımı kesecekti." Natasha "Hayır," dedi, "gelmeseydin tüm bağımızı kesecektim." "Vay canına! Buralarda kızıl saçlı birilerini görmeyeli... Ne kadar oldu 24 Friday?" Üçlü arkalarını dönüp sesin geldiği yöne baktı. Tony ana salonun girişinde durmuş onları izliyordu. "Sekiz gün Patron," dedi akıllı asistan. "Sekiz gün demek? Ve ben seni sekiz gün içinde-" "Beş milyon kere aradın," diyerek lafını kesti Natasha. Tony tek kaşını kaldırıp baktı. "Friday yerine seni asistanım yapayım mı?" "Bu kadar çene yeter, hadi içeri geçelim ve oturalım," dedi Fury. Oturma odasına doğru ilerledikleri sırada, "Asistanın olmaktansa-" "Neyim olmak istersin?" diyerek Natasha'nın sözünü kesti Tony. Asla altta kalmazdı. Natasha gözlerini devirdi ve Tony'e bir cevap vermedi. "Bir sürü boş posizyon var," diyerek devam etti Tony. "Tabii sen hep casus olmak istiyorsan bilemem. Bu arada Barton'ı bulmak için görevde olduğunu söyleseydin anlayışla karşılardım." "Tek görevim Barton değildi," diyerek yanıtladı Natasha. Tony nedense buna hiç şaşırmamıştı.

Koltuklara oturmuşlardı o zaman dek sessiz kalan Clint, "Sadece dört kişi miyiz?" diye sordu. "Rhodes sakat, takıma bir katkısı olamaz. Ama yine de birazdan burada olur. ise-" O sırada Vision duvardan geçip "Ah, demek buradasınız?" dedi. "İşte geldi," dedi Tony cümlesini tamamlayarak. "Asla kapıları kullanmaz." Rhodes da duvarlardan tutunarak oturma odasına girmişti. Clint ile selamlaşıp el sıkıştılar. Tony bunu henüz yapamayacağını biliyordu. Şimdilik kaçak olan ekibin yarısıyla mesafeli duracağından emindi. Hemen kaynaşıp, hiçbir şey olmamış gibi davranamazdı. Bu hamurunda yoktu.

"Yüzbaşı bize yarın katılacak, şimdilik sadece-" Fury'nin lafını yarıda kesen orta yerde bir kıvılcımlanma oluşuydu. Herkes kaşlarını çatıp çatırdayan kıvılcımlara bakıyordu. Tony ayağa kalktı. "Friday, bu da ne?" 25 Asistan cevap veremeden kıvılcım büyüdü ve koca bir halkaya dönüştü. İçi boş gibi görünen bir halkaydı. "Bu bir portal," dedi Fury. Bu işlerden biraz anlardı. Herkes salonun orta yerinde cereyan eden şeye bakakalmıştı. Portalın içinden önce Thor, sonra Loki ve en son kırmızı pelerinli bir adam çıkmıştı. Tony hemen, "Friday, Mark 47'yi yolla!” diye emir verdi. Zırh Tony'nin arkasına konuşlandığı sırada Thor ellerini kaldırdı. "Loki düşman değil," dedi. "En azından bu seferlik." Ekibin geri kalanı da ayaklandı. "Thor?" dedi Natasha. "Merhaba millet," diyerek gülümsedi Thor. "Bu Doktor Steven Strange, babamı bulmamda bana yardım ediyor." Steven Strange elini kaldırıp selam verdi. Kırmızı pelerini ise sevecenlikle yüzünü okşuyordu. "Baban mı?" diye sordu Rhodes. "Babamız," dedi Loki atılarak. "Dünyada ve kayıp." "Eminim ki buna sen sebep olmuşsundur," dedi Tony. "Bir dakika durun," dedi Fury. "Thor, seni uzayda sanıyordum ve seni de hapiste." Sonra bakışları Doktor Strange'in üzerine kaydı. "Peki sen nesin?" "Büyü yapabilen biri işte," dedi Clint, omuz silkerek. "Baksanıza portalla geldiler." "Aslında bir beyin cerrahıyım, yani öyleydim. Ama büyücü de olur evet," diyerek yanıtladı Strange. "Steve ve Wanda'da bize katılırsa geriye bir tek kalıyor," dedi Tony. "Peki o nerede? Sen biliyorsundur," diyerek Natasha'ya baktı. Natasha ağzını açmıştı ki Thor, "O uzayda," dedi. Herkes dönüp Thor'a baktı. "Bruce uzayda mı?" diye sordu Natasha şaşkınlıkla. "Bu onu niye bulamadığımızı açıklıyor," dedi Tony. "Asgard’a uğramıştı," diyerek gülümsedi Thor. Rhodes başını salladı. "Aklım çok karıştı. Biri burada neler oluyor anlatabilir mi? Tek tek?"

26 Loki sırıttı. "Bir şeyler içerek bunu dinlemek hoş olacak," dedi ve koltuğa oturdu.

27 Seeds of Apocalypse Part 4: Red vs Blue

"konu" Steve her ne kadar Bucky’yi geride bırakmak istemese de, Fury’nin çağrısını karşılıksız bırakamazdı. Wanda ve Sam ile yola koyulmuşken bile içinden bir ses Tony’nin yine boş durmayacağını söylüyordu. Öte yandan karargahtaki herkes Sonsuzluk Taşları’nı ve Hydra’nın onların peşinde olduğunu öğrenmişti. Thor ve Loki ise Ragnarok’u önlemek için Asgard’a dönmeye karar vermişlerdi.

"dördüncü bölüm" Tony karşısındaki adama doğru bir adım atarak "Üzgünüm, Kaptan ama bu odadaki en akıllı kişinin kim olduğunu herkes biliyor." dedi. "Sen de aynı şeyi yapardın!" Steve aralarındaki mesafeyi kapatacak adımı attığında, ikisi yüz yüze gelmişlerdi. "Ben ikinizi de korumaya çalışıyordum, Stark." dedi Steve, karşısındaki adamın gözlerinin içine bakarak. Tony bu cümleyi o kadar çok duymuştu ki artık ciddiye almıyordu. "Kaptan, beni öpmek niyetinde değilsen eğer kişisel alanımı gereksiz yere çok fazla işgal ettiğini-"

Bir Saat Önce… Fury etrafında toplanan ekibe bir kez daha baktı. Onları asla geride bırakmaması gerektiğini biliyordu. En başında bile toplanmaları uzun sürmüştü, şimdiyse bu enkazdan toparlanmalarının daha uzun sürmesinden korkuyordu. "Unutmayın, ne olursa olsun, sizler Yenilmezler’siniz." dedi. "Dünyanın size hala ihtiyacı var." "Yenilmezler’in toplanmasını engelleyen bir antlaşma olduğunun farkındasınız, değil mi?" diye sordu Sam, Fury’ye bakarak. "Eğer yeniden toplanmaya kalkışırsak tüm hükümetler üzerimize çullanacaktır."

28 Fury gülümsedi. "Antlaşma işini bana bırakın." dedi. "Ayrıca eğer toplanmazsanız, üzerinize çullanacak o hükümetlerin üzerinde yaşadığı dünya yok olacak." "Ne yapacağız peki?" diye sordu Loki, sıkılmışa benziyordu. "Burada sizin gibi zeka seviyesi düşük ölümlülerle cam bir odada tıkılıp kalmaktan başka yani?" Thor ona ters bir bakış atarken Loki kardeşinin bakışlarını görmezden geldi. "Eğer dişi Kaptan’ın dediği gibi Muspelheim’daysa, bunun tek bir anlamı olduğunu biliyoruz." Thor ve Fury dışında odadaki herkes ona ters ters bakarken Loki derin bir iç çekti. "Hela’nın tek bir niyeti olabilir, o da Ragnarok’u başlatmak." "Babamız olmadan Ragnarok’u durdurmak imkansız." dedi Thor, etrafındaki arkadaşlarına bakarak. "Odin’in dünyada olduğunu biliyoruz," derken kardeşine yine ters ters baktı. "ama onun yerini tespit edemiyoruz." Fury Thor ve Loki’ye dönerek "Sizin Asgard’a gidip Hela’yı durdurmanız en doğrusu olacaktır." dedi. Thor ona katıldığını söyleyip, Heimdall’dan geçidi açmasını istediğinde hiçbir şey olmadı. Loki kahkahasını tutma cüretinde bulunmamıştı bile. "Heimdall’ın da kayıp olduğunu söylemeliydim." dedi Fury. Thor, Steven Strange’e bakıp, "Bizi Asgard’a gönderebilir misin?" diye sordu. Steven hiçbir şey söylemeksizin bir geçit açtığında, Thor arkadaşlarına dönerek "En kısa zamanda yanınıza, yardıma geleceğim." dedi.

Steven Strange, Thor ve Loki’nin ardından geçidi kapatırken etrafındakiler sessiz bir şekilde onları izliyordu. "Bu numaralarının yürümeme yardım edeceğini mi söylüyorsun?" diye sordu Rhodes, gözlerini ayırmaksızın. "Hayır," dedi Steven Strange, düz bir ses tonuyla. "ama çok iyi tanıdığım bir arkadaşımın yardım edebileceğini söylüyorum." "O da senin gibi değişik mi?" diye sordu, Tony, gülümseyerek. "Çünkü, Rhodes dünyanın en iyi doktorları tarafından-" "Yeterince iyi değillermiş." diyerek susturdu Steven, Tony’yi. Tony tam cevap verecekken Steven yeni bir portal açtı. "Daha fazla beklememize gerek olduğunu sanmıyorum." dedi. 29 Sam oturduğu yerden kalkıp Rhodes’in yanına gitti yürümesine yardımcı olmak için. Adam onun yardımını geri çevirip geçide doğru zorlanarak yürüdü. Steven’ın yanında durdu. "Ben de sizinle geliyorum." dedi Sam, olanlardan hala kendini sorumlu tutuyordu. Rhodes hiçbir şey söylemezken, Steven başıyla onayladı ve geçitten geçerek onlara yolu gösterdi.

Fury ayağa kalkıp cep telefonunu eline aldı. "Benim yapmam gereken şeyler var." dedi, Yenilmezler’e tek tek bakarak. "Şimdilik sizi burada baş başa bırakıyorum, etrafı fazla dağıtmamaya çalışın." Elindeki telefondan bir numara tuşlayıp telefonu kulağına götürdü. Odadan çıkarken suratında hala bir sırıtış vardı.

Steve sekizinci kere T’Challa’yı aramış ama ulaşamamıştı. Odayı derin bir sessizlik sarmıştı ki sonunda Tony dayanamadı. "Başına bebek bakıcısı koyman iyi olmuş." dedi. Steve ona yanıt vermezken Tony durmaya meyilli değildi. "Kralın bebek bakıcılığı yapması da değişik aslında." "Ne yapmaya çalışıyorsun, Tony?" diye sordu Steve, kollarını göğsünde bağlarken. Tony gülümsedi. "Hala anlamıyorum," dedi Tony. "nasıl oluyor da hala onun tarafını tutabiliyorsun?" "Bu odadaki en zeki kişi olduğunu söylüyorsun ama hala ortada bir taraf olmadığını anlayamıyorsun." diye cevap verdi Steve ayağa kalkarken. Ellerini masanın üzerine koymuştu. Tony de ayağa kalktı ama Natasha araya girdi. Etrafındakilere bakıp, "Bu sefer ikinizin arasında taraf seçmek zorunda kalmak istiyorum." dedi. Tony hiç beklemeksizin "Senin için zor olmasa gerek, Natasha, sonuçta her iki tarafa da rahatça ihanet edebiliyorsun." dedi, kadına bakmaksızın. Gözleri hala Steve’in üzerindeydi. Natasha hiçbir yanıt vermezken Tony söylediğinin yanlış olduğunu biliyordu. Natasha onların büyük bir hata yapmasını önlemeye çalışmıştı, biliyordu. "Nat-"

30 "Gerek yok, Stark." dedi Natasha odayı terk ederken. Clint, Tony’ye onaylamayan bir bakış attı ve Natasha’yı takip etti. Stark’a hala güvenmiyordu. Wanda hazırda beklerken Vision odanın öteki ucundan uçarak saatler sonra ilk defa genç kadının yanına geldi. Onun kollarına sarıldı. Genç kadın stresli bir şekilde "Vis-" derken, Vision hafifçe gülümseyip kadının kulağına eğildi. "Merak etme, birbirlerini öldüreceklerini düşünmüyorum." Wanda endişeli bir şekilde etrafına bakınıp, Vision ile birlikte odayı terk ederken, cam kapıyı da arkalarından kapattı. Şimdi odada sadece Tony ve Steve kalmıştı.

"Tony’ye nasıl katlandığını bilmiyorum." dedi Clint, Natasha’nın karşısındaki koltuğa otururken. "Adam dünyadaki en büyük kendini beğenmiş insan, ve bu benim midemi bulandırıyor." Natasha gülümsedi. "Sivri dili olduğunu biliyorum, Clint, ama bir kez alıştın mı, sözleri dokunmamaya başlıyor. Bir ara sen de katlanıyordun o sözlere, hatırlarsan." Clint suratını ekşitirken Wanda ve Vision da onlara katıldı. "Doğru seçim," dedi Natasha, Wanda’ya hafifçe gülümserken. "bırakalım kendi aralarında hesaplaşsınlar." Cebinde titreyen telefonu eline alıp, arayanın Fury olduğunu görünce hızla açtı. "Nick?" Odadaki herkes susmuş, Natasha’nın ne söyleyeceğini duymak için bekliyordu. "Peki, şimdi karşılamaya gidiyorum." Kızıl saçlı kadın oturduğu yerden kalkıp kimseye bir şey demeksizin hangar kapısına doğru yöneldi. Clint, Natasha’nın arkasından bakarak "Bu ikisinin gizli gizli işler çevirmesinden hiç hoşlanmıyorum." dedi. Wanda kahkahasını zar zor tutarak "Büyükbaba gibi söylenmekten vazgeç artık." dedi.

Tony karşısındaki adama doğru bir adım atarak "Üzgünüm, Kaptan ama bu odadaki en akıllı kişinin kim olduğunu herkes biliyor." dedi. "Sen de aynı şeyi yapardın!"

31 Steve aralarındaki mesafeyi kapatacak adımı attığında, ikisi yüz yüze gelmişlerdi. "Ben ikinizi de korumaya çalışıyordum, Stark." dedi Steve, karşısındaki adamın gözlerinin içine bakarak. Tony bu cümleyi o kadar çok duymuştu ki artık ciddiye almıyordu. "Kaptan, beni öpmek niyetinde değilsen eğer kişisel alanımı gereksiz yere çok fazla işgal ettiğini-" Tony cümlesini tamamlayamadan Dum-e onun sırtına çarptığında, dudakları karşısındaki adamın dudaklarına değmişti. Çok kısa bir an, ne hissettiğini bilememişti, ta ki gözündeki acı hissine kadar. "Lanet olsun, Rogers, daha gözümün iyileşmesinin üzerinden o kadar zaman geçmemişti!" Kapının dışındaki adam şaşkınlıkla içeri adımını atarken, Tony gözündeki acıyı unutmuş, sinirine hakim olmak için dişlerini ve yumruklarını sıkıyordu. Tony’nin dik dik baktığı şeyi görmek için Steve yavaşça arkasını döndü. "Bucky?" Bucky’nin arkasında beliren Natasha, sırıtma ve şaşkınlık arası bir surat ifadesiyle "Fury, T’Challa ile görüşmüş, artık onlar da yeni Yenilmezler’in bir parçası."

32 Seeds of Apocalypse Part 5: Aftermath

"konu" Tony gözüne yediği yumruğu hak etmediğini düşünürken, Steve tam tersini düşünür. Bu arada Nick herkese ihtiyaç olduğunu söyler ve Tony, Parker’ı yardıma çağırır. Öte yandan Clint, pişmanlığı ile savaşırken, Natasha ona yardım eder.

"beşinci bölüm" Tony, hayal görüp görmediğini anlamak için başını salladı. Gözüne yediği sert yumruk, beyin travması geçirmesine sebep olur muydu? Natasha az evvel bir şeyler gevelemişti. Fury, T'Challa ve Yenilmezler’le ilgili bir cümleydi, ama Tony şu an tam olarak hatırlayamıyordu. Yumruk geçici hafıza kaybı yapar mıydı? "Mark 47’i yolla Friday!" diye emir verdi, gördüğü kişinin gerçek olduğunu anladığında. Mark 47 sadece bir saniye içinde Tony'nin yanına uçup geldiğinde, Steve ve Natasha araya girdi. Tony vakit kaybetmeden zırhı giyerken, Steve, Bucky'i kolundan tuttuğu gibi odadan çıkardı. Ve aynı anda Natasha da adamın önünde duvar oldu. "Hiçbir yere gitmiyorsun, Tony." "Beni sen mi durduracaksın?" "Bozhe moy* mantıklı davran Tony. Onu ve T'Challa'yı buraya Fury çağırdı." "Umurumda değil, o ailemi öldürdü ve bu karargahta işi yok. Bir de onu besleyecek miyim? Bunca şeyden sonra?" "Tony sadece bir saniye dur ve düşün lütfen. Bucky'i şimdi öldürür ya da yaralarsan-" "Yaralamak mı? Onu parçalara ayıracağım." Natasha derin bir nefes aldı. "Onu öldürürsen, Steve Dünyayı kurtarma işinde bize yardım eder mi sanıyorsun? Bu bizi en başa atar Tony. Başladığımız yere geri dönmek mi istiyorsun cidden?" "Umurumda değil kadın, çekil önümden! Yoksa seni de ezer geçerim." 33 "Orada dur bakalım evlat. O benim en kıymetli ajanım," diyerek odaya Fury girdi. "Hangi akla hizmet Barnes'ı buraya çağırırsın Nick? O benim ailemi-" "Biliyorum aileni öldürdü, evet. Haklısın da. Ama herkese ihtiyacımız var Tony, anlıyor musun? Bunun profil tanımıyla bir ilgisi yok. Hatta şu senin Queens'li velede bile ihtiyacımız var." Tony zırhın başını açtı. "Parker'a mı? Şaka yapıyor olmalısın." "Senin gözüne ne oldu? Az evvel sapasağlamdı," dedi Fury, şaşkınlıkla. Tony, Dummy'e yandan bir bakış attı. Dum-E paniklemiş bir şekilde sağa sola hareket ederken, Tony yeniden Fury'e döndü. "Önemli değil, ufak bir kaza." Natasha, kaşlarını kaldırdı ve "Bana ufak gibi görünmedi," diye mırıldandı, ancak onu sadece Tony duydu. "Demek Parker?" diyerek lafı değiştirdi Tony. "Evet, Parker'ı dahil etme konusunda çok ciddiyim. Bir ara Yenilmez olmak için buraların altını üstüne getirmedi mi? Ayrıca Steve'e kalkan prototipi yapan sen değilmişsin gibi davranma lütfen. Herkese ihtiyacımız olduğunu benim kadar sen de iyi biliyorsun," dedi ve odadan çıktı Fury. Tony gözlerini devirirken, Natasha bir sandalyeye oturdu. "Ee, buna ne diyorsun? Parker'ı çağıracak mısın?" Tony oflayarak nefesini verdi ve başını salladı. "Benim onu aramama gerek yokki, o zaten beni günde iki milyon kez arıyor." Natasha gülümsedi. "Azimli çocuk." Sonra ciddileşerek, "Bucky'i her gördüğünde umarım zırhını çağırmazsın Tony, bu bizi yeniden ayırmaya yeter çünkü. Oysa ne kadar zor bir araya geldiğimizi biliyorsun," dedi. Tony dişlerini sıktı. "Lanet olası Dünya’ya neden her gün savaş açmaya çalışıyorlar anlamıyorum. Bilim adamları her saniye yeni bir gezegen buluyorlar, gidip orada sidik yarıştırsalar ya." "Eh, en popüler gezegene sahibiz, haliyle alıcısı da çok," dedi Natasha. Tony iç çektikten sonra zırhı geri yolladı. "Yani şimdi ben ailemin katili ile aynı çatı altında yaşayacağım, ama ona zarar veremeyecek miyim?" "Aileni beyni yıkanmış bir Bucky Barnes öldürdü Tony, buradaki adamsa Steve'in en yakın dostu. Bizimse müttefikimiz, bunu aklından çıkarmamaya çalış," dedikten sonra Natasha da odadan çıkıp gitti. 34 Tony boş odaya göz gezdirdi ve az evvel Natasha'nın oturduğu sandalyeye çöküp başını ellerinin arasına aldı. Sonra arkasındaki Dummy'nin mekanik mırıltısını işittiğinden başını kaldırdı. "Anakartını ıslatırım senin, ciddiyim. Sakarlık yapmadan duramıyor musun? Gözümün halini görüyor musun? Kesinlikle senin eserin. Bana ihanet etmeyen tek sen varsın sanıyordum." Dum-E hareket ederek panikle kıpırdanmaya devam etti. "Hayır, özrünü kabul etmiyorum, yakında yerin çöp konteynırı olacak." Dummy korkuyla yerinde kıpırdanıp durmaya devam etsin, Tony sandalyede arkasına yaslandı. İçinden türlü küfürler savururken, Steve ile az evvel yaşadığı şeyi düşünmeden edemedi. Bir saniyelik bir olaydı, tek bir saniye. Ama sanki kalbini tekleten, içindeki bir şeyler... Düşüncelerini yarıda kesen çalan telefonu oldu. Arayan elbetteki Peter Parker'dı. Tony onu daha önce Yenilmezler’e katılması için çağırmış ve çocuk reddetmişti. Onurlu bir davranıştı. Ama şimdi teklifi reddetmesine değil, kabul etmesine ihtiyacı vardı. Telefonu yanıtladı. "A-Alo? Bay Stark? Ben, şey açmazsınız sanmıştım efendim." Tony gözlerini devirdi. "Yine ne oldu Peter? Arkadaşlarından birine bisiklet mi çarptı?" "Şe-Şey Bay Stark, ben şey-" "Bak şimdi, şu anda her ne yapıyorsan bırak ve beni dinle. Bu acil bir durum. Burada daha önemli şeyler oluyor. Dünya çok büyük bir tehdit altında ve bu tehdit, sandığımızdan daha yakın. Bu yüzden o çekici halana ne yalan söylersin bilmem ama buraya gelip takıma katılsan iyi olacak." "A- Ama ben gelemem Bay Stark. Okulum var ve şey, halam-" "Bırak şimdi okulu, eğer hemen müdahele etmezsek bir okulun olmayacak. Aslında hiçbir şey olmayacak." Tony derin bir nefes aldı. "Herkesi bir araya topluyoruz, o... eski takımdaki arkadaşları da. Hatta Barnes bile burada. O yüzden en geç yarın seni buraya bekliyorum. Halana seni geziye götürdüğümü ya da işe falan aldığımı söyleyebilirsin, artık canın ne isterse. Sadece yarın burada ol, tamam mı?" "Vay be! O metal kolu olan adam orada mı?" 35 "Artık o kolu yok, ama bu konu için birkaç fikrim var. Neyse, yarın görüşürüz," dedi ve Peter daha fazla saçmalamadan telefonu kapattı Tony.

Natasha içeri geldiğinde ekibin merkezde kalan kısmı kendi arasında sohbet içindeydi. Steve, Bucky'i yanına oturtmuş sohbet edenleri dinliyordu, Bucky de sessizdi. Clint, Natasha'yı gördüğünde "Stark nasıl?" diye sordu. "Öfkeli," dedi Natasha. "Bu onun için biraz fazla. Ama zamana ihtiyacı var, aslında hepimizin zamana ihtiyacı var. Yeni Yenilmezler'e alışmamız zaman gerektirecek." "Bay Fury arayınca, Bay Barnes'ı kapsülünden çıkarmak zorunda kaldım. Neyseki iyiydi ve Bay Rogers'ın tanıdığı ve bildiği eski Bucky'di. Bu yüzden durumu özet geçip onu da peşimde sürükledim. Ancak Bay Stark, fevri bir karşılık verdi. Bu beklenmedik bir şey değildi elbette, ama belkide ona sormalıydık," dedi T'Challa. "Kabul etmezdi. Ve bizim olabildiğince çok adama ihtiyacımız var," diyerek yanıtladı Natasha. "Hydra Sonsuzluk Taşlarını ele geçirme peşinde ve eğer bu gerçekleşirse, tüm Dünya'nın sonu gelir. Nick içerde bir şey söyledi ve bence yüzde yüz haklı. Bu profil tanımıyla ilgili değil, toplayabildiğimiz kadar adam toplamalıyız." "Ben de bu yüzden varım," diyerek içeri girdi Fury. "Ekibin bir kısmını topladık ama hâlâ ciddi adam eksiğimiz var. Tony ister memnun olsun, ister olmasın, bu bile onu aşar. Herkes Dünya için savaşmak zorunda." "Ama nasıl olacak Nick?" diye sordu Steve, ilk kez konuşarak. "Bucky'i düşman olarak görüyor. Onunla aynı cephede savaşmayı bırak, aynı çatı altında bile-" "Buna mecbur," diyerek lafını kesti Fury. "Kimse kimseyi sevmese bile, omuz omuza mücadele etmek zorunda. Burada bireylerden, hükümetlerden, ya da nükleer bir saldırıdan bahsetmiyoruz, bu daha büyük bir şey. Bu yüzden Tony, Bucky ile aynı çatı altında yaşamak ve birlikte savaşmak zorunda. Bunu o da biliyor, sadece biraz zamana ihtiyacı var." "Ne kadar bir zamandan bahsediyoruz? Çünkü 'tehdit çok yakın' dediğiniz için buraya geldim. Ve Stark bu durumun üstesinden 36 gelemezse-" "Ben her şeyin üstesinden gelebilirim. Buna ailemin katili ile aynı yerde yaşamak dahil," diyerek Clint'in lafını kesti Tony. O odaya girdiğinde Steve, Bucky ve diğerleri gözle görülür bir şekilde gerilmişlerdi. Tony, Bucky'e döndü. "Seni öldürmek istemediğimi sanma, elimde olsa boynunu tek hamlede kırarım, ama yapmayacağım. Çünkü burada intikam hırsımdan fazlası var. Nick haklı, bu çok büyük bir şey. Zamana ihtiyacım kısmına gelirsek..." Tony, Clint'e döndü, "zaman hepimizin ihtiyacı olan bir şey. Benim durumum ise sizinkinden farklı. Ama bu çabalamayacağım anlamına gelmez. Çünkü Dünyayı kurtarmayı, Barnes'ı öldürmekten daha çok istiyorum." Kimse sesini çıkarmadı. Tony, Fury'e döndü. "Parker en kısa zamanda aramızda olacak," dedikten sonra Bucky'den en uzak olan köşeye geçti. Fury, "Bu iyi haber," dedi. "Steven Strange ve diğerleri dönene dek, düşmanlarımızın faaliyete geçmemesi için dua edelim."

Akşam olduğunda ve herkes odalarına dağıldığında -T'Challa ve Bucky'e misafir odaları tahsis edilmişti- Steve yatağına oturmuş, Tony'nin gözüne attığı yumruğu düşünüyordu. Ani bir refleksle bunu yapmıştı, ama pişman da değildi. Tony onu öpmüştü ve Steve, bunu neden yaptığını bilmiyordu. Bir nanosaniyelik bir olaydı fakat bu onun yumruk atmasına yeter de artardı. Başka nasıl tepki verebilirdi ki? Üstelik olayı Bucky ve Natasha da görmüştü. Steve yatağa uzandı ve gözlerini beyaz tavana dikti. Tony ile ilk karşılaştığı anı hatırladı. Berlin'de Loki'yi yakalamışlar ve yanyana durmuşlardı. Tony, her zaman apsürt davranırdı, jette ona sorduğu aptalca soruları hatırladı Steve; 'Sırrın ne, plates mi?' Ama bugün yaşanan şey tamamen saçmalıktı. Sarışın adam gözlerini yumdu, düşünmeye değmezdi. O da öyle yaptı, bunu aklından kovdu ve uykuya teslim oldu.

Saat gecenin 00.30'unu gösterdiği halde, Clint, merkezin salonunda oturuyor ve boş duvara bakıyordu. Buraya en son geldiğinde Wanda'yı kaçırmıştı ve Wanda'nın Vision ile merkezin zeminine zarar vermesine yol açmıştı. Tony, nasıl başardıysa, o derin çukuru kapatmıştı hatta 37 yerde izi bile yoktu. Clint, loş ışıkta düşüncelerine daldığı sırada, Natasha geldi ve "Uyuyamıyor musun?" diye sordu. "Bu, uzun zamandan sonra buradaki ilk gecem, sanırım biraz tuhaf hissediyorum." "Tuhaf hissetmekten fazlası varmış gibime geldi," diyerek arkadaşının yanına oturdu kızıl saçlı kadın. "Neler oluyor Clint?" Elini adamın bacağına koymuştu. "Hiçbir şey bilmiyorum Natasha, içimde koca bir boşluk var. Buraya son gelişim aklıma geldikçe-" "Verilen zarardan bahsediyorsan, bunun sorumlusu Wanda idi, sen değil." "Onu ben kışkırttım ama." "Vision'ı etkisiz hale getirmek başka bir şey, yere metrelerce derinlikte çukur açmak bambaşka bir şey Clint. Wanda'nın kontrol etmekte zorlandığı bir gücü var." "Evet, ama bu güce genç yaşta sahip oldu, kontrol etmekte güçlük geçiyor olmalı." "Wanda'yı sevdiğini biliyorum, onu ben de seviyorum. Bu yüzden onu bana karşı savunmana gerek yok, buradayken onu zaman zaman eğittiğim oldu. Steve ile onun eğitimini üstlenmiştik, iyi de gidiyordu. Ama sonra olan oldu, önce Lacos ve sonra merkez... Neyse sorun değil. Şimdi bir aradayız, zorla da olsa." "Asıl sorun ne biliyor musun; yeniden bir Yenilmez olmak isteyip istemediğimi bilmiyorum Tasha. Yeni ya da eski ekibe alışamayacakmışım gibi hissediyorum." "Burada farklı kimse yok Clint, T'Challa ve Bucky'i Wakanda'dan tanıyorsun, gerçi Bucky kapsüldeydi ama eminimki Steve, ondan fazlasıyla bahsetmiştir. Diğerlerini zaten tanıyorsun, hepsiyle omuz omuza-" "Stark'ı tanıyamıyormuşum gibi geliyor. Adamın her sözü, her hareketi batıyormuş gibi." Natasha derin bir nefes aldı. "Tony... değişti Clint. Yaşadıkları kolay değil, önce en yakın arkadaşı, Antlaşmayı imzalamayıp takımı ikiye böldü. Sonra diğer bir yakın arkadaşı ölümden döndü. Ailesini trafik 38 kazasında kaybettiğini sanarken, cinayete kurban gittiklerini öğrendi ve buna arkaşının koruduğu adam sebep olmuştu. Şimdi ise ekibi bir araya topladı ve o da ne? Ailesinin katili onun inşa ettiği merkeze gelip, ekibe dahil oldu. Empatiden yoksun olduğunu sanmıyorum Clint, bu yüzden Tony'i anlayabilirsin." "Anlıyorum, çok zor bir süreçten geçti ve hâlâ geçiyor. Ama biz de Raft'a kapatıldık ve Wakanda'ya gittik. Orada imkanlar iyi olsa da parti vermedik Natasha. Sıkıntılı zamanlar geçirdik, sonra Rusya'ya gittim ve ailemle oldum. Huzurla ama korkuyla yaşadım. Şimdi ise... bilmiyorum. Yine onlardan uzağım ve-" "Nick Antlaşma kısmını hallettiğinde onları istediğin yerde, istediğin zaman görebileceksin Clint. Ama şimdi hepimizin odaklanması gereken çok daha büyük bir sorun var. Eğer bunu biz durdurmazsak, Dünya ile birlikte yok olacağız. Yani endişelenmemiz gereken şey ruh halimiz ya da yaşadıklarımız değil. Dünya'daki milyarlarca insan için endişelenmeliyiz." Clint'in omuzları düştü. "İş o kadar büyük desene." "Kesinlikle. Ve umarım üstesinden gelebiliriz, bu bizim vereceğimiz en büyük savaş olacak. Ve eğer kazanamazsak-" "Kazanacağız," diyerek kadının sözünü kesti Clint. "Bende ok ve yay var, ama yine de kazanacağız. Buna inanıyorum, çünkü inanmazsam başaramam." Natasha gülümsedi. "Başarmak için ise dinlenmek şart . Ve bu yüzden uyumalı ve enerji toplamalıyız. Çünkü hayatımızın maçına ne zaman çıkacağımızı ancak Tanrı bilir." Clint ayağa kalktı ve gerindi. "Vay be. Loki'nin bizim tarafta yer alacağına kim inanırdı?" Natasha da ayaklandı. "Henüz bunu bilmiyoruz, Thor zararsız dedi, ama Loki'ye akıl sır ermez. Ona diğerleri gibi güvenmem mümkün değil. Adam Coulson'ı öldürdü ve daha nicesini." "Yine de umarım yanımızda savaşır. Bir de onunla uğraşmak istemiyorum." Natasha tebessüm etti. "Al benden de o kadar."

*Tanrım 39 40 Ragnarok Part 1: Kill Them All

"konu" Kardeşler savaşacak ve öldürecekler birbirlerini, Dünya hilekarın zulmüne doyacak, Ve her şey yok olmadan önce kalkanlar yağmalanacak. Balta ve kılıç çarpışarak rüzgarı doğuracak, ki o rüzgar büyük kurtu çok uzaklara taşıyacak. Merhameti olmayacak kimsenin bir diğerine. Ragnarok karanlıklardan yükselecek ve yutarak güneşi, öldürecek herkesi.

"altıncı bölüm" Flashback Hela, Surtur’un karısında durmuş, alevler içindeki yaratığın cevap vermesini bekliyordu. Sonunda Surtur’un gözlerindeki ışığı gördüğünde, Hela her şeyin plana göre gideceğini biliyordu. "Sana Muspelheim’ın ateşini kullanma iznini veriyorum, Hela." dedi Surtur, yavaşça. "Ama karşılığında Odinsword’u bana getirmen şartıyla." Hela ufak bir reverans ile "Odinsword ile bir işim yok." dedi, sırıtarak. "Asgard’ın yok oluşunu görmek benim için yeterli." Surtur elini Hela’nın başının üzerine koyduğunda genç kadının etrafını Muspelheim’ın ateşleri sardı. "Ölümün Tanrıçası," dedi Surtur, etraflarındaki hiçliği dolduran gür sesiyle. "Asgard’ı yok etmen için, Muspelheim’ın sonsuz ateşi artık seninle bir bütündür."

Hela arkasındaki ölüler ordusuyla birlikte Gökkuşağı Köprüsü’nde belirdiğinde, Heimdall köprünün öteki ucunda kılıcını kuşanmış onları bekliyordu. Hela’nın ordusu ona saldırırken, Heimdall’ın kendini korumaktan başka çaresi yoktu. Hela elinin havaya kaldırıp kılıcını yoktan var ettiğinde, Heimdall bir şeylerin ters gittiğini biliyordu. Odin 41 uzun bir süredir kayıptı ve şimdi tüm kargalar onun yerini almak için Asgard’a üşüşecekti. Hela bunların ilkiydi. Hela "Asgard yok olacak!" diye bağırdığında elindeki kılıç Sonsuz Ateş ile kaplandı. Heimdall köprünün öteki ucundaki deli kadının Surtur ile işbirliği yaptığını biliyordu ama nedenini hala anlayamamıştı. Hela tüm ordusunu geride bırakarak Heimdall’a saldırdığında gülümsüyordu. Adamın onu yenme şansı yoktu. "Kaçmazsan, ölecek ve orduma katılacaksın." dedi Hela, sinsi bir sırıtışla. Kaçmak Heimdall’a göre değildi ama başka çaresi yoktu. Gözlerini yumdu ve Hela’yı Hel’e ışınlarken, kendini de Muspelheim’a ışınladı.

Ne kadar çabalarsa çabalasın Hela tekrar Gökkuşağı Köprüsüne erişememişti. Başka bir yol bulması gerekiyordu ve bunu nasıl yapacağını biliyordu. Sonunda Enchantress’a bir ittifak teklif ettiğinde, ona sunabileceği tek şey Thor’dan alacağı intikamdı. Amora daima Thor’u kendisi için istemiş, hatta büyüsünü ona karşı kullanmayı defalarca denemişti ama Jane Foster denen ölümlüye olan aşkı Thor’u kör etmişti, Amora’nın güzelliğini görmezden geliyordu. Ama artık görmezden gelemeyecekti. Çünkü Amora, Hela’ya yardım ederek, tam anlamıyla Thor'un evini başına yıkacaktı. Enchantress’ın da yardımıyla sonunda Asgard’a girmeyi başardığında, Hela bu sefer muzaffer olacağını biliyordu. Ölüler ordusu Asgard’ı yağmalarken, Muspelheim’ın ateşi tüm Asgard’ı yerle bir ediyordu. "Asgard düştü!" dedi Hela, ona karşı duran Asgard ordusuna bakarak. "Bana karşı gelmeye çalışan herkes ölerek orduma katılacaktır." "Yani bu geri döneceğimiz anlamına mı geliyor?" diye çıktı arada Peter Quill, okulda soru sormak için öğretmeninden izin almaya çalışan bir öğrenci misali elini kaldırarak. "Yani, Groot da ölüp geri döndü ama-" "Adım Groot!" "Biliyorum Groot," diye hatasını kabul etti Peter. "Sen buradaki aptallar gibi beyinsiz bir zombi olarak dönmedin ama-" "Yeter!" Hela’nın çığlığı herkesi susturmuştu. Birkaç saniye süren sessizlik Rocket ile bozuldu. "Ne fıstık ama!" 42 "Adım Groot!" "Bence bu seferki o Altın Hatun’dan daha tehlikeli, Groot." dedi Drax, kılıçlarını sıkıca tutarken. Gamora sadece etrafındaki erkeklere bakıp iç geçirmekle yetindi. "Siz kimsiniz?" diye sordu Hela, karşısındaki garip yaratıklara bakarak. "Biz Galaksi’nin Koruyucuları’yız." diye yanıtladı Peter. "Ama herkes beni Star-Lo-" "Yeter!" Hela’nın kılıcını savurmasıyla Asgard ordusunun ön sırası alevler içinde yok olmuştu. "Görünen o ki koruma bölümünde başarısız oldunuz." Hela’nın ordusu Galaksi’nin Koruyucuları’na saldırırken, Hela Odinsword’a ulaşmak için kalenin yolunu tutmuştu bile.

Thor, Asgard’ın kalıntılarına ayak bastığında ne yapacağını bilmiyordu. İçi öfkeyle dolup taşıyordu. Loki kahkaha atarak "Yıllarca bunu denedim ama görünen o ki-" Thor, Loki’nin boğazını yakalayarak onu susturdu. "Annemize ne olduğunu biliyor musun?" diye sordu dişlerinin arasından. "Onu benim kadar çok sevdiğini biliyorum, Loki-" "Thor-" "Nedense bu yıkımda senin parmağının da olduğunu düşünmeden edemiyorum!" "Annemize bilerek asla zarar-" Thor sonunda kardeşinin boğazını sıkmayı bıraktığında, etrafına bir kez daha baktı. Sif’in onlara doğru koştuğunu görebiliyordu. O da kadına doğru koştu. "Sif?" "Hela-" dedi Sif, Thor’un omzuna tutunarak. "Odinsword’un peşinde." "O zaman onu durdurmamız lazım." dedi Thor ve Sif’in ardından gelen Volstagg’a baktı. Bir şeyler ters gidiyor olmalıydı. Sif her ne kadar onu uyarmaya çalıştıysa da Thor kadının ne demeye çalıştığını anlamamıştı, ta ki Volstagg ona saldırıncaya kadar. "Enchantress onu kontrol ediyor!" diye uyardı Sif, Thor’u. "Beni geçmenize izin veremem!" dedi Volstagg, baltasını Thor’a doğru savururken.

43 Thor karşısındaki arkadaşına tüm gücüyle saldırmıyordu, ama bu kendisini savunmayacağı anlamına da gelmiyordu. Onunla konuşmaya çalışsa da söyledikleri fayda etmiyordu. Loki uzaktan seyrediyordu savaşı. Thor’un gözü hala açılmamıştı olanlara ama Loki çoktan neler olup bittiğini anlıyordu. "Amacı bizi yavaşlatmak!" diye seslendi. Thor’un dikkati dağılmışken Volstagg baltasıyla genç tanrıyı yaralamıştı. Thor, Mjölnir’i havaya kaldırıp şimşekleri kendine çektikten sonra hepsini Volstagg’a yönlendirdi. Volstagg, ağır yaralı, yerde yatıyordu. Thor koşup arkadaşının yanına eğildiğinde Volstagg’ın aklı başına gelmiş gibi görünüyordu. "Özür dilerim, Odinson," dedi Volstagg, nefes nefese. "Enchantress- Hela’ya ulaşmanızı engellemeye çalışıyor." Thor bunu bildiğini sayıklarken Loki derin bir iç çekti. "Artık yolumuza devam etsek mi? Yoksa o yeşilli deli Odinsword’u alana kadar burada sohbet mi edeceğiz?" "Sif," dedi Thor, arkasında duran kadına. "Volstagg ile kalıp ona yardımcı olur musun?" Sif başıyla onayladığında Thor, Loki’nin elini yakalayıp, Mjölnir ile saraya doğru uçtu.

"Groot!" Sarayın kapısından girdiğinde ilk gördüğü şey büyük bir farenin ateşler içinde kalmış bir odun parçasının başında ağlayışıydı. Yeşil bir kadın elindeki kılıcı Hela’ya savuruyor, maskeli bir adam ise ateş ediyordu. Diğer bir yeşil adam ise yerde cansız bir şekilde yatıyordu. Fare yerdeki büyük silahı omzuna alarak Hela’ya ateş açarken, Hela hiç zorlanıyor gibi görünmüyordu. "Ateşe odunla yaklaşmak hiç akıllıca değildi." dedi Hela, kahkaha atarak. "Arkadaşlarınız artık ordumun bir parçası, ve yakında sizler de onlara katılacaksınız!" Hela elindeki kılıcı tekrar savurduğunda Muspelheim’ın sonsuz ateşi fareyi de yutmuştu. "Ölüm Tanrıçası!" Thor, Hela’nın dikkatini çekmeyi başarmıştı ama onu nasıl yeneceğine dair bir planı yoktu. Aklına eski dostu Mjölnir’e 44 güvenmekten başka bir fikir gelmiyordu. Derin bir nefes aldı ve tanımadığı diğer iki savaşçı Hela’ya karşı zar zor direnirken Mjölnir’i yeşiller içindeki kadına doğru fırlattı. Mjölnir gökyüzündeki tüm şimşekleri kendine çekerek Ölüm Tanrıçası’na doğru uçuyordu tüm hızıyla ve Thor bunun yeterli olması için Odin’e dua ediyordu. Hela elindeki kılıcı savurup iki savaşçıyı alaşağı ettikten sonra boşalan elini arkasına götürdü, sol elini havaya kaldırdı ve Mjölnir’i kendisine çarpmadan önce yakaladı. Çok kısa bir an için Thor şaşkınlıkla neler olduğuna bakıyordu. Bir sonraki saniyedeyse Mjölnir etrafındaki her şeyi yerle bir edecek bir patlama ile parçalarına ayrılmıştı. Thor bunun nasıl olduğunu anlayamıyordu. Mjölnir artık yoktu. "Ne Tanrısıyım demiştin?" dedi Hela gülümseyerek. Arkasında yakaladığı Odinsword’u havaya kaldırırken "Kaybettin, Odinson." dedi. "Asgard, düştü. Ve şimdi sıra Odin’de!" Thor’un haykırışları arasında Hela ortadan kaybolmuştu.

Loki ve Sif sonunda Thor’un yanına ulaştıklarında Şimşek Tanrısı dizlerinin üzerine çökmüş, harabeye dönmüş Asgard’ı izliyordu. Loki bir şeylerin ters gittiğini biliyordu. Thor’u ilk defa bu kadar savunmasız görüyordu. Ondan intikamını almak için daha iyi bir zaman olamazdı. Bıçaklarını elinde sinsice çevirirken Sif, Loki’nin yolunu kılıcıyla engelledi. Her ne kadar Loki buraya gelmesinde ona yardımcı olmuş olsa da, kadın Loki’ye hiç mi hiç güvenmiyordu. "Thor," diye seslendi yavaşça. "Hela nerede?" Thor kafasını arkasına çevirerek Sif’e baktı yavaşça. "Kaybettik." dedi. "Thor yok artık. Ve Ragnarok’u durdurmamız imkansız." Loki bıçaklarını geri saklarken üvey kardeşine doğru ilerledi. "Ne olduğunu bilmiyorum, ama bunu durdurabilecek biri varsa, o da sensin." dedi, söylediklerine inanmayarak. "Mjölnir’i taşıyanın sen olduğunu unutma." "Anlamıyorsunuz." dedi Thor dişlerinin arasından. "Mjölnir-" bunu söylemek canını yakıyordu. İçinde kalan son güçlü kelimeler dudaklarından döküldü. "yok oldu."

45 Loki’nin suratında bir an için ufak bir tebessüm belirmişti. Bir şekilde intikamı alınmıştı. Thor artık eskisi gibi değildi- yenilmişti. Ama nedense mutluluğu kısa sürmüştü. Loki ne hissetmesi gerektiğini bilmeksizin kardeşine doğru ilerledi ve onun omzunu tuttu. Thor’u bileğinden yakalayarak ayağa kalkmasına yardım etti. "Mjölnir’i kaldırmadan önce de seni kıskanırdım," diye itiraf etti Loki, kardeşine. "çünkü sen her zaman layık olandın, Odinson." Thor kardeşinin elini sıkarken, Sif bu konuşmaları duymamıştı. Galaksi’nin Koruyucuları’ndan geri kalan iki kişinin yanına gitmişti. Peter Quill ve Gamora dizlerinin üzerinde, birbirlerine sarılmışlardı. İkisi de pek çok yara almıştı ama Sif en büyük yaranın kaybettikleri dostları olduğunu biliyordu. Loki derin bir nefes aldıktan sonra "Bu kadar yakınlık beş asır için yeterli." dedi, Thor’dan uzaklaşarak. "Şu anda durdurmamız gereken bir psikopat var. Asgard’dan biri intikam alacaksa, o ben olmalıyım." Thor kardeşinin sözlerine zorla da olsa gülümsedi. Nasıl yapacaklarını bilmiyordu ama bir şekilde Ragnarok’u durdurmak zorundaydılar.

Hela, Muspelheim’da belirdiğinde Surtur deli kadının görevini başardığını biliyordu. Şimdi sıra kendininkine gelmişti. "Odinsword," dedi Hela, kılıcı Surtur’a uzatırken. "senindir, Surtur." Alevler içindeki yaratık Odinsword’u eline aldığında bir an için evrendeki tüm enerjiyi içinde hissetti. Odin gücünü içinde hissedebiliyordu ve şimdi yapabileceklerinin sınırı yoktu. "Fenris!" Surtur’un sesi boşlukta yankılandı. Yüzyıllar süren derin uykusundan uyanan büyük kurt, kendisine verilen emri biliyordu. Ve hissettiği bu büyük açlığı tek bir şey giderebilirdi: Odin. Büyük kurt, Surtur’un açtığı portal ile dünyaya gideli uzun süre olmuştu ama Surtur, Fenris’ten haber alamıyordu. Surtur’un başka bir planı daha vardı. İşlerin kötüye gitmesini göze alamazdı. Hela, Hel’e geri dönerken Surtur’un birine kardeşini ölümden döndürebileceğini söylediğini duymuştu. Odinsword olsun ya da olmasın, Hela bunun imkansız olduğunu biliyordu. "Onu yaniden görmek istemez miydin?" diye sordu Surtur, yavaşça, yanındaki genç adamı işaret ederek. Adamı kolunun altına sarıp genç 46 kadına dik dik bakarak "Yapman gerekeni biliyorsun," dedi. "Zihin Taşı’nı bana getir, Wanda. Ben de sana kardeşini vereyim!"

47 Ragnarok Part 2: Dead Enough

"konu" Büyük kurt uyanmıştı uykusundan, kırmıştı zincirlerini yenmek için bazılarını ve yok etmek için sevdiğiniz insanları. Bir kazanan vardı bu savaşta, fakat ölenlerin yası daha ağır basıyordu kazanmaktan. Sonrası mı? Sonrası facia...

"yedinci bölüm" Sabahın erken saatleriydi, Yenilmezler henüz uyanmamıştı. Tony dışında herkes derin bir uykuda sayılırdı. Ama o garajda dün akşam yediği yumruğu düşünerek en kıymetli zırhlarından biri olan Mark 45'i bitirmeye uğraşıyordu. Düşüncelerinden daha koyu olan kahvesini yudumladı ve suratını buruşturdu, kahve buz gibi olmuştu. O lanet olası kahveyi fincana dökeli kaç saat geçmişti ki? Tony bilmiyordu, garajda her daim zaman kavramını yitirirdi. Fincanı masaya koydu ve Dumm- E'ye döndü; "Saati hatırlatman gerekiyordu man kafa, gün doğmadan uyumayı planlıyordum." Dummy, nereye gideceğini bilemez şekilde ortalıkta dönüyordu. Tony ona ne zaman fırça çekse, şaşkınlıktan ve panikten ne yapacağını bilemiyordu. Tony gerinip esnedi, belki birkaç saat uyusa fena olmazdı, ama karargahta bulunan acil durum çağrısı ötmeye başlamıştı. Çağrı olur olmadık şeyler yüzünden çalmazdı, mutlaka önemli bir şey olmuş olmalıydı. Bu yüzden Mark 47'i giyip garajdan yukarı uçtu. Yenilmezler'in çoğu uykudan uyanmış ne olduğunu anlamadan kendilerini salona atmışlardı. Fury ise her zamanki gibi siyahlar içindeydi. Tony bu adamın hiç uyuyup uyumadığını merak etti. "Neler oluyor, bu ses de ne?" diyen T'Challa'dı. "Acil durum çağrısı," diye yanıtladı Tony. "Ama burada henüz bir düşman saptayamadım. Sen hariç." dedi son cümlesinde Bucky'e 48 bakarak. Bucky cevap vermek üzereyken, Fury atıldı. "Çağrıyı ben açtım. Çünkü bu bir acil durum çocuklar. Kulaklarınıza inanamayacaksınız fakat şehirde kocaman bir kurt söylentisi var. Hatta söylentiden fazlası... diyerek televizyonu açtı Fury. Ekranda devasa gri bir kurt New York'u talan ediyordu. "Bu gerçek mi?" diye sordu Wanda, ekrandan gözlerini ayırmadan. Gri Kurt, 5 katlı bina boyundaydı ve kocamandı. "Ne yazık ki evet. Hill bunu doğruladı. Nereden geldiği ve ne olduğu bilinmiyor ama kudurmuş gibi şehri yağmalıyor. Sabah 05:40'da görülmüş ve bir saatte verdiği zarar inanılmaz. Şimdiden yüzün üzerinde ölü var-" diye açıkladı Fury. "Gitmeliyiz!" dedi Natasha. "Sen ona ne yapacaksın Tasha, görmüyor musun? Bu seni bile aşar! dedi Clint. "Daha büyükleriyle de savaştım-" dedi Natasha. "'leri unuttun mu?" "Hayır, ama onların çoğu bizim boyumuzdaydı." "Durun bir dakika," dedi Fury. "Göreve Tony, Vision, Steve, Wanda, Sam ve T'Challa gidecek." "Neden?" diye sordu Natasha tek kaşını kaldırıp. "Çünkü birinde zırh, diğerinde vibranyumlu giysi, ötekinde zihin taşı falan var. Anlarsın ya." "Steve'de hiçbiri yok," dedi Bucky. Tony, onun Steve'in görevde yer almasını istemediğini anlamıştı. Biricik arkadaşının zarar görmesini istemiyordu belli ki. Fury bir şey demedi. Steve, Bucky'e döndü. "Orada olmalıyım Buck. İnsanların bana ihtiyacı var." "Her zaman kendini öldürtmeye meyilli oldun..." diyerek tebessüm etti Bucky. Steve de gülümsedi. Tony ise gözlerini devirmekle yetindi. Bu sahne neden midesini bulandırdı, hiçbir fikri yoktu. Ama Bucky'nin yerinde Steve'le bu şekilde samimi konuşanın nedense kendisi olmasını dilemişti. "Yola çıksanız iyi olur. Yeterince vakit kaybettik. Orada size Scott Lang 49 de katılacak." dedi Fury. Natasha, Clint ile tartışa dursun, Yenilmezler odalarına dağılıp son sürat hazırlanmaya giriştiler.

Olay yerine önce Tony, Vision ve Sam vardı. Gri kurt, yeşil gözlerini uçan minik insanlara odaklamış ve onlara doğru hamle yapmıştı. Tony uçarak gri kurttan kaçtı, Sam de öyle. Gri kurt pür dikkat onları izliyor, yakalamaya çalışıyordu. Tony, birkaç kez ateş açmış, fakat kurt hiç etkilenmemişti. Vision ise onu şaşırtmak için, içinden geçip gidiyordu. "Friday bu hormonlu şeyin ne olduğunu bana söyleyebilir misin? Uzaydan mı, yoksa başka bir yerden mi?" diye sordu Tony. "Tabii Patron," dedi Friday ve hemen peşine açıklamalarda bulundu. "Adı Fenris. Asgard'dan geliyor. Ragnarok'a kadar esir tutulmuş, ancak Ragnarok başladıktan sonra zincirlerinden kurtulmuş ve Odin'i öldürmek üzere Dünya'ya gelmiş. Tanrılar Dünya'nın Fenris yüzünden yok olacağını düşünürlermiş." "Duydunuz mu?" diyerek kulaklığından ekibe seslendi Tony. "Lanet olsun. Bir uzaylı köpeğimiz eksikti," dedi Sam. "Thor neden bu şeyi bağlayamamış acaba?" diye söylendi Tony. "Fenris'i hiçbir zincir bağlı tutamaz Patron. Onu özel bir bağ ile esir alıp, Ragnarok'a kadar tutabilmişler. Thor onu zapt edemezdi," dedi Friday. "CIA olay yerine varmış, FBI da öyle. Artık ne yapabileceklerini sanıyorlarsa?" Fury, olay yerinde olmasa da konuşulanları dinliyor ve bilgiler aktarıyordu. "Onlar buradaysa NYPD'de buradadır, gazeticiler ve meraklı halk da öyle. Çok fazla sivil kayıp vermeden bu işi çözmemiz gerekiyor," dedi Steve. Onlar da olay yerine varmışlardı artık. "Bay Rogers, uzak dursanız iyi olur, bu şey çok güçlü görünüyor," dedi Vision. "Bana zarar veremez," diye atıldı T'Challa ve Fenris'in üzerine doğru hamle yaptı. Fakat Fenris, onu bir hamlede metrelerce uzağa fırlattı. "Scott Lang'i gören oldu mu?" diye sordu Tony. "Fenris'in boyunda olabilecek olan bir o var." 50 "Geldim!" diyerek bağırdı Scott. Tony adamın fazla neşeli çıkan sesi yüzünden suratını buruşturdu. "İşe koyulsan iyi olur bücür," dedi Sam. "Fury bir şeyler söyledi ama tam duyamadım. Şehri kurtlar mı basmış ne?" "Sen nerdesin?" diye sordu Tony. Adamın hiçbir şeyden haberi yok muydu cidden? "Konuşan kim? Bir Stark mı?" "Buraya çene çalmaya gelmedik Lang. Gri ve kocaman bir kurt gördün mü?" "Kaptan America, sesini duymayalı uzun zaman olmuştu." Tony derin bir nefes alıp verdi. Tam ağzını açmıştı ki Scott, "Vay canına! O şey de ne?" diye bağırdı. "Adı Fenris. Buralardan değil," dedi Tony. "Büyüyüp icabına baksan artık? Ve Rogers, Vision haklı. Uzak dursanız iyi olur." "Buraya uzaktan seyretmek için gelmedim," dedi Steve sert bir şekilde. "Kralın kostümü vibranyum, ama köpek onu bilinmeze fırlattı." "Tamam, ben hallederim," diyerek büyüdü Scott. Fakat büyümesi işleri lehine döndürmüyordu. Fenris'in hemen önünde birden bire belirmiş ve kocaman olmuştu. Gri kurt zaman kaybetmeden Scott'ın üzerine atıldı. Tony ne olacağını anlayarak dalışa geçti ve Fenris'in üzerine ne var ne yok atmaya başladı, ama çok geç kalmıştı. Fenris koca dişleriyle Scott Lang'i çoktan ikiye ayırmıştı bile. Sam; "Scott!" diyerek bağırmış ve Fenris'in dikkatini çekmeyi başarmıştı. Scott'ın büyük bedeni iki parça halinde Fenris'in etrafına savrulurken, kurtun ağzı kanlar içinde kalmıştı. Vision zihin taşından çıkardığı lazeriyle kurtun kürkünde derin bir yaraya sebep olmuştu.

