001 ISBN 978-605-67514-6-2

PROJE Ümraniye Belediye Başkanlığı Adına Hasan Can Ümraniye Belediye Başkanı

PROJE YÖNETİMİ Mesut Özdemir Başkan Yardımcısı

Mustafa Küçükkapdan Başkan Yardımcısı

Emre Erkovan Kültür ve Sosyal İşler Müdürü

Ener Elçi Basın ve Halkla İlişkiler Müdürü

Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü Atatürk Mah. Fatih Sultan Mehmet Cad. No: 63 Ümraniye - İstanbul Tel : 0216 443 56 00 / 1184 Fax : 0216 328 47 47 www.umraniye.bel.tr [email protected] .com/UmraniyeKultur facebook.com/kultur.sosyal

BASKI Pelikan Basım Maltepe Mah. Gümüşsuyu Cad. Odin İş Merkezi No: 28/1 Topkapı - İstanbul copyright © 2018 Ümraniye Belediyesi Kitabın tüm yayın hakları, Ümraniye Belediyesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz.

Ümraniye Belediyesi Kültür Yayınları: 48

002 AVRUPA İSLAMAFOBİ ZİRVESİ Tehlikeli olan farklılıklar değil, nefrettir.

003 004 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ Son yıllarda belirgin bir şekilde hissedilen İslamofobi, “İslam korkusu” olarak tanımlanıyor. Batıya göre bu düşünce, Müslümanlardan korkma, çekinme içgüdüsünü ifade ediyor. Ancak bu kavrama dair yapılabilecek en doğru tanım şu: İslam Düşmanlığı!

İslamofobi, aslında İslam karşıtlarının geçmişten süregelen planlı bir projesi ve kökeni İspanya’da Endülüs’ün Müslümanlar tarafından fethedilmesine kadar gidiyor. Müslümanlar ile Hristiyanlar arasındaki ilişkilerin, tanı- şıklığın yaygınlık kazanmasıyla yüzyıllar içerisinde azalan İslamofobi son 10 yıldır tekrar dünyanın gündemine oturmuş durumda.

Yaşanan olumsuz gelişmeler sadece İslam ülkelerini ve Müslümanları rahatsız etmiyor. Batılı ülkelerden saygın isimler de İslamofobi tehlikesinin farkında ve buna karşı sesini yükseltiyor. Bizler de Ümraniye Belediyesi ola- rak bu önemli konuya katkı sağlamak için geniş katılımla gerçekleşen İslamofobi Zirvesi’ni düzenledik.

Dünyanın yakından tanıdığı İspanya eski Başbakanı Jose Luis Rodriguez Zapatero, İngiltere eski Dışişleri Baka- nı Jack Straw, Fransa eski Dışişleri Bakanı Dr. Bernard Kouchner, Gazeteci Mehdi Hasan, BBC sunucusu Haroon Moghul gibi önemli isimlerin katıldığı zirve Saraybosna’da gerçekleşti.

Elinizdeki bu eser de İslamofobinin tanımlandığı, boyutlarının ve etkilerinin masaya yatırıldığı, çözüm yol- larının konuşulduğu zirvenin kitaplaştırılmış hali. İslamofobinin tüm yönleriyle ele alındığı bu kitap, konu hakkında tartışmasız bir kaynak eser niteliğinde. İngilizce ve Türkçe olarak yayınlanan bu eserin önemli bir işlevi yerine getirdiğini düşünüyor ve sizleri zirvede katılımcı olarak bulunan, alanında uzman isimlerin görüş ve çözüm önerileriyle baş başa bırakıyorum.

Saygı ve sevgiyle...

Hasan CAN Ümraniye Belediye Başkanı

BAŞKANDAN 005 İÇİNDEKİLER

AÇILIŞ KONUŞMALARI

MODERATÖR Haroon Moghul, Yazar, Konuşmacı, CNN-BBC, ABD

KONUŞMACILAR Hasan Can, Ümraniye Belediye Başkanı 10 Dr. Farid Hafez, Salzburg Üniversitesi, Avusturya 13 Haroon Moghul, Yazar, Konuşmacı, CNN-BBC, ABD 17 Mehdi Hasan, Gazeteci, Al Jazeera, Birleşik Krallık 19

SORULAR VE CEVAPLAR 25

1. OTURUM / 1. KISIM Avrupa’da İslamofobi - Vaka Çalışmaları / Kuzey Avrupa

MODERATÖR İsmail Çağlar, İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Türkiye

KONUŞMACILAR Fatih Ünal, Berlin Humboldt Üniversitesi, Almanya 38 Arzu Merali, Yazar, Birleşik Krallık 42 Dr. Ineke Van Der Valk, Amsterdam Üniversitesi, Hollanda 47 Dr. Amina Easat-Daas, Aston Üniversitesi, Belçika 51

SORULAR VE CEVAPLAR 57

1. OTURUM / 2. KISIM İslamofobiyi Sürdüren Dinamikleri Anlamak

MODERATÖR Nomia Iqbal, BBC, Birleşik Krallık

KONUŞMACILAR Dr. Hatem Bazian, Berkeley Kaliforniya Üniversitesi, ABD 64 Dr. Ivan Kalmar, Toronto Üniversitesi, Kanada 70 Dr. Salman Sayyid, Leeds Üniversitesi, Birleşik Krallık 75 Saeed Khan, Wayne State Üniversitesi, ABD 79

SORULAR VE CEVAPLAR 85

2. OTURUM / 1. KISIM Avrupa’da İslamofobi - Vaka Çalışmaları / Güney Avrupa

MODERATÖR Dr. Enes Bayraklı, Türk - Alman Üniversitesi, Türkiye

KONUŞMACILAR Yrd. Doç. Olivier Esteves, Lille Üniversitesi, Fransa 100 Encarna Gutiérrez, Psikolog, İspanya 104 Alfredo Alietti, Ferrara Üniversitesi, İtalya 107 Dr. Aleksandros Sakellariou, Panteion Üniversitesi, Yunanistan 110

SORULAR VE CEVAPLAR 115

006 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ 2. OTURUM / 2. KISIM Kamusal Alanda İslamofobi ile Mücadele

MODERATÖR Muddassar Ahmed, Unitas Communications Yönetim Ortağı, Birleşik Krallık

KONUŞMACILAR Dr. Naif Al-Mutawa, Klinik Psikolog, Kuveyt 122 Naz Shah, Parlamento Üyesi, Birleşik Krallık 131 Nathan Lean, Georgetown Üniversitesi, ABD 137 Mustafa Cherif, Cezayir 142 Syed FurrukhZad, Erfurt Üniversitesi, Almanya 147 Daanish Masood, Birleşmiş Milletler, Cezayir 152

3. OTURUM İslamofobiye Karşı Koymak - En İyi Politika Uygulamaları

MODERATÖR Dr. Fırat Purtaş, Gazi Üniversitesi, Türkiye

KONUŞMACILAR Eglé Tilindiené, Litvanya 158 Mahmut Aytekin, İnsani Yardım Vakfı (İHH), Türkiye 162 Dr. Joe Mulhall, Nefret Etme Ümit Et, Birleşik Krallık 166 Veysel Filiz, Avrupa Müslüman İnisiyatifi, Fransa 172

4. OTURUM / 1. KISIM Avrupa’da İslamofobi - Vaka Çalışmaları / Orta ve Doğu Avrupa

MODERATÖR M. Taceddin Kutay, Türk - Alman Üniversitesi, Türkiye

KONUŞMACILAR Dr. Kasia Narkowicz, York Üniversitesi, Polonya 178 Zsolt Sereghy, Viyana Üniversitesi, Macaristan 182 Dr. Farid Hafez, Salzburg Üniversitesi, Avusturya 186

SORULAR VE CEVAPLAR 191

4. OTURUM / 2. KISIM İslamofobi ile Mücadelede Hikâye Anlatıcılığının Gücü

MODERATÖR Nabila Pathan, Al Arabiyya English, Gazeteci, Birleşik Krallık

KONUŞMACILAR Dr. Rana Dajani, Yazar, Moleküler Biyolog, Ürdün 198 Wajahat Ali, Gazeteci, Yazar, Hukukçu, ABD 204 Indira Kaljo, WNBA, Sporcu, ABD 211 Prof. Aristotle Kallis, Keele Üniversitesi, Yunanistan 214 Yasser Louati, WNBA, İnsan Hakları Aktivisti, Fransa 217

SORULAR VE CEVAPLAR 225

SONUÇ BİLDİRGESİ 239

007 008 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ AÇILIŞ KONUŞMALARI

MODERATÖR

Haroon Moghul Yazar, Konuşmacı, CNN-BBC, ABD

KONUŞMACILAR

Hasan Can Ümraniye Belediye Başkanı

Dr. Farid Hafez Salzburg Üniversitesi, Avusturya

Rt. Hon Jack Straw İngiltere Eski Dışişleri Bakanı, Birleşik Krallık

Dr. Bernard Kouchner Fransa Eski Dışişleri Bakanı, Fransa

José Luis Rodriguez Zapatero İspanya Eski Başbakanı, İspanya

Mehdi Hasan Gazeteci, Al Jazeera, Birleşik Krallık

Rt. Hon Jack Straw, Dr. Bernard Kouchner ve José Luis Rodriguez Zapatero’nun konuşmaları kendi talepleri üzerine kayda alınmamıştır.

AÇILIŞ KONUŞMALARI İSLAMOFOBİ: AVRUPA BARIŞINA VE İSTİKRARINA BİR TEHDİT 009 Hasan Can Ümraniye Belediye Başkanı

MODERATÖR

Allah’ın adıyla, Bismillahirrahmanirrahim. Birincisini düzenlediğimiz Avrupa İslamofobi Zirvesi’nde burada katılım sağlayan herkese teşekkür ederim. Sizlere hitap edecek birbirinden değerli konuşmacılarımız var. Ve gerçekten bu zirveden çok memnun kalacağınızı umuyorum. Birçoğunuz çok uzaklardan geldiniz. Daha son- ra konuşmalarını dinleyeceğiniz seçkin kişilerden oluşan bir panel de hazırlamış bulunmaktayız. Ve oturum tutanağına İstanbul şehrinin büyük ve çok önemli bir belediyesi olan Ümraniye Belediyesi’nin başkanına hoş geldiniz diyerek başlayacağız. Belediye Başkanı Hasan Can’ı konuşması için kürsüye davet etmek istiyorum. Teşekkür ederim.

HASAN CAN

Sözlerime Saraybosna’da böylesine anlamlı bir program icra etmekten duyduğum memnuniyeti ifade ederek başlamak istiyorum. Sahnede ilk oturumu gerçekleştirecek olan çok değerli konuklarımıza “hoş geldiniz” di- yerek başlamak istiyorum. İspanya’nın çok değerli eski başbakanı beyefendi, İngiltere’nin ve Fransa’nın çok değerli eski bakanları, hoş geldiniz diyorum. Ve İstanbul’dan, Türkiye’den gelen başta milletvekillerimiz olmak üzere herkese hoş geldiniz diyorum. Ve burada bizim elimiz ayağımız olan sayın büyükelçime katkılarından dolayı minnet duygularımı ifade etmek istiyorum. Ve tabii burada gerek cumhurbaşkanlığı makamının temsil- cilerine, gerekse dini riyaset makamının temsilcilerine de ayrıyeten teşekkür etmekten onur duyuyorum.

Günümüzde insanlığı yakından ilgilendiren İslamofobi sorununa karşı gösterdiğiniz hassasiyetten ve bu so- runu tartışmak üzere programımıza katılımınızdan dolayı herkese, hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum. İn- sanlığın iyiliğine ve yüceliğine olan inanç kaybolduğunda hoşgörüsüzlük ve ötekileştirme ortaya çıkıyor. Bu hoşgörüsüzlük sonucu oluşan İslamofobi tarihi bir ayıbın ifadesidir. Oysa bir tek insanlık ve tek bir dünya var.

İnsanlık geçen yüzyılda iki büyük savaş yaşadı. Şehirler yıkıldı, 50 milyon insan hayatını kaybetti. Maalesef şiddet insan aklını ele geçirdi. Merhameti, iyiliği, farklı olana sevgi ve hoşgörüyü, hatta insan yaşamına saygıyı

010 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ da kaybettik bu savaş yıllarında. İnsanlığın, insanoğlunun kendi eliyle imha ettiği o yılların sonuçları hâlâ te- lafi edilebilmiş değil. Aslında dünyayı o yıkıma sürükleyen insan temelde aynı özden geliyordu. Hepimiz Hz. Adem’in çocuklarıydık. Müslüman, Musevi, Hristiyan, Budist, inançlı, inançsız... Hiç kimse, kültürel kimliği ne olursa olsun, insanlığın bu tek yurdundan dışlanmamalıdır. Tüm farklılıklarına rağmen hiç kimse nefrete ve şiddete asla maruz kalmamalıdır. Bunu sağlamak ise uygarlığımızın ödevidir.

Çağdaş dünyadan, özellikle de acı tecrübelerin yurdu Avrupa’dan, İslamofobi tehdidini insani bir kriz olarak görmesini bekliyoruz. Akıl, bize sonuçların tesadüf olmadığını söyler. Bugün apaçık dini, kültürel bir ırkçılık olan İslamofobi hızla tırmanıyorsa eylemleri için maddi ve manevi destekleri kolayca bulabiliyor demektir. Artık bugün yeni dünyada hiç kimse geçmişteki büyük ırkçı hareketlerin kötü sonuçlarını tekrar görmek kor- kusuyla yaşamak istemiyor. Bugün saldırılan, nefret edilen bizzat insanlığın kendisidir. İslamofobiyle bir dinin mensuplarını sindirmeye çalışmak asla kabul edilemez. İsimlerin, ten ve göz renklerinin, örtü ve giysilerin, inanç farklılıklarının zenginlik olduğunu unutan topluluklar insanlık için asıl tehdittir.

Avrupa’da “İslamofobiye Karşı İslam Sofraları” programımızın Saraybosna’da gerçekleştirilmesi de doğrusu an- lamlıdır diye düşünüyorum. Çünkü Saraybosna Avrupa’nın çok kültürlü başkentlerinden biridir ve çok yakın geçmişte çok kültürlülüğün hazmedilememesinin acı tecrübelerini yaşamış bir başkenttir. İnsanlık her türlü terörün, şiddetin ve hoşgörüsüzlüğün sebep olduğu makûs talihini bu sefer mutlaka yenmelidir.

Terörün nereden ve kimden gelirse gelsin kabul edilebilir bir şey olmadığını hep beraber haykırmamız lazım. Tek tek her insan ve bütün insanlık Allah katında yüce bir değerdir.

Mensubu bulunduğum İslam dininin ilkesi budur. Bir kişiyi yaşatmak bütün insanlığı yaşatmak; bir kişiyi öl- dürmek de bütün insanlığı öldürmek gibidir. Bunu Kur’an söylüyor. Mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerim insan için, “yaratılmışların en şereflisi” der. Ve bu din, İslam dini, adını barış kelimesinden alır. İlkesini bu inançtan alanların arzusu dünyanın rengârenk ve ayrımcılığın olmadığı bir barış ülkesi olmasıdır.

Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Tanıtma Fonu ile birlikte Avrupa İslamofobi Zirvesi’ni gerçekleştirmekten onur duyduğumuzu ve bu çalışmada sizlerle bir arada olmaktan duyduğum mutluluğu bir kez daha ifade etmek isterim. Programımıza katılarak katkı sağlayan çok değerli katılımcılarımızla yarın ve öbür gün sekiz oturum gerçekleştirilecek. Ve bu sekiz oturumda 40’a yakın katılımcı düşüncelerini aktaracak İslamofobi ko- nusunda. Bugünkü konuklarımız gibi, yarın da siyaset adamlarımızdan, Avrupa’nın ileri gelen siyaset adamla- rından, ilim adamlarından, akademisyenlerden ve çeşitli akil kişilerden oluşan bu konuşmacılar İslamofobiyi farklı boyutlarıyla müzakere edecekler. Dolayısıyla ben, bu katkılarından dolayı bütün oturum katılımcılarına ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Ve bizi kırmayıp geldikleri için, teşrif ettikleri için de ayrıyeten teşekkür ediyorum.

Yine gerek Cumhurbaşkanlığı Riyaset Makamı’nı temsilen gelen çok değerli temsilciye ve dini riyaset makamı- nı temsilen gelen zat-ı muhtereme ve Türkiye’den gelen bütün dostlarımıza teşekkür ediyorum. Buraya gelen dostlarımızla, insanlığın kardeş olduğu ilkesinde ve bu dünyadan başka gidecek bir yerimiz olmadığını yaşadı- ğımız sürece bilmek bilinciyle, barış içinde bir dünya yaşamak duygu ve düşünceleriyle bu programı gerçekleş- tiriyoruz. Bu programın gerçekleştirilmesinde, az önce ifade ettiğim gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanlık Tanıtma Fonu Genel Sekreterliği hem maddi hem manevi katkılar sağladı.

Aynı zamanda bir teşekkürü de özellike Bosna Hersek’teki, Saraybosna’daki çok değerli büyükelçimize sunmak istiyorum ve Büyükelçilik görevlilerine sunmak istiyorum. Bu programı biz organize ettik ama onlar bizden daha çok ter döktüler, emek verdiler ve bu programın amacına ulaşması için ellerinden gelen her şeyi, her gayreti sundular. Ben başta Sayın Büyükelçimiz olmak üzere bütün yetkililere özellikle teşekkür ediyorum. Ve Bosna Hersek’in her noktada bize katkı sağlayan çok değerli yöneticilerine de teşekkür ediyorum.

AÇILIŞ KONUŞMALARI İSLAMOFOBİ: AVRUPA BARIŞINA VE İSTİKRARINA BİR TEHDİT 011 Bu akşam, bu oturumdan sonra inşallah güzel bir iftar sofrasında bütün dünya kardeşlerimizle birlikte iftar edeceğiz. Barış iftarı diyebileceğimiz, “İslamofobiye Karşı Avrupa İslam Sofrası” adını verdiğimiz bu barış sof- rasında hep beraber kaşıklarımızı çorbaya, yemeklere uzatıp dünyanın barış yurdu olması dilek ve temenni- lerini dile getirerek yemeklerimizi yiyeceğiz. Yarın dört oturum, pazar günü de dört oturum olmak üzere ve oturumlardan sonra yine aynı şekilde yarın ve ertesi gün, cumartesi ve pazar günü aynı şekilde Saraybosna’nın çok anlamlı bir meydanında Sebil Meydanı’nda, Başçarşı’da hem siz değerli konuklarımızın iştirak ettiği hem de halkın iştirak ettiği bir iftar yemeğiyle yine bir araya gelmiş olacağız.

Bu duygu ve düşüncelerle toplantılarımız ve programlarımızın dünya barışı için, mazlum halklar için, savaş altında ezilenler, yurtlarını terk etmek zorunda olan mülteciler ve tüm düşkünler için bir nebze de olsa ha- yırlı sonuçlara vesile olması temennilerimi dile getiriyorum. Tüm katılımcıları sevgi ve saygıyla selamlarken umuyorum ki bu toplantılarımız, bu görüşmelerimiz, bu müzakerelerimiz ve sonuç bildirisi, inşallah sonunda kitaplaştırılarak bu konuya ilgi duyan herkese ulaşmış olacak. Ben bu duygu ve düşüncelerle toplantılarımızın hayırlı sonuçlara vesile olmasını bir kez daha dile getiriyor, hepinizi saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum. Sağ olun, var olun.

012 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ Dr. Farid Hafez Salzburg Üniversitesi, Avusturya

MODERATÖR

Ümraniye Belediyesi Başkanı Hasan Can’a çok teşekkür ediyorum. Şimdi Avrupa’daki Müslüman karşıtı nef- ret fenomeninin anlaşılması konusunda bir uzman olan bir sonraki konuşmacımıza geçiyorum. Doktor Farid Hafez kendisiyle ilk kez tanışmış olduğum yer olan Viyana’daki Salzburg Üniversitesi’nde görev yapmakta olan bir siyasal bilimcidir. Kendisinin bize hitap etmeyi ve bu hafta sonu hepimizin anlamak için can attığı bu fenomenin arka planı hakkında bizleri bir nebze olsun bilgilendirmeyi kabul etmiş olmasından dolayı çok heyecanlıyım. İzninizle, Doktor Farid Hafez’i takdim etmek istiyorum.

FARİD HAFEZ

Avusturya’da bir deyiş vardır; “Ne kadar kısa olursa o kadar lezzetli olur.” Bugünkü sunumumu çok kısa tutmaya ve biraz da tatlandırmaya çalışacağım. Öncelikle, başta Ümraniye Belediye Başkanı Sayın Hasan Can zatıalilerini, Sn. Bernard Kouchner, Jack Straw ve José Luis Zapatero zatıalilerini ve dünyanın her yerindeki aka- demiler, medya ve STK çevrelerinden gelen çok değerli misafirleri ve meslektaşlarımı selamlamak istiyorum. Bugün bu son derece güncel sorun hakkındaki bazı görüşlerimi paylaşmak için sizlerle beraber olmaktan çok memnunum. Ama başlamadan önce, Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Dışişleri Bakanlığı’na, bu güncel olduğu kadar aynı zamanda da çok önemli etkinliğin Saraybosna gibi tarihi bir şehirde yapılabilmesine kaynak sağladıkları için ayrıca teşekkür etmek istiyorum. Ve organizatörlerin böyle bir şehirde bir konferans gerçekleştirmek için birçok iyi nedene sahip olduklarından eminim.

İzin verirseniz ilk Avrupa İslamofobi Zirvesi’ne ev sahipliği yapmak için niçin Saraybosna’nın gerçekten en iyi yer olduğunu düşündüğümü hemen açıklayayım. Öncelikle, Saraybosna bir barış diyarıdır. Ve Bosnalı birçok dostumun, ne zaman Bosna Hersek’in zengin tarihi hakkında konuşsak bizlere sürekli olarak Hristiyanların, Müslümanların ve Musevilerin barış içinde bir arada yaşadıklarını hatırlattıklarını anımsarım. Özellikle Saray- bosna’ya “İspanyol Yeniden Fethi”nden (reconquista) kaçarak gelmiş olan Sefarad Musevileri’nin tarihi, bize bu şehrin barış içinde bir arada yaşamayı içeren uzunca bir tarihe sahip olmakla oynadığı önemli rolü hatırlatmak-

AÇILIŞ KONUŞMALARI İSLAMOFOBİ: AVRUPA BARIŞINA VE İSTİKRARINA BİR TEHDİT 013 tadır. Bu zirveyi bugün burada, Saraybosna’da gerçekleştirmek için ikinci bir iyi neden de Bosna soykırımının uyarı mesajında yatmaktadır. İkinci Dünya Savaşı’ndan ve Nazi Soykırımı’ndan sonra, Avrupa topraklarında bununla kıyaslanabilecek düzeyde hiçbir soykırım işlenmemiştir. Dolayısıyla, iddia edebilirim ki, bu anlamda Saraybosna bugünkü dünyamızın insanoğlunun ellerinin içinde olan iki olasılığını temsil etmektedir; barış olasılığı ve yıkım olasılığı.

Ve biz insanlar, bir seçimle karşı karşıyayız; ya birlikte barışçıl bir biçimde yaşamayı ya da yıkımı desteklemek. Örneğin, tam da iki hafta önce olanlara dönüp şöyle bir bakmamız yeterli: Orlando, Jo Cox ve biraz daha uzun bir isim olan . Bunlar son iki haftada hepimizin duyduğu ve üzerinde konuşulan isimlerden ve yerlerden bazıları. Ve aynı zamanda, bu kelimeler farklı zamanlarda farklı yerlerde diğer isimlerle birlikte tekrar edilebilecek isim ve yerlerdir. Fakat bunların tümü bize son derece benzer bir hikaye anlatmaktadır. Bu, nefretin ve şiddetin, kelimelerle başlayan şiddetin hikayesidir. Ancak nefret ve şiddet orta yerde durduğunda bile, farklı koşullara bağlı olarak bunun hakkında daha farklı konuşma eğilimdeyiz. Cox’un katil zanlısı iddia olunduğu gibi “Önce İngiltere” diyerek bağırmak yerine ‘Allah-u Ekber’ diye bağıran bir Müslüman olsaydı hiç kimse bundan en ufak bir şüphe duyar mıydı? Öyleyse, bu gezegen üzerindeki belki de tüm medya kurumları onu bir terörist olarak tanımlayabilir, değil mi? Bu yüzden bu, milletvekili Jo Cox’un öldürülmesinin ardından ortaya atılmış sorulardan biri olmuştur.

Ve medyanın bu davanın başlangıcında böyle yapmamış olması bu dünyada işlerin nasıl döndüğünü büyük ölçüde aydınlatmaktadır. İstatistikler bile bize terör hakkında nasıl konuşmakta olduğumuz ve terörle ilgili olarak yeraltında gerçekte neler döndüğü hakkında çok şey söylemektedir. O zaman kimi bir terörist olarak adlandırıyoruz ve kimi bu şekilde adlandırmıyoruz? 2000 yılının Ocak ayının birinci günü ile 2014 Aralık ayının 31’inci günü arasında - yani son on dört yıldan bahsediyoruz- aşırı sağ terör yüzünden 30 Avrupa ülkesi genelinde 94 kişi öldürüldü, 16 kişi yaralandı ve aynı zamanda dini aşırıcılık eylemlerinden dolayı da 16 kişi öldürüldü, 65 kişi yaralandı. Ne var ki arka plandaki gerçeğe karşın, geleneksel sağ kanat aşırıcı tehdidi değil burada yurt içinde büyüyen İslamcı terörü konuşmakla daha çok meşgulüz. Bu yüzden ‘terörist’ terimi siyasi söylemimizde tekrar ve tekrar kullanılmaktadır ve bunun bugün içinde yaşadığımız dünyayı nasıl anlamakta olduğumuz noktasında ciddi, çok ciddi sonuçları vardır. Dolayısıyla bugünün düşmanı olarak ortaya çıkanları bir terörist olarak ve şeytanlaştırıcı bir biçimde ilan etmek, bunun güç alanlarını savunacak, kararlı kılacak ve genişletecek güç yapısının merkezi bir stratejisidir.

Şu an İslamofobi günümüzün korku üretimine dayalı nefret ve şiddet hikayesindeki bilmecenin merkezi bir parçası konumundadır. Ve sanırım bir dereceye kadar, bugün dünyanın Brexit’le ilgili olarak tanık olduğu şey de dini ve etnik açıdan öteki hakkında zımnen konuşmakta olan bu açık ara sağcı partilerin göçmenlere ilişkin bu korkuyu nasıl imal ettiklerini anlamakla akılcı bir şekle sokulabilir. Dolayısıyla korkulan şey, bazılarının da iddia edebileceği gibi giderek artan bir biçimde karmaşık bir dünyadaki kimlik kaybıdır. Ve bugünkü kimlik politikaları İslamofobik söylemle güçlü bağları olan sağcı söylemlerin merkezi araçlarından birisidir. Donald Trump Müslümanları Birleşik Devletler’den dışarıda tutma fikrini ortaya attığı zaman, bu durum benzersiz, beyaz, saf bir kimlik hayal etme ve yaratma çabasını yansıtmaktadır. Ve bu tarz bir hitap öldürmeye ve yok edişe doğru ikinci bir adıma yolu açan her ideolojinin köküdür.

Belki de en açıklayıcı ve göze çarpan örneklerden biri de Norveçli Anders Behring Breivik’tir. Bu kişinin bir bağımsızlık bildirgesi niteliğinde olan 1500 sayfalık manifestosu sadece ağırlıklı olarak web tabanlı Müslüman karşıtı yazarların oluşturduğu kamuoyunda tartışılmış olanların değil aynı zamanda -bizim deyişimizle- pres- tijli ana akım gazetelerde yayınlanan birçok ana akım gazeteci ve yorumcunun da açıkça bir ürünüdür. Sonuçta 77 genç insan birer birer vurularak hayatını kaybetti. Ve Breivik için bunlar Müslüman oldukları için hedef değillerdi; sosyalist gençlik kampının bu katılımcıları daha ziyade kültür çeşitliliğinin ve dolayısıyla da Avru- pa’nın tahayyül edilen ve korkulan İslamlaşmasının sağlayıcıları olarak görüldüler. Yani Breivik için bunlar

014 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ özgür dünyanın, fakat saf bir Hristiyan Avrupalı kimliğini yok eden bir dünyanın temsilcileridir. Bu durum, İslamofobinin sadece Müslümanları değil aynı zamanda toplumun tümünü bu şekilde nasıl hedef aldığının çarpıcı bir örneğidir. Yani Breivik’in dünya görüşünde, sadece Müslümanlar değil, aynı zamanda bütün sos- yalistler, Avrupa Birliği temsilcileri, liberaller de insanlıktan çıkmışlardır ve aşağı bir insan özü taşıyan insana benzer yaratıklar olarak resmedilmektedir. Diğerlerini insan olarak görmeyerek, bu kimseleri ahlaki yüküm- lülük çemberinden çıkarıyoruz. Artık cezadan muaf olarak onları öldürebilir, ezebilir ya da köle yapabiliriz.

Böylece başkalarını insan olarak görmeme, yine aynı zamanda, insan olarak görülmeyenler ve kendilerine karşı ayrımcılık yapılanlar her türlü akılcı düzenin dışında durmaları nedeniyle siyasi söylemi de siyaset alanından çıkarmaktadır. İslamofobik söylemin merkezinde yatan şey budur. Bu durum politik niteliği yok etmektedir, çünkü bu sosyo-politik söylemlere dini bir nitelik vermektedir. Bu, gerçekte dinin konuyla ilgisi olmamasına rağmen bizi din hakkında konuşmak zorunda bırakmaktadır. Başka bir deyişle, bu durum asıl sorunu gizle- mektedir. Ve bu söylemi siyaset dışına çıkarmakla, bu durum mağdurun haklarının sınırlandırılmasını meş- rulaştırmak için mağdur totaliterliği yaratmaktadır. Camileri ve minareleri yasaklamak, işkenceye kucak açan ülkelerin soruşturulmasını dış kaynaklara havale etmek, peçeli Müslüman kadınları işgücü piyasasının belirli sektörlerinden yasaklamak… Bunların tümü canavarlaştırmaya dayalı politikaların dışavurumudur.

Sanırım, İslamofobiyi doğru çerçeveye oturtmak son derece önemlidir. İslamofobi, Avrupa demokrasisi, özgür- lükler ve onun hoşgörü ve çoğulculuk değerleri için büyük bir meydan okumayı temsil etmektedir. İslamofobi, öncelikle Müslümanlar için bir tehdit değildir, tersine bir toplumun içinde yaşayan herkes için bir tehdittir. Bunun nedeni İslamofobinin İslamcı Müslümanlarla ilgili olmaktan ziyade İslam korkusuyla ilgili olmasıdır. Ünlü bir Fransız düşünür olan Jean-Paul Sartre’ın şu sözünü aktarmak istiyorum: “Eğer Yahudi diye bir şey var olmasaydı, Yahudi düşmanı onu icat ederdi.” Ve eminim ki bugün burada oturan birçok Müslüman ha- yatlarında birden çok kez birilerinin onlara: “Yani bütün Müslümanlar sizin gibi olsaydı, hiçbir sorunumuz olmazdı” dediklerini tecrübe etmişlerdir. Doğru mu? Bunu yaşadınız, herkes yaşamıştır. Ve bu noktada, size Adolf Hitler’in annesini de tedavi etmiş olan ve kendisi bir Yahudi olan kişisel doktoru Eduard Bloch’a Hitler’in bir defasında: “Eğer bütün Yahudiler senin gibi olsaydı, hiçbir sorunumuz olmazdı” dediğini de hatırlatmak isterim. Fakat sonunda ve hepimizin tarihten bildiğimiz gibi, aynı adam altı milyon Yahudi’yi öldürmek su- çunu işlemiştir. Dolayısıyla, İslamofobinin nasıl işlediğini ve İslamofobinin aslında özünde hiç de yeni bir şey olmadığını, sadece bugün en güncelinden bir ırkçılık biçimi olduğunu anlamamız gerek.

Dolayısıyla bugün bazılarının İslamofobik olmakla gurur duyduklarını iddia edebildikleri bir dünyada yaşa- maktayız. Ve köktenci sağ kanada ait olmayan İslam karşıtlarının örneğinde, bugün İslamofobi ırkçılığın kabul edilmiş bir biçimi haline gelmiştir. Derisinin rengine bakarak birisinin aleyhinde açıkça konuşmanın en azın- dan siyasi olarak tabulaştırılmış olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Ama aynı zamanda, kendisini ırkçılık karşıtı olarak adlandıran birisi İslamofobiyi açıkça onaylayabiliyor. Hemen Alman Thilo Sarrazin’i ya da genel olarak, İngiliz Savunma Cemiyeti, Le Pen, Wilders ve diğer birçoğunda görebileceğimiz gibi Avrupa aşırı sağının strate- jik olarak Yahudi düşmanlığından İslamofobiye kaymasını aklınıza getirin. İslamofobinin bu hegemonik gücü, sadece Avrupa’da değil dünyanın birçok kısmında hala tanık olduğumuz İslamofobinin kendisinin yadsınma- sında da yansımaktadır. Ve tüm bunlar İslamofobiye karşı açık bir duruş almayı ve onun aleyhinde konuşmayı çok önemli hale getirmektedir.

Bu kadar çok dostumun ve yanı sıra sadece dijital dünyada değil gerçek yaşamda ilk kez tanışacağım çok sa- yıda insanın önümüzdeki birkaç gün içinde Avrupa’nın bu önemli sorununu tartışmasını görmekten özel bir mutluluk duyuyorum. Öyleyse tekrar belirtmeme izin verin; İslamofobi, İslamcı Müslümanlarla değil egemen toplumla, iktidarda olanlarla, İslamcı Müslümanlar hakkındaki tahayyüllerini yansıtanlarla ilgilidir. İşte Enes Bayraklı ile benim diğer 36 alim ve aktivistle birlikte hazırlamış olduğumuz Avrupa İslamofobi Raporu’nun bu kadar önemli olmasının nedeni de budur. Ayrıca iddia edilen bir Müslüman kimlikten dolayı hala insanlar

AÇILIŞ KONUŞMALARI İSLAMOFOBİ: AVRUPA BARIŞINA VE İSTİKRARINA BİR TEHDİT 015 öldürülmekte, dışlanmakta ve ayrımcılığa maruz kalmaktadır; hala birçokları İslamofobinin gözler önünde olan varlığını yadsımaktadır. Ve şayet Avrupa yeniden insanları canavarlaştırma dönemine düşmek istemiyorsa, hepimiz Avrupa’nın ve Avrupa’ya ait ulus devletlerin kendini tanımlayan demokratik temellerini korumak ve geliştirmek adına daha adil ve barış dolu bir toplum için çalışmalıyız.

Bu yüzden İslamofobi demokrasinin sosyal temelleri ve dolayısıyla da Avrupa’daki istikrar ve barış için her şeyin başında gelen bir tehdittir. Ve İslamofobi hakkında konuşmaya yönelik ilk adım onu görünür kılmaktır, bilinç oluşturmaktır. Yine bu anlamda Ümraniye Belediye Başkanı Sayın Hasan Can’a bu girişimden dolayı te- şekkür ediyorum ve önümüzdeki birkaç gün boyunca sizlere mübarek bir İftar yemeği ve verimli bir akademik tartışma temenni ediyorum. Teşekkür ederim.

016 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ Haroon Moghul Yazar, Konuşmacı, CNN-BBC, ABD

MODERATÖR

Çok teşekkür ederim Doktor Farid Hafez, bunlar çok derin anlamı olan sözler. Şimdi sizlere bir sonraki oturu- mun moderatörünü takdim etmek istiyorum. Bir yazar, köşe yazarı olan Haroon Moghul bir sonraki konuşma- cılara toplantı başkanlığı yapacak ve onları takdim edecektir. Haroon Bey söz sizindir!

HAROON MOGHUL

Es-selam-u Aleyküm! Tünaydın! Saraybosna’ya hoş geldiniz. Muhtemelen burada yaşıyorsunuz. Şaka yaptım. Ben çok gençken, büyüdüğüm yer olan Birleşik Devletler’deki kültürle, aslen Pakistanlı olan ailemin mensup olduğu dinIe alakalı bazı sorunlarla mücadele ediyordum. Ve bana ait farklı parçaların bir araya gelebileceği bir yer bulmanın gerçekten de ne kadar zor olduğunu gördüm.

Ben yaklaşık on iki yaşlarımdayken bir gün, bir arkadaşım bana bir kitap verdi. Bana bu kitabı New York şehrinin yakınlarındaki Müslümanlara ait bir konferansta bulduğunu ve hiç arkadaşı olmayan ve sadece kitap okuyan biri olduğum için bunu seveceğimi düşündüğünü söyledi. İçinizden bazılarının durumu da aynı, bun- da bir sorun yok. Her şey düzelir.

Bu kitabı okudum ve tam anlamıyla hayrete düştüm. Bu kitap beni tam olarak şaşırtmakla, zihnimi açmakla ve daha önce hiç düşünmemiş olduğum şeyleri düşündürmekle kalmamıştı, ayrıca din ve felsefe ve sanat hakkın- da hep aynı dilden konuşan bunun gibi bir kitabın mümkün olabileceğini asla hayalimde canlandıramazdım. Beni hayrete düşüren de bu kitabın Müslüman geleneğini Batı geleneğiyle aynı seviyede hoşgörüyle karşılıyor görünmesiydi. Avrupa’daki sanat ve kültürü Müslüman dünyadaki dinle ve felsefeyle aynı gözle görüyordu. Ve yazarının adına baktım, kitabın yazarı Aliya İzzetbegoviç idi. Kitabın adı da ‘Doğu ve Batı arasındaki İslam’dı. Hakkında daha çok şey öğrenmek için can atıyordum ve bu kişinin herkesin geçmişte bırakılmasında ısrar ettiği bir savaştan geçmiş olan bir ülkenin başbakanı olduğunu öğrendiğimde korku ve dehşet içinde kaldım. Artık hepiniz burada olmanızın önemini ve burada olmanın önemini biliyorsunuz, fakat belki de hepiniz bu

AÇILIŞ KONUŞMALARI İSLAMOFOBİ: AVRUPA BARIŞINA VE İSTİKRARINA BİR TEHDİT 017 sözlerin dünyanın her yerindeki insanlar üzerinde sahip olduğu gücü, bir Bosnalı filozofun, bir Bosnalı siya- setçinin, bir Bosnalı düşünürün birçok Amerikalı genç Müslümanın kendi kimliklerine anlam vermelerine yardımcı olduğunu bilmiyorsunuz. Ve şerefim üzerine ki bugün Batı dünyasının genelinde gördüm ki eskiden insanlara karşı kullanılmakta olan bu dilin tam da kendisi artık kabul edilebilir söylemler arasına yeniden gir- mektedir. Ve aynı tür suçlamalar da halkın konuştuğu dile yeniden girmektedir. Önümüzde son derece seçkin bir panel duruyor, Ekselansları muhterem Jack Straw burada, Doktor Bernard Kouchner burada, Başbakan José Luis Rodríguez Zapatero burada ve Sayın Mehdi Hasan. Konuşma ve düşünme işini onlar yaparken ben de soruları soruyor olacağım. Ama sadece şu kadarını söyleyeyim, burada gerçekten de eşsiz ve merak uyandırıcı ve hatta korkutucu bir anın tam üzerindeyiz.

Çoğu zaman aşırı sağ uçtaki anlayışta, İslam, Avrupa ve Batı medeniyeti için varoluşsal bir tehdit olarak sunul- muştur. Fakat hepimizin de dün Birleşik Krallık’ta ne olduğunu bildiğinden eminim. Artık görünen odur ki Avrupa’nın kapılarında kapıyı yumruklayıp gerisindekileri yere sermeye çalışan İslam değil, müşterek tarihi- mizdeki en önemli Batılı siyasi proje için varoluşsal bir tehdidi temsil eden İslamofobidir. Konuşmacıların her birini düşüncelerini aktarmaları için birer birer takdim edeceğim. Sonrasında herkese sırasıyla söz verileceği karşılıklı bir sohbet bölümümüz olacak ve sonra da sizin sorularınızı alacağım. Bu nedenIe sizlerden sorula- rınızı son bölüme kadar saklamanızı istiyorum. İlk konuşmacımız başbakan José Luis Rodríguez Zapatero. Elinizdeki programlarda kapsamlı bir biyografiye sahipsiniz; hiç yolu yok, ayrılan süre konusunda adil davra- nacağım. Çok teşekkür ederim Sayın Başbakan!

018 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ Mehdi Hasan Gazateci, Al Jazeera, Birleşik Krallık

MODERATÖR

Ve lafı daha fazla uzatmadan, Sayın Mehdi Hasan!

MEHDİ HASAN

Hanımlar ve beyler, iyi akşamlar! Es-selam-u Aleyküm! İyi akşamlar, hadi! İyi akşamlar, bir yanıt alabilir mi- yim? Evet! Evet! İnsanın yüreğine ferahlık veren Saraybosna şehrinde olmak bir mutluluk ve ayrıcalık... Bosna AB’ye katılma yolunda ilerlediği için, bugün epeyce moralim bozuk olsa da duyduğum memnuniyeti ifade ediyorum; ülkem bugün AB’den ayrılmaya karar verdi. Dolayısıyla tümüyle kendi adıma derin bir üzüntü için- deyim. Yine de bu harika ülkede bu seçkin panelde burada olmak bir şereftir. Ben bu panelde siyasi kimliğiyle bulunmayan biriyim. Sizin anlayacağınız, isminin önüne ‘Hazretleri’ ya da ‘muhterem’ gibi ekler konulmayan biriyim. Aynı zamanda sonuç olarak söyleyeceklerimde muhtemelen biraz fazla dobraca davranacak biriyim. Ve çok hızlı konuştuğum için söyledikIerimi tercüme etme talihsizliğini yaşayacak olan kişiden de özür diliyorum.

Benden ne zaman İslamofobi hakkında konuşmam istenilse konuşmama her zaman - bazılarınız bunu daha önce duymuş olabilir - Londra’daki bir parkta yürürken bir köpek tarafından saldırıya uğrayan küçük bir ço- cuğu gören foto muhabirinin hikâyesiyle başlarım. Bu foto muhabiri çocuğa yardım etmek üzereyken adamın biri çalıların arkasından aniden ortaya çıkıverir, köpeğin önüne atılır, köpeği cesurca çocuğun önünden çeker, köpeği öldürür ve çocuğu kurtarır. Fotoğrafçı adama yaklaşarak: “Dostum, çok şanslı bir adamsın. Her şeyin resmini çektim. Seni yarın en çok satan İngiliz gazetesinin baş sayfasında çıkaracağız. Manşette şöyle yazıla- cak: ‘Cesur Londralı küçük çocuğu gözü dönen köpekten kurtardı’. Adam: “İyi ama ben Londra’dan değilim. Londralı değilim” der. Diğeri: “Sorun değil. O zaman manşeti şöyle atarız ‘Kahraman İngiliz küçük çocuğu gözü dönen köpekten kurtardı”. Adam: “İngiliz de değilim”. Foto muhabiri: “Öyleyse nesin?” diye sorar. Adam: “Ben Pakistanlıyım. Burada öğrenci vizesi ile bulunuyorum” der. Ertesi gün gazetede şu manşet çıkar: ‘İslamcı yobaz sığınmacı masum İngiliz köpeği katletti. DAEŞ’le bağlantıları araştırılıyor’. Şimdi bu elbette gerçekten yaşanmış bir olay değil ve böyle bir gazete manşeti de yok. Fakat vurgu yapılan nokta şudur ki bu hikaye, şu an var olan

AÇILIŞ KONUŞMALARI İSLAMOFOBİ: AVRUPA BARIŞINA VE İSTİKRARINA BİR TEHDİT 019 histeri ve İslamofobi iklimi gibi son yıllarda gazetelerimizin bazılarında gördüğümüz saçma sapan çarpıtılmış manşetlerin bazılarından çok da farklı değil.

İslamofobi, hanımlar ve beyler, baktığınız her yerdedir. Amerika’daki başkanlık kampanyalarından Birleşik Krallık’taki AB referandumu kampanyalarına kadar, okullardaki oyun bahçelerinden işgücü piyasalarına kadar, haberlerden ve güncel konulardan Hollywood filmlerine kadar, matbu medyadan sosyal medyaya kadar İsla- mofobi her yerde ve her tarafımızdadır. Ve sanıyorum ki temel olarak İslamofobi hakkındaki bu tartışmanın yerini bir dizi mitin alması ve bunun da kibar sosyete içinde bir tür İslamofobi reddini teşvik etmiş olması nedeniyle bu durum hala birçok siyasetçi, politika yapıcı ve otorite için sınırlarla ilgili bir kaygı olarak kalmaya devam etmektedir. Ve bugün bana ayrılan sınırlı süre içinde en büyük mitlerden altısını ele almak istiyorum. Öyleyse başlayalım.

İlk mit, eleştirmenlerin söyledikleri gibi, “İslamofobi uydurma bir kelimedir...” Müteveffa Christopher Hitc- hens’in sözünü aynen tekrarlamak aptalca bir neolojizmdir. Yeni ateist bilim insanı ’e ait bir terimi aynen alıntılamak uyduruk bir psikolojik bozukluktur. Şimdi bakın, bir puan aldılar. ‘İslamofobi’ uyduruk bir kelimedir, bir neoloji ürünüdür. Peki ama bu kelime çok mu yenidir? Aslında bu kadar da yeni değildir. Bu kelime neredeyse yüzyıl önce, 1918’de, Fransa’da icat edilmiştir. Ve hepimizin hiçbir sorun yaşamaksızın kul- lanmakta olduğu başka bir neoloji ürünü olan ‘Yahudi düşmanlığı’ terimi de aslında kapı komşumuz Alman- ya’da, 1879’da icat edilmiştir. Ve ‘Yahudi düşmanlığı’ kelimesini kullanırken hiçbir sorun yaşamadığımız halde bu ‘İslamofobi’ kelimesini her zaman sorgulamaktayız. Bazıları şöyle diyecekler: “Peki ama ‘İslamofobi’ sadece son on yıl içinde popüler hale geldi”. Ne önemi var? ‘Homofobi’ sadece 1950’lerde kullanılmaya başlanmıştır. Ve buna rağmen ‘homofobi’ kelimesini kullanmakla ilgili bir sorunumuz yok. Hiç birimiz homoseksüelliğe ya da homoseksüellere karşı bir düşmanlık olduğunu iddia edemeyiz. Peki, o halde bu terim 1950’lerden önce var mıydı? Burada… ‘fobi’ kısmından ötürü bir çifte standart var. Teknik olarak, şunu diyorlar: “Bu bir fobi değil. Bu akılcı bir korku ya da buna benzer bir şey değil; bu sadece psikolojik odaklı bir kaygıdır”. Yine, bu, homofobi kavramını reddetmek için kullanmış olduğumuz bir argüman değildir. Bu çifte standarda dikkatinizi çekerim.

Keza bize İslamofobinin bu tartışmada kullanılmak için fazlaca gevşek, ağza almak için fazlaca belirsiz ve birçok şeyin üzerini örten bir kelime olduğunu söylüyorlar. Ama gene de aslında Araplar da dahil tüm Sami halklarına yönelik Yahudi karşıtı nefreti ifade etmede kullanıldığı için son derece de geniş bir terim olan ’Ya- hudi düşmanlığı’ terimini kullanmaktan rahatsızlık duymuyoruz. Bakın bu ‘islamofobi’ kelimesini bir kenara bırakacak olsak bize, “Tamam, bu konuyu tartışacağız ama buna ‘Müslüman karşıtı nefret diyelim, ya da buna ‘Müslüman karşıtı yobazlık’ diyelim ya da ‘Müslüman korkusu’ diyelim” diyeceklerini cidden düşünebilecek biri var mıdır? Dürüst olmak gerekirse buna ne ad verdiğimizin ne önemi var ki? Bu kelimeyi kullanmayı bı- rakmış olsaydık, sorunun altında yatan nefretin, altta yatan yobazlığın son bulmuş olacağına kimse gerçekten inanır mıydı? Aşırı kuralcılık gerçek dünyada gerçek insanların yaşadıkları gerçek sorunları görmezden gelmek için bir mazeret olamaz.

İkinci mit, İslamofobinin ırkçılık olmadığıdır. “Buna ırkçılık demeyin. Bu ırkçılık değildir, çünkü İslam bir ırk değildir.” ve diğer birçok eleştirmen böyle diyorlar. Bunu çokça duyuyorsunuz. İslam bir ırk değil, bana nasıl ırkçı dersiniz? Bu yaygın iddiaya, bu yaygın kinayeye vermek istediğim yanıt şudur: “Evet, İslam bir ırk değildir. Fakat Müslümanlara sanki onlar bir ırkmış gibi muamele edilmekte ve ayrımcılık uygulanmaktadır”. İslamofobi de ırksallaştırılmış bir ötekileştirme kavramından köken almaktadır. Örneğin havaalanlarında Müslümanların profili çıkarılırken bu işlem onların inançları temel alınarak yapılmaz. Hiç kimse havaalanı güvenliğine giden bir Müslümanı durdurup ona “İslam’ın beş kaidesi nedir?” diye sormaz. Ha- yır, Müslümanların kimliklerini belirlemek istedikleri zaman yüz kıllarına, başörtülerine, deri rengine bakarlar. İçimizde ikinci kez taramadan geçebilmek için çokça zaman harcamış olanları hepimiz tanıyoruz. Gazeteciler

020 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ hikâyelerine konu olarak Müslümanların genelini temsil edecek bir resim aradıklarında sarı saçlı, mavi gözlü, açık tenli Bosnalı Müslümanların resimlerini kullanmazlar. Hayır, hayır, hayır, hayır... Bunun yerine uzun sa- kallı, koyu renk tenli erkeklerin ya da başörtü takmış koyu renk tenli kadınların resimlerini kullanırlar. Donald Trump tüm yabancı Müslümanları ABD’den menetmek istediğini söylediğinde, bilim insanı Richard Dawkins ‘Bu Müslümanlar kim olduklarını sanıyorlar?” dediğinde, ateist bilim insanı Sam Harris ‘Müslümanları ya da görünüş olarak Müslümana benzetilebilecek herkesi fişlememiz gerekli’ dediğinde, bunlar İslam’ı ve Müslü- manları etnisite ve kültürle birbirine bağlanmış yekpare bir blok yerine koymaktadırlar. Ve bu nedenle İslamo- fobinin içimizdeki bir ırkçılık, kültürel ırkçılık, ağır bir ırksal klişe, ağırlıklı olarak beyaz olmayan bir azınlık topluluğu biçimi olduğunu söylemek adil olacaktır.

Ve bu arada eğer İslamofobi ırkçılık değilse, türban giyen Sihler neden sürekli saldırıya uğramaktadır, saldır- ganlar onları Müslüman sandıkları için mi? Hinduların saldırıya uğramalarının nedeni yanlışlıkla Müslüman sanılmaları mıdır? Birleşik Devletler’de Budistler Müslümanlarla karıştırıldıkları için mi saldırıya uğramışlardır? Twitter ve Facebook’ta bana sürekli Müslümansam Orta Doğu’ya gitmem gerektiğinin söylenmesinin nedeni nedir? Ben Orta Doğulu değilim; ebeveynlerim Orta Doğulu. Ama bu ırkçılık değil.

Üçüncü mit, medyanın İslamofobik olmamasıdır; bu mit, basitçe günümüzün en büyük hikayesinin, Müslü- manlar tarafından terör uygulandığının üzerini örtmektedir. Ve bu medya düşmanlığının nedenidir. Şimdi, bu doğru olmasını dilediğim, görünüşte çekici bir argümandır. Ama üç kısa nokta üzerinde durarak yanıtlayayım. Birincisi; medyanın İslamofobisinin büyük bölümünün 9/11’den önceki tarihlere ait olduğu gerçeğidir. Bu durum 2001 Eylül’ünden çok gerilere gitmektedir.

İkincisi; terörle ya da güvenlikle ilgisi olmayan konular üzerinde felaket tellallığı yapan medyanın beslediği sü- rekli korkunun hesaba katılmamasıdır; örneğin helal etle ilgili histeri, yerde sürünen şeriat kanunu üzerindeki paranoya, bitmek bilmeyen başörtüsü, yüze takılan peçe, türban, nikap ve bunun gibiler yasaklansın mı yasak- lanmasın mı tartışması vesaire... Son kez kontrol ettiğimde helal burgeriniz sizi havaya uçurmaya çalışmıyordu. Ve yine de, güvenlikle ilgisi olmayan konular üzerinde tüm bu medya histerisine tanık olduğumuz halde bile bize bunun sadece güvenlikle ilgili bir mesele olduğunu söylüyorlar.

Değineceğim üçüncü nokta şudur; güvenlik ve terör hakkında tarafsız olması gereken tartışmalarda kullanılan dile bakınız. Bu dilin ne kadar zehirleyici, ne kadar bölücü, ne kadar düşmanca olduğuna bakınız! 2008’de için İngiliz basını hakkında akademik bir araştırma yapmıştım. Cardiff Üniversitesi bünyesinde yapılan bu araştırmada 8 yıllık bir süre içinde İslamiyet ve Müslümanlar hakkında yayınlanan haberlerin 3’te 2’sinden fazlasında Müslümanların bir sorunlar kaynağı ya da bir tehdit olarak tasvir edildikleri belirlendi. Haberlerin 3’te 2’si! Ayrıca tespit edilen bulgulardan biri de şu: Şaşıracaksınız... Şaşıracaksınız... İngiliz bası- nında Müslümanlarla ilgili en çok kullanılan sıfatlar -bekleyin, koltuklarınızın ucunda olduğunuzu biliyorum - köktenci, fanatik, tutucu, aşırıcı, militan kelimeleri olurken köktenci Müslümanlar ibaresi ılımlı Müslümanlar ibaresine çok büyük bir fark atarak 17 kat daha fazla kullanılmış. 17’ye 1! İşte karşımızdaki medya budur.

Dördüncü mit, politik olarak İslamofobinin sadece Avrupa’daki korkunç, nahoş aşırı sağın güdümünde olması- dır. Bu aşırı sağla sınırlandırılmış bir fenomendir. Hepimiz aşırı sağdan nefret ediyoruz, aşırı sağın kötü olduğu konusunda hepimiz hemfikiriz. Bu görüş ana akımı temsil etmemektedir. Yine bunun doğru olmasını dilerdim, öyle olsaydı onunla savaşmak çok daha kolay olurdu. Fakat bugün bu kıtaya baktığınızda, aşırı sağcı parti- lerin yükselişini görürsünüz ve eminim ki bugünün Brexit’inden sonra bu hareketin daha da cesaretlendiğini göreceksiniz. Birbirine kenetlenmiş aşırı sağcı partileri göreceksiniz. Bugünlerde diğer tüm meselelerden daha çok odaklandıkları sorun muhtemelen İslamofobidir. Bunların birçoğu Yahudi düşmanlığından çark etmeyi denemiştir, çünkü bunun kendilerini kötü gösterdiğini bilmektedirler; ama İslamofobi derseniz, işte ona çok meraklılar. Evet, İslamofobi etrafında birleşiyorlar, yükselişteler.

AÇILIŞ KONUŞMALARI İSLAMOFOBİ: AVRUPA BARIŞINA VE İSTİKRARINA BİR TEHDİT 021 Fakat önemli olan şudur: bunlar kıta genelindeki ana akım siyasi partileri kendileriyle birlikte İslamofobi çukurunun içine sürüklemişlerdir. Hatırlayın, Fransa’da, 2012’de seçim kampanyası sırasında Fransız seçme- nini ilgilendiren bir numaralı sorunun işsizlik olmadığını, güvenlik olmadığını, iklim değişikliği olmadığını, büyüme ve enflasyon olmadığını ama sadece helal et olduğunu iddia eden Başbakan Sarkozy idi. Bu Başbakan Sarkozy’nin Marine Le Pen’in baskısı altında verdiği hükümdü. 9/11’in ardından Batı medeniyetinin İslam medeniyetinden çok daha üstün olduğunu söyleyen İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi idi. Almanya’da, ya- yınladığı en çok satan kitapta Almanya’daki Müslüman çocukların Müslüman olmayan çocuklardan genetik olarak, GENETİK OLARAK daha aşağı olduğunu iddia eden merkez bankası sorumlusu ve Sosyal Demokrat Parti üyesi - merkez bankasında görevli solcu bir Alman - Thilo Sarrazin idi.

İsviçre’de, topu topu dört minarenin olduğu bir ülkede minarelerin yasaklanması için bastıran, ana akım İsviç- re Halk Partisi idi. Benim ülkemde, İngiltere’de kurucu üyelerine yaptığı konuşmada, tırnak içerisinde, “Militan Müslümanların onu öldürmeye geldikleri ve muhalifleriyle işbirliği yaptıkları” şeklinde asılsız dedikoduları ya- yan ve kısmen de bu nedenle koltuğundan olan İşgücü Göçü Bakanı Phil Woolas idi. Bugün İslam’ın ülkesinde yeri olmadığını söyleyen Slovakya’nın başbakanı, AB’nin ise bir sonraki başkanıdır. Tarihe aykırı bir biçimde İslam’ın Avrupa tarihinin hiçbir zaman bir parçası olmadığını söyleyen Macaristan Başbakanı’dır. Yani bu keşke aşırı uç sağın bir sorunu olsaydı, keşke…

Hayır, İslamofobi çok önceleri ana akıma dönüşmüştür. Ve sadece, sprektruma göre bir sağa bir sola yalpalayan Avrupalı siyasi liderler aşırı sağ İslamofobiyi sömürmek, onu okşamak, şımartmak ve yarı yolda karşılamak yerine ona karşı duracak cesarete ve ahlaka sahip oldukları zaman, işte ancak o zaman Batı’yı bu kötülük, yobazlık, nefret, güvensizlik belasından, yeri gelmişken, Fransızların %47’sinin Müslümanları kendi ulusal kimliklerine karşı bir tehdit olarak görmelerine, Almanların %60’ının İslamiyet’in Almanya’da yeri olmadığını söylemesine, İtalyanların %61’inin Müslümanlar hakkında olumsuz bir görüşe sahip olmasına, Amerikalıların Donald Trump’ın Müslüman göçmenleri yasaklamasını desteklediklerini söylemelerine neden olan bu beladan kurtabiliriz. Bu saydıklarım öyle görünmeseler bile hepimiz için bir uyanma çağrısı olarak tesir etmesi gereken bir tür anket sonuçları niteliğindedir.

Beşincisi ise İslamofobinin abartılmakta olmasıdır. Eleştirmenlerin söyledikleri şudur: “İslamofobi abartılıyor. Müslümanlar yeni Yahudiler değildir. Sevilmiyor olabilirler ama herhangi bir tehlike altında değiller”.

Benim buna cevabım iki aşamalı olacak. Birincisi; ancak hepimiz sonunda bir yerde toplanıp belki de Donald Trump’ın Birleşik Devletler’de inşa edilmesini önerdiği türden kamplara konulduğumuz zaman mı Batılı siyasi ve medya elitlerinin İslamofobiyi, Müslüman karşıtı nefreti ciddiye alacaklarına inanmamız isteniyor? Liderle- rimiz, düşünürlerimiz, kanaat önderlerimiz, kanun yapıcılarımız bu fenomeni, giderek büyüyen bu nefret ve şeytanlaştırma fenomenini daha tanıyamadan toplu olarak hapsedilmeyi ve katledilmeyi beklememiz mi gere- kiyor? Ve ikincisi, şayet kamplar ve katliamlar hakkında konuşacaksak... Evet, elbette bunlar zaten olmuş şey- lerdir. Yoksa bunlar toplumsal hafızamızdan uçup gitti mi? Bosna soykırımı hafızamızdan uçup gitti mi? Sadece yirmi yıl önce, tam da bu ülkede, bu Avrupa ülkesinde Srebrenitsa’da 8.000 Müslüman erkek ve çocuk nefret yüklü İslamofobiyle beslenmiş, Müslümanların şeytanlaştırıldığı, meşru görülmediği ve sonra da binlercesinin soykırıma uğratıldığı bir kültürde, böylesi bir iklimde yetiştirilmiş olan Sırp militanlar tarafından bir meydana toplanıp katledilmiş, soykırıma uğratılmıştır. 1990’ların ortasında Avrupa’nın Müslümanlarına böyle bir şey bir daha hiç uygulanmış değildir. Ve 9/11 sonrası, mali kırılma sonrası, Suriyeli mülteciler krizi sonrası durum Müslümanlar için sadece daha da kötüye gitmiştir. Bugün, İngiltere’de ulusal bir gazete yazarının köşe yazı- sında İngiliz Müslüman topluluğundan karanlık, kanser olmuş bir tümör olarak bahsedebildiği; Polonya’daki bir derginin esmer tenli ellerin saldırısına uğrayan sarışın bir kadınla ilgili olarak ‘İslam’ın Avrupa’ya tecavüzü’ manşetiyle birlikte Nazi usulü bir kapak resmi yayınlayabildiği bir kıtada yaşıyoruz. Hanımlar ve beyler, açık olalım. Bu tarz bir retorik sadece tek bir yöne götürür ve bunun hangi yön olduğunu biz biliyoruz.

022 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ Altıncı ve son mit, İslamofobinin sadece Müslümanları etkilemekte olduğu; ondan mağdur olanların sadece Müslümanlar olduğu ve bu nedenle de bundan sadece Müslümanların kaygı duyması gerektiğidir. Hayır! Bu konferansın başlığı olarak İslamofobi sadece Batı’da yaşayan Müslüman azınlıklar için değil Batı için de bir tehdit ifade etmektedir. Açık olalım. Toplumlar korkuya, şüpheye, paranoyaya, histeriye, karşılıklı güvensizliğe ve yobazlığa kapıldıkları zaman bundan herkes zarar görür. Herkes zarar görür. İslamofobikler sadece belirli bir topluluğu hedef almıyorlar, toplumu hedef alıyorlar. Daha önce bahsetmiş olduğumuz Anders Breivik’e bakın. O Müslümanların peşinden koşmadı; o Müslümanlara olanak sağladıklarını düşündüğü insanların, Müslüman- ların liberal müttefiklerinin peşinden gitti. Jo Cox’un katledilmesine bakın. İddia olunduğu üzere aşırı sağla her türden bağlantıları olan Neo-Nazi hareketleri - büyük bir trajik ironidir - büyüyen İslamofobi hakkında bir rapor hazırlamakla meşgul olan beyaz bir Hristiyan’ı, Müslüman olmayan bir siyasetçiyi öldürdü. İşte bir nefret kültürünün liberal bir toplumun orta yerinde denetimsiz olarak gelişmesine olanak verirseniz olacağı budur.

Ve bitirmeden önce konuyu bir de güvenlik açısından değerlendirmek istiyorum. Batılı ülkeler-ve bunu söy- lememe gerek yok ama siz bunu sürekli tekrarlamalısınız- zaten ötekileştirilmiş olan Müslüman toplulukların genç, dargın, ayrımcılığa uğramış üyelerini kollarını açmış bekleyen DAEŞ ve benzeri örgütlerin kucağına ittikleri takdirde daha az güvenli olacaklardır. Bunu sadece ben söylemiyorum. Bill Clinton döneminin görev- lilerinden, eski dış politika editörü David Rothkopf, Trump tarzı İslamofobinin İslam devleti için yeni üyeler doğuracağını söylemektedir. Başbakan Obama’nın Ulusal Güvenlik Konseyi’nde görev almış olan eski CIA gö- revlisi Bruce Riedel, İslamofobinin gücenmiş ve öfke dolu bir Cihatçı alt kültürü beslediğini söylemektedir; bu daha büyük facialara yol açacak bir şiddete uzanan yoldur. Ve bu görüşte olanlar sadece Demokratlar değildir. Cumhuriyetçilerin sertlik yanlısı daimi bir üyesi, eski CIA ve NSA başkanı General Michael Hayden, bu yılın başlarındaki bir programımdaki söyleşisinde bana Donald Trump’ın ve Ted Cruz’un DAEŞ için asker toplama kurumu gibi hareket etmek suretiyle Amerikalıların güvenliğini zedeledikleri örneğini vererek İslamofobinin radikalleşen topluluklar ve İslamofobikler yarattığını söylemişti. Asker toplama kurumu... CIA eski başkanının görüşü budur. Ayrıca Müslümanların ve gayrimüslimlerin Batı’da yan yana barış ve uyum içinde eşit olarak ya- şadıkları gri bölge olarak adlandırılan alanı ortadan kaldırmak istediklerini çok açık bir biçimde belirten bizzat DAEŞ’in liderlerine de kulak verin. Yani onlar Batılı hükümetlerin, Batı toplumlarının ötekileştirilmiş ve düş kırıklığına uğramış Müslümanları kendi kucaklarına itmelerini istiyorlar.

Amerika’nın The Nation dergisinde yayınlanan bir baş makalenin başlığı şöyledir: “DAEŞ sizin Müslümanlar- dan nefret etmenizi istiyor.” Evet, DAEŞ sizin Müslümanlardan nefret etmenizi istiyor. Ya da DAEŞ’in geçmişte rehin almış olduğu bir Fransız olan Nicholas Hénin’in sözlerine kulak verelim: “DAEŞ’in dünya görüşünün merkezindeki fikir, toplulukların Müslümanlarla birlikte yaşamalarının imkânsız olduğu inancıdır.” Bu kişi DAEŞ’in bu habis dünya görüşünü destekleyecek kanıt bulabilmek için her gün radarını açık tuttuğunu söy- lemektedir. Hanımlar ve beyler, lütfen onlara destek olarak bu kanıtları vermeyi keselim. Doğruca DAEŞ’in ve aşırı sağın ellerine koz vermeye son verelim. Bir araya gelmemizin ve birlikte karşı koymamızın zamanıdır. Bu- nun gibi etkinliklerde, bunun gibi konferanslarda, bunun gibi toplantılarda hep birlikte sesimizi yükseltmenin, isteklerimizi haykırmanın, ahlaki ve siyasi alanda son noktayı koymanın ve ‘buraya kadar, ötesi yok’ demenin zamanıdır. Tüm diğer şeylerin ötesinde, hanımlar ve beyler zamanı gelmiştir, lütfen İslamofobi gerçeğinin red- dedilmesine son verin. Zamanınızı ayırdığınız için çok teşekkür ederim.

AÇILIŞ KONUŞMALARI İSLAMOFOBİ: AVRUPA BARIŞINA VE İSTİKRARINA BİR TEHDİT 023 024 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ SORULAR VE CEVAPLAR

AÇILIŞ KONUŞMALARI İSLAMOFOBİ: AVRUPA BARIŞINA VE İSTİKRARINA BİR TEHDİT 025 MODERATÖR

Artık dinleyiciler için soru ve cevap oturumumuzu açayım. Ama sizlerden özellikle rica ve istirham ediyorum, soracağınız soru gerçekten de bir soru biçiminde olsun ve buradaki sunumlardan daha uzun olmasın. Bazen insanların çok uzun sorular vesaire sormak istediklerini biliyorum. Mehdi’ye şunu sormak istiyordum, eğer iftarda bir şey yemek isteseydiniz bu ne olurdu? Fakat şimdi bunu sormayacağım. Şimdi Mehdi’ye soracağım soru... Siz İngiliz’siniz ve şu an Birleşik Devletler’de yaşıyorsunuz. İngiltere’de yakınlarda Brexit’i gördük ve ABD’de de son bir senedir bir duvar inşa etmekten, kitleleri sınır dışı etmekten ve Müslümanlara yasak koy- maktan bahseden ve başkan seçilme olasılığı olan bir portakal adam var. Size göre İslamofobi İngiltere’de mi yoksa ABD’de mi daha kötü? Yanıtlamak için iki dakikanız var.

MEHDİ HASAN

Bu iyi bir soru. Amerikalıların birçoğu, sıklıkla Amerikalı Müslümanların birçoğu, örneğin sizler bir yıl önce taşındığımdan beri sürekli bana bu soruyu soruyorsunuz ve bu gerçekten de iyi bir soru. Her iki toplumda da farklı biçimlerde olsa da zorlukIar olduğunu söyleyebilirim. Sanırım, örneğin, sanırım Avrupa’daki İslamofobi, kültür savaşlarının çok daha fazla söz konusu olduğu farklı bir İslamofobi türü. Yukarıda bununla ilgili bazı şeyler söylemiştim, biliyorsunuz, Jack bir tartışmada kadın haklarına, cinsiyet ayrımcılığına, helal gıdaya, gi- yim tarzına değinmişti. Ve mesele dönüp dolaşıp yeniden sömürgecilik, ülkeler ve belirli bir ülkedeki göçmen topluluklarla çok yakından ilgili miraslara geliyor. ABD’de bunun hala son derece güvenlik odaklı bir tartışma olduğunu düşünüyorum. Bu durum hala çok büyük bir ekseriyetle, bir Müslümana korku ve paranoya ile bak- tıklarında ‘bu adam beni havaya uçuracak mı?’ şeklindeyken, Avrupa’da ise tartışma ‘bunun daha çok sosyal kültürle ilgili olması daha mı iyi yoksa daha mı iyi?’ şeklinde gerçekleşmekte. Bunun daha kötü olduğunu ileri sürebilirsiniz, çünkü bu daha varoluşsal bir tehdit.

Gerçi şunu da söyleyebilirim. Şu ana dek bu konferansta ortaya konulup konulmadığından emin olmadığım ve hafta sonu boyunca tartışmaya değer ilginç bir konu da şudur. Birleşik Devletler’de, Müslümanlar toplum için- de - iddia edebilirim ki - çok daha rahat bir biçimde Müslüman olduklarını söyleyebilirler, çünkü ABD inanca kucak açan bir ülkedir. Nüfusun büyük bir bölümünün hala kiliseye gitmekte olduğu yerlerde, Hristiyanlık hala ülkenin en önemli kurumlarından biridir ve Tanrıya inandığınızı söylemediğiniz takdirde başkanlığa oy- nayamazsınız. Yakın bir tarihte hiçbir ateist başkanlığa adaylığını koyamayacaktır. Ve dolayısıyla, bu durum Müslümanların Allah hakkında konuşmasını, kutsal kitap hakkında konuşmasını çok kolaylaştırmaktadır. İn- giItere’de, çok daha laik, çok daha agnostik, ateist bir kıta olan Avrupa’da - özellikle de Avrupa’nın geri kala- nından daha çok İngiltere’de; - iyi ya da kötü demiyorum, benim önyargısız bir inanır olduğumu herkes bilir- farklı olarak Müslümanların otomatik olarak geçmişin tuhaf, geri kafalı insanlarına denk gelmeksizin inanç hakkında konuşabilmeleri çok daha zordur. Biliyorsunuz, Richard Dawkins bir keresinde bana şöyle demişti: “Sen eğitimli bir adamsın, tüm bu mucizelere ve saçmalıklara nasıl inanabiliyorsun?” Biliyorsunuz, toplum içinde kendi inançlarını konuşmak isteyen herkese karşı bir kuşkuculuk duygusu vardır.

KATILIMCI

Çok teşekkür ederim ve herkese selam! Davetin için sana teşekkür ederim Bosna. Buraya gelmeden önce hazır- lanmış olduğuma sevindim. Çünkü şu an duyduklarıma inanamıyorum. Ve ilk soru... Sayın Jack Straw, on beş yıl sonra hala nasıl Müslümanlardan daha yüksek sesle terörü kınamalarını isteyebiliyorsunuz? Bunun sizden gelmesi nasıl mümkün olabilir? Sonra Sayın Zapatero için de bir sorum var ve İspanya’ya ait rakamları az za- man önce aldım. İspanya’da Müslümanları hedef alan yeni nefret suçları olduğundan bahsettiniz. Ve birisi bana 2014’te 63 ve 2015’te 70 nefret suçunun işlendiğini belirten bir not gönderdi. Size gelince Sayın Kouchner, hemşerim, Bonjour! Evet, ben Paris’tenim.

026 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ BERNARD KOUCHNER

Fransızca konuşun!

KATILIMCI

Dinleyicinin İngilizce konuştuğu yerde... Ve bunun olabileceğini biliyordum, üzgünüm, fakat hayır. Böylesi herkes için çok daha kolay. Ve siz başörtüsünü yasaklayan 2004 tarihli kanunun İslamofobik olmadığını söyle- diniz. Biraz geriye, örneğin kanundan yaklaşık 15 yıl öncesine gidelim. 1989’da ilk kez bir kız öğrenci türban taktığı için okuldan atıldığı zaman bu kız çocuğu ülkedeki en yüksek yetkili kurum olan Danıştay tarafından korunuyordu. Aynı olay çeşitli zamanlarda yeniden vuku buldu ve her defasında bu kız çocukları temel hakları yok sayıldığı sayıldığı gerekçesiyle okullarına geri döndüler. Bu 1989’daydı. Yine 1989’da solcu ve sağcı çeşitli İslamofobiklerden oluşan bir grup yazar tarafından öğretmenleri direnmeye çağıran bir makale yayınlandı. Neye direneceklerdi? Babalarının, ağabeylerinin ve kocalarının bu kız çocukları üzerindeki etkisine. Başınızı eğdiniz, ama bunu kanıtlayan hiç ama hiçbir kanıt ya da sosyolojik araştırma mevcut değildi. İkincisi, meşhur Stasi Komisyonu uygulamaya konulduğunda, 104 kişi müteveffa Bernard Stasi tarafından ses testine tabi tutulmuştu. Kendisi daha sonra ne demişti, alıntılıyorum: “Eğer aynı gece oy kullanacak olsaydık, bu kanunun aleyhine oy verirdik. Fakat 104 ya da 114 kişiyi ses testinden geçirdikten sonra, İslamcı aşırıcı- lıktan kaynaklanan temel tehditler olduğu ortaya çıktı. Peki bu arada ne oldu? Tümü de başörtüsüne karşı çıkan militanlar olan 104 kişiye ses testi uygulattınız. Başörtüsü takan kızlardan bir tekinin bile kendileri adına konuşmasına izin vermediğiniz halde çeşitli militanlara Fransa’nın tehlike altında olduğu retoriğini kullandır- dınız. Ne oldu? Kanun geçti.

Bir şeyi unuttum. Sayın Bernard Stasi, raportörlük yapan Rémy Schwartz adlı bir kişi tarafından ses testinden geçirilen 104 kişinin önünde idare edildikten sonra, tek bir kızın bile kendisi adına konuşamayacağından nasıl emin olabildi? Bugün bile kanıt yok, konuşmak için burada değiller. Devam edelim. 2004 tarihli kanundan sonra olan şudur ki Müslümanları hedef alan bir dizi kanunumuz oldu. Nerede durabilirim? Türbanı hedef alan 2004 tarihli kanun, sonra da güvenlik gerekçeleriyle yüzü tümüyle kapatan peçenin yasaklandığını gör- dük, sonra da Müslüman annelerin okul gezilerine katılmasını yasaklayan bu ‘Circulaire Chatel’ yasağı geldi. Sonrasında 2009’da sizin de bir parçası olduğunuz bir kimlik tartışmasına tanık olduk ki bu daha da histerik. Ha, bu da tam mali kriz sırasında yürütülüyordu.

KATILIMCI

Hayır, Efendim, Efendim... Hayır, hayır, hayır. Çünkü görünüşe bakılırsa dinleyicilere bilgi verilmemiş, fakat onları nasıl bilgilendirmeli? Fakat benim sorum efendim... Başbakan Sarkozy seçilmeyi ve yeniden seçilmeyi kendisine iş edinmişken sizin İslamofobi aleyhinde konuştuğunuzu duymayı çok isterdim. Çok teşekkür ede- rim.

BERNARD KOUCHNER

Tamam. Ve ben de cevap vermek istiyorum, cevap vermem gerek. Değerli hemşerim, çünkü siz Fransız’sınız! Peki, bunu fark ettim. Laik bir toplumun ne olduğunu kesinlikle görüyor, algılıyor ya da bunun üzerinde düşünüyorsunuz. Ortaokulda hiçbir dini simgeyi kabul etmedik. Üzülerek söylüyorum, ama gerçek budur. Bir Hristiyan… diyelim ki… profesör olsanız bile sınıfınızın herhangi bir yerine bir haç koyma hakkına sahip değilsiniz. Bu yüzden bu uygulamanın amacı hiçbir şekilde sadece dini… ,bir dini diğerine karşı kınamak değildir. Stasi örneğiniz hakkında bilgim yok. Bernard Stasi çok iyi bir adamdı, artık yaşamıyor. Üzgünüm, hatırlamıyorum...

AÇILIŞ KONUŞMALARI İSLAMOFOBİ: AVRUPA BARIŞINA VE İSTİKRARINA BİR TEHDİT 027 MODERATÖR

Birkaç soru için süremiz olacak, ve bu soruları bir kerede alacağım. Burada bir kadının oIduğunu biliyorum. Bir kerede birkaçını birden alacağım. İsterseniz, önce siz başlayın.

KATILIMCI

Ben Amine Easat-Daas ve burada Avrupa İslamofobi Raporu’na katkıda bulunmuş bir Belçikalı olarak bulunu- yorum. Açıklamalarım ve sorularım Doktor Kouchner’e. Beyaz adam, biz koyu derili kadınları bu koyu derili erkeklerden kurtarmayı kesebilir mi? Biz eziliyor değiliz, kurtarılmaya ihtiyacımız yok, işimiz var ve sesimizi duyurabiliyoruz. Lütfen bizim adımıza konuşmak yerine bizim sesimizi duyun.

Ve bu beni bir sonraki soruma getiriyor. Evet efendim, Fransa’da vuku bulan olayların bazıları güçlü ve etkili bir biçimde anlatıldı. Size sormak istediklerim şunlar... Fransa’daki ortamın - ya da şöyle desem daha mı doğru olur - Fransa’daki laikliğin niteliğinin bunun uygulamaya konulduğu süre boyunca ve Fransız toplumu içinde değiştiğini düşünüyor musunuz? Ve ikinci olarak, niçin kadınlar, Müslüman kadınlar Fransa’daki başörtüsü tartışmasının dışında tutulmaktadır? Ve sizden önce, Fadela Amarra gibi epeyce insan Stasi Komisyonu’na dahil edildi? Yeşil faşizmin askerleri hakkında konuştuğu zaman, Müslüman kadınların ezilmekte olduğu hakkında konuştuğu zaman kendisinin başörtüsüne karşı son derece özel bir yer işgal ettiğini hepimiz biliyoruz. Bu tar- tışmalara neden daha geniş bir yelpazeyi temsil eden kadınlar dahil edilmemiştir? Teşekkür ederim.

MODERATÖR

Ve siyah kravatlı beyefendiyi tam buraya alacağız. Tamam, başlayabilirsiniz ve sonra da siyah kravatlı beyefen- di. Üzgünüm, sizin el kaldırmış olduğunuzu biliyorum...

KATILIMCI

Peki, öyleyse benim sorum Sayın Mehdi Hasan’a. Ama bundan önce, ilk olarak başta Sayın Bernard Kouchner, Sayın Zapatero ve İngiltere’nin eski Dışişleri Bakanı olmak üzere tüm katılımcıları bu etkinliğe katıldıkları için tebrik etmek istiyorum. Onlar gerçekten de bize büyük cesaret verdiler, çünkü biliyorum ki onların meslektaş- larının birçoğu ‘Avrupa İslamofobi Zirvesi’ adlı böyle bir etkinliğin bir parçası olmaktan bile hoşlanmazlardı. Bu yüzden bugün bizimle bu zirvenin bir parçası olmalarından dolayı onları gerçekten tebrik ediyorum.

Ve Sayın Hasan’a sorum şudur... Kendisi İslamofobinin her tarafımızda olduğunu; yani, örneğin sadece poli- tikada değil aynı zamanda günlük yaşamımızda da olduğunu söyledi. Bir Müslüman olarak, buna birçok kez tanıklık ettim. Fakat İslamofobiye bir konu oIarak ilgi duyan insanların genellikle akademisyenler, ya da örne- ğin gazeteciler olduğunu görüyorum.

Bu tür konuşmalar asla toplumun daha derin katmanlarına ulaşmıyor ya da sıradan insanlar aslında hiçbir zaman bugün burada ürettiğimiz argümanları ya da tartışmaları duymuyor. Şu halde bu insanlara nasıl eri- şebiliriz? Örneğin, Sırbistan ya da Belçika ya da Fransa sınırındaki bir güvenlik muhafızına nasıl erişebiliriz? Bu insanlar bu sürece fiilen nasıl dahil edilebilir? Belki bu yapılabilse bu fobinin kesin olarak sonu olurdu. Teşekkür ederim.

MODERATÖR

Teşekkür ederim ve evet. Elbette!

028 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ KATILIMCI

Teşekkür ederim. Her şeyden önce, Başbakan Zapatero... Öyle sanıyorum ki tarih içinde nedensel bir bağlantı kurma meselesi son derece önemlidir. Ve muchas gracias! Sayın Straw, alimler hakkındaki konular yeterli gelmiyor... PayPal bağımlılarından herhangi birinin kondom satan Katoliklerin sayısını düşürdüğünden emin değilim. Bu yüzden ilahiyatçıların ateizm alanında ve terörizm alanında gerçekten neler yapabileceklerinden emin değilim. Ve Sayın Kouchner... Fransa’daki İslamofobi ve kadınlar meselesi hakkında söylemek istediğim şudur: Tati’de 20 Avro harcayan başörtü takmış bir kadın Fransız kimliği için varoluşsal bir tehdit olarak gö- rülüyor, ama Hermès’te 250.000 Avro harcayan Katar’dan gelmiş türbanlı bir kadın kendisine kucak açılarak karşılanıyor? Teşekkür ederim.

MODERATÖR

Sanırım sorunuz bu.

KATILIMCI

Evet, özür dilerim. İki sorum var. Teşekkür ederim.

BERNARD KOUCHNER

Evet, bu sınıf farklılığıdır. Lütfen zengin ve fakir arasındaki farklılığın da altını çizmiş miydiniz? Bu yüzden aynı dükkanlardan yiyecek satın almıyorlar, bu doğru. Tümüyle haklısınız. Fakat ne Champs-Élysées’de ya da Rue de Rennes’deki Tati’de sokaktaki insanlardan başörtülerini çıkarmalarını istemiyoruz hiçbir zaman. Bu insanlar aynı problemlerle yüzleşiyorlar. Onlar yüzleşiyor, biz değil. Yani, sokaklarda hiçbir biçimde av yapılmıyor. Oy vermiş olduğumuz şey ortaokulda her türlü dini simgeyi ortadan kaldırmak içindi. Mesele bundan ibarettir, hepsi bu. Böyle konuştuğum için üzgünüm. Size söylemiş olduğum gibi ben bunu tasvip etmiyordum, ama oylamayı destekledim çünkü ben bir demokratım. Tamam?

Ve sorunuza geri dönecek olursak, Madam... Çok teşekkür ederim. Madam Fadela Amara’yı çok iyi tanıyorum. Kendisiyle üç yıl gibi yeterli bir süre birlikte çalıştım. Gerçekten de çok sayıda genç Müslüman kadını temsil ediyordu. Ve kendisinin Fransa’daki bu grubun tümüyle olan iletişimi de son derece tipikti ve dikkat etmemiz, göz önünde bulundurmamız gerekiyordu, hepsi budur. Fakat yapmadık... Yani... Bu diğerlerini dinlemiyoruz anlamına gelmez.

Fakat Fadela, o siyasetin içindeydi. Ve Ni Putes Ni Soumises adlı bu grubu destekledi ve farzı mahal, bir ey- lemci olarak çok iyiydi. İşte bunun için birlikte çalışıyoruz. Ve kendisi aynı zamanda onunla hemfikir olmayan diğer Müslüman hanımlarla da çalışıyordu. Ve hiç ayrımcılığın olmadığı bir yerde bir bakanlık görevindeydi... - Sarkozy hükümetinin bir bakanıydı -. Bu, bizim dini bir unsura, örneğin, daha tarafsız bir kelime olacaksa, dini simgeye karşı olduğumuz; bir diğerini desteklediğimiz anlamına gelmez. Hayır, hiçbir şekilde bu anlama gelmez. Burası özgür bir ülkedir. Burası özgür bir ülkedir ve Müslüman halk arasında bir tür referandum yapa- bilseydiniz, sonucu sizin için şaşırtıcı olurdu.

MEHDİ HASAN

Sadece ‘bununla ilgili olarak ne yapıyorsunuz?’ şeklindeki sorunuzu cevaplayacağım... 64 bin yıl yaşında bir soru, basit bir yanıtım yok. Siyasi liderlikle ilgili meseleler olduğunu söyleyebilirim. Politikaları bahane etme- nin bir anlamı yok, çünkü politikalar önemlidir. Yıllar boyunca cereyan etmiş olan büyük mücadelelerden

AÇILIŞ KONUŞMALARI İSLAMOFOBİ: AVRUPA BARIŞINA VE İSTİKRARINA BİR TEHDİT 029 bazılarına bakarsanız, bunun bazı aşamalarda böyle olduğunu, taban etkinliklerinin çok önemli olduğunu görürsünüz, fakat zorlukları fark edecek siyasi liderlere, akıntıya karşı koyacak yiğit, cesur liderlere gerçekten de ihtiyacınız vardır. Aynı zamanda, bu gece buraya gelecek olan dostum Wajahat Ali’nin her zaman söylediği gibi, kültür, sanat, yazı yazma alanlarında kendi hikayelerinizi anlatabiliyor olmanız gerek. Bunun üzerine ye- terince düşmedik, kendi hikayelerinizi anlatın. Arkadaşımın dediği gibi, haberler ve güncel konular anlamında tartışma açmak için bu gerekli bir şeydir. Ama biliyorsunuz, gerçek faaliyetin olduğu yer TV’dedir, dramdadır, filmlerdedir, vesaire...

Ve maalesef, Müslümanların birçoğu şunu söylüyor: “Niçin tüm yük bizim omuzlarımızda?” Bakın, ister se- velim ister sevmeyelim, bu yük bizim omzumuzdadır. Bunun adil olduğunu düşünmüyorum. Fakat gerçek şudur; eğer sesimizin duyulmasını istiyorsak, elçiler gibi çok daha sıkı çalışmak zorundayız. Yobazlığı alaşağı etmek anlamında ‘sözleşme teorisi’ adı verilen sağlam bir teori mevcuttur. Farklı inançlara mensup insanları daha çok tanıdıkça - diğer konuşmacılar da bundan söz etti - onlarla olan sorununuzu çözebilme ihtimaliniz de artar. Jack, Müslümanların diğer dinlere bize olduklarından nasıl daha aşina olduklarından söz etmiştir. Dı- şarı çıkmamız ve her yanda daha fazla çalışmalıyız. Çünkü istatistikler işe yaramıyor. Bütün araştırmalar bunu gösteriyor. Size on tane istatistik gösterebilirim, bunlar sizin bir topIuluk, bir kültür, bir din, bir grup, bir ulus hakkındaki görüşünüzü değiştirmeyecektir. Fakat falanca insanı tanırsanız, insanla zaman geçirirseniz, çok daha az düşmanca hisler beslersiniz.

Diğer tartışmaların bazıları hakkında çok kısa bir şeyler söyleyebilir miyim? Demek istiyorum ki, üzgünüm. Avrupa’da başörtüsü, giyim tarzı, yemek alışkanlıkları hakkında dönen tartışmaların tümünün sadece tarafsız- lık ve sekülarizmle ilgili olduğu argümanına ben metelik vermem. Demek istiyorum ki iddia edilen budur fakat ben bunu almam.

Yani, helal et ve dini esaslara uygun kesim hakkındaki tartışmaya bakın. İngiltere’de, İngiltere Bağımsızlık Par- tisi (UKIP), Yahudi bir cemaat liderinin UKIP’in sözcüsüyle röportajı sırasında yönelttiği ‘koşer yemeğini niçin yasaklıyorsunuz?’ sorusunu yanıtlarken bunu açıkça itiraf etmiş ve “Üzgünüm, ama sizler sivil zayiatsınız. İki ateş arasında kalmış durumdasınız. Gerçekten sizi kazanmak gibi bir kaygımız yok. Ne var ki dini esasa dayalı tüm hayvan kesimlerini yasaklamak zorunda olduğumuz için bu işe bulaşmış oldunuz. Sizin adamlarınız da bu işe bulaştı” demiştir.

Aynı şey sünnetle ilgili olarak Almanya’da da yaşandı. Almanlar ciddi ciddi Türkleri hedef alıyorlardı, fakat sonra aniden Yahudilerin de sünnet olduğunu hatırladılar ve “Bunu yapamayız!” dediler. Ve bu tür vakalar hep yaşanmaktadır. Kıyafet yasağının kadınları kurtarmaya yönelik olduğu düşüncesini biliyorsunuz. Belçika’da, 2002 yılında, türban altı ay boyunca hükümet kuramayan bir meclis tarafından yasaklanmıştır. Hükümet kura- mamışlardı. Ve buna rağmen bir araya geldiler ve tüm meclis hep birlikte Belçika’da 215 kadının türban taktığı bir tarihte türbanı yasakladı. O kadar küçük bir sayı ki tam olarak bu rakamı tespit edebiliyorsunuz! Benim nikâh törenimde bile bundan daha fazla insan vardı. 215 kişi için türbanı yasakladılar, üstelik meclis daha hü- kümet bile kuramamışken. Bana bunun İslam’a yakıştırılan şeylerle ilgisi olmadığını söylüyorsanız, üzgünüm ama size itibar etmem.

MODERATÖR

Bir soru daha geldi. Sadece üç soru daha alabilecek kadar süremiz kaldı ve sonra da konuyu toparlayacağız.

KATILIMCI

Aslında benimki soruyla beraber bir yorum şeklinde. Ben Ürdün’den geldim...

030 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ MODERATÖR

Ama soru şeklinde olması gerekiyor. Üzgünüm.

KATILIMCI

Yorumumun hemen ardından soru geliyor.

MODERATÖR

Sorun değil. Yorum kendi içinde bir soru işareti taşıdığı sürece sorun yok.

KATILIMCI

Evet. Ben çoğunluğun Müslüman olduğu bir ülke olan Ürdün’den geliyorum. Biz Ürdün’de başörtüsü giyme ya da giymeme özgürlüğüne sahibiz. Ne yapmak istediğimize karar vermek bize, yani kadınlara kalmış bir meseledir. Ailemizdeki erkeklerin bizim üzerimizdeki etkisi çok çok azdır. Tüm kadınlar yüksek düzeyde eği- timlidir. Kadın nüfusunun %70’i üniversite mezunudur. Buna ek olarak şunu da söyleyeyim ki kadınlarımız farklı farklıdır; kapananı da vardır kapanmayanı da vardır. Ve benim görüşüme göre... Söylemek istediğim şu ki türban din için bir zorunluluk değildir, ille de kimliği tanımlamaz. Bazen işin içindedir.

İslam’da türbanın ya da örtünmenin yer almasının asıl nedeni biyolojiden kaynaklanmaktadır, çünkü bir top- lum içinde beraber yaşayacaksak geliştireceğimiz ilişkilerde birbirimizin dikkatini dağıtmamız gereklidir. Ve kadınların örtünmesini yasaklayarak, erkeklere ve kadınlara ‘Ben gerçekten ne istiyorum? Ben kimim?’ diye dü- şünmeye başlayarak kendilerini eğitmelerine ve örtünüp örtünmemelerine kendilerinin karar vermesine fırsat vermek yerine türbanın sadece bir gerekçesi üzerinde odaklanıyorsunuz. Düşünce özgürlüğü budur ve ileriye taşımamız gereken şey de budur. Bu yüzden sorum şu... Düşünce özgürlüğünü ve bu insanların örtünmek ya da hiç örtünmemek istediklerine bakılmaksızın kendi kararlarını alma haklarına saygı duyulmasını nasıl sağla- yabiliriz? Ve bu insanlara bu özgürlüğü vermekte ve buna her ne şekilde olursa olsun saygı duymakta özgürüz. Ele almamız gereken temeI sorunun bu olduğunu düşünüyorum. Peki bunu nasıl yapacağız?

MODERATÖR

Teşekkür ederim. Teşekkür ederim, sanırım yarınki konuşmacılarımız arasında da yer alacak olan Doktor Ha- tem Bazian’ın bir sorusu var.

HATEM BAZİAN

Teşekkür ederim. Müslümanlardan sürekli olarak ilahiyat içerikli argümanlarla yanıt vermelerinin istenmesi sorununa değinmek istiyorum. Ve diyorum ki; Afgan Mücahitleri Sovyetler Birliği ile savaşmak için silah altına alınırken niçin bu soru ortaya atılmadı? Müslümanlara ilahiyata dayalı olarak cevap vermeleri için neden hiçbir soru sorulmamıştır? Şunu söyleyebilirim ki, eğer kendilerine sorulmuş olsaydı Müslüman ilahiyatçılar gerçek- ten de yanıt verirdi ve böylesi radikal bir eğitime girişmek İslami geleneğe hizmet etmez, onun bir parçası da değildir. Daha da önemlisi, dünya genelindeki Müslümanlar, söyleyebilirim ki çok sayıda kınama, çok sayıda fetva yayınlamışlardır. Ben kendim, uluslararası ölçekte en çok tanınmış 126 kişinin DAEŞ’e karşı çıkardıkları bir fetvanın altında imzası bulunan biriyim.

Ve sorum şu: Niçin George Bush’tan ve DAEŞ’in ortaya çıkmasına neden olan koşulları var eden Irak’taki savaş

AÇILIŞ KONUŞMALARI İSLAMOFOBİ: AVRUPA BARIŞINA VE İSTİKRARINA BİR TEHDİT 031 için ısrar edenlerden değil de DAEŞ’ten sorumlu olalım? Ben bir ilahiyatçı olarak şok ve dehşetle birlikte gelen ve vaki olaydan sonra yanıt vermemizin istendiği sorulara değil de bu soruya cevap vermeliyim? İlahiyatçılar Batı’nın yanıtlanmasını istediği bu soruların neresindedir?

MODERATÖR

Teşekkür ederim. Bir soru için daha süremiz var mı? Başka soru yok mu? Şaşırtıcı bir durum. Her şeye yanıt verildi. Ha pardon, çok gerilerde kalmış bir soru vardı! Afedersiniz.

KATILIMCI

Teşekkür ederim, çünkü gelmemiş kişiler vardı. Ben Mösyö Kouchner’e bir soru sormak istiyorum. Bonjour, Mösyö! Haroon’un sorduğu soruyu biraz farklı bir biçimde soracağım. Daha bu sene, sizin yurttaşlarınız olan bazı Fransız görevliler, tıpkı bir zamanlar sizin “kıyasçılarınız”ın yapmış oldukları gibi bazı iddialarda bulun- dular. Örneğin; Sayın Valls, Mösyö Valls, aslında peçe giyme yasağını üniversite düzeyine kadar genişletmek istediğini söyledi. Sonra, Madam Rossignol’ün meydana çıkarak peçe giyen Müslüman kadınları ve peçeyi bir moda unsuru olarak sunan moda endüstrisine karşı çıkmasına tanık olduk. Sonrasında da peçeyi, başörtüsünü ve fuları Nazi nişanlarıyla aynı kefeye koyabilen Madam Céline’i gördük. Şu an burada çocuklara ya da ortaokul çağındaki gençlere değil yetişkinlere hitap eden insanlar hakkında konuşuyoruz. Zira bu yasağın ortaokullar için çıkarıldığı gerçeğini vurguladığınızı sanıyorum. Ne var ki bu söylem bunun ötesine geçmektedir. Bu tür söylemleri, yani Sayın Valls’unki, Madam Rossignol’unki, Madam Pinet’inki, Madam Badinter’inki, Sayın Aus- si’ninki gibi söylemleri hangi kategoriye sokuyorsunuz? Ve bizzat sizden duymak isterim. Merci!

JACK STRAW

Öncelikle, ben sizin ve ulemaya tabi birçok kişinin çıkardığı fetvaları sorgulamıyorum... Bu insanların teröre karşı fetva çıkardıklarını biliyorum. Ancak tüm söyleyebileceğim şu ki -en azından, dostluk, aile bağları vesaire yakınlık bağları kurmuş olmaları nedeniyle mesele üzerinde kafa yoran Müslümanlardan oluşan bir seçmen kitlesi ile ilgili olarak 40 yaşına gelmiş bir beyaz Hristiyan’ın tecrübesiyle- seçmenlerim arasında başta gençler olmak üzere çok fazla sayıda Müslümanla tanıştım ve bu nedenle bu ülke çapında doğrudur. Ve bu insanlar en çok, örneğin 9/11’i kınayıp kınamamak ya da çaba gösterip argümanlar bularak bunun gerçekten de İs- lam adına yapılmış olduğunu ve sadece aşırı kanada savrulmakla kalmayıp aynı zamanda mütedeyyin hale gelmekte olduklarını söyleyip söylemek konusunda kararsız insanlardır. Ve sizler ve ben bu tartışmayı devam ettirmeliyiz. Savaş ve terör döngüsü sorununa gelince, belirtmek isterim ki İngiltere’nin Irak’taki savaşa dahil olmasından ben kısmen sorumluyum. Şimdi bunu tartışmanın sırası değil ve bu arada on güne yakın bir süre içinde Chilcot Raporu yayınlanmış olacak. Ve kabul ediyorum ki Irak Savaşı’nın sonuçlarının ve özellikle de savaş sonrası ortamının Irak’taki istikrarsızlığa katkıda bulunacak olması zaten bilinen bir olgudur ve bunlar terörü bir dereceye kadar alevlendirmiştir. Fakat bunun Suriye’de olanların nedeni olduğuna katılmıyorum. Irak Savaşı’nda Suriye’ye dokunulmamıştır. Yeri gelmişken hemen hatırlatayım, birçok kişinin unuttuğu şey şudur ki 9/11 olayı Afganistan ve Irak’taki savaştan sonra değil önce meydana gelmiştir. Bu böyle olmuştur, sizler de kafalarınızı sallıyorsunuz. Bu olay daha önce olmuştur, bu bir zaman ve mekân meselesidir. Ve bu hanıma yanıt olarak ifade etmek isterim ki insanların başörtüsü takma ve ayin yapma haklarını tümüyle destekliyorum. İngiltere’de kimseden yüzü tam kapatan peçenin yasaklanması için gelen bir teklif de olmamıştır.

Tam da peçe giymeyi ve ayin yapmayı, her ikisini de insan hakları olarak görmekte olduğum içindir ki uma- rım yüzü tam kapatan peçe giyen insanlar, bunu tasvip etmediğimi ve iletişim açısından ciddi bir engel olarak gördüğümü söyleme hakkını benden esirgemezler. Bir başörtüsü, iletişim için şapka giymekten daha büyük bir

032 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ engel oluşturmaz. Bundan şikâyet etmek gülünç olur. Ve bu durum, bazı kadınların neden bir maskenin ardı- na gizlenmeyi seçtiklerini tartışmaya açacaktır. Ve Kuran’ı okumuş biri olarak Kuran’da buna dair bir gerekçe olmadığını biliyorum. Bence bunun masaya yatırılması önemlidir.

KATILIMCI

Jack, hazır mikrofon sendeyken çok kısa bir soru sorabilir miyim? Chilcot’u beklediğini biliyorum ve seninle Chilcot hakkında konuşmak istemediğimden bu konuyu daha sonra konuşabiliriz. Fakat Tony Blair, Irak Sa- vaşı’nın muhtemelen en ateşli savunucusu olan Tony Blair bile bu savaşı istemiş olanların DAEŞ’le ilgili olarak bir dereceye kadar sorumluluk alması gerektiğini kabul etmiştir. Bu sorumluluğu alacak mısınız... Tony Blair’e hak veriyor musunuz?

JACK STRAW

Hayır, bakın. Fransız konuşmacının söylediğini ben de İngilizce olarak söyleyeyim. Ben orada olup bitenlerden dolayı kendi üzerime düşen sorumIuluğu zaten alıyorum. Bu gece detaylara girecek değilim, fakat biz Irak’ta doğru şeyler yaptık, ne var ki sonrası kötü gitti.

KATILIMCI

Öyleyse Irak Savaşı ile DAEŞ arasında bir bağlantı olduğunu kabul ediyorsunuz, öyle mi?

JACK STRAW

Kabul etmiyorum...

KATILIMCI

Basit bir soru. Irak Savaşı ile DAEŞ arasında bir bağlantı olduğunu kabul ediyorsunuz? Değil mi?

JACK STRAW

Temsilcinin neyi iktibas ettiğini bilmiyorum. Soruyu kendi sözlerimle yanıtlamama izin vermeniz gerek, doğru mu? Bu forumda yapmayacağım bir şey Chilcot’a yanıt olarak söyleyeceklerimin içini boşaltacaktır, üzgünüm.

BERNARD KOUCHNER

Peki, afedersiniz efendim. Fransız hükümetinin idari işlerinin iç yüzüne ilişkin bu tartışmanın tamamını takip etmiş değilim. Fakat şurasını çok iyi hatırlıyorum ki üniversitelerde başörtüsü giyilmesi ile ilgili tartışma Tür- kiye’yi de ilgilendiriyordu. Ve biz Madam Pina’dan bahsediyoruz, ayrıca Madam Rossignol’ü hatırlamıyorum. Ve hakkında konuştuğumuz kişi Başbakan, evet. Neden olmasın? Burası özgür ülke. Görüşünüzü ifade etme hakkına sahipsiniz. Fakat şunu bilin ki üniversitede başörtüsü olsun mu olmasın mı noktasında ne bir oylama yapılmıştır ne de bir kanun bulunmaktadır, hiç böyle bir şey yok. Başörtü kesin olarak serbesttir.

Ve Madam, kusura bakmayın ama... Bu tartışmaya katılmak istemiyorsanız, sizi zorlamıyorum. Fakat İslam toplumunu içeren ve daha önemlisi İslam toplumunun içerisinde yer alan bir tartışma mevcut. Öyleyse bu tartışmaya kulak verin. Bütün kadınlar bunu kabul ediyor değiller, hiç değiller. Tartışıyorlar. Ve bu insanlar ülkemdeki özgür bir tartışmanın bir parçası. Size ortaokullarda başörtüsü lehine oy kullanmış olduğumuzu

AÇILIŞ KONUŞMALARI İSLAMOFOBİ: AVRUPA BARIŞINA VE İSTİKRARINA BİR TEHDİT 033 söylemiştim ve mesele bundan ibarettir, ki oylamamız da gerekmiyordu, çünkü bu gereksizdi. Bu, tüm dini sembollerin yasaklanmasının bir parçasıydı, mesele bundan ibarettir. Ve ülkedeki tüm tartışmayı kılı kırk ya- rarcasına okumaya kalkışmayın. Bazı zamanlar bunlar tümüyle yanlıştır. Bazen, bazen... Bu oluyor.

MODERATÖR

Öyleyse, konuyu burada toparlamak istiyorum. Herkese bu aydınlatıcı tartışmayı sabırla sonuna kadar izledik- leri için teşekkür ederim. Misafirlerimize teşekkür ederim, lütfen onlar için bir alkış. Bize ayırdıkları zaman ve enerjileri için müteşekkirim.

034 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ AÇILIŞ KONUŞMALARI İSLAMOFOBİ: AVRUPA BARIŞINA VE İSTİKRARINA BİR TEHDİT 035 036 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ 1. OTURUM / 1. KISIM Avrupa’da İslamofobi - Vaka Çalışmaları / Kuzey Avrupa

MODERATÖR

İsmail Çağlar İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Türkiye

KONUŞMACILAR

Fatih Ünal Berlin Humboldt Üniversitesi, Almanya

Arzu Merali Yazar, Birleşik Krallık

Dr. Ineke Van Der Valk Amsterdam Üniversitesi, Hollanda

Dr. Amina Easat-Daas Aston Üniversitesi, Belçika

1. OTURUM / 1. KISIM AVRUPA’DA İSLAMOFOBİ - VAKA ÇALIŞMALARI / KUZEY AVRUPA 037 Fatih Ünal Berlin Humboldt Üniversitesi, Almanya

MODERATÖR

Günaydın, hanımlar ve beyler! Avrupa İslamofobi Zirvesi’nin ikinci gününde ilk oturumu açmak benim için bir zevktir. Bu oturumda dört seçkin konuşmacımız var ve sadece 60 dakikamız var. Bunun için konuşma- mı fazla uzatmayacağım ve hemen sözü konuşmacılara vereceğim. Öncelikle Almanya, Berlin’deki Humboldt Üniversitesi’nden Sayın Fatih Ünal’la başlamak istiyorum. Fatih Ünal bir siyaset bilimci ve yakın bir zamanda Harvard’da misafir öğretim üyesi olacak. Evet, Fatih Ünal, söz sizindir.

FATİH ÜNAL

Merhaba, hanımlar ve beyler! Sunumumu fazladan birkaç slayta sıkıştırmak zorunda kaldım. Bu Brexit’ten ötü- rü böyle oldu. Bu nedenle sunum yaklaşık olarak on iki ya da on üç dakika olacak. Bu benim hatam değil, suç Brexit’in. 2016 İslamofobi Zirvesi’ne davet edilmekten onur duyarım. Süre kısıtlı olduğundan izin verirseniz hemen konuya gireceğim. Size 2014’te Almanya’da yapmış olduğum deneysel araştırmamdan bazı veriler sunacağım. Ama oraya gelme- den önce, size Almanya’daki İslamofobi hakkında açıklayıcı bazı rakamlar sunmama izin verin. Bildiğiniz gibi, İslamofobi hem Avrupa’da hem de Birleşik Devletler’de büyük bir sosyal sorun haline gelmiştir. İslamofobi, Müslümanların küçük bir uç grubundan daha fazlasını etkilemektedir. Farklı araştırma araçları ve küresel oy- lama araştırmaları vasıtasıyla, dörtnala koşanlar Müslümanların dünya çapındaki saygı, davranış ve toleransla- rının çeşitli yönleri hakkında detaylandırılmış çok sayıda kamuoyu verileri toplamışlardır. Bu veriler İslamofo- binin sıklığının ve kötü şöhretinin son on yılda arttığını göstermektedir. Almanya bu açıdan bir istisna değildir.

