T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2448 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1420

ÇAĞDAŞ TÜRK ROMANI

Yazarlar Prof.Dr. Yakup ÇELİK (Ünite 1, 6) Prof.Dr. Osman GÜNDÜZ (Ünite 3, 5, 9) Prof.Dr. Mehmet NARLI (Ünite 2, 4) Dr.Öğr.Üyesi Tacettin ŞİMŞEK (Ünite 7, 8)

Editörler Prof.Dr. Yakup ÇELİK Prof.Dr. Emine KOLAÇ Bu kitabın basım, yayım ve satış hakları Anadolu Üniversitesine aittir. “Uzaktan Öğretim” tekniğine uygun olarak hazırlanan bu kitabın bütün hakları saklıdır. İlgili kuruluştan izin almadan kitabın tümü ya da bölümleri mekanik, elektronik, fotokopi, manyetik kayıt veya başka şekillerde çoğaltılamaz, basılamaz ve dağıtılamaz.

Copyright © 2012 by Anadolu University All rights reserved No part of this book may be reproduced or stored in a retrieval system, or transmitted in any form or by any means mechanical, electronic, photocopy, magnetic tape or otherwise, without permission in writing from the University.

Öğretim Tasarımcısı Prof.Dr. Cemil Ulukan

Grafik Tasarım Yönetmenleri Prof. Uçar Doç.Dr. Nilgün Salur Öğr.Gör. Cemalettin Yıldız

Ölçme Değerlendirme Sorumlusu Öğr.Gör. Meryem Aydın

Kapak Düzeni Prof.Dr. Halit Turgay Ünalan

Dizgi ve Yayıma Hazırlama Kitap Hazırlama Grubu

Çağdaş Türk Romanı

E-ISBN 978-975-06-3403-1

Bu kitabın tüm hakları Anadolu Üniversitesi’ne aittir. ESKİŞEHİR, Şubat 2019 2421-0-0-0-2102-V01 İçindekiler iii İçindekiler

Önsöz ...... vii

Tarihî Roman Kavramı ve 1950 Sonrası Türk Edebiyatında 1. ÜNİTE Tarihsel Roman...... 2 TARİH VE TARİHÎ ROMAN KAVRAMI ...... 3 TÜRK EDEBİYATINDA TARİHÎ ROMAN ...... 6 1920-1960 Arası ...... 6 1960 Sonrası ...... 7 TÜRK ROMANINDA TÜRK TARİHİNİN ÇEŞİTLİ EVRELERİ ...... 9 Safiye Erol-Ciğerdelen ...... 9 -Devlet Ana ...... 10 YAKIN TARİHİN TÜRK ROMANINA YANSIMASI ...... 12 Nahit Sırrı Örik-Abdülhamit Düşerken ...... 14 Tarık Buğra-Küçük Ağa ...... 15 Attilâ İlhan-Dersaadet’te Sabah Ezanları ...... 17 Özet ...... 21 Kendimizi Sınayalım ...... 23 Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı ...... 24 Sıra Sizde Yanıt Anahtarı ...... 24 Yararlanılan Kaynaklar ...... 25 Başvurulabilecek Kaynaklar ...... 26

Toplumcu Gerçekçi Roman ve Gelişimi...... 28 2. ÜNİTE TOPLUMCU GERÇEKÇİ ROMANIN SİYASAL SOSYAL ARKA PLANI ...... 29 TOPLUMCU GERÇEKÇİ KÖY ROMANI ...... 32 İlk Köy Romanından Toplumcu Gerçekçi Köy Romanına ...... 32 Köy Romanları Üzerine ...... 33 Mahmut Makal: Bizim Köy ...... 33 : Teneke ...... 34 : Yılanların Öcü ...... 35 Kemal Tahir: Köyün Kanburu ...... 37 TOPLUMCU GERÇEKÇİ İŞÇİ ROMANI ...... 38 İşçi Romanının Doğuşu ...... 38 İşçi Romanları Üzerine ...... 39 Orhan Kemal: Bereketli Topraklar Üzerinde ...... 39 Orhan Kemal: Gurbet Kuşları ...... 40 TOPLUMCU GERÇEKÇİ AYDIN ROMANI ...... 42 Toplumcu Gerçekçilik ve Birey Olarak Aydın ...... 42 Yusuf Atılgan: Aylak Adam ...... 43 Oğuz Atay: Tutunamayanlar ...... 44 Selim İleri: Bir Akşam Alacası ...... 45 Toplumcu Gerçekçi Roman ve Darbeler ...... 46 Sevgi Soysal: Şafak ...... 46 Erdal Öz: Yaralısın ...... 47 Mehmet Eroğlu: Issızlığın Ortasında ...... 48 Özet ...... 49 iv İçindekiler

Kendimizi Sınayalım ...... 50 Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı ...... 51 Sıra Sizde Yanıt Anahtarı ...... 51 Yararlanılan Kaynaklar ...... 52

3. ÜNİTE 1950 Sonrası Türk Romanında Bireysel Eğilimler...... 54 1950 SONRASI TÜRK ROMANINA GENEL BİR BAKIŞ ...... 55 1950 Öncesi Kuşağından Romancılıklarını Sürdürenler ...... 57 İçedönük Bireysel Eğilimler ya da Geçmiş Özlemi ...... 58 Konularını ve Kişilerini Anadolu Kent ve Kasabalarından Alan Romancılar ..... 67 Özet ...... 73 Kendimizi Sınayalım ...... 75 Okuma Parçası ...... 76 Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı ...... 77 Sıra Sizde Yanıt Anahtarı ...... 78 Yararlanılan Kaynaklar ...... 79 Başvurulabilecek Kaynaklar ...... 79

4. ÜNİTE Postmodern Roman...... 80 POSTMODERN ROMANIN KÜLTÜREL, SİYASAL VE SOSYAL ARKA PLANI ...... 81 MODERN ROMAN VE POSTMODERN ROMAN ...... 84 POSTMODERN ROMANLAR ÜZERİNE ...... 86 : Kara Kitap ...... 86 Hasan Ali Toptaş: Bin Hüzünlü Haz ...... 88 İhsan Oktay Anar: Puslu Kıtalar Atlası ...... 89 Özet ...... 91 Kendimizi Sınayalım ...... 93 Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı ...... 94 Sıra Sizde Yanıt Anahtarı ...... 94 Yararlanılan Kaynaklar ...... 95

5. ÜNİTE Çağına Tanıklık Eden Romanlar (12 Mart-12 Eylül Romanları)...... 96 BİR DÖNEMİN YARGILANIŞI YA DA 12 MART/12 EYLÜL ROMANLARI ...... 97 12 Mart/12 Eylül Roman ve Romancılarının Genel Karakteristiği ...... 98 Dönem Romanları İçin İki İlginç Model: Şafak ve Yarın Yarın ...... 98 TOPLUMCU GERÇEKÇİ BAKIŞ YA DA 68 KUŞAĞI ...... 99 MİLLİYETÇİ/ÜLKÜCÜ BAKIŞ ...... 101 Özet ...... 104 Kendimizi Sınayalım ...... 105 Okuma Parçası ...... 106 Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı ...... 107 Sıra Sizde Yanıt Anahtarı ...... 108 Yararlanılan Kaynaklar ...... 108 İçindekiler v

Feminist Söylem ve Kadın Yazarlar...... 110 6. ÜNİTE FEMİNİST SÖYLEM ...... 111 KADIN YAZARLAR ...... 111 Cumhuriyet Dönemi’nde Yetişen İlk Kadın Yazarlar ...... 112 1950 Sonrasında Kadın Yazarlar ...... 113 Milliyetçi - Maneviyatçı Görüşe Sahip Olanlar ve Tarihsel Perspektifle Yazanlar ...... 113 Toplumcu - Gerçekçi Çizgide Eser Veren Kadın Yazarlar ...... 115 Popüler Kadın Romancılar ...... 117 Modern Akımların İzinde Yazan Kadın Romancılar ...... 117 Veda - Esir Şehirde Bir Konak - Ayşe Kulin ...... 124 Özet ...... 128 Kendimizi Sınayalım ...... 129 Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı ...... 130 Sıra Sizde Yanıt Anahtarı ...... 130 Yararlanılan Kaynaklar ...... 131 Başvurulabilecek Kaynaklar ...... 131

Gelenekçi Romanın Özellikleri ve Gelişimi...... 132 7. ÜNİTE GELENEK VE ROMAN ...... 133 GELENEKÇİ ROMANIN ÖZELLİKLERİ ...... 133 GELENEKÇİ ROMANIN İLK ÖRNEKLERİ ...... 134 TÜRKİYE’DE GELENEKÇİ ROMANIN GELİŞİMİ ...... 135 1950’Lİ YILLARDA GELENEKÇİ ROMAN ...... 136 1960’LI YILLARDA GELENEKÇİ ROMAN ...... 136 1970’Lİ YILLARDAN SONRA GELENEKÇİ ROMAN ...... 139 Tarihî Roman ve Gelenek ...... 142 1980’Lİ YILLARDAN GÜNÜMÜZE GELENEKÇİ ROMAN ...... 144 VE DİĞERLERİ ...... 150 Özet ...... 152 Kendimizi Sınayalım ...... 153 Okuma Parçası ...... 154 Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı ...... 155 Sıra Sizde Yanıt Anahtarı ...... 155 Yararlanılan Kaynaklar ...... 156 Başvurulabilecek Kaynaklar ...... 156

Türk Romanında Yeni Bir Tarz: Biyografik Roman...... 158 8. ÜNİTE BİYOGRAFİK ROMAN ...... 159 Biyografik Romanın Özellikleri ...... 159 TÜRK EDEBİYATINDA BİYOGRAFİK ROMAN ...... 160 İlk Biyografik Roman Örnekleri ...... 160 BİYOGRAFİK ROMAN MODELİ: BİR BİLİM ADAMININ ROMANI ...... 161 1990’LI YILLARDA TÜRKİYE’DE BİYOGRAFİK ROMAN ...... 163 GÜNÜMÜZ TÜRK EDEBİYATINDA BİYOGRAFİK ROMAN ...... 164 VE DİĞERLERİ ...... 171 Özet ...... 173 Kendimizi Sınayalım ...... 175 vi İçindekiler

Okuma Parçası ...... 176 Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı ...... 176 Sıra Sizde Yanıt Anahtarı ...... 177 Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar ...... 178

9. ÜNİTE Modern Söylem ve 1980 Sonrası Türk Romanı...... 180 ÇAĞDAŞ TÜRK ROMANINDA YENİ AÇILIMLAR, YENİ SÖYLEMLER ...... 181 Köy-Kasabanın Dar Çevresinden Büyük Kentin Geniş Mekânlarına ya da Zamana, Mekâna ve İnsana Açılma ...... 181 MODERNLEŞME YOLUNDA YENİ ADIMLAR YA DA ÖNCÜLER ...... 186 MODERN, FANTASTİK VE POSTMODERN EĞİLİMLER ...... 189 YENİ ARAYIŞLAR: FANTASTİK, BİLİM KURGU, POLİSİYE ROMANLAR .... 202 GENÇ KUŞAK ROMANCILAR YA DA 2000 SONRASI ROMANCILARI ...... 204 SONUÇ ...... 206 Özet ...... 207 Kendimizi Sınayalım ...... 208 Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı ...... 209 Sıra Sizde Yanıt Anahtarı ...... 210 Yararlanılan Kaynaklar ...... 211

Sözlük ...... 213

Ön Söz vii Ön Söz

Sevgili öğrenciler, Toplumlar, elbette ki bilimsel zenginlikler çevresinde gelişirler. Bilimi besleyen en önemli unsur düşüncedir. Düşünceyi dil besler, dili de edebiyat. İnsanlar bilebildikleri, kullanabildikleri sözcükler çevresinde düşünürler, üretirler. Edebiyat, insanın dille gerçekleştirdiği bireysel sanat etkinliğidir. Edebiyat ile hayaller, duygular, düşünceler paylaşma zemini bulur. Edebiyat türleri içerisinde de geniş anlatma zemini ve kurmacanın verdiği imkânlar çevresinde romanın ayrı bir yeri vardır. Roman, yazarına anlatacağı olaylar çevresinde yeni bir dünya kurma, hayallerini, duygularını, dü- şüncelerini ayrıntılarıyla sunma ve tartışma imkânı verir. Türk edebiyatında romanın serüveni de bu imkânlar çevresinde gelişir. Yazarlar, bazen içerisinde yaşadıkları toplumu, kendi duygu ve düşüncelerine göre yeniden düzenleme; bazen hayallerini, acılarını, düşüncelerini farklı kurmacalar çevresinde yansıtma yoluna gitmişlerdir. Tanzimat’tan itibaren edebiyatımıza giren romanın ilk örnekleri Fransız edebiyatının etkisi altında kaleme alınmışlardı. Divan Edebiyatı Dönemi’nde ve daha önceki dönem- lerde de roman ihtiyacını mesnevi, halk hikâyesi, destan, masal gibi türler karşılıyordu. Servet-i Fünun Edebiyatı Dönemi’nde (1896-1901) Halit Ziya Uşaklıgil, Türkçe ile güzel roman örnekleri vermeye (Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu) başladı. Türkçenin roman dili olmasını sağlayan Uşaklıgil’den sonra Ömer Seyfettin, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Re- fik Halit Karay, Halide Edip Adıvar, Reşat Nuri Güntekin, gibi yazarlarımız roman türünün gelişmesine hizmet etti. Türk edebiyatında romanın asıl gelişmesi 1950 sonrasındadır. Türk toplumunun 1940 sonrasında yaşadığı sosyal ve siyasal gelişmeler, edebiyat ve sanat alanındaki yenilikler; çok zengin temaların ve anlatım tekniklerinin ortaya çıkmasına zemin hazırladı. Elinizdeki bu çalışma, genel olarak 1950 sonrası Türk romanın gelişimini ve özellikle- rini anlatmayı hedeflemektedir. Kitabın yazarları olarak sizlere başarılar diliyoruz.

Editör Prof.Dr. Yakup ÇELİK ÇAĞDAŞ TÜRK ROMANI 1 Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra;  Bu üniteyi tamamladıktan sonra;  Tarih ve roman arasındaki ilişki ile tarihî roman kavramının boyutları hakkın- da değerlendirme yapabilecek,  Türk edebiyatının çeşitli dönemlerindeki tarihî romanın niteliğini tartışabilecek,  Türk romanında, Türk tarihinin hangi evrelerinin nasıl yer aldığını açıklayabi- lecek,  Yakın tarihin romanımıza nasıl yansıdığını örnek romanlar aracılığıyla yorum- layabilecek bilgi ve becerilere sahip olacaksınız.

Anahtar Kavramlar • Roman • İttihat ve Terakki Dönemi • Tarih • Safiye Erol • Fiksiyon (Kurgu) • Ciğerdelen • Popüler Tarih Romanları • Kemal Tahir • Nahit Sırrı Örik • Abdülhamit Düşerken • Tarık Buğra • Küçük Ağa • Attilâ İlhan • Dersaadet’te Sabah Ezanları • Millî Mücadele Dönemi • Mütareke Dönemi

İçindekiler

• TARİH VE TARİHÎ ROMAN KAVRAMI Tarihî Roman Kavramı ve • TÜRK EDEBİYATINDA TARİHÎ ROMAN Çağdaş Türk Romanı 1950 Sonrası Türk Edebiyatında • TÜRK ROMANINDA TÜRK TARİHİNİN ÇEŞİTLİ EVRELERİ Tarihsel Roman • YAKIN TARİHİN TÜRK ROMANINA YANSIMASI Tarihî Roman Kavramı ve 1950 Sonrası Türk Edebiyatında Tarihsel Roman

TARİH VE TARİHÎ ROMAN KAVRAMI Edward Hallett Carr, “Tarih nedir?” sorusunu şöyle cevaplandırır: “Tarihçi ile ol- guları arasında kesintisiz bir karşılıklı etkileşim süreci, bugün ile geçmiş arasında bitmez bir diyalog” (1994: 37). Tarih bilimcisi de geçmişin kaydedilmeye değer yönlerini ortaya koyar ve insanları geçmişlerini tanımaları yönünde bilgilendirir. Tarihsel gerçeklik önce tarihçinin, yani tarihsel olayları kaydeden kişinin de- ğerlendirmesinden geçer. İnsanlar, tarihsel gerçeklikleri, olayları kaydeden tarih- çinin yorumlarına, dünya görüşüne göre izlemek durumundadırlar. Yani tarihsel olayların yorumu bir bakıma subjektif bir karakter taşır. İlk elde erozyona uğrayan tarih, tarihî roman aşamasında kurgu denilen ikinci bir değişime girer. Roman yazarı ise tarihçinin malzemesini alır, muhayyilesinde yoğurarak, bilinmeyenler üzerine bir kurgu oluşturarak, tarih malzemesini yeni- den insanların dikkatlerine sunar. Yazar, tarihsel gerçekliğin üzerine, tarihsel ol- mayan kurguya dayalı insan faktörünü ve onun yine tarihe konu olmayacak insan çevresini yerleştirerek eserini meydana getirir (Bakınız, Çelik, 2007). Collingwood’a göre, her insanın eylemi tarihe konu olmaz. Tarihçiler de böyle düşünürler:

“Ne ki, kendilerine tarihsel insan eylemleri ile tarihsel olmayan insan eylemleri ara- sında nasıl ayırım yapılacağı sorulduğunda, ne diyeceklerini şaşırırlar. Biz şimdiki bakış açımızla bir yanıt önerebiliriz: insanın yapıp ettikleri, onun hayvansal doğası, güdüleri ve arzuları denebilecek şeyler belirlendiği sürece, tarihsel değildir; bu etkin- likler süreci doğal bir süreçtir. Bunun için, tarihçi, insanların yiyip içmesiyle, uyuma- sıyla, sevişmesiyle ve böylece doğal arzularını doyurmasıyla ilgilenmez; bu arzuların gelenek ve ahlâkça onaylayacak biçimde doyum bulduğu bir çerçeve olarak, düşünce- leriyle yarattıkları toplumsal adetlerle ilgilenir.” (1996: 259).

Tarihî roman yazarı ise tarihsel olmayan insan eylemlerini hayal dünyasında canlandırır. İşin insani boyutunu kendince ortaya çıkarmaya çalışır. Tarihî romancı ile tarihçi arasında yorum ve değerlendirme bakımından az da olsa bir benzerlik söz konusudur. Tarihin yorumlanmasına dair çıkan kitaplarda tarihçi ile tarihî roman yazanlar arasında fiksiyon bakımından da benzerlik var- dır. Tarihçinin, tarihsel gerçeklikleri yeniden yorumlamasında, kendi dünya görüşü ve hayatı algılama tarzı etkili olur. İlhan Tekeli, tarihçinin görevini şöyle açıklar: “Tarih ancak bugünden geçmişe gidilerek bir bütün olarak kavranabilir ve tarihçi- 4 Çağdaş Türk Romanı

nin yaklaşımı da bugünden geçmişe giderek tarihî anlamak olmalıdır.” (1998: 39). Tarihî roman yazarının durumu daha farklıdır. O, tarihçinin sunduğu malzemeyi, duyduklarından ve efsanelerden elde ettiği bilgiyi hayal dünyasında yoğurur, tarihî malzemeyi insana ait duygularla, yaşama tarzıyla şekillendirerek karşımıza çıkarır. Tarih, tarihî belgelerin yorumlanması ve yapılan araştırmaların artmasıyla sü- rekli olarak tamamlanmaktadır. O hâlde tarihin sürekli olarak kendini yenilemesi de kaçınılmazdır. İlk belgelerden hareketle oluşturulmuş tarih, bulunan yeni bel- geler ve getirilen yeni yorumlarla sürekli değiştirilir ve zenginleştirilir. Bu bağlamda diyebiliriz ki tarihsel gerçeklikle, tarihî olayları hareket noktası alan romanlarda tarihin yeniden yorumlanması söz konusudur. Romanda daha fazla olmak kaydıyla ikisinde de fiksiyon vardır. Fakat tarih, gerçek olmak iddia- sındadır. Roman ise yalnızca yazarının tarihî kurgulaması sonucunda tarihçinin sunduğu malzemeden hareketle kendi gerçeklerini sezdirmek maksadıyla kaleme alınmıştır. Edebiyat da tarihî roman bağlamında tarihle ilişki içerisindedir. İlk tarihî roman örneğini Walter Scott’un kaleme aldığı kabul edilir. Scott, İskoç halkına ait efsane ve halk hikâyelerini toplayarak kendi tarih bilgisiyle yoğurarak roman hâline getirmiştir. İlk tarihî roman örneği sayılan Waverley’de (1814) Walter Scott, gerçek bir olayın içersine fictif yapıda bir metin yerleştirmiştir. Romanın konusu, İskoçya tarihindeki 1745 Jakoben Ayaklanması’dır. Bu romanda fictif yapı, tarih ve eğitim iç içedir. Tarihî roman yaşandığı kabul edilen olaylarla, yazarın kurgu dünyasının bir- leşimi sonucunda meydana gelir. Roman mı, tarih mi olduğu hakkında çeşitli dü- şünceler ileri sürülen tarihî romanın estetik boyutu da tartışmalıdır. Tarih ilminin ışığında aydınlatılmış bir geçmiş ele alınır. Bu sebeple edebî eserin fictif yapısı ile tarihsel gerçeklik iç içe girmiş durumdadır. Bütün bu gelişmelere rağmen, tarihin konusu veya hareket noktası, romanla karşılaştırıldığında sınırlıdır. Roman savaş, siyaset ve ekonomik hayata, okuyucu- yu sıkmamak açısından, fazla girmese de insana ve tabiata ait her şeyi herhangi bir sınırlama olmaksızın kurguya dayandırarak anlatabilir. Tarih şuuru veya tarihsel olan şimdiki zaman ile geçmiş arasındaki bağlan- tıyı sağlar. Tarihî roman yazarı da modern edebiyat kuramları içersinde, en az iki zamana yönelik veya değişik zaman süreçleri içerisinde bir ilişki kurgulayarak romanını oluşturur. Bu, tarih veya tarihî roman yazıcılığında temel kural niteli- ğindedir. Romanın içersinde hissedilse de hissedilmese de yazma zamanı ile vak’a zamanı arasında, anlatımdan veya kullanılan dilden kaynaklanan uzaklık bulu- nur. Romandaki anlatıcının bazen o zaman dilimiyle bütünleştiği de görülür. Bu, başarılı bir anlatım tarzıdır. Tarihî romanda farklı anlatım tekniklerini deneyenler de vardır. Postmodern anlatım tarzını deneyen Nedim Gürsel’in Boğazkesen/Fatih’in Romanı’nda bugün ve geçmiş iki çizgi hâlinde birlikte sunulmuştur. Burada anlatıcı durumundaki “ben”, 12 Eylül 1980 sonrasında Boğaziçi’ndeki terk edilmiş bir yalıda oturmakta ve Fatih Dönemi ile ’un Fethi’ni anlatan bir roman kaleme almaktadır. Binalar ve tarihsel mekânlar “ben”i tarihin içine sürüklemektedir (Gürsel, 1997: 74-75). Boğazkesen/Fatih’in Romanı’ndaki bu anlatıma karşın Kemal Tahir’in Devlet Ana, Yorgun Savaşçı; Tarık Buğra’nın Osmancık, Küçük Ağa; Halide Edip’in Ateş- ten Gömlek; Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Sahnenin Dışındakiler gibi romanların- da, bugünün varlığı, yazarın biyografik bilgisi, eserdeki dil özellikleri ve zamana dayalı anlatım özellikleri dışında fazlaca hissedilmez. 1. Ünite - Tarihî Roman Kavramı ve 1950 Sonrası Türk Edebiyatında Tarihsel Roman 5

Romancının tarihsel bilgiyi yorumlamasında hiçbir sınır yoktur. Konu aldığı zamana ait sıradan bir insanın yaşadığı devri değerlendirmesini sunabileceği gibi, savaşların ve siyasi olayların görüntüsünü de nakledebilir. Hatta tarihsel gerçekliği istediği tarzda değiştirebilir. Buna “counter factual” (karşı olgusal) denilmektedir. Osmanlı İmparatorluğu’nun Söğüt dışına hiç çıkamaması, Osmanlı’nın Viyana’yı fethetmesi gibi. Fakat böyle bir durum hemen okuyucunun tepkisiyle karşılaşır veya alay konusu olur. Hiç denenmemiş olmasına karşın, tarihî gerçekliği bu şe- kilde kurgusal düzleme taşımak düşüncesinin farklı bir yorum ve tarz olduğu da tartışmasızdır. Tarihî roman, tarihin yeniden yansıması değildir. Belki geçmişi, fiksiyon bakı- mından yeniden yorumlama endişesidir. Hülya Argunşah, tarihçi ile roman yazarı arasındaki farklılığı şöyle açıklar:

“Roman, kurmaca esasına dayalı bir edebî türdür. Yaratıcılık konusunda sanatın bir kolu olan edebiyatın bütününde olduğu gibi romanda da yaratma ve yeniden inşa sayesinde mevcut malzeme değişerek yeniden kurgulanır. Sanatçının kültürü dün- ya görüşü ve psikolojisinin yönlendirmeleriyle şekillenerek yeni bir bütün hâlini alır. Halbuki tarih, şahsiliği temel bir özellik hatta ayrıcalık olarak kabul eden sanatın aksine tarafsızlık ilkesine bağlı kalmak zorundadır. Sebepleri ve sonuçlarıyla açıkla- nabilir olmalıdır. Tarihçi, ideolojisi ve eğitimi gibi sebeplerle ne kadar yorum hakkına sahipse de bu yorumları kabul edilebilir, geçerli belgelerle ispat etmek zorundadır. Belgeler üzerinde gerçek dışı yorumlar yapmak hakkına sahip değildir. Kendini fan- tezilerine kaptırmak hürriyeti ise hiç yoktur. Buna karşılık edebî eserin -burada ro- manın- temeli, yazarının yaratma kabiliyeti ve eserini işleyiş tarzıdır. Tarihî roman yazarı ise daha önce tarihçinin tespit ettiği hadiseyi bu özellikleri üzerinden yeniden işler/kurar. Ancak onun, bilimsel sonuçlara ve verilere bağlı kalma zorunluluğu yok- tur. Buna karşılık o tarihî yorumlamak, canlandırmak hatta tarihin açıklayamadığı ya da sorumluluk alanı içerisinde olmayan bir takım boşlukları da hayal gücünün aracılığıyla doldurmak durumundadır.” (Argunşah, 2006: 411).

Romancının tarihsel bilgiye yaklaşımı nasıldır? 1 Tarih, belgelerin ve daha önce yazılmış tarihlerin ışığında, günün getirdikle- rinin de hesaba katılarak yorumlanması sonucunda ortaya çıkar. Roman ise ta- Tarihî roman, geçmişi fiksiyon bakımından yeniden rihsel gerçekliğin romancının muhayyilesinde yeniden, herhangi bir kurala bağlı yorumlama endişesidir. kalmaksızın, tarihsel önem göz önünde tutulmaksızın kurgulanması sonucunda oluşur. Bu itibarla, birinde öğretme veya bilgi verme, diğerinde itibari bir dünya- nın yansıtılması söz konusudur. İkisi de aynı dönemi konu alsa bile (Çelik, 2007). Tarihî romanda her insan tipi romanın kahramanı olabilir. Tarih metinlerinde durum böyle değildir. Romanlarda bilginin sunulma tarzı, kahramanların kendi aralarındaki insani ilişkiler çevresindedir. Romancılar, tarihsel gerçeklik içerisinde yer almayan kahramanları yaratma hakkına da sahiptirler. Romanlarda dilin kullanımı da tarih metinlerine göre, farklılık gösterir. Kahramanlar bazen konu alındıkları dönemi hatırlatan bir an- latımla, bazen de günümüze has bir anlatım tekniğiyle romanda konuşturulurlar. Tarih gerçeği söylemekle görevli bir disiplin, roman ise edebî bir tür ve sanat eseridir. Dolayısıyla gerçeği yansıtmak zorunda olan tarihten farklı bir misyon yüklenir. Tarih yazıcısından farklı olarak tarihçinin ortaya sunduğu malzemeleri estetik düşünceden ve hayal dünyasının imbiğinden geçirerek ortaya koyar. 6 Çağdaş Türk Romanı

TÜRK EDEBİYATINDA TARİHÎ ROMAN 1920-1960 Arası , tarihsel Tarihî roman alanında ilk örnekleri Ahmet Mithat verir. Onun Yeniçeriler, Hasan romanın ilk örneklerini vermiştir. Namık Kemal ise Mellah Yahut Sır İçinde Esrar adlı eserleri ile Musullu Süleyman, Ahmet Metin ve tarihin ilk defa bilinçli olarak Şirzâd romanları konu ve kahramanları bakımından bu türün ilk örnekleri olarak işlendiği Cezmi romanın gösterilir. yazarıdır. Namık Kemal’in Cezmi (1880) romanı, tarihi bilinçli olarak işleyen ilk tarihî romanımızdır. Namık Kemal, Cezmi’nin şahsında, 16.yy. da Osmanlı-İran-Kırım ilişkilerini, bir aşk-kıskançlık olayı çevresinde anlatmaya çalışmıştır. Romanında oğlunu tablolaştırmış, kendine göre Türk değerlerini betimlemiştir. Daha sonraki dönemlerde Türk milletinin altın harflerle yazılı tarihini özellikle gençlere anlatmak, Türk milletinin değerlerini nakletmek amacıyla Ahmet Hikmet Müftüoğlu ve Ömer Seyfettin konusunu tarihten alan eserler kaleme almışlardır. 1920-1960 dönemi Türk romanında tarih konusunu işleyen romanların bü- yük bir çoğunluğu popüler nitelikteki halk romanlarıdır. Cumhuriyet’e kadar neş- redilen tarihî romanlarda yazarlar, genellikle geçmişin şanlı devrelerine giderek hem millî uyanışı gerçekleştirmeye hem de mensubu olduğu topluma tarih bilinci aşılamaya çalışmışlar, onların yıkılan maneviyatlarını ve cesaretlerini sağlamlaş- tırmaya gayret etmişlerdir. Cumhuriyet yıllarına geldiğimizde temelde pek fark- lı bir durum söz konusu değildir. Ulusal tarih bilincinin uyandığı bu dönemde Türkçülüğün kökenlerine, Türk tarihine karşı duyulan ilgi daha da artar. Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu gibi yapılanmalar yeni bir anlayışın kurulup geliştirilmesinde rol alıp elde edilen sonuçlar; şiir, tiyatro, roman gibi edebî türler aracılığıyla verilmeye çalışılır (Taştan, 2000). Tarihsel romanlar, genellikle tezli eserlerdir. Bir tez çevresinde gelişirler ve okuyucuya yol gösterirler. Oysa bizdeki tarihsel roman yazarları, biraz da sahip oldukları siyasal görüşlerinin etkisiyle, eserlerini belli bir teze dayandırmak ye- rine, gerilim ya da kriz niteliği taşıyan olaylara yönelmişlerdir (Gündüz, 2006). Tarihsel roman yazarları çoğunlukla şimdiye egemen olan şartları vurgulamak ya da siyasal görüşlerini desteklemek amacıyla tarihî, kurmaca dünyanın merkezine yerleştirirler. Bu yüzden klasik kurgulu tarihsel romanlar, sade ve sürükleyici üs- luplarıyla rahat okuyucu bulmalarına karşılık, belli bir tarih tezine dayanmadık- ları için tarih ve sosyoloji için bir belge niteliği taşımaları dışında roman türüne fazla bir katkı sağlamazlar (Gündüz, 2006). Bu yıllarda, popüler tarih romanları, çokça ilgi görmüş, geniş halk kitleleri tara- fından fazlaca benimsenmiştir. Popüler tarih romanları, tarih bilgisinin yanı sıra, aşk, serüven ve macera gibi unsurları roman kurgusuna katarak estetik ve sanat kaygılarını ikinci plana itmiş olsa bile, okurda tarih bilgisinin sevdirilmesi ve tarih bilincinin oluşturulması aşamasında çok önemli rol oynamıştır. Popüler tarih ro- manları, İslamiyet öncesi Türk tarihi, Türk-İslam tarihi, Osmanlı tarihi, Türkler ve ilişkide bulunduğu ülkeler (Bizans, Çin, İran vb), padişahlar, harem ve kadın sul- tanlar, Türk tarihinin önemli zaferleri ve savaşları, Kurtuluş Savaşı, I. Dünya ve Ça- nakkale Savaşı gibi Türk tarihinin hemen her dönemini, yazarların dünya görüşleri ve birikimleri doğrultusunda konu olarak işlemişlerdir (Yalçın-Çelik, 2006). Abdullah Ziya Kozanoğlu, Nizamettin Nazif (Tepedelenlioğlu), Turhan Tan, Vâlâ Nurettin, Fazlı Necip, İskender Fahrettin, Peyami Safa, Sami Karayel, Hay- rettin Ziya, Kemalettin Şükrü, Enver Behnan Şapolyo, Kadircan Kaflı, Ziya Şakir, Ilgaz-Vahap Nevruzhan, Safiye Erol, Nihal Atsız, Feridun Fazıl Tülbentçi, Zuhuri 1. Ünite - Tarihî Roman Kavramı ve 1950 Sonrası Türk Edebiyatında Tarihsel Roman 7

Danışman, Ratip Tahir, Turhan Tan, Reşat Ekrem Koçu, Murat Sertoğlu, Ragıp Şevki Yeşim, bu dönemin önemli popüler tarihsel roman yazarlarıdır. Cumhuriyet Devri tarihî roman yazarları, tarihî romanı ve Osmanlı dönem- lerini veya diğer bazı dönemleri seçerlerken kişisel tercihlerinin yanında, devir- lerindeki bazı yöntem ve uygulamalardan, devrin hakim tarihî anlayışından etki- lenmişlerdir.

Tanzimat’ın ilk dönemlerinde tarihsel romanın gelişimi nasıl olmuştur? 2 1960 Sonrası 1960 sonrasında da tarihsel romanın varlığı daha çok popüler tarih romanları çevresinde yürür. Bu dönemin tarihsel romanlarıyla en etkin ismi şüphesiz Mus- tafa Necati Sepetçioğlu’dur (Kilit-1971, Anahtar-1973, Kapı-1973, Konak-1974, Çatı-1974, Üçler-Yediler-Kırklar-1975, Bu Atlı Geçide Gider-1977, Karanlıkta Mum Işığı-1978, Darağacı-1979, Sabır-1980, Ebem Kuşağı-1989, Cevahir ile Sa- dık Çavuş’un Buğday Kamyonu-1980, Gece Vaktinde Gündönümü-İstanbul’un Fethi-1980; Geçitteki Ülke-1980. Ve Çanakkale/Geldiler-1989, Ve Çanakkale/Gör- düler-1989, Ve Çanakkale/Döndüler-1989/TYB 1980 Yılın Romanı Ödülü, Kutsal Mahpus-1990 Sabır Ağacı-1992, Benim Adım -1994). Sepetçioğlu, eser listesinden de görülebileceği gibi, Türk tarihinin başlangıcından 20. yüzyılın ba- şına kadar gelen süreci bir görev bilinciyle romanlaştırmıştır. Sepetçioğlu tarihsel romanlarında sadece tarihsel süreci aktarmaz, o sürecin özellikle manevi değer- lerinin şekillenme macerasını işler. Bu Atlı Geçide Gider romanında Yıldırım Be- yazıt Dönemi’ndeki Osmanlı toplumunun bağlandığı manevi değerler, Somuncu Baba’nın etrafında şekillenen eğitim ve bilime verilen değer vurgulanır. Bekir Büyükarkın, Oğuz Özdeş, Yavuz Bahadıroğlu, Ahmet Yılmaz Boyuna- ğa, Suzan Sözen, Zuhuri Danışman, Murat Sertoğlu bu dönemin popüler tarihsel roman türünü sürdüren yazarlarıdır. Adı geçen yazarların eserlerinde Osmanlı tarihinin kahramanlıkları, görkemi dikkatlere sunulur. Tarihsel romanın etkin bir tarzda ortaya çıkışı 1980 sonrası dönemdir. 1980 sonrasında yalnız yakın dönem değil, Türk ve dünya tarihinin en bilinmeyen dö- nemlerine kadar gidilir. 1980 sonrası kuşaktan türe birer ikişer eserle katılan Gürsel Korat (Zaman Yeli/1994), felsefi derinliği olan romanlarıyla İhsan Oktay Anar (Puslu Kıtalar Atlası/1995, Kitabü’l Hiyel/1996, Efrasiyab’ın Hikâyeleri/1998), tarih ve fantezinin karışımı roman yazan Elif Şafak (Pinhan), Handan Öztürk (Yalnız Bebekler/1996), İstanbul’un fethini konu alan tek romanında hem Doğu’yu hem de Batı’yı Mark- sist bir dikkatle eleştiren Nedim Gürsel (Boğazkesen-Fatih’in Romanı/1995), Hal- dun Çubukçu (Yıldızsayan/1996), konusunu XVII. yüzyılda Osmanlı sarayında yaşanan olaylardan alan Zülfü Livaneli (Engereğin Gözündeki Kamaşma/1996), mitolojik unsurları ve halk öykülerini folklorik malzeme ile zenginleştirerek roman formu içinde okura sunan Yaşar Kemal (Fırat Suyu Kan Akıyor Baksa- na/1998), geleneksel anlatı formlarını romana uyarlayan Nazan Bekiroğlu (Yu- suf İle Züleyha/2000, İsimle Ateş Arasında/2002), İskender Pala (Babil’de Ölüm İstanbul’da Aşk/2003), Sadık Yalsızuçanlar (Gezgin/2004) (Gündüz, 2006) söz konusu dönemde eser vermemişlerdir. Bu romancıların eserlerinde hem anlatım tekniği bakımından farklılıklar hem de tarihe bakış açısında ilgi çekici yorumlar bulunmaktadır. 8 Çağdaş Türk Romanı

Türk edebiyatında tarihsel roman, bir anlatım aracı olarak çok farklı noktalar- da gelişimini sürdürür. Osman Gündüz, bu dönemdeki tarihsel romanları, özel- likleriyle şöyle sıralar (Gündüz, 2006): Murat Erman’ın gizemli ve ütopik karakterli romanı Beyazateş Adası’nı (1998), Ümit Kıvanç’ın ironik bir üslupla rejimi eleştirdiği Gaib Romans’ını (1992), Ah- met Sipahioğlu’nun aynı bakış açısıyla yazdığı 1929 (1997) romanlarını, Ahmet Yurdakul’un geleneksel tarihî roman algısıyla yazdığı Kahramanlar Ölmeli (1987), Yorgun Çamlar (1989) ile Erol Toy’un Yitik Ülkü I-II-III ve Toprak Acıkınca/1968 romanlarını; Şemsettin Ünlü’nün Osmanlı-Rus Savaşı’nın öncesini ve sonrasını anlattığı Yukarışehir ve devamı niteliğindeki Toprak Kurşun Geçirmez ile II. Meş- rutiyet sonrası siyasal ortamı işlediği Yüz Uzun Yıl romanlarını; Sevinç Çokum’un Bizim Diyar (1978), Hilal Görününce (1984) ve Ağustos Başağı (1989) romanla- rını, Emine Işınsu’nun Ak Topraklar (1976) ve Cumhuriyet Türküsü romanlarını; Mehmet Niyazi Özdemir’in Ölüm Daha Güzeldi (1982) ve belgesel-romanı Ça- nakkale Mahşeri’ni (1998); Çanakkale savaşlarına evrensel bir bakışla yaklaşan Serpil Ural’ın Şafakta Yanan Mumlar (1998) romanını, Selma Fındıklı’nın anı- roman türündeki 93 Savaşları sırasında yaşanan göçü ve Erzincan’da başlayıp beş büyük kentte devam eden olayları anlattığı Nereye Yüreğim? (1994), Gözüm Yaşı Tuna Selidir Şimdi (1997), Saray Meydanında Son Gece (1999), Gecenin Yalnızlı- ğında (2002) romanlarını; yakın dönem sosyal ve siyasal olaylarını yeniden sorgu- layan Derman Bayladı’nın III. Selim’in Romanı, Nağmeler Tahtım Olsaydı (1999) romanlarını; Emre Kongar’ın Hocaefendi’nin Sandukası’nı (1989); Gürsel Korat’ın Anadolu’yu resmî tarihin dışında kavrama çabasının bir ürünü olan Zaman Yeli (1994) ve Güvercine Ağıt (1999) romanlarını; Haldun Çubukçu’nun marksist ta- rih görüşüne göre yazdığı Yıldızsayan’ını, Hıfzı Topuz’un konusunu büyük an- nesinin yaşam öyküsünden aldığı Meyyale (1998) ve belgesel-roman, anı-roman hüviyetindeki Taifte Ölüm (1999), Paris’te Son Osmanlılar (1999), Hatice Sultan (2000) romanlarını; Ayla Kutlu’nun Çeçen kökenli ailesinin 93 Savaşı’ndan itiba- ren izini sürdüğü Emir Bey ve Kızları’nı (1998); Erendiz Atasü’nün Dağın Öteki Yüzü, Nermin Bezmen’in büyük babasının Rusya’dan İstanbul’a uzanan yolculu- ğunda yaşadığı olayları anlattığı Kurt Seyit ve Shura, Kurt Seyit ve Murka adlı ro- manlarını; Şirin Devrim’in bir çeşit aile biyografisi olan Şakir Paşa Ailesi’ni; Leyla Neyzi’nin 1945 yılı İstanbul’una ayna tuttuğu Küçük Hanım’dan Rubu Asırlık Ada- ma romanını; Ayşe Kulin’in akrabası ve yakından tanıdığı ünlü kişilerin hayatı- nı anlattığı Adı Aylin ve Füreya (2000) romanlarını; Vecdi Çıracıoğlu’nun Macar döküm ustası Verbain ile yardımcısının serüvenlerini anlattığı Kara Büyülü Uy- ku’sunu (1999), Teoman Ergül’ün Altının Lâneti’ni (2003), Latife Mardin’in Batıda Fırtına’sını (2003), Mehmet Fuat Umay’ın Cumhuriyet’in ilk yıllarında geçen anı karakterli Bir Devrimci Doktorun Anıları’nı (2003), Kemal Anadol’un konusunu 1900’lerin Ege kıyılarında ve Foça’da geçen olaylardan alan Büyük Aydınlık (2003), İpek Arman’ın son dönem saray hayatını saray kökenli bir kadının anı defterinden verdiği Fesleğenin Uğuru’nu (2003), İ. Hakkı Sunata’nın Gelibolu’dan Kafkaslara (2003) romanını, Gül İrepoğlu’nun Gölgemi Bıraktım Lale Bahçelerinde (2003) adlı eserleri bu dönemde dikkat çeken eserler arasındadır. Yine bu dönem içerisinde çağının tanığı olarak yaşadığı devirdeki tarihsel olayları romanlaştıran yazarlarımız da vardır. Demokrat Partinin iktidar süreci- ni bu çerçevede romanlaştıran, bu dönemdeki siyasal olayları anlatan romanlar kaleme alınmıştır. Samim Kocagöz (İzmir’in İçinde), Attilâ İlhan (Bıçağın Ucu, Sırtlan Payı, Yaraya Tuz Basmak), Vedat Türkali (Bir Gün Tek Başına), Tarık Buğ- 1. Ünite - Tarihî Roman Kavramı ve 1950 Sonrası Türk Edebiyatında Tarihsel Roman 9 ra (Dönemeçte), Yılmaz Karakoyunlu (Yorgun Mayıs Kısrakları), Nesrin Turhan (İhtilalin Süvarisi), Ahmet Kekeç (Derin Roman), Ayşe Kulin (Gece Sesleri), Ali Arslan (Serçe-2) bu tarz romanlardır.

Türk edebiyatında tarihsel romanın etkin olarak ortaya çıkışı nasıl olmuştur? 3 TÜRK ROMANINDA TÜRK TARİHİNİN ÇEŞİTLİ EVRELERİ Osmanlı-İran savaşlarını konu edinen Cezmi’den sonra Türk edebiyatında tarih romanları iki çerçevede kaleme alınmıştır. Bunlardan birincisinde romancı elde ettiği bilgi ve belge birikimiyle uzak geçmişi yeniden kurgular, görmediği tarihsel olayları romana has kurgu içerisinde dikkatlere sunar. İkincisinde ise romancının yaşadığı dönemi, çağını anlatması söz konusudur. Yazarın bilgi ve belge birikimiyle kaleme aldığı uzak dönemleri anlatan tarih- sel romanlarda en çok Osmanlı Dönemi işlenmiştir, Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşunu anlatan Kemal Tahir’in Devlet Ana, Tarık Buğra’nın Osmancık, Yavuz Bahadıroğlu’nun Merhaba Söğüt romanları, farklı çerçevelerde Türk tarihinin bi- linmeyen bir dönemini aydınlatırlar. Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun romanları Türk tarihini, başlangıcından 1915 Çanakkale savaşlarına kadar getirir. Sepetçioğlu, kendine özgü anlatımıyla, Türk tarihinin kahramanlıklarını, ihtişamını, değerlerini oluşturduğu kurgular çevre- sinde dikkatlere sunar. 1930’lardan sonra Türk okuyucusuyla bütünleşen popü- ler tarih romanları da Türk tarihinin bilinmeyen dönemlerini ve kahramanlarını anlatırlar. Bekir Büyükarkın, Abdullah Ziya Kozanoğlu, Feridun Fazıl Tülbentçi, Turhan Tan gibi romancıların eserleri bu niteliktedir. Hatta romandan ziyade ta- rih yazmak amacıyla hareket eden Feridun Fazıl Tülbentçi’nin romanlarında, ta- rih kitapları gibi, dipnotlarıyla aktarılmış bilgi notlarına tesadüf edilir. 1980 sonrası postmodern tarih romanlarında da yeni tarihselcilik kuramı çev- resinde Türk tarihinin çeşitli evreleri anlatılmaktadır (Bu konuda bakınız: 5. Üni- te-Postmodern Romanlar). Bu çerçevede Türk tarihinin uzak dönemlerini konu alan romanlardan Ciğer- delen ve Devlet Ana üzerinde durulacaktır. Safiye Erol-Ciğerdelen Ciğerdelen (1946), Safiye Erol’un en meşhur romanıdır. Romanda şimdiki za- Bir boyutuyla tarihsel roman özelliği de taşıyan Ciğerdelen, man ile geçmişte meydana gelen tutkulu bir aşk etrafında, Türk romanının gele- Türk edebiyatının en güzel neksel temalarından Doğu-Batı çatışması işlenir. Simdiki zaman, mimar Turhan romanlarından biri olarak değerlendirilmektedir. Bu Tuna’nın ağzından anlatılır. Geçmiş ise romanın kadın kahramanı Cangüzel’in romanda, tarih romanın yazdığı hikâyelerle 17. yüzyıla, Estergon Kalesi cengine kadar gider. Cangüzel’in asıl teması durumunda yazdığı Sarı Sipahiler, Yedi Peçeli ve Ciğerdelen adlı üç hikâyede tarihsel bir olay değildir. Aşk temasının yan unsurlarından biridir. anlatılır. Bu iki zamanı bir olayda karşı karşıya getirerek Safiye Erol’un tarih bilin- cini derinleştirmeye çalıştığı düşünülmektedir (Çelik, 2006). Ciğerdelen, 16. ve 17. yüzyıllarda Türklerin Rumeli’deki en son kalesinin adıdır. Yani stratejik noktadaki bir Türk üssüdür. Ciğerdelen romanını tarihsel bağlamda değerlendiren Sema Uğurcan; ismiyle roman konusu arasındaki bağı irdeledik- ten sonra Cangüzel’in anlattığı hikâyelerle ilişkilendirir: “Hikâyeler Osmanlı’nın toprak olarak en genişlediği, o genişliği muhafaza etmek için kendini en zorla- dığı dönemi anlatmaktadır. Kahraman olmayana hayat hakkı tanınmadığı devir 10 Çağdaş Türk Romanı

ve yerde, bütün erkekler kaleyi korurken şehit düşer. Sosyal sorumluluğun ciğeri deldiği zamanlarda, aşk geri plana itilir. Bu kadar kan ve canın bedeli olan kalenin elden çıkması, kahramanların da, okuyucunun da ciğerini deler. Kale kaybedil- dikten yaklaşık 250 sene sonra kader, Cangüzel ile Turhan’ı birleştirir. Onlar için ‘ciğerdelen’; dün ile bugünü birleştirmek, millî kültürün kendilerine kattığı değer- li mayayı keşfetmek, o mayayla artık sınırları daralmış vatana hizmet etmektir.” (Yardım, 2003: 207). Kemal Tahir-Devlet Ana Kemal Tahir romancı olarak Türk tarihinin geçirdiği sosyal değişimleri işler. Bu çerçevede de tarihi kullanır. Osmanlı Devleti’nin kuruluş sürecini Devlet Ana ro- manında, Ankara Savaşı (1402) dönemini de yarım kalmış Topal Kasırga’da işler. Kemal Tahir, Türk tarihi ve toplum düzenine ilişkin düşüncelerini Devlet Ana’da sistemli bir şekilde aktarır. Kemal Tahir’in Türk tarihine bakışında Osmanlı’nın yanında Batı ve Batı- lılaşma sorunu da vardır. Yazar, Osmanlı’nın kuruluş yıllarından itibaren Türk tarihini incelerken Batı’dan tarih, kanunlar, inançlar, iktisadi ve sosyal hayat ba- kımından farklı bir yapıda olduğumuzu, kendimize özgü bir tarihimiz olduğunu savunur. Sonraki romanlarında (Bir Mülkiyet Kalesi, Esir Şehrin İnsanları, Yol Ayrımı v.s) Osmanlı’nın -Doğu’nun kalesi olan- siyasetinin bozulması, yeni kuru- lan Cumhuriyet’le hızlı bir değişimin yaşanması, Batı uygarlığına yetişmek için, Osmanlı’ya dair ne varsa hızlı bir biçimde hayatımızdan atılması, Batı’ya ait her şeyi hızlı bir biçimde hayatımıza sokma çabalarını anlatır (Fedai, 1998: 19-20). 1967 yılında yayımlanan roman, Anadolu toprağının Bitinya (Söğüt) ucundaki Türkmenlerin, uç beyliğinden, topraklarını genişletmek suretiyle Osmanlı Devleti’nin temelini atmaları ve yaşadıkları olayları anlatır. Konu, Ertuğrul Gazi’nin at bakıcısı Demircan ve sevgilisi Liya’nın düşmanlarınca öldürülmesi ve kardeşleri Kerimcan ile Mavro’nun intikam almak için giriştikleri mücadele çevresinde gelişir. Daha son- ra intikamın alınması, katillerin öldürülmesi ve Kerimcan’ın tekrar mollalığa dönüşü anlatılır. Romanda tarihî olaylar 1290-1299 yılları arasında Ertuğrul Gazi’nin başında bulunduğu beyliğin, hastalığı nedeniyle, oğlu Osman Bey’e geçmesi ve böylece bir aşi- retin devlet oluşu anlatılır. Kemal Tahir, romanda anlatmak istediği siyasal ve toplum- sal mesajları tarihten çok iyi tanınan şahsiyetlere söyletmiştir. Romanda iç içe geçmiş dramlar Hristiyan Batılı düşmanlardan intikam alınması, Osmanlıların kendilerini düşmanlara karşı savunması, kazandıkları zafer sayesinde topraklarını genişletmeleri sonucuna bağlanır ki yazar romanda Osman Bey’i ve beyliği “işgalci değil kurtarıcı, dünya üzerinde adaleti sağlayıcı, kötülüğü dünyadan sonsuza kadar kaldırmak için mücadele eden bir mitolojik kahraman olarak gösterir” (Fedai, 1998: 38). Anadolu’ya gelen Sen-Jan tarikatı şövalyelerinden, Napoli kralının gayrimeş- ru oğlu Notüs Gladyüs, Issızhan’da Mavro’nun hanına yerleşir. Notüs Gladyüs, Ertuğrul Bey’in hasta olduğu haberini almıştır. Onun beyliğini yıkarak Bitinya ucunun prensliğini ele geçirmek ve Bizans İmparatorluğu’nun başına geçmek iste- mektedir. Türkopol Uranha ve handa buluştuğu Keşiş Benito ile iş birliği yaparak Türkmenlerin zayıf noktalarını öğrenmek suretiyle planlar kurar. Bacıbey’in bü- yük oğlu Demircan’ı, sevgilisi Liya ile buluştuğu sırada arkadan vururlar. Böylece, Gladyüs, hem Ertuğrul Bey’in değerli atlarına sahip olur. Türkmenlerle Bizans arasındaki barış bozulmuş olur. Ertuğrul Bey’in yatağa düşmesiyle, beyliğe oğlu Osman Bey vekâlet eder. Bey- lik, kıtlık ve Moğolların ağır vergileri yüzünden zor günler geçirmektedir. Orhan 1. Ünite - Tarihî Roman Kavramı ve 1950 Sonrası Türk Edebiyatında Tarihsel Roman 11

Bey, Kerim ve arkadaşları, oyun oynarken bir itin boğduğu kurt postuna sahip ol- mak için atla iz sürerlerken Dönmezköy’e kadar giderler. Orada Demircan’ın, çıp- lak bir hâlde arkadan vurulduğunu görürler. Orhan Bey, Demircan’ı vuran okun Karacahisar’da yapıldığını ve düşmanlarının Batılı olduğunu anlar. Demircan’ın ölümü beylikte büyük üzüntü yaratır. Osman Bey’in amcası Dündar Bey ve taraf- tarları, barışın bozulmasını ve intikam alınmasını isterler. Bu sırada Ertuğrul Bey ölür. Dündar Bey, beyliğe göz diker. Ancak Osman Bey, herkesin rızasıyla bey ilan edilir. Osman Bey ilk önce, yapmak istediklerini haber vermek ve akıl danışmak için Kerimcan’ı alarak Ahi Şeyhi Edebâli’ye gider. Ona, beyliği Batı’ya, Bizans’ın verimli topraklarına doğru genişleteceğini, Batı’daki Hristiyan halkın da güvenini kazanacağını ve onları da kendine bağlayarak devleti güçlendireceğini söyler. Üçüncü bölümde, âşık Yunus Emre, yakın dostu Kaplan Çavuş’un evine gelir. Yunus, Kerim’in sevgilisi Aslı’nın babası Kaplan Çavuş’a beyliğin geleceğiyle ilgili rüyasını anlatır. Rüyasında kucağından doğan ayla, giderek büyüyen ve tüm dün- yayı kaplayan bir ağaç görmüştür. Aynı rüyayı Şeyh Edebâli’nin de gördüğünü, Osman Bey’in gidip Balhatun’u istemesini söyler. Osman Bey, Balhatun’u isteme- ye Alişar’ı gönderir. Ancak Alişar, Balhatun’u Osman’a değil kendisine ister. Alişan red cevabını alınca da Hristiyanlarla iş birliğine geçer. Osman, Alişan’ı kılıç darbe- siyle saf dışı bırakarak Balhatun’la İtburnu tekkesinde evlenir. Son bölümde, Dündar Alp ile Osman Bey arasındaki kavga vardır. Osman Bey’i, beylikten indirmek için düşmanlarla iş birliği içerisindedir. Bu arada Orhan Bey, Yarhisar Tekfuru’nun kızı Lotus (Nilüfer Hatun) ile karşılaşır. Orhan Bey âşık olur ve ondan kendisiyle evlenmesi için söz alır. Germiyanoğlu Beyliği’nde yüzbaşı olan Esir Dayı, yol boyunda kendilerine tuzak kurulduğunu haber verir. Mavro ve Kerim’in bataklıktaki takipleri neticesinde tuzağı kuran Şövalye Gladyüs ve Uran- ha öldürülür. Böylece Demircan’ın intikamı alınmış olur. Bu arada Lotus (Nilü- fer), Orhan Bey’e haberci göndererek kendisini kaçırmasını ister. Yarhisar tekfuru Rumanos’la evlendirilmek istenen Lotus kaçırılır. Bacıbey’in kale muhafazalarına altın saçıp onların gafletinden yararlanması, Bilecik kalesinin alınmasını sağlar. Bu arada Osmanlılar Bilecik’e sahip olmuşlardır. Roman, Osman Bey’in sınırlarını batıya doğru genişleterek devlet kurma düşüncesinin gerçekleşmesi ile sona erer. Batıcılık düşüncesine her zaman karşı olan Kemal Tahir, Türk toplumunun Denilebilir ki Devlet Ana, tam manasıyla Batı’nın gerçeklerine eğilen bir yazarımızdır. Devlet Ana’da yazarın tarih açısından önemle bireyciliğine karşı Türk üzerinde durduğu Batı’nın, tüm kurumlarıyla bize benzemediği vurgulanmış olur. kimliğini ortaya koyan bir roman özelliğiyle karşımıza Kemal Tahir, Devlet Ana’da Türk milletinin -Osmanlı’dan gelen- devlet kurucu çıkar. ve yaşatıcı dehasının günümüzde de var olduğunu, Türk kimliğine yönelmek için Osmanlının ilk dönemlerine bakmanın zorunluluğuna dikkat çekmiştir. Hristiyan Batı’da soylular, köylüler (köleler) vardır. Soylular, köleler üzerinde her türlü hakka sahiptir. Osmanlı’da ise sosyal sınıflar yoktur. Bu bakımdan her- kes devlete bağlıdır. Kemal Tahir özellikle tarihsel perspektifte bu vurguyu yapar. Kemal Tahir, romanını, öncelikle cinayet vak’ası üzerine kurar. Ancak diğer yandan Türklerin devlet kurmaktaki yeteneklerini sergiler. Kemal Tahir, Devlet Ana’da, Türk ruhunu, Osmanlı Devleti’nin kuruluş şart- larına bağlı kalarak aramış ve anlatmıştır. O; Osmanlı’yı, Batı’nın aştığı iktisadi aşamaları geçirmemiş; dolayısıyla devlet ve toplum düzeni, ahlak yapısı olarak yozlaşmamış sınıfsız bir toplum ve bu toplumun tüm sorumluluğunu yüklenmiş bir devlet olarak anlatmıştır. Ona göre, feodalite Batı’ya özgüdür ve merkezî dev- let, sınıfsız toplum olgularını yaşayan Doğu’da hiçbir zaman gelişme ortamı bula- mamıştır (Fedai, 1998: 53). 12 Çağdaş Türk Romanı

Romanda Osman Bey’in, Edebâli ile yaptığı konuşmada beyliğe dair amaç- larını sıralaması hem devlet adamlığı yönünü hem de geleceğe dair öngörüsünü ortaya koyar niteliktedir:

“Anadolu’yu bırakacağım şimdilik...Benim gördüğüm, tez vakitte gidicidir moğol... Çünkü moğolun düzeniyle de uyuşmaz bizim Anadolu toprağı... Eski Yunan’ın Roma’nın düzeniyle de uyuşamamıştır çünkü... -Rahatça gülümsedi-Bizim gazi beylikler çabalasın bakalım, Konya’yı ele geçirmek için... Boğuşsunlar birbirleriyle, güçten düşünsünler kendilerini boş yere... İşimi kolaylaştırsınlar! Verimli topraklara sahip olana yarar Anadolu... Tükenmez insan kaynağıdır, insanının zenaatı da gö- ründüğü gibi, köylülük değildir, devlet kuruculuğudur” (s. 183).

Kemal Tahir, Devlet Ana romanında, özellikle Osmanlı toplumunun üretim tarzına da dikkat çeker. Osmanlı toplumunun köylüleri Allah’a ait, padişahın yer- yüzünde koruduğu toprağı eker, biçer, devlete bir miktar vergi verir. Bu bireyin üretimdeki hürriyetidir. Kemal Tahir, Devlet Ana romanında Osmanlı Devleti’nin kuruluş sürecini an- latmaktadır.

Devlet Ana romanı Türk edebiyatında nasıl bir yere ve öneme sahiptir? 4 YAKIN TARİHİN TÜRK ROMANINA YANSIMASI Tarihsel romanlarımızda İttihat ve Terakki, Mütareke ve Millî Mücadele dönem- leri çokça işlenmiştir. 1908-1923 yıllarını konu alan romancılardan ilk grup İttihat ve Terakki, I. Dünya Savaşı ve Millî Mücadele yıllarını yaşayan yazarlar, kendi dönemlerinin tanıklığını yapmışlardır. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Halide Edip Adıvar, Reşat Nuri Güntekin, Nahit Sırrı Örik, Mithat Cemal Kuntay; yaşadıkları- nı, yıllar sonra, bir kurgu ile sundular. Mithat Cemal Kuntay ve Reşat Nuri Günte- kin de yaşadıkları dönemi çok farklı boyutlarıyla sorgulamışlardır. Mithat Cemal Üç İstanbul’da II. Abdülhamit Dönemi’ni, İttihat ve Terakkili yılları, Mütareke İs- tanbul’unu; yozlaşmış insan tipleri ile yansıtmaya çalışır. Reşat Nuri, tezli romanı Yeşil Gece’de, Millî Mücadele yıllarını, önceleri din adamı, sonra öğretmen olan Ali Şahin’i merkeze alarak anlatır. Nahit Sırrı Örik, çocukluk yıllarının dünyasını, II. Abdülhamit’in son dönemini eleştirel bir tarzda dikkatlere sunar. Sahnenin Dı- şındakiler romanında Ahmet Hamdi Tanpınar, Mütareke Dönemi İstanbul’unu, 17-18 yaşın gençliğiyle idrak ettiği tarzda yansıtmaktadır. İkinci grup ise Millî Mücadele yıllarında çocuk olan yazarlarımızdır: Ke- mal Tahir, Tarık Buğra ve Samim Kocagöz. Kemal Tahir, İttihat ve Terakki’nin iş başına geldiği dönemde doğmuş, Millî Mücadele yıllarına çocuk gözleriyle tanıklık etmiştir. Bir Mülkiyet Kalesi, yazarın aile hayatını konu almaktadır. II. Abdülhamit’in marangozu olan babasının yaşadıklarını kurguya dönüştüren ya- zar, İttihat ve Terakki’den Millî Mücadele’nin sonuna kadar olan bir dönemi, Ma- hir Efendi’yi merkeze alarak yansıtmaktadır. Esir Şehrin İnsanları’nda, yurt dışın- da eğitim görmüş, Paşa çocuğu Kâmil Bey’in Mütareke İstanbul’unda yaşadıkları vardır. Kemal Tahir’in aydın gözüyle yorumladığı Mütareke Dönemi İstanbul’u, Yorgun Savaşçı’da eski bir asker açısından verilir. Küçük Ağa yazarı Tarık Buğra da olayların yaşandığı dönemde çocuktur. Ba- basından ve aile çevresinden duyduklarından hareketle oluşturduğu romanında, Akşehir’e simge değeri yükleyerek Millî Mücadele cephelerine bakar. 1. Ünite - Tarihî Roman Kavramı ve 1950 Sonrası Türk Edebiyatında Tarihsel Roman 13

Belgesel tadındaki roman Kalpaklılar-Doludizgin yazarı Samim Kocagöz de bu yılların çocuklarındandır. Söke çevresinde gelişen olayları da romanın kurgu- suna alan Kocagöz, Millî Mücadele yıllarını Nutuk rehberliğinde romanlaştırır. Üçüncü grupta ise belgeler ışığında Millî Mücadele yıllarını kurgulayan yazar- larımız vardır. Bu gruptaki yazarlar, yazılanları ve belgeleri hareket noktası alarak geçmişi yorumlamışlardır. Attilâ İlhan, Aynanın İçindekiler serisinde yakın dönem tarihimizi bütün boyutlarıyla yansıtmaya çalışmıştır. Ayşe Kulin ise ele aldığımız romanında, belgelerden ve mektuplardan hareket ederek Millî Mücadele yıllarında ailesinin yaşadıklarını, romanın verdiği imkânlar ölçüsünde kurgulamıştır. Türk romancıları İttihat ve Terakki-Millî Mücadele sürecini, çeşitli kurgulama- lar ile ele almışlardır. Her biri farklı bir yön üzerine dikkatini yoğunlaştırmıştır. Bu dönem için kaleme alınmış romanlarda tarih anlatımlarını ideolojik ne- denlerle açıklayanlar da vardır. “Birçok tarihsel roman yazarı, şimdiki zamanda egemen koşulların vurgulanması amacıyla da yazınsal yaratısının merkezine yerleş- tiriyor tarihî.” (Göğebakan 2004: 78). Çağının tanığı olan Türk romancıları, top- luma ibret dersi vermek, bir bakıma eğitmek amacına yönelik yazmışlardır diye düşünüyoruz. Ancak günümüz romancılarının yazma gayelerini Göğebakan’ın değerlendirmesiyle açıklamak mümkündür. Millî Mücadele Dönemi’ni doğrudan ya da dolaylı olarak işleyen birinci kuşak romancıların en başat özelliği, olayları yaşandığı yılların sıcaklığında değil, so- nuçlarına göre değerlendirmiş olmalarıdır (Gündüz, 2006). 1960’lı yıllara kadar yazılanların hemen hepsi birbirine benzer. 1960’tan sonra yazılanlar hem roman tekniği hem de bakış açısı bakımından farklıdır. Bazı romancılar Millî Mücadele Dönemi’ne alternatif tarih oluşturma anlayı- şıyla yaklaşırlar. Bir tarafa “biz”i Doğu’yu, karşı cepheye ise Batı’yı ve Batılı de- ğerleri koyarlar. Anadolu direnişinde birinci kuşağın dışladığı halkı ve halk ön- derlerini ön plana çıkaran, İttihatçıları ve padişahı savunan, Kurtuluş Savaşı’nın İttihat ve Terakki, Mütareke Dönemi ve Kurtuluş Savaşı, ‘din ve padişah için’ yapıldığı temel düşüncesini işleyen tezli romanlarıyla yeni toplumumuzun var olma tartışmalara zemin hazırlarlar. Farklı bir söyleyişle Anadolu direniş hareketinin sürecidir. Bu bakımdan Cumhuriyet Dönemi zaferle sonuçlanmasına, sadece aydın üst kadroların değil, altı yüz yıllık impara- romancılarının büyük torluk deneyimi olan ariflerin ve halkın gönlünde yaşayan halk önderlerinin de bir bölümü bu dönemi payı olduğu temel düşüncesiyle yaklaşırlar (Gündüz, 2006). Tarık Buğra (Küçük romanlarında sorgulamıştır. Ağa, Küçük Ağa Ankara’da, Firavun İmanı); Münevver Ayaşlı (Pertev Beyin Üç Kızı, Pertev Bey’in İki Kızı, Pertev Bey’in Torunları), Bahaeddin Özkişi (Köse Kadı, Uçtaki Adam, Sokakta) gibi isimler bu çerçevede değerlendirilebilir. Millî Mücadele Dönemi’ni sadece ulusçu bir dikkatle ele alan romanlar da oldukça fazladır: Azmiye Hami Güven (Hemşire Nimet/1951), General Ham- di Günay (Deli Orman/1955), Recai Sanay (İngiliz Kemal Lavrense Karşı/1956, İngiliz Kemal Yakınşark Cumhuriyetçileri Arasında/1957, Yunan Zindanların- da/1958, İstiklâl Harbinde/1959), Oğuz Özdeş (Dağ Başını Duman Almış/1960), Fikret Arıt (Hep Bu Topraklar İçin/1965, Muhtar/1977), İskender Ohri (Aşktan da Üstün/1971), Barbaros Baykara (Kanayan Toprak/1971, Nefret Köprüsü), Ümit Kaftancıoğlu (Yelatan-1972, Tüfekliler-1974), İbrahim Ethem Aladağ (Şahin Bey/1973), Tahir Kutsi Makal (Meydan Dayağı/1977), Fikret Arıt (Güzel Yuana, Bu Hayatı Yaşamak Lâzım/1955, Hep Bu Topraklar İçin/1961, Küçük Fedailer/1962, Muhtar/1977, İffet/Maziden Gelen Sesler/2002), Osman K(orkut) Akol (Kurtuluş Savaşı’nda Bir Çocuk/1968), Yusuf Ziya Bahadınlı (Gemileri Yakmak/1976), Yusuf Ateş (Kırım, Kıyım, Kıtlık/1976), Bekir Eliçin (Onlar Savaşırken/1978), İbrahim Atmaca (Çekirgeler/1979), İbrahim Ethem Aladağ (İşgalciler/Şahin Bey/1973). 14 Çağdaş Türk Romanı

Millî Mücadele Dönemi’ni ve Mütareke Dönemi İstanbul’unu anı-roman tar- zında yansıtan eserler ise şunlardır: Hasan İzzettin Dinamo (Kutsal İsyan I.II.III.- 1966-1968 -Millî Kurtuluş Savaşı’nın Gerçek Hikâyesi I, II, III adıyla-, Ateş Yılla- rı/1968, Savaş ve Açlar/1969, Kutsal Barış/ I-VII, 1972-1976, Öksüz Musa-1973, Musa’nın Mapushanesi-1974, Koyun Baba-1976, Musa’nın Gecekondusu-1976, Açlık-1982, Türk Kelebeği-1981, Adalet Sıtması-1983, Anadolu’da Bir Yunan As- keri-1988), Bekir Büyükarkın (Bozkırda Sabah/1969), Ahmet Hamdi Tanpınar (Sahnenin Dışındakiler/1972), Haydar Berköz (İkinci Ergenekon/1965), Ayşe Ku- lin (Veda-Esir Şehirde Bir Konak/2002). Bunlardan başka Millî Mücadele Dönemi’nin problemlerini tarihsel süreç içerisinde değerlendiren romanlar da kaleme alınmıştır: Nazım Hikmet Ran (Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim/1967), Hasan İzzettin Dinamo, İlhan Selçuk (Yüzbaşı Selahattin’in Romanı/1973-1975), Orhan Hançerlioğlu (Ekilmemiş Top- raklar/1954), Talip Apaydın (Toz Duman İçinde/1974, Vatan Dediler/1981, Köy- lüler/1991), Kemal Bilbaşar (Bedoş-2.bs.1983) Samim Kocagöz (Kalpaklılar/1962, Doludizgin/1963, İzmirin İçinde/1973), Erol Toy (Toprak Acıkınca/1968), İlhan Ta- rus (Var Olmak/1957, Hükûmet Meydanı/1962, Vatan Tutkusu/1967), Melih Cev- det Anday (1915-2003) (Aylaklar/1965, Gizli Emir/1970, İsa’nın Güncesi/1974). (Roman listeleri Osman Gündüz, 2006 adlı çalışmadan alınmıştır). Millî Mücadele’yi anlatan romanlarda çatışma iki noktada belirir. Bunlardan bi- rincisi işgal güçleri ile yurtsever insanlarımızın mücadelesi şeklindedir. İşgal güçle- ri Anadolu’yu ve İstanbul’u paylaşma amacıyla işgal eden Fransız, İngiliz, İtalyan ve Yunan kuvvetleridir. Bunlar emperyalist güç olarak da tanımlanmaktadır. İkinci çatışma da millî değerlerinden kopan aydınlar ile Anadolu’ya yönelip kurtuluş mücadelesine karar vermiş olanlar arasındadır. Bu dönemleri anlatan romanlardan Abdülhamit Düşerken, Küçük Ağa ve Dersaadet’te Sabah Ezanları üzerinde durulacaktır. Nahit Sırrı Örik-Abdülhamit Düşerken II. Abdülhamit Dönemi’nin son yılları ile İttihat ve Terakki’nin ilk yıllarını konu edinen Abdülhamit Düşerken romanında Nahit Sırrı Örik, çocukluk yıllarında tanığı olduğu tarih kapsamında değerlendirilebilecek olayları kurgulamaktadır. 22 Mayıs 1895 doğumlu olan Nahit Sırrı’nın babası II. Abdülhamit Dönemi Ma- arif Nezareti mektupçularındandır. Yazarın yaşı ve babasının görevleri, bize, ço- cukluk yıllarındaki izlenimlerinden çok babasından duyduklarının etkin kaynak olduğunu göstermektedir. Bu bakımdan Nahit Sırrı’nın tarihi anlatmaktan çok, kendi çağına tanıklık ettiğini düşünebiliriz. Nahit Sırrı’nın kurgusunu bir tarihçinin görüşü olarak ele almanın yanlış olaca- ğını söyleyen Sevim Kantarcıoğlu, yazarın 1908 -1909 arasındaki bir dönemi ince- lediğini ve özellikle ahlaki çöküntüyü vurguladığını; bu çerçevede Abdülhamit’i, İttihat ve Terakki’yi yorumladığını belirtir. Abdülhamit Düşerken’i “saf bir tarihî roman” olarak tanımlar:

“... Abdülhamit Düşerken’i geleneksel roman kategorileri ile yaratılmış dar anlamda saf bir tarihî roman olarak değerlendirmek yerinde olur. Eserde Osmanlı tarihinde ve yakınçağ tarihimizde kritik bir dönem ve o dönemin sosyal aktörleri estetik bir kurgu içinde ve Örik’in perspektifine uygun olarak yerlerini almışlardır.” (2008: 162). 1. Ünite - Tarihî Roman Kavramı ve 1950 Sonrası Türk Edebiyatında Tarihsel Roman 15

II. Abdülhamit Dönemi’ni öncesi ve sonrasıyla sorgulayan roman; dönemin paşalarından birinin kızı ve İttihat Terakki’nin hırsına yenik düşmüş bir subayının ilişkileri çevresinde kurgulanmaktadır. Romanda kurgulanmış şahısların dışında II. Abdülhamit, Arap İzzet Paşa, Servet-i Fünun Dönemi romancılarından Hüse- yin Cahit, İttihat ve Terakki’nin önderlerinden Talât Paşa, Mahmut Şevket Paşa gibi yakın dönem tarihimizin önemli isimleri, II. Abdülhamit Dönemi’nin önem- li paşaları da yer almaktadır. Romanda, isimlerinden, kurgu ile ilgisi olmaksızın bahsedilen dönemin önemli şahsiyetleri de bulunmaktadır. Nahit Sırrı Örik, 10 Temmuz 1908’den 31 Mart 1909’a kadar olan yakın tarihi- mizin çok önemli bir sürecini çeşitli sorgulamalar süzgecinden geçirerek dikkatlere sunmaktadır. Abdülhamit Düşerken isimli roman, Osmanlı İmparatorluğu’nun çö- küşünü hazırlayan sosyal, politik ve kurumsal nedenleri bir aşk kurgusu çevresinde irdelemektedir. Yazar, bu döneme ait düşüncelerini ve dönemin tarihsel olaylarını ortaya koyarken roman kişilerinin hareketlerinin arkasındaki psikolojik ve sosyo- lojik nedenleri, çıkar kaygılarını, endişelerini de dikkatlere sunar; kişilerin dav- ranışlarını yönlendirirken değerleri duyma noktasındaki çelişkilerini sergiler. Bir bakıma, söylemek istediklerini, kişilerin bu iç tahlillerinin arkasından aksettirir. Fethi Naci, romanda, Nahit Sırrı’nın bir dönemi yansıtırken Abdülhamit ve Hareket Ordusunun gelişini haklı göstermeye çalıştığını belirtmektedir:

“Nahit Sırrı Örik’in tutumu, İkinci Meşrutiyet’ten, İttihat ve Terakki’den, Sultan Hamit’ten söz açan öteki romancıların tutumuna hiç mi hiç benzemiyor. İttihat ve Terakki’nin zorbalığına karşı çıkıyorlardı ama hiçbirinin aklından 31 Mart’ı sevimli göstermek ya da Sultan Hamid’i tutmak geçmiyordu; oysa Sultan Hamid’in kafası da gönlü de Sultan hamit’ten yana.” (2002: 231).

Bu konuda II. Abdülhamit ile ilgili bölümde de belirteceğimiz üzere, yazarın Abdülhamit’i desteklemek gibi bir düşüncesi yoktur. Sultan Abdülhamit’in çevre- sinde güvenebileceği kimsenin bulunmadığı, güçlü ancak yalnız bir insan olduğu, dönemi anlatan bütün romanların ortak görüşüdür. Nahit Sırrı, II. Abdülhamit’in, Hareket Ordusunun durdurulması konusunda Şefik’in getirdiği teklif karşısında- ki tavrını da millî duyarlılıktan değil, kan dökülmesini istememesiyle ve Şefik’e tam olarak güvenmemesi olarak tanımlamaktadır. Yazarın çoğu kez, koca impara- torun düştüğü durumun acı verici olduğunu, hangi tip insanların elinde oyuncak olduğunu sunarak anlatmaya çalıştığını da söyleyebiliriz. Romanda kişisel duygular, ilişkiler, insanların yapıp-etmelerini yönlendiren değerler tarihsel olayların daha önündedir. Bir bakıma tarihteki önemli olayların arkasında insani davranışların, duyguların, önlenemez hırsların payı dikkatlere sunulmaktadır. Daha doğrusu Osmanlı’nın çöküşündeki çürümüşlüğün insana sirayet etmiş bozulmuşluğun ne kadar vahim olduğu sezdirilmektedir. Tarık Buğra-Küçük Ağa Tarık Buğra’nın ikinci romanı olan Küçük Ağa, 1963 yılında İstanbul’da yayımlanır. Tarık Buğra, Küçük Ağa’yı çocukluğundan itibaren babasından, babasının arka- daşlarından dinlediğini ve yazılı belgelerden hareketle kaleme aldığını belirtir. Kü- çük Ağa, Millî Mücadele yıllarının Kuvayı Milliye’nin oluşumundan Çerkez Ethem birliklerinin bozguna uğratılması arasındaki dönemin kurgusu niteliğindedir. 16 Çağdaş Türk Romanı

Yazarın Millî Mücadele yıllarını konu alan romanı, halk hareket noktası alı- narak kurgulanmıştır. İstanbullu Hoca, Çolak Salih, Reis Bey, Doktor Haydar ve Ali Emmi gibi halktan insanlar romanın kahramanlarıdır. Küçük Ağa romanının kişileri hakkında yazı kaleme alan Muzaffer Uyguner de, farklı ve zengin kişi kad- rosunun romandaki canlılığına değinir:

“Buğra, imanlı ve inançlı kişilerin başardığı bir büyük kurtuluşun romanını yazarken kişilerini çok iyi seçmiştir. Bunlar, birer simgedir, birer tiptir. Ancak, bu yönleriyle bi- rer gölge, silik birer iz olarak kalmamışlardır. Buğra, bunlara can vermiş, ruh katmış- tır. Kişiler bir bütün olarak verilebilmiştir. Kişiler kendi yapıları ve yaratışları içinde zıtlıklara düşmemekte; yapaylık izlenimi vermemektedir.” (1976: 93).

Gerçekten de Küçük Ağa romanı dikkatle okunduğunda görülecektir ki kurguda yer alan şahısların tümü, Millî Mücadele yıllarının birer unsurunu simgelemektedirler. Sevim Kantarcıoğlu, romanı destan olarak değerlendirir:

“Tarık Buğra ‘Küçük Ağa’ adlı eserinde bir destan yaratmış ve bu destanı roman kah- ramanlarını kullanarak romanın estetik yapısı içinde somutlaştırmıştır. Bir destanda, bir halkın tarihin belli bir zamanı ve mekânı içinde sahip olduğu ortak değerleri, idealleri ve yücelik kavramları ifade bulurken, bu korik unsurun parçalarını bir sanat eserinin organik bütünlüğü içinde birleştiren bir trajik veya traji-komik omurga da bulunur.” (2008: 218).

Trajik veya trajikomik omurga, Çolak Salih ve Küçük Ağa’nın yaşadıklarıdır. Taner Timur, Küçük Ağa’nın Millî Mücadele yıllarına Türk-İslam sentezi perspek- tifinden yaklaştığını, bu nedenle de 12 Eylül sonrasında çok okunduğunu belirtir:

“Küçük Ağa romanı Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın ‘Türk-İslam sentezi’ çevresinde ser- gilenmesidir. Eserin kahramanı ve en sevimli gösterilen kişisi, kritik anlarda İmam Gazali’nin İhya-ul Ulum’unu okuyan İstanbullu Hocadır. Küçük Ağa’nın sonunda Kuvayı Milliye’ye katılması, eseri tabularla biçimsel bir uzlaşma hâline sokar ve ger- çekte Kemalistlerin prim kaybettiği, şeriatçılığın canlandığı 12 Eylül döneminde ro- man baskı üzerine baskı yapar.” (1991: 60).

Küçük Ağa romanında iki şahsın diğerlerinden fonksiyon ve simgelediği un- surlar bakımından öne çıktığını görüyoruz: Küçük Ağa (önceleri İstanbullu Hoca) ve Çolak Salih. Tarık Buğra, Çolak Salih’in asker olması dolayısıyla, dönemin siya- sal ve sosyal olaylarını, kurgu içerisinde anlatmakta zorlanmaz. Çolak Salih, geç- mişin ihtişamını aramaktadır. Çanakkale’de kolunu kaybetmiş, herkesin kendisine acıma duygularıyla yaklaştığı, hatta uzaklaştığı bir adam hâline gelmiştir. Görev anlayışı en üst seviyede gelişmiş olan Çolak Salih, halk adamıdır. Memleketine ve vatanına geleneksel bağlılığı temsil etmektedir. Millî Mücadele öncesinde çok iyi bir askerdir. Silah talimlerinde hâlâ iyidir. Aynı zamanda güvenilir bir kuryedir. Aile hayatı söz konusu değildir. İstanbullu Hoca, Anadolu insanının Millî Mücadele’ye bakışını en iyi ortaya çıkarabilecek bir mekândadır: Cami. Cami, Osmanlı İmparatorluğu’nda millî du- 1. Ünite - Tarihî Roman Kavramı ve 1950 Sonrası Türk Edebiyatında Tarihsel Roman 17 yarlılığın, halifeye bağlılığın en çok konuşulduğu, tartışıldığı, duyarlılığının ya- şandığı mekân durumundadır. Roman içerisinde tedricen tanıdığımız İstanbullu Hoca, başlangıçta cemaati etkileyen konuşmaları ve Osmanlı’ya bağlılığı ile karşı- mıza çıkar. Daha sonra eşi ve aile duyarlılığı çevresinde tanıtılan İstanbullu Hoca, romanın ilerleyen kısımlarında Millî Mücadele’ye ve bağımsızlığa olan inancı ile ortaya çıkar. Ancak zafer sonrasına dair kuşkuları da vardır. İstanbullu Hoca’nın romanın başlangıcında din adamı olması bir tesadüf de- ğildir. Roman, İstanbullu Hoca’nın (Mehmet Reşit), Küçük Ağa oluş macerası üzerine kurulmuş gibidir. Tarık Buğra’nın bir din adamını temel kahraman olarak belirlemesinde ve romanını ondaki değişim üzerine kurmasının bir nedeni de va- tanın kurtulmasında dinin fonksiyonunu da tanımlamaktır. Tarık Buğra, Küçük Ağa romanı için kaleme aldığı bu ön sözde, din unsuru- nun Millî Mücadele’deki rolünü tanımlarken Küçük Ağa’nın yaşadığı maceranın da çağdaşlarının en az yarısının ortak kaderi olduğunu söyler.

Attilâ İlhan-Dersaadet’te Sabah Ezanları Attilâ İlhan’ın “Aynanın İçindekiler” serisinin dördüncü kitabı olarak yayımla- nan Dersaadet’te Sabah Ezanları’nın basım yılı 1981’dir (Daha öncekiler Bıçağın Ucu, Sırtlan Payı ve Yaraya Tuz Basmak adlarıyla yayınlandı. Daha sonra da O Karanlıkta Biz adlı roman okurlarıyla buluştu). Attilâ İlhan bu romanlarında ya- kın dönem Türk tarihini kurgu ile yorumlamaktadır. Turgut Göğebakan, Attilâ İlhan’ın romanlarında tarihin hangi yönüyle ve hangi metotla ele alındığını şöyle açıklamaktadır:

“Ancak klasik bir tarihsel roman yazarı değil İlhan. Onun tarihsel ormanlarında geç- mişle şimdiki zaman arasındaki çizgiye özel bir önem veriliyor. Geçmişle şimdiki za- man arasında bir nedensellik ilişkisi var bu romanlarda. Başka bir deyişle; her şey di- yalektik bir yöntemle getiriliyor okurun karşısına. Bir tarihsel olayı anlatmıyor yazar, aksine tarihsel bir süreci yansıtmaya çalışıyor. Tarihsel olayın yalnızca kendisi değil, onu doğuran nedenler ve ortaya çıkardığı sonuçlar da önemli İlhan için.” (2004: 79).

Attilâ İlhan, Dersaadet’te Sabah Ezanları romanını aynı tarzda kaleme al- mış, yakın dönem Türk tarihinin belirli bir sürecini yansıtmaya çalışmıştır. Ro- man, 1909’dan İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalinden hemen sonrasına, Millî Mücadele’nin Anadolu’da güç kazandığı döneme kadar (1920) olan bir süreci işler. Dersaadet’te Sabah Ezanları isminden de anlaşılacağı gibi, Millî Mücadele yılları- na, İstanbul’u merkeze alarak bakmaktadır. Attilâ İlhan, romana İzmir’in işgal edilmesi gibi Türk tarihi açısından önemli bir olayla başlar. Ancak kurguyu çevresinde oluşturacağı Abdi Bey, Neveser, Mü- nif Sabri ve diğerlerinin bugünlere nasıl geldiğini açıklayabilmek için 1909 Ma- yıs’ına kadar gider. Roman, İttihat ve Terakki mensubu Abdi Bey ve ailesi çevresinde Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarına bakar. Bir bakıma çözülüşün ve çöküşün temel nedenlerini, iç ve dış etkilerini irdeler. İttihat ve Terakki’nin ülkeyi yönetecek bilgi ve beceriden yoksunluğunun, Abdi Bey gibi insanları bünyesinde barındırması gibi nedenlere dayalı vurgusu yapılır. Ayrıca İzmir’in işgalinden sonra Anadolu’da 18 Çağdaş Türk Romanı

başlayan canlanmayı, İstanbul’dan Anadolu’ya yapılan katkıyı Münif Sabri ve ben- zeri roman kişileri çevresinde dikkatlere sunar. Attilâ İlhan, toplumumuzun on yıllık bir sürecine yalnızca tarihî açıdan bak- maz. Bu süreci; sosyal hayatı, siyasal panoramayı, iktisadi durumu roman kişile- rinin dünyasına yerleştirerek kurgusunu gerçekleştirir. Yani yakın tarihimizi ilgi- lendiren olaylar dizisini çok geniş açılardan irdeler:

“Yakın tarihimizden bir kesiti, 1909-1920 yıllarını işleyen Dersaadet’te Sabah Ezan- ları, Kemal Tahir’in Devlet Ana’sından sonra çağdaş Türk edebiyatının ikinci büyük tarihî romanı. Hangi Batı, Hangi Sol, Hangi Sağ ve Hangi Atatürk’ün yazarı Attilâ İlhan, bu eserlerin malzemesini oluşturan araştırma ve düşünce ürünlerini yeni ro- manında fiksiyonuna temel olarak kullanıyor. Şöyle de diyebilirim: Yazar, yıllardır ilgilendiği kültür ve tarih yorumunu bir roman türü düzeyinde estetik alana aktarı- yor.” (Aytaç, 1981:103).

Yazarın çok geniş bir perspektiften hareket ettiğini, Jön Türkleri, İttihat ve Terakki’yi, Millî Mücadele yıllarının bütün boyutlarını araştırdığını, roman kur- gusunu oluştururken de bu araştırmalarından yararlandığını söyleyebiliriz. Attilâ İlhan, Dersaadet’te Sabah Ezanları’nda Neveser’in babası “Alaman Ziya” çevresinde Osmanlı-Alman ilişkilerini anlatır. II. Abdülhamit Dönemi’nde Os- manlı İmparatorluğu’nun neredeyse bütün ticari ilişkileri Almanya ile kurulmak- tadır. Attilâ İlhan burada, bir bakıma, I. Dünya Savaşı’nın nedenlerini bir başka noktada açıklamakta, asıl fırtınanın İngiltere, Fransa gibi ülkelerle Almanya ara- sında koptuğunu, Osmanlı’nın paylaşılması noktasında yaşandığını sezdirmekte- dir. Mustafa Reşit Paşa’nın Tanzimat Dönemi’nde “Devlet-i Aliyye’nin” kaderini İngilizlerin eline bıraktığını diyaloglar aracılığıyla belirten Attilâ İlhan, II. Abdül- hamit Dönemi’nde de Almanlarla ittifak yaparak Rusya ve İngiltere’ye karşı güç kazandığı zannında olduğunu, bu nedenle de her şeyin Almanlara bırakıldığını dile getirmektedir. Almanlarla iktisadi ve teknolojik yardımlaşmanın boyutları “Alaman Ziya” aracılığıyla onun yorumuyla verilir:

“Devlet-i Aliye, Kaiser’in Almanya’sıyla, her gün biraz daha iç içe girmektedir: Rumeli Demiryolları’nın ardından, aa, bir de bakıyorsun Anadolu Demiryolla- rı Şirketi kurulmuş! Saray’dan ‘imtiyazı’ alır almaz, döşedikleri raylarla Almanlar, Dersaadet’i Anadolu bozkırının taa içlerine bağlıyorlar: İzmir, Adapazarı kapı kom- şusu oluveriyor, Eskişehir’se yakında bir şehir. ‘Himmetleri var olsun!’ derken, Düvel-i Muazzama’yı birbirine katan, o ‘devasa’ Bağdad Demiryolu Projesi! Harikulade bir tasavvur! Ordu-yu Hümayun, Dersaadet’te şimendifere bindi mi, o cehennem sıcağı Arabistan çöllerinde kırılmadan, icab-ı hâlinde, şehr-i dil-ara-yı Bağdad’a vasıl ola- bilecek.” (İlhan, 2003: 210).

Almanlarla, Osmanlı İmparatorluğu Dönemi’nde kurulan ekonomik bağlantı yukarıdakiler ile sınırlı değildir. Neredeyse ülkenin bütün ihtiyaçları Almanlar- dan karşılanmaktadır. Yukarıdaki alıntıda da dile getirildiği gibi, bu ilişkiler dün- yanın büyük devletlerinin tepkisine neden olmuştur. Bu da I. Dünya Savaşı’nın, 1. Ünite - Tarihî Roman Kavramı ve 1950 Sonrası Türk Edebiyatında Tarihsel Roman 19 sonuçlarından da anlaşıldığı kadarıyla, Osmanlı İmparatorluğu’nun Almanya’ya gitmesinden korkan “Düvel-i Muazzama”nın, Osmanlı’yı paylaşma kaygısından kaynaklandığını ortaya koymaktadır. Büyük devletler, Osmanlı’yı paylaşmak için savaştılar; biz, Çanakkale’deki savunma dışında, kenarda bekledik. Savaş bitimin- de de paylaşımı kabullendik. Dirilişimiz, daha sonradır. Attilâ İlhan’ın Dersaadet’te Sabah Ezanları’nın kurgusunda düşüncelerini aktarmada yararlandığı kişilerden biri de Neveser’in kardeşi Ahmet Ziya’dır. Ahmet Ziya’dan romanda, işgal İstanbul’unda işçi hareketlerinin anlatılmasında yararlanılır. O, bağımsızlık mücadelesinin işçiler tarafından verilebileceği gö- rüşündedir. Bir bakıma da sosyalizmin temsilcisi durumundadır. Ahmet Ziya, Aynanın İçindekiler serisinde Dersaadet’te Sabah Ezanları’ndan sonra da varlı- ğını sürdürür. Gönülden Esemenli Söker, Ahmet Ziya tipinin, 1909’dan itibaren Türk solunun halkla bütünleşememe yanılgısını vermek için romana taşındığını belirtir:

“Tarihdizinsel sıraya göre ilk defa ‘Dersaadet’te Sabah Ezanları’nda örneklenmeye başlayan Türk solculuk hareketleri ve Türk solcu aydınını asıl onun maddi ve manevi kaynağını oluşturan halk tabakalarına yabancılaştıran yanılgısı, ‘Aynanın İçindeki- ler’ roman dizisinin yayımlanmış beş kitabında da ele alınıp olumlu gelişimini Ahmet Ziya’yla ‘O Karanlıkta Biz’ adlı son romanda gösterir. Attilâ İlhan, Ahmet Ziya’nın söz konusu olduğu bölümlerde tarihî bilgileri, her za- mankinden daha yoğun bir biçimde romanlarının dokusuna katar. Bu yazım tarzıysa bu bölümlerin tarih ağırlıklı olmasına neden olur. Yazar, Ahmet Ziya’nın Selanik’te 1909’da başlayan macerasını 1960’a kadar izleyerek Türk sosyalist düşünce tarihinin olumlu ve olumsuz yönlerini göstermek isteyecek, solcu aydının kültürel yanılgısını, onun eylemleriyle yazdığı tarih aracılığıyla yansıtmak yoluna gidecektir.” (Esemenli Söker, 2002: 140-141)

Yazar, Millî Mücadele Dönemi’nde, sosyalistlerin tam bağımsızlıktan yana ol- duklarını da Ahmet Ziya ile vurgulamak ister. Attilâ İlhan, Ahmet Ziya’yı başka konularda da konuşturur. Buna bağlı olarak Ahmet Ziya, İttihatçıların hareket- lerinde İngiliz Gizli Servisi’nin ve İtalyan Mason localarının tesiri olduğu görü- şündedir. Ayrıca, tıpkı Kemal Tahir gibi, Batı ile Bolşeviklik arasında tampon bir bölge kurulması için Millî Mücadele’nin başarılı olmasına izin verildiği görüşünü de belirtir (Koç, 2005: 511). Esemenli Söker, Attilâ İlhan’ın Ahmet Ziya ile Türk solunun tarihsel sürecini, kurgunun gerektirdiği kadarıyla yazma imkânı buldu- ğunu da belirtmektedir. Dersaadet’te Sabah Ezanları romanında olaylar genel olarak İstanbul’da geçer. Ancak Selanik, Paris, biraz da İzmir romanın kurgusu içerisinde olaylara sah- ne olur. Romanda sosyal hayat ve ekonomi dönemin siyasal hayatıyla iç içedir. İstanbul’da işçi problemlerinin çıkması, insanların yoksulluk nedeniyle fırınlara saldırması, Halıcızade Abdi Bey’in ticari faaliyetleri, yine Halıcızadelerin Leon Mizrahi ile ilişkileri ve Barzilay-Mizrahiler hem bir dönemin çeşitli etnik ve dinî grupların yönlendirdiği Osmanlı’nın iktisadi hayatını hem de bir dönemin ekono- mik ve sosyolojik panoramasını verir. Dönemin siyasal olayları da önceleri İttihat 20 Çağdaş Türk Romanı

ve Terakki ve Abdi Bey çevresinde, daha sonra Millî Mücadele ekseninde Münif Sabri, Neveser, Ahmet Ziya’nın yaşadıklarına dayanılarak verilir. Türklerin dışın- da, romanda yer alan ve bir dönemdeki icraatlarıyla çöküşü hazırlayan Almanlar, Yahudiler ve Rumlar da dönemin sosyolojik olgusunu verirler. Eğlence hayatı da Bacaksız Abdi Bey’in Paris’te, İstanbul’da Mizrahilerin evinde Roza ve Raşel ile yaşadıklarından hareketle dikkatlere sunulmuş olur.

Millî Mücadele’yi anlatan romanlarda çatışmanın ortaya çıkış noktaları nelerdir? 5 1. Ünite - Tarihî Roman Kavramı ve 1950 Sonrası Türk Edebiyatında Tarihsel Roman 21

Özet Tarih ve roman arasındaki ilişki ve tarihsel roman gibi. 1960 sonrası edebiyatımızda yakın ve uzak 1 kavramı hakkında değerlendirme yapabilmek dönemin sosyolojik, ekonomik ve siyasal altya- Tarih, belgelerin ve daha önce yazılmış tarihlerin pılarının da sorgulandığı eserler kaleme alın- ışığında, günün getirdiklerinin de hesaba katılarak dı. Kemal Tahir, Tarık Buğra gibi yazarlarımız yorumlanması sonucunda ortaya çıkar. Roman ise Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş dönemi- tarihsel gerçekliğin romancının muhayyilesinde ni bu bakımdan roman çevresinde kurgulayan yeniden, herhangi bir kurala bağlı kalmaksızın, eserler kaleme aldı. Mustafa Necati Sepetçioğ- tarihsel önem göz önünde tutulmaksızın kurgu- lu, Feridun Fazıl Tülbentçi, Turhan Tan, Bekir lanması sonucunda oluşur. Büyükarkın gibi yazarlar; Türk tarihinin uzak ve yakın dönemlerini romanlar aracılığıyla oku- Türk edebiyatının çeşitli dönemlerindeki tarihî yuculara ulaştırdılar. Özellikle Mustafa Necati 2 romanın niteliğini tartışabilmek Sepetçioğlu’nun romanlarında başlangıcından Türk edebiyatında başlangıçta halkın okuma Çanakkale’ye kadar getirdiği Türk tarihini anla- zevkini geliştirmek ve halkta tarih bilincini tırken eğitim unsurlarını öne çıkardığı görülür. uyandırmak maksadıyla popüler tarih romanları Yakın dönem Türk tarihini konu alan romanlar yazılıyordu.1920-1960 döneminde önemli popü- İttihat ve Terakki, Mütareke ve Millî Mücadele ler tarih romanları kaleme alınmıştır. Bu dönem- dönemlerini konu almaktadırlar. Bu dönemle- de uzak ve yakın döneme ait tarih tezlerinin vur- ri anlatan Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Halide gulandığı romanlar da kaleme alınmıştır.1960 Edip Adıvar, Reşat Nuri Güntekin, Peyami Safa, sonrası edebiyatımızda yakın ve uzak dönemin Nahit Sırrı Örik gibi isimler, bir bakıma yaşa- sosyolojik, ekonomik ve siyasal altyapılarının dıklarını naklederler. Yani çağlarının tanıklığını da sorgulandığı eserlerin kaleme alındığı görül- yaparlar. Samim Kocagöz, Tarık Buğra, Kemal mektedir. Tahir gibi yazarlar da eserlerinde çocuk gözle- riyle gördüklerini anlatırlar. Türk romanında, Türk tarihinin hangi evrelerinin 3 nasıl yer aldığını açıklayabilmek Yakın tarihin romanımıza nasıl yansıdığını örnek Türk edebiyatında başlangıçta halkın okuma 4 romanlar aracılığıyla yorumlayabilmek zevkini geliştirmek ve halkta tarih bilincini Ciğerdelen (1946), Safiye Erol’un en meşhur ro- uyandırmak maksadıyla popüler tarih roman- manıdır. Romanda şimdiki zaman ile geçmişte ları yazılıyordu. Abdullah Ziya Kozanoğlu, Ni- meydana gelen tutkulu bir aşk etrafında, Türk zamettin Nazif (Tepedelenlioğlu), Turhan Tan, romanının geleneksel temalarından olan Doğu- Vâlâ Nurettin, Fazlı Necip, İskender Fahrettin, Batı çekişmesinin işlendiği dikkati çekmektedir. Peyami Safa, Sami Karayel, Hayrettin Ziya, Ke- Kemal Tahir ise romancı olarak Türk tarihinin malettin Şükrü, Enver Behnan Şapolyo, Kadir- geçirdiği sosyal değişimleri işler. Bu çerçeve- can Kaflı, Ziya Şakir, Reşat Ekrem, Ilgaz-Vahap de de tarihi kullanır. Osmanlı Devleti’nin ku- Nevruzhan, Safiye Erol, Nihal Atsız, Feridun ruluş sürecini Devlet Ana romanında, Ankara Fazıl Tülbentçi, Zuhuri Danışman, Ratip Tahir, Savaşı (1402) dönemini da yarım kalmış To- Turhan Tan, Reşat Ekrem Koçu, Murat Sertoğ- pal Kasırga’da işler. Kemal Tahir, Türk tarihi ve lu, Ragıp Şevki Yeşim gibi yazarlar, 1920-1960 toplum düzenine ilişkin düşüncelerini Devlet döneminin önemli popüler tarih romanlarını Ana’da sistemli bir şekilde aktarır. kaleme almışlardır. Bu dönemde uzak ve yakın döneme ait tarih tezlerinin vurgulandığı roman- lar da kaleme alınmıştır: Nahit Sırrı Örik’in Ab- dülhamit Düşerken’i, Safiye Erol’un Ciğerdelen’i 22 Çağdaş Türk Romanı

II. Abdülhamit Dönemi’nin son yılları ile İttihat ve Terakki’nin ilk yıllarını konu edinen Abdül- hamit Düşerken romanında Nahit Sırrı Örik, çocukluk yıllarında tanığı olduğu tarih kapsa- mında değerlendirilebilecek olayları kurgula- maktadır. Tarık Buğra’nın ikinci romanı olan Küçük Ağa, 1963 yılında İstanbul’da yayımlanır. Tarık Buğ- ra, Küçük Ağa’yı çocukluğundan itibaren baba- sından, babasının arkadaşlarından dinlediğini ve yazılı belgelerden hareketle kaleme aldığını belirtir. Küçük Ağa, Millî Mücadele yıllarının Kuvayı Milliye’nin oluşumundan Çerkez Ethem birliklerinin bozguna uğratılması arasındaki dö- nemin kurgusu niteliğindedir. Attilâ İlhan, Dersaadet’te Sabah Ezanları ro- manını aynı tarzda kaleme almış, yakın dönem Türk tarihinin belirli bir sürecini yansıtmaya ça- lışmıştır. Roman, 1909’dan İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalinden hemen sonrasına, Millî Mücadele’nin Anadolu’da güç kazandığı döneme kadar (1920) olan bir süreyi işler. Dersaadet’te Sabah Ezanları isminden de anlaşılacağı gibi, Millî Mücadele yıllarına, İstanbul’u merkeze ala- rak bakmaktadır. 1. Ünite - Tarihî Roman Kavramı ve 1950 Sonrası Türk Edebiyatında Tarihsel Roman 23

Kendimizi Sınayalım 1. Türk Edebiyatı’ndaki ilk tarihî roman ve yazarı aşa- 6. Aşağıdakilerden hangisi Demokrat Partinin iktidar ğıdakilerden hangisinde birlikte verilmiştir? sürecini romanlaştıran, bu dönemdeki siyasal olayları a. Attila İlhan-Dersaadet’te Sabah Ezanları anlatan yazar-roman eşleştirmeleri arasında yer almaz? b. Ahmet Mithat-Yeniçeriler a. Samim Kocagöz-İzmir’in İçinde c. Tarık Buğra-Osmancık b. Attilâ İlhan-Bıçağın Ucu d. Nahit Sırrı Örik-Abdülhamit Düşerken c. Tarık Buğra-Dönemeçte e. Tarık Buğra-Küçük Ağa d. Ayşe Kulin-Gece Sesleri e. Safiye Erol-Ciğerdelen 2. Aşağıdakilerden hangisi tarihî bir romanda yer al- ması gereken unsurlar arasında yer alır? 7. Aşağıdakilerden hangisi Attila İlhan’ın Dersaadet’te a. Tarihî belge Sabah Ezanları romanında söz konusu olan b. Kaynakça mekânlardan biri değildir? c. (Fiksiyon) Kurgu a. Istanbul d. Resmi tarihe uygunluk b. Paris e. Gerçeklik c. İzmir d. Selanik 3. Aşağıdakilerden hangisi Kemal Tahir’in romanları- e. Bursa nın özelliklerinden biri değildir? a. Devlet Ana romanında Osmanlı Devleti’nin ku- 8. Küçük Ağa romanı için aşağıdaki ifadelerden han- ruluş sürecini anlatması gisi söylenebilir? b. Başka romanlarında da tarihî konuları işlemesi a. Millî Mücadele yıllarını anlatır. c. Türk tarihinin geçirdiği sosyal değişimlerin ro- b. Roman kadın kahramanlar arasında geçmekte- manlarının konuları arasında olması dir. d. Bir Mülkiyet Kalesi, Esir Şehrin İnsanları, c. Romanda Anadolu mücadeleye karşıdır. Yorgun Savaşçı romanlarında Millî Mücadele d. Romanda dönemin hapishane hayatının da izle- Dönemi’ni anlatması rini görürüz. e. Romanlarında hızla Batılılaşmamız gerektiği e. Romanda saray hayati teferruatıyla gözler önü- ve Batı’nın kurumlarıyla bizim kurumlarımızın ne serilmiştir. ortak olduğu konusuna vurgu yapması 9. Aşağıdakilerden hangisi Mütareke Dönemi’ni anla- 4. Safiye Erol’un romanı aşağıdakilenden hangisidir? tan roman ve yazar eşleştirmelerinden biri değildir? a. Ciğerdelen a. Yakup Kadri Karaosmanoglu-Yaban b. Yorgun Savaşçı b. Halide Edib Adıvar-Ateşten Gömlek c. Osmancık c. Namık Kemal-Cezmi d. Devlet Ana d. Tarik Buğra-Küçük Ağa e. Gönül Hanım e. Kemal Tahir-Bir Mülkiyet Kalesi

5. Cumhuriyet Dönemi’nde yazılan tarihî romanların 10. Aşağıdakilerden hangisi 1920-1960 yılları arasında konusu aşağıdakilerden hangisinde verilmiştir ? popüler tarih romancılarından biri değildir? a. Fransız İhtilali ve etkisi a. Peyami Safa b. Kırım Harbi b. Safiye Erol c. Lale Devri ve Dönemi’nin şahsiyetleri c. Nihal Atsız d. Sanayi Devrimi’nin etkisi d. Ayşe Kulin e. Mütareke yılları ve karşılaşılan zorluklar e. Turhan Tan 24 Çağdaş Türk Romanı

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı 1. b Yanıtınız yanlış ise “Türk Edebiyatında Tarihsel kımından bu türün ilk örnekleri olarak gösterilir. Na- Roman” konusunu yeniden gözden geçiriniz. mık Kemal’in Cezmi (1880), tarihi bilinçli olarak işle- 2. c Yanıtınız yanlış ise “Tarih ve Tarihsel Roman yen ilk tarihî romanımızdır. Namık Kemal, Cezmi’nin Kavramı” konusunu yeniden gözden geçiriniz. şahsında, 16.yy.da Osmanlı-İran-Kırım ilişkilerini, bir 3. e Yanıtınız yanlış ise “Kemal Tahir-Devlet Ana” aşk-kıskançlık kavramları çevresinde anlatmaya çalış- konusunu yeniden gözden geçiriniz. mıştır. oğlunu tablolaştırmış, kendine göre Türk değer- 4. a Yanıtınız yanlış ise “Safiye Erol-Ciğerdelen” ko- lerini betimlemiştir. nusunu yeniden gözden geçiriniz. 5. e Yanıtınız yanlış ise “1920-1960 Arası” konusu- Sıra Sizde 3 nu yeniden gözden geçiriniz. Tarihsel romanın etkin bir tarzda ortaya çıkışı 1980 son- 6. e Yanıtınız yanlış ise “1960 Sonrası” konusunu rası dönemdir. 1980 sonrasında yalnız yakın dönem de- yeniden gözden geçiriniz. ğil, Türk ve dünya tarihinin en bilinmeyen dönemlerine 7. e Yanıtınız yanlış ise “Attilâ İlhan-Dersaadet’te kadar gidilir. “1980 sonrası kuşaktan türe birer ikişer Sabah Ezanları” konusunu yeniden gözden ge- eserle katılan Gürsel Korat (Zaman Yeli/1994), felse- çiriniz. fi derinliği olan romanlarıyla İhsan Oktay Anar (Puslu 8. a Yanıtınız yanlış ise “Tarık Buğra-Küçük Ağa” Kıtalar Atlası/1995, Kitabü’l Hiyel/1996, Efrasiyab’ın konusunu yeniden gözden geçiriniz. Hikâyeleri/1998), tarih ve fantezinin karışımı roman ya- 9. c Yanıtınız yanlış ise “1920-1960 Arası” konusu- zan Elif Şafak (Pinhan), Handan Öztürk (Yalnız Bebek- nu yeniden gözden geçiriniz. ler/1996), İstanbul’un fethini konu alan tek romanında 10. d Yanıtınız yanlış ise “1920-1960 Arası” konusu- hem Doğu’yu hem de Batı’yı Marksist bir dikkatle eleş- nu yeniden gözden geçiriniz. tiren Nedim Gürsel (Boğazkesen-Fatih’in Romanı/1995), Haldun Çubukçu (Yıldızsayan/1996), konusunu XVII. yüzyılda Osmanlı sarayında yaşanan olaylardan alan Zülfü Livaneli (Engereğin Gözündeki Kamaşma/1996), Sıra Sizde Yanıt Anahtarı mitolojik unsurları ve halk öykülerini folklorik malze- Sıra Sizde 1 me ile zenginleştirerek roman formu içinde okura su- Romancının tarihsel bilgiyi yorumlamasında hiçbir nan Yaşar Kemal (Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana/1998), sınır yoktur. Konu aldığı zamana ait sıradan bir in- geleneksel anlatı formlarını romana uyarlayan Nazan sanın yaşadığı devrin değerlendirmesini sunabilece- Bekiroğlu (Yusuf İle Züleyha/2000, İsimle Ateş Ara- ği gibi, savaşların ve siyasi olayların görüntüsünü de sında/2002), İskender Pala (Babil’de Ölüm İstanbul’da nakledebilir. Hatta tarihsel gerçekliği istediği tarzda Aşk/2003), Sadık Yalsızuçanlar (Gezgin/2004)” (Gün- değiştirebilir. Buna “counter factual”(karşı olgusal) de- düz, 2006). Bu romancıların eserlerinde hem anlatım nilmektedir. Osmanlı İmparatorluğu’nun Söğüt dışına tekniği bakımından farklılıklar hem de tarihe bakış açı- hiç çıkamaması, Osmanlı’nın Viyana’yı fethetmesi gibi. sında ilgi çekici yorumlar bulunmaktadır. Fakat böyle bir durum hemen okuyucunun tepkisiyle karşılaşır veya alay konusu olur. Hiç denenmemiş ol- Sıra Sizde 4 masına karşın, farklı bir yorum ve tarz olduğu da tar- Kemal Tahir, Devlet Ana’da Türk milletinin tışmasızdır. -Osmanlı’dan gelen- devlet kurucu ve yaşatıcı dehası- Tarihî roman, tarihin yeniden yansıması değildir. Bel- nın günümüzde de var olduğunu, Türk kimliğine yö- ki geçmişi, fiksiyon bakımından yeniden yorumlama nelmek için Osmanlı’nın ilk dönemlerine bakmanın endişesidir. zorunluluğuna dikkat çekmiştir. Denilebilir ki Devlet Ana, tam manasıyla, Batı’nın bireyciliğine karşı Türk Sıra Sizde 2 kimliğini ortaya koyan bir roman özelliğiyle karşımıza Tarihsel roman alanında ilk örnekleri Ahmet Mithat çıkar. Hristiyan Batı’da soylular, köylüler (köleler) var- verir. Onun Yeniçeriler, Hasan Mellah yahut Sır İçin- dır. Soylular, köleler üzerinde her türlü hakka sahip- de Esrar adlı eserleri ile, Musullu Süleyman, Ahmet tir. Osmanlı’da ise sosyal sınıflar yoktur. Bu bakımdan Metin ve Şirzâd romanları konu ve kahramanları ba- herkes devlete bağlıdır. Kemal Tahir özellikle tarihsel 1. Ünite - Tarihî Roman Kavramı ve 1950 Sonrası Türk Edebiyatında Tarihsel Roman 25

perspektifte bu vurguyu yapar. Kemal Tahir, romanını, Fedai, Özlem. (1998). “Kemal Tahir’in Romanlarında öncelikle bir cinayet vak’ası üzerine kurar. Ancak di- Tarih ve Toplum”, Dokuz Eylül Üniversitesi Sos- ğer yandan Türklerin devlet kurmaktaki yeteneklerini yal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans sergiler. Tezi, İzmir. Fethi Naci. (1990). 100 Soruda Türkiye’de Roman ve Sıra Sizde 5 Toplumsal Değişme. 2. Baskı, İstanbul: Gerçek Ya- Millî Mücadele’yi anlatan romanlarda çatışma iki nok- yınları. tada belirir. Bunlardan birincisi işgal güçleri ile yurtse- Fethi Naci. (2002). Yüz Yılın Yüz Türk Romanı. 4. ver insanlarımızın mücadelesi şeklindedir. İşgal güçleri Baskı, İstanbul: Adam Yayınları. Anadolu’yu ve İstanbul’u paylaşma amacıyla işgal eden Göğebakan, Turgut. (2004). “Attilâ İlhan’ın Romanla- Fransız, İngiliz, İtalyan ve Yunan kuvvetleridir. Bunlar rında Kurtuluş Savaşı Manzaraları” Tarihsel Ro- emperyalist güç olarak da tanımlanmaktadır. man Üzerine. Ankara: Akçağ Yayınları, 77-116. İkinci çatışma da millî değerlerinden kopan aydınlar Gündüz, Osman. (2006). 1960 Sonrası Türk Edebiyatı ile Anadolu’ya yönelip kurtuluş mücadelesine karar Tarihî. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayın- vermiş olanlar arasındadır. ları, 279-382. Gürsel, Nedim. (1997). “Tarihsel Roman Tarihi Yorum- layan Romandır”, Hürriyet Gösteri. 197-198, Nisan- Mayıs: 74-75. İlhan, Attilâ. (1982). Dersaadet’te Sabah Ezanları. İs- Yararlanılan Kaynaklar tanbul: Bilgi Yayınları. Argunşah, Hülya. (2006). “Tarihî Roman”, Türk Edebi- Kantarcıoğlu, Sevim. (2008). Yakınçağ Tarihimizde yatı Tarihî 4. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Roman. İstanbul: Paradigma Yayıncılık. Yayınları. Tahir, Kemal (1976). Devlet Ana, İstanbul: Bilgi Yayın- Aytaç, Gürsel. (1981). “Attilâ İlhan’ın Yeni Romanı ları. Dersaadet’te Sabah Ezanları’nın Biçim Özellikleri”, Koç, Murat. (2005). Türk Romanında İttihat ve Te- Yazko Edebiyat. 11, Eylül: 103-106. rakki (1908-2004). İstanbul: Temel Yayınları. Carr, Edward Hallet. (1994). Tarih Nedir. 5. Baskı, İs- Narlı, Mehmet. (2007). Roman Ne Anlatır/ Cumhu- tanbul: İletişim Yayınları. riyet Dönemi (1920-2000) Türk Romanı Üzerine Collingwood, R.G. (1996). Tarih Tasarımı. Çeviren: Tematik Bir Tasnif ve Değerlendirme. Ankara: Kurtuluş Dinçer, 2.Baskı, Ankara: Gündoğan Ya- Akçağ Yayınları. yınları. Özher, Sema. (2009). “Romancı Kimliğiyle Attilâ İl- Çelik, S. Dilek Yalçın. (2006). “Popüler Roman”, Türk h a n”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Edebiyatı Tarihî. 4: 359-392. Basılmamış Doktora Tezi. Elazığ. Çelik, Yakup. (2007). “Tarih Roman İlişkisi-Tarihî Ro- Taştan, Zeki. (2000). Türk Edebiyatında Tarihî Ro- manda Kişiler”, Turcology In Selected Pa- manlar (Türk Tarihî İle İlgili 1871- 1950). İstan- pers. Editör: Laszlo Karoly, Szeged, 107-121. bul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayın- Çelik, Yakup. (2009). “Karanlıktan Aydınlığa İttihat ve ları. Terakki”, Millî Mücadele Çizgisinde Türk Roma- Tekeli, İlhan. (1998). Tarih Yazımı Üzerine Düşün- nına Bir Bakış. Ankara. mek. Ankara: Dost Kitabevi. Doğan, Mehmet H. (1976). “Türk Romanında Kurtu- Timur, Taner. (1991). Osmanlı Türk Romanında Ta- luş Savaşı”, Türk Dili Türk Romanında Kurtuluş rih Toplum ve Kimlik. İstanbul: Afa Yayınları. Savaşı Özel Sayısı, 278, Temmuz: 7-40. Esemenli Söker, Gönülden. (2002). Attilâ İlhan’da Kültür Sorunsalı. Ankara: Bilgi Yayınevi, 394. 26 Çağdaş Türk Romanı

Başvurulabilecek Kaynaklar Bloch, Marc. (1985). Tarihin Savunusu ya da Tarih- çilik Mesleği. Çev: Mehmet Ali Kılıçbay. Ankara: Birey ve Toplum Yayınları. Buğra, Tarık. (1998). Osmancık. 9. Baskı, İstanbul: Ötüken Neşriyat. Carr, Edward Hallet-Fontana, Jose. (1992). Tarih Yazı- mında Nesnellik ve Yanlılık. Çev: Özer Ozankaya, Ankara: İmge Kitabevi. Ertop Konur. (1997). “Romancılığımızda Tarihe Yakla- şım”, Hürriyet Gösteri. 197-198, Nisan-Mayıs. Göğebakan, Turgut. (2004). Tarihsel Roman Üzerine. Akçağ Yayınları, Ankara. Özlem, Doğan. (1996). Tarih Felsefesi. 2. Baskı, İstan- bul: Anahtar Kitaplar Yayınevi. Öztürk, Prof. Dr. Mustafa. (1999). Tarih Felsefesi. Ela- zığ. Popper, Karl R. (1998). Tarihselciliğin Sefaleti. 2. Bas- kı, İstanbul: İnsan Yayınları. Tosh, John. (1984). Tarihin Peşinde-Modern Tarih Çalışmasında, Hedefler, Yöntemler ve Yeni Doğ- rultular. Çev: Özden Arıkan, İstanbul: Türk Vakfı Yurt Yayınları. Tural, Sadık K. (1976). “Tarihî Roman ve Atsız’ın Tarihî Romanları Üzerine Düşünceler”, Atsız Armağanı. İstanbul: Ötüken Yayınevi. Yalçın, S. Dilek. (2005). Yeni Tarihselcilik Kuramı ve Türk Edebiyatında Postmodern Tarih Romanla- rı. Ankara: Akçağ Yayınları.

