Gustave Flaubert Madame Bovary
Total Page:16
File Type:pdf, Size:1020Kb
Gustave Flaubert _ Madame Bovary HENRI TROYAT'NIN ÖNSÖZÜ Eğer Gustave Flaubert ölümünden sonra yayınlanan kitaplarının başarısını görebilmiş olsaydı, kuşkusuz, burjuvaların budalaca konuşmalarıyla, değişmez doğrulara dönüşen beylik sözleri, büyük bir zevkle yazdığı sDictionnaire des Ideas reçues» (Basmakalıp Düşünceler Sözlüğü), «Madame Bovary* başlıklı özel bir bölümü de içerirdi. Pek az roman vardır ki, eşini aldatan taşralı bir kadının bu basit öyküsünde olduğu kadar yorumlara, eleştirilere, . övgü ve kınamalara neden olsun. Mutsuz Emma da unutulmaz Joconde gibi aynı terslikle karşılaşmıştır. Her iki kahramanın da tek başlarına kazandıkları ün, yapıtların bütünlüğünün gözden kaçmasına neden olmuştur. Madame Bovary'yi tüm önsözlerinden arındırarak, tüm uzman ve eleştirmenlerden kurtararak ona yayınlandığı ilk günkü tazeliğini verebilmek düşüncesi ne güzeldir! Eğer-1857 yılında yaşıyor olup daha ün kazanmamış bir yazarın yeni bitmiş kitabını açarak şu satırları okuyabilmek olanağım bulmuş olabilseydim: "Okulun çalışma salonundaydık, kapı açılıp içeri Müdür girdi, arkası sıra da setre pantolon giymiş bir yeni öğrenciyle bir de, koca bir sıra yüklenmiş bir hademe geliyordu". Bugün bir müzeye girer gibi bir titreme ve saygıyla okuyabildiğim bu cümle belki o gün ilgimi çekmeyecekti. Belki de eserin daha sonraki bölümlerini sevmeyecektim. Bütün bunlara inanmam gerçekten olanaksız. Bana öyle geliyor ki, anlatımın-' daki sıcaklık, gözlemlerindeki doğrulukla böylesine bir öykünün, ön yargıdan biraz olsun uzaklaşabilmiş her kitap severi etkileye-memiş olabilmesi mümkün değildir. Kuşkusuz hiçbir yazar yoktur ki, yazmak istediği konuyu Flaubert kadar tam tamına isteğine uygun bir biçimde kaleme almış olsun. Bu istek, Madame Bovary'yi yaratma düşüncesi kendini sarmaya başladığı 1849 yılında daha da çarpıcıdır; Flaubert yirmi sekiz yaşındadır ve o zamana dek hiçbir şey yayınlamamıştır. Daha güzeli o dönemde Flaubert, romantikliğinin doruğunda-' dır ve «Tentation de Saint Antoine» (Ermiş Antonius)m ilk kitabını yeni bitirmiştir; yapıtını, konusunun gözüpekliği ve dilindeki zenginlik karşısında şaşıracaklarına inandığı arkadaşları Louis 6 MADAME BOVARY Bouillet ve Maxime du Camp'a okumak istemiştir. Oysa hemen son satırın ardından Bouillet düşüncesini üzgün bir şekilde: "Bunu ateşe atmak ve üzerinde konuşmamak gerekir" diyerek belirtir. Flaubert üzülür, karşı çıkar ve sonunda çok zengin bir konunun karşısında başının döndüğünü kabul eder. "Lirizme karşı konmaz bir eğilim duyduğun şu sırada seçefceğin konu, seni denetleyen, arzularına gem vuran ve içinde lirizmin gülünç olacağı türden olmalıdır", demekteydi Maxime du Camp. "Cousin Pons, Cousine Bette gibi, burjuvaca yaşantılarla dolu olaylardan basit bir konu seç ve bunu doğal, hemen hemen teklifsiz bir anlatımla işlemeye kendini zorla". Bu sözlere yarı yarıya inanan Flaubert uğradığı düş kırıklığını düşünürken Louis Bouillet şu fikri ortaya atar: "Niçin Delamare'm öyküsünü yazmıyorsun?" O anda Flaubert' in kafasında bir şimşek çakar. Eugene Delamare! Flaubert bir zamanlar koket, savurgan, kendini beğenmiş bir eşi olan bu silik sağlık memurunu tanımıştı. Kadın