Tarihi Şekillendiren Suikastler 1

Turan Erdem Orhan Erdem

Tarihi Şekillendiren Suikastler

Yeşil Elma Yayıncılık 2 Tarihi Şekillendiren Suikastler

Yeşil Elma Yayıncılık [email protected] [email protected]

Seri No: Araştırma - İnceleme Tarihi Şekillendiren Suikastler

Kapak Tasarımı: Berfin Aladanlı Dizgi - Mizanpaj: Genim Renas Hukuk Danışmanı: Derya Demirkol Redaktör: Jiyan Bawer

Birinci baskı: 2010 ISBN: 978- 605- 4226- 03- 0

Baskı: Barış Matbaa Mücellit Davutpaşa Cd. Güven San. Sitesi. C Blok No: 291 Topkapı / - 0212 674 85 28

© Yeşil Elma Yayıncılık 2010 © Bu kitabın telif hakları ‘arya yayıncılık’a aittir. Yeşil Elma ‘arya yayıncılık’ın markasıdır.

Zafer Mh. Dutluk Çıkmazı No: 1/5 Bahçelievler / İstanbul 0212 222 38 01 / 0532 223 71 31 Tarihi Şekillendiren Suikastler 3

Turan Erdem Orhan Erdem

Tarihi Şekillendiren Suikastler

Yeşil Elma Yayıncılık 4 Tarihi Şekillendiren Suikastler Tarihi Şekillendiren Suikastler 5

Kim öldürüyor?

Ahmet Altan

29.11.2008 Taraf Gazetesi Kum Saati köşesinden

Savaş, insan kanının paraya dönüştürüldüğü bir mekanizmadır. Ne zaman bir savaş varsa, orada öldürülen in- sanların yanı sıra o savaştan para kazananlar da vardır. Eskiden para kazananlar sadece ordulara mal ve silah satanlardı. Ama Vietnam’da ya da bizim Güneydoğu’da olduğu türden bir savaşsa söz konusu, iki ordu değil de, düzenli bir orduya karşı gerilla tarzında örgütlenmiş bir güç savaşıyorsa, orada savaştan para kazananlar çoğalır. Vietnam savaşı sırasında CIA’e ait uçakların uyuşturucu kaçakçılığında kullanıldığı sonradan ortaya çıkmıştı. Bizim Güneydoğu’daki savaş da anlaşılıyor ki kanlı para ticaretinin merkezi haline gelmiş. Gerilla tarzı güçlerle dövüşen devletlerin, “dü- zen dışına” çıkan birimler oluşturarak savaşı ka- zanmaya çalışması, sonuçta o devletlerin içinde suçlular yaratıyor. 6 Tarihi Şekillendiren Suikastler

Temeli daha sağlam atılmış, hukuk denetimi sıkı devletler suçu daha kısa zamanda, kirlilik devletin bütün hücrelerine yayılmadan yakalıyor. Bizimki gibi ülkelerde ise “suçlular” neredeyse devletin tümünü ele geçirebilecek bir hale geli- yor. Görülüyor ki Kürt savaşı sırasında bizim dev- letin önemlice bir kısmı suça bulaştı. Mafyayla işbirliği yaparken mafyalaştı. Ama suç öylesine derinlere nüfuz etmiş ki, devletin bir yanı suçluyu yakalamaya çalışırken başka bir yanı aynı suçluyu korumaya çabalıyor. Türk medyasının bir bölümünün büyük bir cehtle üstünü örtmeye çalıştığı Ergenekon, dev- let içindeki hesaplaşmanın doruk noktalarından birini oluşturuyor. Ergenekon’un “öncülü” olan Susurluk’ta MİT elemanlarının adı çokça geçiyordu. Mafyayla bağlantılı olan, mafyaya pasaport te- min eden, “görevli” kâğıdı veren adamların isim- leri dolaşıyordu belgelerde. MİT o zamandan bu zamana “temizlenme” yolunda önemli ilerlemeler kaydetmiş gibi gözü- küyor. Yeraltında olan resmî ya da gayrıresmî hiçbir örgütün temizliğine kimse kefil olamaz ama MİT temizleniyormuş izlenimi yaratıyor. Onun yerine bir başka devlet örgütü yavaş ya- vaş suç gölünün sularından başını gösteriyor. JİTEM. Her raporda, her belgede, her iddiada onun Tarihi Şekillendiren Suikastler 7 adı var. Daha önce birçok askerî yetkilinin bu örgütün varlığını inkâr etmiş olması da kuşkuları artırı- yor. Ben, eski jandarma komutanlarından Teoman Koman’ın yüzünde fevkalade alaycı bir gülümse- meyle NTV ekranlarında “JİTEM diye bir örgüt yoktur” dediğini bizzat seyrettiğimi hatırlıyorum. General Koman, kendisini çağıran Parlamento’nun çağrısına da aldırmamış, ifade vermeye gitmemişti. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Susurluk Komisyonu Raporu, sürekli olarak JİTEM’den ve JİTEM’in kullandığı katillerden, işledikleri cina- yetlerden söz ediyordu. O dönemlerde kimse JİTEM’e dokunmadı, dokunamadı. Şimdi, o örgütün kurucularından olan bir ge- neralle bir albay Ergenekon davasının sanıkları arasında bulunuyor. Bugün bizim manşetimizde de okuyacağınız gibi, Albay Rıdvan Özden’in öldürülmesiyle ilgili dosyanın da Ergenekon davasına katılacağı belir- tiliyor. Bir alay komutanını, JİTEM elemanlarının öl- dürdüğü ileri sürüyor. Bu dosyanın Ergenekon davasına katılması ha- linde JİTEM, Ergenekon davasının ana konula- rından biri haline gelecek demektir. Albay Özden’in kaçakçılık olaylarının üstüne gittiği için öldürüldüğü söyleniyor. 8 Tarihi Şekillendiren Suikastler

Eğer bu doğruysa, biz, kaçakçılığın üstüne gi- den bir albayın, kendi ordusunun subayları tara- fından öldürüldüğü ve katillerinin cezasız kaldığı bir ülkede yaşıyoruz demektir. Kendini arındırmaya çalışan devlet, mutlaka bu suçluları ayıklamak zorunda. Ama bu o kadar kolay değil çünkü JİTEM de- nilen örgütün elemanları halen ordunun içinde görev yapıyor. Devletin resmî raporları, bu örgütün “itirafçı- larla”, katillerle işbirliği yaparak insanları öldürt- tüğünü söylüyor. Albay Rıdvan Özden’in ölümünün aydınlan- ması sanırım bu konuda önemli ipuçları verecek. Ardından Orgeneral Eşref Bitlis’in ölümü ge- lecek gündeme. Şimdi cesur savcılar JİTEM’i soruşturmak için harekete geçiyor ama bu yeter mi? Ordunun da bir şeyler yapması gerekmez mi? Söz konusu örgüt şu anda ordunun içinde gö- rev yapıyor. Üstelik, bu örgütün varlığı mahkeme karar- larıyla açığa çıktığı için artık kimsenin “öyle bir örgüt yoktur” deme şansı kalmadı. O zaman ordunun açıklama yapmasını bekle- mek bu halkın hakkı. Bu örgütle, “itirafçıların”, katillerin ne tür iliş- kileri var? Kaç JİTEM üyesi suç işlerken yakalandı? Güneydoğu’daki silah ve uyuşturucu kaçakçılı- ğına bulaşan JİTEM elemanları oldu mu? Tarihi Şekillendiren Suikastler 9

Devletin resmî raporlarına geçen JİTEM’le ilgili iddialar konusunda bugüne kadar ordu ne yaptı? Parlamento’nun Susurluk Raporu’ndaki JİTEM’le ilgili iddialar, ordu tarafından soruştu- ruldu mu? Soruşturulduysa, sonuç ne oldu? Soruşturulmadıysa, neden soruşturulmadı? Devletin temizlenebilmesi için ordunun da te- mizlenmesi gerekiyor. Suçla iç içe olan bir örgüte “devlet” denmez çünkü. Ona “çete” denir. Ve yargılanması gerekir. 10 Tarihi Şekillendiren Suikastler

“Tarih boyunca siyasal cinayetlerin yüzde doksa- nının başarıya ulaştığını iyi anlıyorum. Bir devlet adamının kendi için alabileceği tek etkili tedbir, düzensiz hareketleri alışkanlık haline getirmesidir”.

Adolf Hitler Tarihi Şekillendiren Suikastler 11

Sunu Lincoln; bir demokrattı ve köleliğe karşıydı. Köleliği kaldırmak istiyordu. Ve kaldırdı da ama hayatıyla ödedi. Turgut Özal, bölgede yaşanan karışıklıkların ancak diyalogla çözülebileceği sinyallerini ve demeçlerini veri- yordu. Hatta ileri de giderek gerekirse federasyonun bile tartışılabileceğini söylüyordu. Kuzey ırak ı işgal planlarını dahi yapmıştı. Barış ve diyalog yanlısı bir kişiyi daha sus- turdular. Saraybosna suikasti Birinci dünya savaşı çıktı ve dünya yerle bir oldu. Bir kişinin yüzünden milyonlarca insan öldü, milyonlarcası ise sakat kaldı. Bir o kadar da evsiz barksız insanlar yıkın- tılar arasında aç sefil kaldı. Bir insanın ölümünün neye mal olduğunu dünyamız yaşayarak öğrendi. Hitler Dünyanın başına bela olarak yaşantısını sürdürdü ve ikinci dünya savaşını dünyaya hediye etti. Yine milyon- larca insanın yaşamına mal oldu, bir o kadarının ise sakat kalmasına ve birçok ülkenin yerle bir olmasını sağladı. Yeni yeni silahlar denendi ve insanlar atom bombasıyla tanıştı. Bu bombalar insanlığın sonunu getirmek peşin- de. Gaffar Okan Görev yaptığı yerlerde sevilen ve halkla iç içe olan birisiydi. En son görev yaptığı Diyarbakır da da halkın sevgisini kazanmıştı. Ve bölgede ki sorunların diyalogla çözülmesi gerektiği düşüncesindeydi. Ama sevilen ve di- yalog yanlısı olan bir kişi daha ortadan kaldırıldı. Eşref Bitlis Bir general bölgede yaşanan çatışmaların ve olumsuz- lukların diyalogla çözülebileceğini dillendirmeye başladı. Ve bu konuda girişimlerde bulundu ama o da diğer diya- log yanlısı kişiler gibi öldürüldü. Musa Anter Şiddetin hiçbir zaman sorunları çözmeyeceğine inanı- 12 Tarihi Şekillendiren Suikastler yordu ve bir diyalog ve barış adamıydı yok ettiler. Cem Ersever Bizzat kendisi önceleri Kürt sorununun şiddetle bas- tırılacağına inanmış ve JİTEM’i kurmuştu. Uzun yıllar bu örgütü yönetmiş ve birçok kirli ilişki ve ölüme imza atmıştı. Ama sonuçta Ersever bile bölgedeki bu sorunun ancak ve ancak diyalogla çözülebileceğine inanmış ve bu yönde çaba harcayacağını belirterek askerlikten istifa et- miştir. Böyle düşünmesi ve bu yönde hareket etmesi sonunu hazırlamış ve öldürülmüştür. Bir çok olumsuz ve kötü eylemlerde imzası bulunan Ersever bile sorunların çözü- münün diyalogdan başka seçenek bırakmadığını görmüş- tü. (Ünlü Kürt Yazar Mehmet Uzun’un Aşk Gibi Aydınlık Ölüm Gibi Karanlık adlı kitabını okumanızı öneririm. Orada yaşananlar sanki Cem Ersever’i anlatmakta) Olof Palme, bir diyalog ve barış adamıydı. Sokaklarda korumasız, tek başına gezer, tiyatroya sinemaya ve tüm ülkede korumasız sade bir vatandaş gibi gezerdi. Katlet- tiler. Qasımlo, ömrünü Kürt ulusal mücadelesine adamış bir barış ve diyalog adamıydı. İran rejimi tarafından, üs- telik demokrasi havarisi kesilen bir batı ülkesinde katle- dildi. Katiller serbest kaldı. Arafat, Filistinlilerin örgütlenip, baskılara başkaldır- masının sembolü. Bir direniş ve barış yanlısı bir kişi ze- hirlenerek katledildi. Muhsin Yazıcıoğlu Türkiye’deki kirli savaşın artık son bulması gerektiğini ve sorunların diyalogla çözülmesi gerektiğine inanmaya başlayan ve bu yönde diyaloglara giren, bir katliamlarını organize etmekle sulanan bir kişiydi. Ve artık bu sorunun diyalogla çözülmesi gerektiğine inanmıştı, katlettiler. Tarihi Şekillendiren Suikastler 13

Suikast Nedir ve Suikastların Felsefesi

Suikast Nedir? Suikast, önemli kişilerin planlı bir şekilde ide- olojik ve politik nedenlerle yönlendirilmiş kişiler tarafından öldürülmesi olarak tanımlanabilir. Sözlükte ise “Suikast” kelimesi bilerek ve amaçlayarak bir toplumda değer taşıyan birisini öldürmek” olarak geçmektedir. Bazı suikastlar kişisel nedenlerden, kişisel inançlardan veya sadece para kazanmak amacıyla işlenebilir. Suikastların genel amacı sadece bir bireyi öl- dürmek değildir. Ölüm olayı sonucunda o kişinin değer taşıdığı toplumda onarılmaz yaralar açmak, ikilik yaratmak, halkı galeyana getirmektir. Dünya tarihi bu tür önemli ölümlere yani sui- kastlara tanıklık etmiştir. Çoğu zaman suikast yapılmak istenen kişi bu konuda uzman olan kişiler tarafında öldürülmek- tedir. Ancak son yıllarda terörizm ve suikastlar ev- rim geçirmekte ve bilinen eski yol ve yöntemlerin dışına çıkmakta ve adeta kabuk değiştirmektedir. Türkiye de son yıllarda önemli devlet adamla- rına düzenlenen saldırılarda ‘kullanılan kişiler’in örgütsel anlamda somut değil daha çok soyut bir bağlantıya sahip olmaları, ideolojik anlamda ye- terli bir bağa sahip olmamaları ve bu cinayetleri düzenleyen kişilerin uzman değil acemi olmaları yukarıda bahsetmiş olduğumuz evrimin bir gös- 14 Tarihi Şekillendiren Suikastler tergesidir. “Suikast önemli bir kişiyi amaçlı olarak öldür- mek anlamına gelir. Öldürülen veya öldürülmek istenen kişi genellikle bir devlet büyüğü veya stra- tejik önemi olan bir kişidir”. “Suikast, bir çok kaynakta tanımsal olarak; özellikle tanınmış kişilere, siyasi nedenlerle gizlice düzenlenen planlı öldürme girişimi” olarak geçer. Veya “Bir kişiyi önceden tasarlayarak, acımasızca ve aniden öldürme eylemi” de denebilir. Suikastlarda gizlilik önemli bir faktör olup su- ikastçı yapacağı suikastın başarılı olması amacıyla elinden gelen titizliği göstermekte ve ayrıca bu amaca ulaşmak amacıyla özel teçhizat kullanabi- leceği gibi kullanmadan da suikastı gerçekleştire- bilmektedir. “Suikast, sonu ölümle biten bir eylem, siyasi mücadelenin en sert araçlarından birisidir. Tari- hin en eski dönemlerinden beri kullanıla gelmiş bir yöntemdir. Nitekim eski Mısır’daki mezar ka- lıntılarında saltanat içi entrika, cinayet ve suikast- lara dair deliller bulunmuştur. Batı dillerine bile “katil” anlamıyla giren, Hasan Sabbah’ın Alamut Kalesi’ndeki ünlü “Haşhaşin Fedaileri” belki de suikastlar tarihinin en gizemli örgütü olma özelli- ğini halen korumaktadır”. Hasan Sabah 33 yıl boyunca kendisine karşı olan birçok devlet adamını fedaileri aracılığıy- la öldürtmüştür. Bu fedailer hedeflerini ortadan kaldırdıktan sonra yanlarından ayrılmayıp, çoğu zaman halk tarafından linç edilirlerdi, bu yönü ile Tarihi Şekillendiren Suikastler 15 de Haşhaşin Fedaileri bir tür intihar eylemi ger- çekleştirmiş sayılırlardı. “Osmanlı dönemine kadar olan süreçte, en

önemli suikast, Hasan Sabbah’ın fedailerinin 1092’de Selçuklu veziri Nizam-ül Mülk’ü öldür- meleridir”. Ülkeler artık suikast konusunda uzmanlaşmış birimlere sahipler. Aslında bir savaşı kazanmada stratejik hedefler seçerek bunları ortadan kaldırmak birçok ülkenin hedefleri arasında sayılır. Suikast eylem olarak sosyolojik, psikolojik, ta- rihi ve hukuki açıdan incelenmiştir. Türk hukukunda, suikast tanımlanmamıştır. Türkiye de yapılan suikastlar, arkalarında birçok cevapsız soru bırakarak tarihteki “Faili Meçhul” yerlerini almışlardır. İlk bakışta lokal bazda gö- rünen bu olaylar, kendi ülke sınırlarını aşan ve uluslar arası toplumu etkileyen olaylar halini al- 16 Tarihi Şekillendiren Suikastler mışlardır. Suikast, bilinen en eski terörist yöntemdir ve günümüzde de sıkça başvurulmaktadır. Toplum- da kargaşa çıkarmak ve devletin yabancı devletler karşısında güvenliğini tehlikeye düşürmek ama- cıyla devlet büyüklerine, siyasi ve askeri liderlere veya toplumca sevilen kişilere yöneltilen silahlı saldırılardır. Tarihin değişik dönemlerinde suikast olayla- rıyla karşılaşmaktayız. “Alamut Kalesine 33 yıl egemen olan Hasan Sabah, İsmaili tarikatındaki derecelere göre düzenlediği örgütlenme biçimiyle, alkol uyuşturucu madde ve telkinden yararlana- rak uyguladığı “beyin yıkama” yöntemiyle yetiş- tirdiği fedailere, tarihte önemli yeri olan birçok ünlü kişiyi öldürtmüştür.” Suikastlar, genel olarak sosyolojik, ideolojik, psikolojik, kişisel veya ekonomik nedenlerden kaynaklanmaktadır. “Suikastlar için, genel olarak, binaların gi- riş çıkışları, otoya biniş ve iniş anı, gidiş geliş güzergâhları, araçların durduğu noktalar, tören ve merasim alanları uygun noktalar olarak karşı- mıza çıkmaktadır. Suikastlarda, her türlü ateşli ve ateşsiz silahlar, patlayıcı maddeler, model uçaklar kullanıldığı gibi, zehirli hayvanlar (akrep-yılan) ve kimyasal maddeler (zehir-asit) de suikast aleti/ silahı olarak karşımıza çıkmaktadır. Suikastlarda hedefler önceden belirlenir ve olaydan sonra yapılanlarca üstlenilir. Suikastlar genel olarak hükümet yetkilileri ve görevlilerine, Tarihi Şekillendiren Suikastler 17

şirket yöneticilerine, polis, asker ve koruma gö- revlilerine yönelmektedir. Suikastlarda eylemciler basit, dinamik, çabuk ve halk üzerinde etki bıra- kacak şekilde taktik kullanırlar.” Sanıldığı gibi suikastlar gürültülü bir şekilde gerçekleştirilmemektedir, çoğunluğu sessizce hal- ledilmektedir. Hedefleri ortadan kaldırmanın bin bir türlü yolunu geliştiren suikastçı odaklar “gizli suikast” yöntemleriyle birçok politikacı, aydın, asker, bilim adamının hayatına son vermişlerdir.

Suikastın Amacı Suikastler, genelde politik veya kişisel neden- lerden dolayı bu işte uzmanlaşmış olan kişiler ta- rafından işlenir. Başarı her zaman hedef kişinin öldürülmesine bağlı değildir; suikast kimi zaman hedef öldürülmeden de başarılı olabilir, bu sui- kastın amacına ulaştığı anlamına gelir. Ayrıca kimi zaman hedef ortadan kaldırılsa bile suikastla amaçlanan hedefe ulaşılamayabilir çünkü yapılan suikast toplumda beklenen etkinin ötesinde bir tepkiyle karşılanır ve suikast hedefinden sapabi- lir. Suikast, bilinen en eski terör taktiğidir ve gü- nümüzde de sıkça başvurulmaktadır. Toplumda kargaşa çıkarmak ve devletin güvenirliliğini teh- likeye düşürmek amacıyla kilit isimlere, siyasi ve askeri liderlere veya toplumca sevilen kişilere yö- neltilen silahlı saldırılardır. “Tarih bu tür suikastlerle doludur. Devlet adamlarına yönelik birden fazla girişim dahi ol- 18 Tarihi Şekillendiren Suikastler muştur. Bu girişimlerin bir kısmı başarılı olur- ken bir kısmı teşebbüs aşamasında önlenebilmiş ya da kurban yaralı olarak kurtulmuştur. Bazıları çeşitli gerekçelerle kamuoyundan gizlenmiş veya daha sessiz metotlar kullanılarak -zehirleme gibi- olayın gizli kalması sağlanmıştır. Öyle veya böyle suikast yüzyıllardır kullanılagelen bir siyasi müca- dele yöntemi olarak sahnede yerini almıştır.” Suikastlar, genelde toplumda infial oluştur- mak amacıyla tercih edilen profesyonel bir yön- temdir. Genelde toplum tarafından genel kabul gören kişiler (Turgut Özal, Kenedy vb.) tercih edilir. Bu kişi veya kişilerin öldürülmesi sonucun- da toplumda genel bir huzursuzluk ortamı hâkim olur ve kişiler devlet büyüklerini bile öldürebilen bu örgütlerin her istedikleri kişiye ulaşabilecekleri kanaatine varırlar. Hedef olarak tercih edilen kişiler, örgüt veya suikastı düzenleyen grup tarafından kendi men- faatlerine zıt yönde hareket etmelerinden dolayı tercih edilmekte ve kişilere, örgüt veya grubun menfaatlerine ters hareket edenlerin hiç çekinil- meden etkisiz hale getirileceği mesajı verilmek istenmektedir. Ayrıca önemli siyasal mevkilerde bulunan kişiler de bazen kararlı olabilir ve bunun sonucu olarak da öldürülebilirler. Suikastın hedefine ulaşması çoğu zaman dev- let otoritesini ciddi anlamda sarsar ve kişilerin kendini bile koruyamayan devlete olan inançları zayıflar. Saymış olduğumuz nedenlere ek olarak kişiler Tarihi Şekillendiren Suikastler 19 iki ayrı grubu birbirine düşürmek amacıyla da işleyebilir. Bu gibi durumlarda aralarında huzur- suzluk bulunan iki gruptan birine mensup olan kişi, diğer gruba mensup olamayan ve bu iki gru- bun birbirine düşmesi menfaatine olan grup tara- fından öldürülür. Düzenlenen kimi suikastlar uluslararası dü- zeyde de olabilir. Devletler kimi zaman ulusla-

rarası düzeyde bir devlete kabul ettiremedikleri bazı konuları ülke içersinde söz sahibi veya halk tarafından genel kabul gören kişiler ülke gizli ser- visleri tarafından veya taşeron kişiler tarafından öldürülmekte ve akabinde çoğu zaman tetikçiler de ortadan kaldırılmakta ve ilgili devlete ulaşmak 20 Tarihi Şekillendiren Suikastler adeta imkânsız hale getirilmektedir. Ayrıca yu- karıda saymış olduğumuz grupları birbirine dü- şürme amaçlı yapılan kimi suikastlar aynı şekilde devletlerin de hedef gösterilmesine neden olabilir (Uğur Mumcu cinayetine İran’ın, İpekçi cina- yetinde Bulgaristan’ın hedef olarak gösterilmesi gibi). Bunlar, ayrıca suikastların devletler tara- fından uluslararası çıkarlarını korumak amacıyla kullanılabilen bir araç olduğunu göstermektedir.

Suikastlerin Özellikleri Suikastlarda genelde bu konuda uzman kişiler kullanılmaktadır, böylelikle arkada iz bırakılma- dan hedef ortadan kaldırılmış olacak ve azmetti- ricilere ulaşmak adeta imkânsız hale getirilecektir. Ayrıca suikastı gerçekleştiren kişiler genelde sus- turucu takılmış silahlar kullanılmakta böylelikle çevredeki kişilerin dikkati çekilmeyerek görgü ta- nığı ihtimali de ortadan kaldırılmış olmaktadır. Ayrıca bazen hedefin ortadan kaldırılmasında iz bırakmayan zehir kullanılarak hedefler dikkat çekmeden ortadan kaldırılabilmektedir. Suikastlarda eğer hedefe doğrudan ulaşılamı- yorsa veya ulaşmak tehlikeli ise kimi zaman inti- har saldırısı düzenlenerek hedef ortadan kaldırıl- maya çalışılmaktadır. Birçok suikastta tek tetikçiyle yetinilmemekte ve ikinci bir tetkikçi de kullanılmakta ve adeta su- ikastın sonuçlanması garanti altına alınmaktadır. Kimi zaman suikastı gerçekleştiren tetikçi daha sonra geri plandaki kişiler tarafından ya yurt dı- Tarihi Şekillendiren Suikastler 21

şına kaçırılmakta ya da bir daha konuşamaması için ortadan kaldırılmaktadır. Diğer bir özellik ise genelde suikast eğer bir silahla gerçekleştirilecek ise kullanılacak olan silahın başka herhangi bir eylemde kullanılmamış olmasına dikkat edilmek- tedir. Ayrıca her suikast genelde ayrı ayrı gruplar tarafından gerçekleştirilmekte ve arada bağlantı- nın kurulması engellenmektedir. Son yıllarda yukarda saymış olduğumuz özel- liklere bir yenisi de eklenmiştir. Acemi ve herhan- gi bir örgüte mensup olmayan gençler kullanı- larak yapılan suikastların arkasında herhangi bir örgüt veya grubun bulunmadığı imajı verilmeye çalışılmaktadır, buda suikastın değişen yüzünü oluşturmaktadır. Kennedy olayında SSCB ve KGB’nin suçlan- ması, İpekçi cinayetinde işin içine Bulgarların gir- mesi, Mumcu suikastında İran kaynaklı örgütler üzerinde durulup İran’ın hedef gösterilmesi, bu suikastların aslında küresel bazda olduğunu ve bazı güçlerin ulusular rası çıkarlarına hizmet etti- ğini göstermektedir.

Suikastlerin Türleri a) Siyasi-İdeolojik Nedenlerden Kaynakla- nan Suikastlar: Düzene karşı olan terör örgütleri veya illegal gruplar tarafından devlet otoritesinin sarsılması amacıyla gerçekleştirilir. Dini veya faşist ideolo- jiye sahip gruplarda ve devletlerde kendi amaçla- rına ulaşmak amacıyla suikast düzenleyebilirler. 22 Tarihi Şekillendiren Suikastler

“Devlet adamlarına düzenlenen eylemler, medya- tik değeri fazla olacağı için örgütlerin reklamı açı- sından önem taşır. Terör örgütleri için, hayatlarını ortaya koyarak karşı mücadele verdikleri devletin, kendilerine ve davalarına yönelik baskı ve zulme varan uygulamalarının sorumlusu olarak kabul ettikleri devlet adamları her zaman intikam alın- ması gereken kişilerdir”. b) Sosyolojik Nedenlerden Kaynaklanan Su- ikastlar: Etnik veya kültürel olarak baskı altında ol- duğunu ve bu baskının sonucunda toplumlarda çeşitli siyasal amaçlara ulaşmak için baskı uygula- yanlara karşı yapılan eylemler. c) Ekonomik Nedenlerden Kaynaklanan Su- ikastlar: Çeşitli ekonomik nedenlere bağlı olarak, kişi- ler veya mafya türü organize bazı güç odakları, çı- karlarının zaafa uğraması veya uğrayacak olması, devletin yargı organlarının etkin bir mücadeleye girişmeleri gibi çeşitli nedenlerden dolayı, engel gördükleri devlet adamlarına yönelik suikast dü- zenlemektedirler. d) Kişisel Nedenlerden Kaynaklanan Sui- kastlar: Çeşitli nedenlerden dolayı, devletin kurumla- rından zarar gördüğüne inanan ve bundan dolayı çok ciddi maddi manevi kayba uğrayan kişiler, intikam, kıskançlık, nefret veya tamamen kişisel birtakım sebeplere bağlı olarak, çok nadir olmak- la birlikte suikasta başvurabilirler. Tarihi Şekillendiren Suikastler 23

e) Psikolojik Nedenlerden Kaynaklanan Su- ikastlar: Akli dengesi bozuk, fanatik ya da kişilik olarak depresyon geçiren kişiler, kendilerince haklı birta-

kım gerekçelerle suikast düzenleyebilmektedirler. Özellikle bireysel nitelik taşıyan suikastlarda psi- kolojik nedenler büyük önem taşır.

Suikastin Unsurları a)Önemli kişilerin hedef seçilmesi: Yapı- lan suikastların daha büyük bir yankı koparması amacıyla suikastlar genelde halk tarafından sevi- len ve itibar gören kişilere yapılır. İyi korunan ve iyi korunduğuna inanılan kişilerin hedef olarak seçilmesinde ayrıca halka örgütün ne kadar güç- lü olduğu ve her istediği kişiye ulaşabileceği imajı verilir. b) Gizlilik: Suikastın diğer bir unsuru da giz- liliktir. Amaçlanan hedefe ulaşmak için yapılan tüm faaliyetler büyük bir gizlilik içersinde yürü- tülür. Her aşamada bu gizlilik suikastın başarısı 24 Tarihi Şekillendiren Suikastler için gereklidir, zira en ufak bir bilgi sızması sonu- cu amaca ulaşılamayabilir. c) İdeolojik nedenlerden dolayı düzenlenmiş olması: Suikastları sıradan cinayetlerden ayıran en önemli özellik ideolojik ve siyasi bir nedenden dolayı düzenlenmiş olmasıdır. Kişisel ve psiko- lojik nedenlerin dışında suikastlara hakim olan duygu budur. d)Uzmanlaşmış kişilerin kullanılması: Uz- manlaşmış kişilerin seçilmesinin en önemli ne- deni gerideki kişilere ulaşılmasının imkânsız hale getirilmeye çalışılmasıdır. Uğur Mumcu, Gaffar Okkan suikastlarında uzman kişiler kullanılarak geride iz bırakılmamıştır. Ancak günümüzde ya- pılan suikastlara baktığımızda bu öğenin değiş- mekte olduğu dikkat çekmektedir. Zira Rahip Santora suikastı, Danıştay Saldırısı, Hrant Dink suikastı, Malatya’daki misyonerlere düzenlenen suikastta ve YÖK Başkanı Erdoğan Teziç’e dü- zenlen suikastta amatör kişiler tercih edilmiştir. Aslında bu yeni bir olgu değildir; zira Kennedy suikastında da amatör bir kişi olan Lee Harvey Oswald kullanılmıştır. e) Planlanmış olması: Bir suikastın başarıya ulaşmasında en önemli faktörlerden biri de ku- sursuz bir plan çerçevesinde planlanmış olması- dır. Planlamadaki en ufak bir kusur amaca ulaş- mada bir büyük engel olarak eylemcinin karşısına çıkacaktır. Tarihi Şekillendiren Suikastler 25

Suikastin Yöntemleri

Suikast için belirli bir takım yöntemler vardır demek pek doğru olmayacaktır; çünkü hedefin ölümüne sebep olabilecek tüm yöntemler bir sui- kast yöntemi olarak kullanılabilir. Bu yöntemler- den bazıları;

Yiyecek veya içeceklere zehir katmak, Zehir- li spreyler, Zehirli diş macunları, Zehirli Kür- dan, Zehirli kitap, zarf, Zehirli yüzük, Zehirli iskemle, Zehirli jilet, Zehirli sigara veya puro, Zehirli şemsiye, Zehirli eldiven, Zehirli mendil, baca veya şofben zehirlenmesi, Eksoz zehirlen- mesi yöntemleri bunlar arasındadır. Kalp kri- zi geçirtici ilaçlar, İntihar, araba, motosiklet, uçak kazası süsü verme yöntemi

Ukrayna muhalefet lideri Victor Yuşçenko’ya düzenlenen suikastta kullanılan Dioksin kimyasal maddesi, Uğur Mumcu suikastında kullanılan el yapımı bomba veya Kennedy suikastında olduğu gibi uzaktan keskin nişancı kullanılarak hedef or- tadan kaldırılabilir. Suikast düzenlemeye uygun mekânlar şöyle sayılabilir; bina giriş çıkışları, otoya biniş ve iniş anı, gidiş gelişte takip edilen güzergâhlar, araçların durduğu noktalar, tören ve merasim alanları, toplantı veya gösteri alanları olarak sayılabilir. Abraham Lincoln suikastında tiyatroda ışıkların bir anda kapatılması sonucu Başkan Lincoln öldürülmüştür. Kennedy suikas- 26 Tarihi Şekillendiren Suikastler tında ise açık alan seçilmiş ve Başkan Kennedy öldürülmüştür. Uğur Mumcu suikastında ise vites kolu levyesine bağlanan ve arabaya mıkna- tısla tutturulan C-4 tipi patlayıcı arabanın çalış- tırılmasıyla harekete geçmiştir. Yine Başkan Ken- nedy suikastında olduğu gibi Papa II.Jean Paul’e düzenlenen suikastta Papa’nın halkı selamladığı an seçilmiştir. Bir diğer örnek ise Jandarma Ge- nel Komutanı Eşref Bitlis’e düzenlenen ve heli- kopter yakıtına katılan katkı maddesi yardımıyla helikopter havada arızalanmış ve hedef şahıs orta- dan kaldırılmıştır. Tüm bu olaylar sonucu devlet büyüklerine düzenlenmesi muhtemel suikastlara karşı önlemler alınmıştır. Arabalarda kurşun ge- çirmez cam kullanılmış, yiyecek içecekler önce görevlilere tattırılmıştır vb. Ukrayna muhalefet lideri Victor Yusçenko’nun zehirlenme girişiminin ardından, FKÖ Devlet Başkanı Yaser Arafat’ın da MOSSAD tarafından zehirlenerek öldürüldüğü kuşkularının güçlen- Tarihi Şekillendiren Suikastler 27 mesi ‘zehirli suikastları’ bir kez daha gündeme taşımıştır. 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ve MHP lideri Alparslan Türkeş’in kalp krizine ne- den olan bir zehirle öldürüldükleri iddiaları halen güncelliğini korumaktadır. Daha önce de Genel- kurmay eski Başkanı Orgeneral Doğan Güreş’in PKK sempatizanı askerler tarafından kahvesine zehir konularak öldürülmek istendiği ortaya çık- mıştır. Benzer iddialar Atatürk için de ortaya atıl- mıştır. Diğer ilginç bir yöntem ise asit kullanılarak yapılan suikastlardır. Örneğin, 1960’da sinüzit olan Kral Hüseyin’e özel doktoru tarafından ve- rilen burun damlasından birkaç damla lavaboya düşmüş ve birden lavabonun rengi değişmiş ve lavaboda bir delik açılmıştır. Burun damlası yeri- ne şişenin içinde sülfürik asit olduğu ortaya çık- mıştır. 1998 yılında ABD Başkanı Bill Clinton, ucuna AIDS virüsü ve çeşitli öldürücü zehirler bulaştırılmış kaktüs dikenleriyle öldürülmek is- tenmiştir. Yukarıda da görüldüğü gibi suikast yöntemleri insanoğlunun hayal gücüne bağlıdır veya insanoğlunun hayal gücü ölçüsünde çeşitli- lik göstermektedir. 28 Tarihi Şekillendiren Suikastler

Suikastlerde Amaç ve Hedefler

Suikastlarda örgütler ülke gündemini değiştir- meyi amaçlamaktadırlar, zira terör eylemlerinde görsellik gerçeğin kendisi kadar önemlidir. Ör- gütler ve gruplar kendi reklâmlarını yapmak veya kendi tabanlarına mesaj vermek amacıyla bu tip eylemlere girişmektedirler. Tabi ki kimi zaman amaçlanan hedefe ulaşılamamakta ve güvenlik güçlerinin örgüt üzerine yoğunlaşmasına neden olmakta ve örgütler büyük yaralar almaktadır- lar. Suçlular bulunamamışsa, bu öfke, husumet ve tepki, varsayımsal suçlulara yöneliyor ve karşı siyasal akımları benimseyen kitleler -ki bunlar bi- reysel olarak ne kadar barışçıl olursa olsun- suçlu olarak görülmektedirler. “Türkiye’de en yaygın alışkanlık, gizemli cinayetlerin veya uzmanlık isteyen soruşturmaların büyük bir kolaycılıkla sembol bir ifadeyle adlandırılması veya bir gruba mal edilmesidir”. Böylelikle ölümler bazı gruplara mal edilebilmekte, ölümlerin arkasında olan kişi ve kişilere odaklanılmamaktadır. Örgütlerinin önemli özelliklerinden biri ‘ölümler üzerinden propaganda’ yapmalarıdır. Bunu da gerçekleştirmenin en kolay yollarından biriside önemli kişilere suikast düzenlemektir.

