Sayı: Kış ’11/15

Cumhuriyet’in ekonomiye kazandırdıkları Etem Çalışkan’ın fırçasından Atatürk Baba Zula: Modern zaman dervişleri Süleyman Saim Tekcan 50. Yıl Retrospektifi Fulya Sanat 2. yılına merhaba dedi u sayımızda bin bir zorluk ve imkânsızlık içinde kurulan Tür- kiye Cumhuriyeti’nin toplumu geri kalmışlıktan kurtarmak için verdiği ekonomik mücadelenin ayrıntılı bir öyküsünü Tarihe bulacaksınız. Aslında bir öyküden çok, ekonomik kurtuluş programı demek daha doğru.

BBu sayıya bu denli rakamlı, ispatlı bir yazının denk gelmesini de “tarihin intika- özenle mı” olarak yorumlamak yanlış olmaz. “Cumhuriyet’in ekonomiye kazandırdıkla- rı” başlığı ile sunulan yazıyı ibretle okuyacağınıza inanıyorum. bakmak İnanıyorum, çünkü sömürge taşeronlarının ve yobaz ideologların Cumhuriyeti- mizden ve onu kurup ilerleten kadrolardan intikam almak ister gibi, yalan-dolan ve dedikodu ile yaratmaya çalıştıkları “sahte yeni tarih” arayışlarına tokat gibi bir yanıt bu. Okudukça, fakruzaruret içinden, nasıl ayakları üstünde duran, onurlu ve kendine yeterli bir toplum inşa edildiğini anlamak mümkün. Ve bir kez daha Cumhuriyet’in ideallerine neden sıkı sıkıya sarılmamız gerektiğini anlatan; başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere devletimizi kuran kadrolara -gündelik si- yasete alet etmeden- neden sonsuz bir saygıyla bağlanmamız gerektiğini bel- geleyen bir yazı bu.

02 B+ KIŞ Ek olarak hoş bir rastlantıyla Akaretler’de yeni açılan “Akaretler Mustafa Kemal met etmekten yorulmayacağız. Bunu bir onur olarak, bir sorumluluk ve var olma Müzesi”ni de sizlerle paylaşacağız bu sayıda. Yine yıllardır Mustafa Kemal tab- gerekçemiz olarak sürdüreceğiz. loları çizmekten yorulmayan, Atatürk’ün ünlü Nutuk’unu da güzel el yazısı ile ye- niden üreten Etem Çalışkan’ın çalışmalarını albüm sayfalarımızda bulacaksınız. Aslında bizleri kentlilerimizle buluşturan şey sadece aynı zamanı ve mekânı paylaşmak değil, bu yazının ilk satırlarında ifade edildiği gibi koca bir yaşamı Bütün bunlar, bu özel birikimler elbette bize yeniden düşünme şansı verecek. dolu dolu Cumhuriyet değerleri ile yaşamak ve yolumuzu Mustafa Kemal Ata- Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet kazanımlarının kolay vazgeçilecek değerler ol- türk ışığı ile aydınlatmaktır. madığını, çok hızlı ve çoğu noktada anlamsız değişmiş olsa da, modern haya- tın ve küresel kapitalizmin dayattığı yeni egemenlik biçimlerini sorgulama şansı Cumhuriyetimizi armağan edenlerin önünde saygıyla eğiliyorum. verecektir. Cumhuriyet değerlerinin çağdaş yaşama ve insanlık değerlerine ay- kırıymış gibi sunulmasının da önü kesilecektir.

Nitekim B+’da gezinirken Beşiktaş kentlilerinin yeni yaratıcılıklarına, yaşama sevinç ve ortaklık katan, tat ekleyen çabalarına tanık olacaksınız. Bu değer- İsmail ÜNAL li kentlilerimiz, birbirlerinden ayrı ve uzak noktalarda yaşamı anlamlı kılacak ça- Beşiktaş Belediye Başkanı balara imza atmaktan, hayatı olumlu yönde değiştirmekten vazgeçmiyorlar. Biz de belediye olarak bu denli duyarlı ve birikimli insanların yaşadığı Beşiktaş’a hiz-

B+ KIŞ 03 20 Sergi: Süleyman Saim Tekcan “50. Yıl Retrospektifi” Sanatın özgür ve özgün atları Beşiktaş Çağdaş’taydı…

BEŞİKTAŞ KENTLİSİ’ NİN DERGİSİ Kış ’11 / 15

İMTİYAZ SAHİBİ 20 Beşiktaş Belediyesi adına Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal

YÖNETİM YERİ 26 Beşiktaş Işıl Işıl Beşiktaş Belediyesi Kapak: Etem Çalışkan Nisbetiye Mahallesi Aytar Caddesi Yeni yılı, ışıl ışıl cadde ve Başlık Sokak No: 1 meydanlarla karşıladık. 34340 Beşiktaş, www.besiktas.bel.tr - 444 44 55 02 Başkan’ın Beşiktaşlılara Mesajı 28 Akaretler YAYIN TÜRÜ Mustafa Kemal Müzesi Dergi/Yaygın Atatürk’ün Beşiktaş’taki YAYIN KURULU 06 Cumhuriyet Kazanımları ilk evini, aramızdan ayrılışının Hasan Özgen, Yüksel Türkili, Cumhuriyet’le gelişen sanayi 73. yıldönümünde sizin için Görkem Kızılkayak ve ekonomik kazanımlar. ziyaret ettik. PROJE YÖNETMENİ Hasan Özgen

EDİTÖR Görkem Kızılkayak

GENEL YAYIN YÖNETMENİ Cengiz Erdil

GÖRSEL YÖNETMEN Nadir Mutluer 28 SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Ayla Çiringel 06 34 Uluslararası YAZI İŞLERİ Mimarlık Bienali Cengiz Erdil, Ayla Çiringel, Melis Baydur, Uluslararası Mimarlık Bienali Nazan Ortaç, Aybüke Sakaoğlu 12 Van İçin El Ele ilk kez Türkiye’de düzenlendi. KOORDİNATÖR Beşiktaş kentlisi Melis Baydur Van depremine duyarsız 36 Sanatçı Gözüyle: Baba Zula SAYFA YAPIM kalmadı. Modern zaman dervişleri Engin Ak

KATKIDA BULUNANLAR Yalçın Çiringel, Cengiz Kahraman, Osman Bahadır, İrem Küpeli Rahim Gökmen Tezer,

FOTOĞRAFLAR Görkem Kızılkayak, Erdem Aydın, Alaattin Timur, Burak Kara, Şenol Kaşıkçı, Burak Görgün, İlker Akgüngör 12 36 YAPIM NDR Tasarım ve Reklamcılık Tic. A.Ş. Nisbetiye Mahallesi, Birlik Sokak 14 Bir Semt: Sinanpaşa 42 Benim Beşiktaş’ım Akyıldız Sitesi. C Blok No: 22/6 16. yüzyıldan beri Beşiktaş / İstanbul Adem Yılmaz Tel: 0212 284 99 22 hareketliliğini koruyan Futboldan gazeteciliğe, Sinanpaşa ve çarşısı. BASKI gazetecilikten işadamlığına Promat Matbaacılık 0212 622 63 63 uzanan bir serüven.

BASKI TARİHİ Aralık 2011 44 Albüm: Etem Çalışkan Ustanın fırçasından Atatürk.

50 Yıldız Parkı Beşiktaş’ın hareketli gündelik yaşamının arasına gizlenmiş Yıldız Parkı, tarihi 14 ve renkleriyle B+ sayfalarında.

04 B+ KIŞ 56 Beşiktaş’ta bir koleksiyoner: Mert Sandalcı, koleksiyonculuğu bir meslek haline getirme Artı öyküsünü B+’ya anlattı.

Hava soğuk... 56 Ve kurşun gibi ağır...

62 Eğitim Asırlık eğitim tarihiyle Beşiktaş Merhaba, sergisiyle dergimizde yer alıyor. Kurduğu baskı sahilindeki Kabataş Erkek Lisesi. atölyeleriyle pek çok sanatçı yetiştiren sanatçı, Yılın son çeyreğinde, dünyayı sadece para öyküsünü bizlerle paylaşıyor. ve ikiz kardeşi tüketim olarak gören finans 68 Beşiktaş’tan Mutfak Öyküleri uzmanlarının gözü, Avrupa’da yaşanan Geçen sayımızda yer alan “Orhan Veli’nin ilham Gözde Durusoy Oran ve ekonomik krizdeydi. Türkiye’nin de krizden perisi: Bella” adlı röportajımız büyük ilgi gördü. “Gurme Mutfak Hikayeleri”. muhakkak bir şekilde etkileneceğinin hesabını Medyada “Bella Eskinazi kimdir?” tartışması herkesin yapmasını istiyordu bu uzmanlar. başladı. Bella Hanım’ın kapısını çalan belgesel 72 Fulya Sanat Sonra Güneydoğu’dan şehit haberleri geldi. yapımcısı ve gazetecilerin sayısı artıverdi. Beşiktaş Belediyesi’nin kente Ardından Van-Erciş depremi... kazandırdığı Fulya Sanat, Bu sayımızda da sessiz ve derinden önemli 2. yılına merhaba dedi. Hava bir anda kurşun gibi ağırlaştı. işlere imza atan iki bilim insanı ile röportajımız Cumhuriyet’in yıldönümü kutlamalarına gölge var. Türk bilim tarihinin köşetaşlarından “en düştü, doyasıya kutlayamadık bu kez. Van ve başarılı bilim kadını ödülü” sahibi Prof. Dr. 74 Portre: Semahat Demir Erciş’te 600’den fazla can kaybına yol açan Semahat Demir, başarı öyküsünü dergimizle Bilim elçisi Prof. Dr. Semahat deprem Türkiye’nin tutkalı oldu. Yurdun dört paylaştı. Biyomedikal mühendisliği alanında Demir’le ’deki evinde bir yanından Van’a yardımlar yağdı. Beşiktaş başarılı Türk gençlerine yurtdışında eğitim buluştuk. Belediyesi de bando mızıka çalmadan bir imkânı sağlayan Cumhuriyet’in yüz aklarından çırpıda 16 TIR dolusu yardım malzemesini Semahat Demir, “Dünya çapında bilim insanı 78 Sergi: “Arada Bir Bir Arada” sessiz sedasız Van’a ulaştırdı. Beşiktaş nasıl olunur?” sorusuna yanıt veriyor. Ortaköylü yirmi iki sanatçı kentinin yardımları sürüyor. Ortaköy Sanat Galerisi’nde Ve Mert Sandalcı... O, tarihin izini belge ve buluştu. Ülkemizin havası ağır ama dergimizin fotoğraflarla sürüyor. İstanbul ve Beşiktaş tutkunu bu sayısını yayına hazırlarken, güzel ve olan Sandalcı, üniversitelerde verdiği seminerlerle örnek alınası portreleri sizlere tanıtmayı bilimsel koleksiyonculuğu yaygınlaştırmanın sürdüreceğiz. çabası içinde. Sandalcı, koleksiyonundan dergimize özel fotoğraflar da seçti. Şunu herkesin kafasına sokması lazım... Bu yıl kutlamasız geçen Cumhuriyet, bu “Beşiktaş’ın Eğitim Kurumları” yazı dizimizde ülkeyi küllerinden yeniden doğurdu. 1920’li sırada Kabataş Lisesi var. Eğitim tarihimizde yıllarda Türkiye’nin değişik alanlarda sadece özel bir yeri olan liseyi kurumda 20 yıl görev 300 mühendisi vardı, çoğu el emeğine yapmış olan efsane müdür Korel Haksun’un 78 dayanan sanayi tesisi sayısı da topu topu iki anılarıyla sizlere sunuyoruz. bini buluyordu. Türkiye’nin nereden nereye geldiğini ortaya koyan araştırmayı okurken, Yeniden buluşmak dileğiyle... 82 Kitap sayılar karşısında şaşıracaksınız. Hagop Mıntzuri’nin “İstanbul Hoşça kalın. Anıları” B+ sayfalarında. Beşiktaş kentinin Ulu Önder Atatürk’ün hayatında önemli bir yeri var. Akaretler’de 83 Basından bir dönem kaldığı ev müze olarak açılmıştı. B+’nın “Bella” söyleşisi 10 Kasım’da bu müzeyi dolaştık ve büyük yankı uyandırdı… izlenimlerimizi sizler için not ettik. Türk Dil Kurumu’nun temellerinin atıldığı bu evle ilgili bilgileri ilgiyle okuyacaksınız. 84 Haberler Beşiktaş’ta gerçekleşen etkinliklerden özetler... Güzel yazı ustası ve ressam Etem Çalışkan’ın “Atatürk Portreleri” çalışmasından örnekler de ilginizi çekecek. Bu yıl 50. sanat yılını 92 Rehber / 24 saat kutlayan Süleyman Saim Tekcan da son [email protected]

B+ KIŞ 05 Cumhuriyet Kazanımları

Cumhuriyet’in ekonomiye kazandırdıkları

Yazı: MUSTAFA SÖNMEZ Fotoğraf: CENGİZ KAHRAMAN ARŞİVİ 1923 Türkiyesinde sanayi, el sanatları düzeyindeydi. 90 yılda Anadolu kentleri ihracat merkezi haline geldi.

06 B+ KIŞ umhuriyet’i kuranlar, emperyalizme, yedi düvele kar- şı savaş verip bağımsızlık kazanmışlardı ama ekono- mik anlaşmalar, o anlaşmaların getirdiği bağımlılık, dış borç mirası, genç Cumhuriyet’in sırtındaki yüktü. 1923- 1929 dönemi bu kötü mirasla uğraşmakla geçti denebi- lir. 1927 yılında gerçekleştirilen “Nüfus, Tarım ve Sana- Cyi Sayımı” verilerine göre ülkede çağın sanayi teknolojisinden çok uzak bir sanayi vardı: Toplam 65 bin 245 işletmenin yüzde 43,5’i tarım, evcil hay- Şeker, cam, van, balık ve av ürünleri alanında çalışmaktaydı. demir çelik ve dokumaya öncülük Sayılan işletmelerin yüzde 79’unda 4’ten az kişi çalışmakta, sadece 155 iş yerinde 100’den fazla kişi istihdam edilmekteydi. Ülkede 642 yabancı iş- tanındı, Anadolu’da veren, 702 yabancı memur ve 347 yabancı işçi çalışmaktaydı. fabrika bacaları

Sanayi işletmelerinin yüzde 96’sı çevirici güç olarak organik güç kullanı- yükselmeye yordu. Motor gücü kullanan işletme sayısı 2 bin 822 idi. başladı.

1923-24 yıllarının Türkiyesinde sanayi, el sanatları düzeyinde loncaların devamı sayılacak gruplar halinde toplanmıştı. İstanbul, İzmir ve Adana’da enkaz durumunda birkaç dokuma fabrikası yanında, yine İstanbul’da harap halde birkaç askerî fabrika, ülkenin sanayi gücünden ibaretti.

İkinci İnönü hükümeti, Osmanlı’dan kalan ve çoğu da askeri ihtiyaçları kar- şılamak için kurulmuş Bakırköy Dokuma, Beykoz Kundura gibi kamuya la gerçekleşmişti. Şirket, önce Uşak’ta pancar yetiştirme denemelerine gi- ait tüm sanayi kuruluşlarını 1925’te Sanayi ve Maadin Bankası’na bağla- rişmiş, sonra da her türlü zorlukları aşarak bu pancarı işleyecek fabrikayı 17 dı. Fakat banka beklenen görevleri kaynak yetersizliği nedeniyle yapama- Aralık 1926’da üretime geçirmişti. dı. 1933 yılından itibaren Sümerbank’ın faaliyete geçmesiyle kamu sanayi kuruluşları ve yatırımları belli bir düzene kavuştu. Bu alanda ikinci girişim Şakir Kesebir ve Hayri İpar’ın 14 Haziran 1925’te kurdukları İstanbul ve Trakya Şeker Fabrikaları TAŞ idi. Bu şirket daha el- Şeker fabrikaları kuruluyor verişli olanaklarla işe başladığı için, yatırımı erken tamamlayıp fabrikayı 26 Dönemin en önemli özelliklerinden biri, devletin sanayiye yönelmesi için Kasım 1926’da, Alpullu Şeker Fabrikası adıyla üretime açmıştı. İlk üretim, özel firmaları teşviki, desteğiydi. Örneğin, 5 Nisan 1925 yılında çıkarılan 1926 yılında 573 ton iken, 1927’de 5 bin 162 tona sıçradı. bir yasayla şeker sanayisine yatırım yapacak özel girişimcilere önemli ay- rıcalıklar tanındı. Uşak ve Alpullu şeker fabrikaları bu desteklerle kuruldu. Bu dönemi Korkut Boratav, “Türkiye’de Devletçilik” (Gerçek Yayınevi, Türkiye’de şeker sanayinin doğuşu Uşak’ta Molla Ömer oğlu Nuri Ağa’nın 1974) isimli yapıtında şöyle özetler: “1923-1929 yılları çeşitli devlet tekel- (Nuri Şeker) 19 Nisan 1923 tarihinde Uşak Terakki Ziraat TAŞ’yi kurmasıy- lerinin imtiyazlı özel şirketlere devredildiği ve böylece tekel kârlarının bur-

B+ KIŞ 07 “Şimendifer siyaseti” ile anayurt demir ağlarla örüldü, Doğu Anadolu limanlara bağlandı.

Samsun-Sivas demiryolu hattı

juvazi arasında paylaşıldığı, edebi tablosuna Yakup Kadri’nin Ankara’sında rastladığımız yabancı sermayenin komisyonculuğuna yönelmiş eski Kuva- yi Milliyeci kadroların başkent hayatını biçimlendirdikleri, sermayenin siya- si iktidarlarla bütünleşmesini simgeleyen İş Bankası Grubu’nun oluşturdu- ğu ve (dönemin özel deyimiyle) aferizmin toplum hayatına damgasını vur- duğu dönemdir.” (s. 36)

Ama yine de yerli sanayi geliştirmek üzere çıkarılan teşvik yasaları ve di- ğer özendirmeler etkili sonuçlar vermiyordu. Sanayide pek gelişme sağ- lanamamasının nedenleri, savaş sonrası ekonomik enkazın varlığı, nüfus mübadele hareketleri, altyapı yatırımlarının yeterince gelişmemesi gibi et- kenlerle açıklanır. Bu etkenlerin sanayinin gelişimi konusunda olumsuzluk- lar yarattığı genel anlamda doğruysa da bu konuda asıl engelleyici etken- ler korumacı bir dış ticaret politikası izlenmesinin engellenmesi ve dış dina- miklerin etkisidir.

Anayurdu demir ağlarla örmek… Cumhuriyet hükümetlerince 1924’ten itibaren “şimendifer siyaseti”ne giri- şildi, anayurt demir ağlarla baştan başa örüldü. Osmanlı İmparatorluğu’ndan miras kalan 4 bin 200 km’lik demiryolu şebekesi 1932’de 6 bin 40 km’ye çıkarıldı. 1932 ve 1936 yıllarında hazırlanan birinci ve ikinci Beş Yıllık Sa- nayileşme Planlarında, demir-çelik, kömür ve makina gibi temel sanayile- re öncelik verilmişti. Bu tür kütlesel yüklerin en ucuz ve güvenli biçimde ta- şınabilmesi açısından demiryolu yatırımları önemli idi. Bu planlar demiryol- larını potansiyel üretim merkezlerine, doğal kaynaklara ulaştırmayı hedef- liyordu. Ergani’ye ulaşan demiryolu bakır, Ereğli kömür havzasına ulaşan demiryolu kömür, Adana ve Çetinkaya ise pamuk ve demir cevheri hatları olarak adlandırılmaktaydı. İsmet İnönü Ankara-Sivas demiryolu inşaatını ziyaret ediyor. 20 Mart 1925.

Kalın-Samsun, Irmak-Zonguldak hatları ile demiryolu limanlarla buluştu. Liman sayısı altıdan sekize yükseltildi. Samsun ve Zonguldak hatları ile İç ve Doğu Anadolu’nun deniz bağlantısı pekiştirildi. 1927’de Kayseri, 1930’da Sivas, Sanayi için plan 1931’de Malatya, 1933’de Niğde, 1934’te Elazığ, 1935’te Diyarbakır, 1939’da Devlet, ilk yıllardan itibaren üretimi ve yatırımları desteklemek yönünde ön- Erzurum demiryolları şebekesine bağlandı. Ayrıca, bu dönemde stratejik özel- lemler aldı. Örneğin, devlet bütçesinden giydirileceklerin yerli malı satın al- liklerden dolayı birçok liman, tersane ve demiryolu işletmesi de millileştirildi. maları zorunluluğunu koyan kanun, kurulmuş tekstil fabrikalarının genişle-

08 B+ KIŞ mesini ve yeni fabrikaların yapılmasını özendirmişti. Devletin sanayii teş- sı, ülkenin tüm şişe ve cam eşyası talebini üç bin ton ile karşılar hale gelmişti. vik yolunda attığı en önemli adım, 1927 yılında 15 yıldan beri yürürlükte olan Teşvik-i Sanayi Kanunu’nu genişleterek, yeniden 15 yıl süreyle yürürlüğe Demir-çelik yatırımı koymasıydı. Birinci Plan’ı uygulama görevi Sümerbank’a verilmiş, bu kuruluşun bünye- sinde çok sayıda devlet işletmesi kurulmuştu. Ayrıca, gerçekleştirilen milli- Temmuz 1932’den itibaren, bir dizi yeni iktisat politikası ve aracıyla Sümer- leştirmelerle geniş bir devlet sektörü ortaya çıkmıştı. bank, Etibank gibi devlet işletmelerinin öncülüğünü yapacağı bir sanayileş- me hareketine girişildi. Dönemin en iddialı sanayi hamlesi, demir-çelik sanayisinin kurulmasıydı. Sanayinin kurulması için 1925 yılında incelemelere başlanmasının ardın- Bu dönemde sanayileşme, bir plan çerçevesinde devlet işletmeleri öncü- dan, uygun bir yerin seçilmesi sorunu ile de ilgilenilmiş ve zaman zaman lüğünde gerçekleştirilmek isteniyordu. Bu amaçla, 1933 yılında Birinci Beş değişik fikirler öne sürülmüştür. Yıllık Sanayi Planı hazırlanmıştı. Plan, temel tüketim ve ara malları alanında, ithal ikamesi sağlamak gayesiyle “üç beyaz” ve “üç siyah” projelerine ön- Bu konuda Amerikalı iktisatçılar, Rus heyeti incelemeleri ve Sümerbank ile celik vermişti. Erkanı Harbiye temsilcilerinden bir kurulun çalışmaları sonrası demir çelik sanayisinin kuruluş yeri için, maden kömürü havzasına yakın olan Karabük Planda, yurt içinde üretilmesi düşünülen sanayi ürünlerinin, 1928-1932 yıl- seçildi. ları arası ithalatın yüzde 43’ünü oluşturduğu belirtilerek, “Birinci Sanayileş- me Planı bizi umumi ithalatımızın asgari yüzde 25-30’undan müstağni bı- Karabük’ün seçiliş nedenleri olarak maden kömürü havzalarına yakınlığın rakmak vazifesini üzerine almış bulunmaktadır” denilmekte ve böylece iz- dışında, demiryolu güzergâhı üzerinde oluşu, yörenin işçi yerleşmesine uy- lenecek sanayileşme stratejisinin ithal ikameci niteliği vurgulanmaktaydı. gun bulunuşu, jeolojik bakımdan ağır endüstri kurulmasına elverişli oluşu gösteriliyordu. Cam sanayii kuruluyor Plan, temelde devlet sektörünün sanayi hedeflerini belirlemekle birlikte 10 Ekim 1936 tarihinde İngiliz hükümeti ile imzalanan 2,5 milyon sterlinlik Türkiye İş Bankası aracılığıyla yapılacak yatırım hedef ve politikalarına da bir kredi anlaşmasıyla H. A. Brassert firmasına ihale edilen tesislerin teme- yer vermiş, Paşabahçe’de cam sanayisinin kurulması için 35 yıllık imtiyaz li; 3 Nisan 1937’de Başbakan İsmet İnönü tarafından, Zonguldak’ın Kara- tanınmıştı. Bakanlar Kurulu kararı ile Türk cam sanayisini kurma görevi, bük Köyü’nde, Filyos Irmağı’nın kolları olan Soğanlı ve Araç çaylarının bir- Atatürk tarafından Türkiye İş Bankası’na 1934’te verilmesinin hemen ar- leştiği arada, geniş çeltik tarlaları üzerinde atıldı ve böylece Karabük’te çel- dından Şişe Cam, Yalıköy (Podima) kuvars kumu işletme ruhsatını aldı. tik tarımından çelik sanayisine dönülerek Türkiye’nin ilk ağır sanayi hamle- si başlatılmış oldu. Ülkenin ilk cam üretim tesisinin temeli 14 Ağustos 1934’te Beykoz Paşabahçe’de atıldı ve 4 Temmuz 1935’te Paşabahçe Fabrikası, 400 ki- 1 Mart 1938’de teknolojik montaj çalışmalarına başlanılan entegre demir şilik çalışanı ile üretime geçti. Kısa sürede, Paşabahçe Fabrikası günde 25 çelik tesisleri, kurucu İngiliz firması uzmanları ile birlikte, Türk mühendis, bin adet şişe üretmek üzere Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları Anonim Sos- teknisyen ve işçilerinin çalışmaları sayesinde 3 yıl gibi kısa bir sürede ya- yetesi adı ile resmen tescil edildi. 1936’ya gelindiğinde Paşabahçe Fabrika- pılarak 6 Haziran 1939’da Kuvvet Santrali’nin işletmeye alınmasının ardın-

Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası

B+ KIŞ 09 dan diğer tesisler de peyderpey işletmeye alındı. 3 Nisan 1937’de teme- li atılarak kurulan Demir Çelik Fabrikaları 1955 tarihine kadar Sümerbank’a bağlı Demir Çelik Fabrikaları Müessese Müdürlüğü adı altında çalıştı.

Diğer atılımlar 1930 ithalatının önemli kalemlerini oluşturan pamuk ipliği, pamuklu doku- ma, şeker, yün ipliği ve yünlü dokumanın, 1940 yılı ithalatında önemli bir azalma gözlendi.

Cumhuriyet yönetimi, Artvin ve Rize yöresinde çay yetişebileceğini belirle- dikten sonra, 1924 yılında çıkarılan 407 sayılı yasa ile çay üretimi özendiril- di. Bu amaçla Rize’de Çay Araştırma Enstitüsü kuruldu. İlk üretim 1938 yı- lında atölyede elle işlenerek 30 kg olarak gerçekleştirildi. Çay yaprakları- nın makinelerle işlenmesi 1939 yılında ve ilk fabrikanın faaliyete geçmesi de 1947’de gerçekleşti.

Böylece, korumacı dış ticaret politikasının ardından uygulanan ithal ikame- ci sanayileşme süreci sonunda belli sanayi kollarında üretim arttı, ithal kısıt- Nazilli Basma Fabrikası işçileri lamalarının etkisiyle de dış ticaret açıkları kapatıldı.

Dönem boyunca ekonominin lokomotiflik görevini devlet sektörünün üst- lenmiş olması, özel sermayenin dışlandığı sanısını uyandırmamalıdır. Ter- sine, gerek ticarette gerekse sanayide özel sermayenin varlığı ve gelişimi melerinin ürettiği girdileri kullanıp mamul mal üreterek, gerek devlet yatırım- gözetilmiş ve korunmuştur. Sanayicilere büyük olanaklar sağlayan Teşviki larının ihalelerini alıp müteahhitlik hizmetinde bulunarak, gerekse de dev- Sanayi Kanunu, 1942 yılına kadar yürürlükte kalmıştır. let sektörü öncülüğünde sürdürülen sanayileşmenin yarattığı iş hacminden doğan, pek çoğu aracı niteliğindeki işleri kotararak önemli ölçüde serma- Özel sermaye gerek devlet işletmelerine girdi sağlayarak veya devlet işlet- ye birikimi sağladı.

10 B+ KIŞ Cumhuriyet’i kuranlar, dış borçlanma konusunda ihtiyatlı davranmış; Al- manya, SSCB ve İngiltere birbirlerine karşı kullanılarak elverişli koşullar- da kredi ve teknik yardım sağlanmış, sonuçta da ödemeler dengesinde önemli iyileşmeler yaşanmıştı.

Devletçilik dönemi öncesinde tarım dışı işgücünün istihdamında inşaat alt sektörü belirleyici ve sürükleyici olmuştu. Özellikle 1929 dünya bunalımı- nın olumsuz etkileriyle ortaya çıkan durgunluk, işsizliğin artmasına neden olmuştu.

Nazilli Sümerbank Fabrikası İnşaatı. 1937.

Özel sektörün dev grupları olan Koç, Sabancı, Eczacıbaşı, Karamehmet aileleri, bu dönemde ilk birikimlerini ticaret, müteahhitlik gibi alanlardan sağladıktan sonra, 1950 sonrasında sanayi yatırımlarına giriştiler. Cumhuri- yet, bu anlamda geleceğin sanayicilerini de yetiştirdi.

1923-1938 döneminde GSMH içinde sanayi kesiminin payı (piyasa fiyat- larıyla), 1924 yılında yüzde 10 civarındayken, 1938 yılında bu oran yüzde 16,5 civarında gerçekleşmişti. Sanayi kesimi içinde “imalat sanayi”nin payı 1938 fiyatlarıyla 1924’e göre beş misli arttı. Bu artışta “devletçilik” döne- minde üretime geçen devlet sanayi işletmelerinin katkısı büyüktü. İsmet İnönü Paşabahçe Fabrikası’nda üretimi inceliyor. 1935.

1932 yılında ülkede yaklaşık olarak 300 mühendis vardı. Devletin çeşit- li dairelerinde Macar teknik elemanlar çoğunluktaydı. Göçen Rum ve Er- Devletçilik döneminde başlayan sanayi yatırımların yarattığı yeni iş alanla- meni zanaatkârların yerine Bulgar ustalar çalışıyordu. Müteahhitlik firmala- rına rağmen hızlı nüfus artışının sonucu olarak, ülkede işgücü fazlalığı yapı- rının çoğu yabancıydı. sal bir nitelik kazanmıştı.

Birinci Sanayi Planı ile eğitim ve öğretimde büyük atılım başlatıldı. Örneğin O dönemde çalışanlar sosyal güvenlik kurumlarının desteğinden mahrum- 1934 yılında mesleki ve teknik öğrenimde 4 bin öğrenci varken, 1938 yılı du. Sosyal Sigortalar Kurumu olmadığı gibi, devletin işgücü piyasasında dü- sonunda 16 bin 750’ye yükseldi. zenleyicilik görevi de yoktu. Bu alanda ilk ve önemli gelişme, İş Kanunu’nun 1937’de yürürlüğe girmesi oldu. Uluslararası Çalışma Örgütü’ne 1932 yı- Madencilik alanında da benzer gelişme yaşandı. 1924 yılında 994 bin ton lında katılan Türkiye, bu örgütün çalışmalarına ancak 1946’dan sonra tam olan maden kömürü üretimi, dönem sonunda 2,5 milyon tona yükseldi. olarak ayak uydurabildi. B+ Anadolu halkının büyük çoğunluğu kömür kullanmayı, bu dönemde henüz bilmemekteydi. Ülke madenciliği, yabancı sermaye denetiminde ve çok sı- nırlı maden işletmesinin üretiminden ibaretti.

Zonguldak-Çatalağzı’ndan aldığı ilk kömürü, başkent Ankara’ya getirecek olan ilk tren Ankara İstasyonu’na giriyor. 19 Kasım 1936.

Maden kömürü yanında, borasit ve tuz üretimi yapılmaktaydı. Kükürt üreti- mi 1931’de, krom ve linyit üretimi 1932’de ve demir cevheri üretimi 1938’de ancak başlayabilmişti. Madencilik üretim endeksi (1948=100) 1923’te 19,7 iken, 1938’de 75 olmuştu.

B+ KIŞ 11 Dayanışma

“Van İçin Fotoğraf: Burak Kara El Ele!” Yazı: AYBÜKE SAKAOĞLU Fotoğraf: ŞENOL KAŞIKÇI Beşiktaş kentlisi Van depremine duyarsız kalmadı.

12 B+ KIŞ an’da 23 Ekim 2011 tarihinde meydana gelen ve yüz- Beşiktaş Belediyesi, derbi maçlarında yardım topladı. lerce can kaybına neden olan 7,2 büyüklüğünde- Beşiktaş Belediyesi, Van depremzedelerine yönelik yardım girişimlerini ki depremin ardından Beşiktaş Belediyesi, Beşiktaş taraftarların desteğiyle futbol sahalarına da taşıdı. Van’da yaşanan afete kentlileriyle “Van İçin El Ele!” yardım kampanyası dü- duyarsız kalmayan Beşiktaş taraftarı 27 Ekim’de oynanan Beşiktaş - Fe- zenledi. Beşiktaş kentlileri tarafından, merkez nerbahçe derbisinin 90. dakikasında atkı ve berelerini sahaya attı. Beşik- hizmet binası başta olmak üzere tüm Beşiktaş Beledi- taş Belediyesi tarafından tahsis edilen tıra yüklenen binlerce atkı ve bere yesiV hizmet merkezlerine birçok yardım malzemesi bırakıldı. Hizmet mer- Van’a gönderildi. Beşiktaş - Fenerbahçe maçı öncesinde Fiyapı İnö- kezlerine getirilen yardım malzemelerinin yanı sıra Beşiktaşlılar taşıyama- nü Stadı önüne getirilen Van’a yardım tırında vatandaşların getirdiği yar- yacakları malzemelerin evlerinden, iş yerlerinden alınması için Beşiktaş dım malzemeleri de kabul edildi. Aynı duyarlılık, 20 Kasım’da oynanan Belediyesi’ne telefonlar açtı ve belediyenin araçlarıyla bunlar toplandı. Beşiktaş-Galatasaray maçında da gösterildi. Beşiktaş taraftarları ma- çın 65. dakikasında üzerlerindeki kıyafetleri çıkararak “Van üşüyor, biz de Van için başlatılan bu kampanya 28 Ekim 2011 tarihine kadar sürdü. Be- üşüyoruz” pankartı açtılar. B+ şiktaş kentlileri Van depremzedelerinin ihtiyaçları için ısıtıcı, battaniye, gıda ürünleri, su, hijyen ürünleri, giysi, çadır, yatak, halı, bebek arabası gibi ürünleri belediyeye ulaştırdı. Toplamda 23 bin 149 ürün ve çeşitli yardım paketleri Van’a gönderilmek üzere, Beşiktaş Belediyesi’nin tahsis ettiği 16 tırla Karanfilköy garajından yola çıktı.

23 bin 149 ürün ve çeşitli yardım paketleri Beşiktaş Belediyesi’nin tahsis ettiği 16 tır ile Van’a gönderildi.

20 Kasım 2011 Beşiktaş - Galatasaray derbisi.

27 Ekim 2011 Beşiktaş - Fenerbahçe derbisi.

B+ KIŞ 13 Semt

Sinanpaşa demek

16. yüzyılda Sinan Paşa’nın temellerini attığı Beşiktaş Çarşısı, hâlâ canlılığını koruyor.

14 B+ KIŞ Sinanpaşa demek “çarşı” demek...

Yazı: GÖRKEM KIZILKAYAK Fotoğraf: ALAATTİN TİMUR

Beşiktaş Çarşısı’na ev sahipliği yapan Sinanpaşa Mahallesi, klasik bir Beşiktaş mahallesinden farklı olarak tüm Beşiktaşlıların, hatta İstanbulluların gelip geçtiği, nefes aldığı bir çarşı-mahalle…

inanpaşa Mahallesi’ne bir “çarşı-mahalle” dersek abartmış ve bunların arasında akan bir ırmakla” betimlenir. Bu ırmak Ihlamur Deresi sayılmayız. Burası “merhaba”nın, “selamünaleyküm”ün olmalı. Arheion, aynı Khalkedon (bugünkü Kadıköy) ve Bizantion (bugün- hükmünün hâlâ geçerli olduğu, iğneden ipliğe her türlü kü Tarihi Yarımada olarak anılan bölge) gibi bir Yunan koloni kenti olarak ihtiyacın ucuza bulunabildiği, taze yemeklerin, güzel me- kurulur. Kentin kurucusu Arheias’tır. zelerin yenildiği bir yer! Burası Barbaros Hayrettin Paşa, Sinan Paşa, Osman Hamdi Bey, Neyzen Tevfik, Behçet Diplokionion’dan Beşiktaş’a… NecatigilS gibi büyük ustaların, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Sinanpaşa’nın bulunduğu yerin adı M.S. 5. yüzyılda Ayios Mamas. Kay- Atatürk’ün, sokaklarında gezdiği, ikamet ettiği, eserler yarattığı bir mahal- naklara göre bu isim bölgede kurulu olan Ayios Mamas kompleksinden le. Ama Sinanpaşa Mahallesi’nin en önemli özelliği, megakent İstanbul’da geliyor. Kompleks saray, hipodrom, liman ve limanın arkasındaki yarım kapitalizmin yerle bir ettiği küçük esnafın nefes alma şansı bulabildiği bir- daire biçiminde görkemli bir revaktan oluşuyor. Berger, bu revağın sütun- kaç korunmuş alandan biri olması… larının Beşiktaş isminin kökeni olduğunu iddia eder. Şöyle ki, 16. yüzyılda İstanbul’u ziyaret eden Petrus Gyllius, Beşiktaş’ta “diplokionion” olarak bi- Arheias’ın kenti linen çifte sütundan bahseder. Bu sütunların Barbaros Hayrettin Paşa’nın Bu küçük mahallenin kökleri çok eskilere gidiyor. M.S. 2. ya da 3. yüz- türbesinin inşaatında kullanıldığını söyler. Berger, bu iki sütunun Mamas yılda Bizantionlu Dionisios tarafından kaleme alındığı düşünülen Anap- revağının parçaları olabileceğini belirtir. Bu tezinin Buondelmonti’nin ha- lus Bosporu (Boğaziçi’nde Yolculuk) adlı eserde Beşiktaş’ın tarihi ile ilgi- ritasında gözüken çifte sütundan geldiğini bildirir. Haritadaki sütunların li ilk yazılı bilgilere ulaşıyoruz. Dionisios bu eserinde, bugünkü Sinanpaşa sanki bir beşik asılabilmesi mümkünmüş gibi gözüktüğünü söyler. Mahallesi’nin çevresindeki bazı yerleşmelerden bahsediyor. Bizans tarih- çisi Albrecht Berger’e göre, Dionisios’un liman kenti “Pentekontorikon” Mahalleye adını veren kaptan-ı derya: Sinan Paşa diye bahsettiği yer bugünkü Dolmabahçe. “Iasonion”, bugünkü Maçka; 16. yüzyıl Sinanpaşa Mahallesi’nin bulunduğu bölge için bir dönüm nok- “Arheion” diye anılan yer ise Beşiktaş merkez, yani kabaca Sinanpaşa tası. Bu dönemde bölge, bir denizci mahallesine dönüşüyor. 1541-42 yıl- Mahallesi olmalı. Berger, Arheion tezini Dionisios’un kitabında geçen bir larında Mimar Sinan tarafından inşa edilen, Osmanlı’nın ilk kaptanıderya- bilgiye dayandırır. Dionisios’un kitabında Arheion “kuzeye doğru, tepeler sı Barbaros Hayrettin Paşa’nın türbesi nedeniyle bölge denizciler tarafın-

B+ KIŞ 15 Beşiktaş Çarşısı’nın en önemli caddesi Has Fırın günün her saati kalabalık.

dan bir ziyaretgâh gibi kullanılıyor. Osmanlı donanması sefere çıkmadan önce büyük kaptanıderyanın türbesini ziyaret ediyor. 1555 yılında türbe- nin karşısına inşa edilen Sinan Paşa Külliyesi’yle birlikte bu önem perçin- leniyor. Leventler, cuma namazlarını bu camide kılmaya başlıyor. Beşik- taş, Osmanlı donanmasının rütbeli askerlerinin ikametgâhına dönüşüyor.