Herkes ani gelişen olayın şokunu yaşarken ve Fenris, bağıran Sam'in üzerine doğru atıldi, "Benim adım Fenris," dedi gri Kurt. Fury anında kulaklıktan seslendi; "Konuşuyor mu?" Herkes yeni bir şokun etkisi altına girmişti. "Odin'i bulmak ve onu yok etmek için geldim. Eğer onu bana vermezseniz, Dünya'nızı başınıza yıkarım." Tony atıldı. "Bizde yok ki." 51 "Onun burada olduğunu biliyorum," dedi Fenris. "Bulana kadar durmayacağım." Sam, birkaç bombasını Fenris'e atınca ulu kurt sustu ve havada daireler çizerek uçan Sam'i yakalamaya çalıştı. Vision ise önüne çıkarak kurdun dikkatini bir kez daha dağıttı ve Sam olabildiğince yükseğe uçtuğundan Fenris'in dişlerinden ve pençelerinden kurtuldu. "T'Challa yanımıza geldi, yapmamızı istediğiniz bir şey var mı?" diye sordu Steve. "Uzak durun Cap, köpeğin dikkatini çekmeyin," diye seslendi Sam. "Tahminimce beş ton ağırlığında, ezip geçer ve hissetmez bile." dedi Vision. "O halde biz yerdeki yaralılarla ilgilensek iyi olur," dedi Steve. Fakat sesi halinden pek memnun çıkmıyordu. Öte yandan koca kurda bir şey yapamazlardı. Kurt devasa boyutlardaydı ve çok güçlüydü. Tony de bir şey demek üzereydi, fakat tam o sırada Tony'nin kulağına Friday başka bir bilgi fısıldıyordu. Tony, bu yeni aldığı haber karşısında donup kalmıştı ve üzerine gelen Fenris'i kesinlikle görmüyordu. Herkes Tony'nin donup kaldığını anlamış ama sebebini çözememişlerdi. Steve ve Sam seslenmelerine rağmen, Tony'e seslerini duyuramamışlardı. Wanda ise Tony'e doğru atılan Fenris'i gücüyle olduğu yere çiviledi ve Vision'a "Fazla tutamam, onu yükseğe çıkar," diye bağırdı. Vis'den önce Sam atıldı. "Sen onu oyala," diyerek Tony'i tuttu ve Fenris'in ulaşamayacağı yüksekliğe çıkardı, ardından gözlerden uzak bir binanın tepesine bıraktı. Tony hiçbirinin farkında değil gibiydi. Sam çatıda onu sarstı ve "Neler oluyor?" diye sordu. Tony az buz kendine gelmişti, ama hâlâ büyük bir şok yaşıyordu. Sam'e hiçbir açıklama yapmadan zırhın içinden çıktı ve dosdoğru ileriye bakarak; "Mark 48'i gönder Friday." diye emir verdi. İşletim sistemi, "Emredersiniz Patron." diye yanıtladıktan 30 saniye sonra, kahverengi ve altın karışımı renklerindeki zırh Tony'nin tüm bedenini kapladı. Sam karşısında cereyan eden olaya bakakalmıştı. Tony'nin bu zırhını ilk defa görüyordu. Kollarından uzanan devasa metal

52 pençeler vardı; sağ omzunda bir zıpkın, sol omzunda ne olduğunu bilmediği ama sopaya benzettiği bir şey daha vardı. "Tony?" dedi Sam, "Neler oluyor?" Tony hâlâ sesini çıkarmıyordu, zırhın yüzünü indirdi ve binadan uçmak üzere hareketlendi. Sam de aynı anda harekete geçerek Tony'nin önünde belirdi. "Stark?" dedi sertçe. "Bununla onu-" "Çekil!" diyerek itti Tony onu ve uçarak Fenris'in olduğu bölgeye gitti. Sam dahil ekipten kimse Tony'nin ne yapmaya çalıştığını anlamamıştı. Wanda, Fenris'i tutmayı bırakmış, ulu kurt sağa sola deli gibi saldırmaya başlamıştı. Bir yandan da Vision'ı yakalamaya çalışıyordu. "Wanda?" dedi Tony, sesi zor duyuluyordu. "Tut onu." Wanda tüm gücüyle Fenris'i yeniden olduğu yerde tutarken, Tony, zırhın büyük metal pençeleriyle kurtun karnını deşti. Pençeleri kurtun karnından geri çekip bu sefer boğazına geçirirken; "Bu Pepper için," dedi. Ekibin tüyleri diken diken olmuştu. Steve, "Pepper mı?" diye mırıldandı. Ona ne olmuştu ki? Tony sağ omzunda bulunan zıpkını Fenris'in ağzına fırlattı ve olanca gücüyle yükseğe tırmandı. Kurt havada uçup yere çakıldığında, Tony sol omzunda bulunan 5 bin wattlık elektrik şoku yollayan sopasını Fenris'e uzattı. Fenris, elektriğin şokuyla son kez titredi ve koca dili dışarı sarkarak boylu boyunca asfalta yapıştı. Gri kurt ölmüştü. Tony tepesinde uçan helikopterlere aldırış etmeden Fenris'e doğru dalışa geçti ve son kez gri kurtu pençeleriyle baştan sona deşti. Tony işini bitirir bitirmez, zırhıyla Pepper'ın olduğu yere uçtu ve ezilmiş arabanın içindeki Pepper'ın kanlı bedenine baktı. Kadının gözleri açıktı. Tony, yetkililerin arabanın içinden Pepper'ı çıkarışını izliyordu. Kalbi boğazında atıyordu. Zırhın içinden çıktı, gözleri kuruydu fakat içi acıyordu. Pepper'ın cesedini siyah torbaya koyarlarken Tony, omzunda bir el hissetti. Dönüp baktığında ise kostümün içindeki Steve'i gördü. "Çok üzgünüm Tony," diye mırıldandı Steve. "Fenris'in bastığı arabalardan biri Pepper'ın arabasıymış. İşe gidiyormuş. Her zaman erken gider. Friday olayın bir saniyede

53 gerçekleştiğini ve muhtemelen hiç acı çekmediğini söyledi. Daha ne olduğunu anlamadan ölmüş olmalı," diye fısıldadı Tony. Steve, onun omzunu sıktı ve Tony'nin içine ufak da olsa bir huzur yayıldı. Ambulansa konulan siyah torbanın içinde Pepper Potts vardı. Tony onlarca ölüyle birlikte Pepper'ın da morga götürülüşüne bakmakla yetindi.

2 Gün Sonra Televizyonda hâlâ Fenris'in New York'a saldırışı, Tony'nin karnını nasıl deştiği haberleri gösteriliyordu. Kayıpları anmak için yapılan programda ise CIA ajanı Sharon Carter'ı, Pepper Potts'u ve Scott Lang'i de haber etmişlerdi. Steve, Sharon'ın öldüğünü dün akşam haberlerinde öğrenmişti. Bu sabah ise cenaze törenleri vardı. Herkes bitkin, suskun ve neşesiz bir şekilde televizyonun karşısında oturuyordu, ama kimse televizyonu izlemiyordu. Tony üzgündü. İki gün önce nişanlısını kaybetmişti ve bu sabah onu sonsuzluğa uğurlamıştı. Kalkıp garaja indi. Bitirdiği Mark 45'e şöyle bir bakarken iç geçirdi. Pepper olsa; 'Zaten bir sürü var, bunu neden yaptın ki?' derdi. Düşüncesine tebessüm ederek yere çöktü Tony, az sonra garajdaki sessizliği bir çift ayak sesi bozdu. "Girebilir miyim?" Tony başını kaldırıp Steve Rogers'a baktı. "Evet," diye mırıldanıp başını aşağı indirdi yeniden. "Bu kaç?" diye sordu Steve. Tony onun neyden bahsettiğini anlamak için baktı ve Steve'in zırha elini uzattığını gördü. "Mark 45," dedi Tony. Steve takdir edercesine başını salladı. "Ama hiçbiri onu kurtarmaya yetmedi," diye mırıldandı esmer adam. "Herkesi kurtaramayız," dedi Steve. "Bazen önümüzdeki probleme çok fazla odaklanırız ve bazı şeyleri kaçırırız. Lang, Fenris'e o kadar yakınken büyümemeliydi mesela. Fenris'in onu tek ısırıkta... ikiye

54 ayıracağı hiçbirimizin aklına gelmedi. Pepper'ın orada olacağını ise asla bilemezdin." "Yine de onu uyarmalıydım. Bu konuda suçluyum, çünkü... bilirsin asla benim başıma gelmez sanıyorsun, yüzlerce yabancıyı kurtarayım derken, sana yakın olan birini kaybediyorsun." "Sharon'ın öldüğünü televizyondan öğrendim Tony, benim seninki gibi akıllı bir işletim sistemim yok. Sharon iyi kızdı, ama Fenris'e ateş açmak gibi bir hataya düşmüş. Onlarca ajan gibi. Fury, CIA olay yerinde dediği zaman ben de onu arayıp 'uzak dur' diyebilirdim. Ama yapmadım, bunun için beni suçlayabilir misin?" "Hayır," dedi Tony kısaca. "O halde sende kendini suçlayıp durma. Bu senin hatan değildi. Fenris'in Dünya'ya Odin'i aramaya gelmesi, hiçbirimizin suçu değildi." "Evet, biliyorum Yüzbaşı, ama yine de... onun eksikliğini hissediyorum. O beni gözetiyordu, anlıyor musun? Bazen uyku saatimi bile o ayarlıyordu." "Bu çok uzun zaman önceydi Tony. Pepper son zamanlarda senden çok şirketle ilgileniyordu. Çünkü böylesini sen istemiştin," diyerek hatırlatmada bulundu Steve. Tony başını salladı. "Evet, öyle. Ancak şimdi bir boşluğa düşmüş gibiyim. Sanki karanlıktayım ve ışık yakanım yok." "Bize haksızlık ediyorsun. Ne zaman ihtiyacın olursa ben burdayım. Biz burdayız Tony. Sadece içeri girmemiz için izin ver yeter." Tony, karşısındaki adamın derin mavi gözlerine baktı. Neden bilmiyordu ama bu gözler ona huzur veriyordu. Ve yine neden bilmiyordu ama Steve'e inanıyordu.

Wanda uyuyamıyordu. Defalarca sağa sola dönmüştü, ama bir türlü uyku tutmuyordu. Kalkıp bir bardak su ile sakinleştirici ilaç aldı ve yeniden yatağına girdi. Üşüyordu. Halbuki karargah sıcaktı, ayrıca mevsim yazdı. Fakat Wanda neredeyse titriyordu, derken uykuya daldı. Rüyasında heybetli ve boynuzlu bir dev gördü. Wanda sanki rüyada değil, gerçekte gibiydi. Dev ona seslendi; "Wanda..." Wanda'nın sesi titredi. "Kimsin sen?" 55 "Ben Muspelheim'ın hükümdarı Surtur," dedi dev. "Bende sana ait olan bir şey var." Wanda devin hemen yanında duran Pietro'yu gördü. "Onu özlemedin mi?" diye sordu Surtur. "Özledim," dedi Wanda. Gözleri dolu doluydu. "Çok özledim." "O yeniden seninle olabilir. Tıpkı eskisi gibi. Ben, onu sana geri verebilirim." "Nasıl?" dedi Wanda. "Bana Zihin Taşı'nı getirirsen kardeşin senin olur. Anlaşmamız bu. Bana onu getir küçük kız. Ben de sana kardeşini kanlı canlı geri vereyim."

Wanda sıçrayarak uyandı, ter içinde kalmıştı. Kulaklarında hâlâ aynı ses yankılanıyordu. 'Bana Zihin Taşı'nı getirirsen kardeşin senin olur.' Wanda yataktan indi. Surtur'un yanındaki Pietro gözünün önüne geliyordu. Fazla düşünmesine gerek yoktu. Sessizce odasından çıktı. Nereye gitmesi gerektiğini biliyordu. Vision her zamanki gibi cam kenarında sabit duruyordu, kendini kapatmıştı. Wanda ona yaklaştığında android gözlerini açtı. Fakat genç kız, onu ellerinden çıkan kırmızı büyüsüyle olduğu yere mıhladı. Wanda'nın gücü yüzünden neredeyse sesi çıkmayan Vision, "Wanda..." diyebildi. "Çok üzgünüm," dedi Wanda. "Lütfen beni anla Vision." Vision başka bir şey diyemeden, Wanda, Zihin Taşı'nı androidin alnından büyüsüyle söküp almıştı. Vision'ın bedeni artık bir çöptü, android yere sessizce yığıldı ve orada kaldı. Wanda ise avuçlarında tuttuğu Zihin Taşı ile birlikte tam önünde açılan portala girdi. Taşı Surtur'a vermeye gidiyordu. Karşılığında Pietro'yu alacaktı. Fakat ne pahasına?

56 Ragnarok Part 3: Battle of Brothers

"konu" Tarih kendini daima tekrar ederdi. Thor, beş ay sonra yine Yeşil Dev’in karşısında duruyordu. Ve artık iş arkadaşı değillerdi.

"sekizinci bölüm" Beş Ay Sonra… Thor, Tony’ye baktı gözünün ucuyla. Adamın ne kadar zorlandığını biliyordu. Geçen sefer birbirlerine girdiklerinde Thor arkadaşlarını durduramamış, onların yanında olamamıştı. Şimdi her şey çok farklıydı. Şimdi saçma bir karmaşa yoktu ortada. Sevdikleri insanları kaybetmişlerdi ve her geçen gün yenisi ekleniyordu. Thor’un bildiği bir şey varsa, o da tarihin kendini daima tekrar ettiğiydi. Ve her ne kadar bu bir tekrar olsa da sonuçları her seferinde farklı olabiliyordu. Bu yüzden Thor elindeki kılıca sıkı sıkı tutundu. Çünkü geçen sefer her ne kadar Hulk’ı yenmiş olsa da, bu sefer sonuçlar farklı olabilirdi. Loki diye iç geçirdikten karşısındaki Yeşil Dev’e saldırdı.

Günümüz… "Bruce!" diye bağırdı Thor, arkadaşına ulaşmak için. Surtur onun zihnini kontrol ediyordu. Yeşil Dev karşısındakilerin arkadaşları olduğunu bilmeksizin var gücüyle saldırıyordu onlara. Loki, Hulk’ın üzerine atladığında Yeşil Dev onu bacağından yakaladı ve Muspelheim’ın soğumuş lavdan oluşan yerine vurmaya başladı. Sif arkada cansız yatıyordu. Muspelheim’a vardıklarında Thor, Sif’in planına uymayı kabul etmişti. Ama Surtur onları bekliyordu elbette. Odinsword onun göğsünü deştiğinde Thor, Surtur’a doğru hamlesini yapmak üzereydi fakat hamlesi Hulk’ın saldırısıyla yarıda kesildi.

57 Hulk, Loki’yi Thor’un yanına fırlattığında, öfkeyle bağırdı. "Yeni bir plana ihtiyacımız var!" dedi Loki, nefes nefese. "Buna Dünya’da ne yediriyordunuz siz Odin aşkına?" "Şaka yapacak zaman değil." dedi Thor, kardeşinin bileğinden yakalayıp kalkmasına yardımcı olurken. "Surtur’a ulaşmak için bir şekilde Bruce’u durdurmamız lazım." "Ben onu oyalarken sen de Surtur’a yaklaşmaya çalış." dedi Loki ve kardeşini beklemeksizin bıçaklarına sıkıca sarılıp Yeşil Dev’in üzerine tekrar atladı.

"Şimşek Tanrısı!" Kaptan Marvel, sonunda Muspelheim’ın etrafındaki bariyeri aşıp adamın yanına geldiğinde, durumun pek de iç açıcı görünmediğinin farkındaydı. "Sen de kimsin?" diye sordu Thor, karşısındaki sarışın kadına bakarak. Daha önce böyle bir tanrıça ile karşılaşmadığına emindi. "Kaptan Marvel," dedi kadın, Hulk’ın üzerlerine fırlattığı kaya parçasından uçarak kurtulurken. Havadayken üzerine doğru gelen ikinci büyük kaya parçasını yumruklarından çıkan enerji ışınlarıyla parçalara ayırdı. "Burada biraz yardım iyi olurdu!" diye bağırdı Loki, yine Hulk tarafından yakalanmış ve yerden yere vurulmaktaydı. Kadın, Yeşil Dev’in etrafında hızla uçarak onun dikkatini dağıttı. Ama bu dikkat dağınıklığı bekledikleri sonucu vermemişti. Hulk, Loki’yi kollarından ve bacaklarından yakalamış, vücudunu ikiye ayırmaya çalışıyordu. Thor tüm gücüyle Hulk’a saldırdığında bir an için onun dikkatini dağıtmayı başarmıştı ama Hulk onu tek yumrukta olabildiğince uzağa fırlattı. Yerden zorlanarak kalkarken "Amora!" diye bağırdı. "Hulk’ı kontrol etmeyi bırak!" Kaptan Marvel her ne kadar Hulk’ı yumruklasa da öfkelendikçe güçlenen yaratık gücünün son seviyesinde görünüyordu. Loki ilk defa canının yandığını hissetti. "Amora!" Thor çaresizce bağırıyordu ama Enchantress ortaya çıkmıyordu. "Benden ne istiyorsun?"

58 "Ölmenizi!" dedi Wanda, savaştıkları alana çok da uzak olmayan bir kaya kütlesinin arkasından çıkarken. "Wanda?" Thor şaşkınlıkla karşısındaki kıza bakarken, Wanda Kaos Büyüsü’nü kullanarak Hulk’ı kontrol etmeye devam ediyordu. "Thor!" diye bağırdı Loki. "Bir şeyler-" Thor kardeşine doğru döndüğünde Hulk’ın onun vücudunu ikiye ayırdığını gördü. Bir süre kıpırdayamadı. Kardeşinin kanı üzerine kadar sıçramıştı. Var gücüyle Loki’nin adını haykırarak Hulk’a saldırdı. Kaptan Marvel, Wanda’ya doğru saldırdığında kızın dikkati dağılmıştı. Büyü tek eliyle hala Hulk’ı kontrol etmeye çalışırken, ötekiyle de Kaptan Marvel’ı durdurmaya çalışıyordu. Kaptan Marvel kızın büyülerini savuşturup sonunda ona ulaştığında boğazını yakaladı ve onu havaya kaldırdı. "Bu deliliğe bir son vereceksin!" Wanda şaşkınlıla "Ne deliliği?" diye sordu. Nerede olduğunu bile bilmiyordu ve tanımadığı bir kadın onu boğazından yakalamış ve havada uçuruyordu. Büyüsünün kadın üzerinde işe yaramadığını gördüğünde aşağıda gördüğü adamdan yardım istemeye karar verdi. "Thor! Yardım et! Lütfen!" Kaptan Marvel sol yumruğunu kızın suratına yaklaştırarak "Kafanın olduğu yerde kalmasını istiyorsan-" dedi ama cümlesinin sonunu getiremedi. Hulk, kadını bileğinden yakalayıp yere indirdiğinde Kaptan Marvel, Wanda’yı elinden kaçırmıştı. Kafası karışmış kız etrafına bakıyordu. "Thor?" Hulk insan formuna dönerken, Kaptan Marvel yaratığın artık kontrol edilmediği için eski haline döndüğünü anlamıştı. Thor hiçbir şey söylemeyip Wanda’yı geride bıraktı. "Siz geride kalın." dedi, diğerlerine. "Bu benimle Surtur’un arasında."

Surtur tahtında oturmuş Thor’un ona doğru gelmesini bekliyordu. Yere batırdığı Odinsword’u hala elinde tutuyordu. Onların birbirlerini yemelerini büyük bir zevkle izlemişti. Şimdi tek yapması gereken Şimşek Tanrısı’nın işini bitirmekti. "Baltana ne oldu demiştin?" diye sordu Surtur, dalga geçercesine. 59 "Surtur! Buraya kadar!" diye cevapladı Thor, kılıçlarını saldırı pozisyonunda tutarak ilerliyordu. "Sanırım artık seni başka isimle anmalıyız, ha, Odinoğlu?" "Adımın bir önemi yok," dedi Thor, dişlerinin arasından. "Babamın kılıcının sana yardımcı olmayacağını söylemeye geldim." Surtur kahkaha atarken Odinsword’u yerden çıkardı ve saldırı pozisyonu aldı. "Daha kendi baltanı bile çağıramıyorsun!" Thor elinde tuttuğu iki kılıcı da yere bırakırken, Surtur karşısındaki tanrının ne kadar aptal olduğunu düşünüyordu. Thor elini havaya kaldırarak var gücüyle bağırdı. "Mjölnir!" Muspelheim’in tabanı sallanmaya başladığında Surtur’un suratı ekşidi. Ne olduğunu bilmiyordu ve bilmemek hiç hoşuna gitmemişti. thor’un önünde bir ışık huzmesi belirdiğinde Surtur, Şimşek Tanrısı’na doğru hamlesini yaptı. Işık daha da büyüyüp bir patlamaya dönüştüğünde, Surtur patlamanın etkisiyle geriye doğru savruldu. "Nasıl?" Thor elinde Mjölnir’i tutuyordu. Gözlerini kısıp karşısındaki yaratığa baktı. "Odinsword!" diye haykırdı. Surtur’un elindeki kılıç her ne kadar Thor’a gitmek için titrese de, şu andaki sahibini geride bırakamazdı. Surtur suratında hain bir sırıtışla "Kılıç bende olduğu sürece senin çağrına yanıt vermeyecektir." dedi. Thor bunun farkındaydı, bu yüzden Mjölnir’i elinde çevirmeye başladı. Surtur’un saldırılarını Mjölnir ile savuşturuyor ve bulduğu her boş anda Mjölnir’i bir bumerang gibi yaratığa fırlatı geri yakalıyordu. Beş Ay Sonra… Wanda yavaşça Hulk’ın arkasından çıkarken ilk gördüğü kişi Thor olmuştu. Birbirlerini son gördüklerinden bu yana beş ay geçmişti ve Wanda, Şimşek Tanrısı’ndan duyduğu son sözleri hala hatırlıyordu. Birkaç ay önce biri sorsa Thor’un beyni yerine kaslarını kullandığını söyleyebilirdi ama son gelişen olaylardan sonra Wanda, Thor’un neden söylendiği gibi yüce bir tanrı olduğunu anlamıştı. Derin bir nefes aldı. Hulk’ın bu sefer kontrol edilmeye ihtiyacı yoktu, bu yüzden Wanda ne yapmaya geldiyse onu yapacaktı. Hainleri durduracaktı, ucunda eski dostlarını öldürmek dahi olsa.

60 Günümüz… Wanda yavaşa Bruce’un yanına geldiğinde, Bruce Banner bir adım geri attı. "Pek çok şeyi hatırlamıyorum, Wanda," dedi Bruce yavaşça. "Ama sözlerin hala beynimin içinde yankılanıyor." "Bruce-" "Loki’yi ben de sevmezdim ama onu öldürmeme neden oldun!" "Ben değildim!" diye haykırdı genç kız, dizlerinin üzerine çökerek. "Hiçbirini isteyerek yapmadım." "Beynimin içindeydin!" diye bağırdı Bruce. "Tıpkı daha önce yaptığın gibi, beynimin içine girip istemediğim düşünceler yerleştirdin!" "Ben-" "Geçen sefer Tony’nin beynine koydukların yüzünden kardeşini kaybettin, Wanda." dedi Bruce. "Ve şimdi yine aynı sebepten başka birinin kardeşini kaybetmesine neden oldun." Wanda ellerini yüzüne kapamış ağlıyordu. Tek istediği Pietro’yu bir kez daha görebilmekti. Tek istediği kardeşine sarılmak, onun kokusunu tekrar içine çekebilmekti. Hydra’nın elinde yıllarını geçirmişlerdi ve onların oyuncağı olmuşlardı. Tıpkı Bucky gibi, onlar da kuklaydılar. Ama Bucky hiçbir şeyini kaybetmemişken, Wanda kardeşinden olmuştu. Ve kimse bundan bahsetmiyordu. Kimse onun Pietro’yu ne denli özlediğini bilmiyordu. Kimse onu umursamıyordu. Kaptan Marvel genç kızın yanına gidip ona sarıldı. "Ne oldu sana?" diye sordu yavaşça. "Surtur, bana kardeşimi geri getireceğine dair söz verdi." dedi Wanda. "Gözlerimi açtığımda buradaydım. Elindeki kılıcı havada savurdu ve gerisini hatırlamıyorum." "Buraya geldiğim portalı sen açtın." dedi Bruce, neler olduğunu hatırlamaya çalışırken. "Çok uzun süredir Hulk olarak dolaşıyordum ve- ve sen beynime girip bana ihtiyacınız olduğunu söyledin- Hulk’a. Ve geçitten geçtiğimde, buradaydım." "Özür dilerim." dedi Wanda. "Bunlar olsun istememiştim." "Ben de." diye yanıtladı Bruce.

61 Thor, Surtur’un bir başka saldırısından kurtulup Mjölnir ile onun sırtına vurdu. Yaratık elindeki kılıcı düşürmüyordu. Thor’un başka bir şey düşünmesi gerekiyordu ama ne zaman düşünmeye kalkışsa kardeşini hatırlıyordu. Vücudunun- ikiye- ayrılışını. Avazı çıktığı kadar bağırıp Mjölnir’i Surtur’a doğru savurdu. Surtur bu saldırının geldiğini kilometrelerce öteden görmüştü. Sonunda Thor’u öldürecek saldırı yapabileceğini biliyordu. Mjölnir’i savuşturup Thor’a doğru saldırdı. Odinsword’u Thor’un vücuduna sapladığında rahatlamıştı. Thor kahkaha atmaya başladığında Surtur şaşkınlıkla ölmekte olan adama baktı. "Neye gülüyorsun?" diye sordu. "Kılıcı bana getirdin." dedi Thor, kahkahasını tutamayarak. Surtur ılıcı geri çekmeye fırsat bulamadan Thor "Odinwsord!" diye bağırdı. Kılıç etrafına parlak bir ışık saçıp ortadan yok olduğunda Surtur hala ne olduğunu anlayamıyordu. Thor’u yere fırlatıp birkaç adım geriledi. Thor, şimdi Odinsword’un gücüyle, etrafına ışıklar saçarak ayağa kalkıyordu. "Surtur!" sesi bütün Muspelheim’da duyulabilecek gürlükteydi. "Asgard’a ve Her şeyin babası Odin’e ihanetten hükümlüsün." Elini havaya kaldırdı ve kendisine doğru uçan Mjölnir’i yakaladı. "Cezana Odin karar verecek." Mjölnir’i yaratığa doğru fırlatıp onu yerle bir etti. Surtur yerde bilinçsizce yatarken, Odinsword’un gücü de Thor’un vücudunu terk etmişti. Genç Tanrı güçsüzce yere düştü. Savaşı güvenli bir mesafeden izleyen Bruce, Wanda ve Carol, Thor’un yanına geldiler. "Özür dilerim." dedi Wanda, yerde hareketsizce yatan Thor’un alnına bir öpücük kondurarak. "Tek istediğim kardeşimi bir daha görebilmekti." Thor gözlerini yavaşça kırptı. "Onun yerine benim kardeşimin ölümüne neden oldun." Dedi, sakince. Wanda arkasını dönüp dünyaya açılan portala ilerlerken Thor "Bir daha karşılaşırsak, Wanda Maximoff ve Bruce Banner, aynı tarafta olmayacağız." diye ekledi. Wanda ne yaptığının farkında, hiçbir şey söylemeksizin portaldan geçtiğinde, olmayı umduğu yerden çok daha farklı bir yerde buldu kendini. 62 Muspelheim’da savaş bitmişti ama dünyada işler hala düzelmişe benzemiyordu. Bir arabanın arkasına saklanmış Kaptan ve Demir Adam’ı gördüğünde onlara doğru hamle yapacakken Bucky onu omzundan yakaladı. Ona olduğu yerde, Bruce ile kalmasını işaret ederek, Kaptan ve Demir Adam’a doğru koşmaya başladı. Wanda birkaç saniye sonra olanları şaşkınlıkla izlerken bunların hepsine neden olanın kendisi olup olmadığını sorguluyordu.

Beş Ay Sonra… Thor, Hulk tarafınca bileğinden yakalanmış, yeryüzüne çarpılıyordu. Bu darbeler onun canını yakmasa da yerde büyük hasarlara yol açıyordu. Sonunca Hulk onu fırlattığında Tony, Thor’u havada yakaladı. "Bruce’u geçmenin bir yolunu bulmalıyız." dedi, nefes nefese. Tony zırhının yüz kısmını açarak Thor’a baktı. "Siz Hulk’ı oyalamaya devam edin. Benim onunla bir işim yok. Bu benimle o hainin arasında." Tony, Thor’u yere bıraktığında Thor onu bileğinden tutmaya devam ediyordu. "Bunu yapmak istediğine emin misin, Tony?" Tony bir an için duraksadı. Derin bir nefes aldı. "Bildiğim tek bir şey var, Thor." dedi. "Bize ihanet eden o hain, Steve’i öldürmenin bedelini ödeyecek."

63 Ragnarok Part 4: Living Dead

"konu" Her şeyin iyiye gideceği düşünülürken, her şey altüst olmuş, takım bir kez daha dağılmıştır. Tony ölen oğlunun yasını tutarken, kafasındaki planı oluşturmaya başlamıştır. Buna sebep olan herkes ölümle yüzleşecektir.

"dokuzuncu bölüm" Kocaman bir çayırda sırtüstü uzanmış gökyüzündeki kabarık bulutlara bakıyor ve o bulutların şekillerinden bir anlam çıkarmaya çalışıyordu. Halbuki beyni bu tip boş şeyleri önemsemezdi, yanında yatan Pepper'a döndü. Ama gördüğü yüz, Steve'e aitti. Ve Tony bunu yadırgamadı, hatta olması gerekenin bu olduğuna dair inancı tamdı. Pepper'ın sonsuza dek gitmiş olmasına içerlemiyordu. Çünkü Tony, aradığını bulmuştu. Kalbindeki o tarif edemediği koca boşluk artık yoktu. Gitmişti. O boşluğu Steve doldurmuştu. Mutluydu. Yüzüne yayılan koca gülümseme- "Tony, uyan!" diye dürtülerek uyandırıldığında, henüz iki saattir uykudaydı. Bütün gecesini Bucky'e yeni bir kol yaparak geçirmişti. Biraz saygıyı hak ediyordu ve dinlenmeyi de... Fakat ses ısrarcı ve endişeli geliyordu. Tony tek gözünü açıp kendini uyandıran kızıl saçlı kadına baktı. "Gelmelisin," dedi kadın. "Vision'la ilgili bir sorun var... Ve Wanda'yla." Tony öteki gözünü de açarak, derin bir nefes aldı. "Oğlumun gönül ilişkileriyle uğraşacak enerjim yok Natasha, onlara-" "Bu çok daha fazlası Tony. Ciddiyim, kalksan iyi olur." Tony abartıyla gözlerini devirerek haykırmaya başladı, "Daha uyuyalı iki saat bile olmadı kadın, bu kadar mı gaddarlaştın?" Tony daha fazla şey sayabilirdi, ama Natasha'nın yüzündeki bir şey onu durdurmuştu.

64 Yataktan çıkıp salona giden Natasha'nın peşine takıldı. Üzerinde siyah atlet ve pijama vardı. Uyandırıldığı için sinirliydi. Oysa az evvel huzurlu bir uyku çekiyor ve muhteşem bir rüya görüyordu. İçindeki boşluğu doldurmaya yetecek etkide bir rüyaydı ve uyandığından bu yana boşluk geri dönmüştü. Ana salonda gözlerini ovuştururken herkesin neden tek bir yere toplandığını anlayamamıştı. Sonra ortalık yerde yatan Vision'ı gördü. Tony'nin aklından bir nano saniye kadar zekice bir espri geçti. Ama sonra durumu kavradı. Vision yerdeydi ve kıpırdamıyordu. O asla yatmazdı, çünkü yatmak zorunda değildi. Ama gözlerinin önündeki görüntüde bir eksiklik vardı. Uyku mahmurluğu ile ilk bakışta anlayamadığı şeyi fark edince bir adım geriledi. "Nerde o?" diye bağırdı. "O lanet olasıca baş belası cadı nerede?" "Tony, sakin olmalısın," dedi Steve. "Bunu Wanda'nın yapıp yapmadığını-" "Başka kim, Vision'ın güçlerini aşıp Zihin Taşı’nı çıkarabilir ki Steve? Bu basbaya Wanda'nın işi. Ve eminimki ülke sınırını çoktan geçmiştir." Tony bir ileri bir geri yürümeye başladı. "Friday, bana karargahın güvenlik kameralarında Wanda'yı görüp görmediğini söyler misin?" "Karargah dışındaki hiçbir kamerada Wanda Maximoff'a rastlanmadı Patron," dedi akıllı işletim sistemi. "Portal açabiliyordu sanırım," dedi Clint kendi kendine. Tony dönüp ona baktı. "Açıp gitmişe benziyor... Peki ama nereye?" Clint başını eğdi. "Hydra ile işbirliğinde miydi dersiniz?" "Bilmem, belki de onun kıçını kollarken biraz araştırma yapmalıydın," dedi Tony sertçe. "Ben kimsenin-" "Aa evet, tabii. Eminim kızın casus olabilme ihtimali aklının ucundan bile geçmemiştir. Ne bekliyordum ki? Ultron'un yavercisi, hepimize o yaptığı-" "Tony, yanlış düşünüyorsun," dedi Steve sakince. "Wanda öyle bir kız değildi, inan bana. Hydra ile temas halinde olsaydı bunu bilirdik. Wakanda'da çok sıkı güvenlik vardı, orada hiçbirini-" "Portal açabiliyorsa, siz onu odasında sanarken nerelere gidip geldi 65 kim bilir?" "Sanmıyorum, anlardık. Anlardım." Tony başını salladı. "Bunun için tek bir iyi neden söyle Steve. Kız Vision'ın taşını aldı ve onu öldürdü. Yaratmak için kıçımı yırttığım... Bak, o bir makine olabilir, bir android, bir..." Tony derin bir nefes aldı, kalbi sıkışıyordu, devamını getiremedi. "Sakin ol," dedi Steve ve Tony'nin kolunu tutup sıktı. "Wanda'yı bulacak ve taşı geri alacağız anlaştık mı? Sen sadece sakin ol ve sonrasında pişman olabileceğin hiçbir şey yapma." Tony itaatkar bir şekilde başını salladı. Boş koltuklardan birine oturduğu sırada düşündüğü kişi Vision değil, Steve'di. Nedenini ve nasılını bilmiyordu. Pepper'ı daha dün gömmüşlerdi ve o resmen başkasını düşünüyordu. Çünkü aslında Pepper'ı gerçek anlamda sevmiyordu. Peter Parker'a Yenilmez olmayı ilk teklif ettiğinde, Peter kabul etseydi, Pepper'a asla evlenme teklifi etmezdi. Ama mecbur kalmıştı. Dünya basını ondan büyük bir haber duyurmasını bekliyordu. Evlenme teklifi etmek ise ikinci plandı. Ve Tony, çok nadir ikinci plana ihtiyaç duyardı ve Pepper'la nişanlanması da tamamen Parker'ın suçuydu. Oysa aylar önce çekip giden ve onu yüzüstü bırakan takım arkadaşına hisleri vardı. Bunu gizleyebildiği kadar gizlemişti fakat şimdi her şey gün yüzüne çıkmıştı ve bu Vision'ın öldüğü gün oluyordu. Tony kendini tekmelemek istedi. Ama hislerini kabul ettiğine göre artık hiçbir şey yapamazdı. İki Saat Sonra Vision'ın bedeni yerden kaldırılmış ve odasına götürülmüştü. O sırada kapıdan içeri Peter Parker girdi. Tony onu uzun zaman önce davet etmişti, ama çocuk daha yeni teşrif ediyordu. Okulu tatile mi girmişti acaba? "Selam?" "Şey, selam Bay Stark, be-ben ancak gelebildim çünkü-" "Ev ödevin mi vardı?" "Şey, evet. Yani hayır. Ev ödevim yoktu. Sadece May'e düzgün bir yalan uydurmam lazımdı. Şey, şu anda beni sizinle birlikte şehir dışında sanıyor." "İyi yalanın bu mu?" diye sordu Tony. 66 "Çocuğa yüklenme Tony," dedi Steve. "Hoş geldin Peter." "Ka-Kaptan Amerika. Şey efendim, kalkanınızı çaldığım için-" "Önemli değil. Artık seçmen gereken bir taraf yok evlat. Şimdi hep birlikteyiz." "Bay Stark bahsetmişti. Şey, ben çok sevindim." Steve, Peter'a içtenlikle gülümsediğinde Tony'nin midesinde deyim yerindeyse kelebekler uçuşmuştu ve bunun sebebini artık biliyordu. Tony kendine gelebilmek için garajda oyalanıyordu. Yapacak daha iyi bir işi yoktu. Az evvel üzerinde A harfi olan kolu Bucky'e takmıştı. Adam artık resmen bir Yenilmez'di. Yaklaşan kıyamette ona ihtiyaçları vardı. Derken Natasha garajdan içeri girdi. Tony kadının bir şeyler yumurtlayacağına emindi. Natasha, konuşmaya başladı, "Şu büyücüyü hatırlıyor musun? Doktor Stephen Strange? Hani portalla-" "Evet, nolmuş? Şapkadan çıkardığı tavşanları mı kaçmış?" "Saçmalama, adam hokkabaz değil. Her neyse, az önce merkeze bir mesaj yolladı. Odin'le ilgili." Tony oturduğu yerden bir an için dikleşti ve sonra, "Thor ilgilensin, bana ne onun yüce babasından?" dedi. "Thor'a ulaşamıyoruz hak verirsinki. Ve ayrıca bu acil bir durum Tony, Odin-" Tony yerinden kalkıp eliyle kadını susturmak istedi. "Duymak istemiyorum." Natasha, Tony'den kurtuldu ve "Odin bir tehdit," dedi. "Ekip hazır. Fury, seni bekliyor." Tony geri çekildi. "Ne demek Odin bir tehdit?" "Adam New York'un altını üstüne getiriyor. Müdahale etmemiz şart." "Bir bu eksikti," diye söylendikten sonra Natasha ile garajdan çıktı. Aklı almıyordu. Odin nasıl bir tehdit olabilirdi ki? Fury bir ileri bir geri yürüyor, kulağına dayadığı küçük telefonla konuşuyordu. "Ciddi misin sen? Bu iyi değil, hiç iyi değil... Ne? Tamam. Beni haberdar et." Telefonu kapatıp merakla ona bakan çocuklarına döndü. "Arayan Hill'di. Odin'nin bir şeylerin etkisinde olduğunu söyledi. Neyin etkisinde olduğunu bilmiyoruz, ama-" "Kafayı mı çekmiş?" diye sordu Tony. 67 "Bu öyle bir şey değil. Adam Tanrı. Herhalde sarhoş olup şehre saldırmıyordur. Burada bilmediğimiz güçlerden bahsediyoruz. Ve acilen onu kendine getirmelisiniz." "Nasıl?" diye sordu Steve. "Odin'i nasıl kendine getireceğiz? Bilmediğimiz bir şeyin etkisinde olduğunu söylüyorsun." "Etkisiz hale getirin o halde. Ama adamı öldürmeyin. Thor'un bize düşman olmasını istemeyiz." "Ve Loki'nin," diye mırıldandı Clint. Ekip hazırlanıp çıkmıştı. Tony, Parker'a evde kalmasını söylemişti. Ona daha sonra ihtiyaçları vardı. Çocuk diretmesine rağmen, Tony'e galip gelememişti. Kimse Odin'in ne yapmaya çalıştığını ya da ne istediğini bilmiyordu. Ama o yüce babaydı ve güçleri bir hayli fazlaydı. Kozmik enerji olarak güneş enerjisini kullanabiliyordu. O, Thor’dan bile güçlüydü. Ve elindeki mızrağı Gungnir ile sağa sola ateş ediyor, yangınlar çıkarıyor ve masumları öldürüyordu. Yenilmezler'i karşısında görünce ise resmen tepesi atmıştı. Üstlerine alev topları yolluyordu. T'Challa, "Thor'un burada olanlardan haberi var mı acaba?" diye sordu. "Sanmıyorum," dedi Natasha, "Strange haber verdi mi bilmiyorum. Ama bilseydi gelirdi." Clint, "Odin'le nasıl baş edeceğiz?" diyerek hayıflandı. "Fury öldürmeyin dedi, ama başka ne yapacağız ki, tokatlayıp kendine mi getireceğiz?" "Ona yaklaşabilirsen hiç durma," dedi Tony. Kulaklıktan konuşuyorlardı. Clint homurdandı. Fakat kimse Odin'in ne yapmaya çalıştığını kestiremiyordu. Üzerlerine arada bir şimşek de yolluyordu. Ve bir çok araba bu yüzden küle dönmüş, insanlar şimşeğin gücü ile anında oracıkta ölmüşlerdi. "Neyin etkisinde dersiniz?" diye sordu Sam. "Hiçbir fikrim yok," dedi Steve. "Ama her neyin etkisindeyse bir an önce çıksa iyi olur. Daha fazla sivil kayıp vermeden bunu durdurmalıyız." Steve konuşurken Tony, onu son anda üzerine gelen alev topundan kurtarmıştı. 68 "Daha dikkatli olmalısın," demişti Tony. "Bize lazımsın." "Beni ekibin iyiliği için kurtarmadığına eminim," dedi Steve, arkasına saklandıkları arabanın üstünden Odin'e göz atarken. Tony omuz silkti, "Eh, hakkın var." Steve yerine geri çöktü. "Öyle mi? O halde ne için kurtardın?" Tony zırhın yüz kısmını açtı. Steve'in derin mavi gözleri ona çok şey anlatıyordu. "Bana lazımsın," dedi dürüstçe. Steve adama yaklaştı. "İtiraf etmem gereken bir şey var," dedi. "Odin hepimizi küle çevirmeden söylemek istiyorum." "Benim de söyleyeceklerim var," dedi Tony. "Aylar önce yaşanan her şey için özür dilerim Steve, kim haklı kim haksız umurumda değil. Önemsediğim tek şey... şu an." "Benim de önemsediğim şey bu. Ama daha fazla önemsediğim şey ise, sensin," dedi. "Ben her zaman seni sevdim Steve, her zaman. Çekip gittiğinde bile. Ardında beni bıraktığında ve kayıplara karıştığında." "Burada ölüp gitmeden önce ben de bunu söylemek istiyorum Tony, yaptığım en zor şey, seni ardımda bırakmaktı. Ama bir saniye bile seni sevmekten vazgeçmedim. Bunları kabullenmek kolay olmadı, ama artık gerçeği biliyorsun. Söylemeden ölmek istemedim." Tony, gülümsedi. "Seni yanlışlıkla öptüğümde yüzüme yumruk geçirdin." "Kabullenemediğim duygular yüzünden, kusura bakma," dedi Steve. Tony, çok daha fazla şey söylemek istiyordu ama zaman yoktu, Odin her an arkasına saklandıkları arabayı fark edebilir ve onları havaya uçurabilirdi. "Burdan kurtulduğumuzda bir şeyler içmeye gidelim," dedi Tony. Steve güldü. "Bu bir randevu teklifi mi?" Tony, "Öyle görünüyor," dedikten sonra zırhın yüzünü indirdi ve ayağa kalktı. "Şimdi savaş zamanı." Bucky Barnes, arabanın arkasında ne konuştuklarını duymamış ama anlamıştı. Portaldan birden bire önüne çıkan Bruce ve Wanda'yı görünce şaşırmıştı. Diğerleri onları pek fark etmişe benzemiyordu. Bucky, genç kızı omuzlarından tutup, yerinde kalmasını söyledikten sonra onlara doğru koşmuş ve Odin'le Tony'nin arasına girmişti. Ve ne 69 olduysa o an olmuştu. Tony, 'Savaş zamanı' dedikten sonra zırhın göğsünden çıkardığı lazerle Odin'in mızrağı Gungnir’e ateş edecekken bir anda ortalarına giren Bucky'i resmen deşmişti. Lazer Bucky'nin içinden geçmişti. Kış Askeri, göğsü delik bir şekilde yere yığılırken, Steve gözlerine inanamıyordu. Herkes Odin'i unutmuş, yerde göğüs kısmı köze dönmüş Bucky'e bakıyordu. "Bilerek yaptın! Onu bilerek öldürdün!" Tony şaşırmıştı. Hem Bucky'i öldürdüğüne hem de az evvel randevulaştığı Steve'in birden bire değişmesine. Tony zırhın yüzünü açtı. "Hayır," dedi, "yemin ederim bilerek-" Tony'nin sözcüğü Steve'in sert yumruğuyla yarıda kesildi. Göğsü dağlanmış arkadaşının başına gittiği sırada Odin elindeki Gungnir’i yere bırakarak dizlerinin üstüne düştü. Yaşlı Tanrı, acı gözlerle etrafına bakarken neredeyse ağlamak üzereydi. "Surtur!" diye bağırdı. "Bana neler yaptırdın böyle?" Natasha Odin'nin yanına gitti ve "İyi misiniz?" diye sordu. T'Challa bu sırada yerdeki mızrağı adamdan uzaklaştırmakla meşguldü. Sam ise Steve'e katılarak Bucky'nin cesedi yanında diz çöktü. "Üzgünüm dostum." Steve Bucky'nin başını dizlerine koymuştu. "Böyle bitmemeliydi, böyle olmamalıydı," diye yakarıyordu. Sonra Tony'e döndü, "Sen bir katilsin, bunu asla unutmayacağım,” diye bağırdı. Tony üzgündü. Yaşananlar onun hatası değildi, Bucky birden önüne çıkmıştı. Ama bunu Steve'e anlatmak, adamı bu gerçeğe inandırmak imkansızdı. Steve, onun yüzüne yumruğu çaktığında ve bir katil olduğunu söylediğinde Tony'nin içindeki o tarifi imkansız boşluk geri dönmüştü. En başa geri dönmüştü. Koca bir hiçliğin ortasında gibiydi. Kendini anlatamamak, kendini aklayamamak berbattı ve Tony, bunu iliklerine dek hissediyordu. Ve içindeki o kahrolası boşluğun bir daha asla dolmayacağına da emindi. Wanda ise olup biteni izlerken gözyaşlarına hakim olamıyordu. Her ne yaşanıyorsa sorumlusunun kendisi olduğunu biliyordu. Bunlar onun eseriydi.

70

5 Ay Sonra Her şey iyiye gideceği yerde, kötüye gitmişti. Yenilmezler bir kez daha bölünmüş ve dağılmışlardı. Tony neyin yasını tutacağını bilmiyordu. Vision ölüydü, Zihin Taşı hâlâ kayıptı, üstelik artık Steve de yoktu. Odin'le yaptıkları son savaştan sonra Steve ve Sam gitmişlerdi. Karargaha bir daha dönmeme kararı alarak Tony'e bir kez daha sırtını dönmüş ve bir kez daha ardında bırakmıştı Steve onu. İçi kapkaraydı. Rhodes sağlığına kavuşmak için Doktor Strange ile gitti gideli kendini daha da yalnız hissediyordu. Ekip son nefesini vermişti. Geri dönüş yoktu. Bu hem kaçınılmaz hem de imkansızdı. Tony'nin aklı almıyordu. Aylardır Bucky'i deştiği anın kabuslarıyla yaşıyordu. Halbuki böyle olmamalıydı. Yaklaşan büyük bir savaş vardı, kimse ne zaman olacağını bilmiyordu ama Dünya tehdit altındaydı. Üstelik tehdit bununla da sınırlı değildi. Artık Steve de düşmandı. Çünkü Hydra'nın başında Tony'nin sevdiği adam vardı. Uğruna hayatını vereceği Steve, şimdilerde baş düşmanı olmuştu. Tony resmen bir çıkmazdaydı. Steve'den hariç düşmanlar ise gittikçe güçleniyorlardı. Thor, T'Challa, Natasha, Clint ve kendi dışında kimler onunla bilmiyordu. Tabii bir de Peter vardı ama o henüz bir çocuktu, daha 15 yaşındaydı ve Tony onu tehlikeye atmak istemiyordu. Zaten çocuğu takıma çağırırken aklı neredeydi hiç bilmiyordu, onu korumak istiyordu. Çocuğun gücü yadsınamazdı ama yine de Tony onu riskli olan hiçbir olayın içinde istemiyordu. Bu onun savaşı değildi, olmamalıydı. Ama Peter inatçı bir çocuktu, gelişi uzun sürmüş olsa da şimdi gitmemekte direniyordu. Tony'nin yanında ve savaşta yer almak istiyordu ve Tony onu kırmadan nasıl durduracağını bilmiyordu. Öte yandan Wanda da bir çocuktu, ama tarafını seçmiş ve düşmanla işbirliği yapmıştı. Vision'ın Zihin Taşı'nı söküp alarak ve onu öldürerek başlı başına bir düşman olduğunu ispatlamıştı. Ve Sam'e gelince o zaten her zaman Steve'in tarafında yer alırdı. Doğru ya da yanlış fark etmezdi. Steve'e ölümüne bağlıydı. Banner'dan ise ses yoktu. Thor onun Wanda ile birlikte aylar önce bir portaldan geçtiğini söylemişti. Banner'ın da Steve’in tarafını seçtiğini biliyordu ve onun da artık Hydra olduğunu kabul etmekten başka şansı yoktu esmer adamın. En güçlü 71 Yenilmez'i de böylece kaybetmiş oluyordu. Yine bir avuç insan kalmışlardı ve gelmekte olan kıyamette bir avuç insanın hiç mi hiç şansı yoktu. Doktor Strange ise bu işlere bulaşmak istemediğini, Yenilmezler'e girmeyeceğini ve kendi düşmanlarının ona yeterli geldiğini söyleyerek elini eteğini çekmişti. Tony ne kadar üstelerse üstelesin, Strange, hiçkimseyle ittifak kurmayacağını belirtmişti. Oysa yanlarında yer alması çok iyi olurdu. Adamın müthiş yetenekleri vardı. Tony zırhını giyinmiş düşüncelere dalmışken, Thor yanına geldi ve "Gitme zamanı," dedi. Tony, genç Tanrıya dönmeden zırhın yüz kısmını indirdi çünkü Thor'un yüzünden ne kadar kötü olduğunu anlamasını istemiyordu. Fakat Thor, babası gibi bilge bir Tanrıydı ve gözünden pek bir şey kaçmıyordu. "İyi olacak mısın?" diye sormuştu. Tony sesinin nasıl çıkacağından emin olamadığı için başını sallamakla yetindi. Nasıl iyi olabilirdi ki? Az sonra Steve ile kavgaya girişeceklerdi. Maria Hill, karargaha gelerek Hydra'nın, yani Steve'in yerini tespit ettiklerini söylemişti. Tony üzgün olmakla birlikte kendini suçluyordu. Eğer yanlışlıkla da olsa Bucky'i öldürmeseydi, Steve Hydra'yı seçmeyecekti. Hayatında en çok karşı olduğu şeye katılmayacaktı. Ama bir nevi bunun sorumlusu Tony'di ve bu yük, onu günden güne eritiyordu. Resmen yaşlandığını hissediyordu. Yakında kalp krizinden ölüp gidecekti ve yaşanan her şey, bir hiç uğruna yaşanmış olacaktı. Belki de zırhları birine devretmenin zamanı gelmişti. Belki Peter, bu işin üstesinden gelebilirdi. Zekiydi. Hevesliydi. Ama çocuğu korumak isterken böyle bir yükün altına nasıl sokabileceğini bilmiyordu. Kendiyle çelişiyordu, ama zaten son zamanlarda iyi değildi. Düzgün düşünemiyor ve artık düzgün uyuyamıyordu. Her gece kabuslar görüyor, sıçrayarak ve göğsünde koca bir boşluk hissiyle uyanıyordu. Hiçbir şey eskisi gibi değildi ve artık olmayacaktı. Ekiple birlikte karargahtan ayrılırken ilk kez bir görev için hevesli hissetmiyordu. Çünkü sevdiği adamı öldürmek zorundaydı. Ve bunu nasıl yapacağına dair hiçbir fikri yoktu. Güçlüydü. İstese tek atışta 72 Steve'i de deşebilirdi ama eli nasıl gidecekti? Ve onu öldürdükten sonra nasıl başını yastığa rahatça koyabilecekti? Tony bilmiyordu. Bilmediği gibi düşünmek de istemiyordu. Ama buna mecburdu. Steve'in içindeki iyi olan her şey ölmüştü. Hydra'nın başı olan kimse iyi olamazdı. Olay yerine vardıklarında Natasha, "Deja vu hissi yaşıyorum," dedi. "Senede bir bunu yapmak alışkanlık haline gelmez umarım." "Sayıca eksikler," dedi T'Challa. "Bu geçen seferden daha kolay olacak. Güçlü ve haklı taraf biziz." "Unutmayın; Banner, yani Hulk onlarla," dedi Thor. "Umurumda değil," diye cevapladı T'Challa. "Hepsi ölmek zorunda." Bir saatin sonunda Thor, Hulk'ın onu yerden yere vurması sonucu ile karşılaşmıştı. Canı pek yanmıyordu, ama zemin paramparça olmuştu. Asıl Deja vu hissini kendisi yaşıyordu. Hulk onu Sakaar gezegeninde de yerden yere vurmuştu. Grandmaster ikisini bir müsabakaya çıkarmış ve karşılıklı dövüşmelerini izlemişti. Thor o zamanda aynı şekilde yerden yere vurulmuş ve gözünü bir odada açmıştı. Üzerinde kan ve sargı bezleri vardı. "Banner...bu...hiç...mantıklı...değil...biz...düşmanın...değiliz," dedi Thor. Cümleleri yarım yamalaktı çünkü yerden yere vuruluyordu. Acaba ona 'Güneş batmak üzere' falan mı deseydi? Thor bunları düşünürken, Hulk onu tuttuğu gibi fırlattı ve onu havada Tony yakaladı. "İyi misin?" "Az evvel yeşil bir dev beni yerden yere vurdu, sence iyi miyim?" diye sordu Thor ters ters. "Şimşek Tanrısı değil misin sen? Niye onu çarpmadın?" "Şu ana dek nazik olmaya çalışıyordum. Ben sizin gibi daha önce takım arkadaşlarıma karşı dövüşmedim. Gerçi bu, Bannerı’ın beni ilk yere vuruşu değil. Ama yine de-" "Onlar düşmanımız Thor. Belki farkında değilsin ama onlar senin gibi nazik davranmıyorlar." "Şu senin Hulkbuster ne alemde? Belki koca adamı-" "Kullanım dışı," dedi Tony. "Banner iki yıldır kayıp, bir daha geri dönmeyeceğine emindim o yüzden artık Hulkbuster yok." 73 "Aman ne güzel, şimdi onu ne durduracak?" "Sen daha önce onu durdurmadın mı, neydi şu gezegenin adı?" "Sakaar." "İşte orada onu yendiğini anlatmadın mı? Ben yanlış mı hatırlıyorum? Şimşek gücünle-" "Siz insanlar çok dar kafalısınız," diyerek Tony'nin lafını kesti Thor. "Hem söylesene; Quinjet'e neden beni 'kırılma noktası' olarak kaydettin?" Tony bir an şaşırdı. Sonra istemsizce kahkaha attı. Kafayı yemiş gibi hissediyordu. Steve'i öldürmeye gelmişti, ama Thor'un söylediğine kahkaha atıyordu. "Öyle değil misin?" diye sordu. "Sen kırılma noktasısın. Hadi kır ve geçir." Thor kaşlarını çattı. "Onlar arkadaşımız," dedi. Tony bir an duraksadı. "Orada benim arkadaşım yok. O hain Steve'i öldürmenin bedelini ödeyecek," dedi. Tony atağa kaklacağı sırada, Natasha'nın "Clint!" diye bağırdığını duydu. Thor'la birlikte sesin geldiği yere baktılar. Natasha, belinden ikiye ayrılmış olan Clint'in başında çığlıklar atıyordu. Hulk ise kendi göğsünü yumrukluyordu. Banner Clint'i öldürmüştü. Natasha bileğindeki elektrik şoklarını bir bir Hulk'ın üzerine fırlattı. Ama yeşil dev bundan etkilenmişe benzemiyordu. Wanda, Sam ve Steve, yerde ikiye bölünmüş Clint'e bakmadılar bile. Steve gözünü Tony'e dikmişti. Wanda, Hulk'ın üzerine gönderilen elektrik şoklarını durdurduğu sırada Hulk ani bir saldırıyla Natasha'nın da kafasını gövdesinden ayırdı. T'Challa "Romanoff!" diye bağırdı. Tony bunun kıyamet olduğunu düşünüyordu. Önce Sam'in sonra da Steve'in üzerine zırhın göğüs kısmından çıkardığı lazerleri yolladı. Havada uçan Sam, yere çakıldığında onun adını bağıran Steve'de son nefesini vererek yere yığıldı. Wanda bir çığlık attı, Hulk resmen kükredi. Tony, genç kızın çığlığı arasında ona seslendi; "Bunların sorumlusu sensin Wanda, oğlumu öldürdün. Ve buradakilerin her biri senin yüzünden öldü. Beni anlıyor musun? Sen bir canavarsın.”

