SÜRGÜN BİR ŞEYHE ARMAĞAN ATPAZARÎ KUTUP OSMAN KİTABI

EDİTÖRLER İsmail GÜLEÇ - Ali NAMLI - Ömer Said GÜLER

KIBRIS SOSYAL BILIMLER ÜNIVERSITESI YAYINLARI Kıbrıs Sosyal Bilimler Üniversitesi Yayınları SÜRGÜN BİR ŞEYHE ARMAĞAN Sürgün Bir Şeyhe Armağan: Atpazarî Kutup Osman Kitabı Editörler: İsmail Güleç & Ali Namlı & Ömer Said Güler ATPAZARÎ KUTUP OSMAN KİTABI

Birinci Baskı: Mayıs 2019 ISBN: 978-605-80624-0-5

Baskı Hazırlık: Çelebi Şenel Kapak: Durmuş

Baskı Seçil Ofset 100. Yıl Mahallesi Massit Matbaacılar Sitesi 4. Cadde No:77 Bağcılar, T: +90 (212) 629 06 15 pbx F: +90 (212) 629 20 20 [email protected] Sertifika No: 12068

Kıbrıs Sosyal Bilimler Üniversitesi Haspolat Kavşağı Lefkoşa KKTC Tel: +90 (392) 233 5522 e-mail: [email protected] web: www.kisbu.edu.tr

Bu kitap TİKA (Türk İşbirliği Koordinasyon Ajansı Başkanlığı) tarafından desteklenen proje kapsamında hazırlanmıştır. Kutup Osman’ın Hayatı, Eserleri ve Devlet Ricali ile İlişkileri

Ali Namlı*

Atpazarî Osman Fazlî-i İlâhî, XVI. yüzyılda yaşamış meşhur Osmanlı sûfîlerindendir. Çal- kantılı ve sıkıntılı bir dönemde yaşayan Osman Fazlı Efendi’nin başta devrin padişahları IV. Mehmed (Avcı) ve II. Süleyman olmak üzere sadrazam, şeyhülislam ve diğer devlet ricaliyle ilişkileri olmuş, onları doğru ve hak bildiği tarafa yöneltmeye çalışmış, bu yüz- den sürgüne gönderildiği de olmuştur. Aynı zamanda halk ile de iç içe olmuş, bazı büyük hadiselerin bertaraf edilmesi hususunda halk ile devlet arasında aracılık etmiştir. Devri- nin önemli bir tasavvufî şahsiyeti olmakla birlikte münâzara, belâgat ve fıkıh usûlü gibi zâhirî ilimlerle ilgili şerh ve hâşiye türü eserler yazmış, dersler vermiştir. Kendisine bağlı tekkelerde mürid ve halifelerine hem zâhirî ilimlerden dersler vermiş hem de onları ta- savvufî terbiye ile yetiştirmiş, adeta tekke ve medreseyi mezc ve tevhîd etmiştir. Tasav- vuf anlayışı bakımından Ekberî ekole mensup olan Osman Fazlı Efendi, Sadreddîn Ko- nevî’nin bazı eserlerine şerh ve hâşiye yazmıştır. Yüz elli kadar halife yetiştiren Osman Fazlı Efendi’nin en meşhur halifesi başta Rûhu’l-beyân adlı tasavvufî tefsiri olmak üzere irili ufaklı yüzden fazla eseri ile tanınan İsmâil Hakkı Bursevî’dir. Osman Fazlı Efendi’nin hayatı, eserleri ve düşünceleri konusunda en önemli kaynak da yine Bursevî’dir. Şeyhinin vefatından yaklaşık altı ay sonra1 özellikle müridlerinden Osman Dede’nin ısrarlı teşvik- leri üzerine2 şeyhini tanıtmak, hayatını ve tasavvufî kişiliğini ortaya koymak üzere Tamâ- mü’l-feyz fî bâbi’r-ricâl adlı eserini kaleme almıştır.3 Bu eser Osman Fazlı Efendi’nin bir tür biyografisi ve menâkıbnâmesidir.4 Ayrıca Kitâbü’l-Hitâb, Kitâbü’s-Silsile ve diğer eserle- rinde şeyhi ile ilgili ayrıntılı bilgiler verir. Bizim çalışmamız da büyük ölçüde Bursevî’nin eserlerine dayanmaktadır.

Doğumu, Ailesi ve Yetişmesi 19 Zilhicce 1041 (7 Temmuz 1632) Çarşamba günü Bulgaristan-Şumnu’da doğdu.5 Adı Os- man’dır. Neseben seyyid olduğu için “Emîr Efendi” ve “Emîr ” unvanlarıyla, uzun süre İstanbul’da Fatih Atpazarı’nda ikamet ettiği için “Atpazarî” nisbesiyle meşhur olmuş,

* Doç. Dr., Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi 1 İsmâil Hakkı Bursevî, Tamâmü’l-feyz fî bâbi’r-ricâl, thk. Ali Namlı (Dimaşk: Dâru Ninawa, 2011), 2: 37, 217. 2 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, thk. Ramazan Muslu (Dimaşk: Dâru Ninawa, 2011), 1: 11, 2: 38. 3 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 10-12. 4 Bu eser hakkında Ramazan Muslu ve Ali Namlı tarafından yüksek lisans tezleri hazırlanmış ve Arapça olan metni tahkik edilmiştir: İsmâil Hakkı Bursevî ve Tamâmü’l-feyz Adlı Eseri I ve II, Marmara Üniversitesi, İstanbul 1994. Tahkiki yapılan metin basılmıştır: Dimaşk: Dâru Ninawa, 2011. 5 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 138; a.mlf., Kitâbü’l-Hitâb (İstanbul, 1256), 294-295; a.mlf., Kitâbü’s-Silsileti’l-

Celvetiyye (İstanbul 1291), 92, 98. İlişkileri ile Ricali Devlet Eserleri ve Hayatı, Osman’ın Kutup

• 37 Sürgün Bir Şeyhe Armağan: Atpazarî Kutup Osman Kitabı “Atpazarî Emîr Efendi” diye tanınmıştır.6 “Fazlî” mahlası kendisine şeyhi tarafından ve- rilmiştir.7 Diğer mahlası ise “İlâhî”dir. Kutbiyyetine inanıldığı için özellikle Kıbrıs’ta “Ku- tup Osman” adıyla tanınmaktadır.8 Babası Seyyid Fethullah çok otoriter bir kimse olduğu için oğlunu on yedi yaşına ka- dar pek evden çıkarmamış ve eğitimiyle kendisi meşgul olmuştur. Seyyid Osman on yedi yaşındayken babası vefat etmiştir.9 Seyyid Osman aynı yaşta iken bir gün Şumnu’da evden çıkıp çarşıda kahvehaneye uğ- radığında bir şairin güzel sesle çalıp çağırdığını gördü. Okuduğu sözlerden çok etkilenip kendini tutamayarak ağladı. İsmâil Hakkı Bursevî’nin Kitâbü’s-Silsile adlı eserinde anlattı- ğına göre okuyup yazmak ve sülûk sevdasıyla ’ye gitmek için annesinden izin istedi. Tamâmü’l-feyz’e göre ise ilim talebiyle gurbete gitmek için anne-babasından izin istemiş, onlar ise uzun süre durakladıktan ve kendisini alıkoymak için pek çok bahane ileri sürdük- ten sonra izin vermişlerdir.10 İlk eserdeki ifadelerden Seyyid Osman’ın babası Seyyid Fethul- lah’ın o zaman vefat etmiş olduğu, ikincisine göre ise hayatta olduğu sonucu çıkmaktadır.

İntisabı ve Müridliği Edirne’de Saçlı İbrâhim Efendi’ye İntisabı Seyyid Osman Efendi Edirne’de Celvetiyye tarikatının pîri Azîz Mahmûd Hüdâyî’nin (ö. 1038/1623) halifelerinden Saçlı İbrâhim Efendi’nin (ö. 1075/1664)11 dergâhına varmış ve

6 Bursevî, Kitâbü’l-Hitâb, 293. 7 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 22. إن ذاتا تدل عليها حروف اعثمن صارت طبقاً بقدر“ İsmâil Hakkı Bursevî şeyhi Osman Fazlı Efendi’nin bir yazısında 8 ,ifadesini gördüğünü belirtir. Bu ifadeyi “Yani bir zât ki ona ‘Osman’ harfleri delalet eder ”حساب حروف كج harflerinin kendisine ”اعثمن“ :yirmi üç sene kutb olmuştur” diye tercüme eder. İzahını ise şöyle yapar delalet ettiği zât Osman Fazlı Efendi’dir. “ ” harfleri ebced hesabına göre yirmi üç eder. “Tabak” kelimesi َك ْج ise kutub kelimesinin maklûbudur. Dolayısıyla bu ifade Osman Fazlı Efendi’nin yirmi üç yıl kutb-i irşad olduğuna işarettir. Bkz. Bursevî, Vâridât-ı Hakkıyye, Bursa İnebey Kütüphanesi, Genel, nr. 86, 221a, 231b, 257b; a.mlf. Kitâbü’l-Hitâb, 294; a.mlf., el-Vâridât, Bursa İnebey Kütüphanesi, Genel, nr. 66, 132a; a.mlf., Tuhfe-i Atâiyye, Süleymaniye Kütüphanesi, Bağdatlı Vehbi, nr. 1537, 23b; a.mlf., Kitâb-ı Kebîr, Bursa İnebey Kütüphanesi, Genel, nr. 71, 129a; a.mlf., Nakdü’l-hâl, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, nr. TY2153, 78a-b; a.mlf., Tuhfe-i Hasakiyye, Süleymaniye Kütüphanesi, Mihrişah, nr. 164, 200b. İsmâil Hakkı 1085/1674 tarihinde şeyhinin oğlu Mehmed Cûdî’nin doğumu için Türkçe tarih düşürmek üzere yazdığı ve ilk defa “Hakkî” mahlasını kullandığı şiirinde şeyhi Osman Fazlı Efendi hakkında “kutb-i âlem” ifadesini kullanmıştı. Şeyhi ondan bu ifadeyi değiştirmesini istemiş ve “Ben kutub değilim. Kutbu da hiç görmedim. Fakat ona inandım.” demiştir. Sonra da hazır bulunanlara: “Siz de ona inandık derseniz aramızda ne fark kalır?” diye eklemiştir. Bursevî şeyhinin bu sözlerini onun tevazuuna yormuştur. Bkz. Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 191-192; a.mlf., Müteferrikāt-ı Şeyh Hakkî, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi, nr. 1667, 237b-238a; Ali Namlı, İsmâil Hakkı Bursevî (İstanbul: İnsan Yayınları, 2001), 33-34. 9 Bursevî, Kitâbü’s-Silsile, 92. 10 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 142; a.mlf., Kitâbü’s-Silsile, 92. 11 1000/1591’de İstanbul’da dünyaya gelen Saçlı İbrahim Efendi “Tophaneli İbrahim Efendi” diye de tanınır. Sultan Ahmed’in hocası Mustafa Efendi’nin terbiyesi altında yetişti. Sultan Ahmed ile aynı hocanın talebeleri olmaları münasebetiyle Hüdâyî’nin saraya davet edildiği bir günde onu tanımış ve kendisine intisab etmiştir. Uzun yıllar Hazret-i Hüdâyî’ye hizmetten sonra 1035/1625’de Silistre’ye halife olarak gönderildi. Hüdâyî’den sonra postnişîn olan Muk‘ad Ahmed Efendi tarafından 1048/1637 yılında Edirne Dildârzâde tekkesine nakledildi. 1075/1664’de Edirne’de vefat etti. Bkz. H. Kâmil Yılmaz, Aziz Mahmûd

38 • oraya kabul edilmiştir. Dergâhta gece yarısı kalkar ve gür sesiyle sabaha kadar cehrî zi- kirle meşgul olurdu. Bu durum bâtınındaki harareti iyice artırmıştı. İbrâhim Efendi çoğu geceler evinden çıkıp mescide Seyyid Osman’ın yanına varır ve onun çok hararetli bir şe- kilde tevhîd zikri ile meşgul olduğunu görünce: “Ey seyyid, yaktın bizi” der ve bu sözü defalarca tekrarlardı.12 Saçlı İbrâhim Efendi onun bu hâli bırakmadığını, heybet ve celalinin arttığını gö- rünce, onu zikirle çok meşgul olmaktan alıkoymak ve itidal dairesine döndürmek istedi. Ona mümkün olduğu kadar iyilik ve güzellikle muamele ediyordu. Hatta onu rahat ettir- mek için kendi evinden yastık, yorgan ve yatak gönderdi. Hizmetine bakacak için de bir kimseyi görevlendirdi. Seyyid Osman ise yanındaki kimse ayırılınca yatağı toplayıp kal- dırıyor ve odanın bir köşesine koyuyordu. Kendi kendine, “İstirahat etmek isteseydim an- ne-babamın yanında kalırdım. Ancak ilim öğrenmek ve Hakk’ın yoluna sülûk etmek için vatanımı terk edip gurbeti ve zorluklarını tercih ettim. Bu ise rahatı ve mübahları terk etmekle olur. Rahatı ve mübahları vatanda terk edip gurbette tercih etmenin ne manası var?” diye düşünüyordu.13 Bir gün İbrâhim Efendi öyle bir söz söyledi ki Seyyid Osman bu sözden şeyhin ken- disini kızıyla evlendirmek istediği manasını çıkardı. Maksat hasıl olmadan bu durumun, kendisini sıkıntıya sokacağını, artık İbrâhim Efendi’den zâhiren ve bâtınen feyiz alama- yacağını anladı. Ne yapacağını bilmez bir vaziyette bey‘at edeceği, kendisini irşad edecek kâmil bir şeyh ve vasıl bir mürşid aramak üzere İstanbul’a gitti.14 İsmâil Hakkı Bursevî’nin Kitâbü’s-Silsileti’l-Celvetiyye adlı eserinde belirttiğine göre Saçlı İbrâhim Efendi, Osman Fazlı Efendi’nin gayretinin fazlalığından ve istidadının kuv- vetinden dolayı onun terbiyesinden aciz olmuştur. Bu sebeple Seyyid Osman Efendi İs- tanbul tarafına gitmiştir.15 Bu bilgiler bir araya getirildiğinde Seyyid Osman Efendi’nin Saçlı İbrâhim Efendi’nin dergâhında irşadının mümkün olmadığı, burada maksadına ulaşamadığı, böyleyken bir de şeyhin kızını ona vermek niyetinde olduğunu anlayınca İstanbul’a gelmeye karar ver- diği anlaşılmaktadır.