Sinan Paşa, Mihrimah Sultan’ın eşi sadrazam Rüstem Paşa’nın kardeşi. Beşiktaş’a yaptırdığı külliyenin tamamlandığını göremeden 1553 yılında vefat ediyor ve Üsküdar’daki Mihrimah Sultan Külliyesi’nin haziresine gö- mülüyor. Cami, medrese ve çifte hamamdan oluşan külliye 1555 yılında açılıyor. Beşiktaş Çarşısı’nın ilk temelleri de külliyenin açıldığı yıllarda atılı- yor. 1950’li yıllardaki meşhur Menderes yıkımları bu külliyeyi de parçalıyor; çifte hamam yıkılarak yok ediliyor.

Bu bölge için ikinci dönüm noktası 19. yüzyıl. Bu dönemde bölgede inşa edilen Dolmabahçe, Çırağan ve Yıldız sarayları sayesinde mahalle ve çar- şı şenleniyor. Bu noktadan itibaren Erzincan ilinin Küçük Armıdan köyün-

Barbaros Hayrettin Paşa’nın türbesi yılda iki kez; 4 Nisan ve 1 Temmuz’da Barbaros Hayrettin Paşa’nın anıtı ülkemizin iki önemli heykeltıraşı Hadi Bara ve ziyarete açılıyor. Zühdü Müridoğlu tarafından tasarlandı.

16 B+ KIŞ Sinanpaşa Mahallesi iki semavi dinin ibadethanelerini içinde barındırır: Sinan Paşa Camii (üstte solda), Meryem Ana Rum Kilisesi (üstte sağda). de doğan Hagop Mıntzuri’nin anılarına sözü bırakalım. Uzun yıllar Sinan Paşa Camii’nin karşısındaki fırında çalışan Mıntzuri, Beşiktaş Çarşısı’nın 19. yüzyıl sonundaki canlılığını, çarşının içinden biri olarak anlatıyor:

“…1897’nin Beşiktaş’ını anlatıyorum. O günlerde, şimdiki Barbaros Meydanı’nda Sinan Paşa Camisi var. Oradan, göz kararıyla fırının, çarşının, dükkânların yerini tespit edebiliyorum: Şurada fırının tezgâhı yükseliyordu; ben buraya ekmekleri dizerdim. Tezgâhın altında Azbıderli Musa Çavuş’un kahvehanesi vardı. Sarı yün arabasıyla iner, çıkar, çay ve kahve dağıtırdı. Bitişiğindeki sandık büyüklüğünde dükkânda, Hüseynikli nar gibi kırmızı yanaklı Mustafa Ağa ile yeğeni Yusuf, bağdaş kurup ince çöpleri keserek aynı boya getirir, süpürge bağlarlardı. Yusuf, süpürgeleri omzuna alıp bura- dan götürürdü semtlere. Beşiktaş, Ortaköy semtlerine, ‘Süpürgecii’ diye bağırarak. Evet, Karamanlı usta Yorgi’nin bakkal dükkânı da tam şuraday- dı. Sabun, zeytinyağı, zeytin satardı. Dar ve uzun masada da soğan ayık- lar, maydanozu, ciğeri, soğanı doğrar, unlar, tuzlar ve unlu kanlı parmakla- rıyla yanındaki ateş dolu maltızdan bozma bir mangalda yağı yakıp ciğer- 7/8 Hasan Paşa Fırını

Mahallenin merkezindeki Beşiktaş Balık Pazarı akşam üzerinden itibaren çarşının en canlı noktası.

B+ KIŞ 17 raktığı bayrağı Sinanpaşa’daki ekmek fırınları hâlâ taşıyor; İstanbul’un en lezzetli, mis gibi kokan ekmeklerini yapıyor. Gün doğumuyla birlikte ke- penklerini açan Uğur Mumcu Parkı ve Kanburun Bahçesi’ndeki çayhane- ler -aynı Azbıderli Musa Çavuş’un 19. yüzyıl sonlarında yaptığı gibi- işleri- ne gidecek Beşiktaşlılar için çay demliyor. 7/8 Hasan Paşa Fırını galetala- rı, çay kurabiyelerini, vişneli mekikleri, kedidillerini tezgâhına diziyor. Köf- teci Sabahattin, Kaymakçı Pando, Berber Güngör her sabah dükkânlarını açıp Beşiktaşlıları içeri buyur ediyor. Mahalleli içeri girip alışveriş etmese bile bir selâmı esnafa çok görmüyor; hal hatır sorduktan sonra yoluna de- vam ediyor.

Öğle vakti Beşiktaş Çarşısı artık sadece Sinanpaşalıların değil İstanbul- luların tamamının buluşma noktası. Özellikle üniversite öğrencileri taze ve ucuz yemek için Beşiktaş Çarşısı’ndaki köftecileri, dönercileri ve esnaf lo- kantalarını dolduruyor. Balık Pazarı akşama hazırlık yapan hanımefendile- rin, beyefendilerin akınına uğruyor. Lüferler, palamutlar, istavritler itinayla temizlenip, yan tezgâhtan roka ve turp alınıyor.

Akşama doğru çarşıda gölgeler uzamaya başladığında, Has Fırın ve Ih- lamurdere caddeleri kalabalıklaşıyor. Önce çayhaneler, ardından biraha- neler, sonra da Balık Pazarı çevresindeki meyhaneler, dostlarıyla sohbet edip günü çarşıda sonlandırmak isteyenler tarafından dolduruluyor. Bir de Beşiktaş’ın o akşam maçı varsa değmeyin Sinanpaşalıların keyfine! Bil- meyenler şaşırabilir ama maç günü Beşiktaş Çarşısı’nda bütün sohbet- ler “tezahürat makamı”nda yapılıyor. Çarşının nabzı 90. dakikanın sonu- na kadar yükseldikçe yükseliyor. 91. dakikada genelde büyük bir sevinç, arada hüzün! Sonuç her ne olursa olsun çarşı sabaha umutla giriyor. Ke- penkler açılıyor, dükkânların önü temizleniyor. Sinanpaşalılar -düzene inat- alışverişlerini süpermarketten değil, küçük esnaftan yapıyor. Çünkü hâlâ çarşıda selâmlaşma var, sohbet var, dostluk var, dayanışma var! B+

Kaymakçı Pando’da yer bulabilmek için sabahın erken saatlerini tercih etmek gerekiyor. leri kızartırdı. Kâğıt kadar ince tabaklarda, müşterilerine kırk paraya ciğer servisi yapardı. Kapları yıkamazdı. Yiyenler ekmeğin içiyle öyle bir silerdi ki bir iz bile kalmazdı. Bitişiği İşkodralı Abidin Bey’in kasap dükkânıydı. Cüce çoban Şipka ‘cıngıl… cungul… cıngıl…’ zil sesleriyle koyunları dışarı çıkarır, otlatmaya götürürdü. Zeynel, müşteri olmadığı zamanlar, kasap bıçakları- nı bilerdi. İşkodralı Arnavut beylerin zenginliği ile iftihar eder; ‘Yetmiş kaşık, yetmiş çanak sahipleridirler, o kadar adama her gün yemek verirler…’ der, o kadar yüksek sesle bağırırdı ki sokaktan geçenler duyarlar, dururlardı. On- ların bitişiğinde ise Makedonyalı Lazo Curo’nun, Petru Marko’nun sebze- ci dükkânı. Büyükdere’de, Bahçeköy’de bahçeleri vardı. Oradan katırlarla geceleri sebze getirirdi. Sabahları erken saatlerde duyardım: ‘cangılı, can- gılı, cangılı…’ nasıl da ahenkli çalardı! Bana, Giresun vadilerinin tepelerin- den geçen kervanları anımsatırlardı. Fırının tam karşısında camiyle birleşip bir köşe oluşturan yer, Arnavut şerbetçi Cafer Ağa’nın dükkânıydı. Önün- deki mermerin üstünde her mevsim şerbet olurdu. Mecidiyeköyü’nde bir karlığı vardı. Yazın da her gün sepetlerle kar gelirdi dükkânın bodrumuna; şerbetler ve dondurma için…”

Hagop Mıntzuri’nin Tarih Vakfı Yurt Yayınları’ndan çıkan “İstanbul Anıla- rı/1897-1940”, Sinanpaşa Mahallesi’nin geçmişini ve Beşiktaş Çarşısı’nın zenginliğini anlamak için eşsiz bir eser. 82. sayfamızda ayrıntılarıyla tanıttığımız kitabı okuma listenize almanızı tavsiye ediyoruz.

Köfteci Sabahattin, Kaymakçı Pando, Berber Güngör… Mıntzuri’nin anlattığı Azbıderli Musa Çavuş’un kahvesi, Karaman- lı Yorgi’nin bakkalı, Hüseynikli Mustafa Ağa’nın süpürgecisi ve İşkodra- lı Abidin Bey’in kasap dükkânı bugün yok! Ama Beşiktaş Çarşısı büyük Barbaros Bulvarı’yla Sinan Paşa Camii’nin kesiştiği köşe yıllardır ayakkabı boyacılarına marketlere, alışveriş merkezlerine de teslim olmuş değil. Mıntzuri’nin bı- ev sahipliği yapıyor.

18 B+ KIŞ Sinanpaşalılar, düzene inat, alışverişlerini süpermarketten değil, küçük esnaftan yapıyor.

B+ KIŞ 19 Sergi Sanatın özgür ve özgün atları Beşiktaş Çağdaş’taydı…

Yazı: MELİS BAYDUR Fotoğraf: ERDEM AYDIN

Beşiktaş Çağdaş, sanatımızın önemli isimlerinden Süleyman Saim Tekcan’ın 50. yıl retrospektif sergisine ev sahipliği yaptı.

em sanat eğitimcisi kimliğiyle hem de sanatsal üretimle- Grafik Sanatlar Müzesi’yle (IMOGA), güzel sanat liseleri projeleriyle, bas- riyle ülkemizin önemli sanatçılarından biri olan Süleyman kı tekniklerinde gerçekleştirdiği yeniliklerle ve güzel sanatlar üniversitele- Saim Tekcan bu sene 50. sanat yılını kutluyor. 13 Ekim- rinde ilk kez bilgisayarlı eğitimi başlatmasıyla Tekcan, sanat dünyasına bir 25 Kasım 2011 tarihleri arasında Beşiktaş Çağdaş’ta çok “ilk”leri kazandıran bir sanatçı olarak eserlerini üretmeyi sürdürüyor. gerçekleşen retrospektif sergisi ise, Tekcan’ın 50 sa- Sadece resim ve gravür alanında değil, heykeller ve seramik eserleriyle de nat yılını sanatseverlerle buluşturdu. 13 Ekim’de gerçek- duygulanımlarını sanata döküyor. Hleşen açılış kokteyline katılan sanatçılar, sanat eleştirmenleri, koleksiyoner- ler ve Tekcan’ın öğrencilerinin ortak görüşü, bu kadar yoğun sanatsal üre- Tekcan, özgür atlarını resmetmeyi sürdürürken, atlarının dizginlerini hat- time sahip bir sanatçının 50. yıl retrospektifinin Beşiktaş Çağdaş dışında lar ve Anadolu topraklarında hüküm sürmüş uygarlıkların izleriyle süslüyor. hiçbir galeride tam olarak gerçekleştirilemeyeceği yönündeydi. Geniş ser- Onun atları, üzerinde koştukları sayısız kültür ve uygarlığa sahne olmuş gi salonunun Tekcan’ın sanatsal dönemlerine göre kategorize edildiği ret- toprakların tüm kültürel birikiminin estetiğini yansıtmaya devam ediyor. B+ rospektif sergisinin açılışı için ayrıca, Beşiktaş Belediyesi ve Beşiktaş Çağ- Dergisi olarak bizler de, Süleyman Saim Tekcan’la sanat geçmişi, Beşik- daş etiketiyle “Süleyman Saim Tekcan 50. Sanat Yılı Retrospektifi” isimli taş Çağdaş’taki retrospektif sergisi ve sanat anlayışı üzerine konuştuk. bir de katalog-kitap bastırılmıştı. 50. sanat yılınız için farklı yerlerde çeşitli sergileriniz ger- “Yaşam ile zamanın bir metaforu olarak” at imgelerine yapıtlarında sıklıkla çekleşti. Beşiktaş Çağdaş’taki bu sergi kaçıncı serginiz oldu? yer veren Süleyman Saim Tekcan’ı sanat dünyası için önemli kılan bir baş- Elli yılda çok sayıda sergi düzenledim. Onun için tam bir rakam vermem zor. Fa- ka nokta ise, dünyada çok az sayıda bulunan “grafik sanatlarına” yönelik kat Beşiktaş Çağdaş’taki bu sergim, 50. sanat yılım için düzenlenen dördüncü bir müzeyi İstanbul’da hayata geçirmesi. 2004 yılında kurduğu İstanbul sergi oldu. Çırağan’da, Işık Galeri’de ve Trabzon’da gerçekleşti ilk üç sergi.

20 B+ KIŞ “Türkiye’de retrospektif sergiler için bence en doğru mekân Beşiktaş Çağdaş.”

B+ KIŞ 21 Yarım asırlık sanatsal üretiminizin tümünü bir sergide alanında imza attığım “ilk”lerdir. Atatürk Eğitim Fakültesi, Mimar Sinan Güzel sunmanız güç olmalı… Sanatlar Akademisi, Yeditepe Üniversitesi’nin kurucu dekanlığı, Işık Üniver- Evet, herhalde ilk kez burada, Beşiktaş Çağdaş’ta böyle bir imkân olabilir- sitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nin kurucu dekanlığı… Türkiye’de sayıları 65’e di. Çünkü Türkiye’de bu nitelikte ikinci bir salon daha yok. Türkiye’de, ret- ulaşan güzel sanatlar liselerinin projelerini hazırlamam… Sanat eğitimine kat- rospektif sergileri için bence en doğru mekân Beşiktaş Çağdaş. Yine de kılarım ve sanat eğitimciliğim de sanatçılığım kadar önemli benim için. biz bir seçki yaptık. Çünkü düşündüğümüz eserler bütününü sergilemeye kalksak sığmayacaktı. Her dönemin kendi karakterini yansıtacak işler seç- Sizin Türk sanat tarihine en büyük katkınız da kurduğunuz tik. Değişik dönemlerimde yaptığım her sergiyi temsil eden bir bölüm oluş- baskı atölyeleriyle gerçekleşti. Hayata geçirdiğiniz “ilk”lerden muş oldu burada. Farklı konseptlere göre, farklı bölümler oluşturduk Be- biri de baskı teknikleri alanındaki yenilikler… şiktaş Çağdaş’ta. Benim kurduğum baskı atölyeleri, uluslararası düzeyde çağdaş baskı atöl- yeleriydi. Bu atölyeler, yüzlerce sanatçının iş ürettikleri atölyeler oldular. Bu sergiyle birlikte bir de Beşiktaş Belediyesi ve Beşiktaş Avrupa’da bir örneği yoktu. Sanatçılar kendilerini ifade etmek için kullan- Çağdaş imzalı bir katalog-kitabınız yayınlandı. Bu katalog dıkları resimsel anlatılarını baskı teknikleriyle de gerçekleştirmek için benim için 50 sanat yılının özeti diyebilir miyiz? atölyeme geldiler. Atölyede bu baskı teknikleriyle çalışmak için gelen sa- Daha önce 35. ve 45. sanat yıllarımda da kataloglar basılmıştı fakat Beşik- natçılardan hiçbir ücret almadık. Her biri birer seri gerçekleştirerek, atölye- taş Çağdaş etiketli bu katalog eserlerimi içeren en kapsamlı kitap oldu. Ta- ye armağan ediyordu. Bu şekilde bir sistem oluşturmuştuk. bii bu kitap da, bu sergi de, tüm eserlerimi içermiyor, fakat 50 yılımı en kap- samlı şekilde anlatan bu sergiyi de ben, eserlerin yerleştirilmesi, düzenlen- Atölyem ayrıca deneysel çalışmalara dayanan bir atölyeydi. Senelerdir bas- mesi ve sunulması açısından bir “eser” olarak nitelendirmek istiyorum. kı teknikleri alanında dersler veriyorum ve baskı tekniklerini geliştirici buluş- lar ortaya koydum. Bunlardan biri, serigrafi tekniğinde, yaş baskı dediği- Sizin için birçok belgesel de çekilmiş. Bunlardan miz bir teknikle ilgili çalışmalarım. Beş rengin bir araya geldiği zaman olu- bahsedebilir misiniz biraz? şan ara renklerin sonsuz olduğunu düşünün. Böyle bir tekniğin sanatsal bir Şu an sergi salonundaki ekranda dönen belgesel, kurucusu olduğum IMO- baskıda kullanılması büyük bir yenilikti. Bu teknik Kanada’da, Amerika’da GA, yani İstanbul Grafik Sanatlar Müzesi ile ilgili. Birkaç kanalın da benim- ve Avrupa’da bazı okullarda benim adımla birlikte anılarak gösteriliyor. le ilgili belgesel hazırlıkları var. Tabii 50. sanat yılım olması nedeniyle sanat yayınları da daha fazla yer vermeye başladı. Zafer Kalfa’nın projesini sür- Sizin atölyeleriniz birçok sanatçı için bir eğitim yuvası olmuş… dürdüğü benimle ilgili bir başka belgesel de, Trabzon’a bir kültürel katkı ga- Benim eğitimci kimliğim her zaman sanatçı kimliğimle beraber yürüdü. Öğ- yesi taşıyor. Trabzon benim doğduğum ve çocukluğumu geçirdiğim şehir. rencilerimin sanata katılmaları için, büyük bir sevgi bağıyla 50 yıl boyunca Benim sanatsal yaşamım da orada başladı; belki de ilk olarak çamurdan gayret gösterdim. Çok sayıda sanatçı da benim atölyemde çalıştı. Türk sa- yaptığım ufak heykelciklerle… Trabzon ayrıca birçok sanatçının da yetişti- natından belki yüzlerce sanatçı benim atölyemden geçti. Onların çoğu bel- ği bir kent. Bu belgesel, Trabzon’da başlayan bir hayatın gelişimini, ilerleyi- ki bugün yaşamıyorlar ama çalıştıkları atölye, bıraktıkları eserler bugün bir şini konu ediyor. Trabzon’da gerçekleştirdiğim sergiden sonra bir de kent- müzeyi, IMOGA’yı oluşturdu. te bir müze projesi düşünülüyor. Bu gerçekleşirse beni çok mutlu edecektir. IMOGA’dan bir “Grafik Sanatlar Müzesi” olarak, oldukça Siz birçok “ilk”i de Türkiye’ye getirdiniz... 50 yıllık bu sanat yenilikçi bir anlayışın ürünü olarak söz ediliyor… geçmişinin sürekliliğini sağlayan öğelerden biri de “deney”e IMOGA sadece Türkiye’nin değil, dünyanın da sayılı grafik sanatlar mü- ve denemelere açık olmanız olabilir mi? zelerinden… Her yıl 35 bin kişi geziyor IMOGA’yı… Bu rakam Avrupa’daki “İlk”ler derken, benim için, gerçekleştirdiğim en önemli yenilikler, sanat eğitimi müzeler için çok büyük olmasa bile, Türkiye için oldukça ciddi bir rakam.

22 B+ KIŞ Ayrıca IMOGA, Cumhuriyet döneminin “müze binası” olarak inşa edilen ilk çağdaş müze binasına sahiptir. Tekrar tekrar toplumumuzun çağdaş mü- zelere ihtiyacı olduğunu belirtmek istiyorum. Müzeler olmazsa sanat eğiti- minin de olamayacağını, müzeler olmadan toplumun kültürel yapısının kali- te kazanamayacağını her defasında vurguluyorum.

IMOGA’yı kurarken hangi fikirlerle yola çıktınız? IMOGA, 2004 yılında kuruldu fakat ben böyle bir müze binası kurmayı 20 yıl önceden hedeflemiştim. Atölyelerimdeki sanatçıların çalışmaları da cid- di bir boyuta ulaşmıştı, ben de o zamanlarda bir arsa aldım ve çok fazla emek harcayarak, bu alana 3 bin metrekarelik bir bina inşa ettirdim. O in- şaat, şimdi bütün hayatımın emeğini içeren ve bana oldukça keyif ve mut- luluk veren bir müze haline geldi.

Müze binanız Ünalan Mahallesi’nde, bu seçiminizden de biraz bahsedebilir misiniz? Elbette ki 20 yıl öncesinde, Ünalan Mahallesi şimdiki gibi binaların yüksel- diği bir semt değildi. Daha çok gecekonduların olduğu bir mahalleydi. Fa- kat bütün dünyada müzeler, gelişmesi tasarlanan yerlerde kurulur. Maddi olarak da o bölgenin uygun olması bu seçimimde rol oynadı kuşkusuz. Üna- Yağlı boya, 2010. lan, bugün müze sayesinde bilinen bir semt oldu, müze inşaatından son- ra etrafında kaliteli inşaatlar yükselmeye başladı. Biliyorsunuz İspanya’daki Ben kurduğum güzel sanatlar fakültelerinde, hep insanın kendi diliyle dü- Bilbao şehri, Bilbao Müzesi kurulmadan önce kimsenin bilmediği bir yerdi. şünmesi, kendi diliyle fikirlerini ortaya koyması, kendini kendi diliyle aktar- Müzeden sonra ise çok ünlü bir kent haline geldi. Dünyanın birçok yerinde masının çok önemli olduğunu vurguladım. Benim sanatsal anlayışım da çarşılar, diğer kültür merkezleri, müzeler etrafında kuruluyor. kendi ülkemizin kültüründen yola çıkarak geliştirdiğim bir temele dayanı- yor. Avrupalı ressamları hiç kopya etmedim… Bazıları Avrupalı bir sanatçıyı Sizin sanat eğitimine getirdiğiniz yeniliklerden biri de kendisine “usta” kabul ediyor ve hep onun sanat yolundan resimler oluştur- “bilgisayarlı eğitim”… Bu değişimi nasıl gerçekleştirdiniz? maya çalışıyor. Bense ülkemdeki kültürlerin hepsine çok dikkatli bakmayı Ben Mimar Sinan Üniversitesi’nde grafik bölüm başkanlığı yaptığım dö- tercih ettim. Ülkemiz sanatçılarının kendi kültürlerinden yola çıkarak doğ- nemde, bilgisayarlı grafik eğitimine geçiş sağlayabilmek için IBM firması- ru yerlere ulaşacaklarını düşündüm. Özde “geleneksel” nitelendirmelerini na gittim. Bilgisayar talebinde bulundum. Genel müdürlükten 10 cihazlık bir böyle açıklayabilirim sanırım. konfigürasyon hediye ettiler okulumuza ve okul içerisinde bir bilgisayar la- boratuarı kurduk. “Bilgisayar grafiği” adı altında bir eğitim başlattım. Bah- Peki anlatımdaki çağdaşlık? settiğim seneler 70’lerin başları. O dönemde reklam ajansları bile “letra- Benim sanatım, konuları itibariyle Anadolu’nun tüm uygarlıklarını içine alan set” kullanırdı. Henüz ajansların bile kullanmadığı bir tekniği üniversiteye geniş bir yelpazeye sahip. Fakat elbette ki teknik olarak dünyadaki teknikle- soktum. Şimdi bilgisayar, grafik ve reklam dünyasının olmazsa olmazı ha- ri içeriyor. Bir sanatçının dünya sanatını bilmesi, takip etmesi gerekir. Sade- line geldi. ce kendi sanat tarihimizi, sadece kendi kültürümüzü baz alırsak sanat değil zanaat yapmış oluruz. Zanaat, bir şeyin tekrarından ibaret olan, alışkanlıklar- Sanat eğitimcisi kimliğinizin yanında sanatsal üretimleriniz de la yapılan bir uğraştır. Oysa sanat, zekâ ve kültür gerektiren bir yaratı olayıdır. hep ön plandaydı… Sizin sanat eserlerinizi tanımlarken “sentezci” niteliğinizden çok bahsediliyor ve “özde geleneksel, anlatımda Çağımızda insanların standart olması isteniyor, üniversitelerde, okullarda çağdaş” ifadesi kullanılıyor. Bu tanımlama sizin için ne ifade ediyor? sadece bilginin hapsedildiği kitaplarla eğitim yapılıyor. Bu bilgiler ezberleti-

Elek baskı, 1992.

B+ KIŞ 23 liyor. Fakat sanat eğitimi birtakım şablonları olmayan, kitaplar içindeki bilgi- lerle sınırlı olmayan, insanları düşünmeye ve yaratmaya sevk eden bir eği- tim olmalı. Dolayısıyla “gelenek” ten yola çıkılabilir ama gelenek, bir sanat eserinin her şeyi olmamalıdır. Gelenekler ve sanatçının kendi ülkesindeki farklı kültürel altyapılar bir temel teşkil edebilir, fakat bunların üzerine sanat- çı kendi kimliğini, kendi kişiliğini koymalıdır. Ayrıca biz 8 bin yıl önce yapılan primitif heykelleri tekrar yapmıyoruz… Rönesans’ı yaşamış insanlar olarak, Rembrandt’ları, Durer’leri bilerek, bütün bu mevcut kültürler içerisinde sa- nat üretiyoruz. Bence önemli olan nokta, kendi kültürümüzün çağla ilişki- sini kurabilmek ve özgün yaratılarla çağa uygun eserler ortaya koyabilmek.

“Gelenek” ya da kültürel altyapı sizin eserlerinizde nasıl ifade buluyor? Benim bu sergide bir bölümde gördüğünüz üzere Süleymanname kitabım var. Bu kitap bizim kültürümüzden gelen bir altyapıya sahip olan bir eser. Surname, minyatür ustalarının yaptığı kitaplar, hat, kaligrafi, tezhib gibi sa- natlardan besleniyor. Fakat benim çizdiğim atlar benim atlarım, Süleyman- name kitabının içindeki yazılar, kendi yazılarım. Eğer bu atlar Rönesans’taki resimlere ya da Avrupa’daki başka bir sanatçının atlarına benzer atlar ol- saydı benim olmayacaktı. Ben kendi atımı, kendi insanımı, kendi kültürümü resmediyorum. Örneğin “İdoller” bölümü var sergide. Bunlara belki toprak altından çıksaydı, “Hitit İdolleri” diyecektiniz. Fakat şimdi bunlar Hitit idol- lerine benzemeyen, ama Hitit kültürü içerisinden de duygular taşıyan idol- ler. O yüzden artık benim idollerim… Osmanlı’yı da, Selçuklu’yu da, Hitit’i de, Asur’u da kucaklayarak oluşturduğum eserler hepsi… Ayrıca Yunan ve Roma kültürlerini de kucaklamalıyız. O kültürler de bu toprakların kültürleri. Romalıların Yunanlarla, Asurluların Hititlerle, aynı kültürel altyapıya sahip ol- duğu gerçeğini ve tüm bu kültürel değerlerin bizim mevcut kültürümüzdeki etkilerini hiçe sayarsak çok büyük yanlış yaparız. Ne yazık ki çoğu müzede yer bulmuyor kendine bu kültürler.

Özellikle “Atlar ve Hatlar” başlıklı eserlerinizde de yazı kullanımı fazla… Bu yazılar ne anlama geliyor? Gravür, 1994. Bunlar dini yazılar değil, güzel söylenmiş sözcükler. Osmanlı hattatları ta-

24 B+ KIŞ rafından yazılmış ve estetiği kabul edilmiş kaligrafik bir şölen… Bunlar için “strüktürler” diyebiliriz. Ben onlara birer yazı öğeleri olarak değil, doku öğe- leri olarak bakıyorum. Atlarımın hareketinde de ben aslında bir kaligrafik estetik görüyorum. Atlarım elbette ki Osmanlı kültürüyle bağdaşıyor, be- nim bu eserlerime bakan bir insanın da Osmanlı kaligrafisini atlarla ilişkilen- direbilmesini isterim. Atatürkçü bir sanat eğitimcisi olarak, Osmanlı esteti- ğini kullanıyorum ve kendi kültürümün evrensel değerlerine sahip çıkıyo- rum bir yerde.

Kaligrafilerde kendi ürettiğiniz ifadelere, sevdiğiniz dizelere de yer veriyor musunuz? Evet, kullandığım oldu tabii… “Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” cümlesini çok severim mesela… Kullandım onu. Fakat çoğu zaman, kalig- rafileri estetikleri için kullandığımdan okunmamak üzere değiştiriyorum.

Peki kültürlerin çağdaş yorumlanışı, çağdaş sanat, modern sanat, güncel sanat gibi tanımlar sizin için ne ifade ediyor? Tabii şimdi geleneksel akademi eğitimi dediğimiz bir eğitim var. Akade- mi eğitiminin çok uç noktalara kadar götürüldüğü çağdaş eğitimler de var. Güncel sanat derken günümüzdeki en uç olan sanatı kastediyorsak, bu- nun kabullenilebilmesi için biraz zamanın geçmesi gerekiyor. Benim sana- tım sadece “güncel” bir sanat değil, özümsenmiş bir kültürün üzerine ku- rulu olan bir sanattır. Kendim için de, bu kültürden beslenen “çağdaş” bir sanatçıyım diyebilirim. Sanatın çok farklı yorumlanışları söz konusu günü- müzde. Fakat tüm bu yenilik dediğimiz akımların yarına kalıp kalmayaca- ğı meçhul. Kalanlar mutlaka müzelerde, galerilerde sergilenecek ve ileri- ki kuşaklara da ulaşacak. Sanat elbette ki toplumun büyük kesimi tarafın- dan “Bu bizim sanatımız için önemlidir” denildiği zaman kalıcı oluyor. Tüm bu yeni akımları da saygıyla izliyorum. Sanat paylaşıldıkça zenginleşen bir olgu ve bu paylaşımın içinde mutlaka hepimizin alacağı dersler vardır. B+ Bronz döküm heykel, 2011. Keskin Keser Koleksiyonu.

Yağlı boya, 2010. Keskin Keser Koleksiyonu. Elek baskı, 1989.

B+ KIŞ 25 Yeni yıl Beşiktaş ışıl ışıl

Yazı: B+ Fotoğraf: ALAATTİN TİMUR

Beşiktaş kenti yeni yılı ışıl ışıl cadde ve meydanlarıyla karşıladı.

26 B+ KIŞ eriye dönüp baktığımızda ülke olarak çok da iyi bir yıl geçirdiğimiz söylenemez. Özellikle afetler ve te- rör olayları nedeniyle birçok vatandaşımız hayatı- nı kaybetti ve büyük acılar yaşandı. Beşiktaş Bele- diyesi ve Beşiktaş kentlileri, büyük bir dayanışma içinde afet bölgelerinde yaşayanların acılarını pay- Glaşmaya, toplanılan yardımlarla vatandaşlarımızın yaralarını sarıp, ih- tiyaçlarını karşılamaya çalıştı.

Artık yeni bir yıl bizi bekliyor. Yeni umutlar ile başladığımız 2012 yılın- da; ülke olarak kötü haberler duymak yerine, bir arada, sağlıklı, mutlu ve huzurlu bir yıl geçirmeyi istiyoruz. Bu nedenle 2011 yılının son haf- talarından itibaren Beşiktaş’ın tüm meydanlarını, caddelerini süsleme- ye başladık. Yeni yıla girerken “Sokakta Hayat Var” diyebilmek için…

Beşiktaş, Ortaköy ve Levent meydanları, Beşiktaş Çarşısı, Nisbeti- ye ve Aytar caddeleri, Kuruçeşme, Arnavutköy ve Bebek süslendi, ışıklandırıldı. Beşiktaş kentini sanatla aydınlatan Beşiktaş Belediye- si bu kez sokaklarını, meydanlarını, caddelerini yeni yıl ve yeni umut- lar için aydınlattı.

Başarılarımızı, mutluluklarımızı ve sevinçlerimizi paylaşacağımız gü- Beşiktaş Çarşı zel bir yıl dileğiyle… B+

Aytar Caddesi

Ortaköy Meydanı

Levent Meydanı

Beşiktaş Meydanı

B+ KIŞ 27 Müze

Atatürk’ün Beşiktaş’taki ilk evi

Yazı: NAZAN ORTAÇ Fotoğraf: İLKER AKGÜNGÖR

Atatürk’ün ailesi için kiraladığı ilk ev olan ve günümüzde müzeye dönüştürülen Akaretler Yokuşu’ndaki evini ebediyete intikal edişinin 73’üncü yıldönümünde ziyaret ettik.

28 B+ KIŞ B+ KIŞ 29 Müzenin giriş katında, Akaretler Vakfiyesi ile ilgili; mimarı, inşası, binalarda yaşayanlar hakkında bilgiler var.

tatürk’ün hayatının kilometre taşlarında hep Beşiktaş var. Beşiktaş Belediyesi’nin yayımladığı “Güle Güle Çocuklar - Atatürk’ün Beşiktaş Günleri” adlı kitapta tarihçi yazar Necdet Sakaoğlu’nun da işaret ettiği gibi, belleklerdeki “Atatürk-Beşiktaş” ilintisini sadece 10 Kasım gerçeğiyle sınırlandırmak doğru değil. Bu Anedenle, Ulu Önder’in ebediyete intikal edişinin 73’üncü yıldönümü olan 10 Kasım’da, Atatürk’ün İstanbul’da kiraladığı ilk ev olma özelliğini taşıyan “Akaretler Mustafa Kemal Müzesi”ni ziyaret ettik.

1912’deki Balkan Savaşı sırasında yüzlerce Türk ailesi gibi Mustafa Kemal, annesi Zübeyde Hanım, kız kardeşi Makbule Hanım, himayelerindeki Fikriye ve Abdürrahim ile Selanik’ten İstanbul’a göç etti. Aile, Akaretler Yokuşu’ndaki 76 numaralı saray lojmanına yerleşti. 1919 yılına kadar yaşadıkları bu 3 katlı ev, şimdi Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından müze haline getirildi ve geçtiğimiz mayıs ayında ziyarete açıldı. Müzenin sevimli çocuk alanları, büyüklerin bile dikkatini çekecek cinsten. Eski fotoğraflardan yapılan puzzle’lar, çocukların tarihe olan ilgisini uyandırıyor. Tarihin ilk toplu konut örneği Beşiktaş Spor Kulübü’nün de bulunduğu, eski adı “Spor”, şimdiki adıyla Birinci katta ise Balkan Savaşı ve göçün yanı sıra Çanakkale Savaşları ile “Süleyman Seba Caddesi” üzerindeki ev, Sultan Abdülaziz döneminde ilgili bilgiler, Mustafa Kemal’in çalışma odası bulunuyor. Bir sonraki katta (1875), Dolmabahçe Sarayı lojmanları olarak, dönemin ünlü mimarı Sarkis aileyle ilgili bilgiler, Atatürk’ün yazdığı bazı mektuplar bulunmakta. Bu Balyan tarafından yapılan sıraevlerden biri. Tarihin ilk toplu konut örneği mektuplarda Ata’nın İstanbul’daki son günleri anlatılıyor. Bunlar çeşitli film olan Sıraevler, geçtiğimiz yıllarda restore edilerek kullanıma sunulmuştu. projeksiyonlarıyla canlandırılmış. Semtin çehresini değiştiren bu restorasyon çalışmasının son aşamasında ise Atatürk’ün ailesiyle birlikte yaşadığı ev, “Akaretler Mustafa Kemal Evin çatı katında ise arşiv, kütüphane ve toplantı salonu bulunuyor. Müzesi” olarak ziyarete açıldı. Dönemin tarihi eserlerinin de sergilendiği müze, çeşitli video gösterileri, belgeseller ve filmlerle Balkan Savaşları, göç, Milli Mücadele temalarının Müze, modern dekorasyonu ile dikkat çekiyor. Çeşitli belgeseller, video anlatıldığı sinevizyon gösterilerine de ev sahipliği yapıyor. enstalasyonları, üç boyutlu grafik tasarımlar ve efektlerle yeni bir müzecilik anlayışı ortaya konulmuş. Atatürk’ün kullandığı koltuk ve Zübeyde Hanım’a ait bir kilimin yanı sıra, döneme ait gazete ve yayınlar da müzede sergileniyor. Giriş katında genel bir bilgilendirmenin yanı sıra Atatürk’ün vakıflarla ilgili söyledikleri ve Akaretler’in mimarisi ve tarihiyle ilgili bilgiler yer alıyor. Müze, hafta içi her gün 09.00-16.00 arası ziyarete açık. B+

30 B+ KIŞ Arkeolog yetiştirilmesini istiyor Atatürk’ün, İsmet İnönü’ye yazdığı bir mektup, müzenin duvarlarını süslüyor: “Son inceleme gezilerimde çeşitli yerlerdeki müzeleri ve eski sanat ve medeniyet eserlerini de gözden geçirdim. İstanbul’dan başka Bursa, İzmir, Antalya, Adana ve Konya’da bulunan müzele- ri gördüm. Bunlarda şimdiye kadar bulunabilen bazı eserler muha- faza olunmakta ve kısmen de yabancı uzmanların yardımıyla tasnif edilmektedir.

Ancak memleketimizin hemen her tarafında emsalsiz hazineler ha- linde yatmakta olan eski uygarlık eserlerinin ilerde tarafımızdan orta- ya çıkarılarak, ilmi bir şekilde koruma ve tasnifleri ve geçen devirle- rin sürekli ihmali yüzünden çok harap bir halde olan abidelerin korun- maları için müze müdürlüklerine ve kazı işlerinde kullanılmak üzere (arkeoloji) uzmanlarına şiddetle ihtiyaç vardır. Bunun için Maarif’ce yurt dışına öğrenime gönderilecek öğrencilerden bir kısmının bu ko- nuya ayrılmasının uygun olacağını düşünmekteyim.

Konya’da asırlarca devam etmiş ihmaller sebebiyle büyük bir tahri- bat içinde bulunmalarına rağmen, sekiz asır evvelki Türk medeniye- tinin gerçek mimari şaheserleri sayılacak kıymette bazı binalar var- dır. Bunlardan bilhassa Karatay Medresesi, Alaeddin Camii, Sahip Ata Medrese Camii ve Türbesi, Sırçalı Mescit ve İnce Minareli Cami derhal ve acele olarak onarıma muhtaç bir durumdadırlar. Bu tami- rin gecikmesi, abidelerin tamamen ortadan kalkmasına sebep ola- cağından, öncelikle asker tarafından kullanılanlarının boşaltılmasını ve tamamen uzman kişiler kontrolünde onarımının temin edilmesi-

Renkli minderler, yer masaları, çocuklara “tarih içinde” ni rica ederim.” dinlenme olanağı yaratıyor...

Müze, modern dekorasyonu ile dikkat çekiyor.

Müzede tarihe yolculuk, sadece yazılı belgeler ve fotoğraflarla değil, binanın özgün mimarisiyle de sağlanıyor.

B+ KIŞ 31 32 B+ KIŞ Müzenin ikinci katında Balkan ve Çanakkale savaşları ve Müzenin üçüncü katında bulunan “Atatürk ve İstanbul” bölümündeki “Selanik’ten Samsun’a” bölümleri bulunuyor. fotoğraf ve belgeler, müzenin ilgi çeken eserleri arasında.

Akaretler’deki 76 no’lu saray lojmanı Atatürk’ün Beşiktaş’taki ilk eviydi.

İkinci katın bir bölümünde Mustafa Kemal’in çalışma odası canlandırılmış. Kartonetlerle gerçeklik duygusu yaratılmaya çalışılmış.

Müzede, fotoğraf, mektup ve belgelerle aktarılan tarih bazı bölümlerde çeşitli filmlerle desteklenmiş.

Beşiktaşlı sporcuları izliyordu Dr. Necati Karakaya, “Atatürk Beşiktaşlı” kitabında, Ulu Önder’in Beşiktaş Spor Kulübü’yle olan ilişkisini anlatırken, Akaretler’deki evindeki yaşamına da ayna tutuyor.