Hedeflerin Kişiliği Suikastlarda genelde devlet görevlileri, toplum tarafından veya mensup olduğu grup, örgüt için önem arz eden kişiler hedef seçilmektedir. Böyle Tarihi Şekillendiren Suikastler 29 kişilerin hedef seçilmesindeki amaç karşı tarafa büyük bir darbe vurmaktır. Suikastlarda emekli devlet görevlilerinin seçil- mesinin en önemli nedeni korunma düzeylerinin azaltılması kısacası emekli olmadan önce örgütle- rin ulaşamadıkları kişilere emekliliklerinde ulaş- maları ve intikam alma amaçlı öldürmeleridir.

Türkiye de suikasta kurban giden emekli devlet görevlilerinden bazıları şunlardır: Eski Başbakanlardan Nihat Erim, Eski Bakan Gün Sazak, Emekli Korgeneral Hulusi Sayın, Emekli MİT Müsteşar Yardımcısı Hiram Abas, İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Mahmut Dikler, İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Şakir Koç, Emekli Oramiral Kemal Kayacan, Eski Adalet Bakanı Mehmet Topaç bu görevle- rini bıraktıktan sonra örgütler tarafından öldürül- müşlerdir.

Bazen örgütler, örgütten ayrılan veya ayrılmayı düşünen kendi elemanlarına da suikast düzenle- mektedirler. Hizbullah terör örgütü örgütten ay- rılan Gonca Kuriş’i düzenlenen bir suikast sonucu öldürmüştür. Yakın geçmişte suikasta kurban giden ünlü ki- şilerden bazılarını şöyle sıralayabiliriz: Avusturya Şansölyesi Doktor Engelbert Dolfuss (1934), Hindistan Başbakanı Mohandas Gandhi 30 Tarihi Şekillendiren Suikastler

(1948), ABD Başkanı John F. Kennedy (1963) ve ABD’li siyah önder Martin Luther King (1968), Beatles topluluğunun eski üyesi John Lennon (1980), Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat (1981), Hindistan Başbakanı İndira Gandhi (1984) ve İsveç Başbakanı Olof Palme (1986). Türkiye’de de, özellikle 1970’lerde ve son yıl- larda birçok bilim ve düşün adamıyla gazeteci ve siyasetçi suikasta kurban gitmişlerdi.

Suikastlerin Nedenleri Suikastları, otoriteyi temsil eden ve devlet için önem arz eden şahıslara ve diğer yetkili kişilere karşı düzenlenen eylemler olarak nitelendirebi- liriz. “Örgütler açısından gerçekleştirdikleri ey- lemlerin en sansasyonel nitelikli ve etkili olanları suikastlardır. Örgütler her zaman için büyük çaplı bir eylemi gerçekleştirmek istemekle beraber bazı olumsuz nedenlerden dolayı bu tür eylemlere çok fazla başvurulmamaktadır. Genelde üst seviyedeki kişiler çok iyi derecede korunduklarından dolayı eylem güvenlik açısından büyük risk taşımaktadır- lar. Ayrıca güvenlik kuvvetlerinin, bu tür eylemler sonrası başlatacakları geniş çaplı operasyonlar da örgütler açısından caydırıcı nitelik taşımaktadır”. Suikast türü eylemler sadece terör örgütlerinin başvurmuş oldukları yöntemler olmayıp mafya gibi organize suç örgütlerinin de devlet görevli- leri veya halka mesaj vermek amacıyla kullanmış Tarihi Şekillendiren Suikastler 31 oldukları eylem çeşididir. Ancak yukarıda da bah- setmiş olduğumuz gibi bu tür eylemler örgüt için tehlike arz etmektedir, çünkü güvenlik kuvvetleri bir süre önemli devlet adamına suikast düzenle- yen örgüte odaklanacaktır ve bu örgütün ortadan kaldırılmasına neden olabilecektir. Siyasi suikastları da çeşitli siyasal amaçlara ulaşmak için toplumda siyasal kimliği ile belli bir yer edinmiş kimselere karşı yapılan terör eylemi olarak tanımlayabiliriz. Siyasi cinayetler de terö- rizmin kullandığı yöntemlerden biridir. Terörizm için önemli olan yaptıkları faaliyetler değil yapı- lanların toplumda oluşturduğu etkidir. Hedefler buna göre seçilir. Hedefteki kişinin kimliği siyasi suikastlar için çok önemlidir. Öyle bir hedef se- çilmelidir ki ona yöneltilen hareketin sonucu çok büyük olmalı ve kitleleri harekete geçirebilmeli- dir. Yıllar boyu bu amaçlar için birçok devlet ada- mı, akademisyen, gazeteci, yazar hedef seçilmiştir. Hedefine ulaşan suikastlar olduğu gibi ulaşama- yanlar da vardır.

Suikastlerde Eylemci Hedef İlişkisi Hedef-Suikastçı arasında doğrudan bir bağ olabileceği gibi herhangi bir bağ olmayabilir. Te- tikçi bu işi sadece para kazanmak amacıyla işlemiş olabilir. Perde arkasındaki kişiler hakkında fikir sahibi olmak için suikastın öncesinde ve sonrasın- da yaşanan gelişmelere objektif bir gözle bakmak yeterli olacaktır. Bu durumun en çarpıcı örnekle- rinden birini J. F. Kennedy Cinayeti oluşturmak- 32 Tarihi Şekillendiren Suikastler tadır. 35. Amerikan Başkanı olan John Fitzgerald Kennedy, Lee Harwey Oswald adında biri tara- fından öldürülmüştür. Her ne kadar yargılama- lar sonucunda ABD’nin resmi tezi, bu cinayetin Oswald’ın bireysel tezi olduğu yönünde olduysa da bu sonuç kimseyi tatmin etmemiştir ve çeşitli senaryolarla bu cinayet hala tartışılmaktadır. Buraya kadar görünürde çoğu suikastta so- rumlu olan, planlayan ve yapanlar ortaya çıkar- tılmıştır. Karanlıkta kalan nokta, kimlerin azmet- tirdiğidir. Perde arkasındaki kişiler hakkında fikir sahibi olmak için suikastın öncesinde ve sonrasın- da yaşanan gelişmelere objektif bir gözle bakmak yeterli olacaktır. Her zaman eylemci ve hedef arasında bir ba- ğın olması, bir ilişkinin bulunması söz konusu değildir, eylemci taşeron bir grup veya alelade bir kişi olabilir. Genelde alelade kişilerin seçilmesinin nedeni eyleme adi bir cinayet süsü verilmek isten- mesidir. Suikastı işleyenlerin ille de karşı gruptan olma- sı gerekmez. Hatta katilin mağdur ile aynı grup içinde olma olasılığı her zaman daha fazladır. Çünkü katil kendi grubunu daha iyi tanımak- tadır ve cinayeti kendi grubunun ilk tepkilerine göre kurgulamıştır. Elbette bazı durumlarda rakip gruptan da azmettiriciler çıkacaktır.

Sonuç Olarak Suikast her ne kadar bir kişiyi hedef almış gö- rünse de gerçekte o kişinin şahsında temsil ettiği Tarihi Şekillendiren Suikastler 33 değer yargılarını, politikaları, güçleri ve siyasi dü- şünceyi hedefler. Türkiye’de meydana gelen suikastlar bunun apaçık kanıtıdır. Belirli bir düşünce yapısıyla bü- tünleşmiş bir fikir adamı ve öncülerine yapılacak bir saldırı o düşünceyi paylaşan kişilere yapılmış sayılmakta ve karşılaşılan tepkide o ölçüde geniş çaplı olmaktadır. “Kavga ve mücadeleler, eylem- lerin aydınlatılmasına yönelik gerçekleştirilmi- yor. Gerçeğin peşinden giden pek az kişi vardır. Önemli bir kesim, karşı taraf ilan ettiklerini, ci- nayetler üzerinden top ateşine tutmaktadır”. El- bette ki suikastlar kimi zaman bazı derin çevreler tarafından araç olarak kullanılmakta, bazı sosyal kırılmaların meydana gelmesi için kullanılmak- tadır. Bundan dolayıdır ki yapılmış olan bu tür faaliyetlere daha sağduyulu yaklaşılmalıdır ve ey- lemin öncesi ve sonrasında meydana gelen olaylar dikkate alınmalı, suikast failinin arkasında bulu- nan güçlere ulaşılmaya çalışılmalıdır. Zira bu tür eylemleri bireysel eylem olarak nitelendirmek ger- çekleri göz ardı etmek anlamına gelir. “Suikastlar siyasi mücadelenin en çirkin yüzü- dür. Gayri insani bir yöntem olması bir yana, top- lumu ve yöneticileri terörize etmektedir. Onları önlemek, önlenemiyorsa şüpheye mahal bırakma- yacak şekilde aydınlatmak ve gerçek sorumluları yargı önüne çıkarmak devlet organlarının görevi- dir. Bunu başaramayan her devlet toplum ve tarih gözünde hem ayıplı hem de zan altında kalmaya devam edecektir”. 34 Tarihi Şekillendiren Suikastler

Aydınlatılmamış ve karanlıkta kalan her su- ikast, o devleti uluslararası alanda zor durumda bırakacak birer argümandır. Türkiye’de aydınlanmayan cinayetler ülkesi olarak uluslararası arenada yerini almıştır. Suikast- lar en güçlü devletler de bile gerçekleşebilmekte- dir. (örneğin ABD Kennedy suikastı) Ancak yine de güçlü ve prestijini korumak isteyen devlet ken- di topraklarında herhangi bir suikast işlenmesine tüm kurumlarıyla engel olmaya çalışacak ve buna rağmen işlenirse çok şeffaf bir şekilde olayın ay- dınlatılmasına elinden geldiğince özen gösterme- ye çalışacaktır.

Tarihi Şekillendiren Suikastler 35

Aşağıdaki listede dünyayı ve Türkiye’yi çok derinden etkileyen yakın tarihte olmuş bazı su- ikastlerin listesi bulunmaktadır.

Dünyadaki Bazı Önemli Suikasteler

14 Nisan 1865: ABD Başkanı Abraham Lincoln, Washington’da vuruldu, bir gün sonra öldü. 13 Mart 1881: Rus Çarı II. Alexander vurula- rak öldürüldü. 02 Temmuz 1881: ABD Başkanı James Garfi- eld vurularak öldürüldü. 29 Temmuz 1900: İtalya Kralı I. Umberto öl- dürüldü. 06 Eylül 1901: ABD Başkanı William McKin- ley Buffalo’da vuruldu. 14 Eylül 1901 de öldü. 1912: ABD eski Başkanı Theodore Roosevelt, suikastta yaralandı. 23 Şubat 1913: Meksika Devlet Başkanı Ma- dero ve Başkan yardımcısı Suarez öldürüldü. 18 Mart 1913: Yunan Kralı George öldürül- dü. 1914 yılında Avusturya-Macaristan Arşidükü Ferdinand ve karısı, Saraybosna’da öldürüldü. 1916 yılında Rusya’da Papaz Rasputin öldü- rüldü. 16 Temmuz 1918: Son Rus Çarı Nikola, karı- sı ve çocuklarıyla öldürüldü. 1920 yılında Meksika Devlet Başkanı Carran- 36 Tarihi Şekillendiren Suikastler za öldürüldü. 20 Temmuz 1923: Meksikalı devrimci Panço Villa öldürüldü. 17 Şubat 1928: Meksika’nın yeni Devlet Baş- kanı General Obregon öldürüldü. 15 Şubat 1933: ABD’nin yeni Başkanı Frank- lin Roosevelt’e düzenlenen suikastta, Chicago Belediye Başkanı Cermak vuruldu. Cermak Mart başında öldü. 25 Temmuz 1934: Avusturya Şansölyesi En- gelbert Dolfus, Viyana’da Naziler tarafından öl- dürüldü. 20 Ağustos 1940: Leon Troçki sürgündeyken öldürüldü. 30 Ocak 1948: Mahatma Gandi Yeni Delhi’de öldürüldü. 1950 yılında ABD Başkanı Truman’a başarısız bir suikast girişimi oldu. 20 Temmuz 1951: Ürdün Kralı Abdullah öl- dürüldü. 21 Eylül 1956: Nikaragua Devlet Başkanı So- moza vuruldu. 26 Temmuz 1957: Guetemala Devlet Başka- nı Armas, kendi muhafızlarından biri tarafından öldürüldü. 14 Temmuz 1958: Irak Kralı Faysal ve Prens Abdul İllah öldürüldü. 15 Temmuz 1958: Irak Başbakanı Nuri Said öldürüldü. 25 Eylül 1959: Seylan Başbakanı Solomon Bandranaike öldürüldü. Tarihi Şekillendiren Suikastler 37

17 Ocak 1961: Kongo eski Başbakanı Lu- mumba öldürüldü. 30 Mayıs 1961: Dominik diktatörü Molina öldürüldü. 1963 yılında Vietnam Devlet Başkanı Diem ve kardeşi öldürüldü. 22 Kasım 1963: ABD Başkanı John Kennedy Dallas’ta öldürüldü. 21 Ocak 1965: İran Başbakanı Hasan Ali Mansur, Tahran’da vuruldu. 21 Şubat 1965: Zenci lider Malcolm, New York’ta vuruldu. 1966 yılında Güney Afrika Başbakanı Verwo- erd, Parlamento’da vuruldu. 4 Nisan 1968: ABD’li zenci lider Martin Lut- her King, Jr. Memphis’te vuruldu. 5 Haziran 1968: Başkan adayı Senatör Robert Kennedy Los Angeles’ta vuruldu. 27 Kasım 1970: Papa VI. Paul, Manila Havaalanı’nda yaralandı. 28 Kasım 1971: Ürdün Başbakanı Vasfi Tal, Kahire’de Filistinliler tarafından öldürüldü. 1972 yılında Filipinler Devlet Başkanı Marcos’un eşi suikastta yaralandı. 1974 yılında Güney Kore Devlet Başkanı Park Chung Hee’ye düzenlenen suikastta eşi öldürül- dü. 19 Ağustos 1974: ABD’nin Lefkoşe Büyükel- çisi Rodger Davies Kıbrıs’ta vuruldu. 11 Şubat 1975: Madagaskar Devlet Başkanı Ratsimandrava öldürüldü. 38 Tarihi Şekillendiren Suikastler

25 Mart 1975: Suudi Arabistan Kralı Faysal öldürüldü. 15 Ağustos 1975: Bangladeş Devlet Başkanı Şeyh Mucibur Rahman darbede öldürüldü. 15-12 Eylül 1975: ABD Başkanı Gerald Ford iki saldırı girişimi atlattı. 13 Şubat 1976: Nijerya Devlet Başkanı Mu- hammed vuruldu. 16 Mart 1977: Lübnanlı Dürzi Lider Kemal Cambolad, Beyrut’ta öldürüldü. 18 Mart 1977: Kongo Devlet Başkanı Ngou- abi vuruldu. 1978 yılında Irak Eski Başbakanı Al-Naif Londra’da vuruldu. 30 Mart 1979: İngiliz Muhafazakar Parla- menter Airey Neave, İRA’nın gerçekleştirdiği bir suikast sonucu öldü. 1979 yılında Lord Mountbatten ve yanındaki iki kişi, IRA’nın teknelerine yerleştirdiği bomba sonucu öldüler. 26 Ekim 1979: Kore Devlet Başkanı Hee, Kore Gizli Servisi Başkanı tarafından Seul’de vu- ruldu. 14 Nisan 1980: Hindistan Başbakanı İndra Gandi yaralandı. 30 Ağustos 1981: İran Cumhurbaşkanı Ali Raci ve Başbakan Bahonar, Tahran’da bombalı su- ikastta öldü. 13 Mayıs 1981: Papa, Mehmet Ali Ağca’nın kurşunuyla yaralandı. 1982 yılında Lübnan’ın yeni Başkanı Beşir Tarihi Şekillendiren Suikastler 39

Cemayel, Beyrut’ta bombalı suikastta öldürüldü. 1982 yılında Papa ikinci bir saldırıyı yarasız atlattı. 1983 yılında FKÖ temsilcisi Sartayi, Portekiz- de vuruldu. 1983 yılında Birmanya’da bir gezide bulunan Güney Kore Hükümeti’nin 14 üyesi öldürüldü. 1984 yılında İngiltere Başbakanı Margareth Thatcher, IRA’nın bombalı saldırısından kurtul- du. Saldırıda bir milletvekili öldü. 31 Ekim 1984: İndra Gandi, kendi Sih korumaları tara- fından öldürüldü. 28 Şubat 1986: İsveç Başbakanı Olof Palme, Stockholm’da uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kay- betti 16 Nisan 1988: FKÖ liderlerinden Ebu Cihad, Tunus’taki evinde öldürüldü. 18 Haziran 1988: Başbakan Turgut Özal’a Kartal Demirağ tarafın- dan suikast girişiminde bulunuldu. 17 Ağustos 1988: Ziya Ül Hak’ın tatbikat dönüşü bindiği C-130 tipi bir askeri uçak ha- 40 Tarihi Şekillendiren Suikastler vada infilak etti. Ziya Ül Hak’la birlikte, Pakistan Genel Kurmay Başkanı ve kuvvet komutanları ile ABD’nin İslamabad elçisi dahil 37 kişi öldü. 13 Temmuz 1989: İran Kürdistanı Demokrat Partisi (İKDP) lideri Dr. Qasimlo, Viyana’da İran gizli ajanları tarafından uğradığı bir suikast sonu- cu katledildi.

21 Kasım 1989: Lübnan’da 15 gün önce Cumhurbaşkanı seçilen Rene Muswad, bombalı saldırı sonucu, 18 koruma görevlisiyle birlikte öl- dürüldü. 22 Kasım 1989: Lübnan Devlet Başkanı Rene Muavid, göreve getirilmesinden 17 gün sonra öl- dürüldü. 26 Kasım 1989: Hint Okyanusu’nda 500 bin nüfuslu müslüman bir ülke olan Komor Adaları’nın Cumhurbaşkanı Ahmet Abdullah Abdurrahman, sarayını basan bir grup asker tara- fından öldürüldü. Tarihi Şekillendiren Suikastler 41

10 Eylül 1990: Liberya Devlet Başkanı Samu- el Doe, isyancılar tarafından öldürüldü. 7 Kasım 1990: Moskova Kızılmeydan’da yapı- lan tören sırasında av tüfeği ile Gorbaçov’a suikast düzenlendi. Sonuçsuz kalan suikastı düzenleyen Alexander Shmonov havaya ateş ettiği sırada gü- venlik kuvvetlerince yakalandı. Alexander Shmo- nov ifadesinde hedefinin Gorbaçov olduğunu söyledi. 20 Mart 1991: Lübnan Savunma Bakanı Mic- hel Murr’un konvoyuna düzenlenen saldırıdan, bakan kurtulmayı başarırken 10 kişi öldü, 18 kişi de yaralandı. 21 Mayıs 1990: Hindistan eski Başbakanı ve muhalefet lideri Rajiv Gandhi, seçim çalışmaları yaptığı sırada, genç bir kadının kendisine verdi- ği çiçeğin içindeki bombanın patlaması sonucu öldü. Olayda, çevrede bulunan 20 kişi de hayatını kaybetti. 21 Mayıs 1991: Indira Gandhi’nin oğlu eski başbakan Rajiv Gandhi, Tamil gerillaları tarafın- dan düzenlenen saldırıda hayatını kaybetti. 29 Haziran 1992: Cezayir Devlet Başkanı Muhammed Budiyaf, Annaba kentinde uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürüldü. 6 Temmuz 1992: Irak Kürtleri’ne düzenle- diği gezinin üçüncü gününde, Süleymaniye’den Halepçe’ ye geçen Fransa Cumhurbaşkanı’nın eşi madam Mitterand’ın yanından geçen bir araç in- filak etti. Suikastte 3’ü koruma görevlisi, biri ço- cuk, 4 kişi öldü, 19 kişi de yaralandı. 42 Tarihi Şekillendiren Suikastler

18 Eylül 1992: İKDP lideri Sadık Şeref Berlin’de öldürüldü. 2 Ekim 1995: Makedonya Devlet Başkanı Kiro Gligorov, Üsküp’te bombalı saldırıya uğradı. Şoförünün öldüğü olayda Gligorov bir gözünü kaybetti. 26 Haziran 1995: Mısır Devlet Başkanı Hüs- nü Mübarek, bir toplantı için gittiği Etiyopya’nın başkenti Addis Ababa’da silahlı saldırıya uğradı. Saldırganlardan 4’ü olay yerinde öldürülürken, arkadaşları kaçtı. 10 Şubat 1992: İran Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani’ye karşı “Bebek Hurrendin” adlı örgüt komandolarınca suikast girişiminde bulunuldu. Saldırganlardan 5’i ölü, 3’ü sağ olarak ele geçi- rildi. 20 Eylül 1992: Diyarbakır`ın Seyrantepe Semti`nde kürt tarihçi Musa Anter Jitem tarafın- dan katledildi. 21 Ekim 1993: Burundi Devlet Başkanı Melchior Ndadaye, darbge girişimi sırasında öl- dürüldü. 1 Mayıs 1993: Sri Lanka Devlet Başkanı Ra- nasinghe Premadasa, Kolombo’da düzenlenen in- tihar saldırısında öldürüldü. 6 Nisan 1994: Ruanda’nın Başkenti Kigali’de içinde bulundukları arabanın havaya uçması so- nucu Hutu etnik çoğunluğuna mensup Ruanda Devlet Başkanı Juvenal Habyarimana ve Burundi Devlet Başkanı Cyprien Ntaryamira öldü. 4 Kasım 1995: İsrail Başbakanı İzhak Rabin, Tarihi Şekillendiren Suikastler 43

Tel Aviv’de fanatik bir Yahudi olan Yigal Amir adlı üniversite öğrencisi tarafından tabancayla öl- dürüldü. 29 Ağustos 1995: Gürcistan Devlet Başkanı Eduard Şevandnadze Tiflis’teki parlamento binası çıkışında bazukalı saldırıya uğradı. Gürcü lider, saldırıdan hafif yaralı olarak kurtuldu. 12 Aralık 1996: Saddam Hüseyin’in oğlu Uday, Bağdat’ta silahlı saldırıya uğradı. Uday Hü- seyin saldırıdan ağır yaralı olarak kurtuldu. 9 Ocak 1996: Özdemir Sabancı Suikasti 10 Şubat 1998: Gürcistan Devlet Başkanı Ed- ward Şevardnadze’ye suikast teşebbüsünde bulu- nuldu. Olayda bir koruma ile bir saldırgan öldü. 21 Temmuz 1998: Çeçenistan Devlet Başkanı Aslan Mashadov’a başkent Grozni’de bombalı bir saldırı düzenlendi. Olayda bir koruma ölürken, dört koruma da yaralandı. Aslan Mashadov’un yara almadan kurtuldu. 27 Ekim 1999: Ermenistan Başbakanı Vazgen Sarkisyan ve 7 siyasetçi, Parlamento binasına dü- zenlenen saldırıda hayatını kaybetti. 9 Nisan 1999: Nijer Devlet Başkanı İbrahim Bare Mainassara, Niamey’de korumasının silahlı saldırısında öldürüldü. 1 Haziran 2001: Nepal Kralı Birendra ve kra- liyet ailesinden 9 kişi, Katmandu’da veliaht prens Dipendra tarafından öldürüldü. Veliaht Prens Dipendra, olaydan kısa süre sonra intihar etti. 16 Ocak 2001: Demokratik Kongo Cum- huriyeti Devlet Başkanı Laurent-Desire Kabila, 44 Tarihi Şekillendiren Suikastler

Kinşasa’da korumalarından birinin düzenlediği saldırıda öldürüldü. 12 Mart 2003: Sırbistan Başbakanı Zoran Cinciç, Belgrad’da hükümet binasının girişinde uğradığı suikastta öldürüldü. 14 Şubat 2005: Eski Lübnan Başbakanı Refik Hariri, Beyrut’ta bombalı araçla düzenlenen sal- dırıda hayatını kaybetti. Saldırıda toplam 23 kişi öldü. 27 Aralık 2007: Benazir Butto, Ravalpindi’de düzenlediği seçim mitinginin ardından gerçekleş- tirilen saldırıda hayatını kaybetti 24 Ocak 2001: Gaffar Okan Gaffar Okan ve 5 polis memurunun suikastın- da olduğu gibi Gaffar Okan ilk suikasttan kurtul- Tarihi Şekillendiren Suikastler 45 muş ikinci plan da şehit edilmişti. Gaffar Okan suikastı akla gelen ilk örgüt Hizbullah’a ihale edil- di. Gaffar Okan kafasından 30’a yakın kurşun al- mış ve korumalar silahlarına bile davranamamıştı. MİT ve CIA’den aynı açıklama geliyor “Bundan kimse kurtulamaz” Suikast Hizbullah’a ihale edil- di. Suikast sonrası 5 tane Hizbullah militanı yaka- lanıp ortaya çıkartıldı.

Okkan`ı 7 kişilik MAK timi öldürmüş Genelkurmay tercümanı Yıldırım Beğler`den sonra emekli Jandarma Kıdemli Yüzbaşı Özcan Tozlu’nun da Gaffar Okkan suikastıyla ilgili çar- pıcı açıklamalar yaptığı gazetelere yansıdı. Tozlu, Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan`ı, Al- bay Levent Göktaş yönetimindeki 7 kişilik Mu- harebe Arama Kurtarma (MAK) timinin öldür- düğünü ileri sürdü. Özcan Tozlu, olaydan bir yıl sonra Ankara`ya Levent Göktaş`ı ziyarete gittiğini, Göktaş`ın kendisine suikastı anlattığını ileri sürmüştü. Le- vent Göktaş`a bağlı timin olaydan 10 gün önce Ankara`dan gelerek bölgede keşif yaptığını, sui- kast üssü olarak Sümer Camii`ni kullandığını be- lirten Tozlu, `Tim, olay yerine 7. Kolordu`ya ait iki sivil araçla getirilmiş ve götürülmüştür. Suikast için Sümer Camii`nin arka kapısının kullandığı- nı, burada kuşanıldığını ileri sürmüştür. Tozlu’lunun daha sonra, verdiği bilgiye göre JİTEM`in kurucularından Cem Ersever, Abdül- kerim Kırca ve `Yeşil` kod adlı Mahmut Yıldırım, 46 Tarihi Şekillendiren Suikastler

MAK Komutanı Albay Levent Göktaş ile Doğu ve Güneydoğu`da, Ergenekon terör örgütünün tu- tuklu sanıklarından Veli Küçük ile de İstanbul`da çalıştığını söylediğini aktarmış. Suikastın Hizbul- lahçı kılığında, örgütün kullandığı silahlarla ya- pıldığını da aktaran Tozlu, olaya `Hizbullah işi` süsü verilmek istendiğini ileri sürmüştür. Bir başka iddia da Genelkurmay eski tercüma- nı Yıldırım Beğler, tarafından ileri sürülmüştü. Gaffar Okkan`ın C Timi tarafından öldürüldü- ğünü, daha sonra suikastta görev alan C Timi mensupları taşıyan uçağın Malatya`da düşürül- düğünü ileri sürmüştü. 29.12.2009 Yeni Şafak ve diğer gazeteler

ABD’nin suikastleri ve kendi ülkesinde ger- çekleştirdikleri

Tarihte CIA, defalarca yabancı politikacılara karşı düzenlenen suikastlara karışmıştır: 1955’de CIA, Çin’in Başbakanı Çu En Lay’ın içinde bulunduğu bir uçağın düşmesinden so- rumlu tutulur. 1959’de CIA, Kamboçya’lı Prens Sihanuk’a karşı düzenlenen son dakikada ise engellenen su- ikaste rol almış. 1960’da CIA, Kongo’lu Başbakan Patrice Lumumba’yı katletmeye çalışmışt. Bu gerçekleşe- meyince, Lumumba’yı 1961’de öldüren muhale- feti desteklemiştir. Tarihi Şekillendiren Suikastler 47

1961’de CIA, açık bir şekilde Dominik Cum- huriyetinin Cumhurbaşkanı Rafael Trujillo’nun katledilmesine katılmıştır. 1963’de CIA, Güney Vietnam’lı Cumhurbaş- kanı Ngo Dinh Diem’in öldürülmesine katkıda bulunmuş.