Sadece iki hafta önce yayınlanmış olan en güncel veriler İslamofobik tutumların 2009’a kıyasla 2016’da belirgin bir biçimde arttığını göstermektedir. %85’lik artıştan söz ediyoruz. Bu itibarla, Müslüman bireylere ve İslami kurumlara karşı düşmanlık ve şiddet içeren eylemlerde de bir artış gözlemlemekteyiz. 2014 ile karşılaştırıldı- ğında, mültecilere karşı düşmanlık ve şiddette %364’lük genel bir artış vardır. Sadece 2016’nın ilk yarısında, 66 kundaklama saldırısı ve 4 cinayet dahil olmak üzere 560’ın üzerinde ırkçı ve İslamofobik nitelikte olay

038 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ halihazırda kayda geçirilmiştir, ayrıca 2001 ila 2016 arasında Almanya’da son derece önemli olan 416 siyasi güdümlü cami saldırısı gerçekleşmiştir. Size medyadaki İslamofobiden söz etmem gereksiz. Bu diğer Avrupa ülkelerindekiyle aynı nahoş tablodur. Tek başına bu rakamlar en hafif deyimiyle son derece ürkütücüyken, İslamofobinin bir diğer biçimi de en az sistematik olarak analiz edilmiş ve deneysel anlamda nadiren fark edilmiştir. Dikkatinizi yeterince araştırılmamış fakat yaşamsal bir fenomene çekmeme izin verin; İslamofobik komplo teorileri. Şimdi, İslamofobik komplo teorileri nelerdir? Ve neden önemlidir?

Birçoğunuz bazı farklarla bu tip bir anlatıyla kesinlikle karşılaşmışsınızdır, anahtar kelimeler: ‘’, Av- rupa’nın gizli İslamlaşması, patlayan cihat ve bunun gibi şeyler... Doktora araştırmam kapsamında, YouTube videoları, bloglar ve benzeri düzinelerce web sayfası taradım ve kâh bazı solcular kâh politikacılar tarafından desteklenen fakat kasıtlı medya dezenformasyonu ile kitlelerden gizlenen, planlanmış asimetrik bir Müslüman nüfus artışının harekete geçirdiği Avrupa’nın gizli bir biçimde süregelen İslamlaşması olarak özetleyebileceği- miz bu tür hikâyelerin en özlü anlatısını çıkarmaya çalıştım.

Bu sürecin arkasında İslami kanunları ve kuralları uygulamaya koymak ve sonunda da Batı dünyasının tümüne egemen olmak nihai amacıyla gizli bir Müslüman ajandası olan tertiplenmiş bir saldırı olduğu iddia edilmekte- dir. Bu, temel olarak bu komplo teorilerinin en tipik örneğidir. Şu an Müslümanların daha yüksek bir doğum oranına sahip olmasından kaynaklanan bu asimetrik nüfus artışını, başka bir deyişle demografik bir tehdidi konu edinen bu görüş, Almanya’daki toplumsal tartışmalarda, çevrimiçi forumlarda ve medyada sıklıkla yi- nelenmektedir. Hatta, yakın tarihli bir araştırma Müslüman nüfusunun büyüklüğünün tüm Avrupa’da sürekli olarak, olduğundan daha fazla hesaplandığını ortaya koymaktadır.

Bu grafik, gerçek Müslüman nüfusa ait sayıları ve bazı Avrupa ülkeleri için bu sayıya ait tahmini nüfusun tam sayısını göstermektedir. Örneğin Almanya’da, gerçek Müslüman nüfusunun yaklaşık olarak %6 yaptığını gör- mekteyiz. Tahmini nüfus yaklaşık %19’dur; bu üç kat daha yüksek gibidir. İspanya’da, gerçek sayı %2 olup bu sayı %16’ya karşılık gelmektedir; bu da sekiz kat daha yüksektir. Ve son olarak yanlış tahminler listesinin başında yer alan %0,1 ya da altında bir Müslüman nüfusa sahip olan Macaristan %7’lik bir tahmini nüfus gös- termektedir; bu sekiz kat daha yüksektir!

Öyleyse, bu verilerden en az iki sonuç çıkarabiliriz. Birincisi, iddia edilen süregelen gizli İslamlaşma her tür- lü gerçeklikten daha çok, toplumun imgeleminde çok daha hızlı bir biçimde ilerliyor görünmektedir. Ve en önemlisi, istemediğimiz halde bir parçası olduğumuz bu komploda oldukça iyi bir durumda görünmekteyiz. Dolayısıyla bu sayılar gerçekten de hayal kırıcıdır beyler.

Peki, neden önemli? Bu tür saçma ve paranoyakça bir hayal internette çok zaman harcayan insanlardan oluşan uç bir azınlık grup için zararsız bir fantezi değil mi? Bunu sorabilirsiniz pekâlâ. Maalesef değil. Her ne kadar nüfus-seviyesi verilerine sahip olmasak da, İslamofobik komplo teorilerinin internette paranoyak kişilerin uç bir grubuyla sınırlı olmadığını, daha ziyade halka açık bir konuşmada İslamofobik komplo teorilerini şu anki mülteci krizinin açıklayıcı bir çerçevesi olarak kullanmış olan Çek Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Miloš Ze- man gibi önde gelen siyasi simalar dahil olmak üzere tüm Avrupa ve ABD’de çapındaki önde gelen destekçiler olduğu gözlemleyebilmekteyiz. Bu kişinin ne dediğini okumak için bir dakikanızı ayırıverin.

Bu herhangi biri değildir. Ve her türlü gelişmeyi ve süreçleri açıklama çabalarında komplo teorilerine başvuran Geert Wilders, Viktor Orbán ve diğer birçokları gibi önde gelen birçok sima görmekteyiz. Özellikle Anders Behring Breivik’in 22 Temmuz 2011’de 77 masum insanı öldürdüğü Norveç’teki katliam. Bu kişi kısmen tam da bu inançlarla motive olmuştu. Terörist Breivik’in yaptığı açıklamanın yukarıda sözü edilen kişiler tarafından yapılan açıklamalardan o kadar uzak olmadığına dikkat edin. Bugün bile dünyanın en güçlü ulusunun bir başkanlık adayı bu basmakalıp sözleri kullanmaktan çekinmemektedir. Bu durum, gerçekten kaygı vericidir.

1. OTURUM / 1. KISIM AVRUPA’DA İSLAMOFOBİ - VAKA ÇALIŞMALARI / KUZEY AVRUPA 039 Komplo teorilerinin, özellikle de azınlık komplolarının zararlı etkileri, önyargı ve klişelere ilaveten komplo teorilerine inanmanın, sınırlama olmaksızın ayrımcılık, şiddet davranışlarına yönelme ve hatta Anders Behring Breivik vakasının klasik bir örneği olduğu siyasi aşırıcılık da dahil olmak üzere olumsuz psikolojik ve davra- nışsal sonuçlarla belirgin bir biçimde ilişkili olduğunu mütemadiyen göstermiş olan analiz edilmiş ve sosyo psikolojik bir literatüre sahiptir.

Son olarak, bu hikâyeleri neden önemsemeliyiz... 19. yüzyıldan itibaren İslamofobik inançlar ve anti-Semitik inançlar üzerinde yapılan karşılaştırmalı araştırmalar bu iki fenomen arasında gerek söylemsel olarak gerekse de yapısal olarak çarpıcı benzerlikler göstermektedir. Anti-Semitik literatür bugün önceden sözü edilen demog- rafik tehdit ve iddia edilen kültürel yetersizlik, paralel toplumların varlığı ve her iki gruba atfedilen komplo teorilerine duyulan arzular da dahil olmak üzere Müslümanlara yöneltilmiş olduklarını gözlemleyebildiğimiz gibi Yahudilere yöneltilmiş benzer iddialar göstermektedir.

Kendi araştırmamın bir parçası olarak, 2014’te genç kişilerden oluşan geniş bir örneklemle İslamofobik komp- lo teorilerinin kapsam nedenlerini ve sonuçlarını analiz etmiştim. Açıklayıcı sonuçlarda görebileceğiniz gibi, katılımcıların birçoğu İslamofobik komplo inançlarıyla uyuşmamıştır. Buna rağmen, ankete katılanların yak- laşık %9’u belirsizliği işaretledi; yaklaşık, bir diğer %8’i bu komplo teorilerine bir dereceye kadar inandıkla- rını belirttiler. Bu araştırmanın katılımcılarının çoğunluğunun genç ve yüksek eğitimli olduğuna dikkat edin. Ekseriya bu, toplumun en az önyargılı kesimidir. Eğitimli bir misafir ele alındığında, genel nüfus içinde daha yüksek sayılar beklenebilir.

Komplo inançlarıyla ilişkili sosyal psikolojik mekanizmaların analizi ile ilgili olarak, elde ettiğim sonuçlar bu tür komplo teorilerine bağlılığın arttığına, daha çok bireyin sözüm ona süregelen bir uygarlıklar çatışmasına inandığına işaret etmektedir. Grup-içi özdeşleşme ne kadar yüksekse, belirsizliğe karşı hoşgörüsüzlük o kadar yüksektir ve artan sembolik tehdit algıları bu inançlara karşı en yüksek yatkınlıkla istatistik olarak ilişkilidir. Son olarak, neden önemli? Bu inançların sonuçlarını ayrımcı davranışsal nedenleri itibariyle analiz eden bu tab- lo, farklı sosyal-psikolojik önlemlerin Müslüman karşıtı ayrımcılık üzerindeki kestirim gücünü göstermektedir. Son satırda ve son sütunda görebileceğiniz gibi, komplo teorilerine inanma, Müslüman karşıtı oy kullanma ve diğer ayrımcı niyetler üzerinde belirgin bir etkiye sahiptir. Gerçekte, bu etki Müslüman karşıtı önyargı ve diğer ilişkili değişkenlere ek niteliktedir.

Özetlemek gerekirse, Almanya’daki İslamofobi hakkında epey içgörü edinmiş durumdasınız. Ve özellikle İs- lamofobik komplo teorilerine karşı bakış açımızı niçin genişletmemiş gerektiğine ilişkin argümanlar sundum. Gösterilmiş olduğu gibi, bunlar sıradan kimselerden oluşan küçük bir uç insan grubuyla sınırlı olmayıp önde gelen, kamuya mal olmuş simalar tarafından kullanılmaktadır ve şiddetli ve zararlı etkilere sahiptir. Hanımlar ve beyler, Brexit kuşkusuz diğer Avrupa Birliği ülkelerinde AB-karşıtı, göç-karşıtı ve kesin bir biçim- de İslamofobik partilerin şansını destekleyecektir. Kanal boyunca, Fransa Ulusal Cephesi gibi Avrupa Birliği muhalifleri İngiltere’nin teşvik olarak birinci sınıftan ayrıldığını görecektir. Sağ-kanat popülizm seçmenlerinin motivasyonları hakkındaki ön analiz yabancı düşmanlığı, ekonomik kaygılar yanında ve protesto oyu yanından İslamofobinin ana devindirici güç olduğuna işaret etmektedir.

Öyleyse diğer araştırma ve politik çıkarımlardan hangi sonuçlar çıkarılabilir? Öncelikle, komplo teorileri ile ilgili nüfus seviyesi hakkındaki verilere acilen ihtiyaç vardır. Ayrıca, bu çeşitli web sayfalarına fon sağlayan ku- rumsal ve siyasi şebekeleri de analiz etmemiz gereklidir. Bu açıdan, Nathan Lean’in “İslamofobi Sanayisi” adlı yayını örnek niteliğindedir ve Avrupa’da da çok iyi karşılanacaktır.

Son olarak, açıkça, tüm bu hareketlerdeki ortak payda olarak görünmekte olduğundan İslamofobik inançların gerek ABD’deki gerekse de Avrupa’daki sağ-kanat popülizm bağlamındaki rolünü analiz etmemiz gereklidir.

040 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ İlerlemekte olan araştırmamda, tam olarak bunu yapmak için analiz yapmayı planlamaktayım. Yani bu bir tür reklamdır. Ve işbirliği için hâlâ yer vardır, bunun için lütfen benimle iletişime geçmekte tereddüt etmeyin. Dikkatiniz için çok teşekkür ederim.

1. OTURUM / 1. KISIM AVRUPA’DA İSLAMOFOBİ - VAKA ÇALIŞMALARI / KUZEY AVRUPA 041 Arzu Merali Yazar, Birleşik Krallık

MODERATÖR

Fatih Ünal, İslamofobi komplo teorileri hakkındaki konuşmanız için teşekkür ederim. Şimdi İngiltere’den Arzu Merali ile devam etmek istiyorum. Arzu Merali Londra’dan bir yazar ve araştırmacıdır ve aynı zamanda STK etkinliklerinde çok aktiftir. Öyleyse, Sayın Meral, lütfen! Çok teşekkür ederim!

ARZU MERALİ

Bismillahirrahmanirrahim... Es-selamu Aleyküm! Sunmak üzere olduklarıma sebat eden herkese teşekkür ede- rim. On dakikaya sığdırabilmek için birçok şeyi hariç bırakmam gerekecek, inşallah. Medya hakkındaki son derece detaylı ortak bir tartışmadan feragat edeceğim. Bunun hepimizin son derece açık bir biçimde anlamakta olduğu bir şey olduğunu düşünüyorum. Ve sadece Birleşik Krallık’ta İslamofobinin belki de daha az yer bulmuş olan yönlerini sunmak istiyorum. Beni affedin, biraz evvel Brexit’i duymuş olduğumuz için birazcık bocalamış durumdayım. Ve Müslüman karşıtı nefret ortamının bir sonucu olarak Brexit’in belki de, hoşunuza giderse, böyle bir şeyin var olduğunun en büyük kanıtı olduğunu düşünüyorum.

Bu sabah bu makaleyi incelemeye çalışıyorken, manşetlere ve Facebook’a baktığımda dikkatim dağıldı. Eğer hepiniz Channel 4 Haberler’e, bir İngiliz kanalının web sayfasına ya da bunların YouTube kanalına giderseniz, ezici bir çoğunlukla AB’den ayrılmak için oy vermiş şehirlerden biri olan Barnsley hakkında küçük bir makale ve çeşitli seçmenlerle, niçin ‘ayrılmak” için oy kullandıklarına ve Müslümanları dışarıda tutma ve “ülkemizi geri alma” fikri etrafında bütünleşme eğiliminde olduklarına ilişkin muhabir tarafından yapılmış röportajlar bulacaksınız. İzlemesi oldukça korkunçtu. Ve bilimsel olmamakla birlikte, bunun şu ana dek on yıllar boyunca gerçekten nereye gitmekte olduğumuzu yeniden vurguladığını düşünüyorum. Ve cuma ya da perşembe günü olan şey aslında artık tümüyle kapı dışarı edilmiş olan kabul edilmiş saygınlıkların altında bir tür el yordamıyla yoklama yapmak şeklinde gerçekleşmiş olan bir süreci şu an hızlandırmaktadır. Şimdi konuşmak istediğimiz şeyin özüne gelelim... Adına çalışmakta olduğum kuruluş, İslami İnsan Hakları Komisyonu “nefret ortamı” olarak adlandırılan bir şeyin varlığını uzunca süredir tartışmaktadır. Nefret ortamı esasen kültürün bir tanım-

042 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ lamasıdır ve bu açık görünebilir, fakat içerisinde tüm önyargıların ve tartışmamız yararına Müslüman karşıtı önyargının, nefretin, ırkçı güdülerin kolayca kabul edildiği bir şey değildir. Bu ortam medya temsilciliği, med- yadaki nefret temsilciliği, siyasi söylem, yanı sıra politika, yanı sıra eğitim ve benzerleri bir bileşim tarafından yaratılmaktadır.

Şimdi 2010 ve 2014’te Birleşik Krallık genelindeki Müslümanların örneklemlerini kendi deneyimlerine göre inceleyerek araştırmalar yapmış bulunuyoruz. Bu sonuçları geçen sene yayınladık ve bunlar aynı zamanda özet olarak Avrupa İslamofobi Raporu’nda da bulunuyor. Ama katılımcılara hakkında soru sorduğumuz her bir kategoride bir yükseliş oldu ve 2014’te Birleşik Krallık çapında 1800 Müslüman’a soru sorduk. Bu küçük bir örneklem değildi, oldukça büyüktü ve doğru demografik verileri elde etmek için yapabileceğimizin en iyisini yapmaya çalıştık. Aynı kalan ‘yabancılar tarafından dik dik bakılmak’ hariç olmak üzere her kategori bir artış gördü. Böylece bir şiddet saldırısına uğradıklarını söyleyen kişiler %14’ken bu %18’e çıktı. Fakat diğer dene- yimlerin bazıları için bu yükselişler felaket gibiydi. Öyle ki işte ya da okulda ayrımcılığa uğrama iki katına çıktı; şu an ikisi de örneklemin %45’ine varmakta. Şu halde diğer değişkenlere, kendi işinin sahibi olanlara karşılık olarak kamu sektöründe istihdam edilen kişilere bakarsanız; bunların deneyimleri en tepeye çıkmıştır vesaire...

Anketi ilk yaptığımız zamana, 2010’a geri dönerek, medyadaki olumsuz imgelemi görmek açısından, anket yaptıklarımızın %40’ı medyada asla hiçbir basmakalıp saptama yapıldığını ya da herhangi bir tür Müslüman karşıtı mesele görmediklerini söylemiştir. 2014’te, insanların %90’ı böyle bir şeyi daha önce görmüş oldukları- nı; bunların yarısı da bunu her zaman görmekte olduklarını söylemiştir. Dev bir yükselişe tanık olan bir diğer kategori aslında politikacıların ve İslamofobik söylemi kullanan politikacıların bir eleştirisiydi. Bu rakamlar eli- min altında olmasa da, bu 2010’da Müslüman denetimleriyle ilgili olarak anlatılanın gerçekten parçası olmamış bir şeydir. Artık Müslümanlar siyasi sınıfı bu nefretin mayalanmasında da devasa bir sorun olarak görmektedir.

Şimdi, nefret saldırılarına hızlıca bir göz atalım... Vaka çalışmalarına bakmaya başladığınızda ortaya çıkıyormuş gibi görünen ana temaların, anlatıların çeşidinin bir dökümünü yaptık. Ve sadece Müslüman kadınları eleştir- mek anlamında değil, Müslüman kadınların yüzleştiği türden saldırılar açısından da cinsiyet değiştireni görme- ye başlayabilirsiniz. Özellikle, peçeyi tutup çıkarma, çekme, dokunulma fikri çok ama çok belirgin olmuştur. İkincisi, bu çok sembolik bir saldırıdır. Bu yüzden şu an camilere karşı yapılan ya da camilerde ya da etrafında vuku bulan birçok saldırıya maruz kalmaktayız. Bu yüzden namaza giden ya da namazdan gelen birine birçok saldırı söz konusu olabilir. Yine bu yüzden bu durum özellikle Müslümanların alanı hakkında olmuştur. Ve sonra güvenlikle ilgili saldırılar gerçekleşmiş olduğu için bunları nefret saldırıları olarak sınıflandırdık; red- dedilen, yüzlerinde bir peçe giydikleri için bir otobüse binmelerine izin verilmeyen ve “Binemezsin, sen bir güvenlik tehdidisin” denilen herhangi biri ve benzeri...

Bu yüzden hem toplumdan dışlama ve aynı zamanda da Müslüman kamu alanlarını ve Müslümanların be- denlerini geri isteme, yani en azından toplum vicdanının sağduyusunda ihlal edilemeyecek şeylerden oluşan bir kombinasyona sahipsiniz. Ve dini tapınma yerleri, dişi bedeni... Bu kurallar artık geçerli değil. Bunlar saldırıların ana temalarıdır. Fakat bunlar şayet zamanım olsa üzerinde duracak olduğum artık siyasi söyleme kadar izleyebilecek olduğumuz ana temalardır. Fakat sanırım hepimiz Avrupa çapında farklı senaryolarda bunu tecrübe etmekteyiz. Kadın sorununa geldiğinde bir biçimde sapkın olan Müslümanlara karşı saldırılar. Birleşik Krallık’taki cinsel saldırılar ve ayartma ve sübyancılık hakkında hem medya hem de siyasi çevreler tarafından ve ayrıca sosyal hizmetler topluluğu, çocuk koruma topluluğu tarafından, Müslümanlar ve İslam ve sapkınlık- lar fikriyle ilişkilendirilen devasa bir söyleme sahibiz. Artık bunun saldırılara ilişkin anlatının çeşidinde vesaire ortaya çıktığını görmektesiniz.

Söylemiş olduğum gibi, medya üzerinde çok durmayacağım. İslamofobinin bir enstrümanı olarak kanun hak- kında konuşmak istiyorum ve özellikle, sürekli artan terörle mücadele yasası rejimi anlamında önemli geliş-

1. OTURUM / 1. KISIM AVRUPA’DA İSLAMOFOBİ - VAKA ÇALIŞMALARI / KUZEY AVRUPA 043 meler kaydettik. Böylece geçen yıl kanun haline gelen ve ‘Önleme Politikası” adıyla on yıldan fazla süredir yü- rürlükte olan, ister doktor, ister hemşire, öğretmen vesaire olsunlar artık kamu sektörü çalışanları için bir terör saldırısında bulunmak üzere olabilecek herhangi birini değil, aşırıcı olduklarından şüphelendikleri herkesi; el- bette herhangi bir tür tanımı olmaksızın köktenci bir aşırıcı olabileceğine inandıkları kimseleri yetkili mercilere havale etmelerinin bir görev olduğu ana fikrine dayanan bir kanun politikası oluşturan Terörle Mücadele ve Güvenlik Kanunu’na sahibiz. Bu tanımlar nereden geldi? Bunun olabileceğine ilişkin bu tür sağduyu fikirleri...

Bir aşırıcının ne olabileceğinin bu şekilde tasavvur edilmesinin ne kadar gülünç olduğunun tekrar tekrar ör- nekleri mevcuttur. BDS’nin eylemcilerinden biri olan, okulda yiyecek dağıtan kadına “Bunların herhangi biri İsrail’den geliyor mu?” diye soran ve sonra da polise başvuran on beş yaşında bir öğrenciye sahibiz. Bu öğrenci Şii bir Müslümandı ve sonrasında kendisine polis tarafından “DAEŞ’i destekliyor musun?” diye soruldu ve o da “Hayır, ben Şii bir Müslümanım” dedi ve onlar da “Evet, ama DAEŞ’i destekliyor musun?” dediler. Süregelen eğitim ve anlayış ve istihbarat çalışmasının seviyesi budur. Yani insanların önyargılarına dayalı olarak hareket etmeye devam ettiğimiz için bir tür uzlaşma serbest düşüşü içindeyiz.

Terörle mücadele kanunları bağlamında İslamofobinin bir enstrümanı olarak irfan... Buna bakıyorum. Za- manın bilincindeyim ve bunun birçoğunu atlamak zorunda kalacağım. Ayrıca sözde sivil hayattaki etkileri... Birleşik Krallık’taki dini ayrımcılıkla ilgili olarak ayrımcılık karşıtı kanunlarımız olsa da, bunlar ağırlıklı olarak işçi sınıfından olan Müslümanlar şöyle dursun, Birleşik Krallık’taki insanların engin çoğunluğu tarafından erişi- lebilir değildir. Ve dolayısıyla insanların yaklaşık %45’inin işte ayrımcılık yaşadıklarını söylediklerini göstermiş olduğum bu tür rakamlara sahibiz. Sık örneklerden, örneğin büroda işverenleri tarafından işine devam etmek istiyorsa diğer personelin önünde domuz eti yemesi gerektiği söylenen bir garsonla ilgili bir davamız vardı ve bu kişi aynı zamanda işyeri binasının üzerinde yaşıyordu. Bu tür çok tehlikeli bir saldırı sadece bu anın kişisel alanı ile ilgili değil, geçim kaynağı ile bağlantılıdır...

İstihdamdan devam edeceğim. Eğitimle ilgili kanun aynı zamanda aşırıcı ajandası ya da şiddete dayalı olmayan aşırıcılık ajandasıyla mücadele adı verilen meseleyi bünyesinde barındırmıştır. Truva atı vakasıyla aşina olacak- sınız. Bu iki sene önceydi ama şu an bile yankısı duyulmaya devam ediyor. Bu, hükümet tarafından bir politika olarak uygulanmaya başlanan temel İngiliz değerleri ajandasıyla bağlantılı bir şey. Yine temel İngiliz değerleri nelerdir? Bunlar görünüşte cinsiyet eşitliği, demokrasi, vesaire vesaire ile ilgilidir. Bir liste mevcuttur. Fakat bu liste, somut bir biçimde değil, Müslümanların bunlardan hiçbiri olmadığı anlamında, Müslümanların inandık- ları varsayılan fikre karşı olarak yorumlanmaktadır. Bu yüzden esasen her Müslüman öğrenci için artık temel İngiliz değerlerine muhalif bir profil çizilmektedir ve bununla ilgili olarak sosyalleşmesi gereklidir.

Bu da, bu kriteri yerine getirmeyen insanların şu halde yetkililere bildirilmesi gerekli olduğu için terörle müca- dele kanunlarıyla karşılıklı olarak etkileşmektedir. Ve şimdi esasen insanların köktenciliklerinden arındırıldığı, yoğun bir çalışma temposuna girmiş olan “Kanal” adı verilen bir programa sahibiz, insanlar bu alanın içine alınıyorlar ve köktenciliklerinden arındırılıyorlar. Ve “Kesinlikle bir aşırıcı olduğumu düşünmüyorum. Lütfen beni buradan çıkarabilir misiniz?” diyebileceğiniz bir başvuru noktası gibi bir şey de yok.

Sizlere bu nüfuz edici iklimin, bunların Birleşik Krallık genelindeki her bir ilçede ve semtte bununla iştigal eden Önleme Büroları olması gerçeğinden ne kadar ayrı olduğunun bir örneğini vermek gerekirse... Lond- ra’nın bir parçası, Londra’nın 33 semtinden biri, son derece yüksek bir Müslüman nüfusa sahip olan Tower Hamlets’te, geçen sene her hafta üç öğrenci bununla ilgili olarak yönlendirilmiştir. Ve öğrenciler derken, yaşları 16’ya kadar olan çocuklardan bahsediyorum. On dakikalık süremin bitmek üzere olduğunun farkındayım. Buna ek olarak, eğitim alanı çok sayıda farklı biçimlerde profil oluşturmak için kullanılmaktadır. Bu yüzden an- ket formlarını ne kadar çok olduğunu bilmediğimiz farklı bölgelerde yaşama geçirdik. Çocukların görüşlerini değerlendirmek için varsayıldığı gibi anonim olarak, çocuklara, bildiğiniz, “Allah’ın benden yapmamı istediğini

044 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ yapmak zorunda mıyım?”, “Hayatımdaki en önemli insanlar kimlerdir?” ve bunun gibi sorular soruldu. Ve yine varsayıldığı gibi anonim soru anketlerinin köktencilikten arındırma programlarına yönlendirmeler olduğunu tespit etmekteyiz.

Birleşik Krallık’taki ders kitapları hakkında sistematik bir inceleme yapmış değilim, ama şu an ciddi bir sorun haline gelmekte olan anekdot niteliğinde davalara sahibiz. Piyasaya sürülen, Filistinlileri kelimesi kelimesine terörist ve intihar bombacıları olarak gösteren öğretim paketlerimiz var. Tam Birleşik Krallık’tan ayrılıyorken aşırı sağcı bir grup olan - gülmeyeceğim ama işte bu kadar utanmaz - The Liberty GB adlı bir web sitesine ait materyali kullanarak buradan çocuklara sosyal konularda ders vermek için Müslümanlar hakkındaki materyali kopyalayıp yapıştıran bir öğretmenle ilgili bir dava çıkageldi.

Bu konuyu siyaset ve kanun sorunu ile bu kanunların şu an siyasi sınıf tarafından kullanılması ve bunlar ta- rafından bir nefret ikliminin körüklenmesi sorununu incelerken bir dakika içinde özetlemeye çalışacağım. Ve varsayıldığı üzere topluluk ilişkileri ile ilgilenen Topluluklar ve Yerel Hükümet Departmanı son birkaç yıl için- de gerçekten de aktif olmuştur. Hadi bu işin ön planında olan Savunma Departmanı’nı ve İç İşleri Bürosu’nu unutalım gitsin. Ama bu marjinalleşmiş topluluklar hakkında gerçekten bir şeyler yapmayı denemesi gereken bir departmandır. Geçen tüm camilere terörizme karşı güçlü bir tavır takınmalarını isteyerek yazı yazdılar. Sanı- rım dün burada olmuş bizden olanlar bunun nereden gelmekte olduğunu muhtemelen biliyorlardır. Bu geçen seneden gelen bir şey değil. Bu uzunca bir süredir devam etmektedir.

Pazar makalelerinde tartışırken geçen sene İslamofobi Hakkında Hükümetler Arası Çalışma Komisyonu’nun saldırıya uğradığı zaman sızma girişimi adı verilen mesele üzerinde çıkan bir kavgaya - kendi içlerindeki bazı üyelerce başlatılmış görünmektedir - çok fazla dahil olmuşlardır.

Ve şimdi bu topluluk içindeki insanların bazılarının köktenci olduklarından, bizim raporumuz ve aynı zaman- da iyi bilinen diğer türden akademisyenlerinki de dahil olmak üzere bunların kullanmak istediği materyallerin bazılarının vesaire köktenci nitelikte olduğundan ve topluluğun tamamının bazı Müslüman sima ve grupla- rın İslamlaştırma ajandasını siyasetin içine sokması için bir sızma noktası olduğundan - bu sözünü ettiğimiz komplo teorisine çok benzemektedir - şikayet eden huzursuz lobi grupları, sağ-kanat lobi grupları ve bunların Müslüman topluluğu, hükümet ve medya içindeki arkadaşları arasındaki bağlantıyı görüyorsunuz. Ve gülünüp geçileceği yerde bu çok ciddiye alınmıştır. Ve bu sadece Müslümanların nefes alanını değil başka herkesin nefes alacağı alanı nihai olarak kapatmaktadır.

Böylece şimdi şayet azınlık haline getirilmiş bir grupsanız eşitliği arzu edebileceğiniz kendiliğinden bir anlayış artık bulunmamaktadır. Ve bu Müslümanların şeytanlaştırılmasının arkasından meydana çıkmıştır. Bunun üze- rinde tartışılacak çok fazla şey var, ama sanırım hiçbir soru ve cevap ileri süremeyiz. Sanırım tam da bu noktada bitireceğim. Bu özlem duyma, umut etme ve söz konusu alanın kapatılması fikri sadece algılanan çoğunlukla eşitlikle ilgili değildir. Bu diğer azınlık toplulukları için zaten var olan şeyin seviyesiyle bile ilgilidir. Demek ki Müslümanlar kendilerine ait şeriat mahkemelerine sahip olamazlar. Son 18 ayda yeni önerilerden oluşan bir tür taslağa sahip olduk. Ve zaten şeriat mahkemelerinin Müslüman öğrencilerin okulu ve evi olması ile ilgili bir incelememiz bulunmaktadır.

Ve Müslüman hayır kuruluşları hakkında sonu gelmek bilmeyen soruşturmalar... Şu an Müslüman hayır kuru- luşları kâh bu konuyla ilgili olarak, kâh İslamofobik olan siyasi simalar hakkında ciddi bir biçimde, iğneleyici yorumlar yaparak kendi itibarlarına zarar vermek dahil olmak üzere diğer bahanelerle soruşturulmaktadır. Bu böyleyken aynı zamanda ve bunu sadece size bırakacağım, Birleşik Krallık’ta UK Tormet adı verilen, birkaçının meslektaşlarımdan biri tarafından gerçekte, alıntı yapıyorum, savaşta kullanılmak üzere hazır tetik eldivenler dahil olmak üzere İsrailli savunma kuvvetlerine bakım paketleri gönderildiğinin açığa çıkarıldığı İsrail’deki

1. OTURUM / 1. KISIM AVRUPA’DA İSLAMOFOBİ - VAKA ÇALIŞMALARI / KUZEY AVRUPA 045 hayır kuruluşlarına bağışların gönderilmesine aracılık eden kayıtlı bir hayır kuruluşumuz var. Burada atıcı için güzel bir boşluk var ve bir web sitesine giderseniz, askerlerin bunu yapabildikleri için bağış yapanlara teşekkür ettikleri videoları göreceksiniz.

Birleşik Krallık’ta Müslümanların olduğu yer budur ve bir biçimde bu açık görünmektedir, ancak -ve bunu yeterince vurgulayamam - bunun sonucudur. Bu Müslüman şeytanının nasıl defedilmesi gerektiği hakkındadır. Herkes bu erozyonda takılmış kalmıştır ve şimdi bu konuları Birleşik Krallık’ta muazzam bir seviyeye getirmiş durumdayız. Teşekkür ederim.

046 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ Dr. Ineke Van Der Valk Amsterdam Üniversitesi, Hollanda

MODERATÖR

Çok teşekkür ederim Arzu Merali. Sözünüzü kestiğim için üzgünüm ama sorular ve cevaplar için biraz süre ayırmaya çalışıyorum. Şimdi Amsterdam Üniversitesi’nden Ineke van der Valk ile devam edeceğiz. Kendisi bir siyasal bilimcidir ve çalışmaları ırkçılık, aşırıcılık ve İslamofobi üzerinedir.

INEKE VAN DER VALK

Değerli meslektaşlar, konferans katılımcıları ve organizatörler... Her şeyden önce, Hollanda ile ilgili raporu sunmak için beni davet eden organizatörlere teşekkür etmek isterim. Doğu ile Batı arasındaki bir geçiş noktası olmakla, zengin çeşitliliği ve barışçıl bir arada yaşama geleneğiyle ve aynı zamanda da bunun zıddı; etnik temiz- lik, etnik çatışmalar ve son olarak da soykırımla tanınan bu tarihi şehirde bunu yapmak benim için bir onurdur. Bir daha asla. İşte birçoğumuzun İslamofobi ile savaşmak için esinlendiği şey budur.

Hollanda’daki durum ve bu sosyal problemin genel olarak ırkçılık bağlamında yer aldığı genel bir girişten sonra bununla yüz yüze gelme biçimini değerlendireceğim. İslamofobinin kendisini nasıl ifade ettiğini göstereceğim. Sonuca varmak için bu direşken fenomene karşı koymak için bazı öneriler sunacağım.

Hollanda 70 milyon civarında bir nüfusa sahiptir. Bu nüfusun 900.000’i Müslüman ya da Müslüman köken- lidir. Ana gruplar Fas ve Türkiye’den gelmektedir. Küçük grupların birçoğu sığınma talep eden farklı ülkeler- dendir ve mültecilerdir. Müslümanlar söz konusu olduğunda Hollanda Fransa, Almanya, İngiltere, İtalya ve İspanya’nın ardından gelen altıncı Batı ülkesi konumundadır. Savaştan önceki dönemde, Hollanda yaygın ola- rak hoşgörüsü ile bilinen bir ülke olagelmiştir. Irkçılık gerçekten de çok yaygın değildir ve aynı zamanda genel olarak reddedilir, önemsiz gibi gösterilir ya da en çok oldukça marjinal bir fenomen olarak görülür.

Ne var ki bu durum Hollanda’ya giderek artan sayıda göçmen ve mülteci aileler geldiğinde ve özellikle 9/11 ve 2004’te film yapımcısı Van Gogh’un katledilmesinden sonra tedrici olarak değişmiştir.

1. OTURUM / 1. KISIM AVRUPA’DA İSLAMOFOBİ - VAKA ÇALIŞMALARI / KUZEY AVRUPA 047 Ayrımcılık sadece tedricen artmakla kalmamış, İslam dini ve kültürü açısından belirgin bir hal almıştır. Yadsıma ve ret ana karakteristikler olmaya devam etmektedir. Irkçı şiddet sıklıkla bu şekilde tanınmamış, önemsenme- miş ve toplumun dikkatini yansıtan yapısal bir sorun olmak yerine yoldan çıkmış birinin neden olduğu bir olay ve kişisel sorun olarak temsil edilmiştir. Irkçılık kişiselleştirmenin dilbilimsel stratejisine tabidir. Failin kişisel tasarımlarına ve motivasyonlarına indirgenmiştir. Ve açıkça hiç kimse ırkçı bir motivasyonu kabul etmemek- tedir. Kim soykırımla, kölecilikle, kolonileştirmeyle ve Güney Afrika’daki ırk ayrımıyla ilişkilendirilmek ister? Eğitim ya da işgücü pazarındaki gibi yapısal, ırkçı ayrımcılık da genel olarak reddedilmektedir.

Yakın zamanlarda İslamofobi kavramı Müslümanlara yönelik ayrımcılığı simgelemek için giderek artan bir biçimde kullanılmaktadır ve eşit bir biçimde tartışmalıdır. Bu kavramlar üzerindeki tartışma siyasetçiler, düşü- nürler ve kanaat önderleri dahil olmak üzere toplum içerisinde büyüyen Müslüman karşıtı davranışlar fenome- nini kabul etmeye isteksiz olunduğunu yansıtmaktadır. 2014 Avrupa seçimlerinden önce azı klasik aşırı sağcı partilerle ittifaka girmiş olan Geert Wilders’ın önderliğindeki yerlici, popülist ve ırkçı PVV partisinin 2006’dan bu yana yükselişinden ve gelişiminden beri, İslam giderek artan bir biçimde totaliter bir siyasi ideoloji olarak temsil edilir hale gelmiştir. İslam, faşizm ve komünizmle karşılaştırılmakta ve takipçileri de sözlü taciz ve haka- retlerin ve hatta bazen de şiddetin hedefi haline gelmektedir. Yine de İslamofobi, yeterince ifade edilmiş, araş- tırılmış ve tartışılmış bir fenomen değildir ve tıpkı daha genel bir fenomen olan ırkçılık gibi tartışmalı bir kav- ramdır. İslamofobi kendisini Hollanda’da nasıl ifade etmektedir? Hollanda’daki etnik ayrımcılık hakkında kesin ve yanlışsız bir rapor sunmak zor bir iştir. Kurumlar, kuruluşlar ve akademi çevreleri ya mağdurların raporla- rına bağlıdırlar ya da kendi deneysel araştırmalarını yapmak zorundadırlar. Bir yandan ayrımcılık deneyiminin arasında, bu tür kamuoyu araştırmalarında bildirildiği şekliyle devasa bir boşluk varken, diğer yandan, polise ve ayrımcılıkla mücadele kurumlarına gelen şikayetlerin ve raporların sayıları da birbiriyle bağlantısızıdır.

Son kamuoyu araştırmaları yüksek sayılar göstermektedir; mağdurlar tarafından resmi kurumlara yapılan şi- kayetlerin sayısı genel olarak düşüktür, tahminlerimize göre %10 civarındadır. İşte bu nedenle tek başına bil- dirilen ayrımcılık eylemlerinin sayıları ve istatistikleri üzerinde çok fazla odaklanmamak önemlidir. 2009’dan bu yana, Hollanda’daki her belediye kendi vatandaşlarına ayrımcılığa karşı kanuni bir karşılık sunma yüküm- lülüğü altında olmuştur. 2015’te, bu ayrımcılıkla mücadele oluşumları Müslüman oldukları gerekçesiyle ay- rımcılığa uğradıklarını iddia edenlerden 240 şikayet almışlardır. Ayrımcılıkla ilgili veriler aynı zamanda ulusal polis servisi tarafından da sistematik olarak kayıt altına alınmaktadır. Ve bu servisler ceza hukukuna konu olan gerekçelere dayalı ayrımcılık üzerinde bir genel bakış sunmaktadır; ırk, din, yaşam felsefesi, cinsiyet, cinsel yönelim ve maluliyet.

2014’teki son rapor önceki raporlara kıyasla dışardan alınmış bazı iyileşmeler göstermektedir. Daha önceleri, kayıt altına alma işlemi her zaman birörnek değildi. Düzenli değişiklikler ve kategorileştirme ile kayıt altına alma beklenmeyen sorunlar yaratmıştır. Örneğin, Müslüman ayrımcılığı eksik bildirilmiştir ya da sayı ve kate- gori oyunlarından faydalanılarak aşağı yukarı görünmez hale getirilmiştir.

Neyse ki, güçlü eleştirilerden sonra, Hollanda polis servisleri daha birörnek ve nitel olarak daha farklı, daha iyi, üstün bir kayıt sistemine doğru büyük bir adım atmıştır. Diğer değişiklikler arasında, Müslüman ayrımcılığı artık ayrı bir ayrımcılık kategorisi olarak sistem içine dahil edilmiştir. Bahsetmiş olduğum çeşitli gerekçelere dayalı olarak polise bildirilen toplam yaklaşık 6000 ayrımcılık vakasından, 2014’te %5’i, çoğu bir Müslüman olmak üzere dini nedenler üzerine olmuştur.

Son yıllarda, giderek artan sayıda vatandaş ve bazı sosyal kuruluşlar mağdurların resmi sistemin dışından şika- yet bildiriminde bulunabileceği acil yardım hatları ve bildirim siteleri oluşturmak için inisiyatif almışlardır. Yeni oluşturulan Facebook ve internet acil yardım hattı Meld Islamofobie! geçen yıl Müslümanlara karşı ayrımcı saldırganlık içeren 160 şikayet almıştır. Mağdurların çoğu başörtüsü giyen kadınlar olmuştur.

048 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ İslamofobinin ifade olunduğu önemli bir diğer alansa siber alemdir. Facebook, Twitter ve YouTube gibi tüm sosyal medya organları düzenli olarak İslamofobik mesajlar içermektedir. 2014’te, iki acil yardım hattına in- ternet üzerinde ayrımcılıkla ilgili olarak Müslümanlara karşı 240 ayrımcılık şikayeti gelmiştir. Ben de internet üzerinde ayrımcılıkla ilgili olarak bir araştırma projesi yapmaktayım ve belki bir sonraki fırsatta bu projenin sonuçları hakkında daha detaylı bilgi verebilirim.

Gerçek yaşamda, geçen sene, farklı belediyelerde temel olarak Müslüman geçmişi olan Suriyeliler’den oluşan mültecilerin alınması ile ilgili 46 vaka bildirilmiştir. Bu vakaların çoğunda bu insanların Müslüman geçmişe sahip oldukları açıkça belirtilmiştir. 2015’in sonbaharında, Geert Wilders İslami “iltica tsunamisine karşı dur- mak” adını verdiği mülteci alımına karşı direniş çağrısında bulunmuştur. Ayrıca her gün Twitter’dan ‘ortak- direniş # ortakdireniş’ mesajları atmıştır. O zamandan itibaren yılın sonlarına doğru, Hollanda’da neredeyse her gün sığınma talep edenlere karşı çok sayıda ayrımcılık eylemleri vuku bulmuştur. Irkçı duvar yazılarıyla yeniden boyanan binalar, özellikle de kabul merkezleri şiddet eylemlerinin hedefi olmuş; kabul merkezleri ve arabalar ateşe verilmiş; yerel merciler, belediye başkanlarına, danışmanlarına ve siyasetçilere gözdağı verilmiş ya da tehdit edilmiş; yerel mitingler bağırıp çağıran insanlarca huzursuz edilmiştir. Bazen şiddet, bilgilendirme toplantılarını taciz etmek için kullanılmıştır. Özellikle aşırı-sağcı gruplar Wilder’in çağrısının peşinden gitmek konusunda son derece etkin olmuşlardır ve ayrıca yerel eylem komiteleri oluşturulmuş, Facebook sayfaları açılmıştır.

Aşırıcı gruplar farklı belediyelerdeki birçok bilgilendirme toplantısına giderek toplananları rahatsız etmişlerdir. Yerel topluluğa mensup insanların haklı kaygıları ve korkuları aşırıcı gruplar tarafından sömürülmüş ve kötüye kullanılmıştır. Farklı bölgelerde, PVV sıklıkla yerel halk için tedbir alınmadığı, özellikle de konut eksikliği iddi- asıyla toplanma ve protestolar için çağrılar yapmıştır. Çeşitli politik önlemlerden dolayı, bu tür olaylar 2016’da azalmıştır. Bunun yanı sıra, ülkeye daha az sayıda mülteci giriş yaptığından, yetkili merciler bilgilendirme toplantılarının formatını değiştirmiştir ve failler kimi zaman tutuklanarak mahkemeye çıkarılmış ve cezalandı- rılmışlardır ki bunun önleyici bir etkisi olmuştur.

Yönetmekte olduğum Müslüman İslamofobisi İzleme Projesi için 2010’dan bu yana toplanmakta olan veriler camilere karşı ayrımcı ve saldırgan şiddetin artmış olduğunu göstermektedir. Aynı zamanda, bu örnek dön- güseldir ve sıklıkla kavramsal olaylarla ilişkilidir. Ek olarak, Müslümanlarla ilgili düşünce ikliminin genel an- lamda sertleşmesi, olayların sayısı üzerinde mütekabil bir etkiye sahip görünmektedir. Camilerdeki ayrımcılık vakaları, meşhur deyişte olduğu gibi İslamofobik buzdağının görünen kısmı haline gelmiştir. Eski binaların yerini yeni camilerin almasını öngören planlar giderek artan bir biçimde hem komşu ve hem de diğer alanlarda yaşayan insanlar tarafından protesto ve direniş eylemlerine yol açmıştır.

Cami kurulları bina projelerini bürokratik prosedürlerden geçirmede giderek daha çok engelle karşılaşmak- tadırlar. Devlet memurları ve yerel merciler, yerel direnişlerin korkusuyla, cami organizasyonlarının projele- rini değerlendirirlerken son derece hassas davranmaktadırlar. Yerel seviyedeki milletvekillerine yeni camilere yönelik planlara ve bunların finanse edilmesine karşı oy kullanmaları için baskı yapılmakta ve bazen de isim verilmeksizin tehditler yöneltilmektedir. Yeni bir ibadet alanı inşa etmek yönündeki girişimler camileri hedef olmaya daha açık hale getirmektedir. 2015’te bazı camilerde ve ülkenin çeşitli kısımlarında toplamda 19 cami ayrımcı şiddet içeren 27 olaya tanıklık etmiştir. Camilere taşlar, boyalar ve koku bombaları atılmış; domuz başları bırakılmış ve tehdit mektupları gönderilmiştir. İki cami aşırı-sağcı gruplar tarafından işgal edilmiş ve birine de ateş açılmıştır.

Tekrar ve tekrar, kamuoyu araştırmaları doğma büyüme Hollandalı olan halkın neredeyse yarısının Müslü- manlara karşı olumsuz düşüncelere sahip olduğuna işaret etmektedir. Birkaç yıllık süredeki politikalarda, PVV Partisi benimsemiş olduğu açık İslamofobik ifadelerle göze çarpmıştır. Wilders ve partisi PVV, bu hassasiyetleri

1. OTURUM / 1. KISIM AVRUPA’DA İSLAMOFOBİ - VAKA ÇALIŞMALARI / KUZEY AVRUPA 049 sadece söylem seviyesinde politik olarak organize etmeyi sürdürmekle kalmamakta, aynı zamanda bunları giderek artan bir biçimde örneğin camilere karşı yapılanlar gibi, parlamento dışı sosyal eylemlere dönüştür- mektedir.

Tekrar ve tekrar, PVV kampanyaları her zaman mümkün olmuş ve bu kampanyalarda konuşmalardaki, yerel ve ulusal politikalardaki, web sitelerindeki, meclis soruşturmaları ve yönergelerindeki ve yaygın bir biçimde dağıtılan çıkartma ve kitapçıklardaki nefret dolu retorikler vasıtasıyla Müslümanlara karşı her türlü araç kulla- nılmıştır. Başörtüleri üzerinde bir yasak, Kuran üzerinde bir yasak, ezan üzerinde bir yasak, camilerin yabancı- lar tarafından finanse edilmesi üzerinde bir yasak ve yeni cami yapılması üzerinde bir yasak ilan ettikten sonra, PVV 2014’ün sonuna doğru camilerin tümüyle yasaklanması için çağrıda bulunmuştur.

Fakat politikadaki İslamofobi sadece tek başına Wilders’ın PVV’si ile ilgili değildir. Şayet medya ve ana akım politikalar ona bu kadar çok dikkat ve destek vermemiş olsalardı Wilders şu an Hollanda’da sahip olduğu üne, itibara ve desteğe erişmiş olamazdı. PVV medyada tüm diğer partilerden daha çok yer bulmuştur. Aynı zaman- da, demokratik siyasi partiler Wilders’ı siyasi alanda yalıtmak çabasıyla tedricen fakat giderek artan bir biçimde PVV’nin ırkçılığına karşı, genel olarak ırkçılığa ve özel olarak da İslamofobiye karşı tavır almaktadır.

Jo Cox’un Birleşik Krallık’ta katledilmesinden sonra, bazı Hollandalı siyasi partiler PVV’ye mülteci karşıtı söy- lemini yumuşatması için bir çağrıda bulunmuşlardır. Bununla birlikte geçen yıl yapılan çeşitli kamuoyu yok- lamaları, seçimlerin bu zaman diliminde yapılmış olması durumunda PVV’nin en büyük parti olduğuna işaret etmektedir.

MODERATÖR

Son konuşmacımız ve sorular için sadece 20 dakikamız var.

INEKE VAN DER VALK

Belki daha sonra önerilerimi açıklayabilirim. Teşekkür ederim.

050 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ Dr. Amina Easat-Daas Aston Üniversitesi, Belçika

MODERATÖR

Çok teşekkür ederim, Ineke van der Valk. Bu oturumun son konuşması Belçika’dan Amina Easat-Daas’a ait olacak. Kendisi bir siyasal bilimcidir ve doktora araştırmasını Fransa ve Belçika’daki kadınların siyasi katılımı üzerine yapmıştır. Şimdi Belçika’daki İslamofobi hakkındaki fikir ve gözlemlerini paylaşacaktır. Çok teşekkür ederim.

AMİNA EASAT-DAAS

Hepsinden önce, organizatörlere ve bugün burada olan dinleyicilere, meslektaşlarıma teşekkür ederek başla- mak istiyorum. Ve özellikle de, geçen yıl SETA ile ilgili rapor hazırlamak için birlikte çalıştığım Belçika’daki kuruluşlardan bazılarına teşekkür etmek istiyorum. Bu kuruluşların temsilcilerinden bazıları fiilen buradalar. Haklarında kısaca konuşacağım CCIB temsilcileri de buradalar. Bunun için Belçika’da halk düzeyinde bu du- rum hakkında biraz daha detay öğrenmek istiyorsanız bunları yaymak ve bulmak konusunda tereddüt etme- yiniz.

Ve Belçika’daki İslamofobi... Belçika’daki İslamofobiye niçin bakılmalı? Geçmişte tarihsel olarak Belçika üzerin- de yoğunlaşmış bir araştırmacı olarak deneyimime göre ve -Avrupa’daki diğer vakalarla karşılaştırıldığında Bel- çika büyük ölçüde görmezden gelinmiştir- Belçika ve Belçikalı Müslümanlar ve buna bağlı olarak Belçika’daki İslamofobi, kapsamlı tartışma ve değerlendirmelerde tasvir edilmemiştir. 2015 yılının, sadece İslamofobinin ulusal düzeyde Belçika’da ön plana geldiğini görmüş olmamızdan dolayı değil, aynı zamanda insanların ulus- lararası düzeyde daha önce üzerinde düşünmemiş oldukları bu küçücük ülkenin farkına varmaya ve dikkat etmeye başladıklarını görmüş olmamızdan dolayı da gerçek bir dönüm noktasını simgelediğini söyleyebilirim.

Ve Belçika, Belçika’daki İslam ve Belçika’daki İslamofobi üzerinde artan bu ilgi tüm hızıyla 2016’da da devam etmiştir. Böylece 2015’in başından itibaren, Paris’teki Charlie Hebdo bürolarına saldırılar olduğunu gördü- ğümüzde gözler Belçika’ya çevrilmiştir. Her ne kadar bu olaylar sınırın ötesinde gerçekleşmiş olsa da, Belçika

1. OTURUM / 1. KISIM AVRUPA’DA İSLAMOFOBİ - VAKA ÇALIŞMALARI / KUZEY AVRUPA 051 bunun yankılarını hızlı bir biçimde hissetmiştir. Polis tarafından bir dizi baskın yapılmıştır. Ve bir zamanlar sadece Belçikalılar ya da Molenbeek, Schaerbeek, Verviers gibi Belçika ile aşina olan insanlar tarafından bilin- mekte olan alanların uluslararası medya tarafından tüketildiğini görmekteyiz. Belçikalı Müslümanlar ve Paris’te meydana gelen olaylara konu Belçikalı Müslüman Yöneticiler ya da Belçikalı Müslümanlar Ligi gibi önde gelen Belçikalı Müslüman kuruluşlar ile bunların söz konusu tarihte Belçikalı Müslümanlarla olan bağlantıları veya bağlantılı oldukları sanılan kuruluşlar tarafından yaygın bir biçimde kınanmasına rağmen, söz konusu tarihte İslamofobide hacimli ve ani bir artış olmuştur.

Benzer nitelikteki ani yükselişler Paris’teki 13 Kasım olaylarından sonra meydana gelmiştir. Hakkında daha sonra konuşacağım kuruluşlardan biri olan CCIB, Kasım saldırılarından sonra bunu izleyen bir aylık süre için- de rapor edilmiş 47 saldırı olduğunu bildirmiştir. Ve bu durum, CCIB’de İslamofobik istismara uğradıklarını onlara bildirmek için ön plana çıkan insanların önyargısıyla birlikte ortaya çıkmaktadır. Bu buzdağının görü- nen kısmıdır ve bu terim benden önce konuşan meslektaşlarım tarafından da kullanılmıştır. Bu, belgelendiril- diğini gördüğümüz sorunun tam da başlangıcıdır.

2015’ten öteye, 22 Mart’ta gerçekleşen Brüksel’deki havalimanı ve metro saldırıları benzer ani yükselişleri tem- sil etmiştir. Belçika’daki İslamofobi olayları ile ilgili olarak, bu durum değişmezdir, sabit bir düzeyde artmakta- dır. Ancak ulusal düzeydeki ve aynı zamanda Avrupa düzeyindeki olaylarla içsel olarak bağlantılı olan önemli ani yükselişler de vardır. Burada konu ettiğimiz bu rakam, vakaların istikrarlı olarak artmakta olduğunu yıl bazında gösteren UNIA raporundan alınmıştır. Kayda geçirilmiş vakaların sayısı artmaktadır. Peki, Belçika’daki İslamofobi neye benzemektedir? Belçika’daki İslamofobinin doğası diğer vakalarda duyduklarımıza benzemek- tedir. Çok sayıda siber suç mevcuttur, internet üzerinde çok sayıda olay meydana gelmektedir. Benzer biçimde Müslüman mevcudunun güçlü olduğu sosyal medya sayfaları, örneğin Bruxelloise et Voilée sayfası kendile- rine ait Facebook sayfalarında tonlarca trol etkinliklerine, internet üzerinde yapılmış ahlaksızca İslamofobik yorumlara tanıklık etmiştir. Ayrıca sokakta Müslümanların fiziksel ve sözlü saldırılara uğradıklarını görmüş bulunuyoruz. Bunlar Belçika izleme kuruluşları tarafından sıklıkla kayıt altına alınan türden olaylardır. Nefret mektupları da...

Devam edeceğim, sürdüreceğim ve bu durumu açıklayacağım. Temel olarak önde gelen Belçikalı bir siyasetçi hakkında konuşulmaktadır, kendisi bugün bilfiil buradadır: Mahinur Özdemir. Ve Belçikalı Müslümanlar Ligi saldırı içerikli nefret mektupları almıştır ve en dikkat çekicisi de bu mesajların üzerlerindeki dışkı kalıntılarıdır. Bu durum, Belçika’daki İslamofobinin gerçek, ahlak dışı ve aynı zamanda da tehdit edici ve saldırgan niteli- ğini göstermektedir. Bunun da ötesinde, Müslüman olmayanlar da hedeflenmektedir. Böylece rapor hakkında değerlendirmemi yapmış oldum. Kendi ürünleri için Helal Sertifikası almaya çalışan Sirop de Liège adında bir şirket bulunmaktadır. Bu firmanın ürünleri meyve bazlı şerbetlerdir. Bu ürünler Müslümanlar ve benzer biçim- de Müslüman olmayanlar için teklifsiz ve kendiliğinden helaldir ve kabul edilebilirdir.

Ancak bu şirket küresel pazara hitap etmek için bu sertifikanın peşine düşmüş olduğu için güçlü bir tepkiy- le karşılaşmıştır. İnsanlar tüm Hristiyanları bu ürünü boykot etmeye çağırmıştır; tüm Belçikalılar bu ürünü boykot etmelidir. Bu durum hiç değişmemiştir. Bu, ürünün kendisindeki herhangi bir değişiklikten ziyade gösterilen güçlü tepkiden, insanların Müslümanlara karşı önyargısından ve yaptıklarından kaynaklanmıştır. Ve şirketin CEO’su: “Belçika’nın bir İslamofobi sorunu olduğunu biliyordum ama bunun bu kadar kötü olduğu- nun farkında değildim” dediği için medyada sorgulanmıştır. Ve sadece toplumun daha çok sayıda üyesi onun hedefi olduğu zaman Belçika’daki İslamofobinin ne kadar da berbat olabileceğini görmeye başlamaktayız.

Bir sonraki manzara, sizlere göstermek üzere olduğum gerçekten şok edici bir manzaradır. Yine bir gazeteden alınmıştır. Liège’deki bir caminin dış tarafına domuz kafaları boşaltılmıştır. Bu diğer ülkelerde gördüklerimize benzer türden bir saldırıdır. Ve bu şimdi İngiltere’de, Fransa’da ve sanırım Hollanda’da vuku bulmaktadır... Bu

052 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ konuda bana arka çıkacağınızdan eminim. Benzer saldırılar... Ve yine, bundan zarar görenler sadece Belçikalı Müslümanların kendileri değildir; bunlara ait binalar ve ibadet yerleri ve Belçika toplumunun daha çok sayıda üyesi de bundan zarar görmektedir.

Kurumsal düzeyde, örneğin, bir yasaklamaya teşebbüs edilmiştir ve bu durum geçen yıl iki kez vuku bulmuş- tur. İlk olarak Belçika’nın Felemenkçe konuşulan bölgesi olan Flanders’te, okullarda uzun etek giyen kadınlara bir yasak konulduğunu gördük. Benzer bir vaka Haziran ayının tam da son günlerinde Brüksel’in Fransızca konuşulan bölgesinde bu yaz ortaya çıktı, kadınların bileklerine kadar uzayan uzun etekler giymesinin yasak- lanması için çağrıda bulunuldu. Bunun bu tür etek giyilmesi ile ilgisi yoktu. Bunun nedeni bunun Müslüman kadınların giysisiyle ilişkilendirilerek algılanmasıydı. Yine Müslüman kadınlarla ve onların ne giydikleriyle ilgili bu saplantı, bu obsesyon Belçika’da sahneye çıkmaktadır. Orada bulunmuş olanlarınız için dün bunun hakkında konuşmuştuk. Bu durum ilerlemektedir, sadece başörtüsü ve peçenin ötesine geçmektedir. Hatta şu an bacaklarını örtmek için kullanmakta oldukları şeyin nedenidir. Bu kez farklı bir elbise parçasına uygulanmış olan o eskimiş argümanların aynısıdır.

Belçika’da İslamofobiden kim etkilenmektedir? Daha önce değinmiş olduğum gibi, doğal olarak Müslümanlar, özellikle de örneğin başörtüsü takan kadınlar, sakal bırakan erkekler gibi görünüşleri itibariyle bu biçimde tanımlananlar hedef alınmaktadır. Ayrıca Müslümanları destekleyenler, Müslümanlarla bağlantılı olanlar ya da Müslümanlarla bağlantılı olarak algılananlar, Müslüman oldukları sanılanlar da Belçika’da İslamofobi tarafından hedef alınmaktadır. İstatistiklere göre, bu, Avrupa Belçika raporu hazırlamış olan Belçikalı Müslüman Hakları grubuna ait bir istatistiktir. Belçika’daki İslamofobinin seviyesinde güçlü bir cinsiyet dengesizliği mevcuttur. Kadınlar İslamofobi tarafından orantısız olarak hedef alınmaktadır. Ve sanırım, tasavvur edeceğim, Avrupa ge- nelindeki diğer vakalar hakkında şu söylenebilmektedir; kadınlar saldırının en şiddetlisini göğüslemektedirler. Ayrıca Belçikalı Müslüman Hakları grubuna dayalı ilginç istatistikler var. İslamofobiden zarar görenlerin %94’ü 29 yaşının altındadır. Yaş faktörü de işin içine girmektedir. Sadece genç Müslümanların mağdur olduklarını düşünmüyorum. Bu durum aynı zamanda Müslüman topluluğunun daha yaşlı kesimlerini de etkilemektedir.

Bu nedenle görünüşe göre bu marjinal durum Belçika’da insanların İslamofobiden zarar görme olasılığını güç- lendirmektedir. Belçika normları göz önüne alındığında, bunlar etnisiteyle ilgili rakamlar değillerdir. Fakat eğitimli bir misafir olarak, Belçika’da İslamofobiden zarar gören insanların, Belçika’da var olan en büyük Müs- lüman topluluklar olmalarından dolayı büyük bir ihtimalle ya Faslı ya da Türk topluluklar olduklarını söy- leyebilirim. Buna karşın, din değiştirenlerin de İslamofobiyi tecrübe etmekte olduklarından oldukça eminim, özellikle başörtüsü giyen din değiştirmiş Müslüman kadınlar da yine bu kategoriye giriyor. Dolayısıyla Belçi- ka’daki İslamofobi deneyimine katkıda bulunuyor görünen böyle birçok katmanlı marjinallik söz konusudur.

Peki bu durum insanları nasıl etkilemektedir? Halk katında sahada insanlarla yapılan konuşmalara dayalı ola- rak, Müslümanların sistematik olarak dışlandıklarını tespit ettim. Bu söylemler medyada tekrar tekrar cereyan etmiştir. İş ve istihdam, az sonra değineceğim, Müslümanlar bu seviyelerden dışlanmaktadır. Ayrıca eğitim; dolayısıyla etekle ilgili olaya baktığımızda, bu olay eteğin okullarda yasaklanması ile ilgili olmuştur. Müslü- manların bu şekilde sürekli dışlanması haliyle Belçika’daki İslamofobiyi meşrulaştırmaktadır. Fakat bu aynı zamanda bu insanların bu anlatılanları içselleştirmeye başlamaları ve kendileri ayırmaya ve “Mesele nedir? Niçin katılmayı denemek için canımı sıkayım? Sadece İslamofobik bir ters tepki ile yüzleşeceğim” demeye baş- lamalarıyla mağdurları da etkilemektedir. Bu insanların Belçika toplumunun daha geniş katmanlarına katılımı kesilmektedir.

Ve yine o iç karartıcı manzara karşımızdadır. Belçika’da birkaçına bugün değineceğim çok sayıda, sayısız İs- lamofobi karşıtı girişim olduğunu söylemekten memnunum. İlk olarak Pan-European kuruluşları hakkında konuşacağım ve sonra da özel ulusal örneklerden söz edeceğim.

1. OTURUM / 1. KISIM AVRUPA’DA İSLAMOFOBİ - VAKA ÇALIŞMALARI / KUZEY AVRUPA 053 Ve işte FEMI adına bir kuruluşumuz var; bu kuruluş Brüksel’de üslenmiş bir Avrupa Müslüman gençler ve öğrenci kuruluşları platformudur. Ve bu kuruluşlar genç Müslümanlara odaklanmışlardır ve eğitim fırsatları sunmakta, yasal savunuculuk işine katkıda bulunmakta ve İslamofobinin yayılmasına karşı mücadele etmek için diğer kuruluşlarla birlikte çalışmaktadırlar. Bir bütün olarak Belçika ve Avrupa’daki İslamofobi alanında oldukça dikkat çekici çalışmalar yapmış olan bir diğer Pan-European kuruluşu da ENAR’dır. Ve bunlar, 2015 yılı boyunca, özellikle İslamofobinin cinsiyetçi doğasına odaklanan bir Unutulmuş Kadınlar Projesi’ne önderlik etmişlerdir.

Bu iki Brüksel merkezli Pan-European kuruluşunu görmek benim için oldukça güven tazeleyici; bunlardan biri daha çok gençlik unsuruyla ilgilenmekte, diğeri ise Belçika ve ötesindeki İslamofobinin cinsiyet unsuru ile ilgilenmektedir. Şu an yürütülmekte olan bu Unutulmuş Kadınlar Projesi’nden söz etmiştim. Ve Twitter kulla- nıcı adı @ccib_be olan Hacip’in ben konuşurken bu kaynaklara ait linklerin bazılarını twitleyeceğini biliyorum; öyleyse gözünüz bunlarda olsun!

Unutulmuş Kadınlar Projesi Brüksel’de 2016 Mayıs’ında başlatılmıştır ve proje kapsamında Avrupa’daki 8 davadan bulgular derlenmiştir. Belçika’da proje kapsamında görüştükleri işverenlerin %44’ünün herhangi bir adayın başörtüsü giyerek bir iş için başvurması halinde bu durumun söz konusu adayın mülakata çağrılması ya da şirket bünyesinde kendisine bir iş verilmesi olasılığını olumsuz yönde etkileyeceğini ifade ettiklerini tespit etmişlerdir. Bu, bunun yasak olduğu anlamına gelmemektedir. Bu istihdam düzeyindeki ayrımcılık yine saha- daki insanlarla istişareye dayalı olarak başörtüsü takan Müslüman kadınlarla sınırlıdır. İşverenler ayrıca genel olarak Müslüman kadınları işe almaktan korktuklarını çünkü ‘ya başörtüsü takmaya başlarsa’ diye düşündük- lerini söylemektedirler ki bu Fransız sekülarizminin etkisine dayanmaktadır. Özellikle Belçika’nın Fransızca konuşulan bölgesinde, daha çok ‘laïcité-tip’ bir yaklaşımın giderek daha da baskın hale geldiğini ve bu nedenle de başörtüsüne yönelik eleştirilerinin bu türden bir argümana dayandığını görmekteyiz. Yine, çok ama çok hızlıca geçeceğim. Teşekkür ederim.

Son olarak, Belçika’daki İslamofobi karşıtı girişimlerden söz etmek gerekirse, ki şu ana dek bunlara en az bir- kaç kez değindim, Belçika’daki İslamofobi karşıtı birlik olan CCIB belki de şu an Belçika’daki en önde gelen izleme gruplarından biridir. 2014 yılında Fransız muadilleri CCIF ile istişare edilerek kurulmuşlardır. Destek ve avukatlık hizmeti sunmaktadırlar ve belgelendirme anlamında ön planda yer almaktadırlar. Her defasında bir etkinlik, daha önce söz ettiği önemli bir etkinlik mevcuttur ve ara raporlar ile ayrıca her yıl bir de yıllık ra- por çıkarmaktadırlar, örneğin son raporları 22 Mart saldırılarından sonradır. Bu süreyi izleyen ay içinde kayda geçirdikleri İslamofobi ile ilgili 36 olayı rapor etmişlerdir. Yine, Hacip bizim için bu özel rapora erişebileceğiniz bir diğer linkin adresini Twitter hesabından gönderecek.

Sonuç olarak- tümünü sizin için anlaşılır ve hızlı bir biçimde toparlıyorum - ve tam anlamıyla özetlemek gere- kirse; Belçika’da belirgin, büyüyen, istikrarlı ve artan bir İslamofobi mevcuttur. Bunlar sadece ulusal sınırlarla kısıtlı olmayıp daha da ötesine uzanan önemli olaylarla bağlantılıdırlar. Kesişimsellikler sorunu, cinsiyet, yaş, etnisite sorunu da Belçika’da İslamofobi hakkındaki tartışmaya ve İslamofobi vakalarına katkıda bulunmakta- dır. Fakat olumlu bir not olarak, Belçika gerçekten bazı iyi örneklere ve bazı iyi uygulamalara da ev sahipliği yapmaktadır. Ve sanırım Belçika’da halk katında süregelen şeylerden öğrenebileceğimiz çok şey bulunmaktadır. Çok teşekkür ederim.

054 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ 1. OTURUM / 1. KISIM AVRUPA’DA İSLAMOFOBİ - VAKA ÇALIŞMALARI / KUZEY AVRUPA 055 056 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ SORULAR VE CEVAPLAR

1. OTURUM / 1. KISIM AVRUPA’DA İSLAMOFOBİ - VAKA ÇALIŞMALARI / KUZEY AVRUPA 057 KATILIMCI

Soru tümünüzün farklı platformlarda birçok iş yapmış olmanıza ilişkin önerilerle ilgilidir. Sorunları düzeltmek için herhangi bir tür politika ya da öneriye sahip olup olmadığınızı merak ediyorum.

INEKE VAN DER VALK

Evet. Benim önerilerim siyasi partiler ve politikacılarla ilgiliydi. Bence bunlar seslerini yükseltmeliler, söyle- nenleri her zaman kabul etmemeliler. Ve İslamofobi söz konusu olduğunda bunlar ortalıkta görünmemektedir. Hollanda’da dikkat çeken bir şey de hükümet düzeyinde girişimler olmasıdır. Elbette bu her zaman daha iyi olabilir, ancak Hollandalı yetkili merciler giderek artan bir biçimde aynı zamanda İslamofobiye karşı tavır al- maktadırlar, uzman toplantıları düzenlemektedirler ve ayrıca araştırma projelerini desteklemektedirler. Fakat siyasi partiler çok sessiz kalmaktadır. Ve artık nefret söylemini ılımlaştırmak için bir çağrı mevcuttur, ne var ki bu son derece sıra dışıdır.

Önemli olan bir konu da sanırım Müslüman toplulukların ayrımcılık olaylarını polise ya da ayrımcılıkla mü- cadele bürolarına bildirmeye teşvik edilmeleridir. Ve bunu yapmadıkları çokça vurgulanmıştır. Fakat diğer yandan, polisin kendisi de şikayetleri kabul etmeye her zaman çok açık değildir. Ve bazen insanlar evlerine gönderilmektedir. Dolayısıyla polis teşkilatları seviyesinde de bazı şeylerin değişmesi gereklidir. Polis memur- larının ayrımcılığı tespit edecek biçimde eğitilmeleri önemlidir. Ayrıca - ayrımcılık içeren suçların varlığında - cezaların daha ağır olması da önemlidir. Bu aynı zamanda, ırkçılık karşıtı bir Avrupa kurumu olan European ECRI‘nin tavsiyelerinden biridir. Kovuşturma prosedürleri ve uygulamaları iyileştirilmelidir. Örneğin Hollan- da’da, camiler hakkındaki araştırmamın sonuçlarından biri de cami kurullarının polise şikayette bulunmala- rına rağmen polisin hiçbir şey yapmaması nedeniyle herhangi bir sonuç elde edememeleri olmuştur. Ve suç işleyenler tutuklanmamakta ve cezalandırılmamaktadır. Bildiğimiz son saldırı ülkenin doğusunda Enschede’de bir camiye yapılmıştır.

Bu son derece ciddi bir saldırıdır, camiye molotof kokteylleri ile saldırılmıştır. Ve şimdi ilk kez, bu eylem savcı- lık tarafından bir terör eylemi olarak tanınmıştır. Ve failler tutuklanmıştır. Saldırganlar şu an mahkemede yar- gılanmakta olan altı kişilik bir gruptur. Dolasıyla bunların değişmekte olması son derece önemlidir ve bu böyle olmalıdır. Evet, politikalardaki iyileşmenin ilk ciddi işaretidir, fakat bunun tüm ülkeyi ve kısıtlayıcı kurumları ve benzerlerini kapsayacak biçimde genişletilmesi gereklidir. Bir diğer seviye de eğitim sistemidir. Okullarda, üniversitelerde ve benzeri kurumlarda bu özel fenomen hak- kında daha çok bilgilendirme ve farkındalık olması çok önemlidir.

MODERATÖR

Başka soru var mı?

KATILIMCI

Evet, selam! Ben Avusturya’dan katılıyorum. Sunduğunuz veriler için, bilgiler için teşekkür ederim. Avrupa üzerinde karşılaşılan olayların son derece benzer olması benim için gerçekten de çok şaşırtıcıdır; camilere ya- pılan saldırılar, göz önündeki Müslüman kadınlara saldırılar, tüm ortamlardan dışlanma. Ve özellikle de, şu an itibariyle on beş yıldır Müslüman gençlerle ve Müslümanlarla birlikte çalışmaktayım.

Böylece benim yaşadığım deneyimler tüm seçimlerden sonra, seçimlerden sonra medya kanallarına yeni insan- lar çıktığında ya da siyasette yeni kişilerin çalışmaya başladığında: 17 yaşında, politikada yeni olan daha önce

058 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ hiç bilmediğimiz insanların “Merhaba, ben - bilmem nereliyim - bakanlık, bu şu vesaire... Peki, bize Avustur- ya’daki Müslüman nüfus hakkında bir şeyler söyleyebilir misiniz?

Ve sorun şu... Müslümanlar siyasal sistemden dışlandıkları için, Müslümanlar siyasi katılımdan hariç tutulduk- ları için, siyasi anlamda tüm hükümetin eğitimcileri rolünü biz oynuyoruz. Herhangi bir mevkie yeni gelen herkes Müslümanların yaşantısı hakkında bilgi edinmek ister. Dolayısıyla, sanırım iş dönüp dolaşıp gerçekten de siyasi iradeye gelmektedir. Bu yüzden her şeyi öneremeyiz. Fakat cinsiyet, ana akım medya ya da kadınların konumlarının yükseltilmesi gibi bazı şeyleri en yüksek seviyede değiştirmek için hiçbir siyasi irade yoksa, hiç siyasi irade yoksa, bu durum gerçekten değişmez. Dolayısıyla bir şekilde bu çok yüksek siyasi katlara sesimizi duyurmak zorunda olduğumuzu düşünüyorum, çünkü bunlar gerçekten de insanı hayrete düşüren durum- lardır. Ve öyle sanıyorum ki genç insanlara yönelik, özellikle gençlere yönelik çok fazla dışlama olursa bundan dolayı durum daha da kötüleşecektir. Evet, şu ya da bu şekilde Müslüman nüfus... Bu durum her türlü radikal- leşme, İslamofobinin artması için harika olacaktır.

MODERATÖR

Çok teşekkür ederim. Sanırım eğer sorunuz varsa sadece son bir soru için vaktimiz kaldı.

KATILIMCI

Merhaba, Ben Filistinliyim. İngiltere’den olduğunu düşündüğüm Arzu Hanım’a bir sorum var. Brexit’in so- nuçlarıyla hepimizin hayrete düştüğünü ifade etmek isterim. Başkalarını bilmem ama ben bunu bekliyordum. Yani haberleri gördüm ve beklemiyordum. Bilmiyorum. Bu benim için gerçekten de çok büyük bir şok oldu.

Evet, ve ayrıca daha önce şöyle konuşuyorlardı: Arasındaki boşluk nasıldır? Zeminin üzerinde gerçekten ne var? Ve sosyal medyadaki nedir? Medyadaki nedir? İnsanlar ne düşünüyorlar? Avrupa’da etkilenen kaç Müslü- man vardır?

Benim sorum şu... Gerçekte olanla, gerçekte yaşanan İslamofobiyle ve medyada ve sosyal medyada sunulanlar arasında çok büyük bir boşluk olduğunu düşünüyor musunuz?

ARZU MERALI

Analiziniz için de ayrıca teşekkür ederim, bunun son derece yerinde olduğunu düşünüyorum. Sanırım, İs- lamofobi temelli fiili deneyimler söz konusu olduğunda, gerçekten de sadece “buzdağının görünen kısmı” terimini kullanmaktayız. Gerçekten araştırabileceğimiz şey sadece buzdağının görünen kısmıdır. Yani aslında çalışmalarımızda hareket ettiğimiz nedenlerden biri kendi kuruluşumuza bildirilenlere dayanmaktadır. Kuru- luşumuzun bir avukatlık hizmeti departmanı bulunmaktadır. İnsanlar nefret suçlarını ve ayrımcılığı bildirmek için burayla iletişime geçmektedir. Artık bu istatistikleri yayınlamıyoruz. Gerçekte fiilen olup bitenler hakkın- da toplum genelinde değerlendirme yapmak için bir anket yöntemi kullanmaktayız. Bu noktaya varmamızın nedeni insanların bildirimde bulunmadıklarını fark etmemizdir. Ve “Tüm Müslümanlar karşılaştığınız olayları mutlaka yetkililere, bize bildirin vesaire” diye ne kadar şikayet ettiğimizin önemi yoktur. Bunu yapmayacaklar- dır ve çok içtenlikle söylüyorum ki ben insanları suçlamıyorum. Bu başka bir konudur. Ne olup bittiğini ortaya çıkarmanın başka bir yolunu bulmamız gerek. Ve bundan dolayı bu modele yöneldik. Şu halde şayet ve açıkça dışa dönük tahmin yapılmasından ileri gelen tehlikeler varsa ki zaten işte bundan dolayı gayret gösteriyoruz... Üzgünüm. Üzgünüm, bunu biraz daha açık şekilde ortaya koyacağım.

Her ne kadar istatistiklerin dışa dönük olarak yorumlanmasından ileri gelen bariz tehlikeler varsa da, kendi

1. OTURUM / 1. KISIM AVRUPA’DA İSLAMOFOBİ - VAKA ÇALIŞMALARI / KUZEY AVRUPA 059 araştırmalarımızda 2010’da insanların %14’ünün ve 2014’te %18’inin fiziksel saldırıya uğradığını tespit ettik. Eğer insanların %45’i işte ya da okulda ayrımcılığa uğradıklarını söylüyorsa, o zaman- biliyorsunuz ki 3 mil- yonluk bir nüfusumuz var - bu, en azından gerçekten de ciddi düzeyde son derece doğrudan nefret olayları salgınıyla karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir. Durum bu seviyededir.

Fakat haklı olarak “Bunların niceliğini sayı olarak hala nasıl ifade edeceğimizi bilmiyoruz” demiş olduğunuz bu sonuçlar için belirtmek zorundayım ki bu tür bir araştırmadan bu konuda bir sonuca varabiliriz ki bu de- vasadır. Bu, deneyimin sadece bir kısmıdır ve diğer kısmı ise ister medyadaki söylemlerden kaynaklansın ister siyasi sınıfların söyleminden kaynaklasın insanların hissettikleri yoğun, duygusal baskının türüdür. Ve bu da yine tümüyle farklı bir deneyimdir. Evet, insanların %90’ının Müslümanların medyada şeytanlaştırıldıklarını gördüklerini ifade ettiğini söyleyen bir istatistiğe sahibiz.

Bu durum topluluk için gerçekte ne anlama gelmektedir? Uyandığınız günlerin çoğu bununla temsil edildiğin- de bu ne anlama gelir? Bu, uzun vadede akıl sağlığı ile ilgili sağlık sorunlarımız olacağı anlamına gelmektedir. Sanırım bu tür sorunlarımız olacak... Bu neydi? Üzgünüm... Yani hakaret etmek ya da tecrit edilmek ve katıl- mak istememek vesaire vesaire.. Ve bu arada, topluma katılmanın zorunlu olduğunu düşünmüyorum. Fakat siz bunu yapıyorsunuz çünkü saldırı altındasınız. Bu tümüyle farklı bir mesele.

Ve evet, henüz zaptedememiş olduğumuz bir dünya olumsuzluk orta yerde durmaktadır. Ve bir toplum olarak bunu kaynak sorunları için bile çözebilmiş değiliz. Ve bir katılımcının söylediği gibi, bu tür şeylerin var ol- duğunu kabul edecek bir siyasi irade bile mevcut değildir. Bunu dert etmeyin ve bunların üstesinden gelmek için gayret edip bunun bir yolunu bulun. Ve evet, bu boşluk devasa boyuttadır. Sıklıkla sosyal medyada kendi kendimize konuşuyoruz. Hepimiz anladığımız bir grup insan buluyoruz ve her şeyin bilindiğini sanıyoruz. Ama öyle değil.

060 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ 1. OTURUM / 1. KISIM AVRUPA’DA İSLAMOFOBİ - VAKA ÇALIŞMALARI / KUZEY AVRUPA 061 062 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ 1. OTURUM / 2. KISIM İslamofobiyi Sürdüren Dinamikleri Anlamak

MODERATÖR

Nomia Iqbal BBC, Birleşik Krallık

KONUŞMACILAR

Dr. Hatem Bazian Berkeley Kaliforniya Üniversitesi, ABD

Dr. Ivan Kalmar Toronto Üniversitesi, Kanada

Dr. Salman Sayyid Leeds Üniversitesi, Birleşik Krallık

Saeed Khan Wayne State Üniversitesi, ABD

1. OTURUM / 2. KISIM İSLAMOFOBİYİ SÜRDÜREN DİNAMİKLERİ ANLAMAK 063 Dr. Hatem Bazian Berkeley Kaliforniya Üniversitesi, ABD

MODERATÖR

İslamofobiyi yönlendiren dinamikleri anlamak, işte bu olguyu anlamamıza yardımcı olacak. Son derece seçkin katılımcılardan oluşan bu panelde olmamızın nedeni budur. Burada her birinizin uzmanlık alanınızda konuş- manız için sizlere söz vermekten mutluluk duyuyorum. İlk sözü siz almak ister misiniz? İşte Doktor Hatem Bazian!

HATEM BAZİAN

Es-selamu Aleyküm! Bugün konuşmamda yapmak istediğim şey, aslında Martin Luther King’in toplumları bek- leyen üç büyük tehlikesi hakkında düşünmek ve İslamofobiyi Martin Luther King’in 1967’deki konuşmasına bağlayacak bir biçimde ele almaktır. Martin Luther King bu konuşmayı 31 Ağustos 1967’de o zamandan günü- müze kadar olan süre boyunca militarizm, fakirlik ve ırkçılık konusunda en isabetli ve devrimci öngörülere ev sahipliği yapmış olan ulusal yeni politikalar konferansında yapmıştır.

Bu konuşmada, Martin Luther King “en başından beri politik bünyemizin içinde pusuya yatmış olan” sorunu şu sözlerle çizdiği çerçeveye oturtmuştur: “Şu an üç dişli bir çatala benzeyen bu hastalığın suyun yüzüne çık- masına tanık oluyoruz”. Irkçılığı, aşırı maddeciliği ve militarizmi hastalık olarak tanımlamış ve bu üç sorunu o zamanlar Batı uygarlığının humması olarak görmüştür.

Hala günümüzde de; ruhumuzu kemiren ve kürenin her yerinde ölüme ve kargaşaya neden olan ırkçılığın gözle görülür tahribatları; arkasında milyonlarca yok edilmiş hayat bırakan ve dünyanın %99’unu köle gibi ça- lışmaya ve borç esaretine mahkum eden fakirliğin ölüm yürüyüşü; ve sonuncusu ama bir o kadar da önemlisi, insanları maskaraya çevirerek ve kardeşi kardeşe, kabileyi kabileye, ulusu ulusa, dini dine kırdırarak gördüğü her şeyi yalayıp yutan bir kanser olan, sürekli büyüyen askeri sanayi kompleksi.

Toplumun üç büyük hastalığı bizleri çepeçevre kuşatmıştır. Bu hastalıklar, Fransa’da kendilerinden bahsedilen,

064 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ günümüzün yanlış bir biçimde adlandırılmış post-modern toplum ya da sekülarizmin kılavuzluğuna neden olan DNA niteliğindedir. Şunu belirteyim ki ırkçılık, maddecilik ve militarizm yapısal tasarıma göre belirlendiği ve klinik olarak ve metodik olarak milyonları öldürdüğü sürece hiçbir şey modern ya da seküler olamaz. Martin Luther King’in militarizm ve savaşla ilgili sözleri akıldan çıkması mümkün olmayan cesur ve isabetli sözlerdir.

Şöyle demiştir: “Bu savaş -o tarihlerdeki Vietnam Savaşı’ndan bahsediyor - tüm dünyanın kaderini alt üst etmiştir. Bu savaş Cenevre Antlaşması’nı yırtıp atmıştır, Birleşmiş Milletler’i ciddi bir biçimde gözden düşür- müştür, kıtalar arasındaki nefreti azdırmıştır ve ırklar arasındaki ilişkiyi daha da kötüleştirmiştir. Temel sosyal haklardan yoksun yurttaşlarımıza doymak bilmeyen askeri talepleri onların ihtiyaçlarının üzerinde tutmakta olduğumuzu söyleyerek kendi ülkemizdeki gelişimimize köstek olmuştur.

Amerika’daki kuvvetlerin zıtlaşmasına büyük ölçüde katkıda bulunmuş ve askeri sanayi kompleksini güçlen- dirmiştir. İnsanları napalmla yakmak, yaşadığımız ülkeyi yetim ve dullarla doldurmak, nefret zehrinin tohum- larını halkların damarlarının içine zerk etmek, insanları karanlık ve kanlı savaş alanlarından fiziksel olarak sakat kalmış ve psikolojik dengesi bozulmuş bir halde evlerine geri yollamak, tüm bu yapılanlar sağduyuyla, adaletle ve sevgiyle bağdaştırılamaz. Her geçen yıl askeri savunmaya, sosyal kalkınma programlarından daha fazla harcayan bir ülke ruhsal ölüme yaklaşıyor demektir.”

Burada sizlere Martin Luther King’in 1967 yılında sözünü ettiği koşullarla bugün bizim terörle savaşla iIgili olarak yüz yüze olduğumuz koşulların birbirinin tam olarak aynısı olduğunu göstereceğim. Fakat ne var ki, bizler hala sessiziz ve Müslüman bireyleri kısmen bir sorun gibi gösteren terörle yapılan savaşı eleştiriyoruz. Martin Luther King’in sözleri Vietnam’la ilgiliydi, fakat bugün bu sözleri terörle savaş ve İslamofobi bağlamıyla ilişkilendirerek telaffuz etmek zorundayız. Başkan Dwight Eisenhower askeri-sınai kompleks meselesine de- ğinmiş ve bizi uyarmıştır. Eisenhower hükümet konseylerinde, böyle bir amaç güdülmüş olsun ya da olmasın, askeri-sınai kompleksin kanunun üzerinde bir yetkiyle donatılmasına karşı tedbir almak zorunda olduğumuzu söylemiştir. Ehil olmayan ellere teslim edilen gücün felakete dönüşmesi olasılığı vardır ve bu tehlike süreklidir.

16 Nisan 1953’te Amerikan gazete editörleri topluluğuna hitaben yapmış olduğu daha eski bir tarihe ait ko- nuşmasında, Başkan Eisenhower militarizme yönelik eleştirilerini daha da sertleştirmiştir: “İmal edilen her tabanca, denize indirilen her savaş gemisi, atılan her roket, nihaî analizde, acıktığı halde doyurulamayanlardan, üşüdüğü halde giydirilemeyenlerden çalınmıştır demektedir. Silahlanmış bu dünya sadece para tüketmiyor, emekçilerin alın terini, bilim adamlarının dehasını, çocuklarını umutlarını da tüketiyor.

Bakın, ben bir numara olarak bilinen bir üniversiteden, Berkeley, Kaliforniya Üniversitesi’ndenim. Kitle imha silahlarının geliştirilmesinde ilk sırada gelen bir üniversiteyiz. Atom bombası, hidrojen bombaları ve aklınıza gelebilecek daha birçok silah bu üniversitenin kampüsünde geliştirilmiştir.

İslamofobiye geri dönerek onu toplumun üç büyük hastalığına bağlayacak olursak... Çağımızın bir sorunu olarak İslamofobiye karşı sergilenen yaklaşım doğru değildir. Ve gerçek nedenleri yerine belirtileri göz önünde bulunmakta ve bunlar da zamanımızı ve çok gerekli kaynaklarımızı heba eden yanlış yanıtların oluşturulmasın- da kullanılmaktadır. Sorunun analiz edilmesindeki bu apaçık eksikliği vurgulamak, belirtilerin önemsiz ya da tek başlarına anlamsız oldukları anlamına gelmez. Bilakis bunlar elbette önemli ve anlamlıdır; tarihi bağlamı içinde özel bir fenomen olarak İslamofobi ve onu onarmak için neyin gerekli olduğu değerlendirilirken bir ayrım yapılmalıdır.

Öyleyse öncelikle İslamofobinin medyanın İslamiyet ve Müslümanlar hakkındaki olumsuz ve gerçek dışı ifade- ler kullanması ile yaratılan sorunlardan biri olduğu fikrini bir kenara bırakalım. Bunu tekrarlamak istiyorum; İslamofobinin medyanın İslamiyet ve Müslümanlar hakkındaki olumsuz ve gerçek dışı ifadeler kullanması ile

1. OTURUM / 2. KISIM İSLAMOFOBİYİ SÜRDÜREN DİNAMİKLERİ ANLAMAK 065 yaratılan sorunlardan biri olduğu fikrini bir kenara bırakalım! Her ne kadar medyadaki içeriklerin bu sorunu şiddetlendirmekte olduğunu kabul ediyor olsam da Chomsky’nin yerinde bir biçimde ileri sürdüğü gibi, ba- sının rolü yönetilenlerin rızasını elde etmektir. Fakat bir Müslüman öcü yaratılması, kameralar önünde daha etkili olabilmeleri için burunlarının, yanaklarının ve alınlarının sürekli olarak ‘beyazlık’ ayarıyla fırçalanmasına ihtiyaç duyan, yani görünüşlerini sürekli olarak kontrol etmeleri gereken haber sunucuları tarafından belirli bir çerçeveye oturtulamayacak kadar sofistike bir konudur.

Sorunun kapsamını medyanın İslamiyet ve Müslümanlar hakkındaki gerçek dışı ifadelerine indirgediğimizde, mesele görüntü kontrolü, halka ilişkiler anlamında yürütülen çabalar ve saygın söylemlere ilişkin politikalarda yoğunlaşan toplumsal yanıtların görünüşü ile ilgili bir sorun haline gelmektedir. Bu yanıtların bir seviyede yaşamın bir parçası oldukları ileri sürülebilecekse de, gerçekte bu yanıtlar aslında hastalığın epistemik ve ideo- lojik temellerini değil, hastalığın semptomlarını yansıtmaktadır. Ayrıca, semptomlara değinmek ‘ötekileştirme’ paradigmasının yadsınmasından ziyade bunun onaylanmasına yol açmaktadır.

Ekonomi ve siyaset elitleri, bireyleri ve grupları toplumun düşmanları olarak yaftalama güç ve kabiliyetine sahiptir. Ve medya hedef alınan bu kişi ve gruplara çamur atma misyonunu yerine getirmektedir. Kurumsal medya elitlerin ayrıcalıklarını yansıtan bir ajanda izlemektedir. Ve gazeteciler ne zaman, kimin ve neyin editör denetimi altında haberin son içeriğine dahil edileceği hususunda sıkı bir gözaltındadırlar. Muayyen tarihlerde bu siyaset ve ekonomi elitleri Afrika kökenli Amerikalıları, Amerikan yerlilerini, Yahudileri, Çinlileri, Latin- leri, Japonları, İrlandalıları, İtalyanları, Mormonları, Katolikleri ve Vietnamlıları hedef alınacak bir numaralı düşman olarak tanımlamışlardır. Bugün Müslümanlar siyaset ve ekonomi elitleri için bir numaralı düşmandır.

Bu sorun, tavuk mu yumurtadan yumurta mı tavuktan çıkar türünden bir sorun değildi. Ancak siyaset ve eko- nomi elitleri modern toplumumuzda kesif bir faşist omleti pişirmenin koşullarını doğuran ırkçı ve İslamofobik yumurtalar yarattılar. “Uyuşturucu ve suçlar, sosyal yardım hizmeti veren anneler, göçmenler ve yabancılar hakkındaki korkuyu ne kadar artırırsanız, tüm insanları daha iyi kontrol edersiniz”. Bunu söylemiştir. Toplum suçu hazırlar ve suçlu da bu suçu işler. Biz de bu koşulları oluşturan toplumu değil suçluyu tutuklarız. Filhakika toplumdaki Müslümanlar mecazen yüzlerine yumruk yemektedir. Ve bunun karşılığı da kendimizi ırkçılara güzel göstermek için apar topar gidip yüz gerdirmek, plastik cerrahi operasyona başvurmak ya da Botoks şırınga ettirmek olagelmiştir.

Medya ve özellikle de Fox, bu tür bir grubu şu şekilde haber yapacaktır: “Müslüman bir yüz havada masum bir Batılı parmağa alçakça saldırdı ve barışçıl bir beyaz elde ciddi yırtılmalara neden oldu. Polis ve FBI bu yüzün terörle bağlantılı olup olmadığını, zavallı parmağa saldırırken Kuran okuyup okumadığını ya da Allah-u Ekber deyip demediğini araştırıyor. Parmak üzerinde saldırgan yüze ait kan izine rastlandı ve bu kan bulaşıcı İslam virüsü taşıyor olabileceğinden sağlık görevlileri bu kanıta dikkat etmeleri konusunda uyarıldı.” İşte medyada olaylar bu şekilde aktarılmaktadır.

Bu tarz bir sunumun kök nedeni sivil toplum içindeki elitlerin, insanları yumruklarını ilkin Müslümanların suratlarına indirmeye teşvik eden koşulları hazırlaması ve ateşlemesidir. İslamofobi kurumsal olarak inşa edil- miştir. Ve sadece medyadaki gerçek dışı anlatımlarla ilgili değildir. Edward Said’in 1975 ve 1979 yıllarındaki bir çalışması olan, Oryantalizm ve İslam’ın Üzerini Örtmek adlı eseri bu alandaki inceleme ve araştırmalara adım atmak isteyen herkesin öncelikle okuması gereken bir kaynaktır. Keza İslamofobinin, sıklıkla iddia edildiğini göreceğiniz, İslamiyet ve Müslümanlar hakkında bilgisiz olan insanların ürünü olduğu fikrini reddedelim. Bu insanlar gerçekten de İslamiyet ve Müslümanlar hakkında hiçbir şey bilmiyorlar.

İslamiyet’ten ve Müslümanlardan nefret etmeye kışkırtılmış samimi bireyleri anlayabiliriz, ama İslamofobi stra- tejik amaçları olan ve önceden hesaplanmış bir dizi ideolojik plana göre çalışan bir dizi grup bireyin tarafından

066 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ yaratılmaktadır. Bir kez daha hatırlatırım ki CAIR’le birlikte hazırladığımız raporumuzu çok kısa bir süre önce yayınlamış bulunuyoruz. Bu gruplar tek başlarına 206 milyon harcamışlardır ve söz konusu kişiler de kaynak- lardan yoksun değildir. Ve Müslümanlara karşı nefreti körükleyen yaklaşık 70 farklı gruptan söz etmekteyiz.

Burada İslam ve Müslümanlık, Edward Said’in ‘hayali ülkeler’ olarak tanımladığı kavramın bir parçasıdır. İs- lam, tebaya nasıl yaklaşılacağını bildirmeye ve düzenlemeye başlayan Samuel Huntington’un Medeniyetler Çatışması’nda ideolojik çatısını belirlediği hayali bir coğrafya olarak tahayyül edilmektedir. ...Daha yavaş mı konuşayım? Tamam. Belki de Kuran’da yapıldığı gibi tekrarlayacağım.

İslamofobi hayali bir coğrafya olarak görülmek suretiyle diğer ikisini akılcı bir temele oturtmak adına top- lumun üç büyük hastalığı; maddecilik, militarizm ve ırkçılığa çıkarları için yatırım yapan bir Medeniyetler Çatışması savaşçıları tarafından finanse edilmekte, üretilmekte, teşvik edilmekte ve bir faaliyet alanı haline getirilmektedir. İşte biz buna İslamofobi Endüstrisi adını veriyoruz.

Daha sonra konuşacak olan Nathan Lean bu alanda harika çalışmalar yapmıştır. Ve CAIR ve IRDP’nin son raporu İslamofobiyi besleyip ateşleyen büyük kaynakları belgelemektedir. Reddedilmesi gereken üçüncü fikir İslamofobinin Müslümanların dünyasından ileri gelen aşırıcılığın ve terörün bir yan ürünü ya da buna bir yanıt olduğudur. Bunu sıklıkla görmekteyiz ve daha dün bununla ilgili bazı şeyler işittik; İslamofobi aynı zamanda bir tepkiymiş. İyi ama, Edward Said Oryantalizm ve İslam’ın Üzerini Örtmek adlı kitabını 1979’da yazdı. Ve o tarihte ne El-Kaide ne de DAEŞ vardı. Yerküre üzerindeki Müslümanların yüz yüze oldukları tüm zorlukların tümüyle farkındayım ve onların hissettiklerini anlayabiliyorum: aramızda bölünmeler, çatışmalar, tartışmalar, fıkıh ihtilafları, sekter şiddeti ve krizler var. Fakat benim görüşüme göre, kendi içimizdeki sorunlara ve zor- luklara İslamofobik bir gözlükten baktığımızda bu güçlükler daha da katmerlenmektedir. İslamofobiyi içselleş- tirmekteyiz ve küresel ölçekte Müslüman toplumlara neyin acı çektirmekte olduğuna İslamofobik bir gözlük takarak bakmaya başladık.

Dün Müslümanların kadın düşmanı gelenekleriyle yüzleşmek adına bir reforma ne kadar ihtiyaçları olduğunu ve sahneden ilahiyat içerikli yeni fetvalar çıkarılmasının istendiğini tekrar dinledik. Bu fikirleri önerenler ile- rici olduklarını ya da daha kötüsü entelektüel üretim alanında çok muteber olduklarını sanmaktadır. Ne var ki bunlar ve diğer birkaçı en az 300 senedir oryantalist söylemlere repertuvar olmuşlardır. Fakat bunlardan herhangi birinin 300 yıllık literatürü okumuş olduklarından emin değilim. Gerçekte 1797’deki Mısır seferi sırasında Azhar alimleriyle karşılaştığı zaman aynı fikirleri dile getiren kişi Napolyon’dan başkası değildi ve onun bu fikirlerini Obama da Kahire’deki konuşmasında aynen tekrarlamıştır. Ve ben Napolyon ile Obama’nın konuşmalarını karşılaştıran bir de yazı yazmış bulunuyorum. Bu iki konuşmada kullanılan dil ve oryantalist repertuvarları anlamında birbirinin aynıdır.

Avrupa’da, Müslümanlar tarafından uygulanan şiddet kıtadaki tüm olayların %2’sine tekabül ederken geri kalan %98 ise Neo-Nazi, nasyonalist, ayrılıkçı ve etnik nedenli şiddetin bir sonucudur. Keza, Birleşik Devletler genelinde, terörist şiddet içeren vakaların %94’ü Müslüman topluluğun yaşam alanlarının dışında kalan yer- lerde gerçekleşmiştir. 9/11’den bu yana, Birleşik Devletler’de ülke içinde vuku bulan şiddet olaylarından dolayı yaklaşık 406.496 kişi hayatını kaybetmiştir ve Orlando’daki son katliam hariç, bu olayların ancak 37’si Müs- lümanlara atfedilmiştir ki bu da Birleşik Devletler’de her yıl 32.000 cinayet ve kitlesel katliam vakası gerçek- leşirken Müslümanların dahil oldukları 37 vakanın neredeyse %150 oranında medyada ve siyasi söylemlerde konu edildiği anlamına gelmektedir.

MODERATÖR

Doktor Bazian, sizden konuyu toparlamanızı istemek zorundayım.

1. OTURUM / 2. KISIM İSLAMOFOBİYİ SÜRDÜREN DİNAMİKLERİ ANLAMAK 067 HATEM BAZİAN

Güzel ama bana yavaşlamamı söylemiştiniz. Şimdi de konuyu toparlamamı istiyorsunuz.

MODERATÖR

Biliyorum, biliyorum. Sizi ikileme düşürdüm. Anlayabiliyorum. Özürlerimi kabul edin…

HATEM BAZİAN

Deneyeceğim. Tamam. Dolayısıyla medya içerikleri en uç olayı normlaştırır, çoğunluğu sorunsallaştırır ve bun- ların varlığını suçla ilişkilendirir. Bize yerel ya da küresel ölçekte musallat olan şeyleri bunların vuku bulma- sının nedeni olarak göstermek suretiyle ussallaştırmaya başladığımızda, müşterek bir yardım ve yataklık suçu kurgusuna ilişkin sorumluluğumuzdan uzaklaşırız. Bunun hattı zatında ırkçı bir kurgu bulunmaktadır. Ayıca hepimizin İslam’ın ruhu için savaşmak üzere bir araya gelmiş olduğumuz fikrini de bir kenara bırakalım. Bu fikir başlı başına bir öykü haline gelmiştir. Herkesin zihni İslam’ın ruhu için savaşmakla meşguldür. Ortalıkta gezinen ve ruhu kurtarılmaya muhtaç olan ‘İslam’ adında birini kimse tanıyor mu? Yaşamın her alanında faal olan 1,4 milyar Müslüman vardır. Ve bu küçük azınlık İslamiyet’in tamamını temsil ediyormuş gibi bir izlenim yaratılmış olduğu için, herkes İslam’ın ruhu için savaşmakla zihnini meşgul ederken Müslümanların terörün asıl mağdurları olması dahil, dünkü konum olan devletin teröre karşı politikaları dahil, kimse Müslümanların karşılaştığı çeşitli sorunlar hakkında kafa yormamaktadır.

Şaşkınlık ve dehşet yaratmaya dayalı bir saldırıyla Irak işgalinde ya da Suriye, Libya, Yemen, Afganistan, Bah- reyn ve Mısır’da öldürülen Müslümanların ruhlarını kurtarmak için çağrıda bulunmaya ne dersiniz? Ve koloni- ler dönemine ve Müslüman aleminin birçok kısmında görülen yıkıma değinmek bile. Aynı durum terörle ilgili teolojik tartışmalara göreli olarak kurgulanmış olan her türlü iç tartışma için de geçerlidir. Böylece bitiriyorum. Söyleyeceklerim henüz bitmedi; sadece biraz daha süre verin... Şayet İslamofobi konusunu ele almak niye- tindeyseniz, size sadık kalmamız gereken son derece kesin bir yöntem ve tanım sunmama izin verin. Bunun sadece bir tanımdan ibaret olduğunu söylemiyorum. Ama bunu anlayabilmek adına, İslamiyet’e veya İslamofo- biye kimliklerden hareketle yaklaşan araştırmalar değil İslamiyet’e veya İslamofobiye çeşitli teğet sorunlardan hareketle yaklaşan araştırmalar istiyorum.

İslamofobi şu anki küresel yol ayrımlarının üzerinde oturan ve bir yandan küresel olarak diğerlerini topluca sessizleştirmeye yönelik sinsice bir proje yürütürken diğer yandan da baskın küresel güç hizalamasını makul göstermek ve genişletmek için kullanılan yapısal bir teşkilatlanma ilkesidir ki bu şu anlama gelir; İslamofobi, kuzey yarıkürenin güney yarıküre üzerinde kendi baskın güç dinamiklerini yayması ile ilgili bir olgudur. Bir seviyede, İslamofobinin ideologları kimin medeni dünyaya ait olacağını ve bunun kriterinin ne olacağını ve şeytanlaştırılacak ve sürgün edilecek ‘öteki’ kürenin kimlerden oluşacağını kategorize etmektedirler. Fakat daha derin bir seviyede, bu, mevcut ulusal ve küresel ırkçı katmanlaşmanın, ekonomik güç hiyerarşisinin ve açık uçlu militarizmin makul gösterilmesidir.

Üzerinde düşünmemiz için iki deneysel veri sunarak sonuca gelmek istiyorum ve belki bir de soru gelecektir. Askerlik ve militarizm adına yapılan yıllık toplam, küresel harcama tutarı 1,4 trilyon dolardır. Militarizme geçtiğimiz yıl yapılan küresel harcamanın tutarı da 1,4 trilyon dolardır. Bu endüstrinin kaymağını yiyenler ve yürümesini sağlayanların başında Birleşik Devletler gelmekte ve ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci sırayı da Avrupa Birliği ülkeleri almaktadır; öyleyse bu şu anlama gelmektedir; şayet oradaki şiddeti sona erdirmek istiyorsanız, silah satmayı durdurun ve bir yandan askeri bir endüstri kompleksi idame ettirmek için bize silah sattığınız halde bize şiddet hakkında soru sormayın.

068 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ İkincisi; bu yıla ait Oxfam raporunda 62 kişinin toplam servetinin 3,5 milyar insanınkinden daha fazla olduğu belirtilmektedir. 62 kişi, yani bu kadar insanı iki sıraya sığdırabilirsiniz. 3,5 milyar kişiden daha zengin olan bu 62 kişiyi nasıl gizleyeceğiz? Askeri-endüstri kompleksi içinde süregelen ekonomik eşitsizlikleri makul göster- mek adına Müslümanları alay konusu haline getirme eğilimindeyiz.

Ve İngiltere’dekiler, Fransa’dakiler, Almanya’dakiler, Birleşik Devletler’dekiler ve daha birçok yerde yaşayanlar; eğer arabanız arıza yaparsa bunun nedeni motorun içine girmiş bir Müslümandır. Eşinizle aranızda sorun var- sa, bunu yapan mutlaka bir Müslümandır; yatağınızın altına iyi bakın çünkü Müslümanlar yaşamınızı tehdit ediyorlar; ama diğer yandan, askeri-endüstri kompleksi ve kurumsal elitler bizi temizlikçilere havale ediyor ve her defasında voliyi vuruyorlar. Ekonomiyi darma duman edenlere kıyasla hapiste olan kaç bankacı var?