İstanbul’da Zâkirzâde Abdullah Efendi’ye İntisabı ve Müridliği Seyyid Osman Efendi İstanbul’a geldikten sonra intisab edeceği bir mürşid-i kâmil aramaya başladı. Bu niyetle Üsküdar’da bulunan Azîz Mahmûd Hüdâyî dergâhına da uğradı. O za- man dergâhta şeyh olarak Hüdâyî’nin kızının oğlu Mes‘ûd Efendi (ö. 1067/1657)16 bulu- nuyordu. Hüdâyî’nin hizmetinde bulunmuş ak sakallı, nuranî bir pîr dergâhtan çıkarken

Hüdâyi ve Celvetiyye Tarîkatı (İstanbul, 1982), 128. 12 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 142. 13 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 142. 14 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 142; ayrıca bkz. Tamâmü’l-feyz, 1: 166. 15 Bursevî, Kitâbü’s-Silsile, 92. 16 Mes’ud Çelebi, Hüdâyî’nin kızının oğludur. Bir müddet ilim ile meşgul olduktan sonra dedesinin yoluna sülûk ederek Muk’ad Ahmed Efendi’den (ö. 1049/1639) inâbe ve hilafet aldı. Ahmed Efendi vefat edince de onun yerine şeyh oldu. Meczûb tabiatlı, takva ehli bir zâttı. Bkz. Bursevî, Kitâbü’s-Silsile, 93; H. Kâmil

Yılmaz, Azîz Mahmûd Hüdâyî ve Celvetiyye Tarîkatı, 260. İlişkileri ile Ricali Devlet Eserleri ve Hayatı, Osman’ın Kutup

• 39 Sürgün Bir Şeyhe Armağan: Atpazarî Kutup Osman Kitabı Osman Efendi’yi düşünceli bir hâlde dış kapının yanında oturur görünce hâlini-hatırını sordu. Mes’ûd Efendi’ye intisab edip müridi olmak istediğini anlayınca onun meczûb ol- duğu için irşada kâdir olmadığını söyledi. Sonra onun elinden tutup Zâkirzâde Abdullah Efendi’ye (ö. 1068/1657) götürdü. Babası Şa’ban Dede (ö. 1061/1650) Hüdâyî’nin tevhîd meclislerinde zâkirbaşı olduğundan “Zâkirzâde” diye meşhur olan Abdullah Efendi, Hü- dâyî’den sonra postnişîn olan Muk‘ad Ahmed Efendi’nin halifelerinden, zamanında İstan- bul’da fazilet ve kemal ehli bir zât olarak bilinip tanınan, herkesin itibar ettiği bir kimseydi.17 Osman Efendi, Zâkirzâde Abdullah Efendi’nin yanına varıp yüzünü görünce onun aradığı şeyh olduğunu ve maksûdunun ancak ondan hâsıl olacağını anladı. Bursevî’nin naklettiğine göre Seyyid Osman Efendi’yi görünce Zâkirzâde’nin gönlüne de, “İşte sadık bir talib, âşık bir mürid geldi” diye düşmüş. Osman Efendi Zâkirzâde’nin elini öpüp hâ- lini arzettikten sonra şeyhin Zeyrek Camii bitişiğindeki zâviyesinde bir odaya yerleşti.18 Zâkirzâde Abdullah Efendi, zâhirî ilimlerden ders vermez, haftada bir defa salı günü Fatih Sultan Mehmed Camii’nde vaaz ederdi. İnsanların çok ilgi gösterdiği ve toplandığı vaazlarında, şer‘î hükümlerden, marifet ve hakikatlardan bahsederdi. Sonra da Celvetî usûlüne göre tevhîd halkası kurulurdu.19 Seyyid Osman Efendi tasavvufî eğitiminin yanı sıra bir taraftan da Aksaray mahal- lesine gidip gelerek ismini vermediği âlim bir zâttan zâhirî ilimleri öğrenmiştir. Gayreti- nin fazlalığı, cehrî olarak tevhîd zikri ile çok meşgul olması ve şiddetli riyâzat onu zayıf düşürüyor ve güçsüz bırakıyordu. Hatta ders aldığı hocaya gidip gelirken yolda defalarca durup dinleniyordu. Perişan, kendinden geçmiş ve saçı başı dağınık halde bu durum se- kiz yıl devâm etti.20 Seyyid Osman Efendi Allah’ın kalbine ilhâm ettiği bazı ma‘rifetleri yazar ve şeyhine arzederdi. Zâkirzâde de, “Emir Çelebi, sözlerinde Şeyh-i Ekber tadı var / sende Şeyh-i Ek- ber meşrebi var” der ve yazdıklarını beğenirdi. Sonra da Osman Fazlı Efendi’ye dua eder ve bereketli nefeslerini üzerinden eksik etmezdi.21 Bir gün Zâkirzâde müridlerden birini bir hizmete göndermek istedi. “Şurada mü- ridlerden bir kimse yok mudur?” diye araştırdığında herkes tembellik göstererek cevap vermeyince Osman Efendi hücresinden çıkıp, “Hizmet nedir? Buyurun sultanım” dedi. Zâkirzâde, “Emîr Çelebi, senin dersin vardır, vaktin zâyi olur.” dediyse de o, “Sultanım, öncekilerin ve sonrakilerin ilimlerinin bana keşf olunacağını bilsem, yine de hizmetinizi tercih ederim” dedi. Bundan çok hoşnut olan Zâkirzâde, “Emîr Çelebi, Allah Teala sana öncekilerin ve sonrakilerin ilimlerinin keşf etsin” diye dua ve nefes etti. Bursevî’nin şey- hinden işittiğine göre bir gece bütün ilimler kalbine dökülüp bilmediği nesne kalmamış ve ilm-i iksîre varıncaya kadar kendisine keşf olunmuştur. İşte bu yüzden zaman zaman

17 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 142-143; a.mlf., Kitâbü’s-Silsile, 92-93. 18 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 143-144, 166; a.mlf., Kitâbü’s-Silsile, 93. 19 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 144. 20 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 144. 21 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 144; a.mlf., Kitâbü’s-Silsile, 93.

40 • onun, “Bu tarikat iki nesneden ibarettir. Biri müridden hizmet, diğeri şeyhden nefes” de- diğini yine Bursevî’den öğreniyoruz.22

Halifeliği Zâkirzâde Abdullah Efendi ömrünün sonlarına doğru Seyyid Osman Efendi’yi halife ta- yin etmek istedi. Osman Efendi ise halifeliği kabul etmeyip onun hizmetinde kalmayı tercih etti. İşte o gece Allah tarafından halifeliğine izin verildiğine dair bir rüyâ görünce şeyhinin isteğini kabul etti. Bursevî şeyhinin bu şekilde hilâfete me’zûn olmasında büyük bir sır olduğunu, bundan dolayı onun zâtî ve sıfâtî olduğuna, fenâ ve bekâya işaret eden “İlâhî” ve “Fazlî” mahlaslarını edindiğini belirtir.23 Osman Fazlı Efendi, Zâkirzâde Abdul- lah Efendi’nin yirmi sekiz halifesinin sonuncusu olmuştur.24 Zâkirzâde Abdullah Efendi Osman Fazlı Efendi’yi Aydos’a halife olarak tayin etti.25 An- cak Aydos’ta hem vaizlik hem de şeyhlik görevinde bulunacağından berat almak için za- manın veziri Köprülü Mehmed Paşa’nın (ö. 1072/1661) huzurunda imtihan olması gereki- yordu. Vezirin sâdâttan bilgili bir hocası vardı. Vezirin huzurunda bu hoca ona Sa‘deddîn et-Taftâzânî’nin (ö. 793/1390) Şerhu’l-Akāid’inden okuttu. Hiç duraklamadan ve zorlan- madan okuyunca ikisi de onu beğendiler ve Mehmed Paşa ona berat verilmesini emretti.26 Aydos’ta günlerini vaaz, tedris ve tevhîd zikri ile meşgul olarak geçiriyordu. Sonunda dille anlatılması mümkün olmayan bir “ilmî tecelli”ye nail oldu. Bu tecelli, vahdetin yü- zünden kesret hicâbının kalkması ve vahdet nûrunun âfâkta zuhûru şeklindeydi.27 Aydos ileride Osman Fazlı Efendi’nin en meşhur halifesi olacak olan İsmâil Hakkı Bur- sevî’nin de doğum yeridir.28 İsmâil Hakkı’nın babası Mustafa Efendi Osman Fazlı Efendi (ö. 1102/1691) ile sıkı bir yakınlık ve ülfet kurmuştu. Hatta İsmâil Hakkı’nın babası ve bü- yük ağabeyi İbrâhim ile Osman Fazlı Efendi zaman zaman ok atmak ve yarışmak üzere Cuma ve bayram namazlarının kılındığı alana çıkarlardı.29 İsmâil Hakkı üç yaşındayken babası onu Osman Fazlı Efendi’nin huzuruna götürür, elini öptürür, o da İsmâil Hakkı ile latifeleşirdi. Bu sebepledir ki ileride zaman zaman ona, “Sen bizim üç yaşından beri mü- ridimizsin”, “Sen benim evladımın en büyüğüsün, talebelerimin ve halifelerimin en kadi- misin. Seni üç yaşından beri tanırım. O zamandan beri üzerinde nazarım vardır” gibi il- tifatlarda bulunacaktır.30 Osman Fazlı Efendi Aydos’ta birkaç yıl kaldıktan sonra şeyhi Zâkirzâde’den bu kasa- badan daha büyük bir yere göçmek için izin istediyse de şeyhi, “Vefatımdan sonra muhay- yer ol. Ama hayatımda bulunduğun yerden ayrılmana izin yok” diyerek ona izin vermedi.

22 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 183; a.mlf., Kitâbü’s-Silsile, 93. 23 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 144-145; a.mlf., Kitâbü’s-Silsile, 93-94, 96-97. 24 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 167. 25 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 146; a.mlf., Kitâbü’s-Silsile, 94. 26 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 155-156. 27 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 146. 28 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 146, 2: 78; a.mlf., Kitâbü’s-Silsile, 100-101. 29 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 79.

30 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 79; ; a.mlf., Kitâbü’s-Silsile, 101. İlişkileri ile Ricali Devlet Eserleri ve Hayatı, Osman’ın Kutup

• 41 Sürgün Bir Şeyhe Armağan: Atpazarî Kutup Osman Kitabı Bu sözün üzerinden altı ay geçtikten sonra Zâkirzâde Abdullah Efendi’nin vefat haberi (1068/1657) ona ulaştı.31

Şeyhliği Aydos’ta birkaç yıl kaldıktan ve şeyhi Zâkirzâde’nin vefatından sonra müstakil bir şeyh olan Osman Fazlı Efendi daha büyük bir yer olan Filibe’ye göçtü.32 Aydos’a da kendi ye- rine Şeyh Ahmed adlı halifesini gönderdi.33

Filibe’de İkameti Osman Fazlı Efendi, Filibe’de on beş seneden fazla ikâmet etti. Bursevî’nin ifadesiyle “neşr-i ulûm ve icrâ-yı âdâb-ı şerîat ve erkân-ı tarîkat” ile meşgul oldu.34 Özellikle onun vaaz ve nasihat meclislerine insanların teveccühü ve kalabalık bir cemaatin toplanması sebebiyle Filibe âlimlerinden bir kısmı onu kıskandılar ve bertaraf etmek istediler. Osman Fazlı Efendi, bir cuma gecesi yatsı namazının ardından icra edilen tevhîd mec- lisinden sonra odasına girdiğinde belde halkından bir adam geldi. O sırada belde âlimle- rinin mahkemede toplandığını, kendisini onların ısrarıyla kadının gönderdiğini, onların gecenin o saatinde şehirden çıkmasını ve dilediği yere gitmesini istediklerini, böyle yap- mazsa onu rezil edeceklerini, hatta öldüreceklerini söyledi. Osman Fazlı Efendi hiç endi- şelenmedi, işi Allah’a havale etti ve gelen elçiye, “Sen dön, şüphesiz işlerin dizgini Allah’ın elindedir. Allah, dilediğine yardım eder” dedi. Osman Fazlı Efendi’yi bir uyuklama tuttu ve uyudu. Âdeti üzere gece yarısından sonra kalkıp teheccüd namazını kıldıktan sonra büyük ve geniş bir kâğıda gönlüne doğan ma- rifet ve ilhamları yazdı. Yazdıklarının içinde şikayet şaibesi yoktu. Sabah olunca o kâğıdı ulemaya gönderdi ve, “Ben bu mektubu vezire göndermek istiyorum. Ulema ona baksın da vehme kapılmasın. Çünkü onda hiçbir şikayet yok” dedi. Mektuba bakınca insafa gel- diler ve dağıldılar. Osman Fazlı Efendi Köprülü Mehmed Paşa’ya mektubu gönderdikten sonra uzun süre kendisiyle uğraşan olmadı. Ancak bir müddet sonra yine harekete geç- tiler. Ona iftira ve bühtanda bulunmaya, vezir ve sultana şikayet etmeye niyetlenince Os- man Fazlı Efendi Filibe’den çıkıp İstanbul’a gitti.35 Şeyhülislam Esîrî Mehmed Efendi (ö. 1092/1681)36 ile aralarında daha önce Filibe ka- dısı olduğu zamandan kalan eski bir dostluk vardı. Şeyhülislam, Osman Fazlı Efendi’yi

31 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 146; a.mlf., Kitâbü’s-Silsile, 94 (Zâkirzâde’nin sözü bu eserde şöyle yer almaktadır: “Benim vefatıma dek orada mukîm olup ba‘dehû muhayyer ol.”). 32 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 146; a.mlf., Kitâbü’s-Silsile, 94. 33 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 79. 34 Bursevî, Kitâbü’s-Silsile, 94; ayrıca bkz. a.mlf., Kitâbü’n-Netîce, haz. Ali Namlı-İmdat Yavaş (İstanbul 1997), 2: 316. 35 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 156-158. 36 Mehmed Esîrî Efendi, kadı olarak tayin edildiği Mekke’ye giderken Rodos adası yakınlarında korsanlarca esir edildi. Kendisinden ümit kesilmişken sonradan esaretten kurtuldu. Bu sebeple “Esîrî” mahlasını almıştır. 1059/1649’da Mısır, 1062/1652’de Edirne kadısı ve 1069/1659’da şeyhülislam oldu. 1072’de azlolunarak Bursa’ya sürgün edildi. 1092/1681’de vefat etti. Bkz. Müstakimzâde Süleyman Sa‘deddîn, Devhatü’l-meşâyih (İstanbul, 1978), 69-70.

42 • üzerinde bir külah, bir hırka ve bir aba ile perişan bir vaziyette görünce şaşırdı. Sözlerin- den Filibe’nin hasetçilerinin kendisini rahatsız ettiğini anladı. Osman Fazlı Efendi’nin ba- şından geçenleri anlatması üzerine şeyhülislam hemen Filibe kadısına hasetçileri engelle- mesini ve gerekli tedbirleri almasını emreden gayet sert bir mektup yazdı. Şeyhülislamın mektubu kadıya ulaşınca derhal hasetçileri çağırıp şiddetle azarlamış ve sıkıştırmıştır. Şey- hülislam Osman Fazlı Efendi’ye de yerine dönmesini, kendisi için gereken tedbirleri aldı- ğını söylemiş, o da Filibe’ye dönmüştür.37 Osman Fazlı Efendi Filibe’de bulunduğu sırada kendisine manevi bir hâl galebe etmiş, sürekli olan bu hâlin kuvvet ve şiddetinden dolayı bir yerde duramaz olmuştur. Heybet ve sekrin galebesinden dolayı insanlar onun yüzüne bakamaz olmuşlardı. Nâmı Filibe’yi aşmış, yakın ve uzak yerlerden ona olan teveccüh artmış, maddi-manevi geniş imkanlara kavuşmuştu.38 Osman Fazlı Efendi gördüğü bir rüya üzerine yaya olarak Filibe’den ayrılıp İstanbul’a gitti. Filibe’de ise yerine halife olarak Köse Mehmed Efendi’yi bıraktı.39

İstanbul’a Gelişi ve İkameti Osman Fazlı Efendi başında bir külâh, sırtında bir hırka ve elinde bir asâ ile İstanbul’a ulaştı. Rüyâda kendisine gösterildiği gibi Edirnekapı’dan girerek, Fatih Atpazarı’ndaki Kul Camii’nde (Manisalı Mehmed Paşa Camii) karar kıldı. Bu sebeple “Atpazarî Emîr Efendi” diye meşhur olmuştur.40 Bir müddet Kul Camii harîminde kaldıktan sonra caminin yakında dar ve küçük bir eve geçti. Ailesi ile beraber fakr u zaruret içinde birkaç yıl bu evde kaldı. Bu arada Kul Ca- misi’nin avlusuna yaptırılan odalarda dervişlere ve dileyenlere dersler veriyor, şeyhi Zâkir- zâde gibi Fatih Camii’nde vaaz ederek insanları uyarıyordu.41 Kul Camii avlusunda talebe-i ulûm için bina edilen, Osman Fazlı Efendi’nin kâh vaaz, kâh ders, çoğunlukla da tevhîd zikri ile meşgul olduğu42 bu hücreler Atpazarî Tekkesi’nin nüvesini teşkil etmiştir.43 Daha sonra Osman Fazlı Efendi’ye Zeyrek Camii bitişiğindeki zâviyenin şeyhliği de verildi. Böylece dervişlerin bir kısmı orada, bir kısmı da yine Kul Camii harîminde kalmaya devam etti.44

37 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 158. 38 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 147. 39 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 147; a.mlf., Kitâbü’s-Silsile, 94. 40 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 147, 152; a.mlf., Kitâbü’s-Silsile, 94. 41 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 152. 42 Osmanzâde Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ-yı Ebrâr Şerh-i Esmâr-ı Esrâr, Süleymaniye Kütüphanesi, Yazma Bağışlar, nr. 2307, 3: 33. 43 Atpazarî Tekkesi, Şeyh Osman Fazlı Efendi’nin XVII. yüzyılın ikinci yarısı içinde Kul Camiine “vaz‘-ı meşîhat” etmesinden sonra kurulmuştur. Başlangıçta Celvetiyye tarikatına bağlı iken Osman Fazlı Efendi’nin Magosa’ya sürülmesinden sonra Şâbâniyye’ye, 1865’ten itibaren Sünbüliyye’ye, 1885’ten sonra da tekrar Celvetiyye’ye intikal etmiştir. Tekkenin Fatih ve çevresini etkilemiş olan yangınlarda zarar gördüğü ve birtakım tamirler geçirdiği hatta yeniden inşa edildiği tahmin edilebilir. İlk yapısından günümüze hiçbir şey ulaşmadığı için Atpazarî Tekkesi’nin mimari özellikleri bilinmemektedir. Bkz. M. Baha Tanman, “Atpazarî Tekkesi”, Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 1991), 4: 85.