1973’de CIA, Şili Cumhurbaşkanı Salvador Allende’nin devrilmesinde ve öldürülmesinde çok önemli bir rol oynamıştır. 1976’da CIA, Jamaika adası Başbakanı Mic- hael Manley’e karşı başarısızlıkla sonuçlanan bir suikaste katılmış. CIA’nin Küba Devlet Başkanı Fidel Castro’yu öldürme çabaları ise efsanelere konu olmuştur. 1960’dan beri mafyanın da işin içine sokulmasıy- la bir çok suikast girişimi olmuş. Castro’ya karşı 48 Tarihi Şekillendiren Suikastler suikast planları 1972’de ortaya çıktığında döne- min CIA şefi William Colby bu tip aksiyonları yasaklamıştı. 1978’de dönemin Cumhurbaşkanı Jimmy Carter bu yasağın kapsamını genişletti. Resmi olarak halen geçerliliğini koruduğu ileri sürülür. Mel Carahan: Missouri eyaletinin Demokrat valisiydi. Senatoya adaydı. Rakibi, Bush yöneti- minin adaletin başına getirdiği John Ashcroft’tu. Seçimden üç gün önce 16 Ekim 2000 de bir uçak kazasında öldü. Ölümüne rağmen, sandıkta o se- çildi. Şimdi karısı senato’da. Jerry Litton: Yine Missouri’li demokrattı. Par- tisinin senato adaylığını kazandığı gece 3 Ağustos 1976 da uçak kazasında öldü. Yerini alan aday karşısında Cumhuriyetçi aday kazandı. John Heinz: Cumhuriyetçi partiden liberal görüşleriyle dikkat çeken iyi bir senatördü. Viet- nam savaşına karşıydı, yoksullar için sağlık refor- mu, sosyal hizmetler, kamu taşımacılığı ve çevre konusunda partisinden görüşleri farklıydı. Küba ile uzlaşma yanlısıydı. Uçağı inişte zorlanınca durumu incelemek için havalanan helikopterin çarpması sonucu 4 Nisan 1991’de öldü. John Tower: Eski senatördü ve Reagan-Baba Bush dönemindeki İran-Kontra skandalını İran’a gizlice silah satarak ve uyuşturucu ticareti yapa- rak, Nikaragua’daki hükümet karşıtı milislerin finansmanı soruşturan Tower komisyonunun ba- şıydı. Küçük bir uçağın içinde 16 Ekim 1972’de ölü bulundu. Tarihi Şekillendiren Suikastler 49

Hale Boggs: Eski Temsilciler Meclisi üyesi ve çoğunluk grubu lideriydi. Başkan Kennedy sui- kastini soruşturan Warren Komisyonunun yedi üyesinden biriydi. Katil Oswald’ın tek başına hareket etmediğine inanan ve bunu daha sonra kamuoyuna da ilan eden, kabullenmeleri kurcala- yan tek üyeydi. Bir başka demokrat parlamenterle birlikte 16 Ekim 1972’de uçak kazasında ölü. Mickey Leland: Teksas’lı Demokrat parla- menterdi. O dönemde Irkçı Güney Afrika yöneti- mine karşı sert tedbirlerden yanaydı. Etiyopya’da yolculuk yaparken 7 Ağustos 1972’de uçak kaza- sında öldü. Omar Torrijos: ABD’li değildi. Panama’nın başındaki popüler diktatör generaldi. Reagan- Bush yönetimine kafa tutmuş, ABD işgale kalkı- şırsa Panama kanalını imha etmekle tehdit etmiş- ti. Kısa bir süre sonra, uçağının kalkışı sırasında mekanik bir arıza sonucu oluşan kazada 1981 yılında öldü. Panama’da bu ölümden ABD so- rumlu tutuldu, ama bir şey çıkmadı. Yerine baba Bush’un adamlarından Noriega Panama’nın başı- na getirildi 50 Tarihi Şekillendiren Suikastler

Ruslar, KGB ve Zehir 1917’deki Ekim Devrimi’nden sonra Sovyet Rusya’nın efsanevi gizli servisi KGB, hem rejim muhaliflerini ortadan kaldırmak hem de önemli iç sorunları çözmek için zehirli suikastlere başvur- du. Stalin karşıtı liderlerden Sultan Galiyef’in ya- kın adamı Azeri siyasetçi Neriman Nerimanov ve Abhaz lider Lakoba zehirlenerek öldürüldü. Rusya’nın zehirle öldürme konusunda pek çok ülkeden daha ileride olduğu ileri sürülür. Sadece Sovyet döneminde değil, Çarlık döneminde de sıkça zehir kullanılmıştır. İşte bu olaylardan biri: “Çar’ın yakınla- rı, Çariçe’yi ve sarayı kontrolü altında tutan ve olağanüstü güçleri olduğuna inanılan Gregory Rasputin’in şarabına zehir koymuşlar. Güçlü bir yapısı olan Rasputin zehirden etkilenmeyince 1916 yılında kurşunlanarak öldürülmüş. Cesedi ise Neva nehrine atılmış.” Stalin karşıtı Azerbaycanlı siyaset adamı Ne- riman Nerimanov da Sultan Galiyev’e yakınlığı- nın bedelini zehirlenerek ödemiştir. Azerbaycan Komünist Partisi Genel Sekreteri ve Azerbaycan Hükûmet başkanı Nerimanov, 1925’de Moskova’da yemeğine karıştırılan bir zehirin etkisiyle öldüğü ileri sürülmüştür. Nerimanov’un, Azerbaycan’ın bağımsızlığını savunduğu ve Karabağ’ın Azer- baycan lehinde çözülmesi için Moskova’ya karşı petrolü koz olarak kullandığı için öldürüldüğü söylenir. Tarihi Şekillendiren Suikastler 51

Nerimanov Kremlin Hastanesi doktorlarından Yulya İva- novna Litkin, Troçki kapısıyla Devrim Meydanı arasında, demir parmaklıklara yaslanmış, iki bük- lüm, öksüren bir adam görür. Litkin olayı şöyle anlatır: “Adamın yüzü garip bir anlatıma bürün- müştü. Yardım etmek için yaklaştığımda onun yoldaş Nerimanov olduğunu gördüm. ‘Beni ça- buk hastaneye yetiştirin. Ölüyorum, çabuk olun’ diye haykırdı. Kendisini Kremlin Hastanesi’ne götürmemi istedi. Hastaneye ulaşamadan öldü.” Nerimanov’un cesedine otopsi yapılmaz. Yeme- ğine zehiri Stalin’in adamı Gürcü asıllı Sergey Orhonikidze’nin koyduğu öne sürülür. Stalin döneminde Abhaz-Gürcü sorunu, Gürcü asıllı Stalin ve Beria tarafından Abhazlar aleyhine ele alınır. 1936’da Abhaz Başkanı Lakoba da, Tiflis’te Lavrenti Beria tarafından yemeğe davet edilir. Ye- meğe zehir koyulmuştur. Moskova, Lakoba’nın ölümünü kaza olarak açıklar.

KGB ajanına zehirli ikram Nicolay Skoblin, yurt dışındaki rejim muha- liflerini bozguna uğratan bir ajan provokatördür. Stalin’in orduda temizlik yapmasına neden ol- muştur. Komünist rejim karşıtı olduğu halde ya- şadığı bir aşk macerasının ardından ÇEKA (eski KGB)’nın avucuna düşen çok şey bilen bu ajanın kimliği deşifre edilince KGB tarafından Rusya’ya kaçırılmak istenir. 1938’de Barselona’da Rus ban- dıralı bir gemiye binen Skoblin, hizmetlerinin 52 Tarihi Şekillendiren Suikastler karşılığını kendisine ikram edilen şaraba katılan bir zehirle öldürülerek öder. Rusya’da yakın dö- nemdeki en dikkat çekici zehirleme, “Novaya Gazeta’’ gazetesinin yazı işleri müdür yardımcısı, yazar ve milletvekili Yuri Çekoçihin’in ölümüdür. 53 yaşındaki liberal reformucu Çekoçihin, Eylül 2003’ün ilk haftasında Moskova’nın 300 km do- ğusundaki Ryazan kentinde arkadaşlarıyla birlikte yaptığı kahvaltının ardından fenalaşmış ve acilen Moskova’ya dönmüş, birkaç gün sonra yürüye- mez, sonraki günlerde ise konuşamaz hale gelmiş, sonra da ölmüş.

Stalin’i en yakını zehirlemiş 1953’te ölen Stalin’in de bir zamanlar Rusya’nın en korku salan KGB Başkanı Lavrenti Beria ta- rafından zehirlenerek öldürüldüğü öne sürüldü. İddia “Son Çar” adlı romanıyla uluslararası üne kavuşan Rus Yazar Edvarda Ratzinsky tarafından Tarihi Şekillendiren Suikastler 53 kaleme alınan “Stalin” adlı kitapta yer aldı. Bu arada Stalin’in ölümünden üç ay önce sağlığından sorumlu olan altısı yahudi dokuz doktor tutuk- lanmış. Doktorlar, Stalin’i zehirlemeye çalışmakla suçlanarak idama mahkum edilmişler. Stalin öl- dükten sonra hekimler aklanarak idamdan kur- tulmuşlar. ‘Warfarin’ tuzağı Bir diğer iddia ise Stalin’in, politbüro üyeleriy- le birlikte bir akşam yemeğinde zehirlendiği yö- nünde. Stalin’in, kanını incelten ve vücutta iç ka- namalara neden olan tatsız ve kokusuz “warfarin” adlı kimyasal maddeden zehirlenerek öldüğü ileri sürülüyor. Warfarin, kanda inceltici olarak kulla- nılan ve inme riski taşıyan hastalarda aşırı dozda kullanıldığında tehlikeli kanamalara neden olarak öldürücü etki yapan bir madde. Warfarin bir za- manlar Amerika’da fare zehiri olarak geliştirilmiş. Wisconsin Üniversitesi’nden Prof. Karl Paul Link, çürümüş şeker yoncası yedikten sonra ka- nama geçirerek ölen ineklerle ilgili bir araştırma sırasında kanın pıhtılaşmasını engelleyen bir mad- de bulmuş. Ardından bu maddeden fare zehiri ge- liştirmiş. Bu maddeye, araştırmaya maddi destek veren Wisconsin Mezunları Araştırma Vakfı (Wis- consin Alumni Research Foundation-WARF)’dan yola çıkarak warfarin adı verilmiş. Vakıf 1948’de warfarinin patentini almış. Warfarinin kan incel- tici olarak kullanılışı ise 1950’lerde gerçekleşiyor. Günümüzde kumadin adı altında satılıyor. İnme, kalp problemleri ve bazı ameliyatlardan sonra kan 54 Tarihi Şekillendiren Suikastler inceltici olarak veriliyor. 20. yüzyılın en iyi fotoğrafçılarından biri olan Tina Modotti’nin 1942’de 46 yaşında iken ze- hirlenerek öldürüldüğü ileri sürülür. Meksika Komünist Partisi üyesi Modotti, 1930’da Başkan Pascaul Rubio’ya yönelik gerçekleştirilen suikast girişiminden sorumlu tutularak hapsedildi, son- ra da Meksika’dan sürüldü. İspanya’daki iç savaş döneminde aktif rol aldı. 1939’da İspanya’dan kaçarak Meksika’ya geçti. Nazi-Sovyet saldırmaz- lık anlaşması Tina’nın Komünist Parti’ye olan inancını sarstı. Arkadaşlarıyla gittiği bir akşam yemeğinin dönüşünde geçirdiği kalp krizi sonucu öldü. Olay sonrasında Modotti’nin, Stalinizm’e muhalif olması nedeniyle zehirlenerek öldürüldü- ğü iddia edildi. Zehirli şemsiye KGB’nin icadı Sovyet döneminin efsanevi gizli servisi KGB’nin de bazı suikastlerde ucu zehirli şemsiye kullandığı bilinir. Eylül 1978’de BBC’de çalışan rejim mu- halifi Bulgar gazeteci Georgi Markov, Londra’da, KGB tarafından ucuna ricin zehiri zerkedilmiş şemsiye ile öldürüldü. Bulgaristan’dan kaçarak İngiltere’ye yerleşen Markov sokakta yürürken, yanından geçen biri, elindeki şemsiyenin ucunu bacağına batırır. Markov, acıyla döndüğünde, KGB ajanı yanlışlıkla çarpmış gibi özür dileye- rek yoluna devam eder. Hintyağı bitkisinden elde edilmiş ricinle zehirlenen Markov 3 gün ıstırap- çektikten sonra can verir. Doktorlar Markov’un vücuduna 0,25 mg ricin zerkedildiğini açıklarlar. Tarihi Şekillendiren Suikastler 55

Abraham Lincoln Amerika Birleşik Devletlerinin 16. Cumhur- başkanı Abraham Lincoln’ün çocukluğu yok- sulluk içinde geçmiş, doğru dürüst okula bile gidememiştir. Küçük yaşta babasıyla birlikte or- manlarda kereste kesmiş, nehir gemilerinde ça- lışmış, bir kürk tüccarının kâtipliğini yapmıştı.

1818 yılında, İndiana’yı kasıp kavuran bir salgın hastalık sırasında, baba-oğul bütün bir sonbahar mevsimi boyunca tabut yapıp sattılar!.. Böylesine yoksulluk içinde geçen çocukluk ve gençlik günleri, Abraham Lincoln’ün kendi ken- dini yetiştirip 1834’te avukat, 1860’ta da A.B.D. Cumhurbaşkanı olmasını engelleyemedi. Köleliğe karşıydı Lincoln. Yetişme biçiminin onun bu düşünüşünde büyük etkisi olmuştu. Beyaz Amerikalının zencilere uyguladığı insanlık dışı tutum, Abraham Lincoln’ün üzerinde çocuk- 56 Tarihi Şekillendiren Suikastler luğundan beri derin izler bırakmıştı. Cumhurbaş- kanı seçilmeden önce, köleliği kaldırmanın çok zor olduğunu biliyor, hiç olmazsa daha da yayıl- masını önlemeyi düşünüyordu. Abraham Lincoln’ün cumhurbaşkanlığına se- çilmesi. Güney Eyaletlerinde ayaklanmanın baş- laması için sanki bir işaret oldu. 1861 Şubat’ında, Güney Carolina ve onu izleyen 10 eyalet Birleşik Devletlerden ayrılarak aralarında bir Konfederas- yon kurdular. Başkenti Richmond olan bu devle- tin anayasasında şöyle bir madde yer alıyordu: “Zenci, beyaz insanla hiç bir zaman eşit hak- lara sahip olamaz, kölelik, yani beyaz ırka boyun eğmek; zencinin olağan bir durumudur” Öte yandan Abraham Lincoln, 4 Mart 1861’de verdiği bir demeçle: “Hiç bir eyaletin, öbürlerinin onayı olmadan Birlik’ten ayrılamayacağını..” ileri sürüyordu. Güneylilerin buna verdikleri karşılık, 12 Eylül 1861’de Charleston limanındaki Sumter kalesini topa tutmak biçiminde oldu. Bu iç savaşın baş- langıcı demekti. Dört yıl süren iç savaşın sonlarına doğru. Cumhurbaşkanlığı süresi dolduğundan, yapılan seçimlerde yeniden adaylığını koydu ve kazandı. Abraham Lincoln bu haberi soğukkanlılıkla kar- şılamış ve: “Amerikan halkı, dereden geçerken at değiştir- menin doğru olmadığına inandığı için, seçimlere katıldım..” demişti. 14 Mart 1865’te, ikinci kez Beyaz Saray’a gi- Tarihi Şekillendiren Suikastler 57 derken Başkan Lincoln halka verdiği demeçte şöyle diyordu: “Hiç kimseye karşı kin beslemeden, Tanrı’nın bize doğru yolu göstermek için verdiği güce daya- narak, yaraları sarmaya, savaşın güçlüklerini yük-

lenenlerin dul eşleriyle yetimlerini düşünmeye ve giriştiğimiz bu işi tamamlamaya çalışalım ki; kendi aramızda ve dünya uluslarıyla barışı gerçek- leştirebilelim..” Lincoln’ün bu konuşmasından bir ay sonra, 9 Nisan 1865’te Güney orduları komutanı General Lee, Appomotox şehrinde kılıcını Birleşik Devlet- ler başkomutanı General Grant’a teslim etti.. 13 Nisan perşembe günü de Washington, Güney’in teslim olmasını kutlamak için baştan aşağı do- nanmıştı. 14 Nisan 1865 cuma gününü Beyaz Saray’da çalışmakla geçiren Abraham Lincoln, akşam biraz 58 Tarihi Şekillendiren Suikastler eğlenebilmek için, Ford Tiyatrosunda, sahnenin hemen yanındaki locada “Amerikalı Yeğenimiz” adlı oyunu seyrediyordu. Locada Lincoln’den başka Clara Harris adında bir bayan konuğu ve koruyucusu binbaşı Rathbone bulunuyordu. Bu sırada tiyatronun oyuncularından John Wilkes Booth, locanın önüne gelmiş, günlerdir inceden inceye hazırlanan planı uygulamaya başlamıştı. Booth, aşırı bir Güneyliydi. Dolayısıyla Abra- ham Lincoln’ün amansız düşmanıydı. Birkaç haf- ta önce Cumhurbaşkanının tiyatroya geleceğini öğrenince, hazırlıklarına hız vermiş, oyunu tekrar tekrar seyretmiş, halkın özellikle hangi sahneye güldüğüne dikkat etmişti. Daha sonra Lincoln’ün oturacağı locanın kapısında, içeriyi görebilmesine yardım edecek küçük bir delik açmıştı!.. Suç ortaklarıyla da görüşerek, sonunda her şe- yin hazır olduğunu bildirdi. O gece tiyatroya gi- derken şöyle diyordu: “Sahneden ayrıldığım zaman, Amerika’nın en ünlü adamı olacağım!.” Booth, locanın önüne gelince, küçük delikten içeri baktı. Lincoln ve yanındakiler kendilerini oyuna kaptırmışlardı. Halkın en çok güldüğü bö- lüme gelindiğinde, kapıyı açarak locaya girdi. Se- yircilerin kahkahalarını bastıran bir patlama sesi duyuldu ve Abraham Lincoln’ün başı göğsüne düştü!.. Binbaşı, bundan sonra kendini toplayıp suikastçının üzerine atıldıysa da, Booth bu sefer de bıçağını kullanarak onu yere serdi ve locadan sahneye atlayarak, ne olduğunu anlayamayan hal- Tarihi Şekillendiren Suikastler 59 kın şaşkın bakışları arasında arka kapıdan kaçtı.. Aynı gece Dışişleri Bakanı Sward, evinde dev yapılı bir adamın saldırısına uğruyordu. Adam, Sward’ı boğarken, karısının, oğlunun ve hizmet- çisinin yetişmesi üzerine kaçmak zorunda kaldı. Yine o gece, başka bir ziyaretçi, Başkan Yardımcısı Johnson’ın evi önünde dolaşıyordu. Fakat içeriye girmeye cesaret edemedi. Bir gece içinde Amerika Birleşik Devletleri’ni yöneten üç kişi yok edilmek istenmiş, fakat ancak Booth suikast planını gerçekleştirebilmişti. Ağır yaralanan Lincoln, ertesi gün öldü. Washington’dan kaçmayı başaran Booth, gün- ler sonra izi bulunarak, bir çiftlikte sarıldı. Yanın- da bulunan suç ortaklarından biri teslim oldu, Booth ise intihar etti. Böylece katil, ancak 96 yıl sonra bir rastlantı sonucu ortaya çıkacak sırrını da mezara götürmüştü. Yakalanan öteki suikastçılar da askeri mahkemede yargılandıktan sonra asıldı- lar. Bunların bir tanesi de kadındı!.. 1961 yılında Philadelphia’da eski kitap satan dükkânlardan birinde bulunan askerlikle ilgili kitabın içindeki şifreli mesaj, Lincoln’a yapılan suikastın karanlıkta kalmış noktalarını aydınlığa kavuşturdu. Doksan altı yıl bir kıyıda unutulup kalan kitap, uzmanlarca incelenince, mesajın uy- durma olmadığı ve 1868’de sayfalar arasına yazıl- dığı kabul edildi. Aceleyle yazıldığı anlaşılan cümleler, Abraham Lincoln’ün hükümetinde Savunma Bakanı olan Edwin M. Stanton’ın gizli güvenlik şefi Tuğgene- 60 Tarihi Şekillendiren Suikastler ral C. Baker’a aitti. Baker da 1868 yılında esrarlı bir biçimde, bazılarına göre arsenikle öldürülmüş, bu satırları da ölümünden beş ay önce kitabın içi- ne yazmıştı. General yazısında, üç kere öldürülmek isten- diğini, sürekli olarak izlendiğini belirtiyor ve şu cümleyi kullanıyordu: “Yeni Roma’da üç adam yürüyordu; biri Yahu- da (Hz. İsa’yı ele verip onun çarmıha gerilmesine sebep olan on iki Havari’den biri) ikincisi Brütüs ve bir de casus.. Casus bendim; C. Baker. Yahuda, vurulan adam ölmek üzereyken, onun yanına gi- derek aslında nefret ettiği adama saygı gösterisin- de bulundu. Adam ölünce de şöyle dedi: “Şimdi tarih ona, ulus bana sahip..” Bu şifreli yazı, Lincoln’ü öldürten adamın Sa- vunma Bakanı Edwin M. Stanton olduğunu or- taya çıkarıyordu. Yazıda sözü edilen Yeni Roma: Washington, Yahuda: Stanton, Brütüs: oyuncu Brooth ve casus da kendisinin belirttiği gibi Ge- neral Baker’dı.. Gerçekten de Savunma Bakanı Stanton, Lincoln ölmek üzereyken, yatağının ba- şucundaydı. Ve öldüğünde: “O artık tarihin malı oldu..” demişti. Şifre, bu cümleyi tamamlıyor ve Bakan’ın amacını açıklıyordu. Aynı gece içinde Lincoln’la birlikte yardımcısı Johnson ve Dışişleri Bakanı Sward’ın öldürülmesi, Stanton’un Birleşik Dev- letlerin bir numaralı adamı olmasını sağlayacak- tı. Lincoln’ün oğlu Todd, 1926 yılında ölmeden Tarihi Şekillendiren Suikastler 61 az önce bir dostuna, babasının evrakı arasında bu- lunan bazı belgeleri kimseye göstermeden yaktığı- nı söylemiş ve nedeni sorulduğunda: “Belgelerden, babamın yardımcılarından biri- nin ona ihanet ettiği anlaşılıyordu. Bu yüzden bu belgelerin ortadan kaldırılmasının doğru olacağı- nı düşündüm” karşılığını vermişti..

62 Tarihi Şekillendiren Suikastler

Roma İmparatoru Sezar

Jül Sezar, M.Ö 101 yılında Roma’da soylu bir ailenin oğlu olarak dünyaya geldi. Sağlam bir eğitim gördüğü gibi, ailesi tarafından bir silahşor olarak yetiştirilmişti. Edebiyata ve güzel sanatlara aşırı bir düşkünlüğü vardı. Fakat bu genç adam, dünya zevklerine, içkiye ve kadınlara karşı da aynı ilgiyi duyar, bu arada kendisine açılan erkek kollarına hiç çekinmeden vücudunu teslim ederdi. Olağanüstü bir hatip, yaman bir binici, kadınları baştan çıkarmada eşi Tarihi Şekillendiren Suikastler 63 bulunmaz bir ustaydı. Roma’da genelev sokağında bir oda tutarak yıllarca sefahat içinde yaşamıştı. Annesi Auralia, bu çok yakışıklı, güzellikte mi- toloji kahramanları Adonis ve ’le eş tutulan oğluna para yetiştirmekte güçlük çekiyordu. Jül Sezar, parası tükenince, arkadaşlarından ve düşüp kalktığı yosmalardan borç alır, bir daha da öde- mezdi. Onlara şöyle derdi yalnızca: “Dostlarım, Roma İmparatorluğunu pençeme alacağım güne kadar bana zaman veriniz..” Yirmi yaşlarındayken, İmparator Sulla’nın can düşmanı Marius’un yeğeni olduğu için, Roma’dan kaçmak zorunda kaldı. Anadolu’ya kaçmak is- terken korsanların eline düştü. Korsanlar onu Antalya’ya götürmüşler ve kurtuluş parası olarak 20 talent istemişlerdi. Genç delikanlı kendisine biçilen bu fiyat karşısında küplere binmiş ve: “Hayvanlar!, Ben 20 talentlik bir tutsak mı- yım? Yakaladığınıza iyi bakın, size 50 talent getir- teceğim!..” diye bağırmıştı. Roma’daki ailesine bir mektup göndermiş, para gelinceye kadar da korsanlarla al takke ver külah bir hayat yaşamıştı. Onlarla içki içiyor, şi- irler okuyup oyunlar oynuyordu. Ara sıra da kor- sanlara: “Hayvan herifler!.. Elinizden bir kurtulursam, göreceksiniz hepinizi astıracağım!..” diyordu. Kor- sanlar, bu deli dolu gencin sözlerini ciddiyi almaz, gülmekle yetinirlermiş. Parası gelince özgürlüğüne kavuştu ve Ege böl- gesindeki Milet kentine gitti. Buradan sağladığı 64 Tarihi Şekillendiren Suikastler birkaç gemiyle, kendisini tutsak eden korsanların üzerine giderek, onları Antalya açıklarında yaka- ladı. Hepsini zincire vurup Bergama’ya götürdü, Vali’nin vereceği emri beklemeden hepsini astır- dı. Roma’ya dönüp siyasi hayata atıldığında 33 yaşlarındaydı. Yakın arkadaşlarından biri, Jül Sezar’a siyasi tutkuları olduğunu söylediğinde on- dan şu karşılığı aldı: “Ne diyorsun sen! Makedonyalı Büyük İskender’in hayatını okumadın mı? O benim yaşımdayken bütün dünyayı ele geçirmişti. Ben daha ne yaptım?” Kırk bir yaşına geldiğinde, Roma’nın seçkin kişilerinden biri olmuştu. Çağının ünlü general- lerinden Crassus ve Pompeus ile üçlü bir anlaşma yaparak kendisini “Konsül - Devlet Başkanı” seç- tirtti. Dostlarına ve düşüp kalktığı kadınlara olan 1300 talent borcunu ödemek için Galya Valiliği’ni de üzerine aldı. Bu yetki kendisinde olmamasına rağmen Senato ses çıkaramadı. Çünkü Jül Sezar’ın Galya Valisi olarak Roma’dan uzaklaşması ihtima- li hem Senato’nun hem de Pompeus’un işine ge- liyordu. Bu nedenle Galya dışında bazı eyaletleri de ona bağladılar. Jül Sezar’ın amacı, Galya’da kendine bağlı bir ordu kurmak ve Roma’nın üzerine yürüyerek dik- tatör olmaktı. Konsüllük süresi bir yıl sonra bi- tince Jül Sezar Galya’ya gitti. Sekiz yüzden fazla kenti olan bu zengin ülke onun borçlarını öde- dikten başka, gerekli adamları satın alacak ölçüde Tarihi Şekillendiren Suikastler 65 zenginleşmesine de yetti. Savaşlarda ele geçirilen 1 milyon tutsağın köle olarak satışından eline gecen para, Jül Sezar’ın en güçlü silahı olmuştu. Roma- lılar yüz yirmi yıl içinde Galya’nın ancak Güney bölgelerini ele geçirebilmişlerdi, Sezar sekiz yılda bütün Galya’yı Roma imparatorluğu sınırları içi- ne kattı. Bu sıralarda Crassus, Doğu’da Fırat ırmağı kıyılarında Partlara yenilerek ölmüş ve Pompeus Roma’nın tek egemeni durumuna gelmişti. Pom- peus mutlu ye kaygısız bir yaşantı içindeydi. Oysa çevresindekiler. Jül Sezar’ı iyi tanıdıklarından, Pompeus’a sık sık şu soruyu soruyorlardı: “Sezar, Roma üzerine yürürse, onu durdurup geri püskürtecek askerleriniz var mı?” Pompeus gururla gülümsüyor: “Kaygılanmayın, İtalya’nın neresinde olursa olsun, ayağımla yere vurduğumda oradan ordular 66 Tarihi Şekillendiren Suikastler fışkırtırım” diyordu. Oysa elinde hazır ve kendine bağlı bir ordusu yoktu. Sezar ise, kendisine ölesiye bağlı bir ordu kurmuştu. Roma generallerinden hiç birine benzemiyordu. Askerleriyle birlikte oturup şarap içer, onlarla zar atıp kumar oynar, en kaba ve cıvık şakalar, arkadaşlıklar yapardı. Fakat savaşlarda değişir, gerçek bir komutan kesilirdi. M.Ö. 50 yılında, Kasım ayının ilk gününde toplantı durumundaki Senato’ya bir haber ulaştı: “Sezar, sekiz lejyondan kurulu ordusuyla, Alp- lerden Güney’e doğru iniyor.” Pompeus, beklemediği bu haber karşısında çok şaşırmıştı. Daha önceki sözünü unutmayan bir dostu: “Haydi ayağını yere vur da ordular fışkırsın, zamanı geldi.” diyerek Pompeus’la alay etmişti. Pompeus ve Senato’daki taraftarları, Jül Sezar’a şu haberi saldılar: “Sezar askerlerini hemen terhis etmeli ve ge- riye yalnızca bir lejyon bırakmalı, ayrıca Galya Valiliğinden de istifa; ederek, Roma’ya sıradan bir yurttaş olarak girmeliydi.” Sezar, bu şartları kabul etmedi ve savaştan baş- ka çıkar yol olmadığını anladı. Roma üzerine yü- rüyüşe geçtiğinde Pompeus hazinesini bile almaya vakit bulamadan, taraftarlarıyla birlikte Adriyatik denizindeki donanmasına binerek Epir’e kaçtı. Jül Sezar’ın donanması yoktu, mevsim de kış- tı. Varını yoğunu askerlerine dağıtmış, metelik- siz kalmıştı. Hızlı bir yürüyüşle karadan dolaşıp Yunanistan’ın Epir bölgesine girdi. Pompeus ve Tarihi Şekillendiren Suikastler 67 taraftarlarının 47 bin kişilik yaya, 7 bin kişilik de atlı ordusu vardı. Sezar’ın ordusu daha küçüktü. Emrinde 22 bin yaya ve bin atlı askeri vardı. Savaş, yalnızca Jül Sezar ve Pompeus arasında geçmiyordu. Kısa süre içinde bütün Roma İmpa- ratorluğuna yayılmış, bir iç savaş halini almıştı. Bir tarihçi, bu dönemi şöyle anlatmaktadır: “Bütün Senato bu savaşın içindeydi. Ordular da öyle. Hepsi Roma kanı taşıyan askerlerden ku- rulu 11 lejyonla öteki 18 lejyon amansızca çarpışı- yorlardı. Galyalılar ve Germenler Jül Sezar’ı tutu- yorlardı. Trakya, Sicilya, Yunanistan, Makedonya ve Doğu Pompeus’la birlikti. Savaş İtalya’da başla- dı, oradan Galya’ya ve İspanya’ya sıçradı; Batı’dan dönerek bütün şiddetini Epir ve Tesalya üzerine topladı; Mısır’a kadar uzandı. Küçük Asya’ya el attı ve alev ancak Afrika’da söndürülebildi..” Yunanistan’da Farsalos bölgesinde iki ordu arasında korkunç bir meydan savaşı olmuş ve Sezar, Pompeus’un ordusunu darmadağın etmiş- ti. Pompeus, Mısır Kralı Ptolemeus’un yanına kaçmaktan başka çare bulamamıştı. Roma artık Jül Sezar’ın “pençeleri” arasındaydı. Dört bin ki- şilik seçme bir orduyla, Pompeus’un arkasından Mısır’a gitti. Ptotemeus, başına gelecekleri anla- dığından, Pompeus’un kafasını keserek Jül Sezar’a gönderdi. Sezar burada, Ptolemeus’un kız kardeşi Kleopatra’yla uzun bir aşk hayatı yaşadıktan sonra onu Mısır Kraliçesi yaptı. Sonra M.Ö. 47 yılında Anadolu’ya girerek Pontus Kralı Pnarankes’i yen- di. Savaş beş gün sürmüş, Sezar durumu Roma 68 Tarihi Şekillendiren Suikastler

Senatosuna şu üç kelimeyle bildirmişti: “Veni, vidi, vici.” (Geldim, gördüm, yendim.) Aynı yıl Roma’ya dönerek İmparator oldu. Önce 1 yıl için diktatör ilân edildi. Senato daha sonra bu yetkiyi 10 yıla çıkardı. Aradan çok geç- meden de Jül Sezar, ömür boyunca diktatör se- çildi. Koyu Cumhuriyetçiler ve soylular, Roma İm- paratorluğunun diktatörlüğe kaymasından tedir- gin olmuşlardı. Sonunda, Sezar’ı öldürüp Cum- huriyeti kurtarmak için gizli bir örgüt kurdular. Bu örgüte, Sezar’ın yetiştirmesi, bir söylentiye göre de, düşüp kalktığı kadınlardan Servilia’dan doğan öz oğlu Brütüs de girmişti. Örgüt, sui- kast için M.Ö. 44 yılının 15 Mart’ını seçmişti. Bir kâhin ona daha önceden, “15 Mart’tan sakın” demişti. Bir gece önce de karısı kötü bir rüya gör- müş ve Jül Sezar’ın sokağa çıkmamasını istemişti. O sabah yolda, Kâhin’e rastlamış ve: “İşte 15 Mart geldi..” demişti. Kâhin de Jül Sezar’a şu karşılığı vermişti: “15 Mart geldi, ama daha bitmedi..” Jül Sezar, Senato’ya gelince suikastçılar çevre- sini sardılar. Hançerleri harmanilerin altında giz- liydi. İçlerinden biri, siyasi hükümlü olan karde- şinin bağışlanmasını diledi. Sezar onu dinlerken, suikastçılar hançerlerini çekip saldırdılar. Titilus adlı bir soylu, Jül Sezar’ın harmanisini omuzların- dan tutarak aşağı doğru yırttı. Sezar, ilk önce ken- dini savunacak oldu, fakat vücuduna saplanmak için havaya kalkan hançerlerden birini Brütüs’ün Tarihi Şekillendiren Suikastler 69 tuttuğunu görünce: “Sen de mi oğlum Brütüs!?..” diye bağırdı ve harmanisini başına örterek, kendini hançer vu- ruşlarına bıraktı. Tam 23 yerinden hançerlenen Jül Sezar, cansız yere serildi. Suikastçılar, Sezar’ın ölümünden hal- kın sevinç duyacağını sanmışlardı. Kanlı hançer- lerini Roma halkına göstererek: “Zalimin vücudu ortadan kalktı!..” diye bağı- rıyorlardı. Fakat, Roma halkının tepkisi, umdukları gibi olmadı. Halk, “katillere ölüm!.” Bağrışlarıyla ayaklanınca kaçmak zorunda kaldılar. O sırada, Senato’nun Jül Sezar’ı öldürenleri bağışladığı öğ- renilince halk Senato’ya saldırdı. Yapıyı ateşe ver- diler. Halkın ayaklanması üzerine Sezar’ın katille- ri Roma’dan kaçtılar ama peşleri bırakılmadı. Bunlardan, Sezar’ın çok sevdiği Brütüs, Makedonya’da yakalanacağını görünce intihar etti.