kocasını aldattıktan ve mahvettikten sonra kendini zehirlemişti. Taşra kasabası, tekdüze ve göreneğe bağlı bir yaşam, çiftçi dernekleri, eczacı, eşini aldatan kadın, dedikodular, ölüm... Flaubert tüm bunları görür gibi olur ve şaşırmış bir durumda mırıldanır; "Ne düşünce!" Bununla birlikte Maxime du Camp'la Doğu'ya yaptığı gezide aklı Saint Antoine adlı kitabındaydı. Mısır'dan Filistin'e, Filistin'den Yunanistan'a yaptığı ve yaklaşık iki yıl süren yolculuğunda romantik coşkusunu yeniden bulmaya çalıştı. Fakat bu uzak ülkeler onu büyülerken aynı zamanda düş kırıklığına uğratıyorlardı; söylemeye dili varmadı ama, sabahtan akşama değin gözlerinin önüne serilen bu özgün ve â*ynı zamanda sefillikle dolu manzaradan yoruldu; basitliğe, gerçeğe, ölçülülüğe duyduğu tepkiyle Fransa'ya . dönmeye can attı. Şimdi tam tamına Madame Bovary'yi yazacak kıvama gelmişti. Her şeyden önce Flaubert alışkanlığın verdiği bir davranışla geniş bir biçimde araştırma yaptı, ortamı inceledi, tanıdığı çeşitli mevkilerdeki insanların sağladığı bilgi kırıntılarıyla kahramanlarını oluşturdu, planlar yaptı, kendisine malzeme sağlayacak olguları ortaya çıkardı ve bir düzene soktu. Olayın geçtiği baş yer olan Yonville-1'Abbaye, Dr. Delamare'm yaşadığı ve çalıştığı Ry kasabasının tam bir kopyasıdır. Günümüzde bile Ry'ye gitmek, Emma'yı ziyaret etmek demektir. Size hekimin evini, kiliseyi, pazar yerlerini, eczanenin yerini, hanı ve Mme Delamare'm gömüldüğü mezarlığı gösterirler ve bu yer duygulu kişiler için Mme Bovary'nin mezarına yapılan bir haç anlamına gelir. Böylesine güçlü bir benzerlik karşısında dikkatli bir okuyucu kendini, de- HENRI TROYAT'NIN ÖNSÖZÜ 7 korun kitabı resimlemek için yaratıldığına bile inandırabilir. Romanın kişilerine gelince, hiç şüphe yoktur ki Flaubert örneklerini gerçek yaşamdan seçmiştir. Delamare çiftinin acı öyküsüne tanık olan yaşlı hizmetçi Felicite henüz 1905 yılında Dr. Brunon'a, ihtiraslı ve çok güzel bir kadın olan hanımının nasıl intihar ettiğini anlatmaktadır. "Hangi zehiri aldığını söylemek istemedi... Herkes ağlıyordu... Nihayet küçük kızı yalvarmak için önünde diz çöktüğünde, sonunda gerçeği söyledi!.. O kadar zavallı görünüyordu ki!.." Eczacı Homais ise mesleklerini Forges'da, Yvetot'da, Ry'de Havre'da sürdüren meslektaşlarından alınan çizgilerle oluşturulmuş bir tiptir. Fakat Flaubert "yarım daire şeklinde tezgâhı, XVI. Louis ve İmparatorluk dönemi stili kavanozları ve zehirlerin yerleştirildiği raflarıyla" Ry'deki eczanenin dekorunu kendisine örnek almıştır. Edebiyat tarihçileri, noter yardımcısı Leon'un, taşralı bir kibar kişi olan Rodolphe'un (gerçekte adı Louis Campion'du.) sayın Lheureux'nun, Flaubert'e esin kaynağı olan gerçek yaşamdaki kimliklerini ortaya çıkarmışlardır. Bazı edebiyat tarihçileri ise Emma Bovary'nin hiç şüphesiz Delphine Delamare'ı çok andırdığını söylemekle birlikte yazarın aynı zamanda bir rastlantı sonucu heykeltraş Pradier'nin çekici ve hafifmeşrep karısı Louise (Lu-dovica)den de etkilendiğini göstermek isterler. Flaubert'in kâğıtları arasında da Louise'in sadakatsizlikleri ve savurganlığı yüzünden kendi sonunu nasıl hazırladığını anlatan hemen hemen elli sayfalık bir el yazmasına rastlanmamış mıydı? Anlatan kişi ise Louise'in bir