T. C.

EGE ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı

TANZİMAT DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATINDA ROMANTİZM-REALİZM TARTIŞMALARI ÜZERİNE BİR İNCELEME

DOKTORA TEZİ

Halef NAS

Danışmanı: Prof. Dr. Fazıl GÖKÇEK

İZMİR – 2012

ĐÇĐNDEK ĐLER

ÖNSÖZ ...... I

GĐRĐ ...... 1

BĐRĐNC Đ BÖLÜM

XIX. ASIR TÜRK EDEB ĐYATI’NDA ROMANT ĐZM-REAL ĐZM ALGISINA DA ĐR D ĐKKATLER

1. XIX. Asır Türk Edebiyatında Romantizm-Realizm Algısı ...... 16 2. Be ir Fuat’ın Victor Hugo Monografisinde Romantizm-Realizm Algısı ...... 17 2.1. Klasik-Romantik Farkı ...... 21 2.2.Romantizmin Ele tirili i ...... 24 2.2.1. Romantizmin “Hayal” Unsurunun Ele tirisi ...... 24 2.2.2. Romantizmde “Tecrübe (Deney)” Eksikli ği ...... 26 2.2.3. Romantizm-Realizm Kar ıla tırması ...... 27 3. Matbuat Ortamında Romantizm ve Realizmin Savunulması ...... 29 3.1. Nihal ve Hamiyet Arasında Bir Tartı ma ...... 29 3.2. Bir Edebiyat Akımı Olarak Romantizmin Teklif Edili i ...... 33 4. Realizmin Yükseli i Romantizmin Dü üü ...... 36 4.1. Matbuat Ortamında Realizm ve Natüralizm ...... 40 4.1.1. Realizm ve Natüralizmin Kabulü ve Reddi ...... 40 4.1.2. Realizme Dair Bilgilerin Aktarılmasındaki Çe itlilik ...... 45 4.1.3. Realizmin Mutlak Kabulü ve “Mesalik-i Edebiye” Algısında De ğimeler ...... 46 4.1.3.1. “Mesalik-i Edebiye” ile Edebiyat Akımları Farkının Tespiti Meselesi ...... 48 4.1.3.2. Ali Kemal’in “Sorbonne Darulfünununda” Ba lıklı Yazılarında Romantizm-Realizm Algısı ve Dile Dair Dikkatler...... 50 4.1.3.2.1. Romantizmden Do ğan Parnasizm ve Parnasizmin Ekolle mesinde air Anlatıcının Konumu ...... 56 4.1.3.2.2. Gustave Flaubert’de Dil Hassasiyeti ...... 60 5. Matbuat Ortamında Realizmin Etkisinin Azalması ...... 62

ĐKĐNC Đ BÖLÜM HAYAL ĐYUN-HAK ĐKĐYUN TARTI MASI VE ĐĐ R D ĐLĐNDE ROMANT ĐK GERÇEKÇ ĐLĐĞ E DO ĞRU I. KISIM HAYAL ĐYUN-HAK ĐKĐYUN TARTI MASI

1. Hayal-Hakikate Yönelik Ele tiri Gelene ğinin Olu ması ...... 77 1.1. Tartı ma Öncesi Ortam ile Hayalci air/ iire Yönelik Ele tiriler ...... 78 1.1.1. Dilde Hayal-Hakikat Algısına Yönelik Ele tiriler ...... 79 1.1.2. Victor Hugo Monografisi Dolayısıyla Be ir Fuat ve Muallim Naci Arasındaki Yazı malar: Đntikâd ...... 85 1.1.3. Be ir Fuat ve Fazlı Necip Arasındaki Mektupla malar: Mektubat ...... 98 2. iir ve air ...... 102 2.1. Gerçek air/Gerçek iir ...... 103 2.1.1. Âsâr ile Gül en Arasında Bir Tartı ma...... 109 2.2. iirde Hayal ve Hakikatin Ölçüsü/Yeri ...... 112 3. iir ve Fen ...... 118 3.1. Tartı ma Üslubunda De ğiiklik ve Đkili Kutupla manın Olu ması ...... 118 3.1.1. Hayalci iir ve airle Đstihza ...... 122 3.1.2. Matbuat Ortamında Tartı manın Büyümesi ...... 132 4. Edebiyat Akımları ...... 148 4.1. Romantizm ve Realizm Akımlarının Rüçhaniyeti Meselesi ...... 149 4.1.1. Edebiyat Akımlarının Tercihinde Hayal-Hakikatin Yeri ...... 160 4.1.2. Ahlak Bahsi ...... 162 5. Tartı manın Sona Ermesi ve Hayal-Hakikate Đli kin Kanaatler ...... 165 5.1. Matbuat Ortamında “Hakikat”e Yönelik Ele tiriler ...... 166 II. KISIM ĐĐ R D ĐLĐNDE ROMANT ĐK-GERÇEKÇ ĐLĐĞ E DO ĞRU

1. Hayalci air ve iir Anlayı ı ve iirde Romantik Duyu ...... 175 2. Yeni Bir Üslubun Hazırlanı ı ...... 178 2.1. iir, air ve airli ğin Nitelikleri ...... 178 2.1.1. Hayalci air ve iirin Sorgulanması ...... 185 3. Hayal-Hakikat’in Fen ile Đli kisi ...... 188 3.1. Edebiyatta “Fen”nin Önemi ...... 191 3.1.1. “Hayal”e Yönelik Ele tirilerin Hayalci airlerce Kabul Görmesi ...... 196

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ROMANDA ROMANT ĐZM-REAL ĐZM TARTI MALARI

1. Romanın Đ levi Etrafında “hayalî”lik ve “hakikî”lik Tartı maları ...... 205 1.1. Hakayiku’l-Vakayi’ de Bir Tartı ma ...... 205 1.1.1. Romantik Gerçekçi Yakla ım: Đntibah Mukaddimesi ...... 207 1.2. Romantik Gerçekçilikten Sapmalar ...... 209 1.2.1. Romantik Gerçekçili ğe Yöneltilen Ele tiriler ...... 215 1.2.2. Romantik Gerçekçili ğin Savunulması ...... 219 1.3. Hizmet ’teki Yazılarda Romantik ve Realist Romana Đli kin De ğerlendirmeler…… ...... 222 1.3.1. Roman Tarihi ve Romancılıkta Đki Romantik Çizginin Tespiti ...... 223 1.3.2. Realistlerin Takdimi ve Romantik Roman Anlayı ına Yöneltilen Ele tiriler...... 225 1.3.2.1. Hizmet ’ten Tercüman-ı Hakikat ’e Umran ’dan Hizmet ’e Bir Ele tiri……………………………………………………………...225 1.3.3. Realistlerin Romanı Ele Alı Tarzları ve Romantik Roman Anlayı ının Tekrar Ele tirilmesi ...... 230 1.3.4. Realist Romancılar Arasındaki Farklar ...... 232 1.3.5. Realist ve Romantik Romancılı ğın Özellikleri ...... 234 1.3.5.1. Realist Romancının Yöntemleri ...... 234 1.3.5.2. Romantik Romancının Hayalleri ...... 236 1.3.5.3. Netice …………………………………………………………238 1.3.5.3.1. Anlatıcının Konumu ...... 239 2. Roman ve Romancılık Tartı ması ...... 241 2.1. Romanın Tarifi ve Romancılı ğın artları ...... 242 2.1.1. Roman Dilinde ve Olayların Sunumunda Gerçekçili ğin Ölçüsü ...... 245 2.1.2. Mekân-Gerçekçilik Đli kisi ...... 249 2.1.2.1. Tartı manın Sona Ermesi ...... 3. Roman Tercihi ...... 258 3.1. Romantik Roman Merkezli Yakla ım ...... 258 3.2. Realist Roman Merkezli Yakla ım ...... 264 4. Romancılı ğın Gelece ği ve Realist Romancılı ğın Zaferi ...... 268 4.1. Romancılı ğın Gelece ği ...... 268 4.2. Realist Roman Yöntemlerine Dair Dikkatlerin Artması ...... 272 4.2.1. Tetkik, Mü ahede ve Tecrübe (Ara tırma, Gözlem ve Deney) ...... 273 4.3. “Hayal”in Kar ısında Bir De ğer Olarak “Hakikat” ...... 278 5. Natüralist Roman Anlayı ına Yönelik Ele tiriler ...... 280 5.1. Roman Okuyucusunun Mizacı ve Roman Tercihi ...... 281 5.2. Anlatıcının Konumuna Đli kin Dikkatler ve Romantizme Bakı taki effafla ma ...... 284 5.3. Emile Zola’nın Romancılı ğına Yönelik Ele tiriler ...... 289 5.3.1. Realist ve Romantik Romancılı ğa Yönelik Bazı Dikkatler ………….296

SONUÇ ...... 302

BĐBL ĐYOGRAFYA ...... 310

1. Kitaplar ...... 310 2. Gazete ve Dergi Yazıları ...... 314

ÖZGEÇM Đ ...... 323

ÖZET ...... 324

ABSTRACT ...... 325 ÖNSÖZ

Eski-yeni, do ğu-batı tartı malarının yanısıra Türk edebiyatı XIX. asırda hayal- hakikat etrafında geli en bir ikili ğe tanık olmu tur: Romantizm-realizm tartı maları. Eski edebiyatı ele tirmekle zaten bir ikili ğe yol açan yenile me yolundaki yazarlar romantizm-realizme yönelik kanaatleriyle bu sefer kendi içlerinde ba ka bir ikili ğin do ğmasına da sebep olmu lardır.

Tartı malar kaçınılmaz olarak Batı edebiyat akımlarına ilgiyi artırmı ve böylece edebiyat akımlarına dair bilgiler gittikçe artan bir nitelik ve nicelikle basında yer bulmaya ba lamı tır. Dönem yazarlarının edebiyat anlayı larını yansıtması bakımından romantizm-realizm tartı maları ayrıca dikkate de ğerdir. Edebiyat tarihçilerinin bazı yazarları romantik veya realist olarak takdim edi lerinin sebebi dönem yazarlarının bu akımlara yönelik kanaatleridir. Ancak unu ifade etmek gerekir ki Türk edebiyatında XIX. asır yazarlarından herhangi birini mutlak manada romantik veya realist olarak tavsif etmek bizi her zaman do ğruya ula tırmayabilir. Bununla birlikte akımlara yönelik eğilimlerinin oldu ğu vurgulanabilir. Çünkü romantizm ve realizm tartı malarının yo ğunluk kazandı ğı XIX. asırda Türk edebiyatı bu akımları besleyen felsefî bir gelenekten yoksundur ve bir edebî akımı savunması bir yazarı o edebî akıma dâhil edecek yeterli ği ifade etmez.

Çalı mamızın esas malzemesi XIX. asır Türk edebiyatındaki hayal-hakikat ve romantizm-realizm tartı ma metinleridir. Çalı mamıza ba larken bu asra ait tartı ma metinlerinin tümü elimizde yoktu. Bu bakımdan ilkin metinlerin geneline ula ıldı ğında “Alman, Đngiliz, Fransız, Rus romantizmi ve realizmi gibi bir Türk romantizmi veya realizmi var mıdır?” sorusuna cevap vermeyi amaçlamı tık. Ancak tartı ma metinlerinin geneline ula tı ğımızda sorumuza olumlu cevap verecek yeterli verinin olmadı ğı kanaatine vardık. Bizi bu kanaate götüren asıl unsur bu asırda felsefî bir tartı ma zeminin olmayı ıdır. Bununla birlikte tartı ma metinlerinde Batıda romantizmin edebiyata, dil ve üsluba bir yenilik getirdi ği ifade edilerek Türk edebiyatında dil ve üslupta bir yenili ğin kendini belli etti ği ifade edilmi tir.

XIX. Asırda üslupta bir yenili ğin oldu ğu ve geleneksel anlatıların ele tirilmesine ra ğmen bu anlatılarla ili kilerin devam ettirildi ği açıktır. Bu bakımdan tartı ma metinleri dı ındaki dönem anlatılarının dil ve üsluptaki yenili ğinin temel dinamikleri, bu yenili ği geli tirme vasıtalarında romantizmin rolü ortaya konulursa, yeni iirdeki klasik iirden farklı imajlar, temler tespit edilip Batı romantizmi ve realizmi ile kar ıla tırmalı bir ekilde çalı ılsa ve özellikle Efendi’nin geleneksel anlatılarla ba ğını koparmayan anlatılarındaki yenili ği vurgulanırsa bir Türk romantizminin temelleri atılabilir.

Çalı mamızda Platon’un idealizminden ve Aristoteles’in gerçekçili ğinden hareketle yazarların kanaatlerini Batılı idealist ve gerçekçi yakla ımlara ba ğlayabilirdik. Sözgelimi Platon’un Đon Diyalo ğu’ndaki Sokrates ve air Đon arasında geçen ve Đon’un ahsında airlerin bizi hakikatten uzakla tırdıklarına dair ele tirileri hatırlatarak, Be ir Fuat’ın, hayalci airleri okuyucuyu hakikatten uzakla tırdıkları yönündeki fikirlerini Platon’un ele tiri anlayı ı üzerinden izah edebilirdik. Hâlbuki Be ir Fuat ve basında realizmi savunan di ğer yazarlar Fransız realizminden aktardıkları bilgilerle hayalci air ve romancıları ele tirmektedir. Fransız realizm ve natüralizmi de Platon ve Aristoteles’in do ğanın birebir taklidi/kopyasından (mimesis) gelen gelenek içinde bir orjinaliteye sahiptir. Çalı mamızda XIX. Asır Türk edebiyatındaki edebiyat akımlarına yönelik tartı maları Batılı bir gelenek içine dâhil etmedik. Böyle bir yakla ımı benimsememizde erif Mardin’in Jön Türklerin Siyasi Fikirleri 1895-1908 isimli çalı masındaki dikkatleri etkili olmu tur. öyle ki erif Mardin, “Fikir ürünlerinin siyasal yapının ekillenmesindeki rolü”nü inceledi ği bu çalı masında “Batı sosyal ve siyasal dü üncesinin Batı dı ında geli en ülkelerin siyasi akımlarında yansıması nasıl de ğerlendirilebilir” konusu üzerinde durmak istemi tir. Platon ve Aristoteles’in siyasi ve sosyal dü üncelerinden gelen, Hegel’in katkılarıyla da beslenen bir gelenek anlayı ı içinde Jöntürklerin siyasi fikirlerini konumlandırmaya çalı tı ğını, ancak bunun mümkün olmadı ğını vardı ğı u sonuçla izah etmi tir: “Bir felsefî spekülasyon gelene ği bulunmayan ülkeler için “büyük dü ünürler” üzerine bina edilen bir anlatım, açıklayıcı gücünü yitirir”. Kanaatimizce XIX asır Türk edebiyatındaki tartı ma metinlerinden hareketle romantizm ve realizme ili kin fikir ve kanaatleri Batılı “büyük” dü ünürler” üzerinden veren anlatımımız açıklayıcı gücünü kaybedecekti. Ula tı ğımız ve kullandı ğımız malzemeler de bu yakla ımı destekler mahiyettedir. Bu bakımdan biz dönem yazarlarının akımlara yönelik e ğilimlerini, Batılı bir gelene ğe ba ğlamadan, akımlara dair yazıları içinde tespit etmeye ve onların romantizm-realizmi nasıl anlamaya çalı tıklarını ortaya koymaya çalı tık. Böylece edebî/felsefî bir kuram veya teoriden hareket etmekten ziyade malzememizin verdiği imkânlar nispetinde XIX. asır yazarlarının edebiyat akımlarını anlama çabasını ortaya koymak istedik.

Çalı mamız Türk edebiyatında romantizm-realizm düalitesinin nasıl olu tu ğuna dair bir “Giri ”ten sonra üç bölümden olu maktadır. “XIX. Asır Türk Edebiyatı’nda Romantizm-Realizm Algısına Dair Dikkatler” ba lıklı birinci bölümde dönem aydınlarının romantizm ve realizm akımlarına ili kin kanaatlerini ve bu kanaatlerin “ötekile tirme” ve “anlama”ya yönelik bakı açılarını ortaya koymaya çalı tık.

Đkinci bölüm iki kısımdan olu maktadır. Birinci kısımda Türk edebiyatında hayal-hakikat etrafında geli en ve XIX. asrın son çeyre ğinde romantizm-realizm akımlarının basında geni çe yer bulmasına ve tartı ılmasına sebep olan “Hayaliyun- Hakikiyun Tartı ması”nın ayrıntılarına yönelik dikkatler üzerinde durulmu tur. Đkinci kısımda, tartı mayı müteakip dönem yazarlarının “hayal” ve “hakikat” kar ıtlı ğını olu turmak yerine iirde romantik-gerçekçi bir üslubun olması gerekti ği yönündeki ele tirileri ele alınmı tır.

Çalı mamızın son bölümünde basında romantizm veya realizmi savunan yazarların romanın i levine ili kin görü leri, bu görü lerin roman etrafında meydana getirdi ği tartı maları, tartı maları müteakip basında roman tercihine yönelik kanaatleri ile romantik ve realist romancılık anlayı larının basındaki yansımaları üzerinde durulmu tur.

“Sonuç” kısmında Türk edebiyatında hayal-hakikat, romantizm-realizm tartı maları etrafında geli en kanaatleri bir bütün halinde özetlemeye çalı tık. Yararlandı ğımız kaynak kitaplarla gazete ve dergi yazılarının künyeleri “Bibliyografya” kısmında gösterilmi tir.

Günümüz dijital foto ğrafçılık ve tarama teknolojisindeki geli melere ra ğmen dergi ve gazete koleksiyonlarındaki XIX. asra ait malzemelerin toplanmasının ne kadar güç bir i oldu ğu XIX. asra ait incelemelerde bulunanların bildikleri bir husustur. Bu bakımdan malzemelerimizi toplarken Đstanbul Beyazıt Devlet Kütüphanesi bünyesine ta ınan Hakkı Tarık Us Koleksiyonu’nda görevli Erdem Selçuk ve Kazım Dumlupınar'a Đstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kitap Galerisi, Đstanbul Atatürk Kitaplı ğı ve Millet Kütüphanesinin çalı anlarına ve Đlhan Kurt'a gösterdikleri ilgiden ve yardımlarından ötürü te ekkür ederim. Çalı mamda ve edebiyat akımlarına yönelik okumalarımda takip etmem gereken metod konusunda fikirlerini her zaman benimle payla an de ğerli hocalarım Prof. Dr. Ö. Faruk Huyugüzel’e Prof. Dr. Rıza Filizok’a ve Yard. Doç. Dr. Sabahattin Ça ğın’a, bütün hocalarım gibi akademik hayatı bir ya am tarzı haline getiren ve akademik disiplini ile bize her zaman örnek olan hocam Prof. Dr. Yavuz Akpınar’a te ekkürü bir borç bilirim. En yo ğun ve hayatının en sıkıntılı anlarında bile okumanın hazzını tattıran ve çalı mamı dikkatle okuyarak öneri ve kanaatlerini payla an hocam Yard. Doç. Dr. erife Ça ğın’a özellikle te ekkür ederim. Çalı malarım için Đstanbul’da bulundu ğum zamanlarda misafiperverli ğini ve ilgisini her zaman gösteren de ğerli arkada ım Ar . Görevlisi U ğur Matiç’e çok te ekkür ederim.

Tabii ki asıl te ekkürü, danı man hocam sayın Prof. Dr. Fazıl Gökçek’e borçluyum. Çalı malarıyla benim için her zaman bir ufuk olan, kütüphanesinden ve entelektüel birikiminden her zaman istifade etti ğim, çalı mamın her a masını titizlikle okuyan ve çalı ma konuma beni yönlendiren, özellikle de bana özgür bir çalı ma ortamı sa ğlayan hocama ükranlarımı sunmayı bir borç bilirim. Son olarak manevi destekleriyle her zaman yanımda olan sevgili aileme sonsuz te ekkürler.

Halef NAS

Đzmir, 2012. GĐRĐ

XVIII. yy’da klasisizmin sanat ve edebiyatta de ğer verdi ği ölçüler dâhilindeki akıl ve gerçe ğin kar ısına duygu, hayal ve do ğayı çıkaran romantizm, klasik ölçülere isyan ederek Batı edebiyatlarındaki sanat ve edebiyat ilkelerini sarsmı tır. Romantizmin duygu ve hayalcili ği de bilimde kesinli ğin önem kazandı ğı XIX. asırda, realizmin edebiyatta “hakikat”i öne çıkarmasıyla ele tirilmi tir. Böylece XIX. yy’da Batı dünyasında sanat ve edebiyattaki ilkeler hayalden hakikate geçi yönünde bir de ğiim geçirmi tir. Batıda özellikle Fransa’da bu ilkeler belirlenirken romantik temalar içinde ifadesini bulan hayali imajlar, dü , imgelem ve melankolik unsurlar dil ve üsluba dair realist ele tirilerle hakikatin ön plana çıkarıldı ğı bir zemine oturtulmu , böylece Batı edebiyatlarında sanat ve edebiyatın ilkeleri “hayalden hakikate geçi ” zemini üzerinde seyretmi , sembolizmin etkisiyle hakikatten daha bilinçli bir hayale do ğru devam etmi tir. Türk edebiyatında da “hayalden hakikate geçi ”, romantik bir tonu hissettiren te bih, istiare ve mübala ğa gibi hayali unsurların kendi hususiyetleri içinde bir düzene oturtulması ve mübala ğa gibi bazılarının kısmen de olsa dilden ayıklanmasıyla “hakikat”in bir de ğer haline getirilmesi eklinde bir seyir takip etmi tir. XIX. Asrın sonunda da hayalden hakikate yönelik seyir basında Sembozlime dair dikkatlerle hakikatten daha bilinçli bir hayale do ğru devam etmi tir.

Türk edebiyatı tarihinde iir ve airin her zaman özel bir konumu olmu tur. Ancak XIX. asır Türk edebiyatında, de ğien de ğerler bu konumun sorgulanmasını beraberinde getirmi tir. Dönemin aydınları ilgili sorgulamayı yaparken ele tirinin gereksinimleri do ğrultusunda divan iirinin mübala ğa ve te bih uygulamaları ile hayal sistemini ele tiriye tabi tutmu böylece edebiyatta “hakikat” vurgusunun bir dil gelene ğine ba ğlanmasına zemin hazırlamı lardır.

XIX. Asır Türk edebiyatında “hakikat” vurgusuna zemin hazırlayacak olan dildeki hayal unsurlarını ayıklama çabalarının inasi’yle ba ladı ğı görülmektedir. O, Türkçedeki Arapça ve Farsça unsurları azaltarak geni kitlelere hitap eden, halkın anlayabilece ği, fikrî hüviyete sahip bir dil olu turmaya çalı mı tır. inasi’nin dilin kullanımına ili kin bu u ğra ları daha sade ve gerçekçi bir üsluba do ğru yönelmeye kaynaklık etmenin yanı sıra edebiyatta imaj dünyasının de ğitirilmesine de öncülük

1 etmi tir. Dilin sadele tirilmesi ve imaj dünyasının ayıklanması yolundaki faaliyetleriyle inasi adeta Fransız klasisizminin öncülerinden François de Malherbe (1555-1628)’i takip eder. Malherbe, Pléiade air toplulu ğunun Fransız dilini zenginle tirmek ve geli tirmek adına Yunan ve Latin edebiyatlarından aldı ğı yabancı unsurların, Fransız dil sistemini bozdu ğunu ileri sürerek Fransızcayı bu unsurlardan ayıklama yoluna gitmi tir. Dilde reform yolunu açan Malherbe’in dilin kullanımını (l’usage) esas alan 1, “dilin ayrık otlarını” temizleme 2 yolundaki teklifleri akla, mantı ğa uygun, sade ve anla ılır bir dil kullanımını öne çıkararak mübala ğa ve abartılı benzetmelerden uzak durmayı merkeze alır. Bu bakımdan inasi’nin dil ve edebiyata dair kanaatlerinin Malherbe’in görü leriyle benzerli ği açıktır 3.

Fransız klasiklerinin eserlerinde üç unsur akıl, gerçekçilik ve tabiat ön plandadır 4. Klasikler, Descartes’ın Yöntem Üzerine Konu malar ’ından etkilenmi gerçe ği yansıtıp, duyguları aklın emrine vererek bu yolla insan tabiatını dengelemeye çalı an eserler ortaya koymaya çalı mı lardır. Klasik tiyatroda üç birlik kuralı daha çok gerçe ği ifade etme amacına hizmet etmi tir. inasi bir klasik hassasiyetiyle dile yönelik çalımalarını sürdürürken adeta klasikleri takip etmi tir . Böylece dili Arapça ve Farsça

1 “Ona göre, dil konusunda en önemli kural, kelimeleri ço ğunlu ğun her zaman kullandı ğı ekilde kullanmaktır (l’usage). Konu ulan dilin benimseyemedi ği kelimeleri kullanmamalıdır. Malherbe Fransız dilini, Fransız olmayan her ö ğeden tam anlamıyla uzak tutmak arzusundaydı. Herhangi bir kelime hakkında dü üncesi soruldu ğunda, ölçü olarak Port-au-Foin’daki hamalları tavsiye etmekte, ‘dil konularında onları önder olarak tanıdı ğını’ söylemekteydi. Ona göre, dil açık, kolay anla ılır olmalıdır. Ba ka deyimle, dil akla, mantı ğa uygun olmalıdır. Dil sorunlarında akıl önder olmalıdır, onun gerektirdi ği yerine getirilmelidir. Anlatım ekli de akla uygun olmalıdır. Bu amaçla, uzun, çapra ık cümlelerden, abartmalı imajlardan, benzetmelerden, fanteziden sakınılmalıdır” (Cemil Göker, Fransa’da Edebiyat Akımları , Dil ve Tarih-Co ğrafya Fakültesi Basımevi, Ankara, 1982, s. 8-9). 2 bkz. Erdo ğan Alkan, Klasik Akım , Varlık Yay., Đstanbul, 2008, s. 187-189. 3Ahmet Hamdi Tanpınar, inasi’nin dili sadele tirme yolundaki ayıklama çabalarının Malharbe’inkiyle benzerli ğini u ekilde dile getirir: “Durgun ve zihnî yaradılılı inasi, bu toptan yenili ği tam yapacak adamdı. O her eyden evvel bir fikrin adamı olmayı biliyordu, iiri dü üncesi u ğruna fakirle tirmekten çekinmiyordu. Ayrıca, evvelden beri mevcut olan güzel eylerden ziyade, yeniden ta ta kuraca ğı bir binanın pe inde idi. Bir bakıma onun bizde yaptı ğı ey, Fransız iirinde Malherbe’in yaptı ğına benzer (A. Hamdi Tanpınar, XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi , Haz. Abdullah Uçman, YKY., Đstanbul, 2006, s. 183- 184). 4 “Klasisizmin ana ilkelerini iyice anlamak için onun kuramcısı olan Boileau’ya ba vurmak gerekir. Gerçekten bu akım için Epitre ’lerden ve iir Sanatı ’ndan daha mühim iki kaynak gösterilemez. Bu iki kitabın sayfalarını çevirirken tabiat, akıl, sa ğduyu kelimelerinin ısrarla tekrar edildi ğini görürüz. Sahte ey daima tatsız, can sıkıcı ve yorucudur. Fakat tabiat gerçektir; her eyde ancak onu be ğenir ve onu severiz (Epitre IX.). Bir lahza olsun tabiattan ayrılmamalı (L’art Poétique ch. III.). Akıl ve mantı ğı seviniz, eserleriniz daima en büyük süsünü ve de ğerini ondan alsın (L’art Poétique ch. III.). Hakikatten ba ka hiçbir ey güzel de ğildir. yalnız o sevimlidir. (Epitre IX.). Suut Kemal Yetkin, Edebiyatta Akımlar , Remzi Kitapevi, Đstanbul, 1967, s. 15-16.).

2 unsurlardan, gereksiz hayal ve mübala ğalardan ayıklayarak geni halk kitlelerine hitap eden gerçekçi ve “fikir” barındıran bir dile kapı aralamı tır. Tanpınar’ın inasi için söyledi ği “O her eyden evvel bir fikrin adamı olmayı biliyordu (…) evvelden beri mevcut olan güzel eylerden ziyade, yeniden ta ta kuraca ğı bir binanın pe inde idi” sözlerini inasi’nin bir klasik gibi çalı ması etrafında dü ünmemiz gerekir.

Sözü fikirlerin dola ımına (teati-i efkâr) bir vasıta olarak gördü ğünü belirtti ği “Lisan-ı Osmaninin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülahazatı amildir” makalesinde Namık Kemal de inasi’yi takip eder. En iyi sözün özelliklerini inasi’de oldu ğu gibi sadeli ği öne çıkararak dile getirir ve Đran ivesinin dilimizdeki etkisine bir son verilmesi gere ğini vurgular:

Bize lazım olan edebiyatımızı “hayru’l-kelâmi mâ fehimethu’l-âmmetu bi- selâseti makâlihi ve radiyethu’l-hassatu bi-hakikati meâlihi” 5 tarifinin dairesine irca etmektir. Bu ise lisanımızda Đran ivesinin cari olan tesirine bir nihayet vermekle hâsıl olur ki, âsârımızı dü man-ı hakikat ve menfur-ı tabiat olan i’zam ve ibham nakiselerinden kurtaracak vasıta dahi budur 6.

Namık Kemal’e göre dili gerçekçilikten uzakla tıran (i’zam) ve anlamı kapalılı ğa (ibham) sürükleyen kusurlar “dü man-ı hakikat” ve “menfur-ı tabiat” olan Đran kaynaklı hayal unsurlarıdır. Bu bakımdan Namık Kemal’in dildeki hayal unsurlarını tasfiye teklifi inasi’nin dili ayıklama çabalarının bir uzantısı olarak kar ımıza çıkmaktadır 7.

Namık Kemal, “Lisan-ı Osmani” makalesinde bizi hakikatten ve do ğru söz söylemekten uzakla tıran mübala ğanın kabul edilir yönlerini ve reddedilen taraflarını izah etmi tir. Buna göre aklen ve âdeten uygun mübala ğanın kar ısında de ğildir. Kani

5Sözün en hayırlısı sadeli ğinden dolayı halkın anladı ğı ve hakikate uygunlu ğundan ötürü seçkinlerin benimsedi ğidir. 6 Namık Kemal, “Lisan-ı Osmaninin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülahazatı amildir”, Tasvir-i Efkâr , nr. 416, 16 Rebiülahir 1283 (28 A ğustos 1866). 7 Güzin Dino, Türk edebiyatında Tanzimat’tan sonra gerçekçili ğe gidi i inceledi ği makalesinde (Tanzimat’tan Sonra Gerçekçili ğe Do ğru) inasi’den bahsetmez ve gerçekçili ğe do ğru ilk sırada Namık Kemal’i ele alır. Ancak kanaatimize göre inasi’nin dile dair dikkatlerini ve gerçe ğin kar ısındaki hayali ayıklama çabalarını daha ayrıntılı bir ekilde incelersek Türk edebiyatında gerçekçili ğe yönelik ilk çalı maları Namık Kemal’den inasi’ye do ğru geriye çekmemiz gerekir. Nitekim Namık Kemal dil ve edebiyata yönelik çalı malarında inasi’den etkilenmi ve onun açtı ğı çı ğırı devam ettirerek yenile me yönündeki fikirlerini ortaya koymu tur).

3

Pa azade Rifat’e yazdı ğı mektubunda tabiî mübala ğayı önemserken onca de ğer verdi ği Batı edebiyatlarıyla me gul olanların ele tirilerini bile dikkate almaz 8. Ancak akıl ve mantı ğın dı ında, akıl ve mantı ğı zorlayan mübala ğanın kar ısında durmu tur. Bunun sebebi de Đran airlerini taklit ile bizde onların mübala ğa ve vehimden ba ka alınacak yönlerinin olmadı ğı zannını uyandıran bazı airlerin mübala ğalı uygulamaları olmu tur 9. Dolayısıyla Namık Kemal’in ele tirisi Bâkî, Fuzûlî, Ruhî, Nefi, Sabri-i akir, Fehim, Nailî, Nâbî, Nedim, Sami, Ragıb ve onlara yakın olup mübala ğadan uzak duran airlere 10 de ğil, aklen ve âdeten yapılmayan mübala ğaları iirlerine yansıtan bazı airlere yöneliktir.

Tahrib-i Harabat ’ta Ziya Pa a’yı sert bir dille ele tirirken Namık Kemal divan airlerinin akıl dı ı en parlak mübala ğalarını yalan sayacaktır:

En parla ğı en büyük yalandır Do ğrusunu bul beni inandır Takib-i Harabat ’taki u ifadeleri onun iirde mübala ğaya kar ı duru unu yansıtmanın yanı sıra yeni Türk iirinin gerçekçi bir üslup yolunda takip etmesi gereken anlayı ı gösterir gibidir: “Göz kirpi ği ile da ğ yıkmak i ğne ile kuyu kazmaktan muhal de ğil midir? iir söyleyece ğiz diye dünyada ne kadar muhalât var ise cümlesini âlem-i imkân dairesine getirmeye mi kalkı aca ğız” 11 . Namık Kemal bu sözlerinde, muhal (imkânsız) olanla imkân dâhilinde (mümkün) olanı ayırır. Bu bakımdan O, dil ve edebiyatta imkân dâhilinde do ğrulu ğu geçerli olan mübala ğaları kabul ederken tabii

8 “Âh kâfir gîsûlar, bir sehab-ı fitne idi ki tema asından derûna ate ya ğardı. Filhakika ebruları dillerde erha erha yara açardı. Amma, hâ â ki üdebâ-yı ark’ın te bihi gibi em îre benzeye! Kılıcın tesiri cism-i nâtüvâna, bunun ise cânâdır. Gözleri bir derece mahzun idi ki baygın baygın baktıkça önüne geleni yaralar ve hasta hasta etrafına dü tükçe, insanın ci ğerini paralardı. Cemali, bahar-ı musavver, dehânı, hende-i mücessem, ve’l-hasıl serâpâ, hüsnü bir âlem-i di ğer idi ki, tema a de ğil âlâm ve gamı, belki bütün bütün âlemi unuturdu. Ben cemaline bahar-ı musavver derim. Efkâr-ı Garbiye ile me’luf olanlar istedikleri kadar hilaf-ı tabiattır deyu ta’riz eylesinler ve dehânını hande-i mücesseme te bih eylerim edebiyat-ı arkiyede lezzât bulanlar be ğendikleri miktar mübala ğa yoktur desinler” (Fevziye Abdullah Tansel, Namık Kemal’in Husûsî Mektupları , c. I., s. 59.). 9 “Namık Kemal’in kar ı çıktı ğı mübala ğa tarzı, üphe yoktur ki Đran airlerini taklid ile, bizde mübala ğa ve vehimden ba ka alınacak bir unsurun bulunmadı ğı zannını uyandıran airlerin mübala ğa uygulamalarıdır” (Erdo ğan Erbay, Eskiler ve Yeniler, Tanzimat ve Servet-i Fünun Neslinin Divan Edebiyatına Bakı ı, Akademik Ara tırmalar 1, Erzurum, 1997, s. 309.). 10 Namık Kemal kar ı durdu ğu mübala ğadan uzak duran airleri “hayalât-ı vehmiyye ve guluvv-i mutlak ve baziçe-i elfâzdan ârî olan e ’ârı” ifadesiyle tanıtır (bkz. Bahar-ı Dani Mukaddimesi , Mekteb-i Sanayi Matbaası, Đstanbul 1290 (1874), s. 6.). 11 Tâkib-i Harabat , Matbaa-i Ebuzziya, Đstanbul, 1303, s. 65.

4 hayallerden uzak muhalleri dı lar. Kur’ân ve Hadisin ifadelerinde de mübala ğanın bulundu ğunu dile getiren Namık Kemal bunların imkân dâhilinde hakikate müstenit bulundu ğunun örneklerini de vererek kabul edilirliklerinin nedenlerini anlatır 12 .

Recaizade M. Ekrem, Namık Kemal’in mübala ğa bahsindeki kanaatlerine de ğinip mübala ğanın en sahih ölçüsünü belirlerken bunda “zevk-i selim” ve “hüsn-i tabiat”ı art ko ar. Ancak bu mübala ğanın da hakikate benzemesi gerekir 13 . Recaizade ayrıca mübala ğaların tabii olması gere ğine vurgu yapar, haddi a an divan airlerinin mübala ğalarını “mübala ğa-yı merdude”den sayar. Yine de airin bir eyi güzel ifade edebilmesi için mübala ğa sanatından vazgeçemeyece ğini dile getirir. Recaizade mübala ğada hakikate benzerlik ve tabiilik aramakla Namık Kemal’e yakla ır ancak bir airin bir eyi güzel ifade edebilmesi için mübala ğadan vazgeçemeyece ği hususu Namık Kemal’in “ iir söyleyece ğiz diye dünyada ne kadar muhalât var ise cümlesini âlem-i imkân dairesine getirmeye mi kalkı aca ğız” anlayı ıyla çeli ir.

Recaizade. M. Ekrem’in ö ğrencisi M. Mehmet Tahir, Hayaliyun-Hakikiyun Tartı ması’nda mübala ğaya dair, hocasınınkilere benzer görü leri dile getirmi tir. Tartı mada Be ir Fuat, Recaizade ve Menemenlizade’nin görü lerini ele tirirken Namık Kemal’e yakın bir duru sergilemi tir. Ancak mübala ğa bahsinde gerçe ğin tarafında, mübala ğanın aleyhinde kalmakta her zaman ısrar etmi tir.

Te bih bahsinde yenile meyi savunan edebiyatçılar divan airlerinin te bihlerini ele tirirken mübala ğada oldu ğu gibi eski airlerin akıl ve mantık dı ı uygulamalarına, aklın ra ğmına da olsa hüner göstermek adına muhayyilelerini sonuna kadar zorlamalarına kar ı çıkmı lardır. Namık Kemal te bih bahsinde, a ırıya kaçtıkları mevzularda divan airlerini takip etmek gibi bir mükellefiyetimizin olmadı ğını bu bakımdan içine dü tükleri çıkmazı halletmemiz gerekti ğini ifade eder. Ayrıca te bih konusunda te bihin tabiata uygun olması ve edebî sanatların hale uygun bir ekilde

12 Namık Kemal’in mübala ğayı en uzun ve en ciddi tarzda ele tirdi ği yazısı Muharrir mecmuasında yayımlanan “Bedî” ba lıklı makalesidir. Burada Namık Kemal divan airlerinin mübala ğayı güzellik adına kullanmadıklarını ancak sırf sanat yapmak pahasına iirin güzelli ğini bozduklarını örneklerle izah etmeye çalı ır. Makaledeki mübala ğaya dair ele tirilerin ayrıntısı için bkz. Erdo ğan Erbay, Eskiler ve Yeniler, Tanzimat ve Servet-i Fünun Neslinin Divan Edebiyatına Bakı ı, s. 313-315). 13 “Mübala ğanın en sahih miyarı, en do ğru mikyası zevk-i selim ve hüsn-i tabiattır. Mâmafih ‘hakikate mü abehet’ mübala ğa için bir hadd-i muayyen addolunur ki bu haddi tecavüz eden mübala ğat hemen umumiyet üzere merdud olur” (Talim-i Edebiyat , Mihran Matbaası, 1299, s. 303.).

5 yapılması gere ğine dikkatleri çeker. Recaizade M. Ekrem, te bihin üslubun parlaklı ğını artırdı ğına de ğinir ve te bihin bazı kayıtlara ba ğlı oldu ğunu söyler ki bunlar do ğruluk, açıklık ve tabiîliktir 14 .

XIX. asır Türk edebiyatında yenile meyi savunanların gerçekçi bir dil olu turma adına divan iirine yönelttikleri en önemli ele tirilerden biri eski iirin hayal sistemine yönelik olmu tur. Namık Kemal, “Lisan-ı Osmani” makalesinde dilimizde hayale son vermenin, dilde hükmü süren Acem hayallerinin tasfiyesiyle mümkün olabilece ğini ifade etmi , Bahar-ı Dani mukaddimesinde divan iirinin hayal sistemini çok sert bir dille ele tirmi tir. Namık Kemal’in kendisinden sonra gelen ele tirmenlerce en çok dikkate alınan Mukaddime-i Celal ’deki u ifadeleri de hayal sistemine yönelik ele tiride etkili olmu tur:

Divanlarımızdan biri mütalaa olunurken insan; muhtevi oldu ğu hayalâtı zihninde tecessüm ettirse etrafını maden elli, deniz gönüllü, aya ğını Zühal’in tepesine basmı hançerini Merih’in gö ğsüne saplamı memduhlar, fele ği tersine çevirmi de kadeh diye önüne koymu ; cehennemi alevlendirmi de da ğ diye gö ğsüne yapı tırmı, ba ğırdıkça ar -ı a’la sarsılır; a ğladıkça dünya kan tufanlarına gark olur; â ıklar, boyu serviden uzun, beli kıldan ince, a ğzı zerreden ufak, kılıç ka lı, kargı kirpikli, geyik gözlü, yılan saçlı ma ukalarla mâl-a-mâl görece ğinden kendini devler gulyabaniler âleminde zanneder 15 .

Tahrib-i Harabat ’ta ve Takip’ te ele tiri anlayı ını devam ettiren Namık Kemal, Đrfan Pa a’ya gönderdi ği mektupta, edebiyatın hakikat üzerine müesses olduğunu bu artın ihlali halinde, eserde bedii süsler veya airane hayaller bulunsa bile o eserin edebî sayılmayaca ğını ifade eder 16 . Namık Kemal’in divan iirinin mübala ğa, te bih ve hayal unsurlarına yönelik ele tirileri edebiyatımızdaki divan iiri anlayı ının hakikatten yoksun bulunması etrafında ekillenir. Talim-i Edebiyat için yazdı ğı risalede Namık

14 Bkz. Erdo ğan Erbay, Eskiler ve Yeniler, Tanzimat ve Servet-i Fünun Neslinin Divan Edebiyatına Bakı ı, s. 331-340. 15 Hakan Sazyek - Esra Sazyek, Yeni Türk Edebiyatında Önsözler, Bir 19. Yüzyıl Seçkisi , Akça ğ Yay., Ankara, 2008, s. 154. 16 “Umur-ı müsellemeden oldu ğu üzere edebiyatın esası hakikate muvafık olarak, bir eserde o art mevcut olmadıkça tezyinat-ı bediiye ve hayalât-ı airane ile aksâm-ı edepten madud olabilmesine imkân yoktur” (Đrfan Pa a’ya Mektup, Matbaa-i Ebuzziya, Đstanbul, 1309, s. 4.).

6

Kemal, Be ir Fuat’tan önce gerçe ğin mutlak manada de ğitirilmeden yansıtılması gerekti ği fikrini dile getirmi tir 17 .

Recaizade M. Ekrem, Talim-i Edebiyat ’ında hayalden önce hakikati ele alır. Eserde hakikat bahsi de “Efkâr” ba lı ğı altında mütalaa edilir. Recaizade’ye göre fikirler genel (umumî) ve özel (hususî) olmak üzere bir takım meziyetlere sahiptir. Genel, yani her fikirde varlı ğı art olan meziyetlerin ba ında hakikat gelir. Kanunî’nin “Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” mısraıyla durumu örneklendirirken, mısraın “ayn-ı hakikat” oldu ğunu ifade eder. Nâbî’nin,

Gurur-ı cünbü -i Bukratiyanesi dursun Fakat likâsı hekimin marize sıklettir beytindeki fikirde hakikat bulmaz. Çünkü bir hastaya göre doktorların ho a gitmeyecek ilaçları bulunsa bile, ço ğunlukla hastaların doktorları görmeleri onlar için bir a ğırlık de ğil bilakis teselli verici bir durumdur. Bu bakımdan beyitteki fikir do ğruyu dile getirmemektedir. Eski edebiyatçılarımızın eserlerinde, özellikle manzumelerinde “bu kabilden hakikate mugayir” fikirlerin çokça bulunduğunu söyleyen Recaizade’ye göre buna sebep “ ‘ Đrsal-i mesel’ yolunda söz söylemeye olan meraklarıdır” 18 . Dolayısıyla Recaizade’nin de hakikat bahsinden anladı ğı “do ğru”yu oldu ğu gibi ifade etmektir. XIX. Asra gelindi ğinde Batıda özellikle Kant’ın felsefî çalı malarından sonra sanat ve edebiyatta iyi, güzel, do ğru, gerçek ve faydalı kategorileri birbirinden ayrılmı tır. Ancak bu durum Recaizade M. Ekrem vb. Türk edebiyatçıları için henüz mümkün görünmemektedir. Çünkü onlar kanaatlerini herhangi bir felsefi sistem etrafında ortaya koymamı lardır.

Recaizade, edebî eserlerde hayal gücüne de ğer verir. Çünkü ona göre hayal güzelli ğin, icat, tenvir ve süslemenin kayna ğıdır. Hayal yaratıcı gücüyle e yaya asalet

17 “Edebiyatın büyü ğü büyük, küçü ğü küçük, güzeli güzel, çirkini çirkin göstermelidir. (…) Bir hurdebîn bir sine ği bir fil kadar gösteriyor. Bir rasat dürbünü kameri altı saatte önünden geçiyor. Düzgün, altmı ya ında bir kadını yirmi sekiz yaında bir kız kıyafetine koyuyor. Mezarlar dünyanın en güzel kızını toprak rengine tahvil edebiliyor. Hâlbuki edebiyat hükmünce ne büyük küçülür, ne küçük büyür. Ne hurdebîn gözlerimize hakikat gösterir, ne kamer rasat sayesinde nazardan altı saat sonra geçecek bir cesamet-i manzar peyda eder. Ne cavidan, kunduz kanından mürekkep olan ecza iade-i hayata, hususiyle taravete muktedir olur; hepimizin en sonraki ilticâgâhımız olan mezar bir güzel kız kadar güzel olmakla beraber, korktu ğumuz gibi nefreti de muciptir” (Necmettin Halil Onan, Namık Kemal’in Talim-i Edebiyat Üzerine Bir Risalesi , Milli E ğitim Bas., Ankara, 1950, s. 2.). 18 Recaizade Mahmut Ekrem, Talim-i Edebiyat , s. 2-3.

7 ve yücelik kazandırır, onu istedi ği ekle ve kıvama sokar. Hakikat bulunmadı ğı zamanda bile hakikati var eder. öyle ki: “E ya-yı hakikiye bulamadı ğı zaman kendi âleminde icat eder, cisim verir, onları hakikat kisvesinde gösterir”. Ancak Recaizade hayalde zevk-i selim ve hüsn-i tabiata uygunluk arar. Bu hassalara malik olmayan hayali kabul etmez.

Eski iirin hayal dünyasına en iddetli tenkitleri yapanlardan biri Muallim Naci olmu tur. 1882’ye gelindi ğinde Muallim Naci artık hayallerle u ğra mayı bırakıp gelecek adına yapılması gerekenleri dü ünmemizin akıllı bir davranı oldu ğunu ifade etmi tir 19 . Ancak Muallim Naci, eski airlerin hepsini aynı kefeye koyanlardan de ğildir. Ele tirisi hayal unsurlarını mübala ğalı bir ekilde kullanan airlere yönelik olmu tur. Döneminde eski iiri en iyi bilenlerden biri üphesiz Muallim Naci’dir ve ele tirisinin Namık Kemal’inkiyle benze ti ği yönleri vardır.

inasi’yle ba layan dilde gerçekçili ğin ilk adımları diyebilece ğimiz Arap ve Fars unsurlarının Türkçe’den ayıklanması yönündeki çalı malar Namık Kemal vasıtasıyla eski iire ili kin sert bir ele tiriyle daha da keskinle mi Recaizade M. Ekrem, Muallim Naci ve ba ka yazarların da hayale yönelik ele tirileriyle devam etmi tir. 1883’te Ahmet Mithat Efendi eski iirin hayalleriyle me gul olan eski ve yeni airlerin kendi mesleklerini bile bilmediklerini bazen sert bazen de alaycı bir üslupla dile getirmi tir. Ancak 1884’e gelindi ğinde Namık Kemal hayal-hakikat etrafında özellikle Acem airlerinin taklidinden do ğan hayale yönelik ele tirilerinin abartıldı ğının farkına varmı tır. Bu tarihte Tercüman-ı Hakikat ’in edebî kısmını Muallim Naci idare etmektedir. Namık Kemal “Hitam-ı Acemi” müstearıyla yazdı ğı bir gazeli Tercüman-ı Hakikat ’te yayımlaması için Muallim Naci’ye gönderir. Bu gazelle birlikte Muallim Naci’ye gönderdi ği mektubunda 20 ise acem hayallerini tahkir etmenin “Firengane bir

19 “(…) Bir geceyi bir gazel nazmıyla i gal eden, sabaha sıfru’l-yed olarak çıkar. Gazel-füru luk para eder bir sanat de ğildir. Tanzim-i e ’ârdan ziyade, tanzim-i ahvale çalı sak, beyhude hayâlât ile u ğra masak da emniyet-i istikbal için ne lazım ise biraz da onu dü ünsek akilâne hareket etmi olurduk” (“Sakız Mektubunun Cevabı”, Âfâk , nr. 2, 12 Kasım 1882, s. 2.). 20 “Hayalat-ı Acemaneye tahkir edilegelmek, Firengane bir moda hükmüne girdi ğinden, nihayet derecelerde tereddüt ve hatta fikr ü kalb arasında zuhur eden muhalefet ile, baya ğı taaddüt ederek, u garip gazelca ğızımın Tercüman-ı Hakikat ’te tesvid ve hatâyâ ve nekayısı tenkit ve üdeba-yı zamane tarafından merhameten miktarı taaddüt buyurulur ümidi ile takdim eyledim” (Fevziye Abdullah Tansel, Namık Kemal’in Husûsî Mektupları , c. III, s. 372-373.).

8 moda hükmüne” geçti ğini bu yüzden bilir bilmez herkesin eski edebiyatı hedef aldı ğını ifade ederek eski ve yeni edebiyatçıları imalı bir dille ele tirmi tir.

Namık Kemal, Recaizade M. Ekrem, Muallim Naci, Ahmet Mithat Efendi iirde akıl ve mantı ğın dı ında, tabii olmayan, aklın imkanlarını zorlayan mübala ğa, te bih ve hayallere kar ıt durmu lardır. Bununla birlikte ifrat ve tefrite kaçmayan akla uygun, tabiî hayali kabul eden bir anlayı la hakikati öne çıkararak, hayal-hakikati mezceden ve hakikati de ğitirmeyip onu hayalle süsleyen romantik-gerçekçi diyebilece ğimiz bir çizgi üzerinde ele tiri ve kanaatlerini ortaya koymu lardır. Bu bakımdan onlar hayalden çok muhal (imkansız)in kar ısında durmu lardır. Bahsettikleri gerçekçilik anlayı ı da Namık Kemal’in “edebiyat-ı sahiha” ifadesi etrafında do ğruyu öne çıkaran bir yakla ımdır. Bu yakla ım ortaya çıkı ında Batıda realizm ve natüralizmin varlı ğına ra ğmen bu akımlardan etkilenmemi 21 , Türk edebiyatının kendi dinamikleri içinden do ğmu , ancak gerçekçili ği geli tirme vasıtalarında romantizmden yararlanmı tır 22 .

XIX. asır Türk edebiyatında hayal-hakikat çeki mesi iirin yanında bir de roman ve hikâyede kendini gösterir. Türk romanının do ğuunda geleneksel anlatılar barındırdıkları hayal unsurlarından ötürü iirdekine benzer ele tirilere açık bir konuma gelmi lerdir. Türk edebiyatı Batılı anlamdaki romancılık tecrübelerinden önce bir hikâyecilik gelene ğine sahipti 23 . Klasik edebiyatımızın manzum hikâyeleri ile aynı edebiyatın mensur hikâyeleri ortak özelliklere sahiptirler ve Türklerin Đslam’ı

21 Orhan Okay, Namık Kemal’in “edebiyat-ı sahiha” anlayı ını realizm anlamıyla almamak gerekti ğini ve Namık Kemal’de gördü ğümüz bu ifadenin Be ir Fuat’tan önce tesadüfî olarak ortaya çıktı ğını dile getirdikten sonra durumu bir dipnotla u ekilde izah eder: “Tesadüfî olarak diyoruz, zira Namık Kemal’in realizm cereyanını tanıdı ğına dair bir bilgimiz yoktur. Buna mukabil edebî kültür ve zevkinin - Be ir Fuat’a kadar her sanatkârda oldu ğu gibi- romantiklerden ve Hugo’dan öteye geçmedi ğini biliyoruz. Onun sık sık kullandı ğı “edebiyat-ı sahiha” tabirini realizm ile birle tirmek hatalıdır” (Be ir Fuat-Đlk Türk Pozitivist ve Natüralisti , Hareket Yay., Đstanbul, 1969, s. 27.). 22 Ömer Faruk Huyugüzel, Namık Kemal’in ele tirel yazılarında yer alan “hakikat”i Romantiklere ba ğlamaya imkân olmadı ğı görüündedir. “Öte yandan onu, “hakikat” terimine verdi ği mana bakımından da Romantiklere ba ğlamaya imkân yoktur. Onun tenkidî eserlerindeki “hakikat”, Romantiklerin ferdi diyebilece ğimiz hakikatlerinden farklı olarak daha ziyade genel veya evrensel mahiyetteki hakikatleri, “iç gerçekçilik” sözüyle anlatabilece ğimiz varlı ğın ruhuna, özüne ait fikirleri ifade etmektedir” (“Namık Kemâl’in Edebiyat ve Edebî Tenkide Dair Genel Fikirleri”, Ölümünün 100. Yılında Namık Kemal, M. Ü. Fen-Edebiyat-Fakültesi Yayınları, No: 9, Đstanbul, 1988, s. 55.). 23 Bu hikâyelerin “henüz ke fedilmemi bir alan halinde” kaldı ğını söyleyen Mustafa Nihat Özön, bunları u be ba lık altında inceler: 1. Klasik edebiyatımızın manzum hikâyeleri 2. Aynı edebiyatın mensur hikayeleri 3. Halk arasında yazılı ından okunan hikayeler 4. Halk arasında a ğızdan a ğıza aktarılan hikayeler 5. Zümrelerin kendi amaçlarına uygun ekle soktukları hikayeler ( Türkçede Roman , Đleti im Yay., Đstanbul, 1985, s. 40-41.).

9 kabulünden sonra Đranlılardan etkilenilerek vücuda getirilmi lerdir. Ayrıca divan iirinin karakteristik hayalci anlayı ını bünyelerinde ta ırlar. Bu bakımdan Namık Kemal’in divan iirine sert bir ekilde hücum etti ği Mukaddime-i Celal ’deki ele tirilerden bu hikâyeler de nasibini almı tır 24 . Halk arasında yazılı ından okunan hikâyeler arasında, Binbir Gece , Binbir Gündüz ve Muhayyelat olarak bilinen Muhayyelat-ı Aziz Efendi gibi hikâyelerde hayal, hakikatten uzakla an sınırsız bir hüviyete bürünür. Halk hikâyeleri gelene ğinden yararlanan Ahmet Mithat Efendi bile, Çengi romanında Donki ot’un benzeri Dani Çelebi’yi Đstanbul’da dolatırırken kahramanının kafasını Donki ot’unki gibi övalye hikâyeleriyle de ğil cinler, tılsımlar ve perilerle dolu Muhayyelat ile bozar.

1886’da Menemenlizade M. Tahir’e mukabele eklinde yazdı ğı bir yazısında Be ir Fuat, insanlı ğın “sinn-i rü t”üne geldiğini söyledi ği XIX. asırda muhaller ve hurafeleri arkasında bırakarak gittikçe artan bir ekilde “ciddiyat ve hakikat”e yöneldi ğini dile getirir ve bir zamanlar ahname, Đlyada ve Odysseia gibi eserlerle varlı ğını ispat etmeye çalı an edebiyatın artık daha ciddi ve hakikî bir yolda adımlarını atmakta, geli imini sürdürmekte oldu ğunu ifade eder. Ona göre edebiyatın farklı dönemleri göz önüne getirilirse XIX. asırda vehim ve muhallerin edebiyattan kovulmakta oldu ğu mü ahede edilecektir. Be ir Fuat dünya edebiyatlarından verdi ği örneklerle edebiyatta muhal ve hurafelerin bitmesini dile getirmekle birlikte küçüklü ğümüzde okudu ğumuz “kadın nine hikâyelerini, kurt ve tilki mesellerini, (…) Kahraman Katil leri Tahir ile Zühre leri, Arzu ile Kanber leri, Ferhad ile irin leri, Âık Kerem ’leri daha bilmem neleri” okumamız teklif edilirse bunu tahammül edilemez sayaca ğını ifade eder 25 . XIX. Asrın son çeyre ğinde “ iir ve edebiyatımızda küllî ve esaslı bir” yenili ğin meydana geldi ğini dile getirdi ği Sabah gazetesinde yayımlanan bir yazısında 26 emsettin Sami, Shakespeare, Moliére, Racine, Schiller, Goethe,

24 “Hâlbuki bizim hikâyeler, tılsım ile define bulmak, bir yerde denize batıp müellifin hokkasından çıkmak, âh ile yanmak, külüng ile da ğ yarmak gibi bütün bütün tabiat ve hakikatin haricinde birer mevzu’a müstenid oldu ğu için roman de ğil kocakarı masalı nev’indendir. Hüsn ü A k ve Leylâ ile Mecnun kabilinden olan manzumeler de gerek mevzularına, gerek suret-i tahrirlerine nazaran birer tasavvuf risalesidir” (Hakan Sazyek - Esra Sazyek, Yeni Türk Edebiyatında Önsözler, Bir 19. Yüzyıl Seçkisi , s. 158.). Bu ifadelerinden sonra Namık Kemal romantik tarzda yazılmı romanları XIX. Asır medeniyetinin övünece ği kalıcı eserler arasında zikreder. 25 “Hugo Ünvanlı Makale-i Đntikadiyeye Mukabeleden Maba’d”, Saadet , nr. 475, 2 A ğustos 1886. 26 “Bir Avrupa lisanına a ina olup da garp uarasının e arındaki tasvir-i hissiyata alı an ve Lamartine’in, Victor Hugo’nun e arından lezzet alan bir Türk airi artık kendi lisanında iir söyleyece ği vakit

10

Alfieri’nin manzumelerini okuduktan sonra, leyleklerin Mecnunun ba ında yuva yapmasından, Leylâ’nın ay ile konu masından, Ferhat’ın da ğları yarmasından bahseden “kaba ve çocukça hikâyeleri” yazmaya tenezzül etmeyece ğini söyler.

Batılı tarz roman ve hikâyeden yararlanma XIX. asrın ikinci yarısında gittikçe artan bir hızla devam etmi olsa bile Türk romanlarında eski hikâye gelene ğinden gelen etkiler son bulmamı tır 27 . Barındırdıkları gariplikler ve hayal unsurlarından ötürü Namık Kemal, kısmen Ahmet Mithat Efendi, Be ir Fuat ve emsettin Sami’nin ele tirdikleri eski hikâyelerden romana geçi bu romancılarımız gibi dü ünenler için Berna Moran’ın dikkat çekti ği gibi “hayalcilikten akılcılı ğa, çocukluktan olgunlu ğa, kısacası ilkellikten uygarlı ğa geçi ti” 28 . Türk romanı bu geçi te geleneksel anlatılardan yava yava kopmaya çalı ırken batılı tarz romancılı ğa kapısını açıyordu ki bu kapı ilk olarak “eski”nin kar ısında “yeni”nin bir de ğer haline getirili iyle aralanmı tır.

Türk edebiyatında “Yeni”nin bir de ğer haline geli i Tanzimat senelerindeki edebiyatımızın yöneli leriyle ilgilidir. Bu da ilk ba ta Batı edebiyatlarına ilgiden ziyade edebiyatın kendi içinde bir yenilik olarak “fert”e do ğrudur. XVI. asırdan XIX. asrın ortasına kadarki geli melerin edebiyatımızda “ tam manasıyla hakikaten yeni diyebilece ğimiz hiçbir tarzın tecessüsünü mümkün ” kılmayaca ğını dile getiren Tanpınar mu ğbeçeden, pir-i mugandan, harabattan, ay yüzlerden, servi boylardan, zincir veya eb-i hicran kadar uzun zülüflerden, hatt-ı sebzden bahis e ar söyleyemez. Shakespeare’in Molière’in, Racine’in, Schiller’in, Goethe’nin, Alfieri’nin manzumelerini okuduktan sonra, leyleklerin Mecnun’un ba ında yuva yapmasından bahis kaba ve çocukça hikayeleri silk-i nazma çekmeye tenezzül edemez. (…) Asrımızın icap ve ihtiyacına göre tahsil görmü bir adam ’nin Leylâ ile Mecnun manzumesini -iiri ne kadar üstadane olursa olsun- okumaktan lezzet duyamaz, okursa âsâr-ı atika kabilinden olarak okur; yoksa Mecnun’un etrafında toplanmı kurt ile kuzu, arslan ile ceylan gibi muhtelif hayvanların ortasında oturup onlarla lakırdı etti ğini veya mumla konu tu ğunu bir ufak çocuk bile severek ve be ğenerek okuyamaz. (…) Hissiyat-ı kalbiye ve efkâr-ı aliyeyi musavvir olan edebiyat-ı cedide âsârını sırf lafızdan ibaret olan Nergisî’ Hamse ’si ile, Aziz Efendi’nin Muhayyelat ’ı ile mukayese edersek “eyne’s-sera mine’s-süreyya” demeyecek miyiz? ( emsettin Sami, “ iir ve Edebiyatımızdaki Teceddüd-i Âhirimiz”, Sabah , nr. 3240, 16 Te rinisani 1314 (28 Kasım 1898.)); Yeni Türk Edebiyatı Antolojisi III , Hazırlayanlar: Mehmet Kaplan, Đnci Enginün, Birol Emil, Zeynep Kerman, Đstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay, Đstanbul, 1979, s. 318-323. 27 Namık Kemal’in Đntibah ’ı bariz bir ekilde romantik ö ğelere açık bir yapıdadır. Güzin Dino, eserin kaynaklarının Alexandre Dumas Fils’in La Dame aux Camélias (Kamelyalı Kadınlar) ve Prévost d’Exiles’in Manon Lescaut ’ya ba ğlandı ğını söyler. Öte yandan Namık Kemal’in eserleriyle bu yapıtlar arasındaki benzerli ğin pek incelenmedi ğini hatırlatarak Đntibah ’ın eski halk hikâyelerinden Hançerli Hanım ’la benzerliklerine dikkatleri çeker. bkz. Güzin Dino, Türk Romanının Do ğuu, Agora Kitaplı ğı, Đstanbul, 2008, s. 33-38.; Türk romanının do ğuunda geleneksel anlatı türlerinin Türk romanına etkileri üzerine ayrıntılı bir inceleme için bkz. Ahmet Ö. Evin, Türk Romanlarının Kökenleri ve Geli imi , Agora Kitaplı ğı, Đstanbul, 2004, 302 s. 28 Berna Moran, Türk Romanına Ele tirel Bir Bakı 1 , Đleti im Yay., Đstanbul, 2002, s. 11.

11 ferdiyetin do ğuunu XIX. asrın ilk elli senesinde görülen cemiyetteki insan telakkisine ba ğlar 29 .

Burada, edebiyatımızda bir yenilik olarak telakki etti ğimiz ferdi duyu un, Batı edebiyat akımlarının etkisiyle do ğmadı ğını ifade etmek istiyoruz. Ancak XIX. Asır Türk edebiyatçıları Be ir Fuat’ın natüralist bir anlayı la romantizmi ele tirece ği 1885, 1886 senelerine kadar bu duyu u geli tirme vasıtalarında ferdî tahassüslerine en yakın olan romantizmden yararlanmı lardır. Ferdî duyu un edebiyatta önem kazanmasıyla ilk batılı roman mütercimleri Batının büyük bildi ği eserleri tercüme etmek yerine bu duyu a en yakın olan romantik tarzdaki eserleri a ğırlıklı olarak çevirmi lerdir 30 . Đlk çevirilerde Telemaque gibi eski in anın özelliklerini yansıtan bir eser olmakla birlikte edebiyatımızda realizmin yava yava hazırlanmaya ba landı ğı 1880’e kadarki çevirilerde romantik eserlerin ön plana çıktı ğı görülmektedir 31 .

29 “(…) pek az devir, bu yarım asır kadar gelecek ihtimallere açık ve onlarla zengindir. Sanki zorladı ğı bütün kapıları kendisine kapalı bulan insan, yava yava kendi içinde de ğimenin imkânlarını aramaktadır. Bu her eyden evvel, ne ekilde olursa olsun, ferdin do ğuudur. Yeni kazançlardan ziyade, eski ba ğların yıpranmasından, yer ve mahiyet de ğitirmesinden gelen bu vakanın belli ba lı ârazı, bir nevi huzursuzlu ğa benzeyen bir kötümserlik, geçen yarım asırda görülenden çok daha belirtili ve daha kuvvetli bir hissîlik ile, sanatın özünü ve a ğırlık merkezini az çok ya anan hayatta aramak ve kendisinden bahsetmek ihtiyacıdır. Öyle ki, küçük, düzensiz, hatta devamsız çizgilerle olsa bile bir nevi romantizm hazırlanıyordu demek hiç de hatalı olmaz. (..) Hakikat udur ki, bu devirde insan kendi kendisiyle eskisinden farklı bir ekilde kar ıla ır” (A. Hamdi Tanpınar, XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi , s. 83-84). 30 Ali Kemal, Batıda realizm, natüralizm ve parnassizm varken ve bu dönemlerde romantizm Batıda zayıflamı ken edebiyatçıların romantizme yöneli lerini realistler gibi fen ve bilimle me gul olmak istemeyi imize ba ğlar ki ona göre bu yüzden romantizm bize daha kolay gelmi tir. Đlk çevirmenlerimize romantizm daha kolay gelmi olabilir, ama mütercimlerin ço ğunun Fransızca’yı öncelikle tercüme yoluyla ö ğrenip ilerlettiklerini, bu yüzden bu dili ö ğrenmelerine yardım eden kitapları ne rettiklerini ve özellikle dönemin okur kitlesini dikkate almamız gerekir. Okur kitlesinin seviyesi ve niteli ği de ğitikçe çevirilerin niteli ği ve çevrilecek roman türündeki tercihler de de ğimi tir. Bu bakımdan ilk çevirilerde romantik a ğırlıklı bir tercihin yapılması aırtıcı olmasa gerektir. 31 Ahmet Ö. Evin bu duruma u ekilde dikkatleri çeker: “Avrupa romanlarına daha bütünsel bir yakla ım 1862’den sonra yapılan di ğer tercümelerin ı ığında geli mi ti. O yıl, Victor Hugo’nun Sefiller ’inin kısaltılmı bir tercümesi bir gazetede tefrika edilmeye ba landı. Robinson Crouse saray vakanüvislerinden Lütfi tarafından, tuhaf biçimde Arapça’dan tercüme edildi ve 1864’te kitap olarak yayımlandı. 1860’lı yıllar sona erdi ğinde, yeni kurulan gazete ve dergilerin etrafında toplanmı genç bir yazarlar grubu tercüme faaliyetlerine iyice hız vermi lerdi. 1869’da Chateaubriand’ın Atala ’sının, 1870’de Bernardin de Saint-Pierre’in Paul ve Virginie ’nin ve ertesi yıl baba Dumas’nın Monte Cristo ’sunun tefrika edilmesi, aralarında Recaizade Ekrem ile Sami Pa azade Sezai’nin de bulundu ğu genç grup arasında romantik eğilimlerin ne ölçüde serpilip geli mekte oldu ğunun bir göstergesidir” (T ürk Romanının Kökenleri ve Geli imi , Türkçesi: Osman Akınhay, Agora Kitaplı ğı, Đstanbul, 2004, s. 51-52). Türk edebiyatındaki batı edebiyatlarından yapılan ilk çevirilerin listesi ve bunlara dair bilgiler için bkz. (Mustafa Nihat Özön, “ Đlk Çeviriler”, Türkçe’de Roman , s. 115-142.; A. Hamdi Tanpınar, “ Đlk Tercümeler ve Đlk Eserler”, XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi , YKY., Đstanbul 2006, s. 263-264.; Cevdet Kudret, “ Đlk Adım: Çeviri”, Türk

12

Bizde ilk çevirilerin yayımlandı ğı yıllarda Batı’da klasisizm romantizmin ele tirileriyle zaten sahneden çekilmi , romantizm zayıflamı , edebiyatta özellikle roman türünde realizm ve sonra natüralizm yükseli e geçmi tir. Fransa’da bir akım sahneden çekilmeden yeni bir akım moda haline gelmeye ba lamakta ve zamanla güçlenince eski akımı yok etmekte bu da kendini ardından gelen ancak sonuncu olmayana bırakmaktadır. La Bruyére Karakterler (1686-1699)de unu söyler:

“Bir moda ancak bir di ğeri tarafından yok edilir, daha yeni bir ba kası tarafından ortadan kaldırılır, o da yerini ardından gelene ve sonuncu olmayana bırakır: bizim hafifli ğimiz budur i te” 32 .

Geleneksel anlatılardan yava yava kopmaya ba layan Osmanlı edebiyatı aslında ilk çevirilerle batı edebiyat akımlarının moda rüzgârlarına kapısını açmakla bu hafifli ğin de Osmanlıda hafif hafif esmesine kapı aralamı tır. Nitekim ilk çevirilerden 1890’lara kadar, çeviri ve telif eserlerde kendini hissettiren romantik tarz romancılık, geleneksel anlatı biçimini ele tirirken, ele tiri bitmeden realist romanların çeviri ve telifini teklif edenler romantik tarz romancılı ğı savunanları tenkit edeceklerdir. Bu bakımdan ele tiri XIX. asır Türk edebiyatının bir hafifli ğidir. Ancak Batı, Antikler ve Modernler Kavgasıy la 33 yava yava kazanmaya ba ladı ğı hafifli ği XIX. asırda yüzyılların tecrübesiyle ya arken Osmanlı edebiyatı bu yüzyılda yeni ele tiri anlayı ının daha do ğum sancılarını çekmektedir. Dolayısıyla eskinin hayalcili ğini ele tirenlerden Batı dünyasının ula tı ğı seviyede ele tiri örne ği beklemek beyhudedir. Roman çevirisi ve telifi etrafında geli en hayal-hakikat tartı malarına baktı ğımızda benzer bir durumu görebiliriz.

Türk romanının ba langıcında okuyucu kitlesi Avrupa’daki okur kitlesinden nitelik olarak farklıdır. Mustafa Nihat Özön “Okuma i i Avrupa’da bir sınıf meselesi bizde ise bir talih i i idi” derken bu duruma i aret etmi tir. Robert P. Finn’in dikkat

Edebiyatında Hikaye ve Roman , Varlık Yay., Đstanbul 1979, s. 12-24.; Đnci Enginün, “ Đlk Çeviriler”, Yeni Türk Edebiyatı-Tanzimat’tan Cumhuriyet’e (1839-1923) , s. 177-184. 32 La Bruyére, Caractéres , 1686-1699, Bölüm XIII. “Moda” bölümünden Dominique Waquet ve Marion Laporte tarafından aktarılmı tır. Bkz. Dominique Waquet ve Marion Laporte, Moda , Türkçesi: I ık Ergüden, Dost Yay., Ankara, 2011, s. 7. 33 Antikler ve Modernler Kavgası’yla ilgili yapılmı en dikkate de ğer çalı malardan biri olarak bkz. Levent Yılmaz, Modern Zamanın Tarihi, Batıda Yeninin De ğer Haline Geli i, Çev.: Mehmet Emin Özcan, Metis Yayıncılık, 272 s.

13

çekti ği gibi 34 Ahmet Mithat Efendi roman yazmaya ba ladı ğı zaman ilk Đngiliz romancılarının kar ısına çıkan güçlü ğe benzer bir problemle u ğra mı tır. O da bir okur kitlesi olu turma sorunudur 35 . Durum aslında ilk dönem Türk romancıları için de geçerlidir. Okuyucu sorunundan ötürü Namık Kemal ve Ahmet Mithat Efendi genel okuyucu kitlesini merkeze alan romantik tarz bir romancılık anlayı ıyla romanın ilevinde zevk vermeyi ve e ğlendirmeyi öne çıkarmı lardır. Ayrıca ahlakî endi elerle paralel yürüyen bir yakla ıma sahip olan bu yazarlarımız dönem okuyucusunun eğitim seviyesini de yükseltmeye çalı ırken gazete ve edebiyatı önemli bir vasıta olarak kullanmı lardır. Romanlarda anlatıcının bir meddah gibi gerekli gereksiz araya giri i, üslupta hitabete kaçan ton, arada geçen romanla alakasız bilgiler, bazen karakterleri yazarın dü üncesine göre yönlendirme… gibi geleneksel anlatılardan kopmayan ve romantik tarz romancılı ğı yansıtan unsurlar yazarların okuyucu merkezli kaygılarından ötürü romanın i levine yükledikleri anlayı tan kaynaklanmaktadır. Bu bakımdan Türk romanının ba langıcında roman için okurdan ziyade, okuyucu için roman anlayı ı vardır. Böyle bir yakla ımdan realist roman tekniklerine riayeti beklemek bo unadır.

Okur kitlesinin seviyesi ve niteli ği de ğitikçe çeviri ve telif eserlerin niteli ği ve çevrilecek roman türündeki tercihler de de ğimi tir. 1885’ten sonra eskisinden daha nitelikli bir okura hitap etmek isteyen ve roman tercihini yava yava realizmden yana ortaya koyacak bir yakla ım filizlenmeye ba lamı ve bu yakla ım romantik tarz romancılı ğı ele tirmi tir. Böylece gerçekçi olma yolunda geleneksel anlatıları çocukça bulan ve bu yüzden onlardaki hayalî unsurları ele tirenlerin kendileri hayalci konumuna gelmi tir. Yani yeni modanın ele tirisi kar ısında, bir zamanlar eski modayı ele tiren yeni, bu sefer eski moda konumuna dü mü tür.

1885’ten sonra realizmi dolayısıyla edebiyatta hakikati savunan son yeni moda anlayı a göre hayal artık, Chateaubriand’ın Atalası ’nın giri indeki uzun tabiat tasvirlerinin bir benzeri olarak Đntibah ’ın giri indeki romantik tabiat tasvirleri, anlatıcının okuyucuya hitabı, roman karakteri Mahpeyker’e kin kusmasıdır. Ahmet

34 Robert P. Finn, Türk Romanı Đlk Dönem 1872-1900 , Türkçesi: Tomris Uyar, Bilgi Yayınevi, Ankara, s. 23. 35 Geleneksel anlatılar ve roman okuyucularının özelliklerine ili kin bilgi için bkz. Mustafa Nihat Özön, Türkçede Roman , s. 108-110.; Ahmet Hamdi Tanpınar, XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi , s. 264-265.)

14

Mithat Efendi’nin romanlarında “Ey kari” diye okuyucuya hitapları, anlatıcının bir meddah gibi araya giri leri, roman dı ında verdi ği ansiklopedik bilgileri, bazı romanlarında kendisinin gerçekte görmedi ği mekânlarda karakterlerini dola tırması, Binbir Gece Masalları ’ndakine benzer olay çoklu ğu ve çe itlemeleri gibi realist romancıların romandan ayıklamaya çalı tıkları hususlardır. emsettin Sami’nin Taa uk-ı Tal’at ve Fitnat ’taki “Evet, yukarıda imâ olundu ğu gibi, Hacıbaba’nın bir emeksiz kızı vardı. Đsmi Fitnat’tı. Đ te bu oda, Fitnat hanımın odasıdır. Biz imdi evin tarifine bakalım da sonra Fitnat hanımın uzun uzadıya tavsifine gelece ğiz” yollu okuyucuya hatırlatmaları; Menemenlizade M. Tahir’in yarım bıraktı ğı Bir Sergüze t’teki karakterinin hakikatten uzak isti ğrak halleri gibi realistlerin roman dı ında tutmaya çalı tıkları unsurlardır.

Be ir Fuat Victor Hugo monografisinde (1885-1886) eskiyen bu hayalî anlayı a ismini verecektir: “Meslek-i Hayaliyun” yani Romantizm. Bu mesle ğin kar ısında gördü ğü anlayı da “Meslek-i Hakikiyun” yani Realizmdir. Bu adlandırmadan sonra Be ir Fuat durumu edebiyatımıza tatbik etmi ve romantizmin klasik ölçüler dâhilinde hareket etmemek oldu ğunu dile getirerek “Veysî’ler, Nâbi’ler, Nefî’ler ilh.” ve onları taklit edenleri” klasik; “ inasîler, Ziya Pa a’lar, Kemâl Beyler ile bunların edebî mesleklerini devam ettirenler”i romantik saymı tır. Eserde Victor Hugo’nun ahsında romantizme de ğinen Be ir Fuat, Hugo’nun kar ısına Emile Zola’yı, romantizmin kar ısına realizmi çıkararak da Türk edebiyatına realizmi tanıtmı olur. Đ te çalı mamıza esas te kil eden XIX. asır Türk edebiyatındaki romantizm-realizm tartı maları Türk basınında realizmin tanıtılmasından sonra bu ikili ğin olu turulmasıyla ba lamı tır.

15

BĐRĐNC Đ BÖLÜM XIX. ASIR TÜRK EDEB ĐYATI’NDA ROMANT ĐZM-REAL ĐZM ALGISINA DA ĐR D ĐKKATLER

1. XIX. Asır Türk Edebiyatında Romantizm-Realizm Algısı

XIX. Asır Türk edebiyatında Avrupa demek genellikle Fransa demektir. Türk edebiyatında romantizm-realizm akımlarına dair tartı maların ba ladı ğı 1885 senesine gelinceye kadar yeni bir edebiyat anlayı ını savunan inasi, Namık Kemal, Ahmet Mithat Efendi, Recaizade Mahmut Ekrem, A. Hamit Tarhan gibi yazarların Batı edebiyatlarına dair ilgileri daha çok Fransız edebiyatçılarına yönelik bir ilgidir. Bu yüzyılda Racine, Moliere, Cornaille, La Fontaine gibi Fransız klasiklerin yanı sıra Rousseau, Chateaubriand, Lamartine, Musset, Hugo gibi Fransız romantiklerin edebiyatçılarımızın ilgisini çekti ği görülür 36 .

Eski edebiyatımızın yüzyıllar boyunca süren kalıplamı ölçülerine yava yava sırtını çeviren yazarlarımız Batı edebiyatlarında belli ölçü ve kaideleri esas alan klasik yazarlardan çok, edebiyatta özgürlü ğü savunan ve bu ölçü ve kaidelere göre edebî verimler ortaya koyan, klasik akıma tepki gösteren romantik yazarlara yönelirler. Edebiyatçılarımızın en çok de ğer verdi ği romantiklerden biri de üphesiz Victor Hugo’dur. Öyle ki romantizm ve realizm tartı malarına bakıldı ğında romantizm adeta Victor Hugo’dan ve onun eserlerinden ibaret sayılmı, edebiyatımızda bir dönem yegâne romantik, XIX. asrın dâhisi Hugo olarak bilinmi tir 37 . Bu anlayı realizmi

36 Namık Kemal, Magosa’dayken A. Hamit’e gönderdi ği 21.11.1876 tarihli mektubunda unları yazar: “Avrupa edebiyat-ı sahihasına merak olununca Đngiltere ve Almanya ve Đspanya airlerinin ve Fransızlardan Hugo ve Musset gibi romantik yolunu iltizam edenlerin âsâriyle Cornaille’in uluvv-i efkârda, Moliere’in muahazat-ı ahlak u âdâtta meziyyetleri müsellemattandır. Bu mütaleat, edebiyatın fikr-i airane cihetine mütealliktir. Đnada Fransızların ve hususiyle on sekizinci asır üdebasının rüçhanını inkâr kabil olamaz”. Namık Kemal’in Husûsî Mektupları I, Đstanbul, Avrupa ve Magosa Mektupları , Haz. Fevziye Abdullah Tansel, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1967, s. 434. 37 Türkçe-Fransızca yayımlanan Sıhhat gazetesinin 27 Mayıs 1885 tarihli nüshasında bütün bir insanlı ğın refahı için gayret sarf eden Victor Hugo, büyük kanal projesiyle do ğu ve batıyı birle tirdi ği dü ünülen Ferdinand de Lesseps’le birlikte XIX. asrın dâhisi sayılır. Bu birlikte anı sanki Hugo’nun do ğu-batı birlikteli ğini sa ğladı ğı intibaını uyandırmaktadır. “Ya adı ğımız on dokuzuncu asır de ğil yalnız Ferdinand de Lesseps illa Victor Hugo asrı dahi addolunur. Zira mühendis-i kebir-i mü arünileyhin Süvey Kanalı bahr u deryaları yekdi ğerlerine rabtı memalik-i baidenin yekdi ğerleriyle ihtilatını teshil ile bu suretle asayi -i umumiyenin ve binaenaleyh huzur ve refahiyet-i be eriyenin husul ve takarruruna badi ve hâdim oldu ğu gibi ehl-i kalem mü arünileyh ve Victor Hugo’nun âsâr-ı ilmiye ve fenniye ve insaniyetkârisi dahi

16 savunan Be ir Fuat’ın ele tirisinde, birçok realist yazar olmasına ra ğmen Emile Zola ve eserlerinin savunulması eklinde kendi aksinin ortaya çıkmasına yol açmı tır. Dolayısıyla çalı mamızın ilerisinde görece ğimiz gibi romantizm ve realizm tartı malarının ba langıcında romantizmi savunanlar için “kendi” (self) Hugo, “öteki” (other) Zola, Realizmi savunanlar için “kendi” (self) Zola, “öteki” (other) Hugo olmu tur.

2. Be ir Fuat’ın Victor Hugo Monografisinde Romantizm-Realizm Algısı

1885 yılında Victor Hugo’nun ölümü Batı edebiyatlarında geni yankı bulurken bu durum Batı edebiyatlarından ve özellikle Victor Hugo’dan çok etkilenen Türk edebiyatçılarının da dikkatini çeker. Victor Hugo’dan yapılan çevirilerin yanı sıra ölümüne duyulan üzüntüden ötürü mersiyelerin yazılması da ayrıca dikkat çekicidir. Victor Hugo isimli eserinden ötürü Be ir Fuat’la “Hayaliyun-Hakikiyun Tartı ması”na giren Menemelizade Mehmet Tahir’in Elhan isimli eserindeki Hugo’ya dair bir mersiye bunun bir örneğidir. Mersiyenin birinci bölümünde M. Mehmet Tahir, Hugo’nun ölümünü büyük bir afet, iir âlemi için de bir kıyamet olarak görür ve kendilerini yetim bırakıp gitti ğini ifade eder. Üçüncü bölümünde Hugo’nun Sefiller ’ini yüceltir ve bu kitabın bir benzerinin olmadı ğını söyler:

Yani Victor Hugo vefat etti Bu büyük pek büyük bir âfettir Âlem-i iire kıyâmettir Beni etmi ti kudreti ihyâ Nesri de eylemi idi ilâ Bizleri bir yetim edip gitti Ağlasın mâtem eylesin de hayat Đftihar eylesin anınla memat ------

umum cemiyet-i be eriye efradı miyanelerinde hissiyat-ı biraderanenin husul ve tevsiini mucip ve da’idirler(“Zaman-ı Adalet ve Đnsaniyet-i Umumiyenin Rehberi Olan Victor Hugo”, Sıhhat , nr. 30, 27 Mayıs 1885).

17

O ne âli kitaptır!.. elhak Dense yoktur naziri ahradır iir ü hikmet ile leb-a’lâdır O Sefiller bulur bekâ mutlak Kendi oldukça hâk içinde nihan 38 25 Mayıs 1885 tarihli Tarik gazetesinin “ Đcmal-i Ahval” kısmında Victor Hugo’nun ölümüne dair u haber mevcuttur:

Victor Hugo’nun vefatı Fransa edebiyatınca zayiat-ı azimeden addolunur. Kendisinin vefatıyla muasırları olan Chateaubriand ve Lamartine gibi üdeba-yı azime hitam bulup “romantik” denilen mekteb-i üdeba yerine “realist” mekteb-i üdebası kaim olmaktadır.

Đ bu “realist mektebinin reisi Emile Zola olup bu mektebin eseri olan romanlarda hissiyat-ı aliye yerine bir takım su-i ahlak açıktan açı ğa tasvir olunmu tur 39 .

Tarik ’in haberinden de anla ılaca ğı üzere Türk edebiyatında romantizm Victor Hugo’dan, realizm Emile Zola’dan ibaret gibi görünmektedir. Bu haber Hugo’nun ölümüyle romantizmin sona erdi ğini ifade etse de Türk edebiyatı için bu de ğiim henüz gerçekle memi tir. Nitekim yapılan çevirilere bakıldı ğında Hugo etkisi sıcaklı ğını hala korumaktadır 40 . Đ te bu ortamda edebiyatın bir “tekâmül” dâhilinde devam etti ği görü ünü savunan ve bundan ötürü Türk edebiyatı için de romantizmin son bulması gerekti ği kanaatini ta ıyan Be ir Fuat, Hugo’dan etkilenen bütün air ve yazarlardan önce Victor Hugo monografisini 41 kaleme alır. Bu çalı masıyla Be ir Fuat, Hugo’ya

38 M. Mehmet Tahir, “Victor Hugo’ya Mersiye”, Elhân , Matbaa-i Ebuzziya, Kostantiniyye, 1303, s. 55- 56. 39 Tarik , “ Đcmal-i Ahval”, nr. 421, 25 Mayıs 1885. 40 Zeynep Kerman, XIX. asırda Victor Hugo’dan Türkçeye en çok çevirinin 1884-1887 yılları arasında oldu ğunu tespit etmi tir. “Victor Hugo’dan Türkçeye en çok 1884-1887 yılları arasında tercüme yapılmı tır. Bu yıllar Türk edebiyatında Abdülhak Hamid ve Recaizade Ekrem’in temsil ettikleri romantik devre rastlar. 1887 yılından sonra realist akımın kuvvetlenmesiyle Victor Hugo’dan yapılan tercümelerin adedi azalır” ( 1862-1910 Yılları Arasında Victor Hugo’dan Türkçe’ye Yapılan Çeviriler Üzerinde Bir Ara tırma , ĐÜ. Edebiyat Fakültesi Yay., Đstanbul, 1978, s. 389). 41 Ahmet Hamdi Tanpınar, XIX. Asır Türk Edebiyatı ’nda Be ir Fuat’ın Victor Hugo ve Voltaire isimli eserlerinden, “Be ir Fuat Bey’in Hugo ve Voltaire adlı iki -tercüme ve iktibas eklinde- biyografisi” diye bahsetmektedir. Türk edebiyatında Be ir Fuat’a dair en ayrıntılı incelemeyi yapan Orhan Okay, Victor Hugo eserinden “monografi” eklinde söz ederken bu bahse dikkat çeker ve “tercüme ve telif eklinde” ifadesinin yeterli olabilece ğini u ekilde dile getirir: “Ahmet Hamdi Tanpınar, Be ir Fuat’ın bu kitabından ve Voltaire biyografisinden “Be ir Fuat Bey’in Hugo ve Voltaire adlı -tercüme ve iktibas

18 kar ıt olarak gördü ğü Emile Zola’yı da Türk edebiyatına tanıtmı olur. Monografinin birinci cildi Hugo’nun vefat etti ği 1885’te ikinci cildi ise 1886’da yayımlanır 42 . Eser bir “mukaddime”, “14 fasıl” ve sondaki bir “hatime”den olu maktadır. Bu eserinde Be ir Fuat her ne kadar tarafsız bir ekilde Hugo’yu tanıtmaya çalı ırsa da Orhan Okay’ın da dikkat çekti ği gibi amacı daha çok Hugo’yu ele tirmek ve natüralizmi Türk edebiyatına tanıtmaktır. Eser edebiyat tarihimizde “Hayaliyun-Hakikiyun Tartı ması” olarak bilinen tartı manın do ğmasına sebep olmakla birlikte kanaatimizce Ali Kemal’in “Sorbonne Daru’l-Fünûnunu’nda” ba lıklı yazılarına kadarki edebiyat akımlarına ait bilgilerin aktarılıp ve yorumlanmasında benimsenen bakı açısında etkili olmu tur.

Be ir Fuat, eserinin mukaddimesinde -farklı siyasi fikirlere sahip olsalar da- bir toplulu ğun parıltılar içinde, büyük bir salonda bir sofrada bir araya geli lerini anlatır. Miladi 1882 yılında bir araya gelen bu insanlar “Ben do ğdu ğum vakit bu asır iki ya ında idi” diyen Victor Hugo için bir arada bulunmaktadır. Aslında birbirine dü man bu farklı fikir erbabı Hugo’nun 80. ya ı dolayısıyla aralarındaki dü manlı ğı geçici olarak bir tarafa bırakıp bir araya gelmi lerdir. Yarım yüzyıl önce Fransa’da Hugo’nun eserleri için yazılan ele tirilerde o adeta bir edebiyat celladı, ahlak bozgunu, ortadan kaldırılması gereken, zararlı fikirlere sahip biri olarak telakki edilirdi. Fuat, bu “ifrat ve tefrit”in sebebini insan tabiatında arar ve Hugo’yu bir “müceddid” olarak tanıtır: Victor

eklinde- biyografisi” diye bahsetmekte fakat kimden tercüme ve iktibas edildi ği hakkında bir kaynak göstermemektedir. Be ir Fuat gibi devrinin ileri Batı anlayı ı ile eser yazan, tercümesini tercüme, derlemesini derleme, diye gösteren ve o devirde bizde ender rastlanan dipnotlarıyla kaynaklarını belirten bir yazarın, tercüme ve iktibas yoluyla yazdı ğı kitabına kendi imzasını koymu olmasını kabul etmek mümkün de ğildir. Eserin içinde Hugo hakkındaki sözlerin kaynağını esasen kendi zikretmi tir. Kaldı ki bu kitabın bir çok yerinde, Victor Hugo dolayısıyla meseleyi bizdeki hayal-gerçek münaka alarına da intikal ettirmesi, kendisinden pek çok ey ilave etmi oldu ğuna delildir. Ahmet Mithat Efendi, Voltaire kitabı hakkında Be ir Fuat’a hitaben u sözleriyle eseri daha gerçekçi olarak de ğerlendirmektedir: “Yazdı ğın tercüme-i hâli be ğendim. Bugün Voltaire olsun, sâir me ahirin olsun tercüme-i hallerini yazmaktan kolay hiçbir ey yoktur. Michaud’yu açtı ğın gibi bin ki inin tercüme-i halini yalnız Fransızcadan Türkçeye tercüme ediversen bitti gitti. Hatta Fransızca bilmeyen bazı müelliflerimiz gibi Ermeni’den, Rum’dan kimden olursa olsun bir mütercim bulup tercüme ettirdikten sonra bir de kalemden geçirdin mi, i te tercüme-i hâl yazıldı. Fakat o tercüme-i hâl Be ir Fuat’ın Voltaire ’ine benzer mi ya? Heyhat!” (Ahmet Mithat, Musahebat-ı Leyliye: Voltaire , s. 5-6). Bu durumda Be ir Fuat’ın her iki eseri hakkında olsa olsa “derleme ve telif eklinde” ifadesi yerinde olabilirdi” ( Be ir Fuat - Đlk Türk Pozitivist ve Natüralisti , Dergâh Yay., Đstanbul, 2008, s. 125).; Murat Uraz, Türk Edip ve airleri ’nde Be ir Fuat’tan bahsederken “ Viktor Hügodan bahseden küçük kitabı bizde ilk edebî monografi sayılabilir ” demektedir. ( Türk Edip ve airleri, Tefeyyüz Kitaphanesi, Numune Basımevi, Đstanbul, 1939, c. I, s. 51). 42 Victor Hugo’nun ölümü 22 Mayıs 1885, Be ir Fuat’ın Victor Hugo monografisinin ilk cildinin yayımı 20 Haziran 1301 (22 Temmuz 1885) tarihlidir. Demek ki Be ir Fuat, Hugo’nun ölümünden yakla ık iki ay sonra bize Hugo’ya dair ilk derli toplu bilgileri vermektedir.

19

Hugo bir müceddid idi. Ekseriyet-i be er ise daima teceddüde hasımdır 43 . Bu dü manlı ğın sebebini de izah ederken Beir Fuat meseleyi zamanın Fransız edebiyatçılarının Yunan ve Roma airlerini taklit etmekteki genel kanaatlerine ba ğlar. Bu kanaat, Fransa’da sanat ve edebiyat ilkelerinin Yunan ve Latin edebiyatlarını taklide göre belirlendi ği Klasisizm’le ifadesini bulur. Fransa’da uzun yıllar kökle en Klasisizm’de bir eser fikir ve ifade bakımından Yunan ve Latin klasiklerine ne kadar yakla ırsa o derece muteberdir. Bu yüzden edebiyatla me gul olanlar vakitlerini bu eserlere yakla tırmak hususunda yetenek sahibi olmaya harcar ve bu sayede iktidarlarını ortaya koymaya çalı ır. Fransa’da geçerli olan bu akımı de ğitirmek elbette güç bir i tir:

Meri olan bir usûlü de ğitirmek pek çok zaman ve emek sarfıyla bu yolda tahsil olunan bir melekeyi hiç mesâbesine indirmektir, hâlbuki hiçbir kimse müddet-i medîde sarfeyledi ği eme ğin ifnâ olunmasına, menfaat-i zâtiye sâikasıyla, kâil olamayaca ğından insanların ekserisi teceddüde muhaliftir. “Cumhura muhalefet kuvve-i hatâdandır” gibi mâni-i terakki bir fikir de bundan tevellüd etmi tir 44 .

Yenilik fikrine muhalefet her zaman olurken “mihr-i münir-i hakikat” kara bulutlarla gizlenmi oldu ğu için her ne kadar vücudu inkâr edilse de bulutların bir gün da ğılıp sonunda bu hakikatin ortaya çıkaca ğı fikrinde olan Fuat, meseleleri takdimde kaide ve ölçüler dâhilinde hareket eder:

Đ te u serd eyledi ğimiz mütâlaâttan anla ılıyor ki ne bir fikri yenidir diye kat’iyen reddetmek caizdir, ne de kabule müsâraat göstermek. O yolda bir fikri tervîc edenlerin delâilini dinlemeli, dü ünmeli, muhâkeme etmeli: E ğer nefsü’l- emre muvâfık, muhassenât ve rüçhâniyeti der-kâr ise kabul etmeli, de ğil ise reddetmeli 45 .

Devamla, geli meye engel oldu ğunu söyledi ği “Cumhura muhalefet kuvve-i hatâdandır”, kaidesinden sonra bu sefer ifrat ve tefritten kaçınma gayesinden hareketle “hayru’l-umuri evsatuha” 46 ölçüsüyle hareket eder. Ona göre Hugo, belki asrının

43 Be ir Fuat, Victor Hugo , Mihran Matbaası, 1302 (1886), s. 5., (Eserle ilgi yapaca ğımız alıntılar için kitabın bu baskısı kullanılacaktır). 44 A.g.e ., s. 6. 45 A.g.e ., s. 8. 46 Đ lerin hayırlısı orta yollu olandır.

20

“müceddid-i edebi” oldu ğu için pek çok ele tiri almı , bu ele tirilerin içine birçok kin ve nefret karı tı ğından onun gerçek fazilet ve meziyetleri görülmemi ; bu yüzden bir takım iftiralara maruz kalmı tır. Fuat, bahsetti ği ele tirilerin kayna ğına iner. Ele tirileri de ğerlendirdi ği a ağıdaki ifadelerinden onun Batı dünyasında cereyan eden me hur “Antikler Modernler Kavgası”nı ima etti ği sezilmektedir.

Gerek fünûn ve gerek edebiyat hususunda teceddüde en ziyade hasım olanlar ihtiyarlar, en ziyade meyl ü ra ğbet gösterenler gençlerdir. Bunun sebebi ise pek âikârdır. Đhtiyarlar gençliklerinde bir meslek ittihâz etmi ler, o meslekte az-çok akranlarına tefevvuk ederek kesb-i öhret eylemi lerdir. Meslek-i müttehazlarının butlânını kabul etseler, yukarıda söyledi ğimiz veçhile, bunca senelik emekleri heba olacak, âdeta yeniden mektebe ba lamaya mecbur olacaklar, bu ise kolaylıkla kabul edilir fedâkârlıklardan de ğildir. Gençler önlerinde biri kadîm di ğeri cedît olmak üzere iki meslek bulurlar, bir fedâkârlık ihtiyârına mecbur olmaksızın bu iki tarîkten hangisini eslem görürler ise ona sülûk ederler, inat ve ısrara bir mecburiyet-i mahsusaları yoktur 47 .

Be ir Fuat, Victor Hugo’nun monografisini kaleme almanın büyük bir cesaret oldu ğunun bilincinde olmakla birlikte o kadar çok seveni oldu ğu hâlde edebî anlayı ını devam ettirenlerin ilgili vazifeyi üzerlerine almadıklarını ifadeyle bundan ötürü bu vazifeyi yüklendi ğini dile getirirken Hugo’nun hayat hikâyesini “ airane” kaleme almayanları üstü kapalı ele tirerek mukaddimesini bitirir: “Mâmafih, mü ârün-ileyhin tercüme-i hâlini airane kaleme almaktan üdebamızı hiçbir ey men’etmez”.

2.1. Klasik-Romantik Farkı

Be ir Fuat, Victor Hugo monografisinin 3. faslında Victor Hugo’nun Odes et Ballades isimli eserinin 1826’da tekrar basıldı ğını ve eserin önsözünde edebiyatın herhangi bir ölçüyle sınırlanamayaca ğına dair ifadelerden ötürü edebiyatçılar arasında bir tartı manın vuku buldu ğunu anlatır. Bu tartı ma tabi ki klasikler ve romantikler arasında gerçekle mi tir. Be ir Fuat kitabının mukaddimesinde klasiklere dair dile

47 A.g.e ., s. 9-10.

21 getirdi ği bilgileri hatırlatarak XVII. ve XVIII. yüzyıllarda Fransa’da eski Yunan ve Roma klasiklerini taklidin bir düstur oldu ğunu ve bu ölçünün dı ına çıkanların “tarz-ı atik mürevvicleri tarafından tabiatsız, hayâsız bir muharrir, âdeta zincir ile ba ğlanmaya âyân bir mecnun olmak üzere telâkki” edildi ğini söyler. Buradaki “tarz-ı atik” Klasisizmdir. Devamla romantizmi ve romantikleri u ekilde tarif eder: Victor Hugo’nun te’sîs eyledi ği tarz-ı cedide “romantizm” ve bu mesle ğe ittibâ eden muharrirlere “romantik” nâmı verilir.

Be ir Fuat eserinin dördüncü faslının hemen giri inde, romantizmin klasik ölçüler dâhilinde hareket etmemek oldu ğunu hatırlatarak bu iki akımı edebiyatçılarımıza tatbik eder. Buna göre “Veysî’ler, Nâbi’ler, Nefî’ler ilh. ile zamanımızda mûmâ-ileyhi taklit edenler klasik; inasîler, Ziya Pa a’lar, Kemâl Beyler” ile bunların edebî mesleklerini devam ettirenler romantik sayılır.

Be ir Fuat’ın klasisizm ve romantizm akımlarını bu ekilde Türk edebiyatçılarına tatbik edi i edebiyatımızda yerli yazarların Batılı ölçüler dâhilinde tasnif edili inin bildi ğimiz kadarıyla ilk örne ğidir. Be ir Fuat, Romantizmin Fransa’da do ğmadı ğını ve Fransa’nın Almanya ve Đngiltere arasında olu undan ötürü bu ülkelerden yararlanarak edebiyatını yeniledi ğini ifade eder. Nitekim Fransa’da edebiyata dair bir inkılap yokken Almanya’da Goethe, Lessing, Schiller ortaya çıkmı , Đngiltere’de Shakespeare ve Byron me hur olmu tu. Bunlar romantik airlerdir. Fransa’da Victor Hugo her ne kadar Chateaubriand, Madame de Stael ve Lamartine’den sonra ortaya çıktıysa da romantizmin müdafaası, sanat ve edebiyatta geçerli kılınması hususunda onlardan daha çok hizmet etti ğinden ona “reisü’l-müceddidîn” nazarıyla bakılmalıdır. Be ir Fuat romantik sanatçıları da u ekilde tespit eder:

Michelet ile Augustin Thierry tarz-ı cedidin müverrihleri, Lamartine, Musset ve Théophile Gautier airleri, George Sand ve Balzac hikâye-nüvisleri idi. Balzac’ı romantik miyânında tadat edi imiz Klasiklere tebaiyyet eylemedi ğindendir. Yoksa hakikat-i halde Balzac hakikiyundandır. Meslek-i hakikiyun Emile Zola’nın iltizâm eyledi ği tarîktir ki edebiyatı fenne tatbik etmekten ibarettir 48 .

48 A.g.e ., s. 61.

22

Be ir Fuat romantiklerin klasiklere üstün geli inin kolay olmadı ğını ifade ile meseleyi klasikler ve romantikler arasındaki me hur tartı maya getirir. Bu tartı ma sadece sözlü olmamı yumruk yumru ğa tokatla, hatta düellolarla vuku bulmu tur. Bir tartı manın bu surette cereyanından ho lanmayan Be ir Fuat bu vesileyle Recaizade- Muallim Naci tartı malarının devam etti ği bir ortamda tartı ma âdâbına dair dü üncelerini dile getirir.

Klasikler ve Romantiklerin kavgasında klasikler romantiklere “vah i” derken romantikler klasiklere “mumya” demektedir. iir bahsinde bazı dergilerde iki akım taraftarları yüz yüze gelmedikleri için kalem kavgalarını uzaktan ele tiriler eklinde devam ettirirken tiyatrolarda kavgaları gö ğüs gö ğüse, yumruk yumru ğa gerçekle ir ve kazanan taraf “tahsinlerle” ma ğlup taraf “yuhalarla” ilan edilir. Đ te bu tartı maların ortasında Hugo tiyatroya el atar ve Cromwell’ in sadece önsözünü kaleme alır (1819). Eser 1827’de yayımlanır; fakat o zaman sahneye konmaz. Zira Cromwell’i oynayacak oyuncu Talma ölmü tür. Romantizmin manifestosu sayılan Cromwell ’in önsözünde Hugo’nun klasikleri ele tirirken üzerinde durdu ğu ilkelerden bazılarını aktaran Be ir Fuat, durumu realistlerden yana de ğerlendirecek bir fırsat yakalar:

Bu mukaddime Fransa âlem-i edebiyatında bir büyük vak’a hükmünü aldı; tarihi 1827 senesidir. Muharrir meslek-i cedidin kâffe-i kavaidini burada zikr ü beyan ve bir muharririn kendi keyfinden ba ka bir kaideyi kabul etmekte ve dilerse âlî ve deniyi yan yana getirmekte salâhiyeti oldu ğunu iddia eyledi. Her muharrire bu suretle bir istiklâliyet-i mutlaka vermi oluyordu. (Gariptir ki bu derecede muharririn istiklâliyetini talep eyledi ği halde sonraları daire-i hakikatten çıkmamayı kendilerine meslek addeden hakikiyuna karı Hugo müsâdekârâne davranmamı tır!) 49 .

Dikkat edilirse Be ir Fuat edebiyat akımlarında klasisizm ve romantizm farkını ortaya koyarken yenilik taraftarlarının galip geldiğini dile getirmektedir; yalnız bu ifadeler alıntının sonunda gördü ğümüz gibi, kendisinin asıl yenilik olarak takdim edece ği realizm için bir hazırlık niteli ği ta ımaktadır. Romantizmi bu ekilde

49 Be ir Fuat, Victor Hugo , s. 64-65.

23 takdiminden sonra Be ir Fuat eserinde alıntıdaki “ ‘gariptir ki’, “müsaadekârâne davranmamı tır” cümlesindeki kastını daha net ortaya çıkaracak ekilde bu akıma yönelik ele tirilerde bulunacaktır.

2.2. Romantizmin Ele tirili i 2.2.1. Romantizmin “Hayal” Unsurunun Ele tirisi

Be ir Fuat’ın tavrı açıktır. Her ne kadar Hugo’nun ahsında romantizmi anlatmaya çalı sa da esas amaç yine onun ahsında romantizmi ele tirmek böylece realizmi savunmasına yönelik bir me ruiyet zemini hazırlamaktır. Nitekim Hugo’nun Hernani isimli tiyatro eserinin gördü ğü muvaffakiyeti anlatırken bile onun romantizm için bir de ğer olan “hayal”den de ğil realizmin edebiyatta bir de ğer hâline getirdi ği “hakikat”ten yana tavır aldı ğını görürüz:

Meselâ bundan elli sene evvel alkı lanmı olan bir hayal imdi külliyen ra ğbetten sâkıt olur ve ber-akis evvel fena halde muâhezeye dûçâr olan bir fikir elli sene sonra fevkalâde alkı lanır. Hayalâta müstenid olan eylerde letâfet, ulviyet emr-i itibaridir. Mürûr-ı zamân urada dursun bir anda küre-i arzın bir noktasında pek âlî addolunan bir hayal di ğer noktasında âyân-ı hande görülür. Bir airin hayali bulundu ğu mülkte cârî olan efkâra ne kadar mutâbakat eder, ekseriyetin mizacına ne nisbette hizmet eyler ise, o nisbette de âlî addolunur; efkâr zaman ve mevkiye göre tahallüf ve tebeddül eder. Karar ancak hakikate mahsustur. Hakikate müstenit olmayan bir ey için karar mümkün de ğildir, daima tagayyür zarûridir 50 .

Be ir Fuat, Hugo’nun airli ğine diyecek bir sözü ve iir kudretini ölçecek kudrete malik olmadı ğını söylemekle birlikte iirde hayallerle çok me gul olmasını ele tirir. Böylece, Hugo’nun ahsında romantikleri hedef alır. Eserinin son dört faslını romantizm realizm ele tirisine hasreden Be ir Fuat vehimlerle dolu romantik hayalleri ele tirirken her fırsatta realizmin sanat ve edebiyatta bir “de ğer” hâline getirdi ği

50 A.g.e ., s. 76-77.

24 hakikati över ve vurgular. Ansiklopedi yazarı Diderot’ya verdi ği de ğer yine onun hakikat anlayı ına ba ğlanır:

“Ansiklopedi” gibi muhît-i malûmat-ı be eriye olan bir eser-i azîmi refiki D’Alembert’le birlikte vücuda getiren Diderot, evhamât ve hayalâttan ba ka bir esası olmayan edebiyat-ı Garbiyeyi ıslâh niyetinde bulunarak tabiatta vukuat ve eya bize ne yolda zâhir oluyor ise, ta ğyir ve tebdil etmeksizin, o yolda onları tasvîr eder bazı romanlar te’lif ederek Avrupa’da el-yevm “Réalisme” nâmıyla ma’ruf ve mü tehir olan meslek-i edebîye bir çı ğır açmı tı 51 .

Realizmi on dokuzuncu asırda Balzac ve Stendhal’ın geni letti ğini ifade eden Be ir Fuat bu edebiyat akımının büyü ğü olarak Emile Zola’yı görür. Ona göre Hugo, Chateaubriand ve di ğer romantiklerden sonra gelmesine ra ğmen romantizmin kurucusu sayıldı ğı gibi Zola da birçok realistten sonra gelmesine rağmen ortaya koydu ğu eserler ve edebiyattaki kudreti sayesinde Hakikiyun (realisler)un kurucusu sayılır. Zola’nın nazariyesini de u ekilde tarif eder:

Zola’nın nazariyesi udur: “Hayattan ba ka elimizde bir numûne yoktur, çünkü havâssımızın haricinde bir eyi idrak edemeyiz. Binâberin hayatı ta ğyir etmek sehv ve hatâya mahall bırakmak olaca ğından bu yolda vücuda getirilen eser fena olur” 52 .

Be ir Fuat be duyu organımızla algılanan eyleri edebiyatın sahasına dâhil eder. Bunun haricindeki meselelerle u ğra an edebî verimler hakikati de ğitirece ğinden ve bizi hataya sürükleyece ğinden ötürü onları “fena” sayar. Burada Be ir Fuat’ın romantikleri en çok ele tirdi ği bir hususu görürüz: Romantikler hakikati de ğitirir ve bu yüzden bizi hataya sürükler. Bizi hataya sürükleyen bu “fena” eserlerin bir nihayet bulması gerekmektedir. Buradan hareketle de u neticeye varır:

Netice: Bir ey ki tamamıyla hakikate muvafık de ğildir, aslı mütegayyirdir, yani galat-ı tabiatten ma’dûddur. u neticeyi kabul eyledikten sonra hayalâta

51 A.g.e ., s. 180. 52 A.g.e ., s. 181.

25

müstenid olan edebiyatın galatâttan ba ka bir ey vücuda getirmedi ğine hükmetmek uzak bir ey de ğildir 53 .

Be ir Fuat, hayâle dayanan romantik eserleri “galatattan ba ka bir ey vücuda getirmeyen” eserler olarak görürken yapılması gerekenleri de “tahayyül etmemeli; bakmalı, tetkik etmeli ve gördü ğünü bi-hakkın tavsif ve tarif etmeli” eklinde formülle tirir. Ayrıca Zola’dan hareketle söylediklerinin yazarı bir foto ğrafçı konumunda bırakmaması için mü ahedeyle yetinmeyip bunu “tecrübe ile mezc ederek” daha geni bir bakı açısı kazanılması gere ğini de vurgular.

2.2.2. Romantizmde “Tecrübe (Deney)” Eksikli ği Be ir Fuat, Hugo’nun Realistlere yöneltti ği ele tirileri onun ifadeleriyle aktarır. Hugo’nun realistleri ele tirisi onların avam diliyle konu maları, sefalet ve rezalet âlemlerine kayıtsız girmeleri, tasvir ettikleri ahısları teali ettirmemeleri eklindedir. Be ir Fuat, Hugo’nun ele tirilerine -dolayısıyla hatalarına- teker teker cevap verirken realistlerden yana tavrını net bir ekilde ortaya koyar. Fakat bunu Hugo’nun eserlerinin faydasız oldu ğunu iddia etmek için de ğil, ona uymayanların eserlerinin de faydadan uzak olmadı ğını beyan etmek için yaptı ğını söyler ve devamla Zola’nın Hugo’ya dair mütalaalarına, ona yöneltti ği ele tirilere gelir. Burada Zola’nın de ğerlendirme ve ele tirilerinin ona ait Mes Haines, le Roman Expérimental, Les Romanciers Naturalistes, Le Naturalisme au Théatre, Nos Auteurs Dramatiques, Documents Littéraires ve Une Compagne 1880-1881 isimli eserlerinde bulundu ğunu fakat bunların hepsini ayrıntılarıyla anlatmanın çok uzun olaca ğını ifade ile kısaca özetleyece ğini ifade eder. Be ir Fuat, Hugo’ya ait Hernani ve Ruy Blas isimli tiyatrolara Zola’nın yöneltti ği ele tirileri dile getirdikten sonra meseleyi roman bahsine getirir. Burada romantikler ve realistlerin bir hikâye kurgusundaki farklı duru ları dile getirilmektedir. Romantikler bir roman kaleme alacakları zaman bir deste bo kâ ğıt alıp masanın ba ına geçerler ve hayal güçlerinin imkânları nispetinde istedikleri kadar sayfa yazarlar;

53 A.g.e ., s. 182.

26 realistler ise mesela tiyatro âlemine dair bir roman kaleme alacakları zaman her eyden evvel “tiyatro âlemi tasvir edece ğim” fikrini esas kabul edip bu âlem hakkında mümkün oldu ğu kadar malzeme toplar, ondan sonra romanı kaleme alırlar. Aradaki fark dikkat edilirse mü ahede ve tecrübede, dolayısıyla hayal-hakikat farklılı ğında yatmaktadır. Victor Hugo’nun bu a amada ele tirilen eseri de Notre-Dame de Paris ’dir. Be ir Fuat’a göre Zola’ya gelinceye kadar edebiyatta yalnız mü ahede tasvir edilmi veya mü ahede hayalle birle tirilmi tir; yani “tecrübe” her zaman ihmal edilmi tir.

2.2.3. Romantizm-Realizm Kar ıla tırması

Be ir Fuat eserinin on üçüncü faslında romantizm ve realizm akımlarını kar ıla tırır. Bu a amaya kadar klasisizm-romantizm farkını ve bunların mukayesesini yapmı , romantizm ve realizm arasındaki farkı da ortaya koymu tur. Do ğal olarak da sıranın bu iki akımın mukayesesine geldi ğini söylemektedir. Be ir Fuat klasisizm- romantizm farkını anlatırken romantizmin genel özelliklerini geni bir ekilde açıklamadı ğı gibi romantizm ve realizm mukayesesini yaparken de bu iki akımın mukayesesini tarafsız bir ekilde ortaya koyamaz. Her ne kadar tarafsız olaca ğını söylese de neticede onun her zaman realistlerden yana bir tavır takındı ğını görürüz. Daha eserinin bu faslının ikinci paragrafındaki ifadelerden bunu sezeriz:

Victor Hugo’nun Zola hakkındaki ta’rîzâtı ciddi ve delâil-i metîneye müstenid olmaktan ziyade müzeyyifânedir. Hâlbuki tezyîf veya hakaret-âmîz sözlerle bir eyin mahiyeti ta ğyir ve meziyeti imha olunamaz. Bir eyi red veya cerh edebilmek için o eyin merdûdiyet ve mecrûhiyetini meydana koyar berâhîn-i muknia ve bünyâd-ı sahîha îrâd etmelidir 54 .

Be ir Fuat, “Klasiklerin Hugo’ya yönelttikleri ele tiriler onun öhretine mani olabildi mi?” diye sorar, ardından Hugo’nun “güzel”i “hakikat”e tercih etti ğini söyler. Be ir Fuat’a göre Hugo’nun tercihi kendi zevkidir ve kimsenin buna bir diyece ği yoktur. Aslında bu, Fuat’ın zevki için de kimse bir ey söyleyemez demektir. Be ir Fuat

54 A.g.e ., s. 229.

27 akabinde ilmî hakikatlerin hayalden daha zevkli oldu ğunu ifade ettikten sonra kendi zevkinin ifadesini u ekilde dile getirir.

Muallim Naci hazretleri:

Ben ne Mesihî ne Mesihâ-demim Zevki hakikatte arar âdemim buyuruyorlar. Ben de zevkin hakikatte aranılması cihetine iltizâm eder ve realistlerin mesle ği bu kavle muvafık oldu ğundan bunları romantiklere tercih ederim, eserlerini daha nâfi’ bulurum 55 .

Be ir Fuat, zevkini ifade ederken bile hakikate olan akını tekrar dile getirir. Hayali lüzumsuz görmedi ğini söyler, ama hayalin de her eyden önce hakikate uygun olması, hakikatin önüne geçirilmemesi gerekti ğini ifade ederek “hüsn-i istimal”ine vurgu yapar. Ayrıca ileride M. Mehmet Tahir’le tartı malarının sebeplerinden ve Fazlı Necip’in Victor Hugo eserine yöneltti ği ele tirilerinden biri olan “Fennin meydana koydu ğu ufacık bir hakikatten âlem-i insaniyetçe binlerce muhassenât hâsıl oluyor. Sırf hayal sayesinde cemiyet-i be eriyece bir fayda hâsıl oldu ğunu bilemiyorum” ifadelerini de ekler. Be ir Fuat’ın bir yandan hayali -dolayısıyla romantikleri- ele tirirken di ğer taraftan hakikati ön plana çıkarmak ve bunu kendi tercihi eklinde ortaya koymakta tarafsız davranamadı ğı görülmektedir 56 . Devamla Hugo’nun eserlerinin sırf hayalden ibaret olmadı ğını ifade ederken bile, kendisinin realizmden yana tavır almasının sebebini yine realistlerin Hugo’dan daha çok hakikate vurgu yapmalarıyla izah eder. Dikkat edilirse bu a amaya kadar Be ir Fuat sanki edebiyattaki romantizm realizm mukayesesini de ğil kendi dünyasındaki akımlar farkını dile getirmekte ve realizmden yana tavrını ortaya koymaktadır.

55 A.g.e., s. 232. 56 Victor Hugo monografisini de ğerlendirirken Fazlı Necip, Be ir Fuat’ın bu tavrını u ekilde ele tirir: “Diyorum ki Be ir Fuat Beyefendi realizm mesle ğini tercih etti ği için hep realistleri iltizam eylemi ve bahsi bî-tarafane yürütmeyerek meseleye harici bir nazarla bakmamı tır” (Be ir Fuat, iir ve Hakikat, “Mektubat”, Yayına Haz. Handan Đnci, YKY., Đstanbul, 1999, s. 408).

28

3. Matbuat Ortamında Romantizm ve Realizmin Savunulması

Be ir Fuat’ın Victor Hugo monografisinden sonra batı edebiyat akımlarına ilgi artar ve böylece akımlara dair bilgiler matbuat ortamını doldurmaya ba lar. Bu durum yeni edebiyatı savunanlar için de bir çıkı yoludur. Yalnız Türk edebiyatında romantizmin ele tirildi ği 1885-1886 senelerine kadar Batı edebiyatlarında romantizmin parlak dönemi son buldu ğu halde bu yıllara kadar edebiyatımızda bu akıma, sanat ve edebiyattaki ilke ve niteliklerine dair yayımlanmı ciddî tek bir eser görülmemektedir. Beir Fuat’ın Victor Hugo monografisiyle romantizm kısmen tanıtılmı olmasına ra ğmen eserde romantizmin sanat ve edebiyattaki ilke ve niteliklerine ait ciddî bir bilgi yoktur. Dönemin aydınlarının bu senelerde akımlara dair ifadelerinden edebiyat akımlarını kısmen de olsa tanıdıkları anla ılmaktaysa da bu tanı ıklı ğın kaynaklarını ifade edenler bulunmamaktadır. Dolayısıyla aydınların akımlara ili kin bilgilerini okudukları batılı gazete, dergi veya kitaplarla birlikte Osmanlıda ya ayan yabancı unsurlarla olan ili kilerine ba ğlamak do ğru olacaktır.

Bu a amaya kadar edebiyat akımlarına dair verilen bilgiler henüz sistematik olmaktan uzaktır. Bununla birlikte ortada duran bir sorun vardır. O da Türk edebiyatının takip etmesi gereken edebiyat akımının hangisi olması gerekti ğidir. Be ir Fuat romantizmi ele tirmekle birlikte tavrını realizmden yana ortaya koymu tur. Çalı mamızın ilerleyen kısımlarında görülece ği üzere Halit Ziya, Be ir Fuat’ın anlayı ını devam ettirir gibidir. Buna kar ılık romantizmin ihmal edilmemesi gerekti ğini ve bu akıma dair eserlerin önemini vurgulayanlar da yok de ğildir. Çalı mamızın ikinci kısmında Be ir Fuat’la mektupla maları dolayısıyla de ğerlendirmelerine bakaca ğımız Fazlı Necip ikinci anlayı taki yazarlardandır. Bu anlayı ından ötürü de Halit Ziya ile Nihal ve Hamiyet mecmualarında vuku bulan bir tartı maya girecektir.

3.1. Nihal ve Hamiyet Arasında Bir Tartı ma

Be ir Fuat romantizmi ele tirirken bu edebiyat akımını neredeyse Hugo’dan ibaretmi gibi görmü tür. Benzer ekilde Halit Ziya’nın romantizmi ele tirisi Be ir Fuat’ın ele tiri anlayı ına eklenir. Halit Ziya, romantizmi “mesleksizlik mesle ği” olarak

29 nitelendirdi ği “Fransa’da Mesalik” 57 yazısında bu akımı anlamanın en iyi yolunun Victor Hugo’nun eserlerini incelemekten geçti ğini söyler:

Romantizm bir meslek de ğil diyorsun. Hayır, pek büyük, kuvvetli pek hükmü nafiz bir meslektir. Mesleksizlik mesle ği!..

Romantizmi muayene ve tetkik etmek için en kolay tarik o mesle ği ihya eden Victor Hugo’nun âsârını tetebbu’ etmektir.

Victor Hugo yazı yazmaya ba lar ba lamaz her nevi elfazı lisan-ı edebiyata kabul etti. Klasiklerin kemal-i vakar ve azametle istimal eyledikleri lisanı, Victor Hugo divânecesine söylemeye ba ladı. “Goetheler”, “Lamartineler”, “Mussetler”, “Sainte Beuveler”, “Nodierler” airin etrafını aldılar. Edebiyat de ğiti. Esası mı? Hayır, esas yine o esas! eklî!.. 58

Halit Ziya; Lamartine, Musset, Saint Beuve’ü klasikler tarafında, Théophile Gautier ve Noddier’yi realistler arasında sayarken sadece “cinnet”le itham etti ği Victor Hugo’yu romantik olarak kabul eder. Yazıdan anla ıldı ğına göre Mehmet Ziver ve Halit Ziya arasındaki mübahasede, klasikler ve romantikler bir edebiyat akımı tayin sahibi de ğildir. Halit Ziya klasik-romantik farkını ive ve kullanılan kelimelerdeki farklılıkların yanı sıra klasiklerin tamamen “alem-i hakikatten” ayrılmaları ve romantiklerin bütünüyle “alem-i hayal”de kalmalarıyla ortaya koyarken romantikleri ele tirecek bir zemin hazırlamı tır: “Romantikler realistlerin moralden mahrum olduklarına hükmederler. Müsaadeleriyle ben bunu cerh ederek derim ki asıl moraliteden mahrum olan sizsiniz”.

Halit Ziya hararetle realistleri savunurken romantiklerin eserlerinde mana eksikli ği dolayısıyla fikri yoksunluk görür ve bunu Be ir Fuat’ın yaptı ğı gibi Hugo-Zola kar ıla tırmasıyla ortaya koyar, ardından edebiyat akımlarına dair tercihini dile getirir:

Velhasıl azizim fikrim udur ki gerek airler ve gerek na ir edipler, hakimler için meslek olsa olsa “realizm” olabilir. Zira ba ka meslek mevcut de ğildir. Realizm

57 Halit Ziya, Mehmet Ziver’e gönderdi ği hususî bir mektupta edebiyat akımlarına dair kanaatlerini bildirir. Mehmet Ziver de mektubun bu kanaatlere dair önemli gördü ğü kısmını Nihal mecmuasında “Fransa’da Mesalik” ba lı ğı altında yayımlar. 58 Halit Ziya, “Fransa’da Mesalik”, Nihal , c. 1., nr. 2., 1303 , s. 40-41.

30

cemiyet-i be eriyenin ilk te ekkülünde ba ladı, on dokuzuncu asırda bir nam aldı; cemiyet-i be eriyenin belki inkırazında mahvolur.

Đdealizm, filanizm… Hep sahte eylerdir yalnız u kadar daha söyleyeyim ki: Realistlerin eserleri kıymet-i edebiyece, suret-i tahririyece sair muharrirlerinkine kıyas kabul edemeyecek kadar faiktir 59 .

Halit Ziya’nın romantizm-realizm akımlarına dair değerlendirmelerine Selanik’teyken yazdı ğı “Bir Cevapname”yle 60 mukabelede bulunan Fazlı Necip bu yazısında Halit Ziya’nın realizmi tercih etti ğini ifadeyle onun bu tercihteki sözlerini “real” görmemektedir. Bu yüzden Halit Ziya’nın yazısını en koyu idealistlerin yazdı ğı ekilde “hayalî” ve “mübala ğalı” olarak de ğerlendirir ve bunu izah eder.

Öncelikle Halit Ziya’nın romantizme dair “mesleksizlik mesle ği” yorumunu ele alarak, yorumun kabulünün Zola ve arkada larından önce bir edebiyat akımının var olmadı ğı fikrine götürece ğinden hareketle bunu reddeder. Zira Fazlı Necib’e göre Namık Kemal, Ahmet Mithat, Recaizade Ekrem ve Abdülhak Hamit Beyefendiler hep romantizm akımına göre yazmaktadırlar. Halit Ziya’nın anladı ğı manada Fransa’daki edebî akımların Türk edebiyatına tatbik edilmesi durumunda bizde romantizmi terviç edenler adı geçen bu edebiyatçılar olmayacaktır. Bizde realizm akımı daha ortaya çıkmadı ğına göre Kemal, Mithat, Ekrem ve Hamit beyefendileri romantik saymak gerekir. Bu yorumlarından sonra Fazlı Necip edebiyat akımlarına dair tercihini u ekilde dile getirecektir:

Bizde realizm mesle ği üzerine yazılmı bir eser-i edebî henüz görülmedi. Demek ki henüz bu meslek inti ar etmedi. Yalnız Be ir Fuat Beyefendi terviç ediyorlar. Ben de realizm mesle ğini mesalik-i saireye tercih ederim; fakat di ğerlerin[e] de faydasızdır diyemem, mesleksizliktir hükmünü ise hiç veremem.

59 A.g.m ., s. 44. 60 Fazlı Necip, “Bir Cevapname”, Hamiyyet , nr. 16, 10 Rebiülevvel 1304 (7 Aralık 1886), 1 Kânunuevvel 1302 (13 Aralık 1886), s. 124-125.

31

Zira realizm olsun romantizm olsun hep bir merkeze gider. Yollar ayrı ise de merkez birdir. Maksat birdir. Đkisi de ahlak ve efkar-ı umumiyenin tasfiyesi için uğra ıyor 61 .

Fazlı Necip, Halit Ziya’nın Victor Hugo’nun yazı yazmaya ba lar ba lamaz her çe it lafzı edebiyata sokmakla bir cinnet izhar etti ği görü ünü de yanlı bularak Hugo’nun bu sayede bir hizmette bulundu ğunu söyler. Zira ona göre Victor Hugo bunu yapmakla dili bazı ki ilerle kayıtlı olmaktan ve “mahdudiyet” ba ğından kurtarmı tır. Ayrıca, Fazlı Necip bizde “tarz-ı cedit” dedi ğimiz mesle ğin bu anlayı üzerinde teessüs etti ği ve Halit Ziya’nın kusur saydı ğı romantiklere ait ayıpların realistlerde de bulunabilece ği kanaatindedir:

(…)Victor Hugo faziletten bilkülliye mahrum birisini tasvir edermi . Bu söz hakikate o kadar mugayirdir ki bu babda söz söylemeye bile lüzum görmem. Çünkü Victor Hugo’nun bir çok âsârını sen de okumu sundur. Hatta realistler Hugo’yu âlemde vücudu mümkün olmayan fezâili insanlarda göstermeye çalı tı ğı için hayal-perestlikle itham ediyorlar. Realistlerin de cemiyet-i be eriyenin en sefil en müthi mahallerine vardıkları yazılıyor ki yukarıda dedi ğim gibi bu hal ayıp ise her ikisi için de ayıptır. Fakat hakikati tasvir etmek hiçbir vakit ayıp addolunamaz 62 .