44 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 152. İlişkileri ile Ricali Devlet Eserleri ve Hayatı, Osman’ın Kutup

• 43 Sürgün Bir Şeyhe Armağan: Atpazarî Kutup Osman Kitabı Osman Fazlı Efendi İstanbul’daki ilk yıllarında bir müddet geçim sıkıntısı çekti. Kim- seye yük olmak istemediğinden zamanın meşhur hattatı Derviş Ali’nin (ö. 1084/1673)45 nesih hattını taklit ederek Kur’an cüzleri yazdı ve bunları satarak geçimini temin etti.46 İstanbul’a yerleştikten sonra bazı müridleri ondan Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’nin (ö. 638/1240) Fusûsu’l-hikem adlı eserini okumaya başladılar. Bu durum insanlar arasında yayılıp duyulunca İbnü’l-Arabî aleyhtarı bazı kimseler “Emîr Efendi, Şeyh-i Ekberli mi imiş!” diye ileri geri konuşmaya başladılar.47 O vakit tekke-medrese, başka bir ifade ile Kâdızâdeliler-Sîvâsîler mücâdeleleri büyük ölçüde sona ermiş olsa da48 yaralar kapanmamış, tartışılan konularla ilgili hassâsiyetler kaybolmamıştı. Nitekim Osman Fazlı Efendi İstanbul’a geldiği zamanlarda tasavvuf aley- tarlarının (ehl-i inkâr) hücum ve galebesinin söz konusu olduğunu, kendisinin ise onları yerden yere vurduğunu belirtir. Bu durumu da kendisinin bâtınında büyük bir hararet ol- masına ve Allah Teala ile olan hâlinin galebesine bağlar. Nihayet muarızları onu Şeyhü- lislam Minkārîzâde Yahyâ Efendi’ye (1088/1673)49 şikayet etmiş olmalı ki şeyhülislam ve yanındaki bazı meşhur vaizler kendisini ilimden imtihan etmek üzere çağırdılar. Fakat o bu davete icabet etmedi. Ancak Bakara sûresinin 30. âyetiyle ilgili kalbine doğan maârifi yazarak şeyhülislama gönderdi.50 Davetine icabet etmediği için şeyhülislamın kalbinde bir soğukluk oluştuğunu an- layınca gönlüne ilham olunan letaif ve maarifle dolu mektuplar yazarak sadreyne (Ana- dolu ve Rumeli kazaskerleri) ve Sadrazam Köprülüzâde Fâzıl Ahmed Paşa’ya gönderdi. Aynı zamanda ilim ehli olan sadrazam onun mektubunu okuyunca yanına davet etti. Os- man Fazlı Efendi de onun dâvetine icâbet etti. Sadrazam onun söz ve sohbetinden mem- nun kaldı. Ona iltifatlarda bulunarak zaman zaman ziyaretine gelmesini beklediğini ifade etti. Osman Fazlı Efendi veda edip makamına döndükten sonra sadrazamın has adamla- rından birisi sadrazamın ona hediye ettiği çok miktarda para ile çıkageldi. Osman Fazlı Efendi kabul etmek istemediyse de adam çok ısrar edince aldı.51 Ekberî geleneğe bağlı olan Osman Fazlı Efendi bu yaşananların ardından bu yönünü gizleme yolunu tercih ederek bu kapıyı ehil olmayanlara kapattı. Zâhirî ilimlerle ilgili eser- ler yazmaya ve dersler vermeye başladı. Yirmi yılı aşan bu dönemde ilm-i münâzaradan Hanefiyye, ilm-i beyândan Mutavvel ve Muhtasaru’l-me‘ânî, usûl-i fıkıhdan Tenkîh ve Tel- vîh’e şerh ve hâşiyeler yazarak âlimler arasında da meşhur olmuş, derslerine gelip giden öğrenci sayısı iki yüzü bulmuştur.52 İstanbul’a geldiğinde yerleştiği dar evden sonra imkanları biraz genişleyince eski dostu Nakîbu’l-eşrâf Kudsî-zâde’nin (ö. 1085/1674)53 kendisine verdiği Fatih Atpazarı’ndaki arsa

45 Hayatı için bkz. Müstakimzâde, Tuhfe-i hattâtîn (İstanbul, 1928), 336. 46 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 154. 47 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 181; a.mlf., Kitâbü’s-Silsile, 94-95. 48 Geniş bilgi için bkz. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi (Ankara, 1988), 3: 343-366. 49 Hayatı için bkz. Müstakimzâde, Devhatü’l-meşâyih, 70-71. 50 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 154-155. 51 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 155. 52 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 181; a.mlf., Kitâbü’l-Hitâb, 293; a.mlf., Kitâbü’s-Silsile, 95. 53 Hayatı için bkz. Rif’at Efendi, Devhatü’n-nukabâ’ (İstanbul, 1283), 25-26.

44 • üzerine bir ev inşâsına başladı. Fakat ev için biriktirdiği mal inşaata yetmedi, hatta masraf kat kat fazla tuttu. Borçlarının tamâmını ancak seneler sonra ödeyebildi.54 Kul Camii ve Zeyrek Zâviyesi’ndeki faaliyetlerine ilave olarak Ayasofya Vakfı’ndan günlük “yirmi akça” tayini ile Vefa Camii’nde cuma vaizliği yapmıştır. Daha sonra Sürre Emîni Bosnalı Ali Efendi’nin Süleymaniye Camii’nde koydurduğu kürsü de ona tevcih edil- miş, Çarşamba günleri burada vaaz etmiştir. 1095/1684 yılında ise Sultan IV. Mehmed’in arzusuyla Kulaksız imâmı Mustafa Efendi’nin yerine Sultan Selim Camii vaizliği görevine getirilmiştir. Aynı zamanda sarayda da vaazlar etmiştir.55 Osman Fazlı Efendi iki defa hacca gitmiştir. İlk haccı hakkında kaynaklarda herhangi bir bilgiye rastlayamadık. İkinci haccını ise 1091/1680 yılında eda ettiği bilinmektedir. Hac seferi sırasında Mısır’a da uğradı. Görüştüğü Mısır âlimleri ve ileri gelenleri şeyhin ya- nında götürdüğü eserlerini çok beğendiler ve bir kısmını istinsah ettiler. Şeyhten vatanına döndükten sonra kendilerine mektup göndermesini istediler. O da İstanbul’a döndükten sonra Mısır valisine, defterdârına, Şeyhu’ş-şüyûh Şeyh Şâhin, Şeyh İbrâhim el-Lekânî gibi Mısır’ın ileri gelenlerine ve âlimlerine on iki mektup gönderdi.56

Devlet Ricaliyle İlişkileri Osman Fazlı Efendi, devlet adamlarından, hatta insanlardan müstağni yaşamaya çalışmış- tır. Devlet adamlarıyla kurduğu ilişkilerde devamlı olarak rağbet eden değil, edilen taraf olmuştur. Gerek sultanın gerekse diğer devlet ricâlinin huzurunda hakkı ve doğru bildi- ğini söylemekten çekinmemiştir. Bu yüzden de iki defa sürgüne gönderilmiştir. Devlet ri- caliyle ilişkilerinde sınırları korumasını bilmiş, bunu bir menfaate dönüştürmeyi düşün- memiştir Nitekim bir defasında kendisini davet eden Kara İbrâhim Paşa (ö. 1098/1687) ile sohbeti sırasında ona şunları söylemiştir: “Vezir Efendi, siz bizim hırkamızı giyseniz, sizin nizâmınız bozulur. Biz de sizin kaftanınızı giysek, bizim nizamımız bozulur. En uy- gunu herkesin kendisine münasip işlerle meşgul olmasıdır. Çünkü huzur ancak bundadır.”57

Sultan IV. Mehmed Dönemi Sultan IV. Mehmed (ö. 1104/1693)58 saltanatının sonlarında Osman Fazlı Efendi’ye ve va- azlarına rağbet etmeye başlamıştır. İsmâil Hakkı Bursevî onu yumuşak huylu, hakkı ka- bûl eden, nasihat edeni dinleyen bir padişah olarak tarif eder. Ancak nedîmleri ehl-i hevâ kimseler olup onu hak yoldan saptırdıklarını; av, eğlence ve oyuna düşkünlüğünden bir yerde duramadığını, bu durumun hal‘ine kadar devâm ettiğini ifade eder.59

54 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, I, 159. 55 Uşşâkîzâde, Zeyl-i Şakāyık (Wiesbaden, 1965), 686; Vassâf, Sefîne, 3: 33; Sâkıb Yıldız,”Atpazarî Osman Fazlı”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 1991), 4: 84. 56 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 71. 57 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 217. 58 IV. Mehmed (Avcı), 1051/1642’de doğmuştur. 1058/1648’de 7 yaşında tahta çıkmış, miladî takvim hesâbıyla 39 sene, 3 ay, 1 gün saltanat sürmüştür. Osmanlı tarihinde Kanunî’den sonra en uzun saltanat devri budur. 1099/1687’de hal‘ edilmiş, 1104/1693’te de vefat etmiştir. Bkz. İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi (İstanbul, 1972), 3: 464.

59 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 217. İlişkileri ile Ricali Devlet Eserleri ve Hayatı, Osman’ın Kutup

• 45 Sürgün Bir Şeyhe Armağan: Atpazarî Kutup Osman Kitabı IV. Mehmed Osman Fazlı Efendi’ye çok inandığı ve itibar ettiği için saraya davet eder, o da yanında bazı müridleriyle saraya gider, sultan sarayda ona vaaz ve zikrullah ettirip müşkili olan yerleri sorardı. Ramazan ayında şeyhin iftar ettiği ekmekten ister, teberrü- ken onunla kendi ve önde gelen adamları iftar ederdi. Osman Fazlı Efendi bazen de Cuma günleri sultanın istediği üzerine onun namaz kılacağı camiye gider orada vaaz ederdi.60 Osman Fazlı Efendi’nin Aydos’a halife olarak gönderilirken Köprülü Mehmed Paşa’nın huzurunda vezirin hocası tarafından imtihan edilmesinden61, Filibe’de bazı ileri gelenlerin kendisine hased edip oradan çıkarmaya çalışmaları, hatta öldürmekle tehdit etmeleri üze- rine Köprülü Mehmed Paşa’ya mektup göndermesinden62 bahsetmiştik. İstanbul’a yerleştiği ilk yıllarda muhtemelen hakkındaki şikayetleri bertaraf etmek üzerine Sadrazam Köprü- lüzâde Ahmed Paşa’ya da bir mektup yazdığı, daha sonra sadrazamın onu huzuruna çağırıp kendisiye sohbet edip teveccüh gösterdiği ve ona ikramda bulunduğu63 yukarıda geçmişti. Sultan IV. Mehmed 1087/1676’da Köprülü Fazıl Ahmed Paşa’nın ölümünden sonra sa- dârete, servet ve azamet iptilâsına rağmen Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’yı (ö. 1094/1683) getirdi.64 1093/1682’de Avusturya imparatoru Vasvar Sulhü’nün bitmesine daha iki yıldan fazla müddet olduğu halde, sulhün yenilenmesi için bir elçi göndermiş, ancak başta Mer- zifonlu Kara Mustafa Paşa olmak üzere diğer hükûmet erkânı anlaşmaya yanaşmamış- lardı. Sultanı da savaşa teşvik etmişler ve 1094/1683’te Avusturya Seferi’ne karar verilmiş- ti.65 Osman Fazlı Efendi musâlahanın bozularak harbe tutuşulmasının büyük bir felaket getireceğini sezenlerdendi. Bu sebeple Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’ya uzun bir mek- tup göndererek onu uygun bir dille uyardı. Fakat Merzifonlu bu uyarıya kulak vermedi.66 Avusturya Seferi sırasında padişah Belgrad’da kalmış, ordu Merzifonlu Kara Mustafa Paşa komutasında Viyana’yı kuşatmıştı. Muhasaranın uzun sürmesi düşmana yardımcı kuvvetlerin yetişmesini kolaylaştırdı. Düşmanın şiddetli hücûmu karşısında dağılan ordu, bütün ağırlıklarını bırakarak Belgrad’a doğru kaçmaya başladı. Merzifonlu düşmanın çok şiddetli hareket ettiğini bildirerek padişahın Belgrad’dan kalkıp Edirne’ye dönmesini ha- ber verdi. Padişahın hemen Edirne’ye hareket etmesi başka bir musîbete sebep olmuş, pa- dişahın kaçtığı söylenmeye başlanmıştı. Aslında Merzifonlu’nun maksadı sultanı oyuna getirip canını kurtarmaktı. Ancak sultan Edirne’ye varınca, gönderdiği bir fermânla Mer- zifonlu’nun başını vurdurdu.67 Sultan IV. Mehmed Edirne’ye döndükten sonra vaaz ve nasihat için Osman Fazlı Efen- di’yi İstanbul’dan çağırdı. O vakit Kara Kethüdâ İbrâhim Paşa sadrazamdı. Osman Fazlı Efendi, Viyana bozgunu sonrası sultana, sadrazama, diğer vezirlere ve âlimlere oldukça

60 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 219-220; a.mlf., Kitâbü’s-Silsile, 96. 61 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 155-156. 62 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 156-157. 63 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 155. 64 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 222-223; bkz. Danişmend, Kronoloji, 3: 445-446; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 3: 435. 65 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 223; bkz. Danişmend, Kronoloji, 3: 451-452; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 2: 436-438. 66 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 223. 67 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 223-224; Geniş bilgi için bkz. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 3: 439-459.

46 • ağır sözler sarfetti. Sultan hiçbir şey söylemiyor, bilakis, “Şeyh doğru söylüyor, kusur bizde” diyordu. Ancak Sadrazam Kara İbrâhim Paşa Osman Fazlı Efendi’nin sözlerini hazmede- meyerek ona kin bağladı. Bir yolunu bulup şeyhin sürgün edilmesi için sultandan ferman aldı. Böylece Osman Fazlı Efendi memleketi Şumnu’ya sürgün edildi.68 Osman Fazlı Efendi Şumnu’da üç ay kaldıktan sonra Kara İbrâhim Paşa azledilerek (21 Muharrem 1097/18 Aralık 1685) bir müddet sonra Rodos’a sürülmüş ve orada öldü- rülmüştür.69 Kara İbrâhim Paşa kendine rakip olabilecek vezirleri birer bahaneyle idam ettirmek veya uzak yerlere attırmaktan başka bir şey düşünmeyen ve cepheye gitmemek için mütemadiyen “temâruz” edip devlet işlerini yüzüstü bırakan bir insandı.70 Kara İbrâhim Paşa’nın ardından sadârete getirilen Bosnalı Sarı Süleyman Paşa (ö. 1098/1687) Bursevî’nin ifadesine göre ilk iş olarak Osman Fazlı Efendi’yi Edirne’ye ça- ğırdı. Edirne’ye gelince onu karşıladılar, sultan bile ondan özür diledi. Öncekine göre iti- barı kat kat arttı.71 Bosnalı Sarı Süleyman Paşa kendi isteğiyle serdâr-ı ekrem tayin edilerek muhasara al- tında bulunan Budin’i kurtarmak için gitmişti. Korkak bir adam olan paşa güya iki ay ka- dar çalıştıysa da kaleyi kurtarmaya muvaffak olamamıştı (1097/1686). Süleyman Paşa er- tesi sene meydana gelen Mohaç Muharebesi’nde de ağır bir hezimete uğrayarak kaçmıştı (1098/1687).72 Osman Fazlı Efendi Edirne’de bu haberi duyunca, “Malım olsa Hindistan’a hicret ederim. Zira gayreti olmayan bir sultanın yanında vakit zâyi etmekte fayda yoktur.” demişti. Sultan ve vezirin yüzüne karşı da: “Muharebe meydanında siz on mertebe sebat ederseniz, size tâbi olanlar bir mertebe sebat ederler. Savaşta sizin sebat ve metanetiniz yüz mertebe olursa, askerlerinizin metaneti on mertebe olur. Sizin sebatınız bin mertebe olursa, etrafınızdaki askerlerin sebatı yüz mertebe olur. Fakat kaçmak bunun aksinedir. Siz bir defa kaçarsanız, onlar on defa kaçarlar...” gibi acı sözler söylemekten çekinmemişti.73 Avusturya Seferi’nde felaket ve hezimetler birbirini takip ediyordu. Fakat bu felaketler IV. Mehmed’i herhalde hiç müteessir etmiyordu. Çünkü eğlencelerini ve bilhassa avcılığı hiç bırakmıyordu. Sonunda bu felaket ve hezimetler ordunun galeyanına sebep olmuştu.74 Bu galeyanı gören serdar Süleyman Paşa, kumandayı bırakarak canını kurtarmak için giz- lice İstanbul’a kaçmıştı. Bunun üzerine ordu erkânı, kumandanlığa Bosna valisi Abaza Si- yavuş Paşa’yı (ö. 1099/1688) vekaleten seçmiş ve padişah IV. Mehmed’i tahttan indirmeye karar vermişti. Harp meydanlarını bırakarak İstanbul’a yürüyen ordu, umûmun ittifakıyla Avcı Mehmed’i tahtından indirerek yerine küçük kardeşi İkinci Süleyman’ı (ö. 1102/1691)

68 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 217-218. 69 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 219, 224; Abdülkadir Özcan, “İbrâhim Paşa, Kara”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2000), 21: 329-330. 70 Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 3: 468-469; Dânişmend, Kronoloji, 3: 460-461; Abdülkadir Özcan, “İbrâhim Paşa, Kara”, 329-330. 71 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 219. 72 Dânişmend, Kronoloji, 3: 461-463; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 3: 469-472. 73 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 224-225.