74 Wanda dizlerinin üstüne çöküp kulaklarını kapatmış ağlıyor ve feryat ediyordu. Çünkü Tony haklıydı, her şey onun hatasıydı.

75 Ragnarok Part 5: Magician’s Apprentice

"konu" Wanda, Doktor Strange’in yardımları sayesinde büyü güçlerini nasıl kullanacağını ve yaptığı büyülerin bedelinin ne olduğunu öğrenmişti. Peki şimdi ellerine bulaşan kanı temizlemek için zamanında Pietro’yu kurtarmak için yapmadığı şeyi yapmayı göze alacak mıydı?

"dokuzuncu bölüm" "Bunların sorumlusu sensin Wanda, oğlumu öldürdün. Ve buradakilerin her biri senin yüzünden öldü. Beni anlıyor musun? Sen bir canavarsın.” Wanda dizlerinin üstüne çöküp kulaklarını kapatmış ağlıyor ve feryat ediyordu. Çünkü Tony haklıydı, her şey onun hatasıydı. Sen bir canavarsın! Tony Stark’ın sözleri kulaklarında çınlamayı kestiğinde, ve etrafındaki savaşın sesleri yok olduğunda, Wanda iç sesini duydu. “Ben bir canavarım.”

Yedi Ay Önce… “Wanda!” Wanda kendisine seslenenin kim olduğunu görmek için arkasını döndüğünde etrafta kimse yoktu. Derin bir nefes aldı. Gerçekten burada sıkıntıdan ölmek üzereydi. T’Challa, Wanda’nın Wakanda’da büyü yapmamasını rica ettiğinde Steve bunu onaylamıştı. Wanda güçlerini kullandığı taktirde onları bulmaları kolaylaşabilirdi- en azından kıza söyledikleri neden buydu, ama Wanda gerçek nedenin, güçlerini nasıl kullanacağını hala tam olarak bilmemesi olduğunu biliyordu. “Wanda!” “Vis?” Wanda heyecanla seslendi ama kendisine seslenen kişiyi hala göremiyordu. Bunun başka açıklaması olamazdı! Vis onu ziyarete gelmişti! “Beni bul.” 76 “Burada güçlerimi kullanamam, Vis,” dedi genç kız, sesin geldiği yöne dönerek. “Oyun oynamayı bırak, hadi.” Bir çift el kızın arkasından yaklaşıp omuzlarını tuttuğunda, Wanda heyecanla o elleri tuttu ve Vis’e doğru döndü. “Sen de kimsin?” Karşısında gördüğü kişinin Vision ile uzaktan yakından alakası yoktu. Wanda ellerindeki Hexleri hazırda tutarak sorusunu tekrarladı. “Sen de kimsin?” “Doktor Strange.” Dedi orta yaşlı adam, havada süzülürken. “Sana güçlerini, Kaos Büyüsü’nü, nasıl kullanacağını öğretmeye geldim, Wanda Maximoff.” “Kim olduğunu bilmiyorum ama seni yerin dibine-“ Wanda ayaklarının altında açılan portaldan düşmeye başladığında sözü yarıda kesilmiş, yerini kızın çığlıkları almıştı. Doktor Strange kızın düşmekte olduğu portala balıklama atlamış, kıza yetiştiğinde “Buradan kurtulmanın yolunu bulduğunda seni 177A Blecker Street’te bekliyor olacağım,” dedi ve gülümseyerek “eğer kurtulamazsan, yerin dibinde görüşürüz,” diye ekledikten sonra yok oldu. Uzun bir sürenin sonunda Wanda telekinetik güçlerini kullanarak havada durmayı başardığında önünde beliren kapıdan içeri girdi.

Altı Ay Önce… Wanda açtığı portallar ile malikanenin içinde dolaşıyordu. Doktor Strange bunun çok tehlikeli olduğundan yaklaşık bir milyon kere bahsetmiş olsa da, büyü kullanmayı -ve Dormammu’yu yenmeyi- hile yaparak öğrendiğini de kendisi söylemişti. Yani kısacası, hile yapmak o kadar da kötü olamazdı bazen. Hem yaklaşık bir aydır her gece Wakanda’da açtığı portalla buraya geliyor olması da bir nevi hile sayılıyordu. Yani kısacası, Wanda’ya hile yapmayı Doktor aşılamıştı en başında. “Oraya gitmeni önermem,” dedi Stephen, Wanda’nın arkasından yaklaşarak. “Daha önce de seninle bu evde bilmediğin odalara girmemen konusunda bir anlaşma yaptığımızı sanıyordum.”

77 Wanda gülümsedi. Karşısında kırmızı kıvılcımlar saçan portalı kapatıp arkasını döndü ve Stephen’ın yanına gelerek “Ben de hile yapmanın sana yardımcı olduğunu söylediğini sanıyordum,” dedi. “Yapma, Wanda,” dedi Stephen, dalga geçercesine. “Bu evde benim bilgim olmadan bir şey yapabileceğini gerçekten düşünmüş olamazsın.” Adamın tek bir el hareketiyle evin duvarları birbirinin içine geçmeye başlamıştı. Wanda bu hareketin geleceğini biliyor, güçlerini kullanarak havada asılı durdu. “Bu numaraya yaklaşık yirmi kere düştüm, Stephen,” dedi kız, gülümseyerek. “Sanırım eğitimi bir üst seviyeye-” Wanda’nın cümlesi göğsüne çarpan siyah petrolümsü yaratıkla yarıda kesilmişti. Wanda şimdi duvarda mı yoksa tavanda mı durduğunu bilmeksizin karşısındaki büyük bir petrol yığını gibi görünen, tiyatro maskesi gibi bir suratı olan ve vücudunda -ki vücut denilebilirse- birden fazla Alien filmlerindeki yaratığın ağzından olan yaratığa bakıyordu. “Wanda, Mister Misery ile tanışmanı istiyorum,” dedi Stephen, yaratığa dikkatli bir şekilde bakarken. “Wanda Maximoff,” dedi Mister Misery, kıza doğru yaklaşırken. “İçindeki umutsuzluk iştah açıcı.” Yaratık Wanda’nın yüzünü koklarken Wanda yavaşça bir adım geri attı. “Bu yaratık da ne, Stephen?” “Sana yaptığın büyülerin bir bedeli olduğundan daha önce bahsetmiştim, Wanda,” dedi Stephen Strange, Mister Misery’nin yanına kadar gelip birkaç el hareketiyle yaratığı başka bir yere ışınlarken. “Mister Misery benim bedelim. Yaptığım büyülerin bedelinin vücut bulmuş hali.” “Peki?” Dedi Wanda, hiçbir şey anlamayarak. “Bedeli ödemesi gereken kişinin, büyüyü yapan kişi olduğunu sanıyordum?” “Buna çok fazla kafa yormana gerek yok, Wanda, tek bilmen gereken şey, büyülerinin bedelini pek çok farklı şekilde ödeyebilirsin. Ve inan bana, pek çoğu Mister Misery’den daha kötü sonuçlara yol açabilir, hatta senin ölümüne bile neden olabilir.” “Bunun beni korkutması mı gerekiyor?” Diye sordu Wanda, gülümseyerek. “Uzun süredir büyü yapıyorum Stephen, biliyorsun-“

78 Stephen kıza iyice yaklaşıp “Bu demek değil ki yaptığın büyülerin bedelini asla ödemeyeceksin, Wanda,” diye fısıldadı kulağına. “Sadece dikkatli olmanı istiyorum. Yeteneğin, Kaos Büyüsü, inanılmaz derecede nadir ve bir büyücü olarak seni kaybetmek istemem.”

Beş Ay Önce… “Agamato’nun Gözü,” diye fısıldadı genç kız, Stephen’ın boynundaki kolyeye bir kez daha bakarak “Bana Göz’ün, Sonsuzluk Taşları’ndan birini içerdeğini mi söylüyorsun?” “Zaman Taşı,” dedi Stephen yavaşça. Göz’e gücünü veren şey Taş değil, elbette, ama Zaman Taşı, Göz’ün gücünü arttırıyor.” Kız, Göz’e doğru atılarak “Onu kullanarak- Pietro’yu kurtarabilirim, Stephen!” Dedi heyecanla. “Zamanda geri giderek-“ sözü Stephen’ın büyüsüyle yarıda kesilmişti. Stephen Strange havada asılı duruyorken “Agamato’nun Gözü sana gerçekleri göstersin!” dedi. Büyücünün boynundaki kolye yeşil ışıklar saçarken etrafa Wanda istemsizce havada süzülmeye başlamıştı. Kızın etrafındaki her şey karanlığa karışırken Wanda gözlerini odasında açtı. Kulaklarında Surtur’un sesi yankılanıyordu. "Onu yaniden görmek istemez miydin?" diye sordu Surtur, yavaşça, yanındaki genç adamı işaret ederek. Adamı kolunun altına sarıp genç kadına dik dik bakarak "Yapman gerekeni biliyorsun," dedi. "Zihin Taşı’nı bana getir, Wanda. Ben de sana kardeşini vereyim!"

Günümüz… Genç kız derin bir nefes aldı ve ayaklarının altında bir portal açıp kendini Sanctum Sanctorium’a ışınladı. Hexlerini kullanıp havada süzülerek Agamato’nun Gözü’nün saklandığı odaya geldiğinde, Doktor’un bu olanları öğrenmemesi için içinden dua ediyordu. Ama bunu yapmak zorundaydı. Göz’ü üzerinde durduğu taştan aldı ve boynuna taktı. Son kez derin bir nefes aldıktan sonra hexlerinin de yardımıya Göz’ü kullanarak zamanı beş ay öncesine aldı. Yine aynı geceye dönmüştü, arkadaşlarına ihanet ettiği geceye. Ve bu sefer aynı hataları yapmayacaktı. 79 Doktor Strange, Wanda’nın bulunduğu odaya girdiğinde kız donakalmıştı. Ne diyeceğini bilmiyordu. “Ben- ben-“ “Göz’ü kullanmışsın.” Dedi adam, şaşkınlık ve hayal kırıklığı arasında gidip gelirken. “Sana bunu yapmamanı söylemiştim, Wanda!” “Yapmak zorundaydım!” “Pietro’yu geri getirmek için bunu yapman bencillikten başka bir şey değil!” Dedi Doktor Strange, Göz’ü kızdan geri alırken. “Ve bencilliğinin bedelini ödemişe benziyorsun. Umalım ki bedel ödeyen sadece sen olmuşsundur! Ne kadar oldu?” “Herkes ölmüştü, Stephen,” dedi kız, sesi titreyerek. “Benim yüzümden. Hepsi benim yüzümden oldu ve onları kurtarmak zorundaydım. Ve- bir de mor bir adam vardı-” “Anlaşılan ikinci bir bedel olarak işitme yetini de kaybetmişsin, Wanda.” Dedi Doktor Strange, sabrını yitirmeye başlamıştı. “Kimin öldüğü umurumda mı sanıyorsun? Hayır! Ölüm yaşamın doğal bir döngüsü ve bunu sana kaç kere söylediğimi ben bile hatırlamıyorum.” “Beş ay.” Dedi Wanda, gözlerini kapatıp olanları tekrar düşünürken. Doktor Strange her ne kadar sinirlenmiş olursa olsun Wanda yaptığı şeyin doğru olduğunu biliyordu. Adam genç kızı baştan aşağı süzdükten sonra onaylamayarak başını salladı. “Bu neden yetmiş yaşında gösterdiğini açıklıyor.” dedi, havada bir ayna yaratırken. “Sana büyünün bir bedeli olduğunu söylemiştim. Üzgünüm, Wanda, bundan sonra sana yardımcı olamam.” Wanda buruşmuş vücuduna şaşkınlıkla bakarken, bir an bile olsun pişman değildi. Derin bir nefes aldı ve güçlerini kullanarak vücudunun etrafında kendisini genç gösterecek bir illüzyon yarattı. “Teşekkürler, Doktor Strange,” dedi genç kız, Sanctum Sanctorium’u terk etmeden önce. “bana öğrettiğin her şey için.” Önünde açılan portala adım atıp kendi odasına geri döndüğünde birkaç saniye için neler yaşadığını düşündü. Bunların hepsini hak etmişti. Şimdi arkadaşlarına hak ettikleri yaşamı sağlamak için savaşması gerekiyordu. Vis’in yanına koşup gördüklerini anlattığında, Odin herkes için bir tehdit oluşturmadan önce Avengers’ı toplamış ve Surtur’u durdurmak için yola çıkmışlardı.

80 Thor sonunda Muspelheim’a vardığında arkadaşlarını orada görmek onu şaşırtmıştı. Tony, elinde Surtur’un kafasıyla, Thor’a doğru yaklaştı, “Bunun sana ait olduğunu düşünüyorum,” dedi. “Bir dahaki sefere diğer tanrıları kızdırdığınızda, dünyayı etkilememeye çalışın. Ultron gibi, sadece Sokovia-“ “Tony.” Steve adamın yanına gelerek onu durdurdu. Thor’a dönerek, “Hela, sanırım adı oydu-“ “Yeşilli yılan,” diye atladı Tony.

Beş Ay Önce (Günümüz)… Wanda derin derin nefes alıp verirken gözlerini açtı. Neler olup bittiğini hala anlayamıyordu. Hangi zamandaydı? Stephen karşısında duruyordu ama yaşadıkları gerçek miydi? Surtur’a yardım etmiş ve Avengers’ın dağılmasına neden olmuştu. Ve yine onun yüzünden, tüm arkadaşları ölmüştü. Stephen’dan gizlice Göz’ü kullanmış ve zamanı değiştirmişti ama- birkaç saniye önce Nifleheim’dayken şimdi nasıl Sanctum Sanctorium’da olduğunu anlayamıyordu. “Stephen?” “Göz sana olacakları göstermiş olmalı, Wanda,” dedi Stephen Strange, yavaşça yere inerken. “Gördüklerinin hiçbiri daha yaşanmadı.” “Ama ben beş ay geçirdim, Stephen, hepsi o kadar gerçekti ki- Surtur’a yardım ettiğim için pek çok kişiyi kaybettik ve sonrasında Tony yanlışlıkla Bucky’yi öldürdü- ve- ve Steve Hydra’ya katıldı- ve beş ay sonrasında Tony, Steve’i öldürdü ve ben buraya gelip Göz’ü çaldım ve geçmişe gidip Ragnarok’u durdurdum. Doğru, değil mi? Bunların hepsi oldu?” “Hayır,” dedi Doktor Strange, yavaşça. “Hiçbiri olmadı. Bunların hepsi gelecekte olacak şeyler.” “Yani- herkesi kurtarmak için bir şansım var mı demek istiyorsun?” Stephen başını onaylarcasına sallarken, Wanda ne yapması gerektiğini biliyordu. “Ragnarok’u başlamadan bitirebiliriz,” dedi heyecanla. “Thor’u uyarırsak-“ “Zamanın kendi yöntemleri var, Wanda,” dedi Stephen, yavaşça. “Bazı şeyleri maalesef ki önleyemezsin. Ragnarok bunlardan biri. Sen Thor’u

81 uyarmadan çok önce başladı her şey, ama Vision’ın ve arkadaşlarının ölümüne hala engel olabilirsin.” Wanda karşısındaki büyücüye teşekkür ederek açtığı portalla Avengers malikanesine gitti. Vis’in yanına koşup gördüklerini anlattığında, Odin herkes için bir tehdit oluşturmadan önce Avengers’ı toplamış ve Surtur’u durdurmak için yola çıkmışlardı.

Thor sonunda Muspelheim’a vardığında arkadaşlarını orada görmek onu şaşırtmıştı. Tony, elinde Surtur’un kafasıyla, Thor’a doğru yaklaştı, “Bunun sana ait olduğunu düşünüyorum,” dedi. “Bir dahaki sefere diğer tanrıları kızdırdığınızda, dünyayı etkilememeye çalışın. Ultron gibi, sadece Sokovia-“ “Tony.” Steve adamın yanına gelerek onu durdurdu. Thor’a dönerek, “Hela, sanırım adı oydu-“ “Yeşilli yılan,” diye atladı Tony. “Asgard’daki herkesi öldüreceğini söylüyordu- oraya gitmek isteyebilirsiniz.” Diye devam etti Steve, Tony’nin araya girmesini umursamaksızın önce Thor’a sonra Loki’ye bakarak. “Ve eğer yardımımıza ihtiyacınız olursa-“ “Teşekkürler, dostlarım,” dedi Thor, Surtur’un kafatasını Tony’nin elinden alırken. Loki’ye Odinsword’u almasını işaret etti. “Bunları ait oldukları yere götürüp, Ragnarok’a bir son vereceğiz.” “Ah- bir de babanız, saygımız sonsuz ama, başıboş bir şekilde dünyayı yağmalamadan önce-“ “Tony!” Dedi hepsi bir ağızdan.

Asgard’a döndüklerinde Thor, Loki, Hulk ve Sif geriye kalan tüm Asgard’lıları uzay gemisine bindirmeyi başarmışlardı ama Hela hala hepsi için bir tehdit oluşturuyordu. Gökkuşağı köprüsünde hepsi ona karşı savaşırken, Hela karşısındaki dörtlünün onu yenemeyeceğini biliyordu. Thor, Loki’ye yaklaşıp “Surtur’un kafatasını Muspelheim’ın ateşine koy, kardeşim,” dedi fısıldayarak. “Hela’ya istediği Asgard’ı verelim. Ne de olsa gerçek Asgard sadece bir yerden ibaret değil, biz neredeysek, Asgard orası.” 82 Loki kardeşinin kolunu sıkıca tutup “Tek gözünü kaybettin, hayatını da kaybedeyim deme, kardeşim,” dedi ve Hazine Odası’na doğru yola çıktı. Sonunda içeri girdiğinde Loki yapması gereken şeyi biliyordu. Surtur’un kafatasını ateşin içine koyduğunda gözüne mavi bir küp ilişti. Teserract, diye iç geçirdi, Loki. Belki de Hela’yı yok etmek için kendini feda etmesine gerek yoktu. Yaratık bir dağ boyutunda tekrar doğmadan önce Loki koşarak kübü eline aldı ve uzay gemisine ışınlandı. Gemi Asgard’dan olabildiğince uzaklaştığında Surtur’un eskiden Asgard olarak bilinen yeri yerle bir edişini hep birlikte izlediler.

“Peki şimdi nereye gideceğiz?” Diye sordu Sif, Thor’un yanına geldiğinde. Thor kendinden emin bir şekilde “Dünya,” dedi. “rotamız Dünya.” Geminin içindeki Asgard’lılar ve bir adet Hulk sevinçle Thor’u alkışlarken dışarıda devasa bir uzay gemisi onlara doğru yaklaşmaktaydı.

Thanos gemisindeki koltuğundan yavaşça kalktı ve Asgard’lıların gemisine doğru gülümseyerek baktı. Sonsuzluk Taşları’ndan biri o geminin içindeydi. Hissedebiliyordu.

83 Ragnarok Part 6: Promise

"konu" Wanda o gece gördüğü öngörüsünden sonra değişmeye başlamıştır. Genç kız olacakların sonuçlarına katlanabileceğini düşünse de gerçek sandığı gibi olmayacaktır. Öte yandan Tony, Fenris'in yok ettiği Pepper'ın yasını tutmaktadır. Fakat Wanda'nın vereceği haber ile her şeyi unutacaktır.

"On birinci bölüm" 'Onu zaten yeteri kadar sevmiyordun. Ne diye bu kadar üzülüyorsun ki? Yoksa üzülmüş gibi mi davranıyorsun, ha Tony?' Tony sıçrayarak uyandı. Şaşkınlıkla etrafına bakındı, boynu tutulmuştu. Garajdaki çalışma masasının üzerine başını koyma suretiyle uyuyakaldığını anladı. Üzerinde bir battaniye vardı. Dummy, tuhaf hareketlerinden birini sergiliyordu yine. "Brrppp." "Anladım evet, teşekkür ederim," dedi Tony heyecanlı robotuna. Dummy, sahibinin üzerine battaniye örtmüştü. Butterfingers ise Dummy'nin yanına gelerek, battaniye işinde katkısı olduğunu gösteriyordu. "Tamam, sana da teşekkürler," diye mırıldandı Tony, gözlerini devirerek. Masanın üzerinde duran su şişesini ağzına götürüp birkaç yudum aldığı sırada, ilginç rüyasını hatırladı. Kim olduğunu görmemişti, ama bir ses ona Pepper'ı aslında tam anlamıyla sevmediğini söylemişti. Tony sandalyesinin arkalığına yaslandı. Ağzına gelen safra suyunu yutmak zorunda kaldı. Ses... haklıydı. Tony, Pepper'a aşık değildi, onu evlenecek kadar sevmiyordu ama evlenme teklifi etmişti. Çünkü suç o örümcek çocuktaydı.

Kafasını ileri geri sallayıp düşüncelerinden kurtulmak isterken tavandan 84 aşağı sarkan Model 45'e baktı. Nihayet bitirmişti. Şimdi Pepper olsa, 'Zaten bir sürü var, bunu niye yaptın ki?' diye sorardı.

O sırada garaja inen merdivenlerden ayak sesleri duymaya başladı. Aslında kimseyi çekecek hali yoktu ama yine de birileriyle konuşmak iyi olabilirdi. Steve Rogers'ı görmeyi beklemiyordu, daha çok Natasha gelir sanıyordu, ama görünen o ki Tony bu sıralar fazla yanılıyordu. Steve içeri girdiğinde başını kaldırıp Tony'e baktı. "İyi misin?" Tony omuz silkti, "Bilmiyorum. Hiçbir fikrim yok." Steve başını salladı ve ellerini kotunun cebine soktu. "Uykusuz görünüyorsun, biraz dinlenmeyi denemelisin Tony." "Az önce uyandım zaten." "Öyle mi? Kaç dakika uyudun peki?" diye sordu Steve, kaşlarını kaldırarak. Tony kolundaki akıllı dijital saate baktı, bu saati kendi üretmişti. Saat kalori hesabından derin uykuya, nabız atışından, tansiyona dek her şeyi kusursuz bir şekilde ölçebiliyordu. Tony saatlerce uyuduğuna emindi, ama kolundaki akıllı saat onun düşüncesinin tam tersini gösteriyordu. 17 dakikalık uykuda sadece 9 dakika derin uyuyabilmişti. Steve, "Evet?" diye sordu. Tony gözlerini devirdi. "Uyuyabilsem uyurum herhalde." "Garajdan çıkıp yatak odasına gitmeyi denedin mi peki? Yatağına uzanıp üzerine yorganı çekmeyi falan?" Tony bunların hiçbirini denememişti elbette. Uyuyamayacağını bilerek yatağa girmesinin bir anlamı olduğunu sanmıyordu.

Steve konuyu değiştirmeye karar vererek tavandan aşağı sarkıtılan zırha baktı. Sonra mini tezgahtaki kahve makinesinin düğmesine bastı. Makine hafif bir tıngırtıyla çalışmaya başladığında, Steve tezgaha yaslanıp, "Bu model kaç?" diye sordu zırhı gösterip.

Tony önce Steve'e sonra zırhına baktı. "Model 45," dedi. Steve hafifçe gülümsedi. "Zaten bir sürü yok mu? Neden yenilerini 85 üretip duruyorsun?" Tony kaşlarını kaldırıp sarışın adama baktı. "Az evvel zırha bakıp Pepper'ın da benzer şeyi söyleyeceğini düşünüyordum." "Aklın yolu bir," dedi Steve, omuz silkip. "Ama hiçbiri onu kurtarmama yetmedi," diyerek iç çekti Tony. "Hepimiz kayıplar verdik, tabii senin nişanlın öldü, kıyaslamıyorum ama 8 yaşındaki bir kız çocuğu öz babasını kaybetti. Lang'den bahsediyorum. Biliyorsun küçük bir kızı vardı." Tony üzüntüyle başını salladı. "Sadece kendi kaybımı mı düşündüğümü sanıyorsun? Herkes kayıplar verdi tabii. New York yine altüst oldu, şehir hiç gün yüzü görmüyor." "Fenris'i New York'a biz getirmedik. Odin için buradaydı." "Yine de haberi ilk aldığımda Pepper'ı evden çıkmaması için uyarmam gerekirdi. Ama ben... bunu akıl edemedim. Bilirsin, asla benim başıma gelmez sanıyorsun." "Bunun için kendini suçlamayı bırakmalı ve hayatına devam etmelisin. Suçluluk duyarak yaşanmaz Tony." Sarışın adam yaslandığı tezgaha döndü ve Tony ile kendisine birer kupa kahve koydu. Mavi kupayı kendine alırken, kırmızı kupayı Tony'e uzattı. "Uyumamı söylüyorsun, ama sade kahve uzatıyorsun," diyerek tebessüm etti Tony. "Sence de bu işte bir tutarsızlık yok mu?" Kahveyi aldı ve bir yudum içti. Şekersiz sade kahve gibisi yoktu. Steve ufak bir kahkaha attı. "Haklısın, ama zaten uyuyamıyorsun, en azından bu dinç tutar." Tony 'zaten dinçim' demek istedi, ama diyemedi. Çünkü kendini berbat hissediyordu ve kahvenin bir nebze de olsa iyi geleceğini biliyordu. Steve derin bir nefes aldı. "Sana biraz fazla kişisel bir soru sorabilir miyim?" Tony sarışın adama baktı. Baktığı mavi gözler samimiyetle ışıldıyordu. Başını salladı. "Pepper'ı gerçekten seviyor muydun? Yani onunla evlenecek kadar- evlenme teklifi ettiğini biliyorum. Demek istediğim-" "Ne demek istediğini anladım," dedi Tony. "Ve evet, fazla kişisel bir soru bu." 86 "Af edersin," diye mırıldandı Steve. "İleri gitt-" "Hayır gitmedin," diye sözünü kesti Tony. "Pepper iyi bir insandı. Beni seviyordu. Her şeyime katlandı. Tüm hallerime. Ama... onu yeterince ve hak ettiği şekilde sevemediğimi biliyordum. Benden daha iyisini hak ediyordu. Her zaman bunu düşündüm; onu neden yeteri kadar sevemiyorum? Ve cevabı hiç bulamadım Yüzbaşı. Ona evlenme teklifi ettim çünkü... zamanı gelmişti. Bilirsin, bazen ciddi adımlar atmanın zamanı gelir, ben de öyle düşündüm." "Ama mutsuz olabilirdin," dedi Steve. "Bu ciddi adımda mutsuz olup hayatı ikinize de zindan edebilirdin." "Aslında hakkın var. Muhtemelen asla tam anlamıyla onu mutlu edemezdim. Söylediğim gibi, benden çok daha iyilerini hak ediyordu. Ben bazen biraz fazla zalim olabiliyorum. Ama bana en iyi katlanan kişi yine Pepper'dı. Tabii bu evlendikten sonra da böyle olur muydu, emin değilim." "Pepper iyi bir kadındı. Onu senin kadar tanımam mümkün değil elbette, ama seni mutlu edebilirdi." "Asıl soru şu Yüzbaşı; ben onu mutlu edebilir miydim?" Steve cevap vermedi, ne cevap vermesi gerektiğini bilmiyordu. Sesini çıkarmadan kahvesini bitirdi ve kısa bir süre sonra, "Bir ara uyumaya çalış," deyip garajdan çıktı.

Tony, sarışın adamın arkasından bakarken, kendini Steve'in yanında iyi hissettiğinin farkına vardı. Steve'de insana huzur veren bir taraf vardı. Tony aylarca, o Wakanda'da iken onu özlediğini ve defalarca yanında olmasını istediğini düşünüp anılarına daldı. İç Savaş'tan sonra ayrı düşmüş olmalarına karşın, ekip şimdi bir aradaydı. Yaklaşmakta olan büyük tehdite karşı birlikteliklerini sürdürüyorlardı. Tony'nin aklına Rhodes geldi, Doktor Strange ile gitti gideli ondan haber almamıştı. Doktor, onu iyileştiriyor muydu? Döndüğünde yürüyebilecek miydi? Tony merak ediyor, ama dostunun inzivasını bozmak istemiyordu.

Steve içinin kor gibi yandığını hissetti. Tony'nin bu hali onu üzüyordu. Esmer adamın mutlu olma zamanı çoktan gelmiş ve geçiyordu. Steve 87 ne söylese yararı olmuyordu sanki, ama yine de elinden geleni yapmak istiyordu. Tony'e değer veriyordu, geçmişte ne yaşamış olurlarsa olsunlar, bu asla değişmemişti. Hatta değer vermekten biraz daha fazlası vardı.

Wanda portaldan odasına çıktığında anlık bir şok yaşadı. Az önce gördüklerini anlatmak için kendini toparlayıp, Vision'ın odasına koşturmaya başladı. İlk kez kapıyı çalmadan odaya daldığında Vision'ın mor koltukta oturup kitap okuduğunu gördü ve bir an için olduğu yerde durdu. Bu ona anlamsız gelmişti. Vision ise odasına dalan genç kıza bakakalmıştı. "Kapıyı çalmadan ilk kez giriyorsun, iyi misin?" Wanda cevap vermek yerine, "Sen kitap mı okuyorsun?" diye sordu. Vision elindeki Sefiller kitabına baktı. "Biliyorum istesem ona erişebilir her cümlesini ezberleyebilirim. Ama tarihi böyle elimde tutamam. Bu daha keyifli," derken kitabı elinde sallıyordu. Wanda bir an gülümsedi, sonra ciddi bir yüz ifadesiyle; "Buraya neden geldiğimi az kalsın unutuyordum," dedi. "Çok kötü bir şey olmak üzere Vis. Az önce... bir öngörü yaşadım." Vision, genç kıza bakarken, ne demek istediğini anlamaya çalışıyordu. "Yaşadım derken, neyi kast ediyorsun?" "Gerçekte olacak olan her şeyi gördüm ve yaşadım diyorum Vision. Tanrım. Hepsi o kadar gerçekti ki... Ve eğer engel olmazsak, hepsi gerçek olacak." "Amigdalalarımda bir titreşim hissediyorum," dedi Vision. "Bu panik ya da tedirginlikle eş değer olabilir. Açıkcası söylediklerin beni endişelendiriyor Wanda." "Endişelensen iyi olur Vision, çünkü bu ciddi bir durum. Herkese anlatmam gerekenler var, hadi gel de onları bulalım," diyerek Vision'ın elinden tuttu ve onu odasından çıkarttı.

Natasha kapısı tıklatıldığında daha banyodan yeni çıkmıştı. Üzerinde beyaz bornozu vardı. Kaşlarını çatıp kapıya yürüdü ve açarak başını aralıktan uzattı. Karşısındaki Clint'ti. "Bir şey olmuş. Giyinip hemen gelsen iyi olur." 88 Clint başka bir şey söylemeden giderken, Natasha daha çok kaş çattı. "Lanet olsun, bir gün izin yapamaz mıyız?" diye söylenip odasına girdi ve üzerinden bornozu çıkardı. Saçlarını kurutmaya vakit olmadığını biliyordu ve bu onu daha çok kızdırıyordu. Natasha ıslak saçtan nefret ediyordu, ama Clint hemen gelmesini söylemişti. Kendi kendine küfürler ederken 'Eğer Tony histeri krizindeyse ve bu yüzden acele ile çağırıldımsa bu sefer onu ellerimle boğacağım,' diye düşündü. Pepper'ı kaybetmiş olması umurunda bile değildi, kendisi bile Pepper'ı Tony'den daha çok seviyordu. Esmer adam kendi içinde bunu bilmiyor olabilirdi ama Natasha casustu ve üstelik Rus'tu. Gözünden bir şey kaçacağını sanıyorlarsa, yanılıyorlardı. 'Ona bu sefer haddini bildireceğim.'

Ancak odasından çıkıp ana salona geldiğinde Tony'nin gayet normal olduğunu gözlemledi. Tek kaşını kaldırıp esmer adama bakarken, Tony'nin bakışlarını fark ettiğine emindi. "Ne oluyor?" diye sordu. "Wanda bize bir şey söyleyecekmiş, acaba tırnağı falan mı kırıldı?" diye fısıldadı Tony. "Aşk acısı çektiğini sanıyordum?" "Ben de ıslak saçtan nefret ettiğini sanıyordum?" Natasha gözlerini devirdi. "Clint acele ettirdi." O sırada herkes gelmişti. Wanda durumu açıklamaya başladı; "Az evvel bir öngörü yaşadım," dedi. Sonra bir nefes kadar sustu. Onlara Wakanda'da açtığı portallardan, Doktor Strange'ın ona ders verdiğinden bahsetse miydi? "Thor'un başı belada. Surtur denen büyük bir kötü ile sıkıntı yaşayacak ve bu Asgard'ın sonu olacak. Tabii bir de Şeytani ablaları var." "Ablaları mı?" diye sordu Tony. "Thor tek çocuk değil miymiş?" Hafiften bir kıkırdama duyuldu. "Loki'yi ne çabuk unuttun?" diye sordu Clint. "O evlatlık ya ondan kıkırdıyor," diye açıkladı Natasha. "Taht elden gidiyor," diye fısıldadı Tony. Wanda konuşulanları duymadığından anlatmaya devam etti; “Hela. İsmi bu. Odin'in ilk çocuğu. Fenris'in sahibi. Ama Surtur daha tehlikeli. Asgard'ın yerle bir olmasına sebep olacak ve Thor'un yardımımıza 89 acilen ihtiyacı var. Surtur'u durdurmamız ve Asgard için ona yardım etmemiz gerekiyor." "İyi de Asgard'a nasıl gideceğiz?" "Asgard'a değil, Muspelheim’a gitmemiz gerekiyor. Thor orada." "Fark etmez, uzaya gidecek aracımız yok." "Ben... ben bir portal açabilirim," dedi Wanda. Tony başını kaldırdı. "Portal mı?" Wanda artık gerçeği itiraf etmek zorundaydı. En azından bir kısmını. Dilinin ucuyla dudaklarını ıslattı ve derin bir nefes aldı. "Wakanda'da iken Doktor Strange bana ulaştı. Büyü yeteneğim ve hexlerim... dikkatini çekmiş. Şey... bana portal açmayı öğretti. Ve-" "Wakanda'da portal mı açtın?" diye atıldı T'Challa. İlk defa konuşuyordu. "Hepimizden gizli, Wakanda'yı terk mi ettin?" Wanda'nın yüzü yanıyordu. Steve ona merakla birlikte, hayal kırıklığı ile bakıyordu. Wanda Ultron'dan sonra ilk kez hata yaptığını farkederek utandığını hissetti. "Çok özür dilerim. Ancak buna mecburdum. Strange bana... başka yol bırakmadı. Demek istediğim; beni asla zorlamadı, ama teklifi reddedemeyeceğim kadar cazipti. Ondan ders aldım, beni ve güçlerimi eğitmesine izin verdim. Ve bu sayede öngörü yeteneğimi de geliştirdim. Kamar-Taj'da-" "Kamar-Taj mı? Lanet olsun Wanda, sen ne yaptın?" diye çıkıştı Steve. "Portal açıp Kamar-Taj'a mı gittin?" Wanda başını sallayıp onayladı. "Kimseyi tehlikeye atmadım. Yemin ederim, yanlış bir şey yapmadım Steve. Yerimizi açık edecek hiçbir şey yapmadım." "Düşmanlarımız her yerde Wanda," dedi genç Kral. "Wakanda'nın da düşmanları var. Biri bunu fark edecek olsaydı-" "Ama kimse fark etmedi," diye atladı Wanda. "Vay canına be!" diye gürledi Peter. O da ilk kez konuşuyordu. "Çok havalı."

Tony çocuğu dürtükledi. "Bence olmuşu konuşmakla zaman kaybetmeyelim," dedi. "Wanda bir şey görmüşe benziyor. Önce önümüzdeki tehlikeye odaklanalım. Thor'a yardım etmeye gidelim, 90 sonra bu konuyu tekrar konuşursunuz." Wanda'ya abartılı bir şekilde göz kırptı Tony. Natasha ise iç çekip gözlerini devirdi. Tony kıza destek çıkmıştı çıkmasına ama bu konu kapanmamıştı.

Wanda, 'tamam' dercesine başını yeniden salladı. "Surtur, Muspelheim'da Thor'u esir alacak ve Asgard'ın kıyameti olacak. Açtığım portalla oraya gidip Thor'u kurtarmalı ve Surtur'u yok etmeliyiz." Tony gülümsedi. "Friday, Model 45'i gönder."

Steve dahil herkes dönüp Tony'e baktı. İki saniye içinde esmer adamın vücudunda zırh vardı.

"Zaten bir sürü vardı. Ama bunu uzay için tasarladım. Giymenin vakti geldi," dedi Tony. "Ben hazırım, hadi gidip Thor'u kurtaralım."

Herkes şaşkınlığını üzerinden attıktan sonra, Wanda portal açmaya başladı. Ekip tam teçhizat geldiğinde ise tek tek portaldan geçmeye başladılar.

"Sen gelmiyorsun," dedi Tony, Peter'a bakarak. "Ama-ama Bay Stark... Günlerdir buradayım, beni Fenris savaşına da dahil etmediniz. Ben burada ne yapıyorum ki o zaman?" "İstersen eve dön, seçim senin," dedi ve portala tek adımını attı Tony. "İstersen de kal ve büyük savaşa hazırlan çocuk. Sen bilirsin." Sonra portalda kayboldu.

Peter yerinde tepinmek istiyordu. Her şeyden geri tutulup korunmaya ihtiyacı yoktu. Önünde açık olan portala doğru koştu ve duvara toslayıp yere düştü. Portal çoktan kapanmıştı. "Lanet olsun," diye bağırdı. Sonra ayağa kalktı. "Ben iyiyim," diye mırıldandı. Karargahta tek başınaydı, kime konuşuyordu ki?

"Karen, orda mısın?" 91 "Buradayım Peter," diye yanıtladı kostümdeki işletim sistemi. "Hadi sudoku çözelim. Burada tek başımıza kaldık."

Muspelheim'a ilk adımı atan ekip şaşkınlıkla etrafına bakınıyordu. "Uzay hayalimden daha ilginç bir yermiş," dedi Clint. "Hayal kırıklığına mı uğradın?" diye sordu Tony, alayla. "Eh, biraz." "Bu taraftan," dedi Wanda ve ilerlemeye başladılar. Wanda, ekip arkadaşlarını görüsünde gördüğü yere götürdü. Surtur tam karşılarında duruyor ve ufak topluluğa bakıyordu. "Siz de kimsiniz?" diye gürledi. "Yenilmezler," dedi Tony zırhın içinden. Sırıtıyordu ama bunu kimse görmüyordu. Daha fazla beklemeden savaşa girdiler. Surtur şaşırmıştı. Üzerlerine askerlerini gönderdi. Yarım saatlik savaşın sonunda Yenilmezler kazanmıştı. Tony, elinde Surtur'un kafatasını tutuyordu. "Hadi bunu Thor'a verip eve dönelim," dedi. "Uzayı hiç sevmedim." “Ben de hiç sevmedim,” dedi yanına gelen Steve. Tony sarışın adama baktı. İçinde yeşeren hislere anlam veremiyordu. Dürüst davranmaya karar vererek, “Ne dersin?” diye sordu. “Buradan çıktığımızda bir yemek yer miyiz?” Steve, Tony’e bakıp gülümsedi. “Bu bir randevu mu?” “Adına her ne dersen artık,” diye yanıtladı Tony. Steve başını salladı, başka bir şey söylemeye gerek yoktu. Zaten her şeyi içinde yeteri kadar tutmuştu. Artık salıvermeliydi.

Wanda'nın açtığı portalla eve dönerlerken herkes yorgundu. Tony uyumak istiyordu. Mümkünse uyanmadan üç gün uyumak... Döndüklerinde Peter'ın üzerinde kostümle bulmaca çözdüğünü gördü. "Bunu sana daha ulvi amaçlar için verdim," dedi Tony. Peter olduğu yerde sıçradı. "Bakın Bay Stark, sudokuda en yüksek puanı aldım." Tony zırhı çıkarıp geri yollarken, Peter'a abartılı bir şekilde göz devirdi. "O kostümü çıkar ve yerine koy. Hemen."

92 Peter denileni yaparken, Tony odasına doğru yol aldı. Bir ergenle uğraşması ne kadar da zordu.

93 94 Warriors Part 1: It’s All Connected

"konu" Kahramanların zamanı geride kalalı çok olmuştu. Uğruna savaştıkları her şey hiçliğe karıştığında, insanlığın yaşama tutunmaya çalışmaktan başka çaresi kalmamıştı. ’un Rejimine kimse karşı çıkamazdı. Yaşıyor olsaydı annesi ne yapardı? Avengers ne yapardı?

"On ikinci bölüm" Mart 2033, Greenwich Village, Old York Billy Kaplan, Sanctum Sanctorium’un kalıntılarının arasında kıymetli bir şeyler arıyordu. Bugünün yemeğini karşılayabilecek değerde bir şeyler. Billy’nin doğduğu dünya böyle bir yerdi, eğer yiyecek bir şey istiyorsan ya onu avlayacaktın ya da avcılara seninle paylaşması için karşılığında bir şeyler sunacaktın. Billy bir avcı değildi. Zaten Thanos onun avcı olmasına asla izin vermezdi. 16 Yıl önce dünya yeni bir çağa girmişti. Thanos Çağı ve bu çağın bitmesi gibi bir ihtimal görünmüyordu. Sonsuzluk Taşlarını kullanarak Thanos dünyayı ele geçirmiş ve kendisine karşı gelen herkesi yok etmişti. Genç adam kalıntıların arasında bulduğu kolyeyi eline alıp bel hizasında duran çantasının içine attı. Burada hurdadan başka bir şey kalmamıştı, tıpkı Avengers Kulesi gibi. “Wiccan!” Billy olduğu yerde korkuyla titredi. Bunun Thanos olma ihtimali var mıydı? Ya da onun Kara Süvarileri’nden biri? Genç adam derin bir nefes alıp arkasını döndüğünde karşısında hiçkimse yoktu. Billy rahatlamıştı. Bunun o manyaklar olmaması sevindirici bir şeydi. “Billy!”

95 Ama sevindirici olmayan bir şey vardı. Billy o sesi hala duyuyordu ve günümüz dünyasında güçlerini kullanmak yasaktı. Eğer manyaklar sürüsü bunu farkederlerse burada bitmeleri birkaç saniyeden uzun sürmezdi ve Billy gücünü kullananlara ne olduğunu biliyordu. “Merak etme, güçlerini kullanmıyorsun!” “Dur artık! Her kimsen, dur! Senin güçlerini kullanman onların buraya gelmesine neden olacak ve seni görmedikleri için benim yaptığımı düşünecekler!” “Benim güçlerimi göremezler, çünkü ben burada değilim.” Billy duraksadı. Kimle konuşuyordu bunca süredir? Zehirlenmiş miydi? O eline aldığı kolyede bir şey mi vardı? Ne olmuştu? Kırmızı başlığını kafasına geçirip harabeden çıkmaya yeltenirken karşısında beliren hayaletle olduğu yerde donakaldı. “Benim adım Doktor Stephen Strange,” dedi Billy’nin karşısındaki hayalet. Billy kafasını onaylarcasına sallayıp, adamla tokalaşmak için elini uzatmak ile uzatmamak arasında gidip geldi. “Billy, senin yardımına ihtiyacım- ihtiyacımız var!” “Sen kimsin ve neredesin? Gücün böyle garip garip etrafta belirip insanları korkutmaksa, hiç hoş değil adamım. Ayrıca orta yaşlı erkekler ilgili alanıma girmiyor, üzgünüm.” Doktor Strange içinde bulunduğu duruma rağmen çocuğun espiri anlayışına gülümsemişti. “Komik.” Dedi yavaşça. “Tipin olmadığımı söylerken beni süzdüğün gerçeğini görmezden geleceğim,” “Ee- ben- şey-“ Billy ne diyeceğini kısa bir an kestirememişti. Adamın bu cevabı vermesini beklemiyordu. “Benim bir sevgilim var, teşekkürler.” Diye atıldı. “Şimdi izin verirsen çılgın katiller sürüsü buraya gelip senin yüzünden benim canıma okumadan bu harabeyi gerimde bırakmak istiyorum.” “Buraya gelmeni bekliyordum.” “Ho- ho- ho- ahbap, nasıl bir sapıksın bilmiyorum ama,” Billy, Doktor Strange’in hayaletinin içinden geçip yoluna devam ederken konuşmaya devam ediyordu. “inan ki buraya ne seninle görüşmek ne de başka bir şey yapmak için geldim. Yarın yaşındaki çocuklara-“ “Açıkçası bulunduğun yılda yaşımın üçte biri kadar olurdun-“ Dedi Doktor Strange, gözü uzaklara dalarak. “tabii yaşıyor olsaydım.” 96 “Hay lanet!” Diye söylendi Billy, kendi kendine. Bir ölülerle konuşabilme yetisi eksikti. Yani her şey o kadar yolunda gidiyordu ki- gerçekten! Neden evdeki o Kızıl Cadı kuzeni gibi değildi ki? Onun gibi sosyal bir ucube olmayı tercih ederdi açıkçası. ‘Bir daha geç kalırşan çenin kulayından kıcgın yaa dökeyim!’ Billy aklında kuzeninin daha önce ona söylediklerini çocuk sesiyle tekrarlayarak Nikola’yla dalga geçiyordu.

“Billy, Thanos ve ordusunu durdurmamıza yardımcı olabilirsin.” “Sen hala burada mısın?” Diye sordu Billy, çoktan eve doğru yol almaya başlamışken. “Ben senin o harabede kaldığını düşünüyordum.” “Agamoto’nun Gözü’nü aldığında aramızda bir bağ oluşturdun ve Büyük Kanripo-“ “Bak dostum,” dedi Billy olduğu yerde durarak. “Manyak bir plan yaparak öldüğün tarihten yıllar sonrasına bir göz bırakmışsın, ve benim onu bulamama ihtimalini -ki beş trilyonda bir falan bu- hiçe sayıp tüm umutlarını buna bağlamışsın. Hiçbir şey yetmemiş gibi şimdi bu aptal isimlerle kafamı karıştırmaya çalışıyorsun ve Doktor ya da her neysen- eğer Thanos’u durdurabilecek güce sahip olsaydım, bunu zaten çoktan yapardım.” Doktor Strange karşısındaki adama acıyarak baktı. Bir zamanlar aynı yerde kendisi duruyordu. Gördüğü şeylere inanmayan, inanamayan biriydi o da, tıpkı bu genç adam gibi. “Göz’ü kimin bulacağını bilmiyordum, ama Thanos ve ordusu dışında biri olsun diye onu efsunlamıştım, yani senin gibi yüce bir kalbin dışında kimse onu göremezdi. Mükemmel bir planla gelmem imkansızdı çünkü Thanos’un ilk saldırdığı yer Sanctum Sanctorium’du ve Göz’den Zaman Taşı’nı aldığında her şeyin çok geç olduğunu biliyordum. Avengers’ı uyarmadan önce yapabileceğim bir şey vardı. Geleceğe bir mesaj bırakabilirdim. Anlayacağın üzere şu an konuştuklarımızı o zaman hesaplayamazdım, bu yüzden zihnimi taşa yükledim.” Billy derin bir nefes aldı. “İyi yapmışsın, ama ben aradığın kişi değilim.” dedi.

Mayıs 2018, Sanctum Sanctorium, Greenwich Village, New York

97 Doktor Strange binanın tavanında açılan büyük yarığa bakarken, ona saldıracak kadar aptal olan kişinin kim olduğunu merak ediyordu. Pelerin onu geriye doğru çekiştirirken, Wong’un ona seslendiğini duymamıştı bile. Vücudu karşısındaki mor adamın elinde sıkışmış, hareket etmekte zorlanıyordu. “Büyük Zata-“ “Kes!” Dedi Thanos, Doktor Strange’in vücudunu daha da sıkıştırarak. Mızraklı bir kadın Wong’a saldırırken, adam devasa dudağının kenarıyla gülümsedi. “Buraya ne için geldiğimi biliyorsun.” Doktor Strange zamanının olmadığını biliyordu. Ama bildiği bir şey daha vardı ki- Göz ile zamanı geri alacaktı ki- avucunda hapsolduğu adam Göz’ü Strange’in boynundan aldığında, Doktor bir b planı düşünmeye başlamıştı bile. Göz’ün içindeki Zaman Taşı’nı söküp koleksiyonuna eklediğinde Thanos biraz daha rahatlamış gibiydi. Doktor Strange’i ve artık değersiz olduğunu düşündüğü Göz’ü Sanctorium’un bir köşesine fırlattı. “Proxima,” diye seslendi kadına. “işlerini bitirip burayı yerle bir et.” Cümlesi bittiğinde Uzay Taşı’nın gücünü kullanarak oradan ışınlandı. Doktor Strange yenilgiye uğramıştı ama hayır, bunu kabul edemezdi! Kimse Stephen Strange’i bu şekilde- adice yenemezdi. Ağzındaki metalik kan tadını umursamaksızın yerde sürünerek Göz’e ulaştı. Derin bir nefes aldı. Buradaki işi bitmişti. ‘Şimdilik…’ diye düşündü. ‘Şimdilik zaferinin tadını çıkar.’ “Bilge Garathon’un sonsuz ışıkları, Sonsuzluk Savaşçıları’nın ilk tohumunu ekerken bana onu korumamda yardımcı olmanızı emrediyorum!” Dedi dişlerinin arasından. “Onlara erişmemi sağlayacak gelene kadar bu tohumu koruyun.” Ve Doktor Strange son nefesini verdi.

Mart 2033, Greenwich Village, Old York Ev dedikleri barakaya girdiğinde Nikola ellerini göğsünün üzerinde bağlamış, onu bekliyordu. Tek eliyle kızıl saçlarını savurarak konuştu. “Billy Kaplan, gördüğüm kadarıyla elin boş-“ “Biliyorum, Nikola, ama bugün yapamazdım, tamam mı? Bir şey beni takip etti bütün gün- ve- ve-“ 98 “Ve?” Diye sorguladı Nikola onu. “Dışarı çıkıp avlanmamı istemiyorsun- ki biliyorsun senden daha iyiyim bu konuda. Seninle gelmemi de istemiyorsun. Ve eve elin boş geliyorsun. Peki bugün nasıl yemek alacağımız konusunda bir fikrin var mı?” Billy hiçbir şey söylemeden evden gerisin geriye çıktı. Nikola’yı seviyordu. Geriye kalan tek ailesiydi o ve başına bir şey gelmesini istemiyordu elbette. Hoş, herhangi bir durumda Nikola’nın Billy’yi savunması daha olasıydı ama yine de- Billy derin bir nefes aldı. Hava soğumaya başlamıştı. Aslında yapabileceği bir şey vardı ama bundan pek de emin değildi. Bütün gün o manyak hayaletten kaçmaktan sevgilisini düşünmeye adam akıllı fırsatı olmamıştı. Kapüşonunu başına geçirip Hulkling’in yanına doğru yürümeye koyuldu. Onun ailesi inanılmaz zengindi ve bu nedenle Billy gibi etraftan çer çöp toplayıp karşılığında yemek dilenmek zorunda değillerdi. Hulkling pek çok kez onlara yardım etme teklifinde bulunmuştu ama Billy bunu kabul edemezdi. Onunla birlikteydi, çünkü onu- çünkü ona değer veriyordu ve Hulkling’in onu yanlış anlamasını istemiyordu. Kullanılıyormuş gibi hissetmesini istemiyordu.

Ailesinden Hulkling’in Happy Noodle’da olduğunu öğrendiğinde Billy bu sefer oraya doğru yola koyulmuştu. O yeri sevmiyordu açıkçası. Pek çok mutant karşıtı insan oraya gidiyordu ve Billy’nin birkaç kez başı orada belaya girmişti. Öte yandan Happy Noodle ona Hulkling’le tanışmasını da sağlamıştı. “Bu hayatı hak etmediğini biliyorsun, Billy,” Diye konuştu Doktor Strange, çocuğun yanında belirerek. “Ne sen, ne kuzenin, ne de Hulkling.” “Hiçbir şey bilmiyorsun!” Diye bağırdı Billy, Happy Noodle’ın önünde olduğunu fark etmeksizin. Etrafındaki herkes ona bakıyordu, o ise hiç kimsenin görmediği bir hayalete bağırıyordu izlendiğini bilmeksizin. “Bu dünya hakkında hiçbir bilgin yok!” “Mutant pisliği!” Diye bağırdı uzaktan biri. “Senin türünü burada istemiyoruz!”

99 Billy bir anda etrafında toplanan kalabalığa nasıl karşı çıkacağını bilmiyordu. Güçlerini kullanamazdı. Onlardan kaçamazdı. Tek çaresi, onlar yorulana kadar dayak yemeye dayanmaktı. Ya da Hulkling çıkagelecekti kapıdan, tıpkı ilk tanıştıklarında yaptığı gibi, ve ona saldıran herkesi yerle bir edecekti. Billy ilk yumruğu yediğinde yere düştü. Adamlar tekme atarken Billy’ye, sonunda onun sesini duymuştu. “Billy!” Hulkling tek tek ona saldıranları devirirken Billy zorlanarak yerden kalktı. Sonunda ikisi yalnız kaldıklarında Billy ne diyeceğini bilmiyordu. Buraya sadece sevgilisini görebilmek için gelmişti ama şimdi içinde olduğu durumdan dolayı kendini yerin on kat dibinde hissediyordu. “Billy, iyi misin?” Diye sordu Hulkling, onun yanına gelip elini tutarak. Tek eliyle Billy’nin yüzüne dokundu, yanağındaki kızarıklığa ulaştı ve ufak bir öpücük kondurdu. “Sana bir şey olmasına izin veremem.” “Hulkling,” dedi Billy, yavaşça. Nasıl devam edeceğini bilmiyordu. Cümleleri boğazında düğümleniyordu. “Doğru kararı vereceğini biliyordum.” Dedi Doktor Strange, muzaffer bir gülümseme ile. “Ne de olsa göz seni bilerek seçti, Wiccan.” “Yapabileceğime emin değilim.” Dedi Billy yavaşça. Hulkling’in şaşkın bakışları arasında kapüşonunu kafasına geçirdi. Yağmur yağmaya başlamıştı ve Billy buna şükrediyordu. Yağmur gözyaşlarını gizlemede ona yardımcı olabilirdi. Hulkling bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamış, sevdiği adamdan bir adım uzaklaşarak “Billy, ne oldu?” Diye sordu.