Fazlı Necip edebiyat akımlarından realizmi tercih ederken romantizmin inkâr edilmemesi gere ğinden hareketle yine de hakikate hürmet etmenin önemine vurgu yaparak yazısını u ekilde bitirir:

Tekrar ederim ki ben de realizm mesle ğini daha ziyade sever ve onu tercih ederim. Fakat di ğer mesle ğe de: sahte eylerdir diyemem. Âlemde her edibin realist olması pek alâdır; fakat klasik olmaktansa romantik olmak bin kat iyidir. Romantikler acem üdebası gibi hayal-i muhal ile u ğra maz. Alem-i vücutta vuku bulması muhtemel olan vakayii tasavvur ve tasvir ederler…

61 A.g.m ., s. 124. 62 A.g.m ., s. 125.

32

Đnsan her hususta hadd-i itidali muhafaza etmelidir. Đltizam edece ğimiz bir eyi parlak göstermek için di ğerinin meziyetini inkâr eder isek hakikate kar ı pek büyük bir hata etmi oluruz 63 .

Be ir Fuat ve Halit Ziya realizmin takip edilmesi gereken bir edebiyat akımı olması yönünde kanaatlerini bildirirken, Fazlı Necip realizmin de ğerine vurgu yapmakla birlikte bizde romantizm yolunda eserlerin yazıldı ğını ve mevcut durumda bu edebiyat akımının ihmal edilmemesi gerekti ğini vurgulamı tır. Bununla birlikte Türk edebiyatına romantizmi takip edilmesi gereken bir edebiyat akımı olarak teklif eden yazarlar da olmu tur.

3.2. Bir Edebiyat Akımı Olarak Romantizmin Teklif Edili i

Türk edebiyatında tenkidin durumu, tenkidin önemi ve mevcut bazı önemli eserler üzerinden bunun tatbikini Mizan gazetesinde yayınladı ğı seri yazılarıyla ortaya koyan Mizancı Murat bu yazılarında mevcut gazetelerin takip ettikleri “edebî meslek”ler hakkında bilgi verdikten sonra Namık Kemal’in Vatan Yahut Silistre piyesini ele tirir; eseri romantizmde görülen dram entrikası bakımından kusurlu bulur ve bu vesileyle Türk edebiyatında vücuda getirilecek eserler için takip edilecek edebiyat akımına dair teklifini dile getirir.

Mizancı Murat bu yazısında batı edebiyatlarında “edebiyat-ı ahlakiyeye müteallik” eserlerdeki ahısları üçe ayırır. Bu ahıslar, edebiyatçıların icat yeteneklerinin bulundu ğu “sırf hayalî”, mevcut toplum içinden özellikleriyle okuyucuya tanıtılan “hakikat ve fazilet mücahitleri” ile toplum içinden alınmı edebiyatçının tasvir gücünü gösteren “hazır ve müfit” ahıslardır. Mizancı Murat, “hero” ve “heroin” olarak ele alınan bu ahıslardan ikinci kısmı, okuyucuların kalbine daha yakın görür. Bu ahısların fazilet ve tasvirinin de dram entrikasıyla ortaya çıktı ğını söyleyen Mizancı Murat, romantizmi edebiyatımıza uygun bir akım olarak görür.

(…) “romantizm” ve bahusus “santimantalizm” usulüne tevfikan yazılmı olan âsârın tezhib-i ahlak hususunda etti ği hidemat-ı azime her bir inkârın fevkinde

63 A.g.m ., s. 125.

33

bulundu ğu ve bizim için mezkûr usuller henüz pek “yeni” oldu ğu cihetle tiyatro ve roman gibi âsârın bizde mutlaka “santimantalizm” usulüne tevfikan yazılması matluptur zannederiz 64 .

Bu arada Hasan Hüsnü, ba muharriri oldu ğu Terakki risalesinde Fransız edebiyatı tarihini yazar ve eserleriyle tanıtan bir yazı kaleme alır. Bu yazısında Fransız edebiyatının ba langıç dönemine, klasisizm ve romantizme dair bilgiler veren Hasan Hüsnü romantiklerden Lamartine ve Victor Hugo’ya özellikle de ğinir. Hugo’ya de ğinirken ayrıca romantizmi de tanıtır:

Kendisi “romantik” mektebinin müessisidir [Bu] mektepte Fransa’nın eski edipleri tarafından tesis edilen usul-i in a ve tahriri terk ve tadil ile yeni usul ittihaz eden muharrirler yeti ir 65 .

Hasan Hüsnü, Mizancı Murat gibi Türk edebiyatı için bir edebiyat akımı teklifinde bulunmaz, fakat “yeni usul”ü kabul edenleri romantik sayar. Yeni usulü kabul edenlerin benimsedikleri edebiyat akımı da romantizmdir. Hasan Hüsnü yazısında realist yazarlara de ğinmez.

Mehmet Ziver de Hasan Hüsnü gibi romantizmi yeni sayar ve bu yenili ği edebiyatımız için uygun görür. Bunu dile getirirken de Be ir Fuat’ı, Victor Hugo eseri dolayısıyla ele tirir. Halit Ziya ile edebiyat akımlarına dair yazımalarının oldu ğunu bildi ğimiz Mehmet Ziver’in görü lerini 1305/1889’da yayımlanan Hikmet-i Edebiye 66 isimli eserinden takip edebiliriz.

Mehmet Ziver, Hikmet-i Edebiye ’de edebiyat, hayal-hakikat, iir ve iirin kalp ve fenle münasebeti ile edebiyat-felsefe ili kisi… vs. konularına de ğinir. Batılı yazarlar arasında önemli gördü ğü simalardan fikirlerini destekler mahiyette yararlanmaya çalı ır. Kitabının “ ark ve Garbı -Tarih-i Terakkiyat Nokta-i Nazarından- Bir Muvazene” ba lı ğı altında Do ğu ve Batı arasındaki edebî-kültürel münasebetlerden bahisle Araplar ve Acemlere ayrı ba lıklar altında de ğinir. Arap edebiyatına de ğindi ği kısımda Victor

64 Mizancı Murat,“Fünun ve Edebiyat: Üdebamızın Numune-i Đmtisalleri” Mizan , nr. 44, 23 ubat 1888. 65 Hasan Hüsnü, “Tarih-i Edebiyeden Bir Nebze”, Terakki , Karabet ve Kasbar Matbaası, c. 1, cüz 1., 1303 (1887), s. 7-8. 66 Mehmet Ziver, Hikmet-i Edebiye , “A. Maviyan” irket-i Mürettibiye Matbaası, Đstanbul, 1305 (1889),

34

Hugo’yu Arapların en sevdi ği batılı air olarak gösterir. Yunan, Alman ve Đngiliz edebiyatçılarını da tanıtan Mehmet Ziver, Alman edebiyatından Goethe’ye de ğinirken onun Victor Hugo’yu hakkıyla takdir etti ğini söyler. Bu takdir ifadelerinin sonunda yer alan dipnotta Mehmet Ziver, Be ir Fuat’ı Victor Hugo monografisi dolayısıyla ele tirecektir: “Merhum Fuad Bey, Hugo’yu tanımaksızın tercüme-i halini yazmı tır!” 67

Mehmet Ziver, Đngiliz edebiyatını anlatırken bir romantik olarak Shakespeare’e ayrı bir ba lıkla de ğinir. Fransız edebiyatında da yine romantikler olarak Hugo, Lamartine ve Musset için ayrı bir ba lık açar. Eserin “Romantizmi Mesle ği Nedir” ba lı ğı altında bu “mekteb”in amacını “efkâr-ı atika ashabını ruha kü ayi verecek latif, bediî, parlak eserler yazmaya” davet eklinde açıklar. Hugo’yu tamamen muvaffak olmu ve Fransa’ya özgü “ iirde bir ahenk-mucidi” olarak gösterirken romantizmi, klasisizmden ayrılan yönünü de vurgulayarak bir dipnotla öyle tarif eder:

Fransa’nın kudema-yı üdebası tarafından muhafaza olunan usul-i in a ve tahriri terk veya ıslah etmekle yeni bir usul ittihazı maksadını muarreftir. Bu mesle ğe mugayir hareket edenlere Klasik ve Romanensk müellifi, edîbi deniyor 68 .

“Romantizmi Mesle ği Nedir” ba lı ğından sonra kısaca edebiyatımıza de ğinir. Ona göre bizde “ îve-i lisanı bir tarz-ı sahihe irca” etmeye çalı anlar olmu sa da “tecdid-i lisan” hususunda bu te vikler yeterli olmamı tır. O halde yapılması gereken nedir diye soruldu ğunda Ziver’in cevabı u ekilde olacaktır:

Bu halde Re it ve Akif Pa aları tecdid-i lisan hususunda o ediplere takdim etmemiz lazım gelir. Zira Re it Pa a sade yazmayı evrak-ı siyasiye ve resmiye hakkında münasip görmü tür. Fransa’da romantikler müceddittirler. Çünkü ihtiyacât-ı lisaniyeye telafi-i mâfât olacak yazdıkları âsârın onlardan ziyade bizde dahi lüzum ve faydası hissolunmu tur 69 .

Romantikleri dil hususundaki yenilikleriyle “müceddid” sayan Ziver, edebiyatımıza bu yenili ği getirenlerin de oldu ğunu söyler. Bunlardan biri “tedvin-i kavaid-i edebiyeye bezl-i mesai edip efkâr-ı ebabı bir ba ka lisan ile Tâlim ’de

67 A.g.e , s. 57. 68 A.g.e ., s. 63. 69 A.g.e ., s. 64-65.

35

çalı ıyor”, di ğeri ise “nazar-ı dikkatini tarihin, cemiyetin karanlıklarına, semanın aydınlıklarına; deryanın derinliklerine tenfiz ederek bir takım hakikatler ke fediyor (…) o hakikatler, meydana bir Tarık , bir Đbnü’l-Musa , bir Eber , bir Sefile çıkarıyor” eklinde duyurulur. Đsim tasrih etmese de Ziver’in dil hususunda yenilikçi olarak gördü ğü Recaizade Mahmut Ekrem ile A. Hamit’tir 70 . Ardından eserinin son kısmı olan “Netice” kısmına gelir ve burada ilk olarak eskilere “arz-ı ihtiram”dan geri kalmamamız gere ğini hatırlatır ama bize lazım olanın “edebiyat-ı sahiha” oldu ğunu söyler. Burada edebiyat-ı sahihaya özellikle vurgu yapması, eserinde sürekli olarak vurguladı ğı dildeki yenilik ihtiyacı ba ğlamındadır. Dildeki yenili ği temin edecekler de zamanın “maarif- perveranı”dır veya Kemal, Ekrem, Hamit, Naci hatta Sadullah Pa a, Ebuzziya Tevfik Bey, Hamît Vehbi Bey, Sezai Beyefendilerdir. Bu ahıslar da yetmezse Avrupa’nın geli mi milletleri arasında yeti en kemal ve iktidar sahiplerinin eserlerinden yararlanmak gerekmektedir.

Avrupa’daki klasik ve romantik akımların belli ba lı yazarlarını bu eserinde tanıtan M. Ziver, realistlere de ğinmezken yenili ği özellikle dile dair dikkatler üzerinde toplayarak dilde yenilik adına takip edilmesi gereken edebiyat akımının romantizm olması gerekti ği yönünde bir kanaat ta ır.

4. Realizmin Yükseli i Romantizmin Dü üü

Be ir Fuat’ın romantizme yöneltti ği ele tiriler ve realizmden yana aldı ğı tavır kar ısında Fazlı Necip realizmi tercihinin yanı sıra romantizmin ihmal edilmemesi gere ğini dile getirmi , Mizancı Murat ahlâkî bakımdan natüralizmi kusurlu bulmu ve yazılacak eserlerin romantizmin ilkelerine ba ğlı olarak yazılması gere ğini vurgulamı , Hasan Hüsnü romantizmi yeni bir akım olarak görmü , Mehmet Ziver de dil ve edebiyatta yenilik adına romantizmi edebiyatımız için gerekli bir edebiyat akımı olarak tanıtmı tır. Bunun yanında Halit Ziya “mesalik-i edebiye”de romantizmi “mesleksizlik mesle ği” olarak tanımlamı ve sert bir ekilde ele tirmi tir. 1885-1889 yılları arasında bu görü ler dile getirilirken Halit Ziya ileride “Hikâye” ismiyle kitapla acak olan

70 Abdülhak Hamit’in eserlerinin romantik temler bakımından bir incelemesi için bkz. Orhan Okay, Abdülhak Hamit’in Romantizmi , Atatürk Üniversitesi Basımevi, Erzurum, 1971, 58 s.

36

Hizmet gazetesindeki seri yazılarını yayımlamaya ba lar 71 . Bu yazılardan sonra matbuat âleminde romantizmin tesirinin azaldı ğı ve realizmin ön plana çıktı ğı görülmektedir. Yalnız romantizmin basında de ğer kaybetmesinde kanaatimizce asıl tesirli olan Be ir Fuat’ın romantiklere yöneltti ği ele tirilerdir. Nitekim Halit Ziya’nın romantik ve realistlere dair bakı açısı da Be ir Fuat’ın anlayı ıyla aynı çizgide, romantikleri realist bir bakı tan ele tirerek realizmden yana tavır alma eklinde kendini belli eder.

Halit Ziya bu yazılarında romancıları üç sınıf halinde Meslek-i Hakikiyun, Meslek-i Hayaliyun ve Masalcılar olarak tarif eder. Böylece, Be ir Fuat’ın realistleri “hakikiyun” romantikleri “hayaliyun” terimleriyle kar ılamasının bir benzeri de burada devam etmi olur. Batı edebiyat tarihlerinde kronolojik olarak hayaliyun (romantikler), hakikiyun (realistler)dan önce gelmesine ra ğmen Halit Ziya -belki kendine göre önem sırası gözeterek- önce realistleri, sonra romantikleri en son masalcılar dedi ği sınıfı tanıtır. Halit Ziya, masalcıları romancı ve bir edebiyat akımı olu turacak seviyede olgun bulmaz. Ona göre romantik ve realistler “ba ka ba ka iki meslek-i edebinin müntesiblerine” verilen bir isimdir ve hayaliyun mektebi “elfü’l-leyle” ve “elfü’n- nehar” gibi efsaneleri ve safsataları yazan bir akımın yazarları de ğildir ve “Hayaliyun bir kısm-ı edebi te kil ederler” 72 .

Halit Ziya romantik akımın yazarlarını birbirleriyle kıyaslar. Burada romantizmi iki gruba ayırır. Birinci grup Alexandre Duma’yı ikinci grup Victor Hugo’yu takip eder. Romancılıkta birbirlerinden ayrılan tarafılarını da u ekilde tespit eder:

Alexandre Dumas hikâyelerine zemin ittihaz etti ğiesasları hemen kâmilen tarihten intihab etmi idi. (…) Alexandre Dumas’nın hikâyelerinde ikinci derecede hâiz-i ehemmiyet olan ey, a ktır. Hayaliyuna a kın yalnız vücudu kifayetedip hikâyelerinin tedkik-i a k ve tefti -i hissiyat gibi fenn-i menafiü’r-

71 Bu yazılar 14 Te rinisani 1887 - 21 Mart 1888 tarihleri arasında Hizmet gazetesinin 104-139. sayılarında tefrika eklinde yayımlanmı , daha sonra “Hikâye” ba lı ğı altında kitapla tırılmı tır. 72 Burada hayaliyun (romantikler)a bir meslek atfeden Halit Ziya, “Fransa’da Mesalik” yazısında romantizmi “mesleksizlik mesle ği” olarak anmı tır. Halit Ziya’nın, Romantizme dair görü ünün bir sene sonra de ğimesi aırtıcıdır. Burada tarafsız bir ekilde davranmak için romantizme yer vermeye çalı ırken bunu ba aramadı ğı aslında açıktır. Halit Ziya’nın Be ir Fuat’ın Victor Hugo ’sunu ve di ğer eserlerini okuyup okumadı ğını bilmiyoruz. Ama fikirlerindeki bu de ğiikli ğin eserin yayınlanmasından ve etrafında geli en tartı malardan hemen sonra olması bizde Halit Ziya’nın Beir Fuat’tan etkilendi ği intibaını bırakmaktadır.

37

ruha ait mesaile mübteni olmadı ğı dü ünülürse bu mua akaların neden ibaret oldu ğu anla ılır. Hayaliyun için bir erke ği bir kıza â ık etmek kifayet eder. Nasıl seviyor?.. Ne için seviyor?.. Bunlar hayaliyun için pek ciddi, pek yüksek meselelerdir. Đ te reisleri Alexandre Dumas olan sınıf-ı hayaliyun; hissiyat-ı kalbiyeyi ihmal ederek kavgalar, tesadüfler, intikamlar, sirkatlerile müzeyyen, vakayice zengin, her bâbı kariin tecessüsünü ba ka bir suretle müheyyic hikâyeler yazdıkları sırada Victor Hugo’nun riyaseti altında te ekkül eden sınıf-ı di ğer-i hayaliyun vak’aca az fakat tedkik-i hissiyat cihetiyle mühim hikâyeler yazmaya ba lıyorlardı. Đ te imdi hakikiyuna kar ı duran hayaliyun, bu ikinci sınıf hayaliyundur 73 .

Halit Ziya romantiklerin birinci grubunun bugün unutuldu ğunu ve ikincilerin asıl realistlere kar ı duranlar oldu ğunu ifade ile ilk gruptakilerin haleflerinin bugün ne romantik ne de realist sayılmayacaklarını söyler. Çünkü onlar sadece gazetelerde para kazanmak amacıyla kalemlerini istihdam ederler. Bu sınıfın mübala ğalı bir ekilde çok kalabalık oldu ğunu dile getiren Halit Ziya önemli hikâyenüvisleri hakkında da bilgi verece ğini ekleyip realistlere geçer. Halit Ziya, “ Đnsanlık Komedisi” isimli eseriyle Balzac’ı realistlerin reisi sayar. Onu romantiklerle kıyaslarken bir romancı olarak hayal gücüne de ğil ara tırmalarının verimlerine dayandı ğını söyler. Benzer bir görü ü daha önce Victor Hugo monografisinde görmü tük. Balzac’ın bu yönüyle romantiklerden ayrıldı ğını söyleyen Halit Ziya’nın ele tiri tarzı aslında Be ir Fuat’ın romantiklere yöneltti ği ele tiriden farklı de ğildir:

Balzac’ın hikâyelerini te kil eden e has, hayaliyunun ehas-ı muhayyilesi gibi bir hayalden, bir suretin gölgesinden ibaret de ğildir. Onlarla hemdem olan erbab-ı mütalaa pî -i nigâh-ı tedkikinde sahihden insanlar tarafından oynanır, sahih bir vak’a-i hayatın güzeranını hisseder. Hayaliyunun e has-ı hikâyatı mermerden masnu heykeller gibi bir ekil gösterir, Balzac’ın hikâyelerinde e has-ı vak’anın ya adı ğı, sinelerinin altında bir kalbin çarptı ğı hissolunur 74 .

73 Halit Ziya, “Hikâye: Ezmine-i Cedide”, Hizmet , nr. 111, 14 Kânunuevvel 1887. 74 Halit Ziya, “Hikâye: Hakikiyun”, Hizmet , nr. 114, 24 Kânunuevvel 1887.

38

Halit Ziya, Balzac’ın bu gerçekçi yönünü e ğlendirmek amaçlı yazan masalcılardan da ayırır ve her fırsatta onu romantiklerden üstün görür.

Halit Ziya, Flaubert’in eserlerinin yayın tarihleri arasındaki zaman farkına dikkat çekerek onun ne kadar titiz çalı tı ğını gösterir ve bu yönünü yine romantiklerle kıyaslayaca ğını ifade eder. Flaubert’i Zola’nın ifadeleriyle tanıtır, onun gerçekçilik adına eserleri için yaptı ğı seyahatleri anlatır. Bu yönünü öne çıkararak romancı olarak hayal gücüne de ğil ara tırmalarına dayandı ğını ortaya koyar.

Anla ılıyor ki Flaubert yine Zola’nın dedi ği gibi “kuvve-i hayaliyesine bir ey medyun olmayı tecviz etmez”, yalnız tasvir-i hakikate hizmet eder. Âsârının tasvirat-ı maddiye ve esasiyesi için bu kadar tetebbuu göze aldıran bir muharririn e has-ı vak’anın tedkik-i hissiyat ve ahval-i ruhiyesi hakkında ne derecelerde gayret ve ihtimam göstermelidir? Đ te bize o gayret ve ih timamın derecesini “ Madam Bovary” ve “Talim-i Hissiyat” gösterebilir 75 .

Halit Ziya her ne kadar hakikiyun, hayaliyun ve masalcıları bu yazılarında tanıtmaya çalı sa da aslında esas konu realist ve romantiklerdir ve her ne kadar tarafsız davranaca ğını söylerse de bunun tarafsızlık oldu ğu tabi ki üphelidir. Nitekim seri yazılarının netice kısmında edebiyat akımlarına dair tercihini açıkça realistlerden yana ifade eder:

Evet, hakikiyunu hayaliyuna tercih ederiz. Bu tercihimize yalnız hâmil oldukları namkifayet edebilir. Fakat bizim ba ka nikat-ı tercihimiz var. Öteden beri tafsil etti ğimiz vechle hakikiyun, eserlerine tedkik-i hakikati, hayaliyun, tervic-i mesle ği esas ittihaz ederler. Biz öyle dü ünürüz ki, en çirkin bir hakikat, en süslü bir hayale müreccahtır. Ekser erbab-ı mütalaayı hakikiyundan tenfir eden, bunların insanları oldu ğu gibi göstermeleridir. Hayaliyun ise icat ettikleri e hası, arzularına göre, erbab-ı mütalaaca kerihveya müstahsen göstermek; fakat eshas-ı menfureyi bile bir cemiyet-i müntehabeye girebilecek bir hâle sokmak sahtekârlı ğını ihtiyar ederler 76 .

75 Halit Ziya, “Hikâye: Flaubert”, Hizmet , nr. 115, 29 Kânunuevvel 1887. 76 Halit Ziya, “Hikâye: Netice”, Hizmet , nr. 139, 21 Mart 1888.

39

Görüldü ğü gibi Be ir Fuat ve Halit Ziya edebiyat akımlarına yönelik de ğerlendirmelerinde, realizm tarafını tutan ve bu taraftarlık çerçevesinden romantizmi ele tiren bir bakı açısına sahiptir. Bu görü XIX. asırda bütün yazarlara sirayet etmemekle birlikte, gittikçe daha kuvvetli bir hale gelecek matbuat ortamında natüralizmin zayıflamasına kadar etkili olacaktır. Edebiyatta realizm taraftarı yakla ım bir yandan hâkim bir görü hâline gelirken di ğer yandan ele tirilecektir.

4.1. Matbuat Ortamında Realizm ve Natüralizm

Gerçekçili ğin savunulmasında Be ir Fuat her ne kadar realizmin kabulüne yönelik ele tiriler ve de ğerlendirmeler ortaya koyduysa da onun natüralizm vurgusu daha kuvvetlidir. Halit Ziya’da ise realizmin ön plana çıktı ğı görülür. Zaten Hizmet ’teki seri yazılarına ve daha sonra Servet-i Fünun ’da çıkacak olan akımlara dair yazılarına bakılırsa Emile Zola’dan ziyade Goncourt karde leri ön plana çıkardı ğı görülür. Ancak matbuat ortamı realizm ve natüralizmi henüz ayırmamı tır ve ikisi de “hakikiyun” terimiyle kar ılık bulmaktadır. Halit Ziya’nın realizme dönük bakı açısı daha sonra natüralizmi ön plana çıkaran Bekir Fahri tarafından ele tirilecektir. Bunun yanında natüralizm dolayısıyla Emile Zola ve anlayı ı da Mizancı Murat ve Ahmet Mithat Efendi tarafından ele tirilecektir.

4.1.1. Realizm ve Natüralizmin Kabulü ve Reddi

1885-1888 yılları arasında Be ir Fuat, Halit Ziya realizm ve natüralizmi tercih edebilece ğimiz edebiyat akımları olarak savunurlar. 1885-1887 yılları arasındaki “Hayaliyun-Hakikiyun Tartı ması” ve çalı mamızın üçüncü bölümünde ayrıntılarıyla inceleyece ğimiz 1890’daki “Roman ve Romancılık Tartı ması”ndan sonra, basında realizmden yana ortaya konan de ğerlendirmelerle edebiyatımızda “hakikat”in bir de ğer haline geli i artık kesinle mi gibidir. “hakikat”in bir de ğer haline geli i matbuat ortamında kabul gördü ğü halde realizm ve natüralizm ele tirilmi tir. Bütün ele tirilere ra ğmen 1890-1895 yılları arasında matbuat ortamında en çok vurgulanan edebiyat akımı realizm olmu tur. Realizmin matbuat ortamında gördü ğü bu ra ğbeti daha net

40 görebilmemiz için meseleye dair de ğerlendirmeleri realizme yöneltilen ele tirilerle birlikte vermek istiyoruz. Bu durum XIX. asır edebiyatımızın tabiatını göstermesi bakımından önemlidir. Nitekim matbuat ortamında tek bir akımın kabulü XIX. asır edebiyatımızın “mutlak kabulü” de ğildir. Bu bakı eski edebiyatın kayıtlarından kurtularak özgürle meye çalı an yeni edebiyat anlayı ının bir göstergesi olsa gerektir. Mutlak bir akım kabul edilmeyi inden ötürü de a ağıda görece ğimiz gibi asrın sonuna do ğru natüralizm matbuat ortamındaki etkisini yava yava kaybedecektir.

Be ir Fuat ve Halit Ziya’nın natüralizm ve realizme dair görü lerini açıkladı ğı yıllarda Zola’nın natüralist edebî anlayı ı edebiyatımız için henüz yenidir. Bunun yanı sıra Mizancı Murat ve Ahmet Mithat Efendi’nin “ahlakî” endi elere ba ğlı natüralizme yönelttikleri ele tirileri söz konusudur.

Türk edebiyatında Emile Zola’ya kar ı en sert tepkiyi Ahmet Mithat Efendi ortaya koymu tur 77 . Ahmet Mithat, Halit Ziya’nın “Hikâye” ba lı ğıyla yayımlanan Hizmet ’teki yazılarını de ğerlendirdi ği bir yazısında 78 Emile Zola’yı politikacılıkla suçlamanın yanı sıra meseleyi ahlakî endi eye getirerek onun “diyanet ve medeniyet-i hazıra aleyhine te vik için” roman yazmasını, “sefalet-i be eriyenin suver-i mahufesini tasvir” etmesini ele tirir ve meslekta larının bile bunu kabul etmedi ğini söyler. Türkçeye tercüme etti ği Leon de Tinsau’nun Fransız Famille gazetesinde yayımlanan Papazdaki Esrar romanı dolayısıyla dü üncelerini dile getirirken Ahmet Mithat bu romanın Fransa eski kibarının ho una giden bir gazetede yayımlanmasını okuyucusu için uygun görür. Nitekim ba kaları “Fransa’da bir taraftan Emile Zola’nın “hakikî” namını i ğtisap etmi oldu ğu usul-i hikâyenüvisî iktizasınca ba ı açık romanlar birçok rezaletleri familyalar meyanına ne r” faaliyetinde bulunmaktadır 79 . Zola’nın romancılık usulünde “ba ı açık romanlar” yazması ve “birçok rezalet âlemlerini” tanıtması özelliklerini vurgulayarak Ahmet Mithat ahlakî endiesini tekrar dile getirmi tir.

77 Ahmet Mithat Efendi’nin Emile Zola anlayı ına yönelik ele tirilerine dair dikkatler için bkz. H. Harika Durgun, Ahmet Mithat Efendi’nin Edebiyat Teorisi, Tarihi ve Ele tirisine Dair Görü leri Üzerinde Bir Đnceleme , Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamı Doktora Tezi, Đzmir, 2008, s. 263-297. 78 Ahmet Mithat Efendi, “Romanlar ve Romancılık”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 2847, 5 Kânunuevvel 1887. 79 Ahmet Mithat Efendi, “Papazdaki Esrar, Musavver Roman”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 3112, 1 Te rinisani 1888.

41

Mizancı Murat da Mizan ’da edebiyatımızın mevcut durumunu değerlendirirken natüralizmin eski Türk edebiyatının mey mahbub devrine benzerli ğini iddia eder ve en iyi edebiyatçıların da ço ğunun bu anlayı ı reddetmesinden ötürü natüralizmi edebiyatımız için uygun görmez:

(…) Emile Zola’nın çıkardı ğı “Natüralizm” usulü acemde kemale ermi olan mey ve mahbub devri makamında olduktan ba ka, muhassenatı dahi en büyük üdeba tarafından kemal-i iddetle inkâr olunmaktadır. Bunun için bizce imdiki halde iltizam olunacak usul “santimantalizm” usulüdür 80 .

Mizancı Murat, natüralizmi ahlakî bir endi eden ötürü uygun görmezken “santimantal”li ği öne çıkarır. Bu ele tirinin ahlakî endi elerden ötürü ta ıdı ğı özellikleri dikkate alındı ğında Ahmet Mithat’ınkiyle örtü tü ğü görülür. Benzer bir ekilde Mizancı Murat’ın yazısından üç sene sonra Octave Feuillet’nin Sanatkar Namusu eserinin çevirisi için kaleme aldı ğı bir yazısında Ahmet Mithat, romanı santimantal özellikler açısından okuyucusu için uygun görerek natüralist romanı ele tirir:

Đ te size Octave Feuillet’nin son romanı! Malum a Octav Feuillet “tabiî” denilen ve mahiyeti tasvir-i rezâilden ibaret bulunan romanları yazmak ile i tihar etmeyip ihtisâsât üzerine mübteni bulunan ve “santimantal” denilen romanları yazmak ile öhret bulmu tur 81 .

Ahmet Mithat’ın, Zola’yı ahlakî bir endi eyle bu ekilde ele tirisi sonraki ele tirilerinde de ısrarla vurgulanacak ve Türk edebiyatında Zola ele tirisine bakan yönüyle neredeyse bir ilke haline gelecektir. Bu ele tirinin benzeri batı edebiyatlarında da yapılmı tır; bizde ise bunun en hararetli savunucusu Ahmet Mithat olmu tur.

Ahmet Mithat rezalet âlemlerinin tasvirini ho görmezken Zola’yı edebiyatımıza tanıtanlar fuhu ve rezalet âlemlerine dair tasvirleri -bazen ho a gitmedi ğini vurgulasalar bile- gerçe ğin birebir tasviri bakımından de ğerli bulurlar ve bir ahlakî endi e olarak da gerçe ği görmenin ondan sakınmayı beraberinde getirece ğini ifade ederler. Bu ölçünün ifadesi ve realist yazarların tanıtılması ile realizme dair bilgilerin

80 “Fünun ve Edebiyat: Üdebamızın Numune-i Đmtisalleri” Mizan , nr. 44, 23 ubat 1888. 81 Ahmet Mithat Efendi, “Sanatkâr Namusu, Birkaç Söz”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 3875, 17 Haziran 1891.

42 artması, matbuat ortamında -dolayısıyla edebiyatta- realizme olan ra ğbeti beraberinde getirir.

18 Nisan 1307 (30 Nisan 1891) tarihli Servet-i Fünun mecmuasında Emile Zola’nın tanıtıldı ğı “imzasız” bir yazı 82 yayımlanır. Yazı, Zola’yı “ ‘realizm’ yani tabiatı cihet-i hakikî ve maddîsi nokta-i nazarından tetkik ve tahrir etmek mesle ğine iddet-i intisabıyla öhret-i fevkalade kazanmı bir edip” ve edebiyat akımlarındaki yöntemini de,

Cemiyat-ı be eriye içinde kemal-i deh etle hükmeden seyyiat-ı ahlakiye ve enayi-i vicdaniyeyi bir suret-i aleniyede erh ve hikaye eyledi ğinden iffet ve ismet-i edide erbabı mütalaasından ihtiraz eder. Çünkü bu romanlarda fuh ve ra eleri, tezelzülatı mümkinat-ı hayaliyesi velhasıl kisve-i ciddiyetle görünerek nazar-ı afifi korkutur. Çehre-i ismeti kızartır.

eklinde tanıtır. Yazıda Emile Zola’dan dilimize henüz tam olarak bir romanının çevrilmedi ğine, gazetelerimizde lehinde ve aleyhinde bir takım makaleler yazılmı oldu ğundan isminin “ Đstanbul mahafil-i edebiyesinde de deverana” ba ladı ğına dikkat çekilir. Ayrıca Zola’nın edebî mesle ğine nasıl yakla ılaca ğına yönelik bir ölçü ortaya konulur:

Zola’nın âsârı her vecihle mucib-i istifadedir. Fakat mütalaası seyyiat-ı ictimaiyeyi görmek ve ondan netaic-i ahlakiye istinbat eylemek suretiyle olur ve ale’l-amya okunursa arz etti ği elvah-ı ehevaniye ve vakayi-i enia tesirat-ı lazımeyi mahveder.

Bu “imzasız” yazının yazarı Servet-i Fünun ’un bir sonraki sayısında yine “imzasız” yayımlanan yazısında 83 Alphonse Daudet ve Goncourtlar’ın Fransa’da “hakikî roman çı ğırı”nı açtıklarına de ğinirken bu iki yazardan sonra romancılı ğa ba layan Zola’nın tahrir ve tasvirde farklı oldu ğunu dile getirir. Onun “be eriyetin en müstekreh manzaralarını oldu ğu gibi tasvirden hali” kalmadı ğını ifade ederek Daudet ve

82 “Emile Zola” Servet-i Fünun , nr. 6, 18 Nisan 1307 (30 Nisan 1891), c.1, s. 69. 83 “Alphonse Daudet ve Goncourt” Servet-i Fünun , nr. 7, 24 Nisan 1307 (6 Mayıs 1891), c. 1., s. 77-80.

43

Goncourtları Zola’ya tercih etti ğini söyler; lakin Zola’nın “ihtimam, tetkik ve tetebbu ve tamik” özelliklerini unutmamak gerekti ğini ifade ederek yazısını bitirir.

Batı edebiyatlarının önemli simalarının tanıtımına Zola ile ba lanan Servet-i Fünun ’daki yazılardan birinde 84 bir klasik ve bir romantik kar ıla tırıldıktan sonra Maupassant tanıtılırken onun realizmin ilkeleri arasında bilinen bir kaidesinin alıntısı yapılır:

“Kendimce bir kaide-i mahsusa ittihaz eyledim. Bu kaide kudretim yetti ği mertebe tasvirimin adem-i inti arına çalı maktır. Filvaki bazı müstesna haller vukua geldi. Fakat benim haberim yok idi. Âsârımız umuma ait ise de e kâl ve tasvirimiz de ğildir” 85 .

Evet, Flaubert’in romanda yazarın ahsiyetinin görünmemesine dair ilkesini Maupassant’ın uygulamaya çalı tı ğı görülmektedir. Servet-i Fünun mecmuası realist yazarları tanıtmaya devam edecek ve bir sonraki hafta François Coppée’yi okurlarına tanıtacaktır. Burada Coppée tanıtılırken romantiklerden ayrılan yönü vurgulanır: “Romantikler gibi sırf hayalata tabi olmayıp meslek-i hakikiyi takip etmek istemi se de pek de muvaffak olamamı tır 86 ”.

Servet-i Fünun mecmuasının realistleri ön plana çıkarması devam ederken 1893’te yayımlanan bir yazısıyla Ahmet Mithat Efendi, Zola’yı ele tirmeye devam edecektir. Bu yazısında Ahmet Mithat realizme “muhalif”li ğini daha net bir ekilde gerekçesiyle birlikte ortaya koyar:

Fransa’da hüsn-i ahlak üzerine roman bina eylemek modası çoktan kalkmı ve mahut Emile Zola en ba ta oldu ğu hâlde “Tabiî roman yazıyoruz” diye bütün fevahi-i nev-i be eri birçok da mübala ğalar ile ifratlar ile donatıp ziynetleyerek meydana koymayı hüner addetmekte bulunmu lardır. Güya hüsniyat denilen ey tabiat-ı be erden bütün bütün silinmi , kaldırılmı gibi bir hâl ki asıl tabiattan mâdud olamayacak olan hüküm i te bu de ğil midir? Böyle bir zamanda herkese

84 “Tahlilat-ı Edebiye: Shakespeare ve Cornaille”, nr. 8, Servet-i Fünun , 2 Mayıs 1307 (14 Mayıs 1891), c. 1, s. 87-89. 85 “Maupassant”, Servet-i Fünun , nr. 9, 9 Mayıs 1307 (21 Mayıs 1891), s. 104. 86 “François Copée”, Servet-i Fünun , nr. 14, 13 Haziran 1307 (25 Haziran 1891), s. 161.

44

muhalefet ederek u latif hikâyeyi yazmak mutlaka bu muhalefetle maruf olmak gayretinden ba ka neden ne et eyler 87 .

Görüldü ğü gibi basında Mizancı Murat ve Ahmet Mithat ahlakî bir endi eden ötürü Zola’yı kusurlu bulurken edebiyatın “genel”i yansıttı ğı anlayı ıyla hareket etmi lerdir. Bu tavrı edebiyatımızın yenile me döneminde Batıdan alınan edebî verimleri sadece mimetik olarak almak yerine “bize göre” ve “bize uygun” ekilde telif ederek dönü türme çabalarıyla izah edebiliriz 88 . Servet-i Fünuncular Mizancı Murat ve Ahmet Mithat’ın ahlakî endi elerine katılmakla birlikte mimesisin sadece birebir “kopya”yı ifade etmedi ği aynı zamanda “yansıtma”yı beraberinde getirdi ği anlayı ıyla hareket ederek sanatın “özü” yansıttı ğı ilkesinden hareket etmi lerdir 89 . Ahmet Mithat ve Mizancı Murat ise sanatın yansıttı ğı bu “öz”ün “genel”i yansıttı ğı anlayı ına kar ı çıkarak “öz”ün “genel” olarak gösterilmesine tepki göstermi lerdir.

4.1.2. Realizme Dair Bilgilerin Aktarılmasındaki Çe itlilik

Tercüman-ı Hakikat, Mizan ve Servet-i Fünun arasında görünürdeki çeki meler devam ederken batı edebiyatlarındaki edebiyat akımlarına dair bilgiler 1894’te Mekteb, Hazine-i Fünun ve Maarif mecmualarıyla zenginle meye ba lar. Bu dergilerdeki edebiyat akımlarına yönelik yazılara bakıldı ğında realizmin ön plana çıkarıldı ğı görülmektedir.

Mektep mecmuasında Mehmet Münci imzalı “Edebiyat-ı Garbiye” ba lıklı yazıda “hakikiyun mektebi”nden seçkin hiçbir romancının bugüne kadar herhangi bir romanının tercüme olunmadı ğından bahisle realist eserlere yönelik çevirilerin yapılaca ğı, ardından “gerek hayaliyundan ve gerek hakikiyundan” önemli eserlerin

87 Ahmet Mithat Efendi, “ Đki Hud’akâr: Mukaddime”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 4639, 19 Kânunuevvel 1893. 88 Bu dönü türme çabalarının Tanzimat dönemi roman ve hikâyelerindeki örneklerine dair tespitler için, bkz. Fazıl Gökçek, “Tanzimat Dönemi Roman ve Hikâyelerinde Kadın-Erkek Đli kilerinin Düzenleni i ile Đlgili Bazı Tespitler”Türk Yurdu, c.20, S.153-154, Mayıs-Haziran 2000, ss.126-132. 89 Sanatın “genel”i veya “öz”ü yansıttı ğına dair tartı maların ayrıntısı için bkz. Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Ele tiri , Đleti im Yay., Đstanbul, 2011, s. 17-38.

45 tercüme edilip yazarlarının tanıtılaca ğı haber verilir 90 . Ayrıca asrın ikinci yarısında realizmin etkisiyle edebiyatta “hayal”in de ğimeye ba ladı ğı dile getirilir.

Hazine-i Fünun ’da “hakikiyun”un roman ve romancılı ğının özelliklerini anlattı ğı bir yazısında Mehmet Refet de realizmde “tavsif”e de ğinirken bu tavsifi yapacak romancıda, hayali ön plana çıkaran romantik anlatıcıdan farklı olarak realist özellikler arar:

Biz tavsiflerde yalnız, tezyinat-ı lâfzîye sanayi-i edebiye aramıyoruz; “edib”i elindeki ne ter-i tetkiki hakikat-cuyâne sallayan bir müdekkik gibi görmek, ahval-i dâhiliye-i beeriyeyi anlamak için ahval-i âlem-i hariciyi de bilmek, tabiat-ı muhitayı tabiat-ı hakikiyesiyle mü ahade etmek istiyoruz 91 .

Maarif mecmuasında yayımlanan “roman mütalaası” ba lıklı yazısıyla da Mehmet Celal iir ve hikâyedeki romantik duyu unu terk etmemekle birlikte edebiyatta hakikatin bir de ğer haline geldi ğini u ekilde ifade eder: “ Hayal asrı geçti. Hakikat asrı ba ladı ”92 .

4.1.3. Realizmin Mutlak Kabulü ve “Mesalik-i Edebiye” Algısında De ğimeler

Be ir Fuat’ın romantizmde gördü ğü te bih, istiare ve mübala ğa gibi hayal unsurlarının ayıklanarak hakikatin ifadesinin bir de ğer haline getirilmesi gere ğine yönelik de ğerlendirmelerinde, Halit Ziya’nın bu de ğerlendirmelerin bir uzantısı olarak ele alınabilecek Hizmet ’te yayımlanan seri yazılarındaki realizmi romantizme tercih etmemiz gere ğine dair yakla ımında, Ahmet Mithat’ın bizi hakikatten uzakla tıran hayalci airleri ele tirisinde romantizm ve realizmde dile dair dikkatlere de ğinilmi , Halit Ziya’nın “Mesalik-i Edebiye” yazısında edebiyat akımları arasındaki farklılı ğın dilin kullanımında oldu ğu belirtilmi tir. Matbuat ortamında romantizmi savunan Fazlı Necip, Mehmet Ziver, Mizancı Murat, Hasan Hüsnü gibi isimler romantizmdeki yenili ği

90 Mehmet Münci, “Edebiyat-ı Garbiye: Octave Feuillet”, Mekteb , nr. 1, 30 Kânunuevvel 1309 (11 Ocak 1894), s.44-46. 91 Mehmet Refet, “Tavsif”, Hazine-i Fünun , nr. 44, 29 Nisan 1310 (11 Mayıs 1894), s. 355. 92 Mehmet Celal, “Roman Mütalaası”, Maarif , nr. 159, 17 Te rinisani 1310 (29 Kasım 1894), c. VI, s. 19.

46 bu akımı savunanların dildeki yeniliklerinde görmü tür. Demek ki akımlara dair malumatı aktaran dönemin yazarları bu iki edebiyat akımı arasındaki farkın dilde yattı ğının bilincindedir.

Bir edebiyat akımını savunmanın ön plana çıktı ğı 1885-1894 yılları arasındaki tartı malarda dilin kullanımına yönelik kuvvetli bir vurgu görülmemektedir. XIX. Asır edebiyatımızda bu yıllarda edebiyat akımları arasındaki temel farkın “dilin kullanımında” yattı ğı bilinmekle birlikte bir edebiyat akımını savunma psikolojisinin öne geçmesinin ilgili vurgunun ihmaline sebep oldu ğunu söyleyebiliriz. Dile dair dikkatlerin artması ve bunun bir uzantısı olarak ortaya konacak eserlerde üslubun ehemmiyet kazanması meseleleri ise 1895 senesini bekleyecektir.

1895’ten asrın sonuna kadar yayımlanan edebiyat akımlarına dair yazılar on sene öncekilerle kıyaslandı ğında hem nitelik hem de bilgi açısından daha doyurucudur. Bu yazılar sayesinde XIX. asır edebiyatımızın yenile me çabaları içinde yeni edebiyat eski edebiyattan koparken, edebiyata yeni bir anlayı getirmeye çalı an gazete ve dergilerin edebiyata yönelik de ğerlendirme ve bakı açılarının gazetelerin mesleklerini belirledi ği görülür 93 . Böylece, edebî meslekler olarak tanıtılan edebiyat akımlarına dair yazıların etkisiyle artık “meslek” sözcü ğü bir yayım vasıtasının görü ü anlamından uzakla ıp “akım” anlamını kazanmaya ba lar.

93 Mizancı Murat, Mizan ’da bu anlayı ın bir örne ği olarak gazetelerin takip etti ği “meslek” anlayı ı ba ğlamında Tercüman-ı Hakikat , Tarik , Saadet ve daha sonra Mizan gazetelerinin mesleklerine de ğinir: “Saadet henüz kendisine bir meslek-i sahih tayin edemedi ği u zamanda Naci Efendinin Tercüman ’da açıp kapadı ğı mektebi kendisi açmaya karar verdi. Naci Efendiyi münekkitli ğine kabul etti. Bundan sonra ise SaadetTercüman ’ın mabadını te kil eyledi. Tarik gazetesi mebahis-i edebîyeye karı madı ğı cihetle terakkiyat-ı edebiyeye hizmete gayret hususunda yalnız kalan u iki muteber gazetenin bir meslek-i savaba tebaiyetle i e giri ememeleri ne kadar ayan-ı teessüf görülse ahradır. Bereket versin ki Tercüman ’ın te vikiyle yeti erek yine onun delaletiyle yanlı bir yola sapmı olan nevresidegan-ı edep o yolun hatasını anlayarak ıslah-ı efkâr eylediler. Hususiyle mekteb-i mülkiyenin de tenvir-i efkâra pek büyük hizmeti oldu (“Fünün ve Edebiyat: Mebahis-i Edebiye, Mizan nr. 5, 18 Te rinisani 1886). Ayrıntılı bilgi için Mizan ’da yayımlanan u yazılara bakılabilir:“Fünun ve Edebiyat”, Mizan , nr. 3, 4 Te rinisani 1886.; Fünün ve Edebiyat “Mebahis-i Edebiye”, Mizan nr. 4, 11 Te rinisani 1886.

47

4.1.3.1. “Mesalik-i Edebiye” ile Edebiyat Akımları Farkının Tespiti Meselesi

Türk edebiyatında romantizm-realizm tartı malarına dair 1895 senesinde önemli bir geli me Malumat mecmuasının 94 yayın hayatına ba lamasıdır. Malumat ’ta özellikle akımlar ba ğlamında, dile dair dikkatlerin önemine yer verilen Mehmet Ziver’in bir yazısı dikkat çekicidir.

Mehmet Ziver’e göre ihtiyaçlarının sınırlandırılamamasıyla, insan fikir ve zekâsı her gün yeni bir eyin ke fine tanık olur. Bununla birlikte ihtiyaçlarımızın çe itlenmesi zihin gücümüzün geni lemesinden kaynaklanmı ve bu da bizi geli melere nail olmaktan mahrum etmemi tir. Ziver’in yazısında Antikler ve Modernler Kavgası ’nda dile getirilen bugüne kadarki geli melerden ötürü yenilerin eskileri geçti ğine dair bir de ğerlendirmeyi görürüz. Ziver, be er fikri tek bir alanda geli me gösterseydi bugünkü mükemmelli ğine ula mayaca ğı kanaatinden hareketle, “Zevke göre fikir sahibinin bir hizmeti” olaca ğını dile getirir. Đnsanların mizaçlarının farklılık üzerine yaratılmasının bütün tasavvur ve takdirlerimizin farklı alanlarda kendisini göstermesinin sanayiden ziyade edebiyatta tesiri oldu ğunu vurgulayarak “bir takım çı ğırlar, tarzlar”ın hepsinin “mesalik-i edebiye” ismi altında toplandı ğını söyler 95 .

Mehmet Ziver’in ifadelerinden anla ıldı ğı kadarıyla edebiyat akımlarının olu ması insan mizaç ve zevklerindeki farklılıklar sonucudur. Bu farklılıkların do ğal sonucu olarak eskilerin yeniler, benzer ekilde yenilerin eskiler tarafından ele tiribilece ği bir ortamın varlı ğı kabul edilmek durumundadır. Eskilerin yeniler tarafından ele tirili inin sebebini bu farklılıkta gören Ziver, sanayide geli me ve ilerlemelere de ğindikten sonra edebiyat akımları arasındaki farkı bir ölçü olarak “tarz-ı tasavvur ve ifadeler” eklinde ortaya koyar:

94 “11 Mayıs 1311 - 7 Mayıs 1319 (23 Mayıs 1895 - 20 A ğustos 1903) tarihleri arasında 423 sayı yayımlanmı olup Türk basın tarihinde Baba Tahir adıyla tanınan Mehmet Tahir tarafından çıkarılmı tır. Avrupa’daki edebi geli melerin günü gününe takip edildi ği görülen dergide yeni ölmü edebiyatçılarla ilgili de ğerlendirmelerin yanı sıra bir kısım edebiyat tartı malarından da bahsedilmi tir. Lamartine, François Coppée, Victor Hugo, Guy de Mauppasant, Alexandre Dumas, Paul Bourget ve Pierre Loti gibi isimler ba ta olmak üzere romantik ve realist Fransız air ve yazarlarından çevirilere veya onlarla ilgili tanıtma yazılarına yer verilmi ” (Abdullah Uçman, “Malumat, II. Abdülhamit devrinde yayımlanan ilmî, fennîve edebî muhtevalı haftalık dergi”, TDV ĐA, c. 27, s. 543.). 95 Mehmet Ziver, “Mesalik-i Edebiye”, Malumat , nr. 2, 22 Mayıs 1311 (3 Haziran 1895), s. 49.

48

u kadar ki sanayie müteallik asarın terakkiyat-ı medeniye ile gördü ğü tadilat ve bazen ihtira derecesindeki kemalat kabil-i inkar değil iken hakaik-ı mahza arasında o kadar asar-ı tahavvül me hud de ğildir. Mesela “insan nihayette ölecektir” mealindeki eslafın bir sözünü bugünkü mesalik-i edebiye ashabı manasız addedemez. Fakat bu fikri mutlak surette tebli ğe mecbur olmadıklarından “ne kadar ya ansa, ne kadar üzülse akıbet onların kâffesinden mahrum olarak hâk olmak üphesizdir” ibaresiyle ifade ederler. Demek oluyor ki mesalik-i edebiye ashabını tarz-ı tasavvur ve ifadeleri ile tefrik edebilece ğiz 96 .

Mehmet Ziver devamla, “vaktiyle kudemanın kabul eyledi ği gibi bazı hususatı ahlafın kabul etmesinde” bir mecburiyet görmez. Nitekim “terakkiyat-ı hazıra sayesinde” eslafın birçok eseri tashih ve redde u ğramı olup bazıları tamamıyla itibardan dü mü tür. Ayrıca “birço ğu hakikat-ı fenniye ve hikmet-i tecrübiye ile cerh edilmi tir”.

Mehmet Ziver’e göre Osmanlı edebiyatçıları henüz edebiyat akımlarına dair bir bahse giri memi lerdir. Çünkü bugüne kadar edebiyatçıları en çok ilgilendiren meslek “iir ve nesire münhasır” kalmı tır. Ayrıca edebî kaidelerin talimi için yayımlanan birkaç eserin içeri ği de anla ılmaz oldu ğundan “lisan-ı kavim ve cinsimizi layıkıyla” anlatamamı tır. Hele “Tarih-i Edebiyat-ı Osmaniye” bilinmeyerek yazıldı ğından de ğerli bir edebiyatçıyı bu hizmeti ifa etmesi yolunda ümitsiz bırakmı tır. Halit Ziya U aklıgil batı edebiyat akımlarını tarif için Garp’tan ark’a Seyyale-i Edebîye isimli eserinin tamamlayamadan sadece giri ini yayımlamı ve Hikâye ismindeki eseri de pek muhtasar kalmı tır. Hâlbuki bunlar “muntazaman” yayımlanmı olsaydı geli mi milletlerden mesela Fransa gibi edebiyat âlemlerinin “mertebe-i kemaline” ula mı bir milletin edebiyat tarihini bütün “serair ve tafsilatıyla görüp anlamak” bizim için büyük faydalar sa ğlayacak bununla birlikte Osmanlı edebiyatının bir yönteme göre tarihinin yazılması mümkün olacaktı.

1895’te yayımlanan bu yazısında Mehmet Ziver, insan mizacındaki farklılıkları esas alarak, medeniyet âlemindeki geli melerle birlikte edebiyatın bir geli me seyrinde

96 A.g.m ., s. 50.

49 olup yeni edebiyatın eski edebiyattan ileride oldu ğunu, yenilerin eskileri ele tirebilece ğini, edebiyat akımlarının do ğuunda “zevk”lerin bir ölçü oldu ğunu ve bu farkın kendisini dilde gösterdi ğini iddia etmi tir. Böylece, 1885’ten 1894’e kadar romantizmi ve realizmi bir savunma psikolojisi içinde edebiyatımıza aktarmaya çalı an yazarlardan daha olgun ve gerçekçi de ğerlendirmelerde bulunmu tur.

1895’te edebiyat akımları hakkında di ğer önemli bir geli meyi de Đkdam gazetesinden takip edebilmekteyiz. Ali Kemal’in “Sorbonne Daru’l-fünununda” serlevhalı yazıları, dönemi itibarıyla edebiyat akımlarının anla ılmasında aktardı ğı bilgilerin niteli ği, tarafsızlı ğı ve do ğrulu ğu bakımından dikkat çekmektedir. Sadece romantizm ve realizme dair ihtiva etti ği bilgilerle de ğil, dile dair dikkatler ve bu dikkatlerin edebiyat akımlarındaki yeri, döneminin di ğer edebiyat akımlarıyla ilgili bilgi ve tespitleri ile edebiyatımıza getirdi ği teklifler açısından bu yazıları ayrıntılarıyla ele almayı dü ünüyoruz.

4.1.3.2. Ali Kemal’in “Sorbonne Daru’l-fünununda” Ba lıklı Yazılarında Romantizm-Realizm Algısı ve Dile Dair Dikkatler

Ali Kemal’in Paris’teyken Đkdam gazetesine gönderdi ği “Sorbonne Daru’l- fünununda” ba lıklı yazılar 1896’da “Sorbonne Daru’l-fünununda Edebiyât-ı Hakîkiye Dersleri” 97 ba lı ğıyla yayımlanacaktır. Bu yazıları Ali Kemal, Larroumet’nin edebiyat akımlarına dair derslerinde not etmi ve Đkdam ’ın okuyucularıyla payla mı tır. Ali Kemal notları harfi harfine aktarmadı ğını “Muallimin söylediklerini harfi harfine yazmaktan ziyade” dersin fikrine “suret-i hululünü ve orada uyandırdı ğı mütalaatı erh” edece ğini belirtir. Ali Kemal’in daha ilk derste realizmi tarif ederken aktardı ğı bilgi daha önce Türk edebiyatında bunları aktaranlardan çok farklı bir bakı açısını sunar.

97 Ali Kemal, Sorbonne Daru’l-fünûnunda Edebiyât-ı Hakîkiye Dersleri , Đkdam Matbaası, Dersaadet, 1314 (1896), 275 s.; Eser 1330’da tekrar basılmı tır. Ayrıca Bahriye Çeri tarafından günümüz harflerine aktarılarak yayımlanmı tır (Ali Kemal, Edebiyât-ı Hakikiyye Dersleri , Haz. Bahriye Çeri, Hece Yay., Ankara, 2007, 183 s.).

50

“Hakikiyun edebiyatı” nedir? Asr-ı hâzırın nısf-ı sanisine do ğru edebiyatta bir tebeddül husule geldi. Hayalden ziyade hakikat meydan aldı. Bu tebeddülü de hazırlayan yine hayaliyun oldu 98 .

Görüldü ğü gibi bu ifadelerde bir akımı savunma psikolojisi yoktur. Realizmi romantiklerin hazırladı ğı açıkça ifade edilmektedir. “Kâffe-i uunat bir tebeddül-i daimiye tabidir” diyen Ali Kemal bu hükmün edebiyatta da cari oldu ğunu ifade ederken buna dair Victor Hugo örne ğini verir.

Hayaliyun mesle ğinin mucidi, reisi Victor Hugo’yu nazar-ı tetkike alınız. Bir vadi-i tebeddüle do ğru seri bir inhimâk görüyorsunuz. Filhakika bu halet on sekizinci asırda “Voltairelerde”, “Rousseaularda” dahi ıyanen me huttur. Fakat Hugo’nun sözlerindeki harikulade renk, cila onlarda olmadı ğı için bu kadar celî de ğildir. Be eriyetin hayalât-ı mevcâmevcini tasvirde bu üslub-ı rengarengin büyük bir tesiri var. Çünkü üdebâ, edebiyat nokta-i kemale do ğru ilerledikçe bu kisve-i rengine bürünüyor. u tecelli her saha-i edepte, her memlekette görünüyor 99 .

De ğiime do ğru giden hızlı e ğilim, 18. Yüzyılda Batı dünyasının bir yandan aklını tutan Voltaire di ğer yandan kalbini tutan Rouuseau 100 ile ba layıp Hugo ile kuvvetli bir ifadesini bulmaktadır. Bu ifade akıl ve duygu birlikteli ğini dile getirmenin yanı sıra gerçekçili ğin romantik bir ifadesini de içermektedir. Ali Kemal’in de ğerlendirmesinde, savunma psikolojisini öne çıkaran kuvvetli bir edebiyat akımı farkının vurgusu yoktur. Dilin olgunla masıyla geli me zemininde seyreden bir dil gelene ğinin ifadesi vardır.

Ali Kemal edebiyat akımlarının dil vasıtasıyla birbirlerini hazırladı ğına de ğindikten sonra bunun edebiyatımız için de geçerli oldu ğunu söyler. emsa muharririnin “zaman zaman incila ederek” edebiyatımızda olgunla ıp devam eden bütün eserlerini örnek olarak gösterir. Na ğme-i Seher mukaddimesi ve Vuslat ’tan ba lamak istemeyenler olursa Mes Prisons tercümesinden ba layabilecekleri tavsiyesinde bulunur.

98 Ali Kemal “Sorbonne Daru’l-fünununda” Đkdam , nr. 502, 16 Kânunuevvel 1895. 99 A.g.m . 100 Nurettin Öztürk, “XIX. Yüzyıl Türk Edebiyatında Voltaire ve Rousseau Çevirileri”, Pamukkale Üniversitesi E ğitim Fakültesi Dergisi, S.12, 2002, s. 69-79.

51

Üçüncü Zemzeme ile Birinci ve Đkinci Zemzeme arasındaki farka dikkat çeken Ali Kemal, Recaizade’nin Gözya ları gibi eserlere yazdı ğı takrizler üzerinde durur. Tefekkür ve Muhsin Bey ’i gözden geçirmenin yanı sıra asıl önemli olan eserin emsa oldu ğunu söyler. Ali Kemal’in edebiyatımız için dile getirdi ği ifadeler dikkat çekicidir. Çünkü burada söyledi ği Be ir Fuat, Halit Ziya ve di ğer yazarların bir edebiyat akımını savunma psikolojisinde ve buna eklenen romantik edebiyatın reddinde dile getirilenlerden farklı olarak edebiyatımızda romantik-realist bir yakla ımın oldu ğu ve bunun imdilik reddedilmemesi gerekti ğidir. Nitekim dil tabii seyrinde zaten bu aamadan sonra realist bir hüviyete kavu acaktır ve bu, reddedilen romantizmden farklı bir edebî unsurla de ğil yine romantik bir dil sayesinde olacaktır.

Romantiklerin bir masa ba ına geçip hayallerinin ürünü eserleri kâ ğıda aktardıklarını iddia eden Halit Ziya ve Be ir Fuat’ın aksine Ali Kemal, Hugo’nun Me hudat larının maddî âleme ait tasvirlerden olu tu ğunu söyleyerek bunlardan “Napolyon’un Cenaze Alayı” manzumesini örnek olarak gösterir:

Mesela bu manzumelerden biri de Napolyon’un Cenaze Alayı’ dır. Ne mutantan, ne beli ğ bir iir! âire bu iiri ilham eden nedir? 1840 tarihindeki Me hudât ’ı gözden geçiriniz. Hugo o gün bizzat gitmi Napoléon’un cenaze alayını görmü tür. Vakayı muhtasaran tarif ediyor. Lakin u muhtasar sözlerin o uzun manzumeye esas oldu ğu ne kolay anla ılıyor! Tabirat bile yekdi ğerine mü abih 101 .

1855’ten itibaren Hugo’nun üslubunda önemli bir yenilik oldu ğunu söyleyen Ali Kemal, onun isim ve sıfatlarla oynayarak üslupta farklılık yaratmasının aslında realizme temel hazırladı ğını belirtir:

Đ te reis-i hayaliyun bilmeyerek meslek-i hakikiyuna temel kuruyordu. Bu sebebe mebni üdeba-yı hakikiyun ibtida-yı zuhurlarında Hugo’ya adeta peresti ediyorlardı. Tesavir-i maddiyeden istinbat-ı fikr eylemek, üslubun rengine, cilasına, ahengine bu derece ihtimam etmek hakikiyun fikrine muvafık geliyordu. Demek ki bu meslek-i cedid hayaliyun mesle ğinin bir suret-i

101 Ali Kemal, a.g.m.

52

mütebeddilesi oluyor. Fakat gittikçe bu tebeddül derinle mi tir. Edebiyat-ı hakikiye nokta-i nazarından Hugo’nun tedkik-i e ’ârı bize u neticeyi verir 102 .

Anlattıklarından hareketle Ali Kemal “ u dersten edebiyat-ı Osmaniyye için ne istifade olabilir?” sorusunu sorarak “Üsluba dikkatimiz gittikçe tezayüt eyliyor” der ve Türk edebiyatı için Hugo’nun üslubunda gördü ğü romantik-realist üslubun önemine vurgu yapar. “Sorbonne Daru’l-fünununda” ba lıklı yazılar, özellikle dile dair bu tespitler ile Hugo’nun Me hudât ’ına dair yorumlar Ali Kemal’in yazılarını takip eden Mü ahedât ’ın yazarı Ahmet Mithat Efendi’nin dikkatini çekmi tir. Bir hafta sonra Ahmet Mithat, Tercüman-ı Hakikat ’te bu yazıları de ğerlendiren ve öven uzun bir yazı yayımlar 103 . Ahmet Mithat’ın önemle üzerinde durdu ğu, Ali Kemal’in anlattı ğı Osmanlı edebiyatına ait dikkatler nelerdir? Kısaca de ğinelim:

Ahmet Mithat, Ali Kemal’in yazılarını “Ne kadar güzel yazıyor! Çünkü yazdı ğı eyleri o maddeler hakkında vukuf-ı tam ile yazıyor (…) Hezaran aferin! Çok güzel yazmı ”, eklinde överek edebiyatımız hakkındaki de ğerlendirmelerine geçer.

“Üsluba dikkatimiz gittikçe tezayüd eyliyor. Esatize-i edebiyemiz âdeta bir fildi i mamulü gibi tıra îde ve latif ibareleri, o âhenkdar kelime ve cümleleri günden güne, yeniden yeniye feyz-aver oluyor. Bir iki edibimiz, o da bir dereceye kadar, müstesna ise de, üdebâ-yı saire bu istifaze-i lafziyeyi manaya büsbütün te mil edemediler ” diyor. Lakin bu sözü öyle bila-delil ve la-hüccet iddia-yı ham suretinde söylemiyor. En kısa söz ile en hükümlü bir hüccet olmak üzere, “ En son ve en güzel bir eserimizi elfaz-ı Türkîden tecrit edin, yani bir ba ka lisana nakleyleyin, mana ne derece iptidaidir görürsünüz ” diyor. Elsine-i saireye tercümeyi tavsiye ediyor ama tercüme kabil mi bakalım? 104

102 A.g.m. 103 Ahmet Mithat Efendi, “Teceddüdat-ı Edebiye”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 5261-67, 23 Kânunuevvel 1895 (Ali Kemal, 1314 (1896)’te yayımladı ğı Sorbonne Daru’l-fünûnunda Edebiyât-ı Hakîkiye Dersleri isimli kitabında “vaktiyle Đkdam ’da ne rolundu ğu sırada bu derse dair Ahmet Mithat Efendi Hazretleri’nin Tercüman-ı Hakikat ’te yazdıkları bir makale-i mühimme muharrir-i hakir için takdiratı amil olmakla beraber ehemmiyet-i edebiyyesine mebni ber-vech-i ati aynen nakl olundu” açıklamasıyla bu yazıyı kitabına eklemi tir). 104 a.g.m .

53

Bu ifadelerden sonra Türk edebiyatına birçok tercüme eser kazandıran Ahmet Mithat, “Üdeba-yı müteveffiyemizden birisi”nin kendisine “Bizce o kadar tumturaklı elfazla kaleme alınan eylerin mahiyetini anlamak ister isen bir ba ka lisana tercüme et de bak ne görürsün” ifadesini aktarır ve “pek do ğru söz” dedi ği bu sözü ikinci defa olarak Ali Kemal’den i itti ğini söyler. Lisanımıza aktarıldı ğında tercüme eserlerin “ibtidaî” kaldı ğını söyleyen Ali Kemal’in bu ifadesini Ahmet Mithat “primitif” kelimesiyle kar ılar ve primitif’i “ asrımıza layık olmayıp a’sâr-ı salife-i baideye layık demek! ” eklinde açıklar. Ali Kemal bu ibtidaili ğin sebebini ve buna dair teklifini u cümlelerle açıklar:

“Bunun da en büyük sebebi, büsbütün hakikiyun gibi yapamazsak, bir bahs-i edebîyi tetkikat-ı ilmiye ve fenniye üzerine bina edemezsek de hiç olmaz ise Hugo’da bir reng-i harikuladesini gördü ğümüz hassa-i mükebbireye meyletsek o zaman edebiyatımız daha manidar olur idi” 105 .

Eyaya bir dürbün ile bakıldı ğında eya büyür. Bunun dilde görece ği vazife ise büyütülen e ya ve kelimeler üzerindeki çalı malarla daha dikkatli ve titiz ifade ve üsluplar ortaya koymak eklinde olur. Ali Kemal, Hugo’nun bu ekilde üsluba dikkat etti ğini ifade etmi ve bunu edebiyatımız için uygun görmü tür. Ahmet Mithat Efendi ise -çalı mamızın ikinci bölümünde ayrıntılarıyla görece ğimiz gibi- yıllardır ele tirdi ği hayalci airleri hatırlatarak onları “Alelade yazılmı bir ibareyi” bile anlamadıkları için ele tirmi tir. Nerede kaldı “mükebbire gayreti”. Yine de Ahmet Mithat, Ali Kemal’in de ğerlendirmelerini yerinde bulur.

Ali Kemal, Paris’te edebiyat akımlarına dair ikinci derste 106 “meslek-i hayaliyun’un (romantiklerin) meslek-i hakikiyun’u (realistleri) tevlit eyledi ği hususunun hatırlatılarak, Larroumet’nin buna dair örnekler verdi ğini ifade eder. Bu örnekler içinde Victor Hugo’nun Notre-Damme de Paris isimli eseri üzerinde durulmaktadır. Hugo’nun bu eserinin pek çok yerinde hayale tesadüf edildi ğini söyleyen Ali Kemal “Fakat bu hayali ihâta eden daire hakikat üzerine mebnidir. O bina-yı hayalin nuhbe-i esası hakikîdir” der. Nitekim ona göre eserdeki uzun uzun tasvir ve tarifler fikrî ilhamın

105 Ali Kemal, a.g.m . 106 Ali Kemal “Sorbon Daru’l-fünununda” Đkdam , nr. 516, 30 Kânunuevvel 1895.

54 maddî cevherlerle birle mesinden olu an bir hakikat levhasıdır. Ali Kemal kiliseye ait sadece bu tasvir parçası alınıp “pek az tadil olunsa” hakikiyunun en önde gelenlerinden Emile Zola’nın eserlerinden birine konabilece ğini, hatta Hugo’nun kendine has beyanı kendisini göstermezse eser içinde realistlerden ayırt edilemeyece ğini söyler. Devamla, Ali Kemal meseleyi, hayal-hakikat ili kisine ve hakikate aykırı olan hayalle karı tırılan “muhal (imkansız)”e getirerek romantizm ve realizmin mutlak manada zıt akımlar olmadı ğına ve aralarında effaf bir uyumun varlı ğına dikkati çeker:

Bir eserin bir kısmı hayalî, bir kısmı hakikî olabilir. Bu mebhasta hayali muhâl ile karı tırmamalıdır. Âsâr-ı hayaliyenin kâffesi kabilü’l-vuku mevaddan mürekkeptir. Öyle olmazsa hikâye de ğil, masal olur.

Hugo’nun 1855’te Belçika’dan Đngiltere’ye giderken Waterloo’ya u ğradı ğını belirten Ali Kemal, Hugo’nun Waterloo’da ya adı ğı bazı olayların aynısının Sefiller romanında anlatıldı ğını ve romanın “bu hakikat üzerine mebni” oldu ğunu kaydeder. Fransız akademisinde romantiklerin eserlerinde ahlakın gösterilmedi ğine dair ele tiriye de katılmayan Ali Kemal bunun romantiklere bir haksızlık oldu ğunu söyleyerek Lamartine’in iirlerinde özellikle Hugo’nun eserlerinde ahlaka dair i aretlerin bulunmadı ğı fikrine kar ı çıkar. Hugo gibi büyük bir airin ahlaka dair hizmetini vurgulayarak Sefiller ’i örnek olarak gösterir ve söz konusu iki dersten istifademizi u ekilde dile getirir:

Evvelâ Fransa’da hayaliyun ve hakikiyun edebiyatı nedir; tamamen de ğilse de bir parça idrak etmi olmaktır. Tabii bu iki büyük meslek-i edep kâffe-i hafayasıyla iki derste de ğil yirmi derste ö ğrenilmez. Sâniyen hayaliyun hakikiyunu tevlid eyledi ğini de kısmen bildik. Hugo’nun manzûmât ve mensûrâtında pek çok hakikî mahsuller bulduk. Sâlisen âli bir edibin, büyük bir âirin tahassüsâtı, bahusus tarz-ı beyân-ı tahassüsâtı, tasviratı, tarifatı ne suretle oluyor, onu da azıcık anlar gibi olduk. Fazla olarak bu mecrâdan edebiyatımıza girîzler bulduk.

Bu derslerde romantiklerin realistleri ortaya çıkardı ğı (tevlid) özellikle vurgulanmaktadır. Yalnız bu sadece nesirle sınırlı de ğildir. Meselenin bir de iir boyutu

55 vardır. iir bahsinde görece ğimiz gibi Ali Kemal’in aktardı ğı notlarda realizmin iir tarafını tutan parnasizm’i de romantikler hazırlamılardır.

4.1.3.2.1. Romantizmden Do ğan Parnasizm ve Parnasizmin Ekolle mesinde air Anlatıcının Konumu

Ali Kemal’in aktardı ğı bilgilerden 1895’te Fransa’da edebiyat akımlarına büyük bir ilginin oldu ğu anla ılmaktadır. Nitekim derslerin anlatıldı ğı dershane hıncahınç doludur, be yüz ki iyi alabilen bu dershaneye bin ki iye yakın dinleyici girmektedir, dinleyicilerin büyük bir kısmı kadındır ve bunların içinde Alman, Đngiliz ve Đsveç’li kadın ö ğretmenlerin çoklu ğu dikkati çekmektedir 107 .

Larroumet bu kalabalık sınıfta realistlere hizmetleri bakımından bazı romantikleri “tavzih ve tarif”e ba lamı tır. Bunlardan Musset, Lamartine ve Théophile Gautier’yi tanıtır. Musset tamamen hayalci hatta hayatın hakikatleri içinde bile hayallere meftundur. Lamartine ise hayallerinde ayrıdır ki “hayır ve hasenat için ihtisasat-ı edide hisseyler, mehasini i’lâ eyler, fezaile peresti eyler…” Ali Kemal’den bazı Fransız dergilerinde “ Ey Rab ki sana eyler ebim hasr-ı ibadet ” mısraının sahibi Osmanlı airinin Lamartine benzetildi ği bilgisini de okuyoruz. Larroumet’nin bu üç romantik içinden Théophile Gautier’ye dair “bu airin revi ini takip edersek uâra-yı hayaliyundan uâra-yı hakikiyun’a bir memerr ba ladı ğını görürüz” de ğerlendirmesini u ifade takip eder:

Ayrı ayrı iktidarda, fakat cümleten zeki, beli ğ dört air bu revi i, bu iptidayı aldılar, bir nokta-i kemâle do ğru götürdüler. Parnas mektebini vücuda getirdiler 108 .

107 Sorbonne’daki bu derslerin ba ka milletlerin diline de aktarıldı ğını Ali Kemal’in yazılarından öğreniyoruz. Türkçeye aktarılan bu bilgiler ile ba ka milletlerin diline aktarılan derslere ait bilgiler mukayeseli olarak çalı ılabilir. Dersler arasındaki bilgilerden, Ali Kemal’in yanında bulunan bir Alman kadının Larroumet’nin notlarını kaydederek Almanya’daki bir muharrire aktardı ğı ve bu muharririn de bu notları “bir gazetenin edebiyat-ı ecnebiye sütununa tefsiren ve tavzihen nakl” etti ği bilgisini okuyoruz. 108 Ali Kemal, “Sorbonne Daru’l-fünununda 3”, Đkdam , nr. 523, 6 Kânunusani 1895, (Ali Kemal aktardı ğı bu bilgiler içinde Parnas için u notu ilave eder: “Yunanistan’da bir da ğın ismidir ki esâtir dolayısıyla Fransa’da iire de ıtlâk olunur. hayaliyundan sonra te ekkül eden meslek-i e ’âra Parnas Mektebi dediler. Bu mektebin ibtidâ-yı teessüsünde ma’ruf bir münekkit (15 Mayıs 1874, sayfa 661) -Revue du Monde -

56

Romantiklerden “bu revi i, bu iptilayı” alıp mükemmel bir noktaya getirip Parnasları vücuda getiren dört air Charles Baudelaire, Louis Bouilhet, Théodore de Banville ve Leconte de Lisle’dir. Ali Kemal, Baudelaire, Banville ve Bouilhe’nin iir anlayı larına ve aralarındaki farklılıklara çok kısa de ğindikten sonra Parnasizm’in do ğuu için bu üç airin bir iir zemini hazırladıklarını ve zemini bir inkılâba hazır hale getirdiklerini ifade eder; fakat ne kadar parlak yeteneklere sahip olursa olsunlar bu airlerin içinde Parnasizm’i vücuda getirebilecek bir dehanın olmadı ğını da ilave eder ve u soruları sorar: “Acaba bahsimizin dördüncü airinde, mukaddemâ vefat eden Leconte de Lisle’de bu dahi bulundu mu? Parnas Mektebi böyle mi vücuda geldi?” Bu soruların cevapları bir sonraki derste verilir.

Aslında Ali Kemal derslerin devamını aktarmayı dü ünmemektedir. Bunda Paris edebiyat heveslilerinin bu derslere daha çok meraklı oldu ğu, içerdikleri zengin bir kısım felsefî ve edebî noktalar, edebiyatımıza ve fikirlerimize bir parça kayıtsız olu ları gibi sebepler vardır. Fakat daha önce bahsetti ğimiz Ali Kemal’in “hakîmâne, munsıfâne, fâzılâne bir makale…” dedi ği Ahmet Mithat Efendi’ye ait “Teceddüdât-ı Edebiyye” ba lıklı yazı bu fikrini de ğitirmesine sebep olmu tur.

Ali Kemal yeni dersin ba ında “Fransa’da e ’âr, tarz-ı hayaliyundan meslek-i hakikiyyûna geçmeye nasıl ba ladı ğını gördük” ifadesiyle, romantiklerin realistleri hazırladı ğını ve romantizmden realizme do ğru bir geçi in oldu ğunu belirtir. Bu ba ğlamda söz konusu edilecek air de Leconte de Lisle olacaktır. Leconte de Lisle ile Parnasizm artık ekolle mi tir. Dolayısıyla romantiklerden farklı yönleri de olacaktır. Parnaslar ile romantikler arasındaki fark ve parnasizmin ekolle mesi Henry Houssaye’in Fransız Akademisi’ndeki bir konu masından yapılan bir alıntıyla anlatılır. Houssaye, samimi, edebî bir karde likle fikrî birli ği olan ve katıldıkları edebi tartı malarda genellikle üstün gelen yirmi, otuz edebiyat meftununun 11 ubat 1886’da Fransız Akademisi’nde Victor Hugo’nun yerine seçilen Leconte de Lisle’i evinde ziyareti

risale-i mevkutesinde Paris airleri için u satırları yazıyor. “ ekle, zurufa ziyadesiyle ibtila gösteren ve bu u ğurda büyük fedakârlıklar ihtiyar eden muasırîn-i uaraya “Parnaslılar” namı veriliyor. Edebiyattaki levn-ainalar, kelime-tira lar gibi Parnaslılar da uara-yı me hure-i hayaliyuna halef oldular. Hakikatte bu airler hakikiyyûn edebiyatının iir kısmını vücuda getirdiler. Zaten dürus-ı atiyede bu cihette medar-ı bahsimiz olacaktır. Sanırım imdilik bu kadar kayıt kifayet eder.”

57 esnasında “Cumartesi müsamere”lerinin birinde ya ananları aktarırken bu farka u ekilde de ğinir:

Hugo ile bu airin beyninde, de ğil yalnız üslûben, fakat ilhamen, tasviren, emelen de büyük bir fark vardır. Hugo’nun e ’ârı ulvî, fasih, bînihayedir. Bîkarardır, bir ummandır. Leconte de Lisle’inkiler ise geni ve saf bir nehirdir ki vâdi-i tarihten güzâr eyler, nice akvâm, nice memalik bu nehirde inikâs eder. Hugo tahassüsat-ı kalbiyeyi ihtisasat-ı deruniyeyi musavvir airlerin en büyü ğüdür. iirinde ate , heves, hırs, mübala ğa, ahlak, bitmez tükenmez tevessüat vardır. Lecont de Lisle ise bir musavvir-i hakikîdir, tarihte i gâl-i sahaif etmemi memleketlerin müverrihidir. “Esâtir-i âsâr”a kar ı Lecont de Lisle’in e ’ârına “tarih-i âsâr” denilebilir ki itikadat-ı Garbiyye’nin, sergüze t-i evvelin-i be erin, hasılı yine bir çok esatirin tarihi demektir. u kadar ki âir bunlara felsefesinin kuvveti ve nuhbe-i hayattaki behre-i küllisiyle bir levn-i hakikat vermi tir 109 .

Parnasların romantiklerden ayrılan yönleri, onların ekolle mesinden sonra önemli bir ivme kazanır. Hugo tabiatı kendi hesabına konu turup “ben”i etrafında toplarken, asrın bilimsel hakikatlerinden faydalanan Leconte de Lisle “ben”ini ön plana çıkarmaz. Lisle, romantiklerin ahsiyetteki ifratlarını ve tabiat tasvirlerindeki belirsizliklerini do ğru bulmamaktadır. Çünkü airin kendi ahsiyetine dalması, tabiatı unutturur. Nitekim ona göre, harabeleri göz önüne getirmek, uzak memleketleri tasvir etmek, meydana görkemli bir manzara koymak ve geçmi zamanı geçmi kavimleriyle ulelendirmekte göz önüne getirilen ahıslar e ğer ça ğda larımıza benziyor ise “hiçtir, kuru bir hayaldir”. Lisle bir air olarak tarihi ve dı manzaraları tasvir edece ği zaman dı ardan bir gözlemci gibi kalır, güzelli ği romantikler gibi ihtiras ve heyecanda de ğil huzur ve sükûnda bulur. Aslında, bu bir çe it klasisizme dönü tür 110 .

109 Ali Kemal, “Sorbonne Darul’-fünununda 4”, Đkdam , nr. 537, 20 Kânunusani 1896. 110 Suut Kemal Yetkin, Parnasların tabiatın bazı dı manzaralarını tasvirlerinde “Ben”i bu ekilde ihtiras ve heyecandan arındırmalarının ve tarihi bugünkü benlik etrafında de ğil ya andı ğı ana göre duyurmaya çalı malarının Klasisizm’e dönü ü de içerdi ğini söyler: “(…) Parnassizm , öznel iirin yerine nesnel ve duygusuz bir iir koymak istemi , bazan tabiatın de ğiik manzaralarını ya atan veya tarihin türlü devirlerini canlandıran tasvirci iire, bazan da duyguların yerine dü ünceleri koyan felsefî iire önem vermi tir.

58

Görüldü ğü gibi romantiklerde eser ile anlatıcı arasındaki ba ğ hiçbir ekilde kopmazken, parnaslar realistlerin yaptıkları gibi eser ile anlatıcı arasındaki ili kiyi koparırlar. Parnasizm’in ekolle mesi de bu ekilde olmu tur. iirde romandaki gibi eser ile anlatıcı arasındaki ba ğın kopu u gerçe ğin insan duygulanımlarına göre de ğil kendi varlı ğına göre bir anlam kazanmasına sebebiyet vermi tir. Böylece parnaslar ve realistler hem tabiata hem tarihe ait bir gerçe ği ortaya koyduklarında bilimsel geli melere dayalı insan duygulanımlarına göre de ğimeyen gerçe ği ifade etmektedirler. Gerçekli ğe bakı bu ekilde bir de ğiim geçirirken romantikler ne yapıyorlardı?

Lâ-yenkatı nekbe-i derunilerinden bahs ediyorlardı. Daima acılarını, dertlerini, nefislerini ileri sürüyorlardı. Tabiatı kalplerine göre de ğitiriyorlardı. Kendileri gülerlerse da ğlar, dereler de gülüyordu, a ğlarlarsa ça ğlayanlar, ummanlar da ağlıyordu. Ba tan ba a sünuhat-ı nefsiyye, kâmilen ihtisasat-ı ahsiyye!.. sözler nefs ile ba lıyor, yine öyle bitiyordu. Bu hâlât, bu hissiyat pek mebzul olduktan maada felsefeye, ilme de sı ğmazdı 111 .

Ali Kemal, altıncı derste Larroumet’nin “Leconte de Lisle uunat-ı hariciyeyi bir nazar-ı hakcuyane ile tamik ediyordu. Prudhomme o nokta-i nazardan ayrılmakla beraber tamikatını nefsine do ğru yürüttü” eklinde tarif etti ği Parnasizmin önemli airlerinden Sully Prudhomme’ı tanıtır. Ondaki “sevda-yı hakikat, tecessüs ve sevk”in “tedrisat-ı riyaziye” sayesinde daha parlak bir hale geldi ğini vurgulayan Ali Kemal, Parnasizmde fen bilimlerine dair bilgilerin önem arz etti ğine de ğinir. Bu ilgi parnaslara ekil güzelli ğine dikkatteki ölçüyü getirmi tir. Aslında Parnasların ahenkten çok ritme, müzikten ziyade plastik sanatlara yönelmelerinin sebeplerinden biri de fen bilimlerindeki gelimeleri takip etmeleri olmu tur 112 .

Parnasyen iir romantizme bir tepki olmakla beraber benli ği edebiyattan kovmu olan klasisizme bir dönü tür de. Zaten klasisizme bu dönü , romantizmin ortadan kaldırmak istedi ği greko-latin taklidin bir uyanı ı ile de kendini göstermektedir.” Suut Kemal Yetkin, Parnasizm’in özelliklerini de u ekilde özetler: “topluma kar ı ilgisizlik, katkısız güzelli ğe, yalnız biçime ba ğlılık, biçimi gev eten duygulu iirden nefret” ( Edebiyat’ta Akımlar , Remzi Kitapevi, Đstanbul, 1967, s. 65, 69). 111 Ali Kemal, “Sorbonne Darul’-fünununda 5”, Đkdam , nr. 550, 2 ubat 1896. 112 Nobel Edebiyat ödülünün ilk sahibi Sully Prudhomme’a ödülün verilme gerekçesi u ekildedir: “Çok nadir bulunan zekâ ve duygusallı ğın kaliteli kombinasyonu, artistik mükemmelli ği ve yüksek idealizmin kanıtları bulunan kendine has iirsel kompozisyonu nedeniyle”.

59

Prudhomme’un iir ve felsefeyi birle tirdi ğine de ğinen Ali Kemal, onun ba langıçta Alman edebiyatçılarından Schiller’in “karde im nevi be erdir vatanım rû-yı zemin” anlayı ıyla hareket etti ğini fakat 1870 muharebesinden sonra hakikati anlayarak bundan vazgeçti ğini, Nedamet isimli iirinde ilgili de ğiimin belli oldu ğunu aktarır ve iir anlayı ının romantiklerden ayrılan u yönünü kaydeder:

Sully Prudhomme hayaliyun gibi öyle mutantan hitapları, te hisleri, intakları sevmez. Aheste-rev-i beyan olmak ister, efkâr-ı felsefîsini bir daire dâhilinde gösterebilmek için Leconte de Lisle’in tavsiyesiyle e ârını daima stance ve sonnet yani bir nevi müzdeviç murabba, müselles usulünde in âd eyledi. Manzumelerinde metanet-i lafziye kudret-i manayı latif bir revi le takip eyler. Bu sözlerden airin bir ıztırabı, fakat bu ıztırabı iktihamı da anla ılır. Önünde bir hedef, bir nuhbe-i ilmiye vardır 113 .

Zamanın “mütefekkirin-i ebab”ının Prudhomme’u takip etti ğini söyleyen Ali Kemal, bu dersin son kısmında Prudhomme’dan esinlenerek, gerçekçili ğin yüzyıllar önce Arap iirinde kendini gösterdi ğine dikkat çekerek edebiyatımızı bu gerçekçilikten uzak kaldı ğı için ele tirir. Ali Kemal yedinci derse kadar belli ba lı romantik ve realist yazarlara dair bilgi verir. Bu derste de François Coppée’ye dair övücü, birkaç satırı geçmeyen bir paragraflık bilgiden sonra meseleyi “meslek-i hakikiyunun bihakkın mucitlerinden” dedi ği Gustave Flaubert’e getirir ve realistler içinde önemine binaen birkaç dersin ona ayrılaca ğını söyler.

4.1.3.2.2. Gustave Flaubert’de Dil Hassasiyeti

Realist anlatıların dile dair hassasiyetleri söz konusu olunca, “meslek-i hakikiyyunun bihakkın mucitlerinden” -her ne kadar kendini realist kabul etmese de- Gustave Flaubert’in her zaman ayrı bir yeri vardır. Larroumet’den aktarılan bilgiler içerisinde Balzac’ın hikayelerinin ra ğbet görmesi, hikayelerinin elden ele dola ması bile Flaubert’in Madame Bovary adlı eserinin ortaya çıkı ına ba ğlanmaktadır.

113 Ali Kemal, “Sorbon Daru’l-fünununda 6”, Đkdam , nr. 575, 27 ubat 1896.

60

Flaubert her ne kadar dilde hakikatin somutla masına yönelik çalı malar yapmı sa da aslında o kalbinin meyillerini takip eder, Romantiklerin seçkinlerini sever ama adilerinden nefret eder. Sabahtan ak ama kadarki çalı masının mahsulü iki sayfa, bir aylık çalı masının ürünü yirmi sayfa olan, hayatı yazmanın me akkatleriyle geçti ği halde be cilt eser ortaya koyan, romantiklerin ilham aldıkları Chateaubriand’ı çok seven, çok okuyan ve kabrini ziyaretine dair mü ahedelerini parlak ve etkileyici ifadelerle dolu hayalleriyle ortaya koyan hayalci Flaubert, nasıl olur da realistlerin meftun oldukları bir yazar olabilir?

Garip de ğil mi? Hayalâta son derece peresti eden bu muharrir edebiyat-ı hakikiyenin mucidi olsun: Ruha, edebe ait gavamız-ı mühimmedendir denilemez mi? Hayali, hayaliyûnu bu mertebe seven u zat, bilinmez ne türlü cilve ile, en güzel eserlerini tarz-ı hakikatte vücuda getirsin. Flaubert’in âsâr-ı hakikiyesidir ki ilelebet paydâr olacaktır 114 .

Larroumet, bu hikaye-nüviste birbirinden tamamen farklı “iki fıtrat, iki meyil” bulur. Bunlardan biri uçuyor ve epeyce gittikten sonra dinleniyor, di ğer meyil bundan istifade ile uçmaya ba lıyor. Bu iki meyilden hangisinin kalıcı oldu ğunu, Taine’in ifadesiyle hangisinin “hassa-i galibe” oldu ğunu soran Larroumet, Flaubert’te bu iki “hassa-i galibe”nin yan yana yürüdü ğünü ifade eder. Ama yine de hayal, hakikati geçemez mi diye dü ünmekten de kendini alamaz. Flaubert’te harikulade betimlemeler, garip vakalara hırs, uzak ihti amlara heves nasıl olur? Bunun yanıtını Ali Kemal, “bedayi-i cihan ark’ta idi, çünkü tarih-i kadim-i ark mü a’ a’dır. Hep u havarık Flaubert’i cezbediyor, çekiyordu” eklinde aktarır. Peki, bu derece hayale meyilli bir zat nasıl oldu da realistlerin “en büyük üstadı” oldu ve realist eserlerin en mükemmelini vücuda getirdi. Bunun cevabı da Flaubert’in eserlerinin tetkikiyle mümkün olacaktır. Burada dikkat çekmek istedi ğimiz husus romantik dü ünen birinin mutlak manada hayalden bahsetmekle romantik, realist dü ünen birinin hakikatten bahsetmekle realist olmadı ğıdır. Pek tabii olarak romantik hakikatten, realist hayalden bahsedebilir. Neticede romantik ve realist olu u belirleyen “dilin kullanımı”dır.

114 Ali Kemal, , “Sorbonne Daru’l-fünununda 7” Đkdam , nr. 594, 17 Mart 1896.

61

Bu a amada Flaubert’in eserlerinin incelemesine geçmeyece ğiz. Çalı mamızın son bölümünde romanda romantizm ve realizm tartı malarına de ğinirken Flaubert’de anlatıcının konumuna de ğinece ğiz. Burada edebiyat akımlarındaki algıyı ilgilendirdi ği ölçüde Flaubert’in dildeki hassasiyetine, romantiklere dair ilgisine, hayal ve hakikati birle tiren bir yaratılı ta oldu ğuna ve özellikle edebiyat akımları arasındaki farkın dilin kullanımında yattı ğına dikkati çekmek istedik. Bu bakı bize romantizm ve realizm arasındaki farklılıklarla birlikte akımların mutlak surette birbirinden ayrılmadı ğını, bir dil gelene ğine oturdu ğunu da göstermektedir.

5. Matbuat Ortamında Realizmin Etkisinin Azalması

Çalı mamızın bu a amasına kadar görüldü ğü kadarıyla 1885’ten 1896’ya kadar romantizm ve realizme dair malumat kitaplar, de ğiik gazete ve mecmualar vasıtasıyla matbuat ortamına aktarılmı , bu akımlar etrafında geli en de ğerlendirmelerle tartı malar yapılmı ve bu tartı maların ı ığında yeri geldikçe edebiyatımızın takip etmesi gereken edebî anlayı a dair bir takım tekliflerde bulunulmu tur. Edebiyattaki hayal-hakikat tartı malarına dair de ğerlendirmelerde bulunacak olan -Mehmet Kaplan’ın edebiyatımızın Hugo’su dedi ği- Namık Kemal 1888’de vefat etmi tir. Romantizm her ne kadar savunulmu sa da bu savunmanın temsili gür bir sadadan yoksun kalmı tır. Realizmin basındaki yerine bakıldı ğında etkisinin güçlü oldu ğu görülmektedir. Edebiyatta realizmi savunan Be ir Fuat’ın romantizme yöneltti ği ele tiriler kar ısında yazarların ço ğu kendi fikirlerini sorgulamı ve Be ir Fuat’tan etkilenmi lerdir 115 .

Be ir Fuat’ın bir savunma psikolojisi içinde realizmi savunmasının yanında, bu anlayı tan uzak fakat realizmi daha iyi anlamaya yönelik bir ba ka yakla ım da Ali Kemal’in “Sorbonne Daru’l-fünununda” ba lıklı yazılarında kendini göstermi tir. Bu yazıların kitapla tı ğı 1896 senesinde realizme dair birçok malumat matbuat ortamına nakledilir. Bu bilgilerin basına aktarılmasında gazetelerin yanı sıra özellikle dergilerin etkin oldu ğu görülür. Mektep, Malumat, Maarif, Hazine-i Fünun ve Servet-i Fünun mecmualarında yayımlanan yazılarda bu akım, akımın önemli simaları ve özellikle

115 Be ir Fuat’ın etkisi altında kalarak fikir ve edebiyata dair eserler ortaya koyan yazarların isimleri ve bu konudaki de ğerlendirmeler için bkz. Orhan Okay, Be ir Fuat Đlk Türk Pozitivist ve Natüralisti , s. 179-200.

62 realist roman tanıtılmaya çalı ılır. Çalı mamızın üçüncü bölümünde ayrıntılarıyla de ğinece ğimiz bu yazılardan Mektep ’te çıkanlarda daha çok roman ve romancılı ğın istikbali, rus romanlarındaki realizm, önemli realist yazarlardan Balzac, Stendhal, Flaubert gibi konular üzerinde durulurken bir yandan da batı edebiyatı tarihi ve Fransız romantik tiyatrosu tanıtılır, Malumat ’ta icmal-i edebîlerle edebiyatımızda görülen realist etkilerden bahsedilip takip etmemiz gereken edebiyat akımlarına de ğinilir. Maarif ve Hazine-i Fünun’ da XIX. asır batı edebiyatı, hakikat ve hakikat hissine dair yazılara yer verilir. Servet-i Fünun ’da Halit Ziya realizmin en önemli simalarından Goncourt karde leri tanıtırken mecmuada realist anlatının bir örneği olarak Nabizade Nazım’ın Zehra ’sı yazılmaya ba lanır.

1896’da bir yandan realist ekol tanıtılırken di ğer yandan Ahmet Mithat Efendi, Zola’nın edebî anlayı ına ve eserlerine yönelik tenkitlerine dair seri yazılarına ba lar. Servet-i Fünun mecmuasında çıkan yazılarıyla Cenap ahabettin batı edebiyatlarında artık Zola mesle ğinin sona erdi ğini ifade eder. 1897’de Klasikler Tartı ması’nda Ahmet Mithat, Sait Bey’e verdi ği cevaplarda Zola mesle ğine yönelik ele tirilere devam eder. Servet-i Fünun ’da Mehmet Rauf artık realist romanların itibardan dü tü ğünü dile getirir.

XIX. Asır Türk edebiyatı, 1896, 1897 senelerinde matbuat ortamında bir yandan realizm ve natüralizme dair yazıları mü ahede ederken di ğer yandan bu akımlara ili kin ele tirilerin arttı ğına böylece realizm ve natüralizmin etkisinin basında zayıfladı ğına tanık olacaktır. Böylece basında hayal tekrar yükseli e geçer. Durum sanattaki geli im çizgisi gibi soyuttan somuta, somuttan daha bilinçli bir soyuta do ğrudur. Romantizm realizm tartı malarına bakan yönü de hayalden hakikate hakikatten daha bilinçli bir hayale yönelme eklinde bir seyir takip eder. Yalnız bu bilinçli hayal romantizmle de ğil sembolizmle ifadesini bulur. imdi kısaca matbuat ortamında bu duruma nasıl gelindi ğine de ğinelim.

Emile Zola’ya dair matbuat ortamında 1885’ten 1896’ya kadar süregelen ra ğbetten bahsederken Mizancı Murat ve Ahmet Mithat Efendi’nin Zola’ya ve onun anlayı ına yönelik -özellikle ahlakî endi elerden ötürü- kar ıt duru ları oldu ğunu söylemi tik. 1896-1897 senelerine gelindi ğinde görülen odur ki Ahmet Mithat duru unu ve görü ünü de ğitirmemi tir. Zola’nın edebî anlayı ını ve romancılı ğını ele tirdi ği

63 makalelerini 1896’da pe pe e yayımlamaya ba lar. Üçüncü bölümde roman bahsi dolayısıyla yazılardan bahsedece ğiz. Ancak yazıların dördüncüsü olan ve edebiyat akımlarını kar ıla tıran yazı 116 burada dikkate de ğerdir.

Ahmet Mithat seri yazılarının dördüncüsünde romantiklerden Hugo’yu natüralistlerden Zola ile kar ıla tırır. Hugo’nun ifrat Zola’nın tefrite kaçan yönleri oldu ğunu söyleyerek “biz ne bir tarafın dostu ve ne taraf-ı aherin dü manı de ğiliz” eklinde tarafsızlı ğını ilan eder. Ona göre asıl mesele hangi mesle ğin daha önemli oldu ğunda de ğildir. Çünkü her iki meslek de “meayib”i tasvir eder. Asıl mesele “Meayibi irae ile mi ıslah-ı ahvale daha kati muvaffak oluruz yoksa mehasini irae ile mi” meselesidir. Ahmet Mithat tercihini iyiliklerin tasviriyle hallerin ıslah edilebilece ği yönünde belirler. Aslında bu anlayı ıyla yüzyıllar boyunca kullanılan bir kaideye göre hareket etmi olur: “huz me safa da me keder (iyisini al kötüsünü bırak)”.

Neden bunu tercih etti ğine gelince, Ahmet Mithat kötülükleri, kusurları göstermekle halkı bunlardan sakındırmaya çalı mamızın aslında halkın aklına gelmeyen bazı kötülükleri de hatırlataca ğını ifade eder. Halk ise ekseri ayıplara, kusurlara meyillidir. Ahmet Mithat, Zola’nın bütün roman karakterlerinin -Nana ’daki gibi- bu ayıplarla dolu oldu ğunu söyleyerek bu yüzden natüralist akımdan uzak durdu ğunu ve ayıpları bulunan karakterlerin temsilinin yanı sıra iyilerin de temsil edildi ği romantik anlayı ı -Sefiller deki Papaz Myrel ve Jan Valjan’ı dikkate alarak- tercih etti ğini söyler. Yalnız unu unutmamak gerekir ki Ahmet Mithat’ın bir edebî akımı tercih etmesi o edebî akıma ba ğlı oldu ğu veya o akıma ba ğlı olarak eser verdi ği anlamına gelmez. Bunun gibi gerçekçi tarzda bir eser kaleme aldı ğını söylemesi -Mü ahedat gibi- de onu realist veya natüralist saymamıza yetmez. Ahmet Mithat bu yazısında romantizm ve realizmi kar ıla tırırken yazının merkezine yine u hakikati yerle tirir: “Âlem-i imkânın seyyiat ve müstekrehatına celb-i nazar-ı hikmet dahi Emile Zola’nın meslek-i edebîsidir”.

Ahmet Mithat’ın Zola’ya ili kin en uzun soluklu ele tirilerinden olan bu yazılardan sonra Osmanlı basınında natüralist akım zayıflamaya ba lar. Nitekim

116 Makale-i Đntikadiye 4- “Mukayese-i Mesalik”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 5378-266, 27 Temmuz 1896.

64

Avrupa’da da natüralizm sert ele tirilere u ğrar. Bu haberleri sadece Ahmet Mithat’in kaleminden okumayız. Benzer haberleri Zola’ya yönelik yakla ımda Ahmet Mithat’ten farklı olarak, gerçeklerin oldu ğu gibi gösterilmesinin yararlı olaca ğı kanaatini dile getiren Servet-i Fünun mecmuasının yazıları arasında görürüz. Servet-i Fünun ’da natüralizmin itibardan dü tü ğünü haber veren Cenap ahabettindir.

XIX. Asır edebiyatının geçmi in kayıtlarından ba ğını kopararak yeniliklere açık hale gelen tabiatı elbette realizmi mutlak edebî akım olarak kabul etmemi tir. Edebiyatın “mutlak” manada bir akımda ısrar etmeyi i asrın sonuna do ğru natüralist edebiyat anlayıın zayıflamasını da beraberinde getirir. Ahmet Mithat’tan sonra matbuat ortamında realist anlayı ın zayıfladı ğını ifade edenlerden biri Cenap ahabettindir. Cenab’ın Servet-i Fünun mecmuasında yayımladı ğı yazılarda görüldü ğü kadarıyla bu zayıflamanın nedenleri genel olarak dil etrafında ekillenmektedir. Cenap, eskilerin kalem ürünü eserlerini bir kafiye dikkati ile bakıp mütalaa edenlerin, ifade üslubunun her asırda bir de ğiime u ğradı ğını görecekleri kanaatindedir. Bu kanaatini u ekilde ifade eder:

imdiye kadar her lisanda pek çok üsluplar do ğmu , büyümü , kemale ermi , ihtiyarlamı ve adem-i istimale sukut etmi tir. Her zamanın bir ivesi, bir tavr-ı ifadesi, bir mi var-ı mahsus-ı beyanı vardır; lisan üzerinde her devr-i zamanın intiba-ı nüfuzu mahsus olur. Her asrın ayrı mazmunları, ayrı mecazları, ayrı kinayeleri, ayrı istimalleri, ayrı te bihleri vardır; cümleler bazı asırlarda gittikçe ağırla mı , bazı asırlarda gittikçe hafifle mi tir; bazı kelimatın mevzuları taaddüt etmi , bazılarınınki de ğimi , bazı kelimeler mehcur olmu , bazı kelimeler daire- i istimale girmi ve hatta bazı kelimeler icat edilmi tir. ive-i lisana, elfaz ve manaya arız olan bu tabirat nahiv ve sarfın tadil-i kavaidini icat etmi , erkân-ı iptidaiye-i fesahat bile tahavvülden kurtulamamı tır 117 .

Dikkat edilirse Cenap özellikle bir “tahavvül”den bahseder. Üslup halden hale girebilir ve her zaman de ğiim geçirebilir. Bu de ğiim de özellikle “kelime”lere yapılan vurguyla anlatılmaktadır. Cenap’a göre insan yeni ke fetti ği manzaralar için yeni

117 Cenap ahabettin, “Tetebbuat-ı Edebiye 1, Esalib-i Ezmine”, Servet-i Fünun , c. 12, nr. 291, 26 Eylül 1312 (8 Ekim 1896), s. 74.

65 kelimeler, yeni cümleler, yeni üsluplar ve yeni hayaller aramak mecburiyetindedir. Cenap’ın “kelime”lere dönük vurgusunu “yeni”liklere açık tavrı takip eder. Yeniliklerin dildeki serüveni de u ekilde de ğiir:

Đyi olsun fena olsun bu yeni eyler kalem-i istimale, lisan-ı avama intikal eder; kâ ğıttan kâ ğıda, kulaktan kula ğa dola ır; sonra yava yava ni ane-i müceddediyetini kaybederek nihayet söylenmez, yazılmaz olur, unutulur; yine lisan yeni ruhların yeni ke fiyatına muhtaç kalır; elfaz da ğılır, toplanır, e ğilir, bükülür; nihayet de ğiir 118 .

Yukarıda mesalik-i edebiye algısındaki de ğimelerden bahsederken Mehmet Ziver’in edebiyat akımları arasındaki farkı “mesalik-i edebiye ashabını tarz-ı tasavvur ve ifadeleri ile tefrik edebilece ğiz” sözleriyle tespit etti ğini söylemi tik. Cenap üsluba yönelik de ğerlendirmeleriyle Ziver’in bu tespitine yakla ır. Cenap’ın zamanlara göre üslubun de ğiebilece ği tezini savundu ğu bu yazısından artık yeni zamanın yeni bir üsluba sahip olması gerekti ği yorumunu çıkarabiliriz. Dolayısıyla yeni zamanın yeni bir edebiyat akımı anlayı ı da olacaktır. Bu edebiyat akımının üslubu da ku kusuz 1885’ten 1896’ya kadar geçerlili ğini koruyan realist üslup olmayacaktır.

Cenap’ın Servet-i Fünun ’un musahabe-i edebiyelerinde kaleme aldı ğı “Fransız Edebiyat-ı Cedidesine Dair” ba lıklı yazılarındaki, edebiyat akımlarına bakan yönüyle üsluba yönelik de ğerlendirmeleri bu kanaati destekler mahiyettedir. Cenap ahabettin, 7 Te rinisani 1312 (19 Kasım 1896) tarihli Servet-i Fünun ’daki musahabesinde ekserisi olmasa da bir kısım genç Fransız edebiyatçılarının “memleketlerine yeni bir âtî-i edebi” hazırladıklarına de ğinir. Cenap ahabettin’in maksadı kuru bir surette mütalaadan ziyade edebiyat okuyucularımızda “yeni bir ufk-ı müttebi (takip edilebilecek bir ufuk) açmak”tır. Cenap ahabettin, bahsetti ği yeni akımın ismini hemen vermez ama yazısında tanıttı ğı bu akımın air ve yazarları arasındaki Belçikalı sembolistlerden Georges Rodenbach, E. Werhaeren, Henry Dorenye, Albert Samain, Stuart Merril gibi isimler bahsi geçen bu yeni akımın Sembolizm oldu ğunu gösterir 119 Sembolistler

118 A.g.m ., s. 74. 119 Cenap ahabettin, “Musahabe-i Edebiyye”, Servet-i Fünun , c. 12, nr. 297, 7 Te rinisani 1312 (19 Kasım 1896), s. 162-164.

66 realizmin iirdeki temsilcileri olan Parnasyenlere kar ı çıkmı lardır. Ayrıca edebiyat anlayı larında sembolistlerin sembol, dü , efsane, büyü… gibi realistlerin ele tiri konusu yaptıkları hayal unsurlarını edebiyatta öne çıkardıklarını burada hatırlamamız gerekir. Sembolizme ait yazılar, sadece XIX. Asrın sonuna kadar basında yer bulmaz. XX. Yüzyılın ilk çeyre ğindeki basın dünyasında da devam eder. Böylece Türk basınında hayal tekrar yükseli e geçer. Yükselen bu hayal sadece romantikleri ötekile tiren realist bakı ı de ğil, romantizmi de ele tirecektir. Ancak bu yükseli zamanında realist bakı açısının kar ısında durdu ğu romantizme ili kin bilgiler artık basında daha bilinçli bir bakı la kaleme alınmaktadır.

Fransa’da hazırlanan bu yeni edebî anlayı ın bazı özelliklerine baktı ğımızda unları görürüz:

Fransız üdeba-yı cedidesi de elfazın medlulat-ı lügaviyyesiyle anlatılamayacak olan eyleri ahenk-i beyan ile gu -i rûha isma’ etmek istiyorlar. Bunların üstadlarından olan Paul Verlaine bir kıtasında: “ahenk, yine ahenk, daima ahenk… Her airin bir ruh-ı sazendeden e fak ve semavata yükselen ber i-i perran gibi; naneleri, kekikleri koklayarak zemzeme-saz olan bâd-ı seher gibi olmalıdır.” diyor. Bugün in a edilen Fransız e ’ârında öyle bir ahenk vardır ki bunu Lamartine’in, Victor Hugo’nun iirlerinde bulmak mümkün de ğildir 120 .

Fransa’daki yeni anlayı ın üslubu romantik airlerden Lamartine ve Victor Hugo’nun üslubundan oldukça farklıdır. Ama bu anlayı Zola ve di ğer realistlerin anlayı ına da benzemez. Bunu da Cenap yazısının devamı niteli ğinde olan sonraki yazısının hemen ilk paragrafında dile getirir:

On sene evveline gelinceye kadar bütün Fransızlar Gustave Flaubert, Emile Zola gibi hakikiyun-ı üdebayı takdir ve taklit ederlerdi. O zamanın gençlerinden “üstat” unvanını Emil Zola’ya vermeyenler hemen hiç yok gibi idi. Maupassant’dan Metenye’den ba layarak Paul Margaretlara gelinceye kadar

120 Cenap ahabettin, “Musahabe-i Edebiyye”, Servet-i Fünun , c. 12, nr. 297, 7 Te rinisani 1312 (19 Kasım 1896), s. 162.

67

bütün übban-ı üdeba “Rougon-Macquart” külliyatı ile tenmiye-i efkâra çalı ır, Zola’nın nazariyat-ı edebiyesini rehber-i kalem ittihaz ederdi 121 .

Evet, realizmin Fransa’da bu on sene öncesinde gördü ğü ra ğbet artık bitmektedir. Cenap, Emile Zola’nın öhretinin La Terre isimli hikâyesine kadar devam etti ğini, fakat bu eserin okuyucuyla bulu tu ğu andan itibaren Zola’nın öhretinin sarsıldı ğını ifade eder. Zira eserin yayımlanı ının ertesi günü Figaro Gazetesi be imzalı bir makale ne retmi ve bu makaleden anla ıldı ğı kadarıyla Zola’nın en sadık be talebesi “levsiyat ile me hun olan bu hikâyenin müellifi ile aramızda imdiden sonra hiçbir karabet-i kalemiye kalmamı tır” demektedirler. Cenap, Zola’yı seven bu gençlerin ele tirilerini de u ekilde özetler:

Bu gençler hakikat mutlaka çirkin olmak lazım gelmeyece ğini, cihan-ı be eriyetin abat-ı muzlime-i maraziyesinden ba ka nevahi-yi selimesi de mevcut oldu ğunu bir hikâye-nüvisin vazifesi te rih-i mesaviye münhasır kalamayaca ğını, kalem bir enbube-yi tahlil olabilirse de -edep namına isale-yi sevad etmekle mukayyet oldukça- bir mecra-yı çirkâb olmaktan müte’ali bulundu ğunu, Zola’nın hame-yi ne ter-tıynetiyle ortaya döktü ğü tefasil-i müte’affinenin edeple münasebeti rayiha-yı nevbahar ile ufuniyât-ı mukayyee arasındaki nispete benzedi ğini söylüyorlardı 122 .

Bu ifadelerin Ahmet Mithat’ın daha önce bahsetti ğimiz Zola’ya yöneltti ği ele tirilerle benzerli ği açıktır. Zola gençlerin ele tirilerine cevap vermi , bunun mukabilinde cevap almı tır. Tartı maların sonucunu da Cenap u ekilde özetler:

Bu mücadele-yi kalemiyenin neticesi u oldu ki bir zaman perestide-yi übban olan Zola yava yava bala-yı ahika-yı muallimiyetten dereke-yi mensiyete kadar sukut etti. Bugün Zola’ya kar ı übban-ı erbab-ı kalem o kadar lakayt davranıyor ki Zola var mıdır yok mudur? Denilse ekseriyeti “Bilmem” diyenler te kil eder 123 .

121 Cenap ahabettin, “Musahabe-i Edebiye: 19”, Servet-i Fünun , c. 12, nr. 299, 21 Te rinisani 1312 (3 Aralık 1896), s. 199. 122 A.g.m., s. 199 . 123 A.g.m., s. 199 .

68

1896’da yayımlanan bu yazısında Cenap ahabettin, “meslek-i hakikiyun reisi” dedi ği Zola’nın ele tirildi ğinden, fikrin hakikat ve hayal arasında gidip geli inin bir neticesi olarak artık kalemlerin “aheste aheste timsal ve hayale do ğru hareket” etti ğindenbahseder. Böylece Türk matbuatı Zola mesle ğinin son buldu ğunu Cenap ahabettin’den duymu olur.

1897’de klasiklerin tercümesi vesilesiyle ba layan tartı malarda 124 Sait Bey’in Galatat-ı Tercüme ’nin on dördüncü cüzündeki de ğerlendirmelerine cevap niteli ğinde kaleme aldı ğı bir yazısında, Ahmet Mithat’ın Zola’ya yönelik olumsuz tutumunun devam etti ği görülür. Yazısında Ahmet Mithat, Galatat-ı Tercüme ’nin on dördüncü cüzü münasebetiyle yazdı ğı bir makalede Arapça, Farsça, Türkçe ve Fransızca’nın atasözleri seçkisinin toplanması hakkındaki teklifi üzerine bu mukabeleyi gören “terakki-i maarif-i Osmanîye gayretkâr” birinin teklifleri arasında klasiklerin peyderpey tercümesi durumunda bu hizmetin “taammüm edece ğini” böylece gençlerimizin “Emile Zola’nın rezaletnameleriyle Paul Bourget’nin âsâr-ı kudemayı bozarak etti ği istiraklardan ibaret olmadı ğını görürler ve Avrupa’da te’dib-i tabayi-i be ere cidden hizmet edebilecek âsâr-ı hakikiye-i edebiye dahî bulundu ğunu ö ğrenirler idi” dedi ğini ifade eder 125 .

Bu yazısında ayrıca Ahmet Mithat, Avrupa’da Goethe, Corneille, Shakespeare gibi klasiklerin tiyatroları hala oynanmakta iken iki yüz sene sonra Zola’nın eserleri tekrar basılmak bir yana iki yüz sene önce Emile Zola diye birinin geldi ği bile hatırlanmayacak kanaatini dile getirir. Sonra “Naci’yi “Mesud-ı Harabati”likten çıkarıp bir Racine, bir Boileau etmek için” ne kadar çaba sarf etti ğini hatırlatır.

Sait Bey, cevap sadedinde kaleme aldı ğı bir yazısında Ahmet Mithat Efendi’nin “Đkram-ı Aklâm”daki kanaatlerini de ğerlendirir. Sait Bey bu yazısında Ahmet Mithat’ı “klasik lafzına â ık” olmakla, icap etmedi ği halde bu lafzı kullanmakla ve edebiyatın tamamen dı ında istimal etmekle suçlar. Bunun yanı sıra onun klasikleri iddetle savunmasını “classicomanie denilebilecek bir illet”e ba ğlar. Ahmet Mithat Efendi

124 Bu dönem Klasikler tartı masına dair bilgi için bkz. Ramazan Kaplan, K lasikler Tartı ması, Ba langıç Dönemi , Atatürk Kültür Merkezi Ba kanlı ğı Yay., Ankara 1998, 210 s. 125 Ahmet Mithat Efendi, “ Đkram-ı Aklam”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 5873-673, 5 Eylül 1897.

69 klasikler meselesinde, dönemin tercüme yapabilecek gençleri cömertçe davranmaya davet ba ğlamında yazısına “ Đkram-ı Aklâm” ba lı ğını koymu tur. Sait Bey’in durumu u ekilde istihzayla kar ılaması belki de Ahmet Mithat’ı en çok öfkelendiren hususlardan olacaktır:

Galiba, zat-ı mealî-âyâtlarınca “klasik” âsârın tercümesi “Sîd” nam eseri tercümeten ne ir buyurdukları Hamzaname’yi tanzir edivermekten ibaret add buyuruldu ğundan “ Đkram-ı Aklam” diye ashab-ı aklamı helva sohbetine davet eder gibi öyle davet eylemekten içtinap buyurulmuyor 126 .

Ahmet Mithat’ın kalem sahiplerini klasiklerin tercümesine davetini “helva sohbetine davet” eklinde alaya alan Sait Bey, Ahmet Mithat’a bir ariza yazarken realizme, dolayısıyla Emile Zola’ya da de ğinir ve Ahmet Mithat’ın Zola’ya yönelik tutumunu “cahilane bir tariz” eklinde de ğerlendirir:

Réalisme denilen meslek-i edebî aleyhinde o yar-ı acîb-efkârın izhar eyledi ği teneffür dahi cahilane bir tarizden ibaret görünür. Zira “Emile Zola’nın rezaletnameleri” tabirini bîmahaba irat eden bir zat Avrupa’nın ahval-i hazıra-i edebîyesine “Emile Zola”nın mensup oldu ğu Réalisme mesle ğine gayr-ı vakıf oldu ğunu ispat etmi oluyor 127 .

Sait Bey, gerek Zola’nın, gerek realizmi takip edenlerin eserlerinin “rezaletname sıfatına” layık olmadıklarını ve bu eserlerin tamamen hakikatleri yansıttı ğını söyler ve devamla bizde realizm akımına “tam ve kâmil bir pi va” olarak Mevlana’yı misal gösterir. Ayrıca Sait Bey, Mesnevi ’nin tasavvuf ve hikemiyâta dair kısımlarından ba ka, yani menkıbeler ve hikâyeler kısmında “sırf realizm mesle ği ihtiyar buyurulmu tur” diyerek edebiyatımızda realizme kar ılıklar arar 128 .

126 “Ahmet Mithat Efendi Hazretlerine Arizadır”, Tercüman-ı Hakikat Matbaası, Đstanbul 1315 (1897/1898), s. 13-14. 127 A.g.e. , 30-31. 128 Edebiyatımızda realizmin oldu ğuna dair de ğerlendirmeler ve Türk edebiyatında realizmin mevcudiyetine ili kin fikirler Sait Bey’den önce de dile getirilmi tir. Bkz. eyh Vasfi, “Mütalaa”, Güne mec. , c. 1, nr. 7, 1301, s. 290-291.; “Emile Zola Mesleği Üzerine Mülahazat: Aldı ğımız Bir Mektup”, Mecmua-i Ebuzziya , c. 4, nr. 47, Cemaziyelahir 1302, (Mart 1885), s. 1492-1495.

70

Ahmet Mithat Efendi, Sait Bey’in cevabına129 ayrıntılı bir ekilde mukabelede bulunur. Bu yazının ayrıntılarına girmeyecek sadece konumuza ili kin kısımlarına de ğinece ğiz. Edebiyat akımlarını ilgilendirdi ği yönüyle meseleyi ele aldı ğımızda görülen odur ki Ahmet Mithat, Zola’yı ele tirmekte kendini haklı bulmaktadır. öyle ki: Ahmet Mithat klasiklerin çevirisinde ölçü alınacaklar içinde Zola’yı kabul etmemektedir. Çünkü Sait Bey’in de kabul etti ği Recaizade M. Ekrem’in Talim-i Edebiyat ’ında klasiklere benzer okutturulacak parçalar, “Zolalardan molalardan müntehap (…) Dekadanlardan mekadanlardan fıkralar” de ğil, bizim eserlerimizdir. Bununla birlikte Ahmet Mithat gençlerimize tavsiye edebilece ğimiz klasik eserlere de ğinirken Zola’nın eserlerini “zevzeklikten ibaret” sayar:

akirdana numune-i edebiyat olacak kitaplar için klasikleri bırakarak öyle zevzeklikten ibaret olan âsâr-ı Zolaiyeden iktibas etmezler. (…)Avrupa’nın dahi isti ğna hâsıl edememi bulundu ğu klasikleri bizim çe m-i isti ğna ve istihkar ile görmekli ğimiz ve bahusus bunları gençlerimize böyle gösterip bunlara bedel Zola’ları tercih ve tavsiye edi imiz de hiç do ğru olamaz 130 .

Ahmet Mithat Efendi, Sait Bey’e cevap verirken matbuat ortamında bir yandan da Dekadanlar tartı ması yapılmaktadır 131 . Ahmet Mithat, Sait Bey’in edebiyatımızın Avrupa’nın imdiki efkâr-ı umumiyesi dairesinde olması lüzumu hakkındaki mütalaalarını kabul etmekle birlikte Avrupa kamuoyunun parlamentarizm, anar izm gibi tehlikeli politikalardan usandı ğını belirtir. Ayrıca ateizm, materyalizminin

129 Ahmet Mithat, Sait Beyefendi Hazretlerine Cevap , Dersaadet 1314, (Ahmet Mithat’ın bu kitaba giren yazıları önce Tercüman-ı Hakikat ’te tefrika edilmi daha sonra kitap halinde bastırılmı tır. Bu kitapta Ahmet Mithat, Sait Bey’in yazısıyla kendi yazısını bir arada yayımlamı tır. Kitapta, Sait Bey’in 37 sayfalık yazısıyla buna cevaben yazılmı Ahmet Mithat’ın 206 sayfalık yazısı mevcuttur. Kitabın ba langıçtaki “ifade” ba lı ğı altında Ahmet Mithat’ın u cümleleri bulunmaktadır: “Biraderimiz saadetlü Sait Beyefendi hazretlerine cevap olmak üzere kaleme alınmı olan makalemiz mü arünileyh hazretlerinin on be numaralı Galatat-ı Tercüme cüz’ünde nam-ı acizanemize olarak münderiç bulunan bir tezkire-i aliyelerine cevap olup ecvibe-i acizanemizin kariin tarafından takdiri mü arünileyh hazretlerinin tezkirelerinin dahî görülmesine mevkuf oldu ğuna ve bu halde iki eserin bir cilt içinde bulunması bi’l-vücuh müstahsen olaca ğına mebni evvela mü arünileyh hazretlerinin tezkireleri ve müteakiben ecvibe-i acizanemiz bu mecellede cem’olunmu lardır. Tartı maya dair bilgi ve de ğerlendirmeler için ayrıca bkz., Ramazan Kaplan, Klâsikler Tartı ması (Ba langıç Dönemi) , s. 175- 178. 130 Sait Beyefendi Hazretlerine Cevap , s. 67-68. 131 Dekadanlar tartı ması ve Türk edebiyatı tarihindeki yeri hakkında ayrıntılı bilgi için bkz., Fazıl Gökçek, “Bir Tartı manın Hikayesi: Dekadanlar”, Dergâh Yay., Đstanbul, 2007, 168 s.

71 sonuçlarının gere ği olan “edebiyat-ı mahudeden” de bîzar oldu ğunu ve dekadanların Fransa dı ındaki memleketlerde kabul ve taklit edilmedi ğini hatırlatır 132 . Burada Ahmet Mithat’ın Zola’ya yönelik ahlakî endi elerinin yanı sıra siyasî ve fikrî açıdan bir ele tiriyi de dile getirdi ği görülmektedir.

Ahmet Mithat Efendi, Zola’nın 1878’de III. Napolyon’un ikinci imparatorlu ğu zamanında bir ailenin tabiî ve medenî tarihini kaleme aldı ğı Rougon Macquart serisini hatırlatır. Zola’yı kendilerine rehber kabul edenlerin Sait Bey’in “ u zamanda çe m-i beer hakayık-ı ahvali tamamıyla görmekten korkmayacak derecede açılmı ve gı ave-i evham sıyrılmı ” eklindeki, sadece “lafızları maksut ve manaları mefkut” sözlerle matbuat ortamında Zola’yı övüp ayyuka çıkardı ğını ifade eder. Đçerdi ği “rezaletlerle” 1880’de yayımlanan Nana romanından sonra ö ğrencilerinin son bir fedakârlıkla Zola’yı desteklediklerini, ahlakı düzgün köylülerin anlatıldı ğı 1882’de yayımlanan Potboille romanından sonra bu desteklerinde sebat ettiklerini fakat “arada birbirinden daha rezilane birkaç romandan sonra” sonunda 1888’de La Terre ba lıklı cilt yayımlanınca Paris halkının dahi Zola’nın ahlakî koku mu lu ğu kar ısında burnunu tıkamak mecburiyetinde kaldı ğını belirtir. Ayrıca ö ğrencilerin bir beyanname ile Zola’dan ayrılmaya mecbur kaldıklarını, bu beyannamenin o günkü tarihten ve edebî ele tirilerden bahseden ve tamamen tarafsız olan kitaplarda derç edildi ğini söyler. Ahmet Mithat bu de ğerlendirmeleriyle “rezaletname” dedi ği Zola’nın eserlerine vakıf oldu ğunu ispat etti ğini Sait Bey’in ise bunları anlamadı ğını ifade eder.

Ahmet Mithat’a göre, Sait Bey’in Emile Zola’yı ve mesle ğini bu kadar savunmasının nedeni “realizm yani hakikî” sözcü ğünün içerdi ği sırf tahrip etme ve yok etme anlamlarıdır. Yalnız, Paris’te bile Zola ve eserlerine ne gözle bakıldı ğını bilse Sait Bey’in bu taraftarlı ğından vaz geçece ği kanaatindedir. Bu yüzden dü üncesini ispat etmek ister. Đleri sürdü ğü delillerden biri udur: Le Monde Illustre gazetesinin aboneleri için yaptırdı ğı kitap rafında, yalnız roman seçkisi için yüz kitap bulunmaktadır. Gazetenin aboneleri için seçti ği kitaplar yetmi müellife ait kitaplardır ve bunların içinde Zola yoktur. Đkincisi Figaro gazetesindeki kısaca u ekilde tercümesini verdi ği bir ilandır:

132 Sait Beyefendi Hazretlerine Cevap , s. 81.

72

Tâbi Ollendorf nezdinde: George Ohnet’nin Eski Kinler nâm romanının yalnız iki günden beri satılı ğa çıkarılması üzerine 44. tabı. Ba tanba a e ğlenceli ve hadisatla memlû ve Demirhane Müdürü’ nün müessiri olan muharrir-i mûmaileyhin en canlı eseri bulunan bu roman tamamıyla namuskarâne bir eser olup herkes tarafından ve hatta genç adamlar canibinden bile okunabilir 133 .

Ahmet Mithat, alıntının son cümlesi için “namus, ahlak kaydında bulunanlar”ın elbette dü üneceklerini söyler ve bu anlayı tan hareketle de “klasikler gibi ahlak-ı aliye üzerine bina edilmi ” eserlerin Zola’nınkilere tercih edilece ğini dile getirir. Ahmet Mithat, Zola’nın eserlerindeki ki ilerde görülen rezaletlerin sebeplerini de roman ki ilerine de ğil yazar Zola’ya atfeder. Zira bunlar onun erkek ve kadın kahramanlarıdır.

(…) Marguerite’i bundan dolayı zat-ı devletleri de ğil Emile Zola ta’yib etmelidir. Zira Emile Zola’nın “Hero” ve “Heroin”leridir ki salâhın semtine bile ba ını çevirip bakmak anlarından de ğildir 134 .

Ahmet Mithat, Alexandre Dumas Fils’in la Damé aux Camélias adlı eserini Zola’nın romanlarını kıyaslarken ikisinin de rezaletle tabir edilecek olaylara de ğindi ğini dile getirmekle birlikte bunlardan Alexandre Dumas Fils’in drama eklinde birçok oyunlarının oldu ğunu ve ahlakı ifsat edecek bir yönünün bulunmadı ğını ifadeyle bu eseri Zola’nın eserlerine üstün tutar. Anla ıldı ğı üzere Ahmet Mithat övülen ve kabul edilen bir meselenin yegâne ölçüsünün “reel” olmadığı kanaatindedir: “Bir eyin memduh ve makbul olması için yalnız “reel” olması kâfi olmadı ğı noktasında bütün erbab-ı tabayi’-i selime müttefiktir ”135 . Ahmet Mithat, Sait Bey’in Mesnevi ’yi realist eserlerden saymasını da -Zola’ya yöneltti ği ahlakî ele tirileri dikkate aldı ğımızda- do ğal olarak tam bir teessüfle kar ılar. Aslında Ahmet Mithat meseleyi yine hayalîlik- hakikîlik ba ğlamında de ğerlendirir. Sait Bey’in eserdeki birkaç hikâyeyi “reel yani gerçek” saymasını garipseyerek Mesnevi ’de anlatılan hayali menkıbelerde dile getirilenlerin aslanlara, kaplanlara, kurtlara ve ku lara isnat edilen hikâyelerden bir farkı olmadı ğını ifadeden sonra Sait Bey’i realizmi müstehcenli ğin ifadesinden ibaret olarak

133 Sait Beyefendi Hazretlerine Cevap , s. 170-171. 134 A.g.e. , s. 189. 135 Sait Beyefendi Hazretlerine Cevap , s. 198.

73 görmesiyle ele tirir. Ayrıca Ahmet Mithat Mesnevi ’nin o kadar ele tirdi ği Zola’nın eserleriyle bir tutulması kar ısında hiddetlenir ve Zola’yı “dinsiz, imansız, rezail ile mü tagil, hasenattan müteneffir bir herif” olarak tavsif eder.