Ve siyasi söylem şudur: Buna muktedir olur olmaz Müslümanların ‘bir tehdit’ olduğu fikrini bir kenara bırak- mak ve hem Kuzey Yarımkürede hem de Güney Yarımkürede toplumların altını oymakta olanların tam olarak peşine düşmek zorundayız. Kimseyi suçlamayacağız. Irkçılık ve İslamofobi güçle ilgilidir; ve yaşatılabilir ve olanaklı bir değişiklik yapabilmemiz için ihtiyacımız olan şey güçle yüzleşmek ve bunun dinamiklerini değiş- tirmektir. Teşekkür ederim.

1. OTURUM / 2. KISIM İSLAMOFOBİYİ SÜRDÜREN DİNAMİKLERİ ANLAMAK 069 Dr. Ivan Kalmar Toronto Üniversitesi, Kanada

MODERATÖR

Teşekkür ederim Profesör Bazian! Herkesi sıkıştırmak zorunda kaldığım için üzgünüm. Tek amacım soruların sorulmasını, karşılıklı bir sohbet yapılmasını ve tümünüzün buna katılmasını sağlamak. Ve şimdi bir sonraki konuşmacımız Profesör Ivan Kalmar! Teşekkür ederim.

IVAN KALMAR

Hanımlar ve beyler, sanırım Doktor Bazian’ın başlangıçta bu kadar hızlıca konuşmasının nedeni bize en başın- da yirmi dakikamız olduğu söylendiği halde, sonradan, bana da uyarı yapıldığı gibi, konuşmamızı on dakikaya sığdırmamız gerektiğinin söylenmesidir. Hal böyle olunca, çözüm olarak çok hızlı konuşmamız icap edebilir. Fakat maalesef benim ana dilim Macarca ve bu da çok yavaş bir dildir. Yani bu kadar hızlı konuşabilmem imkânsız. Size çalışmalarımdan bazılarını sunmaya çalışacağım. Bu şuna benziyor; şayet bir yemek masasında akşam yemeği sunmayı planlıyorsanız, tanıtım amaçlı açık büfe benzeri bir şeyler sunmanız gerekir. Dolayı- sıyla ben de böyle yapacağım ve konuşmamın yarısını kesip çıkarmak zorunda kaldığım için umarım bu bir tutarsızlığa yol açmaz. Konuşmamın başlığı şudur: “İslamofobi Yeni Yahudi Düşmanlığı Mı?”. Ve buna vermek istediğim alt başlıksa şudur: “Soru Hakkında Sorular”.

En önde gelenleri Edward Said olmak üzere, bazı düşünürler uzunca bir süreden bu yana Müslümanlara ve Yahudilere yöneltilen nefretin dilleri arasında bir bağlantı kurmuşlardır, fakat “İslamofobi Yeni Yahudi Düş- manlığı mı?” sözünün ya da ‘Müslümanlar yeni Yahudilerdir’ gibi diğer cümlelerin medyada, bloglarda ve Batı dünyasının yemek masalarındaki sıradan tartışmaların bir parçası haline gelmesi henüz çok yeni bir olaydır.

Bu konferanstaki bazı konuşmacılar da İslamofobiyi Yahudi düşmanlığı ile karşılaştırdılar. Elbette herkes bu kıyaslamadan memnun değil. Bu konuşmadaki amacım sadece İslamofobinin ne ölçüde yeni Yahudi düşman- lığı olduğunu sormak değil, aynı zamanda bunu söylemenin bunu kabul edenleri nasıl ikna ettiğini ve bunu yadsımanın bunu kabul etmeyenleri nasıl ikna ettiğini de sormaktır.

070 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ “İslamofobi Yeni Yahudi Düşmanlığı mı?” cümlesinin ne anlama geldiğini sorarak başlayalım. Birçok kimsenin “İslamofobi Yeni Yahudi Düşmanlığı mı?” cümlesinden ne anladığına ilişkin düşüncemi en basit şekliyle, Müs- lümanların şu an tıpkı bir zamanlar Yahudilerin de olduğu gibi Batı’daki önyargılı insanlar tarafından temel küresel düşman olarak algılanmasıdır. ‘Şu an’ derken 1900’ların sonlarından sonrasını kastetmekteyim. Her ne kadar Yahudi düşmanlığının doruk noktası 1870 ve 1945 tarihleri olsa da ‘bir zamanlar’ terimini insanlar genellikle 1930’lu yılları ifade etmek için kullanırlar. İşte benim günümüzdeki İslamofobi ile kıyaslamayı dü- şündüğüm de bu zaman dilimidir.

Yahudi ve Musevilik nefretinin, çok iyi bilindiği gibi modern Yahudi düşmanlığından çok daha eski bir kavram olduğunu bilmek çok önemlidir. Müslümanlara karşı nefret de, daha az bilinmekle beraber asırlarla ölçülecek kadar eskidir ve Yahudilere ve Müslümanlara karşı nefret arasındaki bağlantı asırlara uzanan bir bağlantıdır ki bu hiç bilinmez.

Yahudi düşmanlığı ve İslamofobi uzunca bir ortak tarihe sahipti ve ortak bir dilden, akademik literatürde geç- tiği şekliyle ‘oryantalizm’ adı verilen bir dilden doğmuştur. İslamiyet’in başlangıcından itibaren, Müslümanlar da Yahudiler de birçok Hristiyan tarafından alaya alınmışlardır. Orta çağda, birçok Hristiyan, Müslümanların, Hristiyanlarca, tırnak içerinde söylüyorum, ‘Musa’nın kanunu olarak adlandırılan öğretiyi takip ettiklerini dü- şünmüştür.

Modern çağda, Müslümanlar ve Yahudiler arasındaki bu yarı eşitliğe, Museviliğin ve İslamiyet’in sözüm ona bir Arap dininden türetildiğini düşünen Hegel gibi filozoflarca ırksal bir nitelik atfedilmiştir. Son olarak 19. yüzyılın sonunda, Yahudiler ve Müslümanlar arasında benzerlikler görmenin uzun tarihine ‘Sami’ adı verilen modern radikal biçimi verilmiştir. Samiler özellikle İbranice ve Arapça olmak üzere Sami dillerini konuşan ya da eski gelenekleri içinde konuşmuş olan insanlardı. Yahudiler, bu nedenle Arapların ırksal akrabaları olarak ilan edilmişlerdir.

‘Araplar’ terimi de o zamandan beri, elbette Bosna hariç, Batı dünyasında Müslümanların yerine geçen bir terim olagelmiştir. Araplar Türklerin yerini almıştır ve bu da Yahudilerin Müslümanlarla ırk olarak akraba oldukları şeklinde tanımlanmaları anlamına gelmiştir. ‘Yahudi düşmanları’ teriminin doğmasının nedeni, 19. yüzyılın sonlarında Yahudilerin düşmanlarının Yahudilerle Müslüman Araplar arasındaki akrabalığa vurgu yapmasıdır. Bundaki amaç o Yahudileri vurgulamaktır, çünkü onlar Araplarla ya da Müslümanlarla ilişkiliydiler ve Avru- pa’da yabancıydılar. Bu insanlar Avrupalı değerleri paylaşmıyorlardı.

Vaktim olsaydı, bu zengin ve ilgi çekici, fakat büyük ölçüde unutulmuş olan tarihi olguyu daha detaylı olarak açıklardım. Fakat yeterli süre olmadığı için, kısaca özetleyeceğim. Hemen hemen 20. yüzyılın sonlarına ka- dar, Batı’daki herkes Yahudilerin ve Müslümanların sadece karşılaştırmanın sıklıkla yapıldığı 1930’lu yıllarda değil, uzun asırlar boyunca çok yakından ilişkili olduklarını düşünüyordu. İslamofobi her şeyden önce Batı dünyasında gelen önceki kolonilerdeki ve yarı kolonilerdeki milyonlarca Müslümanın göç etmesinin bir yan ürünüdür. Nefretin devindirici gücü olarak göç, İslamofobiyi, daha önce de söylemiş olduğum gibi, 19. yüz- yılın sonlarından Nazi dönemine kadar vuku bulmuş olan Yahudi düşmanlığının dorukta olduğu dönemden ayırt edilmesini sağlayabilecektir. Ancak modern Yahudi düşmanlığı da en azından kısmen göçe bir yanıt olarak ortaya çıkmıştır.

Rusya İmparatorluğu’ndan ve Avusturya ve Macaristan’ın bitişik bölümlerinden yüzbinlerce Yahudi, çıktıkları bu yolculukta Budapeşte ve Viyana, Paris ve Londra, New York ve Buenos Aires gibi çeşitli kent merkezlerine göç etmiştir. Yahudi düşmanlığı siyasetinin önde gelen vaizlerinden biri olan Fransız yazar Édouard Drumont, kökenleri Litvanya’nın şimdiki başkenti Vilnius olan Yahudilerin Fransa’yı işgal ettiklerini belirtmiş ve bu işgale de ‘Vagina Judeorum’ adını vermiştir.

1. OTURUM / 2. KISIM İSLAMOFOBİYİ SÜRDÜREN DİNAMİKLERİ ANLAMAK 071 Nazilerin yükselişinden hemen önce yazarlığa başlamış olan yazar Fritz Mauthner gibi Yahudiler bile Doğu’dan gelen Yahudi göçmenlerin Almanya’ya girmesinin yasaklanmasını önermiştir. İslamofobi içinde rol oynayan diğer faktörler de Yahudi düşmanlığının tarihi ile paralellikler taşımaktadır. Siyasetçilerin ve kurulu otoritenin yaygın şüpheleri dün İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılmasını sandığa taşımışlardır. Demokratik yollarla seçilmiş olan politikacılara karşı beslenen nefret savaş öncesinin Almanya’sında, İtalya’sında ya da Fransa’sında daha da güçlü olmuştur.

İslamofobi sömürgeciliğin ağırlığını miras almıştır ve bu noktada paralellikler daha az belirgindir. Yine de Doğulu Yahudi göçmenler adı verilen insanların geldikleri alanlar bir çeşit koloni gibiydi. Bu alanların sınırları Rusya ve Avusturya-Macaristan gibi iki büyük güç tarafından çevrilmişti. Yahudilerin kendileri de kendi etnik, dini ve ulusal kimliklerini ifade etme haklarından mahrum olmaları nedeniyle koloni halklarını andırıyorlardı. Terörizm de Yahudi düşmanlığında bir rol oynamıştır.

Saraybosna’da 1. Dünya Savaşı’nı başlatmış olan ünlü terör kanunu izole edilmiş bir kanun değildi. Politik olarak güdümlenmiş anarşist terör oldukça yaygındı. Bunun bir kısmı, özellikle de Rusya’da Yahudi bireylerce uygulanıyordu ve bunun suçu da Yahudi düşmanları tarafından bir grup olarak yaygın bir biçimde Yahudilerin üzerine atılıyordu. Söylediklerimin hiç biri o dönemdeki Yahudi düşmanlığı ile şimdiki İslamofobi arasındaki önemli ve kökü derinlere uzanan farklılıkları yadsımak amacına yönelik değildir.

Yahudiler, 19. yüzyılın sonlarına doğru Batılı ülkelerin kültürel ve ticari elitlerinin önemli bir parçasıydılar. Ve birçok Yahudi birey gerek siyasette gerekse de bilimde ve medyada çığır açıcı bir rol oynamıştır. Müslümanların bazıları da oraya gitmiş olsalar da şu ana dek bu tür bir ‘başarının’ yanına bile yaklaşabilmiş değillerdir. Bazıları petrol zengini olmak üzere nüfusun çoğunluğunun Müslüman olduğu ülkelerdeki milyonlarca insanın varlığı, çoğunluğu Yahudi olan hiçbir ülkenin mevcut olmadığı dönemlerde Yahudi düşmanlığında var olmayan mo- dern jeopolitik bir boyutu ortaya koymaktadır.

İslamofobi ile Yahudi düşmanlığı arasındaki bu ve diğer farklılıkların bilincinde olarak, bunların karşılaştırıl- masına itiraz eden çok sayıda kişi vardır. Buna ilmi açıdan itiraz edenler sıralamış olduğum farklılıklara işaret etmektedirler. Bu kişiler aforizmayla gerçeğin tam olarak ifade edilmesini birbirine karıştırmaktadırlar. Alimler İslamofobi ile Yahudi düşmanlığı arasındaki farklılıklara oryantalizm söylemindeki ortak tarihi yadsımadan dikkat çekmektedir. Fakat hiç kimse İslamofobinin şimdi ya da geçmişte Yahudi düşmanlığı ile tıpatıp aynı olduğunu iddia etmemektedir. Korkarım ki bu itirazların gerçek nedeni çok daha az akademik niteliktedir. Bu itirazlar, söz konusu ifadenin stratejik kullanımları ile ilgili olmalıdır.

Evvela, bildiğiniz üzere, yeni bir rakip Yahudi düşmanlığı mevcuttur; bu anti-Siyonizm’dir. ‘İslamofobi yeni Yahudi düşmanlığıdır’ ifadesine rakip olarak ‘Anti-Siyonizm yeni Yahudi düşmanlığıdır’ cümlesi ortaya çık- maktadır. Bazı İsrail yanlısı kişiler, ki bunları tüm Yahudilerle ve hatta tüm İsraillilerle ve bunların arkadaş- larıyla karıştırmamak önemlidir, Yahudi düşmanlığının Batı’da büyük ölçüde yükselişte olduğunu ısrarla ileri sürmektedir. Bu kişilerin muhakemesine göre, bunlar Filistin yanlısı militanlar tarafından yapılan Yahudi ve İsrail karşıtı saldırıları kapsamaktadır; fakat her ne kadar bu militanların Yahudi düşmanı olması olası olsa da, ki sıklıkla öyledirler, bunların Batılı Yahudi düşmanları ile aynı fırçayla resmedilmesi en iyi ihtimalle meseleyi fazla basitleştirmek olur.

Klasik Yahudi düşmanlığının da yükselişte olduğu yine de doğru olabilir. Aşırı sağ partiler kendi Yahudi düş- manlıklarını yıkarak İslamofobi üzerinde yeniden odaklanmış olabilirler, fakat Yahudi düşmanı retorik kullan- ma geleneği bunların dünya görüşlerinde hala gömülü kalmaya devam etmektedir. İslamofobi, tam da Yahudi düşmanlığıyla yakından ilişkili olması nedeniyle bu durumu yeniden canlandırabilir. Kamuoyu araştırmala- rının Yahudi düşmanlığının düşük fakat İslamofobinin yüksek olduğunu gösterdiği bir ülke olan Çek Cum-

072 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ huriyeti’nde, Zbinek Tarant İslam karşıtı toplantılarda Yahudi düşmanlığı literatürünün elden ele dağıtıldığını ortaya çıkarmıştır.

Amerika’da, her ne kadar Donald Trump kendisini bir İsrail dostu olarak tanıtsa da, Yahudiler Trump’ın destek- çilerinden nefret içerikli mesajlar aldıklarını şikâyet etmişlerdir. Yahudi gazetesi Forward’tan Bethany Mandel şöyle yazmıştır: “Benim Trump karşıtı twitlerim o kadar ürkütücü ve derin bir Yahudi düşmanlığı ile karşılandı ki sonunda kendime bir silah satın aldım”. Fakat ‘anti-Siyonizm yeni Yahudi düşmanlığıdır’ diyenlerden yakla- şan tehdidi görebilenler genellikle sağdan değildir. Onları kaygılandıran şey solun etkisi altındaki insanlardır. Onları üzen şey solcuların İsrail’e saldırmak için kullanmak amacıyla Yahudi düşmanlığını gasp etmesidir.

Stratejik anlamda Müslümanlar ‘İslamofobi yeni Yahudi düşmanlığıdır’ ifadesini daha çok benimsiyor görü- nebilirseler de, bu ille de tüm Müslümanlar için doğru değildir. Müslüman bir blog yazarı 30’lardaki Yahudi düşmanı kovuşturmalarla günümüzdeki Müslüman ayrımcılığı arasında meşum benzerlikleri konu alan yazılar yazmıştır. Bu yazar bu karşılaştırmayı tasvip etmekte, ancak belirtmediği bir nedenden ötürü: ‘Fakat bugün Müslümanların yeni Yahudiler olduklarını söyleyecek kadar ileri gidemem’ diyerek ilave etmektedir. Bunu neden yapmamaktadır? Muhtemelen üzerinde çok konuşulan Yahudi düşmanlığı ile karşılaştırma yapmanın Müslüman toplulukların şu anki acılarını önemsiz gösterebileceğinden ve özellikle bu meselenin tartışılması saptırabileceğinden. Ve şu bir gerçektir ki bu acıların derinliğini insanın insana karşı umumi nefretinin bazı sığ, ortak paydaları ile karşılaştırmakta bir tehlike mevcuttur.

Ama yine de mağdurların yarışması, mağdur edebiyatı üzerinden yapılan bir siyaset söz konusu olmamalıdır. Tarık Ramazan’ın uyarmakta olduğu gibi, sorumluluk almanın tam tersi olan mağdur edebiyatına dayalı siyaset yapmayı durdurmak zorunludur. ‘İslamofobi yeni Yahudi düşmanlığıdır’ cümlesi ahlaki sorumluluğumuzu ka- bul etmemize, diğerlerinin acılarına ortak olmamıza ve tüm adaletsizliklere karşı tek vücut olmamıza yardımcı olabilir.

Biz, Polonyalı göçmenlere verilen fakat kendi akrabalarına verilmeyen ayrıcalıklara tepki olarak Brexit için oy veren İngiliz Müslümanlarına göre değiliz. Batı Avrupa’daki birçokları tarafından istenmedikleri halde Müslü- man göçmenleri kabul etmeyi reddeden kutuplara göre değiliz. Yahudi düşmanı Müslümanlara göre değiliz ve İslamafobik Yahudilere göre değiliz. Başbakan Zapatero’ya katılıyorum; gerekli olan şey tüm ırkçılığa karşı or- tak bir cephedir, önleyici bir barıştır. Mehdi Hasan dün İslamofobiyi reddedenlerin, Müslümanlara yönelik bir toplu katliam görülmediğini ileri sürerek onun Yahudi düşmanlığı ile kıyaslanmasına nasıl itiraz ettiklerinden bahsetmişti. Fakat İslamofobinin şu an içinde bulunduğu aşama hiç kimse tarafından Nazi soykırımı ile karşı- laştırılmamakta, daha ziyade mütemadiyen Yahudi düşmanlığının daha da kötüye gitmeden durdurulmasının mümkün olduğu 1930’lu yıllarla kıyaslanmaktadır.

Ve bu bir uyarıdır: İslamofobiyi daha da kötüleşmeden önce durdurun! Daha kötüsü ille de altı milyon insa- nın katledilmesi olmak zorunda değildir, gerçi Serebrenitsa trajedisi ne tür dehşet verici olayların mümkün olduğunu bize hatırlatmaktadır. Ne var ki İslamofobinin başıboş kalmasına izin vermek, buna milyonlarca Müslümanın ölümü de dahil olmak üzere çekilen dayanılmaz acılar da eklendiğinde Batı’daki özgürlüğün ve demokrasinin ölümü anlamına gelebilir.

Şayet insanlar Nazizm’in nelere yol açabileceğini fark edebilmiş olsalardı bunu önceden engelleyebilirlerdi. Sa- dece büyük Yahudi soykırımını değil İkinci Dünya Savaşı’nı da engelleyebilir ve Almanya’daki kendi yurttaşları da dahil milyonlarca kurbanın hayatlarını kurtarabilirlerdi.

Özet olarak; geçmişteki Yahudi düşmanlığı ile günümüzdeki İslamofobi, aralarındaki farklılıklara rağmen çok sayıda objektif benzerliklerle doludur. Fakat hepsinden ötesi, ‘İslamofobi yeni Yahudi düşmanlığıdır’ ifadesi bir

1. OTURUM / 2. KISIM İSLAMOFOBİYİ SÜRDÜREN DİNAMİKLERİ ANLAMAK 073 uyarı olarak yararlıdır. Eğer 30’lu yıllarda Yahudi düşmanlığıyla savaşmanın gerekliliği daha çok insan tarafın- dan anlaşılabilmiş olsaydı, uygarlığa karşı yapılan bu vahşi saldırı durdurulmuş olabilirdi. Ve şayet bugün içi- mizden daha fazla insan İslamofobiyle savaşırsa, özgürlük, demokrasi ve insan soyunun bekası ancak o zaman kurtulacaktır. Teşekkür ederim.

074 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ Dr. Salman Sayyid Leeds Üniversitesi, Birleşik Krallık

MODERATÖR

Teşekkür ederim Profesör Kalmar! Şimdi konuşması için Doktor Salman Sayyid’i davet etmek istiyorum, te- şekkür ederim.

SALMAN SAYYİD

Bismillahirrahmanirrahim... Çok teşekkür ederim. Çok uzun konuşmayacağım. Sadece birkaç hususa değin- mek istiyorum. İslamofobinin tartışıldığı bu tür toplantılara katılmak benim sıklıkla yaptığım bir şey. Farklı nüfus grupları arasında farklı yerlerde ve farklı ülkelerde İslamofobinin birçok örneğini, İslamofobi hakkın- daki çok sayıdaki araştırma olduğunu görmek son derece üzücü olabiliyor. Ve sorun şu ki bunların tümü de görünüşe bakılırsa belirli bir ailesel benzerliğe sahip olmakla birlikte farklı farklılar. Yine de İslamofobinin ne olduğunu tespit etmenin bir yolu mevcuttur.

Bu nedenle aslında bugün yapmak istediğim şey, tüm bu farklı araştırmalarda konu edildiği şekliyle İslamofobi- nin ne olduğuna kısaca değinmektir. Ama daha da önemlisi, aslında yapmak istediğim şey İslamofobinin şu an neden var olduğuna, neden şimdi ortaya çıktığına ve tam olarak ne olduğuna açıklık getirmektir. Ve bunu yap- mak istiyorum çünkü bana öyle geliyor ki; İslamofobinin zalimliğini ve adaletsizliğini gösteren ve ana hatlarıyla ortaya koyan yeterli sayıda araştırmaya, vaka çalışmasına, yeterli deneysel örneğe sahip olmamız durumunda bunun insanlara tesir edeceğini ummamız mantıksız değildir.

Ve size bu konuda anlatacak hafifçe ikaz edilmiş bir öyküden söz etmek istiyorum. Ve bu hikâye 19. yüzyılın sonunda yazdığı yazılarla o tarihlerde Birleşik Devletler’deki Afrika kökenli Amerikalıların yaşam koşullarını ele alan çok sayıda araştırma yapmış olan ilk Afrika kökenli Amerikalı sosyoloğun, bir gencin araştırmasıyla ilgilidir. Ve bu genç araştırmacı, eğer insanlara gerçeği sunarsa, eğer onlara daha çok bilgi verirse insanların Afrika kökenli Amerikalıların ne kadar korkunç şeyler yaşadıklarını anlayıp fark edecekleri ve bunun için bir şeyler yapmak için harekete geçebilecekleri fikrinden yola çıkmıştır.

1. OTURUM / 2. KISIM İSLAMOFOBİYİ SÜRDÜREN DİNAMİKLERİ ANLAMAK 075 Biyografisinde yazmış olduğu bu hikâyede, güneyde - hangisi olduğunu unuttum - bir şehre gider ve orada bir dükkânda Afrika kökenli bir Amerikalıya ait bir muştanın sergilendiğini görür; muştanın sahibi öldürülmüştür. Ve bu anda, tüm çalışmalarının aslında hiçbir işe yaramadığını, artık hiç de yararlı işler gibi görünmediğini bir şekilde anlar. Ve bu hikâyenin son derece ilginç olduğunu düşünmemin nedeni şudur ki, eğer insanlara nere- deyse zorlama denilebilecek derecede ısrarla anlatılırsa; eğer insanlar bunun ne olduğunu anlayabileceklerinin bilincine varırsa onu yapmaya bir son vereceklerdir.

Bakın ben sadece bu tür şeyleri anlatmamız gerektiğini söylemeye çalışmıyorum, aynı zamanda size bir soru sormaya çalışıyorum. Birçoğumuz İslamofobiyle ilgili birçok konferansta bulunduk. Çok sayıda kitap, birçok makale, birçok rapor okuduk. Ve geri dönüp bunların ne etkisi olduğuna ve ne etkisi olabileceğine bakmalıyız.

Bu yüzden şimdi yapmak istediğim şey, İslamofobinin neden hala hafif de olsa belirsizlik içinde kaldığını ciddi anlamda araştırmaktır. Şimdi bunu hızlıca yapmak için söylemek isterim ki İslamofobi hakkında konuştuğum zaman, bunu Müslümanların Batılılaştırma ufkuna göre düzenlenmesi ve disipline edilmesini kısaca adlandır- mak için yapıyorum. Bununla anlatmak istediğim şey İslamofobinin iyi, olumsuz ya da kapalı görüşler vesaire ile ilgili olduğunu düşünen insanlardan biri olmadığımdır. İslamofobi gerçekten de düzenleme ve disiplinle ilgili bir konudur.

Örneğin Müslüman kurumların hakkında neler söylendiğini ve Müslümanların ne giydiklerinin yönetmelikle belirlendiğini ele aldığımız ilk panelde bu örneklerden bazılarını görmüştük. Ve en başta türban, sonra peçe ve şimdi de uzun etek. Fakat aslında orada olup biten, bir Müslümanın ne olması ve ne olmamasını söyleme, bunu düzenleme ve disipline etme amacı taşıyan ciddi bir çabadır. Dün burada değildim, paneldeki çok değerli misafirlerimizden bazılarının Müslümanların ciddi bir reform başlatmaları gerektiğini talep etmelerini anlıyo- rum. Yine, bu farklı bir konu. Fakat demek istediğim şu ki siz elinizde Müslümanların bazı şeyleri yapmasını emreden bir karar tutuyorsunuz.

Dolayısıyla hiç olmazsa bir nebze bile ılımlılık kabul görmüş değil. Siz kim oluyorsunuz da Müslümanların bir reformdan geçmesini talep ediyorsunuz? Ve niçin reform yapmaları gerekiyor, Papaları olmadığı için mi? Öy- leyse bu reform Papa’ya meydan okumak için herhalde. Meydan okuyacak bir Papamızın olması niçin gerekli? Bunun hiçbir anlamı yok, fakat sizin bunu talep edebileceğiniz ve Müslümanları Avrupa’ya göre şekillendiril- miş bir deliğe sığdırabileceğiniz varsayılıyor. Ve işte İslamofobiyle anlatmak istediğim şey budur. Ve onun farklı türde dışavurumları olduğunu düşünüyorum.

O zaman bize gelince, İslamofobi... İslamofobinin niçin ortaya çıktığını anlamak zorundayız. Ve belirli bir anda belirli bir türden doruğa varıyor gibi konuşan araştırmaları ve insanları çok sık görüyorsunuz. Örneğin, 9/11 sıklıkla kullanılmaktadır. Ama şu an çok daha yaşlı olan bizler İslamofobi kelimesinin önceleri de tekrar edildiğini anımsayabiliyoruz ve bunu diğerleri de izleyecektir. Yine de bu durum tarihte bazı anlarda cereyan ediyor görünmektedir.

Gözden kaçırılan bir şeyin de İslamofobinin Müslümanların görünüşüne bir yanıt olduğunu düşünüyorum. Ve bunu dar, deneysel açıdan ima etmiyorum çünkü çok çok uzun yıllar boyunca Müslümanların yeryüzünde olduğunu iddia edebilirsiniz. Fakat benim demek istediğim şey, Müslümanların siyasi ya da halk katındaki ak- törler olarak görünüşüdür. İslamofobi, Müslümanlar Müslüman olduklarının bilincine vardıkları zaman ortaya çıkmaktadır. Bunu ayırt etmenin önemli olduğunu düşünüyorum.

Ve dolayısıyla bir Müslüman olmanın artık bir önemi vardır ve işte İslamofobiklerin bazılarının iyi Müslüman- lar ve kötü Müslümanlar arasında ayrım yapma konusunda çok muktedir olmalarının nedeni de budur. Ve iyi bir Müslüman, bir Müslüman olmayı ciddiye alan kimsedir. Ve bunun gibi iyi Müslüman olan yeteri kadar

076 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ Müslüman bulabilirsiniz. Sorunun kaynağı kötü Müslümanlardır ve artık bu ne anlama geliyorsa, bir Müslü- man olmayı ciddiye alan kimselerdir.

Dolayısıyla size tavsiye etmek istediğim şey İslamofobinin İslamiyet’in tam tersi olarak düşünüldüğü, Batı’nın antipotu olarak kabul edildiği bir kurguda şu an görünen şekli hakkında düşünmemizdir. Ve İslamofobinin bir ifade tarzı, özel bir var oluş tarzı, biçim tarzları, yaşam tarzları haline gelmesinin nedeni budur. Ve etrafta Müs- lüman olmadığı zaman bile insanların İslamofobi ithal etmeleri gereklidir. Ve gördüğüm ilginç şeylerden biri de neredeyse hiçbir Müslümanın olmadığı ülkelerde İslamofobinin neden var olabildiğidir. Bunu neden konu ediyorlar? Niçin birçok ülkede İslamofobi var? Niçin Müslüman olduğu kabul edilen ülkelerde İslamofobi var? Niçin tarihlerinde Müslüman nüfuslar olan ya da sadece bir ülke olan ülkelerde İslamofobi var?

Dolayısıyla size söylemek istediğim şey şu ki Müslümanların içinde göründükleri farklı türden ortamlar vardır. Şu bakımdan ki, hissettiğiniz şey bir Batılılaştırma ufku ve Batılılaşmış görünmek isteyen bir ülkedir. Batılılaş- tırma yollarından birisi de Avrupa tarihinde olan şeyleri taklit etmektir. Ve bunun bir parçası da Müslüman ya da İslami sanılabilecek her ne varsa işlemek ve dışlamak olmuştur.

Peki, İslamofobinin neyle ilgili olduğunu düşünüyorsunuz? Size de önerebileceğim şekliyle, en basit ifadesiyle İslamofobi, Beyaz üstünlüğünün krizi ile ilgilidir. İslamofobi iyi ya da kötü olsunlar Müslümanlarla ilgili değil- dir, tersine İslamofobi aslında Avrupa ve genel olarak Batı ile ilgilidir. Avrupa Müslümanların bedenleri üzerin- de kendi merkeziyetçiliğini dayatan birçok uygulamayı yaşama geçirmek istemektedir. Avrupa’nın merkezinde olduğu bir dünya hayal edin. Ve bir de günümüzün dünyasını kafanızda canlandırın. Ve benim düşünceme göre İslamofobi işte bu kaymadan, bu yer değiştirmeden, bu açılımdan ileri gelmektedir. İslamofobi Beyaz egemenliğinin bir krizidir. Ve burada kelimenin basit anlamıyla ‘beyaz’dan söz etmiyorum... ‘Beyaz’ derken deri renginden ya da pigmentlerden ziyade ırksal bir kategoriyi anlatmak istiyorum. Bu da ırkçılığın bir diğer ifadesidir.

Ve sizi düşündürmek istediğim bir şey de şu ki, sıklıkla çağdaşlık, çağdaşlaşma, sömürgeci yönetim kelimele- rini duymaktayız; fakat bunların ırkçı bir yönetim biçimi olarak tanımlandıklarını sıkça duymuyoruz çünkü ırkçılığı ve sömürgeciliği farklı iki şey olarak düşünüyoruz, ama aslında bunlar aynı şeylerdir. Bunlar tıpkı bir parktaki banklar gibi tam olarak aynı şeylerdir.

Irkçılık bir kavram olarak Almanya’da Yahudilerin başına gelen şeyi tanımlamak için 1930’lu yıllarda ortaya çıkmıştır. 1930’lu yıllarda Yahudilerin başına gelen şey, son 500 yıldır Güney halklarının başına gelen şeydir; aynı türden düzenlemelerdir vesaire… Fakat biri sömürgeciliktir, biri ırkçılıktır. Irkçılığı siz icat ettiniz çünkü Avrupa’da olup biten şey ırkçılıktır. Ve sömürgeciliği ve ırkçılığı bölen şey merkezi olmuştur. Ve Müslümanların da İslamofobinin de akıbeti bu bölünmenin bir tür erozyonudur.

Dolayısıyla ‘Beyaz egemenliğinin krizi’ dediğimde anlatmak istediğim şey Avrupa’nın ve Avrupa bölgesinin merkezi olarak belirlendiği ve kabul edildiği bir dünya fikrinden yola çıkmış olmamızdır. Ve Avrupa’da artık bir imparatorluğun olmamasından dolayı Avrupa’nın ne ifade ettiğiyle ilgili bir kriz mevcuttur. Ve işte bu nedenle sizlere bunun çeşitli dışavurumlarının, Avrupa’nın ne ifade edebileceğine ilişkin zorluklarla gerçekten bağlan- tılı olduğunu belirtmek istiyorum.

Meseleyi başka şekilde ifade etmek gerekirse... Şayet son yüzyılın tarihini Avrupa imparatorluklarının koloni- leştirme tarihi olarak görürseniz, şu an başımıza gelen şeyin metropolün kendisine, bu dünyanın merkezine ulaşan sömürgeciliğin sonuçları olduğu ortaya çıkacaktır. İşte krizin nedeni budur.

Ve bir çay partisinin küreselleşmesi oIarak adlandırdığım bir olgudan bahsederek sonuca varacağım. İçinizden

1. OTURUM / 2. KISIM İSLAMOFOBİYİ SÜRDÜREN DİNAMİKLERİ ANLAMAK 077 bazıları Brexit’ten ve bazılarınız da Donald Trump’tan bahsetti. Bunların ortak yönü, belli bir fikirle, ‘Ülkemizi geri istiyoruz!’ sloganıyla çok yakından ilişkilidir.

Geri istedikleri şey ülkeleri değildir, geri istedikleri şey ayrıcalıklarıdır; bu ayrıcalıkların temellerinin yıkılmakta olduğunu ve Müslümanların çeşitli biçimlerde yer değiştiren bir metafor olduklarını düşünmektedirler “Hak- kında konuşmakta olduğumuz şey neşemizin çalınmasıdır. Göçmenlerin, Müslümanların, dışardan gelenlerin yaptığı şey neşemizi çalmaktır. Mutluluğumuza son verdiler. Hiç göçmen olmasaydı, hiç Müslüman olmasaydı, çok daha mutlu olurduk.”.

Yani size anlatmaya çalıştığım şey, İslamofobiyi sadece çeşitli biçimlerde tekrarlandığı bağlamda değil, Avru- pa’nın dekolonizasyonunun ve Avrupa’nın ya da Batı’nın Batılılaşma sonrasına ait bir dünyada kendine bir rol bulma mücadelesinin artık Müslümanların vücutları üzerinde bir mücadele halini aldığı dünya tarihi süreci olarak anlamamız gerektiğidir. Fikir şudur; eğer Müslümanları yeniden kontrol altında tutabilirsek, geçmişte ne olduğumuzun üzerini örtebiliriz.

Dolayısıyla belki de size İslamofobiyi Beyaz egemenliğinin bir dışavurumu olarak düşündüğümüzü söylediğim- de anlatmak istediğim şey çok daha açıklanabilir bir hal almaktadır. Ve tüm bu çeşitli aktarımların ve deneysel araştırmaların niçin son derece yararlı olmalarına karşın bizim onlardan istediğimiz etkiye sahip olamayabile- ceklerini ve çünkü sonunda gerekli olan şeyin analiz olmadığını; bir terapi olduğunu ve bu terapinin de Müs- lümanların sağlayabilecekleri türden bir terapi olmadığını o zaman anlayabiliriz.

Dolayısıyla manen, İslamofobinin cehalet üzerine kurulu olmadığı; Müslümanlar hakkında bilgisizlik üzerine kurulu olmadığı bir durumun içindeyiz. İslamofobi Avrupalılaşmanın dahili krizidir. Ve sadece olgularda ve değerlerde bir çözüme kavuşamaz. Teşekkür ederim.

078 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ Saeed Khan Wayne State Üniversitesi, ABD

MODERATÖR

Teşekkürler Doktor Salman. Şimdi Profesör Saeed Khan’ı sahneye davet ediyorum.

SAEED KHAN

Herkese teşekkür ederim, bu harika akşamın organizatörlerine de ayrıca teşekkür ederim. Ve başta - bunu samimi olarak söylüyorum - bana en azından düşüncelerim için bir sıçrama tahtası vermiş olan Salman olmak üzere panel arkadaşlarıma da teşekkür ederim. Sizlere özlü bir biçimde aktaracağım konu başlığım şudur: ‘Avrupa Ahlaki Paniği içinde İslamofobi: Korku ve Nefretin bir Kesişimi’. İzin verirseniz bunu düzeltip şöyle demek istiyorum: ‘...Korku ve Kendinden Nefretin bir Kesişimi’.

İşittiğimiz fikir, geçmişte kalmış bir Avrupa kavramı ve bir zamanlar geçerli olmuş olanı kurtarmaya çabalamak, kesişim noktasında Avrupa’nın eskiden bakir olduğunu düşündürmektedir. Ve sizlere onun ilk başlangıcından itibaren kusurlu olduğunu söylemek istiyorum. Ve özellikle de Christopher Nolan’ın aynı adı taşıyan sinema filmini görmüş olanlar için bu ‘başlangıç’ kelimesi üzerinde durmak istiyorum. Eğer hatırlıyorsanız - buradaki konudan biraz uzaklaştığım için özür dilerim - buradaki fikir bir düşünceyi bulmak ya da aslında bir düşünceyi zihne yerleştirmek için bilinçaltının bazı katmanlarının derinlerine inmektir. Birçok yolla bugünün Avrupa’sına ve Avrupa’nın dayandığı yaratılış mitine baktığımızda, tam olarak Avru- pa’nın ontolojisini temsil eden bu fikir bugün var oIan İslamofobiyi bu itibarla anlamak için yaşamsaldır. Ve belki de Avrupa’nın önde gelen ikonlarından biri de insanların muhtemelen 1500 dolaylarında bir yere yerleşti- recekleri onun modernlik kavramıdır. Ve belki de modernliği temsil eden ‘Avrupa çağdaşlığının’ en önde gelen ve en tutkulu savunucularından biri de Alman filozof Jürgen Habermas’tır.

Ünlü Frankfurt Ekolü’nün bir üyesi olan Habermas kendisinden aynen aktardığım gibi şunu savunmaktadır: “Çağdaşlık, geleneğin normalleştirme işlevlerine karşı başkaldırmaktadır. Çağdaşlık normatif olan her şeye karşı isyan etme deneyiminde yaşam bulmaktadır.”

1. OTURUM / 2. KISIM İSLAMOFOBİYİ SÜRDÜREN DİNAMİKLERİ ANLAMAK 079 Şu halde bu teze dayalı olarak, Avrupa’daki herkesin çağdaşlığın radarına kılavuzluk etmede bir aracı bulması gerektiği makul surette ileri sürülebilir. Avrupa’nın bu süreçte Müslümanlara hak tanımak konusundaki istek- sizliği, inşa edildiğinde Müslümanların görünür bir biçimde temsil edilmediği bir geleneği sürdürmek adına yürütülmektedir. Fakat eğer çağdaşlığın amacı bu geleneğe karşı başkaldırmaksa, Müslümanları çağdaşlığın gerçek amacına ters düşen bir şeyi korumak için dışlamak güdüsü en hafif tabiriyle genel kanının aksi istika- mette görünmektedir; yani Avrupa çağdaş Avrupa’nın şekillendirilmesinde Müslümanlara herhangi bir kurum nezdinde haklarını vermemek dışında bir nedenle geleneğini korumakta ısrar ederse çağdaşlaşamaz.

Tartışma adına bile olsa, Müslümanlar geleneği - Avrupalılar tarafından yaratıldığı ve geliştirildiği varsayılan bir geleneği - koruma çabası gibi bir şımarıklık altında Avrupa çağdaşlığını şekillendirmede dışlanırsa, bu tür bir argüman kesin bir biçimde kusurludur. Yeni modern Avrupa’nın yaratılma yönteminin bir parçası olan aydın- lanma felsefesi eğer gerçekten de kıtanın kurtarıcı ideolojisi olsaydı, onun başkahramanları onu başarmak için devlerin, yani Müslümanların omuzlarında yükselmiş olurlardı.

İslami medeniyet ve entelektüel geleneği aydınlanma için Avrupa’nın karanlık çağlar adı verilen dönemlerinde üretilmiş olan her şeyden daha inandırıcı, daha doğrudan ve daha güvenilir bir köken oluşturur. Dahası, sö- mürgecilik yoluyla Müslüman topraklarının ve kaynaklarının yağmalanması ve sömürülmesi Avrupa’ya kendi bünyesinde kendisine ait bir çağdaşlık kavramını geliştirmek için siyasi ve askeri para kaynağı elde etmesine olanak sağlamıştır.

Avrupalı gelenek, en azından aydınlanmanın müdahalesinin kritik döneminin başlangıcından itibaren bu ne- denle büyük ölçüde Müslümanlar tarafından oluşturulmuştur; bu itibarla Müslümanlık kurumu bugün Müs- lümanların kendi haklarından menedilmesi lehine var olan tüm argümanları çürüterek Avrupa’da derin bir tarihsel kayda sahiptir ve Avrupalılar Müslümanlara teşekkür borçludur. Her ne kadar birçok Avrupalı İsla- miyet’i ve Müslümanları Avrupa ve Avrupa’ya ait görülen değerler için varoluşsal bir tehdit olarak algılasa da, bu aslında daha önce de duymuş olduğumuz gibi kıtanın kutsal kurumlarının yerini alarak en büyük tehdidi yaratan küreselleşmedir.

Avrupa çağdaşlığı üç yaşamsal karakteristiğe dayanmaktadır; ulus devlet, liberal demokrasi ve kapitalizm. Şim- di bunların her birini mercek altına alalım. Avrupa Birliği, ironik olarak ve özelikle de Brexit’le birlikte, ‘Otuz Yıl’ savaşından sonra 1648’de oluşturulan ulus devletin değerini ve hükümranlığını kendi kendine azaltmıştır. Buna “Batı’nın Vestfalya hezimeti” denmektedir.

Bunun en tepesinde, varsayıldığı şekliyle güvenlik adına yapılan güvenlikleştirme liberal demokrasinin kapsa- mını sınırlamıştır. Ve kapitalizm içerdiği neoliberal eşitsizlikler ve plütokrasiyi ve hatta kleptokrasiyi cesaret- lendirdiği için afişe olmuş durumdadır.

Bu tehditlerin hiçbiri Avrupa’daki Müslümanlardan ya da Müslüman aleminden ileri gelmemektedir; tersine Avrupa çağdaşlığının bu hesaptan dolayı aldığı yaralar gerçekte tümüyle kendisinin eseridir. Şimdi Habermas’a geri dönecek olursak... Çağdaşlık projesi, şu üç kardinal erdemi geliştirmek, canınız isterse, Avrupa toplumunu tanımlamak çabasıyla 18. yüzyılda Aydınlanmacı filozoflar tarafından formüle edilmiştir: objektif bilim, ev- rensel ahlak ve hukukun üstünlüğü. Bu erdemler soylu amaçlar taşıyor olabilseler de Avrupa’nın bunların her birine karşı müdahalesinin ilkesel olarak benimsenenden çok daha sapkınca olduğu ortaya çıkmıştır.

Avrupa’nın objektif bilimi soy ıslahının, kraniyometrinin ve insan taksonomisinin yaygın bir biçimde kabul edilmesine ve meşrulaştırılmasına yol açmıştır. Bilimsel alanlar Kuzey Avrupa insanının tüm diğer insanlardan daha üstün olduğu yolundaki kendini beğenmişliği ileri taşımış ve sonraki birkaç asır boyunca sömürgeleştir- me, emperyalizm ve ırkçılık için bir gerekçe olarak işlev görmüştür.

080 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ Keza evrensel ahlak iddiası sadece diğerleri üzerinde Beyaz Avrupa’nın değerlerinin dünyanın geri kalanından daha üstün olduğu inancını güçlendirmiştir. Ve son olarak hukukun üstünlüğünün tesisi, onun ırki etnisite, sosyo-ekonomik düzey ve adalete erişime dayalı yanılgılarıyla birlikte yürürlüğe konulmasıyla ne yazık ki tu- tarsız olmuştur.

Çağdaşlığın kendisini sürdürmek için yapısal ve sistematik olarak fazlaca kusurlu olduğu yönündeki güçlü argümanlara karşın, Habermas çağdaşlığın eksik taraflarını kabul etmeyi reddetmektedir. Kendisi en fazla, şu an laikliğin yine Avrupalı ve Batılı medeniyetin haşmetini tanımlamak için ayırt edici özelliklerden biri olduğu, post-seküler bir paradigma içinde yaşadığımızı kabul etmektedir. Buna sadece, çağdaşlığın bitmemiş bir proje olduğunu iddia ederek yanıt vermektedir.

Habermas’ın tezini kabul ettiğimizde karşımıza sadece şu iki olasılık çıkmaktadır: 1. Eğer çağdaşlık gerçekten de bitmemişse ve hala başarılabilirse çağdaşlığın organik bir süreç olduğunun ve bu sürecin aslında kendi nüfusunun önemli üyelerini, yani Müslümanları bu süreç içindeki hak sahibi paydaşlar olmaktan dışlamak gibi inorganik bir uygulamayla engellendiğinin kabulü zorunludur.

2. Şayet, diğer yandan, bu bitmemiş çağdaşlık projesi kendi sistemik ve uzlaşmaz kusurlarından dolayı başarı- lamıyor ise; bu durumda bunun nedeni onun bu kusurlarının Avrupa’ya göç eden ilk Müslümanların varışın- dan önce gelmesidir ki böylece Müslümanların bu hezimette hiçbir payı yoktur.

Ek olarak; şayet çağdaşlık varsayıldığı gibi daha üstün bir sosyolojik ve ideolojik bir sistemin yüce amacı olsaydı, geçen yüzyıldaki birkaç milyon Müslüman göçmene karşı geçirgen olmazdı. Belki analistler İslamofo- binin sadece ahlaki panik zamanlarında ortaya çıktığını düşünebilse ya da buna inanabilse de Fransa’nın bir bölgesel barış, ekonomik refah, toplumsal iyimserlik, yüksek kültür ve arınma anlamında altın çağı olan ‘la belle époque’ adı verilen yükseliş dönemindeki 1894 tarihli Dreyfus Davası hatırlanmak zorundadır; ve bunun altında kendini beğenmişlik, aldanma ve kendini aldatma yatmaktadır.

Philipp Blom, ‘Vertigo Yılları’ adlı kitabında 1914’e götüren o yıllarda - ki şu an bizim Saraybosna’da olduğu- muz gibi cömert bir dönem yaşanıyordu - Avrupa’nın halihazırda yaklaşan çöküşün sıkıntıları ve korkular ile çalkalanmakta olduğunu işlemiştir.

Kıta kendi ahlaki paniği ile mücadele ederken kendisini Avrupa’daki Müslümanlara karşı dışa vuran kültürel ırkçılık yanlış doğrultuda yönlendirilmiş olduğu gibi verimsizdir de. Avrupa’nın kendi krizi devam ederken ve Avrupa para biriminin ya da birliğinin hayatta kalıp kalmayacağını kara kara düşünürken, ulusal ve ulus ötesi kurumların her ikisine de ait olan kimlik krizi Müslümanları Avrupa’nın değerlerine, kültürüne ve toplumuna karşı, bu üç olgu da son derece tartışmalı konular olsa da, Avrupa’daki Müslüman varlığına karşın ve buna bakılmaksızın ötekileştiren toplu kaygıyı kalıcı kılmakta ve artırmaktadır.

Salman’ın daha önce belirtmiş olduğu gibi Müslümanların bölgede olmayışı bugün Avrupa Birliği’ni ele geçir- miş olan korkuları hafifletmeyeceği gibi sıkıntılarını da bastıramayacaktı, çünkü Müslümanlar evvela ahlaki panik yaratmada herhangi bir temsile sahip değildi. İster Avrupa’daki göçmen krizi, Avro’nun kendi mali açma- zı, Brexit meselesi, kıta genelindeki sağ-kanat siyasi sorunların yükselişi ve hatta İngiliz milletvekili Jo Cox’un yakın bir tarihte sağcı bir aşırıcı tarafından öldürülmesinin iddia edilmesi ile ilgili olarak ya da ister Birleşik Devletler’deki şu an izlediğimiz siyasi kampanyalar sirki ile ilgili olarak; her bir mahalde Müslüman topluluk üzerine çevrilmiş olan gözler yabancı ve potansiyel olarak tehdit edici olarak görülen bir nüfusu yermek için uygun bir mekanizma rolü üstlenmiştir.

Her ne kadar bazıları bunu sadece 9/11 sonrası dönemdeki bir gelişme ya da beklenen bir sonuç olarak ciddiye

1. OTURUM / 2. KISIM İSLAMOFOBİYİ SÜRDÜREN DİNAMİKLERİ ANLAMAK 081 almayabilirse de, gerek Avrupa gerekse de Amerika tarihinin daha erken safhalarındaki benzer doğalcı ve ırkçı güdümlü çabaların incelenmesi öğretici olacaktır. Bu durumlarda gerek şu an gerekse de tarihsel olarak var olan ortak payda, ilgili toplumların her birinin gelecekte izleyecekleri yörünge hakkındaki derin bir önsezi ve belirsizlik duygusuna göre öngörülen ya da buna dayandırılan bu güçlü ahlaki paniğin varlığıdır.

Batı olarak adlandırılan bölgenin dışında yerleşik bulunan yeni ekonomik güçlerin belirmesiyle; Batılı siyasi güç merkezlerinin erozyonu ve siyasi, diplomatik ya da ekonomik çatışmaları etkili bir biçimde sonuçlandıra- cak askeri gücün geçerliliğini yitirmesi ve bu süreçleri tersine çevirecek yetenekten yoksun yerli sosyal akım- ların görünüşü değişimden korkanları ya da statükoya yatırım yapmış olanları korkutmaktadır. Müslümanlar bu ahlaki paniğin gerçek nedeni olmayabilirse de, bu durum, onların yanlış olan ve yanlış doğrultuda yönlen- dirilmiş korkularını hafifletmeyi amaçlayan bunca yasama adli buyruğunun en güncel konusu olan kuşatılmış bir topluluk için küçük bir tesellidir.

Ve sonuç olarak, burada asıl yatmakta olan sorunun bir kısmı İslamiyet ve İslamofobinin asimetrisinin anlaşıl- masıdır. İslamiyet bir ideoloji olabilse de İslamofobi bir patolojidir. Teşekkür ederim.

082 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ 1. OTURUM / 2. KISIM İSLAMOFOBİYİ SÜRDÜREN DİNAMİKLERİ ANLAMAK 083 084 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ SORULAR VE CEVAPLAR

1. OTURUM / 2. KISIM İSLAMOFOBİYİ SÜRDÜREN DİNAMİKLERİ ANLAMAK 085 MODERATÖR

Teşekkür ederim Profesör Saeed! Araştırmalarını sunan herkese teşekkürler. Yapmak istediğim şey üzerinde bir nebze de olsa tartışabileceğimiz birkaç soru sormaktır. Bundan sonra da biraz daha sohbet havası yaratmak için buradakilerin de soru sormasını istiyorum. Başlamak istediğim nokta İslamofobi olarak adlandırılan bu tür bir fobi olmasıdır. Ve ben bu durumu bir gazeteci olarak kendi açımdan görüyorum. Gerek İngiltere boyunca gerekse dünya genelinde sık sık seyahat eden biriyim. Ve yaşadıkları topluluklar içinde çok sayıda sorun oldu- ğunu, kendilerinin kültürel bir baskı mı, cinsel kimlik mi, sekter bir çatışma unsuru yoksa buna benzer bir şey mi olup olmadığı konusunda kaygılı olduklarını dile getiren özellikle genç Müslümanlarla konuşuyorum. Ve sorum şudur: İnsanlar eleştirellikle ne kadar uzağa gidebilir? Bu ne zaman İslamofobikleşmektedir? İşte sorum bu. Müslümanların ve Müslüman toplulukların eleştirisi ne zaman İslamofobikleşmektedir?

SALMAN SAYYİD

Sanırım siz bu soruyu sorarsanız ben de size ‘Yahudi karşıtlığı ne zaman başlar?’ ya da ‘Genel olarak ırkçılık ne zaman başlar’ konuları hakkında daha önce konuşmuş olduklarımızı söylerim. Çünkü bu her zaman kullanıla- gelen argüman olmuştur. İnsanlar ırkçılık hakkında konuşmaya başladıklarında, savunma olarak ilk söylenen şeylerden biri de “Peki, bunun anlamı x, y, z’yi eleştirebilir olacağımızdır” olmuştur.

Ve mesele şudur; bunlar ne kadar uzağa gidebilir? Bu sorunun çok önemli olduğunu sanmam, çünkü bu öy- lesine bir soru; eğer Müslümanların arasındaki bazı adaletsizlikleri eleştirmeye çalışıyorsanız ya da bunlardan kaygı duyuyorsanız, bu durumda kesin olarak yapmak istediğiniz şey bu sorunları neyin yoluna koyabileceği ile ilgili olarak en pragmatik yanıtı bulmaya çalışmaktır.

Ve mesele bence de buna benziyor. Örneğin, aile içi şiddet gibi bir konuyu ele alalım. Ekseriya aile içi şiddetin var olmasının nedeni İslam’dır diyerek konuşmaya başlarsanız, bu muhtemelen başlangıç yapmak için yararlı bir konuşma olmaz. Çünkü siz, aile içi şiddetin çok geniş bir kapsama sahip olduğunu bildiğimiz halde tıpkı aile içi şiddetin sadece Müslüman topluluklarda meydana geldiğini ve diğer topluluklarda olmadığını söyle- mekte olduğunuz gibi belirli bir İslamofobiyi yansıtan kategoriler yaratıyorsunuz.

Dolayısıyla aslında belirtmek istediğim şey budur. Bu her zaman abartılmaktadır, fakat asıl konu Müslüman olmak ya da İslam’a ait olmakla ilgili olarak açıklamaya çalıştığınız şeylerdedir; bu şeyleri kıyaslamalı bir bağ- lamda anlamaya çalıştığınızda değil. İşte İslamofobi o zaman başlamaktadır.

MODERATÖR

Fakat madem bu eleştirilerin yapılması gerekiyor, bunları kimin yapması gerekli? Müslüman toplumu içindeki insanların kendilerini eleştirdiklerini düşünüyor musunuz? Bunda bir sorun yok mu?

SALMAN SAYYİD

Bence herkes eleştiri yapabilir. Tüm yaptığımızın kendiIerini eleştirmek olduğunu söyleyen insanlarla ille de kavgaya tutuşmamız gerektiğini düşünmüyorum. Bu çok acı verici olabilir. Sizi eleştirmekten başka bir iş yap- mayan bir arkadaşınız varsa, bu kişi bir süre sonra çok yalnız kalacaktır. Dolayısıyla farklı mücadele türlerine sahip olmanız gereklidir. Herhangi bir zarar olduğunu düşünmüyorum. Ve ideal olarak bazı sorunlara yatırım yapmış kişilerin bununla mücadele etmeyi ya da bunu eleştirmeyi daha etkili bulabileceğini hayal edebilirim. Fakat yanlış yapıldığını görüyorsanız, o zaman bununla mücadele etmeniz gereklidir. Buna yanıt verebilir olmanız gereklidir.

086 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ MODERATÖR

Bu konuda yorum yapmak isteyen başka biri var mı?

HATEM BAZİAN

Bununla iIgili farklı bir perspektif benimsiyorum. Mesele eleştiriyi kimin yaptığı, eleştirinin ne zaman yapıldığı ve ne amaçla yapıldığıdır. Sadece Batı’da değil, dünyanın her yerindeki Müslüman topluluklarında her türlü sorun mevcuttur. Fakat dış işleri bakanı olan biri burada ayağa kalkarak bize kadın düşmanlığı ile nasıl yüz- leşileceğini söylediği zaman, benim için bu yanlış kişidir, yanlış yerdir ve gerçekte doğru amaçlar için niyet edilmemiş bir girişimdir.

Eğer bu kişi ayağa kalkıp “Kadın düşmanlığı ile yüzleşmemiz gerek, çünkü erkekler kadınlara karşı nefret güdüyorlar” demiş olsaydı, o zaman buna saygı duyardım. Fakat orada ayakta durup Müslümanların fetvalar çıkarması gerektiğini söylerse, o zaman Müslümanlara karşı bir güç hiyerarşisi içinde olduğu için bu kategoriyi sorunsallaştırıp ötekileştiriyor demektir. Ve bu yüzden, benim için bu bir eleştiri değildir ve bu kişiyle aynı odada bulunmayı hakaret sayarım. Kadınların da bununla ilgili olarak kendilerini ifade etmiş olduklarını dü- şünüyorum.

Bu durum sömürge vesayetine kadar gerilere gitmektedir. Cromer, Mısır valisi iken, kendisini Müslümanların kadınları özgürleştirmeleri için cesaretlendirme işine adamıştı. Aynı zamanda, kendisi esasen İngiltere’de ka- dınların vatandaşlık haklarının tanınmasına karşı olan bir derneğin başkanıydı. Bana göre kendisi diğerlerine karşı onları medenileştirmek için bir sömürgeci dili kullanırken, diğer yandan da kendi şehrinde kadınların haklarını engelliyordu. Ve bu ABD’de ve diğer yerlerde de bu biçimde devam etmektedir.

Bugün İslamofobiye yönelik tüm projelerde Müslümanların üzerinde araştırılmalar yapıldığı fakat Müslüman- ların asla bilinmedikleri söylenmektedir. Ve bu nedenle, bu söylemde her zaman bu sorunlar sayılmaktadır, fakat kendileri asla kendilerine bu soruyu sorarak ve bu söylemi benimseyerek tartışmanın konusu haline gelmemektedirler. Ve sanırım bu durum tartışmanın bir parçası olmalıdır, çünkü Müslüman kategorisi ırksal- laştırılmıştır. W.E.B. Du Bois ile ilgili olarak yazmış olduğum kısa bir yazım var. Bu yazıda şunu belirttim: “Bir Müslüman kategorisi hakkında konuştuğumuzda, bir sömürge kategorisi hakkında konuşmaktayız.” Ve bu dinamiklerin hangi sonuçlarının çağdaş söylem içerisinde bir konu olarak Müslümanlarla ilgili olduğunu an- lamaya başlamak adına sömürgecilik karşıtı bir resmin içine girebilmemiz için anlamamız gereken şey budur.

SAEED KHAN

Bu çabayla ilgili olarak mağdur durumuna düşürenin mağduriyet iddia etmesinde son derece netameli bir şey- ler bulunmaktadır; çünkü bu, haklı eleştirinin içini boşaltmak için son derece bilinçli bir çaba göstermektedir. Dolayısıyla mağdur durumuna düşüren taraf onların yapmakta oldukları şey hakkında meşru bir eleştiri ya da kınama biçimi ile yüz yüze geleceğinin çok iyi farkındadır.

Ancak bu aynı zamanda objenin kendisini tanımlaması için temsil edilmesini reddetmek için de kullanılmak- tadır. Dolayısıyla bu şahsın ya da bu toplu grubun lehine konuşma ya da bunlarla ilgili parametreleri tanım- lama düşüncesi yine onu netameli kılan bir parçasıdır. Fakat bunun doğal bir sonucu olarak, Müslümanların özeleştirisi hakkında bir şeylerin söylenmesi zorunludur ki bunun olmasına ihtiyaç vardır. Alimlerin hiçbir biçimde kınamadıkları bu oldukça iğrenç yorumlar hakkında konuşmuyorum. Fakat topluluk içerisinde, şu an dek sosyolojik açıdan zehirli oldukları için şiddetle reddedilmekte olan sorunlara değinmek ve yaklaşmaktan söz ediyorum. Bu sorunu özel bir ferahlığa kavuşturan Orlando’nun buna bir örnek olduğunu düşünüyorum.

1. OTURUM / 2. KISIM İSLAMOFOBİYİ SÜRDÜREN DİNAMİKLERİ ANLAMAK 087 Söylendiğine göre Ömer Matin’in babasının açığa çıkmakta olan kanıta karşı iddiada bulunmaya çalışırken: “Oğlum bir gey değildi, bir teröristti.” dediğini duyduk. Çünkü ona göre bir terörist olmak oğlunun bir gey olduğunu kabul etmekten daha iyiydi. Amerika’da bir diğer durum da oğlunun tıp fakültesine giremediği ger- çeğini kabul etmek yerine onun bir gey olduğunu kabul etmek olurdu.

Dolayısıyla sosyal olarak ‘istenmeyen kişi’ ya da tabular olarak görülen şeyler hakkında topluluk içinde var olan işte bu hiyerarşidir. Bu konunun ele alınması gereklidir. Ve artık dışarı çıkan ve bu konulara değinmeye çalışan insanların sayısının, bu ister homoseksüellik konusunda olsun ister uyuşturucu madde ya da diğer maddelerin istismarı konusunda olsun ya da hatta aile içi şiddet konusunda olsun Müslüman istisnailiği boyunduruğu olan şeyden ileri gelmesi gereklidir. Belki bu durum topluluğun vardığı bu solmakta olan eleştiriye karşı bir güvenlik duvarı işlevi görmesi için kısmen ayağa dikilmiş olabilir, fakat nihai olarak bu topluluk içinde bir iç patlama da yaratmaktadır.

MODERATÖR

İvan, herhangi bir yorumda bulunmak ister misiniz?

İVAN KALMAR

Şimdi, bu son derece zor bir soru. Ben bir Müslüman değilim, bu yüzden sadece bir Müslümanın nasıl hissede- ceğini hayalimde canlandırıyorum. Ve sanırım, genel olarak, eleştiri olanak tanımamız gereken bir şeydir fakat bu onun hangi konumdan geldiğine bağlıdır. Şayet bu aslında bir eleştiri değil de sanırım dün gördüğümüz gibi bir vaaz ise, sorulan hiçbir soru olmaması beni hayal kırıklığına uğratır.

Diğer yandan, sanırım İslamofobi hakkında konuştuğumuz zaman - işittiklerimizin aksine ben İslamofobinin güç konumlarından bir itici güç elde ettiğine tümüyle katılıyorum - nefretlerini açıkça dile getiren gerçekten kötü niyetli İslamofobiklerin çoğu zaman sosyal hakları ellerinden alınmış olan insanlar olduğunu ayırt etmek çok önemlidir. Bence bu insanlar, dünyanın kendisini dostça göstermediği durumlardan gelen Müslüman terö- ristlerin birçoğuyla aynı konumdadırlar. İşitmiş olduğumuz gibi mutlu değilsiniz.

Öyleyse sıradan meyhaneye - sokak düzeyindeki aptal İslamofobiklere, Yahudi düşmanlarına, ırkçılara ve ben- zerlerine - karşı tavrımız ne olmalıdır? Onlarla hiç konuşmuyor muyuz? Onların tümüyle kurtarılamaz olduk- larını mı söylüyoruz? Bilmiyorum. Cevabı gerçekten bilmiyorum. Fakat şurasını biliyorum ki ister Polonya’da ister Amerika’da olsun sağ partiler kendilerine desteği tam da buradan buluyorlar. Ve şunu da biliyorum ki bu insanlar, İslamofobiyi yanlış telaffuz ettikleri konusunda bazı meşru sorunlara sahipler. Ve bunun için ne yapılması gerektiğini samimi olarak bilmiyorum. Sadece onlarla savaşır mısınız? Yoksa onları dinler misiniz? Yapacak bir şey var mı?

MODERATÖR

Ben sadece şu konuya, bununla nasıl yüzleşeceğinize değinmek istiyorum. 2013’te İngiltere’de York’ta bir caminin dış tarafında devasa bir protesto olduğunu hatırlıyorum. Ve EDL, İngiliz Savunma Cemiyeti çokça ırkçı slogan ve ima yaparak mide bulandırmıştı. Bu durum caminin içindeki Müslümanlar için çok ama çok düşmanca ve korkutucu idi. Fakat onlar camiden çıktılar ve bu insanların bazılarına çay ısmarlamaya ve onlarla konuşmaya başladılar. Ve sonra bu olay tüm bu ‘çay bardağı hareketini’ bir şekilde başlatmış oldu. Dolayısıyla hepinizden duymak istediğim şey şudur: eğer bir Müslümansan, “Hayır, benim camimin dışında durup beni bu şekilde taciz edemezsin. Defol!” diyerek ve bu tür insanlara yaklaşıp “Hey! Benim dinim hakkında seni eğitme- me izin ver. Bu konuda bir konuşma yapalım mı?” diyerek nasıl haklarınla savaşmanın arasına çizgi çekersin?

088 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ HATEM BAZİAN

Ben İslamofobiklerle ilgili bu soruyu farklı dilimlere bölme eğilimindeyim. İslamofobik dilimlere sokulmuş muntazam biri hakkında konuşuyorsanız, bu, beş yılda 205 milyon doların harcandığı ve arkasında onu fi- nanse etmekte olan 74 kuruluş bulunan İslamofobik endüstriyle uğraşmaktan farklı bir şeydir. Bu farklı bir kategoridir. Ve bence bu farklı dilimler arasında ‘böl ve yönet’ konumunu elde etmek için özellikle de çalışan sınıf ve fakirler içine sokulmuş olanlarla karşılaştırıldığında küçük bir kümedir. Dolayısıyla bu anlamda eğer tahrik edilmiş biriyle karşı karşıyaysanız, sanırım çalışan sınıf popülasyonlarına bir sosyal yardım ve bunların bilincinin İslamofobiden arındırılmasının yollarının araştırıldığı bir çaba var olmalıdır.

Aynı zamanda, sanırım bir şeyin ayırdına varamıyoruz. İslamofobiye ırkçılığın bir biçimi olarak yaklaşıyorsak, ırkçılık güç üzerinde yapılandırılır. Ve bu nedenle de şayet bunu İslamofobiyi yapısal olarak besleyenlere, Müs- lümanlara karşı gösterilen şiddete göreli olarak hesaba katmıyorsak, bu durumda yapıya bakmaksızın sadece ön plana çıkanlara ilişkin görüntümüzü iyileştirmeye yönelik halka ilişkiler faaliyetinde yer alacağız demektir. Bence İslamofobinin asıl üreticileri devletlerdir ve devlet yapılarıdır. Dolayısıyla devletler bir vatandaşlık kanu- nunu çıkardıklarında, bu kategoriyi sorunsallaştırmaktadır.

MODERATÖR

Öyleyse sıradan bir Müslüman bu tür bir güç yapısıyla nasıl karşı karşıya kalır?

HATEM BAZİAN

Evet, bence organize olmamız gerek. Siyasi mekanizmalarımızın uygulamaya konulması gerek. Kurumlarımızı çok enerjik kurumlar haline getirmemiz ve alternatif modeller sunmamız gerek. Ayrımcılık ve ırkçı söylem konularında sık sık birlikte olduğumuz insanlarla koalisyonlar kurmamız gerek.

MODERATÖR

Ne gibi?

HATEM BAZİAN

Örneğin Birleşik Devletler’de, insanlar her gün Beyaz kiliselerle inançlar arası diyaloga geçmek istiyorlar fakat asla Afrika kökenli Amerikan kiliseleriyle üst düzeyde yapılandırılmış bir biçimde inançlar arası diyalog kur- muyorlar. Latin topluluğunun davası ile ilişkileri yok ki bu 40 milyon koalisyon demek. Niçin? Çünkü zihinleri mecazen Beyaz Saray’da olmak isteği ile çok meşgul durumda.

Ve Güney Yarımküre’deki toplulukların davası etrafında yapılandırılmış daha geniş bir hareketin parçası olarak tanınmak istemiyorlar. Ve Müslümanlar, onların da oradaki gücün sınırları ve güç yapılarının ne olduğuna dair bir bilinç değişiminden geçmeleri gerekli. Dolayısıyla bu bizzat bizim üstlenmemiz gereken bize düşe bir iş.

SALMAN SAYYİD

Sanırım temel olarak belirtmek istediğim şey şudur... Oradaki cami hakkında yaptığınız açıklamalar ve Ha- tem’in söz ettiği şeyler aslında ‘politika’nın sadece p harfidir. Bana öyle geliyor ki eğer İslamofobiyi sona er- dirmek konusunda gerçekten de ciddiyseniz, bunu yapmanın tek yolu politikadan, yani angajmandan geçer. Şimdi politikayla ilgili sorun, bunun için bir algoritmanın olmamasıdır.

1. OTURUM / 2. KISIM İSLAMOFOBİYİ SÜRDÜREN DİNAMİKLERİ ANLAMAK 089 Dolayısıyla bu özel bir bağlamda muhakeme sorunudur. Belki de bu bağlamda insanların görmüş oldukları şey şudur: “Tamam, bu tür bir hareket yapabiliriz ve buna karşılık verilecektir.”. Fakat bunun gibi bir şeyin işe yaramadığını düşünebileceğiniz birçok diğer durum söz konusudur. Ve bu bir muhakeme meselesidir. Bence buna saygı duymamız gerek, ama şunu da anlamamız gerek ki bunun arkasında bunu yapabilmek için angaj- man dışında; çeşitli yollarla ve biçimlerde bunun bir parçası olmak ve faal olmak ve örgütlenme dışında başka bir yol mevcut değil.

MODERATÖR

Bu alanların bazılarında, muhtemelen ‘büyük’ siyasetin içine girmeyecek insanlar hakkında konuştunuz. Fakat onlar burada mı yaşıyor?

SALMAN SAYYİD

Aslında olup biten bu değil. Irak’taki savaşa karşı yapılan yürüyüşü düşünürseniz, aslında gerçek yaşamların- da asla yürümemiş olan insanların yürüdüklerini görürsünüz. Bradford’da Keşmir’den gelen ve aslında hiçbir zaman ellerinde “Savaşa hayır, refaha evet!” yazılı pankartlarla gösteri yapmamış olan bir tür Müslüman baba- anneler gördünüz. Dolayısıyla bunun politikleşme ile ilgili bir soru olduğunu düşünüyorum.

Ve bu durum Müslümanların dünyanın her yerinde tecrübe ettiklerinden o kadar da farklı değildir. Bu, adalet- sizliğe uğramış grupların olduğu birçok diğer örnekte gerçekte olup biten şeydir. Bu insanların bunun dışına çıkabilmelerinin tek yolu seferber olabilmeleri ve tümüyle farkında olabilmeleri ile mümkündür.

MODERATÖR

Halk katında, doğru mu?

SALMAN SAYYİD

Her çeşitten katmanda! Bu halk katında kalamaz, çünkü siyasetin konusu aslen şeyleri değiştirmektir. Bu sa- dece çay içmek değildir.

MODERATÖR

Fakat kesinlikle bu bir başlangıçtır da! Daha önce de söylemiş olduğum gibi, ‘büyük’ siyasete karışmayan in- sanların gerçekten de mevcut olduğu bazı alanlardan söz ediyorum. Yürüyüş hakkında söylediklerinizi anlıyo- rum, ama herkes, her bir Müslüman bu yürüyüşe gitmedi. Söylemeye çalıştığım şey şu ki bu bölgelerde, kendi cemaatlerine gelip camilerinin dışında bekleşen ve onlara karşı düşmanca davranan insanlara karşı bir duruş sergilemek isteyen insanlarınız var. Bu kesinlikle iyi bir şeydir; onlara karşı durmak!

SALMAN SAYYİD

Adaletsizliğe karşı direnmenin, bunu yapmanın mümkün olduğunu düşündüğünüz her biçimde çok iyi bir şey olduğunu düşünüyorum. Ve muhakemenizle ilgili olarak; sanırım bu her zaman iyi bir şey.

SAEED KHAN

Fakat Salman, iş politik angajmana gelince sanırım ayrıca iki farklı model vardır. Yani mesele ya sismik ola-

090 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ nın ya da buzul olanın üzerinde odaklanıyor. Şu halde eğer kendi yaşam süreniz içinde ileri atılmak ve kendi sorunlarınızla kendiniz ilgilenmek istiyorsanız, o zaman sismik bir değişim arayacaksınız. Ne var ki bu sizin durumunuzu ya da ait olduğunuz topluluğun durumunu ıslah ettiği sürece, çevrenizdeki sistematik ya da ya- pısal sorunlardan kurtulmak konusunda o kadar da kaygılı olmayabileceğiniz fikrine dayanmaktadır. Çünkü bunun altında yatan şöyle bir fikir vardır: ‘Sauron’un Gözü’ senden gittiğinde, gelecekte bir gün bağlı olmayan diğer bir gruba gidecektir.

Diğer model ise, söylemiş olduğunuz gibi, öne çıkacak herkesi içeren koalisyonlar oluşturmaktır. Fakat bu sizin yaşam süreniz içinde gerçekleşemeyebilir ve görünüşe göre biz de bu kadar sabırlı değiliz.

İVAN KALMAR

Politikleşen Müslümanlar hakkında konuşuyoruz. Bunun hakkında konuşabileceğimi sanmıyorum, fakat me- selenin politik olduğuna katılıyorum. Ve bana gelince, bu bana ABD’deki kampanyasını ha- tırlatıyor. Araştırmanın sonucu henüz net olmasa da, eğer bu doğruysa bazı kişiler Sanders’in destekçilerinin aynı zamanda Trump’ın destekçileri olabileceğini ve bunun tersinin de mümkün olduğunu iddia etmektedir. İslamofobiklerin politikleştikleri yolundaki görüşte haklılık payı olduğunu düşünebilirim. Dolayısıyla Müslü- manların değil İslamofobiklerin politikleşmesi hakkında konuşuyorum. Belki ben ümitsiz bir iyimserim, yine de bu hayal kırıklığına uğratılmış insanların İslamofobik olmayanlarla de- ğil Bernie Sanders ile benzer bir biçimde politikleşebileğini düşünüyorum, onlar için bir potansiyel olduğunu düşünüyorum. Belki de yol almanın tek yolu budur.

MODERATÖR

Ve İngiltere, Donald Trump’ı bir camiye gelmeye davet etti. Bu tür bir hamle için ne düşünürdünüz bilmiyo- rum.

SALMAN SAYYİD

Bunun ahmakça bir hareket olduğunu düşünürdüm. Fakat zaten bununla ilgili olarak belli bir muhakemeye sahibim; bunun harika bir fikir olduğunu düşünebilirler. Bakın, bu matematik değil. Bu politika, yani bunun anlamı şu ki bu meselede doğru ya da yanlış cevaplar yok. İşe yarayan ne ise odur. Eğer Donald Trump’ı camiye getirmekle onu birdenbire dönüştürecekseniz, harika! Elhamdülillah! Fakat ben bu tür mücizeler konusunda şüpheci olmaya devam ederim ve belki de bu inancımın yeterince kuvvetli olmamasındandır. Bilmiyorum.

MODERATÖR

Bu konuyu diğer herkese açmak ve sorularınızı almak istiyorum. Evet, siyah gömlekli beyefendi!

KATILIMCI

Ben, bu grupların bazılarıyla mücadeIe etmek adına epeyce iş yapmakta olan ırkçılık karşıtı bir İngiliz kuruluşu için çalışıyorum. Ve sanırım işin içinde ikisinden de biraz olabilir. Bu hem sismik hem de buzul olabilir. Bu, bir yandan eşzamanlı olarak daha uzun bir süre içinde tutumları değiştirmeyi hedefleyen çok daha uzun vadeli cemaat bazlı iş yaparken daha iyi örgütlenmiş bu kuruluşların bazılarının altını oyma ve yok etme çabaları olabilir. Yani bunların karşılıklı olarak birbirini dışladıklarını sanmıyorum.

Ama Doktor Sayyid’e bir sorum var. İslamofobinin Beyaz kültürünün, bir anlamda, ‘Beyan egemenliğinin’ ya-

1. OTURUM / 2. KISIM İSLAMOFOBİYİ SÜRDÜREN DİNAMİKLERİ ANLAMAK 091 şadığı bu krizin bir tür sonucu olduğu yolundaki fikrinizin gerçekten de büyüleyici olduğunu düşünüyordum. Eğer emperyal düşüş ve benzerleri hakkında konuşuyorsak, bunun Doktor Kalmar’ın söylediklerinde nasıl bir rol oynadığını merak ediyorum.

Elbette 1870-1945 arasındaki Yahudi düşmanlığı döneminden söz ettiğimizde, bazı bakımlardan, bir anlam- da Batı emperyalizminin dorukta olduğu bir dönemden; Avrupalıların birdenbire kendilerini her şeyin tam merkezinde algıladıkları ve belki de yaklaşan emperyal düşüşü öngörememiş olabilecekleri bir dönemden bahsediyoruz. Yani sanırım sormakta olduğum şey şu... Günümüzde İslamofobiyi güdümleyen unsurların, şu anki İslamofobi dalgası içinde, bazı bakımlardan o dönemde Yahudi düşmanlığına neden olmuş olan güdüm- leyici unsurlardan temel olarak farklı olduğunu mu söylüyorsunuz? Demek istediğim, örneğin elbette Varşova sonrası Almanya ile paralellikler var. Fakat 1918 öncesi durum açısından çok daha zor. Dolayısıyla sizin teo- rinizin İslamofobinin yeni Yahudi düşmanlığı olduğu yolundaki bu fikirle nasıl bir şekilde uyuştuğunu merak ediyorum.

SALMAN SAYYİD

Aslında güdümleyici unsurların aynı aileye ait olduğunu ileri sürebilirim, fakat bunlar aynı şey değil. Do- layısıyla bunların birbirine benzemediğini söyleyebilirim. Ayrıca Müslümanların dünya içinde işgal ettikleri konumun Yahudilerin tarihsel açıdan dünyada işgal ettikleri konumdan çok farklı olduğunu düşünüyorum. Ve sanırım bu faktörler bir biçimde oldukça önemlidir.

Şimdi söylemek istediğim bir şey de şudur... Bir bakımdan, bizim ırkçılık anlayışımız aslında Yahudi düş- manlığından kaynaklanmaktadır. Ve işte bu nedenledir ki Hitler son derece açık bir biçimde yapmaya çalıştığı şeyin Almanya’ya, Üçüncü İmparatorluk tarafından işgal edilen alanlara sömürgeci yönetim anlayışını getirmek olduğunu söylemiş olsa da bu her zaman sömürgeci yönetimden, sömürgecilikten ayrı tutulmuştur. Ve bu anlamda, Yahudiler yeniden sömürge tebaası haline getirilmişlerdir. O İngiliz İmparatorluğu’na, Fransız İmpa- ratorluğu’na bakıyordu; bu bakımdan gerçekten de yeni bir şeyler yapmaya çalışıyor değildi.

Dolayısıyla bana öyle geliyor ki ırkçılığın içerisinde Yahudi düşmanlığının temelde bir tür reformu olarak belir- diği bir hareket tarzı söz konusudur ve Afrikalı-Amerikalı deneyimlerde gerek sömürgeci unsurlar gerekse de ırkçılık bir araya getirilmeye çalışılmıştır. Malcolm X’in Birleşmiş Milletler’e gidip neyin yerli bir sorun olarak varsayılacağını gündeme getirmeye çalışmasının nedeni budur.

Ve bir ülkedeki ırkçılık içindeki bu bölünme her zaman dahili olarak etki gösteren bir sorun olagelmiştir ve dışarıda olduğu varsayılan sömürgecilik sabit kalmıştır. Ve her türlü çatışma ve her türlü ırkçılık karşıtı hareket en çok uluslararası ve yerli hareketleri tutarlı bir biçimde birbirine bağlayabildiği zaman başarılı olmuştur.

MODERATÖR

Evet, mavi elbiseli hanımefendi!

İVAN KALMAR

Affedersiniz, fakat bu soru aynı zamanda benim hakkında konuştuğum konuya da temas etti. Sadece kısaca konuşacağım. Evet, 1875-1945 dönemindeki Yahudi düşmanlığı ile günümüzdeki İslamofobi arasında temel farklılıklar olduğuna katılıyorum. Sadece şunu söyleyebilirim ki, bugünkü durumu eskisiyle kıyasladığımızda bu farklılıklar göründükleri kadar büyük olmayabilir. Çünkü, örneğin, Dreyfus Dönemi’nde olduğu gibi Batı dünyasının köklü Yahudilerinin cazibesi üzerinde odaklanmak kolaydır.

092 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ Filhakika, Doktor Sait’in parlak sunumunda katılamayacağım hususlardan biri de ‘belle époque’un (güzel dö- nem) o kadar da güzel olmadığıdır. Belki bu, bizim dönemimize çok fazla benziyordu; en üstteki %1’lik kesim güzel bir hayata sahipti ve diğer herkes kitlesel şehirlileşme ve kitlesel göç koşulları altında hayal kırıklıklarıyla yaşıyordu. Ve başlangıçta Yahudi düşmanlığının en kötüsünün hedefi olmuş olan çok fazla sayıda Yahudi elbi- selerinden de çok açık bir biçimde görülebildiği gibi Rusya İmparatorluğu’ndan ve Avusturya’daki Galiçya’dan gelen ve bu defa çoğunluğu erkek olan göçmenlerdi.

Yahudi düşmanları bu insanlarının görünüşlerinin de farklı olduğuna inanıyorlardı. Ve bunlar bazı bakımlar- dan Rusya’nın ve Avusturya-Macaristan’ın sömürgeleriydi. Fakat bunu çok uzatmak istemiyorum. Bence bu benzerlik İslamofobik retoriğin bariz bir biçimde türediği oryantalizmin kökenidir ve ben de bunu gösterebi- lirim.

Fakat onun fiili, şu anki koşulları içinde belki - ve bu farklı bir tartışma olabilecektir - aslında oryantalizmin bittiğini, Müslümanların tarihsel resminin bundan gelmekte olduğunu, Edward Said’in bunun onun son gün- lerinde tanımlamış olduğunu ve bugün elimizde farklı bir tür İslamofobi olduğunu ileri sürebiliriz. Ve burada konuşmacı olarak İslamofobiyi Yahudi düşmanlığına benzetmiş olsam da, eğer on dakika daha sürem olsaydı, İslamofobinin çok fazla Yahudi düşmanlığına benzemediği hakkında konuşabilirdim.

KATILIMCI

Benim adım Canan Yaşar. Avusturya Müslüman Gençliği’nin başkanıyım. Avrupa ülkelerindeki tüm bu ben- zerlikleri ve genç Müslümanların bir çaresizlik duygusu içinde olduklarını görmek ve işitmek gerçekten de çok üzücü. Bu yüzden size genç Müslümanlar için önerilerinizin ne olduğunu sormak istiyorum, çünkü hükümet bize yardım etmiyor ve bu arada kurumlar açmak ya da kurumsal faaliyete başlamak için paramız da yok. Bu nedenle sorum şudur... Gençlere yardım etmek için ne yapabiliriz ve aynı zamanda İslamofobiyle bir perspek- tiften nasıl yüzleşebiliriz?

MODERATÖR

Size yardım etmeyeceklerini söylerken, sadece projeler ya da başka şeyler için finansman sağlamadıklarını mı söylemek istiyorsunuz?

KATILIMCI

Hayır, farklı biçimlerde. Bu, İslamofobinin bir gerçek olduğunu reddetmekle başlıyor. Yani mesele şu ki, bu po- litiktir ve politik yollardan bir şeyler yapmak zorundayız. Fakat sorun şu ki, bunun için sıklıkla paraya ihtiyaç duyuyorsunuz. Oysa genç Müslümanlar için, bu tür kaynaklara sahip değiliz.

HATEM BAZİAN

Bana kalırsa, ben bazı somut adımlar atılmasını öneririm. Bunlardan biri şudur: Eğer bir grubunuz yoksa, bir grup oluşturun. Ve öyle görünüyor ki aslında bir grubunuz var, değil mi? Peki, bu gruplarda kaç kişi var? Tüm siyasi faaliyetler yereldir. Kitleniz olduğu sürece çok büyük kaynaklara ihtiyacınız yok demektir. Siyasette, ya oy veren ve çalışan kitleniz vardır ya da paranız vardır. Ve politikacıların para bulmak için, damarlarına su getirebilmek ve benzeri işler için büyük bağışçılara başvurmalarının nedeni budur.

Dolayısıyla eğer yeter sayıya sahipseniz, bence kendiniz için yerel düzeyde bir program belirlemeniz gerekir. Avusturya’nın kendine özgü koşullarını bilmiyorum, ama bunun kendi bölgemizde, San Fransisco Körfezi böl-

1. OTURUM / 2. KISIM İSLAMOFOBİYİ SÜRDÜREN DİNAMİKLERİ ANLAMAK 093 gesinde bizim için nasıl olduğunu size anlatabilirim. İnsanların yerel davalara kendilerini vermeleri gereklidir. İnsanların seçimlerde adaylığını koymalarını öneririm. Yani sadece birilerinin gelip sizden oy isteyeceğini dü- şünmeyin. Hayır, adaylığınızı koyun. Birincisinde, ikincisinde, üçüncüsünde kaybedeceksiniz, fakat sorunları masaya yatıracaksınız ve kendi dilinizde konuşuyor olacaksınız.

Kütüphane Birliği için adaylığınızı koyun. Kütüphaneyi yöneten bir kurul bulunmaktadır. Orada İslamiyet’ten bahseden kitapların sadece Robert Spencer, Daniel Pipes ve diğer İslamofobiklerin kitapları olmamasını sağ- layın; kütüphanede gerçekten sizin istediğiniz hususları temsil eden sağlıklı materyallerin mevcut olmasını sağlayın. Okul eğitim kurulu için adaylığınızı koyun ve okul düzeyinde müfredata bakan okul eğitim kuru- lunda etkin olun. Mutlaka bir okula gidin ve İslamofobiyle ve orada vuku bulan kabadayılıkla okul düzeyinde yüzleşin, çünkü öğretmenlerin hakkında en çok konuştukları şey sanki başka işimiz yokmuş gibi ve sanki bu kendi belediyelerinde yaşanan sorunlardan daha önemliymiş gibi İslam ve terör, İslam ve şiddet ve İslam ve kadınlardır. Yani bu yolla etkili olun.

Bir politikacı getirip resmini çektiğimiz ve sırf bunun için ‘Es-selam-ün Aleyküm, yemeklerinizi çok seviyo- rum’ demelerinden ibaret olan ‘kameralara poz verme’ olarak adlandırılan ve benim de ‘nohut köftesi humusu türden siyaset’ dediğim şeye karşı her zaman son derece eleştirel olmuşumdur. Beklenen kişi önümüzdeyken ağzımız bir karış açık kalır. Bizim yemeklerimizi sevip sevmemeleri benim için fazla önem taşımaz. Arapça ko- nuşup konuşmamaları benim için fazla önem taşımaz. Arapça bazı kelimeler söylemeleri benim için fazla önem taşımaz. Benim istediğim şey sorunlardır: 1, 2, 3, 4! Politikacıya: “İşte size böyle oy verildi. İşte Müslüman muhalefetten ya da İslamofobiyle iştigal edenlerden böyle bağışlar geliyor. Ve işte sizden gerçekten yapmanızı istediğimiz şey Müslüman cemaate göre bir konum almanızdır” denilmediği hiçbir ortama girmem.

Bize gelip para toplayanları soruyorlar. Ben de: “Sizin Müslüman olmanız sizi desteklemem için yeterli değil, tıpkı Mısır’da El-Sisi’nin Müslüman olmasının onunla oturup akşam yemeği yememi gerektirmediği gibi” di- yorum. Bu yüzden konulara yaklaşma biçimimizde son derece açık ve ilkeli olmak zorundayız. Kendinizi bir sıkıntı kaynağı olarak hissetmeyin. Sıkıntı kaynağı olmak siyasetin bir parçasıdır. Israrcı olmak, bir sese sahip olmak, sürekli insanların yüzlerinde olmak, bunların tümü siyasetin işleyişinin parçalarıdır.

Siyasi söylem içinde dostlarınızı ödüllendirir, ödülünüzü alır ve düşmanınızı cezalandırırsınız. Bu, Müslüman- ların sürekli olarak yüz yüze geldikleri ‘edep’ siyasetindeki saygınlık gibi bir şeydir. Bu şuna benzer: “Edep sahibi olmanız lazım”. Evet, sizi ruhani bir yolculuğa çıkarabilirim ve Sufizm ile benzeri öğretilerdeki ‘edep’ hakkında konuşabiliriz. Sizinle tümüyle El-Gazali hakkında olmak üzere bir söyleşi yapabiliriz. Fakat sivil toplum içine girdiğinizde, bu esasen sivil toplumun iyiye gitmesini ve toplumun ihyasını temin etmekle ilgi- lidir; ve ‘edebiniz’ aynı zamanda toplumun ihyasına yönelik bir iyileştirme haline gelir. İşte benimseyeceğiniz angajman türü budur.

Ve son olarak, okuyun! Okumadan ve savunduğunuz gerçekleri çok iyi bilmeden karşı siyasi söyleme girişe- bilmenizin başka bir yolu yoktur. Böylece birisi “bu X’tir” dediğinde, siz de “Hayır, bu X, Y, Z’dir işte kanıtı” diyebilirsiniz. Ve İslamofobi üzerinde çalışıyorken bizim için sürekli olarak malzeme üretmek ve boru hattını doldurmanın çok önemli olmasının nedeni budur. Çünkü İslamofobiklerin 205 milyon doları var ve sürekli üretip boru hattını dolduruyorlar. Dolayısıyla bu noktada bizim işimiz son derece yaşamsaldır; politikayı be- lirli bir noktada sağlıklı araştırmalarla etkilemek için gerekli araştırmalarımızı yapmak, oluşturmak ve içini doldurmak.

Size ReOrient dergisine ve ayrıca İslamofobi Araştırmaları dergisine mutlaka abone olmanızı öneririm. Çünkü bu bizim üstlenmemiz gereken türden bir iştir. Ve çok ama çok iyimserim. Bu anlamda, bunun kazanılabilecek bir savaş olduğunu düşünüyorum, ama bu bizim ısrarcı olmamızı, neyi başarmak istediğimiz konusunda son

094 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ derece açık olmamızı ve aynı işte yer alan insanlarla çok fazla sayıda kesişim noktası oluşturmamızı gerektir- mektedir.

KATILIMCI

Doktor Bazian’a bir sorum var. Siyaset ve güç ile bunların İslamofobiyle nasıl ilişkili olduğu hususlarında birçok değerlendirme yaptınız. Fakat gücü bir şekilde etrafımızda olup biten her şeyle bir şekilde ilişkilendirdiğinizi fark ettim. Ve bu da bana gücün nasıl her yerde olduğuna ve her yerden ortaya çıktığına ilişkin olarak Fou- calt’dan okuduklarımı hatırlattı sanki. Ama sonra genç Müslüman arkadaşlarımın arasında bu söylemle bunu değiştirmenin bir şekilde bizim gücümüzün dışında olduğuna inanma noktasına geldiğimizi de fark ettim. Yani buna karşı direnmek bile boş bir çaba haline geliyor. Ve bu bakımdan, Müslümanlar arasında şu söylemi görüyoruz: Küresel siyasette bir şeyler oluyorsa bu ya İsrail’dir ya da Amerika’dır.

Ve şu an Mısır’daki durumdan bahsettiniz. Son beş yıldır Türkiye’de yaşıyorum. Ve orada Mısır’da neler olup bittiğinden konuşmayı denediğinizde, bu ya Amerika’nın hatasıdır ya da İsrail’in hatasıdır. Fakat biz Mısır’da çok sayıda okuması yazması olmayan insanın olduğunu ve ordu için güçlü bir desteğin olduğunu bir şekilde unutma eğilimindeyiz. İnsanlar askeri yönetimin gelecekte ülkeye ne yapacağının farkında değiller. Ve sonra da genç Müslümanlar olarak bir şekilde ümitsizliğe kapılıyoruz. Ve bu tutumu benimsememizin bize yardımcı olmayacağına inanıyorum.

KATILIMCI

Benim adım Adis Şerifoviç. Ben de Avusturya Müslüman Gençler topluluğunun bir üyesiyim. Benim İslamofobi ve İslamofobik Müslümanlar hakkında bir sorum var. Artık bu fenomeni Avusturya’da da görmekte olduğumuz için siyaset dünyası Müslümanları İslamofobi aleyhine ya da lehine temellendirilmiş bir argümana sahip olma- ya sevk ediyor. Ve kendileriyle temasa geçtiğiniz zaman sizinle Kuran ve Hadislerle tartışıyorlar. Ve bir kişi sırf Müslüman olduğu için İslamiyet hakkında sadece iyi şeyler konuşmak zorunda olmadığını insanlara açıklamak son derece zor. Ve dolayısıyla, genç bir Müslüman teşkilatı olarak bunun için ne yapabiliriz?

KATILIMCI

Benim adım Rumeysa. Ben de Avusturya’danım, fakat aynı teşkilattan değilim. Ben Avusturya’daki Müslüman- lar için Belgelendirme Merkezi’ndenim. Ve benim sorum Doktor İvan Kalmar’a ve Yahudi düşmanlığı ile ilgili. İsimler konusunda iyi sayılmam, fakat sanırım iki yıl önce Avrupa ya da Almanya’da İslamiyet hakkında bir tartışma vardı. Ve bu hususta bir politikacı şöyle demişti: “Yahudilerle ortak bir tarihimiz var, fakat Müslüman- larla ortak bir tarihe sahip değiliz”. Ve 30’larda ve 40’larda Almanya ve Avusturya’da neler olduğunu biliyoruz. İş ırkçılığın ne olduğuna ve siyasete gelince nasıl olur da bir politikacı Yahudilerle bir yakınlık bulabildiği halde Müslümanları bu şekilde dışlayabilir. Sorum buydu, teşekkür ederim.

MODERATÖR

Mümkün olabildiğince hızlı bir biçimde bu konuya geri dönmeye çalışacağız. Genç Müslümanların genellikle kendilerini güçsüz hissettiklerini söyleyen beyefendiyle başlıyorum.

HATEM BAZİAN

Evet, bu anlatılan hikâyelerden biri. Ama Müslümanların küresel çaptaki seferber oluşları anlamında geçtiğimiz on yıla şöyle bir bakarsanız, Mısır’da olsun, Tunus’ta olsun, Yemen’de olsun ve hatta Suriye’de ve diğer yerlerde

1. OTURUM / 2. KISIM İSLAMOFOBİYİ SÜRDÜREN DİNAMİKLERİ ANLAMAK 095 olsun, sokaklarda kendi durumlarını değiştirmeye çalışan insanların sayısı son derece şaşırtıcıdır. Bu yüzden evet, Foucault’nun söz ettiği anlamda bir güç hiyerarşisi var. Fakat söyleyebilirim ki güç ne kadar büyükse yeniden seferber olmak o kadar kolaydır.

Öyleyse sanırım şu an bir süreçten geçiyoruz. Ben bunu bir fırsat olarak görüyorum. Ve Müslüman cemaati içinde bir vizyondan söz edebilir miyiz? Ortaya çıkacak farklı politikalara, farklı ekonomilere, farklı sosyal yapılara ve farklı yapılara bakan diğer güçlerle ittifak halinde bir vizyondan? Ve sanırım buna cevap vermemiz gereken zaman bu andır.

Çaresizlik kısmen, diyebilirim ki Müslüman cemaatinin iç meselesi. Her şeyin teolojik bir bakış açısıyla tar- tışıldığı bir söylem vardır. Tıpkı ‘Mehdi’nin geri dönmesini beklemek zorunda olmamız gibi, değil mi? Ve bu nedenle, sadece Selahaddin ya da Ömer İbn el Hattap geldiğinde sana “Evet, gelirlerse latteni içiyor ve belki de olmadığın şey için bekliyor olacaksın” diyeceğim.

Beklediğin kişi burada, o sensin. Uykudan uyan ve çalışmaya koyul. Bu, yapıların birdenbire değişeceği anla- mına gelmez. Hayır, bu bir mücadele olacak. Bu bir seferberlik olacak. Bu bir yürüyüş olacak. Bu insanların hapse atıldıkları bir şey olacak. Bu bir sivil itaatsizlik olacak. Bu insanların tutuklandıkları ve yere serildikleri bir şey olacak. İşte bizi bekleyen bu tür bir iştir. Müslümanlar, Mahatma Gandhi gelip birkaç kez ortalıkta yü- rüseydi, tüm bu boykotları yapsa ve davasını gerçekleştirseydi birden bire İngilizler “Elhamdülillah, Londra’ya dönüyoruz” diyeceklerdi diye düşündükleri siyasi kurumların Hollywood versiyonunu benimsediler ya da içselleştirdiler.

Bu söylemin tümüyle değişmesi gerek ve bizim de siyaset kurumumuzu küçük ve büyük biçimlerde anlamamız ve yeniden tahayyül etmemiz gerek. Ve bir kişinin gücünü küçümsemeyin. Bizim geleneğimiz bize bir kişinin gücünün Mekke’deki Peygamberimizin ta kendisi olduğunu söylemektedir. Tarihte okuduğumuz herkes güç yapısını üstüne alan ve onu örgütleyen tek bir kişi olmuştur. Ve onlar etkili olmuşlardır.

Son olarak şunu söyleyeceğim: sessizlik hiçbir şeyi değiştirmez. Tefekkür için ben de sessiz kalıyorum, ama sessizlik hiçbir değişiklik meydana getirmez. Tarihte okuduğumuz her şey mücadele eden, gücü üstlerine alan ve koşulları değiştiren insanlarla ilgilidir. Ve eğer bu sesle konuşursak ve ihtiyaç duyulan değişiklikleri yapabi- lirsek, ilerideki tarihimizin şu an karşı karşıya olduğumuz dönemden çok daha iyi olacağını düşünüyorum. Tek yapmamız gereken bunu hayal etmektir. Eğer bunu hayal edemezsek, bunu gerçekleştiremeyiz. Bugün olan şey neredeyse hayal edemez hale gelmiş olmamızdır.

MODERATÖR

Sorularınız için teşekkür ederim. Sanırım bunlara yanıt vermek için zamanımız yok, çünkü bana hep birlikte öğle yemeğine gideceğimiz ve bizi götürecek otobüsün halihazırda burada olduğu söylendi. Fakat istediğiniz tüm soruları sorabilmeniz için herkesi kaldığımız yerden bulmaya çalışacağım. Konuklarımızın bunları yanıt- lamaktan mutluluk duyacağından eminim.

096 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ 1. OTURUM / 2. KISIM İSLAMOFOBİYİ SÜRDÜREN DİNAMİKLERİ ANLAMAK 097 098 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ 2. OTURUM / 1. KISIM Avrupa’da İslamofobi - Vaka Çalışmaları / Güney Avrupa

MODERATÖR

Dr. Enes Bayraklı Türk - Alman Üniversitesi, Türkiye

KONUŞMACILAR

Yrd. Doç. Olivier Esteves Lille Üniversitesi, Fransa

Encarna Gutiérrez Psikolog, İspanya

Alfredo Alietti Ferrara Üniversitesi, İtalya

Dr. Aleksandros Sakellariou Panteion Üniversitesi, Yunanistan

2. OTURUM AVRUPA’DA İSLAMOFOBİ - VAKA ÇALIŞMALARI / GÜNEY AVRUPA 099 Yrd. Doç. Olivier Esteves Lille Üniversitesi, Fransa

MODERATÖR

Bugünkü İslamofobi Zirvesi’nin bir sonraki paneline hoş geldiniz. Sizlere bir kez daha hoş geldiniz demek ve katıldığınız için teşekkür etmek istiyorum. Bu panel için son derece seçkin misafirlerimiz var. Ve Güney Avrupa üzerinde odaklanacağız: Fransa, İtalya, İspanya ve Yunanistan. Bugünkü konuşmacılarımızın bazıları, Doktor Hafez’le birlikte düzenlemiş olduğum ve bu sene 2015 yılının Mart ayında yayınlanmış olan Avrupa İslamofobi Raporu için yazmış oldukları raporları sunacaklardır.

Ve gelecek sene Mart ayında 2016 yılı için yeni bir rapor daha yayınlayacağız. Ve ayrıca eğer bu rapor ilginizi çekerse www.islamophobiaeurope.com adresindeki web sitemizden bu belgeyi indirebilirsiniz. Bu işlem ücret- siz olup web sayfasından raporun tamamı indirilebilir.

Böylece bir kez daha tüm konuşmacılarımıza hoş geldiniz demek istiyorum. Konuşmacılarımızı detaylı olarak tanıtmak istemiyorum, çünkü elinizdeki kitapçıkta biyografilerini bulabilirsiniz. O zaman bugün bize Fransa ve 2015 yılında Fransa’daki İslamofobi hakkındaki raporunu sunacak olan Olivier Esteves’le başlıyoruz. Ve söz sizindir, Olivier!

OLIVIER ESTEVES

Tamam, çok teşekkürler. Herkese merhaba ve organizatörlere bu konferansı düzenledikleri için çok teşekkür- ler. Az önce de belirtilmiş olduğu gibi, 2015 yılı ile ilgili olarak tümünü internet üzerinden temin edebileceği- niz rapordan birkaç bölüm sunacağım. Yani sizlerle paylaşmanın önemli olduğunu düşündüğüm ve sonrasında da tartışmayı umduğum birkaç konuya değinmekle yetineceğim.

Hepimizin bildiği gibi, 2015 yılı kronolojik olarak Fransa’da vuku bulan ve küresel çapta anlık yankı bulan iki olayla resmedilmektedir. Burada 7 Ocak’ta Charlie Hebdo’ya karşı gerçekleştirilen terörist saldırılardan ve açıkça 13 Kasım’daki Saint-Denis saldırılarından bahsediyorum. Bu trajik olaylar, Fransa’da dinle ilgili olarak

100 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ tutulmuş herhangi bir istatistik olmamasına karşın Avrupa’daki en büyük Müslüman gruba sahip olan bir ül- kedeki yaygın İslamofobik duyguyu beslemiştir.

Bu olayların içine doğduğu ulusal durum netamelidir; örneğin Ulusal Cephe bünyesinde siyasi tartışmaların çoğunun gidişatını belirleyen sürekli büyüyen bir aşırı sağ, büyük ölçüde kamuoyuna açık tartışmalara ağırlık veren çok sayıda İslamofobik en iyi satan yayın, şehirlerdeki karışıklıklardan on yıl sonra ulusal dayanışmayı tehdit eden daha da kemikleşmiş bir kent ve eğitim ayrışması ve tıpkı bunlar gibi üzücü olarak - ve bu unsur- lardan bazıları hakkında burada konuşuyor olacağım - birçokları tarafından İslam’a karşı, yani “Din tümüyle kamusal alanın dışında tutulmalıdır” inancına karşı bir siper olarak desteklenen sekülarizmin ya da daha çok sevdiğimiz adıyla ‘laikliğin’ Fransızca bir telaffuzu söz konusudur. Bu yüzden bugün bu hususa da kısaca bir göz atacağız.

Öncelikle, 2015 yılında Fransa’da değerlendirildiği ya da tartışıldığı şekliyle İslamofobi kavramına kısaca de- ğinmek istiyorum. Size sadece sizinle paylaşmak için önemli olduğunu düşündüğüm birkaç unsurdan söz ede- ceğim. İlginç olarak, İslamofobi kavramının 2015 yılında Fransa’da kamuoyunda cereyan eden tartışmalarda epeyce yol almış olduğuna inanıyorum. Örneğin, bunun iyi bir göstergesi Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’ın fiilen bu kelimeyi kullanma şeklidir.

Charlie Hebdo saldırılarının üzerinden henüz bir hafta geçmişti ki, yabancı diplomatlar heyetine Yeni Yıl teb- riklerini sunarken François Hollande aynen aktardığım şu sözleri söyledi: “Fransa ırkçılığın, Yahudi düşman- lığının ve İslamofobinin amansız bir düşmanıdır.” François Hollande’ın aksine, Fransa Başbakanı Manuel Valls Avrupa ve doğrusu Birleşik Devletler üzerinde bir kavram olarak İslamofobinin eleştirmenleri tarafından İsla- mofobiye karşı dillendirilen oldukça basmakalıp saldırıların çoğunu aynen kopyalayarak İslamofobi kavramına karşı her zaman eleştirel bir tutum benimsemiştir. Manuel Valls İslamofobi’yi, kendi sözlerinden aynen aktar- dığım gibi ‘Selefist bir Truva Atı kavramı’ olarak görmektedir.

Fransa’da İslamofobinin bir kavram olarak 1970’lerde İranlı Mollalar tarafından icat edilmiş olduğu ilişkin oldukça yaygın bir inanç mevcuttur. Bu medyayı yakından takip eden politika yorumcusu Caroline Fourest ta- rafından çok sıkça telaffuz edilen bir düşüncedir. Kendisinin sadece Fransa’da değil yurtdışında da tanındığına eminim. Kendisi her yerdedir. Öyle ki benim gibi kişiler onun üç farklı versiyona olduğuna inanır.

Üç ‘Caroline Fourests’ vardır. Çünkü biri televizyondaki, biri gazete makaleleri yayınlayan ve diğeri de her za- man makalelerini The Wall Street Journal için tercüme ettiren ya da gece haberlerine davet edilen kişidir. Yani muhtemelen bu hanımın iki klonu bulunmaktadır. Belki de kendisi bugün buradadır. Bilmiyorum.

Bu yüzden İslamofobi kavramı ile ilgili bu unsurların önemli olduklarını düşünüyorum. Raporda zaten detaylı olarak verilmiş olan çok sayıdaki rakamla canınızı sıkmak istemiyorum. Bunlar Charlie Hebdo olayları sonrası ve çok daha üzücüsü Saint-Denis’te Le Bataclan (Paris)’te gerçekleştirilen 13 Kasım terör saldırıları sonrası 2015 yılında Fransa’da aniden büyük bir hızla artışa geçen Müslümanlara karşı saldırıların sayısıyla ilgili olarak bu sabah bizlere sunulan rakamlarla aslında tam bir uyum içindedir.

Bunlar raporun kendisinde çok daha detaylı olarak açıklanan birkaç unsurdur. Önemli bulduğum bir diğer unsura kısaca değinmek istiyorum ki bu husus şudur: 2015’te iş pazarında dini ayrımcılığın kapsamını ve ağır- lığını açık seçik ortaya koyacak eşi benzeri görülmemiş deney niteliğinde bir girişim olmuştur.