70 Tarihi Şekillendiren Suikastler

ABD Başkanı Kennedy Suikastı

O suikast yapılmasaydı, 22 Kasım 1963 günü, Dallas halkı için A.B.D. Başkanı Kennedy’nin şehri ziyaret ettiği tarih olarak bir süre hatırlana- cak, sonunda unutulup gidecekti. Ama öyle olma- dı. Sonucu bugün bile tartışılan suikast nedeniy- le, 22 Kasım 1963 günü, Dallas şehri ve Kennedy adıyle birlikte tarihe geçti. O gün Başkan Kennedy, beş ay önce tasarla- nan bir gezi için, yanında kurulla birlikte Teksas’ın Dallas şehrine gelmişti. Gezinin amacı, 1960 se- Tarihi Şekillendiren Suikastler 71

çimlerinde karşı parti olan Cumhuriyetçilere oy veren bu şehirde, havayı Demokrat Parti lehine değiştirmekti. Gökyüzü açık ve güneşliydi. Saat 11,50 sula- rında uzun bir araba dizisi, Dallas caddelerinde ilerlemeye başlamıştı. Başkan Kennedy, açık bir otomobilin içindeydi. Yanında eşi Jagueline Ken- nedy, önünde Vali Connaly oturuyordu. Otomobil, Houston ve Elm caddelerinin ke- siştiği yere vardığında, saatler 12,30’u göstermek- teydi. Az sonra, bir demiryolu geçidinin altından geçeceklerdi. Yolun iki yanında sıralananları se- lamlayan Başkan’ın sağında, Teksas Okul Kitapla- rı Deposu görülüyordu. Suikastçının bu yapıdan ateş ettiği ileri sürülmeseydi, bu yapının Başkan Kennedy’nin sağında olmasının hiç bir önemi kalmayacak, öteki yapılar gibi, ondan da söz edil- meyecekti. O sırada bir amatör sinemacı, 8 milimetrelik makinesiyle, Başkan Kennedy’nin Dallas sokak- larındaki gezisini filme alıyordu. Daha sonraları bu renkli filmin kendisine milyonlarca dolar ka- zandıracağını düşünmeden düğmeye basıyordu. Film birkaç kere eşe dosta gösterildikten sonra bir kıyıya atılacak, belki de bir daha el sürülme- yecekti. Filmi çekerken, makinenin vizöründen, Kennedy’nin otomobilinde olağanüstü şeyler olduğunu şaşkınlık içinde gördü. O da, kalaba- lığın çoğunluğu gibi, silah seslerini duymamıştı ama film makinesinin penceresinden gördükleri gerçekten heyecan vericiydi; Kennedy birden el- 72 Tarihi Şekillendiren Suikastler lerini ensesine götürmüş ve öne doğru eğilmiş- ti. Sonradan yapılacak otopside, bu kurşunun Kennedy’nin ensesinden girip omurgasının sağına kadar ilerlediği, kravatının düğümünde bir delik açarak boğazından çıktığı anlaşılmıştı. Bu sırada gürültüyü duyan Vali Connaly de geriye dönmüş, fakat aynı anda yediği bir kurşun- la sırtından yaralanarak, yanında bulunan eşinin kucağına yığılmıştı, üçüncü kurşun da hedefini bulmuş, Kennedy’nin başının arkasından girip büyük bir yara açmıştı. Şimdi, Başkan da, karı- sı Jacqueline Kennedy’nin kucağında yarı cansız olarak yatıyordu.. İlk şaşkınlık geçip Başkan Kennedy’nin bir suikasta uğradığı anlaşılınca, FBI ajanlarından Hill, Başkan’ın üstü açık arabasına arkadan atla- yarak kendisini kurşunlara siper etmiş, Jacqueline Kennedy’yi de yere yatırmıştı. Otomobil bütün hızıyla Parkland Memorial hastanesine kadar böylece gitti. Ama artık her şey için çok geçti.. Hastanede, Kennedy’i kurtarmak için elden gelen bütün çabalar gösterildi. Fakat Başkan’ın nabzı duyulmayacak ölçüde az atıyordu. Nefes al- masını sağlamak için, boğazının yarılıp bir boru yerleştirilmesi de işe yaramadı. Saat 13’te kurtar- ma çabalarına son verilmiş, bir papazın yaptığı dini görevden sonra ABD Başkanı Kennedy’nin öldüğü resmen açıklanmıştı. Vali Connaly ise, al- dığı ağır yaraya rağmen kurtulacaktı. Bundan sonra Başkan yardımcısı Johnson, ken- disini Washington’a götüren uçakta, Yargıç Bayan Tarihi Şekillendiren Suikastler 73

Saran Hughes’in önünde ant içerek 36. Cum- hurbaşkanı oluyordu. Bayan Jacqueline Kennedy de, uçakta yapılan bu ant içme töreninde hazır bulundu. Üzerindeki elbisede, kocası John Fitz- gerald Kennedy’nin henüz kurumamış kanları, iri lekeler halinde görünüyordu. Bütün bunlar olup biterken, polisin verdiği bilgilere ve daha sonraları hazırlanan rapora göre, Lee Harvey Oswald adlı biri, saat 12,37’de Teksas Okul Kitapları Deposundan çıkmış, Elm soka- ğındaki duraktan otobüse binmişti, üç ya da dört dakika sonra, suikast yüzünden meydana gelen trafik tıkanıklığı nedeniyle, iki blok ötede otobüs- ten inmek zorunda kalmıştı. Oswald, bir taksiye atlayarak, şoföre evine pek 74 Tarihi Şekillendiren Suikastler yakın olan North Barkley’e gideceğini söyledi. Saat 13’e doğru, Başkan Kennedy’nin can verdiği dakikalarda evindeydi. Evde pek az kalmış, ace- leyle yeniden dışarı çıkmıştı. Suikasttan aşağı yukarı 45 dakika sonra Os- wald, evinden on mil uzaktaki 10. caddeyle Pat- ton Bulvarının kesiştikleri noktada, devriye polisi Tippit’i dört tabanca kurşunuyla öldürüyordu. Daha sonraları düzenlenen rapora göre Tippit bu sırada, telsizle kendisine tarif edilen şüpheli biri- sini aramaktaydı. Suikast sanığıyla polisi vuranın aynı kişi ol- duğu akla ilk gelen düşünce oldu. Aramalar da bu değerlendirme açısından yapılıyordu. İhbar üzerine, polis Tippit’i vuranın, Teksas sinemasına girdiğini öğrenince, yapı kuşatıldı. Salonda ışıklar yakılıp Oswald silahıyla birlikte sinemada yaka- landığında, saatler 14’ü gösteriyordu. Sanık hakkındaki soruşturma derinleştirilince, bir ara Rusya’ya gittiği ve orada bir Rus kadın- la evlendiği ve komünist eğilimli olduğu ortaya çıkmıştı. Aynı gün polis, sanığın evinde karısı Marina’ya Oswald’ın tüfeği olup olmadığını so- ruyor, olumlu karşılık alınca da, bütün aramalara rağmen tüfeği bulamıyordu. 24 Kasım pazar günü Oswald, Dallas Emni- yet Müdürlüğünden hapishaneye götürülecekti. Sanığın öldürüleceği yolunda polise birçok ihbar yapıldığı halde, Oswald’ı büyük bir tedbirsizlik içinde, meraklılardan ve gazetecilerden oluşan bir kalabalığın arasından geçirdiler. Televizyon da bu Tarihi Şekillendiren Suikastler 75 sahneyi yayınlıyordu. Tam bu sırada, gazetecilerin bulunduğu yerden fırlayan bir adam, elindeki ta- bancayla Oswald’ı yaylım ateşine tuttu. Yedi daki- ka sonra Parkland Hastanesine kaldırılan Oswald da Kennedy gibi kurtarılamayarak öldürüldü. Başkan Kennedy’i öldürmekten sanık Oswald’ı herkesin gözü önünde vuran Jack Ruby geçmişi oldukça karanlık ve kirli işlere girip çıkmış bir ki- şiydi. Fakat o, Oswald’ı, Başkan Kennedy’e yapı- lan suikast kendisini çok etkilediği için öldürdü- ğünü ileri sürüyordu. Yapılan yargılama sonunda da, 14 Mart 1964 yılında ölüme mahkum edildi. Kennedy’e yapılan suikastı incelemek ve ka- ranlık noktaları aydınlatmak için kurulan Warren Komisyonu şu sonuçlara varıyordu: Kennedy’i vuran Lee Harvey Oswald’tı. Katil bu cinayeti herhangi bir devlet ya da kuruluş adına işleme- miş, kimseden de yardım görmemişti. Oswald’ın yetişme biçimi ve yaradılışındaki olumsuz yönler bu suikasta itmişti. Raporda, polisin ve güvenliği sağlamakla görevli kişilerin tedbirsizliği sorum- suzca davranışları da eleştirilmekteydi. Warren Raporu, Amerika’da olduğu kadar bütün dünyada da yeterli bulunmamıştı. Bu ra- por dışında da, Kennedy olayı üzerine eğilenler oldu. Özellikle gazeteci Buchanan’ın hazırladığı ve kendi adıyla anılan rapor, bunların arasında en önemlisidir. Bu rapor, büyük gürültülere yol açmış, kafalarda zaten var olan kuşkuları daha da arttırmıştır. Akla ilk gelen soru şu oluyordu; Kennedy’i 76 Tarihi Şekillendiren Suikastler gerçekten Oswald mı öldürmüştü? Çünkü bazı kimseler tarafından Başkan’a kur- şunların kitap deposundan değil, yeraltı geçidinin üzerindeki demiryolundan sıkıldığı ileri sürülü- yordu. Kurşunların arkadan atıldığı da kesin de- ğildi. Çünkü doktorlar, kurşunların giriş yönünü tespit için hiç bir çaba harcamamışlardı. Dallas Polis Radyosu, suikasttan tam altı daki- ka sonra, yani 12,36’da Oswald’ın çok ayrıntılı bir tarifini vermişti. Oysa o sırada kimse katilin kim olduğunu bilmiyordu. Polis, radyo aracılığıyla bu ayrıntılı tarifi nasıl ve neye dayanarak vermişti? Öte yandan, Oswald’ın bindiği ileri sürülen tak- sinin şoförü, müşterisinin biniş saati olarak defte- rine 12.30 yazılı olduğunu söylemişti. Oswald’ın suikastın işlendiği 12,30’da hem kitap deposunda hem de takside olması imkânsızdı. Fakat şoför, bu kayıtları seferden sonra yazdığını söylediği için, Warren Komisyonu Oswald’ın, 12,30’dan sonra taksiye bindiği kanısına varmıştır. Aradan geçen yıllara rağmen bugün bile ger- çek katilin Oswald olduğu kesinlikle söyleneme- mektedir. Warren Raporu’nun, Oswald’ın Başkan Kennedy’i hiç bir devlet ya da kuruluşun parma- ğı olmadan, tek başına öldürdüğü yargısı da, bu konuyla ilgili kişilerin arka arkaya öldürülmeleri nedeniyle dayanıksız kalıyordu. Kamuoyu da, bu kişilerin eceliyle ölmedikleri kanısındaydı. Sui- kastla uzaktan ya da yakından ilgili kişilerin birer birer ölmeleri, Başkan Kennedy’nin ölümünün Tarihi Şekillendiren Suikastler 77 altında başka nedenlerin yattığı kanısını doğrular niteliktedir. Şimdi, Kennedy’nin suikasta kurban gittiği dakikadan sonra meydana gelen zincirleme ölüm olaylarını inceleyelim: Suikast sanığı olarak Lee Harvey Oswald adın- da bir genç yakalandı. Kendisini daha savunma olanağı bulamadan, bar sahibi Jack Ruby tara- fından iki polisin arasında tabancayla vurularak öldürüldü. Suikast olayında görgü tanığı durumunda bu- lunan ve çok şey bildiği sanılan polis memuru J.P. Tippit, Kennedy’den 45 dakika sonra cadde or- tasında öldürüldü. Bu cinayet, Oswald’ın sırtına yüklendi. Polis Tippit’in öldürüldüğünü gören ve katilin kaçtığı arabayı bir süre izleyen Reynold, iki gün sonra dükkanının önünde tabancayla vurularak can verdi. Eski araba alım satımıyla uğraşan Rey- nold, polisi öldüreni gördüğünü, yeniden karşı- laşacak olursa tanıyabileceğini komşularına söyle- mişti. Reynold’un katili bulunamadı. Reynold’un bir sevgilisi vardı. Nancy adında- ki bu kadın Jack Ruby’nin barında çalışıyordu. Reynold’un kendisine bazı “şeyler” söylediği anla- şılınca, barda olay çıkardığı gerekçesiyle tutuklan- dı. Ertesi gün kapatıldığı hücreden cesedi çıkarı- lıyordu. Polise göre Nancy intihar etmişti. Fakat hiç kimse bu “intihar” olayına inanmadı. Tanınmış gazetecilerden Jim Koethe, suikast olayını aydınlatmak için çalışmaya girişmişti. Ci- 78 Tarihi Şekillendiren Suikastler nayetin üzerindeki karanlık perdeyi kaldıracağı- nı ve yılın gazetecisi seçileceğini umuyordu. Bazı önemli ipuçları da ele geçirmişti. Fakat bir gün evinin banyosunda, boynundan bıçaklanarak öl- dürüldü. Onun da katili bulunamadı.. Gazeteci Bill Hunter da, Kennedy suikastı konusunda delil topluyordu. Kendisini görmeye gelen iki polisten birinin eliyle öldürüldü. Veri- len bilgiye göre, gazeteciyle şakalaşan polis bir ara tabancasını çekmiş ve elinden yere düşürmüş- tü. Tabanca yerde patlamış ve çıkan kurşun, Bill Hunter’ı öldürmüştü!.. Oswald’ı öldürmesinden bir gece önce Ruby’nin evinde yapılan önemli bir toplantıya Savcı Tom Howard da katılmıştı. Jack Ruby’nin iki polis arasında hapishaneye götürülen Oswald’ı vurmasından sonra Savcı Howard, kalp durma- sından öldü. Otopsi bile yapılmadan, savcıyı ça- bucak gömdüler. Oswald’ın kaldığı pansiyonun sahibi Bayan Earline Roberts de birden bire kalp durmasın- dan ölüverdi!.. Pansiyoncu kadın, Kennedy’nin ölümünden az sonra, Oswald’ı otobüse binerken görmüştü. Ve bu otobüs, polis memuru Tippit’in bulunduğu yöne doğru gitmemişti. Bayan Ro- berts bu iddiasında direnince ölüm onun da ya- kasına yapıştı.. Boyacı Hank Killam, Kennedy suikastıyla ilgili bazı şeyler biliyordu. Çünkü Killam’ın bir arkadaşı, Oswald’la aynı pansiyonda kalıyor ve karısı Wanda, Jack Ruby’nin yanında çalışıyordu. Tarihi Şekillendiren Suikastler 79

Birçok kişiyle birlikte Killam da polis tarafından sorguya çekilmişti. Bilinmeyen bir nedenle Kil- lam, Dallas’tan ayrılmak zorunda kaldı. Gittiği Pensacola kentinde, boynundan kesilmiş olarak bir kaldırım üzerinde bulundu. Polis raporların-

da, zavallı Killam’ın bir pencere camı üzerine kaza sonucu düşerek öldüğü yazılıyordu. Suikasttan sonra, Ruby’le hücresinde baş başa konuşmak olanağını bulan tek gazeteci, Dorothy Kigallen’di. Fakat o da bir gün ölüverdi. Polise göre Bayan Kigallen çok sayıda uyku hapı yutarak intihar etmişti!.. Otobüs şoförü William Whaley, suikast günü otobüs durağından Oswald’ı alarak Barkley’e gö- türmüştü. Hareket saati 12,30’la 12,45’ti. Şoför bunu hareket defterine yazmıştı. Oysa o sırada Oswald’ın Kennedy’ye ateş etmesi gerekiyordu. Şoför, bu iddiasında direndi. Bir gün William Whaley’in kullandığı otobüsle direğe çarparak öldü. Otuz beş yıllık şoförlük hayatında, bir gün bile kaza yapmayan Whaley’in, böyle basit bir ka- zada can vermesine kimse akıl erdiremedi. Union Terminal Şirketi’nin işletme şefi olan 80 Tarihi Şekillendiren Suikastler tanıklardan Lee Bowers, Kennedy’e kitap depo- sundan değil de, yolun karşı yakasından iki kişi- nin ateş ettiğini söylemişti. Tanıklığından kısa bir süre sonra, Bowers de öldü. Ölüm nedeniyse bir türlü anlaşılamadı. Polis Tippit’in öldürüldüğünü gören başka bir tanık da, Edward Benarides’di. O da öldü. Hasta filan da değildi. Neden öldüğü de belirlenemedi. Ve sonunda Jack Ruby.. Ruby 9 Aralıkta ha- pishaneden hastaneye “zafiyet” teşhisiyle götürül- dü. Bir ay sonra da, hastalığının adı kanser oldu ve Ruby hemen öldü. Kanser konusunda büyük araştırma ve çalışmaların yapıldığı Amerika gibi bir ülkede, Ruby’yi bir ay içinde öldürecek kadar ilerlemiş hastalığın anlaşılamaması olacak şey de- ğildi. Ruby ölümünden önce, yanındaki hastalara şöyle diyordu: “Vücuduma kanser aşıladılar!..” Gizli bir el, Kennedy’i yok ettikten sonra, bu olayı aydınlığa kavuşturacak kişileri de sanki birer birer ortadan kaldırmıştı. Aradan yıllar geçtikten sonra bir gün, John Fitzgerald Kennedy’nin kardeşi Robert Kennedy de, 5 Haziran 1968’de Los Angeles’ın Ambassa- dor Hotel’inde düzenlenen bir baloda vurularak öldürülüyordu. Katil, Sirhan adlı bir Filistinli Arap göçmeniydi. Robert Kennedy, ABD Başkanlığına Demok- rat Parti’den adaylığını koymuş ve başkan adayı seçimlerinin altısından beşini kazanınca, bunu kutlamak İçin Los Angeles’te bir balo düzenlemiş- Tarihi Şekillendiren Suikastler 81 ti. Arap göçmeni tarafından vurulmasaydı, belki de ABD Başkanlığına ikinci bir Kennedy geçmiş olacaktı. Arap göçmeni Sirhan’a, Ambassador Hotel sa- lonlarında bu cinayeti işleten, Kennedyleri ABD Başkanı olarak görmek istemeyen yine o gizli el miydi acaba? Bu soruya verilecek karşılık, hiç olmazsa şim- dilik yok.

82 Tarihi Şekillendiren Suikastler

Martin Luther King Suikastı

1929 Yılında Atlanta’da doğan Martin Luther King’in öbür Amerikan zenci önderleri arasında özel bir yeri vardı. Amerikan zencilerini uygarca bir yaşayış düzeyine kavuşturmak ve ırk ayırımına son vermek için, şiddet yöntemlerine başvurmak- tan kaçınıyordu. Onu en çok etkileyenlerden biri

Gandi’ydi. Martin Luther King de, Gandi gibi, şiddete kaçmayan direnme yöntemiyle başarıya ulaşacağına inanıyordu. Gandi, tek kurşun sıkma- Tarihi Şekillendiren Suikastler 83 dan koca İngiltere’yi dize getirip, ülkesini bağım- sızlığa kavuşturmamış mıydı? Amerikan zencileri de aynı yoldan eşitliğe kavuşabilirler, ikinci sınıf yurttaş olmaktan kurtulabilirlerdi. Martin Luther King, öldürüldüğü güne ka- dar, bu inancına bağlı olarak, birçok eylemler dü- zenledi, başarılar kazandı ve bu insancıl, barışse- ver tutumu nedeniyle 1964 yılında Nobel Barış Ödülünü aldı. Ne var ki, şiddetten yana olmayan, sorunların kan dökülmeden çözümlenmesini öneren Martin Luther King, kendisi gibi düşünmeyen bir beyaz Amerikalının kurşununa hedef olarak can ver- di… 1968 yılında, Memphis şehrindeki temizlik işçileri greve başlamışlardı. Şehirde yaşayanların yüzde kırkı zenciydi ve temizlik işi gibi “aşağı- lık” bir meslekte çalışanların yüzde doksan beşi de kara renkli kişilerdi. Grevciler, Martin Luther King’i yardımlarına çağırmışlar, o da seve seve ırk- taşlarının yanına koşmuş, gösteriler ve yürüyüşler düzenlemeye başlamıştı. Grevin ve gösterilerin sürüp gittiği sırada, 4 Nisan 1968 perşembe günü, Memphis’e sivri bu- runlu, uzun boylu yabancı bir beyaz geldi. Öğle- den sonra saat 15,30’da Bayan Bessie Brewer’in pansiyonuna giren bu adam, adının John Willard olduğunu söyleyerek bir haftalık kira karşılığı se- kiz buçuk doları peşin olarak ödedi. Daha sonra Bayan Bessie Brewer, yüzüne pek dikkatle bakma- dığı bu adam için şöyle diyecekti. 84 Tarihi Şekillendiren Suikastler

“Yüzüne pek iyi bakmadım, fakat bir tek şeyi hatırlıyorum; pek aptalca bir gülümseyişi vardı..” Pansiyon defterine adını John Willard olarak yazdıran adam, 5 numaralı odaya çıktı. Buradan, Martin Luther King’in kaldığı Lormine Moteli olduğu gibi görülüyordu, özellikle motelin 306 numaralı odasına girip çıkanları.. Bu, Martin Luther King’in odasıydı. Grev 12 Şubatta başlamıştı. 1300 temizlik iş- çisi, sendikalarının belediyece tanınmasını ve üc- retlerinin saat başına 60 sentlik bir zam görmesini istiyordu. Görevine 1 Ocakta başlamış olan Be- lediye Başkanı Henry Loeb’se, bu istekleri kabul etmemekte direniyordu. Loeb, temizlik işçilerinin istekleri yerine getirilirse, geri kalan belediye me- murlarının da greve gideceğinden korkuyordu. İtfaiyeciler, polisler ve hastane görevlileri de daha fazla para isteyecek olursa, Belediye ya ücretleri yükseltecek ya da hizmetlerin aksamasını göze alacaktı. Grev giderek bir ırk çatışmasına dönüşmüştü. Zenci temizlik işçileri, belediyenin grev karşısın- daki uzlaşmaz tutumunu ırk ayırımının yeni bir belirtisi sayıyorlardı. Memphis’te zencilerin iş bul- makta güçlük çektiklerini, daha düşük ücretlerle çalıştıklarını, gerektiğinde işten ilk çıkarılanların yine zenciler olduğunu ileri sürüyorlardı. Çöp yığınları büyüdükçe sinirler geriliyor, tedirginlik artıyordu. Gece yarısı olaylar çıkıyor, şehrin orta yerindeki dükkânların vitrinleri par- çalanıyordu. İtfaiyeciler, sahte yangın ihbarlarına Tarihi Şekillendiren Suikastler 85 koşarken, taşan çöp tenekeleri ateşe veriliyordu. Memphis, Mississippi nehrinin, kıyısında, bir di- namit fıçısı gibiydi; her dakika patlayabilirdi. Şehrin din adamlarının çağrısı üzerine, Dr. Martin Luther King, grevcilerin bir toplantısında konuşmak üzere Memphis’e geldi. Medeni Haklar savunucularının en ünlüsü olan bu Güneyli rahip kendini, ABD’de yaşayan talihsiz, yoksul insan-

ları daha iyi bir hayata kavuşturmaya adamıştı. Dr. King, Memphis’te 12 bin zenciye seslendiği konuşmasında, grevcilerden cesaretlerini kaybet- 86 Tarihi Şekillendiren Suikastler memelerini istedi. “Fedakârlık yapmadan hiç bir şey elde edilemez,” diyordu bu konuşmasında. Bütün şehri kapsayacak bir günlük bir iş boy- kotu yapılmasını önerdi. Aynı zamanda. Güneyli Hıristiyan Önderler Birliğinin “S.C.L.C.” para yardımında bulunacağı hususunda söz vererek, iş boykotunun yapılacağı gün, göstericilerin ba- şında bulunmak üzere Memphis’e döneceğini de sözlerine ekledi. Grevciler, bu yeni destekten cesaret bulmuş- lardı. Zenci dinleyiciler en çok gene rahibin şu sözleriyle coşmuşlardı: “Boykotun sonucu, sesinizin artık duyulması olacak, Memphis’te o gün hayat duracaktır.” Konuşmanın yapıldığı alan, “evet” ve “âmin” sesleriyle çınlıyordu. 28 Mart günü, Dr. King, Beale sokağındaki gösteride 6 bin kişinin başında yürüdü. Yürüyüş sakin başlamıştı. Göstericiler Dr. King’in ardı sıra sessiz ve ağır başlı bir biçimde yürüyorlardı. Birden, yaşları 13-20 arasında değişen 150 kadar zenci genç yürüyüşten koparak, vitrinleri kırma- ya, dükkânları yağmalamaya, ateşe vermeye, po- lislere saldırmaya başladılar. Göz açıp kapayana kadar olaylar çığırından çıkmıştı. Yardımcıları, Dr. King’i bu durum karşısında hemen oradan uzaklaştırdılar. Memphis polisi, duruma hâkim olmak için, gaz bombası ve cop kullanmaya başlamıştı. Olayların daha da büyü- mesini önlemek isteyen Tennessee Valisi, eyalet askerlerini ve dört bin ulusal muhafızı Memphis’e Tarihi Şekillendiren Suikastler 87 yolladı. Sabaha kadar 300 zenci tutuklanmış, 60 kişi yaralanmış, bir dükkânı yağmalarken polis ta- rafından kurşunlanan 16 yaşında bir zenci çocuk da ölmüştü. Dr. King başarısızlığa uğradığına inanıyordu: Şiddet aleyhtarı felsefesi Memphisli zenciler tara- fından reddedilmişti. Bir daha dönmemek üzere şehirden ayrılmayı düşünüyordu. Fakat, Güney- li Hıristiyan Önderler Birliğindeki taraftarları, olayları küçük bir grubun çıkardığına onu inan- dırdıklarından, bir yürüyüş daha düzenlemeye karar verdi: “Barışçı yollardan protesto, Memphis’te hü- küm sandalyesinde oturmaktadır.” diyordu. Gerçekten de öyleydi. Beyazlar King’i artık toplulukları denetleyememekle suçluyorlardı. Zenci ırkçılar da King’in başının dertte oluşuna seviniyorlardı. Bunlar, zencilerin eşitliğinin ba- rışçı yollardan sağlanamayacağını kesinlikle ileri sürüyorlardı. Dr. King beyaz ve siyah muhaliflerinin yanıl- dığını ispatlaması gerektiğine inanıyordu. Yar- dımcılarından, yeni bir yürüyüş için hazırlık ya- pılmasını istedi. İlk yürüyüş sırasında olayları başlatan gençle- rin bağlı oldukları çeteyle görüşülerek, çocuklar- dan yeni yürüyüşte olay çıkarmayacaklarına dair söz alındı. King, yeni yürüyüşten önce, bir dizi toplantı düzenlemeye karar verdi. 3 Nisanda Ma- son Street kilisesinde yapılan ilk toplantıda Dr. King, iki bin ateşli taraftarına seslendi. Değişik- 88 Tarihi Şekillendiren Suikastler liklerin yavaş yavaş getirilmesini isteyenlerin ya- nında, hemen eyleme geçilmesini isteyen aşırıları da toplantıya çekmesini bilmişti. Memphisli bir rahip tek bir vücut haline gelmiş topluluğa baka- rak, bir başka din adamına şu sözleri fısıldıyordu: “Tanrım, King bizi kurtarmak için gönderdi- ğin önderdir.” King, konuşmasında şöyle diyordu: “Çağımızda ve günümüzde temel sorun, şid- det ile barışçı yollar arasında bir seçim yapmak değildir, çünkü ya barışçı yolları seçeriz, ya da hep birlikte yok oluruz.” Ertesi gün, yani 4 Nisan 1968 perşembe günü, Dr. King ve yardımcıları, o akşam yapılacak ikinci toplantı üzerinde konuştular. Onlar görüşmelerini sürdürürken, adını John Willard olarak yazdıran adam, tuttuğu odada birasını yudumluyordu. Bir saat kadar odasında kaldıktan sonra, dışarıya çıkıp arabasına gitti. Pansiyona, elinde çocukların, spor araç ve gereçlerini koymakta kullandıkları türden mavi el çantasıyla döndü. Öbür kolunun altında, uzağa ateş edebilen 30,06 çapında, dürbünlü bir hava tüfeği taşıyordu. “Aptal gülümseyişli adam..” merdivenleri tır- manıp odasına çıktı. Saat beşe geliyordu. Saat altıya 3 kala, Dr. King moteldeki odasının balko- nuna çıkmıştı. Günün yorgunluğunu çıkarmak için yemekten önce biraz hava almak istiyordu. Motelin karşısında, Bayan Besste Brewer’in pansiyonunda, tüfekli adam banyoya girmiş, ka- pıyı kilitlemişti. Tüfeği pencerenin pervazına da- Tarihi Şekillendiren Suikastler 89 yadı. Lorraine Motelinin balkonuyla aralarında yalnız altmış beş metre vardı. Dr. King, balkonun yeşil parmaklığına yaslan- mış, aşağıda, motelin park yerinde duran şoförü ve arkadaşlarıyla konuşuyordu. Yardımcılarından rahip Jesse Jackson, King’i o geceki toplantıda ça- lacak olan müzisyen Ben Branch’ie tanıştırdı. Dr. King, müzisyene: “Aziz Tanrım ilâhisini mutlaka çalın bu akşam, güzel olsun hem..” diyordu. Bessie Brewer’in banyosundaki adam, tüfeği omzuna götürerek dürbünü hedefine göre ayar- ladı. King doğrulmuş, odasına dönmek üzere geri dönmüştü. Pansiyon’daki adam, derin bir nefes aldı. Saat altıyı bir geçiyordu. Dr. King’in balkonun beton tabanına düştü- ğünü görmeyenler, bir donanma fişeği patlatıldı- ğını sanmışlardı. 90 Tarihi Şekillendiren Suikastler

Kurşun, Dr. King’in ensesini ve çenesini par- çalayıp geçmişti. Katil, ikinci kurşuna gerek kal- madığını anlayarak silahını bir kutuya koydu. Çantasını kaptığı gibi pansiyondan fırladı. İçinde tüfek bulunan kutuyu ve çantasını kaldırıma at- tıktan sonra ortadan kayboldu. King’in yardımcıları ve motelde bulunanlar, hemen ikinci kattaki balkona koştular. Yardım gelinceye kadar rahip Jackson, King’in başını di- zine koydu. Adalet Bakanlığında görevli bir be- yaz, odasından kapıp getirdiği bir havluyla yarayı temizlemeye çalışıyordu. Arkadaşlarından Rahip Ralph Abernathy, ya- ralının kurtarılamayacağını anlamıştı. King’in yanında diz çöktüğünde gözleri dolu doluydu. Boğuk bir sesle: “Martin!.. Martin!..” diye inliyordu. Cankurtaran, ölmek üzere olan Dr. King’i ya- kındaki St. Joseph’s Hastanesinin ilk yardım bölü- müne getirdiğinde, saat altıyı on altı geçiyordu. Elli dakika sonra Dr. Martin Luther King öl- müştü. Onun ölümü, Amerika’da, büyük şiddet ha- reketlerinin başlamasına yol açtı. Şiddetten yana olan zenci önderi Stokely Carmichael, şöyle hay- kırıyordu: “Evlerinize gidin ve silahlarınızı alın!.. Beyaz adam geldiğinde, amacı sizleri öldürmek olacak- tır. Sokaklarda, artık hiç bir siyahın kanını gör- mek istemiyorum. Onun için diyorum ki, evinize gidip silahlanın!..” Tarihi Şekillendiren Suikastler 91

Başkanlığa Demokrat Partiden adaylığını koy- mak için kampanya açmış bulunan Senatör Robert Kennedy, olayı duyduğunda İndianapolis’teydi. Şehrin zenci mahallesine giden Robert Kennedy, şöyle konuştu: “Size verilecek çok acıklı bir haberim var; Mar- tin Luther King bu akşam öldürüldü. Aranızda bulunan siyahlara sesleniyorum: Eğer böyle bir davranışın insafsızlığı karşısında içinizde doğan nefret ve kızgınlıkla bütün beyazları suçlamaya kalkışırsanız, hatırlayın ki ben de aynı tür duy- gularla doluyum. Benim de ağabeyim öldürül- müştü… Hem de bir beyaz tarafından.” (Bilin- diği gibi, Robert Kennedy de, Martin Luther Kıng’ten tam dört ay sonra, 5 Haziran 1968’de Los Angeles’te Ambassador Hotelde Filistinli bir Arap olan Sirhan tarafından öldürüldü.)