ÇAĞDAŞ TÜRK ROMANI 2 Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra;  “Toplumcu Gerçekçilik”, “Toplumcu Gerçekçi Edebiyat”, “Toplumcu Gerçekçi Roman” kavramlarının birbiriyle ilişkisini açıklayabilecek,  Toplumcu Gerçekçi Edebiyat’ın Türkiye dışındaki edebî ve düşünsel kaynakla- rını, Türk edebiyatında “Toplumcu Geçekçilik” akımının sosyal ve siyasal arka planı hakkında değerlendirme yapabilecek,  Toplumcu Gerçekçi Roman’ın ilk örneklerini ve bu eserlerin kendilerinden son- ra gelen eserleri yapı ve içerik bakımından nasıl etkilediklerini açıklayabilecek bilgi ve becerilere sahip olacaksınız.

Anahtar Kavramlar • Edebiyat ve İdeoloji • Sosyal Realizm • Toplumcu Gerçekçi Edebiyat • Türk Romanı ve Sosyalist • Toplumcu Gerçekçi Roman Gerçekçilik • 1930-1980 Arası Türk Romanı

İçindekiler

• TOPLUMCU GERÇEKÇİ ROMANIN SİYASAL SOSYAL ARKA PLANI Toplumcu Gerçekçi Çağdaş Türk Romanı • TOPLUMCU GERÇEKÇİ KÖY ROMANI Roman ve Gelişimi • TOPLUMCU GERÇEKÇİ İŞÇİ ROMANI • TOPLUMCU GERÇEKÇİ AYDIN ROMANI Toplumcu Gerçekçi Roman ve Gelişimi

TOPLUMCU GERÇEKÇİ ROMANIN SİYASAL SOSYAL ARKA PLANI Türkiye’de toplumcu gerçekçi edebiyatın siyasal ve düşünsel arka planının Cumhu- riyet öncesinden başladığı genel bir yaklaşım olarak kabul edilse bile, bu kabul, siya- sal ve edebî metinlerle fazlaca desteklenebilecek, bir kabul değildir. Ahmet Oktay’ın dediği gibi Türkiye solunun geçmişinde kuramsal taban görme eğilimi romantik bir tavırdır (Oktay 2008:209). Edebiyatın sosyal işlevini öne çıkaran Tanzimat yazarla- rından Sami Paşazade, Fransa’da ayak üstü tanıştığı Lenin’den çok önemsiz bir şekil- de söz eder. Tanzimat aydını devleti ıslah etmek için meşrutiyete doğru giden yolu ararken Marksçı bir siyasal tasarımın Avrupa’da olgunlaştığının farkına bile varmaz. Oktay, Tanzimat aydınının esasında bir burjuva edebiyatı yaratmakta olduklarını Fuat Köprülü’den yaptığı şu alıntıyla destekler: “Saraya ve onun dayanağı olan medreseye, tekkeye devlet adamlarına, ayan ve eşrafa dayanan feodal klasik edebiyata karşılık, Şi- nasi, Ziya Paşa ve Kemal mektebi, vatan millet ve halkçılık mefkurelerine hizmet eden ve tamamıyla Fransız edebiyatından mülhem yeni bir burjuvazi edebiyatı yaratmak istiyordu.” (Oktay, 2008: 211). Türkiye’deki sosyalist fikirlerin kaynaklarına bakılırken Beşir Fuat’a da atıf yapılır. Onun biyolojik materyalizmi ve din karşıtlığı, bu atıfla- rın yapılmasına vesile olmuştur. Gerçekte Beşir Fuat’ın yazılarında Marks’a hiç atıfta bulunmadığı gibi Avrupa ve Rusya’daki etkisine dair de bilgi yoktur. Tevfik Fikret’in devlet karşıtlığı, hürriyet ve yoksulluk şiirleri, zaman zaman Türkiye sosyalist edebiya- tının öncülü gibi yorumlansa da esasen Fikret, pozitivist ve hümanist etkilerle yerle- şik kültür ve siyasete tepki gösterir. Kaldı ki Osmanlı toplum yapısının din, tevekkül, devlet ve tebaa gibi ana belirleyicileri, sömüren ve sömürülen şeklindeki sınıflaşmanın doğurucusu olan sanayileşmeye ve kapitalistleşmeye imkân vermemiştir. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan süreçte, başta toplumcu gerçekçi edebiyatın ana metni olan Das Kapital dâhil olmak üzere sosyalizm etrafında da bir çeviri etkinliği olmamıştır. Osmanlı Türkiyesi’nde sosyalist düşünce esas olarak İkinci Meşrutiyet Dönemi’nde görülür. Genel kayıtlara göre Türkiye’de sosyalist düşüncenin ilk ya- zarı, 1910’da çıkardığı İştirak adlı gazeteden dolayı İştirakçi Hilmi olarak bilinen Hüseyin Hilmi’dir. İştirakçi Hilmi’nin 1919’da kurduğu Türkiye Sosyalist Fırka- sı ve yayınladığı idrak gazetesi ile debbağhane, tersane ve tramvay grevlerinde önemli rolü olduğu belirtilmektedir. Oya Baydar, “İstanbul işçi hareketi üzerin- deki etkinliği İngiliz işgal kuvvetlerinin desteğine sahip olduğu şaibesiyle gölge- lenmiş olsa da özellikle tramvay işçilerinin sonraki yıllarda da sürecek mücadele geleneğinde Hüseyin Hilmi’nin de payı olduğu söylenebilir” demektedir. Hüseyin Hilmi’nin İştirak dergisinde özellikle 1912 yılındaki sayılarda sosyalizm ve onun 30 Çağdaş Türk Romanı

çevresindeki kavramları tartışılıyor olması, onun Osmanlı Türkiyesindeki ilk sos- yalist yazar olarak anılmasını geçerli kılmaktadır. İştirak Çevresi içinde Hüseyin Hilmi’den sonra adı üzerinde en çok konuşu- lan ikinci kişi Dr. Refik Nevzat’tır. Refik Nevzat, eski bir Jön Türk’tür; Paris’te bulunduğu sıralarda Fransız sosyalistlerinden etkilenerek solcu olmuş, Hüseyin Hilmi çevresi ile irtibata geçmiş ve Osmanlı Sosyalist Fırkasının Paris şubesini kurumuştur (Tekin, 2002:176). Cumhuriyet Dönemi’nde, hukuk, eğitim, millî ekonomi gibi alanlardaki mo- dernleşmeler, birçok yönüyle Tanzimat ve Islahat hareketlerinin, hız ve yaygınlık kazanmış şekli olarak görülebilirler. İttihat ve Terakki’nin 1913’lerden sonra mil- liyetçi ideolojiyi sistemleştirmesi ve bir yönetim tabanı olarak işlemesi düşünülür- se Cumhuriyetin, bu sürecin siyasal inkılabı olduğu kabul edilebilir. Yeni devletin düşünsel yapısını ve hedeflerini anlamak için, 1922 ile 1938 arasında yapılan inkı- lapların belli başlılarını hatırlamak yeterlidir. Yeni devletin ve kültürün inşasında düşünsel temel Türk milliyetçiliğidir. Laik ve pozitivist karakterli bu milliyetçilik, yeni sosyolojinin tekliflerini taşımak durumunda olduğu gibi, yönetim ve kurum- sal alandan itilen dinin bıraktığı boşlukları da doldurmak durumundadır. Tek Parti Dönemi’nin edebiyat Tek Parti Dönemi’nin edebiyat ve fikir hayatını belirleyen halkçılık düşünce- ve fikir hayatını belirleyen halkçılık düşüncesidir. sidir. Aslında halkçılık düşüncesini Mustafa Kemal, Gökalp’tan almıştır ve onun için halkçılık merkezinde halkı sınıfsızlaştırmak vardır. İnönü Dönemi’nde ise halkı “aydınlatmak, istenilen doğrultuda dönüştürmek” merkezinde kalmıştır. Sosyalist ve hümanist eğilimlerle birleşmiştir bir ölçüde. Etkinliğini halkevleri ve köy enstitüleri ile genişletmiştir. Tek Parti ideolojisinin kaldıraçları durumundaki halkçılık ve köycülükle olsun; o kavramları sahiplenen sol Kemalistlerin ek bir kilit kavram sayarak devreye soktukları hümanizmle olsun, solun ilişkileri her zaman karışık ve sorunlu olmuştur. Sosyalist, işçi sınıfı diyemediği için köylü ve halk kavramlarına sarılmıştır (Oktay, 1993:53-58). Türk edebiyatında genel olarak Marksizm merkezinden yayılan ideolojik yapı- yı kuran kuşkusuz ’tir. O, Türkiye’de sınıfların çatışmasına dayanan bir gelenek olmadığı hâlde, belki de ilk olarak emek, yoksulluk, sömürülme gibi temaları işlemeye başlar. Nâzım Hikmet’in getirdiği bu içerik sadece Cumhuri- yet Dönemi’ndeki şiiri değil, bütün edebiyatı etkiler. Nitekim sadece İlhami Bekir Tez, Hasan İzzettin Dinamo, Rıfaz Ilgaz, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Ahmet Arif gibi şairler değil, Sabahattin Âli, Orhan Kemal, Kemal Tahir gibi romancılar da Nâzım’ın açtığı yolda devam ederler. Hatta 1960’larda modernist ve bireyci edebi- yata (temeli marksizim olsa da) karşı çıkarak sosyalist gelişmeye paralel etkinlikte bir edebiyat ortamı kurmaya çalışan ikinci kuşak toplumcu edebiyat da köy roma- nı da Nâzım’ın kurduğu edebiyat atmosferinden nefes alır. Nâzım Hikmet’in 1929 yılında Resimli Ay dergisinin 4. sayısından itibaren başlattığı “Putları Yıkıyoruz” kavgası, Türkiye’de edebiyat çevresinde başlayan ideolojik kavganın da merkezini oluşturur. Nâzım’ın ağır bir şekilde eleştirdiği şairlerden birinin, yenileşen Türk şiirinin ilk mimarı (Abdülhak Hamit), diğerinin, milliyetçiliğin ilk şairi () olmasından dolayı büyük bir gürültü kopar. Örneğin; Hamdullah Suphi, İkdam gazetesinde Nâzım Hikmet ve arkadaşlarını “bolşevik kapısının mü- seccel köleleri” (Oktay 1993:100) olarak nitelendirir. Nâzım Hikmet’in enternasyo- nal eşitlikçi, modern ve materyalist duruşuna, “Kerem ile Aslı” ve “Şeyh Bedreddin Destanı” ile kurduğu sosyalist gelenek algısı, Türkiye’deki yerli sosyalizmin de kay- nağı olmuştur. Nitekim Cahit Tanyol, Kemal Tahir hatta Attilâ İlhan’ın düşüncele- rinin merkezi sayılabilecek “Anadolu sosyalizmi” bu kaynaktan hareket etmiştir. 2. Ünite - Toplumcu Gerçekçi Roman ve Gelişimi 31

Türkiye’de hapishane ve edebiyat ilişkisinin sosyal bir olgu olarak tarihe yerleş- mesinde de Nâzım Hikmet bir dönüm noktasıdır. Komünizm propagandası yap- mak veya Türkiye Cumhuriyeti’ni veya ordusunu tahkir etmek suçundan dolayı Nazım Hikmet birçok defa yargılandığı ve tutuklandığı gibi, birçok şair yazar da Nazım’ın kitaplarını okumak ve onun yaptığını yapmak gibi sebeplerden dola- yı yargılanmış ve mahkûm olmuştur. Siyasal ve edebî tarihe “Donanma Davası” olarak geçen yargılamalar ve mahkumiyetler önemlidir. 1938’de Nazım Hikmet, Kemal Tahir, Nuri Tahir, Hamdi Alev Şamilof, Emine Alev, Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Fatma Nudiye Yalçı, Kerim Korcan, Mehmet Ali Kantan, Seyfi Tekbilek, Hüseyin Avni Durugün gibi şair, romancı, gazeteci yargılanmış ve hapse atılmışlardır. Ke- mal Tahir ve Orhan Kemal gibi toplumcu gerçekçi romanın ustaları sayılan bu iki ismin hayatında Nazım Hikmet’le kurdukları ilişki ve bir eğitim mekânı hâline getirdikleri hapishane oldukça önemlidir. Türk romanında toplumcu gerçekçiliğin ilk yansımaları, işçi hayatlarının an- Türk romanında toplumcu gerçekçiliğin ilk yansımaları, latılmasıyla 1930’larda başlar. Bazı yazarlar, eserlerinde ikinci planda da olsa sınıf işçi hayatlarının anlatılmasıyla çatışmalarına yer verirler. Reşat Enis, “okumuş bir tornacı”ya Marksist yorumlar 1930’larda başlar. yaptırır: “Harbi isteyen patrondur; kapitalisttir. Yok olası kapitalist... Sönmek bil- mez ihtirası, onun gözlerini içinde bulunduğu sınırlarının dışına çeker, ona, dışa- rıda işletecek maden lazımdır; sürecek toprak lazımdır. O, malını satacak piyasa arar.” (Naci, 1990: 338). Maden işçilerinin hayatını anlatan Reşat Enis, Afrodit Buhurdanında Bir Kadın’da (1938) maden işçileriyle sanayi işçilerini, “sömürü- lenler” olarak gösterir. Sabahattin Âli, Sadri Ertem gibi yazarların eserlerinde de belirli bir toplumcu gerçekçilik vardır. Ama söz konusu üç yazarda da “sosyalist öz”, tek tek yazar- ların kişisel özelliklerini, oturmuş veya seyyal birikimlerini yansıtır. Henüz işçi sınıfı, bütünüyle toplumcu gerçekçi yöntemlerle ele alınmaz. Ancak halka dönüş, toplumsal etkinlik sürecine giren yeni bir insanı haber verir. Mesela Sabahattin Âli’nin Kuyucaklı Yusuf’u. Bu yeni, yarı feodal bir yapının veya yoksulluktan bık- mış bir toplumun insanı, oluşmakta olan yeni bilinçteki insanı yansıtır: “İşçi olu- şumunda ilk halka, Avrupa piyasalarının artan taleplerine uygun olarak bahçe ve sanayi ürünlerinin (yani uzmanlaşmış tarımın) gelişmesi sonucu tarım kesi- minde ilk kez kapitalist üretim ilişkilerinin belirmeye başlamasıdır. (...) Yukarıda tanımladığımız anlamdaki bir kapitalizmin, etki alanına giren ilk yöre Çukurova olmuştur (Naci, 1990: 326). “Toplumcu bir yazarım (...) Bozuk düzenimizin nedenlerini insanlarımıza göstermek, onları uyarmak, gösterip uyarmakla da kalmayıp bozuk düzeni dü- zeltmeye çaba göstermelerini, bu çabayı el birliği ile göstermemiz gerekliliğini yanıtlarım.” (Orhan Kemal, 1974: 117) diyen Orhan Kemal, Çukurova’daki bu yeni gelişen, “kara düzen”in getirdiği iktisadi atılımlar içinde yenilen, acı çeken, birbiriyle boğuşan, sınıf değiştirme hırsıyla birbirinin sırtına basan bu insanları yansıtır. Denilebilir ki Türk romanında işçiyi, bütün çevresiyle en geniş manada eserlerine alan romancı Orhan Kemal’dir. “Ekmek” peşinde koşan küçük insanın hayatını yazan yazar, şahıslarını bir “sınıfsal bilinç” içerisinde göstermiş midir? Kendisinin roman bütününe sinen sınıfsal bilincin düzeyi nedir? “Kendini bilen bir yazar için zaten sınıfların dışında bir edebiyat yoktur.” diyen bir yazarın, işçi- leri, ağaları, iş birlikçileri örtülü bir şekilde sınıf bilinci içinde ele aldığı düşünül- melidir. 32 Çağdaş Türk Romanı

Kuşkusuz Cumhuriyet sonrasında “yerli sosyalist düşünce” ve “yerli sosya- list edebiyat” bağlamındaki tartışmaların içinde adı en çok geçen yazar Kemal Tahir’dir. O, Kemalizm’den Marksizm’e geçişiyle, yerli bir sosyalizme evrilişiyle, Osmanlı gerçeğini kabul edişiyle, Osmanlı tarzı bir iktisadi anlayışı önermesiyle hep tartışmaların odağında yer alır. Anadolu toplumunun yapısı, tarihsel gerçeği ve anlamı üzerine söyledikleri onu evrensel sosyalizmden ayırır. Asya Tarzı Üre- tim Tarzı’nın özelliklerini ve niteliklerini Osmanlı ve Anadolu hayatında gören Kemal Tahir, her toplumun kendi iktisadi şartlarına göre biçimleneceğini ve esa- sen bugünkü sosyal bozukluğun toplumun kendi iktisadi ve siyasi yapısını kura- mamasından kaynaklandığını düşünür. Sadri Ertem, Reşat Enis, Sabahattin Âli’lerle başlayan sosyalist gerçekçi roman, Orhan Kemal, Kemal Tahir, Yaşar Kemal, Fakir Baykurt’larla devam eder.

Tek Parti Dönemi’nin edebiyat fikir hayatını hangi düşünce belirlemiştir? 1 TOPLUMCU GERÇEKÇİ KÖY ROMANI

İlk Köy Romanından Toplumcu Gerçekçi Köy Romanına Köyden söz eden romanların tarihi elbette Ahmet Mithat’ın Bahtiyarlık’ına, Nâbizâde Nâzım’ın Karabibik’ine, Ömer Ali Bey’in Türkmen Kızı’na kadar götü- rülebilir. Cumhuriyet Dönemi’ndeki Anadolu’ya yöneliş hareketlerinin, halkçılık ilkesinden geçerek köy enstitülerini doğurduğu, onun da köy edebiyatını beslediği söylenebilir. Ancak kullandığımız tematik başlık, belli bir dünya görüşü içinde köye ve köylüye yaklaşan romanları ifade etmektedir. Aslında “köy romanı” adı- nın da bu romanlara verilen isim olduğu genel bir kabuldür. Ramazan Kaplan, Türk Romanında Köy adlı çalışmasında köyü ve köylüyü anlatan romanları tarih- sel bir sırayla ele alıp değerlendirir. 1876-1923; 1923-1950; 1950-1960; 1960-1980 şeklinde yapılan kronolojik tasnifte konuyla ilgili 90’a yakın kitap üzerinde çalı- şan Kaplan da köy romanının köy enstitülü yazarlarla özdeşleştiğine dikkat çeker (Kaplan, 1997). köy enstitüleri bir kalkınma sevdasının çocuğudur. Kırsalı, kendi şartları içinde geliştirmenin yollarını arayan bu yapı, tarım ve zanaatkârlık alanın- da önemli elemanlar yetiştirir. Bunun yanı sıra oralara tayin edilen sosyal bilimler hocalarının etkisiyle, üretim tüketim ilişkilerine kafa yoran, köy gerçekliklerini yorumlayan ve bu özellikleri ile köye müdahale etmeleri gerektiğine inanan, ken- dilerini aydın gören insanlar yetiştirir. Kitap okumaya alıştırılan bu insanların he- men hepsi, aynı zamanda hiç olmazsa birkaç şiir de yazmışlardır. Enstitülerden yetişen romancıların tamamı ya doğrudan veya hümanizm ve halkçılık üzerinde sosyalisttirler; köye ve köylüye bakışlarını sosyal gerçekçilik (sosyal realizm- top- lumcu gerçekçilik- sosyalist realizm) belirler. Ama bu bakış açısıyla roman ya- zanlardan Köy Enstitüsü mezunu olmayanlar da vardır. Sayısı oldukça fazla olan romanların ismini vermek bu çalışma için imkânsızsa da en çok konuşulan ro- manlardan birkaçını yayımlanış sırasına göre saymak gerekir. Mahmut Makal, Bizim Köy 1950 (aslında köyle ilgili notlardan oluşan bir kitap); Orhan Hançerli- oğlu, Ekilmemiş Topraklar 1954; Kemal Tahir, Sağır Dere 1955; Yaşar Kemal, İnce Memed 1955; Yaşar Kemal, Teneke 1955; Talip Apaydın, Sarı Traktör 1958; Fakir Baykurt, Yılanların Öcü 1959; Fakir Baykurt, Irazca’nın Dirliği 1961; Kemal Bil- başar, Cemo 1966; Hasan Kıyafet, Gominis İmam 1969; Kemal Tahir, Büyük Mal 1970; Abbas Sayar, Yılkı Atı 1970; Dursun Akçam, Kanlı Derenin Kurtları, 1976. 2. Ünite - Toplumcu Gerçekçi Roman ve Gelişimi 33

Enstitülerden yetişen romancıların tamamının ya doğrudan veya hümanizm ve halkçılık üzerinden sosyalist olduğunu; köye ve köylüye bakışlarını, sosyal ger- çekçiliğin belirlediğini söylemiştik. Bu ortak ideolojik arka plan ve bakış açısı, romanlarda ortak bir şema da oluşturmuş mudur? Yaşadıkları gerçekleri anlattık- larını söyleyen romancıların, köylünün problemlerini gördükleri açıktır. Örneğin; köyde yoksullar, zenginlerden daha çoktur. Köylüler, pozitivist ahlaktan çok ge- leneksel ahlaka bağlıdır. Köylerde imamlar, şeyhler, ağalar da vardır. Köylü hem topraksızdır hem de toprağını verimli kullanacak araçlardan yoksundur. Bütün bunlar, köylünün gerçeklikleri olarak işlenmiştir ve doğrudur. Ama bu çatışmala- rın tarafları birçok romanda aynıdır: Bir kere köyde mutlaka sömürülen büyük bir kitle, sömüren birkaç kişi vardır. Sömürülenin yanında bir öğretmen, kaymakam, hâkim vs. bir aydın bulunur. Sömürenler, ağadır, belediye başkanıdır ve yanında her zaman şeyh veya imam vardır. Bazen aydının vereceği savaşı, ezilenlerin için- den bir kahraman (bir genç bir kadın vs.) verir. Bu ortaklıkları bir şema sayarsak bu şemadan, Türkiye’nin sosyalist gelişmesinin köyden olacağı düşüncesi çıkmak- tadır. Köydeki yapıyı feodal bir yapı olarak algılayan bu yaklaşım, köylünün ah- lakını da feodal bir ahlak olarak değerlendirir. Buna göre din, gelenekler, üretim ilişkileri, “ağalar” üzerinden feodal yapıyı beslemektedir. Fakat bütün romanlarda bu şablonunun olduğunu söylemek de doğru değildir. Örneğin; Talip Apaydın’ın Sarı Traktör’ünde, köyün delikanlısı, daha fazla verim elde etmek ve bu arada işa- ret edilen bir kişi olmak için traktör almak ister. Teknolojinin tarıma girmesi yo- luyla olacak kalkınma, eserin ana düşüncesini oluşturur. Diğer taraftan 1960’lar- dan sonra köye bakışta bir değişme yaşanır. Aynı ideolojik arka plandan gelen Kemal Tahir, “Köyü yazan romancılardan beklediğimiz bir şey, bence, Türk mille- tinin müşterek, yani birleşik ruhunu, davranışını keşfetmeye çalışmaktır.” (Kemal Tahir, 1960: 87) diyerek, köylülüğün durağan ve değişmeyen bir yapı olmadığını onu, farklı açılardan ele almak gerektiğini ileri sürer. Herhâlde romanların şehir köy ilişkisini canlı tutması, köyü tarihsel bir süreç içinde de ele alması bu, Anado- lu Türk ruhunu bulma düşüncesine bağlıdır. Benzer ve farklı tutumları yansıtmak üzere Mahmut Makal’ın Bizim Köy, Fakir Baykurt’un Yılanların Öcü, (ikisi de köy enstitüsü mezunudur), Yaşar Kemal’in Teneke ve Kemal Tahir’in Büyük Mal adlı romanları üzerinde kısaca duralım. Köy Romanları Üzerine

Mahmut Makal: Bizim Köy Köy Enstitüsü mezunu Mahmut Makal’ın 1950 yılında yayımlanan Bizim Köy’ünden kısaca söz etmek gerekir. Köy hayatına dair tutulan notlardan oluşan bu kitabın bir roman olmadığı söylense de köy romanının öncüsü sayılmış ve de- falarca basılmıştır. Notlara, mülakatlara ve raporlara dayanan bu kitapta Makal, “Beş temel unsur üzerinde durmuştur: birincisi ekonomik sıkıntılar; ikincisi, ilkel malzeme kullanma; üçüncüsü, toprak meselesi; dördüncüsü, yeni teknolojilere yabancılık; beşincisi ise sosyal yardımlaşma ve kooperatifleşmedir.” (Yalçın, 2003: 87). Aslında Bizim Köy’den sonra yazılan köy romanlarının tematik alanı da aşağı yukarı Bizim Köy’deki gibidir. Cumhuriyet’ten sonraki köy romanını bütün te- malarıyla değerlendiren bir çalışmada romanlar taranmış ve şu problemler tespit edilmiştir. Ekonomik güçlükler (işsizlik, topraksızlık, susuzluk, tefecilik); sosyal hayatın geriliği (aydın köylü ayrılığı, sağlık, eğitimsizlik, cahillik, hurafeler); sosyal çatışmalar (arazi kavgaları, siyasi çekişmeler, köylü ve devlet, ağalık) yasa ve ahlak 34 Çağdaş Türk Romanı

(öç alma, eşkıyalık, tecavüz) etkili unsurlar (din, hurafe, gelenek) (Kaplan, 1997). Bizim Köy’ün öğretmeninin, köylünün din anlayışı ve din önderi hakkındaki tu- tumu da kendisinden sonra gelenlerde devam eder. Romanda istihza ile anlatılan şeyh ve halk ilişkisi, Vurun Kahpeye’den, Yeşil Gece’den Yaban’dan devralınan bir tutumla Bizim Köy’den sonraki romanlarda da devam eder. Bizim Köy’ün köy- lülerinin konuşması, başka romanlarda başka köylerin ağzı olarak devam eder. Bizim Köy’ün öğretmeni, yine diğer romanlarda öğretmen, savcı, hâkim, doktor, kaymakam olarak halkı aydınlatmak için çalışır; bu yolda iftira dâhil her şeyi göze alır. Bu arada romanlarda geçen mekânların bir kısmının köy olmadığını, ilçe ol- duğunu belirtmek gerekir. Şehirden ötesini köy görmek, aydınlar için normal- dir belki ama bir köylü için köy ve ilçe çok farklıdır. Köy romanı denilen birçok roman üzerinde yapılan çalışmalarda bunun üzerinde durulmaz. Bunun birinci sebebi, arka plandaki Anadolu’yu aydınlatmak düşüncesidir. Bu yüzden köy, ka- saba, ilçe fark etmemektedir. İkinci sebebi ilçe denilen yerlerin bile, değişen hayat karşısında, ekonomik ve sosyal olarak köyden farksız oluşlarıdır.

Mahmut Makal’ın, Bizim Köy romanında üzerinde durduğu temel unsurlar nelerdir? 2 Yaşar Kemal: Teneke Yaşar Kemal’in Teneke adlı romanı 1955’te yayımlanır. Teneke, köy romanlarının bir kısmı için belirlenen şablona uyan bir romandır. Ana problem, yerleşim yerine yakın yerlerde çeltik ekmek isteyen ağalarla buna karşı çıkan kişiler arasında ya- şanır. Okçuoğlu ve diğer ağalar, çeltik ekmek için kaymakamlıktan ruhsat almak zorundadırlar. Fakat kaymakamlığa vekalet eden Resul Efendi işi sürüncemede bırakmaktadır. Çünkü ekim yapılmak istenen yerler yerleşim alanlarına yakındır; oluşacak bataklıklar sıtma salgınını başlatabilir. Fakat ekim için de zaman kal- mamıştır. Tam bu sırada yeni atanan kaymakam Fikret Irmaklı gelir. Ağalar onu öyle bir ilgi ve ziyafetle karşılarlar, onun için ilçenin en güzel evini hazırlarlar ki, kaymakam şaşırır kalır. Çeltik ekimi yapılacak yerin meskûn mahal olmadığına kaymakamı inandırarak ruhsatnameyi alırlar. Oysa Sazlıdere köyü ruhsatı alınan yerin içindedir. Okçuoğlu köylünün tarlasını satın almak ister ama Mehmet Ali ve Zeyno Kadın gibi köylüler, bunu kabul etmezler. Bu arada ruhsat verilmemesi ge- reken yere ruhsat verdiğinden dolayı kaymakam hakkında dedikodular başlamış- tır. Emekliliği yaklaştığı için kaymakamın suyuna giden Resul Efendi dayanamaz ve ruhsat alınırken çevrilen dalavereleri kaymakama anlatır. Tecrübesiz kayma- kam, gerçeği öğrenince hemen kendisi için hazırlanan evden çıkıp kaymakamlığa yerleşir. Bu arada köylüye kızan ağa, suyu tarlalara bırakmış köy çamur içinde kalmıştır. Zeyno Kadın ve bazı köylüler kaymakama şikâyete gelirler. Kayma- kam gerçeği öğrendiği için, çeltik ruhsatlarını vermez. Ağalar Siyasetçi Ahmet’e bir telgraf yazdırarak Ankara’ya gönderirler. Bu da yetmez, kaymakamlık oda- sını kurşunlatırlar. İzinsiz olarak suyu tarlalara bırakmaya başlarlar. Kaymakam Eleştirmenler, köy romancılığı bentlerin başına jandarma diker. Okçuoğlu, jandarmanın görmezden gelmesi için içinde Yaşar Kemal’e ayrı bir önem vermişlerdir. rüşvet çarkını işletmişse de yeni jandarmalar gelmiştir. Okçuoğlu, yeni bir çare Romanlarındaki zengin ve olarak köylülere çok yüksek paralar ödeyerek köyü terk etmelerini ister. Birçoğu masalsı Türkçe, gelenek ve boyun büker ve köyü terk eder. Ancak birkaç kişi direnir. Kaymakamın başka yere görenekler, halk kahramanlığı ve diğer folklorik ögelerin gönderilmesi için bir heyet Ankara’ya gitmiş ve işin olacağı haberini getirmiştir. yeni bir dille aktarılması Nihayet kaymakamın Kars Kağızman’a tayini çıkar. Ağaların çocukları ayartma- bu “önemin” bağlı olduğu özelliklerdir. sıyla bütün çocuklar, kaymakam köyden çıkarken teneke çalarlar. 2. Ünite - Toplumcu Gerçekçi Roman ve Gelişimi 35

Uluslararası ününü, dönemin sosyalist edebiyat yayılmasına, yazarın politik manevralarına bağlayanlar olsa bile, saydığımız romancı özelliklerinin bunda et- kili olduğunu düşünen de çoktur. Teneke de kaymakam ve ağalar, ilçede yaşasa da işlenen, Sazlıdere köylüsünün problemidir. Ekonomik temelli olan çatışmanın genel olarak iki tarafı vardır: Birinci tarafta ağalar ve onlardan beslenen köylü- ler, memurlar ve siyasetçiler vardır. İkinci tarafta, emeklerini ve mallarını ağala- ra terk etmek istemeyen köylüler ve onların haklı olduğunu düşünen kaymakam vardır. Fakat iki taraftaki sosyal figürler, çatışmanın devam etmesi için aynı di- renci veya sebepleri göstermezler. Örneğin; köylülerin çoğu, önce direnseler de ağaların parası ve sosyal gücü karşısında köylerini terk ederler; yani üretimlerine ve geleceklerine sahip çıkmazlar. Köy romanında köye gelen aydın tipinin tem- silcisi kaymakam, toyluğu atlattıktan sonra ağalar tarafından köylüler tarafına, yani feodaliteden, emek tarafına geçer. Resul Efendi, dengeyi sağlayan az sayıdaki tiplerdendir. Gerçekte, üzerindeki baskılar olmasa, daha hak sever daha dürüst olacağı kesindir. Ağaların gücü nereden gelmektedir: Bir kere onlar, kırsalın ileri gelenleri yani soylularıdırlar. Büyük toprak sahibi oldukları için paraları vardır. Sonra siyasi iradeyle yakınlıkları, çıkar ilişkileri vardır. Bu imtiyaz ve imkânların verdiği güçle, doğal paylaşımı ortadan kaldırırlar; kanunları, siyasal yapıyı, moral değerleri, çıkarları doğrultusunda biçimlendirirler. Daha doğrusu bu doğrultuda biçimlenen değerleri atalarından devralır ve bu yapının değişmesini istemezler. Bu yapı, kendi emeğiyle geçinen insanların direncini kırdığı gibi (köylülerin çoğu köylerini terk ederler); onların, bir ara bölgede (iş birlikçi) yeni imkânlar bulma- sına da izin verir (Ağaların yanında yer alan yoksul köylüler, jandarmalar, me- murlar gibi). Bu yapının insani ve doğal olmadığını düşünen ve buna direnen ki- şiler, güçlerini, emeğine ve kendilerini besleyen toprağa sahip çıkma bilincinden ve kanunlardan alırlar. Yaşar Kemal, yapıyı böyle ortaya koyarken elbette tarihsel maddecilik felsefesine ve sosyalist ekonomik ilkelerine bağlıdır. Ama gücünü köy- lünün haklılığından ve kanunlardan alan kaymakamı, teorik bir idealist hâlinde ortaya koymaz. Hatta direncin doğallığını artırmak için, direnen köylüleri de öne çıkarır. Peki sonunda romanda kim kazanmıştır? Köylülerin çoğunu köyden çıka- ran, kaymakamı sürdüren ağalar mı? Köyünden çıkmayan köylüler ve tayini çıksa bile ağaların çıkarlarına hizmet etmeyen kaymakam mı? Galiba, yazar için daha önemli olan, çatışmayı ortaya koymaktır. Çatışmanın ortaya konuluş biçimi oku- ru, haklarına sahip çıkan köylünün ve kendi çıkarı için halkını feodalite çarkına ezdirmek istemeyen kaymakamın yanına çeker. Sınıfsal bilincin köydeki düzenin değişmesiyle ilerleyeceğini düşünen sosyal gerçekçi yazarın hedefi de budur.

Fakir Baykurt: Yılanların Öcü Köy Enstitüsü mezunu Fakir Baykurt da köy romancıları içinde en çok okunan, Fakir Baykurt, köy romancıları içinde en çok okunan, en en bilinen yazarların başında gelir. Bunun, romancı özelliklerinden gelen sebepleri bilinen yazarların başında olduğu gibi, siyasal hayatına, romanlarının sinemaya aktarılmasına bağlı sebeple- gelir. ri de vardır. “Çalışan kırk bin Türk köyünün acısını, çilesini, sesimizin yettiğince duyurmaya çalışalım. Bu bizim için hem haktır, hem görevdir.” (Baydar, 1960: 43) diyen Fakir Baykurt, bu hak ve görevin gerçek gözlemlerle yerine getirilebileceğini düşünür. Daha sonra sadece gözlemci gerçekliğin yeterli olmayacağını düşünerek “sanatta çabam, köylü yaşayışını, halkçı ve devrimci açıdan yazmayı sürdürmek- tir (...) edebiyat, insanlarımızı hayata karşı, devrimci tavır ve davranışlı yapmada önemli bilinçlendirme aracıdır.” (Baykurt, 1981) der. Bu “devrimci bilinçlendirme” için niçin köy seçilir? Fakir Baykurt, önemli olanın köy, şehir olmadığını, herkesin 36 Çağdaş Türk Romanı

iyi bildiği yerdeki bozuk düzeni anlatması gerektiğini söylese de bu pek de doyu- rucu bir cevap değildir. Belki şu düşünülebilir: Bu yazarlar sözünü ettikleri “bi- linçlenmeyi” köy enstitülerinde öğrendiler; mezun olduktan sonra da çalıştıkları yerler köylerdi; doğal olarak, bilincin aktarılacağı yerler köylerdi. Alemdar Yalçın, bu sebeplerin yanına, köy romanının geliştiği yıllardaki uluslar arası etkileri de koy- makta ve bilinçlenmenin (devrimin) köyden geçerek geleceği inancının, bu etkilere bağlı olduğunu işaret etmektedir (Yalçın, 2003:150). Başka bir soru da sorulmalı: Bu romanlar köylüyü nasıl bilinçlendirecek? Herhâlde köylünün kitap okuduğunu hele de roman okuduğunu söylemek mümkün değildir. Beklenebilecek en inanılır etkilenme, köye gelen aydından köylünün etkilenmesi olacaktır. Öyleyse bu roman- lar, köylüye değil, köylünün nasıl bilinçleneceğini okuyacak olanlara yazılmıştır. Fakir Baykurt’un, 1958’de Cumhuriyet gazetesinde tefrika edilen Yılanların Öcü adlı romanı 1959’da yayımlanır.Yazar daha sonra bu romanının problemini Irazcanın Dirliği ve Kara Ahmet Destanı ile devam ettirir. Roman yayımlandığı yıllarda olumlu eleştirilerin yanı sıra olumsuz eleştiriler de alır. Olumlu eleştiriler, romanın köy gerçekliklerini anlatmasıyla; olumsuz eleştiriler, köylüye bakışıyla ve eserin müstehcenliği ile ilgilidir. Fakir Baykurt’un romanlarındaki cinsellik anlatımı, daha sonraları da eleştiri konusu edilmiş; örneğin Tırpan adlı romanı bu boyutuyla tartışılmıştır. Yılanların Öcü’nün hikâyesi, Burdur’un seksen evlik Karataş köyünde geçer. Vali, şehre bir heykel yaptırmak için köylere salma sa- lar. Karataş köyünün muhtarı, bu parayı temin etmek için, Kara Bayram’ın evinin önünü, ihtiyar heyeti üyesi Haceli’ye satar. Bayram’ın annesi Irazca Ana, bu işe karşıdır ve bunu muhtarın ve yandaşlarının bir zulmü olarak algılar. Muhtar ve köy heyeti bu arazinin köy malı olduğunu söylerler. Hatta köyün imamı Beytul- lah Hoca’da muhtara ve ileri gelenlere karşı gelmenin çıkarlarına zarar vereceğini düşünerek, arazinin Bayram’a ait olmadığını söyler. Böylece Irazca Ana ve Bay- ram, köyün güçlerine karşı direnmeye başlarlar. Ana oğul, Haceli’nin yapmaya başladıkları kerpiçleri parçalarlar; Muhtar tuzağa düşürerek Bayram’ı dövdürür; Haceli, Kara Bayram evde yokken, karısı Haççe’yi döver ve çocuğunun düşmesi- ne sebep olur. Muhtar, işin devlete kadar uzanacağını düşünerek hemşire getirip olayı ört bas etmeye kalkar. Köyü ziyarete gelen kaymakama verilecek ziyafet için, Kara Bayram’ın kuzusu el altından kesilir. Irazca Ana, kaymakam köye girmeden yolda karşılar ve olanları anlatır. Kaymakam, dürüst, haksever bir insandır. İşin mahkemelik olmasını istemeyen Muhtar, Haceli ile Bayram’ın barışmasını ister. Bayram, çaresizdir. Zaten topraklandırma zamanında köyün ağası, arazisini bir yığın parayla köye satmış, parasını bankadan almış; köylüleri bankaya borçlandır- mıştır. Kara Bayram’a düşürülen tarla çoraktır. Küçücük bir parçası ekilebilmekte- dir. Dolayısıyla barışmaya meyillidir. Fakat Irazca Ana, buna asla müsaade etmez. Kocasının yıllar önce öldürdüğü bir yılandan dolayı, yılanlar nasıl hâlâ Bayram- lardan öç alma peşindeyse Bayram da dövülmesinin, düşürülen bebeğinin öcünü almalıdır. Irazca Ana, “bunca hakarete, bunca zulme, bunca zillete nasıl dayanı- yorsunuz hey Bayram” diyerek, direnmenin gereğini ortaya koyar. Yılanların Öcü’nde çatışma unsurlarını oluşturan yapı, biraz önce değindiğimiz Yaşar Kemal’in Teneke’sindeki yapıyla hemen hemen aynıdır. Muhtar ve çevresin- dekiler, her şeyi kendi çıkarları doğrultusunda düzenlerler; bu düzene karşı duran- ları, her türlü yolu mübah sayarak ezerler. Buna karşılık, yoksulluğun, kimsesizliğin çarklarından geçmiş, oğluna hem ana hem baba olmuş Irazca Ana ve oğlu Bayram, zulme ve zillete karşı dururlar. Muhtar’ın yanında, çıkarlarını muhtarın, yani gü- cün ve paranın yanında bulanlar ve köyün imamı vardır. Bayramların yanında ise 2. Ünite - Toplumcu Gerçekçi Roman ve Gelişimi 37 gücünü kanundan ve devletten alan kaymakam vardır. Kişilerin kendi yöresel ağız- larıyla konuşmaları, köydeki kavgaların sebeplerinin gösterilmesi, köylünün inanç ve korkularının vakaya katılması gibi özellikler, romanın gerçeklik dünyası olarak değerlendirilebilir. Fakat, niçin Bayram’a sahip çıkacak bir köylü yoktur? Köyleri- mizdeki sosyal yapı tamamen güçlü olana hizmet eden bir yapı mıdır? Veya köy- lerde muhtar, ağa, imam, niçin hep ezen taraftır? Bu soruların sosyolojik temellere dayanan cevapları, Yılanların Öcü veya benzeri romanlarda yoktur.

Kemal Tahir: Köyün Kanburu Kemal Tahir, köyü ve köylüyü, sosyal ve siyasal yapının tümüyle ilişkilendirir ve Kemal Tahir’in köy romanında görünüşü, biraz böylece Anadolu insanının ortak ve bütünlüklü yapısını ortaya çıkarmak ister. da bu tarihsel ve sosyolojik Alemdar Yalçın, Kemal Tahir’in, Osmanlı toprak sisteminin, Batı’daki serflik ve temellendirmeleri ile dikkat derebeylik sistemine benzemediğini, köy romanlarını yazdığı sırada keşfettiği- çeker. ni söyler (Yalçın, 2003: 174). Bunu doğru bir tespit olarak kabul edersek Kemal Tahir’in sözünü ettiğimiz ilişkilendirmede başarılı sonuçlara vardığı sonucu orta- ya çıkar. Romancının vardığı sonuç, kültür geleneğinin, ekonomik geleneğin, her millette kendine göre bir değişim yolu izlediğidir. Kemal Tahir’in Köyün Kamburu adlı romanı da Yılanların Öcü gibi 1959’da yayımlanır. Bu roman da Fakir Baykurt’un romanı gibi üçlü serinin bir parçasıdır. Daha 1960’lara gelmeden, köy gerçekliğine farklı yaklaşımların oluşmaya başla- dığı görülür Köyün Kamburu’nda. Romanın hikâyesi, yakalandığı hastalıktan do- layı tuhaf davranışlarda bulunan, olur olmaz kızıp köpüren Parpar Ahmet’in oğlu Çalık Kerim’in etrafında geçer. Parpar Ahmet, hastalığı geçsin diye çirkin ve to- pal bir kızla evlendirilir. Fakat hastalığı geçeceğine artar; olur olmaz zamanlarda karısını dövmeye başlar. İçine giren cinlerin çıkması için, Uzun İmam’ın fikriyle direğe bağlanıp dövülen adamcağız ölür. Kadıncağız kocasından yediği dayak- tan olacak, çocuğunu erken doğurur. Doğan çocuk, hem sakat hem çirkindir. Bu yüzden Çalık Kerim diye anılır. Çalık Kerim, sakat ve çirkindir ama parlak bir zekâya sahiptir. Çiftlik sahibi Ömer Efendi, çocuğu yanına kuyrukçu olarak alır. Çiftliğe gelen dindar kılıklı Abuzer Efendi, aslında ahlaksız bir adamdır ve Ömer Efendi ölünce, oğlu Kenan’ı düzenbazlığıyla kullanıp çiftliğe sahip olmak ister. Bu namus düşkünü adam, bu işi başardığı gibi, sürülerini ve içine farklı madde- ler karıştırdığı gıdaları, Osmanlı ordusuna satarak, orduyu soymaktadır. İkinci Meşrutiyet’ten sonra da düzeni bozulmaz çünkü İttihat ve Terakki ile de sağlam ilişkiler kurmuştur. Çalık Kerim, çiftlikte kalamaz ve köye döner; gördüklerini anlatır. Köyde İmam’ın okumaya gelen öğrencisi ile ilişkisini de görüp anlatınca, İmam onu, Çorum’a medrese tahsili için gönderir. Çalık Kerim tahsili bitirir ve köye döner. Köydeki gençler birinci Dünya Savaşı cephelerine dağılmıştır. Çalık, askere kabul edilmediği için, köyde düzenini kurmaya başlar. Bir süre sonra ima- mı, hatta bütün köylüyü yanına çeker. Abuzer’den gördüğü dalavereleri çevirerek, savaş yıllarında karaborsacılık yaparak zengin olur. İstediği kızla evlenmek için , kendisine tedaviye gelen kızın yavuklusunu zehirler ve kızla evlenir. Görüldüğü gibi Köyün Kamburu’nda köy romanı şablonu kırılır; ağalar ve köylüler şeklindeki çatışma, yerini daha karmaşık çatışmalara bırakır. Ekonomik yapıdan eşkıyalığa, cinsel saplantılardan, siyasete kadar, toplumun yaşama biçi- mini oluşturan her tabana uzanır. Sosyal ve siyasal gelişmelerin etkisinde gelişen köylü tutumunda genetik ve natüralist etkiler aranması, köy romanı için yeni bir bakıştır. Köydeki ahlaksız, zorba, düzenbaz yapıyı, çöken imparatorluğun oluştur- duğu kaos ve güvensizlik ortamıyla ilişkilendirmek, Çalık Kerim’in, karaborsaya 38 Çağdaş Türk Romanı

girmesinde, köyü, düzenbazlığıyla yanına almasında, eşkıya ile baş edecek kadar, hile ve desise ustası olmasında, hem çirkinliğinden ve hem de çiftlikte aynı karak- terdeki Abuzer Efendi’yi izlemiş olmasından gelen etkiler vardır. Yazar, böylesi bir tutumla birbirini etkileyen bütün olgular arasında bir Anadolu kimliği bul- ma peşindedir. Anadolu’daki bu olumsuz yapı, tarihin derinliklerinden gelmemiş, çöken bir devletin her türlü otoritesinin kaybından beslenmiştir. Kemal Tahir’in köylüyü, cinsel sapkınlıklar, hileler ve çeşitli ahlaksızlıklar içinde göstermesi, bir- çok haklı eleştiri almıştır. Fakat Kemal Tahir, Anadolu idealizminden de romantik Marksist tutumdan da ötede bütüncül bir bakış getirdiği iddiasındadır. Ona göre, iyiyi kötüyü kesin çizgilerle ayırmak; köylüyü övmek veya köydeki varsayılan feo- dal yapının karşısına, emeğine sahip çıkan bir cesur adam çıkarmak veya bilinçli bir sosyalisti köye göndermek, Anadolu gerçeğini bulmada uygun yollar değildir.

Kemal Tahir’in Köyün Kamburu romanı hangi yönleriyle köy romanı şablonunun 3 dışına çıkmıştır? TOPLUMCU GERÇEKÇİ İŞÇİ ROMANI İşçi Romanının Doğuşu Osmanlı toplum yapısı, sınıflı bir yapı değildir. Marksist iktisat teorilerinde izlenen diyalektiğe göre de Osmanlı toplum yapısında sınıfların olması mümkün değildir. Sanayileşme olmadan, kapitalist üretim ilişkileri şekillenmeden işçi sınıfının olu- şamayacağı genel bir kabuldür. Böyle de olsa Islahat hareketlerinden sonra bazı işçi cemiyetleri kurulmuştur: “Bilinen ve belgelenmiş ilk işçi örgütü Ameleperver Ce- miyetidir. İlk işçi hareketi de 1872 yılında patlak vermiştir. 1895 yılında Osmanlı Amele Cemiyeti kurulmuştur. Gizli ve yıkıcı çalışmalar yaptıkları gerekçesiyle bu kuruluşun 1896’da kapatılmasından sonraki ilk önemli işçi hareketi, Reji İdaresi- ne karşı tütün işçilerinin 1906 grevidir.” (Naci, 1990: 327). Osmanlı’nın son yılla- rında oluşan bütün bu işçi hareketlerinin temelinde “işçi hakları” olduğu açıkça görülmektedir. Ancak bu “hak arama” istekleri, Marksist anlamda bir sınıfsallaş- mayı içermezler. Avrupa’daki sanayileşme süreci içinde gelişen sınıf hareketleri- nin, Türkiye’ye “ücretlerin iyileştirilmesi yolundaki istekler” biçimindeki yansıma- larıdırlar. Cumhuriyeti izleyen yıllarda, işçi hareketlerinin sosyalistler tarafından yönlendirildiği görülmektedir. 1936’da çıkarılan “İş Kanunu”nu anlatırken Recep Peker’in söyledikleri, bunu ifade eder: “Yeni İş Kanunu, sınıfçılık şuurunun doğ- masına imkân veren hata yollarını ortadan silip süpürecektir”. Yine 1933 yılında Türk Ceza Kanunu’nun 201. maddesine getirilen bir değişiklikle işçileri işi bırak- maya zorlayanlara ağır cezalar konmuş ve 1938’de de sınıflara dayanan kuruluşlar, dolayısıyla sendikalar yasaklanmıştır (Naci, 1990: 328). Türkiye’de henüz işçi sı- nıfının olmadığını, mevcut çalışmaların işçi gelişimini planlamak, hızlandırmak şeklinde algılanması gerektiğini vurgulayan Niyazi Berkes, bu anlayışın bile savaş sonrası hükümetlere büyük bir telaş verdiğini söyler (Berkes, 1975: 133). Sadri Ertem, , Reşat Enis gibi romancıların romanlarında işçi so- runları görülse bile, Türk romanında, yeni gelişen sanayileşmeyi, ağalık ve patron- luk arası bir tutumu olan fabrika sahiplerini ve bu fabrikalarda, köylülükten şehir işçiliğine doğru kaymaya çalışan işçileri, geniş anlamıyla anlatan romancı Orhan Kemal’dir. Orhan Kemal’in bütün hikâye ve romanlarında işçiler vardır. Yazarın gerçek hayatında da işçiler-yoksullar dışında sürekli bir çevresi pek yoktur. Amele- likten, hamallığa oradan kâtipliğe kadar her işte çalışan Orhan Kemal’in ’da 2. Ünite - Toplumcu Gerçekçi Roman ve Gelişimi 39 iken oturup eğleştiği kahveler işçilerin kahveleridir. Bu kahvelerde işçi ustası dostlarından alıp okuduğu kitaplar içinde, Rusya’daki yoksulları ve işçileri anla- tan Maksim Gorki’nin kitaplarının önemli bir yeri vardır. Orhan Kemal’in kendi hayatına ve kendi çevresine benzeyen roman dünyasına girmesi böylece başlamış olur. Ama asıl “bilinçlenme” Bursa Cezaevi’nde Nâzım Hikmet’le tanışmasıyla baş- lar. Bu süreç, yazarı, bilinçli olarak toplumsal gerçekliği anlamaya, ona tanık olup yansıtmaya götürür. Artık o, sosyal yapı içerisinde hep yoksulları, ekmek kavgasını, düzenbazlığı, yozlaşmayı, cinselliği görür ve anlatır. Çünkü, sosyal sınıflar arasın- daki zıtlığın anlaşılması “kökü mutlaka sınıf gerçeğine dayanan, insana dayanan yeni yollar aranıp bulunduğu oranda” (Orhan Kemal, 1969) gerçekleşecektir. İşçi Romanları Üzerine

Orhan Kemal: Bereketli Topraklar Üzerinde Orhan Kemal’in 1954’te yayımlanan Bereketli Topraklar Üzerinde adlı romanında birinci derecedeki kişilerin üçü de işçidir. İflahsızın Yusuf, Pehlivan Ali ve Köse Hasan, her yıl Çukurova’ya ekmek parası için akın eden binlerce Anadolu insa- nından üçüdür. Fakat bu üç arkadaş, fabrika görmemiş köylü ırgatlardır. Köydeki otuz kuruşluk yevmiyeler geçinmelerine yetmeyince gurbet elde çalışmaya mec- bur kalırlar. Yusuf, Ali ve Hasan’ın ekmek mücadelesinde ortak bir bilinç görül- mez. Onlar, kendi sınıflarının farkında olmadıkları gibi, kendi aralarında birlik olmayı bile bilmezler. Özellikle Yusuf çıkarcı ve dost bilmez bir karakter sergiler. Köse Hasan hastalanıp, yatağa mahkûm olunca, Ali’ye “Hepimizinki de bir ekmek derdi meselâ. Sen çalışacaksın, ben çalışacağım, o yatacak, olmaz” demesi, bozuk düzenden sadece kendini kurtarmak istediğini gösterir. O, Hasan’ın fabrika şart- larına dayanamayıp zatürreye yakalandığını kavrayamaz. Uysal, hatta iş birlikçi tavrıyla bozuk sosyal düzene uyum sağlamaya çaba sarfeder. Yusuf’un kendi sı- nıfının çıkarlarını dile getirmesi, kendi gerçeğine de ters düşer zaten. Ekmek pe- şinde şehrin fabrikasına, inşaatına, tarlasına giden üç arkadaştan sadece Yusuf’un başarılı olması ilginçtir. İnsanı ezen toplumsal bir zıtlık içinde en tepkisiz kişiyi başarılı göstermek acaba yazarın bilinçli bir tercihi midir? Eğer öyleyse yazar, kav- gasız, uzlaşmacı (aslında boyun eğici), çıkarları için ikiyüzlü davranan birini niçin öne çıkarsın? Düşüncemiz odur ki, Yusuf’un bireysel mücadelesinde duvarcı us- talığına kadar varması yazarı etkilemiştir. Yusuf gibi birinin ekmek kavgasından salimen çıkmasında şu mesaj da verilmiştir: Böyle bir ekonomik ve sosyal düzen- den ancak iki yüzlü, çıkarcı ve iş birlikçi insanlar başarılı olabilirler. Pehlivan Ali, Yusuf gibi herkese uyum sağlayan biri değilmiş gibi görünse de aslında o da sürüklendiği olaylarda bireysel bir irade göstermez. İri yarı gövde- sinin altında duygusal ve zayıftır. Özellikle Fatma’yı alıp çiftliğe gittikten sonra yozlaşmış düzenin iş birlikçisi olan Kâtip’in Irgatbaşı’nın çevirdiği dolapları gör- mez; sezse de müdahale edemez. İnşaatta iken kaçırıp getirdiği Fatma’yı onlar elde ettikçe, o da Abdal kızıyla ilişkiye girer. İbrahim Tatarlı ve Rıza Mollof, Bereket- li Topraklar Üzerinde’yi Marksist açıdan incelerken Ali’nin “her haksızlığa karşı yumruk sıkan biri” olduğunu söylerler (Tatarlı ve Mollof, 1969: 115). Ama bu tanımlama Ali’ye “bol” gelir. Çünkü vaka boyunca Ali’nin haksızlıklarla mücadele ettiği görülmez. Patoza gönderildiğinde, işinden olmak korkusuyla, haksızlıkla- ra, baskılara zaman zaman tepki veren Zeynel’in yanında bile yer almaz. Zeynel’i kendi sınıfını aşağılayan ağa-ırgatbaşı ikilisine kafa tutan biri olarak değil, yiğit, cesur bir adam olarak algılar. Yazarın, Ali’nin çözülüşünde cinsel zaafları merkeze 40 Çağdaş Türk Romanı

alması ilginçtir. Fabrikada, inşaatta, çiftlikte, patozda işçilik yaptığı hâlde, işçi- likle ilgili bir problemle çıkmaz karşımıza. Genel manada Marksist estetik için- de görülen Orhan Kemal için bu bir çelişkidir. Çünkü eğer işçilerin (insanların) hayatında, “yabancılaşma” oluyorsa Marksist iktisat teorisine göre bu, üretenin üretimden ayrılmasıyla başlar. İşçinin sefil durumunu açıklamak için Marx “ya- bancılaşmış” çalışma teorisini ileri sürer. Kapitalist düzende çalışma, klasiklerin düşündüğü gibi nötr (yansız) değil, “yabancılaşmış”tır. Çünkü ürün, üreticiden ayrılmıştır, ona ait değildir. Öyleyse yabancılaşma sadece filozofik değil, ekono- mik planda da söz konusudur (İbarrola, 1969: 84). Zeynel, romandaki bireysel yapıyı az da olsa zorlayan kişidir. İçinden taş çı- kan pilavı döküp, ağaya, ırgatbaşına sövüp sayması, haksızlığa karşı bir isyandır. Küfürlerine “günah” diyen ihtiyara “günde yirmi saat çalış, sonra da dişinden ol (...) ekmeğin hasını, yemeğin etlisini yerler” şeklindeki cevabı “biz-onlar” ikiliğini ortaya koyar. Çalışıp üreten “biz”dir, yiyip tüketen “onlar”dır. Edebiyatın söylemi ile ideolojinin söyleminin farklı olduğunu ve yazarın buna dikkat gösterdiğini dü- şünebiliriz. Asım Bezirci, “Zeynel’in kavgası bireysel”dir (Bezirci, 1984: 142) der. Evet, öyle görünmektedir ama bize göre, romanda sınıfsal tepkinin en net hâli Zeynel’in davranışlarından yansımaktadır. Orhan Kemal, romanlarındaki tecrü- beli ve vasıflı işçileri daha bilgili, daha onurlu gösterir. Patoz ustaları da böyledir- ler. Hem Irgatbaşı’nın kışkırtmaları sonucunda işinden kovulan patoz ustası, hem de onun yerine gelen usta, “işçi sınıfı”nın varlığını hatırlatan ifadeler kullanırlar. Patoz ustası, işçilerle değil, Irgatbaşı’yla yer içer. Hiçbir zaman Irgatbaşı’nın işçiler aleyhine konuşmalarını desteklemez ama işçilerle beraber de hareket etmez. Elbet- te onun işçileri egemen güç (ağa, ırgatbaşı, onların yardımcıları) karşısında haklı bulması önemlidir. Hele Irgatbaşı’na “Emekçiyim ben, köle değil.” demesi, top- lumsal yapıdaki temel zıtlığı kavradığını gösterir. Bereketli Topraklar Üzerinde’de kadın işçiler de vardır. Bunları şu şekilde sıralamak mümkün: Fabrikada çalışan- lar, tarlada çalışanlar; işçi erkeklerin yanlarında varlığını sürdüren ancak işçi olup olmadıkları belli olmayanlar. Aksiyonda yer alsın almasın, romanda geçen bütün kadınlar, gayrimeşru ilişki içine girerler. Neden böyle? Tahir Alangu’nun bu ko- nuda vardığı hüküm, analize muhtaçtır: “Orhan Kemal’in hikâyelerinde ise güçlü, çalışkan, evine, erkeğine bağlı, ailenin temelidirler. Erkeklerini felaket günlerinde yalnız bırakmaz, ekmeklerini kazanmakta ona yardımcı olurlar. Bunların en güzel örneği Cemile’deki kadın tipidir (Alangu, 1965: 381). Alangu bunları yayımladı- ğında Orhan Kemal romanlarının yarısından fazlası yayımlanmıştı. Alangu’nun bu romanları hesaba katmaması şaşırtıcı. Kadınların roman ve hikâyelerdeki ko- numu hakkında bir genellemeye gidiyor eleştirmen. Halbuki bu romanda olduğu gibi birçok romanda geçen kadınlar, Alangu’nun belirlediği özellikleri taşımazlar. Örnek gösterilen Cemile, Orhan Kemal’in otobiyografik karakterli bir romanıdır. Cemile’nin Nuriye Öğütçü Hanım olduğu bilinmektedir ve söz konusu özelliklere sahip olduğu da doğrudur.

Orhan Kemal: Gurbet Kuşları Orhan Kemal’in Gurbet Kuşları adlı romanı 1962’de yayımlanır. Bu romandaki İflah- sızın Memet, Bereketli Topraklar Üzerinde’deki şehirliyle iki yüzlü bir uyum sağla- yarak başarılı olan, duvarcı ustası olarak köyüne dönen İflahsızın Yusuf’un oğludur. Bir kuşluk vakti İflahsızın Memet, vagon vagon, kamyon kamyon İstanbul’a akan köylülerden biri olarak Kurtalan’dan yükünü alıp gelen bir trenle Haydarpaşa’ya dü- şer. İstanbullu, bu yorganlı, şalvarlı, hak huk tüküren yabanilerden bıkıp usanmıştır. 2. Ünite - Toplumcu Gerçekçi Roman ve Gelişimi 41

Memet, adresini alıp geldiği Gafur Emmisinden yardım göremeyince, Hamal Veli sayesinde, yığınla Anadolulu ırgatın barındığı bir handa kalır. İstanbul’a gelenleri çarpan, sömüren sadece iş çevreleri değildir. Birbirleriyle sosyal ekonomik seviyeyi paylaşan, aynı amaçlarla İstanbul’da bulunanlar da birbirlerini sömürürler. İflahsı- zın Memet, kaldığı handa bu tür dalaverelere şahit olduğu gibi, yurtlarından, yuva- larından kopan insanların nasıl cinsel sapmalara düştüklerini de görür. Bir müddet babası Yusuf gibi, kendini kuşatan çıkarcı ilişkilerle, ekonomik sömürülerle, sosyo kültürel aşağılamalarla uyum sağlamaya çalışır. Fakat kendi iç dünyasındaki umu- du, direnci kaybetmez. Çalıştığı işten kaytarmaz, ama bu arada ırgatlığın geçiciliği- ni, yetmezliğini fark eder ve duvarcı ustalığını düşünür ve öğrenir. Diğer ırgatlar sadece karınlarını doyurmaya yarayan bir çalışma dünyasında umutlarını kaybedip kumar, cinsel sapma, dedikodu yoluyla yozlaşırken; Memet, bir taraftan emeğinin değerini anlar; bir taraftan da köyünden aldığı dinsel ve ge- leneksel hazır kalıp bilgileri sorgulamaya başlar. Mesela artık dini, köyündeki ima- mın anlattığı gibi algılamaz. Allah bazı insanları efendi, bazı insanları kul olarak yaratmamıştır. Memet’in Kadıköy civarındaki bir inşaatta duvarcılığı öğrenmeye başlamasından sonraki hayatında hep dikey bir gelişme görülür. İnşaata komşu olan köşkün hizmetçisi Ayşe ile tanışır. Ayşe, yoksul bir aileden gelen karakterli bir kız- dır. Üçkağıtçı, yağcı ve iki yüzlü Gafur’a yüz vermemesi, komşu hizmetçinin paralı erkeklerle beraber olmasını bir ahlaksızlık olarak görmesi, hep kocasıyla fabrikada çalışan Hatça ablası gibi bir hayat düşlemesi, onun hangi sosyal sınıfa ait olduğunun bilincinde olduğunu gösterir. Memet’le Ayşe, sınıf atlama tutkuları içinde insani öz- lerini yabancılaştıran bir uzlaşma sürecine girmezler. Bu sırada Menderes iktidarı yeni bir politik organizasyona gitmekte, Vatan Cephesi adıyla mahallelere kadar va- ran bir dernekleşmeye gitmektedir. Memet’le Ayşe’nin patronu Hüseyin Korkmaz, parti büyüklerinin güvenini kazanmak için çevresindekileri bu cepheye kaydetmek ister. Memet ve karısı Ayşe buna yanaşmazlar. İflahsızın Yusuf, kapılanacağı iyi bir efendi bulduğu için Memet’i Hüseyin Korkmaz’a kötüler. Böylece Memet’in yerine komisyoncu dükkânında çalışmaya başlar. Memet ve karısı, bu iki yüzlü, çıkar iliş- kilerine dayalı ahlâksız ilişkiler ağı içinde kendilerine yer olmadığını anlarlar. Bu düzenle uyuşmak yerine Ayşe’nin Hatça Ablam dediği işçi karı kocanın Zeytinbur- nu’ndaki gecekondularına yerleşirler. Zaten Memet’in Vatan Cephesi’ne girmeme- sinde bu çiftin tesiri de vardır. Gecekondu, Hatça ve kocasının hayatı çevresinde mutlu, onurlu ve güvenli bir mekân olarak ortaya çıkar. Bu yüzden Ayşe ve Memet, taksitle bir arsa alırlar. Gündüzleri fabrikaya giden karı koca, geceleri gecekondu- larını yapmaya başlarlar. Memet, bu aşamada Anadolu’dan gelen yoksul insanların ve onları yöneten siyasi organların başka bir yüzünü görür. İnsanlar yarı aç yarı susuz, çamur içinde ördükleri duvarların yıkılmaması için yeşil elbiseli görevlilere para vermektedirler. Memet ile Ayşe de verirler ve bu verdiklerinin “rüşvet” olduğu- nu gecekonduda “komünist” diye bilinen öğretmenden öğrenirler. Gecekondudaki halkın çoğu öğretmenin asiliğinden, devlet görevlilerine karşı çıkmasından rahat- sızdırlar. Memet ve karısı ise öğretmenin dürüst, akıllı ve insanî yönünü görürler. Vakanın İflahsızın Memet’in kendi sınıfını bulmasıyla sona ermesi, elbette ideolojik bir hedeftir. Dönemin sosyopolitik yapısını yansıtan, gecekondulaşma sürecini gös- teren, köylülükten ve iş birlikçilikten işçi olmaya uzanan çizgisiyle Gurbet Kuşları, çok farklı bir yere oturur. Gurbet Kuşları’ndaki İflahsızın Memet’i olumlu bir tip oluşunu bilerek tasarladığını söyleyen Orhan Kemal, aslında romandaki olumlu ki- şinin yazarın kendisi olduğu, yani dünya görüşü olduğu görüşündedir. Böyle olunca İflahsızın Memet, yazarın dünya görüşünün, gelecek anlayışının bir temsilcisidir. 42 Çağdaş Türk Romanı

TOPLUMCU GERÇEKÇİ AYDIN ROMANI Toplumcu Gerçekçilik ve Birey Olarak Aydın Sosyal aydınlatma isteklerinin baskın olduğu roman tarihimiz düşünüldüğünde, ro- manlardaki aydınların erken “bunalmaya” başladığı söylenebilir mi? Halit Ziya’nın Mai ve Siyah’ındaki Ahmet Cemil’i, romanda bunalan ilk kentli aydın sayabilirsek roman tarihimizde daha çeyrek bir yüzyıl geçmeden görülen bunaltının erken ol- duğunu söyleyebiliriz. Ahmet Cemil’e, Yakup Kadri’nin Sodom ve Gomore’sindeki Necdet’i, Yaban’daki Ahmet Celal’i ekleyebiliriz. Cumhuriyet’in ilk yıllarından sonra bunalan aydın yine görünür: Peyami Safa’nın Yalnızız’ındaki Samim, Tanpınar’ın Huzur’undaki İhsan, huzuru ararken hep huzursuzdurlar. Fakat Tanzimat’tan 1960’lara kadarki romanlarımızın tamamı düşünüldüğünde, bizim roman aydın- larımızın, erken bunalmanın aksine, varlıklarını toplumun yararına harcamak iste- yen idealistler olduğu görülür. Ahmet Mithat’ın Felatun Bey ve Rakım Efendi’sin- deki Rakım Efendi; Bahtiyarlık’ındaki Şinasi; Mehmet Murat’ın Turfanda mı Turfa mı’sındaki Mansur; Reşat Nuri’nin Yeşil Gece’sindeki Ali Şahin; Halide Edip’in Yeni Turan’ındaki Kaya ve Oğuz; Peyami Safa’nın Fatih Harbiye’sindeki Şinasi ve Ferit; köy romanlarındaki öğretmenler, kaymakamlar gibi aydınlar, hayatlarını, toplum- larını aydınlatmaya harcarlar. Başlangıçtan 1960’lara kadar, genel olarak yazarla- rından (yaratıcılarından) pek de ayrı düşünülemeyen roman aydınları, toplumunu, kültür, siyasal düşünce ve hatta ekonomik olarak kalkındırmak sevdasındadırlar. Tanzimat romanının aydınları, bazen yenileşen hayatın zararlarından, Batılılaş- ma taklitlerinden milletini korumak isterler; bazen Batı ile Doğu arasında yeni bir senteze ulaşarak örnek olurlar. Cumhuriyet romanının bazı aydınları, genel olarak Cumhuriyet’in hedef ve ilkeleri çerçevesinde, eski düşünceyle, hurafelerle savaşırlar. Bu aydınların bir kısmı, milletinde millî bir şuur uyandırmak isterler. Köy roma- nının aydınları, halkı, kendilerini ezen ve sömüren kişilere ve düzene karşı bilinç- lendirirler. Anlaşılan o ki, ister iktidar destekli olsun, ister iktidara muhalif olsun, söyleyeceklerinin toplum için önemli olduğunu düşünen her yazar, romanı, aydın ile halk arasındaki zihni ilişkiyi sağlayan bir tür olarak görmektedir. 1960’lardan sonraki bazı romanlarda bunalan aydın, artık Tanzimat ve Cum- huriyet romanlarındaki aydın gibi, kesin inançları olan, iddiası ve önerisi olan aydın değildir. Bu romanlardaki aydının bunaltısı, yeni bir kimliği arayan, kök- leriyle bağlar kurmak isteyen Peyami Safa’nın ve Tanpınar’ın aydınlarının bunal- tısından da farklıdır. Bu aydınların bir kısmı, neyi niçin yaşadığını bilmeyen ve yaşadıklarını anlamlandıramayan, bir anlamın peşinde de olmayan; bir kısmı, uğ- runa savaştıkları ideolojik değerlerle birlikte yenilgiye, ihanete, baskıya uğrayan; maddileşen ve sıradanlaşan ilişkilerle başa çıkamayan; bir kısmı felsefeyle hayat arasında kalan, inançlarındaki merkez kuvveti kaybeden aydınlardır. Birbirinden farklı görünseler bile, bu aydınları “modern insanın bunalımı” noktasında birleş- tirmek mümkündür. Bu bunaltıların zihinsel ve kuramsal arka planında, özellikle Nietszche, Camus ve Sartre’ı bulmak mümkündür. İkinci Dünya Savaşını, sosya- list ve kapitalist dünya arasındaki soğuk savaşı, Türkiye özelinde darbelerle gelen baskı ve hapishaneleri de bunaltıyı besleyen bir siyasal arka plan olarak görmek gerekir. 1960’lardan 2000’e kadar kentli aydın bunalımlarını yansıtan roman sa- yısı oldukça fazladır. Birkaç örnek vermek gerekirse: Yusuf Atılgan, Aylak Adam; Oğuz Atay, Tutunamayanlar; Erdal Öz, Yaralısın; Adalet Ağaoğlu, Ölmeye Yat- mak; Mehmet Eroğlu, Issızlığın Ortasında; Selim İleri, Bir Akşam Alacası; Sevgi Soysal, Yenişehir’de Bir Öğle Vakti; Vedat Türkali, Bir Gün Tek Başına. 2. Ünite - Toplumcu Gerçekçi Roman ve Gelişimi 43

Yusuf Atılgan: Aylak Adam Yusuf Atılgan’ın ilk romanı Aylak Adam 1959’da yayımlanır. Her ne kadar, yetiş- kin bir aydın olmasa da otuzuna merdiven dayamış, kentli ve paralı olan Aylak Adam’ın C.’si, bunalma biçimiyle kendisinden sonra bunalan roman kişilerinin ön- cüsü sayılmalıdır. Çalışmayan, hazırdakini yiyen bir aylaktır C. Hemen her sabah işi varmış gibi sokaklara çıkan C., bir süre ressam Sadık’ın yanında vakit geçirir; ressamın öğrencilerinden biri onun portresini yapar; sonra kendini caddelere vu- rur. Çok sınırlı olan tanıdık çevresi alışmıştır C.’nin bu hâline. İçindeki bunaltı, ona bir “şey” arattırmaktadır sanki ama ne arandığı belli değildir. Aradığı şey kadın olmasa gerektir. Çünkü tanıştığı kadınlarla hiçbir zaman sağlıklı bir ilişki kuramaz, daha doğrusu, bilinmeyen dürtülerle onlardan uzaklaşır. Tanışıp ilişkiyi ilerlettiği Ayşe’nin evine gidip onu evde bulamayınca içinden sevindiğini hisseder. Caddeler- den, meyhanelerden, sinemalardan oluşan bir döngü içinde, iç dünyasını dinler; en çok çocukluğunda takılı kalır. Sanki tanıştığı kadınlarda bir anne bulamadığı için uzaklaşmaktadır. Ve belki de kadın ve anne, bilinçaltında aynileştiği için, cinsel dürtülerinin doğallığı da bozulmuştur. Bir gün sokakta bir genç kızın peşine takı- lır. Günlerce kızı takip eder. Sonunda buluşup tanışırlar ama ilişki ilerleyince yine biter. C., evlenecek, elinde paketlerle evine gidecek biri değildir. Yazlığa taşınan C., orada eski sevgilisi Ayşe ile karşılaşır. İlişkileri yeniden canlanır ama, hep bir eksik- lik duyar. Sanki olmasını beklediği bir şey vardır ve o bir türlü olmamaktadır. C., Ayşe’ye çocukluğundan, sert ve soğuk biri olan babasından, annesinin ölümünden ve kendisini dizlerine yatırıp büyüten teyzesinden söz eder. Kadın bacaklarına düş- künlüğü, belki de bilinçaltındaki anne/teyze sıcaklığındandır. Fakat bir gün baba- sını teyzesinin bacaklarını okşarken görmüştür. Çocuk babasının üzerine atılmış fakat baba, çocuğu fırlatıp atmıştır. Evlenmekten, baba olmaktan korkmasının ne- deni bu olabilir. Hayatında bunalımı sona erdirecek, içindeki boşluğu dolduracak bir şey yoktur çevresinde C’nin. Bir gün sokakta otobüse binen bir kadın görür. Aradığının o olduğuna inanır. Fakat bulduğu gibi kaybetmiştir. Fethi Naci, C.’nin, “bütün değerlerini yitirmiş, dayanacak bir şey arayan, he- nüz yolunu bulamamış aydın gençliğin tipik bir örneği” olduğunu ve romancı- nın, aylak adamın neden çıkmazdan kutulamayacağını sezmeyi okura bıraktığını söyler (Naci, 1990 :366). Bir başka yazıda, Aylak Adam C.’nin bireysel eylemin mantığını us dışında odaklandırdığı, düşünceyi eylemin dinamiği kıldığı ve Yu- suf Atılgan’nın iletişimsizlik problemini toplumsal kurumlaşma biçiminde de gözlemlediği belirtilir (Işın, 1982). Aylak Adam C.’nin, bunalan, yerini yönünü bulamayan bir kişi olduğu, roman üzerinde görüş bildirenlerin ortak oldukları bir konu. Atılgan’ın bunalımın toplumsal nedenlerini göstermediği ve bu nedenler üzerinde durmadığı da belirtilir bu eleştirilerde. Bunun sebebi, roman üzerine söylenen hemen hemen bütün sözlerin ve yapılan eleştirilerin, sosyal gerçekçi bir bakış açısına bağlı olmasıdır. C.’nin, bunaltı ve çıkmazın kaynağı olarak burjuva düzeni gösterilmeli, yazar, bunalan kişisinin, bu düzenin çelişki ve tutarsızlıkla- rından sıyrılabileceğini işaret etmelidir. Oysa Aylak Adam’da bunalan insanın ni- çin böyle olduğuna dair, yaslanabileceğimiz tek kaynak, bireyseldir. C.’nin davra- nışlarını belirleyen libido ve bilinç altıdır. Böyle olunca da romana sosyal gerçekçi bir açıdan değil, psikanalitik bir açıdan yaklaşmak gerekir. Sert ve soğuk baba, yumuşak ve sıcak anne/teyze figürleri, C.’nin huzursuzluğunun, güvensizliğinin kaynaklarıdırlar. Bu huzursuzluktan çıkış yolu olarak görülen değer ise “sevgi”dir. Fakat bu gerçek sevgi asla bulunmaz çünkü C.’nin annesi ölmüştür. 44 Çağdaş Türk Romanı

Oğuz Atay: Tutunamayanlar Oğuz Atay, Tutunamayanlar’ı 1972’de yayımlar. Yayımlandığı yıllarda çok tartışı- lan, eleştirilere konu olan bir roman olmasa da yayımlandıktan on yıl kadar sonra, çok sayıda eleştirmenin dikkatini çeker. Postmodern romanın ilkleri bağlamında birçok eleştirinin konusu olur. Romanın iç içe geçen kurguları (alışılmamış ve aslında roman kurgusunun içinde olan ön sözler, yine kurgu içinde bir kurgu olan yayımcının mektubu), kişilerinin, olaylar içindeki davranışları ve ilişkilerinden çok, zihinsel devinimleriyle var olmaları ve aydının kendi içindeki hesaplaşması (Turgut Özben’in eleştirel ve ironik tutumu), eleştirilerin en belirgin konularıdır. Tutunamayanlar’ın konusunu, “Selim adlı arkadaşının intiharını araştıran mü- hendis Turgut Özben’in hayatı” olarak not etmek mümkünse de romanın yapısı, olaylardaki düzensizlik ve karışıklık, sembolik anlatımlar, böyle bir belirlemeyi çok yüzeysel kılar. Romanın dış kurgusu diyebileceğimiz Sonun Başlangıcı bölü- mü, bir gazetecinin verdiği bilgileri nakleder. Güya Turgut Özben, yaşadıkların- dan çıkardığı notları gazeteciye göndermiş ve yayımlanmasını istemiştir. Bu olay- dan iki yıl sonra gazeteci bu notları bazı isimleri değiştirerek yayına hazırlamıştır. Yayımlayıcının Açıklaması bölümünde ise, notlarda geçen yer ve şahıs isimleri- nin gerçekle ilgisi olmadığı belirtilir. Kitabın sonuna eklenen Turgut Özben’in Mektubu’nda ise, Turgut, romanın asıl hikâyesinin nasıl oluştuğunu, Selim’in intiharını araştırmaya başlamasını ve arkadaşının günlüğünden oluşan kurguyu anlatır. Galiba bu bölümdeki asıl maksat, okuru, Turgut, Selim ve Süleyman’ın yaşadıklarına hazırlamak, ayrıntılara dikkat etmesini sağlamaktır. Romanın iç kurgusuna gelince: Turgut Özben, arkadaşı Selim Işık’ın intihar ettiğini öğrenir ve bu intiharın sebeplerini araştırmaya koyulur. Selim’in arkadaşlarıyla görüşür. Selim’in arkadaşı Metin’in bir kızla ilişkisi vardır. Selim, kızla Metin’in uyuşma- dıklarını söylemiştir ama sonradan kendisi aynı kızla arkadaş olmuştur. Zeliha adlı bir kız iki arkadaşın hayatından da çıkıp gitmiştir. Esat, Selim’i liseden beri ta- nımaktadır. Ona göre Selim’in ilginç bir karakteri vardır; kıvrak bir zekâsı, oyun- cu yeteneği olan Selim, Oscar Wilde, Maksim Gorki gibi yazarlar okumaktadır. Selim’in arkadaşlarından biri de Süleyman Kargı’dır. Süleyman, Selim’in altı yüz mısralık bir şiirini verir Turgut’a. Bu şiir, Selim’in kafa karışıklığını ve bunalımla- rını yansıtan bir metindir. Şiirde kendisinin, yalnız, sabırsız, amansız, cansız biri olarak bilindiğini anlatır Selim. Evlenme noktasına geldiği kız arkadaşı Gülseli de Selim’in her şeyden kuşkulandığını, geleceğe güven duymadığını söyler. İlişkile- rini doğal bir sonuca ulaştıramayan Selim’in inancı da yoktur; kendisini bağlaya- cak bütün değerlerden kaçmaktadır. Bir ara içkiye düşmesi de yaşadığı bunalı- mı hafifletmek içindir. Hiçbir çevrede tutunamayan Selim, Gülseli’ye gönderdiği mektuptan sonra intihar etmiştir. Selim, hayatının sonlarında “tutunamayanlar”a ilişkin bir ansiklopedi hazırlamakta ve kendisi için de bir madde ayırmaktadır. Bu maddede âdeta “tutunamayan” Selim’in arka planı verilmektedir. Bir kasabalıdır ve babası küçük bir memurdur. Çocuk yaşta büyük şehre göç ederler. Sınıfın arka sıralarına oturur; yaşıtlarının okumadığı kitapları okur. Dünya savaşı çıktığında askere gider ve orada Süleyman Kargı ile tanışır. Askerlikten sonra iş bulamaz veya bulduğu işlerde çalışmaz; kendini terkedilmiş olarak hisseder. Bütün bu araştırmalar sürecinde Turgut Özben de değişmeler olur. Alışılmış bağlar altında hayatını sürdürdüğünü düşünen Turgut, giderek Selim’le özdeşleşir ve fark eder ki kendisi de bir “tutunamayan”dır. Kendini bağlayan toplumsal değerlerden kop- maya başlar. Romanın sonunda ortadan kaybolur. 2. Ünite - Toplumcu Gerçekçi Roman ve Gelişimi 45

Yazar Oğuz Atay, Selim Işık, Turgut Özben ve Süleyman Kargı’nın iç içe giren öyküsünde neyi göstermeye çalışmaktadır? Şehirli aydının köksüz ve retorik ha- yatını mı? Bütünüyle modern şehir hayatının isteklerinin, bağımlılıklarının, dav- ranışlarının, kısaca düşünme ve yaşama biçiminin boşluğunu mu? İdeolojilerin getirip bıraktığı karanlık eşikleri mi? Ya da bütün bunlar içerisinde yaşayan bir aydının eninde sonunda düşeceği bunalım ve kaçışı mı? Galiba Tutunamayanlar’da bunların hepsi gösterilmeye çalışılmıştır. Romanı kaplayan kara mizah, bunalımın ağırlığından kaynaklanmaktadır. Selim Işık’ın hazırladığı sosyalist yönetmelik, ne Lenin’in uygulamalarından ne de kendi yaşadığı pratiklerden çıkar: Dinsel ve ar- kaik metinlere benzer. Bu yönüyle ideolojik tasarımlar köksüz ve retoriktir. Yazar, Selim’e bunu hazırlatarak, aydın retoriğini eleştirir ve onunla ince ince alay eder. Şehirli hayatında, çocukluktan üniversiteye kadarki eğitim, devlet ile halk ilişkile- rini biçimlendiren bürokrasi, sosyal bağların temeli olan aile ve evlilikler, insanla- rın amaçları ve istekleri hep çelişkiler ve tutarsızlıklarla doludur. Bu hayatın bilgisi, aşkı, parası, dostlukları, çelişkileri fark eden insanı huzurlu kılmaya yetmez. Alem- dar Yalçın, Tutunamayanlar’da asıl verilmek istenenin, Turgut Özben şahsında bir tutunamayan olmadığını söyler. Ona göre romanda tam tersine, kendisiyle barışık, eksikliklerini, açmazlarını çok iyi anlamış gerçek bir aydının içtenlikle yaptığı öz eleştiri; toplumsal, kültürel ve sosyal çelişkilerin ortaya konuluşu vardır (Yalçın, 2003: 493). Romandaki eleştirel tutum dikkatli okunduğunda bu çıkarsamayı pay- laşmamak mümkün değil. Fakat çelişkilerini, açmazlarını görmüş ve toplumsal ve kültürel çelişkileri fark etmiş Turgut Özben ve Selim Işık’ın yine de “tutundukları- nı” ve bunalımdan çıktıklarını gösteren bir işaret yoktur. Selim’in bir kurban oldu- ğunu düşünsek bile, ortada kaybolan bir Turgut vardır. Turgut Özben’in Olric adlı kurgusal kişiyle (ikinci ben’i de diyebiliriz) konuşması; içinde yaşadığı dünyadan uzaklaştığını düşündükçe Olric’e yaklaşması; Turgut’un bir dönüşüm geçirdiğini gösterir. Olric’le yaptığı simgesel yolculuk, kendi içine doğru yaptığı yolculuktur. Sanki Olric’le bir şeyi fark etmiştir ve bunu içinde yaşadığı burjuva toplumuyla paylaşması imkânsızdır. Bu yanıyla düşünüldüğünde intihar eden Selim, burjuva çıkmazında intihar eden Turgut’un nihilizmi; hayatını sonsuz bir yolculuğa çeviren Turgut, Turgut’un metafiziğidir. Bu da “toplumsal belirlemeler dışında soyut bir insan kavramını öne sürmek” (Belge, 1994:191) biçiminde düşünülebilir.

Selim İleri: Bir Akşam Alacası Selim İleri’nin Bir Akşam Alacası 1981’de yayımlanır. Sanatçı-aydın ilişkileri çer- çevesinde gelişen romandır. Kendini kabul ettirmiş, ünlenmiş ama bütün bunlarla tatmin olmamış; hayatından ve sanatından kopmuş bir ressam ile sanatında ara- yışlar için de olan bir romancının toplumsal ilişkileri, iç yaşantıları ile anlatılır. Romancı Emre Taran’ın sıkıntılarının kaynağı, kurmaya çalıştığı roman anla- yışına ve roman diline bir türlü ulaşamamasıdır. Ülkedeki siyasal çatışma ortamı, eleştirmenlerin yargısız infazları ve yazdıklarını küçümseyişleri, Emre üzerinde baskı oluşturmakta, onun yaratıcı kimliğini olumsuz etkilemektedir. Soylu bir aileden gelen, yalnız yaşayan Emre, edebiyat çevrelerinde tartışılan, önemsenen yerlerde ol(a)mayan, siyasal gerginliğin bir tarafında yer al(a)mayan bir aydındır. Aslında çevresinde sınırları belirlenmiş bakış açıları izin verse kendi edebiyat an- layışını ve siyasi görüşünü oluşturup söyleyecektir; ama buna pek imkân yoktur. Bir bakıma yaşama biçimiyle birlikte olduğu insanlardan, algı ve anlayış olarak ayrılmaktadır. Fakat içinde yaşaya geldiği ilişkileri değiştirmesi de mümkün gö- rünmemektedir. Bunaltısının sebebi budur. 46 Çağdaş Türk Romanı

Emre Taran’ın edebiyat, siyaset ve toplumsal hayat içinde durduğu yerle Selim İleri’nin durduğu yer birbirine çok benzemektedir. Emre Taran’ı bireysel olmakla suçlayan şair Atilla gibi toplumcuları, büyük ihtimalle Selim İleri de tanır. Sanı- yorum Emre Taran da “Okurum ve ben öyle yalnızız ki” (İleri, 1986) diyen Selim İleri’yi iyi tanıyordur; çünkü o da yazarı gibi, özgür bir ortamda her şeyin var ola- bileceğini ve tartışılabileceğini düşünür. Fakat sanat ve düşünsel çevresi, durmadan Emre’ye yüklenerek onun kendi olmasına izin vermemekte; “ben zavallı, yalnız bir adamım; benden ne istiyorsunuz” dedirtecek kadar baskı kurmaktadır. Emre, ha- yatındaki biten şeylerden büyük ıstırap duyar. Zayıflasa da yaralansa da aşklar ve dostluklar bitmemelidir. Anılarından, yani yaşadığı güvenli ve seçkin ortamdan ayrılmak istemeyen bilinç altıdır bu aslında. Emre Taran solcudur solcu olmasına ama, naif, kibar ve hüzünlü anılarından kurtulamadığı için, ideolojilerin şiddetini ilkel kan davaları gibi görmekten kendini alamaz. Selim İleri, bir romancının iç dünyasını görünür kılarak, birçok romanında olduğu gibi bireyin problem dün- yasına eğilir. Bu yalnız kişilerin mutsuzluğu, doğal olarak toplumsal göstergeler taşırlar ama bu romanlarda asıl problem, hiçbir zaman kendi bireyselliğinden kur- tulan sosyal aydın problemi değildir. Ahmet Oktay, bir taraftan, İleri’nin ekonomik ve sınıfsal düzeyi ciddiye almadığını söyler; diğer taraftan onun, popüler romancı kimliğine bürünerek enikonu siyasal romanlar yazdığını ileri sürer (Oktay, 1986).

1960’lardan 2000’e kadar kentli aydın bunalımlarını yansıtan romanlar hangileridir? 4 Toplumcu Gerçekçi Roman ve Darbeler 1960 sonrası romanın temel 1950-2000 arası romanın siyasal kültürel ve sosyal arka planını özetlemeye çalı- temaları, ikinci demokrasi çalışmaları, Menderes dönemi şırken, 27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi’nin, Cumhuriyet tarihimizde yeni bir dö- ve ihtilalin getirdikleri, nem açtığını söylemiştik. Bugün, hazırlanışı, uygulanışı ve sonuçları ile birçok götürdükleridir. noktada tartışılmış bulunan darbenin, büyük bir ihtimalle hâlen bilinmeyenleri vardır. Öncelikle bu darbenin, birçok bileşenleri olan bir “tepki” olduğu düşü- nülmektedir. Bu ortak tavrın unsurlarını birkaç maddede toparlamak mümkün değilse de bir edebiyat çalışmasının genel zeminini yoklamak için bir toparlama yapılabilir: 1. Pazar ekonomisinin veya solun söylemiyle, Amerikan kapitalizmi- nin güçlenmeye başlamasından duyulan rahatsızlık 2. İnönü Dönemi bürokrasi- nin hiyerarşik üstünlüğünü kaybetmesi 3. Muhafazakâr ve dinî argümanlarının siyasetin içinde çoğalması 4. Her alandaki çağdaşlaşmanın geriye gittiği düşüncesi 5. Özgürlüklerin kısıtlandığı, öğrencilerin siyasal olarak kışkırtıldığı haberleri. Bu unsurların her birinin görünen ve görünmeyen boyutları olduğu bugün de tar- tışılmaya devam etse de darbenin, idareyi ele aldıktan sonra uyguladıklarına ve 61 Anayasası’na bakılınca, bu unsurların darbe bileşenini oluşturduğu görülür. Türkiye demokrasinin tanıştığı asıl hazin durum ise idamlardır. Artık neredeyse hiç kimsenin doğruluğu konusunda görüş bildirmediği bu idamlar, siyasete bağlı sosyal hayatın şekillenmesinde çok önemli etkilere sahiptir. İdamları, sosyal vic- danında affetmeyen geniş kitleler, sonraki yıllarda Menderes Dönemi’ni anlatan her türlü edebiyat ve düşünce eserlerine yoğun ilgi gösterdiler.

Sevgi Soysal: Şafak Sevgi Soysal’ın Şafak adlı romanı 1975’te yayımlanır. Roman, Adana’da bir gece- kondu mahallesindeki bir eve gece yapılan baskınla başlar ve sabahın erken saatle- rinde sona erer. Bu kısa zaman dilimi içinde neredeyse tek olay, devrimci bir gurup arkadaşın gözaltına alınıp sorgulanması ve serbest bırakılmasıdır. Romanın zama- 2. Ünite - Toplumcu Gerçekçi Roman ve Gelişimi 47 nı geriye dönüşlerle genişleyerek ideolojik arka planı içine alır. Evin sahibi Maraşlı Ali, “Ecevitçi”dir. Oya, Ali’nin yiğeni Mustafa’nın arkadaşıdır ve bu iki genç de dev- rimcidirler. Yine Ali’nin akrabası olan Avukat Hüseyin de eski bir İşçi Partilidir. Gözaltına alınanlar emniyete götürüldükten sonra başka bir görüntü devreye girer. Bu gözaltına alanların toplantısıdır. Emniyet müdürü Zekai Bey, fabrika müdürü olan emekli albay Muzaffer’in evindeki briç partisinden ayrılarak sorgulama için emniyete gider. Sorgulama ve işkenceler gece boyu devam eder. Emniyet Müdürü Zekai, Emekli Albay ve sanayici Muzaffer, Polis Abdullah, ilerici devrimci insanları ve bu bilinci yok etmekte birleşmiş kapitalizmin ve faşizmin; Oya ve Mustafa dev- rimci gençlerin; Zekeriya, ispiyoncu iş birlikçilerin; Avukat Hüseyin, kişisel çıkar- larının güdümünde savundukları ideolojilerden vazgeçebilen oportünistlerin; Ali, dürüst, namuslu ve doğal işçi sınıfının göstergeleridirler. Gözaltına alınan kişiler içinde işkenceye maruz kalanlar iki devrimci ve Ali’dir. Diğerleri bir şekilde düzen- le uzlaşma ve veya düzene yanaşma yolunu bulurlar. Oya, daha önce de komünizm propagandası yapmaktan hapiste yatmış, iki çocuklu bir yazardır. Mustafa da aynı sebeplerle içerde kalmış bir öğretmendir. Ali ise işçidir. “Sevgi Soysal, biri iç biri dış iki tür çatışmayı ana tema olarak seçmiş. Dış ça- tışma, devrimcilerle, egemen güçler arasındaki çatışmadır. İç çatışma ise romanın ana kişileri Oya ile Mustafa’nın, küçük burjuva kimlikleriyle devrimci kimlikle- ri arasında yaşadıkları bunalımdan kaynaklanır” (Moran, 1994: 20). Romandaki dış çatışma, devrimci hayatın ve edebiyatın doğal yansımasıdır. Oysa iç çatışmayı, sorgulamayı harekete geçiren 12 Mart tutuklamaları ve işkencelerdir. Sosyalist eği- limler için 12 Mart bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Daha önce yanlarında hissede- bilecekleri bütün güçler, ezen gücün yanında yer alıvermiştir. Yenilmelerinin açık sebebi budur. Fakat bu yenilginin derindeki sebebi, işçi olamamış küçük burjuva- dır. Oya ile Mustafa, sorgulama ve işkence gecesinde, geriye dönüşlerinde hep kü- çük burjuva alışkanlıklarına, davranışlarına takılıp kalırlar. Ali’yi tasvir edişindeki güvenli ve sevimli bakış fark edilirse anlatıcının da problemi, işçi ol(a)mamakla ilintili gördüğü düşünülebilir. Romanda üzerinde özellikle durulduğu anlaşılan bir şey de, içkence ve cinsellik ilişkisidir. Egemen güçler, özellikle kadın devrimcilere işkence ederken onların cinselliğine de saldırmaktadırlar. Çünkü bu güçlerin ahla- kı, temelde cinselliği bir acı çektirme ve intikam alma olarak algılamaktadır.

Erdal Öz: Yaralısın Erdal Öz’ün Yaralısın adlı romanı 1974’te yayımlanır. Bu roman da Şafak gibi, bir gözaltıyla başlar. Romanda zaman ve tarih açık olarak belli olmasa da işkence, sor- gulama, egemen güçler karşısında yalnız kalan, kendisiyle çatışmaya düşen, bütün değerlerini sorgulayan devrimci genç portresi, 12 Mart romanının belirgin özellikle- rinden biridir. Fakat yazarın tarihsel durumu belirsizleştirmesinde amaç, sadece hâlâ etkileri bütün kuşatıcılığıyla devam eden egemen güçlerden sakınmak değil; baskı ve sömürü düzenleri karşısında alınan tavrı anlatmaktır. Yaralısın’ın 12 Mart dönemi- nin kazandırdığı bir roman olduğunu söyleyen Erdal Öz, bu romanda kendisinin de içinde olduğu bir savaşın izlenimlerini değil, genel olarak toplumun yakalandığı bu hastalık döneminde faşizm mikrobuna karşı çıkmayı anlattığını söyler (Öz, 1975). Gözleri bağlanmış olarak gözaltına alınan genç, içerde çok ağır bir sorgulama ve işkenceye maruz kalır. Hangi suçla göz altına alındığı belli değildir. Roman üzerine yapılan değerlendirmelerde, Erdal Öz’ün, gencin politik geçmişini ve diğer tarihsel bilgilerini vermemesi olumsuz bulunmakta ve romanın sadece bir işkence belgeseli olabileceği belirtilmektedir. Ama içeri alınan genç, yasak kitaplar okumaktadır; içeri 48 Çağdaş Türk Romanı

alınacağını bilmektedir; içerde arkadaşlarının ismini vermemektedir. Bütün bunlar romanın politik dokusunu ortaya koyar. Romanda asıl ortaya konmak istenen, in- sanlık dışı sayılabilecek bir mekanizmanın karşısında yalnız kalan, ezilen, taşıdığı düşüncelerden kuşkuya düşen bir devrimcinin yenilgisidir. Yenilmiştir çünkü “faşi- zan” güçler karşısında halkı yanında görememiştir. Mekanizma onu “Nurileştirmiş- tir”. (Nuriler, egemen güçlerin, kendi düzenlerinin ayakta durması için kurban ettik- leri, çeşitli suçlarla toplum dışına ittikleri, insanlıktan çıkardıkları adi suçlulardır.)

Mehmet Eroğlu: Issızlığın Ortasında 12 Mart sonrasında yazılıp yayımlanan, “içeri alınan ve işkence gören devrimci” görüntüsünden farklı bir çatışmayı ortaya koyan bir roman Mehmet Eroğlu’nun Issızlığın Ortasında’sıdır. 1979 yılında yayımlanan roman, 12 Mart döneminde sorgulama ve işkenceden geçmiş; o tarihten sonra da yaşayıp tanık olduklarıy- la da kendi içinde çatışmalar yaşamış, bu çatışmalardan sağlıklı bir dönüşüme ulaşamamış Ayhan’ın hikâyesidir. Romanın vakası 1975 yılındaki iki aylık bir za- man dilimidir. Fakat geriye dönüşler, serbest çağrışımlar, etkili zaman süresini, çocukluğa kadar genişletir. Çocukluğu, ailesinden uzakta, İzmir’de yatılı okulda geçen Ayhan, bütün gençliğini uğruna savaştığı devrim için harcamıştır. Erdal Öz’ün zamanı ve kişileri soyutlaştırmasının tersine Eroğlu, tarihsel zamanı, kişile- ri ve olayları açıkça vermektedir. Hatta “Eroğlu’nun geçmişi ile romanın baş kişisi Ayhan arasında bağlantılar olduğu gözlemlenebilmektedir. Yazarın, 1971 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nden makine mühendisi olarak mezun olması, 12 Mart’ta tutuklanması, hapis yatması ile Ayhan’ın aynı yıllarda makine mühendisi olarak mezun olması ve tutuklanması arasında benzerlik bulunmaktadır” (Yalçın, 2003: 568). Ayhan, 1974 Kıbrıs çıkarmasına asteğmen olarak katılmış, Türk insa- nının savaş içindeki ruh hâlini görmüş, şehitlik ve gaziliğin ölüme verilen en yük- sek değer olduğuna tanık olmuştur. Askere gitmeden önce yaşadığı politik yenilgi; askerde içine düştüğü, ve daha önce hiç tanımadığı duygular içindeki insanları görüşü, ölmek veya öldürmek şeklindeki savaş gerçeği, Ayhan’ı kendi vicdanını, geçmişini, hayatın anlamını sorgulamaya itmiştir. Ayhan askerlik dönüşü geldiği Ankara’da boşluğun içinde bocalamaya devam eder. Kendi içinde devrimci teorileri ve pratikleri olan; birbirlerini keskinleştiren sosyal gruplar, cunta tarafından dağıtıldıktan sonra, kimi gençler içerde kalmış; kimileri ölmüş; kimileri saklanmış; kimileri düzenin belirlediği yaşama biçimine uyum sağlamış; kimileri de kendi dünyasına kapanmıştır. Ayhan’ın en yakın dost- larından Ali, çatışmada ölmüş; Zafer ise kayıptır. Ayhan, dostu Zafer’in peşinde İs- kenderun çevresinde her türlü gayrimeşru yoldan para kazanan Kör Abdül’e ulaş- mıştır. Fakat Kör Abdül, Ayhan’ı da kendi düzenbazlığı içine çekmek ister. Güya Zafer, Ayhan ismiyle aralarına girmiş fakat hasmı Hasan Bey tarafından öldürül- müştür. Fakat Ayhan işin peşini bırakmaz oda Zafer ismiyle arkadaşını aramaya devam eder. Fakat ulaştığı bilgiler çok şaşırtıcıdır. Kişiliğine hayran olduğu Zafer, zaaflarıyla bilinir biri olmuştur. Siyasi polis Ayhan’ın (yani Zafer’in) zaaflarını ya- kalamış ve onu yem olarak kullanmaya başlamıştır. Ayhan’ın, devrimci kişiliğine hayran olduğu Zafer, sonunda yurt dışına kaçmıştır. Ayhan’ın içindeki bir direk daha yıkılır. İnanmak ister ama onu da başaramaz. Bütün varlığıyla yaşadığı top- luma yabancı olduğunu da anlar. Artık insanlıkta inanılacak bir şey kalmamış; in- sanlığın değer verdiği bütün kavramlar, kanla yıkanmıştır; artık beyninin bu an- lamsızlık içinde yeri yoktur. Bütün bunlar onu Nemrut Dağı’nda intihara sürükler. 2. Ünite - Toplumcu Gerçekçi Roman ve Gelişimi 49

Özet “Toplumcu Gerçekçilik”, “Toplumcu Gerçekçi bakış açısı, romanlarda ortak bir şema da oluş- 1 Edebiyat”, “Toplumcu Gerçekçi Roman” turur. Örneğin; köyde yoksullar, zenginlerden kavramlarının birbiriyle ilişkisini açıklayabilmek daha çoktur. Köylüler, pozitivist ahlaktan çok Toplumcu Gerçekçi Roman kavramı, sosyal geleneksel ahlâka bağlıdır. Köylerde imamlar, problemlere eğilen, toplum gerçekliklerini şeyhler, ağalar da vardır. Köylü hem topraksızdır romanın tematik alanı hâline getiren bütün hem de toprağını verimli kullanacak araçlardan Türk romanını kapsamaz. Bu edebî adlandır- yoksundur. Köydeki yapıyı feodal bir yapı olarak ma, düşünsel ve siyasal tabanında Marksizm algılayan bu yaklaşım, köylünün ahlakını da feo- ve Sosyalizm bulunan roman için kullanılır. dal bir ahlak olarak değerlendirir. Buna göre din, Türkiye’de sosyalist düşünce, esas olarak İkinci gelenekler, üretim ilişkileri, “ağalar” üzerinden Meşrutiyet Dönemi’nde görülür. Genel kayıtlara feodal yapıyı beslemektedir. Fakat aynı ideolojik göre Türkiye’de sosyalist düşüncenin ilk yazarı, arka plandan gelen Kemal Tahir, köylülüğün du- 1910’da çıkardığı İştirak adlı gazeteden dolayı rağan ve değişmeyen bir yapı olmadığını, onu, İştirakçi Hilmi olarak bilinen Hüseyin Hilmi’dir. farklı açılardan ele almak gerektiğini ileri sürer. Türk romanında toplumcu gerçekçiliğin ilk yansımaları, işçi hayatlarının anlatılmasıyla Toplumcu Gerçekçi Roman’ın ilk örneklerini ve 1930’larda başlar. 3 bu eserlerin kendilerinden sonra gelen eserleri yapı ve içerik bakımından nasıl etkilediklerini Toplumcu Gerçekçi Edebiyat’ın Türkiye dışındaki açıklayabilmek 2 edebî ve düşünsel kaynaklarını, Türk edebiyatında 1950’lerle birlikte Marksist ve sosyalist düşünsel “Toplumcu Geçekçilik” akımının sosyal ve siyasal tabana bağlı olan aydınların oluşturduğu, “ro- arka planı hakkında değerlendirme yapabilmek manda aydın bunalımı” şeklinde adlandırılabile- Bazı yazarlar, eserlerinde ikinci planda da olsa cek Toplumcu Gerçekçi Roman’ın farklı bir kolu sınıf çatışmalarına yer verirler. Reşat Enis, “oku- da vardır. Bu bunaltıların zihinsel ve kuramsal muş bir tornacı”ya Marksist yorumlar yaptırır. arka planında, özellikle Nietszche, Camus ve Maden işçilerinin hayatını anlatan Reşat Enis, Sartre’ı bulmak mümkündür. İkinci Dünya Sa- Afrodit Buhurdanında Bir Kadın’da (1938) ma- vaşını, sosyalist ve kapitalist dünya arasındaki den işçileriyle sanayi işçilerini, “sömürülenler” soğuk savaşı, Türkiye özelinde darbelerle gelen olarak gösterir. Fakat Türk edebiyatında genel baskı ve hapishaneleri de bunaltıyı besleyen bir olarak Marksizm merkezinden yayılan ideolojik siyasal arka plan olarak görmek gerekir. Bu bağ- yapıyı kuran kişi Nâzım Hikmet’tir. O, Türkiye’de lamda Oğuz Atay, Yusuf Atılgan, Sevgi Soysal, sınıfların çatışmasına dayanan bir gelenek olma- Adalet Ağaoğlu, Selim İleri gibi romancıların dığı halde, belki de ilk olarak emek, yoksulluk, adları anılabilir. sömürülme gibi temaları işlemeye başlar. Nâzım Hikmet’in getirdiği bu içerik sadece Cumhuri- yet Dönemi’ndeki şiiri değil bütün edebiyatı et- kiler. Sabahattin Âli, Orhan Kemal, Kemal Tahir gibi romancılar Nâzım’ın açtığı yolda devam ederler. Özellikle Kemal Tahir ve Orhan Kemal gibi toplumcu gerçekçi romanın ustaları sayılan isimlerin hayatında Nâzım Hikmet’le kurdukla- rı ilişki ve bir eğitim mekânı hâline getirdikleri hapishane oldukça önemlidir. Köy enstitülerin- den yetişen romancıların tamamı ya doğrudan veya hümanizm ve halkçılık üzerinden sosya- listtirler. Köye ve köylüye bakışlarını, toplumcu gerçekçilik belirler. Ortak ideolojik arka plan ve 50 Çağdaş Türk Romanı

Kendimizi Sınayalım 1. “Toplumcu gerçekçi roman” kavramı aşağıdakiler- 6. Toplumcu Gerçekçi Roman kategorisinde yer alan den hangisini içermez? romanların tamamı aşağıdakilerden hangisinde birlikte a. Düşünsel ve siyasal kaynağı Maksizm ve Sosya- verilmiştir? lizm olan yazarları a. Ekilmiş Topraklar, Sağır Dere, İnce Memed, b. Köy romanlarını Yalnızız c. Orhan Kemal, Kemal Tahir, Yaşar Kemal gibi b. Teneke, Irazcanın Dirliği, Sahnenin Dışındaki- romancıları ler, Kanlı Derenin Kurtları d. Sosyal hayatın emek ve sermaye ilişkisine bağlı c. Cemo, Yılanların Öcü, Yılanı Öldürseler, Bere- olarak kurulduğu görüşünü ketli Topraklar Üzerinde e. Toplum sorunlarını ele alan bütün romanları d. Gurbet Kuşları, Yaralısın, Yağmuru Beklerken, Issızlığın Ortasında 2. Aşağıdakilerden hangisi Türkiye’de orta çıkan e. Kaplumbağalar, Fırat Suyu Kan Akıyor Baksa- “Toplumcu Gerçekçi Roman”ın edebî ve kuramsal kay- na, Kuyucaklı Yusuf, Firavun İmanı nak olarak kabul edilemez? a. Nazım Hikmet 7. Toplumcu gerçekçi romana ilişkin en kapsamlı b. Maksim Gorki doğruyu içeren ifade aşağıdakilerden hangisidir? c. George Lukas a. Toplumcu gerçekçi roman, sosyalist roman ola- d. Yakup Kadri Karaosmanoğlu rak da anılmaktadır. e. Sovyet Sosyalist Yazarlar Kurulatayı b. Köy romanı, toplumcu gerçekçi romandır. c. Düşünsel ve siyasal kaynak olarak bakıldığında 3. Aşağıdakilerden hangisi 1950-1980 yılları arasın- toplumcu gerçekçi roman, köy romanı, işçi ro- da roman yazan toplumcu gerçekçi bir romancı olarak manı ve aydın romanı da kapsar. sayılmaz? d. Toplumcu gerçekçi roman Tanzimat’tan beri a. Kemal Tahir devam eden sosyal romanın başka bir adıdır. b. Tarık Buğra e. Toplumcu gerçekçi roman Sadri Ertem’in Saba- c. Yaşar Kemal hattin Âli’nin romanlarıyla başlamıştır. d. Talip Apaydın e. Fakir Baykurt 8. Aşağıdakilerden hangisi Toplumcu Gerçekçi Ro- manın en belirgin temaları arasında sayılmaz? 4. Aşağıda verilen romancı-roman eşleştirmelerinden a. İşçilerin hayatları hangisi yanlıştır? b. Geleneklerin ve inançların kaybı a. Orhan Kemal: Teneke c. Üretenler ve sermaye sahipleri b. Kemal Tahir: Köyün Kanburu d. Hapishaneler ve darbeler c. Sevgi Soysal: Şafak e. Köylüler ve hayatları d. Fakir Bayurt: Yılanların Öcü e. Talip Apaydın: Sarı Traktör 9. Aşağıdakilerden hangisi Toplumcu Gerçekçi aydın romanının etkilendiği yazarlardan biri değildir? 5. Toplumcu gerçekçi romanın belirli ölçülerde yas- a. Karl Marx landığı ilke Atatürk ilkelerinden hangisidir? b. Jean Paul Sartre a. Laiklik c. Albert Camus b. Milliyetçilik d. Henri Bergson c. Halkçılık e. Frederic Nietszche d. Cumhuriyetçilik e. Devletçilk 10. Köyden şehre gelen işçileri ve hayatlarını en çok işleyen romancı aşağıdakilerden hangisidir? a. Sadri Ertem b. Fakir Baykurt c. Latife Tekin d. Yaşar Kemal e. Orhan Kemal 2. Ünite - Toplumcu Gerçekçi Roman ve Gelişimi 51

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı Sıra Sizde Yanıt Anahtarı 1. e Yanıtınız yanlış ise “Toplumcu Gerçekçi Roma- Sıra Sizde 1 nın Siyasal Sosyal Arka Planı” konusunu yeni- Tek Parti Dönemi’nin edebiyat fikir hayatını belirleyen den gözden geçiriniz. halkçılık düşüncesidir. Aslında halkçılık düşüncesini 2. d Yanıtınız yanlış ise “Toplumcu Gerçekçi Roma- Mustafa Kemal, Gökalp’tan almıştır ve onun için halk- nın Siyasal Sosyal Arka Planı” konusunu yeni- çılık merkezinde halkı sınıfsızlaştırmak vardır. İnönü den gözden geçiriniz. dönemi’nde ise halkı “aydınlatmak, istenilen doğrul- 3. b Yanıtınız yanlış ise “Toplumcu Gerçekçi Roma- tuda dönüştürmek” merkezinde kalmıştır. Sosyalist ve nın Siyasal Sosyal Arka Planı” konusunu yeni- hümanist eğilimlerle birleşmiştir bir ölçüde. Etkinliği- den gözden geçiriniz. ni halkevleri ve köy enstitüleri ile genişletmiştir. Tek 4. a Yanıtınız yanlış ise “Toplumcu Gerçekçi İşçi Parti ideolojisinin kaldıraçları durumundaki halkçılık Romanı” konusunu yeniden gözden geçiriniz. ve köycülükle olsun; o kavramları sahiplenen sol Ke- 5. c Yanıtınız yanlış ise “Toplumcu Gerçekçi Roma- malistlerin ek bir kilit kavram sayarak devreye soktuk- nın Siyasal Sosyal Arka Planı” konusunu yeni- ları Hümanizmle olsun, solun ilişkileri her zaman karı- den gözden geçiriniz. şık ve sorunlu olmuştur. Sosyalist, işçi sınıfı diyemediği 6. c Yanıtınız yanlış ise “Toplumcu Gerçekçi Köy için, köylü ve halk kavramlarına sarılmıştır. Romanı” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 7. c Yanıtınız yanlış ise “Toplumcu Gerçekçi Roma- Sıra Sizde 2 nın Siyasal Sosyal Arka Planı” konusunu yeni- Notlara, mülakatlara ve raporlara dayanan bu kitapta den gözden geçiriniz. Makal, “Beş temel unsur üzerinde durmuştur: birincisi 8. b Yanıtınız yanlış ise “Toplumcu Gerçekçi Roma- ekonomik sıkıntılar; ikincisi, ilkel malzeme kullanma; nın Siyasal Sosyal Arka Planı” konusunu yeni- üçüncüsü, toprak meselesi; dördüncüsü, yeni tekno- den gözden geçiriniz. lojilere yabancılık; beşincisi ise sosyal yardımlaşma ve 9. d Yanıtınız yanlış ise “Toplumcu Gerçekçi Aydın kooperatifleşmedir.” Romanı” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 10. e Yanıtınız yanlış ise “Toplumcu Gerçekçi İşçi Sıra Sizde 3 Romanı” konusunu yeniden gözden geçiriniz. Köyün Kamburu’nda köy romanı şablonu kırılır; ağa- lar ve köylüler şeklindeki çatışma, yerini daha karma- şık çatışmalara bırakır. Ekonomik yapıdan eşkıyalığa, cinsel saplantılardan, siyasete kadar, toplumun yaşama biçimini oluşturan her tabana uzanır. Sosyal ve siyasal gelişmelerin etkisinde gelişen köylü tutumunda gene- tik ve natüralist etkiler aranması, köy romanı için yeni bir bakıştır.