Ve bu durum, Fransa gibi ülke için son derece önemlidir, çünkü Fransa’da etnik istatistiklere sahip olmadığı- mız gibi dini istatistiklerden de yoksunuz. Dolayısıyla iş pazarındaki dini ayrımcılığın boyutunu ölçmek ya da bilimsel olarak kanıtlamak gerçekten de çok zordur.

2. OTURUM AVRUPA’DA İSLAMOFOBİ - VAKA ÇALIŞMALARI / GÜNEY AVRUPA 101 Marie-Anne Valfort adında bir ekonomi uzmanı kamu politikaları alanında uzman olan ve Institut Montaigne adı verilen bir düşünce kuruluşu ile birlikte çalışıyordu ve 2013 Eylül’ünden 2014 Eylül’üne kadar, yani terör saldırılarından önce ekibiyle birlikte ülke çapındaki çok sayıda şirkete bu şirketlerin muhasebe departman- larına yönelik olarak 6231 iş başvurusu gönderdi - ki bu gerçekten de büyük bir girişimdir. Sonuçlar ancak 2015’in Ekim ayında öğrenilebildi. Ve bu kapsamda ırkçı ayrımcılıktan ziyade dini ayrımcılığın boyutunu belirlemek için altı kişinin CV’si gönderilmişti. Ve bunların tümü de Lübnan kökenliydi. Niçin mi? Çünkü bunlardan ikisi apaçık bir biçimde Hristiyan kökenliydi, ikisi apaçık Yahudi kökenliydi ve diğer ikisi de yine çok bariz biçimde Müslüman kökenliydi. Bunu isimlerinden anlayabiliyordunuz. Bunu daha önce dahil olmuş oldukları kurumların türünden görebiliyordunuz ve bu durum onların CV’lerinde ya da almış oldukları eğiti- min türünde açıkça belirtiliyordu.

Ve burada çok fazla detaya girmek istemiyorum, çünkü bu konu gerek mezkur raporda gerekse Marie-An- ne Valfort’un deney niteliğindeki girişimine ilişkin raporda de açıklanmış durumda. Bundan çıkan sonuçsa şudur... Burada bir iş mülakatı yapmaktan söz ediyoruz. Lübnan kökenli iş başvurusu sahiplerini oluşturan Michelle ve Nathalie beşi Michelle ve dördü de Nathalie için olmak üzere birçok CV göndermek zorunda kal- mıştı. Buradaki Yahudi başvuru sahipleri olan Dove ve Esther de sırasıyla yedi ve beş CV göndermek zorunda kalmıştı.

Müslümanlara gelince ki bunlar adlarından da görebileceğiniz gibi Samira ve Muhammed idi; Samira diğerle- riyle oldukça benzer sayıda, altı adet CV gönderdi. Peki ya Muhammed? Bu çok, çok, çok resmedicidir. Mu- hammed bir iş mülakatına gitmeden önce yirmi CV göndermek zorunda kalmıştı.

Marie-Anne Valfort ile bir görüşme yaptım ve kendisine bu Samiraların hiç birinin gerçekten de başörtülü ol- mamasının kötü bir rastlantı olup olmadığını sordum. Bu çok önemli bir unsurdur. Bana söylediği şey bunun daha çok CV’nin gönderilmek zorunda kalınmasında ve benzeri konularda temel olarak belirleyici lojistik un- surları ön plana çıkarmış olabileceğiydi. Bu Samiraların hiçbir biçimde başörtüsü giymediğinde ısrarcı olmanın ilginç olacağını hala düşünüyorum.

Kaç dakikam daha var? Altı mı yedi mi yoksa sekiz mi? Sekiz buçuk mu? Üç mü? Tamam, öyleyse epey iyim- sermişim. Tamam, sekülarizm hakkındaki tartışmanın tamamı ile ilgili birkaç şey söylemek istiyorum. Fransız kamuoyu hakkında belli başlı birkaç bilimsel kamuoyu araştırması yapıldı. Ve 2015’te çok açık bir biçimde, önceki yıllara göre daha çok, ‘laiklik’ terimi giderek artan bir biçimde ‘sekülerleşme’ anlamında kullanılmaya başlandı, yani başka bir deyişle, birçok Batılı ülkedeki sosyolojik evrim - ve bu Birleşik Devletleri de içermek- tedir - modern toplumlarda dinin kamu alanının dışında olması gerektiğini önermektedir.

Dolayısıyla bu genel olarak açıkça Müslümanları içermeyen bir ‘laiklik’ anlayışı biçimiyken, filhakika ‘laiklik’ - Kilise ile Devletin ayrılması hakkındaki Fransız mevzuatının köklerini biliyorsanız - şunlarla ilgilidir: 1. Kilisenin ve Devletin Ayrılması, 2. Din özgürlüğü fikri. Dolayısıyla - yine birçoğunuzun muhtemelen aşina olduğu klasik bir durumdur - ‘laiklik’ kavramının din özgürlüğünden uzaklaşarak İslamiyet’ten özgürlüğe doğru evrimleşmesi ile bu kavramın gerçekten de kay- ganlaşmasına tanık olmaktasınız. Ve Fransızca’da ‘une laïcité de combat (sekülarizmin bir savaş biçimi)’ olarak adlandırdığımız 20. yüzyılın başlarında Fransızların Katolik Kilisesi’ne karşı verdikleri büyük savaşa yapılan tarihsel atıflar da bunu beslemektedir.

Hala bir dakikam var, sanırım. Politika konusundaki tavsiyelerden bazılarını kısaca ele alacağım. Bunlar rapor- da detaylı olarak mevcut olduğundan bunlara çok hızlı bir biçimde değineceğim:

102 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ 1. Köktencileşmede tümüyle sert bir yaklaşım, Müslümanların kalplerini ve zihinlerini kazanmak aynı zaman- da bir güvenlik sorunu da olduğu için başarısız olmaya ya da aksi surette tesire yol açmaya mahkumdur. Çünkü Müslümanların kalplerini ve zihinlerini kazanamazsanız, İslamofobi üretmiş olursunuz ve aslında hepimizin de aşina olduğu bir tür kısır döngü içinde daha da köktencileşmeye neden olursunuz.

2. Burada tartışacak kadar vaktim olmayan bu hususu raporda çok ayrıntılı bir biçimde ısrarla dile getirdim. Bir eğitim pazarının ileriye taşınması cihatçıların çok büyük bir kısmının geldiği Fransız ‘banliyölerinin getto- laşmasını daha da arttıracaktır.

3. Fransız Hükümeti, insanlar arasında fiilen dini ayrımcılık yapan firmalara caydırıcı para cezaları uygulamak suretiyle iş pazarındaki dini ayrımcılık meselesini ciddi bir biçimde ele almak zorundadır.

4. Sekülarizmin anlamına açıklık getirilerek bu terimin ‘dinin kamusal alanda görünmemesi’ değil ‘Devletin tarafsızlığı ve din özgürlüğü’ anlamına geldiği vurgulanmalıdır. Bundan zaten bahsetmiştim.

5. Siyasi kurumlar ve medya kuruluşları tarafından kadınların başörtüsü takmak için çok fazla sayıda nedeni olduğu kabul edilmelidir. Sanırım bu, başörtüsünden her ne anlaşılıyor olursa olsun diğer Avrupa uluslarına kıyasla Fransa için gerçek bir sorun olan, kadınların bir başörtüsü giymek için çok çeşitli nedenlerinin olduğu Fransa için oldukça önemlidir.

6. Şiddet yanlısı aşırıcılık ve cihatçılık temel olarak Muhammedleri ve Samiraları ilgilendirmekte olsa da aynı zamanda Jean-François’yı ve Marie-Véroniques’i de ilgilendirmektedir. ‘Marie-Véronique’ Fransızca’da son de- rece burjuva bir isimdir, değil mi? Burada size yine, örneğin Olivier Roy tarafından yayınlanan bazı gazete makalelerinden bahsediyorum. Ama burada daha fazla detaya girecek vaktim yok.

7. Fransız Devleti ekseriyetle çatlak sese sahip olan Müslüman gruplarla anlaşmaya varmayı mutlaka kabul etmelidir. Bence bu da başlı başına bir unsurdur.

Ve son olarak, Müslümanlara yönelik derslerin devlet tarafından finanse edilmesinden hapishanedeki imamlara kadar Müslümanlara eşit bir seküler çerçevede sunulan kamu hizmetlerinin acilen daha da iyileştirilmesi zo- runludur. İmam eksikliğinden ya da olmayışından dolayı önemli sayıda cihatçının aslında hapishanede gerçek cihatçı haline geldiği bir sır değildir. Teşekkür ederim.

2. OTURUM AVRUPA’DA İSLAMOFOBİ - VAKA ÇALIŞMALARI / GÜNEY AVRUPA 103 Encarna Gutiérrez Psikolog, İpanya

MODERATÖR

2015 yılında Fransa’daki İslamofobiyi bu kadar güzel özetlediğiniz için çok teşekkür ederim Olivier. Ve şimdi bir diğer Güney Avrupa ülkesi olan İspanya ile devam edeceğiz. Ve SayınEncarna Gutiérrez İspanya’daki İsla- mofobi hakkında konuşacak. Söz sizindir!

ENCARNA GUTIÉRREZ

Öncelikle çok teşekkür ederim. Organizatörlere ve beni davet edenlere teşekkür ederim. Ve es-selamün aley- küm! Nasılsınız? Tünaydın! Bu konuları konuşmak için kötü bir saat, çünkü şu an İspanya’da tam da ‘siesta’ saatindeyiz. Ve meslektaşım hazırlamış olduğumuz ve zaten web sitesinde mevcut olan rapordaki tüm bilgileri aktardı. Yani sanırım tüm olaylara değinmemize gerek yok.

Yine de İspanya’dan gelen biri için çok iyi anlaşılmış olabilecek bir şeyi vurgulamak istiyorum. Talep ettiğimiz şey İspanya’nın kendisine özgünlüğüdür, fakat biz bunu Batı Avrupa’da istiyoruz. Doğu Avrupa’da özgünlük olduğunu biliyoruz. Avrupa’da son derece özel bir durumu nitelendiriyoruz, değil mi? Yani demek istiyorum ki İspanya’daki İslamofobi ve Sayın Zapatero’nun dün söylemiş olduğu gibi İslamofobinin çözüme kavuşturulma- sı ihtiyacı göçün artmasıyla birlikte mültecilerin kitleler halinde ülkeye gelmesinin bir sonucudur. Çünkü biz Avrupa’da fakir ülkeydik. Ve yakın bir zaman önce zengin bir ülke haline geldik.

Bizdeki durum Fransa’dakinin yarısı bile değildi. Dolayısıyla biz yeni bir olguyuz ve İslam ülkelerinden bu kadar kitlesel boyutta bir göç alıyoruz. Fakat diğer yandan, daha önce oraları sömürgeleştirmiş olduğumuz için her zaman Fas’tan göç alıyoruz. Ve orada bize ait olan Ceuta ve Melilla şehirleri var. Bunlar İspanyol şehirleridir, fakat buralarda her zaman İslami bir nüfusla uğraşmaktayız.

Din olarak Müslümanlığı benimsemiş oldukları halde İspanya’da yaşamakta olan belli bir nüfusa sahibiz. Diğer Avrupa ülkelerine kıyasla bizdeki vakaların sayısı daha az. Yani örneğin, çok fazla veri mevcut olduğundan

104 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ bunlardan bazılarını ele aldık. Rapor edilen teyit edilmiş İslamofobi vakalarına şöyle bir bakın. 2014’te, İspanya 47 İslamofobi vakasına konu oldu. Karşılaştırıldığında; 2015’te bu sayı 278’e çıkmıştır. Bu sayılar diğer Avrupa ülkelerine ve ek olarak Avrupalı komşularımıza kıyasla düşük olabilir.

İspanya, bu İslamofobi olgusunu Almanya’daki köktenci Pegida gibi şiddet yanlısı gruplar biçiminde ya da Fransa’daki Ulusal Cephe gibi aşırı sağ siyasi partilerin yükselişi biçiminde dışsallaştırmamıştır. Bu, diğer- leri meyanında yeni bir durumdur ve özellikle de sömürgecilikle olan deneyimimiz sınırlı olmasına karşın çoğunlukla 90’lı yıllarda göçmen almaya başlamış olan İspanya’daki göçü temsil eden göreli olarak yeni bir fenomendir.

Bununla birlikte, bunun da bir sonucu olarak ve Akdeniz’deki Müslüman ülkelerle coğrafi yakınlığımıza ve ortak tarihi deneyimimize rağmen, İslamiyet ve Müslüman nüfus hakkındaki bilgisizlik İspanya’da yaygındır. Bu nedenle, bu gerçeğin bizleri tuzağa düşürmesine izin veremeyiz. İspanya’da İslamofobi büyük ölçüde bu bilgi eksikliğinin eseri olarak vardır ve yıllar içinde giderek güçlenerek alarm verici seviyeye gelmiştir. 2009’da kayıt altına alınmış raporların sayısı sadece 29’dur ve bu sayı bugünkünden neredeyse on kat daha azdır. İs- panya’daki İslamofobiyi anlayabilmek için, daha kültürel bir yaklaşım benimsememiz gereklidir. Bu bakımdan, İspanya diğer Batılı ülkelere kıyasla bir özgünlük ortaya koymaktadır. Ve İspanyollar Müslüman kimliğine ve hatta bununla yüzleşmeye açıkça karşı olduklarından bu durum ulusal kimliğimizin kurgulanmasıdır.

Bu süreç İspanya’nın bir birleşik krallık olarak kurulduğu tarihe kadar gerilere uzanmaktadır. Bu bizim ‘Re- conquista’ olarak adlandırdığımız süreçtir. Ve Hristiyan krallara ve El-Endülüs dönemini oluşturan farklı Müs- lüman krallıklara karşı yapılan çeşitli savaşlarla ilgilidir. Bu süreç 11’inci ila 15’inci yüzyıllar arası dönemi kapsar. Bu dönem, burada yaşayan Müslümanların, yani Mağribilerin (El Moro) olumsuz imajına muhalif bir İspanyalı kimliğinin oluştuğu entelektüel bir süreci doğurmuştur. Bu, Müslüman medeniyetiyle sürekli bir yüzleşme durumu mevcut olduğu yönünde tüm çağdaş İspanya tarihi boyunca mevcut olan bir inanışa yol açmıştır. Bu olumsuz algı Akdeniz’de Osmanlı İmparatorluğu’na karşı yapılan savaşlar, 1609’da Moriskosların ülke dışına sürülmesi, İspanya-Fas Savaşı, Fas’ın sömürgeleştirilmesi vb. olayların içinden geçerek yıllar bo- yunca yaşam bulmuştur.

Bu çok önemli bir konudur, çünkü bu, İspanyol nüfusunu, yabancı ve aşağı olarak görülen Arap kültürünün reddi ile bugün anıtlarımızda ve diğer kültürel ve arkeolojik kalıntılarda hala görülebilen şanlı geçmişimize du- yulan hayranlık arasında gidip gelen tarihsel ve kültürel kimliği karmaşık bir biçimde anlamasına yol açmıştır. İslamcılara karşı oluşturduğumuz bloku kıran tek şey göç olmuştur.

Fakat bu durum 9/11 saldırılarından sonra olumsuz bir hal almıştır. Buna bir örnek: Arap dünyası ile ilgili kon- feransların artması İslamiyet’e karşı saldırıların artmasıyla ya da bu dinin olumsuz imajının yaygınlaşması ile el ele gitmiştir. Bunun bir sonucu olarak, İspanya’da gördüğümüz İslamiyet klişesi baskı ve zorbalıkla eşanlamlı hale getirilmiştir.

Bu, teröristlerle ve fanatik köktencilerle ve burka giyen kadınların uğradıkları baskıyla bağlantılıdır. Ne yazık ki bu medeniyetin bizim için ifade ettiği önemi, örneğin Orta Çağ dönemlerine ait kültürün, felsefenin ve sa- natların geri kazanılmasının ve Rönesans’ın önemini görmemize izin vermiyorlar. Bununla ilgili olarak, Doktor Sayyid’in daha önce söylediklerini aynen aktarmak istiyorum. Gençlerden herhangi biri, “Peki ya Avrupa?” diye sorduğunda bunun ayırdına varmamız lazım. Avrupa, Avrupa olmaktan gurur duymaktadır. Fransızlar, Fransız olmaktan gurur duymaktadır. Biliyorsunuz, onlar Avrupa’daki en gururlu millettir.

Bu arada bu gurur duyma meselesi hakkında, Avrupa Konseyinde ‘İslam Medeniyetinin Avrupa Kültürüne Katkısı’ adında bir konferans vermiştik. İslam medeniyetinin Avrupa’ya katkısını anlamaksızın Avrupa’yı anla-

2. OTURUM AVRUPA’DA İSLAMOFOBİ - VAKA ÇALIŞMALARI / GÜNEY AVRUPA 105 yamazsınız. Ve dolayısıyla, El-Endülüs’le ilgili olarak bir şeyin altını çizmek zorundayız. El-Endülüs üzerinde yoğunlaşılmıştır, çünkü Avrupa’dan herkes oraya araştırma yapmaya gelmiştir. Yani bu “Biz Avrupalıyız. Ben Avrupalıyım. Bizler daha üstünüz” fikri tamamen yanlıştır. Ve bizler de bu meseleyi Avrupa Konseyinde Institut du Monde Arabe, Arkoon ve bunun gibi kurumlarla birlikte tartıştık. Tipik olarak Avrupalı olduğunu düşün- düğümüz fakat aslında İslam medeniyetine ait tipik unsurlar olan çok şey vardır. Yani bu doğru değildir. Bu bir mittir. Ve bunu çok açık bir biçimde ve ilmi çalışmalarla durdurmak zorundayız.

Bu vakfımız bünyesinde yapmak için uğraş verdiğimiz bir şey. Yani hakkında konuştuğumuz şey benimseme- miz gereken kültürel bir yaklaşımdır ve Dr. Sayyid’e ve diğer profesörlere katılıyorum. Moderatörüme İslamo- fobi ile ilgili olarak sordum, -- o benden daha bilgilidir: “Şerif, sence neler oluyor? Bununla nasıl mücadele ede- biliriz?” dedim. O da: “Encarna, lütfen. İslamofobinin yaygınlaştırılmasında çokça para, çokça çıkar söz konusu olduğunu göz önünde bulundur. Bu korkuyla, fakir insanların işlerini kaybetmeleriyle ilgili bir şey değil. Hayır, bu böyle değil. Bu çok ince; bu çok iyi düşünülmüş: bir güç elde etme stratejisidir.” dedi.

Ve bu her zaman aynıdır. İspanya’da, biz bundan zarar görmekteyiz. Geçmişte de bundan zarar gördük. Bu, güç için nasıl savaşılacağı ve devletimizin ve İspanya’nın nasıl yaratılacağı ile ilgili olmuştur. Ve güç için veri- len bu savaşta binlerce insan öldürülmüştür. --, binlercesi de oradan oraya savrulmuştur. Ve bu durum sekiz asır sürmüştür. Biri bana daha önce şunu sormuştu: “Fakat siz İslam’ı benimsiyor musunuz?”. Hayır, hayır. Bir şeyin netliğe kavuşturulması zorunludur. Araplar İspanya’da geldiklerinde, sadece birkaç kişiydiler. Evet, yeni fikirleri olan birkaç kişi... Ve İspanya’da, bizler Hristiyan’dık; bir grup Hristiyan’dık.

Ve geldikleri zaman, nasıl davranacaklarına ilişkin kendi doğrularını ifade eden bir fikirle birlikte gelmişlerdi. Biz bunu kendimize çok benzer bulduk; bizimkinden çok farklı hiçbir şey yoktu. Böylece bizler bunu benim- sedik ve inancımızı değiştirdik, çünkü onlar bizden daha çok kültüre, güce vesaire sahiplerdi. Ve sekiz asır boyunca tek ve bütün bir ulus olduk. Dolayısıyla kanlarımızda taşıdığımız sekiz asırdan bahsediyoruz. Yani bu asırlardan sonra ürettiğimiz ne varsa İslam medeniyetidir ve İslami inançlardır. Birisi bu sabah ne yapmaları gerektiği hakkında soru sormuştu.

MODERATÖR

Afedersiniz. Lütfen özetleyebilir misiniz?

ENCARNA GUTIÉRREZ

Evet, konuyu bir dakikada özetleyeceğim. Birileri bu sabah neler yapabilecekleri hakkında soru sordular. Bir- çok şey yapabilirsiniz. Bunlardan biri, profesörün dediği gibi: sivil haklarınız için mücadele edin. Bunu yap- mak zorundasınız, fakat bunu ne olduğunuzdan büyük bir gurur duyarak yapmak zorundasınız. Ben kendim İslam’a dönmüş biriyim. İçimdeki İslamofobiyle kişisel olarak savaştığım bir süreçten geçmek zorunda kaldım. Bu yüzden, lütfen İslam’a dönmüş kişilerle bir ittifak yapın. Çünkü onlar aslında bu Batı medeniyetinden gel- diklerini biliyorlar. Bizim nasıl çalıştığımızı biliyorlar. Ve profesörün dediği gibi, sadece İslamofobiyi kınamak için bir araya gelecek değiliz ki bunu Sayyid de söylemişti. İslamofobiyi destekleyenlerin arkasındaki güçlere karşı iyi bir stratejiyle nasıl mücadele edebileceğimiz konusunda bir araya gelmek zorundayız.

106 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ Alfredo Alietti Ferrara Üniversitesi, İtalya

MODERATÖR

Çok teşekkür ederim Sayın Gutiérrez. Şimdi İtalya’dan Sayın Alfredo Alietti ile devam edeceğiz. Kendisi 2015 yılının İtalya’sı hakkında konuşacak.

ALFREDO ALIETTI

Herkese teşekkürler. Akşam yemeğinden sonra konferansa başlamak o kadar kolay değil. Çok teşekkür ede- rim. İtalyan toplumu hakkında yapılmış ulusal bir kamuoyu araştırmasına ilişkin düşüncelerimi açıklamaya çalışacağım. Bu, 2010 ila 2011 yılları arasında yapılmış ulusal bir kamuoyu araştırmasıdır. Bu yakın bir tarih sayılmaz, ama sanırım bu araştırmada İtalya’daki ve aynı zamanda diğer Avrupa ülkelerindeki İslamofobinin farklı yönleri hakkındaki tartışmamız açısından oldukça geçerli bazı tespitler bulmak mümkündür.

Bu araştırma bir ankete dayanmaktadır. Ve bunda benimsenen İslamofobi ve Müslüman karşıtlığı ölçeği, İngiliz Müslümanlar ve İslamofobi Komisyonu tarafından geliştirilen maddelerin temelini teşkil etmiştir. Yani bunlar bu İslamofobi ve Müslüman karşıtlığı ölçeğinin unsurları konumundadır. Bu çok önemli bir husustur, çünkü böylece farklı sıklıkları görebilirsiniz. Ve bunlardan birincisi eğlenceli olsa da pek hoşgörülü değildir. Böylece iki farklı boyutu görebilirsiniz. İlk boyut, ilk madde bir cemaat olarak Müslümanlara yöneltilmiştir. Ve ikinci boyut da bir medeniyet olarak İslamiyet’e yöneltilmiştir.

Farklı sıklıklara dikkat etmek önemlidir. İlk madde neredeyse tümüyle olumsuzdur; Müslüman cemaate, Müs- lüman nesline karşı olumsuzdur. Ve ikinci boyut ise çok açık değildir. Bu maddeler arasında bir çelişki mev- cuttur. Bu “İslam, Hristiyan medeniyeti için bir tehdittir” fikri artık İtalyan kamuoyunda yaygın durumdadır.

Ve bir diğer önemli madde de Müslümanlar için bir ibadet yeri inşa etme hakkıdır. İtalyan halkının çoğunluğu bundan memnun değildir. Bunun için bir İslamofobi indisi yapılandırdık. Ve bu slaytta hoşgörü oranının ger- çek yüzdesinin çok küçük olmadığını görebilirsiniz. Bu önemli bir orandır.

2. OTURUM AVRUPA’DA İSLAMOFOBİ - VAKA ÇALIŞMALARI / GÜNEY AVRUPA 107 Fakat önyargıyla karışık olan ikinci olumsuz tutuma da dikkat etmek önemlidir. Bu kamuoyunun gri bölgesi- dir: “Evet, İslamiyet iyidir. Fakat Müslümanlar pek hoşgörülü değiller. Müslümanlar bir tür kapalı bir toplum. Fakat İslamiyet çok da kötü değil.” Bu gerçekten de İtalyan toplumunda halkın benimsemiş olduğu söylemdeki gri bölgedir. Fakat sanırım bu diğer Avrupa toplumlarında da aynıdır. Bu tablo son derece önemlidir, çünkü bu sayede İslamiyet yanlısı ve İslamiyet karşıtı medeniyetler içindeki Müslüman cemaate karşı hoşgörüsüzlüğün çapraz bir indisine sahip olabilmekteyiz. Hoşgörüsüzlük oranı yükselmiştir.

Burada başka bir büyük soru görebilirsiniz. Hoşgörü oranının düşük olması bizim için çok önemlidir. Bizim için çok önemli olan iki tabloya daha sahibiz. Bunlar politik konumlarla ilgilidir. Merkez sol ya da sol kanattan bahsettiğimde, bunun iyi ve açık fikirli bir ideoloji olduğunu biliriz. Fakat İtalya’da sol kanatla ilgili kamuoyu İslamiyet’e karşı o kadar da açık fikirli değildir.

Bu da bir diğer büyük sorundur, çünkü bunun gibi düşünenler doğal olarak aşırı sağ ya da sağ kanat partiler- deki insanlar değildir. Bu yaygın bir olumsuz düşüncedir, İslam topluluklarına karşı olumsuz bir tutumdur. Hızlıca geçiyorum, çünkü çok sayıda slaytım var. Sanırım bu biraz uzun bir sunum, fakat sadece birkaç slatyım kaldı. ÜzüImeyin.

Bu yüzden, İslamofobinin ya da Müslüman karşıtı ırkçılığın iki farklı yapısal özelliğini ayırt etmemiz müm- kündür. Birincisi dahili bir düşman modeline yöneliktir. Daha önce, Müslüman neslinden söz etmiştim. Onlar gerçektir. Şu an Müslüman cemaate yakınlık daha fazladır. Benim komşum İslamcıdır; kendisi Müslümandır.

İkincisi ise İslam medeniyetinin saldırılar, savaş ve işgal yapan ve Avrupalı Batı toplumundaki tüm parano- yaya neden olan harici bir tehdit olduğu yolundaki daha genel bir görüşe yöneliktir. Ve bu sadece bir saniye alacaktır, çünkü bu faktör analizinde çok basit bir tekniktir. Bu, fenomenin Latin boyutunu bulmaya yarayan bir tekniktir. Bu İslam karşıtı bir ölçek üzerindedir. Bu noktada bunu, yani Müslüman cemaate yöneltilmiş bir- leştirici tutum ve diğer birleştirici tutum ile bir medeniyet olarak İslamiyet’e karşı yöneltilmiş olumsuz tutum arasındaki farkı çok açık bir biçimde görebilirsiniz;

Dolayısıyla, bunun normal olduğunu düşünüyorum. Dün sabah, Müslüman cemaate karşı olan tüm klişeler ve önyargılar hakkında konuşuyorduk. Ve İtalya’nın durumu Avrupa genelindeki normal İslamofobik tutumdan pek de farklı değil. Fakat sanırım, sadece ufak bir farklılık var. İslamiyet göçmenlere sahip olduğundan bu ne- denle örneğin bir refah devleti için olası rakiplerden ve yeterli kaynaklardan yoksundur. Bu durum önemlidir çünkü bu sadece kültürel ya da dini bir tehdit değildir. Bu aynı zamanda ekonomi veya sosyal konumlar için de bir tehdittir. Bu İtalya’nın susturulmuş kamuoyudur ve Müslümanlara karşı olan susturulmuş duygudur.

Dolayısıyla bir medeniyet olarak İslamofobi ile ilgili çatışmanın ikinci boyutu, Amerika’da çok önemli bir alim olan Theo Goldberg’in aktaracağım kendi sözlerinde de anlamını bulduğu üzere önemli bir olgudur: “İslamiyet, basında Avrupalının imgeleminde bir dizi eksikliği temsil edecek biçimde ele alınmaktadır: özgürlük eksikliği, bilimsel araştırma temayülü eksikliğinin; uygarlık ve terbiye eksikliğinin; sevgi, yaşam eksikliğinin; insana verilen değer eksikliğinin; kadınlara ve geylere eşit seviyede saygı eksikliğinin”. Onda eksik olan insanlardır. Müslüman cemaatte eksik olan şey insanlardır. Bu, bir medeniyet olarak İslamiyet’e karşı olan temel ilkedir.

Ünlü yazar Oriana Fallaci’yi biliyor musunuz? Ayrıca Giovanni Sartori de önde gelen İtalyan aydınları arasında gerçekten de önemli bir örnek olarak yer almaktadır. Ve kendisi Columbia Üniversitesi’nde fahri profesördür. Önemli biridir, fakat ben bile Müslüman göçmenlerin köktenci olduğunu iddia etmek gibi bir yanlış yapıyo- rum. Bu son derece güçlü bir sentezdir. Ve bir diğer önemli kişi ise İtalya’da ünlü bir politikacı olan Marcello Pera’dır. “Batı için Manifesto: Medeniyetin Gücü” eserinin içinde bazı absürt ifadeler okuyabilirsiniz. Bilmiyo- rum. Dünyanın farklı bir görüntüsü içinde, bir dinle kültürel özellikler arasında bir savaşım vardır.

108 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ Ve sanırım bu slaytların son sayfasında bir diğer soru mevcut. Özel ve temel bir durum olarak İslamofobinin bugün bulunduğu noktaya daha çok temas edecek biçimde ırkçılığın akışkanlığı hakkında konuşabiliriz. Irkçı- lığın akışkanlığı hakkında konuştuğum zaman aslında İslamofobiden, Yahudi düşmanlığından, Siyahi düşman- lığından ve ‘Roma karşıtı’(!) hareketlerden söz etmekteyim. Şu an İtalya’da Roma karşıtı hareket (Romafobi) çok hızlı bir tırmanış içindedir.

Dolayısıyla artık bunun sadece İtalya’yla değil aynı zamanda diğer Avrupa ülkeleriyle de ilgili olduğunu an- lamak önemlidir. Tüm toplumun her tarafa nüfuz eden ya da ırkçı bir tutumları olduğunu tespit edebiliriz. Araştırmamızın diğer şemalarında bir diğer sorumuz var. Bu İslam düşmanlığının ve Yahudi düşmanlığının üst üste binmesidir. Sabahleyin bu üst üste binme durumunu tartıştık. Dolayısıyla Yahudi düşmanı ve Müslüman düşmanı tutumların karşılaştırılması ile ilgili önemli sorularımız var. Bu sorular sadece bu iki tutumun değil, aynı zamanda çok kültürlü toplumumuzu içine alan yaygın bir biçimde ırksallaştırılmış dinamiklerin iç yüzü- nü anlayabilmemiz için de mükemmel içgörüler vaat edebilecektir.

Ve son olarak, sonuncu slayta geldik. Bu slayt otoritercilik, etnik merkezcilik ve bölücü bir gelecek arasındaki bir yol analizini konu almaktadır. Böylece Müslümanlara karşı hoşgörüsüzlükle Yahudilere karşı hoşgörüsüz- lüğün aynı modele ait olduğunu görebilmekteyiz. Bu otoritercilik ve etnik merkezcilik Müslümanlara karşı hoşgörüsüzlük üzerindeki güçlü etkilerdir.

Fakat gelecekteki düşmanın dikkatini dağıtmak gibi bir etkiye sahibiz. Kriz, son zamanlarda yükselen ekono- mik kriz azınlıklara ve Müslüman cemaate karşı hoşgörüsüzlüğün yükselmesi için gerçek bir itmedir. Günü- müzde Avrupa’daki İslamofobinin yeni bir sosyal bağ olduğunu düşünüyorum. Bunun gerçekten de büyük bir sorun olduğunu düşünüyorum. Bu sosyal dayanışma artık düşman tarafından yapılandırılmaktadır. Dolayısıyla bu gerçekten önemlidir.

Ve son olarak, İtalya bağlamında İslami teşkilatlanmanın, ciddi bir sivil İslam toplumunun kısımlara ayrıldığını görmekteyiz. Ve dolayısıyla İslamofobiye karşı ortak bir platform oluşturmak zordur. İngilizcem için özür dile- rim, bazen kendimi pek iyi ifade edemedim. Dikkatiniz için teşekkür ederim.

2. OTURUM AVRUPA’DA İSLAMOFOBİ - VAKA ÇALIŞMALARI / GÜNEY AVRUPA 109 Dr. Aleksandros Sakellariou Panteion Üniversitesi, Yunanistan

MODERATÖR

Çok teşekkür ederim Sayın Alietti. Şimdi Yunanistan’a doğru gidiyoruz. Doktor Aleksandros Sakellariou önem- li bir Müslüman azınlığa sahip olduğumuz ve geçen seneki mülteci sorununun merkezi olan Yunanistan hak- kında konuşacak. Söz sizindir!

ALEKSANDROS SAKELLARIOU

Herkese tünaydın! Her şeyden önce, bu etkinliğin organizatörlerine ve son derece ilginç bir girişim olan Av- rupa’daki İslamofobi hakkındaki raporları hazırlayanlara öncelikle böyle bir projede çalışma fırsatı sundukları için ve ayrıca çalışmamın bir bölümünü burada sunmak için beni davet ettikleri için teşekkür ederek başlama- ma izin verin. Raporumun temel bulgularına odaklanmaya çalışacağım. Ele aldığımız konu Yunanistan’da yeni bir fenomen olmadığı için tüm konuları derinlemesine tartışmak kolay değildir.

Böylece bazı sorular ortaya atarak başlayacağım: ‘İslamofobi yeni mi yoksa eski bir şey mi?’ Burada tarihin ro- lünün öncelikle Yunanistan’daki İslam’ın ve Müslümanların ve aynı zamanda da İslamofobinin yerini anlamak açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum. Osmanlı geçmişinden dolayı, Yunanistan’ın bazı bölgelerinde dört yüzyıl ya da daha fazla bir süre etkili olmuş Osmanlı İmparatorluğu’ndan dolayı, birçok Yunanlının İs- lamiyet hakkında düşüncesi ve izlenimi onun özellikle de son mülteci krizi sırasında Yunanistan’ı yeniden fethetmek isteyen bir düşman olduğu yönündedir.

Diğer yandan, bu noktada Yunan toplumunda var olan belki de bir tür ‘Türkofobi’den söz edebiliriz. Ve bu- radaki soru, bu iki terim arasında ayrım yapmamız gerekip gerekmediğidir. Çünkü işin ilginç tarafı şudur ki Türkiye’ye karşı olumsuz hisler, düşünceler ve klişeleşmiş önyargılar taşıyabilecek sıradan insanların mevcut olması muhtemel olsa da birçok Yunanlı, Müslümanlara karşı oldukça olumlu ve açık olabilmektedir. Örneğin; birçok Yunanlı Atina’da bir cami yapılmasını ya da Filistinlilerin bir devlete sahip olmak için savaş vermesini desteklemektedir.

110 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ Bir diğer soru da şu olabilir: ‘İslamofobi yükselişte midir?’ Karşılaştırma yapabilecek verilere sahip değiliz. Yakın bir zaman önce Yunanlıların İslamiyet ve Müslümanlar hakkındaki görüşleri hakkında birkaç kamuoyu araştırması yaptık. Karşılaştırma yapmak kolay değil. Bununla birlikte 9/11’den bu yana, Yunanistan kamuoyu İslamiyet ve Müslümanlar ve elbette İslamofobi ile ilgili meseleleri tartışmaya başladı. Halka açık tartışmaları inceleme ve bunlarda neler olup bittiğini görme fırsatına sahip biri için durum oldukça açıktır. Sorunlardan biri de İslamofobiyi ve İslamofobik saldırıları nasıl tanımladığımızdır. Elbette söylem düzeyinde, kimin neyi ifade etmekte olduğunu çok kolay bir biçimde tespit edebilmekteyiz. Ama örneğin ırkçı saldırılara gelince, Yuna- nistan’da sahip olduğumuz ağlar İslamofobi üzerinde uzmanlaşmış olmadığı için bu kolay değildir. Ve elbette Müslümanların ibadethanelerine karşı yapılan kundaklama saldırıları hariç olmak üzere tüm ırkçı saldırılar göçmenlerin ve mültecilerin üzerine atılmaktadır.

Bir diğer sorun da birçoklarının çok yapmayı çok sevdikleri ve dile getirdikleri gibi İslamofobinin Yunan toplumu içinde baskın olduğu genellemesini yapamayacak olmamızdır. Elbette söylem olarak bu tür fikirleri üreten bazı özel ajanlarımız vardır. Ve elbette, diğer durumlarda yapmakta olduğumuz gibi, İslam’ı eleştirmeyi İslamofobiyi eleştirmekten ayırt etmemiz gereklidir.

Şimdi de benim görüşüme göre raporda öne çıkan en önemli hususlardan birine ilişkin nedenlerden, ana te- malardan, unsurlardan ve yüzleşmelerden bazılarını mercek altına alacağım. Sanırım bilgi eksikliği tek ve en önemli parametre olmasa da konuya ilişkin parametrelerden biridir. Ne var ki bir ön izleme çalışmasına göre, Yunanlılar İslamiyet’in ne olduğunu bilmemektedirler. Örneğin %77’si İslamiyet’in ne olduğunu, Müslümanla- rın ne yaptıklarını, neye inandıklarını tam olarak bilmediklerini söylemiştir.

%80’inden fazlası Kuran’dan ya da İslamiyet hakkındaki kitaplardan hiçbir şey okumadıklarını söylemiştir. Daha önce de söylediğim gibi, tarih ve geçmiş bu konuyu anlamak için çok önemlidir. Osmanlı İmparatorluğu gerçeğini görmezden gelmemeliyiz, çünkü insanlar bundan etkilenmişlerdir ve onlardan aldıkları fikirleri yeni- den üretmişlerdir. Tabii ki son yıllardaki göçmen ve mülteci akınları da bir diğer önemli parametredir. Bu sa- dece Suriye’deki savaşla birlikte son iki ya da üç yıldan beri olan bir şey değildir; tersine zaten 2000’li yıllardan başlayarak çok sayıda Müslüman kökenli göçmen Pakistan ve Afganistan ile diğer bölgelerden Yunanistan’a gelmişlerdir. Yani onlar zaten Yunan toplumu içindeydiler.

Ve elbette DAEŞ’in yükselişine kadarki uluslararası gelişmeler, El-Kaide’nin terör saldırıları da Yunanistan’daki İslamofobiyi inceleyebilmek ve bunun nasıl yeniden üretildiğini anlayabilmek için önemlidir. Şu halde en azın- dan son yıla ait dört temel konudan bazıları artık çok eskidir; örneğin, Atina caminin inşaatı, ki bizim bildiği- miz kadarıyla resmi olarak işlev gösteren bir camiye sahip olmayan tek Avrupa başkenti Atina’dır.

Bu husus başlı başına bir tartışma konusu olmuştur ve gerek siyasi çevrelerde veya medyada gerekse de di- ğer halk grupları içinde bu konu üzerinde birçok tartışma dönmüştür. Ayrıca Atina’da Müslümanlara ait bir mezarlığın olmaması nedeniyle de bu sorun Atina’da Müslümanlar için mezarlık kurulması ile ilgili olarak da gündeme gelmiştir. İnsanlar öldüklerinde ekseriyetle yerli Müslüman cemaatin yaşadığı Trakya’daki Ku- zey Yunanistan’a gönderilmektedirler. Menşei ülkelerine kadar tüm yolu kat etmek zorunda kalmaktadırlar. Elbette mülteci krizi de geçen sene tartışılan en önemli sorunlardan biri olmuştur. Aralık 2015’ten bu yana, 800.000’den fazla kişi Yunanistan’a giriş yapmış ve sonra da diğer güzergahlara yönelmişlerdir. Ve elbette yeni bir sorun da Selanik’teki üniversiteye bir İslami Araştırmalar Bölümü açılmasıdır ki bu mesele de gerek halk gruplarından gerekse de Yunan Ortodoks Kilisesi’nden devasa tepkiler gelmesine neden olmuştur.

Şu halde bu söylemleri üreten ana aracılar, tüm politik sistem değil ama elbette ki temel olarak aşırı sağcı siyasi partilerdir. Esasında Nazi ideolojisini benimseyen ve 2012’de parlamentoya giren aşırılıkçı Altın Şafak partisini hepinizin bildiğinden emin değilim. Bu parti bu alandaki temel siyasi aktördür, ama yine de diğer aşırıcı çev-

2. OTURUM AVRUPA’DA İSLAMOFOBİ - VAKA ÇALIŞMALARI / GÜNEY AVRUPA 111 reler de söylemlerde bu tür fikirler üretmektedirler. Ve elbette Altın Şafak ve aşırılık yanlısı çevreler Atina’nın çeşitli bölgelerinde göçmenlere ve Müslümanların ibadethanelerine karşı saldırılar yapmışlardır.

Medya da, özellikle Paris ya da Brüksel’deki terör saldırıları gibi uluslararası gelişmelerin ardından bazen İs- lamofobik söylemler üretmektedir. Elbette internet ve sosyal medya sadece aşırılıkçı çevrelerde değil aynı za- manda bloglar ve diğer türden iletişim siteleri de bu fikirlerin ve klişelerin çok kolay bulunabileceği alanlardır. Ve elbette Yunanistan Ortodoks Kilisesi de bu tür görüş ve fikirlerin üretildiği kurumlardan biri konumunda- dır. Burada da dikkatli olmak zorundayız. Ortodoks Kilisesi’nin tamamı İslam’a ve Müslümanlara karşı değildir. Çünkü Ortodoks Kilisesi’nin dinamik bazı başkentli mensupları kuşkusuz göçmenlere yardım etmektedir. On- lara arada bir yiyecek ve barınacak yer vermektedirler. Fakat yine de İslamiyet hakkında son derece saldırgan bir söyleme sahipler, öyle ki İslam’ın şiddetten başka bir şey olmadığını, Muhammed’in sahte peygamber oldu- ğunu ve İslam’ın gerçek bir din olmadığını vesaire iddia ediyorlar.

Ve bunun altında yatan sorun şu olabilir ki Ortodoks Kilisesi’nin Kutsal Sinod’u bu tür görüşleri ve düşünceleri ciddi bir biçimde reddetmemektedir. Şunu söylüyorlar: “Bizler burada Kilise bünyesinde demokratik insanlarız ve herkesin sahip olabileceği tüm görüşleri kabul etmekteyiz”. Bu durumda ne yapılabilir? Bence her şeyden önce Yunanistan’da söylem düzeyinde var olan daha fazla İslamofobik olayı ve saldırıyı belgelendirmemiz gere- kir. Resmi verilere sahip olmadığımız için örneğin bir atölye eğitimi gibi İslamofobi alanında uzmanlaşmış bir gözlemevine ya da bundan daha fazlasına ihtiyacımız var.

Eğitim ayrıca ve özellikle din derslerinde de önemlidir, çünkü Ortodoks dini temel olarak din dersinin yapıldığı sınıflarda öğretilmektedir. Çocukların İslamiyet’i öğrendikleri ve Müslümanları tanıdıkları lise ders kitapların- daki konular sayıca çok azdır. Ve bazen öğretim görevlisine de bağlı kalınmamaktadır. Ayrıca öğrencilere yöne- lik dini ortam bağlamında, sadece okullardaki öğrencilerin değil aynı zamanda üniversitelerin sosyal bilimler ya da en azından beşeri bilimler bölümlerindeki öğrencilerin de önemli olduğunu düşünüyorum. Ve bunu burada ille de dini diyalog anlamında söylemiyorum. Demek istediğim şudur ki bu Müslüman cemaatlerine ait insanların neye inandıklarını, neyi nasıl yaptıklarını, kutsal yazınlarını ve buna benzer konuları onlarla tartış- mak; yakınlaşmak ve İslamiyet’in tam olarak ne olduğunu öğrenmek için bir davettir.

Sivil toplum girişimleri devletlerin alabilecekleri her türlü girişimden farklıdır; yani bunlar STK’lardan, insan haklarını savunan ya da Müslüman kökenli insanlara yardım etmek isteyen halk gruplarından ayrıdır. Ve bu noktada bunlar - geçen sene yapmış oldukları gibi - Müslümanları Yunanistan’daki İslamiyet’in yeri ile ilgili olarak oynadıkları rolle ve aynı zamanda da İslamofobiyle ilgili konularda tartışmaya davet ederek tartışmalar, seminerler, sunumlar düzenleyebilirler.

Kapanışa geçmeden önce size seçmiş olduğum üç resim göstereceğim. Sol üst köşede, Atina’da cami yapılma- sına karşı gösterilerden sonra aşırılıkçı parti Altın Şafak’ın resmi yayın organını görebilirsiniz. Şöyle yazıyor: “Yunanistan’da Cami mi? Ne Atina’da ne de başka yerde asla!” Bunun ardından, Atina’da cami yapılmasına karşı gösteriye çağrı yapıldığı internet sayfasından bir resim görebilirsiniz. Burada gerçek resimle oynayıp, tüm bu Müslümanlarla birlikte sonunda bir Müslüman ülke olup çıkacağımızı ima etmek için Atina’nın en büyük tepelerinden birinin üzerine dev bir cami koymuşlar. Ve aşağıda sanırım geçen yıl mart ya da nisan ayında gerçekleşen Kuzey Trakya’daki Komotini’de bir camiye yapılan kundaklama saldırısından bir fotoğraf görebi- lirsiniz. Çok teşekkür ederim.

112 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ 2. OTURUM AVRUPA’DA İSLAMOFOBİ - VAKA ÇALIŞMALARI / GÜNEY AVRUPA 113 114 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ SORULAR VE CEVAPLAR

2. OTURUM AVRUPA’DA İSLAMOFOBİ - VAKA ÇALIŞMALARI / GÜNEY AVRUPA 115 MODERATÖR

Şimdi de soru-cevap bölümüne geliyoruz. Bu oturumu iki kısımda gerçekleştireceğim. Ve ben üç ya da dört soru aldıktan sonra konuşmacılarımız bunlara yanıt verecekler. Sonra da ikinci bölüme geçeceğiz. Öyleyse sorularınızı sormanız için sözü size veriyorum. Sorusu olan yok mu? Her şey açık mı? Evet?

KATILIMCI

Bismillah... Öncelikle, bu çok mükemmel sunumlar için paneldeki herkese teşekkür ederim. Bunlar buradaki tüm diğer sunumlar gibi son derece faydalı oldu. Bu soruyu temel olarak Olivier’e sormak istiyorum, ama sanı- rım aslında tüm katılımcıları ilgilendiren bir şey. Ben kendim bir STK’dan geliyorum.

Ve eğer mensubu olduğum kuruluşun web sayfasına bakarsanız, muhtemelen tam da sizin çalışmanızla ilgili olarak değineceğim şeyi bulacaksınız. Sorum sizin ‘cihatçılıkla’ ilgili olarak - aslında ben ‘terörizm’ kelimesini kullanmayı tercih ediyorum - birkaç kez bahsettiğiniz tavsiyelerle ve bazı yerlerle ilgili; örnek olarak; hapis- hanelerde çok sayıda kişinin radikalleşmekte olmasından dolayı hapishane imamlarına devlet tarafından para ödenmesine duyulan ihtiyaç. Tam hatırlamıyorum, ama çok sayıda cihatçının geldiği yerler olarak ‘banliyöler’ hakkındaki konuşmanızda diğer bazı argümanlar vardı. Ben ‘cihatçı’ yerine ‘terörist’ gibi bir kelime kullan- mayı tercih ederim, ama bu belki de ayrı bir tartışma olur. Daha önce de söylemiş olduğum gibi anlaşılabilir nedenlerden ötürü bir STK’dan geliyorum. Ve çoğu zaman sadece İslamofobi sorununu duyurmak için onu gü- venlikle ilişkilendirmekteyiz. Çünkü politika yapıcılarla konuşma yapmanın yolu budur. Yoksa radikalleşme, aşırıcılık ve şiddet fikirlerini İslamofobiye bir son vermeyi savunmak meselesinden ayrı düşünmenin daha iyi olduğunu mu düşünüyorsunuz? Zira son tahlilde İslamofobi yanlıştır. Ve onun bazı insanların şiddet eylemleri işlemeleri için bir yakıt olup olmadığına bakmaksızın onu durdurmamız gerekir, çünkü İslamofobi yanlıştır.

MODERATÖR

Tamam, Başka soru var mı? Arka sırada birisi var. Evet, oradaki.

KATILIMCI

Merhaba, benim adım Bülent. Londra’danım. Ben Yunanistan bağlamında İslamofobiyle nasıl mücadele edil- mesi gerektiği hakkında bir soru sormak istiyorum. Yapmış olduğunuz konuşma son derece olumluydu. Kıb- rıs’taki politik durum hakkında ve bunun Yunanistan’daki İslamofobiye karşı verilen mücadelenin nasıl bir etkiye sahip olabileceği ve bunun Yunanistan’ın ilerleyişini nasıl etkileyeceği konusunda yorum yapmak isteyip istemeyeceğinizi sormak isterdim.

MODERATÖR

Tamam, teşekkür ederim. Başka soru var mı? Evet, orada bir hanımefendi var.

KATILIMCI

Merhaba, ben sorumu aynı zamanda, Fransız Müslüman konseyi gibi şeylerin çok iyi karşılanmadığı Sar- kozy’nin arka plandaki konumu ve onun ‘Fransa’nın İslam’ı’na karşı Fransa’daki hapishane imamları gibi şey- lerin uygulamaya geçirilmesine yönelik tavsiyelerinizle ilgili olarak Olivier’e de sormak istiyorum. Bu tür bir programın başarısız olacağını nasıl düşünürsünüz? Ve bunun dikkate değer bir girişim olduğunu düşünüyor musunuz? Ve Müslümanlar bunu gerçekten nasıl karşılayacaklar? Teşekkür ederim.

116 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ MODERATÖR

Tamam. Bir soru daha alacağız ve sorular için başka bir oturum yapacağız. Arka sıradan bir soru var.

KATILIMCI

Merhaba, benim adım Hacip, Belçika’daki ‘İslamofobi Karşıtı Kolektif’ten geliyorum. Sunumlarınızın her ül- kenin İslam kültürlerinden bir şeyler aldığına dair kanıtlar içerdiğinin altını çizmek isterim. Müslümanların ülkelerinize yaptıkları bu katkıları nasıl ön plana çıkarabiliriz? Teşekkür ederim.

MODERATÖR

Çok teşekkür ederim. Belki Olivier ile başlayabiliriz, çünkü başka soruları da var. Sonra da diğer konuşmacı- larla devam edebiliriz.

OLIVIER ESTEVES

Çok kısaca; hapishane imamları ile ilgili olarak yöneltilen ilk soruyu tam olarak anlayabilmiş değilim. Şimdi her şeyden önce, sanırım muhtemelen diğer Avrupa ülkeleri tarafından da paylaşılan bir zorluk var. İmamları fiilen işe almakta bir zorluk söz konusudur. Yani, demek istediğim mesele sadece hapishanelerdeki imamların sayısının yetersiz olması değil. Fransa’da, sorun sadece Fransız Devleti içinde imamları fiilen işe alma iradesiyle ile değil aynı zamanda Müslüman gruplar arasında, deyim yerindeyse, imamlar türetmek yönündeki isteklilikle de ilgilidir.

Ve sanırım bunun muhtemelen diğer ülkelerde de yeniden üretilmekte olan bir durum olduğunu biliyorsunuz. Bu sorunun İngiltere’de son derece benzer nitelikte olduğunu biliyorum. Unutmamamız gerekir ki, geçtiği- miz on yıl içinde imamların sayısında, imam oranında esaslı bir artış yaşandı. Her ne kadar Fransa ile ilgili istatistiklere sahip olmadığımız için elimizde bunlar hakkında herhangi bir veri olmasa da imamların sayısını Müslüman oldukları varsayılan tutukluların sayısıyla karşılaştırırsanız, son on yıl içinde müthiş boyutlarda bir ilerleme olmuştur. Yine de, sözünü ettiğim bu ilerlemeye rağmen yaklaşık on yıl önce çok çok kötü olan bir durumdan bugün gelinen durum da çok iyi sayılmaz.

İslamofobinin üst üste binen tanımlamalarının bir eleştirisi gibi görünebilen daha genel bir husus olarak, bu durum hayır kurumları, STK’lar, bazı siyasi partiler vb. tarafından itiraz edilmesi gereken bir şeydir. Ve diğer yandan, teminat altında alma sorunu ve bununla ilgili olarak açıkça yapmış olduğum atıflar, çok fazla şeyi teminat altına almaya kalktığınızda, bunun aslında akabinde daha çok İslamofobiye yol açacak biçimde radi- kalleşmeye neden olacak olması anlamında bu kısır döngüyle ilgili bir şeydir. Bu kısır döngü birçok durumda oldukça trajiktir. Aslında tek söylemek istediğim budur.

Ve hapishane imamlarıyla bağlantılı olan ikinci soruyla ilgili olarak, bence bu ortaya konulması gereken daha genel bir sorudur. Ve bu benim raporda, halk katındaki Müslüman aktörlerin bir kısmıyla röportaj yaparak irdelemeye çalıştığım bir konudur. Bu sorun, Fransız hükümetinin sürekli olarak sekülarizmin özel bir biçim- de algılanmasında ne kadar ısrarcı olduğu ve bunun Müslümanlar arasında ne kadar büyük bir tahrik unsuru olduğuyla ilgilidir.

Ve aynı zamanda devlet verilen vaazlar üzerinde dayatma yapmaya, örneğin bunlara uzaktan kumanda etmeye, vaazların barış yanlısı olmasını ve köktenci içerik taşımamasını temin etmeye çalışarak bir tür gergin politika ipi üzerinde yürümektedir.

2. OTURUM AVRUPA’DA İSLAMOFOBİ - VAKA ÇALIŞMALARI / GÜNEY AVRUPA 117 Bunu bir şekilde anlayabiliriz, ama bir başka açıdan bunun apaçık bir biçimde sekülarizm düşüncesine ve onun CFCM (Fransız Müslümanlık İnancı Konseyi) tarafından oluşturulduğu şekline aykırı olduğunu anlayabili- yoruz. Bunu anlayabileceğinizi sanıyorum. Bunun birçok Müslüman aktör tarafından tümüyle gülünç olarak tanımlandığına eminim. Aslında CFCM’den örneğin vaazları tevsik etmesi istendi. Ama kendileriyle konuşmuş olduğum insanların çoğu bana şöyle diyecek: “İyi ama, CFCM’nin başkanının, şu anki başkanının teolojiyle hiç ilgisi yok ki. Önceki başkanının da teolojiyle alakası yoktu.” Yani bu sadece sekülarizmin katı bir tanımına vurgu yapılarak eleştirilebileceği gibi aynı zamanda şu da bir gerçektir ki vaazları fiilen tasdik edecekleri düşü- nülen insanların birçoğu aslında Müslüman aktörler nezdinde sıfır itibara sahiptir.

Ve hakkında konuştuğum şey, birkaç yıl önce Sorbonne Üniversitesi’nde imamları eğitmek için kurulan bazı bağlantılardı, fakat, bildiğim kadarıyla bu asla gerçekleştirilmedi. John Bowen’in Fransızca’ya tercüme edilen bir kitabında oldukça ilginç sayfalar var. Sanırım adı “John Bowen: Laïcité à la Française” idi. İlginç bir kitap olduğunu düşünüyorum.

ALEKSANDROS SAKELLARIOU

Kıbrıs’taki durumun bir şekilde Yunanistan’daki İsIamofobi söylemlerini etkileyip etkilemediğini kastettiğiniz kanısındayım. Bu bir rol oynamaktadır, ama en önemli rolü değil. Temel olarak bu durum aşırıcı uç çevreler- de bir rol oynamaktadır. Bu fikri ve Türkiye ile İslam arasındaki bu tespiti yeniden üretmek için Türkiye’nin Kıbrıs’a ne yaptığına bakın. Yani, İslam ve Müslümanlar neredeyse aynıdır. Bunu kendi retoriklerine kullan- maktalar.

Ve elbette bazı durumlarda bunu meclis araştırmalarında bir paradigma olarak kullanmaktalar; örneğin, Yu- nanistan’daki Osmanlı camisi yeniden inşa ve restore edildiğinde, Yunan Devleti’nin niçin bunun için ödeme yaptığını sordular; ve aynı zamanda Kıbrıs’ta eski Ortodoks kiliseleri şu an istikrarlılar ya da terk edilmiş ve harabe halindeler.

Ve şimdi sanırım ülkelerimizde sahip olduğumuz kültürü nasıl yükseltebileceğimiz hakkında bir soru vardı, değil mi? Yunanistan’da bir parametrenin eğitim yoluyla olduğunu düşünüyorum. Geçmişimiz hakkında bilgi sahibi olmalı ve geçmişimizle ve tarihimizle aşina olmalıyız. Ve elbette bir diğer yol da, geçmiş yıllarda olduğu gibi, o zamana ait anıtları insanlar için görünür kılmak ve geçmiş hakkında daha çok şey öğrenmek ve geçmişi anlamak için bir fırsata sahip olmak için yeniden inşa ve restore etmektir.

ENCARNA GUTIÉRREZ

Evet, çok az zamanımız vardı. Bu yüzden çalışmamın tümünü kısaltmak zorunda kaldık. Ve şimdi konuşmak istiyorum çünkü sanırım kendimi yeterince ifade edememişim. İspanya’da boğa güreşi adı verilen ünlü bir etkinliğimiz var. Ve boğa güreşinde, boğanın önüne kırmızı bir bez parçası koyarsınız. Ve boğa da bu kırmızı bezin peşinden gelir.

Bununla ve konuşmacıların önceki oturumda söyledikleriyle ilgili bir sorumuz var. Onların bizden organiza- törler olarak peşinden gitmemizi istedikleri kırmızı bezin gerçekten de peşinden mi gidiyoruz? Ya da oyunun neyle ilgili olduğu, onların ne istediklerini görme kabiliyetine sahip miyiz? Çünkü belki de onların düşmemizi istedikleri şeyin içine düşüyoruz, yani sadece sivil haklar için talep davası açma programının içinde sıkışıp kalmak. Teşkilatlar olarak bir şeyler yapmak zorundayız. Fakat belki de savaş diğer seviyelerde veriliyor. Psiko- lojide çatışmaları çözüme bağlamak için, karşılaşmanın meydana geleceği yerde bir tür şerit olur. Bunu çözmek için, bazı numaralarımız ve bazı araçlarımız var. Ve bu bir yukarı bir aşağı gidip gelmek zorunda. Dolayısıyla kendimizi karşılaşmanın meydana geleceği yerdeki şeridin ötesinde konumlandırmamız gerek.

118 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ Ve İslami Kültür Vakfı olarak bu vakfı otuz yıl önce kurduğumuzda söylemek istediğimiz şey budur. Şimdi de şunu söylemek istiyoruz: Beyefendinin sorduğu şeyi geri almanın zamanıdır. Ne yapacağız? Tamam. Hak talebi davası açabiliriz ve sosyal haklar için hak talebinde bulunan bir kuruluş olabiliriz. Fakat insanları eğitmek için muazzam bir emek harcanması gereklidir. Çünkü çok bilgili olduğunuzu sanıyorsunuz. Hayır, çoğu kişi fazla bilgiye sahip değil. Örneğin; El-Endülüs konusu... Birçok ülkeyle birlikte çalışmaktayız. Tek yapmanız gereken onların Müslüman ülkelerine gitmek ve o zaman her yerde El-Endülüs sinemasını, El-Endülüs günlerini, Gra- nada’yı, Cordoba’yı ve benzerlerini bulacaksınız.

Öyle bir durumdayız ki El-Endülüs’ün neye benzediğini sadece birkaç kişi gerçekten biliyor. El-Kaide ve El-En- dülüs’ün haklarını savunduklarını iddia eden IŞİD/DAEŞ gibi bir örgütümüz var. El-Endülüs’ün nasıl bir şey olduğunu gerçekten de bilmiyorlar. Çünkü El-Endülüs onların desteklemekte oldukları şey değildi; kesinlikle böyle bir şey değildi. Şu an kendisine benzetilen şeyle alakası yoktu. Tersine, bir kültür, birlikte yaşama döne- miydi. Kadınların şiir vesaire yazabildikleri bir dönemdi. O başka bir şeydi. Fakat şimdi, bunu geri kazanmak adına tek bir özel çalışma yapmadığımız bir biçimde yaşıyoruz. Yan işler yapmak zorundayız.

Size din değiştirip İslamiyet’e geçtiğimi söylediğimde bunu sadece bir şey için söyledim. Bir İspanyol ya da Fransız vesaire olarak din değiştirdiğinizde ve Müslüman olduğunuzda; gerçeğe sahip olana doğru gitmek zorundasınız. Doğru bir vizyonunuz vardı ve şimdi ise başka bir dünya görüşünü, olaylara, kanunlara, davra- nışlara vesaire ilişkin başka bir görüşü benimsiyorsunuz. Bu sizin bir yüzleşmeden geçmek zorunda olduğunuz anlamına gelir.

Ve İslam ülkelerine ve Müslüman topluluklara gittiğimizde bulduğumuz şey bize şunu söyletti: “Aman Al- lah’ım, neler oluyor?” Geçen cuma, cuma namazı için bir camiye gittik. Çünkü cesur bir biçimde çalışmak zorundayız. Biz Müslümanlar, bunu yapmak için çok net ve çok cesur olmak zorundayız. Camiye gittik ve cuma namazını kıldıracak hocadan önce Kuran okunduğunu duyduk. Ve kadınlar gibi dışarda oturuyorduk. Ve hoca geldiği zaman, bizden başka bir odaya, fiziksel olarak içine sığmamızın mümkün olmadığı çok küçük bir odaya girmemizi istediler. Üst üste yığılmak zorunda kaldık. Ve oradakilere: “Niçin? Burada epeyce yer var. Niçin burada kalamıyoruz? diye sorduğumuzda “Hayır, gidin! Aksi halde dışarı çıkın” dediler. Bizimle konuyu konuşmaya bile tenezzül etmediler.

İşte olan biten budur. Ve verdiğimiz imaj budur. Yine bazı şeyler yapabiliriz. Öğrenin, bilgilenin, eğitim alın! Ama ayrıca İslam medeniyeti ve İslam ülkelerinin içinde de çalışma yapılmalıdır. Ve bakın size söylüyorum bu daha zordur. Bu daha zor olacaktır. Dolayısıyla bulunduğumuz konumlarda ve bu araştırmalarımızda çok iyi olabilmemiz için bunu çok iyi incelememiz gerek. Ve eleştirilmeye ve yapmakta olduklarımızın da başkaları tarafından eleştirilmesine hazır olun.

Bir şeyi unutmayın. Dini faktörlerin kültürel faktörler oldukları doğrudur. Fakat Avrupa’daki ve özellikle de İtalya’daki ırksallaştırılmış düzen hakkında düşünmek önemlidir. Müslüman halk iş pazarının alt seviyesinde ve aynı zamanda da sosyal hizmetlerde ve benzeri işlerde yer almaktadır. Dolayısıyla tüm kültürel sorunları ve tüm dini sorunları göz önünde bulundurmak zorundayız. Fakat sınıflarını durumunu ve maddi eşitsizlikleri de unutmayın. Bu gerçekten de diğer sembolik deneyimlerle bağlantılıdır. Çok teşekkür ederim.

MODERATÖR

Tamam. Çok teşekkür ederim. İlk oturum çok uzun sürdüğü için burada oturumu kapatmak istiyorum. Başka sorularınız varsa, bunları kahve molası sırasında konuşmacılara sorabilirsiniz. Ve bir kez daha çok teşekkür ederim. Konuşmacılara teşekkür ederim.

2. OTURUM AVRUPA’DA İSLAMOFOBİ - VAKA ÇALIŞMALARI / GÜNEY AVRUPA 119 120 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ 2. OTURUM / 2. KISIM Kamusal Alanda İslamofobi ile Mücadele

MODERATÖR

Muddassar Ahmed Unitas Communications Yönetim Ortağı, Birleşik Krallık

KONUŞMACILAR

Dr. Naif Al-Mutawa Klinik Psikolog, Kuveyt

Naz Shah Parlamento Üyesi, Birleşik Krallık

Nathan Lean Georgetown Üniversitesi, ABD

Mustafa Cherif Cezayir

Syed FurrukhZad Erfurt Üniversitesi, Almanya

Daanish Masood Birleşmiş Milletler, Cezayir

2. OTURUM / 2. KISIM KAMUSAL ALANDA İSLAMOFOBİ İLE MÜCADELE 121 Dr. Naif El-Mutawa Klinik Psikolog, Kuveyt

MODERATÖR

Rahat bir şekilde lafladıktan ve yeteri kadar kafein aldıktan sonra bu akşamın kalan son oturumu için artık tümüyle enerjinizi topladığınıza inanıyorum. Başlangıç için sizlere oldukça özel bir ikramımız var. Başkan Oba- ma’nın deyişiyle yaratıcı İslam dünyasında çok önemli bir sima olan ve kültüre ve sanat çok önemli bir katkıda bulunmuş olan Doktor Naif El-Mutava’nın Kuveyt’ten onca yolu gelip bizlere katılmasından dolayı çok büyük bir onur duymaktayız! Kendisi sadece bir psikolog değildir, sadece bir işadamı değildir, belki de en çok “99”un kurucusu olmakla ünlüdür. Kendisini bize bir konuşma yapması için sahneye davet etmek benim için büyük bir onurdur: Doktor Naif!

NAİF EL-MUTAWA

Cömert takdiminiz için çok teşekkür ederim ve iyi akşamlar dilerim. Ve galiba geçtiğimiz on yıl boyunca İs- lamofobiye karşı ne tür bir savaş vermiş olduğumdan söz etmek için buradayım, ama benim onu tanımlama yöntemim sizin onu tanımlama yönteminizden biraz daha farklı olacak. Sizin için İslamofobi şu ana dek di- ğerlerinin İslamiyet hakkındaki görüşleri ile ilgili olagelmiştir. Fakat sizin de az çok görecek olduğunuz gibi ben kendi çalışmamda İslamiyet’in kendi içerisinden farklı hiziplere, farklı anlayışlara dayalı olarak İslamiyet hakkındaki görüşüne de yer verdim. Ve eğer işin teknik kısmını halledebilirsem ben anlattıkça siz de neden söz etmekte olduğumu göreceksiniz.

Kendi hikâyemi, sizlere anlatacağım başka bir hikâyeye bağlayacağım. Ben bir öykücüyüm. Sizlere istatistik sunmak için burada değilim. Sizlere diğer insanların ne yaptıklarını anlatmak için burada değilim. Sizlere, insanların dışarıda neler yaptıkları ve çalışmalarını nasıl ileriye taşıdıkları hakkında bir fikir edinebilmeniz için geçen on beş yılda neler yaptığımı ve bununla ilgili olumlu ve olumsuz tepkileri anlatacağım.

Ben New York eyaletinde lisanslı bir psikoloğum. Stajımı ‘Siyasi Nedenlerle İşkence Görenlerden Sağ Kalanlar‘ programı kapsamında Bellevue Hastanesi’nde yaptım. Burada ülkelerindeki rejim güçleri tarafından türlü ne-

122 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ denlerle işkenceye uğramış ve ABD’de siyasi mülteci statüsü kazanmış Iraklı mahkumlarla, Suriyeli mahkum- larla birlikte çalıştım. Ben bir hipnoterapi uzmanıyım. Ben hipnoz uygularım ve Kuveyt’teki büromda yaptığım iş de bu tarz bir iştir. Ayrıca ben son bir buçuk yılda hakkında iki fetva çıkarılan, binlerce ölüm tehdidi alan ve kutsal değerlere saygısızlık, ‘küfür’ nedeniyle Kuveyt’te mahkeme önüne çıkan ve iki kez aklanan biriyim. Yani bu süreçte bazı şeylerin yolunda gitmediği açıktır.

Sizlere gerek dışarıdan gerekse de İslam aleminin içinden İslamofobi ile mücadelemi konu alan kendi hikâyemi anlatmak için buradayım. Ben bir okuyucuyum. Her zaman bir okuyucu olmuşumdur. Çocukken elimde her zaman bir kitap olurdu ama her zaman İngilizce okurdum ve aslında hiçbir zaman Arapça okumadım. Gerçi annem bunu yapmayı denedi.

Annem gerçekten de bana Arapça okutmayı denedi fakat ben buna direndim çünkü her zaman Arapça oku- mayı sevmediğime inandım. Bu doğru bildiğim bir inançtı. Arapça berbattı. Arapça okumayı sevmiyordum. Ve İngilizce okuduğum için de İngilizce yazdım. Böylece Kuveyt Times ya da Arap Times için yazılar yazdım ve arkadaşlarım bana: “Naif, kimler için yazıyorsun? Kuveyt’te bu yazıyı okuyan on beş kişi için mi?” diyerek alay ederlerdi. Bu internetten önceydi; Kuveyt’tekiler haricinde yazdıklarımı okuyacak hiç kimse yoktu ve Kuveyt’te İngilizce okuyabilen insanların sayısı da o kadar çok değildi. Bunların sayısı elbette on beş değildi, ama çok fazla da değildi.

Ne var ki, eğer bir yazarsanız yazmak istediğiniz için yazmazsınız, yazmak zorunda olduğunuz için yazarsınız. İngilizce okuduğum için İngilizce yazdım. Ve uzunca bir süre bunun nedeninin Arapça’yı sevmemem olduğuna inandım, fakat yirmi beş yaşımdayken eve Abdülrahman Munif’in İngilizce yazılmış ‘Tuzdan Şehirler’ kitabının bir kopyasıyla döndüm. Ve eve geldiğimde otuz beş yıldır Arapça felsefe dersi vermekte olan annem; “İşte sen Arap’san o da bir Arap, ikinizin arasına bir tercüman koymaya nasıl cüret edersin?” dedi. Ve ben de “Anne Arapça’yı sevmiyorum.” dedim. Annem de, “Yeter. Artık bundan bıktım. Yirmi beş senedir bunu duyuyorum. Bu kitabı Arapça okuyacaksın” dedi. Ben de kitabı Arapça olarak okudum ve çok şaşırdım, çünkü bundan zevk almıştım.

Ve sonra Arapça okumamamın nedeninin Arapça’yı sevmediğim olmadığını anladım. Arapça okumuyordum çünkü Kuveyt’te temin edebildiğim kitaplar oldukça azdı. Öyle ki satın almak zorunda kaldığım bu kitabı bulmak uyuşturucu bulmak gibi bir şeydi. Kuveyt’te bu kitaba izin verilmiyordu. Yani temel olarak kendi kültürümüzü korumak adına özgür düşünürler olmak isteyen insanları uyarabilecek Arapça dilini benimsemiş kitapları yasaklıyoruz. Böyle olunca da tercüme denen şeye mahkûm oluyoruz ve sonra da kültürümüzün sey- reltildiğinden şikâyet ediyoruz. Sonra da: “İslam nerede? Arap kültürü nerede?” diyoruz.

Ve insanlar Örümcek Adam’ı, Süpermen’i tercüme ediyorlar. Türkçe materyallerin ve Meksika dilindeki mater- yallerin Arapça dublaj haline getirildiğini görüyoruz, çünkü yapımcılar aptal değiller. TV kanalları aptal değil- ler. Yasaklanabilecek bir TV programına milyonlarca dolar harcamakla neden uğraşasınız? Bunu Türkiye’den ya da Meksika’dan tercüme edilmiş halde satın almanız yeterli. Eğer yasaklanırsa, sorun yok. Ederi sadece birkaç bin dolar. Ve işte İslam’ı ya da Arap kimliğini korumak adına, aslında onu öldürüyoruz.

Öyleyse olup biten nedir? Örneğin; Arap aleminden şimdiye dek çıkmış en ünlü hikâyelerden biri olan Alaat- tin... Bu hikâyeyi dünyaya kim anlattı? Arap âlemi mi anlattı? Hayır, bunu yapan Disney’di. ‘The 99’ ile ilgili olarak, akıl hocalarımdan biri olan Michael Eisner’ın yirmi beş yıl boyunca Disney’in CEO’luğunu yapmış olması hayatım boyunca benim için büyük bir şans olmuştur. Kendisi bu süre boyunca Disney’in CEO’suydu. Bu film ilk çıktığında açılış müziğinin sözleri şöyleydi: “Ah ben kervan develerinin gezindiği; yüzünüzden hoşIanmadıklarında kulaklarınızı kestikleri; barbarlığın hüküm sürdüğü uzak bir diyardan geliyorum, ne var ki orası benim evim...”

2. OTURUM / 2. KISIM KAMUSAL ALANDA İSLAMOFOBİ İLE MÜCADELE 123 Bu filmin milyonlarca çocuğa tanıtımında kullanılan müziğin sözleri bunlardı ve bu sözler 90’lı yıllarda bazı grupların ayağa kalkmasına neden olunca DVD versiyonunda bu sözler yumuşatıldı. Artık bu sözleri duymu- yorsunuz. Ama işte başkaları sizin hikâyenizi böyle anlatıyor. Ne olduğunu tahmin edin? Artık bundan sonra hikâyedeki iyi adam siz olmayacaksınız. Siz kötü adam olacaksınız. Peki, ne yapacağız?

Bu konuya girmeden önce, birkaç bin yıl öncesine, ‘On Emir’e dönmek istiyorum. Musa’ya gelen ikinci emir sanata tapınılacağı korkusuyla sanatın yasaklanması ile ilgiliydi.

İslam’da da aynı şeyi görüyoruz. Fakat Batı bir şekilde bunun üstesinden gelmiş olduğu halde Müslüman ale- minin bazı kısımlarının bunu başaramaması nedendir? Ve burada benim “The 99”’un ardında yatan düşüncem için ve son on beş yılda yaptıklarımı niçin yaptığımla ilgili olarak önem taşıyan, çok önemli bir ana unsur bulunmaktadır.

Bin yıldan fazla bir süre boyunca Avrupa’da Hristiyanlığın dili Latince idi. Diller evrim geçirirler, öyle değil mi? Sonra da Sokak Latincesi ortaya çıktı, değil mi? Fransızca, İtalyanca, alt sınıfların konuştuğu diller... Artık klasik Latince konuşulmuyor. Bu birkaç bin yıllık sürede olan şey şudur: Kültür üzerinde bir tekel vardı ve dil dini elite dayanıyordu.

Bu aşırıcılığı sıradan insanın kültür anlayışı ile seyreltmek imkân dahilinde değildi. Bunun için kiliseden bağ- larını koparmayı gerçekten istemiş olan Kral Henry’nin İncil’i İngilizceye tercüme ettirmesi; Martin Luther’in Almanca’ya tercüme ettirmesi gerekiyordu; ve sonunda Avrupa uyandı. Avrupa uyandı, çünkü konuştukları dil nihayetinde düşündükleri kitle dilinde yazdıklarıyla eşleşiyordu.

Ve eğer Fransızca konuşup, Fransızca yazdıysanız, Fransızca düşündüyseniz tüm döngüyü elinizde tutmuş olursunuz. Ve Avrupa uyandı. Bu sırada Müslüman alemi, Arap dünyası fiziksel uykuya dalmıştır. Her peygam- ber kendi halkına bir mucizeyle gelmiştir. Musa Peygamber bir değneği bir yılana dönüştürebiliyordu çünkü o günün dili ‘mucizeydi’. Hazreti Muhammed’in -aleyhi selam- mucizesi ise Kuran’ın indirildiği bir dil olmuştur. Peki, eğer mucizeniz bir dilse ve dil evrim geçirirse, ne yaparsınız?

Yaptığımız şey dilin boğazını sıkmak ve evrim geçirmesini engellemek için ‘nahv’ ve ‘belagat’ gibi bin türlü kural üretmek oldu. Böyle yapmakla düşünce, yazma ve konuşma arasındaki ilişkiyi ortadan kaldırdık. Bugün Müslümanların %80’i, diyebilirim ki sizlerin birçoğu, anlamadığınız bir dilde ibadet etmektesiniz. Ve Kuran okuyan Araplar bunu dini elitin kontrol etmesi nedeniyle tercümana ihtiyaç duymaktalar.

Çünkü din aptal değildir. Tek tanrıcılıktan önceki bin yıldan fazla bir süre boyunca insanlar temel olarak sanata tapmıştır. Ve sanat hakkında son derece sıkı bir hüküm vardır. Dolayısıyla kısa yol; iki bin yıl sonra, ben 23 yaşındayım. Fakülteden mezun oluyorum. Anayurdum Kuveyt’e geliyorum ve dini yüzünden işinden atılmış bir adama rast geliyorum. Onu işten atan adam işleri daha da kötüleştirmek için, “Eğer hangi dine inandığını biliyor olsaydım onu en başta hiç işe almazdım” diyerek özür dilediği kitapçıklar dağıtıyor.

“Bununla ilgili olarak ne yapabilirim?” diye düşündüm. Ve beş okuyucum için bu olayı Kuveyt Times’ta yaz- dım. Ama istediğim etkiyi yaratmadı ve ben de ilk resimli kitabım olan ‘Zıplamak ya da Zıplamamak’ı yazdım. Kitap herkesin yuvarlak olduğu ‘Zıpırya’ adında bir ülkeyle ilgiliydi.

Bu toplumda sizi iki değere göre yargılıyorlardı; ne kadar yükseğe zıpladığınız ve ne kadar hızlı yuvarlandığı- nız. Ana karakter yarım bir daire olarak doğmuştu; ne zıplayabiliyor ne de yuvarlanabiliyordu. Onu toplumdan dışladılar. Okulda onunla alay ettiler. Kendisini değiştirmeye çalışıyordu ama sonunda bir gün bir sel baskını oldu, kendisi yarım daire şeklinde olduğu için ve zıplayıp yuvarlanabilen tam daireler suyun içinde kendilerini

124 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ kontrol edemediklerinden, o bir bota dönüştü ve onları birer birer kurtararak onları çeşitliliğin ne kadar önemli olduğunu düşünmeye zorladı.

1997 yılında UNESCO’dan bana ödül kazandıran bu son derece basit kitap “Evet, bu adam neden söz ettiğini biliyor olmalı” anlamında beni üne kavuşturan ilk çalışmamdır. İkinci kitap bir yıl sonra geldi. Bu kitabın ko- nusu ise sizi nasıl zıpladığınıza ya da ne kadar hızlı yuvarlandığınıza göre yargılamadıkları ‘Gökkuşağı Ülkesi’ adlı bir ülkeydi. Yani bu insanlar önyargılarında daha karmaşıktılar. Onların benimsediği kurallara göre toplum içinde size verilen değer papyonunuzun gökkuşağı çıktığı zaman hangi renkte parladığına göre belirleniyordu. Ve kırmızı turuncudan, sarıdan daha üstündü ve mor renkten uzaklaşıldıkça toplumdaki konum da kötüleşi- yordu.

Her toplumda olduğu gibi evlilikle ilgili kuralları vardı. Eğer papyonunuz kırmızıysa mavi kurdeleli biriyle ev- lenemezdiniz. Kırmızı ve maviden ne doğabilirdi ki? Evet, mor, gökkuşağındaki son yer. Etnik kökenler arası, dinler arası herkes herkesle evlenebiliyordu!

Birisi onlara hayatlarını neden bu şekilde yaşadıklarını ve neden gözlerini gökkuşağına diktiklerini sordu. Tipik olarak insanlar Allah’ın ağzından konuşurlar, ama bu insanlar gözlerini gökyüzüne, gökkuşağına dikiyorlar ve gökkuşağının nehir üzerindeki yansısına bakarak, bir zamanlar en üstte olanın şimdi en altta göründüğüne bakarak doğanın düzeninin bu olduğunu söylüyorlardı. Buna göre kimse kimseden daha iyi değildi.

Üçüncü kitabım başımı derde soktu ve ben de 27 yaşımda yazmayı bıraktım. Üçüncü kitabımda, hikâyenin ana karakteri insanların kravatlar, boyun bağları giydikleri “Kravatya” adında bir ülkeye gider. Kravatya’da, yeni olan iki şey vardır: • İnsanların hepsi dev gibidir. Büyük, çok büyük karakterlerdir. • Papyon değil boyun bağı giyerler. Hikâyenin ana karakteri bu yeri görmek ister ve orayı görmeye gider. Fakat kimsenin bilmediği bir nedenden ötürü tüm Kravatyalılar artık aynı boydadır ve eskisi gibi büyük değildirler. Fakat kanunlarından dolayı kra- vatları kendi vücutlarının ebadına göre çok büyük kalmıştır. Bu yüzden zıpladıklarında kravatları gözlerini kapatır ve nereye düşeceklerini bilemezler. Yuvarlandıklarında da kravatları altlarında kaldığı için onları ya- vaşlatmaktadır.

Kravatlarını çıkaranlarsa adanın farklı bir kısmına gönderilirler. Onlara bunu niçin yaptıklarını sorar. Kanunun böyle buyurduğunu söylerler. Kanun onlara sıradan bir kravat değil, ecdatlarının kravatlarını giymek zorunda olduklarını söylemektedir. Onlar da şehirdeki bütün kravat terzilerine giderler ve tüm kravatları alırlar. Ve aynı malzemeden kendi günlük çağdaş ihtiyaçlarını karşılayacak biçimde yeni kravatlar yaparlar.

Haber Alma Bakanlığı’nda bana doğrudan şunu sordular: “Bu Kuran’la ilgili değil mi?”. Ben de şöyle yanıtla- dım: “Olur mu hiç? Ben bunu ilk oğIum için yazdım. Altı oğlan çocuğum var. Ve bu hikâye tümüyle gelenek ve çağdaşlıkla ilgilidir, dinle ilgili değildir. Tokyo’da ya da Moskova’da bunu okuyan insanların akıllarına Kuran’ı getireceğini mi düşünüyorsunuz?” Fakat bunu yemediler. 27 yaşımda yazmayı bıraktım ve beş sene sonra ‘The 99’ ile geri döndüm.

Bu süre içinde öğrenim görerek, yukarıda da belirttiğim gibi bir psikolog oldum. 9/11 vakası ben oradayken oldu ve ben o sırada bir kavşaktaydım. 30 yaşındaydım, İslamiyet’in İslamofobikler tarafından neden hedef alındığı konusunda her zaman şikayet etmişimdir. Medyada olaylar neden sadece bu biçimde sunulmaktadır? Ne yapılabilir? Niçin hiç kimse bu konuda bir şeyler yapmıyor? Ve nihayetinde bu soru şu şekle büründü: “Ni- çin bu konuda bir şeyler yapmıyorsunuz?” Ve ben “Ne yapabilirim” derken ne yapacağımı bilmiyordum. Bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum ama bir şeyler yapmak zorunda olduğumu biliyordum.

2. OTURUM / 2. KISIM KAMUSAL ALANDA İSLAMOFOBİ İLE MÜCADELE 125 Hikâyem bir sigarayla başladı. Ben sigara içmem, hiç içmedim. Fakat hikâyem bir sigarayla başladı, çünkü karım ilk çocuğumuz dünyaya geldiğinde beni ‘helba’ adında bir şifalı bitkiyi almaya gönderdi. Ben de bu hel- bayı satın almaya gittim. Helba denen bitkiyi satan adamın iki parmağının arasında bir sigara vardı ve aynı elle bir kaşık tutuyordu. Bu elle bitkiyi plastik bir poşete koyuyordu. Bunun ne kadarı bitki ne kadarı sigara külü bilmek imkansızdı. Kendi kendime “Bunu alacak değilsin” diye düşündüm. Elbette bu fikirden vazgeçtim ama o an İslami şifalı ürünler piyasasına girmenin ilginç bir iş olacağı düşüncesine kapıldım.

Ve bir iş planı geliştirdim. O sıralar Kolombiya İşletme Fakültesi’ndeyim. Psikoloji alanında doktoramı bitir- miştim ve iş idaresinde master yapmak için İşletme Fakültesi’ne dönmüştüm. Tam iş yapacağım zamanda Ge- orge Bush Irak’ı işgal etmeye karar verdi ve bir savaş bölgesinde fabrika kurmak için para biriktirme fikri artık anlamını yitirdi. Ve kendimi her Kuveytli’nin her yaz yaptığı bir hac yolculuğu olan Egva Yolu’ndan Harrods’a giden bir takside buldum.

Bu yolculukta kız kardeşim bana döndü ve “Naif, unutma bana, çocuklar için yeniden yazı yazmaya başlayaca- ğını söylemiştin, değil mi?” dedi. Bu konuda gerçekten de çok mahirdir. “Evet, hatırlıyorum” dedim. “O zaman ne düşünüyorsun?” dedi. “Benim geri dönmem için bunun Pokemon gibi bir potansiyele sahip olması lazım” dedim. Yani doktoramı yapmışım, IT master derecesini almışım. Bunun hiç anlamı yoktu. Ve Pokémon diyor- dum. Sonra Pokémon’a karşı bir fetva olduğu aklıma geldi. Sonra “Allah’ım, İslam’a ne oldu ve çocuklarım için bu rastgele kararları kim veriyor?” diye düşündüm. Sonra da Allah’ın ne kadar hayâl kırıklığına uğramış oldu- ğunu düşündüm. Sonra da Allah’ın 99 sıfatı olduğunu ve işin garibi beni dönüp dolaşıp aynı noktaya getiren şey olan Pokémon’un bin adet özelliği olduğunu ve “hı-hı!” dediğim anı düşündüm. Böylece bir iş planı kaleme aldım, mali kaynakların analizini yaptım ve bu proje için bir yıl içinde 7 milyon dolar toplamayı başardım.

İşte pazarlama taktiğim de buna benzer bir şeydi. Yatırımcılarıma gittim - ki bu 2003’teydi- ve “Zamanın bu noktasında, bugün dünyada var olan tüm süper kahramanlar Yahudi-Hristiyan ilk örneklerdir” dedim. Pey- gamberler gibi, tüm süper kahramanların ortak yönü anne babalarının olmamasıdır. Batman’ın ebeveynleri 6 yaşındayken ölmüştür. Süpermen’in ebeveynleri Kripton gezegeninde ölmüştür. Örümcek Adamı amcası büyütmüştür. Ve bunların tümünün de tıpkı peygamberler gibi bir mesih aracılığıyla yukardan kendilerine iletilen bir mesajı vardır. Nasıl ki peygamberlere Allah’ın mesajı Cebrail tarafından iletildiyse Peter Parker da mesajı yukarıdan yaklaşan örümceğin onu ısırmasıyla almıştır. Batman başının üzerinde dolaşan bir yarasa görmüştür ki bu da başka bir tür Cebrail metaforudur. Süpermen başka bir gezegenden ya da göklerden gelen tek kahramandır ama o da bir sepetin ya da bir uzay gemisinin içinde gönderilmiştir. Babası konuşurken duy- duğunuz ses Nil üzerinde yeni ebeveynleriyle konuşan Musa’ya benzer ve babasının yeryüzüne dönerek “Sana tek oğlumu gönderiyorum” diyen sesini duyarsınız, bu İncil’de konuşan Allah’ın sesidir.

Yatırımcılarıma karşı kullandığım pazarlama dili şuydu: “İçinde bulunduğumuz şu zaman diliminde medyayı İslam için kullananların hepsi kötü adamlardır. Bırakın da Kuran’daki sekülarizm içeriğini kullanarak Hollywo- od’un yüz yıldan fazla bir süredir yapmakta olduğu eski ilk örneklere dayanan yeni hikâyeler yaratayım.” İşte proje böyle başladı. Temel olarak bu 2003’ten Bağdat’ın düşmesine kadar süre içinde oldu. Bağdat birçok kere düşmüştür, bunlardan biri de 1258’deki Moğol istilası sırasında olmuş ve Hitma Kütüphanesi’ndeki kitaplar yırtılıp Tigris Nehri’ne atılmıştır. Bu olay hikâyemin temel eksenini oluşturmuştur.

Benim çeşitlememde, kütüphane görevlileri Tigris’e atılan tüm kitapları saklar. Bu kitaplar bizim yapmış oldu- ğumuz bir kimyasal solüsyon olan “Kral’ın Suyu”nun içine atılmıştır ve Tigris’in içine gömülü olan taşlar tüm bu bilgileri emmiştir. Yani benim çeşitlememde, tüm bu kitaplar, tüm bu kültür ve bilgi asla kaybolmamıştır. Bu taşlar daha sonra Arabistan Endülüsya’sından İspanya’ya kaçırılır ve burada 200 yıl boyunca korunurlar. Fakat 1492 yılında iki önemli şey olur. İlki Granada’nın düşmesidir ve ikincisi de Kolomb’un yolunu kaybedip Amerika’yı keşfetmesidir.

126 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ Böylece temel olarak bu taşların 33’ü Niña, Pinta ve Santa Mariya’ya kaçırılır ve buralardan Yeni Dünya’ya yayılırlar. 33 tanesi Çin, Güney Asya ve Güney-Doğu Asya üzerinden güneye gider. 33’ü de Avrupa ve Afrika arasında yayılır. Şu an 2016’dayız ve 99 farklı ülkeden 99 kahramanımız var. Bunların her biri Allah’ın 99 sıfa- tına dayanmaktadır. Yani biri cömerttir, biri merhametlidir ve bunun gibi...

Burada “The 99”un Suudi üyelerine sahibiz, Emirlik; biri Macaristan’dan, biri İngiltere’den, Endonezya, Porte- kiz, ABD’den ve bunun gibi... Kızların bazıları türban giyer, bazıları giymez, biri bir peçe takar. Fakat İslam’ın adı bu hikâyede asla geçmez. Hiç kimse namaz kılmaz, hiç kimse oruç tutmaz. Batman ne kadar dindarsa onlar da o kadar dindardır ve bazı insanlara göre Batman çok dindardır fakat orada hiçbir dini simge yoktur. Ve işte bu proje böyle başladı. Çok şanslıydık, binlerce habere konu olduk. Buradaki hikâye aslında 2005 Aralık ayı- nın başlarına uzanıyordu. Dubai’de New York Times’ın muhabiriyle özel olarak görüştüğümde bana “İslam ve komedinin hikâyesini yazmak için şu zaman uygun değil. Bu yüzden sizin hakkınızda gelecek ay ya da gelecek yıl yazabiliriz. Sadece bunu bilin ve bekleyin” dedi. Bir ay sonra kendisini aradım ve “Yeni yılınızı kutlarım” dedim. O da “Teşekkürler, bir bebeğimiz oldu” dedi. Ben de nezaketen “Tebrikler” dedim. “Makale ne zaman çıkıyor” dedim ve o da “Şu an zamanı değil” dedi. Böylece umudumu kestim. Birkaç gün sonra, dünya çapında bir Danimarka karikatürü tartışması patlak verdi.

Tahmin edin kim zamane oldu? Ben zamane oldum. New York Times bunu Sunday Times’ta tam sayfa yayınla- dı ve benim hayatımı sonsuza dek değiştirdi, çünkü İslam ve karikatür kelimelerini Google’da aratanlar tahmin edin kimi buldular? Beni buldular. Bu dünya çapında binlerce makalenin, biri Norveç’te diğeri PBS’de olmak üzere yapmış olduğumuz çalışmalar hakkında iki belgeselin yayınlanmasına, bir mizah dergisinin Türkçe de dahil olmak üzere 12 dilde yayınlanmasına neden oldu. Türkiye’de Panini Mizah Dergisi’nin çıkmasını sağladı. Çin’de cep telefonları üzerinden yapılan yayınlara yansıdı. Türkiye ve İspanya’da çocukların okula dönmesini sağlamaya yönelik yayınlara yansıdı. Kuveyt’te ‘The 99 Köyü’ tema parkı açıldı.

Ama en gurur duyduğum şey size bir klibini göstereceğim ve sonra da konuşmaya devam edeceğim TV prog- ramıdır. “Nur Taşı’nı gerektiği gibi kullanmazsan tek yapacağın şey seni sömürecek insanları bulmaya devam etmek olacaktır.” Nur Taşı din için bir metafordur. Yani dinden söz etmiyoruz ama bu taşları kullanarak dün- yada vuku bulan tüm temalardan bahsediyoruz. Bu program dizisinin tamamını çevrimiçi olarak benim web sayfamda, YouTube’da bulabilirsiniz. Oradan izleyebilirsiniz. Program her ne kadar büyük bir Hollandalı şirket olan Endemol UK tarafından yapılmış olsa da dünya çapında 70 ülkede TV’de yayınlansa da Avrupa’da yayın- lanmadı. Avrupa’da sadece RTÉ İrlanda kanalında ve Türkiye’de yayınlandı, başka hiçbir yerde TV’ye çıkmadı. Her zaman farklı nedenlerle olsa da eyaletlerde, Güney Amerika’da, Avustralya’da yayımlandık, Mandarin ve Çin dahil Asya genelinde Karikatür Ağı’nda, Orta Doğu’da, Afrika’da, Güney Afrika’da, yani 72’den fazla ülkede yayımlandık. Fakat Avrupa bizi yayınlamamakta çok kararlıydı.

Eğlenceli bir şey yapmamız gerekiyordu. Ve 1 Ocak 2009’da beşinci oğlum Rakan doğdu. Babam beni aradı ve bana “Ona Barack ismini koymanı istiyorum” dedi. Obama yirmi gün içinde başkan olacaktı. Ben hayır dedim. Ve sonra başka biri beni aradı ve “Bir çocuğun daha olduğunu duyduk” dedi. Evet dedim. “Kız mı oğlan mı” dedi. “Oğlan” dedim. “Harika! Öyleyse şimdi Filistin’i özgürlüğüne kavuşturmak için yeterli sayıda oğlumuz var” dedi. Ve “Basketbol oynamaya ne oldu?” diye düşündüm. Bu iki düşünceyi alıp işledim ve “Barack El-Mu- tava: Oğluma niçin Barack adını koymayayım?” adlı makaleme dönüştürdüm.

Bu makale Chicago Tribune tarafından açılış gününde serbest kürsü sayfasında yayınlandı. Böylece bildiğiniz gibi Başkan da bu makaleyi gördü. Bundan ayrı olarak, aynı gün Marvel kapak sayfasında Peter Parker olmak üzere Örümcek Adam’la Obama’nın resmini yayınladı. Bu, Obama’nın çizgi romanları sevdiğini dünyaya haber veren bir işaretti. Benim eski arkadaşlarımdan biri olan Paul Levitz de DC Comics mizah dergisinin başkanıydı. Onu öğle yemeğini yerken gördüm ve “ “Paul, Marvel seni dövecek” dedim. “Evet” dedi. Ben de “Senin onları

2. OTURUM / 2. KISIM KAMUSAL ALANDA İSLAMOFOBİ İLE MÜCADELE 127 yenmene yardım edebilirim” dedim. “Nasıl?” dedi. “Obama dört ay önce Kahire’de yapmış olduğu gibi Müslü- man dünyayla iletişime geçerse nasıl olur? Batman ve Süpermen’e ulaşmak için elimizde “the 99” var” dedim. Bunu çok sevdi. On beş yıl içinde bunu ilk kez DC Comics başardı. Batman, Süpermen ve 70 yıl aradıktan ve dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek için benim yaratmış olduğum karakterlerle birlikte çalıştıktan sonra onun elbiselerini bulan Mucize Kadın’dan oluşan altı kitaplık bir köprü yaptık. Bunlar başlangıçta Süpermen benim karakterlerimden birini yumrukladığında birbirlerine güvenmiyorlardı, ama sonra her iki evrende de güvensizliğe neden olan kötü adamların aşırıcılar olduğunu fark ettiler. Ve kötü adamları yenmek için omuz omuza verip birlikte çalıştılar. Ve bazıları buna karşı çıkmış olsa da birçok insan bunu destekledi. Bunu doğru- dan doğruya, projeyi desteklemiş olan birinden dinleyelim:

BARACK OBAMA’NIN VİDEOSU

Geçtiğimiz yıldan bu yana, Birleşik Devletler diyaloglar kurmakta ve farklı inançları dinlemektedir. İçinizden birçoklarının ve elinizi uzattığınız birçok insanın da yer aldığı dünya çapında binlerce insanın katılımıyla inançlar arası diyaloglara katıldık ve kasaba meclisi toplantıları, yuvarlak masa toplantıları ve dinleme seansları düzenledik. Her biriniz bu etkinliklerde kendi tarzınızla girişimciler ve eğitimciler ve inanç ve bilim önderleri olarak yer aldınız. Söylemek zorundayım ki buna belki de en yenilikçi yanıt bu gece burada bizimle olan Ku- veyt’ten Doktor Naif El-Mutawa’dan gelmiştir. Doktor Mutawa nerede? İşte orada. Doktor Mutawa’nın çizgi romanları, İslam’ın öğretilerini ve hoşgörüsünü kendi bünyesinde birleştirmiş olan süper kahramanları ile çok sayıda genç insanın hayâl gücünü cezbetmiştir. Kahire’deki konuşmamdan sonra kendisi de benzer bir fikir edinmiş ve bunu kendi çizgi romanlarında Süpermen ve Batman’ı Müslüman süper kahramanlarla bir araya getirerek ortaya koymuştur. Bu kahramanların birlikte yürüdüklerini de duyacağım. Mutlaka.

NAİF EL-MUTAWA

Biz bu TV programımızı Discovery Network’te Amerikalı bir yayıncıya satmıştık. Başkan bu projeden söz edi- yor. Peki, ne yanlış gidebilirdi ki? Her şey. Örneğin ilk fetvamızı Fox Haber’den aldık: “Obama Müslüman’dır ama o da bunu onaylamıyor. Bu adam Şeriatçı süper kahramanları kullanarak çocuklarımızın beyinlerini yıka- maya çalışıyor.” Yeri gelmişken, bunların tümü de uyduruk muhabirlerdir. “The 99’u izleyen herkes radikalle- şecek ve bir cihatçı olup çıkacaktır”. En çok tuttuğum eleştiriyse şuydu: “Meksikalıların Kaşif Dora ile yaptıkları gibi Müslümanların bizim çocuklarımızın beyinlerini yıkamalarına izin veremeyiz.”

Bunları yaşadık. Böyle bir şeyi telafi edemezsiniz. Bunlar oldu. Şu da oldu; yayıncımız yayınlarımızı aylarca, hatta yıllarca geciktirmeye başladı. Ve sonunda çevrimiçi haklarımızı geri aldık. TV haklarını hala ellerinde tutuyorlar, ödemesini yapmış olmalarına rağmen programlarımızı hala yayınlamadılar. Bu programlar Netflix’te yayınlandı, çünkü Michael Eisner telefonu eline alıp Netflix‘i aradı ve “Bakın. Bunu yayınlamak zorundasınız” dedi ve Netflix de programı üç yıl boyunca yayınladı.

İslamofobinin bize vurduğu ilk darbe işte böyle oldu, ama İslamofobinin bize darbe vuracağı tek yer burası ol- madı. İslamofobi bizi kendi evimizde de vurdu. Arapça’da bir deyiş vardır: “Bir yılan seni soktuğunda, halattan korkar hale gelirsin”. İngilizcede de benzer bir söz vardır: “Bir kez yenilirsen, iki kez utanırsın”. Kimse inkâr edemez ki bu berbat şeyler, bizimki de dahil din adına yapıldı.

İki küçük oğlumu görüyorsunuz, şu an biraz daha büyüdüler ve anneleri Suudi’dir. Cidde’ye eşimin akrabala- rını ziyaret etmeye gittik. Beşinci oğlum olan Rakan türban değil ama tepeden tırnağa kadar vücudu bütünüyle kapatan bir poşu giymiş bir kadın gördü ve kadını görünce durup bir daha baktı. Bunun ne olduğunu anlama- ya çalışıyordu. Benim çocuklarım New Yorklu’dur, hepsi de New York’ta doğmuştur. Ona bakıyordu ve sonra gözlerinde bir ışık parladığını görebilirdiniz. Artık bunun ne olduğunu biliyordu. Anlamıştı. Annesinin elini

128 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ bırakıp, kadına doğru yürüdü, kadın 82 yaşındaydı, kolları yukarda, parmakları aşağıda, göz bebekleri şişmiş halde “Ooooo! Korkunç!” dedi. Ve ben “Aman Tanrım” diye içimden geçirdim, neyse ki Allah’a şükür kadın gülümsedi. Fakat oğluma göre bu kadın Scooby-Doo adlı çizgi filmin içinden çıkmış gibiydi. Scooby-Doo’da- kilerden biri olmalıydı. Fakat hepimiz böyle düşünüyoruz. Yetişkinler olarak bile işte böyle düşünüyoruz. Ve bazı insanlar mevcut insanları alıp onları mevcut şablonların içine koyuyorlar. Yani bazı insanlar için İslam’da yaptığımız her şey kötü kabul ediliyor.

Böylece Kuveyt ve Suudi Arabistan’daki hikâyeye geliyoruz. Duruşmam için mahkemeye çağrılmıştım. ABD’de sağcı gruplar beni şeytani Arap-Amerikalı terörist olarak yaftaladılar ve onlara Twitter’dan şu yanıtı verdim: “Bana Amerikalı demenize inanamıyorum. Bana şeytan deyin, bu bir fikirdir. Ben Amerikalı değilim, ben Ku- veytli’yim. Vatandaşlığım yok.”

Ne var ki bu avukat üzerime gelmeye kararlıydı. Ve Şubat 2013’te yaptığım şeyin küfür olduğunu söyleyerek yeniden üzerime geldi. Hükümet onu görmezden geliyordu. O da durmadı ve Suudi baş müftüsüne bir mektup yazdı. Bu arada şunu söyleyeyim ki biz Suudi mülkiyetinde bir İslami yatırım bankası tarafından kurulmuş ve Suudi Arabistan ve Kuveyt’teki Haber Alma Bakanlığı tarafından onaylanmış İslami bir şirketiz. İki yıldan beri Suudi Arabistan Televizyonu’ndayız. İşte bu adam baş müftüye bir mektup yazıyor ve bildiğiniz gibi fetva bir soruya bu sorudaki söz konusu bilgiyi kontrol etmeden verilen bir cevaptır. Yani onu sola sorarsanız soldan yanıt alırsınız, sağa sorarsanız sağdan yanıt alırsınız. İşte fetva denen şey budur.

Böylece bu şahıs yedi görevlinin tümü tarafından imzalanmış, benim yaptığım şeyin şeytani bir iş olduğunu söyleyen bir fetva alıyor. Böylece ilk fetvamı almış oldum ve fetva sonrası ilk konuşmamı o yılın mayıs ayında Suudi Arabistan’da yaptım. Ve sinirlendiğimi fark ettim. “Sınırı geçmeli miyim?” gibi bir durumdu, ben de ”Bak ne diyeceğim? Bunun beni terörize etmesine izin vermeyeceğim. Çıkıp gideceğim” gibi bir ruh hali içindeydim. Ve çıkıp gittim, hiçbir sorun olmadı.

Çocuklardan biri bana “The 99 yüzünden hiç dava edildin mi?” diye sordu. On yaşındaki bir çocuk için tuhaf bir soru olduğunu düşündüm. “Niçin?” dedim ve bana “Din öğretmenimiz bize bu programdan hayır gelme- yeceğini ve bu nedenle bu programı izlemememiz gerektiğini söyledi” dedi. “Peki, siz ne yaptınız?” dedim. “Dürüst olmak gerekirse, bunu duymazdan geldik ve programı izledik, çok da hoşumuza gitti” dedi. “Öyleyse bunu öğretmeninize de söyle de bilsin” dedim. Bu arada o yılın haziran ayında bu avukat yeniden üzerime geldi. Bu defa Kuveyt’in kuytu bir köşesindeki bir polis karakolundan gelen beş cevapsız çağrı aldım ve bunun o şahsın kuzeninin işi olduğu ortaya çıktı. Sonunda kuzenine beni sorgulatıyordu. Sinirlenmeye başlamıştım. Çünkü böyle bir şey başıma geliyordu, sonra da Kuveyt’te bakanlıktan bir fetva çıkardı. Ve sonra da ölüm tehditleri geldi.

Ve Twitter üzerinde binlerce ölüm tehdidiyle karşılaştım. İki gün boyunca Kuveyt gazetelerinin ön sayfasında çıkmış ve önce annem görmüş. Binlerce kişi, bazıları IŞİD olduklarını bazıları da El-Kaide olduklarını söyleyen binlerce insan... Binlerce ölüm tehdidi ve çok sayıda arayan insan var. İşte bu noktada işler biraz şüpheli bir hal almaya başladı. Çünkü bu da İslamofobiydi. Çünkü bu benim İslam anlayışımla ilgili bir korkuydu. Yani bu sadece İslam adı verilen şeyle ilgili değildir ve Müslüman topluluklar içinde bile İslamofobi vardır. Ve bizler bunu çok çok iyi bilmekteyiz.

Ve işte burada da başıma gelen bazı komik olaylar var. Birileri benim üzerimde kan varken gülümsememin şirin olacağını düşünmüş. Vurulmuşsam neden gülmem gerektiğini bilmiyorum, ama işte böyle düşünmüşler. Bu sorgulanmamdan sonraydı. Kuveyt’teki davada bir yıl yargılandıktan sonra suçsuz bulundum. Yani aslında beni dava eden Kuveyt hükümeti değildi, beni dava eden kanunlara başvuran bir vatandaştı. Bir buçuk yıl bo- yunca duruşmalara katıldım ve şu ana dek iki kez suçsuz bulundum, sanırım şu an davalar sona erdi.