Edebiyat akımlarına dair tartı maları ilgilendirdi ği ölçüde Ahmet Mithat’ın Sait Bey’e cevabı bu de ğerlendirmelerle biter. Ahmet Mithat’ın a ırı bir tahkire kadar uzanan Zola’ya yönelik ele tirilerini bugünkü sanat endi esi içinde bir çerçeveye oturtmak elbette güçtür. Yalnız Zola’ya ili kin ele tirilerin -tahkirden ibaret olmadı ğını unutmamak kaydıyla- kabul edilir yönü de yok de ğildir. Ahmet Mithat’ın yukarıda alıntıladı ğımız “Bir eyin memduh ve makbul olması için yalnız ‘reel’ olması kâfi olmadı ğı” görü ünü dikkate aldı ğımızda u soruyu sorabiliriz: “Bir yazar gerçe ği ifade ederken realist/natüralist bir anlayı la yazmak zorunda mıdır?” Sorunun cevabı “evet” ise XIX. asırda görülen edebiyatımızdaki yenile me süreci kayıtlarla ba ğlanmı , “hayır” ise edebiyatta özgürlü ğün önü açılmı olur ki bu sayede edebiyatın kendini tekrar etmesi önlenmi olur. Kendini tekrar eden edebiyat anlayı ı, sonunda sahneden çekilmek zorunda kalır. Tekrara dü en natüralist anlayı da sahneden çekilmi tir. Natüralist anlayı ın kendini tekrarına Rene Wellek u ekilde de ğinir:

Görünü te en gerçekçi roman, natüralist yazarın “hayattan bir dilim”i bile belirli sanat geleneklerine göre kurulmu tur. Özellikle son zamanlarda yapılan ara tırmalara bakılacak olursa, natüralist romanların tema seçme, ki ile tirme ekli, seçilen veya esere dâhil edilen olaylar, diyalo ğu sürdürme yolu bakımlarından ne kadar birbirine benzedi ği görülecektir. Yine en natüralist tiyatroda bile sadece sahne düzeni bakımından da a ırı bir gelenekçili ğin varlı ğını fark ederiz. Aralarındaki fark ne olursa olsun, Fırtına (Shakespeare) ve Bir Bebek Evi ( Đbsen) bu dramatik gelenekselli ği payla ırlar 136 .

Çalı mamızın “Realizm ve Natüralizmin Matbuat Ortamında Gördü ğü Ra ğbet, Kabulü ve Ele tirisi” ba lı ğı altında Ahmet Mithat’ın Halit Ziya’nın Hikaye ’deki yazılarına dair de ğerlendirmelerinin oldu ğu 1887de yayımlanan “Romanlar ve Romancılık” ba lıklı yazısında Zola’yı rezalet âlemlerini tasvir etmekle ve politikacılık

136 René Wellek - Austin Warren, Edebiyat Teorisi , Çev. Ömer Faruk Huyugüzel, Akademi Kitapevi, Đzmir 2005, s. 12.

74 yapmakla ele tirdi ğini söylemi tik. Ayrıca Zola’yı edebiyatımıza tanıtanların, fuhu ve rezalet âlemlerine dair tasvirlerin ho a gitmese bile bir ahlakî endi e olarak gerçe ği görmenin ondan sakınmayı beraberinde getirece ğini vurguladıklarına söylemi tik.

Tercüman-ı Hakikat, Mizan ve Servet-i Fünun arasındaki bu görü ayrılı ğı 1887’den 1896’ya kadar Servet-i Fünun anlayı ının baskın bir unsur olu uyla birlikte realizmin yükseli ini hazırlamı tır. 1896’da Halit Ziya Servet-i Fünun ’da realizmi savunmaya devam eder 137 . Yalnız Tercüman-ı Hakikat ve Mizan’ ın ele tiri anlayı ının devam edi i ve özellikle 1896-1897 yılları arasında yayımlanan yazılar natüralizmin, dolayısıyla realizmin dü üüne zemin hazırlamı ve zamanla bu akım anlayı ının basında itibar kaybetmesine sebep olmu tur.

Ahmet Mithat 1887’den 1896’ya kadar ve 1897’de de devam edecek Zola’ya yönelik ele tirilerinde, Zola’nın rezalet ve sefahet âlemlerini tasvirini “meslek” haline getirdi ği kanaatine varmı tır. Hâlbuki gerçekçili ğin ifadesi sadece ilgili mesle ğin ölçüleri dâhilinde, bu âlemleri tasvirden ibaret değildir. Ahmet Mithat’a göre gerçekçili ğin farklı ifade yolları da vardır.

Gerçekler zamanla de ğiebilir. Durum böyle olunca de ğien gerçeklere de de ğiik anlatı biçimleri bulmak gerekir 138 . Bu durum tekrara dü me mahzurunu ortadan kaldırabilir. Ahmet Mithat’ın “mutlak surette sadece u edebî akım etrafında bir eser kaleme alınmalıdır” tarzında bir yakla ımı yoktur ve eser telif anlayı ında sürekli yeni teknikler geli tirdi ği de bilinen bir gerçektir 139 . Bu bakımdan Ahmet Mithat’ın Zola’nın ahsında realistlere yöneltti ği ele tirilerin edebiyatta tekrara dü me endi esiyle paralel yürüdü ğünü söyleyebiliriz. Cenap ahabettin zamanlara göre üslupların de ğiti ğine de ğinirken Zola anlayı ının sona ermesini ifade etmesiyle de Ahmet Mithat’in bu yakla ımına katılmı olur. Daha da önemlisi bu görü Servet-i Fünun mecmuasında dile

137 Bkz. Halit Ziya, “Goncourtlar”, Servet-i Fünun ”, nr. 282, 25 Temmuz 1312 (6 A ğustos 1896), s. 343- 347. 138 “De ğien gerçeklere de ğiik anlatı biçimleri denk dü er” (Michel Butor, Roman Üstüne Denemeler , Düzlem Yay., Çev. Mehmet Rifat / Sema Rifat, Đstanbul 1991, s. 20-21). 139 Bkz. Sabahattin Ça ğın, “Olay Örgüsü Problemati ği Açısından Ahmet Mithat Efendi’nin Ölüm Allah’ın Emri Adlı Eseri”, Kayseri ve Yöresi Kültür, Sanat ve Edebiyat Bilgi öleni, Bildiriler , 1. Cilt, Kayseri, 2001, ss.186-189.

75 getirilmi tir. Bu açıdan Servet-i Fünuncuların realist oldukları veya ne kadar realist oldukları tartı maya açık bir konuma gelir.

76

ĐKĐNC Đ BÖLÜM HAYAL ĐYUN-HAK ĐKĐYUN TARTI MASI VE ĐĐ R D ĐLĐNDE ROMANT ĐK GERÇEKÇ ĐLĐĞ E DO ĞRU

I. KISIM HAYAL ĐYUN-HAK ĐKĐYUN TARTI MASI

1. Hayal-Hakikate Yönelik Ele tiri Gelene ğinin Olu ması

XIX. Asırda inasi’nin dilde sadele me yolundaki çabalarından sonra Namık Kemal’in Divan iirine sert bir ekilde hücum etmesi bu iire yönelik keskin bir ele tirinin yolunu açmı tır. Yatay bir çizgide yeni edebiyatın önünü de açan Namık Kemal’in eski iire yönelik sert ele tirileri, yeni edebiyatı savunan yazarlar için adeta temel bir hareket noktası olmu tur. Yalnız bu hareket noktasının ba ındaki Namık Kemal ele tirinin sadece eski edebiyata hasredilmemesi, bunun yanında yenilerin de ele tirilmesi gerektiğini vurgulayarak bu anlayı ın dikey bir çizgide geli mesine de öncülük etmi tir. Namık Kemal, Tahrib-i Harabat ’ta, Ziya Pa a’nın yenilerin tenkidinin “ahlâf”a bırakılması gerekti ği dü üncesini ele tirirken bu görü ünü u ekilde dile getirir:

Ayrıldı bizimle çünkü eslaf Varsın bizi de ayırsın ahlaf ne demek? Bu asr-ı terakkide yalnız sevabıkın kemâlât ve nekâisini arayıp da zamanımızın halini sükût ile geçi tirmek neden iktiza etsin! Mademki muaheze yolu açıldı; muâsırîn haklarında yazılacak tahkikat u mübâhesât-ı edebiyenin hem efkâr-ı zamaneye ve hem de kendilerine fâide-bah olması mukarrer iken, yalnız eserlerini nakl ile iktifâ etmek ve sitâyi ve ta’rîzi eslafa hasr eylemek revâ mı olsa gerek! 140

Namık Kemal’in, ça ğda ı olan Recaizade Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamit, Samipa azade Sezai’ye dair ele tirileri de görülmektedir. Ahmet Mithat Efendi’nin

140 Yeni Türk Edebiyatı Antolojisi II, 1865-1876 , Haz.: Mehmet Kaplan, Đnci Enginün, Birol Emil, Đstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Yay., Đstanbul, 1978, s. 328.

77 ele tirileri, Muallim Naci’nin katkılarından sonra nihayet noktada Be ir Fuat’ın natüralist yakla ımında bir yönüyle sapmaya u ğrayan bu ele tiri anlayı ının, dönemin di ğer edebî simalarının de ğerlendirmeleriyle zenginle en serüvenine de ğinirken ilgili ele tirinin böylelikle bir gelene ğe ba ğlanmı oldu ğunu görece ğiz.

Yatay düzlemde eski-yeni ikili ğini do ğuran ele tiri, kendi içinde dikey olarak geli irken bu ikili ği hayal-hakikat ili kisi içinde derinle tirir. Hayal-hakikat ili kisi ve buna dair tartı malar XIX. Asır Türk edebiyatında “Hayaliyun-Hakikiyun Tartı ması”na zemin hazırlamı tır. Çalı mamızın bu ikinci bölümü dikey çizgide hayal-hakikat ili kisinin ayrıntıları ve izahı eklinde bir seyir takip edecektir. Ama öncelikle bu ili kinin hazırlandı ğı ortamı görmemiz gerekir.

1.1. Tartı ma Öncesi Ortam ile Hayalci aire/iire Yönelik Ele tiriler

Namık Kemal gibi Ahmet Mithat Efendi’nin de ça ğda ı olan airlere yönelik ele tirileri vardır. Bu ele tirilerin bir kısmı hayali muhalle karı tıran hayalci airlere ili kindir. Muallim Naci’nin hayalci airlerin hayali muhalle karı tırmalarını, böylece dilin tabiili ğini bozmalarını ele tirmesi, ilgili anlayı a eklenir. “Hayaliyun-Hakikiyun Tartı ması”nda da Be ir Fuat’ın, bizi gerçekçilikten uzakla tırmasından ötürü hayalci airlere yöneltti ği ele tiriler bu gelene ğin bir devamı niteli ğini ta ımaktadır. Dolayısıyla “Hayaliyun-Hakikiyun Tartı ması” birden ortaya çıkmı bir tartı ma de ğildir. Tartı ma öncesi, matbuat ortamında hayal ve hakikate ili kin dile getirilen ele tiriler vardır. Bu ele tirilerin bir kısmı Ahmet Mithat Efendi, Muallim Naci ve Fazlı Necib’e aittir. Öncelikle Ahmet Mithat Efendi’nin de ğerlendirmelerini görece ğiz. Ardından “Hayaliyun-Hakikiyun Tartı ması”nı ilgilendirdi ği ölçüde di ğer de ğerlendirmelere geçece ğiz. Ahmet Mithat’ın ele tirisi daha çok airlerin iir anlayı ındaki kusurlar, dilin kullanımındaki hatalar ve airlerin hayali muhal (imkânsız) ile karı tırarak okuyucuyu hakikatten uzakla tırmaları yönünde olacaktır.

78

1.1.1. Dilde Hayal-Hakikat Algısına Yönelik Ele tiriler

1881’de emsettin Sami, Hafta mecmuasında yayımlanan “ iirin Mahiyet ve Hakikati” ba lıklı yazısında iirin tarifinin yanı sıra iirde “hayal” ve “hakikat” unsurlarına de ğinir. iiri, yazılmasından önce söylenmi söz olarak kabul eden emsettin Sami bu yazısında, mevzun ve mukaffa sözleri iirden uzak, vezinsiz ve kafiyesiz sözleri bi-hakkın iir unvanına layık görmektedir. airi “manevi bir ressam” olarak gören ve onun ressamla benzerliklerini ortaya koymaya çalı an emsettin Sami, iiri musikiyle de kıyaslarken iirin arkı söyleyen halk arasında do ğdu ğunu dolayısıyla iirsiz hiçbir dilin olmadı ğını dile getirir. Ona göre insanlık tarihinde nesirden evvel iir vardır ve her millet nesir verimlerinden önce iirle bir eyler yazmı ve söylemi tir. Ayrıca iirin tarif ve mahiyetine de de ğinen . Sami, iirde gayenin hakikati ifade de ğil, onu tasvir etmek oldu ğunu ileri sürer:

iir tahsil ve iktisap olunur eylerden olmayıp, tabii bir istidada müstenit oldu ğundan, malumatın her derecesinde ve her nevi efkârla iir söylenebilir; binaenaleyh, fünûn ve maarifin iire asla medhali olmayıp, iir ibtida-yı zuhurunda ne halde idiyse, yine o haldedir; (…) iirde matlup olan ey hakikat de ğildir, ifadesi murat olunan eyin mücessem ve mükemmel surette tasviridir. Her eyin oldu ğu gibi, sözün dahi âlâ ve ednası, fevkalade ve adisi vardır; iir sözün âlâsı ve fevkaladesidir 141 .

iirde tasvirin önemi emsettin Sami’yle edebiyatımıza girmi bir dü ünce olmamakla birlikte “ iirde matlup olan ey”in “hakikat” olmadı ğı XIX. asra kadar genelde kabul gören bir anlayı tır. iirde hayal unsuru olan tasvirlerin te bih, istiare ve mübala ğa ile ifadesi iirin mahiyeti ve tarifi için yeterli midir? Acaba te bih, istiare ve mübala ğalara dayalı tasvirlerin yapıldı ğı mısralar gerçekten “ iir” sayılabilir mi? Đ te bu sorunun cevabını Ahmet Mithat Efendi -kısmen de olsa- bir edebiyat problemi haline getirir. Ahmet Mithat, 1883’te yayımlanan “Nefaset-i Tabiiye ve Sanayi-i Nefise” ba lıklı yazısında bu meseleye de ğinir ve yazısının “ air Nedir” ba lıklı kısmında airi tanımlamadan önce hayallerle me gul airi dı arıda bırakır.

141 emsettin Sami, “ iirin Mahiyet ve Hakikati”, Hafta , 29 Ramazan 1298, (25 A ğustos 1881), s. 27.

79

Vehle-i ûlâda hatıra gelen ey, air “müstef’ilatün” bahirlerinde bocalayarak tahayyülat girdabında hemen bo ğulup gitmek üzere iken bir mersa-yı selamet olmak üzere ku e-i istirakı bulup kurtulan biçareden ibaret olmaktır 142 .

Öncelikle “‘müstef’ilatün’ bahirlerinde bocalayarak tahayyülat girdabında hemen bo ğulup” giden airleri Muallim Naci’nin hı mına havale ettikten sonra Ahmet Mithat, kendi anlayı ı çerçevesinde airi u ekilde tarif eder:

Meramımızın mizaha haml olunmaması ricasıyla biz airi tarif ve tavsife u yoldan giri ece ğiz:

air, sair insanlar gibi iki gözü, iki kula ğı, bir kalbi, bir beyni velhasıl havass-ı zahire ve bâtınasını istimale tavassut edecek olan azası mevcut ve mükemmel bir adamdır 143 .

Görüldü ğü gibi Ahmet Mithat her eyden evvel airi “bizden” bir insan olarak tarif etmeye çalı ırken tahayyülat girdabında hayalleriyle bo ğulup giden hayalci air tipini olumsuzlayan bir tavır takınmaktadır:

“airin sair adamlar gibi bir adam olmasını tasavvur etmeyi kâfi görürüz”.

Ahmet Mithat’a göre air, sair adamlar gibidir ama etrafını algılayı ı ve yorumlayı ıyla di ğer insanlardan farklı özelliklere sahiptir. Ahmet Mithat, bahsetti ği farklılı ğın iirde “gariplik” ve “tuhaflık”lara sebebiyet vermemesi gerekti ği kanaatindedir. 1885’te Tercüman-ı Hakikat ’te yayımlanan “Garaib-i Edep ve Garabet-i Üdeba” ba lıklı yazısında Ahmet Mithat bu gariplikleri ve tuhaflıkları yapan airleri ele tirecektir.

Ahmet Mithat iirde tuhaflık ve garipliklere kar ı çıkarken, iirde müstefilatun bahirlerinde yuvarlanan ve tahayyülatıyla me gul airleri Muallim Naci’nin hı mına havale etmi ti. Bu yazısında ele tiri konusu olan meselelerin yayımlandı ğı gazete bu tarihte “kısm-ı edebî”sini Muallim Naci’nin idare etti ği Saadet gazetesidir. Ahmet Mithat, Saadet ’in kısm-ı edebîsindeki bir yazıda bir zatın iir türlerini sayarken “e ’âr-ı

142 Ahmet Mithat Efendi, “Nefaset-i Tabiiye ve Sanayi-i Nefise”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 1607, 16 Te rinievvel 1883. 143 A.g.m .

80 fennîye” deyiverdi ğini ardından edebiyatçılardan ba ka birinin “E ’ârda fen veyahut fende e ’âr olmaz” yollu bir söz söyledi ğini, sonuçta ilk sözün sahibinin sözünden caydı ğını kaydeder. Bu sefer, Saadet ’te “Fennî” lakaplı birinin “e ’âr-ı fenniye”nin nasıl olaca ğını cihana göstermek için bir takım iirler yazdı ğını ifade eden Ahmet Mithat, “Bir iir Meraklısı” 144 müstearını kullanan birinin de bu “edîb-i fennî”yi alaya almaya karar verdi ğini anlatır. Ahmet Mithat bunlara de ğindikten sonra “edîb-i fennî”ye öyle hitap eder:

Biçare edîb-i fennî:

Etme zinhar heves hendeseye Girme ol daire-i vesveseye tarzında bir ey yazsaydı, fenni reddeyledi ği için belki en memduh ve makbul bir edip olmak üzere öhret alırdı. Veyahut söylenen sözü dinlese veya dinledi ği sözü anlasaydı, belki “e ’âr-ı fennîye”den maksat ne oldu ğunu anlayarak kendisini üdebaya medar-ı temeshur etmezdi. Lakin bu temenniler ne kadar baiddir! Çünkü menfur-ı üdeba-yı kiram olan felasife veya daha muhakkiranesi mütefelsifînden on bin tanesi bir yere gelse hep, “Đki kere iki dört eder ve bir müsellesteki üç zaviye daima iki kaimeye müsavî olur” dedikleri hâlde her biri sanihat-ı âliye muhiti olan ve feyz-i cam-ı cem ile bu mazhariyetlerini bir kat daha arttıran üdebadan üçü dördü bir yere gelse, “E’âr-ı fenniye vardır. E ’âr-ı fenniye yoktur. Đ te e ’âr-ı fenniye budur. Bunlar ayan-ı temeshurdur” diye dördü dahi birer söz söyleyerek dördünde de bir nokta üzerinde karar mümkün olamaz 145 .

Bahsetti ği tuhaflıklar burada bitmeden Ahmet Mithat asıl meseleye gelir ve konuyu “henüz ya ı yirmiyi geçti ği hâlde, güya mahbub-ı muhayyeli dört nala firar ederek onun izi bile belli olmadı ğından dolayı u genç ya ında, ‘Gel! Nerdesin ey mezar nerede?’ diye mezarı arayan Mehmet Celâl Beyefendi ile Mekteb-i Numune-i Terakki muallimlerinden Faik Hilmi arasında edebiyatça olan görgünün farkı”na getirir.

144 Bir iir Meraklısı, “Latife-i Edebiye, i’r-i Fennî”, Saadet , nr. 281, 2 Kânunuevvel 1885. 145 Ahmet Mithat Efendi, “Garaib-i Edep ve Garabet-i Üdebâ”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 2234, 3 Kânunuevvel 1885.

81

Dikkat edilirse burada edebiyatça görgü farkı olan iki ki iden biri mütefennin (bilim adamı) di ğeri airdir. Pek tabii olarak mütefenninler edebiyatın “hakikat” tarafını airler ise “hayal” tarafını savunur. Mütefenninler bir meseleyi izah sadedinde delillerle ispat etmek yoluna giderken, hakikati de ğitirmeden ve anla ılır bir ekilde kaleme alırlar. airler ise bir meseleyi kaleme alırken kendi hayallerine kapılarak ortaya koydukları için bizi ikna etme yoluna gitmedikleri gibi, dile getirdiklerinin do ğruluk ve de ğerine bakmamakta, anla ılır olma kaygısı ta ımamaktadırlar. Bu yüzden Ahmet Mithat, Faik Hilmi’nin Mehmet Celâl’e derdini anlatmaya çalı masının bo una oldu ğunu söyler.

Dilde sadele me ve anla ılır edebiyat verimleri ortaya koyma çabalarının devam etti ği XIX. asır Türk edebiyatında, mütefennin ve hayalci airlerin sahip oldukları bu özelliklerle edebiyatçıların dikkatini çekece ğini söyleyen Ahmet Mithat, aklına her ne gelirse söylemenin ediplik olarak telakki edili ine Mehmet Celâl’in “Hazan” 146 ba lıklı yazısını örnek gösterir ve Muallim Naci’nin bunu takdir edi ini de alaya alır 147 . Faik Hilmi de hızlı bir ekilde M. Celal’in yazısını ele tiren bir yazı 148 kaleme alır. Ahmet Mithat mütefenninlerin bu kadar hızlı bir yazı kaleme aldıkları zaman saçmaladıklarını

146 Mehmet Celâl, “Hazan”, Saadet , nr. 278, 29 Te rinisani 1885. 147 “Garaib-i Edep ve Garabet-i Üdeba” yazısındaki kendisine dair ele tirilere dair bir cevap vermesini bekleyenler oldu ğu halde Naci, mukabelede bulunmaz ve “Cevap Ver Diyenlere Cevabım” ba lıklı yazısıyla Ahmet Mithat’a saygısından ödün vermedi ğini dile getirip yine saygı çerçevesinde u ekilde “arz-ı tazim ve ükran”da bulunur. “Kendilerini âlem gibi ben de her vech ile büyük tanımakla beraber öteden beri cümleden ziyade iltifatlarına mazhar oldu ğuma ve maahaza -bazı üdebanın kavline göre- herze-gû bir air isem de öyle dûn ve dönek ediplerden olmadı ğıma mebni “Ahmet Mithat” nam-ı bülendîsine kar ı bundan sonra dahî arz-ı tazim ve ükrandan ba ka bir diyece ğim olamamak vezaif-i insaniyeye riayet mukteziyat-ı aliyesindendir”.Mü arünileyh hazretleri -velev haksız olsun- gerek zatıma ve gerek âsârıma müteallik her ne söyleseler benim için en muvafık hareket katiyen mukabeleye tasaddi etmeyip öyle bir hakimin beni nasıl muaheze etmekte oldu ğunu görerek mümkün mertebe hisseyab-ı intibah olmaktan ibarettir (Muallim Naci, “Cevap Ver Diyenlere Cevabım”, Saadet , nr. 283, 5 Kânunuevvel 1885). 148 Bu yazısında Faik Hilmi hayalperest airleri ele tiri konusu yapar. “Gariptir ki: Eri tir ab-ı lütfun el- amân âhım / Yakar imdi semayı ate -i âhım diyerek semayı ate ler içine atacak ve belki feza-yı namütenahiyi cevelangâh-ı efkâr edecek kadar vüs’at-i mütehayyileyi haiz bulunan bazı hayâlât-perestân- ı uarâ bu gibi bir hakikat ve fen noktası üzerinde kalem kullanmak murat eyledikçe sapıtıyorlar. Celal Bey gibi nev-hevesân-ı terakkiye dostâne tebli ğ eylerim ki: “Bir eseri ne retmezden akdem layıkıyla dü ünmeli ve sonra da bir hakîm-i garbînin nasihatine tevfik-i hareket birle hiç hükmünde bulunan bir eseri hiç arz etmemeye niyet veyahut arz olunan eserin ruhlu ve manalı bulunmasına dikkat etmelidir.” (Faik Hilmi, “Müfredat-ı Fenniye”, Saadet , nr. 281, 2 Kânunuevvel 1885). Fakat, Mehmet Celâl, Faik Hilmi’nin yazısına verdi ği cevapta kendisine ait “Hazan” ba lıklı yazısını dikkatli okumadı ğını ve bu yüzden bazı ele tirilerinde haksız oldu ğunu dile getirir ve Faik Hilmi’nin ele tirilerine alay yollu mukabelede bulunur ( Saadet , nr. 283, 5 Kânunuevvel 1885).

82 dile getirir; lakin bu yazının saçmalamadı ğını ifade eder ve yazıyı be ğendi ğini söyleyerek ayrıntılarıyla anlatır.

Ahmet Mithat’ın de ğindi ği hususlara göre Faik Hilmi fennî delillerle airin bahara dair tasvir ve hayallerinin gerçek dı ılı ğını ispatla yanlı lıklarını ortaya koyar. Yine de Ahmet Mithat, Faik Hilmi’ye daha önceki gibi bir tavsiyeyle ediplerin yine sözden anlamayacaklarını söyler: “A gözüm Faik Hilmi! Üdeba hiç söz anlarlar mı ki bu gibi tashihat-ı fenniyeye giri iyorsun?” Ahmet Mithat, ediplere genel olarak seslenirken meseleyi mu ahhasla tırır ve bunu yaparken Mehmet Celâl’i dört mevsimi bilmemekle suçlar. Bunu yaparken de a ğır bir ele tiri dili kullanır:

Mehmet Celâl Beyefendi, cümle-i garabet-i üdebadan olan gaflet-i ca’liye veya ciddiye erbabından olmasa da biraz dü ünecek olsa idi menatık-ı arzda baharların, sayfların, hariflerin, itaların suret-i tetabuunu bilecek kadar mütefennin olmasa bile hiç olmaz ise bir kere dört faslın bizim memlekette suret-i tetabuuna dikkat eder ve i te içinde bulundu ğumuz u hazan mevsiminde bir kere de etrafına bakarak tecahülü için edipli ğin dahi kifayet edemeyece ği ve insan kör olsa gözüne saplanaca ğı derkâr bulunan ahval-i hazanı görür, ona göre nesir mi, nazım mı her ne kehkehleyecek ise kehkehler idi 149 .

Evet, ilkbahardan sonra sonbahar de ğil, yaz gelir ve ilkbaharın taptaze yapraklarını solduran sonbahar de ğil yaz mevsimidir. Bu kadar basit bir bilgiden habersiz hayalci air Mehmet Celal’e yöneltilen ele tiriye istihza da katılır:

“Sahralara bir manzara-i airane bah eden latif çimenler hazan dedikleri gaddarın zebunu olmu ” buyuruyorlar da, “Evvelki letafeti bulabilmek için bahar-ı di ğere intizar edece ğiz! Ne iddetli intizar!...” diye telehhüf bile eyliyorlar! (…) Da ğlar dumanla muhat oldu ğu halde hayal meyal görünüyor. Baharın gitti ğine izhar-ı teessüfle beyaz kefenlere bürünmü , izhar-ı matem etmi zannolunuyor. Zemin karlarla mestur, a ğaçların yapraklarında nebatattan eser yok. Her cihet hazan içinde... (…) Vah çocuk vah! Seni genç ya ta böyle matuh edenlere acaba beddua edece ğin bir zaman gelecek mi? Evlâdım, da ğların

149 Ahmet Mithat Efendi, A.g.m .

83

dumanı hazanda oldu ğu kadar baharda da bulunur. Bunları kefene te bih edecek isen bari derinlerine bir de cenaze koy ki kefen olsunlar. Bahar vefat etmi diye tahayyül eyledi ğin hâlde bunu di ğer bir cenazeye te bih eyledi ğin hazana koyaca ğına bari i te bu kefenlere sarsaydın ne olurdu? Hele izhar-ı matem edecek olanların beyaz kefenlere büründüklerini nerede gördün ise bize de göster ki kahkahalar ile gülelim! Biz Osmanlılar, “Yasımdan karalar giydim, karalar ba ğladım!” deriz. Beyaz kefen giyen matem-zedelerden maksat, icam-ı sinezenan iseler onların edebiyatı ba kadır. Hele güz mevsiminde kar buralarda de ğil, Sibirya’da bulunur 150 .

Mehmet Celâl’in “A ğaçların yapraklarında nebatattan eser yok” sözü için de Ahmet Mithat,

… sözünü hiç olmaz ise kayınvalide hanıma niçin göstermedin de sana, “O ğlum yaprak üzerinde nebat aramak, belki cam-ı Cem ile mazhar-ı füyuzat-ı semaviye olanlarda bulunur. Âkil olan böyle sayıklamaz” diye ir at eylesin? dedikten sonra sözü öyle ba ğlar: “Đ te ey kariin-i kiram! Đ te ey erbab-ı insaf! Đ te üdebamızın mesle ği! Bu adamlar gençlerimizi rind, sarho , mahbup, dost filan eyledikten maada bir de yirmi be ya ında iken matuh etmekten ba ka neye yararlar ise gösteriniz de biz de kani olalım!” der.

Ahmet Mithat Efendi’nin “ Đ te üdebamızın mesle ği!” dedi ği meslek Muallim Naci’nin edebî anlayı ına uyanların mesle ğidir. Ancak Muallim Naci’nin yegâne mesle ğinin bu oldu ğunu söyleyemeyiz. Nitekim eski iirin hayal dünyasına yönelik en sert ele tirileri yöneltenlerden biri de Muallim Naci’dir. O, hayallerle u ğra mayı bırakıp gelecek adına yapılması gerekenleri dü ünmenin akıllı bir i olaca ğı kanaatini ta ımaktadır. Hayal-hakikat etrafında geli en tartı malarda Naci’nin hayalci airlerden sıkıldı ğı görülmektedir. Be ir Fuat’la mektupla malarından sonra hayalci airlere yöneltti ği ele tirilerde bunu görmek mümkündür. imdi “Hayaliyun-Hakikiyun Tarı ması”nı ilgilendiren yönüyle bu mektupla malara de ğinelim.

150 A.g.m .

84

1.1.2. Victor Hugo Monografisi Dolayısıyla Be ir Fuat ve Muallim Naci Arasındaki Yazı malar: Đntikâd

Muallim Naci ve Be ir Fuat arasındaki yazı maları içeren Đntikad’ a151 çalı mamızı ilgilendirdi ği kadarıyla de ğinilecektir. Bu ilgi de Be ir Fuat’ın Victor Hugo monografisi dolayısıyla esere dair tenkitlere, edebiyatta hayal-hakikat ikili ği ile bunların edebiyatta bulunmalarının ölçüsüne ili kindir.

Be ir Fuat ve Muallim Naci’nin dostluklarının ne zaman ba ladı ğına dair kesin bir kayıt bulunmamakla birlikte 152 aralarındaki yazı maların bir ürünü olan Đntikâd’ ın yayımlanması Türk edebiyatında eski-yeni tartı malarının devam etti ği yıllara rastlar. Muallim Naci daha Be ir Fuat’a gönderdi ği ilk mektubunda edebiyatta yenilik fikri, eski yeni tartı maları, iirde mana ve bunun ölçüsüne dair fikirlerini ortaya koymadan önce Victor Hugo monografisinin telifine dair takdirlerini ifade ederken, gazetelerde Osmanlı edebiyatına dair yazılan “lakırdı”lardan ikâyet eder.

Bu eserin umûm tarafından öyle ehemmiyetle telâkki olunması zann-ı âcizâneme göre u günlerde gazetelerimizde edebiyat-ı Osmaniyeye dair yine birçok lakırdılar der-miyân edilmekte olmasına ve bu lakırdıların kısm-ı küllisi yaveden ibaret bulunmasına mebnî, maksatları erbâb-ı dikkate göre celî bulunan birtakım adamların ne riyâtından artık usanan halkça edebiyata dair birkaç do ğru söz iitmek için bir i tiyâk-ı tabiî hâsıl olmasına zamîmeten Victor Hugo gibi on dokuzuncu asrın e her-i eâzımı olan bir adamın tercüme-i hâline tamamiyle vukûf herkesçe bir emel-i mahsus hükmüne girmi bulunmasından ileri geliyor 153 .

Muallim Naci, Be ir Fuat’la yazı malarında edebiyatın gereksiz tartı malar ve yazılarla devamından ikâyet eder. Bu yüzden Victor Hugo monografisinin gençler arasında ra ğbet görece ğini böylece farklı ilgi alanlarının olu aca ğını ifade eder. Be ir

151 Muallim Naci-Be ir Fuat, Đntikâd , Mahmut Bey Matbaası, Đstanbul 1304, 101 s. 152 Orhan Okay ikisinin de yazılarının çıktı ğı Envar-ı Zekâ dergisinden tanı ıklıklarının olabilece ğinden hareketle bu dostlu ğun 1883 yılı sonları olabilece ğini zikreder. Ayrıca Okay, bu yakınlı ğın Be ir Fuat’ın çıkardı ğı Güne dergisindeki kalem arkada lıkları ile 1884 yılı ortalarına kadar gitti ğini ve 1886 yılı sonlarına do ğru devam eden mektupla malarını da hatırlatarak bu dostlu ğun hayli ilerlemi olabilece ğini kaydeder. Orhan Okay, Be ir Fuat, Đlk Pozitivist ve Natüralisti , Dergâh Yay., Đstanbul 2008, s. 156. 153 Đntikâd , s. 2-3.

85

Fuat, Victor Hugo monografisinde Hugo’nun klasiklere kar ı çıkarak edebiyata bir yenilik getirdi ğini dile getirmi tir. Ancak bu yenilik klasikler tarafından pek ho kar ılanmamı tır. Muallim Naci de, Be ir Fuat’ın Hugo’ya dair yenilik fikrine katıldı ğını ifadeyle gerçekten insanların yenili ğe kar ı çıktıklarını gördü ğünü söylemektedir. Yine de insanlar yenili ği er geç kabul etmektedir.

Eserdeki Be ir Fuat’a ait tenkitte ölçüyü ifade eden: “Ne bir fikri yenidir diye katiyen reddetmek câizdir, ne de kabule müsâraat göstermek. O yolda bir fikri tervîc edenlerin delâilini dinlemeli, dü ünmeli, muhakeme etmeli; e ğer nefsü’l-emre muvâfık, muhassenât ve rüchânı der-kâr ise kabul etmeli, de ğil ise reddetmeli” sözünü de “ne parlak hakikat” ifadesiyle takdir etmektedir. Bu takdir ifadesini de eski-yeni tartı masında taraflar arasındaki “garaz”ın ifadesi için hazırlamı gibidir. Nitekim yazı manın devamında eski ve yeni tartı malarındaki ölçüsüzlükleri u ekilde ele tirecektir.

Edebiyât-ı Osmaniyenin haline bir kere atf-ı nazar-ı dikkat buyurulsun: Tarz-ı atik muhafazakârânı var, tarz-ı cedîd tarafdarânı var, fakat ortada garazsız bir mümeyyiz yok!

Kimisi tarz-ı atiki medh ile tarz-ı cedidi kadhediyor; kimisi tarz-ı atiki kadh ile tarz-ı cedidi medhediyor, ama bu kadh ü medh için esbâb-ı hakikiye gösterebilen parmakla gösteriliyor.

Bu neden? Kıllet-i temyizden, kesret-i garazkâriden! 154

Muallim Naci, eski edebiyatımız içinde güzelleri yanında çirkinlerinin de bulundu ğu iirlerden bahseder. Ona göre eskilerin içinde öyle güzel iirler var ki bugün onları a acak eserler öyle dursun onlara nazire bile söyleyemeyiz. Yenilerin içinde de güzelleri var çirkinleri var ama bugün manasız söz söylemekte “eslaf”ı geçtik. Eskiler Acemleri hayrette bırakacak derecede hayalperver iirler söylemelerine ra ğmen manaya kayıtsız kalmamı lardır. Muallim Naci iirdeki manasızlı ğa sebebiyet veren bu “yave- gû”lu ğu “fena” olarak niteler. Tabii ki bu durum devam ederse anlamsız iirler ortaya çıkmaya devam edecektir:

154 A.g.e , s. 8.

86

Bu gidi le bir zaman gelecek ki milletin erbâb-ı iktidârı tarafından yapılacak mükemmel lisan-ı Osmanî diksiyonerleri açılıp “ iir” kelimesine bakıldı ğı vakit ez-cümle “mânâsını kailinin dahi anlamadı ğı söz” tefsîri görülecek. Bu diksiyonerlerin “ air” lâfzını nasıl tarif edeceklerini tahayyül buyuruyor musunuz? Gülmeyiniz, te ekkür ediniz ki u zamanın airlerinden de ğilsiniz. Bahtiyârsınız, çünkü o air tarifi sizin hakkınızda sâdık olmayacak.

Muallim Naci’nin hayalci iir ve air tarifine dair olumsuz yöndeki ele tirisi Ahmet Mithat ve Be ir Fuat’ın hayalci airlere yöneltti ği ele tirilere çok benzemektedir. Bu ele tirileri ileride daha geni ve ayrıntılı bir ekilde görece ğimizden imdilik burada iaret etmekle yetiniyoruz.

Be ir Fuat, Muallim Naci’nin Victor Hugo monografisine dair de ğerlendirmelerinden memnun kalmı gibidir. Bu yüzden Muallim Naci’ye gönderdi ği mektupta 155 “te vik” ve “tenkit”in önemine vurgu yapar. Yalnız eserinde edebiyat ve iire dair de ğerlendirmeleri için henüz tam bir cevap alamadı ğını ifade ile bu mütalaalarının Naci tarafından “tasvip buyurulup buyurulmadı ğı hakkında beyan-ı efkâr olunur ise” minnettar kalaca ğını dile getirir. Fuat, cevabına intizar etti ği meseleleri de u ekilde özetler:

Mütâlaât-ı mezkûre miyânında ulûm ve fünûnun iire rüçhânını airlerin bunlardan behre-mend olmaları lüzumunu, ulviyet ve letâfetin hakikatte aranılması münâsib oldu ğunu, bir fikrin hakikate mukareneti nisbetinde mer ğub ve hakikatten mübâadeti nisbetinde merdûd olması lâzım gelece ğini, meselâ bir eyin hakikat ve mahiyetine vukûf mümkün iken bu bâbda kesb-i ıttılâ etmek külfetini ihtiyâr etmeyip de o ey hakkında sırf kuvve-i muhayyileye güvenerek fikirler sarfetmek veya teâli ettirece ğim iddiasıyla hakikati ta ğyir ve tahrif etmek câiz olmayaca ğını iddia etmi tim. u iddialarım ne sûretle telâkki buyruluyor? Burasını lütfen izah buyurmanızı rica ederim.

Fikirlerin bile “hakikat”e yakınlı ğı nispetinde bir de ğer kazanaca ğını ve sırf yüceltme maksadıyla yapılan “hayal”lerin uygunsuzluğunu ifade etti ği bu sözlerinde

155 A.g.e , s. 13-18.

87

Be ir Fuat’ın “hakikat”e dair vurgusu çok açıktır. Bu vurgusundan hemen sonra Naci’nin mübala ğa ve hayale ili kin ifadelerinin bulundu ğu “Vâkıâ eslâf-ı üdebâ-yı Osmaniye ive-i hayal-perveride taklit ettikleri Acemleri bile hayrette bırakacak dereceyi bulmu lar ama bizim kadar mânâya bigâne durmaya tenezzül buyurmamı lar” ibaresini aktarır ve anlamsız bir söz söylemenin gereksizli ğini hatırlatarak bir fikrin “atik ve cedid” diye ikiye ayrılmasını kabul etmeyip “savab ve hata” eklinde ayrılmasından yana oldu ğunu söyler.

Be ir Fuat mektupla manın bu a amasında iirin aleyhinde olmadı ğını, yalnız iirin “mübala ğâta, evhâma, hayalâta hasrolunması”nın aleyhinde oldu ğunu özellikle hatırlatır. “En parla ğı en büyük yalandır, do ğrusunu bul beni inandır” ve “Aldanma ki air sözü elbette yalandır” sözlerini teyit eder yolda yazılan iirlere iir de ğil “hezeyan” diyen Be ir Fuat, kendisince makbul olan iiri u ekilde tarif eder: “Bendenizce asıl iir cemiyet-i be eriyenin tehzîb-i ahlâkına tenvîr-i efkârına hizmet eden manzumelerdir”. iire fikrî-ahlakî bir i lev yükleyen Be ir Fuat, bu vazifenin aksini ifade ederek bizi hakikatten uzakla tıran iire dair ikâyetini dile getirir: “Ben de ikâyet ediyorum, lâkin esasen iirden de ğil, her eyde hakikat mergub ve muteber oldu ğu halde bazı airlerin bunun aksini tervîc eylemelerinden!”

Muallim Naci, Be ir Fuat’ın mektubundaki de ğerlendirmeleri dikkate alır ve zaten kendisinin de Be ir Fuat’tan yazı maların devamı yönünde bir cevap bekledi ğini ifade ederek kendi kanaatlerini bildirir 156 . Be ir Fuat öncelikle “tenkit” 157 sözcü ğüne dair ıstılahî bilgileri ve kanaatlerini ifade ederek meseleyi Be ir Fuat’ın mektubunda dile getirdi ği isteklere getirir.

Öncelikle Muallim Naci, hakikat dikkate alındı ğında fen ve bilimin iirden üstün oldu ğunu ve airlerin fen ve bilimden yararlanmaları lüzumunu anlatır. Ancak “bir adam ulûm ve fünûna vâkıf olmakla iyi bir air olmak lâzım” gelmeyece ğini dile getirir. Naci’ye göre iir seciyesi ilahî bir mevhibedir ve bir air fen ve bilimden ne kadar faydalanırsa o kadar ölçülü söz söyler. iirde hayal ve hakikat ölçüsüne gelince, bir

156 A.g.e , s. 20-34. 157 Muallim Naci ve Be ir Fuat’ın “tenkit” ile ilgili görü ve de ğerlendirmeleri için bkz.Olcay Önertoy, Edebiyatımızda Ele tiri, Tanzimat ve Servet-i Fünun Dönemleri , Dil ve Tarih Co ğrafya Fakültesi Basımevi, Ankara 1980.

88 fikrin, hakikate yakla ması ölçüsünde de ğerli olaca ğı uzakla ması nispetinde reddedilece ği kabul edilmekle birlikte airlik tarafından meseleye bakılırsa latif bir hayalin tabiata bir letafet ve güzel bir hakikat bah edece ği de inkâr edilemez. Dikkat edilirse Naci, iirde hayal ve hakikatin varlı ğından yanadır ve bu a amaya kadar onun Be ir Fuat’la bir ihtilafı yoktur. Nitekim Be ir Fuat da bütün bütün hayalin aleyhinde olmadı ğını ifade etmi tir.

Muallim Naci edebiyatta hayal-hakikat ili kisini ve iirde hayalin ölçüsünü u ekilde dile getirir:

iirin kisve-i hayalden kâmilen tecrîdi bir dilberin hüsn ü ânını tezyide hizmet eden elbise-i ho -nümâsını çıkarıp da kendisini üryan bırakmak kabilinden olur. Maamâfih hayal, cemâl-i âlem-âûb-ı hakikate bir kat daha revnak vermek için isti’mâl edilmezse bi’t-tabiî çirkin görünür.

Hakikati hayal ile tezyîn edebilmek evvelâ hakikati bilmekle olur; binâenaleyh cahilden air olmaz. Bir nâdân air olmaya yeltenirse mânâsız söz söylemeye heves ediyor demek olur. Bu hal ise muhibb-i maânî olanlar nazarında o kadar menfûrdur ki en muktedir bir air güç tarif edebilir.

Muallim Naci’nin hayal ile süslemenin ölçüsünü hakikati bilme ğe hasretmesi dikkate de ğer bir noktadır. Çünkü hakikat anlamı kendinde barındırır ve hayal bu hakikati ifade edince anlamlı olur. Yalnız hakikatsiz bir hayal anlamdan da mahrum kalır ki bu hayal Be ir Fuat’ın da reddetti ği mübala ğa ve evhamdan ibaret kalır. Naci iirdeki evham ve mübala ğaları kullanan “ iiriyûndan” çok “ uûriyûn”ugereklibulmakta bu bakımdan da Be ir Fuat’ı takdir etmektedir. Naci-Fuat mektupla malarındaki ahsiyata dökülmeyen ve kar ılıklı bir saygı çerçevesinde devam eden ifadelere baktı ğımızda kar ıdakini ikna etmeye çalı an bir üslubun kullanılmadı ğını, ikisi arasında gerçekten bazı meselelerin daha iyi anla ılması için gereken çabanın sarf edildi ğini görmekteyiz 158 .

158 Orhan Okay bu yazı malar için unları söyler: “ Đntikâd ’daki mektupların, adları mektup da olsa, yayımlanması niyetiyle yazılmı bir çe it makale özelli ği ta ıdı ğı anla ılmaktadır. Hatta matbaacı ve yayıncı Mihran Efendi ile de epey önceden anla mı oldukları görülüyor” (Orhan Okay, Đlk Pozitivist ve Natüralisti Be ir Fuat , s. 157).

89

Be ir Fuat önceki mektubunda Muallim Naci’ye Đmam afiî’nin

Ve levle’ -i’ru bi’l-ulemâi yüzri Le küntü’l-yevme e ’aru min Lebîdi 159 mısralarıyla ilmin iire üstünlü ğünü hatırlatmı tı. Đ te bu a amada Muallim Naci, Fuat’ın nakletti ği Đmam afiî’ye ait sözlerdeki bir inceli ği hatırlatarak afiî’nin iirin âlimlere bir kusur getirebilece ği hakikatini yine bir iir eklinde söyledi ğini dile getirir. Muallim Naci aslında ilim erbabının hakikat söyleyen iirlerinin “makbuliyetini”, bir anlam ifade etmeyen hayale dayalı iirlerin de “merdudiyetini” dile getirdiklerini ifade etmektedir. Bu yüzden Be ir Fuat’ın, “ airler miyânında cemiyet-i be eriyeye cidden hizmet eden eâzım bulundu ğu gibi meziyet-i insaniyelerini pâ-mâl edercesine belâgatlerini âlet-i müdâhene ve tabasbus edinerek menâfî-i ahsiyelerinden ba ka bir ey gözetmeyenler de gelmi tir” eklindeki ifadesi için de diyecek bir ey olmayaca ğını söyler. airlerin insanlık meziyetlerini ayaklar altına alı ının örneklerini de veren Naci’nin, “Acem’in kaside-seralık cihetiyle en büyük airi demek olan” Enverî’nin bu yolda söyledi ği kasideleri için verdi ği hüküm ise “maskaralık”tır. 160

Be ir Fuat, Muallim Naci’nin mektubuna yazdı ğı cevapta 161 Naci’nin ilim, fen ve iirin önemine dair de ğerlendirmelerine katıldı ğını ifade eder. Ona göre airler hakikati yayma yolunda ilim ve fenlerden hissedar olmalıdır. Ziya Pa a’nın Harabat Mukaddimesi ’ndeki “ airiyet”in artlarına dair yazdı ğı manzumeyi örnek olarak kaydeder ve Naci’nin mektubunun özet olarak da bunu teyit etti ğini belirtir. Bu manzumede Ziya Pa a airli ğin birinci artının “kabiliyet-i hilkat” ikincisinin “tahsil-i ma’arif u fazilet” oldu ğunu, yalnız yazık ki airler arasında ikinci art için “lüzumu nisbetinde ifaya himmet eden”lerin az bulundu ğunu ifade eder . Naci’nin hayalin hakikati bir derece güzelle tirdi ği fikri için de bir takım hayalleri bazı airlerin “letafet olmak üzere” kabul ettirme vadilerine sapmı olduklarını da hatırlatır. Bunun için

159 “iir âlimler için bir utanma bir kusur olmasaydı bugün air Lebid’den daha iyi air olur daha iyi iir söylerdim”. 160 Arap iirinin gerçekçili ğe ve Acem iirinin mübala ğa dolayısıyla hayale dayanan yönünü Namık Kemal de bundan önce ifade etmi ve gerçekçili ğinden ötürü Arap iirine yakınlı ğını ve hayalcili ğinden ötürü de Acem iirine uzaklı ğını ifade eden ele tirilerde bulunmu tur. Ziya Pa a’nın da benzer fikirleri ta ıdı ğı bilinmektedir. 161 Đntikâd , s. 35-44.

90

“Nazımü’l-hikem’in efkâr-ı hakimane ile kat’an münasebeti olmayan” u beytini örnek olarak gösterir:

Bî-sütun-ı fele ği bir âh ile berbâd ettim Kûhkenlik yolun ö ğretmek için Ferhâd’a Be ir Fuat mektubunu bitirmeden Muallim Naci’den “ air-i hakikî kimdir? iir nedir? iir mutlak mevzun ve mukaffâ mı olmak lâzım gelir? Nesir de iirden ma’dûd olabilir mi?” sorularının izahı ricasında bulunur. Gerçi ta’yîn edilen vasıflar hakikî airi ortaya koyacaksa da hakikî bir airde bulunan vasıflar air olmayanda da bulunabilir. Bu yüzden Be ir Fuat özellikle “ airlerin evsâf-ı mahsusası neden ibaret oldu ğunu” Muallim Naci’nin “tefsir” etmesini ister. Be ir Fuat bu ricalarını dile getirdikten sonra mektubunu bitirirken Muallim Naci’den son bir ricada bulunur:

Hayal hususunda muhtâc-ı izah bir nokta vardır ki o da hayalin daire-i tabiat ve imkânı tecavüz edip etmemesi meselesidir. Meselâ Emile Zola’nın romanları muhayyel oldu ğu halde bunlarda hakikate mugayir bir ey bulundurmamak iltizâm olunmu tur. Hâlbuki bazıları hayalin hakikate muvâfakatine lüzum görmemekte, hakikati az çok ta ğyir ederek hayal sâyesinde letâfeti tezyid olunur fikrinde bulunmaktadırlar. Bu bâbdaki mütâlaât-ı âliyelerinin beyan ü izah buyrulmasını temenni ederim.

Böylece Türk edebiyatında edebi anlayı ı itibarıyla hayli tartı malara sebep olan Emile Zola , romanları dolayısıyla Be ir Fuat ve Muallim Naci arasındaki mektupla malarda ilk defa söz konusu olur.

Muallim Naci, Be ir Fuat’ın sorularını cevaplandırdı ğı mektubunda 162 Osmanlı Lisanı hakkındaki yorumların Be ir Fuat tarafından tasdik edilmesini tebrik ile kar ılamanın yanı sıra bunu bir muvaffakiyet olarak görür ve devamla unları söyler:

Nasıl addolunmasın ki, imdiye kadar lisanımızı bilmek iddiasında bulunan erbâb-ı malûmattan sizin gibi munsif ve hakikati âdete tercîh etmek meziyet-i hıred-perverânesiyle muttasıf hemen hiçbir sâhib-i fikre tesadüf eyledi ğimi der- hâtır edemiyorum.

162 A.g.e , s. 45-57.

91

Garâipten sayılacak te’hîrât-ı sabırânedendir ki ben sizinle u muhâbereye ba layıncaya kadar lisanımıza dair tahrîren böyle bir fikr-i serbâzâne dermeyan etmek cüretinde bulunmamı ımdır.

Naci bu ifadelerin sebebini de yazı yazmaya ba ladı ğında böyle bir cesarette bulunsa “teçhil-i umumi olmaktan ba ka bir netice hâsıl” edemeyece ği eklinde açıklar. Dikkat edilirse yazı malarda etkilenen ki i -Orhan Okay’ın da dedi ği gibi-163 Muallim Naci’dir. Naci Osmanlı lisanı hakkındaki görü lerini ifade ettikten sonra “sizinle de yine söyle iriz. imdilik biraz da bedayi-i i’riyemizden bahsedelim” diyerek sözü iirde hayal-hakikat meselesine getirir. Be ir Fuat’ın ele tirdi ği beyit olan

Bî-sütun-ı fele ği bir âh ile berbâd ettim Kûhkenlik yolun ö ğretmek için Ferhâd’a beytini hatırlatarak ele tirisine katıldı ğını ve bir zamanlar kendisinin söyledi ği

Bin Hüsrevi berbâd kılar tî e-i âhım Vermem ele irin’imi Ferhâd mıyım ben beyti için, “ Ben de berbâd ettim ama -zannıma kalırsa- o kadar de ğil! ” der. Naci’nin kendisi hakkında söyledi ği bu itirafı hayal-hakikat meselesinde samimiyetinin bir ifadesidir. Hatta samimiyetinin bir ifadesi olarak bu sözüne dair bir ele tiriyi Be ir Fuat’a teklif eder. Yalnız Be ir Fuat’ın “Ben saçma mümeyyizi de ğilim” deyip bu tür eylere tenezzül etmemesinden daha ziyade memnun olaca ğını ekler. Naci, Fuat’ın çok az “ air-i hakikî” bulundu ğu yönündeki de ğerlendirmesi için de “Onda üphe mi var? Her eyin iyisi az bulunur” der. Sıra hakikî bir airde bulunması gereken, hakikî bir airde aranan özelliklere gelir. Bu konuda Naci mütevazı bir cevapla “bu evsafı cami bir air bulalım da airin evsaf-ı mahsusası neden ibaret oldu ğunu ona soralım” yollu bir cevapla konuyu geçi tirmeye çalı ır ama yine de bir izah yapacaktır.

163 Orhan Okay bu etkiye de ğinirken aksi yönde bir yorumda bulunan Fevziye Abdullah Tansel’in görü ünü kabul etmez. “Fevziye Abdullah Tansel, Be ir Fuat’ı Đntikad ’da daima muhatabının fikirlerine katılmı olarak göstererek onun Naci tesirinde kaldı ğı zehabını uyandırmaktadır ( Türkiyat Mecmuası , a.g.e . s. 178). Hâlbuki yazı hayatının ba ından beri de ğimeyen Be ir Fuad’dır. Naci’de ise, görece ğimiz gibi adeta iir yazdı ğına pi man olacak kadar gerçekçi bir tavır ba lamı . Be ir Fuad’ın ölümünden bir müddet sonra Zola gibi hemen bütün Osmanlı aydınlarının suçladı ğı bir yazardan tercüme yapmı tır. Be ir Fuad’ın Naci’den kabul eder göründü ğü dü ünceler ise hep bir önceki mektubunda kendisinin ona teklif etti ği fikirlerdir” (Orhan Okay, Đlk Pozitivist ve Natüralisti Be ir Fuat , s. 159).

92

Naci her eyden önce sırf mevzun söz söyleyenleri “edebiyata de ğil e ğlenip eğlendirmeye hizmet ettiklerinden hakikat-perveran-ı uara ile münasebetleri yalnız mevzun söz söyleyebilmekten” ibaret sayar. Naci’ye göre edebiyat sahasında imdiye kadar söyledi ği en iyi söz udur: “Hakikatte edebiyat, edeb lâfzının câmi’ olduğu maâni-i âliye ve lâtifeyi insanın levha-yı vicdanına nak edecek derecede hâiz-i tesir olan beli ğ sözlerdir”. Buradan hareketle Naci air ve iiri öyle tarif eder:

Đtikadımcâ lâfz-ı edeb her türlü meâli ve letâifi câmi’dir. Bununla bi-hakkın ittisâf edip de maâni-i âliye ve lâtifeyi insanın levhâ-yı vicdanına nak edecek derecede hâiz-i tesir olan beli ğ sözleri söyleyen var ise airdir. O sözler de -ister mevzûn ve mukaffâ olsun ister olmasın- iirdir.

iirde hayalin ölçüsüne gelince Muallim Naci, Be ir Fuat’ın Alfred de Musset’nin Nomona manzumesinden hareketle verdi ği bilgilere de ğinir ve güzelli ğin, dolayısıyla hakikatin hayal elbisesine büründü ğünü hatırlatarak “Kisve ba ka kisve-i hayal yine ba ka! De ğil mi!” eklinde cevap verir. Naci’nin cevabı bizce dikkat çekici ve yerindedir. Çünkü çalı mamızın bu bölümünde görece ğimiz gibi hayalci airler hakikatin hayalle süslenmesini bırakarak sırf hayalin süslenmesiyle ilgilenmi lerdir. Yani “kisve”yi bırakarak “kisve-i hayal”le me gul olmu lardır. Durum hayalden öte mübala ğalara kadar gitmi , böylece bizi hakikatten uzakla tıran iirler kaleme almı lardır. Hâlbuki Naci, hakikati ihmal etmeyip bu hakikati süsleyen, a ırı ve gereksiz mübala ğalara kaçmayan “hayal”e de ğer vermektedir. Bu görü ünü de u ekilde ortaya koyar: “Asıl hüner hakikati hayal ile ta ğyir de ğil, tezyin etmektir”. Acem edebiyatındaki ele tirdi ği mübala ğalardan birkaç örnek veren Muallim Naci mektubunu u ekilde bitirir: “Böyle eyleri sevmem. Her halde ma’ uka-i hakikati takdis ederim”.

Be ir Fuat, Naci’nin mektubundaki de ğerlendirmeleri dikkate alarak kar ılıkta bulunur 164 . Muallim Naci’nin Osmanlı lisanı ve edebiyatta hayal-hakikat ili kisine dair ifadelerini yerinde bulan Be ir Fuat olumlu olarak kar ıladı ğı yerlerin de özetini yaptıktan sonra Naci’ye de ğil de yazı malarını “mütalaa edecek kari’lere” hitap eklinde

164 Đntikâd , s. 58-84.

93

“bir iki söz” söyleyecektir 165 . Burada Be ir Fuat, hakikatin önemine dair u vurguyu yapar: “Hakikati cami’ olan bir söz antika gibidir. Eskidikçe kıymeti artar”.

Ona göre, ilk a amada toplumsal hayata bir katkısı olmayacakmı gibi dü ünülen bazı eylerin mahiyeti sonraki zamanlarda önem kazanabilir. Mesela bir zamanlar oyuncak cinsinden bir küreyi çevirmekten ba ka bir i e yaramayan buhar bugün “fabrikaları i letiyor, imendiferleri yürütüyor, vapurları hareket ettiriyor”. Be ir Fuat meseleyi uraya getirmek ister. Eslaf (Eskiler) arasında çok faydalı gibi görünen bir ey ahlâf (çocuklar) arasında ehemmiyetli bir konuma çıkabilir. Bu durumu Fuat detaylandırmak ister ve örneklerini iir ve fenden seçer. Bir air bir bahçeyi dikkat ve ra ğbetimizi çekecek bir biçimde tasvir edebilir ve o ana kadar o bahçeyle ilgili bilmedi ğimiz bazı latif eylere bizi agâh edebilir. Hâlbuki bir bilim adamı için airin pek de önemsemedi ği ve ayaklarının altında ezdi ği otun cüz’i bir parçası bile yeterlidir. Bilim adamı bu parçanın içindeki hücreleri gösterdikten sonra, bunların do ğum ve hayat ile kapsamı bahsine giri ecek olursa “tekevvün-i hayata, mebhas-ı câvidâna taalluk eden mesâil-i kâffesi gelir ki bunları halle kalkı mak ister ise belâgati sayesinde âlemi hayrette bırakan airdeki hayret ve istigrâba hadd ta’yîn olunamaz. Hurdebînin nasıl eyayı büyük gösterdi ğini ve insan için rü’yet ne yolda vâki oldu ğunu izah da caba!” der.

Be ir Fuat fenne ait hakikatleri izah ederken onların iirden daha faydalı oldu ğunu ilei sürer. Peki, iir denilen eserleri yok saysak ve insanları bu yolda eser vücuda getirme yeteneklerinden mahrum bıraksak netice nasıl olur? Be ir Fuat buna u ekilde cevap verir:

(…) tevellüd edecek netice lisanca bir büyük zâyiât olur, yani üslûb-ı müzeyyen ortadan kalkar; fakat u halden insanların refah haline halel gelmeyece ği gibi terakkiyât-ı maddiye ve mâneviyelerine de pek o kadar sû-i tesiri olmaz; hatta ibtidalarında o yolda bir tesirin vukûu farz olunsa yani yalnız iir sûretiyle i âa etmi olan bazı efkâr-ı hakîmânenin ezhân-ı umûmiyeden izâlesiyle fikirlerce

165 Be ir Fuat’ın bu sözleri Orhan Okay’ın yukarıda bahsi geçen “ Đntikâd ’daki mektupların, adları mektup da olsa, yayımlanması niyetiyle yazılmı bir çe it makale özelli ği ta ıdı ğı anla ılmaktadır.” de ğerlendirmesini do ğrular niteliktedir (bkz. Dipnot 158.).

94

cüz’î bir tedenni tasavvur olunsa bile bu tedenni muvakkattir. iir addolunmayan âsârda o gibi hakayık e ’ârda bulundu ğundan ziyade mevcut oldu ğundan mürûr-ı zaman ile bunlar inti âr edip zâyiâtı yerine getirir.

Dikkat edilecek olursa Be ir Fuat hep pratik dü ünerek meseleleri “insanlı ğa fayda” ba ğlamında de ğerlendirmektedir. Burada “zevk” ve “fayda” arasında bir sorun var gibidir. airler hayal güçleriyle bir eser vücuda getirirken faydayı zevkte görmekte, Be ir Fuat bunun tam tersi olarak zevki faydada görmektedir. Buradan hareketle u yorumu yapabiliriz: Be ir Fuat için zevkler ve renklerin tartı ılmazlı ğı söz konusu de ğildir, fayda dikkate alınınca zevkler ve renkler tartı ılırdır/tartı ılmalıdır. “Hayaliyun-Hakikiyun Tartı ması”nda görece ğimiz gibi M. Mehmet Tahir, Be ir Fuat’la tartı malarında iirin iyisini seçmede ve yazmada airin “zevk-i selim”ini temel ölçülerden biri olarak kabul eder. Çalı mamızın bu bölümünün ikinci kısmında görece ğimiz gibi Recaizade M. Ekrem de Talim-i Edebiyat ’ta iyi bir air ve iir için “zevk-i selim”i tartı masız esaslı bir art sayar. Be ir Fuat ise airin “zevk-i selim”ini bir tartı ma konusu haline getirmi tir. Bu da XIX. asır Türk edebiyatında “ air”in konumunun/duygulanımlarının sorgulandı ğının bir göstergesidir.

Be ir Fuat görü lerini ortaya koyduktan sonra meseleyi yine iir ve hayal bahsine getirir. Yalnız bu konuda kendisinin tam olarak anla ılmadı ğını dile getirir ve Muallim Naci’nin “ airiyet nokta-i nazarından bakılırsa bir hayalin letâfet-bah -ı tabiat ve hissedâr-ı hüsn-i hakikat olabilece ği de inkâr olunamaz” sözünü hatırlatarak iirin ve hayalin aleyhinde olmadı ğını ifade eder. Ardından daha anla ılır olma maksadıyla uzunca bir açıklama yapar:

Bendeniz zâten iirin aleyhinde olmadı ğım gibi hayalin de aleyhinde de ğilim; ancak zannedersembu bâbda layıkıyla muradımı anlatamıyorum zannederim. Bu hayal meselesine dair di ğer zevât ile cereyan eden mübâhasat bu zannımı teyit eyledi ğinden burasını bir erh edeyim: Benim asıl maksadım bir roman yazıldı ğı, bir âlem tasvîr olundu ğu vakit o romanı okuyan o âlemde ya amı gibi olmalı; bir balık için su ne kadar lâzım ise tasvîr olunan e hâsın ya ayabilmesi için airin hayalhânesi o kadar elzem olmamalı; o e hâsın nümûneleri âlemde görülebilmeli; yani bunlar air keyfine göre icat eyledi ği acibeler olmayıp tabiî

95

olmalı. E ğer air fezâil-i memdûhadan bahsetmek istiyor ise nümûnesini yine insanlarda aramalıdır. E ğer murat eyledi ği fezâil için insanlar miyânında nümune bulamıyor ise o halde murat olunan ey kudret ve istidat-ı be erin fevkınde olaca ğından temenni-i muhâl demek olur; bu ise abestir. Bir air bir mevkii veya bir vak’ayı tasvir eyledi ği vakit kari’leri o mevkii mü âhede ediyor, o vak’ada hazır bulunuyor gibi olmalı, air te bihât ve istiârât vesâire gibi sanâyi’-i edebiyeyi kullanmakta hürdür: Yalnız hür de ğil mecburdur. Bu mecburiyet yalnız aire de mahsus de ğildir, azıcık dikkat edecek olur isek lisan-ı avâmda bile bunları buluruz.

Bu ifadeler Be ir Fuat’ın hayal-hakikat ili kisine dair meramını daha iyi anlatır gibidir. O, “hayal”i “muhal” gösteren “acibe” dedi ği unsurları dı arıda bırakarak, roman veya iirin tasvirlerindeki hayallerin “imkân” dâhilinde, tabii, anla ılır olması gerekti ğini ifade etmektedir. Bunun ifadesi olacak olan te bih ve istiarelerin de bu dairenin dı ına çıkmaması gerekmektedir. Hayal-hakikat ili kisine bu ekilde de ğinen Be ir Fuat açıklamasının sonunda avam tabirlerinde bile te bih ve istiarelerin bulunabilece ğinin örneklerini verir. Ardından bunların bir eserde takdir edilecek bir ekilde kullanımının örne ği olarak da Emile Zola’nın Assommoir (Meyhane ) romanını gösterir; devamla Muallim Naci’nin hakikati hayalle süslemesini teyit ederek “tezyin-i hakikat” bahsinde meselenin “bence”sine gelir:

Tezyîn-i hakikat bahsine gelince bence bu iki türlü olur: Mü âhede olunan bir vak’ayı do ğrudan do ğruya zâhirde ne yolda ise söyleyip geçivermeyerek kuvve-i muhayyile ve müfekkireye müracaatla o vak’anın esbâb u netâyicini arîz ü amîk tetkik ile bunlardan nazar-ı dikkati celbedecek eyleri zikir ve vak’anın sathî bakı la farkına varılmayan bazı mühim cihetleri üzerine nazar-ı dikkati celbederek kari’lerini müstefit etmektir. Đkincisi ise vak’a daha vâzıh bir sûrette zabt ü hıfz olunabilmek için bazı te bihât, istiârât gibi sanâyi’-i edebiye veya cinâs, vezin, kâfiye gibi sanâyi’-i lâfziye isti’malidir.

Bu iki türlü hakikatin süslemesi bahsini hepsinden “âlâ” gören Be ir Fuat mübala ğa hususundaki fikrini de M. Mehmet Tahir Bey’e mukabelede izah etti ğinden burada bunun izahını yapmayaca ğını söyler ve Naci’nin edebiyatı tarife dair sözlerini

96

çok be ğendi ğini ifade eder. Ardından onun önceki mektubunda dile getirdi ği ister mevzun olsun ister olmasın söylenen sözlerin iir sayılabilece ğine dair sözlerin ve bunu söyleyenlerin air sayılabilece ğine ili kin ifadelerin detaylandırılması ricasıyla mektubuna nihayet verir.

Muallim Naci, Be ir Fuat’ın mektubuna yazdı ğı mukabelede, 166 yazı manın çok tuhaf gitti ğini ve tahminine göre kendisi birinci mektubu yazalı bir sene geçmi oldu ğunu söyler. Bu müddet zarfında Naci ve Fuat üçer mektup yazmı lardır. Naci üçüncü mektubu yakla ık altı ayda kaleme aldı ğını, Be ir Fuat’ın da üçüncü mektubunu yakla ık o kadar zamanda yazdı ğını söyler ve yazıları basan Mihran Efendi’nin aralıksız ihtarlarına da “bereket versin” der, yoksa bu yazı maların altı ayda da bitmeyece ğini belirtir. Naci bu yazı malardaki gecikmeyi de bir latifeyle geçi tirir: “ Đ in iyisi altı ayda çıkar”. Ardından dördüncü mektubunu kaleme alır; ne var ki bu mektuptan sonra yazı manın devamı gelmez ve Đntikâd eserine dair “mükatebe” bu mektupla son bulur.

Naci, önceki mektubundaki iir, air ve edebiyata dair Be ir Fuat’ın tasdiklerini hatırlatır. Ardından mevzun olsun ya da olmasın bir sözün iir ve bunu söyleyenin air olu unu kısaca izah ettikten sonra netice olarak “…ruhu en ziyade müncezib eden sözler iirdir” kanaatine varır. Bu son mektubunda Muallim Naci, yazı malardaki iyi niyete vurgu yapar, u ana kadar Be ir Fuat’la birbirlerini incitecek “hiçbir acı söz” söylemediklerini ifade ederek memnuniyetini dile getirir. Naci burada kendisinin de karı tı ğı eskiler ve yeniler kavgasındaki ahsiyata dökülen sözlere gönderme yaparak mübahaselerin ahsiyata dökülmeden münazaadan uzak bir ekilde yapılması gere ğini hatırlatmak ister. Bu yazı maların belirli bir gaye etrafında vücut buldu ğunu dü ündü ğümüzde sanki Naci-Fuat ikilisi do ğacak bir tartı mada ölçünün ne ve nasıl olması gerekti ği hakkında kanaat bildirir gibidir. Nitekim hayal ve hakikat etrafında dönen “Hayaliyun-Hakikiyun Tartı ması”nda, eskiler ve yeniler kavgasında, klasikler meselesi ve dekadanlar tartı masında meselelerin zamanla nasıl ahsiyata döküldü ğü bu tartı malara dair çalı malarda görülmektedir 167 .

166 Đntikâd , s. 85-101. 167 Tartı maların ayrıntıları için bkz. Erdo ğan Erbay, Eskiler ve Yeniler, Tanzimat ve Servet-i Fünun Neslinin Divan Edebiyatına Bakı ı, 481 s.; Fazıl Gökçek, Bir Tartı manın Hikayesi Dekadanlar , Dergah

97

1.1.3. Be ir Fuat ve Fazlı Necip Arasındaki Mektupla malar: Mektubat

Fazlı Necip, Be ir Fuat’la mektupla malarının toplandı ğı Mektubat ’ın 168 giri inde “Bir Đki Söz” ba lı ğı altında eserin serüvenini anlatırken Be ir Fuat’ın Victor Hugo isimli eserinin bazı yerlerine “kanaat edemedi ğinden” ötürü kendisine bir mektup yazdı ğını ve bu vesileyle Tercüman-ı Hakikat ’te bir bahis açtıklarını daha sonra bu yazı maları “bir hususiyet dairesinde” ilerlettiklerini ifade eder. Fazlı Necip bu mübahasede yenildi ğini itirafla birlikte Be ir Fuat’ı “büyük minnet ve ükran, fakat daimi bir teessüf ve kederle” yâd eder.

Fazlı Necip, Be ir Fuat’a yazdı ğı bir mektubunda 169 Victor Hugo kitabının de ğerini anlatırken sanki Hugo’yla görü mü , tanı mı gibi eserden zevk aldı ğını söyler; fakat Be ir Fuat’a yöneltilen bazı ele tirileri de yerinde bulur. Be ir Fuat’ın realistleri savundu ğunu ve tarafsız davranmadı ğını dile getirir. Ayrıca, Victor Hugo’ya kar ı insaflı davranmak gerekti ğini ifade eden Fazlı Necip onun yazdı ğı binlerce mısraı arasından sadece bir iki mısraını seçmenin ve ele tirmenin do ğru olmadı ğı kanaatindedir. Fazlı Necip, eserdeki Hugo’nun hakikati teali ettireyim derken hakikatleri de ğitiren biri oldu ğu fikrine katılmaz ve realist eserlerin önemini inkâr etmemekle birlikte Be ir Fuat’ın Victor Hugo monografisinin daha faydalı oldu ğunu söyler 170 .

Fazlı Necip mektubunu yazı sebebini “Zola’nın Victor Hugo’ya tefevvuk etmesi öyle dursun rekabet etmek de ğil, hattâ kâ’bına bile vâsıl olamayaca ğı hakkında olan fikrimin butlânını gösterir sûrette Zola’yı iltizâm buyurmalarının delâilini zayıf gördü ğümden arz-ı hal ile bir istizâh keyfiyeti” eklinde dile getirirken Be ir Fuat’a u soruyu sorar: Realistler hakikati enzâra çıplak bir sûrette arzediyor. Hugo ise onu câlib-i nazar-ı dikkat olacak derecede tezyin eyliyor. Sorarım hangisi müreccahtır?

Yay., Đstanbul, 2009, 168 s.; Ramazan Kaplan, Klasikler Tartı ması (Ba langıç Dönemi) , Ankara, 1998, VI+212 s. 168 Be ir Fuat-Fazlı Necip, Mektubat , Dersaadet, 1313 (1897/1898), 127 s. 169 Tercüman-ı Hakikat , nr. 2232, 2 Kânunuevvel 1885. 170 Fazlı Necip, Halit Ziya’yla olan tartı masında benzer görü leri dile getirmi tir. Bkz. Birinci Bölüm, “Nihal ve Hamiyet Arasında Bir Tartı ma”

98

Be ir Fuat cevap olarak 171 Victor Hugo’nun Cromwell ’ini örnek göstererek Lord Rochester’daki tarih hatalarını ve Hugo’nun tahrif etti ği tarihi olayları anlatır ve onun hakikatten ayrıldı ğını, Alfred Bordeau’nun, Hugo ile aralarındaki muhaveresini realistleri ele tirmek için yayımladı ğını, Hugo’nun realistlerin olay ve ahısları hakikate uygun olarak anlattıklarına katıldı ğını söyler ve hakikatin hayalle süslenmeye ihtiyacı olmadı ğını da ekler:

Hakikate bir airiyet mezc eylemek ve daha ali bir heyete koymak demek bence hakikati az çok hal-i aslisinden inhiraf ettirmenin hüsn-i tabiridir. Hakikat hadd-i zatında ali ve ibret-amiz oldu ğu için muhtac-ı teali de ğildir.

Be ir Fuat, Naci’nin “Ya Rab bize e yayı hakikati üzere göster” yolunda söyledi ği münacatı hatırlatarak unları söyler:

Fevz ü felah ancak e yayı hakikati üzere görmeye say u ikdam ile olur. Binaberin hakikate airiyet mezc etmek hakikati teali ettirmek, yok hakikate kanat vererek semânın bir tabakât-ı süreyyâsında uçurtmak filan gibi birtakım tabirat ile ta ğyir-i hakikati tecviz etmemeliyiz. Her eyin mahiyet ve hakikatine tamamıyla kesb-i vukuf eylemeye cehd etmeli ve bu yola hizmet edenlerin mesleklerini di ğerlerine tercih etmeliyiz.

Fazlı Necip bu açıklamaların bir kısmına katılır ama bazılarını iyi anlayamadı ğından ötürü pek sa ğlam ve anla ılır kabul etmez. Bu sefer Be ir Fuat’a yazdı ğı mektubunda 172 Be ir Fuat’ın Zola’nın romanı Assommoir ’ya dair yazdıklarını hatırlatarak, roman kahramanlarının bulundukları çevrenin diliyle konu turulmasına de ğinir. Ardından realistlerin roman ahıslarını çevrelerinin diline göre konu turduklarını dile getirir ve argonun bir romanda ne derecede bulunması gerekti ği konusunu tartı ır.

Fazlı Necip hakikatin hayalle süslenmesi meselesini de anlattıktan sonra unu söyler: “Hakikat bu kadar ulviyet içinde takdir olunmazsa üryan bir halde görüldü ğü vakit hiç de takdir edilemez. (…) Daire-i hakikatten çıkmayarak elfazda, efkârda ol

171 Tercüman-ı Hakikat , nr. 2237, 2239; 2, 9 Kânunuevvel 1885. 172 Tercüman-ı Hakikat , nr. 2256, 29 Kânunuevvel 1885.

99 kadar sanat ol derece ulviyet göstermek bir fikri teali ettirmek de ğil midir?” Fazlı Necip, Hugo’nun iirlerine meftun oldu ğunu ve bizdeki airlerin hep mevzun söz söylemeye meylettiklerini hatırlatarak onları bu yönleriyle ele tirir. Hâlbuki Hugo iirleriyle ahlaka hizmet etmi tir. Be ir Fuat cevabını yazdı ğı mektupta 173 realistlerin eserlerinde avam dilini kullanmalarını ve roman kahramanlarını yerel a ğızla konu turmalarını, onların gerçekten ayrılmama amaç ve lüzumuna ba ğlar:

Realistlerin istimal eyledikleri tabirat-ı avam-pesendane mukaddemada arz olundu ğu vecihle, tasvir ettikleri e hasa kendi lisanlarını söyletmek, hakikatten ayrılmamak maksadına, lüzumuna mebnidir.

Assomoir ’da kullanılan i çi sınıfının dilini örnek gösteren Be ir Fuat bu sınıfın istifadesi için eserin onların diliyle yazıldı ğını söylemektedir. Nitekim Zola’nın Une Pope d’Amour , La Joie de Vivre gibi eserlerinde Nana ve Assommoir ’daki dilin kullanılmadı ğını da hatırlatır. “Teali ettirme” meselesine de değinen Be ir Fuat, Hugo’nun hakikati de ğitirmesine dair eserlerinden örnekler verir. Fuat burada Hugo’nun bazı roman kahramanlarına kendilerinde olmayan meziyetleri yüklemesini ele tirir. Çünkü bunu yapmakla Hugo hakikatten ayrılmı tır. Sefiller ’de Jean Valjean’ın bir ekmek hırsızlı ğından sonra kürek mahkûmu olmasını mantıklı bulmaz. Zira ekmek hırsızlı ğının cezası bu kadar a ğır olamaz. Ayrıca rahip Myriel gibi bir mele ği Hristiyan âleminin hiçbir zaman yaratmadı ğını ve bunu Hugo’nun hayalinde canlandırıp vücuda getirdi ğini ifade eder. Bir fahi e olan Fantine’in en de ğerli gördü ğü saç ve di lerini satmasını, dü ürmesi gereken çocu ğunu do ğurup ona bakmasını da hakikatten uzak görür.

Be ir Fuat, Victor Hugo’nun Jean Valjean ve Fantine gibi roman ahıslarını hayalinden yarattı ğını ve bunların gerçek hayatta kar ılıkları olursa merhamete layık olduklarını ifade ederken realistlerin tasvir etti ği ahısların etrafımızda birçok mislinin oldu ğunu söylemektedir. Bu durumu dikkate alan Be ir Fuat, Hugo’yu bu münasebetle tekrar ele tirir: “ u izahattan anla ılaca ğı veçhile Hugo’nun teali ettirmek tabirinden muradı hakikati be ğenmeyip ona bir airiyet mezc etmek, yani hal-i aslisinden inhiraf

173 Tercüman-ı Hakikat , nr. 2257, 30 Kânunuevvel 1885.

100 ettirmektir, yoksa zann-ı alileri veçhile tasvir-i hakikatte istimal olunacak üslub-ı beyana ait de ğildir”.

Realist akımın özelliklerine de ğinen Be ir Fuat mektubunun devamında romanda “teali ettirmek” hususunda romantikler gibi gerçe ğin dı ına çıkmak mı önemli yoksa realistler gibi her eyi oldu ğu gibi göstermek mi, meselesine gelir. Bunu açıklamak için Hugo’nun Marion de Lorme , Alexander Duma Fills’in La Dame Aux Caméllias ve Zola’nın Nana adlı eserlerini ele alır ve ilk iki eserde “kokot” adı verilen açık me rep kadınların teali ettirilmesine kar ılık Nana ’da bunların oldu ğu gibi tasvir edildi ğini söyler. Fuat, aslında ilk iki romanda anlatılanların Nana oldu ğunu ifade eder.

Hakikat de ğitirilerek anlatılırsa erkekler her gördükleri açık me rep kadını iyi zannedip aldanırlar. Her kız da açık me rep erke ği Marius ve Hernani zannedip aldanır ki bu da onlarda “ihtinak-ı rahm” denilen hastalı ğa neden olur. Hâlbuki realistlerin romanları bu tür hastalıklara neden olmaz. Be ir Fuat meselelere hep toplumcu bir bakı açısıyla yakla makta ve etik olarak faydayı ön plana çıkarmaktadır. Yalnız buradaki fayda cemiyetin faydası eklinde anla ılmaktadır. Be ir Fuat’a göre insanlar tanımadıkları milletleri bu milletlere ait edebî eserleri okuyarak tanımaya çalı maktadır. Bu eserlerdeki bilgilerin de hakikate uygun olması gere ğine vurgu yapan Fuat romantiklerin gerçe ğe uygun eserler kaleme almayı larını bu noktadan da ele tirir ve Realistlerin mesle ğini kabul edi inin bir nedenini de hakikate verdikleri de ğere ve böylece hayalden uzakla malarına ba ğlar. Daha sonra Be ir Fuat, Hugo’nun realistlere yöneltti ği itirazları, avam tabakasının dilini kullanmaları, sefalet âlemlerine kayıtsız girmeleri, ahısların yüceltilmemesi ve gerçe ğin çıplak bir ekilde ifadesi eklinde özetler. Fazlı Necib’in Be ir Fuat’a yazdı ğı bir mektubunda Fuat’ın bazı meselelere dair yorumlarından henüz ikna olamadı ğını ö ğreniyoruz 174 .

Be ir Fuat, Fazlı Necib’e fen ve ilimlere dair okuyacağı bazı kitapların listesini verip bunları okumasını tavsiye eder 175 . Burada Fuat’ın airaneli ği tekrar ele tirdi ği görülür. Fazlı Necib’e de fikrini özgürce ifade etmekten yana tavır aldı ğını söyler. Fazlı

174 Be ir Fuat, iir ve Hakikat , Haz. Handan Đnci, YKY., Đstanbul 1999, s. 441-443. 175 Be ir Fuat-Fazlı Necip, Mektubat , s. 16-22.

101

Necip cevaben yazdı ğı mektupta 176 Be ir Fuat’ın iste ğine binaen “karde im” hitabıyla ba lar. Onu yine mütefennin olarak zikrettikten sonra tavsiye etti ği kitapları Paris’ten sipari etti ğini söyler.

Fazlı Necip’le Victor Hugo eseri, hayal-hakikat ili kisi ve edebiyat akımları hakkında yazı an Be ir Fuat 31 Kânunusani 1301 (12 ubat 1886) tarihlimektubunda Güne dergisindeki arkada larından Menemenlizade Mehmet Tahir Bey’in Victor Hugo hakkındaki mütalaasını Gayret mecmuasında ne retme ğe ba ladı ğını ve hitamında kendisinin mukabelede bulunaca ğını ayrıca Muallim Naci ile olan yazı malarının toplandı ğı Đntikad eserinin yakında yayımlanaca ğını da haber verir. M. Mehmet Tahir’in yazıları ve Be ir Fuat’ın mukabeleleri Türk edebiyatında “Hayaliyun-Hakikiyun Tartı ması” olarak bilinen tartı manın vukuuna sebep olacaktır. Dönem matbuatında ba ka simaların da hayal ve hakikate dair görü lerini bildirmesiyle büyüyen bu tartı mada özellikle iirde hayal ve hakikatin ölçüsü ile hayal ve hakikat etrafında edebî akımların rüçhaniyeti meseleleri ele alınmı tır. imdi bu tartı mayı ayrıntılarıyla inceleyelim.

2. iir ve air

Yukarıda Ahmet Mithat Efendi’nin hayalci airlere yöneltti ği ele tiriler ve Be ir Fuat-Muallim Naci, Be ir Fuat-Fazlı Necip mektupla masındaki de ğerlendirmelerle hayal-hakikat tartı malarına dair bir ortamın hazırlandı ğını gördük. Ahmet Mithat Efendi’nin hayalci airleri ele tirirken özellikle bu airlerin iirlerinde geçen hayalin muhal (imkânsız) olu una ve böylelikle bizi hakikatten uzakla tırmasına, Muallim Naci’nin dil hassasiyeti olmayan bu airlerin lafız-mana bütünlü ğüne dikkat etmeyerek dilin tabiili ğini bozdu ğuna -bazen kendi söyledi ği mısralardan da örnekler vererek özele tiri yapmak suretiyle- dikkatleri çekti ğine, Fazlı Necib’in realizmi dikkate de ğer bir edebî anlayı olarak kabul etmekle birlikte romantizmin ihmal edilmemesi gereken bir edebiyat akımı oldu ğu yönünde kanaat bildirdi ğine de ğinmi tik. Ahmet Mithat’ın ele tiri anlayı ında temel hareket noktası Victor Hugo monografisi de ğilken Muallim

176 A.g.e , s. 23-27.

102

Naci ve Fazlı Necib’in ele tirilerinde bu eserin önemli bir konumda oldu ğu görülmektedir. M. Mehmet Tahir de hayal-hakikat ilikisine dair fikirlerini ortaya koyarken Victor Hugo monografisine dair de ğerlendirmelerinden hareket edecektir.

M. Mehmet Tahir, Be ir Fuat’ın ricası üzerine, Victor Hugo kitabının mütalaasına dair yazılarını Gayret mecmuasında ne reder. Kitaba dair de ğerlendirmelere Be ir Fuat da Saadet gazetesinde çıkan yazılarıyla cevap verince aralarında iir ve fen, hayal-hakikat, roman ve romantizm-realizm-natüralizm akımlarının “rüçhaniyet”ine dair tartı malar ba lar. Bu tartı malar yapılırken dönem matbuatında Ahmet Mithat Efendi, Recaizade Mahmut Ekrem, Hüseyin Rahmi ve Ali Kemal’in de de ğerlendirmelerini görmekteyiz. Bu yazarların hayal ve hakikate dair de ğerlendirmeleriyle de beslenen Türk edebiyatı matbuat ortamında, politikadan uzak 177 edebî tartı malarla yeni bir dönem ba layacaktır. Özellikle Batıdaki edebiyat akımlarının etkisiyle edebiyatımızın hangi akım etrafında ekillenmesi gerekti ğine dair görü lerin ifade edildi ği bu dönem edebiyat anlayı ı ve tercihinin tespiti de ancak adı geçen yazarların matbuat ortamında dile getirdi ği görü lerin ortaya konmasıyla mümkün olacaktır.

2.1. Gerçek air/Gerçek iir

M. Mehmet Tahir, Victor Hugo kitabını telifine muvaffak oldu ğu için Be ir Fuat’ı tebrikle kar ılar. Ona göre edebiyat âlemini yaratmı ve geni letmi olarak sayılabilecek Victor Hugo gibi birinin monografisini memleketimizde bulunan birçok

177 Tartı manın ve sonrasında romantizm-realizm akımları etrafında yapılan tartı malarınvuku buldu ğu yıllarda Osmanlı devletinin ba ında II. Abdülhamit bulunmaktadır. “Abdülhamit basının yaygınla masını istemiyor de ğildi” diyen Orhan Kolo ğlu bu dönemde, tek kaynaktan yönetilen ve aynı eyleri yazan bir basın standardının olu turulmaya ba landı ğını söyledikten sonra siyasal konular ele alınmayınca da edebî tartı malara giri ildi ğini ifade eder. “Bu standartla ma giri imine kar ılık basın, kendi yapısının do ğal niteliklerinden yararlanarak i levine bir dinamizm vermeye çalı tı. Teknik açıdan hayli ilerleme gösterildi. Avrupa’dan en son sitem dizgi ve baskı makineleri getirildi. Daha fazla resim basarak okuyucunun dikkati çekildi. Siyasal konular ele alınamayınca derin edebî tartı malara giri ildi. Đhtilaller ve siyasal cinayetlerden bahsetmeden dı politik konularını i lemek, tarihi sorunlara dokunmadan edebiyat tartı malarına giri mek dönemin ba lıca e ğilimiydi. Hatta Avusturya’nın fes piyasasında tekel kurma çabalarına kar ı basın kampanyasına bile izin verilmi tir. Bunalrın yanı sıra divan edebiyatı yanlılarıyla, Edebiyat-ı Cedidecilerin tartı maları gençli ğin ve aydınların en bühyük ilgi kayna ğıydı. Halit Ziya U aklıgil, ünlü kalemlerin bu konularda birbirlerine küfür edercesine saldırılarını ne heyecanla bekldiklerini, anılarında anlatmaktadır. Açıkçası, politika dı ı bırakılmasının hırsını aydınlar edebî konuları i leyerek alıyorlardı” ( Osmanlı’dan 21. Yüzyıla Basın Tarihi , Pozitif Yay., Đstanbul, 2006, s. 66- 67.).

103

airden önce Be ir Fuat’ın telif etmesi takdir edilecek bir olaydır. Tartı malardaki üslup ba ta hep takdir ifadeleri ve ahsiyata dökülmeyen bir takım ele tiriler eklinde bir seyir takip etmi tir.

M. Mehmet Tahir’in Victor Hugo kitabında kar ı çıktı ğı ilk görü airlere dair gördü ğü u durumdur:

Kitabınızda en ziyade ayan-ı ta’riz gördü ğüm cihet, airler hakkında gösterdi ğiniz su-i teveccühtür. Siz airleri Fuzuli’nin tarifiyle tavsif etmek istiyorsunuz. airlik yalancılık, hayal-perdazlık muhalat-perverliktir diyorsunuz. Bunları sarahaten söylemiyorsanız da ifadeleriniz onu i rab ediyor.

iiri ikiye taksim eyliyorsunuz, birini ma’yub di ğerini makbul addediyorsunuz. Pekala, fakat airler içinde ikinci kısma dahil olacak surette iir söylemi kimse yoktur demek istiyorsunuz, i te bu fena 178 .

M. Mehmet Tahir’e göre bir yazar, yazaca ğı bir romansın kabul görmesi için nasıl ki hayallerinden yararlanır öyle de air iirinde fikrinin esasını ortaya koyarken okuyucunun dikkatini çekecek bir takım te bih, istiare ve hayallerden istifade eder. Burada M. Mehmet Tahir iirde hakikatin süslenmesi için hayal elbisesini giydi ğini söylemek istemektedir. Fikrini desteklemek için de u meseli örnek olarak verir:

Me hur bir meseldir ki hakikat çıplak gezermi , kimsenin mazhar-ı itibarı olamazmı . Nereye giderse kovulurmu . Nihayet bir kuyuya saklanmaya mecbur olmu . Bir gün nasılsa hikâye bunun kuyusuna gelmi . Hakikatle bir mukavele akdetmi ler. Hakikat hikâyenin letafet-i nazar-firibine bürünmü . Ondan sonra nereye gittiyse nail-i hürmet ve itibar olmu 179 .

M. Mehmet Tahir bu mesel ile airlerin fikirlerini ortaya koyarken onların iirlerini hayallerle birle tirmelerindeki mazereti göstermek istemektedir 180 . Yalnız hayal ve hakikati mezceden her iirin kabul derecesi aynı de ğildir. Bunu göstermek için

178 M. Mehmet Tahir, “Victor Hugo” Gayret , nr. 3, 17 Kânunusani 1301 (29 Ocak 1886), s. 11. 179 A.g.m , s. 11. 180 M. Mehmet Tahir’in air ve iire de ğinirken hayal-hakikat ili kisine yönelik kanaatlerini belirtti ği bu hikâye etrafındaki de ğerlendirmeleri, ileride Be ir Fuat tarafından tekrar ele tirilecek ve hayal-hakikat ili kisi bu sefer romantizm-realizm akımlarının hangisinin tercih edilmesi gerekti ğine dair tartı malar ıığında de ğerlendirilecektir.

104 de eski airlerden Vehbî’nin bir manzumesinden örnek verir. Manzume sırf hakikatlerle doludur. Ancak ba ka manzumelerden aldı ğı a ağıdaki beyitler ona göre bir airin nazarında daha makbuldür.

Nakıs olmaz feyz-i zatı telh-i eyadimden Bade telh oldukça asar ne ’esi kuvvetlenir veya

Mü külat- dehr olur mu hiç pabend-i dühat Zahme du oldukça irin savleti iddetlenir Yukarıdaki beyitler önce bahsetti ği beyitler gibi bir hakikati barındırdıktan ba ka te bihi de içine aldıkları için bir airin nazarındaki itibarı daha çoktur. Buradan hareketle unu söyleyebiliriz: M. Mehmet Tahir’e göre iirin kabul edilirli ği, sırf hakikati anlatmaktan ziyade, hakikatin yanında te bihi de içermesiyle mümkündür. Bunun gibi iiri kabul edilebilecek gerçek bir air de hakikati hayal, te bih ve istiarelerle süsleyebilen airdir. M. Mehmet Tahir buraya kadar söylediklerinin Be ir Fuat’ın da “mazhar-ı teslimi” olabilece ğini ifade ettikten sonra, fikri ve “kuvvet ve letafet”i barındıran iirlerin makbul olabilece ğini dile getirir. Dü üncesini desteklemek için örnek olarak gösterdi ği beyit Namık Kemal’e aittir:

Mihr olsa e ğer peyinde sâye Gîsûsu gibi kalırdı muzlim M. Mehmet Tahir beyitte mübala ğanın oldu ğunu söylemekle birlikte ifadedeki kuvvet ve letafete hayran olmu tur. Đlgili örnekleri u fikre esas hazırlamak için vermi tir:

Bir iir fennen muâheze olunmak istenildi ği zaman te bihât ve istiârât gibi her türlü tezyinâtından tecrit edilerek bulunacak esas-ı fikr do ğru ise iir do ğru ve yanlı ise iir yanlı oldu ğuna hükmedilmelidir. Đ te bu kaide muâheze-i e âr için bir tarîk-i hakikattir 181 .

Be ir Fuat, M. Mehmet Tahir’in de ğerlendirmelerini dikkate alarak mukabelede bulunur ve öncelikle bahsetti ği, airlere dair “makbul” ve “merdud” bahsini anlatırken

181 M. Mehmet Tahir, “Victor Hugo” Gayret , nr. 4, 24 Kânunusani 1301 (5 ubat 1886), s. 16.

105

airlerin “makbul” eserlerinin olmadı ğını belirtmedi ğini dile getirir. Bir iiri, sadece hakikate uygun bir ekilde ifade edilirse kabul eder. Be ir Fuat, iirde hayal, istiare ve te bihleri inkâr etmemekle birlikte, ona göre bunlar bir hakikati i aret etti ği gibi “tabiî” olmak durumundadır. Fikrini desteklemek için M. Mehmet Tahir’in örnek olarak gösterdi ği beyitten hareketle kendi yorumunu yapar:

Mesela,

Mü kilat-ı dehr olur mu hiç pabend-i dühat Zahme du oldukça i’rin savleti iddetlenir beyti bir hakikati mü ’ir oldu ğu gibi havi bulundu ğu te bih de tabiidir 182 .

Be ir Fuat, M. Mehmet Tahir’in hakikatin çıplak gezerken reddedildi ği fakat hayalle birle ti ği zaman kabul edildi ğine dair görü ünü de “zaruretler memnu olan eyleri mübah kılar” kaidesine göre tecviz etse de “esasî” oldu ğundan de ğil “arızî” olduğu için bunu reddeder. Çünkü ona göre. M. Mehmet Tahir tarafından Fransızların “hubbu yaldızlamalı” tabirine bakılırsa hakikatin süslenmesi zorunlulu ğu ortaya çıkacak ve bu durumda air veya edebiyatçı bir fikir ileri sürmekten ziyade fikrini süslü gösterip halka kabul ettirme yoluna gidecektir. Bunun sonucu olarak gerçek bir iir ortaya çıkmayacak, durum sadece okuyucuya ho görünme çabası olarak gözükecektir. Bu çaba için gerekli sebepler olmadı ğına göre iiri hayalle süslemeye gerek yoktur. Böylece iiri hayalle süsleme i i “ ‘Mani gidince memnu avdet eder’ kaide-i esasiyesine tevfikan merdud olur”. iirde bir süs olarak görülen hayale dair ele tirisini yaptıktan sonra Be ir Fuat buradan hareketle Victor Hugo’yu ve hakikati de ğitirmeye çalı an airleri ele tirir:

Voltaire’in ma’zur tutuldu ğu yerde Hugo muatebdir! Hem bir air indi hayalâtını evhamâtını hüsn-i tabiat namına halka kabul ettirmeye ve kendisiyle hem-efkâr olmayanları zevk-i selimden mahrumiyetle itham etmeye muktedir olsun da hakikati neden ta ğyire mecbur bulunsun? O imtiyazı nereden almı ? Bu mükellefiyet nereden tevellüt etmi ?183

182 Be ir Fuat, “Gayret’in 3,4,5,6 Numaralı Nüshalarında Münderiç ‘Victor Hugo’ Ünvanlı Makale-i Đntikadiyeye Mukabele” Saadet , nr. 470. 26 Temmuz 1886. 183 A.g.m.

106

M. Mehmet Tahir iirde hayal, hakikat ve söz sanatları unsurlarını dikkate alarak Be ir Fuat’ın görü lerine mukabelede bulunur ve hayallerin iirin gerçekçili ğini bozaca ğına dair fikrine kar ı çıkar.

(…) te bihat-ı hayaliye hakikati zannolundu ğu kadar de ğil zerre kadar bile rahne-dar etmez. Ta ğlit-i ezhan etmek ihtimali de yoktur. Belki telziz-i hissiyat eder. Filhakika bazı mübala ğat vardır ki merduttur. Birtakımı da arz etti ğim gibi makbul olur. Bunların temyiz ve tefrikini hüsn-i tabiata -kuvve-i mümeyyize ve hüsn-i mizan manalarına olan hüsn-i tabiata- havale etmeye ve bu hüsn-i tabiatı da herkesten ziyade airlere vermeye mecburiyet görürüm; çünkü iir ile ülfet etmeyen bir adam okudu ğu eyden müteessir olursa da onun dekayık-ı sanayiine air kadar vâkıf olamaması tabiidir 184 .

M. Mehmet Tahir iirde hayal ve mübala ğanın varlı ğını iir ve air açısından bir kusur olarak görmemekte, çünkü iirde mübala ğanın kabul edilir yönünün varlı ğını dile getirmektedir 185 . Aslında M. Mehmet Tahir de hakikati bozacak iiri be ğenenlerden de ğildir ama güzelli ğin ifadesi için bir hayal unsuru olarak ara sıra mübala ğaya müracaatı gerekli görmektedir. Bu konudaki ısrarını da u ekilde dile getirecektir.

Yine tekrar ederim kâinatta asar-ı tabiîyeden güzel bir ey yoktur ve iirlerimizi onların tasviri haline getirelim fakat ne yapalım bunun için ara sıra mübala ğaya arz-ı iftikar ediyoruz 186 .

M. Mehmet Tahir mübala ğayı tabii eserlerin güzelli ğini ifade eden bir dürbün olarak görmektedir. Ona göre mübala ğa,

184 M. Mehmet Tahir, “Be ir Fuat Beyefendi’nin Victor Hugo Ünvanlı Eserlerine Yazdı ğım Makaleye Mukabil Saadet Gazetesiyle Ne rettikleri Varakaya Cevaptır”, Gayret , nr. 29, 18 Temmuz 1302 (30 Temmuz 1886), s. 113. 185 Bu görü Namık Kemal’in klasik iire dair önemli ele tirilerinin bulundu ğu “Lisan-ı Osmaninin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülahazatı amildir” makalesinde “bediin beyanı” bahsindeki mübala ğaya dair görü ünü hatırlatmaktadır. “Mübala ğa makbuldür: E ğer aklen ve âdeten vukuu kabil ise. (Buna “tebli ğ” tesmiye olunur.) Makuldür: E ğer aklen mümkün ve adeten batıl ise. (Buna “i ğrak” denilir) Medhuldür: Eğer bir münasebet-i tevcih ile iğrak derecesinde ircaı mümkün olmamak üzere akıl ve adetçe imkândan atıl ise. (Buna “gulüvv” namı verilir). Namık Kemal, “Lisan-ı Osmaninin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülahazatı amildir”, Tasvir-i Efkâr , nr. 416, 16 Rebiülahır 1283 (28 A ğustos 1866). 186 M. Mehmet Tahir, “Be ir Fuat Bey’e Mukabele”, Gayret , nr. 30, 22 A ğustos 1302 (3 Eylül 1886), s. 118.

107

(…) hakikat olmamakla beraber o hususta olan aczimizi defetti ği için tasvir-i hakikatin yegâne vasıtasıdır. Güzel oldu ğu için -esas-ı fikre dokunmadı ğı halde- edebiyata lazımdır. Bir yanlı tır ki do ğruyu tasvir eder. Ben mübala ğayı hurdebîne benzetirim. Bir eyi nazra-ı hakikatinden inhiraf ettirerek yani hurdebîn gibi aslından daha büyük bir mikyasta gösterir. Fakat o vasıta ile izhar- ı hakikat eder. Cismi büyülterek hatayı küçültür 187 .

Be ir Fuat, M. Mehmet Tahir’in görü lerini dikkate alarak mukabelede bulunur ve iirde hayali, mübala ğanın varlı ğını yine kesin bir ekilde reddederek u ölçüsünü tekrar eder: “Ben iiri ikiye taksim etmi , bence muvafık-ı hakikat olan makbul, aksi merdud oldu ğunu beyan eylemi tim”.188 Be ir Fuat hakikate uygun iiri makbul aksini merdud saymaktadır. Bunun gibi hakikati dile getiren airi kabul ederken sırf hayalleriyle me gul olan airi de uaradan saymaz. Zira ona göre gerçek iir her türlü hayal unsurlarından arındırılmı iirdir ve gerçek air hakikati hayale tercih eden airdir. Bunu da açıkça ifade edecektir: “Bizim de istedi ğimiz ey airlerin hakikat-perver olmasıdır”.

Be ir Fuat’ın bu mukabelesi M. Mehmet Tahir’in de ğerlendirmelerinden yakla ık altı ay sonrasına tekabül eder. Be ir Fuat, öncelikle de ğerlendirmelerinden ötürü M. Mehmet Tahir’e te ekkür ettikten sonra bu gecikmenin mazeretinin kendisinin de bildi ği nedenlerden dolayı olduğunu söyler 189 . Böylelikle cevabının M. Mehmet Tahir’in, Victor Hugo eserine dair de ğerlendirmelerini biraz geciktirmesinin bir naziresi olmadı ğını ifade etmek ister.

Bu a amada iki taraf arasındaki üslup kar ıdakini rencide etmeyecek ölçüde seviyelidir. Yalnız bu altı aylık süre içinde hayal-hakikat ili kisini de dikkate alarak M. Mehmet Tahir’i ele tiren Ali Kemal’in ele tirileri vardır ki bunlar kısmen de olsa kar ılıklı saygı üslubunu a ar. Böylece hayal-hakikat tartı malarının Gayret, Tercüman- ı Hakikat ve Saadet ’ten sonra Âsâr ile Gül en’ e de yansımasına sebep olur.

187 A.g.m ., s. 117. 188 Be ir Fuat, “Menemenlizade Tahir Beyefendi’nin Gayret ’in 29,30,31,33 Numaralı Nüshalarındaki Makale-i Cevabiyeye Cevap”, Saadet , nr. 553, 3 Te rinisani 1886. 189 Be ir Fuat’ın cevabını geciktirmesinin sebebi hasta annesini kaybetmi olmasıdır (bkz. Orhan Okay, Đlk Türk Pozitivist ve Natüralisti Be ir Fuad , 1969, s. 160).

108

Çalı mamızın ilerisinde görece ğimiz gibi M. Mehmet Tahir ve Ali Kemal’in tartı tıkları “isti ğrak” mevzusu, ayrıca Be ir Fuat ve M. Mehmet Tahir arasında tartı ma konusu haline gelecek ve matbuat ortamında ba kalarının da Hayaliyun-Hakikiyun Tartı ması’na katılmalarının ve M. Mehmet Tahir’in bu tartı madan çekilmesinin sebeplerinden biri olacaktır.

2.1.1. Âsâr ile Gül en Arasında Bir Tartı ma

Ali Kemal, Gül en mecmuasında yayımlanan bir yazısında M. Mehmet Tahir’in Gayret dergisinde ne redilen “Tevhid-i Mütefekkirane” 190 ba lıklı manzumesini “muaheze için de ğil mahza istifham-ı hakikat maksadıyla” de ğerlendirir ve manzumede gördü ğü bazı yanlı lıkları ele tiri konusu yapar. Ali Kemal’in ele tirileri daha çok imla hatalarına, anlam de ğimelerine sebep olabilecek bazı harflerin yanlı yazımına, intihal sayılabilecek bir takım mısra ve beyitlere, mısralarda görülen bir fikrin ifadesindeki yanlı lıklara ili kindir. Bu ele tirilerde yer yer istihzaya da ba vurulur. Đstihzanın hedefinde özellikle hayalci airler vardır. Hayal-hakikat tartı ması ve hayalci airler konusu ile ilgisi bakımından tartı mayı kısaca ele alalım.

Manzumede “Ey” lerin çok kullanılmasının iveyi tahrip etti ğini söyleyen Ali Kemal, M. Mehmet Tahir’in isti ğrak halinde söylenmi olabilece ğini ifade etti ği bazı mısralarını alaya alırken “Her zerreye sen denilse layık” mısraı için öyle bir ele tiride bulunur:

“Her zerreye sen denilse layık”

fikr-i alisini izhar edecek mertebede haiz-i iktidar bir edib-i nevresidenin böyle fesahatsiz, letafetsiz, ha vli sözü ancak hal-i isti ğrakta söylediklerine hükmeyledik 191 .

Ele tirinin ilerisinde “Allah ki halık-ı cihandır” mısraına dair de ğerlendirmelerde istihza daha da netle ir:

190 M. Mehmet Tahir, “Tevhid-i Mütefekkirane”, Gayret , nr. 7, 14 ubat 1301 (26 ubat 1886), s. 25-27. (Gayret mecmuasının 7. Numarasının tarihi yanlı lıkla 14 ubat 1401 eklinde yazılmı tır). 191 Ali Kemal, “Büyük Bir Cüret Yahut Küçük Bir Dikkat”, Gül en , nr. 4, 20 ubat 1301 (4 Mart 1886), s.15.

109

“Allah ki mucid-i cihandır”

mısra-ı bercestesinin kopyası zannolunan ve binaenaleyh erbab-ı mütalaanın bir semere-i sirkat oldu ğuna hükmedece ği bedihi bulunan “Allah ki halik-ı cihandır” mısraını Tahir Beyefendinin “benimdir” diye alem-i matbuata vaz’ etmesi do ğrusu bizi duçar-ı tahassür edecek sözlerdendir!.. Vakıa mir-i nazım tanzim-i “Tevhid-i Mütefekkirane”ye koyuldu ğu zaman halet-i isti ğrak ile söyledi ği mısraın tevarüd olup olmadı ğını nazar-ı dikkate almazsa da bu müsamahası herkes nezdinde karin-i afv olabilir mi? 192

Ali Kemal, M. Mehmet Tahir’e alay yollu “bir düstur-ı hikmet” olması tavsiyesiyle yazısını Ziya Pa a’nın u mısralarıyla bitirir:

Đdrak-i meali bu küçük akla gerekmez Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez M. Mehmet Tahir, Ali Kemal’in de ğerlendirmelerini Asar ’da yayımlanan bir yazıyla kar ılar 193 . Ali Kemal’in birçok hatasının oldu ğunu söyleyen M. Mehmet Tahir, bir hakikati istifham için yazdı ğını söyledi ği bir yazıda bu kadar istihza bulunmasının do ğru olmadı ğını ifade eder ve onun bazı hatalarını gösterir. Ayrıca yazıyı “müzeyyifane” bulmu tur. Yazısının sonunu da Ziya Pa a’nın u mısralarıyla ba ğlar:

Bir yerde ki yok na ğmeni takdir edecek gu Tazyi-i nefes eyleme tebdil-i makam et Ali Kemal, M. Mehmet Tahir’in yazısına mukabelede bulunur ve onun kendi iirini eyh Galip, Ziya Pa a ve Hamid gibi büyüklerle kıyaslamasını ele tirir 194 . Yazısının bir hafta sonraki devamında “müzeyyifane” bahsine gelir ve muhatabının ele tiriye tahammülsüzlü ğüne vurgu yapar:

Bilmem yalnız mülkümüzde cari olan adetlerden midir? Yoksa her yerde böyle midir? Birisi hatalarımızı i ara kalkı acak olsa pür-azab ve hiddet kesilerek

192 A.g.m ., s. 16. 193 M. Mehmet Tahir, “Edebiyat”, Âsâr , nr. 2, 27 ubat1301 (11 Mart 1886); nr. 3, 6 Mart 1302 (18 Mart 1886). 194 Ali Kemal, “Cevabu’l-cevab”, Gül en, nr. 7, 13 Mart 1302 (25 Mart 1886), s. 27-28. (Gül en Mecmuası nın bu sayısının baskısında tarih yanlı lıkla 13 Mart 1301 eklinde verilmi , do ğrusu 13 Mart 1302 eklinde olacaktır.

110

mukabele-i bi’l-misl cezasına duçar etmeye çalı ıyoruz. Hatalarımızın hata oldu ğunu anlıyoruz da yine kabul etmek istemiyoruz. Türlü teviller, türlü patırtılar ile tahlis-i giriban eylemeyi arzu ediyoruz! 195

Ali Kemal yazısında insanın hatasız olamayaca ğını vurgular ve M. Mehmet Tahir’e kar ı oldukça yumu ak bir üslup kullanır. Ayrıca onun tanzir edilecek derecede iyi iirlerinin oldu ğunu söyler. Lakin Mehmet Tahir’in “müzeyyifane” cevabına kar ılık da yazısını u mısralarla bitirir 196 :

Mahiyeti ıspat eden asar-ı ameldir Miktarına nispetle ki i hayr u er eyler Ali Kemal yazılarında özellikle airin isti ğrak halini alay konusu yapar. Bu ele tirinin çalı mamızın ilerisinde görece ğimiz gibi Be ir Fuat ve Hüseyin Rahmi’nin M. Mehmet Tahir’i isti ğrak haliyle alaya alarak ele tirilerine benzerli ği de dikkat çekicidir. Hayalci air tipi Ahmet Mithat Efendi, Be ir Fuat, Dr. erafettin Ma ğmûmî, Hüseyin Rahmi, Ali Kemal ve Nabizade Nazım gibi farklı ki iler tarafından ele tirilse bile onun ele tiriye en çok açık olan bir yönü, iirlerini yazarken içinde bulundu ğu farz edilen ve böylelikle bir alay konusu olan “isti ğrak 197 hali”dir. airin içinde bulundu ğu bu halini ve haline uygun ortak ele tirileri dikkate alarak hayalci air tipine baktı ğımızda onun ayırt edici özelli ğinin “müsta ğrak air” olu unda yattı ğını görece ğiz. airin isti ğrak haline dair ele tiriler air ve iirin hakikati ifade edi derecesinin bir eserde ne ölçüde bulunması gerekti ğine yönelik de ğerlendirmeleri gerekli kılacaktır.

195 “Cevabu’l-cevab”, Gül en, nr. 8., 20 Mart 1302 (1 Nisan 1886), s. 29. ( Gül en ’in bu baskısında da tarih yanlı lıkla 20 Mart 1301 eklindedir. 196 “Ömrüm” isimli kitabında Ali Kemal, M. Mehmet Tahir’le gerçekle en bu tartı maya de ğinir. Daha yazarlı ğının ilk yıllarıdır ve “Tevhid-i Mütefekkirane” manzumesine dair ele tirileri için“fırsatı ganimet bilip” bunu yaptı ğını söyler. Nitekim manzumenin yayımlandı ğı Gayret , Namık Kemal, Recaizade Mahmut Ekrem gibi airlerin bazı iirlerini ne reden önemli bir dergiydi. Ali Kemal hem Gül en ’deki yazıların yeknesaklı ğını kırmak hem de kendi ifadesiyle “i tiharıma az çok hizmet” maksadıyla M. Mehmet Tahir’in manzumesine ve kısmen de olsa ahsına yönelik ele tirilerde bulunmu tur (Bkz., Ali Kemal, Ömrüm, haz. M. Kayahan Özgül, Hece Yay., Ankara 2004, s. 76-79). 197 Ali Kemal’in Gül en’deki yazısı Ahmet Rasim’in “ Đsti ğrak” yazısından hemen sonraki yazıdır. dönemin matbuatına bakıldı ğında “isti ğrak”, “hayal” ve “hakikat”e dair birçok yazı ve iire tesadüf edilebilir.

111

2.2. iirde Hayal ve Hakikatin Ölçüsü/Yeri

M. Mehmet Tahir’e göre Be ir Fuat’ın iire yöneltti ği ele tirilerden biri iirin hayalden “istimdad” edi idir. Bu görü ün kar ıt cephesinde bulunan M. Mehmet Tahir gerçek iirin hayalden yararlanması gerekti ğine dair bazı örnekler vererek dü üncesini ispat etme e ğilimindedir. Çünkü air fikrini sadece anlatmaz aynı zamanda onu kabul ettirme çabası güder. air bu gayreti sarf ederken fikrini kabul ettirmek için hakikati hayalle süsleyecektir. Ona göre bu çe it bir kabul ettirme çabası “hüsn-i tabiat”ın gere ğidir. Kanaatini u ekilde örneklendirir:

Mihr olsa eğer peyinde saye Gîsûsu gibi kalırdı muzlim beyti bir hayal üzerine müessestir ki hüsn-i tabiatın müdahalesi men’olunarak tektik edilirse manasız bir söz oldu ğuna hükmedilmek lazım gelir; çünkü güne saye olabilmek ve bir kızın saçı gibi muzlim bulunmak ihtimali hiçbir mütefenninin zihninden geçemez. Bir air ise sevdi ğinin kendisine güne ten parlak görünen ruhsarını methetmek isteyince bu maksadını beyan için yukarıki beyitten güzel, ondan airane bir söz bulamaz 198 .

M. Mehmet Tahir için iirin i levi, sözü tabiatın (insan yaradılı ının) ho una giden bir ekilde söylemektir. “Söylemek” ve “anlatmak” burada önemli olandır. Yoksa örnek verdi ği beyitten güne in gölge gibi kara oldu ğu fikri çıkarılamaz. M. Mehmet Tahir bunun için “ Herkes bilir ki bu beytin kaili olan Kemal Bey bunun muhal oldu ğunu hepimizden iyi bilir. ” der.

Be ir Fuat, M. Mehmet Tahir’in hakikatin hayalle süslenmesi ve bunun ölçüsünün hüsn-i tabiat olması gere ğine dair de ğerlendirmelerine mukabelede bulunur. Öncelikle de iirde te bih ve mübala ğa konusunu ele alır. Burada M. Mehmet Tahir’in örnek verdi ği Namık Kemal’e ait beyit üzerinde durmaktadır. Be ir Fuat, bu beyit için

Öteden beri Acem mübala ğatıyla ülfet eyledi ğimiz cihetle üdebamız:

Mihr olsa e ğer peyinde saye Gîsûsu gibi kalırdı muzlim

198 M. Mehmet Tahir, “Victor Hugo”, Gayret , nr. 4., 24 Kânunusani 1301 (6 ubat 1886), s. 15.

112

beytini pek rengin, pek latif, pek metin bulsalar bile esasen bu havassdan ârî bir mübala ğa-i Acemanedir. Nâzım zihninde nur ile hüsn beynindeki münasebeti dü ünüp nihayet bunları tev’em ve adeta yek-vücut addettikten sonra feza-yı bî- intiha-yı hayale dalıp nur hakkında havsala-i idrâkimizin istiab edebildi ği derecâtın gâyesi olan mihr-i tabana vasıl olduktan sonra i te bu benim sevgilimin nur-ı hüsnü yanında siyah kalır demi !199 yorumunu yapmaktadır 200 .

Be ir Fuat, M. Mehmet Tahir’in “güne saye olabilmek ve bir kızın saçı gibi muzlim bulunmak ihtimali hiçbir mütefenninin zihninden geçemez” yorumuna kar ı çıkmaktadır. Zira bu hayal sadece mütefenninlerin de ğil, hiç kimsenin zihninden geçemez. Bunu da dima ğımıza yerle en her eyin be duyu yoluyla girebilece ğini öne sürerek açıklamaktadır. M. Mehmet Tahir yukarıda geçen beytin anla ılması için “hüsn- i tabiat”ın müdahelesinin gere ğini ileri sürmü tü. Be ir Fuat burada bahsi geçen “hüsn-i tabiat”ın ne anlama geldi ğini sormaktadır. Çünkü ona göre bahsedilen bu hüsn-i tabiat “mübala ğa ile ülfet”in “hüsn-i tabir”i olabilir. Bunlar ise Be ir Fuat’ın iirde kar ı çıktı ğı durumlardır.

Be ir Fuat, iirin bizi hakikatten uzakla tıran hayal ve vehimlerden, gereksiz mübala ğalardanarındırılması kanaatindedir. Ayrıca ona göre hayallere yer verilecekse bile bunun “tabii” olması gerekmektedir. Böyle olmadı ğı durumlarda mübala ğa sadece bir aczin ifadesi olur:

Bence mübala ğanın ba lıca validi hakikati bi-hakkın tetkik veya tasvir edememekten ibaret olan bir aczdir. Acz maharet addolunamaz. Bi-hakkın ifadesinden aciz oldu ğumuz fikirleri iyi olması mümkün olamayan hastalara

199 Be ir Fuat, “Gayret’in 3,4,5,6 Numaralı Nüshalarında Münderic ‘Victor Hugo’ Ünvanlı Makale-i Đntikadiyeye Mukabele”, Saadet , nr. 470. 26 Temmuz 1886. 200 II. Bölümde görece ğimiz gibi iir ve hakikat konusunda Namık Kemal ve Be ir Fuat arasında bir tartı ma olmu tur. Divan iirindeki mübala ğayı ve acem etkisini alay edercesine ele tiren Namık Kemal’in bu beytinin “mübala ğa-i Acemane” eklinde görülmesi tartı maların sebeplerinden olabilir.

113

te bih eder isek mübala ğayı da hastalı ğın iddetini tehvin eden bazı edviye-i semmiyeye kıyas edebiliriz 201 .

Be ir Fuat iirde mübala ğadan kaçınılmasına ve hakikatin ön plana çıkarılmasına dair görü lerini M. Mehmet Tahir’in de kabul etmesi gere ğine vurgu yaparken Gayret mecmuasında çıkan “Bazı Mülahazat” ba lıklı yazıları da örnek gösterir 202 . M. Mehmet Tahir’in, Be ir Fuat’ın Victor Hugo monografisini de ğerlendirdi ği Gayret ’in 5. nüshasından sonra “Bazı Mülahazat” ba lıklı yazıda Be ir Fuat’ın dikkatini çeken u cümleler vardır: “Edebiyat-ı sahiha tesavir-i hayat-ı insaniye ve temasil-i me hudat-ı tabiyedir. (…) iir ve edeb ki lübb-i hikmet ve hakikat ve tercüme-i serair-i tabiat olmak lazım gelir”203 . Be ir Fuat bu yazıları garip bir tesadüften ibaret saymakla birlikte bu cümleler için “… iir ve edebiyatta iltizam-ı hakikat lüzumunu beyan ve fikr-i acizanemi te’yid etmiyor mu?” demektedir. M. Mehmet Tahir gibi Be ir Fuat da görü lerinin do ğrulu ğunu ispat etme çabasındadır. Yukarıdaki cümlelere ek olarak M. Mehmet Tahir’in bazıifadelerinin de yine kendi görülerinin do ğrulu ğunu destekledi ğini söyleyecektir:

Esasen iirin hakikate müstenit olması lüzumunu u ‘Bir iir fennen muaheze olunmak istenildi ği zaman te bihat ve istiarat gibi her türlü tezyinatından tecrit edilerek bulunacak esas[-ı] fikir do ğru ise iir do ğru ve yanlı ise iir yanlı oldu ğuna hükmedilmelidir. Đ te bu kaide muaheze-i e ’ar için bir tarik-i hakikattir’ sözleriyle tasdik buyuruyorsunuz 204 .

Yukarıdaki görü e istiare ve te bihlerin “tabii olması lüzumunu” da ekleyen Be ir Fuat bu yolda bir ara tırmaya girilince bazı kabul edilebilir eserlerin bulunabilece ği fakat iirini bu yola hasreden bir airi de Diyojen gibi gündüz vakti fenerle aramak gerekti ği kanaatindedir. Be ir Fuat’ın bu mukabele yazıları bitmeden M. Mehmet Tahir mukabele eklinde bir cevap yazar. Bu a amaya kadar tartı manın üslubu

201 Be ir Fuat, “Hugo Ünvanlı Makale-i Đntikadiyeye Mukabeleden Mabad”, Saadet nr. 472, 28 Temmuz 1886. 202 “Bazı Mülahazat” ba lıklı yazılara Gayret ’in 4. nüshasında ba lanmı tır. Bu ba lık altında M. Mehmet Tahir önemli simaların edebiyata dair görü lerini -özdeyi sayılabilecek cümleler- aktarmaktadır. 203 “Bazı Mülahazat” Gayret , nr. 5., 31 Kânunusani 1301 (12 ubat 1886), s. 20. 204 Be ir Fuat, a.g.m.

114 henüz ahsiyata dökülmemi tir. M. Mehmet Tahir’in bu cevabında ele tiri yöneltti ği Be ir Fuat’a ait ilk görü ler unlardır:

airlerin makbul olacak âsârı olmadı ğını iddia etmedim ve etmek de ihtimalim yoktur. Ancak bunlar meyanında makbul addetti ğim cihete hasr-ı fikr edenleri görmedim desem mübala ğa etmi olmam zannederim. Öyle bir airin bulunamayaca ğını siz de teslim buyuruyorsunuz.

Acaba neden? airin fikri hakikate mutabık olursa iir olmaz mı? Olaca ğında üphe yok. Zaten sizin getirmi oldu ğunuz misaller de bunu ispat etmektedir 205 .

Bundan sonra M. Mehmet Tahir’in Be ir Fuat’a verdi ği cevap udur:

Bilmem ki makbul olan kısma dâhil olacak iir söylemi bir air bulunamayaca ğını ben ne zaman söyledim ki o söz benim de teslimime mazhar olmu olsun. Ben cümlemde “Her beyti bir fen kitabı gibi tetkik ederseniz” artını koymu tum. Maksadım ise

Mihr olsa e ğer peyinde saye Gisusıı gibi kalırdı muzlim beytindeki hayal gibi bedayi-i edebiyeye ta’riz edilecekse demekti. Yoksa esası cihetiyle hakikate tevafuk etmeyen bir iirin hata olaca ğını “Bir iir fennen muaheze olunmak istenildi ği zaman te bihat ve istiarat gibi her türlü ziynetinden tecrit edilerek bulunacak fikir do ğru ise iir do ğru ve yanlı ise iir yanlı oldu ğuna hükmedilmelidir” cümlesiyle ilan etmi tim 206 .

Devamında hayali te bihlerin hakikati bir zerre bile bozmayaca ğından ve bunların zihinleri karı tırmayaca ğından, belki duyguları tatlıla tıraca ğından (telziz-i

205 M. Mehmet Tahir, “Be ir Fuat Beyefendi’nin Victor Hugo Ünvanlı Eserlerine Yazdı ğım Makaleye Mukabil Saadet Gazetesiyle Ne rettikleri Varakaya Cevaptır”, Gayret , nr. 29, 18 Temmuz 1302 (30 Temmuz 1886), s. 113. (Hâlbuki bundan önce Be ir Fuat, Victor Hugo kitabında airlerin bir kısmının “makbul” bir kısmının “merdud” oldu ğunu iddia etmedi ğini söylemi ti. M. Mehmet Tahir buna tam olarak cevap vermiyor. Victor Hugo kitabını okudu ğumuzda Be ir Fuat’ın ilgili ikili tasnifi yapmadı ğını görüyoruz. Be ir Fuat ve Fazlı Necip arasındaki mektupla malar da dikkatle okundu ğunda okuyucuda u intibaın uyanmaması mümkün de ğildir: M. Mehmet Tahir ele tirilerini sanki bu mektuplardan iktibas etmi gibidir. Buradan hareketle M. Mehmet Tahir’in ilgili eseri okumadı ğı okuduysa da bazı kısımlarını iyi anlamadı ğı sonucu çıkarılabilir.). 206 “Be ir Fuat Beyefendinin Victor Hugo Ünvanlı Eserlerine Dair Yazdı ğım Makaleye Mukabil Saadet Gazetesiyle Ne rettikleri Varakaya Cevaptır”, Gayret , nr. 29, 18 Temmuz 1302 (30 Temmuz 1886), s. 113.

115 hissiyat) bahseden M. Mehmet Tahir bazı mübala ğaları reddetmekte bazılarını da kabul etmektedir. Yalnız bu te bih ve mübala ğaları anlama görevini mütefenninlere de ğil airlere yüklemektedir. airin bu te bih ve mübala ğaları anlayacak ölçüsü de “kuvve-i mümeyyize ve hüsn-i mizan manalarına olan hüsn-i tabiat”tır. Be ir Fuat, hüsn-i tabiatı “mübala ğa ile ülfet”in “hüsn-i tabir”i olarak görmü ve bunu bir kusur olarak kabul etmi ti. Bu yüzden M. Mehmet Tahir “hüsn-i tabiat”i açıklama gere ği duyacaktır. Đlgili açıklaması için de Be ir Fuat’ın ele tirisine konu olmu mübala ğa ihtiva eden iki beyittir. Bunlardan,

Bi-sütun fele ği ah ile berbat ettin Kuh-kenlik yolun ö ğretmek için Ferhad’a beytindeki mübala ğayı reddederken beytin letafete sahip olmaması, “âh”ların fele ği berbat etmesinin imkânsızlı ğı, yüzyıllar önce ya amı birine bir eyler ö ğretmenin birkaç yüz ya ında olmayı gerektirmesi gibi sebepleri sayar.