92 Tarihi Şekillendiren Suikastler

Malcolm X Suikastı

Bir zenci papazın oğlu olarak Nebraska eyale- tinin Omaba şehrinde dünyaya gelen Malcolm X, Müslümanlığı kabul ettikten sonra Malik Şahbaz adını almıştır. Çocukluğu açlık ve üzüntü içinde geçmişti. O doğduktan kısa bir süre sonra ailesi Michigan’ın Lansing şehrine göç etmişti. Altı ya- şındayken ırkçı Amerikalıların kurduğu Ku Klux Klan’cılar tarafından evleri yakılmıştı. Malcolm X, yıllar sonra yangın olayını şöyle anlatmıştır: “İtfaiye geldi, fakat yanan evimizi kurtarmak için hiç bir yardımda bulunmadı. Yangına bir damla su sıkmadı. Baba evimizi yakan ateş, hâlâ aynı şiddetle yüreğimi yakmaktadır.” Malcolm’un babası, çoluk çocuğunu geçindir- mek için ufak bir dükkân açmıştı. Çok geçme- den cesedi, kafatası tanınmayacak ölçüde ezilmiş durumda, bir tramvayın altında bulundu. Bu iki olay, küçük Malcolm’un hayatında derin izler bı- rakmış, büyüdüğünde Müslümanlığı kabul etme- sinde ve beyazlara karşı savaş açmasında önemli rol oynamıştır. Babalarının ölümünden sonra aile, açlık ve se- falet yüzünden dağıldı. Malcolm ve erkek kardeş- leri geceleri sokağa çıkarak bulabildikleri öteberiyi çalmakla karınlarını doyurmaya başladılar. Bazen yakalanıyor ve beyazlardan dayak yiyorlardı. So- nunda Malcolm bir ıslahevine verildi. Hayatında ilk olarak burada sevgi ve anlayış gördü, ıslahevi- nin beyaz bir Amerikalı olan müdiresi onu öbür Tarihi Şekillendiren Suikastler 93

çocuklara karşı koruyordu. Burada bulunan beyaz çocuklar da, zenciler konusunda tıpkı büyükleri gibi düşünüyorlardı. Bu yüzden de küçük Mal- colm, her gün saldırıya uğruyor ve ancak müdire- nin yardımıyla onlardan kurtulabiliyordu. Daha sonra Malcolm X, müdire tarafından, ıslahevinin yanındaki ortaokula yazdırıldı. Kısa

süre içinde zekâ ve çalışkanlığıyla dikkati çeken Malcolm, sınıfının birincisi oldu. Fakat, bu durum öbür çocukların, hatta öğret- meninin düşmanlığını kazanmasından başka bir 94 Tarihi Şekillendiren Suikastler işe yaramadı. Son sınıftayken kendisine ne olmak istediğini sorduklarında, “hukukçu olacağım,” di- yordu. Ama, konuştuğu herkes ona, avukatlığın bir zenci için uygun olmadığını, kendisine de- mircilik, marangozluk gibi bir meslek seçmesini öğütlüyorlardı. Malcolm, istediği mesleği elde edemeyeceği- ni anlayınca, öğrenimini yarıda bırakarak New York’a gitti. Burada karanlık işler çeviren adam- larla tanışarak, onlar arasında da işe yarar, bece- rikli ve güvenilir bir kimse olduğunu gösterdi. Çok dürüst ve sadık olduğundan, yaptığı her işte hile yoluna sapmaz, elde ettiği bütün parayı son kuruşuna kadar teslim ederdi. On sekiz yaşına girdiğinde, “Koca Kızıl” laka- bıyla kendine hatırı sayılır bir ün sağlamıştı. Artık o, emrinde beş-altı adam çalıştıran bir çete reisiy- di. Afyon ve eroin gibi malları alıp satıyor, ahlâk düşkünü beyazları zencilerin barlarına, gizli fuhuş yuvalarına götürüyordu. Malcolm X, hayatının bu kirli döneminin özelliklerinden söz ederken şöyle diyordu: “En iyi müşterilerim papazlar, güvenlik men- supları, toplumsal yardım işlerinde çalışanlar ve başkalarının hayatlarını yönetmekte büyük rolleri olan önemli kişilerdi.” Şimdi geliri ayda birkaç bin doları geçmektey- di. Polise bol bol rüşvet vermesine rağmen, so- nunda yakalanıp hapse atılmaktan kurtulamadı. Ancak bu hapis hayatı onun yaşantısında köklü bir değişiklik yaratacaktı. 1947 yılında, cezasını Tarihi Şekillendiren Suikastler 95

çekerken tanıştığı bir Müslüman tutuklunun et- kisiyle İslâmiyet’i kabul etti. O günden sonra da yaşadığı kötü hayatı bırakarak, kendisini Müslü- man zencilerin davasına adadı. Malcolm X ya da Müslüman olduktan sonraki adıyla Malik Şahbaz, 1946-52 yılları arasında ha- yatını hapishanelerde geçirdi. 1962 yılına kadar da, Amerika’da zenci Müslümanların önderi olan Elijah Muhammet’in en yakın adamı ve eylemin en etkili konuşmacısıydı. Fakat 1962’den sonra İslâmiyeti iyice öğrenmiş, Elijah Muhammet’in peygamberlik iddiasına ve ırkçılığına karşı çık- mıştı. 1964 yılında hacca gitti. Orada dünyanın her yanından gelen Müslümanlarla görüşüp tanışarak, bütün beyazların Amerika’dakiler gibi olmadığını öğrendi. Tunus, Cezayir gibi birçok Müslüman ülkelerini dolaştı. Amerika’ya döndüğünde şunla- rı söylüyordu: “Ben ırkçıydım ve İslâmiyeti ancak o şekilde benimsemiştim. Fakat Hz. Muhammet ve Hz. İbrahim’in yaşadıkları kutsal ülkeleri zi- yaret ettikten sonra şimdi gerçek bir Müslüman oldum. Artık eski ırkçı değilim.” Bu davranışı, beyaz ve zenci Hıristiyanların ya- nında Elijah Muhammet’in de düşmanlığını ka- zanmasına yol açtı. Hac dönüşünden kısa bir süre sonra 1965 yılında New York’ta bir salonda dini konuşmalarından birini yaparken, kendisine sekiz adım uzaklıktan ateş edilerek öldürüldü. Malcolm X’i, Elijah Muhammet’in öldürttüğü ileri sürülüyordu, ikisi arasında 1964 Martından 96 Tarihi Şekillendiren Suikastler beri süregelen çatışmaları bilenler, bu suikastın Elijah Muhammet taraftarlarınca düzenlendiği kanısındaydılar. Amerika zenci Müslüman hare- ketinin “Peygamberi” bu söylentileri yalanlamak için yaptığı basın toplantısında: “O çok konuşuyordu, cezasını buldu!.” demiş- tir. Bu söz bile, Elijah Muhammet’in suikast ola- yındaki payını göstermeye yeter bir kanıttır. Tarihi Şekillendiren Suikastler 97

Adolf Hitler

Haziran 1944’te Müttefikler tarafından yapılan Normandiya çıkartması, Almanya’da umutsuzlu- ğu iyice artırmıştı. Fakat Hitler, sonuna kadar di- renme niyetini belirtiyor, çok yakın bir zamanda işitilmedik silahların kullanılacağını bildiriyordu. Ona göre bu korkunç silahlar, savaşı derhal Al- manya lehine sonuçlandıracaktı. Hitler’in sözünü ettiği “işitilmedik silah” Amerikan ve İngiliz bil- ginlerinin de üzerinde çalışmakta oldukları atom bombasıydı. Alman bilginleri, atom bombasını gerçekleştirmek için çalışırken, Hitler, Berchtes- gaden dolaylarındaki sığınağa çekilerek, kendisiy- le birlikte Almanya’yı da uçuruma sürükleyecek delice planlar tasarlıyordu. Almanya’da, daha savaşın başından beri, 98 Tarihi Şekillendiren Suikastler

Hitler’i ortadan kaldırıp ülkelerini felaketten kur- tarmaya çalışan kişiler de vardı. Bunlar, Hitler’i öldürerek Müttetiklerle barış yapmayı düşünü- yorlardı. Bu amaçla da 1941 yılından beri birkaç suikast girişiminde bulunmuşlar fakat hiç birinde başarı kazanamamışlardı. Amiral Canaris ve Kont Helmuth von Moltke tarafından yönetilen ve aralarında Schacht, Bel- çika Valisi Von Falkenhausen, Mareşal Rommel,

Von Beck, Fransa Valisi Karl Heinrich Von Stulp- nagel, Von Hassel gibi general ve devlet adamları bulunan bir grup, Hitler’i devirdikten sonra yerine Feldmareşal Vitzleben’i geçirmeyi kararlaştırmış- tı. Ne var ki, Gestapo bu komployu haber almış ve Kont Moltke 1944 Ocak ayında tutuklanmış- Tarihi Şekillendiren Suikastler 99 tı. Onun tutuklanması, ötekilerinin çalışmalarını durdurmamış ve 1944 Temmuz’unda Hitler’e son

ve en önemli suikastı yapmışlardı. Hitler, daha öncekilerden olduğu gibi, bundan da kurtuldu ve suikastı düzenleyenlerin tümünü ortadan kaldırdı. 20 Temmuz 1944’te yapılan bu suikaste geçmeden önce, başarısızlıkla sonuçlanan öbür suikastlardan da söz etmek gerekir. 4 Ağustos 1941’de Merkez Grubu Ordusu, Borisov’daydı. Bu ordu Feldmareşal Von Bock’un komutası altındaydı. Ordu karargahı, Hitler’i tutuklayıp mahkeme önüne çıkarmaya karar- lı subaylarla doluydu. Bunların başında Orge- 100 Tarihi Şekillendiren Suikastler neral Von Treckow’la yardımcısı Teğmen Von Schlabrendorff’du. Von Bock, ancak girişim başa- rıya ulaşırsa yardım vaadinde bulundu. Hitler, Borisov’daki Merkez Grubu Ordusu karargahına geldiğinde, suikastçılar şaşkınlık ve korkudan hiç bir şey yapamadılar. Kalabalık bir koruyucu çemberi içindeki Hitler’in yanına sui- kastçılar yanaşamadılar bile. 13 Mart 1943’te, Stalingrad’ta Alman ordu- larının yenilgiye uğramalarından hemen sonra, Hitler’e ikinci bir suikast düzenlendi. Merkez Gru- bu Ordusu karargahı o sırada Smolensk’de bulu- nuyordu. Komutan değişmiş, Von Bock’un yerine Feldmareşal Von Kluge getirilmişti. Tresckow’la Schlabrendorff, aynı teklifi Von Kluge’ye yaptılar ve aynı karşılığı aldılar. Von Kluge, suikast başarıya ulaşırsa yardıma hazır olduğunu söyledi. Hitler’in pek yakında ka- rargahı ziyaret edeceği biliniyordu. Canaris ve öte- ki komplocu subaylar, Smolensk’e plastik bomba- lar ve sigorta tapaları getirdiler. Hitler karargaha geldi ve ayrılmasına yakın suikastçılar hareket geçtiler. Tresckow ve Schlabrendorff iki konyak şişesine bomba yerleştirip Hitler’in maiyet subay- larından Albay Brandt’a vererek, Rastenburg’daki bir arkadaşlarına götürmesini istediler. Brandt, şişeleri yerine ulaştırmak üzere aldı. Bombalar, Hitler’in uçağının havalanışından yarım saat son- ra patlayacak şekilde ayarlanmıştı. Suikastçılar, Berlin ve Smolensk’de heyecanla sonucu bekler- lerken, Hitler’in uçağının Rastenburg’a sağ salim Tarihi Şekillendiren Suikastler 101 indiği haberini şaşkınlık içinde öğrendiler. Bunun üzerine teğmen Schlabrendorff, büyük bir soğukkanlılıkla Hitler’in karargahına giderek, her şeyden habersiz Brandt’dan, içine bomba yer- leştirilmiş konyak şişelerini alarak, yerine gerçek konyak şişeleri verdi. Suikastçılar, bombaların

patlamayışını Hitler’in uçağının çok yüksekten uçmasına ve bu nedenle tapa sigortasının çalış- mamasına yordular. 21 Mart 1943’te Hitler’e üçüncü suikast gi- rişiminde bulunuldu. Hitler’i öldürmeyi kafa- sına koyan Orgeneral Von Tresckow, Führer’in Berlin’de, Unter den Linden’deki Şehitler Anıtı binasında yapılan kahramanları anma törenine 102 Tarihi Şekillendiren Suikastler katılmasından yararlanmak istedi. Bu sefer Albay Von Gresdorff, kaputunun ceplerine iki bomba yerleştirerek binanın içinde beklemeye başladı. Hitler’in ziyaretinin yarım saat süreceği daha ön- ceden bildirilmişti. Fakat Hitler, binada ancak 8 dakika kaldı ve suikast girişimi de suya düştü. Yine 1943 yılının Kasım ayında, Hitler’e dör- düncü suikast düzenlendi. Rusya’daki ordu için Hitler yeni kaput modelleri seçmişti. Axel Von dem Bussche adındaki genç bir subay, kaputu gi- yip bir manken gibi Hitler’in karşısına çıkacak- tı. Kaputun her cebinde birer bomba bulunacak ve bunları ateşleyerek, kendisiyle birlikte Hitler’i de havaya uçuracaktı. Fakat Hitler, model seçme işini durmadan erteliyordu. Sonunda 30 Kasım günü, Hitler’in kaput modelini seçeceği bildirildi. Bir gün önceden, Bussche’ye kaput ve bombalar verildi. O gece kaput deposu, müttefiklerin bir hava akını sonunda bombalanarak yandı. Böy- lece, Hitler’in kaput seçme işiyle birlikte, suikast planı da suya düştü. Hitler’in muhalifleri, suikast girişimlerindeki başarısızlıklarına rağmen, yollarından dönmüş değillerdi. Bu sefer de Albay Von Stauffenberg’i sahneye çıkardılar. Stauffenberg 1942 yılında, Kuzey Afrika’da bir mayın tarlasına düşerek ağır yaralanmıştı. Patlama sonunda, sağ koluyla sol elinin iki parmağı kopmuş, sol gözü de kör ol- muştu. Aylarca hastanede yaşama savaşı verip iyi- leşince, Hitler’in muhalifleri, bu morali bozuk ve Almanya’nın geleceğinden umudunu kesmiş von Tarihi Şekillendiren Suikastler 103

Stauffenberg’e çengel atmakta gecikmediler. Stauffenberg’in ilk suikast denemesi 11 Tem- muz 1944’te oldu. Albay, Hitler’le bir toplantı- ya katılmak için Obersalzberg’e gitti. Çantasında patlamaya hazır bir bomba vardı. Fakat toplantı o gün yapılmadığından, suikast da gerçekleşme- di. 15 Temmuz 1944’te Hitler’in karargahı Doğu Prusya’da Rastenburg’da Goering ve Himmler’in de katılmasıyla bir toplantı yapılıyordu. Stauffen- berg de toplantıdaydı. Tam tapa sigortasını çalış- tıracağı sırada, Hitler odadan dışarı çağrıldı ve bir daha da geri dönmedi. Führer bir kere daha rast- lantı ve şans eseri ölümden kurtulmuş oluyordu. 20 Temmuz’da yapılan toplantıda. Kurmay Al- bay Stauffenberg de bir rapor okuyacaktı. Albay, Mussolini’nin ziyareti dolayısıyla toplantının saat 13 yerine 12,30’da yapılacağını ve görüşmelerin yeraltı salonundan “Misafirler Pavyonu”na alın- dığını öğrenince canı sıkıldı. Çünkü Misafirler Pavyonu uzun, tahta bir yapıydı. Bombanın pat- lamasına ince duvarlar ve çatı fazla bir direnme göstermeyeceğinden, etkisi de o ölçüde az olacak- tı. Fakat artık ilk adım atılmıştı ve geriye dönmek düşünülemezdi. Albay Stauffenberg, pavyona girmeden önce kapıda kısa bir süre duraklayarak eğildi, çantanın içindeki bombanın mekanizmasını sağlam kalan üç parmağıyla çalıştırdı. Salonda sayıları yirmiyi bulan yüksek rütbeli subay bulunuyordu. Orta- daki masada büyük bir kurmay haritasının üze- rine eğilmişlerdi. Hitler, büyük bir dikkatle an- 104 Tarihi Şekillendiren Suikastler latılanları dinliyordu. Feldmareşal Keitel, bir ara Stauffenberg’in kulağına eğilerek: “Raporunuzu general Heusinger’den sonra okuyacaksınız.. Onun için Führer’in yakınında bulunun” dedi. Stauffenberg elindeki çantayı, masanın altındaki ağır tahta desteğini Hitler’in en yakın tarafına dayadı. Albay Stauffenberg, birkaç ay önce İhtiyat Orduları Başkomutanı General Fromm’un emir subaylığına atandığından, bu çok gizli toplantıya katılma olanağını bulmuştu. Hitler, ihtiyat tümenlerinin Rus saldırısını önleyecek güçte olup olmadıklarını öğrenmek istiyordu. Stauffenberg, raporunda Hitler’e bu konuda bilgi verecekti. Çantayı Hitler’in yanına bıraktıktan sonra, Berlin’le bir telefon konuşması yapmak için Keitel’den izin alarak dışarı çıktı. O sırada General Heusinger, Doğu Cephesi hakkın- daki raporunu bitirmek üzereydi. Tam bu sırada, bir yıl önce “konyak” şişeleri- ni taşıyan Albay Brandt, masanın altındaki çan- tayı gördü. Hitler’i rahatsız edebilir düşüncesiyle çantayı durduğu yerden alıp desteğin öbür yanı- na dayadı, içinde bomba bulunan çanta, şimdi Hitler’in oldukça uzağına gitmişti. General Heusinger, raporunun son satırlarını okurken, Feldmareşal Keitel yanındaki General Buhle’ye dönerek: “Stauffenberg nerede kaldı?” diye sordu. “Ko- nuşma sırası ona geldi.” Albay Stauffenberg o sırada, Misafirler Pavyonu’nun oldukça uzağında. Teğmen Von Tarihi Şekillendiren Suikastler 105

Haeften’le birlikte zırhlı bir otomobilin içinde, bombanın patlamasını bekliyordu. Saat on ikiyi elli geçerken, Misafirler Pavyonundan korkunç bir patlama duyuldu. Pavyonun çatısı çökmüş, camlar paramparça olmuştu. Barakanın üzerinde siyah bir duman tabakası yükseliyor, yaralıların, ya da can çekişenlerin iniltileri, acı bağırışları du- yuluyordu. Albay Stauffenberg ve Teğmen Von Haeften, olanları büyük bir soğukkanlılık içinde izliyorlardı. Bir yardım ekibinin pavyona koştu- ğunu ve sedyeyle bir cesedi dışarıya çıkardıklarını gördüler. Stauffenberg, çıkarılan cesedin Hitler’e ait olduğundan zerre kuşkusu yoktu. Çünkü çan- tayı Hitler’in ayakları dibine bırakmıştı. Teğmen Haeften’e: “Hitler’in cesedini çıkardılar!.. Çabuk gide- lim..” diye bağırdı. Stauffenberg olaydan yarım saat kadar sonra, bir uçakla Berlin’e gitti. Milli Savunma Bakan- lığında, General Olbricht’in odasında yirmiye yakın subay toplanmış heyecan ve merak içinde sonucu bekliyordu. Saat 15,15’te Stauffenberg, Hitler’in ölüm haberini bekleyen subaylara tele- fon etti: “Hava alanındayız. Bize bir araba gönderin.. Hitler öldü!..” Oysa o sırada Hitler, karargâhın istasyonunda, Mussolini’yle Mareşal Graziani’yi getirecek treni bekliyordu. Ölmemişti. Patlama sırasında saçları kavrulmuş, sağ bacağı yanmış, sağ koluna da hafif bir felç gelmişti. Albay Brandt’la Hitler’in sağın- 106 Tarihi Şekillendiren Suikastler daki iki general ve bir stenocu hemen ölmüşler- di. Hitler, kendisini yerden kaldırmaya çalışan Keitel’e: “Yeni pantolonum pek de güzeldi, bana bir üniforma getirsinler..)” demişti. Patlamadan üç saat sonra iyice kendine gelmiş, Mussolini’ye ha- vaya uçurulan barakayı göstermişti. General Olbricht, Albay Stauffenberg’den aldığı haberi İç Güvenlik Ordusu Kumanda- nı General Fromm’a bildirdi. Ancak General Fromm, Hitler’in ölüm haberini kuşkuyla kar- şıladı. Hitler’in karargahıyla bağlantı kurmak ve Führer’in kesin olarak ölüp ölmediğini öğrenmek istedi. Az sonra Feldmareşal Keitel telefonda şun- ları söylüyordu: “Yok efendim, saçma. Bir suikast oldu ama Führer kurtuldu. Şu anda Duçe’yle görüşüyor..” General Olbricht, Keitel’in yalan söylediği inancındaydı. Az sonra Stauffenberg de Milli Sa- vunma Bakanlığına geldi. Albay kesin konuşu- yordu: “Konferans salonu yerle bir oldu, uçuşan ce- setler gördüm, oradan tek kişinin canlı çıkma- sı mümkün değil..” Ona, Keitel’in telefonda söyledikleri tekrarlanınca: “Onu bilmem, ama Hitler’in öldüğünü gördüm.” dedi. Komplocular, Stauffenberg’in bu sözleri üzerine harekete geçti- ler ve Almanya’nın dört bir yanına, işgal altındaki ülkelere telgraf ve telefonlarla durumu bildirip taraftarlarının daha önce hazırlanan planı uygula- masını istediler. General Fromm, Hitler’in öldü- Tarihi Şekillendiren Suikastler 107

ğüne inanmamıştı. Stauffenberg’e: “Sizin yapacağınız, şimdi beyninize bir kurşun sıkmak. Çünkü suikast başarıya ulaşmadı.” dedi. General Olbricht’in de tutuklanması gerektiğini ileri sürüyordu. Fakat Olfbricht’le Stauffenberg onu tutuklayarak, yandaki odaya hapsettiler. Komplocular beş saat süreyle Berlin’i ellerinde tuttular. Akşama doğru, Hitler’in yaşadığı ke- sin olarak anlaşılınca, ne yapacaklarını bilemez duruma geldiler. Suikastçıların Paris kolu, daha üstün bir başarı gösterdi. Fransa Valisi Karl He- inrich Von Stulpnagel, bütün S.S. ve S.D.’leri (Partisi Casusluk Örgütü) bir Fransız hapishane- sine doldurmakta güçlük çekmedi. Daha sonra ordu komutanı Von Kluge’ye giderek Nazi Yük- sek Komutanlığına karşı gelmesini ve barış için girişimde bulunmasını istedi. General Von Kluge ona şunları söyledi “Domuz ölmüş olsaydı, bunu yapardım..” Öte yanda, Berlin’de de Naziler karşı hareke- te geçmişlerdi. Plan gereğince Propaganda Ba- kanlığına gidip Goebbels’i tutuklaması gereken Yarbay Remer, orada bir emir alıyordu: “Derhal Goebbels’in emrine giriniz. Führer’ in emridir.” Yarbayın duraksadığını gören Goebbels, elinde tuttuğu telefon ahizesini Remer’e uzattı. “Beni tanıdınız mı Yarbay Remer?” “Evet Führer’im tanıdım.” “Yarbay Remer, şimdi emirlerimi iyi dinleyin. Şu andan itibaren Berlin’de duruma siz hakim ola- caksınız, tam yetkilisiniz. Generallere, mareşallere 108 Tarihi Şekillendiren Suikastler bile emir verebilirsiniz. Karşı duranları acımadan temizleyiniz. Doğrudan doğruya Führer adına hareket edeceksiniz.” Yarbay Remer, Goebbels’i tutuklamak için geldiği Propaganda Bakanlığından, az sonra, ken- di arkadaşlarını yakalamak için harekete geçti. Goebbels’i tutuklamaya hazırlanan birliğine şu emri verdi: “Hazır ol!.. İstikamet Savunma Bakanlığı!. İle- ri..” Akşam saat sekize doğru Yarbay Remer’in as- kerleri Savunma Bakanlığını ele geçirmişlerdi. Çarpışmada ilk vurulan Albay Stauffenberg oldu. Sırtına bir kurşun saplanmıştı. Bu arada Fromm da hapsedildiği odadan çıkmış ve kumandayı ye- niden ele almıştı. Alelacele bir Harp Divanı kurul- du. Komplocuların hemen hemen hepsi yakalan- mıştı. General Von Beck, Fromm’a tabancasının kendisinde bırakılmasını istedi. Fromm: “Peki, işinizi kendi elinizle bitirecekseniz buy- run, ama çabuk olun!.” dedi. Fakat Von Beck, beynine yönelttiği namluyla hedefini bulamadı ve hafif yaralı olarak bir koltuğa yığıldı. Harp Di- vanı, beş dakika sonra kararını General Fromm ağzından şöyle açıklıyordu: “Führer adına karar veren Divan, General Olbricht’i, Kurmay Albay Mertz Von Quirnheim’i, Albay Stauffenberg’i ve Teğmen Von Hasften’i idama mahkum etmiştir..” Von Beck, eline verilen ikinci tabancayla da intihar edemeyince, bir başkasının yardımıyla “işi Tarihi Şekillendiren Suikastler 109 bitirildi.” İdama mahkum edilenler, hemen ora- cıkta, Savunma Bakanlığının avlusunda kurşuna dizildiler. Komplocuların Paris’teki lideri Von Stulpna- gel olaydan sonra intihar etmek istemiş fakat yal- nızca gözleri kör olmuştu. Geri kalan sanıklarla birlikte yargılanarak 20 Ağustosta asıldı. Mah- kemenin Başkanı suikastçılara açıkça küfrediyor, polis tarafından kemeri alınan ve sık sık pantolo- nunu çekiştirmek zorunda kalan, komplocuların Hitler’in yerine devlet şefi olarak düşündükleri Von Vitzleben’e: “Seni ahlaksız ihtiyar seni, neden durmadan pantolonunu karıştırıyorsun!” diye bağırıyordu. Von Stulpnagel, intihar teşebbüsünden sonra hastanede yatarken: “Rommel!. Rommel!..” diye sayıklamıştı. İlk önce kimse, suikast olayında Rommel’in de parmağı olacağına inanamamıştı. Çünkü suikast- tan üç gün önce Mareşal Rommel, 17 Temmuzda Kuzey Fransa’da, otomobiline ateş açan bir İngiliz uçağı tarafından ağır yaralanmıştı. Gestapo soruş- turmayı derinleştirince, Mareşal Rommel’in de komplocularla birlik olduğunu ortaya çıkardı. 13 Ekim 1944 günü, iyileşmeye yüz tutan Rommel, Herrlingen’deki evinde dinlenirken Feldmareşal Keitel’den bir mektup aldı. Mek- tupta olaylar özetleniyor ve suçlamalar doğruysa, şerefli bir insanın nasıl davranması gerektiğini Rommel’in bileceği ileri sürülüyordu. Mektubu getiren subaylardan General Burg- 110 Tarihi Şekillendiren Suikastler dorff, Mareşal Rommel’e: “Sayın Mareşalim, gelirken bir kutu zehir ge- tirdim. Ampul halinde.. Bunları kullanmak ister- seniz, Führer’in cenazenizin askerlik geçmişinize yaraşır ulusal bir tören olarak yapılacağına dair mesajını da size iletmekle görevliyim” dedi. Rommel, karısı ve çocuklarıyla vedalaştıktan sonra, mareşal üniformasını giymiş olarak Gene- ral Burgdorff ve General Maisel in yanına döndü. Daha sonra, içinde General Maisel’in de bulun- duğu bir otomobil, Rommel’i yakındaki bir ko- ruluğa götürdü. Burada General Maisel, yanına şoförü de alarak Rommel’i otomobilde yalnız bı- raktı. Geri döndüklerinde Mareşal Rommel can çekişiyordu. Hastaneye götürülürken de yolda öldü. Yapılan resmi açıklamada, Rommel’in kalp durması sonucu öldüğü bildiriliyordu. Goe- ring, Dönitz ve Jodl gibi Nazi ileri gelenleri bile, Rommel’in gerçek ölüm sebebini bilmiyorlardı. Rommel için parlak bir cenaze töreni düzen- lendi. Ulm alanında yapılan törende Führer’in özel temsilcisi olarak konuşan Mareşal Rundstedt. Rommel’der, “Alman Kumandanlarının en bü- yüklerinden biri olarak tarihe geçtiğini” söyledi. Tarihi Şekillendiren Suikastler 111

II. Abdülhamit Suikastı

1905 yılının 21 Temmuz’uydu. Padişah II. Ab- dülhamit Yıldız camisindeki cuma selamlığından çıkmış, arabasına doğru ilerliyordu. Her zamanki gibi, caminin merdivenlerinden inecek ve dört yüz metre ileride bekleyen arabasına binecekti. Fakat bu sefer ufak bir gecikme olmuştu. Şeyhü- lislam Cemalettin Efendi, Abdülhamit’in yolunu kesmiş, bazı konularda bilgi istemişti. Padişah II. Abdülhamit’le Şeyhülislam Cema- lettin Efendi arasındaki konuşma oldukça uzamış- tı. Tam bu sırada korkunç bir patlama duyulmuş, arkasından araba parçaları ve insan kol ve bacakla- rı dört bir yana savrulmaya başlamıştı. Padişahın yanında bulunanlar korkuyla kaçışmış, canlarını kurtarmak için sığınacak yer aramışlardı. 112 Tarihi Şekillendiren Suikastler

Çevresindekilerin can kaygısına düşüp çil yav- rusu gibi dağılmaları, II. Abdülhamit’i çok kızdır- mış ve olaydan sonra yaveri için: “Kılıcını düşüren yaveri maiyetimde görmek istemem, Trablus’a sürgün gidecek!..” emrini ver- mişti. Tehlike savuştuktan sonra, sığındıkları yer- lerden çıkanlara Padişah şunları söylemişti: “Arabamı çekiniz, burayı kordon altına alınız, sorumluları tutuklayınız!..” Bu sırada, muhafız kıtalarının tüfeklerine mermi sürdüklerini görün- ce, töreni yöneten subaya: “Selam emrini verdir, ne duruyorsun!.” diye bağırmıştı. Muhafız kıtası hazır ol durumuna ge- çince, cami kapısına getirilen arabaya binen Ab- dülhamit, adeti olmadığı halde ayakta durmuş, dizginleri kendi kullanarak Çit köşküne varmıştı. Ermenistan’ı kurmaya çalışan Ermeni Komita- cıları karşılarında en büyük engel olarak gördük- leri Padişah II. Sultan Abdülhamit’i öldürmek istemişlerdi. Kendileri bu işte yeteri kadar tecrü- beli olmadıklarından, Avrupa ve Rusya’daki ulus- lararası anarşistlerle ilişki kurmuşlar, onlardan Abdülhamit’in öldürülmesi konusunda yardım ve destek sağlamışlardı. Bu iş için özel olarak İstanbul’a gelenlerden biri de Belçikalı ünlü anarşist Edvard Jorris’ti. O dönemde anarşizm bütün dünyayı sarmış, sui- kasta uğramayan hükümdar ya da cumhurbaş- kanı hemen hemen kalmamıştı. Şimdi sıra II. Abdülhamit’teydi. Edvard Jorris, göze çarpma- mak için Singer şirketine memur olarak girmiş, Tarihi Şekillendiren Suikastler 113

Padişah’ın cuma selamlıklarını büyük bir dikkat- le izlemeye başlamıştı. Abdülhamit, cuma gün- leri Yıldız camisinden çıktıktan sonra, 1 dakika 42 saniyede arabasının yanına gidiyordu. Birkaç cuma selamlığını gözleyen Jorris, bu sürenin hiç değişmediğini. Padişahın bir saat düzeni içinde bu yolu, daima 1 dakika 42 saniyede aldığını gör- müştü. Suikastı hazırlayan örgüt oldukça genişti. Jorris’ten başka, Rusya’dan gelen Kristofor Mika- elyan ve kızı olarak tanıttığı Robina, Hacı Nişan Minasyan, Mıgırdıç Serkis Garibyan, Karabet Ohanesyan, Vahram Sabun Kendiryan, Silviyori- çi, Sari Torkom, Trase Yuvanoviç bu örgütün belli başlı üyeleriydiler. Hazırlanan plana göre, Yıldız camisi önünde bomba patlatılıp II. Abdülhamit öldürüldükten sonra, Galata Köprüsü, Tünel, yabancı banka ve kurumlar havaya uçurulacak, yabancı devletlerin işe karışmaları sağlanacaktı. Filibe şehrinde Er- meni Komitacıları büyük bir toplantı yapmışlar, bu toplantıya Slav ve Siyonist örgütleri de ka- tılmıştı. Pro gazetesi başyazarı Pirkiyar da bu toplantıda bulunanlar arasındaydı. Yapı- lan görüşmeler sonunda plan hazırlanmış ve II. Abdülhamit’in Yıldız camisinden çıkarken öldü- rülmesi kararlaştırılmıştı. Gerçek adı Kristofor Mikaelyan olan fakat Sa- muel Fayn takma adiyle dolaşan Rus Ermenisi, Viyana’da Neseldorfer Wagenbefcu Fabriks Ge- selschaft firmasına bir fayton yaptırmış ve bunu 114 Tarihi Şekillendiren Suikastler parça parça Türkiye’ye sokmuşlardı. Deniz yoluy- la gelen faytonun parçalarını İstanbul’da komite- nin adamı Silviyoriçi alıyor, muayenesiz geçmesi için de gümrük memurlarına para yediriyordu. İçine patlayıcı madde yerleştirilecek biçimde yaptırılan bu araba, bir araya getirildikten sonra, Şişli dışında denenmiş, amaca uygun bulunmuş- tu. Faytona 80 kilo patlayıcı maddeyle 20 kilo de- mir parçası konmuş, arabaya koşulacak atlar da, o dönemin ünlü tiyatrocularından “Kel” Hasan Efendi’den satın alınmıştı. “Machine İnfernale- Cehennem Makinesi” adı verilen ve bombayı is- tenilen zamanda patlatacak olan araç, Fransa’dan getirtilmişti. Bütün bunlar tamamlandıktan sonra, 21 Temmuz 1905 cuma günü fayton, Abdülhamit’in dört at koşulu arabasının yanına bırakılmış, Padişahın camiden dışarıya çıkması beklenmeye başlanmıştı. Abdülhamit, caminin kapısında görününce Kristofor Mikaelyan ve kızı olarak tanıttığı Ro- bina, Cehennem Makinesini çalıştırarak, bomba 1 dakika 42 saniye sonra patlayacak duruma geti- rilmişti. Fakat Padişah, kapı önünde Şeyhülislam Cemalettin Efendi’yle konuşmaya dalınca, süre dolmuş, Abdülhamit ölümden kurtulmuştu. Sui- kast amacını gerçekleştirememişti ama tam 26 kişi ölmüş, 58 kişi de yaralanmıştı. Ayrıca, 17 arabay- la 20 at da parçalanmıştı. Cehennem Makinesi’ni çalıştırdıktan sonra kaçamayan Kristifor Mikael- yan da ölüler arasındaydı. Suikastçılardan birçoğu yabancı pasaport taşı- Tarihi Şekillendiren Suikastler 115 dıklarından yurt dışına kaçmışlardı. Fakat Edvard Jorris yakalanmıştı. Arabanın parçaları arasında bulunan Neseldorfer kelimesiyle 11123 rakamı, olayın aydınlanmasını sağlamış, konuşmamakta direnen Edvard Jorris de her şeyin ortaya çıktığını görünce, bütün bildiklerini anlatmıştı. Suikastçı- lardan Hacı Nişan Minasyan, sorgusu sırasında gittiği yüznumarada, teneke ibrikle bilek damar- larını ve karnını yırtarak intihar etmiş, geri kalan- lar idam cezasına çarptırılmışlardı. Abdülhamit, Edvard Jorris’i bağışlamış, ayrıca kendisine 500 altın vermişti. Jorris, daha sonraları Avrupa’da Abdülhamit’in bir ajanı olarak çalışmış, saraya önemli raporlar göndermiştir. 116 Tarihi Şekillendiren Suikastler