Sıra Sizde 4 1960’lardan 2000’e kadar kentli aydın bunalımlarını yansıtan roman sayısı oldukça fazladır. Birkaç örnek vermek gerekirse: Yusuf Atılgan, Aylak Adam; Oğuz Atay, Tutunamayanlar; Erdal Öz, Yaralısın; Adalet Ağaoğlu, Ölmeye Yatmak; Mehmet Eroğlu, Issızlığın Ortasında; Selim İleri, Bir Akşam Alacası; Sevgi Soy- sal, Yenişehir’de Bir Öğle Vakti; Vedat Türkali, Bir Gün Tek Başına. 52 Çağdaş Türk Romanı

Yararlanılan Kaynaklar Alangu, Tahir. (1965). Cumhuriyetten Sonra Hikâye Naci Fethi. (1990). 100 Soruda Türkiye’de Roman ve ve Roman 1. İstanbul. Toplumsal Değişme 2. Baskı. İstanbul: Gerçek Ya- Atay, Oğuz. (1998). Tutunamayanlar. İstanbul: İleti- yınevi. şim Yayınları. Oktay, Ahmet. (2008). Toplumcu Gerçekçiliğin Kay- Atılgan, Yusuf. (1974). Aylak Adam. İstanbul: Bilgi Ya- nakları/ Sosyalist Realizm Üstüne Eleştirel Bir yınevi. Çalışma. 4. Baskı. İstanbul: İthaki Yayınları. Baydar, Mustafa. (1960). Edebiyatçılarımız Ne Diyor- Oktay, Ahmet. (1986). “Selim İleri İle Söyleşi Hayal ve lar. İstanbul. Istırap’ın Çevresinde”, Hürriyet Gösteri, Şubat. İs- Baykurt, Fakir. (1981). Tırpan. 10.Baskı, İstanbul: tanbul. Remzi Kitabevi. Oktay, Ahmet. (1993). Cumhuriyet Dönemi Edebiya- Baykurt, Fakir. (1959). Yılanların Öcü. İstanbul: Yük- tı (1923-1950). Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. selen Matbaası. Öz, Erdal. (1975). Yeni Ortam Gazetesi. 1 Kasım, İs- Belge, Murat. (1994). Edebiyat Üstüne Yazılar. İstan- tanbul. bul: Yapı Kredi Yayınları. Öz, Erdal. (1996). Yaralısın. İstanbul: Can Yayınları. Berkes, Niyazi. (1975). Türk Düşününde Batı Sorunu. Soysal, Sevgi. (1985). Şafak. İstanbul: Bilgi Yayınevi. İstanbul: Bilgi Yayınları. Tahir, Kemal vd.(1960). Beş Romancı Tartışıyor. İs- Bezirci, Asım. (1984). Orhan Kemal. İstanbul: Tekin tanbul: Düşün Yayınevi. Yayınevi. Tahir, Kemal. (2000). Köyün Kamburu. İstanbul: İtha- Eroğlu, Mehmet. (2000). Issızlığın Ortasında. İstan- ki Yayınları. bul: Everest Yayınları. Tatarlı, İ., Mollof R. (1969). Hüseyin Rahmi’den Fakir Işın, Ekrem. (1982). Tan Gazetesi Roman Seçkisi. Ey- Baykurt’a Marksist Açıdan Türk Romanı. İstan- lül. İstanbul. bul: Habora Kitaplığı. İbarrola. (1969). Marksist Açıdan Ekonomi Politik Tekin, Yusuf. (2002). “Türkiye’de İlk Sosyalist Hareket Yabancılaşma ve Hümanizm (Çeviren: Kenan So- İştirak Çevresinin Sosyalizm Anlayışı Üzerine Bir mer). İstanbul: Ser. Değerlendirme”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bil- İleri, Selim. (1986). “Selim İleri İle Söyleşi, Hayal ve giler Fakültesi Dergisi, 57 (4), Ankara. Istırap’ın Çevresinde”, Hürriyet Gösteri. Şubat, İs- Yalçın, Alemdar. (2003). Siyasal ve Sosyal Değişmeler tanbul. Açısından Cumhuriyet Dönemi Çağdaş Türk Ro- İleri, Selim. (1998). Bir Akşam Alacası. İstanbul: Oğ- manı. Ankara: Akçağ Yayınları. lak Yayınları. Kemal, Orhan. (1974). Türkiye Defteri Orhan Kemal Özel Sayısı. 10, Ağustos, İstanbul. Kemal, Orhan. (1969). “Nasıl Yazıyorum”, Varlık. 15 Mart, İstanbul. Kemal, Orhan. (1995). Gurbet Kuşları. İstanbul: Tekin Yayınevi. Kemal, Orhan. (1996). Bereketli Topraklar Üzerinde. İstanbul: Can Yayınları. Kemal, Yaşar. (2004). Teneke. İstanbul: Yapı Kredi Ya- yınları. Kaplan, Ramazan. (1997). Cumhuriyet Dönemi Türk Romanında Köy. 3. Baskı, Ankara: Akçağ Yayınları. Makal, Mahmut. (1991). Bizim Köy. İstanbul: Çağdaş Yayınları. Moran, Berna. (1994). Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2. 3.Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları.

ÇAĞDAŞ TÜRK ROMANI 3 Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra;  1950 sonrası Türk romanının genel karakteristiğini açıklayabilecek,  1950 sonrası Türk romanındaki gelişmeleri, eğilimleri ve romanlar arasındaki farklılıkları ayırt edebilecek,  1950 sonrası Türk romancılarından belli başlı yazarları ve eserlerini temel özel- likleriyle değerlendirebilecek bilgi ve becerilere sahip olacaksınız.

Anahtar Kavramlar • 1950 Sonrası Türk Romanı • Oktay Akbal • Çağdaş Türk Romanı • Tarık Buğra • Ahmet Hamdi Tanpınar • Cevat Şakir Kabaağaçlı • Samiha Ayverdi • Tarık Dursun K. • Abdülhak Şinasi Hisar

İçindekiler

1950 Sonrası Türk Romanında Çağdaş Türk Romanı • 1950 SONRASI TÜRK ROMANINA Bireysel Eğilimler GENEL BİR BAKIŞ 1950 Sonrası Türk Romanında Bireysel Eğilimler

1950 SONRASI TÜRK ROMANINA GENEL BİR BAKIŞ Türk romanının kırılma noktalarından biri de 1950’li yıllara rastlar. Bu zamana kadar önce taklit ve öykünme, sonra bir arayış ve kimlik oluşturma döneminin yaşandığını biliyoruz. Özellikle kimlik oluşturma dönemi biraz da cumhuriyet ideolojisinin bir uygulama alanı olarak 1950’li yıllara kadar varlığını sürdürür. Cumhuriyet’le birlikte Cumhuriyet idaresinin okullarında yetişen gençler, çok partili düzene geçmenin hazırlıkları içinde bulunan ülkede gittikçe artan ülke sorunlarını irdeleyen, ortaya koyan, çözüm arayan bir yol tutarlar. Kimileri doktrinci reçetelerle benzer konuları tekrarlamanın kolaylığında romancılıklarını sürdürürken kimileri konularını daha çok Batılılaşma çerçevesi içinde Doğu-Batı çatışması ile sınırlı tutarlar. Cumhuriyet’in ilk devresinde görülen roman için gerekli derinlikten yoksun piyasa romancılığı, bu dönemde de varlığını sürdürür. Yaşamın gerçeklerinden ve toplumdan uzakta, yaşananı değil düşsel olanı anlatan ya da tek sorunları aşk, sevda ve bu yolda entrika kurmaktan ibaret olan kişilerin yaşam serüvenlerini ele alan popülist romancılar, eserlerinin sayısı azalmakla birlikte yine benzer konula- rı işlemekte, yine entrikaya dayalı romantik aşklardan söz eden romancılıklarını sürdürmektedirler. Ne var ki bu yazınsal ürünlerin bir sanat eseri kimliğini taşı- ması için pek çok çabaya, emeğe ama bunlardan daha fazla sanatçı sorumluluğu- na ihtiyaç olduğu kesindir. 1950’li yılların romanında “aydın bakışının egemen” olduğu “aydınlanma” ve “aydınlatma” ön plandayken 60’lı yıllardan sonraki romanlarda aydınlatmanın yanında insanı tanıma ve iç dünyasına nüfuz etme ön plana geçer (Andaç, 1998: 180). Romancı; artık topluma tepeden bakan ve onu yönlendiren, kendisini ila- hi güçlerle donanmış doğaüstü bir varlık görmez; insana yaklaşır, onu tanımaya, onun güvenini kazanmaya ve onunla arkadaş, dost olmaya çalışır. 1960 sonrası romancıları arasında farklı sanat şubelerine mensup, arayış içinde olanlar da var. Bunlardan kimileri romanlarını bir felsefi sisteme dayandırmanın endişelerini taşırken kimileri de belki tam özümseyemedikleri, dolayısıyla tek yan- lılıktan kurtulamadıkları sanat anlayışlarıyla kendilerine bir yer edinmeye çalışırlar. Konu bulmakta güçlük çeken Türk romancısı, köy konulu romanlarla kendine bir çıkış yolu bulur. Artık Anadolu/taşra/kasaba/köy, tüm sorunlarıyla, sosyoe- konomik ve sosyokültürel yaşam tarzıyla, feodal düzeniyle yoğun olarak romana girer ve 70’li yıllara kadar romanların birincil kaynağı olur. Çok partili yaşama 56 Çağdaş Türk Romanı

geçişte ortaya çıkan tıkanıklıklar, sorunlar ve bu sorunların Anadolu’ya taşraya yansıması, iç göç, partizanlık, parti kodamanlarına sırtlarını dayayıp kasaba hal- kını köylüyü sömüren eşraf, dönemin düşünce akımlarıyla beslenen ağa-köylü, fabrikatör-işçi, amir-memur arasındaki çatışmalar dönem romanlarının temel konularını oluşturur. 70’li yıllar, aydının/romancının 70’li yıllar, aydının/romancının politize olduğu, sınıf çatışmasını körükleyen politize olduğu, sınıf çatışmasını körükleyen üçüncü üçüncü sınıf çeviri romanların ya da kaba ulusçu söylemlerin ilgi gördüğü, ku- sınıf çeviri romanların ya da tupluluğun uç sınırlara vardığı bir dönemdir. Yazılan romanların bakış açıları kaba ulusçu söylemlerin ilgi gördüğü, kutupluluğun uç da çoklukla yazarlarının düşünce yapısına ve okurun ilgisine göre biçimlenir. 12 sınırlara vardığı bir dönemdir. Mart ve 12 Eylül askerî muhtıra ve darbeleri ile depolitizasyon dönemi başlar. Bir süre bocalama devresi geçiren ve tutukluluk, işkence, tutukevi anılarına yer veren otobiyografik eserlerle oyalanan Türk romancısı, sanat eserinde bir şeyi anlatmak- tan çok nasıl anlatıldığının önem taşıdığını, romanın yeniden kurma ve yaratma işi olduğunu keşfeder. Yaratma ve anlatma edimi ise sözcüklerin kullanılışından ibarettir. Gürsel Korat’ın söylemiyle “yazarın bilinci (ile) sözcüklerin bilinci”nin aynı düzlemde buluşmalarıdır (Korat, 1998: 320). Öte yandan günümüz romancısı artık kendisini Tanrı yerine koyan ve yine kendi ahlak öğretisi doğrultusunda dünyaya düzen vermeye çalışan klasik on do- kuzuncu yüzyıl romancısından farklı olduğunun ya da insanı ikinci plana iten ve onu eşyanın karşısında önemsiz bir varlık durumuna getiren yeni romancı olma- dığının farkına varmıştır. Bunun sonucu olarak seksenli yıllardan itibaren bireysel bakışın egemen olduğu klasik roman yerini çoğulcu bakışa, çok sesli/çok kültürlü bir bakışı yeğleyen postmodern bakış açısına bırakmıştır. Bundan azami ölçüde yararlanmaya çalışan kimi İslamcı yazarların, klasik İslami metinler ve sanatlarda sanatçıyı geri planda bırakan dolayısıyla sanatçının öznelliğini ve bireysel yanını ortadan kaldırarak insanı yüce yaratıcının tecellilerinden oluşmuş evrenin sonsuz derinliğinde dolaştıran bir anlayışla kendilerine yakın buldukları çok sesliliğe, çok kültürlülüğe yer veren yeni roman akımlarına yöneldikleri dikkati çekmektedir.

1950’li yılların başlarında Türk romanının durumu nasıldır? 1 1990’lı yıllar, postmodern romanın zafer yılları olur. Seksenli yıllarda Avrupa’da başlayan mimaride ve müzikte genel üslubun reddine dayanan bu akım, aklın ve bilimin verilerine dayanan moderniteye, her şeyi bilen hâkim anlatıcıya ve mo- dern devlete duyulan güvensizlikten doğmuştu. Ayrıca savaşların sebep olduğu ruhsal çöküntüler ve tepkiler, teknolojinin ve sanal dünyanın hayatın her alanı- na hâkim olmasına ve bunun sonucu olarak romancıların büyük anlatılar yeri- ne mikro düzeyde bireyin iç dünyasını dilsel bir oyun biçiminde veren anlatılara yönelmelerine yol açtı. Türk romancıları tarafından benimsenen ve tutulan bu akım, 2000’li yıllardan itibaren yerini gizemli, düşsel, fantastik ve otobiyografik karakterli; yarı belgesel, bilim kurgusal ve tarihsel romanlara bıraktı. Sonuç olarak farklı düşünsel eğilimleri ve sanat anlayışlarını, dilsel ve biçimsel tasarrufları ön plana çıkaran anlatım teknikleri ile 1950 sonrası Türk romanını adlandırmanın ne kadar zor olduğu ortadadır. Bu romanları ve romancıları belli adlar altında kümelendirmekten kaynaklanmaktadır. Şöyle ki 1950 sonrası Türk romanı ele aldığı konu, teknik ve temel izlekler bakımından kendilerinden önce- kilere göre büyük değişikliklere uğramıştır. Zevkler ve dünya görüşleri değişmiş; özellikle son yıllarda dilin kullanılışı, dil bilim çalışmaları ile paralel yürütülmüş- 3. Ünite - 1950 Sonrası Türk Romanında Bireysel Eğilimler 57 tür. Bu yüzden ülkemizdeki düşünsel ve sosyal gelişmeler doğrultusunda roman da kendisine yeni anlatım yolları, konuları ve izlekleri aramak durumunda kal- mıştır. Ne var ki bu hızlı değişime paralel olarak 1950 sonrası Türk romanı için, herkes tarafından kabul görmüş, yaygın bir adlandırma/kümelendirme de henüz gerçekleşmiş değildir. Bu adlandırmalarda edebiyat tarihçilerinden kimilerinin belli periyotlarla zamanı, kimilerinin konuları, kimilerinin eserin arka planındaki felsefi sistemi ya da dünya görüşünü, kimilerinin de anlatım tekniklerini esas al- dığı görülmektedir. Bunlar arasında felsefi görüşlerine göre sosyal gerçekçi roman, toplumcu roman, toplumcu-gerçekçi roman; bakış açılarına göre psikolojik roman, bireyci roman, ülkücü/milliyetçi roman, İslamcı roman, Marksist roman; anlatım tekniklerine göre modern roman, postmodern roman, fantastik roman, polisiye ro- man, bilim-kurgusal roman; konularına göre tarihsel roman, köy/kasaba romanı, 12 Mart, 12 Eylül romanları; olay örgüsünün birkaç kuşağı içine alan zaman ara- lığına göre bildungs roman/nehir roman/ırmak roman... gibi kümelendirmeler en yaygınları arasındadır. Ancak zaman hızla akıp geçtiği gibi zamana bağlı olarak bakış açıları, kullanılan teknikler de değişmekte, sanat ise zamanımızın hızlı de- ğişimine paralel olarak kendisine yeni mecralar bulmaktadır. Doğal olarak “1950 sonrası Türk romanı” başlığı altında yaptığımız kümelendirmeler/adlandırmalar da görecelidir ve farklı bakış açılarına göre değişecektir. 1950 Öncesi Kuşağından Romancılıklarını Sürdürenler Romanlarının büyük bir bölümünü Cumhuriyet’in birinci ve ikinci devrelerinde yayımladıkları hâlde 1950 sonrasında da romancılıklarını sürdürenler vardır. Bi- rinci gruba giren romancılarından Reşat Nuri, Kan Davası (1960), Kavak Yelleri (1961), Son Sığınak (1961) gibi aşk romanları ile; Hüseyin Rahmi ölümünden sonra yayımlanan ve toplumun hurafe ile şekillenmiş inanç dünyasını değiştir- meyi amaç edinen Kaderin Cilvesi (1964), Deli Filozof (1964), Can Pazarı (1968), İnsanlar Maymun muydu? (1968), Ölüler Yaşıyor mu? (1973), Namuslu Kokotlar (1973) romanları ile; Halide Edip, Çaresaz (Cumhuriyet’te tefrika 1960), Hayat Parçaları (1963), Kızıl Hançerler (Hayat’ta tefrika 1964) gibi yazarın ilgi alanlarını göstermekten ve eserlerinin sayısını artırmaktan başka bir özellik taşımayan sen- teze ulaşmamış sıradan aşk romanları ile romancılıklarına fazla bir şey katmadan sanat yaşamlarını noktalarlar. Popüler halk romancılarından Kerime Nadir Az- rak (1917-1984) Gelinlik Kız (1960), Suçlu (1971), Karar Gecesi (1982), öğretmen duyarlığıyla konularını işleyen Suat Derviş (1905-1972) (Fosforlu Cevriye/1968), millî ve ahlaki değerleri öne çıkaran Mükerrem Kâmil Su Aynadaki Kız (1962), Ayrı Dünyalar (1964), Ben ve O (1970), Karakız (1977), Ata’nın Romanı (1977), Sızı, Uzaklaşan Yol gibi adlar, Cumhuriyet Dönemi’nde pek çok benzeri görülen ve çoğu kez romantik Yeşilçam filmlerinin senaryo gereksinimlerini karşılayan romanlarıyla edebiyat tarihleri için malzeme olmaktan ileri gidemeyen roman- cılardandır. Bu gruba giren popüler halk romancılardan Peride Celâl Yönsel (d.1916) başlangıçta kolay okunan aşk ve serüven ağırlıklı romanlar yazmasına rağmen, 1960’tan sonra yazdığı Güz Şarkıları (1966), Evli Bir Kadının Günlüğün- den (1971), Üç Yirmidört Saat (1977) ve özellikle Üç Kadının Romanı’ndan itiba- ren gözleme ve ruh çözümlemelerine yer vererek kendini yenilemeye çalışır.

Popüler roman teriminden ne anlıyorsunuz? 2 58 Çağdaş Türk Romanı

Cumhuriyet ikinci dönem romancılarından Reşat Enis ve Refik Halit roman- cılıklarını 1950 sonrasında da sürdürürler. İlk romanlarında İstanbul’un yok- sul semtlerinde yıkıntı ve harabelerde yaşanan aile dramlarına ve Galata’nın/ Beyoğlu’nun ahlaksızlığa sahne olan mekânlarına yer veren Reşat Enis Aygen, sanat yaşamını 1950 sonrası yazdığı sosyal içerikli romanlarıyla noktalar. Onun konularını büyük kentin kenar mahallelerinden alan ama daha çok köy-kasaba ortamından alınmış yoksul insanlara ait çarpıcı sahneler sunduğu Despot (1957), Sarı İt (1968), Biz de İnsanız, Kara Kısmet (kitap olarak yayımlanmamış) adlı eser- leri, 1960 sonrasının varsıllık-yoksulluk, ezen-ezilen kutupluluğuna dayalı roman anlayışının genel karakteristiğini yansıtır. Sanat yaşamına öykü yazmakla başlayan ve Maupassant tarzı öyküleriyle tanı- nan Refik Halit Karay (1888-1965), yurt dışında uzun süre sürgün kaldıktan son- ra (1922-1938) sürgün yıllarının deneyimi ve birikimiyle soluklu eserler yazmaya yönelir. Artık yaşadıklarını, tanık olduklarını ve düşlediklerini bir araya getiren entrika, aşk ve kadın konularının ağırlıkta olduğu romanlarla kolay para kazan- manın yollarını aramaktadır. Romancılığının olgun bir devresinde yazdığı Sonun- cu Kadeh ve özellikle yazarına kısmi bir ün kazandıran Bugünün Saraylısı, İkinci Dünya Savaşı yıllarında kaçakçılık sayesinde zenginleşen kahramanlarıyla aynı dönemde İstanbul’un kenar mahallelerinde yaşayan insanların yaşamlarını, kom- şuluk ilişkilerini, aile anlayışlarını ve varsıllık karşısındaki tutumlarını anlatır. İçedönük Bireysel Eğilimler ya da Geçmiş Özlemi Ürünlerini 1950’den sonra veren yazarlar arasında romanlarının yapısını geçmiş- şimdi kutupluluğu üzerine kuranlar da oldukça fazladır. Bu romancılardan Ab- dülhak Şinasi Hisar ve Samiha Ayverdi, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi romancılar, Cumhuriyet öncesine kadar uzanan mutlu çocukluk dönemlerini, yıkılan bir uy- garlığa ait kaybolan değerlerin özlemi içinde ve sisli bir camın arkasından okura yansıtırken Oktay Akbal gibi kimileri gazete yazarlığının sağladığı imkânlarla ve röportaj yöntemlerinden yararlanarak geçmiş-şimdi, fert-toplum değer yargıları çatışmaları içinde toplumsal sorunları öncelikli olarak işlerler. Bireysel çıkışları ve özgün çalışmalarıyla Türk romanında iz bırakan ve yaşa- dıkları döneme damgalarını vuran bu romancıları kısaca tanıyalım. Konularını çocukluk ve ilk gençlik yıllarında yakın çevresinde tanık olduğu olaylardan ve bu çevredeki insanların yaşam öykülerinden alan Abdülhak Şinasi Hisar (1888-1963), romanlarında Marcel Proust ve Maurice Barres’ten gelen, biraz da yaşadığı zamanın getirdikleriyle uzlaşamamaktan kaynaklanan geçmişe kaçış düşüncesini işler. 1941 yılında yayımlanan ve aynı yıl CHP’nin açmış olduğu ya- rışmada üçüncülük ödülünü kazanan ilk romanı Fahim Bey ve Biz, usta yorumu ve nefis üslubu yanında, sıra dışı kişilere ve bu kişilerin iç çatışmalarına yer vermesi ba- kımından yayımlandığı yıllarda dikkatleri üzerine çekmeyi başarır. Romana konu olan kişi, dümdüz bir hayat süren; bencil, korkak, aşksız, serüvensiz, kültürsüz, hatta ülküsüz memur Fahim Bey’dir. Kurduğu hayallerin gerçeğinde yaşadığından dış dünyaya yine kendisinin koyduğu silik bir camın arkasından bakar. Olan biteni sığındığı dünyasından alaylı bakışlarla izlerken bir yandan da yaptıklarını kendince yüceltmeye çalışır. Ama hep olayların dışında ve hep edilgen konumda kalarak. Yazar, gerçeğin insanlar tarafından farklı şekillerde algılanacağı ya da kişiden kişiye göre değişiklik göstereceği tezi üzerine kurduğu bu romanında asli kişi Fa- him Bey’in kişiliğinde insanlığın ortak noktalarını yakalamaya çalışır. Sıra dışı 3. Ünite - 1950 Sonrası Türk Romanında Bireysel Eğilimler 59

özellikler göstermesine rağmen aslında hepimizin içinde, iç çatışmaları, bunalım- ları ve kalabalık içindeki yalnızlığı ile bir Fahim Bey’in yaşadığını savunur. Roman kişisinin “silik”, “ahlaksız”, “dürüst” gibi birbirine zıt nitelemelerle tanıtılması insa- na özgü değişkenliğin, dolayısıyla yanılgıların olabileceğini vermeye hizmet eder. Abdülhak Şinasi’nin ikinci romanı Çamlıcadaki Eniştemiz’de ise (1944) yine sıra dışı biraz da tuhaf olarak niteleyebileceğim Hacı Vamık Bey’in kişiliğinde ve geçmiş-şimdi çatışması içinde günümüze aydınlık mesajlar getirir. Bir eleştirme- nin söyleyişiyle Çamlıcadaki Eniştemiz romanı, “Eski İstanbul’u ve üst kat insan- larını, yaşayışlarını, köşkleri, yalıları, eğlenmeleri; avuntularıyla bireyci, izlenimci yöntemde bir özlem örtüsü arasından göster(mesi)” bakımından aynı zamanda belgesel bir özelliğe de sahiptir (Ertop, 1964: 509-607). Abdülhak Şinasi, yine anılarına dayalı olarak kaleme aldığı Ali Nizami Bey’in Alafrangalığı ve Şeyhliği (1952) adlı son romanı da dâhil, bütün romanlarında kahramanlarının çoğu tuhaf, içe dönük ve siliktir. Hayali ile avundukları mekân, Cumhuriyet’ten önceki dönemde varlıklı insanların yaşadığı yalı ve konaklar, kah- ramanlar ise hergün karşılaşılan kişiler değil, pek çok özelliği bünyelerinde topla- mış sıra dışı kişilerdir. Yazar, İstanbul’un kibar semtlerinden seçtiği eğlenmekten ve dedikodu yapmaktan başka bir işleri olmayan varlıklı insanların hayatlarını verirken geçmişe ait özlemlerini de dile getirir. Kendisi ile yapılan bir konuşmada kahramanlarını yaratırken nasıl bir yol takip ettiğini şöyle anlatmaktadır: “Romancı, yarattığı kahramanı, hafızasında, başka başka zamanlarda, ayrı ayrı gördüğü adamlardan terkip eder. O roman kahramanı hatırladığı kim bilir kaç şahıstan mürekkeptir. Onun etrafında âdeta bir grup toplamış olur. Roman- cı bunların hepsinden ayrı ayrı parçaları birleştirerek bir vücut meydana getirir.” (Baydar 1960: 97).

Abdülhak Şinasi Hisar’ın kahramanlarının genel özelliklerini söyleyiniz. 3 Romanlarının yapısını geçmiş-şimdi çatışması üzerine kuran romancılardan biri de Samiha Ayverdi (1906-1993)dir. Ayverdi de çağdaşı Abdülhak Şinasi gibi, Batılılaşma ile birlikte meydana gelen uygarlık değişimini ve bu değişimin toplum- da ve özellikle aile içinde sebep olduğu sorunları, çözülmeleri roman kişilerinin iç dünyalarından takip ederek romanlaştırır. 1938’de yayımladığı ilk romanı Aşk Bu İmiş, konusunu Firavunlar döneminde geçen ve ilahi aşka ulaşmayı hedefleyen bir menkıbeden; İbrahim Efendi Konağı (1939), kişisel anılara dayalı geçmişe ait konak hayatından alır. Bu romanları konu bakımından birbiriyle bağlantılı ya da birbirini tamamlar nitelikteki Batmayan Gün (1939), Ateş Ağacı (1941), Yaşayan Ölü (1942), İnsan ve Şeytan (1942), Son Menzil (1943), Yolcu Nereye Gidiyorsun (1944), Mesihpaşa İmamı (1948) romanları takip eder. Romanlarının düşünce te- mellerini Kenan Rifai’nin her şeyin ilahi aşkla açıkladığı görüşleri üzerine oturtan Ayverdi, Cumhuriyet öncesi İstanbul’un konaklarında ve geleneği sembolize eden eski semtlerinde sürdürülen yoksul ama sıcak ilişkilere dayalı toplum hayatını şi- irsel bir anlatım ve kadınsı bir bakış açısından ele alır. Ortaya çıkan bencillik, çıkar ilişkisi, madde, aşk gibi sorunları ilahi aşka dayalı Kenan Rifai’nin öğretisiyle çözmeye çalışır. Ayverdi’nin romanlarındaki gelişme çizgisi dıştan içe, yani eşya ve olaylardan kişilerin iç dünyasına yönelmek şeklinde meydana gelir. Hareket noktası insandır. Her zaman karşımıza çıkan bu insanın kendine özgü serüveni vardır. Bu serüven 60 Çağdaş Türk Romanı

içinde öteki insanlarla ilişki kurması kaçınılmazdır. Ancak Ayverdi’nin kişilerinin bir de misyonu vardır: Kişi yücelecek, nefsin isteklerine karşı koyacak ve insan-ı kâmil mertebesine ulaşacaktır. Bu yüzden romanların ve roman kişilerinin adları, çoğu zaman onların ulaştıkları yeri belirler. Söz gelişi Aşk Budur’da Meryem; Ya- şayan Ölü’de Gerçek Çelebi, Ayşe ve Leylâ ile Son Menzil’in kişileri beşeri aşktan ilahi aşka geçişi ve aşkta ulaşılan seviyeyi; İnsan ve Şeytan’da Şevket ve Lâle, aşk- taki zıt kutupları; Yolcu Nereye Gidiyorsun’da Adlî, bu serüvendeki ruhsal yolculu- ğu; Ateş Ağacı, yine aşkın bir başka cephesini; Mesihpaşa İmamı ise romana adını veren İmam’ın aşk ve sevgi konusunda olumsuzdan olumluya doğru değişimini sembolize etmektedirler. Romanlardaki görünüşte sembol hüviyetindeki bu kişi- ler, bir yanlarıyla insanların ortak taraflarını temsil ederlerken değişim geçirmele- riyle karakter olarak olaylar içinde yer alırlar. Yazar, kişilerindeki değişimi maddeden manaya doğru geliştirir. Değişim aşa- masında Dost devreye girer; tasavvufi mesajlarıyla onları aydınlatır. Romanlarda tasavvufi mesajlar şeyh, tekke, tarikat, cami, cemaat gibi dinsel ögelerle destekle- nir. Ancak bu ögelerin odak noktasını aşk oluşturur. Aşk kişiden kişiye, roman- dan romana farklılık gösterse de temelde tasavvufî bir kültür ve mesajla ilintilidir. Son aşama ise beşerî olmaktan ziyade mecazi anlamda vuslattır. Yukarıda sözünü ettiğim romanlar arasında ele aldığı konu, dil, üslup ve sağlam olay örgüsü ile olumlu olumsuz pek çok eleştiriyi üzerine çeken Mesih Paşa İmamı üzerinde duralım: Romanın genel değerlendirmesini Kırzıoğlu’nun Ayverdi’nin eserleri üzerine yaptığı çalışmadan özetleyerek aktaracağım: Yerli yabancı pek çok kişiden olumlu eleştiriler alan Mesihpaşa İmamı’nın olay örgüsünü bir imamın dünyası şekillendirir: “Dini terbiye ile yetiştirilmiş, Mesihpaşa Camii imamı Halis Efendi’nin bir gün- lük hayatının anlatılması, eserin genel terkibi içerisinde çekirdek karakteri taşımak- ta; daha sonra cereyan edecek olan hadiselerin çıkış noktasını oluşturmaktadır. Birbirine benzer günlerden bir günün anlatımı sırasında, Halis Efendi’nin sevgisiz hayatındaki çatışmaları, ilişkileri öğrenilir. Çatışmalar aynı zamanda İmamın ilişki içinde olduğu kişileri de verir.” (Kırzıoğlu, 1990: 752). Balkan Savaşı’nın ve göçmenlerin iskân edilmesinin bir fon olarak kullanıldığı romanda verilen her şey asli kişi İmam Halis Efendi’nin dikkatiyle onun bakış açısından ve ona göre değerlendirilmiştir. Roman, ilişkiler örgüsü bakımından üç kümeden oluşmaktadır: “Esere hakim olan değişme ya da dönüşüm atmosferi bu ilişkileri aynı mec- raya sevkedip, hemen hemen aynı sonuca bağlar. İlişkilerin beklenen ve istenen şekilde sonuçlanmasının temelinde, zamana hakim olan siyasi ve sosyal değişme- ler vardır. Aslında İmam Halis Efendi, çok mükemmel bir dini terbiye almışır. Ne var ki, onun gördüğü bu eğitimle, günün şartları çatışmaktadır. Bu sebeple de etrafına küs- kün olup, tedirginlik içerisinde çırpınan imam, bir çıkış yolu bulamamakta; içine kapanık, çevresi ile ilişkileri asgari düzeyde, pasif, zaman zaman kavgalı, hatta oto- mat bir hayat sürmektedir... Romanda olaylar, İmam’ın değişmesine hizmet edecek şekilde düzenlenmiştir. İmam Halis Efendi’deki değişme, eserin genel yapısını yönlendirecek mahiyettedir. Çünkü genel tertip, göçmenlerin Cami’ye gelmeden önce İmam’ın hayatını ilgilen- diren hadiselerle şekillenmektedir. Balkan Harbi’nin çıkışı ve göçmenlerin İstanbul’a gelişleri İmam’ın hayatında bir dönemece işaret eder. O farkına varmadan aradığı 3. Ünite - 1950 Sonrası Türk Romanında Bireysel Eğilimler 61

şeyle, aşkın objesi ile, burada karşılaşır. Böylece Hediye adlı bir göçmen kızına gönül veren İmam’ın dünyası değişir.... İmam’ın Hediye’ye duyduğu aşkın mana ve mahiyeti ise, İmam’ın değişme nok- tasında ifadesini bulur. Bu arada İmam Halis Efendi’nin Tahir’i irşat eden Dost’la mektuplaşması da ondaki değişmenin tabii ve olumlu yönde akışını sağlar. Ne var ki, romanda İmam, yalnızca olumlu yönde değişmiş, gelişmiş, fakat mistik noktaya ulaşamamıştır. Oysa ki, alkolik Tahir, insan-ı kâmil merhalesine Dost vasıtasıyla kavuşmuş bulunmaktadır. Arayış içerisinde olan insan, sonuçta aşka ulaşmış görünür. Tahir’in aşkı ilâhi mahiyet arzederken; İmam Halis Efendi’nin aşkı beşerî nitelik taşır. Zaten tasav- vufta ilâhî aşka ermek için beşerî aşk da bir menzil sayıldığından, sonuç yazarın bildirisine uygun düşer. Mesihpaşa İmamı’nın olay örgüsü, imamın, Tahir’in ve Abdullah’ın değişme du- rumlarına paralel olarak şekil ve anlam kazanmıştır. Abdullah’ı harp, Tahir’i Dost, İmam’ı ise hem Dost’la mektuplaşmaları hem de Hediye’ye olan aşkı değiştirmiştir” (Kırzıoğlu, 1990: 752-753).

Ayverdi, romanlarının düşünsel yapısını hangi düşünce üzerine oturtur? 4 Romanın başından itibaren oluşturulmaya çalışılan trajik durum, asli kişi Ha- lis Efendi’nin huzur bulmasıyla çözümlenirken ateist oğul Abdullah’ın ve Gülsüm Hanım’ın Halis Efendi’nin lehine feragat etmeleriyle varlığını sürdürür. Eş bir söy- leyişle sevgiden yoksun Halis Efendi aşkı ve feragati tanırken ateist olarak tanıtı- lan oğul Abdullah ile sarhoş Tahir, beşerî aşktan ilahi aşka sıçramayı başarırlar. Sonuç olarak Mesihpaşa İmamı romanı, her türlü sevgiden yoksun ya da sahip olduğu değerlerin farkında olmayan bir insanın, bir din adamının her alanda ken- dini ne kadar kolay harcayabileceğini; bağlı olduğu değerler manzumesinin çözü- lüşünü ve sonunda yıkılışını vurgular. Her ne kadar bu roman Meşrutiyet Dönemi Osmanlı toplumuna bir gönderme ise de gerçekte yüzyıla yakın bir süredir Türk düşünce hayatını meşgul eden maddeci ve ruhçu görüşlerin mücadelesini, kültür bunalımını, daha da önemlisi zihinleri pozitivist fikirlerle beslenen, inanç, gele- nek ve millî değerlerden yoksun bir kuşağın kimlik arayışını ferdi planda ya da fert-toplum çatışması içinde dikkatlere sunar. Yine bu roman, Batı’ya herhangi bir analize ve seçmeye gidilmeksizin gözü kapalı kucak açışın fikrî ve içtimai boyutta- ki uzantıları ile sevgiden ve hoşgörüden uzak eğitim anlayışının ve ona bağlı ola- rak dini, şeklî bir taassuptan ibaret gören bilgilenme ve inanma tarzının olumsuz sonuçları üzerinde düşünülmesini ister (Gündüz, 1989, 90). Sanat hayatına öykü yazmakla başlayan ve öykücülükle romancılığını birlikte yürüten Oktay Akbal (d.1923, ö.2015), Garipler Sokağı (1950), Suçumuz İnsan Ol- mak (1957), İnsan Bir Ormandır (1975), Düş Ekmeği (1983), Batık Bir Gemi (1997) gibi eserlerinde mutlu çocukluk ve ilk gençlik yıllarının aşklarını, serüvenlerini anı tadında romanlaştırır. Anı defteri şeklinde yazılmış olan ilk romanıGaripler Sokağı, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Fatih’in eski mahallelerinde, bu mahallele- rin dar sokaklarında, sur diplerine sığınmış gecekondularda, ahşap eski evlerde yaşayan ve bu sokaklarda bir araya gelen zengin yoksul, genç yaşlı insanların, ma- hallelerinin onurunu korumaya çalışan gençlerin, küçük mutluluklarla avunan küçük memurların sıcak bir aile ortamı içinde sürdürdükleri hayatlarından canlı sahneler sunar. Akbal, kendi hayatından izler taşıyan romanda kahramanı Salih’in gözlemlerinden yola çıkarak yeni açılan caddeler ve cadde boyunca dikilen koca- 62 Çağdaş Türk Romanı

man apartmanların karşısında giderek silinip yok olan eski mahallesinin ve bu mahalle ile birlikte kaybolan bir yaşama tarzının, asırlar içinde oluşmuş sağlam bir kültürün kaybolmakta oluşunun arkasından duyduğu hüznü, sıkıcı olmayan bir üslupla anlatmaktadır. Yaşadıkları ve tanık oldukları sahneler karşısında ümit- lerini ve yaşama sevincini yitiren Salih, sessizce girdiği bu sokağı, elinde valizi olduğu hâlde, yine sessizce terk eder. 1957’de yayımlanan ve kimi eleştirmenlerin “amatörce” bulduğu (Akay, 1960: 19) Suçumuz İnsan Olmak’ta mahallesinden bü- yük şehrin kalabalık ve modern semtlerine yönelen Akbal, bu romanında tedirgin ve huzursuz bir aydının kurtuluşu yozlaşmış bir aşkın mutluluğunda aramasını, İnsan Bir Ormandır’da ise evlilikte mutluluğu yakalayamamış olan kahramanının aşk ve mutluluk arayışlarını, yalnızlık ve can sıkıntısını, içine düştüğü bu boşluk içinde bir çıkış yolu arayışını ele alır. Romanda sık sık geri dönüşlerle geçmişe gönderme yapılarak toplum, tüm kurumlarıyla sorgulanır. Attilâ İlhan’ın, İstanbul kenar mahallelerini anlatan Hüseyin Rahmi’nin, Ercü- ment Ekrem’in romanlarıyla denk tuttuğu (İlhan Haz.1951: Kaynak 42) Garipler Sokağı, Ahmet Oktay’ın nitelemesiyle sokak oturanlarının “kaygılarını, gelecek bek- lentilerini, uğrayacakları maddî-manevî kayıplarını yeterince (veremediğinden)” pek çok eksikliği de bünyesinde taşımakta, bu yüzden kişisel sorunlar, drama dö- nüşememektedir (Oktay, 1993: 266). Romanın bir başka özelliği büyük bir kentin imar görmüş iki büyük caddesi arasında kalmış bu mahalle ve romana adını ve- ren sokak, görünmez bir duvarla çevrelenmiş, sanki dış dünyayla bağlarını kesmiş gibidir. Sokağın oturanları da sanki aynı dünya görüşüne sahip, ortak özellikler gösteren sadece bu sokağa özgü insanlardır. Akbal, bu insanların iç dünyasını ev ev, oda oda dolaşarak ama onları fazla konuşturmadan anlatıcının gözlemlerinden okura nakletmektedir. Sokak kendi kapalı hayatını sürdürürken beklenmedik bir şey olur, yeni açılacak bir sokak ile bu iki caddeyi bağlamak gerekir. Akbal, işte bu insanların yeni hayata yani dış dünyaya açılmalarına öfkelenir. İstimlak ile evlerini kaybedenlerin şaşkınlıklarını, yıkılmakta olan eski mekânlarla birlikte taşıdıkları anıları da silip süpürmesini canlı betimlemelerle ve şiirsel bir anlatımla okuyucu- nun dikkatine sunar. İşte romanı çekici kılan bu değişimin ustalıkla verilmesidir. Öteki kişilerle birlikte asli kişi Salih’in bir yama gibi romana iliştirilmiş olması ve yine Salih’in kendisini seven kadın karşısındaki edilgen tavırları, romanın zayıf noktalarından birkaçıdır. Sonuç olarak Akbal, Muhtar Körükçü’nün deyişiyle deği- şimin neden olduğu sokak oturanları üzerindeki ruhsal çöküntüyü vermek yerine “yıkılmağa yüz tutmuş eski bir yalının, harap bir çeşmenin resmini yapan ressam” gibi (Körükçü, 1951: 367) olayları dıştan izlemeyi benimsemiştir.

Romanlarının derin yapısını geçmiş-şimdi kutupluluğu üzerine kuran ve konuları- 5 nı büyük ölçüde yaşamından alan romancı kimdir? Örneklerle açıklayınız.

Yer yer biyografisiyle örtüşen son romanı İnsan Bir Ormandır’da Akbal, tek- düze bir evliliğin dayanılmaz sıkıcılığı içinde yasak aşka yönelen roman kişisinin ödev ve sorumlulukları ile yasak aşkı arasında gidip gelişini romanlaştırmıştır. Yeni ve modern anlatım tekniği, zaman ve terkip bakımından getirdiği teklifle- ri, bir uygarlığa özgü değerleri vermesi ve nihayet şiirsel üslubu ile Türk romanın- da çığır açan Ahmet Hamdi Tanpınar (1901-1962), dönemin dikkatleri üzerinde toplayan sanatçılarındandır. Uzun yıllar şiirin kapalı ikliminde kaldıktan sonra sanatını düzyazıya açan yazarın deneme ve öykü türünde kaleme aldığı ürünleri- 3. Ünite - 1950 Sonrası Türk Romanında Bireysel Eğilimler 63 ni romanları takip eder. 1944’te Ülkü dergisinde tefrika edilen ilk romanı Mahur Beste ile on dokuzuncu yüzyılın ortalarında çözülüşü yaşayan Osmanlı’nın seçkin aile hayatından kesitler sunar. Bir şairin estetik dünyasından derin izler taşıyan ve ününü genişleten Huzur romanı ise 1949’da yayımlanır. Tanpınar, saf şiirin dar Her biri kişilerinin adlarıyla anılan dört büyük bölümden çemberi içinde ifade edemediği, hatta öykü dünyasına aktaramadığı yaşam biçim- meydana gelen Huzur, bir lerini romanın geniş kadrosu içinde vermeye çalışır. Batı’dan aldıklarını zengin bakıma yazarın anılarıyla Doğu kültürü içerisinde eriterek oluşturduğu şiirsel üslubu, çocukluk anılarından örtüşen bir romandır. ve mizacından gelen hayal dünyası, sağlam roman kurgusuyla birleşerek onu yüz- yılın önemli romancılarından biri yapar. Her biri kişilerinin adlarıyla anılan dört büyük bölümden meydana gelen Hu- zur, bir bakıma yazarın anılarıyla örtüşen bir romandır. Asli kişi Mümtaz, kimi zaman geçmişin çocukluk anılarına sığınan Ahmet Hamdi, kimi zaman zamanı- nın büyük bir bölümünü Sahaflar’da geçiren Darülfünun profesörü bir hoca ama daha çok kendisini aşan, içinde gizli kalmış, dışarıya aksetmemiş farklı bir Ahmet Hamdi Tanpınar’dır. Bu itibarla o, asli kişi Mümtaz’la Nuran’ın aşkı çevresinde sanat anlayışını, kültür birikimini ve hayat felsefesini işleme fırsatı bulmuştur. Bu özelliğinden dolayı kimilerine göre otobiyografik bir roman, kimilerine göre bir karakter romanı olarak sayılmıştır. Bu görüşlerin belki hepsinde bir doğruluk payı vardır. Aynı endişeyi Tanpınar da taşımış olmalı ki asli kişi Mümtaz’ı ve çevresini elinden geldiğince kendi biyografisinden uzaklaştırmaya çalışmıştır. Aynı konuda romanla ilgili kapsamlı bir çalışma yapan ve görüşlerinden geniş ölçüde yararlan- dığım Mehmet Kaplan ise romanın otobiyografik yanını göz ardı etmemekle bir- likte, yazarın karakter romanı ile dramatik romanı birleştirdiğini söylemektedir. Yine Kaplan’a göre, Mümtaz gibi Mümtaz’ın amcasının oğlu olarak romanda yer alan İhsan, Tanpınar’ın yakından tanıdığı Yahya Kemal; Nuran da yazarın asis- tanlarından biri olmalıdır. Suat tipini ise roman kişilerinden İhsan’ın bir konuş- masında gönderme yaptığı Dostoyevski’nin romanlarından aldığı düşünülebilir (Kaplan, 1994: 365). Romanın asli kişileri olan Mümtaz ile Nuran arasındaki ilişki belli bir zaman- da başlar, belirli şartlar altında gelişir. Roman, Nuran’ın kendisine ihanet eden ko- casına dönmesi, Nuran’ı seven ve Mümtaz’la sürekli çatışma hâlinde olan Suat’ın intihar etmesi ve Mümtaz’ın bunalım geçirerek merdiven üzerine yığılmasıyla sona erer. Romanda Tanpınar’ın zevklerini, hayata ve dünyaya bakışını temsil eden Mümtaz, çocukluğundan başlayarak belli bir terkibe ulaşıncaya kadarki hayatı, bilgi kaynakları tam olarak anlatılmış tek kahramandır. Çevredeki uyarıcı nite- liğindeki her şey onun dikkatiyle/ gözlemleriyle/ bakış açısıyla okura nakledilir. Bu sanatçı dikkatiyledir ki aylakça gezinen insanlardan çarşı esnafının şamatalı konuşmalarına, hamallardan sokak satıcılarına kadar mekânı dolduran insanlar, sokak ve caddelerin rengi, kokusu ve tüm ayrıntılarıyla bir tablo hâlinde okuyu- cunun dikkatine sunulur. Romanın ikinci kişisi Nuran, az konuşan, iç dünyasını fazla dışa vurmayan kişiliğiyle daha çok Mümtaz’ın bakış açısından ve Mümtaz’da bıraktığı izlenimlere göre tanıtılır. Ondaki yasak aşk eğilimi, geçmişte aile bireyleri arasında etki uyan- dıracak derecede bir aşk serüveni yaşamış olan büyükannesinden gelmektedir. İşte Mümtaz ile ada vapurunda karşılaşmaları, bu irsiyet yoluyla gelen kanın ha- rekete geçmesine, tutuşmasına sebep olur. Kaplan, onun Mümtaz’dan ayrılışında eski kültürden gelen bir kadercilik düşüncesinin etkili olduğunu söyler. 64 Çağdaş Türk Romanı

Huzur’daki ilişkiler ağının üçüncü ayağını oluşturan Suat’a gelince o, olaylar içindeki fonksiyonu, eylemleri, düşünceleri bakımından Mümtaz-Nuran birlik- teliğinde çatışmanın karşı cephesini oluşturur. Roman kişilerinden İhsan, onun kişiliğini, “İsyan duygusu ile doğanlardandır. Böyleleri için mesut olmak kabil de- ğildir. Ne de kendilerini unutmak...” cümleleriyle özetler. Huzur’da müzik, resim, mimari gibi plastik sanatların hemen her şubesi; rüya, zaman gibi anlatım tekniğiyle ilgili izleklerin romana hâkim olduğu dikkati çek- mektedir. Hatta Mümtaz ile Nuran’ın aşklarını yönlendiren de güzellik duygusu olarak adlandıracağım bu ortak değerlerdir. Bu yüzden bütün kişiler, özellikle Mümtaz, Nuran ve İhsan, doğaya, eşyaya ve insanlara güzellik duygusuyla baka- rak dış dünyayı estetik açıdan değerlendirirler. Sözünü ettiğim izleklerden en önde geleni müziktir. Tanpınar, Mümtaz’ın ve Nuran’ın duygularını müzik aracılığıyla verir. Bu yüzden Huzur’da müzik izleği- nin kullanılışı, tüm romanın olay örgüsünü yönlendirecek yoğunluktadır. Roma- nın bütün kişileri bir ölçüde halk müziğinden Batı müziğine, klasik Türk müziğine kadar çeşitlilik gösterir. Klasik Türk müziğine ait makamlar, asli kişilerin, bünye- lerini saran kan damarları gibi çeşitli düşünce ve duygularla birleşerek mükemmel bir kompozisyon oluşturur. Bu yüzden müzik, onların, aşklarını başlatan/etkile- yen/yönlendiren önemli unsur olarak romanda yer almıştır. Romanda tartışmalar yine Doğu ve Batı müziğinin karşılaştırılmaları üzerinde cereyan eder. Romanda yer alan öteki kişiler de romandaki fonksiyonlarına göre, bir ölçüde, müzik için aracı, icracı, yardımcı ve dinleyici konumundadırlar. Huzur romanında müzik iz- leğinin kullanılışı ile ilgili bir çalışma yapan Erdoğan Erbay da müziğin yoğun olarak romanda kullanılışını “Mümtaz’ın, Nuran’a olan ilgi ve yakınlığının kayna- ğı” (Erbay, 2001: 104) aynı zamanda onların ilişkilerini bozan ve ayrılmalarına yol açan bir etken olarak değerlendirmektedir. Tanpınar’ın tüm sanatına hâkim olan aklın sınırlarını aşarak geçmiş zamanı yakalama arzusu ve bu arzunun somut şekli olan “rüya”, şiir ve öykülerinde ol- duğu gibi bu romanda da görülür. Yaşadığı ortamla uzlaşamayan ve sürekli bir yalnızlık duygusu içinde bunalan Mümtaz, öteki romanlarının kişileri gibi, ger- çeğin katı çıplaklığıyla karşılaşınca rüyaya benzeyen düşsel bir âleme sığınır. Söz gelişi Sahaflar’daki bit pazarında gezinirken geçmiş zamanı yakalamak, aklın ve algılama sınırlarının ötesine sıçramak ister. Bu, bir bakıma, içinde yaşadığı za- manın baskısından ve sorunlarından bunalan insanın geçmişe açılan bir kapı olarak gördüğü herhangi bir tarihsel kalıntıdan iz sürerek geçmişe sığınması ya da kurtuluşu geçmişe kaçmakta bulan bir aydın bunalımı olarak ifade edilebi- lir. Okay, Tanpınar’ın roman ve öykülerinde sık sık karşılaştığımız rüya motifinin Fransız romancısı Alain Fournier’in Le Grand Meaulnes adlı romanından geldiği- ni söylemesine karşın, Tanpınar’ın eserleri hakkında değerlendirme yapan tüm araştırmacılar, zamanı bir roman tekniği olarak kullanma düşüncesinin Marsel Proust’un Geçmiş Zaman Peşinde adlı romanından geldiği konusunda görüş bir- liği içindedirler. Ancak Tanpınar, bu kırılgan, yeri geldikçe dondurulan zamanın içini rüya motifleriyle doldurarak Fransız romancısının etki alanından çıkmayı başarmıştır. Romanda iki farklı zamandan söz etmek mümkündür. Birincisi olay zamanı yani aktüel zamandır ki yirmi dört saat ile sınırlıdır ve geriye dönüşlerle birkaç yıla yayılır. Roman kişileri anımsadıklarını aktüel zamana taşıyarak zamanda bir genişleme sağlarlar. Diğeri ise Mümtaz’ın iç dünyasını bilinç akımı, hatırla- ma, iç konuşma tekniğiyle aksettiren göreceli zamandır. Romanın tekniği ile ilgili 3. Ünite - 1950 Sonrası Türk Romanında Bireysel Eğilimler 65 olan yavaş tempolu zaman, Tanpınar’ın öteki romanlarında olduğu gibi özellikle Huzur’da, “hem eserin muhtevasını, hem de tekniğini idare eden bir üslup mekaniz- ması kazanır” (Okay, 2000: 40-41). Romanın terkibine gelince Moran, simetrinin hâkim olduğunu (Moran 1983, c.1), Batı müziği formuna göre olayların ilerlediğini; Kaplan ise “psikoloji ve felse- fi derin sebeplere dayan(an)” kompleks bir kompozisyona sahip olduğunu söyle- mektedir. Bu hususta romanın olay örgüsünü, Mümtaz çevresinde oluşmuş fikrî yapısı ile ilişki kurarak inceleyen Kaplan’a göre ise Tanpınar, asli kişileri Mümtaz ve Nuran’ı Türk toplumunun eski uygarlığını simgeleyen ve bir “yığın” görünü- mü veren eski İstanbul’da dolaştırmakla “karmakarışık bir medeniyet enkazından” yeni bir “terkip” oluşturmaya çalışmış; özlediği Türkiye ile ilgili düşüncelerini bu “terkip” aracılığıyla vermeye çalışmıştır. Ancak bu terkibin oluşumunda Nuran’ın fonksiyonu hiçbir zaman gözardı edilmemelidir. Nitekim kendi iç dünyasında tu- tarlı gibi görünen Mümtaz’ın, romanın son bölümünde sevdiği kadından ayrılın- ca kişiliği ve bütün dünyası dağılacaktır (Kaplan, 1994: 413-414). Buraya kadar söylediklerime ek olarak Huzur romanı, yeni olan tekniği, zaman ve terkip bakımından getirdiği teklifleri ve yazıldığı dönemde küçümsenen bir uygarlığı ve bu uygarlığa özgü değerleri vermesi ile hem yazıldığı dönemde hem de sonraki kuşaklara ufuk açan ve üzerinde düşünülmesi gereken bir romandır. Tanpınar’ın 1961’de yayımlanan ve uygarlık değişiminin birey üzerindeki sancıla- rını ele aldığı Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanı; dengesiz, arayış içindeki kişileri aracılığıyla yaşadığı dönemin eleştirisini yüklenir. İronik bir anlatımla iki uygarlık arasında bocalayan Türk toplumunun tablosunun çizildiği roman, asli kişi Hayri İrdal’ın anıları biçiminde kaleme alınmıştır. Tanpınar, bu yarı meczup kahrama- nın kişiliğinde, geçmiş özleminden kurtulamayan, geçmişe saplanmış aydınları eleştirirken bir yandan da İkinci Meşrutiyet’in ilanından başlayarak siyasetin gü- dümündeki sanat anlayışını, üniversite çevresinin içe dönük kısır çatışmalarını, devlet parasıyla zengin olan türedi zenginleri eleştirir. Romanın sonuna kadar düş ile gerçek arasında sürekli gidip gelen Hayri İrdal’ın yaşama tarzı, hayata bakışı, birtakım alegorilerin arkasından silik bir şekilde takip edebildiğimiz Tanpınar’ın zengin yaşam öyküsü ile birleşir. Dış dünyanın gerçekleriyle uzlaşamayan, günlük hayatı zengin hayal gücünün derinliklerinden izleyen, birtakım saplantılara takı- lıp kalmış, bu yüzden hayatının başlangıcında yenilgiyi kabullenmiş Hayri İrdal, ihanetler, yalanlar ve düzenlerle dolu böyle bir hayattan hem kaçmak için çırpınır hem de pasif direnişiyle bu hayattan ve insanlardan intikam almaya çalışır. Tanpınar’a göre Hayri İrdal, daha doğuştan yenilgiyi kabullenmiştir. Çevrenin ona vereceği acıları önceden nefsinde yaşadığı için olacakları gören bir savunma hattına çekilmiştir. O bu savunma hattından dış dünyayı alaycı bir tarzda izlerken hem Batılıların yaşama azabı (angoisse) dedikleri topyekûn bir acıyı derinliğine yaşar hem de dikkatle gözlemlediği bu insanlarla alay eder. Kimi eleştirmenlerin “bunalan kuşakların özleyip ulaşamadıkları bir kişi” (Alangu, 2:598), kimilerinin ise “çocuksu saflığı içinde kuvvetli sağduyusu ve temiz yüreğiyle, insanların zaafla- rını, kusurlarını önümüze sergileyen bir gözlemci” (Moran, 1:255) olarak niteledik- leri Hayri İrdal, belki çağdaş Türkiye’nin özlediği “yeni bir insan modeli” değildir ama kendi dünyasında uyumsuz, kavgalı, Batı karşısında aşağılık kompleksi için- deki çağdaşı pek çok yarı aydının da prototipidir.

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın eserlerinin arka planında hangi düşünce vardır? 6 66 Çağdaş Türk Romanı

Tanpınar’ın, ölümünden sonra yayımlanan ve Mütareke Dönemi İstanbulu’ndan çarpıcı sahneler sunduğu Sahnenin Dışındakiler (1972) ile plan ve notlarının bir araya getirilmesiyle oluşturulan son romanı Aydaki Kadın da (1987) dâhil, romanlarındaki kahramanların hemen tamamı “sapır sapır dökülen bir dünyada yaşamanın azabı”nı yaşarlar. Bu kişiler, günlük hayatın kendilerine yüklediği sıkıntılara pek aldırmadan ve başlarına gelenleri tebessümle karşılaya- rak hayatlarını sürdürürler. Yine bu kişiler, bir türlü uyum sağlayamadıkları ve düzeltilmesi için mücadele etmekten korktukları bu kötülükler dünyasından kur- tulmak ve geçmişte bilinmeyen bir zamanda yaşamak için, içinde bulundukları zamanın ötesine kaçmak isterler. Bu yazının sınırlarını zorlayacak ölçüde Tanpınar üzerinde durmamızın se- bebi, çağdaşı romancıların ithal ideolojilerin içini abartılı olaylar ve çatışmalarla doldurmaya çalıştığı bir dönemde Tanpınar’ın, Batı’da örnekleri görülen Camus, Kafka, Sartre gibi bireyin sorunlarına eğilen, çağının bunaltılı insanının iç dünya- sına yönelmiş olmasıdır. Ne var ki sanatçı kişiliğinden gelen ve Batı’nın son dönem roman akımlarını incelediği anlaşılan üslûbu ve tekniğiyle Türk romancılığında bir çığır açmasına rağmen, sanatı ideolojilerine feda eden ve sınıf çatışmasına sap- lanıp kalmış kimi sosyal gerçekçi romancıları etkileyememenin üzüntüsünü ya- şamış; değeri, doğumunun yüzüncü yılı olan bu günlerde ancak anlaşılabilmiştir.

Okuma Parçası SAHNENİN DIŞINDAKİLER’den Ahmet Hamdi Tanpınar Sualini sorar sormaz cevap beklemeğe dahi lüzum görmeden İhsan’a döndü: - Şimdi kararınız nedir? Ne kendisi, ne de beraberinde olduğu zatın benim gelişimden memnun olmadıkları yüzlerinden okunuyordu. İhsan ona doğru eğildi: - Kararım malum... Ne fırkanızla, ne hükümetinizle, birleşemem! Değil mabeyin kâtipliği, nazırlık verseniz ben yoğum. - Sebep ne? Ama efendim, bunun bir sebebi olmalı? Mabeyin-i Humayun’da bir vazife ne demek olduğunu galiba zatıaliniz bilmiyorsunuz? Hele böyle bir vazifeyi reddet- menin hiç münasip bir şey olmayacağını... Adının Arif Bey olduğunu, Hürriyet ve İtilaf fırkasının en müfrit azalarından biri bulunduğunu sonradan öğrendiğim zat, bu suali sorarken hiddetinden bayağı tir tir titriyordu. İhsan, bu hiddete aldırmadı, bütün tereddütlerinden kurtulmuş, meselelerini kökün- den halletmiş bir adam sükûnetiyle: - Biliyorum, dedi. Hepsini biliyorum. Fakat işgal altında bulunan bir şehirde ancak mahalli bir hükümetin bulunabileceğini de biliyorum. İki sene evvel olsaydı, teklifiniz üzerinde düşünürdüm. Fakat bugünkü vaziyette, buna dahi lüzum yok. Mabeyn’deki vazifenin reddine gelince, siz kabinelerin bile birkaç zamandan beri ne kadar güçlükle kurulduğunu elbette bilirsiniz... İbrahim Bey tekrar söze karıştı: - O halde Ticaret Nezareti’ndeki vazifeyi kabul edin? - Çıldırdınız mı siz! Evvela, ne salahiyetle? Ticarette ne işim var benim? - Avrupa’da okudunuz! Herkes size alim diyor. - Ama tarih okudum... Ticaret Nezareti’nde nasıl iş kabul edebilirim? 3. Ünite - 1950 Sonrası Türk Romanında Bireysel Eğilimler 67

- Sadrazam Paşa, behemahal bir iş almanızı istiyor. - Kolay... Sadrazam Paşa’ya dersiniz ki, İhsan Bey hükümetinizin meşruiyetine inanmıyor. Dersiniz ki, Anadolu’da mücadele varken, şehre ait işlerden gayrisiyle uğraşan, Millî Mücadele’nin aleyhinde vaziyet alan bir hükümetle işbirliği yapmak istemiyor. - Hükümetin meşruiyetine inanmıyor musunuz? Arif Bey adamakıllı darılmıştı. Doğ- rusu Beyefendi sizin gibi münevver bir zattan bunu beklemezdim... Aramızda hukuk olmasa, yani pederinizi tanımasam... İhsan hiç cevap vermeden dik dik Arif Bey’in yüzüne bakıyor. Sonra birdenbire bundan da vazgeçti. Muhlis Bey ise hemen başından beri onlar yokmuş gibi hare- ket ediyordu. Arada garip ve sıkıcı bir sessizlik vardı. Bu sessizliği İhsan’la arkadaşı, katlanması zaruri olan can sıkıcı bir şeymiş gibi, Arif Bey nefsine bir hakaret, İbra- him Bey ağır bir itham gibi taşıyordu. Ben ise türlü düşünceler arasında onu sadece seyrediyordum. Çünkü herkesin ayrı ayrı hüviyetler taşımasına rağmen bu sessizlikte oyuncuların birbirine ardı ardına şutlarla gönderdikleri topa benzeyen tarif edeme- yeceğim başka bir hâl de vardı. En ziyade ezilen muhakkak İbrahim Bey’di. Belki de onun tesiriyle İhsan’a: - Siz de onlardansınız maalesef... dedi. İhsan bir sabırsızlık işareti yaptı. Odaya girdiğimden beri şuna dikkat etmiştim. O, münakaşanın alevlenmesini istemiyor, daha ziyade karşısındakilerle oynar gibi ko- nuşuyordu. Muhlis Bey de bunun farkında olacak ki, İhsan konuşmağa başlar başla- maz yüzünden belirsiz bir gülümseme geçiyordu. Bu sefer de öyle oldu, sinirlenmesine rağmen İhsan’ın sesi değişmedi. - Bundan şüphe mi ediyorsunuz? Gazetelerdeki yazılarımı görmediniz mi? Burada bulunmama bakmayın. Onlardanım. Hepimiz onlardanız. Başka türlü olmasını ak- lınız nasıl alabiliyor? Ben buna hayret ederim! Orada mücadele var, muharebe var. Mukadderatımız orada halledilecek! Asıl sahne orası. Biz burada maalesef sadece seyirciyiz. Sahnenin dışındayız. Fakat bir türlü anlamıyorlar. İkide bir müdahaleye kalkıyorlar Birdenbire sözünü değiştirdi. İbrahim Bey’e dikkatle bakarak: -Asıl esef edilecek sizsiniz İbrahim Bey! Nasıl olur da böyle düşünmemi bir kabahat telakki edersiniz!” (Tanpınar, 1973).

Konularını ve Kişilerini Anadolu Kent ve Kasabalarından Alan Romancılar Konularını Anadolu kent ve kasabalarından aldıkları hâlde, kişilerinin bireysel sorunlarını ön plana çıkaranlar da vardır. Toplumsal değişimin bir fon olarak kullanıldığı romanlarda kendilerine bir yer edinmeye çalışan küçük memur, ka- saba bürokratı gibi farklı kimliklere mensup kişilerin ya da ekmeğini bedeniyle çalışarak kazanan işçilerin iç dünyalarına ayna tutulur. Bu grupta inceleyeceğim romancılardan dört isim dikkati çekmektedir. Cevat Şakir, Tarık Buğra, Mehmet Seyda, Tarık Dursun K. bu kategoride inceleyeceğimiz romancılardır. Sanatını Bodrum civarındaki balıkçıların, süngercilerin yaşam serüvenlerini anlatmaya adamış olan Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şâkir Kabaağaçlı) (1886- 1973), Uluç Reis (1962), Turgut Reis (1966) gibi köklerini aradığı tarihsel roman- ları dışında yazdığı yapmacıklıktan uzak, gözleme dayanan eserleriyle konu kısır- lığı çeken Türk romanına yeni soluklar kazandırmıştır. Cevat Şâkir, biraz Osmanlı yanlısıdır ama daha çok Anadolucudur. Onun romanlarında Anadolu, farklı din ve kültürlere bağlı milletleri bir araya getirmiş ve aralarında kan bağına yakın bir kaynaşma olmuştur. Bu yüzden önce sürgün olarak (1924-1926), sonra kendi 68 Çağdaş Türk Romanı

isteğiyle geldiği Bodrum’da (1928-1947) sanatını aralarında yaşadığı/tanık oldu- ğu bu Anadolu insanlarının hayatını anlatmaya adar (C. Okay, 2001,13). Yayım- landığı yıllarda büyük bir yankı uyandıran bu yoldaki ilk romanı Aganta Burina Burinata’da (1946), Türk okurunu değişik bir dünyanın insanlarıyla karşılaştırır: Geçimini denizden sağlayan Bodrum balıkçıları... Asli kişi Süleyman Kaptan’ın Ege kıyılarında geçen coşkulu serüveni. Renkli ve şiirsel bir üslupla betimlenen bir çevrede hayatta kalabilme müca- delesi veren, kimi zaman karşılaştıkları tehlikeler karşısında yılgın ve ümitsiz, kimi zaman dirençli, birbirleriyle dayanışma içindeki bu insanların ruh durum- ları verilir. Cevat Şâkir’in, denizi ve deniz insanlarını konu alan romanlarında asıl üzerinde durulan denizdir. Öyle ki deniz onun romanlarında zaman zaman kişi- lerini gölgede bırakacak ölçüde ön plana geçer. Kişilerin tanıtılmasında zorlanan yazar, denizle ilgili betimlemelerde romanın kurgusunu bozacak ölçüde coşar. Bitmez tükenmez deniz betimlemeleri romanı âdeta bir mensur şiir havasına so- kar. Bu tavrın arka planında, biraz da bilinçaltında bir takıntı olarak kalmış olan İstanbul’dan sürgün edilmesinin sebeplerini yoklayan olumsuz anıların ve ihanet- lerle dolu dış dünyanın insanlarına karşı bilinç dışı bir tepki vardır. Balıkçılar dı- şındaki kişilere, özellikle, balıkçıların alın terlerini sömüren insanlara karşı dozu yükseltilmiş tepkisinin temelinde de yine bu ruh hâli vardır.

Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın romanlarında işlediği temel konular nelerdir? 7 Romanın gördüğü yoğun ilgi, birbirini aşan güzel eserlerin yazılmasına zemin hazırlar. Bodrum süngercilerinin hayatlarından birer kesit sunan Deniz Gurbetçi- leri (1969) bir yana, olumlu eleştiriler alan Ötelerin Çocukları’nda (1956) hayatını denize adamış erkeklerin yokluğunda aşksız ve yalnız büyümüş Tiycan adlı genç kızın yasak aşkını, savunduğu değerleri korumak için ahlaksız köy ağasına yiğitçe direnişini ve ölümünü dramatize eder. Ona göre insanlar buraların ve ötelerin ço- cukları olarak iki gruba ayrılırlar. İkinciler yani ötelerin çocukları, her türlü kötü- lükten arınmıştırlar. Onların ruhlarını yıkayan denizdir. Bu dünyayı yaşanır hâle getiren bu çocuklardır. Bundan ötürü bu kişiler, bu dünyanın kurallarıyla hiçbir zaman uzlaşamazlar. Romanı “Ege kıyılarının destanı” olarak niteleyen Sabahat- tin Eyuboğlu’nun tespitleri yerindedir:

“19. yüzyıl batı romancılığının yarattığı gelenek, bu çatışmada yazarın apaçık taraf tutmamasını, insanları kahraman değil, kahramanları insan etmesini, kimi insanı ak, kimi insanı kara değil, her insanı alaca göstermesini ister. Oysa ki Balıkçı şarıl şa- rıl sevgisi ve öfkesiyle şırak diye ayırıyor insanları. Ak bir yana, kara bir yana; cılız bir yana, gürbüz bir yana; yaşayası bir yana, geberesi bir yana. Destanlarda olduğu gibi Ötelerin Çocuğu’nda da bu kestirme insanlık, iki değer sayesinde yapmacıktan kur- tuluyor ve kendini kabul ettiriyor bize: Bilgi ve inanç...” (Eyüboğlu, Yeni Ufuklar, 46).

Sahil köy/kasaba insanlarının, balıkçıların ve sünger avcılarının çileli hayat- Cumhuriyet Dönemi ları, Cevat Şâkir’e yakın bir dikkatle, Tarık Dursun K. ve Yaman Koray tarafından romanının önemli isimlerinden Tarık Buğra işlenecektir. (1918-1994), ele aldığı Cumhuriyet Dönemi romanının önemli isimlerinden Tarık Buğra (1918-1994), konu ve konuları işleyiş tarzı bakımından kendisinden ele aldığı konu ve konuları işleyiş tarzı bakımından kendisinden en çok söz ettiren en çok söz ettiren romancılardandır. İlk romanı Siyah Kehribar’da (1955) Mussolini İtalya’sında yö- romancılardandır. netimin baskılarına direnen aydınların (ama gerçekte kişilikleri, yaşama tarzları 3. Ünite - 1950 Sonrası Türk Romanında Bireysel Eğilimler 69 ve düşünceleri itibarıyla dönemin Türk aydınının) soylu direnişini; tiyatro çevresi içinde, oyuncu Naşid’in hayatından ilhamla yazdığı İbişin Rüyası’nda geçmiş-şim- di çatışması içinde roman kahramanı Nahit ile Hatice’nin kirlenmemiş aşklarını; Gençliğim Eyvah’ta (1979), aydın problemi çevresinde 1970 sonrası gençlik hare- ketlerini, toplumdaki sosyal dalgalanmaları, çelişkileri, yanlış yapılanmaları, ahlaki kirlenmeyi, sosyal yapıda yerleşmiş birtakım kavramların yıkılışını; Küçük Ağa’nın devamı niteliğindeki Firavun İmanı’nda İstiklal Savaşı sonrası Ankara’daki dış kay- naklı entrikaları, yeni yönetimden pay kapmak isteyenlerin siyasal çatışmalarını; Dönemeçte romanında (1980) bir Anadolu kent doktoru ile dul bir kadın arasında- ki aşk ilişkisi çevresinde çok partili sisteme geçişin sancılarını; Akümlatörlü Radyo adlı oyununun romanlaştırılmış şekli olan Yalnızlar’da (1981) kent aydınının yaşa- dığı yasak aşk çevresinde asli kişinin fert bilincine ulaşma sürecindeki iç çatışması- nı; Dünyanın En Pis Sokağı’nda (1989) 70’li yılların siyasal mücadeleleri içinde kan davası için yetiştirilen asli kişinin aldığı eğitim sonucunda, intikam duygusundan, olgunlaşarak yazarlığa yönelmesini işlerken Yağmur Beklerken’de (1981) Cumhu- riyet tarihinin ilk demokrasi denemesi ya da çok partili hayata geçişin ilk basamağı olan Serbest Fırka çevresinde oluşan olayları ve bu olaylar içinde yeni bir insan tipi olan kökü toprağa bağlı aydın tipinin ilk örneğini verir. Aytaç’ın yerinde tespitiyle “Partilere bölünme ihtiyacının toplumsal bir olgu, hatta insanın tabiatında yer alan bir eğilim” olduğu düşüncesinden hareket eden (Aytaç, 1990: 278) Buğra, her ne kadar araya bir mesafe koymaya çalışsa da Cum- huriyet Halk Fırkasına karşı politik bir güç olarak geliştirilen Serbest Fırkanın ateşli bir savunucusu olan asli kişi avukat Kenan Bey’in yanında olduğunu çeşitli vesilelerle sezdirir (Aytaç, 1990: 285). Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki sosyal ve si- yasal yapılanmaları ve bunların doğurduğu birtakım huzursuzlukları, bölünme- lerin ve görüş ayrılıklarının ilkel düşmanlıklara dönüşmesini ironik bir üslupla işleyen romanın asıl başarısı, dönemin Anadolu kasaba yaşamını özellikle çok partili hayata geçişi simgeleyen yeni partinin eğitim düzeyi düşük kasaba halkınca algılanışını/değerlendirilişini canlı sahnelerle yansıtmasında görülmektedir. Tarık Buğra, son romanı Osmancık’ta (1983) ise aşiretten koca bir devlet çıkaran irade- nin temelinde yatan töreleri, ahlak değerlerini, sağlam idari ve sosyal kurumları vererek altı asır öncesinden günümüz Türkiye’sine aydınlık mesajlar taşır. Osmancık romanı Osmanlı Devleti’nin kuruluş serüveni içinde asli kişisi Osmancık’ın bilinçlenme ve Osman Gazi Han kimliğine geçiş sürecini işler. Ya- zarın romandaki temel amacı, ulus-devletin kurulmasında maddi değerler kadar manevi değerlerin de önemli olduğuna dikkat çekmek ve toplumda bir ulusal tarih bilinci uyandırmaktır. Buna göre romanda bir kimlik arayışı içinde olan Osmancık’ın bir devlet adamı kimliğine bürünmesi sürecinde yaşadıkları, içsel çatışmaları ve geçirdiği değişim işlenirken bu yolda kendisine yardım eden/yol gösteren toplumun manevi önderlerine özellikle kayınpederi Edebalı’nın fonksi- yonuna gönderme yapılır. Nitekim henüz toy ve ihtiraslı bir savaşçı olan Osman- cık, Edebalı’nın telkinleriyle ve verdiği derslerle giderek olgunlaşır ve Han sevi- yesine ulaşır. Ona bu yolda yardımcı olan ikinci kişi, eşi Malhun Hatun’dur. Bir zümrüdüanka olarak nitelenen Malhun Hatun’un romandaki fonksiyonu cihan hâkimiyeti olarak simgelenen Kaf Dağı’na Osmancık’ı ulaştırma görevi yüklen- mesinden ibarettir. Farklı bir söyleyişle Osmancık’ın Edebalı’nın istediği kıvama/ çizgiye gelmesinde Malhun Hatun’a olan aşkı bir araç olarak kullanılmıştır. Os- mancık, Edebalı’nın öğütleri olan hırstan, sabırsızlıktan ve bencillikten uzaklaş- tığı, öfkesini dizginlediği oranda Kaf Dağı’na ulaşacaktır. Edebalı, romanda öğüt- 70 Çağdaş Türk Romanı

leriyle, tavır ve davranışlarıyla bir bakıma Osmancık’ın yeniden doğuşunu sağlar. Romana bu açıdan bakıldığında Osmancık romanı alışılagelmiş bir siyasetnameyi andırırsa da asli kişisinin içsel serüvenini ve çatışmalarını vermesi bakımından bir karakter romanı hüviyetini taşımaktadır (Burcu, Türk Yurdu, 2000: 200-203). Yazarına haklı bir ün kazandıran ve olumlu olumsuz pek çok eleştiriye hedef olan Küçük Ağa (1963) ve onun devamı niteliğindeki Küçük Ağa Ankara’da (1966) romanlarında Kurtuluş Savaşı yıllarına, resmî tarih görüşünün dışında, çağdaşı pek çok romancıdan (Samim Kocagöz, İlhan Tarus, Kemal Tahir) farklı bir tezle ve üslupla yönelir. Anadolu direniş hareketlerinin ve savaşın zaferle sonuçlanmasına, sadece aydın üst kadroların değil, halkın gönlünde yaşayan Türk-İslam sentezinin bilincine ulaşmış halk önderlerinin de payı olduğu temel düşüncesiyle yaklaşır. Küçük Ağa romanı, yazarın ifadesiyle “içindeki gizli amillerin beklenmedik an- larda fışkırmaları ile yeniden doğmayı başaran Türk insanını” temsil etmekte, ro- man asli kişisi İstanbullu Hoca’nın kişiliğinde benzer serüvenleri yaşayan Türk toplumunun yaşadığı trajediyi anlatmaktadır (Buğra, 1986: 6). Romanın görünen bu cephesi yanında ve yine Hoca’nın serüvenine bağlanan büyük bir aşk ile bu aş- kın ülkenin kurtuluşu için feda edilişi de verilmektedir. İlk baskısının Küçük Ağa ve Küçük Ağa Ankara’da olmak üzere iki cilt hâlinde; daha sonra yazar tarafından yeniden düzenlenmesiyle Birinci Kitap, İkinci Kitap olarak tek bir kitap hâlinde yayımlanan Küçük Ağa, yine kendi arasında bölümlere ayrılmaktadır. Romandaki olayları yönlendirenler, başta İstanbullu Hoca olarak tanınan Mehmet Raşit Efendi olmak üzere Çolak Salih, Ali Emmi, Doktor Haydar Bey, Ağır Ceza Reisi’dir. Başlangıçta birbiriyle çatışma hâlinde olan bu kişilerden Ço- lak Salih, halkın kahramanlık ruhunu; Anadolu halk direnişinin sembolü olan Ali Emmi, altı yüz yıllık İmparatorluk tecrübesi yaşayan halkın sağduyusunu sembolize ederler. Gönülsüzlerin Doktor Haydar Bey ve Ağır Ceza Reisi ise Ali Emmi’nin halk arasında yaptığını aydınlar arasında gerçekleştirirler. Doktor Hay- dar Bey, aynı zamanda başlangıçta Akşehir’deki olayları değerlendiren bir yan- sıtıcı görevi de üstlenmiştir. Aşağıda anlatmaya çalışacağım romana adını veren asli kişi İstanbullu Hoca’ya gelince o, romanda Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda önemli görevler üstlenen alp-eren tipinin temsilcisi olarak görev alır. Romanın ikinci çatışma halkası Türklerle Rumlar -geniş anlamda Yunanlılar- arasında cereyan eder. Bu iki ulusu bir zamanlar çok yakın iki arkadaş olan Salih ile Niko temsil ederler. Salih savaşta kolu ile birlikte bütün ümitlerini de kaybet- miş; bir insan enkazı olarak evine dönmüştür. Niko ise savaş dönemi şartlarını le- hine çevirmiş ve büyük paralar kazanmıştır. Mensubu oldukları milletlerin proto- tipi olarak romanda yer alan iki farklı dünyanın insanı bu kişiler, romanın sonuna kadar çatışmalarını sürdürürler. Tarihsel malzemeyi bir araç olarak kullanan Tarık Buğra, Ali Emmi gibi halk- tan kişilere ve İstanbullu Hoca gibi din adamlarına önemli görevler yükleyerek hem ulus olma sürecindeki Türk toplumunun temel değerlerine hem de İstiklal Savaşı’nın başarısındaki isimsiz kahramanlara gönderme yapmaktadır. Zira bu kişilerden Ali Emmi’nin kişiliğinde sembolize edilen Anadolu insanı, Aktaş’ın söyleyişiyle: “... bağlandığı değerler sistemiyle bir hayat tecrübesini ifade eder ve iki devri birbirine bağlar. O, bizim değişmez bir tarafımızın temsilcisidir: En kötü şart- lar altında bile devletin ebed-müddet olduğuna iman eden ve devleti mukaddes sayan ruhun temsilcisidir; devletin birinin ömrü son bulurken, diğerini kurmak üzere faaliyet gösterenlerin ayaklarını bastığı sağlam zemindir. Türk halkının ci- 3. Ünite - 1950 Sonrası Türk Romanında Bireysel Eğilimler 71 simleşmiş millî gururudur. Bilgisiyle değil tecrübesi, gönlü ve hissiyle doğru olanı sezmektedir. Müsait şartlarda yeni devlet çınarı onun bağrından yükselecektir.” (Aktaş, 1983: 43). Yazar, onun kişiliğinde, Türk toplumunun devlet kurmaktaki temel prensiple- rini ve cevherini vermeyi amaçlamıştır. Küçük Ağa romanında entrik unsur, her şeyini kaybetmiş ve eşkıya olmanın ya da ihanetin eşiğinde bulunan Çolak Salih ile İstanbullu Hoca’nın değişim ge- çirerek aynı amaçta ve düşüncede yani başlangıçta karşı çıktıkları Kuvayı Milliye saflarında toplanarak Ankara Hükûmetine bağlanışlarıdır. İşte roman bu bağlanı- şın sancılarını, iç çatışmalarını, karşı güçlerle, fırsatçılarla ve yağmacılarla yaptık- ları mücadelelerini anlatmaktadır. Bu durum, Alper’in de söylediği gibi “Kuvayı Milliye’nin ütopyalar ile değil, içinde bulunulan şartların gerçeklerinden hareket edeceğini göstermeye yöneliktir, fakat şartlardan doğan gerçekler yalın değildir.” (Al- per, 1993: 452). Padişah yanlıları ile kurtuluşu Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Anadolu’da yaktığı bağımsızlık ateşinde görenler, uzun süre bir karara varabilme- nin sıkıntısını yaşarlar. Tarık Buğra kendisiyle yapılan bir masabaşı konuşmasın- da bu dönemi ele alan romancıların genellikle dönemin ortam ve şartlarına, bu ortam ve şartlar içindeki tutum ve davranışlara göre değil, genel sonuca göre ele aldıklarını, dolayısıyla yeterince nesnel olamadıklarını ve tek yanlılıktan kurtula- madıklarını söylemektedir. Bu düşünceden yola çıkan Buğra, Küçük Ağa’da aynı konuyu işleyen romanlardan farklı olarak, kişilerini idealize etmek ya da iyi kötü ayırımına girmek yerine onları olayların akışı içinde ve dönemin ortam ve şartları içinde anlatıp yargılamayı okura bırakmayı tercih eder (Çağın, Türk Yurdu, 153- 154; 224-225). Bu bakımdan onun kişilerinin, olumsuz olanlar da dâhil, hepsinin sebep-sonuç ilişkisine dayalı trajik bir öyküsü vardır. Tarık Buğra, Küçük Ağa’nın serüvenini bu kadarla bırakmak niyetinde değildir. Okurlarının yoğun isteği üzerine kaleme aldığı ama tefrika hâlinde kalan Çolak Salih Niko’ya Karşı (Tercüman 15 Mayıs-5 Temmuz 1984) romanında ise Pontus Devleti kurma çalışmaları içindeki Niko ile kişisel hesaplaşması çevresinde, savaş sonrası yeni yapılanmaları sorgulamaya çalışır. Tarık Buğra’nın adı anılanlar dışında gazetelerde tefrika olarak kalmış; konu- larını Anadolu kent ve kasabalarından İstanbul’un Şişli, Beyoğlu gibi mekânlarına kadar uzanan farklı mekânlarda yaşanmış aşk, entrika ve serüven ağırlıklı olay- lardan alan geçim kaygısıyla yazılmış Ofsayt (Akın, 1951), Tetik Çekildikten Son- ra (Akın, 1951), (Yeni İstanbul, 1958), İnce Hesaplar, Yanıyor mu Yeşil Köşkün Lâmbası? (Yenigün, 1957), Şehir Uyurken, Sonradan Yaşamak (Vatan, 1958), Ölü Nokta (Yeni İstanbul, 1958), Abaza Paşa’nın Rüyası (Bursa Hâkimiyet, 1956), Bir Köşkünüz Var mı? (1978) adlı romanları da vardır (Alper, 1993: C.2 çeşitli sayfalar). Yazı hayatına şiir yazmakla başlayan Mehmet Seyda (Çeliker) (1919-1986), realist bir yol tuttuğu romanlarında bireyin ruh çözümlemelerine yer verir. Ro- manları genel olarak 1923-1946 yılları arasında Türkiye’deki toplumsal değişik- liklerin geleneksel Türk ailesinde yaptığı yıkımları, büyük bir ailenin parçalanışı ve çözülüşü etrafında ele alır. “Büyük ailenin çöküşü” genel başlığıyla adlandırıla- bilecek bir dizi romanından ilki olan Yaş Ağaç’ta (1958), devlet kasasından besle- nen Cumhuriyet öncesi büyük bir ailenin Cumhuriyet sonrasında düştüğü geçim sıkıntılarını, yeni şartlara hazırlıklı olamayan aile büyüklerinin bocalamalarını, zamanla büyüyen ailenin parçalanarak dört küçük aileye bölünmesini bir dizi ro- manın ortak kahramanı Osman’ın bakış açısından vermektedir. Buğra romanda kalabalık aile içinde büyüyen küçük Osman’ın, davranış psikolojisinin metotları- 72 Çağdaş Türk Romanı

na uygun olarak, büluğ çağı sorunları, kişiliğinin oluşmasını, aileden ve sokaktan gelen çatışmalarını çok yönlü sorgularken 1959 yılında yayımlanan Ne Ekersen’de aynı ailenin bir başka bireyi Ali Muhsin’in, zaman zaman Osman’ın hayatına katı- larak, aileden ve toplumdan gelen zorlukları ve çetin yaşam koşullarını; Bir Gün Büyüyeceksin (1966), İhtiyar Gençlik (1971), İçe Dönük ve Atak (1973), Cinsel Oyun (1966), Süeda Hanımın Ortanca Kızı (1970), Gerçek Dışı (1976) gibi roman- larında Osman’ın tutku hâlini alan ilk gençlik aşklarını, serüvenlerini, beden ile ruhunun istekleri arasında bocalayışlarını Türk aile yapısındaki derin sarsıntılara inerek vermeye çalışır. Yazarın en tanınmış romanlarından Yanartaş’ta ise (1970) maden işçilerinin sorunlarını realist gözlemlere dayanarak ele alır. Seyda’nın Kö- roğlu (1969), Sultan Döşeği (1969) ve Nemrut Mustafa (1970) gibi tarihsel roman- ları ile Büyük Beyin (1966), 6 Numaralı Rostov Planı (1966), Gezici Ölüm Hücresi (1966) adlarında polisiye romanları da vardır. Mehmet Seyda’nın TRT Roman Ödülü’nü kazanan ve olumlu olumsuz pek çok eleştiri alan Yanartaş romanı, kendisinin Zonguldak madenlerinde çalıştığı yıl- lardaki gözlemlerine dayandığı için bir bakıma otobiyografik hüviyetlidir. Ayrıca İkinci Dünya Savaşı’nın Türkiye ve Zonguldak üzerindeki yansımalarını vermesi bakımından da belgesel roman olarak nitelenebilir. Seyda, söz konusu romanında döneminin sosyal ve siyasal olaylarını vermede biraz ölçüyü kaçırdığı, Zonguldak maden işçilerinin hayatlarını tam olarak anlatmadığı, bu yüzden eserinin kur- maca tarafını zayıflattığı savıyla başta Fethi Naci olmak üzere, Naci Çelik, Rauf Mutluay gibi kimi eleştirmenlerin suçlamasına hedef olmuştur. İki cilt olarak yayımlanan Yanartaş, Seyda’nın ilk dönem romanlarının ortak kişisi Osman Güralp’in Zonguldak’a gelişi, Kömür İşletmesi Muhaberat Servisin- de çalışmaya başlaması, Yaşar’la evlenmesi, karısını aldatışı, evinde bulundurdu- ğu yasak yayınlar yüzünden tutuklanışı ve bir süre sonra serbest bırakılışı birinci cildin olaylar zincirini oluşturur. Osman’ın askerlik görevinin anlatıldığı ikinci ciltte İkinci Dünya Savaşı ile ilgili haberler, Millî Şef döneminin aydınlar üze- rindeki baskısı biraz abartılı da olsa bir fon olarak kullanılır. Osman burada da rahat durmaz, kaçma girişimleri, yakalanmalar, tutukluluk anıları birbirini izler. Romandaki olaylar zinciri bir yüzbaşının denetiminde karısıyla görüşme sahne- sinde karısının “ne olmuşsun böyle!” cümlesiyle sona erer. Bu kısa konuşma ken- dini bulma sürecindeki roman baş kişisinin aile, çevre ve rejim tarafından kuşa- tılmış, engellenmiş olan ruhsal durumunu vermeye hizmet etmektedir (Tümer, 2000,185-190). Bu grup içinde incelenebilecek bir ad daha var: Tarık Dursun K(akınç) (d. 1931) ilk romanı Hasangiller ile bir çıkış yapan Tarık Dursun, daha sonra yazacağı Rıza Bey Aile Evi, İnsan Kurdu, Sabah Olmadan, Bağışla Onları gibi romanlarında yoksul mekânlarda yaşayan çeşitli mesleklere mensup kasaba insanlarının, daha çok marksist bir söylemle, sığ çatışmalar içinde aşk ve dostluğa dayalı sıcak ilişkilerini yansıtır. Daha sonra yazdığı Denizin Kanı romanı anlatım tekniği ve özgün yapı- sıyla yaşamın sert yüzüyle sürekli boğuşmak zorunda kalan ve emekleri Hacı Ağa gibi “süngerci ağaları” tarafından sömürülen Bodrum süngercilerinin yaşam serü- venlerinden canlı sahneler sunar. Kopuk Takımı ile Gün Döndü gibi konu ve izlek bakımından ilk romanlarıyla örtüşen eserleri dışında Almanya’da çalışan gurbetçi- lerimizin yaşamını bir aile dramı içinde ele alan Kayabaşı Uygarlığı’nın Yükselişi ve Birdenbire Çöküşü ile köy ve kent yaşamının acı gerçeklerini bir arada sunan Kurşun Ata Ata Biter adlı romanları olgunluk dönemi eserleri olarak kabul edilmelidir. 3. Ünite - 1950 Sonrası Türk Romanında Bireysel Eğilimler 73

Özet 1950 sonrası Türk romanının genel karakteristiğini biçimlerini ve dünya görüşlerini geçmiş-şimdi, 1 açıklayabilmek birey-toplum değerleri kutupluluğu içinde ele 1950’li yıllar, Türk romanı için önemli bir kırıl- alarak nostaljik bir atmosfer oluştururlar. ma ve kavşak noktasıdır. Romandan toplumu biçimlendirmeyi ve aydınlatmayı amaç edinen 1950 sonrası Türk romancılarından belli başlı Cumhuriyet Dönemi’ne özgü anlayış, 50’li yıl- 3 yazarları ve eserlerini temel özellikleriyle lardan sonra toplumun ihmal edilmiş kesim- değerlendirebilmek lerini anlamaya, onların sorunlarını gündeme Abdülhak Şinasi Hisar’ın romancılığı; konu- getirmeye, tartışmaya açmaya koyulur. Zaman larını çocukluk ve ilk gençlik döneminde tanık zaman ideolojik bakış açısıyla tek yanlılık sergi- olduğu yakın çevresinden alan Hisar, Fahim lense de 60’lı yılların sonunda farklı sorunlarıyla Bey ve Biz, Çamlıcadaki Eniştemiz ve Ali Ni- ve farklı sosyal statüleriyle halka doğru bir yö- zami Bey’in Alafrangalığı ve Şeyhliği adlarını neliş başlar. Bunda dünyadaki değişmelerin ve taşıyan üç romanında da içedönük ve silik kişi- bloklaşmanın da zorlamasıyla oluşan çok partili ler yaratmıştır. Bu kişiler, gündelik hayatta her hayata geçişin, şehirleşmenin ve sanayileşmenin zaman karşılaşabileceğimiz sıradan kişiler değil, etkisi olduğu kesin. Kuşku yok ki sanayileşme ve Cumhuriyet öncesi İstanbul’unun konaklarında şehirleşmeyle koşut olarak cumhuriyet ideoloji- yaşamış sıra dışı kişilerdir. Hisar, geçmişe ait bu si kalıpları içinde sıkışmış ve konu kısırlığı ya- kişilerin hayatlarını romanlaştırırken aynı za- şayan romanın da konuları zenginleşecek, yeni manda okuruna Boğaz’da ve tarihsel mekânlarda anlatım teknikleriyle ve bakış açılarıyla çağdaş nostaljik bir gezi yaptırır. Ancak Hisar, asıl başa- romanın yolu açılacaktır. rısını romanlarında kullandığı titiz dil işçiliğine 70’li yıllara gelindiğinde Türk romanı için yüz- borçludur. yıllık arayış döneminden sonra kendi kimliğini Samiha Ayverdi’nin romancılığı; Ayverdi, ro- bulduğunu, özgüven kazandığını ve çağdaş dün- manlarında Batılılaşma ile gelen uygarlık de- ya romanlarıyla boy ölçüşebilecek düzeye geldi- ğişiminin aile içinde sebep olduğu sorunları, ğini söylemek pek abartılı olmasa gerek. toplumdaki birtakım çözülmeleri, maddileşen insanların içine düştükleri ruhsal sorunları, geç- 1950 sonrası Türk romanındaki gelişmeleri, miş-şimdi kutupluluğu içinde ele alır. Romanla- 2 eğilimleri ve romanlar arasındaki farklılıkları rının düşünce temelini bağlı bulunduğu Kenan ayırt edebilmek Rifai’nin öğretisinin temelini oluşturan ilahi aşk 1950’li yılların başına gelindiğinde Türk roma- üzerine kurar. Başlangıçta maddi olan bu aşk, nının iki koldan devam ettiğine tanık oluruz. kişinin olgunlaşması ve dünyevi isteklerden Bunlardan ilki önceki kuşaktan romancılığını arınması ile ilahi aşka dönüşür. Bunun için kişi sürdüren popülist romancılar, diğeri ise döne- birtakım sınavlardan geçecek, acılar çekecek, min koşullarının da zorlamasıyla yeni arayışlara özveride bulunacak ve insanıkâmil mertebesine girenler. Bunlardan ilk gruba girenler, romantik ulaşacaktır. Yaşanılanların tümü bu sonuca hiz- aşkları konu alan birkaç eseriyle sanat yaşamları- met etmektedir. Ayverdi, bu olgunlaşma serüve- nı sonlandırırlar. İkinci gruba sokacağımız Reşat nini eski İstanbul’un konak çevresinde ya da ge- Enis, Refik Halit, Peride Celal gibi kimi roman- leneksel yaşam sürdüren mahallelerdeki yoksul cılar ise özgün üslupları ve nitelikli eserleriyle ama sıcak ilişkiler içinde işler. kendilerinden söz ettirmeyi başarırlar. Bunların Oktay Akbal’ın romancılığı; Oktay Akbal, öy- dışında Tanpınar, Ayverdi, Akbal, Buğra, Hisar, külerinde olduğu gibi romanlarının da konu- Kabaağaçlı gibi kimileri ise bir uygarlık dairesi larını ilk gençlik yıllarındaki anılarından alır. içinde geçmişin değerlerini, mutlu çocukluk yıl- Farklı bir söyleyişle onun romanlarında yaşam larını, birtakım sosyal değişim geçiren toplum öyküsünün izlerini bulmak mümkündür. İlk ile birlikte kaybolan değerleri, yeni oluşan yaşam romanı olan Garipler Sokağı’nda 1950’li yıl- 74 Çağdaş Türk Romanı

larda modern bulvarlarıyla ve apartmanlarıyla Tarık Buğra’nın romancılığı; konusunu Mus- değişen İstanbul’dan nostaljik kesitler sunarken solini dönemi İtalya’da geçen olaylardan alan sonraki romanlarında eski İstanbul mahallesin- ilk romanı Siyah Kehribar’dan son romanı den büyük kente açılır. Suçumuz İnsan Olmak’ta Osmancık’a kadar farkı konularda roman ya- evli ama mutsuz ve huzursuz bir aydının yasak zan Tarık Buğra asıl ününü, Kurtuluş Savası’na aşk çevresinde mutluluk arayışını, İnsan Bir resmî tarih görüşü dışında farklı bir bakış açıyla Ormandır’da ise yine tekdüze evliliğin sıkıcılığı baktığı Küçük Ağa ile Osmanlı Devleti’nin ku- içinde yasak aşka yönelişini ve bu sırada duy- ruluşunu konu alan Osmancık romanıyla sağlar. guları ile mantığı arasındaki iç çatışmaları işler. Buğra’nın tarihsel romanları dışında yayım- Akbal’ın çıkış noktası tüm romanlarında küçük ladıkları daha çok aydın problemi çevresinde insandır. Bu küçük insan, huzursuzdur, tedir- Anadolu şehirlerinde yaşanan olayları konu alır. gindir, yalnızdır. Bu izlekler, kimi zaman yaşama Çok partili hayata geçişin sancıları, dar çevreler- azabına dönüşecek kadar güçlü olur. de ve toplum baskısı altında yaşanan yasak aşk- Ahmet Hamdi Tanpınar’ın romancılığı; Tan- lar, gençlik hareketleri, basın ve tiyatro çevresine pınar, yeni ve modern anlatım teknikleriyle, şa- özgü sorunlar ve hayat sahneleri onun romanla- irliğinden gelen şiirsel üslubuyla, klasik roman rının zengin izleklerini ve konularını oluşturur. anlayışını değiştiren zamanın kullanımına dair Ancak romanları okunabilir kılan yazarın titiz önerileriyle ve nihayet bilinçaltının verilerinden bir dil işçiliğiyle yaptığı renkli ve zengin betim- yola çıkan ruh bilimsel çözümlemeleriyle 1950 lemelerdir. sonrası Türk romanında çığır açan bir öncü Mehmet Seyda’nın romancılığı; Mehmet Sey- olarak kabul edilmektedir. Batı’dan aldıklarını da, Cumhuriyet’le birlikte ülkemizde yaşanan Doğu kültürü içinde eriterek veren Tanpınar, toplumsal olayları, yaşam tarzlarını ve bu olayla- ilk romanı Mahur Beste’den Huzur’a, Saatleri rın geleneksel Türk ailesi üzerinde yaptığı yıkımı Ayarlama Enstitüsü’ne, Sahnenin Dışındakiler’e ya da olumsuz etkileri üç kuşağı içine alan büyük kadar eski ile yeni arasında bocalayan kahra- bir ailenin parçalanışı ve çözülüşü çevresinde ele manlarının kişiliğinde bir medeniyet bunalımı alır. Merkezde Zonguldak’ta maden işçiliğinden yaşayan Türk toplumunun yitip giden ya da kamyon şoförlüğüne, çatı aktarıcılığına kadar yozlaşan değerlerini sorgular. Onun özellikle yer pek çok işe girip çıkmış asli kişi Osman vardır yer otobiyografik karakter taşıyan ve sanatının ve tüm olup bitenler onun bakış açısından okura zirvesi sayılan Huzur romanı, o zamana kadar yansıtılır. bizde denenmemiş olan yeni roman teknikle- Tarık Dursun K.’nın romancılığı; romanları- rini uygulaması ve Batı müziği formuna göre nın konularını sahil kasabalarında süngercilikle düzenlenmiş yapısı bakımından dikkate değer. hayatlarını sürdüren yoksul insanların yaşam Tanpınar’ın romancılığının önemli örneklerin- mücadelelerinden alan Tarık Dursun K., bu den Saatleri Ayarlama Enstitüsü ise ironik bir insanların süngerci ağaları tarafından nasıl sö- anlatımla iki uygarlık arasında bocalayan Türk mürüldüklerini canlı betimlemelerle biraz da toplumuna yarı meczup ve biraz saplantılı kah- Marksist bir bakış açısıyla dikkatlere sunar. ramanı Hayri İrdal’ın dikkatiyle bakar. Cevat Şakir’in romancılığı; Cevat Şakir, ilk ro- manı Aganta Burina Burinata’dan son romanı Ötelerin Çocukları’na kadar konularını Bodrum ve çevresindeki balıkçıların, süngercilerin hayat- larından alır. Anadolu’nun kıyı kasaba ve köyle- rinde yaşayan yoksul ama iç dünyaları zengin ve sevgi dolu deniz insanlarının yaşam mücadele- lerini; kimi zaman kendilerini sömürenlere karşı gösterdikleri dayanışma ruhunu, küçük mutlu- luklarını ama çoğu kez ümitsiz çabalarını renkli ve şiirsel üslubuyla öyküleştirir. 3. Ünite - 1950 Sonrası Türk Romanında Bireysel Eğilimler 75

Kendimizi Sınayalım 1. 1950-60 yılları arasında Türk romanında ön plana 6. Aşağıdakilerden hangisi Cumhuriyet ikinci dönem çıkan düşünce aşağıdakilerden hangisidir? romancılarından biridir? a. İnsanı aydınlatma ve tanıma a. Refik Halit Karay b. Toplumsal çözümsüzlüklere çözüm önerileri b. Halide Edip Adıvar arama c. Hüseyin Rahmi Gürpınar c. Demokrasi kültürü d. İskender Pala d. Milliyetçilik düşüncesi e. Ayşe Kulin e. Doğu kültürü değerleri 7. Abdülhak Şinasi Hisar’ın gerçeğin insanlar tarafın- 2. Aşağıdakilerden hangisi 1970’li yıllar Türk romanı- dan farklı algılanacağı, kişiden kişiye değişiklik gös- nın özelliklerinden biri değildir? tereceği tezi üzerine kurduğu romanı aşağıdakilerden a. Türk romanının politize olması hangisidir? b. Sınıf çatışmasını körükleyen üçüncü sınıf ro- a. Evli Bir Kadının Günlüğünden manların çoğalması b. Biz de İnsanız c. Ulusçu söylemin ilgi görmesi c. Bugünün Saraylısı d. Evrenselliğin temel prensip olarak benimsen- d. Çamlıca’daki Eniştemiz mesi e. Fahim Bey ve Biz e. Çeviri romanların yaygınlaşması 8. Aşağıdakilerden hangisi Semiha Ayverdi’nin roma- 3. Aşağıdakilerden hangisi postmodern romanın do- nının özelliklerinden biri değildir? ğuşuna zemin hazırlayan sebeplerden biri değildir? a. Kişilerdeki değişimi maddeden manaya doğru a. Aklın ve bilimin verilerine güven duyulmaması gelişmesi b. Her şeyi bilen hâkim anlatıcıya karşı çıkılması b. Tasavvufi mesajlarla insanları aydınlatmaya ça- c. Modern devlete güvensizlik duyulması lışması d. Romanda ahlaki değerlerin hakim kılınmak is- c. Romanlarının merkezinde tasavvufla ilintili aş- tenmesi kın olması e. İnsanın eşya karşısında değerli kılınıp ön plana d. Vuslatın, mecazi olmaktan çok beşeri olması çıkarılmak istenmesi e. Vuslatın beşeri olmaktan çok mecazi olması 9. Aşağıdakilerden hangisi Oktay Akbal romanların- 4. Aşağıdakilerden hangisi romanlarının büyük bir dan biri değildir? bölümünü Cumhuriyet’in birinci ve ikinci devirlerinde a. Mesihpaşa İmamı yayımladığı hâlde, 1950 sonrasında da romancılığını b. Batık Bir Gemi sürdürenlerden biri değildir? c. Garipler Sokağı a. Reşat Nuri Güntekin d. Suçumuz İnsan Olmak b. Kerime Nadir Azrak e. İnsan Bir Ormandır c. Peride Celal Yönsel d. Mükerrem Kâmil Su 10. Aşağıdakilerden hangisi Ahmet Hamdi Tanpınar’ın e. Elif Şafak Türk romanına kazandırdığı değerlerden biri değildir? a. Şiirsel üslubuyla Türk romanında çığır açması 5. Aşağıda verilen eser-yazar eşleştirmelerinden han- b. Kişilerini yüksek zümreden seçerek üzerlerinde gisi doğrudur? psikolojik tahliller yapması a. Reşat Nuri Güntekin- Kızıl Hançerler c. Türk romanına yeni ve modern bir anlatım tek- b. Hüseyin Rahmi Gürpınar- Kaderin Cilvesi niği kazandırması c. Halide Edip Adıvar - Ayrı Dünyalar d. Romanlarında büyük bir uygarlığa ait değerleri d. Suat Derviş - Gelinlik Kız vermeye çalışması e. Kerime Nadir Azrak - Atanın Romanı e. Türk romanına zaman ve terkip bakımından farklı teklifler sunması 76 Çağdaş Türk Romanı

Okuma Parçası BİZDE ROMAN -II Fert meselesini burada mevzuubahs etmek istemem, o Ahmet Hamdi Tanpınar hilkatin anlaşılmaz bir sırrıdır; bütün sebepler ortaya ... dökülür; münakaşa edilir. Fakat yine bir düğüm kalır Türkiye’de aşağı yukarı altmış senelik mazisi olan bir ki, tek başına meçhulü devam ettirir: Yaratılış. Cemiyet roman vardır ve en durgun senelerinde, hiç olmazsa filan saatinde, filan büyük sanatkârı yetiştirmek için yirmi roman çıkar, bugün yaşayanlar arasında halk bütün imkânlarına maliktir. Fakat bunu ancak o büyük tarafından tanınmış, eserleri okunan altı yedi roman- sanatkâr yetiştiği zaman öğrenebiliriz. Bir romancı, bir cımız var. Öyle olduğu hâlde henüz Türk romanını insandır, fakat bütün bir kalabalığı, bütün bir müstak- Avrupalı bir gözle tetkik eden, mevcut temayülleri an- bel insanlığı kafasında taşıyan bir insandır. Bu bakım- latan, zayıf ve hareketli noktaları gösteren, memleket- dan bakılacak olursa, mesele büsbütün değişir. Bunun- teki sanata ve hariçteki edebiyata karşı olan alakalarını la beraber yine biz biliyoruz ki, bir cemiyet içinde bir tespit eden bir tek tenkit tecrübemiz yoktur. Bir tek ya- ananenin devamı bazen böyle mucizeleri tabii kılıyor. zarımız zahmetine katlanıp Türk romanını belli başlı Zaman geçtikçe tekâmülün seyri şiddetleniyor. Bu iti- mümessillerinde okuyup onu anlamağa çalışmamıştır. barla kabul etmek lazımdır ki, henüz Türk cemaati ro- Bundan vazgeçtik, günün eserleri üzerinde olsa ciddi man denen vadide kendisini ifadeye yeni başlamıştır. bir münakaşanın açıldığını göremeyiz. Bizzat roman şurasını da unutmayalım ki, yaratılış bir sırdır. Fakat yazanlar da eserlerinin haricinde, sanatlarına ve arka- insanı yetiştirmek sadece bir bilgi ve program işidir. Bu daşlarına dair yazı yazmazlar yahut sayılacak kadar az. elimizdedir. Ben çok defa âlemimizin bu hâli karşısında ‘acaba bizde Benim görebildiğim ikinci mesele, sınıf meselesidir. roman, okuyucu ile yazıcı arasında çok hususi kalması Bizde sınıfların vazıh ve kat’i bir şekilde mevcut olma- lazım gelen bir nevi ailevi bir iş midir’ diye düşündüm. ması münevveri ayrı bir sınıf haline getirmektedir ki, Son senelerde kendi edebiyatımızla alakamızın şekli o bu cemiyetle olan alakasını müphem bir şekle sokuyor. dereceye gelmiştir ki, bir muharririmizden biraz daha Türk romancısı muayyen bir hayatın adamı olamıyor, genişçe bir şekilde bahsedebilmemiz için zavallının öl- sadece fikirlerle yaşıyor. Ve bu bizde pek fazla olmadı- müş olması lazım gelir. Tenkidin mersiye ile beraber ğı için umumi hayata istikamet veren fikirlerin içinde yürüdüğü yegâne sanat hayatı bizimkidir. kalıyor. Bununla beraber bu hiç kimsenin bahsetmediği roman Meşrutiyet’ten beri edebiyat, umumi hayatın peşinde- okunur, evvela iyi kötü gazete sahifelerinde okunur, dir; halbuki başka memleketlerde umumi hayat, edebi- sonra da basılır, en azı iki bin ile üç bin arası bir satış yatı güçlükle takip eder. yapılır ve her nüsha elden ele dolaşır. İdealin ufku evvela edebiyatta gülümser, birçok defa Fazla uzatmayalım, bu kadar az alaka gösterdiğimiz bir meşalenin geçtiğimiz yolu aydınlatmasını istiyoruz. Bu sanatın bizi ifadede mucizeler göstermesini nasıl isteriz? hâl Türk romanını bazı numunelerinde zaman zaman İşte Yahya Kemal’e mektepten memlekete davasında bir nevi suniliğe atmıştır. Her şeyden evvel şunu unu- hak kazandıran noktalardan biri budur; kendi kendi- turuz: Bir romanda anlatılabilecek şeyin azamisi ferttir, mizle biraz alakadar olmak meselesi... Bu sadece bize, muayyen bir cemiyetin muayyen bir zümresinin mu- kendimiz hakkında hüküm vermek salahiyetini getir- ayyen bir tarihî onda yaşamış olan ferdi ve bu fert de meyecektir, meselelerimizi meydana çıkaracak yani on- bizzat romancının kendisidir. ları karşılayacak müstakbel eserleri hazırlamış olacaktır. (...) Bu acemi sualimle anlatmak istediğim şey şudur: Bir Memleketin entelektüel hayatının zayıf olmasından memlekette bir sanat nev’inin tek başına inkişafını yapa- yukarıda bahsettim. Tek başına bir romancıyı hiç ta- bilmesi imkânı yoktur. Ona müsait vasatı verecek bütün savvur edemedim. Bir romancı, bir şair, bir tiyatro mu- bir edebiyat hayatının bulunması lazımdır. Türk romanı harriri... Bütün bunların yetişebilmesi için memlekette münferit eserler şeklinde kaldıkça ilerlemesi güç bir şey- evvela kendimizle, sonra bütün ile alakadar bir edebi- dir. Bizde belki bir romanı yazmak için her şey vardır. Fa- yatın bulunması lüzumu vardır. Halbuki bu, bizde yok- kat romancıyı beslemek için bütün bir memleket hayatını tur. Türkçe, henüz ferde ait tecessüsle başlayan tecrübe birden kavrayan o elektrikli edebiyat havası yoktur. Sanat dediğimiz şeyi tanımıyor. hayatımız evvela dağınık, sonra fakirdir. 3. Ünite - 1950 Sonrası Türk Romanında Bireysel Eğilimler 77

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı Türk vatanı, yeni ufuklara doğru gidiyor, on iki sene- 1. a Yanıtınız yanlış ise “Romanda Yeni Eğilimler” den beri her gün muazzam bir hadisenin sahnesi olu- konusunu yeniden gözden geçiriniz. yor, bütün bir cemiyet kökünden değişiyor. İtikatlar, 2. d Yanıtınız yanlış ise “Romanda Yeni Eğilimler” yaşayış şekilleri, iktisadi hayat... Hepsi değişiyor. Fakat konusunu yeniden gözden geçiriniz. bizim millî kütüphanemizde bütün bunların bir aksi- 3. d Yanıtınız yanlış ise “Romanda Yeni Eğilimler” ni bulmak mümkün değildir. Keza girmek istediğimiz konusunu yeniden gözden geçiriniz. Avrupa camiasının fikir hayatını Türkçede takip etmek 4. e Yanıtınız yanlış ise “1950 Öncesi Kuşağından isteyenin vay başına! Romancılıklarını Sürdürenler” konusunu yeni- Doğrusunu söylemek lazım gelirse fikir hayatımız den gözden geçiriniz. gündelik gazetelerin elindedir. Bu biraz da yok de- 5. b Yanıtınız yanlış ise “1950 Öncesi Kuşağından mektir. Böyle bir edebiyat âleminde romancının ve Romancılıklarını Sürdürenler” konusunu yeni- sanatkârların işindeki ağırlığı tasavvur etmek kolaydır. den gözden geçiriniz. Arada mutavassıt olmadığı için her şeyi kendisi yap- 6. a Yanıtınız yanlış ise “1950 Öncesi Kuşağından mak mecburiyetindedir. Üçüncü mesele daha maddi- Romancılıklarını Sürdürenler” konusunu yeni- dir; romancılık meslek olmamıştır. Bir memlekette tam den gözden geçiriniz. bir roman vücuda gelmesi için bu sanatın onunla uğ- 7. e Yanıtınız yanlış ise “Abdülhak Şinasi Hisar” ko- raşanı geçindirmesi lazımdır. Bizde roman gazetecili- nusunu yeniden gözden geçiriniz. ğin bir şubesidir. Bir romancı, velev en meşhuru olsun, 8. d Yanıtınız yanlış ise “Samiha Ayverdi” bölümü- biraz para kazanabilmek için romanını tefrika ettirmek nü yeniden gözden geçiriniz. mecburiyetindedir. Bırakın ki, hayatını kazanmak için 9. a Yanıtınız yanlış ise “Oktay Akbal” konusunu de ayrıca gazetecilik yapmağa mecburdur; yahut me- yeniden gözden geçiriniz. mur olacaktır. Halbuki bir gazetenin romancıya yapa- 10. b Yanıtınız yanlış ise “Ahmet Hamdi Tanpınar” bileceği misafirperverlik birtakım şartlara tabidir ve bu konusunu yeniden gözden geçiriniz. şartların hemen çoğu iyi düşünülürse, Anatole France gibi bir adam, Fransa gibi bir memlekette kitap satışın- dan şikâyet ederse, bizim feryadı göklere çıkarmamız lazım gelir. Mesele üzerinde durulmağa değer. Görülüyor ki, roman meselesi tek başına değildir. Ev- vela ferdin yetişmesinde, ikinci olarak memleketimizin umumi sanat anlayışında ve nihayet kitapçılık haya- tımızda değişmesi lazım gelen birtakım şeyler vardır. Fakat bu hususta tam ve salahiyetli bir konuşma, mev- cudu bilmekle kabildir. Ben burada da en faydalı şeklin bizzat romanlarımızın ve romancılarımızın üstünde konuşmak olduğuna inanıyorum.” (Tanpınar, 1977: 49-52). 78 Çağdaş Türk Romanı

Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Sıra Sizde 1 Sıra Sizde 3 1950’li yıllar Türk romanı için bir dönüm noktasıdır. Abdülhak Şinasi Hisar, içedönük ve silik kahraman- Tek partiye özgü cumhuriyet ideolojisini geniş kitlele- lar yaratmıştır. Bunlar, gündelik hayatta her zaman re yayma ve benimsetme anlayışının yerini, sanayile- karşılaşabileceğimiz sıradan kişiler değil, Cumhuriyet şen, köyden kente göç eden insanlar ve feodal yapının öncesi İstanbul’unun konaklarında yaşamış sıradışı ki- uzantısı olan köy ve kasabaya ait sorunlar almıştır. şilerdir.