74 Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin Saray Teşkilâtı (Ankara, 1984), 96. İlişkileri ile Ricali Devlet Eserleri ve Hayatı, Osman’ın Kutup

• 47 Sürgün Bir Şeyhe Armağan: Atpazarî Kutup Osman Kitabı oturtmuştu (1099/1687).75 Osman Fazlı Efendi de IV. Mehmed’in tahttan indilmesine ve yerine II. Süleyman’ın cülûsuna muvafakat edenlerdendir.76 Fakat böyle nazik bir zamanda, kırk sene aynı oda içinde her an öldürülmek korku- suyla yaşamış, dışarda olup biten işlerden ve devlet idaresinden tamamen habersiz olan II. Süleyman’ın tahta oturtulması millet için başka bir musibetti.77

Sultan II. Süleyman Dönemi Osman Fazlı Efendi, II. Süleyman ile de iyi ilişkiler kurmuş, din ve devletle ilgili hususlarda ona da hak ve doğru bildiğini söylemekten çekinmemiştir. II. Süleyman zaman zaman Os- man Fazlı Efendi’yi saraya çağırır, görüş ve fikirlerini alır, kendisinden dua talep ederdi.78 Avcı Mehmed’in son vezîriâzamı Siyavuş Paşa’ya padişah mührünü ordudaki isyan- cıların ittifak ve ısrarı üzerine göndermişti. Yeni padişah II. Süleyman da mecburen onu vezaret makamında bırakmıştı. Fakat bir müddet sonra orduyu tahrik edip yönlendiren zorbalar halkı huzursuz etmeye, zorla para toplamaya ve kargaşa çıkarmaya başladılar.79 Bu günlerde Siyavuş Paşa istişare etmek için Osman Fazlı Efendi’yi çağırdığında şeyh ona orduyu yanına alarak zorbaları ortadan kaldırmasını, sadâret mührünün elinde oldu- ğunu, dilediğini yapabileceğini, muhalefet eden kim olursa olsun te’dîb etmesini söylemiş ve tavsiye etmişse de Siyavuş Paşa şeyhin nasihatini yerine getiremedi.80 İsyancı zorbalar zorla halkın malını mülkünü yağmalamaya başladılar. Kendilerine muhâlif gördükleri ileri gelenleri öldürdüler, evlerini mallarını, hatta câriyelerini bile yağ- maladılar. Siyavuş Paşa’nın da kendilerine karşı olduğunu anladıklarından onun sarayına da hücum ettiler. Siyavuş Paşa yanındakilerle beraber onlarla çatıştı. Sonunda onu da öl- dürüp cariyelerine varıncaya kadar sarayında ne varsa yağmaladılar. Siyavuş Paşa’nın ce- sedini de ibret alsınlar diye insanların görebileceği bir yere attılar.81 Zorbaların yaptıklarından bunalan halk Bâb-ı Hümâyûn’un önünde toplandı ve san- cak-ı şerîfin çıkarılmasını istedi. Bu sırada saraya gelen Osman Fazlı Efendi sancak-ı şerî- fin çıkarılarak kapının üzerindeki kuleye asılmasını sağladı. Zorbaların bertaraf edilmesi konusunda halkın taleplerinin padişaha iletilmesi ve alınan kararların halka duyurulması konusunda aracı olan Osman Fazlı Efendi defalarca padişahla görüşmüş ve tekrar halkın huzuruna çıkmıştır. Sarayın kapısında toplanan her sınıf insandan büyük kalabalık ve alı- nan tedbirler sayesinde isyancı zorbalar ortadan kaldırılmıştır. Halk sarayın önünde 27 Re- bîülâhir 1099/1 Mart 1688 Salı günü toplanmış ve Çarşamba günü akşam vakti dağılmıştır.82

75 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 203-204; Danişmend, Kronoloji, 3: 463-465; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 3: 489-495. 76 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 203-204. 77 Bkz. Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 235-236; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 3: 495-496. 78 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 237, 237. 79 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 204-205; Dânişmend, Kronoloji, 3: 465. 80 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 205. 81 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 206; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 3: 502-505. 82 “Zorbalar Va‘kası” denilen bu hadisenin ayrıntıları için bkz. Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 207-212; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 3: 505-508; Dânişmend, Kronoloji, 3: 465.

48 • Belgrad’ın düşmesiyle (12 Zilkâde 1099/8 Eylül 1688) İstanbul ahalisinden de asker yazılmasına ve harp masrafları için herkesten yardım toplanmasına karar verilmişti.83 Sad- razam Bekrî Mustafa Paşa istişare için sultanın hocası Arabzâde Abdülhalîm Efendi ile birlikte Osman Fazlı Efendi’yi de çağırmıştı. Bu toplantıda sadrazamın seferin zorluğun- dan ve malın azlığından bahsetmesi üzerine Osman Fazlı Efendi halktan zorla mal top- lanmasına karşı çıkmış, bunun haksızlık olacağını ve hüsranla sonuçlanacağını söylemiş- tir. Bununla birlikte Sultan Selim Camii’ndeki bir vaazında bu konuyu gündeme getirerek kendisinin bir miktar borç alarak gazi ve mücahidlere yardım edeceğini söylemiş, halkı se- fere katılmaya teşvik etmiş ve şunları söylemiştir: “Şimdiye kadar bana sadaka-i fıtır, kur- ban ve zekât düşmemiştir. Allah bana savaşa çıkmama yardımcı olacak bir mal verirse o malla savaşa çıkarım. Olmazsa yalınayak yürüyerek de olsa gazâya çıkacağım. Her ne ka- dar yaşlı olsam da Allah bedenimi kuvvetli kılmıştır. Henüz yürüme gücüm yerindedir.”84 Osman Fazlı Efendi yine bu konuda istişare için çağırıldığında sultan, şeyhülislam, sadrazam, kazaskerler, padişahın hocası ve diğer ileri gelenlere şöyle demiştir: “Başkaları- nın size uyması için önce sizin, hatta hanımlarınızın ve hizmetçilerinizin mallarının üçte birini gâzîlerin ihtiyaçlarına ve sefer hazırlıklarına sarfedilmek üzere vermeniz gerekir.”85 Osman Fazlı Efendi, Belgrad seferine çıkmadan önce bütün kitaplarını büyük oğlu Mehmed Cûdî’ye hibe etti ve onu yerine halife tayin etti. Kendisi ile beraber iki oğlu da akrabalarını ziyaret etmek üzere Edirne’ye gidip dönecekti. Onlar bir ay sonra İstanbul’a geri dönene kadar o sırada ziyaretine gelen Bursa halifesi İsmâil Hakkı Bursevî’yi de kendi yerine Cuma günü Sultan Selim, Pazartesi günü Bayezid ve Çarşamba günü Süleymaniye Camii’nde vaaz etmek üzere vekil bıraktı.86 5 Receb 1100/25 Nisan 1689 Pazartesi günü kılıcını ve ok kuburunu kuşanarak, elinde tüfeği olduğu halde yola çıktı. Büyük bir kalabalık, dervişler ve sevenleri onu Topkapı dışın- daki Davudpaşa’ya kadar uğurladılar. Orada biraz durakladı ve dua etti. Ardından hizme- tinde bulunan beş derviş ile yoluna devam etti. Sofya’ya varınca Tekirdağlı Bekrî Mustafa Paşa onu ordu ile birlikte Belgrad’a gitmekten menetti. Ordu büyük bir bozguna uğrayıp dönene kadar Sofya’da kaldı. Ardından İstanbul’a dönen Osman Fazlı Efendi’nin bundan sonra sultan ve yardımcılarından lisanen olmasa da kalben alakayı kestiğini, onlara na- sihat ve öğüt vermek hususunda bütün gücünü sarf ettiği halde bunun onlara faydasının dokunmadığını söylediğini İsmâil Hakkı Bursevî’den öğreniyoruz.87

Magosa’ya Sürgün Edilmesi 1101/1689’de sadrazam olan Köprülüzâde Mustafa Paşa (ö. 1102/1691) ile Osman Fazlı Efendi arasında daha önceden de münasebetler vardı. Sadrazamlığından yıllar önce gör- düğü bir rüyayı Osman Fazlı Efendi’ye tabir ettirmiş, o da bu rüyayı onun bir müddet

83 Bkz. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 3: 514. 84 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 225-227. 85 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 238. 86 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 227.

87 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 227-228. İlişkileri ile Ricali Devlet Eserleri ve Hayatı, Osman’ın Kutup

• 49 Sürgün Bir Şeyhe Armağan: Atpazarî Kutup Osman Kitabı geçtikten ve yeryüzünde dolaştıktan sonra sadrazamlığa nail olacağı şeklinde yorumlamış- tı.88 Zâhirî ilimler bakımından da yetişmiş olan Mustafa Paşa Osman Fazlı Efendi’yi çok sevmiş ve onunla görüşmeye başlamıştı. Mustafa Paşa’nın annesi ile kız kardeşi –ki Siya- vuş Paşa’nın hanımıdır– de şeyhe intisab etmişlerdi. Osman Fazlı Efendi, Köprülü Mus- tafa Paşa’nın tasavvufa meylini gördüğü için er-Risâletü’r-Rahmâniyye fî beyâni’l-kelime- ti’l-irfâniyye adlı eserini de onun adına yazmıştı.89 Sultan II. Süleyman’ın tahta oturduğu ilk zamanlarda ortaya çıkan “Zorbalar Vak‘ası” adı verilen isyan sırasında padişahın ne- dîmi olan Mustafa Paşa’nın da canı tehlikedeydi. İşte o zaman annesini bu belanın def‘i için dua istemek üzere Osman Fazlı Efendi’ye gönderdi. O da bir gece kırk dervişi top- ladı. Onun kurtulması niyetiyle o gece yetmiş bin kere Allah Teala’yı zikrettiler ve dua et- tiler. Bu hadisede ondan başka kurtulan olmadı.90 Bütün bu müsbet ilişkilere rağmen Mustafa Paşa sadrazam olduğu ilk sene sefere ha- zırlanırken gizlice şeyhülislama ve kendi yerine bıraktığı kimseye, kendisi Sofya’ya ulaş- tıktan sonra Osman Fazlı Efendi’yi sürgün etmelerini söylemiştir.91 Osman Fazlı Efendi’nin Kıbrıs’a sürülme sebebi ile ilgili kaynaklarda muhtelif ifade- ler yer alır. Silâhdar Târihi’ne göre o Bekrî Mustafa Paşa’nın sadrazamlığında söz sahibi olduğu, herkese hoşlanacağı şekilde davranıp nabza göre şerbet verdiği, yeni olarak bina ettiği akarsuyu olan bir büyük sarayın on bin kuruş tutan kıymetini hane akçesinden ver- diği defterde yazılı bulunduğundan “Bir şeyh âdem ola ve mîrîden bu kadar israf neden iktiza etti” diye Kıbrıs’a sürülmüştür.92 Râşid Târihi’ne göre hakkında dedikodu olması, devlet ricalinin iftiracıların yalan haberlerine itimat etmesi sebebiyle sürülmüştür.93 Vakā- yiu’l-fuzalâ’da ise II. Süleyman’ın tahta çıktığı ilk zamanlarda (1099/1687) meydana ge- len bazı büyük hadiselere müdahele etmek töhmetiyle sürüldüğü yazılıdır.94 İsmail Hakkı Uzunçarşılı ise Fâzıl Mustafa Paşa’nın Osman Fazlı Efendi’yi nüfûzundan çekinerek Ma- gosa’ya gönderdiğini söyler.95 Bursevî şeyhi Osman Fazlı Efendi’nin sürgün edildiğine dair menşûrda “Sultan Selim Camii vaizi Osman, oraya (Magosa) eşkıyaya yardımcı olduğu için sürüldü” şeklinde bir ifade olduğunu belirtir. Şeyhinin adının tazim ifadesi olmadan zikredilmesini çirkin bul- duğu gibi onun eşkıyaya yardımcı olduğunu Mustafa Paşa’dan başka iddia eden olmadı- ğını, herkesin bunun aksini söylediğini belirtir. Zorbalar Vak‘ası sırasında şeyhinin onun için yaptıklarını hatırlatarak işte o vakit şeyhinin eşkıyaya, yani Mustafa Paşa’nın kendi- sine yardımcı olduğunu (!) ifade eder.96 İsmâil Hakkı Bursevî’nin zaviyesinden bakıldığında şeyhi Osman Fazlı Efendi’nin Mus- tafa Paşa tarafından Magosa’ya sürülmesinin dört sebebi vardır:

88 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 176, 229. 89 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 176-177, 231. 90 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 8. 91 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 230. 92 Silâhdar Mehmed Ağa, Silâhdar Târihi (İstanbul, 1928), 2: 508. 93 Râşid Mehmed Efendi, Târih-i Râşid (İstanbul, 1282), 2: 123, 147. 94 Şeyhî Mehmed Efendi, Vakāyiu’l-fuzalâ (İstanbul, 1989), 2: 90. 95 Uzunçarşılı, Osmanlı Târihi, 4/2: 605. 96 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 7-8.

50 • 1) Osman Fazlı Efendi sultan, sadrazam ve diğer devlet adamlarına hiç çekinmeden emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker’de bulunmakla temayüz etmişti. Mustafa Paşa’nın hasedi onu şeyhi sürmeye ve ona zulmetmeye sevk etti. 2) Osman Fazlı Efendi Mustafa Paşa’nın eniştesi Siyavuş Paşa’nın sadzamlığı sırasında zorbalar/isyancılar kendisine saldırmadan onları ortadan kaldırmasını söylemişti. O da o zaman II. Süleyman’ın nedimi olan kayını Mustafa Paşa’nın bu hususta kendisine muha- lefet ettiğini söyleyince Osman Fazlı Efendi “Şu anda sadâret mührü sizin elinizde. Mus- tafa Paşa bile olsa te’dib ediniz” demişti. Bu söz Mustafa Paşa’nın kulağına gidince içinde düşmanlık ateşini saklamış, sonra da zamanı gelince yapacağını yapmıştı. 3) Sancak Vak‘ası diye bilinen hadise sırasında sarayın önünde toplanan İstanbul hal- kının taleplerinden birisi de Mustafa Paşa’nın sadrazam olması idi. Osman Fazlı Efendi ise, “Sultan şimdi Nişancı İsmâil Paşa’yı sadrazamlığa getirdi. Onu kabul edin ve ona mu- halefet etmeyin. İstediğiniz kimseye sadâret ileride gelecek. Acele etmeyin” demişti. Mus- tafa Paşa’ya bu haber ulaşınca şeyhin bunu kasten yaptığını sandı ve işin hakikatini kav- rayamadı. Halbuki o bu sözü Köprülüzâde Mustafa Paşa’nın daha önce kendisine anlattığı rüyasına göre ileride sadrazam olacağını bilerek söylemişti. 4) Vezirler Osman Fazlı Efendi’yi kendisinde gördükleri büyük olgunluk ve isabetli görüş sebebiyle önemli işlerde istişare etmek üzere çağırırlardı. Kendisinden dua isterler, o da hayır duada bulunurdu. Bu çerçevede Mustafa Paşa’dan önceki vezir Tekirdağlı Bekrî Mustafa Paşa ile de bazı münasebetleri olmuş, onun zamanında Avusturya Seferi’ne çık- mıştı. 1101/1690 yılında Tekirdağlı Mustafa Paşa, bazı yanlış uygulamaları sebebiyle azle- dilip Malkara’ya sürüldü. Osman Fazlı Efendi –Tekirdağlı Mustafa Paşa kastedilerek– bazı fasık ve zalim vezirlerin meclislerinde bulunmamaya, onlara dua etmemeye ve seferde on- larla birlikte bulunmamaya gücü varken onların meclislerinde bulunmak, onlara dua et- mek ve dalkavukluk yapmakla suçlanmıştır.97 Osman Fazlı Efendi’nin devlet ricali ile ilişkilerinde hiçbir menfaat gözetmediği, hak bildiğini çekinmeden söylediği ve bu yüzden önce de sürgün ve sıkıntılara maruz kaldığı daha önce geçmişti. Osman Fazlı Efendi Tekirdağlı Mustafa Paşa zamanında İstanbul’un kapısı gibi gördüğü Belgrad’ın düşmesi üzerine sırf dinî ve vatanî gayreti sebebiyle Avus- turya Seferi’ne çıkmıştır. Sofya’ya varınca Mustafa Paşa tarafından ordu ile birlikte Belgrad’a gitmekten alıkonmuş, ordu bozguna uğrayıp dönünceye kadar Sofya’da kalmış, oradan da İstanbul’a dönmüştür. Köprülüzâde Mustafa Paşa’nın iddia ettiği gibi dalkavukluk yapmak bir tarafa bu sefer sırasında sultan ve ileri gelen devlet ricalinde aradığı gayret ve hamiyeti göremediğinden lisanen olmasa bile kalben artık onlarla alakayı kestiğini ifade etmiştir.98 Osman Fazlı Efendi’ye Magosa’ya sürgün edildiğine dair menşûr 20 Şevval 1101/27 Temmuz 1690 Perşembe günü ulaştı. Ailesi, çocukları ve sevdikleriyle vedalaştıktan sonra gönül rahatlığıyla sultana, vezire ve İslam ordusuna defalarca dua ederek yola çıktı. Bera- berinde hizmetini görecek olan Karînâbâdlı Ali Dede ve sürgün emrini getiren dört asker vardı. Konya, Larende (Karaman) yoluyla Silifke’ye, oradan da gemiyle nücûmî beş saatte

97 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 231-233.