“... Mustafa Kemal, Akaretler Caddesi 76 numaralı evinin arka bahçesine çıkarak istirahat ederdi. En büyük tutkusu hasır sandalyesine oturup, ağız- lıklı sigarasını tüttürüp, annesi Zübeyde Hanımefendi’nin pişirdiği kahve- yi yudumlarken Beşiktaş idmanlarını seyretmekti. Bitişiğindeki Beşiktaş Müzenin üçüncü katında bir bölüm, Kulübü’nün arka kapısı da bu meydana açılıyordu. Mustafa Kemal burada, Atatürk’ün yazdığı mektuplara ayrılmış. güreş, futbol, eskrim, gülle atma sporlarını birbiri ardına takip ediyordu…”

B+ KIŞ 33 Bienal

Uluslararası Mimarlık Bienali’nin ardından…

Yazı: B+ Fotoğraf: ANTALYA MİMARLAR ODASI ARŞİVİ

Antalya Mimarlar Odası’nın girişimiyle “Uluslararası Mimarlık Bienali” ilk kez Türkiye’de düzenlendi. 23-29 Ekim 2011 tarihleri arasında gerçekleşen bienalin bu seneki teması ise “Kesişmeler”di...

ir kentin mimarisi ve o kentte hayata geçirilmiş ya da geçi- Mimarlar Odası Antalya Şube Başkanı Osman Aydın şu ifadelere yer ver- rilmeye çalışılan şehir planlamacılığı, hem kentin kültürel mekteydi: “Bienal ile farklı kültür ve sanat alanlarının ve de toplumun mi- geçmişini hem de vizyonunu yansıtır. Bu vizyon ise kuş- marlıkla birlikteliğinin öneminin bir kez daha vurgulanması amaçlanmak- kusuz kültürel geçmiş ve anlayışın temellendiği toplum- tadır. Bu bienal, sistem dışı duruşuyla böylesi bir amacın gerçekleşmesi- sal altyapıdan bağımsız, tepeden inme şahsi “vizyon”lar ne geniş anlamda ve serbestçe olanak sağlayacaktır.” doğrultusunda gerçekleştirilemez. Bir kentin mimari- sininB ele alınışı ve sorgulanışı her kuşaktan kentli ve uzmanın buluşma- 23-29 Ekim 2011 tarihleri arasında gerçekleşen Uluslararası Mimarlık sı, ortak konularda tartışması ve çözümler üretmeye çalışması doğrultu- Bienali’nin (IABA 2011) AKM’deki açılışına, Uluslararası Mimarlar Birli- sunda gerçekleşmelidir. Sempozyumların, bienallerin önemi de bu nok- ği (UIA) Genel Sekreteri Michel Barmaki, Antalya Büyükşehir Belediye tada başlamaktadır. Başkanı Mustafa Akaydın, Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal ve çok sayıda davetli katıldı. Bu perspektiften yola çıkarak geçtiğimiz ay Antalya’da gerçekleş- ti “Uluslararası Mimarlık Bienali”. Böylece, Antalya Mimarlar Odası tara- Bienal Başkanı Prof. Dr. Zekai Görgülü, açılış konuşmasında mimari yak- fından gerçekleştirilen organizasyonla, ilk kez “Uluslararası Mimarlık Bi- laşımlardaki interdisipliner tutumun önemini ve bu doğrultuda belirlenen enali” Türkiye’de düzenlenmiş oluyordu. Bienalin bu seneki teması ise temayı, “Kesişme, mimarlığın birçok sanat ve meslekle yan yana zengin- “Kesişmeler”di… leşmesini ve bu birliktelikle farklı okunmasını ifade ediyor” şeklinde açık- lamaktaydı. Moderatörlüğünü Beşiktaş Belediye Başkanı Mimar İsma- Toplumun sahip olduğu kültürel değerlerin mimari ile kesişmelerini ve bir- il Ünal’ın yaptığı açılış toplantısında heykeltıraş Prof. Dr. Rahmi Aksun- likteliğini ortaya koymak amacıyla düzenlenen bienalin davet metninde, gur ve heykeltıraş Mehmet Aksoy “Mimarlık ve Heykel”; fotoğraf sanat-

34 B+ KIŞ çısı Prof. Dr. Rahmi Günay, “Mimarlık ve Fotoğraf”; mimar ve yazar Oktay Ekinci, “Mimarlık ve Basın”; Avukat Turgut Kazan, “Mimarlık ve Hukuk”; yönetmen ve yazar Hasan Özgen ise “Mimarlık ve Sinema” üzerine ko- nuşmalar gerçekleştirdi.

Program, Beşiktaş Belediyesi’nin desteği ile hazırlanan konserle tamam- landı. Kürşat Başar, Burçin Büke, Güvenç Dağüstün, Volkan Hürsever, Murat Algan ve Batuhan Büyükdoğan’dan oluşan topluluğun konseri ilgi ile izlendi. Açılışa katılan Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Akaydın, belediye olarak Mimarlar Odası Antalya Şubesi ile uyumlu çalış- tıklarını belirtti ve Mimarlar Odası’na kente kattığı değerler için teşekkür- lerini sundu. Mimarlık Bienali’nin Antalya’ya çok büyük katkı sağlayacağı- nı söyleyen Akaydın, bienalin daha da etkin hale gelmesi için elinden ge- len desteği vermeye hazır olduğunu belirtti. Cumhuriyet-Akdeniz gazetesine açıklama yapan katılımcılar Uluslararası Mimarlık Bienali’ni Bienal kapsamında belgesel film gösterimlerinden, karikatür sergilerine; şu sözleriyle değerlendirdiler: deneysel mimarlık forumundan, söyleşilere çeşitli etkinlikler düzenlendi. “Belgesel Film Gösterimleri” kapsamında, 27 Ekim’de “ Öteki Kasaba” Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal (Mimar): “Bir Antalyalı ola- ve “Ekümenepolis - Ucu Olmayan Şehir” belgeselleri katılımcılarla buluş- rak, bu dağların çocuğu olarak burada olmak, hele yuvamızı ziyaret turuldu. Mimarlar Odası Antalya Şubesi’nce her yıl gerçekleştirilen “Ulus- etmek bizim için önemliydi. Tabii, mimarlık farklı bir kavram. Üstelik Antalya gibi bir kentte doğasıyla, tarihiyle, yeşil alanlarıyla, var olan lararası Genç Mimarlar Buluşması”nın altıncısı da, bu yıl IABA etkinlikleri insan yapısıyla bu bienalin kente çok şey katacağına inanıyorum” ile kesişti. Bu kapsamda 28 Ekim’de, “Uluslararası Genç Mimarlar Buluş- ması” etkinlikleri gerçekleştirildi. Mimariyi deneyimleyen, meslek ortamı- Mehmet Aksoy (Heykeltıraş): “Bu bienal çok önemli. Aslında biz nı farklı disiplinler ile bütünleştirerek soyut ve felsefi yönünü ortaya koyan şehirde sanat yerine şehrin sanat haline dönüşmesini isteriz. (...) Her “Deneysel Mimarlık” çalışmaları da bienalin önemli etkinlikleri arasınday- belediye başkanı birazcık şehircilikten anlamalı. Şehirlere gerçekten dı. 27 Ekim’de gerçekleşen “Deneysel Mimarlık İşleri Forumu”nun yanı asırlarca kalacak şeyler yapıyoruz. Çocuklar onlarla büyüyecek. Ha- sıra, deneysel mimarlık ürünleri kentin çeşitli yerlerinde sergilendi. Sergi- tıralarında onlar olacak. Onun için bu bienale çok önem veriyorum.” lenen 17 eser kentliler tarafından ilgiyle izlendi. Bienal’de ayrıca, “Mimarlık Forumu ve Ulusal Karikatür Yarışması Sergisi” açılışı da gerçekleştirildi. Hasan Özgen (Yönetmen ve Yazar): “Yıllar önce Antalya ile ilgili fark- lı bir çalışma yapmıştık. O günden bu yana Antalya çok değişti, di- namikleri, hedefleri farklılaştı. Bu tür şeyler iki boyutlu düşünülebilir. Mimar ve Yazar Oktay Ekinci, bienal sonrası Cumhuriyet Gazetesi’nde Antalya’nın kendi sorunlarını aşması için, gerekli olan iletişim için ih- kaleme aldığı yazısında şöyle demekteydi: “(...) Mimarlar Odası Antalya tiyaç duyduğu gereksinimler neyse onlar doğrultusunda çalışma ya- Şubesi’nin işte böylesi “Anadolu’ya yakışmayan” eksikliğimizi gidermek pılmalı. Bir de Antalya imajı etrafında örgütlenebilecek ya da Antalya için 26-29 Ekim’de düzenlediği “1. Uluslararası Mimarlık Bienali”ni hem imajını daha yukarı çekebilecek, toparlayacak çalışmalar yapılmalı.” anlam hem de sorumluluk açısından taşıdığı tarihsel önemiyle yaşadık... Bundan böyle adına ve dünya kurallarına uygun olarak yılaşırı (iki yılda bir) Prof. Dr. Rahmi Aksungur (Heykeltıraş): “Bienalin bizler için büyük düzenlenecek bienalin ilkinde ‘Mimarlıkta Kesişmeler’ irdelenirken bin önemi var. Zira sanatla mimarlık birlikte konuşulacak. Bizim büyük yılların uygarlık sanatındaki etkileşimlerinden dersler çıkartmaya çalıştık.” bir iddiamız var. Mimarlık bir sanattı. Sanattı, diyorum çünkü bu, za- Bienal, değerlendirme toplantısı ve piyanist Barış Büyükyıldırım’ın kapa- man içinde değişti. Sanattan koptu, kendi başına durmaya başladı. Bunun çeşitli etmenleri var. Bunları tartışacağız.” nış konseriyle sona erdi. B+

Hakan Demirel’in bienal için tasarladığı “Mezar” isimli işi.

B+ KIŞ 35 Sanatçı gözüyle

Modern zaman dervişleri Baba Zula

Yazı: NAZAN ORTAÇ Fotoğraf: İLKER AKGÜNGÖR

Türk halk müziğini “saykodelik rock”la sentezleyerek sıra dışı çalışmalara imza atan Baba Zula grubunun kurucuları Murat Ertel ve Levent Akman, bu sayının konukları. Aktivist kimlikleriyle de ön plana çıkan Ertel ve Akman’ı daha yakından tanımak için buyurun!

36 B+ KIŞ “Konserin törenselliği bizim için çok önemli.”

Beşiktaş Belediyesi’nin 2011 yılında düzenlediği Park Buluşmaları etkinlikleri kapsamındaki Babazula konserine ilgi büyüktü.

nlara, sadece “müzik yapıyorlar” demek haksızlık olur… 40’ıncı yıl hatırına bir kere daha kurdum, şimdi onunla devam ediyorum. Eğer Baba Zula’yı sahnede gördüyseniz, ne demek is- Esas, kendi kendime şarkılar söylemem dışında, yine beni çok etkileyen tediğimi daha iyi anlayabilirsiniz. Performanslarında tiyatro oyunları var. dans var, grafik var, tiyatrodan operete sahne sanat- ları var. Moda tasarımını da unutmamak lazım; Murat Bunlardan biri, Abdülcanbaz’ın, Dostlar Tiyatrosu tarafından sahnelen- Ertel’in bir “stil ikonu” olduğu gerçeğini kim inkâr ede- mesi. Turhan Selçuk dayım olduğu için, Abdülcanbaz’la büyüdüm ben. bilir!O Ve bu, “birarada olma hali” bir tesadüf değil, zorlama hiç değil! Sa- Abdülcanbaz’ın provalarına gittim. Küçücük bir çocuktum. Tabii o müzik- natın her dalı ilmek ilmek hücrelerine işlemiş, şimdi oradan damıtılarak biz- ler beni çok etkiledi. Bir de Haldun Taner’in Keşanlı Ali’si… Orada müzik- lere akıyor. ler Yalçın Tura’ya, Abdülcanbaz’da da Arif Erkin’e aitti. Bu ikisi de bence çok önemli besteciler. Bu iki yaratıcı adam, Murat Ertel ve Levent Akman birer Beşiktaş sakini… Öyle böyle değil; bu ilçeyi başka hiçbir yere değişmeyecek kadar sahip- Bir de Polaria’dan söz edebilirim. Bu, bir Alman opereti. Bir kutup ayısının leniyorlar! maceralarını anlatıyor. Babam opera kitapçığı için resimlerini benim yap- mamı istedi. Ben de provalarına giderek oyunu izledim. Ve oyunun resim- Grubun beyin takımını oluşturan ikili ile Ihlamur Kasrı’nda buluştuk; müzik- lerini yaptım. Bunlar önce opera kitapçığında, sonra da Doğan Kardeş’te ten kadın haklarına kadar bir sürü şey konuştuk. basıldı. Oraya gidince bende müzikli oyun, operet kavramı başladı ve ken- di kafamdan oyunlar yazmaya başladım. Resimler çizip, onları kesiyor- Müzik maceranız nasıl başladı? dum, kukla gibi onları ev halkına oynatıp, aynı zamanda şarkılar yapıyor- Murat Ertel: Ailem sanatçı olduğu için, doğduğum andan itibaren hep sa- dum. Oyunlar başladığı zaman pankart hazırlıyordum, oyunun ismini ya- natçılarla beraberdim ve sanatın her türünü evde gözlemliyordum. Bu yüz- zıp, evin içinde “şu saatte, şurada oyun oynayacak” diye gezdiriyordum. den sanatçı olayım diye bir karar vermedim, zaten her zaman farklı fark- lı sanatçılar vardı çevremde. Babam Mengü Ertel afişler yapıyordu, ben Akşamları onları oynatıyor, şarkılarını söylüyordum. 6 yaşında da dergi çı- onu gözlemliyordum. Masasının üzerine tırmanıyordum ya da babam beni kartmaya başladım. “Ormandaki Hışırtılar” diye bir seri. Ormandaki hay- masasının üzerine oturtuyordu. Belirli yerleri bana boyatıyordu. 1,5 yaşın- vanları, hayvanların açısından anlatıyordum. Kötüler insanlardı, iyiler de dan beri resim yaparım; sonra şarkılar söylüyordum, şiirler yazıyordum. hayvanlardı. Genelde kötü insanlar, kurt ya da ayı gibi hayvanlar tarafın- dan parçalanarak mutlu sona ulaşılıyordu. İçine doğdunuz... M.E: Evet, içine doğdum. Başladığım anı bile bilmiyorum! Ama şöyle di- Jack London okumuş olabilir misiniz? yebilirim, ilk grubumu 5 yaşında kurdum: Mavi Güneş. Onu 40 yıl sonra, M.E: Evet, evde sıklıkla Jack London okunurdu...

B+ KIŞ 37 Daha çok kitaplardan mı etkileniyordunuz, Kit’lerle ciltliyor. Çocukken birtakım şeyleri çok hızlı bir şekilde anlamak doğayı yaşayabiliyor muydunuz? zorunda kaldım. M.E: Esentepe’de büyüdüm ben. Dayımın iki katlı bir evi, kocaman bir bahçesi vardı. Bahçede her türlü ağaç, köpeklerimiz, bir havuz ve havu- Belki bir insanın bir ömür boyunca beslenebileceği şeyi, zun içinde ördekler vardı. Dedem her türlü meyve ağacından bir örnek siz hızlandırılmış bir şekilde yaşamışsınız. dikmişti. Hatta limonlarımız bile vardı. Onlar kışın içeri alınırdı. Ben o ev- M.E: O yüzden direkt olarak müziğin ve sanatın içine daldım ve çıkmadım... den taşındıktan sonra meyve yiyemez oldum. Çünkü benim için meyve ağaçtan koparılıp yenen bir şeydir. Hayvanlara çok meraklıydım, televiz- Siz Levent Bey? yon bizim eve çok geç girdi ama her zaman çok kitap bulunurdu. Ve ben Levent Akman: Benim, Murat’ın ailesinin tam tersi bir ailem var. Babam bu kitapların hep resimlerine bakardım. subaydı. Ankara doğumluyum aslında ben. Sonra tayinle Diyarbakır’a git- tik, üç sene orada kaldık. 1979’da gittik, 1982’de döndük. Bütün o dönem Onlar da hayal gücünüzü beslemiştir... oradaydım. Orası tam bir kültür şoku oldu benim için. Birtakım yeni mü- Tek çocuk muydunuz? ziklerle tanıştım. Halkın dinlediği müziklere aşina oldum. Bambaşka bir M.E: Evet, tek çocuktum. 1970’te İlhan Dayım (İlhan Selçuk) hapisteyken, kültür sonuçta… Bizim oturduğumuz hava alayının hemen yanında Kürt annemlere “Okuyucu mektuplarını yakın” diyor. Çünkü okuyuculara ulaş- mahallesi vardı. Ama savaş ortamı gibiydi. Uçaksavar topu köye dönük- malarını istemiyor. Bunun üzerine bizimkiler dayımın evine gidip, mektup- tü. Çok taşlandık biz okula giderken… Tip olarak da farklı olduğum için hiç- ları alıyorlar. Fakat mektuplar sandıklarca, kutularca… Bizim eve geliyor- bir zaman “Hoş geldin” durumu yoktu orada. Hep bir gerginlik, laf atma- lar, Esentepe’deki evin altında şömine vardı, o şöminede yakmaya çalışı- lar, yolda yürürken omuz atmalar falan… Zor bir dönemdi ama kültürel ola- yorlar. Fakat zor yanıyor, çünkü yüzlerce mektup! Yanıyor, yanıyor, bitmi- rak bayağı bir şok yaşamama rağmen çok öğretici oldu. Hayat dersleri yor! Beni de erketeye yatırıyorlar; polisler ya da askerler gelince söyleye- çok iyiydi orada. Müzik açısından da aydınlatıcı oldu. Sonra babamın tayi- ceğim. Sonra askerler geliyor; bizimkiler kapıyı bir açıyorlar, bütün o kos- ni İstanbul’a çıktı. Nişantaşı Anadolu Lisesi’ne geldim. En doğudan en ba- kocaman bahçe, sanki kar yağmış gibi küçük kâğıt parçalarıyla dolu! Ba- tıya gelip, Nişantaşı’nın ortasına inmek de bayağı bir şok oldu. Orada da cadan yağmış, onu hesap edemiyorlar. Fakat subay neyse ki iyi bir adam, batı müziği bombardımanına uğradık. Ama olanakları olan bir okuldu. Es- görmezden geliyor. Arıyorlar tarıyorlar bir şey bulamıyorlar. kiden İngiliz lisesi olduğu için, oradan kalan bir miras vardı. Murat da aynı okuldaydı, benden iki sınıf büyüktü. Bir grupları vardı, okulun müzik oda- Altı yaşındaydım; hapishane, işkence, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, böy- sında çalarlardı. Biz de bakardık onlara, imrenirdik. Ben de o zaman yavaş le sözcükleri, biliyorum ama konuşmamam gerekiyor. Beni, “Bak yavrum yavaş müzikle ilgilenmeye başladım. biz böyle şeyler konuşuyoruz, senin konuşmaman gerekiyor” diye tem- bihliyorlar. Ben de onlara, “Ben konuşsaydım, şu lamba gibi sallanırdınız” Tanışıyor muydunuz? diye cevaplar falan veriyorum. Böyle bir ortam! Çok küçüğüm ama anla- L.A: Okulda ortak bir grup vardı. Müzikle ilgilenenler, daha farklı takılan- mak zorundayım. Dayılarım bir geliyorlar eve; gördüğünüz zaman anlıyor- lar. Düzene uyanlar, düzene uymayanlar diye de tanımlayabiliriz. Biz tabii sunuz zaten! Anneannem ağlıyor, annem ağlıyor; gözler çökmüş, zayıfla- Murat’ların grubundan etkilendik. O dönem Milliyet’in Liselerarası Müzik mışlar, saçlar gitmiş, oraları buraları morarmış. Anlıyorsunuz durumun kor- Yarışması vardı. Haydi, biz de grup kurup, yarışmaya katılalım dedik. Grup kunçluğunu... Mesela benim çok güzel bir kütüphanem vardı. Red Kit’i kurduk ama tek parça çalmayı biliyoruz, o da Doors’tan bir parçaydı. Ya- bir açıyorum, içinde başka bir kitap var! Karl Marx’ın kitabı… Çok bozu- rışmada nota istiyorlar, biz de hiçbirimiz nota okumayı bilmiyoruz. Gittik luyorum! Babam, grafiker olduğu için büyük özenle Marx’ları falan Red ünlü bir müzisyene, ondan nota çıkarmasını istedik. Harçlıklarımızı birikti-

38 B+ KIŞ rip adama bir ton para verdik. Harıl harıl hazırlanıyoruz, ama o sene yarış- ma iptal oldu!

Giremediniz mi yarışmaya? L.A: Yok giremedik, bir tek o sene iptal oldu. Şans işte! Sonra biz bu du- rum karşısında yıkıldık ve müziği bıraktık. Böyle bitti bu olay. Dinleyici ola- rak devam ettim, sürekli konserlere gidiyordum. Murat, müziği hiç bırak- madı, değişik gruplarda çaldı. Sonra “Zen” diye bir grup kurdu. Ben on- ların bayağı fanatik izleyicisi oldum. Her konserlerine giderdim. Sonra bir konserde bana dia gösterttiler, acayip gururlandım, heyecanlandım. Gruptan olma hissi geldi.

1991’de, Boğaziçi’nde Taşoda vardı; Zen orada prova yapardı. Ben de hep onları izlemek için giderdim. O zaman Zen provaları, ayrı bir olay olur- du, konser gibi, dinleti gibi... Sırf doğaçlama yapan bir gruptu, sahneye çıkmadan kimse ne çalacağını bilmezdi. O dönem zor dönemlerdi. Doğ- ru dürüst bir bar yoktu gidilecek. Zaten dışarı çıktığında üç adımda bir, si- vil polisler çevirir, kimlik sorardı. “Ne yapacaksınız bara gidip, evinize gi- din” falan gibi abuk sabuk tavırlar… Bu nedenle herkes bir yerlerde ken- di mekânını yaratmaya çalışıyordu. Taşoda da öyle bir sığınaktı aslında. Birçok müzisyen oradan geçmiştir. Bir okul gibiydi. Bir gün yine bir prova sırasındaydı; bir köşede perküsyon aletleri duruyordu. Murat, “Geç şun- ları bir alsana” dedi. Sürekli geliyorsun, boş boş duruyorsun, bir işe yara bu melodik oluyor. Ya da bir söz oluyor. Ondan sonra eğer ikimiz de bu fi- yani...”dedi. Benim müziğe girişim böyle oldu! Gaza gelip davul seti falan kir üzerine heyecanlanıyorsak, o iş oluyor. Eğer ikimizden birinin bir şüp- kurdum, iki davul çalmaya başladık. hesi varsa, o şüphe giderilene kadar birçok deneme daha oluyor. Ama şüphe devam ediyorsa, o fikir ölüyor. Ya da ilk bir kıvılcım oluyorsa, o za- O zamana kadar bir müzik eğitimi almadınız ama değil mi? man ikimizden de onay alıyor. Müzikal olarak, hatta tüm konularla ilgili ara- L.A: Yok, almadım… Lisede bas çalıyordum. Hatta eski, lambalı radyo- mızda bir denge var. O denge olmadığı zaman olmuyor. Diğer bütün ele- lar vardır ya, onu bas amfisi olarak kullanıyordum. Sonra patlatmıştım, pe- manlar bir katkı, bir sos, bir renk katıyor. Ama temelde, özüne indiğimiz za- derden bayağı bir zılgıt yemiştim. Öyle başladım, Zen’le devam ettim. Bir man böyle olduğunu düşünüyorum. dönem üniversiteyi bitirmek için ara verdim. Sonrasında 1996’da Tabutta Rövaşata filmiyle Baba Zula başladı, o zamandan beri de birlikteyiz. Uzaktan bakıldığında yaptığınız müziğin birçok insanın katkısıyla ortaya çıktığı düşünülüyor. Multidisipliner bir yapı... Yaptığınız müziği nasıl adlandırıyorsunuz, ya da bir ad M.E: Aslında o gözlem de doğru. Her katılan elemanın mutlaka bir katkısı verme ihtiyacı hissediyor musunuz? oluyor. Ama bu bizim bahsettiğimiz öz, çekirdek… Can Yücel, babam için M.E: İhtiyaç hissediyoruz ama yapamıyoruz! Bir taksici arkadaş, “Ne tür bir şey söylemişti: “Bir çığı başlatan bir kar tanesi vardır, Mengü Ertel bir müzik yapıyorsunuz” diye sorunca, “Valla bilemiyorum ama şöyle yapıyo- oyunda ya da bir eserde o kar tanesini bulur.” Bizim için de, Baba Zula’nın ruz, böyle yapıyoruz” diye anlattım. “Ha bir tür modern halk müziği dese- o çığını başlatan şey, Levent’le benim birlikteliğim. ne sen şuna!” dedi. Belki öyle demek doğru olabilir... Siz o ilk hücreyi buluyorsunuz... Üretim, fikir aşaması nasıl oluyor? İkinizden mi çıkıyor fikir- M.E: Evet, ama onun büyüyüp çığ haline gelmesi dediğiniz gibi çok disip- ler, yoksa dönem dönem gruba farklı insanların katkıları olu- linli, pek çok sanat formunu birarada götüren bir şey aslında... yor, onlar da fikir veriyor mu? M.E. İkimizden çıkıyor, bu çok önemli bir şey. Ben veya Levent bir fikirle Türkiye’de yaptığınız işin örneği yok, dünyada örnekleri var geliyoruz. Levent’ten geliyorsa bu ritmik bir fikir oluyor, benden geliyorsa mı? Ya da sizin etkilendiğiniz insanlar? M.E: Etkilendiğimiz çok insan var. Değişik sanat dallarından… Bu soruya aslında sadece müzik açısından cevap vermek doğru değil.

Evet, sizin yaptığınız performansın içinde tasarım da var, grafik de, dans da... M.E: Evet, dans da bizim için çok önemli. Bir kere halk sanatları çok önem- li. Müzikal olarak ya da sanatsal olarak bu çığı başlatan kar tanesi aslında bu. Bir noktada anonim olan, şu anda bildiğimiz âşıkların okuduğu eser- lerde bile çok anonim, çok halka ait, çok geçmişe ait izler var. Tamam, ta- “Bir ülkede kadınlar ne bii ki Âşık Mahsuni dinliyoruz ve kendisi de bir besteci, ama o bestelerin kadar özgürse, ne kadar altında ona ilham veren bir gelenek var, bir öz var. Esas olarak o özden et- kileniyoruz. Mahsuni dinlerken bile o özden çok yararlanıyoruz. O yüzden hakları varsa, o ülkenin modern halk müziği diyebilirim. Belki halk müziği tanımını yapanlar buna o kadar demokratik karşı çıkabilirler. Ben de onlara derim ki, elektrosaz çalıyoruz ama bu yine ve özgür olduğunu bir saz! Modern Türk müziği teorisyenlerinin bile atladığı şeyler var. düşünüyoruz.” Türk müziğinde en aydınlatıcı bilgileri ben Yalçın Tura’nın makalelerinde buldum. Diyor ki: “Müzik bilgini, kanun enstrümanının kaşifi olan Farabi’nin horasan tamburu, Türk musikisinin temelidir. Ve horasan tamburunun per- de bölünmesi sazla aynıdır”. Bu çok önemli bir şey! Bu ne demek? Türk müziğinin temeli, Türk halk müziğindedir ve sazın içindedir melodik ola- rak. Demek ki biz bu perde bölünmesini kendi müziğimizde uyguluyorsak ve ritmik olarak Türk müziği usullerini modernize ederek kullanıyorsak, demek ki bir tür halk müziği yapıyoruz. İstediğiniz kadar siz bunu eleştirin,

B+ KIŞ 39 yoz deyin, kötü deyin, geleneksel müzik değil bu deyin... Ama işte müziği ği çok yaygın. Şu büyük şehirlerden çıkınca, hiç öyle olmadığını görüyor- oluşturan en temel öğelerden birkaçı olan melodik ve ritmik unsurlar za- sunuz. Şimdi adını bile bilmediğimiz sanatçılar 15-20 bin kişilik açık hava ten halk müziğine tekabül ediyor. konserleri veriyorlar. Bu tamamen baskın gücün bunu baskılamasından kaynaklanıyor. Onlar istedikleri müzik gruplarını, müzik türlerini ön plana Böyle diyenler oluyor mu hâlâ? çıkarıp, şehirli halkın beynini yıkıyorlar ve bu müziğin artık zavallı, unutul- M.E: Oluyor tabii. Elektrosaz çaldığım için çok eleştiri alıyorum ben. muş, bir hiç olduğunu empoze etmeye çalışıyorlar. Halbuki hiç ilgisi yok! Anadolu’da halkın dinlediği ve bağlandığı tek müzik, halk müziği. Zaten Ama çalan çok var! dünyada da kendi müziğini dinleyen, en çok kendi dilinde müzik CD’si M.E: Bakın üstatlar bile, örneğin Yavuz Top’la konuştum, “Maalesef ben olan üçüncü ülkeyiz. icat ettim” diyor! Arif Sağ keza, “Maalesef öyle zamanlarım oldu” diyor. Yine çok büyük üstadımız Neşet Ertaş özür diliyor konserde, “Kusura Türkiye’de genel olarak üretilen müziği beğeniyor musunuz? bakmayın manyetik koydum sazıma, açık havada çaldığım için” diyor. M.E: Yok, beğenmiyoruz. Eskilere gittikçe beğeni katsayımız artıyor, ya- kınlara geldikçe azalıyor. Şu anda üretilen müziğin ancak yüzde onunu Çok mu değiştiriyor müziği? beğeniyoruz. M.E: Tabii, başka bir enstrümana dönüşüyor. Ama bu bizim için çok önem- li. Biz ustalara büyük bir saygı ve sevgi duyduğumuz halde, onlar gibi bir şey yapmak istemiyoruz. Bize göre geleneksel müziğin en iyi icraları geç- mişte yapılmış. Siz, hiçbir zaman geleneksel olan bir eseri alıp, onu beste- cisinden daha iyi yapamazsınız. Yani Âşık Veysel’i, Âşık Veysel’den daha iyi yapacağınıza inanmıyorum.

O yüzden yeni bir yorum katıyorsunuz… M.E: Yeni bir yorum ve yeni, yapılmamış bir şey. Baba Zula’nın gücü de bu- “Beşiktaş rada. Aynı zamanda kendi topraklarında olan kültürlere değil, bütün dünya kültürlerine açığız. Batı kültürünü de çok güçlü bir şekilde almış durumda- bizim için çok önemli. yız. Biz çok iyi müzisyenlerle çalışma olanağına sahibiz. Baba Zula olarak Bir ada gibi... dünyanın en iyi müzisyenleriyle çaldık. Bize göre en iyi tabii; ortaokul, lise- de dinlediğimiz insanlarla şu anda çalıyoruz… Bu insanlar, bu toprakların Keşke bütün Türkiye kültürleriyle karşılaştıkları zaman şok oluyorlar, algılayamıyorlar. Algılama- larına imkân yok! Bir kısmını algılıyorlar, o zaman büyük bir saygı duyuyor- Beşiktaş gibi olsa.” lar. Makamlarımızı, ritimlerimizi yüzde 80 beceremiyorlar. Fakat bizim için öyle bir şey söz konusu değil. Biz cazı da biliyoruz, cuzu da… Funk’ı da, punk’ı da… Bütün o isimlere vakıfız ve bir sürü müzisyenden daha hakimiz.

Biz bunu ihraç edemediğimiz için bilmiyorlar büyük ihtimalle... Biz bile dinlemiyoruz! L.A: Aslında öyle değil. Anadolu’ya gidince görüyorsunuz, halk müzi-

40 B+ KIŞ Sizin enstrüman seçimleriniz de farklı… M.E: Evet, onda da birtakım akımlar var. Mesela şimdi Anadolu’da kulla- nılan tipik darbuka artık kullanılmıyor. Onun yerine Mısır darbukası kulla- nılıyor. Mesela bizim darbukacımız da öyle. Biz ona gerçekten zorla ba- kır darbuka çaldırıyoruz. Kayıtlarda, “Sen şimdi bunu çal, sonra üzerine de Mısır darbukası çalacaksın” falan diyoruz, sonra da çaldırmıyoruz! Ba- kır darbuka çalan kalmadı gibi bir şey. Bir Burhan Öçal var, onun da ger- çekten bu konuda hakkını teslim etmek lazım. O, bakır darbuka geleneği- ni devam ettiriyor.

Daha yakın zamanda düğünlerde bile bakır darbukalar vardı... L.A: Evet, bu maalesef Mısırlı Ahmet’in işi. Birçok müzisyeni etkileyerek çok güzel bir enstrümanı, Türk darbukasını ortadan kaldırdı. Mısır darbu- kasının çalma biçiminde, daha virtüözik çalabiliyorsunuz. Daha çok hare- ket yapma, oyunlar yapma imkânı veriyor. Bakır darbukada da aynı oyun- ları yapabiliyorsunuz ama onun tekniği farklı, fiske tekniği var mesela. Ke- narlara tam vuramazsın, çünkü bakırda elin gider! Ama Mısır darbukası- L.A: Bir de bu insanlar zorla bu işi yapmıyorlar ki! Buna karşı olanların bü- nın yanları küttür, her türlü parmak oyunlarını yapabilirsin. İnsanlar maale- yük bir çoğunluğu da maalesef kadınlar. Devamlı, sanki bunlar köleymiş sef bu virtüözlüğün kolaylığına dalarak kendi has enstrümanlarını bırakıp, de, sanki vücutlarını pazarlıyormuşlar gibi bir mentalite içindeler. Hiçbir Mısırlı bir enstrümana daldılar. Üzücü tabii. Tonları da mesela bizim müzi- zaman da gidip, o dansçı kadınlarla konuşmuyorlar. ğe daha uygun. Sazla daha iyi uyuyor. Kaşık da öyle mesela...

M.E: Herhangi bir aşağılama var mıymış, bir sorsunlar. Onlar hakkında M.E: Kaşık da kullanan yok. böyle konuşmak bile bana çirkin geliyor. Onlar bizim grubumuzun üyele- ri, arkadaşlarımız. L.A: Evet, daha çok kadınlar kullandığı için kaşığı. Maalesef şu anda da büyük bir kadın düşmanlığı olduğu için ülkede! Bu, müziğe de yansıyor L.A: Böyle tuhaf bir durum var gerçekten. Ama Türkiye’deki kadın soru- bence. İnsanlar utanıyorlar kaşık çalmaya, “Kadın gibi kaşık mı çalıyor- nu bu bence. Bir sürü kadınlar öldürülüyor, dövülüyor ama kadınlardan bir sun?” gibi bir laf işitmektense, aman boş ver onunla mı uğraşacağım de- tepki gelmiyor. Kuzuların sessizliği devam ediyor. yip, başka şeylere yöneliyorlar. Tepki geliyor ama çok az… M.E: Zillimaşa da mesela... Onu da kullanan kalmadı. Biz hâlâ çalarız. Me- L.A: Kadın çok güçlü varlık. Ben eminim, tepkiler artarsa, o güçlerini kul- sela cura da kullanan yok. Divan kullanımı çok düşük. Sırf bağlama ölçüsü lanırlarsa, bir şeyler değişir. kullanılıyor, bir de kısa sap kullanılıyor. Onun dışındaki enstrümanlar çok azaldı. Halbuki saz ailesi, üç telliden meydan sazına kadar çok geniş bir Günümüz Türkiyesi için neler düşünüyorsunuz? Gazeteciler, aile. O ailenin sadece iki tanesi kullanılıyor, bu da çok kötü bir şey. yazarlar içeride, sanatçılar yargılanıyor… Kendinizi sanatçı olarak sıkışmış hissediyor musunuz? Sizin sahne gösterileriniz şaman ayinleri gibi oluyor. M.E: Bizim için uygarlık seviyesi, kadının konumuyla ölçülen bir şey. Ülke- Bu kültüre ilginiz var mı? de kadınlar ne kadar özgürse, ne kadar hakları varsa, o ülkenin o kadar de- M.E: İlgimiz var. Şamanlık; Türkmen, Türk, Anadolu ve Orta Asya kültürü- mokratik ve özgür olduğunu düşünüyoruz. Ve kadınların şu anki durumunu nün içinde olan bir şey. Bunun dışında bir müziğin, bir konserin törensel- gözden geçirirseniz, ne düşündüğümüzü de özet olarak anlarsınız. Kadın liği bizim için çok önemli. Çıktım-çaldım-indim, bize göre değil. Bize göre cinayetlerinin bu kadar arttığı, kadının bu kadar aşağılandığı, ezildiği, tah- konserin başlangıcı, gelişmesi, yükselişi, inişi ve bunun izleyici ile beraber rik unsuru olarak kullanıldığı, cinselliğinin, insani duygularının bastırıldığı bir yaşanması çok önemli. Mesela tiyatroda da bu böyle aslında. Böyle olma- ortamda özet olarak biz bunu düşünüyoruz. O yüzden Beşiktaş bizim için sını sağlayan en önemli figür de Muhsin Ertuğrul. çok önemli. Bir ada gibi bir şey. Keşke bütün Türkiye, Beşiktaş gibi, Kadı- köy gibi olsa… Kadınlar, burada olduğu konumda sokaklarda dolaşabilse- Tiyatroya geç gelinirse, bu cumhurbaşkanı bile olsa, içeri alınmayacağı, ler… Özgürlük, bir ayrıcalık haline geldi günümüz Türkiye’sinde. B+ aralarda dışarı çıkılabileceği gibi, bütün bu kuralları başta Muhsin Ertuğrul yerleştirmiş. Bu da tiyatroya törensel bir hava getirmiş. Bunu da her zaman göremiyoruz… Mesela insanlar bir konsere gidiyorlar, sonra da cır cır ko- Abbasağa Parkı’na otopark yaptırmadılar! nuşuyorlar. O zaman gelmeyin! Ya da dışarı git konuş, sonra gel. Bu, kon- 2000’li yılların başında Beşiktaş’ın gözde parklarından olan Abba- santrasyonu çok düşüren bir şey. Bu ortamlar sizi akustik olarak da zorlu- sağa, otopark olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığında, mahalleli- yor. Oturulan konserlerde konsantrasyon daha iyi oluyor ama bu sefer de nin direnişi o dönem büyük alkış almıştı. O “direnişçi”lerden biri de dans öğesi ortadan kalkıyor. Bizim için dans edebilmek de çok önemli. Biz mesela yeni denemeler yaptığımızı düşünüyoruz, ama deneysel mü- Levent Akman. Grup, olanlara dikkat çekmek için “Abbasağa Parkı” zik yapan insanlar genelde dans öğesinden kaçıyorlar. Genelde daha ka- adlı şarkıyı yapmıştı. Akman, o dönemi şöyle anlattı: “Otopark yap- ranlık, daha depresif, zorlayıcı birtakım şeyler yapıyorlar ve ritmik öğele- mak için parkın bütün çevresinden 3 metre içeri gireceklerdi. İçeri- ri küçümsüyorlar. Bu, bize göre bir şey değil. Öyle de yapsınlar, böyle de. ye de pastane, çay evi, kütüphane gibi oluşumlar, amfi tiyatronun al- tına da girilip, oraya da bir şeyler yapacaklarmış. Bir gün bir uyandık, Size çok eleştiri de geliyor, konserlerinizde dansöz çıktığı için... parkta dozerler var! Kum dökülmüş, çalışmalar başlamış. Gayet em- M.E: Evet, geliyor. Ankara’da bir hanımefendi, “Yine dansöz oynatacak rivaki bir şekilde! Biz mahalle olarak ayaklandık, izin vermedik, do- mısınız?” diye sordu konserden önce. “Hayır, oynatmayacağız, onlar ken- zerleri taşladık. Tam da seçim zamanıydı, halk bayağı sahiplendi, yü- dileri oynuyorlar” dedim. Kimseyi zorla oynatmıyoruz! Biz, beraber çalıştı- ğımız dansçıları birer sanatçı olarak görüyoruz. Erotizm taşıyabilir bu. Ama rüyüşler falan oldu. Bütün bir yaz öyle geçti. Çünkü 3 metre içeriye aynı zamanda yaş sınırımız da yok. Biz sadece 20’li yaşlı dansçılarla ça- girince ağaçları da keseceklerdi. Uğraştık, didindik, bir şey yaptırma- lışmıyoruz. Yeri geldi, 90 yaşındaki Semiha Berksoy’la da çalıştık. O şiş- dık. Sonra mezarlık olduğu ortaya çıktı. Kemikler çıkmaya başlayın- manmış, bu şeymiş gibi kriterlerimiz yok. Hatta San Francisco’da cüce bir ca durdular. Eskiden şehitlikmiş. Daha doğrusu önce azınlıklar var- dansçı var, onu çok çekici buluyoruz. İşlerini izledik, onu getirmek için çok mış, sonra Çanakkale Savaşı’nda şehit düşenler oraya defnedilmiş.” çaba sarf ettik.