Mihr olsa e ğer peyinde saye Gîsûsu gibi kalırdı muzlim beyitini de latif oldu ğu, nur ve hüsn arasındaki yakınlık, güzelli ğin güne i karartması hayali, önceki beyitte görülen münasebetsizli ğin bulunmaması gibi sebeplerden ötürü makbul görür ve bu özelliklerinden dolayı da hüsn-i tabiatın bunu do ğruladı ğını ifade eder.

Bu açıklamadan sonra M. Mehmet Tahir mübala ğa için ölçüsünü öyle belirler: “… tezyin için yapılan te bihlerde mübala ğa arttır ve te bih ve mübala ğa evsafını tayin müteazzir olan yerlerde müstamel olmalıdır”. Bundan hareketle ah ile fele ği berbat etmenin bir süse ihtiyacı yokken güzellikten bahseden bir beytin süslenmesi gerekti ği kanaatini dile getirir. Böyle bir durumda da mübalağa makbul olur. Ayrıca, M. Mehmet Tahir, Be ir Fuat’ın mübala ğanın aczden kaynaklandı ğı görü ünü kabul etmekle birlikte güzelli ğin sade ifadelerle tarifi mümkün olmayınca mübala ğanın gereklili ğini lüzumlu görmekte ve bunun ölçüsünü de “hüsn-i tabiat”ın belirleyece ğini öngörmektedir. Yalnız bu görü Be ir Fuat’ı ikna edememektedir. Çünkü Be ir Fuat her eyde bir kesinlik ararken hüsn-i tabiatın bize bu kesinli ği veremeyece ğini dü ünmektedir. Onun,

116

Benden ala bilirsiniz ki ne kadar büyük air gelmi ise her biri kendine mahsus bir çı ğır açmı , zevk-i selimin kendi zevki, hüsn-i tabiatın tabiat-ı zatiyesi oldu ğunu iddia etmi , pey-revleri de o zatın iddiasını mahz-ı hakikat olarak kabul etmi ler. Muhtelif fırkalar te ekkül etmi ; her fırka di ğerlerini tabiatsizlikle, zevk-i selimden mahrumiyetle itham ediyor. Hüsn-i tabiat dedi ğiniz ülfet olmayıp da hakikaten hüsn-i mizan ve kuvve-i mümeyyize olmak lazım gele idi düsturlarında, hendese davalarında ulum-ı tabiiye kanunlarında erbab-ı fen nasıl müttefik iseler, airler de eserlerinin takdir-i kıymetinde o veçhile müttehid olmak lazım gelirdi 207 . sözlerinden bunu çıkarabiliriz. Bununla birlikte Beir Fuat iirin hakikate muvafık, tabiî ve mübala ğalardan arındırılmı ekillerini herkesin be ğenebilece ği kanaatindedir. Durum böyle olunca iirde bizi hakikatten uzakla tıran unsurların gereksizli ği ortaya çıkar. Bu fikrini desteklemek için de Recaizade M. Ekrem’in Đkinci Zemzeme’sindeki “Makber” manzumesini, Üçüncü Zemzeme’sindeki “Ferda-yı Tedfin”ini ve Muallim Naci’nin “ Đrca-ı Nazar” manzumesini örnek göstermektedir 208 .

Sonuç olarak iirde hayal ve hakikatin ölçüsüne dair de ğerlendirmelerde M. Mehmet Tahir, iirde hayalin ihmal edilmemesi gere ğinden hareketle, güzellik ve letafetin tasviri için mübala ğa, istiare ve te bihi gerekli görürken, Be ir Fuat bunların bir hayal unsuru oldu ğu ve hakikati bozdu ğu kanaatindedir. M. Mehmet Tahir bir air edasıyla meseleleri izaha çalı ırken Be ir Fuat bir bilim adamı anlayı ıyla bu duruma kar ı çıkmakta ve ısrarla iirde hayalden ziyade hakikatin öne çıkarılması gere ğine vurgu yapmaktadır. Đleride de görece ğimiz gibi iirde hayalden hakikate geçi ten anlaılan iirin bir fikri barındırması gere ği olacaktır. Dolayısıyla M. Mehmet Tahir iirin “nasıl” söylendi ğinden Be ir Fuat “ne” söyledi ğinden yola çıkmaktadır. Burada edebiyat üzerinde dü ünen bir airle bir bilim adamı anlayı ının kar ı kar ıya geldi ği açıktır. Bu anlayı da iki taraf arasında iir ve fennin durumuna dair tartı malara sebep olacaktır.

207 Be ir Fuat, “Menemenlizade Tahir Beyefendi’nin Gayret’in 29,30,31,33 Numaralı Nüshalarındaki Makale-i Cevabiyeye Cevap”, Saadet , nr. 553, 3 Te rinisani 1886. 208 A.g.m ., Saadet , nr. 561, 13 Te rinisani 1886.

117

3. iir ve Fen

Be ir Fuat ve M. Mehmet Tahir arasındaki tartı ma daha ba tan “hayal” ve “hakikat”in müdafaası eklinde ikili bir kutup yaratır. Sanki bir tarafta hayali müdafaa eden bir air di ğer tarafta hakikati savunan bir mütefennin (bilim adamı) vardır.

Be ir Fuat, Victor Hugo ’da en büyük airlerin bir mütefenninden daha çok saygı göremeyece ğini ileri sürerken Mehmet Tahir bu fikirde a ırıya kaçılmamasından yana tavır alır. Ba ta bu kanaatler ikna etme çabalarıyla ortaya konulmaya çalı ılırken aağıda da görülece ği gibi tartı manın üslubu kar ılıklı saygı anlayı ının dı ına çıkacak ve ironik ifadelerin yanı sıra alaycı ifadelerle mesele ahsiyata dökülecektir. Bu aamadan sonra matbuat ortamında farklı simaların da tartı maya dâhil olduklarını ve kanaatlerini bildirdiklerini görece ğiz. Bir eser etrafında masumane de ğerlendirmelerle ortaya çıkan tartı mada bu a amaya nasıl gelinmi tir? Bunun nedenleri daha ba tan olu turulan kutupla mayla ilgilidir.

3.1. Tartı ma Üslubunda De ğiiklik ve Đkili Kutupla manın Olu ması

M. Mehmet Tahir iirin gönülleri mutlulukla doldurdu ğunu ve içerdi ği yüce fikirlerle okuyanları huzura eri tirdi ğini dile getirerek iirin fen gibi insanların rahat ve huzuruna çalı tı ğını ileri sürer. Fikrini desteklemek için verdi ği örnekler romantiklerin en çok de ğer verdi ği dı tabiat manzaraları ile ilgilidir.

Bir sabah-ı nev-baharide gördü ğümüz elvan-ı gûn-â-gûn, menâzır-ı cennet- nümun gönüllerimizi in irah ile nasıl me hun ederse bir iir parçası da letafet ve ulviyetine bizi o kadar meftun eyler (…) Bir eb-i mehtapta semadan zemine rizân olmu nur-ı nazar-ı hûrân ıtlakına ayan olan envar-ı mah o reng-i siyah ile imtizaç ederek cefa-yı sevda gibi parlak bir zulmetle efkârımızı müteali, ne ’emizi mütevâli etti ği gibi bir nazm-ı rengîn de ifade-i dil-ni îni, bela ğat-ı âte ini ile bizi meftun-ı letafeti, mesti-i tesir-i belagati eyler 209 .

209 M. Mehmet Tahir, “Victor Hugo”, Gayret , nr. 6, 7 ubat 1301, (19 ubat 1886), s. 24.

118

Yazının devamı “acaba öyle midir” dedirtecek mahiyettedir. Be ir Fuat’ı öfkelendiren aslında bu tür de ğerlendirmeler olacaktır.

Gâh olur ki semâda sönük sönük parlayan necm, hazin bir air kalbine tesir ederek bir manzume-i dil-pezîr meydana getirir ki iir-aina olan efkârı tenvir etmekte gösterdi ği hizmet bir imendiferin gördü ğü hizmetten de bâlâ-ter olur 210 .

Bu ifadelerle hayalci iire ve aire adeta methiye düzen M. Mehmet Tahir kapalı bir odada vücuda getirilen bir eserle tabiat güzelliklerinin ruhu ok adı ğı bir ortamda vücuda getirilen eserler -bu fenne dair bir eser de olabilir- arasında büyük bir fark görmektedir. Bunun sebebi açık bir havada tabiatın insan ruhu ve fikri üzerindeki rahatlatıcı etkisidir. Đ te iirin insanın bu ihtiyacını gidermesi bile M. Mehmet Tahir için do ğrulu ğu teslim edilecek yegâne bir iir hizmetidir. Fakat M. Mehmet Tahir bunu “yalnız iiri telziz-i hiss ü efkâr hususuna hâdim eden iir için” görmektedir. Yoksa bir kısım airler var ki Claude Bernard 211 larla asla kıyas edilmez. M. Mehmet Tahir en çok hayallerle süslü iirlere de ğer vermi tir. iir ve fen bahsinde iir ve fenni de ğerli görmekle birlikte bu bahiste hayalci iirden yana; air ve mütefennin bahsinde hayalci airden yana tavır almı tır. Ona göre edebî eserlere ilgi duyan birinin bu ekilde bir taraf tutması kaçınılmazdır. M. Mehmet Tahir, bundan sonra iki tarafın da yazacakları yazıların ne ri için Tercüman-ı Hakikat ’e müracaat edilmesini uygun görerek iir ve fen bahsindeki kanaatlerini imdilik bitirir.

Hayalci bir iir anlayı ının kar ısında Be ir Fuat’ın de ğerlendirmelerinin yava yava ironik bir üsluba büründü ğü görülmektedir. Đleride bu ironiyi açık bir istihza takip edecektir. iir ve fenni kıyas ederken Be ir Fuat bu ironiye ba lar:

Gelelim fen ile iirin mukayesesine:

iiri fen mertebesine teali ettirmek için iir hakkında airane bir mehdiye söylemi tiniz. Bilmem airane oldu ğundan mı, methiyenizi muvafık-ı hakikat ve mukni-i vicdan göremiyorum 212 .

210 A.g.m ., s. 24. 211 Fransız fizyoloji bilgini. 212 Be ir Fuat, “Hugo Ünvanlı Makale-i Đntikadiyeye Mukabeleden Mabad”, Saadet, nr. 478, 4 A ğustos 1886.

119

Be ir Fuat’ın bahsetti ği bu “ airanelik” tartı manın ilerisinde hep istihzayla kar ılanacak bunun yanı sıra Hüseyin Rahmi’nin “ Đsti ğrak-ı Seheri” isimli bir piyesiyle de M. Mehmet Tahir’in alaya alınmasına sebep olacaktır.

M. Mehmet Tahir iir ve fennin de ğerine toplumsal hayata katkıları ba ğlamında bir de ğerlendirme yaparken, Be ir Fuat iir ve fennin de ğerinin, toplumsal hayatta yapılan hizmetlerin önemi noktasında farklı de ğerde oldu ğu kanaatindedir. Buna dikkat edilmedi ği takdirde en büyük bir airin bir dengale kabakçısıyla e duruma gelece ğini dile getirir. Ayrıca Mehmet Tahir’in kapalı bir ortamda vücuda getirilen bir eserle tabiatın güzellikleri arasında meydana getirilen eserlerin farklı olu una dair görü ünü de iire dair bir görü olarak görür ve onu bilimsel bir yolla izah eder:

Kapalı odada müddet-i medide kapalı kalmaktan tahassul eden kasvet ve fikre târî olacak atalet ve kesalet, teceddüt etmeyen ifsat olunmu havanın, uaat-ı emsiyeden mahrumiyetin beden üzerine icra eyledi ği tesirat-ı muzırradan münbaistir. Açık havada hâsıl olan in irah ise bilakis ciyadet-i havadan, envar-ı emse müsta ğrak olmaktan, bedenlerde husule gelen tesirat-ı hasenenin neticesidir. Binaenaleyh bu mesele iirden ziyade hıfz-ı sıhhate aittir 213 .

Be ir Fuat, iir ve fen bahsinde Mehmet Tahir’in “Bir kısım uara vardır ki gerek kudret ve gerek hizmet cihetleriyle Claude Bernard’lara, filanlara nisbet kabul etmez, çünkü bahsetti ğim ulema âlem-i maddiye, dedi ğim uara âlem-i efkâra hükmeder, maddiyat ise efkâr-ı be eriyenin ma ğlub-ı iktidarıdır” 214 görü üne de katılmamaktadır; çünkü airlerin âleme hizmet ederken bile kendilerine ait özel fikirlerle de ğil, filozof ve âlimlerin ne retti ği bilimden elde ettikleri dü üncelerle hizmet ettikleri kanaatini ta ımaktadır. Bu yüzden Victor Hugo’yu büyük bir air olarak görse bile onu Claude Bernard vb. bilim adamlarından a ağıda görmü tür. Yazının devamında da M. Mehmet Tahir’in “Bence Victor Hugo’nun kalemi nur-ı maha Emile Zola’nınki ise mum ziyasına benzer” sözüne bir gönderme yaparak fennin iirden üstün ve daha de ğerli oldu ğunu ifade etmektedir:

213 Be ir Fuat, a.g.m . 214 M. Mehmet Tahir, Gayret, nr. 6, 7 ubat 1301. (19 ubat 1886), s. 24.

120

Fen bi-zatihi münir oldu ğu için güne e, iirin envarı muktebes bulundu ğu cihetle kamere te bih olunabilir.Güne olmayan yerde kamerin ziya-yı muktebesinden istifade mümkün olabilir. Her air fikrindeki hataları fen sayesinde tashih edebilir, fakat hiçbir mütefennin tasavvur edemiyorum ki iire müracaatla ıslah-ı fikr edebilsin! 215

iir ve fen bahsinde, Be ir Fuat’ın bilim adamlarını toplumsal hayata katkılarından ötürü airlerden daha de ğerli gördü ğü anla ılmaktadır. Fuat, sadece bu de ğeri kabul etmekle kalmamakta fikirlerin geli mesini de airlerden ziyade bilim adamalarının daha çok oldu ğu yerlerde görmektedir. Yazının devamında Littre, Claude Bernard ve Galile’nin fikir hayatına hizmetlerine ve böylelikle bilim adamlarının fikir noktasında airlerden daha de ğerli oldu ğuna -her zaman Victor Hugo’yu olumsuzlayarak- de ğinen Be ir Fuat, yazılar için Tercüman-ı Hakikat ’in sütunlarını öneren M. Mehmet Tahir’e “Makale-i cevabiyeniz için Saadet sütunları açıktır” diyerek yazısını bitirir. M. Mehmet Tahir, Be ir Fuat’a cevabını Gayret ’te verecektir:

Filhakika bazı uaranın da Claude Bernard’lara filanlara nispet edilemeyece ğini söyledim, fakat bunda da iire de ğil, kuvve-i belagatin fikr-i hamiyet hususunda isti’mal edilmesiyle hâsıl olan netayic-i haseneye rüçhan vermek istedim. Cicero gibi, Demosten gibi, Perikles gibi, Voltaire gibi, Victor Hugo gibi üdeba-yı hamiyetin ettikleri hizmeti söylemeye çalı tım. Burada maksat umumi de ğil, Hugo’nun ahsına mahsus idi. Bunu da siz pekâlâ anladınız. Anladı ğınız halde iiri ale’l-umum fenne tercih etti ğime nasıl kani’ oldunuz bilemem? 216

M. Mehmet Tahir airleri mütefenninlere üstün tutmadı ğını ancak airlerin ifade gücündeki kuvvetin önemini ortaya koymak istedi ğini -bunu da Victor Hugo’ya vurgu yaparak- ifade ettikten sonra kapalı mekânlarda vücuda getirilen eserlerle açık ortamlarda vücuda getirilen verimler hakkında Be ir Fuat’la aynı görü te oldu ğunu ifade eder. Lakin aralarında bir ittifakın oldu ğunu vurgulasa da Be ir Fuat’a ince bir tarizde bulunmadan yazısını bitirmez:

215 Be ir Fuat, a.g.m . 216 M. Mehmet Tahir, “Fuat Beyefendiye Mukabeleden Mabad”, Gayret , nr. 33, 19 Eylül 1302 (1 Ekim 1886), s. 130.

121

u da var ki te rihiniz nakıstır, çünkü açık yerde bulunacak müessirler yalnız hava ile emsten ibaret de ğildir; manzur olan mahallin letafeti de o müessirler i’dadında bulunur. Güzelli ğin tesiri olmasa muhabbetin vücudu olmazdı. Makale-i cevabiyenizin mukabelesi burada bitti 217 .

Be ir Fuat, Mehmet Tahir’in yukarıda alıntıları yapılan cevabına dair görü lerini dile getirirken aslında M. Mehmet Tahir’in de mütefenninleri airlerden üstün tuttu ğu fikrine varır. Ancak mütefenninlerin görü lerine de ğer verdi ği fakat Victor Hugo’yu bir istisna olarak kabul edip beli ğane ifadelerinin topluma hizmetini vurguladı ğı görü ünü ise yine kabul etmeyecektir. Çünkü ona göre Hugo’nun toplum yararına görülen ve çok beli ğ dile getirilen fikirleri kendisinin de ğil Claude Bernard, Auguste Comte, Littre gibi mütefenninlerindir 218 .Görüldü ğü gibi iki taraf da aire ve mütefennine de ğer vermektedir. Ama bundan sonraki tartı ma üslubunun yava yava istihzaya kaçması “iki taraflılı ğı” inceltecek ve sonunda durum ancak “tek taraf”ın do ğru oldu ğu yönünde keskinle ecektir.

3.1.1. Hayalci iir ve airle Đstihza

M. Mehmet Tahir ve Be ir Fuat arasındaki tartı malar daha bitmeden M. Mehmet Tahir’in çıkardı ğı Gayret mecmuasının 26. Sayısında “M.C.” imzalı mütefenninlerle alay eden “Bir Mütefenninle Bir air” ba lıklı bir manzume yayımlanır. Hayaliyun-Hakikiyun tartı masına ba ka isimlerin de katılmasına ve tartı manın seyrinin de ğimesine sebep oldu ğu için bu iiri aktarıyoruz.

Bir Mütefenninle Bir air 219

-1-

air! Ne o yazdı ğın eserler? E’ar ile herzedir seraser; (azametle)

217 A.g.m. , s. 130. 218 Be ir Fuat, “Mütenevvia”, Saadet , nr. 587, 13 Kânunuevvel 1886. 219 M.C., “Bir Mütefenninle Bir air”, Gayret , nr. 26, 27 Haziran 1302 (9 Temmuz 1886), s. 102. (Manzumenin ba ına u ifade eklenmi tir: “Meftun-ı fen ve adüvv-i iir olan bir zat ile bir air arasında muhavere yolunda kaleme alınarak Gayret ’e irsal olunan ve derci iltimas edilen bir manzumedir ki tuhaflı ğı cihetiyle derç ettik”).

122

air sözü mutlaka yalandır. Fennî ise yazdı ğın makalat, Tahsin olunur bu… lik, heyhat!! airlere, fen adüvv-i candır. -2- Bir duhtere ettirip de feryad, Bir tatlı ne ide ettim in ad. Fennî de ğil amma pek güzeldir. Fennîsi olur mu iirin? Efsus! Sizlerce bu ey de ğil mi mahsus? Zannetme: olur bu muhtemeldir -3- Feryadını duymak istemem ben. E’ar okunur mu var iken fen? (isti ğrak ile) Fenni söze eylerim peresti Fennî söze can verir (dima ğım); Yoktur benim öyle güllü ba ğım. Beyhude de ğil mi iire verzi ? -4- Lakin acırım ki hissiniz yok. Ta’rizde ictisarınız çok. Anlar mı ya iiri hissiz âdem? Bir ney ve keman gibi gıdadır. Ervaha iir (?) safa-fezadır. Meftun oluyor bununçün âlem. Siz ta’n ediniz müdam iire! Âlem edecek devam iire! Bî-faidedir bu ta’n ü ta’riz. Ben anladı ğım budur ki sizler, Nazmetmeye kadir olsanız ger, Eyler idiniz o eye takriz M.C.

123

iirin ikinci mısraındaki “E ’ar ile herzedir seraser” ifadesini paranteze alınan “azametle” sözcü ğü takip eder. Üçüncü mısrada dile getirilen air sözünün mutlaka yalan olaca ğı hükmünü sanki ilk iki mısrada iiri herzeyle dolu gören ki i “azametle” söylemektedir. air sözünün yalan olduğu hükmü Fuzuli’nin me hur “aldanma ki air sözü elbette yalandır” mısraını hatırlatır. Ancak dikkat edilmeli ki bu “yalan”ı bir air söylüyor. Bu bakımdan airin söyledi ği yalan aslında yalan de ğildir. Buradan da u anlam çıkar: airler do ğruyu söylerken kar ıt taraftaki mütefenninler yalan söylemektedir. Be ir Fuat “Bir Mütefenninle Bir air” manzumesine çok öfkelenmi tir.Be ir Fuat hayalci airleri ele tirirken Fuzuli’ye ait bu mısrayı yanlı lıkla Ziya Pa a’ya atfeder. Bu durum da basında alay ve ele tiri konusu olacaktır. Dolayısıyla iiri herze sayan ki inin burada Be ir Fuat gibi mütefenninleri ima etti ğini söyleyebiliriz. Kendisi ifade etmese de Be ir Fuat’ın öfkesinin bir sebebi iirden çıkan u anlam da olabilir: Mütefenninler yanlı lıklarını sanki “azametle” söylemektedir.

Bu manzumede aire hitap edilirken fennin iirin can dü manı (adüvv-i can) oldu ğu dile getirilir ve “ iirin fennisi olur mu” diye sorulur. Devamında “E ’ar okunur mu var iken fen?” sorusu da her ne kadar “Fennî söze eylerim peresti ” mısraıyla devam etse de ondan önce bu soru “isti ğrak ile” denilerek soruldu ğu için bu ilgi aslında alaya alınmı tır. “azametle” sözcü ğüyle yapılan önceki alay bu sefer “isti ğrak ile” ifadesiyle yapılmı tır. iirin devamında alaycı ifadeler artar.

Be ir Fuat, “Bir Mütefenninle Bir air” iirine “Yetmi bin Beyitli Bir Hicviye” 220 ba lıklı bir yazıyla cevap verecektir. “Bir Mütefenninle Bir air”deki mısraların teker teker irdelendi ği bu yazıyı Be ir Fuat bir hikâye eklinde kurgulayacaktır:

Geçen çar amba günü birkaç arkada Bo ğaziçi’ne gidiyordum. Köprüden saat ikide hareket eden bir numaralı vapurun yan kamaralarından birine girdik. Vapurun hareketine daha yirmi dakika bulundu ğundan burasını bo bulduk. Be dakika kadar sonra elinde lâle, gözleri semada birisi girip yanımıza oturdu. Di leri arasında bir ey mırıldanıyordu, kulak verdim:

220 Be ir Fuat, “Yetmi bin Beyitli Bir Hicviye”, Saadet , nr. 493-494., 22-23 A ğustos 1886.

124

“Melekler semanın iirle mesi iirdir hayatın. ... iirdir hayatın...” 221 Be ir Fuat ve arkada larının yanına oturan ki i “elinde lale, gözleri semada” ve dudakları arasından de ğil di leri arasından mırıldandı ğını söyler. Yazının devamında Be ir Fuat dikkatlice baktı ğında tasvir etti ği bu ki inin eski bir okul arkada ı oldu ğunu ve okulda arkada larla ders çalı tıklarında onun  ık Garip mütalaasıyla u ğra tı ğını anlatmaktadır. Bu yüzden bu ki iyi yazının devamında “ ık Garip” lakabıyla anacaktır. Hem “âık” hem “garip”. Be ir Fuat dalgınlı ğından ötürü kendisini fark edemeyen Âık Garib’e:

- Yine âlem-i hayale dalmı sın, gündüzün ortasında bir eb-i mehtab mı tema a ediyorsun, kamer bedir halinde mi? diye sorar. Â ık Garip dalgındır ve bu dalgınlık anında kafasında kurguladı ğı bir mısra tamamlanınca “Buldum!” diye sevinmeye ba lar ve bu bulu tan sonra:

Melekler semanın iirle mesi iirdir hayatın bedirle mesi mısralarını pek rengin bulunca, Be ir Fuat bu mısraları Abdülhak Hamit’in

Çiçekler nebatın kadınla ması Melekler hayatın kadınla ması 222 mısralarına benzetmekten kendini alamasa da bunların “kalpten” geldi ğini söyleyerek bu bulu undan ötürü Â ık Garib’i alay yollu “Alem-i iirin Ar imed’i namına müstahak” sayar. Â ık Garip bu iltifat için te ekkür etmekle birlikte kendisinin zevk-i selim erbabından oldu ğunu söyler ve Ar imed’in zevk-i selimden mahrum olu unu bir nakise olarak görür. Nitekim o, mütefenninlerin bu incelikleri anlamadıkları, esasında onların sevgiden tamamen mahrum oldukları ve kalplerinin fen kitaplarıyla köreldi ği kanaatindedir. Ona göre iirin nurlarıyla nurlanmayan bir kalp ya ayamaz.

Âık Garip, Gayret ’in 26. nüshasında yayımlanan “Bir Mütefenninle Bir air” manzumesindeki “Lakin acırım ki hissiniz yok” mısraının mütefenninlere hitap etti ğini dile getirir. Be ir Fuat dikkatini çeken bu manzumeyi vapur dönü ünde aldıraca ğını

221 a.g.m. 222 Đnci Enginün, Abdülhak Hamit’in Tiyatroları IV , Dergah Yay., Đstanbul, 2000, s. 226.

125 söyleyince  ık Garip fenne meftun ve iire dü man ki ilere hadlerini bildirmek için bu manzumeyi yanında ta ıdı ğını ve isterlerse okuyabilece ğini ifade eder. Be ir Fuat da gayet sakin:

- “Pek lutfetmi olursunuz” der. Bu a amadan sonra  ık Garip “Bir Mütefenninle Bir air” manzumesini mısra mısra okuyacak ve Be ir Fuat da mısraları teker teker hayalci airlerin aleyhine mütefenninlerin lehine yorumlayacaktır.

Be ir Fuat bu arada mısraları yorumlarken, airleri tariz makamında Fuzulî’nin “aldanma ki air sözü elbette yalandır” mısraını Ziya Pa a’ya atfeder. Ayrıca “Bir Mütefenninle Bir air”deki “azamet ile” ve “isti ğrak ile” ifadelerini özellikle ele tirir. airlerin küçük oldukları halde kendilerini azametli gördüklerini ve bu durumun isti ğrak bahsinde de geçerli oldu ğunu söyler. Manzumedeki bütün mısraların yorumu bittikten sonra Be ir Fuat manzumenin yazarını sorunca “M.C.” cevabını alır. Arkada lardan biri “M.C.”nin hangi airin ba harflerini simgeledi ğini sorunca Be ir Fuat,

Onu aramaya zahmet çekmeyiniz, nam-ı müstear olmak ihtimali de vardır, Fakat asıl M.C. harfleri imza de ğil kailin sıfatıdır. Malumunuz “Cim karnında bir nokta demektir” 223 fakat böyle i arete de hâcet yok idi. Kari’ler eserden müessire intikal edebilirlerdi”. cevabını verince A ık Garip hiddetlenir. Be ir Fuat, Âık Garib’in bu hiddet dolu ifadelerini istihza yollu aktarır:

Artık çok oldunuz bu kadar tecavüzatta bulundunuz, hiç ses çıkarmadım, tahammül ettim. Bu kadar haksızlık kubbe-i semayı lerze-nak, ecram-ı ulviyeyi çak çak, âsumânda melekleri girye-bar, cehennemde zebanileri hande-nisar eder. Ey gafiller dinleyin! (O aralık vapur bir iskeleden hareket etti ği cihetle çarhın gürültüsü i itilir) u sada-yı deh et-efzaya kulak verin! “Jüpiter” size haddinizi

nin ortasında bir nokta bulunmaktadır. Divan iirinde(ج ) Arapça “c” sesinin gösterildi ği “Cim” harfi 223 harfinin ba tarafı gibi (م ) veya nokta (.) gibidir. Sevgilinin a ğzı da (م ) sevgilinin a ğzı “M” harfi nin(ج ) harfi nokta ( .) gibi olunca, “Cim” harfi (م ) .gösterilirken bu bir nokta ( .) eklinde gösterilir i aret etmi olur. Buradan hareketle Be ir Fuat “M.C.” imzalı (م ) ortasındaki nokta da mim harfine yazının yazarının ba harflerinin “M. M.” oldu ğunu ima etmektedir. Buradaki harfler de M. Mehmet Tahir’in isminin ba harfleridir.

126

bildirmek için yıldırımlar ya ğdırıyor. Bakınız! Derya bile u cüretinize ne derece gazablanmı . A ğzından saçtı ğı köpükler (çarhın hareketinden hâsıl olan köpükten ba ka bir ey görmedik) vapuru gark edecek. Bir ikinci tufan olacak, çünkü iirin kılına dokunmak iraze-i kâinatı ihlal eylemektir! 224

Hiddetinin kar ılı ğında A ık Garip,

“(…) sen galiba vapura yanlı binmi sin. Bu Rumeli vapuru, Topta ı’na gitmek niyetinde oldu ğunu bileydim daha köprüde iken “Üsküdar vapuruna bin!” diye ihtar ederdim”. cevabını alınca daha da hiddetlenip fen aleyhine yetmi bin beyitli bir hicviye yazaca ğını söyler. Be ir Fuat hikâye eklinde kurguladı ğı yazının kurgu kısmını Â ık Garib’i arkasına bakmadan bir eyler söyleyerek uzakla tı ğını anlatmakla nihayete erdirdikten sonra M. Mehmet Tahir Bey’in tartı manın çı ğırından çıkmasına ve mihverinin de ğimesine sebep olacak bu tür manzumeleri Gayret ’e almaması temennisiyle yazısını bitirir.

M. Mehmet Tahir, Be ir Fuat’ın “Yetmi Bin Beyitli Bir Hicviye” yazısına, “Be ir Fuat Beyefendinin ‘Yetmi Bin Beyitli Bir Hicviye’ Ünvanlı Makalelerine Mukabele ve Sükut” 225 ba lıklı, Âsâr ’da çıkan yazıyla cevap verir. Ba ta her ne kadar cevap vermek istemedi ğini söylese de M. Mehmet Tahir, ahsına yöneltilen alaycı ifadelerden ötürü mukabelede bulunmak zorunda kaldığını söyler. Çünkü iir iktidarına dair bir i aretinin olmadı ğını söyledi ği Be ir Fuat’ın Namık Kemal ve Abdülhak Hamit’i ele tirmesine öfkelenmi tir. Be ir Fuat’ın nakletti ği Fuzuli’ye ait fakat Ziya Pa a’ya atfedilen mısraa dair tashihi yaptıktan sonra “aldanma ki air sözü elbette yalandır” mısraının Fuzuli dönemindeki kadim airler için söylendi ğini ifade eder. “Đsti ğrak” bahsinde Be ir Fuat gibi mütefenninleri “isti ğrak”la suçlayan M. Mehmet Tahir bu sefer Ar imed’i “Evreka, Evreka!” sözleriyle sokaklarda çıplak gezdiren eyi istiğraka ba ğlayarak isti ğrakı ve yine onun “Hariçte bir nokta-i istinat bulsa idim küre-i arzı devrinden alıkordum” sözüyle de azameti över. Bu övgü “Bir Mütefenninle Bir

224 Be ir Fuat, “Yetmi Bin Beyitli Bir Hicviye”, Saadet , nr. 494, 23 A ğustos 1886. 225 “Be ir Fuat Beyefendinin ‘Yetmi Bin Beyitli Bir Hicviye’ Ünvanlı Makalelerine Mukabele ve Sükût”, Asar , nr. 14, 21 A ğustos 1302 (2 Eylül 1886).

127

air” manzumesindeki parantez içine alınan “isti ğrak ile” ve “azamet ile” ifadelerinin övgüsüdür aynı zamanda.

M. Mehmet Tahir devamla Newton’u yerçekimini buldu ğu zamanki müsta ğrak haliyle ve sair mütefenninleri de isti ğrak halleriyle över. Ayrıca edebiyat hakkında yorum yapacakların da edebiyata dair kaideleri bildikten sonra ele tirilerini yapması gerekti ğine, böyle olmadı ğı takdirde “kalb”e ait yorumların yanlı olaca ğına vurgu yapar. Be ir Fuat bu yazısına mukabelede bulunursa bahsin neticesi mü ateme (küfürle me)ye varaca ğı için artık cevap veremeyece ğini de ifade ederek yazısını bitirir.

M. Mehmet Tahir’in Asar ’da çıkan mukabele yazısına Be ir Fuat, Saadet gazetesinde yayımlanan “Çevir Kaz Yanmasın” ba lıklı yazıyla cevap verir. Fuat’ın öfkesi henüz dinmemi tir. Çünkü ona göre “Bir Mütefenninle Bir air” manzumesi açık açık ahsını hedef aldı ğı halde, M. Mehmet Tahir ne bu tezyifi anlamayacak kadar safderun ne de anlayı tan mahrumdur. Be ir Fuat, “M.C.” imzalı manzumeyi M. Mehmet Tahir’in yazdı ğına dair söylentilere ra ğmen yine de manzumenin dı arıdan gönderildi ğini kabul edip de ğerlendirmelerini yapar. Gerçi “Hugo”ya dair yazıların sonunda münazara kurallarının dı ına çıkanlara tenezzül edip cevap vermeyece ğini söylemi tir. Fakat M. Mehmet Tahir’in bunu fırsat bilip M.C. imzalı yazının yayınlanmasına izin verdi ğine ve a ğır bir üslup kullanarak mukabelede bulundu ğuna kanaat getirdi ğinden ona cevap verecektir.

Be ir Fuat yazısının mukabele kısmının daha ba langıcında -her ne kadar bununla M. Mehmet Tahir’i kastetmedi ğini söylese de- onu müsta ğrak haliyle ele tirecektir.

Tuhaf de ğil mi, Tahir Beyefendi, “Zira bir muallim-i edebin tabir-i üstâdâneleri veçhile kalpten geliyordu” sözünü üzerlerine almı lar! Zannederim ki makaleyi okurken gazaptan gözlerini kan bürümü veya âlem-i hayal ve isti ğraka dalmı bulunmalıdırlar ki o ibareyi üzerlerine almaya kendilerinde istihkak görmü ler! 226

226 Be ir Fuat, “Çevir Kaz Yanmasın”, Saadet , nr. 509, 13 Eylül 1886.

128

Be ir Fuat’ın ifadeleri artık müstehziyanedir. M. Mehmet Tahir’in Be ir Fuat’ın henüz do ğru dürüst bir edebiyat kitabını mütalaa etmeden Namık Kemal ve Abdülhak Hamit’i de ğerlendirdi ği kanaatine cevabı da “Bum!!!” diye ba layacaktır. Gerçi Be ir Fuat, Namık Kemal’in büyüklü ğünü inkâr etmedi ğini söyler. Lakin neticede Namık Kemal de bir insandır ve insan “layuhti” (hatasız) olamaz. Namık Kemal ve Recaizade Mahmut Ekrem’in “Menazır” sözcü ğüne farklı ekillerde anlam vermelerini örnek olarak göstererek 227 bu tezattan ancak birisinin do ğru olaca ğı dolayısıyla ikisinden birisinin hatalı oldu ğu kanaatini dile getirir ve böylece do ğruyu yanlı tan ayıracak olan ele tirinin bu yüzden gerekli oldu ğu fikrini savunur. Bu fikri savunmasındaki ölçüsü de udur:

Terakkiye edilen en mühim hizmetlerin biri ve belki birincisi mevcut olan sehv ve hataları tashih eylemektir. Her fert ise ‘alâ-kadri’l-imkân hâdim-i terakki olmak salâhiyetini haiz ve adeta öyle olmakla mükelleftir. Binaenaleyh bir insan bir hata gördü ğü vakit o hata her kimden sadır olmu ise olsun, onu ihtar etmek salahiyetini haiz ve belki bu vazife-i insaniyesi i’dadında dâhildir. Đ te bir salahiyet228 .

Be ir Fuat daha önce hayali hakikate tercih eden airlerle alay ederken bu sefer kendisini edebiyatla ilgili bir kitabı bile mütalaa etmemekle suçlayan M. Mehmet Tahir’i bizzat hedef alarak onun Haver mecmuasında yayınlanan “Mazi” 229 iirindeki Nezdime geldi bir meh-i gülten Parlıyordu lebinde bir hande “Venüs” inmi zemine zannettim Hayret ettim de nezdine gittim mısralarını aktardıktan sonra kendini savunur:

227 “Kemal Beyefendi’nin bazı sehvleri meydana konulsa bile yine öhret-i edebiyelerine halel gelmez; çünkü hiçbir insan yoktur ki hatadan kendini büsbütün âzâde edebilmi olsun. imdi size bir misal irat edeyim, Kemal Beyefendi, “Menazır bir fenn-i mahsusun ismidir; risalemin sekizinci sayfasında oldu ğu gibi, manzaralar manasını ifadede istimal olunmaz” diyorlar ( Gayret 27, sayfa 1 sütun 1). Hâlbuki i te Ekrem Beyefendi Takdir-i Elhân ’da: “Fakat tabiatı taklit etmek yani menazır-ı tabiiyedeki gizli gizli birtakım güzelliklerden…” ibaresini yazmı lar ve bu ibarede “menazır” kelimesini, Kemal Beyefendi’nin reyi hilafına olarak, manzaralar makamında istimal etmi lerdir! imdi bunun hangisine itibar edelim? Bunların ikisinin savâb olması mümkün olamaz ya? Ama siz bunların ikisini de âlî bulmayı iltizam edersiniz, birine kemalat-ı ulviye ve di ğerine nekais-i ulviyedendir der imi siniz. Böyle sözle bir eyin mahiyet ve hakikati ta ğyir olunamaz ya! Görüyorsunuz böyle büyük edipler de hata edebilirmi ve bunlardan sadır olan bazı hataları benim gibi acizler de fark ve temyiz edebilirler imi !” 228 a.g.m ., Saadet , nr. 509-510., 13-14 Eylül 1886. 229 M. Mehmet Tahir, “Mazi”, Hâver , nr. 4., 1 aban 1301 (27 Mayıs 1884), s. 105.

129

(…) tel’in-i dima ğa mübtela bir marizin hezeyanlarına rekabet edercesine birinci mısraı dördüncüye taban tabana zıt olan bir sözün kaili edebiyat ve iir hamisi olmaya kalkı abiliyor da bu derecede matuhane bir sözü bulunmayan neden edebiyattan, iirden bahs ve uaraya tariz etmek salahiyetini haiz olmasın?

Be ir Fuat, M. Mehmet Tahir’in ABC demeye ba lamadan önce kendisinin Hugo, Lamartine, Musset, Racine, Corneille, Moliere, Schiller, Goethe, Byron’ları okudu ğunu hatırlattıktan sonra “Aldanma ki air sözü elbette yalandır” mısraının eski edebiyatçılara yönelik bir yorumu barındırdı ğı fikrine de kar ı çıkar. Sözü eski ve yeni diye ikiye ayırmak yerine hakikî ve batıl eklinde mütalaa ile birincisini kabul etmek ikincisini reddetmek gere ğine vurgu yapar.

Be ir Fuat aslında “Bir Mütefenninle Bir air” yazısına cevap vermeyi dü ünmedi ğini lakin bu tür yazıların artmasının önüne geçmek için  ık Garip gibi bir ahsı kurgulayarak mukabelede bulundu ğunu böylece hayallerini hakikate tercih edenlere hayırlı bir nasihatte bulundu ğunu dile getirmektedir. Ayrıca, M. Mehmet Tahir’in Ar imed’in “Hariçte bir nokta-i istinad bulsa idim küre-i arzı devrinden alıkordum” sözünü yanlı aktardı ğını ve do ğrusunun “Bana bir nokta-i istinad verir iseniz dünyayı kaldırırım” eklinde oldu ğunu hatırlatarak M.Ö. 202 yılında vefat eden Ar imed’in M.S. 1473’te do ğan Kopernik’in “ke f ve tesis eyledi ği meslek-i (yahut mevkib) emsiye agâh” olamayaca ğını hatırlatır ve “mekatib-i aliyede ikmal-i tahsil etmi bir zat” olan M. Mehmet Tahir’in affedilmez bir hata yaptı ğını dile getirir. Ardından meseleyi alay yollu u ekilde de ğerlendirir: “bu hususta da zevk-i selim-i airanesini kendine siper ederek bunlar tarih ile bir mülatefe-i airanedir, bizlere mesagdır filan diyerek i i geçi tirmek ister, ama halk ne der”. M. Mehmet Tahir’e ii geçi tirmek noktasında bir kusur bulan Be ir Fuat bunu söylerken kendisinin yanlı lıkla Ziya Pa a’nın oldu ğunu söyledi ği “Aldanma ki air sözü elbette yalandır” mısraını unutmu daha do ğrusu geçi tirmi gibidir230 .

230 Be ir Fuat’ın bu hatası matbuat ortamında hemen de geçi tirilmeyecektir. Be ir Fuat “Usul-i Talim” kitabının ba ına Ziya Pa a’nın Đster isen anlamak cihânı / Ö ğrenmeli Avrupa lisanı beytini Bilmek istersen cihanı / Ö ğren ecnebi lisanı eklinde yazmı . Buna Fuzuli’ye ait mısranın da hatalı bir ekilde Ziya Pa a’ya atfedilmesi eklenince Âlî imzalı Be ir Fuat’ın “Nekais-i Ulviye Meftûnu” dedi ği biri Be ir Fuat’ı alaya alır ve “Bu yanlı lık hayaliyûna göre ma’füvv olsa da hakikiyûna göre affolunur hatalardan değildir” der (Âlî, “Dezgir Kim Oluyor”, Saadet, nr. 501, 31 A ğustos 1886). Bunun üzerine Be ir Fuat,

130

Be ir Fuat, M. Mehmet Tahir’in fen erbabının “isti ğrak” hallerine dair yorumunu da yanlı bulur ve onların isti ğrak diye gösterilen hallerine “tefekkür ve

Saadet ’in kısm-ı edebîsini idare eden Muallim Naci’ye bir yazı gönderir (“Aynen Varaka”, Saadet , nr. 503, 2 Eylül 1886). Yazısında Fuzuli’nin mısraını bir air lisanından Ziya Pa a’ya ait olarak i itti ğini ve Ziya Pa a’ya ait beyti de on iki sene evvel Ziya Pa a merhumdan dinledi ğini fakat her nasılsa hatırında öyle kaldı ğını ifade eder. Ancak hatırındaki bu beyti vezinsiz aktarmı tır. Hatasını kabul etmekle birlikte Be ir Fuat “Sahib-i varaka aklını, zihnini elfâza hasretmeyip de bir parça da ruh-ı meseleyi anlamaya sarf edeydi, o hataların ne derece ehemmiyetsiz oldu ğunu anlardı” der ve “muhibb-i hakikat” oldu ğu için hatasını itirafta acele etti ğini söyler. Muallim Naci yayımladı ğı bu yazının altına Be ir Fuat’ın da dedi ği gibi bunların “esas-ı meseleye dokunur yeri” olmadığını ekler. Bu sefer Âlî, Muallim Naci’ye bir yazı gönderir ve yazısında Be ir Fuat’ın “muhibb-i hakikat” olu undan ötürü hatasını dile getirdi ğini ifadeyle te ekkürlerini arz eder. Nitekim Be ir Fuat’ın yerinde mütefennin geçinenlerden birisi olsa te ekkür etmek öyle dursun dü manlık besleyece ği kanaatindedir. Ancak Be ir Fuat’ın Fuzulî’nin mısraını bir air lisanından i itti ğini söylemesini dile getirmesi üzerine bahsedilenin “ air” de ğil “müte air olabilece ğini kaydeder. Sebebini de u ekilde açıklar: “Edebiyat-ı Cedîde”ye intisâb davasında bulunan bazı müte airîn-i zamane, âsâr-ı eslâfa nigâh-endâz-ı ra ğbet olmazlarsa da hiçbir air ve muhibb-i iir yoktur ki cenâb-ı Fuzûlî'nin divânını nazar-ı mütâlaaya almasın (Âlî, “Varaka”, Ceridetü’l-Hakayık , nr. 19, 4 Eylül 1886). Be ir Fuat, Âlî’ye mukabele yazısında fen erbabının da airler gibi hata yapabilece ğini ve hatalarını görünce bundan döndüklerini ifadeyle airlerin hatalarını düzeltmek öyle dursun cehaletlerinden ötürü hakikati tahrif edip bunu hüsn-i selimlerinin bir gere ği oldu ğunu söyleyerek yorumladıklarını ifade eder. Ayrıca bilim adamlarının aruz kaidelerini ezberlemeye mecbur olmadıklarını fakat bir fikrin hakikate uygun dü üp dü medi ği konusunda vukuflarından ötürü söz sahibi olduklarını ve Namık Kemal’in 28 numaralı Gayret ’te askerî bir terim olması gereken “daru’l-harb”i fıkhî bir terim olan “daru’l-cihad”la kar ılamasının yanlılı ğına de ğinir. Burada Be ir Fuat, Namık Kemal’i mazur görür: “Kemâl Beyefendi'nin vâki olan iddiaları benim gibi on iki sene askerlik etmi bir adam tarafından sâdır olaydı, büyük ve âdeta affolunmaz bir hatâ addolunabilirdi. Hâlbuki Kemâl Beyefendi fünûn-ı askeriyeyi bilmekle mükellef olmadıklarından u vukufsuzluktan dolayı muâteb tutulamazlar. Maahazâ benim sehvim bundan çok ehvendir. Çünkü sehv tamir olunduktan sonra benim iddiama asla halel gelmiyor. Hâlbuki Kemâl Beyefendi'nin hatâsı tashîh olundu ğu sûrette esas-ı iddia bâtıl oluyor.” Be ir Fuat, bir asker oldu ğu için sözün kıra kıra söylenmesinden ho lanmadı ğını ne söylenecekse açık ve net ifade edilmesinden yana oldu ğunu ifadeyleÂlî’nin tartı mak istiyorsa müsteardan vazgeçip mertçe mübahese meydanına gelmesini ister. Yoksa saman altında su yürütme davasında ise Zannetme ki cevâbsız kalırsın / Bizden böyle âferinler alırsın ihtarıyla sözünü bitirece ğini söyler (Be ir Fuat, “ Âlî Me ğer Lâ- yefhemûndan Đmi !”, Saadet , nr. 507, 7 Eylül 1886 ). Âlî mukabelesinde yine romantiklerde görülen hataların realistlerden sadır olu unu affetmez. Nitekim Emile Zola gibi bir romancı Đstanbul âlemini tasvire ait roman yazsa ve romanda bir oda tasvir edilirken duvarda Sâib-i Đsfehânî’nin bazı mısralarının asılı oldu ğu bir kıt’anın oldu ğunu dile getirse bu affedilecek hatalardan mıdır? “i ğneden sürmeye kadar odada ne var ise mahsuslarıyla tarife kalkı an ve hayaliyûnu daima tezyife çalı an ‘Emile Zola’dan sudur etti ği için” bu affedilmez. Âlî, Be ir Fuat’ın Namık Kemal’in hatalarına de ğindi ği kısmındaki bilgilerin de doyurucu olmadı ğını ifadeyle yazısının sonlarına do ğru Be ir Fuat’a yaptı ğı hataları hatırlatan bir istihzada bulunur: “Lakırdının ba ını gözünü yârdık" derler ama, “Lakırdıyı kıra kıra söylemeli” tabirini iitmedim. Sakın fıkra-i mezkûre hîn-i tercümede beyt-i ma’hûd gibi tahrife u ğramasın!”Âlî, yazısının ba lı ğının anlamı olan “kimse ayranım ek idir demez”de oldu ğu gibi bir mukabelede bulunmu tur (“Kes Ne Gûyed ki Dûg-ı Men Tur -est”, Saadet , nr. 512, 16 Eylül 1886).Muallim Naci ikisi arasındaki yazı manın uzadı ğını Be ir Fuat’ın Âlî’ye son yazısından ötürü cevap verdi ğini fakat “sertçe dü tü ğünden” yayımlanmadı ğını ifade ile ikisinin matbaada bulu up söyle tiklerini ve ba lı ğı “Bence barı sava tan daha hayırlıdır” anlamına gelen bir yazıyla ilan eder. Muallim Naci tarafların anlayı ını isabetli görmü tür: Vâkıâ Fuad Beyefendi beyti de ğitirmi , mısraı da ba kasına isnad etmi ise de bu sehvlerin -evvelce de söyledi ğimiz vech ile- esas-ı meseleye halel vermedi ği Âlî tarafından dahi tasdik olunmakla ortadaki mükâtebenin bir nizâ-ı lâfziden ibaret oldu ğu hîn-i mü âfehede bütün bütün meydana çıktı ğından tarafeyn artık bu yolda yazı maktan keff-i hâme etmeye karar verdiler. Pek de isabet ettiler(Muallim Naci, “Nezdik-i Men Sulh Bihter zî-Ceng”, Saadet , nr. 517, 22 Eylül 1886). Be ir Fuat Naci’nin yazısından sonra “meseleyi ciddiyet dairesinden çıkarmak emelinde bulunmadı ğını” ifade eden bir yazı yazdı ğını Âlî Efendi’nin yazıyı okudu ğunu ve meseleye netice vermek üzere yazaca ğı cevaba bir kar ılık vermeme kararında oldu ğunu, mübahesenin vukuuna teessüfünü dile getirdi ğini ifadeyle daha önce ileri sürdü ğü iddiaların do ğrulu ğunu dile getiren bir yazı kaleme alır (Be ir Fuat “Aynen Varaka”, Saadet, nr. 521, 27 Eylül 1886) .

131 teemmül (meditation)” demenin daha do ğru oldu ğu kanaatini dile getirir. Yazısına M. Mehmet Tahir’in kalp ve ruh hakkındaki görü lerine ansiklopedik bilgileri de dâhil ederek devam eden Be ir Fuat bu ekilde M. Mehmet Tahir’e delilleriyle cevap verir ve ona bir ders verdi ğini söyleyerek u hülasada bulunur:

Müzeyyifane bir manzume ne rettiniz, müdafaa-i me ruada bulundum. Buna ta’riz süsü vererek techil yollu cevap yazdınız, üzerinize u mukabeleyi davet ettiniz. Tekrar yazar iseniz yine yazarım. Sükût ederseniz, ben de sesimi çıkarmam, ber-minval-i sabık bahsimize devam ederiz. Suret-i zahirede ihtiyar-ı sükût edip de ba ka nam ile Gayret veya Âsâr ’da tecavüzkarane aleyhimde bir ey ne rolunur ise, sahib-i imzaya katiyen iltifat etmem sizi kendime muhatab tanırım, malumatınız olsun 231 .

Yukarıda görüldü ğü gibi tartı ma kar ılıklı saygı anlayı ından uzakla mı tır. Özellikle yazarı belli olmayan bir manzumenin neredilmesi kar ılıklı güveni sarsmı , “isti ğrak” bahsi de bir çözüme kavu turulamamı tır. Üslubun sertle mesi, kar ılıklı güvenin azalması, hayal-hakikat çeki mesi ve son olarak “isti ğrak” bahsi ba ka simaların da tartı maya dair kanaatlerini bildirmesine sebep olacaktır. Aslında “Hayaliyun-Hakikiyun Tartı ması”nda tartı ılan mevzular XIX. Asrın sonuna kadarki matbuat ortamında tekrar ele alınmı ve sonraki dönemlerde farklı boyutlarda tartı ılmaya devam etmi tir. Ama biz imdilik “Hayaliyun-Hakikiyun Tartı ması”nın matbuat ortamında büyümesine ve neticede son bulmasına sebep olan yazılar üzerinde duracağız.

3.1.2. Matbuat Ortamında Tartı manın Büyümesi

M. Mehmet Tahir iirde hayalin savunucusu Be ir Fuat da hakikatin müdafii ve hayalci airlerin alaycısı üslubuna devam etmektedir. Ama yine de “M.C.” imzalı manzumenin kime ait oldu ğu netle memi tir. Hayalci airlere, imzalarını gizleyenlere ve uydurmacılara çok kızdı ğını belirten Ahmet Mithat Efendi, bu vesileyle iir ve fen

231 Be ir Fuat, a.g.m ., Saadet , nr. 510., 15 Eylül 1886.

132 hakkındaki kanaatlerini dile getiren iki yazı kaleme alır. Yazılar Tercüman-ı Hakikat ’te yayımlanmı tır.

Đlk yazısında 232 Ahmet Mithat, Be ir Fuat’ın Saadet ’te yayımlanan “Yetmi bin Beyitli Bir Hicviye” ye dair iki ki i arasında geçen bir muhavereye uzaktan kulak misafiri oldu ğunu fakat “kalben pek yakından ve kemal-i ehemmiyetle telakki etti ği mübaheseden olmakla kur un kalemle derhal zabt olunarak” bu muhaverenin derç edildi ğini söyler. Muhaverede isimlerinin ba harfleri C ve M olan iki ki i konu maktadır. Ahmet Mithat Efendi bu yazı ile “Fen ve iir ve i’r-i Fennî” ba lıklı yazısı için bir ön hazırlık yapmı tır.

Yazıda hayal-hakikat, isti ğrak ve bu meselelerle ilgili olarak hayalci airler ve bilim adamlarının yakla ımları konu edilmektedir. Yazıda genellikle taraf tutmayan bir anlayı sergilenmeye çalı ılmaktaysa da Be ir Fuat’tan yana bir tavır alındı ğı görülmektedir. Nitekim konu macılardan biri,

“Demek oluyor ki bu meselede Fuat Beyin tarafındasınız?” diye sorunca,

Yalnız ben mi ya? Đ te Fuat Beyin ıspatına göre a’zam-ı üdeba reis-i uara Kemal Beyefendi hazretleri dahi iir hakkındaki hükümleriyle Fuat Beyin sözünü tasdik ediyorlar imi . Kemal beyefendi hazretlerinin hükmünce airlerin bir hali var imi ki o da nazar-ı hayallerini bir noktaya sevk ettikleri zaman tabiat kendi hazinesinde ne kadar cevahir ve bedayi’ var ise kâffesini airin ayakları altına saçmı olsa air hiçbirisini göremezmi .

eklinde bir cevap alır. Hayalci airleri ve onların içinde bulundukları isti ğrak halini ele tiren ki i yazıda Ahmet Mithat Efendinin sesi gibidir. Yazıda Ahmet Mithat kendine gönderme yapmayı da ihmal etmez. A ağıdaki ifadeler Ahmet Mithat’ın 1883 ve 1885’te hayal-hakikat, iir ve fen bahsinde hayalci airleri ele tirirken dile getirdi ği dü ünceleriyle de benzerlik göstermektedir:

232 “Mütenevvia”, Tercüman-ı Hakika t, nr. 2461, 28 A ğustos 1886.

133

airler çiçeklerden, bülbüllerden, çemenlerden, mehtaplardan ho lanırlar imi . Bunların nesinden ho lanırlar. Bana bunu tayin etmelidirler. Ben iddia ederim ki bunların nesinden ho landıklarını kendileri bilmezler. Mücerret öteden beri bunların ho lanacak eyler olduklarını i itegelmi oldukları için ho lanıyoruz zannederler. Bir eyden ho lanmak o eyi tanımak lazımdır. Çimenleri, çiçekleri tanımak için ilm-i nebatat görmelidir. Geçenlerde bir bend-i mahsusunda Ahmet Mithat gül ile bülbülün münasebeti hakkında airlerin hatasını meydana koymu idi. Bülbülün feryadını güle olan a kındandır zannedip de o cihetle ho lanmaktan büyük çocukluk mu olur! Resim levhasını tema a eyleyen çocuklar yaldızına filanına kapıldıkları halde ehl-i vukuf o levhadaki dekaik-i sanatkâraneye hayretle kemalini ispat eyler levha-i tabiattaki dekaiki behemahal tetkikat ve tetebbuat ile veyahut o tetkikat ve tetebbuatın semeratı olan kitapları mütalaa ile anlamak kabildir. Yoksa bir air gülün kırmızı rengini be ğendi ği halde o rengi yanlı gördü ğünden bahisle bir iddia edilecek olur ise aırıp kalmak suretiyle mi zevk-i selimini ispat etmi olur?

Yazıda Be ir Fuat’ın “ iirin makbul olan ciheti her zaman terakki eder ve mazhar-ı ra ğbet olur” ifadelerinin itiraz edenlerce daha iyi anla ılması için ayrıntılandırılması gere ğine vurgu yapılmaktadır. Ayrıca iiri “isti ğrak namıyla kendisini kaybedenlerin saçmalarından ibaret” zannedenler ele tirilirken, iir “lisan-ı hakikatin en müzeyyen sözleridir diye telakki” edilmekte ve bu iiri yazacak airin de “istinbat” edece ği hakikatleri kendi airiyetiyle tasvir ederek be ğendirmesi gere ğine de ğinilmektedir. Yazının sonuna do ğru bir airde bulunması arzu edilen özellikler belirtilmektedir: “Fikir ve bakı ları marifet nurlarıyla aydınlanan milletlerin airi de “ Kemal Bey’in Cezmi ’si gibi olmaz. Öyle kendisini kaybedip de yerde midir gökte midir bilmemezlik etmez. Söyledi ği sözü herkese dinletir”.

Ahmet Mithat isimlerinin ba harfleri C ve M olan iki ki iyi konu turarak denebilir ki “M.C.” imzalı “Bir Mütefenninle Bir air” manzumesinin gerçek yazarını ortaya çıkarmaya çalı maktadır. Nitekim Be ir Fuat bu manzumenin kime ait oldu ğunu söyleyece ği zaman bu harflerin ça ğrı ımından hareket edecektir. Ahmet Mithat’ın ikinci yazısı iir ve fen ili kisine dair olacaktır.

134

Ahmet Mithat yazısının bir uydurma olmadı ğını ve köprüden kar ıya geçerken vapur yolcularıyla aralarında geçen bir muhaverenin neticesi oldu ğunu söylese de bu konu ma onun kurguladı ğı bir yazı gibidir. Ahmet Mithat yazısının giri inde imzasız yazı yazanlara kızdı ğını özellikle vurgulamaktadır. Dolayısıyla burada “M.C.” imzalı yazının kime ait oldu ğunu ö ğrenmek ister gibi görünüyor denebilir.

Vapurda hazır bulunanlardan biri “fennî iir”in fizik, kimya veya hesap ve hendese ile ilgili fenlerin i aret ettikleri meseleleri yazmak eklinde oldu ğunu ve bu yolda yazılan bazı gülünç beyitleri hatırlatınca vapur yolcularından biri bunda gülünecek bir ey olmadı ğını ve airin maksadını güzelce anlatması durumunda bunu takdir edeceklerini söyler. Vapurdakiler, “Yeni programlar mucibince tahsil görmeyerek fen ne oldu ğunu ö ğrenmemi bulunan adamlara bu bahsi anlatmak ne kadar uzaktır!” hükmünü verince sorunun bu olmadı ğını hatırlatan Ahmet Mithat bu vesileyle airlere dair ele tirisini dile getirir.

Hakkınız var. Ama üdebamızdan bir takımı e ğerçi yeni programlar dâhilinde ders görmemi iseler de fen ne oldu ğunu anlayacak derecelerde mütalaa erbabındandırlar. Hele bir takımları henüz mekatib-i aliyede i te o yeni programlar dairesinde tahsil görmekte bulunan efendilerdir. Binaenaleyh maksadın tayin ve tebeyyün edememesine sebep ne programlardır ne fünun ve ne de erbab-ı fünun! Benim iddiama göre asıl sebep erbab-ı iirin kendi mesleklerini kendileri dahi anlayamadıkları için iktiza edenlere dahi yanlı anlatmaları kaziyesidir 233 .

Ahmet Mithat henüz iir mesle ğini bilmeyenlerin fen ve iir meselesine dair bilgilerini kusurlu görmektedir. Bu airlerden biri M. Mehmet Tahir midir de ğil midir, bunu Ahmet Mithat tasrih etmemektedir. Fakat “Hele bir takımları henüz mekatib-i aliyede ” ifadesindeki ince ele tiriyi, Be ir Fuat’ın “Çevir Kaz Yanmasın” ba lıklı yazısında M. Mehmet Tahir’in fen ve tarih bahsindeki bilgi yanlı lıklarını ele tirirken “mekatib-i aliyede ikmal-i tahsil etmi bir zat ” ifadesiyle kar ıla tırdı ğımızda aslında ele tirilen bu airlerden birinin M. Mehmet Tahir oldu ğu anla ılabilir. Bu ele tirisinden

233 Ahmet Mithat Efendi, “Fen ve iir ve i’r-i Fennî”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 2463, 1 Eylül 1886.

135 sonra Ahmet Mithat sözü kudemâdan, ya lı, fakat fikir bakımından birçok genç airden daha genç oldu ğunu söyledi ği vapur yolcularından birine bırakır:

Yahu! Đ te o mu’terizun-aleyh olan kudema-yı uaradan birisi de benim. Fakat bu bahislerde hiddet edecek kadar efkâr-ı kasıra erbabından de ğilim. Daha ziyade fikrimi izah lazım gelir ise ben de itiraf ederim ki meyden mahbuptan rindlikten filandan ibaret bulunan e ârı ben de be ğenmiyorum. O yolda eyleri söylemek dahi bir hüner addolundu ğu için eslafa peyrev olmaktan kendimizi alamıyoruz. Amma u fenni iir bahsine gelince bunu imdiye kadar ben anlayamamı oldu ğum misillü daha benim gibi anlyamamı bin adama dahi tesadüf etmekteyim. imdiye kadar bu bahsin bin defa gazetelere kitaplara filanlara yazılmı olmasından kat-ı nazar buyurulup da mesele bir daha hem de muhtasaran muvazzahen tarif buyu[r]ulursa minnettarınız olur kalır idim 234 .

airin bu sözlerinden sonra bakı lar Ahmet Mithat’a çevrilir. Ahmet Mithat da önce “fen”nin sonra “ iir”in ne oldu ğu izah edildikten sonra “ i’r-i fennî”nin tarifine geçilmesi gerekti ği kanaatini dile getirir. “Fen” bahsinde “efradını cami a ğyarını mani” bir tarif yapmayaca ğını söyleyen Ahmet Mithat bu konuda uzun uzun mübaheselere giri meyece ğini de ekler. Nitekim böyle olursa vapur dura ğına varınca bu konu ma bitmeyecektir. Ahmet Mithat “fen” için “mahsusat ve mü ahedatımız içinde hakiki olarak neler bilinir ise onlar fennî ıtlakına ayan olup zan ve vehim suretinden ibaret kalan malumat bu huduttan hariçte kalırlar” dedikten sonra “ iir” için “ iir dahi mü ahedat ve mahsusatımızda hüsnden, kubhtan her ne bulunur ise onun gerek letafetini ve gerek deh etini bihakkın meydana koymaktır” tarifini yapar. Vapurdakilerin arasından bu tarife kar ı çıkanlar olursa da bazıları istifade maksadıyla Ahmet Mithat’ın devam etmesini istemektedir. Ahmet Mithat yazısının devamında air oldu ğunu söyledi ği zatın “zevk-i selim ve tab-ı müstakim”e dair görülerini aktaracaktır. Bunlar Be ir Fuat’ın özellikle ele tirdi ği meselelerdi.

Zevk-i selim dedi ğimiz ey uaranın ezvak-ı selimesi midir? Đ te bu efkâr-ı cedide erbabı onların iirlerini dahi be ğenmiyorlar ki hatta zevk-i selimlerini

234 A.g.m.

136

be ğenebilsinler veyahut tab’-ı müstakimlerine ehemmiyet verebilsinler. Hakikat- i hal aranacak olursa hakları da görülür. Zira pir-i mugânı mertebe-i rububiyete ve mu ğbeçeyi bilmem nerelere vardırmak derecesindeki zevksizlikler tabiatsizlikler meydanda durur ve nesren yazılsa erbabını pek müthi muahezata duçar eyleyecek fahriyeler filanlar görülür iken öyle olur olmaz zevk-i selimi ve tab’-ı müstakimi efkâr-ı cedide erbabına kabul ettirebilmek muhaldir.

Ahmet Mithat, airin a ğzından dile getirdi ği sözlerle, pîr-i muganı mübala ğalı bir ekilde rubûbiyet makamına vardıran ayrıca zevksizlklerle, tabiatsizliklerle, fahriyelerle dolu iirler yazan airleri ele tirmektedir. Bu ele tiri Be ir Fuat’ın M. Mehmet Tahir’le tartı masında dile getirdi ği u sözleri hatırlatmaktadır: “Bu hüsn-i tabiat dedi ğiniz ey sakın deminden bahsi geçen “mübala ğa ile ülfet”in hüsn-i tabiri olmasın? Çünkü zannetmem ki bu ta’birden “kuvve-i mümeyyize” ve “hüsn-i mizan” manalarını murat buyurup da bunları da uaraya hasr ü tahsis edesiniz”. iir ve fen bahsinde Be ir Fuat’tan yana tavır alan Ahmet Mithat yazısına devamla vapur yolcularına unları söyleyecektir.

Fen demek hakikat oldu ğuna ve iir dahi tavsiften ibaret bulundu ğuna göre “ i’r- i fenni” dahi öyle ar -ı alaya çıkmak ve yahut yerin dibine batmak ve meyhaneci kefereyi rububiyet derecesinde büyültmek gibi asar-ı cinnetten ibaret de ğildir. Belki airin i tigal eyledi ği bahiste hakikat neden ibaret ise o hakikati tezyin eyleyen letafeti de meydana çıkarmaktır. Tabir-i di ğerle airin semend-i fesahatini oynataca ğı meydan öyle cehl ü cinnet meydanları olmayıp hakayık-ı fenniye meydanları olmalı da air dahi kendi kuvvet-i uuruyla tavsifat ve tasviratta gösterece ği hüneri i te o zemin üzerine göstermeli. 235

Ahmet Mithat’ın fen ve iire dair bu ifadeleri Be ir Fuat’a taraftarlı ğını daha net bir ekilde ortaya koyar. Ahmet Mithat airin u ğra sahasını “hakayık-ı fenniye meydanları”na çekmek ister. Victor Hugo kitabında Be ir Fuat’ın romantikleri tarihi olaylardaki gerçekleri, bir meseleyi teali ettirmek u ğruna hakikati de ğitirmelerine dair

235 A.g.m ., Tercüman-ı Hakikat , nr. 2464, 2 Eylül 1886.

137 benzer bir ele tiriyi Ahmet Mithat hayalci airlere yöneltir. Bunun için vapur yolcularına Nef’î’nindir diye hatırladı ğı

Sultan-ı Rum u Zengibar ahen eh-i gerdun-ı ilim beytini zikrederek buradaki tarih ve co ğrafya bilgilerine dair yanlı lıkları ve bu vesileyle bu tür “garaiplerden” uzak durma kanaatini dile getirir. Bu kanaatler dile getirildikten sonra vapur köprüye yana mı ve yolcular inmeye ba lamı tır. Vapurdakilerin kendi görü üne katılıp katılmadı ğını bilmedi ğini söyleyen Ahmet Mithat kudemadan oldu ğunu söyledi ği airin kendisinin sözlerini tamamen kabul etti ğini söylemektedir. Ahmet Mithat aire fikirlerini kabul ettirmekle bu yazıdaki amacına ula mı gibidir. Muallim Naci’nin “ Đrca-ı Nazar” manzumesini daha önce görmemi olan kudemadan aire bu manzumeyi tavsiye ettikten sonra vapurda geçen mühaverenin notlarını matbaaya vermek üzere ayrıldı ğını söyleyen Ahmet Mithat ba ka okuyucuların da henüz okumamı olması ihtimaline kar ı yazısının sonuna “ Đrca-ı Nazar” manzumesini ekleyerek yazısını bitirmi tir.

Ahmet Mithat Efendi’nin bu yazısından sonra M. Mehmet Tahir, Be ir Fuat’ın ihtarlı ve biraz tehdit ifadeleri içeren “Çevir Kaz Yanmasın” ba lıklı yazısına Gayret ’te çıkan “Mukabele 236 ” ba lıklı yazısıyla cevap verecektir. M. Mehmet Tahir yazısının giri inde Be ir Fuat’ın ricası üzerine Victor Hugo kitabına dair de ğerlendirmelerine ba layıp bu a amaya kadar gelen tartı manın durumunu özetledikten sonra ahsına ait ele tirileri bir kenara bıraktı ğını fakat Be ir Fuat’ın “Çevir Kaz Yanmasın” ba lıklı mukabele yazısında kendisinin cehline delil olarak getirilen bir iki hususa de ğinmek istedi ğini söylemektedir.

M. Mehmet Tahir öncelikle Ar imed’in milattan 202 sene önce eklinde verilen ölüm tarihini M.Ö. 212 eklinde tashih ederken bir gazetenin fennî kısmını idare eden Be ir Fuat gibi biri için bunun affedilmez bir hata oldu ğunu söyler. Ar imed’e dair yanlı bir tercümede bulunmadı ğını izah ettikten sonra Be ir Fuat’a istihza yollu öyle bir tavsiyede daha bulunur.

236 Bu yazı 33 sayı olarak yayımlanan Gayret mecmuasının son yazısıdır.

138

Edebiyat kitaplarıyla i tigali tavsiye etti ğim gibi, biraz da kamus ile tevaggulu tavsiye etsem bilmem ki yine darılır mısınız yoksa hayırhâhane bir ihtar olarak mı telakki edersiniz? 237

Bu tavsiyeyi isti ğrakın aslında Be ir Fuat’ın tanımladı ğı “meditation” sözcü ğünün kar ılı ğı oldu ğunu ifade etmek için yapmı gibi görünse de tavsiyedeki istihza hemen sezilir. Çünkü M. Mehmet Tahir, Be ir Fuat’ın sözlük bilgisinin eksik oldu ğu kanaatindedir. Bu yüzden alaylı bir ekilde edebiyata vakıf de ğilsin, sözlük bilgilerin de eksik, biraz çalı demek istemektedir. Be ir Fuat’ın Namık Kemal’in “bir air nazar-ı dikkatini bir noktaya hasrederse tabiat …ilh” sözünü hatırlatarak isti ğraka dair verdi ği bilgilerin de eksik ve hatalı oldu ğunu M. Mehmet Tahir u ekilde dile getirir:

Kemâl Beyefendi “Tabiat hazain-i bedayiini umumen saçsa yine air hiçbirisini göremez” diyorlardı. Hâlbuki “Erbab-ı fen tefekküre daldıkları vakit tabiatın umum hazain-i bedayiinden isti ğna göstermiyorlar” diyorsunuz. Ne garib safsata!!.. Kemal Bey “Bir air nazar-ı dikkatini bir noktaya hasrederse tabiat.. ilh.” demi ti. Bu cümlenin “hasretmek” kelimesine kadar olan kısmını hıfzettikten sonra kendi istedikleri gibi tefsir etmelerine ne demeli? air de nazar-ı dikkatini bir noktaya hasrediyor, âlim de. Đkisi de o nokta hakkında tetkikata giri iyorlar. Ancak icra ettikleri tetkikatta nokta-i nazarları ba ka.

“Kalb”e dair bahis hakkında da Hugo’nun Bücher kadar âlim olup olmadı ğını bilmedi ğini lakin Bücher’in Hugo kadar edip olmadı ğını bildi ğini söyleyen M. Mehmet Tahir biraz daha ileri giderek Hugo’nun Be ir Fuat’tan be on derece daha âlim oldu ğunu “pekâlâ” bildi ğini ifade eder.

Tartı manın bu a amasında Ahmet Mithat Efendi’yi Be ir Fuat’ın yanında görüyoruz. Ancak M. Mehmet Tahir yalnız kalmayacaktır. “Mukabele” yazısından yakla ık iki hafta sonra, a ırı santimantalli ği ile bilinen hocası Recaizade Mahmut Ekrem’in, Mustafa Re it’in Gözya ları 238 için yazdı ğı takrizde, edebiyatta fenne yer

237 Menemenlizade M. Tahir, “Mukabele”, Gayret , nr. 33, 19 Eylül 1302 (1 Ekim 1886), s. 132. 238 Mustafa Re it, Gözya ları , irket-i Mürettibiye Matbaası, Đstanbul 1304 (1886-1887), 64 s.

139 verenleri ve hayali alaya alanları kısmen de olsa alaya aldı ğı bir yazısı dikkati çeker 239 . Aynı eser için Be ir Fuat da bir takriz 240 yazmı tır ve bu durum R. Mahmut Ekrem ile Be ir Fuat arasında bir münaka aya sebep olmu tur. Takrizinde Mustafa Re it’i her ne kadar ba langıçta övse de Recaizade, edebiyatta fenne yer verenleri -dolayısıyla Be ir Fuat’ı- ele tirmektedir. Gözya ları için kendisi de bir takriz yazmı olan Be ir Fuat bu ele tiriye sessiz kalmaz, Saadet ’te çıkan ve edebiyatta santimantalli ği ile me hur, hayalcili ği savunan R. Mahmut Ekrem’i alaya alan bir yazı yazar. Hayaliyun-Hakikiyun tartı masına bakan yönüyle R. Mahmut Ekrem ve Be ir Fuat’ın de ğerlendirmelerine baktı ğımızda görece ğimiz udur ki hayalci air tipiyle bir mütefennin (bilim adamı) kar ı kar ıya gelmi tir. Genel hatlarıyla tartı maya de ğinelim:

Be ir Fuat “kudret-i edebiyesi”nin okurlarınca ve eserlerine dair yazdıkları takrizlere bakıldı ğında edebiyatçıların ileri gelenlerince de takdir edildi ğini ifade etti ği Mustafa Re it’i Gözya ları kitabı dolayısıyla tebrik eder ve onun eseri için kaleme aldı ğı takrizde gözya ı bezi (gudde-i dem’iye)ne ula an katrenin gözya ı halinde ortaya çıkı ını “efsus ki gudde-i dem’iye dahi dima ğdan telgrafla aldı ğı iddetli emirler üzerine beni tarda mecbur olur” eklindeki ifadesini hakikate muvafık bulur, ardından onun edebiyat içinde fenne yer vererek hakikati hayale feda etmeyi ini destekler ve takdir eder:

(…) böyle hem hakikate muvâfık, hem cemiyetli ve hem de gayet tabiî bir te bihi hâvî olan ifâdeler her edibin kalemine müyesser olur eylerden de ğildir. Muhibb-i hakikat olanlardan hiçbir kimse tasavvur edemem ki bu sözünü takdir etmesin! Vâkıâ sermâyeleri hayal ve binâenaleyh eserlerinde hakikat bulmak beyâbanda menbâ ke fetmek kadar müteassir olan bazı hayal-perestân “dima ğ” tabirini ho görmeyip, “Hissiyât-ı â ıkanenin kalpte kopardı ğı fırtına seylâb-ı gamı cû u hurû a getirdi” yollu saçmaları tercîh etmek isterler ve belki hakikati hayale fedâ etmekte kendileriyle hem-hâl olmak istemedi ğin için aleyhinde vızıldarlar ise de bunların ne ehemmiyeti olabilir? Hakikati kendine rehber

239 Recaizade Mahmut Ekrem, Takrizât , Kostantiniye, 1314 (1898/1899), 78 s.; Takrizat ’ta Gözya ları için yazılan takrizin 3 Te rinievvel 1886 tarihli oldu ğu kayıtlıdır. 240 Be ir Fuat, “Takriz”, Mustafa Re it, Gözya ları , irket-i Mürettibiye Matbaası, Đstanbul, 1304 (1886- 1187).

140

ittihâz etmekteki heves ve arzunun derece-i metânetini âsâr-ı fiiliyesi irâe ediyor. Đfâdendeki isabet ve nükteyi fark ve temyizden âciz ebpere-tab’ânın iltizâm-ı zalâm eylemesi mihr-i münîr-i hakikatten istinâre eylemek hususunda gösterdi ği evk ve gayrete halel îrâs edemeyece ğinden eminim! 241

Be ir Fuat’ın takrizindeki bu övücü ifadeler bir yana, Recaizadenin eser için yazdıklarına bakılınca “takriz”ini bir “ta’riz”in takip etti ği görülür. Öncelikle, Recaizade “Gözya ları ne mübarek ey”, “gözya ı vesile-i nüzul-i rahmettir”, “çehre-i yetimânede bir letâfet-i melekâne ile memzuç hüzn-i semâvî”… gibi ifadelerle gözya larını metheder ve devamla gözya ının kendisi ile airler için ne kadar önemli oldu ğunu dile getirir:

“Talîm…”de “bazen bir damla gözya ı bir bürhandan kuvvetlidir” demi idim. Ne kadar nâkıs söylemi im! Eâlî-i hissiyâtı.. eâzım-ı ihtirasâtı gözya ı kadar belâgatle tebyin edecek ba ka ne vâsıta bulunacak?

üküfte bir gül-gonce-i letâfet üzerindeki jaleleri bazen bir güzel çehrede gözya ına benzetiyorlar.. Ho a gidiyor. Soluk bir rû-yı melekânedeki gözya ını bazen sarı bir gülde jaleye te bih ediyorlar.. Seviliyor. Đ te böyle en lâtif, en nâzik eylere mü ebbeh ve mü ebbehün-bih olmak meziyetini hâiz oldu ğu içindir ki gözya ı airlerce pek muhterem, pek mühimdir!

Hele ben o kadar air de ğil iken de -bilmem za’f-ı kalbiyemden midir nedendir?- girye-âmîz, bükâ-engîz eyleri pek severim 242 .

Recaizade için “pek muhterem” olan gözya ının, hem airler hem de kendisi için önemli olan tarafı dikkat edilirse bir hayal unsuru olan te bihe bakan yönüdür. Recaizade, Mustafa Re it’in gözya larını ele alı ını yerinde görmekle -hatta konuyu daha geni tutmanın yerinde olaca ğını ifade etmekle- birlikte gözya larını fennî ifadelerle izah edi ini 243 u ekilde ele tirmektedir:

241 Mustafa Re it, “Gözya larına Takriz (Be ir Fuat)”, Gözya ları, Đstanbul 1304 (1886-1887), s. 17. (Takrizin tam metni için bkz. Be ir Fuat, iir ve Hakikat , “Gözya larına Yakriz”, Haz. Handan Đnci, YKY, Đstanbul, 1999, s. 321-322. 242 Recaizade Mahmut Ekrem, Takrizât , Kostantiniye, 1314 (1898/1899), s. 23-24. 243 Mustafa Re it, Gözya ları ’nın mukaddimesinde gözya ını öyle tarif eder: “berrak, rayihasız, tuzluca bir mâyidir; tahminen yüzde doksan dokuzu su ve bâkisi klor sodyum, fosforit sud ve fosforit kilsten

141

“iiri fenlendirmek veyahut fenne iir katmak lâzımdır” fikr-i nev-zuhûruna bir taraftar-ı zî-iktidâr oldu ğunuzu anlatmak veyahut “fizyoloji” bilinmedikçe gözya ından bahsolunamayaca ğı iddiasıyla meydana çıkabilecek mu’teriz-i mütefenninlere bir cemîle ibrâz etmek için mi bu iltizâm-ı mâ-lâ-yelzeme dü tünüz?

Mustafa Re it, eserinin mukaddimesinde“Fizyoloji gözya ı hakkında henüz son sözünü söylememi ise de bu mâyiin gözlerin “medâr-ı ayn”da sühûletle dönmesi için iddet-i lüzumu ve fıkdânı hâlinde birçok emrâz-ı ayniyenin zuhûr edece ği beyne’l- etibbâ müttefekün-aleyhtir” der. Bu sözler ciddiyetle telakki edilse, âlemde a ğlamanın ne oldu ğunu bilmeyenlerin ve en müessir facialar kar ısında kayıtsız tebessüm edenlerin bir faydasının olabilece ği hükmünü çıkarır. Recaizade M. Ekrem bu fıkradan “kimlerin ne yolda istifâde edeceklerini bilemem” diyerek i ğneleyici sözlerine istihzayı da katar. Mukaddimenin sonundaki “Gözya ı kadar küçük, gözya ı gibi rikkat-engîz olan bu risâlenin mütalaası bâis-i kelâl olmaz sanırım” ifadesinin edebi sanatlardan “terdîd”e “bir nev-i di ğer” ekledi ğini dile getiren Recaizade M. Ekrem gücenmeyece ğini bilse Mustafa Re it’e unu söyleyece ğini ifade eder:

“Bilmem eyleyecek girye midir hande midir”

Bu ifade Gözya ları ’na “güler misin a ğlar mısın” yollu bir istihzadır. Tabii iğneleyici ve istihzalı ifadeler Be ir Fuat’ın dikkatinden kaçmaz. Bu yüzden Be ir Fuat, Saadet ’te çıkan “A ğla Hey Gözlerim A ğla!” ba lıklı yazıyla 244 Recaizade’nin “Gözya ları Đçin” takrizindeki ele tirilere mukabelede bulunur: Mustafa Re it’e yazdı ğı takrizde; “Vâkıâ sermâyeleri hayal ve binâenaleyh eserlerinde hakikat bulmak beyâbanda menbâ ke fetmek kadar müteassir olan bazı hayal-perestân hakikati hayale fedâ etmekte kendileriyle hem-hâl olmak istemedi ğin için aleyhinde vızıldarlar” ifadesini hatırlatarak Recaizade’nin yaptı ğı alaycı ele tirilerin mesle ğine yapılmı bir “taarruz” oldu ğunu ifade eder ve Recaizade’nin “fizyoloji bilinmedikçe” ve “Fizyoloji gözya ı hakkında henüz son sözünü söylememi ise de” diye ba layan ele tirilerini

mürekkep olup bundan ba ka daha bazı emliha âsârını ve miktar-ı cüz’-i eczâ-yı uzviyeyi hâvidir” ( Yeni Türk Edebiyatında Önsözler (Bir 19. Yüzyıl seçkisi), Haz. Hakan Sazyek-Esra Sazyek, Akça ğ Yay., Ankara, 2008, s. 237.). 244 “A ğla Hey Gözlerim A ğla!”, Saadet , nr. 606, 4 Kânunusani 1886.

142 alıntılayarak fizyolojiye dair bu meselelerin Recaizade için “Çin lisanı kadar meçhul oldu ğunu” söyler; devamla ediplerin bir meselede karar verme hususunda “zevk-i selim”lerine göre hareket ettiklerini ancak kendisinin “zevk-i selim ashabından” olmadı ğını, “(…) keyfimizi mîzan-ı sahîh bilmek hak ve imtiyâzına mâlik bulunmadı ğımızdan, her iddiamızı delâil ve berâhîn serdiyle isbat etmek mecburiyetinde” oldu ğunu dile getirerek Recaizade’ye, ö ğrencisi M. Mehmet Tahir’e verdi ği cevaplardaki gibi fennî bilgileri ihtiva eden uzun bir ders vermeye çalı ır. Be ir Fuat’a göre, Recaizade, Gözya ları ’ndaki bazı meseleleri anlamadı ğını ifade etmek yerine “zevk-i selimlerine yedirip de bir parça tetebbuat-ı fennîyede bulunmu olaydılar” elbette halledemedi ği bir problemi kalmayacaktır. Burada hayaline güvenen ediplerin fen ve hakikate dair bilgilerinin noksanlı ğına ait Be ir Fuat’ın ele tirisi açıktır.

Görüldü ğü gibi Recaizade M. Ekrem ve Be ir Fuat arasındaki tartı ma hayal ve hakikat unsurlarına dayalıdır ve söz konusu bu iki unsur olunca biri iir di ğeri fen tarafını tutmaktadır. Recaizade gibi “bir üstâd-ı edepten en metin, en hakimâne fikirler” beklerken tam tersini görmenin “muhibb-i terakki ve hakikat olanlardan a ğlamadık kimse” bırakmadı ğını ifade eden Be ir Fuat, Recaizade’nin itiraf etti ği gibi gerçekten ağlamayı çok sevdi ğini, ayrıca Gözya ları ’na yazdı ğı tarizde yine a ğlayarak bizi de ağlatmak istedi ği için mükâfatını aldı ğını söyleyerek yazısını Recaizade’yi alaya aldı ğı u müstehzi ifadelerle bitirir:

(…) bizi a ğlatmak için bu kadar özenip giryeden ho landıklarını ve bunun bedâyi-i ulviye erbabınca en samimi mükâfat oldu ğunu beyan eyledikten ve bir de fazla olarak “A ğlamak göze ifadır” gibi te vikatta da bulunduktan sonra, bizim için birkaç damla gözya ını dirîg etmek iâr-ı insaniyete muvâfık olamayaca ğından di ğerlerine nümûne-i imtisâl olmak üzere i te ben a ğlamaya ba ladım: Hi! Hi! Hi! Hi! Hi! 245

Recaizade M. Ekrem ile M. Mehmet Tahir fenne kar ı hayali savunurken Ahmet Mithat ve Be ir Fuat bu a amada bizi hakikatten uzakla tıran hayalci iir ve aire kar ı tavır almaktadırlar. Bu arada hayal-hakikate dair tartı malar devam ederken Hüseyin

245 a.g.m .

143

Rahm’nin bu tartı mayla ilgili “ Đsti ğrak-ı Seherî” isimli bir piyesi Tercüman-ı Hakikat ’te tefrika edilir 246 . Piyeste, Hüseyin Rahmi, kendisini ziyarete gelen M Bey isimli birinin önerisiyle Mehmet Tahir’in Güne mecmuasında tefrika edilen Bir Sergüze tisimli romanını alaya alan bir piyesi nasıl kaleme aldıklarını anlatır 247 . Ba langıçta bir problem vardır, çünkü Hüseyin Rahmi, Bir Sergüze t’in bir komediden çok dramaya uygun olaca ğı kanaatindedir. M Bey, Hüseyin Rahmi’nin dü üncesini de ğitirmek isteyecektir:

Hayır, bu Sergüze t namındaki romanını hilaf-ı tabiat ve mesle ği olarak gayet komik yazmı . imdi okurken göreceksin. Hem bu babda benim asıl maksadım bak nedir. E ar-ı Osmaniyemizin ekserisi ba ka bir lisana tercüme edilecek olursa saçma sapan bir takım tuhaf tuhaf manalar çıkıyor. Birçokları bu erefe de nail olamayarak büsbütün manadan ari kalıyor. Acaba airlerimizin hayalat-ı garbiyeleri bir sahne-i tema a üzerinde tecessüm ettirilecek olsa ne hal kesbedecektir. Đ te ben bunu merak ettim ve bunun için dahi Tahir Beyefendi gibi efkâr-ı cedide ve ceyyide ashabından bulunan (bir nev-reside-i edebin) eserini intihap eylemi olmaklı ğımı elbette sen de takdir edersin zannederim 248 .

Hüseyin Rahmi yine de bu eserden komik unsurunun yakalanamayaca ğını söyleyince M Bey eseri birlikte okumayı teklif eder ve Güne mecmuasında tefrika edilen Bir Sergüze t’ten u pasajları aktarır:

Tebdil-i hava içün (….) giderek(**) caddesine nazır bir ev tutmu tuk. Bahçemize muttasıl di ğer bir ev var idi.

246 “Đsti ğrak-ı Seherî”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 2515-2518, 3-6 Te rinisani 1886. 247 Hüseyin Rahmi’nin, Mustafa Re it ve Be ir Fuat’ın iste ği üzerine tartı maya katıldı ğını Refik Ahmet Sevengil’den ö ğreniyoruz. “Hüseyin Rahmi’nin ilk yazılarından biri de “ Đsti ğrak-ı Seheri” isimli bir küçük piyestir. Besim Ömer Pa a, karde i Azmi, muharrir Be ir Fuat, Nadir, Hüseyin “Güne ” adlı bir mecmua çıkarıyorlardı. Bu mecmuada romantik, lirik bir adam olan Menemenlizade Tahir ile Emil Zola’yı taklide çalı an realist Be ir Fuat arasında edebi bir münaka a açılmı tı. air Mustafa Re it’le Be ir Fuat bu bahse karı masını Hüseyin Rahmiye de söylediler. O, bu münaka ada ifahi olarak söyledi ği dü üncelerini yine o iki muharririn tavsiyesi üzerine bir perdelik bir komedi halinde yazdı; “Đsti ğrak-ı Seheri” budur. Bu yazı da hülyalar içinde dalıp giden, hakikattan ve hayattan uzak bir air olarak tasvir edilen tip Menemenlizade Tahir’in halinden ilham alınarak vücuda getirilmi tir. Bu yazı da “Tercüman-ı Hakikat”te ne redilmi , üç dört gün sürmü tür” (Refik Ahmet Sevengil, Hüseyin Rahmi Gürpınar , Hilmi Kitabevi, Đstanbul, 1944, s. 50.); Refik Ahmet Sevengil’in bahsetti ği tartı ma Güne mecmuası ile Saadet gazetesi arasında de ğil Gayret mecmuası ile Saadet Gazetesi arasında geçmi tir. 248 Hüseyin Rahmi, “ Đsti ğrak-ı Seherî”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 2515, 3 Te rinisani 1886.

144

iire meyl-i mahsusum olmak cihetiyle her sabah erkenden kalkarak, bedayi-i seheri seyretme ği pek severim, bunu adet edinmi tim. Yine bir gün saat dokuzda ortalık henüz a ğarmaya ba lamı tı. Ber-mutad, yata ğımdan kalktım, bahçeye indim gezinmeye ba ladım. airlerin en ziyade nazarlarına çarpan ey semadır. Semayı, yıldızları, ayı seyretmeyi her türlü seyre tercih ederler; bu da kalplerinde ulviyetin sevketti ği bir ey olmalıdır 249 .

M Bey’e göre semanın yüceli ğiyle hakikaten temasa geçen “alinazaran” ile “so ğuk hayalli airler” arasında fark vardır. “alinazaran” hislerindeki yüceli ği lisan ve kalemleriyle ortaya koyarken “so ğuk hayalli airler” için semaya veya bulundukları odanın tavanına bakmak arasında hiçbir his de ğiikli ği yoktur. Dikkat edilirse burada fen erbabı olan “âlînazaran” ile “so ğuk hayalli airler” kar ıla tırılmaktadır. Bu açıklama da Hüseyin Rahmi’yi tatmin etmeyince M Bey Bir Sergüze t’ten ba ka bir yer okur:

Kainatın zulmet içinde gark oldu ğu bir taraftan sada i itilmedi ği bir yer görülmedi ği gece yarılarında gö ğün kainatın haline bakılsın ne görülür? Hiç!... Yalnız bir zulmet-i kesif..bir sükut-ı amik… bir de güne do ğmaya ba lar , bülbüllerin hazin feryatları, çobanların muhrik muhrik kavalları i itilmekte…

M Bey, Tahir Efendi’nin bir gece vakti semada hiçbir eyi görmeyi i kar ısında bu “hiç”li ği onun “meziyet-i ahane”sine havale eder ve bir gece tasviri için mütefenninin Les Merveilles Celestes’in u sözlerini aktarır: “Ey eb-i muzlim senin lisan-ı halin benim için ne kadar alidir..! Onlar ne bedbaht kimselerdir ki yıldızlarla donanmı bir gecenin lisan-ı beli ğini anlayamazlar!” Be ir Fuat’ın hayalci airlere kar ı çıkarken mütefenninlerin beyanlarını dayanak olarak göstermesinin bir benzeri bu ifadelerle tekrar edilir gibidir.

M Bey, M. Mehmet Tahir’in romanda airlerin en çok nazarlarına çarpan eyin sema oldu ğu halde “heyet-i inasan”ın semanın en çok seyrini güzel gördükleri geceyi “hiç” olarak göstermesini “ air beyefendinin ilm-i heyetle hiç a inalı ğı bulunmadı ğı”na ba ğlar. Hüseyin Rahmi, Tahir Beyefendi’nin “mekatib-i aliye”de oldu ğu için “ilm-i

249 a.g.m.

145 heyet”le a inalı ğı iddia edilemeyece ği fikrindedir. Ama artık bu konulardan bir komedi çıkaca ğı kanaatine varmı tır.

M Bey’in Bir Sergüze t’ten “Kız beyaz bir (entari) giymi sarı saçlarını peri an bir halde yüzüne omuzuna dökmü .” ifadesi için söyledikleri Mehmet Tahir’in ahsına yönelik alaycı ifadeleri net bir ekilde ortaya koyar:

(…) zavallı air me ğerse me hudatınızın hatiatla mali olmasında sebep var imi . Ger seçemezse e yayı gözlerin Đ te böyle saçma olur sözlerin ayrıca “Tahir Beyefendi airli ği bırakıp da “bakıcı”lı ğa ba lamı olsalar daha az vakitte itihar ederler” yollu M. Mehmet Tahir’in ahsına yapılan istihzalarla Be ir Fuat nazara verilir. Bu yapılırken Be ir Fuat’ın daha önce de ğinilen A ık Garip’le ilgili kurgu yazısındaki A ık Garip hatırlatılarak hayalci airler a ğır bir dille alaya alınır.

Be ir Fuat Beyefendi gibi muktedir ve mütefennin bir edip oldu ğu halde nasıl olup da Vamık’ın a k-ı ci ğersuzunu Azra’ya sorun Cinnet erbabının ahvalini Leyla’ya sorun yolunda A ık Ömer mukallidi bir airin gazeliyatıyla bu imdi tenkit etmekte bulundu ğumuz “Sergüze t” ki roman mıdır, hayal midir, rüya mıdır, sayıklama mıdır her ne ise bu türlü asar o risalede mahall bulmu lardır? Güne ’in bir daha do ğmamak üzere ufk-ı edebiyattan batmasına dahi bunlar sebep olduklarına asla üphe edilemez 250 .

Hüseyin Rahmi, “ Đsti ğrak-ı Seheri”nin kaleme alını sebebini Bir Sergüze t’ten bir komedi çıkarmak oldu ğunu, bu romanı bütünüyle tenkit etmedi ğini ama okuyuculara romanın tamamı okununca eserden be on komedi çıkaca ğını söyleyerek yazısını u istirhamla bitirir:

Bâlâda hülasaten arz edilen komedinin zemini tamamen edib-i yegâne-i zaman ve air-i muciz-beyan Menemenlizade Tahir Beyefendi’nin Sergüze t nam romanlarından alınmı oldu ğu cihetle cenab-ı airin re’y ve müsaadelerini istihsal etmeksizin bunun gerek risale eklinde tab’ ve ne rine ve gerek bir

250 Hüseyin Rahmi, a.g.m., nr. 2518, 6 Te rinisani 1886.

146

tiyatroda mevki-i tema aya vaz’ına cür’et göstermek hukuk-ı muharrire açıktan açı ğa riayet etmemek demek oldu ğunu bilmeyecek kadar hak-nainas ve nezaketsiz kimselerden bulunmadı ğımızdan bu babda sudur edecek emirlerine intizar etmekte oldu ğumuzu kemal-i hulus-ı bal ile beyan ederiz 251 .

Hüseyin Rahmi’nin kaleme aldı ğı piyes burada bitmi tir. Zaten, Be ir Fuat ve Mustafa Re it’in iste ği üzerine bu piyesi yazan Hüseyin Rahmi açıkça görüldü ğü gibi Be ir Fuat tarafındadır. Tartı ma bitmeden M. Mehmet Tahir’in Gayret ’teki “Mukabele” yazısına Be ir Fuat, bu sefer Saadet ’te de ğil Tercüman-ı Hakikat ’te yayımlanan “Tekrar Çevir Kaz Yanmasın” 252 ba lıklı yazıyla mukabelede bulunur. Ahmet Mithat’ın Tercüman-ı Hakikat ’in mütenevvia kısmında aktardı ğı C ve M arasında geçen muhavere ile imzasız yazılara çok kızdı ğını ifade etti ği “Fen ve iir ve i’r-i Fennî” yazısından sonra Be ir Fuat’ın yazısını Tercüman-ı Hakikat ’te yayımlaması dikkat çekicidir. Ahmet Mithat Efendi’nin tartı mayla ilgili kanaatlerini dile getirmesinin akabinde, M. Mehmet Tahir’in “M.C.” imzalı yazının kendisine ait olmadı ğında ısrarına ra ğmen Be ir Fuat da bu yazısında “M.C.” imzalı yazının ona ait oldu ğunda ısrar edecektir:

“M.C.” imzalı hezliyatın kendi fikir ve kalemlerinin mahsulü oldu ğunu bildi ğim halde yine eski münasebetimize riayeten mukabelemde burasını yüzüne vurmamı , hariçten geldi ğini kabul eder gibi olmu tum. Mademki mugalatayı elden bırakmak istemiyorlar, ben de hakikat-i hâli ne retmekten çekinmek mecburiyetinden âzâdeyim.

Evet, ma’hud hezl-name Tahir Bey’indir. Böyle oldu ğuna kendi refikleri de ehadet ediyorlar. Hem o ehadete de ihtiyaç yok, ispatı kolaydır. Gayret bir risale-i mevkute oldu ğu için müsveddatı encümen-i tefti ve muayenenin tasdikinden geçer. Risale tab’ olunduktan sonra tatbik olunmak üzere müsveddat encümene takdim olunur. Ma’hud hezl-nâmenin el-yevm musaddak müsveddesi

251 a.g.m. 252 Be ir Fuat, “Tekrar Çevir Kaz Yanmasın”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 2528-2530, 18-20 Te rinisani 1886.

147

encümende mahfuz bulunaca ğı tabiidir. Đ te o müsvedde kendi hatt-ı destleriyle muharrerdir 253 .

Be ir Fuat, M. Mehmet Tahir’in “M.C.” imzalı yazının kendisine ait oldu ğunu inkâr etmesi durumunda bunu bilfiil ispat etmesi lüzumunu da hatırlatır. Dönem matbuatında isminin ba harfleri “M.C.” olan Mehmet Celal Bey vardır. Yazının ona ait oldu ğu dü ünülebilir, lakin Be ir Fuat, Mehmet Celal’in “M.C.” imzalı yazının kendisine ait olmadı ğı ihtarını Gayret ’te yayımlaması için M. Mehmet Tahir’e bildirdi ği halde M. Mehmet Tahir’in bu yazıyı yayımlamadı ğını söyler ve bunu en büyük bir kabahat olarak görür. Be ir Fuat, M. Mehmet Tahir’in mukabelesindeki bilim adamları ve onlara dair tarihi, ansiklopedik bilgilere ayrıca bir edebiyat kitabı okuma ve lügat çalı masına dair istihza yollu tavsiyelere de cevap verdikten sonra yazısını tartı mada önemli bir mevzu olan “isti ğrak” halindeki air ve mütefenninleri kıyaslayarak bitirir.

Bir mütefenninin dalgınlı ğıyla bir airin dalgınlı ğı arasında nokta-i nazarların ba ka olmasından gayri bir fark olmadı ğını beyan ediyorsunuz. Pekala! Bundan büyük fark mı olur? air hayaline daldı ğı yani alem-i hakikatle kat’-ı münasebat eyledi ği zaman hazain-i tabiatten müsta ğni oluyor. Hâlbuki bir mütefennin en müsta ğrak oldu ğu bir zamanda yine fikrini, hazain-i tabiatin bir nebzesini hemcinsi için elde etmeye sarf ediyor? Bunların arasındaki fark gece ile gündüz arasındaki farka benzer ki bu da nokta-i teveccühün ba ka olmasından ibarettir 254 .

iir ve fen bahsinde görüldü ğü gibi taraflar meseleleri anlamaktan ziyade taraf tutan bir anlayı sergilemektedir. Bu mevzudaki benzer bir yakla ım tartı ma konusu olan edebiyat akımlarında da kendini gösterecektir.

4. Edebiyat Akımları

Edebiyat akımları bahsinde M. Mehmet Tahir ve Be ir Fuat, Victor Hugo ve Emile Zola mesleklerinin hangisinin tercih edilece ği konusu üzerinde duracaktır. Hangi

253 a.g.m ., nr. 2528, 18 Te rinisani 1886. 254 A.g.m ., nr. 2530, 20 Te rinisani 1886.

148 edebiyat akımının tercih edilece ği meselesi de daha çok Hugo-Zola mukayesesi ile bu kar ıla tırmaya dair savunmalar etrafında geli en de ğerlendirmeler eklinde ortaya konacaktır. I. Bölümde dile getirdi ğimiz gibi Hugo ve Zola’ya yönelik böylesi bir bakı açısı matbuat ortamında bir “ötekile tirme”nin ortaya çıkmasına sebep olmu tur. Tartı manın edebiyat akımlarından hangisine rüçhaniyet verilmesi gerekti ğine dair bu kısmında söz konusu ötekile tirmeyi daha net bir ekilde görece ğiz.

4.1. Romantizm ve Realizm Akımlarının Rüçhaniyeti Meselesi

Edebiyat akımlarının rüçhaniyeti bahsinde M. Mehmet Tahir öncelikle Be ir Fuat’ın Victor Hugo isimli eserindeki görü lerini özetlemektedir:

Diyorsunuz ki “Hugo büyük bir adamdır, ediptir, airdir. Tasvir etmek istedi ği eyi herkesi izhar-ı acze mecbur edecek surette yazar; fakat fikirleri, romanları, tiyatroları hakiki de ğildir. Zola ise Hugo kadar iktidarı bulunmamakla beraber do ğru dü ünür, do ğru yazar. Romanlarında tasvir etti ği e has insandan ba ka bir ey de ğildir. Birisi mesela Les Miserables’ı okusa hüsn-i beyanına meftun olur. Bazı efkâr-ı aliye ve hakikasından istifade ederse de gördü ğü e hası sahih zannederek ve herkesi onlara kıyas eyleyerek muamelatında i ğfal olunur. Zola’nın eserlerini okudu ğu zaman ise gerçi öyle ali fikirler bulamaz; fakat onların halini ahlâkını tamamıyla ö ğrenir, müstefid olur. Dünyada herkesi Papaz Myriel gibi zannedersek ne kadar zararlar görürüz” 255 .

M. Mehmet Tahir, için her eyden önce dikkate de ğer görülecek olan romanın yazılı amacıdır. Be ir Fuat’la olan tartı malarının bu a amasında ele alınan roman da Victor Hugo’nun Sefiller romanıdır. Ona göre Hugo insan hayatında dikkate de ğer bazı olayları ilgi çekici bir tarzda anlatmı ve bunu yaparken insan tabiatının ho una gidecek bir üslup kullanmı tır. Yoksa dünyadaki herkes Sefiller in kahramanlarından olan Jean Valjan, fahi eler de Fantine gibi de ğildir. M. Mehmet Tahir’e göre ancak papaz Myriel gibi iyi ahlakla donatılmı nadir kimseler taklit edilebilir.

255 M. Mehmet Tahir, “Victor Hugo” Gayret , nr. 5, 31 Kânunusani 1301 (12 ubat 1886), s. 19.

149

M. Mehmet Tahir, Victor Hugo’nun fuhu ve rezalet âlemlerini tasvir etmedi ği, o âlemlerde merhamete layık insanların bulundu ğu kanısındadır. Bu durum Romantiklerin hayal, tabiat ve çevreyi insan benli ğinin duygulanımları için kullanmalarına uygundur. Hugo da dü mü bir kadının etrafında bir merhamet duygusu yaratmak için Fantine karakterini Sefiller ’de tasvir etmi tir. Onun bu görü ü ileri sürmesi Natüralizm ve Romantizmi mukayese etmek içindir. Bu mukayeseyi Zola ve Hugo’yu kar ıla tırarak yapar:

Emile Zola’nın tasvir etti ği birtakım fuhu ve rezalet âlemleri de halka tasvir-i hakikat etmek hususunda gösterdi ği hizmete mukabil, herkese birtakım rezalet numuneleri ibrazıyla efkâr-ı umumiyeyi ifsat edebilece ğini dü ünerek Zola’nın romanlarını da red ve tezyif etmeliyiz. Mademki bu mazarratı faydasına nispet ederek keenlemyekün addediyoruz, Victor Hugo’nun romanlarında görülebilecek o küçük mazarratı da görmemeliyiz 256 .

Burada açıkça görülmektedir ki M. Mehmet Tahir’in kaygısı romantizm ve realizmi, daha do ğrusu Hugo ve Zola’yı kar ıla tırmaktır. Bunu yaparken de Zola’nın rezalet ve fuhu âlemlerini tasvirini ele tiri konusu yapar. Bu ele tiri ahlakî endi elerden ötürü Ahmet Mithat Efendi ve Mizancı Murat’ın natüralizm anlayı ına yönelttikleri eletiriye eklenebilir. Hugo’nun tasvir gücüne hayran olan M. Mehmet Tahir olaylar kar ısında anlatılacakların insanların duygularını harekete geçirecek tasvirlerle dolu olması gerekti ği ve bunu sa ğlayacak unsurun da “söz” oldu ğu kanaatindedir. Ona göre cahiliye döneminde,

Arapların,

Nahnu ünasün la tevassuta beynana Lene’s-sadru dûne’l-âlemîne evi’l-kabr gibi bürkan-ı ulviyetten sıçramı bir ate -pare-i azamet ıtlakına ayan olan bir beytin tesir-i mealiyle “millet batırmak, devlet çıkarmak, ma ğlup bir orduyu galip etmek gibi nice havarık-ı vukuat meydana getirilmi tir 257 .

256 A.g.m ., s. 20. 257 A.g.m., s. 20.

150

Bu tür “ola ğanüstülükler” dü ve imgeleme açık, metafizikten ho lanan romantiklerin ho una gidecek türden olaylardır. Yalnız realistlerin metafizik ve ola ğanüstü sayılabilecek unsurları romandan ayıkladıkları da bir gerçektir. Natüralistler ise bunu son safhasına kadar zorlamı lardır. M. Mehmet Tahir ve Be ir Fuat arasındaki tartı maların nedenlerinden biri de bu ola ğanüstülüklerin edebî türlerdeki yeri olacaktır.

M. Mehmet Tahir romantizmin üstünlü ğü konusunda ısrarlıdır. Hugo’nun Bir Mahkûmunun Son Günü isimli romanını örnek göstererek Zola’nın böyle bir roman yazamayaca ğını ileri sürdükten sonra Hugo ve Zola’yı -dolayısıyla onların ahsında Romantizm ve Natüralizm’i- kar ıla tırmaktadır.

Bence Victor Hugo’nun kalemi nur-ı maha Emile Zola’nınki ise mum ziyasına benzer. Biri mahiyat-ı e yayı oldu ğu gibi nazarlara ibraz etmez, fakat o kadar ulvi, o kadar latif bir surette gösterir ki gönüllerde hâsıl edece ği hiss-i hayretle her fikrini erbab-ı mütalaaya kabul ettirmeye muvaffak olur. Di ğerinin ise hizmeti yalnız göstermekten ibaret kalır. Bir adam çalı ırsa yani adat ve ahlak-ı be eriyenin tetkikiyle u ğra ırsa Emile Zola mesle ğinde bir roman yazabilir. Fakat romantik yolda bir eser yazmak ve tasvir ettiği havarık-ı mahlûkatı herkesin nazar-ı tahsinine ayan bir surette bulundurarak tehyic-i efkâra muvaffak olabilmek sa’y ile gayretle iktisab olunur kudretlerden de ğildir. O bir mevhibe-i Huda’dır ki pek nadiren tecelli etti ği için sa’y ü gayretle hâsıl olabilecek meziyetlere faik addolunur 258 .

M. Mehmet Tahir iire dair görü lerini ortaya koyarken airin bir fikre sahip oldu ğunu ve bu fikri dile getirirken istiare ve te bihlerden yararlandı ğını söylemi ti. airin bu durumu romans yazarının hikâyede hayallerden yararlanması gibidir. Ona göre benzer ekilde Victor Hugo da bir olayı anlatırken halkın kabulüne ve duygulanımlarına dikkat etti ği için tasvire de ğer vermektedir. Burada M. Mehmet Tahir’in romana dair görü lerinde bile airane dü ündü ğü ortaya çıkmaktadır. Nitekim Sefiller için verdi ği hüküm bunu gösterir: “Velhasıl unu demek isterim ki Les

258 “Victor Hugo” Gayret , nr. 6, 7 ubat 1301 (19 ubat 1886), s. 23.

151

Miserables’ı bir roman de ğil, bir fikrin tervici için yazılmı airane bir makale addetmeli de Emile Zola’nın romanlarıyla ondan sonra mukayese etmelidir”.

Yukarıda anlatılan M. Mehmet Tahir’e ait de ğerlendirmelere Be ir Fuat, Saadet gazetesinde cevap sadedinde bir mukabelede bulunur. Önce realist ekolün ileri gelenleri olarak gördü ğü Emile Zola ve Alphonse Daudet’nin bir eser kaleme alırken hakikatlerin tasvirine önem verdiklerini, tabiat ve insan mizacını ara tırıp bunların sonuçlarını ortaya koyduklarını ifade eder. Bu ifadelerinden sonra bir romantik olan Victor Hugo’nun ise bunun tam aksini iddia etti ğini ve bir yazarın eserinde hakikati gözetme mecburiyeti olmadı ğını, dolayısıyla hayalleri hakikate tercih etmenin bir yazar için sadece bir irade ii oldu ğunu söyler. Hatta Victor Hugo’nun “bir airin keyfinden maada hâkimi yoktur” görü ünde oldu ğu kanısındadır. Romantizm ve realizme dair bu kar ıla tırmayı yaptıktan sonra Be ir Fuat, Gayret mecmuasında yayımlanan “Bazı Mülahazat” ba lıklı yazıdaki iir ve edebin “… lübb-i hikmet ve hakikat ve tercüme-i serair-i tabiat olmak” ve edebiyat-ı sahihanın “tesavir-i hayat-ı insaniye ve temasil-i me hudat-ı tabiiye”lüzumu fikrini hatırlatarak,

u halde realizmin romantizm üzerine tefevvuk ve rüçhanını kabulde tereddüt göstermenize mahall kalır mı? Kalmaz, zira:

Evvela, ne reyledi ğiniz mülahazat-ı hususiye miyanında iir ve edebin “Lübb-i hikmet ve hakikat ve tercüme-i serair-i tabiat” olması lüzumunu ityan ve edebiyat-ı sahihanın “Tesavir-i hayat-ı insaniye ve temasil-i me hudat-ı tabiiye” oldu ğunu beyan eylemekle i bu erait ve evsafı havi olan realizmi kabul ve evsaf ve erait-i mezkure ile tevfiki mümkün olmayan romantizmi reddetmi oluyorsunuz 259 . demektedir. Bununla birlikte Be ir Fuat, Victor Hugo’nun eserlerinin bir i e yaramadı ğını söylemedi ğini, bilakis Hugo’nun eserlerinin sırf hayallerden ibaret olmadı ğını ve pek çok hakikati barındırdı ğını dile getirdi ğini ifade eder. Burada dikkati çeken nokta udur: Be ir Fuat’a göre bir eser hakikate ne kadar çok vurgu yaparsa o

259 Be ir Fuat, “Hugo Unvanlı Makale-i Đntikadiyeye Mukabeleden Maba’d”, Saadet , nr. 475, 2 A ğustos 1886.

152 kadar de ğerli ve bu vurgu ne kadar az ise eser de o nispette de ğersizdir. Be ir Fuat görü ünü u cümlelerle destekler:

Bence bir eserin fevaidi, havi oldu ğu hakayık mecmuunun, hakayık-ı mezkurenin derece-i ehemmiyetleri mecmuuyla hasıl-ı darbına müsavi, mahaziri ise cami’ oldu ğu bevatıl ve hurafâtın miktar-ı ehemmiyetiyle mütenasiptir. u halde bir eserden muntazar olan istifadenin kıymet-i hakikîyesi bu iki miktarın tefazuluna muadil olur 260 .

M. Mehmet Tahir, Victor Hugo’nun Sefiller ’i kaleme alı sebebini “Fıtrat-ı be erde münderic olan bir tabiat iktizasınca insanlara gösterilecek numune-i imtisal eylerin daima calib-i hayret surette bulunması lüzumuna ittiba ederek halka bir de misal göstermek fikriyle eserini te’lif” eklinde dile getirmi ti. Be ir Fuat burada dile getirilen “numune-i imtisal eylerin daima calib-i hayret surette bulunması” lüzumuna vurgu yaparak aslında insanların hakikî ve tabiî olan eylerden ziyade hurafelere meyledip onlara ra ğbet gösterdiklerinin bir gerçek oldu ğunu inkâr etmedi ğini söylemektedir. Fakat insanlık ilerleme yolunda olduğundan bu meyil ve ra ğbet artık gittikçe azalmaktadır. Fuat’a göre insanlık çocukluk zamanında (avan-ı tufuliyet) bu tür hurafelerle belki me guldü; fakat imdi insanlık olgunluk zamanındadır (sinn-i rü d) ve bu zamanda do ğruyu yanlı tan ayırt edebilecek bir durumda oldu ğu için hurafelere gösterdi ği ra ğbeti artık hakikate ve ciddi meselelere göstermektedir.

Edvar-ı muhtelife-i edebiyat göz önünden geçirilir ise vehmiyat ve muhalatın günden güne âlem-i edebiyattan tard olunmakta oldu ğu mü ahede olunur. Avan- ı tufuliyetimizden u ana gelinceye kadar geçirmi oldu ğumuz edvarı gözümüzün önünden geçirir isek edvar-ı muhtelife-i edebiyenin küçük mikyasta bir nümunesini mü ahede edebiliriz 261 .

Be ir Fuat, insanlık tarihindeki bu ilerlemenin edebiyat tarihinde de geçerli oldu ğu kanaatindedir. Ona göre insanlık ba langıç dönemlerinde ahname, Đlyada ve Odysseia gibi eserlerin mübala ğa ve vehimleriyle me guldü. Fakat imdiki durum farklıdır:

260 A.g.m . 261 A.g.m .

153

Küçüklü ğümüzde kadın nine hikâyelerini, kurt ve tilki mesellerini dinlemekten mütelezziz olur ve sonraları Kahraman Katiller i, Tahir ile Zühre’ leri, Arzu ile Kanber’leri, Ferhat ile irin’ leri, Âık Kerem’ leri daha bilmem neleri kemal-i evk ve huzuz ile okurduk; hatta bir surette müteessir olurduk ki bazı acıklı yerlerinde dökmü oldu ğumuz e k-i teessürleri imdi en me hur bir muharririn en feci eserini mütalaa ederken tamamıyla bulamayız. Pek olsa olsa gözümüz dolar, bir veya iki damla ya dökülür. Hâlbuki imdi o kitapları okumayı teklif etseler bu teklifi ma-la-yutak addederiz 262 .

Romantizm ve realizm akımlarını kar ıla tırdı ğı bu yazısında Be ir Fuat görü lerini dile getirirken aslında ilerleme döneminde romantik akımın artık i levini kaybetti ğini ve realizmin asıl dikkate de ğer akım olarak ortaya çıktı ğını dile getirmektedir. Bu yüzden bir sonraki yazısını realizmin faydalarını ve önemini ifadeye ayırmı tır.

Be ir Fuat, yazısını bir hayal-perest ile bir hakikat-perestin bir karıncaya bakarak okuyucunun dikkatini çekmeye çalı tı ğı bir örnekle ba latır. Burada hayal-perest, okuyucunun dikkatini çekmek için hayal gücüne müracaat ederek karıncayı daha kuvvetli ve daha büyük gösterip ona bu ğday ve arpa yerine mermer sütunlar ta ıtarak büyük binalar yaptırır. Hakikat-perest ise bu amacı için bir mikroskopla karınca yuvasının baına geçip karıncaların hallerini görerek bu durumlarını do ğrudan kaydeder. Bu durumda hayal edilen karınca sadece hayret vericiyken hakiki karınca hem hayret verici hem de faydalı olur. Nitekim hakikat-perest benzer ekilde ba ka varlıklar üzerinden ara tırmaya ve kayıtlarını tutmaya devam ederse “ilm-i vezaifu’l-aza-yı tatbiki” gibi bir ilim ortaya çıkar. Buna kar ılık “hayal” edilen karıncanın incelenmesinden saçma sapan sözlerin toplamından baka bir ey çıkmayacaktır. Be ir Fuat bu misali, M. Mehmet Tahir’in “Vukuat-ı adiyeden itibar edilmek lazımsa gözümüzün önünde bin türlü romanlar bin türlü tiyatrolar görülüp duruyor. Bunlar yeti miyormu gibi tabii denilen yolda yazılan romanları okumaya ne lüzum var?” ele tirisine u cevabı vermek için hazırlamı tır:

262 A.g.m .

154

Vakıa sahne-i âlemde icra olunan oyunları cümleten tema a ediyoruz, ancak ekserimiz güya oyuncuların söyledikleri lisana a ina de ğil imi iz gibi cereyan eden vukuatın künhüne layıkıyla varamıyoruz. Yalnız bazı evza ve harekattan istidlal tarikiyle vak’a hakkında bir fikir peyda ediyoruz ki ekseriyetle sehv ve hatadan salim olmuyor. Đ te realistlerin yazmı oldukları asar bu oyunların lisanımıza tercümesidir. Onları okursak oyunda geçen ahvale tamamıyla vakıf oluruz 263 .

Görüldü ğü gibi Be ir Fuat realizmin özelliklerine de ğindi ği yerlerde fayda unsuruna önem vermekte, böylece edebî eserde görülen olaylara dair dü üncelerimizin hatadan uzak olamayı ını göz önüne alarak bir fayda etrafında realizme bu hataları düzeltme i levi yüklemektedir. Ayrıca M. Mehmet Tahir’in realistlere kar ı çıkarken dile getirdi ği “Vukuat-ı adiyeden itibar edilmek lazımsa gözümüzün önünde bin türlü romanlar, bin türlü tiyatrolar görülüp duruyor. Bunlar yeti miyormu gibi tabii denilen yolda yazılan romanları okumaya ne lüzum var?” görüüne de kar ı çıkmaktadır. Bu görü ten hareketle tabiî yolda yazılan romanların lüzumu var mıdır yok mudur sorularına verilecek cevap nedir? Belki M. Mehmet Tahir’in yanıtları olayı daha net bir ekilde ortaya koyabilir. Ama belli olan udur ki Be ir Fuat M. Mehmet Tahir’in tabii yolda yazılan romanların okunmasına ihtiyaç olmadı ğı fikrine kar ı çıkmak için bu izahları yapmı tır. Nitekim hemen sonra M. Mehmet Tahir’in sorusunun tersiyle bu sefer u soruyu sormu tur: Gözümüzün önünde, anlamadı ğımız bir lisanda bunca oyunlar oynanmakta iken bunları anlamaya sa’y etmeyip de di ğerlerini tahayyül etmeye ne lüzum var? 264

Sefiller ’in yazılı amacı, istemedikleri bir yolda hayatlarını devam ettirmek zorunda kalanlara cemiyetin gösterdi ği iddeti azaltıp onların etrafında bir merhamet duygusu yaratmak ise Be ir Fuat, bunu yüce bir maksat olarak görür. Fakat bu durumun istenilenin yerine getirilmesinde birtakım fedakârlıklar ve zorunluluklar getirdi ği görü ündedir. Görü ünü hayal hakikat kar ıtlı ğını vurgulamak için ileri sürer. Bunu da u ekilde açıklar:

263 “Hugo Unvanlı Makale-i Đntikadiyeye Mukabeleden Maba’d”, Saadet , nr. 476, 2 A ğustos 1886. 264 Saadet , nr. 476.

155

Bunların ikisi 265 iptida birer münasebet-i gayr-ı me rua peyda eyledikleri halde bilahare ikisi de soka ğa dü üyorlar. Fantine bir ekl-i mevhum, Gervaise bir ahs-ı hakikî; ikisi de merhameti celbediyor. Ancak biri hayali oldu ğu için celbetti ği merhamet bir hedef-i hakikiye isabet edemiyor. Bilakis Gervaise’in hali kendisi gibi birçok biçareganı o merhametten müstefid eder. Đ te hayal ile hakikat beynindeki fark budur. Đ te u delil de Hugo’nun hakikati fedaya mecbur olmadı ğını irae eylemektedir 266 .

Be ir Fuat her fırsatta hayal-hakikat ikili ğini vurgulamakta ve hakikati hep hayalden üstün tutmaktadır. Bu üstünlü ğü de pragmatist/pozitivist dü ündü ğü için ço ğu zaman “fayda” bakımından ele almaktadır. Fayda bakımından de ğerlendirildi ğinde ortaya çıkan udur: hakikat cemiyet içinde hayalden daha faydalıdır. Fantine ve Gervaise’i kıyaslarken Fantine’i hayalci bir tasvirle anlatıldı ğından ve hiçbir fahi eye, hiçbir caniye benzemedi ğinden sadece kendine faydası dokunan; buna kar ılık Gervaise’i gerçe ğe uygun oldu ğu için kendisine benzeyen herkese faydası dokunan bir karakter olarak ele almaktadır. M. Mehmet Tahir’e göre eserin yazılı maksadı önemlidir. Dolayısıyla yazılı maksadına göre karakterler ele alınınca onların tasviri yazarının tasvir gücüne kalmaktadır. Be ir Fuat romanın yazılı maksadını göz ardı etmemekle birlikte roman tasvirinde gerçekçili ğin önemine vurgu yapmaktadır. Gerçekçili ğe yaptı ğı vurgu da iirde dile getirdi ği “tabiî” olma durumu gibidir.

Siz diyorsunuz ki bir romanda maksad-ı te’lif gözetilmelidir. Bu maksadın istihsali için isti’mal olunan vesait ne? Burasını dü ünelim. Bir fahi e ile bir caniyi alıyor, alıyor ama bunlar adi canilere asla benzemiyor, çünkü air bunları teali ettirece ğim diyerek bamba ka bir kalıba ifra ğ ediyor, celp etti ği merhamet bu iki havarıka münhasır kalıp iddetten kurtarmak istenilenler açıkta kalıyor, maksat hasıl olmuyor. E ğer air bunları teali ettirmek maksadıyla tabiatlarından çıkarmayıp da oldu ğu gibi tasvir etmi ve fakat ne gibi esbab-ı mübremenin

265 Victor Hugo’nun Sefiller romanının kahramanlarından Fantine ve Emile Zola’nın Assomoir romanının kahramanlarından Gervaise. 266 A.g.m ., nr. 476.

156

ilcaatıyla girdab-ı sefalete duçar olduklarını bi-hakkın izah etmi olaydı eserin nef’i daha ‘amm olurdu 267 .

Tartı manın roman türü ile ilgili yönü ele alındı ğında, M. Mehmet Tahir’in roman yazmaktaki maksadın önemine vurgu yaptı ğı görülmektedir. Be ir Fuat ise romanın yazılı maksadının okuyanların ço ğu tarafından bilinemeyece ği kanaatini ta ımaktadır.

Vakıa romanları okuyanların muharririn maksadını tahlile muktedir olması arzu olunur ise de ekseriya bunların tecrübesiz gençler ve belki çocuklar olduklarını unutmayalım. Onların eser hakkında verecekleri hüküm tabii ayan-ı itibar de ğildir; ancak o eserlerin bunların fikirleri üzerine hâsıl edecekleri tesir hiçbir veçhile nazar-ı itinadan ıskat edilemez 268 .

M. Mehmet Tahir, tartı malarda fikirlerini ileri sürerken ço ğu zaman romantikler gibi iir üzerinden yorumlarını yaparken Be ir Fuat da realistler gibi görü lerini daha çok roman çerçevesinden hareketle ortaya koymaktadır. Fuat nasıl ki iirin hakikati anlatmasını istemekte ve hayallerin tabii olmasını öngörmekte ise romancının da romancılık vasfı dı ındaki özelliklerinden soyutlanarak de ğerlendirilmesi kanaatini ta ımaktadır.

Evvel emirde Hugo’yu Zola ile mukayese etmek istediğimiz vakit kendisinde yalnız hikaye-nüvislikten ba ka bir ey görmemeliyiz. Đnad-ı iirde olan kuvvetinden, ahval-i siyasiyesinden vesaireden sarf-ı nazar edip muhakematımızı yalnız romancılık sanatına hasretmeliyiz 269 .

Yazarın romancılık vasfına bakıldı ğında M. Mehmet Tahir romantik akıma dâhil edilecek bir romanı yazmanın herkesin kârı olmadı ğı ancak bunun bir mevhibe oldu ğu, Emile Zola mesle ğinde bir roman yazmanın ise sadece bir zihin i i oldu ğu ve bunun yapılabilece ği kanaatindedir. Be ir Fuat bu kanaate de kar ı çıkacaktır. Nitekim o, gayret edilirse gerek romantik gerekse realist bir eserin kaleme alınabilece ğini ve bunun

267 A.g.m . 268 A.g.m . 269 “Hugo Unvanlı Makale-i Đntikadiyeye Mukabeleden Maba’d”, Saadet , nr. 477., 3 A ğustos 1886.

157 yazarın “istidad-ı fıtrî”siyle do ğru orantılı oldu ğunu söylemektedir. Burada bahsi geçen do ğutan gelen yetenek sadece romantikler için geçerli de ğildir.

Yazısının bu a amasından sonra artık Be ir Fuat’ın üslubunda bir sertlik görülmektedir. Nitekim tartı manın hep aynı tonda kar ılıklı bir ho görü ile devam etmeyece ği üsluptan da yava yava anla ılmaktadır:

“Zola ile Hugo beyninde olan, fark ve nisbet nazar ihata edemeyecek kadar vasidir. Hatta denebilir ki nazar-ı muhakeme bu vüs’at-i farkın hududunu görebilmekten aciz oldu ğu için fıkdanına hükmediyor” buyuruyorsunuz. Madem ki nazar-ı muhakeme o farkın hududunu görmekten acizdir siz nasıl onun farkına varıyorsunuz?!.. Hususiyle makale-i intikadiyenizin tarih-i ne rine kadar Zola’nın romanlarından hiçbirisini mütalaa etmemi idiniz ki bunları Hugo’nunkilerle mukayese edip munsıfane bir hüküm verebilesiniz 270 .