II. Aleksandr Suikastı

Akşam yemeği için sofrayı son defa gözden ge- çiren saray teşrifatçısı kapıda görünmüş ve tam: “Haşmetmeab!..” diye söze başladığı sırada, birden korkunç bir patlama duyulmuştu. Sarayın yemek salonu bu patlama sonunda çökmüş, 11 askerin ölümüne 40 askerin de yaralanmasına yol açmıştı. Bomba yemek salonuna gizlice yerleştirilmiş- ti. Fakat, istenilen zamanda patlatılmamış, daha doğrusu, Rus Çarı II. Aleksandr bir yakınıyla ko- nuşmaya daldığından biraz gecikmiş ve bu gecik- me de onun hayatını kurtarmıştı. Başsavcı’nın sıkı kovuşturması sonucu, suikas- Tarihi Şekillendiren Suikastler 117 tı Stefan Kalturin adındaki marangozun düzenle- diği anlaşıldı. Marangoz, Çar’ın yemek masasının altına yirmi kilo patlayıcı madde yerleştirmiş ve II. Aleksandr’ın yemek salonuna geleceği sırada fitili ateşleyip kaçmıştı. Bu Çar’a yapılan ne ilk ne de son suikasttı. Zincirleme suikastları doğuran olay, 1876 yı- lında Petersburg’daki kışlık sarayın tam karşısın- daki Piyer ve Pol kalesinde geçti. Bu tarihte kale siyasi mahkumlarla ağzına dolmuştu. Bagolyubov adlı genç öğrenci de bu mahkumlardan biriydi. Genç, bir gün hücresine götürülürken, Petersburg Polis Şefi General Trepov’la karşılaşmıştı. Trepov, Bagolyubov’a şapkasını çıkartmasını söyledi. Fa- kat Bagolyubov bu emre uyacağı yerde, şapkasını başına daha da sıkı olarak geçirdi. Onun bu dav- ranışına kızan Petersburg Polis Şefi, dayak cezası- nın kaldırılmış olmasına rağmen, öğrenciye yüz kamçı attırdı. Bu hem öteki suçluların, hem de serbest bulunan Çar aleyhtarlarının arasında bü- yük bir kızgınlık yarattı. Bu kızgınlığı en çok duyanlardan biri de, Vera İvanovna Zasuliç adında bir kadındı. Bagolyubov’un öcünü almaya karar veren Zasu- liç, bir gün Polis Şefi Trepov’un odasına bir iş ba- hanesiyle girmiş ve cebinden çıkardığı tabancay- la onu kanlar içinde yere sermişti. Trepov’u ağır yaralayan Zasuliç, elinden tabancayı yere atarak polislerin gelip kendisini tutuklamalarını büyük bir soğukkanlılık içinde beklemişti. Suikast, Çar aleyhtarı çevrelerde büyük şaşkın- 118 Tarihi Şekillendiren Suikastler lık yarattı ama asıl şaşkınlık Vera Zasuliç’in yar- gılanması sonucu mahkemeden beraat etmesiyle meydana geldi. Bu, beraat, Çarlık Hükümeti çev- relerini öfkeden çılgına döndürmüştü. Polisler, Vera Zasuliç’i mahkeme salonundan çıkarken ye- niden tutuklamak istediler. Fakat kapıda bekleyen atlı bir araba kadını onların bulamayacağı güven- likli bir yere kaçırdı. Vera bir anda Rusya’da acı çeken halkın kahramanı haline gelmişti, ülkede serbestçe dolaşması artık imkansız hale geldiğin- den İsviçre’ye kaçtı. Vera’nın yargılandığı günlerde, Piyer ve Pol kalesinde bulunan 193 ihtilalcinin de duruşması vardı. Mahkumların arasında pek çok da kadın bulunmaktaydı. Bunlardan biri de beş yıldır yar- gılanmasını bekleyen ve daha sonraları “Devrim’in Büyükannesi” adı verilecek olan Kievli Katerin Breşkovskaya’ydı. Her zaman Breşkovskaya’nın yanında bulunan ve davranışlarından iyi bir ai- leden geldiği anlaşılan kızıl saçlı bir genç kız dik- katleri üzerine çekiyordu. Sofia Prevskaya adında- ki bu kız, Petersburg Valisinin öz kızı ve Eğitim Bakanı’nın yeğeniydi. Babasının zalimliği genç kızı halkın yanına itmişti. Sofia Prevskaya birkaç yıl sonra serbest bırakılacak ve Çar II. Aleksandr’a sayısız ve başarısız suikastlardan birini düzenleye- cekti. Vera’nın beraat etmesinden sonra suikast olay- ları daha da artmış, bütün Rusya’ya yayılmıştı. 21 Şubat 1879’da Prens Kropotkin öldürüldü. Yine aynı günlerde Petersburg’da General Mezentçev Tarihi Şekillendiren Suikastler 119 bir tedhişçi tarafından vuruldu. Suikastçı bir atla kaçmayı başardı. 23 Mart 1879’da General Deret- len de başka bir tedhişçinin saldırısına uğradı. Tedhişçiler hükümet ileri gelenlerinden son- ra, kendilerine hedef olarak Çar II. Aleksandr’ı seçmişlerdi. 14 Nisan 1879 tarihinde Çar’a ilk suikast yapıldı. Bir gezinti sırasında, Soloviev adındaki suikastçı, Çar’a beş el ateş ettiyse de tut- turamadı ve yakalanarak idam edildi, ikinci sui- kast 1 Aralık 1879’da, o sıralarda serbest bırakıl- mış olan Sofia Prevskaya’nın başkanı bulunduğu bir grup tarafından Kırım’da Çar’ın geçeceği tren yoluna bomba konularak yapıldı. Bomba patla- 120 Tarihi Şekillendiren Suikastler yınca birçok vagon devrilmiş fakat II. Aleksandr bir önceki trenle geçtiğinden bu suikast da sonuç- suz kalmıştı. Suikastçıların inatla kendisini öldürmeye, ça- lıştıklarını en sonunda anlayabilen Çar, canını kurtarmak için bir Millet Meclisinin kurulmasını kabul etmek zorunda kaldı., Halkın devlet işleri- ne karışmasını sağlayacak olan bu kararı Çar II. Aleksandr 1 Mart 1881’de imzalamıştı. Ertesi gün yayınlanarak halka yeni bir düzenin kurulduğu bildirilecekti. Fakat Çar çok geç kalmıştı. Bu ka- rarı grandüklerine ve bakanlarına haber verdikten sonra askeri bir törene gitti. Dönüşte, Katerina kanalının yanından geçer- ken. Çar’ın kapalı arabasına, onun aldığı karardan haberleri olmayan suikastçılar tarafından havluya sarılmış bir bomba atıldı. Patlayan bomba birkaç muhafızını öldürdü, kendisine bir şey olmadı. II. Aleksandr arabadan çıkarak, kanlar içinde yatan, muhafızlarının yanına gitmişti. Arabacısının: “Durmayalım Çar Hazretleri! Tehlike henüz geçmedi, hemen saraya gidelim!..” demesine al- dırmıyordu bile. Birkaç saniye sonra, II. Aleksandr’ın ayakları dibinde patlayan ikinci bomba, arabacının ne ka- dar haklı olduğunu göstermişti!.. Şimdiye kadar birçok suikasttan kurtulan II. Aleksandr, bu sefer ölüm derecesinde yaralan- mıştı. Aceleyle saraya götürülüp çalışma odasın- daki divana yatırıldığında gözleri kapanmıştı. Bir ayağı kopmuş, öteki de parçalanmıştı. Üç dok- Tarihi Şekillendiren Suikastler 121 tor başucunda ellerinden geleni yaptılar ama II. Aleksandr’ı ölümden döndüremediler. Bir saat kadar sonra doktorlar, yandaki odada bekleyen çember sakallı ve son derece iriyarı Veliaht III. Aleksandr’a babasının artık hayatta olmadığını bildiriyorlardı. 122 Tarihi Şekillendiren Suikastler

Marsilya Suikastı

Yugoslavya Kralı I. Aleksandr için, Fransa par- lak bir karşılama töreni hazırlamıştı. Kral, deniz yoluyla Marsilya’ya gelecek, oradan da Fransa Dışişleri Bakanı Barthou’yla birlikte Paris’e gide- cekti. Marsilya limanındaki bütün tekneler, ge- miler, yatlar her renkten bayraklarla donatılmıştı. Yapılar da aynı biçimde süslenmiş, bütün resmi ve özel binalar Fransız ve Yugoslav bayraklarıyla donatılmıştı. Bu, yalnızca bir dostluk ziyareti değildi. I. Aleksandr, Fransa yolculuğuna çıkmadan önce eşiyle birlikte 1934 yılı Eylül’ünün 27’sinden 30’una kadar Sofya’da kalmış, böylelikle Bulgar- larla Yugoslavların son bir yıl içinde gerginleşmiş olan ilişkileri, geçici bir süre için bile olsa yumu- şamıştı. Yugoslavya’nın Mussolini İtalya’sıyla de ilişkileri iyi değildi. Kral l. Aleksandr, Fransa’ya yapacağı dostluk gezisiyle, İtalya ve Yugoslavya arasındaki soğukluğu giderecek görüşmelere or- tam hazırlayacağı inanandaydı. Çünkü Fransa Dışişleri Bakanı Louis Barthou, Ekim ayının son- larına doğru İtalya’ya gitmeye hazırlanıyordu. Kral l. Aleksandr ve Kraliçe Marie, Belgrat’tan 1934 yılı Ekim ayının dördüncü günü ayrılmışlar, Boka Kotarsa’dan kendilerini Fransa’ya götürecek olan “Dubrovnik” torpidosuna binmişlerdi. Fa- kat yolda Kraliçe’yi deniz tutmuş, karaya çıkarak Belgrat’a dönmek zorunda kalmıştı. Kraliçe Ma- rie, daha sonra karadan Simplon-Orient ekspre- Tarihi Şekillendiren Suikastler 123 siyle Dijon’a gelmişti. Marsilya’ya indikten sonra kocasına katılmayı düşünüyordu. Fırtınalı geçen bir yolculuktan sonra hava, 9 Ekimde iyice açtı. Toulon’dan yola çıkan Fransız I. Akdeniz Filosu, Kral’ı karşılamak için üç dest- royerini “Dubrovnik”e eşlik etmesi için gönder- mişti. Hazırlanan plana göre, bir motor Kral ve yanındakilerini Quai des Belges rıhtımına çıkar- dı. Orada şeref kıtası bekliyordu. I. Aleksandr’ı Fransa adına Bahriye Bakanı ve Dışişleri Bakanı Louis Barthou selamladılar. Fransız denizcileri Kral’ı yedi kere “Hurra!..” diye bağırarak karşı- ladılar. Annesinin ileriye ittiği ulusal kıyafetleri içindeki küçük bir kız çocuğu, yabani çiçeklerden derlenmiş bir demet sundu. Halkın coşkun sevgi gösterileri arasında, kor- tej ağır ağır Canebiere caddesinde ilerlemeye baş- lamıştı, l. Aleksandr, tercümanı General Georges ve Fransa Dışişleri Bakanı Barihou’ya aynı oto- mobilde gidiyorlardı. Saat dördü on dakika ge- çerken, otomobili korumakla görevli olanlardan piyade subayı Piollet, kalabalık arasından birinin fırladığını ve atının önünden geçerek arabanın basamağına çıktığını gördü. Adam, göz açıp ka- payıncaya kadar, elindeki otomatik tabancayla, otomobilin içine ateş etmeye başlamıştı. O sırada. Kral’ın tercümanı General Georges, dışarıya bakı- yordu. Silah seslerini duymuş, fakat çok uzaklar- dan geldiğini sanmıştı. Suikastçıyı ilk görenlerden biri de, otomobi- lin şoförüydü. Bir eliyle adamı itiyor, öteki eliy- 124 Tarihi Şekillendiren Suikastler le de arabayı sürmeye çalışıyordu. Suikastçıyı bu şekilde durduramayınca otomobili durdurup adamı basamaktan aşağı itti. Kalabalık olup bi- tenlerin farkında değildi. Halkın sevgi gösterileri Kral vurulduğu sırada devam ediyordu. Dışarıya bakmakta olan general Georges, içeriye çekilince Kralı ve Barthou’yu kanlar içinde yatarken gördü. Elindeki uzun namlulu tabancasıyla suikastçı hala basamaktaydı. General Georges, duraksamadan adamın üzerine atıldı. Suikastçı bu kez general Georges’a dönerek dört el ateş etti. General de göğsünden ve kollarından yaralanmıştı. Piyade subayı Piollet, hızla suikastçıyı arka- sından yaklaşmış ve kılıcıyla kafasına ve kollarına vurmaya başlamıştı. Adam kılıç vuruşları sonun- da basamaktan aşağı yere yuvarlandı. Suikastı geç de olsa öğrenen halk, ilk önce paniğe kapılmış, fakat daha sonra yerde kanlar içinde yatan ada- mın üzerine çullanarak linç etmeye kalkışmıştı. Halkın elinden zorlukla alınan suikastçı, bir polis kulübesine sokulmuş, az sonra da orada sorguya çekilemeden ölmüştü. Üzerinden çıkan pasaporttan 1899’da Hırvatistan’ın merkezi olan Zagrep’de doğmuş Petrus Kelemen olduğu anlaşıldı. Yalnız bu sui- kastçının gerçek adı değildi. Yapılan soruşturma sonunda, adamın Georgiev, Stoyanov, Dimitrov, Çemozomsky, Suk, Kerin ve Veliçko adlarını ta- şıdığı da anlaşılmıştı. Suikastçının gerçek adının hangisi olduğu bugün bile bilinmemektedir. Pasaport’a göre, suikastçı Petrus Kelemen ti- Tarihi Şekillendiren Suikastler 125 caretle uğraşan biriydi. Fransa’ya 28 Eylül de Vallorbe sınır kapısından girmişti. Vücudundaki “kuru kafa” şeklindeki dövmeden, ORİM (İç Ma- kedonya İhtilalci Organizasyonu) örgütüne bağlı bir tedhişçi olduğu sanılıyordu. Suikast, en küçük ayrıntısına kadar örgüt tarafından hazırlanmış, Petrus Kelemen yalnızca bir araç olmuştu. Suikasttan hemen sonra şoför, aldığı emir üzerine otomobili yeniden çalıştırıp hızla olay yerinden uzaklaştı. Kral I. Aleksandr vücuduna iki kurşun yemişti. Birinci kurşun onu hemen öldürmüştü. Fransa Dışişleri Bakanı Barthou’nun yarasının ilk önce hafif olduğu sanılmıştı. Fakat kurşun kolundaki ana kan damarını parçalamış- tı. Bileğinin bir mendille bağlandığını gören Dr. Bonnal öfkelenmişti. Çünkü yara Barthou’nun dirseğinin üzerindeydi ve Dışişleri Bakanı sürekli kan kaybediyordu. Ameliyatla parçalanan kan da- marı dikilmiş, fakat kan vermeye hazırlanılırken Barthou ölmüştü. General Georges’un göğüs ve kollarında dört kurşun yarası vardı. Madalyalarından biri, kur- şunun kalbine saplanmasını önlemişti. General, yine de günlerce ölümle korkunç bir savaşa girdi ve sonunda kurtuldu. Petrus Kelemen’in dördün- cü kurbanı polis memuru Celestin Galy’di. Kar- gaşalık sırasında polis kurşunlarına hedef olan Ba- yan Yolande Paris ve Durbec de aldıkları yaraların etkisiyle öldüler. Suikast sonucu Kral I. Aleksandr öldüğünde. Kraliçe Marie trenle Dijon’a gelmiş bulunuyordu. 126 Tarihi Şekillendiren Suikastler

Tren Dijon garındayken, Belediye Reisi, başsağlı- ğı dilemek için Kraliçe’nin vagonuna bindi. Fakat kadının, suikasttan haberi olmadığını görünce, olayı birden söyleyemedi. Bir süre trende Kraliçe Marie’yle kalarak bu acı haberi ona alıştıra alıştı- ra bildirdi. Kraliçe, büyük bir üzüntü duymasına rağmen kendisine hakim olarak, soğukkanlılığını kaybetmedi. Vagonu Dijon’da, Marsilya ekspresi- ne bağlandı. Aylarca süren soruşturmalardan sonra, suikast sanığı olarak üç kişi tutuklandı. Bunlardan Zvo- nim Pospicil ve Ivan Ragic, Kral birinci suikasttan kurtulursa, bir ikincisini düzenlemekle görevlen- dirilmişlerdi. Mio Kralj ise, Petrus Kelemen’le birlikte Marsilya’da Kralı öldürecekti. Fakat olay sırasında korktuğundan kaçmıştı. Suikastçıların I. Aleksandr’ı öldürmek için, USTASİ adlı örgüt tarafından Marsilya’ya gön- derildikleri, yapılan yargılama ve soruşturmalar sonunda anlaşılmıştı. Petrus Kelemen, ORİM örgütünün önderi Ivan Mihaylov’un yaveri ve şoförüydü. Bir başka görevi de USTASİ ve ORİM örgütleri arasında habercilik yapmaktı. USTASİ örgütü, Dr. Ante Paveliç’in önderliğinde kurulmuştu. Amaçları, Hırvatistan’ı, Yugoslavya’dan ayırmaktı. Yugos- lavya hükümetinin 1929 yılında, USTASİ örgü- tüne karşı giriştiği temizleme hareketinden son- ra, üyeleri yabancı ülkelere, özellikle Bulgaristan, İtalya ve Macaristan’a kaçmışlardı. USTASİ ör- gütünün önderi Dr. Ante Paveliç, bundan son- Tarihi Şekillendiren Suikastler 127 ra, Makedonya’yı Yugoslavya’dan ayırmak isteyen ORİM örgütünü “Müttefik” ilan ederek, onlarla işbirliği yapmaya başladı. Mussolini, Yugoslavya’nın parçalara ayrılıp küçük devletler halinde bölünmesini kendi çıkar- larına uygun buluyordu. Bu nedenle, ORİM ve USTASİ örgütlerini her yönden destekliyordu. Bu iki örgütün üyeleri, İtalya’da Bari şehrinde gerilla eğitimi görüyorlardı. Ayrıca bir bölümü de, Macaristan’ın Yugoslavya sınırına yakın Janka Puszta kasabasında yuvalanmışlardı. Yugoslavya Kralı I. Aleksandr’ı, Mussolini’den para ve silah yardımı gören, İtalyan pasaportla- rıyla yolculuk eden, işte bu iki örgütün üyeleri öldürmüşlerdi. 128 Tarihi Şekillendiren Suikastler

Orlando Letelier Suikastı

“Orlando Letelier’in karısı mısınız?” diye sor- du telefondaki meçhul ses. “Evet” diye yanıtladı. “Hayır” dedi telefondaki, “Siz Orlando Letelier’in dul karısısınız.” Bir hafta sonra 21 Eylül 1976’da, CIA destek- li Pinochet rejiminin önde gelen muhaliflerin- den sürgündeki Şilili diplomat Orlando Letelier, Washington’un bir sokağında otomobiline ko- nan bir bombayla paramparça edildi. Patlamada,

Letelier’in Amerikalı yardımcısı Ronni Moffıt de öldü. Moffıt’in kurtulan kocası, parçalanan oto- mobilden çıkar çıkmaz vahşetin sorumlusunun Şilili faşistler olduğunu haykırmaya başladı. Moffıt’in kocası haklıydı; ancak, o faşistle- rin Washington’da güçlü dostları vardı. Bir FBI muhbiri suikast komplosunu önceden bildirmiş- ti; ancak FBI Letelier’i korumak için hiçbir şey Tarihi Şekillendiren Suikastler 129 yapmadı. Bombalamadan sonra, CIA Başkanı George Bush FBI’ya, Şilililerin hiçbir şekilde ola- ya bulaşmadığını bildirdi. “CIA bundan emin” dedi Bush, “Çünkü Şili gizli polisi DINA içinde CIA’nın çok sayıda güvenilir kaynağı var.” Gerçekte CIA, DINA vurucu timinin ABD’de olduğunu ve Washington’a yöneldiğini biliyordu. CIA, bombalamadan sonra suikastçılara ait kendi fotoğraf dosyalarını imha etti. Arkasından CIA ve DINA, Letelier’in, kendi- sini şehit ilan etmek isteyen solcularca öldürüldü- ğü yolunda hikayelerin basında yer etmesi çalış- masına başladılar. FBI, bir iki hafta içinde Letelier’in katillerini belirledi, ancak birkaç yıl sonra CIA’nın örtüsü kalkıncaya kadar onları resmen suçlamadı. Örtü, suikasttan bir ay sonra, bir Küba uçağı bomba- landığı ve içindeki 73 yolcusu öldürüldüğünde 130 Tarihi Şekillendiren Suikastler aralanmaya başladı. Uçağı bombalama eylemi, Domuzlar Körfezi olayı ve JFK suikastıyla ilişkisi olan, aynı zamanda CIA ile bağlantılı aşırı şiddet yanlısı Kübalı mültecilerce gerçekleştirmişti. Bu grup, El Salvador ve Nikaragua’da da benzer ey- lemler yapmıştı. Küba uçağı bombalanmasını soruşturanlar, bu eylemle Letelier / Moffıt suikastının, aynı toplan- tıda planlandığını saptadılar. Başka FBI ve CIA mensuplarının da katıldığı toplantıyı, CIA ile uzun süredir bağlantısı olan bir kişi düzenlemiş- ti. CIA savunucuları, Letelier’i öldürmekten hü- kümlü “eski” CIA ajanı Michael Townley ile iki Kübalı göçmenin CIA’nın emirleri doğrultusun- da hareket ettiklerinin hiç kimse tarafından kanıt- lanamayacağını iddia ederler. Ancak durum öyle idiyse, CIA neden alelacele onları perdelemeye başladı? Bu olay öylesine karmaşık bir hal aldı ki, Şili Yüksek Mahkemesi, Pinochet’den sonra 1991’de George Bush’a başvurarak, mahkemede ifade ver- meyi düşünüp düşünmediğini sordu. Ama her- hengi bir cevap alamadı. Tarihi Şekillendiren Suikastler 131

Saraybosna Suikastı

Avusturya-Macaristan orduları, 1914 Hazira- nında Bosna-Hersek bölgesinde manevra yapı- yordu. Veliaht Arşidük Franz Ferdinand’ın karısı Hohenberg Düşesiyle birlikte izlediği bu manev- ralar için, doğrusu zamanın ve yerin iyi seçildiği söylenemezdi. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu tara- fından ilhak edilen ve Sırbistan Krallığı dışın- da kalan Bosna-Hersek bölgesi halkı, Habsburg Hanedanından ve onların yönetiminden nefret ediyorlardı. Yetmiş bin kişilik ordu, manevraları sürdürürken, Veliaht Arşidük Franz Ferdinand, karısı Hohenberg Düşesi’yle birlikte, Bosna- Hersek’in merkezi olan Saraybosna’yı 28 Haziran 132 Tarihi Şekillendiren Suikastler

1914 günü ziyaret etmeye karar verdi. Bu haber, Bosna-Hersek’te yaşayan halk, özellikle Sırplar arasında kızgınlık ve nefreti daha da artırdı. Çünkü Bosna-Hersek’te yaşayan Sırplar için 28 Haziran gününün çok büyük bir anlamı var- dı. 1389 yılının 28 Haziran’ında yapılan Kosova Meydan Savaşı’nda, Sırplar, Osmanlı ordusuna yenilerek bağımsızlıklarını kaybetmişlerdi. Bu savaşta, kendi Kralları Lazar ölmüş, fakat Miloş Kabloviç adlı bir soylu da, Osmanlı Padişahı Mu- rat Hüdavendigar’ı hançerleyerek şehit etmişti. Sırplar 1389 yılından beri, her 28 Haziranda, Miloş Kabloviç’in Osmanlı Padişahı I. Murat’ı öldürmesini “Aziz Vitus Günü” adı altında, en büyük bayramları olarak kutluyorlar. 27 Haziran günü, şehrin dışında istasyona ya- kın temiz bir otelde geceyi geçiren Veliaht ve eşi, ertesi gün kalabalık bir otomobil kafilesiyle saat 10’da Saraybosna’ya doğru yola çıkmışlardı. Aziz Vitus bayramı dolayısıyla köy ve kasabalardan gelenlerle, şehirde olağanüstü bir kalabalık vardı. Bu büyük kalabalık karşısında Alman güvenlik tedbirleri, hemen hemen yok denecek kadar azdı. Arşidük ve karısı, Saraybosna sokaklarında üstü açık bir araba içinde ilerlerken, yedi suikastçı, ayrı ayrı noktalarda, Arşidük Franz Ferdinand’ı öldür- mek için hazır bekliyorlardı. Bu, yaşları 20’yi geçmeyen suikastçılar, Bos- na- Hersek’i Sırbistan Krallığına bağlamak ve Avusturya-Macaristan egemenliğine son vermek isteyen “Genç Bosna” örgütünün üyeleriydiler. Tarihi Şekillendiren Suikastler 133

Habsburg soyluları ve Veliaht Arşidük Ferdinand’ı taşıyan altı otomobillik kafile, Saray- bosna sokaklarında boy gösterdiğinde, güvenliği sağlamakla görevli polisler heyecandan ne yapa- caklarını şaşırmış durumdaydılar, Suikastçılardan Nedeljko Çabrinoviç, yanında duran polise, bü- yük bir soğukkanlılık içinde şu soruyu sormuştu: “Arşidük hangi arabada?” Polis, büyük bir saflık içinde, altı arabadan birini Çabrinoviç’e gösterdi. Suikastçı, birkaç saniye sonra, elindeki bombayı Arşidük’ün bu- lunduğu otomobile fırlatıyordu. Bomba, Franz Ferdinand’ın arabasının çamurluğuna çarparak sıçramış, arkadan gelen yaverlerin otomobilinin önünde patlamıştı. Yol kıyısına birikmiş kalaba- lıktan 17, konvoydan da 3 kişinin yaralanmasına sebep olmuş, fakat Veliaht’a bir şey olmamıştı. Yaralananlardan biri, Arşidük Ferdinand’ın emir subayı Üsteğmen Merizzi’ydi. Veliaht, büyük bir tedbirsizlik içinde, emir su- 134 Tarihi Şekillendiren Suikastler bayının yanına gitmiş, bir otomobille hastaneye kaldırılıncaya kadar başında beklemişti. Arşidük Franz Ferdinand, bu sırada şehrin Askeri Valisi General Potiorek’e şöyle bağırdığı duyuldu: “Bombalar ne olacak? Yine atılacak mı?” General Potiorek, Veliaht’ın bu azarlamasına verdiği karşılık, tam bir şaşkınlık örneğiydi: “Ekselans, yolunuza gönül rahatlığıyla devam edebilirsiniz. Sorumluluğu ben yükleniyorum.” Bunun üzerine Arşidük otomobiline binmiş ve “Doğru Belediye Dairesine..” emrini vermişti. Belediye dairesinin mermer merdivenlerine yol halıları serilmiş, başındaki sarığıyla müftü efendi bile, Veliaht’ı karşılayıp “hoş geldiniz” demek için karşılayıcılar arasında yer alınıştı. Daha önceden kararlaştırılan ziyafet nedeniyle zengin bir sofra hazırlanmıştı. Fakat Arşidük Ferdinand kızgınlı- ğından yeninde duramıyordu. Yemeğe oturma- dan General Potiorek’e, hastaneye gidip emir su- bayı üsteğmen Merizzi’yi ziyaret etmek istediğini söyledi. Saraybosna Askeri Valisi Potiorek şaşkınlık içindeydi. Veliaht’a: “Arşidük Hazretleri, gerçekten gitmek istiyor musunuz?” diye sordu. “Elbette, elbette. Merizzi’yle konuşmalıyım!.” Veliaht Franz Ferdinand, karısını Belediye Da- iresinde bırakarak yalnız başına hastaneye gitmek istiyordu. Fakat Hohenberg Düşes’i, hastaneye kocasıyla birlikte gitmek için direndi. Öndeki iki arabada detektifler ve şehrin ileri gelenleri gidi- Tarihi Şekillendiren Suikastler 135 yorlardı. Veliaht, karısı ve General Potiorek, Çek asıllı bir şoförün kullandığı üçüncü arabadaydı. Tam bir yol ayrımına geldiklerinde Veliaht’ın oto- mobilini kullanan şoför, direksiyonu sola kırmış- tı. Birden General Potiorek’in kızgınlıkla ayağa kalktığı ve şoföre: “Ne oluyor? Dur!.. Yanlış yola saptın, doğru yola gir!.” diye bağırdığı duyuldu. Şoför bu uyarı üzerine frene basmış ve otomo- bili, kalabalık kaldırımın yanında, bir dükkanın önünde durdurmuştu. Suikastçıların ikincisi Gav- rilo Princip de orada duruyor, iki kız arkadaşıyla konuşuyordu. Otomobilin önünde durduğunu görünce, kız arkadaşlarından ayrılmış, arabanın basamağına fırlayarak tabancasıyla üç el Veliahta iki el Hohenberg düşesine, bir kurşun da Askeri 136 Tarihi Şekillendiren Suikastler

Vali Potiorek’e sıkmıştı. Keskin bir nişancı olan Gavrilo Princip’in bütün kurşunları yerini bulmuştu, ilk ölen Ho- henberg Düşesi oldu. Korsesini delip geçen bir kurşun, sağ böğrüne saplanmıştı. Arşidük Franz Ferdinand, karısından birkaç saniye daha fazla ya- şadı. Boynundaki toplar damarı parçalayan ve bel kemiğine saplanan kurşunlarla Veliaht da karısı- nın yanına cansız olarak serilmişti. Vali’nin yarası ise önemsizdi. 19 yaşındaki Sırp Gavrilo Princip, jandarma ve polisler tarafından hemen, yakalandı. Hiç kimse o anda, bu suikastın I. Dünya Savaşı’na yol açacağını ve milyonlarca insanın ölümüne sebep olacağını elbette ki düşünemezdi. Veliaht’ın, 1914 yılı 28 Haziran’ında, saat 11:30’da bıyıkları yeni terlemeye başlayan Gav- rilo Princıp adlı öğrenci tarafından öldürülmesi, Viyana’daki savaş taraftarları için bulunmaz bir fırsat oldu. Bunların kışkırtmaları sonucu, 28 Temmuz 1914 sabahı, Avusturya-Macaristan İm- paratorluğu, Sırbistan’a savaş açtı. Önce iki devlet arasında başlayan savaşa, az sonra, hemen hemen bütün ülkeler katılacak ve I. Dünya Savaşı dört yıl boyunca kan ve ölüm sa- çacaktı. Mahkeme önüne çıkarılan Princip, çekinme- den şunları söyledi: “Veliaht’ı ben vurdum. Çünkü o Güney Slav- larının birleşmesini önleyen tek kişiydi!..” Ünlü tarihçi Emil Ludwig, çok sonraları bu Tarihi Şekillendiren Suikastler 137 konuda şöyle yazacaktı: “Gavrilo Princip, prensip müjdecisi demek- ti. Bu genç acaba dünyaya hangi prensibi müj- deliyordu? Evet, bu genç dünyaya 10 milyon ki- şinin hayatına, 15 milyonunun sakatlığına ve bir o kadarının da öksüz kalmasına, binlerce şehrin harap olmasına ve uygarlığımızın bir- kaç yüz yıl geri gitmesine sebep olan bir felake- ti, korkunç bir çatışmayı müjdeliyordu. Eğer bunun müjdelenecek bir yanıtı var idiyse!..” 138 Tarihi Şekillendiren Suikastler

Talat Paşa Suikastı

“Talat Paşa!.. Talât Paşa!..” İttihat ve Terakki’nin eski Başvekili Talat Paşa, kendisine seslenen adamı görmek için geriye dön- dü. Dönmesiyle ateşlenen bir tabancadan çıkan kurşunun alnına saplanması ve kaldırımların üze-

rine yığılması bir olmuştu. Bir zamanlar, Osmanlı İmparatorluğunun ka- derini elinde tutan Talat Paşa, İran’ın Selmas şeh- rinde doğan Salomon Taleyran adlı bir Ermeni Komitacısının kurşunuyla böylece can vermişti. Olay Berlin’de geçiyor, takvimler 15 Mart Tarihi Şekillendiren Suikastler 139