98 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 227-228. İlişkileri ile Ricali Devlet Eserleri ve Hayatı, Osman’ın Kutup

• 51 Sürgün Bir Şeyhe Armağan: Atpazarî Kutup Osman Kitabı Kıbrıs’a vardılar. Çıktıkları sahilden Lefkoşa’ya altı saatte gittiler. Lefkoşa’da vali Ahmed Paşa, kadı ve diğer ileri gelenler Osman Fazlı Efendi’yi karşıladılar ve valinin evinde misa- fir ettiler. Daha sonra beraberindekilerle oradan Magosa’ya gitti ve orada ikameti için be- lirlenen Miralay Lefkoşalı Mahmud Ağa’nın evine yerleşti. Beraberindekilerle İstanbul’dan çıktıktan yirmi iki gün sonra Magosa’ya vardılar. Osman Fazlı Efendi yolda bir gün bile iftar etmemiş, şiddetli sıcaklardan dudakları yarılmış ve kanamıştır.99 Magosa’ya yerleştikten sonra halkın isteği üzerine üç camide üç defa vaaz etti. Sonra vaazı bırakıp Telhîsu’l-Miftâh üzerine ta‘lîka hazırlamaya ve bu eseri Magosa ulemasından bazılarına okutmaya başladı. Üçte birine ulaştığında ta‘lîka hazırlamayı da ders vermeyi de bıraktı. Çünkü Lefkoşa’da bulunan Kıbrıs valisi Magosa’da bazı ve hatiplerin Os- man Fazlı Efendi’den ders aldıklarını haber alınca, şeyhin evinde kaldığı Miralay Mahmud Ağa’ya gizlice şöyle bir mektup gönderdi: “Farkettirmeden şeyhin ders vermesini engelle ve talebeyi dağıt ki sadrazamın kulağına onun ders verdiği, insanların yanında toplandığı haberi ulaşmasın. Yoksa ben azarlanmaya, hatta cezaya maruz kalırım.” Miralay da vali- nin bu isteğini şeyhe sezdirmeden yerine getirdi.100 Osman Fazlı Efendi Kıbrıs’tan Bursa halifesi İsmâil Hakkı Bursevî’ye bir mektup gön- dererek ziyaretine gelmesini istedi.101 İsmâil Hakkı hemen hazırlanarak Kıbrıs’a gitmek için İstanbul’dan yanına gelen şeyhinin on beş yaşındaki küçük oğlu Mustafa, Osman Dede, Yâ- kub Dede ve Yahyâ Dede102 ile birlikte 7 Rebîulevvel 1102/9 Aralık 1690 Cumartesi günü Bursa’dan yola çıktı.103 Mevsim kış olduğundan Osman Fazlı Efendi’nin kendilerine işaret ettiği gibi Antalya yolunu tuttular. On sekiz günde Antalya’ya vardılar. Ancak Kıbrıs’a geçmek için gemi bu- lamadıklarından Alâiye (Alanya) ve Anamur civarında iki ay kadar dolaştılar. Yolda kar- şılaştıkları birçok zorluk ve meşakkatten sonra ancak Kıbrıs’a ulaşabildiler.104 Osman Fazlı Efendi’nin İsmâil Hakkı Bursevî’yi Kıbrıs’a çağırmasının esas sebebi onu kendi yerine postnişin tayin etmekti. Nitekim bu ziyaret sırasında bir mecliste ona, “Pek çok halifem var. Bazısı hayatta, bazısı ise öldü. Bu nefes ve tesir benden sonra başkasına değil sana ulaşacak. Senin bu ilimde geniş bir vukûfiyetin var. Yazın da hoş. Ben ne bul- duysam şeyhimin nefes ve duasıyla buldum. Bu nefes ve duayı Allah Teala’nın izni ile ben de sana verdim” demiş, benzer sözleri muhtelif meclislerde tekrarlamıştır.105

99 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 3, 5-7. 100 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 9. 101 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 11; a.mlf., Kitâbü’l-Hitâb, 295. İsmâil Hakkı’ya 4 Rebîulevvel 1102 (Aralık 1690) tarihinde ulaşan bu mektubun metni için bkz. Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 11. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osman Fazlı Efendi’nin Magosa’ya sürüldüğü sırada İsmâil Hakkı’nın şeyhini bırakmayarak beraberinde Kıbrıs’a gittiğini söyler (Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 4/2: 605) ki yanlıştır. 102 Bu üç mürid İsmâil Hakkı’nın yakın müridleri olup Balkanlar’dan itibaren İsmâil Hakkı’nın yanında bulunmuşlardır. Bunlardan Osman Dede Bursa’ya geldikten bir müddet sonra Osman Fazlı Efendi’nin yanına gitmiş ve hizmetinde bulunmuştur (Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 11). 103 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 11. 104 Geniş bilgi için bkz. Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 11-17. 105 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 203; ayrıca bkz. a.mlf., Vâridât-ı Hakkıyye, 120a; a.mlf., Kitâbü’l-Mir’ât, Bursa İnebey Kütüphanesi, Genel, nr. 40, 227a; a.mlf., Kitâbü’s-Silsile, 102-103.

52 • Osman Fazlı Efendi ömrünün son günlerinde dahi zâhirî ve bâtınî ilimlerle meşgul olmaktan geri kalmamıştır. Nitekim Mahmud Ağa’nın hizmetine tayin ettiği Habeşli köle Selim’e okuma yazma öğretmiş, teberrüken Yahya Dede’ye Muhtasaru’l-me‘ânî’den, Yakub Dede’ye bazı Türkçe kitaplardan, Osman Dede’ye de tefsirden dersler vermiştir.106 İsmâil Hakkı Bursevî şeyhinin yanında on yedi gün kaldıktan sonra 16 Cemaziyelâhir 1102/17 Mart 1691’de Yakub Dede ve Yahya Dede ile birlikte Magosa’dan ayrıldı. Osman Fazlı Efendi Bursevî ile İstanbul’a bazı mektuplar ve ailesine hediyeler gönderdi. Orada yapılması gereken işler hakkında onu vekil tayin etti.107

Vefatı 1102 senesinin Ramazan bayramı geçtikten ve Zilhicce girdikten sonra Terviye gününden (2 Eylül 1691) itibaren Osman Fazlı Efendi’nin sağlık durumu bozuldu ve ateşli bir hum- maya tutuldu. Bu humma, havasının kesafetinden dolayı Kıbrıs adasında veba tesiri ya- pıyordu. Hastalığı dokuz gün sürdü. Salı günü ikindi yakınlarına kadar şuurunu kaybetti. Gözleri kapalıydı. Bu esnada dudakları hafifçe bir veya iki defa kıpırdadı ve ruhunu tes- lim etti (17 Zülhicce 1102/11 Eylül 1691 Salı).108 İsmâil Hakkı Bursevî’nin şeyhinin vefatı için düştüğü tarihlerden bazıları şunlardır: “Mâte kutbu’l-kevn, inne’l-mevte hakkun” “Makāmu’ş-şeyh firdevs ve tûbâ” Bu iki tarih yalnızca noktalı harflerin hesaplanmasıyladır. “Kaddesallâhu Teâlâ ebeden sirra azîzih” Burada ise bütün harflerin hesaplanmasıyladır, ancak bir fazlası vardır.109 Bülbül-i hoş lehce-i gülzâr-ı ma‘nâ, ya’nî şeyh Bulmadı âhir bu fânîde bakādan râyiha Kudsiyân-ı pâk-i dil Hakkî el açup dediler, Rûh-i pâkiyçün azîzin okuyalım Fâtiha.110 Osman Fazlı Efendi daha önce vefat ettiğinde kendisini Magosa kalesinde bulunan Mustafa Paşa Camii’nin hatibi, kendisinin de müridi olan Ali Efendi’nin yıkamasını, yı- kanırken yanında yıkayanın ve ona yardım edenlerin dışında kimsenin bulunmamasını

106 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 22. 107 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 24-25. 108 Hastalığı, vefatı ve defni ile ilgili tafsîlat için bkz. Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 37-38, 40. İsmâil Hakkı, Kitâbü’l-Hitâb (296) ve Kitâbü’s-Silsile’de (19) şeyhinin vefatını 19 Zülhicce olarak verir. Hüseyin Vassâf da Sefîne’de (3: 33) aynı tarihi zikreder. Bursevî’nin şeyhi Osman Fazlı Efendi’nin vefatından kısa süre sonra yazdığı Tamâmü’l-feyz’de ise üç ayrı yerde şeyhinin vefat tarihini 17 Zülhicce olarak vermektedir (Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 37, 40, 53). Bursevî şeyhinin vefatını haber aldığı zaman Rûhu’l-beyân’ın müellif hattı nüshasında bir varağın kenarına vefat tarihini 17 Zülhicce 1102 Salı olarak kaydetmiştir (Rûhu’l-beyân, Bursa İnebey Kütüphanesi, Genel, nr. 17, 55a). Bursalı Mehmed Tahir’in bir makalesinde şeyhin vefat tarihi olarak verdiği 1014 (“Atpazarî Osman Fazlî-i İlâhî”, Sebîlürreşâd, 28/210 (1330): 30) ve Sâkıb Yıldız’ın verdiği 9 Zülhicce/5 Ekim (Sâkıb Yıldız, Exégète Turc Ismā‘il Haqqī, 48; a.mlf., “İsmâ‘il Hakkı Burûsevî’nin Hayatı”, 115) tarihleri de yanlıştır. 109 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 56.

110 Bursevî, Kitâbü’s-Silsile, 97. İlişkileri ile Ricali Devlet Eserleri ve Hayatı, Osman’ın Kutup

• 53 Sürgün Bir Şeyhe Armağan: Atpazarî Kutup Osman Kitabı vasiyet etmişti. Vasiyetine uygun olarak onu Ali Efendi yıkadı. Ali Dede ve Osman Dede de ona yardım ettiler. Sonra Osman Fazlı Efendi’nin yakın dostlarından Magosalı Hacı Hüseyin Efendi’nin kendisine hediye ettiği zemzem suyuyla ıslatılmış bir kefenle onu ke- fenlediler. Ardından onu kalenin dışındaki türbenin yanındaki musallaya götürdüler. Os- man Fazlı Efendi’nin cenazesi kaldırılırken kalede bulunan herkes, hatta gözü yaşlı çocuklar ve kadınlar da hazır bulunmuştur. Cenaze namazı Osman Dede tarafından kıldırıldıktan sonra yel değirmeni yakınındaki “Evliya Kabristanı (Mekābiru’l-evliyâ)” denilen mezar- lığa defnedilmiştir.111 O gece pek çok kimse Allah rızası için helva pişirmiş, yoksullara yedirmiş ve sevabını Osman Fazlı Efendi’nin ruhuna hediye etmiştir. Çarşamba sabahı çocuklara varıncaya ka- dar yine birçok kimse ellerinde Mushaflar olduğu halde kabrinin başına varmışlar, oku- dukları âyetlerin sevabını onun ruhuna bağışlamışlardır. Sonra defalarca onun adına ye- mek yedirmişlerdir. Bursevî onların Osman Fazlı Efendi sanki babalarıymış gibi ağlayıp üzüldüklerini, belki şeyhin akrabası olsalar böyle davranmayacaklarını söyler.112 Osman Fazlı Efendi’nin vefatından sonra oğlu Mustafa ve Ali Dede deniz yoluyla İs- tanbul’a döndüler. Osman Dede şeyhinin vasiyetine uygun olarak İsmâil Hakkı Bursevî’nin yanına Bursa’ya gitti. Osman Fazlı Efendi’nin vefatıyla ilgili ayrıntılı bilgileri de Osman Dede’ye borçluyuz. Osman Dede İsmâil Hakkı Bursevî’ye şeyhinin vefatını bütün teferrua- tıyla anlatmış ve Osman Fazlı Efendi ile ilgili bir eser yazmasını talep etmiştir. Bunun üze- rine İsmâil Hakkı şeyhinin hayatı, eserleri, görüşleri, menkıbeleri ve sohbetlerinden derle- diği sözlerini bir araya getirdiği Tamâmü’l-feyz fî bâbi’r-ricâl adlı eserini kaleme almıştır.113 Osman Fazlı İlâhî, şöhretten hoşlanmadığı ve gizli kalmayı sevdiği için kabrinin üs- tünün açık bırakılmasını vasiyet etmişse114 de daha sonra Seyyid Mehmed Ağa’nın tahsil- dar olduğu dönemde (XVIII. yüzyıl) kabrinin üzerine bir türbe yapılmıştır. Halvetî tari- katı mensuplarından olan Seyyid Mehmed Ağa türbeden başka oraya bir de cami ve tekke inşa ettirmiştir. Hâlen “Kutup Osman Efendi Tekke ve Türbesi” adıyla bilinmektedir.115

Eşleri ve Çocukları Osman Fazlı Efendi’nin bir sohbeti sırasında on yedi-on sekiz defa evlendiğini söyledi- ğini116 nakleden halifesi Bursevî, başka bir yerde onun Hz. Hasan (r.a.) gibi çok nikahla- nan ve çok boşanan bir zât olduğunu, evlenme ve boşanmanın çoğu zaman kadınlar cihe- tinden meydana geldiğini, yirmiden fazla evlilik yaptığını, otuzdan fazla cariye edindiğini, (vefat ettiğinde) dört hanımı ve hepsi de odalık cariyeleri olduğunu,117 Kitâbü’n-Netîce’d e ise dört nikahlı eşi, on sekiz sürriyye cariyesi bulunduğunu söyler.118 Büyük oğlu Meh- med Cûdî’nin annesi olan büyük hanımını bir sebeple boşamış, dört ay sonra on iki bin

111 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 37-38. 112 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 38. 113 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 11, 2: 38. 114 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 53; Vassâf, Sefîne, 3: 34. 115 Bkz. Oktay Aslanapa, Kıbrıs’ta Türk Eserleri (İstanbul, 1975), 25. 116 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 172. 117 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 74. 118 Bursevî, Kitâbü’n-netîce, 1: 98.

54 • dirhem mehir ile 1101 yılı Cemâziyelâhir ayının son Pazartesi (Nisan 1690) günü yeni- den nikahlamıştır.119 Bu izdivaclardan dört oğlu, dört kızı dünyaya gelmiştir. Çocukları şunlardır: 1. Mehmed el-Cûdî: En büyük hanımından en büyük oğludur.120 1085/1674’te doğ- muş, Bursevî şeyhinin himmetini celbetmek için Mehmed Cûdî’nin doğumuna Türkçe bir tarih düşürmüş ve bu münasebetle “Hakkî” mahlasını da ilk olarak kullanmıştır. Mehmed Cûdî erken yaşlarda zâhirî ilimler konusunda oldukça önemli mesafeler katetmiştir. Sekiz yaşında Kur’ân’ı ezberlemiş, dokuz yaşında sarf ilmini, on yaşında nahiv ilmini, on bir ya- şında mîzân/mantık ilmini, on iki yaşında münâzara ve âdâb ilmini, on üç yaşında bela- ğat ilmini, on dört yaşında usûl, on beş yaşında ise fıkıh, tefsir ve diğer ilimleri okumuş- tur.121 Babasının isteği üzerine Farsça da öğrenmiştir.122 Bursevî Furûk-ı Hakkî adlı eserini ona ithaf etmiştir.123 Osman Fazlı Efendi vefatından üç yıl önce onu İstanbul’da kendi ma- kamına halife tayin etmiştir.124 Avusturya Seferi’ne giderken de bütün kitaplarını ona ba- ğışlamış, büyük bir cemaat huzurunda Beyzâvî tefsirinin başından ona okutmuş ve yerine istihlâf etmiştir.125 Babasının vefatında on sekiz yaşındaydı. Fazilet ve kemal ile vasfedilir, büyükler (ricâl) arasında tam rüşd ile tanınırdı.126 Muhtelif medreselerde müderrislik ya- pıktan sonra mübtela olduğu bir hastalık sebebiyle 1119/1707’de vefat etmiş, İstanbul Eğ- rikapı dışında defnedilmiştir.127 2. Mustafa: Mehmed Cûdî’den iki yaş küçüktür.128 İsmâil Hakkı Bursevî ile birlikte Magosa’ya sürgüne gönderilen babasını ziyarete gittiğinde (1102/1690) on beş yaşınday- dı.129 Babasının vefatından sonra İstanbul’a dönmüştür.130 3. Ahmed 4. Abdullah: Zihni ve öğrenmesi çok yavaştı. Osman Fazlı Efendi ona ders verme gö- revini o vakit henüz mürid olan İsmâil Hakkı Bursevî ve arkadaşı Karînâbâdlı Mehmed Efendi’ye vermişti. Bir müddet sonra Abdullah vebadan ölmüştür.131 5. Saliha 6. Hanife: Osman Fazlı Efendi onu müridlerinden Hacı Salih isimli bir kimse ile nikah- lamış, zifafdan önce nikahı yenilemeyi gerektiren büyük bir suç işlemiş, bunun üzerine Os- man Fazlı Efendi ondan kızını boşamasını istemiş, o ise gizlenmiş ve bunu yapmamıştır. Bu- nun üzerine Osman Fazlı Efendi kızının durumu hakkında bir hüccet yazması için 2 Receb

119 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 177. 120 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 177. 121 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 191. 122 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 176, 184. 123 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 136; a.mlf., Furûk-ı Hakkî (İstanbul, 1310), 3. 124 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 191. 125 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 227. 126 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 74. 127 Şeyhî Mehmed Efendi, Vakāyiu’l-fuzalâ, 2: 288. 128 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 74. 129 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 11. 130 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 38.