M. Mehmet Tahir, Hugo’ya ne kadar de ğer veriyorsa Be ir Fuat, Hugo’ya o kadar kar ı, Be ir Fuat, Emile Zola’yı ne kadar övüyorsa Mehmet Tahir, Zola’ya o kadar tepkilidir. Tartı ma üslubundaki sertle me biraz da bundan kaynaklanmaktadır. Be ir Fuat romantizm ve realizm kar ıla tırmasına dair görü lerini dile getirdi ği yazısını M. Mehmet Tahir’e yöneltti ği bir ele tiriyle bitirecektir:

Hugo ile Zola beyninde hududu nazarın ihata edemeyecek derecede vasi bir fark oldu ğunu beyan etmeniz Hugo’ya olan hüsn-i teveccüh-i fevkaladenizle bunun netice-i tabiiyesi olmak üzere mücerret Hugo’nun muarızı oldu ğu için Zola hakkındaki su-i zannınızdan ne ’et eyledi ğini, yoksa tarafeynin âsârını muhakeme ve mukayese ile hâsıl olmu bîtarafâne bir hüküm olmadı ğını teslimde tereddüt etmezsiniz öyle de ğil mi birader!271

M. Mehmet Tahir, Be ir Fuat’a yazdı ğı mukabeleden önce onun “gözümüzün önünde anlamadı ğımız bir lisanda bunca oyunlar oynanmakta iken bunları anlamaya sa’y etmeyip de di ğerlerini tahayyül etmeye ne lüzum vardır” sorusunu hatırlatarak u cevabı verir:

270 A.g.m. 271 Saadet, nr. 477.

158

Tabiî romanlar hakkında olan mütalaamı izah ettim. Đfadeniz gibi di ğerlerini tahayyül etmeyi de ğil, yine olması kabil olan vakayi’i tezyin ve i’la etmeye ise lüzum-ı kat’i görürüm; çünkü -tekrar edeyim- fıtrat-ı be erde meyl-i maali, meftuniyet-i nevadir, meclubiyet-i azamet gibi sevaık terakkiden addolundu ğu cihetle havass-ı celileden bilinen birtakım haller vardır ki insanlara nümune-i imtisal olarak gösterilecek eylerin havarıktan addolunacak surette olmasını istilzam eder 272 .

M. Mehmet Tahir, Be ir Fuat’ın ifadelerinden alınmı gibidir. Bu yüzden Be ir Fuat’ın Hugo ve Zola’ya dikkatleri çekerek yaptı ğı yorumun aksiyle cevap verecektir:

(…) mademki Hugo’nun yazdı ğı ey di ğerinden daha müessir olmak cihetiyle di ğerinden daha ziyade hadim-i maksattır ve mademki Fantine ile beraber iki fahi e daha tasvir edilerek Fantine’in bunlar arasında nadirce bulunaca ğı gösterilmeye halkın “Girdab-ı fuh a dü en her kadın Fantine gibi olur” yolunda yanlı bir fikir peyda etmesine de mahal bırakmıyor, bunu ötekine tercih etmemekte ne sebep bulunabilir? Bir bunları dü ünüyorum bir de Zola’yıHugo’ya tercih etmekte ısrarınızı tefekkür ediyorum da bendenize “Hugo’ya olan hüsn-i teveccühünüzden dolayı Zola’yı ayan-ı tahtie görüyorsunuz” yolunda olan hükmünüzü ber-akis ederek sizin hakkınızda irat etmekten kendimi alamıyorum 273 .

M. Mehmet Tahir’in, romantiklerin okuyucuyu etkilemek maksadıyla hayali unsurlardan yararlanmasının lüzumunu dile getirdi ği, romantizm ve realizm mesleklerinin hangisinin tercih edilece ği konusunda romantiklerden yana tavır aldı ğı anla ılmaktadır. Bu tavrını ortaya koyarken de her zaman Hugo’nun ahsını nazara verip Zola’yı ele tirmektedir. Gayret ’in 33. sayısındaki yazısında bunu vurgulayarak bu rüçhaniyet meselesine dair son sözünü yine Hugo ve Zola’yı kar ıla tırarak -tabii Hugo’nun büyüklü ğünü vurgulayıp- bitirmektedir.

272 M. Mehmet Tahir, “Be ir Fuat Bey’e Mukabele”, Gayret , nr. 30, 22 A ğustos 1302 (3 Eylül 1886), s. 119. 273 M. Mehmet Tahir, “Fuat Beyefendiye Mukabeleden Mabad”, Gayret , nr. 31, 5 Eylül 1302 (17 Eylül 1886), s. 122.

159

Đ i insaf ile muhakeme edelim: Zola gibi eser yazabilmek için ne lazımdır? Evvela zekâ, saniyen taharri ve tetkik, salisen hüsn-i tasvir ve ifade de ğil mi? Hugo ’nun zekâsını inkar edebilir misiniz, yani Zola ’ya nispetle gabi bir adam oldu ğu iddia olunabilir mi? Hüsn-i tasvir ve ifade hususunda Zola ’ya rüçhanı da cay-ı tereddüt de ğildir. (…) Hâlbuki Les Miserables’ ı yazabilmek için lazım olan eylerin bir kısmı Emile Zola ’da yoktur. Zira yukarıda saydı ğım eylerden ba ka Miserables’ da bir belagat-ı fevkalade bir tesir-i hariku’l-emsal vardır ki Zola onu yapmaya muktedir de ğildir 274 .

M. Mehmet Tahir edebî meslekler arasında tercih sebebini dile getirirken Victor Hugo’nun “tasvir”deki yetene ğini hep vurgulamı tır. Be ir Fuat ise Hugo’nun tasvir gücünü inkâr etmemekle birlikte romantiklere kar ı durdu ğu husus onların tasvir yaparken realiteyi de ğitirmeleri olmu tur. Bu yüzden M. Mehmet Tahir’e tercih meselesinden ötürü cevap verirken ilk önce bu durumu izah etmek ister:

Gelelim Hugo ’nun romanlarına: Sefiller müellifi ya romanlarında hayat-ı insaniyeyi tasvir (tagyir de ğil) ve me hudat-ı tabiiyeyi temsil (tebdil ve ta’dil hiç de ğil) ediyor yahut etmiyor. Bu iki halin birini ihtiyar etmek zaruridir 275 .

Be ir Fuat, yazısının devamında birinci ıkkı seçmemiz durumunda Hugo’nun realist olaca ğını ileri sürmektedir ki bunun da Hugo için mümkün olmadı ğı kanaatindedir. Görüldü ğü gibi Be ir Fuat, romantiklerin gerçe ği de ğitirmeye çalı tıkları yönündeki fikrinde ısrarcıdır.

4.1.1. Edebiyat Akımlarının Tercihinde Hayal-Hakikatin Yeri

Gerçek air ve gerçek iir bahsini anlatırken M. Mehmet Tahir’in bir yazarın yazaca ğı romansın kabul görmesi için hayallerinden istifade etmesini airin fikrinin esasını ortaya koyarken “okuyucunun dikkatini çekecek bir takım te bih, istiare ve hayallerden istifade”sine benzetti ğinden bahsetmi tik. Bu tür de ğerlendirmelere Be ir Fuat’ın verdi ği mukabelelerle de ileride hayal-hakikat ili kisinin romantizm-realizm

274 M. Mehmet Tahir, “Fuat Beyefendiye Mukabeleden Mabad”, Gayret , nr. 33, 19 Eylül 1302 (1 Ekim 1886), s. 129-130. 275 Saadet , nr. 564, 16 Te rinisani 1886.

160 akımlarının hangisinin tercih edilmesi gerekti ğine dair ele tirilere yol açtı ğına de ğinmi tik. M. Mehmet Tahir, iirde hakikatin süslenmek için hayal elbisesini giydi ğini dile getirirken fikrini desteklemek maksadıyla, hakikatin çıplak gezerken hayal elbisesine bürünerek güzelle ti ğini u meselle örneklendirmi ti:

Me hur bir meseldir ki hakikat çıplak gezermi , kimsenin mazhar-ı itibarı olamazmı . Nereye giderse kovulurmu . Nihayet bir kuyuya saklanmaya mecbur olmu . Bir gün nasılsa hikâye bunun kuyusuna gelmi . Hakikatle bir mukavele akdetmi ler. Hakikat hikâyenin letafet-i nazar-firibine bürünmü . Ondan sonra nereye gittiyse nail-i hürmet ve itibar olmu .

Be ir Fuat, bu meseli “do ğru söyleyeni dokuz köyden kovmu lar” atasözüne uygun olarak de ğerlendirir. Çünkü M. Mehmet Tahir’in dediğine bakılırsa “hakikat”in çıplak gezdi ği halde kabul görmemesi do ğruyu söyledi ğindendir ve bu yüzden “hakikat” gitti ği her yerden kovulmaktadır. Bu de ğerlendirmesi ile Be ir Fuat hayal- hakikat bahsinde hakikati çıplak ifadesiyle güzel görürken aslında do ğruyu M. Mehmet Tahir’in de ğil bizzat kendisinin söyledi ğini ifade etmek istemektedir. Be ir Fuat yorumunu da realizmin romantizme rüçhaniyeti etrafında de ğerlendirirken kendi “do ğru”sunun kar ısına M. Mehmet Tahir’in “yalan”ını koyar 276 : Be ir Fuat meseli yorumlarken “hayal” yerine “hikâye” sözcü ğünü kullanır. Be ir Fuat’tan önce Đntibah mukaddimesinde benzer bir mesel’e de ğinirken Namık Kemal de “hayal” yerine “hikâye” kelimesini kullanmı tır. Meseleyi üçüncü bölümde roman bahsinde ayrıntılı inceleyece ğimizden burada i aret etmekle yetiniyoruz.

Namık Kemal hayal-hakikat ili kisini romantik gerçekçi bir anlayı la ele almaktadır. M. Mehmet Tahir’in de gerçekçili ğe bakı ı bu anlayı a yakındır. Be ir Fuat ise gerçe ğin çıplak ifadesini, sadece hakikate vurgu yaparak ortaya koyar ve Namık Kemal’in romantik gerçekçili ğinden bir yönüyle sapar. Namık Kemal ile ba layan ça ğda ele tiri gelene ğinden bahsederken de ğindi ğimiz gibi hayalci air ve iire yöneltti ği ele tirilerinde Be ir Fuat, Namık Kemal’le yakın görü tedir. Buna mukabil hayal-hakikat ili kisine bakan yönüyle Be ir Fuat’ın gerçekçilik anlayı ının romantik

276 Be ir Fuat, Saadet , nr. 561, 13 Te rinisani 1886.

161 gerçekçilik de ğil ele tirel gerçekçilik oldu ğunu söyleyebiliriz. Bunda üphesiz natüralist bakı açısı etkili olmu tur. Bu durum XIX. Asır Türk edebiyatında tek bir gerçekçilik anlayı ının olmadığının bir göstergesidir. Konu üçüncü bölümde ayrıntılı bir ekilde incelenmi tir.

4.1.2. Ahlak Bahsi

Romantizm ve realizm akımlarının tercihi meselesinde M. Mehmet Tahir ve Be ir Fuat’ın ahlâka ili kin de ğerlendirmeleri de dikkat çekicidir. Yukarıda M. Mehmet Tahir’in Sefiller e dair görü lerini aktarırken romantiklerin fuhu âlemlerinden bahsedi sebeplerinin bu âlemlerde merhamete layık insanların da varlı ğını, tasvirlere dayanarak dile getirmek oldu ğuna de ğinmi tik. Realistlerin ise bu âlemlere kayıtsız girerek ilgili âlemleri te hir etti ğini bu yüzden ele tirildiklerini aktarmı tık. Be ir Fuat romantiklerin halkı iyi ahlaka davetleri fikrine katılmakla birlikte bunun onlara mahsus olmadı ğı ve realistlerin de bu maksada hizmet etti ği kanısındadır. Yalnız ikisi arasında da bir fark görmektedir. Bu da bu âlemlerin romanda sunulu undaki “tarz”dır. Be ir Fuat bu tarzı açıklama sadedinde, romantiklerin ilgili âlemleri tasvir ederken hayal güçlerine çok yer verdiklerini -böylece hakikati oldu ğundan farklı gösterdiklerini- realistlerin ise romantikler gibi tabiatı de ğitirmeden bu âlemleri ciddi bir ekilde inceledikten sonra oldu ğu gibi gösterip insanlara bu durumdan kaçınmaları gere ğini vurguladıklarını dile getirmektedir. Be ir Fuat bunu realistlerin romantiklere rüçhanı yönünde de ğerlendirmektedir.

Realistler bir ey hakkında söz söylemek için tetkikat-ı ciddiye ve amikaya lüzum görüyorlar; hâlbuki romantikler bu lüzumu kabul etmiyorlar. u halde bu iki meslek beynindeki fark birinin vukuf üzere bir meseleden bahseylemesi, di ğerinin olsa olsa nâkıs malumat ile iktifa eylemesidir. Đlmin cehle rüçhanı ise tereddüt götürmez 277 .

Be ir Fuat, “ilmin cehle rüçhanını” dile getirmekle hakikatin hayale, realizmin romantizme rüçhanını ifade etmektedir. Tartı ma boyunca Be ir Fuat hep ilmî deliller

277 Be ir Fuat, Saadet , nr. 576, 30 Te rinisani 1886.

162 getirerek ve edebiyat verimlerini her zaman fenle kıyaslayarak de ğerlendirmektedir. Buradan da anlayaca ğımız üzere tartı manın devam etti ği 1886’da edebiyat incelemesi henüz bir bilim dalı olarak -Recaizade’nin Talim-i Edebiyat ’ına ra ğmen- telakki edilememektedir. Dolayısıyla tartı ma edebiyata katkı anlayı ından uzakla mı ve adeta hangi edebiyat akımı tercih edilecekse ona göre seyir takip etmi tir. Bu da tarafları “anlamak”tan çok “savunma”ya itmektedir. Tartı mada aynı mesele üzerinde farklı bakı açılarından bir takım yorumlar yapılsa da netice her zaman bir taraf tutmaya yönelmektedir.

Be ir Fuat kendi tarafını belirlerken M. Mehmet Tahir’i o ana kadar Zola’nın hiçbir eserini okumamakla suçlar ve Hugo’nun birçok eserini, ardından Zola’nınkileri okudu ğunu ve bunların mukayesesi sonucu “Realizmin romantizme rüçhanına” hükmetti ğini söyler. Ardından M. Mehmet Tahir’in ele tirilerini cevaplandırır. Be ir Fuat, M. Mehmet Tahir’in “Bir insan zanneder misiniz ki Zola’nın kitaplarını okur da hakkıyla istifâde eder? Bilakis sathî nazarâtın yaptı ğı gibi âlem-i fuh un güzel güzeltasvirlerini görerek, okuyarak ona kendinde bir meclûbiyet hisseder” eklindeki de ğerlendirmesini u ekilde cevaplar:

Zola’nın romanlarının mütâlaasından öyle bir meclûbiyet hâsıl olmaz, olsa olsa nefret hâsıl olur. Romantik fikirlerle perverde olan bir adam faraza öyle bir âleme dü se gafil olur, ba ı bin belâya u ğrar. Hâlbuki Zola’nın âsârını okuyanlar vâkıfâne hareket ederler. ehvet-engîz tasvîratı yine romantiklerde bulabilirsiniz 278 .

Be ir Fuat, realizmin romantizme rüçhanını ispatlamada ısrarcıdır. Bu yüzden M. Mehmet Tahir’in sözlerini alıntılayıp mukabele etmenin yanı sıra arada eski defterleri karı tırmaktan da geri kalmayacaktır. Bunun için Be ir Fuat fikirlerin her zaman terakki etti ği hususunu dile getirerek hayal asrının son buldu ğunu ve hakikatin de ğer kazandı ğını ifade ederken M. Mehmet Tahir’in Gayret ’te yayımlanan “Garip Bir Terakki” yazısını kendi lehine, dolayısıyla yine realizmin rüçhanı yönünde de ğerlendirecektir:

278 Be ir Fuat, “Mütenevvia: Menemenlizade Tahir Beyefendinin Gayret’le Ne reyledikleri Makale-i Cevabiyelerine Cevaptan Maba’d”, Saadet , nr. 582, 7 Kânunuevvel 1886.

163

Zamanımızın meyl ve istidâdı ise yevmen fe yevmen hayalâttan udûl ve tebâüdle hakikat ve ciddiyâta teveccüh etmektedir. Hâttâ benimle mübâhasenizde lüzum-ı hayali iltizâm eyledi ğiniz halde “Garip Bir Terakki” 279 ünvânlı makalenizde tarz-ı kadîm taraftarı olan uarâya, “Bir kere zamanın efkâr-ı umûmiyesini göz önüne alalım, meyelân-ı milleti dü ünelim. Bugün hiçbir kimse yoktur ki terakkinin ehemmiyetini takdir ile o halde tevakkuf etmeyerek daima ileri gitmek esbâbını istihzâr eylemek lüzumunu teslîm etmesin. Bu delâlet eder ki her eyde oldu ğu gibi edebiyatta dahî halkımız taharrî-i hakayıkla i tigal ederek edebiyat-ı sahîhaya bir meyl-i umûmî görülecektir” demek taht-ı itirafınızdadır ki fikirler daima terakki edecek ve edebiyatta bile hakikat taharrî olunacaktır. Di ğer taraftan edebiyat-ı sahîhanın “tesâvir-i hissiyât-ı be eriye ve temâsil-i me hûdât-ı tabiiye” oldu ğunu teslîm buyurdunuz. Buna bakılır ise âdeta siz de realizmin mürevvic-i efkârı görünüyorsunuz. u halde iltizâm-ı hayali nasıl tecvîz ediyorsunuz, anlayamıyorum! 280

Efkâr-ı umumiyenin hayale mi yoksa hakikate mi ra ğbet etti ğini anlamada Be ir Fuat için en güvenilir ölçü, gerek edebiyat gerek fen hususunda “asr-ı hazır” ile geçmi asırları kar ıla tırmaktır. Nitekim ona göre klasikler rakipsiz birkaç asır hüküm sürebildi ği halde romantizm rakipsiz elli sene sürmemi tir. Romantizmin reisi hayattayken bile yeni yeti en gençler realizme yönelmi tir. Devamla, Realizmin ve Zola’nın Fransa dı ındaki serüveninden bahseden Be ir Fuat “efkâr-ı umumiyenin istidadı terakkiye meyyal oldu ğunu” kabul etti ğini söyledi ği M. Mehmet Tahir’e “ u halde romantizme ra ğbet gösteren on dokuzuncu asrın evâili, realizmi tervîc eder ise o asrın evâhiri ve ikisinin beyninde fark olarak yarım asırlık terakkiyât mevcut oldu ğuna nazaran u fark realizmin romantizm üzerine rüchânına delil olmaz mı? ” der.

“Ahlak” fuhu âlemlerine girip çıkmak yahut buna kayıtsız kalmaktan mı ibarettir? Be ir Fuat ve M. Mehmet Tahir bunu bir çözüme kavu turamamı tır. Çünkü bir akımı savunma psikolojisi tarafları “anlamak”tan çok “savunma”ya yöneltmektedir. Özellikle M.C. imzalı “Bir Mütefenninle Bir air” manzumesinden sonra kendini belli

279 M. Mehmet Tahir, “Garip Bir Terakki”, Gayret , nr. 3, 17 Kânunusani (29 Ocak 1886), s. 54. 280 Be ir Fuat, a.g.m., Saadet , nr. 584, 9 Kânunuevvel 1886.

164 eden bu savunma psikolojisi zaten zamanla ba kalarının da tartı maya dâhil olmasına ve özellikle Hüseyin Rahmi’nin “ Đsti ğrak-ı Seherî” piyesindeki alaycı üslubunun da etkisiyle tartı manın sona ermesine sebep olacaktır.

5. Tartı manın Sona Ermesi ve Hayal-Hakikate Đli kin Kanaatler

“Hayaliyun-Hakikiyun Tartı ması”nda Mehmet Tahir ve Be ir Fuat arasında cereyan eden “mübahese” ba ta kar ılıklı saygı ifadeleriyle bir “münazara” eklinde devam ederken “Bir Mütefenninle Bir air” ba lıklı manzumeden sonra bir “tartı ma” suretini almı tır. Ahmet Mithat Efendi’nin tartı maya dair kanaatlerini bildiren yazılarından, Recaizade Mahmut Ekrem’in edebiyatta fenne yer verenlere yönelik ele tirilerinden ve Be ir Fuat’ın alaycı ifadelerle dolu yakla ımlarından sonra Hüseyin Rahmi, “ Đsti ğrak-ı Seheri” isimli piyesiyle açıkça M. Mehmet Tahir’in ahsını hedef alan istihzalarla dolu bir yazı kaleme almı tır. Bu a amadan sonra M. Mehmet Tahir, Mizan gazetesine tartı madan çekildi ğini ifade eden u yazıyı göndermi tir:

Saadet ve Tercüman-ı Hakikat gazetelerinde her türlü usul-i tenkidin hilafında olarak aleyhimde ne redilen eylerin mahiyetlerini efkâr-ı umumiye tayin edece ği cihetle o babda bir ey söylemek istemem. Ancak öyle muteber gazetelerin bu gibi eylere vasıta-i ne r olmasına beyan-ı teessüf etmekten kendimi alamam. Hususiyle talebe-i ulum lisanından öyle sözler i itmek ne kadar ayan-ı teessüf görülse ayandır.

Âdâb-ı münazara dâhilinde itiraz etselerdi ben de cevabımı yazardım. Fakat imdiki halde bu gibi eylere kar ı sükût etmekten güzel cevap olamaz 281 .

M. Mehmet Tahir’in tartı madan çekilmesiyle, onun 17 Kânunusani 1301 (29 Ocak 1886) tarihli Victor Hugo monografisine dair ilk de ğerlendirmesiyle ba layan “Hayaliyun-Hakikiyun Tartıması” yine onun 11 Te rinisani 1886 tarihli bu yazısıyla sona ermi tir. Yalnız tartı manın sona ermesiyle hayal-hakikat ili kisine dair ele tiriler henüz bitmemi tir. Be ir Fuat’ın intiharına kadar savundu ğu “hakikat mesle ği”ne yönelik matbuat ortamında görülen ele tiriler devam edecektir.

281 M. Mehmet Tahir, “Mizan heyet-i idaresi huzur-ı alisine”, Mizan , nr. 4, 11 Te rinisani 1886.

165

5.1. Matbuat Ortamında “Hakikat”e Yönelik Ele tiriler

Vatan Yahut Silistre ’nin do ğu dilleri ile ilgilenen Alman edebiyatçılarından Heinrich Hartt tarafından tercüme edilmesi üzerine Ebuzziya Tevfik, Berliner Tageblatt gazetesindeki eserle ilgili fıkranın tercümesini Namık Kemal’e gönderir. Durumla ilgili memnuniyetini ifade eden Namık Kemal, Ebuzziya’ya gönderdi ği bir mektubunda Osmanlı matbuatının halihazırdaki durumundan bahisle eski ve yeni edebiyata ili kin bazı ele tirilere de ğinir ve “maarifin her cihetinde Avrupa’daki akvamın kâffesine tefevvuk” etti ğini söyledi ği Almanların edebiyatta, bilimsel hakikatler veya “ulum-ı mütearife”ye dair sözler aramadıklarını, yalnız airane fikirler ve duyguların tasvir ekillerine dikkat ettiklerini ifade eder. Ayrıca, bir Alman edebiyatçısı nazarında ihtiva etti ği airane fikirlerden ve duyguların tasvir suretine ili kin özelliklerinden ötürü Silistre ’nin Berliner Tageblatt gazetesindeki övücü ifadelerle haber konusu olmasını Namık Kemal, airane tabiatı ve nesirde bile do ğru dürüst meramını ifade edemeyen ve Avrupa’daki edebî ilkelerden olmak üzere, “dünyada hiçbir eye benzemez bir takım garaibe tesadüf edip” iir hakkında do ğru bir mütalaa ortaya koymaktan aciz “edebiyat meraklıları” için bir ibret örne ği sayar. Mektubun devamındaki a ağıdaki ifadeler herhalde Be ir Fuat’ı cevap vermeye zorlayan ifadeler olmu tur:

Avrupa fikrine yeltenmekle me’lûf olanlardan biri çıkıyor Türkçede do ğru bir beyit okumaya muktedir olmadı ğı halde yalnız Osmanlıların de ğil, Fransızların eâzım-ı üdebâsını da teçhil ediyor. Meselâ kalbe his isnat etmek cehalet oldu ğundan ve binâenaleyh öyle bir hatâyı hâvî olan eserlere iir denilemeyece ğinden bahisler ederek lisan-ı edepten mecazı, kinayeyi bütün bütün kaldırmak istiyor! 282

Namık Kemal ayrıca “edebiyat-ı sahiha”ya dair ne riyatta görülen noksanlıkların sebebinin de bu çe it vukufsuz de ğerlendirmelerden kaynaklandı ğını söyler. Yazısının devamında “Avrupa fikrine yeltenmekle me’lûf olanlardan biri” dedi ği bu ki iye “sükût”la cevap verilmesi durumunda “hakikatin ma ğlubiyetine, ashâb-ı tahsilin gafletine sebebiyet” verilmi olaca ğını, delille mukabele edilse itirazcıların münazara ile

282 Namık Kemal, “Mektup (Ebuzziya Tevfik Biraderime)”, Mecmua-yı Ebuzziya , c. 5, cüz 52, 15 Muharrem 1304 (14 Ekim 1886), s. 1636.

166 galip olamayacaklarından ötürü herkesin kullanmaya tenezzül edemeyece ği bir takım silahları kullanacaklarını, kendi ifadesiyle kısacası “sövdüklerini” ifade eder 283 . Namık Kemal, hakikat nazarında bu tür tariz ve tecavüzleri “hep ya ihtiyarlık seyyiesiyle ayakta duramayanların veya hilkatinin müsait olmadığı yerlere çıkmaya çalı ıp da muktedir olamayanların sukutundan etrafa da ğılan topraklar kabilinden” sayar.

Namık Kemal’in “sükût”la cevabın yanlı lı ğıyla, M. Mehmet Tahir’in Mizan ’da yayımlanan yazısının sonundaki “sükût”u arasındaki benzerlik dikkat çekicidir. Ayrıca “sükût”la verilen kar ılık hakikatin ma ğlubiyetine neden olmanın yanı sıra “ashab-ı tahsilin” de gafletine sebep olmaktadır. Buradaki “ashab-ı tahsil”, tartı mada Be ir Fuat, Ahmet Mithat Efendi ve Hüseyin Rahmi tarafından daima tahsili vurgulanan ve böylece ele tiri ve alay konusu edilen M. Mehmet Tahir olsa gerektir. M. Mehmet Tahir tartı maya dair son sözünü söyledi ği için her hangi bir de ğerlendirmede bulunmayacaktır. Ancak, “Türkçede do ğru bir beyit okumaya muktedir olma”ma, yalnız Osmanlıların de ğil Fransızların da büyük edebiyatçılarını teçhil etme ve alıntının geri kalan kısımları daha önce Be ir Fuat’a yöneltilen ele tiriler arasındadır. Bu yüzden Be ir Fuat, Namık Kemal’in mektubundaki ifadeleri kendisinin terviç etti ğini söyledi ği “meslek-i hakikat”e bir itiraz olarak kabul eder ve Namık Kemal’e Tercüman-ı Hakikat ’te yayımlanan bir yazıyla 284 cevap verir.

Hakikatin hayale rüçhanını tekrar dile getirdi ği bu yazısında Be ir Fuat, Namık Kemal’in ele tirilerini ba ta saygılı bir üslupla kar ılar ve bu iddiaları teker teker de ğerlendirir. Be ir Fuat, Almanların edebiyatta hakikat aramadıkları iddiasını kabul etmez. Nitekim ona göre Emile Zola’nın edebiyat görü ünü terviç eden Almanlar da vardır. Ayrıca airane tabiat hakikati aramayacak olsa hayale dalmaktan ibaret kalır. Yazısının burasında Balzac’ın hayali edebî eserlerde bir süs ve kuralsızlık sebebi saydı ğına dikkat çeker. Yukarıda Namık Kemal’e dair alıntısını yaptı ğımız ifadelere cevap verirken Be ir Fuat ölçülüdür. Dilin kaideleri ve inceliklerine ve aruza vukuf bir çe it ilim olsa da ona göre Avrupa’da âlim denince “ulum-ı sabite-i mücerrebede yed-i

283 Handan Đnci, Namık Kemal’in bu sert tavrını u ekilde de ğerlendirir: “Namık Kemal’in Be ir Fuad’a çıkı larında, gerçekte Victor Hugo kitabında hırpalanmaya çalı ılan bir edebiyat zevkinin Türkçedeki en önemli temsilcisi olu unun öfkesi sezilmektedir” ( iir ve Hakikat , s. 23). 284 Be ir Fuat, “Aynen Varaka: Yine iir ve Hakikat Meselesi”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 2592, 1 ubat 1887.

167 tûlâ sahibi bir zat anla ılır”. Burada bilim adamlarını airlerden tekrar üstün tutan Be ir Fuat kalbe his isnat etmenin yüzyıllardır bilinen bir yanlı lık oldu ğunu dile getirir. Benzer ekilde daha önce M. Mehmet Tahir’le olan tartı malarında kalbe his isnat eden airleri ele tirmi ti. Be ir Fuat bu mukabeleyi yazmaktan maksadın hakikatin ma ğlubiyetine ve ashab-ı tahsilin gafletine sebep vermemek oldu ğunu ifade eder ve Namık Kemal’e delille mukabele ederse zaten aradı ğı mübahese tarzını seçmi olaca ğından buna minnettar olaca ğını söyler. Ayrıca mübahese üslubundaki kendi ölçüsünü u ekilde dile getirir: “Benim mübahesede adetim muarızımın kullandı ğı lisanı istimal etmektir”.Hadd-i te’dip ve Tahrib-i Harabat ’taki lisanı kullandı ğını hatırlamadı ğını söyleyen Be ir Fuat, realistlerin nazarında bu tür tariz ve tecavüzlerin hep “hilkatin müsait olmadı ğı yerlere çıkmaya çalı ıp da muktedir olmayanların sukutundan etrafa da ğılan topraklar kabilinden” oldu ğunu ifade eder. Namık Kemal’in iddia etti ği gibi edebî eserlerde hakikat aramak icap ederse bu sözün edebî oldu ğuna bir tereddüdünün de olmadı ğını ekler. Sözünün i aret etti ği mana da udur:

Kemâl Beyefendi edebiyat Olimpos’unun Jüpiter’i oldukları cihetle bu cebele tırmanabilmek ve hâtvede üstâd-ı a’zama kar ı ser-be-zemin-i ihtirâm olan ashâb-ı zevk-i selîme müyesser olaca ğını ve bilakis bir tavr-ı ahrarâne ile tereffu etmek isteyenler usâttan ma’dûd olaca ğından ya ğdıraca ğı yıldırımlarla bunlar târ ü mâr edilece ğini i’lâmdır 285 .

Be ir Fuat her ne kadar Namık Kemal’i “edebiyat Olimpos’unun Jüpiter’i” saysa da onunla istihza etmi tir. Yazının devamı bunu ifade eder: “Vâ-esefâ ki dühât-ı fenden Franklin siper-i sâikayı ke feyledi ği tarihten beri Jüpiter’in gazabı bir kaba gürültü tevlîd etmekten ba ka bir tesir hâsıl etmiyor”.

Namık Kemal, Ebuzziya’ya gönderdi ği bir mektubunda daha önce Silistre dolayısıyla yazdı ğı mektubuna Hacı Đbrahim Efendi ile Be ir Fuat Beyefendi’nin Tercüman-ı Hakikat ’te mukabelede bulunduklarını söyler ve mektubunun sonundaki “ezcümle sövüyorlar” ifadesinin tesirini gösterdi ğini dile getirir. Namık Kemal, Hacı Đbrahim Efendi’nin “ etm (küfürden)den uzak” üslubundan ötürü kendini bahtiyar sayar.

285 A.g.m .

168

Devamla: “Evvel emirde mü arünileyh hazretlerinin makalelerini nazar-ı dikkate alalım. Be ir Fuat Beyefendi ile sonra konu uruz. Mazi ile bahsimizi bitirelim; istikbalde nöbet gelir” der 286 . Yalnız istikbale nöbet gelmeyecektir. Çünkü Namık Kemal’in bu mektubunu yazdı ğı tarihte Be ir Fuat intihar etmi ve ölmü tür. Mecmua-yı Ebuzziya ’da Namık Kemal’in istikbale dair ifadesine u dipnot bilgisi eklenmi tir:

Bu mektup Be ir Fuat beyin intiharından evvel yazılmı ve Đstanbul’a vürudu ise merkumun gazetelerle ilan-ı intiharına tesadüf etmi idi. Kemal beyin istikbal tabir eyledi ği Fuat Bey bu günkü günde mevt idi. Evvelen maziye dâhil oldu. Hâlbuki mazinin meslek-i me umu elyevm tasallut-nüma-yı istikbaldir (Littabi’ ).

Hakikat mesle ği matbuat ortamında Be ir Fuat’ın vefatından önce Voltaire monografisi dolayısıyla tekrar ele tirilmi tir. Be ir Fuat, Voltaire monografisinde Voltaire’i Türk okuyucusuna tanıtırken Victor Hugo monografisine benzer bir yol takip eder. Nasıl ki bu monografide Hugo’yu tanıtırken onu Zola’yla kıyaslama yoluna gittiyse benzer ekilde Voltaire’i tanıtırken onu J.J. Rousseau’yla kar ıla tıracaktır. Böylece Voltaire ve Rousseau’nun ahsında akıl-kalp, hayal-hakikat, fen-iir kar ı kar ıya gelir. Be ir Fuat Voltaire hakkında takdirkâr ifadeler kullanır.

Vakıa ömrünün ekser-i eyyamını Kemal Beyefendi’nin: Bedbaht ona derler ki elinde cühelanın / Kahr olmak için kesb-i kemal ü hüner eyler 287 beytine ma- sadak olacak bir surette geçirdi, ancak hâsıl olan neticenin büyüklü ğü dü ünülür ise, Voltaire’in zararlı çıkmadı ğı, a ikârdır. Evet, bir insan terakkiye, âlem-i insaniyete bir hizmet eder ise hizmetinin mükâfatına elbette nail olur 288 .

Bu arada Saadet gazetesinde “Ukkaz-ı Osmanî” ba lı ğı altında “bütün” redifli bir gazel yarı ması düzenlenir. Gazetenin “kısm-ı edebî”sini de Muallim Naci idare etmektedir. Salâhi imzalı bir iirde Be ir Fuat’ın Voltaire’i takdirkâr ifadeleri ele tiri konusu olur.

286 Ebuzziya Tevfik, “Mebahis-i Edebiye Üzerine Biraderim Kemal Beyden Aldı ğım Mektup”, Mecmua- yı Ebuzziya , c. 5, nr. 53, Safer 1304, s. 1665. 287 Beyit inasi’ye aittir. Bkz. Kenan Akyüz, Batı Tesirinde Türk iiri Antolojisi , Đnkılâp Yay., Đstanbul, 1985, s. 21. 288 Be ir Fuat, Voltaire , haz. Erdo ğan Erbay, Babil Yay., Đstanbul 2003, s. 72.

169

Voltaire’i taklit edenler bizde nadandır bütün arlatanlık onlara ayeste ünvandır bütün beytiyle ba layan iirin devamında filozofluk taslayanların bütün akılları gariplikleriyle güldürdü ğüne, tamamen saçmaladıklarına, lüzumsuz manasız söz söylediklerine ve aksini savunanların (rakiban) söylediklerinin “sırf” bühtan” oldu ğuna de ğinilir. iir Muallim Naci’ye övgülerle biter 289 . Be ir Fuat, Salâhi’nin bu naziresine yine iir formunda bir gazel ile cevap verir. iire

Voltaire’i takdir edenler ehl-i irfandır bütün Na ir-i envar olanlar medhe ayandır bütün beytiyle ba layan bu naziresinde Be ir Fuat, iirin devamında felsefe ve fen a ığı oldu ğunu vurgularken buna tarizde bulunanları bütün cahil sayar. Be ir Fuat öfkelidir. Nitekim insanın âlemin hallerine vakıf olması gerekti ğini söylerken aksini geçerli görenleri “bence hayvandır bütün” eklinde tarif edecektir ve kendisinin “hasm-ı air”li ğini öne çıkarırken gazel yazmanın kolay bir i oldu ğunu ifade ederek iirini bitirecektir. Be ir Fuat’ın maksadı air unvanına namzet olmak de ğildir. Amacı sadece istenirse ve birkaç saat zaman harcanırsa air olmayanların da vezinli kafiyeli sözler söyleyebileceklerini göstermektir 290 . Yazısını da airlere bir hitap olarak u ekilde bitirir:

289 Salâhi, “Nazire”, Saadet , nr. 618, 18 Kânunusani 1887. 290 Orhan Okay, Be ir Fuat’ın yazdı ğı tek iirin bu oldu ğunu söyler. Ahmet Mithat Efendi de Be ir Fuat’ın ölümünden on sene sonra, Sait Beyle klasiklere dair tartı malarının içinde Muallim Naci mesle ğini savunanları ele tirirken unları söyler: “Bugün zat-ı âlileri Naci veyahut mekteb-i mahbub- perestân ve mey-haran âkirdânından birisi çıkıp da Ne ’e-i zevk-i meyi tahkir eden divânedir Gamdan azade heman dünyada bir meyhânedir gibi bir ey ortaya koyacak olsalar genç takımı bu meyhane kokularından burunlarını tıkayarak geçerler. Bunların iir ve bunları söyleyenlerin air addolundukları zaman çoktan geçmi tir. iirin ve airli ğin bundan ibaret olması erbâbı için asla an addolunamayaca ğını, Mevla taksiratını afv eylesin, Be ir Fuat o kadar parlak bir surette ispat etmi tir ki o zamandan bu zamana kadar o devirleri, o halleri kalem-i saadetlerinden ba ka tahassürle yâd eden bir kalem daha görülmemi tir. Malum a, Be ir Fuat’ı “Sen air de ğilsin. Sen bu edebiyat mebahisine niçin karı ırsın?” diye men etmek isteyenlere mukabil Be ir Fuat bir hafta zarfında manalı manasız birçok gazeller nazmıyla ve “ airiyet bunları dizmek söylemek ise i te ben de söyledim. Haydi, sehvlerini, noksanlarını bulunuz” diye mukabele etmi ve o airiyetin ne oldu ğu bu suretle tahakkuk eylemi tir” (“Sait Beyefendi Hazretlerine Cevap”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 5932-732 - 5939-739, 3-10 Te rinisani 1897.).

170

airlerimiz de muhabbet-i câvidâna dair bir makale-i fenniye yazarlar ve bu makalelerinde fence hatâları bizim gazelin nevâkısını tecavüz etmez ise tarz-ı atîk ve cedîde muvâfık iirler söyleyece ğimi beyan ederim 291 .

Be ir Fuat’ın mukabelesine Saadet gazetesinde yayımlanan Zülfikar unvanlı bir yazıyla cevap verilir. Yazı Muallim Naci’ye yazılmıtır. Zülfikar, Ukkaz-ı Osmanînin bu ikinci toplantısını olu turan gazelleri mütalaa ederken derece derece hepsini güzel görmekle birlikte fikirlerin bir noktada toplanmadığına de ğinir ve kimisinin Osmanlı iirinin geli mesine hizmet etmek niyetiyle açılmı bu irfan yoluna girmekle iftihar etti ğini, kimisinin de “yazılan gazellere nazire olmak üzere söylemeye çalı tı ğı” beyitlerde “dü man-ı iir” oldu ğunu göstermekten lezzet aldı ğını ifade eder. Zülfikar “dü man-ı iir” ifadesiyle Be ir Fuat’ı kasteder. Yalnız onun birkaç saatte kaleme aldı ğı dört be satırdan ibaret bir eserin yazılmasını “âsân” kabul etmez. airli ği yalnız vezinli söz söylemekten ibaret sayan Be ir Fuat’ı ele tirirken onu ayrıca “zevk-i airaneden mahrum bir zat” olarak de ğerlendirir. Burada sanki Zülfikar de ğil de M. Mehmet Tahir konu uyor gibidir. Nitekim benzer ele tirileri M. Mehmet Tahir de yapmı tır. Zülfikar’ın sözlerindeki “zevk-i airane” M. Mehmet Tahir’in bilim adamlarında bir kusur olarak gördü ğü “zevk-i selim”in ba ka türlü ifadesidir.

Ele tirisinde Zülfikar da öfkelidir. Nitekim Voltaire’i büyüklerden saymanın inkâr edilemeyece ğini söyler ama “bu kadar ekâbir-i ümmet” dururken “dinsizlikle öhret bulmu ” birinin ismini daha nazirenin “birinci mısraında ve hatta birinci kelime olmak üzere göze sokmak Muhammedîlikle” telif edilmez kanaatindedir. Zülfikar, yazısını “bütün” redifli u kıt’a ile bitirir:

arlatanlık etme gel söz dinle fenci feylesof Yazdı ğın efsaneler mahrûm-ı irfandır bütün Pey-rev oldun çünkü sen Voltaire gibi bir dinsize Sözlerin bâr-ı girân-ı ehl-i îmândır bütün 292 .

291 Be ir Fuat, “Gazel”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 2590, 29 Kânunusani 1887 (Salâhi’nin nazire yarı masında yazdı ğı gazele Be ir Fuat’ın verdi ği cevap için Olcay Önertoy unları söyler: “Be ir Fuat bu ta lamaya yine bir gazelle cevap verir. Ancak, kendisinin hezeyan olarak niteledi ği böyle iirlere yer verdi ği için Muallim Naci’ye gücendi ğinden olacak iirini Tercüman-ı Hakikat ’te yayınlar”. Olcay Önertoy, Edebiyatımızda Ele tiri, Tanzimat ve Servet-i Fünun Dönemleri , DTCF. Yay., Ankara 1980, s. 71).

171

Be ir Fuat, Zülfikar’ın sözlerini Muallim Naci’ye gönderdi ği bir yazıyla kar ılar. Yazı Tercüman-ı Hakikat ’te yayımlanır. Be ir Fuat, bu yazısında Muallim Naciye “Hazret-i Muallim” hitabından sonra “heyet-i tahririyesinin reisi bulundu ğunuz “Saadet” gazetesinin Çar amba günkü nüshasında “Zülfikar” nam-ı müstearıyla bir hezeyanname ne rolundu” der. Birkaç mısralık bir iir yazmanın bir fen makalesi kaleme almaktan daha kolay oldu ğunu ifade ettikten sonra itirazcıya u teklifte bulunur: “hokka, kalem ve kâ ğıt tedarik ederek bir odaya kapanalım, onun tayin eyledi ği vezin ve kafiyede ben gazel söyleyeyim; o da benim tayin edece ğim bir fennî mebhasa dair bir makale kaleme alsın, bakalım hangimiz evvel bitiririz!”. Beir Fuat ayet kararla tırılan vazifeler bitmeden odadan dı arı çıkmamak da bir art olursa airin ebediyen odada tutuklu kalaca ğı tehlikesini de hatırlatır. Be ir Fuat’ın öfkesi dinmemi tir. Voltaire’in Đslamiyet’i nasıl bir zamanda müdafaa etti ğine dair tercüme-i halinde bir-iki örnek gösterdi ğini hatırlatır ve asıl arlatanlı ğın Voltaire’den bahsedenler için biçilmi kaftan oldu ğunu söyler. Be ir Fuat söz konusu Đslamiyet olunca kendi askerlik mesle ğini hatırlatarak itiraz eden ki iye de u soruyu sorar: “Be ir Fuad âlem-i Đslâmiyet dü manlarının ya ğdırdıkları mermiyât içinde dola ırken mu’teriz efendi ne yapıyordu?” Be ir Fuat’ın öfkesi Salâhi ve Zülfikar gibi itirazcılaradır. Yoksa Muallim Naci’yle bir alıp veremedi ği olmadı ğı gibi ona kar ı kullandı ğı üslup da gayet saygılıdır. Be ir Fuat, Muallim Naci’ye u hitabıyla yazısını bitirir:

Hazret-i Muallim! Böyle garazkârân ve sebük-magzânın safsatiyâtı Saadet’e derç olunaca ğına iir ve fen bahsini beynimizde yürütsek veya Hugo’ya zeyl olmak üzere “ Đntikad” nâmıyla ne rolunacak muhâberâtımızı enzâr-ı âmmeye koyup icab eder ise bunun alt tarafına devam etsek hem edebiyat meraklıları bu bâbda ciddi bir fikir hâsıl ederler, hem de bu gibi mu’terizlere merdâne mübâhaseye âdâb-ı münâzaraya dâir âyân-ı imtisâl bir nümûne göstermi olurduk! Yine her halde re’y sizindir, efendim 293 .

Muallim Naci, Be ir Fuat’ın kendisine hitaben “Hazret-i Muallim” hitabıyla kaleme aldı ğı yazısına “Muhterem biraderim” hitabıyla ba layan bir yazıyla cevap verir.

292 Zülfikar, “Aynen Varaka”, Saadet , nr. 631, 2 ubat 1887. 293 Be ir Fuat, “Aynen Varaka”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 2595, 4 ubat 1887.

172

Zülfikar müstearını ta ıyan ki inin kim oldu ğunu kendisine bir arkada ının haber verdi ğini söyler. Zülfikar daha önce Muallim Naci’yi övdükten sonra yeren biridir. imdiki halde Muallim Naci’yi tekrar övmektedir. Muallim Naci, Be ir Fuat’a Zülfikar’ın yazısına kar ı bir eyler yapaca ğını bildi ğini söyler. Ama “biraderim” dedi ği Be ir Fuat’ı da kırmak istemez. Bu yüzden ona: “Sizin hakkınızda bir kıt’a söylenmi de ne olmu ? Benim hakkımda bunca hicivler söylendi hâlâ da söyleniyor. Bir adamı ötekinin berikinin medh veya zemmetmesi onun mahiyetince bir tagayyür husûle getirebilir mi?” dedikten sonra bir vakit Tercüman-ı Hakikat ’te kendisi için söylenmi , Rakıdan hangi harabâtiyi gördün Mesud / Cümlesi renc ü elemde köpe ğin alt yanıdır beytini hatırlatarak unları söyleyecektir. “Nasıl buluyorsunuz? Đ te bu beni tahkir için söylenmi tir. Hâlbuki Allah’ın i’zâz etti ğini kimse izlâl edemez” der. Muallim Naci’nin sözlerinin devamındaki u ifadeleri bir tartı mada üslubun nasıl olması gerekti ğine ve “iyisini al, kötüsünü bırak” kaidesiyle hareket etti ğine dair iyi bir örnektir:

Ben bu kabilden olan te nîâta mukabele edebilirdim. Sahipleri de hiciv nasıl yazılır görürlerdi, fakat i i o dereceye vardırmayı tecviz etmedim. Sanırım ki isabet ettim. Mukabele-i bi’l-misil her zaman vâcib olmuyor, olsa imdiye kadar hemen hicivden ba ka bir ey yazmamaklı ğımız. lâzım gelirdi. Voltaire'i takdir etmemek cehl oldu ğunu bilirim, ama takdir etmek küfr oldu ğunu bilmezdim. Nedir bu ifrât ve tefrit! Kimisi Voltaire'i tanıyanı ikfâra kalkı ır, kimisi Đbni Sina'yı hiç tanımak istemez. Đkisini de hakkıyla tanısak, ikisinden de mümkün oldu ğu kadar hakîmâne istifâdeye çalı sak olmaz mı? Voltaire'i takdir edip etmemek de aramızda bir mesele mi olacak? Âsârı meydanda. Okuruz, anlarız, iimize geleceklerini alırız, gelmeyeceklerini bırakırız, i te bu kadar 294 .

M. Mehmet Tahir’in, tartı madan çekildi ğini ifade etti ği, Mizan ’da yayımlanan yazısıyla tartı mayı “sükût”la bitirmesinden ve Be ir Fuat’ın ölümünden sonra matbuat, bu suskunlu ğun tam aksine hayal-hakikat ili kisine yönelik çok sesli bir ortama tanık olur. Birçok yazar hayal ve hakikate yönelik kanaatlerini ifade etmeye ba lar. Kimi yazarlar isim kullanmak, kimisi do ğrudan de ğil de bir kurmaca eklinde kendi dü üncelerini ortaya koymak, kimisi de bazen ironik bir üslupla göndermeler yapmak

294 Muallim Naci, “Be ir Fuat Beyefendi’ye”, Saadet, nr. 634, 6 ubat 1887.

173 suretiyle hayal-hakikat ili kisine yönelik ele tirilerde bulunurlar. “Hayaliyun-Hakikiyun Tartı ması”nda ele tiri konusu olan air, iir, iir ve fen, roman, romancı ve edebiyat akımları ve bahsi geçen konulara ili kin hayal-hakikat ölçüleri ilgili ele tiriler için bir ortam hazırlamı tır. Bu a amadan sonra hayal-hakikat mevzularını tartı maya ba layanlar iir dilinde hayal ve hakikati bir terkibe ula tırmaya çalı mı lardır. Bu terkip romantik-gerçekçi bir tabiatı yansıtır.

174

II. KISIM

ĐĐ R D ĐLĐNDE ROMANT ĐK-GERÇEKÇ ĐLĐĞ E DO ĞRU

“Hayaliyun ve Hakikiyun Tartı ması” her ne kadar iir tarafını tutan airler ve fen tarafını savunan mütefenninler gibi kar ıt ve ötekile tiren bir anlayı olu turmu sa da bundan sonra basın bu kadar keskin bir ayırıma gitmez. Be ir Fuat’ın bazen öfkeye varan, hayalci airlere yönelik ele tirileri M. Mehmet Tahir tarafından bu ölçüde bir mukabele görmemi tir. Be ir Fuat’ın 1887’de ölümü de ele tirilerinde bazen sert ve öfkeli olan Namık Kemal ile yapılacak hayal-hakikate dair tartı maları daha ba tan sonlandırır. 1888’de de Namık Kemal vefat eder. Bu iki öfkenin çarpı ması hayal- hakikat tartı malarına ne tür bir katkıda bulunurdu? Bunu bilemeyiz. Ama görülen odur ki bu vefatları müteakip hayal-hakikat çeki mesi yava yava kendini bir uzla maya bırakır. Bu uzla mada romantik-gerçekçi üsluba do ğru bir yöneli söz konusudur. Đlgili üsluba yöneli te de hayalci air ve iire yöneltilen ele tiriler ile edebiyatta fenne dair olumlu kanaatlerin önemli bir rolü olmu tur.

Çe itli dergi ve gazetelerde ifadesini bulan bu ele tiriler ve kanaatlere geçmeden önce, basında ele tiriye konu olan iir dilindeki hayalcili ğin özelliklerine kısaca de ğinelim. Hayalci iir anlayı ı iirde romantik duyu u hissettiren bir tona sahiptir. iirde romantik duyu u tarif etmek iiri tanımlamak demek de ğildir. Nitekim romantik duyu un hissedildi ği iir anlayı ına dair yazılara geçti ğimizde görece ğimiz gibi, iiri ne zaman tanımlamak istesek iir her zaman elimizden kayıverecek ve ortada duran yalnızca iirin tarifi, daha do ğrusu tarifleri olacaktır. Bir yandan sonu gelmeyen ve sınır tanımayan tarifler, di ğer yandan hiçbir zaman bir kalıba sı ğmayan “ iir” tanımının yoklu ğu romantik duyu un tabiatını yansıtacaktır. Bu anlayı a yöneltilen ele tirilerle de edebiyatımızda romantik-gerçekçi bir üsluba do ğru gidilecektir.

1. Hayalci air/ iir Anlayı ı ve iirde Romantik Duyu

Recaizade M. Ekrem Zemzeme ’nin üçüncü kısmında iiri tarif ederken zerrelerden güne lere kadar “her güzel ey”i iir sayar. Bu tarifte her ne kadar “her güzel ey” kaydı varsa da bunun da bir sınırı yoktur. Recaizade M. Ekrem edebî

175 eserlerde özellikle iirde “mehasin-i fikriye, bedayi-i hayalîye ve sünûhât-ı kalbiye” gibi üç çe it güzellik takdir eder. Fakat bu kanaatini müteakip “yalnız fikir, hayal ve his cihetiyle güzel olması vâ-hayfâ ki bir eserin makbuliyetine kifayet edemiyor” der. Bu kifayetsizlik kar ısında Recaizade M. Ekrem, lafızlar, kafiyeler hatta bilinen vezinler içinde konunun tabiatına en çok uyan vezni seçmenin yanı sıra iirdeki hüzün, incelik, iddet, kasvet “ve daha bin türlü hale göre ifadeye etvar-ı beyan içinde en yakı ır olan tavır ve rengi” kazandırmayı gerekli görecek ve bu artları yerine getirmede “hüsn-i tabiat”ı rehber sayacaktır 295 .

Recaizade M. Ekrem iirin tabiatına göre vezin ve kafiyenin de ekillenmesi gere ğini vurgulamaktadır. Bu özelliklere sahip iirin ise birden çok görüntüsü vardır. Takdir-i Elhan ’daki iir tarifi buna iyi bir örnektir:

Ormanlarda ku ların hazin ötü ü, derelerde suların latif ça ğlayı ı, hatta da ğlarda kavalların garib garib aksedi i iir oldu ğu gibi, bir sühanverin, bir musıki- perverin akvâl ve negamât-ı mevzûnesi içinde tabiata muvafık, ervâha nafiz ve müessir olanlar da iirdir 296 .

Recaizade M. Ekrem kendi anlayı ı itibarıyla iir ve air tarifinin görüntülerini ço ğaltır. Aynı çizgide olan ö ğrencisi M. Mehmet Tahir’in iir ve aire dair tarifleri benzer niteliktedir. Bir kısmına “Hayaliyun-Hakikiyun Tartı ması” vesilesiyle de ğindi ğimiz M. Mehmet Tahir’in iir tariflerinden bir kaçı u ekildedir:

“iir bir bad-ı nesim-i letafettir ki geçti ği gönülleri revayih-i e vak ile doldurur (…) iir bir seyyale-i belagattir ki mısralarının tesadümünden berk-i ulviyet hâsıl olur” 297 , “Bence iirin en güzel tarifi ‘kalpten gelen söz’dür” 298 . “Mektup yolunda birisine hitaben yazılmı bir makalede” muhatabına Victor Hugo’nun les miserables (Sefiller)ını mütalaayı tavsiyeden sonra iiri u ekilde tarif eder:

295 Hakan Sazyek-Esra Sazyek, Yeni Türk Edebiyatında Önsözler , s. 79-84. 296 Recaizade Mahmut Ekrem, Takdir-i Elhan , Mahmut Bey Matbaası, 1301, s. 9-10. 297 “Ölü”, Gayret , nr. 2, 10 Kânunusani 1301 (22 Ocak 1886), s. 7. (M. Mehmet Tahir’in bu yazısı Abdülhak Hamit Tarhan’ın, 1303/1886’da yayımlanan ve mukaddimesinde “… hayal bulmu bir vücuttan, türab olmu bir hakikat ten bahseder” dedi ği Ölü ’süne dairdir. Abdülhak Hamit hayal ve hakikat arasında gidip gelir. Hacle ’nin mukaddimesinde “ Hacle hayâlî, Makber hakikîdir” der. 298 “Hamit Bey Terakki mi Ediyor Tedenni mi Yahut Makber”, Gayret , nr. 22, 30 Mayıs 1302 (11 Haziran 1886), s. 87.

176

“iir senin zannetti ğin gibi, mukaffa, mevzun iki söz söylemekten ibaret de ğilmi , belki bir söze iir diyebilmek için vezninden kafiyesinden ziyade manasının bir melek gibi hafif hafif tebessümlerle ruhu ok ayacak nesim-i seherin a ğaç yapraklarına verdi ği ihtizazlar gibi vicdanda latif latif tesirler hâsıl edecek surette olmasına bakılırmı (…) bir sayfa okunurken güle güle bayılma derecelerine gelenlerin bir sayfa sonra a ğlamaktan gözleri ier. Kuvve-i airanesi tabiat kadar muktedirdir, her istedi ği eyi tasvir eder, her tasvir etti ği ey nazarlarda bir timsal-i icaz te kil eder. Đ te air bu yolda adamlara, iir o yolda sözlere denilir” 299 .

M. Mehmet Tahir’in air tarifi de u ekildedir:

“Gâh olur latif latif fikirleri, garip garip tasavvurları, ceyyid ceyyid ifadeleriyle nazarlara her türlü ezhârı açılmı bir gül en-i bahar-ı saadet arzeder. Gâh olur korkunç korkunç sözleri, müdhi müdhi hayalleri, vah i vah i tabirleriyle deh etten tüyleri ürpertecek, sinirleri kuvvetten kesecek kadar mahûf âlemler tasavvur ve tasvir eyler. Gâh olur acıklı acıklı figanlar, müessir müessir na ğmeleri, hazin hazin ifadeleriyle insanı bilâihtiyar a ğlatır, a ğlata a ğlata mütenebbih eyler. Đ te asıl air bunlara, asıl iir bu yolda söylenenlere denir” 300 .

Alıntıdaki “Gâh” ifadeleri dikkat çekicidir. Nitekim bu ifadelerle tek bir kalıba sı ğmayan bir air tavsifine giri ilmektedir. Đleride görece ğimiz gibi benzer bir çizgide olan Mehmet Celâl de Mürüvvet’ te çıkan bir yazıda air ve iiri bu tarzda tarif edecek ve bu durum Ahmet Mithat Efendi tarafından sorgulanacaktır. Recaizade M. Ekrem’le ba layan hayalci air/ iir anlayı ı da Nabizade Nazım tarafından ele tiri konusu olacaktır. Bu sorgulama ve ele tirilerle de romantik-gerçekçi üsluba do ğru gidilecektir.

299 M. Mehmet Tahir, “Mektup Yolunda Birisine Hitaben Yazılmı Bir Makaledir”, Güne , c.1, nr. 6, 1301, s. 254-255. 300 M. Mehmet Tahir, “ iir ve air”, Hâver , nr. 2, 1 Recep 1301 (27 Nisan 1884), s. 39 ( iir ve air tariflerinden olan bu yazı içindeki “Bir halde ki vâsıta-i nesim ile gelen keman sadâsı gibi emvâc-ı ne ’esi arasında ah ü enin sadaları i itilir, handeleri içine girye taneleri ya ğar” ifadeleri için Necat Birinci, “Bu görü daha sonra Halit Ziya tarafından Mai ve Siyah romanının kahramanı Ahmet Cemil’in a ğzından tekrarlanacaktır” demektedir. Bkz. Necat Birinci, Menemenlizade Mehmet Tahir , Kültür ve Turizm Bakanlı ğı Yay., Ankara, 1988, s. 13). M. Mehmet Tahir’in bu yazısından önce kendisine ait “ iir Nasıl Söylenir” ba lıklı bir iir vardır. M. Mehmet Tahir hayale ve hayalcili ğe verdi ği de ğeri bu iirin sonunda unutmayacaktır: Olmasın da hata hayal inde / Zarar etmez olursa kalinde.

177

2. Yeni Bir Üslubun Hazırlanı ı

XIX. Asır matbuat ortamında gazete ve dergilere bakıldı ğında iir ve airin tarifine dair birçok yazıyla kar ıla mak mümkündür. Bu asra gelinceye kadar gelene ğin ilenmi bir iir dili, bu dilin ya attı ğı zengin bir imaj dünyası vardır. Ancak bu dilin ifade etti ği âlem artık miadını tamamlamı gibidir. XIX asrın son çeyre ğinde özellikle Batı edebiyatlarından yapılan çevirilerin etkisiyle üslupta bir yenilik kendini belli etme ğe ba lar. Mehmet Kaplan üsluptaki bu yenili ğe dikkatleri çekerken unları söyler:

Bu devrenin dikkati çeken taraflarından biri, gazetecili ğin yerini dergicili ğin almasıdır. 1880 ile 1895 yılları arasında, yarısından fazlası edebiyatla ilgili, elliden çok dergi çıkar ki, bunların sathî bir surette tedkiki bile yeni bir duygu ve üslûp akımının hazırlanmakta oldu ğunu açıkça gösterir. Burada, bu devir içinde, ne riyatta görülen ikinci derecedeki ahsiyetlerin üzerinde durma ğa imkân yoksa da (…) Bunlar arasında Nabizade Nazım, Mehmed Ziver, Fazlı Necib, Mehmed Celal ve Mustafa Re id en ileri gelenlerdendir 301 .

Türk edebiyatında bu üslup nasıl olu turulmu tur? Bu olu umun temelinde hayal-hakikat çatı masının bir terkibe ula tırılması fikri vardır. Romantik-gerçekçi diyebilece ğimiz bu üslubun ortaya çıkı ına dair tartı maları ele alırken dikkatlerimiz ister istemez “Hayaliyun-Hakikiyun Tartı ması”na, tartı maya zemin hazırlayan ortama ve hayalci iir/ air anlayı ına yönelecektir. Romantik-gerçekçi üsluba do ğru gidilirken öncelikle iir, air ve airli ğin nitelikleri sorgulanmı tır.

2.1. iir, air ve airli ğin Nitelikleri

M. Mehmet Tahir ve Be ir Fuat arasındaki tartı malardan sonra basın ortamında Nabizade Nazım’ın Manzara dergisinde yayımlanan “ airiyet” 302 ba lıklı bir yazısı dikkati çeker. Burada Nabizade Nazım, iki ki iyi konu turarak iir ve aire, bir airde bulunması gereken özelliklere, iirin i levine, iirle me gul olacak gençlerin dikkat etmeleri gerekenlere dair kanaatlerini dile getirir. “Ravi” müstearıyla 1890’da Ahmet

301 Mehmet Kaplan, , Dergâh Yay., Đstanbul 2007, s. 25-26. 302 Nabizade Nazım, “ airiyet”, Manzara , nr. 4, 15 Nisan 1303 (27 Nisan 1887), s. 44-46.

178

Mithat Efendi’yle hayal-hakikat etrafında roman ve romancılı ğa dair bir tartı maya katılacak olan Nabizade Nazım’ın tartı maya yönelik fikirlerinin ilk nüvesi bu yazıda görülmektedir. Yazıda, Be ir Fuat’ın “Yetmi bin Beyitli Bir Hicviye”, Ahmet Mithat Efendi’nin “ iir ve Fen ve i’r-i Fennî”, Hüseyin Rahmi’nin “ Đsti ğrak-ı Seherî” yazılarındakine benzer bir kurmaca havası vardır. Bu kurmacada Nabizade Nazım’ın romantik-realist tavır takınan bir yazar anlayı ını görürüz.

Yazıya ilk konu macının u sorusuyla ba lanır:

- air kime derler?

Konu macının aldı ğı cevap udur:

- iir yani (mevzun ve mukaffa ve muhayyel) söz söyleyen insana”.

Đlk konu macı -mevzun ve mukaffadan önce- “ ‘muhayyel’ hangi sözlerdir?” diye sorunca u cevabı alır:

- Mesela laleyi peymane-i ser-âra, fele ği kase-i humâra, insanı seyyare-i âte - fe âna, gönlü kebab-ı büryana benzetmek bir hayaldir; i te bu hayal libas-ı vezin ve kafiye ile tahalli ve tesettür ederse ortaya bir “ iir” çıkar 303 .

Alıntının son cümlesinden de anla ılaca ğı üzere iir hayalin, ekil unsurları olan vezin ve kafiye ile süslenip tatlıla masıyla görünür hale gelir. Đlk konu macı,

- Yani air …….. yerden dü er bir yadigar-ı garabettir. deyince, ikinci konu macı kendilerine öyle ö ğretildi ğini hatta “manasız hayalleri dahi mahz-ı hikmet olmak üzere” bellettiklerini söyler. iiri kendilerine bellettikleri gibi tanımıyor musunuz diye sorulunca da “hayır” der ve

- Çünkü anladım ki iir do ğru de ğildir” eklinde cevap verir.

Konu malarda ikinci konu macının sesi Nabizade Nazım’ın sesi gibidir. Nabizade Nazım adeta kendi kanaatlerini ortaya koyacak ekilde birinci konu macıya sorular sordurmakta ve ikinci konu macı vasıtasıyla kanaatlerini dile getirmektedir. Aağıda bu durumu daha açık bir ekilde görece ğiz.

303 A.g.m ., s. 44.

179

Đlk konu macı “do ğru”nun ne oldu ğunu sorunca,

- Umumun nef’ine yarayan eye do ğru derler. Sualinizdeki maksadı anladım. iir umumun nef’ine hizmet etmiyor; bazen zevkine delalet ediyor. cevabını alır. Đlk konu macı “bu da bir hizmet de ğil midir? Hem iirden herkes zevk alır” deyince ikinci konu macı,

- Đkinci itirazınız do ğrudur fakat i’r-i sahih hakkında. Bizim bildi ğimiz iirin bazen zevkine delaleti hizmet de ğil belki musibettir. Çünkü parlak fikri hazine-i marifet olmak istidadında bulunan pek çok kimseleri umuma, marifete hizmetten mahrum bırakmı tır. Mesela Nedim ömrünü gazel, arkı tanzimine hasredece ğine ulum ve marifete sarf-ı zihin etmi olsaydı, bir mütefennin olurdu. imdi Đbn Kemal, Kâtip Çelebi, Hoca Đshak, Aziz Bey namları arasına bir de Nedim namı katılırdı. Meydana bir divan-ı gazeliyat koymakla ne hizmet görülmü olur? Bazı heva-perestanın tahrik-i evkine hizmetten ba ka ne himmet gösterilir? 304

eklinde bir kar ılık verir. Görüldü ğü gibi ikinci konu macı sahih iiri kabul etmekte ancak “ iirin bazen zevkine delaleti hizmet de ğil belki musibet” saymaktadır. Ayrıca “ulum ve marifet”le u ğra ıp mütefennin olmayı “gazel, arkı tanzimine” hasretmeye tercih etmektedir. Bu tercih ve ifadeler a ağıda görece ğimiz gibi gençli ğinde iir yazmaya heves edip air de ğil, ancak müte air oldu ğunu söyleyen Nabizade Nazım’ın hayal-hakikat etrafındaki iir ve aire dair kanaatleridir.

Đkinci ki i devamla iirdeki anlamsız, gereksiz ve bir fayda getirmeyen hayal unsurlarını ele tirerek ikâyetlerini dile getirir. Đlk konu macı kar ısındakinin iirimizden ikâyetleri oldu ğunu anladı ğından, evvel emirde iirden beklentilerinin ne oldu ğunu sorar. Buna kar ılık aldı ğı cevapta konu macı gözünün önüne getirdi ği manzum eserlerin “havi oldukları fikirler latif latif mecazlarla ziynetlenmi oldu ğu halde yine hakikatten ayrılmazlar” kar ılı ğını verir. Bu fikrini desteklemek için de ince, nazik ve zarif güzel bir kız haysiyetinde bir misal getirir. Ona göre bu kız “ne kadar cazibeli, matbu-ı endam olsa ona telli pullu karnaval kıyafeti takıldı ğı halde zevk-i

304 A.g.m ., s. 44-45.

180 selim ve tab-ı müstakim ondan bir hazz-ı kâmil istîfâ” edemeyece ği gibi “ bir zebellaya en ziynetli libas takılsa bu dahî nazar-ı ra ğbeti celb” edemeyecektir. Konu macı burada “tab-ı selim”in be ğenece ği bir surette bazı süslemelere de açık bulunursa kabul edilebilir bir iiri herkesin takdir edece ğini söyler. Bu sayede iirin gördü ğü ra ğbetle de hem zevk hem ibret alınmı olunup faydalanılacak bir eyin ortaya çıkaca ğını ekler. Peki, bunu ba aran bir air nasıl telakki edilecektir: “ air dahi böyle herkesi eğlendirerek müstefit eder bir hâdim-i zevk ve marifet diye telakki olunur” Đlk konu macı bu sefer “o halde siz airleri ne gibi eraitle takyit ediyorsunuz?” sorusunu sorar. Aldı ğı cevapta airde aranan özellikler, Nabizade Nazım’ın üç sene sonra Ahmet Mithat Efendi’yle yapaca ğı roman ve romancılı ğa dair tartı mada bir romancıda aradı ğı özelliklerin neredeyse aynısıdır. Đfadeler ikinci konu macıya aittir:

Bir kere air olacak kimse muntazam mekâtib-i iptidaiye gördükten sonra sırasıyla rü dî ve âlî mekteplerde ulum ve fünun-ı lâzımeyi -ta’mikan [olmasa] bile yakinen- taallüm eylemeli. Bu temel üzerine bir hüküm bina kurmalıdır ki bu da tebayi-i be eriyeyi tamik ile ondan bir takım neticeler çıkarabilecek iktidarı haiz oluncaya kadar seyahatler ülfetler icra etmekten ibarettir.

Felsefiyat-ı güze te ve mevcûdenin kâffesine kesb-i vukuf etmeli ve elsine-i mutebereden bir kaçına a ina olarak hele kendi lisanını ta’mikatıyla tafsilatıyla bilmelidir. Bu kadar malumatı cem ettikten sonra meydan-ı matbuata çıkmak için evvel emirde ufak tefek parçalar yazmalı, manzum mensur tiyatrolar tertip etmeli. Ondan sonra saha-i ne riyât ve e ’ârda cevelana ba lamalı 305 .

Hepimizin yaptı ğı gibi kalem yontup kullanma iktidarını kazanır kazanmaz “Hatıra-i ebab” ve “Heves Ettim” filan isimleriyle 306 “bir takım türrehat-ı tıflane”yi iirin ta kendisiymi gibi kamuoyuna sunmak bir marifet sayılırsa i te o zaman iirimizden ikâyetler asla eksik olmayacaktır anlayı ında olan ikinci konu macı,

305 A.g.m. s. 45 . 306 Bu yazısının devamı olan “ airiyet” ba lıklı ikinci yazısında Nabizade Nazım, Hatıra-i ebab ve Heves Ettim iir kitaplarını gençlik hevesiyle yazdı ğı müte airlik dönemindeki kitapları arasında sayar. Đbnülemin Mamhud Kemal Đnal, Heves Ettim için “Pek genç iken söyledi ği e ’ârı hâvidir” der ( Son asır Türk airleri , MEB., c. VI. s. 1133). Hatıra-i ebab , Nabizade Nazım’ın 1298 (1880)’de yayımlanan birinci, Heves Ettim , 1302 (1885)’de yayımlanan ikinci iir kitabıdır (Bu eserlere dair ayrıntılı bilgi için bkz., Himmet Uç, air ve Romancı Nabizade Nazım , Kitabevi Yay., Đstanbul 2007, s. 21). Bu bilgilerden hareketle ikinci konu macının Nabizade Nazım’ı temsil etti ğini söyleyebiliriz.

181

iirimizdeki hayal unsurları ve iir sayılan bir takım meseleleri ele tirir: “bizim airlerce her ey iir imi : mesela bir ahinin feryadı dahî iir imi . Kalemi kırıp ezmek dahî iir imi ! Pîr-i mugânın meyçû yani mu ğbeçeyi ça ğırması dahî i’r-i ulvî imi !” Đlk konu macı her eyin böylece iir sayılmasına kar ı çıkarak -biraz da istihza yollu- “zannederim ki öküz arabasının gıcırtısı dahi iir olacak!..” demekten kendini alamaz 307 .

Đkinci konu macı aynı fikirdedir ve vakitlerini “tahsil-i kemalâta hasretmek mecburiyetinde olan” gençlerin aldandıklarını, böylece âlem-i edebiyatın da bu gençlerle doldu ğunu ifade eder. Gazel tanzimiyle u ğra ıp vakitlerini zayi eden ve takdirkâr ifadeler bekleyen bu gençlere emeklerinin pek bo oldu ğunu söyleyen konu macı bunu nefsinde tecrübe etti ğini de ekler. “ imdi iir ihtiyacından kat kat ziyade olarak taallüm-i tefennün ve tenevvür ihtiyacıyla mukayyediz” anlayı ında olan konu macı bundan ba ka gençlerimizin tahsil ve terbiyelerinin de önemli oldu ğunu ekleyerek bu nazik zamanı iir zehiriyle “tesmim” edersek yazık olaca ğına de ğinir. Bu konuda tavrı da nettir: “hakikat söylüyorum ki iirimiz -imdiki haliyle- bir semm-i katil addolunur.” iirin hayalî olu undan ötürü insan sa ğlı ğını bozabilece ğine ve bu hayalden ötürü ressamların sonunda yakalandıkları verem hastalı ğına da de ğinen konu macı genç airlere -yazıyı sonlandıran- bir hitapta bulunur:

- Đ te tekrar ediyorum ki genç airlerimize âcizane bir ir adım olsun: iirin mana-yı hakikisine vakıf olacak bir sinne girmeksizin iir ile i tigal etmek hem hayat-ı zatiyeye ve hem hayat-ı cemiyete hıyanettir.

Demek ki iir, gençlikte bo vakit geçirme u ğra ı de ğil ciddi bir i tir. Ciddiye alınmazsa air de ğil müte air olunur. Nabizade Nazım son ifadeleriyle iiri anlamadan airlikle u ğra mak olan müte airli ği millete ihanet sayacak kadar ileri gitmektedir. Nabizade Nazım’ın görü lerine benzer ama a ırıya kaçmayan bir yakla ımı bu dönemde Mehmet Ziver’de de görürüz.

307 Konu macıların bu ifadelerinde Recaizade Mahmt Ekrem’in zerreden ümusa kadar her güzel eyi iir sayan iir anlayı ına dair bir ele tiri ve Makber önsözüne yönelik telmih söz konusudur. Bu bakımdan konu malarda tam bir romantizm ele tirisi vardır.

182

Sa’y dergisinde yayımlanan bir yazısında 308 airlerin kalbî duygularına uyulacak olsa bizde airlerin romancılardan önce edebî fikirlerdeki terbiyeciler olarak tanınacaklarını söyleyen Mehmet Ziver bizde romancılı ğın nispeten Avrupa’dakinden daha az geli mesinden ötürü kamuoyunun “gencine-i âdâb ve avarif bilece ği” eserleri vücuda getirmenin romancılardan ba ka bir sınıf olan gruba yani “üdeba”ya hasredildi ğini söyler. Yalnız her eyde oldu ğu gibi bu üdebaya bakı açımızda da bir suiistimalin oldu ğunu ekler. Böylece “bu münevverîn irfanı”nı haksız cehaletimizin içinde kaybedip kalıcı kılmak yerine onların süratle yok olmasına çalı tık. Bunun sebeplerini de Mehmet Ziver, hep hayal ve efsane türü eylerle u ğra ımızda arar:

Öyle anladım ki air olmak için -bazıların zannı gibi birkaç füsun ve fesâne de ğil- görmek, anlamak, dü ünmek gibi hasaise merbut daha nazik meziyetleri iktisap etmek elzemdir 309 .

air için “görmek, anlamak, dü ünmek gibi hasaise merbut daha nazik meziyetleri iktisâp etmek” lüzumunu dile getirmekle Mehmet Ziver, Nabizade Nazım’la benzer görü leri payla ır. Mehmet Ziver’in bu yazısında aradı ğı airler tabii zevklerden, vicdanî hallerden hem zevk hem de edep olarak mahrum olanlar de ğildir. Ya adı ğı cemiyet içinde halkın “hissî nazarla” görülecek hal ve hareketlerini, ahlak ve adetlerini kendi edebi anlayı larına göre tasvir edip “fenalık, fazilet” gibi iki sayfalık hikmeti gösterebilen, bunları bir birinden ayırabilenlerdir. Böylesi bir aire Recaizade Mahmut Ekrem’i, iire de onun Tefekkür ’ünü örnek olarak gösterirken Mehmet Ziver, eser için “kitabın unvanı tefekkür, neticesi teessür, teessürden sonra yine tefekkürdür 310 ” der. Görüldü ğü gibi Mehmet Ziver bu anlayı ıyla fikir ve his birlikteli ğine yani romantik- gerçekçi bir anlayı a sahip olan air tipini, örnek bir air olarak görür 311 .

308 Mehmet Ziver, “Bizde uara”, Sa’y , nr. 13, 15 Nisan 1304 (27 Nisan 1888), s. 99-101. 309 A.g.m ., s. 99. 310 A.g.m ., s. 101. 311 Mehmet Ziver’in hayal-hakikate ili kin teorik görü lerinin yer aldı ğı Sa’y mecmuasında, hayal- hakikati birlikte ele alan Floryan’dan aktarılmı bir manzumede, bu teorik görü sembolik bir anlatımla manzum olarak ifade edilir. Manzumede “hakikat” çıplak halde gezerken “efsane”ye yani “hayal”e rast gelir. Çekti ği acıları anlattıktan sonra onun elbiselerine bürünür. Manzumenin sonunda hayal ve hakikat birlikteli ğine vurgu vardır: Sen bana ben sana olup yâver / Olalım dü men-i bela ve keder (“Efsane ve Hakikat” Sa’y , nr. 7, 15 Kânunusani 1303 (27 Ocak 1888), s. 50-51). Florian (1755-1794) asıl ününü fabl türünde yazdı ğı ve 1792’de yayımladı ğı Fabls ’larla kazanmı tır. Berke Vardar bu öyküler için “La

183

Nabizade Nazım air, iir ve airiyette aradı ğı ölçüleri kısmen bir tartı ma suretinde ortaya koyarken, iir ve air için hayallere güvenmeyi bir kusur saymı , ayrıca airin yeterli bir bilgi donanımına sahip olmasını gerekli bir art saymı tır. Yalnız onun için bilgi de yeterli de ğildir. Bunun yanında manzumeler hayal unsurları ile süslenebilir. Nitekim bu tür manzumeler “havi oldukları fikirler latif latif mecazlarla ziynetlenmi oldu ğu halde yine hakikatten ayrılmazlar”. Mehmet Ziver de air olmak için, füsun ve fesane gibi muhalleri de ğil, “görmek, anlamak, dü ünmek gibi hasaise merbut daha nazik meziyetleri” kazanmayı öne çıkarmı tır. Görüldü ğü gibi burada muhali dı layan, fakat hakikatten ayrılmayıp mecazla süslenen bir fikri ön plana çıkaran, romantik- gerçekçi üslup kabul görmektedir.

Benzer bir kabulü, Be ir Fuat’ın etkisinde kaldıktan sonra iiri bırakıp fen ilimleriyle me gul olan ve yine Be ir Fuat gibi iirde a ırı hayallere, te bih ve mübala ğalara gere ğinden fazla yer veren hayalci airleri ve iirleri ele tiren erafettin Ma ğmûmî 312 ’de de görmekteyiz. erafettin Ma ğmûmî, hayal-hakikat ili kisi meselesinde romantik-gerçekçi bir anlayı a sahiptir. Ba langıç kitabının “ iirle air” kısmının daha ilk cümleleri bu anlayı ı yansıtır:

Uzun uzadıya safsatadan imsak ederek derim ki do ğru sözlerin hepsi iirdir. Fakat duyguları gıcıklamak için hakikate yakın hayalât ile tezyîni de arttır. (…) iir meâni-i latifesi fenn-i hakikî gibi lâyetegayyer bir kanunu ok ayan sözlerdir. iir fen gibi bir sa ğlam temel üzerine kurulmu bir binadır. Bu sebepten mütefennin olmayan mütevaggıle âir denemez. Fennin kısm-ı amelîsi, akıllara hayret veren medeniyet-i hazıranın bânisi oldu ğu gibi, kısm-ı nazarîsi de bir ir’r-i hakîkî bulundu ğundan fikri tenvir eyler, zihni açar, dima ğda bir hiss-i lâtif peyda eyler 313 .

Fontaine’inkilerle hiçbir bakımdan boy ölçü emezlerse de do ğal ve rahat bir anlatımla yo ğrulmu lardır” der ( Fransız Edebiyatı , Multilingual Yay., Đstanbul, 2005, s. 287.). 312 erafettin Ma ğmûmî’nin hayatına, sanat ve edebiyat anlayı ına ili kin ayrıntılı bilgi için bkz. Nazım H. Polat, Bir Jöntürk’ün Serüveni: erafettin Ma ğmûmî -Hayatı ve Eserleri , Büke Yay., Đstanbul 2002, 253 s. 313 erafettin Ma ğmûmî, Ba langıç , Đstanbul 1306 (1890/1891).; N. Hikmet Polat, erafettin Ma ğmûmî’nin divan iirine yöneltti ği ele tirileri üç noktada toplar. Bunlar “Eski iiri fazla yüceltip onu Tanrı vergisi saymaları, eski iirimizin -yazara göre- bâde zevki, a k ve mua akadan ibaret olu u ve

184

Nabizade Nazım, Mehmet Ziver ve erafettin Ma ğmûmî’nin yakla ımlarında hayallere dayanan air, iir ve airlik sorgulanırken romantik-gerçekçi bir iir anlayı ı benimsenmektedir. Buna ra ğmen bu dönemde iirde hayalcilikten vazgeçmeyen airler mevcuttur. Fakat edebiyat anlayı ı artık bu tür air ve iiri sorgulamaktadır.

2.1.1. Hayalci air ve iirin Sorgulanması

Hayalci airlerin ele tirildi ği mevzular genellikle kullandıkları dil ile hayali muhalle karı tırmaları ve yeterli bir bilgi donanımına sahip olmadıkları için bizi realiteden uzakla tırmaları olmu tur. erafettin Ma ğmûmî, Vücud-ı Be er ’de kalbe isnat edilen hislerin beyin tarafından sinirler yoluyla vücudun ilgili bölümlerine emirler eklinde gönderildi ğini anlattıktan sonra sözü bizi realiteden uzakla tıran “hayal ve zulmet içinde yüzen” bazı edebiyatçılara getirirerek unları söyler.

Ulum-ı riyaziyeden de bî-behre olarak hayal ve muhal âlemi gibi bir zulmet-i daimi içinde puyan olarak ömürlerini bo u bo una çürüten ve bir kadeh mey zehri ile, ma ukalarının bir gamzesi için sahifelerle hurufat beyitleri dizen zavallı airler zümresine mensup bir zât, insan ile hayvan arasındaki farktan dem vururken aklı ele alarak makarrını da tayine kalkmı, kalbin yani kan torbası olan yüre ğin içinde siyah lekeli bir kabarcı ğın akıldan ibaret oldu ğunu yazmı , insan güzel bir çehre görünce kalp güya bir foto ğraf gibi onun resmini alarak insanın çehre-i ma ukaya baka baka â ık oldu ğunu da hakîmâne kaydetmi . Hayır! Muhterem karilerim! Đ böyle de ğildir. E ğer içinizde bu fikr-i bâtıla zâhip olanlar varsa tashih-i efkâr eylesinler. Hayâlin resmoldu ğu mahal de dima ğdır, seven de: El-hâsıl hepsi dima ğda beyinde olur 314 .

erafettin Ma ğmûmî, Be ir Fuat, Nabizade Nazım gibi fen ve edebiyatla u ğra an yazarlar söz konusu hayal ve hakikat olunca hayalci airlerin hatalarına, bilgi yanlı lıklarına her fırsatta vurgu yapmı lardır. Buna ra ğmen 1885’te Ahmet Mithat Efendi’nin istihza oklarına hedef olan ve Faik Hilmi’yle tartı malarından

âirâne hayallerde ifrat” eklindedir (“Edebiyatçı Jön Türklerde erafettin Ma ğmûmî, Hayatı Eserleri, Dil ve Edebiyat Görü leri”, Türk Dünyası Ara tırmaları , S. 79, A ğustos 1992, s. 141). 314 Vücud-ı Be er ’den aktaran Nazım H. Polat, a.g.e ., s. 114-115.

185 hatırlayaca ğımız Mehmet Celâl, hayalci air tavrını sürdürünce Ahmet Mithat Efendi de bir yazısında 315 , onun Mürüvvet ’te çıkan air ve iir tarifini yine daha önce yaptı ğı gibi alay yollu ele tirir. Yazısının giri inde “ air ne oldu ğunu henüz bilmiyor idik. Hamd olsun refikimiz Mürüvvet gazetesinin “ airimiz” diye kendisine tahsis eyledi ği air Celal Beyefendi u “ air” denilen mahlûkun ne gibi bir ey oldu ğunu bize anlattı. Bakınız dünkü Mürüvvet’ te airi nasıl tarif ediyor?” açıklamasıyla istihzasını daha ba tan sezdiren Ahmet Mithat Efendi, Mehmet Celâl’in air tarifine dair u ifadelerini aktarır:

Mahzun çehresi solmu , nur-ı zekâ ne reden gözlerine siri k-i teessür dolmu , ara sıra içini çeker, hazin hazin dola ır, ekseriya zulmette, fırtınalı gecelerde bir mezarın mermerine dayanmı , elini ba ına koymu , kâh bir necme bakar dü ünür, kâh bir yaprak sedası duyar a ğlar bir insan. Tabiat tarafından bedbahtlı ğa mahkûm olarak dünyaya gelmi , handesi i ğbirar-ı girye içinde, giryesi tebessüm-i mükedderane arasında me hun bir talihsiz, ba dönmesine, helecan-ı kalbe, mütemadiyen a ğlamaya, bazen dü ünürken ansızın titremeye müptela olmu bir mahluk-ı garip, gözya larının iri damlalarını bir ta üstüne serperek meçhul bir hisse tebaiyet etti ğini lisan-ı hâliyle gösteren bir adam gördünüz mü? Đ te o airdir!.. 316

M. Mehmet Tahir’in air tarifine çok benzeyen “kâh bir necme bakar dü ünür, kâh bir yaprak sedası duyar a ğlar bir insan”a dair bu aktarmadan sonra Ahmet Mithat açıklamanın ba ına “ airlerimizin bu tarifi ne suretle telakki edeceklerini bilemeyiz” ibaresini koyan Mürüvvet gazetesi için “Bu tarifi airlerimizin nasıl telakki edeceklerini dü ünmeyiniz. Karilerimizin nasıl telakki edeceklerini dü ününüz! Onu zihninizde bulamadınız ise size biz haber verelim” der. Ardından u de ğerlendirmeyi yapar:

Fikirlerini, hislerini zemin ve asumana sı ğdıramayan ve “ air” denilen o bâlâpervazı solgun çehresiyle a ğlayarak, sümüklerini akıtarak mezarlıkta görenler ‘Al u mendil ile sümü ğünü, salyanı sil de arkam sıra gel! Bir lokantada karnını doyurayım! Açlıktan ba dönmesi ve heyecanın geçsin de seni bir tabibe

315 Ahmet Mithat Efendi, “Letaif-i Edebiye”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 3013, 23 Haziran/ 5 Temmuz 1888. 316 Mehmet Celâl, “Edebiyat: air, iir”, Mürüvvet , nr. 106, 4 Temmuz 1888.

186

götüreyim, sana biraz çelik falan tertip etsin! Benzine kan gelsin! Ama sen de bundan sonra air olmaya tövbe et! Đnsanlara karı ! Đnsan gibi ya a! Kendine, familyana, vatanına, devletine, dinine yarayabilecek bir adam ol’ diye bir eser-i merhamet ve insaniyet gösterirler 317 .

Sıra, Mehmet Celâl’in iir tarifine gelmi tir. “ airden sonra iirin de ne oldu ğunu tarif ediyor. Đ te bunu hiç bilmez idik. Bakınız iir de ne imi ” dedikten sonra Ahmet Mithat, Mehmet Celâl’in Mürüvvet ’teki iir tarifini aktarıp de ğerlendirecektir. Mehmet Celâl’in iiri tarifi öyledir:

Zirveleri bulutlara dokunacak kadar yüksek olan ve dar bir yolun iki tarafını ihata eyleyen yalçın kayaların yanında müthi bir uçurumun nihayetinden akan nehrin mahuf aks-i sedalarını, rüzgarın hemen oraya mahsus bulunan iddetli ıslıklarını dinlemek için hissiyat-ı airanenizi bütün kalbinize topladıktan, ba ınızı da ellerinizin içine aldıktan sonra tahayyülat-ı â ıkaneye daldı ğınız sırada uçurumun muzlim bir cihetinden zuhur ile havaya kalkarken kanadını bir kayaya çarparak acı acı ba ğıran bir ku un o yürek parçalayan çı ğlı ğını i ittiniz mi? Đ te bu da iirdir!..

Bu tarifi 318 yazısında aktaran Ahmet Mithat, acı acı ba ğıran ku un çı ğlı ğını hayalci bir airin ifadelerinden daha anlamlı buldu ğunu dile getirir ve bu çı ğlı ğı bir hakikat olarak de ğerlendirirerek airin sözlerini hakikatten uzak “vehim” ve “hülya”dan ibaret sayar. Ayrıca bu söylediklerinin hakikat oldu ğunu, iftiraya hamledilmemesi

317 Ahmet Mithat Efendi , a.g.m. 318 Mehmet Celâl ile Recaizade M. Ekrem’in “ iir” tarifindeki benzerlikler dikkat çekicidir. M. Andı, Mehmet Celâl’in “ air-iir” yazısındaki air ve iir anlayı ını de ğerlendirirken hayalci airlerde Recaizade M. Ekrem etkisine de ğinir ve bu benzerli ğe u ekilde dikkat çeker: “ Takdir-i Elhan ’da: Tabiat gibi bir hâce-i bedayi dururken undan bundan talim-i iir etme ğe tenezzül mü edilir? Ormanlarda ku ların hazin ötü ü, derelerde suların latif ça ğlayı ı, hatta da ğlarda kavalların garib garib aksedi i iir oldu ğu gibi, bir sühanverin, bir musıki-perver’in akval ve negamat-ı mevzunesi içinde tabiata muvafık ervaha nafiz ve müessir olanlar da iirdir” diyen Recaizade’nin, Mehmet Celâl’inkine tekaddüm eden yukarıdaki bu satırları, yazılarında Recaizade’den hep saygıyla bahseden, onu bir üstad, bir ‘zat-ı âlî- kadr’ olarak gören yazarın iir anlayı ına tesir eden fikirlerin ifadesidir”. (M. Fatih Andı’nın bu de ğerlendirmesi, Mehmet Celâl’in “ air-iir” yazısıyla M. Mehmet Tahir’in ilgili yazıdan 4 sene evvel Haver mecmuasında yayımlanan “ iir ve air” ba lıklı yazı arasındaki benzerliklere dair de ğerlendirmeler için bkz. (M. Fatih Andı, Ara Nesil airi Mehmet Celâl - Hayatı, Görü leri, iirleri , Alfa Yay., Đstanbul, 1995, s. 47).

187 gerekti ğini özellikle belirten Ahmet Mithat hayallerine meftun airleri de insandan bile saymaz:

Đftira ediyoruz zannetmeyiniz! Hakikat söylüyoruz. Aka, füyuzat-ı ilahiyeye vesaireye dair olan tevehhümlerini bir tarafa bırakalım da güya tasvir-i tabiat yolunda söyledikleri sözleri tetkik eyleyelim. Bir bahariye söyledikleri zaman gülü, sümbülü, benef eyi, yasemini, nergisi, akayıkı filanı bir yerde bir anda cem’ etmezler mi! Hâlbuki bu çiçeklerin mevasimi arasında aylar vardır!

Ama biçareler mazurdur. Safha-i tabiat aç karın ile mezarlıkta ya lı gözlerle görülüp muhtel dima ğ ile tetkik olunamaz. O misillü biçaregân-ı mesakîn dört faslı bir yere cem’ etseler yine mazurdurlar. Onlar insandan addolunmazlar ki! 319

Evet, Ahmet Mithat Efendi, iir, air ve airli ği sorgularken ortak bir nokta olarak bu üç unsurda gerçekçi ve do ğru bilginin ifadesini art ko maktadır.

3. Hayal-Hakikat’in Fen ile Đli kisi

Nabizade Nazım “ airiyet” yazısında fenle me gul olmanın iire heves etmekten daha önemli oldu ğuna ve kendi airlik tecrübelerinden örnekler vermek suretiyle iirle me gul olacakların da belli bir ölçüde fenlere ili kin bilgilere sahip olmaları gerekti ğine vurgu yapmı tı. Hayalci air, iir ve airli ği de özellikle ele tirmi ti. Bu yazıdaki de ğerlendirmelerin matbuat ortamında “bazı tarafça mucib-i infial ve i ğbirar” olmasından ötürü Nabizade Nazım talep üzerine, yazısını bir ay sonra geni leterek Manzara ’nın 8. nüshasında 320 devam ettirir.

Nabizade Nazım bu yazısında öncelikle “mevzun ve mukaffa olsun da isterse tımarhane yuvası olsun” anlayı ındaki airleri alay yollu “faziletleriyle iktihar etsinler”e bırakıp anladı ğı manada iiri tarife geçer: “ iir zevki ok ar kavl-i akilanedir. Zevki ok aması onu akval-i adiyeden tefrik eder; akla mukareneti saçmalıktan çıkarır.” Burada romantik-gerçekçili ği veren bir anlayı la kar ı kar ıyayız.

319 Ahmet Mithat Efendi , a.g.m. 320 Nabizade Nazım, “ airiyet”, Manzara , nr. 8, 15 Haziran 1303 (27 Haziran 1887), s. 88-91.

188

Nabizade Nazım iir sayılabilecek sözlerde “âkilâne” söyleyi i bir kayıt olarak belirler. Böylece akıl etrafında söylenen sözleri iir içine dâhil ederek akıl dı ı unsurları iir dairesinden çıkarır. Yazısının devamında gençliğinde iirle çok i tigal etti ğini ve neticede çok vakit zayi etti ği halde air de ğil, ancak “müte air” oldu ğunu ifade eden Nabizade Nazım bizde fenlere olan ihtiyacın iire olandan daha ziyade oldu ğunu dile getirir:

Fünûna olan ihtiyacımız iir ihtiyacından kat kat ziyade bulunması hakikatine kesb-i vukuf edinceye kadar bir çok zaman geçmi idi ki e ğer ben bu mühim zamanları ki gençli ğin ve binaen aleyh akıl ve fetanetin en parlak hengamıdır, beyhude hevesât ile imrar etmeyip de tezyid-i tahsilat-ı fenniye ile i tigal etmi olsaydım imdi müstahkar etmeden memnun olabilirdim 321 .

Nabizade Nazım, iiri bütün bütün değersiz olarak görmez, ama iir için fen tahsilini bir art olarak ortaya koyar. iir yazmak için ilmin gereklili ği ondan önce “ilimsiz iir temelsiz duvar gibidir” diyen Fuzuli tarafından da vurgulanmı tır. Dolayısıyla Nabizade’nin ele tirisini hayale de ğer veren ve ekli unsurları bir gelenek ba ğlamında dikkate alan bütün airlere te mil etmemek gerektir. Burada air ve iir sorgulanırken ele tiriye açık konumda olan, akıl dı ı “saçmalık”ları ifade eden air ve iirdir. Bu yazısında iir ve fen ili kisinin ayrıntısına inmeyen Nabizade Nazım iir söyleyeceksek “Hugo’nun gelecek nüshada bulunduracağımız manzumesi yolunda eyler söyleyelim. Yoksa airlik sevdasından bilkülliye vazgeçelim” der.

Söz konusu manzume Victor Hugo’nun Dicté en presence du glacier du Rh ȏne adlı iirinin tercümesidir. Hugo’nun “fikrini nasıl ifade etmi ise aynını göstermek” maksadıyla tercümeyi nazmen de ğil nesren yaptı ğını söyleyen Nabizade Nazım, bu tercümeye de uzun bir “mütalaa” 322 ekler. Mütalaada manzumeyi “ iir ve fen mübahesesinde bulunanlara gösterilecek güzel bir numune” olarak takdim eden Nabizade Nazım’ın görü leri romantik-gerçekçi anlayı a bir örnek te kil eder.

Nabizade Nazım, Hugo’nun “her ekil ve surete girmekte mahir olan fikrim” ifadesinden onun insan tasavvurlarının çe itlilik ve renkliliklerini ifade etti ğini dile

321 A.g.m ., s. 91. 322 Nabizade Nazım, “ Mütalaa ”, Manzara , nr. 9, 1 Temmuz 1303 / 13 Temmuz 1887, s. 100-102.

189 getirir. Ardından Hugo’nun engin ve dalgalanan denizin güne in hararetiyle buharla masını “Huda’nın envar-ı latifesiyle ok anmı ve çiy tanesi gibi semaya kalkmı bir fikrin suver-i tahavvülatı” eklinde tasviri için “Güya Hugo’nun fikri bir damla su imi de ‘mü kilat-ı nur-ı hakikat, afitab-ı serair-meab yani Huda’nın uaat-ı latifesi onu semaya do ğru kaldırır’ imi ” yorumunu yapar. Dikkat edilirse bir gerçeklik airane bir tasvirle adeta hakikate hayal kisvesi giydirilerek anlatılmaktadır. Bu aamadan sonra airin airane fikri gökyüzünde dola an bir bulut haline gelerek öteye beriye ko arken Alp da ğlarının bülent tepelerine tesadüf edecek ve iddetli ve so ğuk bir rüzgârın etkisiyle tek parça halinde buz kesilecek, yani “tabir-i fennisiyle” so ğuğun iddetiyle kara dönü üp da ğların ba ına çökecektir. Burada ilk ba ta hayal gibi görünen bir unsur “tabir-i fennî” ile de izah edilmektedir. Da ğların tepesindeki bulutun bulut oluncaya kadarki serüvenine de de ğinen Nabizade Nazım yazısını u ifadelerle bitirir: “air bu kanun-ı tabiiyi kudret-i airanesiyle ziynetleyerek meydana evk-engiz bir ‘ iir’ getirmi tir. Yoksa fevkettabia tasavvurat ile u ğra mamı tır. iirden de maksat budur”. Nabizade Nazım ayrıca fenle de u ğra tı ğı için, iir ve fenne dair de ğerlendirmelerinde Zeynep Kerman’ın ifadesiyle “orta bir yol” takip etmi tir 323 . Bunu yaparken de her eyden evvel iirde fikir ve letafet aramı ve bu iki unsuru iirin maksadı saymı tır. iirden asıl maksat bu olunca da hayal, kafiye ve vezin iirde tali unsurlar sırasına geçer. Nabizade Nazım, bu görü ünü “Mütalaa” yazısından yakla ık iki hafta sonra yazdı ğı bir yazı ile u ekilde detaylandırır:

Đ te ikinci airiyet makalesinde vadetmi oldu ğumuz asar-ı iiriye-i fenniyenin bir numunesini arz ettik. Görüldü ki bu eser mensur oldu ğu halde tercümesi dahi güzel de ğildir. Fakat u haliyle beraber bir kere Ziya Pa a’nın terci-i bendinden:

323 “Mütalaa”da üzerinde durulan nokta, Hugo’nun manzumesinin “ iir” ile “fen”i birle tirmesidir. Victor Hugo “bir hadise-i tabiiye”yi airane bir ekilde tasvire çalı mı tır. Bu tasvir esnasında airin üzerinde durdu ğu ey, insan dü üncesinin kâinatın sırlarını ara tırmasıdır. air tabiat hadiselerini sanatkârane bir üslupla tasvir etmekle beraber, “kanun-ı tabiatı” amamı , “fevkattabia tasavvurat” ile u ğra mamı tır, iirden de maksat budur”. Nabizade Nazım’ın bu “Mütalaa”sı Be ir Fuat’ın açtı ğı “ iir ve fen” münaka ası ile yakından ilgilidir. Bilindi ği üzere Be ir Fuat romantizmi tenkit ederken, fen adına airane hayalleri küçümsüyor, tabiat ve hakikatin ötesine çıkan airleri tenkit ediyordu. Türkçede ilk realist hikâyeyi yazan N. Nazım aynı zamanda iir ile de me gul oldu ğu için, orta bir yol tutmu , tabiatı a madan, tabiat iiri yazılabilece ğine örnek olmak üzere Hugo’nun iirini tercüme etmi tir. (Zeynep Kerman, 1862-1910 Yılları Arasında Victor Hugo’dan Türkçe’ye Yapılan Çeviriler Üzerinde Bir Ara tırma , s. 118).

190

Ecram-ı bînihaye ile pürdür âsumân Nisbet olunsa zerre de ğildir bu hâkdan matlaıyla ba layan manzumesiyle mukayese ve nisbet olunsun. Bu manzume âsâr-ı airanemiz içinde örne ği pek güç bulunur kuma lardan addolunur. Dikkat buyurmalıdır ki bu makalenin sahibi eserini airane yazaca ğım iltizamını hatırına bile getirmemi tir. O kitab-ı fennîye bir girizgah arıyor. Hâlbuki Terci-i Bend airane olmak maksad-ı mültezemiyle kaleme alınmı tır. Daha bu numune gibi ve buna faik ne âsâr-ı mensure vardır ki bilailtizam ve bilatekellüf yazılmı ve kâffesi de airane -hem de hakkıyla airane- dü mü tür. (…) Maksadımız -yine tekrar ederiz ki- iirin bizdeki surette olamayaca ğını ve iirden maksat “fikir ve letafet” olup “hayal, kafiye ve vezin” eraitinin zaid bulundu ğunu lüzumu derecesinde te rih ve tavzih eylemekten ibarettir 324 .

Nabizade Nazım, bu yazısıyla iirden maksadın airanelik olmadı ğını tekrar dile getirir. Đnceledi ğimiz yazılarından da anla ıldı ğı kadarıyla iir ve fen ili kisinde fennin ne kadar lüzumlu oldu ğunu her vesileyle vurguladı ğını gördük. Bu vurgunun ifadesini dönemin ba ka yazarlarında da görmek mümkündür.

3.1. Edebiyatta “Fen”nin Önemi

Be ir Fuat’ın hayalci airlere yöneltti ği ele tiriler ve bilime dair kaleme aldı ğı yazılar bazı yazarların edebiyatı bırakıp fen bilimleriyle me gul olmasına zemin hazırlamı tır. Edebiyatla i tigali bırakıp fenle u ğra an bu yazarlardan biri Dr. erafettin Ma ğmûmî’dir. erafettin Ma ğmûmî iirde hakikati ön plana çıkararak iiri fenne yakla tırmak, böylece onu sa ğlam bir temele oturtmak ister. Yalnız bunu yaparken Be ir Fuat’ın natüralist anlayı a varan gerçekçili ğinden ziyade romantik-gerçekçi bir yakla ım sergiler. 1891’de yayımlanan Ba langıç kitabının “ iirle air” 325 ba lı ğı altında, erafettin Ma ğmûmî ilgili kanaatlerini u ekilde dile getirir:

324 Nabizade Nazım, “Mülahaza”, Manzara , nr. 10, 15 Temmuz 1303 (27 Temmuz 1887), s. 118. 325 Bu kısmın sonunda Kadıköy. 31 Te rinievvel 1305 Salıkaydı dü ülmü tür.

191

iir, meani-i latifesi fenn-i hakiki gibi layetegayyer bir kanunu ok ayan sözlerdir. iir, fen gibi bir sa ğlam temel üzerine kurulmu bir binadır. Bu sebepten mütefennin olmayan mütevaggile air denemez. Fennin kısm-ı amelîsi, akıllara hayran veren medeniyet-i hâzıranın banisi oldu ğu gibi, kısm-ı nazarisi de bir iir-i hakiki bulundu ğundan fikri tenvir eyler, zihni açar, dima ğda bir hiss- i latif peyda eder 326 .

Ma ğmumî gerçek airi fenlerle u ğra an ve bu alanlarda derin vukufu olabilecek biri olarak tarif etmektedir. Bu bakımdan Be ir Fuat’a yakın bir çizgide durur. Yalnız iire dair tarifi dikkat çekicidir. Ma ğmûmî her do ğru sözü iir sayar. ilm-i heyet, tarih, kimya, ilm-i hayvanat, ilm-i nebatat, ilmü’l-arz gibi fenleri iir sayar. Burada onun iir dedi ği daha çok bu bilimlerin hakikatleridir. Ma ğmûmî, ahlak ve âdetleri dikkatlice muhakeme eden tiyatro, milli roman gibi ahlak kitaplarını da “e ’âr-ı ciddiye-i hakikiye”den sayar. Bunlarla u ğra an da “ air-i ciddî”dir. Bu bakımdan dakik bir incelemeden sonra eski iirlerin bize do ğru bir fikir vereceklerini dü ünmek mümkün de ğildir. Bunun sebebini de Ma ğmumî onların a k iptilalarına ba ğlar.

airlerin hakikatten uzak mübala ğalarla dolu hayallerini de ironik bir dille alaya alır:

Bir di ğer air-i hakikat-gu bakınız ne cevherler yumurtluyor. Hissiyat-ı âıkanesini hakkıyla bildirmek lazım gelse ve a ğaçların kalem, yaprakların kâ ğıt, denizlerin mürekkep oldu ğu da farzedilse, yine hakkıyla izah edemeyece ğini muzafferane ihtar eyliyor. (…) En mütefenninlik taslayanı, sevgilisinin veçhini o kadar münevver ol kadar muziyy addediyor ki, emsin ancak ona nispetle kandil menzilesinde kalabilece ğini iddia eyliyor. Canım bu kadar da hayalat olur mu? 327

erafettin Ma ğmumi, bu airlerin “sanat-ı tahririye”lerini inkâr etmedi ğini söylemekle birlikte onların bu sanat anlayı larının yayılmasına da taraftar olmadı ğını söyler. Ayrıca bizim gibi gece gündüz çalı ması gereken bir milletin hevai eylerle uğra ması da yakı ık olmaz. Ona göre yeni veya eski olsun “bir parça a k, bade, akıldan

326 erafettin Ma ğmûmî, Ba langıç , s. 65. 327 A.g.e ., s. 71.

192 hariç hayalâttan bahistir, o parça iir de ğil, hezeldir” Buna kar ılık “ iir-i hakikî”nin her zaman faydası vardır ve bu faydaya inhisar eden iirleri “ air-i haikikî”ler söyler. erafettin Ma ğmumî edebiyatla fennin birle mesinin önemine vurgu yapan u ifadelerle kitabının iirle air kısmını bitirir.

iir ve edebiyat-ı hakikiye, kütüb-i ahlakiye ve fenniyedir. Bunlara umumiyetle edebiyat-ı fenniye deniyor. Memleketimizde edebiyatı fenne tatbik ve tahlit ederek bu erefli tariki kü ad ve ihya eyleyen atüfetlü Ahmet Mithat, saadetlü emsettin Sami Beyefendilerle, zavallı merhum Be ir Fuat Beydir. Hemen bu çı ğır terakki edip yayıla 328 .

Be ir Fuat’tan etkilenerek fen bilimleriyle me gul olan bir ba ka yazar da Ali Muzaffer’dir 329 . Ali Muzaffer de iir ve fen bahsinde erafettin Ma ğmumî gibi romantik-gerçekçi bir anlayı a sahiptir. Malumat ’ta çıkan “Âsâr-ı Fenniye-i airane” 330 ba lıklı yazısının giri inde okuyucuların ilk ba ta bu ba lı ğı garipseyeceklerini ve bunda da haklı olduklarını ifade eder. Çünkü bu dönemde fen ve iir birbirine zıt olarak görülmektedir. Ali Muzaffer bunun sebebinin de “ ‘ iir’ ile ‘fen’in mahiyetlerinin layıkıyla takdir edilememesinden” kaynaklandı ğını söylemektedir. Bu yazısında Ali Muzaffer iirin, “mu ğbeçe, mül, dilber, büt, pir-i mugan, ruy-ı ziba ve ebruvan tasvir eden kafiyedar ve mevzun kıtalardan”, fennin “yalnız madenlerden, ya ğlı makinalardan,

328 A.g.e ., s. 76. ( ahabettin Süleyman’ın iir ve fen hakkındaki kanaatlerini dile getirdi ği u ifadeleri edebiyatta fennin , yirminci yüzyılın ba larında da önemli bir mevzu olarak devam etti ğini göstermektedir: “Demek ki iirin hududu ulum ve fünun ne kadar yükseliyor, gidiyor hususiyle ilim ve fen eski zamanlarda bir takım [me]tafizi ğin kırıntılarıyla sabit kati hiçbir eyi tevlit edemedi ği gibi, bir takım mütefelsiflerin efkâr ve nazariyatına tabi bir tekerrür-i naho tan ibaret bulunuyordu. iir tabii olarak bu tekerrürden, eskilikten hiçbir veçhile istifade edemezdi. Nihayet tecrübe ve mü ahede usulleriyle ilim ve fen bu eski zarf-ı muzikini yırtarak ve bir takım efkâr-ı indiye ve mantıkiye yerine bir takım ke fiyat-ı cedide ile memlû bahsü’l-mükevvenatı vazetti. Bugün “ilim ve fen” gittikçe terakki ediyor (…) medeniyet ilerledikçe bu fikirler, bu emeller bütün efkâr-ı umumiyeyi i gal edecek, az çok muhitten müteessir olan edebiyat da bunların tesirinden azade kalmayacaktır” ( ahabettin Süleyman, Tarih-i Edebiyat-ı Osmaniye , Sancakciyan Matbaası, Đstanbul, 1328/1912, s. 41-42). 329 Ali Muzaffer, bir yazısında bir vakit iirle u ğra tı ğını daha sonra mesle ğinden ötürü bundan vazgeçti ğini u ekilde ifade eder: “Bilirsiniz ki bir vakitler iir ile de u ğra arak haylice eyler vücuda getirmi ve Đzmir’de bunların birazını da ceridelerle ne retmi idim. Sonraları meslek tebeddül etti ğinden iir ile hiç i tigal etmedim. Maahaza eski tetebbu ve vukuf-ı kuvvetle istesem yine i tigal edebilirim ve ahval-i tabiiyeden mebadi-i fünun ianesiyle ba ka türlü mütehassis oldu ğumdan güzel eyler de vücuda getirece ğimi zannederim. Ne ise, buraları lazım de ğil! (“Faik Es’at Bey Biraderimize”, Hazine-i Fünun , nr. 9, 13 Haziran 1312 (25 Haziran 1896), s. 124). 330 Ali Muzaffer, “Âsâr-ı Fenniye-i airane”, Malumat , nr. 1, 11 Mayıs 1311, 28 Zilkade 1312 (23 Mayıs 1895) s. 19-20.

193 korkunç te rihlerden” ibaret olmadı ğını söyler. Ona göre edebiyatımızın ilerleme asrında, artık durum bu ekilde anla ılmı tır. Ancak “ iirin yalnız mevzun ve mukaffa muhayyelattan ibaret olmadı ğı” ve “o babda pek çok eyler yazıl”dı ğı için de bu gibi eylerin tekrarını gereksiz bulur. iir hakkındaki kadim fikirlerin haksızlı ğını göstermek için “Asar-ı Fenniye-i airane” ba lı ğı altında açtı ğı bir bahisle “ iirden muntazır en parlak hasayis-i ulviyeyi gösteren asar-ı fenniyeye hasr-ı mütûn” edece ğini söyler. Bu metinlere ili kin kayna ğı Camille Flamarion’un 331 bazı eser ve makaleleridir.

Edebiyatımızda 1885’ten beri, fennin edebiyattaki yerine dair ne kadar tartı ma oldu ğunu ve zaman zaman bunun yanlı anla ıldı ğını gördük. Ali Kemal, Sorbonne Daru’l-fünununda ba lıklı yazılarında edebiyat akımlarına dair bilgileri aktarırken edebiyatta fen mevzuunun nasıl anla ılması gerekti ğine de ğinir. Yıl 1896’dır yani “Hayaliyun-Hakikiyun Tartı ması”nın bitiminden dokuz sene sonradır. Ali Kemal iir ve bilimin birle mesi gerekti ğine dair Leconte de Lisle’nin ifadelerini 332 aktardıktan sonra “küçük bir istidrat”la meseleyi edebiyatımıza getirir. Ona göre edebiyatımızda bir “üstad-ı hikmet”imiz iirimizde bilimin ne derece lüzumlu oldu ğunu göstermi ken geneli kapsayan bu ders pek ho telakki edilmemi tir. Hatta bazıları fennî iir diye Đçti ğin âlâ suyu terkip eden eczâ nedir / Hidrojenle oksijendir oksijenle hidrojendir yollu mısralar söylediler. Bunların pek ehemmiyeti yoktur ama gerçekten iire yetene ği olanların da yeni anlayı a kar ı çıktı ğı görülmü tür. Buna sebep nedir? Ali Kemal’e göre buna sebep “ iirin ilim ile suret-i ittihadını tayin edememek”tir. Ayrıca ona göre,

Tarih tema a-geh-i erbâb-ı nazardır Her safhası âyine-i etvar-ı be erdir diye ba layan irca-ı nazarlar ve me hur terci-i bentler iirin bilimle imtizacını gösteremezken gösterir kabul edildi. iirimizi yenileyenler daima romantikleri, Hugo,

331 Nicolas Camille Flammarion (1842-1925), Fransız astronomu ve yazarı. 332 “Devrimiz devr-i ilimdir. airleri artık kimse dinlemiyor. Çünkü iirlerimizdeki fikr-ihtiyaç zamana gayr-ı kafidir. Zaman-ı uaraya kulak vermiyor. Zira semeresiz telehhüfat ile âlemi izaç ettiler. O sühuhat-ı ahsiye türlü türlü elvaniyle nazar-ı dikkati yordu. iir ve ilim kuvve-i akliyeden mesai-i mütezaddesiyle tûl müddet birbirinden ayrı dü tülerse de artık ihtilat ve hiç olmazsa da ittihâd etmelidirler. iir sermaye-i ezelîsini kaybetti, daha do ğrusu tüketti. imdi ilim ona cevher tedarik eylemelidir de o da nevine münhasır ekil ve üslup ile bunları meydana dökmeli ve idâme kılmalıdır” (Ali Kemal, Sorbonne Daru’l-fünununda Edebiyat-ı Hakikiye Dersleri , Haz. Bahriye Çeri, Hece Yay., Ankara, 2007, s. 92.).

194

Musset ve Lamartineleri sevegeldikleri için “ ir-i ilmî”yi uygun görmemi lerdir. Ali Kemal, iir ve bilimin mezcini kabul etmi olmalı ki sözünü etti ği büyük airin mersiyelerine, tefekkürlerine bir felsefe yani bir “nuhbe-i ilmiye” soktu ğunu söyler. Buna hemen örnek vermez, çünkü iir ve bilimin nasıl mezcedilece ği meselesine gelecektir.

Ali Kemal’e göre Parnas airlerden Leconte de Lisle eski zaman kavimlerini inceleyerek insanlı ğın ilk tesirlerini içeren bir çok kaynaktan feyz kazanma lüzumunu iddia etmekle zamanından ayrılmamı tır. Bilakis zamanının ihtiyacına pek güzel yakla mı ve romantiklere kar ı bir edebiyat akımı vücuda getirmi tir. Böylelikle Leconte de Lisle bilimsel bir fikir ortaya koyuyor ve muayyen ele tirel ifadelerle tabiattan do ğrudan do ğruya alınmı ilhamların ne derece bulunması gerekti ğini bildiriyor. Bu yakla ım romantikerin iirdeki ahsiyet ifratlarını ve tabiatı eksik tasvirlerini ele tirir. Ali Kemal burada aslında unu aktarmak ister: Hayalci airler sürekli benliklerinin ifadesini öne çıkarıp tabiat tasvirlerinde de bu benli ği merkeze almakla gerçekçi tabiat tasvirlerinde bir kusur i lerler. Dolayısıyla dı manzaraların tasvirini ihmal eden airler bizi gerçeklikten uzakla tırır.

Ali Kemal, yeni edebiyatımızın Batı’dan özellikle iir feyzi almaya ba ladı ğında Realizm ve Parnas okulları oldu ğu halde neden bunlara ra ğbet etmeyip “meslek-i hayal”e daldı ğımızı yani romantizmden etkilendi ğimizi sorar. Cevabı da hazırdır: “üphe yok ki Hayaliyun tarzında ihtiyacat-ı ilmiyenin az olmasıdır”. Bundan ba ka Ali Kemal bazı büyük edebiyatçılarımızda nadiren de olsa pek parlak realizm eserlerinin bulundu ğunu da söyler. Nitekim romantiklerin iirlerinin de bütün bütün ilimden uzak de ğildir 333 .

Fen airaneli ği dizginleyerek iirin bir fikir etrafında söylenmesine vesile olmaktadır. Bu fikir herhangi bir vezin veya kafiye kaydına ba ğlı kalmadan, imkânsız hayaller kurmadan ifade edilebilir. Yukarıda gördü ğümüz gibi Be ir Fuat, Ahmet Mithat Efendi, Muallim Naci, Nabizade Nazım, Mehmet Ziver, erafettin Ma ğmûmî, Ali Muzaffer ve Ali Kemal hayal-hakikat ili kisine yönelik yazılarında bu hususlara

333 A.g.e ., s. , 93-94.

195 de ğinmi lerdir. Đlk ba ta Be ir Fuat, Ahmet Mithat Efendi, Muallim Naci ve Hüseyin Rahmi airane bir eda etrafında dönen ve bizi hakikatten uzakla tıran hayalci iir anlayı ını, fennin lüzumu yönünde ele tirmi lerdi. 1887’den sonra Nabizade Nazım, Mehmet Ziver, erafettin Ma ğmûmî, Ali Muzaffer ve Ali Kemal bu anlayı a katılırken romantik-gerçekçi bir üslubun olu ması yönünde kanaatlerini dile getirmi lerdir. Đlgili kanaatlerin ifadesinde de fen her zaman önemli bir rol oynamı tır. Edebiyatta fennin bu önemli rolü hayalci airlerin kanaatlerinin de ğimesine sebep olacaktır.

3.1.1. “Hayal”e Yönelik Ele tirilerin Hayalci airlerce Kabul Görmesi

iirdeki hayalci yönüyle Ahmet Mithat ve Faik Hilmi’nin ele tiri oklarına hedef olan Mehmet Celal “Hayaliyyun-Hakikiyyun Tartı ması”nın bitiminden sonra Maarif ’te edebiyat, air ve iirin fenle münasebetini irdeleyen üç yazı kaleme alır. Ele alaca ğımız bu yazıların ilk ikisi 1892’de, üçüncüsü 1894’te yayımlanmı tır. 1883’te Ahmet Mithat Efendi’nin hayalci airlere yöneltti ği ele tirileri ve “Hayaliyun-Hakikiyun Tartı ması”yla dile getirilen kanaatleri dikkate aldı ğımızda 1892’de hayalci airlere yönelik ele tirinin dokuzuncu senesini doldurdu ğunu söyleyebiliriz. Bu ele tiriler ve kanaatler hayalci airler arasında da yankısını bulacak ve hayalci airler edebiyatta fennin, dolayısıyla hakikatin lüzumunu kabul edeceklerdir. Üçüncü yazı birincinin devamı niteli ğini ta ıdı ğı için öncelikle bu iki yazıyı ele alalım.

Đlk yazısında 334 Mehmet Celal, “Elbette hatırlardan çıkmamı tır” diyerek “edebiyatın fennî olması” lüzumundan hareketle bunu ispata çalı an, bu lüzumu “hüsn-i telakki” edemeyip önem vermemeye ba layan ve bunların içinde edebiyatın fenne tercih edilece ğine dair maksat ve sadedin haricinde bazı manzumeler kaleme alanların oldu ğuna dikkati çeker. Mehmet Celal, edebiyat güzel sanatlardan sayıldı ğına göre air, muharrir ve ressamı birbirinden ayırmanın güçlü ğünden bahseder ve ressamın fırçasıyla resmini süsledi ği gibi airin de hayallerle dili süsleyebilece ği kanaatini ta ır. Dolayısıyla airane hayallerle süslü “hayalî” eserler Mehmet Celal için harikulade bir sanat, edebiyat için hedefine ula tı ğı inkâr edilmez bir muvaffakiyettir.

334 Mehmet Celal, “Edebiyat’ta Fen”, Maarif , nr. 27, 13 ubat 1307 (25 ubat 1892), c. II, s. 1-2.

196

Bir muharrir, bir air sırf hayalat-ı airaneye mübteni olarak fenne münasebeti olmayan bir eser yazar, hayalât-ı airane ile müzeyyen; fakat bir kısım erbab-ı edebin tasavvuru veçhile, fenden mütebaid bazı güzel eserler de yok mudur? (Elfülleyle gibi) lakin bu gibi eserleri [hayalî] diye kabul ettikten sonra bunlardaki hasais-i celile-i edebiyeye dikkat olunmak lazım gelir; nasıl olur ki air, veya muharrir [hayalî] olarak yazdı ğı asarın -velev ki fenne mugayir olsun- ihti am-ı elfaz, azamet-i ifade gibi meziyyat-ı edebiye ile tezyin ederek, okuyanları hayran ediyor? Bu bir hakikattir. Bu sanat-ı harikulade bu muvaffakiyet-i edebiye nasıl inkâr olunur? 335

Mehmet Celal’in burada Nabizade Nazım ve Mehmet Ziver gibi romantik- gerçekçi bir yol tutmaya çalı madı ğı görülür. O fenne istinat etmeyen hayalî eserleri, iir dairesinin dı ında tutmamakla kanaatleri bakımından M. Mehmet Tahir ve Recaizade’ye yakın bir çizgide durur. Ama yine de bazı konularda mütefenninlere hak verecektir. öyle ki,

Mehmet Celâl, tabiattan insanın ho una gidecek hafif bir esintiyle titreyip uçan bulutları örnek göstererek “bu fennî midir?” diye sorar. “Elbette de ğildir” diye cevap veren Mehmet Celâl, “zevk-i selim dedi ğimiz meziyyet-i celile-i edebiye ile temeyyüz edenler”e göre bizde hayret uyandıran bu tablo sırf airane hayallerden ve sanatperverane meziyetlerden ibarettir. Dolayısıyla bu tür hayallerle fen arasında hakiki bir münasebet aramaya gerek yoktur. Yalnız bir muharrir bir ça ğlayanın deh etini kaleme alır ve tabii na ğmeleri içinde ilkbaharın güzel sadalı ku larına katılan bu esintinin letafetini göstermeye çalı ırken, burada sahraya ait bir hikâye yazar. Bu durumda sahrada bulunanların en küçük hareketlerini de ara tırmaya mecbur olur. Đ te bunlarda “tabiiyet ve hakikat” aranır. “Maksat bir eserin tabiiyet ve hakikat” dairesinden çıkmamasıdır” diyen M. Celâl bu unsurları ortaya koyan eyin fen oldu ğunu söyler. Bu yakla ımıyla da Be ir Fuat, Muallim Naci anlayı ına yakla an Mehmet Celâl edebiyatta fenne dair unları ekler:

335 A.g.m ., s. 1.

197

Bir zamanlar iir, makale-i airane, daha bazı namlarla ne rolunan ve mazmunları, gayr-ı tabii olmakla beraber, vehm ve zunundan ibaret bulunan asar-ı edebiyede noksan-ı tedkik eseri olarak görülen münasebetsizlikler bazı zevatı edebiyatta fen yani hakikat aratma ğa mecbur etmi ti. Hakları var 336 .

Yazının bir ediple bir mütefenninin bakı açısını daha net bir ekilde ortaya koyan bir örnekle devam eder. A ağıya bu uzun alıntıyı alıyoruz. Bu alıntıdaki bilgileri 1892’ye kadar devam eden romantizm ve realizme dair tartı malarda romantizmin edebiyattan yava yava çekildi ğini ve böylelikle realizmin yükseldi ğini ayrıca hayalci air ve iire yöneltilen ciddi ele tirilerin oldu ğunu dikkate alarak okumak gerekir:

Đstanbul’da bir mayıs ayı, bu latif ay içinde de latif bir gün tasavvur ediniz! Kendinizi Çamlıca’nın zirve-i isti ğrakında farz ediverseniz? Sünuhat-ı airaneniz cu u huru a ba ladı. Güne de do ğuyor. Hakikat ve tabiattan ayrılmadı ğınız halde: u tulu’u -nesren, yahut nazmen- tasvir edeceksiniz. Kayı da ğı üzerinden tuluua ba layan afitabın, ilk hutut-ı uaiyesiyle a ğaçların zirvelerini yaldızladı ğını elinizdeki ka ğıda -kim bilir ne ali te bihlerle- kaydettiğiniz sırada, yani ba ınızda gizlenmi olan bir fen-ainanın sadası mesela u kelimeleri telaffuz etse ne dersiniz:

“Mevkileri tetkik etmediniz mi? Mayısta Çamlıca Tepesi’nde bulunan bir râsıdın ufkuna nazaran güne Kayı da ğı Tepesi’nden tulu’ etmez.”

Buna ne cevap verirsiniz? Kar ınızdaki hakiki yani fenne muvafık bir cevap isteriz. Safsata dinlemez. Ne yapmalı! Farz ediniz ki boyanızı fırçanızı hazırlamı sınız. Bir ya ğmurdan sonra zuhura gelen kavs-ı kuzahı -sanki yandan görerek tersim ediyorsunuz. Levhanın bir tarafında da emsi gösteriyorsunuz. Hâlbuki kavs-ı kuzah mutlaka rasada nazaran te ekkül eder. Her rasat için ayrı bir kavs-ı kuzah vardır. ems behemehal rasadın arkasında bulunur. Bu halde büyük bir hata-yı fenniye giriftar olmu sunuz demektir. Đte edebiyatta fen, tabiatın ve hakayık-ı fenniyenin kabul edildi ği bir dairede tasvirden ibarettir.

336 A.g.m ., s. 2.

198

Memleketimizde tedkikat-ı fenniyenin inti arı terakki ve taammüm ettikçe asar-ı edebiyemizde fen ve hakikat taharri olunaca ğı tabiidir 337 .

Bundan sonra edebiyata intisap edenlerin eserlerindeki meziyetleri muhafaza etmeleri için hazır fenleri fevkalade ara tırıp incelemeyi “elzem” sayan Mehmet Celâl edebiyatta fenden maksadı u ölçüyle ifade eder: “edebiyatta fenden maksat tabirat-ı fenniyenin -bir eser-i edebide- tekessüründen dolayı de ğil, ancak tabiiyet ve hakikati taharri gibi kavaid-i fenniyeye mutabakattan ibarettir”.1885’te a ğaçların yapraklarında nebatattan eser aradı ğı ve dört mevsimin sırasını karı tırdı ğı için Ahmet Mithat’ın istihzalı ele tirilerine hedef olan Mehmet Celal’in yedi sene sonraki bu yazısında daha tutarlı oldu ğu görülmektedir.

Mehmet Celal edebiyatta fennin elzem olu unu bu ekilde ifade ettikten sonra on be ya ında edip olmaya çalı an nevresidegan (yeni yeti meler)ın fen ve hakikate uygun bir eser yazarken kar ıla acakları mü küllerin dikkat çekici oldu ğunu ifadeyle yazısını bitirir. Mehmet Celal yazının sonunda dile getirdi ği kanaati de bu yazının devamı niteli ğini ta ıyan Maarif ’te yayımlanan bir sonraki yazısında 338 izah edecektir.

Bu yazısında Mehmet Celal “Edip nedir?” sorusunu cevaplandıracaktır. Önce“Fenn-i edep bir marifettir ki insana haslet-amuz-ı edep oldu ğu için edep ve ehli edip tesmiye kılınmı tır” tanımını hatırlatır ardından kendi yorumuna geçer ve u tanıma itimat etme lüzumunu dile getirir: “kifayet-i miktarı ulum-ı edebiyeye a ina, cevdet-i karihaya malik ve bu sebeple yazacakları her türlü mevaddı herkese evk ve lezzetle okutturma ğa muktedir” ve hususuyla zevk-i selim denilen meziyet-i fıtriyeye sahip olmak bir muharririn edip olmasına kâfil olabilir”. Demek ki bir edipte aranacak önemli özellikler vardır. Bunlar edebî ilimlere yeterli miktarda a inalık, fikir yetene ğindeki kusursuzluk ve bunun sonucu olarak her edebi verimi herkese evk ve lezzetle okutturmaya muktedir olmak. Mehmet Celal bunlara bir de özellikle -M. Mehmet Tahir’in airde lüzumuna inandı ğı ama Be ir Fuat’ın ele tirdi ği- do ğutan gelen bir meziyet olan “zevk-i selim”e sahip olmayı ekler. Mehmet Celal aradı ğı özelliklerin tahsili için yirmi be senenin bile yetmeyece ğini, edepli olmak manasında

337 A.g.m ., s.2. 338 Mehmet Celal, “Edip”, Maarif , nr. 29, 10 Te rinisani 1310 (22 Kasım 1894), c.VII, s. 13-14.

199 halk arasında binlercesi olmakla birlikte istenen özellikleri haiz ancak bir iki ki inin ya bulunup ya bulunmayaca ğını dile getirir. Sıra “ulum-ı edebiye” ile “zevk-i selim”in nasıl tahsil edilece ğine gelmi tir.