100 101 102 Sevdiği adama ilk defa bunu itiraf ettikten hemen sonra genç adam gözlerimi kapattı ve Doktor Strange’in söylediği yer ve zamana ışınlandı. Buraya geri dönemeyeceğimi biliyordu. Onu belki de bir daha asla göremeyeceğini, görse bile büyük ihtimalle birlikte olamayacaklarını biliyordu. Yine de geri kalan herkesin mutlu yaşaması için kendi mutluluğunu feda etmeyi seçmişti. Buna hazır mıydı, bilmiyordu. Tek bildiği, yapacağı her şeyin buna değmesini sağlayacak oluşuydu.

Haziran 2017, Avengers Karargahı, Upstate New York Billy karargahın orta yerinde belirdiğinde gözlerindeki yaşı silmeyi unuttuğunu farketti. Kulaklarını sağır edecek kadar gürültülü sirenler etrafını kapladığında, Tony Stark’ın oyuncakları da genç adamı ablukaya almıştı bile. Billy kollarını iki yana açıp robotları kendinden uzakta tutarken Avengers’ın odada toplanması birkaç saniyelerini almıştı. “Beni bekliyor muydunuz?” Diye sordu Billy, şaşkınlığını gizlemeyerek. “Vücudu yıldız haritası olan bir deliyi kim beklemez?” Diye dalaştı Tony, elleri saldırı pozisyonunda beklerken. “Kimsin ve neden buradasın?” “Hangi ara süper kahraman kıyafetlerinizi giydiniz?” Vision yerin altından çıkıp Billy’nin arkasından yaklaşmaya çalışmıştı ama anlamadığı bir nedenden ötürü, diğer robotlar ile aynı mesafeden ileri gidemiyordu. “Anladığım kadarıyla-“ “Ahbap, kimsin bilmiyorum ama-“ dedi Billy, gülümseyerek. “kimse senin fikrini sormadı- henüz.” Steve, Tony’ye saldırı planını gözüyle işaret ederken, daire çizerek çocuğun arkasına doğru ilerlemeye koyuldu. Öte yandan Wanda büyüsünün çocuk üzerinde neden işlemediğini anlamaya çalışıyordu. “Buraya gelecekten geliyorum.” Dedi Billy, tek bir seferde. “Sizinle buluşmam için Doktor Strange beni yönlendirdi.” “Bu bize neden saldırmaya çalıştığını hala açıklamıyor-“ dedi Bucky, Steve’in ondan kuvvet alarak çocuğun üzerine atlamasına yardımcı olmak için dizinin üzerine eğilirken. Gözüyle pozisyonu aldığını onayladı.

103 “Ya da bütün o savunma sistemlerimi nasıl kırdığını. Açıkçası bir ara seninle bu konu hakkında konuşmak isterim. Anlarsın ya, buranın güvenli olması hepimiz için çok önemli.” “Anlamıyorsunuz,” dedi Billy yavaşça. Kollarını indirdiğinde Steve, Tony’ye işaret verdi. Kaptan, Bucky’nin dizinden güç alarak ortadaki gencin üzerine doğru atıldı ve kalkanını doğru açıya getirerek Tony’nin ellerinden çıkan ışınları yabancıya doğru yansıttı. Billy ellerini kafasının üzerine kaldırıp kendine gelen saldırıyı engellerken, zorlanarak konuştu. “Anlamıyorsunuz! Buraya annemi görmeye geldim! Gelecekte-“ “Nefesini sonraya sakla çocuk!” Diye söylendi Clint, oklarını bir bir çocuğa doğru fırlatırken. “Gelecekte hiçbiriniz yaşamıyorsunuz!” Diye haykırdı Billy, kalan tüm gücünü kullanırken. Etrafındaki herkes odanın bir tarafına doğru savrulurken, çocuk hepsinin ortasında, ayakta duruyordu. “Buraya annemi ve sizi uyarmaya geldim. Thanos geliyor. Ve benim geldiğim yerde, sizi yenmişti.” Bucky metal kolunu kullanarak ayağa kalkıp çocuğa doğru yaklaştı. “Sen kimsin? Ve annen kim?” “Benim adım Billy-“ “Dur!” Diyerek odaya girdi Natasha. Kusacak zamanı mı bulmuştu yoksa bu Billy denen çocuk mu onun kusmasını bekliyordu, bilmiyordu, ama sonuç itibariyle son beş dakikadır kusuyordu ve arkadaşlarına yardıma gelememişti. Ya da- “bunu benim söylemem daha mantıklı.” dedi. Tony ayağa kalkarken ağzında bir şeyler geveliyordu ama Natasha onu duymamazlıktan geldi. “Hamileyim.”

104 Infinity Warriors Part 2: First Date

"konu" Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını ve asla da olamayacağını zor yoldan öğrenen kahramanlarımız gelecekten gelen misafir ile her şeyin farkına varmaya başlayacaktır. Savaş kapıdadır ve sandıklarından çok daha çetindir.

"On üçüncü bölüm" Mart 2017 Sabah güneşi Yenilmezler'in karargahına vurduğunda, Tony, duştan yeni çıkmıştı. Belindeki beyaz havluyu çıkarıp giyindi, gün onun için erken başlamıştı. Ana salona girdiğinde orada sadece T'Challa vardı. "Günaydın," dedi Tony. "Günaydın Bay Stark, bu sabah erkencisiniz." "Evet, gece iyi uyudum ve sabahın ilk ışıklarıyla- bir yere mi gidiyorsun?" Tony adamın günlük kıyafetlerinden daha resmi giyindiğini fark etmişti. "Evet, Wakanda'ya gitmem gerekiyor. Wanda'nın herhangi bir zarar verip vermediğini yerinde görmem gerekiyor." "Açtığı portalı kimsenin fark ettiğini sanmıyorum." "Wakanda'da yüksek teknoloji kullanırız Bay Stark, düşmanlarımız da bu yüksek teknolojiden kullanıyor. Gidip her şeyden emin olmam gerekiyor." "Nasıl istersen," dedi Tony. "Sana jeti hazırlatmamı ister misin?" "Teşekkürler, kendiminkiyle gideceğim." Tony başını salladı, kısaca el sıkıştılar ve T'Challa karargahtan ayrıldı. Onun arkasından bakan Tony'nin telefonu çaldı. Arayan bilmediği bir alan koduyla başlayan bir numaraydı. "Friday, nereden aranıyorum?" "Kamar-Taj'dan Bay Rhodes arıyor, Patron." Tony hemen telefonu yanıtladı. "Rhodey?" "Merhaba Tony, nasılsın dostum?" 105 "Beni bırak asıl sen nasılsın? Tedavin nasıl gidiyor? Doktor derdine derman buluyor mu?" Rhodes ardı ardına gelen sorular yüzünden güldü. "Gayet iyi gidiyor. Enerjiyi bedenime yönlendirmeyi öğreniyorum, Strange, biraz daha yolumun olduğunu söylüyor. Kısa sürede oraya dönmenin hayalini kuruyorum." "Acele etme, burası kaçmıyor ya." "Demek beni hiç özlemedin?" Tony kahkaha attı. "İnan bana yerini kimse dolduramaz dostum, ama iyileşip dönmeni görmek istiyorum." Rhodes onaylar gibi bir ses çıkardı. "Ekip nasıl?" Tony kısaca olanlardan bahsetti. Surtur'dan, portallardan ve Muspelheim'da yaşananlardan... "Tüm eğlenceyi kaçırmışım," dedi Rhodes. "Hepinizi o kadar özledim ki." Tony tebessüm etti, "Biz de seni özledik dostum, orada keyfin yerinde mi?" "Evet, gayet otantik bir yer. Ama wifi var." Rhodes güldü. "İnsan burayı görünce geçmişe gelmiş gibi hissediyor, ama günümüz teknolojisini kullanıyorlar." "Büyülerle aran nasıl peki? Doktor sana şapkadan tavşan çıkarmayı öğretti mi?" "Çok komiksin. Burada sihirbazlık öğrenmiyorum. Ama meraklısıysan geldiğimde birkaç numara gösteririm. Ortadan adam kaybetme oyunu oynarız ve belki seni kaybederim." "Sanırım telefonun çekmiyor, alo Rhodey? Sesimi alıyor musun?" Rhodes, "Ne oldu, yoksa korktun mu?" diye sordu gülerek. O sırada odaya elinde bir tabakla Clint girdi. "Clint'i ortadan kaybetmeye ne dersin? Adam bir bizonun üç öğünde yediğini, tek seferde yiyor." Clint adını duyduğunda Tony'e baktı ve tabağını gösterdi. Tabakta sadece birkaç dilim salam, bir dilim peynir ve beş tane zeytin vardı. Tony omuz silkti. "Oyum Clint'ten yana." "Kimle konuşuyorsun sen?" diye sordu Clint.

106 "Rhodes birkaç numara öğrenmiş, geldiğinde üzerinde denemek istiyor." Rhodes telefondan bağırdı. "Ben öyle bir şey demedim, çarpıtma." "Sağ ol ama kalsın," dedi Clint koltuğa otururken. "Can attığını söyledi." Clint, gözlerini devirdi. "Ben öyle mi dedim?" Rhodes güldü. "Sohbetine doyum olmaz Tony, ama kapatmam lazım. Ders başlamak üzere." "Kendine iyi bak dostum, sesini duyduğuma sevindim." "Ben de öyle." Telefonu kapatıp Clint'in yanına oturdu Tony ve tabakta bulunan salamlardan birini alıp ağzına attı. Clint ters ters baktığında ise, "Ne? Parasını ben ödüyorum," dedi. O sırada odaya Natasha girdi. "Geç mi kalktım ben?" Tony ve Clint, oldukları yerde sarı saçlı kadına bakakaldılar. "Saçına ne yaptın sen?" diye gürledi Tony. "Ne yapmışa benziyorum?" diye sordu Natasha terslenerek. "Şey-" "Boyadım mankafa," dedi Natasha onlara doğru ilerlerken. "Bence çok değişik olmuş, ama yakışmış. Sadece alışmamız lazım," dedi Clint. "Sabah sabah burada ne yapıyorsunuz?" diye sordu Natasha, konuyu değiştirerek. "Ben erkenciyim," dedi Tony. "Clint ise uyanır uyanmaz yemek yemeye koyuldu." Natasha gelip Clint'in ne yediğine baktı ve o da ağzına salamlardan birini attı. Clint, "Yeter ama," diye söylendiğinde ise Natasha onun omuzuna vurup bir salamı daha midesine indirdi. Clint tabağını alıp koltuktan kalktı ve mutfağa yöneldi. "Bana da hazırlasana," diye seslendi Natasha onun ardından. "Neyim ben, hizmetçiniz mi?" diye bağırdı Clint mutfaktan. "Ben de bir tabak alırım," dedi Tony. Clint küfrettiği sırada Steve gelip, "Ne oluyor?" diye sordu. "Hah," dedi Tony, yanında oturan Natasha'ya. "Şimdi düzgün konuşması için bir ebeveyn gibi Clint'i uyaracak." 107 "Konuşmamıza dikkat edelim," dedi Steve sakince. "Karargahta çocuklar var." "Hangi çocuklar?" diye sordu Tony. "Peter ve Wanda'dan bahsediyor," dedi Natasha. "Peter ergen, Wanda ise 20 yaşında kocaman bir kadın." "20 yaş çok da büyük sayılmaz," dedi Steve. "Eminim küfretmeyi biliyordur," dedi Tony mırıldanarak. O sırada Steve, Natasha'nın saç rengini beğendiğini söylerken Tony'i duymadı. "Kızıl çok daha iyiydi," dedi Tony. "Sen ne anlarsın ki?" "Tatlım, ben modaya yön veren bir-" Tony, Natasha’nın taklidini yapmaya kalkışırken, "Hadi ordan!" diyerek onun sözünü kesti Natasha. Clint mutfakta bir tabak kırdığında ise sarışın kadın kalkıp, "Ben şu sakara baksam iyi olur," diyerek mutfağa ilerledi. "Bu adamın sakarlığı ve doymak nedir bilmeyen iştahı, beni sonunda iflas ettirecek," diye iç geçirdi Tony. Steve gülümseyerek Tony'nin karşındaki koltuğa ilerledi. Odada yalnız kalmışlardı. Aralarında kısa bir sessizlik oldu. Tony akşam için kendince bir plan yapıyordu. Steve ile yemeğe çıkmayı, ya da en azından bir bara gidip takılmayı düşünüyordu. Ama yemek yeme fikri, nedense daha ağır basıyordu. Başbaşa kalacakları sessiz ve sakin bir yer istiyordu, kalabalık ve gürültülü değil. "Sana Muspelheim'da söylediğim şeyi hatırlıyor musun?" diyerek lafa girdi. Steve hafifçe tebessüm etti. "Buradan çıktığımızda bir yemek yer miyiz cümlesini mi? Evet, hatırlıyorum." "Bu akşama ne dersin?" diye sordu Tony. Steve omuzlarını indirdi. "Üzgünüm Tony, bugün 10 Mart, yani Bucky'nin doğum günü, bu akşam gelemem." Tony'nin gözle görülür bir şekilde yüzü düştü. Yerinden kalkıp, "Peki," dedi. "Başka zaman hallederiz." Tony garaja doğru ilerlerken, Steve, "Yarına ne dersin?" diye sordu. Tony durmaksızın, "Bakarız," diye yanıtladı ve gözden kayboldu. 108 Bucky Barnes her zaman ondan bir adım önde mi olacaktı? Steve her zaman Tony'nin yerine Bucky'i mi seçecekti? Tony bilmiyordu, öğrenmeye de pek hevesi yoktu. Garaja gidip zırhlarıyla uğraşmaya başladı. Aklında ise bambaşka bir fikir canlanmıştı.

Akşam olduğunda Steve, tüm ekiple birlikle Bucky'nin doğum günü için dışarı çıkmayı teklif etti. Herkes pür neşe teklifi kabul ederken, Tony işleri olduğunu ve çalışması gerektiğini söyleyerek teklifi reddetti. Steve biraz bozulmuştu, ama Tony'i ikna edememişti. Esmer adam inatçıydı ve karargahta kalacaktı. Natasha, "Üstüne gitme. Bırak ne istiyorsa yapsın," dedi. Steve derin bir nefes alıp yenilgiyi kabul ederken, Natasha çoktan diğerleri ile birlikte kapıdan çıkmıştı. Herkes gittiğinde Steve, "Doğum gününü koca bir ömür boyunca kutlayamadık Tony, bu aramızdaki ilk doğum günü. Anlayış göstermeni bekliyordum," dedi. "Anlayış gösteriyorum ya zaten. Daha ne yapayım? Ona yeni bir kol taktım, takıma aldım, affettim. Gerçekten başka-" "Bu geceyi bizimle geçir. Bu koca yerde bir başına olman fikrinden hoşlanmıyorum." "Bir saldırı olursa kendimi koruyamayacağımı mı düşünüyorsun Yüzbaşı?" "Endişelendiğim bir saldırı değil. Endişelendiğim şey, senin kendini bizden soyutlayıp yalnız kalmak istemen." "Ben çok uzun yıllardır yalnızım zaten, benim açımdan bir şey değişmedi." "Teklifini reddetmişim gibi davranma Tony. Sadece ertele-" "Reddettin." "Erteledim." "Aynı şey," dedi Tony inatla. Steve derin bir nefes daha aldı. "Özür dilerim. Gerçekten. Sadece onun bu özel gününü es geçemem. Lütfen Tony. Bizimle gel." "Kararım kesin Rogers. Size iyi eğlenceler."

109 Steve hafifçe kaşlarını çattı ve esmer adama yaklaştı. Alınları neredeyse birbirine değiyordu. "Söz veriyorum, bunu telafi edeceğim," diye fısıldadı ve Tony'nin dudağına hızlıca, minicik bir buse kondurup geri çekildi. Tony olduğu yerde donakalırken, Steve arkasına bakmadan karargahtan çıktı. Tony kendine geldiğinde, telefonunu eline alıp araması gereken kişiyi aradı.

New York'ta gece hayatı bambaşkaydı. Her yer insan kaynıyordu, barlar tıklım tıklım doluydu. Yenilmezler, neon ışıklı bir tabelası olan bara doğru ilerlediler. Kapıdaki güvenlik Peter'ı gösterip "O giremez," dedi. Natasha güvenliği kenara çekip eline bir yüzlük sıkıştırırken, ekip içeri girmişti bile. Loş ışıkla aydınlatılmış olan bar, kısmen doluydu. Ve bunun iyi yanı kimse kimseye dikkat etmiyordu. Boş bir masa bulup oturdular ve Clint hepsine içecek bir şeyler almaya gitti. "Umarım bana içki almaz, ben, şey içemiyorum da," dedi Peter. "Bir kez denedim ama tadı berbattı. Neredeyse kusuyordum. O günden sonra bir daha-" "Pekala, ufaklık," dedi Wanda. “Birincisi, her ne kadar bir kahraman da olsan, kimseye yasal olmayan yollarla alkol denediğini söyleme. Ve ikincisi, Clint her ne kadar ev işlerinde sakar olursa olsun, yetişkin olmayan iki Yenilmez’e alkol alacak kadar aptal değil.” Peter rahatlayıp arkasına yaslandı. O sırada Natasha, "Tuvalete gitmeliyim, hemen dönerim," dedi ve masadan kalktı.

Akşamın ilerleyen saatlerine dek barda dans edip güzel vakit geçiren ekip, gece yarısı olmadan karargaha dönme kararı aldı. Bucky, "Hepinize çok teşekkür ederim," dedi. "Sanırım en son 80 yıl önce bu kadar eğlenmiştim." "Ama dans etmeyi unutmamışsın," dedi Natasha gülümseyerek. "O senin iyi dans ediyor olman yüzündendi," dedi Bucky. "Ben sana ayak uydurdum," diye yanıtladı Natasha da.

110 "Peter iki kere ayağıma basmasaydı, ben de iyi dans ediyor diyebilirdim," diyerek kıkırdadı Wanda. Peter'ın yüzü kızarırken, özür dilemeyle ilgili bir şeyler geveledi. Natasha ve Bucky ise barda çalan şarkılardan bahsediyorlardı. Steve, ikilinin sohbet etmesine sevinip, tebessüm ederken, dostunu mutlu gördüğüne seviniyor, bir yandan da aklına karargahta yalnız kalan Tony geliyor ve kederleniyordu.

Yenilmezler, karargaha dönmüşlerdi. Ancak dışarıdan baktıklarında, karargahın kapkaranlık olduğunu gördüler. Giderken tüm ışıkların yandığı karargah, şimdi gece kadar karanlıktı. Bir şeyler döndüğüne dair endişelenen Steve, "Neler oluyor?" diye söylendi. "Elektrikler mi kesildi acaba?" diye mırıldandı Peter. "Hayır, böyle bir şey söz konusu dahi değil," dedi Wanda. "Işıkların kapandığını hiç görmedim." Steve ekibe, "Arkamda durun," diyerek öğüt verdi ve birlikte neredeyse tek sıra halinde karargaha ilerlediler. Steve'in kalbi boğazında atıyordu. O an aklına Tony'nin söylediği söz geldi; 'Bir saldırı olursa, kendimi koruyamayacağımdan mı endişeleniyorsun?' Steve istemsizce Tony için korkmaya başladı. Bekledikleri o büyük saldırı gelmiş olamazdı değil mi? Karargahta her şey yerli yerinde görünüyordu, taşlar yerinden sökülmemiş, camlar kırılmamış, kolonlar çökmemişti. O halde neden ışıklar yanmıyordu?

"Friday?" diye fısıldadı Steve, içeri adım attıklarında. İşletim sistemi cevap vermeyince Steve'in endişesi büyüdü. Herkes etrafına ve bastığı yere dikkat ederek Steve'in arkasından karargaha girdi. O sırada tüm ışıklar yandı ve Tony "Sürpriz!" diye bağırdı. Happy elindeki konfetiyi patlattığı sırada Wanda ufak bir çığlık attı. Hepsinin yüreği ağzına gelmişti, ama Steve şaşkındı. Tony ve Natasha, aynı anda klasik "İyiki doğdun," şarkısını söylemeye başladığında, Bucky'de en az Steve kadar şaşkın görünüyordu. Beyaz örtünün serildiği yemek masanın üzerinde üç katlı çikolatalı pasta duruyordu. Üzerinde bir sürü mum vardı. Happy mumları 111 yakarken, Tony, "Kaç yaşına girdiğinden emin değilim, o yüzden yüz taneye yakın mum diktik," dedi sırıtarak. "Ben 30 dikelim demiştim ama elbette beni dinlemedi," dedi Natasha. "Haberin var mıydı?" diye sordu Steve. "Bilgin olsun, haberimin olmadığı pek de bir şey yok," diye yanıtladı Natasha, tek kaşını kaldırıp. Steve, başını sallasa da öpücükten ve Tony ile randevulaştıklarından Natasha'nın ya da diğerlerinin haberi olup olmadığını merak etti. Bucky şaşkınlığını korurken, "Bunu beklemiyordum," dedi. "Bazen beklenmedik şeyler yapabiliyor," diye atıldı Clint. Tony onu duymazdan gelip "Mumları üflesene," dedi Bucky'e. "Ama önce bir dilek tut." "İstediğim her şeye sahibim," dedi Bucky ve göz ucuyla Natasha'ya baktı. Tony ve Steve göz göze gelirken, ekibin geri kalanı o bakışı yakalamış gibi görünmüyordu. Bucky mumları üfledikten sonra alkış koptu. Herkes mutlulukla gülümserken Steve, Tony'nin yanına gitti ve "Ben Bucky'den daha çok şaşırdım," dedi. "Bunu görebiliyorum," diye fısıldadı Tony. "Bunun için mi gelmek istemedin?" diye sordu Steve. Bucky pastasını dilimleyip masanın üstünde duran tabaklara koymaya çalışırken, Wanda ve Natasha ona yardım ediyordu. "Evet, sen doğum günü olduğunu söyleyince, evi bildiği bu yerde, ufak bir sürpriz hazırlamak istedim ve planıma Natasha'yı da dahil ettim," dedi. Steve minnetle gülümserken "Teşekkürler Tony," dedi. "Bu harika bir fikirmiş." "Evet, harika fikirler her zaman benden çıkar." Pastaları tabaklara koyma işi bittiğinde Bucky, Tony'e bir tabak uzattı ve "Bunun anlamı benim için büyüktü, çok ama çok teşekkür ederim," dedi. Aramızın düzelmesine sevindim." "Aramız bozuk değil. Uzun zamandır değil," dedi Tony. "Sana o kolu verip, ekibe dahil ettiğimde her şey geride kaldı Barnes. Artık sende bizdensin."

112 Bucky gülümseyerek, "O halde bana Barnes yerine Bucky diyebilirsin," dedi. "Bana Barnes diye seslenen bir tek sen varsın." "Bunu düşüneceğim," dedi ve tabağı aldı Tony. "Çikolatalı pasta benim fikrimdi," dedi Natasha. "En sevdiğim." "Seni küçük işbirlikçi," dedi Bucky. Ekip bu cümle ile devamında gelişen karşılıklı tebessüm olayını keyifle seyrederken, Natasha ile Bucky arasındaki ufak kıvılcımı ilk kez fark ettiler.

Steve, Tony'e "Peki yarın akşam çıkıyor muyuz?" diye sordu sessizce. Tony, sarışın adama döndü. "Az önce bana çıkma teklifi mi ettin?" "Sen onu bana Muspelheim'da ettin ya zaten." "Gözüme yumruk atmadığına seviniyorum aslında." Steve gülümsedi. "O refleksti Tony." "Yani yanlışlıkla seni öpmüş olmam sorun değildi, öyle mi?" "Beni öptün sayılmaz. Dummy, sana çarptı, sen de bana." "O halde neden yumruk yedim?" Steve cevap vermeye hazırlanırken, Tony gülümsedi. "Dalga geçiyorum, cevap aranmana gerek yok. Ben olsam bende aynını yapardım o zamanlar. Ama artık-" "Her şey çok farklı," diyerek Tony'nin cümlesini tamamladı Steve. Tony başıyla onaylarken, Happy karargahtan ayrılmak için izin istedi. Yarın erkenden şirkette işleri olduğunu söylemişti. Tony adama bu akşamki yardımları için teşekkür etti. Happy bu aralar oldukça meşguldü. Pepper'dan sonra şirketin yönetimi kısmen ona kalmıştı. Pepper kadar iyi değildi, ama çok iyi idare ediyordu. En azından Tony, artık New York'un merkezindeki Avengers Kulesi'ni satmaktan vazgeçtiği için, Happy, sadece şirkete odaklanabiliyordu. Tony çok önemli gördüğü şirket içi toplantılarına katılsa da tüm yük Happy'deydi.

Ertesi akşam Steve ve Tony, sözleştikleri gibi yemeğe çıktı. İlk kez başbaşa yemeğe çıkıyor olmaları ekipte şaşkınlık uyandırmış olsa da Tony'nin umurunda değildi. O uzun zamandır hissetmediği güzel duygular içerisindeydi. Midesindeki kelebeklerin her biri hiç olmadığı kadar şiddetle kanat 113 çırpıyor ve bu da Tony'nin endorfin salgılamasına sebep oluyordu. Hissettiği şey, koca bir kavanoz Nutella yemekle eş değer sayılırdı. Çok fazla tüketilen çikokata da insanda aynı etkiyi yaratırdı. Ama Tony'nin mutluluğunun çikolata ile uzaktan yakından alakası yoktu. O ilk kez kendini bir bütün olarak hissediyordu, ilk kez tamamlanmış gibiydi. İçindeki, o her zaman hissettiği koca boşluğun artık dolduğunu biliyordu. Ve bunun sebebi; Steve'e beslediği derin ve taze hislerdi. Ve tabii Steve'de aynı duygular içindeydi. Uzun yıllar boyunca kendini hiçbir yere ait hissetmemişti. Şimdi ise Tony'nin yanında kendini evindeymiş gibi hissediyordu. Bazen insanları hayata bağlayan tek şey bir insan olabiliyordu. Ve Steve de o insanı bulduğuna inanıyordu. Gittikleri aşırı lüks ve doğal olarak pahalı restoranın tek müşterileriydi onlar. Tony, "Güvenlik açısından," demiş olsa da Steve, başbaşa yemek yemek istediğini biliyor, ses etmedi. Hazır kıta bekleyen garsonlar, ikiliye tüm gece boyunca hizmette kusur etmemişti. Birlikte uzun uzun yemek yiyen ve sohbet eden Steve ve Tony'nin uyumu görülmeye değerdi. Gece yarısına yakın bir saatte karargaha dönmüşlerdi. Herkes uyuyordu ve Tony, geceyi Steve'in odasında geçirmişti.

Sabah erkenden Steve'in odasından çıkan Tony, kapıyı sessizce kapatır kapatmaz karşısında Wanda'yı buldu. Wanda kaşlarını kaldırıp, Tony'e baktı. Öngörüsünde gördüğü kadarıyla bu ikisi bir çift olmak üzereyken, yolları bir daha hiç birleşmemek üzere ayrılıyordu. Ama durum şimdi çok daha iyiydi, şükürler olsun, o gün yaptıkları seçimler geleceği değiştirmişti ve Wanda da bu değişimlerin öncüsüydü. "Neden sabahın bu saatinde Steve'in odasından çıktığını sormalı mıyım?" "Muhtemelen hayır," dedi Tony. "Yoksa ben de sana neden Vision'ın odasının kapı kolunu tuttuğunu sormak zorunda kalabilirim." "Ben... Susayım o halde," dedi Wanda. "Muhteşem bir seçim."

114 Tony, genç kıza arkasını dönerek koridorda ilerleyip kendi odasına girerken Wanda sırıtmadan edemedi. Tony'nin arkasından o da Vision'ın odasına geri girdi.

Haziran 2017 Yenilmezler güne her zamanki gibi başlamıştı. Bir aile gibi ortak yemek masasında kurulan kahvaltılar yoktu, herkes ne yemek istiyorsa tabağına onu koyar ve istediği yerde yerdi. Ama yine de bir aile gibilerdi. Birbirlerini kolluyor, saygı duyuyor ve seviyorlardı. O sabah herkes, karargahın farklı yerlerindeydi. Tony garajda, Steve terasta, Natasha banyoda, Clint mutfakta, Wanda ise odasındaydı. Ve tam o anda karargahtaki güvenlik alarmı çalmaya başladı. Bilinmeyen birisi karargaha giriş yapmıştı. Tony anında zırhını giyinip, "Düşman nerede Friday?" diye sordu. Akıllı asistan, "Ana salonda Patron" diye yanıtladı. "Zırhları yolla ve düşmanın etrafını sarmalarını sağla!" dedi Tony ve salona uçtu. Herkes birkaç saniye içinde düşman olarak gördükleri genç çocuğun etrafını sarmıştı. Zırhlar çoktan oradaydı, diğerleri gibi. Fakat bir kişi hariç. Tony, bir an için Natasha'nın nerede olduğunu merak etti, ama bunu düşünecek zaman değildi şimdi. Çocuğu ablukaya almış, sorular soruyorlardı. Sonunda atağa geçtiklerinde çocuk onları kolaylıkla geri püskürtmüştü. "Buraya annemi ve sizi uyarmaya geldim. Thanos geliyor. Ve benim geldiğim yerde, sizi yenmişti." "Sen kimsin ve annen kim?" diye soran Bucky olmuştu. Ekibin çoğu ise yerdeydi. "Benim adı Billy," dedi genç çocuk. O sırada ekibi durdurmaya gelen Natasha, "Dur!" diye bağırdı. Yenilmezler ayaklanırken başları kapıdan içeri giren kadına kaymıştı. Natasha haberi bu şekilde vermeyi ummamıştı, ama zaten her şey beklenmedikti. "Hamileyim," dedi bir çırpıda. Herkes fal taşı gibi açılmış gözlerle sarı saçlı kadına bakarlarken, ses edememişlerdi. 115 Billy, neredeyse ufak bir kahkaha attı. "Hiç kızıl cadıya benzemiyorsun?" Ekipten şaşkınlıkla dolu sorular yönelmeye başladı. "Ne?" "Kimden?" "Mümkün olmadığını sanıyordum." "Hangi ara?" Tony ise bambaşka bir kafada, Billy'e döndü. "Üç ay önce kızıldı. Sonra bir sabah sarışın olarak uyandı." Natasha kusmaktan ağrıdığı boğazını ovuşturdu. Herkese tek tek cevap vermek istemiyordu, buna enerjisi yoktu. "Ama bu güçler..." dedi Wanda, devamında ne diyeceğini bilemiyor, başka bir soru sordu. "Billy, senin annen kim?" Billy, genç kıza bakıp gülümsedi. "Kuzenim, Nik, kızıl olduğu için ona Kızıl Cadı diyordum." dedi Billy, Natasha’ya bakarak. "Hem saçları kızıldı, hem de bana annemin emanetiydi." Yavaşça Wanda’ya dönerek "Tek ve gerçek Kızıl Cadı’nın." dedi. "Senin emanetindi."

116 Infinity Warriors Part 3: No Secrets

"konu" Wiccan denen genç büyücü gelecekten gelip annesinin Wanda olduğunu açıkladığında, o haber çoktan eskimişti. Şimdi herkesin aklında bir soru vardı: Wanda ve Natasha nasıl olmuştu da hamile kalmışlardı? T’Challa, ’yi karargaha getirdiğindeyse Steve, Tony ile birbirlerinden çok farklı olduklarını fark edecekti. Uzayda ise Thor yine Loki’nin ihanetine uğramıştı. ***Dikkat bu bölüm Marvel’s Black Panther filminden spoiler içermektedir.***

"On dördüncü bölüm" “Doğanın ilginç bir işleyiş şekli var,” diyerek sözlerine başladı Doktor Strange, yanındaki iki genç kadına sırayla bakarak. “Wanda yaptığı büyülerin bir bedelinin olduğunu biliyordu, bunu ona çok öncesinde öğretmiştim, ama yaptığı büyünün nedenini görebiliyorum.” Steve oturduğu yerden kalkarak “Wanda,” dedi. “Sır saklamak konusunu daha önce konuşmuştuk.” Wanda başını iki yana sallıyordu. “Sır sakladığımı da kim söyledi?” Diye çıkıştı. “Vis ile bir çocuğumuz olsun istedik ve- bak şu işe ki bir şekilde sevdiğimiz arkadaşımızın çocuk sahibi olmasını engelleyen kusurları da ortadan kaldırmış olduk!” “Bunu ona sormayı denedin mi?” Diye sordu Steve, parmağıyla Natasha’yı işaret ederek. “Belki hamile kalmak istemiyordu?” “Steve-” Steve, Natasha’nın konuşmasına izin vermeksizin devam ediyordu. “Hamile kalmak istese bile, belki de bu kişinin Bucky olmasını istemiyordu-” “Hey- kardeşim, sakin olsan-” Bucky her ne kadar onu sakinleştirmeye çalışsa da, Steve hiç duracağa benzemiyordu. 117 “Burada takıldığın şey gerçekten benim sır saklamam mı?” Diye sordu Wanda, kaşlarını çatarak. “Yoksa Natasha’nın Bucky’den hamile kalmış olması mı?” “Ne ima etmeye çalışıyorsun çocuk?” Diye araya girdi Tony. “Steve’in Bucky-” Tony’nin aklından milyonlarca düşünce geçiyordu şu anda ve hiç biri mantıklı gelmiyordu. “Steve?” Steve odayı terk ederken ağzında neler olup bittiğini bilmediğine dair bir şeyler geveledi. Tony onun arkasından gitmekle gitmemek arasındaydı ama Bucky ondan önce davranmış ve Steve’in peşi sıra odayı terk etmişti bile. Wanda kollarını iki yana açarak “Burada suçlanması gereken kişi ben değilim.” dedi. Natasha’nın yanına gidip kadına sarıldı. “Biraz geç olacak ama, tebrikler.” “Geç ya da değil, ilk kutlayan sen oluyorsun.” Dedi Natasha, buruk bir gülümsemeyle. Hep bir çocuk yapabilmeyi hayal etmişti, ama insanlar hamile olduğunu öğrendiğinde ona böyle bir tepki vereceklerini hiçbir zaman düşünmemişti.

“Steve!” Bucky karargahın dışarısında yakalamıştı arkadaşını. Onun omuzuna yavaşça dokunup, yanına oturdu. “İyi misin?” “Vay be,” dedi Steve, yavaşça. “Birlikte olduğunuzu ne zaman söyleyecektin?” Diye sordu, gözleri ufka dalmışken. “Yani eğer Billy gelecekten gelmeseydi- sanırım Wanda’dan çok, senin benden sır saklamış olman canımı yaktı.” “Steve,” dedi Bucky, arkadaşının omzuna sarılırken. “Sen her zaman benim sırdaşım- kardeşim olacaksın. Biliyorum saklamakta hatalıydım- ama biz de emin değildik. Tek gece diye başladı- inan ve ne zaman ilişkiye dönüştüğünü anlamadık bile.” “Ve bu senin bahanen, öyle mi?” Diye sordu Steve, Nat’in hamile olduğunu öğrendiğinden beri ilk defa Bucky’nin yüzüne bakıyordu. O anda aslında kardeşinin ne kadar mutlu olduğunu gözlerinde gördü. Bucky mutluydu ama mutluluğunu yaşayamıyordu. Ve bunun tek nedeni kendisiydi. Derin bir nefes aldı. Bucky’ye sıkı sıkı sarıldığında, Bucky’nin sessizce ağladığını biliyordu. Bunlar kardeşinin sevinç gözyaşlarıydı. “Tebrikler.” Dedi Steve, yavaşça. 118 Derin bir nefes alma sırası Bucky’deydi şimdi. Sesinin çatallığının gittiğinden emin olduğunda “Teşekkürler.” Diye yanıtladı. “Artık içeri dönsek- bizi bekleyenler var.” Steve ne yaptığının şimdi farkına varmış, “Tony!” dedi.

Sif geriye kalan Asgard’lıları ufak kaçış gemilerine bindirmeye çalışırken, Thor, Loki’yi sorguluyordu. “Thanos bizim yerimizi nereden buldu diye sordum, Loki? Ne demek seni öldürmeye geliyor?” “Birkaç yıl önce Thanos ile bir anlaşma yapmıştım,” diye açıkladı Loki. “Tesseract- yani Uzay Taşı’nı ona getirmem için Thanos bana kullandığım o asayı ve içindeki Zihin Taşı’nı emanet etmişti. Eh, hatırlayacağın üzere ben asayı kaybettim, sen Uzay Taşı’nı babamıza teslim ettin ve Zihin Taşı şimdi Vision denen ucubede takılı ve ben bu gemiye Uzay Taşı sayesinde ışınlandım.” “Sen ne yaptın?” “Hulk beş küçük insan görüyor!” Diye kükredi Hulk, gemiye dışarıdan yaklaşan beş cisme bakarak. “Hulk onları ezebilir, onlar çok küçük!” “.” Dedi Loki, hızla. “Thor, burayı hemen terk etmelisiniz.”

Steve, Bucky ile geri döndüğünde, savaş alanı gibi bıraktığı odada şimdi resmi olarak güller açıyordu. Herkes bebek muhabbetlerine dalmıştı çoktan. Hatta Dumm-e bile bebekler için bir şeyler örmeye başlamıştı. “Bu biraz hızlı değil mi?” Diye sordu Steve, Tony’ye arkasından yaklaşıp, belinden sarılırken. “Senin bu odayı terk etmen kadar değil.” Diye yanıtladı Tony onu. “Ama merak etme, daha yavaş iyileşen şeyler de var, senin ayak uydurabilmen için, kalbim gibi.” “Tony,” dedi Steve, onun yanağına ufak bir öpücük kondururken. “Benden sır saklanmasını sevmiyorum, biliyorsun. Ve Bucky- kardeşim gibidir. O bile benden sır saklıyorsa-” “Ben saklamıyorum.” Dedi Tony, Steve’in kollarından kendini kurtardığında. “T’Challa’yı karşılayacağım, bir misafiri varmış.” “Peki.” Dedi Steve, geride bırakılmaktan hoşlanmasa da bunu dile getirmeyerek. Tony odadan çıkarken o da Natasha’nın yanına giderek arkadaşının hamileliğini tebrik etti. 119 “T’challa,” dedi Tony, adamla tokalaşırken, gülümseyerek. “Ne zamandır görüşemedik.” “Wakanda’da birkaç sorunu halletmem gerekti.” Dedi T’challa, kardeşi Shuri’ye göz kırparak. “Ailevi bir durum.” “Bunun Wakanda’yı dünyaya tanıtmanla alakası olduğunu düşünmekte haklıyım sanırım,” dedi Tony, elini çenesine koyarak. “Ve misafirin-” “Shuri,” dedi T’challa, kardeşini takdim ederken gülümsüyordu. Tony adamın aklından neler geçtiğini merak etse de, ona aldırış etmeden genç kızın elini sıktı. “Tony Stark.” “Kim olduğunu biliyorum.” Dedi Shuri, beklemeksizin. “Milyoner bilim adamı-” “Dahi bilim adamı diyecektin sanırım.” Diye kzın lafını kesti Tony, tüm alçakgönüllülüğü ile kızın hatasını düzeltmek için. “Ve sen?” “Senden daha iyisi.” Diye yanıtladı Shuri. T’challa ufak bir kahkaha atarken, burada tek eğlenmeyen kişi Tony gibi duruyordu.

Gemi birkaç saniye içerisinde parçalarına ayrılırken, içindeki kimse kaçacak vakit bulamamıştı. Thor, Hulk, Loki ve geriye kalan tüm savaşçılar Black Order’a karşı dayanmaya çalışıyorlardı ama bu iş hiç de göründüğü kadar kolay değildi. Özellikle Hela’nın saldırısından kurtulalı daha kısa bir süre geçmişken… Thor ona saldıran mor yaratığı son anda görmüştü ama her şey için çok geçti. Kafatası Thanos’un avucunda ezilirken Thor, Mjölnir ile adama defalarca vurmuş ama hiçbir sonuç alamamıştı. Uzayın derinliklerine doğru savrulduğunda bilincini kaybetmeden önce gördüğü son şey paramparça olan gemi ve içindeki Asgard’lıların ölümüydü. Loki, Thor’un arkasından her ne kadar Thanos’a karşı gelip yaratığı öldürmek istese de, bunu yapamayacağını biliyordu. Yalanların Prensi diyorlardı ona ve genç tanrı hayatta kalmak için yapması gerekeni biliyordu. Bıçaklarını eline çağırdığında karşısındaki yaratığa saldırı pozisyonu aldı. Şu anda aklından geçen tek şey, yaşamak zorunda oluşuydu.

120 Steve bütün gün boyunca kendisini Shuri’yle laboratuvara kapatmış olan Tony’yi görmenin vakti olduğunu düşünerek yola koyulmuştu. Onu son gördüğünden bu yana yaklaşık yedi saat geçmişti ve Tony’nin bir şey yediğinden bile şüphe duyuyordu. Shuri tam bir teknoloji meraklısıydı ve Steve Wakanda’da kaldığı süreçte onunla çok iyi vakit geçirmişti. Kız, Wakanda’nın milli serveti olan Vibranyum ile yapılabilecek her şeyi yapmış, hatta yetmemiş, Bucky’ye yeni bir metal kol da yapmıştı. Wakanda’lıların Bucky’yi ‘Beyaz Kurt’ diye çağırdıklarını hatırladığında Steve’in yüzünde hafif bir tebessüm belirdi. Laboratuvara yaklaştıkça içeriden gelen mekanik sesleriyle birlikte Tony ve Shuri’nin sesleri de artmaya başlamıştı. İkili çok eğleniyora benziyordu. Steve kapıyı çalıp içeri girdiğinde karşısında gördüğü manzara onu şok etmeye yetmiş de artmıştı. “Vay vanına, burayı daha önce de dağınık görmüştüm ama, bu- buna söyleyebilecek lafım yok açıkçası.” Dedi gülümseyerek. Ne Shuri ne de Tony kafalarını yaptıkları işten kaldırmamışlardı. Hatta onu duymamış gibilerdi. Bir an için Steve bile aslında odada olup olmadığına şüphe etmişti ama hayır, buradaydı işte. “Merhaba,” diye seslendi ikiliye. “biraz başınızı kaldırsanız mı?” Shuri, Steve’e hızla dönüp, “Vibranyum ile Ark Reaktörünün birleşiminden çıkan sonuçlara inanamazsın!” dedi. Steve gözlerini fal taşı gibi açıp, anlamışçasına başını sallarken Tony oturduğu yerden kalktı ve Steve’in yanına geldi. “Model 45’i hatırlıyorsundur.” Dedi Tony, Steve’e karşılarındaki zırhı işaret ederken. Steve birkaç saniye duraksadı. Tony tam ağzını açtığında “Surtur ile savaşmaya gittiğimizde giydiğin zırh, evet, hatırlıyorum.” dedi. “Onu geliştirdik.” Diye lafa atladı Shuri, ikiliyi beklemeksizin. “Önceki sürüm biraz- mmm… hantaldı.” “Hantal aslında doğru bir kelime seçimi olmaz.” Diye devam etti Tony. “Ama benim hızıma yetişmekte sorunları vardı diyebiliriz sanırım.” “Ben onun çok iyi çalıştığını düşünüyordum.” Dedi Steve, önce Shuri, sonra Tony’ye bakarak. Shuri kaşlarını çatarak söze girişti. “Bir şey çok iyi çalışıyor diye-”

121 “Geliştirilemez anlamına gelmiyor.” Diye kızın cümlesini tamamladı Tony, kızla bir beşlik çakıştırırken. “Model 51 ile tanış!” Dedi Tony, Steve’in elini tutup. Derin bir nefes aldı. Aklından zırhın aktifleşmesini geçirdiğinde bütün vücudu zırla kaplanmaya başlamıştı. Steve hayranlıkla Tony’yi izlerken, Shuri olduğu yerde zıplıyor, başaracaklarını bildiğine dair cümleler sıralıyordu. Steve buruk bir gülümsemeyle baktı Tony’ye. Aylar sonra ilk defa birbirlerinden çok farklı olduklarını hissediyordu.

Loki tüm hızıyla koşup Hulk’ı sırtından bıçakladığında Yeşil Dev kükreyerek arkasını döndü. Hulk’ın dikkati Loki’ye kaydığındaysa Black Order’ın üyeleri tek tek Yeşil Dev’e hasar vermeye başlamıştı. Sonunda Thanos, Hulk’ı yakaladı ve tıpkı Thor’a yaptığı gibi uzayın boşluğuna fırlattı. “Bu ucuz kahramancıklarla uğraşmaktan bıktım.” Dedi Deli Titan. Thanos, Asgard’lıların cesetlerini çiğneyerek Loki’nin karşısına geldiğinde Loki tek dizi üzerine çöktü. Thanos’a Teserract’ı uzatarak “Onu sana getirdim.” dedi, Thanos’un yüzüne bakmayarak. Thanos kahkaha atarak “Sen mi getirdin?” Diye sordu, Loki’nin elinden bir hışımla Teserract’ı aldığında. “Asgard’lı Loki,” dedi, bu sefer sesi ciddiydi. “Yarattığın tüm sorunlara rağmen, sana bir şans daha veriyorum. Black Order’a katıl, ve benimle birlikte bütün evreni yönet!” Teserract, Thanos’un elinde ufalanıp mavimsi bir toza dönüştükten sonra havada süzülerek Sonsuzluk Eldiveni’ndeki yerini aldı.

Steve, Nat’i mutfakta bir şeyler atıştırırken bulduğunda gülümsemesini tutamamıştı. “Biliyorsun, çok kilo alırsan o yıllarca koruduğun fiziğinden eser kalmaz.” “Ha ha!” Dedi Natasha, elindeki fıstık ezmeli reçelli sandviçinden bir ısırık daha alırken. “Hiçbir şey olmaz, merak etme.” dedi. “Sen hamile kalınca çok yememeye bakarsın olur biter.” diye laf atıp mutfaktan çıktı. Geride bıraktığı Steve’in kıpkırmızı olduğuna emindi. Tony, sırıtarak mutfaktan ayrılan Natasha’nın yanından geçip içeri girdiğinde Steve’in bir bardak soğuk suyu kafaya diktiğini gördü.

122 “Bugün biraz yoğundum.” dedi, karşısındaki adamın suyunu içmesini beklemeden. “Shuri- bana ondan daha önce bahsetmeliydin!” “Onunla daha önce tanışmamış olman benim hatam değil, Tony.” Dedi Steve, gözlerini devirerek. “Uzun bir gün oldu ve daha da uzamasını istemiyorum. Burada bitirsek olur mu?” Tony aralarındaki tezgahı aşıp, sevdiği adamın yanına vardı. Onun ellerini tutarak “Yanlış anlaşılmalar yüzünden kırılmamıza gerek yok.” dedi. “Demir Adam olduğun için kırılmadan önce bükülmek konusunda bir konuşma yapacaksan-” Tony bu konunun uzayabileceğini tahmin ederek, sevdiği adamla aralarının gereksiz yere açılmasını istemediğinden araya girdi. “Demir’den bahsetmişken, Yüzbaşı, bu gece demiri hissetme sırası bendeydi sanırım.” dedi, kaşlarını oynatarak. Steve öksürük krizine girerken Tony tezgahı geride bıraktı ve mutfaktan çıkarken Steve’e odasının yönünü işaret etti. O sırada mutfakta unuttuğu meyve suyunu almak için geri dönen Nat ise Steve’in halini görüp Tony’ye bir dirsek geçirirken “Çocuk utanıyor, yapmasana.” dedi, kahkahasını bastırarak.

“Sizi hatırlıyorum,” dedi Thor, bir uzay gemisinin içinde ayıldığında. Hela’ya karşı verdikleri savaş aklına gelmişti. “Siz Ragnarok başladığında oradaydınız.” “Evet, Şimşek Tanrısı,” dedi Gamora, derin bir iç çekerek. “Beş yıl önce, arkadaşlarımızı Asgard topraklarında kaybettiğimiz gün karşılaşmıştık.” Thor’un aklı karışmıştı. “Ne kadar zamandır uyuyorum?” Diye sordu, yattığı yerden kalkarken. “Üzerindeki kristalleşmeye bakılırsa yaklaşık iki aydır uzayda sürükleniyormuşsun.” Dedi , Thor’a yukarıdan aşağıya bir kez daha süzdükten sonra. “İki aydır süzülüyorduysam,” dedi Thor, düşüncelere dalmış. “Ve Ragnarok ondan birkaç saat önce gerçekleştiyse-” “Uzay-Zaman Göreceliliği.” Dedi Peter Quill, düz bir tonda. “Asgard’dan ayrıldıktan sonra Xandar’a gittik, Nebula’yı bulmak adına. 123 Oradaki birkaç arkadaşımız bize yardımcı oldular ama onu bulmamız neredeyse dört yılımızı aldı.” Thor hala anlamadığına dair bir şeyler mırıldanırken, Nebula bıkkınlıkla yanlarından ayrıldı. Gamora, Thor’a oturması için bir koltuğu işaret etti. “Sana ne oldu, Şimşek Tanrısı?” Diye sordu. Thor, Ragnarok ve sonrasını onlara tüm detaylarıyla anlattırken Nebula aralarına geri gelmiş, hatta gözde kardeşlere asla güvenilemeyeceğine dair Gamora’ya laf bile atmıştı. “Thanos eğer Sonsuzluk Taşları’ndan birini aldıysa, daha hızlı hareket etmeliyiz.” Dedi Peter. “Xandar’a şimdi saldıracağını düşünmüyorum.” “Taneleer Tivan,” dedi Thor, yavaşça. “Onu Koleksiyoncu olarak da biliyor olabilirsiniz. Asgard’da iki Sonsuzluk Taşı’nı saklamak istemediğimiz için birini, Gerçeklik Taşı’nı ona emanet etmiştik.” Gamora intercom’a ulaşarak “Kaptan Marvel,” dedi. “toplamamız gereken birkaç koleksiyon var.” Kaptan Marvel’ın cevabı gecikmemişti. “Groot ve ben yola çıktık bile, bize yetişmekte gecikmeyin.” “Adım Groot!”

124 Infinity Warriors Part 4: Soul Stone

"konu" Yenilmezler, gelecekte evrenin hakimi olan Thanos’a karşı önlemler almaya başlarken, Doktor Strange, Rhodes ile birlikte çıkagelir. Fury’nin karargaha geri dönmesi ise beraberinde gizli kalmış sırları da peşi sıra getirir.

"On beşinci bölüm" “Yani sen şimdi bu garajda, bu... şeyleri mi tasarlıyorsun?" Shuri ağzını eğerek konuşup, memnun olmayan bir tavırla etrafına bakıyordu. "Wakanda'da sen ne tasarlıyorsun, uzay gemisi falan mı?" diye sordu Tony. "Çok daha iyisi!" dedi Shuri. "Eh, bizde Vibranyum yok, olsaydı-" "Olsaydı bile nasıl kullanılacağını çözemezdin, çünkü-" "Beni hafife alıyorsun tatlım, sana dahi olduğumu söyleyen-" "Bunu zaten ben buraya geldiğimden beri on kez söyle-" "Ama dinlemiyorsun!" dedi Tony. "Senin sorunun bu bence. Dinlemeyi bilmiyorsun. Burada büyük konuşuyor." Shuri, sabırla ‘yaşlı’ adamın sözünü bitirmesini bekledi. "Neyse, Vibranyum’u kendinize sakladınız- hayır hayır, kızmıyorum. Böyle bir serveti ben de dünyaya duyurmazdım elbette. Ama Vibranyum bende olsaydı, onunla harikalar yaratabilirdim. Senden aşağı kalır- gerçi bana sorarsan biraz fazlası olabilirim. Yaşımla alakalı değil- ama madem sen de dahi olduğunu iddia ediyorsun, o zaman ‘bu şeyler’ dediğin tasarımları geliştirmem için bana yardım et. Ve bu arada daha önce zırhlarım için kimseden yardım almadığımı da belirtme-" "Senin için çenesi düşük demişlerdi, ama cidden bu kadarını beklemiyordum." dedi Shuri gülümseyerek. "Zırhlarının acilen güncellenmeye ihtiyaçları var, T'Challa sanırım Vibramyum’u ekiple paylaşabileceğinden-" 125 "Evet evet böyle bir şeyi ben de duydum." Tony kısaca sırıttı. "Kralımız çok yaşa! Hurra! Hadi başlayalım!" Shuri kaşlarını kaldırdı ve Tony ile birlikte zırhları güncellemeden daha çok geliştirmek için çalışmaya başladı. Steve ise ana salonda volta atıyordu. "Saaatlerdir içerde ne yapıyorlar, anlamadım." "Burada dolanıp kendini yiyeceğine, neden gidip bakmıyorsun?" diye sordu Natasha. Ayaklarını sehpaya uzatmış, sırtına da koltuktan bir kırlent almış dinleniyordu. "Kız kardeşim ona Vibranyum’u anlatıyor olmalı," dedi Kral. "Shuri, Wakanda'nın önde gelen dahilerinden. Tüm teknolojimiz onun ellerinde." Natasha'nın yanında oturan Bucky başını salladı. "Bu konuda gerçekten çok iyi," dedi Metal-Vibranyum karışımı koluna bakarken. "Eminim Tony'e de zırhları için yardım ediyordur." "Yedi saat oldu." dedi Steve. "Açlıktan bayılacaklar." Elinde cips kasesi ile salona giren Clint atıldı. "Tony'i mi yoksa Prensesi mi düşünüyorsun?" "Shuri'nin çalışırken aklına yemek geliyor mu bilmiyorum, ama Tony çalışırken açlığını kesinlikle unutuyor." dedi Steve. O sırada Vision, Wanda ve Billy içeri girdiler. "Bay Stark nerede?" diye sordu Vision, salondaki ekibe bakarak. "Sence nerededir?" diye sordu Sam, başını okuduğu dergiden kaldırmadan. "Billy'nin anlatacakları var," dedi Wanda. "Geleceğimizle ilgili." Steve kaşlarını çattı ve laboratuvara doğru ilerlemeye başladı.