2. OTURUM / 2. KISIM KAMUSAL ALANDA İSLAMOFOBİ İLE MÜCADELE 129 Bu arada Dubai’de, Şeyh Muhammed bana dava edildiğim ve hakkımda bir fetva çıkarıldığı aynı proje için Medya Ekonomi Ödülü verdi. Yani yurda geri döndüğümüzde işler bu derece kararlıydı. Peki ben nasıl yanıt verdim? Bundan henüz kimseye bahsetmedim, sizler bunu görecek olan az sayıdaki izleyicilerdensiniz. Ben sizle bunları paylaşacağım ve konuyu toparlayacağım. Böylece yirmi yıl öncesine, yaratmış olduğum ilk kitap- lara dönmeye karar verdim. Elime kalemimi kağıdımı alıp oturuyor ve “Buna nasıl yanıt vereceğim?” diye dü- şünüyordum. İki buçuk yıl boyunca aşırı derecede gerilime maruz kalmış, hakkımda iki fetva çıkmış ve ölüm tehditleri almıştım. Yani, şimdi sosyal medya olduğu için bunları çocuklarım görüyordu ve ben bu önemli bir şey değil, sorun olmaz diye düşünüyordum.

Böylece geri döndüm. ‘Zıpırya’dan önceki bir ülkeye geri döndüm. Bu, herkesin bir daire olduğu hikâyeden önceki hikâyemdi. Hiç kimsenin ne kravatı ne de papyonu vardı. Herkes aynıydı. Ve sonra bir şeyi keşfedip ona ‘üçgen’ dediler. Bununla ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Bir toplantı düzenlediler. Tüm erkek çocuklarının bu üçgenleri çenelerinin üzerine koymasına ve tüm kız çocuklarının da bunları kafalarına takmasına karar verdiler. Bu bir süre iyi gitti. Herkes mutluydu. Fakat sonra bazı insanlar mutsuz olmaya ve “Biliyor musun? Bu insanı kaşındırıyor” demeye başladılar. “Böyle yaşamak istemiyorum” diyorlardı. Böylece içlerinden bazıları üçgenlerini çıkardılar. Akıllarına bir fikir geldi ve “Biliyor musun? Eğer bu üçgenleri bir araya toplarsak papyon ve kurdeleler yapabiliriz” diye düşündüler. Bunun iyi bir çözüm olduğunu düşünüyorlardı. Niçin olmasındı? İşte, mutluydular. Fakat sonra bir toplantı yaptılar ve içlerinden bazıları “Hayır, hayır bunu yapamazsınız. Bu bizim üçgen geleneklerimize aykırı” dedi. Sonra kumda bir çizgi çizdiler ve papyon ve kurdele takanlar çizginin batısına geçti. Başlarına ve çenelerine üçgenler takanlar da çizginin doğusuna geçti. Bir süre böyle gitti.

Fakat sonra, bir sonraki kuşak yeniden mutsuz olmaya başladı. Şimdi ne yapacaklardı? Buradaki insanların bazıları diğer tarafta olmak istiyor ve oradaki insanların bazıları da öteki tarafta olmak istiyorlardı. Ve “Hayır, hayır, hayır, bunu yapamazsınız” dediler. Bu sefer üçgenlerini çıkardılar ve bu üçgenlerden silahlar yaptılar. Mızraklar, oklar ve yaylar yaptılar. Kültürel ürünlerden yola çıkarak, başka bir deyişle dini savaş için kullanarak savaşmaya gittiler. Bu durum asırlar boyunca devam etti. Sonunda sadece kendi kendilerini öldürdüklerini an- layıncaya dek. Çünkü her kuşakta diğer taraf gibi olmak isteyenler çıkıyordu. Ve sonra da bu üçgenleri eğlence için kullanmaya karar verdiler. Bunları evlerin üzerinde çatı güvenliği olarak ve bir kültür için kullanacaklardı. İşte ben böyle yanıt vermeyi seçtim.

Bu yüzden son on beş yıldır yapmakta olduğum işten çok gurur duyuyorum. Diyebilirim ki, çalışmamızdan bu yana, Marvel Müslüman bir süper kahraman, Bayan Marvel’i yarattı. DC Paris’te büyüyen Kuzey Afrika kökenli Müslüman bir Batman yarattı. Konuşmamın başında size Pokémon’dan esinlendiğimi anlatmıştım. Her zaman bir gün bizim yaratmış olduğumuz bu karakterlerin Time Magazine gibi dergiler için bir cephe oluşturacağına inanmışımdır. Ve bu, sonbaharda Newsweek’in huzurunda gerçekleşti. Newsweek’’in kapak sayfasında çıktık. Ve bunu İslam’ın ekseriyetle Newsweek’in kapağında yer alması ile karşılaştırdığınızda, bu projenin uzunca bir yol kat ettiğini görebilirsiniz.

Sizinle paylaşmak istediğim şey budur. Bu dizileri internet üzerinden de izleyebilirsiniz. “@DrNaif” adresinden benimle Twitter ve Instagram üzerinden iletişime geçebilirsiniz, e-posta adresim ise adım @ soyadım“.com”dur. Maalesef şu an uçağıma yetişmek zorundayım, çok teşekkür ederim. Umarım sunumumu beğenmişsinizdir.

130 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ Naz Shah Parlamento Üyesi, Birleşik Krallık

MODERATÖR

Çok teşekkür ederim. Konuşmanız gerçekten büyüleyici ve harikaydı. Bize katıldığınız için çok memnunum. Şimdi bir sonraki panelimize geçiyoruz. Konuşmacılarımızı size tanıtacak ve onlardan sahneye gelip podyum- daki yerlerini almaIarını isteyeceğim. Sayın Naz Shah’la başlayacağız. Naz Shah Birleşik Krallık’ta Bradford Meclis üyesidir. Kendisi İngiltere’de sahip olduğumuz çok az sayıdaki Müslüman parlamento üyelerinden biri- dir. Bugün bizimle birlikte olabilmek için yoğun programını bölerek bizlere zaman ayırdığı için çok mutluyuz.

Davet etmek istediğim bir sonraki kişi ise Daanish Masood’dur. Daneş Mesut Birleşmiş Milletler’de Kıdemli Si- yasi İşler Sorumlusu’dur ve birçok farklı yolla dünyaya barış getirmek için çalışmaktadır, fakat bundan ayrı ola- rak kendisi aynı zamanda olağanüstü yaratıcı bir akla sahiptir ve birçok iletişim projesinde de yer almaktadır.

Sahneye davet etmek istediğim bir sonraki kişi de Nathan Lean’dir. Nathan Lean, Georgetown Üniversitesi tarafından yürütülen bir proje kapsamında İslamofobiyle mücadele için oluşturulan merkezde en ön sıralarda çalışmaktadır. Bu merkez yakın bir tarihte Suudi Arabistan’dan, Prens Talal bin Velid’den yüklü miktarda para desteği almıştır ve Birleşik Devletler’de bir fenomen olarak gerçekten de birinci sınıf bir iş çıkarmaktadır. Ve yine, böyle bir uzmanın bugün bizimle olmasından dolayı çok mutluyuz. Sonuncu olarak en az diğerleri kadar değerli bir diğer konuğumuz da Almanya’dan Syed FurrukhZad’dır ve kendisi bizimle İslamofobi hakkında benzersiz bir Alman bakış açısını paylaşacaktır. Bir son dakika değişikliğiyle programımıza katılacak olması bizleri çok heyecanlandırmıştır.

Ayrıca Cezayir’den Mustafa Şerif adında akademisyen ve yazar bir katılımcımız daha var. Maalesef bir son dakika gelişmesinden dolayı şu an bize katılamayacak, ama sunumunu daha sonra sizlere animasyon olarak göstermeye çalışacağım.

Şimdi, öncelikle Sayın Naz Shah’tan sahneye gelmesini ve düşüncelerini bizlerle paylaşmasını rica edeceğim. Teşekkür ederim.

2. OTURUM / 2. KISIM KAMUSAL ALANDA İSLAMOFOBİ İLE MÜCADELE 131 NAZ SHAH

Ben Bradford’da yaşıyorum. Genellikle, hafta sonları buraya geldiğimde, ekseriya evime giderim ve çocuk- larımın ilk söyledikleri şey “Anne, o bunu yaptı. Anne, şu bunu yaptı. Anne, bak ne oldu” olur. Ama bu kez İngiltere’ye döndüğümde duyacağım şey şu olacak: “Neredeyse üç yıldır cebimde tek bir Sterlin bile yok, Japon borsası %8’lik düşüşle çöktü ve işleme kapatıldı, İskoç SMP partisinin lideri Nicolas Sturgeon referandum is- tiyor, Sinn Fein bir Birleşik Ada istiyor, HSBC, iki saat içinde 10 milyar değer kaybetti ve İngiltere olarak 255 milyar Sterlin değer kaybettik. Ve 2008’de bankacılık sektöründe kriz yaşandığında bankalara yeniden sermaye sağlayabilmek için 340 milyar Sterlin harcadık.”

Bunu düzeltemem. Bunu yoluna koyamam. Brexit’e oy veren bir ülkeye nasıl geri dönerim? Brexit olmadan bir- kaç gün önce Ümmet Kanalı’nda Farage’nin eski kıdemlilerinden biriyle tartışma yapıyordum. Bana söylenen şey şuydu: “İslamofobinin AB referandumuyla ne ilgisi vardı?” ve bunun AB referandumuyla ne ilgisi olduğu hakkında birkaç kez sorguya çekildim. Ve iddia edebilirim ki, bu her şeyiyle AB referandumuyla ilgiliydi.

Şimdi, izin verirseniz Kanal 4’ün kullandığı retoriği açıklayayım. Dün ayrılmaktan yana oy kullanmış olan biriyle bir röportaj yaptılar. Ve bu adamın söylediği şuydu: “Biz burada Müslümanları istemiyoruz”. Ve Türki- ye’nin AB’ye katılma aşamasındaki söylemleri Brexit’e baltayı gerçekten indirecek son şeydi. Şu son iki hafta benim için gerçekten de çok ilginçti.

Yeni milletvekillerinden biri olan meslektaşım Jo Cox’un Biristol sokakIarında silahla vurularak öldürülmesinin üzerinden daha iki hafta bile geçmedi. Morgdaydım ve bunu asla unutamam. Yani bu tarihin derinliklerine kadar uzanan bir andı. Prenses Diana öldüğünde neredeydiniz? Michael Jackson öldüğünde neredeydiniz? Jo Cox vurulduğunda neredeydiniz? Akaryakıt istasyonunda olduğumu hatırlıyorum ve iyi ki oradaymışım, çün- kü emin değilim ama 45 dakika sonra arabama binip sürmeye başladığımda ne dediğini duymuştum.

İngiltere’de yasa gereği bize yasal ihbarda bulundular. Duruşma olduğu için spekülasyona gireceği gerekçesiy- le yorum yapamayacağımız o kadar çok şey var ki. Ve mahkemede görülen davaya halel getirebilecek hiçbir imada bulunmuyoruz. Zaten bize neyi söyleyip neyi söyleyemeyeceğimizi açıkça bildiren yönergeler verdiler. Ama şunu söyleyebilirim ki spekülasyon var ve burada spekülasyonunu yaptığımız ilk şey bu adamın “Önce Britanya” diye bağırmış olmasıdır.

Şu halde, eğer bu idiyse, durum buysa, bizi bu noktaya getiren buysa, o zaman şahsen benim için bu son derece tehlikeli bir durumdur. Şimdi size ortalıkta dolaşan bir e-postadan bir alıntı okuyacağım. Sadık Khan seçimi kazandığında bu pasaj basında çok sık iktibas ediliyordu. Bu Önce Britanya tarafından yapılmış bir basın du- yurusudur: “Basın duyurusu: Önce Britanya bir doğrudan eylem kampanyası kapsamında seçilmiş Müslüman devlet memurlarını hedef alacaktır. Önce Britanya Sadık Khan (Londra Belediye Başkanı), Sacit Cavit (Kabine Bakanı), Muhammed Altaf-Khan (Oxford Belediye Başkanı), Hüseyin Aktar (Blackburn Belediye Başkanı), Şa- fika Şah (Birmingham Belediye Başkanı) ve bunlar gibi siyasetin her seviyesinden seçilmiş Müslüman devlet memurlarına karşı bir doğrudan eylem hareketi başlatmak üzeredir.”

Bu kampanya Sadık Khan’ın Londra Belediye Başkanı olarak seçilmesinden sonra harekete geçirilmiştir. Önce Britanya’nın lideri Paul Golding şöyle demiştir: “Önce Britanya doğrudan militan tarzda eylemlerde uzman- laşmış olup çok sayıda nefret tellalını ve teröristi izlemeye almış ve bunlarla yüz yüze gelmiştir. Önce Britan- ya artık seçilmiş tüm Müslüman devlet memurlarını “işgalciler” olarak görmektedir ve bunların bizim siyasi sistemimizi ele geçirmeye yönelik stratejilerine karşı bir muhalefet hareketi başlatacaktır. İstihbarat güdümlü operasyonlarımız bu kişilerin nerede yaşadıkları, nerede çalıştıkları, nerede ibadet ettikleri ve benzerleri dahil olmak üzere günlük yaşantıları ve resmi görevleri ile ilgili tüm hususlar üzerinde odaklanacaktır. Önce Britanya

132 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ İslamiyet’in İngiltere’de yasaklanmasına yönelik resmi bir politika gütmektedir ve tüm İslamcı işgalciler siyasal sistemimizden tümüyle def edilmedikçe durmayacaktır.”

Bunlar Jo Cox’un öldürülmesinden sadece birkaç hafta önceydi. Şimdi Brexit’e ve dünden ve bugünden itibaren kullanılan söyleme geri dönelim... ’ın kabul etmek zorunda kaldığı 350 milyon Sterlin meselesini biliyoruz. Bu doğru değildi. Brexit’in çıkması için can atan muhafazakâr milletvekili Daniel Hannan çıktı ve şöyle dedi: “Aslında göçmen sayıları ille de tutulacak diye bir şey yok ve biz de böyle bir şey vaat etmedik.” Ve bunların tümü 24 saat içinde ortaya çıkarılırken daha önce başlatılmış olan bir dilekçe sanırım bu sabah bir milyon imzayı geçti.

Ve Glastonbury’de son birkaç saat içinde - bilmeyenleriniz için söylüyorum Glastonbury dünyanın değilse bile İngiltere’nin en büyük sosyal müzik festivallerinden biridir - önde gelen bir grubun üyeleri insanlara bu dilek- çeyi imzalamaları çağrısında bulundu. Bu olay Glastonbury’deydi.

Bunun etkisi dünya çapında oldu ve elbette İngiltere’yi de içine aldı. Önceleri tüm bölünmüşlük renkliler ve renksizlere karşı yürütülen şeytanlıkla ilgiliydi. Şimdi de kuşaklar arasında uygulanacak başka bir bölünmeyle karşı karşıyayız. Ve işte ortalıkta boy gösteren retorik budur. İkinci Dünya Savaşı ile Soğuk Savaş arasında- ki dönemde doğmuş olan şanslı kişiler İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki ekonomik büyüme boyunca kamu hizmetlerinin en iyisinden yaralanmış, en iyi güvenlik hizmetinden yararlanmış, en yüksek emekli maaşlarını almış, en iyi işlere girmişlerdir. Şimdi arta kalan şey bunların önyargıları ve ırkçılığıdır.

Büyük Britanya’da oylamaya katılan insanlara bakarsanız, gençlerin kalmaktan yana oy kullandıklarını; yaşlıla- rın ise Brexit için ayrılmaktan yana oy verdiklerini görürsünüz. Yani yaşlı insanlar gençlere baskın çıkmışlardır. Ve bunun nedeni de ev içinde konuşulanlardır. Böylece bir gün içinde gençlerin birçok farklı ülkede çalışabil- me olanağını ve Avrupa genelinde seyahat edebilme hakkını ortadan kaldırdık. Bir anne olarak bu benim için çok üzüntü vericidir. Bir politikacı olarak da çok üzücüdür çünkü şu an normalin ötesine geçilmiş bir yerdeyiz.

Peki, buradan nereye gideriz? Bu soruları sanırım kendimize sormamız gerek.... Akademilerde ve her şeyle ilgili tüm bu araştırmaların yapılmış olması göz kamaştırıcı. Nefret Etme Umut Et’ten gelen meslektaşım Joe’nun çözüm anlamında duymayı iple çektiğim yarınki konuşmasının buna ışık tutacağını biliyorum.

Peki ama bir politikacı olarak ne yapabilirim? Bu konferanstan çıkınca bizler ne yapabiliriz? İşte burada toplan- dık ve tüm görüşleri dinledik. Şimdi size geçmişimden bahsedeceğim. Ben bir kariyer siyasetçisi değilim. Ben parçalanmış bir aileden geliyorum. Anne babası hapiste olan bir aileden geliyorum. Eylemlerle dolu bir geç- mişten geliyorum. Annem ortağını öldürdüğü ve on dört yıl hapis yattığı için yirmi yıl boyunca kadın hakları için eylem yaptım. Farklı ülkelerde ırkçılığa karşı eylemler yaptım. Şu ana dek hatırlayabildiğim ilk eylemim annemin hapishanede helal yemek yemesini yasaklayan kanuna karşı olmuştu ve bu 1992 yılındaydı. O gün- den beri kendisi gerek akıl sağlığı, sosyal mahkum statüsü ve gerekse de ziyaretçi saatleri anlamında olsun dil bariyeriyle ilgili sorunlar ve içinde bulunduğu kültürel ortamla ilgili sorunlar yaşadı. Bu dilde yazamadığından bu onun için bir engel teşkil ediyordu. Sisteme, adalet sistemine itiraz ettim. Onun bir Müslüman olduğu için hepimizin toplum içindeki yaşamına etki eden Haysiyet Divanı tarafından mahkum edilmiş olması daha da ağır bir hükümdü.

Bu yüzden hayatım boyunca tüm bu sisteme karşı çıktım ve bunu herhangi birinin standartları ile Meclis’e gö- türen mazlum kişi benim. Şu anki siyaset tarzının dünyanınki ile uyuştuğunu düşünmüyorum. Dünyanın ger- çekleri ile temasımızı kesmiş olduğumuza gerçekten inanıyorum. Bir zamanlar dünya bize uzak bir yerdi. Bra- dford’da yaşamış ve Bradford’da büyümüşseniz, burasının sizin bir işe, bir aileye sahip olacağınız yer olduğunu düşünürsünüz. Bugün bu geçerli değil. Bugün dünya avucunuzun içinde ve olaylar dünyayı değiştirmekte.

2. OTURUM / 2. KISIM KAMUSAL ALANDA İSLAMOFOBİ İLE MÜCADELE 133 Birçok yıldır buna örnek olarak verebileceğimiz son olay İkinci Dünya Savaşı idi. O zamandan beri 9/11’i yaşadık, bankacılığın çöküşünü yaşadık, İngiltere’de 7/7’yi yaşadık ve diğer birçok küçük olaya tanık olduk. Topluluklar değişti ve evrim geçirdi. Topluluklar artık akışkandır.

Doğal olarak, ne olursa olsun, insanoğlu olarak değişimi ve değişimin farklı biçimlerde nasıl etki ettiğini an- lamamız gerekir. Bir anne olarak benim için; göçmen akını olması nedeniyle okulda bir yer bulamazsam, bu çocukların okuldaki yerlerini onlar alıyordur. Öyleyse bu alana yatırım yapılmıyor ve insanlar daha iyi bir alana taşınmaya güç yetiremiyorlar. Bu da o alanda daha çok mahrumiyete neden oluyor. Öyleyse şimdi kimi suçla- yacağım? Doğru işe giremediğimde kimi suçlayacağım? Kimi suçlayacağım?

Hükümetten bahsedecek değilim. Asıl bahsetmek istediğim şey bu insanlardır. Bu insanlar benim işimi aldılar. Bu insanlar okuldaki yerimi aldılar. Bu insanlar benim çocuklarıma ait olan fırsatları aldılar. Bu söylem yıllardır ve yıllardır ortalıkta dönüp duruyor. Yoksulluk içinde yaşamış, evsiz kalmanın nasıl olduğunu tecrübe etmiş biri olarak bu söylemi iyi biliyorum. Her açıdan çok bilindik bir söylem. Fakat hükümetin eksiği şu: Hükümet insanlarla konuşmadı. İşçi Partisi’yle konuşmadı. UKIP’in yükselişi İngiltere’de bir fenomen olmuştur. Ve tüm referandum UKIP’in yükselişine karşı muhafazakârların yanıtıydı, David Cameron’un yanıtıydı. Hadi bir refe- randum yapalım. UKIP’in nazını çekiyorduk. İşçi Partisi, bana öyle geliyor ki, göçmenlikle ilgili söyleme sahip çıkacak cesareti yitirdi. İşçi Partisi mazlumların partisi, çalışan sınıfların partisi, özlem duyulanların partisi olagelmiştir.

Ve sonra UKIP denen parti çıkageldi, NHS’nin göçmenlik üzerine inşa etmiş olduğu söylemi sahiplenmedik. Birleşik Krallığı ve Büyük Britanya’yı oluşturan ve onu büyük yapan şey göçtü. Bu olgu bunda çok büyük bir rol oynamıştır. Bu söylemi kaybetmekle, sokaklarımızda, İngiltere’nin orta direğinde yaşayan insanlarla irtibatımızı yitirdik. Benim seçim bölgem %60 BME’dir.

Brexit için oy kullanmış olan Pakistan kökenli BME halkının umutsuzluğa düştüğünü söyleyebilirim. Bu şok ediciydi. Aralarında geçen konuşmalar şöyleydi: “Manningham’a inip bölgeye akın eden insanları, Polonyalıları görmelisiniz, onların bizim işlerimizi nasıl ellerimizden aldığını görmelisiniz. Birisi bu işi diğeri öteki işi alıyor.” Ve ben de “Çocuklar, bu ebeveynlerimin göç ettikleri zaman karşı karşıya kaldıkları söylemin aynısı” diyordum. Ve bu tekerrür ediyor. Ve Bradford’daki Pakistanlı topluluk ezici bir çoğunlukla Brexit lehinde oy verdi. Bu yüzden kendi topluluğumuz içinde gerçekten de iyice idrak etmemiz gereken bir sorun var.

Ve Önce Britanya denen şey karşımıza çıktı. Konuyu toparlamadan önce, kendi deneyimime dayalı olarak size başıma gelen bir şeyi anlatacağım. Önce Britanya denen hareket Bradford’da ortaya çıktı. Daha önce de EDL‘nin Bradford’da ortaya çıktığını görmüştük. Bunun üstesinden geldik ve sonra da Önce Britanya kuruluşunu ilan etti. Şansımız varmış ki hiçbir olay yaşanmadı. Gerçi bunlar Bradford’tan kovuldukları zaman bir olay yaşan- mıştı. Bu adamlar gidip bir caminin dışında beklemeye başladılar. Bazı Asyalı Müslüman gençler bu duruma çok öfkelendi ve bunları önlerine katıp kovaladılar. Birisi arabasından çıkıp bunların arabalarını tekmeledi ve buna benzer bazı şeyler yaşandı. İkisi tutuklandı.

Olay benim bölgemde meydana geldiği için polis şefleri benimle iletişime geçtiler. Çocuğumun bir cumartesi öğle vakti çekilmiş bir resmi ile ilgili olarak birçok defa beni bilgilendirdiler. Polise teşekkür etmek için bir poster astım. Aramız çok çok iyiydi, sorunun üstesinden gelmiştim. Twitter’da ve Facebook’ta birkaç bin ta- kipçimin olacağını düşündüm, evet. Birkaç gün içinde iki bin beş yüzden fazla yorum aldım ve bunlar Önce Britanya ve EDL ile de paylaşıldı. Ah, işte tanık olduğum bu tür bir ırkçılıktı!

İşte bunu yaşadım. Bu benim için çok büyük bir olay değildi. Büyük bir olay değildi, bu beklediğim bir şeydi. İşin üzücü tarafı şu: bir kadın olarak, farklı bir dine mensup etnik bir miras olarak bir yere gelebilmek; tecavüz,

134 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ tehdit ve benzeri binlerce hakaretin arasında bir yere varabilmek, normal bir yere gelebilmek şu an toplumun ne kadar anormal olduğunu bize söylemektedir. Bu utanılacak bir durumdur. Ve işte bizler bununla mücadele ediyoruz.

Yani insanlarla uğraşıyoruz. Normal diyebileceğimiz bir şey mevcut değil. Ben normal değilim. Ben parça- lanmış bir geçmişi olan meclise girmiş biriyim. Bu normal bir durum değildir. Yüksek lisans yapmış olmam, Oxford’dan geliyor oImam gerekirdi. Siyasetle bazı bağlantılarımın olması gerekirdi. Normal olarak kabul edi- legelen şeyler bunlardır. Bu artık normal değil. Artık parlamentoda gerçek insanlar istiyoruz.

Halkı yansıtabilecek ve halkla dirsek temasında olabilecek insanlar istiyoruz. Dolayısıyla ben normal değilim. Son 48 saat içinde olanlar normal değil. Normalde, siyasetçilerimize karşı güven besleriz, çünkü onları biz seçmişizdir. Kurallarımıza karşı güven besleriz, çünkü onları biz seçmişizdir. Çünkü İslam bu kampanyada çok büyük bir rol oynamıştır. Birkaç gün önce Zac Goldsmith’in yapmış olduğu gibi bir belediye başkanı adayı 7/7 bombalı saldırısının resmiyle kendine bir vizyon çizme aşamasına geldiysek, işte bu normal değildir.

Yani, normal yanıtlara ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Benim iki tutkum var. Birinci tutkum toplum kalkınmasıdır. Ve diğer tutkum da liderliktir. Ve ben kariyerime bir toplum kalkınmacısı olarak çalışarak baş- ladım. En büyük hayır kurumlarından biri olan Londra’nın dışındaki BME Akıl Sağlığı Hayır Kurumları’nın başkanlığını yaptım. Ve eşitsizliğe karşı mücadele eden birçok kurumda görev aldım. Bugünkü izlenimim şudur ki topluluklar kendi çözümlerini ellerinde tutuyorlar. Topluluklar zaten kendi çözümlerini bünyele- rinde taşıyorlar ve bunun nedeni de kullandığımız dili değiştirmemiz gerektiğidir. Konuşmamız gerek ve kısa sohbetler yapmamız gerek.

Size İslamofobiyle mücadele anlamında kısa bir sohbetin ne olduğuyla ilgili bir örnek sunacağım. Meclis üye- liğine atanmam şöyledir: Her üç ayda bir icra müdürümle ve Bradford’u yöneten ekiple bir toplantıya davet edilirim. Bu toplantıya gittiğimde icra müdürümün bana dediği ilk şey şuydu: “Tüh, bu yılki sınavlar hakkında konuşmamız lazım ama bu konu gündeme konulmamış, yine de bunu aklımızda tutmalı ve bunun için bir şeyler yapmalıyız.” Ben de “Niçin? Bu Ramazan ayıyla ilgili bir şey mi?” dedim ve ona dönerek “Niçin buna kafa yormamız gerekiyor” dedim, o da “Bakın, bunu değiştirmemiz gerekli, çünkü çocuklar oruç tutuyor ola- cak” dedi. Ve ben de “Durun bir dakika. Yapacağınız iki şey var” dedim. Tüm beyaz tenli insanlar oradaydı ve içlerindeki tek Müslüman bendim. “Ya sınav saatini değiştireceksiniz, ki bu durumda uyumu sağlamak için tüm ülkedeki sınav saatlerinin değiştirilmesi gerekecek, ya da sınav konularından bazılarını hariç tutarak sınavı sabah yapacaksınız ve hariç tutulan konular için öğleden sonra bir sınav daha yapacaksınız. Sınav saatlerini değiştirmemiz halinde Önce Britanya’nın ve EDL’nin kopartacağı fırtınayı hayal edebiliyor musunuz?” dedim. Siyasal olarak fazlaca doğru olmak, fazlaca liberal, fazlaca solcu olmak ve düşünceli olmak da İslamofobiye neden olabiliyor. Buna uyum sağlamamız gerekli.

Geri dönüp bir müftüyle konuştum. Koruma talep ettiğim insanlarla konuştum. Bana: “Bakın aslında bazı fel- sefe ekollerine göre eğer yeterince cesursanız ve oruç tutarsanız savaşa gidersiniz. Ve bazı felsefe ekollerine göre de eğer bir sınava girmeye uygun olmadığınız gibi oruç tutmak için uygun değilseniz, oruç tutmayabilirsiniz. Çünkü bu sizin yeteneğinizi etkilemez. Örneğin bir kalp ameliyatı geçirdiyseniz, %100 işlevsel olmadığınız halde cidden oruç tutar mısınız? Bu kişinin kendisine kalmış bir seçimdir ve İslam’ın bu konuda katı buyruk- ları yoktur” dediler. İcra müdürüm bana baktı - yüzünden şok içinde olduğu ve dehşete kapıldığı okunuyordu- ve şöyle dedi: “Eğer benimle kavga etmek isterlerse ben Müslüman toplulukla savaşırım, ama sınav saatlerini değiştirmeyeceksiniz ve bu yüzden Bradford’u hedef haline getirmeyeceksiniz” dedi.

İşte İslamofobi böyle yaratılıyor ve cesaret gerektiren bu konuşmayı ele alırsak beyaz birinin bunu söylemesi bir Asyalının ya da bir Müslümanın bunu söylemesiyle aynı etkiyi yaratmıyor. Birlikte çalıştığım liderler ve polis

2. OTURUM / 2. KISIM KAMUSAL ALANDA İSLAMOFOBİ İLE MÜCADELE 135 güçleri ve diğerleri bu tür şeyler söyleyip duruyorlar. Aslında sizin söyleyemeyeceğiniz, benim söyleyemeyece- ğim şeyler var. Fakat onları anlamam gerek.

Irkçılığı anlamak için siyah olmanız ya da feminizmi anlamanız için bir kadın olmanız gerektiğini düşünmüyo- rum. Yapmanız gereken şey empatiye sahip olmak ve bu topluluğun ihtiyaçlarını anlamaktır. Eğer cesur konuş- malar yaparsanız, işin onda dokuzu bitmiştir. Birileriyle konuşmanın iki yolu vardır; bir şeyi anlayamadığınız için zor bir konuşma yapabilirsiniz ya da cesur bir konuşma yaparsınız. Eğer şimdi size “Zor bir konuşma yap- mam gerek” demiş olsaydım, “zor” kelimesini kullandığım anda duygusal olarak tepkiniz farklı olurdu. Fakat “Cesur bir konuşma yapmak istiyorum” dediğim vakit bu sizin desteğinizi istediğim anlamına gelir ve bu dil sizlerden daha çok empati içeren bir yanıt elde etmemde yaşamsal bir öneme sahiptir.

Dolayısıyla kanımca ihtiyacımız olan şey, ait olduğumuz topluluklara dönerek zor konuşmalar değil cesur konuşmalar yapmaktır ve topluluğu etkileyecek olan şey işte bu tür cesur konuşmalardır. Toplulukla ilgili bu gerçeği daha önce düşünmemiş olabilirsiniz.

Ayrıca Bradford’da çok sayıda entegrasyon çalışması da yapıyoruz. Mahrumiyet ve entegrasyon içsel olarak bağlantılıdır. Araştırmalar Birleşik Krallığın tümünde en ez entegre olmuş 10 topluluk arasında olduğumuzu göstermektedir. Bunun nedenlerinden biri, İslamofobiden önce ırkçılıktır. Çünkü önümüzde duran tabloda gördüğümüz şey beyazların iktidarda olduğudur ve bu insanlar ırk kartından korktukları için ister İslami bir kültür olarak ister Pakistanlı bir kültür olarak gördükleri Asya topluluklarında olup bitenleri sorgulamamakta- dır. Bu aslında mensubu olduğumuz topluluklara daha çok zarar vermektedir ve bu alanlardan biri de benim seçilmiş olduğum siyasal platformdur. Bu siyasal platformlarda ataerkil olayların olmasına izin verilmiştir ve bunun da İslam’la hiçbir biçimde alakası yoktur. Fakat İslam kadınlara baskı yapmak için bir dil olarak kulla- nılmıştır. Ve işte bunun sorgulanması gereklidir.

İşin iyi tarafı şu ki, bu algılamaları sorgulamak için aramızda çözüm üretebildik. Kapanış notu olarak, topluluk- ların kendi çözümlerine sahip olduklarını belirtmek isterim. Buradan çıktığımızda cesur konuşmalar yapalım. Politik liderliğinizi her ne olursa olsun kullanın. Ve topluluklarınızın arasına girip onlarla konuşun. Bununla yüzleşin; hepimiz bugün Saraybosna’da burada olmanın ayrıcalığını yaşıyoruz. Bundan böyle de dinlemeye de- vam edeceğimiz insanları dinlemek için buraya kadar gelebilmiş olmanın büyük ayrıcalığını yaşıyoruz. Burada olmaktan çok mutluyum. Fakat aslında daha da önemli olanı buradan çıkıp kendi topluluğuma geri döndü- ğüm zaman yapacaklarımdır.

Çünkü topluluk seviyesinde değişmemiz gereklidir. Elbette en az bunun kadar siyasi değişime de ihtiyacımız var, fakat bunun toplulukların kendilerinden gelmesi gerekli. Çok teşekkür ederim.

136 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ Nathan Lean Georgetown Üniversitesi, ABD

MODERATÖR

Teşekkür ederim Naz Shah. Konuşmanız çok aydınlatıcıydı. Teşekkür ederim. Ve şimdi düşüncelerini almak için sahneye davet edeceğim konuşmacımız, Nathan Lean.

NATHAN LEAN

Tünaydın. Bu etkinliğin organizatörlerine çok teşekkür ederim. Oruç tutanlarınıza mutlu bir Ramazan ayı ve Allah’ımızdan fikir açıklığı ve bolca ihsan dolu bir ay geçirmelerini dilerim. Oruç tutmayanlara da, evet size de yine aynı şeyleri diliyorum.

Buradaki zamanımın kısıtlı olduğunu biliyorum ama bugün sizlere İslam ve Müslümanlar hakkında nasıl ko- nuşmakta olduğumuzla ilgili olarak Birleşik Devletler’de tanık olduğum bir söylem farklılığından söz etmek is- tiyorum. Ve ben bu farklılığın belki de çok sayıdaki Avrupa devletinin ve aktörlerinin karakteristiklerini taşıyan bir zorunluluktan etkilendiğini düşünüyorum.

Birleşik Devletler şu an İslamiyet hakkında görünüşte liberal bir söylemin yayılışına ve güçlenmesine tanıklık etmektedir; fakat bu söylem, utanç verici derece bağnaz ilkelerin, yobazların ve Müslüman düşmanı önyargının bir sonucudur. Ve yakın bir zamana kadar bizlerin Birleşik Devletler’de İslamofobiyi politik anlamda merkezde ya da merkez sağda olan bir fenomen olarak düşünme eğiliminde olduğumuzu düşünüyorum. Bu durum İsla- mofobinin daha gizli biçimlerini meydana çıkarma eğiliminde olan siyasal solun politikalarına işaret etmiş olan benim gibi akademisyenleri bile kapsamaktadır. Batılı liberalizm, sekülarizm, kişisel özgürlükler ve benzeri değerlerde başı çekenIer arasında yaşam bulan İslamofobinin daha açık, söylemsel ve entelektüel biçimlerini henüz enine boyuna değerlendirmemiş olduğumuz kanısındayım.

Ve bu yüzden de kendi dünyamızda Müslüman karşıtı önyargının küstah ifadelerinin belirli biçimlerde çekici- liklerini yitirdikleri bir yere vardığımızı düşünüyorum. Bu, özellikle de kendisini aşırı örneklerin söz konusu

2. OTURUM / 2. KISIM KAMUSAL ALANDA İSLAMOFOBİ İLE MÜCADELE 137 fenomenin bazı biçimlerinin daha iyi anlaşılmasını tetiklemesi ve akabinde, fanatik uçlar hariç olmak üzere insanları kendi nefretlerini ve düşmanlıklarını yeni bir ambalaja saklamaya zorlaması şeklinde ortaya koymak- tadır.

Bu sonuç toplumun merkezi kılavuz değerlerinin, yani bu durumda liberalizmin adeta yardımına koşmuştur. İslam ve Müslümanlar hakkında doygunluğa erişen söylemler akla, akılcılığa ve bunun gibi değerlere - dış gö- rünüş itibariyle değerlendirildiğinde - başvuru sayesinde cepheleşmeden uzak, tarafsız ve daha da aydınlanmış görünmektedir.

İşte içinde bulunduğumuz durum budur. İslam ve Müslümanlar hakkında konuşma tarzı budur. Bu görünebi- lir bir biçimde önyargı değildir, ama gerçek olduğu iddia edilen şeylerin, yarı gerçeklerin ve tartışmaya kapalı durumların meydana getirdiği ideolojik bir esasa dayanmaktadır. Ve bu, ahlaki açıdan haklı Batı ile beceriksiz fakat umutsuz olmayan geri kalanlar arasında oryantalist bir ikilik üretmektedir.

Şimdi bu söylemi özellikle de ABD’de güçlendirdiğini ve ona liberal bir kılıf sunduğunu düşündüğüm dört temel rivayete kısaca değinmek istiyorum. Birincisi İslam’ın değil, ama İslamcılığın Müslümanların başı çektiği aşırıcılığın kaynağı olduğudur. İkincisi aşırıcıları ezmek için ılımlı Müslümanlara başvurulmasının ve bunların güçlendirilmesinin zorunlu olmasıdır. Üçüncüsü bunun İslam dininin reforme edilmesini hedefleyen bir pro- jeyi gerektirecek olmasıdır. Ve dördüncüsü de Batılı özgürlüklerin, ama özellikle de ifade özgürlüğünün itiraz edilemez olması ve hassasiyetlerin bütün hallerde ABD’nin ve Avrupa’nın kutsal temellerine boyun eğmek zorunda olmasıdır.

Batı liberalizminin bu sözde burçlarına uzunca bir süredir, özgürlük ve özgürlüğün pırıltılı kavramlarına gerçek ya da algı ürünü benzersiz tehditleri simgeleyen diğer ‘izmler’ musallat olmuştur. Ne var ki, daha yakın bir ta- rihte İslamcılığın İslam ve Müslümanlarla ilgili söylemlerde ön plana çıktığını duyduk. Bu bizim haddizatında gerçekten ilgilendiğimiz İslam değildir. Bu aslında İslamcılıktır.

Bu terimi sanki çok iyi biliyormuş gibi dillerinden düşürmeyenler bunun bu türün dini cinsi olduğunu öne sürerek bir diğer “-izm” ile on yılları kapsayan bir saplantıdan hafifçe çark ettiler. Kendi içinde ve dışında mutlaka şiddet içermemekle birlikte, bu kesinlikle şiddete götüren bir geçiş kapısıdır. Büyük miktarda para karşılığı bu mesajı İngiliz hükümetinin damarlarına pompalamış Quilliam Vakfı adlı bir düşünce kuruluşunun temsilcisi olan ve kendisini liberal olarak tanımlayan Macit Navaz başta olmak üzere bu kişiler, bir kez daha kendilerini ilgilendiren şeyin İslam değil patlama yapan bu ideoloji olduğunu haykırarak önyargı suçlamalarını saptırmaktadır.

Maalesef, bu yaklaşım dini muhafazakârlıkla İslamcılığı birbirine bağlamaktadır ve dikkatinizi çekerim ki kendisini İslamcı olarak tanımlayan birçoklarının sahip oldukları görüşleri onaylamayan çok sayıda muhafa- zakâr Müslüman mevcuttur. Bu yaklaşım IŞİD’in, Mısır’daki Müslüman Kardeşlerin, Türkiye’deki AK Parti’nin, Fas’taki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ve Tunus’taki Ennahda’nın hepsinin de aynı kumaştan yapılmış olduk- larını öne sürerek İslamcılıkla aşırıcılığı aynı şeylermiş gibi birleştirmektedir. Ve bazı durumlarda bu görüş, Batılı liberal araştırmacıların aşırı gördükleri tüm tedbirlere verilen desteklerin bu nedenle o kişinin daha çok şiddet içeren tedbirleri desteklediğinin ya da destekleme potansiyeli taşıdığının bir göstergesi olduğunu öne sürerek aşırıcılıkla terörizmi birbirine bağlamaktadır.

Örnek olarak, Tevfik Hamit’in teklif götürdüğü, kendisini İslami reformcu olarak tanıtan ve kendisini Müslü- man reform hareketi olarak adlandıran sözde ilerici bir kurulda görev alan ABD’li bir askeri yetkili hazırladığı resmi raporda türbanın, terörün pasif bir biçimi olduğunu ileri sürmüştür. Evet. Ve ABD’deki Kongre’nin eski bir üyesi olan Barney Frank gibi koyu bir demokratın ve ömür boyu liberalin Orlando saldırılarının ardından

138 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ Müslümanların bunun için suçlanamayacağını ama terörle bağlantısı olan İslami bir unsurun kesinlikle var olduğunu söylemesine olanak veren işte bu tür bir söylemdir.

Bu, demokratların muhtemel adayı Hillary Clinton’ın yakın bir zaman önce ABD’de “radikal İslam” terimi ile ilgili olarak tanık olduğumuz gürültülü bir tartışmaya yanıt olarak yaptığı yorumlarda da var olan söylem jimnastiğinin bir türüdür: “Müslümanların yaptığı bu saldırılara ne ad vereceğiz? Bunu ‘radikal İslam’ olarak tanımlayacak mıyız yoksa tanımlamayacak mıyız?” Dediğine göre ‘radikal İslam’ terimini kullanmak uygun değildi ve uygun terim ‘radikal İslamcılık’ idi ya da ‘radikal cihatçılık’ idi ve bu iki terim onun görüşüne göre birbirinin yerine kullanılabilirdi. Yani Hillary Clinton radikal İslamcılığı ve radikal cihatçılığı temel olarak Müs- lümanlar tarafından uygulanan şiddeti tanımlamak için kullanabileceğimiz, birbirinin yerini alabilecek terimler olarak görmektedir.

İslamcılığa verilen dikkatin artmasının bir sonucu olarak, ılımlı Müslümanları gölgelerin arasından sıyrılarak dünyaya gerçek İslam’ın neye benzediğini göstermeye çağıran bir söylem doğmuştur. Artık muhtemelen bu yorgun kinayeye aşinasınız, ama konuyu geçmişteki tartışmalarımdan biraz daha derinlemesine eşmek istiyo- rum. ‘Ilımlı’ kelimesi tarih boyunca tekrar ve tekrar ABD’nin ve Avrupa’nın değerleri ve çıkarlarıyla şöyle ya da böyle araları açık olan çeşitli grupları tanımlamak için kullanılagelmiştir, ama bu gruplar hegemonyaların daha ağır birer tehdit olarak görülen unsurlardan arınmalarına yardımcı olmak için eşzamanlı olarak destek- lenmişlerdir; örneğin, inanın ya da inanmayın ılımlı Suriyeli isyancılar, ılımlı Afgan komandolar, tarihimizin bir noktasındaki ılımlı komünist Kübalılar böyledir.

Asıl mesele şudur ki ılımlılık haddizatında tanımlanmış bir şey değildir, tersine sadece ve sadece belirli para- metrelere uyması şartıyla birine ya da bir şeye bu sıfatı atfeden başka bir baskın unsur tarafından tanımlanmak- tadır. Yani diğer bir deyişle, bu özü itibariyle kıyaslamalı bir terimdir. Tam olarak neye ya da kime kıyasla ılımlı?

Müslümanları tanımlamakta kullanıldığı şekliyle ‘ılımlı’ kelimesi aynı zamanda doğrudan doğruya, bu Müslü- manların aslında kim oldukları, neye inandıkları, nasıl davrandıkları hakkında ortak bazı anlayışları belirtmek- tedir ve nihayetinde de eğer kendimizi idealize bir versiyon olarak görürsek şu ya da bu şekilde bize benzedik- leri mesajını iletmektedir. Ve gerçek şudur ki bunların hiç biri tam olarak açık değildir, bu varsayılandır. Ama yine de bu terimi kullananları kafamızı eğerek onaylıyoruz ve Müslümanların bu cömert tanımı hak etmeleri için gerekli görülen ideolojik, dini ya da politik ön şartları kabul ederek kalbimizin derinliklerine gömüyoruz.

Öyleyse siyasal bağlılığın ötesinde, bir insan nasıl ılımlı bir Müslüman haline gelebilir? Bunun bir yolu İslam’ı reforme etmeye yönelik projeleri methetmek ve bunlarda bilfiil yer almaktır ya da son günlerde adını duymakta olduğumuz gibi dinin ruhunu onarmaktır.

İslam’ı reforme etme fikri bazı nedenlerle sorunlu görünmektedir. Çünkü reform hareketleri zaten vardırlar ve kötüdürler. Ayrıca bu reform hareketleri: 1. Sıklıkla dışarıdan gelen reçetelerdir,

2. Müslümanların neleri yapmak zorunda oldukları ya da neleri yapmaları gerektiği ile ilgili taleplerinde incel- tici bir aciliyet arz etmektedirler,

3. Nihai olarak, İslam’ın reforme edilmiş son halinin Batılı özellikler taşıması gerektiği temel fikri üzerine inşa edilmişlerdir ki böyle bir reform daha çok seküler Batı’ya benzer bir anlam taşımaktadır.

İslami reform savunucuları denilen birçok kişi bunu doğrudan doğruya kabul edilemez bulmasa bile sorgula- nabilir bulacaktır. Bu durumda, örneğin, Müslüman bir kuruluş ortodoksluğu, haysiyetli geleneği güçlendiren

2. OTURUM / 2. KISIM KAMUSAL ALANDA İSLAMOFOBİ İLE MÜCADELE 139 ve Batı’nın liberal söylemleriyle kadim hale getirilmiş dini uygulama ve doktrinleri savunan reform ilkelerini öne sürecektir.

Sorarım, hangi peçeli Müslüman kadın vardır ki türbanın İslami reform üzerindeki tartışmanın merkezinde olduğu fikrini sadece reddetmekle kalmaz ve aynı zamanda bunu bağımsızlığın, ilericiliğin, aklın ve akılcılığın ve bu nedenle de bunların bir sonucu olarak liberalizm salgınının bir ifadesi olarak görmez?

Hangi Müslüman kadın vardır ki camilere ayrı kapılardan girilmesini ya da ayrı yerlerde ibadet edilmesini sos- yal bir ilerleme olarak değil de uzunca bir süredir geleneği şereflendiren ve liberalizmle kıyasladığımızda bizim hayal bile edemeyeceğimiz biçimlerde anlamlı olan dini uygulamalar olarak görmez?

Batı liberalizmi dinin kabul edilebilir parametrelerinin taslağını çizmeye yönelik bir çabanın ürünü müdür? Ve eğer öyleyse, o bu durumda arabuluculuk etmekle daha çok ilgilenen ve özerkliğe ve bireyselliğe daha az saygı duyan bir felsefe haline gelmez mi?

Son olarak ve belki de en tartışmalı konulardan biri de son birkaç yılda medyada ve diğer kanallarda yeniden yüzeye çıkan ve sızdırılan bir tema olan ifade özgürlüğünün bu değiştirilemezliği ve Müslümanların buna karşı isteksiz olduğunun iddia edilmesidir. Bunu diğer yayınlarda ve diğer kanallarda olduğu gibi Avrupa’da Charlie Hebdo’da da görmüştük. İfade özgürlüğü konusunda bunu ya tüm biçimleriyle kabul edeceksiniz ya da red- dedeceksiniz gibisinden toptan bir netlik anlayışını yansıtan çok kuvvetli bir arzu vardır. Bunun yanlış bir yola saptırılmış ve açıkça çok tehlikeli olduğunu düşünüyorum.

Bu fikri model edindik, çünkü bir şey saldırgan olsa bile halktan saklanmaması gerekir ve çünkü eğer bir şey saldırganlık içeriyorsa sırf ifade özgürlüğünün değerini anlayabilmemiz için bunun mutlaka yayınlanması ge- rekir.

Liberaller olarak bize, sözgelimi, yüce değerlerimiz adına duyarsız, duygusuz, yansız ve acımasız olmamız ge- rektiği, duyguları incinmiş olanın gözlerine tümüyle hissiz bir biçimde bakarak, kendi etnik grubu hakkında çizilen karikatürlerden dolayı alt üst olmuş Musevi’ye, kendisini ‘Zenci’ diye çağıran iş arkadaşının gözünde anlamlı biri olmak için mücadele eden bir siyahiye, sevgili peygamberi hakkında yapılan tasvirlerden ya da peçesine edilen hakaretlerden dolayı gözyaşlarına boğulmuş Müslüman bir kadına incitilmenin egemenlik böl- gesi ile gelen bir şey olduğunu ve burada işlerin böyle yürüdüğünü ifade özgürlüğü adına kendilerinden ahlaki yargılarda bulunmaya son vermelerini, tutundukları dalı gömmelerini ve bunlara aldırmadan rahvan rahvan yürümeye devam etmelerini beklediğimizi söylememiz söylendi. Dostlarım bu akılla bağdaşmaz.

Bu özgürlüğün liberal yorumlamaları çok sıkça, şayet ifade edilen sözler doğrudan doğruya başkalarına zarar vermekle sonuçlanan eylemlere neden olursa müdahalenin gerçekleşebileceği yönünde bir ikaz vermiştir. Ama ben bununla ilgili olarak da çok büyük bir tatminsizlik olduğunu düşünüyorum. Buradaki ana fikir zararın sadece konuşmayı izleyen eylemlerden geldiğidir ve bunda konuşulan sözlerin kendisinin de pekala zarara yol açabileceği gerçeği göz önünde bulundurulmamaktadır.

Bu gerçekten de zarara neden olmaktadır çünkü, Richard Dawkins-Sam Harrison ikilisi gibi rağbet edilen libe- raller sizi neye inandırmış olurlarsa olsunlar, İslam ve tüm dinler sadece fikirlerden çok daha fazlasıdır. Onlar bizim kimliklerimizin bir parçasıdırlar. Onlar bizim insan olma deneyimimize, bizim ahlaki değerlerimize ve bu dünyadaki yerimiz ve diğerlerinin bu dünyadaki yeri ile ilgili en kökleşmiş inançlarımıza nüfuz etmişlerdir. Bu yüzden kendimize şunu sormamız gerektiğine inanıyorum: “Kusursuz bir ve saf bir ideal olduğuna inandı- ğımız bir şeyi kusurlu ve kirli bir dünyanın gerçekliği ile nasıl bağdaştırabiliriz? Özerkliği yadsıyan ve bireysel- liği kısıtlayan gem vurulmamış konuşma hakkındaki sınırları nasıl ayarlayabiliriz?”

140 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ Sorular sormanın onları yanıtlamaktan daha kolay olduğunun farkındayım. Fakat bazıları ne kadar rahatsız edici olursa olsun bu zor sorularla başlamak zorunda olduğumuzu düşünüyorum. Ve en iyi tarafı şu ki, Over- ton’un penceresini üzerimizden atabilelim ve kendi arzusuyla bu zehirli fikirleri ait oldukları yerlere postalaya- cak bir toplum yaratabilelim diye herkesin bir parça kendisinin polisi olduğu bir sistem uygulamada.

Liberal toplumların çok düşkün olduğumuz değerleri bir anlam ifade edecekse, -arz ederim ki- bunların bir düzeyde liberal olmayan fikirlere yer açması zorunludur. İşte liberalizm budur. Bu, onlarla aynı fikirde olmak zorunda olduğumuz anlamına gelmez. Bu, onları sevmek zorunda olduğumuz anlamına gelmez. Bu, onlardan hoşlanmak zorunda olduğumuz anlamına gelmez. Fakat Batılı liberal modelin üzerimize uyacak tek beden olduğunu, tüm modellere uyduğunu ve onun ilelebet baskın paradigma olacağını ummak gerçekçi değildir. Sözgelimi, çadırı büyütmek herkesi çadıra tıkmaktan daha iyi bir stratejidir.

Ve bu ruhla, liberalizmin liberalden başka her şey olan ileri fikirler adına nasıl sömürüldüğüne dikkatlice ve etraflıca bakmamız gereklidir, çünkü bu kefene sarılı haldeki Müslüman karşıtı önyargının hafifletilmesi çok daha zorlaşmaktadır. Teşekkür ederim.

2. OTURUM / 2. KISIM KAMUSAL ALANDA İSLAMOFOBİ İLE MÜCADELE 141 Mustafa Cherif Cezayir

MODERATÖR

Çok teşekkür ederim Nathan. Şimdi, bizimle birlikte olmasını beklediğimiz ama bunu gerçekleştiremeyen Mustafa Cherif’in konuşmasını okuyacağım. Kendisi üşenmeyip onun adına okumam için bir yazı kaleme aldı. Mustafa Cherif Cezayirli bir akademisyendir ve İslamofobi konusunda bilgi dolu yorumlar yapmıştır. Söylemek istediklerini hakkını vererek aktarmaya çalışacağım. Konuşmasının konusu, İslamofobinin güvenlik zafiyetini nasıl beslediği ile ilgilidir.

MUSTAFA CHERIF’İN KONUŞMASI

“İslamofobi güvenlik zafiyetinin küreselleşmesini besleyen ve dünyayı çeşitli felaketlere sürükleyebilen yeni bir ırkçılık biçimidir, Yahudi düşmanlığının bir uzantısıdır. İslamofobi uluslararası ilişkileri ciddi bir biçimde koparır ve bunun çeşitli sonuçları olurken Müslümanlar sırf aklı çelinmiş teröristler İslam etiketini kötüye kullandığı için dinlerine yönelik ciddi saldırılara maruz kalmaktadır. İslam bazı trajik olaylarla adil olmayan bir biçimde ilişkilendirilmektedir. Din adına şiddete başvuran aşırıcıların sığındıkları gerekçe yanıltıcı bir ma- zeretten başka bir şey değildir. Bu durum, meslekten olmayan kişilerin ve kötü niyetli İslamofobiklerin İslam’ı aşırıcılıkla aynı şeymiş gibi göstermeleri için bir fırsat sunmaktadır. Evrensel değerler adına bize düşen görev hem aşırılık yanlılarını hem de İslamofobikleri ifşa etmektir. Herkesin İslam’ı ve Müslümanları eleştirmeye hakkı vardır. Modern zamanlardaki ifade özgürlüğü her şeyin üzerinde bir ilkedir, ama iftira, hakaret, karalama ve nefret söyleminde bulunma ifade özgürlüğünü temsil etmez. Eğer Peygamber (aleyhisselam) bizimle birlikte olsaydı, ifade özgürlüğünü desteklerdi ve İslam’ın ifade özgürlüğünü kısıtladığına inanan tüm eleştirmenlerin gerçek yüzünü ifşa ederdi. Kuran’ın kendisi de temel insan özgürlüklerine saygı duyulmasını talep etmektedir.

Kendisiyle alay etmek için hiciv yapan şairlere yanıt olarak Peygamberimiz ifade özgürlüğüne saygı göstermiş ve bunlara asla şiddet dili kullanarak yanıt vermemiştir. Bunun yerine bunlara yanıt verecek başka şairler gö- revlendirmiştir. Ve fiziksel olarak saldırıya uğradıktan sonra, kendisine saldıranları affetmeyi seçmiştir.

142 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ Tüm tartışmalara açık olan binlerce yıllık İslam medeniyetinden sonra peygamberin modelinden çok uzakta olduğumuz bugün, İslamofobik medya ve politik söylem inancı nezaket, misafirperverlik hoşgörü ile dolu olan bir milyardan fazla Müslümanın isteklerini görmezden gelmektedir.

Çocuk suçluların niçin toplumdan nefret etmeye ve korkutmaya ve intihara başvurmaya başladıkları sorusu karşısında, bazı yorumcular sebeplerin karmaşıklığını ve çokluğunu kabul etmek yerine kendi önyargılarıyla kör olmuş bir halde bunun nedeninin İslam olduğunu iddia ederek İslam’ı suçlamaktadırlar. Ne var ki İslami- yet on dört asırdır vardır ve daha önce bu tür ölümcül bir sapma yaşamamıştır.

Aşırı tutuculuk geçmişte İslam aleminin baskın bir unsuru olmamıştır. Şüphe yoktur ki, aşırıcılık kendisini orta yolun dini olarak tanımlayan İslam’dan kaynaklanmamaktadır. İslam’ı aşırıcılıkla suçlamak Kuran’a bir hakarettir, on dört asırlık tarihe ve barışa ve adalete değer veren dünyanın iki milyar Müslümanına hakarettir.

Kuran’da teröre başvurmak için gerekçeler olup olmadığını araştıranlar yollarını kaybetmekte ve kamuoyunu aldatmaya çalışmaktadırlar. Şurası kesindir ki terör suçlarının arkasında olanlar kimi zaman Kuran’daki ayet- leri, özellikle de savaşa ve güç kullanmaya davet eden ayetleri temel aldıklarını iddia etmektedirler. Fakat tıpkı tüm diğer dinlerde olduğu gibi aşırıcılar Kuran’ı bağlamından ve taşıdığı derin anlamdan koparmakta ve asıl metinlerin desteklemediği gerekçeler bulmayı denemektedir. Bunlar için din bir kılıftır.

Gerçeği, savunmasız ve eğitimsiz insanları aldatmak için söylenen yalanlarla karıştırmak kadar kötü hiçbir şey yoktur. Dinin aslı her zaman masum kalmıştır. Bu, gerçek İslam dinine ihanet etmektir çünkü İslam cinayeti, intikamı, intiharı ve rastgele şiddeti yasaklar. Terörün kurbanı olan ve birçok durumda kaybolup giden çoğu insan eğitimsiz kimselerdir ya da patolojik bir profile sahip suçlulardır. Bu kimseler onların zayıflıklarından ve şiddet ve intikam eğilimlerinden faydalanmak isteyen şahısların kurbanı olmaktadır. Dinin beyin yıkamaya da- yalı olarak bu biçimde çarpıtılması bu süreçte bir rol oynamaktadır. Bu çarpıtma ve yanıltma bilgisiz insanların avlanmasında bir yem olarak işlev görmektedir.

Bu muzır sosyo-politik ortamdaki gücenmişlik ve umutsuzluk mevcut çarpıtmalarla birlikte radikalleşmenin çatısını teşkil etmektedir. Ve bazı durumlarda, içerdiği ölümcül ve sadist unsurlarla, aşırıcılar tarafından çarpı- tılarak totaliter bir ideolojiye dönüştürülen sahte İslam’ın etkisiyle köktencilik ayrımcılık kurbanlarının bazı- larını cezbedebilmektedir.

Temel sorunları sadece dini literatüre odaklanarak çözme iddiasında olan, tüm toplumu kapsayan kültür bi- limci yanıtların ötesine geçmek zorundayız. Bu tarz bir duruş modern dünyanın çok yüzlü krizlerini, jeopolitik nedenleri ve günümüzün diğer sorunlarını karanlıkta bırakmaktadır. Hiçbir din eleştiriden kaçamaz, fakat ne var ki bizim tanık olduğumuz şey sadece eleştirinin ötesine geçiyor.

Bunlar eleştiri değil kötü niyetli yakıştırmalardır. İslamofobikler “Kanunsuz özgürlük olmaz” ilkesini sorgula- maktadır; yani bu şu demektir ki yasada belirlenmiş olan hakaret sınırları çiğnenemez, ırkçı nefret söyleminde bulunulamaz, herhangi bir gruba mensup oldukları dinden dolayı hakaret edilemez ve insan onuruna aykırı davranışlarda bulunulamaz. Bu tür davranışlara yanıt olarak, Peygamberimiz bizleri muhtemelen mahkemelere güvenmeye davet edecekti, fakat hepsinden öte, vatandaşların bilgi ve kültürü bu tür olayların önlenmesi an- lamında olumlu diyalog ve eğitim sayesinde sorumlu bir ifade özgürlüğü kültürünün yaşatılmasına yardımcı olacaktır.

Kendi çelişkileriyle yüzleşmek yerine, bazı Batılılar günah keçisi arayışı içindedirler ve diğerlerine karşı farklı davranan vatandaşlarının rahatsızlıklarını ve dargınlıklarını saptırmaya çalışmaktadırlar. Bir sapkınlık olarak İslamofobi dünya üzerindeki tüm güce sahip olma ihtirası için istismar edilmektedir. Dahası, gözlemciler, küre-

2. OTURUM / 2. KISIM KAMUSAL ALANDA İSLAMOFOBİ İLE MÜCADELE 143 selleşmenin gücüne ve dindar olmayan ya da din karşıtı olan baskın sisteme rağmen Müslüman maneviyatının zamana karşı direnmeyi başardığını gördüklerine şaşırmaktadır.

Dini ve kültürü suçlu ilan etmek için İslam’ın ve aşırıcılığın aynı şeylermiş gibi sunulması bir varoluş biçimidir. Bu iki kavramın tek bir kavram olarak sunulması her zaman dışlayıcı ve damgalayıcı olduğu için iyi temellen- dirilmiş bir yargı değildir. İslamofobi rastgele bir olgu değildir. Onu doğuran iç ve dış nedenler vardır. Buradaki sorun, tıpkı din savaşlarının ve sorgulamaların Hristiyanlar için ruhban karşıtı ve din karşıtı bir ortam yaratmış olması gibi siyasal bir sorundur.

Aşırıcılıktan dolayı, bugün tek tanrılı dinler çağdaşlaşmaya, laikleşmeye ve demokrasiye dirençli görünmek- tedir. Ancak yine de açık bir İslam mümkündür. Hatta denebilir ki günümüz dünyasındaki ortam bugün insanlığın karşı karşıya olduğu en ciddi çözümsüzlüklerin bazılarını çözmek için insanlığa yardım edebilecek türden bir ortamdır.

Zamanımızın son on beş yılı ile İslamiyet’in tarihe girmesinden önceki on beş asırlık zaman dilimini birbirin- den ayırmak zorundayız. Arap ve İslam alemi ile Avrupa arasındaki ortak kader sorgulanmamalıdır. Yollarını kaybetmiş olanların hataları siyasi nedenlerden ve cehaletten kaynaklanmaktadır. Kuran’daki terörizm İncil’de- ki engizisyondan daha fazla değildir.

Ve bazı kadim İslam rejimlerinin yardımıyla büyük Batılı güçler dini Soğuk Savaş döneminde bir silah olarak kullanmışlardır. İslamofobikler ve kaostan ve karışıklıktan medet umanlar basitleştirilmiş ve klişeleştirilmiş bir tavır takınmışlardır. ‘Müslüman’ yaftası fanatik aşırıcılıkla ve terörle eşdeğer hale gelmiştir. İslamofobinin yükselişi bu güvenlik zafiyetini beslemektedir.

Ödenen bedelleri ve çatışmaları dert etmeyen demokrasi karşıtları bu güvenlik zafiyetinden faydalanmaktadır. İnsanları bölmek ve yönetmek için sahte ‘İslamlar’ yaratılmaktadır. İnancı, dini, müminleri, kutsal sembolleri ve kendi kaderini tayin etme hakkını yozlaştıran İslamofobikler, sınırları karanlıkta bırakırken ve tüm asıl an- lam arayışlarını yok ederken neden oldukları tahribatı ölçmemektedir.

Güvenlik zafiyetinin Batı medyasında artmasıyla ve aydınların “Medeniyetler Çatışması” söylemi üzerinde yeni- den odaklanmasıyla bu zayıflatıcı ve saçma tema sorunları daha da kötüleştirmektedir.

Bu söylem istilayı ve müdahaleyi haklı göstermektedir. Varoluşsal boşluk ile adaletsizlik arasındaki bağlantı pat- layıcı bir karışımdır. İslamofobik nefret başarısız olmaya mahkumdur. Yahudiliği eleştirmenin Yahudifobiklik olduğunu ya da Hristiyanlığı eleştirmenin Hristiyanofobik olduğunu söylemek absürttür ve akılla bağdaşmaz. Bu seviyedeki bir nefret her türlü tartışmayı sonuçsuz bırakır. Bir din ya da bir felsefe ya da bir doktrin bariz bir nefretin konusu haline geldiği zaman, eleştirinin güvenilirliği kalmaz ve tartışma neredeyse imkânsız hale gelir.

Nefret dolu aydınlar İslam’la ilgili her türlü demokratik tartışmayı ve ‘ötekileştirme’ gibi İslam’la ilgili her türlü sorunun çözülmesini engellemektedir. Diğer insan evlatları için nefret talep etmek cesur bir eylem değildir. Bunun da ötesinde, bu patolojik bir körlük eylemidir. Bu tür davranışlar köktencilikle savaşmak yerine onu beslemektedir. Bu bir sahtekârlıktır. İslam ve maneviyat ile aşırı tutuculuk arasındaki anlam kargaşası nefretin ürettiği ideolojik bir sürüklenmedir.

İslamofobikler, terör kurbanlarının %90’ının Müslüman olduğunu iddia etmektedir. İslamofobiklerin nefreti aşırı tutuculuğa giden yolu kapatmamakta, bilakis tırmandırmaktadır. Nefretin bu iki kaynağı birbirini besle- mekte ve aynı amaçlara hizmet etmektedir; kargaşa, adaletsizlik, kaos ve tiranlık. Bu kafa karışıklığı Yahudi karşıtlığının bir uzantısı olarak Müslüman karşıtı bir nefret oluşturmaktadır.

144 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ Tarihsel olarak İslam’ın Batı’da algılanması muğlak bir konudur. Modern dünya, İslam’ın Batı medeniyetine kapalı olması nedeniyle İslam medeniyetini anlamakta zorlanmaktadır ve paradoksa kapılmaktadır. Fakat Batı kendi kalkınmasına büyük katkılarda bulunmuş olan bir medeniyetle yüzleşmektedir. Bu medeniyetler karşı- lıklı olarak birbirine bağımlıdır. İslamofobi ve Yahudi düşmanlığı bazı ortak noktalara sahiptir. Her ikisinin de temelinde dinsel açıdan günah keçisi ilan edilen düşman ve paranoid karakterler vardır.

İslamofobi, ‘Medeniyetler Çatışması’ propagandasının temelini oluşturmaktadır. Fanatizmi İslam’la aynı şeymiş gibi gösterenler İslam’ı şeytanlaştırmakta ve onu bir anormallik olarak düşünmektedir. Medeniyetin İslami- yet’ten doğduğunu kabul ettikleri halde İslam medeniyetinin başından beri asla gerçek bir medeniyet olmadığı- nı iddia etmektedirler. Kafa karışıklıkları şiddet doludur. Bunlar karmaşayı önlememekte ya da aşırıcılığa karşı durmamaktadır, tersine kötü niyetli fikirler yaymaktadır. Hatta bunlar Avrupa ilericiliğini gerçeği yadsımakla, sessiz kalmakla, dini anlamamakla ve İslam’a karşı safça iyimser olmakla suçlamaktadır.

Bu terminoloji masum değildir. İki anlamı olan yüce cihat kavramı kötüye kullanılmaktadır. Bu iki anlamdan daha belirgin olanı maneviyat üzerinde odaklanmaktadır. Bu, kendine hakim olma, kendini mükemmel hale getirme ve çaba harcamak anlamına gelmektedir. İkinci ve daha az belirgin anlamı ise istilacıya ya da işgalciye karşı onurla karşı koymak için son çare olarak meşru savunma yapmaktır. İslam’da Kutsal Savaş diye bir kav- ram yoktur.

Nefret böylelikle daha çok ön plana çıkmaktadır. Gazetelerde 30’lu yılları yansıtan görüşler yayınlanmaktadır. Aydınlar siyasi çarpıtmalara dayalı olarak ırkçı yorumlar yapmaktadır. Kuran’dan rastgele seçilen pasajların okunması ile aslında aşırıcılığı destekleyen sosyo-politik ekonomik koşullar gölgelenmektedir. Kuran ve Müs- lüman kültürler, çağdaşlıkla asla uyumlu olmayan sapkınlıkların nedenleri olarak kabul edilmektedir.

İslamofobiklere göre, söz konusu olan şey İslam olduğunda reformdan söz edilemez. Fakat gerçekte Kuran ve Peygamberimiz masumdur. Hiç şüphesiz, aydınlıktan nasiplenmemiş olan her türlü aşırılık yanlıları bu gerçeği değiştiremez. Açık bir kitap olan Kuran kardeşçe bir medeniyetin kaynağı olmuştur. Kuran, sağır ya da kör olmayanlar için bir kılavuzdur. Kuran’da yer alan ilk kelimenin “Oku!” olması bir tesadüf değildir.

Açıkça ve yüksek sesle konuşmakla işe başlamalıyız. Bu sadece, suça eğilimli olan ve sonra da suçlular haline gelen bazılarının işledikleri barbarca eylemleri sürekli olarak kınaması istenen Müslümanlara yönelik alayvari suçlamalara basitçe yanıt verme meselesi değildir. Burada ihtiyaç duyulan şey köktenci şiddete atfedilen dini referansların meşruiyetini bozmaktır. Ve bu düpedüz fanatizmin savunulabilecek hiçbir tarafı yoktur. Müslü- manları evrensel değerler etrafında toplayarak onları eğitmek ve yeniden eğitmek ivedi bir konudur.

Müminler ve elit tabakalar, İslam’ın liderleri ve tüm Müslümanlar aşırılıcığa karşı savaşta daha fazla mücadele etmelidir, inançlarının gasp edilmesini, inançlarının karakterinin yozlaştırılmasını kınamak ve karşı çıkmak için daha fazla çaba göstermelidir. Akılla hareket ederek alternatif yollar bulabilmeli, açık ve yüksek sesle ko- nuşabilmeli, ahlaki ve teolojik bir yetkinlik kazanabilmelidirler.

Müslüman vatandaşlar güvenlik zafiyetine karşı verilen savaşta karşılaşılacak zorlukları aşmadaki temel müt- tefiklerdir. Aşırıcılıkla savaşmak müşterek bir sorumluluktur. İslam alimleri ve imamlar iki kat daha fazla çaba göstermeli ve kendilerini aşağılamaya ve kafa karışıklığına kapılmadan açık karşı söylemler ve pedagojinin sınırları içinde ifade edilmiş olduğu şekliyle kendisini kanıtlamış olan gerçek İslam’ı öğreterek mücadele etme- lidirler. Bu gereklidir ama yeterli değildir.

Siyasi, sosyal ve ekonomik kökenli ana nedenlerin politikacılar tarafından çözülmesi gereklidir. İslam bir Av- rupa ve dünya gerçeğidir. İhtilafları çözmek için sadece müzakereye ve barışçıl diplomatik yollara odaklanma-

2. OTURUM / 2. KISIM KAMUSAL ALANDA İSLAMOFOBİ İLE MÜCADELE 145 malı, aynı zamanda hep beraber yeni bir ortak medeniyetin yollarını aramalıyız. Bu anlamda, karşılıklı bilgilen- meyi desteklemek, farklılıklara karşı saygı göstermek ve eşitsizlikleri azaltmak acil bir ihtiyaçtır. Daha adil bir dünyayı inşa etmek için bilgisizliği ve güvenlik zafiyetinin küreselleşmesini önlemek mümkündür.

Bunu yapmak için işe kafa karışıklığına son vermekle başlamalıyız. Köktencilikle, aşırıcılıkla, fanatiklikle, ay- rımcılıkla savaşmak adına ifade özgürlüğü ırkçı bir nefreti ve dinin yozlaştırılmasını gerektirmediği sürece yararlıdır. Uluslarası hukuk anlamında ve ifade özgürlüğü kapsamında, eleştirel düşünceyle rastgele hakaret etme arasındaki ve kamu düzenine karşı önyargılı nefret ile bireylerin fiziksel ve ahlaki bütünlükleri arasındaki sınırı hatırlatmak da faydalı olacaktır.

Bu, kendimizi sadece yasaklayan ve cezalandıran kanunlar üretmekle sınırlandırmamız meselesi değildir. İnsan- lık karşılıklı bilginin tesisine ve toplumun gerçeği ve adaleti arayışına katkıda bulunabilecek bağımsız medya ile birlikte kültürel, bilimsel kurumlara ihtiyaç duyar. Bağımsız medya aynı zamanda halkı nefret eylemlerine ve bozukluklara karşı uyarmak gibi bir sorumluluğa da sahiptir. İslam’ı suiistimal edenleri, yani İslamofobikleri teşhir etmek bizim görevimizdir.

Misyonumuz, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 19. Maddesinde belirtilmiş olduğu gibi yeni kuşağı bir insan hakkı olarak ifade özgürlüğü hakkında eğitmektir. Peygamberimiz hayata geri dönmüş olsaydı bu ilkeyi savu- nurdu. Çok teşekkür ederim.”

146 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ Syed FurrukhZad Erfurt Üniversitesi, Almanya

MODERATÖR

Çok teşekkür ederim. Şimdi Sayın Syed FurrukhZad’ı konuşması için sahneye davet etmek istiyorum. Teşekkür ederim.

SYED FURRUKHZAD

İyi akşamlar hanımlar ve beyler. Hepimizin oldukça uzun ve yorucu bir gün geçirdiğini ve sizlerin de benim gibi tükenmiş olduğunuzu anlayabiliyorum. Ben de sizin gibi buradaydım. Ben İslamofobinin diasporalaştır- ma, anklavlaştırma ve eksklavlaştırma olarak adlandırdığım bu üç sürecin bir ürünü olduğunu savunuyorum. Bu üç terimi diaspora, anklavlar ve eksklavlar sözcüklerinden türettim. Bu üç süreçten birincisi olan diaspora- laştırma sosyal alanın ve siyasal kimliklerin yeniden yapılandırılmasına yönelik dönüştürme süreçlerini ifade etmektedir. İkinci süreç olan anklavlaştırma farklı yapılar, kültürel uygulamalar ve dinsel ağlar geliştirerek Avrupa’daki göçmen Müslüman toplulukların kurumsal eğilimlerini bağlamaktır. Ve son olarak eksklavlaştırma göç sonrası ortamdaki nihai karşılıklı etkileşim modelleri anlamına gelmektedir.

Bu üç süreç, bu İslamofobi kültürünün üretilmesinde üst üste binerek birbiriyle bağlantılar oluşturmaktadır. Bahsetmekte olduğumuz sosyo-politik angajmanların sadece ihtilaflı ve bölücü olmadıklarının bunların aynı zamanda yaratıcı, üretken ve dinamik de olduklarının anlaşılması gereklidir. Dolayısıyla Müslüman anklavlara baktığınızda aynı zamanda yaratıcı ve üretken olan süregelen birçok etkinlik olduğunu görürsünüz.

İkincisi Avrupa’da bu biçimde bir Müslüman varlığı mevcuttur. Son birkaç on yıl boyunca görmüş olduğumuz şey Avrupa’nın değişmekte olduğudur. Ve işte bu nedenledir ki bu süreç ‘göç sonrası Avrupa’ olarak belirlen- miştir. Ve yine bilinmektedir ki Müslümanların Britanya, Fransa ve Almanya gibi Avrupa ülkelerine göç etmeye başladıkları 1970’lerden önceleri bile oralarda oldukça büyük Müslüman topluluklar vardı. Özellikle Alman- ya’ya baktığınızda orada kalmış olan Tatarları, Rusları, Yeniçeri Türklerini ve Osmanlı askerlerini görürsünüz. Keza Britanya’da ve Fransa’da Alman silahşörlerini ve Güney Asya diasporasını bulabilirsiniz.

2. OTURUM / 2. KISIM KAMUSAL ALANDA İSLAMOFOBİ İLE MÜCADELE 147 Fakat ne olmuştu? Bunun göç sonrası Avrupa’sına dönüşmesine neden olan şey neydi? Avrupa’yı değiştiren şey göçmen Müslüman toplulukların büyüyen mevcudu ve belirginleşmesidir. ‘Göçmenlik’ ve ‘göçmenler’ yerine kullanmayı tercih ettiğim diasporalaştırma, anavatana duyulan özlemi, yerli toplumla ilişkilerde yaşanan so- runları ve zorlukları, çok kimlikli olmayı, hibrit kültürleri ve Homi Bhabha’nın “gidecek yeri olmama” durumu olarak adlandırdığı geçmek bilmeyen yalnızlığı içeren göçmenlik deneyimlerini betimlemektedir.

Bu ‘gidecek yeri olmama’ teriminin hem göçmenleri hem de yerli toplumları ilgilendirmekte olduğunu söyle- yebilirim. Bu bağlamda, diaspora aidiyet, kimlik, vatandaşlık, entegrasyon ve çok kültürlülük kavramlarının yeniden yapılandırılmasını öngörmektedir. Robin Cohen bu yurdundan edilmiş kimliklerin fiziksel olarak bir yerdeyken hayal dünyasında başka bir yerde ikamet etmek anlamında diaspora öznelliklerini nasıl yeniden yapılandırma eğiliminde olduğunu açıklamaktadır.

Ve bu aidiyetler, çoklu aidiyetler ve hibrit kimlikler tüm toplumlarda kutuplaşmaya neden olan ulusal aşırı uçlar tarafından ulusal dayanışmaya ve kültürel homojenliğe karşı varoluşsal bir tehdit olarak algılanan siyasal dayatmalara direnmenin yollarını aramaktadırlar.

Ulus devlet kavramının değişmesi demek, toplum hakkında bir görüşe sahip olan ulus devletin artık çağdışı olduğu anlamına gelmektedir. Diasporanın sadece bir koşulsallık ya da öznellik ya da bir bilinç olmadığının anlaşılması gereklidir. Diaspora daha ziyade ilgili göçmen topluluklar arasında tümüyle paylaşılmış küresel ilişkiler ve bağlantılar demektir ki bu da ulus devlet kavramının ötesine geçmektedir.

İşte bu nedenle diasporalaştırmayı mevcut ulusal devlete muhalefet eden Batı yanlısı olmayan modelleri araş- tırmanın bir yolu olarak görmekteyiz. Bu diasporalaştırma ve bu eğilimler toplumun tümüyle bir çatışmaya ve sorunlu ilişkiler yaşanmasına zemin hazırlamaktadır.

Bununla birlikte, bu diasporalaştırma göçün doğal bir sonucu olmaktan ziyade diasporanın ortaya çıkmasına neden olan özel seferberlik süreçleri içermektedir. Ulusal bir yuvaya ait olmak ya da ortak değerlere sahip olmaktan ileri gelen duygular bir diasporanın tahayyül edildiği tek koddur. Bunların yanı sıra, diaspora kim- likleri ne karışmıştır ne de münhasırdır; bunlar her zaman akışkandır ve çok katmanlıdır, zira göçmenlerin oluşturdukları kuşaklar yeni evlerinde aldıkları yeni kimlik levhalarıyla birlikte kendi gerçek kimliklerini terk etmeye istekli değillerdir.

Bu durum Almanya’daki Ruslar, Birleşik Krallık’taki Polonyalılar ve Fransa’daki Portekizliler gibi Avrupa için- deki birçok göçmen örneğinde gözlemlenebilir. Bunlar, kendi diaspora kültürlerini, deneyimlerini, aidiyetlerini ve hafızalarını el değmemiş biçimde korumanın yollarını aramış insanlardır. Ne var ki bu arayışlar çatışmaya ve bölünmeye yol açmamaktadır.

İslamofobide, diaspora yanlısı ifadeler gibi söylemler sosyal dışlamaya ve ötekileştimeye yol açmakta ve bu da bugün tanık olduğumuz bu nefrete, ayrımcılığa ve ‘Müslüman karşıtı İslamofobi’ olarak tanımladığımız şiddete neden olmaktadır. Burada birçok kez öne sürülen ve konuşulan nedenlerden biri de İslam’ın geleneksel olarak özünde çağdaşlığa karşı, Hristiyanlığa karşı ve bu surette de Avrupa’nın değerlerine karşı olan tutucu bir din olarak algılanmasıdır.

Ve bu surette Müslüman diasporasını doğrudan asimilasyona direnmeye iten, kimlik oluşumu ve inşası süreç- lerini yerel topluluklara kıyasla farklılıklara maruz bırakan ırkçı aşırılıklar ortaya çıkmaktadır. İkincisi, bu di- asporalaştırma örneklerini cami inşaatıyla ilgili ihtilaflarda ve hatta başörtüsü ile ilgili uyuşmazlıklarda görmüş olduğumuz gibi, sosyal ve fiziksel alanların dönüştürülmesi bağlamında diaspora toplulukları ile yerli toplum arasında çatışma ortamları yaratmaktadır.

148 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ Bu noktada sağcı aşırıcılar, İslamofobik kültürel ırkçılığa ya da ahlaki paniğe, kültürel hoşnutsuzluğa, halk ka- tındaki suçlulara ve bunun gibilere isnat etmektedir. Bu aşırıcılar diasporanın yozlaştırıcı ve istikrarsızlaştırıcı etkilerini, önyargılı politikalara bağlılığın ve bu toplumlarda hissedilen asimilasyonun bir dışavurumu olarak görmektedir.

Fransa’daki Ulusal Cephe, Önce İngiltere, Batının İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar gibi bu ırkçı ve yabancı düşmanı kampanyalar, aidiyet sorunu listenin başını çekmeye devam ederken Batı Avrupa’da yüksek derecede kutuplaşmış bir tartışmanın husule gelmesinde başarılı olmuştur. Ulusal güçlerin ve hayal edilen top- luluğun kültürel dokusunun dışında yer alan bu muğlak durum bu insanların eşit ve tam vatandaşlık haklarına sahip olmalarının kabul edilmesi sorununu gündeme getirmektedir.

Üçüncüsü, diasporanın daimi yabancılar konusundaki baskın anlayış bunların başka bir yere ait oldukları efsanesini canlı tuttuğu gibi bu insanların ötekileştirilmesine ve içinde yaşadıkları toplumdan dışlanmalarına neden olmaktadır. İslamofobi kültürünü yaratan bu ötekileştirme politikaları kendilerini dışlanmış, ecnebi, yabancı ve ötekiler olarak gören ve oraya ait olmadıkları düşünülen göçmenlerin parçalanmış bir kimliğe sahip olmasına aracılık etmektedir.

Ötekileştirici ayrıştırmaya ve dışlamaya dayalı bu kültürel politikalar, bu sorunlu sosyal ilişkilerin olası sonuç- larıdır. Ayrıca, Müslüman diasporası topluluklarının, Avrupa’nın sosyal eşitlik, ekonomik adalet, siyasi özgür- lük ve Müslümanların bu toplumlarda hasretini çektikleri dini hoşgörüye zarar vermemekte olduğunun idrak edilmesi gerekir.

Tersine asıl tehlike, asıl tehdit insanların damgalanmasının ve ötekileştirilmesinin yarattığı hayal kırıklığından kaynaklanmaktadır. Bu topluluklar kendi toplumlarından dışlanmalarını telafi etmek için dini ideolojilere baş- vurmaktadır. İslamofobi bu nedenle bu yurttaşların siyasi kimliklerinin ve sosyal alanlarının inkâr edilmesi noktasında radikalleşmeye ve aşırıcılığa aracılık etmektedir.

Bu nedenle diaspora hayalciliği ve bunun sonucu olan çoklu aidiyetler özünde birer tehdit değildirler, fakat onun karşıtlarının bu algısı ve anlayışı bir tehdittir. Ve bu noktada anklavlaştırma ve eksklavlaştırma süreçleri İslamofobiye yol açmaktadır. Bunlar bu sorunlarla doğrudan bağlantılıdır.

Anklav kavramı da bu İslamofobi kültürünün mercek altına alınmasında yardımcı bir unsurdur. Tarih boyun- ca dahili ve harici faktörler nedeniyle gerçek ya da hayali bir ötekileştirme duvarı üzerinde uzak topluluklar kurma geleneklerine nesiller boyunca saygı duyulduğu görülebilir. Sosyal varlıklar olarak insanoğlunun ortak karakteristikler ya da ortak değerler nedeniyle anklavlara doğru yönelmiş olması tabii bir olgudur. Bu nedenle anklavın aykırı bir sosyal örgütlenmeye sahip sıra dışı bir alan olduğunun anlaşılması gereklidir.

Diaspora gibi, eksklavın mantığı da artık Durkheim’in organik sosyal dayanışma kavramı ile bir arada tutul- masına imkân olmayan post-modern bir sosyal farklılaşmaya işaret eden paradoksal bir çağdaş toplum yaşamı paradigması geliştirmektedir. Bu, toplumun kıyıda kalmış bölümlerine dayanan bir sosyalleşme biçimidir ve artık tarihsel bir anormallik olarak adlandırılması mümkün değildir, fakat bundan anlaşılması gereken şey çağdaş sosyal yaşamın “usulleri”dir.

Bu anklavlar her zaman, bu toplulukların hayal ettkleri veya arzuladıkları ortaklıklara göre bu ince ve sert sınırlarla var olmaktadır. Bunlar kültürel alt-gruplar ve hatta alt-kültürler olarak kabul edilmektedir. Sosyal örgütlenmenin bir birimi olarak, bu büyük toplumdan yalıtılamasa da dışarıdan uzak ve farklı görünmeye devam edecektir. Anklavların geliştirdiği sınırlar zaman, alan ve topluluğun çizdiği hatlar boyunca sabit kal- mamaktadır. Bunlar sürekli değişmektedir. Ana akım toplumdan bu kendiliğinden ayrışma ve bilinçli dışlama

2. OTURUM / 2. KISIM KAMUSAL ALANDA İSLAMOFOBİ İLE MÜCADELE 149 ile bir anklav aynı zamanda uzlaşma, entegrasyon, hoşgörü ve çok kültürlülük eksikliğinin somut bir örneğini teşkil etmektedir.

Yine de bunlar çatışmaya yol açmazlar, fakat bunlar aynı zamanda kültürel zenginliğin ve etnik çeşitliliğin üretici ve yaratıcı kaynaklarıdır. Birçok örnekte, anklavlar güven, uzlaşma ve kabulün seviyesine bağlı olarak sağlıklı karşılıklı iletişime işaret etmektedir. Ve bunlar sosyal karşılıklı etkileşimi yadsımamaktadır. Müslüman topluluklar, kişisel ilişkilerin ve topluluk etkileşimlerinin birçok örneğinde yansısını bulan yerel toplumun sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal yapısına iyi bir biçimde entegre olmuşlardır.

Bu anklavlar ayrıca bireylerin kendi çoklu sosyal kimliklerini, kültürel uygulamalarını, dini geleneklerini ve siyasal bağımlılıklarını sürdürdükleri ve gerçekleştirdikleri alanlar olarak da işlev görmektedirler. Diaspora bağlamında, bu anklavlar büyük toplumun içindeki sosyalleşme ve entegrasyonunun olası temelleri olarak işlev görür. Ancak bu onun yeni ve eski üyelerine sunduğu dahili ve harici ödüllere ve teşviklere bağlıdır.

Artık bu konuyu geçiyorum... Bu belirleyici eğilimlerin altını oyan ve bazılarının paralel toplumlar ve ayrıştı- rılmış, anklav topluluklar olarak gördüğü sosyal oluşumları yaratan paralel güçler mevcuttur. Başlarda daha iyi ekonomik fırsatlara erişmek adına ortaya çıkan ama sonrasında kültürel nedenlere yönelen, Müslümanların anklavlaşmaya karşı artan temayülü bu yerel toplumlardaki hoşnutsuzluğun tohumlarını ekmiştir.

Şu halde, bu anklav ve eksklavlar sadece coğrafi ya da fiziksel alanlar değildir, bilakis bunlar esasında men- tal yapılardır. Bunları birbirine bağlayan şey karşı karşıya kaldıkları sosyal ilişkilerin, kültürel uygulamaların, ekonomik ağların ve özellikle de ortak tehditlerin içinde yatan anklav bilincidir. Eksklav bilinci ise sadece ayrı bir alan olarak değil aynı zamanda büyük toplumun organik dayanışmasına meydan okuyan yalıtık bir varlık olarak da olası ve geçerli bir farklılıklar duvarı işlevi görür.

Bir anklavın kaynak noktası olan hususi ayrıştırma, sosyal yalıtma, psikolojik yabancılaşma ve kültürel dışlama çatışmalar üretir. Müslüman diasporası anklavları ve eksklavları bu maddi ve manevi sınırlarla belirlenmiş, ay- rıştırılmış türden topluluklardır. Bu nedenle, İslamofobinin aracısı ve ürünü olarak ortaya çıkmaktadır. Anklav oluşumunun kendisi, doğal sosyal örgütlenmeleri toplumun kökleşmiş katmanlarının ötesine yerleştirmekte olan bu dışlayıcı uygulamaların, eğilimlerin ve yapıların ürünü haline gelmektedir.

Bunlar toplumun içinden değil dışından kaynaklanmaktadır. İslamofobinin bu diaspora-anklav-eksklav man- tığını içinde barındıran kültürel politikaları bir dizi yapının, ilişkinin ve çok katmanlı ağların varlığını açıkla- maktadır. Bunlar durağan olmayıp sosyal alanın ve siyasal hakların dış ortamı ile sürekli bir müzakere ve yeni- den düzenlenme süreci içindedirler. Bu harici dinamikler, bunların diaspora bilincini ve anklav öznelliklerini yeniden yapılandırmak ve yeniden kurmak için psikolojik itkiler üretmektedir.

Toplumun tümünü içine alan önyargılarla birlikte entegrasyon eksiklikleri bunları hor görülen toplumsal bi- çimlerine geri döndüren bir kuşatma ve savunma mantığı ile yalıtık tutmaktadır.

Müslüman diasporası anklavları bu açıdan kentsel krizleri yansıtan ve ekonomik rekabet, kültürel bağlam ve sosyal görünürlük alanlarında alay konusu edilen etnik ve kültürel gettolar haline gelmişlerdir. Ayrımcı uygula- malar, özellikle de geleneksel bağları ve ilkel kimlikleri muhafaza etmeye yönelik uygulamalar bu toplulukların mücadele gücünü ve kabiliyetini kısıtlamaktadır.

İslamofobi politikaları, içsel sosyal uyumsuzluk, kültürel uyumsuzluk, ideolojik yüzleşme ve dini köktencilik dedikleri şeyden dolayı Müslüman toplulukların büyük topluma entegrasyonlarının inkâr edildiği bu dışlayıcı uygulamaları bünyesinde taşımaktadır.

150 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ Bu topluluklar sosyal ağlardan ve fırsatlardan uzaklaştıkça, sosyal ve ulusal dayanışma parçalanmakta ve yalıtık hale gelmektedir. Ve bu Müslüman eksklavlar sadece bu alanda ayrımcılığa maruz kalmamakta, aynı zamanda sürekli denetim ve kontrol gerektiren şüpheli topluluklar olarak da damgalanmaktadır. Dolayısıyla kurumsal yapılar ve yasal çerçeveler bile Avrupalı bir Yahudi düşmanlığını akla getiren sistematik ayrıştırmaya yönelik ayrımcı prosedürler geliştirmektedir.

Vatandaşlık testi, polis, profil çıkarma, ekonomik anlamda ötekileştirme ve gettolaşma, bu dışlayıcı eğilimlerin ve uygulamaların varlığına tanıklık etmekte ve bunu onaylamaktadır. Ve sonuç olarak söylemek isterim ki bu göç sonrası Avrupa ortamında Müslüman diasporası toplulukları, sadece diğerleri gibi algılanmayan aynı zamanda tehlikeli gruplar olarak da algılanan yeni bir alt sınıf olarak ortaya çıkmıştır. Çok teşekkür ederim.

2. OTURUM / 2. KISIM KAMUSAL ALANDA İSLAMOFOBİ İLE MÜCADELE 151 Daanish Masood Birleşmiş Milletler, Cezayir

MODERATÖR

Bunun için çok teşekkür ederim. Şimdi de Birleşmiş Milletler’de kıdemli danışmanlık yapmakta olan Daanish Masood’u dinleyeceğiz. Daanish!

DAANISH MASOOD

Pekala millet, sizi bilmem ama bu bana yaramıyor. Bu nedenle buraya bir düzen vermemiz lazım. Oturmaktan ve sürekli dinlemekten yoruldum. Öyleyse birlikte biraz egzersiz yapalım. Beni sabırla dinleyin, oldu mu? Herkes kalksın. Ayağa kalkın. Evet. Evet, paneldekiler de. Herkese ayağa kalksın! Tamam, gözlerinizi kapayın. Şimdi benimle birlikte derin bir nefes alın ve sonra da derin bir nefes verin. Tekrar; derin nefes alın, yavaşça verin. Bir kez daha. Nefes al… Ver. Şimdi. Ayakta durmaya devam edin, gözlerinizi açın, en yakınınızdaki ki- şiye bakın. İstiyorsanız arkanıza ya da önünüze de bakabilirsiniz. Tamam, gözlerinin içine bakın ve dediğimi tekrarlayın: “Seni görüyorum. Seni tanıyorum. Sana saygı duyuyorum.” Şimdi isterseniz el sıkışabilir ve yeri- nize oturabilirsiniz.

Pekala. Öncelikle yapılması gerekeni yaptık. İtiraf etmem gereken bir şey var. İlk itirafım, bunun tümüyle farklı türden bir konferans olduğunu düşünmemdir, yani benim gibi İslamofobiklerin dikkatini çektiklerini düşün- müştüm. Ve bir İslamofobik olup olmadığımı bilmiyorum. Belki de Müslümanfobikim. İnanın ki son derece dürüst davranıyorum. Bazı Müslümanlar beni biraz korkutuyorlar. Bu ne tür bir profil mi? İşte beni korkutan belirli profiller var. Belki beni birazcık korkutan bir profil, ‘secde’ ettiğinde alnının gerçekten de yere değdiğini gösteren devasa bir işaret gibi göbek deliğine kadar uzanan büyük bir sakalı olan, sadece incik kemiklerine kadar uzanan bir ‘dişdaşa’ ya da ‘cübbe’ giyen biraz yaşlıca, Arap ya da Güney Asyalı bir adamla karşılaşmanız olur.

İyi ki hiçbiriniz böyle görünmüyorsunuz. Belki de bu özel profile en yakın kişi dostumuz Yusuf’tur, ama Yusuf Müslüman bile değil. Ama sorun yok. Ben güvendeyim. Fakat benim Müslümanfobime gelince, sanırım tera-

152 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ pistim şöyle diyecektir: “Daniş, bu senin kendinle diğeri arasında yaptığın çok güçlü bir ayrımla ilgili. Bu ayrımı biraz hafifletme konusunda çalışmalısın”. Pekala, bu gerçekten de ilginç.

Peki, bu noktaya nasıl varırım? Ya da sormakta olduğum soru nedir? Sorum şudur: Burada dönüp duran tüm bu kendileştirme-ötekileştirme sorununu çözebileceğimiz yaratıcı bir yöntem var mıdır? Ve sadece bunu değil aynı zamanda Müslüman olmayanlarla ya da İslamofobiye veya diğer ayrımcılık biçimlerine maruz kalanlarla ilişkiler kurmayı başarabilmemizin bir yolu var mıdır?

Belki bu salonda bulunan hanımlar bunun nasıl bir şey olabileceği konusunda birkaç kelime edebilirler. Ken- dinizi bir kadın olarak tanıtmak ve dünya üzerinde gezmek nasıl bir şey? Bu ne tür bir şey? Bu ne gibi bir deneyim? Ya da bir insanın çok kısa olması, çok uzun ya da çok iri olması nasıl bir şeydir? Bunlar farklı dene- yimlerdir. Hepimiz dünyada kendimize özgü bir yol çizeriz ve sıklıkla çizdiğimiz bu yol başkaları tarafından nasıl algılandığımıza, başkalarının bize nasıl baktıklarına göre belirlenir. Bu yüzden belki de insanlarla arayı kapamayı denediğimizde bazen dokunabileceğimiz daha temel ya da daha özlü bir insan deneyimi vardır. İşte benim vardığım nokta bir nevi böyle bir şey. Geçmişe gideceğim, ardından geleceğe bakacağım ve sonra da ikisi arasında yolculuk edeceğim. Bu soruna değinmemin nedeni yarı yarıya Suudi Arabistan’da, Riyad’da büyümüş olmam ve hayatımın diğer yarısını da New York’ta geçirmiş olmamdır. Belli bir yaşa geldim ve 9/11 vakası ya- şandığında neredeyse bir yetişkindim.

Dolayısıyla Suudi Arabistan’la bağlantılarım var ve ailem hala Suudi Arabistan’da. Ve 9/11 vuku buldu ki uçak kaçıranların tümü Suudi Arabistan’dandı. Ve ben bu meseleyi irdeliyordum. O zamanlar ne yapmak gerektiğini bilmiyordum, böylece bir sosyal eylem planlayıcısı oldum. Bunu birkaç yıl boyunca yaptım. Başkan Obama yü- zünden işimiz bir parça tuhaflaşmaya başladı. Ağzımı bozduğum için affedin, ama size bunun oldukça boktan bir iş olduğunu söylemem gerek. Boktan bir işti çünkü para kazandırmadığı gibi çok da zordur. Ve insanlar her zaman birbirleriyle irtibat kurmakla ilgilenmezler. Ben de bunu yaşayarak gördüm.

Birkaç yıl sonra bir grup STK’da çalışmaya başladım ve nihayetinde BM’de serüvenim son buldu. BM’nin içinde çalıştığım yer daha ilk günden itibaren hepimizin haberdar olduğu gibi İspanya Başbakanı Sayın Zapatero’nun bu teşkilatı ilk kez yaşama geçirdiği birimin kendisiydi. Ve hala orada çalışıyorum. Her zaman bu birimin ismi- ni değiştirmeye çabaladık. İsmini sürekli değiştirmeye uğraştığınız bir yerde çalışmak gerçekten de çok tuhaf bir deneyim.

Her neyse, ama işte bunu yaşadım. Birimin adı ‘Medeniyetler İttifakı’. Ve ben bunun berbat bir isim olduğunu düşünüyorum, çünkü bu isim medeniyetlere, medeni olana ve medeni olmayana gönderme yapıyor ve ben bunun ne anlama geldiğini bilmiyorum. Her neyse, Medeniyetler İttifakı’nda çalışıyorken kimlikleri nedeniyle bazı çatışmalara ya da gerilimlere maruz kalan topluluklarla birlikte çalışma olanağı bulmuştum. Bazıları Müs- lüman, bazıları değildi. Bazıları da cinsel yönelimle ilgiliydi.

Farklı topluluklar arasında her tür kimlik belirteci ve farklı türden kutuplaşmalar vardır. Ve bunun gibi 50 ülkede topluluklarla çalışma deneyimine sahip oldum. Ve Sayın Zapatero’nun kurmuş olduğu Medeniyetler İttifakı için çalıştığım yedi sene boyunca 50 farklı ülkede çalıştım ve -sayısını Allah bilir- yüzlerce toplulukla birlikte çalıştım.

Ve içimden şöyle geçiriyordum: “İşte buradayım, bu tür bir işi yapıyorum”. İnsanların çalışmalarımızı okuya- cakları, eğitim görecekleri ve çalıştaylar düzenleyecekleri her türden konferanslar yapardık. Ve farkına vardım ki gerçekte yapmaya çalıştığımız şey insanların birbiriyle bağlantı kurmasını sağlamaktı. Bu işin kendi bünye- sinde olan bir özellikti. Bilmiyorum. Demek istediğim şu ki şu an kendimi size daha çok bağlanmış hissediyo- rum çünkü birlikte bu egzersizi yaptık ve birbirimizi tanımıyoruz bile.

2. OTURUM / 2. KISIM KAMUSAL ALANDA İSLAMOFOBİ İLE MÜCADELE 153 Ve dolayısıyla bu vücutlarımızı nasıl hareket ettirdiğimizle ve nasıl iş yaptığımızla ilgili bir şey. Ve sonra ken- dime şunu sormaya başladım “Peki ya insanların kendilerini diğerlerinin bedenlerinde görmelerinin bir yolu varsa?” Diyelim ki Yusuf diye biri var, yeni arkadaş olduk ve sizler zaten benim sunumumum bir parçasısınız. Yusuf gibi birini ele alalım. Yani ben onları gördüğüm zaman bir biçimde Müslüman gibi görünüyorlardı ve ben bir Müslümanfobikim ve onlar beni korkutuyorlar. Peki ya kendimi Yusuf’un bedeninin içinde görebil- seydim? Burada çok yakınlaşmaya başlıyoruz. Ve bu nasıl görünürdü? Bu durum benim davranışımı değiştirir miydi? Ve kendimi ‘Yusuf’un bedeninde görmekten’ bahsederken, gözlerimi tam manasıyla açıp aniden bu kadar uzun bir sakalım olduğunu, ellerimi hareket ettirip Yusuf’un bedeninde olduğumu söylemek istiyorum. Bu davranışta bir değişiklik yaratır mı? Ya peki diğer insanlar böyle yapmışsa? Ya peki Müslümanlar, Müslüman olmayanlar, uzun boylu, kısa boylu, koyu tenli, açık tenli insanlar böyle yapmışsa? Bu nasıl bir şey olurdu? Ve işte sorduğum soru buydu.

Ve şimdi bir an için geleceğe gideceğiz ve arkaşım Diana bana yardımcı olabilirse size bir video izleteceğim ve ne yaptığımı göreceksiniz. Videoyu başlatabilir miyiz lütfen?

VİDEO

Bir başkası olmayı istemek, bilişsel bilimi, sanal gerçekliği ve kişisel performansı kullanıcılarda bir başkasının bedeninde olma algısal illüzyonu yaratmak için bir araya getiren uzun vadeli bir araştırma projesidir.

Bu uzun vadeli proje kendimizi başkalarını anlamayı deneyerek daha iyi anlamanın yollarını araştırmak ama- cıyla ‘Başkası Olmak Laboratuvarı’ tarafından oluşturulmuştur. “Köyümüze saldırdı. Köyümüzü yok etti. Babam İvan aynı anda öldürüldü. Oradan kaçtık ve Çad’a geldik. BM sadece çocuk ve kadınlara destek oluyor ve erkeklere hiçbir yardım yapılmıyor. Mülteci olarak kabul edilmeye- ceğimi öğreninceye dek altı boyunca Tel Aviv’de kaldım. Bana: “Sudan’a geri dönmek zorundasın. Eğer Sudan’a geri dönmek istemezsen, hapse girer ve orada kalırsın” dediler.”

Herkesin okuyabileceği hikayeleri bünyesinde barındıran bu sistemin kurulumu sayesinde kullanıcılar başka birine ait bir bedeni kendilerine aitmiş gibi algılamak, diğer bir beden içinde uzayda hareket etmek ve karşılıklı etkileşime geçmek, diğerinin sesini duymak, onun düşüncelerini kendi davranışlarıymış gibi algılamak için kendilerini sanal bir avatardan farklı olarak bir başkasının gözlerinden görme olanağına sahiptirler.

“Eğer bu işe giremezsem, dairemin duvarlarındaki fareler ya da kurtaramadığım insanları artık görmek isteme- yeceğim.”

“Amerika ‘Rubikon’un içinde, kendi yalanlarının içinde boğuluyor... Sizi affetmeyeceğim. Irak demiyoruz ve Afganistan demiyoruz. Tek dediğimiz şudur: “Oradaydık”. Düşman için çok fazla isme sahip değiliz. Öyleyse sanırım o düşman benden başkası değil.”

‘Başkası Olma Makinesi’ bir sistem fazlasıdır ve içine yüklenmiş olan yaşam hikâyelerinden yararlanan, araştır- macılardan ve tasarımcılardan oluşan bir toplulukla iç içe giren açık bir platformdur.

DAANISH MASOOD

Evet, işte ‘Başkası Olma Makinesi’ böyle bir şey. Nöroloji biliminin, kişileştirmeye yönelik araştırmanın ve algı- lama ile çeşitli sanal gerçeklik deneylerinin ayrıntılarına inerek, aynı zamanda tümüyle bilimsel araçlarla biliş- sel ve etkili empati hakkında değerlendirmelerde bulunarak tam kapsamlı bir sunum hazırladım. Maalesef ha- vaya fışkıracak hiç sıvı nitrojen yok. Ama bunun yerine - ki bunun için yeterli zamanımız yok ve yüzlerinizden

154 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ ne kadar yorgun olduğunuzu okuyabiliyorum - bir fikir edinebilmeniz için bu sistemin nasıl çalıştığına ilişkin son derece temel bazı şeyler söyleyeceğim. Ve bu konuda konuşmak isteyen herkesle sohbet etmeyi çok isterim.

Bu araştırmaya ‘Vücut Transferi İlüzyonu’ adı verilmiştir ve bu isim nöroloji bilimine atfen seçilmiştir. Bu araştırma ilk kez 2009 yılında Stockholm’deki Karolinska Enstitüsü’nden İsviçreli bir nörolog olan Henrik Ehrsson tarafından yapılmıştır. Herkes beyninin kendi vücutlarının içinde olduğuna inanır, değil mi? Örnek olarak Mudassar’ı ele alalım. Mudassar’ın beyninin Mudassar’ın bedeninin içinde olduğuna inanması sürecini açıklayarak, Mudassar’ın gözlerini açtığında belki de ellerinin farklı olduğu ya da bir kadının bedeninin içine girdiği ya da daha uzun boylu veya daha esmer tenli birinin bedeninde olduğu illüzyonunu tam olarak görme- sini sağlayabiliriz.

Ve o zaman soracağımız soru şu hali alır: Bu durum davranışta nasıl değişime yol açar? Ve bunun işleyiş tarzı görsel, taktik ve duyusal motor veri girişiyle çok yakından ilgilidir. Nöroloji biliminde, teknik terimi sıklıkla ‘içalgı’ olarak kullanılır. Her neyse, bu işin teknik kısmı ve bu belirtmekle yetineceğim. Ve işte geceleri yaptı- ğımız şey budur. Gündüzleri BM için çalışıyorum ve akşam saat 5-6’dan sonra bir kolektifin parçası olarak ça- lışıyorum. Bu bir sanat-bilim kolektifidir. Sanatla bilimi ayıran bir sınır olduğuna inanmıyoruz. Aynı zamanda görmüş olduğunuz gibi hikâye anlatma ve performans sunumu gibi etkinlikler de yapıyoruz.