Meseleyi izah için M. Celâl öncelikle bir edibin fesahat hocalı ğı yapamayaca ğını, ama fesahat bilmesi lüzumunu, lafızlarının dil kaidelerine uygun olması gere ğini hatırlatır. Ayrıca edip, “ilm-i maani”yi ezberden okumaya lüzum görmese de eserlerinde “maaniye muhalif” bir ey olmamalıdır. Dolayısıyla edip beyanı bilen ve bedii anlayan ki idir. Edip air olmayabilir ama kalbi ihtisaslarını ve zevk-i seliminin mahsullerini nesirle ifade ederken en büyük airlerin gıpta edecekleri bir ekilde tasvir eder. Bu yakla ım da M. Mehmet Tahir’in Sefiller için söyledi ği u söze tekabül eder: “Velhasıl unu demek isterim ki Les Miserables’ı bir roman de ğil, bir fikrin tervici için yazılmı airane bir makale addetmeli de Emile Zola’nın romanlarıyla ondan sonra mukayese etmelidir” . Buraya kadar anla ıldı ğı kadarıyla M. Celâl’e göre edip, bedi, beyan ve fesahat yani kısaca belagati eserlerinde uygulayan ki idir.

Bu derece belagate dikkat edecek olan bir edip tam bir edip olmu mudur? M. Celâl edipte ba ka meziyetler de arar. Nitekim edip, bir hastanın halini tasvir edecekse, edebî ilimlerin yanı sıra riyaziyeden haberdar olmalıdır. Arapça ve Farsça’nın da anla ılması zor hakikatlerine, ince ve derin meselelerine vakıf olmalıdır. Sonuç olarak edip bu önemli meziyetlerden ba ka “nezahet-i edebiyeye malik olmaya mütevakkıf” ki idir.

Bu iki yazısında M. Celal edebiyatta fennin lüzumuna ve yerine dikkatleri çekmi tir. “Fen’de Edebiyat 339 ” ba lıklı yazısında da fende edebiyatın yerine dair de ğerlendirmelere geçecektir. Bu dikkatle Mehmet Celal aslında fen ve edebiyat arasındaki tartı maları bırakıp ikisi arasında bir uzla ma durumu arar. Bu yüzden daha yazısının ilk paragrafında fennin edebiyata, edebiyatın fenne ihtiyacını dile getirir. Mehmet Celal’e göre fen ve edebiyat meselesinde “Esas bir olmakla beraber usul-i tahsil her yerde tehalüf” eder”. Mesela fenne a ina biri çe itli ilimlere dair bir nutuk irat edece ği zaman söyleyecekleri için mükemmel bir ekilde iptidaî bilgiler hazırlamak ve

339 Mehmet Celal, “Fen’de Edebiyat”, Maarif , nr. 29, 27 ubat 1307, (10 Mart 1892), c. 2, s. 23-24.

200 bunları herkesin seviyesine göre ifade etmek durumundadır. Fakat bir airin, bir muharririn matemati ğin inceliklerini ezberlemeye mecburiyeti olmadı ğı gibi fen-aina birinin de ö ğrenece ği yabancı dillerin ayrıntılarına a ina olması o kadar da gerekli de ğildir. Yazısının devamında Mehmet Celâl “ Đfadesinde vuzuh, tahririnde selamet olmayan bir mütefennin neye yarar?” der. Görüldü ğü gibi Mehmet Celal fennin edebiyattaki lüzumunu kabul etmekle birlikte yine de edebiyatın hayal yönünü bırakmaz. Bunda ku kusuz airane tabiatı etkili olmu tur. Mehmet Celal’in u yazısında airane tabiatının ifadesi vardır.

Hayal asrı geçti. Hakikat asrı ba ladı. (…) Bırakınız: Ben yine çiçeklerden, kelebeklerden, yapraklardan, bir müteverrimenin kuru, derin öksürüklerinden bahsedeyim. Fakat o çiçeklerin hangi nev’ ezhara mensup oldu ğunu o kelebeklerin kanatlarındaki zarlara mikroskop ile bakılınca neler görüldü ğünü, bir kavak yapra ğının kaç tane damarı oldu ğunu, o kuru, derin öksürüklerin ne gibi sebeplerden ne ’et etti ğini bana, bir sahib-i fen sorarsa ben ne cevap vereyim, ey air arkada lar? “ Đ te o kadardır ol hikâyet / Bâkisi güzaf-ı bi- nihayet! ” mi diyeyim? imdi muhatabım bir tabip ise kemal-i hayret ve teessüfle yüzüme bakar. Đçinden “çıldırmı ” der. Nezaketinden nasibi yoksa yüzüme kar ı da söyler ya! 340

Mehmet Celal kendisi için hayalcili ğin vazgeçilmez oldu ğunu ifadenin yanı sıra, hayal asrının geçti ğini hakikat asrının ba ladı ğını istemeden de olsa kabul etmektedir. Bir yandan dönem basını da a ırı bir santimantalli ğe ula an bu hayalcili ğin zararlarını dile getirmektedir 341 . airler gerçekçili ği romantik bir tonla anlatırken artık, sadece

340 “Roman Mütalaası”, Maarif , nr. 159, 17 Te rinisani 1310, (29 Kasım 1894), c. VI, s. 19). 341 1895’te Đkdam gazetesinin Paris muhabiri kitap okumayı ve ruh ve heyecana dair yazıları çok seven Cezayir’li bir adamın evli bir kadına duydu ğu a kı ve sonunda ikisinin hazin intiharını; Paris’te on altı ya ında bir kıza â ık olan birinin sonunda kız arkada ıyla intiharı haberini okuyucularıyla payla ır. Bu iki olayda intihardan sonra erkeklerin ikisi de a ğır yaralı bir ekilde kurtulmu , bayanlar ölmü tür. Đkdam gazetesi ikinci a k olayında hayatta kalan erke ğin mahkeme serüvenine de ğinir ve intihar eden kızın geriye bıraktı ğı, annesine hitap eden mektubu da yayımlar. Mektuptaki ifadelere göre â ıklar bu olay duyulunca kom uların yapacakları dedikoduları da hesaba katarak çekindiklerini dile getirip intihar etmi lerdir. Muhabir yazısını bitirdi ği u ifadelerle haberin ba lı ğının haklılı ğını ifade etmek ister gibidir. “i te henüz kesb-i metanet etmemi fikirler, kalpler için sevda böyle zaman zaman zehir-nâk oluyor. u vaka pek saf, pek hazin olmakla beraber ne kadar gülünçtür. Hele bîçâre “Jean”ın u son mektubu insanı adeta a ğlatırken güldürüyor. Kom uların istihzasından sıkılarak hayata hatime çekmek çocukçasına bir

201 hayallerle hakikati yakalamayacaklarının farkındadırlar. Tevfik Fikret’in Süha ve Pervin ’i bunun en güzel örneklerindendir. Tevfik Fikret, Süha ve Pervin’i hayal-hakikat kelimeleriyle tanıtır. Burada “Müsta ğrak, esirî bir tabiat”a sahip Süha ile hakikati temsil eden Pervin’in zıt karakterleri yansıtılır. Süha hayaller kurmaya devam ederken sonunda Pervin, “Camid bir kütle-i tahayyür halinde bakakalan Süha’yı bigâne bir nazar altında ezerek ko ar ”.Pervin tabi ki hayalci Süha’ya de ğil ba kalarına ko ar.

1894’e gelindi ğinde basın ortamında edebiyat akımlarına dair de ğerlendirmelerle hayal-hakikat ili kisine yönelik yazılar artmı tır. Fakat ne hakikatin mutlak zaferi ne de hayalin kesin olarak ortadan kaybolu u söz konusudur. Çünkü XIX. Asır Türk edebiyatının çok sesli tabiatı dikkate alındı ğında, görülen odur ki edebiyat mutlak manada tek bir akım veya tek bir hakikat kabul etmek yerine ele tiriye her zaman açık kalarak iir dilinde hayal-hakikati telif eden romantik-gerçekçi yakla ıma açık bir konumda bulunmaktadır. Yalnız bu uzla mada bütün yazarların artık kabul ettikleri bir husus vardır. O da edebiyatta fennin ihmal edilmemesi gerekti ğidir. Be ir Fuat, Nabizade Nazım, Mehmet Ziver, erafettin Ma ğmûmî, Ali Muzaffer ve Ali Kemal hatta hayalci air Mehmet Celâl’in yazılarında bunu açıkça gördük 342 . Edebiyatta fennin lüzumunun hayalci airlerce de kabulünden sonra bir airin sair fenlere dair bilgisini derinle tirmesi gere ği kesin kabul görmü tür artık. 1896’da yayımlanan bir yazısında Berakatzade Ali Refet bu özelliklere sahip olacak air için Lamartine’in airde aradı ğı özellikleri örnek olarak gösterir:

Büyük bir aire yalnız hafıza-i vasia, efkâr-ı ulviye, hissiyat-ı edide, kuvvet-i ifade, hassa-i temyize, hiss-i ahengi ile zevk-i selim kafi de ğildir. Büyük bir filozof olmalı, zira hikmet sanihatının ruhI esasıdır; müte erri olmalı, zira cemiyet-i be eriye için bir binanın çimentosu mesabesinde olan kavanin

zaaf ki hüsn-i tedavi görseydi bu mühlik surete münkalib olmazdı” (“Hakikat Hayali Geçer”, Đkdam , nr. 26 Kânunuevvel 1895). 342 Orhan Okay, Be ir Fuat’ın dönem yazarları üzerindeki etkisinden bahsederken hayali müdafaa eden M. Mehmet Tahir’de de realizme yönelik bir e ğilimin oldu ğunu söyler. “Be ir Fuat’la o kadar münaka aları olan Menemenlizade Tahir’de (1862/1863-1903) bile birkaç yıl sonra realizme bir e ğilim görülür. “Ben Daudet ve Goncourt’u umumiyet-i âsâr nokta-i nazrından Zola’ya müreccah buldum, fakat herhalde Zola’daki ithimam, tetkik, tetebbu ve ta’mik de unutulmamalıdır”(Servet-i Fünun, nr. 7, (1312), s. 77).Be ir Fuad Đlk Türk Pozitivist ve Natürgalisti , s. 197.,Orhan Okay’ın Servet-i Fünun ’dan aktardı ğı ifadelerin geçti ği yazı imzasız olarak yayımlanmı tır.

202

delaletiyle beynlerindeki alaka ve rabıta-i hukuku bilmelidir; muharip olmalı, zira ekseriye muharebatı, fütuhat-ı memaliki, hücum ve müdafaatı tasvir eder; bir kalb-i kahramaniye malik olmalı, zira kahramanlı ğın, muzafferiyetin dilberanesini tavsif eyler; müverrih olmalı, zira manzumatı çok vakit tarihe mütealliktir; natuk olmalı, zira tasvir etti ği e hası mübaheseye, münatakaya kor; seyyah olmalı, zira denizleri, da ğları, memalik-i mahsulâtı, ahlak ve âdâtını tarif eder; tabiatın makulat ve gayr-ı makulatıyla beraber co ğrafya, hey’et, seyr-i sefain, ziraat, sanat gibi ihtisasattan vaktinin en adi harfine varıncaya kadar vakıf olmalı, zira manzumatında zemini, asumanı, ebhar-ı muhitayı devreyler. Tasavvuratını, levhatını, kıyasatını, seyyaratın devrinden, harekât-ı bahriyeden, hayvanat-ı munise ve vah iyenin ekâl ve tabayiinden ahzeder; gemici ile gemici, çiftçi ile çiftçi, demirci ile demirci, koyun yapraklarını e ğiren, nesceden dokumacı ile dokumacı olmalı, çocuklar gibi bir hiss-i masumaneye, kadınlar gibi rakik, efik, nazik, hükkam gibi metin, rasin bir kalbe malik olmalı, zira çocukların oyunlarını, masumiyetlerini, safvetlerini, nevresidegan-ı ebabın pakize kızlarla a kı ve muhabbetini, kalplerin alaka ve in ikakını, bedbahti-i be ere ait merhamet-i vicdaniyeyi gösterir. Asar-ı nefisesini gözya larıyla yazar. Đnsanlara garazsız, ivazsız tesir-i hakiki olan merhamet-i kalbiyeyi ilham eyler 343 .

Berakatzade Ali Refet bu uzun alıntıdaki airin “ne türlü tetkikat ve tetebbuat”a sahip olması gerekti ğine dair ifadelerin kendisinin görü lerine uydu ğunu söyler ve iirle uğra acaklara “huz ma safa da’ ma keder ”344 kaidesini tavsiye ederek “Böyle bir airi kim sevmez?” der. Yazısını yine bir tavsiye cümlesiyle bitirir: “ Đ te iir güzel, air de güzel. Ancak Lamartine’in dedi ği yolda air olmaya çalı malı.” Berakatzade Ali Refet’in aktardı ğı ve tavsiye etti ği özelliklere hayalle varılamaz. Durum fenlere dayalı tahsili gerektirir. Ama tek ba ına fen de edebiyatın ifadesi olamayaca ğına göre adı geçen yazarların kanaatlerini dikkate aldı ğımızda, edebiyat ve fennin birle tirilmesi en uygun hareket olmu tur. Bu birle me de romantik-gerçekçi yakla ımla ifadesini bulur.

343 Berakatzade Ali Refet, “Edebiyat: iir, air”, Malumat , c. 3, nr. 56, 31 Te rinievvel 1312 (12 Kasım 1896) s. 149. 344 Đyisini al kötüsünü bırak.

203

Edebiyatta fennin önem kazandı ğı senelerde hakikatin ön plana çıktı ğını ve böylece edebiyatta bir de ğer haline getirildi ğini gördük. Benzer durum roman için de söz konusudur. Roman dilinde hakikatin bir de ğer haline geli i a amalarında romanın ilevine ili kin kanaatler ve romantizm, realizm akımlarına yönelik roman-romancılık etrafında geli en tartı malar etkili olmu tur.

204

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ROMANDA ROMANT ĐZM-REAL ĐZM TARTI MALARI

1. Romanın Đ levi Etrafında “hayalî”lik ve “hakikî”lik Tartı maları 1.1. Hakayiku’l-Vakayi’ de Bir Tartı ma 1873’te Hakayiku’l-Vakayi ’de yayımlanan “Re at” imzalı bir yazıda 345 , gazetelerin toplumun ve hadiselerin aynası olu larına de ğinilerek özellikle Avrupa’da çıkan gazetelerin fikrin yayılma ve terbiyesine dair hizmetlerine dikkat çekilir. Re at, Osmanlı gazeteleri için de benzer bir durumu arzu etmekle birlikte dönemin Osmanlıbasınının henüz bu olgunlu ğa ula madı ğının farkındadır. Bu yazısında Re at politika sütunlarındaki bilgilerle okuyucuları aydınlatmanın yanı sıra gazetenin edebiyata da yer ayırmasının önemine de ğinir. Yalnız onun bahsetti ği “edebiyat” Osmanlı airlerinin anladı ğı gazeller, kasideler, tabiîlikten uzak, mübala ğalarla dolu iirler de ğil, “mirat-ı umum ve mirat’ı uunat” olan, yani hayatı gerçekli ğiyle yansıtma vazifesini yerine getiren bir edebiyattır. Re at bu bakımdan eski iir tarzını edebiyattan saymaz. Nitekim ona göre, ilim ve fende birçok gelimeler oldu ğu halde ilerleme kaydetmeyen, eski hikmetle dolu iirler okurun ancak cehaletinin artmasına sebep olabilir. Bu yüzden yazısını sonlandırırken, gazetelerde çıkacak edebiyat yazıları ve yayınları için, yabancıların, özellikle Fransız filozof ve edebiyatçılarının ço ğu romanlar içinde tasvir edilmi , ahlak ve edebiyat yönüyle kabul görmü , yararlı bazı eserlerini tercüme ve derç etmeyi “halisane ihtar” eder. Ayrıca bunların içinden gerek gazete gerekse haberler sütunlarının altına bir hat ilavesiyle bir de tefrika sütunu açılırsa daha iyi olaca ğı tavsiyesinde bulunur. Çünkü böyle bir durumda erbâb-ı kalemden bazılarının üphesiz, eser gönderecekleri kanaatindedir. Đki gün sonra yine aynı gazetede “Abdi” imzalı bir yazıda 346 Re at’a mukabelede bulunulur. Abdi, Đslam airleri ve Osmanlı edebiyatçılarının “eslaf ve ahlafının… elsine-i selâse üzere meydanda olan ” manzum ve mensur eserlerinin dört esas üzerine bina edildi ğini söyler: “Bunların birincisi a k ve muhabbete ve ikincisi tezhib-i ahlak ve terbiye-i tabiata ve üçüncüsü medih ve mezemmete ve dördüncüsü bir vaka-i mahsusayı

345 Re at, Hakayiku’l-Vakayi , nr. 966, 9 Eylül 1873. 346 Abdi, Hakayiku’l-Vakayi , nr. 968, 11 Eylül 1873.

205 beyan ve hikâyete taalluk eder”. Yabancı dillere vukufu yoksa da Abdi meseleyi aklî yönden ele alarak, Batı edebiyatçılarının nazım ve nesirle ifade ettiklerinin bu dört esasın haricinde olmayaca ğını söyler ve Batılı benzerleriyle bu esasları kıyaslarken bir yandan da ilgili esasları müdafaa eder. Çünkü bizim de Hümayunname , Ahlâk-ı Alâyî , Sadî’nin Gülistân ’ı, Molla Câmî’nin Baharistân ’ı gibi eserlerimiz vardır. Re at’ın Osmanlı edebiyatına yönelik ele tirilerini “beyan-ı teessüf”le “iade-i kelam” eden Abdi iki taraf edebiyatçılarının eserlerinin toplamında asıl maksadın, ahlak terbiyesi ve ıslahı yoluyla tabiata mahsus bir hizmetten ibaret oldu ğunu söyler ve her iki taraftan yararlanılması eklinde vatan evlatlarının hissedar edilmesinin daha muvafık olaca ğı kanaatini dile getirir. Ayrıca bu yolda kullanılacak dilin tarafsız olması terbiyeye muvafıkken Re at’ın bunu dikkate almamasını tuhaf buldu ğunu ifade ederek yazısını bitirir. Re at, Abdi’nin yazısına mukabelede 347 bulunur ve ele tirisinin Osmanlı iirlerinin geneli ve ço ğunlu ğunu kapsadı ğını ancak Nef’î’nin, Sanman ki felek devr ile âmı seher eyler Her vak’anın âkıbetinden haber eyler kasidesinin mukaddimesindeki gibi hakikat kokusu duyulur özellikte müstesna söyleyi lere de tesadüf edildi ğini söyler. Ancak bunların müstesna oldu ğunu, istisnanın kaide olamayaca ğını itirazcının da kabul edece ği delillerden sayar. Ona göre Batılı yazarlar yazılarında açık anla ılır bir üslup kullanırken bizim airlerimizin üslubunda bu açıklık ve anla ılırlık yoktur. Abdi’nin yazısındaki kanaatleri teker teker alıntılayarak mukabelede bulunan Re at bahsin Osmanlı ve yabancı iirlerin mukayesesinden ibaret oldu ğunu ve itirazcının sadet dı ına çıkarak, kendisini dil mevzusunda itham etti ğini söyleyerek bazı münasebetsiz sözlerin ve böylesi bir üslubun devamı halinde cevaba tenezzül etmeyece ğini ifadeyle yazısını bitirir. Re at ve Abdi arasındaki tartı malardan sonra o zaman Magosa’da bulunan Namık Kemal tartı ılan mevzularla ilgili kendi kanaatlerini Đntibah’ın önsözünde dile getirir.

347 Yazının ayrıntıları için bkz. Hakayiku’l-Vakayi , nr. 971, 15 Eylül 1873 (Bu yazıdan sonra tartı ma Ceride-i Havadis ’e yansır).

206

1.1.1. Romantik Gerçekçi Yakla ım: Đntibah Mukaddimesi Namık Kemal, Re at’ın kim oldu ğunu bilmemekle birlikte bu imzayla yayımlanan yazıya “tamamıyla hem-efkâr” oldu ğunu söyler ve Abdi’nin kanaatlerine kar ı çıkar. Osmanlı Türkçesi, Arapça, Farsça’nın de ğeri ve bu dillerde ahlaka dair eserlerle ilgili dü üncelerini ifadeden sonra Đntibah ’ın mukaddimesinde roman türü etrafında edebiyatın i levine ili kin bazı kanaatlerini ortaya koyacaktır. Ona göre insan kuru kuruya nasihat dinlemeye kanaat etmez. Bunun yanında “e ğlenerek istifade etmek” ister. Bu âlemin tabiatının gere ğidir. Yalnız Ahlak-ı Alâî, Makâmât-ı Harîrî gibi ahlakı süslemeye yönelik eserlerle bu hizmet temin edilemez. Namık Kemal yazısında Do ğu dünyasına ait bu kitaplara önemi nispetinde de ğer verir, lakin bu eserlerin zamanın ruhuna hizmet edemeyece ğinden hareketle yüzünü Batı’ya döner ve Ahlak-ı Alâî’den terbiye görmeyi hapiste nefsi ıslah etmeye, Telemak gibi hikâyelerden yararlanmayı muntazam bir bahçede ders okumaya benzetir. Ahlak-ı Alâî’nin içerdi ği birçok felsefî fikri takdir etti ğini ifade etse de bu eseri okumak için harcayaca ğı zaman kadar zindanda kalmayı tercih eder. Buraya kadar Namık Kemal edebiyatın i levi bahsinde “e ğlenerek istifade etme”yi ön plana çıkarır. E ğlenceyi dahi bir istifade etme ğe binaen Hintlilerin, Đbranilerin, Yunanlıların, Romalıların, Arapların, Acemlerin hakîmâne nasihatleri athiyat türünden bir takım hikâyeler içinde gizlediklerini ifade eder ve bunu bir meselle u ekilde örneklendirir: Hind’ten Araba geçmi bir hikâyedir ki: “Hakikat” bir kız imi , fakat çıplak gezermi , nereye gittiyse kabul etmemi ler, nihayet bir kuyuda saklanma ğa mecbur olmu . “Hikâye” ise di leri dökülmü , suratı buru mu , elleri çolak, ayakları paytak, beli kambur, a ğzı kokar, burnu akar, gözü kör kula ğı sa ğır, bir koca karı imi . Lakin yüzünü düzgünler, i ğreti di ler, vücudunu gayet ziynetli libaslarla tezyin etti ğinden daima görenlerin makbulü olurmu . Akıbet, hakikate bir gün kuyusunda rast gelmi , kendi elbise vesair tezyinatını vermi . Ondan sonra “hakikat” de gitti ği yerde kabul olunma ğa ba lamı 348 . Bu meselden anla ıldı ğı kadarıyla “hakikat”, “hayal” elbisesini giyince kabule mazhar olmaktadır. Dolayısıyla bu mesel, hayal-hakikat ili kisine yönelik romantik-

348 Yeni Türk Edebiyatı Metinleri 4 Eser Tanıtma ve Önsözler (1860-1923) , Haz. Đnci Enginün-Zeynep Kerman, Dergah Yay., Đstanbul, 2011, s.162.

207 realist bir yakla ımı ifade eder. Yazısının devamında Namık Kemal romanın ıslah/terbiye etme ve e ğlendirme i levlerine bir ba ka unsur ilave edecektir. O da “münasebetli, münasebetsiz akla a ğza ne gelirse söylemek” olan eskilerin tarzını bırakıp “tabiat-ı be eriyenin tahliline çalı mak”tır. Namık Kemal, kendisini bu kanaatlere ula tıran sebepleri de izah edecektir: Ona göre kalbin en gizli kö elerine bakmadıkça insan vicdanındaki sırları bulamayız. Kalbin sırları bilinmeyince de bir adama söylenen sözlerin tesir etmesi ihtimali yoktur. Çünkü fikir her ne tasavvur ederse zihninde sakladıklarına ve gönlündeki teessürlerine bunu tatbik eder. “Benzerse kabul eyler, benzemezse etmez”. Namık Kemal açıklamasını yaptıktan sonra Avrupalıların kalbin hallerini te hirde fevkalade ilerleme kaydettiklerini ve tiyatro ile hikâyeyi 349 edebiyatın en büyük kısımlarına dâhil ettiklerini söyler. Yazının devamı Reat’ın ilk yazısının sonlarına do ğru ihtar etti ği yabancı filozof ve edebiyatçılara ait romanların tercüme edilerek gazete sütunlarında tefrika edilmesi “ihtar”ının detayları gibidir. Nitekim, Namık Kemal edebiyatın “vüsat-i hayaliye ve garâbet-i tasavvur cihetini haiz olan âsâra ‘romantik’” denildi ğini belirterek bunun Shakespeare, Walter Scott, Schiller, Lord Byron, Victor Hugo, Alfred de Musset gibi yazarlara has bir tarz oldu ğunu ifade eder 350 . Romantiklerin gerçekçili ği ifade tarzı da yukarıdaki meselde hayal-hakikat ili kisine yönelik romantik-gerçekçi yakla ımda ifadesini bulur. Bahsi geçen yazarları “eazım-ı üdeba” sayan Namık Kemal iki üç yılda bir eserlerinin iki, üç yüz bin nüsha basıldı ğını söyler. Namık Kemal “kuvve-i hayaliye”nin Do ğu’da Batı’dan daha galip oldu ğunu ifade ederek Avrupalıların her bilimde oldu ğu gibi edebiyatta da Do ğuluların taklitçisi olduklarını dile getirir. Böylece romantik yazarlara has olan tarzın var olma erefini

349 Burada Türk romanının ba langıcında romanın “hikâye” sözcü ğüyle de kar ılandı ğını hatırlamak gerekir. Nitekim Namık Kemal’in buradaki hikâyeden kastı Đntibah romanıdır. Yazısında Fransız dilinde hikâyeye “roman” dendi ğini hatırlatacaktır. 350 “Mukaddime-i Celal”de Namık Kemal romantik romancılı ğı överken romantiklerin eserlerini XIX. Asır medeniyetinin övüne ği kalıcı eserler arasında sayar: “Avrupalılar roman yolunu o derece ileri götürmü lerdir ki, bugün mütemeddin milletin lisanında ahlakça ve hatta bir dereceye kadar maarifçe istifade olunacak binlerce hikâye bulunabilir. Hele içlerinde Walter Scott gibi, Charles Dickens gibi, Victor Hugo gibi, Alexandre Dumas gibi me ahirin bazı hikayeleri, u asr-ı medeniyyete medar-ı mübâhât olan âsâr-ı muhallededen addolunmaktadır (Namık Kemal, “Mukaddime-i Celal”, Mecmua-yı Ebuzziya , nr. 39, Safer 1302 (1884), s. 1218-1219).

208 yine “ecdadımız”a bırakır. Yalnız ona göre Avrupalılar taklit ederken bir eyin takdire ayan yönünü taklit etmektedir. Edebî bir örnek olmak üzere Arap, Đran vs. milletlerin dillerinde yazılmı muteber eserleri taklit ederken mantık ve âdâba uygun yerlerini kendilerine misal olarak alırlar. Bu eserlerin içinde akıl dı ı, mantıktan uzak, mübala ğalı, hiçbir eye benzemez te bih varsa almamı lardır. Namık Kemal bizim de Avrupa’yı bu ölçülere göre taklit etmemiz gerekti ği kanaatindedir. Çünkü Avrupa’nın gerek küllî kaideleri gerekse taklit tarzı, vehimlerinden ibaret olan hayaller de ğil, sırf hakikat ve tamamıyla “sevk-i tabiat”tır. Kendi kanaat ve ölçülerini bu ekilde dile getiren Namık Kemal Đntibah ’ın önsözünü Re at’ın da ilk yazısında tavsiye etti ği ve kendi mesle ğini ifade etti ğini söyledi ği u kaideyle bitirir: “Huz ma safa da’ ma keder”. Toparlayacak olursak, edebiyatın i levi konusunda Re at, Osmanlı airlerinin anladı ğı gazeller, kasideler, tabiîlikten uzak mübala ğalarla dolu iirlerden ziyade, hakikati aksettirecek, toplum ve olayları gerçekli ğiyle yansıtacak edebiyatın öne çıkarılmasından yanadır. Bunun için de batılı filozof ve edebiyatçıların romanlarla ifadesini bulan eserlerinin tercüme edilip gazetelerde yayımlanmasını tavsiye eder. Namık Kemal, Re at’ın dü üncelerine katılırken sırf hakikat ve tabiatımıza uygun olan romantik eserlerin taklidi yoluyla terbiye ve e ğlendirmeyi, yani “fayda” ve “zevki” edebiyatın ilevi arasında sayar. Bundan ba ka bizi gerçekçilikten uzakla tıran, vehim ve hayallerle dolu eserlerin dilinden uzakla mayı art ko arak insan do ğasını tahlil etme yi de edebiyatın i levine dâhil eder. Bu i levi yerine getirecek eserler de romantik-gerçekçi yazarlara ait olanlardır. Yalnız Türk romanının XIX. asır geli im çizgisinde bu i levler, devam etmekle birlikte gerçekçili ğe bakı ta sapmalara u ğrar.

1.2. Romantik Gerçekçilikten Sapmalar Türk romanında söz konusu gerçekçilik oldu ğunda Namık Kemal’in romantik- gerçekçi anlayı ının yegâne yakla ım olmadı ğı görülmektedir. 1885’ten sonra basında romantizmin ciddi bir ekilde ele tirilmesi romancılıkta romantik-gerçekçilikten farklı olarak ele tirel-gerçekçi bir çizginin geli mesine yol açmı tır. Aslında Namık Kemal’in romancılık anlayı ı ve romanın i levine yönelik kanaatleri her zaman dikkate alınmı tır. Ancak ele tirel-gerçekçi yakla ım bir yandan romantik tarz romancılı ğı ele tirmi di ğer taraftan onu ötekile tirmi tir. Bu bakımdan ele tirel-gerçekçi yakla ım romanın i levine

209 yönelik kanaatleriyle Namık Kemal’in ba lattı ğı kısmen de Ahmet Mithat Efendi’nin devam ettirdi ği romantik gerçekçi anlayı tan sapar. Kanaatimizce, XIX. Asır Osmanlı romancılık anlayı ının ele tirel gerçekçi çizgisinin ba ında Be ir Fuat bulunmaktadır. Be ir Fuat, Namık Kemal’in eski edebiyata yöneltti ği ele tirileri kısmen benimsemi ve hayalci iir tarzının son bulması yönünde kanaatlerini ortaya koymu bir ele tirmendir. Ancak hayaliyun-hakikiyun tartı ması devam ederken ve tartı ma sonrası Namık Kemal’i de hayal-hakikat etrafındaki dü üncelerinden ötürü ele tirdi ği dikkatlerden kaçmamalıdır. Be ir Fuat bir romancının (hikâye-nüvis) üslubunda tabiilikten yararlanmak zorunda oldu ğunu söyler ve tarih ile roman arasındaki farkı u ekilde tespit eder: Gerek tarih ve gerek roman için tab’ ve ahvâl-i be erin âdeta haritasıdır denebilir. Tarih küçük mikyasta bir haritadır; ba lıca mühim noktaları ve bunların beynindeki münasebatı gösterir. Roman ise büyük mikyâsta bir plan olup nikat-ı muhtelifenin ahvâl-i hususiyesini daha mufassal ve muvazzah bir sûrette irâe eder. Müverrihin zabteyledi ği vâkadır; romansiyenin, gerçi muhayyel ise de, vukuat-ı kesîrenin tetkik ve tatbikinden hâsıl olan bir düstûru câmi’ olur. O düstûr sayesinde cemiyet-i be eriyenin bir sınıf-ı mahsusunun ahvâline dair olan mesâil hallolunur. Đ te bence romanın vazifesi budur 351 . Be ir Fuat roman ve tarih arasındaki farkı bu ekilde dile getirirken toplumun “bir sınıf-ı mahsusu”nu dikkate almaktadır. Halit Ziya da bu anlayı ı devam ettirerek belirli bir sınıf için yazılan realist roman anlayıına dikkatleri çekecektir 352 . Ayrıca bu anlayı ıyla hayalcili ği ele tiren Be ir Fuat romanda romantik-gerçekçi anlayı a kar ı

351 “Gayret ‘in3, 4 , 5 , 6 Numaralı Nüshalarında Münderic “Victor Hugo” Ünvanlı Makale-i întikadiyeye Mukabele”, Saadet, nr. 470, 26 Temmuz 1886. ( Đnci Enginün, Be ir Fuat’ın bu de ğerlendirmesi hakkında “Be ir Fuat tarih ile roman arasındaki farkı belirtirken haklıdır” der (bkz. Yeni Türk Edebiyatı Tanzimat’tan Cumhuriyet’e (1839-1923) , Dergah Yay., Đstanbul, 2006, s. 789.). 352 Be ir Fuat ve Halit Ziya’nın dikkate aldıkları “özel” sınıf, toplum içinde belli bir sanat ve okuma zevki olan elit bir sınıftır. Bu bakımdan anlayı Halit Ziya’nın “tulumbaclar” dedi ği “genel” okur kitlesini kucaklamaz ve romanın i levinde zevk verme ve e ğlenceyi ilk a amada önemsemez. Hâlbuki Namık Kemal ve Ahmet Mithat Efendi romanın i levinde genel okur kitlesini dikkate alırlar. Namık Kemal, Mukaddime-i Celal ’de “genel” okur kitlesinin bazı özelliklerine ve edebiyatın i levine u ekilde de ğinir: “Yirmi sene evvel çıkan bir gazeteyi, mündericatında ne kadar ehemmiyet olsa be yüz ki i okumazdı! Bugün ne rolunan evrak-ı havadisin her nüshası hanelerde, kıraathanelerde, ehirlerde, kasabalarda laakal on be bin elden geçiyor. Yeni yazılan kitapları efrad-ı milletin, on üçer, on dörder ya ında nur-ı dîdeleri lezzetli okuyor, e ğlene e ğlene müstefid oluyor” (“Muukaddime-i Celal” Mecmua-yı Ebuzziya , nr. 38, 15 Muharrem 1302 (4 Kasım 1884), s. 1188 ).

210

çıkmı tır. Ona göre inkâr edilemeyen bir ey vardır ki o da insanların “tabiî ve hakikî olan eylerden” ziyade “muhalât ve hurafâta meyil ve ra ğbet” göstermeleridir. Ancak insanlık çocukluk zamanlarında imkânsız hayaller ve hurafelere gösterdi ği rağbeti “sinn-i rü t”üne tesadüf eden XIX. Asırda gittikçe artan bir ekilde artık “ciddiyat ve hakikat”e sarfetmektedir. Bir zamanlar ehname, Đlyada ve Odysseia gibi eserlerle varlı ğını ispat etmeye çalı an edebiyat Be ir Fuat’a göre ciddi ve hakikî bir yolda adımlarını atmakta, geli imini sürdürmektedir. Ayrıca edebiyatın muhtelif dönemleri göz önünden geçirilirse vehim ve muhallerin edebiyattan kovulmakta oldu ğu mü ahede edilecektir. Edebiyatta muhal ve hurafelerin bitti ğini dünya edebiyatlarından ehname, Đlyada ve Odysseia gibi örneklerle somutla tırmaya çalı an Be ir Fuat edebiyatın artık bir geli me çizgisi üzerinde seyretti ğini ve böylece çocukluk dönemini geçti ğini Türk edebiyatından örneklerle u ekilde izaha çalı ır: Küçüklü ğümüzde kadın nine hikâyelerini, kurt ve tilki mesellerini dinlemekten mütelezziz olur ve sonraları Kahraman Katil leri, Tahir ile Zühre leri, Arzu ile Kanber leri, Ferhad ile irin leri, Âık Kerem ’leri daha bilmem neleri kemal-i evk ve huzûz ile okurduk; hattâ bir surette müteessir olurduk ki bazı acıklı yerlerinde dökmü oldu ğumuz e k-i teessürleri imdi en me hur bir muharririn en fecî eserini mütâlaa ederken tamamıyla bulamayız. Pek olsa olsa gözümüz dolar, bir veya iki damla ya dökülür. Hâlbuki imdi o kitapları okumayı teklif etseler bu teklifi mâ-lâ-yutak addederiz 353 . Böyle bir teklif ihtimal Namık Kemal de ho lanmazdı. Ancak o masalcı yazarların dı ında romantik-gerçekçi eserlerin okunmasında bir mahzur görmemekte, romantik romancılı ğı bir yenilik olarak kar ılamaktadır. Be ir Fuat ise II. Bölümde gördü ğümüz gibi Victor Hugo’yu ele tirmenin yanı sıra Hugo’nun ahsında bütün romantik romancıları ele tirisinin hedefi yapmaktadır. Be ir Fuat tercih edilecek romancılık anlayı ında sadece Namık Kemalden de ğil Ahmet Mithat Efendi’den de farklı dü ünür. Ahmet Mithat, ahlaki endi elerden ötürü Emile Zola’yı hep ele tirmesine ra ğmen Be ir Fuat Türk edebiyatı için Zola’nın natüralist romancılı ğını tercih ve

353 “Hugo Ünvanlı Makale-i Đntikadiyeye Mukabeleden Maba’d”, Saadet , nr. 475, 2 A ğustos 1886. (1890’da roman ve romancılık tartı masında Ahmet Đhsan benzer kanaatleri dile getirmi tir.

211 bilhassa teklif eder. Çünkü ona göre Zola fuhu âlemlerini tasvir edip ahlakı ifsat etmemi tir. Hayaliyun-Hakikiyun tartı masında M. Mehmet Tahir’e verdi ği bir cevap münasebetiyle duruma öyle de ğinir: Zolanın bazı eserlerinde âlem-i fuh u tasvir eylemesi, ufak tefek mahzurlara

bakılır ise ifsâd-ı efkârı bâdî olabilece ğini dü ünerek o eserleri red vse tezyif; eylemek lâzım gelece ğini beyan ediyorsunuz. Zola vâkıâ âlem-i fuh u tasvir etmi ise de eserin mütalâsından hâsıl olan tesir o âlemden nefret oldu ğu için efkârı ifsat de ğil belki ir at eder. Tecrübesiz bir gence La Dame Aux Camelias ile Nana romanlarından hangisini okutalım diye sorsalar hiç tereddüt göstermeden “Nana’ yı verin okusun!” derim 354 . Be ir Fuat romantik bir romancıya ait La Dame Aux Camelias’yı de ğil natüralist bir romancıya ait Nana’yı tercih etmektedir. Namık Kemal ise romantik romancıların eserlerine ve romancılıklarına de ğer vermi tir. Be ir Fuat’ın natüralist, Namık Kemal’in romantik romancılı ğı tercihi masumane de ğildir. Đleride görece ğimiz gibi basında romantik veya realist romancılı ğı savunanlar daha geni bir çapta kendi roman tercihlerini bu sefer delilleriyle ortaya koymaya çalı acaklardır. Bu savunmalarda esas, yine gerçekçili ğe dair romantik-gerçekçi ve ele tirel gerçekçi çizgilerin romanın ilevine yönelik bakı açısı etrafında ekillenecektir. Be ir Fuat hayal-hakikat etrafındaki tartı malarda kanaatini realist romancılıktan yana ortaya koyar. Bu yönüyle de romancılık anlayı ında Namık Kemal’den farklı dü ünür. Yukarıda de ğindi ğimiz gibi Namık Kemal romanın i levi bahsinde “e ğlenerek istifade etme”ye de ğinirken romantik-gerçekçi tutumunu hayal-hakikati mezceden, “hakikat” ve “hikâye” arasında geçen bir meselle örneklendirmi ti. Namık Kemal bu meselin devamında hikâyenin Batı’da “roman” kar ılı ğında kullanıldı ğını ve Ahlak-ı Alaî’nin ahlak anlayı ından daha çok hizmet etti ğini dile getirir. Ona göre ahlaka hizmet eden de “ “Shakespeare” gibi “Walter Scott” gibi “Schiller” gibi “Lord Byron” gibi “Victor Hugo” gibi “Alfred de Mousset” gibi” romantiklerdir. Hayal-hakikat etrafındaki tartı malarda M. Mehmet Tahir’e cevap verirken Be ir Fuat, bu meselin benzerini hatırlatır ve Namık Kemal gibi “hayal” yerine “hikâye”

354 Saadet , nr. 477, 3 A ğustos 1886.

212 sözcü ğünü kullanarak kanaatlerini dile getirir. Ancak Be ir Fuat romantikleri de ğil realistleri öne çıkarır: Hakikat ile hikâyenin akdeyledi ği mukaveleden maksat yalnız hakikatin hikâye tarzında arz-ı endam etmesi ise, i te hakikat realistlerin âsârında o yolda arz-ı endam ediyor ve fakat tesettür etmeyip üryan yani hadd-i zâtında nasılsa yine öyle kalıyor. Hâlbuki esâs-ı dava romantizmin realizm üzerine rüçhanını irâe eylemek oldu ğundan ve zaten hakikatin üryan sûrette mazhar-ı kabul olmadı ğı beyan olundu ğundan o sözlerinizin netice-i tabiîyesi “Hakikati kabul ettirmek için buna bir parça yalan katmalı” olmaz mı? 355 Görüldü ğü gibi Be ir Fuat hakikatin ifadesinden dolayısıyla realistlerden yana bir tavır takınmaktadır. Aslında hayal-hakikat tartı malarında Namık Kemal’in görü lerine saygı duydu ğunu söyler ama bu saygı kendi görü ünü ifadesine engel olmamaktadır. Be ir Fuat, Aristoteles’e atfedilen bir söz ile bunu izah eder: “Felâtun’u severim, lakin hakikati ondan ziyade severim”. Söz una gelir: Namık Kemal’i severim, ama hakikati ifade etmeyi ondan daha çok severim. Namık Kemal’i Be ir Fuat gibi “seven” ve romana insan do ğasının tahlili i levini yükleyen edebiyatçılardan biri Halit Ziya’dır. Ancak ileride görece ğimiz gibi Halit Ziya bu sevgisini ortaya koyarken Be ir Fuat gibi Namık Kemal’i ele tirecek bir cesaret / bir ele tiri örne ği ortaya koymayacak böylece ele tirilerinden Namık Kemal de ğil Ahmet Mithat Efendi hissesini alacaktır. 1887-1888 yılları arasında Hizmet gazetesindeki seri yazılarında 356 Halit Ziya okurlarına romantizm ve realizme dair bilgileri aktarırken romanın i levine ili kin kanaatlerini dile getirir. Yazılarının ilki olan mukaddime kısmında Osmanlı Türkçesine saygısından ötürü yazılarında “roman” yerine “hikâye” kelimesini kullanan Halit Ziya, Namık Kemal gibi medeni milletler nezdinde hikâyenin “mühim ve en mutena” bir yere sahip oldu ğunu söyler 357 .

355 Be ir Fuat, Saadet , nr. 561, 13 Te rinisani 1886. 356 Bu yazılar Halit Ziya’nın 14 Te rinisani 1887 - 21 Mart 1888 tarihleri arasında Hizmet gazetesinin 104-139. sayılarında tefrika eklinde yayımladı ğı ve 1891’de “Hikâye” ba lı ğı altında kitapla tırdı ğı yazılarıdır. 357 Đnci Enginün, Namık Kemal tarafından 1888’de Celâl mukaddimesinde romanın tarifi yapılmasına ra ğmen Halit Ziya’nın “roman” yerine “hikâye” sözcü ğünü kullanmasını dikkat çekici bulur. “Bir edebiyat terimi olarak roman tarifinin dilimizde Namık Kemal tarafından 1888’de Celâl mukaddimesinde yapılmasına ra ğmen 1891’de Halit Ziya U aklıgil’in Hikâye adlı kitabında romanı anlatırken “hikâye” demesi dikkati çeker ( Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı , Dergâh Yay., Đstanbul, 2007, s. 255). Namık

213

Ona göre bir romancının (hikâyenüvis) eseri, bir airin iir mecmuası “kadar ve belki daha ziyade ehemmiyetle telakki” olunur 358 . Çünkü bir air, kalbi tasvir ederken bir romancı, insanı her yönüyle arz eder. Romanlar kalbin en mutena hislerini, toplumun en önemli durumlarını bir “mizan-ı tetkik”ten geçirir. Bu yönüyle hayatın bir aynası sayılan romanlar Psikoloji konularının en önemli ara tırma alanı oluyor ve bu i levleri sayesinde “Meydana gerçekten insanlar, birer kalbe malik adamlar çıkarıyor, ya atıyor, ahval-i be eriyeyiher hâlinde her suretinde”gösteriyor 359 . Halit Ziya, di ğer milletlerde bu kadar önemli sayılan ve önemli bir mevki tutan, insanlara insanı tanıtmayı tekeffül eden romanların bizde masalların derecesinde oldu ğunu teessüfle dile getirir ve Batılıların yücelttikleri edebiyat tarzının bizde henüz çocukluk halinde (hâl-i sabavet) oldu ğunu söyler. Bu teessüf ve halin ifadesi olarak da bizde gayretli bir çevirmenin çıkıp da büyük romancıların daha do ğrusu “müdekkikîn-i hissiyat-ı be eriye (be erî hisleri ara tırıp ortaya koyanlar)”nin eserlerini tercüme etmedi ğini dile getirir. Burada biz unu anlıyoruz. Aslında “müdekkikîn-i hissiyat-ı be eriye”den yapılacak çeviriler Namık Kemal’in romanın i levine yükledi ği “tabiat-ı be eriyenin tahliline çalı ma”ya denk dü er. Bunu u ekilde telif edebiliriz. Genelde edebiyatın özelde romanın görevi, be erî hisleri ara tırmak ba ka deyi le insan tabiatının tahliline yönelik eserler ortaya koymaktır. Bu a amada Halit Ziya ve Namık Kemal’in, genelde edebiyatın özelde romanın bahsi geçen i levi konusunda farklı bir görü leri yok gibidir. Ancak bu i leve götürecek yazar ve eserlerin tespitinde ayrıldıkları görülür. Nitekim Namık Kemal insan tabiatının tahlilinde romantik yazarları öne çıkarırken Halit Ziya realist yazarları dikkate alır. Yazısının devamından bunu çıkarabiliriz: “Bir muharrir-i muktediryeti ip de Osmanlılarda, milel-i mütemeddine-i saireninbundan bir asır evvel mazhar-ı ra ğbetleri olantarz-ı hikâyeyi tebdileçalı mıyor”. Halit Ziya’nın de ğitirilmesini istedi ği bir asır

Kemal’in Celâl mukaddimesindeki roman tarifi u ekildedir: “Romanın kısmını da millette nev-zuhur addetti ğimize taaccüb olunmasın! Âsâr-ı kadimede Đbretnüma gibi, Muhayyelat gibi, Aslı ile Kerem gibi, Ferhad ile irin gibi birtakım hikâyeler var idi. Fakat kütüphane-i âdâbımızda mevcut olan birkaç tercümeden de anla ılaca ğı veçhile, romandan maksat güzeran etmemi se bile güzeranı imkân dâhilinde olan bir vakayı ahlak ve âdât ve hissiyat ve ihtimalâta müteallik her türlü tafsilatıyla beraber tasvir etmektir”“Mukaddime-i Celal”, Mecmua-yı Ebuzziya , nr. 39, Safer 1302 (1884), s. 1218). 358 Bu konuda Halit Ziya, Be ir Fuat’la aynı görü leri payla ır gibidir. 359 Halit Ziya, “Makale-i Mahsusa -Hikâye- Mukaddeme”, Hizmet , nr. 104, 19 Te rinisani 1887.

214 evvelki roman tarzı Avrupa’daki hayallerle dolu masalcı roman anlayı ı ile romantik roman tarzıdır. Bu de ğiimin gereklili ğini ifadesiyle Halit Ziya gerçekçilik yakla ımında Namık Kemal’in gerçekçilik anlayı ından sapar. Đlgili anlayı da Be ir Fuat’ın gerçekçi yakla ımıyla parallellik arzeder. Be ir Fuat ve Halit Ziya’nın romanın i levine yakla ımında benzer bir anlayı etrafında geli en bu paralelli ği ileride daha açık görece ğiz. Halit Ziya’nın romanın i levine ili kin görü leri Ahmet Mithat Efendi tarafından ele tirilecektir. Ahmet Mithat Efendi’nin ele tirilerine sebep olacak olan Halit Ziya’nın romana dair dü üncelerini biraz daha açalım. Bu dü ünceler Halit Ziya’nın Hikaye ismiyle kitapla acak olan seri yazılarının mukaddime kısmında yer almaktadır.

1.2.1. Romantik Gerçekçili ğe Yöneltilen Ele tiriler Halit Ziya mütercimlerimizin sürekli Batılıların reddettikleri ve hiçbir edebî kıymet vermedikleri hikayeleri tercüme etmelerinin yanlı oldu ğu kanaatindedir. Ona göre tercüme edilen hikayeler ancak edebiyata vakıf olmayanlar ve be erî duyguları ara tırmaktan lezzet duymayanlar içindir. Mütercimlerimiz bu okuyucular için, vakit geçirtmekten ba ka bir faydası olmayan hayalgücünün tasvirlerini, saraylarına inziva eden kocakarılarla zamanın de ğiimini takip etmeyen geçmi asırların yadigarlarını, ocak ba ında e ğlendiren masalları, “amele güruhu”nun meraklarını kamçılamaktan ba ka bir ie yaramayan ola ğanüstü olaylar anlatan mecmuaları tercüme etmektedirler. Bu tercümeler kar ısında Halit Ziya tavrını açıkça ortaya koyar: “Bıktık!”. Halit Ziya’nın bıktı ğını ifade etti ği eserler arasında Ahmet Mithat Efendi tarafından Türkçe’ye tercüme edilen Fransız yazar Emile Richebourg’un Merdud Kız ve Peçeli Kadın romanları da mevcuttur. Halit Ziya, Batılı roman tarzını bize ilk önce gösteren dedi ği Ahmet Mithat Efendinin, me hur romantik romancılardan iki büyük zatın en güzel eserlerinden bir kaçını tercüme etti ğini söyler. Bütün bunlar olurken, bundan sonra Ahmet Mithat efendiden beklenen edebiyatın kıymetini bilenlerin ellerine almayacakları hikayelerin tercümesi midir? diye soran Halit Ziya daha büyük hizmetler beklemektedir 360 . Bu a amaya kadar anla ılaca ğı üzere Halit Ziya “masalcılar” sınıfına

360 a.g.m .

215 dahil edece ği hayallerle dolu hikaye ve romanların Türk okuyucusuna takdimine kar ı çıkmaktadır. Her ne kadar romantik romanların çevirisi lehinde bir duru gibi gözükse de Halit Ziya kar ı çıkı ını ileride romantiklerin de ğil realist romancıların lehine de ğerlendirecektir. Bu anlayı klasikleri ele tirip Victor Hugo’yu tanıtırken Emile Zola’yı öne çıkaran Be ir Fuat’ın yakla ımının bir benzeridir. Halit Ziya yazısında romanın ne anlama geldi ğine, romandaki vaka ve tasvirlerin ne derecede önemli oldu ğuna da de ğinir. Burada “pek zeki” bildi ği bir gencin romana ili kin ifadelerini aktarır. Gencin ifadesine göre roman bir olayın tasviridir. Romanda en çok yer tutacak olan ey de “olay” olmalıdır. Buna göre romanda olay az olur da tafsilat çok olursa bu durumda romancının hayalgücünün yetersiz ve can sıkıcı oldu ğuna hükmetmek gerekir. Halit Ziya’ya göre zekasına pek güvendi ği bu genç, Batılı milletlerde en çok ilgi gören romanların “pek küçük bir vak’a için pek vâsi tafsilat ile” dolu ve bu tafsilatın ruhun derinli ğini ara tırmaktan ibaret oldu ğunu bilse veya me hur Batılı romancılarının yazdıkları nefis eserleri okumaya muvaffak olsa bu yolda konu mazdı. Ona göre bu gencin tarif etti ği roman tarzı olayları ve hayalgücünün görüntülerini ço ğaltan “romantik roman” tarzıdır.. Halit Ziya romantik roman anlayı ına kar ıdır. Bunu u ekilde dile getirir: Hikâye bir vak’anın tasviri imi ! Hayır de ğil… imdi hikâye bir vak’anın tasviri olmaktan ziyade bir hissiyat levhası addolunuyor. Hikâyede tafsilat vak’adan az yer tutmalı imi !.. Bu da yanlı !.. Bu söz dünyada hiçbir sahib-i aklın vukuuna ihtimal veremeyece ği birçok teselsül-i vakayi-i garibeden mürekkep, türlü türlü sirkatlerden, cinayetlerden, intikamlardan bâhis olans afsata-âmiz masallar hakkında söylenebilir 361 . Halit Ziya bu ifadeleri safsatalardan ibaret olan masallar hakkında söyledi ğini ifade eder. Gerek hayaliyun (romantik), gerek hakikiyun (realist)dan romancıların eserlerine zemin kabul ettikleri önemli bir esas olanruh hallerinin ara tırılması ona göre ancak tafsilat ile halledilebilir. Halit Ziya’ya göre tafsilata bu kadar önem veren romantik ve realist romancıların hayalgüçlerinin darlı ğına hükmedilemez. Romantik ve realistlere hayranlı ğından ötürü de “pek zıt olmakla beraber” bu iki anlayı ı öne

361 A.g.m ., Hizmet nr. 105, 23 Te rinisani 1887.

216

çıkarmasının dikkat çekici oldu ğunu söyler. Ardından eserinde bir taraf tutmak niyetinde olmadı ğını dolayısıyla bu iki edebiyat akımının büyüklerini tarafsız 362 bir ekilde muhakeme etmek istedi ğini ifade eder. Ayrıca romantizm ve realizme mensup olmayan, muhayyel ve tuhaf olayları anlatanların mahiyetlerini tayin etmek istedi ğini de ekler. Halit Ziya romantikleri ve realistleri romancıların te kil etti ği “ba ka ba ka iki meslek-i edebînin müntesiblerineverilen bir nam” eklinde tanıtırken bir “Lakin” kaydıyla romantikleri “isimlerinin verece ği zan üzerine safsata yazan ve Elfü’l-Leyle (Binbir Gece) , Elfü’n-Nehar (Binbir Gündüz) gibi efsanelerden pek farklı olmayan” garip olaylar tasvir eden yazarlar gibi telakki etmemek gerekti ğini dile getirir. Romantiklerle aralarında benzerlik olsa da me hur ve büyük romantik romancılardan farklı oldu ğunu söyledi ği bu yazarlar “masalcılar”dır. Halit Ziya, Masalcılar’a “hikâye tüccarı” demektedir. Bu yüzden maksadının ülkemizde romancılıkla tanınanlar ile roman mütercimlerini hatalı veya küçük görmek olmadı ğını, bilakis vatanımızda Muhayyelat-ı Aziz Efendi tarzında hikâyelerden ba ka bir ey bilinmedi ği bir zamanda “birinci defa olarak milli ve telif hikâye yazan saadetlü Ahmet Midhat Efendi Hazretleriyle” onun yolunu devam ettirenlere, hisselerine dü en te ekkürü arz etmek oldu ğunu dile getirir. Yalnız Halit Ziya romancılı ğımızın sadece dünüyle de ğil bugünüyle de hesapla mak ister. Bu yüzden her ne kadar Ahmet Mithat için olumlu ifadeler kullansa da “bugün derece-i kemalini bulaca ğı tarik-i hakikîyegiren hikâye imdi bizde görülenlerin derecesinde kalmamı tır” der. Ona göre Batı’nın roman tarzı edebiyatımıza ilk defa olarak, Fransa basın hayatında bir tefrikalarıyla bir gazeteyekırk, elli bin mü teri kazandıracak derecede olan Alexandre Dumas, Ponson du Terrail, Xavier de Montépin, Pierre Zakkone gibi yazarların eserleriyle tanıtıldı ğında, Elfü’l-Leyle (Binbir Gece) ve Elfü’n-Nehar (Binbir Gündüz)dan ba ka hikâyesi olmayan Osmanlı basın aleminde bu roman tarzı “büyük bir ra ğbet” görmü tü. “Bilahere Ahmet Mithat Efendi’nin Hasan Mellah, Hüseyin Fellah,

362 Halit Ziya’nın bu yazısı ileride Hikâye ismiyle kitapla acak olan eserinin mukaddimesidir. 156 sayfalık Hikâye ’de, kronolojik sırayı gözetmeden, realistleri romantiklerden önce anlatmanın yanı sıra Halit Ziya, hayran oldu ğunu söyledi ği realist ve romantikleri eserinde tanıtırken de realistlere ve edebiyat anlayılarına 94 sayfa, romantiklere ve edebiyat anlayı larına 6 sayfa ayırır (U akizade Halit Ziya, Hikâye , Đstepan Matbaası, Kostantiniye, 1307). Bu bakımdan tarafsız davranmadı ğını, realistlerden yana bir tavır takındı ğını rahatlıkla söyleyebiliriz.

217

Dünyaya Đkinci Geli ve FelatunBeyle Rakım Efendi, Paris’te Bir Türk gibi milli romanlarıyla yine onların yazarı tarafından Letaif-i Rivayat 363 serisi yayımlanmaya ba ladı ğı zaman Osmanlıların bu roman tarzında dahi “pek az zamanda büyük bir terakki” gösterdiklerini ispatlamı tı. Halit Ziya bunu ıspat edenin yalnız “atufetli Ahmet Midhat Efendi hazretleri” oldu ğunu söyler. Ancak ona göre roman yazımı hususunda Ahmet Mithat’ın eserine uymak isteyenler eski tarz hikâyenin ulu tı ğı dereceyi geçememi lerdir. Dikkat edilirse Halit Ziya, Ahmet Mithat Efendi için son derece saygılı bir üslup kullanmaya çalı maktadır. Yalnız bu üslup Ahmet Mithat Efendi’nin roman tarzını ele tirmesine engel de ğildir. Nitekim hemen sonra o, bu tarzın Osmanlı basınında roman tarihininon, on be sene önceki halini tasvir etti ğni söyler. Lakin bu uzun müddet zarfında pek çok romanlar tercüme edildi ği “hatta bir iki tane telif bile olundu ğu hâlde” ilk ortaya çıkı ında çok geli ece ği zannedilen yeni roman tarzı o zamanki derecesinde kalmı tır. Halit Ziya için “Bu ise kâfi de ğildir!...” Yazıdaki ünlem cümleleri dikkat çekicidir. Daha önce masalcı roman tarzı için “Bıktık!” diyen Halit Ziya bu sefer romantik roman tarzı içinde Osmanlı roman tarzının ula tı ğı noktayı “kâfi” bulmamaktadır. Onca, kamuoyunu yeni roman tarzına alı tırmak için Alexandre Dumas, Ponson du Terrail vesairlerin eserleri belki gerekliydi. Hatta bu eserler olmasaydı daha sonra Octave Feuillet, Alexandre Dumas Fils gibi edebiyatçıların eserleri okunmazdı. Gerçi, Halit Ziya’yagöre çocuklarımız ve hayat meselelerini irdelemekten uzak duranlarımız varoldu ğundan adı geçen yazarların eserleri yine lazımdır. Ancak,onun lazım gördü ğü bu eserler romantik Fransız yazarlarına ait eserlerdir ve bu romantik eserlerin okuyucu kitlesi de çocuklar ve hayatı derinli ğine incelemekten uzak duranlardır. Buraya kadar Halit Ziya meseleyi basının takip etmesi gereken roman tarzına ve yeni tarzı takip edecek okuyucu kitlesine getirmi tir: fakat, ciddî, hikmet-âmiz erbab-ı mütalaa bulunmaz mı?Bu okuyucuları Kırmızı De ğirmen, Esrar-ı Hind gibi hikâyelerle ikna edebilir miyiz?Bu sorulardan sonra Halit Ziya maksadını belli edecektir:

363 Ahmet Mithat Efendi’nin Letaif-i Rivayat ba lı ğı altında yayımladı ğı, biri tiyatro eseri olmak üzere irili ufaklı toplam 30 hikâye ve roman. Seri yeni harflerle tek cilt halinde yayımlanmı tır. Bkz. Letaif-i Rivayat, Hazırlayanlar: Fazıl Gökçek - Sabahattin Ça ğın, Ça ğrı Yay., Đstanbul, 2001, 851 s.

218

“Demek istiyoruz ki imdiye kadar bizde tercüme edilen hikâyeler mütalaat-ı ciddiye erbabınımemnun edebilecek bir ehemmiyet-i edebiye ve hikemiyeye malikde ğildir. Hikâyenin imdiki hâl-i mükemmeliyeti henüz bizde tanılmamı tır”. Halit Ziya’nın buraya kadar masalcı- romantik roman tarzına yöneltti ği ele tirileri ve 1888’e kadar Osmanlı basınında hakim olan Türk roman tarzını dikkate aldı ğımızda alıntının son iki cümlesini u ekilde okumak yanlı olmasa gerektir: Demek istiyoruz ki Ahmet Mithat Efendi’nin tercüme ve telif etti ği romanlar, hayattaki gerçekliklere ve ayrıntılara dikkat eden ciddî okuyucuları tatmin edecek edebî ve felsefî bir mükemmellikten uzaktır. Dolayısıyla Ahmet Mithat Efendi’nin Hasan Mel lah, Hüseyin Fellah, Dünyaya Đkinci Geli ve Felatun Beyle Rakım Efendi, Paris’te Bir Türk, Letaif-i Rivayat ’taki tarzına ra ğmen mükemmel bir roman türü bizde henüz tanınmamı tır. Halit Ziya’nın o zaman saygın bir yere sahip olan Ahmet Mithat Efendi’ye dolayısıyla roman anlayı ına yöneltti ği ele tirilerden sonra da Hizmet ’tekiseri yazılarının mukaddime kısmı devam etmektedir. Bu yazılar bitmeden Halit Ziya’nın ilk yazısından yakla ık iki hafta sonra Ahmet Mithat Efendi bir mukabelede bulunur 364 . Dolayısıyla Ahmet Mithat’ın cevabı Halit Ziya’nın ilk yazısında dile getirilenlere dair olacaktır.

1.2.2. Romantik Gerçekçili ğin Savunulması Ahmet Mithat, Halit Ziya’nın romana verdi ği de ğeri “hakikaten do ğru” bulur. Yalnız “mütercimlerin Avrupa’da reddolunan ve hiçbir kıymet-i edebiye atfedilmeyen hikâyeleri tercüme” ettikleri görü ünü teessüfle kar ılar. Nitekim Halit Ziya’nın söz arasında geçi tirmeye çalı tı ğı fakat be ğenmedi ği tercümeler arasında Ahmet Mithat’ın tercüme etti ği Merdut Kız ile Peçeli Kadın romanları da vardır. Ahmet Mithat’a göre “romancılık nokta-i nazarından Merdut Kız , Peçeli Kadın ve Paul de Kock’un Kamere Âık nam romanları gibi” eserleri “roman budur” denilemeyecek derecelerde kusurlu bulmak haksızlıktır. Ahmet Mithat bu eserlerin edebî kıymetlerini tayinde onların “her birinin beher defada binlerce basılmak üzere onardan elli er defaya kadar basıldık”larını ifadenin yanı sıra Avrupa yabancı dillerinin tamamına tercüme olunduklarını hatırlatır

364 “Romanlar ve Romancılık”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 2847, 5 Kânunuevvel 1887.

219 ki “bu hâl onlara hiçbir kıymet-i edebiye atfedilmedi ği hakkındaki sözünü geriye alması için belki insafını tahrik edebilir”. Halit Ziya’nın romanın hayalî (romantik) ve hakiki (realist) türlerine de ğinerek Hasan Mellah, Hüseyin Fellah, Dünyaya Đkinci Geli , Felatun Bey ile Rakım Efendi , Paris’te Bir Türk romanlarını ve özellikle Letaif-i Rivayat genel ba lı ğı altındaki müteselsil hikâyeleri takdir etmesini te ekkürle kar ılayan Ahmet Mithat, onun romantik romanları realist romanlara feda etmek istedi ği hâlde kendisine ait Hasan Mellah romanının sırf romantik bir roman oldu ğunu ve Hüseyin Fellah ’ın ve Paris’te Bir Türk ’ün de ona peyrev olduklarını hesaba katmadı ğını söyler. Ayrıca Halit Ziya’nın realist romanları tercih etti ği hâlde Alexandre Dumas’nın romanları bir gazeteye tefrika edildi ğinde elli bin mü teri kazandıracak derecelerde basın dünyasında öhret kazandıklarını söyledi ğini hatırlatır ki Alexandre Dumas seçkin romantiklerdendir. Ahmet Mithat yazdı ğı Hasan Mellah, Hüseyin Fellah, Paris’te Bir Türk romanlarının romantik oldu ğunu söylemektedir. Devamla Letaif-i Rivayat ’ın birçok hikâyesinin, örne ğin Çingene ’nin, Para ’nın realist bir üslupla kaleme alındı ğını ifade etmektedir. Bu eserleri realist saymasındaki ölçüsü de sırf “tasvir-i ahval-i milliye” yolunda yazılmı olmalarıdır. Ahmet Mithat bu a amaya kadar romantik yolda yazdı ğı eserlerinin savunmasını yaparken bir eserin millî halleri tasvirini de realiszm için bir ölçü sayar. Ahmet Mithat’ın bu de ğerlendirmeleri dikkat edilirse roman tekni ğine yönelik ele tiriler de ğildir. O bir roman veya hikâyede bize ait, bildi ğimiz, milli unsurlara yönelik tasvirleri gerçekçi sayar. Bu anlayı ın içinde Halit Ziya’nın bir romanda aradı ğı psikolojiye dair konuların tafsili, insan tabiatının tahlili mevzuları yoktur. Yani iki yazarın realist roman tarzından anladı ğı farklıdır. Bunda da romanın ilevine dair kanaatler etkili olmaktadır. Ahmet Mithat’ın yazısının devamında realizme yönelik de ğerlendirmeleri romanın i levine dair bakı ını daha da netle tirecektir. Ahmet Mithat “ ‘Realizm’ mektebi denilen hakiki roman yazmakta” Emile Zola’nın en ileriye gitti ğini ifade ettikten sonra Halit Ziya’ya unları söyler: Acaba müntekit Emile Zola’nın romanlarını dikkatli okudu mu? Okumu ise anlamı tır ki mumaileyhin asıl maksadı romancılık de ğil politikacılıktır. Karilerini diyanet ve medeniyet-i hazıra aleyhine te vik için roman yazar. Evet! Sefalet-i be eriyenin suver-i mahufesini tasvir etmelidir. Ama ondan dolayı bir

220

sınıf insanları mesul mü tutmalıdır? Romandan maksad-ı hakiki, karilerin ezhânını tenvir ve ahlakını tehzip ederek ulüvv-i cenabını inbisata getirmek ise Emile Zola ve sair meslekta ları bunun hilafınadırlar 365 . Ahmet Mithat’ın realizmi Halit Ziya’dan ve realistlerden farklı bir ekilde anladı ğı açıktır. Bunda da etkili olan alıntının son cümlesinden de anla ılaca ğı gibi romana yükledi ği ilevdir. Romanın bu i levi de okuyucuların zihinlerini aydınlatmaya ve ahlaklarını süslemeye hizmet etmesidir. Bu anlayı ıyla da Namık Kemal’in edebiyatın i levine yönelik kanaatlerine katılmı olur. Romandan maksat ayet bunlar ise Emile Zola ve sair meslekta ları bunun hilafınadırlar . Ahmet Mithat Efendi romanın ilevinde ahlakî terbiyeye de ğer verdi ği için Zola gerçekçili ğini de reddetmi olur. Ahmet Mithat’a göre roman yazmakta “Realizm mektebi” yeni ortaya çıkmı tır “Fakat o da herhalde hayalîdir. Zira yazılan ey ayn-ı hakikat olur ise roman de ğil tarih olur. Hayalî olan roman ait oldu ğu memleketin veya sanatın ahvaline muvafık olur ise ona “hakiki” diyorlar.” Eğer ola ğanüstü ve mükemmeliyeti a mak derecesinde mübala ğalı bir anlatım ise ona da “sırf hayalî” denir. Ahmet Mithat “sırf hayalî” yazıları bir ziyanı olmasa da hiçbir ey ö ğretmedi ği ve hakikatten uzak vehimleri ö ğretti ği için makbul saymaz. Ahmet Mithat hayalî unsurlarla dolu Hayret isimli romanında geçen tasvirlerin adeta hokkabazlık oldu ğunu ve bunların ne yolda icra edildi ğini anlattı ğında “en hakiki bir roman Hayret oldu ğunu romandan anlayanlar dahi itiraf buyurdular” demektedir. Hâlbuki ona göre Hayret “en hayalî romanların birisidir”. Olaydaki unsurlardan hiçbirisinin aslı faslı yoktur. Bununla beraber en çok satılan romanı Hayret olmu tur. Sonuç olarak da “Olur olmaz romanlar büyük adamlarımız tarafından okunmak erefine nail olamadıkları hâlde Hayret ’ten aldıkları lezzet üzerine birçok büyük adamlar muharrir-i âcizi tahriren ve ifahen taltif buyurmu lardır”. Ahmet Mithat, romantik tarzda kaleme aldı ğı romanlarının genel okuyucu kitlesi tarafından büyük bir ra ğbetle okundu ğunu, ancak bunların genelinin büyük adamlar tarafından okunmadı ğını ifade etmektedir. Yalnız romantik yolda yazdı ğı Hayret romanı bir istisna olarak büyük dedi ği ki iler tarafından okunmu ve bunlar kendisini takdir

365 A.g.m .

221 etmi tir. Anla ılan romantik romanların ciddi okuyucular tarafından okunmadı ğını Ahmet Mithat’ın kendisi de teyit etmektedir. Yalnız romancılık mesle ğinde geçirdi ği tecrübeler onda Halit Ziya’ya söyleyece ği u sözler hususunda bir kanaat uyandırmı tır: “Đ te romancılık mesle ğinde sebk eyleyen bu tecrübemiz hasebiyle münekkide demek isteriz ki romanların hayalîsi hakikisi, millîsi ecnebisi, telifi tercümesi hakkında intikadat-ı amikaya giri ecek zamanımız henüz gelmemi tir”. Ahmet Mithat Efendi’nin son sözleri onun meseleye yakla ımını daha açık bir ekilde ortaya koyar. O da edebiyatın bir tekâmül dâhilinde ilerledi ğinin farkındadır. Ama Osmanlı diliyle basılmı her çe it romanların toplamı yüz seksen, iki yüzü geçmedi ği halde “Birkaç yüz bin romana malik lisanlar erbabı bile bu kâl u kıyle bu güft ü enîde nihayet” veremedi ğine göre romanların millî, yabancı, romantik, realist, telif, tercüme olup olmadı ğına dair derin bir tartımaya girmenin zamanı de ğildir. Bu kanaatini dile getirirken edebî eserlere dair realist roman merkezli bir yakla ım sergilemek yerine okur merkezli romantik romancıanlayı ını ortaya koyar. Ona göre “Herkesin tab’ı bir nevi romandan ho lanır. Romancı karilerinin tabayiine göre eser yazar”. Ahmet Mithat Efendi burada romancıya okuyucunun tabiatını dikkate alma vazifesini yükler. Halit Ziya da okurun tabiatını dikkate alır. Hatta insan tabiatının tahlilini romanın i levine dâhil eder. Ancak o çocukça hikâyelerden ve hayallerden zevk alanları de ğil, insan tabiatını tahlilden ho lanan ciddi okurları dikkate alır. Çünkü romanın okuyucuya zevk vermesi ya da romanın okuyucuyu e ğlendirmesi onun için bir edebiyat problemi de ğildir. Ahmet Mithat ise yazısını sonlandırırken Halit Ziya’nın yazılarını yayınladı ğı Hizmet gazetesi gibi “gayret-i Osmaniyesi bulunan” gazetelerin romanların muzırlarından sakındırarak “okuyanları hem e ğlendirecek ve hem müstefit eyleyecek surette olanlarını tavsiye” etmesi gere ğinden bahsederek romanın i levine yönelik zevk ve fayda vermeye yine dikkatleri çeker.

1.3. Hizmet ’teki Yazılarda Romantik ve Realist Romana Đli kin De ğerlendirmeler Bu ba lık altında inceleyece ğimiz yazılar Ahmet Mithat Efendi’nin dikkat çekti ği yazıları da içine alan ve ileride Hikâye ismiyle kitapla acak olan Halit Ziya’ya ait Hizmet gazetesindeki seri yazılardır. Bu yazıların ilkine romanda gerçekçilik anlayı ı

222 ve bu anlayı tan sapmalar ile romanın i levine yönelik de ğerlendirmeler bakımından daha önce de ğindik. Đlk yazının sonunda Halit Ziya, romanın imdiki mükemmel eklinin bizde henüz tanınmadı ğını dile getirerek roman türünün tarihini kısaca tanıtaca ğını söyler. Romanın o günkü “hal-i hazırını”, çe itli türlerini izah ettikten sonra romanın esasına, hizmetine dair bilgi vererek ne yolda romanlar tercüme edilmesi lazım gelece ğine dair bilgiler verece ğini ifade ile seri yazılarına devam eder. Seri yazıların devamında Halit Ziya, romanın tarihini ele alırken romancılıkta iki romantik çizgiyi tespit eder. Ardından bu iki çizginin realist bir bakı la ele tirisini yapar. Bu ele tiri realist romancılı ğın takdimi içindir. Halit Ziya’nın Hizmet ’teki ele tirilerinin bir kısmına Ahmet Mithat Efendi Tercüman-ı Hakikat ’te, Ahmet Đhsan, Umran dergisinde mukabelede bulunur. Ancak ele tiriler Halit Ziya’nın kararlılı ğını de ğitirmez ve Halit Ziya yazılarına devam eder. Realistlerin romanı ele alı tarzlarına dikkatleri çekerek romantik roman anlayı ını tekrar ele tirir. Ardından realist romancılar arasındaki farklara de ğinir. Realist ve romantik roman/romancıların özelliklerine dair bilgiler aktarır. Neticeye gelir. Netice kısmında romantik ve realist romanlar arasındaki temel ayırım noktalarından biri olan romanda anlatıcının konumuna dikkatleri çeker. imdi çerçevesini bu ekilde verdi ğimiz Hizmet ’teki seri yazıların ayrıntılarına ve bu ayrıntılara ili kin ele tirilere kısaca de ğinelim.

1.3.1. Roman Tarihi ve Romancılıkta Đki Romantik Çizginin Tespiti Halit Ziya, öncelikle, “Tarih-i Hikâye” (Romanın Tarihi) ba lı ğı altında roman tarihini üç ba lık altında tanıtır: “Ezmine-i Atika” (Eski Zamanlar), “Ezmine-i Mutavassıta” (Orta Ça ğlar), “Ezmine-i Cedide” (Yeni Zamanlar) 366 . Halit Ziya, Ortaça ğı çok az tanıtmanın yanı sıra ba langıcından ortaça ğın sonlarına kadarki Do ğu dünyasının anlayı ını yansıtan ve Hint, Çin gibi yeni fikrî geli melerden hissesi olmadı ğını söyledi ği milletler nezdinde varlı ğını sürdüren hikâyenin, garip olaylar ve efsanevi tarihler derecesini geçmedi ğini söyler. Bu yüzden ortaça ğa kadar hatta ortaça ğdan sonra bu tarzda yazılan hikâyelerde roman sanatı bakımından hiçbir meziyet görmez. Halit Ziya ortaçağda romanın önemli bir mevkie

366 Hizmet , nr. 105, 23 Te rinisani 1887.

223 sahip olmadı ğını ifade ettikten sonra yeni zamanların romanlarına dikkatleri çeker. Ona göre roman, “on yedinci asırdan sonra büyük bir ehemmiyet alarak” ço ğunlukla edebiyatın en çok ra ğbet gören kısmını te kil etmi tir ki “zamanımızda dahi” roman di ğer edebiyat türlerinin en önemlisi sayılmakta ve on yedinci yüzyıldan sonra memleketlere ve devirlere göre kazandı ğı çe itlilik ve farklılıkla hayret uyandırmaktadır. Roman çe itli milletlerin elinde geli imini sürdürmü tür ama Halit Ziya romanın tarihini ortaça ğdan sonra Fransa’da takip edecektir. Çünkü ona göre di ğer Batılı milletlerde roman türlerinin geli imi Fransa’daki de ğiim yolundan farklı de ğildir. Do ğu dünyasının hikayelerinde roman sanatı bakımından bir meziyet görmedi ği için bu hikayeleri dikkate almaz. Halit Ziya roman tarihini üç dönemdeincelerken genelde yazarları eserleriyle birlikte verir. Bazen önemli buldu ğu bir eseri bir iki cümleyle tanıtır. Onun için önemli olan yazarlar da romantikler ve realistlerdir. Henüz “meslek-i hayaliyun” ba lı ğı altında romantikleri incelememi tir ama, yeni zamanlara de ğindi ği kısımda iki romantik çizgi belirler. Birincisi, eserlerinde a kın sadece varlı ğıyla yetinen, dolayısıyla a kın ikinci derecede öneme sahip oldu ğu romantiklerin anlayı ıdır. Hikayesi duyguların incelenmesi gibi psikolojiye ait meselelere dayanmadı ğı dü ünülürse “bu mua akaların neden ibaret oldu ğu anla ılır” diyen Halit Ziya bu romantiklerin özelliklerine kısmen de ğinerek ikinci çizgide geli ecek olan romantik anlayı la kıyaslar: Hayaliyun için bir erke ği bir kıza â ık etmek kifayet eder. Nasıl seviyor?.. Ne için seviyor?.. Bunlar hayaliyun için pek ciddi, pek yüksek meselelerdir. Đ te reisleri Alexandre Dumas olan sınıf-ı hayaliyun; hissiyat-ı kalbiyeyi ihmal ederek kavgalar, tesadüfler, intikamlar, sirkatlerile müzeyyen, vakayice zengin, her bâbı kariin tecessüsünü ba ka bir suretle müheyyic hikâyeler yazdıkları sırada Victor Hugo’nun riyasetialtında te ekkül eden sınıf-ı di ğer-i hayaliyun vak’aca az fakat tedkik-i hissiyat cihetiyle mühim hikâyeler yazmaya ba lıyorlardı. Đ te imdi hakikiyuna kar ı duran hayaliyun, bu ikinci sınıf hayaliyundur. Halit Ziya böylece birincisinin ba ında Alexandre Dumas, ikincisinin ba ında Victor Hugo’nun oldu ğu iki romantik anlayı ı belirlemi ve realistlere kar ı duranların

224

Victor Hugo’nun takipçileri oldu ğunu tespit etmi tir. Alexandre Dumas’nın takipçileri on dokuzuncu asrın son devrinde isimlerini ve edebiyat anlayı larını hatırlatacak bir halef bırakmadan unutulmu lardır. imdi onların gayrı me ru takipçileri, ne romantizm ne de realizm akımlarına dahil edilmeyen “yalnız e ğlendirmek maksadına mebniyazı yazan” romancılardır. Gerçi me hur yazarların dahil oldukları bir mektebe öyle “kalemlerini ticaret için istihdam edenleri” katmaya Halit Ziya’nınvicdanı müsaade göstermemektedir, ama bununla birlikte romantik ve realistlere kar ı di ğer bir yazar sınıfı te kil ettikleri için “kendilerini, eserlerini, mesleklerini muayeneden geri” durmayacaktır.

1.3.2. Realistlerin Takdimi ve Romantik Roman Anlayı ına Yöneltilen Ele tiriler “Ezmine-i Cedide” ba lı ğı altında yeni zamanlara ait bilgileri böylece tamamlayan Halit Ziya romanda iki romantik çizgiyi tespit ettikten sonra masalcıları da anlataca ğının vaadini verir, ancak realistleri yeni zamanlara hemen de dahil etmez. Çünkü edebiyat akımlarını bu akımların romancılarıyla birlikte tanıtırken realistleri anlatacaktır. Okuyucunun aklına ister istemez öyle bir soru geliyor. Madem romantikler ve masalcılar tekrar anlatılacak, o zaman realistlerden önce romantik iki anlayı la masalcıları tespit etmeye ne gerek vardı? Belki roman tarihinde kronolojik bir sıra takip etti ği için bunu yapmı tır denebilir. Fakat Halit Ziya kronolojik sıranın son halkası olan realistleri yeni zamanlara dahil etmedi ği gibi, yazılarının devamında üç sınıf romancı ve roman anlayı larını tanıtırken kronolojik sırayı takip etmeyecek ve sırasıyla realist, romantik ve masalcıları anlatacaktır. Barda ğı ters çeviren Halit Ziya en geni ekilde realistleri tanıtarak ele tirisini romantikler ve masalcıların üzerine dökecektir. Ama önce Ahmet Mithat Efendi’nin itirazlarına cevap verecektir. Bu cevaptan sonra Ahmet Đhsan da Umran ’da Halit Ziya’yı bazı noktalarda ele tirecektir.

1.3.2.1. Hizmet ’ten Tercüman-ı Hakikat ’e Umran ’dan Hizmet ’e Bir Ele tiri Ahmet Mithat’ın, Halit Ziya’ya mukabele yazısı yayımlandı ğında Hizmet ’teki seri yazılar ikinci haftasını doldurmu tur. Dolayısıyla bu yazılar henüz bir nihayete

225 ula mamı tır. 23 ya ındaki Halit Ziya, Ahmet Mithat Efendi’ye biraz da ukalaca bir mukabelede bulunur. “Hikâye” makalesinin “bir kitap kadar uzayaca ğını” hatırlatarak Ahmet Mithat’a itiraz hususunda biraz sabretmek mecburiyetinde bulunaca ğını, ilk cevabını okudu ğunu fakat imdilik cevap vermeyece ğini söyler. Çünkü ona göre Ahmet Mithat, yazısını tamamen okumamı tır. Nitekim okusa o yolda cevap yazmayaca ğı kanaatindedir. Halit Ziya ayrıca realistleri tercih etti ğini söylemekle birlikte romantiklerin önemli edebiyatçılarını da tanıtaca ğını ifade eder. Amacının da ilk yazısında kitap tüccarı dedi ği, “eserlerinin kesret-i tab’ından ba ka meziyeti olmayanların mahiyetini arz etmek” oldu ğunu dile getirir. Romantizm ve realizm akımlarının farklarından ötürü do ğacak itirazların da makalenin nihayetinden sonra olması gerekti ğini ekler. Halit Ziya, Ahmet Mithat’ın romanın millî olması gerekti ği fikrine katılmadı ğını da ifade eder 367 . Böylece sıra üç sınıf roman anlayı ını tanıtmaya gelmi tir. Anla ılan basında Halit Ziya’yı ele tiren bir tek Ahmet Mithat Efendi de ğildir. Halit Ziya’nın Ahmet Mithat Efendi’ye mukabelesinden sonra onun Hizmet ’te dile getirdi ği kanaatlerin bir kısmına katılan bazı yönlerini de ele tiren Ahmet Đhsan imzalı Umran ’daki bir yazı 368 dikkati çeker. Ahmet Mithat Efendi ve Halit Ziya gibi Ahmet Đhsan da Batı edebiyatlarında romanın önemli bir mevki tuttu ğu kanaatindedir. Aslında ba langıçta romanın Batıda gördü ğü ilgiyi, roman hakkında “tetebbuat ve tedkikatımız neticesi olan bazı mütalaatı” beyan etmek ister. Ayrıca bu konuda “biraz da muhakemat”a giri erek romanın nasıl yazılması lazım geldi ğine ve hangi romanları tercüme etmek gerekti ğine dair bilgiler vermek arzusundadır. Fakat Ahmet Đhsan Hizmet ’te ne redilen, birkaç haftadır yazmaya niyet etti ği yazılara ili kin “Hikâye” ba lı ğı altındaki mütalaaları görünce durumu memnuniyetle kar ılar. “Hikâye” yazılarının pek çok yerlerini de ğil hemen hepsini fikirlerine mutabık buldu ğunu söyler. Ancak fikrine muhalif gelen yerlere de de ğinmek ister. Gerçi Halit Ziya yazıların sona ermesini beklemeyi tavsiye etmi tir ama Ahmet Đhsan birkaç söz söylemekten kendini alamaz.

367 (U akizade Halit Ziya, “Mevadd-ı Edebiye: Üstad-ı Ekremim Saadetlü Ahmet Mithat Efendi Hazretlerine”, Hizmet , nr. 110, 10 Kânunuevvel 1887). 368 Ahmet Đhsan, “Roman Nedir?”, Umran , , nr. 7, 12 Kânunuevvel 1305 (24 Aralık 1889), s. 78-79.

226

Ona göre “her cihette oldu ğu gibi bizde roman sanatı” henüz çocukluk dönemindedir. Bu yüzden roman tercümesine ba layacak bir mütercim, öncelikle halkın genel ra ğbetinin hangi yönde oldu ğunu dikkate almalıdır. Mütercimlerimiz bu dikkate göre eser seçmeye mecbur bulundu ğundan, Batı’nın “nazar-ı ehemmiyetinden dûr olmu ” ve sırf bo hayallerden ibaret bulunmu eserlerini tercüme ederek “müdekkikin-i hissiyat-ı be eriye” unvanına hakkıyla sahip olan “Dumas-zade, Octave Feuillet ve George Ohnet gibi büyük romancıların eserleri tercüme olunmuyor diye onları hatalı bulmak hakikate muvafık de ğildir. Bu görü lerin Ahmet Mithat Efendi’nin kanaatlerine yakınlı ğı açıktır. Nitekim Ahmet Đhsan hemen sonra Ahmet Mithat Efendi’nin, ismini saydı ğı bu yazarlardan ba ka hayalci sayılacak yazarlardan da tercümeler yapmasını maksatlı bir sebebe dayandırır. “bu sebep dahi olsa olsa zann-ı hakirane”sine göre roman okuyucularının “bu cihete meyyal olmalarından ibaret” bulunacaktır. Dikkat edilirse Ahmet Đhsan kanaatlerini arz ederken Ahmet Mithat Efendi gibi okur merkezli bir yakla ım sergilemektedir. Nitekim Ahmet Đhsan, kati surette bilinen bir ey var ki roman okuyucuları en az “yüzde yetmi hayal-perestane yazılmı romanlardan ho lanırlar” demektedir. Ahmet Đhsan, Halit Ziya’nın zeki bildi ği bir gencin, romanda olayların çok, muhakemat ve mütalaaların ise az olması lazım gelece ği yönündeki kanaatlerini esefle kar ılamasını olumlu bulur. Çünkü Umran dergisinde bu kanaatlerin do ğrulu ğunu gösterir yolda tercümeler yapmaktadır 369 . Yalnız kendisi Halit Ziya’nın anladı ğı manada “ayine-i hissiyat-ı insaniye” olan romanları imdilik tercüme etmeyecek, bununla birlikte bir takım romantik eserleri dilimize tercüme etmeye a ırı hevesli de görünmeyecektir. Yeni yolda romanların okuyucularını arttırmak için gayretle beraber ondan lezzet almayanların da ra ğbetlerine mazhar olacak Emile Gabariuveyahut Paul de Kock’un eserlerinden bir tercümeye ba layacaktır. Halit Ziya’nın aktardı ğı bazı bilgileri de do ğru bulmamaktadır: “Ksaviye de Montepin” yahut “Piyer Jakon”un âsârı bir gazeteye tefrika edilirse karileri binlerce tezyid olunur deniliyor. Halbuki Garp’ta bugün o nev yeni yazılan romanlar eskisi kadar mazhar-ı ra ğbet olmadıktan ba ka dört be defadan

369 A.g.m ., s. 78.

227

ziyade tab’olunamadı ğı görülüyor. Hâlbuki “George Ohnet” ve “Octave Feuillet”nin âsârı kalîl oldu ğu halde dahî her biri yüzlerce defa basılmı ve el-an basılmakta bulunmu tur, demek ki Garp’ta dahî eski usul romanlar ra ğbetten dü mü tür. Bu hal ise roman devrinin kü adından bir asır sonra zuhura gelmi ve bizde ise roman ne riyatı pek yeni bulunmu oldu ğundan o hali bulmak için imdiden ikâyâta kalkı mak pek büyük bir acelede bulunmak demektir 370 . Ahmet Đhsan bazı konularda Halit Ziya’yla aynı kanaatleri ta ımakla birlikte romancılı ğımızın o zamanki durumundan ve okuyucu kitlesi sorunu/gerçe ğinden hareketle roman tercümesi konusunda Ahmet Mithat Efendi’yle aynı görü leri payla maktadır. Halit Ziya’nın, Ahmet Đhsan’ın ele tirilerine mukabelede bulunup bulunmadı ğını bilmiyoruz. Ara tırmalarımız sırasında böyle bir cevaba rastlamadık. Ama seri yazılarına devam edecektir. Yazılarında da sıra üç romancı sınıfını ve anlayı larını tanıtmaya gelmi tir. Đlk sırada realistlere de ğinen Halit Ziya, bu ba lık altında öncelikle Balzac’ı ve roman anlayı ını ele alır. Balzac’ı tanıtırken ilk dönemde yazdığı eserleri sanat yönünden kusurlu bulur. Fakat Balzac’ın geçim zorlukları içinde geçirdi ği hayatı, ailesiyle ya adı ğı sıkıntıları ve gazetecilerin yönelttikleri acımasız ele tirileri dikkate alarak bu durumu mazur görür. Balzac’ın Mudhike-i Be er (ĐnsanlıkKomedisi)romanını överken bir yandan da hayalci romantik roman anlayıını ele tirir: Balzac bir esas-ı muhayyelüzerine vakayi-i garibe tertip eder bir hayalî olsa idi mesela iki yüz cildi mütecaviz hikâye ve tema ası bulunan Alexandre Dumas’ya nispeten pek fakir bir muharrir kalırdı. Fakat Balzac, Mudhike-i Be er nam-ı manidarıyla tevsim etti ği külliyat-ı âsârını bir silsile-i hikâyat-ı garibe de ğil, bir tarihçe-i hissiyat-ı be er ve hayat-ı zaman olmak üzere yazdı. Eğer vâsi bir kuvve-i muhayyilenin verece ği sermayeden istifade ederek yazı yazmı olsaydı, üphesiz bu külliyat pek küçük addolunur idi. Lakin o âsârının semere-i hayalat de ğil bir mahsul-i tedkikat-ı hikemiye olmasını arzu ediyor, bu arzuya çalı ıyordu 371 .

370 A.g.m ., s. 79. 371 Hizmet , nr. 114, 24 Kânunuevvel 1887.

228

Halit Ziya, Balzac’ın roman ki ilerinin, romantiklerin hayalî ki ileri gibi “bir hayalden, bir suretin gölgesinden ibaret” olmadı ğını ifade eder. Böylece romantik ve realist roman arasındaki bir farka de ğinmi olur. Fakat bu fark bir ele tiriyle dile getirilir. Buna göre gerçekçi ki ilerle ülfeti olan okuyucunun gözünün önünde bu ki iler adeta “sahih bir vak’a-i hayatın güzeranını hisseder” gibidir. Buna kar ılık romantiklerin roman ahısları mermerden yapılmı “heykeller gibi bir ekil” gösterir, Balzac’ın romanlarında olay ki ilerinin ya adı ğı, “sinelerinin altında bir kalbin çarptı ğı” hissedilir. Burada Halit Ziya bir yandan realistleri tanıtırken di ğer yandan romantikleri ötekile tiren bir tutum takınır. Birinci bölümde dile getirdi ğimiz Zola taraftarlarının Hugo’yu “öteki”le tirmelerinin benzerini burada görüyoruz. Benzer anlayı Halit Ziya’nın seri yazılarının sonuna kadar devam edecektir. Halit Ziya bu anlayı ıyla romanın i levine yönelik de ğerlendirmelerinde de Namık Kemal çizgisinden gelen ve Ahmet Mithat Efendi’yle devam eden edebiyatın “e ğlendirme ve fayda verme” i levini “öteki”le tirecektir. Balzac’ı tanıtırken bu yakla ımın örne ğini u ekilde ortaya koyar: Onun için bir hikâye yazmak, insanların ahvalini tedkik ettikten sonra yine bir insan; fakat bir ahsiyete, bir enaniyete malik bir insan icat edip tabiatın sırr-ı muammasını saklayarak halk etti ği mucize-i ruhutefti etmek lazımdır; masal söylemek, erbab-ı merakı eğlendirmek de ğil... Halit Ziya Balzac’ın titiz bir ekilde elli be cilt kaleme alı ını romantiklerin yüzlerce cildine nispet kabul etmez. Çünkü Balzac eserlerinien mükemmel dönemine ula mı romantizm gibi bir edebiyat akımının tanınmı önderi Hugo’nun “en a’ aadar” zamanında kaleme almı tır. Balzac özellikle “hüsn-i tasvir ve tahrir”gibi kalemini yoran bir dikkat ve titizlikle edebiyat anlayı ını romantiklere kar ı vakarla muhafaza etmi tir. Halit Ziya’ya göre Balzac’ın romantiklere rekabet mecburiyetiyle yazı tarzına gayret sarfetmesi, ihmal edilmez bir vazife oldu ğu dü ünülürse eserlerinin kıymeti artar. Gerçi Balzac’ın a ırı titizli ği bazı eserlerinde onu ifadesini süslemeye (tezyin-i ifade) sevk etmi tir.Yazar do ğal ifadesini gösteri li , ihti amlı,sanatlı ifadeye feda etti ğinden bu durum ele tirilmi ve pek çok zevk sahibini üzmü tür. Lakin Halit Ziya için “bu öyle bir kusurdur ki pek kolaylıkla affedilebilir”.

229

Halit Ziya, Balzac’ı tanıtırken realist romancıları öne çıkarmı ve böylelikle Alexandre Dumas ve Victor Hugo’nun ahsında, daha önce tespit etti ği roman anlayı ındaki iki romantik çizgiyi ele tirmi tir. Ele tirinin konusu da romantiklerin masal ve hayal ürünü yazılarıdır. Halit Ziya bu sefer realistlerin roman yazı tarzlarını ele alarak realist romanın/romancıların ba ka bir özelli ğine de ğinecek, dolayısıyla romantik roman anlayı ına tekrar bir ele tiride bulunacaktır. Gustave Flaubert’i tanıttı ğı yerde bunu görürüz.

1.3.3. Realistlerin Romanı Ele Alı Tarzları ve Romantik Roman Anlayı ının Tekrar Ele tirilmesi Halit Ziya, Balzac’tan sonra “Hakikiyunmektebinin pederlerinden” dedi ği GustaveFlaubert’i tanıtır. Burada kısaca Flaubert’in Madam Bovary (1856), Salambo (1863), Terbiye-i Hissiyat-perestane (1869) ve Saint Antoine’ın Đğ fali (1874)isimli eserlerine de ğinir. Dört eserin yayın tarihlerine dikkat edilirse aralarında pek çok fasıla görülece ğini söyleyen Halit Ziya bunun sebebini izah için Flaubert’in ne yolda çalı tı ğını ve eserlerini nasıl vücuda getirdi ğini anlatmak iktiza” etti ğini dile getirir. Böylece realistlerin eser yazı tarzlarına dair daha iyi bilgi verilmi olaca ğını hatırlatmı olur. Bu hususta da Flaubert’in özel hayatı hakkında ayrıntılı malumat veren Emile Zola’nın bir yazısını nakletmekle yetinece ğini ifade eder. Zola, Flaubert’in eserlerini yazarken ne derecede incelemelerde bulundu ğunu nakletti ği sırada unları söyler: “E ğer âsâr-ı hususiyede bir mesele taharri etmek icap ederse arzu etti ği izahatı buluncaya kadar kendisini haftalarca kütüphanelere müracaata mahkûm eder. Mesela hikâyesinin bir fıkrasında ziraatle me gul birtakım e has göstermek isterse on sayfa yazmak için bu esastan bâhis yirmi, otuz cilt eser mütalaasından çekinmedi ği gibi vukufu olan zevata müracaattan da geri durmaz, hatta hakkında beyan-ı mütalaa edece ği mebhasinbir hakikat-i tammeye malikiyeti için mezru birtakım tarlalar ziyaretine kadar gider.Bir mahaltasvir etmek lazım gelirse oraya kadar gidip orada biraz ya amalıdır. Mesela Terbiye-i Hissiyat-perestane ’ninbirinci bâbında Paris’ten Montreaux’ye kadar Seine nehrini güzar edenbir buhar gemisinde geçen vak’a için artık burada buhar gemisi i lememekte oldu ğundan nehrin sahilini kâmilen araba ile

230

geçmekten geri durmamı tır. Bir mevki-i muhayyel üzerine bina-yı vak’a edecek olsa bile tasavvur-gerdesi olan mahalle mü abih bir yer buluncaya kadar dola ır. Velhasıl eserlerinin bütün teferruatı onun için bir kayd-ı daimî-i hakikat- perestîdir. Resimleri, zamanın matbuatını, kitapları, insanları, eyayı tedkik eder. Her sayfa; elbiseler, vakayi-i tarihiye, mesâil-i fenniye, manzaralar için günlerce tetebbu neticesi olarak husule gelir. Ona bir kitap bir dünyayı tefti ettirir. Madam Bovary ’de zaman-ı ebabının tedkikatını, hayatının ilk otuz senesinde gördü ğü Normandiya’nın bir parçasıyla insanlarını mevki-i tedkike çeker; Terbiye-i Hissiyat-perestane ’yi yazdı ğı zaman Fransa’nın yirmi senelik tarih-i siyasîsi ve ahlakîsini mütalaa etmi , büsbütün bir karn tarafından vücuda getirilen malumatı tedkik eylemi tir. Salambo ve Saint Antoine’ın Đğ fali için tedkikatı daha mü kül ve çok oldu. Bu iki eser için Afrika’ya ve ark’a seyahat ederek ezmine-i kadîmeyi cüstcu-kârane tedkik ve birçok asırların gubar-ı feramu isini kazımakla i tigal etmi tir.” 372 Alıntıdaki “Velhasıl eserlerinin bütün teferruatıonun için bir kayd-ı daimî-i hakikat-perestîdir” ifadesi Flaubert’in edebiyat anlayı ını özetler niteliktedir. Halit Ziya, Zola’dan yaptı ğı bu uzun alıntıyla Flaubert’in bir eser yazarken “hakikat”e sadakatini vurgular ve hakikati “hayal”in kar ısına çıkarır: “Anla ılıyor ki Flaubert yine Zola'nın dedi ği gibi “kuvve-i hayaliyesine bir ey medyun olmayı tecviz etmez, yalnız tasvir-i hakikate hizmet eder”. Zola’nın Flaubert’i tanıtırken hakikate vurgu yapması Halit Ziya’nın özellikle dikkatini çekti ği gibi bu anlayı ileride “Ravi” mahlasıyla Ahmet Mithat Efendiyle, roman ve romancılı ğa dair bir tartı maya giri en ve bir realist roman örne ği olarak Karabibik ’i yazan Nabizade Nazım’da da görülecektir. Halit Ziya devamla Madam Bovary ’nin zamanın edebiyat tarihinde büyük bir ihtilale sebep oldu ğuna, dü mü bir kadının hayatını kayıtsız bir çıplaklıkla anlattı ğından ötürü romantiklerin eserleriyle yeti erek namusluluk taslayan okuyucuları heyecana getirdi ğine de ğinir. Eserdeki ruh tahlilinin tasvirini savcının ahlaka muzır telakki etmesi Flaubert’i mahkemeye kadar sürüklemi tir. Halbuki Halit

372 Hizmet , nr. 115, 29 Kânunuevvel 1887 (Burada dile getirilenlerle Nabizade Nazım’ın “ airiyet” yazısındaki bir airde bulunması gereken özellikler arasındaki benzerlik dikkat çekicidir).

231

Ziya için Madam Bovary , “muharririnin namını ahlak-ı umumiyeyi ifsad edenlerin de ğil, ahval-i ruhiye-i be eriyeyi tedkik eden hakîmlerin sırasına” dahil edecek bir eserdir. Buradaki yakla ımıyla da Halit Ziya’nın edebiyatta romana ahlakî terbiye ilevini yüklemedi ğini görüyoruz. Son olarak Halit Ziya’nın Madame Bovary ’de dikkate de ğer gördü ğü nokta “Be yüz sayfadan mürekkep büyük bir cilt te kil eden bu hikâyenin” esas olayının “yirmi satırı” geçmedi ğidir. Madame Bovary ’deki esas olayı kısaca nakleden Halit Ziya romandaki olayın esası için “ Đ te hikâye bundan ibarettir”der. Đlk yazısında zeki bildi ği bir gence söyledi ği “Hikâye bir vak’anın tasviri imi ! Hayır de ğil… imdi hikâye bir vak’anın tasviri olmaktan ziyade bir hissiyat levhası addolunuyor” ifadelerini böylece örneklendirmi olur. Devamla Flaubert’in di ğer eserlerine ili kin bilgiler de verecektir. Ancak Halit Ziya’nın romanlara dair yakla ımının yukarıda Zola’dan yaptı ğı Flaubert’e ili kin uzun alıntıda dile getirilenlerden ayrılmadı ğı görülür.

1.3.4. Realist Romancılar Arasındaki Farklar Halit Ziya, Balzac ve Flaubert’den sonra realist edebiyat anlayı ını “evc-i balâ-yı kemale is’âd” ettiklerini söyledi ği Goncourt Karde ler (Edmond ve Jules)i tanıtır. Goncourt karde lerintarihi eserler ve resimlerle dolu evlerinde topladıkları günlük hayata ve tarihe ili kin belgeler, eserlerindeki olay ve ahısların sadeli ği, özellikle Renee Mauperin’ deki duyguların incelikli ara tırması Halit Ziya’nın dikkatini çeken hususlar olmu tur. Nitekim bu özellikler realist bir romancıda aranan özelliklerdir. Goncourtlar’dan sonra Emile Zola’yı tanıtan Halit Ziya, Zola’nın o zamanlarda realist romancıların en büyü ğü eklinde tanıtılmasına kar ı çıkar. Ona göre u ana kadar anlattı ğı realist romancıların Zola’ya üstünlü ğü üpheli olsa da Zola’nın da tasdik edece ği gibi öhreti Goncourt Karde ler’i mevkilerinden dü ürmez. Halit Ziya, Zola’yı tanıtırken ihtiyatlı davranır. Nitekim Zola’nın her eyi oldu ğu gibi tanıtması, en çirkin manzaraları bile bütün gerçekçili ğiyle anlatması itirazcılarının onun için pislikleri karı tırmaktan zevk duyar demelerine sebep olmu tur. Halit Ziya bu yüzden realizmin “nazarlarda pek çirkin görün”dü ğünden bahseder. Fakat onun için “meslek-i hakikiyun Zola’nın bu kusurundan ibaret” de ğildir. Bunu realizm akımını

232 anlatırken izah edece ğini söyleyen Halit Ziya, Zola’nın Raugon Macquart serisini tanıtırken meseleye de ğinmeden geçemez. Rougon Macquart serisinin birinci cildinden sonra roman ki ilerinin hayatlarının Ganimet, Paris’in Karnı, Plassans’ın Fethi, Rahip Mauret’nin Günahı, Eugene Raugon Hazretleri, L’Assommoir, A ktan Bir Sahife, Nana, Tencere Kaynıyor, Au Bonheur de Dames, Lezzet-i Hayat, Germinal, Eser, Yer, Hülya, Đnsanda Hayvan lık, Para ba lıklarıyla tanıtıldı ğını söyleyen Halit Ziya, o zamana kadar on sekiz cilde ula an bu romanların tamamını gözden geçiremeyece ğini ancak her birinin “ayrı ayrı birer eser-i nefis” oldu ğunu ifade eder. Lakin gerçek pislikleri aırtıcı bir kayıtsızlıkla tasvir eden bir eser nasıl nefis bir eser olabilir? Bu soru Zola’ya yöneltilen bir soru ve ele tiridir aynı zamanda. Halit Ziya ele tirmenlerin ele tirilerine kayıtsız kalmaz ve Zola’nın eserlerinin bazı çirkinlikleri barındırdı ğını dile getirir. Aslında ba ta Zola’nın çirkinlikleri ifadesini kusurlu bulmu tur. Ancak bunu da “sairlerinin efkârına hürmeten” dile getirdi ğini söyleyip ileride Zola’ya gereken ilgiyi gösterir: Zola da pislik var, niçin? O kabahat muharririn de ğil, esasındır. Ba ka bir esas intihab etmekkabil de ğil mi idi? Đ te Zola’nın kusuru bundan ibarettir. (…) Yoksa eserleri esaslarına nispeten birer levha-i zî-hayattır. Zaten ne hacet? Dü manları Zola’ya itiraz ederken “Hakikat böyle de ğildir” demiyorlar, “Hakikatin bu pisliklerini meydana çıkarma” diyorlar. Ama Zola öyle arzu ediyormu , o kendisine ait bir ey, eserleri bundan mesul olamaz 373 . Halit Ziya, Zola’nın eserlerini mesuliyetten kurtarmı tır. Böylesi bir durum hakikat için kabul edece ği ölçüyü söylemesine de zemin hazırlar: “hakikat ya do ğruca tasvir edilmelidir, ya hiç…” Zola’dan sonra Alphonse Daudet’yi de tanıtan Halit Ziya ikinci derecedeki realist yazarlara de ğinmenin pek bir faydasının olmayaca ğını hatırlatarak bu yazarların isimlerini bir cümlede vererek geçer. Buraya kadar realist romancıları tanıtmanın bundan sonra ele alaca ğı realizm akımı için bir mukaddime sa ğladı ğını söyleyerek realizm (Meslek-i Hakikiyun)e geçer. Halit Ziya’nın edebiyat akımlarına dair

373 Hizmet , nr. 123, 24 Kânunusani 1888.

233 kanaatlerini birinci bölümde gördü ğümüzden burada sadece roman ve romancılı ğa ili kin de ğerlendirmeleri üzerinde duraca ğız.

1.3.5. Realist ve Romantik Romancılı ğın Özellikleri Halit Ziya, realist romana ili kin bilgileri aktarırken görece ğimiz gibi romantik romanların özelliklerini de tespit etmi olacaktır. Çünkü realist roman tanıtılırken bunun zıddının romantik roman oldu ğunu tahmin etmek pek güç olmayacaktır. Halit Ziya realistlerin özelliklerine de ğinirken bol örnek vermeye çalı ır. Mutlak manada realist romanın özelliklerini verirken de Zola’dan yararlanır. Bu örnekleri teker teker anlatmak çalı mamızın çerçevesini a aca ğından ilgili örneklere fazla de ğinmeyece ğiz.

1.3.5.1. Realist Romancının Yöntemleri Halit Ziya ba langıçta romancı için ba lıca iki vasıta tespit eder. Bunlar “tedkik” ve “tecrübe”dir. Fakat bu iki vasıtanın kullanımı “maddiyat hakkında ne kadar kolay ise maneviyat hakkında o kadar güç”tür. Bir realist harici bir manzaraya ait bir tasvir yaparken üslubunu ressamın fırçası gibi kullanabilir, lakin ruhun muhtelif duygularını tasvir için bu yeterli değildir. Bunun için inceden inceye tetkik eden bir filozof olmalıdır. Bu hassasiyete sahip bir romancı bir konuyu inceleyip tecrübe ederek meselenin ayrıntılarına inerken derinlemesine dü ünür. E ğer kuvvetli bir muhakemeye, hassas bir kalbe sahipse “bu iki vasıta-i tabiiye ” onuneticeden sebeplere götürür ki buna “tahlil kaidesi” denir. “hayattan gölge gibi geçmeyenlerin” her günkü fikrî me guliyeti olan bu kaide romancı için bir inceleme aracı olamaz, zira bir romancı neticeden sebeplere de ğil, sentez (terkip) veya sonuç çıkarma (istintac) kaidesine dayanarak sebeplerden sonuca ula mak ister. Bununla birlikte hayatında gördü ğü bir olayı, tasvir etmek veya ilkin neticeyi bulup da o sonucun sebeplerini ara tırmak isteyen bir romancı “tahlil kaidesi”ni kullanmayamecburdur. “Fakat bu mecburiyet neticeye esir olmak demektir”. Bu bakımdan romancı için kullanımı en kolay olan “istintac kaidesi” (sonuç çıkarma)dir. Romancı olmamakla beraber rastladı ğımız muhtelif insanlara hazırlanmı bir gelece ği dü ünen veya bir olayın ba langıcını bilip sonuçlarını tasavvur eden ara tırmacılar o kadar çoktur ki hemen hepimiz onlardan biri oldu ğumuzu iddia

234 edebiliriz. Đ te Halit Ziya için realist romancı hayatı bu kadar basit gözlemleyen biri de ğildir. Çünkü böyle bir dü ünü felsefî bir yetkinlikten uzaktır. Peki bir romantik sebep-sonuç ili kisini nasıl dü ünür? Halit Ziya’ya göre “ya bir define buldurur” veya okuyucularınaklına gelemeyecek “harikulade” bir sonuç çıkarır. Halit Ziya basit bir vaka örne ğinden hareketle bu tespitlere ula ır. Bu sefer esası daha karma ık olan bir örnek verir. Burada hassas bir kız, e ğlence hayatından geçememi zevk dü künü bir delikanlıyla evlenir. Kız zengindir, fakat evlendi ği genç hayal etti ği gibi de ğildir. Biraz sonra gafletinin farkına varır. Ama delikanlı lakayt. Genç kızın parasını fahi elerin kuca ğında harcıyor. Bundan emin olan genç kız acaba ne yapar? Burada romancı sentez yöntemiyle sonuca ula ıp genç kadının ahlakını, ruhsal durumunu, aldı ğı terbiyeyi, kalbinin hislerini inceleyerek bunların icap etti ği sonucu vermelidir. Sonuçları zaten verdiyse bu sefer sonuçları o neticeye tatbik etmelidir. Yukarıdaki bilgilerden anla ılaca ğı üzere realist romancı iki yöntem kullanır: Tahlil, terkip. Bu yöntemleri ve zorlukları dikkate almayıp kolay yoldan sebepten sonuca gitmek de romantik romancıya kalır. Be ir Fuat’ın da önemle üzerinde durdu ğu tecrübeyi Halit Ziya bir romandaki esas iki unsurdan biri sayar. Buna göre “Tetkik (inceleme)” esasen iki eye dayanır: Tecrübe (deney), mukayese (kar ıla tırma).Tecrübe; çevrenin tesirleri, eğitim, olaylar, yaratılı lar gibi hallerin verdi ği bilgilerden ibaret olup, mukayese bu çe itli bilgilerifarklı durumlara tatbik demektir. Romandaki olayın esası da buna dayandı ğı gibi olaydaki ayrıntılar da do ğal gereklerinden olmak üzere tertip edilir. Realistlerin çevre, e ğitim, olaylar ve yaratılı tan gelen tesirlere verdikleri önem de fevkaladedir. Özellikle çevrenin tesir kuvveti onlar için bir kanun olmu tur. Bu yüzden realist romancılar hikaylerini anlattıkları ahısların çevrelerini ısrarla yoklar ve ara tırırlar. Halit Ziya’ya göre romantikler de mümkün mertebe buna riayet ederler. Fakat realistlerle kıyaslanınca romantiklerin yaptığı “nispeten hiç menzilesine” dü er. Reaslit romancıların çevre, e ğitim, olay ve insan tabiatının tasvirlerini örnekleriyle izah eden Halit Ziya romantiklerin ilgili konuları tasvirlerine de de ğinir. Buna göre bir romantik, siz meseleyi pek derinle tirmeyiniz, maksat hikaye nakletmektir… O yüzden ne kadar merak uyandıran hikaye varsa nakledece ğim der. Böylece “hakikat”i eğlenceye, insanları ara tırmayı “vakit geçirmeye” feda eder. Halbuki realist romancılar

235

“niçinlere cevap vermek için” daha önce izah etti ği gibi çevre, e ğitim, ya ama tarzı ve insan tabiatının etkilerini izah ederler. Böylece insanî duygu ve davranı ları bunların tayin etti ği kanunlara uygun olarak anlatırlar. Romantiklerin yazdıkları ise hayallerden ibarettir.

1.3.5.2. Romantik Romancının Hayalleri “Hakikiyun” ba lı ğı altında Honore de Balzac, Gustave Flaubert, Goncourt Karde ler, Octave Feuillet gibi realistleri eserlerindeki meziyetlerle birlikte ele alan Halit Ziya hemen sonra “Meslek-i Hakikiyun” ba lı ğı altında realist romancıları ve roman tekniklerini ayrıntılı bir ekilde izah etmi tir. Benzer bir yol takip ederek önce romantikleri sonra da romantizmi tanıtacaktır. Ancak “Hayaliyun” ba lı ğı altında romantikleri birkaç satırla u ekilde tanıtır: Hikâyenüvisler içinde hakikiyunun kar ısında hayaliyunu bulaca ğız ki bunlar air-i ehîr Victor Hugo’nun tesis etti ği cemiyet-i üdebayı te kil eder. Bunların arasında Alexandre Dumas Fils, Henry Greville, George Sand, Cherbuliez, Feuillet gibi birçok me ahir-i üdebaya tesadüf edilir. Bunların her biri sanat-ı tertip ve tasvir nokta-i nazarından birer eser-i nefis olan müteaddid hikâyeler yazmı lardır. Eserleri herkes tarafından mazhar-ı tahsin olmu , cumhur-ı üdebanın aferinini kazanmı , her biri bir mevki-i mühim tutmu tur. Sıra romantizm akımını tanıtmaıya gelmi tir. Bu paragraftan sonra “ imdi hayaliyunun hakikiyundan farklarını tayin etmek iktiza eder”. diyerek romantik romancıları roman ve romancının özelliklerini izah etmek yerine daha ba ta romantik- realist kar ıtlı ğını belli eder. Buna göre Romantikler de realistler gibi romanları için felsefî bir esas bulur ve bunu geni letip do ğal bir sonuca ula ırlar. Fakat “tahlil”i ihmal ederler. Bundan sonra Halit Ziya romantik ve realist romancılar arasındakifarkın “esaslarda de ğil suret-i tasvirde” oldu ğuna de ğinir. Romantik romancıdan farklı olarak realist, romanı için bir esas bulur ve bunu büyük bir titizlikle tahlil ettikten sonra sonuca ula ır. Halbuki romantik romancı ele aldı ğı esası tasvir etmek istedi ği olaya uydurmak için ayrıntıları o esasa uygun olarak icat eder. Đlgili tespitlerden u sonuca ula mak

236 mümkünkür: Bir romantik, olayın sonucunu bildi ği için bu sonuca giden sebepler üzerinde istedi ği gibi tasarrufta bulundu ğundan bizi hakikatten uzakla tırır. Buna kar ın bir realist olayı “bütün teferuatıyla naklederken çıkacak neticeyi hiç dü ünmüyormu gibi” hareket etti ğinden olay do ğrulardan sapmadan oldu ğu gibi ortaya çıkar. Görüldü ğü gibi Halit Ziya romantik romancıyı tanıtırken onu kar ıtı olan realist romancıyla ele almaktadır. Romanda olayı anlatırken bu yakla ımı hissttiren Halit Ziya, iki roman türündeki ki ileri kar ıla tırırken de aynı anlayı ı devam ettirir. öyle ki: Romantiklerde ahıslar bir baloya gitmek üzere kostümlerini giymi gibi olaya yabancıdır. Realist ve romantiklerin ki ileri arasında bir fark var ise o da, “evvelkilerin canlı adamlar, ikincilerin güzel yapılmı resimler olmasıdır”. Evvelkilerinde kalbin vuru larını duyarız, ikincilerde ressamın çizdi ği yüzlerin i aretlerinden ba ka bir ey göremeyiz. Bunlar kendi kendilerine hareket eder vücutlarken; onlar ressamın keyfine göre gülen, a ğlayan resimlerdir. Romanların di ğer yönlerinde, çevre, e ğitim, beden yapısı vesaire gibi hususlarda da Halit Ziya’nın romantik ve realistlere bakı ı de ğimez. Romantiklerin bu konulardaki ara tırmaları ve verdikleri tafsilat “âdi bir tedkikin” meydana getirdi ği sıradan bilgilerden ibarettir. Bir realistin eseri bir hayatın gerçeklerine tercüman olurken bir romantikin eseri sadece bir uydurmadır. Birinde hakiki bir olay di ğerinde hayalî bir hikaye görürüz. Realist, bilim ve felsefeyi ele alarak hakikat ı ığını takip ederken romantik hayalî bir esası, özel bir fikri tutarak tasavvur etti ği sonuca yürür. Halit Ziya romantikleri anlataca ğı yerde realistleri öne çıkarmı tır. Halbuki yazısının ba lı ğı romantikleri anlatmaya dairdi, ele tirmeye de ğil. Romantiklerin tasvir (betimleme) sanatı, dili kullanma güzelli ği gibi meziyetleri bulunmasa edebiyata ba ka bir hakla katılamayacaklarını ifade eder. Gerçi eserlerindeki yüzeyselli ği affettirecek bir meziyetlerini bulmu tur. O da “hakikî olmaya gayretleri ve amellerindeki hüsn-i niyetleridir”.Halit Ziya bunu biraz da halkı e ğlendirmekten ba ka bir meziyeti olmayan, “ne hakikî ve ne de hayalî namlarına” hak kazanacak kadar tasvir sanatı ve lisan meziyetleri bulunmayan masalcıların edebiyatçılar arasına girmeye yeltenmelerini affetmemek için yapar gibidir. Çünkü romantiklerden sonra masalcıları anlatacaktır. Konumuz romantik ve realist romana dair oldu ğundan Masalcılara geçmeyece ğiz. Bu yüzden son olarak seri yazıların neticesine de ğinece ğiz.

237

1.3.5.3. Netice Halit Ziya 19 Te rinisani 1887’de ba ladı ğı Hizmet ’teki seri yazılarının sonuncusu olan “Netice”yi 21 Mart 1888’de yayımlar. “Netice”de romantikler ve realistler hakkında okuyucularda “bir fikr-i mahsus hâsıl edecekkadar” bilgi verdi ğini, insanlı ğın fikrî ilerlemesinin gereksinimlerine göre roman türünün birbirini izleyen bir de ğiim geçirdi ğini ve kendisinin bu de ğiimi “bir tarihçe suretinde” anlattı ğını ifade eder. Sıra kendi fikrini beyan etmeye gelmi tir. Halit Ziya makalesini iki surette, “bî-tarafane” (tarafsız) ve “tarafgirane” (taraf tutarak) yazdı ğını söyler. Taraf tutmadan yazmı tır, çünkü okuyuculara realistleri tercih etmek mecburiyetini yükleme fikrine hizmet etmek istememi tir. Ancak doğrusunu söylemek gerekirse yazıları inceleyen birinin bu yükü yüklenmemesi imkansız görünmektedir. Bu yüzden bu görü üne katılmıyoruz. Tarafgirane yazmı tır, çünkü neticesinde kendi “fikr-i mahsusu” olmak üzere realistlerin üstünlü ğündenbahsedecektir: Evet, hakikiyunu hayaliyuna tercih ederiz. Bu tercihimize yalnız hâmil oldukları nam kifayet edebilir. Fakat bizim ba ka nikat-ı tercihimiz var. Öteden beri tafsil etti ğimiz vechle hakikiyun, eserlerine tedkik-i hakikati, hayaliyun, tervic-i fikri esas ittihaz ederler. Biz öyle dü ünürüz ki, en çirkin bir hakikat, en süslü bir hayale müreccahtır . Ekser erbab-ı mütalaayı hakikiyundan tenfir eden , bunların insanları oldu ğu gibi göstermeleridir 374 . Halit Ziya’nın hayal-hakikat ili kisi etrafında tercihini ortaya koydu ğu açıkça görülmektedir. O, sadece realistlere yönelik bir taraftarlık ortaya koymakla yetinmez aynı zamanda devamla hayalciliklerinden ötürü romantikleri sahtekar sayar. Ona göre romantikler, icat ettikleri ki ileri, arzularına göre, okuyuculara çirkin ve güzel göstermek fakat nefret uyandıran ki ileri bile seçkin bir toplulu ğa “girebilecek bir hâle sokmak sahtekârlı ğını” benimserler. Aslında Hizmet’teki “Hikâye” seri yazılarını inceleyen bir ara tırmacının Halit Ziya’nın beyan etti ği bu fikirleri önceden görmesi güç de ğildir. Nitekim daha önce de dikkat çekti ğimiz gibi Halit Ziya realistleri hep romantiklere takdim ederek ve

374 “Netice”, Hizmet , nr. 139, 21 Mart 1888.

238 romantikleri ötekile tirerek bu iki akımın roman ve romancılık anlayı larını tespite çalı ır. Sonuç olarak da romantikler “sahtekarlık” derekesine vardırılmı olur. Yani “sonuç” için Halit Ziya “sebep”leri önceden hazırlamı tır Bu bakımdan romantiklerin bir olayın sonucunu önceden görüp sebeplerini ona göre icat etti ğini söyleyen ve bu yüzden romantikleri ele tiren Halit Ziya’nın yine benzer bir ekilde, romantik bir yolla sonuca ula tı ğını söylemek yanlı olmayacaktır.

1.3.5.3.1. Anlatıcının Konumu “Hakikiyunda her ey ciddi, her ey do ğrudur. Hayaliyunda her ey hayali, her ey sahtedir” diyen Halit Ziya, bir roman telifinde yazarın konumuyla ilgili bilgiler verirken de yazarın konumunu romantik ve realist romancı arasındaki bir fark olarak tespit eder. Buna göre, realistler “birçok adamları, iyi kötü, meydan-ı vak’aya atar, onlar hareket eder”ken yazar susar. Roman ki ilerinin hiçbiri, olmasını istedi ği ki iler de ğildir. Roman ki ileri kendi do ğal ekseninde hareket eden birer gezegen gibi “esas-ı vak’anın” etrafında dönerken yazar takip ettikleri hattan bir parça saptırmaz. Yazar, bunu be ğeniniz veya unu reddediniz demez. “O hakikati nakleder, siz hüküm verirsiniz”. Romantik yazar ise öyle de ğildir. “Bir ahsı müdafaa veya itham için” bir avukat kesilir. Realist anlatıcı nihai noktasını natüralist anlatıcı ile bulur. Realist anlatıcı için, hakikat ne ise onu hayalgücüne ba vurmadan anlatmak esastır. Halit Ziya’ya göre realistlere ilk ve ba lıca itiraz “her hakikati söylemeleri” olmu tur. Bu yoldaki itirazların en büyüklerine de “zavallı Zola hedef olmu tur. Çünkü Zola öyle fahi eler, öyle amele güruhu, öyle sefiller tasvir eder ki kendi cinsleri gibi söylerler. Hayalîlerinki gibi terbiyeli lakırdı etmezler.” Halit Ziya, her ne surette olursa olsun Zola’nın tasvirlerini gerçekçi roman anlayı ı bakımından dikkate de ğer bulur. Çünkü onun anladı ğı manada, romanın ahlakî terbiye veya e ğlendirerek zevk verme gibi bir i levi yoktur. Bu bakımdan Zola’nın fuhu alemlerini tasvirini kusurlu bulmaz. Realistleri tanıtırken Halit Ziya’nın Zola’yı Be ir Fuat gibi hararetle savundu ğunu söyleyemeyiz, hatta yukarıda gördü ğümüz gibi Zola’nın a ırı gerçekçi tasvirleri yüzünden realizmin yanlı anla ıldı ğını ifade etmi tir, ancak onun realizme ili kin yakla ımlarından her fırsatta istifade etmeyi de ihmal etmemi tir.

239

Halit Ziya “Netice”yazısının sonlarında, bizde romantiklerden birkaç güzel eser tercüme edildi ğini, realistlerden ise hiçbir örnek gösterilmedi ğini ifade eder ve bunu edebiyatımız için kusurlu bulur. Telif eserlerimize gelince bizde roman yazanlara örnek olarak yalnız “atufetlüAhmet Midhat Efendi Hazretleri”ni gösterir ve eserlerinin bir kaçının romantikleri kıskandıracak derecede güzel oldu ğunu söyler. Halit Ziya’ya göre, Ahmet Mithat Efendi hakikî (realist) de ğildir, fakat bazı özensiz veya zamana uyarak yazılan eserlerinden kat-ı nazar, romancılar arasında seçkin bir mevki kazanacak kadar “muktedir bir hayalî (romantik)dir”. Edebiyatımızda Namık Kemal’in de Ahmet Mithat Efendi gibi romantik tarzda yazdı ğı kabul edilir. Bu durumda Halit Ziya’nın sadece Ahmet Mithat Efendi gibi “romantik (hayalî)” sayması dikkat çekicidir. Nitekim, Namık Kemal’in 2 Aralık 1888’de vefatını dikkate aldı ğımızda Halit Ziya’nın Hizmet ’teki seri yazıları yayımlanırken Namık Kemal hayattadır ve romantik unsurların bariz ekilde dikkati çekti ği Đntibah yayımlanalı çok olmamı tır 375 . Halit Ziya’nın romanın i levinde savunduklarını dikkate aldı ğımızda da onun Namık Kemal’i romantik saymamasını gerektirecek bir durum görülmemektedir. Buna göre Halit Ziya’nın romantik tarz romancılı ğa yöneltti ği ele tirilerden ancak Ahmet Mithat Efendi hissesini almı görünür. Ahmet Mithat Efendi 1888’debir yandan hayalci airleri ele tirmeye devam ederken di ğer yandan Halit Ziya’nın ele tirilerine ra ğmen roman telifine devam

375 Đntibah ’ın “romantik bir tragedya” oldu ğunu ifade eden Robert P. Finn, Namık Kemal için unları söyler: “ (…) yazar olarak etkinli ği ise yapıtlarının teknik ustalı ğından çok, onlarda dile getirilen co kudan kaynaklanır. On dokuzuncu yüzyıl Türkiye’sinin kusursuz romantik edebiyatçısıdır o” (Robert P. Finn, Türk Romanı Đlk Dönem: 1872-1900 , Türkçesi: Tomris Uyar, Bilgi Yayınevi, Ankara, s. 40.). Đntibah ’ta romantik tarz romancılı ğın özellikleri bariz ekilde kendini gösterir. Eser Chateaubriand’ın Atala ’sının giri inde oldu ğu gibi birkaç sayfalık romantik do ğa tasvirleriyle ba lar. Çamlıca tepesinin tasvirleri ise realistler romancılarda oldu ğu gibi mekânın insan tabiatı üzerindeki etkisini gösterme kaygısıyla yazılmamı tır. Halit Ziya seri yazılarının sonunda anlatıcının konumuna de ğinirken anlatıcının romantik romanlarda oldu ğu gibi esere müdahale etmemesi ve gereksiz bilgiler vermemesi gerekti ğini söyler. Ancak Namık Kemal Đntibah ’ta bu kaideye de riayet etmez ve arada okuyucuya u ekilde seslenir: “hayalat-ı arkiye ile kesret-i itilaf mıdır nedir? Ben gülden bahsettikçe bülbülü bir türlü unutamam. Vakıa güle a ık olmadı ğını bilirim. Fakat bîçâre ku un tavr-ı sevdavisine bakılırsa o ufacık gönlünde ne büyük bir muhabbet eseri hissolunur. O muhabbet de var ise kendi hürriyetinedir ki tutulup da kafese hapsedilince na ğmekârlık etmesi öyle dursun ekseri ya aması bile kabil olamıyor”. (Namık Kemal, Đntibah , 1291, s. 4.”. Namık Kemal karakter tasvirlerinde bile realist davranmaz. “Alçak kadın”, “a ağılık kadın”, “Terbiye ve ahlak bakımından Ali Bey’in tamamen zıddıydı. Alçak ve namussuz bir aileden yeti mi ; daha on dört, on be ya ına gelmeden rezaletin her çe idini ö ğrenmi ;…” dedi ği Mahpeyker’e ait betimlemelerde bunu görürüz.