Sıra Sizde 2 Sıra Sizde 4 Bu konuda pek çok kaynak bulabilirsiniz. Biz iyi bir ör- Ayverdi, romanlarının düşünce temelini bağlı bulun- nek olarak A. Doğan Yıldız’ın aşağıya küçük bir bölü- duğu Kenan Rifai’nin öğretisinin temelini oluşturan münü aldığımız Popüler Türk Romanları (1930-1950), ilahi aşk üzerine kurar. Başlangıçta maddi olan bu aşk, adlı kitabını salık vereceğiz. kişinin nefis terbiyesine yönelik birtakım sınavlardan geçerek olgunlaşması ve dünyevi isteklerden arınması “Diğer sanatlarda olduğu gibi edebiyatta da, belli bir ile ilahi aşka dönüşür. seviyedeki donanıma sahip insanların anlayabileceği, beğeneceği ürünlerin yanında, daha az birikime sahip Sıra Sizde 5 insanların anlayabileceği, beğeneceği ürünlerin olduğu Oktay Akbal, öykülerinde olduğu gibi romanlarının bilinen bir gerçektir. Şüphesiz ikinci gruptaki ürünler çok da yapısını geçmişimdi kutupluluğu üzerine kurar. Bu daha fazla insan tarafından tercih edilecek, yaygın ola- yapı içindeki konuları ise çoğu kez yaşam öyküsüyle rak beğenilecektir. Bu durum edebiyatın hemen her dalı örtüşür. için olduğu gibi roman için de söz konusudur. ‘Yüksek / seçkin sanat’ ile ‘yüksek / seçkin olmayan sanat; popüler Sıra Sizde 6 sanat’ ayrımının roman özelinde yansımasının ‘yüksek Tanpınar, romanlarında eski ile yeni arasında bocala- /seçkin roman’ ile ‘yüksek / seçkin olmayan roman; po- yan kahramanlarının kişiliğinde bir medeniyet bunalı- püler roman’ şeklinde tezahür ettiğini söylemek yanlış mı yaşayan Türk toplumunun yitip giden ya da yozla- olmaz. Bu ayrımın edebiyat biliminde ‘estetik roman ve şan değerlerini sorgular. popüler roman’ şeklinde ifade edildiği de görülmektedir... Popüler romanı, popülizme özgü bir yapısı olan belirli bir Sıra Sizde 7 edebiyat türünün en yaygın örneği olarak gören Sağlık, Cevat Şakir, romanlarının konularını Bodrum ve çev- popüler romana ilişkin değişik nitelemeleri aktarır. Bu ni- resinde balık ve sünger avcılığıyla hayatlarını kazanan telemelerin bir kısmı, popüler romanın yanında popüler yoksul ama iç dünyaları zengin balıkçıların, süngerci- edebiyatı da tanımlayan ifadelerdir: Kötü roman, yığın lerin hayatlarından alır. edebiyatı, bayağı edebiyat, hafif edebiyat, hafif roman, bestseller (çok satan) romanlar, kitch roman, aşvk ve kara sevda romanları, edebiyat dışı roman, kitle yazını, sevda romanı, alt edebiyat, basit eğlence edebiyatı, köşk edebiya- tı, yaygın roman, naif (acemi) roman, yoz roman, işporta romanı, demode roman, sözde roman, sınai edebiyat, halk romanı, tefrika roman, aşk ve tahassüs romanı...” (Yıldız, 50). 3. Ünite - 1950 Sonrası Türk Romanında Bireysel Eğilimler 79

Yararlanılan Kaynaklar Başvurulabilecek Kaynaklar Akay, İhsan. (1960). “Oktay Akbal’ın Yapıtları, Suçu- Alper, Feridun. (1993). “Tarık Buğra, Hayatı, Sanatı, muz İnsan Olmak”, Varlık, 522. Eserleri, Basılmamış Doktora Tezi. Erzurum: Ata- Aktaş, Şerif. (1983). “Kurtuluş Savaşı’nı Yapan İki İn- türk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. san Tipinin Hikâyesi: Küçük Ağa”, Millî Kültür, 43. Aytaç, Gürsel. (1990). “Tarık Buğra’nın Romanı,Yağmur Buğra, Tarık. (1986). “Sunuş”, Küçük Ağa. Ötüken Ya- Beklerken”, Çağdaş Türk Romanları Üzerine İnce- yınları: İstanbul. lemeler. İstanbul: Gündoğan. Buğra, Tarık. (1984). “TRT’nin Denetim Mekanizması- Buğra, Tarık. (1977). Edebiyat Üzerine Makaleler. İs- nı Anlamıyorum”, Sanat Olayı. 77. tanbul: Dergâh Yayınları. Burcu, Ebru. (2000). “Osmancık’tan Osman Gazi Han’a Çelik, Naci. (1971). Romanda Hesaplaşma. Ankara: Geçiş Sürecinde Yaşanan ‘Simgesel Değişim’ Üze- Türkiye Defteri Yayınları, Bilgi Basımevi. rine Bir Okuma Denemesi”, Türk Yurdu Türk Ro- Kalpakçıoğlu, Fethi Naci. (1981). 100 Soruda manı Özel Sayısı. 153-154. Türkiye’de Roman ve Toplumsal Değişme. İstan- Çağın, Sabahattin. (2000). “Küçük Ağa”, Türk Yurdu bul: Gerçek Yayınları. Türk Romanı Özel Sayısı. 153-154. Mutluay, Rauf. (1976). 50. Yılın Türk Edebiyatı. 3. Ba- Eyuboğlu, Sabahattin. (l956). “Balıkçının Rüzgarında”, sım, İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları. Yeni Ufuklar. 46. Okay, Orhan. (2010). Bir Hülya Adamının Romanı Gündüz, Osman. (2004). “1960 sonrası Türk Romanı”, Ahmet Hamdi Tanpınar. İstanbul: Dergâh Yayın- Yeni Türk Edebiyatı El Kitabı 1839-2000. (Editör: ları. Ramazan Korkmaz), Ankara: Grafiker Yayınları. Okur, Enver. (2002). “Çok Partili Demokrasi Dönemi İlhan, Attilâ. (1951). “Garipler Sokağından Geçtim”, Türk Romanı”, Hece Türk Romanı Özel Sayısı. 65- Kaynak. 42. 66-67. Kalpakçıoğlu, Fethi Naci. (1960). “1959’da Romancılı- ğımız”, Dost. Kırzıoğlu, Banıçiçek. (1994). “Samiha Ayverdi Hayatı ve Eserleri”, C. 2, Basılmamış Doktora Tezi, Atatürk Üniv. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum. Mutluay, Rauf. (1970). “1970’de Roman ve Hikâyemiz”, 1971 Varlık Yıllığı. İstanbul: Varlık Yayınları. Okay, Cüneyd. (2001). “Halikarnas Balıkçısı’nın Bilin- meyen Yılları 1921-1928”, Mavi Sürgüne Doğru. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. Oktay, Ahmet. (1993). “Oktay Akbal”, Cumhuriyet Dö- nemi Edebiyatı 1923-1950. Ankara: Kültür Bakan- lığı Yayınları. Tanpınar, Ahmet Hamdi. (1977). “Bizde Roman I-II”, Edebiyat Üzerine Makaleler. 2. Baskı, İstanbul: Dergâh Yayınları. Tümer, Cem Şems. (2000). Mehmet Seyda (Çeliker) Hayat-Eser. Ankara: MEB Yayınları. ÇAĞDAŞ TÜRK ROMANI 4 Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra;  Postmodern kavramının siyasal, ekonomik, kültürel ve edebî anlamlarını tar- tışabilecek,  Postmodern romanın Türkiye’deki gelişimini tarihsel olarak değerlendirebilecek,  Postmodern romanın belli başlı yapısal özelliklerini ayırt edebilecek,  Postmodern romanla modern roman arasındaki temel farkları değerlendirebilecek bilgi ve becerilere sahip olacaksınız.

Anahtar Kavramlar • Postmodernizm • Üst Kurmaca • Postmodern Edebiyat • Metinler Arasılık • Postmodern Roman • Çoklu Bakış Açısı

İçindekiler

• POSTMODERN ROMANIN KÜLTÜREL SIYASAL VE SOSYAL ARKA PLANI Çağdaş Türk Romanı Postmodern Roman • MODERN ROMAN VE POSTMODERN ROMAN Postmodern Roman

POSTMODERN ROMANIN KÜLTÜREL, SİYASAL VE SOSYAL ARKA PLANI Postmodernizm veya postmodern, tarihsel olarak yirminci yüzyılın son çeyre- Postmodernizmin bir dönemin adı mı, bir düşünce sistemi ğinden itibaren gelişen siyasal ve ekonomik küreselleşmeyi; bireysel ve toplumsal mi, modernizmin içinde eşitlenmeleri ve bağıntısızlaşmaları; olgudan görüntüye geçişi; kültürlerin iç içe bir bakış açısı mı, sadece eleştirel bir duruş mu, ya da geçişlerini; ideolojilerin dağılmasıyla ortaya çıkan tercihsizliği; gerçekle hayalin siyasaldan sanatsala kadar birbirine geçişi gibi birçok durumu ve tutumu anlatmak için de kullanılmaktadır. bütün alanların yeni bir üslubu mu olduğu konusundaki Bütün bu kullanımların postmodernle ilintili olduğu söylenilebilir. Akılcı ve ay- tartışmalar devam etmektedir. dınlatmacı felsefelerin ışığında gelişen bilim ve teknolojinin, öncekinden faklı bir şekilde imgesel şartlandırmalarla yayılmaya başlaması; her değerin değerlerden bir değer olduğunun çoğulcu bakış açısını oluşturması; deneysel ve olgusal ger- çekliğin, bütüncül bir gerçekliği (varsa) ortaya koyamaması; modernizm karşısın- da yaşanılan inanç kayıpları ile birlikte, geçmişten gelen bütün bilgilere kuşku du- yulması; bunun sosyal zihinde boşluklar oluşturması; boşlukların, karmakarışık görüntülerle dolması gibi gelişmeler, postmodern kelimesinin kullanım alanlarını genişletmiştir. Farklı gelişmelerin kesiştiği noktada görünen şudur: Postmoder- nizm, bilim, teknoloji ve ideolojiler ekseninde toplanan modern değerlere şüphe duymaya başlamış; bu rasyonel, Newtoncu kategorizasyona karşı eleştirel bir tu- tum geliştirmiştir. Kimileri, postmodernizmin geliştirdiği çoğulculuğu, demok- rasi, yerel kültürler kabul ve meşruiyetin ispatı yolunda önemli bir aşama ya da sapma olarak görürken; kimileri de, postmodernizmin, millî ekonomileri, dilleri, millî kültürleri yok eden küresel kapitalizmin yeni üslubu olarak görmektedir. Amacımız, felsefeden ekonomiye, sosyolojiden teolojiye, siyasetten poetikaya ka- dar her bilim alanında analitiği zorlayan postmodernizmi anlatmak olmadığı için, biz kavramın Türk romanıyla buluşmasına değinmeye çalışacağız. Romanla tanışmamızdan 1980’li yıllara kadar, hem romancı hem okur için, ro- manda ne anlatıldığı; nasıl anlatıldığından önemli olmuştur ve aslında modern ro- manın kendi geleneği içinde de konudan biçime doğru bir gelişme gösterdiğini söy- leyebiliriz. Romana, romantizm ve realizm sularında dalan romancılarımız, elbette roman teknikleri üzerinde düşünmüşler hatta daha sonraki yıllarda batıdan gelen yeni anlatım tekniklerini kullanmışlardır. Fakat bu teknikler ve yaslanılan bakış açı- ları, her zaman “bir şey anlatmak” merkezlidir. İdeolojik problemi olan romanlar da (sosyal problemleri ele alan, düşüncelere, ülkülere, öneri ve eleştirilere dayanan); psikolojik problemli olan romanlar da (insanın iç dünyasına, kişiler arası ilişkile- 82 Çağdaş Türk Romanı

rin çatışmasına dayanan) tematik yapılarıyla tartışılagelirler. 1980’li yıllara kadar romanlarımız üzerine yapılan çalışmalara bakıldığında, Doğu-Batı probleminin, eski ile yeninin, ulusal ile evrenselin, köy ile köylünün, aydın ile halkın, tarih ile şimdinin, ideal ile materyalizmin nasıl işlendiği üzerinde durulduğu görülür. Hatta bilinç akışı ve geriye dönüş tekniklerini uygulayan Tanpınar ve sonraki yıllarda üst kurmaca olarak adlandırılan yeni kurgusuyla postmodern kurguya yol veren Oğuz Atay bile, romanlarındaki aydın insanlar çevresinde değerlendirilirler. Toplumcu gerçekçi veya millî romantik dünya görüşlerine yaslanan eleştirmenlerin başka tür- lü bakmasını beklemek de tarihsel sürecin şartlarını hesaba katmamak olur. Denilebilir ki Türk romanı üzerinde tamamen biçime yönelik tartışmalar Or- han Pamuk’un romanlarının yayımlanmaya başlamasıyla kendini gösterir. Post- modernist romanın “üst kurmaca”sı, “metinler arasılık”ı bağlamında Oğuz Atay’a, hatta geleneksel fantastik hikâyemize uzanmak gibi çalışmalar da bu tarihten sonradır. Bunun böyle olması da doğal bir gelişmedir. Çünkü örneğin; Orhan Pamuk’un Kara Kitap’ı, Beyaz Kale’si, Benim Adım Kırmızı’sı; Bilge Karasu’nun Gece’si; Hasan Ali Toptaş’ın Bir Hüzünlü Haz’ı yayımlanmış ve bu romanların “ne anlatmak” istediği konusunda kafalar karışmıştır. Anlaşılır ki bu romanlar çok şey anlatıyorlar ama ne yazar, ne anlatıcı ne de roman kişileri, özellikle “bir şey” anlat- manın veya önermenin hatta eleştirmenin peşinde değiller. Romanlarda dikkati çeken en önemli özelliğin, anlatılan her şeyin estetik bir bütünlük için kullanılan malzemeler olduğunun fark edilmesi, biçim üzerinde durmayı zorunlu kılar. Ve sanki artık küresel simülasyonun oluşturduğu imajlarla hayatını sürdüren okur da çoğalmıştır ve romanın “bir şey” anlatmasını değil, her şeyden söz etmesini ve hoşça vakit geçirmesini istemektedir. Bilim, teknoloji ve ideolojiler ekseninde toplanan modern değerlere şüphe duymaya başlayan posmodernizm bu rasyo- nel, Newtoncu kategorizasyona karşı koyacak bir merkez kuvveti olmadığı için değerleri eşitleme yoluna gider. Tarih ile tarih dışı, mekânla mekân dışı, dinsel ile dindışı, olgu ile tasavvur, ahlak ile ahlaksızlık kısaca her şey, her değer, birbirine karşı üstünlüğünü veya alçaklığını kaybeder ve eşitlenir. Modern ahkâma kar- şı inanç kaybı noktasında bu nötrleştirme ve eşitleme, insanı konumsuzlaştır ve kimliksizleştir. Sözünü ettiğimiz okur, bu geniş tabanlı sosyal durumun okurudur.

Postmodern, postmodernizm kavramlarıyla ilişkili kullanımlar nelerdir? 1 Postmodern roman eleştirisi genel olarak, üst kurmaca, metinler arasılık, ço- Postmodern roman eleştirisi ğulcu bakış açısı gibi bileşenler üzerinde durarak metinsel yapıyı incelemektedir. genel olarak, üst kurmaca, metinler arasılık, çoğulcu Fakat Yıldız Ecevit’e göre sürekli aynı ögelerin büyüteç altına alınması, bir yinele- bakış açısı gibi bileşenler menin göstergesidir. Geleneksel anlatı metinlerinin hep içerik ve kişiler üzerinde üzerinde durarak metinsel yapıyı incelemektedir. durması yetersiz ise; içeriğin birey insanın ortadan kalktığı yirminci yüzyıl avan- gardist anlatı edebiyatı üzerinde çalışan eleştirmenin de her metinde üstkurmaca ve çoğulculuğun izini sürmesi de yetersizdir (Ecevit, 2001: 10). Toplumcu gerçekçi veya idealist eleştirinin, hatta geleneksel estetik eleştirinin, anlamakta veya haz- metmekte zorluklar yaşadığı açıktır. Tarihsel, ideolojik, didaktik bütün nedensel- liklerini kaybeden postmodern metin ve bu metinlerin eleştirisi karşısında yaşanan bu şaşkınlık ve hazımsızlık da doğaldır. Elbette bu eleştiriler “nasıl anlatıldığı” üze- rinde de durmuşlardı daha önce. Ama onlar için, anlatma biçimi, ancak anlatılan şeyin daha iyi anlatılması içindi. Fakat postmodernin de bir gerçeklik anlayışının olduğu söylenmektedir. Örneğin; biyografik, sosyolojik, hatta psikanalitik neden- 4. Ünite - Postmodern Roman 83 selliklerin yerini, kurmacanın kendisi almıştır; kurmacanın kendisi bir “neden”dir. Postmodern romanın temel özelliklerinin üst kurmaca, Newton fiziğinin duyusal gerçekliğinin tahtı, quantum fiziğinin göreceliğiyle sal- metinler arasılık, çoğulcu landığından beri, aslında yeni bir gerçeklik anlayışı da doğmaya başlamıştır. De- bakış olduğu noktasında rida, Foucault, Barthes, Lévi-strauss, Lyotard ve Baudriallard’in, dogmaları, ide- tartışma yok gibidir. olojileri ve modernizmin getirdiği bütün normları sarsması, bütüncül olmayan, karşıtlık ilişkisi üzerine kurulmayan bu yeni gerçekliğin anlatılması çabasıdır. Postmodern romanların tarihe yöneldiği, kurguda, entrika ve gizemi öne çı- kardığı da bilinmektedir. Üst kurmaca çok genel anlamıyla romandaki evrenin, kurmaca olduğunun, metinsel bir gerçeklik olduğunun açıkça vurgulanmasıdır. Bu kurgu düzeneği üç şekilde olabilmektedir (Sazyek, 2002: 494-497): 1. “Metnin kuruluşunu, yazılış sürecini olgu içine konumlandırma, ayrıca di- ğer kurmaca metinleri kısmi olarak yerleştirme” 2. Nesnel gerçeklik ile kurmaca ilişkisini/ çelişkisini belirginleştirme” 3. Modern romanda kimliği örtükleştirilen anlatıcıyı, etkin bir figür olarak belirginleştirme” Metinler arasılık, bütünüyle postmodern romanın getirdiği bir teknik değildir. Özde “iktibas” geleneğine dayandırabileceğimiz bu metin dışılığın, hem bilimsel hem de edebiyat metinlerinde yapılageldiği bilinmektedir. Divan şiirinde telmih edilen veya alıntılanan ayet ve hadislerden, kendini sorumlu aydın olarak gören romancıların bilimsel metinlerden yaptıkları alıntılara kadar çeşitli örneklerini gö- receğimiz metinler arasılık, postmodern romanda çok farklı amaçlar ve biçimler- de yapılmaktadır. Postmodernistin alıntı ve göndermelerinin temel amacı, oyunu çok boyutlu ve ilginç kılmak içindir. Bilgi ve değerlerin gelenekselmiş bütünlüğü- nü bozma amacı güdüldüğünü de söyleyebiliriz. Üst kurmacanın bir alt kategorisi olarak değerlendirilen metinler arasılık, üç yöntemle uygulanabilmektedir: “Pastiş, gülünç dönüştürüm ve parodi. Özde taklit ve kopya sayabileceğimiz pastiş yöntemi, Jameson’a göre, modernizmde yabancılaşan bireyin, postmodernizmde parçalanan özneye dönüşmesidir. Buna bağlı olarak kişisel üslup yitmiştir. Bu yüzden geçmi- şin bütün üslupları, postmodern metnin üslubu olabilirler. ‘Gülünç dönüştürüm’de kendisinden önce yazılmış bir kurmaca metinle kurulan bağ mizahi bir nitelik ta- şır. Yazar örneksediği metnin biçim ve figüratif özelliklerini, kurgu ve tekniklerini alaya almak ya da okuyucuyu eğlendirmek amacıyla deforme eder. Parodi, bir kur- maca metnin başka bir kumaca metnin içeriğini örneksemesidir. Yazar kendinden önceki metni ana konu bağlamında dönüştürerek kendi eserine uygulayabileceği gibi; örneksenen metnin içerik parçalarını da kendi eserine uygulayabilir (Sazyek, 2002: 502). Postmodern romanın önemli özelliklerinden biri de entrika ve gize- mi öne çıkarmasıdır. Polisiye roman denilen modern popüler romanlarla fantastik ögeleri, postmodern popüler kültür ortamında yeniden üretmek gibi görünen bu yeniliğin, karma bir zevke hitap ettiğini söylemek mümkündür. Avam ile elit ara- sındaki sınırın, medyaların oluşturduğu imgelerle yakınlaşmış olması; bu karma durumu besleyen en önemli etkendir. Polisiye durum genel olarak postmodern romanda “üst kurmaca bir düzlemde belirlenir; Bir Cinayet Romanı, Tehlikeli Ma- sallar, Benim Adım Kırmızı gibi romanlar, yazma edimini, estetik meseleleri so- runsal edinerek aksiyonel ve figüratif durumları bunun çevresinde oluşturur (Saz- yek, 2002: 506). Estetik problematiğin polisiye ile birlikte kurulması çelişki gibi görünse de postmodernizmin çoğulculuğu içinde bu, seçkinle avamı birleştiren ya da seçkinin içindeki avamı ortaya çıkaran bir yeniliktir. Postmodernizmin tarihe yönelmesini, edebiyatın tarihsiz yapamazlığına bağlayabiliriz. Modern roman da olgusalın ve ideolojik olanın temeli olan tarihe yönelmiştir. Fakat postmodernin 84 Çağdaş Türk Romanı

tarihe yönelme amacı ve tarihî işlemedeki mantığı oldukça farklıdır. Örneğin; Na- mık Kemal’in Cezmi’sindeki, Kemal Tahir’in Devlet Ana’sındaki, Tarık Buğra’nın Osmancık’ındaki tarih, Orhan Pamuk’un Beyaz Kale’sindeki tarihten oldukça fark- lıdır. Öncekilerdeki aydınlatmacı tutumdan, siyasal bakış açısından uzaklaşmıştır Beyaz Kale. Öncelikle, postmodern roman, bakışını, tarihin dönem noktalarından, kahramanlarından, daha alt sevideki kişilere ve olaylara kaydırır. Bu tutumun al- tında yatan temel etken, tarihî bir ders verici öge olmaktan çıkarma düşüncesidir. En azından, postmoderniste göre, kimliği ve kültürü etkileyen, idealleştirilmiş kişi veya olaylar değil, hayatın kendisidir. Bütün modern verilerin doğruluğunu sars- mak isteyen postmodernizm, tarihî bilgilerin doğruluğunu da karıştırmak ister. Artık postmodern romanın “tarihî figürleri sıradan askerler (Puslu Kıtalar Atla- sı), küçük buluşlar peşinde koşan mucitler (Kitabü’l Hiyel), ev kadınları, çocuklar, nakkaşlar (Benim Adım Kırmızı), Fetih sırasında top dökümüyle uğraşan frenk mühendisler (Kara Büyülü Uyku) gibi sıradan insanlardır.” (Sazyek, 2002: 507).

Postmodern romanın temel özellikleri nelerdir? 2 Türk romanında Postmodern yöntemler ve eğilimler açısından incelenebile- cek bazı romanlar şunlardır: Oğuz Atay, Tehlikeli Oyunlar; Pınar Kür, Bir Cina- yet Romanı; Orhan Pamuk, Kara Kitap, Benim Adım Kırmızı, Beyaz Kale; Latife Tekin, Sevgili Arsız Ölüm; İhsan Oktay Anar, Puslu Kıtalar Atlası; Süreyya Evren, Postmodern Bir Kız Sevdim; Nedim Gürsel, Boğaskesen, Hasan Ali Toptaş, Bin Hüzünlü Haz; Metin Kaçan, Fındık Sekiz. MODERN ROMAN VE POSTMODERN ROMAN On dokuzuncu yüzyıl boyunca ve yirminci yüzyılın yarısına kadar roman, akılcı ve aydınlatmacı felsefelerin oluşturduğu bir “bilinçlilik” düzlemi üzerinde yürür. İdeolojik, dinsel veya mistik sapaklar olsa da bunların kesiştiği kavşak, tarihsel, ol- gusal ve deneysel bilginin kurduğu “bilinç” kavşağıdır. Romandaki anlatıcıların ve kişilerin bakış açıları, bunların olaylar ve ilişkiler ağı içindeki tavırları, diyalektik, epistemolojik ve ideolojik bir arka plana ve ortama sıkı sıkıya bağlıdır. Romanlar- daki her türlü olay hatta kurgu, bilinç düzleminde var olan bir nedensellik bağı ile bağlıdır. Modern roman, Nurdan Gürbilek’in dediği gibi “hem modernliğin hem de modernliğe yönelik direncin, modernliğe göre yeniden tanımlanmış bir yerlili- ğin inşa edildiği alandır” (Gürbilek, 2004: 176). Modern romanın bu bilgi, bilinç ve gerçekliği, farklı düzeylerde yansır. Modern bilinç, bazen, sosyoekonomik yapılan- manın içinde bir burjuva inşa eder biçimde görünür. Bazen anlatıcı ve kişilerin ey- lem ve konuşmalarında bilgiç ve kesin inançlı olarak görünür. Bazen de varoluşsal bir arka plan olarak hayatı biçimlendirmek ister. Bu süreçteki roman eleştirisi de sözü edilen bilinç düzlemine bağlı bir modern değerler sistematiğinin ürünüdür.

Türk romanında postmodern yöntemler ve eğilimler açısından incelenebilecek romanlar 3 hangileridir?

Modern değerler sistematiğinin en önemli etmeni olan bilimlerden fizik ve psikoloji alanındaki gelişmeler, yazarı, insan ve hayat ilişkisini, bilinçaltında yok- lamaya da yönlendirir. Bilinçaltına uzanan romancı bütünüyle dışsal gerçeklik- ten kopmaz. Sorgulamalar, arayışlar, eleştiriler, umutsuzluklar, isyanlar bilinç-bi- linçaltı arasında bazen yüzeye çıkar bazen derine inerler. Newtoncu gerçekliğin 4. Ünite - Postmodern Roman 85 yönettiği duyulardan, düşüncelerden ve bakış açılarından kuşkuya düşen; son yüzyılın acılarını çok çeken; yürüyen hayatta sordukları sorulara cevaplar bu- lamayan; “öteki”ne egemen olmaktansa kendi varlığının ve duruşunun kaynak- larını problem edinen yazarlar, bilinçaltına yönelirler. Örneğin; Jung, Freud ve Proust’un izinde Tanpınar, mistik birikimi ve rüyayı da işin içine katarak, gerçek ile gerçeküstü arasındaki köprüyü kurmaya çalışarak yeni bir hafıza yapmak ister. Bilinçaltı, Yusuf Atılgan, Oğuz Atay gibi yazarlarda, kimliksizliğin ve kişilik arayı- şının kentle ilişkilerini işaret etmeye yarar. Fakat bazı roman kişileri de bilinçaltı labirentlerinin simgesel uyaranlarla dolu yollarında, kişisel ve toplumsal varlığın bağlantılarını yoklama gibi bir ameliye ile meşgul olamayacak kadar bilinçten uzaklaşır ve koyu bir umutsuzluğa kapılırlar. Bilinçaltı, insanın derin ve örtülü gerçekliğinin nedensellik kaynağı olarak; bilinç akışı ise bilinçaltı labirentlerinin simgesel uyaranlarla dolu yollarında ki- şisel ve toplumsal varlığın bağlantılarını öyküleştirme tekniği olarak yaşamaya devam etmektedir. Başka bir deyişle hâlâ romanımız önemli ölçüde bilinçle ve bilinçaltıyla ampirik dünyaya bir şekilde bağlıdır. Fakat aynı zamanda yirminci yüzyılın daha ilk yarısından itibaren akılcı ve aydınlatmacı felsefelerin besleme- siyle büyüyen gerçeklikten kuşku duyulmaya başlanır. Deneysel ve olgusal ger- çeklik, bütünlüğü ve kesinliği olan bir gerçekliği ortaya koyamamıştır. Bilginin ve yargıların göreceliği ile oluşan şey, inanç kaybı ve çoğulcu bakış açısıdır. İnanç kaybı romandaki nedensellik kaynaklarını altüst eder. Romanlar (ve diğer anlatı türleri), “kendine yeterli bir dünya olan metin”lere dönüşürler. Olgusal, deneysel ve tarihsel nedenselliklerinin yerini gerçeküstü uyaranlar ve rastlantısallık almaya başlar. Anlatılar, Eco’nun dediği gibi “imgeler ormanına” dönerler. Romandan anlatıya geçiş aynı zamanda kahramandan bireye, bireyden metin- sel varlıklara geçiştir. Başka bir deyişle kişileri, olayları ve bilgileri ile bu anlatılar, postmodernizmin simülatik çocuklarıdırlar. Postmodernizm, rasyonel modernist sistematiğe karşı koyacak bir merkez kuvvet bulamadığı için, değerleri eşitleme yo- luna gider. Fakat bu eşitleme, göreceli gerçeklik kuramını da aşarak, “gerçeksizlik” krizine ulaşır. Tarih ile tarih dışı, mekânla mekân dışı, dinsel ile din dışı, olgu ile tasavvur, ahlak ile ahlaksızlık kısaca her şey, her değer birbirine karşı üstünlüğü- nü veya alçaklığını kaybederek eşitlenir. Göreceli gerçekliğin ilkelerinden biri olan çoklu bakış, bağlantısız bakışa sıçrar. Bu sıçramalar arasında anlatı kişileri de reel konumlarını, toplumsal gerçekliklerini ve bireysel kimliklerini kaybederler. Nur- dan Gürbilek, Türk öyküsünü “anlatamama” bağlamında çözümlerken, “yapıt”ın yerine “metin” kavramanın geçmesiyle yazılanın yazarın niyetinden ya da yaşa- mından ayrıldığını, başlı başına bir dil, bir doku olduğunu söyler. Metin, “bir mer- kezi olmadığı gibi, bir dışı da olmayan, hiçbir “dış” müdahaleye de izin vermeyen bir göstergeler ağı, bir alıntılar dokusu”dur. Eleştiri için, “metnin içiyle dışı arasın- daki gerilim, sahicilik arayışı” anlamsız hâle gelmiştir (Gürbilek 2004: 197). Bilinç düzleminde eleştirileri, önermeleri, tercihleri olmayan ya da bu önerme ve tercihleri hem taşıyan hem de onları geçersiz kılan romanlar ya da anlatılar var- dır artık. Bilinçaltı uyaranları ile sorgulamalara, anlam arayışlarına yönelmeyen ya da yönelen ama her yönün çıkışını boşluğa düşüren; iç merkezi ve dış çevreyi ala bildiğine genişleten ve dağıtan; metinden başka hiçbir şeyle bağı kalmayan, hiç birşeye ve kimseye sorumluluk duymayan anlatılar vardır. Bu anlatılar, doğ- rusal zamanın bir yerinde ilerlemezler; sanki dairesel zaman ve mekân ve olaylar bu anlatıların üzerine boca edilmiştir. Olgusal, mistik ve simulatik bütün bilgiler; yaşanan zaman, tarih, mitoloji ve hayal iç içe girer. Âdeta romanların kurgularını, 86 Çağdaş Türk Romanı

bütün zaman ve mekânlarda dolanan, yörüngesinden fırlamış gizemli bir zihin kurmaktadır. Gizem, postmodern romanların en önemli ögelerinden biridir. Gi- zem, akıl gerçekliğinin ruhsal gerçeklikle buluşup sarılması ve bütünlüğü işaret etmesi bakımından, önemli bir geleneksel ve bilinçaltısal izdir denilebilir. Fakat bu metinlerdeki imgesel dil, bir bütünlüğü işaret etmez; hatta insanı, kendi içinde sürekli parçalayarak görünemez ve bilinemez hâle getirir. POSTMODERN ROMANLAR ÜZERİNE Orhan Pamuk: Kara Kitap Orhan Pamuk’un Kara Kitap’ı 1990’da yayımlanır. Modern roman ile postmodern arasında sayılan romanı, hem modern hem de postmodern açılardan değerlendi- ren eleştirmenler olmuştur. Modern açılardan bakanlar, sözü estetik ve ideolojik yozlaşmaya yontarken; postmodern açılardan bakanlar, kitaptaki çoğulcu yapı, üst kurmaca, simgesel boyut gibi özellikler üzerinde dururlar. Kara Kitap üzeri- ne yazılan irili ufaklı yazıların ve incelemelerin sayısı yüzlerle ifade edilmektedir. Öyle ki belki ilk defa bir kitap üzerine yazılanları toplayan bir kitabın yayımlan- masına sebep olmuştur (Esen, 1992). Entelektüel boyutu öne çıkan, gizemli ve entrik yapısı, popüler romanlardaki sıradanlığı aşan, sentaksı, ortalama okur için problem olan bir romanın yüz binlerce satması ve birkaç yıl nerdeyse gündemde kalan tek kitap olması, çok şaşırtıcı bulunur. Kara Kitap’ı, artık alınıp satılanı be- lirleyen, zevkleri ve modaları yönlendiren, her şeyi, izleyenlerin kafalarında simu- latik olarak var kılan medya kanallarının edebiyattan popüler gündeme taşıdığı söylenegeldi. Bu eleştirilerin, kitabın tirajı konusunda doğruluğu tartışılmayabilir. Ama edebî eleştirinin, sadece bu havadan etkilendiğini söylemek, biraz zor gibi görünüyor. Kitap üzerine yapılan eleştiriler, daha çok romanın çoğulcu yapısının farklı okumaları mümkün kılmasıyla ilgili olmalıdır. Romanın mutlaka bir değeri işlemesi gerektiği şeklindeki alışkanlık, yazarın bu değeri çok dağıtarak görünmez kıldığını düşünerek, tarihten, romanın olay zamanına kadarki simgelere yüklenir- ler; tebdil-i kıyafetler, hazineler, mevsimler, şifreli yazılar, yüz okumaları içinde Kara Kitap’ın bir olay örgüsü bu değeri ararlar. Romanın toplumsal gerçekliklerin sanatsal formu olduğunu dü- var mıdır? Romanın başından sonuna kadar değişmeyen şünenler, romanın hiçbir düşünceyi, hiçbir duyguyu işlemediği sonucuna varır- baş kişileri olduğuna göre, lar. Bu yüzden de roman, toplumsal örgüsünü ve nedenselliğini kaybeden, çeşitli bu kişiler, ana düğüm olan “arayış” etrafında birleştiğine yapıların montajından oluşan “uyduruk” bir kitap olmuştur. Romana, getirdiği göre bir çerçeve olay var yenilikler açısından bakanlar, Orhan Pamuk’un, çağdaş roman teknikleri içinde demektir. kendine yeni yollar aradığını ve bulduğunu tespit ederler. Galip, çocukluk aşkı, arkadaşı, amcasının kızı, sevgilisi ve kayıp karısı Rüya’yı karlı bir kış günü İstanbul’da aramaya başlar. Okur, bu gizemli âlemin işaretleriyle dolu İstanbul’da Galip’in araştırmalarını ve karşılaştığı kişileri izlerken bir yandan da bu araştırmaları değişik işaretler ve tuhaf hikâyelerle tamamlayan köşe yazarı Celâl’in satırlarıyla karşılaşır. Bu araştırma Galip’i hem Rüya’ya hem de sanki ha- yatın içine gömülen kayıp esrara doğru çekecektir. Bu gizemli dünyanın kapıları- nı aralayacak olan sembollerin dilidir. Ramazan Korkmaz, Kara Kitap’ı, modern zihniyet ve teknolojinin kötücül faturası gibi görülen insani kültürün kalıplaştı- rılarak tekleştirilmesine karşı, estetik bir tepkinin ürünü olarak değerlendir. Ona göre, insanın kendini arama bulma çabasını, derin bir varlık etiği olarak irdeleyen yazar, ayrıca çevre-insan, çevre-dünya sorunsalına da gönderme yaparak, insanı, evrensel bir bütünlük içinde kavramaya çalışmıştır. Bu bütünlükle ilgili düşünce kompozisyonu, bölümlerin başına konulan epigramların toplam değerinden ya- 4. Ünite - Postmodern Roman 87 pılabilecek çıkarsamalarla görünür kılınabilir. Korkmaz, bunun elde edilebilmesi içinse, kurgunun üzerine oturduğu simgesel değerlerin çözümlenmesi gerektiğini söyler. (Korkmaz, 2000: 311-317). Bu yaklaşıma göre, Kara Kitap, kültürel, tarih- sel boyutları olan bir gizli kodlar dizgesidir. Öncelikle Celâl, kendini arama yolun- da, romandaki bir simge unsurudur. İnsanı, kendine yabancılaştıran modernizme karşı, Celâl ve Galip estetik ve gizemli bir anlam peşinde gitmesi muhtemel olan insanoğlunun simgesidir. Korkmaz’ın çözümlemeye çalıştığı simgesel değerlerden biri de evden apartmana geçiştir. Galip’lerin oturduğu apartmanın adı şehr-i kalp- tir. Fakat bu apartman, karanlık ve boşluk vehmi ile insanın üzerine yüklenen dar, kaotik ve labirent bir mekândır. Galip’in karanlık yüzlü kimliksiz kalabalık içinde döndüğü yer, şehr-i kalp içindeki evdir. Korkmaz’a göre, “ev” kelimesinin kullanı- mı, insanın ruhunun barınaklarına dönmesini imlemektedir. Bachelard’ın mekân poetikasına atıfta bulunan eleştirmen, insanın evinde oturmasını, kendinde otur- masıyla ilişkilendirir. Galip’in peşinde olduğu Rüya, modernizmin yok ettiği me- tafiziğin ve fenomenlerin diğer yüzlerinin simgesidir. Korkmaz’a göre, Galip, hem eşi Rüya’yı hem de bu metaforik yakınlığı kullanarak bireysel ve toplumsal bazda- ki rüyaları arar, onları bulmayı, çözümlemeyi, anlamayı ister. Ramazan Korkmaz, romanın entrik kurgusunun, bütünüyle ‘kendisi olma’ sorunsalı üzerine oturdu- ğunu söyler (Kormaz, 2000: 314). Fakat bu çok iyimser/ iyi niyetli bir çıkarsa- madır. Galip’in ve Celâl’in hem kendilerini hem Türk insanını aradıklarına işaret eden bir çok simgenin olduğu doğrudur. Romanın asıl kişilerinin ismindeki sem- bolizasyon da, Korkmaz’ın simgesel yorumunu haklı kılar. Orhan Pamuk ve Yeni Hayat üzerine bir çalışma yapan Mehmet Tekin de yazarın romanlarındaki isim sembolizasyonuna dikkat çeker (Tekin, 1997: 28) Fakat romandaki bütün simge- sel dünya düşünüldüğünde her türlü sosyal değişimin, tarihsel bilginin, rüyanın, hafıza ve tahayyülün bu dünya içinde yer aldığı görülür. Romanda Mevlana ve Şeyh Galip göndermelerini, tasavvufî bir telkin olarak almanın imkânı olmadığı gibi; yazarın “öze dönüş” gibi bir imasının bulunduğunu düşünmek de oldukça zordur. Yazar, güzel bir metin kurarak (oyun), modernizmin ampirik ve doğru- sal mantığını kırarken, mistik deneyimden de yararlanmaktadır. Kara Kitap’ta on dokuzuncu yüzyıl yalınkat gerçekliğinden hissederek veya bilinçle veya içgüdüyle kurtulmaya çalıştığını söyleyen (Pamuk, 1990) yazar için, doğunun mistisizmine yönelmek çıkış noktalarından biridir. Berna Moran da Kara Kitap’taki simgesel göndermeleri büyük ölçüde bilinen Galip, Celâl, Şehr-i Kalp adlandırmalarına değinerek; romanın doğu anlatı gelene- ği ile olan bağlarını irdeler. Ona göre Pamuk’un asıl amacı, bu geleneksel tema ve yapıdan yararlanarak çağdaş bir roman yazmaktır (Moran, 1994: 94). Gerçekten de Kara Kitap’ta Bin Bir Gece Masalları’ndan, Mantık’ut Tayr’a, Mesnevi’ye, Hüsn ü Aşk’a uzanan, biçimsel, simgesel ve tematik bir etki vardır. Çerçeve öykünün içine konulan öyküler; simgesel isimler, arayış ve yolculuklar, bu etkileri gösterir. Moran, bütün bu etkileri, yansıtmacı veya idealist bir romancının mesajlarının kültürel kodları gibi değil; kurmaca metnin parçaları olarak okumak gerektiğini söyler. Böyle bir okumada, Mesnevi’den ya da İlahi Komedya’dan alınan parça- lar, kurmacayı kurmaya yaramak açısından birbirine eşittirler. Çerçeve öyküde, Galip’in, Rüya’yı ve Celâl’i ararken aslında kendini araması; çerçeve öykünün içine yerleştirilmiş Şehzade’nin Hikâyesi, Bediî Usta’nın mankenleri gibi öykülerde de insanın kendini kendinden başka yerde bulamayacağı yolundaki problem, aslında gerçekliğin kurgusu değil, kurgunun gerçekliğidir. 88 Çağdaş Türk Romanı

Hasan Ali Toptaş: Bin Hüzünlü Haz Yıldız Ecevit, Türk Romanında Postmodernist Açılımlar (Ecevit, 2001) adlı kita- bında; Oğuz Atay’ın Tehlikeli Oyunlar’ı, Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı’sı, Hasan Ali Toptaş’ın Bin Hüzünlü Haz’ı, Metin Kaçan’ın Fındık Sekiz’i üzerinde durarak, Türk romanındaki Postmodernist açılımları geniş bir şekilde değerlendi- rir. Ecevit, bu çalışmasında romanlarımızdaki postmodern açılımları sistematize etmenin zor olduğunu hatırlatarak iki ana eğilim tespit eder. Birinci eğilim, öncü biçim denemeleri yapan, üst kurmacayı kurgu ilkesi olarak benimseyen bir yanıy- la modernist/seçkinci eğilimdir. İkinci eğilim, polisiyeye, tensel duygulara fazlaca yaslanan popülist/trivial eğilimdir. Yazar, Hasan Ali Toptaş’ın romanlarını, avangar- dist biçim ögeleri ile yapılandırılmış romanlar olarak kabul eder ve bu romanların, çoğulcu estetiğin yüksek edebiyat ucunda yer aldıklarını söyler (Ecevit, 2001: 169). Hasan Ali Toptaş’ın Bin Hüzünlü Haz’ı 1999’da yayımlanır. Toptaş, bu romanı- nın, daha çok kendini, bir anlamda roman sanatını sorguladığını; anlatı tarihin- de gezintilere çıktığını söyler. Bu gezinti, Doğu masallarından, Batı masallarına, çağdaş romanlara, içinde bulunduğu çağın kaosuna, birçok kavrama ve mekâna yapılan bir gezintidir. Toptaş’a göre yazdığı bu roman, olabilirlikleri yoklaya yok- laya belirsizliğin bilgeliğine soyunmuş bir romandır. Zamanlar, mekânlar, nes- neler yığını gibi görünse de hiçbir şey rastgele değildir. Amacı, gerçek dünyayı yansıtmak da değildir bu romanın; kelimelerle yeni bir dünya kurmaktır. Okurun da bunu fark etmesi gerekir belki (Toptaş, 2000). Bu söylenilenler, dış gerçekliği yansıtmanın tersine roman ile dış gerçeklik arasına duvar örer. Belki bu yüzden romanın önemli tek kişisi Alaaddin bile gerçeksi bir kişi değil, bir simgedir. Fakat bu simgenin belli bir gösterilerini yoktur; bu simge “her şeyi” göstermek üzere kurulmuş, değişmesi de her an muhtemel olan bir yüzer gezer bir simgedir. “Ala- addin her şey aslında. Hem hayallerimiz hem geçmişimiz hem geleceğimiz hem de kendimiz. Hatta sevgilimiz Alaaddin. Annemiz, henüz ulaşamadığımız duygu- lar, tadılmamış şeyler... Kocaman bir simge açıkçası. Ulaşmak istediğimiz, aradı- ğımız her şey” diyen yazar, bilinçli olarak kesinliği yıkmakta, kesin olmayan her şeyi Alaaddin’de birleştirmektedir. Bu mekânsız veya çok mekânlı, çevresiz veya bütün çevrelerin içindeki kişinin, bütünlüklü bir yaşamı da yoktur. O, modern şehrin bölük börçük insanıdır. Bu hâliyle şiddetin, simülasyonun, terk ediliş ve kayboluşların eleştirisi gibi görünen roman, bir taraftan da “kahramansız” roman kurmak gibi biçimsel bir arayışın ürünüdür. Yıldız Ecevit’in “kaygan/değişken bir zemin üzerinde yapılanır; geleneksel bağlamda konu/ kahraman/anlam içermez.” (Ecevit, 2001: 176) diye nitelediği Bin Hüzünlü Haz, siyah beyaz zeminlerin, si- yah beyaz anlamların grileştirilmesi ile çoğulcu bir yapı kazanır. Yazarın kesinliği ortadan kaldıran “belki”leri, “gibi”leri; bütün ihtimalleri çağrıştıran, tarihsel diz- Doğu ve Batı anlatılarına gire geyi yuvarlaklaştıran, hafızayı, düşü, gerçeği iç içe geçiren eş zamanlı bir ontoloji çıka oluşturulan metinler arası düzlem, postmodern romanın ve yaşama dairesi oluşturur. Anlatıcı, Alaaddin veya sevgilisi veya romancı, hatta en önemli ilkelerinden biridir. belki okur, bu daire içinde birbirlerine dönüşerek var olurlar aslında. Romanda “O güne dek okuduğum kitapları yazan kişilerin okuduğu kitapların içinde de geziniyordum.” diyen roman anlatıcısı, metinler arası yolculuklara da çıkar. Romanda anlatıcının içinde gezindiği roman, Umberto Eceo’nun ifadesiyle “anlatı ormanları”dır. Ve anlatıcı bu anlatı ormanlarının hem duyanı, hem yaşaya- nı hem yeniden düzenleyenidir. Anlatıcının içinde yaşadığı metin de aslında, diğer anlatıların oluşturduğu bir metindir. Anlatılar, canlı organizmalar gibi birbirini doğurarak var olurlar. 4. Ünite - Postmodern Roman 89

Hasan Ali Toptaş’ın Bin Hüzünlü Haz romanını roman sanatı açısından nasıl değerlendir- mektedir? 4 İhsan Oktay Anar: Puslu Kıtalar Atlası İhsan Oktay Anar’ın Puslu Kıtalar Atlası adlı romanı da tarihsel bilgi ile efsane- nin, modern zihinle mistik zihnin, dinle felsefenin, Nevton fiziği ile kuantum fi- ziğinin, gerçek ile muhayyelin, sözün verili anlamı ile öznel çoğulluğunun iç içe girdiği bir romandır. Puslu Kıtalar Atlası, belirli bir anlamı sürekli kaybettirerek; herhangi bir gerçekliği temsil etmek yerine, istenildiği kadar gerçeklik kurulabile- ceğini göstererek var olan bir “anlatı”dır. Bu tür anlatılar, Jale Parla’nın dediği gibi, okuru ve yazarı yeni bir konumda düşünmeyi gerektirir. Okur ve yazar, dil deni- zinde sözcüklerin anlamlarının dalgalar gibi birbirini izlediği bir devinim içinde yüzerken, metinler, benlikler, kimlikler ve yorumlar da yeni göstergelere dönü- şürler. Bu epistemolojiye göre, belirleyebileceğimiz yazar, okur ve metin yoktur; yalnızca o metin aracılığıyla oluşan söylemler vardır (Parla, 2000: 180). “Ulema, cühela ve ehli dubara; ehli namus, ehli işret ve erbab-ı livata rivayet ve ilan, hikâyet ve beyan etmişlerdir ki kun-ı kâinattan 7070 yıl, İsa Mesih’ten 1681 ve Hicretten dahi 1092 yıl sonra, adına Kostantiniye derler tarrakası meş- hur bir kent vardı.” (Anar, 2008, 13) konumlandırmasıyla başlayan Puslu Kıtalar Atlası, belirli bir tarihsel kesitten ve bu zaman dilimi içindeki mekân ve insandan söz edeceğini işaret eder gibidir. Gerçekten de yan öykücüklerin mekânları de- ğişebilse de çerçeve mekân İstanbul; tarihsel zaman ise on yedinci yüzyılın son çeyreğidir. Puslu Kıtalar Atlası, bu yüzyılın İstanbul’unun denizcilerini, dilenci- lerini, bilginlerini, kumarbazlarını ve istihbarat teşkilatlarını anlatıyor görünse bile modern anlamda bir “tarihî roman” değildir. Modern roman, olgusalın ve ideolojik olanın temeli olan tarihe yönelmiştir. Fakat postmodern romanın tarihe yönelme amacı ve tarihî işlemedeki mantığı oldukça farklıdır. Öncelikle önceki- lerin aydınlatmacı tutumundan, siyasal bakış açılarından uzaklaşmıştır. Bakışını, tarihin dönem noktalarından, kahramanlarından, daha alt seviyedeki kişilere ve olaylara kaydırır. Bu tutumun altında yatan temel etken, tarihî ders verici, aydın- latıcı bir öge olmaktan çıkarma; onu inşa edilmiş daha doğrusu istenildiği biçim- de yeniden inşa edilebilecek bir kurguya dönüştürmektir. Postmoderniste göre, kimliği ve kültürü etkileyen, idealleştirilmiş kişi veya olaylar değil, hayatın ken- disidir. Bütün modern verilerin doğruluğunu sarsmak isteyen postmodernizm, tarihî bilgilerin doğruluğunu da karıştırmak ister. Korkusuz korsan Arap İhsan’la, kendini Efrasiyap’la özdeşleştiren çocuk Alibaz’la, Descartes felsefesini ters çevi- rerek bütün varlığı tanrısal bir düş olarak var eden Uzun İhsan’la, dişçilikten insan anatomisine merak salan Kubelik’le, babasının bir düşü olarak var olan ve bilme- nin imgesi olan Bünyamin’le, sonsuz hızı bularak kıyametten kurtulacağını uman istihbarat başkanı Ebrehe ile, dilenciler kethudası Hınzıryedi ile anlatılan nedir? Ne bir savaş, ne bir kişi, ne de bir tarihsel dönüşüm. Kimi bir tutkunun, kimi bir gizin peşinde ama hepsinin hayatları, süreksiz, kırık, bütünlükten yoksun. Her birinin hayatı o kadar karmaşık o kadar dairesel sonsuz bir zaman içinde dönüyor ki, onların hayatı da anlatı gibi ucu belirsiz bir yoldur sadece. Puslu Kıtalar Atlası’nın bilgisel arka planında mitolojiden, dine, efsanelerden, olguya, felsefeden, keşif ve rüyaya, modern bilimlerden mistik öğretilere kadar bir yığın kaynak var. Uzun İhsan, varlığın ne olduğuna Rendekar’ın (Descartes) tezini tersine çevirerek ulaşmaya çalışır; Kubelik, rastlantı sonucu dişçi olur ve 90 Çağdaş Türk Romanı

insan anatomisini çözmeye uğraşır; Ebrehe, evrendeki boşluğu bulmaya adamıştır kendini. İlk planda “bilme tutkusu”nun romanın temel problematiği olduğu sanı- labilir ya da yazarın aslında “zıtlıkların birliği”ne doğru yola çıktığı düşünülebilir. Fakat romandaki gizli bir düzenleyici, bunun böyle sanılmaması ve düşünülme- mesi için devreye girerek, “her hâlükarda günah yüklü” insanoğlunun bireysel, sosyal ve siyasal zorbalıklarını, iktidar heveslerini ve bu yoldaki plan ve hilele- rini bilinmez zamanlardan beri döke gelir. Bilgiye tutkun olan Ebrehe, meğerse cehennemden kaçmak ve varlığını sonsuz devam ettirmek için bütün bilimlerin peşine düşmüştür. Matematiksel ve fiziksel teorilerle, kanunlarla alınan yol, mo- dern zihniyetin reddettiği kehanetle birleşir. Kehanet, dinden kaynaklanan haberi (Mehdi’nin geleceği) doğrular. Fakat işin ironik tarafı bütün bu aklî, deneysel ve batınî bilgiler, Mehdi diye yakalanan adamın anlattıkları ile gerçekliklerini ye- niden yitirirler. Bütün insanlar, günahın içindedirler. Bünyamin temiz bir insan olarak görünür ama o da romanın sonunda bir karanlığa uyanır ve “görülen ve görülmeyen bütün düşlerin bu karanlığın ta kendisi” (Anar, 2008: 238) olduğu- nu düşünmeye başlar. Anar’ın son kitabı Suskunlar da hemen hemen böyle sona erer. Anlatıcı, Kâhin için şöyle diyerek romanı bitirir: “Gözlerinin ona gösterdiği yegâne şey, o uçsuz bucaksız karanlıktı.” (Anar, 2007: 269). Romanların böyle so- nuçlanmasının anlamı açık: Evren ve insan hakkında hiçbir kesin bilgi yoktur, her bilgi, bir yerde durup bakan zihnin inşasıdır. Mademki böyledir, öyleyse her şeyi yeniden, sınırsızca bağlantısızca yıkıp kurabiliriz. Böylece aslında gerçek dediği- miz şey yalnızca bu yıkıp kurduğumuz şey yani “anlatı”nın kendisi olur.

İhsan Oktay Anar’ın Puslu Kıtalar Atlası adlı romanında roman sanatı açısından hangi öge- 5 ler dikkati çekmektedir? 4. Ünite - Postmodern Roman 91

Özet Postmodern kavramının siyasal, ekonomik, Türk romanında Postmodern yöntemler ve eği- 1 kültürel ve edebî anlamlarını tartışabilmek limler açısından incelenebilecek bazı romanlar Postmodernizm veya postmodern, tarihsel ola- şunlardır: Oguz Atay, Tehlikeli Oyunlar; Ahmet rak yirminci yüzyılın son çeyreğinden itibaren Altan, Tehlikeli Masallar; Pınar Kür, Bir Cina- gelişen siyasal ve ekonomik küreselleşmeyi; bi- yet Romanı; Orhan Pamuk, Kara Kitap, Benim reysel ve toplumsal eşitlenmeleri ve bağıntısız- Adım Kırmızı, Beyaz Kale; Latife Tekin, Sevgili laşmaları; olgudan görüntüye geçişi; kültürlerin Arsız Ölüm; İhsan Oktay Anar, Puslu Kıtalar At- iç içe geçişlerini; ideolojilerin dağılmasıyla orta- lası; Süreyya Evren, Postmodern Bir Kız Sevdim; ya çıkan tercihsizliği; gerçekle hayalin birbirine Nedim Gürsel, Boğaskesen, Hasan Ali Toptaş, geçişi gibi birçok durumu ve tutumu anlatmak Bin Hüzünlü Haz; Metin Kaçan, Fındık Sekiz. için de kullanılmaktadır. Bütün bu kullanımların postmodernle ilintili olduğu söylenilebilir. Akılcı Postmodern romanın belli başlı yapısal ve aydınlatmacı felsefelerin ışığında gelişen bilim 3 özelliklerini ayırt edebilmek ve teknolojinin, öncekinden faklı bir şekilde im- Postmodern romanın arka planı bu düşünsel gesel şartlandırmalarla yayılmaya başlaması; her ve edebî gelişme ve değişmelerdir. Akılcı ve değerin değerlerden bir değer olduğunun çoğul- aydınlatmacı felsefelerin ışığında gelişen bilim cu bakış açısını oluşturması; deneysel ve olgusal ve teknolojinin, öncekinden farklı bir şekilde gerçekliğin, bütüncül bir gerçekliği (varsa) orta- imgesel şartlandırmalarla yayılmaya başlaması; ya koyamaması; modernizm karşısında yaşanı- her değerin değerlerden bir değer olduğunun lan inanç kayıpları ile birlikte, geçmişten gelen çoğulcu bakış açısını oluşturması; deneysel ve bütün bilgilere kuşku duyulması; bunun sosyal olgusal gerçekliğin, bütüncül bir gerçekliği orta- zihinde boşluklar oluşturması; boşlukların, kar- ya koyamaması; geçmişten gelen bütün bilgilere makarışık görüntülerle dolması gibi gelişmeler, kuşku duyulması; boşlukların, karmakarışık gö- postmodern kelimesinin kullanım alanlarını ge- rüntülerle dolması gibi gelişmeler, postmodern nişletmiştir. Farklı gelişmelerin kesiştiği noktada romanın zemini oluşturmuştur. Postmodern görünen şudur: Postmodernizm, bilim, teknoloji romanın bazı yapısal ortaklıkları aranır ve bu ve ideolojiler ekseninde toplanan modern değer- özellikler genel olarak “üst kurmaca”, “metinler lere şüphe duymaya başlamış; bu rasyonel, New- arasılık”, “çoğulcu bakış açısı” olarak belirlenir. toncu kategorizasyona karşı eleştirel bir tutum Üst kurmaca, çok genel anlamıyla romandaki geliştirmiştir. Kimileri, postmodernizmin geliş- evrenin, kurmaca olduğunun, metinsel bir ger- tirdiği çoğulculuğu, demokrasi, yerel kültürler çeklik olduğunun açıkça vurgulanmasıdır. Bu kabul ve meşruiyetin ispatı yolunda önemli bir kurgu düzeneği üç şekilde olabilmektedir: “1. aşama ya da sapma olarak görürken; kimileri Metnin kuruluşunu, yazılış sürecini olgu içine de, postmodernizmin, millî ekonomileri, dille- konumlandırma, ayrıca diğer kurmaca metinle- ri, millî kültürleri yok eden küresel kapitalizmin ri kısmî olarak yerleştirme 2. Nesnel gerçeklik ile yeni üslubu olarak görmektedir. kurmaca ilişkisini/ çelişkisini belirginleştirme 3. Modern romanda kimliği örtükleştirilen anlatı- Postmodern romanın Türkiye’deki gelişimini cıyı, etkin bir figür olarak belirginleştirme”. Me- 2 tarihsel olarak değerlendirebilmek tinler arasılık, postmodern romanda çok farklı Bütün modern verilerin doğruluğunu sarsmak amaçlar ve biçimlerde yapılmaktadır. Postmo- isteyen postmodernizm, tarihî bilgilerin doğru- luğunu da karıştırmak ister. Artık postmodern dernistin alıntı ve göndermelerinin temel amacı, romanın “tarihî figürleri sıradan askerler (Pus- oyunu çok boyutlu ve ilginç kılmak içindir. Üst lu Kıtalar Atlası), küçük buluşlar peşinde koşan kurmacanın bir alt kategorisi olarak değerlendi- mucitler (Kitabü’l Hiyel), ev kadınları, çocuklar, rilen metinlerarasılık, üç yöntemle uygulanabil- nakkaşlar (Benim Adım Kırmızı), Fetih sırasın- mektedir: “Pastiş, gülünç dönüştürüm ve parodi. da top dökümüyle uğraşan frenk mühendisler (Kara Büyülü Uyku) gibi sıradan insanlardır.” 92 Çağdaş Türk Romanı

Postmodern romanla modern roman arasındaki 4 temel farkları değerlendirebilmek Modern roman, hem modernliğin hem de mo- dernliğe yönelik direncin, modernliğe göre ye- niden tanımlanmış bir yerliliğin inşa edildiği alandır. Modern romanın bu bilgi, bilinç ve ger- çekliği, farklı düzeylerde yansır. Modern bilinç, bazen, sosyo-ekonomik yapılanmanın içinde bir burjuva inşa eder biçimde görünür. Bazen anla- tıcı ve kişilerin eylem ve konuşmalarında bilgiç ve kesin inançlı olarak görünür. Bazen de varo- luşsal bir arka plan olarak hayatı biçimlendir- mek ister. Bu süreçteki roman eleştirisi de sözü edilen bilinç düzlemine bağlı bir modern değer- ler sistematiğinin ürünüdür. Postmodern romanın bazı yapısal ortaklıkla- rı aranır ve bu özellikler genel olarak “üst kur- maca”, “metinler arasılık”, “çoğulcu bakış açısı” olarak belirlenir. Üst kurmaca, çok genel anla- mıyla, romandaki evrenin, kurmaca olduğu- nun, metinsel bir gerçeklik olduğunun açıkça vurgulanmasıdır. Bu kurgu düzeneği üç şekilde olabilmektedir: “1. Metnin kuruluşunu, yazılış sürecini olgu içine konumlandırma, ayrıca diğer kurmaca metinleri kısmî olarak yerleştirme 2. Nesnel gerçeklik ile kurmaca ilişkisini/ çelişkisi- ni belirginleştirme 3. Modern romanda kimliği örtükleştirilen anlatıcıyı, etkin bir figür olarak belirginleştirme”. Metinler arasılık, postmodern romanda çok farklı amaçlar ve biçimlerde yapıl- maktadır. 4. Ünite - Postmodern Roman 93

Kendimizi Sınayalım 1. Aşağıdakilerin hangisi postmodern romanın arka 6. Postmodern roman kategorisinde yer alan roman- planını oluşturan gelişmelerden biri değildir? ların tamamı aşağıdakilerden hangisinde birlikte veril- a. Bilinçaltı ve psikanalizin keşfedilmesi miştir? b. Modern epistemolojinin değişmeye başlaması a. Kara Kitap, Fındık Sekiz, Beyaz Kale c. Proust, Kafka gibi avangard yazarların romanla- b. Kar, Huzur, Efrasiyab’ın Hikâyeleri rının ortaya çıkması c. Eskici Dükkanı, Benim Adım Kırmızı, Sevgili d. 19. yüzyılda romanın insanı bütünüyle anlatma Arsız Ölüm iddiasının olması d. Gölgesizler, Puslu Kıtalar Atlası, Fikrimin İnce e. Kültür ve ekonomide küreselleşmenin başlaması Gülü 2. Postmodern romana ilişkin ileri sürülen yargılar- e. Masumiyet Müzesi, Kurtlar Sofrası, Bir Düğün dan hangisi yanlıştır? Gecesi a. Postmodern romanın öncülü modernist romandır. b. Postmodern romanda üst kurmaca yapının te- 7. Aşağıdaki eşleştirmelerden hangisi postmodern mel özelliklerindendir. roman hakkında bilgi veren kaynaklardan biri sayıl- c. Postmodern roman tarihe, bilime ve değişmez maz? geleneklere yeniden dönüştür. a. Ahmet Oktay, Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı d. Postmodern roman özellikle Orhan Pamuk’un b. Jale Parla, Donkişot’tan Günümüze Roman romanlarıyla Türkiye’de tartışılmaya başlanır. c. Yıldız Ecevit, Türk Romanında Postmodern Açı- e. Postmodern romanın bazı özelliklerini Ahmet lımlar Mithat’ın romanlarında da bulmak mümkündür. d. Mehmet Tekin, Yeni Hayat 3. Aşağıdakilerden hangisi 1980-2000 arasında post- e. Orhan Pamuk, Manzaradan Parçalar modern özelikleri olan romanlar yazan yazarlardan biri değildir? 8. Aşağıdaki eşleştirmelerden hangisi Türk romanın- a. Metin Kaçan da postmodern yöntemler ve eğilimler açısından ince- b. Oğuz Atay lenebilecek romanlar arasında yer almaz? b. Hasan Ali Toptaş a. Oguz Atay, Tehlikeli Oyunlar c. İhsan Oktay Anar b. , Tehlikeli Masallar d. Nedim Gürsel c. Pınar Kür, Bir Cinayet Romanı 4. Aşağıda verilen romancı-roman eşleştirmelerinden d. Orhan Pamuk, Kara Kitap hangisi yanlıştır? e. Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur a. Emre Kongar: Hoca Efendinin Sandukası b. Orhan Papuk: Yeni Hayat 9. Türk romanında tamamen biçime yönelik tartış- c. Ahmet Altan: Tehlikeli Masallar malar aşağıdaki yazarlardan hangisinin romanlarının d. Hasan Ali Toptaş: Postmodern Bir Kız Sevdim yayımlanmaya başlamasıyla kendini gösterir? e. Oğuz Atay: Tutunamayanlar a. Tarık Buğra b. Pınar Kür 5. Postmodern romanın yapısal özelliklerini aşağıda- c. Ahmet Hamdi Tanpınar kilerden hangisi daha kapsamlı olarak ifade eder? d. Orhan Pamuk a. Postmodern romanda metinler arasılık oldukça e. Mehmet Tekin önemlidir. b. Postmodern roman fantastik ögeler üzerine ku- 10. rulur. Aşağıdakilerden hangisi postmodern roman eleşti- c. Postmodern romanın yapısal özellikleri üstkur- risiyle ilişkili kavramlardan biri değildir? maca, metinler arasılık ve çoğulcu bakış açısı a. Üst kurmaca olarak sınıflandırılabilir. b. Metinler arasılık d. 1980’den sonra roman bütünüyle postmodern c. Tekil bakış açısı romandır. d. Çoğulcu bakış açısı e. Postmodern roman da anlatıcı yazarla yer de- e. Metinsel yapıyı inceleme ğiştirebilir veya kendini gizleyebilir. 94 Çağdaş Türk Romanı

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı Sıra Sizde Yanıt Anahtarı 1. d Yanıtınız yanlış ise “Postmodern Romanın Kül- Sıra Sizde 1 türel Siyasal ve Sosyal Arka Planı” konusunu Postmodernizm veya postmodern, tarihsel olarak yir- yeniden gözden geçiriniz. minci yüzyılın son çeyreğinden itibaren gelişen siya- 2. c Yanıtınız yanlış ise “Modern Roman ve Post- sal ve ekonomik küreselleşmeyi; bireysel ve toplumsal modern Roman” konusunu yeniden gözden eşitlenmeleri ve bağıntısızlaşmaları; olgudan görün- geçiriniz. tüye geçişi; kültürlerin iç içe geçişlerini; ideolojilerin 3. b Yanıtınız yanlış ise “Posmodern Romanlar dağılmasıyla ortaya çıkan tercihsizliği; gerçekle hayalin Üzerine” konusunu yeniden gözden geçiriniz. birbirine geçişi gibi birçok durumu ve tutumu anlat- 4. d Yanıtınız yanlış ise “Posmodern Romanlar mak için de kullanılmaktadır. Bütün bu kullanımların post modernle ilintili olduğu söylenilebilir. Üzerine” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 5. c Yanıtınız yanlış ise “Posmodern Romanlar Sıra Sizde 2 Üzerine” konusunu yeniden gözden geçiriniz. Postmodern romanın temel özelliklerinin üst kurma- 6. a Yanıtınız yanlış ise “Posmodern Romanlar ca, metinler arasılık, çoğulcu bakış olduğu noktasında Üzerine” konusunu yeniden gözden geçiriniz. tartışma yok gibidir. 7. a Yanıtınız yanlış ise “Posmodern Romanlar Üzerine” konusunu yeniden gözden geçiriniz. Sıra Sizde 3 8. e Yanıtınız yanlış ise “Posmodern Romanlar Oguz Atay, Tehlikeli Oyunlar; Ahmet Altan, Tehlikeli Üzerine” konusunu yeniden gözden geçiriniz. Masallar; Pınar Kür, Bir Cinayet Romanı; Orhan Pa- 9. d Yanıtınız yanlış ise “Posmodern Romanlar muk, Kara Kitap, Benim Adım Kırmızı, Beyaz Kale; Üzerine” konusunu yeniden gözden geçiriniz. Latife Tekin, Sevgili Arsız Ölüm; İhsan Oktay Anar, 10. c Yanıtınız yanlış ise “Posmodern Romanlar Puslu Kıtalar Atlası; Süreyya Evren, Postmodern Bir Üzerine” konusunu yeniden gözden geçiriniz. Kız Sevdim; Nedim Gürsel, Boğaskesen, Hasan Ali Toptaş, Bin Hüzünlü Haz; Metin Kaçan, Fındık Sekiz.

Sıra Sizde 4 Toptaş, bu romanının, daha çok kendini, bir anlamda roman sanatını sorguladığını; anlatı tarihinde gezintile- re çıktığını söyler. Bu gezinti, doğu masallarından, batı masallarına, çağdaş romanlara, içinde bulunduğu çağın kaosuna, birçok kavrama ve mekâna yapılan bir gezinti- dir. Toptaş’a göre yazdığı bu roman, olabilirlikleri yoklaya yoklaya, belirsizliğin bilgeliğine soyunmuş bir romandır. Zamanlar, mekânlar, nesneler yığını gibi görünse de hiç- bir şey rastgele değildir. Amacı, gerçek dünyayı yansıt- mak da değildir bu romanın; kelimelerle yeni bir dünya kurmaktır. Okurun da bunu fark etmesi gerekir belki.

Sıra Sizde 5 İhsan Oktay Anar’ın Puslu Kıtalar Atlası adlı romanı da tarihsel bilgi ile efsanenin, modern zihinle mistik zih- nin, dinle felsefenin, nevton fiziği ile kuantum fiziğinin, gerçek ile muhayyelin, sözün verili anlamı ile öznel ço- ğulluğunun iç içe girdiği bir romandır. Puslu Kıtalar At- lası, belirli bir anlamı sürekli kaybettirerek; herhangi bir gerçekliği temsil etmek yerine, istenildiği kadar gerçeklik kurulabileceğini göstererek var olan bir “anlatı”dır. Puslu Kıtalar Atlası’nın bilgisel arka planında mitolojiden, dine, efsanelerden, olguya, felsefeden, keşf ve rüyaya, modern bilimlerden mistik öğretilere kadar bir yığın kaynak var. 4. Ünite - Postmodern Roman 95

Yararlanılan Kaynaklar Anar, İhsan Oktay. (2007). Suskunlar. İstanbul: İleti- şim Yayınları. Anar, İhsan Oktay. (2008). Puslu Kıtalar Atlası. İstan- bul: İletişim Yayınları. Ecevit, Yıldız. (2001). Türk Romanında Postmoder- nist Açılımlar. İstanbul: İletişim Yayınları. Esen, Nüket. (1992). Kara Kitap Üzerine Yazılar. İs- tanbul: Can Yayınları. Gürbilek, Nurdan. (2004). Kör Ayna Kayıp Şark. İs- tanbul: Metis Yayınları. Korkmaz, Ramazan. (2000). “Kara Kitap’taki Simgesel Dönüş İmgelerinin Postmodernist Açıdan Yoru- mu” Türk Yurdu Türk Romanı Özel Sayısı, XX, 154. Moran, Berna. (1994). Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 3. İstanbul: İletişim Yayınları. Pamuk, Orhan. (1999). Kara Kitap. İstanbul: İletişim Yayınları. Pamuk, Orhan. (1990). Beyaz Kale. İstanbul: İletişim Yayınları. Parla, Jale. (2000). Don Kişot’tan Bugüne Roman. İs- tanbul: İletişim Yayınları. Sazyek, Hakan. (2002). “Türk Romanında Postmoder- nist Yöntemler Yönelimler”, Hece, 65/66/67. Tekin, Mehmet. (1997). Romancı Yönüyle Orhan Pa- muk ve Yeni Hayat. İstanbul: Öz Eğitim Yayınları. Toptaş, Hasan Ali. (1998). Bin Hüzünlü Haz. İstanbul: Adam Yayınları. Toptaş, Hasan Ali. (2000). “Söyleşi”, Cumhuriyet, 8 Şubat. İstanbul. ÇAĞDAŞ TÜRK ROMANI 5 Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra;  12 Mart ve 12 Eylül romanlarının genel karakteristiğini açıklayabilecek,  Dönem romanlarının düşünsel yapısını ayırt edebilecek,  Dönem romancılarının ayırıcı özelliklerini açıklayabilecek,  Belli bir düşünceye odaklı romanların bakış açılarını saptayabilecek bilgi ve becerilere sahip olacaksınız.

Anahtar Kavramlar • 12 Mart Romanları • Çağdaş Türk Romanı • 12 Eylül Romanları • Bir Teze Odaklı Romanlar • Çağına Tanıklık Eden Romanlar

İçindekiler

• BİR DÖNEMİN YARGILANIŞI YA DA 12 Çağına Tanıklık Eden Romanlar MART/12 EYLÜL ROMANLARI Çağdaş Türk Romanı • TOPLUMCU GERÇEKÇİ BAKIŞ YA DA 68 (12 Mart-12 Eylül Romanları) KUŞAĞI • MİLLİYETÇİ/ÜLKÜCÜ BAKIŞ Çağına Tanıklık Eden Romanlar (12 Mart- 12 Eylül Romanları)

BİR DÖNEMİN YARGILANIŞI YA DA 12 MART/12 EYLÜL ROMANLARI 1950’li yıllardan itibaren başlayan çok partili hayat ve buna bağlı olarak gelişen özgürlük ortamı, birtakım ideolojik arayışları, yapılanmaları, gruplanmaları da beraberinde getirir. İhtilal sonrası gerçekleştirilen 1960 Anayasası’nın sağladığı serbestlik ortamının da etkisiyle sağ-sol şeklinde biçimlenen görüş ayrılıkları, başta üniversiteler olmak üzere tüm kamu kurumlarında, sivil toplum örgütle- rinde önce düşünsel planda görüş ayrılıklarına, sonra eyleme dönüşen çatışma- lara neden olur. Türk toplumunun gündemini 1980’li yıllara kadar işgal eden bu çatışmalar ile onar yıl arayla gerçekleştirilen 12 Mart ve 12 Eylül askerî muhtıra- ları/darbeleri ve sonrasında yaşananlar, ister istemez her iki görüşü temsil eden yazarların romanlarına konu edildi. İlk kez Berna Moran’ın ortak bir ad altında topladığı romancılar arasında kendilerine “devrimci”, “solcu”, “68 kuşağı”, “ülkü- cü”, “sağcı” adını veren ve sayıları bir hayli kabarık olan yazarlardan (Gizli Emir, İsa’nın Güncesi), Füruzan (47’liler), Vedat Türkali (Güven I-II ) Sevgi Soysal (Şafak), Samim Kocagöz (Tartışma), Mehmet Eroğlu (Issızlığın Ortasında, Geç Kalmış Bir Ölü), Erdal Öz (Odalarda, Yaralısın, Deniz Gezmiş An- latıyor, Gülünün Solduğu Akşam), Pınar Kür (Yarın Yarın), Ayla Kutlu (Tutsak- lar, Ateş Üstünde Yürümek), Adalet Ağaoğlu (Bir Düğün Gecesi, Ruh Üşümesi), Emine Işınsu (Sancı, Cambaz), Tarık Buğra (Gençliğim Eyvah), Sevinç Çokum (Zor), Çetin Altan (Büyük Gözaltı, Bir Avuç Gökyüzü), Süheyla Acar (Yağmurun Yedi Yüzü), Tezer Özlü Kıral (Çocukluğun Soğuk Geceleri), Erhan Bener (Sisli Yaz), Gürsel Korat (Ay Şarkısı), Timur Ertekin (Şamanın Üç Soygunu), Tahir Abacı (İkinci Adım), Erendiz Atasü (Gençliğin O Yakıcı Mevsimi), Şöhret Baltaş (Koşarken Yavaşlar Gibi) gibi kimileri 12 Mart muhtırası ve sonrasının uygulama- larını işlerken; Samim Kocagöz (Mor Ötesi), Nazlı Eray (Arzu Sapağında İnecek Var, Sis Kelebekleri..), Latife Tekin (Sevgili Arsız Ölüm), Vedat Türkali (Bir Gün Tek Başına, Mavi Karanlık, Yeşilçam Dedikleri Türkiye, Tek Kişilik Ölüm, Kayıp Romanlar) Hasan Öztoprak (Devamı Hayat), Hayri Erdoğdu (Oynatmak: Kala- balık Yalnızlıklar), Selami Gürel (Soluksuz), Reşit Karadağ (Direnmenin Bedeli), Cezmi Ancil (Binbaşının Düğünü), Ayşegül Devecioğlu (Kuş Diline Öykünen) gibi romancılar da 12 Eylül uygulamalarını romana sokarlar. 98 Çağdaş Türk Romanı

12 Mart/12 Eylül Roman ve Romancılarının Genel Karakteristiği Romanlarının konusunu 12 Mart dönemi uygulamalarından alan romancıların büyük bir bölümü, 68 kuşağı olarak ünlenen siyasal gurup arasında bulunmuş, eylemlere katılmış ya da bu kuşağın düşüncelerine romantik bir yakınlık duymuş kişilerdir. Yaşamlarını öyküleştirdikleri roman kişileri, çoğunlukla çevreleriyle uyumsuz, yalnızlık çeken, isyankâr, biraz marjinal kişilerdir. Söylemleri, yerleşik düzene karşı çıkan, sınıf çatışmasını ön plana çıkaran kutupluluk üzerinedir. Ro- mantik, realist ya da doğalcı akıma bağlı olsalar da en büyük hedefleri yaşadıkları/ tanık oldukları dönemin gerçeklerini yansıtmaktır. Çatışmaya bir başka açıdan bakıldığında söz konusu romanlar, eşkıya ve köy romanının farklı bir uzantısı olarak görünürler. Anadolu eşkıyasının yerini bu ro- manlarda mevcut düzene baş kaldıran kent eşkıyası almıştır. Ne var ki bu roman- ların büyük bir bölümü Türk romanına getirdikleri özgün anlatım teknikleriyle derinliğine verilen psikolojik tahlilleriyle ve iç konuşmalara dayalı özeleştirileriy- le başarılı olsalar dahi, politik söylemler ve ideolojik bir tek yanlılık arasında har- canıp giderler. Yine aynı sebepten romanlarının ömürleri, yazıldıkları dönemin/ güncelin sınırlarını aşamaz. Başarısızlıkları da buradan kaynaklanır.

12 Mart ve 12 Eylül uygulamalarını konu alan romanlardaki kahramanların ortak 1 özellikleri nelerdir?

12 Mart romanları, Moran’ın yerinde tespitleriyle yapı bakımından köy roman- larının kent romanlarına uyarlanması olarak kabul edilebilir. Öncekilerde bilinç- lenen köylüler kendilerini sömüren, ekmeklerini ellerinden alan ya da alın terleri- nin karşılığını vermeyen mütegallibeye, ağalara ve yerel parti kodamanlarına karşı mücadele ederken; 70’li yıllardan sonra bu mücadele kente taşınır. Bu kez, çatışan tarafların karşısında kendilerini ezdiğine inandıkları kapitalist güçler, iş çevreleri ve onların destekçileri vardır (Moran, 1994: 16-17). Ancak bu dönemin romanlarının genel karakteristiği olarak olayların yaşandığı yıllar değil, 12 Mart sonrası yansı- tılmıştır. Çünkü vermeye çalıştıkları yaptıkları değil, kendilerine yapılanlardır. Bu yüzden çoğu romanda etken değil edilgendirler. Romanlarda yoğunlukla anlatı- lanlar, tutukevlerinde, karakollarda, sıkıyönetim mahkemelerinde yaşananlarla dış dünyadaki yansımaları bir arada ve çoğu zaman karşılaştırma yapılarak verilir.

Dönem Romanları İçin İki İlginç Model: Şafak ve Yarın Yarın Bu dönem romanlarının karakteristik öyküsü, asli kişinin uzun bir süre gözet- lendikten sonra bir gece ansızın evinin basılması ve gözleri bağlı olarak karakola götürülmesi ile başlar; burada yaşadığı sorgulama, işkence dönemi, kalıcı izler bırakan ruh çöküntüsünün ardından dışarı çıkması ve ikinci yaşamında çoğu kez toplumdan dışlanması ile sona erer. Söz gelişi bu dönemin tipik romanlarından Sevgi Soysal’ın Şafak romanında bir gece içinde meydana gelen tüm olaylar, bir örgüt evinin bir gece aniden basılması ve evde bulunanların tutuklanmaları ile başlar, karakolda sorgulanmaları ve şafak vakti serbest bırakılmaları ile sona erer. Roman kişilerinin tutukluluk öncesi ve sonrasına dair yaşadıklarını, bir çeşit ge- nişletilmiş şimdiki zaman şeklinde formülleştirebileceğimiz anımsamalarıyla geri dönüşlerle ve kendilerini sorguladıkları iç çatışmalarla şimdi’nin birkaç yıl ön- cesine ve sonrasına kadar genişler. Roman kişilerinin serbest bırakılıp evlerine 5. Ünite - Çağına Tanıklık Eden Romanlar (12 Mart-12 Eylül Romanları) 99 dönüşünün anlatıldığı daha çok aydınlığı ve kurtuluşu simgeleyen ‘Şafak’ adlı son bölümde, Adana kentinin işlek bir caddesiyle sembolize edilen Türk toplumunun panoraması verilir. Yazar, kamera tekniğini kullanarak ama daha çok ideolojik bir bakışla ve sınıfsal farklılığın tipik örneklerine odaklanarak köşe başlarında iş bekleyen amelesinden pavyon kapatan kaçakçısına kadar değişik tolum katla- rından insan manzaraları sunar. Sevgi Soysal, 12 Mart romanlarının karakteristik yapısına bağlı kalarak biri kendilerine devrimci adını veren gençlerle onların kar- şısından yer alan egemen güçler arasındaki dış çatışma; öteki kendi aralarında- ki kimliklerini ve eylemlerini sorguladıkları iç çatışma olmak üzere iki ana izlek üzerinde yoğunlaşıyor. Çatışmalarda görev alan kişiler, birey ya da karakter ol- maktan ziyade tip düzeyinde kalırlar ve sembolize ettikleri kimliği iyi bir şekilde canlandırdıkları ölçüde başarılı sayılırlar. Bu yönüyle Şafak, bir ruh çözümlemesi romanından çok, belli bir dönemin olaylarını sergileyen ve artık sosyolojik değer taşıyan bir romandır (Moran, 1994: 18-21). Dönem romanları için model oluşturabilecek ikinci örnek, Pınar Kür’ün Yarın Yarın romanı sayılabilir. Pınar Kür, Türkiye’nin düzenini ve 12 Mart dönemini eleştirdiği iki yıllık bir duruşmadan sonra yayımına izin verilen Yarın Yarın’da çatışmanın bir tarafını oluşturan 68 kuşağının ideolojik söylemleri çevresinde biçimlenmiş ve tüm olumsuzlukları bünyesinde toplayan kurgusal hayatlardan kesitler sunar. Varlıklı bir çevreden gelen ve mutsuz bir evlilik geçirmiş olan bir genç kadınla yine aynı çevreden radikal sol örgütlere katılmış bir gencin 12 Mart Darbesi çevresinde buluşan yaşamlarını öyküleştirir. Başta asli kişiler Selim ile Seyda olmak üzere romanda yer alan kişilerin hemen tamamı sıradışı insanlar- dır. Mensubu oldukları çevre ile uyumsuzdurlar ve yalnızlık içindedirler. Kür, ro- mantik bir yakınlık duyduğu 68 kuşağının ideolojik söylemleriyle çıkar okurun karşısına. Söz gelişi yaşamını sürdürebilmek için bedenini satmak zorunda kalan Aysel, kendisiyle ilişki kuran varlıklı iş adamlarından daha onurlu ve ahlaklı ol- duğu inancındadır. Yoksul ve emeği sömürülen insanlar, şirin ve sevimli gece- kondularında varlıklı semtlerde yaşayanlara göre daha sıcak ilişki içindedirler. Ne var ki ülke sorunlarından bunalan roman kişileri, romanın sonunda, kurtuluşu İsviçre’ye yerleşmekte bulurlar.

Sevgi Soysal’ın Şafak romanının derin yapısı nasıl bir çatışma üzerine kurulmuştur? 2 Şafak’a benzer yapısıyla Erdal Öz’ün Yaralısın romanında kahramanın evi ba- sılır, gözleri bağlı olarak sorgulamaya götürülür. Bundan sonrasını kahramanın sorgulama, tutukluluk döneminde yaşadıklarının anlatılması oluşturur. TOPLUMCU GERÇEKÇİ BAKIŞ YA DA 68 KUŞAĞI Daha çok 47’liler romanı ile ünlenen Füruzan Tekil (d.1935) uzun öykü hüviyetin- deki Güz Mevsimidir (1972) ve Almanya’daki Türk işçileri ile ilgili anılarını roman- laştırdığı Berlin’in Nar Çiçeği (1988) dışında, yazıldığı yıllarda oldukça ilgi gören ro- manı 47’liler’de (1974) devletin resmî politikalarıyla uzlaşamayan aydınların çeşitli yerlere savrulmasını anlatırken, emperyalizme karşı geliştirilen sol ideolojik söy- lemler ön plana geçer. Konusunu 1947 doğumlu asli kişi Emine Semra Kozlu’nun yaşam öyküsünden alan roman, onun kişiliğinde 12 Mart döneminin dışarıya yan- sımayan kapalı dünyasına ayna tutmaktadır. Emine’nin 12 Mart öncesinde öğrenci hareketlerine katılmış olması, tutuklanması ve yaşadığı aşağılanmalar, gördüğü iş- kenceler; tutukluluk öncesi ve sonrasında ailesiyle ve toplumla yaşadığı kopukluk- 100 Çağdaş Türk Romanı

lar, harcanmış bir gençliğin çelişkileri, yanılgılar, başarısızlıkla sonuçlanan devrim hareketi romanın izleksel boyutlarını göstermektedir. Yazar, sosyolojik karakterli bu romanında sadece bir dönemin sosyal ve siyasal olaylarını vermekle kalmamış, aynı zamanda bir kadın olmanın verdiği duyarlıkla Emine’nin kişiliğinden Türkiye’de kadın olmanın sorunlarına ve karşılaşacağı tehlikelere de dikkat çekmiştir. Bir ay- rıntı ustası olan Füruzan’ın kahramanlarının yaşadıklarını verebilmek için yaptığı ruhsal ve fiziksel betimlemeler, romanı başarılı kılan hususlardır. Genç kuşak romancılardan Hasan Öztoprak’ın 12 Eylül sonrası bağlı bulundu- ğu örgüt ile özgür yaşamak arasında tercih yapmak zorunda kalan kahramanının iç çatışmalarını, örgüt baskısını konu alan Devamı Hayat ile Ayşegül Devecioğlu’nun tipik bir 12 Eylül romanı olan Kuş Diline Öykünen romanları da döneme yaklaşım tarzları bakımından incelenmeye değer. Özellikle Devecioğlu’nun otobiyografik karakterli romanı, dönemin sosyal ve siyasal yapısına da tanıklık etmektedir. Asli kişisi Gülay, 12 Eylül öncesinde sol görüşlü örgütler arasında bulunmuş, olaylara karışmış; tutukluluğu sırasında işkence görmüş ve tecavüze uğramış bir kadın. Ne var ki o, yaşadıkları sonucu ruhsal bakımdan ezildiği gibi kendisini ahlakî bakım- dan sorgulayan ve kendisine yüz çeviren toplum baskısına da göğüs germek zorun- da kalmıştır. Devecioğlu, böylesine yalnız ve toplumun dışladığı bir kadın ile yine aynı düşüncenin eylem adamlarından Yavuz’u karşılaştırır. Roman, duygularını ve yalnızlıklarını paylaşan bu iki gencin birlikteliğinde acılar, hayal kırıklıkları ve ihanetlerle dolu geçmişini, şimdiyi ve geleceği sorgular. Geri dönüşlerle yansıtılan geçmişe dair birtakım canlı sahneler ve tablolar, romana, bir bakıma, 12 Eylül dö- nemini aydınlatan belgesel hüviyet kazandırıyor. Romanın sonunda Gülay’ın geçici mutluluğu, sevdiği erkeğin silahlı bir çatışmada vurulmasıyla yeniden karanlığa dö- nüşür. Bundan sonra o, incinen, aşağılanan kadınlık onuru ile yaşamını tek başına sürdürecektir. Devecioğlu’nun Kuş Dilinde Öykünen romanı, toplumun unutmaya eğilimli belleğini uyarması yanında, uğruna mücadele ettiği hareket mensuplarının ihanetlerini de kurmaca dünyanın ölçüleri ve sınırları içinde eleştirmektedir.

Ayşegül Devecioğlu’nun Kuş Diline Öykünen romanında verilmek istenen temel ileti nedir? 3 Adını öykü ile duyuran Süheyla Acar, ilk romanı Yağmur’un Yedi Yüzü ile ro- mancılık yeteneğini kanıtlar. Romanın olay örgüsü, eşinden ve oğlundan ayrı ola- rak Burgazada’da tek başına yaşarken gizemli bir şekilde ölen doktor Yağmur’un başucuna toplanmış, geçmişte yakın ilişki içinde olduğu yedi kişinin ölü ile ilgili anımsamaları çevresinde gelişir. Kişilikleri, yaşam felsefeleri birbirinden tamamen farklı olan bu yedi kişi yedi parçaya bölünmüş bir kişiliği oluştururlar. Roman kişi- leri anımsamalarıyla ve gizli dünyalarının ortaya çıkmasıyla bir bakıma kendileriy- le de yüzleşirler. Okur, parçaları birleştirdiğinde romanın başında çizilen portrenin tam zıddı olan bir kişi ile karşılaşır: Bedenini hoyratça kullanmış, iç dünyasında yalnız, düşleri ile gerçekleştirdikleri arasındaki çelişkileri yaşamış, 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinin siyasal olaylarını da kuşatan son kırk yılın Türkiye gerçekleri içinde yenilmiş, yıkılmış olan bir kuşağın acılarını, 1980 sonrası yükselen yeni de- ğerleri ve bu değerler karşısında tutunamayan eski değerleri bünyesinde toplamış parçalı bir kişiliktir. Acar’ın sinema tekniğinden geniş ölçüde yararlanmış olması ve dili özgün kullanması romanını okunabilir ve ilgi çekici kılan özelliklerdendir. Romanı benzerlerinden ayıran önemli ve ayrıcalıklı kılan özelliklerinden birisi de Acar’ın kişilerini ve ele aldığı dönemi tek yanlı bir şekilde yargılaması ya da yücelt- mesi yerine olaylara ve sembolik kişilerine mesafeli yaklaşmasıdır. 5. Ünite - Çağına Tanıklık Eden Romanlar (12 Mart-12 Eylül Romanları) 101

Bu romanlara Adalet Ağaoğlu’nun 12 Mart uygulamalarını bir fon olarak kullandığı 1970’li yıllarda sağ-sol kutupluluğuna dayalı Türk toplumunun genel karakteristiğini veren Bir Düğün Gecesi romanını; Vedat Türkali’nin 90’lı yılla- rın sol söylemlere göre biçimlenmiş siyasal ortamında aralarında yaş uçurumu olan ve Türkiye’nin gerçeklerine farklı pencerelerden bakan doktor unvanlı kah- ramanının yaşadığı sıra dışı aşkları konu alan, yazarının da kurgusunda rol aldığı otobiyografik karakterli Kayıp Romanlar’ını ve yine 70’li yılların romancısı Oktay Verel’in sömüren-sömürülen kutupluluğunda toplumsal olaylara mizahi bir eleş- tiri getiren Aslan Gibi Eşekler’ini eklemeliyiz. MİLLİYETÇİ/ÜLKÜCÜ BAKIŞ Çatışmanın karşı cephesini oluşturan ve kendilerine “ülkücü” adını veren grupla- rın bakış açısından yaşanan sosyal olayları, siyasal çatışmaları; acılarla, özveriyle dolu bireysel öyküleri geniş bir perspektiften değerlendirip okura sunan roman- cılar da vardır. Öne çıkan adlardan Tarık Buğra Dünyanın En Pis Sokağı ve Genç- liğim Eyvah’da 70’li yılların sağ-sol eksenli siyasal çatışmalarını romana taşırken; Yahya Akengin, otobiyografik karakterli Dönüş Acıları romanında 1970’li yıllarda büyük kente üniversite eğitimi almak için gelen dört taşralı gencin, istemeyerek sürüklendikleri olayları, birer yaprak gibi dökülmelerini ve eğitimlerini tamamla- yamadan köylerine dönüşlerini işler. Bakış açıları aynı olmakla beraber görüşlerini ulusçu söylemlerle destekleyen 70’li 80’li yılların sağ-sol kutupluluğuna dayanan bölünmüşlüğünde “milliyetçi / ülkücü” kesimin sorunlarını, görüşlerini, yaşadıkları acılı yaşamı ve sonrasını dile getiren / romanlaştıran yazarlar arasında Emine Işınsu, Sevinç Çokum, Mustafa Miyasoğlu.. gibi adlardan da söz etmek yerinde olacaktır. Roman yazmaya 1966’da Turizm ve Tanıtma Bakanlığının açtığı yarışma ile başlayan Emine Işınsu Öksüz (d. 1936), son romanı Bukağı’ya kadar yazdığı tüm romanlarında Türk toplumunun son kırk yıl içinde geçirdiği sarsıntıları, yaşadığı buhranları, kitlesel dalgalanmaları, sağ-sol şeklinde biçimlenen kutuplaşmaları, iyice hazmedilmemiş reçetelerle ve siyasal doktrinlerle kendilerine bir yer tutmaya çalışan ve yaşamlarını bunlarla yönlendiren dönemin gençliğini ve sorunlarını, ku- şak çatışmasını, inanç buhranını ve bu buhrandan gönül yüceliğine ulaşmanın yol- larını bir öğretmen yüreğiyle, bir anne duyarlığıyla, içten ve yalın anlatımıyla öy- küleştirdi. İlk romanı Küçük Dünya’da ellili yıllarda Urfa’ya gelin giden üniversite eğitimi görmüş İstanbullu bir kızın mistik özellikler taşıyan bu uzak yurt köşesinde mizaç ve dünya görüşleri bakımından anlaşamadığı kocası ile duygusal yakınlık kurduğu erkek arasında yaşadığı çatışmalarını işleyen Işınsu, Azap Toprakları, Ak Topraklar, Tutsak, Çiçekler Büyür romanlara konularını yetmişli yılların başında Batı Trakya’da yaşayan Türkler’in kimliklerine yönelik baskı ve horlama altında ge- çen yaşamlarını öykülemeye yönelir. Sancı’da yetmiş öncesi sol görüşlü öğrenciler tarafından öldürülen bir gencin yaşam öyküsünü; Atlıkarınca’da yarı aydınların kısır çatışmalarını ve gerçeği sorgulamalarını; 12 Mart öncesi ideolojik kutuplaş- maların bir fon olarak kullanıldığı Cambaz’da Türkiye’deki yozlaşmış sendikacılık faaliyetlerini; Cumhuriyet Türküsü’nde Cumhuriyet’in kuruluşundan başlayarak ilk on yılının sosyal ve siyasal olaylarını, Mustafa Kemal ile muhalifleri arasındaki çatışmaları ve zaferin kazanılmasında dişi ile tırnağıyla mücadele eden Anadolu insanının rolünü; Kaf Dağının Ardında’da sol görüşlü ünlü bir kadın romancının sevdiği erkeğin etkisiyle ruhsal bakımından olgunlaşmasını, iç huzuruna kavuş- masını işlerken; Nisan Yağmuru, Bir Ben Vardır Bende Benden İçeri ve Bukağı gibi 102 Çağdaş Türk Romanı

tasavvufi, mistik karakterli romanlarında okuruna gönül ülkesine giden yolu gös- termeğe çalışır. Emine Işınsu’nun romanları, konu bakımından iki grupta incelenebilir. Alem- dar Yalçın’ın tespitiyle bunlardan ilkini “insan ve insan psikolojisinin inceliklerine yönelen romanları” (Yalçın, 2003: 552). ikinci grubu ise 1980 öncesi ülkemizin geçirdiği sosyal ve siyasal değişim içindeki ideolojik kutuplaşmaların toplumun değişik katları üzerindeki etkilerini işleyen romanlar oluşturur. Sanat yaşamına öykü yazmakla başlayan Sevinç Çokum (d. 1943), daha sonra öykü ve romanı bir arada yürütür. Romanlarında sosyal ve tarihsel konulara yer verir. Konusunu yaşadığı dönemin sosyal ve siyasal olaylarından alan Zor’un ar- dından yazdığı belgesel hüviyetli Ağustos Başağı’nda Millî Mücadele Dönemi’nde cephede ve cephe gerisinde yaşanan olayları; Çırpıntılar’da parçalanmış aileleri ve göç dramını Avustralya’da ayakta kalmaya çalışan bir ailenin serüvenini; konusu- nu yakın tarihten alan Bizim Diyar’da Osmanlı Devleti’nin çöküş yıllarını, kaybe- dilen Rumeli’yi, Balkan ve Rumeli göçlerini ve yaşanan dramları, 27 Mayıs Askerî Darbesi’nin bir fon olarak kullanıldığı Karanlığa Direnen Yıldız ve devamı nite- liğindeki Deli Zamanlar’da aynı apartmanı paylaşan dostların birbirine yaban- cılaşmalarını, çözülen kişilikleri, ihanetleri ve Aypare adlı kadın kahramanının çevresinde yeniden bütünleşmelerini; tarihsel romanı Hilâl Görününce’de, Kırım Savaşı yıllarında Kırım Türklerinin zengin ve renkli hayatlarından kesitler sunar. Gül Yüzlüm’de köyden kente çalışmak için göç eden dul bir kadının karşılaştığı zorlukları anlatır. Yazar, asli kişi Zeynep’in serüveni içinde aile içi şiddete maruz kalan kadın, ailenin yozlaşması, yanlış batılılaşma gibi sorunları kurmacanın sı- nırlarında ve edebilik vasfını zedelemeden yansıtmayı başarır. Sevinç Çokum’un son romanı Gece Rüzgârları’nda ise 80’li yıllarda geçen olayları, ideolojilerin yeri- ni alan yeni değerleri, ideolojik kargaşalar içinde yönünü ve değerlerini kaybetmiş toplumun ikiyüzlülüğünü, mizahi ve ironik bir üslupla eleştirir.

Sevinç Çokum, sosyal içerikli romanlarında hangi konuları ve izlekleri işlemektedir? 4 Sevinç Çokum, sosyal içerikli romanlarında Türk toplumunun yetmişli yıllar- dan başlayarak geçirdiği hızlı değişmeleri, birtakım dalgalanmaları, 1980 sonra- sının yeni değerlerine uyum sağlamakta güçlük çeken insanların çeşitli ruhsal durumlarını, yalnızlık ve yabancılaşmayı işler. Tarihsel romanlarında ise dış Türk- lerin kimliklerini ve kültürlerini korumak için yaptıkları mücadeleleri onların renkli dünyalarını insancıl ve ulusçu bakış açısından dile getirir. Şiir, öykü ve romanı bir arada yürüten Mustafa Miyasoğlu (d. 1946-2013), ilk romanı Kaybolmuş Günler’de (1975 MKV Ödülü) 1960 sonrasında ortaya çı- kan sosyal ve düşünsel plandaki değişiklikleri, üniversite eğitimi yapan kişilerinin aşklarını, acılarını, kısaca anlamsız çatışmalarla, kavgalarla yitip giden bir genç- liğin hayatını anlatır. İkinci romanı Dönemeç’te (1980 TYB armağanı) Anadolu insanının iç dünyasını aralamaya çalışır. Pek çok romancının göz ardı ettiği ya da sınıf çatışması için bir araç olarak kullandığı bu insanların zengin ve renkli dün- yaları, geleneksel aile içindeki anlaşmazlıkları, kırılmaları ve parçalanmaları; aşk, düğün, ölüm çevresinde verilen bölgesel renkler içinde, hepsinden önemlisi öz- gün ve şiirsel bir roman diliyle okura yansıtılır. Güzel Ölüm, Doğu metaforlarıyla ve geleneksel söylemlerle biçimlenmiş fantastik bir aşk öyküsü ya da maddi aşktan ilahi aşka yücelen benzersiz bir aşk öyküsüdür. Miyasoğlu’nun TYB tarafından ödüle layık bulunan son romanı Bir Aşk Serüveni’nde ise bir aşk öyküsü çevre- 5. Ünite - Çağına Tanıklık Eden Romanlar (12 Mart-12 Eylül Romanları) 103 sinde toplumun son otuz yıllık değişim serüvenini ele alır. Romanda tüm bek- lentilerin genç kuşağın omuzlarında olduğuna özellikle dikkat çekilir. Miyasoğ- lu, romanlarındaki sağlam olay örgüsü, güçlü karakterleri ve bu karakterlerinin zengin iç dünyalarıyla Türk romanının önemli adları arasında kabul edilmelidir. Bu adlara Ahmet Bican Ercilasun’un bir grup akademisyenin Türk cumhuriyet- lerinden Özbekistan’a yaptıkları gezi sırasında yaşadıkları serüvenler çevresinde, Türk aydınının son 40 yılda düşünsel planda yaşadığı değişimi ve gelişmeleri de içine alan anı-roman hüviyetindeki Gülnar romanı da eklenebilir.