B+ KIŞ 41 Benim Beşiktaş'ım Gazetecilikten işadamlığına uzanan bir başarı öyküsü

Yazı: CENGİZ ERDİL, AYBÜKE SAKAOĞLU Fotoğraf: ERDEM AYDIN

Adem Yılmaz, gönül verdiği Beşiktaş’ın futbolcusuydu. Sonra gazeteci oldu. Şimdi de mobilya sektöründe ilkleri gerçekleştiren bir işadamı...

dem Yılmaz, eşi Ayşenur Yılmaz’ın desteğiyle kent ta- Derken daha sonraki aşamalarda benim başöğretmenim, hayatımda çok rihine sahip çıkarak iki önemli yapının ayakta kalmasını önem verdiğim isimlerden biri rahmetli Nazım Özbay… Kendisi çok değer- sağladı. Yılmaz çifti Beşiktaş kentinin Boğaz kıyısındaki li bir basın mensubuydu. Onun sayesinde çok küçük yaşta bu sektöre gir- iki tarihi yapıyı yeniden ayağa kaldırırken yaşadıkları zor- miş oldum. Böylece gazeteciliğin tüm alanlarında çalıştım. Bu yıllarda za- lu süreci B+ Dergisi’ne anlattılar. man zaman aile şirketimiz Delta’da da ticaretin ne olduğunu öğrenmeye başladım. O yıllarda tabii çok usta gazetecilerden biri olan Namık Sevik ile ASiz eski bir sporcusunuz. Ama aynı zamanda bizim gaze- çalışma şansım oldu. Neler yapabilirim derken, dergiler çıkarmaya başladım. tecilik mesleğinin duayenlerindensiniz. Yıllarca sayfa sek- İlk magazin haber ajansını rahmetli Tayfun Türkili ile kurduk. Sonra Milliyet reterliği yaptınız, spor yazarlığınız hâlâ devam ediyor Bizi Gazetesi’nden Güneş Gazetesi’nin gece bölümüne geçtim. İşte o zaman önce geçmişe götürün Sayın Yılmaz. gündüzlerin boş kalması benim istikbalimi tayin etti. O zaman aile şirketimiz Enteresan bir çocukluk yaşadım. Bizim zamanımızda çocuklar kışın oku- olan Delta’nın başına geldim. la gider, yazın çalışırlardı. Benim arzum spor yazarı olmaktı. Çünkü hem spor yapıyordum, hem de yazarlığa özeniyordum. Evimiz Laleli’de idi, ben Bu, dede mesleği… Delta Mobilya şimdi uluslararası Koskalıyım. Laleli’de oturduğumuz dönemlerde yakınımızdaki Vefa stadı- bir şirket. Profesyonel anlamda gazeteciliği bırakıp na gider, oynanan maçları izler, yazar, sonra o kâğıdı çöpe atardık. şirkete döndüğünüz süreci anlatır mısınız?

Kuruçeşme’deki 650 yıllık Ceneviz yapısı onarımının ardından muhteşem bir sanat galerisine dönüştü.

42 B+ KIŞ Biz aslen Bozüyüklüyüz. Dedem Bozüyük’te Devlet Demir Yolları’na at ara- baları ve kağnı yaparken, daha sonra dayım ve babam parke işine başlıyor- lar. 1960’lı yıllardan sonra da bu sektörün yan sanayisi olarak hizmet veriyorlar.

1987 yılında eşimle birlikte, İtalya’da, bu işin duayeni olan ülkede partnerler aramaya başladık. Çok iyi ortak yakaladık. O yıllarda Türkiye’ye ilkleri getir- dik. Getirdiğimiz ilklerle muazzam bir pazar payı yakaladık. İstanbul’un en seçkin semti Harbiye’nin göbeğinde bin metrekarelik “showroom”un bir yıl süren bir dekorasyon çalışmasıyla açılışını yaptık. Bu açılış bizim bütün sis- temimizi değiştirdi. Uluslararası bir firma konumuna geldik; yetinmedik ar- kasından üretimimizi geliştirdik.

Delta Mobilya’nın Türk ekonomisindeki yeri nedir? Mobilya sektöründe rekabet çok güçlü. Şirketinizin Adem Yılmaz eşi Ayşenur Hanım ile. başarısı neye bağlı? Türkiye’de mobilya sektörü, genç bir sektör. Mutlaka araştırmanızın, yani sa bölgesinde çok sıkı bir araştırma sonrası yapılacak restorasyonu belirle- Ar-Ge’nizin güçlü olması gerekiyor. Kopya ederek ayakta kalamazsınız. dik. Daha sonra Mimar Gülşen Şekeral ile kafa kafaya vererek yol haritası- Biz uluslararası tasarımcılarla yola çıktık. O tasarımcıların yapmış olduğu nı belirledik. Ekibimize sonradan dahil olan Mimar Özgül Taşkın ile birlikte ürünleri Türkiye’de, bir kısmını da İtalya’da yapmak kaydı ile de kendi üretim yol alarak bu noktaya geldik. Aslında vakit bulup bu çalışmayı bir kitap hali- kültürümüzü geliştirdik. Özellikle iç pazarda, mimarların çok ama çok arzu ne getirmeyi çok isterim. Burada sergilenen ürünler ise benim çok uzun yıl- ettiği ürünleri biz bünyemizde üreterek onların projelerine katma değer ya- lardır takip ettiğim tasarımcılara ait. rattık. Mimar ne kadar iyi proje çizerse çizsin, kullanacağı imkânın çok ha- reketli olması gerekiyor. Onlara öyle bir kolaylık getirdik. Bütün yenilikleri, Ortaköy’deki Mimar Sinan Hamamı’na dönelim. açık ofis sistemlerini artık bütün ülkeye yaymaya başladık. Asıl önemlisi, dış pazarlara açıldık. Ayşenur Yılmaz: Orası çok farklı… Mimar Sinan gibi bir ustanın eserinin ona layık bir hale gelmesi ve topluma kazandırılması farklı duygular yaratıyor. Beşiktaş için çok önemli olan iki binayı kurtardınız. Mimar Sinan’ın Ortaköy’deki son dönem eserlerinden bir hamam ve Adem Yılmaz: Buradan elde ettiğimiz sonuç, bizim başka işler yapabilece- ğimizi gösterdi. Çünkü eski eser onarma uğraş isteyen, beceri isteyen, ekip bir de Kuruçeşme’de Cenevizlilerden kalan bir yapı… isteyen bir şeydi. Bizim de elimizde ekip varken, eski eserleri araştırmaya Bu projeler bizim için özel…Çünkü, Beşiktaş benim için özel… Siyah be- başladık. Ortaköy meydanında Mimar Sinan’ın yapmış olduğu hamamın o yaz renklere olan bağımı herkes bilir ama semt olarak Beşiktaş’ın yeri be- salaş halini, her geçen gün yıprandığını gördükten sonra sahiplerine ulaşıp, nim gönlümde ayrıdır. Yani bu iki binanın bizim için biraz duygusal yanı var… kiraya verilip verilmediğini öğrendik. Sonunda anlaştık. Kışlık Laila olarak bilinen Cenevizlilerden kalma binanın önünden geçtik- çe içimiz sızlıyordu. Tesadüfen bu binanın kiralık olduğunu öğrendik. Daha Hamam, gece kulübü olarak kullanılmıştı. İçi harap durumdaydı. Burayı da sonra kimler tarafından kullanıldığını, nasıl bir yer olduğunu araştırdık, baktık bir buçuk yıllık restorasyon çalışması ile tasarım atölyesi haline getirdik. Bu- ki bina tamamen bitmiş. Binanın ıslah olması, adam olması imkânsız… Hat- rası ticari bir mekân değil, üniversite öğrencilerinin buradaki usta tasarım- ta kiraladığımız kişiler “Burayı ıslah etmenize imkân yok, birçok insanı ba- cılarla beyin fırtınası yapmalarını sağlayacak bir ortam meydana getirdik. tırdı” gibi sözler kullandılar Geçmiş yıllarda binayı kullananlar zarar vermiş. Öğrenciler usta tasarımcılarla Aziz Sarıyer, Defne Koz, Arif Özden ve bir- Her taraf yıkılmış, kesilmiş, bahçeden, çatıdan elek gibi içeriye sular giriyor. çok uzmanla birlikte çalışacaklar. Onun yanı sıra gerekirse amatör müzik grupları orada, tabii ki yüksek ses olmamak kaydıyla, müzik ve buna ben- Bu eski eseri günümüze kazandıracak projeler hazırladık. Bu projeleri ha- zer sosyal aktiviteler yapacaklar. zırlarken İtalya’nın bir numarası olan Bellini ile birtakım çalışmalarımız oldu. Bellini’nin yanı sıra Türk mimarlarımızla beyin harmanlanması yaparak bu- Tabii, yaptıklarınız bunlarla sınırlı değil… Bir de Çatalca’da rada işe başladık. Fakat bu işe başlarken bürokrasi bizi çok zorladı. Birçok bir teknoloji müzesi var… kurul ile bir buçuk yıl boyunca mücadele ettik. Bu hikâyeyi buraya sığdırmak Uzun yıllardır müze konusunda arzu ve isteklerim vardı. Hevesimiz vardı, bir imkânsız, kitap olur. müze oluşturmak istiyorduk. Dünyanın hemen hemen tamamını bir buçuk yıl dolaşmış biri olarak, ilk gittiğimiz yer ya müzelerdir ya kütüphanelerdir. Ayşenur Yılmaz: Yaklaşık 650 yıllık bir yapıtı o günlerden günümüze taşı- Buradan edindiğimiz altyapı ile Türkiye’de farklı bir müzenin peşindeydik. mak için, orijinalinden en küçük değer ve çizgi kaybına neden olmayacak Bu müzenin de teknoloji müzesi olması arzusu vardı. Çünkü 7 ile 18 yaş ara- bir biçimde restorasyonunu gerçekleştirdik. Günlerce, aylarca yurtdışı ve sındaki gençlerin eskiyi görmeleri, bilmeleri adına bir önem arz etmekteydi. içi benzer alanlar nasıl yapılmış, onları araştırdık. Özellikle İtalya’nın Floran- Bundan dolayı ‘’Ne yapabiliriz?’’ diye düşünürken, her gittiğimiz ülkeden birtakım parçalar getirmeye başladık. Türkiye’de çünkü müze ile ilgili geç- mişe ait hiç parça bulunamıyor, hepsi yok olmuş gitmiş. Bu yok olan par- çaları biraraya getirmek çok zor. Bu yüzden yurtdışından getirdim. Parça- ların sayısı artmaya başlayınca müzeyi de hızlandırma ihtiyacı hissettik. İs- tanbul içinde çok yer aradık, bulamadık. Biz de Çatalca ilçesinde bir müze kurmaya karar verdik

İki hafta önce Bursa’ya gittik. Bursa’da eski dokuma tezgâhları var, büyük kasnaklı, o atölyeyi komple satın aldık. Orada çalışan, 83 yaşında birinin fotoğraflarını çektirdim. Onu da atölyesinde genç kuşaklara tanıtacağız. Anadolu’dan yine bir nalbant atölyesi aldık, kilim dokuma atölyesi aldık, bu tür çalışmalar yaptık. Mesela bir demirci atölyesi derken…Teknoloji, araç gereçler ile ilgili ayrı bölümler yaptık. 20 bin metrekareye kurulacak olan bu müzede yok yok. Özellikle tartı aletleri bölümü var ki, mektup terazisinden tutun, büyük kantarlara kadar 150 yıllık terazi ve kantarlar… B+

B+ KIŞ 43 Albüm

Ustanın fırçasından Atatürk

29 Ekim ve 10 Kasım tarihlerini ardımızda bıraktığımız bu sayımızda, hattat ve Atatürk ressamı Etem Çalışkan’ın resimleriyle Cumhuriyetimizi sanatla kutluyor ve Atatürk’ü saygıyla anıyoruz…

1928 yılında Mersin ilinin Tarsus ilçesi, Göcük köyünde doğdu. İlkokulu köyünde, ortaokulu Tarsus’ta, liseyi Mersin’de okudu. Çocukluğundan lise yıllarına kadar okumanın yanında kendi köyünde, kendi tarlalarında çalıştı. 1952-1954 yılları arasında İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde eğitim gördü. Akademide sanat öğrenciliğini sürdürürken gazetecilik mesleğine girdi. Yeni Sabah gazetesinde ressam ve kaligraf olarak çalışmaya başladı. Birçok gazetede görev alan Çalışkan, 1982 yılında emekli oldu. Milliyet gazetesi için çizdiği “Türk Büyükleri”, Güneş gazetesi için yazdığı “Kur’an’ın Türkçe Anlamı” ve Sabah gazetesi için kaleme aldığı “Yunus Emre Divanı” kitap olarak yayımlandı. Etem Çalışkan, 2000 yılında Atatürk’ün 1927’de mecliste okuduğu “Büyük Nutuk”unu, el yazması olarak yazmak gibi üstün bir işe imza attı. Bu çalışması Kültür Bakanlığı’nca anıt kitap olarak yayımlandı. B+

44 B+ KIŞ B+ KIŞ 45 46 B+ KIŞ B+ KIŞ 47 48 B+ KIŞ B+ KIŞ 49 Yaşam

Sonbaharın saltanatında Yıldız Parkı ve Osmanlı’nın dökülen yaprakları

Yazı: MELİS BAYDUR Fotoğraf: ALAATTİN TİMUR

Beşiktaş’ın hareketli gündelik yaşamının arasında gizlenmiş gibidir Yıldız Parkı… Kentin merkezinde, her mevsim değişen renklerini keşfetmeniz için bekleyen bu tarihi koru, köşkleri, ağaçları, yolları arasında nice tarih esintisini de gizlemektedir…

ıldız Parkı, Beşiktaş’ın merkezinde, her mevsim değişen bir avlanma yeri olmuştur.1600’lü yılların başında Yıldız, “Kazancıoğlu Bah- renklerini keşfetmeniz için bekler sizi; saltanat kapıları- çesi” adıyla anılmaktadır. Bu bahçelerin büyük olasılıkla Yıldız Sarayı arazi- nın ve kalın duvarlarının ardında... Yazın yemyeşildir; ye- sini de içermekte olduğu düşünülmektedir. Bu topraklar 17. yüzyılın başın- şilin her tonunu sunar size... Kışın kar yağdığında bem- da padişah bahçeleri arasına katılır. beyaz... Sonbaharda ise sayısız renk karşılar sizi; sarı- nın, yeşilin, turuncunun ve kahverenginin her tonu… Yıl- Bu araziye ilk kasrı Sultan I. Ahmet (1590–1617) yaptırmış, Sultan IV. Mu- Ydız Parkı, İstanbul’un keşmekeşini kalın duvarlarıyla dışlamış,”korunmuş” rad ( 1612–1640) koruya avlanmaya geldiğinde bu kasırda dinlenmiştir. Ko- bir yeşil alan değildir sadece... Köşkleri, ağaçları, yolları arasında nice ta- ruya, Sultan III. Selim (1761-1808) annesi Mihrişah Sultan için bir başka ka- rih esintisi de kendini gizlemektedir. Tarihin fısıldadıkları ise, bazen sincap- sır daha yaptırmış ve bu kasra “Yıldız” denilmiştir. Bazı kaynaklar bu isim- ların ağaçlardan düşürdükleri kozalakların, bazen de göletinde süzülen ör- lendirmenin nedeninin kasrın tavan süslemelerindeki “yıldız” motifleri oldu- deklerin sesiyle bastırılır. ğunu yazar. Bu açıdan, Beşiktaş’ın “Yıldız” semtinin ve Osmanlı dönemi- nin önemli saraylarından biri olan Yıldız Sarayı’nın isminin bu köşkten gel- Yıldız Parkı Beşiktaş’ın hareketli gündelik yaşamının arasında gizlenmiş gi- diğini söyleyebiliriz. bidir, tarih de parkın içinde... Osmanlı döneminde yapılmış sayısız köşkler- den şu an sadece üçü ayakta olsa bile, bir anda karşınıza çıkan taş merdi- Yıldız’daki köşklerin sayısı Sultan Abdülaziz (1830 -1876) zamanında ya- venleri gördüğünüzde ya da nereye açıldığını bilmediğiniz görkemli kapı- pılan köşklerle artar. Çadır, Malta, Şale, Bahçıvanbaşı, Talimhane, Acem ların önünden geçerken hatırlatır kendini tarih... Onlar da olmasa; yüzlerce köşkleri buradaki köşklerin en önemlilerindendir. Sultan Abdülaziz ayrıca yıllık ağaçların kalın gövdelerinden ve uzun dallarından fısıldar… Çırağan Sarayı’yla bu koruluk arasına bir köprü yaptırmıştır. Bu, taş ve mer- mer işlemeli köprü, halen ana cadde üzerinde tüm görkemiyle ayaktadır. “Pan”ın, Boğaziçi’nde flütünü çaldığı defne ormanları Bu dönemde, sadece padişah ile yakın çevresinin kullanabildiği korunun Mitolojik öykülerdeki “Pan”ın, Boğaziçi’nde flütünü çaldığı defne orman- adına “Mabeyn Bahçesi” denildiği kaydedilmektedir. larının burası olduğu anlatılır bazı tarihi kaynaklarda... Yıldız Parkı, yolların, arabaların, evlerin ve hatta insan kalabalığının olmadığı o zamanları düşün- Çırağan Sarayı’nın arka bahçesi dürür... Beşiktaş’ın isminin Beşiktaş olmadığı ve hatta Diplokionion ya da Yıldız Parkı, önce Çırağan Sarayı’nın arka bahçesi, sonra da 1877’den iti- Aya Mamas isimlerinin dahi dillerde olmadığı zamanları... Tüm sahilin, Yıl- baren genişletilmesine geçilen Yıldız Sarayı’nın dış koruluğu olmuştur. II. dız Korusu gibi yemyeşil olduğu, yeşilliğin Boğaz’ın berrak sularıyla bütün- Abdülhamid (1842-1918) zamanında Osmanlı Devleti’nin ana sarayı olarak leştiği o eski zamanları düşünmekten alıkoyamaz insan kendini. kullanılmış olan Yıldız Sarayı, tek bir yapı halinde değil, sahilden başlayarak kuzeybatıya doğru yükselen ve tüm yamacı kaplayan koruluk içine yerleş- Kazancıoğlu Bahçesi’nden Koru-yu Hümayun’a miş saraylar, köşkler, yönetim, koruma, servis yapıları ve parklar bütünüdür. “Park” denilse bile, İstanbul’un nadide korularından biridir Yıldız. Osmanlı’nın Tahta çıktıktan sonra güvenlik nedeniyle Yıldız Sarayı’na yerleşen II. Ab- Koru-yu Hümayun’u, yani “Sultanların Korusu”... Yıldız Korusu’ndan, tari- dülhamid, Yıldız’da kısa zamanda küçük köşkler, çini atölyesi, marangoz- hi belgelerde ilk olarak Kanuni Sultan Süleyman (1495-1566) döneminde hane, tamirhane, bıçkıhane, dökümhane, kilithane gibi atölyeler yaptırır ve bahsedilmektedir. Yıldız, Kanuni döneminden başlayarak padişahlar için Hamidiye Camii’ni inşa ettirir. Burada saray, köşk, atölyelerden fazla aske-

50 B+ KIŞ Yıldız Parkı’nda sonbaharda sayısız renk karşılar sizi; sarının, yeşilin, turuncunun ve kahverenginin her tonu…

B+ KIŞ 51 Parkta, çoğunluğu yabancı kökenli 120’den fazla egzotik ağaç ve çalı türü bulunuyor.

rin barınacağı bir kışla da bulunmaktadır. II. Abdülhamid’in yerli ve yaban- Malta Köşkü cı uzmanlara büyük paralar harcayarak düzenlettiği koru için hatıra defte- Malta Köşkü’ne doğru inen yoldan devam ettiğinizde bir anda gelen bir rinde “her metrekaresine altın döküldü” ifadesine yer verdiği bilinmektedir. esinti, sizi sarı bir sonbahar yağmurunun altında bırakabilir. Aniden başla- mış bir ezgiye eşlik eder gibi, ahenkle, birbirlerinin peşi sıra yağan yapraklar Saray bahçelerinde gezinti… sonra bir anda düşmeyi bırakır. Biraz nem, biraz ağaç, biraz toprak kokusu Saltanat zamanında Yıldız Parkı’na Koltuk, Valide, Saltanat ve Mecidi- iyiden iyiye içinize işlemeye başlar. Toprak kokusunu taşıyan o soğuk esin- ye kapılarından girilmekteydi. Saltanat Kapısı sadece padişah için açılırdı. tiler, sonra yanınızdaki parkı çevreleyen o yüksek ve tarih kokan taş duvar- Günlük girip çıkmalar ise Koltuk Kapısı’ndan yapılırdı. Koruya giriş çıkış son lara çarpar. derece sıkı bir kontrol altına alınmıştı. Köşklere inen yolda, çoğu “saksı” görevi gören birçok heykelle karşılaşa- Şimdilerde ise yolunuz Yıldız Parkı’na düşerse, biri Balmumcu’dan caksınız. Kaplumbağa, fil, zürafa şekillerindeki bu heykeller belki de, Yıl- Ortaköy’e inen Palanga Caddesi’ndeki üst kapı; diğeri ise Çırağan dız Parkı’nın Porselen Üretimevi ve Şale Köşkü arasında kalan bölümünün Sarayı’nın karşısındaki alt kapı olmak üzere iki kapıdan giriş yapabiliyorsu- “hayvanat bahçesi” olarak kullanıldığı zamanların bir canlandırmasıdır. Bu nuz. Eğer arabayla geldiyseniz, kapıda cüzi bir ödeme talep ediliyor sizden. alanda Osmanlı zamanında, çoğu hükümdarlar tarafından hediye gönderi- Yayaysanız sorun yok. Parka girdiğinizde artık sonbaharın altın sarısı yap- len çeşit çeşit hayvanlar bulunduğu kaydedilmektedir. raklarıyla size sunduğu “saltanat”ının tadını çıkarabilirsiniz... Yokuş aşağı inen bu güzergâhta, ilk olarak Malta Köşkü’nü görürsünüz. Biz sonbaharın saltanatını kışa bıraktığı şu günlerde yaptığımız gezintimize Sultan Abdülaziz tarafından Sarkis Balyan ve kardeşlerine yaptırılmış olan yukarıdaki kapıdan girerek başlamayı tercih ettik. Palanga Caddesi’ndeki bu köşk, yüksek tavan ve zengin süslemeleri, terası, büyük kapı ve pen- bu kapıdan girdiğinizde, aşağıdaki girişe doğru bayır aşağı yollar olduğu cereleri ile dönem mimarisini yansıtmaktadır. Malta Köşkü’nün isminin, için, hafif tempolu bir yürüyüş yapma ya da biraz temiz hava alıp ciğerlerini- Osmanlı’da fethedilen ya da fethe teşebbüs edilen yerlerin isimlerinin saray zi temizleme gayesindeyseniz kendinizi yorulmadan yolun eğimine bıraka- içinde mekânlara verme geleneğinden geldiği tahmin edilmektedir. Bazı bilirsiniz. Ya da bizim gibi biraz da keşif yapma ve bu eski saltanat bahçele- kaynaklar ise, Malta’dan getirilen taşlarla yaptırıldığı için köşke bu ismin ve- rine bir de o gözle bakma niyetiniz varsa… Parka üst kapıdan girdiğinizde, rildiğini yazar. yolun sağa doğru kıvrıldığını göreceksiniz, o yolu takip ederseniz sırasıyla Malta, Şale ve Çadır köşkleri ile karşılaşacaksınız. Ünlü Yıldız Porselen ise Günümüzde restoran olarak kullanılan Malta Köşkü, Boğaz’ı, Kadıköy’ü ve karşınızdaki yolun sonunda kalacaktır. İmparatorluk Üretimevi olarak 1895 Eminönü’nü gören manzarasıyla, tarihi bir ambiyansta yemek yeme imkânı yılında açılan ve Yıldız Fabrika-i Hümayunu olarak anılan bu üretimevi üst sunar. Bu tarihi atmosfere hafif bir alaturka müzik eşlik eder. Ayrıca Malta sınıfın ve sarayın seramik gereksinimini karşılamak için üretim yapıyordu. Köşkü’ndeki “saray mantısı”nın sık tercih edilen yemekler arasında oldu- Ağırlıklı olarak kâseler, vazolar ve tabaklar üreten Yıldız Porselen, üretimi- ğunu belirtelim. Malta Köşkü’nün duvar resimleri de parkın “av alanı” olarak ne günümüzde de devam etmektedir. Eğer alışveriş yapma gibi bir niyeti- kullanıldığı dönemleri yansıtmaktadır. Çadır Köşkü’nün tavanlarıyla ben- niz varsa, Yıldız Porselen, Yıldız Parkı’nda uğrayabileceğiniz tek adres. zer şekilde, Malta Köşkü’nün duvarlarındaki yağlıboya resimlerde, pastoral

52 B+ KIŞ Malta Köşkü Fotoğraf: Erdem Aydın

öğeler baskındır. Çiçek, av hayvanı, meyve resimli tavanlar, av sonrası din- lenmeye çekilmiş sultanların sofrasında hissettirir sizi.

Malta Köşkü’nü geçtiğinizde sağa giren yolun sonunda ise Şale Köşkü’nü göreceksiniz. Şu an müze olarak kullanılan bu köşk, Yıldız Sarayı yapılar grubu içinde “devlet konukevi” niteliği taşımaktaydı. Köşkün ana salonun- daki 406 metrekarelik halı görülmeye değerdir. Vaktiyle halıyı sokmak için köşkün bir duvarının yıkıldığı, daha sonra duvarın tekrar örüldüğü söylen- mektedir. Salondaki büyük yemek masasının etrafındaki sandalyelerin ta- sarımı ise Sultan II. Abdülhamid’e aittir.

Şale’nin yanındaki yolun az ilerisinde ise, Kır Kahvesi bulunmaktadır. Daha otantik bir atmosfere sahip bu kahve, Malta ve Çadır köşkleri gibi deniz manzaralı değil, Yıldız Parkı’nın o yoğun yeşilliği ile iç içedir. Kapalı bölü- Şale Köşkü münde de oturulan bu mekânın tercih edilen bölümü ise geniş terasıdır. Sayfiye yerlerindeki o uzun kahvaltıların keyfini burada yakalayabilir ya da ünlü gözlemelerinin tadına bakabilirsiniz.

Kır Kahvesi Şale Köşkü, Sarı Salon

B+ KIŞ 53 Şale’den Çadır Köşkü’ne doğru indiğinizde Yıldız Parkı’nın en güzel havu- rülmeyip, Yıldız Korusu’nda bir köşkte görülmesi, yabancı basında da yan- zu bir anda karşınıza çıkar. Rengârenk ördekleri, ördekler için inşa edilmiş kı uyandırmıştır. şirin evleri, havuzun içine uzanan minik köprüleriyle... Bu yolda birçok yeni evli çift de gelinlik ve damatlıklarıyla karşınızda belirebilir. Nikâh sonrası fo- Öldürülmekten korkan ve güvenlik için Yıldız Sarayı’na yerleşen toğraf çekimi için favori mekânlardan birisidir Yıldız Parkı. Abdülhamid’in korunaklı alanıdır Yıldız ve Yıldız Korusu. Nice gizli sorgu ve gizli infazlara sahne olmuştur belki de… O dönemde gelişen iç ve dış Çadır Köşkü olaylar, Abdülhamid’i, doğrudan kendisine bağlı bir istihbarat teşkilatı kur- Bu güzel havuzun arkasında kalan köşk ise Çadır Köşkü’dür. Çadır Köşkü maya sevk etmiş; Sultan, bunun sonucu olarak Yıldız İstihbarat Teşkilatı’nı de Malta Köşkü gibi restoran olarak kullanılmaktadır. Boğaz’a bakan ge- kurmuştur. Yıldız’ın bu “kapalı kapılar” ardındaki havası ve basında “Yıldız” niş terası yazın hafta sonu kahvaltıları için idealdir. Geniş pasta ve tatlı se- sözcüğünün hep bu şekilde ele alınması, Abdülhamid’in “Yıldız” kelimesi- çenekleri, öğle ve akşam yemeklerinin yanında çay saati için de cazip kılar nin kullanılmasını yasaklamasını da beraberinde getirmiştir. Çadır Köşkü’nü. Yüksek duvarların gizlediği Yıldız ve Yıldız’ın gizledikleri Çadır Köşkü, o tarihlerde Çırağan Sarayı’na ait olan koruda, 1871 yılında Parkın Çırağan Caddesi’ne açılan aşağı kapısına, Çadır Köşkü’nün yanın- “Sedir Köşkü” olarak inşa edilmiş; Malta Köşkü gibi, Sultan Abdülaziz ta- dan inen yoldan ulaşabilirsiniz. Bu yürüyüş esnasında muhteşem man- rafından Sarkis Balyan ve kardeşlerine yaptırılmıştır. Köşk önemli bir tarihi zarasıyla Yıldız Parkı Fidanlığı’nı göreceksiniz. Fidanlığın alt bölümünde- olaya da evsahipliği yapmıştır. Feriye Sarayları’nda bileklerini keserek inti- ki arazide ise, Çırağan Sarayı’nın önündeki o görkemli mermer köprü Yıl- har ettiği söylenen amcası Sultan Abdülaziz için, Sultan II. Abdülhamid, ci- dız Parkı’na bağlanıyor. Bu arazide küçük bir kapı var, kapının ardında ise, nayet soruşturmasını Çadır Köşkü’nün yanında kurulan bir çadırda gerçek- kenarlıkları dökme demir merdivenler... O merdivenleri indikten sonra köp- leştirmiştir. Bu davanın bir adliye sarayında ya da ceza mahkemesinde gö- rünün girişine rastlıyorsunuz. Saray kadınlarının “mesire”ye ulaşmak için bu köprüyü geçtikleri ve renkli entarilerini tutarak o merdivenlerden çıktıkla- rı zamanları canlandırıyorsunuz zihninizde. Fakat bu alan ziyarete kapa- lı olduğu için fidanlığın yanındaki duvarlardan bakarak bu tarihi merdiven- leri görebilirsiniz.

Çırağan Caddesi’ne paralel bu duvarların, parkın alt girişine doğru olan ta- rafında ise unutulmuş bir eser bekliyor sizi. Alt kapıya inen yola sırtını dön- müş, sanki gizlenmiş bir şekilde Boğaz’ı seyreden “Güzel İstanbul” heyke- li... Eğer ki yoldan geçtiğinizde bu heykeli gördüyseniz muhtemelen ne ol- duğuna anlam verememişsinizdir. Fakat yabani otların olduğu çayırlık alana inip de heykele ön tarafından bakarsanız, büyük bir şaşkınlıkla, İstanbul’u izleyen “Güzel İstanbul” la karşılaşırsınız.

Parka “gizlenmiş”, hafifçe geriye doğru uzanmış bu güzel kadının hüzün- lü hikâyesi ise şöyle: 1973 yılında, Cumhuriyet’in 50. yılını kutlamak için 20

Çadır Köşkü

54 B+ KIŞ Çırağan Sarayı’nı Yıldız Parkı’na bağlayan köprü.

Cumhuriyet’ten sonra Yıldız Parkı Osmanlı'nın son zamanlarının gözdesi Yıldız Korusu, Cumhuriyet'in ilanından sonra uzun yıllar kapalı kalmıştır. 1925 yılında bir İtal- yan işletmeciye verilen ve "casino" olarak kullanılan Şale Köşkü, Atatürk’ün müdahalesiyle bu işletmeciden alınmıştır. 1930'larda üçe bölünerek; tepe kısmındaki yapılar Harp Akademisi'ne, Şale Köş- kü ise TBMM'ye bırakılmıştır. Daha sonra Lütfi Kırdar’ın teşebbüsü ile korudan faydalanılma yoluna gidilmiş, vekiller heyetinin kararı ile park, İstanbul Belediyesi'ne bırakılmıştır. Korunun "Yıldız Parkı" ola- rak adlandırılması ise 1940 yılından sonra gerçekleşmiştir.

1979 yılında park, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu (TTOK) ile İs- tanbul Büyükşehir Belediyesi arasında imzalanan bir sözleşmeyle, Malta ve Çadır köşklerinin onarımıyla beraber Yıldız Parkı'nın bütün bakımını gerçekleştirmek üzere 15 yıllığına bu kuruluşa bırakılmıştır. sanatçıya İstanbul’un çeşitli yerlerine konulmak üzere 20 heykel ısmarlanır, 1994 yılında anlaşmanın yenilenmemesi üzerine kullanım hakkı tek- bunlardan biri de Gürdal Duyar’ın yaptığı “Güzel İstanbul” heykelidir. Hey- rar İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne geçmiştir. kel 1974’te Karaköy Meydanı’na konulur. Müstehcen bulunan heykel siya- si alanda birçok tartışmalara neden olur ve bir gece yerinden sökülür. Son- rasında belediye şantiyelerinden birinde ortaya çıkan heykel sessiz sedasız bir şekilde Yıldız Parkı’nın kıyıda köşede bir yerine dikilir. İstanbul’u bir ka- dın figürüyle anlatmak isteyen Duyar, “Güzel İstanbul”un ellerindeki zincirle- ri sonradan “İstanbul’un hâlâ zincirlerini kıramadığının ifadesi” olarak yorum- lar. Heykeltıraş Gürdal Duyar, eserinin özgürlüğe kavuştuğunu göremeden 2004 yılında yaşamını yitirdi; heykeli ise Yıldız Parkı’nda zamana direniyor.

Çırağan Caddesi’ne açılan alt kapıya yaklaştığınızda iki köprü karşılar sizi. Altlarında da zamanında “fındıksuyu”nun aktığı kurumuş dere yatağı…O köprülerden geçip yukarı doğru tırmanmaya başlarsanız, tarihin başka izle- rine de rastlarsınız. Osmanlı’dan kalma, küçük çakıllarla döşeli kaybolmak üzere olan yolların izleri vardır ve yine Osmanlı’dan kalma ufak havuzlar... Parktan çıktığınızda hemen solunuzda bir başka güzel eser bekliyor olacak sizi. Yine bir Balyan eseri, Küçük Mecidiye Camii… Sonrasında yine Çıra- ğan Caddesi’nin yoğun trafiği… B+ “Güzel İstanbul” Heykeli

B+ KIŞ 55 Birikim

Belge dedektifi: Mert Sandalcı

Yazı: CENGİZ ERDİL Fotoğraf: ERDEM AYDIN

O bir belge dedektifi. Sahte nostaljiden nefret ediyor. Koleksiyonculukta gerçek kanıtların peşinde… Mert Sandalcı, koleksiyonculuğu profesyonel bir meslek haline getirme öyküsünü B+’ya anlattı.

kurlarımız, Mert Sandalcı’nın bir başka yönünü de Bugüne değin yayınlanmış koleksiyonlarının dışında “Osmanlı’dan Beşiktaş Belediyesi’nin düzenlediği “En Güzel Bah- Cumhuriyet’e çok sesli müzik”, “küçük ebat bayram tebrikleri” gibi daha çe, Balkon ve Teras” yarışmasında kazandığı birin- pek çok konuda dev bir arşive sahip Sandalcı… Koleksiyonculuğun en cilik ödülü ile öğrenmişlerdi. Sandalcı bu yarışmada sevdiği yanını ise; “kişiyi yalancı ve sahte nostalji yaşamaktan kurtara- bahçe dalında birinciliği alırken, yeşil tutkunu oldu- rak, keyifli ya da üzücü gerçeklerle yüz yüze getirmesi” olarak açıklıyor. ğunu ortaya koyuyordu. Çiçekler bakımları için nasıl sabırO istiyorsa Mert Sandalcı’nın çalışmaları da aynı şekilde sabır istiyor. Mert Sandalcı -pek de alışık olmadığımız- adına “efemeral” (kısa ömür- O, ciddi anlamda efemeral belge ve fotoğraf biriktirmeyi bilimsel kolek- lü, gündelik) dediğimiz obje ve belgelerin koleksiyonunu yapan, ancak siyonculuk olarak tanımlıyor. sadece bunları toplamakla yetinmeyip üzerlerinde ciddi araştırmalar

56 B+ KIŞ da yapan bir kişi. Asıl mesleği olan inşaat mühendisliğini bırakarak bu Evet, geçmiş günlere dönersek çocuklukta başladı dedim ya, babamı alanda çalışmalara başlayalı neredeyse yirmi yıl olmuş. Mesleki kariye- ciddi bir pul koleksiyoncusu olarak tanımlayabilirim. Yaptığı pul kolek- rine son verip neden farklı bir alana yöneldiğini şöyle anlatıyor Sandalcı: siyonlarını iki kez sattığını ve oldukça iyi bir gelir elde ettiğini biliyorum. “İkinci Boğaz Köprüsü şantiye şeflerinden biriydim. Köprünün açılışın- Birini 1956’da kendi evinin inşaatına başladığında, diğerini de 1988’de da, dört yıl boyunca geceli gündüzlü emek verdiğim bir proje olmasına benim düğünüm sırasında elden çıkartmıştı. Yalnızca bu olaylar bile ko- rağmen, protokolde yerim olmadığından tören alanına giremeyeceğim leksiyonculuğun yararlarını göstermek açısından olumlu bir örnek teş- söylendiğinde inşaat mühendisliğine noktayı koydum. Çünkü gördüm ki kil ediyordu. ne kadar büyük işler yaparsanız yapın ve ne kadar büyük sorumluluk- lar alırsanız alın inşaat mühendisi olarak dünyada kalıcı olamıyorsunuz.” Ancak babamın aslında pul biriktirmekten çok fazla keyif aldığını san- mıyorum. O özellikle gümüş para koleksiyonu yapmaktan keyif alıyordu. Mesleğini bıraktığında aslında yıllardır hobi olarak ilgilendiği konulara Cumartesi günleri Kapalıçarşı’dan eve getirdiği torbalar dolusu parala- yönelen Sandalcı, şimdi tarihin derinliklerine adeta iğneyle kuyu kaza- rın içinde tarihlerine göre ayrım yapmanın ve koleksiyonda eksik bir pa- rak iniyor.

Mert Sandalcı sadece İstanbul’da değil Anadolu’nun çeşitli kentlerinde- ki üniversitelerde belge toplama ve bilimsel koleksiyonculuk konusunda seminerler veriyor, gençleri, meraklıları aydınlatıyor. Sandalcı, yoğun ça- lışma temposu içinde geçen günlerinde sorularımızı yanıtladı.