kadın arkadaşıydı. İşin ilginç yönü ise bu acıklı öykünün 1851-1856 yılları arasında yani Flaubert romanını yazarken bir sonuca ulaşmış olmasıdır. Emma Bovary'nin narin silueti arkasında Louise'in hayali Delphine'inkiyle birleşmektedir. Belki bir süre sonra başka bir yorumcu üçüncü bir kadının mezarını bularak, en az ötekiler kadar haklı olarak yapıtın kaynağını ortaya çıkardığını ileri sürecektir. Flaubert sadakatsiz eşlerin düşecekleri durumu sanki önceden görerek, romandaki kadın kahramanın düşsel bir kişi olduğunu ileri sürmüştür. "Madame Bovary'nin gerçek yaşamla hiçbir ilişkisi yoktur, der 1857 yılının mart ayında. Bu bütünüyle uydurulmuş bir öyküdür..." Ve, üç ay sonra da "Hayır bayım, düşüncelerime esin kaynağı olan hiçbir örnek yoktur. Madame Bovary salt bir yaratım ürünüdür. Bu kitabın tüm kişileri hayali olup, Yonville-FAbbaye diye bir ülke de mevcut değildir". Sonunda 1870 yılında düşüncelerini yineler ve Mme Hortense Cornu'ye yazdığı mektupta görüşlerinde ısrar eder: "Madame Bovary'yi yazdığım sırada bana birçok kereler: 'Yarattığınız kadın Mme X midir?' diye sordular. Hiç tanınmamış kişilerden sürüyle mektup aldım, hatta içlerinden birinde, Reims'den bir bey, 8 MADAME BOVARY intikamının (bir kadından) alındığını söyleyerek beni kutladı. Aşağı Seine'nin tüm eczacıları Homais'de kendi kişiliklerini sezince evime gelip beni tokatlamak istediler..." Roman yazmayı deneyen herkes bilir ki, gerçek yaşamdan alınmış bir kişiyi tüm özellikleri ve hatalarıyla birlikte edebiyata aktarmak mümkün değildir. Romancı düşündüğü benzerliğe sadık kalmaya ne kadar çabalarsa çabalasın, anlatının ahengi, dilin güçlükleri, aynntılardaki zorunlu seçimler yazarın kahramanının görüntüsünü yavaş yavaş bozar. Çoğu zaman bu kahraman, fiziksel yapıları ve düşünce biçimleri arasında benzerlik olan çeşitli tiplerden ödünç alınan çizgilerle zenginleşir. Başlangıçta romanın kahramanının yazarla hiçbir ortak yanı olmasa bile, onun zihninde yaşaması nedeniyle romancının düşüncelerinden etkilenir. Yaratıcı ile yaratılan şey arasında bir iletişim başlar, biri diğeri olur. Olgun ve yazarlık mesleğini seçmiş bir kişinin, yarattığı tiplerin gerçekliğine inanması için olağanüstü derecede bir doğallığa gereksinmesi vardır. (Zaten bu gerçekliğe kendisi inanmazsa okuyucuları inanır mı?). Burada yazarın baş özelliği aklı değil sezgi-sidir, daha doğru bir deyişle önemli olan, herhangi bir kişinin düşüncelerini okuyabilmesi, başka biri olabilmesi yani başka birinin yerine geçebilmesidir. Bu hafifmeşrep bir kadın, titiz bir eczacı veya aldatılmış bir koca olabilir. Flaubert, Madame Bo- vary'yi yazarken Flaubert olduğunu unutmakta ve tüm sorunları bir kadının bakış açısıyla incelemektedir. Şu ünlü şakasını bu anlayış çerçevesinde yorumlamak gerekir: "Madame Bovary benim!" Aslında yarattığı kişilikle özdeşleşebilmek için kendisini fazla zorlamaya gerek görmemiştir. İbne Bovary, içinde bulunduğu yaşam biçimini reddetmekte, ozanların betimlediği yaşamı arzulamakta, tatlı sözler karşısında kendinden geçmekte, ölümsüz tutkulara inanmakta ve kendisini şatolarda yaşıyor görmektedir. Bu kurtulma, başka biri olma, uçup gitme isteği Flaubert'in de benliğinden koparamadığı bir duygusallıktır. Emma'nın Charles Bovary,