Mustafa Miyasoğlu’nun romanlarının başarısı nereden gelmektedir? 5 Bu adlar dışında Alev Alatlı’nın ‘hepimizin içinde baskıcı, despot bir kişilik yatar; aileden başlayarak aldığımız tek yanlı ve boyun eğmeye, tartışmasız itaat etmeye güdüleyen eğitim anlayışı zamanla farkına varmaksızın bizleri de işken- ceci yapıverir’ temel düşüncesinden yola çıkarak 12 Mart, 12 Eylül öncesi siyasal olayları eleştiren İşkenceci romanını; Mehmet Niyazi Özdemir’in çatışmaların arka planındaki kimlik sorununa dikkat çektiği Var Olma Kavgası’nı ve Rusya’dan kaçan ana ile oğulun ölümle sonuçlanan serüvenlerini işlediği Ölüm Daha Güzel- di romanlarını ve Hasan Kayıhan’ın Türkiye’deki üretim ilişkilerinin ve siyasal yapının çarpıklığını ele aldığı Beyler Aman, Nihat Genç’in Dar Alanda Tufan, Dün Korkusu, Bu Çağın Soylusu, Kürşat Başar’ın Konuştuğumuz Gibi Uzaklara romanlarının da burada anılması gerekir. Sonuç olarak 12 Mart ve 12 Eylül romanları adını verdiğimiz 70’li ve 80’li yıl- ların büyük ölçüde bir dünya görüşüne angaje olmuş, daha çok kutuplaşmalara dayalı anı-romanları, bir döneme ışık tutmaları bakımından edebî niteliklerinden çok sosyolojik değerleriyle belleklerde yer edindiler. 104 Çağdaş Türk Romanı

Özet 12 Mart ve 12 Eylül romanlarının genel Dönem romancılarının ayırıcı vasıflarını 1 karakteristiğini açıklayabilmek 3 açıklayabilmek Dönemin romanları, konularını 12 Mart ve 12 Dönemin romanları, kendilerine 68 kuşağı adını Eylül dönemi sıkıyönetim uygulamalarından veren devrimci ve yine kendilerini ülkücü diye alır. Roman yazarları 1970’li ve 80’li yıllarda ya- niteleyen milliyetçi gençler arasındaki çatışma- şadıkları ya da serüvenlerine tanık oldukları ya- ları ele alır. Ancak hepsinin ortak mücadele ala- kın çevrelerinin arkadaşlarının yaşam öyküleri- nı, yanı askerî idarenin yaptığı baskıya ve sindir- ni sahip oldukları dünya görüşü doğrultusunda meye yönelik uygulamalardır. ve anılarıyla ve birtakım belgelerle destekleyerek romanlaştırırlar. Belli bir düşünceye odaklı romanların bakış 4 açılarını saptayabilmek Dönem romanlarının düşünsel yapısını ayırt Farklı kutuplara mensup roman kahramanları 2 edebilmek aynı uygulamalara tabi olmalarına ve aynı acıları 12 Mart ve 12 Eylül dönemini konu alan roman- yaşamalarına rağmen, olanı biteni bağlı bulun- ların düşünsel yapısı, özellikle 68 kuşağının ya- dukları ideolojinin penceresinden değerlendirir şam öykülerini konu alanlar, marksizmden bes- ve başlarına gelenlerden karşı kutuptakileri so- lenen sınıf çatışması üzerine kuruludur. Karşıt rumlu tutarlar. gücü oluşturanlar ise millî duygulardan besle- nen görüşleri ile yerleşik düzenin sürdürülmesi için mücadele ederler. 5. Ünite - Çağına Tanıklık Eden Romanlar (12 Mart-12 Eylül Romanları) 105

Kendimizi Sınayalım 1. Aşağıdaki yazarlardan hangisi romanlarında 12 5. “Romanda bir gece içinde meydana gelen tüm Mart muhtırası ve sonrasındaki uygulamalara yer ver- olaylar, bir örgüt evinin bir gece aniden basılması ve miştir? evde bulunanların tutuklanmaları ile başlar, karakolda a. Attila İlhan sorgulanmaları ve şafak vakti serbest bırakılmaları ile b. Elif Şafak sona erer.” c. Ayşe Kulin Yukarıda bahsi geçen eser ve yazarı aşağıdakilerden d. Tarık Buğra hangisinde birlikte verilmiştir? e. Peyami Safa a. Sevgi Soysal - Şafak b. Nazlı Eray - Sis Kelebekleri 2. Aşağıdakilerden hangisi 12 Eylül uygulamalarını c. Çetin Altan - Büyük Gözaltı romanında işlemiş yazarlar arasında yer almaz? d. Samim Kocagöz - Tartışma a. Nazlı Eray e. Pınar Kür - Yarın Yarın b. Kemal Tahir c. Latife Tekin 6. Kendilerine ülkücü adını veren grupların bakış d. Ayşegül Devecioğlu açısından yaşanan sosyal olayları ve siyasal çatışmaları e. Samim Kocagöz geniş bir perspektiften değerlendirip okura sunan ya- zarlar aşağıdakilerden hangisinde birlikte verilmiştir? 3. Aşağıdakilerden hangisi 12 Mart dönemi uygula- a. Adalet Ağaoğlu - Elif Şafak malarını konu edinen yazarların özelliklerinden biri b. Erhan Bener - Timur Ertekin değildir? c. Pınar Kür - Emine Işınsu a. 68 kuşağı olarak ünlenen siyasal gruplar arasın- d. Vedat Türkali - Gürsel Korat da bulunmuş, eylemlere katılmış ya da kuşağın e. Tarık Buğra - Yahya Akengin düşüncelerine romantik bir yakınlık duymuş kişiler olması 7. Aşağıda verilen Sevinç Çokum’a ait eser ve konu b. Yaşamlarını öyküleştirdikleri, çoğunlukla çev- eşleştirmelerinden hangisi yanlıştır? releriyle uyumsuz ve isyankâr kişiler olması a. Zor - Yaşadığı dönemin sosyal ve siyasal olay- c. Roman kişileri üzerinden Cumhuriyet’in kaza- ları anlatır. nımlarını tekrar tartışmaya açmaları b. Ağustos Başağı - Millî Mücadele Dönemi’nde d. Söylemlerinin yerleşik düzene karşı çıkan, sınıf cephede ve cephe gerisinde yaşanan olayları an- çatışmasını ön plana çıkaran kutupluluk üzeri- latır. ne olması c. Çırpıntılar - Parçalanmış aileleri ve göç dramını e. Romantik, realist ya da doğalcı akıma bağlı ol- Avustralya’da ayakta kalmaya çalışan bir ailenin salar da en büyük hedeflerinin yaşadıkları dö- serüvenini anlatır. nemin gerçeklerini yansıtması d. Bizim Diyar - Osmanlı Devleti’nin çöküş yılla- rını anlatır. 4. Aşağıda verilen yazar-eser eşleştirmelerinden han- e. Deli zamanlar - Üç ülkücü gencin karşı gruplar- gisi doğrudur? la tartışmalarını ve mücadelelerini konu edinir. a. Ayla Kutlu - Cambaz b. Tarık Buğra - Zor 8. Aşağıdakilerden hangisi Mustafa Miyasoğlu’na ait c. Çetin Altan - Sevgili Arsız Ölüm eserlerden biri değildir? d. Ayşegül Devecioğlu - Kuş Diline Öykünen a. Gülnar e. Pınar Kür - Tek Kişilik Ölüm b. Dönemeç c. Güzel Ölüm d. Aşk Serüveni e. Kaybolmuş Günler 106 Çağdaş Türk Romanı

Okuma Parçası 9. “Bu romanında 1950’li yıllarda Urfa’ya gelin giden 12 Mart romanının amacı ve yapısı üniversite eğitimi görmüş, İstanbullu bir kızın mistik Berna Moran özellikler taşıyan bu uzak yurt köşesinde mizaç ve dün- 12 Mart döneminin yapıtlarına baktığımız zaman bun- ya görüşleri bakımından anlaşamadığı kocası ile duy- ların Anadolu romanı ile, temelde aynı sorunsalı paylaş- gusal yakınlık kurduğu erkek arasında yaşadığı çatış- tıkları ve aralarında bu bakımdan bir süreklilik olduğu maları işlemiştir.” söylenebilir. Çünkü Anadolu romanını hazırlayan sos- Yukarıda bahsi geçen eser ve yazarı aşağıdakilerden yal ve siyasal koşullar zamanla kırsal kesimin sınırları- hangisidir? nı aşmış, kentlere atlamış ve toplumsal bir patlamayla a. Sevinç Çokum - Çırpıntılar sonuçlanmıştır. Başka bir deyişle Anadolu romanında b. Emine Işınsu - Küçük Dünya gördüğümüz haksız düzene isyan, sömürüye başkaldırı c. Ayşegül Devecioğlu - Kuş Diline Öykünen 1960 ve 70’lerin kargaşalı büyük kentlerinde gerçekten d. Süheyla Acar- Yağmurun Yedi Yüzü yaşanmış ama yapılan eylemlerin, başkaldırı hareketle- e. Erdal Öz - Yaralı rinin kendileri değil, yenilgiden sonraki aşama yansıtıl- mıştır romana. 10. Aşağıdaki yazar - eser eşleştirmelerinden hangisi Yaşar Kemal’in Orhan Kemal’in, Fakir Baykurt’un ve doğrudur? Kemal Bilbaşar’ın yapıtlarında önemli yer tutan haksız a. Tahir Abacı - Sancı düzen, sömürülen köylü ve kurtarıcı temalarından olu- b. Gürsel Korat - Issızlığın Ortasında şan üçlü formül 12 Mart öncesi ve sonrasında da vardır, c. Vedat Türkali - Gizli Emir ama o günün toplumsal gerçekliğine transpoze edilmiş d. Melih Cevdet Anday - İsa’nın Güncesi olarak. Anadolu romanında sömürülen köylünün ye- e. Samim Kocagöz - Sisli Yaz rini12 Mart öncesinde Türkiye halkı, sömüren toprak ağasının yerini de kapitalist burjuva sınıfı alır. Anadolu romanında başkaldıran kurtarıcı figürü bir köylüdür. 12 Mart öncesinde devrimci gençlik üstlenir bu işlevi...... 1960’lı yıllar halk kitlelerince özgürlükleri ve hakları konusunda bir uyanışın yaşandığı yıllardır. Kuşku yok ki bu uyanışın ve buna bağlı taleplerin ileri sürülmesine olanak sağlayan (sonradan egemen güçlerin ‘lüks’ diye nitelendirdikleri) 27 Mayıs Anayasasıdır. Bu anayasa basın özgürlüğüne, yargının bağımsızlığına, sendikal haklara, üniversite özerkliğine ilişkin yasalarla en azın- dan sosyalist teorinin geniş zümrelerce tanınması ve pratiğe geçirilebilmesi için gerekli ortamı hazırladı. Bu yıllar sosyalizm ile ilgili bir faaliyetin çığ gibi büyüdüğü, yabancı dillerden kitapların çevrildiği, sol teorinin der- gilerde hararetle tartışıldığı yıllardır...... Egemen güçler 1960’lardan beri gelişen solu ezmek için gençlik hareketlerini bir gerekçe olarak kullanmak he- sabı içindeydiler ve hatta aralarına provokatörler yer- leştirerek solu eyleme kışkırtmaktan geri kalmadılar. Sonuçta 1 Mart darbesi bir ‘balyoz’ gibi indi; insanlar kovalandı, tutuklandı, işkence gördü, hapse atıldı, kimi gençler asıldı. Toplumda yaşanan böylesine büyük bir sarsıntının ede- biyata yansımaması düşünülemez. Onun için 12 Mart 5. Ünite - Çağına Tanıklık Eden Romanlar (12 Mart-12 Eylül Romanları) 107

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı dönemini konu edinen, etmese de, anlattığı kurmaca 1. d Yanıtınız yanlış ise “Toplumcu Gerçekçi Bakış dünyada ona yer veren romanlar yazılması doğaldır.... ya da 68 Kuşağı” konusunu yeniden gözden ge- Neyi iletmeye çalışıyorlardı yapıtlarında? O dönemde çiriniz. Türkiye’nin büyük kentlerinde, özellikle Ankara’da ve 2. b Yanıtınız yanlış ise “Toplumcu Gerçekçi Bakış İstanbul’da diyebiliriz ki iki ayrı dünya oluşmuş gibiydi. ya da 68 Kuşağı” konusunu yeniden gözden ge- Bunlardan biri cezaevlerinin, karakolların, sıkıyönetim çiriniz. ve kontr-gerillanın kapalı dünyası ve orda yaşananlardı. 3. c Yanıtınız yanlış ise “12 Mart/12 Eylül Roman İkincisi bu dünyanın dışında kalan halkın günlük dün- ve Romancılarının Genel Karakteristiği” konu- yası. Yazarlar cezaevindeki yaşam koşullarını, işkenceyi, sunu yeniden gözden geçiriniz. zorbalığı yazmakla okura, iyi tanımadığı acımasız bir 4. d Yanıtınız yanlış ise “Toplumcu Gerçekçi Bakış dünyanın kapılarını aralamış oluyorlardı. Okur, yaban- ya da 68 Kuşağı” ve “Milliyetçi ya da Ülkücü cısı olduğu bir dünyaya ait gerçekleri anlatan romana, Bakış” konularını yeniden gözden geçiriniz. sırf yeni bir şeyler öğrendiği için bile ilgi duyar. Kaldı ki 5. a Yanıtınız yanlış ise “Dönem Romanları İçin Ti- 12 Mart romanlarının konusu okur için yalnız yeni ve pik Bir Model: Şafak” konusunu yeniden göz- ilgi çekici değil, çarpıcı ve sarsıcıydı da. den geçiriniz. Bu durum 12 Mart romanlarının kimi özelliklerini be- 6. e Yanıtınız yanlış ise “Toplumcu Gerçekçi Bakış lirler. Söz konusu kapalı dünyayı okura açmak isteyen ya da 68 Kuşağı” ve “Milliyetçi ya da Ülkücü yazarın, romanın baş kişisi olarak egemen güçlerin zor- Bakış” konusunu yeniden gözden geçiriniz. balığını, karakolları, cezaevlerini tanıyan, işkenceyi bi- 7. e Yanıtınız yanlış ise “Milliyetçi ya da Ülkücü Ba- len birine ihtiyacı vardır. Onun için bu yapıtların hemen kış” konusunu yeniden gözden geçiriniz. hepsinde baş kişi emniyet kuvvetlerince yakalanmış bir 8. a Yanıtınız yanlış ise “Milliyetçi ya da Ülkücü Ba- devrimcidir. Daha önceki devrimci yaşamı romanda an- kış” bölümünü yeniden gözden geçiriniz. latılmaz, ya da kısaca geçiştirilir. 9. b Yanıtınız yanlış ise “Milliyetçi ya da Ülkücü Ba- 12 Mart romanlarının bu özelliği, ortak bir özelliği bera- kış” konusunu yeniden gözden geçiriniz. berinde getiriri. O da roman başkişilerinin edilgin kişiler 10. d Yanıtınız yanlış ise “Bir Dönemin Yargılanışı olmalarıdır. Bunlar sayısız kolları olan büyük bir yara- ya da 12 Mart/12 Eylül Romanları” konusunu tığın karşısında çaresiz durumdadırlar. Genelde roman yeniden gözden geçiriniz. kahramanları etkinlikleriyle olaylara yön veren, hiç de- ğilse olay örgüsünün gelişiminde kararlarıyla rol oyna- yan kişilerdir. 12 Mart romanlarında ise devrimci genç, başına gelenlere katlanmak zorunda olan bir solcudur. Olaylara yön veren ise karşı güçlerdir. Bu romanlarda acımasız yaratığın kollarından biri devrimcinin evinin kapısından içeri uzanır ve onu yakalar götürür. O andan itibaren devrimci genç edilgin duruma düşer. (...) Görüldüğü gibi bir zamanlar şu ya da bu şekilde hareke- te karışmış olduğunu anladığımız bu devrimcilerin, ro- manda yakalandıktan sonraki yaşamları ele alınmakta, etkin oldukları günler değil edilgin oldukları günler an- latılmaktadır. Çünkü yaptıkları değil, onlara yapılanlar- dır önemli olan. Başarısızlığa uğramış devrim hareketi arka plandadır, ön plana çıkarılan ise egemen güçlerin keyfi davranışları, zorbalıkları ve yaptıkları zulümdür (Moran, 1994). 108 Çağdaş Türk Romanı

Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Yararlanılan Kaynaklar Sıra Sizde 1 Belge, Murat. (1994). “27 Mayıs’ın Edebiyatımıza Yan- 12 Mart ve 12 Eylül uygulamalarını konu alan roman- sıması”, “12 Mart Romanları”,’ “Bir Edebiyat Malze- lardaki kahramanlar, çoğunlukla çevreleriyle uyumsuz, mesi’ Olarak 12 Mart Yaşantısı”, “12 Mart Filmleri” yalnızlık çeken, isyankâr, biraz marjinal kişilerdir. Söy- Edebiyat Üstüne Yazılar. İstanbul: YKY. lemleri, çoğunlukla yerleşik düzene karşı çıkan, sınıf Korat, Gürsel. (1998). “1960’tan 1998’e Romanda Yeni çatışmasını ön plana çıkaran kutupluluk üzerinedir. Yönelişler”, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı Sempozyumu, 22-22 Kasım 1998. Ankara: Edebi- Sıra Sizde 2 yatçılar Derneği Yayınları. Sevgi Soysal, 12 Mart romanlarının karakteristik ya- Moran, Berna. (1994). Türk Romanına Eleştirel Bir pısına bağlı kalarak romanın yapısını ikili bir çatışma Bakış, 3. İstanbul: İletişim Yayınları. üzerine kurar: Biri kendilerine devrimci adını veren Mutluay, Rauf. (1976). 50. Yılın Türk Edebiyatı. 3. Ba- gençlerle onların karşısından yer alan egemen güçler sım, İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları. arasındaki dış çatışma; öteki kendi aralarındaki kim- Mutluay, Rauf. (1970). 1970’de Roman ve Hikâyemiz, liklerini ve eylemlerini sorguladıkları iç çatışmadır. 1971 Varlık Yıllığı. İstanbul: Varlık Yayınları, 40- Dönem romanları için model oluşturan Pınar Kür’ün 41. Yarın Yarın romanı ise çatışmanın bir tarafını oluştu- Önal, Mehmet. (Aralık 1982). “Küçük Dünya, Töre”, ran 68 kuşağının ideolojik söylemleri çevresinde bi- Edebiyatımızda Işınsu: Emine Işınsu Özel Sayısı. çimlenmiş kurgusal hayatlardan kesitler sunar. 12, 139. Türkeş, A. Ömer. (2004), “12 Mart”, Kitap Gazetesi. Sıra Sizde 3 [email protected]. Devecioğlu’nun Kuş Dilinde Öykünen romanı, toplu- Türkeş, A. Ömer. (2000-2004). “Kitap Eleştirileri genel mun unutmaya eğilimli belleğini uyarması yanında, adı altında yayımlanan 2000 sonrası romanları ile uğruna mücadele ettiği halktan kişilerin, hatta devrim- ilgili muhtelif yazılar,” [email protected]. ci arkadaşlarının ihanetlerini de kurmaca dünyanın Yalçın, Alemdar. (2003). “Siyasal ve Sosyal Değişmeler ölçüleri ve sınırları içinde eleştirir. Açısından Cumhuriyet Dönemi” Çağdaş Türk Ro- manı 1946-2000. Ankara: Akçağ Yayınları. Sıra Sizde 4 Sevinç Çokum, sosyal içerikli romanlarında Türk top- lumunun yetmişli yıllardan başlayarak geçirdiği hızlı değişmeleri, birtakım dalgalanmaları, 1980 sonrasının yeni değerlerine uyum sağlamakta güçlük çeken insan- ların çeşitli ruhsal durumlarını, yalnızlık ve yabancı- laşmayı işler.

Sıra Sizde 5 Mustafa Miyasoğlu, romanlarındaki başarısını sağlam olay örgüsüne, güçlü karakterlerine ve bu karakterlerin zengin iç dünyalarının yansıtılmasına borçludur.

ÇAĞDAŞ TÜRK ROMANI 6 Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra;  Türk romanında feminist söylemin ne olduğunu açıklayabilecek,  Türk edebiyatında kadın yazarlar ve işledikleri konuları değerlendirebilecek,  1950 sonrasında kadın yazarların hangi kategoriler altında değerlendirildiğini açıklayabilecek bilgi ve becerilere sahip olacaksınız.

Anahtar Kavramlar • Feminizm • Sevgi Soysal • Feminist Söylem • Adalet Ağaoğlu • Fatma Aliye Hanım • Bir Düğün Gecesi • Safiye Erol • Halide Edip Adıvar • Popüler Kadın Romancılar • Latife Tekin • Ayşe Kulin • Nazan Bekiroğlu • Veda - Esir Şehirde Bir Konak

İçindekiler

Feminist Söylem • FEMİNİST SÖYLEM Çağdaş Türk Romanı ve Kadın Yazarlar • KADIN YAZARLAR Feminist Söylem ve Kadın Yazarlar

FEMİNİST SÖYLEM Feminizm, kadınların erkeklere kıyasla daha güç şartlar altında yaşadıklarını, öğrenim görme, yükselme, toplum içinde saygın bir yer edinme gibi konularda haklarının yendiğini hissedip bunu dile getirme ve bu alanda mücadele etmeyi amaçlar (Aytaç, 2006). Feminist söylem de bu amaçlar doğrultusunda sesini yük- seltmek, yazmak ve konuşmaktır. Kadın yazarlar, feminizmi kadın haklarını korumanın bir misyonu olarak algı- lamışlardır. Kadın haklarını korumak genellikle şu noktalarda gelişmiştir: a. Öğrenim hakkı elde etmek b. Beyin gücü ile ekonomik bağımsızlığını elde etme mücadelesi c. Meslek sahibi olmanın yanında anne ve eş olma şanslarını zorlamak d. Kadına uygulanan şiddeti sona erdirmek e. Kadının cinsel özgürlüğünü savunmak f. Bedenine sahip çıkma hakkı Türk edebiyatında kadın yazarlar tarafından sorgulanan bu haklar, başlangıç- tan günümüze kadar birçok romanın konusu olmuştur. Yazılan romanlar, bu ro- manlar çevresinde yapılan tartışmalar yaklaşık 115 yıllık bir süreçte kadınların birçok probleminin toplum tarafından algılanmasını ve yeniden düzenlenmesi- ni sağlamıştır. İnci Enginün, bu konuyu bir eğitim problemi olarak görmektedir (Enginün, 2001: 295). Türk romanında kadın haklarını ve kadınların yaşadıkları problemleri dile getiren kadın yazarlar, günümüzde edebiyat etkinliklerinin önemli bir kısmını oluşturmaktadır.

Feminizm nedir, çerçevesi nasıl çizilmiştir? 1 KADIN YAZARLAR Kadının Türk toplumunda ve kültür hayatında evin içerisinden çıkışı Tanzimat’tan sonradır: “Tanzimat’tan sonra kadının toplum hayatında etkili olması ve eğitilmesi konusu daha ziyade ev ve çocuğun yetiştirilmesi açısından ele alınmıştır. Yine de kızların eğitimine önem verildiği, ilk kadın gazete ve dergilerinin çıktığı dönem, bu dönemdir. Türkçülük akımı bu konuya öncelik vermiş ve II. Meşrutiyetten itibaren kadın toplum hayatında kendisini kuvvetle hissettirmiş ve Millî Mücadelede de her kesimden kadın vatan savunmasına koşmuştur.” (Enginün, 1979: 288-289). 112 Çağdaş Türk Romanı

İlk Türk kadın romancı olan Fatma Aliye Hanım (1864 -1936), önceleri Fransızcadan tercümeler yapmış, sonraları ise Ahmed Midhat Efendi üslubunu andıran romanlar yazmıştır. Fatma Aliye 1892’de yayımlanan “Muhaderat” adlı ilk romanında kadın problemlerini ele almaktadır. Burada kadının toplum ve çalışma hayatının içerisinde yer alması işlenir. Fatma Aliye Hanım’ın çalışmaları bununla sınırlı değildir. Uhuvvet (1897) ve Udi (1899) romanında kadının çalış- ma hayatındaki yerini anlatır. Hanımlara Mahsus Gazete’de de bu konularla ilgili yazılar kaleme alır. 1908 II. Meşrutiyet’e kadar Fatma Aliye Hanım, neredeyse tek kadın yazardır. II. Meşrutiyet Dönemi’nde Halide Edip Adıvar (1882-1964), ro- manlarının kahramanlarını kadınlar arasından seçer. Toplumun sosyal ve kültürel problemlerine bir kadın dikkatiyle yönelir (Enginün, 1979: 189). Handan (1912), Ateşten Gömlek (1922), Kalp Ağrısı (1924), Zeyno’nun Oğlu (1926) romanlarında Türk kızlarının felaketler dönemindeki portreleri dikkatlere sunulur. Sinekli Bak- kal’daki (1936) Rabia tipi ile değer çatışmaları yaşayan kadın tipi işlenir.

Cumhuriyet öncesinde Türk kadın romancıları kimlerdir, eserlerinde kadınlara 2 dair hangi konuları işlemişlerdir? Cumhuriyet Dönemi’nde Yetişen İlk Kadın Yazarlar Müfide Ferit Tek (1892 - 1971), Şükûfe Nihal Başar (1896 - 1973), Halide Nusret Zorlutuna (1901 - 1983), Güzide Sabri Aygün (1886 - 1946); Cumhuriyet’in ilk dö- neminin kadın yazarlarıdır. Cumhuriyet Dönemi’nin bu ilk kadın yazarları Halide Edip Adıvar’ın devamı niteliğinde eser vermişlerdir. Müfide Ferit Tek (1892-1971), Aydemir (1918) isimli Turancı düşüncenin izlerini taşıyan romanıyla tanınmıştır. Roman, Rusya’da esaret altında yaşayan Türklerin siyasal ve sosyal problemlerini konu edinir. Anadolu dışındaki Türkleri kucaklamak arzusu söz konusu edilmiştir. Olay, Demir Bey’le Hazin’in Türklük düşüncesi çevresinde ortaya çıkan ve gelişen aşklarıdır. Hazin’in kişiliği ile belki de kadın yazar olmanın sorumluluğu ve kadı- nın toplum içerisindeki yeri dile getirilir. Müfide Ferit Tek’in Pervaneler (1924), romanında ise yabancı okullarda eğitim gören Türk kızlarının millî benliklerinden uzaklaşmaları işlenir. Yabancı okulların yürüttüğü misyonerlik faaliyetleri anlatılır. Müfide Ferit, her iki romanında da kadının toplumdaki yerini ve işlevini, kadının millî görevleri çevresinde dikkatlere sunmaya çalışmaktadır. Şükûfe Nihal (1896-1973); Renksiz Istırap (1928), Yakut Kayalar (1931), Çöl Güneşi (1933), Yalnız Dönüyorum (1938), Çölde Sabah Oluyor (1951), Vatanım İçin (1955) romanlarında kadınların dünyasını anlatır. Renksiz Istırap ve Yakut Kayalar’da, genç kızların istemediği evliliğe zorlanmalarının eleştirisini yapan Şükûfe Nihal; Çöl Güneşi’nde genç kızların evlilikte nelere dikkat etmeleri gerek- tiği üzerinde durur. Yalnız Dönüyorum, romanında Yıldız’ın içinde bulunduğu yalnızlığı hatıra formunda dile getirmektedir:

“Şükûfe Nihal’in Çölde Sabah Oluyor ve Vatanım İçin dışında kalan romanları ka- dın romanlarıdır. Yaratılan bir ana kadın kahraman etrafında kadın ve kadınlıkla ilgili meseleler söz konusu edilir. Bunların başında evlilik meselesi ve yanlış evlilikler gelir. Buna bağlı olarak eş seçimi, evlilik hayatı, bu evlilik hayatındaki paylaşımlar ve kadınların eğitimi gelir. Burada yazarı en çok meşgul eden şey evliliğin basit bir beraberlik hatta Çöl Güneşi’nde ifade edildiği gibi kadının hayat sigortası olarak gö- rülmesinin yanlışlığıdır.” (Argunşah, 2002: 193). 6. Ünite - Feminist Söylem ve Kadın Yazarlar 113

Halide Nusret Zorlutuna (1901-1984), romanlarını daha çok yaşadıkları ve izlenimleri çevresinde kurgulamıştır. Bu romanları; Küller (1921), Sisli Geceler (1925), Gülün Babası (1933), Büyükanne (1971), Aydınlık Kapı (1974), Aşk ve Zafer (1978) isimlerini taşır. Gülün Babası’nda Edirne, Aşk ve Zafer’de de Urfa’da öğretmenlik yaptığı yılların izlenimlerini anlatır. Büyükanne romanında da çok iyi bir öğretmenin bütün kötülüklere bile iyilikle karşılık veren mizacı anlatılmaktadır. Bu dönemin bir başka yazarı da Güzide Sabri (Aygün)’dür. Daha önce Ölmüş Bir Kadının Evrâk-ı Metrukesi (1905) romanıyla ünlenen Güzide Sabri’nin Hic- ran Gecesi (1930) romanında Serap adlı evlatlık alınmış bir genç kızın yaşadığı yasak aşk ile toplumun koymuş olduğu kurallar arasındaki duruşu anlatılmakta- dır. Serap, yaşlı bir erkek olan Fazıl Şükrü ile evlenmek zorunda kalmıştır. Bu evde Fazıl Şükrü’nün arkadaşının oğlu Celal’le tanışır. Serap ile Celal arasında başlayan aşk ilişkisi, karşısında toplumun yapılır yahut yapılmaz dediği davranış değerleri- ni bulur. Bu aşk yapılmaz grubundadır. Bu durumda Celal - İlhan ilişkisi devreye girer. Celal, İlhan’ı alarak uzak diyarlara gider. Serap da intihar eder. Hicran Gece- si, ele aldığı konu ve ilişkiler bakımından Aşk-ı Memnu’yu hatırlatmaktadır. Necla (1941) adlı romanında, genç kızların sıkıntı, acı aşk ve aldatma ile dolu dünyaları dikkatlere sunulur. Son romanı Mâzî’nin Sesi (1944), genç ve güzel bir kız olan Feriha’nın hatıra defteri biçiminde oluşturulmuştur. Güzide Sabri’nin romanlarında genç kızların ilgiyle okuyup heyecan duyacağı konular ele alınmış, ilişkiler bu tarzda düzenlenmiştir. Güzide Sabri’nin özellikle kendi döneminde, romanlarındaki kurgusal eksikliklere rağmen, çok okunan bir yazar olduğunu, döneminin sanat anlayışına uygun eserler kaleme aldığını söyle- yebiliriz. Yukarıda eserlerinin özelliklerini verdiğimiz kadın yazarlar, Halide Edip’in de- vamı niteliğinde romanlar kaleme aldılar. Bu romanlarında genellikle de kadının toplum içerisindeki yerine ve mücadelesine yer verdiler. Bir bakıma kendilerini Cumhuriyet’le birlikte yeni Türk toplumundaki kadınların temsilcisi kabul ettiler ve onları aydınlatma görevini üstlendiler. Ancak İnci Enginün’ün tespitiyle kadın yazarlarımızın kendi yaşantılarını aksettirdikleri de unutulmamalıdır: “Günümü- zün kadın yazarlarının birçoğu kadın duyarlılığı ve söylemini, büyük ölçüde kendi yaşantılarından alarak işlemektedirler.” (Enginün, 2001: 295).

Cumhuriyet Dönemi’nin ilk dönemindeki kadın yazarların romanlarının özellikleri nelerdir? 3 1950 Sonrasında Kadın Yazarlar

Milliyetçi - Maneviyatçı Görüşe Sahip Olanlar ve Tarihsel Perspektifle Yazanlar Yine Halide Edip Adıvar çizgisinin devamı diyebileceğimiz bu kadın yazarlar millî edebiyat akımı içerisinde yetişenlerdir. Romanlarında milliyetperver bakış açısı çevresinde geleneğe bağlı kadın hâkimdir. Samiha Ayverdi (1906 - 1993), Safiye Erol (1900 - 1964), Emine Işınsu (1938), Sevinç Çokum (1943), Nazan Bekiroğlu, Fatma Karabıyık Barbarosoğlu bu kadın yazarlarımızdandır. Sâmiha Ayverdi (1905 - 1993), romanlarını daha çok tasavvuf düşüncesi çev- resinde kurar. Ayrıca Doğu-Batı çatışması, dolayısıyla da geçmiş-hâl çatışması da temel konularındandır. Ayverdi, olaylardan çok insanların iç dünyalarına yöne- lir. Onun romanlarında işlenen aşk asla cinsellik boyutuna erişmez, daha ziyade 114 Çağdaş Türk Romanı

duygu aşamasındadır. Romanlarındaki kişilerin büyük çoğunluğunu İstanbul’un aristokrat ve aydın kesiminden seçmiştir. Karakterler manevi boyutlarında büyük çatışmalar yaşar. Romanlarının sonu ders niteliğindedir. Bu romanlarının hemen hepsinde olaylar bir aşka bağlanır. Aşk Budur (1938), karşılıksız bir aşkın sunduğu ruh hâlini dile getirir. İhanetin yalnızca duygu boyutunda yaşandığı eserde, bir bakıma gerçek aşkın Allah’ta gizli olduğu sezdirilmektedir. Batmayan Gün (1939), Aliye adlı bir genç kızın içinde büyüttüğü bir aşk duy- gusu çevresinde gelişir. Ateş Ağacı (1941), Cemil adındaki genç bir aydının kaçış, arayış, isyan, inanma gibi insana özgü duyguları çevresinde döner. Romanda evli bir Türk erkeği ile Hristiyan Fransız kadının aşkı, toplumsal davranış değerleri- ne takılıp imkânsızlaşmıştır. Ayverdi; Yaşayan Ölü (1942) romanında, aristokrat çevrede yaşayan Leylâ’nın, bir “kaçış”la Konya’ya öğretmen olarak gidişini anlatır. Yolcu Nereye Gidiyorsun (1944) romanında, yine aristokrat bir çevrede dünyaya gelen Adlî adında bir roman kişisinin çocukluğundan itibaren yaşadıkları anlatı- lır. Mesihpaşa İmamı’nda (1948), Hâlis adındaki bir camii imamının kendi içeri- sindeki yalın dünyası ve aşkı vardır: “Mesihpaşa İmamı romanı, her türlü sevgiden yoksun ya da sahip olduğu değerlerin farkında olmayan bir insanın, bir din adamının her alanda kendini ne kadar kolay harcayabileceğini; bağlı olduğu değerler manzumesinin çözülüşünü ve sonunda yıkı- lışını vurgular.” (Gündüz, 2004: 406). Sâmiha Ayverdi’nin romanlarındaki karakterler çeşitli kavram değerleri yükle- nir. Dolayısıyla bu karakterlerin kendi içlerinde bir çatışması vardır. Ciğerdelen romanıyla tanınan Safiye Erol’un kadının dünyasını ele alan ro- manları da vardır. Kadıkoyü’nün Romanı (1938), bir aşk konusunu ele alır. Ülker Fırtınası (1944), Viyana’da yıllarca kaldıktan sonra yurda dönen Nuran’ın yaşadığı aşk ilişkisi çevresinde şekillenmektedir. Emine Işınsu Öksüz, romanlarında Türk toplumunun son kırk yıl içinde geçir- diği sarsıntıları, yaşadığı buhranları, kitlesel dalgalanmaları, sağ-sol şeklinde bi- çimlenen kutuplaşmaları, iyice hazmedilmemiş reçetelerle ve siyasal doktrinlerle kendilerine bir yer tutmaya çalışan ve yaşamlarını bunlarla yönlendiren dönemin gençliğini ve sorunlarını, kuşak çatışmasını, inanç buhranını ve bu buhrandan gö- nül yüceliğine ulaşmanın yollarını bir öğretmen yüreğiyle, bir anne duyarlığıyla, içten ve yalın anlatımıyla öyküleştirir (Gündüz, 2006). Küçük Dünya’da Urfa’daki bir genç kadının duygularıyla toplumsal davranış değerleri arasındaki bocalama- sını işler. Azap Toprakları’nda (1969), Batı Trakya’da yaşayan Türklerin yaşadığı acıları, milliyetlerine yönelik baskıyı konu alır. Benzer bir konuyu, Bulgaristan’da yaşayan Türklerin millî benliklerini unutmaya yönelik gördüğü baskıyı, Çiçekler Büyür (1979) romanında İlay’ın yaşadıkları çevresinde dile getirir. Sancı (1975) ve Cambaz’da (1982), Türkiye’de 1970 ve 1980 öncesi siyasal çatışmaları işler. Cum- huriyet Türküsü’nde (1993), Atatürk Dönemi’nin ilk on yılında yaşananları, sosyal ve siyasal çatışmalar merkezinde anlatır. Nisan Yağmuru (1998), Bir Ben Vardır Bende Benden İçeri (2002) ve Bukağı (2004) romanlarında ise daha çok tasavvufi bir yön bulunur. Emine Işınsu’nun ilk romanları Küçük Dünya, Aşk ve Zafer daha çok psikolo- jik karakterlidir. Yazarın daha sonra kaleme aldığı romanlar ise Türkiye’nin 1960 sonrasında yaşanan sosyal ve siyasal olaylarını konu alır. Sevinç Çokum, romanlarında sosyal ve tarihsel konulara yer verir. Kendi dö- nemini konu alan Zor’da (1977), 1970’li yılların sosyal ve siyasal olaylarını iş- 6. Ünite - Feminist Söylem ve Kadın Yazarlar 115 ler. Bizim Diyar’da (1978) ve Ağustos Başağı’nda (1989) yakın dönem tarihsel olaylarını konu alır. Bizim Diyar’da Osmanlı İmparatorluğu’nun çözülüş yılları ve Balkan’ın elimizden gidişi romanlaştırılmıştır. Ağustos Başağı’nda ise Kurtu- luş Savaşı yıllarında cephede ve cephe gerisinde yaşanan olaylar kurgulanır. Hilâl Görününce’de (1984) ise Kırım Savaşı yıllarına gidilir. Kırım Türklerinin hayatın- dan kesitler sunulur. Gül Yüzlüm (1989), Gece Rüzgârları (2004) gibi romanların- da ise yetmişli yıllardan başlayarak geçirdiği hızlı değişmeleri insanların çeşitli ruhsal durumlarını, yalnızlıklarını ve yabancılaşmalarını konu alır. Bu grup içerisinde değerlendirebileceğimiz genç kuşak romancılar Nazan Be- kiroğlu ve Fatma Karabıyık Barbarosoğlu’dur. Nazan Bekiroğlu’nun Yusuf ile Züleyha romanı, konusunu Kur’an-ı Kerim’deki Yusuf kıssasından alır. Bekiroğ- lu, farklı bir duruş noktası ve bakış açısıyla geleneksel hikâyelerimize kaynaklık eden Yusuf u Züleyha kıssasına, Züleyha penceresinden bakar. Züleyha, âşık olan konumundadır. Bekiroğlu, İsimle Ateş Arasında adlı romanında da değerler, sim- geler çatışmasını işler. Romandaki isimler Mansur, Nihare ve Numan; isimlerinin temsil ettiği anlam değerleri çevresinde kurguda yer alırlar:

“Bu simgesel kişilerin her üçü de taşıdıkları ad ile bu adın çağrışımsal karşılığı olan ölüm, romancının nitelemesiyle ateş, arasında gidip gelirler. Bu bakımdan roman, bir yanıyla imgesel/sembolik, bir yanıyla da gerçeklik düzleminde oluşan bir kıymetler çatışması olarak dikkati çekmektedir.” (Gündüz, 2006: 336). Bekiroğlu, İsimle Ateş Arasında romanında Yusuf ile Züleyha’da olduğu gibi tarihsel olaylara farklı noktadan bakmayı tercih etmiştir. Böylece tarihsel olayları hem bir kadın olarak yeniden sorgulamış hem de çağının getirdiği zengin çağrı- şımlara dayalı bakış açısıyla yeniden yorumlamıştır. Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, ilk romanı Hiçbiryer, son elli yıl içerisinde Türkiye’de yaşanan toplumsal olaylar ekseninde kurulmuştur. Okumak maksa- dıyla büyükşehire gelen ve roman boyunca kent - köy çatışması yaşayan roman kahramanı Şahin’in dünyası anlatılır. Yazar; hayal kırıklığı, büyükşehrin insana getirdikleri ve götürdüklerini, sosyoloji alanındaki deneyimleri ve bilgileri ile bir- leştirerek köy kent ilişkisine farklı bir açıdan bakar.

Milliyetçi - maneviyatçı görüş kadın yazarların romanlarına nasıl yansımıştır? 4 Toplumcu - Gerçekçi Çizgide Eser Veren Kadın Yazarlar Toplumcu çizgide eser veren yazarlar, sosyal hayatın içerisinde kadının yeri- ni ve yaşadığı çeşitli problemleri, toplumsal problemler çerçevesinde dikkatlere sunmuşlardır. Suat Derviş (1905 - 1972), Afet Ilgaz Muhteremoğlu, Sevgi Soysal (1936 - 1976), Füruzan Tekil (1935 -) bu bağlamda ilk akla gelen yazarlardır. Gazete çevresindeki etkinlikleri ile tanınan Suat Derviş (1905 - 1972), yazıla- rı ve romanlarıyla toplumcu edebiyatın öncülerinden kabul edilir. Romanlarının büyük bir kısmı tefrika hâlinde kalmıştır. Yayımlananları ise şunlardır: Kara Kitap (1921), Ne Bir Ses Ne Bir Nefes (1923), Hiçbiri (1923), Fatma’nın Günahı (1924), Buhran Gecesi (1924), Gönül Gibi (1928), Emine (1931), Hiç (1939), Çılgın Gibi (1945), Ankara Mahpusu (1968), Fosforlu Cevriye (1968), Aksaray’dan Bir Peri- han (1997). Çok sayıda romanı da 1934 - 1965 arasında çıkan gazetelerde tefrika hâlinde kalmıştır. Suat Derviş, “toplumcu gerçekçi” ve “popülist” nitelemeleriyle iki farklı biçim- de anılmış bir yazardır. Önceleri popülist tarzda yazan Suat Derviş, daha sonra 116 Çağdaş Türk Romanı

toplumcu - gerçekçi çizgiye yönelir. Toplumcu - gerçekçi söylemin egemen oldu- ğu romanlarında, tema olarak aşk maceralarını ele alsa bile, olay örgüsünü gerçek- çi bir zeminde kurmaya özen göstermiştir. Gerçekçi olay örgüleriyle hazırlanan Fosforlu Cevriye, Hiçbiri, Aksaray’dan Bir Perihan, Hiç, Ankara Mahpusu gibi ro- manlar sosyal gerçekçi söylemin ürünleridir. Romanlarını çoğunlukla kadın kah- ramanların bakış açısıyla oluşturur. Olaylarda toplum hayatının çelişkilerini işler. Maddi imkân - imkânsızlık, toplumsal değerler - bireysel özgürlük gibi çatışmalar etrafında toplumun her kesiminden kişilerin rol aldığı vakalarda kadın, bireyli- ğini ve kimliğini kazanmak peşindedir. Kadın, bir bakıma toplumun yıpranmış davranış değerleri ile çatışma yaşar (Çelik, 2006: 260). Sevgi Soysal (Nutku, Sabuncu) (1936-1976), Türk romanında kadın sorun- larını gündeme getirmiş yeni bir soluktur. Yürümek’ten (1970) itibaren konuları- nı kendi hayatını, tanık olduğu olayları hareket noktası alarak eleştirel gerçekçi/ toplumcu romanlara yönelir. Yenişehirde Öğle Vakti (1974) romanında gözleme dayalı bir insan portresini dikkatlere sunar. Şafak’ta (1975), 12 Mart döneminin olaylarını çatışmaların merkezinden birine ait dikkatle kurgular. Romanda, bir gece içinde meydana gelen olaylar anlatılır. Bir örgüt evinin basılması, tutuklan- malar, sorgulanmalar ve şafak vakti ise serbest bırakılma:

“Roman kişilerinin tutukluluk öncesi ve sonrasına dair yaşadıklarını, bir çeşit’ge- nişletilmiş şimdiki zaman’ şeklinde formülleştirebileceğimiz anımsamalarıyla, geri dönüşlerle ve kendilerini sorguladıkları iç çatışmalarla şimdi’nin birkaç yıl öncesine ve sonrasına kadar genişler. Roman kişilerinin serbest bırakılıp evlerine dönüşünün anlatıldığı daha çok aydınlığı ve kurtuluşu simgeleyen ‘Şafak’ adlı son bölümde, Adana kentinin işlek bir caddesiyle sembolize edilen Türk toplumunun panoraması verilir. Yazar, kamera tekniğini kullanarak ama daha çok ideolojik bir bakışla ve sı- nıfsal farklılığın tipik örneklerine odaklanarak köşe başlarında iş bekleyen amelesin- den pavyon kapatan kaçakçısına kadar değişik insan manzaraları sunar.” (Gündüz, 2006: 347).

Denilebilir ki Şafak, belli bir dönemin olaylarını sergileyen ve artık sosyolojik değer taşıyan bir romandır. Sevgi Soysal’ın ölümünden sonra yayımlanan Tan- te Rosa (1980), yazarın yakın çevresini anlatır. Roman temel kahramanı Tante Rosa’nın geçirdiği mutsuz bir evlilikten sonra sürüklendiği acılı hayat dramatize edilir. Rosa, yaşadığı tüm olumsuzluklara rağmen yaşama sevincini ve iyimser bakışını kaybetmez ve hayata tutunması dikkate değer. Füruzan Tekil (d. 1935), Güz Mevsimidir (1972) adlı uzun öyküsünde ve 47’liler’de, sol ideolojik söylemleri ön plana çıkarır. Berlin’in Nar Çiçeği’nde (1988) Almanya’daki Türk işçileri ile ilgili anılarını romanlaştırır. Füruzan’ın 47’liler’in- de gözleri bağlı olarak evlerinden alınan romanın kadın kahramanının yaşadığı işkence sahneleri sayfalara yayılarak tüm ayrıntılarıyla verilir. 47’liler konusunu 1947 doğumlu Emine Semra Kozlu’nun hayat hikâyesinden alır. Emine, 12 Mart öncesinde, öğrenci hareketlerine katılmış, tutuklanmış, işkenceler görmüş ve aşa- ğılanmıştır. Bu durum onun ailesiyle ve yaşadığı toplumla uyumunu da olumsuz yönde etkilemiştir. Füruzan böylece, kadın olmanın verdiği duyarlıkla Emine’nin kişiliği üzerinden Türkiye’de kadın olmanın sorunlarını ve bir kadının karşılaşa- cabileceği tehlikeleri de gözler önüne sermektedir. 6. Ünite - Feminist Söylem ve Kadın Yazarlar 117

Toplumsal olaylar hangi kadın yazarların romanlarına yansımıştır? 5 Popüler Kadın Romancılar Popüler roman kısaca halkın zevkine, ruhuna hitap eden eser anlamındadır. Halkın dili ve halkın ifadeleriyle dile getirilir. Ele aldıkları konu bakımından şu türlere ayrılabilir: Aşk romanları, polisiye romanlar, casusluk romanları, tarihsel romanlar, acıma duygusunu ateşleyen toplumsal romanlar, heyecan - macera - ge- rilim romanları, mizah romanları, ideolojik romanlar. Popüler romanın özellik- leri kısaca şöyledir:

“Bu tür romanlarda işlenen konular, günlük hayattan alınır. Eserler olay ağırlıklıdır. Yazarlar edebî endişeden uzaktır. Bu yüzden edebî değerleri yüksek değildir. Roman- lardaki kurgu dağınık, yapı çözüktür. Klişelere dikkat edildiği için birbirinin tekrarı olan eserlerle karşılaşırız. Yazarların üslubu itinasızdır. ... Halka okuma zevkini ve alışkanlığını kazandırma, halkı eğlendirme, onlara hoşça vakit geçirtme ana hedefleri arasındadır” (Aygün, 2002: 93).

Bu anlamdaki anlamda popüler romana, Türk edebiyatında ilk olarak Ahmet Mithat Efendi ile rastlanır. Daha sonra onun takipçileri durumundaki Ahmet Rasim ve Hüseyin Rahmi Gürpınar, popüler roman türünde eser kaleme alırlar. Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte bu tarz roman yazarlarının sayısı artar. Cumhuriyet Dönemi’ndeki popüler romancıların bir başka özelliği, romanla- rının büyük bir bölümünün sinema filmi ve televizyon dizisi hâline getirilmesidir. Bunun sebebi de halk tarafından çok beğenilmelerinden ve okunmalarından çok, halkın zevkine ve duygularına hitap etmelerinden kaynaklanmaktadır. Cumhuriyet’ten sonra kadın yazarların ilgisi bu alanda yoğunlaşır. İsimleri bu- gün için pek hatırlanmayan bu romancılar, eserlerini halkın beğenisini göz önüne alarak yazmışlardır. Kerime Nadir Arzak, Muazzez Tahsin Berkant, Mebrure Sami Koray, Mükerrem Kamil Su, Cahit Uçuk, Peride Celal, Nezihe Muhittin, Sevda Sezer, Meliha İlksel, İpek Ongun vd. Bu romancıların 1940 sonrasında Türk hal- kına okuma alışkanlığı kazandırdığı inkâr edilemez. Hemen hepsi roman kaleme aldıkları dönemde en çok okunan yazar konumunda olmuşlardır.

Popüler romanın özellikleri nelerdir? 6 Modern Akımların İzinde Yazan Kadın Romancılar Modern akımların izindeki kadın yazarlar, genellikle dikkatlerini kadının iç dün- yasına yöneltmişlerdir. Kadının problemlerini çağrışımlara dayalı olarak aksetti- rirler. Nezihe Meriç, Leyla Erbil bu tür yazarlardandır. Bu yazarlarda kadın kim- liği daima ön plandadır. Ayrıca 1980’lerden itibaren roman yazmaya başlayanlar arasında Pınar Kür, Adalet Ağaoğlu, İnci Aral, Lâtife Tekin, Erendiz Atasü, Oya Baydar, Ayşe Kulin, Nazlı Eray, Aysel Özakın, Buket Uzuner, Elif Şafak toplumsal problemlerin yanında sanat endişelerini öne çıkarırlar, yeni biçimler denerler. Bu tarz romanlarda yazarlar, anlatılan konudan çok anlatım tekniğine ve kullanılan dile önem verirler. Bu romanlarda kadın yazarlar, kurgulanan olayların akla ve zamana uygunluğunu hesaplamazlar. Hemen tümü klasik anlatım tekniklerinin dışına çıkmışlardır. 118 Çağdaş Türk Romanı

Bilinçaltı akımına uygun roman kaleme alan Nezihe Meriç (1925 - 2009), Korsan Çıkmazı’nda (1962), yalnızca denize ulaşan bir çıkmaz sokakta oturan iki arkadaşın dünyasını iç diyaloglar aracılığıyla aksettirir. Meriç’te kendi iç yalnızlı- ğını sürdüren kadının dünyası vardır. Adalet Ağaoğlu (1929), ilk romanından sonuncu romanına kadar 1950’li yıl- lardan itibaren Türk toplumundaki sosyal değişimleri kadını merkeze alarak an- latır. Batılılaşma macerası, modernleşme algısı, slogana dayalı ulusçuluk, 12 Mart ve 12 Eylül’ün yanlış uygulamaları, yurt dışındaki işçilerin sorunlarını kurguya dayalı roman yapısı içerisinde incelemiştir. Romanlarında klasik anlatım teknik- lerinin dışına çıkarak bilinç akışı, iç monolog gibi yeni anlatım teknikleri deneyen yazar Ölmeye Yatmak (1973), Fikrimin İnce Gülü (1979), Bir Düğün Gecesi (1979), Yaz Sonu (1980), Üç Beş Kişi (1984), Hayır (1987), Ruh Üşümesi (1991), Romantik Bir Viyana Yazı (1993), Gece Hayatım (1993) adlı romanlarının tümünde yaşadığı dönemi sorgulamıştır. Adalet Ağaoğlu’nun romanları içerisinde gerek anlatım tekniği gerek ele aldığı konu bakımından ayrı bir yeri olan Bir Düğün Gecesi (1979), 12 Mart döneminin sosyal ve siyasal hayatını işler. Berna Moran’ın deyimiyle “bağımsız iç konuşma” metoduyla anlatım gerçekleştirilir. Adalet Ağaoğlu bu dönemde, toplumun sos- yal katmanlarını temsil eden çok farklı gruplardan şahısları bir mekânda ve bir düğünde buluşturur. Üst düzey askerden bürokrata, iş adamından avukata dev- rimcisinden gericisine kadar. Bütün bu kişiler üniversitede iktisat profesörü olan Ömer’in yansıtıcılığında okuyucu ile karşı karşıya getirilirler. Düğün sahnesinde yer alan kişiler sırayla kendi içlerinden konuşuyorlar. Bu konuşmalarını diğer ki- şiler duyamıyor. Yazarın sözcülüğünü de üstlenmiş olan Ömer, bu konuşmaları okuyucuya aksettiriyor. Romandaki her bölüm, asli kişi ile düğündeki birinin iç konuşması şeklinde geçmektedir. Daha doğrusu bütün bölümler Ömer’in iç ko- nuşmasıyla başlar onun seçtiği ya da onun zihninden geçirdiği kişinin konuşma- sıyla devam eder. Denilebilir ki Ömer, gözlemlediği ve odaklandığı düğün sakin- lerini iç konuşma tarzında dillendirerek onların duygularını açığa vurmalarına neden olmaktadır. Böylece okuyucu, çok farklı sosyal tabakalardan gelmiş insan- ları kendi değerlendirmeleri ve yorumlarıyla tanımış olur. Bu şahıslar simgesel değer yüklenerek bir bakıma Türkiye profilini ortaya çıkarırlar. Bu insanlar kuşku ve tedirginlik içindedirler ve aralarında iletişim kopukluğu vardır. Bir Düğün Gecesi romanında asli kişi ve yansıtıcı Ömer iç konuşmaları ara- cılığıyla toplumun genel panoraması çizilir. Romandaki bütün kişilerin ve temsil ettikleri kitlelerin olumsuz yönleri sergilenir. Sadece düğüne gelmeyip kır çiçek- leri gönderen ve emeğiyle geçinen Ali Usta olumlu bir tiptir. Çünkü Ali Usta’nın samimiyeti vardır. Roman kahramanlarının bir başka özelliği görünüşleri ile ger- çeklikleri arasındaki derin uçurumdur. İç konuşmalar aracılığıyla ortaya çıkan gerçek, bir bakıma onların iç yüzüdür. Adalet Ağaoğlu, Bir Düğün Gecesi’nin sonunda iyimser bir tavır takınır. Berna Moran, tüm bu olumsuzluklara rağmen, romanın sonunda yazarın iyimserliğe yönelmesini, yazarın “ben” yerine “biz” ter- cihi ile açıklar (Bakınız: Moran, 1994: 37-47). Ruh Üşümesi (1991) de 12 Mart dönemini konu alır. Burada da iç konuş- ma ve bilinç akışı gibi anlatma teknikleri söz konusudur. Adalet Ağaoğlu, Ruh Üşümesi’nde sahneleme tekniği ile romanın sonuna kadar isimlerini vermeyerek birbirini tanımayan bir kadın ve bir erkeği bir lokantada ayrı ayrı masalarda bir- birleriyle ilgili hayal kurdurarak buluşturur. Bu kadın ve erkek 12 Mart öncesi 6. Ünite - Feminist Söylem ve Kadın Yazarlar 119 olaylara karışmış, hayal kırıklıkları, acılar yaşamışlardır. İşte bu acılar, kurulan bir hayalin bile yok oluşuna zemin hazırlayacaktır. Bu bakımdan Ruh Üşümesi, bir hayal kırıklığının romanıdır. Adalet Ağaoğlu:

“Çağdaş Türk roman ve öykü yazarlarının zaman zaman denedikleri bu anlatım tekniklerini farklı ve modern anlatım teknikleriyle destekleyerek ve zenginleştirerek anlatımına özgünlük kazandırmıştır. Onun romanlarını farklı kılan da geliştirilmiş bu iç konuşma tekniğidir.” (Gündüz, 2006: 369).

Kadın yazar kimliğiyle kendini gösteren Leyla Erbil (1931-2013) tüm roman- larında tabuları yıkan bir düşünce ile okuyucunun karşısına çıkar. İlk romanı Tu- haf Bir Kadın’da (1971) kadının toplumdaki yerini sorgular. Karanlığın Günü’nde (1985), bir kadın dikkatiyle kuşağının yaşadığı acılı ve sıkıntılı dönemi romanlaş- tırır. Mektup Aşkları (1988), mektuplardan oluşan farklı bir roman denemesidir. Burada da cinsellikten uzakta, kirlenmemiş bir aşkın saf gerçekliğini dikkatlere sunar. Cüce’de (2001) ise yaşamış olduğu olayların acı ve ironik eleştirisini yapar. Olayları eline kamerasını almış bir gözlemci tarafsızlığıyla sunar:

“Erbil, tüm romanlarında iyilikle kötülüğün, özveri ile bencilliğin harmanlandığı in- sanın iç gerçeğini tüm çıplaklığıyla vermeye çalışmış; bu yüzden kadın kahramanları- nı hüzünlü, acılarla yoğrulmuş kişilerden seçmiştir.” (Gündüz, 2006:343).

Ayla Kutlu (1938), Bir Göçmen Kuştu O (1985), Hoşçakal Umut (1987), Kadın Destanı (1994), Emir Beyin Kızları (2000) romanlarını kaleme alır. Bir Göçmen Kuştu O ve devamı niteliğindeki Emir Beyin Kızları romanlarında Kafkaslardan göç eden bir ailenin Anadolu’daki serüveni anlatılır. Urfa civarına yerleşen anne Cevahir’den başlayan macera, Kurtuluş Savaşı yıllarında kendini birdenbire mü- cadelenin merkezinde bulan oğlu Emir Bey ile devam eder. Roman, bu yönüyle Millî Mücadele’yi ve Anadolu hareketini konu alır. Emir Beyin Kızları romanı da kızlar aracılığıyla modern Türkiye’nin anlatımı niteliğindedir. Oya Baydar (1940), ilk romanı Kedi Mektupları’nda (1993) kediler aracılığıyla toplumun baskıcı tutumunu gözler önüne sermeye çalışır. Bir yandan da 68 ku- şağının iç hesaplaşmalarını anlatır. Hiçbir Yere Dönüş (1998), Berlin duvarının yıkılmasınından sonra toplumcu düşünceye mensup insanların yaşadığı hayal kırıklığı konu alınır. Sıcak Külleri Kaldı (2001) romanı, 1960 sonrası Türkiye’nin siyasal ve sosyal hayatı, kurgu çevresinde gözden geçirilir. Son romanı Erguvan Kapısı (2004) ise Sıcak Külleri Kaldı romanının devamı niteliğindedir. Ayşe Kulin (1941), biyografi karakterli romanları ile ünlenmiştir. Adı Aylin (1997), kökleri Giritli Mustafa Naili Paşa’ya kadar uzanan bir ailenin kızı olan Aylin Devrimel’in prenseslikten ABD ordusundaki albaylık görevine uzanan fır- tınalı hayatını konu alır. Füreya’da (1999), ilk kadın seramik sanatçısı Füreya’nın macera dolu renkli ve zengin hayatı vardır. Ailesinin 1900’lü yılların başından günümüze gelen çizgisi dışında biyografik roman türünün son örneğini Türkan Saylan’ın hayatını konu alan Türkan (2009) adlı romanıyla verir. Köprü (2001), Erzincan’da farklı inançlara sahip Mevlüt ile Elmas’ın ilişkileri çevresinde Kemali- ye köprüsünün yapım aşamaları, Başbağlar’a yapılan saldırılar ve köprü yapımını gerçekleştirmek için Erzincan valisinin bürokrasi ile yaptığı mücadeleleri konu alır. Nefes Nefese’de (2002) İkinci Dünya Savaşı sırasında yüzlerce Yahudi’yi soykı- rımdan kurtaran Türk diplomatlarının çalışmaları işlenir. Gece Sesleri’nde (2004) ise Egeli Ortaçlı ailesinin 40’lı yıllardan itibaren birkaç kuşağı içine alan ve gü- 120 Çağdaş Türk Romanı

nümüze kadar uzanan çizgide yaşadıkları aile içi sorunlar, pişmanlıklar, sevgiler, düşmanlıklar; yine bu dönemin siyasal ve sosyal olayları ile birlikte verilir. Ayşe Kulin roman kahramanlarını seçerken de oldukça titizdir:

“Ayse Kulin’in romanlarındaki kadınlar sosyoekonomik durumları birbirinden farklı olsa da fiziksel güzelliğe sahiptirler. Kıyafetleri yaşadıkları bölgenin toplumsal özel- liklerine göre farklılık gösterir. Doğu ve güney doğulu kadınlar uzun elbiseler giyer- ken başlarını da örterler. Batıdaki sehirli kadınlar, gelir seviyelerine göre daha özenli bir giyime sahiptirler. Kisisel bakımlarına dikkat etmektedirler. Kadınların ten ve göz renkleri bulundukları coğrafyaya göre seçilmistir.” (Morkoç, 2009: 10).

Ayşe Kulin, büyükbabasından başlayarak ailesinin macerasını dört romanda toplar. Bunlar sırasıyla Veda - Esir Şehirde Bir Konak (2007), Umut (Hayat Akan Bir Sudur) (2008), Hayat - Dürbünümde Kırk Sene (1941-1964), Hüzün - Dür- bünümden Kırk Sene (1964 - 1983) romanlarıdır. Bu romanlarında Ayşe Kulin, Osmanlı’nın son günlerinden Cumhuriyet’in ortalarına kadar, ailesinin yaşadık- ları çevresinde, Türkiye’nin öyküsünü anlatır. Aysel Özakın’ın (1942 -) Alnında Mavi Kuşlar (1978) romanı, feminist düşün- cenin belirdiği eserlerden birisi durumundadır. Armağan’ın annesinin kızının acı çekmemesi için ona erkeklerden nefret etmeyi aşılaması oldukça dikkat çekicidir. Roman kahramanı Armağan’ın hayatı çevresinde şekillenen roman, genç kız, bü- tün davranışlarını ezilmemek, haklarını korumak çevresinde oluşturur. Sonunda Armağan İstanbul’a yerleşir, bir kütüphanede memur olur. Şiir yazar, sanatçı çevresiyle arkadaşlık kurar. Aysel Özakın, Genç Kız ve Ölümde (1981) Cumhuriyet’in ikinci kuşağı gözüyle ilk kuşağı sorgular. Romanda, Nuray İlkin’in kızı Seçkin, annesinin yazdığı roma- nı beğenmez: Annesinin yaşayış biçimini değiştirmesini; fabrikalarda, okullarda, gecekondu semtlerinde, Anadolu’da neler yaşandığını görmesi gerektiğini söyler. Pınar Kür (1943 -), romanlarında toplumsal problemleri ve kadınların çeşitli dertlerini işler. Pınar Kür romanlarında kadınların başkaldıran yönlerini öne çı- karır. Kadınların haklarını elde edebilmeleri için siyasal mücadelelerin içerisinde olmaları gerektiğini de işaret eder. Kür’ün kadınlarında iç dünyanın tüm boyutları sergilenir. Aynı zamanda birey - toplumsal davranış değerleri çatışma hâlindedir. Yarın Yarın’da (1976) kadının gözüyle topluma dair tüm olumsuzlukları gözler önüne sermeye çalışır. Bu romanda, daha önce mutsuz bir evlilik geçirmiş zengin bir genç kadın olan Şeyda ile sol örgütlerin içerisinde bulunmuş Selim’in hikâyesi anlatılır. Romandaki tüm kişiler sıra dışıdır. Kendi değerleri ekseninde hareket ederler. Tüm eylemleri, toplumsal davranış değerlerinin dışındadır. Bir bakıma yalnızlık içerisindedirler. Pınar Kür, Yarın Yarın romanında 68 kuşağının ideo- lojik söylemleriyle okuyucuya seslenir. Öyle ki hayat kadınlarını varlıklı zengin iş adamlarından daha onurlu gösterir. Pınar Kür, Küçük Oyuncu’nun (1977) ko- nusunu tiyatro çevresindeki ilişkilerden alır. 1979 yılında yayımlanan Asılacak Kadın, cinsel bakımdan sömürülen ve sonunda cinayete sürüklenen genç bir ka- dının yaşadıkları üzerine kurulmuştur. Melek adlı bu genç kadın, hayatı başkaları tarafından yönlendirilen kadının çok boyutlu dünyasına gider. Melek’i kötü yola itenler ile onu kurtarmaya çalışanların ekseninde okuyucuya sunan Pınar Kür; romanında hasta ruhlu bazı erkeklerin dünyasına da dikkat çeker. Asılacak Kadın romanında Melek; cahillik, kimsesizlik ve çaresizliğin kıskacındadır. Bir Cinayet Romanı (1989), yazım tekniği bakımından oldukça farklıdır. Romanda kurmaca 6. Ünite - Feminist Söylem ve Kadın Yazarlar 121 metin ile gerçeklik arasındaki ince çizgiye dikkat çekilir. Bir Cinayet Romanı’nda, “iç-roman” diye niteleyeceğimiz “Ölümün Vazgeçilmez Çekiciliği” adlı başka bir roman daha vardır. İki romandaki olaylar birlikte yürür. Bu ikinci romanı üstkur- maca metin olarak tanımlamamız gerekir. Bu iç romanla, baş kişi konumundaki Akın Erkan’ı ve kişilerin ruhsal dünyalarını tanıma fırsatı buluruz. Berna Moran, kurgunun ilginçliğine ve yazarın roman kişisine dönüşüne değinerek Bir Cinayet Romanı’nı “kurmacanın çözümlendiği bir dedektif romanı” olarak tanımlar (Mo- ran, 1994: 110-117). Pınar Kür, Sonuncu Sonbahar’da (1992) yine bir cinayetin çözümlenmesi çevresinde postmodern üslup ve biçim endişesini öne çıkarır. İnci Aral (1944) da daha önce üzerinde durduğumuz kadın yazarlar gibi kadın sorunlarını işleyen romanlar kaleme almıştır. Romanlarında şiirsel bir anlatım sergiler. Ölü Erkek Kuşlar (1991), Yeni Yalan Zamanlar (1994) adlı romanlarında kadın duyarlığını, kadın kimliğini, geleneksel değerler ile yaşanmak zorunda kalı- nan hayatın çatışmasını işler. Hiçbir Aşk Hiçbir Ölüm (1997) romanında bir anne ile kızın ilişkisini konu alır. Anne, tecrübeleri ile kızına yol göstermeye çabalar. Kız ise boşanmanın eşiğindedir. Bu iki kadının problemleri iç konuşmalarla zen- ginleştirilerek dile getirilir. İçimde Kuşlar Göçüyor (1998), Mor (2003) İnci Aral’ın diğer romanlarıdır. Nazlı Eray (1945 -) zengin hayal gücüne dayalı romanlar kaleme almıştır. Ro- manları şunlardır: Pasifik Günleri (1981), Orpheé (1983), Deniz Kenarında Pa- zartesi (1984), Arzu Sapağında İnecek Var (1989), Aşk Artık Burada Oturmuyor (1989), Ay Falcısı (1992), Kuş Kafesindeki Tenör (1991), Yıldızlar Mektup Yazar (1993), Uyku İstasyonu (1994), Aşık Papağan Barı (1995), İmparator Çay Bahçesi (1997), Örümceğin Kitabı (1998), Elyazması Rüyalar (1999), Ayışığı Sofrası (2000), Aşkı Giyinen Adam (2001), Sis Kelebekleri (2003). Nazlı Eray ilk romanından so- nuncusuna kadar gizemli ve hayal ile örülü bir dünyayı aksettirir. Romanlarında fantastik ögeleri kullanır. Aşkı Giyinen Adam romanında tarot kartları aracılı- ğıyla fantastik gerçekçiliğin farklı bir yansımasını dikkatlere sunar. Falcı Dürnev Hanım’ın salonu her zaman gizemli, olağanüstü ve fantastik dünyaya ait kişilerle doludur. Yazar bu kişileri konuşturmak ve onların dünyalarını hikâye etmek sure- tiyle hayal yolculuğu oluşturur. Eray’ın bütün romanlarında farklı anlatım teknik- leri çevresinde bu hayal yolculuğu, yaşanan zaman dilimiyle birlikte vardır. Duygu Asena (1946-2006) sadece yazdıklarıyla değil tartışmalarıyla da ismi feminizm ile özdeşleşmiş bir yazardır. Kadının Adı Yok (1987), yazıldığı dönemde feminizm tartışmalarını üst boyuta taşımış bir romandır. Bu kitapta kadın, çocuk- luktan başlayarak kız-erkek ayrımcılığının toplumun yaşama ilkesi olduğunu öğ- renir. Babasının onu ve annesini erkeklerden korumak adına uyguladığı baskıdan tutun hayatın her kademesinde kadının yaptıklarını cinsel farklılığa bağlayan an- layıştan, dayak diyen kadınlardan, iş çevresindeki ayrımcılığa kadar birçok nokta- da kadının yerini ve konumunu algılar. Kadının Adı Yok’ta ben-anlatıcı, çevresine hep eleştirel gözle bakar. “Duygu Asena’nın feminizmi, esas olarak ‘özgürlük’, ‘ba- ğımsızlık’ değerlerine odaklanır. Annelik, evlilik birer ayak bağıdır. Hayatında aşka yer vardır, ama bağımsızlığa engel olmadıkça.” (Aytaç, 2006). Erendiz Atasü (1947) roman yazmaya kadın konusunu sorgulayarak başlar. Cumhuriyet devriminin olumlu etkilerine karşın Türk toplumunun hâlen ataerkil özellikler taşıdığını, kadının ezilmesi ve aile içi şiddet olaylarının yaygın biçim- de sürmesine tepkilidir. Atasü, ilk romanı Dağın Öteki Yüzü (1996) romanında, Cumhuriyet’in ilk kuşağının aydın ve idealist yönünü ortaya çıkarmak amacın- dadır. İlk kuşağın öyküsünü kaleme almaktadır. Dağın Öteki Yüzü, denilebilir ki 122 Çağdaş Türk Romanı

Erendiz Atasü’nün Türk kadınının entelektüel gelişimi ve toplum içinde yerini al- ması konusunda Atatürk’e neler borçlu olduğunu hatırlatan epizotlarla beslenmiş bir romanıdır. Gençliğin O Yakıcı Mevsimi (1999) adlı romanında genç bir kadının cinselliğini keşfedişi ile başlayan duygu dünyasındaki değişmeleri, hayalleri ile ha- yatın ve toplumun gerçeklikleri karşı karşıya getirilir. Bir Yaşdönümü Rüyası’nda (2002) Türkiye’nin kadına bakışını Feride çevresinde sorgular. Feride’nin hayatına giren üç erkekle olan ilişkileri çevresinde ülkenin 50 yıllık, bu çerçevedeki pa- noraması verilir. Gürsel Aytaç, Edendiz Atasü’nün eserlerinde feminizm konu- sundaki tavrını, Onun Kadınlığım Yazarlığım Yurdum (2001) kitabından alıntılar yaparak şöyle açıklamaktadır:

“Erendiz Atasü, kadının kendini gerçekleştirmesi, haklarına kavuşması, birey olabil- mesi konularını bir kadın yazar duyarlılığıyla öykü ve romanlarına ana izlek yap- makla kalmaz, sosyoloji, antropoloji alanlarından konuya ilişkin yayınları izler, edebî eserlerdeki iz düşümlerini de gözden kaçırmaz. Bir yazısında erkek egemen kültürün kadınla baş edebilme yöntemlerini dört ana başlık altında toplayan Erendiz Atasü, “kadın varoluşunun etki alanını daraltmak” konusuna “kadını zihinsel yaratıcılığından ve cinsel gücünden soyutlayıp ev içi kö- leliğe hapsetme”yi, “kadın varoluşunu ve kadın gövdesini bölmek ve indirgemek” konusuna “kadın gövdesini kadın kişiliğinden koparıp nesneleştirme”yi, “kadınları kendi aralarında karşıt gruplara bölmek” konusuna “erdemli / erdemsiz, çalışan / ça- lışmayan, eğitimli / eğitimsiz, cinsel kadın / ana kadın gibi karşıt kümelere ayırmayı” örnek gösterir ve son olarak “bu yöntemlerle kadının gönüllü uyumunu sağlamak” yöntemini saptar (Aytaç, 2006).

Buket Uzuner (1955 -), İki Yeşil Susamuru, Anneleri, Babaları, Sevgilileri ve Diğerleri (1991) romanında, bir kadının düşsel ve fantastik dünyası vardır. Roman adını, Hint kökenli İngiliz H. H. Munro’nun, insanlar ölünce dünyadaki yaptık- larına ve kişiliklerine göre alt sınıftan bir canlıya dönüşecekleri, öykü kişisinin de bir su samuru olmak istediğini söylediği Laura adlı öyküsünden almaktadır. Post- modern bir kurguyla kaleme alınmıştır. Roman, mimar Nilsu’nun kendi hayatını anlatan bir dosyayı yazara vermesiyle başlar. Nilsu; aşk-yalnızlık, intihar-yaşama bağlılık gibi zıtlıklar üzerine kurulu dünyasında model aldığı çağdaş bir kadın olan Selen’in de yardımıyla ezilmeden ayakta durabilen, eğitimli bir kadını temsil etmektedir:

“Buket Uzuner iki kadının dünyasından insanları, aileleri, çevreyi ve genel olarak in- sanlığı sorguladığı bu romanında klasik roman kalıplarının dışına çıkarak olay örgü- sünü bir bilmece hâline getiriyor. Zaten onun amacı da kişilerle okuru gâh yaklaştırıp gâh aralarını açarak aradaki boşlukların okur tarafından doldurulmasını sağlamak- tır.” (Gündüz, 2006: 372).

Kumral Ada-Mavi Tuna (1997) romanın birinci dereceden kişisi Tuna’yı ha- reket noktası alarak geri dönüşlerle ve metaforik bir anlatım tekniğiyle kaleme alınmıştır. Buket Uzuner’in Uzun Beyaz Bulut-Gelibolu (2001) romanında Çanak- kale Savaşı’nı 1915 ve günümüzde olmak üzere iki zaman diliminden işler. Olay- lar şöyle gelişir: Dedesinin izini sürmeye gelen Batılı genç kadın ve farklı politik görüşlere sahip Türk gençleri aracılığıyla milliyetçilik ve emperyalizm konularını ele alır. Yeni Zelandalı kadın Viki, 2000 yılında Gelibolu’yu ziyaret eder. Bu arada Çanakkale Savaşı gazisi bir Türk’ün aslında kendi büyük dedesi olduğunu iddia 6. Ünite - Feminist Söylem ve Kadın Yazarlar 123 eder. Böylece ülke çapında bir skandal patlar. 1985 yılında eceliyle ölen saygın bir Türk gazisinin aslında Anzak askeri olduğu iddiası, Birinci Dünya Savaşı’nın Çanakkale cephesinde birbirlerine karşı savaşan ülkelerin diplomatları, asker ve tarihçiler arasında uluslararası boyutta bir polemiğe yol açar. Yeni Zelandalı ka- dın Viki, kendi büyük dedesi olduğunu söylediği Türk gazisinin yaşlı kızı Beyaz Hala’nın evine misafir olmuştur. Bilgeliği ve babasına duyulan saygı nedeniyle çok sevilen Beyaz Hala, babasının Çanakkale Savaşı sırasında yazdığı mektup- ları, Viki’ye verir. Viki de kendi dedesinin aynı tarihlerdeki mektuplarını verir. Beyaz Hala’nın İstanbul’da yaşayan avukat torunu Ali Osman, Gelibolu’ya gelince, yabancı kadın uzak akrabası olduğuna inandığı bu genç adamın tarihi yeniden okumak, yeniden yorumlamak tezleriyle, karizmatik albenisi karşısında hayranlık ve aşk duyguları arasında kalır. Aralarındaki duygusal bir gerilim başlar. Bu ge- rilim büyük dedelerinin aynı savaşta birbirlerine karşı savaşan iki düşman asker mi, bir Türk askerinin şehit olmadan önce tesadüfen kurtardığı, aklını kaçırmış bir Anzak askeri mi olduğu sorusunu arka plana iter. İki genç, büyük dedelerinin izlerini sürerken aşk yaşarlar. Bu şu soruyu gündeme getirir: Eğer aynı insan, aynı savaşta iki düşman ülkede savaş kahramanı olmuşsa 21. yy. insanlığı bunu kabul edebilecek kadar gelişmiş midir? Yoksa bazı sırlar sonsuza dek korunmalı mıdır? Uzun Beyaz Bulut-Gelibolu adlı roman, Çanakkale Savaşlarına 2000’li yılların ba- kış açısıyla yaklaşan epik karakterli bir eserdir. Latife Tekin (1957), toplumsal ve siyasal çatışmaları konu alan romanlar yaz- dı. Berci Kristin Çöp Masalları (1984), anlatım tekniği ve ele aldığı konu bakımın- dan ilgi çekicidir. Bu romanda, masal ögeleri ve metafora dayalı dil malzemesi eşliğinde gözler önüne serer. Unutma Bahçesi (2004) romanında farklı anlatım teknikleri ile döneminin sanat dünyasını ve siyasal olaylarını anlatır. Sevgili Arsız Ölüm (1983), Gece Dersleri (1986), Buzdan Kılıçlar (1989), Aşk İşaretleri (1995) romanları da toplumsal ve siyasal çatışmalar ekseninde kurulmuştur. Latife Tekin Sevgili Arsız Ölüm romanında, ironik bir anlatımla, köyden göçmüş bir ailenin büyük kentin kenar semtlerindeki yaşayışını anlatır. Bu aile; fabrika atıkları, çöp yığınları içinde hayatını sürdürmeye çalışmaktadır. Hurafeler, onların hayatları- nı şekillendiren en önemli unsur durumundadır. Ailenin hurafelere inanan yönü otoriter baba Huvat temsil etmektedir. Onun karşısında anne Atiye vardır:

“Latife Tekin, kendi yaşamından izler taşıyan bu romanında, ailenin boş inançlara açık yanını ailenin despot baba Huvat ile romanın asli kişi konumundaki -zira her olay parçasında o vardır- anne Atiye’dir. Yazar, roman türünün sınırlarını zorlayarak ve geleneksel anlatma formlarını modern romana uyarlayarak fantastik roman de- nilen yeni bir türün yolunu açarken; öyküsünü anlattığı aile bireylerinin inanç dün- yasını ve davranışlarını karikatürize ederek bir aile dramından mizahi bir roman çıkarmayı başarıyor.” (Gündüz, 2006:369-370).

Elif Şafak (1971), ilk romanı Pinhan (1997) ile tarih ile masalın iç içe girdiği bir anlatımla eleştirmenlerin dikkatini çekmiştir. Şehrin Aynaları (1999), değerler çatışması yaşayan büyükşehir insanının problemlerini konu alır. Mahrem (2000), Bit Palas (2002), Araf (2004); Elif Şafak’ın günümüz okuyucusu tarafından beğe- nilmesini sağlayan romanlardır. Baba ve Piç (2006), Siyah Süt (2006), Aşk (2009) adlı romanları da geniş okuyucu kitlelerine ulaşmıştır. Günümüzün en çok oku- nan ve roman yazmaya devam eden kadın yazarlarındandır. 124 Çağdaş Türk Romanı

Veda - Esir Şehirde Bir Konak - Ayşe Kulin Roman, yazarın ailesinin Millî Mücadele yıllarında yaşadıklarını konu almak- tadır. Yazarın, Millî Mücadele yıllarında Maliye Nazırlığı yapan dedesi Ahmet Reşat Efendi’nin, Anadolu’da gelişen Millî Mücadele hareketi ile Padişah’ın yanı başındaki İstanbul Hükûmeti arasındaki kararsızlığı ve İstanbul Hükûmetinden yana tavır alması, aile bireylerinin yaşama tarzları ile birleştirilerek anlatılmak- tadır. Veda Esir Şehirde Bir Konak romanında işgal yıllarının İstanbul’u, barın- dırdığı farklı düşünceler ve farklı insan manzaraları ile dikkatlere sunulur (Çelik, 2009:189). Veda - Esir Şehirde Bir Konak romanı, İstanbul’un işgal yıllarındaki görüntü- sünü, aydın çevreye özgü yaşama tarzını, bir konak çevresinde anlatır. Veda’da, okuyucu; Millî Mücadele yıllarının siyasal gelişmelerinin bir kısmını, İstanbul Hükûmetinde Maliye Nazırlığı yapan Ahmet Reşat Bey ve Sarıkamış gazisi Kemal çevresindeki olaylar, konuşmalar ve ilişkiler çevresinde yakalar. Roman, Mütareke sonrası İstanbul’unda Ahmet Reşat Bey’in konağındaki gelişmelerle başlar. İşgal, Ahmet Reşat Bey’in davranışlarından, konak içerisindeki insanlarla ilişkilerinden gözlemlenir. Konaktaki her şeyin alışılmışın dışına çıkışı, eve geç gelmeye başla- yan Ahmet Reşat Bey ile teyzesi arasındaki anlamlı konuşma ile ortaya çıkar:

“- Devlet işi gündüz gözüyle yapılır oğlum. Geceler ibadet ve uyku içindir. Büyükba- balarının da mevkileri seninkinden aşağı değildi ama gece hep evlerinde uyurlardı, Reşat Bey. - Ne kadar şanslıymışlar ki onların memleketi işgal altında değilmiş, teyzanım.” (Veda, 2007: 3).

Konak için alışılmışın dışındaki bu zaman diliminde, Sarıkamış’ın ruhunda ve bedeninde onulmaz yaralar açtığı Ahmet Reşat Bey’in yeğeni Kemal de konakta yaşamaktadır. Hastadır ve konakta yatmaktadır. Verem olmasından endişe edil- mektedir. Kemal ile aile dostu ve arkadaşı Doktor Mahir ilgilenmektedir. Kemal’in hemşirelik işlerini de Sarayhanım tarafından özel yetiştirilmiş Çerkes kızı Mehpa- re yürütmektedir. Yazarın, Veda - Esir Şehirde Bir Konak romanında dile getirmek istediği dü- şüncelerin bir kısmı; aynı mekânda yaşayan, akrabalık ilişkisiyle birbirine bağlı iki insanın, olaylara iki farklı noktadan bakışıyla verilir. Ahmet Reşat Bey ile Kemal; İttihat ve Terakki, İstanbul Hükûmeti, Padişah gibi konularda farklı, birbirine zıt denilebilecek düşüncelere sahiptirler. Ancak bu farklılık, ikisinin de yaşadıkla- rından ve içinde bulundukları konumlarından kaynaklanmaktadır. Ahmet Reşat Bey, İstanbul Hükûmetinin Maliye Nazırıdır. Madde olarak onlara bağlıdır. Ke- mal ise Sarıkamış’a katılmış, orada bedeninin ve sağlığının bir kısmını bırakmış, yüreğiyle Anadolu hareketinin içerisindeki bir vatanseverdir. Roman bu bakımdan, Ahmet Reşat Beyin mevkii bakımından olmasa bile kal- biyle Kemal’in ideallerine doğru gidişini anlatır. Ahmet Reşat Bey, romanın son kısımlarına, daha doğrusu, Millî Mücadele’nin ateşli dönemlerine kadar, her yönüyle Padişah’a ve İstanbul Hükûmetine bağlıdır. İstanbul’un İngilizler tarafından işgali olan 16 Mart 1920’den sonra bu tavrında değişmeler olur. Ancak kalbiyle yaşadığı bu duygularını icraata dökemez, mem- leketin kendisine ihtiyacı olduğunu düşünerek İstanbul Hükûmetindeki görevine devam eder. İşte bu değişme, konakta yaşananlar çevresinde, biraz da hanımların dikkatiyle anlatılır. 6. Ünite - Feminist Söylem ve Kadın Yazarlar 125

Ahmet Reşat Bey’in, romanın başlangıcındaki tavrı, Doktor Mahir ile Kemal arasındaki bir konuşma ile verilir. Bu konuşma, o dönemin geleneksel tarzda ye- tişmiş bütün aydınlarının dramını, ikilemini yansıtır niteliktedir:

“Dayımın Sultan’a sadakati tamdır, Mahir. Sultan’ın hata yaptığını bildiği halde ona ihanet etmek istemiyor.’” ‘Kendince haklı sayılır. Kimse Anadolu’dan başlayan bir hareketten medet umamıyor.’ ‘Başka çare yoksa ne yapılabilir ki? İnsan hiç olmazsa imkânsızı denemek istemez mi? ‘İster istemesine de, pek çok kişi Anadolu’daki hareketin başında İttihatçılar var zan- nediyor. İttihatçılardan herkese gına geldi. Sarıkamış fiyaskosundan sonra, kim on- ların peşine düşer artık. Halbuki, bu işin başındaki Mustafa Kemal Paşa, İttihatçı- lardan en az Sultan kadar nefret etmekte. Ne yazık ki bunu bilen çok az.” (Veda Esir Şehirde Bir Konak, 2007: 35).

Ahmet Reşat Bey’in bu duruşu, İstanbul’un İngilizler tarafından resmen işga- li ile değişir. Ancak bir “yeraltı teşkilatı” olarak yorumladığı Kuva-yı Millîye’ye karşı temkinlidir. Ahmet Reşat Bey; Doktor Mahir ve Kemal ile konuşmalarında Padişah’a destek olmak gerektiği görüşünü ileri sürer, Fransız ve İtalyanların bize arka çıkmalarında, onların İngilizlerle bir hesabının bulunduğunu belirtir. Kemal de “Sultan”ın yanlış yolda olduğu düşüncesini yineler. Ancak Ahmet Reşat Bey, İstanbul’un işgalinden sonra, İstanbul Hükûmeti’nin icraatlarından rahatsızdır. Onun bu rahatsızlığı, Kalpaklılar - Doludizgin roman- larında Süleyman Sırrı Bey’in yaşadığı çelişkinin, eyleme dönüştürülmemiş hâli gibidir. Süleyman Sırrı Bey intihar etmiş; Ahmet Reşat Bey ise kalben Millî Mü- cadele saflarına geçse de İstanbul Hükûmetindeki görevine devam etmiştir. Bu davranış, romanda, Ahmet Reşat Bey, görevine son derece sadık devlet adamı ki- şiliğinden kaynaklanıyor tarzında gösterilmektedir. Onun 16 Mart’ta konağa ge- lişinde hiddetinden dolayı, kendisine “ne oldu” diyenlere verdiği cevap, elbette ki vatanperver, duyarlı bir milliyetçinin alabileceği bir tavırdır:

“... ‘En fena şey oldu! İngilizler bugün Meclis’i bastılar. Kemal düşünebiliyor musun, küstah İngilizler, sefirlerini yollayıp izahata bile lüzum görmeden, İstihbarat Zabiti Bennett denilen herifle Meclis’e ani bir baskın yaptılar ve Rauf Bey ile Kara Vasıf Bey’i tevkif ettiler. Yüksek rütbeli devlet memurlarını ellerine kelepçe vurarak, çeşitli haka- retlere maruz bırakarak, kamyonlara doldurup götürmüşler.” (Veda - Esir Şehirde Bir Konak, 2007: 122).

Ahmet Reşat Bey’in bu sözlerinden sonra, Kemal, Padişah’ın bunu nasıl haz- mettiğini sorar. Ahmet Reşat Bey’in ona verdiği cevapta hem Sultan’a bağlılık hem de devlet adamı sorumluluğu vardır. Ahmet Reşat, Sultan’ın İngilizler tarafından aşağılanması ihtimaline karşı sessiz durduğu görüşünü savunur. Ona göre Padi- şah, Anadolu’daki Millî Mücadele hareketini desteklemektedir. Ancak artık iple- rin onun elinden çıktığını da kabul eder. İngilizlerin İstanbul’u işgal etmelerinden sonra, dağılan Meclisin üyelerinin büyük bir kısmı Ankara’da, Mustafa Kemal’in yanında alır soluğu. Ancak Ahmet Reşat Bey, daha sonra kurulacak Ferit Paşa Hükûmetinde de Maliye Nazırlığı göre- vine devam eder. Kalbi Anadolu’dadır. Bunu, Kemal’i Anadolu’ya gönderirken de gösterir. Ama bedeni İstanbul Hükûmetinin yanındadır. Romandan, Ahmet Re- şat Bey’in Sultan’a sonsuz bağlılığı sonucunda böyle davrandığı çıkmaktadır. Sevr 126 Çağdaş Türk Romanı

Antlaşması’na gösterdiği aşırı tepki ve Sultan’ın hazineye İngilizler el koymasın diye, gitmediğini mazeret olarak ileri sürmesi de bu ikilemi ortaya koymaktadır. Ahmet Reşat Bey’in yeğeni Kemal ile arasındaki fark, büyük oranda, kişilik özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Kemal, yüreğinin sesini dinleyen, heyecan- lı, asi bir mizaca sahiptir. Ahmet Reşat Bey ise yüreğinden gelen sesi beyniyle ölçmeden hareket etmeyen, hesaplı, ölçüp biçen bir mizaçtadır. Bu bakımdan da biri, Anadolu’dan gelen sese, hastalığına rağmen koşar; diğeri ise artık bulunduğu mevkiin bir yarar sağlamadığına inanmasa bile temkinli davranır ve yerinde kalır. Veda - Esir Şehirde Bir Konak romanında, aynı mekânda birbiriyle akrabalık bağı ile bağlanan iki şahsın yaşadıkları ve konuşmaları çevresinde 1920’li yıllarda İstanbul Hükûmeti ile Kuva-yı Millîye arasındaki çatışmalar da anlatılır. Kuva- yı Millîye’yi, Sarıkamış gazisi Kemal temsil etmektedir. Hasta yatağında bile bir nefer gibi çalışmaktadır. Romanın başlarında Mehpare’yi Beşiktaş’ta Mim Mim grubundan elemanların yanına göndererek faaliyetlerini sürdüren Kemal, biraz iyileştikten sonra, grubun içerisine girer. Önce Anadolu’ya silah gönderen bir ge- minin hedefine ulaşmasında aktif rol alır. Daha sonra Mustafa Kemal’in yanına gider. Romanın sonunda da dramatik bir şekilde şehit olduğu haberi gelir. Veda - Esir Şehirde Bir Konak romanının, işgal İstanbul’u ve Millî Mücadele boyutunun dışında bir yaşamayı anlattığı da gözden uzak tutulmamalıdır. Zaten işgal İstanbul’u ve Millî Mücadele bu yaşamanın, daha doğrusu asıl kurgunun içe- risine serpiştirilmiştir. Romanda, konak içerisinde yaşayan Mehpare, Behice Hanım, Sarayhanım’ın birbiriyle ve aile çevresiyle ilişkileri anlatılmaktadır. Behice Hanım, yaşadığı aile saadeti ve kocası ile mutluluğu çevresinde; Mehpare, Kemal ile yaşadığı cinsellik ve aşk ile Sarayhanım da bir otorite olarak konağı yöneten hanımağa rolü ile dik- katlere sunulmaktadır. Romanda Ahmet Reşat ile Kemal ekseninde yaşanan iki dramın kadınlar ta- rafındaki yansıması da söz konusudur. Millî Mücadele’nin başarıya ulaşması ile birlikte sürgüne gönderilen Ahmet Reşat Bey’in kızı Leman, bir bakıma koruma amaçlı olarak, kendisinden yaşça çok büyük olan Doktor Mahir’le, iki tarafın da rızası alınarak evlendirilir. Ahmet Reşat Bey, sürgünde iken torunu Sitare’nin doğ- duğu haberini alır. Hamile iken Kemal’in ölüm haberini alan Mehpare ise erken doğum yapar. Kemal olmadan, çocuğu Halim’le birlikte yaşamak zorunda kalır. Bu arada Sarayhanım ile Mehpare arasındaki ilişkiler de dikkat çekicidir. Sa- rayhanım Mehpare’yi benimsemekte, gelini olarak almakta, başlangıçta tereddüt eder. Ancak Kemal’in kararlılığı ilişkinin evlilikle sonuçlanmasını sağlamıştır. Ayşe Kulin, romanında işgal yıllarının İstanbul’unu, o yılların insan manzara- sını, Süleyman Nazif’e “Kara Bir Gün” başlıklı yazıyı yazdıran olayı da içerisine alarak, yazımızın başında sözünü ettiğimiz romanlardaki tasvirleri de hatırlatır bir tarzda anlatmaktadır:

“İşgalciler, elli beş parçadan oluşan donanmalarıyla, ‘Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’ diye alay alınan uğursuz üçlünün, yani İttihat ve Terakki’nin liderleri Enver, Talat ve Ce- mal paşaların gizlice yurt dışına kaçışlarının dokuzuncu gününde gelmişlerdi İstan- bul Boğazı’na. Hiç vakit kaybetmeden karaya asker çıkarmışlardı. Boğaz’da, Anadolu yakasının yukarı bölgelerine Yunan birlikleri yerleşmişti. Haydarpaşa’dan itibaren demiryolu güzergahını da boylu boyunca İngilizler tutmuştu. 6. Ünite - Feminist Söylem ve Kadın Yazarlar 127

Rumlar ellerinde Yunan bayraklarıyla gemilerinde karşısında taşkın sevinç gösterile- rinde bulunmuşlardı. Zavallı İstanbullular ayrıca bir de şubat ayında, beyaz atının üzerinde muzaffer bir fatih edasıyla kasıla kasıla, azınlıkların alkışları ve sevinç çığ- lıkları arasında Cadde-i Kebir’i baştan başa geçen Fransız komutanının, alayiş ve tantanasına katlanmak zorunda kalmışlardı. Osmanlı Devleti uzun yıllara yayılan hatalarının bedelini çok ağır şartlarla ödeme- ye başlamıştı. İstanbul’un Hıristiyan azınlıkları, yüzyılların öcünü almak istercesine işgalcilerle işbirliği yapıyor, Müslümanları her fırsatta ihbar ediyor, yer yer baş gös- teren direniş hareketleri, işgalci güçler tarafından hemen cezalandırılıyor, direnenle- re merkez ve karakollarda korkunç işkenceler yapılıyordu. Müslüman İstanbullular, ezik, bitkin ve perişandılar. Çektikleri yetmezmiş gibi, Senegalli askerlerin taşkınlık- ları halk arasında abartılarak anlatılıyor, ortalıkta azınlıkların Müslümanlara eza ettikleri ve kadınların peçelerini parçaladıkları rivayetleri dolaşıyor, maneviyatlar da ayrıca perişan ediliyordu.” (Veda - Esir Şehirde Bir Konak, 2007: 8-9).

Ayşe Kulin, bu tarihî olayları, aile çevresinden dinlemiş olabileceği gibi, o dö- nemi araştırmalarından da elde etmiş olabilir. Veda Esir Şehirde Bir Konak romanında İstanbul, yalnızca siyasal panorama boyutunda anlatılmaz. İşgal İstanbul’undan konak içerisinde yaşayan kadınlar da etkilenmişlerdir. Bir kere mutfakları için gerekli donanım İstanbul’da artık yoktur. Beypazarı’ndan gelen erzak sekteye uğramıştır. Çünkü Ankara’ya giden ve gelen yollar kapanmış, sevkiyat durmuştur. Kadınların sokakta rahatça gezmeleri de tehlikeli hâle gelmiştir (Çelik: 2009:198). Veda Esir Şehirde Bir Konak isimli roman, Millî Mücadele yılları İstanbul’un- dan, kadınlar çevresinden, onların yaşadığı bir konaktan hareketle, farklı ilişkiler yumağıyla, merkeze Kemal ve Ahmet Reşat Bey’i koyarak görüntüler sunmaktadır. 128 Çağdaş Türk Romanı

Özet Türk romanında feminist söylemin ne olduğunu 1950 sonrasında kadın yazarların hangi kategoriler 1 açıklayabilmek 3 altında değerlendirildiğini açıklayabilmek Feminizm, kadınların erkeklere kıyasla daha güç 1950 sonrasında kadın yazarlar; şartlar altında yaşadıklarını, öğrenim görme, yük- Milliyetçi - maneviyatçı görüşe sahip olanlar ve selme, toplum içinde saygın bir yer edinme gibi tarihsel perspektifle yazanlar, konularda haklarının yendiğini hissedip bunu Toplumcu-gerçekçi çizgide eser veren kadın ya- dile getirme ve bu alanda mücadele etmeyi amaç- zarlar, lar. Feminist söylem de bu amaçlar doğrultusun- Popüler kadın romancılar, da sesini yükseltmek, yazmak ve konuşmaktır. Modern akımların izinde yazan kadın roman- Kadın yazarlar, feminizmi kadın haklarını koru- cılar olmak üzere dört kategoride değerlendiril- manın bir misyonu olarak algılamışlardır. mektedir.

Türk edebiyatında kadın yazarlar ve işledikleri 2 konuları değerlendirebilmek Kadın yazarlar, Halide Edip’in devamı niteliğin- de romanlar kaleme aldılar. Bu romanlarında genellikle de kadının toplum içerisindeki yerine ve mücadelesine yer verdiler. Bir bakıma ken- dilerini Cumhuriyet’le birlikte yeni Türk toplu- mundaki kadınların temsilcisi kabul ettiler ve onları aydınlatma görevini üstlendiler. 6. Ünite - Feminist Söylem ve Kadın Yazarlar 129

Kendimizi Sınayalım 1. Aşağıdakilerden hangisi Cumhuriyet Dönemi’nde 6. Aşağıdakilerden hangisi 1980 sonrası kadın ro- yetişen ilk kadın yazarlardan biri olarak kabul edilmez? mancılardan biri değildir? a. Müfide Ferit Tek a. Pınar Kür b. Şükûfe Nihal Başar b. Adalet Ağaoğlu c. Fatma Âliye Hanım c. İnci Aral d. Halide Nusret Zorlutuna d. Sevgi Soysal e. Güzide Sabri Aygün e. Latife Tekin

2. Aşağıdakilerden hangisi Halide Nusret 7. Aşağıdakilerden hangisi Pınar Kür’ün romanının Zorlutuna’nın eserlerinden biri değildir? özelliklerinden biri değildir? a. Küller a. Romanlarında toplumsal problemleri ve kadın- b. Sisli Geceler ların çeşitli dertlerini işlemesi c. Büyükanne b. Kadınların başkaldıran yönlerini öne çıkarması d. Aşk ve Zafer c. Kadınların iç dünyalarını bütün boyutlarıyla e. Ref’et gözler önüne sermesi d. Kadınları iç dünyalarıyla ortaya koyması, baş- 3. Aşağıdakilerden hangisi Samiha Ayverdi’nin işledi- kalarının gözüyle aktarması ği konulardan biri değildir? e. Kadınların haklarını elde edebilmeleri için siya- a. Kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesi sal mücadelelerin içerisinde olmaları gerektiği- b. Tasavvuf düşüncesi ni düşünmesi ve bu konuya yer vermesi c. Tek taraflı aşklar d. Aristokrat çevrelerin hayatı 8. Aşağıdakilerden hangisi milliyetçi görüşle ve tarih- e. İnsanların iç dünyaları sel perspektifle yazan yazarlardan biri değildir? a. Samiha Ayverdi 4. Aşağıdakilerden hangisi Adalet Ağaoğlu’nun roman- b. Safiye Erol larında söz konusu ettiği meselelerden biri değildir? c. Sevgi Soysal a. İlk romanından sonuncu romanına kadar 1950’li d. Sevinç Çokum yıllardan itibaren Türk toplumundaki sosyal de- e. Emine Işınsu ğişimleri kadını merkeze alarak anlatması b. 12 Mart ve 12 Eylül’ün yanlış uygulamalarını 9. Aşağıdakilerden hangisi Halide Edip Adıvar’ın ro- konu edinmesi manlarından biri değildir? c. Yurt dışındaki işçilerin sorunlarını kurguya da- a. Handan yalı roman yapısı içerisinde incelemesi b. Ateşten Gömlek d. Romanlarında klasik anlatım tekniklerinin dı- c. Muhaderat şına çıkarak bilinç akışı, iç monolog gibi yeni d. Sinekli Bakkal anlatım tekniklerini denemesi e. Kalp Ağrısı e. Kadınların hapishane hayatını, psikolojilerini de söz konusu ederek işlemesi 10. Aşağıdakilerden hangisi popüler romanın ele aldı- ğı konulardan biri değildir? 5. Aşağıdakilerden hangisi toplumcu-gerçekçi çizgide a. Aşk konuları eser veren kadın yazarlardan biri değildir? b. Polisiye konular a. Suat Derviş c. Tarihsel konular b. Afet Ilgaz Muhteremoğlu d. Kadınların sosyal ve siyasi hakları c. Nazan Bekiroğlu e. Casusluk konuları d. Füruzan Tekil e. Sevgi Soysal 130 Çağdaş Türk Romanı

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı 1. c Yanıtınız yanlış ise “Postmodern Romanın Kül- Sıra Sizde 2 türel Siyasal ve Sosyal Arka Planı” konusunu İlk Türk kadın romancı olan Fatma Aliye Hanım (1864 yeniden gözden geçiriniz. -1936), önceleri Fransızcadan tercümeler yapmış, son- 2. e Yanıtınız yanlış ise “Modern Roman ve Post- raları ise Ahmed Midhat Efendi üslubunu andıran modern Roman” konusunu yeniden gözden romanlar yazmıştır. Fatma Aliye 1892’de yayımlanan geçiriniz. “Muhaderat” adlı ilk romanında kadın problemleri- 3. a Yanıtınız yanlış ise “Posmodern Romanlar ni ele almaktadır. Burada kadının toplum ve çalışma Üzerine” konusunu yeniden gözden geçiriniz. hayatının içerisinde yer alması işlenir. Fatma Aliye 4. e Yanıtınız yanlış ise “Posmodern Romanlar Hanım’ın çalışmaları bununla sınırlı değildir. Uhuvvet Üzerine” konusunu yeniden gözden geçiriniz. (1897) ve Udi (1899) romanında kadının çalışma ha- 5. c Yanıtınız yanlış ise “Posmodern Romanlar yatındaki yerini anlatır. Hanımlara Mahsus Gazete’de Üzerine” konusunu yeniden gözden geçiriniz. de bu konularla ilgili yazılar kaleme alır. 1908 II. 6. d Yanıtınız yanlış ise “Posmodern Romanlar Meşrutiyet’e kadar Fatma Aliye Hanım, neredeyse tek Üzerine” konusunu yeniden gözden geçiriniz. kadın yazardır. II. Meşrutiyet Dönemi’nde Halide Edip 7. d Yanıtınız yanlış ise “Posmodern Romanlar Adıvar (1882-1964), romanlarının kahramanlarını ka- Üzerine” konusunu yeniden gözden geçiriniz. dınlar arasından seçer. Toplumun sosyal ve kültürel 8. c Yanıtınız yanlış ise “Posmodern Romanlar problemlerine bir kadın dikkatiyle yönelir (Enginün, Üzerine” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 1979: 189). Handan (1912), Ateşten Gömlek (1922), 9. c Yanıtınız yanlış ise “Posmodern Romanlar Kalp Ağrısı (1924), Zeyno’nun Oğlu (1926) romanla- Üzerine” konusunu yeniden gözden geçiriniz. rında Türk kızlarının felaketler dönemindeki portrele- 10. d Yanıtınız yanlış ise “Posmodern Romanlar ri dikkatlere sunulur. Sinekli Bakkal’daki (1936) Rabia Üzerine” konusunu yeniden gözden geçiriniz. tipi ile değer çatışmaları yaşayan kadın tipi işlenir.

Sıra Sizde 3 Kadın yazarlar, Halide Edip’in devamı niteliğinde ro- manlar kaleme aldılar. Bu romanlarında genellikle de Sıra Sizde Yanıt Anahtarı kadının toplum içerisindeki yerine ve mücadelesine Sıra Sizde 1 yer verdiler. Bir bakıma kendilerini Cumhuriyet’le Feminizm, kadınların erkeklere kıyasla daha güç şart- birlikte yeni Türk toplumundaki kadınların temsilcisi lar altında yaşadıklarını, öğrenim görme, yükselme, kabul ettiler ve onları aydınlatma görevini üstlendiler. toplum içinde saygın bir yer edinme gibi konularda haklarının yendiğini hissedip bunu dile getirme ve bu Sıra Sizde 4 alanda mücadele etmeyi amaçlar. Feminist söylem de Halide Edip Adıvar çizgisinin devamı diyebileceğimiz bu amaçlar doğrultusunda sesini yükseltmek, yazmak bu kadın yazarlar millî edebiyat akımı içerisinde yeti- ve konuşmaktır. şenlerdir. Romanlarında milliyetperver bakış açısı çev- Kadın yazarlar, feminizmi kadın haklarını korumanın resinde geleneğe bağlı kadın hâkimdir. Samiha Ayverdi bir misyonu olarak algılamışlardır. Kadın haklarını ko- (1906 - 1993), Safiye Erol (1900 - 1964), Emine Işınsu rumak genellikle şu noktalarda gelişmiştir: (1938), Sevinç Çokum (1943), Nazan Bekiroğlu, Fatma a. Öğrenim hakkı elde etmek Karabıyık Barbarosoğlu bu kadın yazarlarımızdandır. b. Beyin gücü ile ekonomik bağımsızlığını elde etme müca- delesi Sıra Sizde 5 c. Meslek sahibi olmanın yanında anne ve eş olma şansları- Toplumcu çizgide eser veren yazarlar, sosyal hayatın nı zorlamak içerisinde kadının yerini ve yaşadığı çeşitli problemle- d. Kadına uygulanan şiddeti sona erdirmek ri, toplumsal problemler çerçevesinde dikkatlere sun- e. Kadının cinsel özgürlüğünü savunmak muşlardır. Suat Derviş (1905 - 1972), Afet Ilgaz Muh- f. Bedenine sahip çıkma hakkı teremoğlu, Sevgi Soysal (1936 - 1976), Füruzan Tekil (1935). Bu isimler arasında ilk akla gelenlerdir. 6. Ünite - Feminist Söylem ve Kadın Yazarlar 131

Başvurulabilecek Kaynaklar Sıra Sizde 6 Alangu, Tahir. (1965). Cumhuriyetten Sonra Hikaye Popüler roman kısaca halkın zevkine, ruhuna hitap ve Roman 1-3. İstanbul: İstanbul Matbaası Yayın- eden eser anlamındadır. Halkın dili ve halkın ifadeleriy- ları. le dile getirilir. Ele aldıkları konu bakımından şu türlere Doğan, Mehmet H. (Temmuz 1976). “Türk Romanın- ayrılabilir: Aşk romanları, polisiye romanlar, casusluk da Kurtuluş Savaşı,” Türk Dili Türk Romanında romanları, tarihsel romanlar, acıma duygusunu ateşle- Kurtuluş Savaşı Özel Sayısı 278. yen toplumsal romanlar, heyecan - macera - gerilim ro- Enginün, İnci. (1978). Halide Edip Adıvar’ın Roman- manları, mizah romanları, ideolojik romanlar. larında Doğu ve Batı Meselesi. İstanbul: İst. Üniv. Edebiyat Fak Yayınları. Fethi, Naci. (1981). 100 Soruda Türkiye’de Roman ve Toplumsal Değişme. İstanbul: Gerçek Yayınları. Yararlanılan Kaynaklar Fethi, Naci. (2002). Yüzyılın Yüz Romanı. İstanbul: Argunşah, Hülya. (2002). Bir Cumhuriyet Kadını Adam Yayınları. Şükûfe Nihal. Ankara: Akçağ Yayınları. Mutluay, Rauf. (1976). 50. Yılın Türk Edebiyatı. İstan- Aygün, Özcan. (2002). “Edebiyatımızda Popüler Roman bul: Türkiye İş Bankası Yayınları, 3. Baskı. ve Aka Gündüz,” Trakya Üniversitesi Sosyal Bilim- Mutluay, Rauf. (1970). “1970’de Roman ve Hikâyemiz,” ler Enstitüsü. Basılmamış Doktora Tezi, Edirne. 1971 Varlık Yıllığı. İstanbul: Varlık Yayınları, 40-41. Aytaç, Gürsel. (2006). “Türk Romanında Feminist Söy- Oktay, Ahmet. (1993). Cumhuriyet Dönemi Edebiya- lem”, Türk Edebiyatı Tarihi, 4. Ankara: Kültür ve tı 1923-1950. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. Turizm Bakanlığı Yayınları, 393-400. Oktay, Ahmet. (2003). Toplumcu Gerçekçiliğin Kay- Çelik, Yakup. (2006). (1920 - 1960), Türk Edebiyatı nakları. İstanbul: Everest Yayınları. Tarihi 4. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Ya- Önertoy, Olcay. (1984). Cumhuriyet Dönemi Türk yınları, 219-278. Roman ve Öyküsü. Ankara: Türkiye İş Bankası Çelik, Yakup. (2009). Karanlıktan Aydınlığa İttihat ve Kültür Yayınları. Terakki - Millî Mücadele Çizgisinde Türk Roma- Solok, Cevdet Kudret. (1990). Türk Edebiyatında nına Bir Bakış. Ankara. Hikâye ve Romanı 2-3. İstanbul: Varlık Yayınları. Aygün, Özcan. (2002). “Edebiyatımızda Popüler Roman Törenek, Mehmet. (2002). Türk Romanında İşgal ve Aka Gündüz,” Trakya Üniversitesi Sosyal Bilim- İstanbul’u. İstanbul: Kitabevi Yayınları. ler Enstitüsü. Basılmamış Doktora Tezi, Edirne. Uğurcan, Sema. (2001). Safiye Erol’un Romanları. Enginün, İnci. (2001). Cumhuriyet Dönemi Türk Ekim, Kubbealtı Akademi Mecmuası. Edebiyatı. İstanbul: Dergâh Yayınları. Yalçın, Alemdar. (2003). Siyasal ve Sosyal Değişme- Enginün, İnci (1979). Yeni Türk Edebiyatı Araştırma- ler Açısından Cumhuriyet Dönemi Türk Romanı ları. İstanbul: Dergah Yayınları. 1946 - 2000. 5. Baskı, Ankara: Akçağ Yayınları. Enginün, İnci. (Mayıs-Haz. 2000). “Etkileyici Bir Ro- Yalçın, Alemdar. (2002). Siyasal ve Sosyal Değişme- man: Yeni Yalan Zamanlar,” Türk Yurdu Türk Ro- ler Açısından Cumhuriyet Dönemi Türk Romanı manı Özel Sayısı, 153-154. 1920 - 1946. 5. Baskı, Ankara: Akçağ Yayınları. Gündüz, Osman. (2004). “Cumhuriyet Dönemi Türk Yardım, Mehmet Nuri. (2003). Safiye Erol Kitabı. İs- Romanı,” Yeni Türk Edebiyatı El Kitabı 1839 - tanbul. 2000. Ankara: Grafiker Yayınları, 367-454. Gündüz, Osman. (2006). 1960 Sonrası, Türk Edebi- yatı Tarihi 4. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 279-382. Kulin, Ayşe. (2007). Veda - Esir Şehirde Bir Konak. İstanbul: Everest Yayınları. Moran, Berna. (1991, 1994). Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış. 2-3, İletişim Yayınları. Morkoç, Dr. Ayvaz. (2009). “Ayse Kulin’in Romanla- rında Kadın Karakterizasyonu ve Feminist Bakış,” Uluslararası - Disiplenlerarası Kadın Çalışmaları Kongresi, 2. Cilt. Sakarya, 6-14. ÇAĞDAŞ TÜRK ROMANI 7 Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra;  Gelenekçi roman kavramını açıklayabilecek,  Gelenekçi romanın özelliklerini değerlendirebilecek,  Gelenekçi romanın ilk örneklerini ayırt edebilecek,  Gelenekçi romanın gelişimini yorumlayabilecek bilgi ve becerilere sahip olacaksınız.

Anahtar Kavramlar • Gelenek • Tarihî Roman • Gelenekçi • Kültür • Roman • Millî Değerler • Gelenekçi Roman • Dinî Değerler

• Tarih

İçindekiler

• GELENEK VE ROMAN • GELENEKÇİ ROMANIN ÖZELLİKLERİ • GELENEKÇİ ROMANIN İLK ÖRNEKLERİ • TÜRKİYE’DE GELENEKÇİ ROMANIN GELİŞİMİ Gelenekçi Romanın Çağdaş Türk Romanı • 1950’Lİ YILLARDA GELENEKÇİ ROMAN Özellikleri ve Gelişimi • 1960’LI YILLARDA GELENEKÇİ ROMAN • 1970’Lİ YILLARDAN SONRA GELENEKÇİ ROMAN • 1980’Lİ YILLARDAN GÜNÜMÜZE GELENEKÇİ ROMAN • VE DİĞERLERİ Gelenekçi Romanın Özellikleri ve Gelişimi

GELENEK VE ROMAN “Anane” sözcüğüyle eş anlamlı olarak kullanılan “gelenek”, Türkçe Sözlük’te “Bir toplumda, bir toplulukta eskiden kalmış olmaları dolayısıyla saygın tutulup ku- şaktan kuşağa iletilen, yaptırım gücü olan, kültürel kalıntılar, alışkanlıklar” biçi- minde tanımlanır. “Gelenekçi” sözcüğü ise “geleneklere bağlı kimse” anlamındadır. Sözcüğün kavramsal çerçevesi, topluma ait tarihî, dinî ve kültürel ögeleri içine alır. Her toplumun ayırıcı özelliklerini oluşturur. Yaşam tarzına yansır. Sanat yo- luyla kendini ifade eder. Sanat ve edebiyatta, içinde doğup büyüdüğü toplumu değiştirme ve dönüştür- me çabası sergileyenler olduğu gibi, mensubu bulunduğu toplumun gelenek adı altında toplanan değerlerine, motif ve ögelerine bağlı tavır sergileyenler de vardır. “Yenilikçi” ve “gelenekçi” kavramları bu farklı tavırları karşılamak için kullanılır. “Yenilikçi” tavrın arkasında, toplumun değerlerine sırt çevirme, gelenekçi tavrın arkasında ise toplumun değerlerini yüceltme kaygısı vardır. İkisini uzlaştırmaya yönelik bir çizgi takip edenlerden de söz edilebilir. Edebiyatta gelenekçilik, toplumun kültür değerlerine ilişkin farkındalık oluş- turmaya yöneliktir. Dinden, tarihten ve yaşama tarzından gelen ritüeller bunlar arasındadır. Dinî ve millî karakterli geleneklerden söz edilebilir. Bayramlaşma, konuk ağırlama, ikramda bulunma, el öpme, imeceye katılma, nişan töreni yap- ma, yeme içme, zenaatla uğraşma gibi günlük hayatın pratik alışkanlıkları yanın- da aile, musiki, mimari, tasavvuf, şehitlik, gazilik gibi derin yapıda karşılığını bu- lan unsurlar da vardır. Toplumun kültürel değerlerini kurmacanın dünyasına taşıyan romanlara “ge- lenekçi roman” denir. Gelenekçi roman, aileyi ve aile içi değerleri yücelten bir anlayışı temsil eder. GELENEKÇİ ROMANIN ÖZELLİKLERİ Gelenekçi romanın ayırıcı özellikleri şöyle sıralanabilir: • Gelenekçi roman, toplumun değerleriyle barışık, hatta bu değerlere sıkı sı- kıya bağlıdır. • Gelenekçi roman, romantik bir tavrın takipçisidir. • Tarihten, yaşama tarzından, inançlardan gelen unsurlar edebî metne yansır. • Gelenekçi romanlarda klasik olay kurgusuna rastlanır. 134 Çağdaş Türk Romanı

• Gelenekçi romanlarda dün-bugün-yarın şeklindeki kronolojik zaman kul- lanılır. • Gelenekçi romanlarda genellikle ilahi (hâkim/tanrısal) bakış açışına rastlanır. • Gelenekçi romanlarda estetik anlayışı etik kaygılar yönlendirir. • Gelenekçi romanlar, millî ve İslami duyarlıktan beslenir. • Gelenekçi romanlarda, popüler roman vadisinde değerlendirilebilecek ör- neklere rastlanır. • Yerel ağızların kullanıldığı görülür. • Romanlarda olay, verilmek istenen mesajı öne çıkaracak biçimde kurgulanır. • Gelenekçi romanlar, millî, İslami, tarihî roman gibi nitelemelerle karşımı- za çıkabildiği gibi bazen millî-tarihî, bazen İslami-tarihî, bazen de millî- İslami-tarihî nitelikte örnekler olarak okuyucuya sunulabilir.