Öncelikle bu kadar yoğun işiniz arasında B+ Dergisi’ne zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. İlk sorum şu: Mert Sandalcı’nın, Koleksiyonculuk nasıl başladı? Koleksiyonculuk sanırım kişinin genlerinden kaynaklanıyor. Benim ba- evinin bahçesi, bam ve babamın annesi tarafında ciddi koleksiyonlar üretmiş, o ruha sa- koleksiyoncu kimliğini hip insanlar varmış. Bu özelliğin genetik olarak bana babamdan geçtiği- ni rahatlıkla söyleyebilirim. Koleksiyonculuğu salt biriktirmek olarak dü- yansıtan “dekorasyon” şünmeyiniz, biriktirme dürtüsü yanında mutlaka tasnif yeteneği ve tas- objeleriyle oldukça niften keyif almak iyi bir koleksiyoncunun olmazsa olmazıdır. Buna bir anlamda yetenek gözü ile de bakabiliriz. hoş bir atmosfere sahip. Eğer küçük yaşlarda ailede sözü dinlenen ciddi bir koleksiyoncu var ise, size olumlu yaklaşıp, yüreklendirmiş, hatta çalışmalarına ortak etmiş ise, kısacası onun rahle-i tedrisinden geçmiş iseniz, üstüne üstlük bir de mü- hendislik gibi bir meslek seçmiş iseniz iyi bir koleksiyoncu olma şansı- nız çok yüksektir.

Mert Sandalcı, giriş katındaki evinin bahçe duvarını renklendirmek ve ferah bir hava kazandırmak için, Edremit’te bir eskiciden aldığı bu renkli antika kapıları duvarına monte etmiş. Daha sonra İzmir Alsancak 1453 Sokak’taki tüm evlerin kapılarının aynı tip olduğunu gören Sandalcı, sokaktaki eksik iki-üç kapının, kendi bahçesinde durduğunu o zaman anlamış.

B+ KIŞ 57 sonra da dağılıp giderler. Siz koleksiyonlarınızı bilgi biri- kiminizle değerlendirerek paylaşan, yayınlayan bir araştır- macısınız. Türkiye’de bu anlamda koleksiyonculuğun bo- yutları nedir? Gelişmiş ülkelere göre ne durumdayız? Ansiklopedileri açtığınızda koleksiyoncular için pek çok tanımlama ya- pıldığını görürsünüz. İşin hastalık boyutu da var tabii. Örneğin Meydan Larousse’de koleksiyon maddesinde “anal safhada bir takıntı” gibi insa- nı dehşete düşüren bir tanımlama var. Ama kendimi bu çeşit tanımlama- lardan çok uzakta görüyorum. Hastalıklı koleksiyoncunun memleketi ol- maz, her yerde karşınıza çıkabilir ama bizlerin, yani son neslin karşısına bu türden koleksiyoncular pek çıkmıyorlar. O devirlerin kapandığı kanı- sındayım. Follukta yumurtalarının üzerine oturan tavuk misali davranışlar kimselere keyif vermez oldu.

Çalışmalarınız yayınlanıyor. Özellikle eczacılık tarihi konusunda çok kapsamlı bir araştırma yaptınız. rayı bulmanın keyfini anlatamam. Bu arada Osmanlıca rakamları okuya- Bu çalışmanın öyküsünden bahseder misiniz? rak babama yardımcı olmanın keyfi bir başka idi. Evdeki büyük koleksi- Ciddi anlamda koleksiyonculuğa başladığımda ilk gözağrılarımdan biri- yonun inşasında ciddi bir katkı verdiğime inanmış olmam, sanırım ilk so- dir eczacılık tarihimiz. Toplam 14 bin parça belge ve objeyi biraraya ge- runuzun cevabı olmalı. tirmişim yıllar içinde ve bugün “İşin ne?” diye sorulduğunda gururla Ana- dolu Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Eczacılık Tarihi Öğretim Görevlisi Peki o günlerde koleksiyonculuğunuz nasıl gelişti? diyorum. Ne Edirne Çimento Fabrikası, ne Çorlu NATO Havaalanı ne Anlattıklarınızdan gözümde büyümüş de küçülmüş bir de II. Boğaz Köprüsü’nde çalıştığım günler, mühendislik kariyerim aklı- koleksiyoncu tipi canlanıyor, Böyle miydiniz gerçekten? ma geliyor. Evet, böyle düşünmeniz doğal ama bu yönümü, yani evdeki Mert’i ar- kadaşlarımla çok da fazla paylaşmadım. Babamla birlikte sürdürdüğüm On yıl süren bir çalışma, araştırma sürecinin ardından yayınlanmaya baş- faaliyetler arkadaş ortamında ukalalık yapmanın ötesinde bir şeye yara- lanan “Belgelerle Türk Eczacılığı” dizisi tam dokuz ciltlik bir eser oldu. mayacaktı ve ben de bundan hiç hazzetmedim. Ama bütün bu faaliyetler Sayısını hatırlayamadığım kadar konferans verdim. Novartis’in 10. yılı ki- arkadaşlarımla paylaşabileceğim çok çeşitli koleksiyonlar üretmeme te- tabı da eczacılık tarihi alanında yayınladığım bir başka eser. Eczacılık ta- mel teşkil etmiştir. Bunlar arasında “Melek Çikletleri”, “illerimiz” ve “ülke rihi ile ilgili olarak bir süre Havan dergisine yazdım, aslında pek çok der- bayrakları” ilk aklıma gelenlerdir. Yıllar sonra bu koleksiyonları çalışma gide yazdım. Tombak dergisinde birbuçuk yıl süren bir yazı işleri müdür- masamın üzerinde görmek benim en büyük mutluluğumdur. lüğü dönemim de oldu. Son yıllarda ise (7 yıldır) muntazaman “Eczacı” dergisinde yazıyorum. Hırslı mıydınız? Tutkulu diyelim… Bir de bugünlerde hâlâ anlamlandıramadığım ve nede- Bir de kaybolan rayların peşinde koştunuz... “Kağıthane’den nini bilemediğim bir liderlik, ya da inandırıcılık yönüm de olsa gerek. Ör- Karadeniz’e Uzanan Sahra Hattı’nı” ortaya çıkardınız, neğin 9-10 yaşlarında iken İstanbul’da seyyar Migros arabalarında satı- kitabını yaptınız. Bununla ilgili proje ne durumda? lan ürünlere ait fiyat etiketlerinin toplandığı tek mahalle bizimkiydi ve bu Evet, bir tesadüf eseri bulduğum bir dizi fotoğrafın ardından Prof. Dr. çılgınlığın lideri bendim. Emre Dölen ile birlikte kaleme aldık o kitabı. Hattın yeniden, turistik amaçla inşası konusunda top İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde. Ay- Migros fiyat etiketi mi? Alemsiniz Mert Bey… rıca o hattın üzerinde kültür gezileri de yaptık, hâlâ da yapılıyor sanırım. Evet, 40-45 yıl önce Erenköy Değerbilir Sokağı’nda çocukluğunu ya- Geçenlerde yayınlanan “İstanbul’da Ölmeden Önce Yapılacak 100 Şey” şayanlar hatırlayacaktır. Seyyar Migros arabalarında önceden tartılarak adlı kitapta bu gezinin de yer aldığını gördüğümde çok keyiflenmiştim. fiyatlandırılmış ürünlerin etiketleri olurdu. Ve bizler bunları çılgınca top- Ancak bu ülke garip bir ülke… Bu konuda 30’a yakın yeni belge bulmuş lardık. Her renginden bolca çıkardı ancak lacivert olanı çok nadirdi. Ben olmama, trenlerin teknik resimlerinin çizilmiş olmasına rağmen kitabın topladıkça mahalledeki çocuklar da bunları toplamaya başladı. Bir laci- üçüncü ve genişletilmiş baskısını bir türlü yapmak mümkün olmadı. vert etiket için nice mücadeleler veriliyordu, ayılanlar bayılanlar oluyordu. Bir de peynir etiketleri vardı, turuncu-siyah- beyaz… Onlar ıslak olurdu. Evde ütü ile kurutur, sertleştirir öyle saklardık.

Ya sonraki yıllar? Lise, üniversite çağları? Evet, ilk ciddi koleksiyonları üretmeye o yıllarda başladım. İlk gözağrım özel posta damgaları idi. Babamın da des- teği ile oldukça önemli bir birikim sağladım. Filatelik ko- leksiyonlar ciddi anlamda yapılmaya başladığında ülke adına yarışma, sergileme gibi disiplinleri de beraberin- de getiriyordu. Ülkemize en önemli madalyaları kazandı- ran usta işi görkemli koleksiyonları izlerken biriktirme kül- türünün sadece sahiplenmekten ibaret bir şey olmadığını, paylaştıkça daha keyif alındığını gördüm. İstanbul Filate- li Derneği’nde aldığım ufak tefek görevler bu sergi ortam- larının havasını solumamı sağladı. Araştırmayı, araştırdığı- nı paylaşmayı ve bundan keyif almayı bu dernekte öğren- dim diyebilirim.

Bazı koleksiyoncular vardır, biriktirir, paylaş- maz. Değerli objeler evlerde saklanır, ölümden

58 B+ KIŞ Mert Sandalcı’nın en önemli koleksiyonlarından biri olan ve yıllar içinde 14 bin parçalık belge ve objeyi biraraya getirerek oluşturduğu “eczacılık tarihi” koleksiyonunda, Beşiktaş’ın eczacılık tarihi de önemli bir yere sa- hip. Beşiktaş’ın önemli simalarından biri de Eczacı Nail Halit Tipi. Mert Sandalcı, 1912 yılında, Eczacı Gazetesi’ni yayınlamaya başlayan Tipi’nin o dönemde Osmanlı’nın en önemli mesleki gazetesini çıkardığını söylüyor. Nail Tipi’nin kendisi için hazırladığı ve “Eczacı” gazetesini resimlediği bu kartpostal ise yalnızca Türk eczacılık tarihi açısından değil, kartpostalcılı- ğımız açısından da eşsiz bir örnek. Gazete kartpostalları 1900-1910 yılla- rı arasında basılan son derece nitelikli ve nadir kartpostallardan. Nail Ha- lit Bey, kendi resmini taşıyan bu kartpostalı da, gazetesinin reklamını yap- mak için bastırmış. Beşiktaş’taki ünlü eczanesi sonraki yıllarda Nobel İlaç Firması’nın sahipleri tarafından satın alın- mış ve firma, Beşik- Mert Sandalcı’nın eczacılık tarihine taşlıların yoğun ta- dair koleksiyonunun bir bölümü Ege lebi üzerine, formü- Üniversitesi’nde “Şifa Eczanesi” lü Nail Halit Bey’e müzesinde sergileniyor. Bu müze- ait saç ve el suları- de sergilenenlerin dışında, Sandal- nı üretmeye devam cı, koleksiyonunun 10 bin parça- etmiş. nın üzerindeki bir başka bölümünün yeni oluşturulacak bir müzede ser- gilenmesi için Abdi İbrahim ilaç fir- masına devretmiş. Sandalcı’nın ko- leksiyonunda özel yapım ilaç ku- tuları, reçeteler, ilaç ve bakım ürü- nü etiketleri, fatura ve başlıklı kağıt- lar gibi çok renkli ve çeşitli efemeral belgeler bulunmakta.

Beşiktaşlı eczacılardan Mehmed Kazım’ın “Stamboul, Grand’Rue de Bechik-Tache” adresli bu faturası da, hem eczacılık tarihi hem de günü- Mert Sandalcı’nın Belgelerle Türk Eczacılığı isimli dokuz ciltten oluşan ese- müz eczacılık dünyası için bir rindeki bu reçete ise Osmanlı zamanında Beşiktaş’ta Müslüman, Rum ve hayli ilginç. Mehmed Kazım, Ermenilerin ‘hep beraber, yan yana’ yaşadığı dönemlere vurgu yapar nite- faturasının üzerine bastırmak likte. Nitekim reçetenin sahibi, ilaçlarını yaptırmak için, Beşiktaş Çarşı için- üzere bir şirketten reklam al- de farklı zamanlarda farklı tebaadan üç eczacıya da uğramış. Mert Sandal- mış. Kendisine reklam veren cı, o dönemlerde reçeteye yazılan ilaçların yapımı, eczacının sorumluluğun- şirket ise bir konyak firması… da olduğu için, ilaçları hazırlayan eczacının reçetenin arkasına damgasını basma zorunluluğu ol- duğunu söylüyor ve ekli- yor: “Reçete sahibi muh- temelen, kendi mahalle- sindeki eczacıları kırma- mak için, reçeteyi tekrar yaptırması gerektiği dö- nemlerde farklı eczacı- lara uğrayıp, gönüllerini hoş tutmaya çalışmış, bu nedenle reçetenin arka- sında Rum, Müslüman ve Ermeni eczacılara ait, üç farklı damga var.”

B+ KIŞ 59 Max Fruchtermann Kartpostalları… Bu devasa eser için neler diyeceksiniz? Üç cilt, 14 kilo, kendi çantasında… İşin latifesi tabii… Ancak dünyada bir ilke imza attığımı söyleyebilirim. Çünkü bir kartpostal editörünün, hele ki Fruchtermann gibi 40 yıl kadar uzun bir zaman zarfında 2500 adet gibi çok sayıda kartpostal basan bir editörün, üzerinden bir asır geçtikten sonra tüm kartlarını toplamaya kalkışmak gerçekten çılgınca bir proje idi ve şükür gerçekleşti.

Daha zamanı değil ama sanırım 200-300 yıl sonra insanlar bu kitaba baktıklarında benim nasıl bir deli olduğumdan dem vurarak arkamdan tatlı tatlı söveceklerdir… Bunu neden söylüyorum, çünkü geçenlerde Prof. Dr. Aykut Kazancıgil beni bir bardak çay içmeye evine davet etti. Bu beklenmedik davete oldukça şaşırmıştım. Bana dedi ki: “Sayın San- dalcı bu millet takdir duygularını belli etmede biraz nekes davranır, ama bilesiniz ki yüz yıl sonra arkanızdan, ulan bu köftehor bütün bunları nasıl Sandalcı’nın kendisi için çok değerli olan koleksiyonlarından bir tane- toplamış da bu kitabı yapmış diye söveceklerdir… Sizi bu durumdan ha- si de “yöresel kıyafetli bebek koleksiyonu”. Gaziantep, Kayseri, Kasta- berdar etmeyi ve teşekkür etmeyi bir vazife bildiğim için çağırdım.” monu, Kırım, Sivas gibi çok farklı yerlerden elde ettiği bu el yapımı be- bekler, her yöreye ait el işçiliği, kıyafetlerindeki dokuma, yapım malze- Bira ile ilgili de bir eseriniz var değil mi? melerindeki ve tekniklerindeki çeşitlilikle Sandalcı’nın raflarından bizle- ri selamlıyor. Evet, bira tarihi koleksiyonum Efes Pilsen tarafından satın alındı, ‘Bira’ya Dair’, Burçak Madran ve Erkal Yavi’nin katkılarıyla mükemmel bir sunum ile sergilendi. İstanbul, Ankara ve İzmir’i dolaştı. Kitabı yapıldı, sergi alanı gezilirken Osmanlı dönemine ait unutulmuş şarkılar çalındı, bu şarkılar- dan oluşan bir CD de yaptık. Şimdilerde koleksiyon ait olduğu yere geri dönüyor. Bomonti Bira Fabrikası’na… Bu konuda oldukça mutluyum…

Peki yaşadığınız kent, Beşiktaş sizin için ne ifade ediyor? Altmış dört metrekarelik cennetimin olduğu ilçedir Beşiktaş. Eşimle bir- likte büyük emek verdiğimiz bahçemiz, ilçemizin en güzel bahçesi seçil- diğinde çok gururlanmıştık. İlk yarışmanın birincisi olarak tarihe geçtik diyerek. Sonra ne oldu… Bir zahmet sizler araştırın söyleyin…

Bu yarışmaya ne oldu? Ben bu yıl yarışma ile ilgili bir duyuru duymadım. Herhalde bu yıl kış bahçesi yarışması yaparlar… Şimdi her işimiz böy- le diyeceğim ama benim işlerim ve kafa yapım böyle değil en azından. Neyse, eşimle birlikte yaşadığımız yere karşı olan görevlerimizi yaptık, yapmaya devam ediyoruz. 100’den fazla kumruyu ve serçeyi her gün besleriz, kedilerin sokakta beslenmelerine karşı durur, bahçemize kedi sokmayız, kumru ve serçelerin haklarını savunuruz, küçük bahçemiz bu narin kuşlar için bir yaşam alanıdır. Kısacası uzaydan bakıldığında Be- şiktaş için iyi şeyler yapmışızdır…

Beşiktaş saraylar mekânı… Osmanlı’nın son döneminde yapılan tüm saraylar bu ilçemizin sınırları içinde. Beşiktaş’ın kültür envanteri için neler yapıldı, sizce yeterli mi? Ben bu konuda biraz negatifim. Beşiktaş’ın saraylarını oldukça Avru- pai ve gösterişli buluyorum. Sivrihisar Camii ya da Aya Yorgi Kilisesi’ni ve dahi binlercesini Dolmabahçe Sarayı’na tercih ederim. Osmanlı’nın son dönemi zaten adı üstünde. Hele ki Çırağan Sarayı… Hayatımda Çırağan Sarayı’ndan daha itici bir yer görmedim desem abartmış olmam. Kültürü- müzün nasıl yozlaştığını göstermek için, restorasyonu bittiğinde ibreti alem için halka açılmalıydı ya … Neyse ki otel yapılıp, kendisinden keyif alacak insanların hizmetine sunuldu. Gözden uzak olsun… Allah sevdiklerine ba- ğışlasın… Ben evde mayomu giyip Çırağan’ın önündeki Şeref Stadı’ndan beleş denize atlamayı özlemişim. Benim için Çırağan kültür envanterine koca bir sıfır olarak ya da Mısır Hıdivi’nin (yoksa Fas Kralı mı desek) zevki- ne göre bezenmiş bir ucube olarak kaydedilmeli, kaydedilmese de olur…

Son soru... Mert Sandalcı bugünlerde ne yapıyor? Son çalışmalarımı yakında izleyebilmeniz için bohçacı kadın modunda do- laşmaktayım efendim. 25 yıldır biriktirdiğim “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e çok sesli müziğimiz”, “Bayram tebrikleri”, “Gülhane”, “İskenderun deko- vili”, “Türkiye’nin dar hatları” gibi konu başlıklarında yapmış olduğum ça- Bebek serilerinden Sandalcı için çok önemli olanlardan bir tanesi de, Fatoş Oyuncak’ın 1980’lerin sonunda piyasaya sürdüğü bir dizi. Türkiye’nin çeşitli lışmalar müze olacağı ya da yayımlanacağı günü bekliyor. Ama şu sıralar yörelerini temsilen oluşturulmuş bu seriye ait bebeklerin yüz hatları da o yöre insanının profilini yansıtıyor. Bu serinin tümüne sahip olan Sandalcı, zor. Çünkü kâr getirmeyen sosyal sorumluluk projelerine “sosyal sorum- Sunay Akın’ın Oyuncak Müzesi de dahil hiçbir yerde, dizinin tam takım olarak luluk projesi” denmiyor. Devir değişti. Bakalım, göreceğiz… B+ bulunmadığını söylüyor. (üstte)

60 B+ KIŞ Mert Sandalcı, yakın zamana kadar, Osmanlı manzara ve portrelerini kart- postal olarak ilk kez basan editör Max Fruchtermann’ın kartpostallarından oluşan son derece zengin bir koleksiyona sahipti. Şu an bu koleksiyonun önemli bir bölümü Londra’da yaşayan bir koleksiyoncuda bulunduğu için Sandalcı, bizlerle Sait Beydeş’in koleksiyonundan, 1900’lerin başına ait bazı Beşiktaş fotoğraf ve kartpostallarını paylaştı.

Salut de Constantinople (İstanbul’dan Selamlar) etiketiyle çıkan bir dizi kartpostal, Osmanlı ilk dönem İstanbul kartpostallarının neredeyse tamamını oluşturmakta. Bu kartpostalda da, Dolmabahçe Meydanı görülüyor. (Sait Beydeş’in koleksiyonundan)

Beşiktaş’ta Selamlık Geçidi (Sait Beydeş’in koleksiyonundan)

Sandalcı, Ihlamur’daki mermer parçalarının sırrını bu fotoğrafla çözmüş… Mert Sandalcı’nın yakın zamanda bir müzayedede karşısına çıkan ve ko- leksiyonuna kattığı bu fotoğraf, Beşiktaş’taki Ihlamur Kasrı’na ait. Ihlamur- dere Caddesi’nde bir zamanlar akan derenin üstünde kurulu bir köprüye ait olan bu fotoğraf, Sandalcı’ya göre çok önemli. Nitekim geçen yıl İSKİ’nin kasrın ön kapısının karşısındaki döner kavşakta yaptığı bir kazıda ortaya çı- kan mermer parçalarının neye ait olduğu anlaşılamamış ve kazı mahalli bir süre açık kaldıktan sonra bir gece aniden kapatılmış. Mert Sandalcı’nın tam da o günlerde bulduğu bu fotoğraf, o mermer parçalarının sırrını çözdüğü gibi Beşiktaş tarihine ait önemli bir eseri de ortaya çıkarmış. Bu bilgiyi NTV Fruchtermann’ın çok nadir bulunan bu kartpostalında Beşiktaş İskelesi görülüyor. (Sait Beydeş’in koleksiyonundan) Tarih dergisinde toplumla paylaşmış paylaşmasına ama hiçbir ilgili olayın farkına varmamış olmalı ki eserler halen toprağın altında yatıyorlar… (Altta)

B+ KIŞ 61 Eğitim

Beşiktaş sahilindeki asırlık eğitim kurumu: Kabataş Erkek Lisesi

Yazı: GÖRKEM KIZILKAYAK Fotoğraf: ERDEM AYDIN

Beşiktaş’ın eğitim tarihi açısından en önemli okullarından biridir Kabataş Erkek Lisesi… Kabataş sahilindeki tarihi binasında hizmet veren bu köklü kurumu “anı”ları ve bugünüyle B+ sayfalarına taşıyoruz.

eşiktaş’taki okulların tanıtımını yapmaya geçen sayımız- ları da cevaplamış oldu. Bir öğretmenin sahip olması gerektiği bilgi biriki- da Zübeyde Hanım Kız Meslek Lisesi’yle başlamıştık. mi, sadelik ve alçakgönüllülükle… Bu sayıda Beşiktaş’ın köklü okullarından birini, Kabataş Erkek Lisesi’ni tanıtmaya karar verdik. Ancak bu sefer Söz, Korel Haksun’da… okulla ilgili derlediğimiz bilgileri sizlerle paylaşmak yeri- 1940 yılında İstanbul’da doğdum. 1950 yılına kadar ilkokulun üç sınıfı- ne, öncelikle okulu yakından tanıyan bir uzmanın, Korel nı İstanbul’da okudum. Sonra, babamın memuriyeti nedeniyle 1950’de Haksun’un,B anılarına kulak verelim istedik. İstanbul’un en prestijli okulla- Ağrı’ya gittik. İlkokul 4. ve 5. sınıfları Ağrı Karaköse’de bitirdim. Ortaokul 1. rından biri olan Kabataş Erkek Lisesi’nin günümüzde sahip olduğu başa- sınıfı İstanbul’da okudum. Diğer sınıfları ise Ankara’da tamamladım. Lise rıyı ve lisenin bugününü konuşmak için de Kabataş Erkek Lisesi Müdürü son sınıftayken benim ne olacağım konusunda bilinçlenmem oldu. Daha Uğur Açıkgöz’ü ziyaret ettik. çok tarihe meraklıydım. Tarih öğretmenimi de örnek alarak, mezun olduk- tan sonra Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nin Tarih Bölümü’ne kay- Kabataş Erkek Lisesi’nde 20 yıl görev yapmış, lisenin bugünkü durumu- doldum. 1964’ün Nisan ayında mezun oldum. na gelmesinde büyük emekleri olan, efsane müdür Korel Haksun’la lise- de buluştuk. Aslında birçok sorumuz vardı ona soracak. İlk soruyu sorduk, İlk görev yerim Gaziantep. Gaziantep Lisesi’nde 1967 yılına kadar çalış- o da cevap vermeye başladı. Anlatmayı bitirdiğinde aklımızdaki tüm soru- tım. Bir yıl öğretmenlik yaptım, geriye kalan 2 yıl da müdür yardımcılığı gö-

62 B+ KIŞ revinde bulundum. 1967 yılında bir telefon geldi bakanlıktan, Diyarbakır Ergani Lisesi’nin müdürlüğünü teklif ettiler. Şaşırdım, o zaman daha gen- cim, 27 yaşındayım. Gaziantep’teki kıdemli öğretmenlerle görüştüm, git dediler. Biz de gittik Ergani’ye... İki sene görev yaptım. Orada evlendim.

Sonra Konya Akşehir Lisesi’ne tayinim çıktı. Orada da 1971’e kadar çalış- tım. Askerlikten sonra da Karabük Demir Çelik Lisesi’ne verdiler beni…13 yıl orada müdürlük yaptım. Safranbolu’nun gelişmesi ve korunması çalış- malarına tanıklık ettim. Artık orada yapacağımı yaptım diye düşünerek ta- yin istedim. O zamanlar zordu tayinler.

Bakanlık müfettişlerinden Şenel Birsöz, İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü’ne tayin olmuştu. Ona hayırlı olsun ziyaretine gittim. “Ne yapıyorsun?”, dedi. “Karabük”teyim ama tayinimi istiyorum’ diye cevap verdim. Çalışmalarımı da biliyordu Karabük’ten… “Seni Kabataş Erkek Lisesi”ne alalım’ dedi. Şaşırdım! İstanbulluyum ve Kabataş’ı da biliyorum. Bakanlığa benim ismimi önerdi.

6 Eylül 1985, Kabataş Erkek Lisesi’ndeyim… Ağustos 1985’te kararnamem çıktı. 6 Eylül 1985’te Kabataş’ta göreve başladım. 2005 yılına kadar 20 yıl hizmet ettik orada… Çok tanımıyor- dum okulu... Kabataş’ın İstanbul’un köklü bir okulu olduğunu biliyordum. Denizi ve Boğaz’ı sevdiğim için hep bu okulu görürdüm. Hatta ailem de benim bu okulda okumamı istermiş ama kısmet olmadı.

Göreve başladığımda kayıt zamanıydı, okul çok kalabalıktı. Mehmet Kaya’yı gördüm okulda, Konya Akşehir’de beraber çalışmıştık, felse- fe öğretmeniydi. Onlar okulu tanıttılar, gezdirdiler. Kalabalık okul. İki bin mevcut var, bin öğrenci yatılı. Bina okul olarak yapılmadığı için yatakhane- ler kalabalık, 50-60 kişilik koğuşlar var. 3 katlı ranzalar var. Harap bir okul! Nasıl altından kalkacağız bilemiyordum.

O zaman Kenan Evren Cumhurbaşkanı. Ben göreve başlamadan 5-6 ay önce liseye ani bir baskın yapmış. Beğenmemiş okulu ve o nedenle mü-

“6 Eylül 1985’te Kabataş’ta göreve başladım. 20 yıl hizmet ettim.”

B+ KIŞ 63 dürü görevden almış. Tekrar gelecek diye endişeleniyoruz. O gelmeden Okulumuzu otel yapmak istiyorlar önce mutfakta, yatakhanelerde kendi imkânlarımızla düzenlemeler yap- Burası önemli bir yer, benim burada iyi işler yapabilmem için arkamı sağ- maya çalıştık. lama almam lazım diye düşündüm. O zaman Özal zamanı… Boğaz’daki okullar yıkılacak, yerine oteller yapılacak diye bir sürü dedikodu dolaşı- Nitekim 29 Ekim 1986 Cumhuriyet Bayramı yaklaşıyor. 28 Ekim’de ço- yor ortalıkta. cuklarla tören yapacağız. “Kenan Evren geliyor” diye haber geldi. Oku- lu gezdi ve iyi bulduğunu söyledi. Bu durum benim Kabataş’a olan enerji- Bu arada okulun hemen yanında Feriye Karakolu’nun bulunduğu arsa mi çoğalttı. Eski Kabataşlılara bu bahaneyle daha rahat ulaşabildim. On- Tekel’e bağlı… Başmuavin Fahri Bey bu arsanın okula katılması için çok ları örgütlemeyi düşündüm. Bu arada Safranbolu’da tanıştığım Prof. Dr. uğraştıklarını söyledi. Bu bir hayal gibi geldi bana… Önce okulu kurtara- Metin Sözen de İstanbul’da, TBMM Milli Saraylar’da danışmanlık yapı- lım; dedim. “Ondan sonra o arsayı hallederiz”, diye aklımdan geçirdim. İn- yordu. Ona danıştım. Eksik olmasın uzmanlar gönderdi, ustalar ayarladı. celedim belgeleri, ta 1928’den beri, yani okul Kabataş Ticaret Lisesi’nin Ufak tefek tamiratlara başladık. En sıkıştığımız zamanlarda bize destek bulunduğu binadan şimdiki yerine geldiği günden itibaren o Tekel arsası verdi, moral verdi. okulun arsasına katılmaya çalışılmış. Hep olumsuz cevap almışlar. Bu ar- sada Paşabahçe’den gelen içkiler depo edilip, bayilere dağıtılıyordu. Ka- Bir yağmur yağardı, bütün çatı su akıtırdı. Yanımızdaki Galatasaray rakol binası ise çok haraptı. Lisesi’nin durumu da aynıydı. Ancak onlar vakıflarını kurmuş ve nakit ko- nusunda bize göre daha iyi duruma gelmişti. Bir gün dediler ki Besim Tibuk dolaşıyor bahçede… Besim Tibuk da o ta-

Faruk Nafız Çamlıbel odası 2005 yılında ziyarete açıldı.

64 B+ KIŞ rihlerde Akaretler’deki binaları restore ediyordu. Oturduk konuştuk. “Bu Aradan bir süre geçip sıkıntıya düşünce aklıma Vuslat Hanım geldi. Bizi binalar otel olabilir mi?”, diye sordum. “Burası güzel bina, iyi otel olur ama kabul etti. Biraz destek olursanız kayıt zamanına kadar personelin ma- kâr getirmez. İnceledim okulu, zemin altında bodrumu yok. Dolayısıyla ze- aşlarını verme imkânımız doğacak dedim. O zaman dernekte 10 kişi ça- min kat mutfak ve diğer hizmet birimlerinin kullanımında olmalı. Geriye ka- lışıyordu. Durdu ve “Bu çözüm değil” dedi. “Benim damadım var, tanı- lıyor iki kat. Bunların da tavanları çok yüksek, düşüremezsin. Kalan bö- yor musun Feyyaz Tokar”ı’ dedi. Feyyaz Tokar’ı tanıyorum, o zamanlar lümlerin tamamını oda yapsanız bile rantabl olmaz, masrafını çıkarmaz” Cumhuriyet’te de yazardı. “Duydum, ama tanışmıyorum” dedim. Hemen dedi. Ben de bunun üzerine rahatladım. Bir de Galatasaray Lisesi’nden açtı telefonu ve Feyyaz Bey’e “Feyyaz, burada senin okuduğun okulun dolayı bir güvenimiz vardı. Galatasaraylıların bu liseyi otel yaptırmayacak- müdürü var, veriyorum sana, bazı istekleri var” dedi. Anlattık durumu, Fey- larından emindik. Biz de otomatik olarak kurtuluruz diye düşündük. yaz Bey olumlu davrandı. Almanya’ya tedaviye gideceğini, 2-3 ay içinde döneceğini söyledi. “Gelince ben size ararım”, dedi. Nasihat aldığımızı dü- Kabataşlılar bir vakıf bünyesinde biraraya geliyor şündüm. Arayacağını hiç tahmin etmedim. O zaman Galatasaraylılar vakıflarını yeni kurmuş. Vakıf yetkililerini okula çağırdım, onlardan fikir aldım. İmrendim, biz de böyle bir ortama kavuşu- Aradan 3 ay geçti. Feyyaz Bey bize randevu verdi. Derneğe bağlı çalışan- ruz diye hayal ettim. Daha önce lisenin derneği vakıf kurma teşebbüsünde ların 6-7 aylık maaşlarını vermeyi kabul etti. Kabataş’la ilgili düşünceleri- bulunmuş. O zaman dernek başkanı Recep Sebilik’ti. Recep Bey’e süre- mi de sordu. Kabataş’ı siyasilerin müdahale edemeyeceği çağdaş bir okul ci sordum. Vakıf sürecine bazı arkadaşların engel olduğunu söyledi. Ben yapmak ve okulun binalarını iyileştirmek istediğimi söyledim. O nedenle de de, yapalım bu işi, dedim. Derneğin gündemine getirdik. Baktık bazı ar- vakıf kurma yoluna girdik, arzu ederseniz sizin gibi bir Kabataşlıyı da ara- kadaşlar vakıf kurma işine muhalif. Vakıf kurulursa derneğin imkânlarının mızda görmek isteriz, dedim. “Ben bir düşüneyim, size cevap veririm”, dedi. kısıtlanacağını düşünüyorlar. Mezunlar gece gündüz okula gelmeye baş- ladılar. Ben de alışık değilim, Anadolu’da okula sadece veliler gelir. Bunda bir iş var dedim kendi kendime…

Grup grup mezunlarla toplantı yapmaya, okulun durumunu anlatmaya başladım. O arada personel yetersiz. Personel emekli olunca, Milli Eği- tim yeni personel atamıyor. “Sizin zengin derneğiniz var, dernek karşıla- sın, imkânı olmayan okullara personel vereceğiz” diyor. Derneğin bir mik- tar parasını da Cumhurbaşkanı gelecek diye mutfağa yatırmıştık. Paramız bitmişti. Ne yapalım diye çok düşündüm.

Lise için bir dönüm noktası: Feyyaz Tokar Bu arada Vuslat Sadıkoğlu diye bir hanımefendi ziyaretime geldi. Sadı- koğlu ailesini tanıyorum ama Vuslat Hanım’ı bilmiyordum. Şirketlerinde çalışan birinin çocuğunu kayıt ettirmeye gelmiş. Yardımcı oldum. Anlat- tım okulda yapmak istediklerimi. “İhtiyacın olursa kartım budur, istediğin zaman ara”, dedi. Bunu hep söylerler ama arkası gelmez, diye düşündüm.

B+ KIŞ 65 vara yürüyene kadar Cumhurbaşkanı’na konuyu açmış. Ben de protokol konuşmamda konuyla ilgili isteklerimizi söyledim. Son olarak Kenan Ev- ren konuştu. Bu arada Kenan Evren’le birlikte 10 bakan da okulda... “Bu arazi hemen okula verilsin”, dedi. Bir buçuk ay sonra o bahçeye girdik. Halı saha ve voleybol sahası yaptık. Çocukları oraya soktuk.

İçeri girdik ama, harabe binaları da ayağa kaldırmak lazım. Toplanıyoruz, Kabataş Erkek herkesten bir fikir geliyor. Ancak bu, Kabataşlıların vereceği paralarla ola- Lisesi’nin binası, cak iş değil. O dönemde Feyyaz Bey vakıf başkanlığını Cahit Kocaömer’e devretti. Bir öğlen Sakıp Sabancı’nın karakol rıhtımında olduğunu gör- 1867-1875 yılları düm. Yanına gittim, okulu gezdirdim, fikirlerimizi anlattım. Hoşuna git- ti. “Feriye Karakolu”nu yaparız, arkadakilere karışmam’, dedi. “Ama bizim arasında babamızın vasiyeti var, binada amblemimizin olması lazım”, dedi. Hemen Feriye Sarayı olarak Cahit Bey’e aktardım konuyu.

inşa edilmiştir. Cahit Bey bir kez daha Sakıp Sabancı’yı çağırdı ve bir kez daha okulu iyi- ce gezdik. Bir protokol yaptık ve işe başladık. Ardından dönemin Milli Eği- tim Bakanı Avni Akyol da destek verdi. Arkadaki Feriye resim atölyeleri yapılmaya başlandı. Onarımlar bitti ama bu yapıları nasıl donatacağız, na- sıl koruyacağız, nasıl ayakta tutacağız sorunları gündeme geldi. Müthiş bir para lazım! Bir de bina çok güzel oldu, alırlar bizim elimizden diye çok kor- kuyorum. Vakfa devretmeyi düşündüm. O dönemde Vakıflar Genel Mü- dürü ve Hazine Genel Müdürü Kabataşlı. İletişimimiz var. Binaların kulla- nım hakkını 49 yıllığına vakfa devrettik. Binaların donanımları için Sakıp Müteşebbis başkan olarak seçtiğimiz İstanbul eski defterdarı Adnan Bar- Sabancı ve Fako Holding’in sahibi Kaya Turgut yardımcı oldu. las başkanlığında vakıf toplantılarını yapmaya başladık. Kabataşlıları bu- luyoruz, toplantılara çağırıyoruz. Feyyaz Bey’le ilgili konuyu da vakıf mü- Türkiye’de bir ilk: Konferans salonlu, müzeli, sinemalı ve teşebbis heyetine açtım, olumlu karşıladılar. Nitekim aradan bir süre geç- restoranlı bir lise! ti, tekrar bizi ofisine davet etti Feyyaz Bey. Vakfa üye olmayı kabul ettiği- Depoların olduğu bölümü konferans salonu ve sinema olarak işlevlendir- ni söyledi. Tek çekindiği konu vardı: Okulun otel olma durumu. “Eğer ola- dik. İlk defa bir okulun bünyesinde bir sinema olacak. O günkü şartlar- caksa, okulu otel yapan bir vakıf yetkilisi olarak tanınmak istemem”, dedi. la çok güzel ve modern bir sinema salonumuz oldu. En sonunda rahat- Ben de Besim Bey’in ziyareti sırasında aktardıklarını Feyyaz Bey’e anlat- ladım. Sinema ve restoran yapılırken, okul da karma oldu. Bu arada sü- tım. O da “Tamam” dedi. İlk toplantıya katıldı, biz de kendisini başkan ola- per lise statüsüne geçtik. Ortaöğrenim puanı yüksek olanları okula alma- rak seçtik. ya başladık. Böylelikle iki bin kişilik mevcudumuz azalmaya başladı. Son- ra da anadolu lisesine geçiş yapıldı. Benim amacım şuydu: Okulda düzey- Liseliler vakıflarına kavuştu: Kabataş Erkek Lisesi Eğitim Vakfı li bir restoran var. Ayrıca salonlarda önemli toplantılar yapılıyor. Gelen ge- Vakıf kuruldu ama vakfın çok güçlü olması lazım. Bir telefonla her yere ulaşabilmeli, sorunları çözebilmeli. Hep gözümüzün önünde Galatasaray Eğitim Vakfı var. Onun da başkanı o zaman İnan Kıraç. Feyyaz Bey kuru- cular listesine baktı ve listedeki bazı eksik isimleri de kurucular arasına al- mamız gerektiğini söyledi. Cahit Kocaömer de o isimler arasındaydı. Ha- san Pulur, Erol Simavi ve Haldun Simavi’yi ekledi listeye... Böylelikle pres- tijimiz daha da yükseldi.

Feyyaz Bey medyayla ilişkilere önem verirdi. En ufak bir etkinliğimizde bile devlet kurumlarından, basından önemli kişileri davet ederdi. Vakıfta çok güzel bir sekreterya kurdu. İşlerimiz yoluna girdi. Hatta bir Ankara zi- yaretimde, bakanlığa bazı ihtiyaçlarımızı istemek için gitmiştim. Bakanlık- taki müdürlerden biri, “Ne ihtiyacınız olabilir ki sizin, bakanlar kurulu gibi vakıf yönetim kurulunuz var” demişti.

Pilav günleri bizim için büyük bir aşama olurdu. Feyyaz Bey mutlaka 2-3 bakanı pilav gününe davet ederdi. Böylelikle kısa zamanda kamuoyu oluştu, okulun prestiji yükseldi. Artık Kenan Evren’in cumhurbaşkanlığı- nı devredeceği yıllardı… Kenan Evren’i okula çağırmak istedik. Bu dave- ti yapmamızın en önemli nedeni de Tekel arazisinin okula katılması iste- ğiydi. Tabii bu arada biz okulun harap bölümlerini yavaş yavaş onarma- ya başladık. Metin Hoca destek veriyor, restoratörler çalışıyor. Çatıyı da onardık. Artık yağmur suyu okulun içine akmıyor.