240 etmektedir. Öte yandan romanın i levine dair dü üncelerinden ve ahlakî endi elerden ötürü Emile Zola’yı ele tirmekten geri durmaz 376 . 1890’a gelindi ğinde realistlere yöneltti ği ele tirilere dair, kar ı ele tiriler alacaktır. Bu sefer Ahmet Mithat’ı ele tiren Halit Ziya de ğil, Türk edebiyatında realist romana bir örnek olarak Karabibik ’i yazdı ğını söyleyen “Ravi” müstearıyla Nabizade Nazım olacaktır. 1890 yılında vuku bulan, roman ve romancılı ğa dair tartı ma, 1885-1888 yılları arasında Be ir Fuat ve Halit Ziya’nın romantizme yöneltti ği ele tirilerden ötürü, Türk edebiyatında realizmin yükseli e romantizmin dü üe geçti ği bir basın ortamında yapılmı tır. Ahmet Mithat ve Nabizade Nazım arasındaki tartı malar hayal-hakikat etrafında geli en roman ve romancılı ğa dairdir. Ayrıca Đsmail Hakkı’nın da dahil oldu ğu tartı manın metinleri ba ka yerde 377 ayrıntılı incelendi ğinden, yukarıda dile getirdi ğimiz romantik ve realist romana ili kin de ğerlendirmeler ıığında bu metinlerin sadece çalı mamızı ilgilendiren kısımları üzerinde duraca ğız.

2. Roman ve Romancılık Tartı ması Ahmet Mithat Efendi birkaç gün evvel aldı ğını söyledi ği noktasız olarak “?avi” suretinde bir imzayla gönderilmi bir varakadaki “bizde yazılmı veya tercüme edilmi bulunan romanların hiçbirisi ama hiçbirisi romana ıtlak olunacak eyler olmadı ğı” hükmüne kar ılık “bera-yı teme uk bir tanesinin de kendi tarafından yazılmasını veya tercüme olunmasını rica eylemi idik” diyerek mukabele edilen zattan örnek bir telif veya tercüme roman ortaya koyması ricasında bulunduğunu söylemektedir. Bilahare imzasını okunaklı bir ekilde “ravi” olarak yazan ilgili ki i kendisinin ileri sürdü ğü hükümle roman yazma mesuliyetini üzerine almı sayılmayaca ğını söyleyince, Ahmet Mithat, connaisseur (bilirki i, uzman) ve amateur (hevesli, meraklı) kelimeleri etrafında bir eyi tanımak ve bilmekle onu icra etmek arasında farkın oldu ğunu belirterek bir noktada “Ravi”nin haklı oldu ğunu söylemektedir. Hizmet ’teki yazılarında Halit Ziya, Ahmet Mithat’ın romancılık ve tercüme anlayı ını ele tirmi tir. Lakin roman sayılabilecek eserlerinin de oldu ğunu söylemi ayrıca Ahmet Mithat ve Namık

376 Ahmet Mithat Efendi, “Papazdaki Esrar, Musavver Roman”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 3112, 1 Te rinisani 1888. 377 Fazıl Gökçek,“ Romana ve Romancılı ğa Dair Bir Tartı ma ”, Ömer Faruk Huyugüzel’e Arma ğan, Ege Üniversiyesi Basımevi, Đzmir 2010, s. 250.

241

Kemal’in gerçekçilik çizgisinde olmasa da roman türünün realist örneklerinden sayılabilecek Sefile ve Nemide ’yi telif etmi tir. “Bizde yazılmı veya tercüme edilmi bulunan romanların hiçbirisi ama hiçbirisi romana ıtlak olunacak eyler olmadı ğı” ifadesiyle Ravi, Ahmet Mithat, Namık Kemal, Halit Ziya ve Türk edebiyatındaki di ğer yazarların romanlarını roman türünün dı ında bırakmı olur. Ahmet Mithat, “Ravi”ye tartı manın yolunu açar nitelikte u soruyu sorar: “imdiye kadar yazılmı veya tercüme olunmu olan romanların neden dolayı hiç birisine roman denilemez? Bunlar nasıl yazılırlar veya tercüme olunurlar ise bu nama ispat-ı liyakat eylemi olurlar?”378 Đ te bu sorulara verilecek cevapların sa ğlayaca ğı istifadenin açık olaca ğını söyleyen Ahmet Mithat, Ravi’nin bu noktaları izah etmesinden memnun kalaca ğını da ekleyerek yazısını bitirir. Đlgili yazıdan 4 gün sonra Ahmet Mithat romanların nasıl telif ve tercüme edilmesi lazım geldi ğine dair iste ğine Ravi’nin cevap mahiyetindeki varakasını gönderdi ğini belirterek onun “asıl maksada taalluk eden cihetini aynen derç”eder.

2.1. Romanın Tarifi ve Romancılı ğın artları Romanı bir “hikâye-i muhayyele” olarak tarif eden Ravi bir romancının okuyucuların bütün duygularını, olayların unsurları ve olayların hikâyesi üzerine teksif etmeye çalı tı ğını ifade eder. Romancının asıl yetene ği için de unları söyler: Romancının asıl mahareti hikâye etti ği vukuatı sahih ve vaki’ zannolunacak surette tecsim ve tasvir etmekten ibarettir. Fakat bu vukuatın zımnında terbiye-i vicdaniyeye hizmet edecek bazı ibretler bulunmak arttır 379 .Đlk cümlesiyle Be ir Fuat ve Halit Ziya’nın gerçekçilik çizgisine katılan Ravi, ikinci cümlesindeki “terbiye-i vicdaniye” kaydıyla da Namık Kemal ve Ahmet Mithat Efendi’nin gerçekçilik çizgisine yakın bir tavır sergiler ki bu durum iki gerçekçilik anlayı ının telifi gibidir Ravi’nin Nabizade Nazım oldu ğunu hatırlarsak, romandaki gerçekçili ğe dair bu yakla ımının hayal-hakikat tartı malarındaki ikili ği iir dilinde romantik-gerçekçi bir noktada telif eden anlayı ıyla,

378 Tercüman-ı Hakikat , 3543, 28 Mart 1890. 379 Ravi, “Varaka-i Mahsusa: Roman ve Romancı”, Tercüman-ı Hakikat, 1 Nisan 1890.

242 paralel yürüdü ğünü görürüz 380 . Ravi, yazısının devamında bir romancının nasıl yeti ece ğine dair bilgiler verir. Buna göre romancı olacak ki i,“mekatib-i ibtidaiye ve Rü tiyeyi derece derece atlayıp mesela mekteb-i sultani gibi bir mekteb-i aliden ihraz-ı ehadetname ile malumat-ı mütekaddimeyi ikmal etmi ”381 olmalıdır. Bu özellikleri haiz olmayan birinin romancılı ğa kalkı maması gerekti ğini söyleyen Ravi bunun sebebini açıklarken romanın/romancının tarifine ve romancıda bulunması gereken özelliklere de ğinir: Roman, “hikâye-i muhayyele” olarak tarif olunmakta ise de bu “tahayyül” fevkattabia olursa roman de ğil “conet (konet) yani “masal” derekesine inece ğinden romancı vukuat-ı muhayyelesini ve hiç olmazsa esaslarıyla tesiratını âlem-i maddiyattan yani vakayi-i hariciyeden ahz ve istinbat mecburiyetinde bulunur ki bu da vakayi-i hariciyeye yakından kesb-i ıttılaa ve binaenaleyh menazır-ı hayatın kâffesine vukufa vabestedir. Bu vukuf ve ıttıla’ ise romancının âlem-i hayatın her kö esine her buca ğına girip çıkmı ve bu âlemleri onların sahip ve müdavimleri kadar tanımı olmasına mütevakkıftır ki hikâye etti ği vukuatın sıhhati yani kariinin bu vukuat üzerine teveccüh-i hissiyatı mümkünü’l- husul olsun. Kimya, fizik, nebatat te rihfalan filan, falan filan gibi hemen bilcümle ulum ve fünunun hiç de ğilse mukaddematından ba ka olarak hemen bilcümle hıref ve sanayie kabataslak olsun kesb-i vukuf u ğrunda ömür sarf edecektir 382 .

380 XIX. Asır Türk edebiyatında ele tirinin farklı edebi türleri etkiledi ğini göstermesi bakımından da bu husus ayrıca dikkate de ğerdir. Çünkü edebî bir türün gerekliliklerine yönelik bir ele tiri ba ka bir edebî tür için de geçerli olmaktadır. Bu durum ele tiri sayesinde türlerin de geli mesine katkıda bulunmaktadır. 381 Bu ifadelerle Ravi bizim için kimli ği hakkında bir ipucu da vermi olur. Nitekim ifadelerin, Nabizade Nazım’ın iir, air ve airli ğin niteliklerine de ğindi ği “ airiyet” yazısındaki “Bir kere air olacak kimse muntazam mekatib-i ibtidaiye gördükten sonra sırasıyla rü dî ve âlî mekteplerde ulum ve fünun-ı lazımeyi -ta’mikan [olmasa] bile yakinen- taallüm eylemeli” ifadeleriyle benzerli ği açıktır. Bkz. Nabizade Nazım, “ airiyet”, Manzara , nr. 4, 15 Nisan 1303 (27 Nisan 1887), s. 45. 382 Ravi, a.g.m ., Bu ifadelerin Nabizade Nazım’ın “ airiyet” yazısındaki iir, air ve airli ğin niteliklerine de ğinilirken dile getirilen u ifadelerle benzerli ği de açıktır. “(…)Bu temel üzerine bir hüküm bina kurmalıdır ki bu da tebayi-i be eriyeyi tamik ile ondan bir takım neticeler çıkarabilecek iktidarı haiz oluncaya kadar seyahatler ülfetler icra etmekten ibarettir. Felsefiyat-ı güze te ve mevcûdenin kâffesine kesb-i vukuf etmeli ve elsine-i mutebereden bir kaçına a ina olarak hele kendi lisanını ta’mikatıyla tafsilatıyla bilmelidir. Bu kadar malumatı cem ettikten sonra meydan-ı matbuata çıkmak için evvel emirde ufak tefek parçalar yazmalı, manzum mensur tiyatrolar tertip etmeli. Ondan sonra saha-i ne riyât ve e’ârda cevelana ba lamalı. Bu bakımdan, “Ravi” müstearını kullanan ki inin Nabizade Nazım oldu ğunu söyleyebiliriz.

243

Râvi (Nabizade Nazım)nin bu kanaatlerinin benzerini daha önce görmü tük. Nitekim Halit Ziya, Hizmet ’teki seri yazılarında Flaubert ’i tanıtırken Zola’dan yaptı ğı uzun bir alıntıyla realist roman ve romancının özelliklerini de tarif etmi bulunuyordu. Benzer kanaatleri Be ir Fuat’ın da payla tı ğı söylenebilir. Bu bakımdan Ahmet Mithat Efendi ve Nabizade Nazım arasındaki tartı manın romantizm ve realizm algısına dayalı geçmi ten gelen bir tartı manın devamı oldu ğunu söyleyebiliriz 383 . Zaten tartı mada roman ve romancılı ğa ili kin kanaatler de hep romantik ve realist yakla ımlar etrafında ekillenmektedir. Ravi bu a amaya kadar romancının henüz yeti medi ğini ve ona ancak “hikâye” (nouvelle) yazma ruhsatı verilebilece ğini ifade ile bu yola girmi bir romancıda bulunması gereken özellikleri sıralar. Bu artlar: hayal edece ği hikâyelerin esaslarını olmu olaylardan alması, bu olayların meydana geli keyfiyetine mutabık kalarak onları tasvir etmesi ve bunları yaparken de asla duygularını karı tırmaması eklindedir. Ayrıca tasavvur ve tahayyülünde olayları bir ku bakı ı ile geçmemeyi, tasvir edilen âlemin hislerini karı tırıp de ğitirmemeyi ve tasvirlerin ifadesinde son derece sadeli ğe önem vermeyi romancıda aradı ğı 3 artın “detay”ı olarak görür. Böylece Ravi konu, tasvir ve romanda anlatıcının konumu üzerinde kendi görü lerini dile getirmi olur. Tartı manın yapıldı ğı 1890 senesine kadarki romanın geli im çizgisine bakıldı ğında her romanda konu, tasvir ve anlatıcının oldu ğu görülür. Ayrıca bu tarihe kadarki romanlar sadece realist romanlar de ğildir. Bu romanları önceleyen romantik romanlar da vardır. Ancak Ravi’nin özellikle olayların sadeli ği ve anlatıcının konumuna dair roman ve romancıya yönelik dile getirdi ği kanaatleri realist roman ve romancılı ğa ili kindir. Bu yüzden realist roman ve romancılı ğın dı ında kaldıkları için Ahmet Mithat’ın Paris’te Bir Türk, Hasan Mellah, Hüseyin Fellah isimli eserlerini roman saymamada kendini haklı görür. Ona göre,

383 Fazıl Gökçek, Ravi’nin romana dair dile getirdi ği bu ifadeleri onun Fransa’da Emile Zola’nın roman anlayı ı çerçevesinde yapılan romantizm-realizm tartı malarının etkisinde kalı ına ba ğlar (Bkz. Fazıl Gökçek, “Romana ve Romancılı ğa Dair Bir Tartı ma ”, s. 237.). Çalı mamızın birinci bölümünde dile getirdi ğimiz XIX. Asır Türk edebiyatındaki romantizm ve realizm algısını, II. Bölümündeki “Hayaliyun- Hakikiyun Tartı ması”, romantik-gerçekçi bir üsluba do ğru gidilirken hayal-hakikat etrafında geli en tartı maları ve üçüncü bölümdeki romanın i levine yönelik kanaat ve de ğerlendirmeleri dikkate aldı ğımızda bu kanaatin do ğrulu ğunu/isabetini görmek mümkündür.

244

… bu romanlar romancının bilkülliye acemisi oldu ğu âlemlerin hayat ve ahvalini ve o âlemler ashabının hissiyatını tasvir etmektedir ki kürre-i kamerde veya Mü teri seyyaresinde tasavvur olunabilecek bir vukuat ile bunların arasında hiçbir fark görülemez 384 . Bu ifadeleriyle Ravi, Be ir Fuat ve Halit Ziya’nın roman ve romancılıktaki realist ölçülerini benimsemi ve devam ettirmi görünür. Ancak Halit Ziya gibi Ahmet Mithat Efendiyi büyük bir romancı olarak görmez. Tartı mada sıra roman dilindeki ve olayların sunumundaki gerçekçili ğin ölçüsüne gelmi tir.

2.1.1. Roman Dilinde ve Olayların Sunumunda Gerçekçili ğin Ölçüsü Roman hayali olayların tasviriyse romanda ahsi duygu ve dü üncelerin dile getirilmesinin olayların do ğal seyrini olumsuz yönde etkileyece ğini söyleyen Ravi, bu ba ğlamda Kırkambar “romanları”nın da hiçbirini “roman”dan saymaz. Ravi burada romanda anlatıcının konumuna ili kin bir de ğerlendirmede bulunmaktadır. O da anlatıcının tasvirlerinde gerçekçi davranarak kendi izlenimlerini anlatmaması gerekti ğidir. Bu de ğerlendirme Halit Ziya’nın Hizmet yazılarında anlatıcının konumuna ili kin dile getirdikleriyle örtü ür. Raviye göre okuyucuların dikkatini olay ve olay unsurlarına yöneltmek romancının vazifesiyse de romancının olayları tasvirindeki yetene ğini dikkate almak yerine sayfalarca fikir, gereksiz bilgi ve felsefi yorumlarla bunu yapmaya çalı mak romancıyı hedefinden saptıracaktır. Gerçekçili ği bir dil, bir üslup meselesi olarak takdim eden bu yakla ımıyla ayrıca romanda anlatıcının konumuna ili kin de ğerlendirmeleriyle Ravi’nin gerçekçi roman anlayı ını Ahmet Mihat’tan daha iyi anladı ğını söyleyebiliriz. Çünkü romanda gerçekçilik veya romantiklik bir dil sorunudur. Bir anlatıcı eserinde kullandı ğı dil ile realist ya da romantik olur 385 . Ayrıca realist ve romantik romanlar arasındaki temel farklardan biri romanda anlatıcının konumudur. Romantik romanlarda bariz ekilde görülen anlatıcı müdaheleleri realist romanlarda en aza indirilmi tir.

384 Ravi, “Varaka-i Mahsusa: Roman ve Romancı”, Tercüman-ı Hakikat, 1 Nisan 1890. 385 Tartı madan be sene sonra Mehmet Ziver, “Mesalik-i Edebiye”de romantizm ve realizm akımları arasındaki farkı tespit ederken benzer bir duruma dikkati çekmi tir.

245

Ayrıca anlatılacak olayların “roman” seviyesinde kalıp “masal” derecesine inmemesi için de bunların “tabii yani tabiaten mümkünü’l-tahakkuk olması” lüzumunu dile getiren Ravi romandaki mübala ğa kaydından uzak durmakla roman ve masal arasındaki ayırımın ölçüsünü de belirler: Biraz roman nam ve derecesini anlayıp da masal mertebesine varmamak için vukuatın sade ve basit olması lazımdır. Daha güzel ve sahih bir ifade olmak üzere vukuatın tabii yani tabiaten mümkünü’l-tahakkuk olması arttır diyelim. Đ in içine mübala ğa girince mübala ğanın bir nevi yalan olması kaydına nazaran romanın da yalan yani masal suretine tahavvülü tabiidir 386 . Ravi romanlarda mübala ğayı tamamen men etmemekle birlikte “gulüv” ve “i ğrak” derecelerinde olanını roman için kesinlikle yasaklar ve ihtiva ettikleri a ırı mübala ğadan ötürü de “ Lü’lü-i Asfer ve Monte Cristo ve Hasan Mellah” anlatılarını da romandan saymamak gerekti ğini dile getirir: “Mesela Lü’lü-i Asfer ve Monte Cristo ve Hasan Mellah gibi romanlar mübala ğanın derecesini tecavüz etmi olduklarından bunları roman saymamakta haklı de ğil miyim?” Devamla romancının birçok kayıtla sınırlı oldu ğunu söyleyen ve bir asırda üç-dört iyi romancı yetiebilece ğini ve be on güzel roman yazılabilece ğini dile getiren Ravi meseleyi telif romanlardan tercüme romanlara getirecektir: Müellef romanlarımız böyle olup mütercemlerine gelince: Bir milletin hissiyatını di ğer milletin hissiyatına te rikin adem-i imkânına nazaran ve roman mütalaasında maksat e ğlence içinde ahlak dersi almak bulundu ğuna göre gözümüze tesadüf eden bir romanı yalan yanlı , kaba taslak tercüme edip meydana atıvermekten edilecek istifadeyi bir türlü anlayamam. Tercüme etti ği romanın hikâye eyledi ği vukuata itinasını bir tarafa bırakalım, hatta kitabın meziyet ve mahiyetini tanımı olmak lüzumundan da sarf-ı nazar edelim, daha okudu ğu bir cümlenin müedda-yı sahihinden henüz gafil bulunup durur iken çalakalem tercümede devam etmekte bulunanlar pehpehler, alkı lar ile te ci

386 Ravi, “Varaka-i Mahsusa: Roman ve Romancı”, Tercüman-ı Hakikat, 1 Nisan 1890.

246

olunur durur da bu hâle teessüf eden erbab-ı hamiyete kar ı iğbirar ve infial mi gösterilir 387 . Ravi’nin Buraya kadar aktardı ğımız görü lerineve romanın mahiyetinin tayinine dair yakla ımlarından bir kısmına Ahmet Mithat Efendi katılır. Ravi’nin ifadelerindeki romancının mekteb-i sultaniden ehadetname almasına kadarki hazırlık zeminine dair bilgileri, ayrıca romancının yazaca ğı romanı görünen âlemden seçmesi ve meydana gelecek olaylara dair yakından bilgi sahibi olması lüzumunu da yerinde bulur. Bu aamaya kadar bir romancıda aranan artlar konusunda Ravi ile Ahmet Mithat arasında kısmen de olsa bir mutabakat vardır. Kısmen diyoruz çünkü Ahmet Mithat bu suretle yazılacak romanın hakikî (realist) olması için Ravi’nin ileri sürdü ğü “menazır-ı hayatın kâffesine vukufa vabeste” sözünü “ifrat-perestane” bulur. Buradan hareketle Ahmet Mithat, Ravi’ye “realist yani hakikiyun” denilen ve onun ölçüleri dâhilinde roman yazan sınıfın en önemli ismi sayılabilecek Emile Zola “acaba menazır-ı hayatın kâffesine vukuf peyda için âlem-i hayatın her kö esine, her buca ğına girip çıkmı mıdır?” sorusunu yöneltir. Ahmet Mithat’a göre Emile Zola’nın eserlerinde, fuhu âlemleri, Paris’in ve bir dereceye kadar Fransa’nın vilayetlerinin sefil ahalisinin âlemlerinden ba ka hayat manzaraları görülmez. Bu yüzden Ravi’nin sözüne dair misaller getirmesi gere ğini dile getirir. Ahmet Mithat’a göre Ravi’nin ölçüleri içinde roman yazacak ki i âlemin her cihetine vukuf elde edecekse ancak mezarda roman yazabilir. Buradan hareketleRavi’den bazı isteklerde bulunur: Kendisinden katiyen rica ederiz ki hangi romancının, yani kendisince romancılı ğı makbul olabilecek hangi zatın bu surette yeti mi oldu ğunu tasrihen bir misal irat ile ispat buyursunlar. Bu misillü “Ravi”lerin iltica-gâhları oldu ğu üzere artık “bütün dünyada hiçbir romancı gelmemi tir ki gösterebilelim” diyemez. Zira kendisi itiraf ediyor ki bir asırda üç ve nihayet dört güzel romancı ve be on güzel roman yeti ebilir imi . (…) Sahib-i varakadan u adamların, u eserlerin esamisini tasrih buyurulmasını suret-i katiyede, ama suret-i katiyede

387 Ravi, a.g.m.

247

rica ederiz. Ve illa söyledikleri sözler için “el-uhdetü ale’r-Ravi” deriz de kısa keseriz 388 . Ahmet Mithat isteklerinin kar ılı ğını Ravi’nin uhdesine havale eder. Ardından, seyahat ve fenlere dayalı tarzı ile realist saydı ğı Jules Verne’in romanlarını da “menazır- ı âlemin kâffesine vukuf”a dair bir ele tiri ba ğlamında u ekilde de ğerlendirir: Esasları seyahate ve fünuna ait roman yazmakta Jules Verne üstad-ı kâmil tanınmı tır. Bu da realizm vadisindeki romanların bir sınıfıdır. Acaba Seksen Günde Devr-i Âlem romanını bu seyahati bade’l-icra mı yazmı tır? Deniz altındaki binlerce fersahlık seyahati bade’l-icra gizli adaları filanları ke iften ve arzdan kamere seyahatten ve kamer etrafındaki cevelanları icradan sonra mı bu romanları vücuda getirmi tir? Lütuf buyurulsun da bunlara cevap verilsin. Veyahut laflanmak kolay ya “Jules Verne de romancı de ğildir” deniliverilsin. Ahmet Mithat romancının yazaca ğı olayların geçti ği yerler hakkında ara tırma yapma lüzumunu üphesiz bir art olarak görür, lakin ara tırmanın o mekâna mutlak manada seyahati gerektirmeyece ği kanaatindedir. Nitekim mekâna ait co ğrafi bilgilerden, haritalardan, planlardan, seyahat rehberlerinden, seyahatnamelerden mekân bilgisi elde edilebilir. Bu bilgiler ı ığında yazılan eserlere dair kendi romanlarından ikisinin deismini verir ki bunları Ravi romandan saymamı tı: Paris’te Bir Türk, Lü’lü-i Asfer. Teodor Kasap Efendi’nin Do ğu Dilleri Okulunda Osmanlıca için okutulan Paris’te Bir Türk’eili kin, Paris’li hocaların eserin yazarının muhakkak Paris’e gelmi oldu ğuna dair kanaatlerini de de ğerlendirmesini destekler mahiyette takdim eder. oysa kendisi bu romanı yazdı ğında daha Paris’i hiç görmemi tir. Teodor Kasap Paris’teyken hocalarının bu kanaatlerine ahit olmu tur. Ravi Hüseyin Fellah ve Hasan Mellah romanlarını da kendi realist ölçüleri dâhilinde roman saymamı tı. Bahsi geçen seyahat meselesinden hareketle Ahmet Mithat bu dü ünceyi çürütmek ister: Her mevkiin suret-i taayyü ve hissiyatına vakıf olmak derecesinde seyahati Hüseyin Fellah ve Hasan Mellah romanları için dahi sahib-i varakanın lazım görmesine daha ziyade isti ğrap olunur. Muharririn henüz dünyada bile bulunmadı ğı bir zamanda Cezayir dayıları ile Fas mülûkü ve Mısır

388 Ahmet Mithat Efendi, “Roman ve Romancılık Hakkındaki Mütalaamız”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 3547, 2 Nisan 1890.

248

Kölemenlerinin suret-i taayyü ve hissiyatına vakıf olmak için seyahata çıkabilmesi kabil mi idi? 389 Ahmet Mithat, tarihe dayalı hikâyelerin tarih ve coğrafyaya ait kısmı, Ravi’nin de ifade etti ği gibi “hakiki” (realist), roman unsurları ve olaylardaki ahıslarla ilgili hikâyeleri “hayali” (romantik) olarak görür ve bunların hakikatinde Ravi’nin bir üphesi varsa dile getirmesini ister. Mübahesenin bu a amasına kadar “hakikat” bir de ğer olarak algılanmaktadır. Daha önce de ifade etti ğimiz gibi realizmin yükseli e romantizmin dü üe geçti ği bir basın ortamında kanaatler dile getirilmektedir. Nitekim Ahmet Mithat yazısında “hepimizin matlub ve ma ukumuz ‘hakikat’ oldu ğu”nu söylemektedir. Ahmet Mithat yazısının birkaç yerinde özellikle do ğru dü ünüp do ğru söylemenin gere ğine vurgu yapar ve bu sayede Ravi’yi ikna etmeye çalı ır. Devamla Ahmet Mithat roman ve romancılı ğa dair görü lerini aktaracaktır. Ona göre bir roman yazmak için mükemmel bir romancı olmayı beklemeye gerek yoktur. Nitekim müzikte mükemmeliyete ula madan müzik icra edilebilir ve yüzmekte mükemmel olmayan birine zorla “denize girme” denilemez. Bunun gibi bir romancı yazarlı ğının ba langıcında roman yazabilir ve bu yazdıklarının da roman olmadı ğı söylenemez. Ahmet Mithat, Ravi’nin romancılık vadisinde ilerlememizin henüz takdir edilecek bir a amada olmadı ğı görü üne hak verir ve hangi yazarları romancı, bunların hangi eserlerini roman saymamız gerektiğini sebepleriyle izah etmesi iste ğiyle yazısını bitirir. Ravi, Ahmet Mithat’ın de ğerlendirme ve ele tirilerini dikkate alarak mukabelede bulunur.

2.1.2. Mekân-Gerçekçilik Đli kisi Ravi, Ahmet Mithat Efendi’nin yazısına mukabelede bulunarak 390 “roman ve romancılık” mübahesesindeki ayrılı ğı iki noktaya hasreder: birincisi “menazır-ı hayatın kaffesine vukuf” ve adem-i vukuf, ikincisi seyahatin lüzumu ve adem-i lüzumu. Ravi, Ahmet Mithat’ın “do ğru dü ünüp do ğru söyleyece ğiz” kaidesinden hareketle bu ayrılı ğı ortadan kaldırmanın kolay oldu ğunu ifade eder ve hakikat ile realist romana dair ölçülerinden ilkini u ekilde “az çok” de ğitirir: “Menazır-ı hayatın hemen

389 A.g.m. 390 “Ravi’nin Bir Varakası Daha”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 3551, 7 Nisan 1890.

249 kâffesine az çok vukufa vabestedir”. Ravi bu “itiraf-ı noksan”ı ile romancıya “mezar”a gitmeden bir iki roman yazdırmak maksadında ise de amacındaki istihza hemen sezilir. Ravi, tanımadı ğı yerler hakkındaki yalan yanlı seyahatname bilgileriyle, eksik co ğrafya kitapları ve atlasların muhtevasıyla hareket edip bir yer hakkında roman yazmanın hem gülünç hem de ayıp oldu ğu kanaatindedir. Çünkü ona göre seyahatname, co ğrafya kitap ve atlaslarıyla planlardan müte ekkil bilgiler roman konu ve olaylarının alındı ğı yerler hakkında sadece genel bilgi verebilir. Yoksa bu bilgiler “roman dairesi”ne dâhil edilebilecek unsurlar olamazlar. Ravi, “roman ve romancılık”taki ikinci önemli ölçüsü olan bizzat seyahat fikrini kesin bir gereklilik olarak görür. Yalnız burada da esnek davranacak ve seyahati ihtiyaç halinde bir gereklilik olarak sayacaktır. Bu artları sa ğlayan romancı, Ravi’nin nazarında mekteb-i sultaniden çıkmı bilgi ve irfanını artırmı , bulundu ğu yerin sanat ve sanayiine dair kabataslak bir vukuf kazanmı ve otuz ya ından sonra hikâyecili ğe ba lamı tır. Ravi bu özelliklere sahip romancıya da bazı vazifeler yükler. Buna göre romancı yörüklere dair bir roman kaleme almak isterse Konya vilayetine gidip Teke sanca ğında birkaç hafta seyahat edecek, gecelerde yörüklerin çadırlarında yatacak, yörük beyleriyle saatlerce konu acak, yörüklerin çadır, oba, kıyafet, ahlak ve duygularını ve yaam tarzlarını ayrıntılarıyla ö ğrenecektir. Ravi devamla Emile Zola’nın henüz yeni ne retti ği La Béte Humaine romanını yazmak için Fransa Garp imendiferleri idaresinden aldı ğı izinle Paris’ten Havre’e kadar olan seyahatini ve bu seyahat esnasında trendeki memurları ve yardımcılarını anlatmasını dikkate alarak Fas, Mısır, Cezayir ve Paris’e seyahate lüzum görmeyen A. Mithat’ın Hüseyin Fellah, Hasan Mellah, Paris’te Bir Türk adlı eserlerine “roman” de ğil “seyahatname” denmesinin daha do ğru olaca ğını söyler. Ravi romanda seyahat meselesine dair Ahmet Mithat Efendi’nin Jules Verne örne ğine de ğinerek realist ölçüler dâhilinde Jules Verne’i romancı bile saymaz: Jules Verne’e gelince mü arünileyh hazretlerinin tabir-i mahsus-ı âlileri vechle “laflanmak” nev’inden de ğil, belki cidden söylerim ki bu adam “romancı” namına nispet edilemez. Çünkü “hikâye-i muhayyele” diye tarif olunan romanlar sırf ahlak ve hissiyata yani menazır-ı hayatiyeye münhasır olup ulum ve fünunu “hikâye” tarzında ta’mimin dahi “romancılık” namı altında cem’i yani bu

250

yoldaki âsârın “realizm vadisinde romanların bir sınıfı” nam ve haysiyetiyle telakkisi yanlı tır 391 . Ravi’nin romanlarda fenni bilgilere yer vermenin realizm olamayaca ğını ifade etmesi romanda realizme dair önemli bir vurgudur. Demek ki romanlarda geçen fennî gerçek bilgiler do ğru dahi olsaromanın gerçekçilik dairesine dâhil de ğildir. Yani bir roman fenne ait gerçeklerden bahsediyor diye ona “realisttir” denilemez. Buradan hareketle Ravi’nin realizmi romanın anlatım ve üslupla ilgili unsurlarına hasretti ği ve bu tavrıyla da realizmi Ahmet Mithat’tan daha do ğru anladı ğını tekrar söyleyebiliriz. Ravi bizde roman ve romancının yeti ebilece ği kanaatindedir. Bu kanaatine dair ölçüsü de u ekildedir: Bizde de “romancılar” ve “romanlar” yetiebilir. “Ne zaman ki biz de roman mütalaasına hak kazanabiliriz; ne zaman ki biz de ulum ve fünunca ve sanayice devr-i kemalâta kadem basarız” 392 . O zaman bizde de romancılar ve romanlar yeti ebilir ve romanlar yazılabilir. Ravi bilim, fen ve sanayie dair tahsilden sonra roman ve romancılık vadisine girmemiz gerekti ği kanaatindedir. Nitekim roman ve romancılı ğın yanında bilim, fen ve sanayi tahsili “iki karpuzu bir koltu ğa sı ğdırmaya” çalı mak olaca ğından bunun da zararı göz ardı edilemez. Bilim, fen ve sanayi tahsili “çalı mak”tır, roman mütalaa etmek ve yazmak “e ğlence”dir. Buna göre “do ğru dü ünüp do ğru söyleyenlerce” de kabul edilmesi gereken çalı manın eğlenceye tercih edilmesidir. Ahmet Mithat’ın istedi ği yazar-eser listesi için de Ravi böyle bir katalog hazırlama selahiyetine sahip olmadı ğını ve bir önceki yazısında be ğendi ği roman ve romancıya dair bir kayıt bulunmadı ğını ifade ile Ahmet Mithat’a vermeyece ğini söyler. Ahmet Mithat Ravi’nin cevap yazısından bir gün sora Tercüman-ı Hakikat ’te mukabelede bulunur. Bu yazısında 393 Ahmet Mithat öncelikle “menazır-ı hayata vukuf meselesi”ne de ğinir ve Emile Zola, Jules Verne ve Gabariau’nun ihtisas yaptıkları âlemlerde tam bir vukufa sahip olduklarını teslim etti ğini söyler. Lakin Ahmet Mithat için önemli olan “romancının tasvir edece ği âlemlere” tam bir vukuf sahibi olması meselesidir ki bu noktada Ravi’yle olan ihtilafı ortadan kaldırmak ister:

391 “Ravi’nin Bir Varakası Daha”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 3551, 7 Nisan 1890. 392 A.g.m. 393 Ahmet Mithat Efendi, “Ravi’ye Mukabele”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 3552, 8 Nisan 1890.

251

Muktedir olabilece ği kadar tetebbu üphesiz ki arttır. Yoksa bu noktaya dair Ravi’nin sözü do ğru dü ünülerek söylenen sözlerden madut olur” demi idik. Đ te bunlar ara yerdeki mübayeneti bilkülliye kaldıracak kayıtlar de ğil midir? Yalnız romancı için “tetebbu” (ara tırıp derinli ğine inceleme) özelli ğini art ko an Ahmet Mithat ara tırma ve incelemede Ravi’den farklı dü ünür. Nitekim Ravi’nin verdi ği gemicilikle ilgili örne ği hatırlatarak bir romancının gemicilerin bulundu ğu bir ortama girerek gemicilerden daha iyi bir gemici olamayaca ğını ifade eder. Seyahat edilmesi halinde bu sefer “tetebbu”yu art olarak görmez. Ahmet Mithat seyahatin öneminin farkındadır ancak roman yazmak için romancının seyahat etme zorunlulu ğunun olmadı ğı kanaatindedir. Yine de bu kanaatiyle Ravi’nin “hin-i hacet”te seyahat lüzumu arasındaki ayrılı ğı giderir. Ahmet Mithat bundan sonra sözü Emile Zola’ya getirir ve Zola’nın Ravi’nin ifade etti ği surette yeti mi bir romancı olmadı ğını hatırlatarak ahlaki endi elerden ötürü basın ortamında dile getirdi ği Zola’ya ili kin ele tirisini yineler.Ona göre Zola iyi bir romancı olmakla birlikte tasvir etti ği âlemler hep fuhu ve rezalet âlemleridir. Realist bir eserimiz olmadı ğı yönündeki görü ü için de Ravi’ye Hüseyin Rahmi’nin “mini mini bir Zola taklidi” olan ık romanını dikkate alması tavsiyesinde bulunur. Raviyle aralarında son bir ayrılık kalmı tır: Ravi’nin “bir halkın evvela ulum ve fünunda terakkisi hâsıl olarak sonra romancılı ğa ba layaca ğını iddia”sı. Ravi’yle aynı kanaatleri ta ımayan Ahmet Mithat meseleyi izah etmek ister: Hayır, azizim hayır! Tarih bunun aksini ispat eyliyor. Bir halk ulum ve fünunda hiç behresi yok iken de romancılı ğa süluk ediyor. Fakat yazdı ğı romanlar hep kendi mertebe-i terbiye-i medeniyesiyle mütenasip dü üyor. Avrupa’da henüz teceddüdat-ı ilmiye ve sınaiye devri hulul etmemi oldu ğu hâlde romancılık meydan almı idi. Hem de romanların hemen kâffesi övalyeler hikâyesi olmak üzere imdi bizi güldürmek de ğil âdeta hiddetlendirmek suretinde tesirini gösterecek olan hayalat-ı ham üzerine yazılır idi. Dü ünmeli ama kemal-i insafla dü ünmeli ki 1547 sene-i miladiyesinde do ğup 1616 senesinde vefat eden me hur Cervantes kendisinden daha me hur olan Don Ki ot romanını mücerret kendisinden evvel gelmi olan romancıların övalye kahramanlarını fevkalbe er derecata i’lâ edercesine yazdıkları romanları istihza için kaleme almı tır!

252

Avrupa’da fen ve bilimlerin terakkisinden önce de romanın varlı ğına dair bilgiler aktaran Ahmet Mithat, XIX. asırda romanların çok olu unu her eyin ço ğalmasına ba ğlamak gerekti ğini ifade eder. Âık Garip leri, Kerem leri de roman olarak görür ve Binbir Gece Masalları gibi onların da fen ve bilimlerdeki ilerlemeden önce yazıldı ğını hatırlatır. Ayrıca Ravi’nin istenen yazar-eser listesini vermeyi ini de onun Emile Zola’dan ba ka bir romancı ismini bilmeyi ine hamleden Ahmet Mithat bu suretle onun müstear bir isim kullanmasını da bu sebebe ba ğlar ve yazısından çıkardı ğı sonucu aktararak yazısını bitirir: imdi neticeyi istintaç edelim: Her halkın edebiyatı ulum ve maariften ve sanayi ve medeniyetten nasibi derecesinde olur. Bu misillü eylerde biz Avrupa derecesine varamıyoruz diye bilkülliye meyus olarak hiç de i e ba lamamak hiçbir zaman o nimete vasıl olamamaklı ğımızı müstelzim olur. Kudretimiz derecesinde ba lamı olmaklı ğımız ayan-ı tahsin görülür. Bugün hiç ama hiç romancımız romanımız yok ise yarın husule gelir. Romancılar sair erbab-ı kalemi mesaiden men etmezler. Onlar dahi romancıları men etmezler ise insaf göstermi olurlar. Ahmet Mithat’ın bu yazısından iki gün sonra Tercüman-ı Hakikat ’te Ravi’nin tartı mayla ilgili bir yazısı daha yayımlanır 394 .Ahmet Mithat’ın son yazısına bir cevap mahiyetinde olan bu yazıyı Ahmet Mithat, bu sefer de tam olarak yayınlamaz. Yazı Ravi’nin görü leri ile Ahmet Mithat Efendi’nin cevaplarının oldu ğu bir diyalog eklinde yayımlanır ki burada bahsi geçen konular tartı manın bu a amasına kadar bahsetti ğimiz meselelerin bir özetidir.

2.1.2.1. Tartı manın Sona Ermesi Đlgili yazıdan bir gün sonra Ahmet Mithat’a“Muharrir Efendi Hazretleri” hitabıyla ba layan yazısıyla Đsmail Hakkı tartı maya dâhil olur 395 .Đsmail Hakkı, Ravi’den biraz daha insaflı davranarak Türkçede sadece hitap etti ği Ahmet

394 “Ravi ve Ahmet Mithat”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 3554, 10 Nisan 1890. 395 Mekteb-i Mülkiye-i ahane Mezunlarından Đsmail Hakkı, “Varaka-i Mahsusa: Roman ve Romancılık”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 3555, 11 Nisan 1890.

253

Mithat’ınbazı eserleri ile ve Samipa azade’nin Sergüze t’i gibi romanlarınbulundu ğunu kabul eder. Bir romanda ilk önce dikkat edilecek unsurların “hüsn-i tasvir ve tertip” oldu ğunu ifade eden Đsmail Hakkı, Ahmet Mithat’ın Hasan Mellah , Hüseyin Fellah ve Süleyman Musli isimli eserlerinin, Romantizm’in “historique (tarih)” kısmının özelliklerini tamamen ta ımalarından ötürü “mükemmel birer roman” sayılabilece ğini söyler. Dikkat edilirse Đsmail Hakkı, romantik akımın özelliklerini ta ıyan anlatıları roman olarak kabul eder. “santimantalizm” suretinde yazılmı oldu ğunu söyledi ği Sergüze t’i de böylece romantik romancılı ğa dâhil eder. Devamla Đsmail Hakkı, Türk edebiyatının varlıklarıyla iftihar edece ği Hasan Mellah , Hüseyin Fellah , Süleyman Musli ve Sergüze t romanlarını Ravi’nin roman olarak kabul etmemesini teessüfle kar ılar. Ravi ile Ahmet Mithat arasındaki ihtilaf noktalarının halledildi ğinden hareketle sözü sadece bir yönüyle susulup bırakılan me hur müelliflerin eserlerine getirir. Fakat öncelikle romanın ne oldu ğunu izah edecektir. Bunun için roman ve romancılık ile ilgili u de ğerlendirmeyi yapar: Roman ahlak ve âdât-ı be eriyenin bir mirat-ı hakikiyesidir. Binaenaleyh bir romanda ahlak ve âdât-ı be eriye ne derece mutabık-ı hakikat tasvir olunursa eserin de o nispette kıymeti ziyade olaca ğı bedidardır 396 . Romanı insanın ahlak ve davranı larının hakikî bir aynası olarak görmesi, onun realistlerden yana bir tavır alaca ğının açık bir göstergesidir. Nitekim yazının devamında romanın mevcut toplumu yansıttı ğı yönünde de ğerlendirmeleri görülür. Đsmail Hakkı, Bugün Don Ki ot , Paradis Perdue ve Paul ve Virginie gibi romanların artık yazılmadı ğını çünkü bu eserlerdeki fedakâr kahramanları bugünkü cemiyetin bireyleri arasında de ğil aramamız tasavvur etmemizin bile mümkün olmadı ğını ifade eder ve bu durumu örneklendirir: Zola’nın Le Voeu D’une Morte namındaki romanında tesadüf olunan âlicenap delikanlıya Rougon Macquart ’larda tesadüf olunamıyor! Sebebi muahharen pi valı ğı ihraz etti ği natüralist mesle ği böyle bir fedakârîye mütehammil de ğildir.

396 A.g.m.

254

Đsmail Hakkı, romanda anlatılanların hakikate yakınlı ğı, akla yatkınlı ğı nispetinde ve imkân dâhilinde olu uyla de ğer kazanaca ğı kanaatindedir. Yani roman hakikati ne kadar iyi yansıtırsa kabul edilirli ği o derecededir. Octave Feuillet’yi çok takdir edip okudu ğunu söyleyen Đsmail Hakkı, onun romanlarından aldı ğı lezzetin ba ka, Zola’nın romanlarından aldı ğı lezzetin ba ka oldu ğunu ifade eder. Lakin devamla realistlerin romantiklere yönelttikleri ele tiriye benzer bir ele tiriyle Octave Feuillet’nin tarzında yazan romancıları ele tirir. Octave Feuillet ve mümasili romancıların âsârı okunduktan sonra insanın kalbi birtakım hissiyat-ı âliye ile memlu olur. Lakin yine o romanlardır ki insanı âmâ ederek derununda ya adı ğı cemiyetin mahiyet-i hakikiyesini çe manından setr ile efrad-ı be eri bir sürü melek-haslet zevattan ibaret zannettirirler 397 . Be ir Fuat ve Halit Ziya’nınromantiklere yöneltti ği ele tirinin bir benzerini burada görmekteyiz. Evet realistlere göre romantiklerin eletirilecek bir yönü bizi gerçeklikten uzakla tırmalarıdır. Çünkü hakikati de ğitirme çabalarına ra ğmen bu de ğitirmenin etrafında yaratmaya çalı tıkları duygusal ortam ve bunun hayalci tasviri toplumsal hayatın gerçeklerini yansıtmaz. Đsmail Hakkı bunu da uzun bir alıntıyla örneklendirir. Alıntının sonunda, unu da unutmayalım ki el-haletü hazihi artık ma ukasının kuca ğında can vermeyi veyahut sevdi ğinin bir lakırdısını icra ve infaz yolunda terk-i hayat etmeyi, bin yıl daha ya amaya tercih eden sevdazedeler zamanında de ğiliz 398 . der. Son cümlesiyle aslında unu söylemek ister. Artık romantizm zamanında de ğiliz. Yani ölçüler dâhilinde hareket etmeyi sanat ve edebiyat ilkesi haline getiren klasisizm’i, hayalî unsurları ön plana çıkararak ele tiren romantizm akımının devri son bulmu tur. Đsmail Hakkı airane yazılmı romanları be ğenmez ve realist romanları her zaman bu tarz romanlara tercih eder. Ahlak ve insan davranı larını yansıtacak romanların -ki bunlar realist romanlardır- yazılması için de gerekli olarak gördü ğü bilimler “psikoloji” ve “fizyoloji”dir. Dikkat edilirse Halit Ziya gibi romanda beden ve ruh bilimlerinin birlikteli ğini bir gereklilik olarak görür. Ravi’nin okunacak romanların ender olu una dair fikrine katılmamakla birlikte okunabilecek yazar-eser listesini “min

397 A.g.m. 398 A.g.m.

255 gayri haddin” tavsiye eder. Bu tavsiyede Emile Zola’dan ba ka Octav Feuillet, George Ohnet, Albert Doloil, Alphonse Daudet ve Paul Bourget’nin yanısıra Guy de Maupassant, Catulle Mendes, Jules Sandeau, Adolf Belo, Arman Slomster, Pierre Loti, Alphonse Car, René Maizroy, Andre Theuriet, Alexandre Dumas Fils, George de Runi, Alexandre Dumas gibi yazarlar ve bu yazarların okunabilecek eserlerinin listesi vardır. Bu listede romantiklerin ismi de bulunmakla birlikte basında Be ir Fuat ve Halit Ziya’nın ele tirisine hedef olan Victor Hugo yoktur. Đsmail Hakkı bir olayı tasvir yolunda yazılacak eserlerin ya “roman”, ya “seyahatname”, ya “sergüze t”, ya “nouvelle”, ya “kont” [conté], yahut “fable” suretinde oldu ğunu söyler. Ayrıca bunların birbirinden ayrılmaları gerekti ğinden hareketle Ravi ve Ahmet Mithat tartı masının bazı ayrıntılarına de ğinir. Ona göre Jules Verne’in eserleri roman de ğil birer seyahatname, “Elf Leyle” hikayeleri roman de ğil birer hikaye toplamıdır ve A ık Garip ve Kerem hikayeleri de roman de ğildir. Seyahatname yazmak için Ravi’nin dedi ği gibi tasviri yapılacak yerde seyahat lüzumu fikrine katılmaz. Paris’te Bir Türk romanı örne ğinde oldu ğu gibi her ne kadar tasvir için bazen rehber kullanılabilirse de bu rehberin ihtiva etti ği bilgilerin do ğru olmasına dikkat edilmelidir. Devamla “alelumum romanlar ya santimantalizm ya natüralizm (realizm) mesle ğinde muharrerdirler veyahut historiktirler” diyen Đsmail Hakkı bu mesleklerin önemli yazarlarından bahisle bazı romanlarını özetle tanıtır. Ona göre Santimantalizm mesle ğinde yazılan romanlarda insanlı ğın kötü hallerine kar ı civanmert bir tavır sergileyen hayali kahramanlar yaratılır ve roman olayları da bu civanmertlik etrafında döner; natüralizmde romancılar toplumun bütün hallerini “aynıyla ve tafsilatıyla tasvire gayret” eder. Đsmail Hakkı buradan hareketle meseleyi edebiyatımıza getirir ve bizde Ahmet Mithat’tan ba ka romancı olmadı ğını söyler. Böylece Namık Kemal, Halit Ziya ve roman olarak kabul etti ği Sergüze t’in yazarı Samipa azade Sezai Bey’i de romancı saymamı olur. Ona göre Ahmet Mithat’ın roman sayılabilecek eserleri bu yazısında isimlerini zikretti ği eserlerinden ba ka Hayret, Rikalda, Yeryüzünde Bir Melek ve bunların yanında ele tirilebilecek yönleri olmakla beraber Amerika Doktorları ve Dürdane Hanım ’dır. Đsmail Hakkı, Ahmet Mithat’a

256 müsaade 399 buyurdu ğu takdirde bu romanlar hakkındaki fikirlerini ve ele tirilerini beyan edebilece ğini ayrıca Hüseyin Rahmi’nin “ileride bir Emile Zola kesilece ği” fikrini tasvip edemeyece ğini de ekler. Ahmet Mithat, Đsmail Hakkı’nın yazısının “güzel bir vukuf üzerine” yazıldı ğını söyler ve onu tebrik ederek mukabelesini yakında yazaca ğını ifade eder. Yalnız tartı manın bu a amasında bu mukabeleden önce Ravi’nin tartı mayla ilgili son sözünü söyleyip tartı madan çekildi ğini ifade eden bir yazısını 400 görüyoruz. Ravi bu yazısında Ahmet Mithat’a: Mademki sözlerimden i e gelmeyecekler atılarak varakalarım kuyru ğu kula ğı kesik kediye döndürülecek ve i her zaman oldu ğu gibi mugalata ve mü atemeye do ğru sevk olunacaktır, bu suretle münazarada devamdan maatteessüf i’raz-ı nefs etmeye mecburum. diyerek tartı madan artık çekildi ğini dile getirir. Ahmet Mithat ise Ravi’nin bazı sözlerini yayınlamamasının nedenini “ne retmedi ğimiz parçaları kendi nef’imiz için de ğil ashabının nef’i için ketm eylemi izdir. Hele Ravi’nin bu ikâyet eyledi ği son varakasından kesti ğimiz kuyruklar kulaklar esas-ı münazaraya hiç taalluku olmayan tatvilat-ı müsrifaneden ibaret idiler” sözleriyle açıklar. Đsmail Hakkı ile Ahmet Mithat Efendi arasındaki yazı malar Ahmet Mithat’ın Ahbar-ı Asar’a Tamim-i Enzareseri ile edebiyat tarihçili ği etrafında bir seyir takip eder. Roman ve romancılık tartı ması gerçekçilik-dil ili kisi ve bu durumun romandaki tasvirlere yansıması, romanda konuya ve anlatıcının konumuna ili kin de ğerlendirmeler realist romancılık etrafında ekillenmi tir. Mekân-gerçekçilik ili kisinde Nabizade Nazım realist romancılı ğı ba ta abartmı gibidir. Nitekim bir romancıda aradı ğı, hayat manzaralarının tümüne vukuf kazanması gereklili ği Ahmet Mithat tarafından ele tirilmi tir. En küçük canlı bir organizmanın bile durumuna tam vakıf olamadı ğımız halde gerçekten bugüne kadar hangi insan veya hangi romancı veyahut hangi realist romancı âlemin manzaralarının bütününe yönelik tam bir bakı

399 Ahmet Mithat’ın “Ahbar-ı Asar’a Tamim-i Enzar” isimli kitabının “Mukaddime Makamında Đsmail Hakkı’ya” ba lıklı kısmında bu müsaadenin verildi ğini ö ğreniyoruz. (bkz. Ahmet Mithat Efendi, Ahbar-ı Asar’a Tamim-i Enzar-Edebi Eserlere Genel Bir Bakı , Haz. Nüket Esen, Đleti im Yayınları, Đstanbul 2003, ss. 22-23.) 400 Ravi, “Ravi’nin Son Sözü”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 3557, 15 Nisan 1890.

257 elde etmi tir ki? Bu bakımdan Ahmet Mithat’ın ele tirisi yerindedir. Ancak onun da realist romancılı ğı Nabizade Nazım kadar iyi anlayabildi ğini söyleyemeyiz. Tartı ma konuları birden ortaya çıkmı mevzular de ğildir. Nitekim 1885’ten tartı manın yapıldı ğı 1890’a kadar basın hayal-hakikat, romantizm-realizm etrafında ekillenen ele tiri, tartı ma ve kanaatlere tanık olmu tur. Dolayısıyla Tartı ma öncesi basın ortamında benzer konuların ele alındı ğını, böylece roman ve romancılık tartı masının bir gelenek üzerinde oturdu ğunu söyleyebiliriz. 1885 sonrası iirde hayal ve hakikat, basında romantizm-realizm akımları ve bu akımların roman ve romancılı ğa bakı ı etrafında ekillenen kanaatler nasıl ki roman ve romancılık tartı masına bir zemin hazırlamı sa tartı mada dile getirilen görü ler de sonrası için bir ortam hazırlamı gibidir. Halit Ziya’nın telif ve tercüme romanlar konusunda romantik, masalcı anlayı a yöneltti ği ele tirilerden sonra Nabizade Nazım da telif ve tercüme romanlar bahsinde Ahmet Mithat’ı ele tirmi tir. Ele tirisinde de zevk ve e ğlenceden önce “çalı ma”nın öne çıkarılması gerekti ğine vurgu yapmı tır. Telif romanlardaki gerçekçi unsurların ihmal edili ine dikkatleri çekerek, telif romanlarımızın roman dı ı mübala ğa ve gereksiz bilgilere yer veri ini romancılık sanatından uzak görmü ve bu özellikleri barındıran eserleri roman saymamı tır. Romanın i levinde “e ğlence içinde ahlak dersi” verenlerin tercümelerindeki kusurlarına de ğinmi ancak buna ra ğmen “çalakalem tercümede devam etmekte bulunanlar”ın “pehpehler, alkı lar ile” cesaretlendi ğine dikkatleri çekerek durumu ele tirmi ve realist romancılı ğı öne çıkarmı tır. Daha önce benzer bir konuya dikkatleri çeken Halit Ziya da telif ve tercümeler konusunda realist romanları tercih etti ğini söylemi tir. Roman ve romancılık tartı masından sonra basında roman tercihlerini ifade eden ba ka yazarlar da olmu tur.

3. Roman Tercihi 3.1. Romantik Roman Merkezli Yakla ım Roman ve romancılık tartı masından yakla ık iki ay sonra Tercüman-ı Hakikat ’te Ahmet F. imzalı bir yazı yayımlanır. Yazıda özellikle “ahlak ve âdât-ı gayr-ı milliyeyi” tasvir eden romanların tercümelerini “uzun uzadıya doya doya, mütalaa edenler”in bu ahlak ve edeple bir yakınlık kurarak az vakit içinde tatbikatına

258 giri tiklerine dikkat çekilir. Dolayısıyla Ahmet F.’nin yakla ımında millî-ahlakî bir endi e söz konusudur. Zira ona göre millî romanlarda ahlaka mugayir bir anlayı yoktur ve bütün çirkinlikler yabancı roman tercümeleri vasıtasıyla Türk basınında yer almaktadır. Ahmet F. hiçbir tercüme yapılmaması gerekti ği kanaatinde de ğildir. Çünkü Victor Hugo’nun Sefiller ’inin tercümesini yerinde bulmaktadır. Sonuç olarak Ahmet F. “hülasa kim ne derse desin ne fikir ta ırsa ta ısın romanlar millî olmalıdır” diyerek söylemek istediklerini özetler 401 . Ahmet Mithat Efendi bu yazıdan hemen sonra gelen bir “mukabele” ile Ahmet F’ye hak verir. Millî olmayan ve tercümeye layık eserlerin hangi “nokta-i nazardan” seçilece ğine ve ne yolda tercüme edilmesinin daha iyi olaca ğına dair yakında bazı izahlarda bulunaca ğını söyler. Bu izahlar iki gün sonra Tercüman-ı Hakikat ’te yayımlanan “Roman Đntihabı” 402 yazısının içeri ğidir. Burada yıllar önce Abdi imzasıyla yayımlanan yazılardaki kanaatlere Namık Kemal’in hemfikir olu unun bir benzerini görürüz. Nitekim Ahmet Mithat da Ahmet F. ile aynı kanaatleri payla ır. Ahmet Mithat Efenditercüme edilecek romanlarda bir takım ölçüler aramaktadır. Buna göre yabancı dilde yazılan romanların her birinin “zımnlarında” birtakım milli maksatlar bulunmaktadır. Bizim o maksatlara “asla taallukumuz olmadı ğı ve olmayaca ğı için” o yoldaki romanların dilimize nakil ve tercümesinde bir kötülük yoksa da hiçbir faydasının olmayaca ğı da muhakkaktır. Ahmet Mithat Efendi, Ahmet F’nin dile getirdi ği yabancı dillerden tercüme olunan ve Osmanlının saf ahlakına halel getirmesi endi esine sebep olan romanların bunlar oldu ğunu söyler. Buna dair de öyle bir örnek verir: Mesela (…) Avrupa’nın amelelik ahvaline dair olan romanlarının bize hiçbir taalluku olmadı ğı gibi Avrupa fevahi -i me huresi ahvaline dair olanların da bize hiçbir taalluku olamaz. Çünkü bizde ne öyle amele vardır ne o yolda fevahi ! Olmayan bir eyi bilmeyenlere tasvir mutlaka sa’y-ı abes olup ondan hiçbir fayda memul olamamaya mukabil mazarrat melhuz olabilmesi de ihtimalden hariç de ğildir 403 .

401 Ahmet F., “Romanlar”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 3622, 9 A ğustos 1890. 402 Ahmet Mithat Efendi, “Roman Đntihabı”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 3623, 11 A ğustos 1890. 403 A.g.m .

259

Ahmet Mithat Efendi’nin bu ifadelerle büyük ölçüde Emile Zola’nın romanlarını kastetti ği açıktır.Çünkü, “Avrupa fevahi -i me huresi ahvaline dair olanlar” ve“ne öyle amele vardır ne o yolda fevahi ” ifadelerindeki ele tirel ton ahlakî endieleden ötürü defaatla Zola’ya yöneltti ği ele tirilerin aynısıdır. Devamla Victor Hugo’nun Sefiller ’inin tercüme ihtarını da “yalnız roman yazanlar için de ğil okuyanlar için de hakikaten” bir kurtulu yolu olarak görür. Dikkat edilecek olursa Ahmet Mithat Efendi’nin roman seçimi yolundaki yakla ımı ahlakî endi elerle desteklenir. Bu bakımdan o, ahlakî endi eler çerçevesinde ra ğbet gören, övgüye de ğer, yüzyıllar ve devirler içinde vücut bulmu eserlerin okunmasını yerinde bulur. Bunların içinde “Yunan-ı Kadim ve Latin-i Kadim erbab -ı kaleminin roman ve tiyatro yollu” eserleri, “numunesi Elfü’l-Leyle ve Elfü’n-Nehar romanlarında görüldü ğü veçhile Arab’ın bin senelik romanları”, “Victor Hugo ve Alexandre Dumas ve o ğlu ve Octave Feuillet ve Emile Richebourg” gibi ça ğda ı müelliflerin seçkin eserleri vardır. Ahmet Mithat Efendi için bir eserin tercümesinde eserin eski ve yeni olması önemli de ğildir. Gerek eski gerekse yeni olsun, her eyden önce arzu edilen ey bu eserin “tasvir eylemekte bulundu ğu hikmetin umumi” olmasıdır. Çünkü bir ey “umumi olur ise her zamanın, her halkın o eye taalluku olaca ğından onu tercümede beis olmak öyle dursun” büyük bir fayda sa ğlayaca ğı muhakkaktır. Umumî, yani her zaman kabul gören bir anlayı ın edebiyatımıza nakli Ahmet Mithat Efendi’ye göre okuyucuların bilgisini arttıracaktır. Ahmet Mithat Efendi’nin tercüme anlayı ı da görüldü ğü gibi okurla ili kisini ihmal etmeyen “fayda” eksenli bir anlayı tır. Bu anlayı ın gere ği olarak Ahmet Mithat Efendi için “Zemininde umumiyet bulunan romanların bile kâffesi aynen tercümeye salih” de ğildirler. Bunun için “mütercim tercüme edece ği romanı bir kere ba tanba a okuyup onun da kendi mensup oldu ğu halka aidiyetten” uzak olan yerlerini çizmek durumundadır. Bu durumda her ne kadar “kuyruğu kula ğı kesilmi , ekli de ğitirilmi olur” diye bir itiraz edilmi ise de Ahmet Mithat Efendi’nin tavrı nettir: (…) biz fikrimizde yine sabitiz. Bizce roman denilen eyin mütalaası beyhude itlaf-ı zaman için iltizam olunan eylerden de ğildir. Roman denilen ey karilerini hem e ğlendirir hem vukuflandırır hem fikir ve nazar-ı hikmetlerine ibretler bah eder. En mergub bir romanı bazı cihetlerindeki malumatlar, hikmetler,

260

ibretler bize yaramayacak olurlarsa onları çıkarmak romanın bizce kıymetini arttıracak bir tasfiye addolunur 404 . Buraya kadar de ğindi ğimiz Ahmet Mithat Efendi’ye ait, millî-ahlakî endi eler etrafında geli en anlayı ın edebî metne müdahelesi açıktır. Bu yönüyle anlayı genel okuyucu kitlesini dikkate alan romantik bir tavrı yansıtır. Đlgili tavrın ortaya konmasında da üphesiz Ahmet Mithat Efendi’nin romanın i levine yönelik kanaatleri etkili olmaktadır. Nitekim alıntı metnindeki “Roman denilen ey karilerini hem eğlendirir hem vukuflandırır hem fikir ve nazar-ı hikmetlerine ibretler bah eder” ve devamındaki ifadeler hem Ahmet Mithat’ın romanın i levine yönelik kanaatlerini yansıtır. Bu endi enin bir ifadesi olarak Emile Zola’nın natüralist roman anlayı ı bize ait ve millî olmadı ğından, bizi yansıtmadı ğından ötürü tercih edilmemektedir. Hizmet’teki yazılarından ötürü Halit Ziya’ya, Roman ve Romancılık tartı masında Nabizade Nazım’a bu ahlakî endi eler etrafında yöneltti ği ele tirilerde gördü ğümüz gibi Ahmet Mithat Efendi romanın i levine yönelik genel okuyucu kitlesini dikkate alan anlayı ını de ğitirmemektedir 405 . Nitekim “Roman Đntihabı”ndan sonra yayımlanan natüralist roman anlayı ına ili kin, Mü ahedeat romanının mukaddimesinin ba lı ğı bile dikkat çekicidir: “Kariîn ile Hasbihal” 406 . Evet, Ahmet

404 A.g.m . 405 Jale Parla, Ahmet Mithat’ın romanlarında okuruyla diyalog kurmasını bir ustalık olarak de ğerlendirir: “Romanın, gerek Batı’daki ilk örneklerinde, gerekse Türk romanının ortaya çıkı ında gözlemledi ğimiz genel bir özelli ği vardır: Romancının daha önceki yazın türlerini melezle tirmesinde, de ğiik dil ve söylemleri harmanlamasında daha çok romanın komediyle ili kisi öne çıkarken, bu türlerin hicvedilmesinde, romanın trajik ironiyle ili kisi öne çıkar. Ahmet Mithat Efendi büyük bir melezle tirme ustasıdır ve bunu okuruyla yo ğun bir diyalog içinde yapar. Yazın metnine yalnızca a ık hikayeleri, meddah, ortaoyunu, halk masalları, Fransız romantik romanı gibi türleri de ğil, aynı zamanda siyaset, ahlak normları gibi güncel konuları i leyen makale türünü de büyük bir özgürlükle yedirir. Okurla kurdu ğu ili kiye öyle bir güven ve teklifsizlik duygusu egemendir ki, yazmaya üendi ği bir sahne için, bahanesi hazırdır: Bunları nasılsa bilirsiniz!” (Jale Parla, Donki ot’tan Bugüne roman , Đleti im Yay., Đstanbul, 2007, s. 90). 406 “Mü ahedat, ‘Kariîn ile Hasbihal’”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 3698, 6 Te rinisani 1890 (Ahmet Mithat Efendi bu yazısının ba ında unları söyler: “Bu yaz romancılı ğa ve romanlara dair bir mübahase açılmı idi. Erbab-ı mübahaseden bazılarının tasviri do ğru olmak lazım gelse be on asırda ve birkaç milyar insan meyanında bir romancının bile peyda olamaması lüzumunu hükmetmek iktiza edebilir. Bununla beraber yine erbab-ı mübahase “natüralist” denilen romancıları nasılsa romancı olmaya kabil bularak roman denilen eyin de o meslek üzerine yazılan âsârdan ba ka hiçbir eserde bulunamayaca ğını kanaat etmi ler idi”. Burada bahsi geçen tartı ma Ahmet Mithat Efendi, Nabizade Nazım ve Đsmail Hakkı’nın dâhil oldu ğu Roman ve Romancılık Tartı ması olsa gerektir. Ayrıca tartı madaki Nabizade Nazım’ın bir romancıda aradı ğı “menazır-ı âlemin kâffesine kesb-i vukuf” artına bakılırsa Ahmet Mithat’ın “Erbab-ı mübahaseden bazılarının tasviri do ğru olmak lazım gelse be on asırda ve birkaç milyar insan meyanında

261

Mithat okuyucusuyla hasbihal eden bir roman anlayıına sahiptir. Do ğal olarak romanın unsurları da bu anlayı etrafında ekillenmektedir. Bu yazısında da Ahmet Mithat Efendi romantik roman tarzında okur merkezli ahlakî endi elerden ötürü Emile Zola ve benzerlerinin romanlarını tercih etmedi ğini vurgular. Ahmet Mithat Efendi’nin Zola anlayı ına yöneltti ği ele tiriler hakkında birinci bölümde yeterli bilgi verdi ğimizden burada ayrıntıya girmeyece ğiz. Lakin roman merkezli anlayı etrafında roman tercihine ili kin kısımlara de ğinece ğiz: Evet! Evet, inkâr edemeyiz ki, böyle cemiyet-i medeniye ve evsaf-ı insaniyenin en müstekreh, en fena kö elerini te rih dahi bir hikmettir. Okuyanlara “ Đ te bu fenalıkları gör de ona göre tevakki et” demektir. Lakin kalemdeki kudret-i tasviriyeyimahza tasvir-i seyyiat ve nak -ı ma’yubat i inde kullanacaklarına biraz o cihetiihmal ederek hüsniyat tarafını iltizamda bulunsalar, acaba hakikat-i tabiiyeden büsbütün mü tebaüd etmi olurlar? Cihanda, Avrupa’da, Paris’te iyilik, güzellik denilen ey hiç mi kalmamı tır? Bu alıntıya bakıp Ahmet Mithat Efendi’ye gerçekçi de ğildir diyerek ele tiremeyiz. Çünkü birinci bölümde de de ğindi ğimiz üzere gerçekler farklıdır ve her farklı gerçekli ğe farklı metinler, anlatımlar denk dü er. Alıntıdaki “Lakin” ifadesinden sonraki kısmı okursak görürüz ki hayat sadece çirkinliklerden, gerçekçilik de bunların tasvirinden ibaret de ğildir. Hayatta iyi, güzel eyler de vardır ve bunların da tasvir edilmesi gerekmektedir. Bunların tasviri de romantik-gerçekçi bir çizgide verilebilir. Çünkü ne dünya Fransa’dan, ne de gerçek realistlerin anlattıklarından ibarettir. E ğer realist romancılar “hüsniyat tarafını” da“iltizamda bulunsalar” ve “iyilik, güzellik denilen ey”i gerçekçi bir tasvirle takdim ederek anlatsalardı Ahmet Mithat romantik roman merkezli endi esinden ötürü buna kar ı çıkmayabilirdi. Nitekim iirdeki bu çe it gerçekçi yakla ımdan yana tavır almı böylece eski iirin mey, mahbub kısmına kar ı çıkmı , hayalci airleri de bizi gerçekçilikten uzakla tırdı ğı için ele tirmi tir. Đnsan iyili ği ve kötülü ğü tabiatında barındıran bir varlıktır. Đyili ğin ihmali de Ahmet Mithat Efendi’de, realist romancıya kar ıt bir duru a sebep olmaktadır. Bu yüzden çirkinliklerin de anlatıldı ğı romantik romanları tercih ederken, realistlerin

bir romancının bile peyda olamaması lüzumunu hükmetmek iktiza edebilir” sözü pek de mübala ğalı sayılmaz).

262 romantikleri, hayalci olu larından dolayı ele tirdikleri tarzı bu sefer realistlere yöneltir. Buna göre faziletlerin de oldu ğu bir âlemi “dar-ı meayib tarzında tasvir” ettiklerinden ötürü realistlerin anlattıklarını “hayal” sayar. Balzac, Victor Hugo gibi büyük ahlakçılarda ve “biraz güleceksiniz ama” dedi ği, böylece bir itirafta bulundu ğu“Paul de Kock gibi aklabanları”n bile “sefahet ve sefalet âlemlerinde” pek çok büyüklükler, pek çok güzellikler görür 407 . Ahmet Mithat Efendi romantik roman merkezli roman görü lerini bu ekilde ortaya koyduktan ve anladı ğı manada, natüralist roman örne ği saydı ğı Mü ahedat ’ı teliften sonra da bu anlayı ını sürdürür. Okuyucularına Octave Feuillet’nin o zamanki son romanını takdim ederken de anlayı ı de ğimez: Đ te size Octave Feuillet’in son romanı! Malum a Octave Feuillet “tabii” denilen ve mahiyeti tasvir-i rezailden ibaret bulunan romanları yazmak ile i tihar etmeyip ihtisasat üzerine mübteni bulunan ve “santimantal” denilen romanları yazmak ile öhret bulmu tur 408 .

407 Her vesileyle okuyucusuna bir eyler anlatmaya ve onların kültür seviyelerini yükseltmeye Ahmet Mithat Efendi Türk edebiyatında dile dair çalı malarıyla daha gerçekçi bir dilin olu ması yönünde katkıda bulunmu tur. Türk romanında gerçekçili ğe do ğru gidilirken Ahmet Mithat Efendi’nin çalı malarının ihmal edilmemesi gerekir. Bu bakımdan kendisinin ve dönem yazarlarının Paul de Kock gibi yazarlara ilgi duyması sırf romantik romancılı ğa özenmek gibi bir hevesten kaynaklanmamaktadır. Meselenin ba ka yönleri de vardır. Ahmet Ö. Evin, Paul de Kock ve Eugéne Sue gibi yazarlara duyulan ilgi için unları söyler. “Eugéne Sue ve Paul de Kock’a duyulan ilginin kayna ğı, bu yazarların Paris hayatını çok ayrıntılı biçimde anlatmalarıydı. Sue, Paris’in yeraltı dünyasını; de Kock ise burjuvaziyi çok iyi anlatıyordu. On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında Đstanbul’un üst sınıflarının belli kesimleri, kendi hayatlarını Paris sosyetesinin alı kanlıklarını taklit etme üzerine kurmaya çalı ıyorlardı ve aynı çevrelerde bir insanın Paris’te ya ayıp ya amamasına ba ğlı olarak büyük bir merak ya da nostalji rüzgarı hissedilmekteydi. Đstanbul’un hayte société, yüksek sosyetesinin havasını Paris belirlerken, aydınlar ö ğrenmek için de gözlerini oraya çevirmekteydiler. Moda gibi fikirler de Paris’ten geliyor ve Tanzimat sonrası Đstanbul’un entelektüel havasıyla toplumsal atmosferini de ğitiriyordu. Ancak Paul de Kock’a ve daha az ölçüde Eugéne Sue’ye gösterilen ilginin ba ka bir boyutu daha vardı. Sue’nün romanlarının alt sınıfların acıklı durumunu tasvir etmeye yönelik idealistçe yönü, reformistlere de cazip geliyordu. Daha önemlisi, Paul de Kock,’u okuyarak olayları iyi betimlenmi fiziksel ortamda geçtikleri haliyle anlatmanın ne kadar önemli oldu ğunu fark etmeye ba lamı Türk yazarlarının hayal gücünü yönlendiren, bu iki romancının anlatım üsluplarıydı. Le Sage’de ısrar etmek de benzer do ğrultuda bir romancı disiplini arayı ının göstergesiydi. Đlkin Đspanyolcadan uyarlanan Topal eytan’ın Türkçe’de çıkı ından on üç yıl sonra, Moliere’in tercümeanı Ahmet Vefik Pa a, Gil Blas de Santillane’ın Maceraları na dönmü tü. On sekizinci yüzyıl ba larına ait olan ve Đngilizce’ye 1749’da Tobias Smollett tarafından çevrilen bu roman, Đspanyol pikareskiyle gerçekçilik arasındaki uçuruma kurulan bir köprüydü. Bir anlamıyla, Balzac’ın, karakterlerin ki ili ğini, onların görünü lerini betimleyerek yansıtma tekni ğinin habercisiydi. Bu ilk tercümeler gerçekçilik arayı ını yo ğunla tırıp buna belli bir yön kazandırmı ve Alphonse Daudet’nin, Goncour karde lerin ve nihayet Émile Zola’nın yolunu açmı tı (Ahmet Ö. Evin, Türk Romanlarının Kökenleri ve Geli imi , s. 53-54.). 408 Sanatkâr Namusu, “Birkaç Söz”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 3875, 17 Haziran 1891.

263

Ahmet Mithat Efendinin millî-ahlakî endi eler etrafında geli en romantik roman merkezli anlayı ı adeta onun roman anlayı ının temelidir. Tercih edilecek roman türünü de Ahmet Mithat bu anlayı a göre belirlemektedir. Yalnız XIX. asır Türk edebiyatının roman tercihine ili kin yegâne yakla ımı bu de ğildir. Be ir Fuat, Nabizade Nazım ve özellikle Halit Ziya’nın realist romana ili kin kanaatlerinden ve romantik roman anlayı ına yönelttikleri ele tirilerinden ötürü 1890’dan sonraki basın ortamında farklı bir yakla ım göze çarpar. Bu yakla ım da Ahmet Mithat’ın genel okuyucu kitlesinden ziyade elit bir kesimin okuma zevkine de ğer veren ve realist roman anlayı ını esas alan bir özelli ğe sahiptir.

3.2. Realist Roman Merkezli Yakla ım Bu yakla ımın sesi gazetelerden ziyade dergilerde yükselir. 1891’de Servet-i Fünun dergisinde yayımlanan, Emile Zola’nın tanıtıldı ğı imzasız bir yazıda romantik roman merkezli roman tercihine kar ıt sayılabilecek bir yazı dikkati çeker. Ahmet Mithat Efendi’nin onca ele tirisine ra ğmen yazıda Zola’nın eserlerinden her yönüyle istifade edilebilece ği söylenir. Bu istifade de ilgili eserlerdeki “seyyiat-ı ictimaiyeyi görmek ve ondan netaic-i ahlakiye istinbat eylemek suretiyle” olacaktır ki körü körüne okunursa sundukları ehevanî tablolar ve çirkin olaylar gerekli tesiri mahveder 409 . Dikkat edilirse bu yazı Zola’yı tercihte ihtiyatı elden bırakmamaktadır. Altı gün sonra aynı dergide yine imzasız yayımlanan ama aynı ki iye ait bir yazıda roman türleri Hakikiyun, Fikrîyûn ve Masalcılara ait olmak üzere üç sınıfta incelenir ki bu tasnif Halit Ziya’nın roman türlerini taksimine denk dü er. Gerçi bunlardan ba ka Jules Verne’in vücuda getirdi ği fennî romanlara da yer verilir ve ihtiva etti ği bilimsel fikirlerden ötürü de ğer atfedilir ancak yazı üç sınıfı tahlil etmekten yanadır. Üç roman türü tanıtılırken Halit Ziya’nın Hizmet yazılarındaki tercihinde oldu ğu gibi Masalcılar dı arıda bırakılır ve “romanlardan hakikaten istifade etmek hakiki roman yazmakla olur” denilerek realist romanın de ğeri vurgulanır. Ancak bu yazıda yine ihtiyat elden bırakılmaz ve devamla “Ama Avrupalıların serair-i mai et ve tarz-ı hayatlarını bize gösterir hakikî romanların Türk erbab-ı mütalaası beyninde hiç meziyeti

409 Đmzasız, “Emile Zola” Servet-i Fünun , nr. 6, 18 Nisan 1307 (30 Nisan 1891), c.1, s. 69.

264 olamaz” denilerek realist romanlardan istifade, realist ve yerli romanların telifi zamanına bırakılır. Yine de okuyuculara bundan da bir örnek göstermenin gereklili ğine de ğinilir. Yazının sahibi bir zamanlar masalcı türünden yaptı ğı çevirilere hayıflanarak fikriyûn -ki romantik anlayı ı yansıtır- ve fennî romancıların eserlerini tercüme etme yönünde bir tercihte bulunur. Ancak yazısının sonunda Balzac, Alphonse Daudet ve Goncourt Karde ler gibi realistlerin önemine de ğinmeyi ve Zola’nın “be eriyetin en müstekreh manzaralarını oldu ğu gibi tasvirden hali” kalmayı ını hatırlatmasına ra ğmen ondaki “ihtimam, tetkik ve tetebbu ve tamik”in de ğerine vurgu yapmayı ihmal etmez 410 . Servet-i Fünun ’daki bu yazılar her ne kadar ilk ba ta Ahmet Mithat Efendi’nin romantik roman merkezli anlayı ının kar ısında gibi gözükmese de aslında inceden inceye Zola’daki ihtimam, ara tırma, derinli ğine inceleyip tanıma gibi edebî bir metindeki tasvirler için realistlerin gerekli gördükleri teknikleri de ihmal etmemeye çalı ır. Bu bakımdan Ahmet Mithat’ın roman anlayı ını dikkate aldıkları söylenemez. 1894’te Mektep dergisinde yayımlanan bir yazısında Mehmet Münci, Batı edebiyatlarında romanın gördü ğü ra ğbeti anlatırken, romanın psikoloji ve fizyoloji gibi iki bilimin izdivacından gelen faydalı bilgiler ı ığında süslenen ciddi duyguları ifade etti ğine, böylece edebiyata ilgi duyan okuyucuların zevk hislerini düzenli bir ekilde arttırdı ğına de ğinir. Romanda psikoloji ve fizyolojiden gelen bilgilerin önemli bir yer tuttu ğu Be ir Fuat, Halit Ziya ve Nabizade Nazım tarafından daha önce de vurgulanmı tır. Mehmet Münci okuyucular için realist romanları tercüme etmekten yana bir tavır sergiler ve “ ‘hakikiyun’ mektebinin yetitirdi ği muharrirlerin asar-ı makbule ve ciddiyelerinden de hiçbir ey tercüme olunmadı ğından” okuyuculara “ ‘tabiî (natüralist)’ romanların en güzidelerinden tercüme ederek takdim” edece ğini belirtir 411 . Hazine-i Fünun dergisinde Mehmet Re’fet, Emile Zola ve Alphonse Daudet gibi “tavsifat-ı edebîye” ile u ğra mayan fakat “ahval-i ruhiye ve ihtisasat-ı kalbiye-i be eriyeyi tetkik ve tayin” eden realist romancıların roman anlayı ını tanıtır. Đnsan kalbinin ihtisaslarını, ruhun hallerini ara tırıp tayin etme hususu, realist romanları ön

410 Đmzasız, “Alphonse Daudet ve Goncourt” Servet-i Fünun , nr. 7, 24 Nisan 1307 (6 Mayıs1891), c.1, s. 77-80. 411 Mehmet Münci, “Edebiyat-ı Garbiye: Octave Feuillet”, Mekteb , nr. 1, 30 Kânunuevvel 1309 (11 Ocak 1894), s.44-45.

265 plana çıkarır. Mehmet Re’fet bir metindeki betimlemelere dikkat çekerken, adeta dönemin realist tasvirlerinde aranan ölçüyü özetler: Biz tavsiflerde yalnız, tezyinat-ı lafziye, sanayi-i edebiye aramıyoruz; “edib”i elindeki ne ter-i tetkiki hakikat-cûyâne sallayan bir müdekkik gibi görmek, ahval-i dâhiliye-i be eriyeyi anlamak için ahval-i âlem-i hariciyi de bilmek, tabiat-ı muhitayı tabiat-ı hakikiyesiyle mü ahade etmek istiyoruz 412 . Mehmet Re’fet özellikle romanlardaki betimlemelerde bulunması gereken gerçekçi tasvirlere dikkat çeker. Yazısının sonunda e ğlendirmek ve vakit geçirtmek anlayı ındaki romantik roman merkezli romanları ele tirirken de tercihini realist romandan yana ortaya koyar: Hakikiyun hikâye-nüvisanın eserleri terbiye-i dima ğiye hakkında serdetti ğimiz mütalaat-ı metine-i fenniye ve hikemiye üzerine ibna etti ğimiz için makbuldür. Bu gibi eserleri tetkik-i hissiyat-ı kalbiye-i be eriyeden lezzet almayanları eğlendirmek, mahza vakit geçirme ğe medar olmak üzere yazılmaz. Kâri’ onlarda kendi gibi insanları görür; kavaid-i fenniyenin tatbikat-ı hikemiyesiyle i tigal eder. Bu eserler insana insanları ö ğretir 413 . 1895’e gelindi ğinde Türk basınında romantik ve realist roman tercihlerine ili kin kanaatler ortaya konmaktadır ama artık realist roman tercihi bariz bir ekilde öne geçmi bulunmaktadır. Maarif dergisinde yayımlanan bir yazısında Đbn Fikri Lutfî kendi tercihini ortaya koyarken unları söyler: Bir yerde romanlardan bahs olunuyordu. Herkes muhtelif roman mesleklerinden hangisini tercih etti ğini ve u tercihine sebep ne oldu ğunu söyledi. Ben “Natüralizm” mesle ğini ve hususiyle bugün onun en güzide mahsulatından olan “Zola ”nın romanlarını olanca kuvvetimle müdafaa ettim 414 . Đbn Fikrî Lutfi natüralist romanları tercih ederken, “idealist (romantik)” romanları müdafaa edenlerin daha çok iir ve edebiyata intisabıyla bilinenler oldu ğunu söyler. Ardından iirin hissiyatı yüceltmekle birlikte bu ifratından ötürü görünen gerçekçi âlem içinde hayalî bir âlem vücuda getirdiğinden bahseder. Bu yüzden bunların

412 Mehmet Refet, “Tavsif”, Hazine-i Fünun , nr.44, 29 Nisan 1310, (11 Mayıs 1894), s. 354. 413 A.g.m ., s. 356. 414 Đbn Fikri Lutfi, “Tabiî Romanlar”, Maarif , nr. 2, 7 Kânunuevvel 1311 (19 Aralık 1895), s. 24.

266 romantik romanlara daha ziyade ehemmiyet vermelerine amamak gerekti ğini ifade eder. Đbn Fikri Lutfi romantik romanı tercih edenleri bu ekilde hayal âlemlerinde uçururken realistleri u ekilde öne çıkarır: (…) daima “yerde ya amaya alı mı ” vücutlarının ve daha do ğrusu fikirlerinin sıkleti kolayca tayerana müsait bulunmamı olanlar nezdinde rüçhanın daha ziyade “Natüralizm” mesle ğine verilece ğinde üphe yoktur 415 . Alıntı metninde tırnak içindeki ifade ayrıca dikkat çekicidir. 1895’te söylenen bu ifadenin benzerini daha önce Halit Ziya Hizmet ’teki seri yazılarında dile getirmi tir. Bu bakımdan realist romanları tercih konusunda Halit Ziya’nın etkisi üphesizdir. Đbn Fikri Lutfi’nin yazısı romantik ve realist roman tercihi meselesinde u bakımdan da dikkate de ğerdir. öyle ki Lutfî, yazısında natüralist romanların ahlak bilimine hizmetinin önemine de vurgu yapar. Ona göre “natüralizm usulünde yazılmı romanlar” hayatı gerçekli ğiyle tasvir etti ği için ahlaka da hizmet eder. Bu hizmeti de u ekilde olmaktadır: Đnsanda felaketin sebepleri hariçten ziyade dâhilde olmaktadır. Felaketlerin imhasını bu yüzden hariçte de ğil dâhilde yani duygularda aramak gerektir. Romantik romanlar bizi hakikatten daima uzakla tırmakta fikrimizi, hayaller ve latif hislerle dopdolu bir hale getirmektedir. Böylesi tatlı hislerle büyüyen bir adam “hayatın bitmek tükenmek bilmeyen mihnetine kar ı geldi ği vakit” büyük bir sarsıntı kar ısında sersemle ir. Hâlbuki natüralist romanlar “ahval ve hakayık-ı âlemi -hiçbir eyini saklamaksızın- tasvir ettiklerinden bunlarla kesret-i i tigal bizde ve hele -birkaç batın devam eder ise- ahlakımızda bilcümle istidat-ı hâliyeyi mahveder. Ve bu suretle kedersiz ya amak” mümkün olur 416 . Đbn fikri Lutfi’nin bu ahlakî yakla ımının Ahmet Mithat Efendi’nin ahlakî endi elerden ötürü natüralist roman anlayı ına yöneltti ği ele tirilerden farkı açıktır. 1890-1895 yılları arasında basında roman tercihine ili kin dile getirilen bu kanaatlerde görüldü ğü gibi baskın olarak öne çıkarılan realist roman ve romancılık anlayı ıdır.

415 A.g.m ., s. 24. 416 A.g.m . s. 25.

267

4. Romancılı ğın Gelece ği ve Realist Romancılı ğın Zaferi 4.1. Romancılı ğın Gelece ği 1895’te Đkdam ’ın Paris muhabiri Ali Kemal Sorbonne Üniversitesi’nde takip etti ği realizme dair dersleri, kendisine ayrılan gazete kö esinde, Türk okuyucusuyla payla maya ba lar. Bu yazılarda, Be ir Fuat’tan bugüne kadar Türk basınında akımlara ili kin aktarılanlardan daha nitelikli bilgiler ve daha dikkate de ğer bakı açıları görürüz. Ahmet Mithat Efendi, bu yazılarından ötürü Ali Kemal’i “Hezaran aferin”lerle kar ılar. Derslerde Ahmet Mithat Efendi’nin özellikle dikkatini çeken hususlar arasında unları görüyoruz: Hugo’nun her gördü ğü eyi içine kaydetti ği bir defteri vardır ve Hugo’nun dikkate de ğer gördü ğü iirleri esasen bu defterde kayıtlı olan “yani hakikiyattan ibaret bulundukları için o kadar güzel” olan iirlerdir. Nihayet bahsin edebiyatımıza intikal ettirilerek üsluba ili kin dikkatimizin gittikçe arttı ğına i aret edilmektedir. Ali Kemal aktardı ğı bu bilgilerle romantiklerin hayatın gerçeklerine bigâne kalmadıklarını göstermi ve bunu da eserlerinin diline yansıttıklarını ifade etmi olur. Böylece Ahmet Mithat Efendi de 1895’e kadar realistlerin romantiklere yönelttikleri hayal âlemlerinde gezdiklerine ili kin ele tirinin kar ısında sa ğlam bir dayanak noktası bulmu olur. Dolaysıyla romancılı ğın gelece ğine dair Ahmet Mithat Efendi eski anlayı ını de ğitirmeyecek, yine okur merkezli, zevk ve faydayı öne çıkaran, millî-ahlakî endi eler etrafında ekillenen romancılı ğına devam edecek, Zola’nın romancılık anlayı ını ele tirmeyi sürdürecektir 417 . Her ay yayımladı ğı “icmal-i sal-i edebî”lerle edebiyatımızın o günkü geli meleri hakkında toplu bilgiler veren Maarif dergisi Zola’nın edebî anlayı ı olan natüralizmin “devre-i imtidad”ını tamamladı ğını haber verir, lakin Zola’nın natüralizme verdi ği özel anlam dikkate alınırsa bunun do ğru, daha geni bir anlam verilecekse yanlı oldu ğuna hükmeder. Emile Faquet’den yapılan aktarmalarla natüralizmin dolayısıyla natüralist roman anlayı ının ba ka manzaralar göstererek devam etti ğine ili kin bilgiler aktarır 418 . Aynı gün bu sefer Mektep dergisinde “Hâki” imzalı bir yazıda romancılı ğın istikbaline ili kin de ğerlendirmelere yer verilir. Hâki yazısının hemen baında, Fransız edebiyatında “dü ünmek ve âsâr vücuda getirmek” hususunda “bir devre-i tahavvülün

417 “Teceddüdat-ı Edebiye”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 5261-57, 23 Kânunuevvel 1895. 418 “Đcmal-i Sal-i Edebi” , Maarif , nr. 11, 8 ubat 1311 (20 ubat 1896), s. 164-165.

268 hulul etti ğini” ifade eder. Bu gibi bahislerde bizim “hal-i iptidai”de oldu ğumuzu hatırlatarak bu yolda takip edece ğimiz yolu aydınlatmaya çalı ır. Buna göre Fransa’da yeni yeti en gençler “ne felsefede, ne ahlakta, ne sanatta artık eski fikirleri terviç” etmemekte eski bir menbadan susuzluklarını yatı tırmaya çalı maktadırlar. Bu menba da “hissiyat-ı dindarane”dir. Gençler materyalizm, pozitivizm mesleklerinden saparak adeta bir “meslek-i tasavvufi”ye yakla maktadır. Hâki’ye göre önceleri Fransa’da dinsizlik moda olduğu halde imdi de Rusya’nın me hur edebiyatçılarından Tolstoy’un edebî anlayı ına uygun hareket etme modası vardır. Bahsetti ği gençler edebiyat anlayı ında artık “ iir ile hakikat ve halavet” aramaktadır. Hâki, Fransız Akademisi üyelerinden ele tirmen ve dramatist Jüles Lemaitre’in bunların “dinsiz mutekid” mesle ğine tabi olduklarını aktararak “pederlerinin tahkir ve istihza etmekten ho landıkları eyi” yücelttiklerini dile getirir ve yeni yeti en nesilde Voltaire mesle ğinin mahvolmak üzere oldu ğunu belirtir. Yazısının sonunda Hâki, ne kadar ilgi çekici olursa olsun realizmden uzakla an bu gençlerin üphesiz, bu bo hayallerden bıkarak do ğru yola geri döneceklerini ifade eder 419 . Dolayısıyla Mektep ’teki bu yazısıyla Türk okuyucusuna yine realist roman anlayı ını tavsiye eder 420 . Gençlerin bu sarho lu ğu Hâki’ye bunları söyletir ama bahsini etti ği tasavvufa yakın dindarane tavra yöneli Hâki’yi etkilemi olacaktır ki bir ay sonraki yazısını 421 Rus romanlarındaki realist anlayı a ayırır. Türk edebiyatında Batı edebiyatlarının ve

419 [Haki], “Romancılı ğın Đstikbali”, Mekteb , nr. 21, 8 ubat 1311 (20 ubat 1896), s. 325-327 (Yazının kime ait oldu ğu belirtilmemekle birlikte, Mekteb ’in 27 numaralı nüshasındaki “Haki” imzalı “Romancılı ğın istikbâline dair yazdı ğımız bir makalede” ifadesinden ve bu yazı içindeki “21. Nüshaya müracaat” ifadelerden anla ıldı ğı üzere bu yazı Haki’ye aittir). 420 Bu arada Halit Safa bizde ele tirinin tam anlamıyla anla ılmamasından ötürü romantik ve realist romancıların me hurlarının en seçkin örneklerini ve bunlara dair değerli edebiyatçıların ele tirilerini tercüme edece ği bilgisini Mektep dergisi okurlarıyla payla ır. “Bizde tenkidin mana-yı amili henüz layıkıyla anla ılamamı tır. Bunun için garbın en me hur münekkitlerinin tenkidatını tercüme ederek enzar-ı ammeye vaz’, tenkit hakkında bir fikir peyda ettirebilir mülahazasına dü erek, Avrupa’nın gerek meslek-i hayaliyun ve gerek meslek-i hakikiyununa zinet vermi ve vermekte bulunmu olan me ahir-i hikaye-nüvisanı eserlerinin en müntehablarından olanlarını tercüme ile hem bizce meçhul olup, öhret-i edebiyeleri kendilerine tarih-i edebiyatta büyük bir nam temin etmi olan muharrirleri tanıtmak, hem di ğer taraftan mümkün olursa bu eserler hakkında me ahir-i münekkidinin yazdıkları tenkitleri derç etmek arzu edilmi ve u arzu Mekteb ceridesi heyet-i tahririyesinin aksa-yı emeli olmutur” (Halit Safa, “Tenkit”, Mekteb , c.4., nr. 23, 22 ubat 1311 (5 Mart 1896), s. 355). 421 Haki, “Rus Romanlarında Realizm Mesle ği”, Mekteb, nr. 26, 14 Mart 1312 (26 Mart 1896), c. 4, s. 407-408.

269

özellikle Fransız edebiyatının dı ında, Rus romancılı ğının de ğerine ili kin olan bu yazı ayrıca dikkat çekicidir. Hâki yazısında Fransızların ba ta Rus romancılarına ihtiyatlı yakla tıklarına dikkati çeker. “Mekteb-i tabiî” dedi ği natüralist anlayı ın, 1840’ta Rus edebiyatındaki benzer roman anlayı ıyla benzerli ğine de ğinir. Balzac’ın o zamanlar Fransa’da daha öhret bulmadı ğını hatırlatarak bu Rus mektebinin Fransa’ya çok az ey borçlu oldu ğunu kaydeder. Demek ki “Rus meslek-i tabiiyyunu muahharen Flaubert’in katiyen tesis ve tayin etti ği meslek-i edebiden” öncedir. Hâki’nin u ekilde edebiyatımıza tanıttı ğı Rus realizmi de Zola’nın natüralist anlayı ına pek benzememektedir: Rus romanlarında daima hiss-i efkat görünür. Bu hiss-i efkatten maada ikinci derecede mer’i olan cihet, nukat-ı ruzmerre-i hayatiyenin takdir ve iraesidir. Tetkikat-ı hakikat-perestaneyi derece-i gayeye isal ederler. Kemal-i sıhhatle tavsif ettikleri e ya-yı malumeden maada, mevcudiyetinden üphelendikleri eya-yı gayr-ı ma’lumeye de ziyadesiyle atf-ı ehemmiyet eylerler. Bu muharrirlerin, sairlerine tercihen dola tıkları avalim, sevahile mü abihtir. Orada da ğlar, a ğaçlar, çiçeklerle nazarfirifte olmak mümkün oldu ğu gibi nukat-ı nazarın kâffesine bahrin ufk-ı mütemevvici de hakimdir ki bu hal-i letafet manzaraya dünyanın gayr-ı mahdudiyeti, na-mütenahili ği, her an mevcudiyeti hissini ilave ile itmam-ı halavet eder. (…) Rus romanları hemen kâffeten kibar zevat tarafından yazılageldi ğinden daima kibarâne ve edibâne ahval ve âdâta tesadüf olunup müstehcen tasvirat görülmez 422 . Buraya kadar de ğindi ğimiz iki yazısıyla Hâki farklı bir realist anlayı ı, Rus realizmini Türk okuruna tanıtmı olur. Hâki’nin yazısından bir gün sonra Malumat ’ta yayımlanan bir yazısında Mehmet Re’fet de roman tercihine ili kin kanaatlerini dile getirir. Mehmet Re’fet romanı “hikâye” kelimesiyle kar ılar. Ona göre, “Aksam-ı edebiyyeden “hikâye” için hemen tercümeye ko tu ğumuz sırada” esas kaynak olarak Fransa edebiyatını kabul etti ğimizden Alexandre Dumas, Alexandre Dumas Fils, Xavier du Montepan, Eugene Sue, Paul de Cook gibi Fransız edebiyatçılarından eserler toplamaya ba ladık. O derece

422 A.g.m ., s. 408.

270 ki u yazarların birçok eseri tercüme edilmi oldu. Devamla tercümeye biraz daha incelik vermek istedik ve Octave Feuillet, Francois Coppee’nin eserlerini de ele aldık. Fakat realizm ve realist romancılar (Tabiiyyun ve hakikiyun hikaye-nüvisan), Fransa’da layıkıyla edebi mevcudiyetlerini ispat ettikleri, romanın deneysel tıp (tıbb-ı tecrübi) demek oldu ğunu gösterdi ği vakit biz henüz bunlardan habersizdik. Mehmet Re’fet, “Bugün u mesle ğe suret-i vukufumuzu dü ünüyoruz da ancak üç isim hatırlayabiliyoruz” der. Zikretti ği üç isim “merhum ‘Be ir Fuat’ ve ‘Nabi- zade Nazım’ ile bugün bazıları tarafından ive-i ifadesi ileride ive-i umumi-i beyan hükmünü alaca ğı söylenen ve bazılarınca nekayısı meziyyatına galip görülen ‘U akizade Halit Ziya’” dır. Çalı mamızın bu bölümünde gerçekçilikte sapmalarda de ğindi ğimiz sırada Be ir Fuat, Halit Ziya ve Nabizade Nazım çizgisinden bahsetmi tik. Anla ılan Mehmet Re’fet bu sapmayla geli en realist çizginin farkındadır. Mehmet Re’fet romantik yazarları ve eserleri dı lamaz ama onları dinleyip okudu ğumuzda “bir tanin-i latif-i elfaz ile kulaklarımız doluyor, ho lanıyor idik. Fakat eser bitti ği son sahifeyi kapayıp öyle bir durdu ğumuz vakit kulaklarımızda ihtizazat-ı lafziyeden, havadan ba ka bir ey bulundu ğunu duymuyor idik. Đhtimal ho lanıyorduk; fakat bir ey ö ğrenmi olmuyorduk” diyerek u ekilde realist roman ve romancılı ğın önemine vurgu yapar: “ Đ te, bizi u acılıklardan, fikri u ıttırad-ı mai etten kurtaracak bir ey varsa o da hakikiyun mesle ğidir”423 . Mehmet Re’fet’in bu yazısını müteakip Hâki, yukarıda bahsi geçen son yazısından iki hafta sonra, bu sefer romana ili kin kanaatlerini dile getirdi ği uzun bir yazı kaleme alır. Di ğerlerininki gibi bu yazı da Mektep ’te yayımlanır 424 . Hâki, yazısının ba lı ğından hareketle roman namı verilen kitapların eski zamanlardan (ezmine-i atika) beri gördü ğü de ğiiklikler ve geli melerden özellikle son zamanlarda (ezmine-i ahire) “duçar oldu ğu tadilat ve ıslahattan uzun uzadıya bahsederek”okurlarına tam bir fikir vermek istedi ğini söylemektedir. Fakat haftalık bir derginin böyle “roman tarihçesi” ne rine tahammülü olmadı ğını ifade ederek okurlarına daha fazla bilgi için Halit Ziya’nın Hikaye ’si ile Ahmet Mithat Efendi’nin Ahbar-ı Asar’a Tamim-i Enzar’ ına

423 Mehmet Re’fet, “Muhakemat-ı Edebiye 2”, Malumat , c. 4, nr. 76, 20 Mart 1312 (1 Nisan 1896), s. 559-560. 424 Haki, “Roman Nedir?”, Mekteb , nr. 27, 21 Mart 1312 (2 Nisan 1896), c. 4, s. 417-423.

271 müracaat etmelerini tavsiye eder. Yalnız Ahbar-ı Asar’a Tamim-i Enzar’ da zamanımız roman ve romancılı ğına dair bilgiler çok az, bazı ifadeleri ça ğda edebiyatçılarca ehemmiyetten uzak ve “hakikat-i hale mugayir bir ifade ile ta ğlit-i ezhan” oldu ğundan edebiyatımızın gelece ği adına pek büyük romancılardan saydı ğı Halit Ziya Bey’in Hikâye ’sini “tercih ve bilhassa tavsiye” eder 425 . Hâki, bu yazısında ayrıca “tetkik ve mü ahede” unsurları üzerine bina edilen realizmin esasından bahis ile, realizmin ba langıcından beri ortaya çıkan Balzac, Stendhal, Flaubert, Concourt Karde ler, Alphonse Daudet, Emile Zola gibi büyüklerin meslek ve eserlerini tetkik ederekdaha sonra okuyucularına arz edece ği haberini verir. Yukarıda 1894’te Mehmet Münci imzasıyla yayımlanan bir yazıda Mektep dergisinde bu vaadin verildi ğini görmü tük. Đleride Hâki’ye ait ve Mektep ’te yayımlanan ba ka yazılara de ğineceğiz. 1896 ve sonrasında romanın gelece ğine ili kin Mektep dergisinin realist romanı tavsiye etti ği görülmektedir. Fakat aynı derginin içinden romantik anlayı ı dikkate alan nitelikli yazıların da filizlendi ği görülür. Bu konuda Mektep dergisinin yalnız oldu ğunu söyleyemeyiz. Basın ortamında ba ka yayınlar da bu anlayı a katılacaktır. Fakat görülen odur ki 1896’nın ba ında realist romancılı ğı savunan yazarlar sayesinde realist roman anlayı ı basında a ğırlıklı bir konum kazanırken ilgili anlayı ı basına aktaran yazarlarımız realist roman yöntemlerine daha çok dikkatleri çekmi lerdir.

4.2. Realist Roman Yöntemlerine Dair Dikkatlerin Artması Okurlarına Halit Ziya’yı tavsiye ile Ahmet Mithat Efendi’yi ele tiren Haki, romanın ne oldu ğunu tarif ederken o dönemde Goncourtlar’ın, Daudetler’in, Zola lar’ın kitaplarıyla Xavier de Montépin, Emile Rechabour’un kitaplarının hep “ ‘roman’ tabir-i atik-i umumisi altında” yad edildi ğini söyler. Hâlbuki ona göre bunlar arasındaki farkı

425 Haki’nin bahsetti ği Ahmet Mithat Efendi’ye ait ifadeler unlardır. “ Đsmi roman mıdır? Mutlaka hayali olacak! Artık bunu tekrar “hayali” diye tavsif lazım gelir mi? Đsmi “ eker” midir? Mutlaka tatlı olacak! Onu tekrar tatlı diye tavsife ihtiyaç kalır mı? Hakikiye gelince i daha ziyade garabet peyda eder. Zira hakiki midir? O halde roman olmayıp tarih olması lazım gelecek. Hatta Emil Zola romanlarındaki hakikili ği bir kat daha arttırmak için bir aralık bunların bazılarına tarih-i tabii ve içtimai namını vermi idi. Lakin roman mıdır? Hakiki olamaz. Hakiki de ğil midir? Ne tabii, ne içtimai, ne siyasi tarih addolunamaz” bkz. Ahmet Mithat Efendi, Ahbar-ı Asar’a Tamim-i Enzar (1307-1890), Haz. Nüket Esen, Đleti im yay., Đstanbul, 2003, s. 72-73.

272 tayin için “da ğlar kadar” te bihi bile pek az gelir. Gerçi “iktidar cihetinden olan tefavüt nazar-ı dikkate alınmakla beraber” yine okuyucuların hayal gücünü eğlendirmek ile Madame Bovary ve Jermini la Sertu ’nun yazarları gibi “kalb-i ruh-ı be eri te rih ve tetkik etmek yolunda yazı yazan”büyük yazarların roman sözcü ğüne verdikleri anlam farklı farklıdır 426 . Aslında Haki, burada romantik ve realist roman arsındaki farkı ortaya koymak istemi tir. Ama özellikle Ahmet Mithat Efendi’nin romanın i levine yönelik anlayı ını ele tirmi tir. Nitekim yazısının devamında zamanımız Batı edebiyatlarının kuvvetli esaslarından olan (rükn-i rekin) Goncourtlar ve benzeri üstatların “mücahedat-ı hakikat- perestanelerinden” ayrılmakla bazı üstatların, romanların hayalî hakikî gibi taksimlerine “çendan ehemmiyet vermemelerini” dikkate almayı, pek de muvafık bulmaz. Ahmet Mithat Efendi’nin Ahbar-ı Asara Tamim-i Enzar ’daki ifadelerini hatırlarsak tırnak içindeki “üstad” ifadesinin muhatabıoldu ğunu görürüz. Bu bakımdan Hâki, romanı tarif edecektir ve tarifi de realist roman teknikleri bakımından bir tarif olacaktır.

4.2.1. Tetkik, Mü ahede ve Tecrübe (Ara tırma, Gözlem ve Deney) Haki öncelikle Goncourt Karde lerin “roman, nasılsa sahne-i vücuda çıkmamı bir kısm-ı tarihtir” 427 ifadesi izah olunursa onların roman hakkındaki özel fikirlerinin ortaya çıkaca ğını ifade eder. Bunu da u ekilde detaylandırır: Hepimizin hayatı hakkında ufak ufak birçok ara tırmanın neticelerini toplamalı, bunların etrafına “bir heva-yı nesimi, bir ziya-yı hakiki vaz’etmeli” ardından bu ara tırmaların sonuçlarını “saha-i zib ü cud olabilecek” bir entrika ile birbirine ba ğlamalı ve buna da tamamen mükemmel bir hakikat göstermesi bakımından müracaat etmelidir. Hâki’ye göre böyle hareket edilirse, kitabın içeri ğindeki “malumat-ı hakikiye” de“ne kadar çok olur ise, kıymeti de o kadar çok” olaca ğından George Sand’in, insanlı ğın teselli veren bir rüyasını hikâye etmek iddiasında bulunan Volter Scott’ın, Victor Hugo’nun romanları pek uzakta kalacaktır. Pek uzakta kalan romanların

426 Roman ve romancılık tartı masında Ahmet Mithat Efendi’nin roman türündeki anlatılarını roman saymayan Nabizade Nazım ile Xavier de Montépin, Emile Rechabour’un anlatılarını roman addetmeyen Hakî’nin bu görü leri arasında aslında bir fark yoktur. Realist romancılı ğı savunanlar için roman demek sadece realist yöntemler ı ığında “kalb-i ruh-ı be eri te rih ve tetkik etmek yolunda” yazılan anlatı demektir. Bu görü romantik romanları roman olarak kabul etmez. 427 Le roman, c’est de l’histoire qui aurait pu étre.

273 romantik romanlar oldu ğu açıktır. Đ te bu hareket tarzına göre romancıya lazım olan ey “ ‘tip’ meydana getirecek bir iktidar olmayıp mü ahedat-ı zatiye, tahlilat-ı mu ikafane, “küçük eylerin te kil etti ği heyet-i mecmua arasında infaz-ı nazar-ı hakikate muvaffak olabilmektir”. Romanda “ ‘tip’ meydana getirecek bir iktidar” arayı ı realist romancının hassasiyetlerindendir. Hâki bu yazısında okuyucuların dikkatini özellikle realistlerin tetkik ve mü ahede (ara tırma ve gözlem)lerine çeker: “Ressamlar, ciddi ve sahih bir resim yapmalarını akirtlerine tavsiye ettikleri zaman, “Gördü ğünüz eyi, nasıl görüyorsanız öyle istinsah ediniz” derler. Đ te hakikiyun mektebince nokta-i azimet, u cümledir. Muharrir Paris’te ise, sokakların, ma ğazaların, salonların hali gözünün önündedir. Menafi-i mütezaddenin, araz-ı nefsaniyenin mücadele-i dâimesini görüyor; vaktinin ahlak ve âdâtıyla mütehallik bir çok kadın ve erkek de daima nazar-ı tetkiki önünden geçiyor. Bu adamları ve etraflarındaki muhitatı kemal-i sıhhat ve dikkat ile ber- vech-i hakikat kâ ğıt üzerine kelimeler vasıtasıyla nakledince i te payidar olabilecek bir eser vücuda getirmi olur. Muharrir, sahrada bulunursa hal yine böyledir 428 . “Đstinsah” bir sayfayı ço ğaltmak, birebir kopya etmektir. Romancı da görülen eyi aynen kopya edecektir. Yalnız Haki “görülen eyi istinsah etmek” meselesinin o kadar sade bir ey olmadı ğını söyler. Durum bir takım karı ıklıklara sebep olabilir. Bu yüzden meselenin iki yönüne dikkatle bakmak gerektiğini hatırlatır. Birincisi: “Her hakikat, sıkı ve müteharrik bir ey gibi mülahazaya çarpaca ğından bunu heyet-i mecmuasıyla tefrik etmek” mümkün de ğildir. Bununla birlikte“fenne isal için bundan, bir parça almak” iktiza edecektir. Demek ki alınacak parçanın seçimi, fikrin tabiatıyla ortaya çıkacaktır. Çünkü -meselenin ikinci noktası buradadır- görme vasıtası ve tahlil “artistten artiste”de ğiebilir. Hâki durumu örneklendirir. Buna göre, mesela birçok tasvir vardır ki ölçü olarak Paris ismine uygundur. Emile Zola’nın, Paris’in Karnı 429 isimli eserinde oldu ğu gibi Paris’i genel hatlarıyla görüp, geni mahallelerde, halkın umumi hareketleri “tasvir ve tersim” edilmi tir. Hâki, bu ekildeki tasvirlere riayet

428 Haki, “Roman Nedir?”, Mekteb , nr. 27, 21 Mart 1312 (2 Nisan 1896), c. 4, s. 419-420. 429 Rougon Macuart dizisinin 3. kitabı olan Le Ventre de Paris .

274 etmek ne kadar uygun bir hareket ise görünen bu co kunlukların arkasında görünmeyen baka sebeplerin bulundu ğunu, ahlak ve adetlerin altında fikirlerin yattı ğını görmek de hakikate o kadar muvafıktır der. Haki ayrıca “tetkik ve mü ahede”yi esas alarak yazı yazmanın ilk anda sanıldı ğından daha güç oldu ğuna de ğinir. Çünkü Fransızlarda Balzac ve Stendhal, Đngilizlerde George Eliot, Ruslarda Leon Tolstoy dahi “tetkik ve mü ahede” esası üzerine yazı yazmı lardır. Hâlbuki bu yazarların en nefis eserleri olan Eugenie Grandet, Kırmızı ve Siyah , Silas Marner, Anna Karenina romanları ile Goncourt karde lerin Charles Demailly , Maneette Salomon , romanları birbirleriyle mukayese olunacak olursa aralarındabüyük farklar görülür. Bunun sebebi de Balzac ile Stendhal ve George Eliot ile Tolstoy’un “mü ahedat ve tetkikatı”nın asıl mizaçlar üzerinde yo ğunla masına mukabil, Goncourt karde lerin tetkikatlarında adetler ve ahlakı önemle dikkate almalarındandır. Aynı prensiplerden hareket eden bu iki farklı anlayı ın ara tırma ve gözleme dayanan tasvirleri de do ğal olarak farklı bir ekilde ortaya çıkacaktır. Birincisi bir adamın di ğer adamlardan farklı olan yönünü tasvir ederken di ğeri ahlak ve adetleri dikkate alarak bir adamın bir sınıf halk ile olan benzer yönlerini gösterir. Bu bakımdan mizaçları tasvir etmek “kahraman olarak, etrafındakilerden ayrılıp seçilmi , meydana çıkmı ”ahısların tercih edilmesini gerekli kılarken, ahlak ve adetler“tasvir edilmek istenildi ği zaman, kahramanlar, vasat derecede bulunanlar” arasından seçilmelidir 430 . Haki realizm akımına ba ğlı bir yazarın kendini olay ki ilerinden soyutlaması ve onlara ki isel duygularını vermemesi gerekti ğini ifade eder ve bu bahsi Flaubert’i anlataca ğı zaman derinle tirece ğini söyler. Yukarıda Halit Ziya’nın Hizmet ’teki seri yazılarında da gördü ğümüz gibi romanda anlatıcının konumu söz konusu oldu ğu zaman istisnasız Türk edebiyatındaki bütün ara tırmacılar Gustave Flaubert’e de ğinirler. Yazısının devamında Hâki, tetkik ve mü ahede ve bu yöntemler ı ığında yapılmı tasvirlere ve bazen yanlı kullanıldı ğı için zararlı olabileceklerine de de ğinecektir. Ama

430 Realist romancılar arasındaki farklara Hâki’den önce Halit Ziya, Hizmet ’teki seri yazılarında de ğinmi tir. Ancak Hakî’nin asıl mizaçlar ile adetler ve ahlakı dikkate alarak realist romancılar arasındaki farkı tespiti daha nitelikli bir tespittir.

275 bunlar da esas anlattıklarımızdan sapmayacaktır 431 . Hâki ileride realist romancılar hakkında bilgi verirken kullandıkları realist yöntemlere de ğinece ğini söyler. Bu yazısından yakla ık bir hafta sonra Balzac’ı Türk okuyucusuna tanıtırken yine realistlerin mü ahede ve tecrübe (deney)lerine dikkati çeker: Mamafih, Balzac’ın müessirat-ı muhitanın insan üzerine olan tesir-i katiyesini iptida tasdik ve roman tarzına “mü ahede ve tecrübe” usullerini ibtida idhal etmesi kendisinin realist ve natüralist muharrirlerce pir addolunmasına kâfidir 432 . Hâki, Balzac’tan sonra Stendhal’i tanıtır. Stendhal’in do ğumu, asıl adı, katıldı ğı sava lar, ya adı ğı yerler vs. tarihî bilgileri bir dipnotla özetler. Böylece yazısında dikkatleri Stendhal’in realist özelliklerinde toplar. Yazıda, daha ilk cümleden itibaren Stendhal’in realistlerin en çok ilgi duydu ğu psikolojiye hayranlı ğına de ğinir. Sthendhal için ruh hallerinin tahlili çok önemlidir. Kendisine mesle ğini soran ta ralı bir adama Stendhal’in “kalb-i be erin mü ahidi” cevabını verdi ğini ifade eder. Hâki, Stendhal’in eserlerinin her tarafında böyle küçük eyler in görüldü ğünü ifade eder ki bu küçük eyleri toplayıp bir roman vücuda getirmek Stendhal’in “yegane arzusu”dur. Küçük eyleri toplamak için de realistlerin ba vurdukları yöntemler bellidir. Tedkik ve mü ahede. Haki, hemen sonra “tedkik ve mü ahede mektebinin esasları” diyerek realizmi kullandı ğı yöntemlerle özde le tirir. Çünkü buradaki mektep Realizmdir. Bu bakımdan Haki bundan sonra, Stendhal bahsinde “tedkik ve mü ahede” yöntemlerine dair bilgiler vermeye ba lar. Bilgiler yukarıda de ğindi ğimiz “Roman Nedir” yazısının daha detaylı bir anlatımıdır 433 .

Mehmet Re’fet de Haki gibi realist yöntemlere dikkatleri çeken bir yazı kaleme alır. Mehmet Re’fet öncelikle, realistlerin hakikate fevkalade riayet ederek çirkinlikleri de göstermesinin bizde fikir ve ahlak bakımından ele tiri konusu olması meselesine de ğinir. Ona göre realistler bu çirkinlikleri ve manzaraları en uygun ölçü olarak göstermemektedir. Dolayısıyla Mehmet Re’fet’in, Namık Kemal ve Ahmet Mithat

431 Bu yazıdan altı gün sonra yayımlanan bir yazısında Halit Safa, Haki’nin romana ili kin de ğerlendirmelerini “Pek güzel izah edilmi ”431 bulur (Halit Safa, “Roman”, Mekteb , 18 Nisan 1312 (30 Nisan 1896), s. 494). 432 Haki, “Balzac”, Mekteb , c.4, nr. 29, 4 Nisan 1312 (16 Nisan 1896), s. 457. 433 Haki, “Eazım-ı Mekteb-i Hakikiyun: Stendhal”, Mekteb , nr. 34, 9 Mayıs 1312 (21 Mayıs 1896), s. 530-535.

276

Efendinin romanın i levine yönelik realist anlayı larından farklı bir çizgide geli en Be ir Fuat, Halit Ziya, Nabizade Nazım çizgisinden ayrılmadı ğını söyleyebiliriz. Ona göre realistler, terbiyenin zaruri icaplarını göstermek için hakikati yansıtmaya dikkat ederler. Buna kar ılık romantik romancılar, kaleme tabi olurlar. Realist romancılar ise kalemlerini “tetkikat ve mü ahedat”a esir ederek fikrîn icadı, tabiatın ve tabiatların tasvir ve geli imlerini dikkate alarak daima hislerin tahlili ile u ğra maktadırlar.

Mehmet Re’fet romantik romancıların da hakikatle u ğra tıklarını söyler. Lakin onların meseleler kar ısında “kemal-i lakaydi-i tetkikat” ile durduklarını ifade eder. Romantikler sathi bir bakı ta kaldıkları içinde okuyucu “yalnız icadat-ı fikriye, hamle-i kalem kar ısında” bulunmakta ve yazar airane tabiatına ma ğlup kalarakhakikat zemini üzerinde uzun uzadıya yürüyememektedir. Ufak bir iir esintisiyle iir ve hayal uçuvermektedir. Gerçi kalem bu airin ve onun hayalinin elinde hakikate do ğru uzanır ama, airane icatlar kalemin bütün hakikat noktalarına temas etmesine müsait de ğildir. O suretteki kalemin uzandı ğı her hakikatte eksiklik görünmektedir. Bu yüzden romantiklerin eserleri önünde okuyucu“mü ahedatını, mer’iyyat-ı muhitiyesini unutmalıdır” 434 .

Mehmet Re’fet romantiklerin hakikat kar ısındaki lakaytlıklarını anlatıp sözü realistlere getirir. Söz konusu realist bir romancı olunca hakikat kar ısındaki durumu udur: “Fakat hakikî!.. Hakikî hikaye-nüvis “mü ahede”den, “hakikat”ten mü ahede-i hakikatten ba ka bir ey dü ünmez”. Mehmet Re’fet hakikati görme hususunda “mü ahede” yöntemini uzun uzun örneklendirir, realizmin “mü ahedat”, “tahlilat” esaslarına dayandı ğını söyler ve yazısının sonunda özellikle unlara dikkatleri çeker:

“Edebiyat-ı hakikiye”de muharrir makulünü u tarz-ı tetkikatta bulabilir; hame-i kalem ancak hakikate, tabiili ğe do ğru görünmelidir. Muharrirler mü ahede-i hakikat, tahlil-i hissiyat için u dikkat-i nazarı elde etme ğe çalı malıdır. Bu ise pek kolay de ğildir 435 .

434 Mehmet Re’fet, “Muhakemat-ı Edebiye 4, Malumat , c. 4, nr. 78, 3 Nisan 1312, (15 Nisan 1896), 598. 435 A.g.m . s. 599.

277

Mehmet Re’fet’in hakikate dikkat çekmesi yeni bir durum de ğildir. Ancak bu aamaya kadar romancıların ısrarla hakikate vurgu yapmalarını ve durumun Türk basınındaki savunucularını dikkate aldı ğımızda, edebiyatta “hakikat”in “hayal”in kar ısında bir de ğer haline getirildi ğini söyleyebiliriz.

4.3. “Hayal”in Kar ısında Bir De ğer Olarak “Hakikat” 1894’te yayımlanan “Roman Mütalaası” ba lıklı yazısında Mehmet Celal, “Hayal asrı geçti. Hakikat asrı ba ladı” ifadeleriyle bir yönüyle XIX. Asır yeni Türk edebiyatının temel yöneli inin gelip durdu ğu noktayı özetler gibidir. Türk edebiyatında romantizm-realizm algısı, hayaliyun-hakikiyun tartıması ve romantik gerçekçi bir iir diline do ğru gidi , yukarıda bahsetti ğimiz roman ve romancılık tartı masında dile getirilen kanaatlerde bunu görmek mümkündür. iir dilinde esas yöneli bu asırda hayalden hakikate do ğrudur. Benzer durum aynı dönemde roman için de söz konusudur. Bu yöneli sayesinde edebiyatımızda “hakikat” bir de ğer haline gelmi tir. Ancak bu de ğerin edebiyatta yeterince vurgulanmaması bazı yazarları hakikatin önemine yönelik de ğerlendirmelere sevk etmi tir.

1896’da yayımlanan Malumat dergisinin Elif M. imzalı icmal yazılarının birinde, edebiyat için onca çalı maya ra ğmen iirimizin, nesrimizin tabii mecrasının buldurulamadı ğına dikkat çekilir. Elif M. edebiyatımızdaki u duruma da ayrıca dikkatleri çeker:

Elsine-i ecnebiyeye az çok vukufu olup da âsâr-ı edebiyeyi tetebbu edenler, onlarla bizim aramızda külli fark mü ahede ediyorlar. Mesela Zola ’nın tenkidatını anlayarak gözden geçirenler, eserlerini okuyanlar oradan aldıkları fikr-i mahsus ile tetkikata giri tikleri gibi edebiyatımızın pek nakıs bulundu ğunu söylüyorlar 436 .

Elim M.’nin dile getirdi ği edebiyatımızdaki bu eksiklik nedir? Yazının devamında bahsi geçen bu eksikli ğin hayal-hakikat etrafında ekillendi ği görülür. Buna göre “Ciddiyat, hakikat, insaniyat dururken hayalat-ı gayr-ı hakikiye ile, olmaz, saha-i

436 Elif M., “ Đcmal-i Edebi”, Malumat , c. 4, nr. 74, 6 Mart 1312 (18 Mart 1896), s. 516.

278 vukuat-ı âlemde görülmez, tesadüf olunmaz fikirler beslemek hayali hakikate tercih etmek” nasıl kabul edilir. Elif M. edebiyatımızda hayalin hakikate tercih edili ine yönelik bir tavrı kabul edemez. Ona göre edebiyatı, edebî fikri hayal besler. Fakat onun hayal dedi ği “Arapların Elf Leyle’v-Leyle ’si Aziz Efendi’nin Muhayyelat ı veyahut Hamzaname tarzında hariç ez tabiat hayaller” de ğildir. Hayalden maksadı kendi ifadesiyle “hakayıkı tahayyül”dür. Elif M. üç hafta sonraki yine Malumat ’ın ba ka bir icmal yazısında “Yalnız Garp edebiyatının terakkisi hakikate bizden ziyade mukarenetten ileri gelir” 437 diyerek edebiyatımızdaki hakikat eksikliğini tekrar ifade edecektir.

Elif M.’nin son yazısından sonra Halit Safa, Marifet ’te hakikatin de ğerine ili kin bir yazı yayımlar 438 . Bu yazıda da edebiyatta artık hayal asrının geçtiğini, hakikatin esas oldu ğunu görmek mümkündür. Yazının hemen giri inde yakın zamanlara kadar bir romancının övündü ğü hususların “zengin bir hayale geni bir kuvve-i muhayyileye malik olmak” oldu ğu, hatta bir romancıya “sahib-i hayaldir” demenin bir medih sayıldı ğı hatırlatılarak, bu söz bugün bir romancıya söylenilse bunun bir alay, bir ele tiri (muaheze) sayılaca ğı ifade edilir. Çünkü ilgili durum romanın edebiyat tarihindeki geli im a amalarından kaynaklanmı tır ve “artık hayal romancıların sıfat-ı mümeyyizesi olmak erefini” kaybetmi tir. Đfadelerdeki hayale dönük ele tiri, hakikatin önemine

437 Elif M., “ Đcmal-i Edebi”, Malumat , c. 4. nr. 77, 27 Mart 1312 (8 Nisan 1896), s. 576. 438 Halit Safa, “Hiss-i Hakikat”, Maarif , nr. 24, 26; 7, 20 Haziran 1312 (19 Haziran, 2 Temmuz 1896), s. 376-377; 407-409. (Bu arada Maarif ’te “Mektup” ba lıklı “Karde im Halit Safa’ya” hitabıyla ba layan Nüzhet Fikri imzalı bir yazı yayımlanır. Nüzhet Fikri bir durumdan ikâyetçidir: Ona göre bir iki ay öncesine kadar “ Maarif ’te “ciddi ciddi makaleler”, istifade edilecek eserler yayımlanırdı. Sonra “gazeteyi bir “edebiyat”tır kapladı” ve çıldırasıya sevdi ği fennî makaleler yerine hiç be ğenmedi ği “hâyide-edâ gazeller, samiayı tırmalayan bayat sözler” yayımlanır oldu. Nüzhet Fikrî lafı uzatmaz ve Maarif ’e “herkesin anlayabilece ği” bir surette fennî makaleler göndermek istedi ğini dile getirir. “herkesin anlayabilece ği bir surette önemli eserler yazan “dühatın mahsulat-ı fikriyelerinden” tercümeler yapacaktır. Bu tercümeler için söyledikleri dikkat çekicidir: “mamafih birkaç yerini ba ka taraftan kezalik birkaç yerini ba ka bir muahezeden alarak yazaca ğım makalelerin “müellif”i olmak i ten bile de ğil. Fakat bu kendi kendimi aldatmaktan ba ka neye yarar?” (Nüzhet Fikri, “Mektup”, Maarif , nr. 25, 13 Haziran 1325 (25 Haziran 1896), s. 389-390). Özellikle “müellif” sözcü ğünü dikkate alan bu bir çe it ihtar mektubundan sonra Halit Safa’nın yazısının devamı olan ikinci yazıda, ba lı ğın “ Hiss-i Hakikat, Emile Zola’dan: Mabad ” eklinde verildi ğini görüyoruz. Demek ki yazı Emile Zola’dan bir tercümedir. Halit Safa daha önce de büyük saydı ğı edebiyatçılara ait tercümeler yapaca ğı vaadini okurlarıyla payla mı tı. Ama bu mektuptan sonra yazının ba lı ğını de ğitirmi tir. Maarif ’te Nüzhet Fikri’ye cevap verilir ve iste ği olumlu kar ılanır. Maarif ’in bu cevabından da Mektep dergisinde yayımlanan “Hakî” imzalı “Roman Nedir” ba lıklı yazının sahibinin Cahit Haki Bey oldu ğunu ö ğreniyoruz. Maarif ’in cevabında ayrıca, Haki Bey’in “en mükemmel” kaynaklardan yararlandı ğı ifade edilmektedir. Dolayısıyla Maarif , Mektep dergisinde yayımlanan kanaatlere katılmaktadır. Aynı dergi, s. 390 ).