Yarım saat geçmesine rağmen Steve ve diğerleri laboratuvardan geri gelmemişlerdi. "Giden dönmüyor." dedi Billy. Bucky ayaklandı. "Ben bir bakayım." Tam o sırada Tony ve Shuri'nin gülüşmeleri duyuldu ve ardından salona giriş yaptılar. "Kardeşin gerçekten çok iyi!" dedi Tony, T'Challa'yı görür görmez. "Sonunda dilimden anlayan birini bulduğum için mutluyum. Ee, Marty* ne söyleyecekmiş?" 126 "Billy." diye düzeltti Wanda. Tony omuz silkti. "Size Thanos hakkında yeterince bilgi veremedim. Bilirsiniz ailemi buldum ve onlarla biraz zaman geçirmek istedim. Ne de olsa gelecekte onlar yok." "Ben yaşıyor muyum?" diye sordu Tony. "Yaşıyor olmam lazım." Steve'e döndü. "Zırhı gördün değil mi? Onunla beni kimse yenemez." "Maalesef Iron Man gelecekte bir efsane dostum." dedi Billy. "Yani alınma ama nalları dikiyorsun." Tony, Vision ve Wanda'ya, "Bu çocuğa terbiyeli konuşmasını öğretin." diye gevelerken, Steve son derece ciddi bir şekilde Billy'e bakarak, "Seni dinliyoruz." dedi. Billy, "Gelir gelmez size söylediğim şeyi hatırlıyor musunuz?" diye sorarak başladı. "Thanos geliyor dedim. Ve Thanos gelecekte evrenin hakimi. Üzerinde Sonsuzluk Taşları'nın bulunduğu bir eldiveni var. Babamın alnındaki taş da buna dahil elbette. Ve bu eldivenin gücünü az çok tahmin edebilirsiniz, taşlar sayesinde hepinizi yeniyor. Herkesi yeniyor. Gelecekte Dünya... zor şartlar altında. Avengers yok, kahramanların zamanı çoktan geçmiş bitmiş. Thanos'un rejiminde yaşıyoruz ve bu, gerçekten kolay değil. Adalet yok, barınak yok, yiyecek yok. Kısacası üzerinde yaşadığınız bu Dünya, bir nevi yerle bir oluyor. Thanos, Sonsuzluk Taşları sayesinde kozmik varlıklara ve tanrılara kafa tutabiliyor. O, her şeyden daha güçlü." Tony alnını ovaladı. "Sonsuzluk Taşları'nı ele geçirmeye çalışan Hydra'yı en büyük tehdit olarak görmek de bizim aptallığımız olsun." dedi. "Bu bir ilk!" diye ilan etti Natasha. Tony ona döndü. "Neymiş o ilk olan?" "Aptallığımızı kabul etmiş olman." Tony cevap vermek için ağzını açtı, ama "Hydra'dan daha büyük bir düşman bekliyorduk zaten." diye araya girdi Steve, "ama Thanos gibi birini hiçbirimiz beklemiyorduk." "Plan ne?" diye sordu Bucky.

127 "Uyumak." dedi Tony. "Bu konuyu yarına bırakalım derim. Misafirlerimiz uzun bir yoldan geldi ve Shuri ile saatlerdir laboratuvardayız. Herkes oldukça yorgun. Dinlenelim." T'Challa, "Önemli değil," dese de Tony, "Bu gecelik yeter." dedi. Natasha bir şeyler atıştırmak için mutfağın yolunu tuttu. Steve, Tony ile ne kadar farklı olduklarını düşünürken kendini Natasha’nın arkasından mutfağa girmiş buldu. “Biliyorsun, çok kilo alırsan o yıllarca koruduğun fiziğinden eser kalmaz…”

"Hepimiz ölüyorsak, ne bokuma bu kadar uğraşıyorum ben?" diye hayıflandı Tony. Ekip ertesi gün Billy'nin aktardığı bilgilerle bir nevi toplantı yapıyordu. Steve ona yan yan bakıp küfürlü konuşmamasını salık vereceği sırada odada açılan portaldan Doktor Stephen Strange geldi ve Tony'e "Çünkü gelecek değiştirilebilir." dedi. Açılan portalı görmemiş olan Tony hafifçe irkilirken, "Sana bir oda verelim," dedi. "Böylece olmadık yerlerde karargaha dalma. Portalı odana aç ve kapıdan çık gel." Stephen sağına soluna bakıp Tony'e geri döndü. "Neden?" Tony cevap veremeden Natasha atıldı; "Aniden ortaya çıkan şeylerden korkma gibi bir huyu var." Tony gözlerini devirip Doktor'a baktı. "Sen ona bakma, lohusalık sendromunda." Natasha masadaki kalemi ona fırlatırken, "O doğumdan sonraki süreç, salak!" dedi. "Ne bileyim ben, hiç hamile kalmadım ki!" Clint alttan alttan gülerek, "Wanda ve Vision'ın böyle bir etkileri var, bence dikkat et Tony." dedi. "Her an Steve-" Natasha onu dirseklediği için Clint devamını getiremedi, ama bu bile Steve'in kıpkırmızı kesilmesine yetmişti. Tony, Clint'e aldırmadan Strange'a döndü. "Rhodey nerede?" Doktor odayı adımladığı sırada omuz silkerek, "Everest'te" dedi. "Ama neredeyse burada olur." Herkes Strange'ın ne demeye çalıştığını anlamak için uğraşırken, Doktor, gayet sakin odayı arşınlamaya devam etti. 128 Rhodes, bir portal açıp geldiği sırada saçlarında ve kaşlarında buz kırıntıları vardı. Yere düşmek üzereyken, onu Strange tuttu. "Başaracağını biliyordum!" Rhodes titreyerek güldüğünde Tony, Doktor'un ciddi olduğunu anlamış oldu. "Gerçekten Everest'te miydi?" "Evet," dedi Doktor, "Şaka yapıyormuş gibi mi duruyordum?" Tony, zaten şaka kaldıracak durumda olmadıklarını belirttikten sonra ayakta desteksiz duran Rhodes'a ilerledi. "Seni böyle görmek çok güzel dostum." Rhodes başını salladı ve Tony'e kısaca sarıldı. "Her şey onun sayesinde." dedi Strange'ı gösterip. Herkes ayaklanıp, Rhodes'a sevgilerini ilettikten sonra, Tony, "Durum gittikçe ciddileşiyor." diyerek lafa girdi. "Marty, gelecekten hiç de hoş olmayan haberler getirdi. Söylediğine göre kendine Thanos diyen -nasıl bir isimse artık bu- mor, devasa bir manyakla uğraşmak zorunda kalacakmışız. Bu beklediğimiz şeydi sanırım." Billy, Wanda'ya eğildi, "Az önce Thanos'a manyak mı dedi?" Wanda başını sallarken, "Zamanla onun üslubuna alışırsın." dedi. Billy ise "O kadar uzun süreliğine gelmedim anne," diye belirtti. Wanda ona bakarken, Tony, devam etti. "Hepimiz nalları dikiyormuşuz." Bunu söylerken Billy'e kısa bir bakış attı. "Yenilmezler'in sonu Thanos olacak gibi." "Kazanmanın bir yolu yok mu?" diye sordu Sam. "Yani sonunda hepimiz ölüyor muyuz?" "Ne yaparsınız bilmiyorum ama gelecekte hiçbiriniz yoksunuz," dedi Billy. Strange'a bakarak konuşmasına devam etti; "Thanos ilk Sanctum'a saldırıyor. Zaman Taşı'nı alıp, yoluna devam ediyor. Sonraki durağı New York'un merkezi. Babamın alnındaki Taşı da aldıktan sonra daha da güçleniyor. Neredeyse durdurulamaz oluyor. Ve Sonsuzluk Taşları'nın hepsini eldivenine topladığında, evrenin hakimi oluyor. Tabii bu sürede hepinizi de yok ediyor."

"Geleceği nasıl değiştireceğiz?" diyerek Doktor'a döndü Tony. "Şimdilik bir fikrim yok." "Thor'u arasak mı?" diye sordu Sam. "Belki o-" 129 "Friday Thor'u bağla." dedi Tony. "Aa, unutmuşum, onun bir telefonu yoktu değil mi?" Sam'e gözlerini devirerek baktı. "Thor'un nerede olduğunu bile bilmiyoruz." "Telefonla arayalım demedim zaten." diyerek kendini savundu Sam. "Bir portalla uzaya-" "Bir portalla uzaya giderseniz, Thanos, sizi daha erken bulur." dedi Billy. "O zaten uzaydan gelecek." Tony, şu zamana dek sessiz kalan Peter'a döndü. Çocuğun sessiz kalması görülmüş şey değildi, ama belli ki fazlasıyla şaşkındı. "Peter seni riske atmak istemiyorum. Planları ne kadar az bilirsen, kendini tehlikeye sokman o kadar zorlaşacaktır, bu yüzden şimdi eve gitmeni ve uslu durmanı istiyorum." Peter başını kaldırıp Tony'e baktı. "Eve dönmemi- May zaten kostümü giymemi istemiyor -korkuyormuş-, ve şimdi siz de mi, Bay Stark?" "Bir şeyden korkmuyorum, Peter." "Korktuğunuzu söylemiyorum. Beni daha ne kadar geri planda-" "Seni geri planda tuttuğum yok Parker, amacım seni korumak." dedi Tony. "Ben kendimi koruyabilirim, üstelik bana ihtiyacınız var. Ben- ben başımın çaresine-" "Seninle arabada yaptığım konuşmayı hatırlıyorsun, değil mi? Benim yaptığım ve asla yapmayacağım şeyleri yapmayacağına dair-" "Herkese ihtiyacımız var." dedi Bucky. "Ama o bir çocuk." diye atıldı Sam. "Daha 15 yaşında." "16 yaşındayım." diye düzeltti Peter. "1 yaş pek bir şey değiştirmez ufaklık." "Yaşı önemli değil, havaalanında ikimizi de yere serdi." dedi Bucky. Peter, "Evet bu doğru!" diye haykırdığı sırada Sam, Bucky'e "Kapa çeneni!" dedi. Steve ikilinin yeniden atışıyor olmasına mavi gözlerini devirirken, Tony iç çekti. Bucky ağzını açıp cevap vereceği sırada Friday konuştu; "Bay Fury karargaha giriş yaptı Patron." Herkes toplantı odasının kapısına bakmaya başladı. Fury, siyah deri paltosuyla kapıdan içeri girdiğinde elinde bir çanta taşıdığını gördüler. 130 Fury, kısaca herkese göz gezdirdikten sonra, "Toplantı mı yapıyorsunuz?" diye sordu. "Aslında parti veriyorduk," dedi Tony, alayla. "Geç kaldın." Fury tek gözüyle adama bakıp, "Ha ha!" dedi. Elindeki çantayı dikkatle masanın üzerine koyduktan sonra, "Bunun ne olduğuna dair bir tahmini olan var mı?" diye sordu. Yenilmezler başını sallayıp bir çantaya, bir Fury'e baktılar. "Friday çantada ne var?" diye sordu Tony. "Adil oyna Stark!" dedi Fury. Friday, "Çantanın içindekine erişim iznim yok Patron." dedi. "Ama güçlü bir şey olduğunu söyleyebilirim." Steve, "Silah mı?" diye sordu. Billy ise çantanın içinde ne olduğunu bilerek, gözlerini devirdi. "Tabii ki içinde bir Sonsuzluk Taşı var." dedi. "Bunu anlamadınız mı?" Herkes şaşkınlıkla önce Billy'e, sonra Fury'e baktı. Fury ise genç adamı yeni fark etmiş olacak ki, "Bu kim?" diye sordu. "Billy Kaplan." dedi çocuk. "Adını değil, kim olduğunu sordum." "Oğlum," dedi Wanda. "Yani oğlumuz." Fury, Wanda'ya baktı. "O seninle aynı yaşta- hem ne demek oğlumuz? Tony?" Tony ellerini havaya kaldırdı. "Benden değil- neden benden olduğunu düşünüyorsun- ben çocuklarla-" "Senin olduğunu düşünmedim zaten." dedi Fury adamın sözünü sertçe keserek. "Sadece biriniz açıklayın işte." "Wanda ve benim oğlum." dedi Vision. Fury kaşlarını kaldırdı. "Bir androidin spe-" “Synthezoid.” diye düzeltti, Vision. "Öyle değil." diyerek araya girdi Strange. "Wanda, yapmaması gerektiği halde kendisi ve Vision’ın hücrelerini büyü yoluyla karıştırarak kendisini hamile bıraktı. Nasılını sorma, çünkü bu çok uzun bir hikaye ve buna zamanımız olduğunu sanmıyorum. Ve Billy şu anda gelecekten geliyor. Bize Thanos ile ilgili bilgi vermeye ve bizi uyarmaya geldi. Eğer Wanda hamile kalmamış ve Billy'i doğurmamış olsaydı, hiçbirimizin Thanos'tan haberi olmayacaktı." 131 Fury bir sandalyeye çökerken aklı fazlasıyla karışmıştı. "Natasha da hamile." dedi Tony. Fury şaşkınca Natasha'ya döndü. "Ne?" "Barnes'tan." diye ekledi Tony sırıtarak. "İşi pişirmişler ve hiçbirimizin ruhu bile duymamış." Fury, "Böyle bir şey nasıl mümkün olabilir?" diye sordu. "Senin-" "Wanda büyü yapmanın bir bedeli olduğunu biliyordu, ama yaptığı büyünün bir şekilde Natasha Romanoff’u da iyileştireceğini tahmin etmemişti elbette." dedi Strange yeniden konuşarak. "Hangi Sonsuzluk Taşı’nı getirdin?" Fury derin bir nefes alıp, duyduklarını hazmetmeye çalışarak Doktor'a döndü. "Hangisini getirdiğimi söylemeden önce, onu nasıl aldığımı anlatayım." dedi. "Dinliyoruz." dedi Steve. Fury, "Hydra, Sonsuzluk Taşları'nın peşindeydi," diye lafa başladı. "Amacı bütün Taşları ele geçirmekti ve bu olsaydı, hepimizden güçlü olacaklardı. Birkaç gün önce karargahtan bu yüzden ayrıldım. Taşı nerede sakladıklarını öğrendik. Ve Coulson'ın ekibi ile-" "Coulson mı?" diye araya girdi Clint. "Evet, Coulson yaşıyor. Şey, bunu size-" "Söylemedin çünkü bir arada olmamız lazımdı ve Coulson'ın "sahte" ölümü Yenilmezler'i bir arada tuttu." diyerek tamamladı Tony. "Öldüğüne hiç inanmadım zaten, bir şekilde yaşadığını biliyordum. Çünkü- hadi ama! Burada Coulson'ın öldüğüne inanmayan bir ben mi varım? Adama cenaze töreni bile düzenlenmedi. Bu hiç dikkatinizi çekmedi mi?" "SHIELD ajanları gizli görevde olduğu için, onlara halka açık bir cenaze töreni yapılamaz." dedi Natasha. "Ama haklısın, burada Coulson'ın gerçekten öldüğüne inanan biri olduğunu sanmıyorum." "Önemli olan inanmak değil," dedi Clint. "Direktörün bizden bu bilgiyi gizlemiş olması." "Gizli kalmak zorundaydı," dedi Fury. "Ayrıca bu kararı tek başıma da vermedim." "Hill biliyor muydu?" diye sordu Tony. 132 Fury başını salladı. "Yani bilmeyen bir biz vardık." "Şu anda daha ciddi bir konumuz varken, hepimiz Coulson'ın nasıl yaşadığından mı bahsedeceğiz?" diye sordu Fury. “Kısaca anlatayım onu da. Coulson sizin de bildiğiniz gibi öldü. Daha sonra SHIELD’ın gizli bir biriminde tuttuğumuz Kree teknolojisini kullanarak onu hayata döndürmeyi başardık. Şimdi kimsenin başka sorusu yoksa, konumuza dönüyorum.” Kimsenin cevap vermesine müsaade etmeden çantanın klipslerini açtı. Çantanın içinde turuncu ışık saçan bir Taş vardı. "Bu Ruh Taşı." dedi Fury. "Çok güçlü bir Taş. Birilerini ruhlar alemine gönderebilir, ya da ruhunu kontrol edebilir falan filan. Tabii tek özelliği bunlar değil. Coulson ve ekibi Hydra'nın Taşı sakladığı yeri öğrendi ve onlara bir baskın düzenledik, zor bir savaş verdik, ama sonunda Taşı almayı başardık." "Şu anda elimizde üç taş oldu," dedi Tony. Doktor'a ve Vision'a bakarak. "Ve Thanos, hepsini sizden alacak." dedi Billy. "Biraz umutlu ol çocuk!" dedi Tony. "Yenilmezler birçok savaş gördü. Burada herkes kişisel olarak da savaş verdi. Herkesin kendine göre belli başlı düşmanı oldu. Ve hepimiz o düşmanları bir şekilde yenmeyi başardık. Yine başaracağız." "O halde şimdiki plan ne?" diye sordu Billy. "Thanos'un gelmesini bekleyeceğiz." dedi Tony ve Bucky aynı anda.

Toplantıyı bitirdikten sonra herkes karargahın farklı yerlerine dağıldı. Tony, T'Challa ve Shuri ile bahçeye çıktı. "Bunlar size acayip gelmiştir." dedi Tony, T'Challa'ya. "Aslında tanıdık geliyor," dedi Kral. "Wakanda'da yüksek teknoloji kullanıyoruz ve artık hiçbir şeye şaşırmıyoruz." Shuri başını salladı. "Taşların verdiği güç inanılmaz!" dedi. "Ve aklıma fikirler hücum ediyor." T'Challa'ya döndü. "Vibranyum’u ekip ile paylaşmak istediğini biliyorum," dedi. "Ama Taşlar da bir şekilde dahil olsa ve kostümlerde bu ileri teknolojiyi kullansak mesela? Vibranyum

133 ve karargahtaki var olan taşlar sayesinde, Yenilmezler çok güçlü olabilirler." T'Challa kaşlarını kaldırdı. "Fikrin ilginç kardeşim, ancak Bay Stark'ın bu konuda sorunları-" "Evet!" diye atıldı Tony. Kralın sözünü kesmiş olmasına aldırış etmeden. "Ultron meselesi. Başımıza epey iş açmıştım." Sırıttı ve Shuri'ye döndü. "Tabii sen o zamanlar ufaktın- şimdi de büyümüş sayılmazsın ama- Ultron'u hiç duydun mu? Sokovia'da epey ses getirdi. O yüzden şu Sonsuzluk Taşları işine hiç bulaşmadan-" "Ama o zaman yalnızdın." dedi Shuri. "Şimdi ben varım." "Banner vardı tatlım, yalnız değildim. Ve Banner-" "Ama ben Banner değil-" "Olmadığını biliyorum, zaten hiç benzemiyors-" T'Challa sonu gelmeyecek olan laf kesmelerin arasına girdi. "Shuri. Bu kararı Bay Stark'a bıraksak daha iyi olur. Kendisinin Taşlarla ilgili bizden daha fazla bilgisi var." Shuri, Wakanda dilinde bir şeyler söyledi. T'Challa da aynı şekilde yanıt verince, Shuri, başını salladı. "Tamam," dedi Tony'e dönerek. "Vibranyum’la güçlendirme yaparız. Şimdilik izninizle." T'Challa da Tony'e bir baş selamı verip Shuri ile birlikte karargahın içine girdiler.

Natasha içeride Billy ile konuşup, doğacak olan kızının neye benzediğini soruyor, Billy'nin anlattıklarıyla gülümsüyordu. Ama herkes buruktu. Hepsi ölecekti ve şimdilik bunu değiştirecek bir şey bulamamışlardı.

Tony izin isteyip erkenden odasına çekilince, Steve de peşinden gitti. "İyi misin?" dedi odaya girerken. Tony başını salladı. "Pek iyi değilim. Yine manyetik bir baş ağrısı çekiyorum. Aldığım ilaç da işe yaramadı- ve tabii geleceğimizi kurtaramıyor olmak da bir etken." Derin bir nefes alıp verdi ve yatağın ucuna oturdu. Steve de onun yanına gelerek elini esmer adamın bacağına koydu.

134 "Daha hiçbir şey belli değil Tony, şimdiden endişelenmek ne derece doğru sence?" "Wanda'nın hepimize gösterdiği öngörüleri hatırlıyor musun? Herkes ölüyordu Steve. Hepiniz ölüyordunuz. Aslında Billy'nin söylediklerine biraz da olsun mutlu oldum. Çünkü sizden sonra, senden sonra yaşamak istemiyorum. Hep birlikte ölmek, ölmek için güzel bir yol gibi görünüyor." Steve adamın yüzünü ellerinin arasına aldı. Mavi gözlere karşılık kahverengiler aynı hizaya kalktı. "Ne olursa olsun, bugün hâlâ bizim." dedi Steve ve Tony'i öpmeye başladı.

*Geleceğe Dönüş filmindeki çocuk.

135 Infinity Warriors Part 5: Prophecy Coming True

"konu" Thor, Galaksi’nin Koruyucuları, Peter, Gamora, Nebula, Kaptan Marvel ve -üçüncü nesil- Groot ile Xandar’a vardığında Thanos’un gemisi çoktan gezegenin yörüngesindeydi. Bir adet Hulk ve Birliği Thanos’un Black Order’ına karşı durmaya çalışırken, Şimşek Tanrı’sı hain kardeşi Loki ve Thanos’a bir son vermek için ant içmişti.

"On altıncı bölüm" Yüzyıllar önce “Benim küçük yaramazlarım,” dedi Freya, odaya giren Thor ve Loki’ye şevkatli kollarını açıp ilerlerken. Thor’un kaşındaki yaraya yavaşça dokundu. Küçük adam bir an için acıyla iç çekse de bir an sonrasında Odin’in oğluna yakışacak şekilde acısını içinde bastırdı. “Canının acıması doğaldır, Thor.” Dedi Freya, oğlunun yanağını okşarken. Thor’un arkasında utangaç bir şekilde saklanan Loki’ye uzandı boştaki eliyle. “Ve hatalarımızdan ders almak da.” Diye ekledi. Loki, yere bakarak, “Devlere dalaşmak benim fikrimdi.” dedi. “Önemli değil,” diye geçiştirdi Thor, kardeşine bakmaksızın. “canım acımıyor.” Freya iki oğluna da oturmalarını işaret etti. “Canınızın acımasından korkmayın, oğullarım. Bu, hala yaşadığınızın bir simgesidir. Canınız acımazsa eğer, koruma duygusu edinmezsiniz. Ve günü geldiğinde halkımızı yönetecek kişinin onları koruması, bu duygu olmadan imkansızdır.” “Ama babam-” “Ve hatalarınızdan ders almaktan korkmayın.” Diye devam etti Freya, Thor’un sözünü kesmesini dikkate almadan. “Yaptığınız hataları

136 düzeltmek için önünüzde yüzlerce yıl var, ve bu yılları aynı hataları tekrar ederek geçirmek istemediğinize eminim.”

Günümüz “Aynı hatayı tekrar etmekten bıkmadın, Loki!” Diye haykırdı Thor, kardeşine doğru fırlattığı Mjölnir eline geri döndüğünde. “Seninle bu saçma oyunu oynamaktan bıktım.” Çoktan düşmüş Xandar’da kaybedilmiş bir savaş veriyorduk. Thanos’u yenecek gücümüz yoktu. Çoktan ikinci Sonsuzluk Taşı’nı koleksiyonuna eklemişti. Ve şimdi biz onun piyonlarına karşı savaşıyorduk. “Asla anlamayacaksın, değil mi!” Diye haykırdı Loki, savaş alanının öteki tarafından. “Thanos’a Uzay Taşı’nı seni korumak için verdim!” Black Order’ın üyeleri ona doğru döndüğünde Loki kafasını iki yana salladı. “Ne? Tüm evrene benden başka bir megolomanyağın hükmetmesini gerçekten isteyeceğimi düşünmediniz, değil mi?” Thor, Mjölnir’i fırlatarak ’i vurduğunda Black Order’ın diğer üyelerinin dikkati bir anlığına dağılmıştı. Proxima Midnight, eşinin düşüşüyle öfkelenip Thor’u hedef alarak mızrağını fırlattı. Bugüne kadar hiçbir hedefini kaçırmamış kadın kendinden emin bir şekilde sırıtırken, araya giren ucube yüzünden suratındaki gülümseme silinmişti. “LOKI!” Kaptan Marvel uçarak Loki’yi yakalamaya kalkışmış olsa da, Loki’nin hemen yanında beliren portal yüzünden yolunu değiştirmek zorunda kalmıştı. “Thanos burada!” Diye bağırdı Gamora, ekibini uyarmak için. “Onu ve ekibini durduracak güce sahip değiliz!” Star Lord ve Gamora’nın uyarılarına rağmen Nebula’nın alacağı bir intikamı vardı ve durmaya niyeti yoktu. Bu an için çok uzun zaman beklemişti. Elindeki demir sopaları elektrikle yükledikten sonra Thanos’a doğru saldırıya geçti. Thanos, suratında bir tebessüm ile, ekibine durmalarını işaret etti. “Bu ailevi bir durum.” Dedi ve üzerine doğru atılan Nebula’yı havada yakaladı. “Görüyorum ki Gamora aklını çelmeyi başarmış.”

137 “Bana yıllarca ettiğin işkencelerden sonra, zor olmadı.” Dedi Nebula, öfkeyle. “Yeter!” Diye bağırdı Thanos, Nebula’yı Gamora’nın ayaklarının önüne fırlatırken. Genç kadın tekrar saldırmak için gücünü toplamaya çalışsa da, Gamora onu geride kalması için tutuyordu. Thanos, Loki’yi yerden kaldırıp vücuduna saplanan mızrağı çıkardı. “Bu hainin, hepinize bir örnek olmasını istiyorum.” Dedi ve Loki’yi Corvus Glaive’in önüne attı. “Merak etme, Thor,” diye seslendi Loki, kardeşine bakarak. “canım hiç acımıyor.” Thor öfkeyle Thanos’a saldırdığında, Deli Titan’ Thor’u kafasından yakalayıp dizlerinin üzerine zorla çökertti. “Şişmek Tanrısı,” dedi alay geçercesine. “bugün birden fazla tanrının nalları dikmesini istemeyiz, değil mi?” Kaybedilmiş bir savaş veriyorduk. Savaş çoktan kaybedilmiş olsa da, ondan başka kaybedeceklerimiz daha olduğu bilmiyorduk. “Hatalarımızdan ders alma zamanı geldi.” Dedi Loki, Corvus Glaive mızrağını kafatasına geçirmeden önce. Thor elinden bir şey gelmeksizin acıyla haykırıyordu. Thanos kahkaha atarak piyonlarının yanına açtığı portal ile savaş alanını terk ettiğinde gerisinde harabeye dönmüş bir Xandar ve Thor bırakmıştı.

Milano’ya bindiklerinde sıradaki duraklarını biliyorlardı. Koleksiyoncu. Ama oraya vardıklarında yıkımdan başka hiçbir şey bulamamışlardı. Evren yavaş yavaş parçalanıyordu ve Galaksi’nin Koruyucuları’nın elinden hiçbir şey gelmiyordu. “Yenilmezler!” dedi Thor, Milano’nun içinde, Gamora ve Peter’ın sıradaki adım hakkındaki tartışmalarını durdurmak için. “Dünya’nın Kuvvetli Kahramanları.” diye devam etti, Kaptan Marvel. “Hiç duymadım!” diye atladı Peter Quill. “Adım Groot.” “Eğer Thanos, Sonsuzluk Taşları’nı topluyorsa, eninde sonunda yolu dünyaya düşecektir.” Dedi Thor, kardeşinin kaybından sonra sonunda kafasını toparlayabilmişti. “Vision, Zihin Taşı’na sahip.” 138 “Eh en azından taşı ondan alıp başka bir yerde saklayabiliriz.” Dedi Nebula, oturduğu yerden. “O biraz zor olabilir…” diye söylendi kendi kendine. “Tony ve diğerlerini uyarmalıyız. Hepbirlikte Thanos’u durdurabiliriz.” Groot oyuncağıyla oynamaya geri dönerken “Adım Groot!” dedi, heyecanla.

Thor, Milano’dan inerken kucağında kardeşinin cesedini taşıyordu. Onun ölümüne belki de ondan başka kimse üzülmüyordu bu evrende, ama yine de bu onun umrunda değildi. Loki, kardeşi, artık yaşamıyordu. Wiccan ekibin en arkasından fırlayarak Thor’un yanına ulaştı. “Biliyorum, beni tanımıyorsunuz, Thor, ama gelecekte büyük bir hayranınızım- hayranınızdım- hayranınız olacağım.” Thor kafasını onaylarcasına sallarken genç çocuğun ne dediğini dinlemiyordu bile. Bütün bu yolculuk boyunca aklındaki tek şey kardeşiyle olan anılarıydı. Hem, ne zamandan beri ekibe çocukları dahil ediyorlardı? “Ama bir sorun var,” dedi Wiccan, şaşkın şaşkın Thor’un kucağındaki Loki’ye bakarak. “Benim geldiğim gelecekte Loki yaşıyordu.” Thor tek eliyle çocuğu yakasından yakalayıp havaya kaldırdı. Gökyüzünde şimşekler çakmaya başladığında Wiccan büyü yapmaya hazırlandı ama Wanda ondan önce davranmıştı. Wiccan ve Thor ayrı taraflara savrulurken, Thor avazı çıktığı kadar bağırdı. “Bu çocuk ne saçmalıyor! Loki öldü! Beni kurtarmak için öldü!” Nick Fury kalabalığın arasından çıkıp sessizce Şimşek Tanrısı’nın yanına doğru yürüdü. Sonunda onun yanına vardığında “Kardeşini kaybettiğin için üzgünüm.” dedi. “Onun ölüsünü gerekli biçimde onurlandıracağız ve hep birlikte, Yenilmezler olarak, onun intikamını alacağız.” Carol gemiden çıkıp koşar adımlarla Fury’nin yanına geldi. “Seni görmek güzel,” dedi genç kadın, Fury’ye sarılırken. “sanırım bahsettiğin şu çocuklarınla tanışmamın zamanı geldi, ne dersin?” Diye ekledi adamın arkasında duran ekibi işaret ederek.

139 Nick Fury’nin yüzünde bir tebessüm belirmişti. Carol’ın beline sarılıp Yenilmezler’e doğru döndü. “Size bu hayatta en çok güvendiğim kadını takdim ediyorum.” Dedi Fury, çocuklarının her berine tek tek bakarak. “Carol Danvers.” Tony “Tanışma faslını kısa tutsak, hanı Thanos geliyor, falan-” Fury “A,a,a,a,a!” Diyerek sözünü kesti Tony’nin. Kaptan Marvel’a dönerek “Yokluğumda çocuklarıma iyi bakman gerekiyor, Danvers,” dedi. “bu konuda senden daha fazla güvenebileceğim hiç kimse yok.” Parmağıyla kaybettiği gözünü işaret ettikten sonra kadına gülümsedi ve herkesin şaşkın bakışlarının arasında ortadan kayboldu. Tony kendine hakim olamamıştı. “Hay anasını-” Steve onun sözünü kesti. “Tony! Dilimize dikkat edelim.”

140 Infinity Warriors Part 6: Thanos is Coming

"konu" Carol Danvers, Koruyucularla birlikte Dünya'ya gelişinin hemen ardından Nick Fury ortadan kaybolmuştur. Ama bundan çok daha önemli konuları vardır. Gamora ve Nebula, Thanos'u Yenilmezler'e tanıtırken, beklenen savaşın çoktan geldiğini fark etmişlerdir.

"On yedinci bölüm" "Yani sen şimdi hamilesin, öyle mi?" diye sordu Sam. "Wanda ile ikimiz, evet." diye yanıtladı Natasha, adamı. "Ekipte iki kadın var, ikisi de hamile." diyerek gülümsedi Rhodes. "Avengers Hamileler Birliği." Natasha koltuktaki yastıklardan birini Rhodes'un kafasına fırlattı, ama adam eğilip bunu savuşturdu. Bucky ise yere düşmüş olan yastığı kadına geri getirdi ve arkasına koydu. "Rahat mısın?" "Gayet iyiyim." diye cevap verdi Natasha. Sonra ekibe döndü. "Hamileyim sadece, bir bacağım ya da kolum kopmuş gibi davranmayın." Steve bakışlarını kızıl kadından kaçırırken, Tony odaya girdi. "Kim nasıl davranıyor, tatlım?" Natasha gözlerini devirdi. "Bir de sana anlatamam, Tony." "Ne kaçırdım ben?" diye fısıldadı Tony, Steve'e. "Hiçbir şey." dedi Steve aynı fısıltıyla. Tony omuz silkip boşverdi. "Buzdolabına fazladan çikolatalı pasta mı koysak?" "Clint hepsini yer," dedi Natasha. "Doymak nedir bilmiyor." "Bilmez miyim? Mirasımın yarısı onu doyuracağım derken gitti."

141 "Çok komiksin Stark." dedi Clint, elindeki cips kasesi ile salona girdiğinde. "Elin doluyken savunma yapmasan mı?" diye sordu Bucky. "Ha ha." diyerek cevap verdi Clint. "Bu Nat için." "Ben de hamileyim baylar." dedi Wanda arkadan. "Sana da Vision getirsin artık." diyerek Natasha'nın yanına oturdu Clint. Vision, genç kıza döndü. "Gerçekten istiyor musun? Hemen getirebilirim." Wanda başını olumsuz anlamda salladı. "Teşekkürler, canım çekmiyor." Tony abartıyla gözlerini devirdi. "Hiç çekilmiyorsunuz. Ben garaja geri iniyorum." "Sanki sana gel de sohbete katıl diyen oldu." diye geveledi Natasha. Tony, Bucky'e döndü, "Biliyor musun? Sen onu hamile bırakmadan önce, gayet kibar bir kadındı." "Bence hâlâ öyle." diye yanıt verdi Bucky. "Pek sanmıyorum," diyen Tony'nin kafasına çoktan yastık gelmişti. "Eğilmeliydin." dedi Rhodes. Tony ona döndü. "Görseydim, denerdim dostum." Sonra yeniden Bucky'e döndü. "Bak gördün mü, eskiden kafama bir şeyler... yok yok fırlatıyordu, hatırladım." Steve gülümsedi. "Herkes aynı." Natasha başını koltuğun arkasına yasladı ve derin bir iç çekti. "Bazen sizinle nasıl aynı evde yaşadığıma hayret ediyorum." Tony omuz silkti ve geldiği yoldan garaja geri gitti.

Sanctum Sanctorium’a portal açamadığı için yolun ortasında beliren Billy, koşar adımlarla kapıya ulaştı ve içeride birinin olması umuduyla kapıyı yumruklamaya başladı. “Neden hala geri dönemiyorum?” Diye sordu Billy, Wong kapıyı açtığında. Wong’un onu davet etmesini beklemeksizin içeri girdi. “Buraya gelip hepinizi uyardım. Artık onun saldırısına hazırlıksız yakalanmayacaksınız. Ama bir şeyler yanlış- Bir süredir geri dönmeye çalışıyorum ama-“ “Senin geldiğin yer artık yok.” Dedi Doktor Strange, merdivenlerden aşağı doğru süzülürken. “Geldiğin günden beri senin evrenine 142 ulaşmaya çalışıyorum, ama maalesef, Billy, sen buraya geldiğinde o evrenin oluşma ihtimallerini tamamen ortadan kaldırdın.” “Bunu bana baştan söylemeliydin!” Diye bağırdı Billy. “Eğer bilseydim- geri dönemeyeceğimi bana baştan söylemiş olsaydın-” “Buraya gelmene neden olan olaylar asla gerçekleşmeyecek, Billy.” Dedi Doktor Strange, çocuğun yanına vardığında omzuna dokunarak. “Gelecekte sana asla bu zamana dönmeni söylemeyeceğim; ve senin uyarıların sayesinde, umuyorum ki sen ve kuzenin asla Thanos’un diktatörlüğü altında yaşamak zorunda kalmayacaksınız.” “Aynı değil!” Dedi Billy, derin bir nefes alarak. “Anlamıyorsun. Anlamayacaksın. Nik daha doğmadı bile, ve şimdi bana onunla yaşayamayacağımız gelecekten mi bahsediyorsun?” “Annen-“ “ve Teddy-“ Billy kendinde devam edecek gücü bulamıyordu. “Onu bir daha asla göremeyeceğim.”

Aradan epey bir zaman geçmişti, herkes gelecek tehlikeye karşı önlemler alıyordu. Tony, Shuri ile mükemmel bir zırh tasarlamıştı. Vibranyum’u her silaha işlemişlerdi, hatta kıyafetlerde bile Vibranyum kullanılmıştı. Bir arada kalıp, hazırlık yapıyorlar ve büyük savaşa hazırlanıyorlardı. Fakat Strange'ın söylediği şeyden sonra Billy artık geleceğe gidemiyordu, çünkü gelecek, her şeyle birlikte değişmişti. Billy yeni doğan kuzeni Nik'e bakarken, Teddy’i özlediğini düşünüyordu. Ve bu kızıl cadıyı da özleyecekti. Acaba gelecek tamamiyle yok mu olmuştu? Billy buraya gelerek hata mı yapmıştı? Emin değildi. İçinde bulunduğu koşullar o kadar değişkendi ki her şey olabilirdi. Thanos, ordusuyla birlikte kaybedebilirdi. Billy, onları önceden uyarmıştı, kahramanlar hazırlık yapıyordu ve bir şansları olabilirdi. Ya da Thanos, tüm bu hazırlığa rağmen Yenilmezler'in kökünü kazıyabilirdi ki Billy'nin geldiği yerde Yenilmezler yoktu. Strange ona geleceğin değiştirilebileceğini söylemişti, sayısız olasılık vardı. Ve Billy, hangi olasılığın gerçekleşeceğini bilmiyordu. Ve bu bilinmezlik genç adamı çıldırtıyordu. 143 Billy kendi bebekliğine bakarken bile kaygılıydı. Şu anda buradaydı, bebek Billy ve genç Billy. Kendi bebekliğine bakmak tuhaftı, ama tuhaf olmayan ne vardı ki? Billy kaygılı olmakta haklıydı, ona ne olacaktı? Bebek Billy'e ne olacaktı? Gençliğini görebilecek miydi, ya da yaşlılığını? Billy bilmiyordu, kimse bilmiyordu ve tüm bunlar yorucu olmakla birlikte, can sıkıcıydı.

Natasha ve Wanda, bebekleriyle ilgileniyorlardı, gelecek olan gelmek üzereydi ve kimin ne kadar zamanı var, belirsizdi. Sonra Thor, kucağında Loki ile çıkageldi. Kimse onu beklemiyordu, ama gelebileceğini tahmin etmişlerdi. Billy, Thanos'un uzaydan geleceğini söylemişti ve Thor, o taraflarda yaşıyordu. Kahramanlar, Thor ile birlikte gelen yeşil vücutlu kadına ve yürüyen ağaca bakakalmışlardı. Billy ise aralarından atılıp Thor'un yanına ilerlemiş ve ona bir şeyler söylemişti. Görünüşe göre genç oğlan, Thor'u tanıyordu. Ancak her ne olduysa, Thor, Billy'i yakasından tutup havaya kaldırmış ve ayaklarını yerden kesmişti. "Loki öldü!" diyordu. "Beni kurtarmak için öldü!" Billy'nin büyü yapacağını anlayan Wanda ise duruma müdahale edip ikiliyi birbirinden ayırmıştı. Kucağında taşıdığı kardeşini bırakmayan Thor ise toparlanıp Wanda'ya döndü. Tam bir şey söyleyeceği sırada ekibin arkasından çıkagelen Fury, Thor'un yanına ulaşmış ve acısını paylaştığını, Loki'yi onurlandıracaklarını söyleyip Şimşek Tanrısını yatıştırmıştı. Ve o sırada gemiden inen sarışın kadın koşarak Fury'nin yanına gelmişti. Fury, onu ekibe tanıtıp "Carol Danvers." demişti. Çocuklarını bu sarışın kadına emanet edip, ortadan kaybolan Fury, ekibi şokta bırakmıştı. Tony, Steve'e döndü, "Bırak şimdi terbiyeyi. Adam ortadan kayboldu, görmedin mi?" "Gördüm," dedi Steve. "Ve bu gördüğüm en tuhaf şey değil," derken Gamora ve Groot'a bakıyordu. Peter arkadan seslendi. "Bay Stark, şey, eve mi gitsem ben?"

144 Tony tek kaşını kaldırıp arkasında duran oğlana baktı. Peter ise gemiye bakıyordu. Onun neye baktığını görmek için Tony'de bakışlarını oraya çevirdi. Geminin içinden yavaşça onlara doğru ilerleyen bir kısmı mavi, bir kısmı mor olan "kadına" bakakaldı. Tek kolu metal olan kadın ifadesiz bir suratla yanlarına gelmişti. "Bu Nebula," dedi Thor. "Anlatacak çok şey var, içeri geçelim mi?" Tony onlara başını salladı ve gemiden inen son kişiye doğru ilerledi. "Seni bir daha görmeyiz sanıyordum." Bruce, Tony'e hafifçe gülümseyerek baktı. "Ben de bir daha Bruce olmam sanıyordum." Tony başını salladı. "Nedenmiş o?" "Son hatırladığım, Thanos'un bana yumruk geçirdiği. Yani Hulk'a geçirdi tabii, bana derken... Gözlerimi açtığımda Milano'daydım. Savaştan ge-" "Milano mu?" diye sordu Tony kaşlarını çatıp. "E-Evet. Milano, bu geminin adı." diyerek arkasında duran gemiyi işaret etti Bruce. Tony kaşlarını kaldırdı. "Pekala, tüm bunlara alışabilirim. Tamam. Hadi içeri geçelim."

Carol Danvers, Nebula, Quill, Gamora ve Groot ile tanışan ekip oldukça farklı bilgiler edinmişti. Billy, her birini tanıyan tek kişi olarak şimdilik sessizdi. Nebula ve Gamora, Thanos ve ordusu Black Order'dan bahsediyorlardı. "Parmağını şıklatması yeter," demişti Gamora. "Eldivendeki Sonsuzluk Taşları'nı tamamladığında, ufacık bir hareketle evrenin yarısını yok edebilir." Tony kaşlarını çattı. "Neden? Bunu neden istesin ki?" "Evrenin Hakimi olmak için?" dedi Nebula. "Her şeye hükmetmek için? İstediği zaman istediği şeyi yapmayı seven bir megolomanyak olduğu için. Ben bildim bileli, tek amacı Sonsuzluk Taşları’nı toplamaktı. Ve bizi bunun için eğitti. Beni parçalara ayırdı, Gamora'yı bir silah olarak yetiştirdi, ona katılmamız için, bu deliliğe ortak olmamız için."

145 "Zamanında," diyerek başladı Gamora, "ona inanıyor ve onu seviyorduk. Bizi yetiştirdi, eğitti. Hayatımızın büyük bir çoğunluğu ona ve amacına hizmet etmekle geçti. Her ikimiz de başka hayat olduğunu ya da olabileceğini bilmiyorduk. Bizi birbirimize kırdırmaya çalıştı," derken Nabula'ya bakıyordu. "Birbirimizi öldürmeye çalıştık, fakat sonra güçlerimizi birleştirerek ona karşı gelmemiz gerektiğini kavradık. Şimdi ise size yardım etmek için buraya geldik." "Uzayda onunla karşılaştık," dedi Thor, "Loki ile... zamanında bir anlaşma yapmış." "Ne anlaşması?" diye sordu Steve. "New York savaşı zamanında Thanos, Tesseract'taki Uzay Taşı'nı Loki'nin kendisine getirmesi için Asa'daki Zihin Taşı'nı Loki'ye emanet etmiş. Ve Loki, asayı kaybettiği için, Thanos ile anlaşması bozulmuş." "Loki'yi bu yüzden mi öldürdü?" diye sordu Wanda. “Beni korumak için mızrağın önüne atladı-” "Üzgünüm," diye mırıldandı Steve. "Kardeşini kaybettiğin için." Thor hafifçe tebessüm etti, "Biliyorum. Loki buraya bir yıkım getirdi. New York'a uzaylı ordusunu çağırdı ve birçok insanın ölümüne sebep oldu. Ama her şeye rağmen, tüm ihanetlerine ve acımasızlığına rağmen, o benim kardeşimdi. Biz beraber büyüdük, annem bizi birbirimizden asla ayırmadı, babam da öyle. Ve ben, ailemdeki herkesi kaybettim. Loki, ailemden geriye kalan tek kişiydi, şimdi o da yok." dedi üzüntüyle. Quill, Thor'un omzunu sıktı. "Biz varız dostum. Biz de senin ailen sayılırız." "Adım Groot!" Thor başını sallayarak hafifçe tebessüm etti. O sırada Steve, Bucky ve Clint'e başıyla peşinden gelmelerini işaret etti. Ana salondan çıkıp toplantı odasına giden Steve, arkasından gelen ikilinin odaya girmesini bekledi. Ardından cam kapıyı kapatıp, kendisine merakla bakan Bucky ve Clint'e döndü. "Sizden Fury'nin peşine düşmenizi istiyorum." dedi ciddiyetle.

146 "Birden bire ortadan kaybolan birinin peşine nasıl düşülür ki?" diye sordu Bucky. Clint başını salladı. "Onu nerede arayacağımızı bile bilmiyoruz. Bence bu işi Strange'a vermelisin." "Doktor Strange, her ne kadar bize çok yardımcı olsa da herhangi birimizden emir alacak biri değil Clint. Bu yüzden bu görevi size veriyorum." "Tamam, o halde biz tüyelim," dedi Clint, başını sallayıp Bucky'e bakarken. "Ben bir Natasha'yı göreyim." dedi Bucky odadan çıkmak için ilerlerken. "Etraf biraz kalabalık," dedi Steve, "yani pek sırası değil dostum. Ben ona açıklarım." Bucky kabul ederek Clint ile merkezden ayrıldı. İkili ilk kez yalnız başlarına bir göreve gidiyorlardı. Clint, adama dönerek, "Ee, baba olmak nasıl bir duyguymuş?" diye sordu, gülümserken. Bucky, derin bir nefes verdi. "Daha tam anlayamadım ki. Olay üstüne olay oluyor. Yani daha-" "Kız babası olmak zordur," diyerek lafa girdi Clint. "Hoşlandığı çocukları tek tek tespit edip, hepsinin gözüne ok saplaman gerekir. Tabii senin durumunda boyunlarını kırmak lazım. Lola, daha küçük, ama ben şimdiden endişeliyim. Genç kız olduğunda bir sevgilisi olursa, ne yapacağım hiç bilmiyorum." "Gözüne ok saplamayı planlıyorsun ya." dedi Bucky yandan Clint'e bir bakış atarak. Clint, of'ladı. "O da planlarımın arasında ama bu Lola'yı incitir. Öte yandan, başka oğlanlar da kızımı incitebilir. Tam bir çıkmaz." Bucky duraksadı. "Thanos gibi bir bela başımıza çökmek üzereyken, sen Lola'nın gelecekteki erkek arkadaşları için mi endişeleniyorsun?" "Bela her zaman vardı," dedi Clint. "Ben bildim bileli belalarla uğraşıyorum zaten." "Benim de yaklaşık 70 senem dondurucuda geçti. Yani bela hepimizin ortak noktası dostum."

147 Clint adamın mavi gözlerine baktı. "Ne var biliyor musun? Sırf Lola'yı değil, Natasha'yı incitecek adamın da gözüne ok saplarım." Bucky güldü. "Tehdit alınmıştır!"

Steve, karargahın içinde bulunan ekibe kısaca göz gezdirip durumlarına baktı. Thanos ve ordusu Black Order hakkında yeterli bilgi ve donanıma sahiptiler. Quill, "Üç taş," diyordu, "üç taşa da sahibiz. Bunları Thanos'tan saklayacak bir yer bulmalıyız." "Toprağa mı gömelim yani?" diye sordu Sam, alayla. "Deli bir Titan'dan bahsediyoruz. Her şekilde taşları bulacaktır." "Ayrıca Vision'ı nereye saklayabiliriz ki?" dedi Tony. "Taş sayesinde hayatta." "Zihin Taşı güçlüdür," dedi Thor. "Ve taş, Vision'la güvende." "Ama Thanos'da güçlü." dedi Kaptan Marvel. "Taşların hepsini eldiveninde toplarsa, Dünya'nın sonunu getirecek." "Biz bu yüzden varız," dedi o zamana dek sessiz kalan Kral T'Challa. "Billy gelecekten gelerek bize Thanos'u haber verdi. Ve hazırlanabilelim diye fırsat yaratmış oldu. Biz de bunu en iyi şekilde değerlendirip, kıyafetlere dahi Vibranyum ekledik." "Vibranyum da ne?" diye sordu Quill. Shuri gözlerini devirdi. "Sanırım sizi de güncellesek iyi olur." "Adım Groot!"

"Demek ağ atabiliyorsun?" diye sordu Quill, Parker'a. "Evet, şey kendim ürettim. Ama Bay Stark, kostüme bir sürü yenilik getirdi." "Görmek için sabırsızlanıyorum. Bu arada ikimizin de adı Peter olduğundan bana Star-Lord diyebilirsin," dedi Quill, çocuğun omuzuna vururken. "Sen de bana Spider Man diyebilirsin o zaman." dedi genç oğlan. "Neden kendine bu ismi koydun?" diye sordu Quill. "Şey, çünkü bir örümcek tarafından ısırıldım ve duyularım birden tavan yaptı ve örümcekler gibi ağ fırlatabiliyorum, hem de bir sürü şekilde. Peki sen neden kendine Star-Lord diyorsun? Yıdızlarla ilgili-" 148 "Bunu bir ara cevaplayacağım, sorunu unutma." dedi ve Peter'ın yanında ayrıldı Quill. "Şey, tamam, aklımda tutarım." diye seslendi Peter.

Akşam yemeği sonunda kendilerine ayrılan odalarda dinlenmeye çekilen ekiple birlikte ana salon sessizleşmişti. Karanlıkta oturan Tony, başını koltuğun arkasına yaslamış, tavanı izliyordu. Kendisine yaklaşan ayak seslerini duyunca hafifçe gülümsedi, kimin geldiğini bilecek kadar zekiydi. "Garajdasın sanıyordum," diyerek Tony'nin yanına oturdu sarışın adam. "Yapılabilecek her şeyi yaptık şu anda sadece bekliyoruz." diye yanıtladı Tony. "Karamsar gibisin." dedi Steve adamın yüzüne dokunurken. "Endişeli ve karamsar." Tony yaslandığı yerde dikleşti. "İçimde kötü bir his var Steve, sanki değer verdiğim her şey benden sökülüp alınacakmış gibi hissediyorum." Steve elini geri çekmeden adamın dudaklarına eğildi. Nefes almak için birbirlerinden ayrıldıklarında, "Odamıza geçelim," dedi Tony. "Hem belki içimdeki kötü hissin geçmesine yardımcı olursun." Steve tebessüm etti. "Önden buyur o zaman."

Ertesi sabah erkenden televizyon sesiyle uyanan Kahramanlar, tek tek salona gelmeye başlamıştı. Elinde televizyon kumandası ile ayakta dikilen Peter, nefesini tutmuş ekrana bakıyordu. "Bu da ne?" diye sordu Sam, ekranı gösterip. Peter, "İnternette gördüm," dedi nefes nefese kalmış bir şekilde. "Her yerde bu şey var. Tüm kanallarda bunu gösteriyorlar," derken kanalları geziyordu. BBC News'te durduğunda ekibe döndü. "Dünya'nın her yerine gökyüzünden koca koca- sütunlar düşüyor. Ve şu da var.” diyerek başka bir kanala geçti. Gökyüzünde beliren kocaman cisme bakıyorlardı. Steve ekibin en arkasında durmuş ciddiyetle ekrana bakarak, 149 "Yenilmezler?" dedi. Herkes televizyondan kafasını çevirip Steve baktı. "Giyinin."

Bir hafta sonra… “Beni öldürmen hiçbir şeyi değiştirmeyecek.” Dedi Steve, karşısında duran Thanos’un gözüne bakarak. “Steve Rogers sadece sıradan biri, ama Kaptan Amerika bir simge ve Kaptan’ı asla unutmayacaklar. Ben ölsem bile, Kaptan Amerika devam edecektir.” “Sözlerin gerçekten beni güldürüyor.” Dedi Thanos, sırıtarak. “Teneke arkadaşın gibi konuşmayı çok seviyorsun ama seninle işim bittiğinde, tıpkı onun gibi, kimse seni hatırlamayacak bile!” Thanos zıplayıp üzerine atıldığında Steve adamın yumruğunu elleriyle karşılamaya çalıştı. Hangi teneke arkadaşından bahsettiğini anlamıyordu ama her kim olursa olsun, Steve onun intikamını alacaktı. Thanos, karşısındaki insanın onun yumruğuna dayanmasına şaşırmıştı ama savaşmayı bırakmayacaktı. Steve var gücüyle Thanos’un yumruğunu durdurmaya çalışırken dizlerinin üzerine düştü. Dayanmakta zorlanıyordu. Derin bir nefes aldı ve içinden, sevdiği herkesin adını geçirdi. Ama hala biri eksikti. Steve son gücüyle Thanos’u geri itmeyi başardığında, Thanos ona geri saldırmadan önce aklından geçen tek bir şey vardı. “Her kimdiysen, en çok seni özledim.”

150 151 Legacy Part 1: Battle of Titan

"konu" Clint ve Bucky, Nick Fury’ye ne olduğunu araştırmaya koyulmuşken, Cull Obsidian New York’a saldırıyordur. Öteki yandan Black Order’ın lideri , Sanctum Sanctorium’a saldırarak Doktor Strange’deki Zaman Taşı’nı almaya çalışmaktadır. Yenilmezler stratejik bir planlama ile Zihin Taşı’nı taşıyan Vision’ı Wanda ile karargahta bırakmaya karar vermişlerdir ama bu Thanos’un taşı almasına engel olabilecek midir?

"On sekizinci bölüm" Clint ve Bucky, Fury ile ilgili bulmak için en iyi başlangıcın S.H.I.E.L.D. ekibiyle yapılacağını düşünmüşlerdi bu yüzden Phil Coulson ile iletişime geçmiş ve Zephyr One’da onunla buluşmuşlardı. “Bizi buraya çağırdığına göre bir şeyler biliyor olmalı.” dedi Clint, Bucky’ye, ona ayrılan koltuğa oturmasını işaret ederek. “Gökyüzünden düşen o şeyleri gördün, değil mi?” diye sordu Bucky, yerinde duramayarak. “Biz buradayken onlar kendilerini tehlikeye atacaklar ve Nat-” Clint gülümsedi. “Natasha’nın kendine bakabileceğini biliyorsun, değil mi?” dedi. “Bazen onu beladan uzak tutmak imkansız gibi görünüyor.” “Tahmin bile edemezsin,” dedi Clint, ne dediğini düşünmeksizin. Verdiği açığı fark ettiğinde, Bucky çoktan ensesinde bitmişti. “Bir geçmişiniz olduğunu biliyorum, Barton,” dedi. “Ama detaylarını bilmek istediğimi sanmıyorum.” Phil Coulson odaya girdiğinde Bucky yerine oturmuştu ama Clint’e ters ters bakmaktan kendini alıkoyamıyordu. Phil “Sanırım Fury’ye ne olduğunu öğrenmek istiyordunuz.” “Sanırım buraya geliş nedenimizi daha önce görüşmüştük.”

152 Bu sefer Phil, Bucky’ye ters ters bakmıştı. Derin bir nefes aldı ve hafifçe gülümsedi. “Size Nick Fury’nin nasıl öldüğünü anlatmamın zamanı gelmiş, demek ki.”

Haziran 2017, Hydra’nın Son Karargahı, New York “Phil, sen ve ekibin çıkışları güvende tutun,” diye emir verdi Fury, odanın ortasında havada süzülen Ruh Taşı’na yaklaşırken. “Sonsuzluk Taşları’yla ilgili çok fazla bir bilgimiz yok, o yüzden dikkatli olmalıyız.” Phil, Fury’ye yaklaşarak “Bir kez öldüm, efendim,” dedi. “Dünya’yı korumak için tekrar ölmeye hazırım. S.H.I.E.L.D.’ın size-” “Bana değil,” dedi Fury, adamın omzunu tutarak. “Onların sana ihtiyacı var.” Tek tek odadaki ekibe baktı ve gülümsedi. “Görevi tamamlayalım artık.” Fury, Taş’a yaklaşırken, Phil, May ile bir girişi kolluyordu. Mack ve Yoyo başka bir kapıdaydılar. Daisy ise hangar gibi olan odanın ikinci katında, etrafı kolaçan ediyordu. Fury şimdi Taş’tan bir adım uzaktaydı ama bir şeyler ters gitmiş olmalıydı. Yer sarsılmaya başladığında Phil, Daisy’ye güçlerini kullanmasını emretti ama kız ne kadar denerse denesin depremi durduramıyordu. Ruh taşı etrafa ışıklar saçmaya başladığında herkes Fury’ye geri çekilmesini bağırıyordu ama Fury kararlıydı, bu görev bugün tamamlanacaktı. “Ruh Taşı’nı almak istiyorsan, bana sevdiğin birinin ruhunun vermelisin.” dedi bir ses, Fury’nin zihninde. Etrafında olan biten her şey durmuş, odadaki herkes adeta donmuştu. “Taş burada zaten!” dedi Fury, dalga geçercesine. “Her ne ya da kimsen, inan bana, ölüme inanabileceğinden çok daha fazla değer verdiğim ruhu feda ettim ben!” Adam Taş’a yaklaşmak için adım atmaya çalıştığında bir gücün onu geride tuttuğunu farketti. İlerleyemiyordu. “Son bir fedakarlık.” dedi Taş’tan gelen ses. “Ve bana sahip olabilirsin.” Fury derin bir nefes aldı. Yapması gereken şeyi biliyordu. Phil’in yanına gitti ve belindeki silahı çıkartıp Phil’in eline tutturdu. Silahı kendine doğrultup tetiği çekti. Taş’ın yanına gittiğinde “Phil, umarım düşündüğüm gibi bana değer veriyorsundur, adamım.” dedi. 153 Phil Coulson sonunda hareket edebildiğinde ne yaptığını bilmeksizin parmaklarını oynattı. Ne zaman eline aldığını bilmediği silahından çıkan mermi Fury’yi vurduğunda, Nick Fury yere düşmüştü. Odada onların dışında kimse hareket etmiyordu ve Phil bu gördüklerinin gerçek olup olmadığına emin değildi. Yine de Fury’nin yanına koştu. “Nick-” Fury zorlanarak “Ruh Taşı’nın Yenilmezlere ulaştırılması gerekiyor Phil,” dedi. “Ve senden Carol-” Fury son nefesini verdiğinde vücudu ortayan kayboldu ve odayı turuncu bir toz yığını kapladı. Birkaç saniye sonra tozlar yok olduğunda Nick Fury odanın ortasında, Ruh Taşı’nı elinde tutuyordu. Phil dışında hiç kimse Fury’nin aslında öldüğünü bilmiyordu.