Kenan Evren ve çözülemeyen Tekel arazisi meselesi Sonuçta Feyyaz Bey Cumhurbaşkanı’nın özel kalemiyle görüştü, Cumhurbaşkanı’nı okula davet etti. Kenan Evren de daveti kabul edip okula geldi. Feyyaz Bey yemekhanenin kapısında Cumhurbaşkanı’nın koluna girdi ve okulu gezdirmeye başladı. Okulla Tekel arazisini ayıran du- Kabataş Erkek Lisesi 100. Yıl Anıtı.

66 B+ KIŞ çenleri çocuklar görüyor. Çocukları da toplantılara izleyici olarak alıyoruz. Görgüleri, bilgileri artar, dünya görüşleri genişler, diye düşündüm. Bunda da başarılı olduğumu düşünüyorum.

Ardından okulda bir müze açtık. Bir resim öğretmenim vardı: Güler Ha- nım… Vakfın ilk kurulduğu yıllarda okulun depolarını geziyoruz, Güler Ha- nım tarihi objeler bulup getiriyor. Onları sergileyelim, öğrenciler görsün istedim. Ufak bir salonu düzenledik. Sonra müze fikri gelişti. Bu şekilde “okul müze” projesini gerçekleştirdik. Buna da Metin Sözen önayak oldu. Yıldız Üniversitesi’nden Tomur Atagök’ü tavsiye etti. O da asistanını gö- revlendirdi ve bizim “okul müze” fikrini asistanına doktora tezi olarak ver- di. İki sene Tomur Hanım’ın asistanıyla çalıştık. Bu da örnek bir proje oldu.

2005 Ocak ayında emekli olacağım… O sıralarda Faruk Nafiz Çamlıbel’in damadı geldi. “Kayınpederimin kitaplarını ve evraklarını üniversiteye ver- dik ama baktık ki bu eserleri değerlendirmemişler. Biz de bu eserleri ho- calık yaptığı liseye vermek istiyoruz”, dedi. “Memnun olurum”, dedim. Kendisine emekliye ayrılacağımı ve bunun benim için en büyük emekli- lik hediyesi olacağını, söyledim. Yine Metin Bey’i aradım, ardından Tomur Hanım’la iletişime geçtik. Okul müdürü odasının karşısındaki odayı “Fa- ruk Nafiz Çamlıbel” odası olarak düzenledik. Ardından emekli oldum.

Benden sonra başmuavin arkadaşım Meral Hanım’ın Kabataş’a müdür ol- masını istiyordum. Ama olmadı. Tek memnuniyet kaynağım, kendisinin şu an, mezunu olduğu Galatasaray Lisesi’nde müdürlük yapıyor olmasıdır. B+

Kabataş Erkek Lisesi Kabataş Erkek Lisesi

II. Abdülhamit döneminde açılan Aşiret Mektebi’nin kapanmasından Müdürü Uğur Açıkgöz’le sonra, 1908’de Kabataş’ta Setüstü’ndeki Esma Sultan Konağı’nda 7 sınıf, 276 öğrenci ile öğretime başladı. Okulun kurucusu ve ilk mü- lisenin bugünü üzerine… dürü Aynizade Hasan Tahsin Bey’dir. Kabataş Erkek Lisesi’ndeki müdürlük görevim 18 Ağustos 2011 tari- 1913’te ilk kısmı da açılan 12 sınıflı Kabataş Sultanisi’ne, 1919’dan hinde rotasyon atamalarıyla başladı. Okulumuz Erkek Lisesi adını ta- sonra yatılı öğrenci alındı. 1923-1924 öğretim yılından sonra sultani- şımasına rağmen bir anadolu lisesi statüsünde eğitim veriyor. İki ya- bancı dil, birinci dil olarak okutuluyor. İngilizce bölümüne her yıl 120, ler kaldırılınca Kabataş Erkek Lisesi adını aldı. Almanca bölümüne ise 60 öğrenci alıyoruz. İkinci yabancı dil olarak ise Fransızca eğitimi veriyoruz. Okulumuzda benimle beraber 71 öğ- 1928-1929 öğretim yılında Esma Sultan Konağı’nın okul için yetersiz retmen ve 900 öğrenci bulunmakta. LGS’den yüzde olarak ilk dilim- hale gelmesi üzerine, Ortaköy Çırağan Caddesi’ndeki 1867-1875 ara- den 491 taban puan ile öğrenci alıyoruz. Genellikle öğrencilerimiz sı- sında inşa edilen ve Feriye Sarayları adıyla anılan bugünkü yerine taşındı. navda ilk 1000’e giren öğrencilerimizdir. Üniversiteye giriş başarımız yüzde yüzdür. Mezun olan öğrencilerimizin yüzde 60’ı tıp fakültele- Sarayın kapalı manej alanı 1932’de spor salonuna dönüştürüldü. rine girmektedir. Ayrıca geçen sene yabancı dil bölümünden Türkiye Bahçeye bakan ve “Ağalar Dairesi” adıyla anılan cadde üzerindeki birincisi çıkardık. Bir asırdır, bir gelenekler okulu olan Kabataş Erkek eski binalar onarılarak konferans salonu, laboratuarlar, resim atölye- Lisesi, Türk eğitim sistemindeki özel yerini hep korumuştur. Türk si- leri, müzik ve yabancı dil dersliklerinin yer aldığı “Kültür Binası” ola- yasetine, edebiyat dünyasına ve medyasına kazandırdığı çok değerli rak düzenlendi. isimlerle varlığını hep hissettirmiştir.

Öğrenci sayısındaki artış nedeniyle 1941-1942 öğretim yılından son- ra okulun orta kısmı kaldırıldı. 1949’a kadar Feriye Sarayları’nın bir bölümü Beşiktaş Ortaokulu olarak kullanıldı. Daha sonra liseye dev- redilerek yatılı öğrenciler için pansiyona dönüştürüldü.

Okulda çağın gereklerine uygun eğitim öğretim verilmesine des- tek olmak amacıyla 7 Haziran 1987’de Kabataş Erkek Lisesi Eği- tim Vakfı kurulmuş bulunmaktadır. Vakfın çalışmalarıyla 1988’de ’ta 57 dönümlük bir arsa, 1989’da Feriye Sarayları’nın son noktası olan Feriye Karakolu binası ile zaptiye koğuşlarının da içinde bulunduğu 8,5 dönümlük arsa, Tekel Genel Müdürlüğü’nden alına- rak okula devredildi. 1992-1993 öğretim yılında yabancı dil ağırlık- lı Türkçe, yine aynı öğretim yılında okula ilk kez kız öğrenci alınarak karma eğitime geçilmiştir. 1998’de Anadolu Lisesi olmuştur.

Kutluay Erdoğan-Korel Haksun “Dünden Bugüne Beşiktaş”, Beşiktaş Belediye Başkanlığı, 1998

B+ KIŞ 67 Hobi

Beşiktaş’tan mutfak öyküleri Yazı: MELİS BAYDUR Fotoğraf: ERDEM AYDIN

Gözde Durusoy Oran, “Gurme Mutfak Hikâyeleri” adlı blog’uyla hem mutfağında hazırladığı farklı ve özel yemeklerin tariflerini, hem de o tariflere ulaşma serüvenini okuyucularıyla paylaşıyor.

68 B+ KIŞ öyleşi için gittiğimiz Gözde Durusoy Oran’ın mutfağından hoş kokular geliyor. Levent’teki evinde “financier” hazırla- mış bizim için. Mutfağından yayılan nefis kokular sadece ken- di salonuna değil, “Gurme Mutfak Hikâyeleri” isimli sitesiyle tüm dünyadaki “gastronomi”ye meraklı ya da sadece değişik yemek tarifleri denemek isteyen blog okuyucularının evlerine kadarS ulaşıyor. Gözde Durusoy Oran, aldığı ekonomi eğitimi, yurt dışı tecrübeleri ve ku- rumsal iş deneyimi sonrası kavuştuğu “Bugün ne pişirsem” coşkusunu, ke- dilerinin kısa öykülerini ve o lezzetli “financier” nin tarifini bizlerle paylaştı.

Ne kadar zamandır paylaşıyorsunuz “Gurme Mutfak Hikâyeleri”nizi? Bir buçuk sene oldu. Nisan 2010’da başlamıştım blog’umu yazmaya. Blog diyorum ama, bu aslında Gurme Mutfak Hikâyeleri adını satın alarak açtı- ğım bir internet sitesi.

Gözde Durusoy Oran, bizim için hazırladığı “financier”lerin tarifini, bir pastanede Ne kadar ziyaretçiniz oluyor siteye? tadına baktıktan sonra deneyerek bulmuş. Tarife, siz de Gözde Durusoy Oran’ın Site hem Türkçe hem İngilizce olarak yayınlanıyor. Günde yaklaşık 450- http://www.gurmemutfakhikayeleri.com/ sitesinden ulaşabilirsiniz. 500 ziyaretçisi oluyor. Türkiye’den ziyaretçiler daha fazla fakat yabancılar daha çok yorum yazıyor. Evet o filmden çok etkilendim. Amerika’da 70’li yıllarda yemek program- ları yapan ünlü şef Julia Child’ın yemek tariflerini Julie isimli genç bir ka- Gurme Mutfak Hikâyeleri’nden önce sosyal medyaya dının blog’unda yayınlamasını anlatıyor. Zaten bu filmden sonra yemek merakınız nasıldı? Kendi adınızla yayınladığınız blog’larında büyük bir patlama oldu. Ben farklı olarak bir de işin fotoğrafla- bir blog’unuz var mıydı? ma kısmını çok seviyorum ve bunu kurgulamak için kafa patlatıyorum. Yok hayır, ilk kez bu siteyle başladım. Ama yemek blog’larını sık sık ziya- ret ederdim. Özellikle Viyana’da yüksek lisans yaptığım dönemde farklı ta- Daha önce fotoğrafçılığa merakınız var mıydı? rifler öğrenmek, farklı yemekler pişirmek için sürekli bir arayış içindeydim. Evet, fakat çok fazla emek ve zaman harcamıyordum. Nereden başlasam, Twitter’ı kullanmaya başlamam çok yeni. Yemek blog’umla aynı isimle bir neler çeksem diye hep düşünüyordum. Şimdi işin fotoğraflama kısmını o hesap açtım. Çünkü siteyi ziyaret edenler twitter’dan da bir şeyler yazma- kadar çok önemsiyorum ki, çok hoş bir yemek tarifini, fotoğrafının güzel mı bekliyor. çıkmayacağını düşünüyorsam yayınlamaktan vazgeçebiliyorum. Beni bu blog’u yazmaya iten zaten en başta işin fotoğraf ve “styling” tarafı, en çok Gurme Mutfak Hikâyeleri blog fikri nasıl gelişti? Bir röporta- bundan keyif alıyorum, sonra hikâyesini yazmak, sonra da tarif… Hepsine jınızda Julie&Julia filminden etkilendiğinizi söylemişsiniz… ayrı ayrı özen gösteriyorum.

Brioche (üstte), kahvaltı çörekleri (sağda) ve söyleşimizde gördüğünüz tüm yemek fotoğrafları, Gözde Durusoy Oran’ın blog’u için özenle çektiklerinden…

B+ KIŞ 69 gurme olması beni biraz rahatsız etmeye başladı. Neden adını böyle koy- dum diyorum bazen. Çünkü kendimi gurme olarak görmüyorum. Gurme- lik, “sadece en güzel, en özenle hazırlanmış yemekleri yiyen, fast-food tar- zı yemekleri yemeyen insan”lar için kullanılıyor. Ben öyle değilim. Bir de İn- gilizcede “foodie” diye bir tabir vardır. Her şeyin en güzelini arayan, pişir- mek isteyen insanlar için kullanılır. Tabiri çok sevmesem de ben öyle bir in- sanım sanırım.

Gurme kelimesi, restoran isimlerinde de çok kullanılmaya başlandı son dönemde değil mi? Evet mesela gurme hamburger, gurme pizza gibi şeyler çıktı. Aslında ham- burger ve gurme kelimelerini birlikte kullanınca bir çelişki oluyor ama nor- mal hamburgerin içine humus falan katıyorlar, oluyor sana gurme.

Sitenizde yayınladığınız tarifler sizin tarifleriniz mi? Benim tariflerim, bilindik bir yemeğin tarifiyse de mutlaka kendime göre ekle- meler çıkarmalar yapıyorum. İşin ölçeklendirme kısmı biraz sıkıcı. Çok net ölçek- ler sunmaya çalışıyorum ki, insanlar benim elde ettiğim sonucu yakalayabilsin. Blog’umda yazmayı çok istediğim bir yemek varsa, birkaç tariften bakıp, karşılaştırıyorum, bazı değişikliklerle daha hafif hale getirmeye çalışıyo- rum. Bir de, ben bir lokantada yediğim bir yemeğin, bir pastanede yedi- ğim bir kurabiyenin tarifini tadından tahmin etmeye çalışırım. Çok sevdiy- sem, blog’uma koymak istiyorum çünkü. Denemeler yaparak da ulaşmaya çalışıyorum o lezzete. Mesela “Pera Palas’ta Beş Çayı” yazımda var. Pera Palas’ta yediğimiz financier’lerin tarifini böyle deneyerek ortaya çıkardım ve blog’uma koydum.

Yemek fotoğrafçılığı ne düzeyde Türkiye’de? Yemek fotoğrafçısı olarak bilinen insanlar var ama çok az. Normal fotoğ- rafçılar da ‘yemek fotoğrafçısıyım’ diyebiliyor. Ama aslında bu bir uzman- lık. Göze güzel gözüken şey, makinede güzel gözükmüyor genelde. Ben hâlâ öğrenmeye çalışıyorum. Bazı taktikleri de varmış bu işin, az haşlayıp güzel gözükmesini sağlamak gibi… Fakat ben yemeği böyle ziyan etmek istemem. Çünkü sonuçta pişirdiğim her şeyi yiyoruz. Türkiye’de bir de ye- mek stilistleri var. Onlar da tek tük aslında. Gastronomi dergilerindeki, rek- lamlardaki, yemek kitaplarındaki fotoğraflardan sorumlu oluyorlar, ekme- ğin çıtır gözükmesi, soğanın güzel gözükmesi onların işi… Fotoğrafçıya tek kalan ışığını ayarlamak oluyor o zaman.

Biraz da sitenin isminden ve gurmelikten bahsedelim isterseniz… Evet, blog’umun adı Gurme Mutfak Hikâyeleri. Aslına bakarsanız isminin

Tüm yemek blog’larında günün en çok tıklanan yemeği: Biberli ekmek.

Blog’unuzun bir özelliği de, her tarifi, başınızdan geçen bir hikâyeyle ya da o tarife ulaşma serüveninizle birlikte vermek… Evet, o yemekle ilgili belirli bir hikâye yoksa da, nasıl pişirdim, niye pişirmek istedim, bu fikir nereden aklıma geldi, onları yazıyorum. Tarifle birlikte yaza- cak bir şey yoksa, tatsız oluyor bence.

Tarifleri ve hikâyeleri aynı zamanda, Gourmet Kitchen Tales adıyla İngilizce de yayınlıyorsunuz. Türkçe ve İngilizce blog’ları aynı zamanda mı yazmaya başladınız? Aynı zamanda. İngilizcesi de olsun istedim, çünkü İngilizce okuyucu daha fazla. İngilizce blog yazan insan da çok daha fazla ve onların dünyasında kendime bir yer edinebilmek istedim. İngilizce olan blog daha fazla yorum Boeuf Stroganoff alıyor. İki dilde yazmak yavaşlatıyor ve zorluyor aslında…

70 B+ KIŞ Blog’unuz Anadolu mutfağı ağırlıklı bir site değil. İngilizce siteye daha çok yorum gelmesinin nedeni bu olabilir mi? Aslında “ Böyle antin kuntin tarifler yazacağına bir mantı, şöyle güzel bir sarma tarifi ver” gibi eleştiriler gelmiyor değil. Türk ve yabancı okuyucula- rın ilgisini çeken şeyler birbirinden farklı. Türkçe blog’umda en çok tıklanan bölüm tatlılar, kurabiyeler, muffinler. Yabancılar mesela artık limonlu tartla- ra, çikolatalı keklere bakmıyorlar. Bir kere “biberli ekmek” tarifi yazmıştım blog’a, tamamen çocukluğuma ait bir şey, annem misafir geldiği zaman yapardı. O tarifi, çocukluk anılarımla birlikte yazdım. Yemek blog’larının hepsinin birarada toplandığı bir site var, “Food Buzz” diye. Orada binlerce yemek arasından en çok tıklanan günün yemeği olmuştu.

Çeşitli kategoriler yapmışsınız, bunların arasında “tam mevsimi” kategorisi göze çarpıyor, ondan biraz bahsedebilir misiniz? Onu aslında en başta akıl edemedim, sonradan aklıma geldi. Şu anki mev- sime özgü sebzelerden yapılabilecek tarifleri sıralıyorum orada. Mevsim sebzelerine göre alt kategoriler yaptım. Daha da genişlemesi, çeşitlenme- si lazım. Tarifler çoğaldıkça genişleyecek.

Yurtdışı ve yurtiçi seyahatlerinizdeki yemek serüvenlerinizi de paylaşıyorsunuz sitenizde. İstanbul deyince hangi lezzetler geliyor aklınıza? Çok fazla şey var aslında. İstanbul bende daha çok tencere yemekleri, hünkârbeğendi gibi saray yemekleri çağrıştırıyor. Beyoğlu’ndaki Hacı Ab- dullah Lokantası mesela… Fakat yabancı bir misafirim gelmişse mutlaka midye yedirmek ya da balık yemeye götürmek isterim.

Beşiktaş peki? Ben aslında çocukluğumu Bursa’da geçirdim. Liseyi burada kazandığım- da yatılı okumaya geldim İstanbul’a. Lise sondayken de Ulus’a teyzemin yanına yerleştim. Evlendikten sonra Akatlar’a taşındım. Şimdi de eşim- le beraber Levent’te oturuyoruz. Bu yüzden, İstanbul’a taşındığımdan beri hep Beşiktaş’tayım. Beşiktaş’ın lezzetleri deyince aklıma ilk Beşiktaş çar- şı içindeki tarihi köfteci geliyor, sonra balıkçılar çarşısı… İstanbul gibi Beşik- taş da çok renkli. B+

Söyleşi esnasında bize evin kedisi “Lokum” da eşlik etti.

Peynirli yumurta Gözde Durusoy Oran’ın mutfağından limonlu mereng.

B+ KIŞ 71 Sanat Fulya Sanat, 2. yılına merhaba dedi

Yazı: AYBÜKE SAKAOĞLU Fotoğraf: BEŞİKTAŞ BELEDİYESİ ARŞİVİ

Fulya Sanat yeni sezonunda da zengin içeriği ile sanatseverlerin ilgisini çekecek etkinliklerine başladı.

24 Kasım 2010’da Devlet Opera ve Balesi’nin gösterisiyle açı- lan Fulya Sanat Merkezi’nde etkinlikler devam ediyor. Beşiktaş Belediyesi’nin Akatlar Kültür Merkezi, Levent Kültür Merkezi, Mus- tafa Kemal Kültür Merkezi, Ortaköy Kültür Merkezi’nden sonra, İs- tanbullulara kazandırdığı Fulya Sanat, İstanbul Senfoni Orkestrası ve İstanbul Devlet Opera ve Balesi’ne de evsahipliği yapıyor. AKM’nin kapanmasından sonra oluşan boşluk bu açıdan, klasik müzik dinleyi- cileri, bale ve opera severler için Fulya Sanat Merkezi’yle kapanıyor.

Beşiktaş Belediyesi Fulya Sanat, ikinci sanat sezonuna, çağdaş dansın en önemli ustalarından Anne Teresa De Keersmaeker’in Fase adlı eseriyle başladı. Uluslararası Çağdaş Dans ve Performans Fes- tivali kapsamında Türkiye’ye gelen dünyaca ünlü koreograf Belçikalı Anne Teresa De Keersmaeker gecede sanatseverlere unutulmaz bir Anne Teresa De Keersmaeker’in Fase adlı eseri performans gösterisi sundu.

72 B+ KIŞ Fulya Sanat, 2011-2012 sanat yılında da zengin bir içerikle, sanatseverlerin olduk- ça ilgisini çekecek yıllık bir program ha- zırladı. Beşiktaş Belediyesi’nin hazırladı- ğı; dünyaca ünlü virtüöz ve gruplarla özel olarak organize edilen konserler ve dünya müziklerini tanıtıcı programlardan oluşan Beşiktaş Belediyesi “Fulya Sanat Resi- talleri” tüm yıl sanatseverlere keyifli ve sa- natla dolu akşamlar yaşatacak.

İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası (İDSO) da bu yıl Fulya Sanat’ta otuza yakın sen- fonik konser verecek. Sanatseverler İDSO’nun konserlerinde birçok tanınmış virtüözü dinleme fırsatı bulacak. Beşiktaş Belediyesi Fulya Sanat’ta bir diğer sürp- riz ise İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin (İDOB) ağırlıklı olarak etkinliklerini burada sahneleyecek olması. İDOB bünyesinde- ki Modern Dans Topluluğu (MDT) temsil- leri de çoğunlukla burada gerçekleşecek. Beşiktaş Belediyesi Fulya Sanat, klasik ve neoklasik eserlerin dışında modern balenin de sahnesi olacak.

Fulya Sanat Resitalleri Fulya Sanat Resitalleri kapsamındaki programın bu yılki ilk etkinliği ise; “Burçin Büke & Kürşat Başar - Bir Piyanistin, Bir Yazarla Buluş- ması” oldu. Beşiktaş Belediyesi’nin düzenlediği etkinlikler çerçevesin- de Atilla Aldemir - Cana Gürmen, Mozart ve Perileri, İspanyol Gecesi: Hasan Tura - Müge Hendekli, Renato Borghetti Quartet - Andanças, Hakan Şensoy - Şafak Erişkin - Hande Dalkılıç, Çellistanbul ve İnce- saz gibi birçok sanatçı ve grup Fulya Sanat’ta sahne alacak. B+

Renato Borghetti Quartet-Andanças

Burçin Büke - Kurşat Başar Hande Dalkılıç Fotoğraf: Alaattin Timur

Beşiktaş Belediyesi Fulya Sanat Resitalleri

ARALIK 2011 OCAK 2012 ŞUBAT 2012 İspanyol Gecesi / Hasan Tura, Müge Hendekli Atilla Aldemir-Cana Gürmen Ensemble Kheops'tan Trio Gecesi 1 Aralık Perşembe, Saat: 20.00 5 Ocak Perşembe, Saat: 20.00 2 Şubat Perşembe, Saat: 20.00

Alzheimer Vakfı / Cihat Aşkın-Cana Gürmen Ricardo Tesi ve Band Italiana Borusan Quartet 3 Aralık Cumartesi, Saat: 20.00 19 Ocak Perşembe, Saat: 20.00 9 Şubat Perşembe, Saat: 20.00

Barok Dönem Osmanlı Sarayı ve Çellistanbul ve İncesaz Renato Borghetti Quartet-Andanças Avrupa Sarayı Müzikleri 26 Ocak Perşembe, Saat: 20.00 16 Şubat Perşembe, Saat: 20.00 22 Aralık Perşembe, Saat: 20.00 Hakan Şensoy, Şafak Erişkin, Farinelli Aryaları / Kaan Buldular, Leyla Pınar Hande Dalkılıç Trio 29 Aralık Perşembe, Saat: 20.00 23 Şubat Perşembe, Saat: 20.00

B+ KIŞ 73 Portre

“Dünya çapında bir bilim insanı nasıl olunur?”

Yazı: MELİS BAYDUR Fotoğraf: EMRE AYDIN

Amerika Birleşik Devletleri’nde birçok ödüle layık görülen, “Bilim Elçisi” Prof. Dr. Semahat Demir, bilim alanındaki başarılı çalışmalarının yanında, verdiği seminerlerle nasıl dünya çapında bir bilim insanı olunabileceğini gençlerle paylaşıyor.

74 B+ KIŞ rof. Dr. Semahat Demir, 2002 yılında layık görüldüğü “En Başarılı Bilim Kadını” ödülüyle hem Türkiye’de hem Ame- rika Birleşik Devletleri’nde biyomedikal mühendisliği ala- nındaki başarılarından söz ettirmişti.

Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan Semahat De- Pmir, Ulusal Bilim Vakfı ve kardeşi Sıdıka Demir ile yönettiği Kadın Mühen- disler Derneği başta olmak üzere birçok dernek ve sivil toplum kuruluşun- “Kişinin doğru da yürüttüğü çalışmalarla, Amerika’nın bilim politikasının nabzını tutan isim- lerden. Amerikan-Türk bilim diplomasisini de ‘bilim elçisi’ sıfatıyla yöneten yönlendirilebilmesi Semahat Demir, hayatının büyük bölümünü Washington’da geçirse bile, için ‘mentorluk’ kendisini her zaman İstanbul’a ve Beşiktaş’a ait hissedeceğini söylüyor. kavramı çok önemli” Tüm çocukluğunu ve gençlik yıllarını geçirdiği Etiler Profesörler Sitesi’ndeki evinde gerçekleştirdiğimiz söyleşimizde, Demir, Hasan Ali Yücel İlkokulu’na yürüyerek giderken geçtiği yemyeşil çayırlık yollardan, Washington’a uza- nan bilim serüvenini bizlerle paylaştı.

Sizin hem akademik bir kimliğiniz var, hem de Amerikan hükümetiyle birlikte çalışmalar yürütüyorsunuz, kariyeriniz nasıl bu yönde şekillendi? İş sektörleri endüstri, yani özel sektör, akademi ya da hükümet-devlettir. Tabii bir de kendi işinizi yönetebilirsiniz… Ben önce biyomedikal mühen- disliğinde endüstriyi tanıyarak işe başlamak istedim. Daha sonra uzun bir Sizin sağladığınız bu fonlar, oran olarak Amerika’daki süre akademideydim. Halen de devam ediyorum profesör olarak. Son yedi üniversiteler için ne ifade ediyor? senedir ise 61 yıllık bir geçmişi olan Ulusal Bilim Vakfı’nda tek Türk müdür Bizim yönettiğimiz miktar çok büyük. TÜBİTAK da Ulusal Bilim Vakfı’nı ör- olarak Biyomedikal Mühendisliği birimini yönetiyorum. Hükümetle birlikte nek alıyor. Bilimlerin, buluşların, düşüncelerin hemen fonlanabilmesi, orta çalışmalar yürütüyoruz bu vakıfta. vadede ürüne geçilebilmesi için çok önemli. Bazı kuruluşlar, işletmeler fon verir der ki: “Bize üç yılda ürünü getir”. Bizimkisi öyle değil. Destek ol- Biyomedikal Mühendisliği dışında 17 ayrı disiplinlerarası bilimin de yönetici- mak birincil amacımız. Farklı şirketlerin de, derneklerin de üniversitede- siyim. Bunlardan yedi tanesini ben ortaya çıkarttım. Yeni disiplinlerarası bi- ki çalışmalara, öğrencilere yönelik bursları oluyor fakat Ulusal Bilim Vakfı, limler ortaya koyabilmek Ulusal Bilim Vakfı için önemli, çünkü bu kuruluşun Amerika’daki üniversitelerin temel destekçisi konumunda. amacı, buluşların 10-15 yıl sonra ürünlere dönüşebilmesini sağlamak. Ben de bu yeni dallardaki buluşların bilim politikasını yönlendiriyorum. Bu prog- Siz aynı zamanda Amerikan-Türk bilim diplomasisini ramlarda, söz konusu alanlarda bilimin gelişmesi adına üniversitelere ve iş- “bilim elçisi” sıfatıyla yönlendiriyorsunuz. Bu işbirliğinden letmelere fon sağlıyorum. Bu şekilde yeni patentlerin, yeni buluşların orta- biraz söz edebilir misiniz? ya çıkmasını destekliyoruz. Ben uzun zamandır Amerika Birleşik Devletleri’nin ve Türkiye’nin, bilim

Prof. Dr. Semahat Demir, annesi Güner Demir ve babası Prof. Dr. Halit Demir’le Etiler’deki evlerinin salonunda.

B+ kış 75 diplomasisiyle yakınlaşması için çalışmalarda bulunuyorum. Amerikan Dı- ması gerçekleştirdiği öğrencisinin kendisinden daha fazla ilerlemesini iste- şişleri Bakanlığı’nın ve hükümetin görevlisi olarak da 2,5 yıldır “bilim elçi- meli. Ben dünya çapında bir bilim insanıysam, öğrencimi de öyle yetiştir- si” olarak belirli programlar yürütüyorum. Geçen sene Türkiye’ye geldiğim- meliyim. Sadece kariyer için, akademik başarılar için değil bu söylediklerim; de, uzun süre Ankara’daki Amerikan Büyükelçiliği’nde bulundum. Aynı za- kişinin gelişmesi için de doğru insanlarla doğru zamanlarda tanışması, ça- manda Türkiye’de birçok üniversiteye gittim, bilimi destekleyen endüstrile- lışması için mentorluk çok önemli. ri ziyaret ettim, belirli devlet kuruluşlarında konuşmalar yaptım. Ben bu ku- rumları ziyaretlerimde, Amerika’da neler oluyor, hangi alanlarda patentler Siz bilim kariyerinize nasıl adım attınız? alınıyor, gelecekte bilim dünyasını, endüstrileri neler bekliyor, bunları an- Sizin de destek aldığınız kişiler, kurumlar oldu mu? latıyorum. Bu sene Gaziantep’te bilim müzesinin açılışında da konuştum. Benim mentorüm babamdı. Kendisi de profesör, inşaat mühendisliği ve Bilimi her yaşa, her çevreye dağıtmamız lazım. Müzeler, bu anlamda çok deprem bilimi alanlarında. Babam bana bazı vizyonlar sundu. Ben tıbbı çok önemli. İlkokullardaki, liselerdeki yönlendirmeler çok önemli. seviyordum ama tıp doktoru olmayı düşünmüyordum. Fakat tıbba katkıda bulunabileceğim bir dalda çalışmak istiyordum. Babam da bana lise yılla- Bilim diplomasisi ve bilim elçiliği kavramları ne zamandır rımda, biyomedikal mühendisliği diye bir bilim dalının Amerika’da oluştuğu- uluslararası politikaların içerisinde? nu söyledi ve beni bu alana yönlendirdi. Çok yeni kavramlar bunlar. Bilim diplomasisi son üç yıl içerisinde gelişmiş bir konsept. Dışişleri bakanlıkları arasında, politik, askeri, kültürel diplomasi- ler hep mevcuttur. Fakat bilim diplomasisi çok yeni. Benim Türkiye’de ger- çekleştirdiğim çalışmalar çok beğenildi. O yüzden Arjantin ve Uruguay’da da benzer diplomasi çalışmaları için görev aldım.

Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri arasındaki bu bilim diplomasisinin ne gibi sonuçları oldu? Yazdığım rapor sonucunda, iki ülkenin Dışişleri Bakanlıkları arasında Ekim 2010’da bir bilim teknoloji anlaşması imzalandı. Bazı alanlar belirlendi. Buna “Öğrencilerime, göre sağlık bilimleri birinci sırada. Çünkü burada özellikle genetik hastalık- lar konusunda, Türkiye’ye ve Akdeniz’e has durumlar var. İkinci sırada, yeni- ‘Benden daha iyi lenebilir enerji, üçüncü sırada deprem bilimi belirlendi. Arkeoloji-kültür bilim- olmalısınız ki leri, kimya malzemeleri bilimi gibi 20 maddelik bir top liste ortaya çıkardık. bilim ilerlesin’ Siz sadece bilimsel konularda değil, gençleri, akademisyenleri yönlendirmek adına da diyorum.” birtakım seminerler veriyorsunuz… Evet, “Dünya Çapında Bir Bilim İnsanı Nasıl Olunur?” konulu seminerler veriyorum. Dünya çapında önemli bir bilim insanı olabilmek için adayların yönlendirilmesi, motive edilmesi gerekiyor. Bu seminerlerde bilim ne yön- de ilerliyor, gelecek ne vaat ediyor, şimdiki buluşlar ürün olarak nelere dö- nüşecek, bunları anlatıyorum. Bir vizyon kazandırmaya çalışıyorum.

“Mentorluk” kavramı, bence çok önemli. Yani yol gösterici olmak… Ben Ben liseyi Robert Kolej’de okudum. Amerika’da yüksek lisans ve dok- hep öğrencilerime söylüyorum, “Benden daha iyi olmalısınız ki bilim ilerle- tora yapmayı o yıllarda planlamıştım. Liseyi bitirince, bu amaç doğrul- sin” diyorum. Bir danışman hoca, birlikte yüksek lisans, doktora tezi çalış- tusunda İTÜ’de elektronik mühendisliği okudum, daha sonra Boğaziçi Üniversitesi’nde biyomedikal masterı yaptım. Çünkü biyomedikal mühen- disliği, mühendisliğin tıbba uygulanması… Bu yüzden, mühendislik altyapı- nızın olması lazım. Tıpta teşhis ve tedavinin daha iyi yapılması için, mühen- dislerin teknikleri, metotları, teknolojileri yenilemesi, değiştirmesi gerekiyor. Boğaziçi Üniversitesi’nden sonra çeşitli firmalarda çalıştım. Sonra tekrar akademiye döndüm, Amerika’ya gittim ve ikinci bir master ve doktora ça- lışması gerçekleştirdim, post-doktora çalışmalarımı da biyomedikal alanın- da yaptım.1996 yılından bu yana Memphis ve Tennessee üniversitelerinde biyomedikal mühendisliği hocasıyım.

Kız kardeşiniz Sıdıka Demir’le birlikte de Amerika’daki Kadın Mühendisler Derneği’ni yönetiyorsunuz, bu çalışmalarınızdan da söz edebilir misiniz? Kadın Mühendisler Derneği 1950’de kurulmuş, oldukça eski bir kurum. Sı- dıka bu derneğin başkanı, ben de başkan yardımcılığı görevini yürütüyorum. Sıdıka ilk yabancı genel başkan. Bize Demir Sisters (Demir Kız Kardeşler) diyorlar orada. Kadın Mühendisler Derneği’ndeki çalışmalarımız kadınlara, mühendislik sektöründe bazı imkânların tanınmasını sağlamaya yönelik. Bu

Kadın Mühendisler Derneği Kutlama doğrultuda Amerikan hükümetini eğitici çalışmalar gerçekleştiriyoruz. Töreni-Kasım 2010. Genel Başkan Sıdıka Demir ve Başkan Yardımcısı Semahat Demir, tören için özel diktirdikleri İki sene boyunca çeşitli brifingler verdim hükümet birimlerine. Kızların bindallı kıyafetleriyle. mühendislik okumaları, onlara burslar sunulması için çalışmalarımız var.

76 B+ KIŞ Evet, Washington’daki bir Türk-Amerikan televizyonunda görev yapıyo- rum. Çeşitli uzmanları stüdyoda konuk ediyorum, tıp üzerine, tedaviler üze- rine sohbet ediyoruz. Onun dışında uzun bir süre Türk-Amerikan dernek- lerinin mütevelli heyetlerinde bulundum. Washington’da çeşitli gruplarımız var. Örneğin Türk halk müziği korosunda da şarkı söylüyorum. Ekim ayının başında Türk Festivali yapılır, onun da iki sene öncesine kadar sahne sunu- cusuydum. Tüm bilimsel çalışmaların, seminerlerin yanında insanlarla bir- likte olmak, onlarla bir şeyler ortaya koyabilmek, çalışabilmek çok önemli.

Farklı aktivitelere zaman ayırmaya özen gösteriyorum. Bilimde hızlı çözüm için “parallel computing” diye bir sistem vardır. Farklı bilgisayarlarla elde edilmiş sonuçlar sonra birleştirilir. Ben de paralel çalışarak, çoğu işi birlikte yürütmeye gayret ediyorum. Bunun için de hem arzulu olmak hem de prog- ramlı çalışmak gerekiyor. B+

Sıdıka Demir, Kadın Mühendisler Derneği’nin 50. Yılında “Yılın Genç Mühendisi” ödülünü alırken.

Amerika’da mühendislik okuyan kız öğrencilerin oranı yüzde 19 fakat sek- törde çalışanlar yüzde 9. Eğittiğinizin yarısını kaybediyorsunuz. Firmaları da eğitiyoruz bu nedenle. Kadınların bu sektörde yükselebilmeleri, “ceo” olabilmeleri için hem firmalara, hem öğrencilere seminerler veriyoruz. Sa- dece erkeklerin yükselebildiği bir sektör kadınlar için cazip olmaz tabii ki.

Ulusal Bilim Vakfı ve Kadın Mühendisler Derneği’nin çalışmalarının ne kadarı hükümetle birlikte gerçekleştiriliyor? Böyle çalışmalarda paydaşların olması çok önemli. Biz başka sivil top- lum kuruluşlarıyla da çalışıyoruz, hükümetle de. Benim Kadın Mühendisler Derneği’ndeki sorumluluğum, Amerikan Kongresi’ni eğitmek, Kongre’ye veriler sunmak, sorunları ortaya koymak.

Sıdıka da aslında bu röportajda olmak isterdi fakat Michelle Obama’yla bir- likte yeni bir program açılışına katılması gerekiyordu. “Work-Life Balan- ce” (İş-Hayat Dengesi) konulu bir program. Bilim insanlarının, iş yaşantıları, aile yaşantıları ve kendi benlikleriyle bir balans içinde olmalarını, iş yaşantı- larının, çocuklarına, büyüklerine bakabilmesine imkân tanımasını amaçlıyor. “Tele-work” yani uzaktan iş yapabilme, programın önemli ayaklarından biri. Hem trafikte saatler geçirmek zorunda kalınmayacak, hem çevreye daha az zararlı gaz salınımı olacak. Kadınlar için oldukça önemli bu. Doğum izni gibi konular da keza öyle. Kadın Mühendisler Derneği’nin başkanı olarak da Sıdıka bunların önemini vurgulamak için oradaydı.