1921’i gösteriyordu. Eşi Hayriye hanım, kocasının ölümünden yıl- lar sonra, Talat Paşa’nın öldürülmesi konusunda şunları söylüyordu: “Çok cesurdu. Tehlike nedir bilmezdi. Etrafın- da kimbilir, ne maksatla kimler dolaşıyor, dikkat et, dedikleri zamanlarda bile aldırmaz, çantasını koluna alınca, fırlar tek başına giderdi. Berlin’de -en sonunda kanına giren- katil daha önce iki kere karşısına çıkmış, Paşa’yla göz göze gelmiş. Fakat Paşa o kadar pervasız, sakin, hatta gülüm- seyerek bakıyormuş ki, adam avuçladığı silahını çıkarmaya cesaret edememiş ve nihayet: Ben Talat Paşa’ya baka baka silahımı çekemeyeceğim, ancak arkasından vurabilirim, demiş.” Talat Paşa Berlin’deyken, bir dostuna yurt has- reti içinde şunları söylemişti: “Selanik’teyken ikide bir sürgün cezasına çar- pılan Bulgar komitacılarıyla karşılaşırdık. Bunlar vatanlarından ayrılmadan evvel, jandarma neza- retinde bulundukları halde merasimle rıhtımın üzerinde toplanır ve içlerinden birisinin verdiği işaretle hep birden eğilip toprağı öperlerdi. Bu, onlar için vatana dönüş umudunun bir ifadesiydi: Öptüğümüz toprak bizimdir, buraya yine geleceğiz.. demek istiyorlardı. Bir gün ben de vatana dönersem, bilir misiniz ne yapacağım?” Dostu: “Her halde siz de onlar gibi toprağı öpeceksiniz..” deyince, Talat Paşa ağlayarak şu karşılığı vermişti: “Ne dersin sen? Ne dersin sen? Ben öpmekle 140 Tarihi Şekillendiren Suikastler doyamam ki.. Yiyeceğim vatan toprağını, yiyece- ğim..” Talat Paşa, 1874 yılının 17 Ağustos’unda Edirne’de doğmuştu. Yoksul bir ailenin çocuğu olarak ilk ve orta öğrenimini bitirdikten sonra Al- yans İsrail okulunda iki yıl Fransızca okudu. Zeki, çalışkan bir gençti. Okul yöneticileri, kendisine bir yıl kadar Türkçe öğretmenliği görevini vermiş- lerdi. Mehmet Talat, Edirne’de çok durmadı. Sela- nike giderek Telgrafhaneye maaşsız memur adayı olarak girdi. Hukuk Mektebi’ne kaydoldu. Bir yıl sonra, Telgrafhane “Mukayyid”i (Kayıt memuru) olarak maaşa geçti ve yirmi yaşının içindeyken politikayla ilgilenmeye başladı. Jön-Türklerle ha- berleşirken yakalandığından üç yıl sürgün cezası yedi, Hukuk Mektebini de ikinci sınıfında bırak- mak zorunda kaldı. Cezası iki yıl sonra bağışlandı ve 1898’de Selanik’le Manastır arasında “gezici posta memu- ru” oldu. Bu görevi, İttihat ve Terakki örgütünün bu dolaylardaki haberleşmesini, güvenlik içinde yapabilmesi amacıyla kabul etmişti. 1893 yılında Posta Telgraf Başmüdürlüğü katipliğine, 1903’te de başkatipliğine getirildi. 1907 yılındaysa, İttihat ve Terakki’nin “İhtilal Komitası” sivil kadrosunun başında olduğu anlaşılarak, görevinden çıkarıldı ve tutuklandı. 1908’de, İttihat ve Terakki’nin önde gelen kişi- lerinden biri olarak Mehmet Talat, İkinci Meşruti- yet Meclisine, Edirne mebusu seçildi. Önce Mec- Tarihi Şekillendiren Suikastler 141 lis Reis Vekilliğine getirildi, 1909 Temmuz’undan başlayarak sırasıyla Dahiliye Nazırı, Meclis’te İtti- hat ve Terakki Fırkası Reisi, Posta Telgraf Nazırı ve yine Dahiliye Nazırı oldu. 1916 yılında, Sadrazam Sait Halim Paşa’nın istifasıyla onun yerine getirildi. Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı İmparatorluğunun yenilmesi ve Mondros Mütareke’sinin imzalanması üzerine, Enver ve Cemal Paşalarla birlikte yurtdışına kaç- mak zorunda kaldı. 31 Temmuz 1918’de Mondros Mütarekesi uyarınca, Osmanlı İmparatorluğu orduları silah- larını bırakmış, yenilgiyi kabul etmişti, İttihat ve Terakki’nin üç büyükleri, Talat, Enver ve Cemal Paşaların, savaş suçlusu olarak yargılanmaları ke- sindi. Bu nedenle, üç büyükler yurtdışına kaçma- ya karar verdiler, Talat Paşa, yurt dışına çıkmadan önce, yerine getirilen Başvekil İzzet Paşa’ya şu mektubu gön- dermişti: “Pek muhterem ve mübarek tanıdığım İzzet Paşa Hazretlerine, Memleketin bir müddet ecnebi nüfuz ve tesiri altında kalacağını anladım. Buna rağmen memle- kette kalmak ve millet muvacehesinde muhakeme olmak fikrinde idim. Bütün dostlarım bunu atiye talik etmek için ısrar ettiler. Zat-ı fahimtaneleriy- le istişare edemedim. Müşkül mevkide kalacağı- nızdan çok düşündükten sonra sarfı nazar ettim. Bütün hayat-ı siyasiyemde hedefim, memleket namuskârane ve fedakârane hizmet etmek idi. 142 Tarihi Şekillendiren Suikastler

Şahsen buna muvaffak oldum. Bütün servetim, zat-ı şahanenin ihsan ettiği otomobil esmanıyla (değer, kıymet) her ay artırdığım yirmişer liradan müterakim bin altı yüz liralık istikraz-ı dahili be- delinden ve bir de dört arkadaşımla birlikte isticar (kiralamak) ettiğimiz çiftliğin devri icarından ha- sıl olan paradan ibarettir. Bunun bir kısmını aile- me terk ederek bir kısmını yanıma aldım. Bundan başka bir nesneye malik değilim. Millete karşı hesap vermek ve muhakeme olarak tayin edile- cek cezayı kemal-i cesaretle çekmek isterim, işte zat-ı fahimanelerine söz veriyorum. Memleketim ecnebi nüfuz ve tesirinden azade kaldığı gün, ilk telgrafınıza itaat edeceğim. Baki kemal-i hürmetle ellerinizden öperim muhterem Paşa Hazretleri.

2 Teşrinisani 1334 (2 Kasım 1918) Mehmet Talat”

2 Kasım 1918 Cumartesi gecesi, saat 11’e yaklaştığı sırada, karanlıklar arasında iki kişi hız- lı hızlı rıhtıma doğru yürüyordu. Bunlardan biri Talat Paşa, öteki de İhsan Namık Bey’di. Rıhtıma yaklaştıklarında üç kişinin daha orada beklediğini gördüler. Talat Paşa, İhsan Bey’e dönerek: “Bir kadınla iki erkek dolaşıyor, bunlar kimdir İhsan?” diye sordu. “Belki de pokerden dönüyorlardır. Paşam..” Bekleyen üç kişiden biri onlara doğru ilerleyin- ce, tanımakta gecikmediler: Bu Enver Paşa’ydı. Eski Harbiye Nazırı Talat Paşa’nın elini sıktık- Tarihi Şekillendiren Suikastler 143 tan sonra: “Tam zamanıdır, motor da neredeyse gelir..” dedi. Gerçekten de az sonra, burnunda cansız bir ışıkla yol alan bir motor Amerikan Koleji yönün- den gelerek rıhtıma yanaştı. Enver Paşa, kendisi- ni uğurlamaya gelen kız kardeşini kucakladıktan sonra motora atladı. Onu ötekiler izlediler. Biraz sonra bütün yolcularını alan motor, açıkta ken- dilerini bekleyen Alman torpitobotuna yanaşıyor- du. Talat Paşa Berlin’e yerleşmişti. Anılarını yazı- yor, karısıyla birlikte yoksul sayılabilecek bir ha- yat yaşıyordu. Sık sık karısı Hayriye hanıma: “Beni bir gün sokakta vuracaklar. Alnımdan 144 Tarihi Şekillendiren Suikastler kanlar akarak yere serileceğim. Yatakta ölmek na- sip olmayacak. Ama ziyanı yok, varsın vursunlar, vatan benim ölümümle bir şey kaybetmez. Bir Talat gider, bin Talat gelir!..” derdi. Bir gün ya Ermeni Komitacılarının ya da bir başka düşmanının kurşunlarıyla can vereceğini biliyordu. Ermeniler, 1878 Türk-Rus savaşından sonra Doğu illerimizde bağımsız bir devlet kurmak is- tiyorlardı. Çarlık Rusyası ve İngiltere, Ermenileri sürekli olarak kışkırtıyor, Amerikan misyoner- leri de aynı yönde çalışmalar yapıyorlardı. Aya- Stefanos Anlaşması (Yeşilköy’ün eski adı) yapılır- ken, Avrupa Devletlerinin Berlin Kongresi’ndeki yetkili delegelerine bu amaçla baş vurmuşlar fa- kat, diplomatik yollardan yaptıkları bu baş vur- manın sonuçsuz kalmasıyla birtakım anarşist örgütler kurarak, sabotaj ve ayaklanma eylemle- rine girişmişlerdi. Hınçak ve Taşnak adlı bu gizli örgütler, her eylemlerinde karşılarında Osmanlı Hükümetini buluyor, yabancıların işe karışması- nı sağlamak için, “Türkler, Ermenileri kesiyor!..” şeklinde propaganda yaparak, Avrupa’yı birbirine katıyorlardı. Ermeni Komitacılar, Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasından sonra, Ermenilerin Doğu illerin- den sürgün ettirilmelerinde İttihat ve Terakki’nin, dolayısıyla bu örgütün önderleri durumundaki Enver, Talat ve Cemal Paşaların parmağını görü- yor, intikam için fırsat kolluyorlardı. 15 Mart 1921 günü Talat Paşa, her zamanki Tarihi Şekillendiren Suikastler 145 gibi erkenden kalkmış saat ona kadar çalıştıktan sonra, eşine dönerek: “Haydi Hayriye, seninle biraz dolaşalım. Hava almış olursun..” demişti. Fakat mutfakta yemek pişirmekte olan karısı: “Ben çıkmayayım. Hem yorgunum, hem de ateşte yemek var.” diye karşılık verdi. Talât Paşa Hardenberg Strasse’deki evinden çıkıp tek başına yürümeye başlamıştı. Daldın ve düşünceli bir şekilde. Kurfüstendam caddesine saptı. Daha birkaç adım atmamıştı ki, arkasından birinin: “Talat Paşa!.. Talat Paşa!..” diye bağırdığını duydu. Geriye döndü ve... Rumeli’de başlayan, fırtınalar içinde geçen bir hayat,. Kurfüstendam caddesinin kaldırımları üzerinde sona ermişti. Katil Salomon Taleyran, 24 yaşında üniversite öğrencisi gözü dönmüş bir Taşnak Komitacısıydı. Alman mahkemesi, kendi toprakları üzerinde işlenen bu cinayetin suçlusuna hiç bir ceza verme- yerek, Taleyran’ı beraat ettirdi. Yıllarca dost bildi- ği, Birinci Dünya Savaşı’nda kader birliği ettiği Almanya, onun anısına ve kanlı ölüsüne bile saygı göstermemişti. Talat Paşa’nın cesedi, aradan 22 yıl geçtikten sonra 25 Şubat 1943’te yurda getirilerek Hürriyet-i Ebediye tepesindeki şehitliğe gömülmüştür. Talat Paşa, dostuna söylediği biçimde yurdunun topra- ğını yiyememiş, ancak bir torba kemik olarak yurt topraklarında sonsuz uykusuna dalmıştır. 146 Tarihi Şekillendiren Suikastler

Leon Troçki Suikastı

1940 yılının 25 Mayıs sabahında, Meksika’nın başkenti Mexico’da ortalık daha yarı karanlıkken, Gizli Polis Şefi Albay Sanchez Salazar aldığı bir haber üzerine, apar topar arabasına binmiş Mo- relos caddesine doğru yol almaya başlamıştı. Tele- fonla kendisine, Leon Troçki’ye suikast yapıldığı haberi verilmişti!..

Albay Salazar, otomobilinin camlarından ıssız sokakları seyrederken, Rus Devrimi’nin ünlü kişi- lerinden Leon Davidoviç Troçki’nin, Meksika’ya gelişinden beri geçen olayları kafasından geçiri- yordu. Troçki ve yanındakiler gelmeden önce, onu böyle gece yarısı sokağa düşürecek olaylar öylesine az olurdu ki.. Ama bu Ruslar geldiğinden beri, başkent Mexico’da çok şey değişmişti. Troçki’nin, Morelos caddesi üzerindeki evi, şehrin dışındaydı. Evi dışardan görenler, eski çağ- Tarihi Şekillendiren Suikastler 147 lardan kalma bir şato olduğu yargısına kolayca va- rabilirlerdi. Troçki ve yakınları, evi satın aldıktan sonra, onu tam bir kale durumuna getirmişlerdi. Alçak bahçe duvarları yükseltilmiş, kapıya kurşun işlemez kalın bir zırh geçirilmiş, üstelik her yana alarm zilleri takılmıştı. Mexico halkı, bu güvenlik tedbirlerini çoğu za- man alaya alıyor, “Don Leon” dedikleri Troçki’ye ölüm korkusunun yerleştiğini söylüyordu. İşin doğrusu da, Gizli Polis Şefi Salazar da, halktan

ayrı düşünmüyordu bu konuda.. Morelos caddesi bitimindeki eve geldiğinde Salazar görevlilerden ilk bilgileri aldı; suikast so- nuçsuz kalmış, Troçki’ye hiç bir şey olmamıştı, ilk kapı, arkasından ikinci bir kapı daha geçildi. Sala- zar şimdi, Meksika iklimine özgü çiçeklerle süslü 148 Tarihi Şekillendiren Suikastler bir bahçedeydi. Burada, başta Troçki’nin sekrete- ri olmak üzere, öbür koruyucu polisler, ellerinde tabancalarıyla, hala üzerlerinden atamadıkları bir heyecan içinde Gizli Polis Şefini karşıladılar. Troçki de bu kalabalığın arasındaydı. Soğuk- kanlı görünüyordu. Yalnız, gözlüklerinin ardın- daki mavi gözleri, bir garip ışıltıyla parlamaktay- dı. Karısı yanıbaşında duruyordu. Kadın oldukça heyecanlıydı. Troçki’nin Sieva adındaki torunu, ayağından hafifçe yaralandığı için topallayarak yürüyordu.

Hep birlikte Troçki’lerin yatak odasına girdi- ler. Keskin bir barut ve yanık kokusu kaplamıştı odayı. Duvarlar ve yatakların üzerleri, atılan kur- şunlarla delik deşik olmuştu. Odanın döşemesi ve Tarihi Şekillendiren Suikastler 149 yatak örtüleri de yanmıştı. Taban tahtalarından hala duman tütüyordu. Odanın makineli tüfekle tarandığını anlamak için, Gizli Polis Şefi olmak gerekli değildi!. Yapılan incelemeden sonra, Troçki’nin karısı Nathalia, olayı Salazar’a şöyle anlatıyordu: “Gecenin yarısını bulmuştuk. Çok yakından gelen silah sesleriyle uyandım. Leon da uyanmış, uyku sersemliğiyle bana bakıyordu. Kulağına eğil- dim; “Odaya ateş ediliyor!..” dedim. Birlikte ya- taktan döşeme üzerine kaydık. O sırada, bahçe, evin içi ve oda, sanki birbiri arkasına yıldırım dü- şüyormuşçasına aydınlanıyordu. Kapının eşiğin- de duran üniforma giyinmiş bir adam, durmadan içeriye ateş ediyordu. Bir ara, Leon’u kurşunlardan korumak düşüncesiyle yerimden doğrulmak iste- dim. Fakat hızla beni yanına çekti. Adamın elin- deki makineli tüfeğin parıltısı ve gürültüsü, bir süre daha devam etti. Sonra birden, bütün sesler kesildi. Torunumuz kaçırıldı, yakınlarımız öldü- 150 Tarihi Şekillendiren Suikastler rüldü, diye düşündüm. Şimdi de, Leon’u yeniden öldürmeye gelecekler kaygısı içinde, korkunç bir umutsuzluğa kapıldım..” Evin önündeki çimenlik, suikastçilerin attık- ları bir yangın bombasıyla kavrulmuştu. Troçki, eliyle çimenliği göstererek: “Anlaşılan, gelenler yalnızca beni öldürmek değil, aynı zamanda evi de yakmak istiyorlar- mış..” dedi. Albay Salazar sordu: “Suç delillerini yok etmek için mi?” “O da akla gelebilir.. Ama arşivimi ve bende kalan gizli belgeleri yok etmek için de bu saldırıya girişmiş olabilirler. G.P.U (Sovyet Gizli Polis Ör- gütü) şu sıra sürdürdüğüm çalışmaların konusunu öğrenmiş olabilir. Daha önce de, Norveç’teyken, evde olmadığımız bir sırada bazı kimseler içeri girmek istemişlerdi. Fransa’da da, buna benzer bir şey oldu; Sosyal Tarih Enstitüsüne belgeler ver- miştim. Bir gece, kimlikleri bilinmeyen kişiler, Enstitünün demir kapısını kaynakla eriterek içeri girmişler, 66 kilo ağırlığındaki belgeleri çalmışlar- dı..” Bütün bunları kuşkusuz Stalin düzenliyordu. O Rusya’da egemen olabilmek için en yakınlarını bile ortadan kaldırmaktan çekinmiyordu. Elbette sıra bir gün, Troçki’ye de gelecekti. Belirtileri de ortadaydı. Troçki’nin adı Sovyet devrim tarihle- rinden, devrimi yansıtan tablolardan, hatta belge- sel filmlerden, şarkı ve marşlardan çıkartılmamış mıydı?.. Önce Rusya’dan sürülmüştü. Şimdi de Tarihi Şekillendiren Suikastler 151

Troçki’yi öldürterek, bu sorunu çözümlemiş ola- caktı. Ayrıca elini çabuk tutması da gerekiyordu; çünkü Troçki, kendi hayat hikayesini yazmaya başlamıştı. Hem de tarihi belgelere dayanarak.. Bunu önlemeliydi. Yarım kalan bu suikastın üzerinden aşağı yu- karı 3 ay geçmişti. 1940 yılının 20 Ağustos günü gelip çattı. Oldukça sıcak ve güneşli bir gün baş- lıyordu. Troçki, çalışma odasına geçmek üzereydi. Karısı Nathalia, kurşun geçirmez ceketini giyme- sini istedi. Troçki, her zaman olduğu gibi diren- miş ve kurşun geçirmez ceketi, tehlikeye daha ya- kın gördüğü koruyucusuna giydirmişti. Onun kendine göre bir hayat görüşü vardı. “Kişinin kendisini süresiz olarak ölüme karşı sa- vunması imkansızdır. Yoksa, yaşamanın değeri kalmaz!..” derdi. Kendisini ölüme götürecek olan ikinci suikastın yapılacağı 20 Ağustos günü işte böyle başlamıştı. Sonradan, karısının anlattığına göre, Troçki bütün gününü çalışma odasında geçirmişti. Ak- şama doğru dışarı çıkmış, bahçedeki tavşanlarını beslemişti. Yanıbaşında birisi vardı; hem de ha- vanın açık olmasına rağmen, kolunda yağmur- luğu, başına iyice geçirilmiş şapkasıyla Jackson duruyordu. Jackson her günkünden daha sinirli ve kuşkulu görünüyordu. Bu adam, çevresinde de sevilmeyen birisiydi. Komünist geçinmesine rağ- men, bu konuda bilgisi hemen hemen hiç yoktu. Yalnız, Troçki’nin en güvendiği sekreterlerinden birinin kızıyla nişanlı olması, Troçki’nin yanına 152 Tarihi Şekillendiren Suikastler girebilme olanağını ona sağlıyordu. Nişanlısıyla birlikte gelirdi daima, ilk olarak 18 Ağustos günü yalnız gelmişti. Bu gün de ikinci kere Troçki’nin evine tek başına geliyordu. Bir ara Troçki karısına: “Jackson burada, nişanlısı Sylvia’yı bekliyor.. Bu gece New York’a gideceklermiş” dedi. Jackson da, bayan Nathalia’ya şunları söyle- mek gereğini duydu: “Onu, burada bulamayınca şaşırdım! Oysa daha önce gelmesi gerekiyordu.” Sonra Troçki’ye dönerek: “Onu beklerken, son yazdığım yazıyı da bir Tarihi Şekillendiren Suikastler 153 gözden geçirelim” dedi. Troçki’nin bu teklif karşısında biraz canı sıkılır gibi oldu. Fakat olgun kimselere özgü hoşgörü- süyle, bu teklifi kabul etti. Birlikte çalışma oda- sına girdiler. Olayın bundan sonrasını bayan Nathalia şöyle anlatmıştır: “En çok iki üç dakika geçmişti ki, korkunç bir bağırma işittim. Baktım; Leon, eşik üzerinde gö- züktü. Düşmemek için de arkasını kapıya dayadı. Zorlukla ayakta durmaya çalışıyordu. Yüzü kan içindeydi. Gözlüksüzdü ve gözleri dehşetle açıl- mıştı! “Ne oldu, ne oldu?” diye bağırarak onu kolla- rımın arasına aldım. O, yalnızca: “Jackson..” diyebildi. Her şeye rağmen soğuk- kanlı bir görünüş içindeydi. Birlikte birkaç adım atabildik. Sonra onu yavaşça yere bıraktım. O za- man işitilmesi güç bir sesle: 154 Tarihi Şekillendiren Suikastler

“Seni seviyorum Nathalia!..” dedi. Başıyla ça- lışma odasını göstererek: “Biliyor musun orada.. Ne yapacağını an- ladım.. Bir kere daha vurmak istedi, fakat kaç- tım!.” Durumu öğrenen evdeki koruyucular, dışarı- daki polislere haber salarken, süre kaybetmeden Jackson’ın üzerine atılmışlardı. Umutsuzca dire- nen katilin şapkası başından fırlamış, odanın bir köşesine yuvarlanmıştı. Elindeki suç aracı olan ke- ser de, boğuşma sırasında yere düşmüştü. Kağıtlar, gazete ve dergiler ortalığa saçılmıştı. Troçki’nin üzerinde büyük bir özenle çalıştığı Stalin’in ha- yatıyla ilgili eserin birçok sayfası kan içindeydi!.. Öfke içindeki koruyucular, tabancalarının kabza- larıyla, durmadan Jackson’a vuruyorlardı. Jackson ise, dehşet ve acı içinde bağırıyordu: “Onların zoruyla yaptım bunu!.. Öldürün beni!.. Annemi hapsettiler.. Beni tehdit ediyorlar- dı..” Bu sırada, yığıldığı yerden Troçki’nin sesi du- yuldu: “Öldürmeyin onu!.. Konuşması gereki- yor!., öldürmeyin onu!..” Hastaneye kaldırılan Troçki’nin yarasını dok- torlar çok derin buldular. Aynı zamanda sürekli kan kaybediyordu. Kafatası çökmüş, beyni zede- lenmişti. Kurtulma umudu yok denecek ölçüde azdı. Yapılan ameliyat bir sonuç vermedi Troçki uzun bir süre can çekiştikten sonra, 1940 yılının 21 Ağustos sabahında, ortalık ağarmaya başlarken öldü. Tarihi Şekillendiren Suikastler 155

Turgut Özal Suikastı

Olay 18 Haziran 1988 günü Anavatan Par- tisinin olağan genel kongresi yapıldığı sırada gerçekleşti. Özal konuşma yapmak için kürsüye çıktıktan kısa bir süre sonra saat 12:18’de Kartal Demirağ adlı bir saldırgan tarafından iki kez ateş edilmiş ve kurşun Özal’ın önünde bulunan mik- rofonun ayağından sekip sağ el başparmağını ya- ralamıştı Suikastçı Kartal Demirağ Özal’a ateş et- tikten sonra kaçmaya çalışmış ancak başbakanın korumalarından birinin açtığı ateşle yaralanması sonucu yakalanmıştı.. Önce idama mahkum edilen Demirağ’ın cezası 27 Ocak 1989’da 20 yıl hapis cezasına çevrilmiş, ancak Demirağ 4 yıl hapis yattıktan sonra Turgut Özal tarafından 1992 yılında affedilmişti. Nasıl Ecevit, kendisine karşı düzenlenen Çiğ- li suikastının ardında kontrgerillayı aramışsa, Özal’da kendi suikastçısının ardındaki “örgüt”ü aramıştı. Afyonlu işadamı Kemal Horzum’dan kuşkulanıyordu. Horzum, Emlakbank’ı dolandır- makla suçlanıyordu. Banka bünyesinde Horzum’u soruşturan komisyona, suikast işiyle de ilgilenme- 156 Tarihi Şekillendiren Suikastler lerini söyledi. Komisyon üyeleri hem suikastçı Kartal Demirağ’ın hem Horzum’un memleketi olan Afyon’a gitti. Orada ne bulduklarını komis- yon üyesi Uğur Tönük, daha sonra TBMM’de kurulan Horzum Araştırma Komisyonu’na şöyle anlattı: Afyon Dazkırı’da 1974-‘77 seneleri arasında Ege’de meydana gelen sol hareketleri önlemek için bir kontrgerilla teşkilatı kurulduğunu, Kartal Demirağ’ın da bu teşkilatın yetişmiş bir elemanı olduğunu tespit ettik. Demirağ özel kamplarda emekli askerlerce eği- tilmişti. “Her şeyi vatanımız için yaptık” diyor, MİT’le ilişkisi olduğunu söylüyordu. Komisyon soruşturmayı derinleştirince Özal’ı vuran silahın Demirağ’a Kongre salonunda polisler tarafından verildiği yönünde duyumlar aldı. Afyon’daki teş- kilatın üzerine gitmeye karar verdiler. İşte tam o aşamada Tönük, Ortaköy’de bir villaya davet edil- di. MİT görevlisi olduklarını sandığı üç görevli kendisine “Bu tahkikatı kesin” dedi. Bir generalin adını verdiler ve “Paşa kararınızı bekliyor” dediler. Tönük soruşturmadan çekildi. Acaba kimler engellemişti suikast soruşturma- sını? Yılma Durak ya da Kartal Demirağ da Özel Harp’in istihdam edip silahla eğittiği “vatansever gönüllüler” miydi? “Bazı olaylar yaratılır, düşman yaratmış gibi gösterilir” taktiğinin uygulayıcıla- rı mıydı? “Düşman” kimdi? “Düşman”ı ve ona karşı kurulan resmi örgütü ABD bilirken neden Türkiye’nin Meclis’i ve başbakanı bilmiyordu? Tarihi Şekillendiren Suikastler 157

Turgut Özal’ın ölümü konusu için bir tv prog- ramına katılan Fikri Sağlar, Türkiye’nin özellikle 1993 yılında önemli kırılma noktaları yaşadığını söylerken Özal’ın ölümü konusunda şunları söy- ledi: Turgut Özal öldükten sonra kanı alındı. Bu kan tahlil edilebilse nasıl öldüğü ortaya çıkabile- cekti ama kan istendiği zaman (Hemşire elinden düşürerek kırdı) denildi. Özal ile ilgili zaten eşi Semra Hanım limona- tasına katılan arsenikle zehirlendi iddiasını ortaya atmış ve saç örneğini elinde bulundurmaktaydı. Konu yine Semra Özal tarafından adliyeye taşına- rak, savcılığa suç duyurusunda bulunuldu. Sem- ra Özal’ın, Cumhurbaşkanı Özal’ın zehirlenme 158 Tarihi Şekillendiren Suikastler sonucu öldüğü iddialarını araştıran savcılık, ta- kipsizlik kararı verdi. Cumhuriyet Başsavcıvekili Mehmet Çavuşoğlu, inceleme sonuçlarını şöyle açıkladı: Hastanın 17.04.1993 günü saat 11.15’de büyük acil servise getirildiği, hemen müdahale edilerek doktorlar tarafından acil rapor düzenle- nip kalp damar cerrahisi yoğun bakım ünitesine nakline karar verildiği, iki defa defibrile (elektro- şok) edildiği, saat 11.30’da kalp cerrahisi yoğun bakım ünitesine alındığı, aynı gün saat 14.30’a kadar tüm çabaların gösterildiği, ancak hastanın hayata dönüşünün sağlanamadığı ve öldüğü, ola- ya müdahale eden Prof. Dr. İlhan Paşaoğlu, Prof. Dr. Yüksel Bozer, Prof. Dr. Kemal Erdem, Prof. Dr. Ali Otove Doç. Dr. Kubilay Varlı tarafından düzenlenen ölüm raporunda, ‘Sayın Cumhurbaş- kanımız Turgut Özal koroner arter hastalığı ve kardiak Arrest nedeniyle 14.30’da vefat etmiştir’ şeklinde rapor düzenlendiği görülmüştür… Ha- cettepe Üniversitesi Klinik Patoloji Laboratuarı tarafından, Sayın Cumhurbaşkanı Özal’ın alınan kanı ile ilgili olarak dosya arasında rapor mevcut olduğu, kan değerlerinde zehirlenmeye ait bir bulgunun saptanmadığı, Sayın Semra Özal’ın olay tarihinde hastanede alınan kanın konulduğu tüpün kırıldığı yolundaki anlatımının yanlış an- laşılmadan kaynaklandığı veya tekrar Sayın Cum- hurbaşkanından kan alımı yapılarak laboratuarda özenle incelendiği anlaşılmıştır. Böyle bir bulgu saptanmış olsaydı derhal müdahalenin bu yönde Tarihi Şekillendiren Suikastler 159 yapılması gerekirdi. Hastaneye yatırılışından ölü- mün gerçekleştiği ana kadar sadece kalple ilgili tedavi yöntemlerinin uygulandığı, zehirlenmeyle ilgili herhangi bir tedavi yapılmadığı anlaşılmış- tır.