131 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 179-180. İlişkileri ile Ricali Devlet Eserleri ve Hayatı, Osman’ın Kutup

• 55 Sürgün Bir Şeyhe Armağan: Atpazarî Kutup Osman Kitabı 1101 (11 Nisan 1690) tarihinde Ahî Çelebi mahkemesinden bir nâib çağırmıştır. Kıbrıs’a sürgüne gönderildiğinde de bu kızı hakkında kaygılanarak Kıbrıs’tan bir mektup gönderip onun Hacı Salih’e nikahlanmasına rızası olmadığını, kim bunu yaparsa kıyamet gününde elinin onun yakasında olacağını bildirmiştir.132 Osman Fazlı Efendi’nin tavsiyesi ile vefa- tından sonra en sevgili kerimesi olan Hanîfe Hanım’la İsmâil Hakkı Bursevî evlenmiştir.133 7. Hatice 8. Aişe Osman Fazlı Efendi, miras olarak sadece bir miktar ev eşyası bırakmıştır. Çünkü ha- yattayken mehir ve diğer hususlarda her hak sahibine hakkını vermişti. Ev eşyasının ço- ğunu hanım ve cariyelerine bağışlamış, her birinin nasibini vermiş, böylece sonradan çı- kacak muhtemel çekişmeleri önlemiştir.134

Halifeleri Osman Fazlı Efendi bir kimseyi halife tayin etmeden önce zâhirî ilimler bakımından da ders verecek, vaaz edecek seviyede yetiştirmeye çalışmış, hiçbir ümmîyi halife tayin etme- miştir.135 Bursevî şeyhinin Anadolu, Rumeli ve Arap beldelerine gönderdiği halifelerinin sayısını Tamâmü’l-feyz’de yüzden fazla136, diğer bazı eserlerinde ise yüz elli kadar oldu- ğunu belirtmiştir.137 Hüseyin Vassâf onun halifelerinin sayısının yüz elli kadar olduğunu ifade eder.138 Bu durumda halifelerinden az bir kısmının isimleri günümüze ulaşmıştır. İsimleri tespit edilebilen halifeleri şunlardır: 1. İsmâil Hakkı Bursevî: Osman Fazlı Efendi’nin en meşhur halifesidir. 1063/1653’te Aydos’ta doğmuş, hem zâhirî hem tasavvufî eğitimini Edirne’de Abdülbâkî Efendi’nin, İs- tanbul’da Osman Fazlı Efendi’nin yanında ve nezaretinde tamamladıktan sonra 1086/1675’te Üsküp’e halife tayin edilmiştir. Üsküp ve civarında on yıl kaldıktan sonra 1096/1685’te Bur- sa’ya halife tayin edilmiştir. Şeyhinin vefatından sonra iki sefer Avusturya Seferi’ne katılmış, iki defa hacca gitmiştir. Yaklaşık üçer yıllık sürelerle Tekirdağ, Şam ve Üsküdar’da kaldık- tan sonra 1135/173’te tekrar Bursa’ya dönmüş ve 1137/1725’te orada vefat etmiştir. Başta Rûhu’l-beyân adlı tefsiri olmak üzere irili ufaklı yüzden fazla eser kaleme almış, şeyhinin yolundan giderek Ekberî tasavvuf anlayışını devam ettirmiştir.139 2. Mehmed Cûdî: Osman Fazlı Efendi’nin büyük oğlu olup babası tarafından vefatın- dan üç yıl önce İstanbul’da kendi yerine halife tayin edilmiştir.140 Osman Fazlı Efendi’nin çocuklarıyla ilgili bölümde hakkında bilgi verilmişti.

132 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 62-63. 133 Bursevî, Kitâbü’d-Düreri’l-irfâniyye, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, nr. TY4019, 55b; a.mlf., Tuhfe-i Hasakiyye, 37b; a.mlf., Kitâbü’s-Silsile, 107. 134 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 74. 135 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 182-183. 136 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 190. 137 Bursevî, Kitâbü’l-Hitâb, 29; a.mlf., Kitâbü’n-Netîce, 2: 316-317. 138 Hüseyin Vassâf, Sefîne, III, 33. 139 Geniş bilgi için bkz. Ali Namlı, İsmâil Hakkı Bursevî, Hayâtı, Eserleri ve Tarîkat Anlayışı, İstanbul: İnsan Yayınları, 2001. 140 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, I, 191.

56 • 3. Abdülbâkî Efendi: Osman Fazlı Efendi’nin ilk halifesi, hem de akrabısıdır. Kendi- sini Aydos’ta iken yetiştirmiş, sonra Edirne’ye halife tayin etmiştir. Abdülbâki Efendi İs- mâil Hakkı Bursevî’yi ve ailesini tanıdığından onu on bir yaşında yanına Edirne’ye almış, çeşitli ilimlerden dersler vermiş, yedi yıl eğitimiyle ilgilendikten sonra İstanbul’a Osman Fazlı Efendi’nin yanına göndermiştir. Abdülbâki Efendi Edirne’de 1101/1690 tarihinde ve- fat etmiştir.141 2. Ahmed Efendi: Osman Fazlı Efendi, Aydos’tan Filibe’ye hicret ederken kendisini yerine Aydos halifesi olarak bırakmıştır. O zaman küçük yaşta olan İsmâil Hakkı, Ahmed Efendi’den sarf ilmi ile ilgili kitaplar okumuştur.142 3. Köse Mehmed Efendi: Osman Fazlı Efendi, Filibe’den İstanbul’a hicret ederken ken- disini yerine halife olarak bırakmıştır. Bursevî, Mehmed Efendi’nin şeyhinin en bilgili ha- lifelerinden olduğunu belirtir.143 4. Amasyalı Sun’ullah Efendi: İsmâil Hakkı Bursevî’den önceki Bursa halifesidir.144 Amasya’da doğmuştur. Gençliğinde Mevleviyye tarikatına intisab etmiş, Derviş Abdî’den ta‘lik hattı meşk etmiş, Mısır valisi olan Ömer Paşa’nın imamlığını yapmış, daha sonra ilim tahsili için Edirne’de bazı medreselere devam etmiştir. Hem ulemadan olan hem de tarikate intisabı bulunan babası Hâbîlzâde Efendi’nin yolunu takip ederek İstanbul’da Os- man Fazlı Efendi’ye intisab etmiştir. Bir müddet hizmette bulunduktan sonra Bursa’ya ha- life olarak gönderilmiş, burada irşad ile meşgul olurken 1095/1684’te vefat etmiştir. Kabri Pınarbaşı Kabristanı’nda Hz. Üftâde’nin müridleri arasındadır. Kendisi Halvetiyye ve Cel- vetiyye atvârını bilen, rüya tabirine vâkıf olup Arab avâzı ile tilaveti, ta‘lik hattı ile gayet hoş hayli yazıları vardı.145 5. Debreli Ali Efendi: İsmâil Hakkı Bursevî ile birlikte Zeyrek Camii bitişiğindeki şey- hine ait zâviyede doksan günlük halvete girmiştir. Bursevî onu mücahede ehli bir kimse olarak tarif eder. Üsküp yakınlarındaki İştib’e halife olarak gönderilmiş ve orada vefat et- miştir.146 6. Karînâbâdlı Mehmed Efendi: Debreli Ali Efendi gibi Bursevî ile aynı yerde ve aynı süreyle halvete girmiş, daha sonra Siroz’a halife olarak gönderilmiş ve orada vefat etmiştir.147 7. Abdullah Efendi: Osman Fazlı Efendi’nin İstanbul’da oturan halifesidir. Abdul- lah Efendi, Bursevî’nin ifadesine göre şeyhinin en bilgili ve en zahid halifelerindendi.148 8. Mısırlı Hüseyin Efendi: Mısır halifesidir. 1097/1686 yılında İsmâil Hakkı İstanbul’a şeyhini ziyarete geldiğinde o da İstanbul’a gelmişti. Osman Fazlı Efendi’nin kardeşinin oğlu

141 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, II, 79-80, 172. 142 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, II, 79. 143 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, I, 147. 144 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 95-96. 145 İsmâil Belîğ, Güldeste-i Riyâz-ı İrfân (Bursa, 1302), 175-176; Şeyhî Mehmed Efendi, Vakāyiu’l-fuzalâ, 1: 580; Müstakimzâde, Tuhfe-i Hattâtîn, 668. 146 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 83, 85, 86. 147 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 83, 85, 86.

148 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 179. İlişkileri ile Ricali Devlet Eserleri ve Hayatı, Osman’ın Kutup

• 57 Sürgün Bir Şeyhe Armağan: Atpazarî Kutup Osman Kitabı Mehmed Efendi Mısır’da Şeyh Hüseyin Efendi’nin yanında eğitim görüyordu. Mehmed Efendi Osman Fazlı Efendi’den biraz önce vefat etmiştir.149 9. Hüseyin Ferâizî: 1099/1687’de düşman İnebahtı’yı işgal edince oradan Anadolu’ya hicret etmiş, Osman Fazlı Efendi de kendisini İzmit’e halife tayin etmiştir.150 10. Canikli Osman Efendi: 1099/1687 yılında İsmâil Hakkı Bursevî’nin şeyhini İstan- bul’da ziyareti esnasında Bursa civarındaki Yenişehir kasabasına halife tayin edilmiş, ken- disiyle ilgili hususlar Bursevî’ye havale edilmiştir.151 11. İbrâhim Efendi: Mudanya halifesidir. İsyan eden ve adamlarıyla Bursa üzerine yürüyen Gedik Mehmed Paşa ile onu izale etmek için gönderilen Hüseyin Paşa arasında meydana gelen muharebede maktûlen ölmüştür (1100/1689).152 12. Kara Mustafa Efendi: İbrâhim Efendi’den sonraki Mudanya halifesidir. 1101/1690 yılı Cemâziyelâhir’inde İsmâil Hakkı Bursevî ile beraber şeyhini ziyaret etmek için İstan- bul’a gitmiştir.153 13. Murtazâ Dede: Selanik yakınlarında Baba köyünde şeyhin halifesidir. Osman Fazlı Efendi hayattayken vefat etmiştir.154 14. Berberzâde İbrâhim Efendi: Vânî Mehmed Efendi, Arabzâde Abdülvehhâb Efendi, Dersiâm Salih Efendi ve Bıçakcı Mehmed Efendi gibi zevâttan ilim tahsil etti. Osman Fazlı Efendi’ye intisab ederek tekmîl-i tarikat edip hilafete mezun olmuştur. 1122/1710’da ve- fat etmiştir.155 Osman Fazlı Efendi’nin halifeleri arasında damadı Seyyid Osman Efendi, İstanbullu İsâzâde Ömer Efendi, Manisalı Mustafa Efendi, Ustrumcalı Mehmed Derûnî Efendi156 ve Abdurrahîm Çâkerî157 gibi isimler de sayılmıştır.

Eserleri İsmâil Hakkı Bursevî Tamâmü’l-feyz’de şeyhinin toplam on kitap yazdığını söyler. Ta- savvufla ilgili eserlerini Konevî’nin Fâtiha Tefsîri’nin hâşiyesi, Miftâhu’l-gayb’inin şerhi, el-Lâihâtü’l-berkıyyât, er-Risâletü’r-Rahmâniyye, er-Risâletü’l-Berkıyye olarak sayar. Resmî/ zâhirî ilimlerle ilgili eserlerini ise Şerhu’r-Risâleti’l-Adudiyye, Şerhu’t-Tenkîh, Hâşiyetü’t-Tel- vîh, Hâşiyetü’l-Mutavvel, Hâşiyetü’l-Muhtasar olarak sayar.158 Bursevî başka bir eserinde şeyhinin on beş kadar eseri olduğunu söyler.159 Eserlerinden bazılarının yazılma sırasını

149 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 20, 136. 150 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 156. 151 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 159. 152 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 160; isyanın ayrıntısı için bkz. Silâhdar Mehmed Ağa, Silâhdar Târihi, 2: 447- 451. 153 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 171. 154 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 171. 155 Şeyhî Mehmed Efendi, Vakāyiu’l-fuzalâ, 2: 320. 156 Muhiddin Usta, Tabîbzâde Mehmed Şükrî Efendi ve Silsilenâme-i Sûfiyye İsimli Eseri (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 2006), 14a, 14b. 157 Mehmed Süreyyâ, Sicill-i Osmânî (İstanbul, 1308-15), 3: 421. 158 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 189-190. 159 Bursevî, Kitâbü’z-Zikr ve’ş-şeref, Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud, nr. 2752, 41a-b.

58 • ise şöyle verir: İlk olarak Filibe’de bulunduğu sırada Fusûs şerhini yazmış, daha sonra hâ- linin galebe ettiği bir zamanda yakmıştır. İstanbul’a yerleşince Fusûsu’l-hikem okuttuğu işitilip aleyhinde konuşulmaya başlanınca bâtın ilmi kapısını kapatıp zâhirî ilimlerle ilgili dersler vermeye başlamış, bu dersler esnasında sırasıyla Fethu’l-bâb ale’r-Risâleti’l-Adudiy- ye’yi, Mutavvel hâşiyesini, Telvîh hâşiyesini, Tenkîh şerhini, Muhtasaru’l-me‘ânî hâşiyesini hazırlamış, son olarak Magosa’ya sürgüne gönderildiğinde Telhîs hâşiyesine başlamış, fa- kat tamamlayamamıştır.160 Bursevî şeyhinin mecmualarda dağınık halde birçok Türkçe ilahisi olduğunu, çünkü onun nerede boş yaprak bulursa oraya yazdığını, kendisi için bunları biriktirmediğini söy- ler. “Sülûkünün başlarında ve ortalarında durum buydu. Sonra ise dâiye/yani ilâhî izin ol- madan bir harf bile yazmaz oldu” diye de ekler.161

Zâhirî İlimlerle İlgili Eserleri

1. Fethu’l-bâb ale’r-Risâleti’l-Adudiyye Münâzara ve âdâb ilmine dair Adudüddîn Ahmed b. Rükneddin Ahmed el-Îcî’nin (ö. 756/1355) Risâletü’l-Adudiyye adlı eserinin şerhidir. Osman Fazlı Efendi’nin İstanbul’a yer- leştikten sonra zâhirî ilimlerle ilgili yazdığı ilk eserdir.162 Bursevî Kitâbü’s-Silsile ve Kitâbü’l- Hitâb adlı eserlerinde Fethu’l-bâb ismini zikretmeden şeyhinin ilm-i âdâbda/münâzarada Hanefiyye’yi şerh ettiğini belirtir.163 Muhammed et-Tebrizî’nin (ö. 900/1494) Şerhu’l-Ha- nefiyye adlı eseri el-Îcî’nin âdâb risalesinin meşhur şerhlerindendir.164 Fethu’l-bâb ile Ha- nefiyye şerhinin aynı eser olduğu anlaşılmaktadır.