İşimizin bir parçası olarak, sözünü edeceğim Barselona’daki engelli topluluğu gibi çeşitli topluluklarla ortak- lıklar kurmaktayız. Tekerlekli sandalyeye mahkum olan engellilerden oluşan bir dans topluluğuna gitmiştik. Bu insanların çoğu bacaklarını kullanma yetilerini kaybetmeden önce dansçı olarak kariyer yapmış kişilerdi. İnme ya da felç geçirerek bu hale gelmişlerdi. Her neyse, onlara bu teknolojiyi anlattık ve onlara kendi hikâye- lerimizden ve geçmişimizden bahsettik. Ve “Bizimle birlikte çalışmak ister misiniz?” dedik. Bazen insanlardan “Hayır, istemiyoruz. Kaybol!” cevabını aldık ama bazen de insanlar “Aslında sizinle çalışmak istiyoruz” dediler.

İşte bu engelli dansçılar topluluğuyla, engelli olmayan bir dansçının izleyiciler önünde canlı performansta te- kerlekli sandalyeli bir dansçı ile yer değiştireceği bir koreografi dansı üzerinde çalışmaya karar verdik. Bunun hazırlığı iki üç ay kadar sürdü, asıl bunu nasıl yaptığımızı sorun. İşte topluluklarla bu tür çalışmalar yapıyo- ruz. Keza Somalili bir hikâyeciler topluluğuyla da birlikte çalıştık. Somali diasporası hikâyecilerinin çoğunun Avrupa’dan olduğunu söylemeliyim. Her neyse, bunu söylememin sebebi şu, bu insanlar davet edilmişlerdi. Eğer bundan bir çıkar sağlayacaksak sizin çalıştığınız topluluklarla çalışmayı da çok isteriz. Söyleyeceklerim bu kadar. Sizlerle bizzat konuşmayı umuyorum.

MODERATÖR

Bunun için çok teşekkür ederim Daniş. Sanırım şimdi üç konuşma daha dinleyeceğiz. Hayır, bakın beyler. Şu ana kadar çok sabrettiniz. Çok teşekkür ederim, oturum boyunca yerlerinizde oturdunuz. Lütfen tüm konuş- macılarımıza bir alkış!

Birkaç anons daha yaptıktan sonra bu akşamki programımızı bitireceğiz. Bugün saat 7:30’da başlayacak özel bir Sufi performansımız var. Maalesef, şu an sorular ve yanıtlar için vaktimiz yok. Fakat eminim ki sunumlarda hepimizi bulup görüşebilirsiniz. Hepinize çok teşekkür ederim ve sonra görüşürüz. Teşekkür ederim.

2. OTURUM / 2. KISIM KAMUSAL ALANDA İSLAMOFOBİ İLE MÜCADELE 155 156 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ 3. OTURUM İslamofobiye Karşı Koymak - En İyi Politika Uygulamaları

MODERATÖR

Dr. Fırat Purtaş Gazi Üniversitesi, Türkiye

KONUŞMACILAR

Eglé Tilindiené Litvanya

Mahmut Aytekin İnsani Yardım Vakfı (İHH), Türkiye

Dr. Joe Mulhall Nefret Etme Ümit Et, Birleşik Krallık

Veysel Filiz Avrupa Müslüman İnisiyatifi, Fransa

3. OTURUM İSLAMOFOBİYE KARŞI KOYMAK - EN İYİ POLİTİKA UYGULAMALARI 157 Eglé Tilindiené Litvanya

MODERATÖR

Herkese merhaba, tünaydın! Başlamak için hazırız. Bazı yeniden düzenlemeler var. Aslında panel konumuzun adı ‘İslamofobiye Karşı Koymak: En İyi Politika Uygulamaları ve Deneyimleriniz’ idi. Fakat Sayın Eglé Tilin- diené aramızdan erken ayrılmak zorunda. Bu nedenle ilk olarak kendisine söz vereceğiz. Kendisi Avrupa’daki İslamofobi konusundaki vaka çalışmalarına devam edecek ve Litvanya hakkında konuşacak. Evet buyrun!

EGLÉ TILINDIENÉ

Merhaba! Sunumumu bu şekilde gerçekleştirmeye çalışacağım. Aslında vaka çalışmalarına devam etmeyi çok da planlamamıştım. Meslektaşlarım öğle yemeğinin ardından Orta ve Doğu Avrupa’daki durum hakkındaki sunumlarına devam edecekler, fakat benim erken ayrılmam gerekiyor. Bu nedenle de vaka çalışmaları oturu- muyla devam ediyorum. Benim adım Eglé. Eşit Fırsatlar Bürosu’nun şikayet dinleme bölümünde çalışıyorum. Ve 2727 Müslümana ev sahipliği yapan bir ülkeden geliyorum.

Bu ülkenin adı Litvanya’dır ve Doğu Avrupa’da yer almaktadır. Biz onu Kuzey Avrupa olarak adlandırmayı severiz, fakat benim Doğu Avrupalı olmakla bir sorunum yok. Üç milyonluk bir ülkeyiz ve 2004 yılında AB’ye katıldık. Son derece homojen bir ülkeyiz. Bir hata yaptım, ülkenin %84’ünün Litvanyalı olması gerek. En bü- yük ulusal azınlığımız ise sadece % 6,6’dır. Ve bunlar da Kutuplardır. Ruslar da sadece %5,8’lik bir paya sahip- tir. Ve tüm diğerlerinin toplamı %3,4’tür. Dolayısıyla biz son derece homojen bir ülkeyiz. Litvanya’da sadece 40.000 yabancı yaşamaktadır. Bu da %1,5’ten daha azdır. Böylece Litvanyalıların oldukça yoğun olduğu bir ortamda yaşımakta olduğumuzu görebilirsiniz. Dinimize gelecek olursak; halkın neredeyse tamamı Roman Ka- tolik’tir. Bu %77’lik bir orana karşılık gelmektedir. Ve %10’u dini inancını belirtmemiştir. Ve bunlar çoğunlukla ailelerinin kendileri için herhangi bir din belirtmemiş oldukları çocuklardır. Ve %6’lık bir kesim de inançsız olduklarını belirtmiştir. Dolayısıyla ortamın oldukça Litvanyalı ve son derece Katolik olduğunu görebilirsiniz. Peki ya Litvanya’daki Müslümanlar? Daha önce de söylemiş olduğum gibi, bizim sayımız 2727’dir. Tam rakamı biliyoruz.

158 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ Bu sayı son nüfus sayımından alınmıştır. Ve Sünni Müslümanlar hakkında da bilgi sahibiyiz. Resmi bilgi istatis- tikleri sadece devlet tarafından tanınan dinlere ait olduğu için Şii Müslümanlara ilişkin bilgilere sahip değiliz. Müslüman cemaatlerin liderleri içimizde Şii Müslümanlar olduğunu söylüyorsa da bunlar muhtemelen bir cemaat değil münferit şahıslardır.

Bu da toplam nüfusun %0,09’unu teşkil etmektedir. Ve Ferit’in açılış konuşmasında bir not olarak söylemiş olduğu gibi, İslamofobi Müslümanlar olmasa dahi iş başındadır. Ve Litvanya’da olan da tam olarak işte budur. Bunun için Litvanyalı Müslümanlardan söz edeceğim. Müslümanların iki ana kolu bulunmaktadır. Bunlar gelenekçi azınlıklardan gelenler ve yakın tarihlerde göç etmiş olanlardır. Gelenekçi azınlıklar Tatarlardan oluş- maktadır ve son derece küçük bir topluluktur. Bu Tatarların sayısı 3000’den biraz azdır. Ve sadece kıyasla- mak açısından, örneğin insanlara “Kiminle çalışmak istemezdiniz?” diye sorulduğunda sadece %8’i bir Tatarla birlikte çalışmak istemediğini söylemektedir. Fakat Müslümanlar hakkında - ki Tatarlar Müslümandır - soru sorduğunuzda, bu sayı üç kattan daha fazladır, %26’dır.

Bu etkiye neden olan şey mülteci krizi ve terör saldırılarıdır. İnsanlar bu mülteci krizini bir güvenlik krizi olarak görmektedir. Keza, olumsuz davranışlar gerçekten de çok hızlı artmıştır. Örneğin son kamuoyu yoklamasında, katılımcıların %50’si bir mültecinin yakınında yaşamak istemediğini söylemiştir. 58 kişi de bir Müslümanın yakınında yaşamak istemediğini söylemiştir. Ve düşünün ki Litvanya’da pek Müslüman yoktur. Dolayısıyla birinin doğrudan doğruya bir Müslümana rastlaması çok düşük bir olasılıktır, fakat yine de bu insanlarla ortak hiçbir şeye sahip olmak istemediklerini söylemektedirler.

Mülteci krizine ve terör saldırılarına gelince; elbette bu olumsuzluklar medyadan ileri gelmektedir. Bunda etkili bir diğer faktör de insanların göçmen, Müslüman, terörist, hatta Arap arasında bir ayrım yapmamasıdır. İnsan- lar bunların tümünü tek bir fikirde birleştirmektedir ve bunların tümüyle aynı şey olduğu gibi bir düşünceye sahiptirler. Ve sanırım insanlar bunları birbirine karıştırmaktadır, çünkü bu insanları nasıl tanıyacaklarını bil- memektedirler. Bunlardan biriyle hiç tanışmamışlardır. Litvanya’da insanlar gerçekten de korkmuş haldedirler. Bu insanların Litvanya’nın güvenliğine zarar vereceklerini düşünmektedirler. Ve Avrupa’ya sığınma talep etmek için gelen bu insanların çoğunun muhtemelen onları Akdeniz’den Avrupa’nın içlerine kaçak yollarla taşıyan kaçakçıların kurbanları olduğunu akıllarına getirmemektedirler. Bunun için de, bu insanlar onlar için potan- siyel teröristtir.

Dolayısıyla bu büyük bir sorundur. Ana sorun ise istihbarat eksikliği ve bilgi eksikliğidir. Ve bu da bu grubun tamamına karşı olumsuz bir tutum takınılmasına neden olmaktadır ki şu anki durum da işte budur. Litvan- ya’daki İslamofobi gerçek bir fobidir. Yani demek istediğim şu ki Avrupa’nın geri kalanında İslamofobi daha çok kültürel bir şeydir, çünkü Batı Avrupa’da olduğu gibi bu insanlar oralarda gerçekten de mevcuttur. Batı Avrupa’da Müslümanlar vardır ve onlar ‘Ama bu kültürel bir şey’ demeye çalışmaktadırlar. Fakat Litvanya’da bu sadece bir güvenlik sorunudur. Korkmuş insanlar vardır. Ve bu büyük sorunu halletmemiz gereklidir.

Gelişmeler ve olaylar hakkında konuşmak istiyorum. Geçen yıl sahiplenilen hayvanların sağlığı ve korunması hakkında bir kanun çıkarıldığına tanık olduk. Yani dini kıyım uygulamaya konuldu. Bu yüzden bunun Müslü- man cemaat için olumlu bir etki olduğunu hissediyoruz. Ve sonra da terörle savaşmak adına bazı polis strateji- leri uygulandı. Kanun ve düzenin içine ‘köktenci İslam’ kavramını koydular. Bunun için İç İşleri Bakanlığı’na yazı yazdık ve şöyle dedik: “Özellikle ‘İslamiyet’ dememelisiniz.”. Bunu değiştirmeyi kabul ettiler ve ‘şiddet yanlısı aşırıcılık’ olarak değiştirdiler ki bunun da olumlu bir etki olduğu düşüncesindeyiz.

Ayrıca dikkatimi çeken şeylerden biri de Litvanya’da insanların etnisiteye dinden daha çok düşkün olmalarıdır. Ve insanlara kime yakın yaşamak istersiniz dediğinizde ve “Bir Tatar’ın yakınında yaşamak ister miydiniz?” diye soruyorsunuz. Evet diyorlar. “Bir Müslüman’ın yakınında yaşamak ister miydiniz?” diye sorduğunuzda ise hayır

3. OTURUM İSLAMOFOBİYE KARŞI KOYMAK - EN İYİ POLİTİKA UYGULAMALARI 159 diyorlar. Ve bu, bu tür yanıtları gösteren küçük bir şemadır. Pakistanlılar, Türkler, Kazaklar, Tatarlar gibi farklı etnik kökene sahip Müslüman olması muhtemel bir grup insanı ele aldık ve ayrıca sadece Müslümanları seçtik. Soru şuydu: “Kimle birlikte çalışmak istemezdiniz?”. Ve görebileceğiniz gibi, bu insanların çoğunluğu Tatarlarla ve Kazaklarla birlikle çalışabileceklerini, Türklerle hiçbir sorunları olmadığını ve aslında Pakistanlılarla da so- runları olmadığını ifade ettiler. Fakat Müslümanlara karşı bu olumsuz yaklaşıma sahipler.

Eğitim hakkında konuşacağım. Bunun hakkında çok fazla bilgimiz yok. Çünkü eğitim sisteminde çok az insan var. Ve henüz yakınlarda anaokullarındaki ya da okullardaki çocukların günlük rutin olarak domuz eti yemeğe zorlanması ile ilgili bir davaya tanık olduk. Dava sonuca bağlandı ve menü değiştirildi. Yani bunun büyük bir sorun olmadığını görüyorsunuz.

Ve daha sonra ders kitaplarımızla ilgili bir diğer sorun yaşadık. Müfredata konu ders kitapları hakkında yapılan büyük bir araştırma vardı. Ve araştırmacılar Müslümanlara ya da yabancılara karşı doğrudan doğruya bir olum- suzluk olmadığını, ancak çok kültürlülük, hoşgörü ve çeşitlilik eksikliği olduğunu tespit ettiler.

Temel olarak, ders kitaplarındaki durum oldukça ulusalcıydı ve son derece Katolikti. Dolayısıyla araştırmacıla- rın tavsiyeleri sadece bunun özgürleştirilmesine ve değiştirilmesine ve çocuklara ‘Litvanyalı olmak zorundasın ve Katolik olmak zorundasın’ gibi bunun var olabilecek tek norm olduğunu düşündürtmemesine yönelikti.

Çok hızlı bir biçimde politikalara değineceğim. Önümüzdeki Ekim ayında seçimlerimiz var; Meclis seçimleri. Ve bu da partilerden birinin posteridir. Şimdi, bu partiyi yarı-popülist bir parti olarak adlandırıyorlar, fakat onlar son derece göçmen karşıtı bir çizgiye sahipler. Ve ana sloganları şu: “Mülteci akınını durduracağız!”.

Daha önce de söz etmiş olduğum gibi, Litvanyalıların çok fazla göçmene, çok fazla Müslümana sahip olma- dıklarını bilmek önemlidir. Yani bu kavramların tümünü karıştırıyorlar. Dolayısıyla bu hususu daha geniş bir biçimde analiz etmek önemlidir. Bir mülteci gördüğünüzde, bu büyük bir olasılıkla onun bir Müslüman olduğu anlamına gelmektedir. Ve bu büyük bir olasılıkla onun bir Arap olduğu anlamına gelmektedir.

Bu yüzden manşette şöyle yazmaktadır: “Mülteci akınını durduracağız!”. Mesele şudur ki tüm Avrupa Birliği ülkeleri kota sistemi hakkında bir anlaşmaya varmak zorunda kalmıştır. Bu ülkeler kaç mülteci alacaklardı? Litvanya 1105 mülteci almayı kabul etmişti. Yani bu oldukça küçük bir sayı. Ve günümüzde, Litvanya’ya geti- rilmiş 11 mültecimiz var. On bir! Ve onlar da mülteci akını ile mücadele edecekler. Yani belki de çok iyi bir iş yapıyorlar, ama biliyorsunuz ki onların sayısı sadece on bir.

Ama siyasi partilerin bunu gündemlerine almaya başladıkları temayülü görebilirsiniz. Genel olarak, siyasi par- tiler ya bölünmüşlerdir ya da ortak bir konum almışlardır. Örneğin, bölünenlerden biri de göçmenleri terörist olarak adlandırarak Müslümanların çoğunluğunun terörist faaliyetleri desteklediğini iddia eden muhafazakar partimizdir. Fakat diğer yandan bu partinin lideri hükümete olumlu ortamlar oluşturma ve gelen insanlara kucak açma çağrısında bulunmuştur.

Ve yine göçmen karşıtı ve mülteci karşıtı olan diğer partiler de vardır. Bunlar dini, bütünleşmenin önünde bir engel olarak görmektedirler. Ve henüz başlatılan kampanyaları biliyorsunuz. Bunun nasıl sonuç vereceğini gö- receğiz. Adalet hakkında konuşurken, bu kişinin bu tür bir girişimine tanık olduk. Kendisi eski bir savcıdır ve şimdi de yarı-popülist olan bu işçi partisine katılmıştır. Güvenlik gerekçesiyle yüze örtü takılmasını yasaklayan kanunun uygulamaya konulmasını istemiştir. Fakat tümüyle insan hakları adına olmak üzere STK’lar araya girerek bunun gerekli olduğunu söylediler ve bizim İslami merkezimiz de bunun gereksiz olduğunu ve bunun sadece gelmekte olan mülteciler hakkında toplumu korkuya düşürmeye hizmet edeceğini dile getirdi. Dolayı- sıyla bu iyi bir girişimdi ve tek yaptıkları şey bunun devam etmesine izin vermekti.

160 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ Medyaya gelince... Asıl engel medyadır, çünkü onlar bu kötü haberlerin gündemde olmasını ve birçok oku- yucuya ulaşmasını istiyorlar. Bu yüzden çok sayıda makale görüyorduk, ama bu makaleler siyasetçilerden geliyordu. Örneğin, bu kişi muhafazakar bir partinin üyesi ve teröristlerin nasıl topluma kazandırılacağını soruyor. Ve bu da Kasım 2015’te diğer bir partiden. Bu kişi görevinden alınan eski cumhurbaşkanımız. Kendisi aynı zamanda Avrupa Parlamentosu’nun bir üyesi ve doğrudan doğruya teröristler ya da Müslümanlar ve buna ilişkin bağlantılar hakkında hiçbir şey söylemese de bu makale bu konuyu ele alıyor.

Bu da bir diğeri ve bu makale de yüz örtülerinin yasaklanması hakkında. Ve bunlar sadece birkaç örnek ve medyanın çoğunluğunun siyaset gündemini kapsadığını görebilirsiniz.

Bu son slayt. Tamam, siber alem... Bu ortamda da fazla bir hareketlilik görmüyoruz, ama çok etkin bir Facebo- ok profilimiz var. Litvanyalılar Twitter’ı fazla kullanmazlar, ama Facebook’ta son derece aktiftirler. Ve fikirlerini dile getirdikleri bazı gruplar olsa da bunların çok göz önünde olmadığını görebilirsiniz. Bu gruplarda fazla takipçileri yoktur, ama yine de göçmen karşıtı ve Müslüman karşıtı olan bir dizi grup vardır. Bunların ‘Litvanya Litvanyalılarındır’ gibi sloganları vardır. Ve evet, bu bir sorundur. Evet, böyledir. Litvanya’daki durum budur. Olumlu işler olduğunu da gördük. Bu bizim fotoğrafçımızın bir fotoğrafıdır. Kendisinin adı Neringa Rekašiu- te’dir. Kendisi Litvanyalı Müslümanlarla bir proje yürütmüştür ve onların fotoğraflarını çekmiştir. Ve sonra da böyle bir etkinliğe tanık olduk. Adı ‘Litvanya’daki Müslümanlar’. Ve bu sergi şu an Litvanya’nın her köşesine yolculuk yapıyor.

3. OTURUM İSLAMOFOBİYE KARŞI KOYMAK - EN İYİ POLİTİKA UYGULAMALARI 161 Mahmut Aytekin İnsani Yardım Vakfı (İHH), Türkiye

MODERATÖR

Çok teşekkür ederim Sayın Eglé Tilindiené. Şimdi STK oturumumuza başlıyoruz. Bugün Zirvenin üçüncü günü. Siyasetçileri, akademisyenleri ve az önce bize bilgi veren Eglé gibi bazı ülke raporlarını dinledik. Ve şimdi bu zirvenin sonunda İslamofobiyle nasıl mücadele edebileceğimizi konuşmaya başlamanın zamanıdır. İslamo- fobi bir mit değil bir gerçektir. İslamofobi sadece Avrupa’da değil aynı zamanda tüm dünyada barış içinde bir arada yaşamaya karşı gerçek bir tehdittir. Öyleyse bu tehlikeli durumu tersine çevirmek için ne yapmalıyız? Öncelikle, sözü İnsani Yardım Vakfı’ndan (İHH) gelmekte olan Sayın Mahmut Aytekin’e vermek istiyorum. Kendisi bize kısaca İHH’nin İslamofobiye karşı yürüttüğü faaliyetlerden bahsedecektir. Buyrun!

MAHMUT AYTEKİN

Moderatörün de söylemiş olduğu gibi, benim Mahmut Aytekin. İHH - İnsani Yardım Vakfı’nın fiili araştırma departmanında çalışıyorum. Myanmar ve Suriye sınırı da dahil olmak üzere birçok ülkede saha üstü çalışmala- ra katıldım. Dolayısıyla size teoriden ziyade uygulama hakkında, tabiri caizse içten dışa bir yaklaşımla konuyu açıklamaya çalışacağım.

Öncelikle, vakfımızın nelerle ilgilendiğini ve neler yapmakta olduğumuzu anlatacağım. Ve ikinci olarak, İHH’nin İslamofobiden nasıl etkilendiğine ve ayrıca Müslüman gençliğin de İslamofobiden nasıl etkilendiğine ve sahada yapmış olduğum gözlemlere değineceğim. Üçüncü olarak, İHH’nin İslamofobiyle savaşmak için ne- ler yaptığına değineceğim. Ve son olarak bazı tavsiyelerde de bulunacağım. Uluslararası güvenlik konusunda master yapmış olduğum için, söyleyeceklerime ilişkin olarak bir güvenlik yaklaşımı izlemeye çalışacağım.

İHH - İnsani Yardım Vakfı başta afetlerden ve savaşlardan dolayı mağdur durumuna düşmüş insanlara yardım sağlamak olmak üzere temel insan haklarının ve insan özgürlüklerinin ihlalini önlemek için kurulmuştur. İHH faaliyetlerine 1992 yılında başlamış olmakla birlikte, resmi olarak Bosna Savaşı’nın fiilen hüküm sürmekte ol- duğu Bosna’da 1995 yılında kurumsallaşmıştır. Ve faaliyetlerimiz beş farklı kıtada 135 ülkede yürütülmektedir.

162 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ Faaliyet önceliklerimiz kapsamında savaşın vurduğu ve savaş sonrasını yaşayan bölgeler, afet bölgeleri, açlıktan mustarip ülkeler ve bölgeler yer almaktadır.

Uluslararası üyelikler anlamında, Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyi (ECOSOC) bünyesinde da- nışman statüsünde bulunmaktayız. Ve ayrıca İslami İşbirliği Teşkilatı bünyesinde de danışman statüsünde bulunmaktayız. Bir STK perspektifinden bakıldığında, İslamofobi iki ana bölüme ayrılabilir: Batılı ülkelerin içindeki İslamofobi ve Müslüman ülkelerin ya da Türkiye gibi seküler anayasaya sahip olan ve Müslümanlar tarafından yönetilen ülkelerin kendilerinin içindeki İslamofobi.

Dolayısıyla Türkiye gibi seküler anayasaya sahip olan ve Müslümanlar tarafından yönetilen ülkelerde olduğu gibi İslamofobinin ikinci biçiminin bir örneği de Yasin Börü vakasıdır. Bu ismi daha önce duydunuz mu bil- miyorum. Yasin Börü 16 yaşında bir gençti. Liseye gidiyordu. Türkiye’nin Diyarbakır ilinde yaşıyordu. Yasin Börü ‘kurban’ eti taksimi yaparken kendisinin ve arkadaşlarının ‘kurban’ eti dağıttıkları gerekçesiyle PKK terör örgütü tarafından katledildi.

Şimdi buradan hareketle, İslamofobinin ele alınması gereken küresel bir güvenlik sorunu olduğunu söyleyebi- liriz. Şu an İslamofobiden dolayı, Batılı ülkelerin her iki yakasındaki gençlik, Müslümanlar ve gayrimüslimler ötekileştirilmektedir. Bu nedenle aşırı-sağla karşılaşıyoruz. Ve bu nedenle Müslüman topluluklarındaki gençle- rin başta şu an tanık olduğumuz IŞİD olmak üzere, IŞİD’e ve diğer terör örgütlerine katılmalarına tanık olmak- tayız. Şu halde bunların nedeni Batılı hükümetlerin politikalarıdır, yobazlıktır ve ortaya çıkan çifte standarttır.

Şimdi, düşüncemi açıklamak için sanırım bir parça teoriden söz etmem gerek. İki teori üzerinde tartışmak istiyorum. Birincisi engellenme ve saldırganlık teorisi ve ikincisi de kaynak seferberliği teorisidir. Uluslararası çatışma analizini incelemiş olan herkes büyük olasılıkla bu teorileri biliyor olacaktır. İslamofobiyi açıklamakta olan engellenme ve saldırganlık teorisi ilk olarak 1939 yılında Dollard ve arkadaşları tarafından geliştirilmiştir. Engellenme ve saldırganlık teorisine göre, engellenme hipotezi birisinin, örneğin bir iş bulmak ya da evine ekmek götürmek gibi bir amaca erişmesinin engellenmesi durumu olarak tanımlanır ve bu durumda genellikle öncelikle hayal kırıklığına ve sonra da saldırganlığa yol açar.

Bu da iki toplum arasında sosyal ve politik bir uçurum oluşturmakta ve böylece daha önce de belirtmiş ol- duğum gibi söz konusu kişinin üniversiteden yeni mezun olmuş ve bir iş bulmak isteyen genç bir Müslüman olması dolayısıyla saldırganlığa ve sonra da şiddete dönüşmektedir. Bu kişi yobazlıkla karşılaşırsa bu durum, onun kendisi hakkındaki düşüncelerinin, ne olmak istediğiyle ilgili beklentilerinin ve toplumun o andaki ger- çek durumunun asıl standardını belirler. Büyük bir sosyal ve ekonomik uçurum vardır. Ve bu nedenle, sosyal ve ekonomik uçurum yeterince büyüdüğünde sıklıkla şiddet ve devrim meydana gelir.

Dolayısıyla asıl saldırgan kendisinin saldırgan ve şiddet uyguladığı ve istediğini elde ettiği bu yöntemin işe yaradığını görürse, bu yöntemi tekrar tekrar uygulayacaktır. Bunun için aslında Berkowitz bu engellenme-sal- dırganlık çerçevesini gözden geçirmiş ve saldırganlığın kendisini doğrudan ortamın içinde var olan - örneğin yobazlık ve İslamofobi - dahili bir duygulanım durumunun ve duygusal ipuçlarının bir sonucu olduğunu be- lirtmiştir. Berkowitz ayrıca engellenmenin bir kişinin saldırgan olması için yeterli olmadığını, fakat - hüküme- tin fiili politikalarında olduğu gibi - dahili durumla ve dış uyaranlarla birlikte saldırganlığın ve şiddetin ortaya çıktığını da belirtmiştir.

Buradan kaynak seferberliği teorisine geçiyorum. Kaynak seferberliği teorisi topluluk içindeki herhangi birinin barışçıl yöntemlerle istediğini alamaması, istediği yere gelememesi durumunda, insanların akılcı oyuncular olması nedeniyle bu kişinin ekseriyetle bir gruba dahil olacağını ve bu grubun içinde de istediklerini gerçekleş- tirmeye çalışacağını belirtmektedir. Yani buradan görebileceğiniz gibi, İslamofobik hükümet politikaları genç

3. OTURUM İSLAMOFOBİYE KARŞI KOYMAK - EN İYİ POLİTİKA UYGULAMALARI 163 insanların IŞİD gibi terör örgütlerine katılmalarında büyük bir etkiye sahiptir. Bu durumda şu soru sorulmalı- dır: İslamofobi ve meydana gelen intihar bombacısı eylemleri arasında bir ilişki var mıdır? El kaldıran var mı? Evet mi hayır mı? Belki mi? Hayır eller, tamam.

Şimdi, daha ileri gitmek için Durkheim’in intihar teorisine göz atmamız gerek. Émile Durkheim, şeref ve say- gının önemli bir rol oynadığı bir intihar türünü konu alan zorunlu özgecil intihar teorisini ortaya atmıştır. Bu itibarla, intihar bombacısı, ait olduğu topluluğun onurunu ve gururunu kurtarmak için kendisini feda etmeyi bir görev olarak görür ve bu görevi ifa etmeyi kendi üzerine alır. Bunla bağlantılı olarak, daha fazla sayıda top- luluk unsurunun daha yüksek bir intihar olasılığı doğurduğu görülebilir ve teröristin görevi de mensup olduğu örgütün, topluluğun ve aynı zamanda da ailesinin şerefini kurtarmaktır.

Yine, Avustralya’daki Flinders Üniversitesi’nden Riaz Hassan, bu anlamdaki psikolojik baskının - yani bu an- lamda İslamofobiden kaynaklı psikolojik baskının - akabinde müşterek eylemi artırdığını yinelemiştir. Uzun dönemler boyunca umutsuzluğa ve acıya maruz kalmaktan kaynaklanan, ölümü kabul etmeye yönelmiş din motifli tutumlar politik örgütlerin intihar bombacısı eylemlerini adaletsizlik, ümitsizlik, düşmanlık ve yoksun- luk duygularını ifade etmek için bir olanak olarak sunmalarına imkân vermektedir.

Yine bu noktadan hareketle... Başta Müslüman STK’lar olmak üzere Müslümanlar Batı medyasında her zaman terörist olarak ön plana çıkarılmaktadır. Ayrıca her zaman İslamiyet’le aşırıcılık arasında bir bağlantı kurul- maktadır. Peki, Müslüman STK’lar bundan nasıl zarar görmektedir? Müslüman STK’ların -hatırlayabildiğim kadarıyla son vaka Birleşik Devletler’deki İslami Yardım vakasıydı- varlıkları dondurulmuşlardır. Bunu sıklıkla yapmaktadırlar. Ayrıca STK’ların projeler ve finansman için ihtiyaç duydukları büyük fonların da başına aynı şey gelmektedir. Ekseriyetle Avrupa bankaları üzerinden aktarılacak olan fonlar durdurulmakta ve dondurul- maktadır. Bunlara el konulmaktadır ve bu da rehabilitasyon programlarını durdurmakta ve sonuç alınmasını engellemektedir.

Ayrıca Müslüman STK’lara terörist yaftası vurulmaktadır ki İHH de terörist olarak yaftalanmıştır. İsrail bazı ge- rekçelerle bizleri hiç sevmemektedir. Şu an bunun iki örneği mevcuttur. Bildiğiniz gibi İHH’nin Gazze için canlı kalkan olma kampanyasına yazıldığı söylentisi çıkarılmıştır. Ve Nathan Lean -şu an dinleyiciler arasında oldu- ğunu sanmıyorum - kitabında Clarion Vakfı’nı anlatmıştır. Clarion Vakfı’nın kendisi de bunları açıklamıştır.

Ve ikinci olarak, özellikle bizim Suriye’deki çalışmalarımızla ilgili olarak, yine bu Clarion Vakfı, İHH’nin insani yardım unsurlarının teröristleri desteklemek için cephede olabileceğini iddia etmiştir. Ne var ki bunun hiçbir dayanağı yoktur. STK liderleri belli ülkelere girme yasağı olanların listesine konulmuştur. Yine bazı raporlar yazılmaktadır ve STK’larla terör örgütleri arasında bağlantılar kurulmaktadır.

Şu ana kadar söylediklerimizi özetleyecek olursak... İHH İslamofobiyle savaşmak için ne yapmıştır? İHH ırkına, dinine veya rengine bakmaksızın tüm mazlumlara insani yardım yapmaktadır ve bu da mevcut İslamofobik klişeleri kırmaktadır. İkincisi, dini gruplar arasında gerçekleştirmekte olduğumuz insani diplomasidir. Yine bu da İslamofobik klişeleri kırmaktadır ve benim de gitmiş olduğum Myanmar’daki durumda olduğu gibi iki taraf arasındaki çatışmaları gerçekten de durdurmaktadır. Ayrıca inanç-bazlı atölyelere ve konferanslara katıl- maktayız. Asya, Avrupa ve Afrika’daki Müslüman azınlıklarla ilgili insan hakları ihlallerine ilişkin aktif raporlar yazmaktayız. Bunun bir örneği de Çin’deki Uygur Türklerinin durumudur. Ayrıca ihtiyaç sahibi genç Müslü- manlar için alternatif sağlamak amacına hizmet eden gençlik şubelerimiz de bulunmaktadır.

Şimdi, tavsiye anlamında ne söyleyebiliriz? Dün hatırlayabildiğim kadarıyla gençlerin daha etkili olabilmesi için neler yapılabileceği sorusu yöneltilmişti. Hatırlayabildiğim kadarıyla sanırım bu Avusturyalılar tarafından sorulmuş bir soruydu. Avrupalı Müslüman gençlik hareketleri ve şubeleri için daha büyük bir teşkilat olması

164 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ gereklidir. Mevcut gençlik şubelerindeki tüm faaliyetleri bir araya getirerek ortak bir platformda birleştirebil- memiz için daha fazla örgütlenmeye ihtiyacımız vardır. Çünkü şu an tümüyle bölünmüş haldeyiz. Ortak bir ses mevcut değildir. Dolayısıyla bulunduğumuz ülkeler içinde İslamofobiyle mücadele edebilmek için ortak bir sese ihtiyacımız vardır.

İkincisi, hükümet katlarından İslamofobik söylemler yapılmasını önlemek için daha büyük bir lobi çalışması gereklidir. Üçüncüsü, İslamofobinin öğrenilmiş ve travma olmasından dolayı, Müslüman gençlik arasındaki psikolojik baskının bir sonucu olan bu öğrenilmiş travmayı ortadan kaldıracak psikologlara sahada gerçekten de ihtiyacımız vardır. Son olarak, sempatizanlar, militanlar ve teröristler ile Batılı ülkeler içinde ortaya çıkan İslamofobik baskıdan kaynaklanan bu döngü arasında daha büyük bir ayrım yapmaya da ihtiyacımız vardır. Müslüman gençlik hafifçe bu örgütlere doğru yönelme eğilimindedirler ve bu ortamlarda sempatizan haline gelmekte ve sonra da otomatik olarak terörist olarak yaftalanıp genellikle pasaportları ellerinden alınmakta ve rehabilitasyon programı adı verilen programlara alınmakta ve benzeri uygulamalara maruz kalmaktadırlar.

İslamofobik söylem, diyebiliriz ki, Müslüman gençliği terör örgütlerinin kollarına atmaktadır. Bu nedenle Müs- lüman travma psikologları tarafından İslamofobik yobazlıktan ve nefretten zarar gören Müslüman gençler için ek rehabilitasyon programlarının geliştirilmesi gereklidir. Ve ayrıca bu programlar bu gençleri topluma yeniden entegre etmek için psikologları, imamları ve eğitimcileri içeren Müslümanlar tarafından da geliştirilmelidir.

3. OTURUM İSLAMOFOBİYE KARŞI KOYMAK - EN İYİ POLİTİKA UYGULAMALARI 165 Joe Mulhall Nefret Etme Ümit Et, Birleşik Krallık

MODERATÖR

Teşekkür ederim. Tam zamanında bitirdiniz. Üç günün sonunda idrak ettiğim bir diğer husus da ırkçılığın Müslüman karşıtı bir türü olarak İslamofobinin insanlığa karşı bir suç olarak kabul edilmesi gerektiğidir. Do- layısıyla bütün hükümetler bu suçla mücadele etmek için önlemler almalıdır. İslamofobiye karşı mücadele etmenin en önemli şeylerden biri olduğunu düşünüyorum. Ve ayrıca bizim STK’larımızın da bu hedef üzerinde çalışması gereklidir.

Üçüncü konuşmacımız İngiltere’den geliyor. Kendisi Nefret Etme Ümit Et adlı STK’yı temsil ediyor. Buyrun, Joe Mulhall!

JOE MULHALL

Teşekkür ederim. Çok teşekkür ederim. Benim adım Joe ve Nefret Etme Ümit Et adına buradayım. Size fa- aliyetlerimizden ve İslamofobiyIe savaşmak için yaptıklarımızın bazılarından söz edeceğim. Birçok nedenle organizatörlere teşekkür ederek başlamak istiyorum. Birincisi; Brexit’ten sonra şu an Londra’da olmamak bir lütuftur. Haberleri izlememiş olmak, gazeteleri okumamış olmak... Bunların tümü oldukça üzüntü verici şey- lerdir. İkincisi, bu hafta sonu Glastonbury Müzik Festivali’nde olmam gerekiyordu. Yani Coldplay’i dinlerken bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun altında çamura batmış olacaktım ki kimsenin başına böyle bir şey gelsin istemem. Ve tabii ki üçüncüsü, bunun gerçekten de ilginç bir etkinlik olduğunu düşünüyorum. STK’la- rın bu etkinliğe davet edilmiş olmasından çok mutluyum.

Gerek akademi gerekse de etkinlikler dünyasına yakın biriyim. Eğitim anlamında bir tarihçiyim ve üniver- sitede ders veriyorum ancak bunu sadece bir aktivist olarak yapıyorum. Ekseriyetle akademik konferanslara gittiğinizde orada aktivistler bulunmaz ve bunun tersi de doğrudur; aktivistlerin konferanslarına ve STK’ların konferanslarına gittiğinizde, oralarda yeterli sayıda alim yoktur. Ve nitekim bazen bu onlar hakkında şüphe uyandıran bir durumdur.

166 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ Bu yüzden bunun gibi etkinliklerde bir araya gelebilmemizin gerçekten de çok önemli ve mükemmel bir şey ol- duğunu düşünüyorum. Daha önce de söylediğim gibi, ırkçılık karşıtı ve faşizm karşıtı bir İngiliz kuruluşu olan Nefret Etme Ümit Et adlı STK’da araştırma editörüyüm. Ve özellikle Müslüman karşıtı nefreti ve İslamofobiyi inceleyen bir projenin koordinatörlüğünü yapmaktayım.

Ve sanırım Nefret Etme Ümit Et’in kimlerden oluştuğunu oldukça kısa bir biçimde anlatmakla başlamam ye- rinde olur. Bazılarınızın bizden haberdar olmadığına eminim. Ve bizler belki de İngiltere’nin en büyük ırkçılık karşıtı örgütüyüz ve on iki on üç yıldan beri varlık gösteren bir kampanya olarak her yerde faaliz. Ve köken olarak yaklaşık 50-55 yıl geriye uzanan bir derginin kampanya koluyuz. Ve bu endüstride birçok deneyime sahibiz.

Kuruluşun kendisi ikiye bölünmüş durumda. Benim de çalışmakta olduğum bir araştırma ve istihbarat bölü- mümüz bulunmaktadır ve bir de büyük bir cemaat kampanyamız vardır. Kuruluşumuzun her iki tarafının da İslamofobiyle savaşmak adına ne gibi faaliyetler yürüttüğüne değineceğim. Genel olarak elbette önyargıların, ırkçılığın, Yahudi düşmanlığının, homofobinin ve cinsiyetçiliğin tüm biçimleriyle mücadele ediyoruz, fakat bugün tabii ki özel olarak İslamofobi hakkında konuşacağım.

Beş ya da altı dakika boyunca hafifçe akademinin fildişi kulesinin dışına çıkmayı, sizleri bir nebze sokak sevi- yesine geri götürmeyi ve araştırmalarımızdan biraz söz etmeyi umuyorum. Ve kullanmaya çalıştığımız anahtar, Doktor Khan’ın dünkü sismik ve buzul değişiklik hakkındaki tartışmasına çok benzer biçimde değişikliği etkilemek için araştırmayı kullanmaktır. Ve ben de bu ikisinden ve Nefret Etme Ümit Et’in bu iki şeyi gerçek- leştirmek için nasıl çalıştığından, yani daha buzul bir değişiklik üzerinde çalışan cemaat kampanyasından ve daha sismik bir değişiklik üzerinde çalışan araştırma ve istihbarat bölümünden bahsedeceğim.

Bu nedenle öncelikle yapmakta olduğumuz araştırma ve bunu İslamofobiyle savaşmak için nasıl kullandığımız hakkında konuşacağım. İslamofobi hakkındaki tüm araştırmalarımızda İslamofobik teşkilatları, partileri, ak- tivist gruplarını, gazeteleri, dergileri - gerektiğinde bunların içinden - ve bulabildiğimiz her şeyi tanımlamak, izlemek ve teşhir etmek, bunları temelsiz bırakmak, sonra da bunların büyümesini engellemek ve elbette müm- künse bunların yok edilmesine katkı sağlamak amacını gütmekteyiz. Bu son kısım beni üniversitemdeki etnik panellerle ilgili olarak endişeye düşüren kısımdır. Fakat sanırım soru şudur: bu teşkilatları niçin tatbikat hedefi olarak seçtik? Son birkaç günde daha yapısal İslamofobi ya da toplumsal İslamofobi hakkında gerçekten de ol- dukça ilginç tartışmalara tanık olduk. Öyleyse soru şudur: İslamofobiyi beslediklerini algılamakta olduğumuz teşkilatları ve kişileri neden hedef almaktayız?

Şimdi, buradaki durum şudur ki, ele aldığımız kuruluşlar hem toplumsal İslamofobiye katkıda bulunmakta- dırlar ve hem de aynı zamanda tabii ki İslamofobinin semptomlarıdırlar. Daha aktivist tabanlı gruplara katılan insanların bazıları mevcut toplumsal İslamofobi tarafından bu kuruluşlara itilmektedir. Diğer yandan tersine, elbette bu kuruluşların bazıları doğrudan doğruya toplumsal İslamofobiyi beslemektedir. Yani bahsettiğim kuruluşlar elbette İngiltere’dedir. İngiliz Savunma Birliği gibi gruplardan ve bunların uluslararası ağlarından ve Önce İngiltere gibi gruplardan bahsediyoruz. Uluslararası anlamda şimdi elbette Pegida’yı ve bu oluşumların beslediği uluslararası ağları; örneğin Çek Cumhuriyeti’ndeki İslam karşıtı bloku izlemekteyiz.

Ayrıca Act for America gibi Amerika’daki ICLA, David Horowitz Vakfı grupları, Güvenlik Politikası Merkezi, Frank Gaffney gibi daha uluslararası teşkilatları da takip etmekteyiz. Bu grupların birçoğunun sizlere yabancı gelmediğinden eminim. Ayrıca Robert Spencer, Pamela Geller gibi aktivistler, elbette Breivik’in favorilerinden biri olan blogçu Fjordman, The Gates of Vienna gibi bloglar, Liberty GB, Wilders ve bunlar gibi siyasi partiler de var. Bu uluslararası bir harekettir. Ve açık bir biçimde İngiltere özelinde çalışıyoruz, fakat bu hareketlerin uluslar ötesi doğası nedeniyle başka yerleri de incelememiz gerekiyor.

3. OTURUM İSLAMOFOBİYE KARŞI KOYMAK - EN İYİ POLİTİKA UYGULAMALARI 167 Bu kuruluşların neler ürettiklerine gelince, sanırım bu odada bazı uzmanlar bulunmaktadır. Saeed Khan’ın yobazlığın imal edilmesi hakkındaki raporu, Doktor Bazian’ın finansman hakkındaki son Berkeley Raporu, bunların tümü belli başlı Amerikan kuruluşlarının İslamofobiyi beslediklerini ortaya koymaktadır. Nathan Lean’in kitabından birçok kez söz edildi. Fear Inc. da rapora Amerikan İlerleme Merkezi ile birlikte dahil edilmiştir. Ve biz de Avrupa’da buna benzer işler yapmayı, Amerika’da gerçekleştirilenlere benzer çalışmalar yapmayı umuyoruz.

Daha önce de söylediğim gibi İslamofobiyi destekleyen, ona finansman sağlayan, ona yolu açan, bu kuruluş- ların yanı sıra sokak tabanlı hareketler gibi bunların bir sonucu olan bazı hareketler sıklıkla İslamofobinin semptomlarıdır. Bu yüzden bu aktivistler bir kere bu hareketlere katıldıktan sonra doğrulama sapmasına sahip oldukları ‘İslamofobik yankı odası’ adını verdiğimiz ortama girmektedirler. Ekseriyetle buna dahil olmalarının nedeni bunda bir toplum ya da toplumsal İslamofobi duygusu görmeleridir. Ve bir kere içine girdiklerinde - ‘radikalleşmiş’ kelimesini kullanmayacağım, çünkü salonda alimler var ve literatür çok muazzamdır ve argü- manım yok - bir defa bu dünyanın içine girdiklerinde artık doğrulama sapmalarına da sahip olamamaktadırlar. Dinledikleri kaynaklar kapanıp gider ve bazı bakımlardan giderek artan bir biçimde İslamofobikleşirler.

Peki, bu kuruluşlarla ilgili olarak neler yapıyoruz? Şimdi, elbette, işimizin bir parçası da bu kuruluşları teşhir etmektir. Bu onları meşruiyetten yoksun bırakmak ve bunun bir sonucu olarak da büyümelerine mani olmak görüşüne dayalıdır. Biz bunu her yola başvurarak, bunların gelenekçi ve aşırı sağla olan bağlantılarını teşhir ederek yapmaktayız. Aşırı yorumlarını, aşırı ifadelerini, eylemlerini ve benzerlerini ortaya çıkararak ve gözler önüne sererek yapmaktayız. Bu çaba bu kuruluşların ve grupların bazılarını tümüyle meşruiyetten yoksun bırakmak ve etraflarında bir tür parya statüsü oluşturmak amacını güden bir görüşün ürünüdür. Bununla bu kuruluşlara bodoslama atlayıp onların büyümesine neden olanları, onların görüşlerine sempati duyanları dur- durmaya çalışmaktayız.

Tabii ki bu en başta kendilerini düşündüğümüz bu insanları ilgilendiren sorunun temel köküyle mücadele etmek anlamına gelmemektedir, fakat bu konuya da geleceğim. Bizler tabii ki mümkün olabildiği durumlarda ve zamanlarda bunları finansmandan yoksun bırakmak için gayret gösteriyoruz. Ve temel hususlardan biri de bunların kıyıda köşede kalmış faaliyetlerinin ana akıma dönüşmesini engellemekle ilgilidir ki bu konu son beş ya da on yıl içinde arttığını görmekte olduğumuz durumla çok yakından ilgilidir.

Bununla ilgili olarak yaptığımız bir şey, yani faaliyetlerimizin bir örneği de İngiliz Savunma Birliği’ni açıkça desteklemek üzere olduğunu işittiğimiz bir magazin gazetesiyle ilgilidir. Bunu duyduğumuzda, kapalı kapılar ardından bu gazeteyle temasa geçtik ve bunun neden çok kötü bir fikir olduğunu ve eğer bunu yapacak olur- larsa hayatlarını perişan etmeyi tasarladığımızı kendilerine açıkladık. Ve kendileriyle çalışarak bunu yapmala- rına mani olmaya; bir magazin gazetesinin İngiliz Savunma Birliği gibi ırkçı bir örgüte açıkça destek vermesini durdurmaya gayret ettik.

Ayrıca Robert Spencer ve Pamela Geller gibi insanların İngiltere’ye girmesinin yasaklanması için bir kampanya yürüttük ve bu kampanya da başarılı oldu ve bu kişilerin İngiltere’ye girme talepleri reddedildi. Bu, elbette bu kişileri meşruluktan yoksun bırakmıştır ve hepsine olmasa da ana akıma girmelerine mani olmuştur.

Bu araştırmaya dayalı faaliyetler hakkında son olarak şunlara değineceğim... Yapmaya çalıştığımız araştırma- ların çoğu kuruluşların içinden yapılması gereken türdendir ve bunlar bazen tartışmalı bir nitelik alabilmek- tedir. Düsseldorf’taki aşırı sağcı ve Müslüman karşıtı hareketleri araştırmak adına etik değerler hakkında bir konferansta konuşmuştum ve bu konuşma biraz şaşkınlıkla karşılanmıştı. Alimlerin bana sıklıkla sorduğu soru şudur: Niçin örneğin etnografik araştırma ve benzerleriyle değil de bu tür bir araştırmayla uğraşıyorum? Şimdi, fotoğrafçılığın etiği hakkında fotoğrafik literatürle aşina olan herkesin bildiği bir analojiden yararlanmak isti-

168 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ yorum. Kameranızı çıkardığınız anda sadece görüntü çekmezsiniz, aynı zamanda görüntünün gerçekliğini de değiştirirsiniz. Çünkü elbette onlar sizin kameranızı görmektedirler.

Ve bu kuruluşların birçoğunun içinden Evin Önü - Evin Arkası ile ilgili çok sayıda araştırma bulunmaktadır. Dünyaya resmettikleri görüntü bazen farklıdır, bazen de onların gerçekte ne olduklarını bulabilmek için müm- kün olabildiğince içlerine girmemiz gerekmesi anlamında bu kuruluşların dahili çalışmalarının en uç gerçekliği hakkındadır. Bu, sosyal bilimciler, etnograflar, İngiltere’deki Joel Busher gibi insanlar tarafından yapılmış çok güzel işler olmadığı anlamına gelmez. Bu durum yine etik panellerle ilgili sorunlara neden olmaktadır. Bakın, üniversitemin etik kılavuz ilkelerinde şöyle deniliyordu: “Bir araştırma konusunu asla yanlış yönlendirmeyin ve bir araştırma konusuna asla zarar vermeyin.” Tabii ki bunların ikisini de kasıtlı olarak yapmak zorunda kal- dığımızı açıkIamak zorunda kaldım.

Bu alanlarda yaptığımız bu türden araştırmalar bir dizi raporla sonuçlandı. Özellikle organize olmuş Müslüman karşıtı kuruluşlarla ilgili ilk raporumuzu 2012’de hazırladık. Geçen sene 2015’te de bu raporu güncelledik. Bu rapor Kuzey Amerika, Avrupa, Avustralya ve dünya çapındaki yaklaşık 900 grubu kapsamıştır. Özel olarak dünya genelindeki bu tür şahıs ve kuruluşlardan yaklaşık 1000 tanesinin profilini içeren bu raporun internet üzerinden erişilebilecek bir web sayfası şeklindeki yeni bir sürümünü önümüzdeki ay ya da ertesi ay içinde yayınlamayı ümit etmekteyiz. Ve bu web sitesinin bu ağları, bu insanları incelemek, bunların kimler olduğunu öğrenmek, kimlerle çalıştıklarını öğrenmek isteyen aktivistler ve alimler için bir araç olacağını umut etmekte- yiz. Bunların katıldıkları tüm toplantıların, birlikte çalıştıkları tüm insanların vesaire listesini sunacağız. Yani bu hayata geçirildiğinde bu salondakilerin kullanışlı bulacağını umduğum bir şey olacak.

Elbette sizlerin deneyimlerinizden de faydalanmak istiyoruz. Biz temel olarak bir İngiliz kuruluşuyuz, ama şu an dünyadaki tüm grupları kapsamaktayız. Ve aralarında kendi ülkelerinde uzman olarak çalışanların da bulunduğu ve bize dönerek “Bu grup hakkında konuşmanız gerektiğini düşünüyorum. Bu kuruluştan söz et- meniz gerektiğini düşünüyorum. Şu konuda hata yaptığınızı düşünüyorum” diye konuşan bu insanlara karşı çok açığım ve bu insanların vaat ettikleri gelecek bizleri çok heyecanlandırıyor. Buna çok açığız. Gelecekteki gelişmelerden çok umutluyuz.

Araştırma işiyle ilgili olarak son kez söylemek istediğim şey, bu noktada uluslararası işbirliğinin önemidir. Bu ağlardaki bu hareketler uluslararası niteliktedir. Bunlar uluslararasıdır. Bunlar sınırların ötesinde çalışmakta- dırlar; fikirleri sınırları aşmaktadır; para kaynakları sınırlar ötesinde işlemektedir. Bunun bir sonucu olarak, bunlarla mücadele etmek ve onları yok etmek için çalıştığımızda bizim de mutlaka sınırlar ötesinde çalışmamız gereklidir. Başlangıcımızı Nefret Etme Ümit Et’te yaptık.

Bu konudaki ilk uluslararası konferansımızı birkaç ay önde Londra’da yapmış bulunuyoruz. Ve Amerika’daki Southern Poverty Law Center, Chicago’daki The Center for New Communities gibi, İsveç’teki Expo benzeri Avrupalı ırkçılık karşıtı gruplar gibi, Almanya’daki Der Rechte Rand gibi aktivist grupları ve Avrupa’dan ve Kuzey Avrupa’dan çeşitli alimler ve uzmanlar gibi düşünürleri buna karşı bir dayanışma duygusu oluşturmak için bir araya getirdik.

Şimdi bu etkinlik elbette istihbarat paylaşımını, bilgi paylaşımını, aktivistlerin sohbetler ve konuşmalar yap- mak için ne zaman şehre gelecekleri diğer insanlara iletmeyi, “İşte şu kişiler geliyor. İşte onların hakkında bil- diklerimiz şunlardır. Bunun yararlı olacağını umuyorum” denilerek bilgilendirilmesini, en iyi uygulamaların paylaşılmasını içermektedir ve bunlar bu gruplarla savaşta bu ülkelerin her birinde başarılı olmuştur. Ve işte bununla uluslararası ölçekte savaşmamızın bu kadar önemli olduğunu düşünmemin ve bunun gibi konferans- ların bu kadar heyecan verici olmasının nedeni de budur. Meselenin diğer cihetinden, daha önce konuşmuş olduğumuz daha buzul değişiklikten söz ederek konuyu çabucak toparlamak istiyorum. Bu da Nefret Etme

3. OTURUM İSLAMOFOBİYE KARŞI KOYMAK - EN İYİ POLİTİKA UYGULAMALARI 169 Ümit Et’in çalışmalarının diğer yüzüdür. Nefret Etme Ümit Et esasında, kuruluşumuzun çok daha büyük bir tarafını temsil eden bir topluluk kampanyasıdır.

Korunmasız topluluklarda uzun vadeli topluluk çalışmaları yürütmekteyiz. Bu faaliyet inançlar arası ağlar için- de bağlantıların yapılandırılmasını içermektedir. Bu da bu topluluklardaki aktivistlerin bir ya da iki yıl gibi uzun süreler boyunca bu topluluklar içinde yaşamaya, bu gruplarla birlikte çalışmaya, görmüş olduğumuz bu tehditlerden bazılarına karşı direnç oluşturmaya bırakılmasını içermektedir. Bu giderek önem kazanmaktadır ve bu zorlukların aşılması için yapılan çalışmaların sendikalarla bağlantılar kurduğunu, inanç gruplarıyla, ak- tivist gruplarıyla, topluluk gruplarıyla vesaire bağlantılar kurduğunu düşünmekteyiz.

Bu gruplar hedef topluluklar olduklarında ayrıca daha kısa vadeli faaliyetler de yürütmekteyiz. Bunlar İngiliz Savunma Birliği gibi hedef topluluklardır. Çeşitli nedenlerle karşı gösteri yapmamaktayız. Bu konuda esaslı bir tartışma var, fakat bizler bu tür gösterileri asla özel olarak etkili bulmamaktayız; insanların bunları neden istedikleri anlaşılabilir bir şey olsa da bu tür eylemler özel olarak etkili sayılmazlar.

Ve kısmen bu nedenle sözünü ettiğimiz topluluklar da bunları istemediklerini söylemişlerdir. Ve böylece bu etkinlikler çerçevesinde başka şeyler de yaptık. Geçen geceki, önceki günkü ve ertesi günkü ya da gün içindeki etkinlikler buna örnek gösterilebilir. Aşırı sağ ve EDL etkinliklerinden ayrı olarak topluluklara hitaben çok kül- türlü etkinlikler yapabiliriz ve bu tür şeyleri dışlayacak ortak bir toplum bilinci oluşturabiliriz ve şehirlerimizde gerçekleştirilen bu gösterilen bölücü niteliğini ortadan kaldırmayı umabiliriz.

Üzerinde çalıştığımız diğer kampanyalar arasında dünkü panelde sözü edilen ‘Çay Fincanımız’ adlı kampanya da yer almakta olup bu son derece İngiliz bir kampanyadır. Bu etkinlik farklı topluluklardan ve dünya görüş- lerinden gelen insanların birlikte oturarak bir fincan çay içmelerini, sohbet etmelerini, sınırları kırmalarını he- deflemektedir. Bir diğer etkinliğimiz de ‘Orta İngiltere’ kampanyası olup özellikle orta sınıfları hedeflemektedir. Ama elbette bu alandaki anahtar uygulamalardan biri de işçi sınıfı topluluklarına, sıklıkla uzunca bir süredir dışlanmış ve yok sayılmış beyaz işçi sınıfı topluluklarına geri dönmektir.

Bu topluluklarla yakın ilişkiler kurmak, bu toplulukları dinlemek ve barınma, iş bulma, okullar gibi meselelerle ilgili meşru kaygılarını çözüme kavuşturmak için gayret etme ve başkalarını günah keçisi ilan etmek gibi şeyleri yıkmak için mücadele etme. Bu toplulukların birçoğu küreselleşme, sanayileşmenin önlenmesi ve sosyal de- mokrat partilerin bu sorunları ele almayı ihmal etmesi gibi sorunlardan zarar görmektedir. Ve öyleyse yapılması gereken, bu topluluklara geri dönmek, köklerimizi oralarda salmak ve insanlarla konuşmak olmalıdır. Ve umu- yorum ki bu topluluklardaki bu tür İslamofobik söylemlerin bazılarının önüne geçebilmemizin bir yolu budur.

Bunu tüm dünyada görmekteyiz. Bu sadece İngiltere’de olan bir şey değildir. Sanayileşmeden alıkonulma, küreselleşme ve sosyal demokrasinin başarısızlığı bu hususlarda belirli bir rol oynamaktadır. Bunu Avrupa genelinde görebilirsiniz. Elbette bunu Amerika’da da görmekte olduğumuz ileri sürülebilir.

Son olarak derinlemesine konuşmak istediğim bir husus da elbette dolaysız politikalardır. Dolaysız politikala- rın ne kadar önemli olduğuna dün değinilmişti. Ve tabii ki bu dün Naz Shah’ın söylemiş olduğu gibi yürürlükte olan bu yapılardan bazılarını değiştirebilme yeteneği ile ilgilidir. Demek istediğim şudur ki Nefret Etme Ümit Et’in işçi sınıfından arkadaşlara, muhafazakâr arkadaşlara ve liberal demokrat arkadaşlara sahip olduğu bir bölümü mevcut değildir. Ve bu, politika yapıcıları da etkilemeyi ve onlara bu yapıların bazılarının temellerini ortadan kaldırmak ve onlarla mücadele etmek için gerekli araçları sağlamayı da içermektedir.

Ve bu her türlü şey için de böyledir. Eğer bir tartışma yapabilseydik çok daha ilginç olurdu. Böylece şimdi bitiriyorum. Söylenecek son şey, işbirliği yapmak konusunda son derece istekli olduğumuzu belirtmek olur.

170 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ Daha önce de söylediğim gibi, sınırlar aşırı çalışmak konusunda çok istekliyiz. Hareketler böyle iş görmektedir ve bizler de onlara bu yolla rehberlik etmek zorundayız. İnsanlarla birlikte çalışmak istiyoruz, farklı ülkelerden uzmanlarla çalışmak istiyoruz.

Bazı ülkelerdeki insanların bizim şu an olanlar hakkında bildiğimizden çok daha fazlasını bildiğini kabul ediyo- ruz. Daha önce de söz etmiş olduğum gibi bu yeni web sitesine sahibiz. Umut ediyoruz ki bu web sitesi sadece bu salondakiler için bir kaynak olmakla kalmayacak, aynı zamanda insanların faydalanacakları bir platform da olacaktır. Akademi dünyasının ötesinde daha geniş bir izleyici kitlesine hitap etmek isteyen uzmanların ve akademisyenlerin bize ulaşabilecekleri bloglarımız olsun istiyoruz ve bu bilgileri topluluklara aktarabilmeyi umuyoruz.

Ve elbette bizden faydalanın! Bilgi açısından son derece zenginiz. Bu teşkilatları yakından izlemekteyiz. Uzun zamandan beri onlarla ilgilenmekteyiz. Kim olduklarını, ne yaptıklarını biliyoruz. Bize gelin! Biz çok mutluyuz; bizler her zaman yardımcı olmak ve yıllar boyunca biriktirmiş olduğumuz bilgileri akademiye ve diğer aktivist gruplara vermek istiyoruz. Beni dinlediğiniz için çok teşekkür ederim. Dualarımız birliktedir. Bunu birlikte başarabiliriz!

3. OTURUM İSLAMOFOBİYE KARŞI KOYMAK - EN İYİ POLİTİKA UYGULAMALARI 171 Veysel Filiz Avrupa Müslüman İnisiyatifi, Fransa

MODERATÖR

Teşekkür ederim Joe. Tavsiyelerinizin hepsi de çok önemli. Şuna gerçekten inanıyorum ki sizin Nefret Etme Ümit Et adlı örgütünüz Pegida’dan daha popüler hale geldiği zaman, İslamofobiyi, homofobiyi ve ırkçılığın diğer türlerini alt edebiliriz. Çok teşekkür ederim. Son konuşmacımız Veysel Filiz. Kendisi sosyal dayanışma için çalışan Avrupa Müslüman İnisiyatifi’ni temsil etmektedir. Buyrun, söz sizindir.

VEYSEL FİLİZ

Teşekkür ederim. Bu paneldeki konuşmacılar genel olarak STK’ların ilgi çekici ayrımcılık meseleleri ve özel olarak da İslamofobi hakkında konuşmak için buradalar. Son on ila on beş yıldaki çalışmalarımın önemli bir kısmı bu faaliyetleri konu almıştır. Bunun yakın bir tarihte tanık olduğumuz örneklerinden biri de EMISCO - Avrupa Sosyal Dayanışma için Müslüman İnisiyatifi’nin faaliyetleri ile ilgili olmuştur.

Ben de, Müslüman toplulukların katılımına dayalı sosyal dayanışmayı artırmak için çalışan bir kuruluşun kuru- cu üyelerinden biriyim. EMISCO’nun vizyon bildirisinde, AB topluluklarının herşeyden önce Müslümanlardan oluşan toplulukların burada kalıcı olduklarını ve onların katılımlarının - entegrasyonlarının ya da asimilasyon- larının değil - sosyo-ekonomik, politik, eğitim, medya ve toplumsal söylemler dahil toplumun tüm seviyelerin- de gerçekleşeceğini anlamaları gerektiğinin altı çizilmiştir.

Birleşmiş Milletler bünyesinde 2011 yılında başlatılan ve ‘Yeni Avrupa’ adı verilen en önemli projemizin amacı da bu olmuştur. Sunumum aslında üç sayfadan oluşuyorsa da doğrudan doğruya son paragrafa gideceğim. Değerli meslektaşlar ve arkadaşlar; birçoğunuzun, Yasser’in de demiş olduğu gibi, halk katında çalıştığınızı biliyorum. STK’larla ilgili yanlış bir bilgi aktarımında bulunmak istemem, çünkü bizler aynı aIanda çalışıyo- ruz. Kendi alanımızı biliyoruz. Hepinizin bildiği gibi gerçekten de kritik bir dönemden geçiyoruz ve yüz yüze olduğumuz zorluklar geniş müşterek eylen gerektiriyor. Paydaşlar ve karar vericiler, devletler ve uluslar üstü kuruluşlar ve elbettte STK’lar İslamofobiye karşı mücadele etmek ve insan haklarını korumak konusundaki

172 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ sarsılmaz kararlılıklarında her zamankinden daha ciddi ve dürüst olmalıdırlar. Eylemler söylenenlerle uyumlu olmak zorundadır.

Bu konuda bir seçeneğe sahip değiliz. Birlikte çalışmak, birbirimizin çabalarına saygı duymak, köprüler kurup işbirliği yapmak, birbirimize karşı dürüst olmak, kaynaklarımızı ve deneyimlerimizi birleştirmek ve birbirimi- zin çalışmalarıyla ters düşmeyecek biçimde birbirimizi nasıl tamamlayacağımızı kesin olarak bilmek zorunda- yız. İslamofobi bir endüstriye dönüşecek kadar çokça gerçek ve çok ciddi bir sorundur. Ben Avrupa Konseyi’n- deyken, beş yıl süreyle INGO’nun konferanslarına katılmıştım. Bir komisyona seçilmiştim ve sonra da yönetim kuruluna seçiImiştim. Her şey harikaydı. Kurulda seçilmiş ilk Müslümandım.

Ben Müslüman bir geçmişe sahip bir Fransız vatandaşıyım; oradaki grup biraz farklıydı. Ve üç yıl boyunca be- nim için her şey çok iyiydi, ta ki Mavi Marmara İsrail’e gidinceye kadar. Bununla benim hiçbir ilgim yok, ben aynı zamanda Türk vatandaşıyım. Ve bunun ardından konferansta her şey değişti çünkü sanırım bazı gruplar ve STK’lar Müslüman geçmişi olan tüm insanların Mavi Marmara meselesine dahil olduklarını sandılar. Ve - o sıralar COJEP’teydim - Müslüman STK’ların durumunun çok zor olduğunu anlayabiliyorum.

Ve emin olun ki çalışmalarınızı biliyorum. Para olmadan bunları yapmak çok zordur. Bazen bunun için zama- nınızı verirsiniz. İşte bu nedenle EMISCO’nun size söyleyecek ya da açıklayacak bir şeyi yoktur. Aynı alanda bulunuyoruz; işbirliği yapmak dışında bir seçeneğimiz yok. Fakat emin olun ki on ya da on beş yıllık bir deneyimden sonra bu mücadeleyi kaybedeceğiz. Bundan emin olun. Bu etkinliğin çok harika bir şey olduğu- nu görebilirsiniz. Yasuser Louati’ye ve buradaki diğer arkadaşlara, ilk günden bu yana Bernard Kouchner ve diğerleriyle birlikte yaptıkları şeyler için çok müteşekkirim. Çünkü gerçekle bu tür bir yüzleşme son derece önemlidir. Fakat gerçekle bu yüzleşme sadece bu insanlarla sınırlı kalmamalı, aynı zamanda İslamofobiye karşı çalışmaya karar vermiş olan paydaşları ve hükümetleri de kapsamalıdır. Ve maalesef, Müslümanların güçlü oldukları yerlerden gerçek bir destek alamıyoruz. Bizler yalnızız.

Ve sonunda hedefimizin sonuç haline dönüşmemesi gerektiğini düşünüyorum. Hedefimiz, benim düşünceme göre gelecekteki çocuklarımızla ilgili olmalıdır. Görüşüm şudur ki, zamanın Müslümanlar için zor olduğu dö- nemlerde bir şeyler yapıyor olduğumuzu söyleyebilmeliyiz. STK’lar seviyesinde bir şeyler yapıyoruz. Olayları açıklamaya çalışıyoruz. Çünkü bildiğiniz gibi Avrupa’daki bu hareketin ve İslamiyet nefretinin ivmelenmesi ile ilgili temel sorunumuz kendi kaderimizi kontrol edemememizdir. Ve Anglosakson dünyasından, İngiltere’den vesaire çok sayıda insanın olduğunu düşünüyorum. Bizim için, Fransa’da ya da Belçika’da yaşayan insanlar için İngiltere yabancı bir ülke gibidir. Çünkü biliyorsunuz ki İngiltere Brexit’e ve tüm bu söylemler ortaya çıkın- caya dek bizim için bir örnek olmuştur. Çünkü İngiltere’de ya da Kanada’da vesaire yapabileceğimiz tüm bu şeylerin çoğu Fransa’da asla hayal bile edilemez. Kıta Avrupa’sında bu durum tümüyle farklıdır. Anglosakson ülkelerinden gelen ve durumun çok güç olduğunu söyleyen birçok insan var. Fransa’da yaşayan ve Müslüman bir geçmişe sahip insanlar için her şeyin ne kadar zor olduğunu görmelisiniz.

Üzgün ya da yorulmuş değilim, çünkü böyle bir alanda yorulmak seçeneğine sahip değilsiniz. Tek bildiğim bu paradigmanın değişmekte olduğudur. Benim ailem Fransa’ya 70’li yılların başlarında gelmiş. Ve içinde bu- lunduğumuz bu zor zamanlarda değişime inanmamız gereklidir. Söylemiş olduğum gibi, en önemli şey sonuç değil hala yapmakta olduğumuz şeylerdir. İnsanlık için bir örnek olmak ve bu neo-sömürgeci Avrupa merkezli yaklaşımı unutarak örnek bir rol oynamak isteyip istemediklerine karar verecek olan Avrupa’dır.

Başka bir zamanda yaşıyoruz. Buna onlar karar verecekler. Eğer kendileri için bu parlak geleceği istemezlerse bu onların seçimidir. Brexit’i ve insan haklarından, değerlerinden ve bunun gibi diğer birçok çıkışı yaşama ge- çirebilirler. Kendi inançlarımızda, insan hakIarı için verdiğimiz mücadelelerimizde bizim kendi standartlarımız vardır. Konuşmamı bitirmek için tüm söylemek istediğim budur.

3. OTURUM İSLAMOFOBİYE KARŞI KOYMAK - EN İYİ POLİTİKA UYGULAMALARI 173 EMISCO Genel Sekreterliği’nden buraya gönderilmiş üç sayfa yanımda bulunuyor. Benim üstlendiğim kısım bu kadar, fakat hepiniz biliyorsunuz ki size de kendi kuruluşlarınızdan bu tür bir belge gönderilmiş olabilir. Daha çok işbirliği yapmalıyız. Bunu bazı kuruluşlarla birlikte gerçekleştireceğiz. Ve aramızdaki bu bağlantı hazırla- nan tüm sunumlardan daha önemlidir. Çünkü bu güzel nutuklar, İslamofobik normalleşmeyi ve Avrupa’daki Müslüman toplulukların şeytanlaştırılmasını besleyip desteklemiş olan tüm bu oyuncuların varlığı karşısında asla açılış konuşmasında kendilerine ayrılan sürede söylemek istediklerinin ötesine geçmeyecektir.

Bu aşamaya kadar kazanan hep onlar oldu, fakat gelecekleri kendi ellerindedir.. Çünkü onlar çoğunluğu teşkil etmekteler. Bizler, insan hakları savunucuları olarak, halkın temsilcileriyiz. Ve bizim seviyemiz sadece oyuncu- ların seviyesi kadardır. Muhtemelen yapmış olduğumuz eylemler nedeniyle gelecekte halk tarafından sorgula- nacağız. Çok teşekkür ederim.

MODERATÖR

Teşekkür ederim Sayın Veysel Filiz. Kapatmadan önce, size sadece üç dakika sürecek bir video göstermek isti- yorum. Bize videoyu gösterebilir misiniz?

VİDEO

Ve bu da, gençlik projelerimizden bir olan TÜRKSOY tarafından temsil edilmiş olan bir etkinlikti. Bunun gibi çok çeşitli projelerimiz var. Bu yüzden karamsar değiliz. Burada ve STK’larımızda kültürler arası diyaloglar, karşılıklı saygı, anlayış ve hoşgörü adına yapmış olduğumuz tüm işler dünyayı kurtaracaktır. Aksi halde, dün ve önceki gün sözü edilmiş olduğu gibi bu yeni Yahudi düşmanlığı, bu yeni fenomen insanlığa karşı bir suça dönüşecektir. Yeni bir Nazi Soykırımı’nın olmasına izin vermeyeceğiz ve insanlığın geleceği için dayanışmamızı ve çabalarımızı sürdüreceğiz.

Organizatörler beni sıkıştırıyorlar. Bir sonraki oturumumuz da aşağı yukarı aynı konuyla ilgili olacak. Öğle yemeğine yetişebilmek için kahve molası vermeyeceğiz. Ve artık oturumu kapatıyorum. Kapatmadan önce, organizatörlere tekrar teşekkür etmek istiyorum. Bu etkinliğin bir parçası olmaktan çok gurur duyuyorum ve katılımcılarımızın tümünü kutlamak istiyorum. Çok teşekkür ederim.

174 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ 3. OTURUM İSLAMOFOBİYE KARŞI KOYMAK - EN İYİ POLİTİKA UYGULAMALARI 175 176 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ 4. OTURUM / 1. KISIM Avrupa’da İslamofobi - Vaka Çalışmaları / Orta ve Doğu Avrupa

MODERATÖR

M. Taceddin Kutay Türk - Alman Üniversitesi, Türkiye

KONUŞMACILAR

Dr. Kasia Narkowicz York Üniversitesi, Polonya

Zsolt Sereghy Viyana Üniversitesi, Macaristan

Dr. Farid Hafez Salzburg Üniversitesi, Avusturya

4. OTURUM / 1. KISIM AVRUPA’DA İSLAMOFOBİ - VAKA ÇALIŞMALARI / ORTA VE DOĞU AVRUPA 177 Dr. Kasia Narkowicz York Üniversitesi, Polonya

MODERATÖR

Evet hanımlar ve beyler, çok zaman kaybettik ve bize ayrılan sürenin dışına çıktık. Bu nedenle bu oturumda sözü ilk konuşmacımız olan York Üniversitesi’nden Kasia Narkowicz’e vereceğim. Kendisi bize Polonya hak- kında gözlemlerinden bahsedecek.

KASIA NARKOWICZ

Evet sizlere Polonya’daki İslamofobiden bahsedeceğim. Bu konu hakkındaki çaIışmalarıma 2010 yılında dok- toramı yaparken başlamıştım. Ve Polonya’da hiç Müslüman olmadığından İslamofobi de olmadığı gibi bir var- sayım olduğu için bu konu garip ve ilgi görmeyen bir mesele olarak düşünülegelmiştir. Elbette bunun doğru olmadığını biliyoruz. Ayrımcılığın ortaya çıkması için büyük sayılara ihtiyacımız yok. Dolayısıyla Polonya’da ve Macaristan gibi diğer ülkelerde Müslümanlar olmadığı halde bir İslamofobi vakası ile karşı karşıyayız.

Fakat gerçekten de durum böyleydi, çünkü bu araştırmaya başladığım tarihte kayda geçirilmiş çok az İslamo- fobi vakası vardı. Bu altı yıl önceydi ve iki hafta önce doktora çalışmamı hazırladığım sırada tanışmış olduğum arkadaşlarımdan ve diğer insanlardan bazılarıyla karşılaştım. Şu anki durum çok farklıdır; öyle ki sadece gö- nüllülerden oluşan “Bir Daha Asla Derneği” adlı bir grup Polonya’daki ırkçılığın haritasını çıkarmak için çalış- maktadır. Söylediklerine göre faaliyette oldukları son yirmi beş yıldan bu yana şu anki kadar kötü bir durumla karşılaşmamışlar.

Şimdi Polonya’daki İslamofobi meselesine gelecek olursak... Müslümanların ve beyaz olmayanların toplu taşı- ma araçlarında, sokaklarda saldırıya uğradıkları, işyerlerinde sözlü tacize maruz kaldıkları ve bu kişilerin ço- cuklarının okulda onur kırıcı davranışlara maruz kaldıkları yolunda haftalık olarak bildirilen vakalar olduğunu görmekteyiz. Bunların bazılarının anekdotsal kanıt olduğunu biliyorum. Aslında bu tür olayların çoğu kayda geçirilmemektedir ve özel olarak bunların eşleştirmesiyle uğraşan bu gönüllü gruptan başka hiçbir kuruluş bulunmamaktadır. Evet, sadece kamuoyu yoklaması ile ilgili küçük bir not... 2011’de yapılan uluslararası

178 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ bir araştırmada Polonya Müslümanların ve İslam’ın toplum tarafından kabul edilmesi açısından ankete konu ülkelerin en altında yer almıştır. Ve ulusal araştırmalar da bunu doğrulamaktadır. Bu kamuoyu yoklamaları son birkaç on yılda Polonya Kamuoyu Araştırmaları Merkezi tarafından yapılmıştır. Ve Müslümanlar en düşük puanları alan Romanlar ve Yahudilerle birlikte toplumda en az sevilen grup olarak belirlenmiştir. Yakın bir zamana kadar en düşük puanı alanlar Yahudiler iken şimdi onların yerini Müslümanlar almış bulunmaktadır. Polonya’nın geçmişindeki durumu değerlendirecek kadar zamanım yok, ama şu var ki Polonya geçmişte çok sayıda farklı etnik gruba ve dine ev sahipliği yapmış olmasıyla ve şu an da Avrupa’daki etnik ve dinsel açıdan en homojen ülkelerden biri olmasıyla son derece özel bir yere sahiptir. Ve önemli miktarda Müslüman Tatar nüfusa da ev sahipliği yapmıştır. Öyle ki, sağda görmekte olduğunuz camiler Polonya’da hala ayakta olan 18. yüzyıldan kalma iki camidir. Ve bu camiler hâlâ hizmet vermektedir. Küçük bir Tatar nüfus vardır. Polonya’daki 30.000 kişilik Müslüman nüfusun yaklaşık 5.000’i Tatar’dır.

İslam’a, Müslümanlara ve camilere karşı tarihsel bir aşinalık olmasına rağmen 2010 gibi yakın bir tarihte cami inşaatı konusunda ihtilaflar yaşanmıştır. Bunlara kısaca değineceğim. 2010’da, Müslüman Birliği adı verilen bir grup Varşova’nın ilk tam teşkilatlı camisinin yapılmasına ilişkin bir planın duyurusunu yaptı.

Nitekim o tarihe kadar Müslümanlar camiye dönüştürülmüş bir evde ibadet ediyorlardı. Varşova’da 10.000 Müslüman var ve bu insanların daha büyük bir yere ihtiyaçları vardı. Ve bu planın duyurusu yapıldığında, bu halka arasında İslam hakkında benzeri görülmemiş bir tartışmanın fitilini ateşledi. Bu haberler duyulduktan kısa bir süre sonra büyük bir gösteri yapıldı. Bu gösteriden alınmış bir fotoğrafı sol alt köşede görebilirsiniz. Bunu organize eden grup oradaki aşırı sağcı Katolik muhalefetin ortak söylemine karşıydı.

Bu eylem ‘Avrupa’nın Geleceği’ anlamına gelen ‘Europa Przyszlosci’ adında seküler liberal bir grup tarafından organize edilmişti. Bu gösteri protesto amaçlıydı. Protestoya başlamadan önce Varşova’nın her yerine posterler asmışlardı. Bunların bir örneğini sağ üst köşede görebilirsiniz. Bu poster size tanıdık gelebilir çünkü İsviç- re’deki minare karşıtı posterin bir kopyasıdır. Aralarındaki tek fark, ilkindeki İsviçre bayrağının yerine Polonya bayrağının konulmuş olmasıdır. Kadın hakları ile ilgili söylemin tamamıyla burada da karşılaşmaktayız. Bu çok büyük ilgi çekti. Bu grup bu yöredeki yerel halkla yapmış olduğum röportajlarda da bu dili kullanmıştır. Baskı altında tutulan Müslüman kadınlar ve tehlikeli Müslüman erkekler ve bunun gibi konularda bu dili sıkça kullanmışlardır.

Elbette feminizmle ırkçılık arasındaki çarpışmaların detayına girecek kadar vaktim yok, ama bu konu çok önemlidir. Fakat bu grup bu dili kullanırken aslında bunu iki amaca hizmet etmek için yapıyorlardı. Birinci- si, bunun peçeli kadınlar gibi yabancı terörist kuruluşların yarattığı tehdidi sembolize etmesidir ve diğeri de bunun söz konusu söylemlerin içine konulmuş olan şiddet ve üstünlükle ilgili kati hiçbir kanıt olmamasına rağmen Müslüman kadınları kurtarmaya yönelik bu yanlış yönlendirilmiş tutkuları yansıtmasıdır. 2010 yılının mart ayında yapılan bu protestoya yaklaşık 250 kişi katıldı. Ve seküler liberaller gösteride boy gösteren kişiler- den pek de hoşnut olmamışlardı, çünkü onlar oraya gelen aşırı sağcı gruplara karşılardı ve kendilerini onlardan ayrı tutmaya çalıştılar. Böylece bu iki grup caddenin iki farklı tarafında durdular.

Ayrıca bir de İsrail bayrağı ve İsrailli destekçiler vardı. Atılan sloganlar, “Avrupa’nın İslamlaşmasına Son”, “Şe- riat Demokrasiye Karşıdır” ve “Avrupa’nın Hatalarını Tekrar Etmeyelim” gibi daha yaygın Batılı söylemlere çok benziyordu. Fakat bu protestolara rağmen, camiye izin verildi ve üç yıllık bir gecikmeyle nihayetinde 2015’te açıldı. Bu bir başarı öyküsü olsa da 2012’de başka bir cami için sunulan öneri reddedilmiştir. Bunun nedenle- rine girecek vaktim yok, ama bazı büyük farklılıklar vardı. Bunlardan biri, muhalefetin çok mahalli olmasıydı. Diğer bir komşu bölge olan Vloçi’de yaşayan 500 kişi tarafından imzalanmış bir dilekçe vardı. Ve bu aslında o bölgenin tamamını kapsıyordu. Kendi çevreleriyle ilgili kaygılarını dile getirmek için imzaladıkları bu dilekçe- de “Kendi bölgemizde başka bir dayatma daha istemiyoruz” diyorlardı.

4. OTURUM / 1. KISIM AVRUPA’DA İSLAMOFOBİ - VAKA ÇALIŞMALARI / ORTA VE DOĞU AVRUPA 179 Ama niçin cami istemediklerine ilişkin gerekçelerini daha dikkatli okuduğunuzda burada Katolik tarzda bir karşı çıkma olduğunu görebilirsiniz. Nitekim cami sayısının Katolik kilise sayısını geçeğinden endişe ediyorlar- dı ki, sizi temin ederim bu gayrımeşru bir kaygıdır. Ve ayrıca bazı güvenlik endişelerine yol açan ırkçı bir fikir de ortaya atılmıştı. Ve ilginç olanı, bu ikinci cami inşaatının arkasında olan grup ‘Ahmediyeler’di.

Yani bu çok farklı bir gruptu ve ahali şöyle diyordu: “Pekala, eğer bu ilk cami buradan altı kilometre uzağa inşa ediliyorsa, Müslümanlar neden oraya gidip ibadetlerini orada yapamasın?”. Ama elbette bu iki grubun ille de iyi geçinmesi gerekmiyor ki bundan bir sonuç çıkmazdı. Bunun arkasında olan farklı Müslüman gruplar arasında ortak bir anlayış yoktu. Ve ilginç bir diğer şey de ‘Avrupa’nın Geleceği’dir. Bu ilk camiyi protesto eden ve Ahme- diyeler’in aslında kadın haklarını destekleyen reform yanlısı bir grup olduklarını söylemeleri nedeniyle ikinci camiyi protesto etmeyen seküler liberal bir gruptur. Bu yüzden bunlar ikinci camiyi destekliyorlardı. Böylece mesele karışık bir hâl aldı ve yerel halk bu gruptan niçin destek alamadıklarını anlayamadılar.

Peki, bu iki cami ihtilafından sonra ne mi oldu? Camileri hedef alan biz dizi yasaya izin verdiler. 2015’te yapılmış olan cami aynı zamanda inşa edilmiş ilk tam teşkilatlı camiydi. Kadının biri bu caminin içine kesik bir domuz kafası atmıştı ve bu olay başka ülkelerde de anlatılır hale gelmişti. Yani bu oldukça tanıdık bir du- rumdu. Ayrıca Gdansk’taki camiye de bir kundaklama saldırısı yapılmıştı. Poznan’daki camilerin duvarlarına çok sayıda duvar yazısı ve şekiller çizilmişti. Ama en tahrip edici örneği, asırlardır Müslümanlara ev sahipliği yapmış ve hiçbir olumsuz olaya tanık olmamış Krusziniani’deki 18. yüzyıldan kalma eski bir camide yaşandı. Ve işte aniden, eski Müslüman mezarlığının bitişiğinde bulunan bu caminin yan tarafına çizilmiş bu domuz resmi ortaya çıkıverdi. Ayrıca duvar yazıları da vardı. Bu olay Tatarlar’ı derinden etkilemiştir.

Bu tür şeyleri kimin yaptığını bilmiyoruz. Bu insanlar gerçekten de bulunamadılar ve adaletin huzuruna çıka- rılamadılar. Poznan camisindeki duvar yazılarını, İngiliz Savunma Birliği’nin bir şubesi olan Polonya Savunma Birliği üstlendi. Polonya Savunma Birliği ayrıca bazı şiddet olaylarını teşvik etmiş olabileceklerini düşündükleri Polonyalı Müslümanların isim ve adreslerini yayınlayacaklarını da söylediler. Bunu yapıp yapmadıklarını bil- miyorum. Geçen yıl, genel olarak azınlıklara karşı fiziksel saldırılarda ve özel olarak da Müslümanlara yapılan saldırılarda bir artış yaşandı. Ve bu yüzden bu noktada mülteci krizinden ve ayrıca Polonya’daki seçimden söz etmemiz gerek.

Bu konuda ne kadar bilginiz var emin değilim ama geçen sene Polonya’da seçimler yapıldı ve ‘Kanun ve Adalet Partisi’ anlamına gelen muhafazakâr sağcı ‘Prawo i Sprawiedliwosc’ partisi seçimden galip çıktı. Ve yürütülen seçim kampanyalarında politikacılar ırkçı ve İslamofobik görüşlerini yaygınlaştırmak adına iyi fırsat bulduk- larını düşünerek mülteci krizinden çokça faydalandılar. Sadece Hristiyan mültecilerin kabul edilmesinden söz ediyorlar ve mültecilerin beraberlerinde hastalık da getireceklerini söylüyorlardı. Ve ayrıca çok sayıda mülteci karşıtı ve Müslüman karşıtı gösteriler düzenleniyordu. Bunun ilginç örneklerinden birinin resmini solda göre- bilirsiniz. Aşırı sağcıların bir gösterisi sırasında meydanda duran bu adam, elinde Avrupa Birliği’nin bayrağını tutan Ortodoks bir Yahudi’nin temsili kuklasını ateşe verirken görülüyor. Bu olay beni bir sonuca götürmek- tedir.

Az önce Polonya’da İslamofobi vakalarında ve İslamofobide bir artış olduğunu söylemiştim ki bu bir gerçektir. Ayrıca bunun Polonya’daki daha geniş ırkçılık geçmişi dahilinde anlaşılması gerektiğini düşünüyorum. Ve Yahudi düşmanlığının tarihinin İkinci Dünya Savaşı’ndan çok sonralarına kadar devam ettiğini düşünecek olursak Polonyalıların ötekileştirmeye yabancı olmadıklarını göz ardı edemezsiniz. Dolayısıyla Polonyalıların ortak bir hafızası vardır. Ve bu filmlere de yansımıştır. Polonyalıların Yahudileri sakladıkları tanıdık hikâyesinin görülebileceği Agnieszka Holland’ın ‘Karanlıkta’ adlı filmi gibi filmlere aşina olduğunuzu sanıyorum. Bu filmde Yahudileri kanalizasyon kanalının içine saklayan Polonyalı bir adam vardı. Ve bildiğiniz gibi bu adam zulmeden biri değil bir kahraman olarak ortaya çıkıyordu.

180 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ Bu imaj o kadar kuvvetlidir ki, yakınlarda bu söylemi sorgulayan ‘Poklosie’ gibi filmler de çıktı. Bu filmin adı ‘Aftermath’ olarak tercüme edilmişti. Ve filmde Polonyalıların Yahudileri öldürdükleri Jedwabne katliamının hikâyesi anlatılıyordu. Filmin yayınlanması ülke çapında bir tartışmaya neden oldu ve oldukça yüksek profilli bazı sağcı yorumcular tarafından ‘tarihin çarpıtılması’ suçlamasıyla kınandı. Bir diğer örnek de bu söylemi sor- gulayan Oscar ödüllü ‘Ida’ isimli filmdir.

Toparlamak gerekirse... Temel olarak söylediğim şey, bu meselenin bazı açılardan yeni bir konu olduğu, ama aynı zamanda da geçmişle bağlara sahip olduğudur. Ve bu bağları uzunca bir geçmişi olan Polonya ırkçılığının tarihinde izlememiz gereklidir. Fakat aynı zamanda Polonya’nın özgün durumunu da incelememiz gerek. Ve akademisyenler ile aktivistler arasındaki ayrımdan söz etmeden önce son slaydımda bunu göstermek istedim. Bugün burada olmayan Polonya vaka çalışmasının yazarı Konrad Pedziviatr bu aktivist eyleminin arkasında- ki kişidir. Ve en üstteki resimde bu yazarın arabayla üniversiteden evine giderken fark ettiği Krakov’daki bir köprünün üzerine yazılmış bir duvar yazısını görüyorsunuz. Orada şöyle yazıyor: “Bütün Araplar Polonya’nın bizim için kutsal olduğunu hatırlamalıdır!”. Ve ‘Arap’ kelimesini değiştirip bunun yerine ‘holigan’ gibi bir anlama sahip olan ‘drab’ kelimesini koymuştur. Yani bu söylemi hafifçe değiştirmiştir. Gerçi işin garip tarafı şu ki bu sadece bir gün sürmüştür ve sonra yine ‘Arap’ kelimesini yerine koymuşlardır. Buna devam ettiğini sanmıyorum. Fakat bunu oldukça ilginç buluyorum. Konuşmamı burada bitiriyorum, çok teşekkür ederim.

4. OTURUM / 1. KISIM AVRUPA’DA İSLAMOFOBİ - VAKA ÇALIŞMALARI / ORTA VE DOĞU AVRUPA 181 Zsolt Sereghy Viyana Üniversitesi, Macaristan

MODERATÖR

Teşekkür ederim Kasia! Bütün konuşmalar tamamlandığında soruları alacağız. Şimdi Macaristan’daki İslamofo- bi hakkındaki konuşması için sözü Viyana Üniversitesi’nden Doktor Zsolt Sereghy’ye vermek istiyorum.

ZSOLT SEREGHY

Çok teşekkür ederim. Ve bana duyduğunuz güven için de teşekkür ederim. Henüz doktoramı almadım ama üzerinde çalışıyorum. ‘Macaristan’daki İslamofobi’ aslında doktora çalışmanın konusu değil. İslamofobi hak- kında araştırma yapıyorum ama bunu sadece Macaristan özelinde yapmıyorum. Yine de bu incelemesi oldukça ilginç bir konu. Tespitlerime göre bu üzerinde çok az araştırılma yapılmış bir fenomendir ve şurası kesindir ki bu konu şu an itibariyle sadece Macaristan’da değil çok daha geniş bir bölgede güncelliğiyle ön plana çıkan çok önemli bir sorundur.

İslamofobinin dallanıp budaklanan detaylarına girmeden önce, ‘Macaristan’daki İslamofobi’ tümcesinin uyan- dırdığı duygulara konu olan tebaadan söz etmek istiyorum. Bu tebaa, günümüzün Macaristan’ında ya da tarih- sel açıdan Macaristan olarak bilinen ülkede 10. yüzyıldan bu yana günümüze dek bir İslami varlığın mevcut olmuş olması anlamında oldukça eski bir topluluktur. Ve elbette bu ülkede 150 yıllık bir Osmanlı egemenliği de yaşanmıştır ki bu, ülkenin tüm büyük kesimlerinde muhakkak oldukça zengin bir mimari ve tarihsel miras bırakmıştır. Ve günümüz açısından daha da belirgin ve önemli olan şey Macaristan’ın 1912’de Avusturya’nın ardından Avusturya-Macaristan İmparatorluğu döneminde İslamiyet’i resmi olarak tanıyan Avrupa’daki ikinci devlet olmasıdır.

Bu olgu diğer dallanmalara da yol açmıştır. Bununla birlikte Macaristan’da sürekli bir Müslüman topluluk yok- tur. Ve geçmişte bu topluluklar varlık göstermişlerse de bu durum 20. yüzyıla kadar süreklilik arz etmemiştir. Şu anki topluluğun durumu ile ilgili olarak elimizde ne yazık ki sadece 2011 yılına dek giden resmi bir sayıma ait farklı sayılar mevcuttur. Ülkede yaşayan Müslümanların sayısı resmi verilere göre 5.600 olup bu da toplam

182 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ 10 milyonluk nüfusun yaklaşık %0,05’ini temsil etmektedir. Bazı tahminlere göre İslami toplulukların nüfusu 10.000 ila 50.000 arasında değişebilmekte olsa da bu rakamlar hâlâ toplam nüfusun %1’i gibi bir azınlığa karşılık gelmektedir.

Dolayısıyla İslam topluluğu son derece marjinal ve görünür olmayan bir dini topluluk olarak düşünülebilir. Ancak bu topluluk etnik Macarlarla büyük ölçüde ve Türkler, Araplar ve Boşnaklar gibi Müslüman geçmişi olan etnik gruplarla da bir dereceye kadar karışmış durumdadır. Macaristan’a Müslüman göçü temel olarak 50’li yıllarda ‘kardeş sosyalist ülkeler’ adı verilen Suriye, Mısır, Cezayir ve Filistin gibi ülkelerden başlamış olup bu ülkelerden öğrenci değişimi kapsamında gelenler çoğunlukla mezun olduktan sonra ülkeyi terk etmişlerdir. Yine de bunların birkaçı mühendis ya da doktor olarak ve daha azı da dükkân sahibi olarak ülkede kalmışlar- dır. Ve böylece Macaristan toplumuna çok hızlı bir biçimde entegre olmuşlardır.

Ve bu durum ülkede çoğu zaman, en azından fiziksel olarak, görünür bile olmayan çok iyi entegre olmuş ve çok küçük bir nüfusa sahip bir Müslüman topluluk olmasına karşın yine de İslamofobiyle ciddi bir sorunumuz olmasıyla dışa vuran bugünkü paradoksa yol açmaktadır. Ve işte biz buna, Kasia’nın da sözünü ettiği gibi, ‘Müslümansız İslamofobi’ demekteyiz. Ve bu durum, sanırım Almanya örneğinden önce sözü edilmiş olan bir istatistikle de büyük ölçüde kendisini ortaya koymaktadır. Bu istatistik İslami topluluğun ne kadar büyük bir bölümünün nüfusun çoğunluğu tarafından olduğundan fazla tahmin edildiğini gösteren bir ekonomi istatisti- ğidir. Ve bu abartma Macaristan’da en yüksektir, zira yüzde %0,1’lik bu Müslüman nüfus çoğunluk tarafından %7 olarak tahmin edilmiştir ki bu baktığınızda çok yüksek bir sapmadır.

Peki, bu aykırılıkları nasıl açıklayabiliriz? İslam’ın tarihsel olarak oldukça olumlu bir imaja sahip olmasına rağmen bu durumun şu an farklı bir şeye dönüşmüş olmasına nasıl açıklama getirebiliriz? Bazıları bunun İs- lamofobinin ülkeler arası iletimi olarak adlandırılan bir fenomenle ilişkili olduğunu ve buna göre Macarların giderek artan bir biçimde Batı Avrupa’ya ve Batı Avrupa değerlerine açık hale geldiklerini ve Macaristan’a bu kavramları sokan Batı’da baskın bir güç olan Avrupa Birliği’ne üye Batılı ülkelerde çalışma, bu ülkelere gitme ve oralarda eğitim görme fırsatlarından yararlanmış olduklarını ileri sürmektedir. Bu, kendilerini Hristiyan ola- rak algılanan Avrupa’nın savunucuları ilan eden ve Batılı mirasını ve çokkültürlülüğünü reddeden toplumun büyük kesimleri tarafından ebedileştirilmiş bir olgudur.

Geçen yıl vuku bulan olaylarla ilgili olarak, şimdi bunların detaylarına girmek istemiyorum. Nitekim bunlar benden önce çok fazla tartışıldı. Bunların içinde en çok önem taşıyan bir olay vardır ki o da elbette, Macaristan’ı bir dizi olaylar silsilesi içine sokan ve Macar nüfusunun fiilen Müslümanlarla karşı karşıya gelmesine neden olan mülteci krizidir. Bu olay farklı inançlarla yaşayan insanları adeta ilk kez temasa getirmiş ve ilk deneyim- lerini yaşamalarına vesile olmuştur. Bununla birlikte, bu da iyi bir sonuç vermemiştir, çünkü ülkeye gelen göçmenlerin sayısı geçen yıl Almanya’daki sayıyla aynı seviyede gerçekleşmiştir. 2015’in ilk altı ayında sığınma talep eden yaklaşık 100.000’den fazla sığınmacıdan söz ediyoruz.

Bunların büyük kısmının ağırlıklı olarak İsveç ve Almanya’ya gitmek için ülkeyi terk ettiği bir gerçektir. Yine de bu durum, bu kitlelerin aniden buraya gelmelerini bu insanların farklı görünüşlerine ve farklı bir itikada mensup olmaları nedeniyle bir tür tehdit olarak algılayan toplum içinde bir nevi şok ve bir nevi olumsuz de- neyim yaratmıştır. Elbette bunda izlenen politikalar ve medyanın tutumu da çok büyük bir rol oynamıştır ve bu kurumlar kendi amaçlarını ve çıkarlarını gözetmeye çalışmışlardır. Muhtemelen ilerde buna daha kapsamlı değineceğim. Dolayısıyla, elbette genel anlamıyla Macarların düşünce tarzının kendi ülkelerinin tarihinde çok derin kökleri olan istilalara ve yabancı hükümranlığına karşı koyma ihtiyaçlarını yansıtan kendilerini kuşatıl- mış bir ülke olarak görmesiyle yakından ilgili olduğunu anlamak çok önemlidir. İşte bu nedenle politikacılar ve medya için, Macar toplumunda ve Macar ulusunun ruhunda son derece belirleyici birer unsur olarak var olan bu korkulardan istifade etmek ve bu duyguları sömürmek çok kolay olmuştur.

4. OTURUM / 1. KISIM AVRUPA’DA İSLAMOFOBİ - VAKA ÇALIŞMALARI / ORTA VE DOĞU AVRUPA 183 Ayrıca son derece yalıtık olan bu ülkenin dille ilgili durumuna da aşina olduğunuzdan eminim.

Macaristan’da konuşulan dil bir Hint-Avrupa dili değildir. Bu kültür Macarlar tarafından çok özel ve benzersiz bir kültür olarak kabul edilmektedir ve kendileri bu kültürü her zaman savunmaya mecbur hissetmektedirler. Kültürlerini tarih boyunca bilfiil yabancı istilacılardan ve yabancı kültürlerin etkisinden korumak zorunda kal- mışlardır. Bu uygun ortam içinde İslamofobi ve İslam karşıtı retorik büyük ölçüde gelişebilmektedir.

Eminim ki bunları çok iyi kullanan Başbakan Viktor Orbán’ın bu tür sözlerini hepiniz duymuşsunuzdur. 2015’teki bazı olaylara nasıl tepki gösterdiğine şöyle bir göz atalım: Avrupa’nın Hristiyan kimliğini korumak adına Müslüman göçmenlerin ülkeye girişlerinin engellenmesi çağrısında bulundu. Mayıs 2015’te, AB’nin mül- teci politikasına karşı yürüttüğü muhalefeti haklı çıkarmak amacıyla göçmenlik ve terörizm konusunda bir anket oylaması başlattı. Saldırgan bir afiş kampanyasıyla çerçevelenmiş olan bu son derece aşırı popülist hamle mültecilere baskı yapmaktadır ve burada önemle altının çizilmesi gereken husus mültecileri ülkenin kanunla- rına, göreneklerine saygı duymaları ve Macarların işlerini ellerinden almamaları konusunda uyarmaya yönelik bu kampanyanın Orta Doğu’da çok yaygın (!) bir dil olan Macar dilinde yürütülmekte olmasıdır.

Ayrıca insanları gelecekteki ‘Birleşik Avrupa Halifesi’ tehlikesine karşı direnmeye davet eden devlet yetkilileri de vardır. Ve bunun yanı sıra Macarlara kendi Hristiyan maneviyatlarına geri dönmeye ve çok eşliliği dayatan ve Avrupa kültürünün geri kalanını yok etmeyi planlayan İslamcıların yaklaşan zaferlerini imkânsız kılmak adına kitlesel göçün olumsuz kültürel etkilerine karşı koymak için daha çok çocuk yapmaya zorlayan bir bakan sözcüsü de vardır. Bunlar onun kendi sözleridir. Yani bu sözler hükümetten, iktidardaki partiden geliyor. Ve bu insanların oy avcılığı yapmaya çalıştıklarını çok açık bir biçimde görebilmekteyiz. Şu ana dek aşırı sağın karakteristik özelliği olageldiği gibi İslam kartına oynamayı kendi tekellerine almaya çalışıyorlar. Böyle yaparak, bu amaca ulaşmak ve iktidarda kalmak için İslamofobiyi ve Müslüman karşıtı söylemleri kullanmaktan beis duymuyorlar.

Bunlar medyadan ve siber alemden de büyük ölçüde yardım alıyorlar. Ülkedeki medyanın birçoğu birkaç yıl önce çıkarılan bir mevzuatla şu an hükümetin denetimine alınmış durumdadır. Ve son birkaç ay içinde İslam’ın gerçekten de çok yoğun bir biçimde denetime tabi tutulacağını ve tam olarak sekülerleşmesi adına medya ta- rafından da mercek altına alınacağını görebiliriz. Bu gelişmeler sadece güvenlik ve beka perspektifiyle hareket ederek İslam’ı tehdit etmeye başlamıştır ve bunda hiçbir sosyolojik bakış açısı ya da İslam’ın niçin Hristiyanlık- tan farklı olduğunu kök nedenleriyle birlikte değerlendiren sosyolojik ve elle tutulur hiçbir bilimsellik mevcut değildir. Ayıca çok büyük bir sorun da, kendilerini uzman ilan eden ve İslamiyet ve Müslümanlar, mülteci krizi ve ‘İslam, terör, Müslümanlar, Araplar, Afganlar’ gibi kelimelerin yer aldığı tüm konularda kavram yanılgıları ve öfke yüklü söylemler pompalamakta olan ve böylelikle ülkeyi ve onun varoluş kültürünü tehdit etmek olan kişilerdir. Ve bu, korku tellallığının ve bilgi kirliliğinin çok belirgin bir örneğidir.

Bununla beraber, mültecilere ve İslam’a sempatiyle bakan ve daha tarafsız bir gözle çoğunlukla polis rapor- larından oluşan dinle ilgili sorunları gündeme getirmeye gayret eden liberal medya kurumları da vardır. Ne var ki yerli Müslüman topluluk bazı söylemlerinde gerçekten de yardımcı bir tutum sergilememiştir. Örneğin; Macaristan’ın İslami topluluklarından birinin lideri eşcinseller tarafından yapılan bir yürüyüşe katılanları, yani eşcinselleri Allah’ın en iğrenç köpekleri(!) olarak adlandırmıştır ki bu da liberal sempatizanları kendilerinden epeyce uzaklaştırmıştır. Yani bu söylem hiç de yapıcı olmamıştır. Ayrıca diğer İslami topluluklar da hükümet ve onun Müslümanlara sıcak bakmayan tüm müttefikleri aleyhinde bir fetva yayınlamıştır ve bu da hoş bir hareket olmamıştır.

Yine de genel anlamda, çok ciddi derecede kavram yanılgısı olduğunu ve bunlarla hiçbir düzeyde mücadele edilmediğini kabul edebiliriz. Ve özellikle de bu durum, İslamiyet veya Müslüman topluluklar hakkında çok az

184 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ doğru bilgiye sahip bir ülkede sorunlar arz etmektedir. Ne kadar sürem kaldığını bilmiyorum. Eğer hâlâ birkaç dakikam varsa, son derece sorunlu alanlardan bir diğeri olan eğitim ve eğitim sistemine kısaca değineceğim. Bu ülkenin İslam’la uzunca bir geçmişe sahip olması ve İslam’ın zengin gelenekleriyle uzunca bir süre temas etmiş olması nedeniyle, bu kültürel etkileşim ders kitaplarına da yansımış bulunmaktadır.

Bununla birlikte, buna din açısından değil her zaman etnik açıdan bakılmaktadır. Macaristan’ın orta çağda Müslümanlar tarafından fethedilmesinden değil Türkler ya da Osmanlılar tarafından fethinden bahsediyoruz. Ve bu olgu hiçbir zaman ‘Medeniyetler Çatışması’ gözüyle değerlendirilmemiştir. Buna rağmen, İslami topluluk ülkedeki diğer kiliselerin, yani 31 kilisedeki durumun tersine, tarih dersi kitaplarında kendileriyle ilgili içeriği gözden geçirme hakkına sahip olmayan ülkedeki tek dini topluluk olduklarına işaret etmiştir.

Akademiyle ilgili daha da büyük bir sorun vardır. Üniversite eğitiminde esas olarak biri liberal ve diğeri de Hristiyan gelenekçisi ya da muhafazakârı olmak üzere iki alan mevcuttur ve bu akımların ikisi de oryantalist gelenekleri kendi taraflarına çekmeye çalışmaktadırlar. Hristiyan muhafazakârlar Orta Doğu’daki Hristiyanla- rın hakları ile daha yakından ilgilenmektedirler ve bu, Avrupa’nın İslamlaşmasına karşı bu tür uyarılar yapan uzmanlar göndermekte olan akademilerin medyadaki korku tellallığında çok büyük bir rol oynamasını sağla- maktadır. Ve medyada, bu gibi kavram yanılgılarını herhangi bir seviyede bir nebze de olsa dengeleyebilecek liberal kanat adına hiçbir sosyolojik analiz de mevcut değildir.

Özetlemek gerekirse; Macaristan madalyonun bir yüzünde benzersiz bir örnek konumundayken diğer yü- zünde ise son derece tipik bir durum arz etmektedir. Benzersiz bir örnektir çünkü kökeni ve tarihi itibariyle İslam’ın oldukça olumlu bir imaja sahip olduğu bir ülkedir; aynı zamanda bulunduğu bölge itibariyle tipik bir örnektir de. Polonya’da da görmüş olduğumuz gibi, kavramlar büyük ölçüde Batı Avrupa’dan ithal edil- mişlerdir ve medya siyasetçilerin İslam’ı şeytanlaştırmasında büyük rol oynamaktadır. Bu da gerçekten çok işlerine yaramaktadır; çünkü Avrupa Birliği’ne katılım sürecinden sonra kendilerini mağdur ve yenilmiş gören, toplumun büyük bir bölümünü temsil etmekteyiz. Dolasıyla bu mağduriyet, mağdurluk teorisi ve mağduriyet edebiyatı onlara yarayacaktır. Çok teşekkür ederim.