Modern romanla gelenekçi roman arasında ne gibi farklılıklar vardır? 1 GELENEKÇİ ROMANIN İLK ÖRNEKLERİ Gelenekten beslenen romanların ilk örneklerini Mehmet (Mizancı) Murad’ın (1854-1917) Turfanda mı Yoksa Turfa mı? (1891) ve Halide Edib Adıvar’ın ((1884-1964) Yeni Turan (1912) romanlarına kadar götürmek mümkündür. Her iki roman da millî ütopyalar üzerine kurulur. Mehmet Murad, Turfanda mı Yoksa Turfa mı romanını Batılılaşmanın getirdi- ği etkiyle din, dil, tarih, ahlak, gelenek gibi değerlerin sarsılmasına engel olmak, bu konuda halkı bilinçlendirmek için yazar. Halide Edib Adıvar da Yeni Turan’ı söz konusu kültür unsurlarının oluşturdu- ğu yaşam tarzını öne çıkarmak ve millî ruhu temsil eden kahramanlar üzerinden ifade etmek amacıyla kaleme alır. Aradaki fark, Mehmet Murad’ın İslam birliği, Halide Edib’in milliyetçilik dü- şüncesinden yola çıkmasıdır. Her iki roman da öncelikle siyasal bir tehlike olan Batı’ya karşı millî değerlere ve kaynaklara yönelmenin zorunluluk olduğu tezine gönderme yapar. Bir yanda Mansur ve Zehra, diğer yanda Oğuz ve Kaya kendi kültür değerlerine sadık ve idealize edilmiş tipler olarak romana girerler. Ruh-madde, şehir-köy, İstanbul-Anadolu çatışmaları yanında vatan ve mil- let sevgisi gibi temalar işlediği romanlarıyla Safiye Erol (1900-1964), geleneğe eklenen bir tavır sergiler. Doğu ve batı medeniyetlerini karşı karşıya getiren bir kurguyla çözümlemelere giden yazar, kültür değerlerimize gönül ve ruh pencere- sinden bakar. İlk eseri Kadıköyü’nün Romanı’nda (1938) medeniyet çatışmaları çevresinde kurgulanmıştır. Doğulu temellerden uzaklaşmış Boğaziçi sosyetesine ayna tutu- lur. Yüzeysel de olsa kültürümüzün önemli yapı taşlarından biri olan tasavvuf, kahramanların iç hesaplaşmaları içinde işlenir. Ülker Fırtınası’nda (1938), Batı müziği icracısı Nuran’la Doğu müziği icracısı Sermet çevresinde iki kültür ve medeniyet dairesini karşı karşıya gelir. 1930’lu yıl- ların siyasal ve kültürel ortamı Türk müziğinin gelişmesine elverişli olmadığından Samed tükenirken, Nuran Doğu ve Batı müziğinde bir terkibe ulaşır. Bir yandan besteler yaparken bir yandan da notaya geçirilmemiş klasik eserleri notaya çeker. Ciğerdelen (1947) Batı’nın maddi gelişmişliğiyle Doğu’nun, daha doğrusu Türk milletinin yükseliş felsefesini oluşturan tasavvufi hayatı bir araya getirmeye ça- lışır. Tarih sevgisi, dinî-tasavvufi duygularla kaynaşır. Macaristan coğrafyasında 7. Ünite - Gelenekçi Romanın Özellikleri ve Gelişimi 135

Türk uç beyleri, sipahiler, din adamları, yiğit delikanlılar ve güzel serhat kızları tasvir edilir. Akıncıların hayatı ve yaşama tarzı, destanlara özgü bir anlatımla ro- manın dünyasına taşınır. Dineyri Papazı (1955, tefrika) romanında ise yoksul Gülbün ve varlıklı Ayhan arasındaki aşk çevresinde yer yer mistik metafizik anlam katmanları kurar. İki kahramanın aşka yüklediği anlam farklıdır. Roman, Gülbün’ün şahsında saf aş- kın, tenden ruha yükselen bağlılığın hikâyesidir. Medeniyet değişimini ele alan ve bu değişimin aile içinde sebep olduğu çözül- meleri kişilerin ruh derinliklerine inerek işleyen Samiha Ayverdi (1906-1993), konusunu Firavunlar Dönemi’nden alan ilk romanı Aşk Bu İmiş’i (1939) yayım- lar. Bu ilk romanı sırasıyla Batmayan Gün (1939), Ateş Ağacı (1941), Yaşayan Ölü (1942), İnsan ve Şeytan (1942), Son Menzil (1943), Yolcu Nereye Gidiyorsun (1944), Mesihpaşa İmamı (1944), İbrahim Efendi Konağı (1965) romanları izler. Kenan Rifaî’nin tasavvufi düşünceleri çevresinde kurgulanan romanlarında Ay- verdi, yalı ve konaklarda sürdürülen Cumhuriyet öncesi geleneksel toplum haya- tını kadınca bir duyarlıkla dile getirir. Yazar, toplum hayatını ve onun bağlı olduğu medeniyeti verirken bencillik-madde-gönül-aşk çatışmalarına “tevhid akidesi”yle çıkış yolu arar. Hüseyin Nihal Atsız (1905-1975), eski Türk geleneğine ayna tuttuğu roman- larıyla Türkçü/milliyetçi söylemin öncü ismi olarak dikkati çeker. 1923 sonrası inşa edilmek istenen kimliğin oluşumuna Orta Asya’daki kültür değerlerimizi kat- mayı amaçlayan Atsız Bozkurtların Ölümü (1946) ve Bozkurtlar Diriliyor (1949) romanlarında Türk milletinin cesur, bilgili, bilinçli, fedakâr ve kahraman idare- cilere sahip olduğu zamanlar büyük işler başardığını, en zor şartlarda bile istiklal düşüncesinden vazgeçmediğini vurgular. Bu bir tür karakter tespitidir. Konusunu Osmanlı tarihinden, Fetret Dönemi’nden alan Deli Kurt (1958) ro- manı, bir yandan devlet geleneğimize ışık tutarken, öbür yandan Anadolu’da kur- duğumuz yeni kültür ve medeniyeti romanın diliyle ifade eder. Ruh Adam (1972) ise aşkın nedensizliği, insanın aşk ve kader karşısındaki aczi, “fenalığın cezasını göreceği” gibi düşünceler üzerine kurulur. TÜRKİYE’DE GELENEKÇİ ROMANIN GELİŞİMİ Türkiye, 1950’li yıllarda çok partili hayata geçişin getirdiği sosyal ve siyasal deği- şimlere sahne olur. Tek parti döneminin pozitivist ve tek tip insan yaratma tavrı, evrensel değerleri öne çıkarma çabası, laikliği özel hayatlara müdahale edecek bi- çimde uygulama ısrarı gibi nedenler, İslami söylemin de milliyetçi söylemin de güçlenmesini engellemişti. 1950’lerin özgür ve demokratik ortamında mistik/metafizik yaklaşımların önü açılır. Önce şiirle kendini ifade imkânı bulan İslami söylem, daha sonra roman ve hikâyeyi de kullanmaya başlar. Batılılaşma macerasının, kendini inkâr biçiminde ve kayıtsız şartsız teslimiyet düzeyinde algılanması, kimi aydınlar tarafından sorgulamaya tabi tutulur. Toplu- mun kalp ve zihin bulanıklığına çözüm arayışları, üzeri küllenmiş kültürel değer- leri hatırlama ve yeniden hayata katma çabalarını doğurur. Modern hayata karşılık geleneksel hayat da yaşama şansı bulur. Bir yanda mo- dern yaşama tarzı, diğer yanda geleneksel yaşama tarzı, üçüncü grupta da modern yaşama tarzıyla geleneksel yaşama tarzını sentezleyen bir anlayış hüküm sürmeye başlar. 136 Çağdaş Türk Romanı

1950’Lİ YILLARDA GELENEKÇİ ROMAN 1950’li yıllarda Cengiz Dağcı (1920-2011), hem anlatım hem de içerik bakımın- dan gelenekçi roman sayılabilecek örnekler verir. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra va- tanı Kırım’dan ayrılan Dağcı, bir daha ülkesine dönmez. Ömrünün altmış yılını Londra’da geçirir. Cengiz Dağcı, romanlarında Kırım Türklerinin Ruslardan gördüğü baskı ve zulümleri anlatır. Eserlerini “annemin dili” dediği Türkiye Türkçesiyle kaleme alır. Yazarın “Sadık Turan’ın Hatıraları” adıyla yazdığı hacimli roman, Yaşar Nabi’nin yönetiminde ve Ziya Osman Saba’nın editörlüğünde Varlık Yayınları cep kitapları arasında Korkunç Yıllar (1956) ve Yurdunu Kaybeden Adam (1957) adlarıyla iki cilt hâlinde yayımlanır. Onlar da İnsandı (1958), O Topraklar Bizimdi (1966), Dö- nüş (1968), Badem Dalına Asılı Bebekler (1962), Üşüyen Sokak (1972) Dağcı’nın romanlarından birkaçıdır. Korkunç Yıllar, Cengiz Dağcı’nın bir bakıma kendi ya- şadıklarının hikâyesidir. Vatan sevgisi, vatanı koruma ve savunma bilinci, savaşın getirdiği acılar, vatan hasreti, şehitlik, dostluk, fedakârlık, adanmışlık gibi temalar Dağcı’nın romanlarında çokça işlenen unsurlar arasındadır. 1960’LI YILLARDA GELENEKÇİ ROMAN 1960’lı yıllar Türkiye’de siyasal, sosyal çalkantıların, ideolojik kamplaşmaların gö- rüldüğü dönemdir. Siyasal otoritenin, ihtilal yoluyla devrilmesi, bu iktidar aktör- lerinin yargılanması, başbakan ve iki bakanının idamı, kamu vicdanında bir acı- nın tortusunu bırakmış, haksızlığa uğramış, mağdur ve mazlumun yanında olma duygusunu uyandırmıştır. Menderes iktidarının geleneğe bağlılık ve halkın değerlerine saygı konusunda sergilediği tavır, halkın ruhunda karşılığını bulmuştur. Ülkede bir yandan da sosyal değişim sürmektedir. Bu değişimden ve zihniyet oluşumundan edebiyat da payına düşeni alır. Türkiye’de roman başlangıçtan itibaren hep Batılı değerlerin anlatım aracı olarak görülmüştür. 1960’lı yıllardaki içerik değişimi, toplumun öncelikle dinî hayatındaki özgürleşmeyle doğrudan ilgilidir. Dinin temel kaynaklarına daha ra- hat ulaşabilen, okudukları ve dinledikleriyle hayatını düzenlemeye çalışan kitle, bunları hikâye ve roman aracılığıyla paylaşmanın da yollarını arar. Yalnızca dinî duyarlık değil, millî duyarlık da romanın diliyle daha özgürce ifade edilmek ister. Tek parti dönemi Türkçü/milliyetçi söyleme de çok sıcak bakmamıştır. İslami söylem, bir çatışma düzleminde ortaya çıkar. Geleneksel hayatı kuran değerler dizgesi ile öykünmeden öteye geçemeyen yanlış Batılılaşma anlayışı ara- sında çatışma vardır. Varlığın maddeden ibaret olmadığı düşüncesi, dünya ve dünya ötesini dengeleme arayışı, insanı yücelten erdemlere ulaşma ideali, aşkın metafizik boyutta algılanması, hidayete erme, nefis terbiyesi gibi alternatif yakla- şımlar romana girer. 1960’lı yıllarda gelenekçi romanın ilk isimlerinden biri Münevver Ayaşlı’dır (1906-1999). Ayaşlı, Pertev Beyin Üç Kızı (1968), Pertev Beyin İki Kızı (1969), Per- tev Beyin Torunları (1976), romanlarıyla konak hayatı içinde geleneksel Türk ai- lesinin resmini çizer. Gelenekçi romanın ilk nitelikli örnekleri, Tarık Buğra’nın kalem ürünleridir. Çınaraltı dergisinde yayımlanan ve yazarın ilk eseri Akümülatörlü Radyo’nun ro- mana dönüşmüş hâli olan Yalnızlar’dan başlayarak 1980’li yıllara uzanan en önemli isim Tarık Buğra (1918-1994)’dır. Buğra, Küçük Ağa, İbiş’in Rüyası, Firavun İma- 7. Ünite - Gelenekçi Romanın Özellikleri ve Gelişimi 137 nı, Dönemeçte, Gençliğim Eyvah, Yağmur Beklerken, Osmancık gibi romanlarıyla Türk toplumunun geleneksel değerlerine bağlı bir yazar kimliği sergiler. Yalnızlar (1948), gençlik yıllarında yaşanan yoklukların, toplum düşmanlığına dönüşmesini önleyen aynı zamanda iyi niyetlerin de sorgulamasını yapan bir ro- mandır. Yazar, Dr. Rıza’nın şahsında çürüme ve bozulmalara karşı hayatı savunma iradesini öne çıkarır. Küçük Ağa (1964), Kurtuluş Savaşı’nın küçük bir Anadolu kasabasından gö- rünüşüdür. Kültür hayatımızın tanıdık simalarını ve özelliklerini yansıtan eser, Millî Mücadele’nin romanıdır. Küçük Ağa’nın devamı niteliğinde olan ve yazarın Sakarya Savaşı öncesi ve sonrasını ele aldığı Firavun İmanı (1976) ise çıkarcılar, vurguncular, satılmışlar ve bunlara karşı yiğit ve erdemli insanların yeni bir dev- leti kurma çabası anlatılır. İbişin Rüyası (1972), orta oyununun temsilcilerinden Nahit’le, canlandırdığı İbiş arasındaki gelgitler üzerine kurulur. İbiş’in geleneksel tiyatronun önemli figürlerinden, Naşit’in de orta oyunu sanatçılarından biri olması romanı, gele- nekle ilişkilendirmeye yeter. Dönemeçte (1978), Türkiye’de çok partili döneme geçiş yıllarını aksettirir. Ko- nuya bir Anadolu kasabasından, halk ve aydın ilişkileri çerçevesinde bakar. Ro- manın kahramanı Dr. Şerif, sık sık okuduğu Dostoyevski ve Mevlâna arasında ilgi çekici benzerlikler kurar. Dr. Şerif’e göre, “Mevlâna Dostoyevski’nin sağlıklısı, Mevlâna ruhları sağlıklı insanların Dostoyevskisi” dir. Gençliğim Eyvah (1981), 1970’li yıllarda Türkiye’yi kan gölüne çeviren anar- şinin otopsisidir. Romanda, boşa harcanan gençliklerin hikâyesi yanında, Türkiye’nin içine düşürüldüğü kaosun da grafiği çizilir. Türkiye’de toplum hayatı- nı sarsan demagojiler, bunlara karşı vatansever insanlara düşen görev ve sorum- luluklar sergilenir. Yine bir Anadolu kasabasının mekân olarak seçildiği ve Serbest Fırka olayı- nın anlatıldığı Yağmur Beklerken (1981) romanı, o dönem Türkiyesi’nde yaşanan büyük kuraklıkla siyaset ortamı arasında benzerliklerin vurgulandığı bir eserdir. Yazarın “Cihan devletini kuran irade; şuur ve karakter” ifadesini ikinci bir baş- lık olarak kullandığı Osmancık (1983) romanı, Osmancık’ın (Kara Osman’ın) Osman Gazi olarak tarih sahnesine çıkışını ve Osmanlı Devleti’nin kuruluşunu gözler önüne serer. Türk’ün karakteristiği, değerler dünyası ve insani ilişkiler manzumesi romanın arka planını oluşturur.

Okuma Parçası Tarık Buğra Şimşekler Tekke Deresi’nde ‘Şişman Berta’lar gibi gümbürdüyor, yağmur oluktan bo- şanırcasına yağıyordu. Bitkin tren Halep’ten yüklediği kendinden de bitkin kafilenin belki de en perişan ve harabını Akşehir istasyonuna bıraktı. Bozgunla biten o anla- tılamaz maceranın döküntüleri sılasına kavuşan bu silâh arkadaşlarına vagonların pencerelerinden donuk donuk bakıyorlardı. Ne gülen, ne el sallayan, ne de bir çift laf eden oldu. Tren puflaya puflaya kuzeye doğru uzayan ve sonu gelmeyeceğe benzeyen yoluna koyulmuştu. Salih yavaş yavaş eriyen ve bir defa daha göremeyecek olduğu bu yüzlere öyle kımıldamadan bakarken o büyük, o yürekler paralayıcı bozgun için dikilmiş bir heykelden başka bir şeye benzemiyordu. El sallamak, güle güle diye bağırmak isterdi, bahtınız açık olsun demek isterdi. Fakat el sallayamazdı, bir eli, bütün koluyla birlikte Kütülemmare’de, bir kum tepesinde 138 Çağdaş Türk Romanı

kalmıştı. Öbür eli de pis, sefil, fakat kocaman torbasını tutuyordu. Ve artık bütün iyi dilekler boşunaydı, bu trenin yolcuları gülmeyi de, bahtlarını da topyekün kaybetmiş- lerdi. Bunlar bozgunun sakat, yarım kalmış döküntüleri idi, işe yarayabilecekler esir kamplarında ve tecrit edilmişlerdi. Katarın son vagonu da önünden ilerideki virajda kayboldu. Fakat Salih trenin hâlâ önünden geçmekte olduğunu sanıyordu. Aynı vagonlar, aynı pencereler sanki milyon kere milyon üremişti ve bu geçiş ebediyete kadar sürecekti. Aynı vagonlar, aynı pen- cereler, aynı yüzler... Aynı vagonlar, aynı pencereler, aynı yüzler, aynı yüzler, aynı donuk, aynı ifadesiz bakışlar. Hele o ses... Hele o erkekçe, bir bakıma güzel, bir bakıma harikulâde, fakat insana ait değilmişçesine canlılığını kaybetmiş, bu yüzden de melânkoluden çok daha ezici, çökertici bir tesir yapan ses!.. Bu ses mezarda bile kulaklarını bırakmayacak gibiydi: “Adı Yemen’dir, Gülü çemendir...” Bozöyüklü bir topal saatlerce, hangi saatlerce, günlerce tekrarlayıp durmuştu: “Adı Yemen’dir, Gülü çemendir, Giden gelmiyor Acep nedendir?” Keşke gelmek olmasaydı. Gelmek mi denirdi buna? Nerede sağ kolun yavrum Salih? Nerede sağ kulağının yarısı oğlum Salih? O kehribar gibi gözlerine ne oldu bir tanem? Ya o yiğit yüzün kardeşim? Gelmek mi denirmiş buna? Ve aynı vagonlar, aynı pencereler, aynı yüzler önünden geçiyor, geçiyor, tekrar geçi- yordu. Salih o trenden ayrılmak istemiyor, inmemiş olmak, gitmek, gitmek, gitmek istiyordu çünkü. Birden irkildi. Bu bir alarmdı: Ardında konuşanlar vardı, gâvurca konuşanlar. Kav- rulmuş bedeninden umulmayacak bir çeviklikle, zemberek boşanır gibi döndü: Tüylü şapkalar. “-Haa... İtalyanlar...” Ve Salih bu tombul, bu şaklaban yüzlerin arasında Niko’nun yüzünü aynı anda fark etti. -Salih, vire sen misin? Tanıdı be. Demek hâlâ Salih. İçinden, torbasını atıp o tek koluyla Niko’yu kucaklamak geldi. Fakat silâhlı İtalyan askerleri hafifçe gülümsedi, hafifçe ama candan: -Merhaba Niko! Sesi de belirsizdi. -Vay Salih vay... Bu ne hâl vire? Ne olmuş sana böyle? Canlı, sıhhatli, neşeli idi. Eskiden Rum şivesini örtmeye çalışırdı. Şimdi inadına belli etmeye çalışır gibiydi. İtalyanlara onların diliyle bir şeyler söyledi, berikilerden biri tek kelime ile cevap verdi. Niko da, -Gel, dedi. Salih’in kolsuz tarafına geçmiş, elini omzuna atmıştı, fakat daha üç adım gitmeden epey ayrıldı. Salih çok fena kokuyordu. 7. Ünite - Gelenekçi Romanın Özellikleri ve Gelişimi 139

İstasyon binasına, müdürün odasına girdiler. Niko’da ne olduğunu göstermek isteyen bir hâl vardı: -Aç mısın? diye sordu. Salih şöyle bir yokladı kendini, hatta düşündü. Açtı. -Acıkmışım, dedi. Niko dışarı çıktı. Salih de yan gözle etrafını süzmeye başladı. Telgrafın başında ve müdür masasında İtalyan zabitleri vardı. Eski Müdür Necati Bey, gişede idi, iyice ihtiyarlamıştı. Niko iki konserve kutusu, bembeyaz ekmek, sucuk ve çatalla geldi. -Ye... Sucuk domuz etinden değil. Güldü. Bir şeyler hesaplar gibi sustu, sonra yine konuştu: -Ama artık sizinkiler domuza momuza bakmıyorlar. Güldü. -Ne verirsen yiyorlar. Salih yutmaya hazırlandığı lokmayı üç beş defa çiğnedi. Demek “sizinkiler.” -Ee bakalım Salih Çavuş, anlat be... Salih kendisini Niko’nun karşısında, eskisi gibi hissediyordu artık. Sanki yine iki kolu, iki bileği ve tuttuğunu koparan iki eli vardı, demirci eli. Donuk bakışları bir an için Niko’nun gözlerini aradı: -Çavuş olamadım Niko... Bir kola bir terfiye... (Buğra, 1992: 9-12). 1970’Lİ YILLARDAN SONRA GELENEKÇİ ROMAN 1970’li yılların çalkantılı ortamında dinî ve millî değerlere yönelme ihtiyacı ro- manda da kendini gösterir. Abbas Sayar, Bahaeddin Özkişi, Tahir Kutsi Makal, Emine Işınsu, Hasan Kayıhan, Sevinç Çokum gibi yazarların kaleminden çıkan örnekler, gelenekçi roman vadisinde ele alınabilir.

Dinî ve millî değerlerin romanla ifade edilmesi hangi ihtiyaçtan doğar? 2 Abbas Sayar (1923-1999) Yılkı Atı (1970), Çello (1972), Can Şenliği (1974), Dik Bayır (1977), Tarlabaşı Salkım Saçak (1987) romanlarıyla Anadolu merkezli hayatı, insanı ve tabiatı tasvir eder. Bahaeddin Özkişi (1928-1975), Köse Kadı (1974), Osmanlı akıncılarının ser- hat boylarında gösterdikleri kahramanlıkları destansı bir dille dikkatlere sunar. Sokakta (1975) ise manevi değerleri bütünüyle yok sayan materyalizmin toplumu tutsak almaya çalışması üzerine kurulur. Şeytan, cin gibi soyut fansastik ögelere yer veren romanda inançların ve millî değerlerin yok oluşuna dikkat çekilir. Tahir Kutsi Makal (1937-1999) Meydan Dayağı (1977) ve Kamyon (1979) ro- manlarında Anadolu insanını toprağa bağlı yaşam tarzı içinde anlatır. Emine Işınsu (1939-), Küçük Dünya (1966) romanıyla şehirli küçük aydının sorunlarına ayna tutar. Azap Toprakları (1969), Ak Topraklar (1971), Sancı (1974), Tutsak (1975), Çiçekler Büyür (1978) romanlarıyla Türkiye dışında yaşayan Türk- lerin acılarına tercüman olur. Canbaz (1982), Kaf Dağının Ardında (1988), Altı Karınca (1989), Cumhuriyet Türküsü (1994), Nisan Yağmuru (1997), Havva (1998), Bir Ben Vardır Bende Benden İçeri (2002), Tür insanının değerler dünya- sını yansıtır. 1970’li yıllardan sonra Türk toplumunun yaşadığı siyasal-ideolojik olayları, “ülkücü hareketin var oluş” nedenlerini işler. 140 Çağdaş Türk Romanı

Hikâye yazarı olarak edebiyat dünyasına adım atan Sevinç Çokum (1943-), Eğik Ağaçlar (1972), Bölüşmek (1974), Makina (1976), Derin Yara (1984), Onlar- dan Kalan (1987). Rozalya Ana (1995), Gece Kuşu Uzun Öter (2001), Evlerinin Önü (2002), Beyaz Bir Kıyı (2009) gibi hikâye kitapları yanında Zor, Bizim Diyar, Hilâl Görününce, Ağustos Başağı, Gülyüzlüm, Çırpıntılar, Karanlığa Direnen Yıl- dız, Deli Zamanlar, Gece Rüzgârları, Tren Buradan Geçmiyor gibi romanlarıyla da geleneğe yaslanan bir tavır sergiler. Toplumsal konuları işleyen Çokum, tarihî konulara da eğilir. Türk kimliğini anlamaya ve anlatmaya yönelir. Esir Türklerin acılarını romanın diliyle ifade etmeye çalışır. Zor’da (1977) kültüre sahip çıkan, onu yaşayan/yaşatmaya çalışan, dolayısıyla geleneği temsil eden Nesrin ve Ulvi Dayı gibi kahramanlarla geleneksel değerler- den kopmuş Cevdet, Enise gibi genç kuşak temsilcileri arasındaki çatışma dile getirilir. Değerler dünyasını reddeden kuşak, aynı güçte bir değerler dünyası ku- ramamıştır. Millî kültüre yabancı olmak, beraberinde kimlik ve inanç bunalımını getirir. Çokum, değerler çevresinde buluşmayı teklif eder. Bizim Diyar’da (1978) yakın tarihimizden önemli bir kesitini günümüze taşır. Osmanlı Devleti’nin çöküş yılları, Balkan Savaşı ve Rumeli göçleri üzerine yoğun- laşan yazar, bu kopuşu derinden yaşamış olan yakınlarının hikâyesini o çevreden seçtiği canlı karakterlerle romanlaştırır. Bizim Diyar’ın bir özelliği de kaybedilen Rumeli’ye ait kültür mirasının İstanbul’a uzanmış çizgilerini yansıtmasıdır. Hilâl Görününce’de (1984) 1853-1865 Kırım Harbi yıllarında Osmanlı Kırım yakınlaşması sırasında, Kırımlı Nizam Bey’in kendi toprağına tutunma çabaları işlenir, Kırım Türklerine özgü örf ve âdetlerin romana hâkim olduğu görülür. Ni- zam Bey’le birlikte Arslan ve Giray Beyler, Şirin Gelin, “anlatıcı” Felekzede Ârif Çelebi romanın diğer kişileridir. Ağustos Başağı’nda (1989) yazar, Millî Mücadele yıllarını ele alır. Okuyucuyu, Osmanlı Devleti’nin beşiği Söğüt ön planda olmak üzere, Batı Cephesi’nin diğer bölgelerine uzanan bir coğrafyada gezdirir. Gülyüzlüm (1989), Anadolu’dan İstanbul’a göçle birlikte yaşanan kültür yoz- laşmalarına göndermeler yapar. Ancak burada İstanbul yozlaştıran değil, yozlaş- tırılan mekândır. Diğer yandan İstanbul’da kimliğiyle var olmaya çalışan insanlar vardır. Anadolu İstanbul’a taşınırken değişime uğramakta, hem kendi kültürüne, değerler dünyasına yabancılaşmakta hem de iklimine döküldüğü İstanbul’u kül- türel kimliğinden uzaklaştırmaktadır. Çırpıntılar (1991), “parçalanmış aile”ler ve göç dramının bir başka kesitidir. Çokum, bu romanında Avustralya’ya göç etmiş üç kişilik bir ailenin ayakta kalma mücadelesini, bu mücadelenin nelere mal olabileceğini, kendi ülkelerine dönüşle- rinde yaşayacakları uyumsuzlukları anlatır. Karanlığa Direnen Yıldız (1996) ve Deli Zamanlar (2000) romanları, 1960’lı ve 1970’li yıllar Türkiye’sinden kesitler sunar. Yazarın “bir geçit” olarak tanım- ladığı bu dönem, ideolojik bağlanmaların ötesinde insan unsuru çevresinde tasvir edilir. Yazar, Cumhuriyet’in halkın kültür değerlerinde gerçekleştirdiği değişimin, öznel ve kişisel tasarruflarla aşırılığa kaçtığını düşünür. Batılı de- ğerlere bütünüyle karşı olmamakla birlikte, ölçüsüz ve tutarsız değişiklikleri onaylamaz. Ölçüsüzlük, bunalım doğurur. Bir örneğini İncenaz’ın temsil ettiği genç kuşaklar, iç dünya ile dış dünya arasında çelişkiler yaşar. 1970’li yıllar için kullanılabilecek “yerli olan” ya da “olmayan hâller” bir ideolojik tavır olarak ortaya çıkarken, 1980’li yıllarda arada kalan kuşaklar “Amerikanlaşma” biçi- minde ortaya çıkan tutumlar sergilemeye başlar. Bu, yönetimin kültür alanında 7. Ünite - Gelenekçi Romanın Özellikleri ve Gelişimi 141 bilinçli bir tercih yapamamış olmasıyla doğrudan ilişkilidir. Topluma hakim olan popüler kültür, kültürsüzlüğün bir yansımasıdır. Tren Buradan Geçmiyor (2007) romanında ise kültür yabancılaşmasının getir- diği kimliksizliğin altı çizilir. Kimliksizliğin de bir tür travma olduğu, bu durum- da değerler dünyasından söz etmenin mümkün olmadığı vurgulanır. Hasan Kayıhan (1949-), Yoklar, Zincir, Uyanmak, Acı Su, Gurbet Ölümleri, Bey- ler Aman, Dönüş romanlarıyla dinî ve millî unsurları harmanlayan gelenekçi bir yazar portresi çizer. Yoklar (1975), ülkücü bir öğretmenin, davasına inanmış; milletinin, devletinin meselelerini kendine dert edinmiş aydın bir insanın romanıdır. Zincir (1977), Kerküklü bir Türkmen kızını seven Kırım göçmeni bir gencin öldürülmeden önce Ankara’da I. Türk Dünyası Kurultayı’nı toplayışı ve katılanlara on beş yıl içinde bütün Türk yurtlarının özgürlüklerine kavuşacakları müjdesini verişini anlatır. 1990’larda Sovyetler Birliği’nin dağılacağını on beş yıl önceden haber veren belge niteliğinde bir romandır. Uyanmak (1977), Anadolu’nun doğusunda 1985’lerden sonra yaşanan olayla- rın bir öngörü ve önseziyle kurgulanıp anlatıldığı bir romandır. Acı Su (1978), Seyhun ırmağı kıyısında yaşanan bir olayı tasvir eder. Koloniz- min, kapitalist-komünist sistem farkı göstermeyen acımasız yüzünü tasvir eder. Gurbet Ölümleri (1982), Avrupa’nın dört bir yanına buğday taneleri gibi savrulan Anadolu insanının dünyaya bakışının hikâyesidir. Bir vatana sahip olmanın değeri- ni, vatandan uzak kalınca anlayan insanların, dil, inanç ve kültür birliğinin sadece kuru birer yurttaşlık bilgisi terimi olmadığını kavrama serüvenleri dile getirilir. Beyler Aman (1984) romanı, Bilecik Bozüyük’te yaşayan Karakeçili aşiretinin son beyi Sarı Mustafa ile Cumhuriyet Halk Fırkası Bursa Müfettişi Çolak Sami arasındaki çekişme üzerine kurulur. Çolak Sami ahlaksız bir kişidir. Millî Müca- dele yıllarında Ankara’da bir namus meselesi yüzünden yaralanmış ve Ankara’dan uzaklaştırılmıştır. Yahudi bir tüccarla anlaşır ve Bursa’da özellikle Karakeçili aşi- retine mensup köylülerin yaşadığı ormanlık bölgeyi ele geçirerek kereste ticareti yapmak ister. Ancak aşiretin beyi Sarı Mustafa’yı ikna edemez. Zira geleneklerine çok bağlı olan aşiret bölgeyi terk etmeye yanaşmaz. Millî mücadelede bu dağ- ları ve bölgeyi kahramanca savunmuşlar, buralara Yunanlıları sokmamışlardır. Atatürk’ün ölümü üzerine Çolak Sami Ankara’ya gider. Kaybettiği itibarı yeni- den kazanır. Bölgedeki ormanları işletmek için yetki çıkarttırır. II. Dünya Savaşı yılları, “Millî Şef” dönemidir, bölge halkı kıtlık ve yoksulluk içindedir. Bu sırada yol vergisi çıkarılır. Veremeyenler çalıştırılmak için götürülür. Aşiret dağılır. Böl- genin manevî sahibi eren geleneğinin devamı olan Güllü Baba tutuklanır. Yazar, Çolak Osman’la çarpık bir şekilde başlayan Batılı aile sistemini, köye gelen ilkokul öğretmeninin yenilik adına köylüyle çatışma mantığını eleştirir. 1940’lı yıllarda Güllü Baba tipiyle karşılaşmak, okuyucuyu Söğüt’e hatta Fırat nehrini geçen Kayı boyuna götürürken, romandaki Deli Ferhat tipi haksızlıklar karşısında susmayan alperenlerle ilgi kurmayı sağlar. Toprağı vatan yapma ülküsünün eşlik ettiği ro- manda millî bilincin bir toplumu nasıl millet hâline getirdiği sezdirilir. Sultan/Köln’de Bir Kız (2006), Köln’de, kültür çatışmaları sebebiyle dağılan ai- lelerde yaşanan acılar, aile şerefi uğruna sönen, söndürülen hayatlar anlatılır. Dönüş (2006) romanında Türk-Ermeni ilişkileri, bir kaplumbağanın gözünden nakledilir. Türklerin Ermenileri yok ettiğine ilişkin iddialar çürütülmeye çalışılır- ken tam tersine Rus ordusuyla iş birliği yapan Ermeni çetelerin yaptığı katliamlara dikkat çekilir. 142 Çağdaş Türk Romanı

Tarihî Roman ve Gelenek 1940’lı yıllarda Hüseyin Nihal Atsız’ın Bozkurtların Ölümü (1946) ve Bozkurtlar Diriliyor (1949) romanlarıyla başlayan gelenekçi tarihî roman, 1970’li yıllarda yeni temsilcilerini bulur. Mustafa Necati Sepetçioğlu ve Yavuz Bahadıroğlu bu çizgide ilk akla gelen isimlerdir. “Çağımızın Dede Korkut’u” olarak anılan Mustafa Necati Sepetçioğlu (1932- 2006), Kilit (1971), Anahtar (1973), Kapı (1973) romanlarıyla Türklerin Malaz- girt kapısından Anadolu coğrafyasına giriş serüvenini hikâye eder. Selçuklularla başlattığı tarihî roman çizgisini Osmanlılar’la sürdürür ve 20. yüzyıla dek getirir. Milliyetçi bir söylemin yer aldığı romanlarda Türk insan tipi ve karakteristiği, ge- lenek, görenek ve ülkü birliği, duygu ve kültür planında inşa edilmiş “biz” kavramı çevresinde anlatının dünyasına girer. Konak (1974), Çatı (1974), Üçler Yediler Kırklar (1975) ise Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarının hikâyesidir. Konak’ta Kumral Dede’nin toprakla, ağaçla, çiçek tohumlarıyla uğraşması ve bu tohumları özel olarak gönderildiği Anadolu’ya getirmesi, sembolik bir anlam taşır. Toprak, su, ağaç, çiçek gibi unsurların öne çıkarılması, toprağı vatanlaştırma iradesini temsil eder. Kültürün “tarım” anla- mı da düşünüldüğünde, tohum sembolüyle kültür değerlerinin sezdirildiği söy- lenebilir. Zira Türk kültür ve medeniyeti yeni bir coğrafyada çiçek açmak üzere Orta Asya’dan Anadolu’ya taşınmıştır. Sepetçioğlu’nun romanları bu temel gücün ifadesine hizmet eder. Türklerin özgün bir kültür ve medeniyete sahip olduğunu vurgulama ve bu tarihî estetik bir kurgu içinde sevdirme çabası içindedir. Sepetçioğlu, Bu Atlı Geçide Gider (1977), Karanlıkta Mum Işığı (1978) gibi ro- manlarıyla Kayı boyunun aşiretten devlete yürüyüş macerasını anlatır. Adını Şeyh Bedreddin’in idam edilmesinden alan Darağacı (1979), Anka- ra Savaşından sonra Timur’un bozduğu Anadolu birliğini kurulmasında Çelebi Mehmet’le İne Bey’in gösterdiği çabaları sezdirir. Öte yandan yönetenle yönetilen arasına fitne sokmaya çalışan Torlak Kemal ve Börklüce Mustafa’nın art niyetli çabalarıyla Şeyh Bedreddin’in darağacında sona eren hayatına ışık tutulur. Geçit- teki Ülke (1980). Darağacı’nın devamı niteliğinde, Yıldırım Bayezid’in yakın dostu Doğan Bey çevresinde kurgulanmış bir eserdir. Sabır (1980) Sultan 2. Murat Dönemi’nin devlet yapısı, Hacı Bayram Veli ve onun yetiştirdiği Akşemseddin gibi manevi figürler, Bizans entrikaları yanında Karamanoğlu Beyliği’nin de Osmanlı’ya yönelik karanlık emelleri gibi olay parça- ları çevresinde resmedilir. Ebem Kuşağı (1989) Osmanlı’nın kuruluş yıllarında meydana gelen Düzmece Mustafa isyanına parmak basar. Cevahir ile Sadık Çavuş’un Buğday Kamyonu (1980) İnönü Dönemi’nin (1940’lı yıllar) kırsal hayatı ve Anadolu köylüsüne ayna tutar. Gecevaktinde Gündönümü- İstanbul’un Fethi (1980), fethin maddi ve manevi temellerine işaret eder. ...Ve Çanakkale 1 / Geldiler (1989), ... Ve Çanakkale 2 / Gördüler (1989), ...Ve Çanakkale 3 / Döndüler (1989), Çanakkale muharebelerini kazandıran ruhun tas- viridir. Kutsal Mahpus (1990), Sabır Ağacı (1992), Kıbrıs’ın dört bin yıllık tarihini özetler. Benim Adım Yunus Emre (1994) ise Sepetçioğlu’nun büyük Türk bilgesi Yunus Emre’yi roman kahramanı olarak seçtiği bir eserdir. 7. Ünite - Gelenekçi Romanın Özellikleri ve Gelişimi 143

Okuma Parçası ÜÇLER YEDİLER KIRKLAR’dan Mustafa Necati Sepetçioğlu Anlamıştı anlamaya Orhan Bey; Sultanlığın yükünü sırtlamak kendisine düşüyordu. Ben on yıl önce böyle bir durum olsaydı oturup kimse ile karşı karşıya, uzun uzun değil, kısasından bile konuşmazdı, kardeşini aklına getirmezdi. Konuşurken bir ara bunu düşünmüştü. Yine düşündü. Alâeddin Bey ise, “Boşuna yoruluyoruz, boşuna zaman kaybediyoruz ağabeyim” dedi. Her zaman yumuşak konuşurdu. Sesi, bir gece vakti utanırcasına açılan, görünmeden usul usul kabarıveren pamuk pıtıraklarını andırırdı, sanki bu dünyanın sesi değildi. Orhan ne zaman kardeşiyle konuşsa hep yoksul, ıssız, insan ayağı değmemiş biraz çorakça toprakların gün yanmışlığını du- yardı. Pek fazla konuşmamışlardı, fırsat düşmediğinden. İlk defa bunca uzun ko- nuşuyorlardı. Orhan Beyin çıkmak istemediği oda, Alâeddin Beyin sesiyle pamuk, gün ışığı, toprak yanmışlığı karışımında, bu dünyada olmayan bir odanın sıcaklığını buğumsuyordu: “Yorulmuyorum karındaşım” dedi, “seni yoruyorum belki amma ben dinleniyorum. Neden vakit kaybetmiş olalım ki?” “Şundan...” Amma hemen bitiremedi sözünü. Sesinin benzeri gözleri gün vurmuş bal süzümün- de, Orhan Beyin yıllar öncesinden kalma değişmemiş mavi gözlerinde durdu bir süre. Orhan Bey, Mal Hatun anasının gözlerini hatırladı. Böyle sevecen, böyle esirgeyen, böyle hayran bakardı. Çocukluğundan beri ne zaman korkulu düş görse, ne zaman bir zorlukla karşılaşsa Mal Hatun anasının gün vurmuş bal süzümünde gözlerinin gürenğinden gülümsediğini hissederdi. Alâeddin’in gözleri de öyle gülümsedi: “Ba- şından belli bir işi konuşuyoruz. Sultan sensin; at, kılıç, çeri seni bilir. Osman Bay babamız seni bunun için yetiştirdi. Ben Edebali Tekkesinin çiçeğiyim. Sen ise savaş- ların, barışların, yine savaşların, yine barışların çiçeğisin. Bunlar olmasa bile benim büyüğümsün, büyük varken küçüğe uymak düşer. “Konuştuk bunu karındaşım. Kendi isteğimle senin buyruğunda çalışmak istiyorum.” “Konuştuklarımızı toparlıyorum ağabeyim izin verirsen. Ben, insanlara buyuramam, ben insanlara yol bile gösteremem. Benim meşrebimde Türkmenle Türkmen olma- yanın ayrıcalığı yoktur. Kimin çizdiği bilinmeyen sınırların o yanı bu yanı yoktur. Tanrı’yı biliyorsa, yani Tanrı’yı bilen herkese insan derim ben. Çünkü Tanrı’yı bilen kendini de biliyor demektir ki, yeter bu bana. Böyle birini Sultan yaparsan, hele Türk- menin başına Sultan yaparsan yazık edersin. Sultan sadece kendinden olan insanı insan bilmelidir, hak onun demelidir, yoksa kurtlar yer sürüsünü. Ben kurtları da haklı bulacak kadar zayıfım.” “Sen Sultanlığı benim üstüme yıkmak için konuşuyorsun, önüne setler çekiyorsun.” “Doğruyu söylüyorum, üstelik sözünü ettiğim insanların düşündüğüm gibi olmadığı- nı da biliyorum. Kendilerine doğru yolu göstereni asan, yalan yolu göstereni baş tacı eden sürünün mayasında çılgınlık zevki olduğunu da biliyorum. Onu nankör yapan bu maya diye insanlara karşı olan duygumu değiştiremem. Yaratanından ötürü ya- ratılanı hoş gören birine Sultan ol diyorsun. Benim elimden sadece sana dua etmek gelir, bağışla beni.” “Bana ortak ol hiç değilse, yanıldığım zaman yolumu ışıt.” “İki çoban bir sürüyü böler, şaşkına çevirir:” “Ben savaşayım sen halkı gönendir pekey, el ele verelim.” Hemen cevaplayamadı Alâeddin Bey. 144 Çağdaş Türk Romanı

Orhan Bey fırsatı kaçırmadı: “Bir atın iki kulağı gibi olalım. Soylu bir atın, dimdik iki kulağı gibi. Ülkeyi birlikte dinleyelim., Bu benzetme bize atalarımızdan miras kalmıştır, bilirsin. İki kardeşin yan yana, sırt sırta verdiği zamanlar millet zengin olmuştur. “Öyledir” dedi Alâeddin Bey. (Sepetçioğlu, 1976: 35-37)

Yavuz Bahadıroğlu (1945-), 1970’li yıllardan itibaren tarihî romanda dinî ve millî değerleri öne çıkaran bir imzadır. 1972’de yazdığı Sunguroğlu romanıyla tarihî roman vadisinde adım atan Bahadıroğlu, millî ve manevi değerleri tarihî roman aracılığıyla topluma kazandırmaya çalışır. Buhara Yanıyor (1974), Elvedâ Buhara (1975), Malazgirt’te Bir Cuma Sabahı, Kırım Kan Ağlıyor, Şehzade Selim (1976), Sel (1977), Köprübaşı (1979), Mavi Yıldız (1980), Endülüs’e Veda (1981), Cem Sultan 1-2, Dördüncü Murad 1-2 (1982), Merhaba Söğüt (1990) gibi tarihî romanları yanın- da Yolbaşı, Boşlukta Yürümek (1979), Keşmekeş, Yürek Seferi, Uzaklar Yakındır gibi güncel toplumsal romanlarında da geleneksel değerlere bağlılığı dile getirir. Popüler tarihî roman türünün bir diğer ismi Ahmet Yılmaz Boyunağa’dır. Boyunağa (1935-1995) Kırık Hançer’de (1976) Hinduların elinde bulunan ve Gazneli Mahmut’un ordusuna karşı kullanılacak olan kutsal hançeri almak için akıncıların verdiği mücadeleyi; Fetih Sancakları’nda (1976) cihat kavramı çevre- sinde Preveze Savaşı’nı, Hind Sularında’da (1989) Seydi Ali Reis’in leventleriyle Hindistan’da gerçekleştirdiği deniz ve kara savaşlarını; Endülüs Şahini’nde (1992) İspanya’nın fethi ve Endülüs Devleti’nin kuruluşunu; Malazgirt’in Üç Atlısı’nda (1993) Malazgirt zaferini, Kan ve Gül’de (1994) Altınordu Devleti’nin Müslüman oluşunu anlatır.

Tarihî romanların okuyucuya tarih bilinci kazandırmadaki rolü nedir? 3 1980’Lİ YILLARDAN GÜNÜMÜZE GELENEKÇİ ROMAN 12 Eylül İhtilali ülkede asayiş ve düzeni sağlamakla birlikte toplumda kırılmalara da yol açmış, dinî ve millî kimlikler üzerinde olumsuz etkiler yapmıştır. İslami çevrelerde baskıcı yönetime tepki sonucu popüler romanın bir alt türü olarak de- ğerlendirilebilecek “hidayet romanları” hızla çoğalmıştır. Öte yandan tarih bilinci aşılamaya yönelik romanlarda da artış görülmüştür. Dinî ve millî değerleri bir terkip hâlinde romanın dünyasına taşıyan yazarlar da vardır. Tarihî roman vadisinde 1970’li yıllardan gelen Mustafa Necati Sepetçioğlu ve Yavuz Bahadıroğlu’na 1980’li yıllarda Mehmed Niyazi (Özdemir) de katılır. İde- alize edilmiş tarihî kişilikleri rol model olarak okuyucuya sunmaları, bu dönem gelenekçi tarihî romanlarının ortak özelliklerinden biridir. 1980’li yıllarda değerler dünyasını medeniyetler çatışması içinde ele alan (ilk eserlerini 1970’li yıllarda veren) Mustafa Miyasoğlu ve Rasim Özdenören, tarihî çerçevede yorumlayan Mehmed Niyazi (Özdemir), millî duygularla telif eden Os- man Çeviksoy, tasavvuf düşüncesi ve klasik kültürle ilişkilendiren Nazan Beki- roğlu, İskender Pala ve Sadık Yalsızuçanlar gelenekçi roman yazarlarına eklenecek imzalardır. Mustafa Miyasoğlu (1946-2013), Kaybolmuş Günler, Dönemeç, Güzel Ölüm, Bir Aşk Serüveni romanlarıyla gelenekçi bir yazardır. Kaybolmuş Günler (1975), bireysel sorunlarla sosyal ve tarihî olayların iç içe yaşandığı 1960 sonrasında ortaya çıkan iki-üç neslin hikâyesini anlatır. Kaybe- dilmiş dönemler ve dışarıdan esen yanlış rüzgârlar arasında yaşamaya ve hayata 7. Ünite - Gelenekçi Romanın Özellikleri ve Gelişimi 145 tutunmaya çalışan gençler, romanın konusunu oluşturur. Üniversiteli gençlerin hayatını, aşklarını ve acılarını, “Alternatif 68 Kuşağı”nın farklı bakış açısıyla or- taya koyar. Beşir Güner’in kararsız ve tedirgin kişiliğinde, baştan sona bir huzur arayışını anlatan roman, Cumhuriyet Dönemi’nde yaşayan insanımızın iç dünya- sındaki parçalanmışlığı ve değerler karmaşasını ele alır. Dönemeç (1980), Anadolu insanının tarihî bir dönüm noktasındaki tavırlarını, değişen durumlar karşısındaki değişmeyen özelliklerini ortaya koyan bir roman- dır. Cumhuriyet’in 50. yılındaki sosyal ve kültürel hareketliliği Anadolu şehirle- rinden seçilmiş gençlerle geleneksel yapısı parçalanan aileler çevresinde ele alan bu roman, insanımızın toparlanma çabalarıyla ülke ve dünya şartlarına karşı ta- vır alışlarını yansıtır. Bir yönüyle de bir bilincin alttan alta geliştiğini ortaya koyar. Roman kahramanlarından Şakir Bey de Yunus gibi “Kasdım odur şehre varam / Feryâd ü figân koparam” demektedir. Dönemeç, Anadolu insanının umutlarını, se- vinçlerini, korkularını ve geleneksel değerlere sığınışlarını tablolaştırır. Güzel Ölüm (1982) romanıyla farklı bir aşk anlayışını ortaya koyan Miyasoğlu, Şakir’le Serpil’in ince, temiz, el değmemiş aşkını sezdirir. Ancak bu aşk, Serpil’in ölümü üzerine evlilikle sonuçlanmayacaktır. 1974 Kıbrıs Harekâtı’nın fon olarak kullanıldığı romanda Hala Sultan’ın ölümü şehitlik bağlamında “güzel ölüm” ola- rak tasvir edilir. Bir Aşk Serüveni, (1995) aşkı bütün boyutlarıyla ve kültürel çağrışımlarıy- la anlatan bir romandır. Geleneksel olanla çağdaş olanın dinamikleri, değişen- le değişmeyenin kesişme noktaları ve kültürle politika ilişkileri, bir aşk hikâyesi çevresinde dile getirilir. Roman yalnızca bir aşk hikâyesi değildir. Toplumun son otuz yılda geçirdiği değişimleri ve kimlik arayışlarını da gençler çevresinde orta- ya koyar. Gençler aşk duygusunda olduğu kadar, kültür ve inanç konularında da pazarlıklara ve sahte çözümlere karşı çıkarlar. Miyasoğlu Bir Aşk Serüveni’nde bu anlayışı daha da zenginleştirerek Doğu kültüründeki ‘ilahi aşk’a da yer verir.

Okuma Parçası KAYBOLMUŞ GÜNLER’den Mustafa Miyasoğlu Dünyada iki çeşit kavga var demiş bir yabancı yazar: Onur kavgası ve çıkar kavgası... Ben birincisini seçtim, daha doğrusu seçmişim. Bir mizaç ve yaratılış meselesi bu. Diğerine göre daha seviyeli ve imkân isteyen bir şey. Bunu sürdürebilmek için hep dikkatli, titiz ve güçlü olmak gerek. Her şeyden önce güçlü olmak... Bense, yok denecek kadar az imkânla için için kendimi tüketerek bocalayıp duruyorum. Hep daha iyisini, daha güzelini aramaya alıştığımdan, bununla yetinmeye bir türlü katlanamıyorum. Her zaman yapacağım, yapabileceğim şeyleri hiçbir zaman yapmak istemedim. Elim varmıyor ve isteksizlikten kurtaramıyorum yakamı. İdare etmek diye bir şey var, ben bunu hiç bilmiyorum galiba. Bu gidişle öğreneceğe de benzemem. Kavgam kimin için, kime karşı, o da belli değil. Topluma mı, kendime mi, yoksa ikisi- ne birden mi direnmeye çalışıyorum? Ama niçin? Beni ancak bir sevgi kurtarabilirdi; köklü, diri ve dünyamızın ufkunu aşan yüce bir sevgi... Kendime, çevreme ve bütün dünyaya karşı ama yine onlar için... Herkesi ve her şeyi aşan bir şey... Bunu bulma- lıyım asıl. Yaşamaya değer hayatın kaynağı olacak ve her şeyin anlamını belirleyerek dünyamı kaostan kurtaracak bir değer... Benim bozgunum, her biri bir yerlerde har- canan bir kuşağın bozgunudur. Hâlâ bozgunu durduramamış bir devletin toprak- 146 Çağdaş Türk Romanı

larında yaşıyoruz. Her parça kendi içinde küçük parçalara, her grup daha küçük gruplara ayrılıyor ve çeşitli etkiler altında yaşamasını sürdüren halk, geleneksel ha- yatı içinde ne yönde geliştiği bilinmeyen bir değişimi yaşıyor. Temel değerlerinin yön vermediği aydınları da, az buçuk bildikleri ve çoğu zaman pek inanamadığı hayat ve düşünce kırıntıları arasında gün geçiriyor. Neye inanacağız, kimi niçin seveceğiz? Bize öğretilenlerle dünyanın hiçbir ilgisi yok. Ne kendi gerçeğimizi, ne değerlerimizi, ne dostumuzu-düşmanımızı, ne de sözcülüğünü yapmamız istenilen batı tipi yaşa- manın anlamını biliyoruz. Bu ortamda “İnsanları Seveceksin” sözü ne kadar saçma... Hiçbir temeli, tutarlı ve evrensel hiçbir değeri olmayan sevgilerin, düşmanlıkların ne anlamı var?.. Biz bir bozgunun doğurduğu boşluğu yaşıyoruz. Burada bunalmak değil başkal- dırmak yaraşır insana. Kendine, çevresine ve içinde bulunduğu şartlara. Bunlarda idare etmemizi, sesimizi çıkarmamamızı söyleyemez kimse. Yeni insan için yeni değerler gerek. Yenilemeliyiz kendimizi, hem kendimizi hem de çevremizi. Benim gibi onur kavgasını çıkar kavgasına tercih eden birine ancak bu yakışır (Miyasoğlu, 1980: 142-144)

Hikâye yazarı olarak tanınan, bu alanda Hastalar ve Işıklar (1967), Çözülme (1973), Çok Sesli Bir Ölüm (1974), Çarpılmışlar (1977), Denize Açılan Kapı (1984), Kuyu (1979), Hışırtı (2000), İmkânsız Öyküler (2010) gibi eserler veren Rasim Öz- denören (1940-), yayımlanmış tek romanı Gül Yetiştiren Adam’da (1979) dindar kimliği sezdirilen kahramanın modernleşme, yanlış Batılılaşma ve kültürel yoz- laşma karşısında kendi değerlerine sadık kalma çabasını hikâye eder. Bireyin yal- nızlığını, yabancılaşmasını, kuşak çatışmasını, modernlik, gelenek gibi sorunları, değerlerinden koparılmış ve modern kentlerin varoşlarında kıstırılmış bireyin veya ailenin acılarını yerli-İslami bir duyarlılık ve bakış açısıyla öykülerine taşır. Hikâyelerinde çok az da olsa varoluşçu felsefeden izler görülür, bireyin bilinçaltı- na iner, ruhsal çözümlemelerde bulunur. Mehmed Niyazi (Özdemir) (1942-) Ölüm Daha Güzeldi’de (1983) Azerbaycan’dan Türkiye’ye sığınan Tahir Mihmandarlı’nın ülkesinde yaşadığı acı- ları nakleder. Yazılmamış Destanlar (1989), Balkan Savaşlarını; Çanakkale Mahşeri (1998), Çanakkale Muharebelerini; Yemen Ah Yemen! (2004) Yemen Cephesi’nde yaşananları, Plevne’de (2011) 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nın kilidi olan Plevne savunmasını anlatır. Özdemir’in roman yazmaktaki amacı, genç kuşaklara sağlam bir tarih bilinci kazandırmaktır. Osman Çeviksoy (1951-), hikâye ile başladığı yazarlık serüveninde Beyaz Yürüyüş (1982), Tutuklu Yürek (1982), Ağlamak Yasak (1984), Duvarın Öte Yanı (1985), Kar Yağar Gül Üstüne (1986), Derdimi Gül Eyledim (1989), Geriye Hü- zün Kalır (1990) kitaplarının ardından Başıma Dağlar Düştü (1991), Ömrümüz Gurbet (2008) romanlarını yazar. Anadolu insanının ait olduğu coğrafyada ve bu coğrafyanın dışında da yaşadığı sevinçler ve hüzünleri dile getirir. Anadolu insa- nı, aidiyet kavramı, göç olgusu, gurbet duygusu kimi romanlarda en önemli temel güç olarak karşımıza çakır.

Tasavvuf kültürü, gelenekçi romana neler katar? 4 7. Ünite - Gelenekçi Romanın Özellikleri ve Gelişimi 147

Nun Masalları (1997) adlı hikâye kitabıyla edebiyat dünyasına giren akade- misyen yazar Nazan Bekiroğlu (1955-), metinlerini tasavvuf kültürü ve İslami motiflerle süsler. Kur’an-ı Kerim’de “ahsenü’l-kasas” (kıssaların en güzeli) olarak anılan Yusuf kıssasını çağdaş edebiyatın imkânlarıyla yeniden yazar. Yusuf ile Zü- leyha (2000) adlı bu eserde, yazarın kurguya katkısı yanında özgün yorumları da söz konusudur. İkinci romanı İsimle Ateş Arasında (2002) Osmanlı coğrafyasında gücü/iktida- rı temsil eden padişah ile padişahın gücünü hem kabullenen hem de tehdit eden yeniçeriler arasındaki çatışma üzerine kurulur. Roman kahramanlarından biri olan Numan’ın kişiliğinde aşk duygusuyla çıkarlar arasındaki çatışma da romanın üzerine kurulduğu ikinci eksen durumundadır. Romandaki asıl tema adlar, sıfat- lar, imgeler ve simgeler üzerinden yürüyen değerler çatışmasıdır. Lâ-Sonsuzluk Hecesi’nde (2009) ise yine Kur’an-ı Kerim’de anlatılan Âdem ve Havva kıssasından yola çıkarak var oluş, insan, isyan, nisyan ve teslimiyet gibi değerler üzerinden bir hikâye kurgular. Roman yaratılış, cennet, yasak meyve ve dünyaya sürgün edilme, dünyada var olma gibi kavramlar üzerine özgün yorum- lar ve yaklaşımlar içerir. Nazan Bekiroğlu, geleneğe konu ve içerik bağlamanda eklemlenen bir yazardır.

Okuma Parçası DÜNYA CENNET DEĞİLDİ Nazan Bekiroğlu Dünya zamanı yaratılmıştı ve Âdem’in artık acelesi vardı. Ertesi sabah erkenden uyandı, bütün yaşadıklarının bir rüya olmadığını bir kez daha anladı. Güneş ağır ağır doğarken derin bir yar’ın kıyısından dünyayı seyretmeye başladı. Neydim ne ol- dum, derken, insan olanın ne oldum değil ne olacağım, demesinin anlamını kavradı. Dört bir yanında ağır ve kırmızı meyveler. İstilâ kelebekleri. Nar dalları. Zeytin ağacı. Defne kokusu. Renkli kuşlar havalandı her bir daldan, ağaçtan. Âdem’i bir dünya sa- bahında suyun kırılgan aynası, sumru, suna, akbalıkçıl karşıladı. Tepeli toygar, tarla kuşu, göğsü sarı kiraz kuşu ağırladı. Dünya ayaklarının altında, gözlerinin önünde uzanıyordu şimdi. Tatlı bir ışık dört bir yandan süzülürken eşya altın sarısı bir aydınlığın içinde yüzüyordu. Âdem’in yüzünde bir memnuniyet tebessümü belirdi. Gözlerinin içi gülümsedi. Işıktı bu dünya, Seldi, puldu, yağmurdu. Korkuydu, suydu, sarmaşıktı. Her şey cennetten nişaneydi. Emsalsizdi burası, ne güzeldi. Öyle güzel öyle sakindi ki sabahın bu vakti, içine bir güven doldu Âdem’in, korkusu hafifledi. İnsandı işte. Daha ikinci sabahında dünya ona cennet gibi geldi. Evet evet, dünya sanki cennetti. Ama o sükûnetin nasıl bir talihsizlik içerdiğini, onun saklı bir yüzünün varlığını, dün- yanın cennet olmadığını çok geçmeden anladı. Dünyanın fena yanıyla burun buruna geldi. Kanlı ağzını seçti. Her şey gözlerinin önünde oldu. Âdem sanki bir temsil seyretti. Olan şu ki, aniden bir kurt zavallı bir tavşanın peşinden seğirtti. Güzelliğiyle Âdem’i mutlu eden ceylan, su içerken can damarından canavara yenildi. Zehirli bir yılan kaydı otların arasından. Der demez, büyük bir kuş geldi, eşini benzerini öyle bir yara- ladı ki Âdem’in canı yandı. Neticede o birini, biri onu, bir diğeri her ikisini. Yedi, yut- tu, parçaladı. Kolunu kanadını kırdı, pençe attı, gagaladı. Hepsinin de kanı Âdem’in üzerine sıçradı. 148 Çağdaş Türk Romanı

Tepeden tırnağa ürperdi Âdem. Bu muydu? Dünyanın düzeni bu muydu? İlk kez akıtılmış kanla, acıtılmış etle, vahşetle burun buruna gelince. Derin yardan geriye güç belâ bir adım attı. Hoş kokulu otların üzerine kan ter içinde çöktü kaldı. Elleri dizlerinde, dehşet içinde, nefes nefese. Kendi soluğunun basıncından ciğerleri neredeyse patlayacaktı. Gözleri uçurumun boşluğundaki bir noktaya saplandı. Do- nakaldı. Yan yana uyurdu kurtla kuzu cennette. Sırt sırta dayanırdı ceylân ile pars. Kan yoktu orada. Vahşet yoktu. Burada ise pars ceylânı, kurt kuzuyu yiyordu. Hepsi de gaddarlıktı. İliklerine kadar titredi. Âdemlerin Âdem’i hayatın seyrinde değil işte tam içindeydi. Ama burası nasıl bir yerdi? Güzeldi güzel olmasına dünya ya, bu güzelliğin içine bu fenalık nasıl sindirilmişti? Hayır! Dünya cennet değildi. Düpedüz cehennemdi. Âdem öğrendiği ama anlamını bilmediği kelimelerin vahşi yaşanmışlığını o gün ora- da bir bir tecrübe etti. Hepsi de tek bir sözcükte özetlenebilir, zulmün harflerine sığa- bilirdi. Ama öyle fena idi ki dünya, içerdiği kötülüğe ân geldi Âdem’in kelimeleri gibi harfleri de yetmedi (Bekiroğlu, 2009: 167-169)

Bir başka akademisyen yazar İskender Pala (1957-), eski edebiyatın anlatma formlarından yararlanarak divan kültüründen beslenen tezli romanlar kaleme alır. İlk romanı Babil’de Ölüm İstanbul’da Aşk (2003) bilimkurgu, mesnevi ve post- modern romanın kesiştiği bir eserdir. Romanda olay örgüsü, Fuzulî’nin sırrını saklayan Leyla ile Mecnun mesnevisi çevresinde oluşturulur. Başta rahipler, gizli servis ajanları, hazine avcıları olmak üzere herkes bu gizemli kitabın peşindedir. Kitabı korumak isteyenlerle yok etmek isteyenler arasındaki çatışma, olay örgü- sünü biçimlendirir. Üç yüz elli yıllık bir dönemi kuşatan olaylar, dönemin saray hayatına ilişkin birçok ayrıntıyı barındırır. İskender Pala’nın ikinci romanı Katre-i Matem (2009), Lâle Devri’nde geçen gizemli bir olayı anlatırken, ilginç kurgusuyla ve taşıdığı kültür unsurlarıyla dik- kati çeker. Şah Sultan (2010) ise Türk İslam tarihînin tartışmalı olaylarından Yavuz Sul- tan Selim ve Şah Sultan arasındaki mücadeleyi tarafsız bir gözle, roman kurgusu içinde okuyucuya sunar. Od-Bir Yunus Romanı’nda (2011) ise Yunus Emre’nin efsanevi hayat hikâyesini romanlaştırır.

Beşir Ayvazoğlu’nun Geleneğin Direnişi (İstanbul: Ötüken Neşriyat, 1997) adlı kita- bında konu ile ilgili ayrıntılı bilgiler bulabilirsiniz. Necmeddin Turinay’ın Geleneğin Dünyası Yeniliğin Ufukları (Ankara: Birlik Yayın- ları, 1983) adlı kitabında konu ile ilgili ayrıntılı bilgiler bulabilirsiniz.

Sadık Yalsızuçanlar (1962-) Şehirleri Süsleyen Yolcu (1986) ile başladığı imge yoğunluklu öykülerin ardından Yakaza (1999) adlı romanıyla uzun soluklu metin- ler kaleme almaya başlar. Bazen roman, bazen anlatının sınırları içinde gezinir. Me- tinlerin arka planında simgelerle ifadesini bulan, derin bir İslami duyarlık sezilir. Yakaza’da taşrada görev yapan bir öğretmenin uyku ile uyanıklık arasında ya- şadığı iç yolculuk hikâye edilir. Roman kahramanı bir kasaba ortamında kendi 7. Ünite - Gelenekçi Romanın Özellikleri ve Gelişimi 149 gerçeğini arar. İyi bir gözlemci ve izlenimcidir. Toplumsal yapıyı ve insan ilişki- lerini gözlemler. Bencilliklerin ve digergâmlıkların, zaaflar ve erdemlerin karşı karşıya geldiğini görür. Sadık Yalsızuçanlar’ın metinleri, hikmet çevresinde kurgulanır. Geleneği şim- diki zamana taşıyarak yeniden yorumlar. Gezgin’de (2004) arif, veli ve bilge İbni Arabi’nin hikâyesini anlatırken zaman zaman menkıbe diliyle roman dilini bir- leştirir. Gezgin, yazarın deyişiyle “geleneksel bir roman ya da çağdaş bir menkıbe” olarak tanımlanabilir. Anka’da (2008) Niyazi Mısrî’nin efsanevi hayatı, bir doktora öğrencisinin bakı- şıyla ve bilinçakışı tekniğiyle dikkatlere sunulur. Cam ve Elmas’ta (2006), mutasavvıf Ebu’l Hasan Harakanî’nin hayatı, Kars’a belgesel film çekimi için giden bir kameramanın gözünden aktarılır. Vefa Apartmanı’nda (2010) ise Menderes Dönemi’ne ait olaylar anlatılır.

Okuma Parçası ANKA’dan Sadık Yalsızuçanlar Bursa’ya Kadir Gecesi dönmüştün. Kadrini bilenler Limni’de yaydığın feyizden dost- larını yoksun bırakmak istemediğini de tahmin ediyorlardı. Bu yüzden hem Bursa’da hem Limni’de göründün. Bir gün bağlıların ziyaretine gelmişti. İçlerinden birinin tenceresi kaybolmuştu. Kaptandan bilip kavgaya tutuşmuşlar ve adamı dövmüşlerdi. Bir süre kapıda beklettin, onları kabul etmedin. İzin verince içeri geçip oturdular. Kaptanın sırtı aldığı darbelerden ötürü çürükler içinde kalmıştı. Kendi sırtını açıp gösterdin, ‘onu değil, beni dövdünüz’ dedin. Donup kaldılar, utanç içinde başlarını öne eğdiler. Kalkıp pencereye geldin. Adadan ayrılırken göstereceğin yeri işaret ederek, ‘birkaç gün sonra buradan ayrı- lacağız. Lakin burası bizim mezarımız olacaktır. Şimdi, yöneticilerin siyaseti gereği gidiyoruz fakat çok geçmeden tekrar buraya döneceğiz. Limni bize vatan olacaktır. Yanımıza da bir devlet büyüğü gömülecektir’ dedin. İkinci sürgününden geri dönmeyecek ve Limni’de gömülecektin. Yakınına da Baltacı Mehmet Paşa’nın bedeni indirilecekti. Burası Mısrî makamı. Bursa’da Yunus makamı. Burası bir deniz. Bursa’da bir dağ. Denizin bittiği yerden başlıyor, gür, bereketli, yemyeşil bir ormanla devam ediyor. Şimdi otoyollar geçiyor arasından. Asfalt ve metal, ormanı zehirliyor. Deniz alabildi- ğine kirlenmiş. Dağ toz içinde, kurşun yağıyor sürekli. Burası bir nur. Bursa’da bir huzur. Muradiye’nin avlusunda, çınarın gölgesinde oturuyoruz. Buradan bakınca Limni’deki heybetin görünüyor. Zindanda, ‘bana bir şey yapamayacaklar’ dedin, gece yılan akıttılar, kendileri zehir- lendiler. Düşman gelse de bize üstün gelemez, dedin, ertesi gün saldırdılar, ters yönde şiddetli bir rüzgâr çıktı, çekirge sürüsü gibi dağıldılar. Ne ki sürekli bir kaygı ve kuşku içine ittiler seni. Her fırsatta yılan zehri vermeye ça- lıştılar. Verilen kestaneler bile zehirliydi. Zehirlenme korkusundan su bile kullanma- yıp, yemeklerini karpuz suyuyla yapmak zorunda kaldın. Çocukları üzerine saldılar, üzerine tükürmeleri için kışkırttılar, hasımlarını aç kurtlar gibi çullandırdılar. Kan 150 Çağdaş Türk Romanı

kokusu alan geliyordu, sırtlan çoktu. Onları kendi suretleri üzre görüyordun. İçleri dışa çevriliyordu, hangi surette iseler o hâlde görünüyorlardı. Dizdar, kale muha- fızı, voyvoda, emir, azap ağası, hâkim, herkes bir oyun peşindeydi. Herkes el birli- ği etmiş, sana nasıl zulmedeceğini düşünüyordu. Karabaş Veli ve oğlu da Limni’de sürgündeydi. O da boş durmuyordu. Padişah’a senin hakkında raporlar gönderiyor, bilgiler topluyor, hâlini tecessüsle, aleyhinde olabilecek ne varsa İstanbul’a ulaştırı- yordu. Başucundan Füsus ve Varidat eksik olmuyordu. Fethü’r-Rabbanî ve Fütuhu’l- Gayb’dan ruhunu yoksun bırakmıyordun. Gün boyu ve geceleri şafağa değin, tuhaf daralma hâlleriyle, şairin, ‘gelecek mi gelmeyecek mi’ sorusuyla, kutbun meraklı ba- kışları altında, gardiyanlar, müritler, yoksullar ve irfan isteklileri çevrene üşüşüyordu, Limni’de en güzel nefeslerini kaleme aldır. En öfkeli kelimelerini kullandın. Kızgın etinden kalan en güzel şiirler burada doğdu. Burası bir sofra. Buraya irfan iniyor. Burası ehl-i beytin ışıltılı yıldızlarından biri... (Yalsızuçanlar, 2008: 256-258) VE DİĞERLERİ Geleneğe yaslanan romanda dikkate değer başka isimler de vardır: Yüreğimi Sana Bıraktım (1974) ve Arzu ile Kamber-Gül Mevsimine Uyanmak (2000) romanlarıyla Necdet Ekici (1955-); Eşiktekiler (1960), Aşamalar (1977), Garip Bir Dava (1987), Sendika (1987), Feministin Doğruya Yakın Portresi (1988), Âd-Semûd-Medyen (1992), Yolcu (1993) romanlarıyla Afet Ilgaz (1937-2015); Yi- tik Yaşamın Güncesi (2002) ve İki Ateş Arasında Aşk (2007) romanlarıyla Ali Hay- dar Haksal (1951-); Dünyayı Dolduran Kiraz’la (1990) Şükrü Karaca (1956-); Hiçbiryer (2004) ve Uzak Ülke: Fatma Aliye (2007) romanlarıyla Fatma Karabıyık Barbarosoğlu (1962-) gelenekçi romanın üzerinde önemle durulması gereken isimlerindendir. Hüseyin Karatay (1937-), Kıbrıslı, İsyan Eşiği, Hayal Tutkusu, Ana, Sürgün Öğretmen; Sevim Asımgil (1939-), Dilara, Terk Etme Beni, Siyah Zambak ve Mer- ve, Düğünümde Ağlama, Ayrılan Kalpler, Sevda Geri Dön, Diana; Raif Cilasun (1940-), Beklenen Sabah, Kutsal Çile, Gafiller. Haram Lokma, Oğlum Osman, Kızım Ayşe, Dinmeyen Gözyaşları, Bir Annenin Feryadı; Ahmed Günbay Yıldız (1941-), Yanık Buğdaylar, Çiçekler Susayınca, Günahın Rengi, Ekinler Yeşerdikçe, Boşluk, Figan, Sitem, Üç Deniz Ötesi, Aynada Batan Güneş, Sokağa Açılan Kapı; İbrahim Ulvi Yavuz (1942-), Dikenli Yollar, Çalkantı, Korkunun Bedeli, Baharı Beklerken, Son Kavşak, Düşlerin Rengi Soldu, Hasretin İlk Durağı, Küllenmiş Acı- lar, Kıyam Vakti; Emine Şenlikoğlu (1953-), İmamın Manken Kızı, Sevgide Hiç Vefa Yok mu?, Çin İşkencesi, İdamlık Genç; Talât Uzunyaylalı (1955-), Sabrın Suskun Sesi, Taht ve Baht, Paylaşılamayan Topraklar, Efsane Kadın Nene Hatun, Paylaşılamayan Topraklar; Halit Ertuğrul (1956-), Kendini Arayan Adam, Aysel, Ateşte Yeşerdim, Secdede Son Nefes, Sevda, Düzceli Mehmet; Mecbure İnal (1963- ), Gündönümü, Ya Niçin Demiz Olmuyorsun, Aşk-ı Pervane, Zambaklar Cennet Açar, Kuş Kaderle Uçar, Sızı, Beklenen gibi romanlarıyla din ve gelenek çevresinde popüler kurmaca dünyalar çizerler. Ahmet Cemil Akıncı (1914-), (Asil Düşman, Hilâllerin Gölgesinde, Selçuk Kartalı Aldoğan, Elif Sultan, Yaylanın Derdi. Yüzbaşı Murat...); Üstün İnanç (1937-), (Yalnız Değilsiniz, İnsanlar Böyleydi, Bir Kimlik Lütfen...); Hasan Nail Canat (1944-2004) (Bir Avuç Ateş/1992, Nur Dağındaki Çocuk, Gül Yarası, Ya- ralı Serçe...), Sadettin Kaplan (1944-), (Bir Demet Leyla, İğde Dalı, Uçurumun 7. Ünite - Gelenekçi Romanın Özellikleri ve Gelişimi 151

Çağrısı...), Şerif Benekçi (1952-2008) (Şimdi Ağlamak Vakti, Kırlangıçlar Erken Göçtü, Bir Şafak Yürüyüşü, Kumsalı Olmayan Ada, Güvercin Geçidi...); İslâm Ya- şar (1953-) (Yılanın Teri, Karanlığın Gölgesi...); Recep Şükrü Apuhan (1958-) (Sevmeye Geç Kalmadın, Çanakkale Geçilmez-Bir Destanın Öyküsü...); Hüseyin Yılmaz (1960-), (Hüzün Çiçeği...); İsmail Fatih Ceylan (1962-) (Kapanmayan Yara, Sabahsız Geceler, Bir Buket Gül, Son Sabah, Zirvedeki Yalnızlık...); Hurşit İlbeyi (1963-) (Irmaklar Denize Akar...) gelenek içinde özellikle İslami duyarlığı popüler romanın ifade imkânları içinde dile getiren diğer yazarlardandır. 152 Çağdaş Türk Romanı

Özet

Gelenekçi roman kavramını açıklayabilmek Gelenekçi romanın ilk örneklerini ayırt edebilmek 1 3 Gelenek, bir toplumda, bir toplulukta eskiden İlk örnekleri Mizancı Murat’ın Turfanda mı kalmış olmaları dolayısıyla saygın tutulup kuşak- Yoksa Turfa mı ve Halide Edip Adıvar’ın Yeni tan kuşağa iletilen, yaptırım gücü olan, kültürel Turan adlı millî romanlarına kadar götürülebilir. kalıntılar, alışkanlıklar” biçiminde tanımlanır. 1930’lu yıllarda Kadıköyü’nün Romanı, Ülker “Gelenekçi” sözcüğü ise “geleneklere bağlı kim- Fırtınası, Ciğerdelen gibi romanlarıyla Safiye se” anlamındadır. Erol, 1940’lı yıllarda Ateş Ağacı, Yolcu Nereye Sanat ve edebiyatta, toplumu değiştirme ve dö- Gidiyorsun, Mesih Paşa İmamı gibi romanlarıy- nüştürme çabası sergileyenler olduğu gibi, top- la Samiha Ayverdi gelenekçi romanın öncü isim- lunun gelenek adı altında toplanan değerlerine, leridir. bağlılık sergileyenler de vardır. “Yenilikçi” ve “gelenekçi” kavramları bu farklı tavırları karşıla- Gelenekçi romanın gelişimini yorumlayabilmek 4 mak için kullanılır. “Yenilikçi” tavrın arkasında, 1950’li yıllarda Korkunç Yıllar, Yurdunu Kaybe- toplumun değerlerine sırt çevirme, gelenekçi den Adam, Onlar da İnsandı, O Topraklar Bi- tavrın arkasında ise toplumun değerlerini yü- zimdi gibi romanlarıyla Cengiz Dağcı gelenekçi celtme kaygısı vardır. İkisini uzlaştırmaya yöne- romanın en önemli ismidir. Tarık Buğra, 1960’lı lik bir çizgi takip edenlerden de söz edilebilir. yıllarda başladığı roman serüvenini başta Küçük Edebiyatta gelenekçilik, toplumun kültür değer- Ağa olmak üzere Dönemeçte Gençliğim Eyvah, lerine ilişkin farkındalık oluşturmaya yöneliktir. Osmancık gibi romanlarla 1980’li yıllara kadar Dinî ve millî karakterli geleneklerden söz edilebilir. sürdürür. 1960’lı yıllarda romanlarıyla Münev- Toplumun kültürel değerlerini kurmacanın dün- ver Ayaşlı, Pertev Bey’in Üç Kızı, Pertev Beyin yasına taşıyan romanlara “gelenekçi roman” denir. Torunları gibi romanlarıyla öne çıkar. 1970’li yıllarda Abbas Sayar, Bahaeddin Özkişi, Gelenekçi romanın özelliklerini değerlendirebilmek Tahir Kutsi Makal, Emine Işınsu, Mustafa Necati 2 Gelenekçi roman, toplumun değerleriyle barışık- Sepetçioğlu, Yavuz Bahadıroğlu, Hasan Kayıhan, tır, bu değerlere sıkı sıkıya bağlıdır. Sabahat Emir, Sevinç Çokum gibi isimler de ge- Gelenekçi roman, romantiktir. lenekçi romanlar kaleme alırlar. Tarihten, yaşama tarzından, inançlardan gelen Bu isimler içinde Mustafa Necati Sepetçioğlu ve unsurlar taşır. Yavuz Bahadıroğlu tarihî roman yazarı olarak Gelenekçi romanda olay kurgusu klasiktir. öne çıkarlar. Bu isimlere sonraki dönemlerde A. Gelenekçi romanda dün-bugün-yarın şeklinde- Yılmaz Boyunağa ve Mehmed Niyazi (Özdemir) ki kronolojik zaman kullanılır. de katılır. Gelenekçi romanda genellikle ilahi (hakim/tan- Mustafa Miyasoğlu, Rasim Özdenören, Osman rısal) bakış açışına rastlanır. Çeviksoy, Nazan Bekiroğlu, İskender Pala, Sadık Gelenekçi romanda etik kaygılar vardır. Yalsızuçanlar yakın dönem gelenekçi romanın Gelenekçi romanlar, millî ve İslami duyarlıktan temsilcileri arasındadır. beslenir. Necdet Ekici, Afet Ilgaz, Ali Haydar Haksal, Gelenekçi romanlar içinde, popüler roman ör- Şükrü Karaca, Fatma Karabıyık Barbarosoğlu neklerine rastlanır. gelenekçi romanın diğer temsilcileridir. Yerel ağızların kullanıldığı görülür. Romanlarda olay, mesajı öne çıkaracak biçimde kurgulanır. Millî, İslami, tarihî romanlar; millî/tarihî, İsla- mi/tarihî, millî/İslami/tarihî nitelikte örnekleri vardır. 7. Ünite - Gelenekçi Romanın Özellikleri ve Gelişimi 153

Kendimizi Sınayalım 1. Aşağıdakilerden hangisi gelenekçi romanın özel- 6. Aşağıdakilerden hangisi 1980 sonrası gelenekçi ro- liklerinden biri değildir? manın temsilcilerinden biri değildir? a. Gelenekçi romanın, toplum değerleriyle barışık, a. Tahir Kutsi Makal hatta bu değerlere sıkı sıkıya bağlı olması b. Rasim Özdenören b. Tarihten, yaşama tarzından, inançlardan gelen c. Osman Çeviksoy unsurların edebî metne yansıması d. Nazan Bekiroğlu c. Gelenekçi romanlarda klasik olay kurgusuna e. Mustafa Miyasoğlu rastlanması d. Gelenekçi romanlarda etik kaygı gözetilmesi 7. Nazan Bekiroğlu ile ilgili olarak aşağıdaki ifadeler- e. Gelenekçi romanın, millî ve İslami duyarlıktan den hangisi yanlıştır? beslenmesi a. Metinlerini tasavvuf kültürü ve İslami motiflerle süsler. 2. Korkunç Yıllar, Yurdunu Kaybeden Adam, O Top- b. Kur’an’daki Yusuf kıssasını çağdaş edebiyatın raklar Bizimdi gibi romanlarıyla tanınan Kırımlı Türk imkânlarıyla yeniden yazmıştır. yazar aşağıdakilerden hangisidir? c. Âdem’la Havva kıssasından yola çıkarak Lâ- a. Mizancı Murat Sonsuzluk Hecesi adlı romanı kaleme almıştır. b. Samiha Ayverdi d. Mecnun Masalları adlı kitabın yazarıdır. c. Cengiz Dağcı e. İsimle Ateş Arasında adlı bir romanı vardır. d. Safiye Erol e. Münever Ayaşlı 8. Aşağıdakilerden hangisi Mustafa Miyasoğlu’nun romanlarından biri değildir? 3. Aşağıdakilerden hangisi Tarık Buğra’nın eserlerin- a. Kaybolmuş Günler den biridir? b. Dönemeç a. Dönemeçte c. Güzel Ölüm b. Can Şenliği d. Bir Aşk Serüveni c. Sokakta e. Gül Yetiştiren Adam d. Çiçekler Büyür e. Hilâl Görününce 9. Mustafa Necati Sepetçioğlu için aşağıdakilerden hangisi söylenemez? 4. Aşağıdakilerden hangisi geleneğe bağlı tarihî ro- a. Çağımızın Dede Korkut’u olarak anılır. man yazarlarından biri değildir? b. Gelenekçi tarihî romanın temsilcilerindendir. a. Mehmed Niyazi (Özdemir) c. Almanya’ya göç konusunda yazdığı romanlar b. Sevinç Çokum büyük ilgi görmüştür. c. Yavuz Bahadıroğlu d. Anahtar, Konak, Üçler Yediler Kırklar gibi ro- d. A. Yılmaz Boyunağa manları vardır. e. Mustafa Necati Sepetçioğlu e. Kıbrıs’ın 4000 yıllık tarihîni anlatan 8 ciltlik bir roman yazmıştır. 5. Romanlarında Kırım Türklerinin Ruslardan gör- düğü baskı ve zulümleri anlatan, eserlerini “annemin 10. Gurbet Ölümleri ve Beyler Aman romanlarıyla ta- dili” dediği Türkiye Türkçesiyle kaleme alan yazar aşa- nınan yazar aşağıdakilerden hangisidir? ğıdakilerden hangisidir? a. Emine Işınsu a. Tarık Buğra b. Hasan Kayıhan b. Mustafa Necati Sepetçioğlu c. Sevinç Çokum c. Vedat Türkali d. Afet Ilgaz d. Safiye Erol e. Durali Yılmaz e. Cengiz Dağcı 154 Çağdaş Türk Romanı

Okuma Parçası Romanın olay örgüsü birbiriyle bağlantılı üç düzlemde CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK ROMANI’ndan gerçekleşiyor: İlkinde Osmanlı devletinin Yeniçerilerin kimliğinde sorgulanması yapılırken; ikincisinde her şe- Osman Gündüz yin bozulduğu bir dönemde esame defterlerinde yapılan ... tahrifat sonucu para karşılığında ölü bir Yeniçerinin Nazan Bekiroğlu, ele aldığı konu/lar, konuları işleyiş kimliğine bürünen Numan’ın Nihade’ye olan tutkulu tarzı ve anlatım teknikleri bakımından üzerinde du- aşkı ve bu çalıntı yaşam içinde adım adım ölüme sürük- rulmaya değer. Onun ilk romanı Yusuf ile Züleyha, ko- lenişi; üçüncüsünde ise birinci ve ikinci tabakada veri- nusunu bildik bir öyküden, Kur’an’da geçen Yusuf (as) lenler, padişahlar ağzından nakledilen ve on bir küçük kıssasından alıyor. öykü ile dramatize edilir. Yüzyıllarca geleneksel öykümüze kaynaklık eden bu öy- Birbiriyle paralel çizgilerde gelişen olaylar zinciri ve bu küyü benzerlerinden farklı kılan yazarın duruş noktası zincirlerin tüm halkaları, geride kalan birkaç simgesel ve bakış açısıdır. Bekiroğlu, öteki Yusuf kıssalarından ad dışındaki her şey, padişah İkinci Mahmud’un ocağı farklı olarak olaya âşıkın yani Yusuf’un penceresinden topa tutturduğu yangında yok olur. Romanın trajedisi değil, Züleyha’nın yani maşukun penceresinden bakmış. de işte bu ‘acıklı son’da düğümlenmektedir. Yazarın söy- Farklı bir söyleyişle, romanda Züleyha maşuk değil âşık leyişiyle “Herkes yaptığında mazur ve haklı. Ama birileri konumundadır. yanmak zorunda.” Yananlar ise, padişahın hem övüncü Yazar, Züleyha’nın Yusuf’u görmesinden başlayarak hem de umacısı konumunda olan Yeniçeriler oluyor. (...) pazardan satın alması, ona olan ilgisinin hayranlıktan (Gündüz, 2009:492-494). yakıcı, kavurucu bir aşka dönüşmesi, aşkının sevdiği er- kek tarafından reddedilmesi, Yusuf’un uzun tutukluluk döneminde ruhsal bakımdan olgunlaşması ve Yusuf’un Rabb’ine iman etmesi, Mısır’ın kıtlığa doğru sürüklenişi, Yusuf’un yorumladığı rüya sonucunda kurtuluşu ve ni- hayet Yusuf’un zindandan çıkarak Züleyha’ya kavuşma- sı... gibi bildik olaylar, geleneksel anlatma formu içinde ama yazarın şiirsel üslûbu ile evrensel bir aşk öyküsü hüviyeti kazanmış. Romanı asıl çekici ve okunabilir kılan, hiç kuşku yok ki, yazarın “ödeyen ve ödenen bedel” olarak nitelediği kadın kahramanının ruhsal durumunu, doğasını, duygularını derinliğine işlerken, kadının gizli ama evrensel gücünü -bunda yazarın kadın oluşunun da büyük etkisi var- çok yönlü bir anlatımla ifade etmiş olmasıdır. Nazan Bekiroğlu’nun İsimle Ateş Arasında adlı ikinci ro- manı da önceki gibi bir değerler, simgeler çatışması üze- rine kurulmuş. Böyle olduğu için, romanın bütün yükü- nü simgeler çekiyor. Devleti/devletin gücünü temsil eden padişah, padişahın gücünün hem onaylayıcısı hem de tehdidi konumundaki Yeniçeriler ve başlangıçta bir çıkar ilişkisi ile Yeniçeri Mansur’un kimliğine bürünen ama bu yeni kimliğiyle bağlantılı olarak Nihade’ye olan aşkıyla çıkarları arasında bir çatışmayı yaşayan Numan. Bu sim- gesel kişilerin her üçü de taşıdıkları ad ile bu adın çağrı- şımsal karşılığı olan ölüm (romancının nitelemesiyle ateş) arasında gidip gelirler. Bu bakımdan roman, bir yanıyla imgesel/sembolik, bir yanıyla da gerçeklik düzleminde oluşan bir kıymetler çatışması olarak dikkati çekmektedir. 7. Ünite - Gelenekçi Romanın Özellikleri ve Gelişimi 155

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı 1. d Yanıtınız yanlış ise “Gelenekçi Romanın Özel- Sıra Sizde 2 likleri” konusunu yeniden gözden geçiriniz. Dinî ve millî değerlerin romanla ifade edilmesi, toplu- 2. c Yanıtınız yanlış ise “1950’li Yıllarda Gelenekçi mu oluşturan bireyleri, özellikle de genç kuşakları belli Roman” konusunu yeniden gözden geçiriniz. değerler etrafında birleştirmeyi / buluşturmayı amaç- 3. a Yanıtınız yanlış ise “1960’lı Yıllardan Sonra lar. Aidiyet ve mensubiyet duygusunu pekiştirmek, öz Gelenekçi Roman” konusunu yeniden gözden güven oluşturmak, sahip olduğu değerleri koruma ve geçiriniz. savunma bilincini geliştirmek gibi işlevleri de vardır. 4. b Yanıtınız yanlış ise “Tarihî Roman ve Gelenek” konusunu yeniden gözden geçiriniz. Sıra Sizde 3 5. e Yanıtınız yanlış ise “Gelenekçi Roman” konu- Tarihî romanlar, okuyucunun roman kahramanlarıyla sunu yeniden gözden geçiriniz. özdeşleşmesini sağlar. Rol model arayışına cevap verir. 6. a Yanıtınız yanlış ise “1980’li Yıllardan Günümü- Roman kahramanıyla bir serüvene katılan okuyucu, ze Gelenekçi Roman” konusunu yeniden göz- söz konusu kahramanın karakter özelliklerini de temsil den geçiriniz. ettiği değerleri de içselleştirir. Benzer tarihî kahraman- 7. d Yanıtınız yanlış ise “1980’li Yıllardan Günümü- ları tanıdıkça ve tarihî olayları iç dünyasında yaşadıkça ze Gelenekçi Roman” konusunu yeniden göz- tarih bilinci gelişir. den geçiriniz. 8. a Yanıtınız yanlış ise “Günümüz Türk Edebiya- Sıra Sizde 4 tında Biyografik Roman-Sadık Yalsızuçanlar” Tasavvuf kültürü, gelenekçi romanın beslendiği zengin konusunu yeniden gözden geçiriniz. kaynaklardan biridir. Görünenin ötesinde görünme- 9. c Yanıtınız yanlış ise “Tarihî Roman ve Gelenek” yen bir dünyanın varlığını, insanın manevi olgunlaş- konusunu yeniden gözden geçiriniz. masını, aşkın fizikötesi hâllerini anlamak ve anlatmak, 10. b Yanıtınız yanlış ise “1960’lı Yıllardan Sonra romancı için ilginç bir deneyimdir. Tasavvuf kültürüy- Gelenekçi Roman” konusunu yeniden gözden le romanın soyut bir derinlik kazanması mümkündür. geçiriniz.

Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Sıra Sizde 1 Modern romanda, pozitivizmin, evrenselliğin, Batılı yaşama tarzının yansımaları dikkati çeker. Gelenekçi romanda ise toplumun maddi değerleri yanında mane- vi değerleri, kültürel unsurlarına yer verilir. Tarihten, inançlardan, yaşama tarzından gelen, kutsallık yük- lenen, terk edilemeyen ritüeller ve davranış kalıpları romanın dünyasına taşınır. Toplumun ortak paydasını oluşturan etik ve estetik değerler de gelenekçi romanın ilgi alanına girer. Modern romanda anlatım teknikleri çeşitlilik gösterir- ken gelenekçi romanda daha sınırlıdır. Modern romanda sembolik, realist, hatta sürrealist ögelere rastlanırken, gelenekçi romanda genellikle ro- mantik tavır görülür. Modern romanda birden çok anlatıcı tipi yer alırken, gelenekçi roman genellikle hakim (ilahi/tanrısal) bakış açısını kullanır. 156 Çağdaş Türk Romanı

Yararlanılan Kaynaklar Aktaş, Ş. (1983). “Kurtuluş Savaşını Yapan İki İnsan Ti- Kırzıoğlu, B. (1990). “Samiha Ayverdi, Hayatı ve Eser- pinin Hikâyesi: Küçük Ağa”, Millî Kültür. 43. leri”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Ensti- Aktaş, Ş. (1992). “Cumhuriyet Dönemi Romanı”, Türk tüsü. Basılmamış Doktora Tezi, Erzurum. Dünyası El Kitabı-Edebiyat. 3, 2. Baskı, Ankara: Lekesiz, Ö. (2002). “Osmanlı’dan Bugüne Popüler Ro- Türk Dünyasını Araştırma Enstitüsü Yayınları. manlar”, Hece Dergisi Türk Romanı Özel Sayısı. Alper, F. (1993). “Tarık Buğra, Hayatı, Sanatı, Eserleri,” 65-66-67, Mayıs-Haziran-Temmuz. 1-2, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitü- Miyasoğlu, M. (1982). Kaybolmuş Günler, 4. Baskı, sü. Basılmamış Doktora Tezi, Erzurum. İstanbul: Suffe. Aytaç, G. (1990). “Tarık Buğra’nın Romanı Yağmur Namlı, T. (2007). Konak ve Çatı’da Manevi ve Kahra- Beklerken”, Çağdaş Türk Romanları Üzerine İnce- manlık Ögelerinin İşlenişi”, Erdem. 49 lemeler. İstanbul: Gündoğan Yayınları Öztürk, H. (Bahar 2004). “Rüyaların ve Sembollerin Başarslan, S. N. (2010). “Seksenli Yıllarda Türk Romanı Işığında İbiş’in Rüyasından Nahit’in Hakikatine”, ve Post Modern Eğilimler”, 15 Kasım, www.derin- TÜBAR. X V. dusunce.org/seksenli-yillarda-turk-romani. (Eri- Parla, J. (2000). Don Kişot’tan Bugüne Roman. İstan- şim: 4.9.2011). bul: İletişim Yayınları. Bekiroğlu, N. (2009). Lâ-Sonsuzluk Hecesi. İstanbul: Samsakçi, M. (2007). Sepetçioğlu’nun Kuruluşu Konu Timaş Yayınları. Alan Romanlarının İlk Beşinde Manevi Ocaklar”, Buğra, T. (1992). Küçük Ağa. İstanbul: MEB Yayınları. Erdem. 49. Ceylan, İ. F. (2000). Romancının Romanı-Yavuz Ba- Sepetçioğlu, M. N. (1976). Üçler Yediler Kırklar. 2. hadıroğlu. İstanbul: Nesil Yayınları. Baskı, İstanbul: İrfan Yayınevi. Coşkun, S. (2009). “Sevinç Çokum’un Romanlarında Ülker, T. (2005). Harşit’in Hırçın Sesi-Hüseyin Nihal Kültürel Meseleler ve Millî Kültür Unsurları”, Sel- Atsız. Gümüşhane: Gümüşhane Belediyesi Yayın- çuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi. 21. ları. Burcu, E. (2000). “Osmancık’ta Osman Gazi Han’a Ge- Yalçın, A. “Beyler Aman Hakkında”, www.hasankayı- çiş Sürecinde Yaşanan ‘Simgesel Değişim’ Üzerine han.com (Erişim: 3.9.2011) Bir Okuma Denemesi”, Türk Yurdu Türk Romanı Yalsızuçanlar, S. (2008). Anka. İstanbul: Timaş Yayın- Özel Sayısı. 153-154, Mayıs-Haziran. ları. Çağlaroğlu, T. (2002). “Kaybolmuş Günler”, Hece Der- gisi Türk Romanı Özel Sayısı. S. 65-66-67, Mayıs- Haziran-Temmuz. Çağın, S. (2000). “Küçük Ağa”, Türk Yurdu Türk Ro- manı Özel Sayısı. 153-154, Mayıs- Haziran. Başvurulabilecek Kaynaklar Çetin, N. (2007). “Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun Tarihî Ayvazoğlu, Beşir (1997). Geleneğin Direnişi. İstanbul: Romanlarının Millî Bilince Katkısı”, Erdem. 49. Ötüken Neşriyat. Eliuz, Ü. (2007). “Millî Romantik Tarih Dönüştürümü: Enginün, İ. (2002). Cumhuriyet Dönemi Türk Edebi- Kitit”, Erdem. 49 yatı. İstanbul: Dergâh Yayınları. Erbay, E. (2005). Safiye Erol’un Romanları Üzerine Hece (Türk Romanı Özel Sayısı). (2002). 65-66-67, Bir İnceleme. Erzurum: Suna Yayınları. Mayıs/Haziran/Temmuz. Fedai, Ö. (2007). “Türklerde Devlet Bilinci ve Birlik Turinay, N. (1983). Geleneğin Dünyası Yeniliğin Düşüncesinin Uyandırılması Açısından Mustafa Ufukları. Ankara: Birlik Yayınları. Necati Sepetçioğlu’nun Kilit ve Çatı Romanlarını Yalçın, A. (2002). Siyasal ve Sosyal Değişmeler Açı- Yeniden Okumak”, Erdem. 49. sından Cumhuriyet Dönemi Türk Romanı. An- Gündüz, O. (2009). “Cumhuriyet Dönemi Türk Roma- kara. nı”, Yeni Türk Edebiyatı El Kitabı. Editör: R. Kork- maz, 5. Baskı, Ankara: Grafiker Yayınları. Kabaklı, A. (2002). Türk Edebiyatı. 5, İstanbul: Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları.

ÇAĞDAŞ TÜRK ROMANI 8 Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra;  Biyografik roman kavramını açıklayabilecek,  Türkiye’de biyografik romanın gelişimini değerlendirebilecek,  Türkiye’de biyografik roman örneklerini ayırt edebilecek,  Biyografik romanın temsilcilerini açıklayabilecek bilgi ve becerilere sahip olacaksınız.

Anahtar Kavramlar • Biyografi • Öznellik • Roman • Kurmaca • Biyografik Roman • Öyküleme • Nesnellik • Betimleme

İçindekiler

• BİYOGRAFİK ROMAN • BİYOGRAFİK ROMANIN ÖZELLİKLERİ • TÜRKİYE’DE BİYOGRAFİK ROMAN • İLK BİYOGRAFİK ROMAN ÖRNEKLERİ • BİYOGRAFİK ROMAN MODELİ: BİR Türk Romanında Yeni Bir Tarz: Çağdaş Türk Romanı BİLİM ADAMININ ROMANI Biyografik Roman • 1990’LI YILLARDA TÜRKİYE’DE BİYOGRAFİK ROMAN • GÜNÜMÜZ TÜRK EDEBİYATINDA BİYOGRAFİK ROMAN • VE DİĞERLERİ Türk Romanında Yeni Bir Tarz: Biyografik Roman

BİYOGRAFİK ROMAN Öyküleme ve betimleme tekniklerini kullanarak gerçek kişileri roman kurgusu içinde anlatan metinlere edebî biyografi ya da biyografik roman denir. Biyografik romanlarda gerçek kişilerin ruhsal ve fiziksel özellikleri, duyguları, düşünceleri, davranışları, alışkanlıkları, tavır alışları, tepkileri, hayata bakışları, dünya görüşleri, giyinişleri başta olmak üzere pek çok değişik özellikleri ayrıntılı olarak verilir. Söz konusu ünlü kişilerin bir bakıma portresi çizilir. Bilim, kültür, sanat, edebiyat, siyaset, ticaret, spor gibi alanlarda başarılı olmuş, yaptıkları ve eserleriyle yaşadıkları dönemde iz bırakmış, haklı bir ün kazanmış kişilerin hayatlarının roman tekniğine uygun olarak anlatıldığı eserlerdir. Biyografik romanlar hem roman türünün kurmaca dünyasına ait nitelikler hem de belgesel özellikler taşır. Biyografinin nesnel bilgisi, romanın öznel kurgusuyla yoğrulur ve anlatmaya bağlı olay merkezli bir türün adı olur. Bir başka deyişle, biyografik romanda biyografi nesnel bilgiyi, roman ise kurmacayı temsil eder. Biyografi türünün nesnelliği, roman türünün öznelliği içinde erir ve biyografik roman ortaya çıkar. Bu tür eserler, belgesel nitelikleriyle kurmacanın sınırlarını zorlasalar da ro- man formunu kullandıkları için kurmaca dünyanın özelliklerini taşırlar. Kimi araştırmacılar bu tür eserleri “non fiction fiction” (kurmaca olmayan kur- maca/roman) biçiminde adlandırırlar. Biyografik Romanın Özellikleri 1. Biyografik romanın en önemli sorunu, kurmaca bir dünya sunan romanı gerçekleri anlatmayı amaçlayan bir türün aracı kılmaktır. Bu durum, biyog- rafik romanların diğer romanlara göre daha basit ve estetik yönden daha zayıf kalmasına yol açmaktadır. 2. Biyografik romanlar, birkaç biçim denemesi dışında yazarın kurmaca bir dünya yaratma özgürlüğünü kısıtladığı için, yaratıcılık yönünden daha sı- nırlı metinler olarak değerlendirilmektedir. 3. Romanı yazılan kişinin hayatına ilişkin belgelerin çok fazla olması, yaza- rın da bu belgelerin tamamına yer vermesi durumunda metnin romandan uzaklaştığı görülmektedir. 4. Son yıllarda biyografik roman örneklerinin artışı, bireyleşme ve bireyin dünyasını keşfetme çabasıyla ilişkilendirilmektedir. 160 Çağdaş Türk Romanı

5. Biyografik roman, postmodern romanın türler arasında geçişlere izin ver- me, hatta türler arasındaki farkları ortadan kaldırma eğiliminin sonucu olarak kimi yazarların ilgisini çekmektedir. 6. Kimi biyografik romanlar, dâhil oldukları tür konusunda kararsızlık sergi- lemektedir. Birkaç kitabın adında “roman” sözcüğüne yer verilirken birçok kitapta hiçbir kayıt kullanılmamış, çok az sayıda kitapta ise “biyografik ro- man” ifadesine yer verilmiştir. 7. Biyografilerin, soy ağacının tespiti, doğum, ilk, orta ve varsa yüksek öğre- nim gibi kronolojik sıra izleyen anlatımına karşılık; biyografik romanlar, her zaman kronolojik bir sıra takip etmemekte, hayattan kesitler seçilebil- diği gibi, olaylar geriye dönüşlerle de aktarılabilmektedir. 8. Biyografik romanlar bakış açısı yönünden de sınırlılık göstermekte, bu tür romanlarda anlatıcının genellikle üçüncü kişi olduğu görülmektedir. 9. Biyografik romanlarda yazar, hayatını yansıttığı kişiyi seven, benimseyen ve onaylayan bir tutum sergilemekte, hayat hikâyesini anlattığı kişiye hay- ranlık duygularını saklamamaktadır. 10. Biyografik romanlar genellikle hayatta son sözünü söylemiş, yani ölmüş kişiler üzerine yazılmakta, yaşadığı dönemi derinden etkilemiş bir kişinin, onu yakından tanıyan bir yazar tarafından tanıtılması ya da hatırlatılması amaçlanmaktadır. 11. Biyografik roman yazarı, romanını yazdığı kişiyle öğretmen-öğrenci gibi mesleki; ebeveyn-evlat, dede-torun gibi ailevi ilişkiler içindedir. 12. Biyografik romanların belgesel yönünü vurgulamak ya da güçlendirmek amacıyla kimi romanların sonuna romanı yazılan kişinin fotoğraf albümü konulmaktadır.

Biyografik romanların bilgi aktarma amaçlı yazılması ya da doğru bilgi edinme 1 amaçlı okunması ne ölçüde mümkündür? TÜRK EDEBİYATINDA BİYOGRAFİK ROMAN Peyami Safa (1899-1961) 1936 yılında Kültür Haftası’nda yayımlanan Roman ve Biyografi adlı yazısında, Türk edebiyatında biyografik romanın yokluğunu, Türk romanının kendi çelişkilerine kayıtsız kalmasıyla açıklar. Ona göre, Türk ro- manında kahraman, genellikle olay çıkaran adamdır. İnsan ruhunu göremeyen romancı için tek bir adamın hayatındaki kimlik ve kişilik krizlerini ve büyük iç trajedileri anlamaya da imkân yoktur. Yoksa ‘biographie romancée’ türü için el değmemiş sayısız Türk portresi bulmak mümkündür. Biyografik roman yazarları, hayranı oldukları kişilerle ilgili nesnel bilgileri sanat tecrübeleriyle harmanlayarak kaleme aldıkları romanlarla bu türün Türk edebiyatında kökleşmesine ve gelişmesine hizmet ederler. Biyografik roman yaz- ma ihtiyacını, bağlılık, hayranlık ve sevgi yanında, yakından tanınan insanların unutulmasına razı olmama gibi bir nedene bağlamak mümkündür.

Biyografik roman yazarının, hakkında roman yazdığı kişiye eleştirel yaklaşması 2 mümkün müdür? Niçin? İlk Biyografik Roman Örnekleri Edebiyatımızda yazılan biyografik romanlar genelde kendini gerçekleştirmeyi ba- şarmış insanları konu alır. İlk örneklerde, hakkında roman yazılan kişinin biyog- rafisine sadık kalanlar yanında kurmacayı öne çıkaran imzalara da rastlanır. 8. Ünite - Türk Romanında Yeni Bir Tarz: Biyografik Roman 161

Vâlâ Nureddin’in (Vâ-Nû, 1901-1967) Baltacı ile Katerina (1928) romanı, bir ilk örnek olarak biyografik verilerden ziyade yazar muhayyilesinden beslenir. Ro- man, Prut Savaşında Osmanlı ordusunun Serdar-ı Ekrem’i (Başkomutanı) Baltacı Mehmet Paşa ile Rus Çariçesi Katerina arasında kurgulanmış bir aşk ilişkisine da- yanır. Gerçek tarihî kişiliklerin üzerinden hayalî bir buluşma tasvir edilir. Roman- da 3. Ahmet Dönemi’nde önce vezir, ardından Kaptan-ı Derya (Deniz Kuvvetleri Komutanı), daha sonra 21 Aralık 1704’te Sadrazam (Başbakan) olan Baltacı Meh- met Paşa, Prut Savaşı’nın kahramanı olarak yer alır. Popüler tarihî roman vadisinde Abdullah Ziya Kozanoğlu (1906-1966) Sey- di Ali Reis (1927), Malkoçoğlu (1933), Battal Gazi Destanı (1937), Cengiz Han’ın Hazineleri (1962); Feridun Fazıl Tülbentçi (1912-1982) Yavuz Sultan Selim Ağlıyor (1947), Barbaros Hayrettin Geliyor (1949), Turgut Reis (1958), Cem Sultan (1959), Hürrem Sultan (1960), Kanunî Sultan Süleyman (1962) gibi romanlarında, biyog- rafiden çok kurmacaya yakın dururlar. Türk edebiyatında biyografi türünde asıl ilk örnek, Hasan Âli Yücel’in (1897- 1963) yazdığı Goethe: Bir Dehanın Romanı (1932) başlığını taşır. Romanın ön sö- zünde Yücel, bu romanın bir hayranlık duygusundan doğduğunu açıklar. Goethe’ye ve onun düşüncelerine olan hayranlığı Yücel’e bu romanı yazdırmış olmalıdır. İlk biyografik romanın, konusunu kendi tarih, kültür ve sanat dünyamızdan almamış olması ilgi çekicidir. Türk edebiyatında kronolojik bakımdan ikinci ve üçüncü sırada yer alan bi- yografik romanlar, Mehmet Emin Erişirgil’in (1891-1965) Ziya Gökalp: Bir Fikir Adamının Romanı (1951) ve Mehmet Âkif: İslâmcı Bir Şairin Romanı (1956) adlı eserleridir. İlhan Selçuk’un (1925-2010) Yüzbaşı Selahattin’in Romanı (2 cilt, 1973, 1975), 1894’te doğan, askerlik çağında Çanakkale ve Balkan Savaşlarına katılan, Birinci Dünya Savaşı’nda İran ve Kafkas cephelerinde savaşan, 1919’da yirmi beş yaşında bir yüzbaşı olarak İstanbul’a dönen Selahattin Yurtoğlu’nun anılarından yola çıkılarak yazılmış biyografik bir romandır. Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı)’nın (1886-1973) Uluç Reis (1962) ve Turgut Reis (1966) romanları da biyografik romanın sınırları içinde de- ğerlendirilebilir. Tahir Alangu’nun (1916-1973) Ömer Seyfettin: Ülkücü Bir Yazarın Roma- nı (1968), İsmail Fatih Ceylan’ın (196?-) Romancının Romanı-Yavuz Bahadıroğlu (2000), Orhan Okay’ın (1930-2017) Bir Hülya Adamının Romanı-Ahmet Hamdi Tan- pınar (2010) kitapları, adlarında “roman” sözcüğü yer almasına; Yusuf Ziya Ortaç’ın (1895-1967) İsmet İnönü (1946) adlı kitabı ise arka kapağında “bir hayatın romanı” ibaresi bulunmasına rağmen roman değil biyografi/monografi örnekleridir. BİYOGRAFİK ROMAN MODELİ: BİR BİLİM ADAMININ ROMANI Batı’da 1960’lı yıllarda Irwing Stone (İlahi Istırap/1961), Oscar Lewis (Sançez’in Çocukları/1961) gibi yazarların eliyle nitelikli örneklerini vermeye başlayan bi- yografik roman, Türk edebiyatında 1970’li yıllarda ilk yetkin örneğine kavuşur. Oğuz Atay (1934-1977) imzalı Bir Bilim Adamının Romanı-Mustafa İnan (1975), Türkiye’de bu roman türünün en iyi örneklerindendir. Atay, romanda İstan- bul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesinden hocası olan Prof. Dr. Mustafa İnan’ın yaşam öyküsünü roman tekniğinin imkânlarını kullanarak anlatır. Aynı zamanda Mustafa İnan’ın şahsında bir dönemin idealist kuşağının hayatını yansıtır. 162 Çağdaş Türk Romanı

Romana vücut veren, taşradan çıkıp yüksek öğrenim için İstanbul’a gelen ve deha özellikleri gösteren bir gencin üstün zekâsıyla büyük bir bilim adamı oluş serüvenidir. Yoksul bir halk çocuğu olan Mustafa İnan, dünyaca tanınan bir bilim adamı olma sürecinde güçlükler yaşar; bu güçlüklere rağmen ahlak ve kişiliğinden ödün vermez. İki bölümden oluşan romanın birinci bölümünde Mustafa İnan’ın doğumun- dan öğrenim hayatının sonuna kadarki dönem, ikinci bölümde ise hocalığından ölümüne kadarki süreç dikkatlere sunulur. 24 Ağustos 1911’de Adana’da seyyar posta memuru Hüseyin Avni Bey’in oğlu olarak dünyaya gelen, çocukluk yılları 1. Dünya Savaşı’na ve işgal yıllarına denk düşen, Anadolu’nun salgın hastalıklarla, kazalarla, tıbbi imkânsızlıklarla dolu zor koşullarına rağmen hayatta kalan Mustafa İnan, baştan sona çok başarılı bir öğ- rencilik sergiler. “Mustafa İnan ölseydi bilim hayatımızda çok büyük bir boşluk olacaktı.” diyen Atay, romanın ikinci bölümünde Mustafa İnan’ın eşi Jale ile tanışması ve evlenmesi, başarılı akademik hayatı, dekanlığı, bilimsel faaliyetleri, çalışkanlığı, fedakârlığı gibi yönlerini betimler. Bilime, araştırmaya, öğrenmeye karşı sonsuz bir merakı olan Mustafa İnan dil, edebiyat, felsefe, sanat, tarih, matematik gibi birçok dalla ilgilenmekte, Yahya Kemal’in sohbetlerine katılmaktadır. Ülkesine ve milletine gönülden bağlıdır. Milletvekilliği ve bakanlık tekliflerini kabul etmez. Asıl görevinin eğitim oldu- ğunu düşünür. Kendisine sunulan tüm maddi imkânları elinin tersiyle iter. Tam bir idealisttir. Adanmış bir hayat yaşar, paranın güdümüne girmez. Yoğun çalışma temposu içinde sağlığını ihmal eder. İlerleyen hastalığına rağmen iyileşmeyi ve öğrencilerine kavuşmayı umar. Ancak 5 Ağustos 1967’de “lösemi”den ölür. Oğuz Atay, belgesel niteliğini vurgulamak için romanın sonuna hocasının fo- toğraflarını eklemiştir.

Okuma Parçası BİR BİLİM ADAMININ ROMANI’ndan Oğuz Atay ... 1954 yılı Haziranında İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi Dekanlığına seçil- diği zaman kırk üç yaşındaydı. Gündüzler resmî toplantılarda, geceler resmî davetler- de geçiyordu. Sevimli kişiliği her toplantıda aranıyordu. Tatlı sohbeti, her toplantının vazgeçilmez üyesi yapmıştı Mustafa İnan’ı. Özellikle üstün hafızası hayranlık uyan- dırıyordu. Yahya Kemal, düzenlediği her toplantıdan önce, “Aman Mustafa’ya da haber veril- sin,” diyordu. Kimse Yahya Kemal’in şiirlerini Mustafa Hoca gibi ezberleyemiyordu, kimse Yahya Kemal’in şiirlerini Mustafa Hoca gibi duyarak okuyamıyordu. Kimse Fuzulî’den, Bakî’den, Nedim’den ve daha birçoklarından Mustafa Haca gibi yerinde örnekler veremiyordu. Tasavvuftan da söz ediyordu Mustafa Hoca, İslam’dan da söz ediyordu. Behçet Ke- mal, kendi yaptığı ‘şeci’ Kur’an çevirisini okurken, onun bir tercüme yanlışını Mustafa Hoca düzeltmemiş miydi? Mustafa Hoca Arapça da mı biliyordu? O her şeyi biliyordu canım: Tarih biliyordu, edebiyat biliyordu, dil üzerinde yetkiyle konuşuyordu, keli- 8. Ünite - Türk Romanında Yeni Bir Tarz: Biyografik Roman 163

melerin kökleri hakkında kimsenin aklına gelmeyen tezler ileri sürüyordu. Osmanlı sanatından anlıyordu, felsefe bile biliyordu, hatta matematik bile biliyordu. Hem de vallah bu işlerin profesörleri bile hayrandı hocaya. “Bence Mustafa, en çok bu toplantılarda dinleniyordu,” diye görüşünü belirtti. “Lise- den beri edebiyatla, sanatla, felsefeyle istediği kadar uğraşamadığı hâlde, Mustafa’nın ‘müktesebat’ı sohbetlere yetip artıyordu bile.”... Toplantılara devamlı olarak katılan bir profesörün anlattığına göre, ‘mazinin ve tari- himizin iyi ve güzel taraflarını sevmek ve mazi ile tarihi mümkün olduğu kadar de- vam ettirmek’ istiyorlardı. Doğu ile Batı’yı, kendilerine göre ‘meczetmek’ istiyorlardı. Musiki ve mimarîyi tam olarak muhafaza etmek ve Batı’nın -onlar Garp diyorlardı- metodlarını alarak bunları ‘memleket meselelerine tatbik etmek’ istiyorlardı. Buna ‘mektepten memlekete dönüş’ adını vermişlerdi. Mustafa Hoca genellikle söze karışmazmış, daha çok dinlemeyi tercih edermiş. Hiç mi konuşmazmış? Hayır. Üstad, hocaya şiirlerini okuturken, onun yumuşak ve güzel se- sini dinlermiş sohbetçiler. Hele Selimname’yi okurken Üstad bile kendinden geçmiş ve “Of öldüm,” demiş. Bir söylentiye göre de, “Biraz da İsmet Paşa dinlesin bu şiirlerimi,” demiş. Üstadın o günlerde İsmet Paşa ile arası pek iyi değilmiş. Peki, sohbete katılanlar Mustafa İnan’ı nasıl buluyorlarmış? “Çok alaycı ve tenkit- çi bir zekâsı vardı,” diyorlar. Bazen Mustafa Hoca iğneleyici fıkralar anlatırmış ve durmadan nükte yaparmış. Nükte ve mizahta da aşırılığa kaçılmazmış. “Üstad bir aşırılık gördü mü hemen toplantıya son verirdi.” Sohbetlere devrin ‘ekâbiri’ katılıyormuş. Kerim Erim, Mustafa Şekip Tunç, Kâzım İs- mail Gürkan, Sadi Irmak, Behçet Kemal Çağlar, Nihad Sami Banarlı, Orhan Şaik Gökyay, Cahit Tanyol ve daha birçokları... Kâzım İsmail Bey de evinde buna ben- zer sohbet toplantıları düzenlermiş ve Mustafa Hoca bu toplantılara da katılırmış... (Atay, 2011: 145-147). 1990’LI YILLARDA TÜRKİYE’DE BİYOGRAFİK ROMAN Necip Fazıl Kısakürek’in (1904-1983) bitmemiş otobiyografik romanı Kafa Kâğıdı (1983) ilk örnekler arasında anılmayı hak etse de Türkiye’de biyografik ro- manın oluşum dönemi 1990’lı yıllara rastlar. Necati Cumalı’nın (1921-2001) Viran Dağlar (1995) kitabı, biyografik ro- man türüne ait örneklerdendir. Cumalı, romanda büyük dayısı Zülfikar Bey’in Balkanlar’da Osmanlı’nın dağılmaması için verdiği mücadeleyi roman türünün imkânları içinde okura sunar. Makedonya’nın Goriçka kasabasında yaşayan bir aileye mensup, eski bir Osmanlı uç beyinin torunu olan Zülfikar Bey, Fransız İh- tilali ile yayılan milliyetçilik akımıyla Balkanlar’ın Osmanlı’nın elinde çıkış süre- cinde gönüllülerden oluşan bir örgüt kurarak mücadeleye başlar. Bu mücadele, Birinci Dünya Savaşı’nı Osmanlı’nın kaybetmesi sonucu dağılma sürecinin hız- landığı günlere kadar sürer. Burçak Çerezcioğlu’nun (1979-1995) Mavi Saçlı Kız (1997) adlı romanı, 16 yaşında lösemiden ölen yazarının anılarından kurgulanmış bir biyografik roman- dır. Kaynağını genç kızın öz yaşam öyküsünden alır. Romanda Burçak’ın hastalık döneminde yaşadıkları, direnci ve cesareti anlatılır. Zeynep Oral’ın Tutkunun Romanı Leyla Gencer (1999) eseri, 1954’te Napoli’de Santa Carla Tiyatrosu’nda ilk defa sahneye çıkan, dünya sahnelerinde “La Diva Turca” olarak anılan, 1988’de Devlet Sanatçısı ilan edilen, 2007’de İtalya’da “Ca- ruso Ödülü”ne layık görülen ünlü opera sanatçısı Leyla Gencer’in (1928-2011) biyografisinden yola çıkılarak yazılmış bir romandır. 164 Çağdaş Türk Romanı

GÜNÜMÜZ TÜRK EDEBİYATINDA BİYOGRAFİK ROMAN Biyografik roman türünün günümüz Türk edebiyatındaki önemli yazarları ara- sında Hıfzı Topuz, Ayşe Kulin, Beşir Ayvazoğlu, Attilâ İlhan, Sadık Yalsızuçanlar, Fatma Karabıyık Barbarosoğlu gibi isimler sayılabilir. Ayrıca Sultan 5. Murad’ın torunu Kenize Murad’ın De la part de la princesse morte adıyla 1987’de Fransızca olarak yazdığı, Gökçe Tuncer ve Nuriye Yiğitler tarafından 2002’de Saraydan Sürgüne adıyla Türkçeye çevrilen kitap da yazarın annesi Selma Sultan’la ilgili biyografik bir roman olarak listeye eklenebilir. Hıfzı Topuz: Meyyâle, Taif’te Ölüm, Paris’te Son Osmanlılar, Gazi ve Fikriye, Abdülmecit, Hava Kurşun Gibi Ağır romanlarıyla Hıfzı Topuz (1923-) günümüz Türk edebiyatının en fazla biyografik roman yazan ismidir. Topuz, Meyyâle (1999) romanını büyük annesinin biyografisi üzerine yazar. Sultan Abdulaziz, V. Murat ve Abdülhamit dönemleri romanın tarihsel arka planını oluşturur. Rusların Kafkasya’ya saldırılarının artması üzerine İstanbul’a göç etmek zorunda kalan Kafkas kökenli kadın ve çocukların saraya alınması sorunu irdelenir. Çocuk yaşta satın alınarak İstanbul’a getirilen Kafkas kökenli Meyyâle’nin saraydaki hayatı, evlilikleri, iktidar değişikliği sonucu gönderildiği taşrada yaşadıkları anlatılır. Bir yandan da Osmanlı Devleti’nin çöküş nedenleri sezdirilir. Taif’te Ölüm (1999), Mithat Paşa’nın şahsında, çöken bir imparatorluğun çağ- daşlaşma çabalarını anlatırken dönemin baş aktörlerinin bireysel trajedilerini de dikkatlere sunar. Roman, Osmanlı Devleti’ni çağdaşlaştırmaya çalışan ancak hak- sızlıklara uğrayan Mithat Paşa’nın bireysel ve siyasal hayatına, dostluklarına ve aşklarına ayna tutarken Abdülaziz, 5. Murat ve Abdülhamit dönemlerinin siyasal oyunlarını da aksettirir. Paris’te Son Osmanlılar-Mediha Sultan ve Damat Ferit (1999), romanı 19. yüz- yılın ortalarından yirminci yüzyılın başına uzanan dönemde padişahlık rejimine karşı Türk aydınlarının verdiği mücadeleleri ve Batılılaşma çabalarını nakleder- ken Namık Kemal, Abdülhak Hamit, Sami Paşazade Sezai, Ali Suavi gibi aydınla- rın siyasal mücadelelerinden kesitler sunar. Sultan Abdülmecit’in kızlarından Me- diha Sultan’ın yaşadığı aşkları, başından geçen evlilikleri ve sürdürmek zorunda kaldığı çileli hayatı roman kurgusu içinde gözler önüne serer. Gazi ve Fikriye (2001), Mustafa Kemal’e olan aşkıyla trajik bir hayatın öznesi olan Fikriye’nin hikâyesi çevresinde kaleme alınmıştır. Fikriye, Mustafa Kemal’in “Beni iki kadın sevdi, biri kendim için, diğeri mevkim için.” cümlesinde anılan bi- rinci kişidir. Mustafa Kemal’in Harbiye’de okuduğu yıllarda başlayan aşk, Gazi’nin Latife ile evlenmesi sonucu sahibini intihara sürükler. İmparatorluk Çökerken Sarayda 22 Yıl alt başlığıyla yayımlanan Abdülmecit (2009) adlı romanda, 16 yaşında tahta çıkan, Mustafa Reşit Paşa’nın çabasıyla Tanzimat’ı ilan eden, yaşadığı aşklar ve acılarla bir roman karakterine dönüşen; zarif, duygulu ama zayıf iradeli padişah Abdülmecit’in hikâyesi anlatılır. Döne- min siyasal, sosyal ve ekonomik çözülmeleri romanın arka planını oluşturur. Topuz’un Hava Kurşun Gibi Ağır (2011) adlı romanı ise 1920’lerden başlayarak şair Nâzım Hikmet’in hayat hikâyesini anlatır. Nâzım Hikmet on sekiz-on dokuz yaşlarında, işgal altındaki İstanbul’dan kaçmak isteyen bir genç olarak romana gi- rer. Galatasaray Lisesinden sınıf arkadaşı ve yakın dostu Vâlâ (Vâlâ Nureddin, Vâ- Nû) ile birlikte, yanlarına aldıkları birkaç parça çamaşırla Anadolu’ya gitmeye ka- 8. Ünite - Türk Romanında Yeni Bir Tarz: Biyografik Roman 165 rar verirler. İnebolu’ya doğru başlayan maceralı yolculukları, onları Karadeniz’e, Tiflis’e, oradan da Moskova’ya sürükler. Topuz, “Nâzım Hikmet’in Romanı” alt başlığını koyduğu kitapta ailesi ve yakın dostlarından dinlediği anılarla Nâzım’ın hayatını romanlaştırır.