Nisan 2018 -Günümüz-, Avengers Karargahı, Upstate New York Burada yeterli sayıda kahramanın olduğuna karar kıldıklarında Shuri ve T’Challa jetlerine binip Wakanda’nın yolunu tutmuşlardı. “Vision’ın bizimle gelmesi mantıklı değil,” dedi Tony, herkes hazırlanırken. “Thanos’un istediği şey bizde ve Vision’ı onlara altın tepside sunmak hiç mantıklı değil.” “Haklısın,” dedi Steve, Tony’yi onaylayarak. “Thanos’un ekibi taşların peşinde olmalı. Vision’ın malikanede kalması iyi bir plana benziyor.” “Ben de onunla burada kalacağım.” dedi Wanda, bir anda. “Vis’i tek başına bırakmak istemiyorum.” “Nik ve bebek Billy onunla birlikte olacak zaten.” dedi Natasha, Wanda’nın yanına gelerek. “Hem, sana ihtiyacımız olabilir.” “Annem yerine ben size yardımcı olabilirim.” dedi Wiccan, odanın ortasına bir portal açarken. “Şimdi, şu yanlış tarafı seçmiş Hulk’ı durdursak mı?” Steve ve Tony birlikte portaldan geçtiklerinde, diğerleri de onları takip etmişti. Wanda ve Vision portal kapanırken arkadaşlarına endişeyle baktılar, Bruce Banner ise odayı çoktan terk edip çalışma odasına geçmişti. Vision yavaşça Wanda’nın yüzünü okşadı. “Her şey yolunda gidecek.” dedi. “Hem, her ne olursa olsun, Billy’nin kurtulacağını biliyoruz.” Wanda derin bir nefes aldı. “Bunu kaybetmek istemiyorum,” dedi, Vision’ın elini tutarken. “Seni- ailemi-” 154 “Wanda,” dedi Vision, genç kadının gözlerinin içine dikkatle bakarken. “Bir şekilde düşersem ve taşı almaya kalkarlarsa-” “Vis-” “Dinle.” diyerek Wanda’nın konuşmasını engelledi. “Billy’den bunu isteyemem. Ama eğer düşersem, Thanos ele geçirmeden önce taşı yok etmeni istiyorum.”

Times Meydanı, New York Thor, Groot’un yere sabitlediği, gelişmiş kertenkelemsi uzay yaratıklarını şimşekleriyle kızartırken, Peter Quill ve Natasha yaratıkları mermi yağmuruna tutuyorlardı. Tony, Steve ve Carol aynı anda Cull Obsidian ile savaşıyordu. Billy etraflarında portallar açıp yaratıkları uzaya postalarken, Sam ve Rhody hava desteği sağlıyorlardı. Parker ise ağlarını kullanarak etraflarındaki sütunların çıkışlarını kapatmaya çalışıyordu. Gamora ve Nebula ise Milano’nun silah sistemini kullanarak yaratıkları öldürüyorlardı. Times Meydanı tam bir kaos alanıydı. Yenilmezler hep bir koldan saldırıyorlardı ama yine de sayıları yetersizdi. Tony’nin yanında bir portal açıldığında Steve’in dikkati dağılmıştı. Cull Obsidian’ın devasa topazı Steve’i bulmadan önce Carol araya girip saldırıyı durdurmuştu. Doktor Strange’in Astral görüntüsü “Tony, burada yardımınıza ihtiyacım var.” dediğinde, Tony, Steve’e baktı. Steve başıyla onayladığında Tony yanındaki portaldan geçtiğinde yalnız değildi.

Sanctum Sanctorium, Greenwich Village, New York Doktor Strange’in meditasyonu büyük bir sarsıntıyla yarıda kesilmişti. Büyücü havada süzülerek Sanctorium’un içinde ilerliyor, sarsıntıya neyin neden olduğunu bulmaya çalışıyordu. “Wong?” Wong’a ulaşamayınca Strange bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı. Thanos’un saldırısı başlamış olmalıydı ve her ne kadar Billy’nin geldiği gelecek çoktan değişmiş olsa da, Stephen onların Sanctorium’a saldırmalarını bekliyordu. Ne de olsa Zaman Taşı ondaydı. Bir şekilde, zihninin bir kapana sıkıldığını anlamıştı Stephen, çünkü Sanctorium’un kapısını açtığında gördüğü şey hala Sanctorium’un içiydi. Birisi onun zihniyle oynuyordu. Kendini odaklanmaya zorlayarak 155 yapabileceği en tehlikeli şeyi yaptı. Ruhu vücudunu terk ettiğinde bedeninin tüm saldırılara korumasız kalacağını ve zihnine saldıran kişinin onu kontrol edebileceğini biliyordu, ama bu riski almak zorundaydı. Astral görüntüsü Tony Stark’ı Times Meydanı’nda bulduğunda adamın yanında bir portal açtı. “Burada yardımına ihtiyacım var.” dedi. “Tehlike büyük.” Tony, Steve’e baktı, Steve başıyla onayladı. Tony Stark, Doktor Strange’in açtığı portaldan içeri girdiğinde Sanctum’un içi olabildiğince sessizdi. “Bay Stark?” “Peter! Sen- sana kim buraya gelmeni söyledi?” dedi Tony, çocuğa dönerek. “Şey- sizin tek başınıza ayrıldığınızı görünce yardıma ihtiyacınız olabileceğini düşündüm-” Tony çocuğun kendi başına düşünüp karar almasından usanmış olsa da bir şey demedi. “Sana daha kaç kere söylemem gerekiyor Parker, beladan uzak dur! Ve burası belayı bulabileceğin yegane yerlerden biri.” Doktor Strange’in Astral görüntüsü şaşkın şaşkın Tony’ye bakarken, Demir Adam kostümü içerisindeki adam “Üzerine alınma.” dedi. Peter, Times Meydanı’nda zaten belanın içinde olduklarından bahsederken Tony çocuğu dinlemeyi çoktan bırakmıştı bile. Sanctorium’un üst katından gelen patlama sesiyle Doktor Strange’in Astral görüntüsü yok olmuştu. Tony uçarak sesin geldiği yöne gitmiş, Peter ise ağlarını kullanarak onu takip etmişti. Sactorium’un çatısındaki boşluktan baktıklarında bir kapsülün gökyüzünde beliren diske doğru uçtuğunu görmüşlerdi. “Burada kal, çocuk.” dedi Tony, Peter’a ve kapsülün peşinden uçmaya başladı. Peter ise onu dinlemeksizin kapsüle ağını atmıştı bile çoktan.

Avengers Karargahı, Upstate New York Karargahın ortasında beliren portaldan çıkan Proxima Midnight ve Corvus Glaive sessiz bir şekilde ilerliyorlardı. Arka planda Vision ve

156 Wanda’nın sesini duyduklarında ikilinin olduğu yöne doğru ilerlemeye koyuldular. Wanda, Vision’ın kucağına oturmuş, camdan bakarken gelecekleri hakkında konuşuyorlardı. “Tatile San Diego’ya gitsek diyorum.” dedi gülümseyerek. Vision, genç kadının alnına ufak bir öpücük kondurdu. Wanda odanın kapısında duyduğu sesle birlikte ayaklanırken, Proxima Midnight mızrağını çoktan fırlatmıştı. Mızrak Vision’ın bedenini deşerek duvara çakıldığında, Vision hareketsizce yere düştü. Wanda havada süzülüp hexlerini kadına fırlatırken, Corvus Glaive genç kadının büyülerinin arasından sıyrılarak mızrağıyla Wanda’nın karnını yarmıştı. Genç kadın yere düşerken son gördüğü şey yaratığın Zihin Taşı’nı almak üzere olduğuydu. En azından Billy yaşayacak diye düşündü Wanda.

Times Meydanı, New York Thor, Steve’e “Ekipleri dört kişiydi!” diye seslendiğinde, Steve neler olup bittiğini anlamıştı. Vision ve Wanda şu anda karargahta, büyük ihtimalle korunmasız bir şekilde bekliyorlardı. Buradakilerin sadece bir yaratıkla başa çıkamadığını göze aldığında, Wanda ve Vision’ın tek başlarına karşılarına gelecek yaratıklarla başa çıkma olasılıkları düşüktü. “Billy!” diye seslendi Steve, Cull Obsidian’ın saldırısını savuşturmayı başardığında. “Beni karargaha göndermen gerekiyor!” Billy, Steve2in yanında bir portal açtığında, Steve beklemeksizin portalın içine atladı. Natasha, Steve’i takip ederken, Cull Obsidian kadını yakalamak için kolunu portaldan içeri soktu. Billy önlerindeki avantajı gördüğünde açtığı portalı kapattı. Yaratık kolunu kaybetmenin acısıyla haykırıyordu.

Avengers Karargahı, Upstate New York Corvus Glaive’in arkasına açılan portaldan çıkan Steve, kalkanıyla adama vurarak adamın Vision’ın alnına sabitlenmiş Zihin Taşı’nı almasını engellemişti. Proxima Midnight elindeki mızrağı Steve’e doğru 157 savurduğunda Steve mızrağı havada yakalamış ve portaldan çıkan Natasha’ya vermişti. Arkalarındaki portal kapanmadan hemen önce portaldan geçen bir adet devasa kol, portalın kapanmasıyla birlikte sahibinin vücudundan sonsuza dek ayrılmıştı. Steve, Proxima Midnight’ın üzerine atıldığında, Natasha da kadının mızrağını kullanarak Corvus Glaive’e saldırıyordu. Corvus’un mızrağını elinden düşürttükten sonra Natasha elindeki mızrağı adamın karnına sapladı. Corvus Glaive yere düştüğünde, Proxima Midnight avazı çıktığı kadar bağırmıştı. Kadının dikkatinin dağılmasını fırsat bilen Steve havaya atlayıp kadının suratına dönerek tekme attı. Proxima Midnight yere düştüğünde sürüklenerek Corvus Glaive’in yanına ilerledi. “Sizi öldürmek istemiyoruz.” dedi Natasha, yerdeki yaratıklara bakarak. “Ama mecbur kalırsak bunu yapmaktan çekinmeyiz.” Steve koşarak Wanda’nın nabzını kontrol etti. Kız hala yaşıyordu. Natasha, Vision’ın hareketsiz vücuduna bakarak “Onu Wakanda’ya götürmeliyiz.” dedi. “Hem buradan daha güvenli, hem de oradaki teknoloji bize yardımcı olabilir.” Proxima Midnight ve Corvus Glaive arkalarında açılan portal sayesinde Natasha ve Steve’in elinden kurtulduklarında, çalışma odasından çıkan Bruce, biraz önce olan biten her şeyden habersiz “Burada ne olmuş?” diye sordu. Nat, Bruce’e konup sarıldı. “İyi olduğuna sevindim.” dedi, genç kadın. “Bunca süre neredeydin ve bunları nasıl duymadın?” “Hulkbuster’ı geliştirmeye çalışıyordum.” dedi Bruce, kafasını kaşıyarak. “Tony’nin çalışma odasını ses geçirmez yaptığını nereden bilebilirdim ki?”

Disk, Dünya’nın Yörüngesi Doktor Strange, vücuduna giren iğnelerin acısıyla inliyordu ama bu Ebony Maw’a zevk veriyor gibiydi. Yaratık kömürleşmiş elini ovuşturarak “Gördüğün gibi, senin tuzağına düştüm, büyücü.” dedi. Doktor Strange dişlerini sıktı. Adama bu zevki vermek istemiyordu. “Zaman Taşı’nı asla benden alamayacaksın.” dedi. 158 Ebony Maw gülümseyerek “Onu bana isteyerek vereceksin.” dedi. “Anladığım kadarıyla taşa koyduğun büyü yüzünden onu senden başka türlü almam imkansız.” Doktor Strange’e yaklaşarak “Ama seni kırmak o sandığımdan daha kolay olacak.” Disk yörüngeden çıktığında, Tony ve Peter hala kavga ediyorlardı. “Bunların hepsi bittiğinde, kostümünü senden geri alıyorum.” “Beni yine aynı şeyle mi tehdit ediyorsunuz, Bay Stark.” dedi Peter,gülümseyerek. “Ben üyeliğimi falan silersiniz diye düşünmüştüm.” “Onu da olmuş say.” dedi adam, burnundan solurken. Tony, gemide göğsünden çıkardığı ışın ile büyük bir delik açtığında içeriden fırlayan gereksiz şeylerin arasında bir adet uzaylı yaratık da vardı. Peter neler olduğunu anladığında kostümünün eklenti ayaklarını kullanarak deliğin önünde durdu ve uzaya çekilmek üzere olan Doktor Strange’i yakaladı. Tony geminin içine girdiğinde Peter ağlarıyla deliği geçici bir süreliğine kapatmıştı. “İyi misin?” diye sordu Tony, yavaş yavaş kendine gelen Doktor Strange’e. Stephen gözlerini zorlanarak açtı. “O iğnelerin acısını gerçekten hissettim.” dedi. “Tüm bunların beynimde olduğuna inanmak inanılmaz zor.” “Evet,” diye onayladı Tony. “Birilerinin beyninle oynaması hiç de hoş değil. Ama şimdi daha büyük bir sorunumuz var, Doktor. Thanos’u yenmenin bir yolunu bulmalıyız.” Doktor Strange zorlanarak da olsa ayağa kalktı ve ellerini göğüs hizasında birleştirerek Tony’nin anlamadığı birkaç büyülü kelime söyledi. Adam transa girdiğinde Tony etrafına bakındı. “Seninle işim bitmedi, evlat.” dedi, Peter’a bakarak. “Önce şu açtığınız deliği kapatmak için daha iyi bir yol bulsak, Bay Stark,” diye önerdi çocuk. Tony geminin içindeki metal duvarları parçalayarak, kostümünün yardımıyla onları eritip bir araya getirdi ve deliği kapattı. Doktor Strange tarnstan çıktığında derin bir nefes aldı. “Milyonlarca ihtimali gözden geçirdim, Tony.” dedi, nefes nefese.

159 Tony, zırhın yüz kısmını kaldırarak, ümidini yitirmiş bir şekilde, “O kadar çok ihtimale baktığına göre, söylesene Doktor,” dedi. “Hiç birinde hayatta kalıyor muyuz?” Doktor Strange önce Peter sonra Tony’ye bakarak “Sadece bir tanesinde.” dedi.

Thanos’un Gezegeni, Titan Tony, Doktor Strange ve Peter, Disk’ten indiklerini kendilerini bilmedikleri bu turuncu gezegende bulmuşlardı. Tek bildikleri şey, Thanos’un burada olduğuydu. İleride açılan mavi-siyah portaldan çıkan Thanos gülümsüyordu. “Yenilmezler.” dedi. “Bana çok fazla zorluk yarattınız.” “Kötü adamlarla aramız pek iyi değil.” Dedi Tony, dalga geçercesine. “Ama bizi duyduğuna göre, eninde sonunda kötüleri durdurduğumuzu da duymuşsundur. Neden şimdiden teslim olmuyorsun?” Thanos hiçbir şey söylemeyerek Tony’nin üzerine doğru atıldığında, üçlünün arkasından bir yerden Thanos’a ateş açılmaya başlanmıştı. Tony zırhını aktifleştirerek havalandığında, onlar dıında Thanos’a saldıranın kim olduğunu görme fırsatı bulmuştu. Thanos kolunu önüne siper alırken, Milano’nun içinden Peter Quill, Gamora, Groot ve Nebula çıkıvermişti. “Thanos’u sizden iyi tanıyoruz,” dedi Nebula, yere indiğinde. “şartları eşitleyelim dedik.” Nebula, Thanos’a doğru saldırdığında, Thanos kadını tek yumrukta yere indirdi. “Aptallar.” Dedi Thanos, kahkaha atarak “Beni gerçekten yenebileceğinizi mi sandınız?” dedi. Yumruğunu sıkıp elini havaya kaldırdı. Gezegen titremeye başlamışken Thanos yumruğunu indirdi. Titan’ın yörüngesindeki bir diğer gezegen hızla ona yaklaşıyor ve üzerlerine meteorlar yağdırıyordu. Doktor Strange, Agamoto’nun Gözü’nü kullanarak kendinden birden fazla klon yaratmıştı ve hepsi büyüleriyle Yenilmezler’e yardım ediyordu ama yeterli değildi. Genç büyücü tüm arkadaşlarının birer birer düştüğünü izlemiş, yardım etmeye çalışsa da elinden pek de bir şey gelmemişti. Thanos’un eldivenindeki taşlar, onların gücünü fazlasıyla aşıyordu. 160 Groot, Thanos’un etrafını dallarla sarıp onu yere sabitlemişti. Peter ise ağlarını kullanarak adamın etrafını sarıyordu. Tony uçarak adama saldıracakken Gamora “Eldiven!” diye bağırdı. Tony eldivene yöneldiğinde, Peter Quill’in silahından çıkan ışın zırhını vurdu. Tony’nin hedefi şaşıp Thanos’un etrafını saran dalları kestiğinde, Thanos öfkeden kudurmuş, hepsine tüm gücüyle saldırıyordu. Doktor Strange bunun olacağını görmüştü. Onu yenmeleri imkansızdı. Büyücü verecekleri kayıpları kabullenerek savaşmayı bıraktı. Onun desteği olmaksızın, Yenilmezler bir bir düşüyorlardı. Thanos, Peter Quill’i kafasından yakalamış, kaskını sıkıştırarak adamı savaş alanının uzak bir köşesine fırlatmıştı; Tony’nin ışınlarını kendisine yansıtarak Demir Adam zırhını parçalamış; ve Gamora’nın saldırısını durdurup, ona saplamaya çalıştığı kılcı ters çevirerek kızın göğsüne geçirmişti. “Sana verdiğim değerin karşılığı bu olmamalıydı.” dedi, kız kollarında can verirken. Peter düşmekte olan meteorlardan birini ağlarıyla yakalamış, yönünü Thanos’a çevirmeyi başarmıştı, ama adam genç çocuğun arkasında belirdiğinde, Peter hazırlıksızdı. Thanos, Peter’ı kollarından ve bacaklarından tutarak havaya kaldırdı ve dizinin üstüne çökerek çocuğun bedenini hızla dizine vurdu. Tony, yerde yatan arkadaşlarının arasında, dizlerinin üzerinde duruyordu. Yenilmişlerdi. Nasıl olmuştu bu? Onlar, Yenilmezler’di. “Sizi duymuştum,” dedi Thanos, Tony’ye uzaktan bakarken. “Yenilmezler. Ne kadar ironik değil mi?” Thanos’un Tony’yi öldürmek için saldırıya geçtiğini gören Doktor Strange “Thanos!” diye seslendi. “Seninle pazarlık yapacağım!” “Bir de bana deli derler,” dedi Thanos, dalga geçercesine. “kaybettiğinizi görmüyor musun? Seninle neden pazarlık yapayım?” “Piyonlarından biri şu anda uzayın derinliklerinde cansız bir şekilde yüzüyor olmasaydı, Taş’ı ben istemediğim sürece asla alamayacağını sana söyleyebilirdi, ama denemekte serbestsin.” Thanos dişlerini sıktı. “Şartın ne? Canını bağışlamamı mı istiyorsun?” “Onun canını bağışlamanı istiyorum.” Dedi Strange, Tony’yi işaret ederek. “Anlaştık.” Dedi Thanos, hafifçe gülümseyerek. 161 Tony’nin şaşkın bakışları arasında Thanos, Doktor Strange’in Göz’den çıkarıp uzattığı Zaman Taşı’nı elinden aldı ve eldivenindeki koleksiyonuna kattı. “Söz verdiğim gibi, onun canını bağışlıyorum.” Dedi açtığı portalla Tony’nin arkasında belirmeden önce. Dizlerinin üzerinde zar zor duran adamı dokunmadan havaya kaldırdı ve “Eğer hiç doğmamış olursan, seni öldürmüş de sayılmam.” dedi. Tony’nin gözlerini ardına kadar açılmış, “Steve-” derken, vücudu Doktor Strange’in gözlerinin önünde yok oldu. Thanos “Sözümü tuttum.” derken Doktor Strange, Thanos’un ona verdiği sözün kimle ilgili olduğunu hatırlamıyordu.

162 Legacy Part 2: Battle of Wakanda

"konu" Thanos, Dünya’daki Taş’ları almak için ilerlediğinde, karşısına hiç beklemediği güçler çıkmıştır. Wakanda’nın teknolojisinden yararlanmak isteyen Yenilmezler oraya gittiğinde büyük savaş da peşlerinden gelir. Tony’nin varlığını dahi unutan Steve’i ise son düzlükte bir sürpriz beklemektedir.

"On dokuzuncu bölüm" Times Meydanı - New York Arabalar birbirine çarpıyor, binaların camları kırılıyordu. Dev ekranlar parçalanıp yerlere düşerken, yukarıdaki bir kaç helikopterin pervane sesleri duyuluyordu. "Adım Groot!" "Bunlar gazeteci," dedi Thor, Groot'a dönerek. "Sadece meraklı bir kaç insan işte." "Adım Groot?" "Hayır hayır, onları öldürmek yok." dedi Thor endişeyle. "Onlar bizden." "Adım Groot!" "Ha şöyle." dedi Thor gülümseyerek. Ama gülümsemesi yarım kalmıştı, çünkü önlerine sürekli yaratıklar çıkıyordu. Thor birkaç tanesini öldürdükten sonra Carol'a döndü; "Gördün mü? Az önce üç tanesini yere serdim." Carol, yaratıklardan birini yumruğu ile öldürürken, tek kaşını kaldırarak Thor'a baktı. "Gördüm, evet." Tek kolu kopmuş olan Cull Obsidian'ı şimşek gücüyle öldüren Thor, çekicini elinde sallarken, yaratıklar üstlerindeki gemiden yayılan mavi ışınla yukarı yükseldiler. Times Meydanı şimdilik güvenliydi, Thanos piyonlarını geri çekmişti. "Billy bizi karargaha götür," dedi Carol. "Steve ve Natasha'nın yardıma ihtiyacı olabilir." 163 Billy başını sallayıp portal açarken, Thor diğerlerine döndü. "Siz gelmiyor musunuz?" Quill, "Siz gidin," dedi. "Biz Milano'ya atlayıp şu Disk'in peşinden gideceğiz." "Tamam, siz bilirsiniz." diyerek Carol'ın peşinden portaldan geçti Thor.

Avengers Karargahı - Upstate New York Portal açıldığında Steve tedirginlikle oraya döndü, ama içinden yaratıklar değil, Yenilmezler'in bir kısmı çıkmıştı. "Neler oldu?" diye sordu Billy, Natasha'nın yanına giderken. "Anne?" diye bağırdı, yerde kanlar içindeki Wanda'yı görünce. "Vis'in taşını almak için buraya geldiler, ama neyse ki başaramadılar." dedi Natasha. Billy, yerde yatan annesinin yanına gitmiş, başını bacaklarının üzerine koymuştu. "Bu hiç iyi değil adamım," dedi Sam. "Her yere girebiliyorlar." "Burada güvende değiliz," dedi Natasha bir süre sonra. "Wakanda'ya gitmeliyiz, orada yüksek teknoloji var, biliyorsun Steve. Wanda için de çok iyi olur." "Evet, buraya tekrar saldırabilirler." dedi Steve. "T'Challa'ya geleceğimizi haber verelim." "Tamam ben de Clint ve Bucky'e ulaşayım," dedi Natasha. Steve başını sallarken, odaya bir portal daha açıldı. Bruce yerinde sıçrarken, portalın içinden bir adam, "Strange ve Stark, Sanctum'da yoklar," dedi. "Gitmişler. Şu çocuk da onlarla gitmiş galiba. Burası bomboş." dedi. Thor, "Sen de kimsin?" diye sordu gür sesiyle. Rhodes, "Wong." dedi. "Adım Wong. Strange'ın arkadaşıyım. Her neyse, ben hepinizi tanıyorum. Şey, sen hariç." dedi Billy'e bakıp. Billy gülümsedi. "Ben seni tanıyorum Wong, sorun değil adamım." Wong kaşlarını çattı. Bruce, "Nereye gitmiş olabilirler ki?" diye sordu. "Bilmiyorum. Ama burada savaş izleri var. Onları bulmaya çalışacağım." dedi Wong ve sonra portalı kapattı. 164 Steve, ekibe baktı. Carol, Bruce, Sam, Rhodes, Thor, Natasha ve Billy vardı. Wanda ve Vis yerde yaralı bir şekilde yatıyorlardı. "Bruce sen Wanda ile ilgilen, ben de Vision'ı taşıyayım. Billy sen Natasha'ya yardım et, bebekleri alın. Sam sen, yolda ihtiyaç duyabileceğimiz malzemelere bak. Hepimiz Quinjete binip, Wakanda'ya gidiyoruz. Acele edin!" dedi Steve. Natasha, telefonu kulağına götürüp Bucky'i aradı. Ona Wakanda'ya gideceklerini, onların da oraya gelmesi gerektiğini söyleyip kapattı. Sonra Steve'e dönerek, "Hadi gidelim!" dedi.

On dakikanın sonunda karargahtaki herkes jete binmiş, Wakanda'nın yolunu tutmuştu. Steve yolda T'Challa'yı görüntülü arayıp durumu anlatmıştı. T'Challa konuşurken, ekrana birden Shuri girmişti. "Ben onu iyileştiririm," diyordu. "Laboratuvarımı gördün Steve. Ayrıca Vision'ın alnındaki taşı, ona zarar vermeden bedeninden ayırabilirim." Steve ve Natasha birbirlerine baktı. "Bu mümkün mü?" diye sordu Natasha. "Wakanda'da her şey mümkün," diyerek güldü Shuri. "Tabii benim sayemde." Steve de gülümserken başını salladı. "Eğer bunu başarırsan, seni Starbucks'a götürürüm." "Yaşasın!" diye çığlık atıp kollarını havaya kaldırdı Shuri. Ekranda yeniden T'Challa belirdiğinde, "Şunu şımartma." dedi Steve'e. Steve güldü. T'Challa, "Geldiğinizde görüşürüz." diyerek konuşmayı sonlandırdı. Thor, Steve'e dönerek, "Starbucks da ne?" diye sordu. "Bir çeşit... kahveci." dedi Steve. "Bu kız bu çığlığı bir kahve yüzünden mi attı? Wakanda nasıl bir yer böyle?" Natasha gülümserken, Thor'un omzuna dokundu. "Gittiğimizde görürsün koca adam."

Wakanda - El Dorado - Altın Şehir (Africa)

165 Wakanda'ya geleli iki gün olmuştu, Shuri iki gündür Vision'ın alnındaki zihin taşını bedeninden ayırmaya çalışıyordu. Bu arada Wanda iyileşmek üzereydi, yavaş yavaş kendini topluyordu. Thor ise ilk defa geldiği Wakanda'nın sürekli Asgard'a benzediğini söyleyip duruyordu. Televizyon kanallarında ise 'Tony Stark kayıp' haberleri dolanıyordu. Steve mutsuzdu, endişeliydi ve onu her gün May arıyordu. Peter'da kayıptı. Steve, Peter'ın her şekilde Tony'nin yanında olduğunu biliyordu, ama nerede olduklarını bilmiyordu. May'e de bu yüzden iyi haber veremiyordu. Bucky gelip sarışın adamın yanına oturdu. "Ölseydi hissederdim," dedi Steve. Kalbini işaret etti. "Buramda hissederdim." "Ben de Stark'ın ölmediğine eminim," dedi Bucky. "O zeki bir adam, mutlaka iyi bir plan yapmıştır." Steve başını salladı. "Bilmiyorum Buck, içimde kötü bir his var. Sanki... yeniden o trene biniyormuşum gibi. Senin elini tutamadım ve sen düştün. O zaman da böyle hissetmiştim, içimde bir şeyler eksikti, şimdi de aynıyım. Ve hiçbir yere sığamıyorum." Bucky, dostunun omzunu sıktı. "Seni anlıyorum. Kaybetmek nedir çok iyi biliyorum Steve. Ama Tony'nin ve diğerlerinin şimdilik yaşadığını biliyoruz. Hem belki güvendedirler?" Steve olumsuz anlamda başını salladı. "Güvende olmadığına eminim, öyle olsaydı arardı. Dünya en iyi savunucusunu kaybetti." Bucky, iç çekti. Ne diyebilirdi ki? Steve yaralıydı ve onun dermanı Tony'nin eve sağ sağlim dönmesine bağlıydı.

Shuri laboratuvarda Vision'ın taşını bedeninden çıkarmak için çalışıyordu. Wanda ise geçen güne nazaran çok daha iyiydi ve ayakta dolanabiliyordu. Endişeyle Shuri'yi izlediği sırada bir gürültü duyuldu ve hemen sonra yer sarsıldı. Shuri ve Wanda birbirlerine baktılar. T'Challa laboratuvara girerek, "Geldiler," dedi. "Acele et Shuri." "Altı gündür uğraşıyorum ağabey, çok az kaldı," diye yanıt verdi Shuri. "Ama milyonlarca-"

166 İçeri hızla giren Steve yüzünden Shuri'nin lafı yarıda kesildi. "Hazırlanmalıyız." dedi Steve. "Burada biri kalsın, Shuri taşı çıkarana dek, laboratuvarı korumamız lazım." "Ben hallederim." dedi Wanda başını sallayarak. "Siz gidin." "Emin misin?" diye sordu Steve kızın omzuna dokunduğu sırada. "Kendini iyi hissediyor musun?" Yer bir kez daha gürültüyle sarsıldı. "Gidin dedim." diye bağırdı Wanda. Steve ve T'Challa koşarak laboratuvardan çıktılar. Koridorda Nakia ile karşılaşan T'Challa duraksarken, Steve, koşmaya devam etti. "Giyinmelisin," dedi T'Challa. "Sana savaş kıyafeti bulalım." "Ben Dora Milaje değilim." dedi Nakia, kaşlarını çatarak. "Olmadığını biliyorum Nakia, ama savaşmak zorundasın. Wakanda'yı ve Taş'ı korumalıyız." Nakia gözlerini devirdi. "Pekala, kıyafet nerede?" "!" diye seslendi T'Challa az ötedeki gardiyana. "Nakia'ya Dora Milaje kıyafeti ver, tam teçhizat." Okaye emri alıp başını salladığında, T'Challa sevdiği kadına döndü. Ona kısa bir öpücük verdikten sonra, "Savaş alanında görüşürüz." dedi ve koşarak uzaklaştı. Vibranyum kalkanları yüzünden Wakanda topraklarına giriş yapamayan Thanos'un ordusu, hırçın ve azimli bir şekilde, kalkanı delmeye çalışıyorlardı. Bruce, Hulkbuster'ı kuşanmıştı. Steve, "Kullanabilecek misin?" diye sordu adama bakıp. "Bunu Tony ile birlikte tasarladık, nasıl çalıştıracağımı biliyorum." diye yanıtladı Bruce. "Pekala." diyerek başını salladı Steve ve önüne döndü. Herkes yerini almıştı. Kalkandan yaralı bir şekilde geçiş yapabilen yaratıklara Dora Milaje ve Wakanda savaşçıları saldırıp, yok ederken, ana gemiden inen binlerce yaratık kalkana doğru koşmaya başladı. Yaratıkların kalkanın etrafından dolanarak arkaya geçmek istediğini anlayan Steve ve T'Challa kısaca bakıştılar. "Laboratuvara giriş yaparlarsa, Shuri işini tamamlayamadan, Taş'ı alırlar." dedi Steve. T'Challa başını sallayarak onayladı. "Shuri," dedi biraz sonra bir karar vermiş gibi. "Sana söylediğimde A7 bölgesinin kalkanını kaldır." 167 "Ne?" diye ciyakladı Shuri. "İntihar mı etmek istiyorsunuz?" "Sana söylediğimi yap, Shuri." "Ağabey-" "Shuri!" diye bağırdı T'Challa. "Söylediğim zaman." Shuri isteksizce onayladı. T'Challa kollarını çapraz yapıp, "Çok yaşa Wakanda!" diye bağırdı. Savaşçılar da aynını tekrarladığında, Steve ve T'Challa kalkana doğru koşmaya başladı. Herkes de onlarla birlikte kalkanlara doğru koşuyordu. T'Challa, "Şimdi!" dediği sırada A7 bölgesinin kalkanı kaldırıldı ve yaratıklar, açıklıktan içeri girmeye başladılar. Yüzlerce hatta binlerce yaratık geniş çayırlığa doluşmaya başlamıştı. Steve havada takla atıp birinin üzerine indiğinde, yaratık çoktan can vermişti bile. T'Challa da aynı şekilde birkaç tanesini öldürmüştü. Ama yaratıklar çok fazlaydı. Thor uçarak Kral ve Steve'in olduğu yere indiğinde şimşek gücüyle hatırı satılır yaratığı yok etmişti. Carol ellerinden çıkardığı ışınlar sayesinde yaratıkları parçalarına ayırıp yok ediyor, Bucky, makineli tüfeği ile birkaç tanesini yere indiriyor, Clint oklarıyla gözlerinden vuruyordu. Herkes yoğun çaba ve tam güçle saldırıyordu. Yaratıkların en arkasında onları Corvus Glaive ve Prioxima Obsidian izliyordu. Billy, açtığı portallarla yaratıkları bilinmeze yollarken, Hulbuster'daki Bruce avucundan çıkardığı lazerlerle yaratıkları öldürüyordu. Yine de kazanacak gibi durmuyorlardı. Birinin bir şey yapması lazımdı, biri çıkıp Thanos'a haddini bildirmeliydi. Ama kim onun kadar güçlüydü ki? Taşlar sayesinde yenilmez olmaya başlamıştı Thanos, Hulk bile onunla baş edememişti. Sahi, Bruce'un giydiği bu Hulkbuster'ı kim tasarlamıştı? Bruce hatırlayamıyordu. Biri vardı, bu koca zırhı biriyle tasarlamıştı, ama kim olduğunu bilmiyordu. Steve öldürdüğü son yaratığın ardından derin bir iç çekti. Bir şey olmuştu, bir yerlerde birinin canı yanmıştı. Steve yutkundu. Elini kalbinin üzerine götürdü. Bir şey vardı, biliyordu. Hissediyordu, ama

168 hatırlayamıyordu. Kaşlarını çatarak bir kez daha derin bir nefes aldı ve savaşmaya devam etti.

Thanos'un Gezegeni - Titan "Ba-Bay Sta- Strange? Az önce ne oldu efendim? Burada- burada biri? Burada- bir şey-" Peter etrafına baktı, kırmızı gezegende bir eksiklik, bir yanlışlık vardı. "Bilmiyorum Peter." dedi Doktor Strange. "Hatırlamıyorum." Peter kostümüne baktı. "Bu-bu-bunu bana- bunu ben tasarlamış olamam. Ben- bu teknolojiyi bilmiyorum. Şey, bunu- buraya nasıl gelebildim bilmiyorum." Doktor Strange başını salladı. "Hatırlayamıyorum." Thanos güldü. "Ahmaklar." Sonra portaldan geçip yok oldu.

Wakanda- El Dorado -Altın Şehir (Africa) Dora Milaje ve Wakanda'nın önde gelen bir çok savaşçısı, M'Baku ve klanında yer alan savaşçılar da var güçleriyle Thanos'un ordusuna karşı koyuyorlardı. Herkesin amacı Vision'daki Taş'ı korumaktı. Rhodey, ile üstlerinden uçarak destek sağlarken, Sam'de aynı şekilde yerdeki ekibe yukarıdan yardım ediyordu. Sürüyle açıklığa yayılan yaratıkların ardından kocaman bir makine çayıra giriş yaptığında Wanda olanları, laboratuvar camından izliyordu. Savaşçıların üzerine gelen koca alet, onları ezmek üzereydi. Wanda durup arkasına baktı, Shuri çalışıyordu ve Wanda'nın bir karar vermesi gerekiyordu. Shuri daha ne olduğunu anlamadan Wanda laboratuvardan çıkmış ve ellerindeki hexleri kullanarak çayırlığa, makinenin önüne iniş yapmış ve gücünü kullanarak koca makineyi son anda yaratıkların üzerine yollamıştı. Ölen onlarca yaratığın çığlığı sağır ediciydi. Natasha, Wanda'ya gülümseyerek bakıp başını salladı. "İyi iş." Wanda da aynı şekilde gülümserken, Prioxima Midnight, kocasına döndü. "Kız burada. Taş'ı alalım."

169 Shuri, laboratuvara doğru ilerleyen ayak seslerini duyduğunda işini daha bitirmemişti, ama gelenlerin düşman olduğunu biliyordu. Vision ile göz göze geldiği sırada, Vision ayağa kalktı. "Burada kalamam." diyerek duvardan geçip dışarı çıktı. Shuri, kolluklarını geçirip gelenleri öldürdükten sonra, "Vision gitti." diyerek ağabeyine bilgi verdi. T'Challa, yanındaki Steve'e haberi söylediği sırada, Wanda'da duyarak, "Ben onu bulurum." dedi ve uzaklaştı.

Vision'ın karşısına Corvus Glaive ve Prioxima Midnight çıkmıştı ve Vision'ı yere sererek, taşı ondan almaya çalışıyorlardı, derken Wanda, oldukları yere geldi ve Vision'ı ölmeden önce onların elinden kurtardı. "İyi misin?" dedi Vision'ın yanına oturduğu sırada. "İyiyim," dedi Vision. "Sana söylediğim şeyi hatırlıyor musun?" Wanda başını salladı. "Bunu yapamam Vis, seni öldüremem." "Milyarlarca insan ölecek Wanda, bunu yapmak zorundasın. Sana güveniyorum." dedi Vision. Wanda ağlamaya başladı. "Seni yok edemem." "Wanda," dedi Vision, dizlerinin üzerine kalkarak, "Bunu senden başkası yapamaz. Thanos'un taşı almasına müsaade edemeyiz. Sen bir Yenilmez'sin ve görevin Dünya'yı korumak. Canım hiç acımayacak Wanda, lütfen. Yap şunu!" Wanda gözlerini kısa bir süreliğine kapatıp avucundan çıkardığı güçleri ile Vision'ın taşını alnından sökerken, Vision, çığlık atmamaya çalışıyordu. Wanda gözyaşları içinde sevdiği adamın alnındaki Taş'ı çıkarmak üzereyken, Prioxima Midnight gelerek, Wanda'yı tuttuğu gibi uzağa fırlattı. Wanda havada uçarken, Thanos'u son anda görerek çığlık atmıştı. Thanos, Vision'ın alnında Taş'ı görünce sırıttı. Vision'ı boğazından yakalayıp havaya kaldırdı ve alnından taşı elleriyle sökerek aldı. Vision haykırıyordu, ama onu duyan yoktu. Thanos sonunda Taş'ı aldığında Vision'ın taşlaşmış bedenini bir kenara fırlattı. Eldivenine altı Sonsuzluk Taşı'ndan beşincisini takmıştı. Sonuncu Taş'ın kimde olduğunu bilerek gülümsedi. 170 Prioxima Midnight, Wanda'nın yanına gelip, mızrağını ona çevirdi. "Yalnız öleceksin." O sırada Prioxima Midnight'ın sırtından girip göğüs kafesinden çıkan mızrak yaratığı dizleri üzerine düşürmüştü. Natasha, "O yalnız değil.” derken mızrağı daha ileriye iteklemiş ve yaratığın hayatına son vermişti. Corvus Glaive ise oraya gelip, Natasha'ya saldıracağı sırada Rhodey üzerine varını yoğunu dökerek yaratığı öldürmüştü. Wanda ağlayarak, Natasha'ya sarıldı. "Vision," diyordu. "Öldü." Natasha da mutsuzdu, Thanos gittikçe daha da güçleniyordu. Yaratıklar her yerdeydi, Wakanda toprakları resmen istila edilmişti. Savaşçılar, yorulmaya başlamıştı, ama Thanos'un ordusu çok kalabalık ve çok güçlüydü. Ve hâlâ gelmeye devam ediyorlardı. O sırada çayırın orta yerine bir portal açıldı. Bruce ve Thor aynı anda, "Thanos!" diye bağırdı. Portaldan çıkıp etrafına bakan dev Titan, üzerine gelen Hulkbuster'ı elinin tersiyle metrelerce uzağa fırlattı. Rhodey ve Sam, Thanos'un üzerine havadan kurşun yağdırırken, yerdekiler de aynını yapıyordu. Thanos onlara baktı ve eldivenli elini sıkıp, taşlardan yardım alarak her birini geri püskürttü. Thor çekicini çevirip, Thanos'un üzerine şimşek yollarken, Titan onun gücünü ona karşı kullanarak Thor'u yere sermişti. Thanos, etrafına bakınarak ilerlemeye devam etti. Ve işte o zaman karşısına Kaptan Amerika çıktı. Deli Titan gülümseyerek adama doğru ilerliyordu. “Beni öldürmen hiçbir şeyi değiştirmeyecek.” dedi Steve, karşısında duran Thanos’un gözüne bakarak. “Steve Rogers sadece sıradan biri, ama Kaptan Amerika bir simge ve Kaptan’ı asla unutmayacaklar. Ben ölsem bile, Kaptan Amerika devam edecektir.” “Sözlerin gerçekten beni güldürüyor.” dedi Thanos, sırıtarak. “Teneke arkadaşın gibi konuşmayı çok seviyorsun ama seninle işim bittiğinde, tıpkı onun gibi, kimse seni hatırlamayacak bile!” Thanos zıplayıp üzerine atıldığında Steve adamın yumruğunu elleriyle karşılamaya çalıştı. Hangi teneke arkadaşından bahsettiğini anlamıyordu ama her kim olursa olsun, Steve onun intikamını alacaktı. 171 Thanos, karşısındaki insanın onun yumruğuna dayanmasına şaşırmıştı ama savaşmayı bırakmayacaktı. Steve var gücüyle Thanos’un yumruğunu durdurmaya çalışırken dizlerinin üzerine düştü. Dayanmakta zorlanıyordu. Derin bir nefes aldı ve içinden, sevdiği herkesin adını geçirdi. Ama hala biri eksikti. Steve son gücüyle Thanos’u geri itmeyi başardığında, Thanos ona geri saldırmadan önce aklından geçen tek bir şey vardı. “Her kimdiysen, en çok seni özledim.” Deli Titan’ın yumruğuyla yere yığılan Steve, gözlerini açtığında neler olduğunu anlayamıyordu. Dünya tamamen turuncuya dönmüştü ve etrafta ne bir bina ne de yaşam izi vardı. Steve kaybettiklerini biliyordu. Thanos bütün taşları toplamış ve dünyayı bu hale çevirmiş olmalıydı. Zorlanarak yerden kalktığında arkasında bir adamın beklemekte olduğunu farketti. “Pardon, buraya ne oldu?” diye sordu genç adam, karşısındaki siyah saçlı adama. “Vay be,” dedi, Steve’in tanımadığı adam, dalga geçercesine. “Gerçekten unutacağını hiç düşünmezdim.” Steve bir şeylerin ters gittiğini anlamış olsa bile, adamın ne demeye çalıştığını anlayamıyordu. “Thanos,” dedi yavaşça. “Bütün bunların nedeni o, değil mi?” “Ruh Taşı'nı almak için sevdiğin bir ruhu feda etmen gerektiğini biliyor muydun, Rogers?” diye sordu yabancı, güneş gözlüklerini çıkartırken. “Açıkçası, buraya gelmeden önce ben de bilmiyordum, ama, taşı almış olmanın beni bu denli mutlu edeceğini de düşünmezdim.” “Ne-“ “Sevdiğin birini taşlar uğruna feda ettiğin için buraya gelebildin, diyorum, Rogers.” dedi Tony Stark, Steve’e sarılırken. “Keşke beni hatırlayabilseydin, ama, bu da iş görür.” Tony’nin sesi titriyordu. Onu kaybetmeye hazır olmadığını biliyordu ama sevdiği adamın kendisini hatırlamaması, işte bu çok daha acı vericiydi. “Göster ona gününü, Kaptan.” diye fısıldadı Steve’in kulağına. Steve içgüdüsel bir şekilde ellerini hareket ettirip, karşısındaki yabancıya sarılırken etraf bir anda değişmeye başladı. Thanos’un karşısında duruyorken, ağzından çıkan kelimenin ne anlama geldiğini bilmese de, sadece konuştu. “Tony.” 172 Thanos’un saldırısını durdurmak için kalkanını kendine siper ettiğinde, karşısındaki yaratığa karşı çok bir şansı olmadığını biliyordu. Titan’ın yumruğu için bekledi… bekledi… ama yumruk gelmiyordu. Kalkanın arkasından ileriye baktığında Thanos ile arasında duran kırmızı-sarı kostümü gördü. Hatırlıyordu. “Tony!” Tony Stark, bir an için arkasına dönüp Steve Rogers’a bakarak, “Bir el atsan mı artık?” diye sordu.

173 Legacy Part 3: I Don’t Wanna Go

"konu" Tony Stark, Thanos tarafından Ruhlar Diyarı’na gönderilmiş olsa da, Steve Rogers’ın onu hatırlaması sayesinde tekrar dünyaya dönmüştü. Tony, Steve, Bruce, Natasha, Thor ve Clint, yıllar sonra ilk defa bir arada savaşıyorlardı ve bilmedikleri tek şey, hiçbir gücün Thanos’un son taşı almasına engel olamayacağıydı.

"Yirminci bölüm"

Wakanda- El Dorado -Altın Şehir (Africa) Steve Rogers siper aldığı kalkanın arkasından ileriye baktığında Thanos ile arasında duran kırmızı-sarı kostümü gördü. Hatırlıyordu. “Tony!” Tony Stark, bir an için arkasına dönüp Steve Rogers’a bakarak, “Bir el atsan mı artık?” diye sordu. Steve, Thanos’a doğru atıldığı sırada vücudu taşa dönüşmüştü. Tony şaşkınlıkla sevdiği adamın betona dönüşen vücudunun yere düşüp parçalara ayrılmasını izlerken, kendisinin de aynı şekilde taşa dönüştüğünü farketmemişti bile. Thanos kahkaha atarak “Yenilmezler.” dedi. Steve’in parçalanmış vücudunun saçtığı tozların arasında parlayan turuncu Sonsuzluk Taşı’na doğru ilerlediğinde, tozların birleşip bir vücut şeklini aldığını gördü. Red Skull, tüm ihtişamıyla Thanos’un karşısında duruyordu. Sesi tüm Wakanda’da yankılanarak “Ruh Taşı’nı almak istiyorsan, bana sevdiğin birinin ruhunun vermelisin.” dedi. Thanos karşısındaki yaratığa dik dik bakıyordu, ve içten içe biliyordu, söylediği şeyi yapmak zorundaydı. Yumruğunu sıkıp yanında bir portal açtığında, Titan üzerindeki herkesi dünyaya ışınlamıştı. Gamora dışındaki herkes Thanos’tan olabildiğince uzakta, hareket edemeyecek şekilde taşlaşmıştı. Thanos, eldivenini 174 kullanarak yerde cansız yatan kızını zamanda geri aldı. Ruh Taşı’nı almak için Gamora’ya ihtiyacı vardı. Gamora derin bir nefes alarak uyandığında ne olduğunu anlayamamıştı. Titan’da değildi artık ve- son hatırladığı şey Thanos’un onu- Gamora hızla ayağa kalktığında, tekrar Thanos tarafından öldürülmek için hayata döndürüldüğünü bilmiyordu.

Yıllar Önce Thanos, birlikleri etrafta Zen-Whoberi halkını toplarken sokakları arşınlıyordu. Yaptığı şey için alacağı cezanın farkındaydı, ama bu ırkın soyunun tükenmesine izin veremezdi. Hayır. Elinden hiçbir şey gelemezmiş gibi oturmasını kimse bekleyemezdi. Sokağın ortasında küçük bir kız annesini arıyordu. Ama kimse ona cevap veriyor gibi görünmüyordu. Kız korkuyla ağlarken, Thanos ona yaklaştı ve dizlerinin üzerine çökerek “Adın ne, küçüğüm?” diye sordu. Küçük kız yanına yaklaşan büyük adama aldırış etmeden annesini çağırmaya devam etti. Dudakları titriyordu ve belli ki korkmuştu. Thanos ona yavaşça elini uzattı, “Anneni mi arıyorsun?” diye sordu. Küçük kızın dikkatini çekmeyi başarmıştı. Kız, hala adama bakmıyordu, onaylarcasına başını salladı. “Gel onu beraber bulalım,” dedi Thanos, ayağa kalkıp, elini küçük kıza yaklaştırarak. Kız ufak elleriyle Thanos’un parmaklarından birini ancak kavrayabilmişti. Birlikte alanın ortasından uzaklaştılar ve daha sakin bir bölgeye ilerlediler. Thanos korkup korkmadığını sorduğunda küçük kız yine başıyla onaylamıştı. “Görüyorsun ya,” dedi Thanos, sakin bir şekilde. “benden korkman için hiçbir neden yok.” Kızı kucağına alıp omzuna oturttu. Pantolonunun cebinden çıkardığı bıçağı kıza uzatıp, “Bunun ne olduğunu biliyor musun?” diye sordu. Kız onayladığında bıçağı ona verdi. “Hayatta her şey denge üzerine kuruludur.” dedi arkalarındaki tüm sesler bir anda kesildiğinde. Küçük kız arkasını dönecekken Thanos onu engelledi ve elindeki bıçakla oynaması için yönlendirdi. Uzaklardan bir kadın “Gamora!” diye bağırdığında, sesi ateşlenen silahların arasında kaybolmuştu. 175 Thanos küçük kızın yanağını okşayarak “Senin bu dengeyi korumamda bana yardımcı olacağına eminim, küçüğüm” dedi. Küçük Gamora omzunda oturduğu yabancının ailesinin ölümüne neden olduğunu bilmeksizin ona güveniyordu. Titan’a geri döndüğünde ordusunun elinden alınacağını bilen Thanos bir ırkı kurtarmış olmanın gururunu her zaman yanında taşıyacaktı. Ama bugün ona daha büyük bir hediye vermişti: Kızını.

Wakanda- El Dorado -Altın Şehir (Africa) Thanos, gözünden bir damla yaş akıtırken kızını kafasından yakaladı ve boynunu kırarak Red Skull’ın önüne attı. Nebula ve Peter Quill’in haykırışları arasında turuncu duman bütün alanı sardığında Thanos başardığını biliyordu. Herkesin iyiliği için yapıyordu bunu. Kendi kendine tekrarladı. “Herkesin iyiliği için!” Gökyüzünden inen büyük bir ışık dalgası Thanos’un etrafını kapladığında Deli Titan bir an için bilincini yitirmişti. Etrafında yaptığı değişiklikler geri dönerken, Steve’in vücudu tekrar birleşti, Tony hareket etmeyi başardı ve Yenilmezler’in geri kalanı ikiliye katıldı. Ama Thanos’dan hiçbir iz yoktu.

The Waypoint Thanos gözlerini açtığında yine aynı yerdeydi, kızını bulduğu gezegende. Ama bunun mümkün olmadını biliyordu, çünkü o gezegen çoktan yok olmuştu. Eldiven onda değildi ve, uzun zaman sonra ilk defa huzurlu hissediyordu. “Onları topladın mı?” diye sordu bir anda karşısında beliren küçük kız. Thanos’a sorgulayan gözlerle bakıyordu. Thanos, suratında buruk bir gülümsemeyle cevapladı. “Evet, küçüğüm.” “Yaptın mı?

Wakanda- El Dorado -Altın Şehir (Africa) Thanos, Wakanda’nın ortasında belirdiğinde Eldiven’deki tüm taşlar tamamlanmıştı. Deli Titan yapması gerektiği şeyi biliyordu. Böyle giderse kurtarılacak bir evren kalmayacaktı. Derin bir nefes aldı ve 176 gözlerini yumdu. Yenilmezler üzerine doğru saldırırken, o parmaklarını şıklatmıştı bile. Acı kolundan yayılıyor ve bütün vücudunu ele geçiriyordu. Thanos feryat ederken, Eldiven’den çıkan ışıklar etrafını sardı. Titan’ın savaş yaralarına şimdi daha da fazlası ekleniyordu. Eldiven, Titan’ın kolunu nerdeyse parçalayacakken bir anda her şey durdu. Bütün evren bir saniye için hareketsiz kalmıştı. Sonrası… pek çok için sonrası diye bir şey yoktu.

The Waypoint Thanos tekrar gözlerini aynı yerde açmıştı. Gamora şimdi onu son gördüğü haliyle karşısında duruyordu. Yine aynı bakışlar vardı kızının gözlerinde. Ama bu sefer öfke değil, üzüntü doluydular ve o üzüntüler yaş olup akıyordu gözlerinden kızın. “Yaptın mı?” diye sordu Gamora, sesi titreyerek. Thanos cevap vermekte tereddüt etse de, Gamora’ya asla yalan söylememişti, ve yine söylemeyecekti. “Evet… küçüğüm.” Gamora başını önüne eğdi. Kızın vücudu hiçliğe karışırken Thanos ona erişmeye çalışmıştı.

Wakanda- El Dorado -Altın Şehir (Africa) Thanos ortadan kaybolduğunda etrafa bir sessizlik çökmüştü. Herkes ne olduğunu anlamak için etrafındakilere bakıyordu. Kazanmışlar mıydı? Thanos’u yenmişler miydi? Kimse daha ne olduğunu anlayamadan, sevdiklerinin hiçliğe karışmasına tanık oluyordu. Bucky, Steve’in sırtını patpatlarken bir anda hareket etmeyi kesmişti. Ne olduğunu bilmiyordu ama kollarını hissedemiyordu. Steve yavaşça ondan uzaklaştığında Bucky kollarının yok olduğunu gördü. “Bu bir ilk değil,” dedi, buruk bir sesle. “Buck-“ Bucky, Steve’in sözlerini keserek “Beni dinle!” dedi. “Nik sana emanet, anlıyor musun? Ona benim kadar iyi babalık yapabilecek bir tek sen varsın.”