Zamanınızın büyük çoğunluğu Amerika’da görev aldığınız bu derneklerde geçiyor. Türkiye’ye ne sıklıkta geliyorsunuz? Türk olduğum için burası benim yerim. İstanbul, Beşiktaş… Buraya aidim. Ben burada eğitim gördüm, burada yetiştim ve buraya çok hizmetlerde bulunmak istiyorum. 2-3 ayda bir Türkiye’ye geliyorum. Benimle birlikte Amerika’ya öğrenciler götürüyorum, master, doktora yapmak üzere. Ayrıca Prof. Dr. Halit Demir, çocukları Semahat Demir, Sıdıka Demir ve Asım Demir’le Etiler Profesörler Sitesi’ndeki salonlarında. Atılım Üniversitesi’nin mütevelli heyetindeydim, Kültür Üniversitesi’nin hem rektörüne hem de mütevelli heyeti başkanına baş danışmanlık yapıyorum. Boğaziçi Üniversitesi’nde, Işık Üniversitesi’nde, Yeditepe Üniversitesi’nde Etiler’de oturuyorsunuz, eğitiminizin misafir hocalık yaptım. Kültür Üniversitesi’nde hâlâ yapmaktayım. büyük bölümü de Beşiktaş’ta geçmiş… Sizin için ne ifade ediyor Beşiktaş? Siz “En Başarılı Bilim Kadını” gibi birçok ödüle de layık Ailem ben 2 yaşındayken Etiler’e taşınmış. O zamandan beri de görülmüşsünüz, onlardan biraz bahsedebilir misiniz? Etiler’de oturuyoruz. Profesörler Sitesi’nde... Kız kardeşim Sıdıka, 2002 yılında Üniversiteler Birliği tarafından verilmişti “En Başarılı Bilim Ka- burada doğdu. Bu sitenin ilk çocuğudur. Bütün hocalar, sitenin es- dını” ödülü. En çok söz edilen o ödül oldu. Kadın Mühendisler Derneği’nin kileri tanır Sıdıka’yı. Biz hep bu dışarıdaki alanlarda oynardık çocuk- verdiği “Genç Mühendis Ödülü” var sonra; 2005’te ise “Yükselen Lider” ken. Hasan Ali Yücel İlkokulu’nda okuduk. Yürüyerek gider gelirdik (Emerging Leader in Academia) ödülüne layık görüldüm. okula. O zaman yollar bir çocuğun yürümesi için çok rahattı. Trafik şimdiki gibi yoğun değildi tabii ki. Liseyi okuduğum Robert Kolej de Sizin derneklerdeki çalışmalarınızın, akademik kimliğinizin Ulus’tan Arnavutköy’e uzanan arazisiyle evimize çok yakındı. Çok dışında, “program sunuculuğu” gibi çok çeşitli değişik bir havası vardı buraların benim çocukluk yıllarımda. uğraşlarınız da var…

B+ kış 77 Sergi

Dayanışmanın adresi: “Ortaköy Sanat Galerisi”

Yazı: AYBÜKE SAKAOĞLU Fotoğraf: ALAATTİN TİMUR Ortaköy Sanat Galerisi’nde düzenlenen “Arada Bir Bir Arada” sergisi, Ortaköylü yirmi iki sanatçının katılımıyla gerçekleşti.

rtaköy Sanat Galerisi 1 Kasım’da açılışı gerçekleşen çılar, birlikteliklerinin devam edeceğini belirterek, aynı zamanda Ortaköy’de “Arada Bir Bir Arada” sergisiyle Ortaköylü 22 sanatçı- yaşamanın bir ayrıcalık olduğunun da mesajını veriyordu. Toplamda 50 nın eserlerine ev sahipliği yaptı. Serginin isim hikâyesi eserin olduğu sergi 26 Kasım’a kadar Beşiktaş kentlilerini ağırladı. B+ ise bir hayli ilginç. Ortaköylü sanatçı Çiler Belen’in dü- şündüğü “Arada Bir Bir Arada” ismi, sergiye katılan bütün sanatçılar ve ziyaretçiler tarafından çok beğe- Onilmiş. Önceleri toplu bir sergi gerçekleştirilme projesinin zor olacağı düşü- nülüyormuş. Ama isminden de anlaşılacağı üzere arada bir de olsa yapıla- bileceğinin gösterilmesi açısından sergi, ayrı bir yere sahip.

Beşiktaş Belediyesi’nin desteğiyle gerçekleşen bu sergide, Ortaköylü bir- çok sanatçı eserlerini bir arada sergilemenin mutluluğunu yaşadı. Sergide eserleri bulunan Ortaköylü sanatçılar: Can Aytekin, Bedri Baykam, Melis Bilgin, Selçuk Erdoğan, Sabrina Fresko, Genco Gülan, Selahattin Kara, İrfan Önürmen, Güneş Özmen, Kerem Can Özmen, Canan Ünal, Nalan Ünal, Melih Özuysal, Saldıran Özmen, Ekrem Özen, Memduh Kuzay, Gül Ilgaz, Gündüz Gölönü, Filiz Ersönmezoğlu, Fethi Develioğlu, Çiler Belen ve Emel Başarık.

Sergi, resimden heykele, karikatüre birçok farklı sanat dalından örnekler içermesinin yanında bir mahalleli dayanışmasını yansıtıyor. Ortaköylü sanat-

78 B+ KIŞ “Arada Bir Bir Arada” sergisiyle Ortaköylü 22 sanatçı bir araya geldi.

B+ KIŞ 79 Çiler Belen Sekiz senedir Ortaköy'de yaşıyorum, evim ve atölyem burada. Bu sergide yer alan “İstan-bul-maca” adlı kolaj çalışmam, “Taş” baş- lıklı serinin bir parçası. Ortaköy'de yaşayan ulaşamadığımız sanat- çılar olduğunu düşünüyoruz. Ortaköy Sanat Galerisi’nin sürekli yeni sergilerin açıldığı, Ortaköylünün de katıldığı sohbetlerin yapıldığı, ço- cuklara eğitim verebileceğimiz aktif bir mekân olması için Gül, Me- lih ve Ekrem'le birlikte projeler ürettik. Beşiktaş Belediyesi’nin des- teğiyle bu projeleri hayata geçirmek istiyoruz. Sergi organizasyonu- nu Can Aytekin'le birlikte yaptık, projeyle ilgili konuşmalarımız sıra- sında bizi buluşturan, bir arada olmamızı sağlayan bu mekân üzerin- de yoğunlaştık. Buradan yola çıkarak Can afişte galeri planını kullan- dı, ben de “Arada Bir Bir Arada” ismini önerdim. Sanatın zekâ açıcı, soru soran, düşündüren, eğlenceli yanını keşfetmek için herkesi ser- gimize bekliyoruz.

Gül Ilgaz Mimar Sinan Üniversitesi Resim Bölümü mezunuyum. Daha sonra fo- toğraf, video, enstalasyon gibi farklı sanat dallarıyla uğraştım, çeşitli ser- giler düzenledim. Burada on bir yıldır oturuyorum ve atölyem yedi yıl- dır Ortaköy'de. Bu ortak sergiyi Çiler Belen, Ekrem Özen, Melih Özuysal ve diğer Ortaköylü arkadaşlarımızla birlikte düzenledik. Bu sanat galerisi- ni daha canlı kılmak adına bizim de bir katkımız olsun istedik. Bu sergile- rin devamını getirmek istiyoruz. Ben burada, sokakta gördüğüm, aşina ol- duğum insanların bu sergide sanatçı olduğunu öğreniyorum, tanışıyoruz ve birbirimizin atölyelerini ziyaret edip fikir alışverişinde bulunuyoruz. Bu ser- gi aynı zamanda sinerji oluşturması açısından önemli bir etkinlik bence. Çok önemli sanatçıların oturduğu bir mahallede yaşıyoruz. Ortaköy Kültür Merkezi’ndeki sergileri, tiyatroları da takip ediyorum; çocuklar için de çok önemli bu etkinlikler.

İrfan Önürmen Ben ressamım ama son zamanlarda heykel çalışmalarına ağırlık verdim. Farklı malzemeleri kullanmayı çok seviyorum; tül ve gazete çalışmala- rım var. Ortak sergi fikri Çiler Hanım'a aitti. Güzel bir de galerimiz var ve Ortaköy’de de birçok sanatçının yaşadığını biliyorduk. Biraraya gele- lim, bir sergi açalım dedik. Bütün sanatçılar da bu sergiye katılmayı seve seve kabul ettiler. Buradaki sanatçılardan Gül Ilgaz ve Çiler Belen ile or- tak sergilerimiz oldu. Aslında ben Arnavutköylüyüm ama üç yıldır atölyem Ortaköy'de. Daha önce sanatçısı olduğum galeri de yaklaşık on iki yıldır Ortaköy'deydi. Benim Arnavutköy'de ve Saray Mahallesi'nde de atölyele- rim var ama mahalle kültürünü ne yazık ki yaşayamıyoruz. Ben Ortaköy Sa- nat Galerisi’ndeki sergileri sürekli takip ediyorum ve bu galerinin burada ya- şamasını istiyorum. Bu galeri, Ortaköy'ün kalbi.

Ekrem Özen 1980 yılından beri Ortaköy’de yaşıyorum, atölyem de burada. Ben bu mekânda da çok sergi açtım. Ortaköylü sanatçılarla daha önce de bu sanat galerisinde sergi düzenledik. Biz istiyoruz ki, bizim “köy”ümüzde güzel sergiler olsun, burası hep açık kalsın, sürekli et- kinlikler olsun ve halk bu sanat etkinliklerinden yararlansın. İnsan- lar yan yana dursun, sanatın içinde olsun. Biz onun için bu sergileri düzenliyoruz. Beşiktaş’ın birçok kültürel mekânı var. Buralardan da faydalanmalı, en iyi şekilde değerlendirmeliyiz.

80 B+ KIŞ Melis Bilgin İki yılı aşkın süredir Ortaköy’de yaşıyorum. Evimi atölye olarak kulla- nıyorum. Mahallemizde Ortaköy Sanat Galerisi gibi güzel bir buluş- ma mekânı var. Burası daha verimli olarak nasıl değerlendirilir; bura- da sanatçılar için atölyeler yapılabilir mi; Beşiktaş’taki çok sayıda üni- versitenin güzel sanatlar fakülteleriyle, kulüpleriyle çalışmak müm- kün müdür; bu mekândan bu civarda yaşayan ve çalışan sanatçılar olarak ne şekilde faydalanabiliriz, gibi soruların üzerine giderek bu sergiyi açtık. Bir şekilde bir birliktelik gerçekleştirildi. Güzel olan şey şu ki, böyle güzel bir mekân var ve değerlendirmeye çok elverişli. Umarım bu birliktelik farklı alanlara da taşınır.

Fethi Develioğlu Karikatüristim. Yurt içi ve yurt dışında birçok sergiye katıldım. Otuz bir adet ödül kazandım ve sekiz kitabım yayınlandı. Akbaba dergisinde de karika- türistlik yaptım. Türk karikatüründe 40. senem dolacak. 26 yıldır Ortaköy sahilinde sokak ressamlığı yapıyorum. Bu benim ilk toplu sergim ama daha önce kişisel sergim oldu. 3D olarak Ortaköy evlerini çizdim. Bu sergi fik- ri bana aniden geldi, Çiler Hanım teklif etti. Serginin ismi de bence harika. Ortaköylüler olarak bir aradayız ve bu durum mahalle kültürü açısından çok önemli sonuçlar doğurur. İnsanlar sergimizi gezer, bir şeyler öğrenir ve sa- natımızı paylaşır. Ortaköy Sanat Galerisi çok güzel bir yer, bir merkez. Her- kes buradan faydalanmalı.

Canan Ünal Ben Kabataş Erkek Lisesi resim öğretmeniyim. On iki yıldır Ortaköy'de yaşıyorum ve on yıldır atölyem de burada. Resimlerimde yağlıboya çalışıyorum. Uzun yıllardır Ortaköy'deki sanatçı arkadaşlar ile bir aradayız. Derneğimizden böyle güzel bir sergi teklifi geldi ve Beşiktaş Belediyesi de bu sergiye destek verdi. Serginin ismi çok anlamlı, uzun yıllardır bir araya gelmiyorduk. Ortaköy sanat değeri yüksek sanatçıları barındırıyor, dolayısıyla çok güzel bir sergi oldu. Ayrıca böyle bir sergide yeni sanatçılar tanıyorsunuz, arkadaşlarını- zı destekliyorsunuz; birlikte sanat için neler yapılabileceğini görüyor- sunuz. Sanatçılar arasından hiç tanımadığımız insanlarla sanat tari- hini konuşuyoruz. Onların tecrübelerinden de faydalanıyoruz. Sanat bir paylaşım ve gelecek için de biz bu paylaşımı sürdürmek istiyoruz. Birçok sergi haberini B+ dergisinden öğreniyoruz; hepsine gideme- sek de dergide gördüğümüz fotoğraflarla o sergiyi yaşıyoruz.

Melih Özuysal Yirmi altı yıldır, neredeyse bir ömür Ortaköy’deyim. Teknik olarak yağlıbo- ya çalışıyorum ama biçim olarak değişiklik olabiliyor. Her defasında ken- dim için yeni bir şeyin peşine düşüyorum. İnsanın kendi içinde merak ettiği o kadar çok şey var ki bunları bir ömre sığdırmak imkânsız. Buradaki sanat- çıların bazılarıyla ortak sergiler açtım ama bu kadar çok ressamla bir sergi ilk defa gerçekleştirdik. Ortaköy'ün en hareketli yerinde yirmi iki sanatçının aç- tığı bu sergi, buranın ayakta durmasını ve daha çok ziyaretçi tarafından zi- yaret edilmesini sağlayacak. Bu galerinin bir süre boş kaldığı zamanlar oldu, çok üzücüydü. Bu ortak sergi ile her şey yerine geldi. Serginin isminde de bir ironi var, sık sık bir araya gelemiyoruz; ‘arada bir’ tanımı doğru bir tanım. Gerçekten arada bir, bir arada olsak bile çok güzel olur.

B+ KIŞ 81 Kitap

Mıntzuri’nin kaleminden 1900’lerin başında Beşiktaş

Yazı: B+ Fotoğraf: ARŞİV

Geçen sayımızda B+ sayfalarında yer vermeye başladığımız “Kitap” köşemize, bu sayımızda, Hagop Mıntzuri’nin Beşiktaş, Ortaköy ve Rumelihisarı’nı anlattığı “İstanbul Anıları” isimli eseriyle devam ediyoruz.

1897 – 1940 yılları ara- eskiydi. Belki, Konstantinopolis’ten kalmaydı, kim bilir? Tarihçi değilim ki sında İstanbul’da yaşa- ben bileyim. Ermeni evi yoktu bu semtte, Türk evi de… Veya ben görme- yan Hagop Mıntzuri’nin, miştim. Fakat bulunmadığını sanmıyorum. Tek Yahudi evi vardı; diğerleri kendi yaşam felsefe- gibi iki katlı, ahşap, eski. Önü yalaklı bir çeşmenin yanındaydı. Sular yalak- sine uygun tarzda, ço- tan sürekli taşardı. Atları getirir suvarırlardı.” cukluk ve gençlik anı- larını belgesel kesit- Kitapta Beşiktaş’ın ve Ortaköy’ün dar sokaklarında, yokuşlarında gizle- ler halinde yayınlandı. nen günlük yaşam ve para kazanma mücadelesi anlatıldı. Bir bakıma o “İstanbul Anıları” adlı zamanın yaşamları, İstanbul sokaklarının karmaşası Mıntzuri’nin anılarına eseri Tarih Vakfı Yurt yansımıştı. B+ yayınları tarafından 1993’te okuyucuya sunuldu. 1998 yılının Kimdir? Temmuz ayında kita- bın 3. baskısı çıktı. Ki- tapta Beşiktaş, Orta- 1886’da Erzincan’ın Küçük Ar- köy, Rumelihisarı’nı ve mıdan köyünde doğdu. Öğ- renimine köyünün ilkokulunda kendi köyünü ayrıntı- başladı. 1897’de İstanbul’a gel- larıyla anlattı. Mıntzu- di, aile büyüklerinin işlettiği fırın- ri, diğer yazarların an- da çıraklık yaptı. Ortaköy’deki latımından farklı ola- özel bir Fransız okulunda bir yıl, rak, kentli aydın havasına kapılmadan anılarında büyük insanlardan Galata’daki Getronagan Erme- ni İlkokulu’nda iki yıl okuyup me- bahsetmek yerine; süpürgeci, fırıncı, hamurkâr ve köylüleri öne çıkardı. zun oldu. Ortaöğrenimini Ro- Yani başkalarının önemsemediği hayatları ele aldı. bert Kolej’de sürdürdü. Fransız ve Rus edebiyatçılarının eserle- Kitabın çevirisini yapan Silva Kuyumcuyan ve notlarla basıma hazırlayan rini yutarcasına okudu.1905’te Necdet Sakaoğlu “İstanbul Anılarını” sunarken Mıntzuri’yi şu sözlerle ta- Kolej’in freshmen sınıfından nımlıyor: “Okuyacağınız anıların yazarı, bir Anadolu insanı, İstanbul gur- sonra okuldan ayrıldı. betçisiydi. Yüzyıla yaklaşan ömrünün ilk çeyreğinde yaşadıklarını özlem- İlk kez bir öyküsü Hars u Gesur [Gelin ve Kaynana]) 1906’da Er- le anarak İstanbul’daki yalnızlığında avuntu buldu. Gözlemlerini, duyum- menice basında yer aldı. 1907’de köyüne döndü ve öğretmenlik samalarını mütemadiyen yazdı. Fakat yazar kimliğiyle ortaya çıkmaktan yapmaya başladı. Evlendi ve dört çocuğu oldu. Bademcik ameli- kaçındı. Öykülerinin bir azınlık cemaati arasında okunmasını yeterli gördü. yatı olmak için 1914’de İstanbul’a geldi. Üsküdar’da fırıncılık yapar- Türkçe’ye çevrilen anılarının ölümünden on beş yıl sonra yayınlanması, bir ken savaş nedeniyle ekmekçi askeri olarak askere alındı. Köyden tehcir edilen dedesi, annesi, karısı ve dört çocuğundan bir daha ha- bakıma Mıntzuri’nin Türkiye’de ilk kez ortaya çıkışıdır.” ber alamadı. Ömür boyu İstanbul’da kaldı. İkinci kez evlendi, üç ço- cuğu oldu. Yemcilik, kömürcülük, fırıncılık, kâtiplik gibi çeşitli işler Mıntzuri üslubu nedeniyle Ermeniler tarafından Sait Faik’e benzetilmek- yaptı. Edebiyatla ilgisini hiç kesmedi, ne bulduysa okudu ve sürek- teydi. Ortaköy ve Beşiktaş sokaklarında gözlemlediklerini yalın bir dille li yazdı. Ermenice dergi ve gazetelerde öyküleri yayınlandı. 1978’de yazan Mıntzuri yaşadıklarını şu sözlerle anlatıyor: “Beşiktaş’ın en ucun- İstanbul’da hayatını kaybetti ve Şişli Ermeni Mezarlığı’na gömüldü. daki semt, Paşa Mahallesi’ydi. Oradan Ortaköy’e giderdim. Rum evleriy- Hagop Mıntzuri-İstanbul Anıları 1897-1940 le dolu bir semtti. Büyük bölümü, düzensiz, eğri büğrü bir yokuşun üstün- Tarih Vakfı Yurt Yayınları deydi. Aşağıda düz yolun üstünde bir kiliseleri vardı. Kilise, evlerden daha

82 B+ KIŞ Basından

Pazar Postası 02.10.2011 B+’ nın “Bella” söyleşisi büyük yankı Pazar Postası 02.10.2011 Milliyet Gazetesi 09.10.2011 uyandırdı... han Veli’nin sevgilisi kim? Hasan Pulur, “Bella idi” diyor, Mehmet Barlas “Hayır, Nahid Hanım’dı” diyor. O yazdı, o yazdı, o yazdı. Bunlar bunu ya- Bir önceki sayımızda gerçekleştirdiğimiz zışırken bu dergi bir aydır neredeyse dağıtımdaydı, B+ dergisinin 14. sa- yısında 20. sayfayı açınız; “Orhan Veli’nin İlham Perisi: Bella” başlıklı bir Bella Eskenazi söyleşisi oldukça ilgi çekerek söyleşi var bu dergide. Bella hayatta; bulmuşlar, konuşmuşlar ve bakın birçok gazete ve televizyon programında neler diyor….” sözleriyle B+’nın söyleşisini tekrar gündeme taşımıştı. Su- ele alındı. nay Akın’ın Hıncal Uluç’a eşlik ederek Orhan Veli’nin şiirlerini okuduğu bu program gibi, çoğu gündelik gazetede yayınlanan röportaj ve makalelerle bir nebze de olsa “gündem”i meşgul eden sorunlardan kurtulup, edebiyat Usta tiyatrocular Yıldırım Yanılmaz ve Altan Akışık’ın bir belgesel proje- dünyasını “keşfe çıkartmaya” vesile oldu . B+ si için Bella Eskenazi’nin kapısını çalmasıyla başlamıştı her şey. B+ olarak biz de Orhan Veli’nin ilham perisi “Bella” ile 14. sayımızda bir söyleşi ger- çekleştirmiş, Bella Eskenazi’nin bizlerle paylaştığı en özel anılarını sizle- re aktarmıştık. Orhan Veli’nin Bella’ya açılamaması, yaşanamamış bir aşk ve belirsizlikler... Söyleşiyle birlikte, Sabahattin Ali’nin kaçış hikâyesine, Bedri Rahmi’nin Karadut’u için yazdığı şiire ve en önemlisi Orhan Veli’nin Bella’ya yazdığı şiirlerin öyküsüne sayfalarımızda yer vermiştik.

Orhan Veli, kendini anlattığı “Ben Orhan Veli” adlı şiirinin son dizesinde “Bir sevgilim vardır pek muteber, ismini söyleyemem, edebiyat tarihçisi bulsun.” demişti. Bugünlerde Bella Eskenazi için yazılan köşe yazıları, ya- pılan söyleşiler ve haberler Orhan Veli’nin dileğinin izinden gidiyor.

B+’nın Bella Eskenazi ile yaptığı söyleşiden sonra Posta, Zaman, Milli- yet ve Sabah gazetelerinde “Orhan Veli’nin sevgilisi kim?” sorusuna ce- vap arayan makalelere yer verildi. 21 Ekim 2011’de Sky Türk’de yayınla- nan Hıncal Uluç, Nebil Özgentürk ve Sunay Akın’ın sunduğu, “Yaşamdan Dakikalar” adlı programda ise Hıncal Uluç, “Ekim ayı başında Hasan Pu- lur üstadımızla, Mehmet Barlas üstadımız çok hoş bir polemiğe girdi: Or-

B+ KIŞ 83 Haberler

“Tohumdan Sofraya” eğitimi

Beşiktaş Belediyesi, ÇEKÜL Vakfı ve Slow Food-Yağmur Böreği Birliği ma ve yerel yemek geleneklerinin kaybolmasına karşı bir tepki ve bilinçlendir- işbirliğiyle düzenlenen “Tohumdan Sofraya” programıyla çocuklar ve aile- me hareketi olarak doğan Slow Food İtalya’nın Türkiye’de onayladığı ilk eği- lerinin sağlıklı beslenme konusunda bilinçlenmeleri hedefleniyor. tim programı olma özelliğini taşıyor.

Beşiktaş Belediyesi, Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vak- Hem çocuklar, hem de anne-babalar bilgileniyor fı (ÇEKÜL) ile Slow Food-Yağmur Böreği Birliği işbirliğinde düzenlenen “Tohumdan Sofraya” programına çocukların yanında ebeveynleri de ka- “Tohumdan Sofraya” isimli eğitim ve çalışma programı 12 Ekim 2011 tari- tılabiliyor. Gıdaların, tohumdan başlayıp soframıza gelene kadar geçirdi- hinde Beşiktaş’taki Lütfü Banat İlköğretim Okulu’nda başladı. ği süreç, meyve ve sebzelerin nasıl yetiştirildiği, alışveriş yaparken ve ye- mekler hazırlanırken nelere dikkat edilmesi gerektiği gibi konulara yer ve- Çocukların evde ve dışarıda daha fazla sebze ve meyve tüketmelerini he- ren eğitim çalışması, farklı oyunlar ve görsel anlatımlarla renklendiriliyor. defleyen program aynı zaman- da, onları sağlıklı beslenmek için Çocuklar, “Tohumdan Sofra- ne yemeleri gerektiği konusun- ya” eğitim programı kapsamın- da bilgilendirirken, bilinçli tüketim da hafta içi teorik bilgi alıyor, haf- ve yerel üretimin önemine dik- ta sonu ise aşçı abla ve ağabey- kat çekiyor. Program kapsamın- leri eşliğinde yemek yaparak, da çocuklar teorik bilgi almaları- öğrendiklerini tatma şansını ya- nın yanı sıra aşçılarla birlikte ye- kalıyorlar. Hafta sonu gerçek- mek yapma ve yaptıklarını tatma leşen “tadım ve duyu atölyeleri” şansını yakalıyor. çocukları yedikleri gıdaların tat- ları konusunda bilinçlendiriyor, Eğitim programının ikinci aya- meyve ve sebzelerin unuttuğu- ğı Nimetullah Mahruki İlköğre- muz o eski doğal tatlarını çocuk- tim Okulu olacak. 9 Ocak 2012 lara tanıştırıyor. Program, eğitim tarihinde başlayacak olan prog- alan tüm çocukların, ailelerinin ve ram eğitim yılı sonuna kadar de- mahallenin de katıldığı bir şenlik- vam edecek. “Tohumdan Sofra- le sonlanacak. ya” programı, 1989’da, hızlı yaşa-

84 B+ KIŞ Çiçekler sanatla birleşti

Yumiko Oruc’un geleneksel Japon sanatlarından biri olan İkebana’yla rengârenk çiçekleri sanatla bütünleştirdiği “İkebana ve Resim Sergisi” 23- 30 Ekim 2011 tarihleri arasında Beşiktaş Belediyesi Sergi Salonu’ndaydı…

İkenobo’nun bir kolu olan İkebana, bir tür canlı çiçekleri düzenleme sanatı... Yüzyıllar içinde geleneklerin ve yaşanılan çevrenin değişmesiyle İkenobo’nun İkebana stilinde de değişimler gerçekleşti ama üç büyük tarz olan “rikka”, “shoka” ve özellikle “modern serbest tarz” günümüze kadar geldi.

İkebana sanatçıları çiçekleri doğal ortamlarından alıyor ve onlardan yeni bir çevre içinde yeni bir güzellik yaratıyor; dallar, yapraklar ve çiçeklerle yeni bir şekil oluşturuyor. İkebana, bu sanatla ilgilenenler için güzelliğin kendi ruhlarında oluşturduğu duyguların dışa vurumu...

İkebana sanatçısı Yumiko Oruc turist olarak geldiği Türkiye’de 15 yıldır ya- şıyor. Oruc ayrıca, Türk - Japon Kadınları Dostluk ve Kültür Derneği’nde İkebana kursu veriyor.

Tiyatro Mat yeni sezonu açtı Mayıs 2009’da, Bihter Altay tarafından geliştirilen tiyatro eğitim projesinin ardın- dan, Temmuz 2009’da bir tiyatro grubuna dönüşen ve sahnelere merhaba di- yen Tiyatro Mat, 2011-2012 sezonuna iki oyunla hazırlanıyor. Artık kendi metin- lerini yazan, tasarımlarıyla şaşırtmayı hedefleyen, farklı akımları ve farklı oyuncu- luk tarzlarını araştıran dinamik bir ekip olan Tiyatro Mat oyuncularının amacı, iz- leyenlerin farkındalığını arttırmak ve bir an bile olsa kendileriyle özdeşleştirmek.

Tiyatro Mat Ocak ayında iki oyununu izleyicilerle buluşturmaya devam ediyor. Dandi ile Fondi: Kasım ve Aralık ayları boyunca, Ortaköy Kültür Merkezi Afi- fe Jale Sahnesi’nde oynanan Dandi ile Fondi, hayal kurmak ve oyun oynamak kavramları ışığında; sorgulayan, yeniliklere açık olan, kendi fikir ve hislerine gü- venen çocuklar için, müzikli, eğlenceli, hoplamalı zıplamalı ve bol kahkahalı bir çocuk oyunu.

Cinayet Mahalli: Aralık ayında sahnelenmeye başlanan psikolojik-gerilim türün- deki oyun, bir cinayetin işlendiği evde bir araya gelen maktulün yakınlarını ve ara- larındaki şiddet dozu yüksek hesaplaşmaları konu alıyor. Cinayet Mahalli 13 Ocak ve 26 Ocak tarihlerinde Ortaköy Kültür Merkezi Afife Jale Sahnesi’nde izlenebilir.

B+ KIŞ 85 Haberler

AST’ın 48. yılında toplum- “Zübük” oyunu sal duyarlılığı artırmayı amaçla- yan bir oyunla karşımıza çıkan Ankara Sanat Tiyatrosu’nun gösterime koyduğu Aziz Nesin’in ünlü romanı oyuncular, zübüklüğü “Başta “Zübük”, Ortaköy Afife Jale Tiyatrosu’nda 21 Ekim’de Beşiktaş kentlisiy- inanç olmak üzere, toplumda- le buluştu. Aziz Nesin’in 1961 yıllında yazmış olduğu eser politik kültürümü- ki tüm iyi duyguları, umutları, ça- zün acı gerçeğini bize bir kere daha hatırlattı. Aziz Nesin’in Zübük karakte- resizliği, eğitimsizliği paraya, çı- riyle ortaya koyduğu, politik yozlaşmışlığın işlendiği oyunda, tiyatro oyun- kara, iktidara tahvil etme, sonu- cularının seslendirdiği “Biz hepimiz zübüğüz” parçası, seyirciye kendisinin na kadar sömürme sanatı” ola- de bu politik kültürün bir parçası olduğunu vurguluyor. rak tanımlıyor.

AST oyuncularının “Zübüklerin iktidarından kurtulmanın tek yolu var; ken- Zübük oyunu ile sosyal bir so- di zübüklüklerimizden kurtulmak. Bu yüzden bu romanı sahneye taşımak rumluluğu yerine getirmenin AST için tarihsel bir sorumluluktur” denilerek sahneye koyduğu oyun ol- sevincini yaşayan Ankara Sa- dukça ilgi uyandırdı. nat Tiyatrosu oyuncuları ya- pacakları Anadolu turnesiy- Ortaköy Kültür Merkezi Afife Jale Tiyatrosu’ndaki gösterimde, oyunun le Türkiye’nin dört bir yanında sergilenmesine büyük katkılarda bulunan Beşiktaş Belediye Başkanı İs- “Zübüklere karşı içinizdeki zübüğü öldürün” çağrısı yapacak. mail Ünal ve ünlü tiyatrocu Rutkay Aziz oyunu izlemeye gelenleri kapıda karşıladı.

86 B+ KIŞ Beşiktaşlılar meme kanseri ile mücadele için yürüdü

Avon’la Sağlığa Yolculuk Projesi, gelenek- sel Meme Kanseri ile Mücadele Yürüyüşü 9 Ekim 2011 Pazar günü Ortaköy – Beşiktaş güzergâhında gerçekleştirildi.

Beşiktaş Belediyesi ve Avon Kozmetik’in katkı- larıyla gerçekleştirilen ve sağlık alanında yürütülen en uzun soluklu sosyal sorumluluk projelerinden biri olan AVON’la Sağlığa Yolculuk Projesi kap- samında düzenlenen yürüyüş binlerce katılımcıyı meme kanseri ile mücadele için buluşturdu.

Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal ve eşi Şefika Ünal’ın da katıldığı, bu yıl altıncısı düzenle- nen yürüyüşün ertesinde Nükhet Duru Beşiktaş Barbaros Meydanı’nda verdiği konserle etkinli- ğe renk kattı. Beşiktaş Belediyesi, meme kan- seri ile mücadelesine Akatlar Kültür Merkezi’nde 12 Ekim Çarşamba günü Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Hamdi Koçer’in verdiği “Meme Kanseri Hakkında Doğru Bilinen Yanlışlar” konferansıy- la devam etti.

Behruz Çinici’yi kaybettik

Ulus’a kazandırdığı yeni çehreyle Beşiktaş kentlisi tarafından da yakından tanınan usta mimar Behruz Çinici 19 Ekim 2011 tarihinde hayatını kaybetti. Dergimizin 3. sayısındaki söyleşimizde usta mimarla Ulus’ta yapmış olduğu binalar üzerine konuşmuştuk. B+ Dergisi olarak Behruz Çinici’nin ailesine ve sevenlerine başsağlığı diliyoruz.

Behruz Çinici, 1932 yılında İstanbul’da doğdu. 1954 yılında İstanbul Tek- nik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nden mezun oldu. 1954-1961 yılları ara- sında aynı fakültenin şehircilik kürsüsünde asistan ve İTÜ Maçka Teknik Okulları’nda öğretim görevlisi olarak çalıştı. Bir çok uluslararası mimari pro- je yarışmasını kazanan Çinici, 1955’de “Erzurum Atatürk Üniversitesi Kam- pusu Uluslararası Mimari Proje Yarışması” birincilik ödülü ve 1956’da “Yıldı- rım Beyazıt (Anafartalar) Çarşısı Kampüs Planlaması Proje Yarışması” birin- cilik ödülü gibi çok sayıda ödüle sahiptir. 1961 yılında “ODTÜ Mimari Proje Yarışması” birincilik ödülünü Altuğ Çinici ile birlikte kazanması, mesleki ha- yatının dönüm noktası oldu. Ardından 1962’de atölyesini Ankara’ya taşıdı. sında Turizm Bakanlığı danışmanlığında bulunan Çinici, bu dönem için- Bu tarihten sonra 1980’e kadar ağırlıklı olarak yapı alanı 500 bin m2’yi bu- de “halkla ilişkiler binası”, “milletvekilleri sitesi”, “TBMM camisi ve kitaplık lan ODTÜ Kampüsü yapılarını gerçekleştirdi. 1970’lerden itibaren “TBMM kompleksi” projelerinin başında bulundu. Daha sonra T.C. Başbakanlık Şe- Atatürk Anıtı Mimari Proje Yarışması” gibi birçok projede asli ve danışman hircilik ve Mimarlık Başdanışmanlığı görevine atandı. Devlet tarafından fah- jüri üyeliği yaptı. 1986’da “T.C. İş Bankası Kent ve Mimarlık Ödülü”nü ve ri büyükelçi ünvanı verilen Çinici, ülke içinde ve dışında pek çok mimari pro- 1984’de “Sedat Simavi Vakfı Ödülleri”ni kazandı. 1995’de TBMM Camii jeye ve restorasyona imza attı. Usta mimar, akademik ve mesleki hayatı bo- Kompleksi için yaptığı projeyle “Ağa Han Mimarlık Ödülü”nü ve 2004’de yunca çizdiği projeler ve kazandığı ödüllerle Türkiye’nin en tanınmış mimar- “Ulusal Mimarlık Ödülleri Büyük Ödülü”nü kazandı. 1972- 1974 yılları ara- larından biri oldu.

B+ KIŞ 87 Haberler

Atamızı sevgiyle anıyoruz!

10 Kasım 2011 Atatürk’ü Anma Günü; yani Atatürk’ü sonsuzluğa uğurlayışı- mızın 73. yılı. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, Beşiktaş Meydanı’nda ger- çekleştirilen törenle anıldı. Törene Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal ve birçok Beşiktaş kentlisi katıldı. 10 Kasım’ı bir yas günü değil, Atatürk’ü yaşatma günü olarak gören Beşiktaş Belediyesi, bu tarihte Murat Beyaz İl- köğretim Okulu’nda Atatürk büstünün açılışını da gerçekleştirdi.

İsmail Ünal’ın büstün açılışını gerçekleştirdiği törende, Murat Beyaz İlköğre- tim Okulu öğrencileri, öğretmenleri ve veliler Mustafa Kemal’in izinden ay- rılmayacaklarının mesajını verdiler. 10 Kasım törenleri dışında, ayrıca Beşik- taş Belediyesi Akatlar Kültür Merkezi’nde çocuklara ve yetişkinlere “Bir Bi- lim Savaşçısı: Atatürk” belgeseli gösterildi.

İTÜ TMDK etkinlikleri

İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuarı, 2008-2011 yılları arasın- da uluslararası bir atılıma geçmiş ve dünyanın hemen her tarafında, bünyesinde barındırdı- ğı birçok sanatçı ve akademisyeniyle birlikte çeşitli etkinliklerde yer almıştı. İTÜ TMDK et- kinlikleri 2011-2012 eğitim ve sanat sezonunda da devam ediyor. Etkinlikler İTÜ Maçka Yerleşkesi’nde bulunan konservatuar binasında ve sanatsal etkinliklerin gerçekleştiği Mus- tafa Kemal Amfisi’nde düzenleniyor.

Kasım 2012’nin en önemli etkinliklerinden biri de “Osmanlı Musikisi Tarihini Yazmak” baş- lıklı toplantıydı. Prof. Şehvar Beşiroğlu, Martin Greve, Araş. Gör. Yaprak Melike Uyar, Araş. Gör. Burcu Yıldız ve Julia Aylin Kolcu’nun düzenlediği etkinlik Osmanlı müziği konusunda- ki uzmanları bir araya getirdi. 13 Aralık 2011’de TMDK tarafından gerçekleştirilen “Vefatının 50. Yılında Mahmut Ragıp Gazimihal Paneli” de müzikseverlerin ilgisini çekti. Konservatua- rın düzenlediği ücretsiz etkinliklerin programına www.tmdk.itu.edu.tr adresinden ulaşılabilir.

88 B+ KIŞ “Bir Belgesel, Bir Gazeteci, Çay ve Simit” 3 yaşında

“Bir Belgesel, Bir Gazeteci, Çay ve Simit” etkinliği 3. sezonunu toplum- sal hafızanın derinliklerine işleyen çarpıcı bir belgeselle açtı. Ortadoğu’da barışa adanan İsrail yapımı “Vadinin Üstündeki Köprü” belgeselinin gös- terimi 16 Kasım 2011 Çarşamba akşamı Beşiktaş Belediyesi Levent Kül- tür Merkezi’nde gerçekleşti. Açılış belgeselinin ardından 23 Kasım’da Gül Muyan’ın yönetmenliğini yaptığı “Arap Kızı Camdan Bakıyor”, 30 Kasım’da Adela Peeva’nın yönetmenliğini yaptığı “Arnavut Usulü Boşan- ma”, 7 Aralık’ta Tunç Erenkuş’un yönetmenliğini yaptığı “Oğlunuz Erdal”, 14 Aralık’ta Derviş Zaim’in yönetmenliğini yaptığı “Paralel Yolculuklar”, 21 Aralık’ta Khalil Dreifus Zaarour’un yönetmenliğini yaptığı “Malaki/Meleğin Kokusu”, 28 Aralık’ta da Mehmet Özgür Candan’ın yönetmenliğini yaptığı “Geçmiş Mazi Olmadı” izleyecilerle buluştu.

“Bir Belgesel, Bir Gazeteci, Çay ve Simit”, 13 Haziran 2012 tarihine kadar devam edecek. Her çarşamba 19:00’da sıcak bir çay ve çıtır çıtır bir simit eşliğinde dünyanın dört bir yanında çekilen belgeselleri izlemek için sizle- ri Levent Kültür Merkezi’ne bekliyoruz. Programın ayrıntılarına www.besik- tas.bel.tr adresinden ulaşabilirsiniz.

“Biz Sonuncu Değiliz”

Beşiktaş Belediyesi Ortaköy Kültür Merkezi 3 -28 Ekim 2011 ta- rihleri arasında, Ressam-Heykeltıraş İsmail Yıldırım’ın ‘Biz So- nuncu Değiliz’ isimli sergisine evsahipliği yaptı.

Yıldırım’ın “Biz Sonuncu Değiliz” isimli sergisi 1992’de ger- çekleştirdiği başka bir sergiyle aynı adı taşıyor. Sanatçı, “Ben Yusuf’um Babacığım”, “Ayakta”, “Geceleyin Dans”, “Bir Şafak Vakti Duvarın Dibinde” gibi isimler altında kümelediği çalışmala- rı, Madımak’tan Irak’a, cezaevlerinden Can Yücel’e uzanan fark- lı bir bakış açısı sunuyor.

1980 darbesinden sonra Paris’e yerleşen ve 2000 yılından sonra Türkiye’ye girme olanağına kavuşan Yıldırım, çalışmalarını çoğun- lukla yurtdışında sürdürüyor. Avrupa, Amerika ve Ortadoğu ülke- lerinde çok sayıda sergi gerçekleştiren sanatçının, müzelerde ve özel koleksiyonlarda resimleri ve heykelleri bulunuyor.

B+ KIŞ 89 Haberler

Beşiktaş’a yeni “kartal” heykeli

Beşiktaş ilçesindeki yeni “kartal” heykeli, Beşiktaş Belediye Başkanı de, en güzel insanların kurduğu Beşiktaş, simgelerle anılır. Çok güzel İsmail Ünal ve BJK İkinci Başkanı Metin Keçeli tarafından 21 Kasım bir simgemiz var. Dünyanın neresine giderseniz gidin ‘kartal’ Beşik- 2011 tarihinde, Beşiktaş-Galatasaray derbisi öncesinde törenle açıl- taş ile anılmaktadır” sözleriyle “kartal” simgesinin Beşiktaş için öne- dı. Sinanpaşa Meydanı’nda gerçekleştirilen açılış törenine, yönetici- mine dikkat çekti. Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal ise “Kartal ler Orhan Saka ve Engin Baltacı’nın yanı sıra siyah-beyazlı taraftar- heykeli yıllar önce çarşı meydanındaydı. Bugün Beşiktaş’ın göbeği- lar da katıldı. Törende konuşan Keçeli, “Türkiye’nin en güzel semtin- ne dikiyoruz” şeklinde konuştu.