2. Hâşiyetü’l-Mutavvel (Hâşiye ale’l-Mutavvel) Ebû Ya‘kūb es-Sekkâkî’nin (ö. 626/1229) Arap grameri ve belâgatına dair Miftâhu’l-ulûm adlı eserinin belâgatla ilgili bölümü için Hatîb el-Kazvînî (ö. 739/1338) tarafından yapı- lan Telhîsu’l-Miftâh adlı muhtasarı üzerine Sa’düddîn et-Teftâzânî (ö. 792/1390) tarafın- dan yazılan şerhin (el-Mutavvel) hâşiyesidir. Osman Fazlı Efendi’nin Mutavvel’e hâşiye hazırlamasının ilginç bir hikayesi vardır. Kendisi İstanbul’a geldikten sonra tasavvuf aleyhtarlarının, özellikle İbnü’l-Arabî muha- liflerinin dedikodularına maruz kalmış, kendisine bâtın ilmini gizleyip zâhir ilmini izhar etmesi işaret edilmişti. Eli dar olup kitap almaya gücü yetmediğinden ulemadan bir zât- tan Mutavvel’i ödünç almak istedi. O zât onun Mutavvel’i anlamasına ihtimal vermedi- ğinden şeyhin gönderdiği kimseye me‘ânî ilmini öğrenmenin zorluğundan, hususan bu ilimle ilgili yazılan kitapların mühimlerinden olan Mutavvel’in anlaşılmasının güçlüğün- den bahisle Osman Fazlı Efendi’nin bu kitabı anlamaya kudreti olup olmadığını sorarak

160 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 181, 186-189. 161 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 71. 162 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 186. 163 Bursevî, Kitâbü’s-Silsile, 95; a.mlf., Kitâbü’l-Hitâb, 293. 164 Nesibe Feyza Büyükdinç, Osmanlı Medreselerinde Bir Öğretim Metodu Olarak Münâzara ve Ahmet Cevdet

Paşa’nın Âdâb-ı Sedâd Adlı Eseri (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 2007), 35, 142. İlişkileri ile Ricali Devlet Eserleri ve Hayatı, Osman’ın Kutup

• 59 Sürgün Bir Şeyhe Armağan: Atpazarî Kutup Osman Kitabı geri çevirdi. Osman Fazlı Efendi’ye haber ulaşınca Allah Teala’ya teveccüh edip dua etti. Allah ona nahv, me‘ânî ve usûl ilimlerini kolaylaştırdı. Daha sonra mütalaa etmesi için kendisinden esirgenen Mutavvel’e hâşiye hazırladı.165 وبعد فهذه ٍ حواشاليضاح خفايا“ Eserin başında besmele, hamdele ve salveleden sonra -ifadesi yer alır. 27 Rebîülâhir 1084’te (11 Ağustos 1673) tamamlan ”شرح تلخيص المفتاح mıştır. Osman Fazlı Efendi hâşiyeyi hazırlarken bir taraftan da bazı talebelere el-Mutav- vel’i okutmuştur. Bu talebelerden birisi de müridlerinden İsmâil Hakkı Bursevî’dir.166 Ese- rin müellif hattıyla olan nüshası Bursa İnebey Kütüphanesi’ndedir (Genel, nr. 1258, 402 vr.). Bu nüshasının ilk varağında müellifin büyük oğlu “Şeyhzâde” diye tanınan Seyyid Mehmed Efendi’nin temlik kaydı bulunmaktadır. Yine aynı varakta İsmâil Hakkı Bur- sevî’nin hattıyla bu yazma nüshanın 1106 (1694) tarihinde ona intikal ettiği kaydedilmiştir. Diğer bazı yazma nüshaları: Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi, nr. 2971, 370 vr.; Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi, nr. 5843. 470 vr.; Süleymaniye Kütüp- hanesi, Laleli, nr. 2805. 478 vr.; Beyazıt Kütüphanesi, Veliyyüddin Efendi, nr. 2752, 376 vr.; Beyazıt Kütüphanesi, Veliyyüddin Efendi, nr. 2753, 269 vr.; Bursa İnebey Kütüphanesi, Haraççı, nr. 1656, 337 vr.; Konya Yusuf Ağa Kütüphanesi, nr. 6335, 460 vr.

3. Hâşiyetü’l-Muhtasar (Hâşiye ale’l-Muhtasari’l-me‘ânî) Ebû Ya‘kūb es-Sekkâkî’nin Miftâhu’l-ulûm’unun üçüncü bölümüne Hatîb el-Kazvînî’nin yazdığı Telhîsu’l-Miftâh adlı muhtasarı üzerine Sa’düddîn et-Teftâzânî (ö. 792/1390) tara- fından yapılan muhtasar şerhin (Muhtasaru’l-me‘ânî) haşiyesidir. Eserin girişinde besmele, ifadesi ”وبعد فهذه تعليقات على مختصر شرح تلخيص المفتاح“ hamdele ve salveleden sonra yer alır. Hâtimesinde ise 1086 yılı Zülhicce ayı başlarında başlanıp 1087 yılı Rebîulevvel ayı başlarında (Şubat-Mayıs 1676) tamamlandığı belirtilmektedir. İsmâil Hakkı Bursevî de şeyhinin bu eseri dört ayda yazdığını belirtir.167 Yazma nüshalarından bazıları şunlardır: Süleymaniye Kütüphanesi, Laleli, nr. 2818. 173 vr. (Müellif hattı olduğu kayıtlıdır); Süleymaniye Kütüphanesi, Hamidiye, nr. 1224. 181 vr.; Süleymaniye Kütüphanesi, Kılıç Ali Paşa, nr. 853. 176 vr.; Atıf Efendi Kütüpha- nesi, nr. 2302, 208 vr.; Ragıp Paşa Kütüphanesi, nr. 1247, 151 vr.; Ragıp Paşa Kütüphanesi, nr. 1248, 179 vr.; Beyazıt Kütüphanesi, Veliyyüddin Efendi, nr. 2754, 130 vr.; Hacı Selim Ağa Kütüphanesi, Hüdayi, nr. 1518, 162 vr. Muhtasaru’l-me‘ânî’nin diğer hâşiyesi Hâşiye-i Mağribiyye’nin kenarında basılmıştır (İstanbul: Ali Rıza Efendi Matbaası, 1276, 395 s.).

4. Hâşiyetü’t-Telhîs Telhîsu’l-Miftâh, Sekkâkî’nin Miftâhu’l-ulûm’unun belâgata dair üçüncü bölümünün Hatîb el-Kazvînî (ö. 739/1338) tarafından yapılan muhtasarıdır. Osman Fazlı Efendi sür- güne gönderildiği Magosa kalesinde kendisinden ders okuyan kalenin uleması/imamları için Telhîsu’l-Miftâh üzerine ta‘lîka/hâşiye hazırlamaya başlamıştı. Üçte birine ya da yarısına

165 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 187. 166 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 80. 167 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 189.

60 • ulaştığında hâşiye hazırlamayı da ders vermeyi de bırakmış, çok geçmeden de vefat etmiş- tir. Bunun sebebi daha önce geçtiği gibi durumu haber alan Kıbrıs valisinin emriyle giz- lice ders vermesinin engellenmesi ve ders alanların dağıtılmasıdır.168

5. Hâşiyetü’t-Telvîh (et-Tervîh min sıâbi’t-Telvîh) Sadrüşşerîa’nın (ö. 747/1346) Hanefî fıkıh usûlüne dair Tenkīhu’l-usûl adlı eserinin met- nine ve buna yazdığı et-Tavzîh fî halli gavâmizı’t-Tenkīh adlı şerhine Teftâzânî (ö. 792/1390) tarafından yazılan ve bir kısım kaynaklarda şerh, bir kısmında hâşiye diye nitelenen et-Tel- vîh ilâ keşfi hakāikı’t-Tenkīh adlı eserin169 hâşiyesidir. Osman Fazlı Efendi Mutavvel hâşi- yesini yazdıktan sonra bu esere hâşiye hazırlamıştır. İsmâil Hakkı Bursevî’nin belirttiğine göre şeyhi fıkıh usûlüne dair bu eserin hâşiyesine başlamadan önce sayılara altmışı bu- lan kendi müridlerinden başkasının derslerine katılmasına izin vermezdi. Bu eserin hâ- şiyesine başlayınca başkalarının da derslere gelmesine izin vermiş, medrese öğrencilerin- den de derslerini takip edenlerle sayı çoğalmış, iki yüze kadar ulaşmıştır.170 Eserin yazma bir nüshası Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi’ndedir (Isparta İl Halk Kütüphanesi, nr. 32 Hk 569 (1865), 290 vr.).

6. Şerhu’t-Tenkīh (et-Teftîh li-muğlakāti ebvâbi’t-Tenkīh) Sadrüşşerîa’nın (ö. 747/1346) fıkıh usûlüne dair Tenkīhu’l-usûl adlı eserinin şerhidir. Bursevî şeyhinin bu eserde et-Telvîh ve et-Tavzîh’in maksatlarını bir araya getirdiğini, ay- rıca başka faydalı bilgileri de eklediğini, bu şerhin tek başına şeyhinin faziletine ve ilmi- nin genişliğine şahit olarak yeterli olduğunu, zira zamanındaki âlimlerin bu üç esere hâ- şiye veya şerh yazmak bir yana maksatlarını anlamaktan aciz olduklarını ifade eder.171 Eserin bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’ndedir (Yahya Tevfik, nr. 86, vr. 1b-376a).

7. Hidâyetü’l-mütehayyirîn (Gāyetü’l-müntehab) Atpazarî Osman Fazlı Efendi’nin eski kimya ve iksir ilmi ile ilgili risalesinin ismi yazma nüshalarının mukaddimesinde açıkça “Hidâyetü’l-mütehayyirîn” olarak yer almaktadır.172 Bursevî ise Tamâmü’l-feyz’de şeyhinin kimya ve iksir ilmi ile ilgili eserinin ismini Gāye- tü’l-müntehab olarak zikreder. Daha sonra yazdığı bazı eserlerde ise bu ismi hiç anmadan defaatle şeyhinin kimya/iksir ilmine dair “bir” kitap/risale yazdığını belirtir.173 Bursevî’nin

168 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 189, 2: 9. 169 Bkz. Şükrü Özen, “Tenkīhu’l-usûl”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2011), 40: 454-458; a.mlf., “Teftâzânî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2011), 40: 305-306. 170 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 189; a.mlf., Kitâbü’s-Silsile, 95. 171 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 189. 172 Atpazarî, Hidâyetü’l-mütehayyirîn, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi, nr. 3491, 45b; İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, AY, nr. 6082, 2a; Çorum Hasan Paşa Kütüphanesi, nr. 2958/3, 30a. 173 Bkz. Bursevî, Vâridât-ı Hakkıyye, 173b; a.mlf., Kitâbü’l-Hitâb, 294; a.mlf., el-Vâridât, Bursa İnebey Kütüphanesi, Genel, nr. 66, 132a; a.mlf., Tuhfe-i Halîliyye (İstanbul, 1293), 75-76; a.mlf., Tuhfe-i

Hasakiyye, 57a, 82a; a.mlf., Kitâbü’n-Netice, 1: 254, 2: 316; a.mlf., Kitâbü’s-Silsile, 95. İlişkileri ile Ricali Devlet Eserleri ve Hayatı, Osman’ın Kutup

• 61 Sürgün Bir Şeyhe Armağan: Atpazarî Kutup Osman Kitabı bu eserin kaynağı ve muhtevası hakkında verdiği bilgiler ile Hidâyetü’l-mütehayyirîn’in mu- kaddimesinde verilen bilgiler ve risalenin muhtevası birbirine uymaktadır. Kanaatimizce Hidâyetü’l-mütehayyirîn ile Bursevî’nin Gāyetü’l-müntehab adını verdiği risale aynı eserdir. Bursevî bu risalenin yazılma hikayesini ise Osman Fazlı Efendi’den şöyle nakleder. Bir şahıs ona ne olduğunu sormak üzere bir kitap getirmişti. Kitaba bakan Osman Fazlı Efendi onun iksir ilmi ile ilgili Aydemir el-Cildekî’nin (XIV. yüzyıl) Nihâyetü’t-taleb fî şer- hi’l-Mükteseb adlı eseri olduğunu gördü. Kitabı başından sonuna kadar bir defa mütalaa etti. Fakat müellifin ne anlatmak istediği ona açılmadı. Sonra tekrar mütalaa edip üzerinde düşününce, daha kitabın sonuna ulaşmadan anlatılmak istenenlerin hepsi ona açıldı. Bu- nun üzerine bu konuda Gāyetü’l-müntehab adlı bir kitap yazmaya başladı. Fakat Allah ta- rafından alıkonulduğu için tamamlamadan bıraktı. Sultan ve vezir, insanlardan istemeye muhtaç olmasınlar diye iksir yapmayı düşünüyordu. Fakat bu hususta Allah tarafından kendisine izin verilmedi. İsmâil Hakkı Bursevî şeyhinin kendisine Gāyetü’l-müntehab’ı gösterdiğini, aslında kendisinin dünyaya talip olup olmadığını denediğini kesin olarak anladığı için iksir ilmi ile ilgili şeyhine hiçbir şey sormadığını, şeyhinin de bu ilme sahip olduğu halde dünyaya değer vermediği için iksir ilmini ömrünün sonuna kadar hiç uy- gulamadığını söyler.174 Yine Bursevî şeyhinin sahih keşf yoluyla ilm-i iksire malik olduğunu, bir Cuma günü İstanbul’da Sultan Selim Camii kürsüsünde beş-on bin adam içinde açıkça “Allah Teala bana bir ilim vermiştir ki murad etsem Osmanlı’nın atları na‘llerin gümüşlerdim” dedi- ğini, hazinenin çok zor durumda olduğu bir zamanda bu sözler devlet ricaline aksedince şeyhten bu işi sorduklarını, onun ise “Benim muradım kanaat kimyasıdır” diyerek onları geri çevirdiğini ifade eder.175 Yazma nüshaları: Çorum Hasan Paşa Kütüphanesi, nr. 2958/3, vr. 29a-36b; Süleyma- niye Kütüphanesi, Esad Efendi, nr. 3491, vr. 45b-48b; İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, nr. AY6082, 9 vr. Eser Mürşidü’l-mütehayyirîn adıyla Türkçe’ye tercüme edil- miştir (İstanbul Büyük Şehir Belediyesi, Atatürk Kitaplığı, Osman Ergin, nr. 1635, vr. 1b-9b.

Tasavvufî Eserleri

1. Şerhu Fusûsu’l-hikem Filibe’de bulunduğu sırada bu şerhi yazmış, fakat daha sonra manevi hâlinin galebe ettiği vakitlerden birinde yakmıştır.176

2. Misbâhu’l-kalb şerhu Miftâhi’l-gayb Sadreddin Konevî’nin (ö. 673/1274) Miftâhu’l-gayb adlı eserinin şerhidir. 3 Cemâzi- yelâhir 1097’de (27 Nisan 1686) tamamlanmıştır.177 Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulu- nan nüshaları: Reisülküttab, nr. 511, vr. 1b-88a (müellif hattı); Hacı Mahmud Efendi, nr.

174 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 239-240. 175 Bursevî, Tuhfe-i Halîliyye, 75-76; a.mlf., Tamâmü’l-feyz, 1: 242-243. 176 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 179, 187. 177 Atpazarî, Misbâhu’l-kalb, Süleymaniye Kütüphanesi, Reisülküttab, nr. 511, 88a.

62 • 2253. 248 vr.; Hacı Mahmud Efendi, nr. 2334, 172 vr.; Halet Efendi, nr. 285. 189 vr.; Ha- san Hüsnü Paşa, nr. 593, 187 vr.; Laleli, nr. 1424, 138 vr.; Nafiz Paşa, nr. 616, 236 vr.; Diğer kütüphanelerde bulunan bazı nüshaları: Ragıp Paşa Kütüphanesi, nr. 693, 215 vr.; Ragıp Paşa Kütüphanesi, nr. 694, 245 vr.; İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi, nr. AY4598; Edirne Selimiye, nr. 1102.

3. Mirâtü esrâri’l-irfân alâ İ’câzi’l-Kur’ân fî keşfi ba’zı esrâri Ümmi’l-Kur’ân Sadreddin Konevî’nin Fâtiha Tefsîri’nin hâşiyesidir. Osman Fazlı Efendi’nin tasavvufî eserlerinden en son yazdığı eserdir. Bursevî şeyhinin bu eseri hâşiye üslûbu ile şerh etti- ğini, İstanbul’da yüz yirmi gün, yani dört ay gizlenip bu eseri kaleme aldığını, kendisine ‘bu hâşiyenin mükâşefenin başından itibaren otuz üç yılın neticesi olduğunu’ söylediğini belirtir.178 Eser 3 Cemaziyelâhir 1100 (25 Mart 1689) Cuma günü tamamlanmıştır.179 Bazı yazma nüshaları: Ragıp Paşa Kütüphanesi, nr. 162, 489 vr.; Atıf Efendi Kütüphanesi, nr. 364, 126 vr.; Bursa İnebey Kütüphanesi, Haraççıoğlu, nr. 113, 206 vr.

4. el-Lâihâtü’l-berkıyyât fî keşfi’l-hucüb ve’l-estâr an vücûhi esrâri ba’zı’l-ehâdîs ve’l-âyât Muhtelif sûrelerden altmış altı âyetin tasavvufî tefsirini ve altı hadisin şerhini içerir. Yapılan yorumlar vahdet-i vücûd anlayışı çerçevesinde müellifin keşf ve ilham ile gönlüne doğan bilgilere dayanmaktadır. Halifelerinden İsmâil Hakkı Bursevî’nin Rûhu’l-beyân adlı tefsirinde de zaman zaman bu eserden nakiller yapılmıştır. Müellif hattıyla olan yazma nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’ndedir (Reisülküttab, nr. 511. 94b-123b vr.).180 Bedret- tin Çetiner tarafından hazırlanan tahkikli metni yayımlanmamıştır 181

5. Tecelliyât-i Berkıyye er-Risâletü’l-Berkıyye, Risâle Berkıyye fî kasîde aşkıyye gibi isimlerle de anılan bu kü- çük risale İbnü’l-Arabî’nin;

لنا من أمره روح وجسم لنا من جوهر األشياء طلسم لنا في مجمع األسماء اسم فهذا من جنون العشق قسم matla‘lı kasidesinin şerhine dairdir. Edirne ulemasından Arabzâde diye meşhur Halil Efen- di’nin kasideden bazı yerleri sorması üzerine yazılmıştır.182 Yazma nüshaları: Süleyma- niye Kütüphanesi, Reisülküttab, nr. 511, vr. 93a-94b (müellif hattı); Bursa İnebey Kütüp- hanesi, Genel, nr. 41, vr. 11b-15a (müstensih: İsmâil Hakkı Bursevî); Millet Kütüphanesi,

178 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 178. 179 Atpazarî, Mirâtü esrâri’l-irfân, Ragıp Paşa Kütüphanesi, nr. 162, 489a. 180 Eser hakkında bkz. Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 177-178; Bedrettin Çetiner, “Atpazarî Osman Fazlı ve el- Lâihatü’l-berkıyyât Adlı Tasavvufî Tefsir Risalesi”, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 16-17 (1998-1999): 47-51. 181 Fotokopi nüshası için bkz. Atpazarî, el-Lâihâtü’l-berkıyyât, haz. Bedreddin Çetiner (İstanbul, 1987).