177 İkiliden birkaç metre uzakta çalılıkların orada T’challa, Shuri’ye sarılırken yere düşmüştü. Genç kız korkuyla “Ağabey?” diyerek genç adamın üzerine atıldı. “Her şey yolunda mı?” “Shuri,” dedi T’Challa yavaşça. “Wakanda’nın sana ihtiyacı var.” Okoye ikilinin yanına geldiğinde T’Challa’nın vücudu Shuri’nin kolları arasında hiçliğe karışmıştı. “Shuri?” diye sordu kadın, neler olduğunu anlayamıyordu. Shuri, gözleri kan kırmızısına dönmüş, “Ağabey-“ diyebildi sadece. Groot vücudu toza dönüşmeden önce Nebula’nın yanına kadar anca varabilmişti. “Adım Groot.” Nebula ona doğru gelen yaratığı gördüğünde ona ulaşmak için çabaladı ama daha birbirlerine sarılamadan Groot ortadan kaybolmuştu. Nebula öfkeyle Peter Quill’e dönerek “Hepsi senin suçun!” diye bağırdı. “Onu yenebilirdik! Bunların hepsini engelleyebilirdik.” Peter Quill gülümseyerek Nebula’ya baktı. “Ona katılır mıyım?” diye sordu, yavaşça. Nebula soruyu anlamamış, adama deliymişçesine bakarken, Peter sorusunu tekrar sordu. “Gamora’yı orada görür müyüm dersin?” Nebula ağzında bir şeyler gevelerken Peter Quill onun yanına kadar gelip kızın elini tuttu. Genç adamın vücudu hiçliğe karışırken “Onu gördüğümde ona ne kadar değer verdiğini söyleyeceğim.” dedi. Wanda, Vision’ın ölümünden zaten harabeye dönmesi yetmiyormuş gibi, şimdi birer birer tüm arkadaşlarını kaybediyordu. Ama nedense içlerinde canını en çok yakan şey, duyduğu bir kelime olmuştu. “Anne?” Wanda koşarak oğlunun yanına gittiğinde Billy yerde yatıyor ve gökyüzüne bakıyordu boş gözlerle. “Sence Teddy ve Nik’i görebilecek miyim?” “Elbette,” dedi Wanda, dişlerini sıkarak. Vision’ın ölümünden sonra gözyaşlarının tükendiğini düşünmeye başlamıştı ama hayır, onları durdurmanın bir yolu yoktu. “onların seni orada beklediğine eminim.” “Babamın gelemiyor olması üzücü.” dedi Billy, kahkahasını bastırarak. “Seni özleyeceğim.” Wanda Billy’ye sıkıca sarıldı. “Ben de seni özleyeceğim, oğlum.” dedi, genç adamın vücudu kollarının arasından yok olmadan önce. Birkaç 178 saniye sonra gözyaşlarının yerini ufak bir tebessüm almıştı. “Pietro, Billy…” diye düşündü, kaybolmakta olan ellerini farkettiğinde. “Bekleyin beni.” Peter şaşkınlıkla Tony’ye doğru yürüyordu. “Bay Stark, efendim,” dedi genç adam, sendeleyerek yürümeye çalışırken. “bacaklarımda bir sorun var galiba.” Çocuk yere düşerken Tony onu yakaladı. Peter, Tony’nin kollarında, adama şaşkınlıkla bakıyordu. “Bay Stark?” Tony, neler olduğunu anlamış, çocuğa sıkıca sarıldı. “Her şey iyi olacak, evlat.” dedi. Peter derin derin nefes alırken, “Ölmek istemiyorum, Bay Stark,” dedi. Çocuğun sesi titriyordu. “Ben- ben- ölmek istemiyorum.” Tony dişlerini sıkarak gözyaşlarına engel olmaya çalışırken kollarının arasındaki genç çocuk toza dönüşmüştü. Harabeye dönüşmüş Wakanda’nın ortasında şimdi Kaptan Marvel’ın etrafında Tony, Steve, Bruce, Natasha, Thor ve Clint duruyorlardı ve onların da Wakanda’dan pek bir farkı yoktu. Nebula kimseye bir şey demeden savaş alanını terk ederken “Şimdi ne yapacağız?” diye sordu Bruce, etrafına bakarak. Kimseden bir cevap beklemiyordu ama yine de sormuştu. Kaptan Marvel etrafındaki arkadaşlarına tek tek baktıktan sonra bakışlarını batmakta olan güneşe çevirerek “Kahretsin, Fury.” dedi. “Bu sefer seni yüzüstü bırakmayacağım.”

Thanos’un Gezegeni, (tam lokasyonu bilinmiyor) Thanos verdiği büyük savaşın ardından sonunda evine dönebilmişti. Şimdi bütün evreni kurtardığını bilmenin getirdiği huzurla derin bir nefes aldı. İçinde hala büyük bir boşluk vardı, ama bir yandan da rahatlamıştı. Batmakta olan güneşe çevirdi bakışlarını ve gülümsedi. Yeni doğan güneşle birlikte evrene yeni bir yaşam hakkı tanımıştı. Şimdi sevdiklerine katılabilirdi. Yıllar önce ekinlerini korumak için Gamora’nın yaptığı korkuluğa baktıktan sonra gitmesi gerektiği yeri biliyordu. Ve bir an sonrasında Thanos yok olmuştu. 179 Dünya’nın Yörüngesi Nebula, Black Order’ın geldiği gemiye vardığında etrafına baktı. İçeride kimsenin olmadığına ve takip edilmediğine emin olduktan sonra geminin kontrol odasına geçti. Thanos’un Titan’a geri dönmeyeceğini biliyordu. Hayır, büyük ihtimalle biricik kızıyla kurdukları masal evine ışınlamıştı kendini ama tek sorun o yerin nerede olduğu bilen kişilerden biri artık ölüydü ve diğeri de, eh, zaten oradaydı. “Gamora,” diye kızın adını fısıldadı Nebula, gözlerini kapatıp. “Bana yardım etmen gerekiyor, kardeşim. İkimizin de intikamını alabilmem için bana yardım etmen gerekiyor.”

Ruhlar Diyarı Wanda gözlerini açtığında nerede olduğunu bilmiyordu. Etrafına bakındığında ilk gördüğü şey müthiş bir günbatımıydı. Sadece bunu izlemek bile genç kadının içini ısıtıyordu. Derin bir nefes aldı. O anda neler olduğunu hatırlamıştı. Wanda ölmüştü. “Pietro!” diye seslendi, yıllardır göremediği kardeşini görebilmenin umuduyla. “Pietro!” Genç kadın arkasından gelen sesle irkilmişti ama bu ses kardeşine ait değildi. “Kardeşin burada değil,” dedi Doktor Strange, sakin bir şekilde. “Maalesef onu burada bulamazsın, Wanda.” “Ama o da öldü.” “Evet,” dedi Gamora, Wanda’nın arkasından yaklaşıp onun omzuna dokunarak. “kardeşin öldü. Ama görüyorsun ya, sen sadece Ruh Taşı’nın içinde sıkışıp kaldın.” “Yani-“ “Yani Teddy ve Dik burada değiller.” dedi Wiccan, annesinin beline sarılarak. “Ölmekte olan birine yalan söylemen hiç de hoş değil.” diye ekledi. “Buraya geldiğimde yaşadığım hayal kırıklığını hiç düşündün mü?” “Ben-“

180 “Açıkçası ben ölmediğim için inanılmaz mutluydum.” diye araya girdi Peter. “Tabii o korkuyu yaşamamış olmayı yeğlerdim ama yine de değişik bir deneyim olduğu-“ “Adaş olmasak şimdiye ağzını bantlamıştım.” diyerek çocuğun sözünü kesti Peter Quill, Gamora’yı belinden yakalarken. “Buradan çıkmanın bir yolunu bulmamız lazım.” dedi Sam, ekibe katılırken. “Katılıyorum,” dedi T’Challa. “Wakanda’yı her ne kadar Shuri’ye emanet etmiş olsam da onun ne kadar profesyonel olduğunu hepimiz biliyoruz.” “Ayrıca Tony’nin şu andaki durumunu hayal bile edemiyorum.” diye ekledi Rhodey. “Geçen sefer bunun kabusunu gördüğünde başımıza Ultron’u sarmıştı. Şimdi ne yapar kim bilir.” Bucky gülümseyerek aralarına katılmıştı. “Steve’in onu durduracağına eminim.” dedi. “Şimdi plan kısmına gelirsek-“ “Benim bir planım var!” dedi Peter Quill. Etrafındaki herkes hayır diye bağırdığında “Peki, siz bilirsiniz.” diyerek sustu. “Adım Groot.” “Diline mukayyet ol, Groot!” diye uyardı Peter, Groot’un yaptığı uygunsuz yorumdan sonra. “Sadece planlarının hep kötü sonuçlandığını söyledi,” diye araya girdi Loki, herkes şaşkınlıkla ona bakarken. “Pek bir hakaret gibi de durmuyor.” “Daha önce boyutlar arası birkaç deneyimim olmuştu.” dedi genç bir kadın, ekibin arasına katılarak. “Buradan nasıl çıkacağımıza dair bir fikrim var aslında.” “Pardon,” diye atıldı lafa Peter Quill, “kimim demiştin?” “Hope,” dedi genç kadın. “Hope van Dyne. ’in kızıyım.”

181 Legacy Part 4: Guilt

"konu" Thanos, Dünya'ya bir nevi kıyameti yaşatıp ortadan kaybolmuştur. Dünya kıyameti yaşarken Yenilmezler ekibi ise Wakanda'da kendi iç dünyalarına hapsolmuşlardır. Tony suçluluk duygusu ile kavrulurken, arkadaşlarının desteği gecikmeyecektir.

***Dikkat bu bölüm Marvel’s Avengers Infinity War filminden spoilerlar içermektedir.***

Yazar Notu: Bölüm içerisindeki olaylar Marvel’s Avengers Infinity War filmiyle paralellik içermekte olsa bile pek çok yerde işleniş, ve olayların gelişmesi -ve sonuçları- bölümde farklıdır. Filmi izlerken zevkinizin kaçmaması için bölümü okumadan önce filmi izlemeniz tavsiye edilir.

"Yirminci birinci bölüm”

“Gamora,” diye kızın adını fısıldadı Nebula, gözlerini kapatıp. “Bana yardım etmen gerekiyor, kardeşim. İkimizin de intikamını alabilmem için bana yardım etmen gerekiyor.” Nebula kimse fark etmeden bindiği savaş gemisinin içinde gözleri kapalı bir şekilde bekliyordu, ama gitmesi gerektiğini de biliyordu. Gemiyi çalıştırıp havalandığında izleyeceği rotayı ekrana kodladı ve dümeni kendine çekti. Titan Gezegeninde ki Milano'yu bulmak zorundaydı. Olanlar olmuştu, Thanos sonunda istediğini elde etmiş ve evrenin yarısını yok etmişti. Gamora ölmüştü, diğer herkesle beraber... Nebula uzun bir yolculuk geçirmişti. Sonunda Titan'a vardığında gemiyi zemine indirdi. Burası hatırladığı gibi değildi, çok şey değişmişti ama umursamadı. Bulmak için geldiği Milano, az ileride göz alıcı bir şekilde, bu kızıl gezegenin ortasında parlıyordu. Zaman kaybetmeden gemiye 182 girip etrafına bakınmaya başladı. Gamora'nın kokusunu alabiliyordu, bu geminin içinde kız kardeşi çok uzun zamanlar geçirmişti. Nebula, o sırada Gamora'nın günlüğünü hatırladı. Kız kardeşi bir video kaydı tutuyordu, ama bunun nerede olduğuna dair bir fikri yoktu. Tek amacı günlüğü bulmakmış gibi, geminin içini aramaya koyuldu ve sonunda istediğine ulaştı. Milano'yu çalıştırmadan önce bu günlüğü izlemek istiyordu. Gamora'ya ait bir şeyler, onu ne kadar çok sevdiğini bir kez daha hatırlatacaktı. Nebula kaydı çalıştırdı. Siyah-kızıl saçlarıyla Gamora ekranda belirdi. "Bugün Groot'u dans ederken yakaladık, şuna bakın," demişti Gamora ve ekranda Groot'un gizli çekilmiş bir videosu belirmişti. Groot kulaklık takmış, dans figürleri sergiliyordu. Drax, Quill ve Rocket hepsi gizlice Groot'u izliyor ve gülüyordu. Herkesin bir arada olduğu mutlu zamanlardı. Gamora'nın Ronan'ı yendikten sonra çektiği video dahil, birçok anıyı özlemle izlemişti Nebula. Ekran karardığında kısa bir süre daha bakmaya devam etti. Tam kapatacakken, bir ses işitti ve Gamora yeniden ekranda belirdi. "Nebula," diyordu Gamora, "eğer işler yolunda gitmezse, eğer... bilirsin işte ben ölmüşsem, onu nerede bulacağını artık biliyorsun kardeşim." Gamora ekrana bakıyordu, gözleri dolmuştu, kaydı izleyen Nebula ekrana iyice yaklaştı ve dokundu. Gamora kendisine bir mesaj bırakmıştı, bu Nebula için çok kıymetliydi. "Thanos ikimizi de mahvetti, benim çocukluğumu elimden çaldı, senin insanlığını... Bizleri bir ölüm makinesine çevirdi, bir canavara... Bazen, bazen kendimi neden hâlâ öldürmediğimi düşünüyorum, ama... ölmek istemiyorum Nebula. Peter'ı seviyorum, burayı da... Ve seni de seviyorum Nebula, her zaman sevdim kardeşim. Bu kaydı izliyorsan, sana yalvarırım, Thanos'u bul ve intikamımızı al." Kayıt sona erdiğinde, Nebula akamayan gözyaşlarını silmek için yüzüne dokundu. Sonra Peter'ın koltuğuna oturup Milano'yu çalıştırdı. Gitmesi gereken yeri biliyordu, alması gereken bir intikam vardı.

Wakanda- El Dorado- Altın Şehir (Africa)

183 Herkes şoktaydı, daha saniyeler önce burada olan insanlar, savaşçılar, kahramanlar küle dönmüş ve Thanos ortadan kaybolmuştu. Tony avuçlarından kayıp giden küle bakarken, bir damla gözyaşı yanağından süzüldü. İçi içini yiyordu, vicdanı ona çiviler gibi batıyordu. Şimdi ne yapacaktı? Bir el omzuna dokununca elinin tersiyle gözlerini sildi. Bu Natasha'ydı. "Kalk," dedi kızıl kadın, "içeri geçiyoruz." Tony bir müddet ona baktı. Az evvel Bucky'i kaybetmişti, ama yine de güçlü görünüyordu. Peter ile kan bağı yoktu belki, ama Tony onu oğlu gibi seviyordu, sevmişti. Tony hâlâ kıpırdayamıyordu. Dudaklarından tek bir cümle süzülüyordu, "Benim suçum."

Okoye, Nakia ve Shuri taht odasında boş sandalyeye bakıp konuşuyorlardı. "Şimdi ne olacak?" diye sordu Okoye, "Taht boş mu kalacak?" "Bast aşkına, Okoye, tek derdimiz tahtın boş kalıp kalmaması mı?" diye sordu Nakia. "Wakanda'nın düşmanları var, bunu biliyorsun Nakia. Tahtın boş kaldığını öğrenenler sence üzerimize çullanmaz mı?" "Tek aday Shuri," dedi Nakia. Genç kız konuşan iki kadına baktı. "B-Ben mi?" "Elbette sen," dedi Nakia. "Tahta oturması gereken sensin prenses." "Yoo yoo hayır," diyerek geri geri gitti Shuri. "Bunu hiç mi hiç istemiyorum. Ben bir Black Panther değilim." "Eğer istersen olabilirsin ama?" dedi Okoye. "Bunları sonra konuşabilir miyiz? Ağabeyim daha yeni..." Shuri son kelimeyi söyleyemiyordu. 'Öldü' diyemiyordu. Bunu ona nasıl yakıştırabilirdi? Ağabeyi nasıl ölebilirdi? "Misafirlerimiz var, yorgunlar. Kayıplar yaşandı, herkesin biraz zamana ihtiyacı var." "Taht çok uzun süre boş kalmama-" "Anladım Okoye, tamam, bunu konuşuruz dedim ya." diyerek odadan çıktı Shuri. Nakia, Okoye'ye bakıp başını salladı ve o da Shuri'nin peşinden dışarı çıktı. 184 "Bu hiç olmaz sanıyordum," dedi Thor. "O parmağı hiç şıklatamayacak sanıyordum, hatta bundan neredeyse emindim bile. Bu son beni... beni şok etti." Bitkin bir şekilde salonda oturmuş konuşmaya çalışıyorlardı, herkes ölümüne şaşkın ve üzüntü içindeydi. Thor kardeşini zaten buraya gelmeden önce kaybetmişti, şimdi ise içinde öfke yükseliyordu. Masanın bacağını tekmeledi, "Lanet olsun, evrenin yarısı kül oldu!" diye gürledi.

Tony, banyodan Thor'un bağırışlarını duyabiliyordu. Altın sarısı lavaboya yaslanmış, akan suya bakıyordu. Hemen karşısında duran aynadaki yansıması ile göz göze gelmek istemiyordu. Kendi suçlu gözlerine bakmak canını acıtıyordu. Peter'ı hiç bulmamalıydı, onu bu işe hiç bulaştırmamalıydı. Çocuğa o kostümü verip, onu bir Yenilmez yapmamalıydı. Her şey, tüm bu olanlar kendi suçuydu. En başından beri yaptığı tüm o şeyler insanlığın sonunu getirmişti. Ekibin yarısı küle dönmüştü, kaybetmişlerdi. Ve böyle bir kaybedişi hiçbiri beklemiyordu. Kapı çaldığında düşüncelerinden sıyrılıp suyu kapattı. Ne zamandır burada durduğuna dair en ufak bir fikri yoktu, zihni darmadağındı. "Tony?" diyen Steve'in sesini işitti. "İçeride misin?" Tony kapıyı açıp sarışın adama baktı. O da yorgun ve bitkin görünüyordu. "Kendini mi suçluyorsun?" diye sordu Steve. Tony, "Her şey benim suçum," diye gevelerken. "Senin suçun değildi Tony, Thanos'u hiçbirimiz durduramazdık." dedi Steve anlayışla. "Peter benim yüzümden öldü." dedi Tony, kapıya yaslanırken. Yaslanmasa düşecekti. "Thanos parmağını şıklattığında evrenin yarısı yok oldu Tony ve... ölümlerin hepsi rastgeleydi. Herhangi birinin istediği üzerine değildi, ya da seçilmiş kişiler değildi. Rastgele bir yok oluş söz konusu. Ve inan bana Peter, evde kalsayı da... gidecekti."

185 Tony, olumsuz anlamda başını salladı. "O zaman onu hiç tanımıyor olacaktım, ama bugün kollarımda öldü Steve. Ve bu, vicdanımın kaldırabileceği bir şey değil." Steve, esmer adamın yüzüne dokundu. "Herkes öldü Tony, neredeyse herkes. Bucky, Billy, Wanda, T'Challa, Strange, Vision..." Tony gözlerini kapattı. Neden kendisi hayatta kalmıştı ki sanki?

Ruhlar Diyarı "Hank Pym de kim?" diye sordu Peter, şaşkınlıkla. "Ünlü olsa kesin tanırdım." "Benim de bir fikrim yok." diyerek omuz silkti Quill. "Ben dünyadaki ünlüleri pek tanımam zaten. Biz de şey vardı mesela-" "Burada bile susacağın yeri bilmiyorsun Quill," diyerek araya girdi Gamora. "Bırakın da kadını dinleyelim." O sırada Rhodes yere düştü. Herkes bakışlarını ona çevirdi. "Ayakta duramıyorum. Bunun için-" "Büyüye ihtiyacın var, evet." dedi Strange ellerini öne uzatarak. "Büyüm olmadan, ben-ben ellerimi bile kullanamıyorum." Peter, Rhodes'u yerden kaldırdı. "Bana dayan." Rhodes, genç oğlanın desteği ile ayağa kalkarken, hafifçe tebessüm etti. "Bu diyarda güçlerimiz yok," dedi Loki. "Hiçbirimizin özel yeteneği bu diyarda işe yaramaz. Burada sadece ruhlarımız var, bedenlerimiz değil." "Çok saçma." dedi Quill. "Adım Groot." "Evet, benim özel yeteneğim yok, ne olmuş yani?" diyerek Groot'a döndü Quill. "Adım Groot." "Evet evet, burada herkes eşit." "Özel yeteneğe ihtiyacımız yok," dedi Hope. "Olsaydı da fark etmezdi, çünkü zaten söylediğiniz gibi burada hiçbiri işe yaramıyor." "E nasıl çıkacağız buradan?" diye sordu Peter, Rhodes'un omzuna kolunu koyarken. "Ben Scott ile çalışıyordum," dedi Hope. "Yani bilirsiniz-" 186 "Scott kim be?" diye sordu Quill ve anında boşluğuna Gamora'nın hafif bir dirsek attığını hissetti. "Şu büyüyüp küçülen eleman değil mi?" diye sordu Rhodes. "Çok havalı be dostum, şey-şey acaba siz de..." diyerek esmer kadına döndü Peter. "Onun gibi büyüyüp küçülebiliyor musunuz?" "Ona niye vurmuyorsun?" diyerek araya girdi Quill, "benden daha çok konuşuyor." Gamora gözlerini devirirken Wanda, Peter'a baktı. "Tony Stark'ın yetiştirdiği kişiden susmasını bekliyorsanız, size iyi şanslar." Billy güldü. "Bu iyiydi anne." Wanda ona göz kırparken Strange gözlerini devirdi. "Neyse," dedi, o zamana dek sessiz kalan Sam. "Siz devam edin lütfen." "Scott ile kostümlerimiz büyüyüp küçülebiliyor. Şanslıyız ki Ant-Man programını burada tekrar edebilmek içim hiçbir süper güce ihtiyacım yok."

Wakanda -El Dorado- Altın Şehir (Africa) New York Bulletin'den bir çok muhabirimiz olayların yaşandığı yerlere gönderildi. Dünyanın birçok yanında her yere uçan hava şirketlerindeki Pilotların görgü tanıklarına göre birden bire küle dönüşmüş olmaları uçakların düşmesine sebep oldu. Son düşen uçaktaki 315 yolcu hayatını kaybetti ve Dünya'da bir panik hakim. Öte yandan yanında yürüyen eşlerinin ve çocuklarının küle dönüşmesini izleyen insanların sayısı dakikalar ilerledikçe artıyor sayın seyirciler. Nasa'dan açıklama da geldi ve bunun bir uzaylı saldırısı olduğu doğrulandı. 'Kıyamet yaklaşıyor mu, yoksa çoktan geldi mi?' sorusu kafaları kurcalıyor. Dünya'nın dört bir yanından üzücü haberler gelmeye devam ediyor ve maalesef Yenilmezler'den hiçbir haber yok. Kimse nerede olduklarını bilmiyor.

"Wakanda'dayız," dedi Thor, "Dağılmış bir şekilde." Nik'i kucağında uyutan Natasha başını salladı. "Bu kaçınılmazdı. Thanos'u durdurmaya hiçbirimizin gücünün yetmeyeceği belliydi." 187 "Umutsuzluk sana yakışmıyor," dedi Tony ile odaya giren Steve. "Thanos taşların hepsini toplayamasaydı, onu yenebilirdik." "Ne yazık ki toplamasına izin verdik," dedi Thor, "ve sonra olanlar oldu. Loki öldü, yine. Ama bu sefer gerçekten gittiğini hissettim. Buramda." dedi kalbini göstererek. Tony koltuğun ucuna çöküp başını ellerinin arasına aldı. Arka planda hâlâ televizyondaki muhabir konuşuyordu. "Benim hatam," dedi Tony. Steve ona bakarken, Tony başını salladı. "Babam seni ararken Tesseract'ı okyanustan çıkarmasaydı, Thanos onu belki de asla bulamayacaktı. Loki taşı ele geçiremeyecekti ve ben Ultron'u asla yaratmayacaktım-" "Tony-" "Bunun ucu bir şekilde bana dokunuyor," diyerek Bruce'un sözünü yarıda kesti Tony sertçe. "Nereden bakarsan bak, Thanos'un taşları toplamasında katkım var." "Tesseract, Asgard'a aitti." dedi Thor. Tony'nin aksine onun sesi gayet yatıştırıcıydı. "Onu koruyamayan bizdik. Defalarca kaybettik, Loki, her zaman o taşın peşinde oldu. Bunu biliyorduk, ama... bir şey yapmadık. Hela, Asgard'ı yerle bir ederken, Loki taşı çaldı. Eğer onu daha iyi koruyabilseydik, Taş Asgard'la birlikte yok olabilir ve Thanos asla parmağını şıklatamayabilirdi. Yani bu sadece senin hatan değil." "Vision'ı kaybettiğime inanamıyorum," dedi Tony. "Ne olursa olsun, o benim... benim-" Tony devamını getiremiyordu. "Pepper'ı Fenris öldürdü, benim yüzümden, onu dışarı çıkmaması için uyarmadım. Rhodes öldü, yine benim yüzümden, çünkü zamanında onun zırhımı alıp gitmesine göz yumdum. Vision da öldü ve bu da benim yüzümden oldu. Ultron hatasının en iyi tarafıydı. Peter'ı asla havaalanına çağırmamalıydım, onu bu şekilde cesaretlendirmemeliydim, ona yeni bir kostüm verip çocuğu mahvettim. Ve en başından beri yanımda olan Happy'nin yaşayıp yaşamadığını bile bilmiyorum." "Burada telefonlar çalışıyor diye biliyorum," dedi Carol, omuz silkerek. "Neden onu arayıp 'iyi misin?' diye sormuyorsun?" Tony sarışın kadına baktı. Kimse bu kadının güçlerini, yeteneklerini ve tam olarak kim olduğunu bilmiyordu. Nick Fury, neden herkesi bu kadına emanet etmişti ki? Özel yanı neydi, Nick, bu kadının neyine 188 güveniyordu? Yani... kadındı işte. Natasha'dan daha sıska görünüyordu, daha çelimsizdi. Güzeldi ama... sıradan bir görüntüsü vardı. Tony bunları düşünürken, bebek Billy'i koltuğa bırakan Clint cevap verdi; "Ararsa ve telefona bakan olmazsa... yani kısaca, Happy'nin ölmüş olabileceğinden korkuyor." Tony bu tahmine bir şey demezken, Carol dudaklarını büzdü. "Ben yine de arardım, çünkü eğer hayattaysa, o da seni merak ediyordur." "Tony," dedi Bruce, "Kendini suçladığını biliyorum, ama şunu hatırlatmama izin ver; biz Ultron'u yaratmanın yanına bile yaklaşamadık. Bunu başaramadık dostum, ne yaptıysa Ultron kendi kendini aktifleştirdi. Bunu biliyorsun, konuşmuştuk. Tüm bu olanlar için sadece kendini suçlayamazsın. Eğer ortada bir suç varsa bu, kendini evrenin hakimi sanan Thanos denen manyağın suçu. Onu buraya biz çağırmadık ve baban Steve'i ararken, Tesseract'ı okyanustan çıkarmamış olsaydı, Thanos onu daha kolay ele geçirirdi. Bence hikayenin bu tarafını göz ardı etme ve kendini de suçlayıp durma." Tony kendini gösterip "Tüm bunları yapmasaydım, zırhları, yapay zekalı robotları ve diğer her şeyi... belki o zaman-" "O zaman Dünya en iyi ve en zeki koruyucusuna hiç sahip olmamış olacaktı, Dünyanın sonu çoktan gelip geçmiş olacaktı." dedi Steve. "Dünyanın sonu geldi zaten Steve, televizyondakileri görmüyor, ya da duymuyor musun?" Diğerleri duymuyor olabilirdi, ama Tony Stark aynı anda birçok şeyi yapabilirdi. Burada herkesle oturmuş konuşurken ya da tartışırken, az önce düşen uçağın içindeki 315 yolcunun adını dinlemişti, ikisinin ismi Tony' idi. Ve şimdi hayatta değillerdi. Sadece uçaklar değil, sürücüsü küle döndüğü için, metrolar, arabalar, trenler, gemiler... Hepsi tek tek kaza yapmıştı. Tony burada oturmuş, konuşurken, Spikerin hayvanat bahçesindeki bir çok hayvanın da birden bire küle dönüşmüş olduğunu söylediğini duyuyordu. Evrenin yarısı demek, bütün canlıları kapsıyordu. Dünya sadece insanların değildi, içinde yaşayan her canlının ve her türün yarısı yok olmuştu. Ve bunu geri alamazlardı, artık hiçbir şekilde Dünyayı kurtaramazlardı. Belki intikamını alırlardı, ama Thanos sırra kadem basmıştı. 189 Gece olduğunda Ramonda nihayet ortaya çıkmıştı. O kadar üzgündü ki, kendini odasına kapatmış saatlerce ağlayıp dövünmüştü. Oğlunun tırnaklarıyla kazıyarak ve hak ederek kazandığı taht şimdi boştu. Elbette kızı tahta oturabilirdi ve layığı ile yerine getirebilirdi bu görevi. Ama T'Challa çok saygılı, merhametli ve adaletli bir kraldı. Kendi kızı bile onun yerini tutamazdı. Ramonda iç geçirerek düşüncelerini geri plana itti. Hizmetlilere misafirler için yatak odalarını hazırlattı. Bir anne gibi davranarak, onlara şefkatle artık uyuyup dinlenmeleri gerektiğini söyledi. Yarın yeni bir gün olacaktı ve herkesin yapacak bir sürü işi vardı.

Steve gecenin bir yarısı uyanmış, Tony’nin yatakta olmadığını farketmişti. Yataktan kalkıp balkona, sevdiği adamın yanına ulaştığında onun beline sarıldı. “Uyku tutmadı mı?” Tony sadece omuz silkti. Aklındaki o düşüncelerle boğuşurken uyuması mümkün değildi. Gözünü kapattığı her an Peter’ın bakışları görüyordu karşısında. Ve vu sessizlikte hala çocuğun son sözleri çınlıyordu kulaklarında. Steve ona daha sıkı sarıldı. “İlk gecemizi hatırlıyor musun?” diye sordu yavaşça, başını omuzunda koyarken. “Bana emin olmadığın bir şey yaptığını hiç görüp görmediğimi sormuştun.” “Evet,” dedi Tony, yavaşça. Sesi çatallaşmıştı. “Benim bildiğim Tony, emin olmadığı bir şeyi yapmaz.” dedi Steve, onun elini tutarken. “Şimdi kendini topla, ve Thanos’u bulup bu deliliğe bir son vermemizde bizimle ol.” Duraksadı kısa bir süre ve sonra devam etti. “Benimle ol.”

190 Legacy Part 4.1: First Night

"konu" Yenilmezler kayıplar vermiş olsalar bile Ragnarok’u engellemişler ve yaralarını sarmaya başlamışlardı. Bucky’nin doğum günü gelip çattığında, bu gün başka bir şeyin daha doğumuna şahitlik edecekti.

***Dikkat bu bölüm 18 yaşın altındaki okuyucular için olumsuz örnek teşkil edecek ögeler içermektedir.***

Yazar Notu: Bu bölüm hikaye içerisinde geçen tek bir geceyi konu almakla birlikte, hikayenin gidişatı, olay örgüsü veya düzenini değiştirecek hiçbir öge içermemekle birlikte, bir eşcinsel ilişki konu almaktadır. Bölümde kullanılan dil, geçen olaylar 18 yaşın altındaki okuyucularımız için uygun olmamakla birlikte, bölümü okumak ya da atlamak okuyucunun kanaatine bırakılmıştır.

"Yirminci ikinci bölüm”

Mart 2017 (Günümüzden 14 ay öncesi) Akşam olduğunda Steve, tüm ekiple birlikle Bucky'nin doğum günü için dışarı çıkmayı teklif etti. Herkes pür neşe teklifi kabul ederken, Tony işleri olduğunu ve çalışması gerektiğini söyleyerek teklifi reddetti. Steve biraz bozulmuştu, ama Tony'i ikna edememişti. Esmer adam inatçıydı ve karargahta kalacaktı. Bütün gece boyunca gençler çok eğlenmişlerdi. Steve ise onları gözetmekten başka bir şey yapamamıştı. Tamam, belki birkaç şişe bira içmiş olabilirdi ama yıllar önce vücuduna yerleştirilen serum sağolsun, sarhoş olması imkansızdı, tabii sarhoş olmak istediği de pek söylenemezdi ya. Sadece evde Tony ile yaşadığı ufak çaplı tartışmayı aklından atmak istiyordu.

191 Yenilmezler, karargaha dönmüşlerdi. Ancak dışarıdan baktıklarında, karargahın kapkaranlık olduğunu gördüler. Giderken tüm ışıkların yandığı karargah, şimdi gece kadar karanlıktı. Steve bir şeylerin yolunda gitmediğinden şüphelenmiş olsa da, sonunda bunun Tony’nin Bucky’ye yaptığı bir sürpriz parti olduğu ortaya çıkmıştı. Gecenin sonunda Steve, günün erken saatlerinde Tony’nin dudağına ufak bir buse kondururken hissettiği gücü yine içinde toplamayı başardığında, Tony ile ertesi gün için randevulaşmıştı. Ve bu randevunun, yaşadıkları o mükemmel akşamdan aşağısı olabileceğine ihtimal bile vermemişti Steve. Tony’nin kendisini etkilemeye çalıştığı apaçık ortadaydı. Gittikleri aşırı lüks ve doğal olarak pahalı restoranın tek müşterileriydi onlar. Tony, "Güvenlik açısından," demiş olsa da Steve, başbaşa yemek yemek istediğini biliyor, ses etmedi. Hazır kıta bekleyen garsonlar, ikiliye tüm gece boyunca hizmette kusur etmemişti. Birlikte uzun uzun yemek yiyen ve sohbet eden Steve ve Tony'nin uyumu görülmeye değerdi. Gece yarısına yakın bir saatte karargaha dönmüşlerdi. Herkes uyuyordu ve Tony, Steve’in odasının önüne kadar gelmişti. “Çok naziksin,” dedi Steve, gülümseyerek. “beni kapıma kadar bırakıyorsun.” “Aslında amacım seni burada bırakmak değildi.” diye düzeltti Tony. Steve ona dümdüz bakmaya devam ederken, daha fazla açıklama yapması gerektiğini hissetti. “Belki içeri bir kahve içmeye falan davet edersin?” Steve derin bir nefes aldı. Evet, Tony’nin yanındayken evdeymiş gibi hissediyordu. Onunla birlikte olmak istiyordu. Ama şu anda onun teklif ettiği şeye hazır mıydı, bilmiyordu. Tony Stark hayatı boyunca hiçbir zaman bunun için beklemek zorunda kalmamıştı. Hatta beklemek değil, bunu teklif etmek zorunda bile kalmamıştı. Steve Rogers, onun için bilinmeyen topraklardı, ama aynı anda bir o kadar da tanıdıktı. Karşısındaki erkeğin elini tuttuğunda, Steve’in gülümsediğini gördü. Bu ‘içeri gelebilirsin,’ demek miydi? Steve odasının kapısını açtığında Tony’nin elini bırakmamıştı. İkisi de içeri girdiğinde dışarıdan gelen ışıklar odayı az da olsa aydınlatıyor, 192 büyük odada yollarını bulmalarını sağlıyordu. Steve ışıkları açmak için uzandığında Tony onun kolunu yakalayıp durdurdu. Yavaşça beline sarıldığında ikisi de heyecandan titriyordu. Steve’in kolunu tutan elini onun eliyle buluşturdu ve adamın elini kendi beline koydu. Dudaklarını birleştirdiklerinde, ilk defa bu kadar uzun süre birbirlerinden ayrılmadan öpüyorlardı birbirlerini. Steve her ne kadar çekingense, Tony bir o kadar atılgandı. Steve boştaki elini de Tony’nin beline koyup adamı kendine iyice bastırdığında, Tony’nin dili Steve’in dudaklarının arasından sıyrılmıştı. Tony sağ elini yavaşça aşağılara doğru indirip Steve’in kalçasına ulaşmıştı. Steve heyecan ve kafa karışıklığıyla öpüşmeyi bırakmıştı. Tony’ni karşısındaki adama bakıyordu usulca, tek eli hala onun kalçasındayken. Steve derin bir nefes aldı ve gömleğini düğmelerini açmayan çıkardı tek seferde. Tony’nin dudaklarına kısa bir öpücük kondurduktan sonra adamı başından yakalayıp kafasını göğsüne doğru bastırdı. Tony şimdi Steve’in göğsünü öpüyor, meme uçlarını diliyle ıslatıyor ve yavaşça dişini geçirerek onlarla oynuyordu. Steve ise inlememek için kendini tutuyordu ama bu her geçen saniye daha da zor bir hal alıyordu. Tony onun göğsüne öpücükler kondurarak yavaşça aşağıya doğru yol almaya başlamıştı. Tony’nin sıcak dudakları Steve’in karın kaslarındayken, Steve erkekliğinin pantolonunu zorladığını hissedebiliyordu. Belindeki kemeri açıp çıkardığında Tony pantolonun iki yanından yakaladı ve yavaşça onu aşağıya doğru indirdi. Steve’in erkekliği sonunda pantolonun sınırlarından kurtulmuş, Tony’nin yüzünün önünde duruyordu. “Serum bütün kaslarında işe yaramış, Rogers” dedi Tony, hafifçe gülümseyerek Steve’e bakarken. Steve, Tony’nin dudaklarına doğru eğilip onu öpmeden önce “Umarım demir olan tek şey zırhın değildir, Stark.” dedi. Steve tekrar dikildiğinde, Tony, erkekliğinin başına bir öpücük kondurmuştu. Steve kalbinin deli gibi çarptığını hissedebiliyordu. Tony tuzla ilgili bir şey söylerken, Steve daha fazlasını istediğini biliyor, adamın kafasını erkekliğine doğru bastırdı. Tony’nin dudakları erkekliğinin etrafında gidip gelirken, Steve hissettiği o sıcaklık hissi ve 193 dil darbeleriyle kendinden geçmiş, inlemesine engel olamamıştı. Bir süre sonra Tony’yi durdurdu ve onun dudaklarına eğilip adamı öperken ayağa kalkmasını sağladı. İkili öpüşürlerken, Tony üzerindeki gömleğin düğmelerini tek tek açtı, Steve onun göğsüne eğilmiş, adamın kendisine yaptığı adımları tekrarlarken, aynı anda Tony ile yatağa doğru yürüyordu yavaşça. Sonunda durduklarında Steve onu belinden yakaladı ve pantolonunu aşağı indirdi. Tony’nin erkekliği karşısında duruyordu. Kısa bir süre ona baktıktan sonra tıpkı Tony’nin kendisine yaptığı gibi ağzını açtı ve erkekliği dudaklarının arasına aldı. Tony Stark, Steve Rogers erkekliğini ağzına almışken, ellerini kafasının arkasında birleştirip tavana doğru bakıyordu. Bu anı yaşamak için çok beklemiş, ve bir o kadar da hayal etmişti, her ne kadar hayallerini uzun süre boyunca kabul etmemeye çalışmış olsa bile. Ama şimdi tüm bu süre boyunca beklemesinin bir hata olduğunu biliyordu. Şu anda hissettiği duyguları hissetmek için çok fazla vakit harcamıştı. Kafasını önüne eğip Steve’e baktı, tek elini onun yanağına koydu, Steve devam ederken. Steve artık hazır olduğuna karar verdiğinde Tony’nin erkekliğini ağzından çıkardı ve ayağa kalkıp karşısındaki adamı yatağın üzerine bastırdı. Tony’nin bacaklarını yakalayıp pantolonu çıkarttıktan sonra onun gözlerine baktı. “Buna emin misin?” diye sordu. Tony gülümsedi. “Emin olmadığım bir şey yaptığımı hiç gördün mü?” diye sordu. Steve’in aklından Ultron da dahil olmak üzere milyonlarca cevap geçerken, adam bunların hepsini kendine saklamaya karar verdi. Tony’nin bacaklarına ufak öpücükler kondurarak yavaşça aşağı doğru indi ve kalçalarına ulaştı. Burnunu iki kalçasının arasında yavaşça gezdirdikten sonra diliyle önce yavaşça dokundurdu. Tony, kalbi deli gibi çarpıyor, biraz önce hissettiği şey hoşuna gitmiş, inledi. Steve partnerinin mutlu olduğunu fark ettiğinde dilini biraz daha ileriye itti. şimdi onu öpüyor, ısırıyor ve diliyle deliğini ıslatıyordu. Bir süre sonra ise işaret parmağını da kullanmaya başlamıştı. Sevdiği adamın

194 buna tam olarak hazır olduğundan emin olmak istiyordu. O tüm bunları yaparken Tony ise zevkten inliyor ve erkekliğini okşuyordu. Sonunda Steve ayağa kalktığında Tony kendini hazır hissediyordu. Sevdiği adamın gözlerine baktı. Steve onun üzerine doğru eğilip dudaklarına bir öpücük kondurduktan sonra tekrar doğruldu, tek eliyle Tony’nin bacağını tutarken, öteki eline tükürdü ve erkekliğini ıslattı. Steve dilini kullanarak Tony’nin olabildiğince rahatlamasını sağlamaya çalışmıştı, çünkü onun canını yakmak istemiyordu. Tony onun bacağını yakaladı, ve yavaş olmasını temkinlediğinde Steve hafifçe gülümsedi. “Senin canının yanmasına izin vermem.” dedi ve yavaşça erkekliğini tony’nin deliğine doğru bastırdı. Tony, Steve’i tam anlamıyla hissetmekte kararlıydı. Bir yandan kendi erkekliğini sıvazlarken, öteki yandan Steve’in bacağını tutuyor, onun daha yavaş hareket etmesini garanti ediyordu. Steve’in erkekliğini içinde hissetmeye başladığıyla aynı anda bütün vücudunu bir ateş kaplamaya başlamıştı. Tony dişlerini sıkıyor ve bu yanma hissinin geçmesini bekliyordu. Steve tamamen içine girip hareket etmeyi bıraktığında Tony gözlerini açtı ve Steve’in gülümsediğini gördü. Bu adama aşık olmaması imkansızdı. “Her şey yolunda mı?” diye sorduğunda Steve, Tony ona gülümsedi ve devam etmesini söyledi. Steve, Tony’nin bacaklarını havada tutup yavaşça gidip gelirken, tony dişlerini yatak çarşaflarını geçirmişti. İlk başlardaki yanma hissiz zamanla geçerken yerini daha önce hissetmediği bir zevk hissi alıyordu. Bacaklarını Steve’in arkasına doladığında, adam üzerine doğru eğildi ve Tony’yi öperken gidip gelmeye devam etti. Bir süre bu şekilde devam ettikten sonra Steve bir anda durduğunda Tony ona sorgulayan gözlerle baktı. “Bitti mi?” diye sordu. Steve ona cevap vermeksizin adamı bacaklarından yakalayıp yüzüstü çevirdikten sonra belinden tutup Tony’yi diz üstünde durdurdu. “Yeni başlıyoruz.” derken vücutlarını yeniden birleştirmişti. Tony’nin başlarda hissettiği o acı tamamen yok olmuştu ve şimdi bu gecenin hiç bitmemesini istiyordu. Steve ona arkasından sarılarak ensesine doğru bir öpücük kondurdu. “Seni seviyorum, Tony Stark.” dedi yavaşça. 195 Tony kafasını ona doğru çevirip dudaklarını buluşturmadan önce “Seni seviyorum, Steve Rogers.” dedi. Bir süre bu pozisyonda devam ettikten sonra Steve onu yatağa bastırarak yüzüstü yatmasını sağladı. Tony, Steve’in komutlarına uyuyordu. Steve onun üzerindeydi şimdi ve tony onun tüm vücudunu hissedebiliyordu. ellerini birbirlerine kenetledikler. Dudakları birbirlerinin dudaklarındaydı ve bir süre sonra Steve hazır olduğunu fısıldadı. Tony onu sevdiğini söylediğinde Steve tüm gücüyle kendini Tony’ye bastırırken onu sevdiğini haykırarak gelmişti. Sarışın adam böyle bir hissi daha önce yaşamamıştı ve biliyordu ki, Tony dışında başka kimse bu hisleri ona yaşatamazdı. Derin derin nefesler alıp verirken Tony’nin üzerinden indi ve yanına uzandı. Sevdiği adamı dudaklarından öptü bir kez daha. Tony hafifçe gülümseyip “Umarım nefesini yakalamışsındır.” dedi, Steve’in şaşkın bakışları arasında. “Çünkü sıra bende.” Steve hafif şaşkın, hafif utangaç bir şekilde gülümsedi, ama biliyordu, Tony için yapamayacağı hiçbir şey yoktu. Onun dudaklarının tadına bir kez daha baktıktan sonra gülümseyerek yatakta yüzüstü döndü. “Demirlerin canımı yakmadığını biliyorsun, değil mi,” diye atıştı sevgilisine. Tony gülümseyerek cevapladı. “O zaman daha sert davranabilirim.” Steve şaka yaptığıyla ilgili bir şeyler söylerken Tony çoktan onun kalçalarına ulaşmıştı ve Steve’in cümleleri inlemelerinin arasında kaybolmuştu.

196 Legacy Part 5: Infinity Gauntlet

"konu" Nebula kız kardeşinin gerisinde bıraktığı güncenin yardımıyla Thanos’u bulacağı yeri öğrenmiştir. Öte yandan Wakanda’da bir avuç kalan Yenilmezler ise Kaptan Marvel’dan beklenmedik bir haber alır ve hepsi son bir görev için zırhlarını kuşanırlar.

"Yirminci üçüncü bölüm”

Thanos’un Gezegeni (tam lokasyonu yaşayan sadece iki kişi tarafından biliniyor) Nebula, Milano’yu gezegende yaptığı taramanın sonucu tepsin ettiği bölgeye yakın bir yere indirmişti. Aklındaki tek şey deli Titan’dan intikam almaktı. Sonsuzluk Eldiveni adamda olduğu için genç kadın çok fazla bir şansı olmadığını biliyordu, ama yine de bunu yapmayı aklına koymuştu ve Nebula bir şeyi aklına koydu mu, onu başarana kadar pes etmeyi asla bilmemişti. Ufukta Thanos’un evini gördüğünde robotik gözünü kullanarak bölgeyi hızla taradı. Thanos’un bahçede olduğunu görmüştü. Uyuyordu. Nebula bunun ona saldırmak için en iyi fırsat olduğunu biliyordu. Hızla sırtındaki barları eline alıp eve doğru koşarken onlara elektrik yükledi.

Ruhlar Diyarı Gamora, Hope’un serumu için toplamakta olduğu bitkileri yarıda bırakıp bir az önce karşısında beliren adama baktı. Söylemek istediği pek çok şey vardı, ama ona artık ağzını açacak kadar bile değer vermiyordu. “Özür dilerim.” dedi Thanos, kızına bakarak. “İlk sefer için mi yoksa ikincisi mi?” diye sordu Gamora, tekrar işinin başına dönerken. “Gamora-“ 197 “Seni burada gördüğüme sevindim aslında, hak ettiğini bulmuşsun.” Thanos gülümsedi. “Tam olarak burada sayılmam.” dedi, Gamora’ya bir adım daha yaklaşırken. “Bedenim hala evimizde.” Bu cevapla Gamora gülümsedi. Nebula’nın burada olmadığını biliyordu ve kardeşini o kadar iyi tanıyordu ki, bir şekilde onun Thanos’un nerede olacağına adı gibi emindi. Thanos’un burada tutmak onların buradan kurtulması için çok büyük bir fırsat yaratabilirdi, çünkü bu sayede Nebula fark edilmeden ondan Eldiven’i alabilirdi. “Biliyor musun,” dedi onun gözlerinin içine bakarak. “seni affetmek istiyorum.”

Wakanda -El Dorado- Altın Şehir (Africa) Carol Danvers bütün gece uyumamıştı. Thanos’u bulmak için binlerce farklı yöntem düşünmüştü ama bunlardan hiçbiri onu nasıl yeneceklerini açıklamıyordu. Sonunda çağrı cihazında Milano’nun bir gezegene iniş yaptığına dair sinyal aldığında genç kadın Nebula’nın Thanos’u bulduğunu biliyordu. Bu gezegende kardeşinin intikamını almaya çalışan bir Nebula’yı durdurabilecek hiçbir güç tanımıyordu Carol. Carol odasından çıktığı gibi diğer kahramanları toplamaya koyuldu. Hızlı bir şekilde hareket etmeliydiler, çünkü bu ellerine geçen ilk ve son şans olabilirdi.

“Strange burada olsaydı, ya da Wanda-“ Carol, Clint’in sözünü kesti. “Onlar aramızda olmayabilir,” dedi. “ama bizde de Thor var.” Thor arkadaşlarına bakarak konuştu. “Daha önce hiç denemedim, ama?” Tony uzun süren suskunluğunu bozarak “Kaptan Marvel pek çok şeyi biliyor gibi,” dedi. “Neden Mjölnir’i ona vermiyorsun ve kendisi denemiyor önce.” Carol, suratında ufak bir gülümseme ile, “Eminim sen daha önce denemişsindir.” dedi. “Ben onu taşımaya layık olmadığımı biliyorum en azından.” Tony başka bir şey söylemeden önce devam etti. “Odin ve ablan Valhalla’ya gittiğinden beri Asgard’ın kralı sensin ve eminim ki Bifrost’u da kontrol edebilirsin.” 198 Tony bu açıklamanın mantıklı olduğunu mırıldanırken, Thor kendinden şüphe ederek Mjölnir’i havaya kaldırdı. Etrafındaki arkadaşlarına bakıp zihninden Bifrost’u aktifleştirmeye çalıştı. Birkaç saniye sonra Clint “Bu pek de umduğumuz gibi gitmedi.” derken Tony sesli bir şekilde nefes verdi. Bruce kaşlarını çatarak “Bunu yapabilecek kadar güçlü olduğunu biliyorum,” dedi Thor’a bakarak. “Sadece kendine güvenmen gerekiyor.” Thor tekrar Bifrtost’a ulaşmaya çalışırken Carol bu sefer başardıklarını biliyordu. Thor’un heyecanlı çığlıkları arasında Bifrost hemen önlerinde belirmişti. Wakanda’nın dış sınırlarında şimdi geriye kalan yedi kahraman, Thanos’la tekrar karşılaşmak üzere Bifrost’a adım atıyorlardı.

Ruhlar Diyarı Aradan birkaç hafta geçmişti bile ama Hope’un serumunda bir gelişme yoktu. Öte yandan buradaki herkes Thanos’dan nefret ediyordu ama Gamora’nın onlara açıkladığı nedenlerden dolayı ona bir şey yapmıyorlardı. “Geri döndüğümüzde onun öldürmek için sabırsızlanıyorum.” dedi Peter, Gamora’nın yanına sokulurken. “Seni öldürmesini hala hazmedebilmiş değilim.” Gamora sevdiği adama sarılırken “Burada kendini tutmak zorundasın.” dedi. “Biliyorsun, Nebula onu bulana kadar sabretmeliyiz.” “Biliyorum, Nebula’yı aramıza aldık ama sizin aranızdaki o rekabet yüzünden ona hiçbir zaman tam olarak güvenemedim, biliyorsun.” Gamora gülümserken başını onaylamaz şekilde salladı. “Ne olursa olsun o benim kız kardeşimdi, Peter, ve her ne kadar aramızda bir rekabet olsa da biz birbirimize her zaman değer verdik.” “Evet,” dedi Peter, gülümserken. “sadece biriniz diğerini her bulduğu fırsatta öldürmeye çalışacak kadar değer verdiniz.” “İnan bana,” dedi Gamora, sesi ciddileşmişti. ”Nebula beni hiç öldürmeye çalışmadı. Onun tek amacı beni yenmekti. Bu yüzden amacına hiç ulaşamadı. Ama beni öldürmek için gelmiş olsaydı, o

199 zaman belki beni yenebilirdi, çünkü ben kendimi korumak için onu asla öldürmeyi göze alamazdım.” Peter sevdiği kadının saçlarını okşarken “Daha ne kadar beklememiz gerekiyor sence?” diye sordu. “Nebula ya ona bıraktığı mesajı bulamadıysa? Ya asla bulamazsa?” “Stephen buradaki zamanın, dünya ve diğer gezegenlerdekinden farklı işlediğini zaten söylemişti. Yani mantıken şu anda tek yapabileceğimiz şey Hope’un serumunu tamamlamasını beklemek ve Thanos’u burada oyalamak.”

Thanos’un Gezegeni (tam lokasyonu yaşayan sadece dokuz kişi tarafından biliniyor) Nebula savaş naraları eşliğinde Thanos’a saldırmak üzereyken adamın hiçbir şekilde hareket etmediğini farketti. Onu öldürme dürtüsü ağır bassa da genç kadın kendini tuttu. Mantıklı düşünmesi gerekiyordu. Nebula, Thanos’a olabildiğince yaklaştı. En başında yapmalarını söylediği şeyi şimdi kendisi yapacaktı. Eldivene ulaştı ve dikkatli bir şekilde Thanos’un yara almış kolundan çıkardı. Thanos’un vücudu hareketsizce yere düşerken Gamora adamdan aldığı eldiveni kendi eline takmıştı bile. Elinden koluna, oradan tüm vücuduna yayılan enerjiyi hissedebiliyordu Nebula. Şimdi Thanos’un hayatına bir son verebilirdi. Aklından geçen tek şey buydu. Ama Nebula daha ne olduğunu anlayamadan her yer kararmıştı ve Thanos’un yeniden ayaklandığını görememişti bile.

Bifrost’tan çıktıklarında Yenilmezler’in ilk farkettiği şey etrafta hiç kimsenin olmayışıydı. Bu da akıllara tek bir sonuç getiriyordu, Nebula, Thanos’a saldırmış ve deli Titan tarafından öldürülmüştü. Ama gerçek hiç de öyle değildi. Kaptan Marvel havada uçarak etrafı kolaçan ettiğinde Thanos’un evinin önünde olduğunu gördü ve diğerlerine haber verdi. “Nasıl eldiveni yok?” diye sordu Tony. “O şey için milyonları katletti!” “Bu bizim şansımız olabilir,” dedi Steve. “eğer eldiven onda değilse, Thanos’u durdurabiliriz.”

200 “Eldiven onda değilse,” dedi Natasha. “Thanos’dan daha büyük bir sorunumuz olabilir.”

Ruhlar Diyarı “Gerçekten, buradan kaçmak için bir serum yapmaya çalıştığınızı fark etmediğimi düşünmüş olamazsınız.” dedi Thanos, suratında büyük bir gülümsemeyle. “Yapmayın ama, gerçekten mi?” “Buraya kendi isteğimizle gelmediğimizi en iyi sen biliyorsun.” dedi Gamora. “Strange benimle bir anlaşma yaparak geldi buraya ama.” dedi Thanos dalga geçercesine. “Gerçekten, büyük resmi göremediğinize inanamıyorum.” “Ben, kendim adına konuşuyorum, gerçekten büyük resmi göremiyorum Bay Thanos.” dedi Peter Parker, araya girerek. “Etrafımdaki herkese göre yaşım biraz küçük sayılabilir ve daha tam anlamıyla ‘hayatı görmeden’ benden büyük resmi görmemi beklemenize anlam veremiyorum. Kaldı ki buraya attığınız bebekler ve çocuklardan bahsetmem imkansız.” “Çocuğum-“ “Bizler senin çocukların değiliz.” dedi Peter Quill. “Bu saçamlığa yeterince katlandığımızı düşünüyorum, Gamora.” “Onu öldürebilir miyiz artık?” diye sordu Billy, annesine bakarak. “Abartmasak mı, genç adam?” diye sordu Wanda. “Ya da, bilmem, işkence falan da olur aslında.” diye lafa atladı Loki. “Beni mesela, kafama mızrak geçirterek öldürtmüştü. “Beni bu kadar sevdiğinizi bilmiyordum,” dedi Thanos. “Onurum okşandı.” “Olmayan bir şeyin nasıl okşandığından bahsetsene biraz.” dedi T’Challa. “Hayali hikayeleri dinlemeye bayılırım.” “Adım Groot!” “Ben daha çok hayran kurgu tercih ediyorum.” dedi Hope. “Aslında, seni sevdiğimiz bir evreni konu alan bir tane anlatırsan dikkat çekici olabilir.”