Bazı biyografik romanların çok okunmasında, romanın yazarı mı yoksa hakkında roman yazılan kişi mi daha etkin rol oynar? 3

Ayşe Kulin: Günümüzün en çok okunan biyografik roman yazarlarından Ayşe Kulin (1941-), Adı: Aylin, Füreya, Köprü, Veda ve Türkan adlı eserleriyle tanınır. Adı: Aylin (1997), kökleri Giritli Deli Mustafa Naili Paşa’ya kadar uzanan bir ailenin kızı olan, Aylin Devrimel’in fırtınalı hayatından kurgulanmış bir roman- dır. Yazarına İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesince verilen “yılın yazarı” ödü- lünü kazandırır. Yazar, kuzeni olarak yakından tanıdığı Aylin’in ölümüyle başlattığı romanı flash-beck (geriye dönüş) tekniğine uygun olarak kurgular. Aylin’in çocukluğu, yurt içi ve yurt dışındaki öğrenim süreci, evlilikleri, meslek hayatı, başarıları, doktor sıfatıyla Amerikan ordusuna katılarak Körfez Savaşı’nda ruh sağlığı bo- zulan hasta askerleri tedavi etmesi, Albay rütbesindeyken ordudan ayrılması, 19 Ocak 1995 Perşembe günü evinin bahçesinde temizliğe gelen hizmetçisi tarafın- dan kendi arabasının altında ölü bulunması, bu ölümün polis kayıtlarına “freak accident” (garip bir kaza) olarak geçmesi biyografik romanın anlatım imkânları içinde okura sunulur. Füreya (2000) adlı eser, Cumhuriyet Dönemi’nin ilk kadın seramik sanatçısı Füreya Koral’ın (1910-1997) hayatını roman kurgusu içinde anlatırken bir yan- dan da Osmanlı’nın son dönemindeki ve Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki olaylara tanıklık eder. Aynı zamanda Füreya’nın şahsında sanatçıların mücadele, heyecan ve sevgi dolu hayatlarıyla sıradan insanlardan farklı olduklarını sezdirir. Füreya, bir gerçek kişi ve bir roman kahramanı olarak hayatının tamamına ya- kınını seramik sanatına adamış, risk almayı seven, yapılmamışı yapmaya çalışan, zaman zaman da kurallara meydan okuyabilen bir mizaçtır. Fiziksel güzelliğini iç güzelliğiyle bütünlerken ülkesine hizmet etmeye çalışır. Bu idealizmin arkasında Mustafa Kemal Atatürk’ün bir ev ziyareti sırasında Füreya’nın defterine yazdığı cümleler vardır: “Görüyorum ki çok çalışkan bir in- sansınız. Millet sizden çok şey bekliyor. Siz çalışıp bir şeyler vermelisiniz mem- lekete.” Atatürk’ün yakın arkadaşlarından Kılıç Ali’yle evlenen Füreya, protokolde yer alır. Teyzesi ressam Fahrünnisa’nın teşvikleriyle seramik sanatına yönelir. Türkiye’de seramik sanatında birçok ilki gerçekleştirir. 87 yaşında ölür. Ayşe Kulin, romanın teşekkür sayfasında Füreya’yı yazarken Füreya’nın karde- şi Afife ve Afife’nin kızı (sanatçının evlatlık alıp daha sonra nüfusuna geçirdiği) Sara Koral’ın arşivlerinden yararlandığını belirtir. Ayrıca Füreya ile ilgili anıları- nı kendisine nakleden Müşerref Cimcoz, Mina Urgan; belge, bilgi ve fotoğrafları kendisiyle paylaşan Altemur Kılıç, Ferit Edgü, Şakir Eczacıbaşı gibi isimlere te- şekkür eder. Romanın sonuna yararlanılan kaynakların listesiyle zengin bir fotoğraf albü- mü eklenmiştir. 166 Çağdaş Türk Romanı

Okuma Parçası FÜREYA’dan Ayşe Kulin ... Füreya, Kılıç Ali’den beklediği baba şefkatini fazlasıyla bulmuştu. Kocası onu şı- martıyor, onun bir dediğini iki etmiyordu. Cebinde harcaması için, istediği kadar parası, evinde hizmetkârları vardı. Evin mevcut eşyalarını beğenmediği için, saray- da çalışmış olan bir Ermeni ustaya yeni koltuk takımları ısmarlamış, bütün mobil- yalarını değiştirmişti. O sıralarda, Çubuklu’da bir Osmanlı konağında yapılan bir müzayededen, annesine bir kanepe ve antikalar aldırmış, bunları trenle Ankara’ya naklettirmişti. İstanbul’dan getirttiği sadece mobilyalar değildi. Luka isimli bir Rus metrdotel ve bir aşçı da İstanbul’dan yollananlar arasındaydı. Füreya, Ankara’ya ilk gittiğinde, onu bir hayal kırıklığı bekliyordu. O konuda çok kitap okuduğu için çok iyi bildiği Fransız Devrimi’ni gerçekleştiren aydınlar gibi, Ankara’da münevver bir çevre bulacağını sanmıştı. Devrimin arka plandaki kahramanları, o müthiş kafalar, filozoflar, düşünürler, elbette Paris’te olduğu gibi, Ankara’da da Atatürk’ün yakınlarında olacaklardı. Ama ne acı ki Mustafa Kemal’in yakın çevresi bomboş insanlarla doluydu. Hiçbirinde ne kültür ne birikim ne sanat tutkusu vardı. Füreya’nın on beş yaşında okuduğu kitapları bu insanlar duymamışlardı. Radyoda tüm gün çalan klasik müziği bile dinlemiyor, gecenin geç saatlerinde, ancak kantolar, göbek havaları söylüyorlardı. Atatürk büsbütün büyüdü gözünde. Evet, savaşı silah arkadaşlarıyla birlikte kazanmıştı şüphesiz. Ama cumhuriyet sonrası verdiği savaşta yapayalnızdı. Sadece kendi saçtığı ışıkla parlıyordu etrafı. Ve o ışık, halkı aydınla- tır, ısıtırken, kendi yakın çevresi karanlıkta kalıyor, ışıktan nasibini alamıyor gibiydi. Atatürk’ün yakınındakilerin tek hüneri, bu büyük dehaya olan bağlılıklarıydı. Onun projelerine destek veriyorlardı, o kadar. Füreya’yı tedirgin eden bir başka şey de evdeki silahlardı. Kılıç, kavgacı bir adam olmamasına karşın, hep dört beş tabancayla dolaşıyordu nedense. Bir tabanca evin girişinde dururdu, başka bir tane yatak odasında, başucunda. Arka cebinde, ön ce- binde her tarafında bir tabanca bulunurdu. Evine yerleştikten sonra, Füreya, Ayşe teyzesini Ankara’ya çağırmıştı. Teyzesi poker oynamasını çok sevdiği için ona bir kare hazırlamış, iyi poker oynayan Nuri Conker ile Salih Bozok’u da oyuna davet etmişti. Ayşe Hanım, masada Kılıç Ali ve misafirlerinin karşısına yerleşmiş, kartları karıştırmaya koyulmuştu. Birdenbire masanın üç tarafındaki adamlardan tak tak sesler gelmeye başlamıştı. Tak bir taban- ca Nuri Conker’den, tak tak iki tabanca Salih Bozok’tan, tak tak tak üç tabanca Kılıç Ali’den. Adamlar, muhtelif ceplerinden çıkarttıkları tabancaları masaya bırakıyorlar- dı. Ayşe Hanım’ın zaten büyük olan mavi gözleri yuvalarından fırlamış, “Ne oluyor kuzum, ihtilâl mi var?” diye sormuştu. Kılıç Ali tabancalardan çocukluğundan beri korkan genç karısını kıramayacağı için, taşıdığı tabanca sayısını bire indirdi. Bu, Atatük’ün keskin gözlerinden kaçmayacaktı. Bir gün “Çıkart bakayım tabancalarını Kılıç,” demişti... Kılıç Ali’nin üzerinden tek bir tabanca çıkınca da, “Görüyorum ki senin de hakkından hanımın gelmiş.” diyerek dostunu alaya almıştı (Kulin, 2010: 203-205).

Köprü (2001), Anadolu’da yaşanan trajik bir hayat öyküsüdür. Erzincan’da, Fırat nehri üzerine köprü yaptırabilmek için mücadele veren bir bürokratın ya- şadıkları romana özgü bir anlatım içinde okuyucuya sunulur. Dizi film olarak te- 8. Ünite - Türk Romanında Yeni Bir Tarz: Biyografik Roman 167 levizyon ekranlarında da gösterilen Köprü, hırslı, azimli, iradeli, sıra dışı bir vali olan Recep Yazıcıoğlu’nun hayat hikâyesiyle örtüşür. Fırat nehri, hastaların, hamilelerin hastaneye yetiştirilmesine engeldir. Ölüm- ler kaçınılmaz hâle gelmiştir. Vali duruma el koyar. Bütün güçlükleri yenerek, imkânsızlıkların üstesinden gelerek Fırat’ı dizginleyecektir. Ancak Vali’nin Fırat üzerine köprü yaptırma iradesi, azmi ve kararlılığı, karşısında köprü yaptırma- mak üzere örgütlenmiş bir yapıyı bulur. Terör, Vali’nin bu çabasını boşa çıkarmak için iş başındadır. Ankara’dan köprünün ayaklarını dikmek üzere gelen mühen- disler, terör saldırısı sonucu kaçarlar. Vali’nin kararlılığı ve mühendislerin cesaretiyle, teröre rağmen, yapımı ta- mamlanan köprü, tırlarla Erzincan’a getirilir. Köprünün ilk ayağı oturtulur. Diğer ucunu karşıya geçirmek için feribota köprünün diğer ayağı yüklenir. Yolun yarı- sında feribotun bozulması ve çalışmaların aksaması halkta tedirginlik yaratır. Bir sonraki gün arıza giderilir ve yoğun bir çalışmayla köprü tamamlanır. Veda-Esir Şehirde Bir Konak (2007) adlı romanda Osmanlı Devleti’nin son günlerinde işgal altındaki İstanbul’da bir konakta yaşananlar hikâye edilir. Yazarın büyük dedesi, son Maliye Nazırı (Bakanı) Ahmet Reşat Bey ve ailesi çevresinde bir dönemin resmini çizen Veda, çöküş sürecindeki bir devlet ile yeni bir gelecek kurma arayışındaki Millîciler arasında kalan Osmanlı aydınının hikâyesini anlatır. Yazar, biyografi biliminin sağladığı verilerle roman tekniğini ustalıkla birleştirir. Türkan (Tek ve Tek Başına), Ayşe Kulin’in 2009 yılında çıkardığı, ÇYDD (Çağ- daş Yaşamı Destekleme Derneği) başkanı Türkan Saylan’ın hayatını ve meslek alanında yaptıklarını anlattığı biyografik romandır. Kulin, Saylan’ı bir roman kah- ramanı olarak betimlerken onun iç dünyasını da yazdığı mektuplar aracılığıyla hissettirir. Kitap, Saylan’ın ölmeden önce kendisi hakkında bir roman yazılması vasiyetine Ayşe Kulin tarafından verilmiş bir cevaptır. Beşir Ayvazoğlu: Bozgunda Fetih Rüyası (2001) adlı biyografik romanında Be- şir Ayvazoğlu (1953-), Yahya Kemal Beyatlı’nın hayatının 1912-1922 yılları ara- sındaki dönemini anlatır. Bir şair, öncü ve kurucu isim olarak dönemin edebiyat anlayışını şekillendiren Yahya Kemal’in portresini çizer. Dost ve arkadaş çevresi, öğrencileri, edebiyat dünyasındaki etkileriyle Yahya Kemal’in hayat hikâyesini dile getirir. “Yahya Kemal’in Biyografik Romanı” alt başlığıyla dikkatlere sunulan romanın sonunda ayrıntılı bir kronoloji ve zengin bir kaynakçaya yer verilmiş, bilimsel ça- lışmalarda rastlanabilecek bir dizin de romana eklenmiştir.

Okuma Parçası BOZGUNDA FETİH RÜYASI’ndan Beşir Ayvazoğlu ... Harb-i Umumi başladıktan sonra ayrı bir önem kazanan ve Papaz Mektebi’yle Elen Ticaret Mektebi binalarına el konulmak suretiyle genişletilen Bahriye Mektebi’nin öğretim kadrosu güçlendirilmiş, bu arada Yahya Kemal de Darülfünun’daki görevi- ne devam etmesi kaydıyla tarih muallimi olarak tayin edilmişti. Harpten mutlaka zaferle çıkılacağına ve Fransız donanmasının kendilerine teslim edileceğine inanan İttihat ve Terakki hükûmeti, seçkin bahriye zabitleri yetiştirmek için devletin bütün imkânlarını seferber etmişti. Halk mısır koçanı ve saman ekmeği yerken Bahriye Mek- tebi talebeleri, müzik eşliğinde, fraklı garsonlarca servis yapılan nefis yemekler yiyor, çeşitli dansları ve muaşeret kaidelerini en ince teferruatına kadar öğreniyorlardı. 168 Çağdaş Türk Romanı

Yahya Kemal, derslerini bitirdikten sonra kayıkhaneden kendisi için indirilen futa- ya binerek Büyükada’ya geçiyordu. Celile Hanım’la ilişkisi ve oğluna edebiyat dersi verdiği Bahriye Mektepli talebeleri arasında da konuşulmaya başlanmış, hatta bir ara hastalanıp derslerine birkaç gün gelmeyince, Nâzım Hikmet’in annesi yüzünden zehir içerek intihara kalkıştığı dedikodusu yayılmıştı. Yahya Kemal’in Nâzım’a özel edebiyat dersleri verdiği doğruydu; bir gün Celile Ha- nım, oğlunun Samiye’nin Kedisi adlı şiirini gösterince kediyi merak eden Yahya Ke- mal, hemen yakalanıp getirilen pasaklı tekirin yüzüne bakılamayacak cinsten oldu- ğunu görünce, delikanlılık çağına girmek üzre olan ve kendisine biraz da kuşkulu gözlerle bakan sarışın, mavi gözlü talebesinin gür saçlarını okşayarak, “Hımm,” demişti, “sen bu sıska ve uyuz kediyi böylesine övebildiğine göre, eminim çok iyi bir şair olacaksın!” Peki, bu kabiliyetli çocuğa niçin edebiyat dersleri vermesindi? Fikir iki sevgilinin akıl- larına aynı anda gelmişti. Edebiyat dersleri başlayınca, Yahya Kemal, sevgilisinin evi- ne daha sık gitmeye başladı. Artık harika bir bahanesi vardı. Baba tarafından şair bir paşanın, Nâzım Paşa’nın torunu olan Nâzım, gerçekten kabiliyetli görünüyordu. Ce- lile Hanım’ın müsveddeler arasında bulduğu Hâlâ Servilerde Ağlıyorlar mı adındaki şiirini enikonu beğenmişti. Hatta bazı mısralarını düzelttikten sonra Yeni Mecmua’da neşrettirmeyi düşünüyordu. Yeni Mecmua, çiçeği burnunda bir mecmuaydı. Ziya Gökalp geldikten sonra Büyükada’da oluşan fikir ve kültür muhitindeki bitip tükenmeyen sohbetler sırasın- da - her zaman olduğu gibi- bir mecmua çıkarma fikri doğmuş ve Ziya Bey, ismini Yahya Kemal’den istemişti. Süslü ve iddialı isimlerden kaçınarak sadece Mecmua de- meyi teklif eden Yahya Kemal, Ziya Bey’in eklediği Yeni’ye itiraz etmedi. Fakat nasıl ve hangi parayla çıkarılacaktı? Ziya Bey, bunun siyasi tesirlerden uzak, bağımsız bir mecmua olabilmesi için başta Köprülüzâde Fuat ve Ahmet Refik Bey’ler olmak üzere herkesi güldüren bir fikir ortaya atmıştı: “Ceplerimizden beşer kâğıt lira koyalım!” Hiç kimse haftalık bir mecmuanın ceplerden konulan beşer lirayla çıkarılabileceğine inanmıyordu, fakat Ziya Bey’in ısrarı galip gelmiş ve Yeni Mecmua, son derece küçük bir sermaye ile yayın hayatına başlamıştı.(...) (Ayvazoğlu, 2001: 220-221).

Attilâ İlhan: On iki romanı içinde özellikle Allahın Süngüleri-Reis Paşa ve Gazi Paşa romanlarıyla Attilâ İlhan (1925-2005) biyografik roman türünde adı anılması gereken yazarlardandır. Allahın Süngüleri-Reis Paşa (2002), Mustafa Kemal’in 1920’den sonra “Reis Paşa” sıfatıyla Anadolu’ya geçmesi, Kurtuluş Savaşı’nı örgütlemesi çevresinde kur- gulanmış bir romandır. Tarih biliminin sınırları içinde önemli birer kimlik olan Mustafa Kemal, İsmet İnönü, Hâlide Edip, Yunus Nadi, Makbule Hanım, Zübeyde Hanım, Fikriye gibi isimler, Attilâ İlhan’ın eserinde birer roman kahramanı olarak karşımıza çıkar. Yakın tarihle ilgili ve bir dönem romanı olarak değerlendirilse de Mustafa Kemal’in biyografisinden yola çıkılarak yazılmış olması bakımından dikkat çeki- cidir. Gazete haberleri, telgraf metinleri, şifreli iletilerle belgesel yönü güçlendiri- len romanda Mustafa Kemal’in Rumeli ağzı konuşması da biyografinin sağladığı bilgilerden kaynaklanır. Attilâ İlhan’ın biyografik roman vadisinde ikinci eseri Gazi Paşa (2005) adını taşır. Romanda Kurtuluş Savaşı’nın en hareketli günleri Mustafa Kemal’in hayat hikâyesiyle iç içe anlatılır. Roman, Kuva-yı Millîye’nin İzmir’e girişinin ardından Trakya’nın geri alınması ile sona erer. 8. Ünite - Türk Romanında Yeni Bir Tarz: Biyografik Roman 169

Mustafa Kemal’in yakın çevresinde, Latife Hanım, Fikriye Hanım, İsmet Paşa, Hoca Paşa (Fevzi Çakmak), Mustafa Suphi, Çerkez Ethem, Kazım Karabekir gibi isimler, Attilâ İlhan’ın roman kurgusu içinde yeniden var olurlar. Romanda belge niteliğinde alıntılar ve telgraf metinleri sıklıkla kullanılmıştır.

Attilâ İlhan’ın biyografik roman türündeki romanlarının her ikisinin de Mustafa Kemal Atatürk’le ilgili olması hakkında neler söylenebilir? 4

Okuma Parçası GAZİ PAŞA’dan Attilâ İlhan Genç kız, sanki afacan bir kız çocuğu, içeriye süzülmüştü. Kapıyı güzelce kapattı, sırtını dayadı, olduğu yerden karşısına bakıyor. Gördüklerine acaba inansın mı yoksa inanmasın mı? Hayran, mes’ut, müteheyyiç; fakat kendinden emin! Mustafa Kemal Paşa, onun girdiğini fark etmemişti. Genç kız ona doğru önce çekin- gen, sonra daha cesur adım atınca, içeride birisinin varlığını fark etti, gözlerini ona kaldırdı. Birdenbire, Gazi’nin kızıla çalan kurt sarışınlığı; engin deniz ufku, mavi gözleri... Genç kız, hiç de etkilenmişe benzemiyordu, hep öyle rahat ve kendinden emin dedi ki: “Paşa hazretleri, rahatsız ettiğimin farkındayım. İsmim Latife, Uşakîzade Muammer Bey’in kerimesiyim. Ahdım vardı, elinizi öpmeye geldim...” Gazi bir an tereddüt etti. O an, gergin bir sessizlik, dışarıdan geçen tramvayın çan- ları, pencere camındaki arının vızıltısı, âdeta büyüyor, sanki daha yüksek, daha müz’iç. Fakat çok sürmedi bu. Gazi’nin yüzünde, ‘müsamahakâr’ bir tebessüm belirecektir: “Yaa, öyle mi? Nasıl bir ahid imiş bu?” Latife rahat, hatta biraz fazla rahat, hayat dolu ve neş’eli, yaklaşacaktı; hareketli ve şaşırtıcı, her bakımdan Fikriye’nin karşıtı: “Allah Allah Fikriye de nereden aklıma geldi büyle?” Latife, Gazi’nin elini öperken hiç susmadı: “Paşa hazretleri, Paris’te hukuk tahsil ediyorum. İzmir’in işgali kalbimi zulmete boğ- muştu. Paris’e âdeta firar ettim... Sonra siz güneş gibi doğdunuz... Her gün gazete- lerde, ism-i âliniz... Her gece, rüyalarımda sizi görüyorum... Tahsili mahsili bırakıp geldim... Hem elinizi öpeceğim hem de sizi, müsaade-i âlinizle köşkümüzde misafir olarak ağırlamak arzu ediyorum...” Onun bu teklifsizliği, fütursuz neş’esi, Paşa’nın dalgınlığını doğurmuştu. Eline uzan- dığı zaman, önce geri çekmek istedi, sonra gülerek öptürdü, saçlarını okşadı. Bu ara- da ayağa kalkıyor: “Ziyadesiyle memnun ve mahzuz oldum küçük hanım... Lakin siz de takdir edersiniz ki...” Latife, çocukça bir heyecanla anlatıyor: “Vapurdan inerken görmeliydiniz. Gümrük’te başıma neler geldi neler.” Boynundaki madalyonu gösterdi: “Yunanlı memur, ısrarla bunu açtırdı, içindekini görünce bana casus muamelesi yap- tılar. Ellerinden zor kurtuldum!” Mustafa Kemal Paşa, yarısı şaka bir merakla soracaktır: 170 Çağdaş Türk Romanı

“Neymiş o içindeki?” Latife, aynı rahatlık ve kaygısızlıkla, madalyonu açıp içindekini göstermesin mi? “Zât-ı âlinizin bir resmi... Resm-i âliniz. Bir Fransız gazetesinden kesmiştim... Vallahi kurtuluncaya kadar akla karayı seçtim, yani...” (İlhan, 2005: 334-336)

Sadık Yalsızuçanlar: Gezgin, Cam ve Elmas, Şey-Bir Ömer Hayyam Anlatısı, Anka gibi romanlarıyla Sadık Yalsızuçanlar (1962-), son dönem Türk edebiyatın- da biyografik romanın dikkat çekici yazarları arasındadır. Gezgin’de (2004), 1165-1239 yılları arasında yaşamış Mağripli bilge Muhyid- din İbni Arabî’nin kendi ruh dünyasında yaptığı yolculuğu nakleder. Anlatılan bir arif, bir veli, bir kâmil insanın hikâyesidir. Yazar, çıkış noktası olarak İbni Arabî’nin biyografisini alır ve zaman zaman menkıbe diliyle roman dilini birleş- tirir. Gezgin, yazarın deyişiyle “geleneksel bir roman ya da çağdaş bir menkıbe” olarak tanımlanabilir. Cam ve Elmas’ta (2006), Harakanlı bilge Ebu’l Hasan’ın (ö.1034) hayatı, Kars’a belgesel film çekimi için giden bir kameramanın gözünden aktarılır. Kitaba alı- nan epigraf, Harakanlı’nın hayat hikâyesini özetler gibidir: “Yeryüzünde yolculuk yapanın ayağı, gökte yolculuk yapanın ise kalbi su toplar.” Romanda Harakanî’nin çağdaşı olduğu Gazneli Mahmut, İbni Sina gibi şahsiyetlerle ilişkileri yanında Ba- yezid Bistamî ile kurduğu zaman ve mekân üstü diyaloglar, yazar muhayyilesinin Ebu’l Hasan biyografisine eklediği mistik ve fantastik unsurlardır. Şey-Bir Ömer Hayyam Anlatısı (2006), (1048-1131) İran coğrafyasında yaşa- mış rubai şairi, filozof, astronom ve matematikçi Ömer Hayyam’ın hayatı çev- resinde kurgulanmış bir metindir. Yalsızuçanlar, Hayyam romanında da (2011) Ömer Hayyam’ın biyografisi üzerine temellendirdiği bir hikâye anlatır. Anka’da (2008) Niyazi Mısrî’nin efsanevi hayatı, Mısrî hakkında lisansüstü ça- lışma yapan bir doktora öğrencisinin bakış açısından, bilinçakışı tekniğiyle roman kalıbına dökülür.

Okuma Parçası ANKA’dan Sadık Yalsızuçanlar 7. Aspuzu’nun yazılı elmaları ünlüdür. ‘Elması üzre nakş olur...’ deyişin bundan sanılır. Oysa durum farklıdır. ‘Gökte nasılsa yerde de öyledir” sözündeki gibi, öyle olmalıdır, demektir. Sana Niyazi dediler, ama adın Mehmet’ti. Mehmet, Muhammet’ten kinayedir, dilin kıvrımları içinde yazılı elma gibi değişmiş- tir. Aspuzu’nun elmaları kızaracağı zaman üstüne oyma yazılarla yazılmış kâğıt ya- pıştırırdı bağ sahipleri. Güneş gören yazılı yerler kızarır, diğer taraflar sarı kalırdı. Kırmızı Celal’in rengidir, sarıyı bilmiyorum. Senin elma yazılarıyla nasıl bir ilgin olduğunu da bilmiyorum. Senim sözlerin öyle sırlar saklıyor ki, onların yüzeyine bakıyor, ondan bir anlam çı- karmaya çalışıyorum, Üniversite yıllarımda burs aldığım vakfın yönetiminde bulunan bir hekimin sana hayranlığını hatırlıyorum. Bir gün bana güncesini vermiş, ‘oku, ama kimseye söz etme, öldükten sonra da sakla, bir yayıncıya filan verme’ demişti. 12 Haziran 1957 İstanbul / Suadiye 8. Ünite - Türk Romanında Yeni Bir Tarz: Biyografik Roman 171

Senin bir beytin sağ üst yanda: ‘Bahr içinde katreyim bahr oldu hayran bana / Ferş içinde zerreyim arş oldu seyran bana’ Günlüğü verdikten bir hafta sonra ölmüştü. İlk öykümü ‘Bir Gün’ adıyla yazdım, ona adadım. Sözümde durmadım, sırrından bir damlayı denize saçtım (Yalsızuçanlar, 2008: 21-22).

Sizce serbest kurgulu bir roman yazmakla biyografik roman yazmak arasında nasıl bir fark vardır? Hangisi daha zordur? 5

Fatma Karabıyık Barbarosoğlu: Fatma Aliye: Uzak Ülke (2007) adlı eserinde Fatma K. Barbarosoğlu (1962-), ilk Türk kadın romancı Fatma Aliye’nin doğumun- dan ölümüne kadar bütün hayat hikâyesini anlatır. Tarihçi ve devlet adamı Ahmet Cevdet Paşa’nın kızı olarak 1862’de dünyaya gelen, babasının isteği üzerine Sultan Abdulhamit’in kolağası Faik Bey’le on altı yaşında evlenen, çevirilerle başladığı yaz- ma serüvenini roman ve makalelerle sürdüren, son yıllarını rahibeliği seçen kızını aramakla geçiren, bir kesimin feminist, diğer kesimin muhafazakâr kabul ettiği Fat- ma Aliye, Barbarosoğlu’nun kalemine bir roman kahramanı olarak konuk olur. VE DİĞERLERİ Tarihî roman çizgisinde kaleme aldığı çok sayıda eserden özellikle Selâhaddin Eyyûbî (1976), 4. Murad (2 c., 1982), Cem Sultan (2 c., 1990) gibi romanlarıyla Yavuz Bahadıroğlu (1945-) biyografik roman sayılabilecek örnekler verir. Mehmed Niyazi (Özdemir) (1942-), Ölüm Daha Güzeldi (1983) romanında Azerbaycan’dan Türkiye’ye sığındıktan sonra Türkiye’de Ağır Ceza Reisliği yapmış Tahir Mihmandarlı’nın hayatını ve ülkesinde yaşadığı büyük acıları, gerçek olay ve kişiler çevresinde hikâye eder. Nermin Bezmen (1954-), Kurt Seyt & Shura (1999) ve Kurt Seyt & Murka (2002) romanlarını dedesi ve anneannesi üzerine kurar. Birinci romanda Kurt Seyt, Mirza Eminof’un oğlu olarak dünyaya gelir, Çar Nikola’nın Muhafız Alayında genç bir üsteğmen olarak Bolşeviklerin ölüm listesine girer, Bolşeviklerden kaçarken ya- nında getirdiği bir taka dolusu silahı Mustafa Kemal’in Kuva-yı Millîyesi’ne teslim eder. Shura da savaş, ihtilal ve vatan hasreti arasında Seyit’le bu zorlu maceraya ka- tılır. İkinci romanda ise Shura’dan ayrılan Kurt Seyt’le Murka’nın (Mürivet) İstanbul Beyoğlu’nda 1924’ten itibaren başlayan maceralı hayatları hikâye edilir. Atillâ Şenkon’un (1962-) Bütün Düşler Nazlı’dır (1999) adlı kitabı, fantastik romanlarıyla özgün bir tarzın temsilcisi olarak tanınan yazar Nazlı Eray’ın biyog- rafisi çevresinde kaleme alınmış bir romandır. Eray’ın çocukluğundan başlayarak hayatını etkileyen birçok olay roman kurgusu içinde okuyucuya aktarılır. Kitapta bir roman yazarı, bir roman kahramanı olarak resmedilirken biyografik roman yazarının, Nazlı Eray’ın üslubuna öykündüğü görülür. M. Talât Uzunyaylalı (1955-) Efsane Kadın-Nene Hatun (2006) romanında, 93 Harbi olarak tarihe geçen 1877-78 Osmanlı Rus Savaşı’nda, güçlü ve donanımlı Rus ordusuna karşı Erzurum halkını taş, sopa, kazma ve kürekle direnişe çağıran Nene Hatun (1857-1955) adlı yirmi yaşında bir gelinin efsanevi hayatını roman kurgusu içinde dikkatlere sunar. Hasan Öztürk, Çınarlı Köyün Muhtarı (2007) romanını Bursa’da Türkiye İşçi Par- tisinin kuruluşunda rol oynamış, İznik’in Müşküle (Çınarlı) Köyü’nde yirmi yıl görev yapmış sosyalist muhtar Fevzi Kavuk’un hayat hikâyesinden hareketle kaleme alır. 172 Çağdaş Türk Romanı

Naşide Gökbudak’ın (1937-) Perina (2009), romanı, Rus Çarı 2. Nikolay’ın küçük kızı sonradan adı Perina olarak değişen Anastasia’nın Rusya’da başlayıp Elazığ’da son bulan hayatının hikâyesidir. İskender Pala’nın (1957-) Şah&Sultan (2010) ve Od (2011) romanları biyog- rafik roman çizgisinde değerlendirilebilir. Şah&Sultan’da Şah İsmail ile Yavuz Sul- tan Selim’in, Od’da ise Yunus Emre’nin biyografileri esas alınmıştır. Sinan Yağmur (1965-), Aşkın Gözyaşları / Tebrizli Şems (2010), Aşkın Gözyaş- ları II (Hz. Mevlana) (2011) romanlarında Mevlâna ve Şems’in hayat hikâyesinden yola çıkar. Birinci kitap, Şems’in bıçaklanarak öldürülmesiyle sonuçlanan olaylar zincirini anlatır. Aşkın Gözyaşları II (Hz. Mevlana) (2011) adlı ikinci kitap ise 5 Aralık 1273’te Mevlâna’nın gördüğü bir rüya ile başlar. Mevlâna’nın Şems’ten son- raki hayatı okuyucunun gözleri önüne serilir. Etkin Yayınevinin “biyografik roman” dizisinde yayımlanan A. Mümtaz İdil’in Çılgın Keşiş Rasputin (2003), Dehşetin Kanlı Gölgesi Caligula (2003), Erdem Sa- bih Anılan’ın Padişahlar da Ağlar/Kanunî (2004) ve Cariyelikten Hasekiliğe Hür- rem (2005), Sedat Memili’nin Kökenini Arayan Adam Darwin (2005) ve Ölümsüz Aşk: Dante (2010), Aysun Akkaya’nın Küllerdeki Sır Neron (2005), Neşe Taluy Yüce’nin Romantik Müzik Dehası: Chopin (2005), Hakan Gezik’in Anadolu Fatihi Alparslan (2008), N. Barış İdil’in Adaletin Keskin Kılıcı Kral Arthur (2008), Ser- han Olcay Anılan’ın Hamdım, Piştim, Yandım: Mevlâna (2008) Şule Türker’in Vatansız Asker Napoleon (2009) kitapları, son dönem biyografik romanları ara- sındadır. 8. Ünite - Türk Romanında Yeni Bir Tarz: Biyografik Roman 173

Özet

Biyografik roman kavramını açıklayabilmek 1980’li yıllarda Necip Fazıl Kısakürek’in yazdı- 1 Gerçek kişileri roman kurgusu içinde anlatan ğı Kafa Kâğıdı, bitmemiş bir otobiyografik ro- metinlere biyografik roman denir. mandır. 1990’lı yıllarda Burçak Çerezcioğlu’nun Biyografik romanlarda gerçek kişinin ruhsal ve Mavi Saçlı Kız adlı romanı kaynağını öz yaşam fiziksel özellikleri, duyguları, düşünceleri, dav- öyküsünden alır. ranışları, alışkanlıkları, hayata bakışı, dünya gö- Zeynep Oral’ın Tutkunun Romanı Leyla Gencer rüşü, giyinişi gibi pek çok değişik özellikleri ay- romanı, opera sanatçısı Leyla Gencer’in biyogra- rıntılı olarak verilir. Ünlü kişinin portresi çizilir. fisinden hareketle yazılmıştır. Biyografi türünün nesnelliği roman türünün Hıfzı Topuz Meyyâle’de anneannesini, Paris’te öznelliğiyle birleşir. Bu tür eserler, belgesel ni- Son Osmanlılar’da Abdülmecit’in kızlarından telikleriyle kurmacanın sınırlarını zorlasalar Mediha Sultan’ı ve Damat Ferit’i, Taif’te Ölüm’de da roman formunu kullandıkları için kurmaca Mithat Paşa’yı, Gazi ve Fikriye’de Mustafa Kemal dünyanın özelliklerini taşırlar. ve Fikriye arasındaki duygusal bağı anlatır. Ayşe Kulin, Adı: Aylin’de kuzeni Aylin Türkiye’de biyografik romanın gelişimini Devrimel’i; Füreya’da Cumhuriyet Dönemi’nin 2 değerlendirebilmek ilk kadın seramik sanatçısı Füreya Koral’ı; Ve- Türkiye’de ilk biyografik roman 1932’de yazılır da-Esir Şehirde Bir Konak’ta Osmanlı’nın son 1950’li yıllarda, ilk örnekler ortaya çıkar. Bu yıl- Maliye Bakanı Ahmet Reşat Bey ve ailesini; lar, biyografik romanın var olma ve emekleme Türkan (Tek ve Tek Başına)’da ÇYDD Başkanı dönemi olarak adlandırılabilir. Türk edebiyatın- Türkan Saylan’ı; Köprü’de sıra dışı vali Recep da biyografik romanın ilk yetkin örneği, Oğuz Yazıcoğlu’nu romanlaştırır. Atay tarafından 1975’te kaleme alınır. 1990’lı Beşir Ayvazoğlu’nun Bozgunda Fetih Rüyası yıllar biyografik romanın atılım yıllarıdır. Günü- Yahya Kemal Beyatlı’nın biyografisinden yarar- müz Türk edebiyatı olarak adlandırılan 2000’li lanılarak yazılmıştır. yıllarda biyografik roman hem nicelik hem de Attilâ İlhan Allahın Süngüleri-Reis Paşa ve nitelik bakımından dikkat çekici örnekler verir. Gazi Paşa romanlarını yazarken Mustafa Kemal Atatürk’ün hayat hikâyesinden yararlanır. Türkiye’de biyografik roman örneklerini ayırt Sadık Yalsızuçanlar Gezgin’de Muhyiddin İbni 3 edebilmek Arabî’nin, Cam ve Elmas’ta Harakanlı Ebul Türk edebiyatındaki ilk biyografi roman ör- Hasan’ın, Şey’de Ömer Hayyam’ın, Anka’da neği, Hasan Âli Yücel’in Goethe: Bir Dehanın Niyazî Mısrî’nin biyografisini temel alır. Romanı’dır. Onu izleyen iki roman Mehmet Vâlâ Nureddin’in Baltacı ile Katerina’sı, A. Müm- Emin Erişirgil’in Ziya Gökalp: Bir Fikir Adamı- taz İdil’in Çılgın Keşiş Rasputin ve Dehşetin nın Romanı ve Mehmet Âkif: İslâmcı Bir Şairin Gölgesi Caligula romanları, Sedat Memili’nin Romanı adlı eserleridir. İlhan Selçuk’un Yüzbaşı Kökenini Arayan Adam Darwin’i, Erdem Sabih Selahattin’in Romanı, Necati Cumalı’nın Viran Anılan’ın Cariyelikten Hasekiliğe Hürrem’i, N. Dağlar’ı diğer biyografik romanlardır. Barış İdil’in Adaletin Keskin Kılıcı Artur’u, Şule Oğuz Atay’ın Bir Bilim Adamının Romanı-Mus- Türker’in Vatansız Asker Napoleon’u, Aysun tafa İnan, Türkiye’de biyografik roman türünün Akkaya’nın Küllerdeki Sır Neron’u, Neşe Taluy en iyi örneklerindendir. Roman, yazarın İTÜ’den Yüce’nin Chopin’i de romanlara adını veren ki- öğrencisi olduğu Prof. Dr. Mustafa İnan’ın hayatı şileri anlatır. çevresinde kurgulanmıştır. 174 Çağdaş Türk Romanı

Talât Uzunyaylalı’nın Efsane Kadın-Nene Ha- tun’unda Rus işgaline karşı Erzurum’u ayak- landıran Nene Hatun, Hasan Öztürk’ün Çınar- lı Köyün Muhtarı’nda İbrahim Sadun Aren, Nermin Bezmen’in Kurt Seyt & Shara ile Kurt Seyt & Murka romanlarında yazarın dedesi ve anneannesi, Atillâ Şenkon’un Bütün Düşler Nazlı’dır’ında yazar Nazlı Eray, Sinan Yağmur’un Aşkın Gözyaşları/Tebrizli Şems ve Aşkın Göz- yaşları II (Hazreti Mevlâna) romanlarında Şems ve Mevlâna’nın hayatı; Yavuz Bahadıroğlu’nun Selâhaddin Eyyûbî, 4. Murad, Cem Sultan ro- manlarında adı geçen tarihsel kişilikler anlatılır.

Biyografik romanın temsilcilerini açıklayabilmek 4 Hasan Âli Yücel, Mehmet Emin Erişirgil biyog- rafik roman türünde eser veren ilk isimlerdir. Oğuz Atay “Bir Bilim Adamının Romanı” ese- riyle 1970’li yılların en önemli biyografi yaza- rıdır. İlhan Selçuk, Necati Cumalı ve Vâlâ Nu- reddin de biyografik roman türünde anılması gereken isimlerdir. Hıfzı Topuz, Zeynep Oral, Burçak Çerezcioğlu, Ayşe Kulin, Beşir Ayva- zoğlu, Attilâ İlhan, Sadık Yalsızuçanlar ve Fatma Karabıyık Barbarosoğlu günümüzde biyografik romanın en güçlü temsilcileridir. A. Mümtaz İdil, Sedat Memili, Erdem Sabih Anılan, N. Ba- rış İdil, Aysun Akaya, Neşe Taluy Yüce, M. Talât Uzunyaylalı, Hasan Öztürk, Nermin Bezmen, Atillâ Şenkan, Naşide Gökbudak, İskender Pala ve Sinan Yağmur biyografik romanın Türk ede- biyatındaki diğer temsilcileridir. 8. Ünite - Türk Romanında Yeni Bir Tarz: Biyografik Roman 175

Kendimizi Sınayalım 1. Biyografik romanla ilgili aşağıdaki ifadelerden 6. Gazi ve Fikriye, Paris’te Son Osmanlılar, Abdül- hangisi yanlıştır? mecit gibi romanlarıyla tanınan yazar, aşağıdakilerden a. Tanınmış kişilerin hayatını roman kurgusu hangisidir? içinde anlatan bir türdür. a. Nermin Bezmen b. Gerçek kişilerin ruhsal ve fiziksel özellikleri ay- b. Vâlâ Nureddin rıntılı olarak verilir. c. Hıfzı Topuz c. Hem belgesel hem de kurmacaya özgü nitelikler d. Sadık Yalsızuçanlar taşır. e. Attilâ İlhan d. Yazar, romanını yazdığı kişiyi yakından tanır ve ona hayranlık duyar. 7. Köprü romanının konusu aşağıdakilerden hangi- e. Biyografik bilgi edinmek amacıyla okunur. sinde verilmiştir? a. Boğaziçi Köprüsü’nün yapılış serüvenini anlatır. 2. Aşağıda verilen yazar ve eser eşleştirmelerden han- b. Tarihî bir taş köprünün yıkılış öyküsünü anlatır. gisi yanlıştır? c. Mostar köprüsü üzerinde başlayan bir aşk a. Ayşe Kulin-Meyyâle hikâyesini anlatır. b. Sadık Yalsızuçanlar-Anka d. Fırat nehrinin üzerine bir köprünün kuruluş c. Beşir Ayvazoğlu-Bozgunda Fetih Rüyası mücadelesini anlatır. d. Hasan-Âli Yücel-Goethe: Bir Dehanın Romanı e. Çobandede köprüsünün Ruslar tarafından e. Attilâ İlhan-Allah’ın Süngüleri: “Reis Paşa” bombalanışını anlatır.

3. Yahya Kemal Beyatlı’nın biyografisinden hareketle 8. Sadık Yalsızuçanlar’ın Niyazi Mısrî’nin hayatından yazılmış roman aşağıdakilerden hangisidir? yola çıkarak yazdığı roman aşağıdakilerden hangisidir? a. Saraydan Sürgüne a. Anka b. Gezgin b. Gezgin c. Bozgunda Fetih Rüyası c. Şey d. Çınarlı Köyün Muhtarı d. Cem Sultan e. Taif’te Ölüm e. Cam ve Elmas

4. Aşağıdakilerden hangisi Ayşe Kulin’in biyografik 9. Aşağıdaki isimlerden hangisi Türkiye’de biyografik romanlarından biri değildir? roman yazarlarından biri değildir? a. Adı: Aylin a. Beşir Ayvazoğlu b. Mavi Saçlı Kız b. Hıfzı Topuz c. Füreya c. Ayşe Kulin d. Türkan (Tek ve Tek Başına) d. Fatma Karabıyık Barbarosoğlu e. Veda-Esir Şehirde Bir Konak e. Orhan Pamuk

5. Oğuz Atay’ın yazdığı Bir Bilim Adamının Romanı- 10. Erzincan’ın sıra dışı valisi Recep Yazıcıoğlu’nun Mustafa İnan’a ilişkin aşağıdakilerden hangisi yanlıştır? hayat hikâyesiyle örtüşen biyografik roman aşağıdaki- a. Roman, yazarın üniversiteden hocası Mustafa lerden hangisidir? İnan’ın hayatını anlatır. a. Viran Dağlar b. Bir bilim adamının şahsında dönemin idealist b. Köprü kuşağının hayatını yansıtır. c. Çınarlı Köyün Muhtarı c. Biyografik roman türünün en iyi örneklerin- d. Saraydan Sürgüne dendir. e. Meyyâle d. 2000’li yıllarda Türkiye’nin bilim çevrelerini tasvir eder. e. Belgesel niteliği vurgulanmak için romanın so- nuna fotoğraflar eklenmiştir. 176 Çağdaş Türk Romanı

Okuma Parçası BİYOGRAFİK ROMAN TÜRÜNÜN TÜRK sınırlarını zorladığı, yazarın sınırlı bir alanda hareket EDEBİYATINDAKİ GELİŞİMİ ÜZERİNE BAZI etmek zorunda olduğu gerçeği açıkça görülmektedir. DİKKATLER’den Bir iki örnek dışında, şimdiye kadar kaleme alınan bi- Mustafa Apaydın yografik romanların estetik olgunluk bakımından orta ... seviyeyi aşmamış olmaları da bu tür eserlerin iki türün, Türk edebiyatında özellikle son on yıl içinde biyografik biyografinin ve romanın arasında bir yerde bulunma- romanların sayısında artış olduğu görülmektedir. Bu larından dolayıdır. artış aynı zamanda okuyucu ilgisine paralel bir seyir izlemiştir. Zira özellikle Ayşe Kulin, Nermin Bezmen Kaynak: Apaydın, 2002: 467-467. ve Hıfzı Topuz gibi yazarların biyografik roman tar- zında kaleme aldıkları eserler, ciddi bir satış rakamı- na ulaşmıştır. Roman türünde aynı dönemde verilmiş eserlerin büyük kısmı sınırlı bir okur kitlesinin ilgisini çekerken söz konusu eserlerin büyük bir kısmı en az on Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı beş - yirmi baskıya ulaşmış durumdadır. Kolay okun- 1. e Yanıtınız yanlış ise “Biyografik Roman” konu- malarının yanında biyografik romanların toplumun sunu yeniden gözden geçiriniz. özel hayatları öğrenme arzusunu tatmin ettikleri için 2. a Yanıtınız yanlış ise “Günümüz Türk Edebiya- yüksek satış rakamlarına ulaştıkları düşünülebilir. tında Biyografik Roman” konusunu yeniden Biyografik romanlarınız, Türk edebiyatında da ilgiyle gözden geçiriniz. izlenen post-modern edebiyatın türleri belirsizleştirme 3. c Yanıtınız yanlış ise “Günümüz Türk Edebiya- anlayışının etkisiyle son on yıl içinde yazarlarımızın tında Biyografik Roman-Beşir Ayvazoğlu” ko- ilgisini çekmiş gibi görünmektedir. Bununla birlikte nusunu yeniden gözden geçiriniz. Türk edebiyatında verilen biyografik roman örnekle- 4. b Yanıtınız yanlış ise “Günümüz Türk Edebiya- ri, post-modern edebiyatta görüldüğü gibi, roman ile tında Biyografik Roman-Ayşe Kulin” konusunu gerçek ilişkisini sorunsallaştırmış sayılmazlar. Edebi- yeniden gözden geçiriniz. yatımızda bu yönde öncü bir biyografik roman henüz 5. d Yanıtınız yanlış ise “Biyografik Roman Modeli: kaleme alınmamıştır. Bizdeki eğilimi, daha çok birey- Bir Bilim Adamının Romanı-Mustafa İnan” ko- leşme çabalarının bir yansıması olarak düşünmek daha nusunu yeniden gözden geçiriniz. uygun olacaktır. 6. c Yanıtınız yanlış ise “Günümüz Türk Edebiya- Biyografik romanlar bazı teknik sorunları barındır- tında Biyografik Roman-Hıfzı Topuz” konusu- maktadır; ancak en önemli sorun, roman gibi daima nu yeniden gözden geçiriniz. kurmaca bir dünya sunmayı vaat etmiş bir edebî türü, 7. d Yanıtınız yanlış ise “Günümüz Türk Edebiya- gerçekleri anlatmayı amaçlayan bir türün yerine koy- tında Biyografik Roman-Ayşe Kulin” konusunu maktan kaynaklanmaktadır. Bu durum, biyografik ro- yeniden gözden geçiriniz. manları, çok kez, diğer romanlara göre daha basit, es- 8. a Yanıtınız yanlış ise “Günümüz Türk Edebiya- tetik yönü daha zayıf kılmaktadır. Yazara birkaç biçim tında Biyografik Roman-Sadık Yalsızuçanlar” denemesi dışında kurmacaya dayalı bir dünya yaratma konusunu yeniden gözden geçiriniz. imkânı tanımadığı için biyografik romanlar, yaratıcılık 9. e Yanıtınız yanlış ise “Günümüz Türk Edebiya- anlamında daha sınırlı metinler olarak gözükmekte- tında Biyografik Roman” konusunu yeniden dir. Bazı romanlarda hayat hikâyelerine dair belgelerin gözden geçiriniz. fazlalığı, yazarın da bu belgelere yer vermesine yol aç- 10. b Yanıtınız yanlış ise “Günümüz Türk Edebiya- mış; bu da okuyucu açısından roman harici bir metin tında Biyografik roman-Ayşe Kulin” konusunu okuma durumu doğurmuştur. Bu sorunların hemen yeniden gözden geçiriniz. hepsi, biyografik roman yazarlarının genelde romanı araç olarak algılamalarından kaynaklanmaktadır. Ger- çekten yaşamış bir kişinin hayatı, bir edebî metin ol- mak için ilginç olabilir; ancak yine de roman türünün 8. Ünite - Türk Romanında Yeni Bir Tarz: Biyografik Roman 177

Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Sıra Sizde 1 Sıra Sizde 5 Roman kurmacaya dayalı bir tür olduğuna göre, ta- Serbest kurgulu bir roman, bütünüyle yazarın muhay- rihsel ya da belgesel de olsa, romanda karşımıza çı- yilesinden (imgeleminden) doğar. Yazarın yaşadığı ve kan bilgiler, nesnel olmaktan çıkmış, öznel bir nitelik gözlemlediği olay ya da durumlar, kurgu yeteneğinin kazanmıştır. Dolayısıyla herhangi bir romanı bilgi elverdiği ölçüde yoğrulur ve romana dönüşür. Biyog- edinme amaçlı okumak doğru değildir. Örneğin Os- rafik romanda ise romanı kuracak malzeme hazırdır. manlı Devleti’nin kuruluşu ile ilgili doğru tarihsel Roman, hakkında roman yazılacak kişinin biyografisi bilgileri almak için Tarık Buğra’nın Osmancık ya da çevresinde dönecektir. Bu, yazarın hayal gücüne fazla Kemal Tahir’in Devlet Ana romanlarını değil, tarih ki- iş bırakmasa da, biyografinin dışına çıkamamak gibi taplarını okumak gerekir. bir zorunluluğu da beraberinde getirir. Zengin bir mu- hayyileye sahip, kurgu yeteneği üst düzeyde olan ya- Sıra Sizde 2 zarlar için biyografik roman, serbest kurgulu romana Roman yazarı ile romanı yazılan kişi arasında duygu- göre daha güç olabilir. Ancak kurguda zorlanan yazar- sal bir bağ oluşabilir. Biyografisinden yola çıkılan kişi, lar için biyografik romanın daha kolay olduğu söyle- yazarın akrabası, öğretmeni, dostu veya arkadaşı ya nebilir. da hayranlık duyduğu biri olabilir. Bu nedenle yazarın ele aldığı kahramana nesnel bakması, işlediği konuya eleştirel gözle yaklaşması ya da anlatımında eleştirel bir üslup kullanması oldukça zordur.

Sıra Sizde 3 Kitabın çok okunmasında roman yazarı etkili olduğu kadar, hakkında roman yazılan ünlü kişi de etkilidir. Yazarın meraklı bir okuyucu kitlesi oluşmuşsa yazdığı her yeni kitap sabırsızlıkla beklenecek ve yazdıkları il- giyle okunacaktır. Öte yandan hakkında roman yazılan kişinin hayatı da merak edilmekte; bu kişinin hayatını roman kurgusu içinde okumak da ilgi çekici bir dene- yim olmaktadır.

Sıra Sizde 4 Attilâ İlhan “Atatürkçü” bir yazardır. Atatürk’ün dü- şüncelerine, mücadeleci kişiliğine, özgürlük ve ba- ğımsızlık tutkusuna hayrandır. Yazdıklarında sık sık Atatürk’ü ve Atatürk’ün düşüncelerini referans alır. Dolayısıyla Mustafa Kemal’in biyografisini araştırmak ve incelemek, Mustafa Kemal’i “Reis Paşa” ve “Gazi” sı- fatlarıyla bir roman kahramanı olarak ele alıp işlemek, Attilâ İlhan’ın Atatürk’e hem düşünsel hem de gönül- den bağlılığıyla yakından ilgilidir. 178 Çağdaş Türk Romanı

Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar Apaydın, M. (2002). “Biyografik Roman Türünün Türk Menekşe, O. B. (Mart 2000). “Gerçek, Kurmaca ve Ro- Edebiyatındaki Gelişimi Üzerine Bazı Dikkatler”, man Biyografiler: Julian Barnes’ın Flaubert’in Papa- Hece Dergisi Türk Romanı Özel Sayısı. 65-66-67, ğanı ve Peter Ackroyd’ın Dickens’ı”, Türk Dili. 571. Mayıs-Haziran-Temmuz. Peyami Safa. (1979). “Roman ve Biyografi”, Sanat Ede- Atay, O. (2011). Bir Bilim Adamının Romanı-Musta- biyat Tenkit. 4. Baskı, İstanbul: Ötüken Neşriyat. fa İnan. İstanbul: İletişim Yayınları. Scheuer, H. (1992). “70’li Yılların Biyografik Roman- Ayvazoğlu, B. (2001). Bozgunda Fetih Rüyası. İstan- ları Sanat ve Bilim”, Gündoğan Edebiyat. 2, Bahar. bul: Kabalcı Yayınevi. Yalsızuçanlar, S. (2008). Anka. İstanbul: Timaş Yayın- Gülecek, B. (2007). “Biyografik Roman Türü Üzerine ları. Bir Çalışma”, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fa- Yılmaz, E. (2004). “Gezgin: Çağdaş Menkıbe”, yenisa- kültesi Bahar Dönemi, 1950 Sonrası Türk Edebi- fak.com.tr/arsiv/2004/ekim/24/kultur.html yatı Dönem Ödevi. Ankara. Yılmaz, M. (2004). “Bir Modern Masal: Gündüz, O. (2009). “Cumhuriyet Dönemi Türk Ro- Yalsızuçuçanlar’ın Gezgin’i”, (www.radikal.com.tr, manı”, Yeni Türk Edebiyatı El Kitabı. Editör: 3 Aralık). R.Korkmaz, 5.Baskı, Ankara: Grafiker Yayınları. Aktaş, Ş. (1992). “Cumhuriyet Devri Türk Edebiyatı”. İlhan, A. (2005). Gazi Paşa. İstanbul: Türkiye İş Ban- Türk Dünyası El Kitabı. 3. Ankara: TKAE Yayın- kası Yayınları. ları. İslam, A. (2001). “Biyografi İle Roman Arasında Adı: Belge, M. (1994). Edebiyat Üstüne Yazılar, İstanbul: Aylin”, Türkbilig. 2. Yapı Kredi Yayınları. Kafaoğlu-Büke, A. (2011). “Aşklar, Acılar, Tutkular”, Dürder, B. (1971). Roman Anlayışı. İstanbul: Remzi Ki- Radikal Kitap. 3 Mayıs tabevi. Kulin, A. (2010). Füreya. 3. Baskı, İstanbul: Everest Ya- Hece (Türk Romanı Özel Sayısı) (2002). 65/66/67, yınları. Mayıs-Haziran-Temmuz. Lekesiz, Ömer. (2002). “Osmanlı’dan Bugüne Popüler Romanlar”, Hece Dergisi Türk Romanı Özel Sayı- sı. 65-66-67, Mayıs-Haziran-Temmuz.

ÇAĞDAŞ TÜRK ROMANI 9 Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra;  Çağdaş Türk romanındaki gelişmeleri, açılımları ve önemli romancıları değer- lendirebilecek,  Türk romanının modernleşmesi yolunda öncülük eden romancıları ve önemli eserlerini listeleyebilecek,  Çağdaş Türk romanında modern, fantastik, bilim kurgu, polisiye ve postmo- dern eğilimleri ve aralarındaki farklılıkları ayırt edebilecek,  Çağdaş Türk romanının bulunduğu yeri ve günümüz romancılarını saptayabilecek,  Çağdaş roman akımlarının ayırıcı özelliklerini açıklayabilecek bilgi ve becerilere sahip olacaksınız.

Anahtar Kavramlar • Çağdaş Türk Romanı • Bilim Kurgu Romanları • Modern Romanlar • Çağdaş Roman Akımları • Fantastik Romanlar • Polisiye Romanlar

İçindekiler

• ÇAĞDAŞ TÜRK ROMANINDA YENİ AÇILIMLAR, YENİ SÖYLEMLER • MODERNLEŞME YOLUNDA YENİ ADIMLAR YA DA ÖNCÜLER • MODERN, FANTASTİK VE Modern Söylem ve 1980 Çağdaş Türk Romanı POSTMODERN EĞİLİMLER Sonrası Türk Romanı • YENİ ARAYIŞLAR: FANTASTİK, BİLİM KURGU, POLİSİYE ROMANLAR • GENÇ KUŞAK ROMANCILAR YA DA 2000 SONRASI ROMANCILARI • SONUÇ Modern Söylem ve 1980 Sonrası Türk Romanı

ÇAĞDAŞ TÜRK ROMANINDA YENİ AÇILIMLAR, YENİ SÖYLEMLER

Köy-Kasabanın Dar Çevresinden Büyük Kentin Geniş Mekânlarına ya da Zamana, Mekâna ve İnsana Açılma Sanayileşmenin ön plana çıktığı, uygarlık ürünlerinin yaygınlaştığı 1970’li yıllarda köy romanında bir durgunluk görülür. Bu tür romanlardan bunalan kimi yazar- lar, yeniden aydın problemi çevresinde kent insanının sorunlarına yönelirler. Bir eleştirmenimiz köy romanının ölümünü ileri, akılcı ve toplumcu görüşlere dayan- mayan ‘Türkiye’nin sanayi öncesi dönemine ait anlayış ve düşüncelerin ölümü’ne benzetirken (Gevgilli, 1972) yazılarında toplumcu gerçekçi çizgiyi benimsemiş görünen Fethi Naci “Romanlar, Köyler, İnsanlar” adlı yazısında köy romanının giderek tekdüze bir hâl alışından şöyle yakınır:

“Köy üstüne roman yazanlarımızın çoğu, toprak konusuna, tarım konusuna el at- mayı, roman yazmak için yeterli sanıyorlar. Örneğin bir köyün su sorununu orta- ya koymak, ya da bir başka köye traktör girişini anlatmak başlıca kaygıları oluyor. Okuyun bu romancılarla yapılan konuşmaları, hep birtakım sorunlara değinmekten, birtakım gerçekleri göstermekten söz ederler; pek rastlayamazsınız birtakım insan- ları anlatmak için roman yazdığını söyleyene. Bence köyden söz açan romanların bıkkınlık vermeğe başlamasının nedenini burada aramak gerek. Bu anlayıştaki ro- mancılarımız, romanın eğitici görevini yanlış anlıyorlar, diyorum. Romanın eğitici görevi, insansız bir toplum gerçeğini anlatmak değil, bu gerçek içindeki insanın bu gerçekle karşılıklı ilişkilerini, bu ilişkilerin belirlediği davranışlarını, bu ilişkilerin bi- çim verdiği bilincini, bu bilinçle toplumsal ilişkileri değiştirme çabasını anlatmak olsa gerek. Çünkü yalnız toplum gerçeği olarak köyleri anlatmak, köylerin bozuk düzenini ortaya koymak, bilim adamlarımıza düşen bir iştir.” (Kalpakçıoğlu, 1963).

Yeni açılımlara açık olan genç kuşak romancılar, 1960’lı yıllardan başlayarak aydın problemi çevresinde ve büyük kentin sorunları arasında ezilen Türk en- telektüelinin bunalımlarını, zamanla hesaplaşmasını konu alan romanlara yö- nelirler. Bir önceki kuşaktan toplumdaki sosyal dengesizlikleri gündeme getiren romancıları, yeni kuşaktan modern roman tekniklerini eserlerinde uygulayan ve toplumsal sorunlardan bireysel sorunlara geçen romancılar izler. Bu romancılar arasında dönem aydınının içinde bulunduğu yalnızlığı, korkuları, çelişkileri işle- 182 Çağdaş Türk Romanı

yen Hikmet Erhan Bener (Acemiler, Loş Ayna, Ara Kapı ilk yayımlanışı Kedi ve Ölüm adıyla, Baharla Gelen, Yalnızlar/ilk yayımlanışı Gordium adıyla, Bir Büyük Bürokratın Romanı, Elifin Öyküsü, Macellos da Vinci’nin Akıl Almaz Serüvenleri, Böcek, Bir Ölü Deniz, Sisli Yaz, Ortadakiler, Tekilleşme, Anafor, Köleler ve Tutku- lar), aydındaki yalnızlık acılarını işleyen Ferit Edgü (Kimse, O), bütün romanları- nın konusunu 50’li 60’lı yılların Beyoğlu hayatından alan ve bu mekânda yaşanan renkli ve canlı hayatı anı tadında öyküleştiren Demir Özlü (Bir Uzun Sonbahar, Bir Küçükburjuvanın Gençlik Yılları, Bir Beyoğlu Düşü, Bir Yaz Mevsimi Romansı, Tatlı Bir Eylül, İthaka’ya Yolculuk, Amerika 1954, Dalgalar) gibi romancılar dikkati çeken adlardır. Konularını Doğu-Batı çatışması içinde yurt dışına çalışmaya giden/göç eden işçilerin/göçmenlerin yaşamlarından alan Bekir Yıldız (Türkler Almanya’da, Al- man Ekmeği/Demir Bebek, Darbe), Gülten Dayıoğlu (Dönmeyenler), Tarık Dur- sun K. (Bağrıyanık Ömer ile Güzel Zeynep), Adalet Ağaoğlu (Fikrimin İnce Gülü), Dursun Akçam (Almanya’nın Zencileri, Almanya’nın Üvey Çocukları/belgesel) Zülfü Livaneli (Arafat’ta Bir Çocuk/Dönemeyenler), Yüksel Pazarkaya (Oturma İzni), Abbas Sayar (Dik Bayır), Necati Tosuner (Sancı Sancı), Tekin Sönmez (Yeryüzü Gurbeti), Nevzat Üstün (Alamanya Beyleri), Günay Dal (İş Sürgünleri, E5, Yanlış Cennetin Kuşları), Hasan Kayıhan (Gurbet Ölümleri, Köln’de Bir Kız), Rıza Hekim (Alpler Geçit Vermiyor, Uzak Yuvada Bahar), Gül Turan (Gülün Di- keni), Özdemir Başargan (Gurbet Sofrası), Fethi Savaşçı (Almanlar Bizi Sevmez- di), Renan Demirkan (Sakallı Kadın), Mustafa Akgün (Menh’ten Münih’e, Köln Diye Bir Yer, Satı Gelinin Türküsü), romanlarında bu insanların yaşadıkları olum- suz şartları, gurbet duygusunu, konuk olarak bulundukları ülkelerin insanları ta- rafından aşağılanmalarını, ülkelerinde ‘gurbetçi’, ‘almancı’ gibi yakıştırma adlarla küçümsenmelerini işlediler. Ne var ki bu yazarların büyük bir bölümünün başlan- gıçta insancıl ve evrensel değerlerle yaklaştıkları Batı’ya ve Batılılara olan iyimser ve hayranlık dolu düşünceleri, tanık oldukları ulusalcı tavır ve dinsel bağnazlıklar sonunda düş kırıklığına dönüştü (Miyasoğlu, 2000: 75-76).

1970’li yıllardan sonra köy romanının kentli okurlar arasında ilgi görmesinin se- 1 bepleri ne olabilir?

Konularını tutukevlerindeki tutukluların yaşam öykülerinden alan Kerim Korcan (Linç, İdamlıklar) gözleme dayalı romanlar yazarken Mehmet Kemal Kurşunluoğlu biyografik hüviyetli Sürgün Alayı’nda taşıdığı sosyalist düşünce- lerinden dolayı askerliğini çavuş olarak yapan kahramanının kişiliğinde eleştiri- lerini devlete ve sağ güçlere yöneltir, aynı zamanda İkinci Dünya Savaşı sırasın- daki devlet politikalarını eleştirir. Yaman Koray (Deniz Ağacı, Gelintaşı, Mola, Sığırcıklar, Büyük Orfoz), romanlarında leitmotiv, iç monolog gibi yeni anlatım tekniklerini uygulayan ve yeni bir zaman kurgusu deneyen Emine Işınsu Öksüz (→),(* (→) işaretli olanlar hakkında başka ünitelerde ya da ayrı bir başlık altın- da ayrıntılı bilgi verildiği/verileceği için burada sadece adlarını anmakla yetindik.) varsıllık-yoksulluk, fabrikatör-işçi gibi sınıf çatışmasına dayalı romanlarıyla Yıl- maz Güney (Boynu Bükük Öldüler), Burhan Günel (Ökçe, Umut Zamanı, Acının Askerleri, O Güzel Kadının Çocukları), kent insanının sorunlarını ve iç çatışma- 9. Ünite - Modern Söylem ve 1980 Sonrası Türk Romanı 183 larını işleyen İnci Aral (→), Selim İleri (→), Güven Turan (Dalyan, Yalnız mı- sın, Soğuk Tüylü Martı) izler. 1960 sonrası Türkiye’de yaşanan sosyal olayları ve toplumsal çatışmaları farklı bakış açılarından ele alan Lütfi Kaleli (Haşhaş), Yıl- maz İncesu (Doktor Cemil), Necmi Onur (Arap Abdo, Kadınlar Daha Çok Sever), Mehmet Davaz (Mevsimler), Ömer Polat (Mahmudo ile Hazel), Mehmet Sela- hattin (Kaybolan Dünya), Mustafa Miyasoğlu (→), Yahya Akengin (→), Duygu Asena (→), Ayla Kutlu (→); Yıldırım Keskin (Bir Gecenin Beyliği, Ölümü Bekle- yen Kent/1997 Orhan Kemal Roman Ödülü); ironik anlatımıyla ve yarattığı Don- kişotvari kişileriyle toplumdaki kirliliği eleştiren Tahsin Yücel (Mutfak Çıkmazı, Peygamberin Son Beş Günü, Bıyık Söylencesi, Vatandaş); tüm romanlarında ulusçu söyleme gösterdiği aşırı tepkiyle dikkati çeken ve sosyal, siyasal olayları insan- cıl bir yaklaşımla ve ironik bir üslupla irdeleyen Çetin Altan (Büyük Gözaltı, Bir Avuç Gökyüzü, Viski, Küçük Bahçe, Rıza Bey’in Polisiye Öyküleri, Uçuk), doğuştan sorunlu kişileriyle psikanaliz yöntemini romana uyarlayan Yusuf Atılgan (→), yeni anlatım teknikleriyle modern/postmodern anlatım yönteminin yolunu açan Oğuz Atay (→), Kurtuluş Savaşı’nı ulusalcı söylemle ve anı tadında romanlaştı- ran İlhan Selçuk (Yüzbaşı Selahaddin’in Romanı I-II); sosyal konuları toplum- cu-gerçekçi bakış açısıyla irdeleyen ve politik eleştiri türü romanlar yazan Sevgi Soysal(→), Ömer Faruk Toprak (Tuz ve Ekmek, Karşı Pencere), politik yergi ve gülmece romanlarıyla ünlenen Oktay Verel (Kuklalar, Şimdi Tasa Anayasa, Mak- sat Vatan Kurtulsun, Arslan Gibi Eşekler, Şeytan Mağarası), kadının üzerindeki sosyal baskıları ve kadının bağımsız olabilmek için yaptığı mücadeleleri temel iz- lek olarak işleyen Ulviye Alpay (Ben Sevilmeye Değerim), Aysel Özakın (Alnımda Mavi Kuşlar/1979 Madaralı Roman Ödülü, Genç Kız ve Ölüm), çocuk romanları dışında yazdığı eserlerinde kara mizahın özgün örneklerini sunan Sulhi Dölek (Korugan, geç Başlayan Yargılama, Küçük Günahlar Sokağı, Kiracı, Truva Katırı) ve Muzaffer İzgü (Gecekondu, İlyas Efendi, Halo Dayı), Hasan Kıyafet (Gominis İmam, Başlayan Kavga, İnsan Yokuşu), Selçuk Baran (Bir Solgun Adam, Bozkır Çiçekleri, Güz Gelmeden), İrfan Yalçın (Genelevde Yas, Pansiyonda Huzur, Fareyi Öldürmek, Ölümün Ağzı/1980 TDK Roman Ödülü), Güney Dal (Aşk ve Boks ya da Sabri Mahir’in Ring Kıyısı Akşamları, Küçük Adında Biri), Afşar Timuçin (Yarına Başlamak, Gece Gelen Eski Dost, Kıyılar Durunca) öne çıkan adlardır. Bu dönem romancıları arasında romanı birikimlerini okurla paylaşma aracı olarak gören, daha çok iyi niyetle, toplumsal sorunlara kendince çözüm getirmek isteyen, entelektüel tarafı ağır basan romancılar da vardır. Bunlar arasında Fikri Sezer (Yasak İlişkiler), Çetin Öner (Dağlara Yazılıdır), Alev Alatlı, (→); kadın sorunlarını gündeme taşıyan Duygu Asena (→), Feyza Hepçilingirler (→); Do- ğu-Batı çatışması içinde yanlış Batılılaşmayı eleştiren Necip Fazıl Kısakürek (Ay- nadaki Yalan), Emre Kongar (Hocaefendi’nin Sandukası), Barlas Özarıkça (Ters Adam) öne çıkan adlardır.

1960’lı yıllardan sonra Türk romanında konu çeşitliliği bakımından artış görülme- sinin temel nedenleri nelerdir? 2

Bu adlar arasında öykü ve romanlarında ele aldığı konu, işlediği temel izlekler ve anlatım teknikleri bakımından kendinden söz ettiren Selim İleri, Alev Alatlı, Feyza Hepçilingirler ve Duygu Asena’nın romancılıkları üzerinde kısaca durmak istiyoruz. 184 Çağdaş Türk Romanı

Konularını daha çok yakın çevresinden ve gözlemlerinden alan, toplumdaki sıra dışı yaşayışları işleyen ve bu ilişkileri aşk potasında eriterek yoğuran bir ro- mancı kimliğiyle okurun karşısına çıkan Selim İleri (d. 1949), ilk romanı Destan Gönüller’den başlayarak gittikçe zenginleşen izlekleriyle ve sıra dışı aşkları konu edinen romanlarıyla dikkati çekmektedir. Selim İleri, Ölünceye Kadar Seninim ro- manında Süha Rikkat adlı bir kadının yaşamına giren iki erkek ile olan birlikteliği ve ayrılık nedenlerini sorgular. Birincisinde çıkar ve varsıllık, ikincisinde ise insanları kişilikleri ve bireysel eğilimleri yüzünden dışlayan ve onu intihara götüren toplumsal değerler ön plandadır. İleri, asli kişi aynı zamanda başarılı bir romancı olan Süha’nın iç dünyasını okura açarken bilinç akışı tekniğini başarılı bir şekilde kullanmıştır. İleri’nin geniş yankı uyandıran ve olumlu olumsuz pek çok eleştiriyi üzerine çeken son romanı Yarın Yapayalnız’da yine sıra dışı bir aşkı işlemektedir. Yaşa- mının ikinci baharını yaşayan Handan Sarp adlı bir soprano ile kadın terzisinde çalışan ve henüz gençliğinin baharında olan Elem adlı bir genç kızın arasındaki tutkulu ve hüzünlü aşkı üzerine kurulan roman, kaba bir cinsellik dışında genel olarak aşkın verdiği acılar üzerine kurulur. Birbirine zıt ve farklı kültürel ortam- larda yetiştikleri için hem sosyal ve sınıfsal hem de önemli yaş farkı bulunan iki kadını aşkın potasında bir araya getirir ve farklılıkları bu potada eriterek çıkar okurun karşısına. Toplumda saygın bir yere sahip olan kahramanın kalabalıklar içinde bile yalnız olduğunu, sürekli toplum baskısıyla karşı karşıya kaldığı için acılarla dolu aşkını ve duygularını gizlemek zorunda kaldığını söyleyen Selim İleri, bu romanı yazarken tanıdığı kadınlardan ve yine kadın duygularını başa- rıyla anlatan yazarlardan yararlandığını, hata yapmamak için olay örgüsünü ve kişilerinin duygularının açılımında azami özen gösterdiğini söyler. Bu itibarla roman, alışılmışın dışında bir anlatım tekniğine sahip. Olay, olgun yaşlarda bu- lunan Handan Sarp adlı ünlü bir sopranonun Selim İleri’yi arayıp yaşadıklarını romanlaştırmasını istemesiyle başlar. Böyle bir kurgu ile Selim İleri hem romanını hem de bu romanın oluşum evrelerini eş zamanlı yürüterek romanına gerçeklik duygusu katmayı başarır. Bu başarıda yazarın baş kişisinin duygu dünyasını ve birtakım açmazlarını yansıtırken bilinç akışı tekniğini kusursuz denecek ölçüde kullanmasının büyük payı olduğu kesin. İleri’nin adı anılanlar dışındaki romanla- rı Her Gece Bodrum (TDK Roman Ödülü), Ölüm İlişkileri, Cehennem Kraliçesi, Bir Akşam Alacası, Yaşarken ve Ölürken, Ölünceye Kadar Seninim, Yalancı Şafak, Saz Caz Düğün Varyete, Gramofon Hâlâ Çalıyor, Cemil Şevket Bey, Aynalı Dolaba İki El Revolver, Hepsi Alev, Uzak, Hep Uzak, Kırık Deniz Kabukları, Bu Yaz Ayrılığın İlk Yazı Olacak, Her Yalnızlık Gibi, Solmaz Hanım, Kimsesiz Okurlar İçin, Mavi Kanatlarınla Yalnız Benim Olsaydın, Kafes adlarını taşımaktadır.

Selim İleri’nin romanlarını anlatım tekniği bakımından farklı kılan hususlar nelerdir? 3 Alev Alatlı (d.1944), Kıbrıs’ta başlayıp Yunanistan’da son bulan Kıbrıs’lı iki kişinin Eleni ile Arif Tahsin’in evlilik serüvenini anlattığı ilk romanı Yaseminler Tüter mi Hâlâ?’dan sonra kaleme aldığı Or’da Kimse Var mı? genel başlığı altında yayımlanan dörtlemesinde yerleşmiş değerler ile aydının çatışmasını işler. Viva La Muerte! Adını taşıyan dörtlünün ilk kitabında çıkar ilişkilerinin egemen oldu- ğu kendi değerlerine yabancılaşmış, bir toplumda harcanan bir aydının, Günay Rodoplu’nun öyküsünü; Nuke, Türkiye! adını taşıyan ikinci kitapta, Türk aydını- nın sadece kendi toplumunun bağnazlığına değil, Batı’nın şiddetle sonuçlanan sömürü düzenine karşı da amansız bir mücadele verdiğini; cehaletin sadece bizim 9. Ünite - Modern Söylem ve 1980 Sonrası Türk Romanı 185 toplumumuza özgü olmadığını, Türk aydınının, Batı’nın hemen her zaman şid- detle sonuçlanan kendini beğenmişliği ile de uğraşmak zorunda kaldığını anla- tır. Cehaletin kol gezdiği bir toplumda bilgili ve sorgulayıcı olanların göğüslemek zorunda oldukları tehlikeler sıralanırken bilginin, bilgili olmanın aynı zamanda birtakım sorumluluklar da yüklediğine dikkat çekilir. Dizinin üçüncü kitabı Valla Kurda Yedirdin Beni’de, Türk solunun Kürt sorununa bakışını geniş bir perspek- tiften irdelerken sorunun temelinde yatan yoksulluğa, gelir dağılımındaki ada- letsizliğe, yıllardır istihdam sorununu çözememiş yanlış devlet politikalarına ve Doğu insanının yalnız ve korumasız bırakılmasına bağlar. Romandaki şu cümle yazarın vermek istediği mesajı özetler gibidir: “Oğul bu muydu sadıklığın! Valla, yedirdin kurda beni!” Alatlı dizinin son kitabı O.K. Musti Türkiye Tamamdır’da ise okuru, uçları emperyalist güçlere kadar uzanan geniş bir perspektiften incelediği üçüncü ciltte anlattıklarının sonuçları ve gelinen nokta üzerinde düşündürür. Alatlı’nın iki cilt hâlinde yayımlanan ütopik karakterli son romanı Schrödinger’in Kedisi’nde kendilerine Onarımcılar adını veren bir avuç insanın gezegenimizde Kut- sal Koalisyon’un dışında kalarak hatta karşı çıkarak verdikleri yaşam savaşını anlatır. Romanın olay örgüsü 2010/2012 yıllarında “yitirilmiş bir ülke”nin, Türkiye’nin parça- lara bölünmüş bir dönemine oturtulur. Onarımcılar, Kara Kalpaklı Adam’ın önderli- ğinde Turnalar’ın ve Seher Yıldızı’nın kılavuzluğunda dağlara çıkarlar. Yazar simgesel bir anlatımla aslında değişen Türkiye’ye ve Türkiye’nin Cumhuriyet’ten sonraki sos- yal ve politik değişmelerine göndermelerde bulunur. Alatlı, küreselleşen yeni dünya düzeninin tüm insanlığı felakete sürüklediği temel düşüncesini öne çıkardığı romanında kuantum fiziğinin temelini oluşturan Schrödinger’in Kedisi deneyinden yola çıkarak bir anti-ütopya kurmaya çalışmıştır. Bu ütopyada insanlar, kendilerine güvendikleri ve kendi öz kaynaklarını harekete geçirdikleri zaman gezegenimize hâkim olan yüce Pir tarikatının dışında kalarak da kimliğini koruyabileceklerini ve mucizeler gerçekleştirebileceklerini alegorik bir anlatımla dikkatlere sunar. Rüya’da ise Kara Kalpaklı Adam’ın önderliğinde ve kılavuzluğunda bir avuç insan, kendine güvenini kaybetmiş eski Türkiye’nin küllerinden ideal bir toplum çıkarır ve aksi durumda Türk toplumunun dönüşü olmayan bir yolda onarılması imkânsız bir bedel ödeyeceğine vurgu yapar.

Alev Alatlı’nın kahramanlarının ortak özellikleri nelerdir? 4 80’li yıllarda yazdığı Kadının Adı Yok ve Kahramanlar Hep Erkek gibi roman- larında kadın sorunlarına feminist bir kadının bakış açısından yaklaşan Duygu Asena (1946-2006), son romanı Paramparça’da bu sefer kadın gözüyle erkek dün- yasını aralar. Taşra cinselliğinin yasaklı alanlarını romana taşırken kişilerinin acı- larını, bastırılmış duygularını röportaj tekniğiyle romanlaştırır. Asena gibi kadınların sorunlarını farklı bir bakış açısından ele alan Feyza Hep- çilingirler (d.1948), Tanrı Kadın romanında, bir yandan özverili yaşamı içinde kadını yüceltirken bir yandan da toplumun ona biçtiği değeri sorgular. Romanda vurgulanan “Her kadın biraz tanrıdır.” yargısından hareketle kadının toplumdaki yerini belirleyen roman, kadının bu yönünü sadece bedeninde yaşattığı canlıya kanıyla canıyla hayat verdiği için değil, “yaşamın her alanında alçakgönüllü bir üretkenlikle yaratıcılığını sürdürdüğü, beslemek, büyütmek gibi tanrı niteliklerini, bunlarla övünmeyi aklına bile getirmeden taşıdığı için de.” yüceltilmeye değer bu- lur. 12 Mart döneminin fon olarak kullanıldığı bu romanda merkezde Ayşe adlı kahraman olmak üzere onun serüvenine katılan iki kadının (Zehra ve Sacide) 186 Çağdaş Türk Romanı

öyküleriyle birlikte yollarının bir noktada buluşması, kendilerini aldatan erkeğin kişiliğinde kadınlığın sorgulanması yazarının özgür ve ustaca anlatımıyla dikkat- lere sunulmaktadır. Bu saydıklarımıza kişilerini dinsel ve etnik kimliğine bakmadan insancıl yakla- şımla ele alan ve kadın sorunlarını gündeme taşıyarak kadının toplumdaki yerini belirlemeye çalışan Nezihe Meriç (Korsan Çıkmazı, Alagün Çocukları/Alacaceren adıyla, Boşlukta Mavi), gibi romancılar yanında toplumsal yergiye dayalı, ironi ile mizahı birleştiren Dört Köşeli Üçgen adlı tek romanı ile Salah Birsel, eğitim sorununa ironik bir üslupla yaklaşan ve yerleşik düzeni eleştirdiği Hababam Sınıfı ile çıkış yaptıktan sonra biyografik-anı hüviyetli romanlara yönelen Rıfat Ilgaz, (Karartma Geceleri, Karadenizin Kıyıcığında, Sarı Yazma, Yıldız Karayel) dikkat çeken romancılardır. Edebiyatın başka alanlarında ünlendikleri hâlde romanı deneyenler, her dö- nemde olduğu gibi bu dönemde de bir iki roman denemeleriyle bir yıldız gibi parlayıp sönerler. Bunlar arasında Marksist/sosyalist bakış açısından kentin so- runlarını ve kent insanının yalnızlığını, yaşadıkları dönemin sosyal sorunlarını ve toplumsal olayları ana izlek olarak işleyen romancılardan Muzaffer Buyrukçu (Gürültülü Birkaç Saat, Bir Olayın Başlangıcı), Şevket Süreyya Aydemir (Toprak Uyanırsa), Nazım Hikmet (Yeşil Elmalar, Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim), Necip Alsan (Onlar Ermiş Muradına), Kemal Kandaş (Katıla Katıla Gülen Kalimkos), Behzat Ay (Dor Ali, Sis İçinde), Kemal Bekir Özmanav (Yabancılar, Kaçaklar), Burhan Arpad (Alnımdaki Bıçak Yarası), Aysel Alpsal (Alaca Karanlık), Kürt so- rununu sol bir söylemle ele alan Demirtaş Ceyhun (Asya) gibi adları sayabiliriz. MODERNLEŞME YOLUNDA YENİ ADIMLAR YA DA ÖNCÜLER 1970’li yıllar, romanımız için yeni açılımların da başlangıcı sayılır. Ancak topyekûn bir başarıdan söz etmek de abartılı bir iddia olur. Birkaç ad dışında, Türk romanı nicelik bakımından gözle görülür bir artış göstermesine rağmen, nitelik bakımın- dan bir düşüşü yaşar. Bunda medyanın sağladığı imkânların ve cilalı imaj adını verdiğimiz reklamın da önemli etkileri olduğu kesindir. Bir gazete röportajcılığı- nın kolaylığında, daha çok güncele, postmoderniteye ve özümsenmemiş güncel olaylara yönelik magazinel eğilimler, birer yıldız gibi parlayıp sönerler. Birbirine yakın, gazete haberleriyle desteklenen konular, okuru bilgilendirmek, onda yeni ufuklar açmak yerine, derinliği olmayan, hep kolaycılığı benimseyen, üslup ve teknik endişesinden yoksun içerikleriyle yarı gazeteci, yarı araştırmacı yazarların etkinlik ve ilgi alanlarını genişletmekten öte fazla bir işe yaramaz. Ne ki tüm bu olumsuzluklara rağmen bu dönemde uyguladıkları farklı ve yeni anlatım teknik- lerle romanımıza soluk aldıran kendilerinden sonraki kuşak üzerinde etkili olan romancılar da vardır. Bu başlık altında özellikle Oğuz Atay ve Yusuf Atılgan’dan söz etmek yerinde olacaktır. 70’li yılların romanı Oğuz Atay, Yusuf Atılgan gibi birkaç ad çevresinde küme- lenir. Bu adlardan Çağdaş Türk Romanı içinde önemli bir yere sahip olan Oğuz Atay (1934-1977), Tutunamayanlar romanı ile kısa zamanda dikkatleri üzerinde toplamayı başarır. Tutunamayanlar, ele aldığı konu, konuyu işleyiş tarzı ve iç mo- nolog, bilinç akışı, alıntı gibi yeni anlatım tekniklerini kullanması bakımından Tanpınar’ın izini süren bir romandır. Atay, romanında, birtakım dinsel ve mi- tolojik mitoslardan da yararlanarak yerleşik düzenin değer yargılarıyla, zevkle- riyle, yaşama biçimiyle uzlaşamayan, topluma yabancılaşmış insanların yaşamı- 9. Ünite - Modern Söylem ve 1980 Sonrası Türk Romanı 187 nı anlatır. Amacı, içinden çıktıkları topluma yabancı, her şeyi ideolojik söylemle çözümlemeye çalışan yarı aydınlarla alay etmektir. Atay, bu kadarıyla yetinmez, üst kurmaca tekniğini kullanarak, kokuşmuş olarak nitelediği, yerleşik düzenin tüm değer yargılarını sarsar. Berna Moran’ın söyleyişiyle Tutunamayanlar, bu özellikleriyle birbirine zıt dünya görüşlerine sahip iki zümrenin, “tutunanlar”la “tutunamayanlar”ın (Moran, 1991: 196) romanıdır. İç içe üç çerçeve olay çevresinde şekillenen kişilerinden Turgut Özben’in Tu- tunamayanlar adındaki romanının basım serüveni üzerine kurulan romanda birinci olay zinciri asli kişi Turgut Özben’e, ikincisi Turgut Özben’in romanında öyküsü verilen Selim Işık’a, üçüncüsü ise romanın basımı ile uğraşan gazeteciye aittir. Roman, Turgut Özben’in bir gezi sırasında tanıştığı ve sonradan adresine postalayacağı romanı için gazetecinin yazdığı ön sözle başlar, Turgut Özben’in basımı için romana iliştirilmiş mektubuyla sona erer. Görülüyor ki Atay, romanda alışılmışın zıddına çok farklı bir yöntem denemiş, esere konu olan romanın yazım ve basım aşamalarını da vermekle, postmodern romanın da yolunu açmıştır. Bu yöntem yıllar sonra Orhan Pamuk, Pınar Kür gibi romancılar tarafından yeniden denenecektir.

1970’li yıllarda Türk romanında öncülük görevi üstlenen romancılar kimlerdir? On- ları öncekilerden farklı kılan nedir? 5

70’li yılların başlarında arayış içinde olan Türk romanında Oğuz Atay dışında birkaç ad dikkati çeker. Nezihe Meriç Korsan Çıkmazı’nda, Sevgi Soysal Şafak’ta yaşanan zamanı bir güne sıkıştırırarak iç gözleme yönelmekle önemli bir adım atarken Yusuf Atılgan, Adalet Ağaoğlu romanlarında bilinç akışı anlatım tekniği- ni benimseyerek dış gözlemci anlatıcının fonksiyonunu asgari düzeyi indirirler. Aynı şekilde Erdal Öz (Odalarda), Tahsin Yücel (Mutfak Çıkmazı) bilinç akışı ve iç gözlem yoluyla roman kişilerinin bunaltılı ruh dünyalarını başarıyla sergilerler (Korat, 1998:323). 1960 sonrası Türk romanında modern anlatım teknikleri, ruh bilimsel ve bireyin iç dünyasına yönelik konuları ile dikkati çeken romancılardan biri de Yusuf Atılgan (1921-1989)’dır. İlk romanı Aylak Adam’da (1957-58 Yunus Nadi Roman Armağanı İkincilik ödülü) babadan kalan mirası aylakça harcayan ve zamanını erken yaşta ölen annesinin ve onun yerini alan teyzesinin benzerini aramakla geçiren C. adlı kişisinin ruhsal durumunu işler. C’nin tüm yaşamını yönlendiren ruhsal bozuk- luklarının ve bunlara bağlı davranışların temelinde çocukluğunda yaşadığı bilinç altına itilmiş olaylar vardır. Onu kadınlara bağlayan da kadınlardan uzaklaştıran da bu dünyaya ait yüceltilmiş, deforme edilmiş, değişime uğratılmış çocukluktan ge- len birtakım mitlerdir. Bu mitler arasında anne yerine koyduğu teyzesi ile ilgili düş kırıklıkları, anne imgesinin cinsel bir obje hâline dönüşmesi, tekdüze ev hayatını simgeleyen baba evi, otoriter ve sevgisiz babanın C.’ye karşı olumsuz davranışları, onun ruhsal dünyasını biçimlendiren etkenlerin başında gelmektedir. Bu yüzden o, aslında mutlu olacağı bir kadın değil, ruhsal dünyasının bir parçası hâline gelmiş bir anne arar. Kolcu’nun tespitiyle anima arketipi ile açıklanabilecek tüm bu karmaka- rışık olaylar, giderek cinsel bir obje hâlinde ruhsal dünyasını kuşatır ve C.’yi sürekli rahatsız eder. Böylece ortaya teyzeyi simgeleyen “dolgun bacak”, otoriter ve sevgisiz babayı simgeleyen “bıyık” ve geçmişin tekdüze aile yaşamını ya da sığ bir düş dün- yasını simgeleyen “eli paketli” sözcük ve sözcük grupları, onun tüm yaşamını yön- lendiren/etkileyen/biçimlendiren üç önemli simge olarak ortaya çıkar. 188 Çağdaş Türk Romanı

Esasında aylakça dolaşan 28 yaşındaki bir entelektüeli çocukluğunda yaşadığı ya da tanık olduğu birtakım komplekslerin yönlendirmesi kolaylıkla açıklanacak ya da izah edilecek bir durum değildir. Atılgan’ın toplum düzeni için birtakım eleştiriler getirirken çözüm üretmekten kaçınması ve romanın sonunu her türlü yoruma açık bırakması gerçek sevginin bu dünyada olmadığına inanmasından gelmektedir. Nitekim kendisiyle yapılan bir söyleşide bunu aylaklığı savunduğu ve bir yaşam felsefesi olarak kabul ettiği kendi hayatıyla izah etmektedir. Yazar öteki kişilerinin zıddına asli kişisinin adını simgesel bir işaretle C. ile vermesi ise açılımını tamamlamamış bir varlığı simgelemektedir. Başka bir söy- leyişle C., henüz kişiliği olgunlaşmamış, çocukluktan gelen sorunlar yumağının kabuğunu kıramamış bir varlığı simgelemektedir. Nitekim C., sürekli değişen bir ruh hâliyle, egoizme varan bencilliğiyle, aylaklığı bir yaşam tarzı hâline getiren düşünsel dünyasıyla, her türlü düzen fikrine karşı olan protest kişiliğiyle romanın sonunda uyum sağlayamadığı topluma giderek yabancılaşacaktır. Esasında C.’nin bu düzene karşı getirdiği tek şey eleştiridir. Çözüm ve öneri ise onun romanların- da yoktur (Kolcu, 2003: 30-50). Bu karşı çıkış giderek toplumun tüm kurallarına ve kurulu düzene karşı çıkmak şeklinde belirir. Bunun başında evlilik kurumu gelir. “eli paketliler” söz grubu ile bir yandan romanın yazıldığı yıllarda gençler arasında ilgi gören her türlü düzene başkaldıran yeni insan tipini ortaya koyarken bir yandan da zaman içinde eşlerin ve evliliğin tekdüze bir hâl almasına, sevginin/heyecanın kaybolmasına ve bunun sonunda yaşanan acıya, yabancılaşmaya ve hayal kırıklığına da işaret etmektedir. Atılgan, Aylak Adam’daki başarısını Anayurt Oteli’nde de geliştirerek sürdürür. Mekân olarak Manisa’da Anavatan Oteli ve onun kâtibinden esinlenerek yazdığı Anayurt Oteli’nin kurgusu, aynı adlı otelde kâtiplik yapan Zebercet adlı kahrama- nın ruhsal dünyasının açığa çıkarılması üzerine şekillenir. Ruh bilimcilerin “terke- dilmeye ve reddedilmeye aşırı duyarlı, içine kapanık şizoid bir kişilik” (Kolcu, 2003: 72-73) olarak tanımladığı asli kişi, ta çocukluğundan getirdiği korkuların, itilip kakılmanın neden olduğu güvensizliğin sonucunda kendisini dış dünyadan soyut- layacak ve onu cinayete oradan da intihara kadar götürecektir. Yusuf Atılgan, psikolojik romanlarda gerekli olan laboratuvar yönteminin bi- limsel verilerini esas almasa da kahramanına bu sonu hazırlarken onun birkaç ku- şak öncesinden başlayarak tanık olduğu ya da ilişki içinde olduğu insanlara kadar yaşamının her anını ayrıntılarıyla dikkate sunar. Her iki romanda, sorunlu kişile- rinin “yalnızlık, kurtuluş umudu, hayal kırıklığı” bakımından ortak noktalar tespit eden Berna Moran’a göre Anayurt Oteli’nin Aylak Adam’dan ve klasik kurgulu ro- manlardan ayrılan özelliğini, “yaşamın anlamsızlığını” yansıttığı “biçiminde” ara- mak gerekir (Moran, 1991: 220). Yirmi iki gün içine sıkıştırılan olay zamanı yani şimdi’si, geri dönüşlerle ve ailesinin geçmişi hakkında verilen bilgilerle iki kuşak öncesine kadar uzatılıyor. Ne var ki farklı anlatım teknikleri kullanılarak kendi- sinden söz edilen asli kişi Zebercet, hep edilgen konumda bırakılıyor, düşüncele- rine yer verilmiyor ya da romanda hiç konuşturulmuyor. Bununla yazar belli bir karakter çizmek yerine dolaylı bir anlatım yoluyla birtakım karşıtlıklardan/zıt- lıklardan, sürekli tekrarlanan motiflerden yararlanarak yine Moran’ın söylemiyle “bir çeşit anti-roman” oluşturmak istemiştir (Moran, 1991: 222). Okura düşen ise dağınık gibi görünen parçaları birleştirerek, aralarında ilintiler kurarak yani ro- mana doğrudan katılarak Zebercet’in ruhsal durumunu çözümlemek olacaktır. En verimli çağında kaybettiğimiz Yusuf Atılgan’ın üzerinde öteki yazarlara göre biraz fazla durmamızın sebebi, geleneksel betimlemelerden, kurgulardan ve an- 9. Ünite - Modern Söylem ve 1980 Sonrası Türk Romanı 189 latma tekniklerinden farklı bir yol izlemesi ve yazıldığı yıllarda ülkemizde pek az romancı tarafından denenen bilinç akışı, iç konuşma, geriye dönüş, leitmotif gibi zıtlıklardan ve karşıtlıklardan yararlanması, geriye dönüş gibi modern anlatım tek- nikleriyle okuru ruhsal bakımdan sorunlu kişilerinin iç dünyasına çekmesidir. Nite- kim Atılgan, dışarıdan duygusuz, donmuş, hareketsiz ve önemsiz gibi duran roman kişilerini sürpriz dokunuşlarla canlandırır. Onların yaşama karşı zayıf bağlarının nedenlerine ve niçinlerine, modern psikolojinin ve psikiyatrinin yöntemlerinden yararlanarak ya da iç dünyalarına ayna tutarak bilimsel açıklamalar getirir. Bunu ya- parken kimi zaman ayrıntılardan yola çıkarak, bütünün betimlemesine ulaşır. An- cak betimlenen renkler, nesneler, kişiler iç içe girmiş oldukları hâlde hiçbir zaman netleşmez. Okur eser boyunca bu netleşmeyi boşuna bekler. Eserin geride bıraktığı, umutsuzluklar içinde yıkılmış çaresiz bir insandır. Atılgan’ın romanlarındaki amacı okuru bilinçaltının gizemli ve karışık dünyasında dolaştırmak ve görünen ile görü- nenin arka planındaki zıtlıkları ortaya dökerek okurda şok duygusu yaşatmaktır, sa- nırım bunu da başarı ile gerçekleştirmektedir. Atılgan’ı çağdaşı pek çok romancıdan farklı kılan da bu anlatım teknikleri ve bakış açısıdır.

Yusuf Atılgan’ın roman kahramanlarının ortak özellikleri nelerdir? 6 MODERN, FANTASTİK VE POSTMODERN EĞİLİMLER 1980’lerden itibaren roman yazmaya başlayanlar, toplumsal sorunları ele almakla birlikte biçim ve sanat kaygısını ön plana çıkarırlar. Bu değişimin temelinde Sov- yet Bloku’nun çözülmesi, küreselleşme, toplumdaki yerleşmiş ahlak normlarının değişmesi gibi dünyadaki gelişmelerin ve kuşak romancılarını politize olmaktan bir ölçüde uzaklaştıran 12 Eylül harekâtının etkisi olduğu açıktır. Bu yeni açılımın gereği olarak ele alınan konuların da birtakım zıtlıklara değil, buluşma noktaları- na doğru kaydığı dikkati çeker. Artık, zaman, mekân, olay, anlatıcı gibi geleneksel biçim anlayışı dışında, yapısalcı dil kuramlarını esas alan yeni roman ögeleri olan simgeler, mitler, yeni imgelerle örülü bir sanat anlayışı, biraz el yordamıyla da olsa, romanda uygulama alanı bulmaktadır. Romanlarda, anlatılan konudan ziya- de nasıl anlatıldığı öne çıkmış, anlatım aracı olan dil, başlı başına romanın temel ögeleri arasında yer almıştır. Sözünü ettiğimiz bu açılımın uzantılarından roma- na gerçekçi olma endişesi dışında, bir kurmaca metin olarak bakan postmodern akımdan ve bu akımın temsilcilerinden kısaca söz edelim. B at ı’d a James Joyce, Franz Kafka, W. Faulkner gibi romancıların başlattığı mo- dernist akım ile Vladimir Nobakov, Alain Robbe Grillet gibi yeni romancıların başlattıkları postmodern anlatım teknikleri biraz gecikmeyle de olsa Türk roman- cıları tarafından uygulanma fırsatı bulur. İlk kez 50’li yıllarda Tanpınar’ın başlat- tığı klasik anlatma tarzlarının dışında romanın kurgusuna ve anlatım biçimine yönelik bu akımın en belirgin özellikleri klasik romanda yol gösterici aydın im- gesinin yerine her şeyi bilmeyen sıradan bir insan tipini yerleştirmek; okuyucuyu bilinmezlik ve belirsizlik içine sürükleyerek çözümden kaçınmak; üst kültür ve alt kültür ayrımına karşı çıkmak; esere sadece bir kurmaca, yazarın elindekilere ise malzeme olarak bakmak; bol bol gerçek dışına yer vermek; sanat ile gerçek yaşam arasındaki bağları koparmak; kurmaca olaylar yanında romanın yazılış serüveni- ni de romana konu etmek; okuru eserin içine çekerek kendi yorumunu ve sonucu- nu kurmaya zorlamak; dili bilinene ve geleneksel anlatıma karşı kullanarak okuru metne yabancılaştırmak; yeri geldikçe roman kurgusunun dışına çıkarak roman kişisi ile okur arasında diyalog kurmak ve nihayet roman kişilerinin iç dünya- 190 Çağdaş Türk Romanı

larındaki karmaşık ruh hâlini verebilmek için alışılmışın dışında farklı anlatım tekniklerine yer vermek... olarak sıralanabilir (Ayata, 2000:195-197). 70’li yıllarda Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar ve Tehlikeli Oyunlar romanlarında görülen post- modern akım, 80’li yıllarda Yusuf Atılgan (Anayurt Oteli), Pınar Kür (Yarın Ya- rın, Bir Cinayet Romanı), Adalet Ağaoğlu (Bir Düğün Gecesi), Bilge Karasu (Kı- lavuz), Nazlı Eray (Arzu Sapağında İnecek Var), Latife Tekin (Sevgili Arsız Ölüm), Orhan Pamuk (Kara Kitap, Yeni Hayat...) tarafından başarıyla uygulandı. Türe ironik bir üslupla yaklaşan Süreyya Evren’in Post-modern Bir Kız Sevdim romanı- nı da burada anımsatalım. Yukarıda adlarını sıraladığımız roman yazarları içinde Tanpınar’la başlayan ve Oğuz Atay’la sürdürülen özgün roman anlayışı çizgisinde Orhan Pamuk, Pınar Kür, İnci Aral, Latife Tekin, Bilge Karasu, Adalet Ağaoğlu, Hulki Aktunç, Mustafa Miya- soğlu gibi adlar, çağdaş Türk romanına yeni ufuklar açacak gibi görülmektedirler. Tüm eserlerinde kültürler arasındaki farklılıkları işlediğinden dolayı 2006 No- bel Edebiyat Ödülü’nü kazanan Orhan Pamuk üzerinde biraz duralım.

Postmodern romanları klasik kurgulu romanlardan ayıran özellikler nelerdir? Bir- 7 kaç maddede sıralayınız.