182 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 179, 190; Çetiner, “Atpazarî Osman Fazlı...”, 44, 52. İlişkileri ile Ricali Devlet Eserleri ve Hayatı, Osman’ın Kutup

• 63 Sürgün Bir Şeyhe Armağan: Atpazarî Kutup Osman Kitabı Ali Emiri, nr. A 1182, vr. 53-56. Muhammed Bedirhan tarafından hazırlanan yüksek li- sans tezinde risalenin metni de yer almaktadır.183

6. er-Risâletü’r-Rahmâniyye fî beyâni’l-kelimeti’l-irfâniyye İlâhî isimler, mecazî ve hakikî isimlerle ilgili bir eserdir. Osman Fazlı Efendi Köprü- lüzâde Mustafa Paşa’nın tasavvufa meylini gördüğü için bu eseri onun adına telif etmiş ve 15 Muharrem 1089’da (9 Mart 1678) tamamlamıştır. Daha önce geçtiği üzere Osman Fazlı Efendi’yi Kıbrıs’a sürgüne gönderen de aynı Mustafa Paşa’dır.184 Yazma nüshaları: Atıf Efendi Kütüphanesi, nr. 1500, vr. 16b-20b; İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Ergin, nr. 591, vr. 13a-16b (Bu iki nüsha Bursevî’ye ait Mecmûatü’l-esrâr adlı mecmuada bulunmaktadır ve aslının müellif nüshasından istinsah edildiği kayıtlıdır); Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud, nr. 721, vr. 1b-5b. Muhammed Bedirhan tarafından hazır- lanan yüksek lisans tezinde risalenin metni de yer almaktadır.185

7. Mektûbât-ı Osman Celvetî li-tilmîzihî Şeyh İsmâil Hakkı Osman Fazlı Efendi’nin 1087-1102 yılları arasında İsmâil Hakkı Bursevî’ye gönder- diği mektuplardan meydana gelmektedir. Toplam otuz yedi mektupdan sadece ilki başka bir halifesine gönderilmiştir. Mektupların metinleri Bursevî tarafından bir araya getirile- rek ulaşma tarihi ve hangi münasebetle gönderildiği gibi hususlarla ilgili kısa bilgiler ve- rilmiştir. Bazı yazma nüshaları: İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi’ndedir (nr. TY2202, vr. 1b-14a). Kastamonu İl Halk Kütüphanesi, nr. 1618/2, vr. 9a-22b.

8. Tahrîrât Osman Fazlı Efendi’nin eserlerinden ve yazılarından İsmâil Hakkı Bursevî tarafın- dan 1101/1690 tarihinde yapılan seçmelerden ve istinsah ettiği metin ve risalelerden iba- -gibi ifadelerle başladığı için risaleye “Tah ”ومن تحريرات شيخنا...“ rettir. Yapılan seçmeler rîrât” adı verilmiştir. Bursevî’nin kendi hattıyla olan bir mecmuasının ilk otuz varağında dağınık olarak yer alır. Osman Fazlı Efendi’nin isim koymadığı bir risalesi 1a-9a varak- ları arasında, er-Risâletü’l-Berkıyye adlı risalesi 11b-15a varakları arasında, Bursevî’nin bu mecmuasına Osman Fazlı Efendi’nin yazdığı kendi hattıyla bir yazısı varak 27a’da bulun- maktadır. Yazma nüshası Bursa İnebey Kütüphanesi’ndedir (Genel, nr. 41).

Yanlışlıkla İsnat Edilen Eserler İsim benzerliğinden dolayı Atpazarî Osman Fazlı Efendi’ye yanlışlıkla bazı eserler is- nat edilmiştir.

183 Muhammed Bedirhan, Osman Fazlı Atpazarî: Hayatı-Eserleri ve Tasavvufî Görüşleri (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 2006), 173-177. 184 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 1: 175-177; a.mlf., Kitâbü’l-Hitâb, 293. 185 Bedirhan, Osman Fazlı Atpazarî, 168-172.

64 • 1. Câmi-i Kasas ve Dîvân “Fazlî” mahlaslı bir şair adına Yapı Kredi Sermet Çifter Araştırma Kütüphanesi’nde aynı ciltte peşpeşe yer alan iki eserden yanlışlıkla Câmi-i Kasas adıyla kaydedilen man- zum siyer-i nebî (Yer: Y-0173/1, Demirbaş: 035737/1, vr. 3b-68a.) 5 Zülkade 1066’da (25 Ağustos 1656) (vr. 67b), Dîvân (Yer: Y-0173/2, Demirbaş: 035737/2, vr. 68b-148b) ise 23 Şaban 1069’da (16 Mayıs 1659) tamamlanmıştır (vr. 152b, 153a). Yanlışlıkla Câmi-i Ka- sas adıyla kaydedilen manzum eserin adı “Fazlullâh”tır. Câmi-i Kasas ise şairin daha önce yazdığı peygamber kıssalarına dair başka bir eseridir. Nitekim şair eserinin son tarafında (vr. 67a-b) bunu açıkça şöyle ifade eder:

Bundan akdem bir kasas te’lîf edip Enbiyânın cümlesin tavsîf edip Heft bâb üzre edip resmin onun Eyledim “Câmi-i Kasas” ismin onun Oldu ebyâtı sekiz bine karîb Umarım makbûl ede Rabb-i Mücîb Fazl-ı Hakk ile bu dahi buldu nizâm Müstehakdır ola “Fazlullâh” nâm Kırk birer beyt kırk u bir fasl oldu bu Tab’ıma gāyetle çesbân geldi bu İkisi de zâde-i tab’ım dürür Nûr-i çeşmim hâsıl-ı ömrüm dürür Bu iki zîbâ kitâbeynim benim Oldu hâlâ nûr-i ayneynim benim Rabbenâ, yâ Rabbenâ, yâ Rabbenâ Et mübârek bu kitâbeynim bana

“Fazlullâh” adlı bu eserin başladığı varağın ön yüzünde (vr. 3a) silik bir kurşun kalem yazısıyla ‘Fazlî’nin Fazlullâh Mesnevî’sini 1066’da (1656) yazdığı, eserin bir siyer-i Nebî ol- duğu, yine onun evvelce “Câmi-i Kasas” adlı enbiya siyeri yazdığı’ kaydedilmiştir. Bu bil- gilere göre Fazlî mahlaslı bu şairin Câmi-i Kasas, Fazlullâh ve Dîvân adlı üç manzum ese- rinden söz edilebilir. Aslında “Fazlullâh” olduğu halde yanlışlıkla “Câmi-i Kasas” adıyla kaydedilen eser Ha- san Sevban Kapdan tarafından Atpazarî Osman Fazlı Efendi’ye nispet edilerek hakkında yüksek lisans tezi hazırlanmıştır (Câmi-i Kasas (Fazlî) -Dil İncelemesi-, Sakarya Üniversi- tesi, 2006). Dîvân da Kadri Erdem tarafından yine Atpazarî Osman Fazlı Efendi’ye nispet edilerek hakkında yüksek lisans tezi hazırlanmıştır (Kutup (Seyyid) Osman Fazlî Divânı İnceleme-Metin, Sakarya Üniversitesi, 2008). Bu eserleri yazan şairin mahlasının Fazlî olmasına ve eserlerin yazıldıkları zamanın

Osman Fazlı Efendi’nin hayatta olduğu gençlik dönemine denk düşmesine bakılarak ona İlişkileri ile Ricali Devlet Eserleri ve Hayatı, Osman’ın Kutup

• 65 Sürgün Bir Şeyhe Armağan: Atpazarî Kutup Osman Kitabı ait olduğu iddia edilebilir. Ancak Osman Fazlı Efendi hakkında en önemli kaynak olan İs- mâil Hakkı Bursevî bu eserlerden hiç söz etmemektedir. Tam aksine bu bölümün başında geçtiği üzere şeyhinin Türkçe ilahilerini dağınık mecmuaların boş bulduğu sayfalarına ya- zıp kendisi için biriktirmediğini belirtmektedir.186 “Fazlî” mahlaslı şairin bu manzum eser- lerinin muhtevası, üslûbu ve tasavvufî derinliği de Osman Fazlı Efendi’nin şahsiyeti, İb- nü’l-Arabî ve Sadreddîn Konevî’nin takipçilerinden olarak bağlı olduğu düşünce sistemi ile telif edilebilir durumda değildir.

2. Tulû‘u’ş-şemsi ve’l-işrâk yahut Tulû‘u’ş-şemsi ve’l-felak fî tefrîkı’l-mülhidi ve’l- mukallidi min şeyhi’l-hak Kâdiriyye tarikatına mensup Seyyid Osman Adapazarî’ye (ö. 1833’ten sonra) aittir. Eserin bazı yazma nüshaları: Süleymaniye Kütüphanesi, İzmir, nr. 321, 118 vr.; İBB Ata- türk Kit., Osman Ergin, nr. 957, 81 vr.; Osman Ergin, nr. 1939.

3. Gül ü Bülbül Bazı kütüphane kayıtlarında Osman Fazlı Efendi’ye nispet edilse de aslında Kanunî Sultan Süleyman devri şairlerinden Kara Fazlî’nin (ö. 971/1564) eseridir. 960/1553’te yazı- lıp Kanunî’nin oğlu Şehzâde Mustafa’ya sunulan Gül ü Bülbül, 2444 beyitten oluşan tem- silî (alegorik) bir mesnevîdir.187

186 Bursevî, Tamâmü’l-feyz, 2: 71. 187 Fazlî, Gül ü Bülbül, haz. Nezahat Öztekin (İzmir, 2002).

66 • Kaynakça Aslanapa, Oktay. Kıbrıs’ta Türk Eserleri. İstanbul 1975. Atpazarî Osman Fazlı. Hidâyetu’l-mütehayyirîn. 1) Çorum Hasan Paşa Kütüphanesi, nr. 2958/3, 29a-36b; 2) İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, nr. AY6082; 3) Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi, nr. 3491, 45b-48b. ------el-Lâihâtü’l-berkıyyât. Haz. Bedrettin Çetiner. İstanbul, 1987. ------Mirâtü esrâri’l-irfân. Ragıp Paşa Kütüphanesi, nr. 162. ------Misbâhu’l-kalb. Süleymaniye Kütüphanesi, Reisülküttab, nr. 511, 1b-88a. Bedirhan, Muhammed. Osman Fazlı Atpazarî: Hayatı-Eserleri ve Tasavvufî Görüşleri. Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 2006. Bursalı Mehmed Tahir. “Atpazarî Osman Fazlî-i İlâhî”. Sebîlürreşâd. 28/210 (1330): 29-30. Bursevî, İsmâil Hakkı. Furûk-ı Hakkî. İstanbul, 1310. ------Kitâb-ı Kebîr. Bursa İnebey Kütüphanesi, Genel, nr. 71. ------Kitâbü’d-Düreri’l-irfâniyye. İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, nr. TY4019. ------Kitâbü’l-Hitâb. İstanbul, 1256. ------Kitâbü’l-Mir’ât. Bursa İnebey Kütüphanesi, Genel, nr. 40. ------Kitâbü’n-Netîce. Cilt 1-2. Haz. Ali Namlı-İmdat Yavaş. İstanbul, 1997. ------Kitâbü’s-Silsileti’l-Celvetiyye. İstanbul, 1291. ------Kitâbü’z-Zikr ve’ş-şeref. Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud, nr. 2752. ------Müteferrikāt-ı Şeyh Hakkî. Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi, nr. 1667. ------Nakdü’l-hâl. İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, nr. TY2153. ------Rûhu’l-beyân. Bursa İnebey Kütüphanesi, Genel, nr. 17. ------Tamâmü’l-feyz fî bâbi’r-ricâl. Cilt 1. Thk. Ramazan Muslu; Cilt 2. Thk. Ali Namlı. Dimaşk: Dâru Ninawa, 2011. ------Tuhfe-i Atâiyye. Süleymaniye Kütüphanesi, Bağdatlı Vehbi, nr. 1537. ------Tuhfe-i Halîliyye. İstanbul, 1293. ------Tuhfe-i Hasakiyye. Süleymaniye Kütüphanesi, Mihrişah, nr. 164. ------el-Vâridât. Bursa İnebey Kütüphanesi, Genel, nr. 66. ------Vâridât-ı Hakkıyye. Bursa İnebey Kütüphanesi, Genel, nr. 86. Büyükdinç, Nesibe Feyza. Osmanlı Medreselerinde Bir Öğretim Metodu Olarak Münâzara ve Ahmet Cev- det Paşa’nın Âdâb-ı Sedâd Adlı Eseri. Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 2007. Çetiner, Bedrettin. “Atpazarî Osman Fazlı ve el-Lâihatü’l-berkıyyât Adlı Tasavvufî Tefsir Risalesi”. Mar- mara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. 16-17 (1998-1999): 47-51. Danişmend, İsmail Hami. İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi. 3 Cilt. İstanbul, 1972. Fazlî. Gül ü Bülbül. Haz. Nezahat Öztekin. İzmir, 2002. Hüseyin Vassâf. Sefîne-i Evliyâ-yı Ebrâr. Cilt 3. Süleymaniye Kütüphanesi, Yazma Bağışlar, nr. 2307. İsmâil Belîğ. Güldeste-i Riyâz-ı İrfân. Bursa, 1302. Mehmed Süreyya. Sicill-i Osmânî. İstanbul, 1308-15. Muslu, Ramazan. İsmâil Hakkı Bursevî ve Tamâmü’l-feyz Adlı Eseri I. Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üni- versitesi, 1994. Müstakimzâde Süleyman Sa‘deddîn. Devhatü’l-meşâyih. İstanbul, 1978. ------Tuhfe-i hattâtîn. İstanbul, 1928. Namlı, Ali. İsmâil Hakkı Bursevî ve Tamâmü’l-feyz Adlı Eseri II, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversi- tesi, 1994. ------İsmâil Hakkı Bursevî, Hayâtı, Eserleri ve Tarîkat Anlayışı. İstanbul: İnsan Yayınları, 2001. Özcan, Abdülkadir. “İbrâhim Paşa, Kara”. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. 21: 329-330. Ankara:

TDV Yayınları, 2000. İlişkileri ile Ricali Devlet Eserleri ve Hayatı, Osman’ın Kutup

• 67 Sürgün Bir Şeyhe Armağan: Atpazarî Kutup Osman Kitabı Özen, Şükrü. “Teftâzânî”. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. 40: 299-308. Ankara: TDV Yayınları, 2011. ------“Tenkīhu’l-usûl”. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. 40: 454-458. Ankara: TDV Yayınları, 2011. Râşid Mehmed Efendi. Târih-i Râşid. İstanbul, 1282. Rif’at Efendi. Devhatü’n-nukabâ’. İstanbul, 1283. Silâhdar Mehmed Ağa. Silâhdar Târihi. İstanbul, 1928. Şeyhî Mehmed Efendi. Vakāyiu’l-fuzalâ. İstanbul, 1989. Tanman, M. Baha. “Atpazarî Tekkesi”. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. 4: 85. Ankara: TDV Ya- yınları, 1991. Usta, Muhiddin. Tabîbzâde Mehmed Şükrî Efendi ve Silsilenâme-i Sûfiyye İsimli Eseri. Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 2006. Uşşâkîzâde. Zeyl-i Şakāyık. Wiesbaden, 1965. Uzunçarşılı, İ. Hakkı. Osmanlı Devletinin Saray Teşkilâtı. Ankara, 1984. ------Osmanlı Tarihi. Ankara, 1988. Yıldız, Sâkıb. “Atpazarî Osman Fazlı”. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. 4: 83-85. Ankara: TDV Yayınları, 1991. ------Exégète Turc Ismā‘il Haqqī Burūsawī, Sa Vie, Ses Oeuvres et La Méthode dans son Tafsīr Rūh al- Bayān. Doktora Tezi, L’Université de Sorbonne, 1972. ------“İsmâ‘il Hakkı Burûsevî’nin Hayatı”, Atatürk Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesi Dergisi. 1 (1975): 103-126. Yılmaz, H. Kâmil. Aziz Mahmûd Hüdâyi ve Celvetiyye Tarîkatı. İstanbul, 1982.

68 •