4. OTURUM / 1. KISIM AVRUPA’DA İSLAMOFOBİ - VAKA ÇALIŞMALARI / ORTA VE DOĞU AVRUPA 185 Dr. Farid Hafez Salzburg Üniversitesi, Avusturya

MODERATÖR

Çok teşekkür ederim Zsolt. Ve şimdi de son olarak Salzburg Üniversitesi’nden Doktor Farid Hafez bizlere Orta Avrupa hakkında bir konuşma yapacak ve benim naçizane görüşüme göre Orta Avrupa’da İslamofobinin baş- kenti olan Avusturya’dan söz edecek.

FARİD HAFEZ

Öncelikle, beni buraya davet ettiğiniz için teşekkür ederim ve ayrıca beni dinlemek için buraya gelenlere de teşekkür etmek istiyorum. Bunun ileriye yönelik çok büyük bir adım olduğunu düşünüyorum. Bunu neden söylüyorum? Yaklaşık iki sene önce, mensubu olduğum Salzburg Üniversitesi’nde İslamofobi araştırmaları ile ilgili bir konferans düzenlemiştik. Ve ben Avrupa’nın daha doğu bölgelerindeki İslamofobi hakkında konuşa- bilecek birilerini bulmayı çok istiyordum. Ve nitekim öyle sanıyorum ki Polonya hakkında konuşan sadece bir katılımcı gördük.

Enes’le birlikte her zaman Doğu Avrupa’ya ağırlık veren Avrupa İslamofobi Raporu’na ön ayak olduğumuza gerçekten de çok memnunum, çünkü Avusturyalılar kendilerinden Doğu Avrupalılar olarak söz edilmesinden asla hoşlanmazlar. Yine de bir kısmı kendilerini böyle görebilmektedir. Böylece en az on ülkeyi masaya yatırmış olduk. Burada bir araya gelerek düşüncelerimizi dile getiriyor olmamız ve fikir alış verişinde bulunmamız, ina- nıyorum ki Avrupa’daki İslamofobi ile ilgili akademik tartışmaya yönelik atılmış çok büyük adımdır. Böylece meslektaşlarıma ve dostlarıma buraya geldikleri için tekrar teşekkür ediyorum!

Konuşmamda ne Avusturya’da 2015 yılındaki İslamofobiden ne de tüm tarih boyunca görülen durumlardan söz etmek istiyorum. Çünkü bu konuyla gerçekten ilgilenen herkesin geçen yılı konu alan raporu okumasının yeterli olacağını ve daha detaylı bilgi almak isteyen herkesin de halihazırda mevcut olan literatürde istedikleri bilgilere ulaşabileceklerini biliyorum. Bunun yerine, sadece, İslamofobinin son on ya da on beş yıl içindeki gelişimini oldukça ideal bir biçimde özetleyen bazı anekdotları ortaya koymak istiyorum. Daha bugünkü öğle

186 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ yemeğine kadar burada ilk sırada oturan bir konuğumuz vardı. İçlerinizden bazılarınız onunla temasa geçmiş olabilir. Kendisi İslam Konseyi’nin eski başkanıdır, 1997’den 2011’e kadar İslam Konseyi’ne başkanlık etmiş oldukça saygın biridir.

Bir zamanlar Norveçli bir alimle tanıştığımda kendisinden bir hikaye dinlemiştim. Kendisi o sıralar hala EUMC adıyla bilinmekte olan Temel Haklar Kuruluşu tarafından hazırlanan Avrupa’da İslamofobi konulu bir rapo- run yazarlarından biriydi. Ve bu eski başkan söz konusu rapora geri bildirimde bulunan bir kurulda da görev almaktaydı. Ve bana kendisinin yaptığı geri bildirimin - ki bu 2006 ya da 2007’deydi - şu şekilde olduğunu söyledi: “İslamofobi hakkında konuşmak istemiyorum. Bir mağdur gibi görünmek istemiyorum.” Ve nitekim o yıllarda İslamofobi Avusturya’da politik düzeyde bir olgu olarak ortaya çıkmaya başlamıştı.

İkinci anekdot da sözünü ettiğim kişinin başkanlık yaptığı son yıl olan 2011’e ait. Müslüman bir kuruluş tara- fından bir iftar yemeği düzenlenmişti. Tam da bu sırada, Viyana seçimlerini yapıyorduk. Viyana seçimleri zorlu geçiyordu. Aşırı sağ oldukça güçlüydü ve siyasi partiler içinde ikinci sırada geliyordu. Partinin genel merkezi Viyana’da bulunuyordu ve parti en çok milletvekilini de yine bu şehirden çıkarmıştı. Kendisi oldukça sakin ve son derece diplomatik bir adamdı. On üç yıllık süre içinde daha önce hiç tanık olmadığım bir açılış konuşması yaptı. Sözlerine şöyle başladı: “ ‘Parallelgesellschaft’e (paralel topluma) hoş geldiniz!” Bu, bir tür Müslüman gettosu ifadesiydi, hepinizin de haberdar olduğunuzdan emin olduğum, uzun yıllardır aşırı sağ tarafından kullanılmakta olan bir terminolojiydi.

Bu benim için gerçekten de çok ilginçti. Çünkü 2006, 2007 yıllarına geri döndüğümde Avrupa’daki İslamo- fobi ile ilgili ilk raporlardan birinde nasıl tepki gösterdiğini ve seçim kampanyası sırasında Viyana’daki iftar yemeğinde politikacıları, sivil toplumu temsil eden insanları nasıl karşıladığını hatırlıyorum. Bu iki anekdotun bize politik söylemin nasıl geliştiğini çok iyi gösterdiği kanısındayım. Macaristan’daki durum ne kadar böy- leyse, Müslümanların diğer bir ülkenin parçası oldukları dönemdeki Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nda da durum işte böyleydi. Ve hayalinizde nasıl canlandırırsanız canlandırın, Bosna Hersek’teki bir dava ile son bulan tüm bu güç savaşının en az bir etkisi de İmparatorluk içindeki Müslüman topluluğun resmen tanınması olmuştur.

Nitekim, Müslüman bir kurum olan Avusturya İslam Konseyi bugün, yasal olarak tanınmış on altı kiliseden biridir. Ve bu, Müslüman bir kiliseye benzer özellikler taşımaktadır. Bu durum, belli bir dereceye kadar, so- runların müzakere edilebildiği ve Müslüman kurumların dini çıkarları konusunda birbiriyle konuşabildikleri iyi ilişkileri temsil eden bir temel teşkil etmiştir. Nitekim 2005’te aşırı sağ beş yıldır hala iktidardaydı, ama artık küçük bir kesimi temsil ediyordu ve hükümette yeri de güçlü değildi. Aşırı sağ hükümeti bölüp ve bir muhalefete dönüştükten sonra, 9/11’den epece sonra tüm bu İslamofobik söylemler başladı. Söyleyebilirim ki bu durum, George Bush’un iktidarda ve Demokratlar’ın muhalefette olmasıyla çok farklı bir dinamiğe sahip ol- duğumuz ABD siyasal İslamofobi tarihindeki söyleme çok benzerdir. Ve Demokratlar bugün Donald Trump’ın yaptığı gibi bir karışıklığa neden olmaya cesaret edemezlerdi. Yani artık tarihten söz etmek istemiyorum. Bitir- mek üzereyim, ama öncesinde dün Salman Saeed’in sunumunda İslamofobiyi nasıl anladığına ilişkin sözlerine dikkat çekmek istiyorum.

Salman’ın değindiği hususlardan biri de İslamofobinin, Müslüman tebaanın disipline sokulması ya da Müs- lüman kitlenin kontrol edilmesi ve yönetilmesi ile ilgili olduğudur. Sanırım bu konuda konuşmak oldukça gülünç olur, çünkü Avusturya’nın yasal çerçevesi içerisinde bu yasal tanınmadan dolayı dini kurumların devlet içinde tesis edilmesi konusunda oldukça liberal bir sisteme sahiptik. Burada verdiğim örnek bizlere politik söylemdeki İslamofobik popülizmin etkisinin günlük politikalarda ve devlet politikalarında ne kadar güçlü olduğunu ve bunun, sonuç olarak Müslüman tebaayı şu an hükümetin ‘Avrupalı İslam’ adını verdiği şeyi yarat- mak için nasıl disiplin altına almaya çalıştığını göstermektedir.

4. OTURUM / 1. KISIM AVRUPA’DA İSLAMOFOBİ - VAKA ÇALIŞMALARI / ORTA VE DOĞU AVRUPA 187 Avrupalı İslam denilen bu kavram, Almanya’dan bir diğer alim olan Levent Tezcan’ın kendi çalışmalarında ve şu anki hükümetin Alman İmparatorluğu dönemindeki sömürgeci yoğunlaşmasıyla ilgili olarak düzenlediği İslam konferansı hakkında değerlendirmelerinde göstermiş olduğu gibi, İslam’ı demokratikleştirme fikrinin bir ürünüdür. Bu, aynı zamanda devletin kolayca kontrol edebileceği medenileşmiş bir İslam dini oluşturmak istediği anlamına gelmektedir. Size sunduğum bu örnek esasında 2015 tarihli raporda gösterdiğim örneğin aynısıdır. Burada Müslümanlara ait çocuk parkları konu edilmektedir. Ve İslam teoloğu olarak bilinen Viyana Üniversitesi’nden Adnan Aslan tarafından hazırlanmış bir rapor da vardı. Bu raporun hazırlanması Dış İşleri ve Entegrasyon Bakanlığı tarafından finanse edilmişti.

Sonuç olarak, diyebilirim ki bütün bunlar aslında Müslümanların çocuk parklarıyla ilgili değildi; bilakis bunlar Viyana düzeyinde iktidar partisine muhalefet etmeye çalışan siyasi bir parti ile ilgiydi. Yani bunun temelinde Avusturya’daki Müslüman çocuk parkları değil Viyana’daki Müslüman parkları yatıyordu. Ve Viyana Sosyal Demokrat Parti tarafından yönetilmekte olduğu için, dış işlerinden ve entegrasyondan sorumlu olan siyasi parti muhafazakârlardan oluşmaktadır. Radikalleşmenin Müslüman çocuk parklarında hâlihazırda nasıl başlamış olduğunu göstermeye yönelik bu araştırmayı finanse eden de bu devlet departmanıydı.

Dolayısıyla bu araştırma hakkında merak uyandıran ilk şey, yasal anlamda, Müslüman çocuk parkı gibi bir şeyin olmamasıdır. Açıkça böyle bir şey mevcut değildir. Bir Müslüman çocuk parkının ne tür bir şey oldu- ğunu nasıl tespit edebilirler? Bunu kurumların tescil kayıtlarına bakarak ve bu kurumlarda kayıtlı olan kişiler arasında Müslüman ismi olup olmadığını anlamaya çalışarak çocuk parklarıyla ilgili kurumlara bakarak tespit ettiler. Şayet bunu diplomatik bir tarzda ifade etmek istersek, özellikle herhangi bir türden tarikatla ya da kili- seyle ilgili benzer bir politika mevcut olmadığı için bu sizi şaşırtabilecek türden bir politikadır. Yani, özel çocuk parkının arkasında Müslüman bir kuruluşun olabileceği düşüncesiyle kamuoyu yoklaması yapmaya başladılar.

Bu kamuoyu yoklaması ya da araştırma haddizatında çok fazla eleştirildi ve sonunda büyük ölçüde temelsiz olarak görüldü. Ne var ki bir kere bu söylem artık sokağa yayılmış olduğundan birçok kişi İslam politikalarına ilişkin iddialarını savunmak adına buna balıklama atladı. Burada ilginç olan şey şudur ki; her ne kadar politik bir seviyede Viyanalı yöneticiler Müslüman çocuk parkları konusunda yayılan aşırıcılık iddialarının tümünü inkâr etmiş olsalar da, bu tartışmanın bir sonucu olarak Viyana’daki çocuk parklarından sorumlu olan görevli- ler bu parkları Müslüman personele sahip olup olmadıklarına göre sınıflandırma işini üstlendiler.

Orada çalışan bazı insanlarla röportaj yaptım ve çocuk parkı personelinden bazıları bana bu görevliler tarafın- dan sorguya çekildiklerini, kendilerine orada çocukların ibadet edip etmediğinin, onlara Kuran öğretilip öğre- tilmediğinin, bir ‘hoca’nın ya da imamın bu parkları ziyaret edip etmediğinin ya da Almanca dışında başka bir dil konuşulup konuşulmadığının veya yılbaşında Santa Claus kutlaması yapılıp yapılmadığının sorulduğunu söylediler.

Çocuk parkı personeline bunun bir Avusturya geleneği olduğu ve bu nedenle de gerekli olduğu söylenmiş ki aslında gerçeklere bakacak olursak, eğitim planı adı verilen 66 sayfalık bir Viyana idare rejimi kılavuzu vardır ve bunun hiçbir yerinde Avusturyalı değerlerden ya da geleneklerden veyahut da bunun gibi bir şeyden söz edilmemektedir. Yani sosyal demokrat bir sistem normalde bu kadar çok dini geleneği savunmaz.

Peki, bu olay bize ne anlatıyor? Sanırım buradaki en ilginç nokta budur. Bu bize, herhangi bir türdeki söylemin tekrar ve tekrar yinelenmesi durumunda, bu söylem baskın hale geldiği zaman olacak olan şey, devlet sistemi içinde ne tür bir iş yapıyor olurlarsa olsun görev almış kişilerin bu söylemin etkisiyle kendi kafalarına göre hareket edebilecek olmalarıdır. Nitekim bu kişiler hüküm süren bu söylem nedeniyle kendilerini çocuk park- larının nasıl yapılandırıldığını görmeye yetkili sanıvermişlerdir. Ayrıca aynı zamanda aynı kurul içindeki siyasi liderliğin kendisini bu söylemin aleyhinde çok fazla konumlandırmakta olduğunu da görebilirsiniz.

188 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ Size başka bir örnek vereceğim; bir sene önce çokça eleştirilen yeni bir İslami yasamız vardı. Bununla ilgili iki hususa az önce değinmiştim. Birinci husus Müslüman kuruluşlara getirilen yabancı finansman yasağıydı. Bu yasak Avrupa İslam projesinin bir parçasını teşkil etmektedir. Yani olumlu açıdan bakacak olursak, Müslüman- ları dış dünyadan bağımsız hale getirmek istiyorsunuz. Katolik Kilisesi Vatikan’a çok sıkı bir biçimde bağlıyken ve diğer Hristiyan tarikatlar ve akımlar dünya üzerindeki diğer kiliselere çok sıkı bir biçimde bağlı olduğu hal- de, Müslümanları Mekke’den, Kahire’den, Ankara’dan koparıp Avusturya’ya özgü bir İslam yaratmak istiyor- sunuz. Ve yine de Müslümanlar için burada özel bir program uyguladınız. En güçlü eleştirilerden biri buydu.

Diğeri ise hükümetin İslam Konseyi’nden Almanca bir Kuran yayınlamasını istemiş olmasıdır. Niçin? Çünkü bu Kuran’ın yardımıyla, biz, yani Avusturya toplumu IŞİD’i bozguna uğratabilecek ve onlara gerçek İslam’ın ne olduğunu anlatabilecektik. İşte toplumda ileri sürülen iddia buydu. Bu hikâyeyi neden anlatıyorum? Çünkü hapishane sistemi içinde çalışan insanlarla konuştum. Ve başka bir gün diğer bir hapishane görevlisi Müslüman bir vaize, bir imama ‘İslamiyet hakkındaki yabancı kitapların’ tanıtımını yapmasının yasak olduğunu söyleyen bir e-posta gönderdi. Dolayısıyla tüm bu ‘Almanca bizim kendi dilimizdir. Ve Avrupalı bir İslam anlayışı ya- ratabilirsek, Almanca konuşan bir İslam yaratmış olacağız’ fikirleri resmi görevlilerin insanlara muamele etme tarzı üzerinde derin bir etkiye sahiptir.

Bunun durdurulmasının nedeni, bu resmi görevlilerin diğer taraftaki insanların bunun anayasaya aykırı oldu- ğunu çok iyi bildiklerinin farkına varması ve hemen geri adım atarak bu görevliyi görevden almasıdır. Ama bu- rada söylemeye çalıştığım şey şudur: bu olay bizlere son on beş yılda tanık olduğumuz tehdit edici Müslüman kimliği ile ilgili tüm yorumları fazlasıyla göstermektedir. Bunun devlet politikaları üzerinde ne tür bir etkisi vardır? Söyleyebilirim ki bu, tüm bu tarz yorumların üzerine dayandığı devlet kurumları içinde kurumsallaş- mış olan İslamofobidir.

Size başka bir örnek daha sunmak istiyorum... Ne kadar sürem var?

MODERATÖR

Sekiz dakika geçti bile.

FARİD HAFEZ

Üzgünüm. Tamam, burada da durabilirim. Özet olarak, sanırım en önemIi açıklamayı burada yapacağım. Bu durumun, bu parlamenter demokratik sistemin olduğu ve iktidarda ikiden fazla siyasi partinin yer aldığı bu ül- kelerdeki aşırı sağcı siyasal alandan köken aldığını gördüğümün tüm bu söylemlerin uzun vadedeki etkisinin, aşırı sağın ileri sürmekte olduğu ve belli bir süre sonra merkezci parti tarafından çokça uygulanmış bu politik taleplerin tümüne çok fazla benzediğini göstermek olduğunu düşünüyorum. Çünkü bugünlerde gördükleri- mizin hepsi on ya da on beş yıl önce aşırı sağ tarafından zaten talep edilmiş olan şeylerdir. O zamanlarda da bu fikirleri tartışmayı bile reddeden bazı merkez parti politikaları görülebiliyordu. Fakat bunlar olguların somut- laşmasıyla ve son yıllarda yaşama geçirilen politikalarla gerçeklik kazandılar. Çok teşekkür ederim.

4. OTURUM / 1. KISIM AVRUPA’DA İSLAMOFOBİ - VAKA ÇALIŞMALARI / ORTA VE DOĞU AVRUPA 189 190 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ SORULAR VE CEVAPLAR

4. OTURUM / 1. KISIM AVRUPA’DA İSLAMOFOBİ - VAKA ÇALIŞMALARI / ORTA VE DOĞU AVRUPA 191 MODERATÖR

Çok teşekkür ederim Farid! Soru - cevap bölümü için hâlâ yedi dakikamız var. Sormak istediğiniz bir şey varsa sorularınızı alabiliriz. Evet efendim, buyurun.

KATILIMCI

Sayın Zsolt Macaristan’daki Müslümanların etnik Macarlar olduğunu söylemişti, doğru mu duydum? Eğer öylelerse, bu durumda bu insanların din değiştirmiş olduklarını düşünebilir miyiz?

ZSOLT SEREGHİ

Bunlar, bu konuda elimizde bulunan tek gerçek rakamlar ve bu rakamlara göre kendilerini Müslüman olarak gören insanların yaklaşık %60’ı aslında Müslümanlarla evlenip sonrasında boşanmış olan ya da Müslüman ailelerin çocukları olan etnik Macarlardır, yani kendi deyişleriyle ‘din değiştirmiş’ kişilerdir. Ve büyük bir ço- ğunluğu temsil etmezler, yaklaşık %60 gibi bir orana sahiptirler ve geri kalanı da yabancı bir ülkede doğmuştur. Fakat aynı zamanda, yabancı ülkede doğan Müslümanların birçoğunun Macar pasaportu taşımaları nedeniyle zaten Macar olarak tanındıklarını söyleyen bir diğer değerlendirme de vardır. Yine de, bununla ilgili olarak istatistik bürosunu aramıştım ve bana cevap vermemişlerdi.

Rakamların geri kalanı tahminlerdir. Yani Müslümanların çoğunluğunun yurtdışında doğmuş olması ya da etnik açıdan Macar olmaması çok olasıdır. Yine de ülkedeki Müslümanları temsil eden iki İslami topluluk bu- lunmaktadır ve bunlardan biri Macar İslam’ını ve ülkede yaşayan Müslümanların ‘Macarlığını’ savunmaktadır ve etnik açıdan açıkça Macar’dır. Ve ayrıca yurtdışında doğmuş ve etnik olarak Macar olmayanlara hizmet eden bir diğer topluluk da vardır. Umarım bu sorunuzu cevaplamıştır.

MODERATÖR

Başka soru var mı? O zaman size bir soru sorabilir miyim Sayın Farid? Avusturya’daki Katolik Kilisesi’nin rolü hakkında ne söyleyebilirsiniz? Ve bu alandaki İslamofobi hakkında konuşmak ister misiniz? Zira Kardinal Schönborn Hristiyan ve Müslüman ülkeler hakkında çok sık konuşuyor ve son yıllarda birçok eleştirinin hedefi haline geldi. Katolik Kilisesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

FARED HAFEZ

Söylemek isterim ki siz uzun bir süredir orada çalıştığınız için Katolik Kilisesi hakkında benden daha bilgilisi- niz, yine de...

MODERATÖR

Yardımınıza ihtiyacım var.

FARED HAFEZ

Genel olarak, Avrupa çapında nerede bir çoğunluk kilisesi varsa birçok durumda azınlık kiliselerinin diğer dini gruplar lehine son derece güçlü olduklarını görmek çok ilginçtir. Yani Katolik Kilisesi çoğunluk kilisesi olarak karşımıza çıkarken aynı zamanda ulusal bir kilise olarak çok merkezi ve hiyerarşik bir yapı arz etmezler, fakat Vatikan kiliseleri oldukça merkezi bir hiyerarşiye sahiptir.

192 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ Ancak piskoposun ülkenin belli bir kesiminin hükümdarı olması nedeniyle Avusturya’da durum bu şekilde ortaya çıkmaktadır. Bunların stratejileri çok farklıdır, öyle ki piskoposların %50’sinin Müslüman topluluğuna çok açık olduğunu ve diğer %50’sinin de İslamofobiyi bir biçimde desteklemekte olduğunu görebilirsiniz. Ör- neğin; minareler ve camilere yasak getirilmesi hakkındaki tartışma sırasında, bunlardan bazıları şunları iddia edebiliyordu: “Pekala, nasıl ki bizim Suudi Arabistan’da kiliselerimiz yoksa, Müslümanların da Avusturya’da kilisesi olmayacaktır.” Dolayısıyla, sanırım Katolik Kilisesi’nin kendi iç yapısından dolayı Katolik Kilisesi içinde her iki söylemi de görebilirsiniz.

Fakat aynı zamanda Protestan Kilisesi’nin de oldukça İslamofobik olduğunu görmek son derece ilginçtir. Tüm araştırmaların Almanya ile ilgili olarak yapıldığını görüyorsunuz, fakat bu durum Avusturya’da tam tersidir çünkü Avusturyalılar uzunca bir süre zulüm ve baskıya bizzat maruz kalmışlardır ve bundan dolayı günümüz- de diğer azınlıklarla ittifaklar kurmaktadırlar.

MODERATÖR

Başka soru var mı? Evet, buyurun. Siz orta sıradaki!

KATILIMCI

Çok teşekkür ederim. Bu üç ülkedeki yaş grupları anlamında, İslam’a ve Müslümanlara karşı daha düşmanca davranan kesimin gençler mi yoksa yaşlı kuşak mı olduğu ve bunun nedenleri hakkında daha fazla bilgi vere- bilir misiniz? Teşekkür ederim.

FARED HAFEZ

Bize bu konuda bilgi verebilecek güvenilir bir araştırma olduğunu söyleyemem. Yani bu özel soruyla ilgili ola- rak belli bir eğilim olduğunu ortaya koyan birçok araştırma olduğunu biliyorum fakat bu gerçek durumu hiçbir biçimde yansıtmamaktadır. Dolayısıyla bu soruya somut bir yanıt vermem mümkün değil.

ZSOLT SEREGHİ

Macaristan hakkında güvenilir bir kaynak yok ve bu konu özelinde araştırma yapıldığını da sanmıyorum. Başka konularda yapılmış araştırmalar var. Ve aşırı sağla ilgili olarak, sempatizanlar bize özellikle üniversitelere ev sahipliği yapan bazı şehirlerde ve Budapeşte’de aşırı sağ ideolojilere ve muhafazakâr ideolojilere çok büyük des- tek oldukça büyük bir eğitimli genç kitlenin olduğunu göstermektedir. Bunlar temel olarak kendi ailelerinden üniversiteye giden ilk kuşağı temsil etmektedir.

Ekonomik perspektiflerinin ve yaşam olanaklarının son derece kötü olması nedeniyle, bu insanlar bir statü kaybına uğrama korkusu yaşamaktadır. Ve bunun için de, aşırı sağ ideolojiler ve partiler bu kesime çok basit yanıtlar ve çözümler sunuyor görünebilmektedir. Bunun bir örneği de benim mensup olduğum kuşağın büyük bir bölümüdür. Genç kuşak temel olarak göçmen konumunda oldukları Avrupa Birliği’ne üye Batı ülkelerinde yurtdışında çalışmaktadırlar. Ve böyle oldukları için de kendileri iyi göçmenler, Hristiyan Beyaz göçmenler çerçevesine sığdırabilmekte ve İslam karşıtı ya da yabancı düşmanlığını savunan ideolojileri benimseyebilmek- tedirler.

Bu algılarını kendi ülkelerine geri getirebilmektedirler. Bununla birlikte, yaşlı kuşağın da herhangi bir biçimde Müslümanlarla temasları olmadığı için bu ideolojilere çok yatkın olduklarından oldukça eminim. Fakat bunlar spekülasyondur, bunlar diğer araştırmalardan çıkarılan sonuçlardır. Yani bunu söylemek zor.

4. OTURUM / 1. KISIM AVRUPA’DA İSLAMOFOBİ - VAKA ÇALIŞMALARI / ORTA VE DOĞU AVRUPA 193 KASIA NARKOWICZ

Maalesef ben de istatistikleri bilmiyorum. Size tek söyleyebileceğim şey, röportaj yapılan kişilerin ve bu grupla- ra liderlik edenlerin Müslüman varlığına muhalefet etmekte olduğudur. Ve seküler gruplarsa çoğunlukla genç erkeklerden oluşmaktadır. Yani bu cinsiyetle de ilgili bir şeydir. Bunlar iyi eğitimli gençlerdir.

Katolik muhalefete gelince, bunlar da oldukça genç insanlardır ve hem erkeklerden hem de kadınlardan oluş- maktadır. Bu noktada belki bu bağlamda Katolik sağ cenahın çok yakın bir zaman önce yeniden canlanmasını anlayabiliriz. Ve bu kanat içinde bazı hizipler bulunmaktadır. Bu konuda daha kapsamlı da konuşabilirim, ama sadece sizin gündeme getirdiğiniz konuya değindim.

Tam olarak bilemiyorum, ama sırf daha yaşlı insanlar daha önce çeşitlilikle temas etmedikleri için bunun onları daha önyargılı yapacağını düşünmüyorum. Bunun gerçekte böyle olduğunu düşünmüyorum. Yani ben kendi- leriyle röportaj yaptığımda durum kesinlikle böyle değildi.

MODERATÖR

Belki son bir soru alabiliriz... Evet hanımefendi, buyurun! Çünkü 60 dakikalık süre sona erdi.

KATILIMCI

Sadece merak ettiğim için soruyorum, özellikle camilere yapılan saldırılardan söz etmiştiniz. Bazı yasalar biraz daha uzun zaman alabilecek olsa da şiddete meyilli İslamofobiye son vermek için nelerin gerekli olduğunu düşünüyorsunuz?

KASIA NARKOWICZ

Pekâlâ, şimdi bunu sona erdirmek için ne gerekiyor? Size ne söyleyebileceğimi bilmiyorum. Polonya’da en azın- dan ırkçılığa karşı faaliyetler yürüten gruplar, LGBT ve feminist gruplar anlamında halk katında faal olan sivil toplum kuruluşları olması nedeniyle durum bir nebze de olsa olumludur ve bu grupların tümü de devlet nez- dinde sakıncalıdır. Şimdi terörizm kanununun Polonya’da kendinden bekleneni yapmasıyla, bu gruplar bunu tümüyle hissetmektedir. Bu yüzden ittifaklar kurmaya başladılar. Bunun bir şeyi değiştirebileceğinden emin değilim ama bu grupların birbirileriyle konuşmaya başlamasının olumlu bir gelişme olduğunu düşünüyorum.

Orta ve Doğu Avrupa’da sivil toplumun zayıf olduğunu söylüyoruz. Polonya’da halk katında güçlü bir eylem trafiği vardır. Müslümanlar - ki aralarında benim tanıdığım birkaç Müslüman kadın da var, oldukça aktifler. Doktor olarak çalışıyorlar ve hafta sonları insanlar için çalıştaylar düzenliyorlar. Bu tümüyle halka açık bir et- kinlik, bunun için para almıyorlar ve organize olmuş da değiller, ama oldukça etkili oluyorlar. Peki, herhangi bir şeyi değiştirebilirler mi, bilmiyorum.

ZSOLT SEREGHİ

Macaristan’a bakacak olursak, şu ana dek İslami topluluklara karşı ciddi bir fiziksel saldırı olmadığını görmek şaşırtıcıdır. Müslümanlar, hapishane sektöründe olsun, İslam geçmişi olan mültecilerle ilgilenen göçmenlik ku- rumu nezdinde olsun ya da cami inşası talepleriyle ilgilenen belediyeler nezdinde olsun yetkili mercilerden son derece pasif saldırgan ve olumsuz tavırlarla karşılamaktadırlar. Ve bunlar lobi gruplarına benzer oluşumlarla çözülebilecek türden sorunlardır. Macaristan’da İslamofobiden kaynaklanan sorunların çözümü için uğraşan herhangi bir lobi grubu ya da STK bulunmamaktadır. Böyle bir şey mevcut değildir. Bu sorunun bazı yönlerini

194 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ ele alabilecek insan hakları grupları olsa da bu alana yoğunlaşmış herhangi bir oluşum yoktur ve bu Macaristan gibi bir ülkede bir ilk adım olabilir.

MODERATÖR

Çok teşekkür ederim! Tüm konuşmalar benim için çok ilginç ve aydınlatıcı oldu. Fakat artık programa ara vermek zorundayım.

4. OTURUM / 1. KISIM AVRUPA’DA İSLAMOFOBİ - VAKA ÇALIŞMALARI / ORTA VE DOĞU AVRUPA 195 196 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ 4. OTURUM / 2. KISIM İslamofobi ile Mücadelede Hikâye Anlatıcılığının Gücü

MODERATÖR

Nabila Pathan Al Arabiyya English, Gazeteci, Birleşik Krallık

KONUŞMACILAR

Dr. Rana Dajani Yazar, Moleküler Biyolog, Ürdün

Wajahat Ali Gazeteci, Yazar, Hukukçu, ABD

Indira Kaljo WNBA, Sporcu, ABD

Prof. Aristotle Kallis Keele Üniversitesi, Yunanistan

Yasser Louati İnsan Hakları Aktivisti, Fransa

4. OTURUM / 2. KISIM İSLAMOFOBİ İLE MÜCADELEDE HİKÂYE ANLATICILIĞININ GÜCÜ 197 Dr. Rana Dajani Yazar, Moleküler Biyolog, Ürdün

MODERATÖR

Evet, herkese es-selamu aleyküm! Bu hafta sonu düzenlenen zirvenin son oturumuna hoş geldiniz. Heyecan verici bir konuyu ele alacağız; İslamofobi ile Mücadelede Hikâye Anlatıcılığının Gücü. Mükemmel konuşmacı- larımız sırayla söz alacaklar. Benim adım Nabila Pathan; daha sonra sorular ve cevaplar bölümü için moderas- yonu ben sağlayacağım. Sizlerle sırasıyla deneyimlerini paylaşacak olan gerçekten de çok seçkin konuşmacıla- rımız var. Umuyorum ki bu sunumlar kimi zaman canımız sıkılarak beklediğimize değecek. Başlamadan önce söz alması için Doktor Rana Dajani’yi davet edebilir miyim?

RANA DAJANİ

Es-selamu aleyküm verahmetullahi veberakatu! Çoğunluğu Müslüman bir ülke olan Ürdün’den gelmekte ol- duğum için konuşmam benden öncekilerin konuşmalarından biraz daha farklı olacak. Ürdün’de İslamofobi önceki konuşmacıların tanımladıkları biçimde mevcut olmadığından konuşmamım içeriği çok farklı olacaktır. Son iki gündür hep İslamofobinin son derece gerçek ve çok ürkünç olduğunu duyuyorum. Bana kalırsa İsla- mofobi üzerimize doğru gelmekte olan bir kasırga bulutudur. Tüm diğer konuşmacıların yukarıdan aşağıya bir yaklaşım olmasını, hükümete yaklaşmamız gerektiğini ve bunun gibi şeyler söylediklerini duydum. Fakat eminim ki birçoğunuz yaşınız ya da mesleğiniz ne olursa olsun bireyler olarak “Birey olarak ne yapabiliriz? Bu fırtınaya nasıl karşı durabiliriz? Bu fırtınayla nasıl yüzleşebiliriz” diye düşünüyorsunuz.

İşte sizlerle kendi düşünceme göre bu fırtınaya nasıl karşı koyabileceğimizi paylaşacağım. Her birimiz, tek başımıza her birimiz aslında bir fark yaratabiliriz. Birlikte bir fark ve bir değişiklik yaratabiliriz. İşte bu ruhla, sizinle bir fark yaratabileceğimizi düşündüğüm bireysel düzeyde üç hikâye paylaşacağım. Bu üç hikâyeden ne öğrendiğinizi ya da ne öğrenmediğinizi ve bu üç hikâyeye ilişkin eleştirilerinizi duymak isterim. Çünkü ben halk katından başlayarak yukarıya giden değişime inanırım. Ve sizinle hikâyeler paylaşmayı seçtim, çünkü hikâyeler çok güçlüdür. İnsanoğlu olarak bizler hikâye anlatıcıları haline gelecek biçimde evrim geçirmişizdir. Çeşitli dini kitaplara baktığımız zaman onların hikâyelerle dolu olduklarını görürüz? Niçin? Çünkü bir hikâye

198 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ duyduğunuz zaman, dolaysız olarak öğrenirsiniz. İnce mesajlar düşünce yapınızın, maneviyatınızın, birisi size kesinkes “Bunu yap ya da şunu yap veya şunu yapma” dediği zamankinden daha derinlerine işler. Bildiğiniz gibi ben bir biyoloğum, size bir tür olarak hikâye anlatıcıları haline gelecek biçimde evrim geçirdiğimizi söy- leyebilirim. Bundan dolayı iki farklı homo sapiens grubu vardır; biri hikâye anlatıcısı olmuş olan ve diğeri de hikâye anlatıcısı olmamış olan. Tahmin edin hangisi hayatta kalabildi? Hayatta kalmayı başarmış olanlar kamp ateşi etrafında hikâyeler anlatanlardır. Ve bundan dolayı, bu ruhla bu hikâyeleri anlatacağız.

Şimdi anlatacağım ilk hikâye de buna benzer olacak. Ürdün’de bir moleküler biyolog olarak, öğrencilerime evrimi öğretiyorum. Öğrencilerimin çoğunluğu Müslümandır. Ve derslerimde Darwin’den, doğal seçilimden ve evrimden konuşmaya başladığımda, öğrencilerimin zihinlerinde beliren düşünce şudur: “Bu bir bomba. Bu ka- dın dine küfür etmeyi vaaz ediyor.” Ve Arapça’da da şöyle düşünüyorlar: “Bu kadın bizi kâfir yapacak.” Elbette bunu bana daha sonra söylediler. Bunu benim yüzüme söylemediler. Bu olay sömestrin sonundaydı. Fakat bana daha sonra: “Kafamız karıştı çünkü bir başörtüsü takıyorsunuz. Bu sizin dindar olduğunuz anlamına geliyor. Öyleyse nasıl olur da Darwin’i ve evrimi vaaz edebiliyor ve hâlâ başörtüsü takabiliyorsunuz?” diye sordular. Bu durum onlara benimle bir ortak nokta vermektedir ve bana bir parça hüsnü zanla yaklaşıp beni dinlemelerine ve geleneksel olarak büyütüldüklerinden farklı bir bakış açısıyla bakmayı denemelerine olanak vermektedir.

Dolayısıyla, mesele ortak bir zemin bulmakla ilgilidir. Onlara olan şey de budur. Öğrencilerime şunu söyledim: “Sizi evrimin doğru ya da yanlış olduğuna ikna etmek için burada değilim. Size başka bir bakış açısı vermek için buradayım.” Ve onlarla, izleyicilerle yapmayı çok sevdiğim bir egzersiz yaptım, fakat şu an bunun için yeterli zamanımız yok. Yine de sadece iletmek istediği mesaj açısından bunun ne olduğunu açıklayacağım. Öğ- rencilerimin yarısına genç bir kadının ve diğer yarısına da yaşlı bir kadının resimlerini verdim. Ve sonra onlara bu resimlere bir dakika boyunca bakmalarını ve sonra da ters çevirmelerini söyledim. Ve sonra da onlara bu bileşim resmi gösterdim. Bu son derece bilindik bir optik illüzyondur. Ve öğrencilerime şunu sordum: “Tamam, içinizden kaçınız bileşik şekil içindeki bu optik illüzyonda yaşlı bir kadın görebiliyor ve içinizden kaçınız bu optik illüzyonda genç bir kadın görebiliyor?” Kendilerine bir dakika için genç kadın resmi vermiş olduğum öğ- renciler bileşik şekil içindeki genç kadını anında gördüler; yaşlı kadını göremediler. Bir dakika için yaşlı kadın resmi vermiş olduğum öğrenciler de bileşik şekil içindeki yaşlı kadını anında gördüler ve genç kadını görmeleri epeyce uzun bir zaman aldı.

Yani bu egzersizin verdiği mesaj şudur ki, bir dakikalık şartlanmadan sonra - ki bildiğiniz gibi onların beyin- lerini ya bir genç kadın ya da yaşlı bir kadın görmek için şartlandırmıştım - bileşim resmin içinde hem genç kadın hem de yaşlı kadın olduğu halde diğer perspektifi görebilmeleri on dakika sürmüştür. Ve öğrencilerime şöyle dedim: “Peki ya bir dakikalık şartlanmaya değil de sadece kendimizin doğru ve diğer herkesin yanlış olduğunu düşündüğümüz bir ortamda ya da toplulukta büyürken saatler, günler, aylar ve yıllarca şartlanmaya maruz kalsaydınız?” Bu diğer herkesin görüşünü kabul etmemiz gerektiğini söylemek değildir ama en azından diğer insanların kendileri için geçerli olan diğer perspektiflere sahip olabileceklerine saygı duymayı ve onları anlamayı öğrenebiliriz. Bu bir iletişimin ve bir diyaloğun başlangıcıdır.

Bunun için öğrencilerime şunları söyledim: “Sizi evrime ikna edecek değilim; benim işim bu değil; aksi halde evrimin yanlış olduğu konusunda sizin üzerinizde baskı kuranlardan bir farkım kalmaz.” Onlardan istediğim şey beyinlerini, akıllarını kullanmaları ve akılcı düşünmeleri, olguları göz önünde bulundurarak kendi kendile- rine analiz etmeleri ve evrimin gerçek olup olmadığı hakkında kendi fikirlerini oluşturmaları ve kendilerinden yaşça büyük olanların veya ait oldukları topluluktaki diğer insanlar ve bunlar gibi başkalarının görüşlerini be- nimsememeleriydi. Çünkü bu İslam’ın kendisidir. İslam özgür düşünceye vurgu yapar. Merak duymayı teşvik eder. Kuran’da bizden bunu yapmamızı isteyen o kadar çok ayet vardır ki. İşte benim öğrencilerime söylediğim şey de budur. Onlara buna katılıp katılmamalarına göre not veriyor değilim; onları vardıkları sonuca bakmak- sızın iyi bir argümana sahip olup olmamalarına göre değerlendiriyorum.

4. OTURUM / 2. KISIM İSLAMOFOBİ İLE MÜCADELEDE HİKÂYE ANLATICILIĞININ GÜCÜ 199 Aslında bu konuşmanın konusu da özgür düşüncedir... Fransa, Grenoble’daki Avrupa Moleküler Biyoloji La- boratuvarlarında evrimi İslami bakış açısıyla değerlendirdiğim benzer bir konuşma yaptığım sırada son derece seçkin profesörlerden biri yanıma geldi ve bana şöyle dedi: “İslam’ın özgür düşünceyle ilgilendiğini bilmiyor- dum. İslam’ın tam olarak sizin sözlerinizin hatıra getirdiği gibi olduğunu düşünüyorum ve siz bunları değişti- remezsiniz.” Bunları duyunca şöyle düşündüm: “Vay canına! Eğer bu eğitimli bir kişiyse ve İslam hakkındaki algısı böyleyse, o zaman insanları aydınlatmak ve bilgilendirmek için yapmamız gereken çok şey var.”

İşte, yoluma devam ediyorum ve öğrencilerime evrimle İslam arasında aslında hiçbir zaman bir çelişki olma- dığını söylüyorum. Çünkü şayet literatüre ve İslam medeniyeti sırasında yaşanan bilimin altın çağına bakacak olursanız henüz 8. ve 9. yüzyıllarda çeşitli İslam âlimlerinin evrim konusunda ortaya attıkları iptidai teoriler olduğunu görürsünüz. Ve hiç kimse onlara kâfir dememiştir. Hiç kimse onların İslam’a karşı olduklarını söy- lememiştir. Bu insanlar araştırma yapan, akıllarını kullanan ve çevrelerindeki doğal dünyayı keşfeden âlimler olarak alkışlanmışlardır. 1880’de Darwin’den sonra gelen ve Darwin’in teorisini okuyup “İslam açısından bu teoriyle ilgili bir sorun yoktur” diye düşünen bilim insanlarımız bile vardır.

Öyleyse İslam’la evrim arasında bir çelişki olduğu yolundaki bu mit nereden çıkmıştır? Kendi analizlerime, okuduklarıma ve araştırdıklarıma göre söyleyebilirim ki bu mit ya da dinle bilim arasındaki bu çelişki İslam âleminde değil, sadece Hristiyan âleminde var olan bir şeydir. Bizim böyle bir sorunumuz yoktur. Bu sorun başka bir toplumun, başka bir nüfusun ve başka bir kültürün problemidir. Ama öyleyse niçin bunu kendi kültürümüze, kendi düşünce tarzımızın içine soktuk ve niçin şimdi bundan kendi sorunumuzmuş gibi söz ediyoruz? Evet, bunun birçok nedeni vardır ve bu oldukça karmaşık bir konudur. Fakat temel olarak bunun nedeni Batı’nın bu sorunları bizim içimize sokmuş olması ve bizim de geçen yüzyılda yeterince eğitime sahip olmamamız dolayısıyla bunları almış olmamızdır. Ama daha da önemlisi bunun nedeni Batı’nın Darwin’i ve doğal seçilime dayalı evrimi alıp bunlarla ‘sosyal Darwinizm’ denen şeyi yaratmış olması ve bunu diğer halkları sömürgeleştirmek için bir bahane olarak kullanmasıdır. Ve böylece sömürgeleştirilmiş olan insanlar olarak Darwin’i sosyal Darwinizmle, emperyalizmle, sömürgecilikle ilişkilendirdik; ve işte bu nedenle de Darwin’den hoşlanmıyoruz.

Dolayısıyla bunun nedenleri vardır. Tuhaf olan şu ki, Grenoble’daki ‘EMBL’ laboratuvarında tüm bunları açık- lamamdan sonra Almanya’dan bir diğer saygın bilim insanı bana şöyle dedi: “A evet, bunu biliyoruz. Ama siz de biliyorsunuz ki dinle bilim arasındaki çelişki, İslam’da da vardır ve yüzyıllardır devam eden bir şeydir.” Ben de “Aman tanrım” dedim ve yeniden şunu vurguladım: “Böyle bir çelişki İslam’da mevcut değildir; bu başka din- ler, başka kültürler vesaire için geçerlidir.” Onlara bunu sürekli hatırlatmamız lazımdır. İlk hikâyemin sonuna geldik ve şimdi onu ikinci hikâyeme bağlayacağım. Niçin evrimden söz ediyorum? Bizim evrime inanıp inan- mamamız kimin umurunda? Çünkü hepimiz evrimin ürünlerini kullanıyoruz. Hepimiz türlü türlü sebzeler ve tahıllar yiyoruz. Hepimiz gribe karşı aşı oluyoruz. Hepimiz antibakteriyel direncin ne olduğunu biliyoruz.

Fiilen bu ürünleri kullanıyoruz. Fakat bunu gündeme getirmemin nedeni aslında bizim dinimize ait olmayan bir sorunu içselleştirmiş olmamızdır ve bu durum benim aslında bize ait olmayan diğer hangi sorunları da içselleştirdiğimizi sormama ve düşünmeme neden olmaktadır. Aslında bununla savaşmaktayız.

İşte buradan yola çıkarak ikinci hikâyeme geleceğim. Bir kadın bilim insanı olarak kendi alanımda ya da kadın bilim insanları hakkında, özellikle de kadın Müslüman bilim insanları ve onların yaşadıkları sorunlar hakkında konuşmalar yapmaya davet ediliyorum. Ve dinleyicilerime - ki içlerinde Müslüman olanlar da var olmayanlar da var - nasıl bir Müslüman bilim insanı haline geldiğimin hikâyesini anlatmakla işe koyuluyorum. Küçüklü- ğümden beri bir araştırmacı, bir bilim insanı olmayı hayal etmişimdir ve Ürdün’de doktora programı olmadığı için bir bilim insanı olma şansım yoktu. 30 yaşına geldiğimde ve dört çocuğum olduğum halde ABD’ye gide- rek doktoramı yapmak için Fullbright bursu alabilir miydim? Ama ben büyük bir aileden geliyorum. Hava

200 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ kuvvetlerinde yarbay olan kocam hayalimi gerçekleştirebileyim diye bana destek olmak için işinden istifa etti ve hepimiz birden doktoramı yapabilmem için ABD’ye gittik. Şimdi bütün Batılılar bana şöyle diyor: “Vay be! Bunu Batılı bir adam bile yapamazdı.”

Dolayısıyla bu hikâyeleri anlatmamız lazım, çünkü dışarıda harika Müslümanlar var ama biz sadece kötü hikâ- yeler duyuyoruz. İyi hikâyeler duymuyoruz. Ve bu hikâyeleri daha çok anlatmamız lazım. Bunun için de ara- mızda ortak bir zemin, ortak bir diyalog noktası bulmalıyız. Sonra bu kadınlar bana şunu sordular: “Batı’daki bilim kadınları ne tür sorunlarla karşılaşıyorlar?” Akla gelen ilk şey, özellikle ABD’de ‘STEM’ alanında kadın sayısının az olmasıdır. Peki, bunu nasıl değiştirecekler? Kadınları ya da kızları ‘STEM’ alanlarına yönlendirmek için onları nasıl ikna edecekler? İşte ben de onlara böyle dedim: “Vay canına! Gerçekten de büyük bir sorunla karşı karşıyasınız. Bizim böyle bir sorunumuz yok.”

Arap âlemine baktığınız zaman - ki bu konuda büyük bir literatüre sahibiz - gerek lisans düzeyinde gerekse de master ya da doktora düzeyinde ‘STEM’ alanından mezun olan kadınların sayısı oldukça yüksektir ve er- keklerden çok fazladır. Bu konuda bana şöyle dediler: “Vay be! Sizden ders alabiliriz. Sihirli bir çözüm bulmuş olmalısınız.” Ben de onlara, “Evet, bu çözüm İslam’dan geliyor! Çünkü İslam kadınlara eğitim görme hakkı verir ve tüm aileler kızlarının bağımsız olabilmesi için eğitim almalarını ister” dedim. Yani ortak bir zemin bulduğunuz zaman bir şeyler olur. O zaman sizi farklı bir bakış açısıyla dinlemeye başlayabilirler ve bu bakış açısı İslam da olabilir.

Sonra işgücündeki kadınların yüzdesinden söz etmeye de başlayabiliriz. Bildiğiniz gibi bu sayı her yerde ol- duğu gibi Ürdün’de ve Arap âleminde de düşüktür. Sonra farklı nedenler üzerinde konuşmaya başlayabiliriz. Akla gelen nedenlerden biri işyerinin belki de kadınlar için arkadaşça bir ortam olmadığıdır. İş saatleri esnek değildir, yeterli zaman yoktur. Bir keresinde Cambridge Üniversitesi’ndeydim ve Oxfam’ın eski başkanı olan fakülte hocalarından biriyle konuşuyordum. Bana şöyle dedi: “Ah, yani tamam bu işi hallettik. Saatleri esnek hale getirdik, çocuk bakımı, emzirme falan için süre verdik, ama birkaç yıl önce yayınlanan bir McKinsey rapo- runa göre bu, işgücündeki kadınların sayısında bir artışa neden olmadı.” Ben de ona şöyle dedim: “Belki de biz yanlış soruyu soruyoruz. Belki bu işgücüne daha fazla kadını dahil etmekle ilgili bir şey değil. Belki de kadın- ların gerçekte ne istediklerini sormamız gerek? Ne diye dünyanın her yerinde bu retoriği tekrar edip duruyor ve aslında yaratmamıza gerek olmayan bir sorunu körcesine izleyip duruyoruz ki?”

Bunun nedeni erkeklerin ve kadınların insan olarak eşit olmasıdır; erkek de kadın da insan olarak eşit haklara sahiptir. Ancak bir biyolog gözüyle baktığımda, erkek ve kadın biyolojik olarak farklıdır. Tüm yapmamız ge- reken birbirimize bakmak ve bunu fark etmektir. Farklı olduğumuz için de muhakkak kadınlar için başarının ifade ettiği şey erkekler için ifade ettiğinden biraz daha farklı olacaktır. Bununla birlikte, tarih boyunca, özel- likle de Batı’da kadınlar, erkeklerin erkekler için yaratmış oldukları başarı tanımını benimsemişlerdir. Başarının ne anlama geldiğini kendimiz tanımlamak yerine, kendimizi başarının erkekler tarafından yapılan tanımına mahkûm etmeye çalışıyoruz.

Bunun içerisinde ilginç örnekler de vardır. Birkaç yıl önce Facebook, kadınlar daha çok erkek gibi olabilsinler diye 40 yaşına kadar kadınların yumurtalarını dondurmayı teklif etti ve buna benzer şeyler gördük. Sonra da Jane Fonda çıkıp bizlere bunun gerçekten de inanılmaz bir şey olduğunu söyledi. Jane Fonda sözünü ettiğim Müslüman ülkelerden gelen Müslüman kadınlarla karşılaşınca, onların kendilerine olan güvenleri karşısında hayranlık duydu ve şaşırıp şöyle dedi: “Bu kadınlarda “Eğer bir erkek sırtında bir ton un taşıyorsa ben de sırtımda bir ton un taşımak istiyorum” gibisinden yaşamın her alanında erkeklerle eşit olmaları gerektiği ko- nusunda hiç aşağılık kompleksi yok.” Böyle bir kompleksleri yok. Kendi sorunları var. Bunun mükemmel ol- duğunu söylemiyoruz, sorunlarımız var. Fakat sorunların farklı türleri vardır ve bu aşağılık duygusu İslam’dan geliyor, İslam’da kadını nasıl algıladığımızdan geliyor.”

4. OTURUM / 2. KISIM İSLAMOFOBİ İLE MÜCADELEDE HİKÂYE ANLATICILIĞININ GÜCÜ 201 İşte bunu tartışıyorduk ve şöyle düşündük: “Niçin kendi çerçevemizi oluşturmuyoruz? Kadınlar olarak, istek- lerimiz konusunda birleşebiliriz.” Ama bunu nasıl yapacağız? Kendi başarı tanımımızı nasıl yaratacağız? İşte, kadınları bu konuda eğitmemiz gerek. Onlara peşlerinden gidebilecekleri tutkularını bulmaları için yardım etmemiz gerek. Ve ayrıca onları özgür olmaları, kendi seçimlerinin peşinden gitmeleri için desteklemeliyiz. Bu arada, bu sadece kadınlar için geçerli değil; aynı zamanda erkekler için de geçerli. Her erkek bir CEO olmak ve en yüksek maaşı almak istemez. Başka şeyler yapmak isteyen erkekler de vardır, ama bu kalıba girmeye zorlanmışlardır.

Şimdi neden bundan bahsediyorum? Müslüman âlemindeki kadınlar için niçin kaygılıyım? Batıda hâlihazırda var olan eşitlik için mücadele derecesine erişemediğimiz bir ülke olan Ürdün’den bahsediyorum. İşte, korkuyo- rum, çünkü İslam âleminde kadınların geleneksel İslam’ın peşinden gitmesi beklenir. Ben bunun bir geneIleme olduğunu biliyorum. Sorunlarımız var, ama genel olarak durum kötü değildir. Ve tarihin akışı içinde gerçek İslam’ı takip etmeyi bıraktık ve kabilecilikle farklı kültürler işin içine girdiğinde ve bunlar İslami olmayan şey- leri İslam olarak dayatmaya başladıklarında bu bizi mutsuz etti. Ve sonra da sömürgeciler devreye girip şöyle dediler: “Oh hayır, biz kadınların ne istediklerini daha iyi biliyoruz.” Bu da durumu daha da kötüleştirdi.

İşte benim korktuğum şey budur. Uyanmamız ve Batı’dan kaynaklı başka bir sorunu kendi topluluklarımıza ithal etmemeye ve sonra da bunu nasıl çözeceğimiz üzerinde fikir üretmeye ihtiyacımız var. Sadece kendi so- runlarımıza odaklanalım; belki sadece bize değil aynı zamanda tüm dünyaya da yardımcı olabilecek bir çözüm üretebiliriz. Yine, mesele ortak bir zemin bulmak ve sonra da bir Müslümanın farklı bir bakış açısını dinle- memize olanak sağlamaktır. Çünkü insanlar benimle ortak bir zemin bulmaktan dolayı memnun oldular ve aynı sorunları vesaire paylaşmakta olduğumuz için farklı bir bakış açısını dinlemek onlar için sorun olmuyor, insanlar gerçekler rahatladılar ve bana, “Peki, neden türban giyiyorsun” diye sormaya başladılar.

Türban giyiyorum ve İslam’da türban giymemizin nedeninin bu olduğuna inanıyorum. Bu benim şahsi gö- rüşüme göre dini bir neden değil. Bu benim şahsi görüşüme göre bir ayıbı örtmekle de ilgili değil. Bana göre bu tümüyle biyolojiyle ilgili. Niçin mi? Çünkü erkekler ve kadınlar olarak, birlikte yaşamamız ve birlikte bir topluluk inşa etmemiz ve yan yana çalışmamız gerekiyor. Ve bir biyolog olarak söyleyebilirim ki bir tür olarak bir cinsin diğer cinsten daha çekici olduğu bir noktaya kadar evrildik; tıpkı tavus kuşları gibi, fakat dişi bura- da çekici olan cinstir. Ve eğer yan yana duracaksak, yok olmamak için birbirimize yardım etmek zorundayız. Benim için türban giymemin tek nedeni bana bir obje gibi değil bir insan gibi davranılmasını istememdir. Bana aklımIa ve kişiliğimle muamele edilmesini istiyorum, hepsi bu. Bunu eski bir ABD subayıyla paylaştığımda bana şöyle dedi: “Aman tanrım Rana! Bu peçeyi giydiğin zaman aslında insanlığını gizliyorsun.” Bu yüzden bunu çok seviyorum. Bununla ilgili bir makale yazacağız. Dolayısıyla mesele ileri gitmek ve farklı bir bakış açısını dinlemek için ortak bir zemin bulmakla ilgilidir ve buradan yola çıkarak okumayı nasıl sevdiğimizin hikâyesi olan son hikâyeme uzanacağım.

2006’da, iş değiştirdiğinizde ve ülke değiştirdiğinizde eskiden olduğunuz yeri aniden yeni gözlerle görmeye başladığınızı fark ettim. Dolayısıyla Ürdün’deki ve Arap âlemindeki çocukların zevk için okumadıklarını anla- dım. Her ne kadar zevkine okumak hayal gücünün, bilincin, empatinin gelişmesi ve diğer insanların oluştur- dukları örneklerden öğrenmek ve okuduğunuz hikâyelerdeki gibi bir kahraman olma cesaretini göstermek için son derece önemli olsa da, kendilerini eğitmek, dinlerini öğrenmek için okuyorlar ama zevk için okumuyorlar. Eğitim ve din için okuyorlar. Okumadıklarını anladığımda - ki bir bilim insanı olarak elbette niçin okumadık- larını deşip nedenini bulmam gerekiyordu-okumayı pek sevmedikleri için böyle yaptıklarını fark ettim.

Okumak eğlence değildir. Ve bunun nedeni de bu insanlara çocukken ebeveynleri ya da daha anne karnında- larken bakıcıları tarafından kitap okunmamış olmasıdır. Çünkü çocuğa çok erken yaşlarındayken kitap oku- duğunuzda, çocuk okuduklarınızı duyduğunda farkına varmadan bir bağlantı, bir güvenlik ve mutluluk hissi

202 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ ortaya çıkmaktadır. Büyüdüğünüzde, üzgün olduğunuz zaman okumak istersiniz; mutlu olduğunuz zaman okumak istersiniz; çünkü okumak sizi iyi hissettirir.

Böylece Ürdün’deki ve Arap âlemindeki bu sorunun çözümünü buldum. Peki, ne yapmalıyım? “Bu çözümle ne yapacağım?” diye düşündüm. İslam’ın bana bilginin çözüm olduğunu söylediğini biliyorum. İslam bana herke- sin bir koruyucu olduğunu ve bir şey yapmanız gerektiğini söylüyor. İslam bana sen o değişikliği yapmadığın sürece hiçbir değişim olmayacağını söyler, tıpkı Gandi’nin dediği gibi: “Dünyada görmek istediğin değişimin kendisi ol.” Ve şöyle düşündüm: “Ne yapacağım biliyor musun? Tek yapacağım şey çocuklarımı yakınıma top- layıp onlara camide yüksek sesle kitap okumak olacak.” Çünkü bu benim her komşu mahalde bulabileceğim bir yerdir. Bu yer güvenlidir, iyi bir halısı vardır, bir banyosu vardır: mükemmel!

İşte bu “Okumayı Çok Seviyoruz” adlı program böyle başladı. Bu program bir yetişkinin halka açık bir alan- da rutin olarak çocuklara hikâyeler okumasını öngörmektedir. Elbette bu evrim geçirmiştir, sadece camide değil her yerde okunabilir. Fakat ilk yer camiydi. “Okumayı Çok Seviyoruz” gerçekten de yaygınlaşmaktadır. Ürdün’de “Okumayı Çok Seviyoruz Kütüphaneleri” adlı bu kütüphanelerden bin tanesine sahibiz. Bu model dünya çapında 27 ülkeye yayılmıştır ve bunu benimseyen insanlar tıpkı sizin gibi ve benim gibi her günkü, normal insanlardır. Tayland’daki bir AIDS kliniğinden emekli olmuş bir hemşire bu modeli kendi çocuklarıyla başlatmıştır. Arjantin’de emekli bir öğretmen bunu kendi çocuklarıyla başlatmıştır; Etiyopya’da genç bir adam da... İngiltere, Cambridge’deki bir okuldan yeni mezun olmuş bir öğrenci bu modeli yakınındaki mülteciler için başlatmıştır. Meksika yerlileri de kendi dillerini ve kimliklerini korumak için çözüm olarak bu modeli bulmuşlardır. Dolayısıyla “Okumayı Çok Seviyoruz” İslami bir inançtan; bir sorumluluk inancından denemek zorunda olduğunuz, herkesin önemli olduğu ve sizin niyetinizin önemli olduğu bir inançtan kaynaklanan yerel bir zorluğun içinden çıkan bir sonuç haline gelmiştir.

Yine, yenilikçilik ve eğitim konularında bir uzman olan Charles Leadbeater yenilikçilik ve eğitimle ilgili bir kitap yazmıştır. Örnek modeller olarak dünya genelinde 16 proje seçmiştir ve “Okumayı Çok Seviyoruz” bun- lardan biri olmuştur. Ve bu arada, “MIT OpenCourseWare” de bir diğeriydi. “Okumayı Çok Seviyoruz”’da ders verdiğim kadına MIT ile birlikte bir kitapta adımızın geçtiğini söylediğimde, hepsi bana “Hayır, hayır, hayır! MIT’le biz mi? demişti. O kadar gururluydular. İşte genç kuşağa vermek istediğimiz budur. Gururlu olabilirsiniz. Kim olduğunuzla, kimliğinizle ve inançlarınızla ilgili bir çözüm üretebilirsiniz. Bu yüzden Charles Leadbeater da bizi bir sosyal hareket olarak tanımlamıştır, çünkü biz sırtımızda aynı değerleri paylaşan kadın ve erkeklerden oluşan bir ağa sahibiz ki bu da yine ortak bir zemindir. Biz dünyanın genelindeyiz, paylaşabi- liyoruz ve bunun için farklı bir bakış açısını dinlemeye hazırız. İşte İslam’dan köken alan çözümler böylece küreselleşebilmektedir ve İslamofobiyle böyle savaşabiliyor ya da yüzleşebiliyoruz.

Sonuca gelmek gerekirse; İslamofobi ile yüzleşmenin yolunun bazen kişisel, bazen de bir hikâye şeklinde olaca- ğına inanıyorum. Herkes benzersizdir. Kendi yolculuklarımızı yaratabiliriz ve yolculuklarımızın tümü birlikte bir fark yaratabilir. Bu tıpkı bir okyanus gibidir. Okyanus neden yapılmıştır? Okyanus birçok ve birçok damla- dan yapılmıştır. İşte biz hepimiz o çok sayıdaki damlayız ve bunun etkisi devam edebilir. Bu etkinin ne zaman gerçekleşeceğini bilmiyoruz. Bu, fizikteki kaos teorisine benzemektedir. Bilirsiniz, bunun içine bilim koymak zorundayım. Fizikteki kaos teorisi Çin’de bir kelebek kanatlarını çırptığında Atlantik’te bir kasırga meydana gelebileceğini söyler. Dolayısıyla bireyler olarak her birimiz ve yolculuklarımız uzayda, zamanda bir etkiye sa- hip olacaktır; bilmiyoruz. Fakat asıl önemli olan - ve aynı zamanda İslam’ın bize söylediği de budur - denemek zorunda olduğumuz ve bunun yeterli olacağıdır. Çok teşekkür ederim.

4. OTURUM / 2. KISIM İSLAMOFOBİ İLE MÜCADELEDE HİKÂYE ANLATICILIĞININ GÜCÜ 203 Wajahat Ali Gazeteci, Yazar, Hukukçu, ABD

MODERATÖR

Çok teşekkür ederim Rana Dajani! Ve şimdi bir bilim insanından bir sanatçıya geçiyoruz. Wajahat Ali’yi sahne- ye davet etmek istiyorum. Wajahat ABD’li bir gazeteci, bir yazar, bir avukat ve ödüllü bir oyun yazarıdır. Sahne sizindir!

WAJAHAT ALİ

Anneme göre ben aynı zamanda bir ‘chaiwala’yım. Herkese hoş geldiniz diyorum! Hepiniz iyi misiniz? Bu müthişti. Bu heyecan verici, inanılmaz, çok kuvvetli alkış için teşekkür ederim! Bu şefkat için teşekkür ederim. Şefkat için alkış yok mu? Bu inanılmaz. Teşekkür ederim. Hayret! Çok sevildiğimi hissediyorum! Bu inanılmaz. Beşinci sıradaki şu hanım ölü gibi uyuyordu. Sanırım onu canlandırıp yeniden hayata döndürdük. Haddini bildirme ve Ürdün’de kara liste oluşturma işini Doktor Rana’ya bırakın! Bu harika.

Geçtiğimiz üç yıl içinde bana iki soru soruldu. İkisini de cevaplayacağım. Dinleyiciler içinden bazı kimseler de bana bu soruyu sordu. İlk sorunun yanıtı: Hayır, Şahruk Khan’la bir ilgim yok. Bollywood’dan kimseyi tanımı- yorum. İkinci soru: Hayır, ben sizin Uber sürücünüz değilim. Evet, sizin Uber sürücünüze benziyorum. Olur da Uber sürücülüğü yaparsam lütfen mobil uygulamanızdan bana beş yıldız verin. Teşekkür ederim! Bunun en büyük alkışı alması beni memnun etti. İslamofobiyle savaşmak için bir konferansta ırkçı klişeleri alkışladığınız için teşekkür ederim! Burada konuşuyor olmaktan büyük bir şeref ve heyecan duyuyorum.

Sanırım bu Avrupa’da şu ana dek yapılan ilk İslamofobi konferansı. Doğru mu? Bu harika. İlk kez Saraybos- na’da, son iki gündür ziyaret ettiğim bir şehirde; acıyla, güzelliklerle, travmayla, İslam’la ve insanoğlunun başı- na bela ettiği binlerce dehşeti yenmesini bilmiş bir dini çoğulculukla dolu bir şehirde. Bu yüzden hepinizi ha- yatta kaldığınız ve serpilip geliştiğiniz için samimiyetle alkışlıyorum. Bugün burada olduğunuz için kendinizi alkışlayınız. Ve İslamofobi konferansının üçüncü gününe geldiğiniz için kendinizi alkışlayınız. Nefret, yobazlık ve korku tellallığı hakkındaki tüm bu iç açıcı konuşmalar ruhlarımızı ısıtıyor. Bu benim içime huzur veriyor.

204 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ Dünkü konferanstan sonra çok moralim bozuktu, eve gittim ve yüzüme bir yumruk patlattım, patates kızart- ması ile ‘Cevabi’ kebabı yedim ve uyudum. Cevabi kebabı geçtiğimiz bu iki günde keşfettiğim en harika şey. Bosnalılara Cevabi kebabı için teşekkür ederim! Bunu da alkışlayabilirsiniz, Cevabi kebabı, evet! Her şey cehen- neme gidecek olsa bile Cevabi kebabı kalacaktır. Ben Amerika’dan geliyorum. Bu nasıl bir şeydir?

KATILIMCI

Sadece ‘Cevabi’, ‘kebabı’ olmadan!

WAJAHAT ALİ

Sadece ‘Cevabi’, ‘kebabı’ olmadan! Teşekkür ederim. ‘Cevabi kebabı’na bile dinleyicilerden birtakım itirazlar geldi, harika! Sadece ‘Cevabi’, tamam! Bu, insanların ‘chai çayı’ demesine benziyor, yani ‘çay çayı’ demek. Hiç gereği var mı? Yani evet, onun adı Cevabi’. Anlaşıldı! Bunu alkışladığınız için teşekkür ederim! Öğreniyorum. Buna evrim deniyor. Amerikan aksanımdan da anlayabileceğiniz gibi ben Amerikalıyım. Yüksek sesle konu- şurum, hızlı düşünürüm, hızlı konuşurum, çekilmezim, aşırı kiloluyum ve berbat bir coğrafyam var. Fakat insanlar Amerika ve İslam hakkında konuşuyorlar ve Donald Trump adındaki beyefendiyi duymuşsunuzdur. Siz beyler Trump hakkında ne düşünüyorsunuz? Bir İslamofobi konferansında Donald Trump’ı alkışlamak mı? Müthiş! Halkıma zıt gittiğiniz için çok teşekkür ederim. Bu arada kim alkışladı? O kişiyi bulun ve kaçmadığın- dan emin olun. Bu kişinin karantinaya alınması gerek (!).

Herkes Amerika’daki Müslümanların Donald Trump’a, bizlerin kötü bir zamandan geçtiğimizi, hüngür hüngür ağladığını söylüyor. Ben şahsen Amerika’daki Müslümanların bunun icabına bakmakta olduğunu düşünüyo- rum. Harika bir dönemden geçiyoruz. Neden mi? Herkes bizden söz ediyor; dünya üzerindeki bütün seçimler Müslümanlarla ilgili. Maşallah! O kadar popüleriz ki insanlar gönüllerini Müslümanlara ve İslamiyet’e kaptır- mışlar. Herhangi bir Cumhuriyetçinin başkanlığı ile ilgili, nitekim Avrupa’daki başkanlıkla ilgili bir tartışma gördüğünüzde, eğer bir içki oyununa katıldıysanız... Ben içmem; siz içerseniz, sorun yok.

Allah görüyor, hiç kimse yargılamıyor. Biz hepimiz yargılıyoruz (!).Ramazan ayındayız, Allah ruhlarımıza mer- hamet etsin. Belki ya da büyük ihtimal cehennem ateşine gideceksiniz; ben bilemem, ben orada olmayaca- ğım(!). Fakat eğer içki içerseniz, içki oyununa katılırsanız, bir başkanlık adayının İslam ya da Müslümanlarla ilgili konuştuğu her defasında bir fırt alkol alırsanız; beş dakika içinde alkol zehirlenmesinden ölürsünüz. Eğer siz de benim gibi alkol içmiyorsanız -zira ben Maşallah iyi bir Müslümanım ve sizlerden daha iyi bir Müslüma- nım (!)- ve ‘mango lassi’ ya da Türk çayı içiyorsanız, tam olarak bir fırt çeker ve diyabet komasına girersiniz. İşte bu kadar popüleriz.

Ama gidişat yine de çok iyi. Donald Trump evrim geçirdi hanımlar ve beyler. Geçen yıl kendisi Müslümanların Amerika’ya girmesinin geçici ve kalıcı olarak yasaklanmasını istediğini söylemişti. Beyler siz bunu duymuş muydunuz? Birkaç ay önce şöyle dedi: “Hayır, hayır, hayır, hayır, bu Müslümanlar ve Amerika ile ilgili geçici bir yasaktı.” Ardından daha birkaç gün önce aynen şöyle dedi: “Bu tehditlere nasıl son verileceği tarafımızdan anlaşılıncaya dek Birleşik Devletler’e, Avrupa’ya ya da müttefiklerimize karşı kanıtlanmış bir terör geçmişi olan dünyadaki tüm bölgelerden göçleri askıya alacağım”. Maşallah! Evrim beyler, evrim! Bunu alkışlamalıyız.

Avrupalı liderler-biz şu an Avrupa’dayız - de İslam ve Müslümanlarla ilgili görüşlerinde oldukça aydınlandılar Slovakya’nın başbakanı geçenlerde aynen şöyle dedi: “İslam’ın Slovakya’da yeri yoktur.” Ve şimdi kendisi AB içinde bir liderlik rolü üstleniyor. Fakat bunun için üzülmeyin, İngilizler; bu artık sizi ilgilendirmiyor. Çok yakında, çok yakında, benim hatam! Üzgünüm, benim hatam. Buna biraz daha var.. Allah dağılmakta olan ülkemizi korusun. Eski Özgürlük Partisi başkan adayı Norbert Hofer aynen şöyle dedi: “Müslümanların bu

4. OTURUM / 2. KISIM İSLAMOFOBİ İLE MÜCADELEDE HİKÂYE ANLATICILIĞININ GÜCÜ 205 istilasını durdurmak zorundayız.” Çok ustaca! Macaristan’ın başbakanı, son panelden hatırlayabileceğiniz gibi, Viktor Orbán şöyle dedi: “İslam asla Avrupa’nın bir parçası olmamıştır. O diğer bir dünyanın kanunnamesidir.” Bosnalı Müslümanların buna ne demelerini gerektiğini bilmiyorum, ama bu bir alıntıdır.

Yani bizler, Maşallah, Amerika’da ve dünyanın her yerinde çok popüleriz. Fakat özellikle Amerika’da, Müs- lümanlar Müslüman ajandasını başarılı bir biçimde yaşama geçirmiştir. Beyler siz, şeriatı yaşama geçirmiş ol- duğumuz Müslüman ajandasını duydunuz mu? Bundan haberiniz yok mu? Bir tehdit var. İslamofobikler her zaman Avrupa’daki ve Amerika’daki Müslümanların şeriatı uygulamak istediklerini söylerler. Biz, Maşallah, Amerika’da şeriata sahibiz. Kanıt mı? Müslüman bir başkan: Barack Hüseyin Obama’yı seçtik. Tekbir, Allah-u Ekber! ‘Müslüman’ bir başbakan, o kadar Müslüman ki İsa Mesih’in bir kurtarıcı olduğunu söylüyor. Kendine Hristiyan’ım diyor, Paskalya Yortusunu kutluyor. Doğrusu kendisinin bir camiyi ziyaret etmesi sekiz yıl aldı; daha şubat ayında yeni ziyaret etti. Çekinmeden domuz pastırması ve domuz eti yiyor, aynı zamanda da alkol içiyor. Tüm zamanların en Müslüman başkanı (!)

Bu arada kendisi Müslüman değildir. Bazı insanlar “Evet, o bir Müslüman!” diyorlardı. Hayır, bu sadece nükteli bir şakaydı. Müslüman değildir. Ama yine de birkaç ay önce 25 Eylül’de, CNN’in Amerika’daki kayıtlı seçmen- ler üzerinde yaptığı bir kamuoyu yoklamasına göre, 2015’te, sadece birkaç ay önce kayıtlı bağımsız seçmenlerin %29’u Barack Hüseyin Obama’nın bir Müslüman olduğunu sanıyor. Kayıtlı Cumhuriyetçi seçmenlerin %40’ı Obama’nın bir Müslüman olduğunu sanıyor ve ‘Şeyh’ Donald Trump’ın destekçilerinin %54’ü de onun bir Müslüman olduğunu düşünüyor. Öyle olmasa bile onun bir Müslüman olduğunu düşünüyor; onun bir ‘öteki’, bir yabancı ve bir tehdit olduğunu düşünüyorlar.

Ilımlı Müslümanlar neredeler? Kimseye hiç bu soru soruldu mu? Ellerinizi kaldırın. Hiç kimseye mi? Hiç kim- seye bu soru sorulmadı mı? Bir kişi, iki kişi, üç kişi... Şuradaki kişi uyuyor. Bu, ana akımda yer alan herkese, hatta son derece adil ve dengeli FOX Haber ağının eski CEO’su olan Rupert Murdoch’a bile sorulan bir soru- dur(!). Batı her ne ise, Batı’daki ılımlı bir Müslüman anlaşılan sakallı bir ünicorn kadar benzersiz. Anlaşılan bir yokuz. 1400 yıllık çok çeşitli bir medeniyetten gelen Müslümanların 1,6 milyar çeşit hikâyesi şuna indirgendi: ‘Öfkeli Çocuk’ ki bu aktüel bir medya terimidir; bir defasında medyada bulunmuştum. ‘Öfkeli Çocuk’ terimini hiç duydunuz mu? Burada kimin interneti var? Herkesin Google’u var değil mi? Telefonlarınızı çıkarın. İnter- neti olan herkes, size biraz idman yaptıracağım.

Bu tuhaf nedenlerle, bugün bize internet vermemek konusunda çok katiler. Ama her kimin interneti varsa ‘Öfkeli Çocuk’ terimini Google’da aratsın. Ve ‘Öfkeli Çocuk’ terimini Google’da aratırsanız bir fotoğraf gö- receksiniz. Google Resimleri’nde göreceğiniz fotoğraf bununla aynıdır. Buradakilerin interneti olmadığı için, bunu sizin için benim yapmam gerekecek. Pekala, bunu yapacağım. İşte başlıyoruz. Birazcık bekleyin, şaşırtıcı olacak. Görebiliyor musunuz çocuklar? Kahverengi, sakallı, türban, sırtından sarkan bayrağın sureti, Yahudi düşmanı, kadın düşmanı… Ve işte o yüz. Aynı adamın aynı yüzünü görüyorsunuz: ‘Öfkeli Çocuk’.

Görüyorsunuz, değil mi? Bunu ben uydurmuyorum. Arkadaki hanımefendi, onu yukarı kaldırın. Bunu ben uy- durmuyorum. Alın işte. Öfkeli Çocuğu görüyor musunuz? Bunu benim uydurmam imkânsız. ‘Öfkeli Çocuk’, son on yıldır İslam ve terörle ilgili bütün hikâyelerin kapağında yer alan İslam’ın imajıdır. İşin komik tarafı şu ki ‘Öfkeli Çocuk’ aslında Keşmir’de yaşayan bir kişidir. Adı Şakil Ahmet Bahat’tır. 30’lu yaşlarının başında, bekâr ve evlenmek için eş arayan biridir. Ve Google Resimleri’ndeki dördüncü resmi, benim en sevdiğim resim, gö- rüyorsanız, ‘Öfkeli Çocuk’ sanki “Merhaba” der gibi oturuyor. Çocuklar bunu görüyor musunuz? Yani İslam’ın karikatürü Öfkeli Çocuk‘ bile kendi başına bir karakter. Çok ilginç zamanlarda yaşıyoruz!

‘Öfkeli Çocuk’ IŞİD’dir, ‘Öfkeli Çocuk’ Boko Haram’dır, ‘Öfkeli Çocuk’ El-Kaide’dir, ‘Öfkeli Çocuk’ El-Şabab’tır, ‘Öfkeli Çocuk’ Ördek Hanedanlığı’dır, ‘Öfkeli Çocuk’ İslam’dır. Fakat Amerikalı Müslümanların gerçekliği bu

206 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ algıdan çok farklıdır. Tüm büyük kamuoyu yoklamalarına göre, Amerikalı Müslümanlar ılımlıdır. Bunun ne anlama geldiğini bilmiyorum ama telaffuz etmesi hoş bir kelime; ‘ılımlı’. Onlar ana akımdır. Bunun ne anlama geldiğini bilmiyorum ama ana akım iyidir. ‘Ana akım’ı ele alacağız. Onlar barışçıldır, Amerika’nın geleceği hak- kında iyimserdir. Biz şiddet yanlısı aşırıcılığı ve El-Kaide’yi reddediyoruz, evet. Biz Amerika’daki en çeşitli dini topluluğuz. İyi entegre olmuşuzdur. Ve terörist komploların neredeyse %40’ı Müslüman Amerikalı toplulukla- rın doğrudan yardımı sayesinde engellenmiştir.

Doktor Rana’nın sunumunda bir sayfa yer tutan Müslüman Amerikalı kadınlar, Yahudi Amerikalı kadınların hemen ardından herhangi bir dini topluluğa mensup Amerika’daki tüm gruplar içinde en eğitimli olanlarıdır. Bunun için bir alkış alabilirim. Bu iyiydi. Tamam, alkışı kesin. İslam ve Müslümanlar hakkında konuşuyoruz; işte kötü haberler geliyor: 2016 yılında Amerika’da İslam’ın ve Müslümanların algılanması. İslam Amerika’daki tüm dinler içinde popülaritesi en düşük olanıdır, popülaritesi 9/11’i izleyen aydan bile daha düşüktür. Bıra- kalım dibe vursun. Şu an 9/11’den beş kat daha fazla Müslüman karşıtı suç vardır. Müslüman çocuklara karşı okulda zorbalık olaylarında bir artış söz konusudur. Amerika’daki camilere karşı ülke çapında yaygın silahlı protestolar bulunmaktadır.

Glendon Scott Crawford ismini duyduysanız ellerinizi kaldırın. Ben de öyle düşünmüştüm. Hiç kimsenin on- dan haberi yok. Bu adam yakın bir zaman önce Müslümanları öldürmek için bir kitle imha silahı geliştirmeye çalışmaktan Federal Mahkeme’de hüküm giydi. Gerçekte Obama ve Müslümanları öldürmek için ölümcül bir X-ışını makinesi yapmak istiyordu. Bir silah kâfi gelecekken birisinin beni öldürmek için ölümcüI bir X-ışını yaratacak olmasından çok onur duydum. Bir bıçak kâfi gelecekken birinin beni katletmek için bir kitle imha silahı icat etmek zorunda kaldığı kadar adi ve korkunç bir kötü adam olmalıyım, Maşallah! Ve hâlâ hiç kimse Glendon Scott Crawford’ı duymamış.

Ve Amerika’daki bazı eyaletler -Tennessee, Georgia ve Teksas- devlet okullarında İslam’la ilgili öğretim yapıl- masını bile yasaklayan bir yasa tasarısı sundu, zira anlaşılan şayet İslam’ı öğrenirseniz medeniyet için cihat yapıyorsunuz. Hâlâ benimle misiniz? Hazin tarafı şu ki Müslümanlar ne zamandır Amerika’dadır... Ne kadar zamandır? Herkes bir tahmin yapsın. Kaç asır? Bu da konuşmamızın etkileşimli kısmı. Beş asır? Anladım, çok iyisiniz. Evet, kölelerle başlayan beş asır. 15’inci yüzyıl Amerika’nın Senegal’den gelen Müslümanlarla ilk kez etkileşime girdiği asır olmuştur. 16’ncı yüzyıldan 17’nci yüzyıla kadar, kendi istekleri dışında Amerika’ya getirilen kölelerin yaklaşık %15’i ila 30’u neydiler? Müslümandılar! Dolayısıyla Müslüman kanı, Müslüman hikâyeleri, Müslüman eseri, Müslüman sevgisi, teri ve gözyaşları Amerikan hikâyesinden köken almaktadır.

Ama 2016’ya doğru ileri sardığımızda, Amerikalıların %60’ı bir Müslüman tanımadıkları söylemektedir. Ve Müslümanlar hakkında bildikleri ne varsa ‘İslamofobi Endüstrisi’ denen şeyden öğrendikleridir. İşte bir alıntı. Amerika sosyoloji dergisinde yayınlanmış bir analizde, sosyolog Christopher Bell aynen şöyle demektedir: “Müslüman karşıtı yobazlar 9/11’in ardından sadece medyadaki söylem üzerinde güçlü bir nüfuz uygulamakla kalmadılar, aynı zamanda nihayetinde bu alandaki en etkili ana akım gruplarının bazıları haline geldiler. 2008’e gelindiğinde bu uç kuruluşlar sadece ana akıma girmekle kalmayıp aynı zamanda kültürel değişim yaratma kapasitelerini güçlendiren çok geniş sosyal ağlar da oluşturdular.”

Birincisi; Amerikalıların %60’ı herhangi bir Müslümanı tanımadıklarını söylüyor. İkincisi; İslamiyet ve Müs- lümanlar hakkında ne biliyorlar, bunu nereden öğreniyorlar? Medya! Bu olumlu mu olumsuz mu? Maalesef çoğunlukla olumsuz. Şunu, sanki söylediğim tek şey varmış gibi hatırlayın; eğer kendi hikâyenizi anlatmıyor- sanız, sizin hikâyeniz daima sizin adınıza anlatılacaktır. Ve maalesef, Müslümanlar kendi hikâyelerinin baş- kahramanı olarak ortaya çıkmıyorlar. Sonunda küresel hikâyenin düşman karakteri olup çıktılar. Ve düşman karakter olmaktan daha kötüsü nedir? Çocuklar çizgi roman okur musunuz? Batman? Tamam. En azından Joker hatırlanmaya değer. Joker’den korkuyorsunuz. Joker‘in bir duruşu var. Düşman bir karakter olmaktan

4. OTURUM / 2. KISIM İSLAMOFOBİ İLE MÜCADELEDE HİKÂYE ANLATICILIĞININ GÜCÜ 207 daha kötüsü nedir biliyor musunuz? Kader arkadaşı olmak! Bir kader arkadaşı olmaktan daha kötüsü nedir biliyor musunuz? Bir dipnot olmak! Bir dipnot olmaktan daha kötüsü nedir biliyor musunuz? Unutulmak! Ve eğer kendi hikâyenizi yazmıyorsanız, sizin hikâyeniz daima başkaları tarafından sizin adınıza yazılır.

Bandı ileri saracağım, çünkü ne kadar zamanımızın kaldığını bilmiyorum. Ama ben de Müslümanları suçluyo- rum. Müslümanları suçluyorum. Birçok kişi İslamofobi endüstrisini suçladı. Bunun hakkında yazmıştım. Oku- mak isterseniz, Google’da ‘Fear Inc.’ i aratın. Yazımın adı ‘Amerika’daki İslamofobi Ağının Kökleri’. Bu yazıyı beş sene önce Amerika’da İslamofobiyi ana akım haline getirmekten sorumlu olan tüm ana aktörlerin haritasını çıkardığımızda yazmıştım. Finansmanı izledik, olayın aktörlerini izledik, siyasetçileri ve medya kuruluşlarını izledik. Buna ‘Korku Şirketi’ deniyor. Hepsi Google’da var. Okuyabilirsiniz.

Ama ben Müslümanları da suçluyorum. Müslümanları niçin suçluyorum? Çünkü 2001’de Amerikalı Müs- lümanlar hakkında yayınlanan ilginç bir istatistik var. Amerikalı Müslümanların çoğunluğu dört meslekten biriyle meşgulmüş. Şimdi Bosna’yı sınayalım. Düşünün! Amerika’daki Müslüman göçmenlerin çoğunluğunun en çok olmak istedikleri ve çocuklarına da olmasını söyledikleri meslek neydi? Doktorlar! Revaçta... İkinci- si? Mühendisler! Çok revaçta... Üçüncüsü? Avukatlar? Hayır, bu 9/11’den sonra oldu. Yine de güzel tahmin. Üçüncüsü? Öğretmenler? Allah’ım, hayır! Ve bu bir akademik konferans. Öğretmenler? Öğretmen olduğunuzu söyleseydiniz, yüzünüze tokadı indirirlerdi. Hayır, hayır kimse öğretmenleri umursamıyor. Bilim insanları? Allah’ım, hayır! Hayat arkadaşları? Hayır. Avukatlar? Hayır. Fabrikaları düşünün. Gazeteci? Ne, hayır! Onlar acayip bir hippi kalabalığı. Öğretmenler ve gazeteciler değil... Ticaret! Ticaret, fabrika, ithalat, ihracat; ticaret! Bir BMW ve büyükçe güzel bir ev satın alarak çekici biriyle evlenip iki ya da üç çocuk yapıp sonra da ‘Hacca’ gidecek ve bir selfie çekecek kadar para kazanıyorsanız nasıl para kazandığınızın önemi yok. İnşallah bir ço- cuğunuz olur ve sonra da iyi bir okula gidip İnşallah bir doktor ya da mühendis olur. Yani doktor, mühendis, ticaret ve dördüncüsü de ‘taksi hizmetleri’ idi. Biliyorum, bu klişe lafa gülmeyin. Maşallah, Uber pazarında çoğunluktayız. %90 oranında. Şimdi bunun üzerinde düşünün. Eğer bunun oranı %90 ise, geriye öğretmenler için %10, avukatlar için %10, gazeteciler için %10, terapistler - çok sayıda terapistimiz var - %10, politikacılar için %10 kalıyor. Naz Shah arkada. Ona bir alkış istiyorum; kendisi İngiltere’de bir milletvekilidir. Eğer kendi hikâyenizi anlatmıyorsanız, hikâyeniz sizin adınıza başkaları tarafından anlatılıyordur.

Ne kadar zamanım var? İki dakika mı? Aman tanrım, iki dakikada ismimi bile söyleyemem. Doğrusu Batı’nın Müslümanlar hakkında medyada nasıl bir yanlış algı yaratmış olduğu hakkında iki dakikalık şaşırtıcı bir yol- culuk hazırlamıştım ama bunu yapamayacağım çünkü sadece iki dakikam var. Süreye saygılı olacağım. Ama gerçekten müthişti. Yani bu sizin kaybınız. Suç Nabile’nın. Benim hatam, şaka yapıyorum. Sadece süreye saygılı olmak istiyorum. Fakat bakın, yerinden çıkarılması gereken öykülerle dolu asırlar var. Öykülerle dolu asırlar... Bu sadece 9/11 sonrasından ibaret değil. Bu bin yıllık bir emek. Bu aslında Haçlı Seferleri’ne kadar gerilere gidi- yor. İslam’ın Batı karşısındaki ikilemi, üstü açılması gereken bin yıllık bir bavuldur. Yeni bölümlerin yazılması gerek. Muazzam bir çalışma var. Ve bana Peygamberimiz Hazreti Muhammed’in - sallallahu aleyhi ve sellem - bir hadisini hatırlatan, yazar bir dostum olan Willow Wilson’un harika bir sözünü aynen aktarmak istiyorum: “Kıyamet Günü geliyor olsa bile, toprağa tohum ek.” Bunu tekrarlayacağım: “Kıyamet Günü geliyor olsa bile, toprağa tohum ek.” Ve birçok Müslüman için, özellikle Avrupa’da ve Amerika’da, özellikle Donald Trump adlı turuncu derili bir adama baktığınızda; onun mahşerin dört atlısından biri olduğunu düşünüyorsunuz. ‘Kıya- met’in eli kulağında olduğunu düşünüyorsunuz.

Durum berbat görünüyor, herkes şikâyetçi. Benim hiçbir gücüm yok, ben ne yapabilirim? Medyada yokuz, si- yasette yokuz, herkes bizden nefret ediyor, herkes Müslümanlardan nefret ediyor, çok da umurumdaydı... ‘Çay’ içeceğim ve yakınacağım. Çok da umurumdaydı... Cevabi, şikâyet et... Çok da umurumdaydı... Biryani, şikâyet et ve hiçbir şey yapma. Ben bir doktor, bir mühendis olacağım ve çekici biriyle evleneceğim ve bir fabrikam olacak ve çocuklarım iyi bir okula gidecek ve Hac’da bir selfie çekeceğim, ama çok da umurumdaydı... Hikâ-

208 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ yemi hiçbir zaman yazmayacağım, çünkü hiç kimse benimle evlenmeyecek. Çünkü hiç kimse öğretmenlerle ve gazetecilerle evlenmez. Ne yapacağım? Hiç mecal yok!

Ve bununla bitirmek istiyorum. Size insanların nasıl muazzam bir güce sahip olduğuyla ilgili bir örnek sunmak için fazladan bir dakika süre kullanacağım. Biz muazzam bir güce sahibiz. İnsanlar bunun farkında değiller. Şimdi hepimizin iyi kötü bir ‘akıllı telefonu’ var. Bazıları buna ‘Deccal’ diyor, sorun yok. Herkesin bir akıllı tele- fonu var. Yeni medya yeni kuşaklar için yeni bir dildir. İyi ya da kötü, bu Wi-Fi’ye erişimi olan herkesin küresel bir katılımcı olmasına ve küresel masada bir sandalyeye sahip olmasına olanak vermektedir. Şimdi hikâyenizi tüm dünyaya anlatabilirsiniz. Size bir örnek vereceğim ve İndira’nın gelmiş olmasından çok memnunum, çün- kü sizin geliyor olduğunuzu düşünmemiştik. Açık renkli bir ‘muhacabah’ bulmaya çalışıyorduk.

Tümüyle ırkçı profilleme yapıyoruz. “Gelmedi!” diye düşünüyorduk. Ve sonra Nabile altı farklı muhacabah beğenmeye gitti. O başlıyor: “İndira mısın?” Onlar başlıyor: “Hayır, değilim. Hepimiz aynı görünmüyoruz.” Ve bu yüzden burada çok mutluyuz çünkü onun fantastik bir hikâyesi var. Buna daha detaylı değineceğim.

Fakat alın size Amerika’dan bir hikâye. Geçen yıl Kuzey Carolina’da üç genç üniversite öğrencisi trajik bir biçimde katledildi: Deah, Yusor ve Razan 20’li yaşlarının başındaydılar. Çocuklar sizin bundan haberiniz var mı? Potansiyel yüklü genç öğrenciler, eski karısının kendisi için kalbinde nefretten başka hiçbir şey yok dediği Craig Stephen Hicks adlı beyaz bir kafa tarafından infaz edildi. Başka hayatım olmadığı için internetin başında oturuyordum, saat gecenin 2’si. O zamanlar El-Cezire Amerika için çalışıyordum ve Twitter’da sürekli bu üç çocuğun yüzlerini görüyordum. Ve ikisi muhacabah idi. “Bunun hikâyesi ne” diye düşündüm. Yani insanlar hikâyeden yakınıyorlardı. Ben bir gazete olduğum için olayı doğrulamadan herhangi bir tweet atmak iste- medim. Ana akım medyada herhangi bir doğrulama yapıldığını görmemiştim, fakat Twitter’da bununla ilgili konuşan bir Müslüman görmüştüm. Ve Müslüman Twiter’da şöyle diyordu: “#ChapelHillShooting ana akım medya olayın üzerini örttü”.

Olayı araştırdım ama yine de hiçbir şey bulamadım. Yerel bir hikâye buldum, böylece yasal olduğunu anla- dım. Benimle birlikte U.C. Berkeley’e giden çok yakın bir arkadaşından bir e-posta aldım. Şöyle diyordu: “Hey, Deah’in kim olduğunu biliyorsun, değil mi?” Kimmiş ki dedim. Deah, Suzanne Barakat’ın ağabeyidir. Suzanne Barakat onun kız kardeşidir ve Suzanne benim üniversiteden arkadaşım olan Abdul Rahman Candali ile evlidir. Yani bu aileyi tanırım. Ve işte orada öylece oturuyordum. Kimse size, ağabeyi ve baldızı yeni infaz edilmiş olan birine ne söyleneceğini ve ne yazılacağını öğretmez. Ve oraya oturup bir e-posta yazdım. “Yardım etmek için elimden gelen ne varsa izin ver yardım edeyim” dedim. Hiçbir gücü olmayan üniversite öğrencisi Müslüman- ların yaptığı şu oldu; sosyal medyaya gitmeye karar verdiler ve ana akım medyayı bu hikâyeye dikkat çekmeye zorladılar. Birkaç saat içinde, İngiliz basını hikâyeyi ana manşetlere taşıdı.

Aynı zamanda Deah’ın da ağabeyliğini üzerine alan Yusor’un ağabeyi, ağabeyinin öldürüldüğünü yeni öğren- mişti. Durun ve bir düşünün, “Ağabeyimi bir istatistiğe dönüştürmeyeceğim.” dedi. Konu başlığını değiştirdi ve şöyle dedi: “Üç Galibimiz #OurThreeWinners”. Bu sırada ve ağabeyi yeni ölmüş olduğu halde; Facebook’a başvurdu ve ‘Üç Galibimiz’ adında bir sayfa ve bir logo oluşturdu. Ve şöyle dedi: “Bunun yerine, kardeşleri- mizin yaptığı tüm iyilikleri hatırlayarak yas tutalım; çünkü onlar olağanüstü Amerikan vatandaşlarıydı.” Bir gecede kimsenin bilmediği bir hikâye, yerel bir hikâyeye, ulusal bir hikâyeye, uluslararası trend haline gelen bir hikâyeye dönüşüverdi. Sabahleyin işe gidiyordum, New York Times beni aradı ve “Hikâyeyle ilgili anlatılanları şekillendirmeye çalışıyoruz” dedi. Ben de “Neden sadece mağduriyet yerine hikâyenin kendisini çerçeveye almıyorsunuz? Sizler mağduriyetten bahsettiniz. Kurbanlardan hikâyenin kahramanlarına geçmek zorundayız. Niçin ‘Bu sadece bir Müslüman trajedisi değildir; bu bir Amerikan trajedisidir’ demiyorsunuz? Önlerinde bir gelecekleri olan Amerikalı Müslümanları kaybettiniz. Neden hiç yaptıkları iyi şeylere odaklanmıyorsunuz?” dedim.

4. OTURUM / 2. KISIM İSLAMOFOBİ İLE MÜCADELEDE HİKÂYE ANLATICILIĞININ GÜCÜ 209 Kızkardeş Suzanne Barakat ertesi gün bir basın açıklaması yapmaya karar verdi. Beni ve diğer birkaç kişiyi daha arayıp “Bana yol gösterin” dedi. Çok iç karartıcı bir konuşmaydı. Yine, hiç kimse size ağabeyi daha yeni infaz edilmiş olan birine ne deneceğini söylemez. Benim naçizane önerim şuydu: “Eğer Anderson Cooper’la iyi geçineceksen...” -ki öyle yapacaktı - “İstatistikleri hakkında konuşma, tartışmaya girme. Sadece ağabeyinin hikâyesini, onun nasıl olduğunu, kendine özgü davranışlarını, ilişkinizin nasıl olduğunu, sana nasıl takıldığı- nı, senin ona nasıl takıldığını anlat... Sadece Deah’in hikâyesini anlat.” Anderson Cooper’un programında on dakika boyunca konuştu. Bunu Google’da aratıp bulmalısınız. Son derece dokunaklı bir örnektir. Tüm yaptığı Deah’ın hikâyesini anlatmaktı.

Haber odasına geri döndüm. Orada “Öldürülen bu Deah adlı çocuğu ve Suzanne Barakat’ı biliyor musun” diyen gayrimüslim haber sunucuları vardı. Ağlıyorlardı. “Ne inanılmaz bir hikâye!” diyorlardı. Yani hikâye an- latmanın gücünü ve aynı zamanda gazeteciliğin de gücünü asla küçümsemeyin. Çünkü o halk tabanıydı, sosyal medyayı kullanan insanlar konuşmayı yeniden yazma yetisine sahip değildi. Ve ayrıcalıklı olanlar, durumu hem içerden hem de dışarıdan yönlendirme kabiliyeti olan içimizden bir kaçımızdı. Bu stratejik bir oyundur. Ve so- nuç olarak, üniversite ‘Üç Galibimiz’ adında bir fon oluşturdu ve şimdi dışarıya burs veriyor. Deah da bir dişçi olmaya çalışıyordu - çalışmıyordu, bunu başarıyordu - fakat mülteci çocuklara yardım etmek için Suriye’ye git- mek üzereydi. Öldürülmeden önce 25.000 dolar toplamaya çalışıyordu. Bu trajedinin ve - bunu söylemekten nefret ediyorum - anlatım tarzındaki stratejik bir değişikliğin bir sonucu olarak 200.000 dolardan fazla para toplandı. Bu yüzden, kötü bir şeyden iyi bir şey doğar.

Evet, durum kötü görünüyor. Sözümü bitiriyorum ve bu kadar uzun zaman aldığı için üzgünüm. Fakat bunu bir fırsat olarak değerlendirin. Her kuşak bizden önce bir zorlukla karşılaşmıştır, bizler emsalsiz değiliz. Bunu tekrarlamama izin verin: bizler emsalsiz değiliz. Bosnalılar bunu herkesten iyi bilirler. Avrupalılara ve Ameri- ka’daki Müslümanlara olanlar emsalsiz değildir. Bizler son derece ayrıcalıklı insanlarız. Şeyh Yoda’nın sözünü aynen aktarmak istiyorum ve bununla bitireceğim. Kendisi tüm zamanların en büyük Jedi şeyhlerinden biridir. Bunu Şeyh Yoda gibi yapacağım. Çocuklar siz Şeyh Yoda’yı biliyor musunuz? Onu takip ediyor musunuz? Onun için bir kez ‘takip et’e tıklamalısınız. Tamam, iki alıntı: “Korku karanlık tarafa giden yoldur. Korku öf- keye, öfke nefrete, nefret de acıya götürür.” İkinci alıntı: “Ya yaparsın ya da yapmazsın! Yapmaya çalışmak diye bir şey yoktur”. Öyleyse mutlaka kendi hikâyenizi yazın, kendi hikâyenizin kahramanı olun. Yapmaya çalışmak diye bir şey yok. Süremi aştığım için beni affedin. Ve gidiyorum. Teşekkür ederim...

210 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ Indira Kaljo WNBA, Sporcu, ABD

MODERATÖR

Özür dilemenize gerek yok Wajahat; konuşmanızın son iki dakikası büyüleyiciydi. Teşekkür ederim! Şimdi İndira’nın bize katılmış olmasından çok memnun olduğumu söyleyebilir miyim? Bir an için gelmeyeceğinizi sandım ve dün aramızda olamayan bir başkası ile olduğu gibi konuşmanızı okumak zorunda kalacağımı san- dım. Ve beş-üç ayak boyunda biri olarak bir basketbol oyuncusunun hikâyesini okumanın işe yarayacağını sanmam. Şimdi izninizle İndira’yı sahneye davet edelim.

INDIRA KALJO

Merhaba! Maşallah demeliyim, gerçekten müthişti! Her iki konuşmacıya da zaman, bilgi ve eğlenceli hikâyeleri için çok teşekkür ederim. Ve aynı zamanda buradaki herkese söylemiş olduğunuz her şey için her ikinize de teşekkür ederim. Burada olmamı sağladığınız için çok teşekkür ederim. Ben İndira Kaljo’yum. Aslen Saraybos- na, Bjelave’liyim. Benim hikâyem savaşın parçaladığı güzel bir şehre kadar gerilere uzanıyor. Hepinizin bunu bildiğinden eminim. Ve 4 yaşımdayken yaşadığım yeri terk etmek zorunda kaldım. Almanya’ya taşındım; orada iki yıl yaşadım. Ve Almanya’dan sonra, Kaliforniya’da yaşadık. 9 yaşımda basketbol oynamaya başladım. Bura- da hiç spor seven var mı? Kim spor seviyor? Evet! İşte spor, ister kadın olun ister erkek, ister Afrikalı olun ister Bosnalı, dünya üzerindeki herkesi bir araya getiren şeylerden biridir. Nereli olduğunuzun önemi yok, ya futbol seviyorsunuzdur ya da ülkenizde yapılan spor dallarından birini.

Benim için bu basketboldu. Bu öyle bir şey ki, 9 yaşımdayken topa dokunduğumda duyduğum o mutluluğu ve sevinci açıklayamam bile. Ve basketbol oynamaya başladım. Anneme şöyle dedim - ki bunu asla unutmayaca- ğım -: “Bir gün profesyonel bir basketbol oyuncusu olacağım.”. Ve şimdi insanlar röportajlarda bana soruyorlar: “Yani aileniz Müslüman, değil mi?” Ben de “Evet, evet.” diyorum. Onlar da “Ama nasıl oluyor da top oynamana izin veriyorlar?” diyorlar. Ve sanırım ilginç olan da bu. Bizler Müslümanlar olarak ve Müslüman Amerikalılar ve Müslüman Bosnalılar olarak Müslüman kızların neler yapabileceği konusunda anlatılanları değiştirmek zorun- dayız. Kendi adıma, benim ailem Elhamdülillah son derece destekçiydi. Küçüklüğümden beri tutku duydu-

4. OTURUM / 2. KISIM İSLAMOFOBİ İLE MÜCADELEDE HİKÂYE ANLATICILIĞININ GÜCÜ 211 ğum şeyleri yapmam için uğraştılar. Ve sanırım farklı bir dünya gördüğümü düşünüyorum; sınırları olmayan, kadınlar için camdan tavanları olmayan kadına ve genç kızlara yetki veren bir dünya. Türbanlı ya da türbansız Müslümanlar ve kadınlar olarak kızlara yetki vermenin bizim görevimiz olduğunu düşünüyorum.

Aslında genellikle türban takmadan basketbol oynarım. Ve Elhamdülillah türban giymek için kendi ruhsal yolculuğumu, kendi hikâyemi yaşadım. Bu basketbol oynamaktan mahrum bırakıldığımda oldu. Basketbol oy- namaktan mahrum bırakılmamın nedeni FIBA idi. İçinizde FIBA’nın ne olduğunu bilen var mı? Oh Maşallah, ekseriya hiç kimse bunu bilmez. FIBA tam olarak FIFA’nın aynısıdır, tek farkı basketbolla ilgili olmasıdır. İki santimetreden fazlasına izin vermiyorlar. Yani bu son derece politik bir oyun ve türban hakkında yazılı bir kural yok. Sadece onlar kafanın üzerinde iki santimetrenin üzerinde herhangi bir şey giyilmesine izin vermiyorlar. Bu yüzden aslında “Türban giymek ve oynamamak” ya da “Türbanı çıkarmak ve oynamak” arasında seçim yapmak zorundaydım.

Bir yıl İrlanda’da bir yıl Bosna’da oynuyordum. Bosna’da olduğum süre boyunca, zaten türban giymek istemiş ve giymeye de başlamıştım. Türban giymeye karar verdiğimi antrenörlerime ve beni sonuna kadar destekle- miş olan aileme söylüyordum, ama antrenörlerim “Güzel saçlarını ne diye örteceksin? Basketbola karşı çok yeteneklisin. Bunu yapma. Basket oynamaya son vermek zorunda kalırsın” diyorlardı. Niçin? Benim sorum da işte budur. Niçin inancımı ya da herhangi bir inancı yerine getirmeyi seçmeliyim? Türban giyenler var ve “yarmulke” (Musevi takkesi) giyenler var. Niçin inancımız ile çok sevdiğimiz bir şey arasında bir seçim yapmak zorundayız? Hiçbir neden yok. Benim fikrim budur. Kesinlikle hiçbir neden yok.

Böylece bir kararla karşı karşıyaydım: “Ya sadece arkama yaslanıp hiçbir şey yapmayacaktım ya da mücadele edecektim”. Çok küçük yaşımdan beri annem bana şunu öğretmişti: “Mücadele et. Hangi işi yaparsan yap; ama hayatında her zaman mücadele et, hakların için mücadele et, kim olduğun için mücadele et”. Böylece CARE ile yani ‘Amerikan İslami İlişkiler Konseyi” ile iletişime geçtim. Bu konsey İslamofobik retoriklerin tümüyle ve Amerika’da vuku bulan olaylarla ilgili olarak faaliyet göstermektedir. Çok yardımcı oldular. Buna destek vermiş olan en büyük siyasi ve en yetkili kurumlardan biri olan ABD Olimpik Komitesi ile iletişime geçtiler. Onlarla iletişime geçip “Hey, yıl 2014... - o zaman sene 2014’tü - Hey, yıl 2014! İki Müslüman Amerikalı sporcumuz, basketbol oyuncumuz var. Eğer onları ABD Olimpik takımına seçersek, bizim takımımız için oynayamayacak- lar. Bir şeylerin değişmesi lazım” dediler.