Seksenli yıllardan itibaren Türk romancıları arasında anlatım teknikleri ve post-modernist yaklaşımlarıyla dikkat çeken Orhan Pamuk’un (d.1952), II. Meşrutiyet’ten 12 Mart’a kadar bir zaman dilimi içinde bir ailenin yaşamını anlat- tığı ilk romanı Cevdet Bey ve Oğulları’ndan (1982) sonra yayımladığı Yeni Hayat (1994) romanı, onun bu alandaki yolunu da belirler. Yolculuk ana izleği çevresin- de gelişen roman, asli kişinin okuduğu bir kitabın etkisinde kalarak daha önceki değerlerinden uzaklaşmasını, çevreye karşı duyarsızlaşmasını ve yolculuğa çık- masını konu alır. Kahraman bu yolculuk sırasında “kendisi olmaya” çalışır. Bu bakış tarzı bir bakıma geleneksel öykülerin yapısını oluşturan kişinin kendisini tanıyarak yücelmesini anımsatmaktadır. Yazar, kişinin kendisini bulması sırasın- da yozlaşmadan, aydındaki aşağılık duygusuna, yitip giden değerlere kadar çok yönlü bir hesaplaşmaya girişir ve sorunun çözümünün Doğu’ya özgü değerlerle Batı akılcılığının sentezi ile mümkün olacağı yargısına ulaşır. Tamamen üst-kurmaca bir özellik taşıyan Yeni Hayat’ta belli bir zaman ve yer- den de söz edilemez. Anlatılanlar, belli bir zamanda değil, kahramanın iç dünya- sında başlar ve biter. Mekân ise “Viranbağ”, “ışıktan bir ülke”, “dönüşü olmayan ülke”, “altın ülke” sözleriyle nitelenen “ölümle hayatın, anlam ile hareketin, zaman- la rastlantının, ışıkla mutluluğun birbirine karıştığı” simgesel bir ülkedir. Postmodern bir roman olan Yeni Hayat, alışılmış roman anlayışının biçim ve pratiklerinden ilk kopuşu da ifade etmektedir. Öykünün kendisinden ziyade öy- künün anlatılması üzerinde duran roman, bir bakıma modern sanatın sınırlarını ironi ve nihilizmle yıkmaya çalışmaktadır. Yine Orhan Pamuk, kahramanının iç evreninde yaptığı yolculuklardan ve bu yolculuklar sırasında verdiği mesajlardan, zaman içinde olgunlaşmış, belli bir kıvama ulaşmış değerlerden hareketle başarılı bir roman yazılacağının da yolunu göstermektedir. Orhan Pamuk’un bir babaanneyle torunlarının ilişkileri üzerine kurulan ve birbirine zıt görüşleri olan kahramanlarının iç dünyalarını ve birbirlerine yaban- cılaşmalarını sorgulayan romanı Sessiz Ev’in (1983) ardından yayımlanan Kara Kitap (1990) romanı da romancılığımız açısından üzerinde durulmağa değer eserlerdendir. Romanı yapısalcı bir dikkatle inceleyen Korkmaz’ın saptaması ye- 9. Ünite - Modern Söylem ve 1980 Sonrası Türk Romanı 191 rindedir. Ona göre Kara Kitap, “Modern zihniyet ve teknolojik ilerlemenin kötücül bir faturası gibi görülen insanî kültürün kalıplaştırılarak tekleştirilmesi’ne karşı este- tik bir tepkinin ürünü olarak görülebilir.” (Korkmaz, Türk Yurdu, 153-154). Romanda yer alan kişiler, eşyalar/objeler ve kavramlar ayrıştırıldığında birtakım simgesel değerler olduğu ortaya çıkar. Romanın başında verilen Şeyh Galib’i çağ- rıştıran Galip, Mevlana’yı çağrıştıran Celâl ve Diyar-ı Kalb’i çağrıştıran Şehrikalp gibi simgesel isimler ile okuyucu, Doğu anlatı türlerinin evreninde yolculuk yapa- cağını fark eder. Galip, romanda Şehrikalp apartmanına gitmeye çalışırken okuyucu Şeyh Galib’in Hüsn ü Aşk’taki kişisi Aşk’ın Diyar-ı Kalb’e gitme serüvenini anımsar. Galip ile Rüya’nın serüveninde Galip’in Hüsn ü Aşk’ı okurken Rüya’ya âşık olması gibi. Berna Moran’ın değerlendirmesiyle romanda Galip’in Rüya’yı ve Celâl’i aramak için İstanbul sokaklarında gezinmesi, Hüsn ü Aşk ve Mantık’ut Tayr kahramanları- nın yolculuklarını ve bu gezinti sırasında verilen öykü parçacıkları ise Binbir Gece Masalları’nın, Kelile ve Dimne’nin anlatım tekniğini anımsatır. Bu tekniği, Batı ro- manının kimi örneklerinde söz gelişi Ulysses’de, Odysseus’un serüvenleri, Manken- ler Cehennemi diye tanıtılan gizli mahzenlerdeki çeşitli kimlikleri sembolize eden mankenlerle Dante’nin İlahi Komedya’sının Cehennem bölümündeki günahkârları, pavyonda toplananların birer öykü anlattığı sahne ile Dekameron’u- aramak da mümkündür ama yazar, nedense bu kaynakları pek gündeme getirmek istemez. Karşılaştırmaya devam edelim. Mantık’ut Tayr’da ve Hüsn ü Aşk’ta verilen yolcu- luk, kişinin yolculuk sırasında kendi ben’ini bulması, olgunlaşmasına hizmet eder. Kara Kitap’ın asli kişisi Galip ise yazarlık bilincine ulaşır, yazma yeteneğine kavuşur. Galip, Şehrikalp apartmanına ulaştığında uzun zamandır aradığı Celâl’e dönüşür ve böylece gerçek kişiliğini kazanır, yani kendini bulur (Moran, 1994:103). Doğu edebiyatına özgü motiflerin kullanıldığı romanda verilen her değer, simge- sel özellikler taşımaktadır. Şeyh Galib’in Hün ü Aşk’ından Binbir Gece Masalları’na, Attar’ın Mantıku’t Tayr’ına, Mevlâna’nın Mesnevi’sine kadar geleneksel metinlerin anlatım biçimleri, romanın da tekniğini oluşturmaktadır. Romanın ana izleği ise günümüzde değerlerinden koptuğu için çevresinden soyutlanan, bu yüzden de yal- nızlaşan insanın kendini bulması, kendisi olması çevresinde şekillenir. İnsanın kendini bulma çabaları içinde gösterilen çıkış yolu evdir. Apartmanı temsil eden ve “karanlık yüzlü insanlar”, “kimliksiz kalabalık”, “sahipsiz dirsekler ve bacaklar” söz gruplarıyla ifade edilen insanların karşısına evi çıkarır. Yazarın, evi, yüceltilmiş değerler simgesi olarak seçmesi boşuna değildir. Korkmaz’ın söy- leyişiyle ev, “insan olarak var olduğumuz, kök saldığımız bir dünya köşesi” olması yanında, “doğal sıcaklığın ve sevginin (de) sembolü”dür. Yazar, bu zıtlığı Şehrikalp apartmanı aracılığıyla verir. Bu apartman çarpık sanayileşmenin sonucu olarak katlar hâlinde satılmış, her katı farklı mesleklere mensup insanlar tarafından birer atölye, büro hâline getirilmiştir. Yani eve ait bütün sıcak çağrışımlar, çarpık sana- yileşmenin ve yozlaşmanın sonucuna bağlı olarak yok edilmiştir. Bu değişim, bir tür doğal dengenin insan aleyhine bozulması olarak da düşünülebilir. Bu apart- manda dostlukların, sıcak aile ilişkilerinin yerini “yabancılaşma, kalabalıklaşma ve yığınlaşma” almıştır (Korkmaz, Türk Yurdu, 153-154). Kara Kitap, asli kişisinin serüveni içinde görünen ile görünmeyen arasındaki zıtlık, düş ile gerçek, metin ile okur ilişkisi gibi edebiyatla ilgili pek çok sorun ya- nında taklide dayalı batılılaşma sorunlarını da gündeme taşır. Romanın bir yerinde verilen kitap kurdu Şehzade’nin öyküsü ile manken ustası Bedii Usta’nın serüveni içinde Türk kimliğinden uzaklaşmış kişilerin yozlaşma düzeyine dikkat çekilir. 192 Çağdaş Türk Romanı

Sonuç olarak Kara Kitap, tüm postmodern romanlarda olduğu gibi öyküden ziyade öykünün anlatım serüvenini işleyen tekniği yanında, geleneksel anlatı türlerinden yararlanarak modern bir roman yazılacağının da yolunu gösteren ve Türk romancılığında yeni ufuklar açan bir romandır. Yine Kara Kitap, “kişinin kendini arama/bulma çabasını, derin bir varlık olarak irdeleyen yazar, ayrıca; çev- re-insan, çevre-dünya sorunsalına da gönderme yaparak, insanı evrensel bir bütün- lük içinde kavramaya çalış(masıyla)” (Korkmaz, Türk Yurdu, 153-154) üzerinde kafa yorulması gereken bir romandır. Orhan Pamuk, tarihsel roman özellikleri taşıyan Beyaz Kale’de (1985) Osman- lı Devleti’nin görkemli dönemlerinde Venedikli bir bilim adamının ilgi alanları ve görünüşü bakımından kendisine çok benzeyen bir Türk’ün önce kölesi sonra dostluğunu ve güvenini kazanarak danışmanı oluşunu, birbirlerini kültürleriyle etkilemelerini, Beyaz Kale’nin fethini gerçekleştirecek silah tasarımlarını ve bu yolda düşsel serüvenler yaşamalarını anlatır. Doğu’ya özgü metaforlardan yararla- narak düş ile gerçeğin sınırlarını bulmaya çalışan ve varlık problemini sorgulayan Beyaz Kale (Sayın, 1997: 215) ve konusunu Doğu Anadolu’nun sınır kentlerinden birinde geçen aşk öyküsünden alan Kar romanları, yazarın arayışlarını sürdürdü- ğünü göstermesi bakımından dikkate değer. Toplumsal sorunları ve bu sorunlar içinde başat bir yer tutan kadınların birey- sel dertlerini ele alanlardan biri de Pınar Kür (d.1943)’dür. Çağdaş kadın yazarla- rın yaptığı gibi kadınların eylemci yanlarını öne çıkaran Kür, onların özgürlükle- rini elde etmeleri için sadece sınıfsal mücadeleyi yeterli görmez, bunun yanında siyasal çatışmaları da işaret eder. Öte yandan romanlarında yaşadığı zamandan ve mekândan şikâyet eden kişilerinin iç dünyalarındaki huzursuzlukları, birtakım açmazları, yalnızlıkları birey-toplum değerleri uyuşmazlığında ele alır. Ama her- hangi bir çözüme ulaşmaz. Pınar Kür’ün ‘Çağına tanıklık eden romanlar’ başlıklı ünitede tanıttığımız, 12 Mart döneminin olumsuzluklarını anlattığı Yarın Yarın romanı dışında; konusu- nu bir süre aralarında bulunduğu tiyatro çevresinden aldığı ve sanat-insan iliş- kilerini öyküleştirdiği Küçük Oyuncu ile müstehcen olduğu iddiasıyla kovuştur- maya uğrayan ve bir süre yasaklanan Bitmeyen Aşk romanlarından sonra kaleme aldığı iki romanı, onun romancılığındaki yerini belirlemesi bakımından, üzerinde durulmaya değer. Pınar Kür, 1979 yılında yayımladığı Asılacak Kadın romanı, cinsel bakımdan sömürülen ve sonunda cinayete sürüklenen genç bir kadının, Melek’in serüveni- ni konu alır. Her gerçeğin görünen ve görünmeyen iki yüzünün olduğunu ama insanların daha çok bir yüzüne bakıp yargılama kolaylığını benimsedikleri için gerçekte suçsuz nice kişileri haksız yere mahkûm ettikleri temel düşüncesinden yola çıkar. Zengin çağrışım dünyasıyla toplumsal eleştiri yüklediği romanında ya- şamı başkaları tarafından yönlendirilen hasta ruhlu bir adamın cinsel sapkınlık- larına alet edilen bir kadın ile kadını bu yola itenler ve bu çıkmazdan kurtarmaya çalışanlar olmak üzere üç farklı söylem geliştirir. Asılacak Kadın, kısaca, cahillik, bencillik, bağnazlık, kimsesizlik ve çaresizliğin kıskacındaki bir genç kadının hü- zünlü yaşamının öyküsüdür. Pınar Kür, Asılacak Kadın’dan on yıl sonra polisiye türünün tekniklerinden ya- rarlanarak kaleme aldığı Bir Cinayet Romanı’nda bir yandan okuru, türün gereği olarak, heyecanlandırırken öte yandan kurmaca metin ile gerçeklik arasındaki ince çizgiye dikkati çeker. Ancak romanın benzerlerinden ayrılan en önemli yanı hem içinde bir cinayet işlenen olaya hem de türe özgü söz kalıplarına, anlatım tekniğine 9. Ünite - Modern Söylem ve 1980 Sonrası Türk Romanı 193 ve oluşum serüvenine yer vermesi. Romandaki olayların Moran’ın söyleyişiyle bir “iç-roman” diye niteleyeceğimiz “Ölümün Vazgeçilmez Çekiciliği” adlı başka bir ro- manın yazılışı ile iç içe/bir arada yürütülmesi, romanı bir üstkurmaca metin hâline getirir. Daha yerinde bir söyleyişle Kür, dış dünyayla ilintili yaşamı değil, anlatının serüvenini verir. Romanın sonunda sözünü ettiğimiz bu iç-roman tamamlanmaz ama bu romana katkıda bulunanların yazdıkları aracılığıyla, başta roman yazarı ve aynı zamanda romanın önemli kişilerinden Akın Erkan olmak üzere, farklı cinayet planları sunan öteki kişilerin de ruhsal dünyalarını tanıma fırsatı buluruz. Roma- nın asıl yükünü dedektif görevi üstlenmiş Emin Köklü çekmektedir. Yazar kimi zaman okuru şaşırtmak için simgesel adlardan yararlanarak romanı “kurmacanın çözümlendiği bir dedektif romanı” hâline sokar (Moran, 1994: 110). Romanda, kurmaca ile gerçeklik arasında üç farklı dünyadan söz etmek müm- kün: Bunlardan ilki yazarın, bizlerin içinde yaşadığımız dış dünya; ikincisi bu dış dünyadan yansıyan kurmaca dünya; üçüncüsü ise kurmaca dünyanın kişilerinden Akın tarafından kurgulanan ve kurmaca içinde kurmaca dünya diye de adlandı- rabileceğimiz üstkurmaca dünya. Bu üçüncü katmana dedektif Emin Köklü’nün yazmakta olduğu alternatif romanı da eklemek mümkün. Buna göre romanın ikinci katmanındaki kurmaca dünya, yani Bir Cinayet Romanı’nın dünyası, üçün- cü katmana göre gerçek bir dünya olarak sunuluyor okura. Bu yüzden okur hem Pınar Kür’ün kaleme aldığı romanın hem de roman kişilerinden Akın’ın yazdığı iç-romanın kişilerinin ve olay örgüsünün kurmaca ya da gerçek oluşu konusunda sık sık kuşkuya kapılır. Burada yani romanın üçüncü katmanında iki kişinin Akın ile dedektif Emin Köklü’nün çatışması olay örgüsü içinde gündemde tutulur. Bir çeşit cinayet romanı yazarlığından doğan ve rekabete dayalı bir mücadele. Akın, geçmişte yaşadığı kadınlık onurunu zedeleyen bir olay ile bağlantılı olarak roma- nını kurgularken matematik profesörü Emin Köklü onun geçmişini bildiği için ona şantaj yaparak evlenmeye zorlar. Bir Cinayet Romanı, tüm postmodern ro- manlarda olduğu gibi “çok sonuçlu ya da sonuçsuz bitişiyle; yazarla tartışan, rolle- rine itiraz eden, romanı ele geçirerek yazarın kendisini roman kişisine dönüştürmek isteyen karakterleriyle” (Moran, 1994: 110-117) romancılığımız için önemli durak noktalarından biridir. Yazarın Bir Cinayet Romanı’nın bir çeşit devamı niteliğindeki Sonuncu Sonba- har ve uzun bir aradan sonra yazdığı son romanı Cinayet Fakültesi’nde yine bir ci- nayetin çözümlenmesi çevresinde postmodern üslup ve biçim endişesi ön planda. Kişiler, Yarın Yarın’dan, Bir Cinayet Romanı’ndan tanıdık insanlar. Kimi zaman birbirleriyle bağlantılı, kimi zaman farklı ortamlarda geçen karmaşık olaylar yu- mağı içinde bu kez emekli olup köşesine çekilen matematik profesörü dedektif Emin Köklü yine cinayet çözme görevini üstleniyor. Türk romanında farklı bir ekolü temsil eden Bilge Karasu (1930-1995), öy- kücülükle romancılığı bir arada yürüttüğü eserlerinde sevgi, dostluk, tutku, kor- ku, ölüm, bireyin ezilmesi, inanç ve baskı çatışması, başkaldırma ve boyun eğme gibi temel izlekleri özgün bir söz dizimiyle işler. Karasu, uzun öykü hüviyetindeki Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı’nda âdeta kendi içine bir yolculuk yaparak okuru kendi yanına çeker. İlkin inanç sorgulamasıyla başlar eserine. Sonra farklı yorum- lar getirerek yaşamı çok yönlü olarak irdeler, bunu yaparken okuyucunun kendi- ni sorgulamasına zemin hazırlar. Sonuçta okur, farkına varmadan kendi yargıcı olur. Masal olarak adlandırdığı Göçmüş Kediler Bahçesi’nde korkular, acılar içinde bunalan kişisini masalların gizemli dünyasında yücelterek yeniden var olmanın hazzını ve yolunu sezdirir. Birbirinden bağımsız gibi görünen ama bütüncül açı- 194 Çağdaş Türk Romanı

dan bakıldığında fantastik bir roman izlenimi uyandıran Göçmüş Kediler Bahçesi imgesel anlatımın tüm özelliklerini bünyesinde taşır. Karasu öteki eserlerinde ol- duğu gibi küçük ayrıntılara inen dikkatiyle, iç içe bölümlenen ve çoğalan imgesel uzantılarıyla ve hepsinden önemlisi dilsel şöleniyle bir oyun oynar okuruyla. Ama tüm eserlerinin derin yapısı, ölüm ana izleği ve ölüm ile ilgili çağrışımsal izlek- lerle örülmüştür. Yazarın yazgısıyla da paralel olarak ağır ağır yaklaşan ölüm her satırda okura sezdirilir. Okur, ironi ile saçmanın bir arada yürütüldüğü silik bir alanda ve puslu bir havada iz sürmeye çalışır ama bir süre sonra izler birbirine karıştığından ya da bilinçli olarak ortadan kaldırıldığından bilinmezler dünya- sının içinde korkulu ve sonu belirsiz bir serüvene girer. İnsan yerine nesnelerin öne çıkarıldığı bu ortamda yalnızlıktan ve korkudan hem huzursuz olur hem de bu huzursuzluğun gizemli hazzını yaşar. Yazarın anlatımıyla “kendi damarlarını emerek beslenen bir korku”dur bu. Karasu, hakkında çok konuşulan romanı Gece’de düş ile gerçeği birleştirir. An- latılanların yer yer yazarın yaşam öyküsüyle örtüştüğü romanda eylemden çok düşünce ön plandadır ama olayların akışı içinde sezdirilen 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerini anımsayabilen okurlar, anlatılanların gerçek yaşamla yakından ilgili olduğunu kolayca fark edebiliyor. Ne var ki Karasu sadece ülkemizin sorunlarıyla kendisini sınırlamıyor; gece işçilerinin yaptıklarını betimleyen cümleler, okuyu- cuyu baskı rejimlerinin evrensel tarihine götürüyor. Kimi eleştirmenlerin postmodern roman, kimilerinin “kilitli roman” olarak nitelediği Gece, simgelerin çok kullanıldığı kapalı bir romandır. Anlatılanların yorumlanması ve algılanması birtakım şifrelerin çözümlenmesine bağlıdır (İp- şiroğlu, 1998: 45). Söz gelişi romanın adı sadece günün bir dilimi olan bir zaman parçası değil, kapıların tekmelenip insanların sorgulamaya götürüldüğü, tutuk- landığı bir dönemi de simgeler; hatta romanın sıkıntı, korku, ölüm, yalnızlık... gibi zengin bir imgelem dünyası da vardır. Karasu, alegorik anlatımıyla, farklı an- latıcılardan yararlanarak hatta okuru da olayların içine sokarak kişilik kırılmaları içinde ve yeri geldikçe parçaları birleştirerek bunu başarıyor. Bu açıdan bakılınca roman, umutla umutsuzluğun/korkunun, geçmişle şimdinin ve geleceğin buluş- tuğu noktada zengin bir imgelem dünyası sunuyor biz okurlara. Romanda kul- lanılan anlatıcılara gelince, Karasu bu konuda da farklı yöntemler dener. “Ben” ögesinin öne çıktığı romanda çoğu kez okuru da olayların içine katarak ben’in sorgulamasını yapar. Bu yüzden yüzeysel bakıldığında dikkat çekecek ve romanın sonuna kadar takip edebileceğimiz bir karakter göremeyiz. Roman, Gece/Gecenin Bekçileri ile Gündüz/Güneşin Hareketi gibi birbirine zıt iki zamanın çatışması üzerine kurulmuştur. Çatışmanın birinci halkasındakiler ikincileri yok etmeye çalışır. Ancak bu kutupluluk çoğu zaman iç içe verilerek gönderme yapılan dönemdeki kişilik parçalanmaları ve çözülmeleri yapılmaya çalışılır. Gecenin ve Gece Bekçilerinin saldığı korku, Gündüzü ve Güneşi de et- kileyerek tüm zamana hâkim olur. Gece, gücünü her şeyi gizleyen ve görünmez kılan karanlığın gücünden alır. Korku, bu güç sayesinde büyür ve yaygınlaşır. Karasu, fazla öne çıkarmasa da gece ile ölüm korkusunu vermeye çalışmıştır. Yirmi dört saat ile sınırlanan bu zaman dilimi insan ömrü ile karşılaştırıldığında öğlenden sonrası, ölüme adım adım yaklaşılan bir dönemdir. Gece ise bu adım- ların sıklaştığı ve ölüm korkusunun yoğun olarak duyulduğu bir zaman parçası- dır. Bu yüzden Gece’de betimlenen yerler, soğuk ve kasvetlidir. Yoğun bir şekil- de sıralanan sıfatlar, gündelik yaşamın bir parçası hâline gelmiş korkuyu bütün acımasızlığıyla sezdirir. Karasu’nun Gece’de denediği tekniklerden biri de farklı 9. Ünite - Modern Söylem ve 1980 Sonrası Türk Romanı 195 anlatıcılar kullanmasıdır. Öyle ki kimi zaman anlatıcılar ile yazarın/yazar anlatı- cının birbirine karıştığı olur. Olaylar kimin tarafından, kime naklediliyor? Fazla net değildir. Çoğu zaman karakterlerin yerini simgeler almıştır. Bu yüzden kapalı bir anlatım söz konusudur. Kişiler, sürrealist tablolardaki gibi parçalı, deforme ol- muş yüzleriyle okurun karşısına çıkarlar. Yine bu kişiler sık sık şekil değiştirirler. Zamanın kullanılışına gelince, çizgisel zaman yerini ‘anlık duyarlılıklar’a bırakır ancak bu ‘an’ tüm roman boyunca geçmişi, şimdiyi ve geleceği kuşatır. ‘Kapalı’ metinlerin yazarı olarak tanınan Karasu, bir cambaz gibi âdeta dil- le oynar. “Her tümce yaşamla birlikte biter.” düşüncesinden yola çıkarak İkinci Yenicilerin şiirde yaptıklarını roman ve öykülerinde gerçekleştirir. Karanlıklarla örülü Gece’nin gerçeğinde dilin gündelik sınırlarının dışına çıkarak düş gücünün ve anlatımın sınırlarını zorlar. Karanlık ortamda dilin kıpırdanışını sezdirir (Yal- sızuçanlar, 2004). Bilge Karasu’nun son romanı Kılavuz, polisiye ve fantastik unsurların kullanıl- dığı üstkurmaca bir roman. Romanın dış yapısı, tatil yapmak için bir sahil kasaba- sına on beş günlüğüne gelen Uğur adlı bir gencin bir gazete ilanına cevap vererek Mümtaz adlı yaşlı bir adama refakatçi olması ve bu süre içinde yaşadığı/tanık ol- duğu gizemli olaylar, hemcinsleriyle yaşadığı sıradışı ilişkiler üzerine kurgulan- mış. Üç bölümden meydana gelen romanın birinci bölümü kahramanın Mümtaz Bey’in evinde geçirdiği ilk güne; ikinci bölüm, romanda önemli bir fonksiyonu olan on üçüncü güne; üçüncü bölüm ise son iki güne ayrılmış. Romanı “fantastiği içeren ve tür olarak gotik ile polisiye karışımı bir anlatı” olarak niteleyen Berna Moran’a göre Kılavuz’u bilinen gerçekçi romanlardan ayıran iki önemli özelliği var: Biri “anlatının kurmaca olarak kendi üzerinde duran üst kurmaca yönü”, diğe- ri “insan ilişkilerine eğilen yönü” (Moran, 1994: 119-120). Bilge Karasu, birtakım fantastik, gizemli ve doğaüstü/şaşırtıcı olaylarla yük- lediği romanını okunabilir kılmak ve gerilim unsurunu canlı tutmak için bir yandan polisiye romanların klasik yöntemlerinden/motiflerinden/simgelerinden yararlanmış, bir yandan da Kılavuz’un labirentlerinde dolaştırmak suretiyle oku- ru kurmaca dünyanın içine katmıştır. Ancak Karasu, polisiye romanların zıddına gizemli olayların tamamını çözümlemeyerek gerçeğin sorgulamasını da yapar. Karasu’nun romanını benzerlerinden ayıran bir başka özelliği ise kurmaca içinde bir başka kurmacaya yer vermesi. Şöyle ki, roman asli kişisi hem olayları yaşayan Karasu’nun yarattığı kurmaca dünyanın kişisi hem de yaşadıklarını öyküleştiren bir yazar olarak okurun karşısına çıkar. Yazar, iç roman olarak niteleyebileceğimiz asli kişisinin yazdıklarına zaman zaman birtakım açıklamalar ve yorumlar getire- rek Kılavuz’daki gerçeklik duygusunu artırmıştır. Romanlarında klasik anlatım tekniklerinden saparak bilinç akışı, iç mono- log gibi yeni anlatım teknikleriyle kendine özgü bir yol tutturan Adalet Ağaoğlu (d.1929), ilk romanı Ölmeye Yatmak’tan itibaren yayımladığı Fikrimin İnce Gülü, Bir Düğün Gecesi (Sedat Simavi Vakfı Ödülü 1979, Orhan Kemal ve Madaralı Roman Armağanı 1980), Yaz Sonu, Üç Beş Kişi, Hayır, Ruh Üşümesi, Romantik Bir Viyana Yazı ve Gece Hayatım’a kadar tüm romanlarında toplumun değişik katlarından seçtiği kişileri aracılığıyla 1950’li yıllardan itibaren Türk toplumun- da görülen sosyal ve düşünsel değişiklikleri, toplumun alt katlarındaki kişilerin, özellikle çağdaşlaşma sürecindeki kadınların yaşam serüvenleri içinde iyi haz- medilmemiş yozlaşma düzeyindeki batılılaşmayı, köksüz ve özümsenmemiş mo- dernizmi, kaba sloganlara dayalı ulusçuluğu, 12 Mart’ın, 12 Eylül’ün demokratik olmayan uygulamalarını, sömürü aracı olarak kullanılan sermaye birikimini, Av- 196 Çağdaş Türk Romanı

rupa ülkelerine çalışmaya giden gurbetçiler ve sorunlarını, 70’li yıllardan itibaren uzun zaman gündemi tutan sağ-sol çatışmalarını eleştirel gerçekçi bir yaklaşımla biraz da ironik bir anlatımla ele alır. Ağaoğlu’nun romanları arasında anlatım tekniği bakımından önemli bir yeri olan Bir Düğün Gecesi’nden kısaca söz edelim. Moran’ın da yerinde saptadığı gibi roman, bir yanıyla 12 Mart dönemini işleyen romanlar arasında yer almasına rağ- men daha çok modernist özellikler taşır. Romanda 70’li yıllarda Türk toplumunun genel bir tablosunu sunan Ağaoğlu, dönemin askerden bürokrata, iş adamından avukata devrimcisinden gericisine kadar farklı üst düzey görevlerde bulunmuş, farklı dünya görüşlerine sahip tiplerini bir düğünde buluşturur. İlerici-gerici ku- tupluluğu üzerine kurulmuş romana asıl estetik boyut kazandıran, konusundan ya da yapısından ziyade anlatıcıyı tamamen ortadan kaldıran ve onun yerine Türk romanında belki ilk kez “bağımsız iç konuşma” yönteminin denendiği anlatım tekniğidir. Bu tekniği şöyle açıklamak mümkün: Birinci kişi ağzından verilen bu konuşma, bilinen iç konuşma yöntemlerinden biraz farklı. Ağaoğlu düğün salonu- nu bir tiyatro sahnesi olarak düşünmüş. Bu sahnede yer alan kişiler sırayla kendi içlerinden konuşuyorlar ama bu konuşmalarını diğer kişiler duyamıyorlar. Ko- nuşmaların Ömer adında bir merkez yansıtıcısı var. Üniversitede iktisat profesörü olan ve devrimci olarak sunulan bu kişi, bütün karşılıklı konuşmalarda değişme- yen taraflardan biridir. Bu kişi aynı zamanda yazarın sözcülüğünü de üstleniyor. Konuşmalar, tıpkı projektörün yer değiştirmesi gibi asli kişi merkezde olmak üze- re ve onun zihninden geçenlerle bağlantılı olarak düğünde bulunanlar arasında yer değiştiriyor. Başka bir söyleyişle her bölüm asli kişi ile düğündeki birinin iç konuşması şeklinde cereyan etmektedir. Bütün bölümler Ömer’in iç konuşmasıy- la başlar onun seçtiği ya da onun zihninden geçirdiği kişinin konuşmasıyla devam eder. Sonra projektör, bir başkasına tutulur. Ömer’in romandaki bir başka özelliği roman yazma çabası içinde olmasıdır. Zaten bu tür romanları “araç değil amaç” olarak nitelememizin sebebi de buradan gelmektedir. Böylece Ömer, gözlemleriy- le ve bakışlarını odakladığı düğün sakinlerini içsel bir tarzda konuşturarak onla- rın duygularını açığa vurmalarını sağlamaktadır. Ağaoğlu zaman zaman bu iç konuşma yönteminin sıkıcılığını hafifletmek için anı defterinden yararlanır. Ama bunun da bir oyun olduğu ve ortada anı defteri diye bir şeyin olmadığı, asli kişinin tüm anlatılanları zihninde yarattığı konuşma- nın sonunda ortaya çıkar. Bölüm değişmeleri ise asli kişinin konuşması ve dü- ğünden birinin iç konuşmasıyla gerçekleşir. Bununla yazar, 70’li yıllar Türkiye’sini simgesel olarak temsil eden bu insanların kuşku ve tedirginlik içinde bulundukla- rına, aralarında iletişim kopukluğu olduğuna da işaret etmektedir. Ağaoğlu romanında farklı zihniyetteki insan panoraması çizmesine rağmen sağ-sol diye iki kutuplu bir çatışma üzerine kurar romanını. Ama onun asıl amacı, sağcılardan çok sol görüşlü aydınların içinde bulundukları durumu, yanılgılarını ve açmazlarını vermektir. Bu yüzden sağcı ya da romandaki nitelemesiyle “ge- rici” olarak tanımladığı kişileri yüzeysel ve kabaca tanımlamaktan ileri gitmez. Kimi zaman da yine asli kişi Ömer’in zihinsel konuşmalarıyla genel bir panorama çizilir. Ağaoğlu’nun iç dünyalarını ayrıntılı olarak ve iç konuşmalarıyla bize sun- dukları ise devrime inanmış ama aynı düşünceyi paylaştıkları kişilerin ihanetine uğramış ya da dışlanmış ve yalnız bırakılmış kişilerdir. İşte yazar bu dışlanmanın nedenleri üzerinde dururken ya da bu nedenleri sorgularken her birinin dışlan- ma sebebinin temelinde sevgisizliğin, güvensizliğin ve bilgisizliğin etkili olduğu sonucuna ulaşır. Tüm kişilerin değişik ölçeklerde eleştirisinin yapıldığı romanda 9. Ünite - Modern Söylem ve 1980 Sonrası Türk Romanı 197 tek olumlu tip, emeğiyle geçinen kendisi gelmeyip düğün salonuna gönderdiği kır çiçekleriyle katılan solcu Ali Usta’dır. Ağaoğlu, romanın sonunda iki önemli izleği ön plana çıkarır: “İletişimsizlik” ve iç-dış uyumsuzluğundan kaynaklanan “karşıtlık”. Bu düşüncesini kişilerin iç ko- nuşmayı benimsemeleriyle de sezdirir. Nitekim roman kişilerinin hepsi birbiriyle çatışma hâlindedir ve aralarında iletişim eksikliği vardır. Öte yandan birbirlerine sahte dostluk gösterilerinde bulunsalar da roman kişilerinden hiçbirinin gerçek duygularını yansıtmadığı; mutsuz, tedirgin ve kuşku içinde oldukları verilmeye çalışılmıştır. Tüm bu olumsuzluklara rağmen romanın sonlarına doğru karamsar- lığın yerini kısmi bir iyimserliğe bırakması, yazarın “ben” yerine “biz”e yöneldiği- ni göstermektedir (Moran, 37-47, özet). Ağaoğlu’nun tipik bir 12 Mart romanı olan Ruh Üşümesi romanında, iç ko- nuşma ve bilinç akışı gibi anlatma teknikleri, sahneleme gibi gösterme teknikleri yoluyla birbirini tanımayan bir kadın ve erkeğin bir lokantada ayrı ayrı masalar- da birbirleriyle ilgili hayal kurmaları ancak geçmişteki olumsuz deneyimlerinden dolayı bu hayallerinden vazgeçmeleri anlatılır. Adları verilmeyen kadının ve erke- ğin iç konuşmalarından geçmişte 12 Mart öncesi olaylara karışmış, hayal kırıklık- ları, acılar yaşamış ve yaptıklarının diyetini fazlasıyla ödemiş oldukları anlaşılıyor. Ağaoğlu, çağdaş Türk roman ve öykü yazarlarının zaman zaman denedikleri bu anlatım tekniklerini farklı ve modern anlatım teknikleriyle destekleyerek ve zen- ginleştirerek anlatımına özgünlük kazandırmıştır. Onun romanlarını farklı kılan da geliştirilmiş bu iç konuşma tekniğidir. Şiirsel üslubuyla ve geleneksel anlatma formlarından yararlanarak oluşturdu- ğu özgün anlatım tekniğiyle kendinden söz ettirenlerden Latife Tekin (d.1957), geçmişten günümüze uzanan çizgide meydana gelen daha çok popüler ve tartış- maya açık konular üzerine oturttuğu siyasal içerikli romanları ile dikkat çeker. Dış dünyadan gözlemleriyle elde ettiği verileri bilinen anlamlarından soyutlayıp onla- ra yeni anlamlar yüklediği Berci Kristin Çöp Masalları’nda yoksulluğu metaforik dil malzemesiyle ve masal ögeleriyle zenginleştirerek sunar. Unutma ve anımsa- ma üzerine kurguladığı son romanı Unutma Bahçesi’nde ise yine aynı anlatım yöntemlerini kullanarak yazıldığı dönemin sanat ortamını ve siyasal olaylarını ele alır. Onun Gece Dersleri, Buzdan Kılıçlar, Aşk İşaretleri dışında yayımlandığı yıl- larda fantastik anlatı yöntemini kullandığı için pek çok eleştiri aldığı Sevgili Arsız Ölüm romanı anlatım teknikleri bakımından üzerinde durulmaya değer. Yazar bu romanında kentin kenar semtlerinde fabrika atıkları, çöp yığınları için- de yaşamlarını sürdürmeye çalışan köyden göçmüş bir ailenin hurafelerle şekillen- miş yaşamını, zamanla aydınlanan bireylerinin aileden kopuşunu ironik bir üslupla anlatır. Kendisiyle yapılan bir masabaşı konuşmasında amacının, sadece geleneksel anlatma formlarını modern romana uyarlayarak “yeni bir biçim geliştirme”den iba- ret olduğunu söylemektedir ki Sevgili Arsız Ölüm’ü klasik romana özgü anlatma tekniğinden ayıran da bu özelliğidir. Geleneksel anlatma formlarında zamanın ve mekânın önemsiz olduğunu, kişilerin ruhsal durumlarını vermekten ziyade eylem- lerinin anlatıldığını, ayrıca olayların sebep sonuç ilişkisine göre kurgulanmadığını biliyoruz. Latife Tekin’in romanında da klasik romana özgü bu tür unsurların öne- mini yitirdiği belki arka planda kaldığı görülmektedir. İlk bakışta dağınık ve birbi- rinden kopuk bir hâlde verilen Huvat ailesinin öykü parçaları birleştirildiği zaman iki ana izleğin ortaya çıktığı görülür: Bunlardan ilkini, şiddet ve baskının egemen olduğu ailenin yoksulluk içinde geçen yaşam mücadelesi ve hurafelerle şekillenmiş inanç dünyası; öteki ise aldığı eğitim sonucu bu inanç dünyasına karşı çıkarak aile- 198 Çağdaş Türk Romanı

den ve doğal olarak inançlarından kopan, aynı zamanda romanın ideolojik mesajı- nı da yüklenmiş Dirmit’in aydınlanışı oluşturur (Moran, 1994: 75-91). Latife Tekin, kendi yaşamından izler taşıyan bu romanında, ailenin boş inanç- lara açık yanını ailenin despot babası Huvat ile romanın asli kişi konumundaki -zira her olay parçasında o vardır annesi Atiye temsil eder. Yazar, roman türünün sınırlarını zorlayarak ve geleneksel anlatma formlarını modern romana uyarla- yarak fantastik roman denilen yeni bir türün yolunu açarken öyküsünü anlattı- ğı aile bireylerinin inanç dünyasını ve davranışlarını karikatürize ederek bir aile dramından mizahi bir roman çıkarmayı başarır. Gürsel Korat’ın anlatımıyla Latife Tekin’in romanlarında “Masal diliyle roman dili, devrimci söylemle dindar söylem dramatik kurgunun alışılmış akışı dışında çağrışımsal diziler hâlinde akıp gidiyor ve tamamen kendine özgü özel bir söylev düzeni oluşturuluyor.” (Korat, 1998:329). Edebiyatımıza fantastik gerçekçilikle giren Nazlı Eray (d. 1945), 1981 yılında yayımlanan ilk romanı Pasifik Günleri’nden (1981) son romanı Sis Kelebekleri’ne kadar düş ile gerçek arasında daha çok fantastik gerçekçiliğin gizemli ve düşsel dünyasına götürür okuru. İmparator Çay Bahçesi ve Aşkı Giyinen Adam’da okuru düş ile gerçeğin kesiştiği birbirinden tamamen farklı mekânlarda, düş ülkeleri- nin sisli ve gizemli labirentlerinde dolaştırarak varlık sorununu ve ötesini sor- gular. Eray’ın fantastik ögeleri yoğunlukla kullandığı romanlardan biri de Arzu Sapağında İnecek Var adını taşır. Roman Ankara’da Nazlı Eray’ın evinde birbiriyle ilişkisi olmayan farklı zamanlarda yaşamış, farklı kimliklere sahip kişilerin kendi- siyle söyleşi yapmaya gelmeleriyle başlar. Sonra Eray ve erkek arkadaşı zamanda ve mekânda yaptıkları yolculuklar sırasında kendilerini bir diskotekte Mari An- toinette ve Fransız Devrimi’nde görev alan ünlü kişilerle dans ederken bulurlar. Eray, romanda okuru şaşırtmaya devam eder. Kimi zaman kendilerini romanın yazıldığı dönemden robotların denetimindeki otuz yıl sonrasının Nevyork’unda bulurlar. Eray, bilim kurgusal unsurlarla yüklü bu atmosferden geleneksel anlat- ma formlarının dünyasına, cinlere hükmeden Cinci Hoca’nın doğaüstü ve gizemli dünyasına geçer. Ne var ki Eray, okuru postmodern ama daha çok fantastiğin uç noktalarında ve bir tür kurmaca oyunu içinde dolaştırırken söylemlerini felsefi düşüncelere açmadığı için serüvenin sınırını aşamaz. Nazlı Eray, ödüllü romanı Aşkı Giyinen Adam’da (Yunus Nadi Edebiyat Ödülü) tarot kartları aracılığıyla fantastik gerçekçiliğin farklı bir yansımasını sunar okura. Fal ustası Dürnev Hanım’ın salonu zamanın ve gerçeğin sınırlarını zorlayan gi- zemli, olağanüstü ve fantastik dünyaya ait kişilerle dolar. Yazar bu kişileri ustalıkla konuşturarak/betimleyerek/öyküleştirerek düşsel yolculuklarına okuru da ortak eder. Elyazması Rüyalar’da fantastik ile ironiyi dış dünyanın gerçekliğiyle uzlaştır- maya çalışan Eray, Ayışığı Sofrası’nda okuru düş gücünün sınır tanımaz evreninde gezdirir. Bundan yaklaşık iki bin yıl önce bir mağarada üç yüz yıl uyuyan ‘Yedi Uyurlar’ı günümüz Ankara’sına taşır. Yaşadıkları toplumun yozlaşmış değerleriyle uzlaşamayan günümüz insanı ile iki bin yıl öncesinin insanlarını ortak paydada buluşturur ve aradaki uzun mesafeye rağmen hüzün, korku, yalnızlık, değerlerin yozlaşması, gerçek ile çıkarların uyuşmazlığı bakımından değişen pek bir şey ol- madığını göstermeğe çalışır. Masal motiflerinden ve düşsel fantezilerden yararla- narak oluşturduğu Uyku İstasyonu’nda gerçek ile gerçeküstünü bir araya getirerek farklı bir dünya kurar. Otobiyografik karakterli son romanı Sis Kelebekleri’nde gün- cel ile tarihi, düş ile gerçeği bir noktada buluşturur: Ankara/Mamak’ın iç karartıcı mekânlarından Sinop’un cezaevini anımsatan bir otel odasına kadar uzanan bir yolculuk. Ünlü Sinop Cezaevi’nden ve burada bir süre kalmış olan dedesinden öte- 9. Ünite - Modern Söylem ve 1980 Sonrası Türk Romanı 199 ki bilinen ünlü tutuklulara kadar pek çok insan kalabalığı ve bu insanların yaşam serüvenleri... çağrışımsal olarak okura izlettirilir. Yazar, tutukevini ve burada yaşa- nanları bilinç akışı, montaj, gösterme gibi yöntemlerle anımsatırken Türkiye’nin yakın geçmişinde yaşanan sosyal ve siyasal olaylara da gönderme yapar. Roman yazarın öteki romanlarında olduğu üzere sonsuz özgürlük özlemini dile getiren bir başka mekâna yapacağı yolculukla sona erer. Eray’ın sağlam kurgulu ve zen- gin düş gücüne dayanan öteki romanlarının adları şöyle: Orpheé, Deniz Kenarında Pazartesi, Aşk Artık Burada Oturmuyor, Ay Falcısı, Kuş Kafesindeki Tenör, Yıldızlar Mektup Yazar, Uyku İstasyonu, Aşık Papağan Barı, Örümceğin Kitabı. Yetmişli yıllardan itibaren Nezihe Meriç’in, Ayla Kutlu’nun, Sevgi Soysal’ın, Fü- ruzan Tekil’in, Pınar Kür’ün başlattıkları kadın sorunlarını işleyen roman yazma modasına İnci Aral (d. 1944) da katılır. İlk romanı Ölü Erkek Kuşlar (Yunus Nadi Roman Ödülü-1991) ve Yeni Yalan Zamanlar’da kadın duyarlığını, kadın kim- liğini, geleneksel ahlaki değerler karşısındaki özgürlük sorunlarını ve erkeklerle olan ilişkilerini yalın, akıcı ve dilsel bir oyun hâline getirdiği şiirsel üslupla anlatır. Aral’ın üç yıl aradan sonra yayımladığı olumlu eleştiriler alan Hiçbir Aşk Hiçbir Ölüm romanı, gençliğini hoyratça harcamış ve yaşlandıkça kendisiyle hesaplaş- maya başlamış bir anne ile aldatıldığı için boşanmanın eşiğinde bulunan kızının kırılma noktasındaki ilişkilerini konu alır. Yazar, bu iki kadını ve ilişki içinde ol- dukları erkekleri mutsuz eden sorunları zengin içsel konuşmalarla sorgularken yaşamları bir yerde kesişen farklı yaşam felsefelerine sahip bu kişileri ölüm ger- çeğinde buluşturur. Bir ilaç firmasının ‘siparişi’ üzerine kaleme aldığı, bir kadının menapoz dönemini anlatan otobiyografik karakterli İçimde Kuşlar Göçüyor’dan sonra yayımladığı Mor’da 68 kuşağının ateşli solcusu, 80 sonrasının ise önemli iş adamı İlhan’ın yaşamının olgunluk döneminde kendisinden otuz yaş küçük bir genç kızın yasak aşkına yönelişi ve tekdüze bir hâl alan evliliğini sonlandırma çabalarını konu alır. Olayların şimdi’sinin yirmi dört saat içine sıkıştırıldığı ro- man, ayrıntılara ve gözleme yer veren geri dönüşlerle genişleyerek kırk yıllık bir zamana yayılır. Aral, yaşamına yeni bir sayfa açmak isteyen asli kişisinin iç çatış- malarını verirken aynı zamanda çevresinde yer alan ve hepsinin farklı öyküleri olan kişilerin çıkar ilişkilerini bir potada birleştirerek bu öykülerden bir trajedi çıkarmayı başarır. Aral, önceki romanlarından farklı olarak bu romanında okuru yenilik, değişme, güçlü olma arzusu, sevgi, korku, yalnızlık gibi erkek dünyasının karmaşık köşelerinde ama elinden geldiğince nesnel kalarak dolaştırır. Yer yer öne çıkan ve abartılı olarak verilen cinsel ögeler romanların doğallığını bozsa da iç konuşma tekniği, ustaca kurulmuş denge, dilsel oyunlar, geri dönüşlerle sağlanan hareketlilik ve yalınlık romanlara akıcılık kazandırmaktadır. Yazarın Yeni Yalan Zamanlar romanı ile ilgili olarak İnci Enginün’ün aşağıya aldığım yargısını tüm romanları için genelleştirmek mümkün:

“İtiraf etmeliyim ki yazarın oyuncusunu davet ettiği serüven, okuma, düşünme, par- çaları bir araya getirme serüvenine katılmaya değer. Herkes bu hikâye yazısını istiyor. Herkesin katkısı var. Toplumu oluşturan kesimlerin işbirliği ile bir yeni yalan zaman- lar oluşmuş.” (Enginün, 2000: 296).

Düşsel romanlarıyla ünlenen Buket Uzuner (d. 1955), ilk romanı İki Yeşil Su- samuru Anneleri, Babaları, Sevgilileri ve Diğerleri adını taşıyan romanında oku- ru bir kadının düşsel ve fantastik dünyasına götürür. Roman adını, Hint kökenli İngiliz H. H. Munro’nun, insanlar ölünce dünyadaki yaptıklarına ve kişiliklerine 200 Çağdaş Türk Romanı

göre alt sınıftan bir canlıya dönüşecekleri, öykü kişisinin de bir susamuru olmak istediğini söylediği Laura adlı öyküsünden alır. Roman, 90’lı yıllarda moda olan post-modern romanların bildik kurgusunu anımsatmaktadır. Olaylar zinciri mes- leğinin mimar olduğunu öğrendiğimiz Nilsu adlı bir kadının kendi yaşam öykü- sünü anlatan bir dosyayı yazara vermesiyle başlar. Bundan hem Nilsu’nun yaşam öyküsü hem de yazarın başka bir kurgu ile olayı öykülemesi bir arada yürütülür. Görünüşte iki yazarı olan romanın olay örgüsü, Nilsu’nun öyküsünün bittiği yer- de birleşir ve Uzuner’in doğal olarak okurun öğrendiklerine göre olayların seyri de değişir. Aşk-yalnızlık, intihar-yaşama bağlılık gibi zıtlıklar üzerine kurulu olan romanda asli kişi Nilsu, kendisine model aldığı çağdaş bir kadın olan arkadaşı Selen’in de yardımıyla sorunlarının altında ezilmeden ayakta durabilen, çalışan, eğitimli çağdaş bir kadını temsil etmektedir. Yaşamına giren farklı mesleklere ve kimliklere sahip erkeklerle yaptığı evliliklerden sonra karşısına idealize edilmiş Teoman çıkar. Kısaca Teo olarak tanıtılan bu kişinin geçmişi, ailesi ve yaşam fel- sefesi bakımından Nilsu ile çok yerde örtüşür. Yeşiller partisine mensup Teo’nun Nilsu’ya yaptığı teklif, birlikte yeşil susamuru olmaktır. Buket Uzuner, iki kadının dünyasından insanları, aileleri, çevreyi ve genel olarak insanlığı sorguladığı bu romanında klasik roman kalıplarının dışına çıkarak olay örgüsünü bir bilmece hâline getirir. Zaten onun amacı da roman kahramanlarıyla okuru kâh yaklaştırıp kâh aralarını açarak aradaki boşlukların okur tarafından doldurulmasını sağla- maktır. Bunu da büyük ölçüde başarır. İki Yeşil Susamuru’nun devamı niteliğindeki Kumral Ada-Mavi Tuna romanının olay örgüsü, birbirine paralel iki çizgi üzerinde gelişir. Hem asli kişi Tuna’nın son- suz aşkı hem de onun bilincini romanın sonuna kadar sürekli meşgul eden iç savaş kâbusu birlikte yürütülür. Roman, geri dönüşlerle ve metaforik bir anlatım tekniğiy- le, farklı seslere yer veren polifonik yapısıyla, Türk aydının önemli bir problemini oluşturan yurtseverlik, ulusalcılık gibi söylemlerin içini sevgi ve düşünce ile dol- durduğu modern bir ulusçuluğu sezdiren düşünce yapısıyla okurun karşısına çıkar. Buket Uzuner’in Uzun Beyaz Bulut-Gelibolu romanı, adını, Anzakların ataları Maorilerin dilinde geçen Aotearoa sözcüğünden, konusunu ise Yeni Zelanda’dan gelen Viki adlı bir genç kadının Çanakkale Savaşlarında pek çok yararlıklar gös- termiş bir Türk gazisinin kendi dedesi olduğunu iddia eden ve söz konusu gazinin torunu avukat Ali Osman ile aralarında başlayan aşktan alır. Uzuner, roman ile ilgili olarak kendisiyle yapılan söyleşilerde pek çok araştırmanın sonucunda oluş- turduğu bu romanda zaman zaman gündeme getirdiği ulusalcılık ve emperyalizm arasındaki kutupluluğu sezdirirken hem ulusalcılığın dar kabuğunu kırar hem de aynı kişiyi kahraman ilan eden iki ulusu ortak paydada, insanlığın evrensel de- ğerlerinde birleştirir. Roman tekniği açısından olay örgüsünün iki farklı kimliği temsil eden iki kahramanın bakış açısı ve serüveni içinden ortak değerler çıkarır- ken kaba, içi boşaltılmış sloganlara dayalı ulusalcı söylemlerle ulusal bütünlüğün korunamayacağının da altını çizer. İlk romanı Pinhan’ı 1997 yılında yayımlayan Elif Şafak (d. 1971), aldığı Mevlâna ödülüyle hem bu türdeki yeteneğini kanıtlar hem de izleyeceği yolu belir- ler. Tarih ile fantezinin karıştığı kimi eleştirmenlerin “masal” olarak niteledikleri (Türkeş, 1998: 17-18) Pinhan’ı değerler çatışması yaşayan ve bunalan kent insanı- nın iç çatışmalarını işlediği Şehrin Aynaları, Mahrem (2000 TYB Roman Ödülü) izledi. 2002 yılında yayımlanan Bit Palas’ta Memduh Şevket’in Ayaşlı ve Kiracıları romanında yaptığı gibi Bonbon Palas adını verdiği bir mekânda farklı amaçlar için buluşan insanların kişilikleri, birbirleriyle ve çevreleriyle olan ilişkileri, içsel 9. Ünite - Modern Söylem ve 1980 Sonrası Türk Romanı 201 serüvenleri aracılığıyla günümüz Türkiye’sinden farklı ve çarpıcı insan manzara- ları sunan Şafak, Araf’ta kimlik bunalımını ve çatışmasını ele almaktadır. İlkin İngilizce sonra Türkçe yayımlanan ve olumlu olumsuz pek çok eleştiriye hedef olan Araf romanı, merkezde doktora yapmak üzere ABD’nin Boston kentine ge- len Ömer Özsipahioğlu olmak üzere farklı din, çevre ve kültürel kimliklere sahip, farklı mizaçlardaki roman kişilerinin eğitim için geldikleri bu ülkede yaşadıkları serüvenleri ve bu serüvenleri sırasında kendilerine yabancılaşmalarını işler. Ken- dilerini arafta yani boşlukta hisseden bu insanların, Batı uygarlığı karşısındaki ça- resizlik ve ezilmişlik duyguları onları iki kimlikli ama ikisini de özümseyememiş, kişiliksiz bir duruma sokar. Yazar, romandaki olayların akışı içinde kahramanla- rın yenilgilerinin sebeplerini ulusal kültürden yoksun olmalarına bağlar. Nitekim, başlangıçta önceki kimliklerinden kurtulmaya çalışan bu insanlar, aradan zaman geçtikçe ön yargılarından kurtulacak ve yozlaşmalarının sebeplerini sorgulaya- caklardır. Son romanı Baba ve Piç’te ise geçen yüzyılın başlarına kadar uzanan geniş bir zaman koridoru içinde, yıllar önce ABD’ye yerleşmiş Ermeni bir ailenin, ‘öteki’nin bakış açısından günümüz Türkiye’sine göndermelerde bulunur. Öykü ve romanları pek çok yabancı dile çevrilmiş olan Nedim Gürsel (d.1951), ilk romanı Uzun Sürmüş Bir Yaz’dan (1976 TDK roman ödülü) başlayarak bütün eserlerinde farklı anlatım tekniklerini denemesiyle ve şiirsel üslubuyla dikkati çe- ker. TDK Roman Ödüllü’nü kazanan Uzun Sürmüş Bir Yaz’da roman kişileri 12 Mart uygulamalarının bireylerin ruhsal dünyalarında yaptığı olumsuz etkilerin- den/yıkımından çocukluklarının büyülü dünyasına sığınarak kurtulurlar. Gürsel, konusunu ilk gençlik dönemi aşklarından, avarelik yılları serüvenlerinden alan yarı otobiyografik romanı İlk Kadın’da okurunu otantik ve tarihsel dekoru için- de İstanbul’un şiirsel iklimlerinde dolaştırır. Konusunu İstanbul’da geçen bir aşk- tan alan ve yan yana iki çizgide geliştirilen tarihsel romanı Boğazkesen (Fatih’in Romanı)’de bir yandan Fatih’in döneminden aydınlık rüzgârlar estirirken bir yandan da Fatih’in özel yaşamını tartışmaya açar. Bu arada romanın olay örgü- sü içinde kurmaca dünyaya ait yazarının günümüzdeki aşk serüveni de paralel yürütülür. Boğazkesen’in bir çeşit devamı niteliğinde olan Resimli Dünya’da ise Fatih’in resmini yapan ünlü İtalyan ressam Gentile Bellini’nin resminden yola çı- karak okurunu dönemin Venedik’i ile İstanbul’unun düşsel dünyasında dolaştırır. Biyografi yazarı olarak ünlenen ve öyküleme tekniğini kullanan Ayşe Kulin (d. 1941), biyografi karakterli ilk romanı Adı: Aylin’de kökleri Giritli Mustafa Naili Paşa’ya kadar uzanan bir ailenin kızı olan Aylin Devrimel’in prenseslikten ABD ordusundaki albaylık görevine uzanan fırtınalı yaşamını; aynı tarz ve teknikteki Füreya’da ilk kadın seramik sanatçısı Füreyya’nın renkli ve zengin ayrıntılarla dolu yaşamını, Boşnak-Sırp çatışmasının bir fon olarak kullanıldığı Sevdalinka’da ise kadın kahramanının bakış açısından ele aldığı kadın erkek ilişkisini, bu ilişki- lerden doğan yanlış evlilikleri, pişmanlıkları... Türkiye’nin son yirmi beş yıldaki sosyal ve siyasal olayları çevresinde öyküleştirir. Yazarın belgesel roman özelliği taşıyan Köprü romanı, Doğu illerimizden Erzincan’da farklı inançlara sahip iki insanın, Mevlüt ile Elmas’ın ilişkileri çevre- sinde Kemaliye köprüsünün yapım aşamaları, Başbağlar’a yapılan terörist saldırı- lar ve köprü yapımını gerçekleştirmek için Erzincan valisinin bürokrasi ile yaptığı mücadelelerini, son romanı Nefes Nefese’de ise İkinci Dünya Savaşı sırasında yüz- lerce Yahudiyi soykırımdan kurtaran Türk diplomatlarının özverili çalışmalarını, Demokrat parti iktidarının baskıcı uygulamalarını ve 27 Mayıs İhtilalini Ortaçlı ai- lesinin bireyleri arasında geçen bir aşk öyküsü çevresinde işlemektedir. Son romanı 202 Çağdaş Türk Romanı

Gece Sesleri’nde ise Egeli bir ailenin kırklı yıllardan itibaren birkaç kuşağı içine alan ve günümüze kadar uzanan çizgide yaşadıkları aile içi sorunlarını; birbirleriyle il- gili itiraf edilmemiş duygularını, pişmanlıklarını, sevgilerini ve düşmanlıklarını; yine bu dönemin siyasal ve sosyal olayları içinde yoğurarak romanlaştırır. YENİ ARAYIŞLAR: FANTASTİK, BİLİM KURGU, POLİSİYE ROMANLAR 1980 sonrası Türk romancılarının en belirgin özellikleri arayışlar içinde olma- larıdır. Bunun sonucu olarak işlenen konudan anlatım tekniklerine, polisiyeden fantastike ve bilim kurguya kadar farklı eğilimler romanlarda yankısını bulur. Bu türde eser verenler arasında İhsan Oktay Anar, Enis Batur, Can Eryümlü, Hikmet Temel Akarsu, Nazlı Eray dikkati çeken adlardır. Felsefeyi edebiyata sokan İhsan Oktay Anar (d. 1960), Puslu Kıtalar Atlası, Kitabü’l Hiyel, Efrasiyab’ın Hikâyeleri, Amat ve Suskunlar adlı romanları ile hem kurgu hem de felsefi söylemleri bakımından kısa zamanda dikkatleri üzerinde toplamayı başarır. Biri dışında konularını tarihten alan bu romanlardan Puslu Kı- talar Atlası’nda Descartes’ın Yöntem Üzerine Konuşma adlı eserinden yola çıkarak kişilerinin varlık, yokluk, hiçlik... üzerine yaptıkları düşsel yolculuklara; Kitabü’l Hiyel’de okurun karşısına hayal-gerçek çatışmasına ve güç peşinde koşanların içine düştükleri yanılgılara ve hayal kırıklıklarına yer verirken, üçüncü kitabı Efrasiyab’ın Hikâyeleri’nde de insan ömrünün sınırlı olduğundan hareketle haya- tı güzelleştirip anlamlı kılan ve sevgiyi öne çıkaran düşünsel bir önerme sunar; Amat ve Suskunlar adlarını taşıyan son iki romanında ise iyi ile kötünün ebedi çatışması içinde sınırsız güç ve ölümsüzlük peşinde koşan açgözlü kişilerin acıklı sonlarını işlemektedir. Ancak tüm romanlarına egemen olan ana düşünce şudur: Üzerinde yaşadığımız bu dünya, ölümsüzlük peşinde koşmak yerine sevgi ile daha yaşanabilir ve anlamlı kılınabilir. Anar’ın romanları adlarından kullandıkları dile, doğaüstü olaylara, dinsel ve alegorik unsurlara yer veren içeriklerine, düşünsel derinliğine, kişilerinin sim- gesel kimliklerine, geleneksel formlara ve söz kalıplarına yer veren üsluplarına, belli bir yere ve zamana bağlı olay örgülerine, ilk bakışta bağımsız gibi görünen ama sonradan ustaca birbirine bağlanan iç içe geçmiş öykücüklerine, yaşama sıkı bağlılığına, okuru olayların içine çekmesine, hatta mizahi ögelerle beslenen iro- nik üslubuna göre kimi zaman fantastik, kimi zaman polisiye, kimi zaman felsefi, kimi zaman tarihsel ama daha çok üstkurmaca bir nitelik taşırlar. Romanlarda olaylar Binbir Gece, Kırk Vezir, Tutiname, Mantıku’t Tayr, Kelile ve Dimne gibi geleneksel anlatma formlarına uygun olarak düzenlenmiştir. Buna göre ilkin çerçeve olay adını verdiğimiz ana olay anlatılır, sonra bu ana olayda yer alan kişilerin geçmişlerine uzanılarak yaşam serüvenleri ana olaya ustalıkla bağlanır ve ana olayın düğümünü bünyelerinde taşırlar. Olaylar birbirlerine tesa- düfi olaylarla ama ustaca sebepler icat edilerek bağlanır. Bu bağlantılar doğallık sınırını aşmaz. Romanların ilk bölümlerinde görülen olayların ağır ilerlemesinin doğurdu- ğu tutukluk, yoğun biçimde kullanılan gülmece ögeleri ve ironilerle giderilirken; ilerleyen bölümlerinde güldürü ögeleri azalır, buna karşın düğümlerin birbirine bağlı veya bağımsız olarak tek tek çözülmesi, her şeye rağmen, eseri okunabilir kılar. Ancak romanlarda kullanılan ve karmaşık bir oyun hâlini alan dilsel kuru- luşlar ve metinlerin tamamına sindirilmiş felsefi söylemler okurundan belli bir hazırlık ve bilgi donanımı ister. 9. Ünite - Modern Söylem ve 1980 Sonrası Türk Romanı 203

Anar’ın romanları, biri dışında tarihsel bir zemine oturmasına rağmen, tarihte geçen yaşanmış olayları ya da tarihsel sorunları ele almış değildir. Kişiler, nakil- ciler de dahil tarihte iz bırakmış kişiler değil, sıradan kurmaca dünyaya ait figür- lerdir. Hatta tarihsel kişilerin adı hemen hiç geçmez. Bu bakımdan romanlarda tarihten sadece bir atmosfer, bir arka plan oluşturmak için yararlanılır. Anar, romanda gerilimi dengeli yürütür. Ana olaya bağlanan pek çok ikincil öykü, ana olayın sonlarına doğru gerilimi oluşturan entrik unsurun çözümünde bi- rer anahtar görevi görürler. Bu bakımdan romanlar bir çeşit postmodern-polisiye özellik taşırlar. Öte yandan romanlar, en ciddi konulara ironik ve parodik üslupla yaklaşması, okuru bilinenlere karşı yabancılaştırması, metinlerarası geçişlere yer vermesi, iç içe geçmiş öyküleri, olağanüstü ile gerçeğin sınırlarında dolaşan karma- şık olayları, görselliğe yer veren biçimsel kurguları ve metnin sık sık kurmaca oldu- ğunu anımsatması ile üstkurmaca özellikler taşımaktadır (Gündüz, 2009: 41-42). Birtakım arayışlar içinde olanlardan biri de Enis Batur (d. 1952)dur. Batur’un, “Fugue Sanatı üzerine bir roman denemesi” alt başlığını taşıyan ve Batı müziği for- muna göre düzenlediği romanlar, kurgusu bakımından farklı bir deneme olarak dikkati çeker. Yazar, kimi eleştirmenlerin hem biçim hem de içerik açısından ba- şarısız buldukları (Yavuz, 10.07.2002) Acı Bilgi (2000), “Örgü Teknikleri üzerine bir roman denemesi” altbaşlığını taşıyan Elma (2001), “Sözümona Düzmece Bir Wil- helm Tell Hikâyesi” alt başlıklı Bir Varmış Bir Okmuş’tan (2002) sonra yayımladığı polisiye karakterli Kravat’ta (2003) kurmaca anlatının yapısını araştırmaya yönelik farklı bir anlatım tekniğiyle çıkar okurun karşısına. Üç bölümden meydana ge- len romanda birinci ve ikinci bölümlerde klasik anlatma formunu benimserken, üçüncü bölümde kurmaca anlatıcının yerini doğrudan yazar Enis Batur alır ve çözülemez gibi görülen gizemli olayları çözümler. Enis Batur, polisiye roman tek- niğinden yararlanarak ama bildik polisiye romanlardan tamamen farklı bir yön- temle oluşturduğu bu romanının birinci bölümünü bir reklam ajansında çalışan Ercü adlı kişinin tanıtımına ayırmışken, ikinci bölümde ajansa yeni giren AH’nin üstlendiği bir kravat reklamı için yaptığı araştırmalar ve bu araştırmalar sonunda aniden ortadan kaybolmasına kadar ki bölüm, kurmaca dünyanın mantığı ve sun- duğu olanakları içinde okura yansıtılır. Ancak Batur’un üçüncü bölümde bir ya- zar olarak olayı yönlendirmesi ve doğrudan olay içinde görev alması, kurmaca ile gerçeklik arasındaki hassas çizgiyi, yani neyin ne zaman doğru ya da yanlış olduğu sorununu tartışmaya açar ki yeniliği ve farklılığı bu özelliğinde gizlidir. Ben Zaman Tanrısı, Zamanın Bittiği Yer, Son Antlaşma, Sakız’ın Gözyaşları, Son Antlaşma, Can Eryümlü’nün yarı bilim kurgu yarı fantastik ama daha çok mitolojiyi, masal ögelerini, efsaneyi ve tarihi belli bir coğrafyada harmanladığı romanlarının adı. Yazar bu eserlerinde bilinen bilim kurgu romanlarının zıddı- na ütopyasını gelecekte değil geçmişten kurar. Bilim adamı kimlikli kişilerini bir zaman makinesi marifetiyle geçmişe gönderir. Bir masa başı konuşmasında fan- tastik romanı “olabildiğince özgür” ve “her şeyi söyleyebilir” kıldığı için seçtiğini söyleyen Eryümlü, “Eğer böyle olsaydı” varsayımıyla geçmişi kendince biçimlendi- rerek geleceği yeniden kurgulamaya çalışır. Bunu yaparken Yunan mitolojisi baş- ta olmak üzere Tevrat öykülerinden, Budizm, Maya dini ve eski Mısır dininden geniş ölçüde yararlanır. Kişileri, zaman içinde dolaşırken; birkaç istisna dışında, tarihin akışına müdahale etmekten kaçınırlar. Eryümlü, yapı ve anlatım tekniği bakımından uzun öyküyü anımsatan son eseri Kalimerhaba İzmir’de Türk-Yunan çatışmasına karşı cepheden bakar. Bir zamanlar beraber yaşadığımız ama Lozan Antlaşması sonrası ülkemizden ayrılan Yunanlıların ruhsal durumlarını, yeni va- 204 Çağdaş Türk Romanı

tanlarındaki yalnızlıklarını nostaljik sahneler içinde romanlaştırır. Kalimerhaba İzmir bu özelliğiyle yıllarca aynı coğrafyada bir arada yaşamış iki toplumun birbi- rine düşman edilişlerinin arkasındaki sebepleri de sorgulamaktadır. Yıllar sonra yeniden geçmişlerini aramak için İzmir’e dönen kimi kahramanlar, değişen ve ya- bancılaşan mekânlarda yine de zamana yenik düşmeyen sevgililerini bulmaya ve aşklarını yeniden yaşamaya çalışırlar. Eryümlü, öteki romanlarında olduğu gibi bu romanında da insanın her yerde aynı olduğunu; farklı kimliklere, kültürlere men- sup olsalar, farklı coğrafyalarda yaşasalar da insanın ortak yanlarının değişmediği gerçeğini vurgulamaya çalışır. Kayıp Kuşak ve İstanbul Dörtlüsü ana başlıklı fantastik, bilim kurgusal özellik- ler taşıyan seri romanlarından tanıdığımız Hikmet Temel Akarsu, bu eserlerin- de antikiteye ait mitolojik konuları günümüz insanının yaşamına uyarlar. Onun özellikle bir dizi oluşturan Aseksüel Koloni ya da Antiope, Siber Tragedya ya da İphigeneia, Ölümsüz Antikite... gibi romanlarında Matrix’in ütopik felsefesinden, ya da George Orwell’ın Hayvanlar Çiftliği ve 1984’ünden yola çıkarak günümüz in- sanını esir alan siberpunk kültürü ve bu kültürün sebep olacağı olumsuz sonuçlar üzerinde düşündürmeyi hedefler. Akarsu, bilgi çağı adını verdiğimiz bu dönemde bilgisayar, internet aracılığıyla bilgiyi kontrolünde tutarak özel yaşamı ve sırları- nı ortadan kaldıran egemen güçlerin insanları nasıl tutsak aldığını işlerken; bir yandan da bu büyük güç karşısında örgütlenen “modern şövalyeler”in amansız mücadelelerine dayalı karşı ütopyalarını yaratır. Öte yandan yer altı kültürü adını verdiğimiz günümüz âsi gençliğinin gizemli bir o kadar da çelişkilerle dolu ama gerçekte toplum tarafından anlaşılmayı bekleyen dünyasının da kapılarını açar. Bu roman denemelerine Kürşat Başar’ın deneme tarzında düzenlenmiş, çağ- rışımlarla ve anılarla beslenen sıradan düşünceleri birbiri ardınca ve aynı değerde sınırsız bir cümleymiş gibi sıraladığı Sen Olsaydın Yapmazdın, Biliyorum ile Celil Okur, Elif Şafak, Faruk Ulay, ve Pınar Kür’ün birinin bıraktığı yerden öteki devam ettirerek ve bir bölümünü yazarak oluşturdukları kendi ku- şaklarının ortak değerlerinde birleştikleri Beşpeşe roman denemelerini de burada anmalıyız. GENÇ KUŞAK ROMANCILAR YA DA 2000 SONRASI ROMANCILARI Bu başlık altında verilen Pek çok genç romancının ilk eserlerini verdiği 2000’li yıllar, Türk romancılığı açı- roman ve romancılarla ilgili yorumlarda (2000 sonrası sından oldukça verimli yıllar olarak düşünülebilir. Her yıl gittikçe artan katılım- romanlar hakkında) A.Ömer larla roman sayısının 2004’te 250’ye kadar ulaşması bu yargıyı doğrulamaktadır. Türkeş’in sahaf@pandora com. tr’de “Kitap Eleştirileri” genel Sözünü ettiğimiz bu romancılardan kimileri edebiyatı içsel bir boşalma olarak başlığı altında yayımlanmış gördüklerinden, çoklukla öz yaşam öyküsel bir anlatım yolunu benimserken; an- yazılarından ve Cumhuriyet Kitap, Radikal Kitap’taki latma sanatında neyin anlatıldığının değil nasıl anlatıldığının önem taşıdığı bi- kitap eleştirilerinden lincinde olan kimileri de nitelikli romanlarıyla dikkat çekerler. Bunun bilincin- yararlanılmıştır. de olan 2000’li yılların romancılarından farklı adlar altında kümelendirdiğimiz Gökçen Yılmaztürk (Aralık Roman), Cahide Birgül Sesveren (Ah Tutku Beni Öldürür müsün?), Tahir Abacı (Adı Senfoni Kalsın)... başarılı anlatım teknikleri, modernist ve post-modernist akımlara bağlı sağlam kurgulu romanlarıyla uzun süre edebiyat ve sanat dergilerinin gündeminde kalmayı başarırlar. Süheyla Acar (Yağmurun Yedi Yüzü), Tuna Kiremitçi (Git Kendini Çok Sevdirmeden, Bu İşte Bir Yalnızlık Var), Nazan Bekiroğlu (Yusuf ile Züleyha), Ayşegül Devecioğlu (Kuş Diline Öykünen) gibi kimileri kadın sorunlarını farklı bakış açılarıyla işleyen ro- manlar yazarken; Mehmet Uzun (Dicle’nin Sesi), Handan Öztürk (Doğunun Çıp- 9. Ünite - Modern Söylem ve 1980 Sonrası Türk Romanı 205 lak Kadınları), Kaya Sancar (Aşkın ve Kaderin Kitabı)... gibi kimi yazarlar Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun bölgesel sorunlarını gündeme taşır; Kemal Selçuk (Ay Aşkları), Halim Bahadır (Gördüm Dokundum ve Sevdim) uzun zamandır ilgi görmeyen Reşat Nuri’nin başlattığı idealist öğretmenlerin Anadolu’nun çeşitli yerlerindeki serüvenlerini konu alan romanlar yazarlar. Barış Bıçakçı, (Herkes Herkesle Dostmuş Gibi, Bizim Büyük Çaresizliğimiz), Gaye Boralıoğlu (Meçhul), Tolga Gümüşay (Pembe Tuvalet), Erkan Karagöz (Rus Kızı Vasilisayla, Yüreği- nin Seyirdiği Andır Aşk), Deniz Günal (Işıltılı Venüs), Yekta Kopan (İçimde Kim Var?), Ali Ecer (Ayın En Güzel Hali), Aydilge Sarp (Altın Aşk Vuruşu), Attila Şenkon (Ten Yükü, Bütün Düşler Nazlı’dır, Gökkuşağına İki Bilet), Bedirhan Top- rak (Dün Gördüm Gece Bir Rüya)... gibi kimileri 80 sonrası idealleri, enerjisi tü- kenmiş, ümitlerini yitirmiş üniversite gençliğinin kimlik arayışlarını ve gelecek endişelerini işleyen romanlara yönelirler. Bu başlık altında yukarıda farklı kümelenmeler içinde verdiğimiz romanlara ek olarak genç kuşak romancılardan Halil Gökhan’ın Konuşan Kadın’ını, Necati Göksel’in olumlu eleştiriler alan serüven romanı hüviyetindeki Hayat Askıda’sını, Osman Özbaş’ın şiirsel bir üslupla ve folklorik ögelerle donattığı Dağ Sürgünleri’ni, Önder Saraloğlu’nun seksen kuşağının varoluş çabalarını dile getiren Cennet Sevgilim’ini, roman ve öyküleri İsveç’te en çok okunanlar arasında yer alan Hakan Nesser’in ruh çözümlemeci romanı Karambol’ünü, nihilist bir edebiyatın sözcü- lüğünü yapan Bülent Akyürek’in sert söylemli ve ironik anlatımlı Uragan romanı ile kalabalık mekânlardaki ve sokak aralarındaki silik, unutulmuş insanların ya- şamlarından kesitler sunduğu mizahi karakterli biraz da hüzünlü romanı Ve Tanrı Ağladı romanını, Ali Osman Ölmez’in sahip oldukları ile düşledikleri arasındaki zıtlıklar, tükenen ümitler, ruhsal çöküntüler üzerine kurduğu İki Buçuk ile aynı izlekleri işleyen Şebnem İşigüzel’in Çöplük romanlarını, Sevinç Çokum’un 80’li yıllarda geçen olayları, ideolojilerin yerini alan yeni değerleri mizahi ve ironik bir üslupla eleştirdiği Gece Rüzgârları’nı, akademisyen Zehra İpşiroğlu’nun otobi- yografik karakterli İzler: Orada ve Burada romanını, Perihan Mağden’in birlikte yaşamak zorunda kalan farklı çevrelerden gelmiş, farklı kültürlere sahip iki genç kızın kendilerini aramalarını işlediği İki Genç Kızın Romanı’nı, Selçuk Altun’un batı kültürü ile yetişmiş eğitimli ve varlıklı bir gencin kendi kültürünü ve kimli- ğini aramasını konu alan Yalnızlık Gittiğin Yoldan Gelir ve Cemil Kavukçu’nun üniversite öğrencisi taşralı bir gencin büyük kent yalnızlığını, uyumsuzluğunu ve iç dünyasındaki çatışmaları ironik bir dille işlediği Suda Bulanık Düşler ro- manlarını; Oray Eğin’in farklı dünyalara mensup iki insanın aşkını işlediği Kal ile İlhan Uçkan’ın aşk, büyü, tılsım gibi ana izlekler çevresinde ele aldığı töre romanı hüviyetindeki Aşk Büyüsü’nü, zaman zaman kaba bir cinselliğe kaçsa da romanlarında kadın sorunlarını işleyen ve kadının toplumdaki yerini belirlemeye çalışan Neşe Cehiz’in Olmasaydı Senin de Adın romanını, Göksel Yılmaz’ın aşk ve dostluk üzerine kurgulanmış olan ve postmodern özellikler taşıyan Tanrının Zamanı’nı, Onur Caymaz’ın kültür kaynakları ve konumları farklı iki insanın imkânsız aşklarını alt tabakadan aldığı insan manzaraları içinde sunduğu Seni Hatırlatan Yıldızlar’ını da anmamız gerek. Bu adlardan ikinci baharını yaşamak isteyen ama düşledikleri ile yaşadıkları arasında sıkışıp kalan kahramanın ruhsal dünyasına farklı bir bakış getiren Celal Hafifbilek’in anı-roman türünün başarılı örneklerinden Ve Sevgili Rozika romanı, Anadolu’nun sosyal yapısını ve toplumsal yaşamını bir taşra kasabasında ecza- cılık yapan büyük kent kültürüyle yetişmiş kadın kahramanının bakış açısından 206 Çağdaş Türk Romanı

nakleden Emel Ebcioğlu’nun Sağlık Eczanesi romanı, yaşamın tekdüzeliği ve yal- nızlık duygusu içinde karşı cinsle sürdürülen ilişkiye farklı yorumlar getiren Atilla Birkiye’nin Aşk Üçlemesi’, 80 sonrası kuşağın bunalımlarını ve açmazlarını şiirsel bir anlatımla işleyen Halil Gökhan’ın Yedinci romanı ile düşsel bir ortamda Ege kıyılarında yaşanan bir aşk öyküsünü anı tadında ve çocuk dünyasından yansıtan Habip Bektaş’ın Cennetin Arka Bahçesi romanı dikkate değer çalışmalardır. Sayıları yüzleri aşan bu adların hepsini dilin kullanılışı, üslup, içerik, anlatım tekniği ve kurgu bakımından usta romancı addetmek elbette doğru değil. Ancak niceliksel bakımından dikkati çeken bu yoğunluk çağdaş Türk romanının nere- den nereye geldiğini göstermesi bakımından oldukça anlamlıdır. SONUÇ 1960-2000 yılları, hızlı bir değişim yaşayan Türk toplumunda roman yazarları bakımından verimli yıllar olmuştur. Medyayı da arkasına alan yazarlar/romancı- lar, öne çıkan gazeteci-yazar kimlikleriyle eserlerinin niteliksel yanını ve romancı kimliklerini gölgede bırakırlar. Özellikle 80’li yıllardan itibaren depolitize olan toplumsal yapı, gerçeklerden uzakta, tepkisiz ve duyarsız biraz da dönemin ni- metlerine boyun eğmiş bir yazar ve okur kitlesi oluşturur. Ancak, bu 40 yıl içeri- sinde iyi şeyler de olmuştur. Ülkenin hızlı bir değişim yaşadığı, ihtilaller, muhtı- ralar siyasal dalgalanmalar gördüğü bu dönemde yaşananların pek çoğu, estetik bakımdan düzeysizliklerine rağmen, romanlarda yankısını bulmakta gecikme- miştir. Tüm kurumlarıyla ve çatışmalarıyla toplumsal yaşam; toplumdaki değişim süreci ve bu süreçte yaşananlar; Anadolu coğrafyası ve sorunları ile birlikte köy yaşamı; bu yaşamın yerel renkleri, kültürel ve folklorik zenginlikleri; batılılaşma ve çağdaşlaşma serüveninde yaşanan kimlik sorunu, geçiş dönemi bunalımları; eski kurumlarla onların yerini alanlar arasındaki değişim/dönüşüm sancıları/ça- tışmaları, bozulan değer yargıları ile yeni bir kimlik edinme çabaları; ara rejimler, ihtilaller ve değişen değer yargıları; köylü kimliğinden kentli ve sanayi toplumuna geçiş sürecinde yaşananlar; sanayileşme ile gelen göç, emek-sermaye, işçi-işveren ilişkileri/çatışmaları ayrıntılarıyla romanlara yansımıştır. Öte yandan postmo- dern, modernist, fantastik roman akımları farklı biçim ve anlatım teknikleri de- nenerek hatta geleneksel anlatma formlarından da yararlanarak romanlarda uy- gulanmıştır. Bu yüzden romana gösterilen ilgi, öteki edebî türleri geride bırakmış ve niceliksel olarak inanılmaz boyutlara ulaşmıştır. 9. Ünite - Modern Söylem ve 1980 Sonrası Türk Romanı 207

Özet Çağdaş Türk romanındaki gelişmeleri, açılımları Çağdaş Türk romanının bulunduğu yeri ve 1 ve önemli romancıları değerlendirebilmek 4 günümüz romancılarını saptayabilmek 1950’li yıllardan itibaren Türk romancılarının 1960 sonrası Türk romanını bir bütün olarak de- gündemini tutan köy romancılığı 70’li yıllardan ğerlendirecek olursak hem nicelik hem de nite- itibaren yerini kent romancılığına bırakır. Mo- lik bakımından büyük bir atılım yaptığını söyle- dern roman tekniklerini uygulayan genç roman- mek mümkün. Özellikle 80’li yıllardan itibaren cılar, toplumsal sorunlardan bireyin iç dünyasını estetik düzeyi kısmen düşmekle beraber konu, ve ruhsal çatışmalarını yansıtan romanlara yö- izlek ve anlatım teknikleri bakımından zengin nelirler. Artık konu kısırlığı çeken ve belli izlek- bir çeşitlilik dikkati çekmektedir. Çağdaşlaşma ler arasında sıkışıp kalmış Türk romanı, insana serüveninde yaşanan kimlik bunalımı, çok par- yönelmekle zengin bir çeşitlilik kazanır. tili hayatın getirdiği yozlaşma, bütün bu kargaşa ve değişim içinde kendisine yer edinmeye ve bir Türk romanının modernleşmesi yolunda çıkış yolu bulmaya çalışan aydının ruhsal buna- 2 öncülük eden romancıları ve önemli eserlerini lımları... Kısaca toplumsal yaşam tüm kurumları listeleyebilmek ile ve yeni anlatım formları içinde romanlarda Modern anlatım tekniklerinin Türk romanına yankısını bulur. girişi 50’li yıllarda Tanpınar’la başlar. Nicelik bakımından Türk romanı büyük bir çeşitlilik ve Çağdaş roman akımlarının ayırıcı özelliklerini zenginliği yaşasa da nitelik bakımından çağdaş 5 açıklayabilmek anlatım tekniklerini romanlarına uygulayan ve 2000’li yıllar, Türk romanının niceliksel bakı- alışılmışın dışında yeni önerilerle okurun karşı- mından patlamayı yaşadığı yıllardır. Bu zengin- sına çıkan iki romancı dikkati çeker: Oğuz Atay liğin nedenlerini birkaç sebebe bağlamak müm- ve Yusuf Atılgan. kün. Bu dönemde roman yazanlardan edebiyatı içsel bir boşalma olarak gören kimileri çoklukla Çağdaş Türk romanında modern, fantastik ve özyaşamöyküsel bir anlatım yolunu benimser- 3 postmodern eğilimleri ve aralarındaki farklılıkları ken; kurmaca metinlerde neyin anlatıldığının ayırt edebilmek değil nasıl anlatıldığının önem taşıdığı bilincin- 1980’li yıllardan itibaren biraz da 12 Eylül uygu- de olan kimileri de nitelikli romanlarıyla dikkat lamaların neden olduğu depolitizasyon, kuşak çekerler. romancılarını yeni açılımlara yöneltir. Artık, za- man, mekân, olay, anlatıcı gibi geleneksel biçim anlayışı dışında, yapısalcı dil kuramlarını esas alan yeni roman ögeleri olan simgeler, mitler, yeni imgelerle örülü bir sanat anlayışı, biraz el yordamıyla da olsa, romanda uygulama alanı bulmaktadır. Romanlarda, anlatılan konudan ziyade nasıl anlatıldığı öne çıkmış, anlatım ara- cı olan dil, başlı başına romanın temel ögeleri arasında yer almıştır. Bu türde özellikle Orhan Pamuk, Adalet Ağaoğlu, Latife Tekin, Buket Uzuner, Bilge Karasu, Elif Şafak adları anılmaya değer.

208 Çağdaş Türk Romanı

Kendimizi Sınayalım 1. Konularını yurt dışına çalışmaya giden işçilerin ya- 5. Aşağıdakilerden hangisi Yusuf Atılgan’ın romancı- şamlarından alan yazarlar aşağıdakilerden hangisinde lığının özelliklerinden biri değildir? doğru olarak birlikte verilmiştir? a. Geleneksel betimlemelerden, kurgulardan ve a. Bekir Yıldız - Gülten Dayıoğlu - Adalet Ağaoğlu anlatma tekniklerinden farklı bir yol izlemesi b. Ferid Edgü -Demir Özlü -Hikmet Erhan Bener b. Romanlarında bilinç dışı, iç konuşma, geriye dö- c. Kerim Korcan - Yaman Koray - Yılmaz İncesu nüş ve leitmotif gibi zıtlıklardan yararlanması d. Burhan Günel - Adalet Ağaoğlu - Yaman Koray c. Romanlarında Marksist eğilimli düşüncelerden e. Gülten Dayıoğlu - Güven Turan - Yılmaz İncesu çokça faydalanması d. Dışarıdan duygusuz ve donmuş gibi duran ro- 2. Aşağıdaki yazar ve onların konu alanları eşleştir- man kişilerini sürpriz dokunuşlarla canlandır- melerinden hangisi doğrudur? ması a. Mehmet Kemal Kurşunoğlu - Tutukevlerindeki e. Modern psikoloji ve psikiyatrinin yöntemle- tutukluların yaşam öyküleri rinden yararlanarak bilimsel açıklamalar dile b. Kerim Korcan - Sosyalist düşünceler temelinde getirmesi devlet politikalarının karşılaştırılması c. Yılmaz İncesu - Kent insanının sorunları ve iç 6. Aşağıda verilen yazar - eser eşleştirmelerinden çatışmaları hangisi yanlıştır? d. Yaman Koray - 1960 sonrası toplumsal çatış- a. Alev Alatlı - Or’da Kimse Var mı? malar b. Adalet Ağaoğlu - Fikrimin İnce Gülü e. Yılmaz Güney - Varsıllık - yoksulluk, fabrikatör c. Yusuf Atılgan - Aylak Adam - işçi gibi sınıf çatışmaları d. Turgut Özben - Tutunamayanlar e. Nezihe Meriç - Korsan Çıkmazı 3. Konularını daha çok yakın çevresinden ve gözlem- lerinden alan, toplumdaki sıra dışı yaşayışları işleyen 7. Aşağıdakilerden hangisi Orhan Pamuk’a ait eserler- ve bu ilişkileri aşk potasında eriten romancı kişiliğe den biri değildir? sahip ve ilk romanı Destan Gönüller olan yazar aşağı- a. Kara Kitap dakilerden hangisidir? b. Cevdet Bey ve Oğulları a. Yılmaz Güney c. Yeni Hayat b. Gülten Dayıoğlu d. Sessiz Ev c. Selim İleri e. Tehlikeli Oyunlar d. Hulki Aktunç e. Sevgi Soysal 8. 12 Mart dönemini işleyen romancılar arasında yer alan, 70’li yıllarda Türk toplumunun genel bir tablosu- 4. Edebiyatın başka alanlarında ün kazanmasına rağ- nu sunan ve dönemin üst düzey askerden bürokrata, men roman yazmada bir iki denemeyle bir yıldız gibi iş adamından avukata farklı dünya görüşlerine sahip parlayıp sönen yazar aşağıdakilerden hangisidir? tipleri romanında bir araya getiren yazar ve eseri aşağı- a. Selim İleri dakilerden hangisinde verilmiştir? b. Dursun Akçam Yukarıda özellikleri verilen eser ve yazarı aşağıdakiler- c. Ferid Edgü den hangisidir? d. Nazım Hikmet a. Orhan Pamuk - Kara Kitap e. Gülten Dayıoğlu b. Adalet Ağaoğlu - Bir Düğün Gecesi c. Pınar Kür - Asılacak Kadın d. Latife Tekin - Sevgili Arsız Ölüm e. Adalet Ağaoğlu - Ölmeye Yatmak 9. Ünite - Modern Söylem ve 1980 Sonrası Türk Romanı 209

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı 9. Yazarın romanında geçen yüzyılın başlarına kadar 1. a Yanıtınız yanlış ise “Köy-Kasabanın Dar Çev- uzanan geniş bir zaman koridoru içinde, yıllar önce resinden Büyük Kentin Geniş Mekânlarına Ya ABD’ye yerleşmiş Ermeni bir ailenin, ötekinin bakış da Zamana Açılma, Mekâna Açılma ve İnsana açısından günümüz Türkiye’sine göndermelerde bu- Açılma” konusunu yeniden gözden geçiriniz. lunduğu eseri ve kim olduğu aşağıdakilerden hangisin- 2. e Yanıtınız yanlış ise “Köy-Kasabanın Dar Çev- de sırasıyla ve birlikte verilmiştir? resinden Büyük Kentin Geniş Mekânlarına Ya a. Uzun Beyaz Bulut Gelibolu - Buket Uzuner da Zamana Açılma, Mekâna Açılma ve İnsana b. Baba ve Piç - Elif Şafak Açılma” konusunu yeniden gözden geçiriniz. c. Kara Kitap - Orhan Pamuk 3. c Yanıtınız yanlış ise “Selim İleri” konusunu ye- d. Pasifik Günleri - Nazlı Eray niden gözden geçiriniz. e. Puslu Kıtalar Atlası - İhsan Oktay Anar 4. d Yanıtınız yanlış ise “Modernleşme Yolunda Yeni Adımlar Ya da Öncüler” konusunu yeni- 10. Aşağıdakilerden hangisi 2000 sonrası romancıla- den gözden geçiriniz. rından biri değildir? 5. c Yanıtınız yanlış ise “Yusuf Atılgan” konusunu a. Bilge Karasu yeniden gözden geçiriniz. b. Tahir Abacı 6. b Yanıtınız yanlış ise “Alev Alatlı” konusunuyeni- c. Mehmet Uzun den gözden geçiriniz. d. Handan Öztürk 7. e Yanıtınız yanlış ise “Orhan Pamuk” konusunu e. Kaya Sancar yeniden gözden geçiriniz. 8. b Yanıtınız yanlış ise “Adalet Ağaoğlu” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 9. b Yanıtınız yanlış ise “Elif Şafak” konusunu yeni- den gözden geçiriniz. 10. a Yanıtınız yanlış ise “Bilge Karasu” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 210 Çağdaş Türk Romanı

Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Sıra Sizde 1 Sıra Sizde 6 1970’li yıllara gelindiğinde yaklaşık yirmi yıldan beri Sorunlu kişilerinin “yalnızlık, kurtuluş umudu, hayal Türk romanını işgal eden köy konusu romanlarda göz- kırıklığı” bakımından ortak noktalar tespit eden Berna le görülür bir durgunluk görülür. Bunun en büyük ne- Moran’a göre Anayurt Oteli’nin Aylak Adam’dan ve kla- denlerinden biri, konu kısırlığının okuru bıktırır hâle sik kurgulu romanlardan ayrılan özelliğini, “yaşamın gelmesi bir başka nedeni ise köy romanı yazanların anlamsızlığını” yansıttığı “biçiminde” aramak gerekir. köylüyü yani insanı anlatmaktan ziyade köy sorunla- rını ön palana çıkararak bir figür olarak gördükleri in- Sıra Sizde 7 sanı dışlamalarıdır. Bu konuda farklı değerlendirmeler olsa da postmo- dern romanın en belirgin özelliklerini şöyle sıralamak Sıra Sizde 2 mümkün: Genç kuşak romancılar, 1960’lı yıllardan başlayarak • Klasik romanda her şeyi bilen yol gösterici aydının yerini konu kısırlığı çeken önceki kuşaktan farklı olarak ay- bu anlatıda bilgi sınırları dar bir anlatıcıya bırakılır. dın problemi çevresinde ve büyük kentin sorunları • Okuyucu bilinmezlik ve belirsizlik içine sürüklenerek çö- arasında ezilen Türk entelektüelinin bunalımlarını, za- zümden kaçınılır. manla hesaplaşmasını konu alan romanlara yönelirler. • Üst kültür ve alt kültür ayırımına karşı çıkılarak her ikisi Bu yönelişte insana, zamana ve mekâna açılmalarının bir arada verilir. ve yeni roman tekniklerini eserlerine uygulamalarının • Esere sadece kurmaca bir metin yazarın elindekilere ise etkili olduğu yadsınamaz. malzeme olarak bakılır. • Zaman zaman gerçeğin sınırları zorlanır. Sıra Sizde 3 • Sanat ile gerçek yaşam arasındaki bağlar ortadan kaldırılır. Selim İleri’nin romanlarını farklı kılan hususların ba- • Kurmaca olaylar ile birlikte romanın yazılış serüveni bir- şında toplumda saygın bir yere sahip olan kadın kahra- likte yürütülür. manlarının içsel acılarını ve yalnızlıklarını bilinç akımı • Okur eserin içine çekilerek romanın sonucunu kurgula- ve iç konuşma tekniğiyle eserlerine yansıtmış olmasıdır. maya ortak edilir. Kimi zaman okur ile diyaloğa girişilir. • Dili geleneksel anlatıma karşı kullanarak okur metne ya- Sıra Sizde 4 bancılaştırılır. Alev Alatlı, hemen tüm romanlarında kendi toplu- • Metinler arası ilişkiler bağlamında başka metinler bir mundan kopmuş aydınların kendini beğenmişliklerini, malzeme olarak kullanılır ve sık sık başka metinlere gön- mensubu bulundukları toplumu küçümsediklerinden/ derme yapılır. sorunlarına yabancı kaldıklarından çoğu kez Batı kar- • Alışılmışın dışında farklı anlatım tekniklerine yer verilir. şısında yanılgıya düştüklerini sorunu tanımlamakta • Tek bir doğru yerine bilinenlere aykırı olsa da çoğulcu bir yanıldıkları gibi hedefte de yanıldıklarını işler ve ro- doğruluk anlayışı benimsenir. manların sonunda aydını bekleyen tehlikelere işaret • Bu maddeye bağlı olarak tarih yeniden ve bilinenlerden eder. farklı olarak yorumlanır.

Sıra Sizde 5 1970’li yıllara gelindiğinde Türk romanında birtakım kıpırdanmalar dikkati çeker. Özellikle Tanpınar’ın 1950’li yıllarda kurgu ve anlatım teknikleri bakımın- dan öykü ve romanda açmış olduğu çığır, ancak 1970’li yıllara gelindiğinde takipçisini bulur: Oğuz Atay ve Yusuf Atılgan. Bu romancılar, modern anlatım teknik- leriyle postmodern romanın anımsatan kurgularıyla ve psikolojiyi romana sokmalarıyla dikkati çekerler.

9. Ünite - Modern Söylem ve 1980 Sonrası Türk Romanı 211

Yararlanılan Kaynaklar Altkitap. “Can Eryümlü ile ‘Son Antlaşma’ Üzerine Bir Söyleşi” [email protected]. Anar, İhsan Oktay. (2007). Suskunlar. İstanbul: İleti- şim Yayınları. Atılgan, Yusuf. (2000). Aylak Adam. 6.Basım, İstanbul: YKY. Ecevit, Yıldız. (2001). Türk Romanında Postmodern Açılımlar. İstanbul: İletişim Yayıncılık. Gündüz, Osman. (2009). İhsan Oktay Anar’ın Kurgu Dünyası. Ankara: Vizyon Yayınevi. Gündüz, Osman. (2008). “60 Sonrası Türk Romanı”, Türk Edebiyatı Tarihi 4. İstanbul: KTB Yayınları. Gündüz, Osman. (2008). “Romanlarımız ve Roman- cılarımız”, TYB Türkiye Kültür ve Sanat Yıllığı 2008. 184-203. Ankara: TYB Yayınları. İleri, Selim. (2006). Her Gece Bodrum. İstanbul: Do- ğan Kitap Yayınları. Kolcu, Ali İhsan. (2003). Yusuf Atılgan’ın Roman Dünyası. İstanbul: Toroslu Kitaplığı. Korat, Gürsel. (1998). “1960’tan 1998’e Romanda Yeni Yönelişler”, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı Sempozyu- mu. 22-22 Kasım 1998. Ankara: Edebiyatçılar Der- neği. Kutlu, Ayla. (1998). “Roman ve Öykünün Konu Ala- nındaki Genişlemeler”, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı Sempozyumu. 22-22 Kasım 1998. Anka- ra: Edebiyatçılar Derneği. Todorov, Tzvetan. (2004). Fantastik: Edebi Türe Yapı- sal Bir Yaklaşım. İstanbul: Metis Eleştiri. Türkeş, A. Ömer. (Şubat 2008). “Roman 2007”, Virgül. 2 (115), 14-16. Yalçın, Alemdar. (2003). “Siyasal ve Sosyal Değişme- ler Açısından” Cumhuriyet Dönemi Çağdaş Türk Romanı 1946-2000. Ankara: Akçağ Yayınları.

Sözlük 213

Sözlük A Bilim Kurgu Romanlar: Bilim ve teknik alandaki Abdülhak Şinasi Hisar: Titiz roman işçiliğiyle tanı- buluşlardan ve bu yoldaki varsayımlardan yola nan Hisar, konularını daha çok çocukluk ve ilk çıkarak gelecekte ya da bilinmeyen bir zamanda, gençlik yıllarında yakın çevresinde tanık olduğu dünyada ya da uzaydaki düşsel evrenlerde yaşa- olaylardan ve bu çevredeki insanların yaşam öykü- nabilecek olayları, “eğer böyle olsaydı” mantığına lerinden alır. göre işleyen romanlardır. Abdülhamit Düşerken: Nahit Sırrı Örik’in 1976 yı- Bir Düğün Gecesi: Adalet Ağaoğlu’nun 1979 yılında lında basılan ve Abdülhamit saltanatının yıkılış basılan romanıdır. Bir düğün gecesinde halkın de- sürecini anlatan romanıdır. ğişik kesimlerinden insanlar sunulur. Adalet Ağaoğlu: (d.1929) Ölmeye Yatmak ( 1973) Biyografi: Bir yazarın, sanatçının ya da ünlü bir kişi- Fikrimin İnce Gülü (1976) Bir Düğün Gecesi nin gerçek hayat hikâyesini anlatan yazı ya da ki- (1979) Yazsonu (1980) Üç Beş Kişi (1984) Hayır... taplara denir. Yaşam öyküsü ile aynı anlamdadır. (1987) Ruh Üşümesi (1991) Romantik Bir Viyana Eski dilde karşılığı “tercümeihâl”dir. Yazı gibi romanların yazarıdır. Biyografik Roman: Öyküleme ve betimleme teknik- Ahmet Hamdi Tanpınar: İç konuşma, bilinç akımı lerini kullanarak gerçek kişileri roman kurgusu gibi yeni ve modern anlatım tekniklerini kullan- içinde anlatan metinlere biyografik roman denir. ması, zaman ve terkip bakımından getirdiği teklif- leri, bir uygarlığa özgü değerleri vermesi ve şiirsel C-Ç üslûbu ile Türk romanında çığır açan bir roman- Cevat Şakir Kabaağaçlı: Konularını, yapmacıklıktan cıdır. uzak, renkli ve şiirsel bir üslubuyla Bodrum civa- Angaje Romanlar: Yazınsal metnin varlık sebebi olan rında geçimlerini balıkçılıktan ve süngercilikten sanatsal işlevini öteleyen ve belli bir ideoloji ya da kazanan sahil kasaba ve köylülerin yaşam serü- felsefi düşüncenin benimsetilmesini öne çıkaran/ venlerinden alır. Romanlarında Anadolu, farklı amaç edinen romanlardır. din ve kültürlere bağlı milletleri kan bağına yakın Attilâ İlhan: (15 Haziran 1925- 11 Ekim 2005), Türk bir kaynaşmayla bir araya getirmiş bir mekândır. şair, romancı, denemeci gazeteci ve eleştirmen Ciğerdelen: Safiye Erol’un 1947 yılında yayımladığı, Kurtlar Sofrası (1963) Aynanın İçindekiler Serisi konusunu Türk tarihinden alan romanıdır. Bıçağın Ucu(1973)Sırtlan Payı (1974)Yaraya Tuz Çağdaş Roman Akımları: 1930 sonrası ortaya çı- Basmak(1978) Dersaadet’te Sabah Ezanları(1981), kan toplumsal kimlikleri reddeden ve uygarlığın O Karanlıkta Biz(1988). getirdiklerini sorgulayan Franz Kafka, Samuel Allah’ın Süngüleri: Reis Paşa(2002), Gazi Paşa(2006), Beckett ve Bertold Brecht’in temsil ettikleri dışa- Fena Halde Leman (1980), Haco Hanım Vay(1984) vurumculuk; 1940’lı yıllardan itibaren görülen gibi romanları vardır. Şairliğinin yanı sıra roman- Jean Paul Sartre’ın, Simone de Beauvoir’ın, Albert lar da yazmıştır. Camus’nün öncülüğünü yaptıkları varoluşçuluk; Ayşe Kulin: (d.1941-) Adı: Aylin, Babama, Bir Gün, 1950’li yıllardan sonra ortaya çıkan ve geleneksel Foto Sabah Resimleri, Füreya, Gece Sesleri, Geniş romanın temel ögelerini ortadan kaldıran Alain Zamanlar, Güneşe Dön Yüzünü, İçimde Kızıl Bir Robbe-Grillet, Michel Butor, Claude Simon, Vir- Gül Gibi, Kardelenler, Köprü, Nefes Nefese, Sev- ginia Woolf gibi romancıların temsil ettikleri yeni dalinka gibi eserlerin yazarıdır. Cumhuriyet son- roman; modernizm sonrası/ötesi anlamına gelen rasındaki kadın yazarlarımızdandır. Veda: Esir ve geleneksel romanla ilgili tüm kuralları öteleyen Şehirde Bir Konak, Ayşe Kulin’in 2007’de yayım- postmodernizm; gerçek ile gerçek üstü arasında lanan, İstanbul’un işgali yıllarında, bir konağı ve bir çizgide duran fantastik romanlar, çağdaş roma- konakta yaşananları anlattığı romanıdır. nın öne çıkan akımlarıdır. Çağdaş Türk Romanı: 1960’lı yıllardan başlayarak B günümüze kadar uzanan bir dönemi kapsar. Ro- Betimleme: Herhangi bir varlık, yer, kişi ya da nes- mancılar, birtakım yeni roman tekniklerini uygu- nenin dış görünüşü ve özelliklerinin okuyucunun ladıkları bu dönemde, aydın problemi çevresinde zihninde canlandırabileceği biçimde ayrıntılı ola- ve büyük kentin sorunları arasında ezilen Türk rak anlatılmasıdır. Sözcüklerle resim çizmek ola- entelektüelinin bunalımlarını, zamanla hesaplaş- rak tanımlanabilir. Tasvir sözcüğüyle eş anlamlıdır. masını konu alan romanlara yönelirler. 214 Çağdaş Türk Romanı

Çağına Tanıklık Eden Romanlar: 12 Mart muhtırası Fiksiyon: Kurgu, kurgusal, kurgulama. Hayalî olanı ve 12 Eylül darbesi öncesi ve sonrasında yaşanan kurgulayarak gerçek izlenimi vermek. Yazarın ha- olayları kahramanların yaşam öyküleri çevresinde yal dünyasında oluşturduğu, gerçekte var olmayan ele alan ve bir dönemi yargılayan romanlardır. olaylar dizisi. Çoklu Bakış Açısı: Gerçekliği kahramanın/ yazarın tekelinden kurtaran, gerçeklik düzlemlerini çoğal- G tan, farklı okumalara da imkân sağlayan postmo- Gelenek: Türkçe Sözlük’te “Bir toplumda, bir toplu- dern teknik. lukta eskiden kalmış olmaları dolayısıyla saygın tutulup kuşaktan kuşağa iletilen, yaptırım gücü D olan, kültürel kalıntılar, alışkanlıklar” biçiminde Dersaadet’te Sabah Ezanları: Attila İlhan’ın 1981 yı- tanımlanır. “Anane” sözcüğüyle eş anlamlıdır. lında basılan 1919 İzmir’in işgal sürecini anlatan Gelenekçi Roman: Toplumun kültürel değerlerini romanıdır. kurmacanın dünyasına taşıyan romanlara denir. Devlet Ana: Kemal Tahir’in Osmanlı Devleti’nin he- Din, tarih, milliyet, kültür, aile ve aile içi değerleri men kurulmadan önceki durumunu anlattığı meş- yücelten bir anlayışı temsil eder. hur romanıdır. 1967’de basılmıştır. Dinî Değerler: Dinin kutsal alanına giren inanç ve Gelenekçi: “Geleneklere bağlı kimse” anlamındadır. ibadet gibi başlıklar altında gruplandırılabilecek Topluma ait tarihî, dinî ve kültürel ögeleri içine alır. değerlerdir. Her toplumun ayırıcı özelliklerini oluşturur. Yaşam tarzına yansır. Sanat yoluyla kendini ifade eder. E Edebiyat ve İdeoloji: Hayatı etkileyen ve biçimlen- H diren siyasal, kültürel ve ekonomik anlayışların Halide Edip Adıvar: (1884-1964) Millî edebiyatımı- sistemli bir düşünce hareketi olarak edebiyatla iliş- zın en ünlü kadın romancılarındandır. Seviye Ta- kisi. lip (1909), Raik’in Annesi (1910), Handan (1912), Yeni Turan (1912), Ateşten Gömlek (1922), Vurun F Kahpeye (1926), Sinekli Bakkal (1936) gibi meşhur Fantastik Romanlar: Kendi içinde tutarlı bir yapıya romanların yazarıdır. sahip olan fantastik roman gerçek ile gerçek üstü- Hasan Kayıhan (1949-): Yoklar (1975), Zincir (1977), nün buluştuğu noktada yer alır. Fantastik roman Uyanmak (1977), Acı Su (1978), Gurbet Ölümle- yazarının amacı, dış dünyaya alternatif simgesel ri (1982), Beyler Aman (1984), Sultan/Köln’de Bir bir dünya kurmaktır. Bu dünya, bilinenlerin boş- Kız (2006), Dönüş (2006) romanlarıyla gelenekçi luklarına yerleştirilmiş kişileri farklı yaşam biçim- roman yazarları arasındadır. leri, birbirleriyle ilişkileri bakımından bilinenler- Hıfzı Topuz (1923-): Meyyâle (1999), Taif’te Ölüm den farklı bir dünyadır. Fantastik gerçeklik adını (1999), Paris’te Paris’te Son Osmanlılar-Mediha Sul- verdiğimiz bu dünyaya ait olayların bir ucu masal tan ve Damat Ferit (1999), Gazi ve Fikriye (2001), ve bilim-kurgu ile sınırlı kalırken, öteki ucu gerçe- Abdülmecit (2009), Hava Kurşun Gibi Ağır (2011) ğe ulaşmayı amaç edinen polisiyeye uzanır. gibi romanlarıyla tanınan ve günümüz Türk edebi- Fatma Âliye Hanım: (1862-1924) ilk Türk kadın yatının en fazla biyografik roman yazan ismidir. romancımız. Tarihçi Ahmet Cevdet Paşa’nın kı- zıdır. Başlıca eserleri: Nisvan-ı İslâm(1892), Mu- İ hadarat(1892), Refet(1898), Udî(1899) Teracim-i İttihat ve Terakki Dönemi: Osmanlı Ahval-i Felâsife(1900), Ahmet Cevdet Paşa ve Za- İmparatorluğu’nda İkinci Meşrutiyet’in ilanına manı(1916). önayak olan ve 1889 yılında kurulup 1908-1918 Feminist Söylem: Feminizm yanlısı söyleyiş, ifade. yılları arasında kısa kesintilerle devlet yönetimine Feminizmi savunan ifadeler. hakim olan siyasî örgüt. Feminizm: Toplumda kadının haklarını çoğaltma, erkeğinkiler düzeyine çıkarma, eşitlik sağla- K ma amacını güden düşünce akımı, kadın hare- Kemal Tahir: (d.13 Mart 1910- ö.21 Nisan 1973) Türk keti. Aynı seviyede olma durumu, eşitlik, yani düşünür ve roman yazarı. Sağırdere, Esir Şehrin emansipasyon”dan anlaşılan (kadın ve erkek gibi) İnsanları, Köyün Kamburu, Yorgun Savaşçı, Dev- toplumsal gruplar arasındaki hayat koşullarındaki let Ana, Kurt Kanunu, Yol Ayrımı, Bozkırdaki eşitsizliğin asimile edilmesidir. Çekirdek, Hür Şehrin İnsanları gibi romanların Sözlük 215

yazarıdır. Eserlerinde Türk tarihinden kesitler N sunmuştur. Nahit Sırrı Örik: ( 1894-1960) Hikâyeci ve romancı. Kurmaca: Gerçek olmadığı hâlde, gerçekmiş gibi an- Kırmızı ve Siyah(1929), Sanatkârlar( 1932), Sultan latılan ve okuyucuda yaşanmış ya da yaşanabilir Hamid Düşerken(1957), Eski Zaman Kadınları izlenimi bırakan olay eksenli metinlerdir. Fictif Arasında(1958), Abdülhamit Düşerken( 1976) (fiktif), “itibari” sözcükleri ile aynı anlamdadır. gibi eserlerin yazarıdır. Masal, hikâye, roman, destan, efsane, halk hikâyesi Nazan Bekiroğlu: (d. 3 Mayıs 1957), Türk yazar ve aka- gibi türlerde karşımıza çıkar. demisyen. Nun Masalları (Öykü; Dergâh Yayınları, Küçük Ağa: Tarık Buğra’nın 1964 yılında basılan ve 1997), Şair Nigar Hanım (İnceleme; İletişim Yayın- Millî Mücadele Dönemi’ni anlattığı eseridir. ları, 1998) Halide Edip Adıvar (İnceleme; Şule Ya- Kültür: Fransızca bir kelimedir. İncelmiş bir zevk, yınları, 1999), Mor Mürekkep (Deneme; İyiadam genel bilgilere sahip olma, diğer insanlarla ilişki- Yayınları, 1999), Yûsuf İle Züleyha / Kalbin Üzerine lerinde zarif, anlayışlı ve kibar olma gibi anlamla- Titreyen Hüzün (Şark Mesnevîsi, Timaş Yayınları, ra gelir. İkinci anlamıyla bir insan topluluğunun 2000), Mavi Lâle, Yitik Lâle (Deneme, İyiadam Ya- birlikte yaşamasını sağlayan temel değerlerdir. Bu yınları, 2001, İsimle Ateş Arasında (Roman, Timaş ikinci anlamıyla kültür, insanın sosyal çevresine Yayınları, 2002), Cümle Kapısı (Deneme, Timaş ve tabiata uyumunu sağlayan araçların ve düşünce Yayınları, 2003)(TYB 2003 Yılı Deneme Ödülü), tarzlarının bütününe verilen addır. Cam Irmağı Taş Gemi (Hikâye, Timaş Yayınları, 2006) (TYB 2006 Yılı Hikâye Ödülü) Lâ Sonsuzluk L Hecesi (Roman-Mesnevi, Timaş Yayınları, 2008), Latife Tekin: (d.1957) Sevgili Arsız Ölüm (1983) Yol Hali (Deneme, Timaş Yayınları, 2010) gibi eser- Berci Kristin Çöp Masalları (1984) Gece Dersleri ler vermiştir. (1986) Buzdan Kılıçlar (1989) Aşk İşaretleri (1995) Nesnellik: Kişisel duygu, düşünce, gözlem ve izlenim- Ormanda Ölüm Yokmuş (2001) Unutma Bahçesi lere yer vermeksizin, herkesin kabul edebileceği (2004) Muinar gibi eserlerin yazarıdır. genelgeçer yaklaşım biçimidir. Batı dillerindeki karşılığı “objektivite”dir. Bilimsel bilgiler bu gruba M girer. Metinler Arasılık: “Hiçbir metin salt kendini doğu- ran veya kendini temsil eden bir metin değildir.” O-Ö ilkesine bağlı olarak bir metnin, kendinden önceki Oğuz Atay (1934-1977): Tutunamayanlar adlı roma- metinlerle açık veya örtülü bir biçimde ilişkilendi- nıyla tanınmış, 1975’te yazdığı Bir Bilim Adamı- rilmesi. nın Romanı-Mustafa İnan adlı eserle Türkiye’de Millî Değerler: Dil, vatan, millet, bayrak, hilal, tarih, biyografik roman türünün en iyi örneklerinden şehitlik, gazilik gibi kutsal nitelikte değerlerdir. birini vermiş ünlü yazar. Millî Mücadele Dönemi: 1. Dünya Savaşı’ndan Oktay Akbal: Daha çok öykü ve denemeleriyle ünle- yenik çıkan Osmanlı İmparatorluğu’nun İtilaf nen Akbal, 1950 sonrası kentleşme sorunlarının Devletleri’nce işgali sonucunda Misak-ı Millî sı- fon olarak kullandığı romanlarında mutlu çocuk- nırları içinde ülke bütünlüğünü korumak için luk ve ilk gençlik yıllarının aşklarını, serüvenlerini girişilen çok cepheli siyasi ve askerî mücadele. anı tadında öyküleştirir. 1919-1922 yılları arasında gerçekleşmiş ve11 Ekim Öyküleme: Olay ya da olay örgüsü çevresinde gerçek- 1922’de imzalanan Mudanya Mütarekesi ile fiilen leştirilen bir anlatım tekniğidir. Olay için kişilere 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması ihtiyaç vardır. Kişilerin başından geçen olayı, an- ile resmen sona eren dönemdir. latıcı öyküleme yoluyla okura aktarır. “Öyküleme” Modern Romanlar: Mimetik kurgudan farklı ola- karşılığı olarak “tahkiye” sözcüğü de kullanılır. rak biçim ve içeriğin dışında romana yeni işlevler Öznellik: Kişisel duygu, düşünce, gözlem ve izlenim- yükleyen romanların genel adı. Yeni anlatım tek- lerin kaynaklık ettiği yaklaşım biçimidir. Beğeni- niklere, politik eğilimlere ve felsefi kuramlara yer ler, sempatiler ya da antipatiler üzerinden yargıla- verilen modern romanlarda amaç tek doğruyu ve ra ulaşma anlamı taşır. “sübjektivite” sözcüğünün gerçeği anlatmak yerine çoklu bir gerçekliği ver- Türkçedeki karşılığıdır. mektir. Mütareke Dönemi: 1918-1921 yılları arasındaki dönem. 216 Çağdaş Türk Romanı

P Samiha Ayverdi (1906-1993): Aşk Bu İmiş (1939), Polisiye Romanlar: Gizem ve entrika üzerine kuru- Batmayan Gün (1939), Ateş Ağacı (1941), Yaşayan lan cinayet, suç ve bunların çözümünü konu alan Ölü (1942), İnsan ve Şeytan (1942), Son Menzil roman türüdür. Agatha Christie’den başlayan ve (1943), Yolcu Nereye Gidiyorsun (1944), Mesih- günümüze kadar sürekli okur bulan bu tür, kim, paşa İmamı (1944), İbrahim Efendi Konağı (1965) neden, nasıl, nerede ve ne zaman sorularından romanlarıyla tanınan gelenekçi roman türünün yola çıkarak okuru cinayetin çözümüne ortak eden 20. yüzyıl Türk edebiyatındaki temsilcilerindendir. eğlendirici oluşu yanında gizemli yapısıyla düşün- Sevgi Soysal (1936-1976): Hikâyeci ve düren bir niteliğe de sahiptir. romancı,Tutkulu Perçem Tante Rosa, Yürümek, Popüler Kadın Romancılar: Popüler tarzda, halkın Yenişehir´de Bir Öğle Vakti, Barış Adlı Çocuk, beğenisini esas alarak, ilgi çekici konuları öne çı- Şafak, Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu, Bakmak, kararak eser veren kadın romancılar. Hoş Geldin Ölüm başlıca eserlerindendir. Popüler Tarih Romanları: Halkın beğenisini esas Sevinç Çokum (1943-): Eğik Ağaçlar (1972), Bölüşmek alarak, çok satılmak üzere yazılmış tarih roman- (1974), Makina (1976), Derin Yara (1984), Onlar- larıdır. dan Kalan (1987), Rozalya Ana (1995), Gece Kuşu Postmodern Edebiyat: Postmodern süreçte ortaya çı- Uzun Öter (2001), Evlerinin Önü (2002), Beyaz Bir kan bilimsel ve sanatsal kuramların ilkelerine bağlı Kıyı (2009) gibi hikâye kitapları yanında Zor (1977), olarak veya bu ilkelerden etkilenmiş olarak üreti- Bizim Diyar (1978), Hilâl Görününce (1984), Ağus- len edebiyat. tos Başağı (1989), Gülyüzlüm (1989), Çırpıntılar Postmodern Roman: Postmodern süreçte ortaya (1991), Karanlığa Direnen Yıldız (1996), Deli Za- çıkan bilimsel ve sanatsal kuramların ilkelerine manlar (2000) ve Tren Buradan Geçmiyor (2007) bağlı olarak veya bu ilkelerden etkilenmiş olarak gibi romanlarıyla geleneğe yaslanan bir tavır sergiler. üretilen; yeni bir gerçeklik düzleminde, özellikle üstkurmacaya, metinlerarasılığa ve çoklu bakış T açısına yaslanılarak üretilen roman. Tarık Buğra (1918-1994): Romanlarının konuları- Postmodernizm: Kavram, “modern sonrası dönem”, nı büyük ölçüde Cumhuriyetle birlikte ve aydın “bir düşünce sistemi”, “modernizmin içinde yeni problemi çevresinde Anadolu kent ve kasabaların- bir bakış açısı”, “modern değerlerin eleştirisi”, “si- da yaşanan sosyal dalgalanmalardan, çelişkilerden, yasaldan sanatsala kadar uzanan bütün alanların yanlış yapılanmalardan, ahlâkî kirlenmeden ve yeni bir üslubu” anlamlarında kullanılmaktadır. sosyal yapıda yerleşmiş birtakım kavramların yıkı- Kavramın, felsefeden ekonomiye, sosyolojiden lışından alır. Tarihsel romanlarında ise bilinenler- teolojiye, siyasetten poetikaya kadar her bilim ala- den farklı olarak halk önderlerini öne çıkaran öyle nında, çoğulculuk, demokrasi, yerel ve evrensel değil böyle bakışı egemendir. kültürler, ulusal ve uluslararası ekonomiler gibi Tarık Dursun K.: Romanlarının konularını Anadolu konularda yeni öneriler içerdiği söylenilmektedir. sahil kasabalarında ya da büyük kentin varoşların- da yaşayan çeşitli mesleklere mensup yoksul in- R sanlarının yaşam kavgalarını, aşklarını ve dostluğa Roman: Anlatma esasına bağlı kurmaca metinlerin en dayalı sıcak ilişkilerini yeni anlatım teknikleriyle uzun soluklu türüdür. Olay örgüsü, kişiler, zaman ama daha çok Marksist bir söylemle romanlaştırır. ve yer (mekân) çevresinde kurgulanır. Metin, ya- Tarih: Milletlerin, insan topluluklarının geçmişi, ha- zarın görevlendirdiği anlatıcı ya da anlatıcılar ta- fızasıdır. rafından okura sunulur. Gerçek hayatta benzerleri Tarihî Roman: Konusunu tarihten alan romanlardır. gösterilebilecek kişi, olay ya da durumların anlatıl- Toplumcu Gerçekçi Edebiyat (Sosyal Realizm-Sos- dığı, okuyucuda yaşanmış ya da yaşanabilir duy- yalist Gerçekçilik): Toplumsal tasvirlerinin, öner- gusu/izlenimi bırakan eserlerdir. melerinin ve eleştirilerinin kaynağı düşünsel ve si- yasal bağlamda Marksizm ve/veya Sosyalizm olan S edebiyat. Safiye Erol (1900-1964): Romancı, Keşan’da doğdu. Türk Romanı ve Toplumcu Gerçekçilik: Türk roma- Almanya’da öğrenim gördü, felsefe doktorası yap- nında, Toplumcu Gerçekçi Edebiyatın bakış açısı- tı, İstanbul’da öldü. Başlıca romanları: Kadıköy’ün nın ve ilkelerinin tarihsel gelişimi; Türkiye’de Köy Romanı (1939), Ülker Fırtınası (1944), Ciğerdelen Romanı, İşçi Romanı ve Soyut Sosyalist roman (1947). olarak gelişen romanın Toplumcu Gerçekçilikle ilişkilerini konu almak. Sözlük 217

Ü Üstkurmaca: Çok genel anlamıyla, romandaki evre- nin kurmaca olduğunun, metinsel bir gerçeklik olduğunun ve her kurmacanın da esasen başka bir kurmacanın parçası olduğunun vurgulanmasıdır.

12 Eylül Romanları: 12 Eylül 1980 askeri darbesine zemin hazırlayan gençlik hareketlerini, kutuplaş- maları ve sonrasında yaşanan ve kahramanların anılarından beslenen tutukluluk dönemlerini, sı- kıyönetim mahkemeleri süreci içinde yaşanan iç hesaplaşmalarını ve toplumdan dışlanışlarını konu alan romanlardır. 12 Mart Romanları: 1970’li yıllardan başlayarak git- tikçe artan gençlik hareketlerini, kutuplaşmaları, 12 askeri muhtırası ile yaşanan işkence ve acılar- la dolu hapishane hayatını, bir takım kırılmaları, içsel hesaplaşmaları ve erozyona uğrayan ahlaki çözülmeleri konu alır. 1930-1980 Arası Türk Romanı: Belirtilen tarihler arasında Türk romanının siyasal, düşünsel ve ya- pısal kaynaklarını, birbirinden farklı olan bu kay- naklara bağlı olarak gelişen ve çeşitlenen romanla- rı tasnif etmeyi konu almak 1950 Sonrası Türk Romanı: Türk romanının dönüm noktalarından biri sayılan 1950 yılı, aynı zamanda çok partili hayata geçişin de başlangıcıdır. Bu za- mana kadar aydın bakışının ve aydınlatmanın ege- men olduğu roman anlayışı, 1950 sonrası roman- larda yerini insanı tanıma ve iç dünyasına nüfuz etme anlayışına bırakır.