90 B+ KIŞ Beşiktaş Kent Konseyi’nden Haberler

Merkezi’nde toplanarak son zamanlarda artan kadına şiddet olaylarını ele aldı. Kadın Meclisi Koordinatörü Nazan Moroğlu basın açıklamasında kadı- na yönelik şiddeti ve kadına yönelik şiddetle mücadele için yapılması gere- kenleri şu sözleriyle açıkladı:

“Son altı ayda 26 bin kadın şiddet mağduru olarak kolluk kuvvetlerine baş- vurmuştur, son 180 günde 130 kadın cinayeti işlenmiştir. Kadına yönelik şiddet, aile içi şiddet sadece kadının sorunu değildir. Bu nedenle tüm ilgi- li kurum ve kuruluşlar el ele vermeli, bu soruna çözüm getirmelidirler. Bunun için de kararlı bir devlet politikası uygulanmalı, yıllardır şiddetle mücadele eden kadın kuruluşlarının deneyimlerinden yararlanılmalıdır. Beşiktaş Kent Konseyi Kadın Meclisi olarak Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Uluslara- rası Dayanışma Günü dolayısıyla “şiddetin önleneceği”, ailede ve toplumda Beşiktaş Kent Konseyi Genel Kurulu huzurun egemen olacağı günlere ulaşılması için mücadelemizi sürdürdüğü- Beşiktaş’ta kent yaşamında, kent vizyonunun ve hemşehrilik bilincinin ge- müzü kamuoyu ile paylaşırız.” liştirilmesi, kentli hak ve hukukunun korunması, sürdürülebilir kalkınma, çev- reye duyarlılık, sosyal yardımlaşma ve dayanışma, saydamlık, bilgi edinme Beşiktaş Kent Konseyi Kadın Meclisi 2011-2012 Dönemi 2. Olağan Genel hakkı, yönetişim ve yerinden yönetim ilkelerini hayata geçirmeye çalışan Kurul toplantısı’nda ayrıca, yapılan seçimle önümüzdeki yıl görev yapacak Beşiktaş Kent Konseyi’nin genel kurul toplantısı, 20 Ekim 2011 tarihinde olan Yürütme Kurulu seçildi. 210 kurum temsilcisinin katılımı ile gerçekleşti. Beşiktaş Kent Konseyi Gençlik Meclisi Beşiktaş Kent Konseyi 2009-2011 Dönemi 5. Olağan Seçimli Genel Beşiktaş Kent Konseyi Gençlik Meclisi’nin 2011-2012 Dönemi Genel Ku- Kurulu’nda yapılan seçimde Beşiktaş Kent Konseyi Başkanlığı’na Beşik- rul toplantısı 12 Aralık 2011 tarihinde Beşiktaş Belediyesi Levent Kültür taş Belediye Başkanı İsmail Ünal oybirliği ile seçildi. Geçtiğimiz dönem ge- Merkezi’nde gerçekleştirildi. Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal’ın açı- nel sekreterlik görevini yürüten Aysın İzer’in geçmiş dönemki yürütme ku- lış konuşmasının ardından Genel Kurul çalışmaları başladı. Gençlik Mecli- rulu faaliyetleri ile ilgili bilgilendirmelerinin ardından gerçekleştirilen seçimle si Genel Kurul’unda geçmiş dönem Yürütme Kurulu faaliyetleri ile ilgili bilgi- önümüzdeki üç yıl görev yapacak olan Yürütme Kurulu da belirlendi. lendirmelerde bulunuldu ve yapılan seçimle önümüzdeki yıl görev yapacak olan Yürütme Kurulu seçildi. Beşiktaş Kent Konseyi Kadın Meclisi Beşiktaş Kent Konseyi Kadın Meclisi 25 Kasım 2011 Akatlar Kültür

“Rekabette Kazandıran Hamleler”

1982’den beri Boğaziçi Üniversitesi’nde organizasyonlar düzenleyen Boğaziçi Üniversitesi Yöneylem Araştırma Kulübü, bundan dört yıl önce başlayan “Okul” serüvenini, bu yıl da “Rekabette Kazandıran Hamle- ler” konusuyla 15-18 Aralık 2011 tarihleri arasında konuklarını ağırlayarak sürdürdü. Her günü üniversitenin bir yılını temsil eden “Okul”, gerçek- leştirilecek geziler ve seminerlerle katılımcılara dört gün boyunca farklı ve interaktif bir eğitim sundu. İlk gün, alanında uzman akademisyenlerin seminerleriyle başlayan “Okul”, ikinci gün iş dünyasını tanıtmaya yönelik şirket gezileriyle, katılımcılarını alanında en başarılı isimlerle buluşturdu. Üçüncü gün iş dünyasından önemli isimlerin seminerleriyle devam eden “Okul”, mezuniyet öncesi motivasyonel eğitimlerle son buldu.

B+ KIŞ 91 24 saat

Beşiktaş'ta Yaşam Rehberi Her konu için arayın... 7 gün 24 saat 444 44 55

Temizlik İşleri Müdürlüğü Arnavutköy Zabıta Karakolu İlçe Emniyet Müdürlüğü ACİL NUMARALAR BEŞİKTAŞ BELEDİYES‹ Tel: 0212 319 42 65 Tel: 0212 265 12 66 Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 81 Beşiktaş Tel: 0212 327 50 01 Faks: 0212 260 99 99 Yazı İşleri Müdürlüğü Levent Zabıta Karakolu 110 Yangın İhbar Beşiktaş Belediye Başkanlığı Tel: 0212 319 42 26 Tel: 0212 269 53 08 2. Şube Emniyet Müdürlüğü Nisbetiye Mah. Aytar Cad. Beşiktaş Gayrettepe Mah. Prof. Dr. Bülent Tarcan Sok. 112 Sıhhi İmdat Tel: 0212 319 42 42 Faks: 0212 319 42 70 Çevre Koruma ve Kontrol Gayrettepe Zabıta Karakolu No: 7 Beşiktaş İletişim: 444 44 55 www.besiktas.bel.tr Müdürlüğü Tel: 0212 272 37 89 Tel: 0212 214 40 18 Faks: 0212 214 45 00 121 Telefon Arıza Tel: 0212 319 42 92 Beşiktaş Belediye Başkanlığı Dikilitaş Semt Evi 3. Kolordu Komutanlığı 122 Ankesör Arıza (Eski Bina) Çırağan Cad. No: 77 Yıldız Mah. Mali Hizmetler Müdürlüğü Emirhan Cad. Dilek Sok. No:2 Beşiktaş Konaklar Mah. Org. İzzettin Aksalur Cad. No: 1 Tel: 0212 236 10 20 (10 Hat) Tel: 0212 319 41 23 Tel: 0212 2612926 Beşiktaş 126 Kablo TV Arıza Faks: 0212 259 16 83 Tel: 0212 285 06 46 Faks: 0212 285 03 23 Hukuk İşleri Müdürlüğü Etiler Yaşam Evi 154 Alo Trafik Özel Kalem Müdürlüğü Tel: 0212 319 42 28 Etiler Mah. Ahular Sok. No:19 Beşiktaş Bayındırlık ve İskan Müdürlüğü Tel: 0212 280 48 00 Tel: 0212 2634369 Gayrettepe Mah. Barbaros Bulvarı No: 137 155 Polis İmdat Sağlık İşleri Müdürlüğü Beşiktaş Tel: 0212 274 64 80 Emlak ve İstimlak Müdürlüğü Tel: 0212 319 42 04 Ulus Yaşam Evi 156 Jandarma İmdat Tel: 0212 319 42 54 Nisbetiye Mah. Ilgın Sokak No: 3 Beşiktaş Kadastro Müdürlüğü Destek Hizmetler Müdürlüğü Ulus-Beşiktaş Tel: 0212 269 81 98 Cihannuma Mah.Yıldız Cad. No: 42 Beşiktaş 158 Alo Sahil Güvenlik Teftiş Kurulu Müdürlüğü Tel: 0212 319 42 34 Tel: 0212 261 33 97 Faks: 0212 236 34 98 Tel: 0212 319 42 94 Ulus Semt Evi 175 Alo Tüketici İmar ve Şehircilik Müdürlüğü Ulus Mah. Yol Sokak No: 2 Ulus-Beşiktaş Darphane İnsan Kaynakları ve Eğitim Müdürlüğü Tel: 0212 319 42 53 Tel: 0212 2872715 Dikilitaş Mah. Yenidoğan Sok. No: 55 177 Orman Yangın İhbarı Tel: 0212 319 42 96 Beşiktaş Zabıta Müdürlüğü Ortaköy Yaşam Evi Tel: 0212 275 09 50 Faks: 0212 274 90 94 182 Ruhsal Bunalım Danışma Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü Tel: 0212 260 60 05 Ambarlıdere Yolu Sk. No: 4 Ortaköy Tel: 0212 319 42 42 Tel: 0212 227 33 94 Deniz Müzesi Komutanlığı 184 Sağlık Danışma Beşiktaş Evlendirme Dairesi Sinanpaşa Mah. Cezayir Cad. No: 2 Plan ve Proje Müdürlüğü Nüzhetiye Cad. No: 68 Türkali Mah. Gençlik Merkezi Beşiktaş 185 Su Arıza Tel: 0212 319 42 75 Tel: 0212 260 64 97 Sinanpaşa Mah. Hasfırın Cad. No: 3 Kat: 5 Tel: 0212 327 43 45 Faks: 0212 236 68 93 Beşiktaş Tel: 0212 259 06 73 186 Elektrik Arıza Fen İşleri Müdürlüğü Ortaköy Zabıta Karakolu Devlet İstatistik Enstitüsü Bölge Tel: 0212 319 42 63 Tel: 0212 260 54 53 Kız Öğrenci Konuk Evi Müdürlüğü 187 Gaz Arıza Çitlenbik Sok. No: 29 Yıldız-Beşiktaş Cihannuma Mah. Barbaros Bulvarı No: 53 Park ve Bahçeler Müdürlüğü Beşiktaş Çarşı Zabıta Karakolu Tel: 0212 236 10 24-25 Beşiktaş 188 Cenaze Hizmetleri Tel: 0212 319 42 64 Tel: 0212 258 16 73 Tel: 0212 258 92 96 Faks: 0212 258 36 76 Erkek Konuk Evi Prof. Dr. Bülent Tarcan Sok. No: 25/A Halk Eğitimi Merkezi Gayrettepe-Beşiktaş Tel: 0212 274 07 30, Dikilitaş Mah. Leylak Sok. No:10 Beşiktaş 0212 274 00 87 Tel: 0212 260 31 30 Faks: 0212 236 91 02

İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü RESM‹ DA‹RELER Nisbetiye Mah. Okul Sok. No: 4 Beşiktaş Tel: 0212 325 50 01 Faks: 0212 325 91 20

BEDAŞ İlçe Özel İdare Müdürlüğü Bedaş Genel Müdürlük Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 77 Beşiktaş Tel: 0212 347 74 10 Tel: 0212 261 02 72 Faks: 0212 259 67 63 Faks: 0212 347 75 03 İlçe Seçim Kurulu Başkanlığı Bedaş Beyoğlu İşletme Şefliği Nisbetiye Cad. Başlık Sok. No:1 Beşiktaş Tel: 0212 237 23 50 Tel: 0212 269 15 41 Faks: 0212 269 15 41 Faks: 0212 297 63 04 Jandarma Bölge Komutanlığı Harp Akademileri Komutanlığı Balmumcu Mah. Şakir Kesebir Cad. No: 1 Konaklar Mah. Org. İzzettin Aksalur Cad. Beşiktaş Tel: 0212 213 44 00 Beşiktaş Tel: 0212 284 80 65 Kaymakamlık İstanbul Merkez Komutanlığı Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 77 Beşiktaş Atatürk Müzesi / Akaretler Mecidiye Mah. Palanga Cad. No: 62 Beşiktaş Tel: 0212 327 33 10 Faks: 0212 327 33 11 Tel: 0212 258 99 60 Faks: 0212 258 60 65

92 B+ KIŞ Nüfus Müdürlüğü İGDAŞ Etiler Şefliği Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 77 Beşiktaş Tel: 0212 358 51 62 Faks: 0212 358 51 63 Tel: 0212 259 84 44 Faks: 0212 327 33 15 İGDAŞ Fulya İşletme Şefliği Milli Saraylar Daire Başkanlığı Tel: 0212 212 52 87 Faks: 0212 212 52 88 Vişnezade Mah. Dolmabahçe Cad. No: 11 Beşiktaş İSKİ Beşiktaş Şube Müdürlüğü Tel: 0212 236 90 00 Faks: 0212 259 32 92 Tel: 0212 285 94 19-20

Müftülük İSKİ Müşteri Hizmetleri Sinanpaşa Mah. Beşiktaş Cad. No: 37 Tel: 0212 328 17 55 Faks: 0212 328 17 61 Beşiktaş Tel: 0212 261 00 84 Faks: 0212 260 33 10 İSKİ Beşiktaş Şefliği Tel: 0212 328 17 58 Faks: 0212 328 17 59 Polis Eğitim Müdürlüğü Akat Mah. Selçuklar Sok. No: 24 Beşiktaş İTFAİYE Tel: 0212 352 36 93 Faks: 0212 352 36 92 Tel: 0212 261 75 00 - 0212 261 75 01 0212 227 81 19 - 0212 227 14 79 1. Bölge Tapu Sicil Müdürlüğü 0212 258 75 34 Cihannuma Mah. Yıldız Cad. No: 42 Beşiktaş Faks: 0212 227 81 19 Tel: 0212 261 73 90 Faks: 0212 258 32 51

2. Bölge Tapu Sicil Müdürlüğü MUHTARLIKLAR Beşiktaş çarşısı Cihannuma Mah. Yıldız Cad. No: 42 Beşiktaş Tel: 0212 260 20 02 Faks: 0212 236 51 65 Abbasağa Mahalle Muhtarlığı Kültür Mahalle Muhtarlığı Clinika Gayrettepe Polikliniği TRT İstanbul Televizyonu Muhtar: Yüksel Sağat Muhtar: Dursun Gül SAĞLIK KURULUŞLARI Gayrettepe Mah. Yıldız Posta Cad. No: 34 Kuruçeşme Mah. Ahmet Adnan Saygun Cad. Cihannuma Mah. Çömezler Sok. No: 1 Kültür Mah. Sekbanlar Sok. No: 88 Beşiktaş Beşiktaş No: 83 Beşiktaş Beşiktaş Tel: 0212 263 35 37 Faks: 0212 263 35 37 Tel: 0212 347 55 77 Tel: 0212 259 72 75 Faks: 0212 227 61 16 Tel: 0212 227 83 27 Faks: 0212 259 39 57 Dentistanbul Diş Hastanesi Levazım Mahalle Muhtarlığı Abbasağa Mah. Yıldız Cad. No: 71 Micromed Polikliniği Türk Telekom Müdürlüğü Akat Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Ziya Uygur Beşiktaş Levent Cad. Sümbül Sok. No: 34/A Levent Gayrettepe Mah. Yıldız Posta Cad. No: 40 Muhtar: Murat Tayfun Kirmanlı Levazım Mah. Koru Sok. No: 7 Beşiktaş Tel: 0212 327 40 20 Tel: 0212 280 10 87 Beşiktaş Akat Mah. Haydar Aliyev Cad. No: 3 Beşiktaş Tel: 0212 288 93 21 Faks: 0212 288 93 21 Tel: 0212 288 24 00 Faks: 0212 212 42 42 Tel: 0212 351 21 69 Faks: 0212 351 12 84 Hattat Hastanesi Etiler Kardiyoloji Polikliniği Levent Mahalle Muhtarlığı Levent Mah. Yeni Sülün Sok. No: 13 Akat Mah. Nisbetiye Cad. No: 41/25 Beşiktaş Beşiktaş İlçe Afet Merkezi Arnavutköy Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Muzaffer Türk Beşiktaş Tel: 0212 352 52 51 Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 83 Beşiktaş Muhtar: Sedef İrteş Levent Mah. Gonca Sok. No: 12 Beşiktaş Tel: 0212 282 36 48 Tel: 0212 261 46 46 - 0212 327 33 13 Arnavutköy Mah. Satış Meydanı Sok. No: 27 Tel: 0212 264 75 31 Kranioplast Polikliniği Beşiktaş Metropolitan Florence Nightingale Nisbetiye Mah. Aytar Cad. No: 40: 7 Beşiktaş Tel: 0212 283 92 92 Tel: 0212 265 67 95 Faks: 0212 265 67 95 Mecidiye Mahalle Muhtarlığı Hastanesi Muhtar: Cemal Şensöz POLİS MERKEZLERİ Gayrettepe Mah. Cemil Arslan Güder Sok. Balmumcu Mahalle Muhtarlığı Mecidiye Mah. Ambarlıdere Sok. No: 5 No: 8 Beşiktaş Refresh Polikliniği Muhtar: Cüneyt Doğan Beşiktaş Tel: 0212 261 73 30 Tel: 0212 283 34 00 Levent Mah. Krizantem Sok. No: 19 Beşiktaş Balmumcu Mah. Zincirlikuyu Sok. No: 21 Tel: 0212 324 74 54 Arnavutköy Polis Merkezi Beşiktaş Muradiye Mahalle Muhtarlığı Levent Semt Polikliniği 1.Cadde No: 52 Arnavutköy-Beşiktaş Tel: 0212 274 58 75 - 347 75 05 Muhtar: Cengiz Hacıömeroğlu Levent Mah. Binbir Çiçek Sok. No: 2 Tunç Polikliniği Tel: 0212 263 60 07 Faks: 0212 347 75 05 Muradiye Mah. Muradiye Deresi Sok. No: 2 Beşiktaş Kültür Mah. Esra Sok. No: 2A D: 3 Beşiktaş Beşiktaş Tel: 0212 260 41 25 Tel: 0212 268 35 45 Tel: 0212 287 01 00 Beşiktaş Polis Merkezi Bebek Mahalle Muhtarlığı Yıldız Parkı girişi Çırağan-Beşiktaş Muhtar: Aydın Onar Nisbetiye Mahalle Muhtarlığı Şaban Gündeş Semt Polikliniği Güzel Günler Polikliniği Tel: 0212 327 52 80 Bebek Mah. Bebek Hamamı Sok. No: 8B Muhtar: Hatice Ayşe Şirinler Kültür Mah. İETT Blokları Yolu No: 21 Levent Mah. Güllü Sok. No: 4 Beşiktaş Beşiktaş Nisbetiye Mah. Ahmet Adnan Saygun Cad. Beşiktaş Tel: 0212 278 27 71 Etiler Şehit Naci Soydan Polis Merkezi Tel: 0212 263 33 00 Faks: 0212 263 33 00 No: 30 Beşiktaş Tel: 0212 281 71 61 Tel: 0212 257 01 16 Nisbetiye Caddesi Dilhayat Sok. No: 1 Beşiktaş Dikilitaş Sağlık Ocağı Etiler-Beşiktaş Tel: 0212 263 17 67 Cihannuma Mahalle Muhtarlığı Ortaköy Mahalle Muhtarlığı Ege Polikliniği Dikilitaş Mah. Bestekâr Aralığı Sok. No: 4 Muhtar: Ertan Kurtlutepe Muhtar: Refik Namunlu Nisbetiye Mah. Nisbetiye Cad. No: 26/16 Beşiktaş Levent Polis Merkezi Cihannuma Mah. Mazharpaşa Sok. No: 15 Gürcü Kızı Sokak. No: 4 Beşiktaş Tel: 0212 327 17 89 Hacı Adil Caddesi No:1 Levent-Beşiktaş D: 1 Beşiktaş Beşiktaş Tel: 0212 261 65 21 Tel: 0212 325 40 46 Tel: 0212 264 18 00 Faks: 0212 236 96 63 Tel: 0212 258 79 61 Faks: 0212 259 99 62 Beşiktaş Sağlık Grup Başkanlığı Sinanpaşa Mahalle Muhtarlığı Beşiktaş Polikliniği Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 77 Dikilitaş Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Zeki Bölükbaşı Sinanpaşa Mah. Şair Leyla Sok. No: 2 Beşiktaş H‹ZMET B‹R‹MLER‹ Muhtar: Abdullah Sızmaz Sinanpaşa Mah. Hasfırın Cad. No: 5 Beşiktaş Tel: 0212 327 17 86 Dikilitaş Mah. Cami Meydanı Sok. No: 12A BeşiktaşTel: 0212 258 75 74 Tel: 0212 261 00 81 Beşiktaş Beşiktaş Verem Savaş Dispanseri İ.E.T.T. Beşiktaş 1. Hareket Amirliği Tel: 0212 261 57 33 Faks: 0212 261 57 33 Türkali Mahalle Muhtarlığı Sefa Polikliniği Sinanpaşa Mah. Sinanpaşa Köprüsü Sok. Tel: 0212 268 35 38 Muhtar: Ahmet Bayraktar Muradiye Mah. Nüzhetiye Cad. No: 15/2 No: 13 Beşiktaş Etiler Mahalle Muhtarlığı Türkali Mah. Ihlamurdere Cad. No: 136 Beşiktaş Tel: 0212 327 79 86 Faks: 0212 327 79 86 İ.E.T.T. Beşiktaş Boğaz Hareket Muhtar: Seçil Eşki Beşiktaş Tel: 0212 227 24 97 Amirliği Etiler Mah. Ahular Sok. No: 19 Beşiktaş Tel: 0212 261 58 34 Merkez Sağlık Ocağı Tel: 0212 259 56 30 Tel: 0212 287 53 83 Faks: 0212 263 69 28 Transmed Polikliniği Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 77 Beşiktaş Ulus Mahalle Muhtarlığı Levent Mah. Fulyalı Sok. No: 7 Tel: 0212 327 33 14 İ.E.T.T. Beşiktaş İşletme Şefliği Gayrettepe Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Kadriye Gedik Beşiktaş Faks: 0212 327 33 14 Tel: 0212 259 33 57 Muhtar: Necla Başar Ulus Mah. Öztopuz Cad. Yol Sok. No: 2 Tel: 0212 281 10 94 Gayrettepe Mah. Fahri Gizden Sok. No: 26 Beşiktaş Ana Çocuk Sağlığı Dispanseri İ.E.T.T. Dereboyu Hareket Amirliği Beşiktaş Tel: 0212 287 27 15 Cosmed Polikliniği Mecidiye Mah. Müverrih Saadettin Sok. Tel: 0212 347 79 50 Tel: 0212 288 20 16 Faks: 0212 288 20 16 Faks: 0212 263 42 12 Levent Mah. Yeni Sülün Sok. No: 17 No: 20 Beşiktaş Beşiktaş Tel: 0212 261 44 00 İ.E.T.T. 4. Levent Aktarma Merkez Konaklar Mahalle Muhtarlığı Vişnezade Mahalle Muhtarlığı Tel: 0212 283 91 81 Amirliği Muhtar: Aslı Akyüz Muhtar: Reyhan Cinyusuf SSK Dispanseri Tel: 0212 268 35 38 Konaklar Mah. Faruk Nafiz Çamlıbel Sok. Vişnezade Mah. Şair Nedim Cad. No: 53 Yaşasın Hayat Polikliniği Cihannuma Mah. Bostancı Veli Sok. No: 3 No: 1 Beşiktaş Beşiktaş Vişnezade Mah. Süleyman Seba Cad. No: 39 Beşiktaş İGDAŞ Genel Müdürlüğü Tel: 0212 282 42 12 Faks: 0212 282 33 99 Tel: 0212 261 15 94 Faks: 0212 258 24 23 Beşiktaş Tel: 0212 227 04 41 Tel: 0212 626 46 46 Tel: 0212 236 73 00 Faks: 0212 626 46 86 Kuruçeşme Mahalle Muhtarlığı Yıldız Mahalle Muhtarlığı Sait Çiftçi Kamu Sağlığı Merkezi Muhtar: Adnan Soysal, Kuruçeşme Mah. Muhtar: Şevki Yıldırım Medis Polikliniği Dikilitaş Mah. Barbaros Bulvarı No: 109 İGDAŞ İstanbul Bölge Müdürlüğü Kırbaç Sok. No: 40 Beşiktaş Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 17/1 Konaklar Mah. Akasyalı Sok. No: 10 Beşiktaş Tel: 0212 534 37 73 Faks: 0212 534 44 10 Tel: 0212 287 06 38 Faks: 0212 287 06 38 Beşiktaş Tel: 0212 261 50 05 Beşiktaş Tel: 0212 269 66 66 Tel: 0212 236 77 62

B+ KIŞ 93 24 saat

NeoLife Tıp Merkezi Ortaköy Tıp Merkezi Nisbetiye Mahallesi Yücel Sok. Balmumcu Mah. Varnalı Sok. No: 3 No: 6 1. Levent Beşiktaş Tel: 0212 385 31 00 Tel: 0212 347 11 30

Ortaköy Beltaş Sağlık Ocağı Otim Med Diyaliz Merkezi Mecidiye Mah. Müverrih Saadettin Sok. Dikilitaş Mah. Yeşilçimen Sok. No: 9 Beşiktaş No: 20 Beşiktaş Tel: 0212 327 87 47 Tel: 0212 259 56 18 Renmed Diyaliz Merkezi Levent Sağlık Ocağı Levent Mah. Begonya Sok. No: 10 Beşiktaş Nisbetiye Mah. Yücel Sok. No: 15 Beşiktaş Tel: 0212 269 47 31 Tel: 0212 279 58 26 K.S.V. Onkoloji Merkezi Karanfilköy Sağlık Ocağı Nisbetiye Mah. Yücel Sok. No: 6-8 Beşiktaş Akat Mah. Zeytinoğlu Cad. No: 121 Beşiktaş Tel: 0212 278 83 41 Tel: 0212 351 25 53 Cosmed Estetik ve Plastik Cerrahi Baykent Tıp Merkezi Merkezi Nisbetiye Mah. Aydın Sok. No: 8 Beşiktaş Levent Mah. Yeni Sülün Sok. No: 17 Tel: 0212 284 00 90 Beşiktaş Tel: 0212 283 91 81 Boğaziçi Tıp Merkezi Dikilitaş Mah. Yenidoğan Sok. No: 7 Beşiktaş Levent Genel Cerrahi Merkezi Tel: 0212 227 00 00 Levent Mah. Yasemin Sok. No: 2/1 Beşiktaş Kabataş Erkek Lisesi Çebi Tıp Merkezi Tel: 0212 324 01 50 Ortaköy Mah. Dereboyu Cad. No: 58 Beşiktaş İstanbul Anestezi Merkezi Tel: 0212 227 55 55 Levent Mah. Çamlık Cad. No: 31 Beşiktaş Özel Dünya Göz Sağlığı Merkezi Ortaköy Princess Hotel Ortaköy Feriye Sinemaları Tel: 0212 324 01 48 Nisbetiye Mah. Aytar Cad. No: 38/7-9-10 Ortaköy Mah. Dereboyu Cad. No: 10 Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 42 Beşiktaş Ota Tıp Merkezi Beşiktaş Beşiktaş Tel: 0212 236 28 64 Sinanpaşa Mah. Beşiktaş Cad. No: 23 İstanbul Ortopedi Merkezi Tel: 0212 324 73 73 Tel: 0212 227 60 10 , Faks: 0212 260 21 48 Beşiktaş Levent Mah. Çilekli Cad. No: 32 Beşiktaş Levent Kültür Merkezi Tel: 0212 227 84 50 Tel: 0212 324 03 24 Sevgi Kadın Sağlığı Merkezi Parksa Hilton Onat Kutlar Sinema Salonu Nisbetiye Mah. Aytar Cad. No: 38/11 Beşiktaş Vişnezade Mah. Bayıldım Cad. No: 12 Levent Mah. Çalıkuşu Sok. No: 2-4 Jinemed Tıp Merkezi Onep Estetik ve Plastik Cerrahi Merkezi Tel: 0212 324 99 99 Beşiktaş Beşiktaş Muradiye Mah. Deryadil Sok. No: 1 Beşiktaş Levent Mah. Manolyalı Sok. No: 15 Beşiktaş Tel: 0212 310 12 00 Tel: 0212 325 73 71 Tel: 0212 283 92 70 Tel: 0212 283 92 70 Özel Gastro Med Merkezi Faks: 0212 227 91 85 Nisbetiye Mah. Aytar Cad. No: 38 Kat: 2 Dikilitaş Tıp Merkezi Novita Cerrahi Merkezi Beşiktaş Radisson Sas Bosphorus Hotel KÜLTÜR MERKEZLERİ Dikilitaş Mah. Karakol Çıkmazı Sok. No: 1A Levent Mah. Manolyalı Sok. No: 5 Beşiktaş Tel: 0212 324 73 73 Yıldız Mah. Ortaköy Salhanesi Sok. No: 9 Beşiktaş Tel: 0212 284 97 03 Beşiktaş Tel: 0212 327 19 12 Fertijin Kadın Sağlığı ve Tüp Bebek Mrk. Tel: 0212 260 57 57 Akatlar Kültür Merkezi Özel Acıbadem Göz Sağlığı Merkezi Bebek Mah. Bebek Dağı Sok. No: 99 Faks: 0212 257 65 55 Melih Cevdet Anday Sahnesi Acıbadem Etiler Tıp Merkezi Etiler Mah. Yıldız Çiçeği Sok. No: 7 Beşiktaş Akat Mah. Zeytinoğlu Cad. No: 16 Nisbetiye Mah. Aytar Cad. No: 40/8 Beşiktaş Tel: 0212 287 57 75 Sürmeli Hotel Beşiktaş Beşiktaş Tel: 0212 284 90 90 Gayrettepe Mah. Prof. Dr. Bülent Tarcan Sok. Tel: 0212 351 93 82-84 Tel: 0212 283 03 33 Natal Fizik Tedavi ve No: 3 Beşiktaş Özel Aileden Biri Evde Bakım Hizmetleri Rehabilitasyon Merkezi Tel: 0212 272 11 60 Mustafa Kemal Merkezi International Etiler Tıp Merkezi Gayrettepe Mah. Yıldız Posta Cad. No: 8 2 Nisbetiye Cad. Erdölen İş Merkezi No: 38 / 13 Faks: 0212 272 75 32 Attila İlhan Sahnesi Levent Mah. Nisbetiye Cad. No: 19 Beşiktaş Blok D: 24 Beşiktaş Etiler-Beşiktaş Akat Mah. Uğur Mumcu Cad. No: 8 Beşiktaş Tel: 0212 280 40 30 Tel: 0212 347 26 70 Tel: 0212 324 30 10 The Plaza Otel Tel: 0212 351 24 56 Gayrettepe Mah. Barbaros Bulvarı No: 165 Jinepol Kadın Sağlığı Kliniği Beşiktaş Levent Kültür Merkezi Aytar Cad. Başlık Sok 1/B Levent Tel: 0212 274 13 13 Onat Kutlar Sinema Salonu Tel: 0212 264 18 28 Faks: 0212 264 18 80 Faks: 0212 273 15 90 Levent Mah. Çalıkuşu Sok. No: 2-4 Beşiktaş Tel: 0212 325 73 71 Hotel Les Ottomans OTELLER Kuruçeşme Mah. Muallim Naci Cad. No: 68 Ortaköy Kültür Merkezi Beşiktaş Afife Jale Sahnesi Tel: 0212 359 15 00 Ortaköy Mah. Ortaköy Dere Çıkmazı No: 1 Bebek Oteli Faks: 0212 359 15 40 Beşiktaş Bebek Mah. Cevdetpaşa Cad. No: 34 Tel: 0212 236 10 27 Beşiktaş Swissôtel The Bosphorus, Istanbul Tel: 0212 358 20 00 Bayıldım Caddesi No: 2 Maçka-Beşiktaş Beşiktaş Kültür Merkezi Faks: 0212 263 26 36 Tel: 0212 326 11 00 , Faks: 0212 326 11 22 Sinanpaşa Mah. Hasfırın Cad. No: 7 Beşiktaş Tel: 0212 227 54 92 - 0212 236 18 18 Conrad International W Hotel Yıldız Mah. Yıldız Cad. No: 79 Beşiktaş Süleyman Seba Cad. No: 22 Tel: 0212 227 30 00 Beşiktaş MÜZELER Faks: 0212 259 66 67 Tel: 0212 381 21 21 , Faks: 0212 381 21 81

Çırağan Palace Kempinski Aşiyan Müzesi Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 32 Beşiktaş SİNEMALAR Bebek Mah. Aşiyan Yolu No: 15 Beşiktaş Tel: 0212 258 33 77 Tel: 0212 263 69 86 Faks: 0212 259 66 87 Akmerkez AFM Deniz Müzesi Dedeman Otel Kültür Mah. Nisbetiye Cad. No: 56 Beşiktaş Sinanpaşa Mah. Cezayir Cad. No: 2 Gayrettepe Mah. Yıldız Posta Cad. No: 50 Tel: 0212 282 05 05 Beşiktaş Beşiktaş Tel: 0212 327 43 45 Tel: 0212 227 42 63 Peugeot Cine City (Alkent Sitesi) Faks: 0212 275 11 00 Akat Mah. Tepecik Yolu Kaktüs Sok. No: 3 Mimar Sinan Üniversitesi Beşiktaş Resim Heykel Müzesi La Maison Hotel Tel: 0212 352 16 66 Vişnezade Mah. Dolmabahçe Cad. No: 4 Yıldız Mah. Müvezzi Cad. No: 43 Beşiktaş Beşiktaş Mayadrom AFM Tel: 0212 261 42 98 Tel: 0212 227 42 63 Akat Mah. Orkide Sok. No: 1 Beşiktaş Ortaköy Sanat Galerisi Faks: 0212 227 42 78 Tel: 0212 352 23 51

94 B+ KIŞ Şehir Müzesi Conrad Taksi Yıldız Mah. Serencebey Yokuşu Tel: 0212 260 55 40 Yıldız Sarayı Beşiktaş Tel: 0212 258 53 44 Çırağan Taksi Tel: 0212 227 72 66 Yıldız Sarayı Müzesi Yıldız Mah. Serencebey Yokuşu Beşiktaş •Akatlar Mahallesi Tel: 0212 258 30 80 Karanfil Taksi Tel: 0212 651 97 68 ÜNİVERSİTELER Akatlar Taksi Tel: 0212 351 65 25 Bahçeşehir Üniversitesi Yıldız Mah. Osmanpaşa Mektebi Sok. No: 4-6 Site Taksi Beşiktaş Tel: 0212 268 42 85 Tel: 0212 236 54 90 Mayadrom Taksi Boğaziçi Üniversitesi Tel: 0212 325 81 69 Bebek Mah. Şehitlik Dergâhı Sok. No: 2 Beşiktaş Bebek Mah. Cevdetpaşa Cad. No: 115 Beşiktaş MKM Taksi Tel: 0212 359 54 00 Tel: 0212 352 02 41 - 61 Yıldız Parkı / Malta Köşkü Galatasaray Üniversitesi •Arnavutköy Mahallesi Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 36 Beşiktaş Tel: 0212 227 44 80 İskele Taksi •Dikilitaş Mahallesi Konaklar Taksi •Ortaköy Mahallesi Tel: 0212 265 94 33 Tel: 0212 281 56 19 İstanbul Teknik Üniversitesi Güven Taksi Öz Ortaköy Taksi Vişnezade Mah. Süleyman Seba Cad. No: 90 Sizin Taksi Tel: 0212 261 65 27 Köşk Taksi Tel: 0212 260 06 95 Beşiktaş Tel: 0212 263 38 50 Tel: 0212 264 44 23 Tel: 0212 293 13 00 Dikilitaş Merkez Taksi Aile Taksi Kültür Taksi Tel: 0212 261 56 26 •Kuruçeşme Mahallesi Tel: 0212 261 48 55 Mimar Sinan Güzel Sanatlar Tel: 0212 265 94 33 Üniversitesi Emirhan Taksi Çeşme Taksi •Ulus Mahallesi Yıldız Mah. Çiğdem Sok. No: 1 Bebek Taksi Tel: 0212 260 75 35 Tel: 0212 265 88 22 Beşiktaş Tel: 0212 263 72 45 Merkez Taksi Tel: 0212 236 69 35 Dikilitaş Taksi Park Taksi Tel: 0212 269 59 81 •Balmumcu Mahallesi Tel: 0212 258 05 41 Tel: 0212 287 61 56 Yıldız Teknik Üniversitesi Ulus Vadi Taksi Yıldız Mah. Hamam Sok. No: 2 Beşiktaş Merkez Taksi Öner Taksi Sahil Taksi Tel: 0212 287 69 19 Tel: 0212 259 70 70 Tel: 0212 263 72 45 Tel: 0212 211 66 63 Tel: 0212 265 88 22 Öz Ulus Taksi •Bebek Mahallesi Koza Taksi •Kültür Mahallesi Tel: 0212 263 05 06 TAKSİ DURAKLARI Tel: 0212 267 17 00 Çınar Taksi Bulut Taksi Ulus Taksi Tel: 0212 265 22 37 •Etiler Mahallesi Tel: 0212 265 77 11 Tel: 0212 263 69 46 •Abbasağa Mahallesi İskele Taksi Bahar Taksi •Levazım Mahallesi 2. Ulus Turizm Taksi Yıldız Taksi Tel: 0212 263 72 45 Tel: 0212 351 19 03 Tel: 0212 264 70 79 Tel: 0212 260 06 06 Levazım Taksi Bizim Taksi Tel: 0212 267 17 29 Turizm Taksi Tel: 0212 263 53 15 Tel: 0212 264 70 91 •Levent Mahallesi Doğan Taksi •Vişnezade Mahallesi Tel: 0212 265 32 71 Sevgi Taksi Tel: 0212 282 43 77 Öz Valide Çeşme Taksi Günaydın Taksi Tel: 0212 259 41 52 Tel: 0212 265 32 17 Basın Taksi Tel: 0212 264 69 89 Valide Çeşme Taksi Özen Taksi Tel: 0212 260 36 24 Tel: 0212 287 04 02 Levent Taksi Tel: 0212 264 16 17 Merkez Taksi •Gayrettepe Mahallesi Tel: 0212 327 33 60 Site Taksi Esentepe Taksi Tel: 0212 268 42 85 Tel: 0212 266 23 80 Levent Merkez Taksi İSKELELER İdil Taksi Tel: 0212 264 19 64 Tel: 0212 266 05 30 Uygun Taksi Arnavutköy İskelesi Cihan Taksi Tel: 0212 269 22 65 Arnavutköy Mah. Bebek-Arnavutköy Cad. Tel: 0212 272 03 07 Beşiktaş Tel: 0212 263 56 25 Birlik Taksi Esen Taksi Tel : 0212 269 01 87 Bebek İskelesi Tel: 0212 272 29 07 Bebek Mah. Cevdetpaşa Cad. Beşiktaş •Nisbetiye Mahallesi Tel: 0212 263 60 23 Öz Ulaş Taksi Tel: 0212 266 18 17 Birlik Taksi Beşiktaş İskelesi Tel: 0212 269 01 87 Sinanpaşa Mah. Cezayir Cad. Beşiktaş •Konak Mahallesi Tel: 0212 261 96 15 Nisbetiye Taksi Oyak Site Taksi Tel: 0212 264 22 31 Ortaköy İskelesi Tel: 0212 264 16 58 Mecidiye Mah. Vapur İskelesi Sok. Beşiktaş Öz Turizm Taksi Tel: 0212 227 88 19 Yeni Levent Taksi Tel: 0212 269 90 99 Tel: 0212 268 12 10

Türkali Mahallesi Muhtarlığı 4. Levent Merkez Taksi Tel: 0212 264 19 64

B+ KIŞ 95