İki gün içinde, milyar dolarlık en büyük kuruluşlardan biri olan FIBA, “Bir sonraki kurul toplantımızda bu kuralı gözden geçireceğiz” dedi. Ve aynen böyle yaptılar. O ağustos ayında, iki yıllık geçici bir süre için onay verdiler. Yani olayları değiştirmek bir kuruluşa, bir telefon konuşmasına ve bir mektuba mal oldu. Böylece şu an bu ağustosta sona erecek olan iki yıllık geçici bir süre verdiler. Başörtüsüne, türbana ve yarmulkeye izin verdiler. Bu bir mücadelenin sonucu oldu. Bosna Basketbol Federasyonu, Türkiye Basketbol Federasyonu, Almanya Basketbol Federasyonu, Amerika... Her ülkenin kendi basketbol federasyonu var. Bu ülkelerin tümü başörtüsüne izin verip vermeyeceklerine karar verebilirler. Ve Müslüman bir ülke söz konusu olmadığı sürece, başörtüsüne izin vermezler. Ve maalesef, Bosna’nın kendisi ve Türkiye şu an bile kadınların basketbol oynarken başörtüsü giymelerine izin vermemektedir. Bu da benim değiştirmek için uğraştığım şeylerden biridir. Bunun değiştirilmesi için fiilen tüm dünyadaki kız çocuklarından destek topluyorum. Çünkü günün sonunda istisna- sız hepimiz ya bir spor dalıyla uğraşmaya ya da çizgiyi çekmeye ya da bir gazeteci olmaya kendimizi adayacağız. Bunu başörtümüz üzerimizdeyken yapabilmeliyiz. İşte esasen benim hikâyem budur.

Söylemeyi çok istediğim şey budur. 7 Temmuz’da başlamak üzere ağustos ayında internet üzerinden bir kam- panya düzenleyeceğiz ve sizin de buna destek vermenizi ve sesinizi duyurmanızı çok isterim. Dünyanın çeşitli yerlerinden benimle temasa geçerek bana “Benim de benzer bir hikâyem var; ben de basketbol oynuyorum; ben bir doktorum ama başörtüsü giydiğim için işimi kaybettim” diyen genç kızlarla birlikte bir kampanya yapaca-

212 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ ğız. Benimle iletişime geçen insanların bu tür çok sayıda hikâyesi var. Özellikle yapmak istediğimiz şey başörtü- sü takan ve kendilerine “Bu yüzden oynayamazsın” denilen basketbolcu kızları kazanmaktır. ‘change.org’ adresi üzerinden hikâyelerimizi paylaşacağız ve bunun için dünya çapında bir dilekçe başvurusu yapmak istiyoruz. Elhamdülillah şimdi New York Times da El-Cezire de hikâyeyle ilgileniyor, çünkü bu sadece İndira Kaljo’nun hikâyesi değil. Bu Müslüman kadınların hikâyesi. Bu küresel bir sorun. Arkamıza yaslanıp insanların bize ne yapıp neyi yapamayacağımı kabul ettirmesine izin verecek değiliz. İşte bunun için ‘change.org’ adresinden bir çevrimiçi dilekçe kampanyası düzenleyeceğiz. 7 Temmuz’dan itibaren, sizler muhtemelen İndira Kaljo’yu çev- rimiçi bulacaksınız. Ben de ‘Indira Kaljo’ başlığı altında kendi kampanyamı başlatacağım. Lütfen kampanyaya üye olun, paylaşım yapın ve bu kelimenin dünyaya ulaşmasını sağlayın. “#FIBAallowHijab” adında bir etiket yapmayı planlıyoruz. Ve gerek sizlerin gerekse de İnşallah binlerin desteğiyle, bunu değiştirebileceğiz. 2014 gibi geçmiş bir tarihte bile ‘change.org’’da 70.000 imza toplayabilmiştik. Ve Müslüman, gayrimüslim, kadın, erkek tüm insanların toplu desteğini alabilmiştik. Kim olduğunuzun bir önemi yoktur. Eğer sporu seviyorsa- nız, bilin ki bizim amacımız bu retoriği değiştirmektir. Bu gayretlerimiz Müslüman kadınları da değiştirecek ve onlara farklı bir görünüm verecektir.

Benden Amerika’da yaşayan başörtülü bir kadın olarak neler tecrübe ettiğim hakkında da konuşmam istendi. Ama açık konuşmak gerekirse ben şu an Suudi Arabistan’da yaşıyorum ve orada basketbol oynuyor ve antre- nörlük yapıyorum. Ve Suudi Arabistan’ı seçmemin nedeni Suudi Arabistan hakkındaki mantalitemi değiştir- meyi istememdir. Peçeliler hakkında Batılıların düşünce tarzını yansıtan çok sayıda rivayet duydum. Peçeliler soğuk insanlardır, şöylelerdir, böylelerdir vesaire... ‘Ninjalar’ retoriğini duymuş olduğunuza eminim. Ve başımı alıp oraya giderek bunun neye benzediğini görmeye, kadınlara ve genç kızlara basketbol oynama fırsatı verme- ye, sporun teşvik edilmediği bir ülkede onları top oynamaları için cesaretlendirmeye karar verdim. Ve kendi adıma, bu deneyimden çok şey öğrendim. Aynı zamanda düşünce tarzımı da değiştirdim. Onlar eğlenceli, dışa dönük insanlar, inanılmaz aşçılar ve mutlu kadınlar. Aslına bakacak olursak onlar Batı dünyasına çoğu kez acıyarak bakıyorlar.

Bana kalırsa bu sadece kendinize büyümek, değişmek için fırsat tanımanız meselesidir. Benim düşünceme göre eğer hepimiz nereden geliyor olursak olalım, Müslüman ya da gayrimüslim, başörtülü ya da başörtüsüz olalım bunu yaparsak; eğer birbirimizi dinlersek, günümüzün bir vaktini birileriyle konuşmak için ayırırsak, durum daha iyi olacaktır. Ben her zaman Müslümanlara bunu söylüyorum. Bir gayrimüslimle konuşmaya çalışın! Bizim gerçekte kim olduğumuzu görmelerine izin verin. Dün Facebook‘ta bir adamın gerçekten de güçlü bir mesaj vermesini izledim. Birisi şöyle dedi: “Çok sayıda kişi şu sıralar Müslüman olmak için en kötü zaman diyor.” Ve o da şöyle dedi: “Kesinlikle katılmıyorum. Kesinlikle katılmıyorum. Şu sıralar bir Müslüman olmak için harika bir zaman”. Ve biz de tüm haber kanallarında, tüm günlük matbuatta tam olarak bunlardan söz edip durduk.

Yürüdüğüm zaman, insanların beni izlediğini görüyorum. Amerika’da, Suudi Arabistan’da, Bosna’da insanla- rın beni izlediğini görüyorum. Benim terbiyemi görüyorlar, benim nasıl davrandığımı görüyorlar. Onlara ne söyleyeceğime, onlara yer verip vermeyeceğime bakıyorlar. Her şeyimizi izliyorlar. Ve dürüst olmak gerekirse bana gelip şöyle diyen kadınlar biliyorum: “Biliyor musun? Beni bir günlüğüne başörtüsü giymeyi denemeye özendirdin”, “Biliyor musun? Senin sayende, bana güzel şeyIer söyleyen insanlar kazandım” ve “Senin sayende, artık Müslümanlar hakkında eskisi gibi düşünmüyorum”. Ve siz ve siz ve siz ve siz ve hepiniz başkalarının fikirlerini değiştirme fırsatına sahipsiniz. Bu gücü gerçekten elimize alabilirsek, her şeyi değiştirebileceğimizi düşünüyorum. Sanırım epeyce konuştum. Daha fazla gevezelik etmek istemiyorum. Beni davet ettiğiniz için çok teşekkür ederim ve İnşallah her şeyin hayırlısı olsun.

4. OTURUM / 2. KISIM İSLAMOFOBİ İLE MÜCADELEDE HİKÂYE ANLATICILIĞININ GÜCÜ 213 Prof. Aristotle Kallis Keele Üniversitesi, Yunanistan

MODERATÖR

İndira, konuşmanız müthişti! Hikâyenizi paylaştığınız için teşekkür ederim. Şimdi sıcak bir karşılamayla pod- yuma davet etmek istediğim bir diğer konuşmacımız var. Profesör Aristotle Kallis. Ne büyüleyici bir isim! Ken- disi sahneye çıkma konusunda birazcık çekingendir ama inanılmaz katkılarda bulunacağına inandığım biridir. Öyleyse Profesör Aristotle Kallis’e herkesten bir alkış!

ARISTOTLE KALLIS

Tam şu an neler hissettiğimi biliyorsunuz. Ve bunu izlemeyi deneyecek değilim, bu kibir olur. Ne var ki, bir köprüden bungee jumping yapmak gibi çok heyecanlandırıcı bir şeyden önce sağlık ve güvenlik, uyarı ya da eğitim gereği hissediyorum. Ya da bir tür fasıla gereği hissediyorum. Anlarsınız ya, bu günlerde pek moda olan bir futbol analojisinden yararlanalım. TV’de bir futbol maçı izliyorsunuz, birisi tam penaltı atışı yapacakken tüm parasını reklamlardan kazanan televizyon kanalı araya giriyor ve “Pekâlâ, otuz saniye sonra yeniden birlik- te olacağız” diyor. Dalga mı geçiyorsunuz? İşte o ben oluyorum. Ben, kabul edilmelidir ki bir dizi şık isme sahip sıkıcı bir akademisyenim; ama hayır gerçekten de sıkıcıyım. Bir hikâye anlatma panelinde ne işim var? Bilmi- yorum. Muhtemelen bir diğer forumdan gelen bir göçmenim, o zaman lütfen bu açıdan bana karşı kibar olun. Pekâlâ, bilirsiniz ya geriye dönüp baktığımda, muhtemelen bir gün bir panelde oturan ve kendisine sırça bir köşkte ya da fildişinden bir kulede yaşadığı söylenen bir akademisyenin hikâyesini anlatmışımdır. Ben ne sırça bir köşkte ne de fildişinden bir kulede yaşıyorum. Fakat bu beni “Evet, burada bir fikir olabilir” diye düşünme- ye sevk etmiştir. Ve işte ben de bir yolculuktan geçtim. Bunu size anlatacak değilim, kaygılanmayın. Fakat şu an EMISCO, Avrupa Sosyal Dayanışma Müslüman İnisiyatifi adı verilen bir kurulun üyesi olmaktan dolayı çok gururluyum. Bu kuruluş Müslüman geçmişe sahip insanlar ve topluluklarla ilgili olarak Avrupa’da sıra dışı ça- lışmalar yürütmektedir. Fakat size bu hikâyeyi de anlatmayacağım. Söylemek isterim ki benim aslen geldiğim, doğduğum ve büyüdüğüm ülke Yunanistan’dır. Son 23 yıldır yaşadığım ve yurt edindiğim ülke ise İngiltere’dir. Son haftaya kadar, büyük çoğunlukla ‘Greksit’ dünyasında yaşıyordum. Ve son hafta gidip bir gazete aldım ve “Greksit gündem dışı” dedim. Bilirsiniz ya, bu büyük bir rahatlama duygusuydu. Elbette üç gün sonra, İngilte-

214 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ re’de yaşayan herkes - bunu muhtemelen şimdiye dek siz de deneyimlemişsinizdir - iki gün önce olanlar nede- niyle travma yaşıyor olacaktı. Ve işte Brexit orada. Bu yüzden ben de konuşmama bununla başlayacağım. Size afiş gösterecek değilim, fakat bir akademisyen olmanın ayrıcalıklarından biri de son derece ilginç bir araştırma ve her şey hakkında adeta önceden uyarılmanızdır. Bu yüzden İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılmak için yaptığı referandumu kazanan tarafın ürettiği iki afiş vardı.

Bu kampanyada iki farklı aşama vardır. Bunlardan biri - ki sanırım bu afişlerin ikisini de görmüşsünüzdür - İn- giltere’deki sağın popüler bir siyasetçisi olarak tanıdığınız Nigel Farage adlı politikacının önayak olduğu, geçen yaz bir çeşit mülteci tarafından çekilmiş bir fotoğraf olduğu için bir grup insanı, oldukça radikalleşmiş insan- lardan oluşan bir sırayı göstermektedir. Bir yere girecek gibi görünmektedir, ama aslında İngiltere’ye giriyordur. İlk afişte verilmek istenen mesaj şudur: “İşte olup biten budur. Eğer Avrupa Birliği’nde kalırsanız, sayılamaya- cak kadar çok mülteci ülkenize girer.” İkincisi ise ana akım tarafından başlatılmıştır. Siz de beni bir varoluş kri- zinin tam içine attınız. Bana ana akımın ne olduğunu hiç kimsenin bilmediğini söylediniz. Bunun için teşekkür ederim. Bunun araştırmamın büyük bir kısmını oluşturmasının nedeni budur. Ve evet, size borçluyum.

Fakat ikinci afiş, merkez sağın, merkez solun, yani bu iki partinin birçok saygın politikacısını ve her şeyi içeren, ayrılma yanlısı ana akım kampanyadan gelmektedir. Ve anlarsınız ya bunlar ırkçı karakteristiklerden anlamı- yorlardı; fakat tek yaptıkları Türkiye’ye, yetmiş milyona bazı adımları ve açık bir kapıyı, İngiltere’yi göstermek- ti. Başka bir şey değil! ‘Ayrılmak’ için oy verin. İşlerinizi ellerinizden almak için gelen hiçbir mülteci kalabalığı yok... Hayır, hayır, hayır, bu tür bir şey yok. Gerçi, insanlar tepkileri ile ilgili olarak kamuoyu yoklamasından geçirilmişlerdi. Bunun için size ülkenin içine akın eden bir kalabalığın olduğu ilk posteri görmüş olan çoğunlu- ğun ne söylediğini anlatacağım. Nüfusun %45’i zıt kesimleri de kapsayan bazı ana akım kampanya katılımcıla- rının dahil edilmesini uygun bulmamıştır. Sonunda size kaç kişinin ikinci afişi uygun bulduğunu söyleyeceğim. Ve bu, eylül ayında bir proje kapsamında yayınlanacak olan bir araştırmadır.

Halkın %45’i bu afişi uygunsuz bulmuştur. Bu tespit cuk oturmaktadır. Afiş gerçekten de uygunsuzdu. Irkçı ta- lepler içeriyordu; İngiltere’deki göçmenlere karşı ayrımcılık güden talepler vesaire içeriyordu. Bahsetmek iste- diğim şey - ki gösteriyi yarıda kestiğimin farkında olduğum için bu konuda çok fazla konuşmak istemiyorum - İslamofobi’nin görünmezliği adını verdiğim olgudur. Şu halde bu noktada bir paradoks söz konusudur, çünkü bildiğiniz gibi İslamofobi her yerdedir. Çok sayıda fotoğraf ve afiş gördük ve insanların ülke raporları hakkında son derece tutkulu bir biçimde konuştuklarını duyduk. Duvarlara yazılan mesajlar hakkında konuştuk, sarf edilen sözler ve Donald Trump ile tüm diğer politikacılardan vesaire bahseden gazeteciler hakkında konuştuk. Öyleyse nasıl olur da sizin önünüzde durup size İslamofobinin görünmez bir şey olduğunu söyleyebilirim? Bunu neden söylüyorum? Çünkü ben gerçekten de İslamofobinin üç farklı biçimde görünmez olduğunu düşü- nüyorum ve izin verirseniz size bununla ne demek istediğimi kısaca anlatayım. İslamofobi görünmezdir çünkü o her yerdedir. Herhangi bir şey ana akıma girdiği zaman, herhangi bir şey, ister Fox medyası tarafından olsun ister sansasyonel gazeteler tarafından vesaire yeniden üretildiğinde; o şey o derece her yerde hazır ve nazır olur ki insanlar artık duyarsızlaşırlar. Ben bir dil bilimci değilim, bir psikolog değilim, fakat bu vuku bulan bir şeydir. Bir tabu kırıldığında ve bir sonraki defa herhangi biri bu tabuyu yeniden kırdığında, o şey artık bir tabu değildir. Üzerinde bir mülteci kalabalığı ile birlikte “İşlerinizi çalmaya geliyorlar!” yazılı bir afişin yapılacağı bir dahaki sefer çok az kişide şaşkınlık uyandıracaktır.

Pekâlâ, yani İslamofobinin her yerde hazır ve nazır olması onu klişeleştirmekte, önemsizleştirmekte, günlük ya- şamda tespit edilebilmesi anlamında insanları daha az donanımlı, daha az dikkatli ve daha az odaklanmış hale getirmektedir. İkincisi görünmezlik ise İslamofobinin diğer şeylerin içine sarılı halde olmasıdır. Pekâlâ, şu an şuna çok güçlü bir biçimde inanıyorum ki - ve yine İngiltere’deki referanduma hızlı bir gönderme yapacağım - eğer tüm manşetleri ve dilleri göz önüne alırsanız İslam ve Müslümanlar hakkında konuşulan çok fazla şey olmamıştır. Ama göç hakkında konuşulan çok şey olmuştur. Ve doğrusu bildiğiniz gibi mali kriz büyük ölçüde,

4. OTURUM / 2. KISIM İSLAMOFOBİ İLE MÜCADELEDE HİKÂYE ANLATICILIĞININ GÜCÜ 215 finansal kuruluşlardaki tüm bu “zeki insanların” çeşitli borç türlerini, iyi borçları ve kötü borçları birbirine karışıp tümünü bir araya getirmiş olmalarından ötürü meydana gelmiştir. Bu çok farklı görünüyordu. Benim düşünceme göre burada olup biten, İslamofobinin ve Müslüman topluluklarla ilgili diğer bir dizi önyargının birilerinin bana göç hakkında konuşmanın mutlak akılcı yolu olarak satmayı denediği korkunç bir ifade olan güvenlik gibi, göç gibi, emme kapasitesi gibi son derece ters akılcı söylemler içinde saygılı bir biçimde amba- lajlanmasıdır. İşte önümüzde duran İslamofobi bu tür bir görünmezliğe sahiptir. Bundan söz edilmemektedir, ama böyle bir şey vardır.

İslamofobinin üçüncü bir türü vardır. İçinizden birçoğunuzun bugün ve dün İslamofobinin bu çeşidi hakkında her şeyi konuştuğunuzu düşünüyorum. Bu görünmez İslamofobidir. Bu, bir parti için oy verenlerin %10-20’si- nin İslamofobisi değildir. Bu, İngiliz milletvekili Jo Cox’un katledilmesinden şu an açıkça sorumlu olan Önce Britanya gibi kuruluşlara katılan bir dizi insanın İslamofobisi değildir. Bilakis bu, bu tür organizasyonların eleman tedarik ettiği insan havuzunun kendisidir. Ve bu kuruluşlar adam toplamaya devam edeceklerdir. Şim- di bazı istatistikler de duyduk, sizin alıntıladığınız rakamı hatırlamıyorum. ABD’de şu an dek bir Müslümanla tanışmamış kaç kişi vardı? Bir Müslümanın nasıl bir şey olduğundan habersizler. Ve ben, Müslümanlara karşı olan bu klişeler ve önyargılar kuyusunun çok daha derin, ürkütücü derecede derin olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden üzgünüm, ben kalifiye bir karamsarım. Ve önümüzdeki zaman aralığında bundan sonra çok mik- tarda karamsarlık olacaktır. Ancak bu üç görünmezlik birbirini mutlak bir biçimde beslemektedir ve bunlar bir kısır döngü haline gelmektedir ve işte karşı karşıya olduğumuz şey budur.

Yani göçmenlik karşıtı bir söylem duyduğunuzda, bu söylem aslında İslamofobiyi beslemektedir. İslamofobik bir söylem mevcut olduğunda, bu söylem nihai olarak göçü besleyecektir ve bu böyle sürecektir. Sanırım şu an bu harika zirvenin son oturumunda bulunuyoruz ve konuşmama organizatörlere teşekkür ederek başlamam gerekirdi. Bu kabalığımı bağışlayın... Ve bugün söylemiş olduğum her şeyi daha önce söylemiş olmalıydım. Saraybosna gibi bir şehirde konferans vermemem gerekir. Benim çalışma alanlarımdan biri de kitlesel şiddettir; kitlesel şiddet konusunda da ders veriyorum. Dolayısıyla Saraybosna hakkında ve diğer şeyler hakkında çok şey biliyorum. Saraybosna gibi bir şehirde bastırılmış önyargının kötülükleri ve önyargıların tabiatı ön plana çı- karıldığında neler olacağı hakkında konferans vermemem gerekir. Fakat diyebilirim ki bu üç görünmez İslamo- fobi, bu üç farklı İslamofobi çeşidi, hepimize duyulan ihtiyacı yaratmaktadır. Yani bugün, dün ve ondan önceki gün burada tümümüze olan ihtiyacı. Bu siyasetçilerdir, bu eylemcilerdir, bu hikâye anlatanlardır, bu kimi za- man ve neyse ki her zaman değil, fildişi kulelerde yaşayan benim gibi sıkıcı akademisyenlerdir, bu STK’lardır...

Biz hep birlikteyiz. Sadece bariz ve görünür İslamofobiyle değil, sadece camilere karşı yapılan saldırılarla değil, sadece Müslüman topluluklara karşı yapılan saldırılarla değil, sadece duvarlara çizilen duvar yazılarıyla değil; ama aynı zamanda gerçekleşmesi olası olan saldırılarla da, göç hakkında, insanların Müslümanlar hakkında yürütülen bu duyarsızlaştırma propagandasına maruz bırakılması ile her gün beslenmekte olan saldırıyla da ve benzer saldırılarla da mücadele edebilmek için bütün kaynakları bir araya getirmek zorundayız. Konuşmamı burada bitirmek istiyorum ve ilginiz için çok teşekkür ediyorum.

216 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ Yasser Louati İnsan Hakları Aktivisti, Fransa

MODERATÖR

Pekala, şimdi zirvenin başlangıcında etkisini hissettirmiş olan ve muhtemelen zirvenin sonuna doğru da başka bir etkide bulunacak olan birini sahneye davet etmek istiyorum. Bu kişi Yasser Louati’dir.

YASSER LOUATI

Hikâye anlatma konusuyla başlayacağım; ama yine siyasi retorik geleneğine sadık kalmak adına, kendi hikâye- nizi anlatmanın Wajahat’ın da söylemiş olduğu gibi ne kadar yaşamsal olduğunu sizlere göstermeye çalışaca- ğım. Eğer siz kendi hikâyenizi anlatmazsanız, başka biri bunu sizin yerinize yapacaktır. Fakat size anlatacağım hikâyelere geçmeden önce, ülkemde, yani Fransa’da neler olduğuna hızlıca bir göz atalım. Herkesin duyduğu ve çeşitli zamanlarda hakkında konuştuğu bir durumla karşı karşıyayız ve görünüşe göre durum şudur; buna ‘Fransa’nın Müslüman vatandaşlarına karşı yürüttüğü kurumsal mücadele ya da yasal mücadele’ diyorlar. Bu 80’li yıllarında ortalarına kadar uzanmaktadır ve Fransa’daki Müslüman sorununun nasıl imal edildiğini gös- termektedir. Elbette her zaman barışçıl ve yatıştırılmış olmasa da, Fransa’nın Müslüman âlemi ile olan uzun geçmişine rağmen, kurumların ve bizzat hükümetin kendisinin anayasanın Müslümanları hedef alacak biçimde değiştirilebilmesini kabul edilebilir kılmak adına almış olduğu bir dizi önlemin sonucu olarak 21. yüzyılda Fransız Müslümanlar işte böylesi bir muameleyle karşı karşıya bulunmaktadır.

Devleti tarafsız olmakla yükümlü kılmak suretiyle dini özgürlük vereceği varsayılan ‘laïcité’ (laiklik) hakkında düşünebiliriz. Ve biz bunu tarafsız olma yükümlülüğünü vatandaşların üzerine bırakmak suretiyle bir damga- lama ve Müslümanları hedef alma aracına dönüştürdük. Bu, şu anlama geliyor “Senin bir dinin var, güzel. Ama dinini evinde yaşayacaksın.” Bu, örneğin “İfade özgürlüğüne sahipsin, ama sadece evinde” demek gibi bir şey. Ve bu, özellikle Müslüman genç kızları hedef alan bir dizi tacize yol açtı ve bizler ülkemizde tefe konulup alay edilesi derecede saçmalığın doruğuna vardık. Müslüman gençleri uzun etek giydikleri için sınır dışı ediyorlardı. Ve şimdi bu durum bir Müslüman bilincinin yükseldiğini görmekte olduğunuz bir boyuta kadar evrilmiştir. Ve Fransız Müslümanlar şöyle diyorlar “Biliyor musunuz? Sizi memnun etmeye çalışmaktan bıktım usandım. Eğer

4. OTURUM / 2. KISIM İSLAMOFOBİ İLE MÜCADELEDE HİKÂYE ANLATICILIĞININ GÜCÜ 217 beni kabul etmeniz mümkün değilse, kendi gündemimi size dayatacağım. Beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz!” Bu ülkede kanunlar var ve siz, hukuku kendi yararıma kullanmak istediğim her defasında sürekli olarak oyu- nun kurallarını değiştiriyorsunuz. Hani din özgürlüğü tanıyan ‘laïcité’ diye bir şey vardı, ama şimdi siz onu bizim din özgürlüğümüzü yadsımak için kullanıyorsunuz. Ve kanunlar vardı. İşte, Müslüman kız çocukları ne zaman okullarından atılsa onları koruyan, devletin, danıştayın en yetkiIi ismi olan meşhur kişiye, Bernard Kou- chner’e söylediklerim bunlardı. Ama şimdi siz oyunun kurallarını değiştiriyorsunuz. Ve şimdi Müslümanlar Fransa’da kendi okullarını yapıyorlar, artık özel okulların oluşumunu sert bir biçimde denetleyen yeni bir yasa elde ettik. Bu olanlara ben ‘Fransız Müslüman direnişi’ ya da ‘Direniş’ adını veriyorum.

Fransa’da manşetlere konu olan bazı hikâyelerimiz oldu. Örneğin; bir genç girişimci Fransa’da bir şirketi aradı ve çeşitli işverenlerce yüzüne karşı şöyle denildi: “Bu bez parçası başının üzerindeyken seni işe alamayız. LGB- TI’leri, transseksüelleri ve her türlü insan evladını işe alabiliriz ama seni alamayız!” Ama o yenilmedi ve bu işe kendisi el attı. İletişim fakültesine gitti, şeref derecesiyle mezun oldu ve sonra da kendi şirketini kurdu. Daha mezun olmadan önce bile çeşitli şirketlerden yağmur gibi yağan tekliflerden adeta bunalmıştı. İşletmesinin iş hayatına başarılı bir biçimde başlamasını temin etmek adına diğer işletmelerden destek alan ilk Müslüman iş- letme oldu. Ve sonra da insanlar şöyle dediler: “Cesur ve atılgan bir görünüşü var. Belki iletişimimiz için ihtiyaç duyduğumuz şey budur.”

‘All-Khansa’ adında tanıdığım ünlü bir blogcu ve benim görüşüme göre Twitter’daki en etkili isimlerden biri olan biri hakkında başka bir hikâyem daha var. Kendisi eğilimleri belirleyen bir kişidir. Al-Khansa bir şeyler yazdığında, herkes yazdıklarını takip eder. Bilgisayarının arkasında sürekli haberleri takip eden biridir. Onun en başarılı kampanyalarından biri de aslında helâl marketler sahtekârlığını hedef almak olmuştur. Yaptığı şey sahte helâl yiyecek satan tüm bu toptancılara karşı kapsamlı bir soruşturma başlatmak ve Müslüman pazarları- nı hedef alan tüm sahtekârlıkları gün ışığına çıkarmaktı. İşte bir diğer başarı hikâyesi: Fransa’nın kuzey kısmın- da yer alan Averroès Lisesi Fransa’da inşa edilen ilk Müslüman lisesiydi. Bu okul aynı zamanda, her öğretim yılı sonunda düzenlenen bakalorya sınavında en yüksek notlara sahip Fransa’daki en iyi lisedir.

Benim de naçizane bir parçası olduğum bir diğer hikâye de Fransa’daki acil durumu hedef almak için tertiplen- miş olan çeşitli koalisyonlarla ilgilidir. Belki bilirsiniz, Kasım 2015 tarihindeki terör saldırılarından sonra Cum- hurbaşkanı François Hollande ve Manuel Valls idaresindeki hükümet polise ve infaz kurumlarına daha geniş yetkiler veren ve adli makamların yetkisini azaltarak valilerin ve savcıların yetkilerini aşırı bir biçimde artıran acil durum yasası adlı bir düzenleme getirdi. Bu düzenleme muazzam suistimallere yol açtı. Terör suçlaması ile ilgili beş soruşturma kapsamında çoğunlukla Müslümanlara karşı 3.500 baskın düzenlendi. Üç hafta içinde, Müslüman topluluğu hükümet tarafından dahili düşman muamelesine tabi tutuldu.

Fakat tıpkı sizin de söylemiş olduğunuz gibi, akademisyenler her zaman toplumların başlarına gelecek olanlar hakkında erkenden uyarı almaktadırlar. Çünkü Fransa içindeki düşman retoriği zaten birkaç ay önce bizzat Fransa Başbakanı Manuel Valls tarafından kullanılmıştı. Manuel Valls şöyle demişti: “Görünmez bir düşmana, içimizdeki düşmana karşı bir savaş başlatmaktayız.” Ve terör saldırılarının ardından onaylanmış olan bu acil durum düzenlemesinin Kasım 2015 terör saldırılarından bile birkaç ay önce yazılmış bir proje olduğu ortaya çıktı. Yani bu koalisyon ben de dahil olmak üzere çeşitli Müslüman insan hakları savunucu militanlar ve gayri- müslim kuruluşlar tarafından tezgahlanmıştı. Ve biz de teröre ve korkuya karşı ‘Boyun Eğmeyeceğiz!’ anlamına gelen ‘Nous Ne Céderons Pas!’ adında bir koalisyon ve ayrıca ‘Acil Durumu Durdurun!’ adında bir başka koa- lisyon daha kurduk.

Bizim topyekûn savaşımız hükümeti sivil özgürlüklerin ihlalinden ve bizzat hükümetin resmen yapmış olduğu şu açıklamasından onu sorumlu tutmaktı: “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden çekileceğiz.” Ve ayrıca ana- yasayı bile değiştirmeyi ve acil durumu kalıcı kılmayı amaçlayan bir de proje gündeme geldi. Bu birincisiydi.

218 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ İkinci seçenek sadece çifte vatandaşlık statüsünde olmanız halinde terörden hüküm giyen herkesi vatandaşlık- tan çıkarmaktı. Yani iki tür vatandaşlığa sahipsiniz. İki kişiyi göz önüne alalım. Biri sadece Fransız vatandaşı olsun ve diğeri de başka bir vatandaşlığa daha sahip olan bir Fransız vatandaşı olsun. Eğer bu ikisi de bir terör saldırısı yaparlarsa, sadece çifte vatandaşlığı olan kişi vatandaşlıktan mahrum edilecektir. Yani iki tür vatan- daşlığa sahip olduğunuzu bilfiil anayasaya koymuşsunuz. Ve bu koalisyon kazandı. Ve en büyük zaferimiz de parlamento üyelerini canlarından bezdirmek, medyayı, lobiyi, Ulusal İnsan Hakları Konseyi’ni canlarından bezdirmek ve görünür kalarak her Allah’ın günü ileriye doğru yürümek oldu.

Bu işe yaradı ve hükümet kendisini ‘Anayasal Reform’ denen dramanın içine bulaşmış halde buldu. Ve bir gün işe geldiğimde biri beni arayıp “Yasser, sana iyi haberlerim var. Haberlere göz atsana!” dedi. Hemen bilgisaya- rımı açtım ve gördüğüm sahne beni o kadar heyecanlandırdı ki sandalyemin üzerinde duramadım. Büronun içinde bir ileri bir geri gidip gelirken sürekli “Biz kazandık! Biz kazandık!” diye bağırıyor ve ortaklarımızı arı- yordum. Çünkü ilk kez ana akımda yer alan insan hakları kuruluşları Müslüman kuruluşlarla bir çıkar yakın- laşması içine girmişti. Burada alınması gereken ders Müslümanların Batılı demokrasilerde hukuk ve demokrasi devletinin hayatta kalmasını garanti etmek için büyük bir sorumluluğa sahip olduğudur.

Bir diğer hikâye de uluslararası medya içeriği ile ilgili. Kasım saldırılarının ardından medyada nelere yer veril- diğini hatırlıyorum ve belki içinizden bazılarınız da bunu biliyordur. Uluslararası medyada çok şey söylendi. Fakat terör saldırılarının yaşandığı o gece uyumadım. Karım ağlayarak beni uyandırdı ve “Yasser, 13 ya da 14 kişiyi öldürdüler” dedi. Ben kalkıp giyininceye kadar bu sayı 85’e çıkmıştı ve teröristler Bataclan saldırısına başlamışlardı. O geceyi müteakip üç gün boyunca hiç uyuyamadım. O ilk gece hepimiz ölüm tehditleri aldık, Facebook ve Twitter’da ve benzeri ortamlarda nefret söylemlerinin hedefi olduk. Müslüman topluluğa moral vermemiz gerekiyordu ve biz de ertesi gün boyunca işyerimizin açık olacağını duyurduk.

Pazar sabahı bir CNN röportajı ile ilgili bir telefon aldım. Beni davet ediyorlardı ve benim telefon numaramı nereden bulduklarına dair hiçbir fikrim yoktu ve bana terör saldırılarıyla ilgili sorular sormak istiyorlardı. Uzun lafın kısası, benden Müslüman topluluk adına özür dilememi istediler ve hatta bana Müslüman topluluğun teröristleri harekete geçmelerinden önce neden polise ihbar etmediklerini sordular. Nasılsa Müslümanlar neler olup bittiğini bilirlerdi. Hadi ama! İstihbarat teşkilatı bile ne olup bittiğini nadiren bilebilirdi; hiç kimse Avrupa düzeyinde neler olup bittiğini bilmiyordu. Yani Allah aşkına, bizler eğitim ve işe girme konusunda bile güçbela eşit imkânlara sahibiz. İstihbarat teşkilatının bile bilmediği şeyi biz nasıl bilebiliriz ki?

Ama o günden çıkardığım ders, bizzat kendimin uluslararası medyayı canından bezdirmek zorunda kalacak olmamdı. Çünkü Fransız medyasının hikâyeyi bizim açımızdan dinlemek için bizim huzurumuza gelmeyece- ğini biliyordum. Ve haklıydım. Üç hafta boyunca, zamanımın %95’i televizyonda, radyoda ya da gazetelerde geçti; yabancı haber bültenlerine konu oldum. Ve ünlü sosyolog Pierre Bourdieu’yu okumuş olanlarınız bilirler, medya kanalları sıklıkla birbirlerinden kopya çekerler. Bunlar diğerlerinin ne yaptıklarına bakar, hafifçe değiş- tirerek aynı şeyi yapar ve çerçeveye oturturlar, fakat hikâye tıpatıp aynıdır. Kendime şunu söyledim: “Fransız medyasını gülünç duruma düşüreceğim. Ben her yerde olacağım ve Fransız medyasıyla konuşmayacağım.”

Dünyadaki her bir haber bülteninde çokça yer aldıktan sonra sonunda ulusal radyo oyuna girdi, sonra Le Mon- de oyuna girdi, sonra da birer birer röportaj için beni aramaya ve naçizane fikrimi sormaya başladılar. Ben de hiç lafımı esirgemeden “Üzgünüm, üç haftadır olup bitenler hakkında, masum Müslüman erkek ve kadınları hedef alan gaddarlık hakkında, ailelerin küçük düşürülmesi, camilerin ve Müslümanlara ait işletmelerin yağ- malanması hakkında avazım çıktığı kadar bağırdım durdum. Siz neredeydiniz?” dedim.

Sorulardan biri yaşımla ilgiliydi ve soruyu soran bayan oldukça samimiydi. “Kesin talimat aldık: acil durum düzenlemesini eleştirmeyeceksiniz.” İşte Fransa’da önde gelen bir gazetenin haber odasında verilen talimat

4. OTURUM / 2. KISIM İSLAMOFOBİ İLE MÜCADELEDE HİKÂYE ANLATICILIĞININ GÜCÜ 219 buydu. Fakat çeşitli ortaklarla birlikte başlatılan bu kampanya Fransa’nın dış işlerinde izlediği stratejinin gü- lünç duruma düşmesiyle sonuçlandı.

Yaklaşık üç hafta önce, Fransız Dış İşleri Bakanı ‘İslam ve Fransız Müslümanlar hakkında Yanlış Bilinen On Kavram’ adlı bir resmi duyuru yayınladı. Tweet’leri gördüm ve şöyle dedim: “Hayır, onlar değildi.”. Tweet’in üzerine tıkladım, makaleyi okudum ve ağzım bir karış açık kaldı. Okuduklarım bana Sovyet dönemindeki propagandayı ya da Güney Afrika’daki ırk ayrımcılığını çağrıştırdı. Azınlıklara eziyet edilirken onlar şöyle diyorlardı: “Endişelenmeyin, her şey yolunda.” Ve şöyle deniyordu: “Yani Müslümanların hedef alındığı falan yoktu. Laïcité Müslümanları hedef almamıştır ve acil durum düzenlemesi Müslümanların aleyhinde değildi.” vesaire vesaire...

Yaklaşık on beş dakikalık kısa bir video oluşturdum. Altyazılarını hazırlamadım ama bunu siz yapabilirseniz çok müteşekkir olurum. Ve bu ifade ile uluslararası topluluğa moral vermek amaçlanıyordu. Peki, bilin bakalım ne oldu? Meseleleri tek tek ele alarak, kanıtları sıralayarak ve gerçekleri gerekçeleriyle birlikte ortaya koyarak ve hükümetin yalanlarını su yüzüne çıkaran bütün resmi raporları göstererek Fransızca bir video hazırladım. Daha ilk gününde video 1.500 kez görüntülendi. Özel olarak insan hakları ile ilgili sorunları hedefleyen 15 dakikalık bir video için bu sayı oldukça etkileyicidir ve videonun Fransa Dış İşleri Bakanlığı’na gönderildiğini biliyorum.

Başarı öyküleri neden önemli? Bizler bunlardan epeyce duyduk ve bunlar oldukça ilham vericiydi. İşte başarı hikâyeleri böyle bir role sahiptir. Onlar ilham verirler, onlar güç verirler, onlar ilgisiz insanlara tekneye binmek ve mücadele etmek için sebepler verirler. Ama en önemlisi de, onlar nereye gittiğinizi daha iyi görebilmeniz için size nerede durduğunuzu söylerler. Bu yüzden de onlar hedef haline getirilirler. Yağmalanmış bir apartman dairesinde polis baskınına uğramış aileler, kocası yere yatırılıp kelepçelenen ve kocasının önünde aşağılanan bir kadın gördüm. Onların tek istediği bir sonraki adıma geçmek. Ve şunu söylüyorlar: “Hikâyemi anlatmam için bir neden yok.” Ben de şöyle diyorum: “Eğer kendi hikâyeni anlatmazsan, hükümet senin yeterince şüpheli olduğuna kanaat getirecektir; bu yüzden insanlar seni hedef alan özel muameleyi kabul ediyorlar.”

Bu insanlara “Sesinizi çıkarın, çünkü siz sessiz kaldığınız sürece yapılan haksızlıkları daha da güçlendirirsiniz” demek muazzam bir çabaya mal oldu. İşte bu hikâyeler bu yüzden son derece önemlidir. İnsanlara onların diğer herkes gibi olduklarını söyleyebiliriz. Eğer haksızlığın hedefi olduysanız, sesinizi çıkarın ve durumunuzu açıklığa kavuşturun. Ama ben partinin davetsiz misafiriyim. Başarı öyküleri yeterli değildir. Çünkü aynı zaman- da mücadelenize devam etmeniz de gereklidir ve benim son dakikada konuşmamı değiştirmemin nedeni bu odayı bir sonrakinde ne olacağını bilerek terk edecek olmamızdır. Bu etkinliğin organizatörlerine ve sponsor- larına dönerek bir sonraki zirveye kadar atılacak bir sonraki adımları bildiğimizi söylüyorum. Bilmiyorum; ya altı ay sonra ya da bir yıl sonra.

Bu benim Müslümanlara ve gayrimüslimlere söylemekte olduğum bir şeydir. İslamofobi sadece Müslümanların sorunu değildir. İslamofobi hem Müslümanları hem de gayrimüslimleri ilgilendiren bir sorundur; çünkü İsla- mofobi sadece ulusal dayanışma için bir tehdit değildir ve bizler bu tür bir retoriğin bizi nereye götürebileceğini biliyoruz, ama aynı zamanda herkesin şu eski deyişi bildiği için de bir tehdittir: “Adalet yoksa barış da yok.” Azınlıkların dünyanın her yerinde zulüm gördüğü bir yer sizin ülkeniz olamaz ve böyle bir ortamda normal bir sosyal yaşam sürmeyi bekleyemezsiniz. İkinci nedeni ise İslamofobinin, daha önce de söylemiş olduğum gibi, demokrasi ve hukukun üstünlüğü için bir tehdit olmasıdır. Neden mi? Çünkü yurt içinden bir düşman üreterek, her türlü erişimi mümkün ve hatta yasal hale getiriyoruz. Bu mekanizma nasıl işler? Ülke içinden bir düşman imal edersiniz, sonra da özel kanunlar talep edersiniz: “Bakın! Yeni bir tür düşmanla karşı karşıyayız. Mevcut kanunlar bu sorunu halletmemize izin vermiyor. Sıra dışı kanunları anayasadan geçirmemiz gerek, fakat endişelenmeyin. Endişelenmeyin, bu sadece onlar için.”

220 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ Siyasi pazarlama bu konuda oldukça etkilidir. Çünkü ne zaman ki bir projeyi yutturmak isterler, size şunu söylerler; “Bu özel kanun herkesi hedef alacaktır.” Size hayır diyeceklerdir, ama hiç kimse işin iç yüzünü bil- mediği sürece başörtülü kadınları hedef alacaklardır ya da sakallı bir babayı hedef alacaklardır vesaire vesaire... Fakat sonunda siz bir örnek teşkil ettikten ve genel kanı da bunu kabul ettikten sonra artık olay bitmiştir. Artık herkesi bir defada olmasa bile insanları hedef almak için bir zemin var demektir. Ve bunun çeşitli örneklerini biliyoruz. Örneğin acil durumdan söz etmiştim. Bu yasayı sadece Müslüman radikallere karşı mücadele etmek için kullanacaklarını söyleyerek çıkardılar, ama sonra soyadlarına ya da dış görünümlerine bakarak Müslüman- ları hedef aldılar. Ve üç hafta içinde Paris’teki İklim Zirvesi’ni, çevrecileri, insan hakları eylemcilerini, sendika liderlerini, anarşistleri vesaire hedef almaya başladılar.

Paris’teki İklim Zirvesi’nden birkaç gün sonra, beni bir toplantıya çağırdıklarını hatırlıyorum. Ve yemin ederim “Kulübe katıl! / Bienvenue au club!”’dan başka diyecek sözüm yoktu. Başka hiçbir şey söyleyemedim ve şöyle dedim: “Bugün sizin başınıza gelenlerin aynısı üç hafta önce Müslümanların da başına geldi, ama herkes sessiz kalıyor ve kendini güvende hissediyordu. Ama güvende değilsiniz. Eğer devleti sorumlu tutmazsanız ve hak- larınız için ve başkalarının hakları için ayağa kalkmazsanız er ya da geç sıra size gelecektir.” Üçüncü husus ise İslamofobinin sert tedbirler, yapısal eşitsizlikler ve refah devleti pahasına polis devletinin yükselmesini öngören ‘neo-liberal ajanda’ denilen şeye hizmet etmesidir. Nasıl mı? Tabii ki kendi deneyimlerime dayalı olarak ben bunun 80’lerin başından bu yana Fransa’da uygulandığını görüyorum. Önce kamuoyunu saptırdınız ve çeşitli örneklere sahibim.

2000’li yılların başlarında, emeklilere ayrılan fonlarla ilgili kapsamlı reformlara tanık olduk. Halk 2003 yılında sokaklara indi. Kitlesel toplu gösteriler... Sendika liderleri “Bu kabul edilemez! Hükümet ne yaptı?”… diye bağırıp çağırıyordu. Başörtüsü sorununu parlamentonun gündemine getirdiler ve bir yıl boyunca başörtü- sünü hedefleyen medya kampanyaları düzenlendi. Bir gazete medyada başörtüsü ile ilgili yer alan haberlerin sayısının yaklaşık 1.500 olduğunu açıkladı. Emekli fonu reformu ile ilgili haber sayısı ise sadece 700 idi. İşte biz buna ‘İslamo-saptırma’ diyoruz. Kamuoyunun dikkatini saptırarak refah devletini baltalıyor ve oldukça başarısız önlemleri uygulamaya geçiriyorlar. Bir başka örnek, 2009’da, tam da mali krizin ortasında yaşanmış- ken Nicolas Sarkozy bununla ilgili olarak ne yapmayı düşünüyordu? Fransız kimliği hakkında ulus çapında yaşanan tartışma yaygın bir İslamofobi için ulusal bir platform haline gelmiştir. Ve işte Bernard Kouchner’e söylediğim şey de buydu, çünkü Fransa’da ırkçılığın normalleştirilmesine doğru sürüklenen gidişatı kınayan tek kelime ettiğini duymamıştım ve onun varlığı Fransa’da yeniden soru işaretleri uyandırmıştı. Beni arayıp “O Saraybosna’da ne yapıyor?” diye soruyorlardı.

İslamofobinin neo-liberal ajandaya hizmet etmesinin diğer bir yolu da budur. Sadece olayları saptırmakla kal- maz aynı zamanda psikolojik baskı da uygularsınız. Çünkü yurt içinden ya da içerden bir düşman imal ede- rek yaptığınız şey aslında kendinize son derece baskılayıcı kanunlar geçirmek için gerekli araçları vermektir: ABD’deki VATANDAŞLIK Kanunu, İngiltere’deki Terörü Önleme Kanunu, Fransa’daki Acil Durum düzenleme- si. Ve bu mümkün olabildiyse insanlar bu tedbirlerin kendilerini hedef almayacağına inandıkları içindir. Dola- yısıyla Müslümanlar sadece kendi hakları için mücadele etmek anlamında değil aynı zamanda kendilerinden sonra sıranın diğer azınlıklara geleceğini hatırlamak için de tarihsel bir sorumluluğa sahiptirler. Bu büyük bir sorumluluktur ve nitekim Müslümanlar Batılı demokrasilerde demokrasinin ve hukukun üstünlüğünün baro- metresidir; çünkü 21. yüzyılda onun içinde yaşayan başka hiç kimse mevcut değildir.

Tüm dünyada telkin edilmekte olan liberal değerlerle söz konusu ülkelerde uygulanmakta olanlar arasında devasa bir uçurum olduğunu görüyoruz. Artık bitiriyorum. Eyleme geçmek için çağrıda bulunmak benim görevimdir: Mağdurlar her türlü stratejinin kalbinde olmak zorundadır. Yapacağımız her şey mağdurları des- teklemek ve onlara yetki vermek, sonra da çeşitli hükümetlere karşı eylem yapmak için gerekli yasal araçlara sahip olmak ve İslamofobiyle gerek ulusal gerekse de uluslararası düzeyde mücadele edecek enerjik bir lobiyi

4. OTURUM / 2. KISIM İSLAMOFOBİ İLE MÜCADELEDE HİKÂYE ANLATICILIĞININ GÜCÜ 221 savunmak için mutlaka halk katında gerçekleşmelidir. Unutmayın; eğer yaşadığınız ülkede çalışma hakkınız elinizden alınırsa, eğer sizi kapının dışına koyarlarsa, BM’ye, Avrupa Konseyi’ne, Avrupa Birliği’ne, Uluslararası Akademi İttifakı’na başvurarak pencereden geri gelin. Bu haksızlıkları gün yüzüne çıkarın ve bunları size ya- pan ülkeyi tüm dünyanın gözü önünde gülünç duruma düşürün. Ve elbette bunun medyada ve tabii ki sosyal medyada da dile getirilmesi gereklidir.

Son husus eğitimdir. Resmi görevliler ve çalışanlar, öğretmenler vesaire eğitilmelidir, çünkü bu insanlar icra ettikleri uygulamalarla sürekli olarak hukukun yanlış anlaşılmasına neden olmaktadır. Çünkü onların düşün- celeri medyadaki haberlerin, siyasi retoriklerin ve bunun gibilerin etkisi altında kalmıştır. Gazeteciler ve haber odalarıyla ilgili olarak, kendi deneyimlerimden 2016’nın başlarında İslamofobinin yükselişi hakkında görüş- lerimi açıklamaya davet edildiğimi hatırlarım. Bir gazetecinin sorusuna cevap veriyordum ve sonra birer birer gelmeye başladılar. Aniden, kendimi haber odasında İslamofobi hakkında konferans verirken buldum. Buna nasıl tepki verdiler biliyor musunuz? “Bu kabul edilemez! Bu mesele hakkında konuşmak zorundayız. Nasıl olur da hiç kimse bununla ilgili olarak konuşmuyor?” Ben de şöyle dedim: “Bilmiyorum. Siz söyleyin. Eğer siz sokakta olup bitenleri haber yapmazsanız, size onları biz getiririz.”

Ve elbette Batı’daki Müslümanlar ile ilgili soruları yanıtlamak adına kalıcı bir entelektüel üretime sahip olmak için öncelikle Avrupa İslamofobi Raporu’nda ve Berkeley’in İslamofobi Araştırmaları dergisinde yer aldım. Son olarak medyaya yatırım yapılmasından söz etmek istiyorum. Bu benim vurgulamak istediğim bir düşüncedir. Borç batağının içinde harap olmuş, batmanın eşiğine gelmiş medya kanalları var. Ana akımdaki İslamofobik söylemin dilini değiştirmek ve ona karşı koymak için kendi ana akım medyamıza sahip olmak konusunda cesur davranmalıyız. Buna bir göz atabilirsiniz ve ben de bu konuyu çevrimiçi olarak ele alacağım. Herkese teşekkür etmek istiyorum.

222 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ 4. OTURUM / 2. KISIM İSLAMOFOBİ İLE MÜCADELEDE HİKÂYE ANLATICILIĞININ GÜCÜ 223 224 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ SORULAR VE CEVAPLAR

4. OTURUM / 2. KISIM İSLAMOFOBİ İLE MÜCADELEDE HİKÂYE ANLATICILIĞININ GÜCÜ 225 MODERATÖR

Ve şimdi de etkinliğimizin en sevdiğim bölümü olan soru ve cevap bölümüne gelmiş bulunuyoruz. Ama şunu söylemeliyim ki bugünkü konuşmalar gerçekten de büyüleyiciydi. Tüm panel konuklarımız için bir alkış daha alabilir miyim? Önce birkaç soru ile başlangıç yaptıktan sonra bu soruları izleyicilere açacağım. Her bir görüş için bir soruyla sınırlı kalmamızı rica ediyorum. Yani eğer sorularımızı kısa tutabilirsek daha iyi olur. Sırf şu nedenle etkili bir sunum yapmak ve mümkün olabildiğince çok sayıda sesin duyulmasını sağlamak istiyoruz.

WAJAHAT ALİ

Şimdi de bire bir görüşme için burada bulunmak zorundayız.

MODERATÖR

Burada bulunamayacağınızı mı düşünüyorsunuz?

WAJAHAT ALİ

Yorum yok.

MODERATÖR

Bu yüzden sanırım Wajahat sizinle başlayacağım. Bildiğiniz gibi siz kamuya mal olmuş kişiler ve bu kişilerin hikâyeleri hakkında birçok örnekten bahsetmiştiniz. Ama bizzat kendiniz de inanılmaz bir iş çıkardınız ve siz de sosyal medyada ön planda bulunduğunuz için kamuya mal olmuş birisiniz. Ve kendi hikâyelerinizi internetten paylaşmaktasınız. Artık sosyal medya güçlü hikâyeleri paylaşmak için kesinlikle aranılır hale gelen medya kanallarından biridir. Acaba; hikâyelerinizi paylaşırken “İslamofobiyle nasıl savaşıyorum?” tarzında bir düşünce ile özel bir strateji uyguluyor musunuz? Kendinizi ifade ettiğiniz belirli bir tarz var mı? Bu tür küçük bilgilendirme nüanslarının anlayışta etkili bir değişiklik yapabileceğini düşünüyor musunuz?

WAJAHAT ALİ

Evet çocuklar neler yapıyorsunuz bakalım? Sıkıldınız mı yoksa hâlâ hayatta mısınız? Sadece hayatta mısınız? Evet, gök gürültüsü bizleri kendimize getirdi. Yasser maşallah bize gök gürültüsü getirdiniz! Ve bu çok iyi bir soru. İnsanlar beğensin ya da beğenmesin sosyal medya iyi kötü medyanın bir çeşididir. Sosyal medya yeni bir yaşam alanı ve yeni dünyanın yeni dilidir. Ve sosyal medyadaki paylaşımlarımda stratejik davranmak zorun- dayım. Özellikle sosyal medya söz konusu olduğunda nasıl bilgi aktaracağımız konusunda hepimizin stratejik davranması gerektiğini düşünüyorum.

Kabul edelim ya da etmeyelim hepimiz dijital bir ayak izi bırakırız. Ve sosyal medyada bilgi aktarımı ile ilgili olarak bir ‘adap’ ve görgü eksikliği var. Bu gelişen teknoloji ile birlikte bizler de öğrenmekte ya da kendimizi buna uyarlamakta olduğumuz için hem iyiyi hem de kötüyü görebiliyoruz. Örneğin; artık çocuklar Snapchat, WhatsApp, Twitter ve Facebook’a erişebiliyorlar ve bu platform üzerinden paylaştıkları bilgiler hayatlarının geri kalan kısmında kendi aleyhlerine kullanılabilir. Bazen, iş İsrail-Filistin çatışmasına ya da Bosna’da yaşa- nanlara ya da başkanlık seçimlerine geldiğinde insanlar o kadar yoğun duygulara kapılmaktadır ki yaptıkları paylaşımların ya da retweet yaptıkları iletinin sonsuza kadar orada kalacağını fark edememektedirler. Ve bazen insanlar bir şeyi tweet’leyip sonra da onu siliyorlar. Bunun hiçbir anlamı yoktur, çünkü birileri o mesajın ekran görüntüsünü kaydetmiştir. Bu yüzden hepimiz bunun üzerinde gerçekten düşünmeliyiz. Bazı bilgileri nasıl

226 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ aktardıkları ve hikâyelerini nasıl aktardıkları konusunda son derece stratejik davranması gerekenler sadece medyadaki insanlar değildir. Hepimiz orada ne tür hikâyeler paylaştığımız ve bunu nasıl yaptığımız konusunda artan bir biçimde stratejik, aklı başında ve uyanık davranmak zorundayız.

Şu an insanların benim hakkımda bilmedikleri bir şey de benim Fremont, Kaliforniya’dan gelmekte oldu- ğumdur. Ve insanlar şöyle diyorlar: “A nasıl oldu da El-Cezire Amerika’ya girebildin? The New York Times’ı işletmeye nasıl başladın?” İşin aslı şudur: Fazla alçakgönüllü olmayacağım. Yunan arkadaşım Aristotle ile tanı- şıncaya dek Güney Asyalıların alçakgönüllülük konusunda küresel şampiyonluğu kazanacağına inanırdım. Bu inanılmazdı. Bir Güney Asyalı olarak, “Bu adamın damarlarında Pakistanlı kanı var” diyorum. Ama bildiğiniz gibi ben alçakgönüllülük yapmıyorum. Yaklaşık 15 yaşımdayken yazmaya başladım. Fremont, Kaliforniya’da yaklaşık 13 yıl önce kariyerime başladım. Ve sahip olduğum tek şey - gerçek hikâye - bozuk bir Fujitsu dizüstü bilgisayardı ve bu bilgisayar o kadar bozuktu ki ölmek üzere olan biri gibi “Grrrrr” diye ses çıkarırdı.

Çocuklar sizin hiç dizüstü bilgisayarınız oldu mu? Ve benim Wi-Fi’m bile oldu. O günlerde can çekişen Fujitsu dizüstü bilgisayarıma bağlı olan çirkin, büyük ve sarı bir internet kablom vardı. Bu yüzden benim tüm kari- yerim kelimenin tam anlamıyla ailemin yatak odasından başladı, çünkü mezun olmuş bir avukattım ve 2008 ekonomik krizinden sonra iş bulamamış olduğumdan evimde oturup makaleler yazıyor, yeni medya üzerinden yayınlıyordum. Özellikle dikkat ettiğim şey - ki herkese de bunu tavsiye ederim - uzun vadeli kazanım üze- rinde düşünmek, mümkün olabildiğince otantik olmaktı. Siz de sosyal medyada göründüğünüz kişi olmaya dikkat etmelisiniz. Birçok insanın Facebook ya da Twitter’da çoğu zaman yapmakta olduğu gibi aslına uygun olmayan bir imaj taşırsanız ve özellikle de toplum tarafından bilinen bir insan olmak istiyorsanız, sonunda birisi sizin gerçek yüzünüzü ortaya çıkaracaktır. Ve sonunda görünüşe göre herkesin çok hızlı bir biçimde yükseldiği sosyal medyada bir sahtekâr olduğunuz açığa çıktığında, düşüşünüz de tıpkı bir tweet kadar hızlı olacaktır. Çocuklar hâlâ benimle misiniz?

Dolayısıyla yapmaya çalıştığım şey özel bir dikkat göstererek mümkün olabildiğince otantik olmayı denemekti. İnsanlar bana “Facebook ve Twitter’da yaptıklarına bakılırsa kişilik olarak olgunlaşmamış birine benziyorsun!” dediklerinde aslında bana istemeden iltifat etmiş oluyorlar. İkincisi bir Müslüman olarak; resimler ve medya ve algılama hakkında konuştuğumuzda bende kaybolan bir şey yoktur. Ben bunu tüm toplumu kapsayacak biçimde yaptım. Yaklaşık 5 yıl önce bir tür bilinç sıçraması yaşadım. Buradaki akranlarımızın birçoğu gibi ben de yazmaya 25 veya 26 veya 27 yaşımdayken başladım. Çok ciddiyim. Bilirsiniz sıklıkla dış politika hakkında konuşursunuz, İslamofobi hakkında konuşursunuz, ırk hakkında konuşursunuz ve her zaman ciddi olmak zo- rundasınız. Çünkü akademisyenler ciddidir ve özellikle de üç heceli bir isimle, yani ‘Wajahat’ ismiyle Pakistanlı bir aileden gelen bir Müslüman olarak ciddiye alınmak için bir akademisyen olmama gerek yok.

Ve şahsi hikâyemi, şahsi görüşlerimi arka planda tuttum, çünkü son derece mütevazı bir biçimde kendi kendi- me: “Ben kimim? Sadece Fremont, Kaliforniya’dan gelen patlamış internet kablosu olan biriyim. Niçin birinci şahıs olarak kendimi ön plana çıkarayım ki? Benim fikrim kimin umurunda?” Fakat kişisel görüşlerim, ailem, karım, çocuğum, basketbol - ki beni takip eden herkes Golden State Warriors takımının kaybetmesinin beni ne kadar üzdüğünü bilir - video oyunları ve özellikle de mizah hakkında konuşmaya başladığımda gitgide bir değişiklik görmeye başladım. Şaşıracaksınız, ben New York’tayken son derece sofistike, iyi niyetli, zararsız, Sarmaşık Liginde eğitim görmüş bir yayıncı kurum temsilcisi bana dalkavukluk ederek mizah ve taşlama yap- mış olduğum makalelerimden birini okuyarak ve bir yandan da beni ahtapot ızgarasıyla ve deniz levreğiyle besleyerek bana şöyle dedi: “Ahtapot ızgarası inanılmaz.” Bana baktı ve ben hiçbir şey söylemediğim halde bir monoloğa girişti. Şöyle dedi: “Biliyorsun, senin makaleni okuyordum.” Ve ben de “Vay be! Eğlencelidir. Ha! Müslümanlar eğlenceli olabilir”. Ve sonra kendi kendime şöyle düşündüm: “Müslümanlar niçin eğlenceli ola- masın? Müslümanlar da insandır”. Ve şöyle düşündüm: “Fakat sen bir insansın ve ben de bir insanım. Ve Müs- lümanlar bir mizah duygusuna sahiptirler, ama Müslümanları gördüğümde bunun hakkında düşünmüyorum.”

4. OTURUM / 2. KISIM İSLAMOFOBİ İLE MÜCADELEDE HİKÂYE ANLATICILIĞININ GÜCÜ 227 Kudüs’teyken bir konferans salonu dolusu alime hitap etmiştim. Ve bu kişiler crème de la crème (kaymağın kaymağı) gibi İsrail’in, Museviliğin, Siyonizm’in tanınmış alimleriydi. Daha sonra yanıma geldiler ve bana söy- ledikleri ilk şey - ve hiç de kaba olmak gibi bir amaçları yoktu - “Müslümanların eğlenceli olabileceğini bilmez- dik” oldu. Ve ben buna alınmadım. Bunu söylememin nedeni, insanların, çoğu zaman da Müslümanların, kötü niyetli olmayan birçok kişi için İslam’ın ve Müslümanların uyumlu imajını hafife almaktadır.

Ben bunu dile getirmek istiyorum. Çoğu insan kötü niyetli değildir. İnsanların bu önyargılı nefretle birlikte doğduğunu düşünmek son derece basittir. Şahsi görüşüm, araştırmalar ve araştırmacılar çoğu kişinin aslında bilgisiz olduğunu göstermektedir. İnsanlar işin aslını bilmezler. Eğer IQ’su 130 olan birine kendilerini ne kadar zeki ya da aydınlanmış olarak düşündüklerine bakmaksızın İslam’a ve Müslümanlara asık suratlı, kızgın bir ‘Öfkeli Çocuk’la aynı imajı verirseniz, süregelen imaj ne olacaktır?

Ve son derece stratejik bir şey yaptım. Bir süredir bunun hakkında düşünüyordum, çünkü nefret ediliyordum. Bu anlatacağım son şey olacak. Sosyal medyada, sosyal medya derken Facebook hesabımdan yaptığım bir konuşmanın başlığını paylaşmıştım. Ve Amerika’daki akademisyenler “Sofistike bir Avrupalı dinleyici önünde Avrupa’ya gidiyorsun. Onlar mizahın değerini bilmezler. Bizi bağırlarına basmazlar; ciddi ol!” dediler. Bir süre düşündükten sonra şöyle dedim: “Bak ne diyeceğim? O dediğinin canı cehenneme! Sadece kendim olacağım. Ölene dek bu yolda yürüyeceğim. Kendim olacağım ve otantik olacağım. Avrupalı dinleyicilere olan inancımı koruyacağım.” Ve ben bunu dünya turu yaptığımda Princeton’dan Yale’ye ve Ebu Dabi’ye giderken buldum ve kendim oldum. Sözlerime mizah katıyorum, çünkü bu benim kişiliğimin bir parçası. Bu sadece mesajın daha hoş karşılanmasını sağlamakla kalmıyor aynı zamanda söz konusu olan bugünün ve bu çağın gayrimüslimleri olduğunda bir insanın hem cesur bir biçimde Müslüman, hem cesurca Amerikalı hem Pakistan göçmenlerinin oğlu ve hem de buna rağmen hazırcevap ve muzip olabilmesi çoğunlukla insanlar için inanılmaz bir deneyim oluyor.

Ben bunu aktarmaya çalışıyorum. Bunu sosyal medyaya taşıdım. Son olarak bahsetmek istediğim şey şu: Pu- litzer ödülüne aday gösterilmiş olan ve ana akım bir yayın kuruluşu için yazılar yazmakta olan bir gazeteci, bayan bir gazeteci var. Bu hanımefendi bana röportaj için bir e-posta gönderip şöyle dedi: “Amerika’da yaşayan beyaz bir kadın olarak, sosyal medyada kendinizi bu kadar özgüvenle ifade etmenizden çok etkilendim.” Ve ben de şöyle dedim: “Gerçekten mi? Bazı Müslümanlar benden nefret ediyorlar.” Maşallah herkes benden nef- ret ediyor. Ve şöyle devam etti: “Sizden niçin nefret etsinler? Gerçekleri kişiliklerle, kişisel öykünüzü İslam’la karıştırarak sunmanızın çok harika bir şey olduğunu düşünüyorum. Mahcup değilsiniz ve mizah yeteneğinizi kullanıyorsunuz. Mizah yapmaya devam edin! Beyaz bir kişi olarak, size onun daha fazlasına ihtiyacımız oldu- ğunu söylüyorum.” Ve işte benim sosyal medyada uygulamaya çalıştığım strateji budur. Nefret güdenlere karşı tepkisel olmamaya çalışıyorum.

Burada kimin trolleri var? Size sosyal medya trolleri ile ilgili son bir tavsiye vereyim. Burada kimin trolleri var? İşte size bir tavsiye... El Cezire Amerika için bir sosyal medya uzmanı olarak çalışmıştım; gerçi bunun ne anlama geldiğini bilmiyorum. Görmemezlikten gelmek bir yanıttır. Bunu tekrarlayayım: Görmemezlikten gelmek bir yanıttır. Birçok kimse “Ama o bana pasaklı kafa dedi! Cevap vermem lazım!” diye düşünüyor. Hayır, cevap vermeniz gerekmiyor. Çoğu zaman hayatınızdan saatleri buna ayırıyorsunuz. Görmemezlikten gelmek bir yanıttır, özellikle de Twitter ve Facebook’ta. Ve Twitter’da ne yapabileceğinizi biliyor musunuz? Engelle- meyin; sesini kısın! Twitter’da bir “Ses Kısma” seçeneği var. İki gün boyunca insanlar bana Twitter’da nefret kustu. Gülebileceğimi keşfettim gitti. Şöyle dedim: “İki gündür bana nefret kusuyorsunuz ve ben oralı bile olmadım”. Facebook’ta arkadaş listenizden çıkarın! Son olarak mizaha geri dönmek istiyorum... Özellikle eğer bir Müslümansanız, İslamofobikler sizden nefret ederler. Brexit’le ilgili bir yorum yapmıştım. Şöyle demiştim: “Aman tanrım! Görünüşe bakılırsa Brexit ırkla ilgili bir şey değil. Twitter’ımın ne yediğine bakmanız yeterli”. İnsanların benim hakkımda söylediklerine bakın. Yani ben İngiltere’de bile yaşamıyorum ve insanlar “Ülkene

228 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ geri dön! Defol git buradan!” diyorlar ve ben de “Amerika’ya dönmek mi? Kesinlikle. Ama Brexit’in ırkla ilgisi yok çocuklar.” Bugs Bunny gibi mizah yapıyorum, beni hayal kırıklığına uğratmıyor. Ve sonra birisi şöyle diyor: “Dışkı ye ve geber!” Ben de “Öneriniz için teşekkür ederim. Bir başlangıç olarak bunun hakkında düşüneceğim” diyorum. Sosyal medya trollerine karşı yanıt olarak mizaha başvurmak, özellikle bir Müslümansanız ve derini- zin rengi farklıysa, trollerin anlattıklarını ve kendilerini akamete uğratacak ve boş yere kürek çektiklerini hayal kırıklığı içinde görmelerini sağlayacaktır. Siz Bugs Bunny deyin onlar Yosemite Sam desinler. Siz jujitsu yapın ve onlar da sizin için açtıkları deliğin içine düşsünler. Umarım bunlar yardımcı olmuştur.

MODERATÖR

Dile getirdiğiniz eleştirilere kaldığımız yerden devam ediyoruz. Rana, siz kendinizi son derece uluslararası bir konuma koymaktasınız. Batıda ve doğuda birçok farklı ülkeye gidip gelen birisiniz. Ve örneğin evrim gibi bilimsel görüşler paylaşıyorsunuz. Wajahat Müslüman topluluğun bu konuda bazı eleştirileri olduğundan söz etmişti. Bu eleştirilere karşı yaklaşımınız nedir?

RANA DAJANİ

Bu harika bir soru. Sizin de söylemiş olduğunuz gibi her iki dinleyici kitlesinden de aldığım eleştirileri karşıla- ma yöntemim onları kucaklamak oluyor. Onlara şöyle diyorum: “Bu harika bir eleştiri. Bunu paylaştığını için teşekkür ederim. Hepimiz öğrenmek için buradayız.” Ve onları gerçekten de dinliyor ve eleştiride bulunma cesareti gösterdikleri için onları tebrik ediyorum, çünkü bu onların düşündüğü anlamına geliyor. Onlara hüsnü zanla yaklaşıyor ve konu hakkında düşündüklerini, akılcı olduklarını ve gerçekleri bildiklerini varsayıyorum. Eğer meseleyi halledebilirsek hallediyoruz ve durumu açıklıyorum.

Ama eğer bu çok uzun süre alırsa, onları sadece onlara kulak vermiş olduğum ve açık biri olduğum gerçeğiyle bırakıyorum. Çünkü ben İslam’ın çeşitliliği takdir ettiğini söylüyorum. Sizin fikriniz size, benim fikrim bana ve bu güzel bir şey. İşte ileri gidebilmemizin yolu budur, bu evrimdir. Gelişimin meydana gelebilmesine izin veren şey çeşitliliktir. Benim düşünceme göre her şeyi yargılamaksızın kabul etmek İslam’ın özüdür. Yargılamamalı- yız. Sanırım sorunlarımızdan biri de bu; sürekli diğerlerini yargılıyoruz ve onların samimi olup olmadıklarını bildiğimizi varsayıyoruz. Onlar samimi olabilirler. İşte ben eleştirileri böyle karşılıyorum.

MODERATÖR

Bu büyüleyici bir yanıt; eleştiriye evrimle karşı koymak! Yasser, sizinle ilk karşılaşmam bir YouTube videosunda oldu. CNN röportajı virüs gibi yayılmıştı. Sizin bu röportajda karşılaştığınız şey görülmemiş bir şey değildi. Sizin de bildiğiniz gibi Fox News ve CNN tarafından, hatta İngiliz medyasında BBC vesaire tarafından bu tür hikâyelerle, sorgulamalarla bombardımana tutulmuştuk. Gerçekten de eleştirilere kulak asmamayı kişisel ola- rak nasıl başarıyorsunuz?

YASSER LOUATI

Bu yanıt vermesi oldukça karmaşık bir soru, dünyayı değiştirmek gibi şeyler yapmak için düşmanlıklara ya da muhalefete göğüs gererek toplumsal bir tavır aldığınızda; tuhaf gelebilir ama bir görev duygusuna sahip olmak zorundasınız. Bu tam olarak bir şeyler yapmak için burada olmanıza benziyor. Kendinize “Bunu yapmak isti- yorum” demeyin, tersine “Yapmak istediğim bazı şeyler var” deyin. Şu halde eğer onurunuz için savaşıyorsanız, adalet için savaşıyorsanız; o zaman bu amaca varmak için gereken her şeyi yapacaksınız. Ve bu, neyi deneyim- lediğinizi ve neyin içine atıldığınızı bildiğiniz için bir güven duygusunun gelişmesiyle sonuçlanır; önünüzdeki kişi belki ister belki istemez ama bunu kabul etmeyi istemez.

4. OTURUM / 2. KISIM İSLAMOFOBİ İLE MÜCADELEDE HİKÂYE ANLATICILIĞININ GÜCÜ 229 O röportajdaki o sahne hakkında konuştuğunuzda, dürüst olmak gerekirse, iki gün boyunca uyumadım. Ve videoya bakarsanız, cehennem gibi görünüyorum. Kravatım aynen böyleydi ve gözlerim koyu siyahtı. O rö- portajdan neredeyse hiçbir şey hatırlamıyorum. Gerçekten hatırlamıyorum. Twitter’dan İrlandalı bir vatandaş, Jim Early bu videoyu gönderdi ve “Yasser, neler olduğuna bir bak. Bu yüzden Twitter sana öfkesinden deliye döndü.” Ben de “Aman tanrım!” dedim ve sonra da AJ+ video geldi. Yani oralara gitmek istiyorsanız - ki Waja- hat’a tam olarak katılıyorum - samimi olmak ve sonra da başarmak istediğiniz şeyi başarmak için gerekli araç- ları kendinize vermek zorundasınız. Ve elbette bu iyi bir niyetten kaynaklanmalıdır, yani bu ötekilere duyulan nefretten değil sevgiden kaynaklanmalıdır. Çünkü eğer işinize ötekilerden nefret ederek başlarsanız ya da bir çeşit düşmanlığı ifade etmek ya da kötülüğü kötülükle bastırmak isterseniz, çok açılırsınız ve bu süreç içinde kendinizi öldürürsünüz.

Yine, dolayısıyla bu derinlerden gelmelidir. Ve sonra da kendinize bunu yapmak için gerekli araçları vermeli- siniz. Okuyun. Yalan söylemediğinizden emin olun. Az önce Wajahat’ın da söylemiş olduğu gibi; bilmediğiniz bir konu hakkında konuşmayın. Deneyim sahibi olmadığınız bir alana girmeyin. Bazen öyle olur ki İslam hakkında bilgisi olmayan biri gelir ve size “İslam’ı bu ya da şu biçimde değiştirmemiz gerek” der. Ben asla gidip de kız kardeşime basketbolla ilgili olarak: “Hey! Biliyor musun? Birkaç gündür Shaq’ı izliyorum ve bence onu tanıman gerek” demem. Basketbol hakkında çok şey bilmiyorum, ama her bir insanın özel bir tarafı vardır. Bu özel tarafınızı geliştirerek, teorik bilginizi artırarak ve diğerlerine ulaşarak, sonunda olaylarla yüzleşmek ya da sizin deyişinizle eleştirilere kulak asmamak için gerekli donanıma sahip olursunuz. Ama yine de elbette sabır büyük bir ödül gibidir. Bu bir nebze olumsuz gibi durabilir, ama bir noktada yaptıklarınızın sonuçlarını göre- cek kadar uzun yaşamayabileceğiniz gerçeğini kabul etmek zorundasınız.

MODERATÖR

Akıl dolu sözler... Teşekkür ederim Yasser! Indira... Cuma günü burada mıydın emin değilim ama zirvenin açılış oturumunda İslamofobik bir klişeyi değerlendirirken Müslüman kadınların Müslüman erkeklerden ko- runmak için neye ihtiyaçları olduğunu beyaz erkeklerin kendilerine söylemesine ihtiyaçları olmadığını tespit ettiğimiz anlar yaşandı. Siz son birkaç yılınızı spor alanında başörtüsü giymek isteyen kadınların haklarını savunmakla geçirmiş birisiniz. Siz bu klişeyle nasıl savaşırdınız? Çünkü eminim ki siz de muhtemelen bunu tecrübe etmişsinizdir.

İNDİRA KALJO

Harika bir soru! Ben de tam bununla ilgili bir tartışma yapıyordum. Türkler inanılmaz insanlar ve gerçekten de başörtüsünü destekliyorlar. Bu meseleyi Türkiye’de Spor Bakanı ile tartışıyordum ve ona söylediklerim şuydu: “Küresel olarak Müslüman kadınların genellikle erkekler tarafından onlara dayatılan görüşleri benimsemekte olması oldukça ilginç.” ‘Beyaz erkekler’ demiyorum, çünkü FIBA federasyonunun birçok yöneticisi ne beyazdır ne de erkek. Ama bizim kararlarımız bir erkek tarafından verilmekte. Yani bir kadın olarak, Müslüman bir kadın olarak - ki ben Elhamdülillah başörtüsü giyiyorum - hâlâ adeta bir erkeğin egemenliği altında olmak zo- runda olmam ilginç bir durum. Ben onun görüşlerinin egemenliği altındayım. Ben onun kararlarının egemen- liği altındayım. O ne düşünüyor? Sponsorlar buna onay verecek mi? Taraftarlar buna onay verecek mi? Onlar bize sormuyorlar. Bunu onaylayıp onaylamadığımızı ya da atletlerin bunu onaylayıp onaylamayacaklarını bize sormuyorlar. Başörtüsü takarak bir basket sayısı yapabilir miyiz? Başörtüsü takarak bir basket sayısı yapamaz mıyız?

Ve sonra spor dışında da, günlük yaşamın içinde de durum bundan farklı değil. Kararları hiçbir insan evladı vermemeli. Benim görüşüme göre, tüm başörtülüler için söyleyebilirim ki bizim kişisel gerekçelerimiz ve ken- dimize ait nedenlerimiz var. Peki ya sizin nedeniniz ne? Sizin belki başörtüsü giymememiz için bir nedeniniz

230 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ mi var? Bizim başörtüsü giymek için bir nedenimiz var. Ve hepimiz birbirimizin görüşlerine saygılı olmalıyız ve ister bir erkek olsun ister bir kadın olsun ama özellikle başörtülü bir kadına bu tür engeller koymamalıyız.

MODERATÖR

Teşekkür ederim. Profesör Aristotle, size geliyorum; sırf size varoluşsal bir kriz yaşatmamak için sizi sona bıraktım ama bizim için en az diğerleri kadar önemlisiniz. İslamofobinin imgelemde ve söylemde görünmez bir biçimde büyüdüğü anlardan bahsetmiştiniz. Aslında sizden ana akımın yerini tam olarak tespit etmenizi istemiyorum, ama son zamanlarda, görünmez olanın görünür bir hal aldığı Brexit kampanyası ve bunun gibi konularla ilgili olarak rastlamakta olduğunuz kıyıda köşede kalmış bazı örnekler olabilir. İslamofobi artık tanı- nıyor ve etkisini hissettiriyor. Belki haber medyasından birkaç örnek biliyorsunuzdur?

ARISTOTLE KALLIS

Size söyledim. Ben pasif bir karamsar değil kalifiye bir eylemciyim. Ama sizin beni bunun dışına çekmeye çalıştığınızı biliyorum ki bu çok iyi. Ve berbat bir hikâye anlatıcısı olduğumu daha önce söylemiş olmalıyım. Konuşmamın başında size ikinci afişin diğer yüzdelik dilimi hakkında konuşacağımı söylemiştim ama bunu yapmadım ve asla yapmadım. İnsanların %45’i ilk afişi bağnaz ve kabul edilemez buldu. Yani 100 kişiden 14’ü onu kabul edilemez buldu. İkinci afiş ülkeye giriş yapan 70 milyon kişinin adımlarını kapsıyordu. 86 kişi bu- nun bir sorun olmadığı görüşündeydi. Şu halde durum sizin sorduğunuzun tam tersidir, ama bunu söylemek zorundaydım. Bunu belirttikten sonra şimdi yüzde 45’e dönmek istiyorum.

Yüzde 45’lik kesime dönmek istiyorum çünkü bu kadar çok kişinin buna benzer bir şeyi okuduğunu görmek gerçekten de çok üzücüydü. Dolayısıyla, daha önce de defalarca dile getirilmiş olduğu için, insanların fazlaca mütevazı bir biçimde sansasyonel haberleri okuduklarını - akademisyenler de bunu oldukça sık yaparlar ve söylemek zorundayım ki buna benzeyen tüm otopsi analizlerini Brexit referandumundan biliyorsunuz - ve elbette diploması olanların kalmaktan yana, olmayanların ise ayrılmaktan yana oy kullandıklarını söylemek- le hiçbir şey kazanmayacağımızı düşünüyorum. Bu ne kadar tepeden bakan, tam olarak tepeden bakan bir anlayıştır böyle? Gördüğünüz üzere kimi zaman akademisyen de olabilen, bizim umduğumuzdan daha fazla okuyan insanlara hakkını vermemiz gerektiğinin farkındayım.

Dolayısıyla aslında İslamofobi’nin birçok yolla daha görünür hale geldiğini biliyorsunuz. Ama aynı zamanda henüz görünür hale gelmemiş olan şeyleri görünür kılma işinin muazzamlığı, bu devasa klişeleştirme, önyargı, potansiyel şiddet havzası - size sosyal medya hakkında çok şey söyleyebilirim, keşke sizinle iki ay önce tanışmış olsaydım - orta yerde durmaktadır ve bunun ikrar edilmesi gereklidir.

Karamsar bir hava yaratmak istemiyorum ki bu zaten benim karakterime de uygun değil(!). Bu daha görünür hale geliyor. Ama aynı zamanda, onun görünür hale geldiği için ikrar edilmekte olduğunu aslında hiçbir zaman söylememeliyiz. Çünkü ikrar edilmiyor. İkrar edilmiyor. Konuşulmasına konuşuluyor ama sonra onu acil du- rum gibi diğer şeylerin içine katıp hasıraltı ediyorlar. Aslında bu çok önemli bir husustur, çünkü acil durumun ya da her türlü acil durumun aslında söylediği şey şudur: “Evet, bunun doğru olmadığını biliyorum. Ama tüm bu sıra dışı zorunlulukları bir şeyi gerçekleştirmek için getirdik, bu nedenle unutun gitsin.” Ve işte asıl tehlike buradadır.

MODERATÖR

Evet, ihtiyatlılıkla da olsa olumlu geçti. Şimdi bu konuyu dinleyicilere açacağım. Sormak istediğiniz bir şey varsa, şu an süre sizindir. Oradaki beyefendi!

4. OTURUM / 2. KISIM İSLAMOFOBİ İLE MÜCADELEDE HİKÂYE ANLATICILIĞININ GÜCÜ 231 KATILIMCI

Benim adım Ari Şerif ve Avusturya Müslüman Gençliği’nden geliyorum.Bunu kendime saklayamıyorum, işte bu nedenle bu kısa yorumu yapmak istiyorum. Aslında bu bir soru değil. Çok fazla motive oldum ve bunun için teşekkür etmek istiyorum. Ve hemen söylemek isterim ki diğer insanların da benim gibi motive olduklarını ve ülkelerine, mensup oldukları kuruluşlara ve şirketlere döndüklerinde burada öğrendiklerini, bu motivasyo- nu ve bu iyimser konuşmaları kendi insanlarına götüreceklerini umuyorum.

Evet, şu an gerçekten de çok heyecanlıyım çünkü ne zaman bir şeyler yazsam unutuyorum. Evet... Birlikte bunun üstesinden gelebileceğimize ikna oldum. Umarım birlikte çalışırız ve İnşallah her şey yolunda gider. Teşekkür ederim.

MODERATÖR

Çok teşekkür ederim. Başka soru var mı?

WAJAHAT ALİ

Ben de ‘İnşallah’ diye eklemek istiyorum, bundan asla zarar gelmez.

KATILIMCI

Tüm konuşmacılara teşekkür etmek istiyorum. Gerçekten çok etkilendim. Sizler gerçekten de rol modelle- risiniz ve ben bunu çok sevdim. Gerek dünkü konuşmalarda gerekse bugünkü konuşmalarda Müslümanlar hakkında birçok yorum yapıldı. Ve bunların çoğu Müslümanların nasıl hoş ve iyi eğitimli insanlar, rol modelleri olarak gösterileceği ile ilgiliydi. Diğer yandan, beyaz insanlar Müslümanlar hakkındaki fikirlerini değiştirdik- lerini söylüyorlar. Bana gelince, ben spor hakkında hiçbir şey bilmem. Mizah yeteneğim de yok. Ben sıkıcı bir Müslüman kızın tekiyim ve aslında temel insan haklarımı kullanmak istiyorum. Bu yüzden tüm bu hikâyelere bakarak size Müslümanlar olarak büyük birer elçi olduğunuzu söyleyebilirim.

Fakat gerek Yasser’den gerekse de dünkü konuşmacılardan çoğunlukla duyduğum şey İslamofobinin Müslü- manlar olarak bizim sorunumuz olmadığıdır. Yani İslamofobi dediğimiz zaman “Oh! İşte Müslümanlar, hadi bundan söz edelim. Buradaki sorun nedir? Kendinizi nasıl ortaya koymalısınız?” demiyoruz. Bu daha çok mese- lenin diğer tarafıdır. Yani İslamofobi beyazlar için işin diğer tarafına benzemektedir. Bir sorununuz olduğunda, onu çözmek için gerçekten çalışmanız gerekir. Ve ben işin hikâye anlatma kısmıyla ilgileniyorum. Bu da esa- sında işin asıl kısmıyla bağlantılı, çünkü ben Filistinliyim ve benim köyümde şiddet karşıtı bir yürüyüş yaptık. Herkes “Vay be! Bu çok harika!” diyordu, ama sonra “Filistinliler daha önce de böyle şiddet karşıtı olsalardı ne vardı? Niçin bütün Filistinliler barışçıl yöntemler kullanmıyorlar?” demeye başladılar.

Açık konuşmak gerekirse, ben direnmekten, her türlü direnişten yanayım çünkü bu benim temel bir insani hakkımdır. Şu an barışçıl olmayı seçiyorsam bunun nedeni şu anki konumum gereği bunun en iyi seçenek olmasıdır ve barışçıl yöntemlerin mensup olduğum topluluk için en yararlı şey olacağını düşünmemdir. İşte benim benimsediğim fikir budur. Bu daha çok Müslümanların ne kadar iyi insanlar olduğunu göstermekle alakalı. Yani aslında kendim gibi fakir Müslümanlar hakkında konuşmak istemiştim. Benim yorumum budur.

MODERATÖR

Bunu Wajahat’a yönlendireceğim.

232 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ WAJAHAT ALİ

Adınız nedir?

KATILIMCI

İltizam Morar.

WAJAHAT ALİ

İltizam, yorumun için teşekkür ederim. Gerçekten güzel bir yorum. Amerikalı bir Müslüman olarak buna şöyle cevap vermek istiyorum. Birçok Amerikalı Müslüman aynı şeyi söylemektedir: “Sürekli beyaz dişlerimi göstererek, step dansı yaparak, herkes için kuzu çevirme yaparak, basketbol oynayarak, ringde boks yaparak gülücükler saçmak istemiyorum. Tek istediğim video oyunlarımı oynamak ve belki sosyal medyada biraz pay- laşımda bulunmak ve normal bir insan olmaktır.

Öylece oturup İslamiyet ve Müslümanlar, Kuran ve hadis, Şeriat, Hakeem Olajuwon ve Filistinliler ve Hamas, Hamas ve fetvalar, Şah Rukh Khan ve Bollywood hakkında Vikipedia’da gezinmek istemiyorum. Bu fazlasıyla yorucu bir iş. Ben de bir insanım ve bu işi yapmak istemiyorum. Ben yokum.” Bu birincisi.

İkincisi, insanlar şöyle diyorlar: “Ben bir kusursuzluk timsali olmak istemiyorum; bizler kusursuz değiliz.” Bu ifadelerin hiçbirine itiraz edemem. Bir şey yapmak zorunda mısınız? Hiçbir şey yapmak zorunda değilsiniz. Fakat bu sadece benim görüşüm. İçinde bulunduğumuz orantısız duruma dayalı olarak, çoğu zaman bir azınlık toplumu olduğumuz bir gerçektir; 500 yıldır Amerika’da olmamıza rağmen bu ülkede çoğu zaman sofistike bir konumda olmadığımız bir gerçektir; medyada kilit konumlarda olmadığımız bir gerçektir. Önemli yerlerde değiliz. Politikacılarımıza bakalım; Maşallah 9/11’den sonra kongreye girmeyi başarabilen sadece iki seçilmiş siyasetçimiz var. Hollywood’a gelince... Müslüman stüdyo müdürleri ve saire göremiyoruz.

Ve şimdi ise, beğenelim veya beğenmeyelim çok ihtiyatı olmakla birlikte iyimserim. Özellikle Brexit’le, özellikle Avrupa’yla, özellikle Amerika’yla ilgili trendlere bakacak olursanız, nativizm, yobazlık, korku ve hükümete karşı güvensizlik gibi derin sorunlarla ilgili olarak Müslümanların günah keçisi ilan edildiği köklü bir çirkinlik olduğunu görürsünüz. Ve Müslümanlardan nefret etmelerinin nedeni Müslümanları kullanmanın hiçbir siyasi, ekonomik ve kültürel bedeli olmamasıdır. Şu an LGBTI nefretinin bir bedeli vardır. Afrika kökenli Amerikalı- lardan nefret etmenin de bir biçimde bir bedeli vardır. Yahudi düşmanlığının bir bedeli vardır. Ama Müslüman- larla ilgili bir bedel söz konusu değildir. Ve tümüyle her şeyin dışında kalmayı - ki benim tepkim bunadır - ve uzaktan izlemeyi seçersek, sanırım kendimize zarar veririz. Ayrıca bu da birinci hususla ilgilidir.

İkincisi: durum gerçekten de berbat. Durum berbat. Şayet katılımcı ve izleyici olarak meydana çıkmazsak ve Doktor Rana’nın söylemiş olduğu gibi fazladan sabır, fazladan ataklık, biraz daha tutku göstermezsek; ayak- kabımıza tükürenleri bile eğitmek için fazladan çaba göstermezsek durum berbat olacaktır. Eğer siz dininizi, yücelik, ilham ve yol göstericilik için değil, bir kimlik özelliği olarak kullanırsanız o zaman herhangi bir so- kak çetesinden farkınız olmaz. Müslümanların rol modeli olmasına gelirsek bu konuda size katılıyorum. Ben insanlara her zaman Müslümanların kusursuzluk timsali olmadıklarını, bizim kıyamet günü savaşının elçileri olmadığımızı söylerim.

Sosyal medyada hikâye anlatmak konusunda Müslümanların yaptığı hatalardan biri de - ki ben de bundan dolayı her zaman nefretleri üzerime çekmişimdir - hikâyeler ve oyunlar yazdığım zaman insanların şöyle de- mesidir: “Nasıl olur da Müslümanları kusursuz göstermezsiniz? Sen bizi bir tür ırkçı gibi gösteriyorsun. Ve

4. OTURUM / 2. KISIM İSLAMOFOBİ İLE MÜCADELEDE HİKÂYE ANLATICILIĞININ GÜCÜ 233 bazılarımız hapse gitmiş ve bazılarımız hiç eğitim almamış gibi gösteriyorsun.” Böyle yapmamın nedeni gerçe- ğin bu olmasıdır. Bizler insanız, bizler insan evladıyız, bizim söyleyeceklerimiz var. Tıpkı çok sayıdaki göçmen gibi, derisinin rengi farklı olan çok sayıdaki insanlar gibi birçok Müslümandan söz ediyorum, çünkü bizim durumumuz çok orantısızdır, çünkü her taraftan kuşatılmış hissediyoruz. Eğer aileniz size şunu söylediyse eli- nizi kaldırın: “Daima gülümseyin. Beyaz dişlerinizi gösterin. Kusursuz görünmemizi sağlayın. Başınızı sallayın. Sorun çıkarmayın. Doğruca yolunuza gidin.”

Çocuklar bu sözleri daha önce duydunuz mu? Evet. Hiç kimse eşinden boşanmamıştır, herkes mutlu bir ailede yaşamaktadır. Bizde hiç çocuk düşürme olmaz. Evlilik öncesi hiç seks yapılmaz. Hiç homoseksüelimiz yoktur. Her şey mükemmeldir. Irkçılık diye bir şey yok çünkü İslam’da hiç ırkçılık yoktur.

Estağfurullah! Her şey mükemmel, değil mi? Kusursuzluk timsalleri... Ben buna isyan ettim ve size katılıyorum, çünkü bu sahte bir hikâyedir. Ve ilk yorumuma geri döneceğim. Dinleyiciler, özellikle de küresel dinleyiciler sahtekârlıkları hemen fark ediverirler. Dolayısıyla kusursuz Müslüman olmaya çalışırken aslında halkınıza köstek vuruyorsunuz; çünkü sizin ikna etmeye çalıştığınız insanlar “Bana sahte bir hikâye satıyorsunuz. Size inanmıyorum. Ben bunu yemem. Irkçılığı görüyorum, çirkinliği görüyorum, gettolaştırmayı görüyorum” diyor- lar. Söylediğim şeyi anlıyor musunuz? Ve bunun yerine insanlar sizin bir şeyleri sakladığınızı, aslında takiyye yaptığınızı söylüyorlar. Birçok kimse takiyyenin ne olduğu hakkında hiçbir fikre sahip değildir. Müslümanların çoğuna takiyye dediğinizde, bunu tako sanmaktadırlar. Tako çok lezzetlidir. Fakat birçok kişi takiyye yaptığı- nızı, dininizin size gerçek gündeminizi saklamayı emrettiğini söylüyor.

Bu yüzden bizim görevimiz İslam’ı sadece tek yönüyle göstermemektir, çünkü İslam’ın sadece bir tek çeşidi yoktur. Örneğin Amerikan tarzı İslamiyet diye bir şey yoktur. Ama Amerikalı “Müslümanlar” vardır ve Ameri- kalı Müslüman topluluklar vardır. Ben her zaman bunu söylerim. Var olan çok sesliliği göstermek zorundayız. Ve nihayetinde Yahudiler ve Amerika’daki Katolikler hakkında söyleyeceğim son şey budur. Bir Seinfeld vardır ve sonra da Ortodoks Yahudilik vardır. Reformcu bir Yahudi vardır ve JVP vardır. Birçok farklı ses mevcuttur; sadece tek bir ses ve tek hikâye yoktur.

Ve Amerika’daki birçok Müslüman bu hususta dehşete düşmektedir. Onlar şöyle demektedirler: “Ciddi misin? Homoseksüel Müslümanları kabul etmemiz mi gerekiyor? Ben de “Evet kabul etmeniz gerek!” diyorum. Diren- mek isteyen Filistinli Müslümanı kabul etmek zorunda mıyız? Evet zorundasınız! Muhacaba’yı kabul etmek zo- runda mıyız? Evet zorundasınız! Başörtüsü takmadığı halde dindar olduğunu söyleyen kadınları kabul etmek zorunda mıyız? Evet zorundasınız! Tek yolu budur: büyük İslam çadırı. Ve bu, bizim gibi anlatacak hikâyesi olan herkesin hikâyelerimizi anlatmamızı gerektirmektedir, ama söyleyeceğim son şey şudur ki yeniden izleyici olmaya güç yetiremeyiz. Durum berbat, evet. Ama eğer bizler kendi hikâyelerimizin kahramanı olarak ön plana çıkmazsak, bizim hikayemiz diğerleri tarafından bizim adımıza yazılmaya devam edecektir.

MODERATÖR

Tamam, işte bir başka soru daha.

KATILIMCI

Aslında bu bir soru değil, bu sadece yapmak istediğim bir yorum.

MODERATÖR

Sanırım biz burada soruları yeniden tanımlıyoruz.

234 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ KATILIMCI

Evet, her şeyden önce, bu oturumda ve bu zirvede harika performanslar ve güzel sunumlar ortaya koyan tüm konuşmacılara teşekkür ederiz. Fakat toplantı başkanlarımızı tebrik etmeyi unuttuk. Nabile, söyleyebilirim ki siz mükemmel bir toplantı başkanısınız ve sizi burada görmek de çok güzel. Ama ilk oturumda sadece Rana’yla konuşmak istemiştim. Rana, belki daha sonra konuşabiliriz. Adem ve ilk insanlar hakkında ne düşünüyorsun? Belki oturumdan sonra teorik olarak konuşabilirsin.

Bir hikâye paylaşacağım. Sizler oldukça başarılı hikâyeler paylaştınız. Yasser, Rana, Wajahat ve hatta Indira’yı kastediyorum. Ama şimdi sadece kendimden bir diğer hikâye anlatacağım. Ve bu o kadar da başarılı bir hikâye değil, ama müthiş bir şey yaptığımı düşünsem de normalde böyle bir şey yapmazdım. Ben Viyana Üniversite- si’nde bir öğrenciyim. Ve psikoloji tahsili yapıyorum. Psikoloji okuduğum yerde mevcut birkaç Müslümandan biriyim. Sürekli sınıflarda derslerimiz oluyor, sadece sınıftan içeri giriyorum, göze çarpıyorum, sessizce otu- ruyorum ve sadece profesör bir şey dediği zaman sorularımı soruyorum. Fakat bu kez bir profesör biz sınıfa girdiğimizde bir soru sordu. Kendinizi sınıf içinde nasıl konumlandırırdınız? Öğrencileriniz ve profesörler olarak sınıf içindeki grubunuza baktığınızda, kendinizi nerede görürdünüz? Yani herkes sınıfa giriyor ve bir daire oluşturup yüzlerini birbirlerine dönüyorlar. Ben de bu daireye sırtını dönen tek kişiyim ve böyle yaptığım için herkes allak bullak olmuş halde. Ve kendi hikâyelerini anlattılar. Aslında bir an ben de bundan hoşnutluk duydum. Ve birbirimiz üzerinde büyük bir etkiye sahip olduğumuzu düşündüm. Ama sonra kızlardan biri bana baktı ve şöyle dedi: “Niçin bize sırtını döndüğünü bilmiyorum.” Ben de o noktada şöyle dedim: “Çünkü sınıfa her adımımı attığımda kendi kimliğimden bir özelliğimi yitiriyorum. Bunu sadece kimliğimi geri kazan- mak ve sınıfa adımımı atabilmek için yaptım. Yani kimliğimi yitiriyor değilim ama bir Müslüman olarak şahsi kimliğimi görmezden geliyorum. Çünkü burada sizinleyken, sadece psikoloji hakkında konuşuyorum. Sadece sizin görüşlerinizi, sizin bakış açınızı görüyorum, kendi Müslüman bakış açımı değil.”

O anda, onların tümü daha önce duymadıkları bir şey söylemiş olduğum için adeta şok olmuşlardı. Profesör bana şöyle dedi: “Ne demek istediğini biliyorum. İlk kez bir Müslüman kızın burada bizim bilmediğimiz ve her zaman görmezden geldiğimiz bir şeyi söylediğine tanık oldum.” Yani o anda neyi başardığımı bilmiyorum ama bildiğim tek şey şu ki kendi konumuma sahip çıktım ve o sınıfta bir Müslüman olarak yerimi belli ettim ve görmezden gelinmek istemediğimi, kendi kimliğimi de görmezden gelmek istemediğimi, sınıfa Müslüman tarafımla, kadın tarafımla, psikolojik tarafımla ve sahip olduğum tüm kişisel özeliklerimle gelmek istediğimi belli ettim. O noktada öğrenciler bana baktılar ve şöyle dediler, “Kendinizi gösterdiğiniz için teşekkür ederim, burada bizimle birlikte olmanızdan çok memnunuz”.

Ben sınıftan çıktıktan sonra kimse bana gelmedi. Ama iyi bir not aldım. Yani en iyi notu ben aldım. Ve bundan sonra, küçük de olsa bir şeyi başardığımı hissettim; yani bu sizin başarı öyküleriniz gibi değil elbette, ama mensup olduğum topluluk adına bir şey yapmıştım. Ve bundan çok gurur duydum. Bu yüzden belki de bu si- zinle de paylaşabileceğim bir şey. Bunu arkadaşlarınızla paylaşın. Lütfen bir şeyler yapın. Yani siz değer verilen birisiniz. Hepinizin kendine ait görüşleri var ve görüşlerinizi anlatmanız yararlı olur. Benim yorumum budur.

MODERATÖR

Teşekkür ederim. Söylemeliyim ki kişisel hikâyeler duymak gerçekten de iyi bir şey. Soru sorma konusunda daha yaratıcı yöntemlere sahip miyiz? Pekâlâ, sanırım burada oturuma son vereceğim. Panelde bizimle birlikte olan herkese teşekkür etmek istiyorum. Bu insanların kendilerini halka açık bir biçimde ön plana koyduklarını ve birçok farklı trol başta olmak üzere nefretleri üzerlerine çektiklerini düşünüyorum. Duyduğumuz her bir sesten anlıyoruz ki tek bir formül mevcut değildir. Şahsen dinlediğim tüm hikâyeler adına katkılarınızdan do- layı teşekkür etmek istiyorum. Ve dinleyicilerden her bir konuğumuz için ayrı bir alkış istiyorum.

4. OTURUM / 2. KISIM İSLAMOFOBİ İLE MÜCADELEDE HİKÂYE ANLATICILIĞININ GÜCÜ 235 INDIRA KALJO

Organizatörlere ve hepinize buraya geldiğiniz ve hikâyelerinizi paylaştığınız için ‘teşekkür ederim’ demek is- tiyorum. Bu bizim için de çok şey ifade ediyor. Şahsen benim için çok şey ifade ettiğini biliyorum. Eğer sizler gelmemiş olsaydınız konuşacak kimsemiz olmayacağı için teşekkür ederim. Çok teşekkür ederim.

WAJAHAT ALİ

Cevabi zamanı!

236 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ 4. OTURUM / 2. KISIM İSLAMOFOBİ İLE MÜCADELEDE HİKÂYE ANLATICILIĞININ GÜCÜ 237 238 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ SONUÇ BİLDİRGESİ

İSLAMOFOBİ ZİRVESİ SONUÇ BİLDİRGESİ 239 SONUÇ BİLDİRGESİ

Bizler Avrupa genelindeki Müslüman karşıtı nefret suçlarıyla ve İslamofobiyle mücadele eden 18 kuruluşun temsilcileri olarak; Avrupa genelindeki Müslüman karşıtı ayrımcılığa, yobazlığa ve retoriğe karşı mücadelemize olan bağlılığımızı bir kez daha teyit etmek isteriz. Avrupa’nın kendi iradesiyle ilan etmiş olduğu liberalizm, çoğulculuk ve hoşgörü değerlerinden uzaklaşma tehlikesi altında olduğuna inanıyoruz. Nitekim İslamofobi Av- rupa toplumu ve değerleri için bir tehdidi temsil etmektedir ve Avrupa’nın kendi ilkelerinden kesin bir kopuş niteliğindedir. Özellikle de, Avrupa içinde şu an hüküm sürmekte olan siyasi ve ekonomik belirsizlik sürecinin, bilhassa İngiltere’nin AB’den ayrılmak için referandum kararı alması ve Avrupa genelindeki aşırı sağın yükselişi göz önüne alındığında bir bölünmüşlük, korku ve yobazlık iklimini şiddetlendirmekten başka bir etki göster- meyeceğinden endişe etmekteyiz.

Böyle zamanlarda bizler tüm yobazlık ve ayrımcılık mağdurlarıyla omuz omuza vereceğiz. Nefretin ve önyargı- nın tüm biçimleri aynı yapıyı ve ideolojik zehirlenmeyi paylaşmaktadır. Bu itibarla bizler, İslamofobi sorununa ve tüm diğer ayrımcılık biçimlerine verilebilecek her türlü kapsamlı yanıta esas teşkil etmek üzere ayrımcılığın ve önyargının tüm biçimlerine karşı topluluklar arası diyalogu ve birliği savunmaktayız. Bizler gerçek bir hoş- görü ve bir arada yaşama ruhuyla Avrupa halkları arasında diyalogun ve anlayışın geliştirilmesinden yanayız. Avrupa ülkelerindeki hükümetlerin, siyasetçilerin ve sivil toplumların Müslüman karşıtı nefret suçlarındaki, retorik ve yobazlıktaki devasa artışa karşı önlem olarak şu adımları atmasını ısrarla talep etmekteyiz:

1.İslamofobinin Avrupa genelinde ve AB özelinde bir nefret suçu kategorisi olarak belgelendirilmesine yönelik çalışmaların iyileştirilmesi ve artırılması. Ek olarak Müslüman karşıtı nefret suçu, böyle bir uygulamanın hâli- hazırda mevcut olmadığı ülkelerde ayrı bir nefret suçu kategorisi altında kayıt altına alınmalıdır.

2. Dinsel kimlik temelinde ayrımcılık yapan politikalara karşı çıkılması ve etkin bir biçimde muhalefet edilme- si. ABD başkan adayı Donald Trump ve Slovakya Başbakanı tarafından Müslüman göçmenlerin ülkelerine giri- şini yasaklamak için yapılan son siyasi açıklamalar, küresel bir dini topluluğun toptan damgalanması anlamına gelmektedir ki bu tür bir davranışın 21. yüzyılda yeri olmamalıdır.

240 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ 3. Toplumun daha geniş kesimlerinin İslamofobinin neden olduğu zarar hakkında bilgilendirilmesine yardımcı olacak toplumsal farkındalık kampanyalarının başlatılması ve desteklenmesi. Bu kapsamda Avrupa ülkelerin- deki Müslüman azınlıkla sıkı bağlar kurularak onların İslamofobi ile mücadelelerindeki deneyimlerini teşhir edebilmeleri ve bu nefretin ve ayrımcılığın neden olabileceği devasa bedeli toplumun daha geniş katmanlarına gösterebilmeleri sağlanmalıdır.

4. İslamofobiyle mücadele etmeye yönelik projelerin kamu finansmanının artırılması.

5. Müslüman topluluğa dayanışma ve destek açıklamaları yapılması.

6. Müslümanların yaşam alanlarına, dini binalara vb. yönelik güvenlik önlemlerinin artırılması.

7. Nefret suçları da dahil olmak üzere mevcut AB mevzuatının ve eşitlik ilkesinin daha etkili bir biçimde uy- gulanmasının sağlanması.

8. AB tarafından eşit muamele teklifinin kabul edilmesi.

9. Başörtüsü giyen kadınların maruz kaldıkları sivil hak ihlalleri daha güçlü bir biçimde ele alınmalıdır.

10. İş piyasasında Müslümanlara, özellikle de peçe takan kadınlara karşı uygulanan ayrımcılık tanınmalıdır ve bu sorunun çözümüne yönelik ciddi adımlar atılmalıdır.

11. Hükümetler tarafından, dini azınlıkların inançlarını ortaya koyma haklarına okulda ve işyerinde saygılı olunmasını sağlayacak bir politika taslağı düzenlenmelidir.

İSLAMOFOBİ ZİRVESİ SONUÇ BİLDİRGESİ 241 242 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ İSLAMOFOBİ ZİRVESİ SONUÇ BİLDİRGESİ 243 244 AVRUPA İSLAMOFOBİ ZİRVESİ