201 Thanos istemsizce dizlerinin üzerine çökerken herkes bir anda konuşmayı kesmişti. Deli Titan, gözleri ardına kadar açılmış, “Eldiven.” dedi. “Biri onu benden alıyor.” Thanos ortadan kaybolurken Gamora “Nebula,” diye fısıldadı. “başaracağını biliyordum!” Bucky grubun en arkasından “Hemen heyecanlanma.” diye seslendi. “Ne de olsa hala buradayız.” “Nebula başaramamış olabilir.” dedi Sam. “Doktor Strange, sizce de şimdiye dönmüş olmamız gerekmez miydi?” Stephen cevap vermedi. Bilmediği konular hakkında konuşmayı sevmiyordu, bu yüzden sakinliğini korudu. Onun yerine Rhodey lafa girerek “Umut etmekten başka çaremiz yok gibi duruyor.” dedi. “Adım Groot!”

Thanos’un Gezegeni Yenilmezler sonunda deli Titan’ın yanına vardıklarında Thanos hepsine öfkeyle bakıyordu. “Ona ne yaptınız?” Tony öfkeyle adama saldırırken Kaptan Marvel onu havada bacağından yakaladı. “Sakin ol, Stark.” dedi. “Bunun bir oyun olmadığına emin olmamız lazım önce. Gerçeklik Taşı onda, unutma.” Tony dişlerinin arasından Peter’ın intikamını almak ile ilgili bir şeyler söylerken Steve haberleşme cihazından “Lütfen, Tony,” dedi. “Onların intibakını birlikte alacağız.” Tony safına geri dönerken Kaptan Marvel, Thanos’un önüne kadar uçtu. “Eldiven bizde değil.” dedi. “Öyle olsaydı şu anda seni çoktan öldürmüş olurduk.” “O zaman kim aldı?” diye sordu Thanos, öfkeyle. “Yaptığım fedakarlıkları bilmiyorsunuz-“ “Sen bizim fedakarlıklarımızı bili- sen- fedakarlık-“ “Tony-“ “Steve! Fedakarlık diyor!” Steve onu tutmaya çalışırken Tony, Demir Adam kostümü içinde Thanos’a saldırmamak için zor duruyordu. Kaptan Marvel, Thanos’a bakarak “Nebula,” dedi. “eldiveni onun aldığını düşünüyoruz.”

202 The Waypoint Nebula bir şekilde Milano’ya dönmüştü. Birkaç saniye öncesinde Thanos’un önünde durduğunu hatırlıyordu. Hızlıca etrafına bakındı ama gemi biraz farklı görünüyordu. O sırada Gamora girdi içeri ve Nebula’nın arkasında kalan konsola doğru ilerledi. “Gamora?” Kız cevap vermiyordu. Nebula onun yanına kadar gidip kardeşinin omzuna dokundu, ama Gamora onu hissediyor gibi durmuyordu. O anda Nebula eldivenin kendisinde olmadığını farketti. İçini büyük bir korku kaplamıştı. Acaba bu da Thanos’un oyunlarından biri miydi? Eldiveni hiç alamamış olabilir miydi? "Nebula," dedi Gamora yavaşça. "eğer işler yolunda gitmezse, eğer... bilirsin işte ben ölmüşsem, onu nerede bulacağını artık biliyorsun kardeşim.” Gamora’nın gözlerinin dolduğunu görebiliyordu Nebula şimdi başucundan. Genç kadın yavaşça gözyaşlarını sildi. Dudaklarını ısırıyordu. Hayatında ilk defa, Gamora, ne demesi gerektiğini bilmiyordu. Derin bir nefes aldı ve konuşmaya devam etti. "Thanos ikimizi de mahvetti, benim çocukluğumu elimden çaldı, senin insanlığını... Bizleri bir ölüm makinesine çevirdi, bir canavara... Bazen, bazen kendimi neden hâlâ öldürmediğimi düşünüyorum, ama... ölmek istemiyorum Nebula. Peter'ı seviyorum, burayı da... Ve seni de seviyorum Nebula, her zaman sevdim kardeşim. Bu kaydı izliyorsan, sana yalvarırım, Thanos'u bul ve intikamımızı al.” Nebula şimdi bir anının içinde olduğunu biliyordu. Ama neden buradaydı ki? Bu kaydı zaten daha önce görmemiş miydi? Kız kardeşine arkasını döndü ve buradan nasıl çıkacağını bulmak için odanın kapısına yöneldi. “Nebula,” Nebula olduğu yerde donakalmıştı. Bu kaydı izlediğini hatırlıyordu ama Gamora’nın kendisine bir kez daha seslendiğini hatırlamıyordu. Genç kadın arkasını dönmeyerek, kapıda öylece durdu. “Beni duyabildiğini biliyorum, kardeşim.” dedi Gamora bu sefer. “Lütfen, ne yapman gerektiğini unutma.” 203 Nebula arkasını döndüğünde Gamora’nın kendisine baktığını gördü. Ona doğru koştu ama bir türlü aradaki mesafeyi kapatamıyordu. “Gamora- ben-“ “Onu durdurmak zorundasın. Her ne olursa olsun.” “Sana söz veriyorum, kardeşim.” dedi Nebula. “Her ne olursa olsun, onu durduracağım.”

Thanos’un Gezegeni “Onu durdurmak zorundayız.” dedi Thanos. “Çocuk onunla ne yapacağını bilmiyor.” “Vay anasını!” dedi Tony. “Gören de sen her şeyi çok iyi biliyordun sanacak!” “Evren yok olmak üzereydi.” dedi Thanos, Tony’ye bakarak. “Sizin anlayamayacağınız büyüklükte şeyler var-“ “Tanrılar?” dedir Thor, dalga geçercesine. “O eldiveni alarak bir parçası olmaya çalıştığın varlıklar falan.” “Tanrılar?” dedi Thanos, dalga geçercesine. “Onlar sadece çocuk masallarında büyükler.” “Ben ise şu anda hepinizden daha büyüğüm!” dedi Nebula hepsinin arkasından. Sonsuzluk Eldiveni’nin olduğu sol eli havadaydı. “Görüyorum ki Yenilmezler bu küçük şey için taraf değiştirmeye karar vermişler.” “Nebula-“ “Nefesini harcama Danvers.” diyerek kadının lafını kesi Nebula. “Gamora’ya bir söz verdim, ve o sözden dönmeye niyetim yok!” “Onu durdurmak zorundayız.” dedi Thanos, etrafındakilere bakarak. “Neler yapabileceğini bilmiyorsunuz.” “Evrenin yarısını yok etmek gibi mi?” diye araya girdi Clint. “İnan bana, dostum, biliyoruz.” Yenilmezler savaş pozisyonu alırken Nebula hepsinin karşısında, bu deliliğe bir son vermek için hazırda bekliyordu.

Ruhlar Diyarı “Bay Bucky-“

204 “Peter, bana sadece Buck demen yeterli demiştim diye hatırlıyorum.” dedi Bucky, çocuğu saçlarını karıştırarak. “Buck,” dedi Peter, heyecanla. “Bana nasıl daha iyi nişan alacağımı öğretecektin” “Ah,” dedi Bucky, derin bir nefes aldıktan sonra. “pekala ufaklık, hadi gidip biraz atış çalışalım.” “Beni bekleyin!” diye seslendi Billy, ikiliye yetişmeye çalışırken. Peter Quill ve Gamora onları uzaktan izliyorlardı. “Bucky bayağı bayağı babalık görevini üstlenmiş gibi duruyor.” dedi Gamora, gülümseyerek. “Ben de o görevi üstlenmeye hazırım.” dedi Peter, sevdiği kadının saçını okşarken. “Geri döndüğümüzde-“ “Zamanımız yok.” dedi Gamora, Peter’a dönerek. “Galaksinin-“ “Galaksi bekleyebilir.” dedi Peter, Gamora’yı dudaklarından öperken. Bir saniye sonrasında adamın kolları bomboştu.

Thanos’un Gezegeni Nebula’nın elini kapatmasıyla Hulkbuster ve Demir adam kostümleri yok olmuştu. Mjölnir, Narasha’nın batonları, Steve’in kalkanı ve Clint’in yayı ve okları da aynı şekilde hiçliğe karışmıştı. Bütün ekip birbirine bakarken Thanos arkalarından hepsini aşarak Nebula’nın üzerine atılmıştı. “Seni geri birleştirtmemem gerektiğini biliyordum!” diye haykırdı deli Titan. “Seni parçalara ayırdığımda kimsenin o kadar zahmete gireceğini sanmıyorum!” dedi Nebula, dalga geçercesine. Thanos’un saldırısını kolayca savuşturmuştu. “Ne yapacağız şimdi?” diye sordu Clint. “Silahlarımız olmadan ona karşı pek şansımız yok.” “Benim silahlara ihtiyacım yok.” dedi Carol, Thanos’un yardımına gitmeden önce. Tony, Bruce’a dönerek “Sana ihtiyacımız var.” dedi. “Hulk’ı getirmek zorundasın.” “Tony-“ Tony’nin yumruğuyla Bruce’ün sözü yarıda kesilmişti. Tony diğer eliyle yumruğunu tutup Bruce’ün kalın kafasından yakınırken, Brucü öfkeyle 205 haykırdı. Adamın vücudu yeşile dönüp olabildiğince büyürken, Tony üzerinde parçalanan kıyafetlerin özel dizayn olduğundan söyleniyordu. Thor elini havaya kaldırıp “Mjölnir!” diye bağırdığında çekiç son hızla uçarak gökyüzünden tanrının eline gelmişti. Bifrost’u aktifleştirdikten sonra Tony’ye seslenerek “Dünya’dan birkaç dostunu çağırsan iyi olur!” dedi. Tony kulaklığından emir vererek “Friday, Shuri’nin hazırladığı zırhı yolla.” dedi. Friday özellikle istediği bir tane olup olmadığını sorduğunda Tony “Hepsini.” diye ekledi. Zırhlar Bifrost’tan çıktığında sahiplerine doğru yöneldiler. Steve, Tony’ye bakarken Tony ona güvenmesini söylemişti. Kırmızı-mor renklerdeki metal zırh vücudunu kapladığında Clint “Bundan sonra bana Demir Şahingöz diyebilirsiniz!” dedi, havalanmadan önce. Zırhın sırt bölümü açıldığında içinden çıkan ok direk adamın eline yerleşmişti. “Ben de Demir Kaptan falan oluyorum, herhalde.” dedi Steve, zırh vücudunu kaplama işlemini tamamladığında. Zırhın kolundan tıpkı kaptanınkine benzer bir kalkan çıkmıştı. Tony ise ikisinin ortasında “Hadi bu partiyi başlatalım!” dedi, Thor, Hulk, Carol ve Natasha’nın da zırhları aynı anlarda üzerinde birleşirken. Nebula bir yumrukta Thanos’u devirirken “Vay canına Stark,” dedi. “bana zırh yok mu?” Tony bir Nebula’ya bir Bifrost’a baktıktan sonra “Aslında sadece bir tane değil,” dedi. O anda onlarca zırh prototipi Bifrost’ta geçtiğinde. “senin için yüzlercesini getirdim.” Zırhlardan sonra geriye kalan Wakanda’lı savaşçılar da Okoye’nin liderliğinde gezegene giriş yapmışlardı. “Yardım çağırmışsın.” dedi Nebula, kahkaha atarak. “Thanos’u korumak için bu kadar çabalamanız göz yaşartıcı.” “Kimse onu korumaya-“ Nebula eldiveni tutan avucunu sıktığında herkes donmuştu. Kaptan Marvel’ın sözü yarıda kesilmişti ve şimdi kimse hareket edemiyordu. Genç kadın derin bir nefes aldı. Suratında ufak bir gülümseme ile avucunu açıp tekrar kapattı. Kolundan yayılan güç tüm sistemlerini bir

206 saniyeliğine bozmuş olsa da, yaptığı şeyin buna değdiğini biliyordu. “Hayata tekrar hoşgeldin, kardeşim.” Gamora şaşkınlıkla etrafına bakarken, neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. “Nebula?” “Sözümü tuttum.” dedi Nebula, kendinden emin bir şekilde. “Thanos’u durdurdum.” “Nebula sen ne yaptın?” diye sordu bu sefer Gamora, kızkardeşine yaklaşırken. “Bunlar bizim arkadaşlarımız.” “Yalan!” diye bağırdı Nebula. “Hepsi Thanos’u korumak için savaşıyor!” “Nebula,” dedi Gamora, yavaşça. “Onlar Thanos’u korumuyor. Seni durdurmaya çalışıyorlar.” Nebula dişlerini sıkarak kardeşine bakıyordu şimdi. Öfkesi düşünmesine engel oluyordu. Tüm bunları intikamlarını almak için yapmıştı. Gamora’yı geri döndürebilmek için… Karşılığı bu olmamalıydı. Nebula haykırarak eldiveni kullanmak üzereyken, Bifrost içerisinden geçen Black Panther kıyafetiyle Shuri, elindeki ağ toplarını üzerine fırlatarak kadını engelledi. “Gecikmedim, değil mi?”

Ruhlar Diyarı “Gamora!” Peter, sevdiği kadın kollarının arasından kaybolunca perişan olmuştu. Dünya’ya dönüyor olamazlardı çünkü başka kimsede bir değişiklik yoktu. “Doktor, neler oluyor?” diye sordu Peter, Strange’in yanına giderek. “Peter?” “Gamora,” dedi Peter, nefes nefese. “yok oldu.” “Garip.” dedi Doktor Strange, elini çenesine koyarak. “Nebula başarmış olabilir belki?” “Thanos buradan ayrılalı günler oldu. Şimdiye çoktan başarmış olmaıydı.” “Zaman ve kuram-“ “Ya- ya Thanos onu durdurdu ve Gamora’yı geri aldıysa?” diye sordu Peter, umudunu yitirerek. “Ya sonsuza kadar burada kapana kısıldıysak?” 207 “Umudunuzu kaybetmeyin,” dedi Wanda, odaya girerek. “taşlar başkasının elinde. Bunu hissedebiliyorum.”

Thanos’un Gezegeni Nebula’nın dikkatı dağıldığında herkes eski haline geri dönmeyi başarmıştı. Thanos yerden kalkıp genç kadını omuzlarından yakaladı. Hulk ise Nebula’nın elini yakalamış ve kapamasına engel olmaya çalışıyordu. Kadın etrafındaki herkesi tek bir hamlede yere serdiğinde ayakta Demir adam zırhındaki Yenilmezler uçarak ona saldırmaya devam ediyorlardı. Steve, Nebula’nın arkasına uçup kalkanı kadının beline nişan alarak fırlattı. Nebula darbenin etkisiyle bir an için sersemlediğinde Clint patlayıcı oklarını kadının üzerine yağdırmaya başladı. Thor ise Mjölnir ile şimşek yağdırıyordu. Shuri patlamaların olabildiğince yakınına gidip tüm enerjiyi üstündeki kıyafetinde topladıktan sonra Nebula’nın üzerine atlayarak enerjiyi geri bıraktı. Nebula savaş çığlıkları atarken yumruk bölümleri sivriltilmiş zırhıya Hulk kadına tüm gücüyle vuruyordu. Tony ise Nebula’yı vurmak için avuçlarını açmış, en iyi açıyı bekliyordu. Carol, Tony’nin tasarladığı kostümün içinde hepsini uzaktan izliyordu. Her ne yaparlarsa yapsınlar Nebula hiçbir hasar almıyor gibi görünüyordu. Derin bir nefes aldı. Fury’ye söz verdiğini biliyordu ama verdiği söz bununla alakalı değildi. Yıllarca birlikte omuz omuza savaş verdiği arkadaşına bir son vermek istemiyordu. Gamora sonunda dayanamayıp herkese durmasını haykırdığında bütün herkes savaşmayı bırakmıştı. “Nebula,” dedi yavaşça. “Lütfen, bu deliliğe bir son ver.” “Haklısın, Gamora.” dedi Nebula. “Buna bir son verme zamanı geldi.” Nebula’nın ne yapacağını anlayan Carol, yıllardır yapmadığı bir şeyi yapmaya karar verdi. Zamanında Fury’nin yardımına ihtiyacı olduğunda bunu kullanmamıştı, ama yine aynı hatayı tekrarlamayacaktı. Kadının etrafını parlak ışıklar sardığında Tony, Steve’e bakıp “Bunu yapabildiğini biliyor muydun?” diye sordu.

208 “Onun hakkında bilmediğimiz pek çok şey olduğuna eminim.” dedi Steve, düz bir tonla. “Fury’yi geri döndürdüğümüzde ona soracağımız çok şey olduğuna...” Kaptan Marvel’ın etrafındaki zırh parçalanmıştı. Kadın, Binary güçlerini kullanarak saniyeler içinde Nebula’nın yanına kadar uçmuştu. Nebula ise eldivenin ona verdiği güçler sayesinde ne kadar hızlı hareket ederse etsin Carol’ı görebiliyordu. Carol’ın saldırısını tek eliyle durdurduktan sonra kadını tekrar gökyüzüne fırlattı. Etraflarındaki herkes için saniyeler geçerken Nebula ve Carol dakikalardır savaşıyorlardı. “Buna bir son vermelisin, Nebula.” diye seslendi Carol, biraz önce gökyüzünden yere fırlattığı Nebula’ya bakarak. “Sana zarar vermek istemiyorum.” Nebula, Carol’ın yanına kadar zıplayıp kadını bacağından yakaladı. “Ne kadar enerjiyi absorbe edebilirsin acaba, Danvers?” Diye sordu, eldiveninden ışınlar çıkartıp kadını göğsünden vururken. Carol içinde topladığı enerjiyi Nebula’ya geri yansıttığında Nebula tekrar yeryüzüne düşmüş ve büyük bir krater yaratmıştı. O daha toparlanmaya fırsat bulamadan Kaptan Marvel uçarak onu yakalamış ve eldivene ulaşmıştı. “Buna izin vermeyeceğim!” diye haykırdı Nebula. “Onu benden alamayacaksın!” “Sen delirmişsin!” diye bağırdı Carol, eldiveni çıkarmaya çalışırken. “Güç seni kör etmiş, Nebula!” “Seni öldüreceğim!” diye bağırdı Nebula, öfkeyle. Şimdi ikisi de gökyüzünde bir taraftan birbirlerine yumruk atarken öteki taraftan eldiven için savaşıyorlardı. Sonunda Carol eldiveni kadının elinden çıkarmayı başardığında Nebula tüm gücünü kaybetmiş, hızla yeryüzüne doğru düşüyordu. Carol baygın genç kadını ayağından yakalayıp yere indirdiğinde Steve “...eminim.” diyerek sözünü tamamladı. Neler olduğunu kimse anlayamamıştı. Bir saniye önce Carol havada ışıklar saçarken, şimdi elinde Nebula ve Sonsuzluk Eldiveni ile yeryüzüne iniyordu. “Vay anasını!” dedi Tony.

209 “Bunu baştan niye yapmadı ki?” diye sordu Clint, Thor, kadının ne kadar havalı olduğundan bahsederken. Nebula’yı yere bıraktıktan sonra Carol tekrar havaya uçarak “Eğer bu eldiveni kullandıktan sonra bu ikisi gibi delirirsem,” dedi. “Tony, beni durdurmanın bir yolunu bulacağına eminim.” “Ya beni yok edersen, falan?” diye sordu Tony, Carol da dahil etrafındaki birkaç kişinin gülmesine neden olarak. “Steve’in seni geri getireceğine eminim.” dedi Carol, ve eldiveni sol eline geçirdi.

The Waypoint “Yapabileceğini biliyordum.” Carol gözlerini açtığında Nick Fury, karşısında canlı kanlı, iki gözüyle duruyordu. Bu nasıl mümkün olabilirdi ki? “Nick?” “Sözünü tuttun, Carol.” dedi Fury, gülümseyerek. “Teşekkürler.” “Şimdi ne yapmam gerekiyor?” diye sordu Carol, Fury’ye doğru bir adım atarken. Fury kendinden emin bir şekilde “Ne yaman gerektiğini biliyorsun,” dedi. “herkes sevdiklerine kavuşmak için bekliyor.” Carol ona uzanmaya çalıştığında Fury ortadan kaybolmuştu. Kadın derin bir nefes alıp “Kendi hatalarımı düzeltmek istiyorum,” dedi. “ama başkalarının hatalarını düzeltmekle başlayabilirim.”

Xandar, Tranta Sistemi, Andromeda Galaksisi Carol genç adama iyice yaklaşarak “Bu elimdeki son taş.” dedi. “Zihin taşı.” Genç adam taşı kadının elinden aldı ve onu dikkatlice inceledi. “Bununla ne yapmamı istiyorsun, Carol?” diye sordu. “Bunu alıp çok iyi saklamanı istiyorum, Nova,” dedi kadın, çocuğun avuçlarını tutup taşın üzerini kapatırken. “Ve taşların sahiplerinin kim olduğunu hafızamdan silmeni.” “Buna emin misin?” diye sordu genç adam, şaşkınlıkla Carol’a bakarken. “Ya gelecekte lazım olurlarsa?”

210 Carol gülümsedi. “Umalım ki yeni sahipleri onları yeterince iyi koruyabilsinler ve taşlar bir daha bir araya gelmesin, Nova.” dedi. “Birleştiklerinde onlar sahiplerine delilikten başka bir şey vermiyorlar.” “Bundan sonra ne yapacaksın peki?” diye sordu Nova, kadın ona arkasını döndüğünde. “Eski bir dostu ziyaret edeceğim.” dedi Carol, Nova zihin taşını kullanmadan önce.

211 Legacy Part 6: It’s a Magical Place

"konu" Carol Danvers Taşlar Sayesinde herkesi Ruhlar Diyarı’ndan kurtarmıştır. Yenilmezler Thanos’u yenmenin haklı gururunu yaşarken, gelecek adına planlar yapılmaya başlanmıştır. Önlerinde hiçbir engel kalmayan Kahramanlar tüm sorumluluklardan sıyrılıp kafa dinlemeye gideceklerdir. Ve tatil için Fury’nin büyüleyici bir planı vardır.

"Yirminci dördüncü bölüm”

Carol Uzay Taşı'nı kullanarak Yenilmezleri Karargaha getirmiş ve Ruh Taşı'nı kullanarak da Ruhlar Diyarı’ndaki Yenilmezler'i buraya aktarmaya başlamıştı. Herkes tek tek karargahta belirmeye başlamıştı. Peter, Tony'i görür görmez adama atılıp, "Döndüm, Bay Stark, döndüm!" diyerek sevinç çığlığı atmıştı. Tony, oğlu gibi sevdiği genç çocuğa sarılırken içinin mutlulukla dolduğunu itiraf etmek zorundaydı. Peter adama koala gibi yapışmıştı. "Döndüm! Döndüm! Döndüm!" diye haykırıyordu. Tony kısa bir kahkaha attı. "Anladık evlat döndün, buna yeterince emin oldum, evet. Şimdi bırak beni, hadi." dedi. Peter geri çekilmişti, ama yüzünden mutluluk akıyordu. Genç çocuk delirmiş gibi diğerlerine de sarılıp yerinde zıplıyordu. Herkes onun sevincine ortak olmuştu. Ruhlar Diyarı’ndaki herkes Carol sayesinde tek tek karargahta belirmeye başladığında ve herkes birbirine özlemle sarıldığında Carol, Tony ve Steve'e taşları güvenli bir yere götürmekten bahsedip oradan ayrılmıştı. Thor, Loki'yi görünce "Yüce Odin adına..." diyerek ona sıkıca sarılmıştı. "Güneş yeniden üzerimize doğacak demiştim," dedi Loki. "Haklı çıktım." 212 Thor, geç adamın yüzüne mutlulukla bakarken, "Seni çok özledim Loki," dedi. "Sen çok cesur davrandın! Annemiz seninle gurur duyardı, çünkü ben seninle gurur duyuyorum." dedi ve bir kez daha Loki'ye sarıldı. Loki genç adamın yüzünü avuçlarının içine alıp Ruhlar Diyarı’nda bunun için aylar boyunca beklediğinden bahsetti. Bir an sonrasında Şimşek Tanrısı’na sadece sarılmakla yetindi. Strange, karargahta belirdiğinde onu Wong karşıladı. "Dönmeni bekliyordum, Doktor," dedi Wong. "Sanki yıllar oldu." Strange ve Wong kısaca birbirlerine sarıldılar. Tony, Strange'ın yanına ilerleyip, "Sana teşekkür borçluyum, Doktor," dedi. "Thanos beni öldürmek üzereyken, canımı kurtardın. Sayende hayatta kaldım." "Seni tarihten sildi ama," dedi Strange. "Bunu yapmasını beklemiyordum." "Geri dönenlerden biri de benim, Doktor," diyerek güldü Tony. Strange de ona gülümsemişti. Bucky ve Steve ise birbirlerine uzun uzun sarıldıkları sırada Tony o tarafa ilerledi. "Gelir gelmez sevgilimi elimden alacak mısın metal kafa?" diye mırıldandı. Bucky kendini geri çekip Tony'e baktı. "Benim bir ailem var," diyerek Natasha'ya ilerledi Bucky. "O zaman git ailene sarıl," diye söylendi Tony, adamın arkasından. Steve, utançla karışık bir sevinçle esmer adama bakıp gülümsedi.

T'Challa onu bekleyen kardeşi Shuri'nin üzerine atıldığında genç kız neredeyse sırt üstü yere düşüyordu. Onu arkasından Billy yakaladı ve "Tuttum." dedi genç kıza bakıp gülümserken. Shuri, "Teşekkür ederim," dedi. "Abimle ilişkimiz hep böyle olmuştur işte, beni hep yere sermeye çalışıyor." T'Challa tatlılıkla gülümseyip "Asla değişmezsin," dedi ve kız kardeşine daha uysal bir şekilde sarılmaya devam etti. Ruhlar Alemindeki herkes artık dünyaya gelmişti.

213 Kucaklaşmalar ve sarılmalar bittiğinde Hope, "Babama dönmeliyim," dedi. "Hepinize çok teşekkür ederim." "Biz de sana teşekkür ederiz," dedi Gamora. "Ruhlar Diyarı’ndan bizi çıkartmak için elinden geleni yaptın." Hope gülümsedi, "Her zaman yardıma hazırım, bunu unutmayın." dedi ve hepsiyle kısaca vedalaşıp evinin yolunu tutmak için karargahtan ayrıldı.

Nebula ise ne yapacağını bilemez şekilde orada öylece dikiliyordu. Taşların gücü onu delirtmiş ve değiştirmişti. Bambaşka biri haline gelmişti, ama neyse ki Carol, onu bu delilik esaretinden kurtarmıştı. Ona çok şey borçluydu ve elbette kardeşine kendini affettirmesi gerekiyordu. Nebula bu düşünceler içindeyken, Gamora onun yanına geldi. "İyi misin kardeşim?" Nebula irkilebilse, irkilirdi. Gamora'ya baktı ve "Bilmiyorum," dedi. "Orada bana ne oldu bilmiyorum." "Taşların gücünden dolayı kafayı yemişsin.." dedi Quill. Gamora ona sert bir bakış fırlattığında Quill, Groot'un yanına ilerledi. "Taşlar insanı delirtebiliyor Nebula, o taşlar buradaki herkesten daha güçlü." "O olmasaydı," dedi Nebula, Carol'dan bahsederek, "hepinizi yok edecektim. Kendimde değildim, Gamora, özür dilerim." "Seni affediyorum kardeşim, çünkü babamız yüzünden bu haldeyiz. Kendini suçlama, suçlanacak tek kişi o." Nebula başını salladı. "Sizinle kalabilirim değil mi? Başka nereye gidebileceğimi hiç bilmiyorum." Gamora, kız kardeşine sarıldı. "Seni asla bırakmam!"

Herkes birbirleri ile sarılırken birden bire Fury orada belirdi. Onu ilk gören Natasha oldu. "Nick?" Herkes oraya dönüp, tek gözlü adama baktı. Fury, sessizce ortalarında duruyordu. "Nerelerdeydin?" dedi Natasha şaşırarak. "Sizinle aynı yerde." dedi Fury kısaca. 214 "Seni orada gördüğümü hatırlamıyorum," dedi Wanda. "Neden hiç iletişime geçmedin?" "Ne diyebilirdim ki? Söyleyecek hiçbir şeyim yoktu." Kısa bir sessizlik oldu. Sonra Fury devam etti; "Carol, o nerede?" "Taşları güvendiği birine vermek için az önce ayrıldı." dedi Tony. "Onu bulmalıyım," dedi Fury. "Onunla konuşmam gerekiyor." Herkes şaşkınca adama bakarken, Fury dış kapıya ulaşmıştı bile. "Onu nasıl bulacak ki?" dedi Tony. "O birini bulmak isterse mutlaka bulur." dedi Clint, karısı ve çocukarının yanından ekibin geri kalanına seslenerek. "Bu arada aç olan var mı? Bu kavuşma işleri beni bir hayli acıktırdı." Tony gözlerini devirirken, Natasha da ona katıldı. Clint'in her halükarda yemek düşünebiliyor olması yeni bir şey değildi.

Doktor Strange, herkesle kısaca vedalaşıp Wong ile birlikte Sanctum'a bir portal açtı. Tony'e başı ile selam verdikten sonra portala girip kayboldular. Onların gidişiyle Galaksinin Koruyucuları da bundan önce her ne yapıyordularsa onu yapmaya devam etmek için Karargahtan ayrılmak üzere hareketlendiler. Thor, "Seni özleyeceğim ağaç," dedi Groot'a hüzünle gülümserken. "Adım Groot!" "Tabii ki görüşeceğiz, Asga- Asgard artık yok," diye hatırladı Thor. "Ama yukarılarda bir yerlerde buluşuruz nasılsa." "Adım Groot!" "Tabii ki neden olmasın?" diyerek gülümsedi Thor ve Koruyucular da Karargahtan ayrıldı. "Şey, Bay Stark, acaba sizce de May'i aramalı mıyım?" "Bir de soruyor musun? Senin çoktan gitmen gerekirdi evlat. Ara, iyi ve yolda olduğunu söyle. Seni canlı bir şekilde görmesi çok daha iyi olur." "Şey, peki efendim. Bu arada-yani şey, herhangi bir şey olursa-" "Biz seni ararız." dedi Tony. "Ama bu-bu iş görüşmesine gidip hiç umudu olmayan kişiye söylenen laf değil mi? Beni aramayacaksınız değil mi? Lütfen Bay Stark, ben şey-"

215 Steve oğlanın lafını istemeden de olsa keserek araya girdi. "Peter, merak etme. Seni atlatmıyoruz. Sana ihtiyacımız olduğunda elbette seni çağıracağız. Neler yapabildiğini biliyoruz evlat, telaşlanma. Sadece eve git ve halana iyi olduğunu göster ve bir temiz uyku çek, anlaştık mı?" Peter gülümsedi. "Teşekkürler Kaptan. İyi günler efendim." dedikten sonra arkasına baka baka Karargahın dış kapısına ilerledi ve istemeden de olsa evinin yolunu tuttu.

Akşam güneşi Karargahın pencerelerinden nazlı nazlı içeri süzülüyordu. Herkes koltuklara oturmuş, olan biteni konuşuyor bir yandan da sipariş ettikleri pizzaları yiyorlardı. "Uzun bir gün oldu," dedi Tony. "Dinlenmek isteyen odalarına çekilebilir." "Biz tamamız. Yarın erkenden yola çıkıp eve gideceğiz. Çocuklara katılıp biraz uyusak çok iyi olur aslında." dedi Clint, Laura ile birlikte ayaklanarak. "Hepinize iyi geceler. Sabah görüşürüz." Thor, "Biz Tanrılar insanlardan daha dayanıklıyız," dedi ve Loki'nin omzuna vurdu. "Öyle değil mi Loki?" Loki göz kapaklarını zar zor açık tutarak Thor'a baktı. "Hiç sanmıyorum. Bence bizim de insanlar gibi dinlenmeye ihtiyacımız var." Ayağa kalktı. "Burada uyuyabileceğim bir oda var mı?" Tony tek kaşını kaldırdı. "Aslını istersen sana bahçede bir kulübe hazırlatabilirim." Loki ona ters ters bakınca Tony güldü. Ama gülen tek kişinin kendisi olduğunu görünce, "Şaka yapıyorum," diyerek ciddileşti. "Thor ile aynı odada kalmak seni bozmaz değil mi? Başka odamız yok da." Natasha, kaşlarını çatmış esmer adama bakarken, Tony kızıl kadına kısaca göz kırpıp gülümsedi. Natasha mavi gözlerini devirerek, kucağında uyuttuğu kızının başına minik bir öpücük kondurdu. Thor, "Peki o zaman, odamıza gitsek iyi olur," dedi ve Loki gibi ayağa kalktı. Onlar koridorda gözden kaybolunca Natasha, Tony'e koltuğun yastıklarından birini fırlattı. Bu hamleyi beklemeyen esmer adamın yüzüne çarpan yastık yere düştü.

216 Tony avazı çıktığı kadar bağıracakken, Steve onun ağzını kapattı. "Bebekler uyuyor Tony." Tony kızgınlıkla kızıl kadına bakarken parmağını ona doğru kaldırdı ve Steve'in ağzına kapattığı elinin altından, "Bunu unutacağımı sanma kadın!" diye mırıldandı. Natasha ona aldırış etmezken Bucky'e bir baş hareketi ile "Gidelim" dedikten sonra dinlenmek için odalarına ilerledi. Steve, Tony'nin ağzından elini çektikten sonra, "Bu iki suikastçinin kızları gelecekte nasıl biri? Cadı annesine benziyor mu?" diye sordu Tony, genç Billy'e bakarak. Steve ona hafif bir dirsek geçirirken Tony sarışın adama bakmadı. Billy anıların vermiş olduğu huzurla gülümsedi. "Nik, harika bir genç kız. Çok naif ve çok güzel. Annesine benziyor tabii ki, ama o harika biri." Tony omuz silkti ve az önce dirsek yediği sevgilisine baktı. "Bu da neydi böyle?" "Nat ve Bucky hakkında daha düzgün konuşmalısın," dedi Steve. "Onlar-" "Onlar tam bir baş belası," diyerek sarışın adamın lafını kesti Tony. "Evlenip kendi evlerine yerleşseler ya."

Tony bol pijama altını bacaklarınından geçirip, siyah atletini de giydikten sonra, Steve'in yanına uzanmak için yatağa ilerledi. Sarışın adam, sevgilisinin giyinip soyunmasına defalarca şahit olduğundan özellikle izlemedi. Steve, Tony giyinirken tavana bakıyordu, çünkü düşünceliydi. Tony yatağa girdiğinde, "Ne düşünüyorsun?" diye sordu. "Dalgın ve keyifsiz gibisin." Steve ona baktı. Bu güzel yüzde ezberlenmesi gereken her şeyi ezberlemişti. Dudak kenarında ki minik çizgileri, gülerken göz kenarında oluşan kaz ayaklarını ve gerginken alnında oluşan çizgileri... Hepsi öyle güzel ve yaşanmışlık doluydu ki; Steve işaret parmağının ucuyla tüm çizgilerin üzerinden geçti. "Düşünüyordum," dedi dalgın dalgın, "en büyük düşmanımızı yendik. Tabii ki düşmanlar bitmez ama bunu bile kazandık Tony. Herkesi kaybettik sanarken, geri aldık ve... 217 bitti işte, anlıyor musun? Haftalarca beklediğimiz o büyük tehdit geldi ve geçti. Kayıplar verdik, dostlarımızı kaybettik, ama büyük resme baktığında biz kazandık. Yenilmezler hiç olmadığı kadar güçlü ve bir arada. Düşünüyorum, bundan sonra ne yapacağız?" Tony iç çekti. "Tatil yaparız." Ufak bir kahkaha attı. "Fena olmaz mıydı? Bir düşünsene; Natasha bikini ile havuzda ve biz hepimiz elimizde kokteyller ile şezlonglardayız. Mükemmel bir tatil." Steve gülümsedi. "Bucky hepimizi itina ile ortadan kaldırır, ben dahil." "Tatile onu götüreceğimi kim söyledi?" Steve başını salladı. "O zaman Natasha da gelmez." "Belki de biz yalnız tatile çıkmalıyız," dedi Tony. "Bu motorcu çetesiyle bir arada olmaktan sıkıldım zaten, biraz güneye gideriz, ne dersin? Sadece sen ve ben." "Kulağa hoş geliyor," diyerek tebessüm etti Steve. "Ama unutma ki, tek düşmanımız Thanos değildi. Biz tatile çıkınca Dünyayı kim koruyacak?" "Bizden önce kim koruyorsa o," dedi Tony. "Hem Thanos'u bile yendiğimizi duyan düşmanlarımız karşımıza çıkmaya çekineceklerdir. Ve biz bundan faydalanmalıyız. Hepimiz tatili hak ettik, Yüzbaşı." "Az önce başbaşa gitmekten bahsediyordun, şimdi yine hepimiz mi oldu?" diyerek kaşlarını kaldırdı Steve. Tony, sevdiği adamın yüzüne dokundu. "Bizimle aynı yere geleceklerini söylemedim ki." Steve, esmer adama yaklaştı ve dudaklarını öptü. "Yorgun musun?" "Hayır," diye fısıldadı Tony. "Bunun için her zaman enerjim var."

Son Blockbuster Mağazası, New York “Burada olacağımı nereden biliyordun.” diye sordu Carol, ona doğru yaklaşan Fury’nin ayak seslerini duyduğunda. “Çünkü her şey burada başlamıştı.” dedi Nick Fury, genç kadının yanına geldiğinde. “Yıllar önce gökyüzünden inanılmaz bir kadın dünyamıza düşmüştü.” Carol gülümsedi. “Ve beraberinde inanılmaz tehditler getirdi.” dedi, Fury’nin göz bandına uzanarak. “Ne kadar üzgün olduğumu bilemezsin.” dedi bakışlarını kaçırarak. “O gün-”

218 “Teşekkürler.” dedi Fury, Carol’un konuşmasını keserek. “Çocuklarımın en çok ihtiyaç duyduğu anda onları yüzüstü bırakmadığın için.” “Aynı hatayı tekrarlayamazdım, Nick.” dedi Carol, kollarını göğsünde bağlayarak. “Seni bir kez daha yüzüstü bırakamazdım.” “Biliyorum,” dedi Nick Fury, kolunu genç kadının omzuna atarken. “Bu yüzden sana kırılmıyorum, Carol.” “Nasıl yani?” diye sordu Carol Danvers. “Yine gideceksin-” “Nick-” “Şş, biliyorum, çünkü evren benim aklımın alabileceğinden daha büyük ve inanılmaz tehlikelerle dolu. Sen Kaptan Marvel’sın. Git ve hepsini hakla!” Carol eski dostuna sıkıca sarılıp ayağa kalktı. “Bana nasıl ulaşacağını biliyorsun.” dedi, gülümseyerek. Nick Fury de kadına gülümsedi. “İşini iyi yap, Danvers, ki seni tekrar çağırmak zorunda kalmayayım.” Carol adama “Coulson’a selam söyle!” diyip gökyüzüne havalanırken, Nick aşağıdan arkadaşının gidişini izledi. “Bunun onu son görüşün olduğunu düşünmüyorum.” dedi Coulson, arabadan çıkıp Fury’nin yanına gelirken. “Bir yanım onu tekrar çağırmak zorunda kalmamamızı istiyor, Coulson. Ama bir yarım daha var.” Coulson ceketinin içindeki broşu söküp Fury’ye uzatırken “SHIELD Direktörü olarak duygularınla hareket etmemen gerektiğini bildiğini sanıyorum.” dedi. “Phil?” Coulson gülümseyerek “Benim sürem çoktan doldu, Nick.” dedi. “Tüm o Tahiti olaylarından önce dolmuştu ama senin doğanın kanunlarına karşı gelmek gibi bir huyun var.” İki adam da gülümsedi. “Bir şekilde, doğa yolunu buluyor ama.” diye devam etti Phil. “Daisy-” dedi cümleleri boğazında düğümlenirken. “Benim kızım gibidir. Ona güven.” “Elbette, Phil.” dedi Nick arkadaşına hüzünlü bir şekilde bakarken. Kendine uzatılan broşu Coulson’dan aldı. “Senin kadar iyi bir direktör olmaya çalışacağım, dostum.”

219 Günler sakince ilerliyordu, karargahta bir avuç kalmışlardı. T'Challa ve Shuri de birkaç gün içinde Wakanda'ya döneceklerdi. Billy, "Keşke babam da burada olsaydı," diye söze başladı. "Hepimiz bir aradayız, çoğumuz mutlu ve ailesiyle. Annem ve bebek Billy burada, ama babamın yokluğu beni biraz eksik yapıyor. Keşke onu geri getirecek bir şeyimiz olsaydı." Shuri kaşlarını çatmış Billy'i dinliyordu.. Aklı karışıktı, koca beyninde milyonlarca ihtimal dönerken birinde kaldı. Gülümsedi ve Billy'e baktı. "Aslında, sanırım ben bu konuda bir şeyler yapabilirim." Billy dahil, herkesin bakışları Shuri'ye döndü. Genç kız omuzlarını silkti. "Tek başıma değil tabii," derken Tony ve Bruce'a bakıyordu. Bruce başını salladı ve elindeki kokteyl bardağını masaya bıraktı. "Ben almayayım. Tony ile en son bir şeyleri tamir etmeye çalışırken, Ultron'u yarattık," dedi tedirgince. Tony gözlerini devirdi. "Yanından bile geçemedik Banner, Ultron kendi kendini yarattı." "Fark etmez, sonuçta bizim başladığımız işi Ultron bitirdi ve ben bir Ultron vakası daha kaldıramam." "Teknik olarak Vision, Ultron'un çok daha iyi versiyonu. Ve bunu-" "Ben başardım." diye atladı Thor arkadan. Bu sefer tüm gözler Thor'a baktı. "Hatırlamıyor musunuz, ona şimşek gücünü ben verdim ve yüklemeyi tamamladım. Ultron'u Vision benim sayemde yendi." diyerek böbürlendi. Tony bir kez daha gözlerini devirdi. "Anladık Kırılma Noktası, ama Vision'ı zaten-" "Beyler, testosteron savaşınız bittiyse Vision'ı yani Billy'nin babasını geri getirmemde bana yardım edecek misiniz, etmeyecek misiniz?" diye sordu Shuri. Tony sözünü kesen genç kıza baktı. Ukalaydı. Tony'e gençliğini hatırlıyordu. Kabul etmeliydi ki Shuri ondan çok daha iyi bir gençti. Ve yine Tony kabul etmeliydi ki Shuri ondan daha zekiydi. Ama Tony'nin egosu bunların hiçbirini kabul edecek değildi.

220 "Ben varım," dedi aklındaki düşünceler bir saniyeliğine sustuğunda. "Ne dersin Banner, tıpkı eski günlerdeki gibi ha? Oğlumu geri getirelim mi?" Bruce kararsızca bakmaya devam ederken Tony onu ikna etmeye başlamıştı bile. Billy gülümseyerek Tony'e baktı. "Sen mükemmel bir dedesin." Tony irkilerek genç oğlana döndü. "Senin dilini keserim çocuk!"

Shuri, Vision’ı geri getirmek için çalışmalarına Wakanda’da başlayabileceğini, çünkü burada kaynakların ve teknolojinin yeterli olmadığını belirttikten sonra, Tony, Bruce, Billy, T’Challa, Wanda bebek Billy ve Vision’ın taşlaşmış bedeni ile birlikte Quinjet’e binmişti. Bruce hâlâ kararsızlık yaşıyordu, ancak Billy’e babasını geri verme fikri hoşuna gidiyordu. Ekip zaten yeterince kayıp vermişti. Bir kişiyi geri getirme şansları varsa Bruce bunu geri tepemezdi. Carol, taşları gerekli yerlere götüreceğini söyledikten sonra ayrılmış ve ondan sonra kadından ses seda çıkmamıştı. Thor ve Loki ise nereye gideceklerini düşünedursunlar, Steve, Natasha, Bucky ve çocukları Niki ile karargahta onlarla birlikte kalmışlardı. Gelecek aya düğün yapmayı planlayan çift de nerede yaşayacağına dair düşünüyorlardı.

Tony’nin aklında ise daha farklı planlar vardı. Düğün, Vision’ı geri getirmek, ya da Wakanda’ya gitmek şu anda Tony için angarya işlerdi. Elbette Vision’ı geri getirmeyi umursuyordu ve bunun için o küçük, ukala kıza yardım edecekti ama Tony, anı yaşamak yerine gelecekle ilgili plan yapma derdine düşmüştü.

Tüm ekibi tatile götüresi vardı, dinlenmek onların da hakkıydı. Vision’ı candlanırdıklarında planını devreye sokacaktı. Aklında muhteşem bir yer vardı.

Wakanda’da uykusuz geçen dört gecenin ardından, Shuri’nin önderliğindeki ekip, sonunda Vision’ı Zihin Taşı olmadan toparlamayı 221 başarmışlardı. Shuri övgüyle eserine bakarken, “Onu uyandıralım mı?” diye sordu. Bruce emin değildi. “Ya Ultron olarak uyanırsa?” Tony uykusuzluktan kızaran gözlerini devirdi. “Bu ufak kız epey zeki Banner, sen de gördün. Dört gecedir deli gibi çalıştırıyor bizi, eğer Vision, Ultron olarak uyanırsa -ki hiç sanmıyorum o bir kere olur- yeşile dönüp önce bu ufaklığı öldür.” dedi Shuri’yi gösterip.

Shuri kaşlarını kaldırıp önce Tony’e, sonra Bruce’a baktı. “İlginç bir öneri Bay Stark. Ama buna gerek kalmayacak, Vision, yine Vision olarak uyanacak.” “Emin misin?” diye sordu Bruce, yutkunmadan hemen önce. O sırada Wanda ve Billy laboratuvara giriş yapmışlardı. Wanda konuşulanları az çok duymuş ve anlamıştı. Bruce’un Ultron’dan korkma sebebinin başında kendisi, yani güçleri geliyordu. Banner’ın aklı ile oynayıp onun Hulk’a dönüşmesini sağlamış ve onlarca insanın ölümüne sebep olmuştu. Wanda eski ve kötü anılarından başını sallayarak kurtulmaya çalıştı.

Yüzüne yerleştirdiği hafif bir gülümseme ile üçlüye doğru ilerledi. “Billy, Wanda, tam zamanında geldiniz.” dedi Shuri onları görerek. “Biz de Vision’ı uyandırmak üzereydik.” “Bu çok heyecan verici, öyle değil mi anne?” diyerek Wanda’ya döndü Billy. Wanda, Bruce ile göz göze geldi. İkisi de aynı şeyi düşünüyorlardı. Wanda başını salladı. “Merak etme, artık öyle biri değilim.” Bruce da aynı şekilde başını sallayarak karşılık verdi ve Shuri’ye döndü. “Yapalım.” Tony ellerini birbirine vurdu. “Oğlumu geri getirme zamanı!” Wanda ellerini Vision’a uzatarak hexlerini hazırda tuttu. Derin bir nefes aldı. Sevdiği adamı geri getirmeye hazırdı.

1 Hafta Sonra Billy televizyondan bir uzay gemisinin yörüngeye girdiğini duyduğunda neler olduğunu biliyordu. O geliyordu ve Billy kendini tutamıyordu. 222 Tony Stark asla tatil yapamayacaklarına dair söylenirken Steve çoktan ekibi toplamaya başlamıştı. “Hiçbirinizin gelmesine gerek yok!” dedi Billy, ekibin arasına dalarken. “Evlat, tamam annenin güçlerine falan sahipsin de, bunun tek başına halledebileceğin bir şey olduğunu sanmıyorum.” dedi Tony. “Uzaylı istilası bizim uzmanlık alanımız.” “Bir istila falan yok.” dedi Billy, gözlerini devirerek. “Kimin geldiğini biliyorum.” “Billy?” diye sordu Wanda. “Gelecekte bu uzaylıları tanıyor muydun?” “Hem de çok iyi.” dedi Billy. Bir portal açarak geminin iniş noktasına vardığında beklediği kişinin çoktan gemiden inmiş olduğunu gördü. Etrafları polis ve magazincilerle kaynıyordu. “Teddy?” diye seslendi Billy, karşısındaki yeşil adama bakarak. “Merhaba,” dedi Teddy, düz bir ses tonuyla. “Ben Tharnax 4’ten Prensi 8. Dorrek. Babamın eski bir arkadaşı, Kaptan Marvel bana dünyada güvende olacağıma dair bir bilgi verdi.” dedi. “Teddy,” dedi Billy, yavaşça genç adama yaklaşarak. “Beni hatırlamıyor musun?” “Üzgünüm.” dedi Teddy, genç adama bakarak. “Daha önce Skrull Kraliyeti’ne gelmiş miydin? Tanışmış mıydık? Billy’nin yüzü düşmüştü. Karşısındaki adam Teddy’di ama belli ki gelecekten gelmiyordu. Bu da Teddy’nin Billy’ye dair hiçbir anısı olmadığı anlamına geliyordu. Billy arkasını dönerek “Hayır,” dedi. “Daha önce tanışmamıştık.” Wanda ve Vis uzaktan çocuklarına bakıyorlardı. Vis, Wanda’nın alnına bir öpücük kondurarak “Keşke bir şey yapabilseydim.” dedi. Wanda derin bir nefes aldı. Başkalarının kaderleriyle oynamanın nasıl sonuçlar doğrubileceğini biliyordu. Bunu daha önce tecrübe etmişti. Ama ufak bir anının çok büyük bir sorun yaratmayacağına inanarak ellerini iki genç adama doğru tuttu. Vis, Wanda’nın ne yapacağını anlamış, onu olasılıklar hakkında uyarırken, Wanda çoktan kararını vermişti.

223 Billy bu hissi biliyordu. Bir an için Teddy ile olan tüm anıları gözünün önünden geçti. Onu çok özlemişti. Bir an sonrasında yine aynı umutsuzlukla yürümeye devam etti. “Billy.” dedi tanıdık bir ses. Genç adam olduğu yerde durup arkasını döndü. “Teddy?” Teddy kollarını açmış, ona gülümsüyordu. Billy koşarak sevdiği adama sarıldı. “Seni çok özledim!” “Ne oldu bilmiyorum ama seninle olan tüm anılarım- ama sanki başka bir dünyadaydık ve şimdi-” “Hepsini anlatacağım.” dedi Billy, Teddy’nin dudaklarından öpüp onu sustururken. Teddy kısa bir an tereddüt etse de bir an sonrasında sevdiği adama karşılık verdi.

2 Hafta Sonra "Nasıl ama? Şahane bir fikir değil mi?" Tony yanında oturan ve elinde kocaman bir kokteyl bardağı tutan siyahi adama baktı. "Bana tatil olsun da neresi olursa olsun." diye yanıtladı. “Seninle uzun zamandır konuşmak istediğim bazı şeyler var, Stark.” dedi Fury, tekrar o ciddi tavrını almıştı. “Thanos’u hapsetmiş olabiliriz ama kötü adamların sonunun gelmeyeceğini ikimiz de biliyoruz.” “Tatildeyiz ama, Fury-” diye yakındı Tony ama Nick Fury onun cümlesini pek önemsemeyerek konuşmaya devam etti. “Defenders adlı bir grup New York sokaklarını savunuyor, bir avuç genç ailelerinden kaçmak ve dünyayı kurtarmakla -ki son hatırladığımda bu bizim işimizdi, çocukların değil- meşgul, sen kendine Parker’ı evlat edinmiş gibisin-” “Senin bizi edindiğin gibi mi?” diye dalga geçti Tony, viskisinden bir yudum alıp, Fury’ye bakmazken. “Clint, Kate denen şu kızla meşgul-” “Riri.” dedi Tony, düz bir tonla. “Ben de Riri ile meşgulüm.” “Evet, Riri.” diye tekrarladı, Fury. “Tandy ve Tyrone var bir de, onların nasıl belalara bulaştığına değinmiyorum bile.”

224 “Bunları dönünce konuşsak,” dedi Tony, oturduğu yerden kalkarken. Fury’den yeterince uzaklaştığında kulağındaki mikroçip büyüklüğündeki çağrı cihazını aktifleştirdi. “Riri, orada mısın?” Dünyanın öteki ucunda Riri Williams, Tony Stark’ın çalışma odasında uyukluyordu. “Riri!” Tony Stark’ın projeksiyonu genç kızın yanına kadar gelmiş ve avazı çıktığı kadar bağırmıştı. Genç kız korkuyla kalkıp saldırı pozisyonu aldığında, odadaki tek tehditin Tony Stark olduğunu anlaması çok kısa bir anını aldı. “Bay Stark?” “Kate ne yapıyor burada?” diye sordu projeksiyon Tony. “Onun buraya girmesi yasak demiştim. Clint gibi bütün Şahin Göz mantasını alanların projelerimi batırma gibi bir huyu var.” Kate odadan sıvışmaya çalışsa bile Riri ona durmasını işaret etti. “Bay Stark, bir şey mi lazım?” “Sana bazı isimler vereceğim. Hepsiyle iletişime geçmeni istiyorum.”

Tony tekrar ekibin yanına döndüğünde kimse onun birkaç dakikalığına uzaklaştığını farketmemiş gibiydi. "Peki neden Tahiti patron?" diye sordu Maria Hill. "Çünkü burası büyülü bir yer!" dedi Fury, kollarını iki yana açarak. Fury haklıydı. Muhteşem deniz manzaralı, bungalov tarzı kocaman villa sadece onlar için ayırtılmıştı. Yeşil dağlar, ovalar ve masmavi deniz, harika bir uyum içerisindeydi. Bunglov tarzına yakışır şekildeki ahşaptan veranda devasa büyüklükteydi ve içindeki havuz da epey bir genişti. Havuza paralel şekilde sıralanan şezlonglarda ekip güneşin ve temiz havanın tadını çıkartıyordu. Yine ahşaptan olan merdivenden ise denize iniliyordu, ama herkes şimdilik havuzu tercih ediyordu. "Ben sevdim." dedi Steve, "huzurlu bir yerdeyiz, bundan daha iyi çok az şey var." Tony, sevgilisine baktı. "Demek öyle Kaptan," diye mırıldandı kırgınca. "Sana huzur veremiyorum, öyle mi? "Ben öyle mi dedim şimdi?" Steve, kızıl kadına döndü. "Nat, ben öyle mi dedim?" "Beni bu işe karıştırmayın çocuklar." "Evet, aynen. Onu niye karıştırıyorsun?" diye sordu Tony. 225 "Sen niye beni yanlış anlıyorsun?" "Soruma soruyla karşılık verme Rogers!" "Aa, demek şimdi Rogers olduk?" Tony omuz silkip, viskisinden ufak bir yudum aldı. “Canım nasıl isterse öyle hitap ederim.” Steve o sırada Bucky ile göz göze geldi. Bucky, sarışın adama göz kırptı. Steve başını salladıktan sonra ayağa kalktı ve Tony'i kucakladı. Esmer adam, Steve'in ne yapacağını anlayıp "Sakın!" diye bağırdı. "Ciddiyim Steve, sakın deneme bile." Steve, "Seni duyamıyorum." dedikten sonra kucağındaki Tony ile birlikte havuza atladı. Onların atlayışı ile şezlongta oturanların üzerine sıçrayan sular, kısa bağırışmalara sebep olmuştu, ama herkes yine de halinden oldukça memnundu. Thor, üzerine sıçrayan sulara aldırış etmeden, "Tatil diye buna derim!" diye haykırdı ve birasını Loki’nin bardağına yokuşturduktan sonra kafasına dikti. Havuzun içinde olan Tony ve Steve'e kadeh kaldıran takım, yıllardan sonra ilk kez huzurlu ve mutluydular. Wanda, Vision'ı öptü. Natasha ise Bucky'nin omzuna yattı. Sam çiftlere bakıp abartılı bir şekilde gözlerini devirdi, Rhodes ise arkasına yaslanıp iç çekti. Parker, Shuri'ye göz kırparken, T'Challa boğazını temizledi. Nakia, T’Challa’nın yan tarafına dirsek geçirip kaşlarını çattı. Önüne dönen gençler kıkırdamaya devam ederken, Fury arkasına yaslandı ve çocuklarına baktı. Steve haklıydı; Bundan daha huzurlu çok az şey vardı.

-SON-

Yazarlar: Erce & Ninfea

226