279 yönelik bir romancının seçkin vasfının hayal de ğil hakikat oldu ğu vurgusu açıktır. Yazıda asıl anlatılmak istenen Maarif ’in 26. sayısında yer alan u ifadeler oldu ğunu kaydetmekle yetiniyoruz: “Madem ki hayal romancının hassa-i mümeyyizesi de ğildir. Bu hassa yerine ne kaim oldu? Çünkü daima bir hassa-i mümeyyize lazımdır. Bugün romancının hassa-i mümeyyizesi hiss-i hakikattir. Đ te bahsetmek istedi ğimiz de budur.” 439

Yazı Zola’dan bir çeviri oldu ğundan burada ayrıntılarına girmeyece ğiz. Ama basında “hakikat”in bir de ğer olarak vurgulandı ğı bir ortamda tercümesi dikkat çekicidir. Bu yazısında Zola içerdikleri hayalden ötürü be ğenilseler bile hakikat hissini vermeyen romanların zamanla unutulaca ğından bahis ile bunlar için son hükmü verir: “vücudu fazla”.

1896’ya gelindi ğinde benzer bir durum edebiyatımız için söz konusu mudur? Yani Türk okuyucusuna hakikat hissi vermeyen eserlerin “vücudu fazla” mıdır? Bu soruyu cevaplandırmaya çalı ırken 1896’dan sonra gerçekçi roman anlayı ının zaferinin gölgelendi ğini görece ğiz. Çünkü bu tarihten sonra Türk basınında hakikat bir de ğer haline gelmesine ra ğmen hakikatin kar ısında hayal tekrar yükseli e geçecek ve natüralist roman anlayı ı ele tirilecektir.

5. Natüralist Roman Anlayı ına Yönelik Ele tiriler Bu bölümde ayrıntılarına de ğindi ğimiz yazıları dikkate aldı ğımızda Halit Ziya’nın realist roman anlayı ının basın ortamında çok vurgulandı ğını görürüz. Ahmet Mithat Efendi ahlakî endi elerden ötürü realist roman anlayı ına ele tirilerini yöneltmeye devam etmi , XIX. asırdaki roman ve romancılı ğımızın henüz bu anlayı a hazır olmadı ğını vurgulamı tır. Umran ’da Ahmet Đhsan, kısmen de olsa Ahmet Mithat Efendi’yle benzer fikirleri payla mı tır. Daha sonra 1890-1896 yılları arasında Nabizade Nazım, Mehmet Münci, Mehmet Re’fet, Đbn Fikri Lutfi, Cahit Haki Bey ve kısmen de olsa Halit Safa romancılı ğa ili kin görü lerini realist romancılıktan yana ortaya koymu lardır. Ancak realist romancılık basında zafere ulamasına ra ğmen a ağıda

439 Halit Safa, “Hiss-i Hakikat: Emile Zola’dan Maba’d”, Maarif , nr. 26, 20 Haziran 1312 (2 Temmuz 1896), s. 407.

280 ayrıntılarına de ğinece ğimiz Maarif ’teki okuyuculara yönelik bir anket yazısından sonra Ahmet Mithat Efendi, Zola’nın natüralist anlayı ını ele tiren ve yakla ık bir ay süren seri yazılarına ba layacaktır. Bu yazılar basında natüralist romancılığın de ğer kaybetmesine sebep olacaktır.

5.1. Roman Okuyucusunun Mizacı ve Roman Tercihi Bu a amaya kadar Türk edebiyatında romancılık sahasında 1896’ya kadarki tartı malara de ğinmi , dönem aydınının basında görülen roman tercihi ve romancılı ğın istikbaline dair kanaatlerini ele almı bulunuyoruz. Bu kanaatlerden sonra acaba Osmanlı roman okuru için “vücudu fazla” olan veya olmayan eserler hangileridir? Hakikat hissi veren realist romanlar mı yoksa hayalde kalan romantik romanlar mı? Dönemin okur kitlesinin mizacı hangi romanlardan holanmaktadır? Bir çe it anket dolayısıyla Maarif okurlarının dergiye gönderdi ği mektuplarda kısmen de olsa bu soruların cevaplarına dair yakla ımlara ve dönemin roman okuyucu profiline ili kin ipuçlarına rastlamak mümkündür.

Maarif ’in “Fransızca okudu ğunuz romanlardan hangisini be ğendiniz? Niçin ho unuza gitti? Türkçe olsun, te’lif edilmi bulunsun hangi romanı intihap edersiniz? yollu vaki olan istimzaç”larına gerek ta radan gerekse Đstanbul’dan aldı ğı cevaplar bu soruları kısmen de olsa aydınlatır mahiyettedir. Maarif aldı ğı cevaplardan “vukuflu bir lisan ile yazılmı olanı”nın Hüsnü Ne ’et imzalı oldu ğunu söyler. Hüsnü Ne ’et de Fransızca romanlardan Alphonse Daudet’nin Jack, Le Nabab romanlarıyla Flaubert’in Madame Bovary ’sini, Zola ’nın Arz , Assomoir ’sını, Guy de Maupassant’ın Pierre ve Jeanne, Bir Hayat romanlarını, Bourget’nin bütün eserlerini ve özellikle Arz-ı Mev’ud adındaki romanını pek be ğendi ğini söylemektedir. Daha sonra Türkçe romanlardan Halit Ziya Uaklıgil’in Nemide , Ferdi ve ürekası romanlarını pek iyi buldu ğunu, Servet-i Fünun ’da tefrika edilen Mai ve Siyah romanının ise Türkçede benzeri görülmemi bir roman olaca ğını ifade etmektedir. Niçin be ğendi ği meselesine gelince cevabı u olacaktır:

“Bütün kuvvetiyle hayale yönelen büyük bir cilt dolduruncaya kadar roman yazan romancıların eserlerinden ne istifade edilir? Roman, hayat-ı be eri bütün

281

hakayıkı ile tasvir etmeli ki insan okuyunca fenn-i mua eretin en mufassal bir babını okuyorum zannetsin de felsefi mutalaat arasında ihtiyaç-ı manevisini teskin etti ğinden dolayı büyük bir lezzet hissetsin. Đ te be ğendi ğim romanların en büyük hassaları hakiki olmaları, hissiyat-ı be eriyeyi en ince noktalarına kadar tasvir etmeleri dir. Hele Bourget! Hele Daudet! Bourget’nin reng-i tasviri kar ısında kalbimde derin bir heyecan ba lar; ehper-kü a-yı tefekkürat olur. Oldukça büyük bir ne e hissederim, saatlerce dü ünürüm. Nihayet tahsin naralarıyla kitaba hatime veririm. Bir Hayat romanına ise bir “Sicill-i tahassüsat”tır diyebilirim 440 . Anla ılan Hüsnü Ne ’et sıradan bir roman okuyucusu de ğildir. Çünkü verdi ği cevaba bakılırsa, cevabın realist roman anlayı ına vakıf ve bu anlayı ı savunan bir lisanla yazıldı ğı dikkatten kaçmaz. Nitekim alıntının daha ilk cümlesinde romantik romanlar dı arıda kalır. Yalnız cevapların birço ğu La Dame aux Camelias ’nın tercümanından veAhmet Mithat Efendi’nin eserlerini seçime dairdir. Maarif bu durumdan memnun kaldı ğını ifade etmektedir. Gerekçesi de udur: “Çünkü yava yava Xavier de Montépin, Ponson de Terrail romanlarının ku e-i nisyana do ğru çekildi ğini hayaliyun mekteb-i edebinin bizde revaç bulma ğa ba ladı ğını anlatıyor. Öteden beri maksadımız güzel güzel romanların mülkümüzde inti arına vasıta olmak ve bilhassa hakikiyun mektebini tanıtmaktı. Fakat henüz bizde daha hayaliyun mektebi tamamiyle takarrür edemeyerek bir taraftan yine roman namına müstahak olmayan birçok eracif okunup dururken birdenbire hakikiyun mektebinin romanlarını meydana koymak uyamayaca ğından Octave Feuillet, Alexandre Dumas Fils, George Sand, George Ohnet gibi büyük bir kısm-ı edebin en erefli üstatlarının eserlerini kariine mümkün oldu ğu kadar tanıttıktan sonra di ğer kısım romancılı ğı eserleri müessirleriyle tanıtmayı muvafık bulduk 441 .

440 “Romanlar Hakkındaki “ Đstimzac”a Cevap”, Maarif , nr. 26, 20 Muharrem 1314, 20 Haziran 1312 (2 Temmuz 1896), s. 406-407. 441 A.g.m ., s. 406-407.

282

Maarif in bu yazısında romantik ve realist okur anlayı ının ikisini de ihmal etmemeye çalı tı ğı görülür. Söz konusu “okuyucu” olunca her çe it okuyucuya kapısını açan bir anlayı tır bu. Yazıdan anladı ğımız kadarıyla teori içerikli yazılar sayesinde realist roman anlayı ı basın ortamında kuvvetle vurgulanmı sa da birçok okuyucu teoriye pek ilgi duymamakta, romantik roman anlayı ının verimlerini be ğenmektedir. Yalnız okur olarak Hasan Ne ’et gibi istisnalar da yok de ğildir. Maarif iki kitleyi ihmal etmemeye çalı makta ancak dönemin ço ğunlu ğu olu turan okuyucu kitlesini dikkate alan bir tavır takınmaktadır.

Ahmet Mithat Efendi’nin natüralizme yöneltti ği ele tiriler 1896-1897’de daha çok dikkate alınınca hayal, basın ortamında tekrar yükseli e geçmi tir. Maarif romantizmin lehine bu yükseli i de önemser. Çünkü alıntı metinden okudu ğumuz üzere, realizme olan ra ğbete ra ğmen bizde romantiklerin henüz pek tanınmadı ğını dile getirerek onları tanıtaca ğını ifade eder. Gerekçesi de Ahmet Mithat Efendi’nin ele tirisine uymaktadır: “Bizde daha hayaliyun mektebi tamamiyle takarrür edemeyerek bir taraftan yine roman namına müstahak olmayan birçok eracif okunup dururken birdenbire hakikiyun mektebinin romanlarını meydana koymak uyamayaca ğından…”. Ama realistleri de ihmal etmeyen bir ifadeyle yazısını bitirir: “Maamafih bir taraftan meslek-i hakikiyun eazımının eserlerini intihap etmeliyiz, nasıl ki Emile Zola , Guy de Maupassant, Henri Lavedan gibi eazım-ı me ahirin hikâyeleri risalemize derç olunmu tur”. Ayrıca yine alıntı metnindeki “Öteden beri maksadımız güzel güzel romanların mülkümüzde inti arına vasıta olmak ve bilhassa hakikiyun mektebini tanıtmaktı” ifadesinde “hakikiyun” sözcü ğüne ekledi ği bir dipnotla Maarif okurlarına u tavsiyede bulunur: “Roman ve mesaliki hakkında mücmel, do ğru malumat almak isteyenlere Halit Ziya Beyefendinin Hikâye’ lerini tavsiye ederiz.”

Anla ılan Maarif , Hikâye’ nin içeri ğine pek vakıf görünmemektedir. E ğer kitabı iyi anlasaydı yukarıda savundu ğu romantizmin Hikâye içinde ne kadar ele tirildi ğini, ayrıca realizmle kıyaslanınca romantizmin ne kadar çok ihmal edildi ğini, dahası Türk basınında romantizmin ihmal edili inin sebeplerinden birinin, Hikâye ’nin edebiyat akımlarına yönelik romantizmi ötekile tiren bakı açısı oldu ğunu görürdü. Maarif bunu görmemi tir ama okuyucu kitlesinin e ğilimine dikkatleri çekerek romantik romanların

283 basında daha revaçta oldu ğuna dikkatleri çekmi tir. Nitekim Ahmet Mithat Efendi’nin realist roman anlayı ına yönelik ele tirilerinden ve bilhassa Ali Kemal’in romantizm ve realizme dair nitelikli notlarının basında yer bulmasından sonra, basın romantizme ili kin daha doyurucu bilgiler aktarmaya ba lar. Bu yazılarda bir akımı “öteki”le tiren anlayı tan çok romantizme dair nitelikli tanıtım örnekleri görülür. Türk basınında realizmin revaçta oldu ğu 1896 senesinde romantizme ilginin tekrar artmaya ba laması realizm/natüralizmin basındaki yükseli ine gölge dü ürmeye ba lar. böylece basın romantizmi ötekile tiren anlayı tan uzak durmaya ba lar. Bu konuda Halit Ziya bir istisnadır. Çünkü bu durum kar ısında Hikâye ’den sonra ara verdi ği realist romanı savunma ve romantizmi ötekile tirme anlayı ına tekrar döner. Ancak Halit Ziya’nın tutumu artık realizmi savunanların temel yakla ımı olmayacaktır.

5.2. Anlatıcının Konumuna Đli kin Dikkatler ve Romantizme Bakı taki effafla ma Basın ortamında hayalin tekrar yava yava yükselmeye ba laması ve edebiyat akımlarına dair daha nitelikli yazıların basında yer alması kar ısında realist roman anlayı ını savunan yazarlar bu anlayı ın büyüklerini tanıtmaya devam ederler. Ancak romantizme yakla ımları bu akımı ötekile tiren bir tavır sergilemeyecektir. Daha önce okurlarına Rus realizmi, Balzac ve Stendhal’i tanıtan Hâki bu sefer realizmin önde gelen isimlerinden Gustave Flaubert’i ve aynı yazı içinde romantizmi tanıtır. Yalnız bu tanıtım romantizmi “öteki”le tiren bir anlayı tan oldukça uzaktır.

Hâki özellikle Flaubert’in romandaki anlatıcının konumuna dikkatleri çekecektir. Bunu ifadeye hazırlanırken Balzac ve Flaubert’i kar ıla tırır ve realizme mensup bir yazarın “yazdı ğı hikâyede kendisini hiç hissettirmemeye gayret” etti ğinden bahseder. Buna göre romancının olayı ya ayan ahıslarla güldü ğü, a ğladı ğı iitilmemi tir. Roman ahıslarının yaptıkları ve hareketlerini anlatan bir yazar bunları do ğru veya yanlı bulmaktan çekinir. Hatta bu kayıtsızlık o kadar açıktır ki realist romanın “en kati bir alametini te kil” eder. Hikâye edilen bir olaydan çıkarılan bir sonucu, bir ahlak dersini realist romanlarda aramak beyhudedir. Çünkü yazar “ilm-i ahlakî ile i tigal eder bir alim” de ğildir. Yalnız insanda buldu ğunu söylemekle yetinir. Bir kitaptan ahlak dersi çıkaracak olan okuyucudur. Yazara gelince “eserdeki vahdeti

284 muhafaza için bir tarafa çekilmi tir”. Ancak anlatıcının bu konumu Balzac ve Flaubert gibi iki realist arasında farklıdır. Çünkü Balzac “hikâyenin ortasında hemen daimi surette lakırdıya karı ır, romandan çıkacak dersi verme ğe kalkı ır. Hatta bazı romanları, u son yirmi otuz senelik âsâr-ı hakikîyeye nispet olunursa bir musahabeden ibaret kalır”. Flaubert’e gelince “Flaubert’de bundan eser yoktur. Bir artistin kitapları içine hayat-ı ahsiyesinden bir ey idhal etmesini asla kabul etmez”.

Bundan sonra Hâki, Flaubert’in en derin suretteki teessürlerinin romantizm devrinin son buldu ğu günlere rastladı ğını söyler. Bu yüzden “Romantizm” kelimesini tahlil edecektir. Fakat durum öyle kolay de ğildir. Ancak Hâki romantizme dair bir vukuf üzerine yazılmı diyebilece ğimiz de ğerlendirmeler yapar. Romantizme dair yakla ımı da daha önceki, realistleri savunurken romantikleri ele tiren yakla ımlardan farklı olarak gerçekten bu akımı anlamaya yöneliktir. öyle ki, Haki’ye göre “romantizm” terimi asırlar içinde birçok anlam ifade edecek bir konuma gelmi tir. Ba langıçta “ imalin sisli manzaralarının, mütefekkirane e ’ârının hasıl etti ği” tesiri ifade eden bu sözcük 1830 tarihlerine do ğru edebî ekillerde bir de ğiikli ği ifade etmekle beraber “pek keyfî ve pek ulvî bir hülya-yı hayatı” i aret etmeye ba lamı tır. O vakitler edebiyattaki yenilikçilerin (müceddidin-i edep) tamamını bayra ğı altında toplayan bu kelime bugün suni heyecanlar, iirler ile e tutulmu tur. 1820’de Fransız gençleri XVII. asırdaki ecdad ve haleflerinin his ve muhakematlarına büsbütün muhalif bir takım his ve muhakemat ortaya çıkardıklarından buna yeni bir isim vermek iktiza etti. Böylece yeni neslin de kendisine göre de ğitirdi ği bir “gaye-i hayali: ideal” ortaya çıktı. Flaubert bulundu ğu bir eyalet kö esinde bu yeni airleri okuya okuya onların tehlikeli ve harükulade hayalleriyle doldu.

Romantizm akımının tabiatında ilk olarak uzak memleketleri konu edinme vardır. Alfred de Musset Đspanya ve Đtalya hikâyeleri yazıyor, Théophile Gauiter ahıs ve olayları Flaman kıstasının eski bir kasabasına götürüyor. Yazarlar yeni âlemden hep kaçıyorlar. Sebebi de alelade seyahatlere heves etmeyen Fransızların bir takım sava lardan dolayı yabancı memleketlere giderek yeni ufuklara açılmasıdır. Yeni ufuklara açılan bu gençler gittikleri memleketlerin de birer edebiyatları oldu ğunu görmü ve oralardaki yeninin cazibesine takılarak özellikle Germen kavimlerinin hayal

285 tarzlarına kapılmı lardır. Đhtirasları, kendilerini eski ahlak ve adetlerle ahlâklandırırken oradaki fikirleri kazanmaya çalı tılar. Haki devamla romantizmin “gaye-i hayalisinde görülen ikinci tabiat”ı tanıtır. Bu da hislere duyulan sınırsız ihtiyaçtır. Haki bunu da detaylandırdıktan sonra Flaubert’in bu tarz bir romantizmden çok etkilendi ğini, romantikleri çok okudu ğunu hatırlatarak hayallerle dolu bir insan oldu ğunu ancak buna ra ğmen nasıl gerçekçi kalabildi ğini anlatır.

Haki bu yazısında romantizm teriminin geçirdi ği birtakım a amalardan, akımın iki temel unsuru olan yabancı memleketlere ilgi ve sonsuz bir hayale kapı açmasından bahsetmi tir. Yazısının devamında Flaubert’in bu hayallerden yararlandı ğını ancak üslubunda her zaman gerçekçi olmaya çalı tı ğına de ğinecektir. Ancak Haki bu gerçekçi tavrı anlatırken yukarıda bahsi geçen romantizmi ele tirmek veya ötekile tirmek için anlatmaz. Sadece Flaubert’in hayalci olmasına ra ğmen üslubunda gerçekçi kalabilmesine dair bir dikkat için zemin hazırlamı tır. Bu da yerinde bir tavırdır. Çünkü romantizm ve realizm arasındaki fark hayallerden veya gerçeklerden bahsedip etmemek de ğildir. Temel fark üsluptadır. Yazar kullandı ğı üslupla romantik veya realist olur. Bu bakımdan Flaubert romantik bir yaratılı ta olmasına ra ğmen realist bir üsluba sahiptir. Flaubert’e dair benzer bir bilgiyi daha önce Ali Kemal’in realizme yönelik derslerinde görmü tük. Ali Kemal, Flaubert’in romantik tabiatına de ğindikten sonra onun üsluba yönelik hassasiyetine de ğinmi ti.

Haki de benzer bir yakla ımla romantizmi dı lamadan Flaubert’in romantik tabiatını anlattıktan sonra meseleyi Flaubert’in üsluptaki hassasiyetine getirir ve Buffon’dan yaptı ğı bir alıntıyla duruma açıklık getirmeye çalı ır: “Güzel bir üslupta bulunan kâffe-i bedayi-i akliye esas mevzu kadar faydalı, belki de daha kıymetli bir takım hakayıktır”. Haki bu söz için unları söyler: “yani esas ile ekil arasında tefrika meydan vermek hatadır demek olur. Fikir, cümlenin arkasında -camın arkasında bir ey durur gibi- mevzu de ğildir; hiçbir fikir ifade etmeyen bir cümle, yahut hiç kelimesiz dü ünülebilen bir fikir bulmak gayr-ı kabil oldu ğu cihetle fikir ile cümle vücud-ı vahid te kil etmi olurlar”. Đ te bunun için Flaubert de üsluba “fevkalade itina” etmektedir. Hatta “bir virgülün birini bihakkın tayin için bile uzun uzadıya dü ünürdü. Otuz kırk satıra kadar mükerrer bir kelime bırakmaya çalı ırdı. (…) Flaubert’in bir sayfa güzel

286 nesir yazmak bir sayfa güzel ebyat yazmaktan iki kere daha güç oldu ğunu söyledi ğini Emile Zola” yazmaktadır. Haki, Flaubert’in üsluptaki hassasiyetine dair birkaç de ğerlendirmeden sonra yazısının sonunda, Ali Kemal gibi eserlerinin listesini verir ve eserlerin yayın tarihi arasındaki senelerin farkına dikkat çeker ki bu da Flaubert’in bir eser yazma hususunda ne kadar ince ve ayrıntılı dü ündü ğünün bir göstergesidir 442 .

Flaubert’in realist roman anlatıcısının konumuna dair ve romantikleri pek de ötekile tirmeyen Haki’nin Mektep ’teki bu yazısından sonra aynı dergide romantizmi ve romantik romancılı ğı tanıtan Halit Safa’ya ait bir yazı 443 yayımlanır.

Yazısının giri inde Halit Safa öncelikle dönemin Osmanlı basınının hayal ve hakikat etrafında romantizm realizm algısına yönelik durumuna de ğindikten sonra Avrupa edebiyatlarının romantizm devri olan 18. Asırda gazetelerin okumayı yaymadaki rolüne ve okuyucu kitlesinin ne denli ço ğaldı ğına dikkatleri çeker. Ardından bugün romanları meslek-i hayaliyun, meslek-i hakikiyun namıyla iki kısma ayırıyoruz Bu meslekleri tetkik edelim” diyerek kısmen de olsa romantik akımın özelliklerine de ğinmeye ba lar.

Burada Halit Safa, romantizmden önce klasik akımın dili ne kadar “kısırla tır”dı ğına, bu surette ifadenin imkânsızla tı ğına ve bu akımın katı ölçülerinden ötürü dilde zarafet ve azametin olmadı ğına dikkatleri çeker. Halit Safa’ya göre böyle bir edebiyat ilhamı söndürür, renksiz, kuru ve sun’i bir hale getirir. Bu bakımdan klasik akıma kar ı çıkan romantizmin do ğuunu “hayaliyun (…) yeni yeni fikirler meydana koydular, zuhurları iddet-i hararetten kurumu topra ğa inmesi çoktan beri arzu edilen ya ğmuru andırdı” ifadeleriyle anlatır. Alman romantizmi hakkında tarihi bilgiler verdikten sonra romantik tarzın bazı özelliklerine de ğinir. Buna göre romantikler,

“tarzın mükemmeliyetini nazar-ı itibara almazlar. Hissiyatı uyandırmaya ve bu suretle icra-yı tesir etmeye gayret ederlerdi. Bunlar teessürat-ı derunlarını anlatmayı pek ziyade severler. Eserlerinin mevzularını hadisat-ı yevmiye-i

442 Haki, “Eazım-ı Mekteb-i Hakikiyun: Gustave Flaubert”, Mekteb , nr. 41, 27 Haziran 1312 (9 Temmuz 1896), s. 647-653. 443 Halit Safa, “Edebiyat-ı Garbiye Notları”, Mekteb , nr.54, 29 Rebiülahır 1314 (7 Ekim 1896), s. 852- 854.

287

hayattan aldıkları gibi maziyi sahne-i beyana getirmek isteseler kurun-ı atikadan de ğil kurun-ı cedideden iktibasta bulunurlar. Her ne kadar bu tarz klasik edebiyatı kadar mükemmel de ğildiyse de daha ziyade ruhlu, daha ziyade müessir, daha ziyade tabii oldu ğundan husule getirdi ği tesir on dokuzuncu asrın iptidasından itibaren her tarafa yayılarak Alman edebiyatı bütün Avrupa’da aks- endaz oldu 444 .

Basında realist romancılı ğın revaçta oldu ğu ve romantizmi tanıtan tek bir kitabın bulunmadı ğı bir dönemde Haki ve Halit Safa’nın yazılarının Beir Fuat ve Halit Ziya’nın romantizmi ötekile tiren anlayı ından uzak bir anlayı la kaleme alındı ğını söyleyebiliriz. Ancak yukarıda de ğindi ğimiz gibi Halit Ziya romantizme dönük ele tiri anlayı ından vazgeçmemi tir. Haki’nin yazısından yakla ık bir ay sonra Halit Ziya’nın Servet-i Fünun ’da bir yazısı 445 yayımlanır. Yazının içeri ği Goncourt Karde lerden Edmond de Goncort’un vefatı ve Goncourtların edebiyat anlayı ına dairdir. Yazıda bizi ilgilendiren Halit Ziya’nın romantik ve realist roman anlayı ına ili kin arada geçen de ğerlendirmeleri olacaktır.

Halit Ziya, Edmond de Goncourt’un ölümünden dolayı ya anan üzüntüyü ifadeden sonrai Goncourtların edebiyat sahasına atıldıkları zaman Fransa’daki edebiyatın durumuna dikkatleri çeker. Buna göre Fransa’da klasikler bir süre edebiyat diline hâkimken daha sonra romantiklerin öne çıktı ğı görülmektedir. Romantiklerin edebî esaslarına ili kin de ğerlendirmeleri de u ekildedir:

(…) bunlar zaten bahane-cû-yı inhidam olan o mebna-yı atik efkârın enkazı üzerine yeni bir burc-ı edep i’la ettiler, fakat klasik mesle ğinden sonra romantik mesle ği bir maraz-ı medidi takip eden hal-i nekahetten baka bir ey de ğildi. Fikir ve lisan bir devre-i akıbete muntazır idi.

Bundan sonra fikir ve dilin bekledi ği son devrin roman anlayı ının realist olaca ğını tahmin etmek güç olmasa gerektir. Zaten hemen sonra Halit Ziya bunu dile

444 A.g.m ., s. 853-854. 445 Halit Ziya U aklıgil, “Goncourtlar”, Servet-i Fünun , c. 11, nr. 282, 25 Temmuz 1312 (6 A ğustos 1896), s. 343-347.

288 getirir. Halit Ziya’nın romantik anlayı a bakı ı pek de ğimemi tir. Hâlbuki realist roman anlayı ını savunan Haki’nin romantizme dair de ğerlendirmeleri ve realist romancılı ğın revaçta bulundu ğu bir ortamda Halit Safa’nın romantik tarza ili kin kanaatleri daha farklıydı. Bu kıyası unun için yapıyoruz. Taraf tutmayan bir bakı la roman ve romancılı ğa dair de ğerlendirmeler yapıldı ğında, yazılar bir vukuf üzerine bina edilmektedir. Bu bakımdan meydana getirdikleri gerçekçilik izlenimi de daha dikkate de ğer olmaktadır. Ancak basında romantizm ve realizmi ilk defa tanıtan Be ir Fuat ve Halit Ziya bu vukuftan uzak bir anlayı sergilemi lerdir. Đlgili anlayı da basında romantizmin anla ılmasının önüne geçmi tir. Bu da Be ir Fuat ve Halit Ziya adına kaydedilecek bir kusurdur.

Flaubert’in üslup kaygısını dile getirirken romantizmi veya herhangi bir edebi akımı dı lamanın Flaubert’e bir katkısı olmasa gerektir. Çünkü Flaubert’in dil kaygısının ve hassasiyetinin kıymeti kendi içinde bir de ğere sahiptir. E ğer Fransız edebiyatı Flaubert ve Zola’nın realist anlayı ından ibaret olsaydı bu tarihlerde Fransa’da zayıflayan realizm ve natüralizmden sonra bu edebiyat da bitmi olmalıydı. Hâlbuki realizm ve natüralizmden sonra Fransız edebiyatı geli imini, devamlılı ğını sürdürmü tür. Türk edebiyatı da hangi akımdan etkilenirse etkilensin, tabii olarak geli imini sürdürmektedir. Bu geli im çizgisi sadece romantizm veya sadece realizm ya da natüralizm eksenli olmayaca ğına göre, 1896’da edebiyatımızda revaçta olan realist üslup anlayı ına göre hareket etmek zorunda kalmamı tır. Bu bakımdan Halit Ziya’nın yazısından sonra yayımlanan realizme yönelik ele tiriler Be ir Fuat ve Halit Ziya’nın ötekile tiren anlayı ının kar ısında yükselmi tir.

5.3. Emile Zola’nın Romancılı ğına Yönelik Ele tiriler 12 Temmuz 1896 tarihli Tercüman-ı Hakikat ’te çıkan bir yazıda “Emile Zola’yı Tenkit” serlevhasıyla Ahmet Mithat Efendi’nin gayet ciddî ve faydalı tenkit yazılarının yayınlanaca ğı haber verilir 446 . Yazı Ahmet Mithat’ın kaleminden çıkmı gibidir. Gazete haberinden 3 gün sonra Ahmet Mithat, Zola’ya ili kin seri yazılarına ba lar. Yazılarda bir kurmaca havası vardır. Yazıların içeri ğine de ğinirken bu kurmacayı vermekten

446 “Emile Zola’yı Tenkit”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 5363-251, 12 Temmuz 1896.

289 ziyade konumuzla ilgili kısımlara de ğinece ğiz. Đlk yazı 447 , Ahmet Mithat’ın zekâlarına hayran oldu ğunu söyledi ği iki gencin, Zola’nın Lourdes ve Rome’ u hakkında kendisine fikirlerini sormalarına mukabil verdi ği cevaplara ili kindir. Ahmet Mithat, Zola’nın bu eserlerini okumamı olmakla birlikte Avrupa’da Zola’ya dair basında görülen tartı maların büyük bir kısmının para kazanma kaygısı etrafında ekillendi ği kanaatindedir. Ona göre Zola’nın eserlerinin çok basılmasının arkasında yatan neden çok okunması de ğil maddi kazanç elde etme hususudur ve bu hususta yazılan makaleler birer “reklam” hükmündedir. Bu tür reklamlar sayesinde Zola me hur olmu tur. Bu bakımdan Zola’nın eserlerinin çok basılması bu eserlerin çok okundu ğu anlamına gelmez. Gençler Zola’yı okumanın bir moda hükmüne geçti ği ve Zola’nın Balzac mesle ğini mükemmele ula tıran bir yazar oldu ğu kanaatindedir. Ahmet Mithat, Zola’nın Đkinci Đmparatorluk Zamanında Bir Familyanın Tarih-i Tabii ve Đçtimaîsi ba lı ğı altında topladı ğı eserlerin be altı tanesini okudu ğunu ve özellikle tenkit ürünü yazılarını be ğendi ğini söyler; ama Zola’nın romanlarını be ğenmedi ği için geri kalanını okumadı ğını ifade eder. Lourdes ve Rome da bu gruptandır. Seri yazılarının ikincisinde 448 Ahmet Mithat, Zola ile aynı fikri payla anların sadece Paris’te önemli bir yekûn te kil etti ğini Lyon, Marsilya, Bordeaux gibi önemli merkezlerde fazla taraftarı bulunmadı ğını ifade eder. Ayrıca, Ahmet Mithat konu tu ğu gençlerin, Zola’yı be ğenenlerin kibar sınıfı olduklarını zannettiklerini söyler. Hâlbuki Zola’yı be ğenen okur, kibarlar olmamakla birlikte Zola’nın en çok ele tirdi ği sınıf yine bu kibarlar sınıfıdır. Bu a amaya kadar Ahmet Mithat, Zola’nın Fransa’nın önemli merkezlerinde birçok okuyucu -özellikle Katolikler- ve kibarlar tarafından be ğenilmedi ğini ifade etmi tir. Dolayısıyla Ahmet Mithat, Zola anlayı ını tarife onu be ğenenlerden de ğil be ğenmeyenlerden ba lamı tır. Ayrıca Zola’yı be ğenmeyen bir grup daha vardır: “hükûmet-i hazıra erkânı ve taraftaranı”. Ahmet Mithat yazısının devamında Zola’nın “gerçekçi” anlayı ını iki açıdan ele tirir. öyle ki: Zola Paris’teki sefaletleri tasvir eder ve bir ailenin bütün fertlerinin

447 “Makale-i Đntikadiye 1: Emile Zola’yı Niçin Okumuyorum”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 5366-254, 15 Temmuz 1896. 448 “Makale-i Đntikadiye 2: Emile Zola’yı Kimler Be ğenebilirler?”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 5370-258, 19 Temmuz 1896.

290 sefaletten intihar etti ğini yazar. Ahmet Mithat bu durumu mübala ğalı bulur ve “hakikat- i tabiiye”ye muvafık görmez. Çünkü gerçek, Zola’nın dedi ği ekildeyse “her gün bir familyanın ve hatta günde birkaçının intiharı lazım gelir”. Đkinci ele tiri Zola’nın, bu felaketten dolayı “medeniyet ve usul-i mua eret-i hazırayı muaheze” ve bunları yönetenleri sorumlu tutmasıdır. Devamla Ahmet Mithat u soruyu sorar: “Acaba Emile Zola’nın tasavvur ve tahayyül eyledi ği usul-i medeniyet ve tarz-ı mai et kabul edilecek olsa o sefalet bertaraf olacak mı?” Ahmet Mithat, o günkü Avrupa medeniyetinin ve bu medeniyetin insan ili kileri anlayı ının sefaleti ortadan kaldıramayaca ğınıdile getirerek - ki bunu Avrupa’da Bir Cevelan ’da da ifade etti ğini söyler- Zola’nın anlattı ğı tarzda sefaletin ortadan kaldırılabilece ği eklindeki yakla ımı tereddütle kar ılar. Đnsanlar arası ili kilerde intizamın merkezinin “terbiye-i diniye” oldu ğunainanan Ahmet Mithat bu bakımdan Zola’nın fikirlerinin Avrupa’ya bir selamet getirmeyece ğini dü ünür. Emile Zola’yı be ğenenlere gelince, Ahmet Mithat’a göre bunlar birçok a ğır ilerde çalı makla birlikte aldıkları az ücretle rahat bir hayata sahip olamayanlardır. Ahmet Mithat bunun sebeplerini Avrupa sanayisi ve ticaretindeki rekabete ba ğlar ki bu rekabetten ötürü Avrupa’da ürün ve mahsulatı ucuza mal edelim derken makineler ço ğalmı , ücretler azalmı böylece i sizlik ba göstermi tir. Ahmet Mithat’a göre durum böyleyken, bu ortamda Zola’nın eserlerini kim okusun? Zola bir eserden yüz yirmi be bin nüshayı kime satsın? Zola mevcut fenalı ğın sebeplerini “ u fırkaya kâh bu fırkaya atfetmelidir” ki bu farklı fırkalara mensup olanların hepsi kendi haklarına dü en ele tiriyi yapıp o kitapların satı larına yönelmeye mecbur olsunlar. Bu bakımdan Ahmet Mithat meselenin edebî olmaktan ziyade “siyasî ve hikemî” oldu ğunu dü ünür ve Zola’yı ele tirmeye devam eder. Ona göre Zola halleri yürekler acısı olan sefilleri tasvir ederken onlarda kabahatli gördü ğü en hafif özellik sarho luktur. Hâlbuki sarho hallerinde geçici olarak rahat ve mutlu olsalar da durum kısa sürer ve bu sefer Zola kısa süren hali onların sefaletlerinin sebebi olarak gösterir. Tembelli ği, “ırzsızlı ğı, namussuzlu ğu” bu sefiller fırkasına hamleder. Ahmet Mithat i te böylesi bir durumu kabul etmeyerek Zola’nın, tasvirleriyle sefaletin içindeki insanları acındırıp kamuoyuna, hallerinin ıslahına te vik için yazıyor gibi göründü ğünü söyler. Ahmet Mithat dönem edebiyatına yönelik de ğerlendirmelerinde pragmatist (faydacı) bir anlayı a sahiptir. Zola’yı bu denli ele tirisinin sebebini de öyle izah eder:

291

mumaileyhin meslek-i edebîsini görerek ondan bize menfaat melhuz ise okumak, de ğil ise beyhude yorulmamaktır (…) Bana gelince, ben Avrupa âsârından vatanda larım için dahi faydalı olabilecek eyleri tercih eylerim. Hâlbuki Emile Zola’da o yolda âsâr bulamadım. Çünkü Emile Zola’nın bahsetti ği sarho , tembel ve açlıktan helak olan sınıf-ı fukara bizde yoktur. Açlıktan helak olan fukaraya merhametsiz ve hodgâm erbab-ı sefahet dahi bizde yoktur. Irz hususunda kayıtsız ve zevi’l-kurbâya merhametsiz ihtisasat-ı be eriye hususunda gayretsiz adam dahi bizde yoktur. Elhasıl Emile Zola’nın bahis ve intikat ve muaheze eyledi ği avalimin hiçbirisi bizde olmadı ğına göre âsârı bilkülliye yabancımızdır 449 . Devamla Zola’nın eserlerinden yapılan tercümelerin lezzet vermeyece ğini gençlerin de tasdik etti ğini ifade eden Ahmet Mithat gençlerin bu durumu “kariîn-i Osmanîye’nin zevk-aina-yı edep olmadıkları”yla izah ettiklerini söyler. Onlara göre Osmanlı okuyucusu henüz romantik akımın yalancı lezzetine kapılmı hayalperestlerden ibarettir. Đkinci makalesinde Zola’ya yönelik be ğeni üzerinde duran Ahmet Mithat seri yazılarının üçüncüsünde 450 Zola’nın edebî mesle ğine yer verir. Ahmet Mithat, Osmanlı basınında edebî akımları tayine ve me hur edebiyatçılardan hangisinin hangi akım anlayı ına göre hareket etti ğine dair sütun ve sayfaları dolduran tafsilatın artık okuyanları bıktırdı ğından bahseder ve uzatılan birçok sözlerle vaktin bo a harcandı ğını söyler. Yine de edebiyat akımlarına dair kendi de ğerlendirmelerini anlatmak ister. Kendisine hangi edebî akıma mensup oldu ğu sorulunca Ahmet Mithat, bir edebiyat akımını tercihten ziyade roman yazma usulünü ön plana çıkarır. Ona göre romancılık sanatı Balzac’tan ba layıp Emile Zola ile bitmi de ğildir. Bir air de iir söyleyece ği zaman hangi bahirle yazaca ğını tayin etmez, önce geli igüzel bir matla söyler ve di ğer beyitleri buna tatbik eder, ardından bir fikir bularak bunun etrafında tahayyüle ba lar. Nihayet bu a amaların olumlu ve olumsuz yönlerini bir ele tirmen

449 A.g.m. 450 Makale-i Đntikadiye 3- “Mesalik-i Edebiye ve Emile Zola”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 5375-263, 24 Temmuz 1896.

292 ortaya koyar. Benzer ekilde bir roman da vücut bulduktan sonra onun hangi edebî akıma dâhil edilece ği belirlenir. Dönem matbuatında edebî akımları birbirinden ayırmanın zorlu ğunu dile getiren Ahmet Mithat, “mesalik-i edebiye meyanında mesela ‘materyalizm’ denilen maddîli ği ‘natüralizm’denilen tabiilikten ve bunu da ‘realizm’ denilen hakikîlikten bihakkın tefrik ve temyiz” yetene ği kimde ise onu gerçekten tebrik edece ğini söyler. Çünkü ona göre edebiyat akımlarına dair kavgalar zaman içinde vücut bulmu ve esas itibarıyla “hayalî” ve “hakikî” denilen iki edebî anlayı ı (romantizm ve realizm) birbirinden ayırmak maksadı üzerine bina edilmi tir. Buna göre vakit vakit bu ikisinden biri revaç bulunca kendi varlı ğını kabul ettirmek namına di ğerini dı arıda bırakır. Ahmet Mithat, “hakikat”e de ğer vermekle birlikte -ki burada Taaffüf’ü hakikat usulü üzerine yazdı ğını söyler- hayali dı lamaz. Çünkü onun için “edebiyatın üssü’l- esası hayaldir”. Bu bakımdan Ahmet Mithat Efendi romantik-realist bir yakla ım sergiler. Be ir Fuat’ın bakı açısıyla romantizm ve realizmi birbirinin zıddı iki akım olarak görürsek Ahmet Mithat romantik, Zola realisttir. Ali Kemal’in bakı açısında oldu ğu gibi realizmi hazırlayan esasların romantizm içinden do ğdu ğunu esas alırsak, realizmi hazırlayan etmenlerin de romantizmden kaynaklandı ğını görürüz ki; buna göre de Ahmet Mithat romantik-realist, Zola Natüralist sayılır. Yazısının geri kalan kısmında Ahmet Mithat, Zola’yı rezalet ve sefahat âlemlerini tasvirle suçlar. Ahmet Mithat’ın 1896 senesinde yayımlanan seri yazılarının devamında 451 Zola’nın natüralist roman anlayı ına ili kin ele tirilerinin devam etti ği görülür. Böylece Ahmet Mithat 17 Temmuz 1896’da ba ladı ğı bu yazıları yakla ık bir ay müddet zarfında tamamlamı olur.

Halit Ziya’nın “Goncourtlar” yazısından bir ay sonra yayımlanan bir yazısında Cenap ahabettin eski edebiyattan beri edebiyatımızda üslupların de ğiikli ğe u ğradı ğını ifade eder. Ona göre, “ imdiye kadar her lisanda pek çok üsluplar do ğmu , büyümü , kemale ermi , ihtiyarlamı ve adem-i istimale” dü mü tür. (…) Đnsan, yeni ke fetti ği

451 Makale-i Đntikadiye 5- “Lourdes”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 5382-270 - 5385-273, 30 Temmuz-3 Ağustos 1896., Makale-i Đntikadiye 6- “Lourdes’un Đkinci Günü”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 5387-275, 5 Ağustos 1896., Makale-i Đntikadiye 6- “Lourdes’un Đkinci Günü”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 5388-276, 6 Ağustos 1896., Makale-i Đntikadiye, 7- “Lourdes’un Üçüncü Günü”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 5385 (5394?)-283, 13 A ğustos 1896., Makale-i Đntikadiye, 8- “Lourdes’un Dördüncü Günü”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 5395-293, 14 A ğustos 1896.

293 menazırı tasvir için yeni kelimeler, yeni cümleler, yeni üsluplar, yeni hayaller aramaya mecburdur.”452 Bu ifadeler yeni Türk edebiyatının tabiatını çok iyi yansıtır. Her zaman yeninin, yenili ğin pe inde olmak yeni Türk edebiyatının en bariz özelliklerindendir. Buna göre realist anlayı tan gerekti ği kadar yararlanmı tır ama sadece bununla yetinmemi realizmi de ele tirmi tir. 1897’de Cenap ahabettin’in, yukarıda de ğindi ğimiz yazısından yakla ık bir buçuk ay sonra Servet-i Fünun ’daki bir musahabesinde okurlarına Fransız edebiyatında yeni bir akımın dolayısıyla yeni bir üslubun hazırlandı ğı bilgisini payla ır. Yazı iki tefrika halinde, birincisi iire ikincisi hazırlanan yeni akımın nesrine ili kin olacaktır. Bu yeni akım Sembolizmdir.

Cenap ahabettin’in yazısından bir hafta sonra Malumat bir “icmal-i edebî”sinde realistlerin roman anlayı ını ele tirdikleri George Sand’e dikkatleri çeker: “ (…) bu edibeyi neden öyle tanıtmaya ba ladık. Geliniz bu sevdadan vazgeçelim. Tezyin ve terakkisine sa’y olunan edebiyat-ı sahiha-i Osmaniyemiz için fena bir tarik-i istifade açmayalım.” Malumat ayrıca George Sand için “Fransa edebiyatınca müceddit sayılmı , on dokuzuncu asrın mübe irlerinden addolunmu tur” diyerek devamla romantik romancıları ötekile tiren realist roman anlayı ını da ele tirir:

Đ te vefatından yirmi sene sonra söylenecek fena sözlerle George Sand ’i tanıtmaktan ise daha alası Fransa mesalik-i edebiyesine cidden nispeti olan hayat-ı edebiyesine ıttıla’ kesbine çalı mak ve mümkün ise bir hikâyesini lisanımıza tercümeye sâ’i olmaktır. Belki iktidar ve ulviyete kail olmak istenilen Emile Zola lisanı ile de George Sand hakkına tam ve sahih bir fikir peyda edilmemi olacaktır 453 .

Malumat ’ın bu icmalinden bir hafta sonra, Cenap ahabettin’in yukarıda bahsetti ğimiz yazılarının ikincisi 454 yayımlanır. Cenap ahabettin yazısının hemen giri inde on sene öncesine kadar Fransızların Gustave Flaubert, Emile Zola gibi realist

452 Cenap ahabettin, “Tetebbuat-ı Edebiye 1, Esalib-i Ezmine”, Servet-i Fünun , c. 12, nr. 291, 26 Eylül 1312 (8 Ekim 1896), s. 74. 453 Đmzasız, “ Đcmal-i edebi: George Sand Meselesi”, Malumat , c. 3, nr. 58, 14 Te rinisani 1312 (26 Kasım 1896), s. 188. 454 Cenap ahabettin, “Musahabe-i Edebiye: 19”, Servet-i Fünun , c. 12, nr. 299, 21 Te rinisani, 1312 (3 Aralık 1896), s. 199-203.

294 edebiyatçıları takdir ettiklerini o zamana kadar Zola’ya “üstat” unvanını vermeyenlerin hemen hiç oldu ğunu hatırlatır. Ama durum 1897’den on sene öncesi içindir. Yazının devamında realist roman anlayı ının artık batıda da son buldu ğu bilgisini okuyoruz. Cenap ahabettin bu durumu hayal-hakikat etrafında bir de ğerlendirmeyle ifade eder. Buna göre fikrin hayal ve hakikat etrafında gidip geli inin sonucu olarak “kalemler aheste aheste timsal ve hayale do ğru hareket” etmi , insanın fizyolojik hareketlerinden ziyade ruhundaki müphem hareketlerin te rihi daya uygun görülmü tür. Bu ifadeler realist roman anlayı ının artık eskisi gibi ra ğbet görmedi ğini ifade eder. Devamla gelen ifadeler bunu desteklemektedir:

Emil Zola’nın romanlarını i gâl eden müfsidü’l- ahlak, marazü’l-kalp, zilal-dad ve iffetten ziyade arab-ı mü tehiyat ve mesaviye-yi hariz, tabakât-ı içtimaiyenin kademat-ı pestininde sürüklenen mahlukât-ı sefileye bedel e has-ı hikâyat-ı saf, meyl-i ma’ali ile me hun, hassasiyeti selim ruhlardan te kil olunmaya ba ladı, artık da-yı gulmetten muzdarip kadınlar, isterik erkekler yerine hikâyelerde temayülat-ı müstahsene-yi fıtriyeden ba ka bir eyle kalplerinin nezafet-i cibilliyesi aibedar olmayan mahlûklar kaim oldu. Tabiatın tesavir-i ahvalinde kaleme tevdi’ edilen vazife adi bir foto ğraf menzilesinden kurtarılarak her manzaranın ancak ruh-ı aire mek uf olan hafaya-yı bedi’a ile i gali necabet-i edebiyeye muvafık görüldü 455 .

Yazısının devamında Cenap ahabettin, sembolist romancıların natüralist romancılara tercih edildi ğine dair bilgileri aktarır. Romantizme dair bakı ın effafla ması ve eskiye oranla bu akıma dair nitelikli bilgilerin aktarılmaya ba lanması, Ahmet Mithat Efendi’nin natüralist romancılı ğa yönelik ele tirileri, Malumat’ın romantizmin lehindeki yakla ımları ve Cenap ahabettin’in yazılarından sonra realizmin katı hakikati kar ısında hayal basında tekrar yükseli e geçmi tir. Bu yeni hayal, dolayısıyla yeni tarz, Sembolizm ile ifadesini bulmu tur. Bu durum edebiyat akımlarındaki gibidir. Yani burada hayalden hakikate hakikatten daha bilinçli bir hayale

455 A.g.m ., s. 200.

295 yöneli söz konusudur. Bu yöneli natüralist romancılı ğın da basında de ğer kaybetmesine neden olmu tur 456 .

5.3.1. Realist ve Romantik Romancılı ğa Yönelik Bazı Dikkatler Cenap ahabettin’in yazısından iki hafta sonra Mehmet Rauf, Fransız romantik tiyatrosuna ili kin yazılar yayımlamaya ba lar. Bir yandan da ele tiriye dair yazılarını kaleme alır. Servet-i Fünun ’daki muhasebelerinden birinde 457 edebiyat akımlarını ve akımlara göre edebi eseri de ğerlendirme anlayı ını söz konusu eder. Yazıda romantik ve realist romancılı ğın ikisi de ele tiriden nasibini almı tır.

Mehmet Rauf yazısında herhangi bir edebi akıma ba ğlı kalarak edebi eserleri de ğerlendirmenin yanlı lı ğına de ğinmektedir. Çünkü her yeni akım bir öncekini ele tirerek ilerler. Bunu örneklendirirken de bugün Avrupa’da romantizmin içtihadları kadar hafife alınan bir eyin olmadı ğından ve romantizmin tanınan romancılarından Victor Hugo’nun “ne kadar dü mü ” oldu ğundan, romantik air Lamartine’nin artık okunmadı ğından bahseder. Ayrıca Zola’nın gözünden bakılırsa “Dumas Fils ne kadar kusurlarla mahkûm edildi ğini görürsünüz, görürsünüz ki Hugo ne kadar hiçmi , Goethe ne kadar muvaffak olamamı , Saint Beuve nerelerde aldanmı ”tır. Bu yazarların gözünden bakılsa “Zolayı iddetle mahkum” ettikleri görülür. Netice itibarıyla her edebi akım “evvela selefini iptal etme ğe mecburiyet görmü , mesalik-i edebiye birbirine kar ı ‘bizim hakkımız var, siz aldanıyorsunuz’ [iddi]asıyla” ya amı lardır.

Realizm romantizmi iptal etmek istedi ğinde hayalin kar ısına hakikati çıkarmı ve edebi eserlerde mutlak manada hakikatin ifadesini savunmu tur. Mehmet Fuat bu bakımdan Zola’nın romancılık anlayı ını da ele tirecektir. Çünkü ona göre edebî eserlerde geometrideki gibi mutlak bir kesinli ğe ula tıracak ölçüler yoktur:

Zola kaç kereler “bir eserin meziyeti havi oldu ğu hakikate ba ğlıdır” diye haykırmı tır, lakin bu da söz götürür bir fikirdir, çünkü hendesede bir dava ispat

456 Türk edebiyatında natüralizm basında de ğer kaybedince sembolizm yükseli e geçmi tir. Bu yükseli ten sonra basında sembolizme dair yazıların sayısında bir artı olmu tur. Ayrıca ilgili yazıların içinde natüralizmin ele tirildi ği de görülmektedir. 457 Mehmet Rauf, “Musahabe-i Edebiye: 25, Eser-i Edebi”, Servet-i Fünun , c. 13, nr. 318, 3 Nisan 1313 (15 Nisan 1897), s. 85-87.

296

edilece ği zaman elimizde o kadar kati delail vardır ki inkârı kâbil olamaz; hâlbuki edebiyatta bu katiyet-i riyaziyeden mahrumuz 458 .

1897’de realist romancılık Servet-i Fünun ’da bir yandan ele tirilirken di ğer yandan Halit Ziya tarafından öne çıkarılmaktadır. Halit Ziya’nın romancılı ğını Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit ve dönemin ba ka yazarları takdir etmektedir 459 . Ancak bu takdir ifadeleri aynı yayın organı tarafından bile olsa artık realist romancılı ğın ele tirilmesinin önüne geçememektedir.

Romancılı ğa dair tartı malardan ve onca yazıdan sonra Mehmet Rauf bir yazısında “henüz hikâyenin ne oldu ğunu bilmiyoruz” der. Ona göre romanın ondokuzuncu asırdaki geli melerden nasıl etkilendi ğini, son geli melerle nasıl bir tarza sahip oldu ğunu bildikten sonra bir eser hakkında do ğru bir fikre sahip olabiliriz. Hâlbuki edebiyatımızda öteden beriden biriken azıcık bilgi, nasılsa edebî eserlerde aranacak her türlü artın ortaya konması ve tesis edilmesi için yeterli sayılmı ve bir eser görülünce de bu artlara göre de ğerlendirilmi tir. Durum böyle olunca da “Ufacık bir inhiraf yüzünden zavallı eserin bedbaht olmasına bu erait-i indiyeye adem-i muvaffakiyeti merhametsiz bir sebep te ekkül” etmi tir.

Mehmet Rauf, bir eserin mükemmel sayılması için romantik, realist, natüralist, tahlilî, tasvirî yahut ictimaî olması falan gibi kaidelerin belirlenmedi ğini, ayrıca bunların ispat edilmedi ğini hatırlatır. Ona göre “bütün bu nazariyeler birer faraziyeden ibaret kalmı her birisi ayrı bir güzellik göstermi ”tir. Bu bakımdan romantik veya realist romanları hiçbir kayıtla okumamalıdır. Çünkü XIX. Yüzyılda anla ılmı tır ki romanın geli im evreleri (edvar-ı tekâmül) takip edilerek kazanılacak tecrübeyle bilinir ki bir romancı “size hayat, tabiat ve heyet-i içtimaiye hakkındaki hissiyat ve mütalaatını vermek istiyor bunları hatta gayr-i tabi sırf muhayyel ve müretteb” olaylarla da yapabilir. Bu ifadeleriyle Mehmet Rauf bir eserde esas noktanın yazarın maksadı

458 A.g.m ., s. 86. 459 Fazlı Necip, Halit Ziya’nın Mai ve Siyah ’ından övgüyle bahsederken unları söyler: Mai ve Siyah istikbale ait bir eserdir. Tarih-i edebiyatımızda yeni inki afa ba layan bir fasl-ı cedidin, bir fecr-i nevinin birinci ulesi addolunabilir. (…) unu da söyleyeyim: Bu kıymetli eser edebiyat-ı hakikiyenin kıymeti hakkıyla takdir olunacak kadar terakkiyat-ı fikriye husule geldi ği zaman anla ılır!...(Fazlı Necip, “Mai ve Siyah”, Servet-i Fünun , c. 13, nr. 325, 22 Mayıs 1313 (3 Haziran 1897), s. 196-198).

297 oldu ğunu dile getirmek ister. Yalnız yazarın maksadını ortaya çıkarmak veya anlamak için de en az onunki kadar “müteammik bir vukuf, mütetebbi bir dima ğ keskin bir tahlil”gerekti ği kanaatindedir.

Mehmet Rauf, yazısında özellikle romanın XIX. Asırdaki geli im evrelerinin dikkatle incelenmesine, herhangi bir edebiyat akımının romancılık anlayı ından hareketle roman okumanın yanlı lı ğına de ğinmi ve bu bakımdan yazarın maksadının anla ılması yönündeki ele tiriye dikkatleri çekmi tir. Yazarın maksadı dikkate alınmazsa edebi eserin bir sanat eseri oldu ğu anlayı ı ihmal edilecek ve hatalı ölçülerden ötürü önemli romanlar bile yok sayılacaktır. Ona göre e ğer sırf taraflı bir romancılık anlayı ıyla eserler de ğerlendirilse “insanlara iyilikten bahsetmelidir ki iyi olsunlar” nazariyesinden hareketle Emile Zola’nın ve arkada larının bütün eserleri “okunmak zahmetine de ğmez eyler gibi” gösterilir, “fenalı ğı görsünler ki iyili ği takdir etsinler düsturuyla da bütün nikbin (romantik) muharrirlerin” eserleri alt üst edilir. Mehmet Rauf’un bahsetti ği bu iki yakla ım romanın i levi bahsinde dikkatleri çekti ğimiz romantik gerçekçi ve ele tirel gerçekçi çizgilerin bir ele tirisi gibidir. Yazının devamı roman ve hayat ili kisi etrafındaki de ğerlendirmelere ili kindir. Mehmet Rauf burada bir edebi eserin hayatı hissettirmesinin gereklili ğine, bunu gerçekle tirecek bir yazar veya eserin de herhangi bir edebiyat akımına ba ğlı kalı ının önemli olmadı ğına dikkatleri çeker. Bu anlayı etrafında Türk romanında dikkate de ğer isimleri sayarken onun Samipa azade Sezai, Halit Ziya ve Nabizade Nazım’ı örnek olarak gösterdi ğini görürüz 460 . Yalnız Mehmet Rauf’un yazısındaki ele tirileri romancılı ğa ili kin esaslar ve ölçüler üzerine yo ğunla makta, romantik veya realist romancılı ğı taraf tutan bir tavırla sergilememektedir.

Bu yazıdan üç hafta sonra yine Servet-i Fünun ’da Mehmet Rauf’un kanaatlerini dikkate alan Hüseyin Cahit’in romanlara dair bir yazısı yayımlanır 461 . Đlgili yazıya romantik ve realist romancılık anlayı ına dair de ğerlendirmeler nispetinde de ğinece ğiz.

460 Mehmet Rauf, “Romanlara Dair 1, Bizde Hikâye”, Servet-i Fünun , c. 14, nr. 344, 2Te rinievvel 1313 (14 Ekim 1897), s. 86-90. 461 Yazının sonunda 16 Eylül 1313 tarihi verilmi tir. Mehmet Rauf’un yazısını dikkate alan bir yazı olmasından ötürü burada yazılı tarihini de ğil, yayım tarihini esas aldık.

298

Yazının ba lı ğı öncelikle dikkat çekicidir: Edebiyat, Haric-i Edebiyat. Hüseyin Cahit hemen ba langıçta okuyucuda romantik romanları dı arıda bırakaca ğı intibaını uyandırır: Mehmet Rauf’un “Bizde Hikaye” makalesini okumu bir zat romanların hiçbir kayıt ve arta tabi olmayacakları hakkındaki beyanatına dikkat ederek bana: “Öyle ise Haydut Montari ve emsali kitaplara da Mai ve Siyah gibi roman diyece ğiz?” dedi 462 . Hüseyin Cahit devamla genel roman tabiri altında böylesi farklı eserleri saymamızı teessüfle kar ılar. Çünkü ona göre roman edebiyatın özel bir kısmıdır ve vukuat-ı zaptiye jurnalleri, bir takım masallar bu özelin haricindedir. Nitekim bunlar, bu Gürcü Kızı Hikâyeleri ihtimal ki kı gecelerinde çoluk çocuk arasında vakit geçirmek için okunur ve bunda da bir beis görülmeyebilir. Fakat “çoluk çocuk e ğlencesi olmayacak” ayrıca böyle bir isnat yazarı için bir kusur kabul edilecek eserler de vardır ki bunların hepsi de roman, edebî eser olmak iddiasındadır. Bu bakımdan “edebiyatın hududunu gösterecek edebiyat ile hariç-i edebiyatı tefrik ve tayin edecek olursak bu ahlı vahlı, iniltili gürültülü birçok matbu kâ ğıtlar layık oldukları makamlarında kalmı ” olacaktır.

Türk edebiyatında 1897’ye gelindi ğinde masalcı roman anlayı ını öne çıkaran ciddi bir gazete ve dergi artık yoktur. Bu tarihte realist romancılık dahi ciddi ele tiriler almaktadır. Mehmet Rauf “Bizde Hikâye” yazısında realistleri romantiklerin hazırladıklarına de ğinmi ve her iki romancı anlayı ının nazariyelerinde ele tirilebilecek yönlerin olabilece ğinden hareketle “yazarın maksadı”na dikkatleri çekmi tir. Hüseyin Cahit ise realist romancı anlayı ının romantikleri ele tirdi ği yakla ımı dile getirmektedir. Yazısının devamında Hüseyin Cahit “edebiyat, heykeltıra , resim, mimari ve musiki arasındaki benzerlik ve farklılıklardan bahseder, hayal ve hakikate ili kin e it mesafede de ğerlendirmelerde bulunmaya çalı ır ve hangi eserin sanat hangisinin sanat dı ı olaca ğını belirleyecek ölçülere de ğinir. Yazısının sonunda da maksadının anla ılması için ne tür esere roman denilece ğini veya denilmeyece ğini belirleyecektir. Daha do ğrusu “hangi romanları haric-i edebiyatta bırakaca ğız?” sorusunu cevaplayacaktır. Buna göre,

462 Hüseyin Cahit, “Romanlara Dair 2, Edebiyat, Haric-i Edebiyat”, Servet-i Fünun , c. 14, nr. 347, 23 Te rinievvel 1313 (4 Kasım 1897), s. 135.

299

Hangi romanlardaki muharrir maksad-ı sanat ne oldu ğunu gözeterek gaye-i hayaliye do ğru tevhiye-i fikir ve nazar etmi tir, o roman edebiyata dâhildir; hangi romanlardaki muharrir -belki bilmedi ği- kavaid ve gaye-i sanatı ayak altına alarak sayfalar doldurmu tur, o roman edebiyat haricindedir. Đ te Mehmet Rauf’un “roman için art yoktur” sözü her karartılmı sayfanın edebiyattan madud olaca ğını iddia demek de ğildir; belki -bir eser-i edebî olan- roman her sanatkârın ahsına göre de ğien bir gaye-i hayaliyi irae etti ği cihetle bunlar için muayyen artlar irae edilemez demektir 463 .

Hüseyin Cahit, Servet-i Fünun ’daki romanlara dair bir sonraki yazısını edebiyat ve ahlak bahsine ayırır 464 . Burada sanatkârın bir vaiz olmadı ğını ifade ederek edebiyat ve ahlakın ayrı ayrı eyler oldu ğunu dile getirir. Bu bakımdan o, edebiyatın ahlakın ölçüleri dâhilinde belirlenmesine kar ı çıkar. Ancak yanlı anla ılmaya mahal vermemek için de ahlakı edebiyatın dı ında tutmakla edebiyatın ahlaksızlık oldu ğunu ifade etmek istemedi ğini hatırlatır. Ona göre ahlakı edebiyat haricinde tutmak “yalnız kavaid-i ahlakiyenin ne r ve i aası için vasıta ittihaz etmek do ğru ve iyi bir ey de ğildir” demektir. Hüseyin Cahit “sanat sanat içindir” ilkesini i letmek için edebiyat ve ahlakı ayırır. u sözleri yazıyı özetler mahiyettedir: “Hasılı ilm-i ahlaka ait olanları ilm-i ahlaka verelim; edebiyata ait olanları edebiyata bırakalım”. Bu yazıNamık Kemal- Ahmet Mithat Efendi kar ısındaki Be ir Fuat-Halit Ziya- Nabizade Nazım çizgisinde devam eden romanın i levine yönelik ele tirel gerçekçilik anlayı ının ele tirilerini hatırlatır ve bu yönüyle Hüseyin Cahit’in kanaatleri ikinci çizgiye eklenebilir. Ancak Türk basınında realist ve natüralist romancılık anlayı ı XIX. Asrın sonunda da basında yer bulmasına, sanatın sanat için olmasına yönelik vurgusuna ra ğmen artık de ğer kaybetmektedir. Bu bakımdan yazı eski tartı maları alevlendirmenin ifadesinden ba ka bir ey de ğildir.

Türk basınında hakikati sürekli öne çıkarıp hayali dı layan realist romancılık modası 1897 ve sonrasında batıdan gelen yeni bir moda akımıyla kar ı kar ıya

463 A.g.m ., s. 138. 464 Hüseyin Cahit, “Romanlara Dair 3: Edebiyat ve Ahlak”, Servet-i Fünun, c. 14., nr. 358, 8 Kânunusani 1313 (20 Ocak 1898), s. 309-310.

300 gelmi tir: Sembolizm. Ancak bu moda basına realistlerin ihmal etti ği hayal ile girecektir. Daha önce Cenap ahabettin’in tanıttı ğı yeni hayal modasından sonra Nurettin Ferruh Servet-i Fünun ’da yayımlanan “ Đdealizm” 465 yazısıyla hayalin dolayısıyla edebiyatta romantik e ğilimlerin tekrar yükseldi ğine dikkatleri çeker ve “umum be eriyet yalnız hakikat ve tabiattan müstefid ve mütelezziz olmak istidadında de ğildir. Her nasılsa tab’-ı be er tefekkürat ve tahayyülata meyyaldir. Hatta bazen tefekkür ve tahayyülü fevka’t-tabia ahvale bile sevk ve imale eder” der. Nurettin Ferruh söylediklerini örneklendirecektir. Buna göre sokakta do ğal haliyle yürüyen bir adam dikkati pek çekmez de soluk solu ğa ko an bir adama herkes bakar. Bunun sebebi nedir? Bunlardan hangisi daha tabii hareket etmektedir? Elbette yürümek ko maktan daha do ğaldır. Bu do ğallık içinde öyleyse neden yürüyen adama de ğil de soluk solu ğa ko ana bakarız. Tabii halde yürüyen binlerce insan olur da ba ımızı çevirip bakmayız. Tabii halinden pek küçük veya pek büyük olan birini görsek gözümüzü ondan ayırmayız.

Emsal-i hikâyâtta da ekseriya böyle de ğil midir? Latif fakat sade ve tabii bir fıkrayı nakledin herkes bundan bir lezzet alamaz. Ama harikulade ahvali meze ederek söyleyin, nazar-ı dikkati celp edersiniz. O halde hayalât ve tefekkürâtın insanlar için havass-ı tabiiyeden bulundu ğuna hükmetmek lazım gelir. Yalnız pi -i enzarımızda sert bir hakikati, çirkin bir tabiatı tecessüm ettiren asar-ı kudrette belki onlardan ziyade de hayalatımızı ok ayan asardan ho lanmamız yine tabii görülmelidir.

Hakikatin kar ısında yükselen hayal hakikati reddetmemekte ancak hakikatin hayali reddine, hakikatin tek yönlü ele alını ına ve sadece tasvirle ifade edili ine kar ı gelmektedir. Nurettin Ferruh yeni hayalin hakikate bakı ını Emile Faquet’den yaptı ğı u alıntıyla açıklar: “Hakikat tasvir edilmemeli, hakikat izhar olunmalı”. Yani hissettirilmelidir. Bahsi geçen yeni hayal anlayı ının basında yükselmesini dikkate aldı ğımızda Hüseyin Cahit’in roman ilevine yönelik de ğerlendirmeleri eski bir tartı mayı alevlendirmekten öte bir anlam ifade etmez.

465 “Đdealizm”, Servet-i Fünun , c. 14, nr. 351, 20 Te rinisani 1313, (2 Aralık 1897), s. 198-199.

301

SONUÇ XIX. Asır Türk edebiyatında görülen Avrupa edebiyatlarına yönelik ilgi genellikle Fransız edebiyatı eksenlidir. Be ir Fuat’ın Victor Hugo monografisinin yayımlandı ğı 1885, 1886 yıllarına gelinceye kadar Fransız romantiklerinin, bunların içinde de özellikle Victor Hugo’nun etkisinde kalan yazarlarımız monografinin yayımından sonra Emile Zola’yı da tanımı oldular. Bundan sonra zamanla Hugo’nun ahsında romantizmi Zola’nınkinde realizmi savunan yazarlar arasında kar ı tarafı ve edebiyat akımını ötekile tiren bir algı belirmi tir. Bu bakımdan edebiyat akımlarına yönelik ele tiride problem ba langıçta bir algı meselesidir ve “anlama”yı de ğil “ötekile tirme”yi derinle tirir. 1885-1889 yılları arasında Be ir Fuat ve Halit Ziya’nın realizmi tercihi kar ısında, basında realizm ve natüralizm yükselirken romantizm itibardan dü mü tür. Ancak yükseli bu akımlara yöneltilen ele tirileri engelleyememi , sonuçta Osmanlı basınında realizme yönelik iki farklı kanaat ileri sürülmü tür. Birincisi Batıdaki edebî verimleri mimetik olarak birebir almak yerine onları ahlak ve adetlerimiz çerçevesinde “bize göre” ve “bize uygun” ekilde telif, tercüme etmek ve dönü türmekte kendini gösteren, Tercüman-ı Hakikat ve Mizan gazetelerindeki yazılarda beliren Ahmet Mithat Efendi ve Mizancı Murat’ın görü üdür ki genel okuyucu kitlesine hitap eder. Yakla ım ahlakî endi elere sahiptir. Bu yakla ıma göre halk çirkinliklerin de gösterildi ği gerçe ği görmekle ondan sakınacak olgunlu ğa henüz ula mamı tır. Ekseri ayıp ve kusurlara meyilli oldu ğundan kusurları gerçekçi ekilde göstererek bunlardan sakındırmaya çalı mak, aslında halkın aklına getirmedi ği ba ka kötülükleri de hatırlatacaktır. Bu yüzden fuhu ve rezalet âlemlerini birebir, gerçekçi tasvir etmek halkı bunlardan uzakla tırmayacak bilakis fuhu ve rezalet âlemlerine itecektir. Đkincisi Alphonse Daudet, Gustave Flaubert ve Goncourtlara Zola’dan daha çok ehemmiyet veren ancak Zola’nın romancılıktaki “ihtimam, tetkik ve tetebbu ve tamik”teki hassasiyetini ihmal etmeyen Servet-i Fünun görü üdür. Bu yakla ıma göre halk gerçe ği görmekle ondan sakınabilir veya onu sevebilir. Ancak bu yakla ım halkın ahlak ve e ğilimlerinden ziyade sanatı, okur kitlesi içinde de sanattan zevk alan seçkin bir sınıfı dikkate alır.

302

Ahmet Mithat Efendi ve Mizancı Murat sanatın “genel”i yansıttı ğı ilkesinden hareketle Zola’nın gerçekçili ğinin genel gerçekçili ği yansıtmadı ğını ifade etmi ler, Servet-i Fünuncular sanatın “öz”ü yansıttı ğından hareketle seçkin bir okur kitlesinin gerçekçilik anlayı ını öne çıkarmı lardır. Tercüman-ı Hakikat ve Mizan ele tiri anlayı ının kar ı çıktı ğı husus seçkin bir okur kitlesine hitap eden “öz” gerçekçili ğinin “genel”in gerçekçili ğini yansıttı ğı anlayı ı olmu tur. Bu bakımdan bir edebiyat akımının kabulü XIX. Asır Türk edebiyatının mutlak kabulü değildir. Durum özgürle me yolunda ilerleyen Türk edebiyatının tabiatını da yansıtmaktadır. Tercüman-ı Hakikat-Mizan ve Servet-i Fünun anlayı ları arasındaki bu görünürdeki çeki meyi müteakip 1894’ten sonra realizmin romantizmi ötekile tiren anlayı ı basındaki yükseli ine devam etmi tir. 1895’te “Mesalik-i Edebiye” adlı yazısıyla Mehmet Ziver bu savunma psikolojisinden uzak durarak edebî meslekler arasındaki temel farkın çok net bir ekilde “tarz-ı tasavvur ve ifade”de yattı ğını dolayısıyla ayırımın dil men eli oldu ğunu açıklamı tır. Kanaatimizce edebiyat akımları arasındaki farkın tespiti ba ğlamında bu yazı oldukça dikkate de ğerdir. Çünkü edebiyat akımları arasındaki farkı belirleyen ötekile tirme anlayı ı de ğil, dildir. Osmanlı basınında edebiyat akımları tartı malarından önce “meslek” sözcü ğü ba langıçta daha çok Tercüman-ı Hakikat, Tarik, Saadet, Mizan gibi gazetelerin eski ve yeni Türk edebiyatlarına ili kin edebî görü lerini ifade etmek için kullanılırdı. Edebiyat akımlarının edebî meslekler eklinde tarifinden sonra “meslek” sözcü ğü zamanla bir yayın vasıtasının görü ü olma anlamından uzakla mı , “akım” anlamını kazanmaya ba lamı tır. Osmanlı basını 1895’te yayımlanmaya ba lanan Sorbonne Daru’l-fünununda ba lıklı yazılarda edebiyat akımlarına yönelik savunmacı, ötekile tiren yakla ımdan uzak, romantizm ve realizmi anlamaya çalı an ve bu akımların bir dil gelene ği üzerinde oturduklarını ifade eden nitelikli bir anlayı a tanık olmu tur. Fakat Ahmet Mithat Efendi’nin takdir ve tahsinlerine ra ğmen bu yazılar yazık ki basında gereken ilgiyi görememi tir. 1896’ya gelindi ğinde Ahmet Mithat Efendi’nin ahlakî endi elerden kaynaklanan, Zola’nın gerçekçilik anlayı ının aleyhindeki yazıları devam etmi , Servet’i Fünun ’da yayımlanan yazılarında Cenap ahabettin Zola anlayı ının basında

303 geriledi ğini ifade ederek yeni üslupların do ğdu ğuna ve Fransa’da Sembolizm’in revaçta oldu ğuna dikkatleri çekmi tir. Bundan sonra Türk edebiyatında hakikatten sonra hayal tekrar yükseli e geçmi , böylece hakikatten daha bilinçli bir hayale do ğru giden bir anlayı ın yazıları basında görülmeye ba lamı tır. Yükselen bu hayal sembolizmle ifadesini bulmu tur. XIX. Asır Türk edebiyatında romantizm, realizm akımlarına yönelik algı için son olarak unu kaydetmek gerekir. Bu asırda basında klasisizm ile romantizmin sanat ve edebiyattaki ilke ve niteliklerini anlatan ciddi, tek bir kitap yoktur. Klasisizmin kaidelerini kırarak özgürlü ğün kapısını aralayan romantizm gibi temel bir edebiyat akımı ilke ve nitelikleriyle kavranmadan, realizmi savunan yazarlar tarafından sorgulanmı , layıkıyla anla ılmadan ele tirilmi ve ötekile tirilmi tir. Böylece ele tiri 1885’ten 1895’e kadar romantizm gibi temel bir ölçüden yoksun olarak devam etmi tir. Romantizmin ilke ve niteliklerini iyi anlamadan akımı realizmin kar ısında gören yazarlar aslında realizmi de tam olarak anlayamamı lardır. Bu bakımdan Servet-i Fünuncuların ne derece realist oldukları tartı maya açık bir konudur. Türk edebiyatında hayal hakikat etrafındaki tartı malar sanatın geli im çizgisini takip etmi tir. Durum hayalden hakikate hakikatten daha bilinçli bir hayale do ğru geli mi tir. Türk edebiyatındaki tartı malar edebiyatın kendi dinami ğinden kaynaklanan bir gelenek fikrine ba ğlanınca açıklayıcı gücünü kazanabilir. 1883, 1885 yıllarında Ahmet Mithat Efendi “müstefilatün bahirlerinde” bocalayan, “tahayyülat girdaplarında” bo ğulan, iirde gariplik ve tuhaflıklara sebebiyet veren, bizi hakikatten uzakla tıran, mey mahbup a ığı ve bu yüzden kendi mesle ğini dahî bilmeyen hayalci airleri, bazen insandan saymayacak kadar sert bazen de istihzalarla dolu bir dille ele tirmi böylece bu airleri edebiyatın dı ında tutmu tur. Bu anlayı ı etrafında Ahmet Mithat’a göre air, garabet ve vehimleri bir yana bırakarak bizi hakikatten uzakla tıran hayalci iir anlayı ını bir kenara atan, “bizden” biri olmalıdır. Eski ve yeni kavgası dolayısıyla Muallim Naci ve Recaizade M. Ekrem taraftarları arasındaki tartı malar devam ederken yeni edebiyatçılar arasında Hayaliyun- Hakikiyun Tartı ması vuku bulmu tur. Tartı ma dolayısıyla hayal-hakikat etrafında dile getirilen kanaatler dikkate alındı ğında iire dair dü üncelerin bir gelene ğe yaslandı ğı görülmektedir. Nitekim inasi’nin edebî çalı maları ve özellikle Namık Kemal’in eski

304 ve yeni airlere yöneltti ği ele tiriler böyle bir ele tiri gelene ğinin ilk halkalarını olu turmu tur. Victor Hugo monografisinde romantizmin ciddi manada tanıtıldı ğını söyleyemeyiz. Monografide hayal, rüya, dı tabiat manzaraları, tarih, yerel kültürler ve milliyetçilik, güzellik (beauty) ve tuhaflık (strangeness), vah i do ğa ve bilinçaltı, melankoli gibi romantiklerin yaslandıkları esas temlere ve bunların Avrupa eski ve yeni edebiyatlarındaki yerlerine dikkat çekilmemi tir. Be ir Fuat, Türk edebiyatında ilk olarak romantikleri “hayaliyun”, realistleri “hakikiyun” terimleri ile kar ılayan ki i olmu tur. Ancak bu isimlendirmenin “romantik” ve “realist”leri ifadede yetersiz kaldı ğı; “romantizmin hayali realizmin hakikati ifade eden zıt akımlar oldu ğu” eklindeki yanlı bir dü üncenin yerle mesine sebebiyet verdi ği de açıktır. Hayaliyun-Hakikiyun Tartı ması ’nda ele alınan mevzular a ğırlıklı olarak Muallim Naci-Be ir Fuat ve Be ir Fuat-Fazlı Necip mektupla malarında i lenmi tir. Namık Kemal, Recaizade Mahmut Ekrem ve Muallim Naci’nin hayal ve hakikate ili kin kanaatleri, Namık Kemal’in ça ğda ı olan ve yeni bir edebiyatı savunan airlerin ele tirilmesi yönündeki de ğerlendirmeleri, Ahmet Mithat Efendi’nin hayalci airlere yönelik 1883-1885 yıllarında dile getirdi ği kanaatler hayal-hakikat tartı maları için bir ortam hazırlamı tır. Bu bakımdan Hayaliyun-Hakikiyun Tartı ması aslında hayal- hakikat etrafında geli en bir ele tiri gelene ğinin devamını te kil etmektedir. Tartı mada Menemenlizade M. Tahir iirin kabul edilirli ğinin iirin sırf hakikati anlatmaktan ziyade hakikatin yanında te bihi içermesiyle mümkün olabilece ğini dile getirmi tir. Buradan hareketle de gerçek airin hakikati hayal, te bih ve istiarelerle süsleyebilen air oldu ğunu ifade etmi tir. Ancak iirde güzelli ği artırmak için airin ara sıra mübala ğaya da ba vurdu ğu kanaatindedir. Bir romancıda aradı ğı özellikler de airde aradı ğından farklı de ğildir. Bu dü ünceleriyle M. Mehmet Tahir, Namık Kemal ve Muallim Naci’nin hayal ile hakikati mezceden, romantik-gerçekçi anlayı ını sürdürmü tür. Be ir Fuat ise ba ta iirde te bih, istiare ve hayale kar ı olmadı ğını ancak bunların “tabiî” olması lüzumunu dile getirmi , mübala ğayı da kesinlikle reddetmi tir. Ancak tartı manın devamında bütün hayal unsurlarına kar ı çıkarak gerçek iiri her türlü hayal unsurlarından arındırılmı iir, gerçek airi de hakikati hayale tercih eden air addetmi tir. Aslında bu, güzelli ği ve gerçekçili ği kesin olarak tarif edemeyen

305

Recaizade M. Ekrem’in ve onun açtı ğı çığırda yürüyen romantik airlerin iir anlayı larının reddidir. Hayal ve hakikatin ölçüsü etrafında dile getirilen kanaatler de iir ve fennin hangisinin üstün sayılaca ğına dair tartı malara sebep olmu , bir tarafta iiri savunan airlerle di ğer tarafta bilimi savunan mütefenninler (bilim adamları) gibi iki grup ortaya çıkmı tır. Böylece airler ve bilim adamları edebî mevzular ve bilimsel hakikatlere ili kin kanaatleriyle kar ı kar ıya gelmi tir. Zamanla da tartı ma bilimsel hakikatlere ili kin örneklerle bo ğulmu tur. Bir airle bilim adamının kıyaslandı ğı M.C. imzalı “Bir Mütefenninle Bir air” manzumesinden sonra da tartı ma kar ılıklı saygı üslubunu kaybetmi tir. Tartı mada Ahmet Mithat Efendi ve Hüseyin Rahmi, Be ir Fuat’tan yana kanaatlerini bildirirken Recaizade M. Ekrem kendi öğrencisi M. Mehmet Tahir’in yanında yer almı tır. Henüz bu kutupla ma olu mazdan evvel Âsâr ile Gül en arasındaki tartı mada Ali Kemal “isti ğrak” halindeki hayalci airleri ele tirisiyle hayalci airlerden uzak bir duru sergilemi tir. “Bir Mütefenninle Bir air” manzumesinden sonra tartı ma üslubunda ironik ve alaycı ton belirginle mi böylece matbuat ortamında hayalci air tipi ele tirilmi ve alaya alınmı tır. Hayalci air tipine yöneltilen bu ele tiriler Türk edebiyatında önemli bir konumu olan airin konumunun sorgulandı ğının bir göstergesidir. Hayaliyun-Hakikiyun Tartı ması ’nda tartı ma mevzusu olan di ğer bir konu yine hayal-hakikat ili kisi etrafında ekillenen romantizm veya realizm akımlarının hangisinin tercih edilmesi gerekti ği meselesi olmu tur. iirde hayali savunan M. Mehmet Tahir romantik Victor Hugo ve onun ahsında romantizmi, hakikati savunan Be ir Fuat ise natüralist Emile Zola ve onun ahsında realizm/natüralizmi savunmu tur. Durum bir edebiyat akımını anlamaktan ziyade Türk edebiyatında kar ıt durdu ğu edebî akımı ötekile tirme anlayı ının yerle mesine sebebiyet vermi tir. Edebiyat akımlarının tercihi meselesinde M. Mehmet Tahir fikirlerini desteklemek için daha çok iirlerden örnekler verirken, Be ir Fuat örneklerinin ço ğunu romanlardan seçmi tir. Böylece iir ve roman kar ı kar ıya gelmi tir. Genellikle de M. Mehmet Tahir romantiklerin, Be ir Fuat realistlerin neden üstün oldukları etrafında kanaatlerini bildirmi tir. Bu bakımdan tartı mada her iki taraf kendince haklı görünmü tür.

306

Hayaliyun-Hakikiyun Tartı ması’ndan sonra basında iir diline dair kanaatlerini bildiren Nabizade Nazım, Mehmet Ziver, erafaettin Ma ğmumi, Ali Muzaffer, Ahmet Mithat Efendi… gibi yazarlar hayal ve hakikat arasında keskin bir farklılı ğı savunmak yerine ikisini mezceden romantik-gerçekçi bir yaklaım sergilemi lerdir. iir dilinde romantik-gerçekçili ğe gidi bu sayede olmu mu ve iir dilinde hayal-hakikat etrafındaki tartı malar romantik-gerçekçi bir üslubun olu turulması yönünde neticelenmi tir. Roman ve romancılı ğa dair tartı maları ekillendiren temel unsur romanın ilevidir. Romanın i levi etrafındaki tartı malarda, zevk verme ve faydayı öne çıkaran romantik-gerçekçi yakla ım ile insan tabiatının tahlilini öne çıkaran ele tirel-gerçekçi anlayı belirmi tir. Türk romanının ba langıcında ilk romancılarımız çeviri ve telif romanlarda a ğırlıklı olarak romantiklerden etkilenmi lerdir. Geleneksel anlatıların hayal dünyasının kar ısına gerçekçili ği koyma iddiasında olan ilk romancılarımız romantik- gerçekçi bir anlayı a sahip olmu lardır. Romanın i levinde okuyucuyu merkeze alarak fayda ve zevk vermeyi, terbiye ve ahlakı öne çıkaran bu anlayı Namık Kemal ve Ahmet Mithat Efendi çizgisinde geli mi tir. Namık Kemal Đntibah mukaddimesinde, her ne kadar ele tirel gerçekçiler gibi romana psikolojik tahlil ve tasvirlere dayalı bir anlatım i levi yüklese de bunu geli tirme vasıtalarında Fransız romantiklerinden ayrılmamı tır. Namık Kemal’in roman namına kayda de ğer tek eserinin Đntibah oldu ğunu dü ünürsek romantik gerçekçili ği Ahmet Mithat Efendi’nin daha çok geli tirdi ğini söyleyebiliriz. 1885’ten sonra Türk romanında romantik-gerçekçi çizgiden bir sapma olmu ve bunun kar ısında ele tirel gerçekçi bir anlayı belirmi tir. Anlayı Be ir Fuat, Halit Ziya ve Nabizade Nazım çizgisinde devam etmi tir. Ele tirel gerçekçiler romanı geli tirme vasıtalarında Stendhal, Balzac, Gustave Flaubert, Emile Zola… gibi Fransız ele tirel-gerçekçilerinin tahlil, tasvir ve tecrübelerinden yararlanmı lardır. Ayrıca özel bir sınıf okur kitlesini merkeze alarak, romanın i levinde romantik-gerçekçiler gibi fayda ve zevk vermeyi, terbiye ve ahlakı esas gaye yapmamı lardır. Onlar için roman, tasvir, tahlil ve tecrübe ı ığında, insan do ğasının tahliline dayalı gerçekçi tasvirlerin ifadesidir. 1890’da Roman ve Romancılık tartı masında Ahmet Mithat Efendi ve “Ravi” müstearlı Nabizade Nazım romanın tarifi ve unsurları, romancının özellikleri ve

307 romancılı ğın artları, roman dili ve olayların sunumunda gerçekçili ğin ölçüsü, romanda mekân-gerçekçilik ölçüsü gibi konuları tartı mı lardır. Kanaatler genellikle romantik ve realist romancılı ğa dair yakla ımlar etrafında ekillenmi tir. Tartı manın bir gelenek üzerinde oturdu ğunu söyleyebiliriz. Tartı mada Ahmet Mithat Efendi’nin realist romancılı ğı anladı ğını söylemek zordur. Buna mukabil Nabizade Nazım’ın dönemine göre realist romancılı ğı çok iyi anladı ğını ifade etmeliyiz. Ancak burada Ahmet Mithat Efendi’nin dikkate de ğer bir ele tiri örne ği sergiledi ğini de unutmamak gerekir. Nitekim onun ele tirilerinden sonra gerçekçili ği abarttı ğı hususlarda Nabizade Nazım dü üncelerini düzeltme gere ği duymu tur. Tartı madan sonra basında romanın i levi etrafında geli en kanaatler ı ığında roman tercihleri ortaya konulmu tur. Bunlardan birincisi genel okuyucu kitlesini dikkate alan, millî-ahlaki endi elere sahip, iyiyi tasvir edip sefâhet ve sefalet âlemlerini tasvir ve te hirden uzak duran, gerekirse metne müdahale edip gerçekçili ği bozan, romanın i levinde fayda ve zevk vermeyi öne çıkaran romantik roman merkezli yakla ımdır. Đkincisi sadece nitelikli bir okur kitlesini dikkate alan, ahlakî endi elerden uzak, güzel ve çirkin her eyin gerçekçi tasvirini savunan, romanın i levinde insan do ğasını tasvir, tahlil ve tecrübe ı ığında sunan realist roman merkezli yakla ımdır. 1890-1895 yılları arasında dile getirilen bu tercihlerden sonra romancılı ğın gelece ğini tayin eden yakla ım ikincisi olmu tur. 1895’te yayımlanmaya ba lanan Sorbonne Daru’l-fünunda ba lıklı yazılardan sonra özellikle realist romancıların kullandıkları ara tırma, gözlem ve deneye dikkatler çekilmi tir. Realist yöntemlere yönelik bu vurgudan ötürü hayal-hakikat tartı malarında özellikle 1885’ten beri basında ağırlıklı bir konum i gal etmeye ba layan “hakikat” 1896’da “hayal”in kar ısında bir de ğer olarak ortaya çıkmı tır. Ancak aynı tarihte “hakikat”in kar ısında olmamakla birlikte Ahmet Mithat Efendi, Emile Zola tarzına yönelik ahlakî endi elerden kaynaklanan yazılarını yazmaya devam etmi tir. Bu yazıları müteakip Maarif ’ realistlerin romantikleri ötekile tiren tutumunu ele tirmi , Cenap ahabettin 1896, 1897’de Servet-i Fünun ’da yayımlanan yazılarıyla daha önce Ahmet Mithat’ın da dile getirdi ği gibi Batı dünyasında Natüralist roman anlayı ının artık ele tirildi ğini ve sembolizmin yükseli te oldu ğunu dile getirmi , Nurettin Ferruh edebiyatta hakikatten sonra romantik bir duyu un önem kazandı ğına dikkatleri

308

çekmi tir. Özellikle Ahmet Mithat ve Cenap ahabettin’in yazılarından sonra Türk basınında hayale olan ilgi tekrar yükseli e geçmi tir. Bu seferki hayal, hakikati de ihmal etmeyen sembolizm ile ifadesini bulmu tur. Dolayısıyla roman ve romancılı ğa ili kin tartı malar sanatın geli im çizgisi ve edebiyat akımlarına yönelik ilgi ve kanaatler ıığında bir seyir takip etmi tir. Durum soyuttan somuta somuttan daha bilinçli bir soyuta yöneliktir. Türk edebiyatına bakan yönüyle de hayalden hakikate hakikatten daha bilinçli bir hayale do ğrudur.

309

BĐBL ĐYOGRAFYA

1. Kitaplar Ahmet Hamdi Tanpınar, XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi , Haz. Abdullah Uçman, YKY., Đstanbul, 2006. Ahmet Mithat Efendi, Sait Beyefendi Hazretlerine Cevap , Dersaadet 1314. _____ Ahmet Mithat Efendi Hazretlerine Arizadır , Tercüman-ı Hakikat Matbaası, Đstanbul 1315 (1897/1898). _____ Ahbar-ı Âsâr’a Tamim-i Enzar (1307-1890), Haz. Nüket Esen, Đleti im yay., Đstanbul, 2003. Ahmet Ö. Evin, Türk Romanlarının Kökenleri ve Geli imi, Türkçesi: Osman Akınhay, Agora Kitaplı ğı, Đstanbul, 2004. Ali Kemal, Sorbonne Daru’l-fünûnunda Edebiyât-ı Hakîkiye Dersleri , Đkdam Matbaası, Dersaadet, 1314 (1896). _____ Edebiyât-ı Hakikiyye Dersleri , Haz. Bahriye Çeri, Hece Yay., Ankara, 2007, 183 s. _____ Ali Kemal, Ömrüm, haz. M. Kayahan Özgül, Hece Yay., Ankara 2004. Bekir Fahri, Jönler , Yayına Haz. Atilla Özkırımlı, Đleti im Yay., Đstanbul, 2010. Berke Vardar, Fransız Edebiyatı , Multilingual Yay., Đstanbul, 2005. Berna Moran, Türk Romanına Ele tirel Bir Bakı 1 , Đleti im Yay., Đstanbul, 2002. _____ Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Ele tiri , Đleti im Yay., Đstanbul, 2011. Be ir Fuat, Victor Hugo , Mihran Matbaası, 1302 (1886). _____ Be ir Fuat-Fazlı Necip, Mektubat , Dersaadet, 1313 (1897/1898). _____ iir ve Hakikat, Yazılar ve Tartı malar , Haz. Handan Đnci, YKY, Đstanbul 1999. _____ Voltaire , haz. Erdo ğan Erbay, Babil Yay., Đstanbul 2003. Cemil Göker, Fransa’da Edebiyat Akımları , Dil ve Tarih-Co ğrafya Fakültesi Basımevi, Ankara, 1982. Dominique Waquet ve Marion Laporte, Moda , Türkçesi: I ık Ergüden, Dost Yay., Ankara, 2011. Erdo ğan Alkan, Klasik Akım , Varlık Yay., Đstanbul, 2008. Fazıl Gökçek, Bir Tartı manın Hikayesi: Dekadanlar , Dergâh Yay., Đstanbul, 2007.

310

Fazlı Necip, Mektubat , Dersaadet, 1313 (1897/1898). Erdo ğan Erbay, Eskiler ve Yeniler, Tanzimat ve Servet-i Fünun Neslinin Divan Edebiyatına Bakı ı, Erzurum, 1997. Güzin Dino, Tanzimat’tan Sonra Edebiyatta Gerçekçili ğe Do ğru (Birinci Kısım), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1954. H. Harika Durgun, Ahmet Mithat Efendi’nin Edebiyat Teorisi, Tarihi ve Ele tirisine Dair Görü leri Üzerinde Bir Đnceleme , Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamı Doktora Tezi, Đzmir, 2008. Himmet Uç, air ve Romancı Nabizade Nazım , Kitabevi Yay., Đstanbul 2007. Đbnülemin Mamhud Kemal Đnal, Son asır Türk airleri , MEB., c. VI. Đnci Enginün, Abdülhak Hamit’in Tiyatroları IV , Dergah Yay., Đstanbul, 2000. _____ Yeni Türk Edebiyatı Tanzimat’tan Cumhuriyet’e (1839-1923) , Dergah Yay., Đstanbul, 2006. _____ Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı , Dergâh Yay., Đstanbul, 2007. Jale Parla, Donki ot’tan Bugüne roman , Đleti im Yay., Đstanbul, 2007. Kenan Akyüz, Batı Tesirinde Türk iiri Antolojisi , Đnkılâp Yay., Đstanbul, 1985. Levent Yılmaz, Modern Zamanın Tarihi, Batıda Yeninin De ğer Haline Geli i, Çev.: Mehmet Emin Özcan, Metis Yay., Đstanbul, 2010. M. Mehmet Tahir, Elhân , Matbaa-i Ebuzziya, Kostantiniyye, 1303. Mehmet Kaplan, Tevfik Fikret , Dergâh Yay., Đstanbul 2007. Mehmet Ziver, Hikmet-i Edebiye , “A. Maviyan” irket-i Mürettibiye Matbaası, Đstanbul, 1305 (1889). Michel Butor, Roman Üstüne Denemeler , Düzlem Yay., Çev. Mehmet Rifat / Sema Rifat, Đstanbul 1991. Muallim Naci-Be ir Fuat, Đntikâd , Mahmut Bey Matbaası, Đstanbul 1304. Murat Uraz, Türk Edip ve airleri, Tefeyyüz Kitaphanesi, Numune Basımevi, Đstanbul, c. I.1939. Mustafa Nihat Özön, Türkçede Roman , Đleti im Yay., Đstanbul, 1985. Mustafa Re it, Gözya ları , irket-i Mürettibiye Matbaası, Đstanbul 1304 (1886-1887). Namık Kemal, Đntibah (Ali Bey’in Següze tini Havidir), 1291.

311

_____ Namık Kemal’in Husûsî Mektupları I, Đstanbul, Avrupa ve Magosa Mektupları , Haz. Fevziye Abdullah Tansel, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1967. _____ Namık Kemal’in Husûsî Mektupları , Haz. Fevziye Abdullah Tansel, c. III.,Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1973. _____ Bahar-ı Dani Mukaddimesi , Mekteb-i Sanayi Matbaası, Đstanbul 1290 (1874). _____ Tâkib-i Harabat , Matbaa-i Ebuzziya, Đstanbul, 1303. _____ Đrfan Pa a’ya Mektup, Matbaa-i Ebuzziya, Đstanbul, 1309. Nazım H. Polat, Bir Jöntürk’ün Serüveni: erafettin Ma ğmûmî -Hayatı ve Eserleri , Büke Yay., Đstanbul 2002. Necat Birinci, M. Mehmet Tahir , Kültür ve Turizm Bakanlı ğı Yay., Ankara, 1988. Necmettin Halil Onan, Namık Kemal’in Talim-i Edebiyat Üzerine Bir Risalesi, Milli Eğitim Bas ., Ankara, 1950. Olcay Önertoy, Edebiyatımızda Ele tiri, Tanzimat ve Servet-i Fünun Dönemleri , Dil ve Tarih Co ğrafya Fakültesi Basımevi, Ankara 1980. Orhan Kolo ğlu, Osmanlı’dan 21. Yüzyıla Basın Tarihi , Pozitif Yay., Đstanbul, 2006. Orhan Okay, Abdülhak Hamit’in Romantizmi , Atatürk Üniversitesi Basımevi, Erzurum, 1971. _____ Be ir Fuat-Đlk Türk Pozitivist ve Natüralisti , Hareket Yay., Đstanbul, 1969. _____ Be ir Fuat, Đlk Pozitivist ve Natüralisti , Dergâh Yay., Đstanbul 2008. Ömer Faruk Huyugüzel, “Namık Kemâl’in Edebiyat ve Edebî Tenkide Dair Genel Fikirleri”, Ölümünün 100. Yılında Namık Kemal, M. Ü. Fen-Edebiyat-Fakültesi Yayınları, No: 9, Đstanbul, 1988. Ramazan Kaplan, Klasikler Tartı ması, Ba langıç Dönemi , Atatürk Kültür Merkezi Ba kanlı ğı Yay., Ankara 1998. Refik Ahmet Sevengil, Hüseyin Rahmi Gürpınar , Hilmi Kitabevi, Đstanbul, 1944. René Wellek - Austin Warren, Edebiyat Teorisi , Çev. Ömer Faruk Huyugüzel, Akademi Kitapevi, Đzmir 2005. Recaizade Mahmut Ekrem, Takrizât , Kostantiniye, 1314 (1898/1899). _____ Takdir-i Elhan , Mahmut Bey Matbaası, 1301. Robert P. Finn, Türk Romanı Đlk Dönem: 1872-1900 , Türkçesi: Tomris Uyar, Bilgi Yayınevi, Ankara,

312

Suut Kemal Yetkin, Edebiyat’ta Akımlar , Remzi Kitapevi, Đstanbul, 1967. ahabettin Süleyman, Tarih-i Edebiyat-ı Osmaniye , Sancakciyan Matbaası, Đstanbul, 1328/1912, 377 s. erafettin Ma ğmûmî, Ba langıç , Đstanbul 1306 (1890/1891). Théophile Gautier, Romantizm’in Tarihi, MEB., Đstanbul, 1978. Yeni Türk Edebiyatı Antolojisi II, 1865-1876 , Haz.: Mehmet Kaplan, Đnci Enginün, Birol Emil, Đstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Yay., Đstanbul, 1978. Yeni Türk Edebiyatı Antolojisi III , Hazırlayanlar: Mehmet Kaplan, Đnci Enginün, Birol Emil, Zeynep Kerman, Đstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Yay., Đstanbul, 1979. Yeni Türk Edebiyatı Metinleri 4 Eser Tanıtma ve Önsözler (1860-1923) , Haz. Đnci Enginün-Zeynep Kerman, Dergah Yay., Đstanbul, 2011. Yeni Türk Edebiyatında Önsözler (Bir 19. Yüzyıl seçkisi) , Haz. Hakan Sazyek-Esra Sazyek, Akça ğ Yay., Ankara, 2008. Zeynep Kerman, 1862-1910 Yılları Arasında Victor Hugo’dan Türkçe’ye Yapılan Çeviriler Üzerinde Bir Ara tırma , ĐÜ. Edebiyat Fakültesi Yay., Đstanbul, 1978.

313

2. Gazete ve Dergi Yazıları Abdi, Hakayiku’l-Vakayi , nr. 968, 11 Eylül 1873. Abdullah Uçman, “Malumat, II. Abdülhamit devrinde yayımlanan ilmî, fennî ve edebî muhtevalı haftalık dergi”, TDV ĐA, c. 27, s. 543. Ahmet F., “Romanlar”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 3622, 9 A ğustos 1890. Ahmet Mithat Efendi, “Nefaset-i Tabiiye ve Sanayi-i Nefise”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 1607-1611, 16-20 Te rinievvel 1883. _____ “Garaib-i Edep ve Garabet-i Üdebâ”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 2234, 3 Kânunuevvel 1885. _____ “Mütenevvia”, Tercüman-ı Hakika t, nr. 2461, 28 A ğustos 1886. _____ “Fen ve iir ve i’r-i Fennî”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 2463-2464, 1-2 Eylül 1886. _____ “Romanlar ve Romancılık”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 2847, 5 Kânunuevvel 1887. _____ “Letaif-i Edebiye”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 3013, 23 Haziran / 5 Temmuz 1888. _____ “Papazdaki Esrar, Musavver Roman”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 3112, 1 Te rinisani 1888. _____ Tercüman-ı Hakikat , 3543, 28 Mart 1890. _____ “Roman ve Romancılık Hakkındaki Mütalaamız”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 3547, 2 Nisan 1890. _____ “Ravi’ye Mukabele”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 3552, 8 Nisan 1890. _____ “Roman Đntihabı”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 3623, 11 A ğustos 1890. _____ “Mü ahedat, ‘Kariîn ile Hasbihal’”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 3698, 6 Te rinisani 1890. _____ Sanatkâr Namusu, “Birkaç Söz”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 3875, 17 Haziran 1891. _____ “ Đki Hud’akâr: Mukaddime”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 4639, 19 Kânunuevvel 1893. _____ “Teceddüdat-ı Edebiye”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 5261-57, 23 Kânunuevvel 1895. _____ “Makale-i Đntikadiye 1: Emile Zola’yı Niçin Okumuyorum”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 5366-254, 15 Temmuz 1896.

314

_____ “Makale-i Đntikadiye 2: Emile Zola’yı Kimler Be ğenebilirler?”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 5370-258, 19 Temmuz 1896. _____ Makale-i Đntikadiye 3- “Mesalik-i Edebiye ve Emile Zola”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 5375-263, 24 Temmuz 1896. _____ Makale-i Đntikadiye 4- “Mukayese-i Mesalik”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 5378- 266, 27 Temmuz 1896. _____ “ Đkram-ı Aklam”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 5873-673, 5 Eylül 1897. _____ “Sait Beyefendi Hazretlerine Cevap”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 5932-732 - 5939- 739, 3-10 Te rinisani 1897. Ahmet Đhsan, “Roman Nedir?”, Umran , , nr. 7, 12 Kânunuevvel 1305 (24 Aralık 1889), s. 78-79. Âlî , “Dezgir Kim Oluyor” , Saadet , nr. 501, 31 A ğustos 1886. _____ “Varaka”, Ceridetü’l-Hakayık, nr. 19, 4 Eylül 1886. _____ Kes Ne Gûyed ki Dûg-ı Men Tur -est”, Saadet, nr. 512, 16 Eylül 1886. Ali Kemal, Ali Kemal, “Büyük Bir Cüret Yahut Küçük Bir Dikkat”, Gül en , nr. 4, 20 ubat 1301 (4 Mart 1886), s.15. _____ “Cevabu’l-cevab”, Gül en , nr. 7, 8; 13,20 Mart 1302 (25 Mart, 1 Nisan 1886), s. 27-29. _____ “Sorbonne Daru’l-fünununda” Đkdam , nr. 502, 16 Kânunuevvel 1895. _____ “Sorbonne Daru’l-fünununda” Đkdam , nr. 516, 30 Kânunuevvel 1895. _____ “Sorbonne Daru’l-fünununda 3”, Đkdam , nr. 523, 6 Kânunusani 1895. _____ “Sorbonne Darul’-fünununda 4”, Đkdam , nr. 537, 20 Kânunusani 1896. _____ “Sorbonne Darul’-fünununda 5”, Đkdam , nr. 550, 2 ubat 1896. _____ “Sorbonne Daru’l-fünununda 6”, Đkdam , nr. 575, 27 ubat 1896. _____ “Sorbonne Daru’l-fünununda 7” Đkdam , nr. 594, 17 Mart 1896. Ali Muzaffer, “Faik Es’at Bey Biraderimize”, Hazine-i Fünun , nr. 9, 13 Haziran 1312 (25 Haziran 1896), s. 124. Berakatzade Ali Refet, “Edebiyat: iir, air”, Malumat , c. 3, nr. 56, 31 Te rinievvel 1312 (12 Kasım 1896) s. 148-149. Be ir Fuat, Tercüman-ı Hakikat , nr. 2237, 2239; 2, 9 Kânunuevvel 1885. _____ Tercüman-ı Hakikat , nr. 2257, 30 Kânunuevvel 1885.

315

_____ “Gayret’in 3,4,5,6 Numaralı Nüshalarında Münderiç ‘Victor Hugo’ Ünvanlı Makale-i Đntikadiyeye Mukabele” Saadet , nr. 470. 26 Temmuz 1886. _____ “Menemenlizade Tahir Beyefendi’nin Gayret ’in 29,30,31,33 Numaralı Nüshalarındaki Makale-i Cevabiyeye Cevap”, Saadet, nr. 553, 3 Te rinisani 1886. _____ “Hugo Ünvanlı Makale-i Đntikadiyeye Mukabeleden Mabad”, Saadet, nr. 472, 28 Temmuz 1886. _____ “Hugo Unvanlı Makale-i Đntikadiyeye Mukabeleden Maba’d”, Saadet , nr. 475- 477, 2-4 Ağustos 1886. _____ “Yetmi bin Beyitli Bir Hicviye”, Saadet , nr. 493-494., 22-23 A ğustos 1886. _____ “Aynen Varaka”, Saadet , nr. 503, 2 Eylül 1886. _____ “Âlî Me ğer lâ-yefhemûndan Đmi !”, Saadet , nr. 507, 7 Eylül 1886. _____ “Çevir Kaz Yanmasın”, Saadet , nr. 509-511, 13-15 Eylül 1886. _____ “Aynen Varaka”, Saadet, nr. 521, 27 Eylül 1886. _____ Saadet , nr. 561, 13 Te rinisani 1886. _____ “Tekrar Çevir Kaz Yanmasın”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 2528-2530, 18-20 Te rinisani 1886. _____ “Mütenevvia”, Saadet , nr. 587, 13 Kânunuevvel 1886. _____ “Takriz”, Mustafa Re it, Gözya ları , irket-i Mürettibiye Matbaası, Đstanbul, 1304 (1886-1187). _____ “Aynen Varaka: Yine iir ve Hakikat Meselesi”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 2592, 1 ubat 1887. _____ “Aynen Varaka”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 2595, 4 ubat 1887. _____ “Gazel”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 2590, 29 Kânunusani 1887. Bir iir Meraklısı, “Latife-i Edebiye, i’r-i Fennî”, Saadet , nr. 281, 2 Kânunuevvel 1885. Cenap ahabettin, “Tetebbuat-ı Edebiye 1, Esalib-i Ezmine”, Servet-i Fünun , c. 12, nr. 291, 26 Eylül 1312 (8 Ekim 1896), s. 74-75. _____ “Musahabe-i Edebiyye”, Servet-i Fünun , c. 12, nr. 297, 7 Terinisani 1312 (19 Kasım 1896), s. 162-164.

316

_____ “Musahabe-i Edebiye: 19”, Servet-i Fünun , c. 12, nr. 299, 21 Te rinisani 1312 (3 Aralık 1896), s. 199-203. Ebuzziya Tevfik, “Mebahis-i Edebiye Üzerine Biraderim Kemal Beyden Aldı ğım Mektup”, Mecmua-yı Ebuzziya , c. 5, nr. 53, Safer 1304 (1887), s. 1665. Elif M., “ Đcmal-i Edebi”, Malumat , c. 4, nr. 74, 6 Mart 1312 (18 Mart 1896), s. 516-519. _____ “Đcmal-i Edebi”, Malumat , c. 4. nr. 77, 27 Mart 1312 (8 Nisan 1896), s. 576-577. Faik Hilmi, “Müfredat-ı Fenniye”, Saadet , nr. 281, 2 Kânunuevvel 1885. Fazlı Necip, Tercüman-ı Hakikat , nr. 2232, 2256; 2, 29 Kânunuevvel 1885. _____“Bir Cevapname”, Hamiyyet , nr. 16, 10 Rebiülevvel 1304 (7 Aralık 1886), 1 Kânunuevvel 1302 (13 Aralık 1886), s. 124-125. _____ “Mai ve Siyah”, Servet-i Fünun , c. 13, nr. 325, 22 Mayıs 1313 (3 Haziran 1897), s. 196-198. Floryan, “Efsane ve Hakikat” Sa’y , nr. 7, 15 Kânunusani 1303 (27 Ocak 1888), s. 50- 51. Fazıl Gökçek,“ Romana ve Romancılı ğa Dair Bir Tartı ma ”, Ömer Faruk Huyugüzel’e Arma ğan, Ege Üniversiyesi Basımevi, Đzmir 2010, s. 234-250. _____ “Tanzimat Dönemi Roman ve Hikâyelerinde Kadın-Erkek Đli kilerinin Düzenleni i ile Đlgili Bazı Tespitler” Türk Yurdu , c. 20, S. 153-154, Mayıs- Haziran 2000, ss.126-132. Haki (Cahit), “Romancılı ğın Đstikbali”, Mekteb , nr. 21, 8 ubat 1311 (20 ubat 1896), s. 325-327. _____ “Rus Romanlarında Realizm Mesle ği”, Mekteb, nr. 26, 14 Mart 1312 (26 Mart 1896), c. 4, s. 407-408. _____ “Roman Nedir?”, Mekteb , nr. 27, 21 Mart 1312 (2 Nisan 1896), c. 4, s. 417-423. _____ “Balzac”, Mekteb , c.4, nr. 29, 4 Nisan 1312 (16 Nisan 1896), s. 454-457. _____ “Eazım-ı Mekteb-i Hakikiyun: Stendhal”, Mekteb , nr. 34, 9 Mayıs 1312 (21 Mayıs 1896), s. 530-535. _____ “Eazım-ı Mekteb-i Hakikiyun: Gustave Flaubert”, Mekteb , nr. 41, 27 Haziran 1312 (9 Temmuz 1896), s. 647-653. Halit Safa, “Tenkit”, Mekteb , c.4., nr. 23, 22 ubat 1311 (5 Mart 1896), s. 354-357. _____ “Roman”, Mekteb , 18 Nisan 1312 (30 Nisan 1896), s. 493-495.

317

_____ Halit Safa, “Hiss-i Hakikat”, Maarif , nr. 24, 6 Muharrem 1314, 7 Haziran 1312 (19 Haziran 1896), s. 376-377; nr. 26, 20 Muharrem 1314, 20 Haziran 1312 (2 Temmuz 1896), s. 407-409. _____ Halit Safa, “Edebiyat-ı Garbiye Notları”, Mekteb , nr.54, 29Rebiülahır 1314 (7Ekim 1896), s. 852-854. Halit Ziya U aklıgil, “Fransa’da Mesalik”, Nihal , c. 1., nr. 2., 1303, s. 39-45. _____ Halit Ziya, “Makale-i Mahsusa -Hikâye- Mukaddeme”, Hizmet , nr. 104-105., 19, 23Te rinisani 1887. _____ “Mevadd-ı Edebiye: Üstad-ı Ekremim Saadetlü Ahmet Mithat Efendi Hazretlerine”, Hizmet , nr. 110, 10 Kânunuevvel 1887. _____ “Hikâye: Ezmine-i Cedide”, Hizmet , nr. 111, 14 Kânunuevvel 1887. _____ “Hikâye: Hakikiyûn”, Hizmet , nr. 114, 24 Kânunuevvel 1887. _____ “Hikâye: Flaubert”, Hizmet , nr. 115, 29 Kânunuevvel 1887. _____ “Hikâye” Hizmet , nr. 123, 24 Kânunusani 1888. _____ “Hikâye: Netice”, Hizmet , nr. 139, 21 Mart 1888. _____ “Goncourtlar”, Servet-i Fünun ”, nr. 282, 25 Temmuz 1312 (6 A ğustos 1896), s. 343-347. _____ “Goncourtlar”, Servet-i Fünun , c. 11, nr. 282, 25 Temmuz 1312 (6 A ğustos 1896), s. 343-347. Hasan Hüsnü, “Tarih-i Edebiyeden Bir Nebze”, Terakki , Karabet ve Kasbar Matbaası, c. 1, cüz 1., 1303 (1887), s. 5-8. Hüseyin Cahit, “Romanlara Dair 2, Edebiyat, Haric-i Edebiyat”, Servet-i Fünun , c. 14, nr. 347, 23 Te rinievvel 1313 (4 Kasım 1897), s. 135-138. _____ Hüseyin Cahit, “Romanlara Dair 3: Edebiyat ve Ahlak”, Servet-i Fünun, c. 14., nr. 358, 8 Kânunusani 1313 (20 Ocak 1898), s. 309-310. Hüseyin Rahmi Gürpınar, Đsti ğrak-ı Seherî, Tercüman-ı Hakikat , nr. 2515-2518, 3-6 Te rinisani 1886. Đbn Fikri Lutfi,“Tabiî Romanlar”, Maarif , nr. 2, 7 Kânunuevvel 1311 (19 Aralık 1895), s. 24-25. Đmzasız “Emile Zola Mesle ği Üzerine Mülahazat: Aldı ğımız Bir Mektup”, Mecmua-yı Ebuzziya , c. 4, nr. 47, Cemaziyelahir 1302, (Mart 1885), s. 1492-1495.

318

Đmzasız, Tarik , “ Đcmal-i Ahval”, nr. 421, 25 Mayıs 1885. Đmzasız, “Zaman-ı Adalet ve Đnsaniyet-i Umumiyenin Rehberi Olan Victor Hugo”, Sıhhat , nr. 30, 27 Mayıs 1885. Đmzasız, “Emile Zola” Servet-i Fünun , nr. 6, 18 Nisan 1307 (30 Nisan 1891), c.1, s. 69. Đmzasız, “Alphonse Daudet ve Goncourt” Servet-i Fünun , nr. 7, 24 Nisan 1307 (6 Mayıs 1891), c.1, s. 77-80. Đmzasız, “Tahlilat-ı Edebiye: Shakespeare ve Cornaille”, nr. 8, Servet-i Fünun , 2 Mayıs 1307 (14 Mayıs 1891), c. 1, s. 87-89. Đmzasız, “Maupassant”, Servet-i Fünun , nr. 9, 9 Mayıs 1307 (21 Mayıs 1891), s. 103- 104. Đmzasız, “FrançoisCoppée”, Servet-i Fünun , nr. 14, 13 Haziran 1307 (25 Haziran 1891), s. 161-163. Đmzasız, “Romanlar Hakkındaki “ Đstimzac”a Cevap”, Maarif , nr. 26, 20 Muharrem 1314, 20 Haziran 1312 (2 Temmuz 1896), s. 406-407. Đmzasız, “Đcmal-i edebi: George Sand Meselesi”, Malumat , c. 3, nr. 58, 14 Te rinisani 1312 (26 Kasım 1896), s. 188-189. Đsmail Hakkı,Mekteb-i Mülkiye-i ahane Mezunlarından Đsmail Hakkı, “Varaka-i Mahsusa: Roman ve Romancılık”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 3555, 11 Nisan 1890. M.C., “Bir Mütefenninle Bir air”, Gayret , nr. 26, 27 Haziran 1302 (9 Temmuz 1886), s. 102. Mehmet Celal, Mehmet Celâl, “Hazan”, Saadet , nr. 278, 29 Te rinisani 1885. _____ Saadet , nr. 283, 5 Kânunuevvel 1885. _____ “Edebiyat: air, iir”, Mürüvvet , nr. 106, 4 Temmuz 1888. _____ “Edebiyat’ta Fen”, Maarif , nr. 27, 13 ubat 1307 (25 ubat 1892), c. II, s. 1-2. _____ “Fen’de Edebiyat”, Maarif , nr. 29, 27 ubat 1307, (10 Mart 1892), c. II, s. 23-24. _____ “Edip”, Maarif , nr. 29, 10 Te rinisani 1310 (22 Kasım 1894), c.VII, s. 13-14. _____ “Roman Mütalaası”, Maarif , nr. 159, 17 Te rinisani 1310, (29 Kasım 1894), c. VI, s. 18-20. Mehmet Münci, “Edebiyat-ı Garbiye: Octave Feuillet”, Mekteb , nr. 1, 30 Kânunuevvel 1309 (11 Ocak 1894), s.44-46.

319

Mehmet Rauf, “Musahabe-i Edebiye: 25, Eser-i Edebi”, Servet-i Fünun , c. 13, nr. 318, 3 Nisan 1313 (15 Nisan 1897), s. 85-87. _____ “Romanlara Dair 1, Bizde Hikâye”, Servet-i Fünun , c. 14, nr. 344, 2Te rinievvel 1313 (14 Ekim 1897), s. 86-90. Mehmet Refet, “Tavsif”, Hazine-i Fünun , nr.44, 29 Nisan 1310, (11 Mayıs 1894), s. 354-356. _____ “Muhakemat-ı Edebiye 2”, Malumat , c. 4, nr. 76, 20 Mart 1312 (1 Nisan 1896), s. 559-560. _____ “Muhakemat-ı Edebiye 4, Malumat , c. 4, nr. 78, 3 Nisan 1312, (15 Nisan 1896), 598. Mehmet Ziver, “Bizde uara”, Sa’y , nr. 13, 15 Nisan 1304 (27 Nisan 1888), s. 99-101. _____ “Mesalik-i Edebiye”, Malumat , nr. 2, 22 Mayıs 1311 (3 Haziran 1895), s. 49-52. M. Mehmet Tahir, “Mazi”, Hâver , nr. 4., 1 aban 1301 (27 Mayıs 1884), s. 105. _____ M. Mehmet Tahir, “Mektup Yolunda Birisine Hitaben Yazılmı Bir Makaledir”, Güne , c.1, nr. 6, 1301, s. 253-258. _____ “Victor Hugo” , Gayret, nr. 3-6., 17, 24, 31 Kanunusani, 7 ubat 1301 (29 Ocak, 5, 12, 19 ubat 1886), s. 10-11., 15-16., 18-20., 23-24. _____ “Bazı Mülahazat” Gayret , nr. 5., 31 Kânunusani 1301 (12 ubat 1886), s. 20. _____ “Tevhid-i Mütefekkirâne”, Gayret, nr. 7, 14 ubat 1301 (26 ubat 1886), s. 25- 27. _____ “Edebiyat”, Âsâr , nr. 2, 27 ubat1301 (11 Mart 1886); nr. 3, 6 Mart 1302 (18 Mart 1886). _____ “Hamit Bey Terakki mi Ediyor Tedenni mi Yahut Makber”, Gayret , nr. 22, 30 Mayıs 1302 (11 Haziran 1886), s. 87-88. _____ M. Mehmet Tahir, “Be ir Fuat Beyefendi’nin VictorHugo Ünvanlı Eserlerine Dair Yazdı ğım Makaleye Mukabil SaadetGazetesi yle Ne rettikleri Varakaya Cevaptır”, Gayret, nr. 29-31, 33; 18 Temmuz, 22 A ğustos, 5,19 Eylül 1302 (1886), s. 113-115, 117-120, 122-123, 129-130. _____ “Be ir Fuat Beyefendinin ‘Yetmi Bin Beyitli Bir Hicviye’ Ünvanlı Makalelerine Mukabele ve Sükût”, Asar , nr. 14, 21 A ğustos 1302 (2 Eylül 1886).

320

_____ “Be ir Fuat Bey’e Mukabele”, Gayret , nr. 30, 22 A ğustos 1302 (3 Eylül 1886), s. 117-120. _____ “Mukabele”, Gayret , nr. 33, 19 Eylül 1302 (1 Ekim 1886), s. 132. _____ “Ölü”, Gayret , nr. 2, 10 Kanunusani 1301 (22 Ocak 1886), s. 7. _____ “Mizan heyet-i idaresi huzur-ı alisine”, Mizan , nr. 4, 11 Te rinisani 1886. Mizancı Murat, “Fünun ve Edebiyat”, Mizan , nr. 3, 4 Te rinisani 1886. _____ Fünün ve Edebiyat “Mebahis-i Edebiye”, Mizan nr. 4, 5; 11, 18 Te rinisani 1886. _____ “Fünün ve Edebiyat: Mebahis-i Edebiye, Mizan nr. 5, 18 Te rinisani 1886. _____ “Fünun ve Edebiyat: Üdebamızın Numune-i Đmtisalleri” Mizan , nr. 44, 23 ubat 1888. Muallim Naci, “Cevap Ver Diyenlere Cevabım”, Saadet , nr. 283, 5 Kânunuevvel 1885. _____ “Nezdik-i Men Sulh Bihter zî-Ceng”, Saadet , nr. 517, 22 Eylül 1886. _____ “Be ir Fuat Beyefendi’ye”, Saadet, nr. 634, 6 ubat 1887. Nabizade Nazım, Nabizade Nazım, “ airiyet”, Manzara , nr. 4, 8; 15 Nisan 1303 (27 Nisan 1887), 15 Haziran 1303 (27 Haziran 1887), s. 44-47, 88-91. _____ Nabizade Nazım, “ Mütalaa ”, Manzara , nr. 9, 1 Temmuz 1303 / 13 Temmuz 1887, s. 100-102. _____ “Mülahaza”, Manzara , nr. 10, 15 Temmuz 1303 (27 Temmuz 1887), s. 118. _____ Ravi, “Varaka-i Mahsusa: Roman ve Romancı”, Tercüman-ı Hakikat, 1 Nisan 1890. _____ “Ravi’nin Bir Varakası Daha”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 3551, 7 Nisan 1890. _____ Ravi, “Ravi’nin Son Sözü”, Tercüman-ı Hakikat , nr. 3557, 15 Nisan 1890. Namık Kemal,(“Muukaddime-i Celal” Mecmua-yı Ebuzziya , nr. 38, 89; 15 Muharrem 1302 (4 Kasım 1884), Safer 1302 (1884), s. 1188, 1218-1219). _____ “Lisan-ı Osmaninin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülahazatı amildir”, Tasvir-i Efkâr , nr. 416, 16 Rebiülahır 1283 (28 A ğustos 1866). ______“Mektup (Ebuzziya Tevfik Biraderime)”, Mecmua-yı Ebuzziya , c. 5, cüz 52, 15 Muharrem 1304 (14 Ekim 1886), s. 1636. Nazım H. Polat, “Edebiyatçı Jön Türklerde erafettin Ma ğmûmî, Hayatı Eserleri, Dil ve Edebiyat Görü leri”, Türk Dünyası Ara tırmaları , S. 79, A ğustos 1992, s. 141.

321

Nurettin Ferruh, “Đdealizm”, Servet-i Fünun , c. 14, nr. 351, 20 Te rinisani 1313, (2 Aralık 1897), s. 198-199. Nurettin Öztürk, “XIX. Yüzyıl Türk Edebiyatında Voltaire ve Rousseau Çevirileri”, Pamukkale Üniversitesi E ğitim Fakültesi Dergisi, S.12, 2002, s. 69-79. Nüzhet Fikri, “Mektup”, Maarif , nr. 25, 13 Haziran 1325 (25 Haziran 1896), s. 389-390. Re at, Hakayiku’l-Vakayi , nr. 966, 9 Eylül 1873. _____ Hakayiku’l-Vakayi , nr. 971, 15 Eylül 1873. Sabahattin Ça ğın, “Olay Örgüsü Problemati ği Açısından Ahmet Mithat Efendi’nin Ölüm Allah’ın Emri Adlı Eseri”, Kayseri ve Yöresi Kültür, Sanat ve Edebiyat Bilgi öleni, Bildiriler , 1. Cilt, Kayseri, 2001, ss.186-189. Salâhi, “Nazire”, Saadet , nr. 618, 18 Kânunusani 1887. emsettin Sami, “ iirin Mahiyet ve Hakikati”, Hafta , 29 Ramazan 1298, (25 A ğustos 1881)., s. 24-29. _____ “iir ve Edebiyatımızdaki Teceddüd-i Âhirimiz”, Sabah , nr. 3240, 16 Te rinisani 1314 (28 Kasım 1898). eyh Vasfi, “Mütalaa”, Güne mec. , c. 1, nr. 7, 1301, s. 290-291. Zülfikar, “Aynen Varaka”, Saadet , nr. 631, 2 ubat 1887.

322

ÖZGEÇM Đ

1981'de Lübnan'da do ğdu. Đlk ve Orta ö ğrenimini Mardin'e ba ğlı Midyat ilçesindeki Sö ğütlü Đlkö ğretim Okulu'nda tamamladı. 1998'de Midyat Lisesi'nden, 2002'de Harran Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden mezun oldu. Mezun oldu ğu sene Harran Üniversite'si Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde Ara tırma Görevlisi kadrosuna atandı. 2006'da Modern Türk iirinde Gelene ğin Đzleri ba lıklı teziyle Yüksek Lisans ö ğrenimini tamamladı. Doktora eğitimini tamamlamak üzere 2007 yılında Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'ne kabul edildi. Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatında Romantizm-Realizm Tartı maları Üzerine Bir Đnceleme isimli doktora tez çalı masını 2012’de bitirdi.

323

ÖZET

XIX. asır Türk edebiyatında romantizm-realizm tartımaları hayal-hakikat tartı maları etrafında ekillenmi tir. Be ir Fuat’ın Victor Hugo monografisinin yayımlanmasıyla olu an ikilikte sorun ba langıçta “anlama”yı de ğil “ötekile tirme”yi derinle tirir. Ancak 1895-1896’da yayımlanan Ali Kemal’in Sorbonne Daru’l- fünununda ba lıklı yazılardan sonra basın “anlama”yı öne çıkarır. Tartı malarda geleneksel anlatı türleri de ele tirilimi böylece yenile me yolundaki edebiyat eski edebiyat anlayı ından yava yava kopmu zamanla Batı edebiyatlarının etkisi altında yoluna devam etmi tir. Basın mutlak manada bir edebiyat akımına ba ğlı kalmamı durum Türk edebiyatının tabiatının bir göstergesi olmu tur. Özellikle roman ve iir etrafında dile getirilen kanaatlerde ele tirinin farklı edebî türleri besledi ği dikkate de ğer bir husustur.

324

ABSTRACT

In XIX. Century debates of romanticism-realism has to being shaped around daydream-truth. The main problem in duality which occures after Be ir Fuat had published Victor Hugo monography does not deepen the “comprehension” it deepens only “marginalisation”. Press emphasises the “comprehension” after Ali Kemal’s articles called “Sorbonne Daru’l-fünununda”. Traditional types of narrative had also critised in controversion and literature which is on the way of modernization quits from classical literature and in the process of time it goes after West literature. Press does not belong to whatsoever literary movement strictly. The situation is a sign of Turkish literature. Especially interpretation in novel and poetry ciritisation supports different types of literary genre is remarkable aspect.

325