Bir başka açıdan; Özal’ın ölümünde limonata kuşkusu Bazı ölümler vardır ki tarihin ve olayların akı- şını değiştirir. Merhum Özal’ın ölümü, iddialara göre Türkiye’nin siyasi gidişatını değiştirdi. Özal’ın ölümünden sonra Türkiye 28 Şubat’ı yaşadı. Zey- nep Özal “Bir Kadın Birkaç Hayat” isimli kitabın- da Müge Anlı’ya babası Turgut Özal’ın ölümüyle ilgili kuşkuları da anlatır. Özal, Kaya Toperi’nin ısrarları üzerine elçilikte bir bulgar ressamın sergi- sine katılır ve kendisine ikram edilen açık limona- 160 Tarihi Şekillendiren Suikastler tadan içer. Köşke döndüğünde keyifsizdir. Semra Hanım “Ben sana açıkta gelen bir şeyi içme de- miyor muyum?” diyerek kızar. Limonata içtiğinin sabahı Özal kalp krizi geçirerek vefat eder. Semra Hanım eşinin eceliyle öldüğünden emin değildir. Özal’ın doktoru Cengiz Aslan, Amerika’daki kalp cerrahı Dr. De Bakey’i arayarak bilgi ister. Bakey, ağrısız sızısız, hiçbir belirti olmadan kalp krizin- den ölümün milyonda bir ihtimal olduğunu söy- ler. Bakey, zehirlenme ihtimalini de değerlendirir. Özal’ın vefatından iki yıl sonra esrarengiz bir Aze- ri, Özal’ın Ebulfeyz Elçibey’i desteklediği için ze- hirlendiği mesajı bırakır aileye. Aile, adamın peşi- ne düşer, ancak o sır olup kaybolmuştur. Zeynep Özal, “Annem bu işin üzerine çok düştü.. Babam Türki Cumhuriyetler’in Rusya’nın etkisinden ko- parak Türkiye’nin etkisine gireceğine inanıyor ve bu yönde inanılmaz çalışıyordu.. Elçibey en bü- yük müttefikiydi.. Özellikle Ruslar suikast konusunda saatli bomba gibi etki eden saatli zehirler geliştirmişler.. İnsana verildiği sırada değil, istenen saatte öldü- rebiliyormuş.. Teşhis de edilemiyormuş.. Bu zeh- rin Bulgarlar tarafından kullanıldığı istihbaratını alınca annemin kuşkuları daha da arttı. Babamın ölmeden bir gece önce, Bulgar sefaretinde içtiği limonatayı bir türlü unutamadı.. Ama otopsi ya- pılmamıştı.. Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Özal, gerçekten limonatanın içine katılan zehirle mi öldürülmüştü?.. Bu sorunun cevabı hiçbir zaman öğrenilemedi” diyerek anlatır ailenin kuşkusunu. Tarihi Şekillendiren Suikastler 161

Turgut Özal’ın zehirlenmesi ile ilgili halen resmi makamlarca onaylanmış net bir bilgi yok.. Doğrulansa bile Cumhurbaşkanının zehirlendiği- nin ifşa edilmesi de zaten devletin tüm kurum- larının itibarını zedeleyebilecek çapta büyük bir olay. Burada sorulması gereken asıl sorunun “Özal’ın ölümü kime ne fayda sağladı?” 162 Tarihi Şekillendiren Suikastler

Ahmet Cem Ersever (JİTEM’in Kurucusu ve İlk Komutanı)

Emekli Jandarma Binbaşı Ahmet Cem Ersever, 1950 yılında Erzurum’da doğdu. Ankara’da Basın Yayın Yüksek Okulu’nda bir yıl okuduktan son-

ra 1969 yılında girdiği Harb Okulu’ndan 1972 yılında mezun oldu. Resmi adı İstihbarat Grup Komutanlığı olan, halk arasında Jandarma İstih- barat ve Terörle Mücadele (JİTEM) adıyla anılan biriminin kurucusu ve komutanı olan Ersever, Güneydoğu Anadolu’da PKK ile yapılan gerilla ve istihbarat çalışmalarının tümünde yer almış, silahlı çatışmalara bizzat katılmış, tüm faaliyetleri yönetmiş, PKK’ya yardım ve yataklık eden kişi ve guruplarla irtibat kurmuş, bunları tam yetkiyle ve Komutanlığa doğrudan bağlı olarak yürütmüş- tür. 11 Aralık 1979’da Jandarma Genel Komuran- Tarihi Şekillendiren Suikastler 163 lığı tarafından İçel, Hatay, Gaziantep, Mardin, Urfa, Edirne, Kırklareli ve İzmir illerinde kaçak- çılık olaylarını soruşturmakla görevlendirildi. 20 Şubat 1980’de Trabzon’daki kaçakçılık olaylarının takibi ile görevlendirildi. Henüz Yüzbaşı rütbe- sindeydi. 12 Eylül sonrasında Güneydoğu’da ya- şanan terör olaylarına karşı mücadele etmek ama- cı ile istihbarat toplamak ve toplanan istihbarat ile operasyonlar düzenlemek amacıyla Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele Teşkilatı (JİTEM) adı aldında faaliyet gösteren merkezi bir örgütlen- menin fikir babalığını yaptı ve doğrudan Jandar- ma Genel Komutanına bağlı olarak çalışacak olan JİTEM’in başına geçti. Ersever ile Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu arasında ilişki olduğu ve Ersever’in Velioğlu’ndan çok iyi istihbarat aldığı, avukatı Emin Emir (MHP’nin eski lideri Alparslan Türkeş’in de avu- 164 Tarihi Şekillendiren Suikastler katı) tarafından ifade edilmiştir. Özellikle 1989- 1990 yıllarında bu ikilinin çok sık görüştüğünden bahseden Emir, Ersever’in o dönem ‘Düşmanımın düşmanı dostumdur’ ilkesiyle hareket ettiğini ve ayrıca Hizbullah’ın devlet tarafından kurulduğu- na dair Ersever’den herhangi bir şey duymadığını da belirtmiştir. Ersever, bir süre sonra Aydınlık gazetesinden Soner Yalçın’a yaptığı açıklamalar ile Yeşil kod adıyla tanınan Mahmut Yıldırım ve bazı faili meçhuller ile ilgili bilgiler verdi. Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis’in kuşkulu bir uçak kazasında ölümünün üzerinden bir ay kadar sonra 17 Mart 1993’de 30 arkadaşı ile birlikte gö- revinden istifa etti. İstifa mektubunda “Güneydoğu’da yetkili organlar içerisinde oluş- turulan bir çete, cereyan eden hadiselerin gerçek boyutlarının Türk Milleti tarafından görülmesini engellemektedir” diyor ve yaşanan gerçekleri ve PKK ile mücadelenin eksikliklerini kamuoyuna Tarihi Şekillendiren Suikastler 165

duyurmaya çalışacağını açıklıyordu. Bu arada PKK ile psikolojik mücadele yönte- mi olarak Ahmet Aydın takma adıyla, Üçgendeki Tezgah ve APO-PKK-Kürtler isimli kitapları yaz- mış, ancak geçim sıkıntısı içine düşmüştü. İşa- damı Alparslan Ertuğ ile ilişki içindeydi ve eğer kendisine birşey olursa Güneydoğu’dan tanıdığı Hanefi Avcı’ya haber vermesini istemişti. Ersever Aydınlık gazetesine anlattıkları ile ilgili olarak mahkemeye ifade vermek için 24 Ekim 1993’de Ankara’ya gitti ve bir daha ken- disinden haber alınamadı. 1 Kasım’da Ankara, Çamlıdere’de sevgilisi Neval Boz’un, 2 Kasım’da Ankara, Polatlı’da itirafçı Murat Demir’in ve 4 Kasım 1993’de Ankara, Elmadağ’da Ahmet Cem Ersever’in cesetleri jandarma tarafından bulundu. Kimliği belirsiz kişiler tarafından öldürüldü. Birbirlerini tanıyan bu üç kişiyi kimlerin öl- dürdüğü bir sır olarak kaldı ama Susurluk Kazası ile başlayan süreçte ortaya saçılan bilgiler bu ci- nayetin kimler tarafından işlendiğine dair önemli ipuçlarını göz önüne serdi. 166 Tarihi Şekillendiren Suikastler

Eşref Bitlis suikastı

Suikastlar hiçbir zaman tek bir plan üzerin- den yürütülmez rahmetli Eşref Bitlis Paşa eğer 17 Ocak 1993 günü kazadan kurtulsaydı gide- ceği Diyarbakır da kesin başka bir operasyon ile öldürülecekti. Kazanın oluşumu tamamen im- kansız %1 bile ihtimal verilmeyen olasılıklardan

kazanın oluşumu anlatılıyor. İddialara bakılırsa 2 motorunda performans kaybından, motorla- rın yanma odalarındaki patlamalar ile kanatlarda oluşan kopmalar sonrasında kumanda sisteminin kilitlenmesi ve %60 pilot hatası % 40 buzlanma olarak kaza bilirkişi raporları hazırlanıyor. Uçak Tarihi Şekillendiren Suikastler 167 aşırı buzlanma sonucu çakıldığı aktarılıyor ancak uçaklarda buzlanma önleyici sistem mevcut ve kalkıştan önce yer ekibi tarafından uçağın buz- lanmaya karşı alkollendiği de açıklandı Uçak ta performans kaybı varsa 3 dakika yükseldikten sonra yüksek performans ile seyir etmiş buraya kadar her şey normal uçuş ekibi çok iyi eğitim almış pilot hatası da kesinlikle olamaz.Tüm dün- yada bu tür uçak kazalarını ülkenin sivil havacılık kurumları kaza sonrası bilirkişi raporları hazır- lar bizdeki gibi üniversite de öğretim görevlileri değil.Kaza sonrası bilirkişi raporunu hazırlayan Prof. Ahmet Nuri Yüksel zaten tüm bildiklerini kazanın gerçek oluşumun söyleyemez.Bu kazada da yaydın bir yöntem olan petrol jölesi (gres yağı) kullanıldı.Gres yağını bir poşet içerisine koyup güzelce ezdikten sonra bir zarf içerisine yerleşti- rip belge veya doküman süsü verilip istenilen yere ulaştırılabilir.Petrol jölesi uçuştan bir gece önce yakıt deposuna boşaltılmalı ki homojenlik sağ- lansın uçuştan bir gece önce nöbetçi asker uçak etrafında birilerini gördüğünü açıklamıştı.Uçak 168 Tarihi Şekillendiren Suikastler motorları çalıştıktan sonra petrol jölesi motorlar- da patlamalar oluşturur,yakıt borularına sıvanır ve motorları durdurur.Bunun başka bir şeklide aynı petrol jölesini uçağın hidrolik tankına boşaltılırsa hidrolik sistemi yavaşlatır ve kontrol kumandaları kilitlenir.Eşref Bitlis’in bu kazadan kurtulma şan- sı yoktu. Kurtulsaydı Diyarbakır’da kesinlikle bir ikinci ekip suikastı tamamlayacaktı.

Eşref Bitlis’in ölümü ile ilgili şok iddialar (Basından)

Ergenekon’un kilit ismi Tuncay Güney, po- lise verdiği ifadede Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis ile Binbaşı Ersever’in, Ergenekon’un PKK ‘ya silah satışından haberdar oldukları için öldürüldüğünü öne sürdü. Veli Küçük ile Doğu Perinçek’in TSK’ya ait 24 bin silahı K. Irak’a gö- türüp Talabani, Barzani ve PKK’ya verdiklerini iddia eden Güney’e göre Kırıkkale’deki silah fab- rikası da delilleri yok etmek için bombalandı. Kanada’da yaşayan Tuncay Güney’in, Ergene- kon iddianamesine zemin hazırlayan 2001’deki ifadelerinin yer aldığı DVD’den çıkan şok iddi- alardan bir bölümü de Ergenekon’un işlediğini öne sürdüğü iki önemli cinayet ve Kırıkkale Silah Fabrikası’ndaki patlamayla ilgili. Akşam gazetesindeyken “CIA Kuzey Irak’a si- lah sevkıyatı yapıyor” başlıklı bir haber hazırlayan Tuncay Güney, 2001’de gözaltına alındığında sev- kıyatı aslında Ergenekon’un yaptığını ileri sürü- Tarihi Şekillendiren Suikastler 169

yor. Tuncay Güney’in iki önemli cinayete ilişkin iddiaları şöyle sıralanıyor: “Cırtlak koyu yeşil BMV bir gece vakti Habur Sınır Kapısı’na geldi. Arabada Tuncay Güney ile gazeteciler A., B., ve D. de vardı. Veli Küçük’ün ekibiyle dönemin Bölge Valisi Ünal Erkan’ın ara- sı iyi değildi. Gazeteci A. ekibe bu yüzden dahil edilmişti. A.’nın Erkan’la arası iyiydi. Sınır geçiş izinleri bu ilişki sayesinde kolayca alındı.”

Silahlar Sınırda

Ekibi Silopi Hac Konaklama Tesisi’nde resmi ve sivil üniformalı askerler karşıladı. Kapıda işlem- leri JİTEM’ci Ali Balkan Mete’nin adamı olan, Küçük’ün oraya atanmasını sağladığı Gümrük Baş Muhafıza Müdürü C. Bey yaptırdı. Habur’u geçtikten sonra konteynırlı iki araba ekibi bekli- yordu. Sınırı geçince önüne telle Irak plakası ta- kılan BMW öndeydi, içinde 24 bin silah bulunan konteynırlı iki araç da arkadan geliyordu. Silah- 170 Tarihi Şekillendiren Suikastler ları, JİTEM’e çalışan gümrük müdürü biliyordu. Gazeteci A., konteynırların içinde silah olduğunu anlamış ve rahatsız olmuştu. B. bunu bilmiyordu, ancak şüphelenmişti. Gerçeği İstanbul ‘a gelince öğrendi. Ekip silahlarla Zaho’ya ulaştı. Gün ışıya- na kadar Irak Milli Türkmen Partisi’nde kaldılar.

Doğu Perinçek Referans Oldu

Burası Barzani bölgesiydi. Ziyaret görünüş- te gazetecilerin Irak liderleriyle röportaj gezisiy- di, Doğu Perinçek’in referansını kullanıyorlardı. Sonra Talabani bölgesine geçildi. Bir hafta sonra Erbil’e geçen ekipte bulunan gazeteci A., Tuncay Güney’le tartışarak Türkiye’ye geri döndü. Jİ- TEM subayları, Tuncay Güney’e, konteynırlarda 24 bin silah olduğunu söylemişti. Silahların 12 bini Barzani’ye, 12 bini de Talabani’ye verildi. Kosret Resul , ‘Silahların 6 binini biz aldık. Bin- başı Tamer ‘yine’ bizimle oynuyor’ dedi. Kosret Resul, geri kalan 6 bin silahın PKK’nın liderlerin- den Cemil Bayık’a teslim edileceğini söyledi.’ Tarihi Şekillendiren Suikastler 171

Karşı Çıkan Öldürüldü

Dönemin Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis ve JİTEM’in Doğu’yu kapsayan 4. bölge- sinin komutanı Binbaşı Cem Ersever, Veli Küçük ile Ergenekon ekibinin kirli işlerini, Irak’a yapılan silah sevkıyatların çok iyi biliyorlar ve karşı çıkı- yorlardı. Bu nedenle örgüt, Bitlis ve Ersever’i sev- miyordu. Daha sonra art arda ikisi de öldürüldü.

Sahte Rapor Verildi

Güney’e göre senaryo şu şekilde işledi: Eşref Bitlis Paşa’nın öldüğü haberi ilk duyulduğunda Veli Küçük, Perinçek’e konu üzerinde çalışması- nı söyledi. Bitlis‘in uçağının ‘buzlanma’ sonucu düştüğü rapor edildi. Dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’e de bu yönde açıklama yaptırıldı. Veli Paşa’ya bunu sordum, ‘Buzlanma oldu. Bunun altında bir şey aramaya gerek yok. Komutan’dan daha iyi kim bilir’ cevabını verdi. As- lında Küçük, Doğan Güreş ve Hasan Kundakçı’yı sevmezdi. Olay böylece örtbas edildi.

Suikastı ABD‘li kadına yıktılar

Veli Paşa daha sonra beni çağırdı. ‘Bazı ha- berleri sızdıralım’ dedi. Bir de ‘Hemen bir kitap hazırlayın’ talimatı verdi. Ben bu arada Akşam’da 172 Tarihi Şekillendiren Suikastler

Elizabeth Shalgen aleyhine yayın yapıyordum. DEP’li il başkanları o dönem, ABD‘ye gitmiş. On- ları Cumhuriyet Senatosu’yla bu kadın görüştür- müştü.. Bu kadına saldırıyorduk. Sonra Veli Kü- çük bize Adana’daki Amerikan Konsolosluğu’nda ikinci konsolos olan Penikto’nun fotoğraflarını verdi. ABD’li subayların kamplardaki fotoğrafla- rını yayınladık. Aydınlık ısrarla, ‘Elizabeth Shal- gen parmağı’ diye haber yapıyordu. Küçük, beni çağırıyor, ‘Bak bir şey öğrendik. Bu Amerikalılar bizim Eşref Bitlis Paşa’yı öldürmüş’ diyor ben de bunları Adnan Akfırat’a yazdırıyordum. Kadın hakkında Genelkurmay tahkikat başlattı. Anka- ra Shalgen’in geri çekilmesini istedi. Sonra ABD onu çekti.

Veli Küçük istemezse ‘Yeşil’ öldürülemez

Polis sorguda Güney’den ‘Yeşil, Veli Küçük’ten habersiz öldürülebilir mi, Ersever öldürülebilir mi’ sözlerini açmasını istiyor. Güney şu cevabı veriyor: ‘Öldürülemez. Kimse yapamaz böyle bir şeyi. İşaret etmesi lazım. Veli Paşa’dan herkes kor- kar. Emekli olması hiç önemli değil. Perinçek’in gözünüzde anarşist olması önemli değil. Onun dava arkadaşı. Bir diğer arkadaşının başçavuş veya teğmen olabilir. Kurmay başkanıyla iş yapmaz ama teğmenle, işlerini yapardı. Onlar her zaman ‘emret komutanım’ derlerdi. Çünkü bir yüzbaşı, bir üsteğmen için Küçük ütopyadır. Tarihi Şekillendiren Suikastler 173

Ersever’in ipi de çekildi

Güney, üç hafta gibi kısa sürede Adnan Akfırat imzasıyla yayınlanan Eşref Bitlis kitabında benzer detaylar olduğunu söylüyor. Güney’e göre önemli detaylardan biri de Ersever’in suikastta kullanıl- dığı idi. Küçük, Ersever’i hiç sevmiyordu. Sorun çıkaran adamların hesapları bir bir görülüyordu. Ersever’in öldürülmesi de bir dosya kapatmaydı. Hiçbir soruşturma olmadı. Ersever, ölmeden önce Veli Paşa’yla kavgalıydı. Veli Paşa İzmit’e gelme- sini söyledi. Gelmedi. İki Irak subayı Türkiye’ye sığınmış. Ersever, ‘Gönderme’ talimatına uyma- yıp subayları iade ediyor. Örgüte, dolayısıyla Veli Paşa’ya dikleniyor. Başbakanlık Poligonu’nda öldürüldü. Kendisi hatalıydı, Veli Paşa söyledi, ‘Hatalıydı’ dedi. Ersever, Bitlis Paşa’nın en has adamıydı. Kapıyı vurmadan giriyordu. Manipü- lasyonlar yapılmasaydı, Ersever konusunda Kü- çük suçlanacak tahkikat açılacaktı.

Fabrika patladı deliller yok oldu

Tuncay Güney’in polise verdiği ifadelere göre Kırıkkale Silah Fabrikası’nda meydana gelen pat- lamayla Veli Küçük ve ekibinin silah sevkıyatıyla ilgili deliller de yok edildi. Güney şu bilgileri verdi: ‘Bence Irak’a, PKK’ya giden silahlar o kadar önemli değil. Veli Paşa, Karadeniz ‘den Elçibey’e (Azerbaycan) ve Çeçenistan’a giden silahlardan korkuyordu. TİKA 174 Tarihi Şekillendiren Suikastler olayı patlamıştı. Bu darbe olayı (Azerbaycan’da) patlamıştı. Veli Paşa’nın üzerine geleceklerdi. On- dan korkuyordu. Irak’takinden korkmaz çünkü Irak’ta ortalık çok karma karışık her şey birbiri- ne girmiş. Ama Azerbaycan’da bu olmaz. Çünkü Elçibey’den sonra gelen Aliyev’le anlaşamıyorlar. Güney, patlamayı Küçük’ün talimatıyla ‘Çevik Paşa yaptırdı’ diye haberleştirdiklerini öne sürdü. Polisin ‘Diyelim ki Veli Küçük senden böyle bir talepte bulundu. Sen ne yapıyorsun’ sorusunu Güney, ‘Aydınlık’a gidiyorum Doğu Bey ve Ad- nan Akfırat’a söylüyorum. Adnan hemen redakte edip kullanıyor. Sonra da basına servis yapıyoruz.’ Polis bunun üzerine, ‘Peki patlama senaryosu na- sıldı. Nasıl gerçekleştirildiğini yazdınız’ diye so- ruyor. Güney’in cevabı şöyle oluyor: ‘Çevik Bir Albay, Lübnan’da PKK ‘lılarla Taşnak aracılığıyla masaya oturdu. Silahları sattı. Depodaki kaybın anlaşılmasını önlemek için de silah fabrikasına sa- botaj yaptırdı.’ 22.07.2008 ulusal gazeteler

Ağustos 6, 2008 Eşref Bitlis’in oğlu Tarık’tan ürperten iddia

Ankara’dan Diyarbakır’a 17 Şubat 1993 tari- hinde giden uçağın düşmesi sonucu hayatını kay- beden eski Jandarma Genel Komutanı Org.Eşref Bitlis’in ölümü hala sırrını koruyor. Resmi açıklamalarda buzlanma sonucu mey- dana gelen bir kaza olduğu açıklanmış ancak bu Tarihi Şekillendiren Suikastler 175 birçok kişiyi tatmin etmemişti. Orgeneral Bitlis’in oğlu Tarık Bitlis, babasının ölümünü “Karanlık bir olay” olarak nitelemiş ve Bitlis, “Her gün, her dakika, 15 sene sonra dahi babamın nasıl öldüğü konusunda bir takım soruların olması, cevapların olmaması bir vatandaş olarak beni rahatsız edi- yor. Böyle bir durumu yaşamak bana acı veriyor. Bu olayın karanlık bir şekilde kalması, kesin bir sonuca ulaşmaması, faili meçhul kalması üzüyor bizleri” açıklaması yapmıştır. Açıklama yapan Tarık Bitlis, 15 seneden bu yana babasının ölümü ile ilgili belirsizliğin ortadan kalkmadığını söyledi. Bitlis, “Bu konu 15 yıldır konuşuluyorsa vatandaş olarak da Eşref Bitlis’in oğlu olarak da aynı endişeleri duymamam müm- kün değildir.” dedi. Bitlis, bu geçen süre zarfında Türkiye’nin genel durumu, Türkiye’de yaşananlar, faili bilinmeyen şüpheli cinayetler nedeniyle her geçen gün babasının ölümünün karanlık bir olay olduğuna daha çok inandığını dile getirdi. Bitlis, “Her gün, her dakika, 15 sene sonra dahi baba- mın nasıl öldüğü konusunda bir takım soruların olması, cevapların olmaması bir vatandaş olarak beni rahatsız ediyor. Böyle bir durumu yaşamak bana acı veriyor. Bu olayın karanlık bir şekilde kalması, kesin bir sonuca ulaşmaması, faili meçhul kalması üzüyor. Bu olayın 15 senedir, kamuoyu- nun bütün kesimi suikast olduğunu düşünüyor. Türk vatandaşı olarak böyle karanlık bir olayın hala tartışılıyor olması beni ziyadesiyle tedirgin ediyor. Bu insan 15 sene evvel bir şekilde ölüyor, 176 Tarihi Şekillendiren Suikastler

üzerine kitaplar yazılıyor, demeçler veriliyor, tar- tışmalar yapılıyor. Neden araştırması tam olarak yapılmadı? Olayın araştırması başından itibaren normal kurallar çerçevesinde yapılsaydı sorulara cevap bulunabilirdi” şeklinde konuşmuş.

Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş; “Olay Kaza”

Eşref Bitlis’in ölümü dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş tarafından kaza olarak açıklandı. 2 Mayıs tarihli Aydınlık Gazetesi’nde Soner Yalçın imzalı haberde ‘Eşref Bitlis Dosyası Kapatıldı’ haberi yeraldı. Olayı Soruşturan Kara Kuvvetleri Komutanlı- ğı ise 5 Mayıs 1993 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığı kararını verdi. Uçağın ikinci pilotu Kurmay Yüzbaşı Tuğrul Sezginler’in ablası Saime Sezginler, uçağın buz- lanmasına inanmadığı için halen Ergenekon da- vasından tutuklu bulunan Avukat Nusret Senem aracılığıyla olayın üzerine gitti. Uçağı satan ABD firması ile Milli Savunma Bakanlığı aleyhine dava açıldı. Dava sonucunda 13. Asliye Hukuk Mah- kemesi olayın buzlanmadan kaynaklanmadığı yö- nünde karar verdi. Ergenekon davasından tutuklu bulunan Ga- zeteci Adnan Akfırat, Eşref Bitlis Suikasti isimli kitabında, ‘Orgeneral Bitlis’in parçalanan cese- di, Güreş’in son yılların en uzun Genelkurmay Başkanlığı’nı garantiye aldı. Bu suikastte ölüm Tarihi Şekillendiren Suikastler 177 emrini veren makamın Türkiye dışında olduğunu saptadık. Org. Bitlis’in uçağına sabotajın doğru- dan CIA’nın emrindeki bir birim tarafından ya- pıldığını ortaya çıkardık’ tesbitine yer veriyordu. Akfırat’ın bu kitabında, bu cinayetin Cem Er- sever tarafından işlendiğine de dikkat çekilerek, şöyle denildi. ‘JİTEM Grup Komutanı Binbaşı Ersever çevresine topladığı itirafçılarıyla birçok kirli yasadışı işlere karıştığı için sıkışmıştı. Genel- kurmay İstihbaratı ile uyuşturucu işi yapıyordu. Irak istihbaratıyla ilişkide kişisel servet edinme yoluna girmişti. Ersever nefsi için örgüt içinde cinayetler işlemişti. Ekibi içindeki itirafçılarla da çatışmaya girmişti. Bir subayı ise öldürmüştü.(İs- mail Öztopal cinayeti) Ersever’in Bölge’de yürüttüğü kirli işler nede- niyle şantaja teslim olduğunu iddia eden Akfırat, ‘Binbaşı Ersever uçağın düşmesinden hemen son- ra olay mahalline gitti. Sivil giysili olarak Yenima- halle Posta İşleme Merkezi’ne gelen Ersever PTT güvenlik görevlilerinin şüphesi üzerine askeri kimliğini gösterdi. Bitlis suikasti kapatıldı. Ancak Ersever’e verilen söz tutulmadı. Ordu’dan atılacak iken istifa etti. Ersever konuşma tehdidi üzerine Abdullah Çatlı ekibince ortadan kaldırıldı. Çiller Özel Örgütü önemli bir suç ortağını temizledi. Ersever’in Başbakanlık Poligonu’nda sorgusu vi- deoya çekildi. Bitlis suikastini bütün boyutlarıyla ortaya çıkaran kasetler Genelkurmay İstihbaratı kasalarında bulunuyor. 29 Ekim 1993 akşamı Sa- bah Gazetesi’ne edilen telefonda, ‘Bitlis Paşa’nın 178 Tarihi Şekillendiren Suikastler katili Ersever infaz edildi’ denildi. Bu cinayetin işlendiği dönemde ise Veli Küçük, JİTEM İstih- barat Komutanı olarak görev yapıyordu.

3 Ağustos 2008 Gündem online Helin Şahinin haberi Emekli Albay Vural’dan ‘Eşref Bitlis’in kadrosu suikastlerle öldürülecek’ notu çıktı. Vural “Bu bel- geyi hatırlamıyorum” dedi. Tayfun Çillioğlu’nun “10 kişilik fotoğraftakilerden 7’si bir şekilde öldü ya da öldürüldü”dediği isimlerin kimler olduğuy- la ilgili çeşitli iddialar gündeme gelmişti. 3. Ergenekon iddianamesine giren ve eski MİT çalışanı emekli Albay Hüseyin Vural Vural’da bu- lunan şok bir belge, şüpheli bir uçak kazasında hayatını kaybeden eski Jandarma Genel komu- tanı Eşref Bitlis ve ekibinin ölümlerini yeniden gündeme getirdi. Vural’da Orgeneral Bitlis, Kor- general İsmail Selen, Tuğgeneral Bahtiyar Aydın ve Albay Rıdvan Özden’in de suikastlerle öldürül- düğüne ilişkin belgeler ele geçti.

Bu Belgeyi Hatırlamıyorum

3. iddianamede “Ergenekon silahlı terör örgü- tü yapılanmasında fikri ve ideolojik olarak örgüt üyelerinin eğitimiyle görevli” kişi olarak gösteri- len Emekli Albay Vural’da ele geçirilen begeler, kayıtlara ‘şehit oldu’ diye geçen ancak Ergenekon soruşturmasıyla birlikte ‘suikaste kurban gitti- ler’ iddiaları ciddi biçimde tartışılmaya başlanan Tarihi Şekillendiren Suikastler 179 subay cinayetlerine ışık tutacak nitelikte. Vural evinde çıkan belgeler için “Bu belgeyi hatırlamı- yorum” dedi.

Suikastlerle Öldürülecekler

Hüseyin Vural Vural’da ele geçen Orgeneral Eşref Bitlis’le ilgili belgede “Eşref Bitlis’in kadro- su suikastlerle öldürülecek’’ ifadelerinin yer aldığı belirtildi. Belgede ayrıca, görevi başında öldürü- len Tuğgeneral Bahtiyar Aydın ve Albay Rıdvan Özden ile emekli olduktan sonra evinde uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürülen Korgeneral İsma- il Selen’in de suikaste kurban gittikleri bilgilerini içeren mesajların yer aldığı kaydedildi.

Eşref Bitlis ekibinde esrarengiz ölümler

Eşref Bitlis’e yakın subaylardan Albay Kazım Çillioğlu’nun büyük oğlu Tayfun Çillioğlu, bir süre önce Star’a yaptığı açıklamada “Bizim ko- mutanımız Eşref Paşaydı. Babamın ajandasında bir fotoğraf bulduk. Bitlis’in yanı sıra aralarında generallerin de yer aldığı 10 kişiden 7’si bugün hayatta yok. Hepsi bir şekilde ölmüş. Bazı şey- lerin sonuçlanmasını bekliyorum, sonra babamın arşivini, günlüklerini, fotoğraflarını ilgililere vere- ceğim” demişti. 180 Tarihi Şekillendiren Suikastler

Bitlis’le Gitmedi Bir Yıl Sonra Öldü

Albay Çillioğlu, Eşref Bitlis’in düşen uçağına binecek ekipten son anda çıkarılmış ve iki gün önce hazırlık yapması için Diyarbakır’a gönde- rilmişti. Uçak kazasından Albay Çillioğlu, bir yıl sonra Tunceli Jandarma Alay Komutanı ola- rak görev yaparken lojmanında ölü bulundu. Çillioğlu’nun ölümü kayıtlara ‘intihar etti’ diye geçti. Ancak intihar silahının ve mermi çekirde- ğinin balistik incelemesinin yapılmadığı, ailesine teslim edilen silahının şarjöründeki mermilerin tam olduğu ortaya çıkmıştı.

Fotoğraftaki Yedi İsim

Tayfun Çillioğlu’nun “10 kişilik fotoğraftaki- lerden 7’si bir şekilde öldü ya da öldürüldü”dediği isimlerin kimler olduğuyla ilgili çeşitli iddialar gündeme gelmişti. Fotoğraftakilerin Orgeneral Eşref Bitlis, Di- yarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın, Adana Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Temel Cingöz, Mardin Jandarma Alay Komutanı Rıdvan Özen, Tunceli Jandarma Alay Komutanı Albay Kazım Çillioğlu, emekli Korgene- ral Hulusi Sayın, Jandarma Binbaşı (JİTEM kuru- cusu) Cem Ersever olduğu da öne sürülmüştü. Tarihi Şekillendiren Suikastler 181

Star gazetesi- 16 Ağustos 2009 Bitlis’in uçağına `sabotaj ihtimali’

Jandarma eski Genel Komutanı’nını taşıyan uçağın düşmesine ilişkin hazırlanan yeni raporda uçağın buzlanma nedeniyle düşmediği iddia edil- di Jandarmaeski Genel Komutanı Orgeneral Eş- ref Bitlis’i taşıyan uçağın düşmesine ilişkin olarak İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) uzmanlarınca hazırlanan raporda, uçağın buzlanma nedeniyle düşmediği belirtilerek sabotaj ihtimali vurgulan- dı. Düşen uçakta Bitlis’le birlikte bulunan Tuğrul Sezginler’in ablası Saime Sezginler’in İstanbul 10. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açtığı davada, bi- lirkişi raporunu sundu. İTÜ Uçak ve Uzay Bilim- leri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Oğuz Borat’la Prof. Dr. Nuri Yüksel ve Prof. Dr. Zahit Mecitoğlu’nun imzasını taşıyan raporda şöyle denildi: “Motor iç aksamının enkaz mahallinde bu- lunamaması ve sağlam olan motor zarfının par- çalanmamış, hatta fazla deforme olmamış gö- rüntüsü karşısında, sabotaj ihtimali gözden uzak tutulmamalıdır.” Üç buçuk yıldan bu yana kardeşinin ölüm ne- denini araştıran Saime Sezginler raporunun açık- lanmasıyla davanın seyrinin değişeceğini belirte- rek şöyle konuştu: “Milli Savunma Bakanlığı bu raporu dikkate almasa da ısrarlı davranacağım. Dosyayı tanzim 182 Tarihi Şekillendiren Suikastler edip resmi şekilde yeniden başvuracağız, eğer rededilirse ona göre bir hal tarzı bulmak zorun- dayım. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde çalınması gereken her türlü kapıyı çalmak sanı- rım bana düşüyor. Bir sonuç alamazsam Avru- pa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuracağım. Biliyorsunuz Meclis’te Faili Meçhul Cinayetler Komisyonu’ndaydı bu dosya. Komisyon Başkanı Sadık Avundukoğlu, Genelkurmay’ın hiçbir bel- ge vermediği için dosyayı rafa kaldırmak zorunda kaldıklarını söyledi. İşin sorumluları şu ya da bu sebepten bu işi kapatmaya çalışıyorlar, diye düşü- nüyorum. Yeniden dosyanın komisyona gelmesi sağlanabilir.”

Raporu Perinçek Açıkladı

İşçi Partisi Lideri Doğu Perinçek, söz konusu raporun uçağın buzlanma nedeniyle düşmediğini belgelediğini belirterek “Bu rapor, Bitlis’in sabo- tajla katledildiğinin belgesidir” dedi. Perinçek’in önceki gün bir basın toplantısıyla açıkladığı rapo- run sonuç bölümünde şu değerlendirme yer aldı: -“Uçağın düşmesinde motordaki buzlanmanın etkili olduğunu gösteren yeterli delil yoktur. -Motor arızası ve düşme olayında pilotaj ve ba- kım kusuru bulunduğuna dair delil yoktur. -Uçağın düşmesine yol açan motor arızasında davalı firmanın dizayn ve yapım hatası bulundu- ğuna dair delil mevcut değildir. -Kaza günü öncesindeki gece, hangar civarın- Tarihi Şekillendiren Suikastler 183 daki - bir nöbetçi tarafından bildirilen - kimliği bilinmeyen kişiyle yukarda isimleri zikredilen motor iç aksamının enkaz mahallinde bulunama- ması ve sağlam ve mukavim olan motor zarfının parçalanmamış ve hatta fazla deforme olmamış görüntüsü karşısında sabotaj ihtimali gözden ırak tutulmamalıdır.”

Perinçek, Binbaşı Cem Ersever’in bu sabotajda özel bir rolü olduğunu ve daha sonra çok şey bil- diği için Abdullah Çatlı’nın ekibince öldürüldü- ğünü de öne sürdü. Milliyet Gazetesi 184 Tarihi Şekillendiren Suikastler

Olof Palme

Saat:20.30 Sveavagen; Stockholm’un en kalabalık cadde- lerinden biri. Gün boyu, caddeyi karınca sürüsü gibi dolduran insanların çoğu evlerine çekilmiş. Kilometrelerce uzunluktaki, başkentin bu en bi- lindik caddesi akşam sessizliğini yaşıyor. 60’lı yaş- larda bir adam ve eşi evlerinden yürüyerek çıkıp,

50 metre ilerdeki metro istasyonuna geliyor. 17 numaralı trene biniyor ve kısa bir yolculuk son- rası Sveavagen’e geliyorlar. 38 numarada bulunan sinema salonunda, her zamanki hareketlilik var. Çift, filmin başlamasına çok kısa bir süre kala içeriye giriyor. Vizyondaki filmlerin tanıtıldı- ğı panonun önünde durup, seyredecekleri filmi seçmeye çalışıyorlar. Adam karısına, oturmasını, kendisinin bilet alıp geleceğini söylüyor. Gişeye doğru ilerliyor, cebinden çıkardığı parayı görevli Tarihi Şekillendiren Suikastler 185 kıza uzatıyor. Bileti uzatan kız “İyi seyirler efen- dim!” diyor. Adam bir an duraklayıp “Teşekkür ederim” diye cevap veriyor. Ağzına kadar dolu salonda yerlerini bulmak için görevliden yardım istiyorlar. Çift, rahatsız ettiği seyircilerden özür dileyerek yerlerine oturuyor. Gençlik yıllarında, sıklıkla sinemaya giden çift uzunca bir zamandır unuttukları bu zevki tekrar tatmanın sevinci içe- risinde filmi izliyor.

Saat 23:10 Filmden çıkanlar, ana caddeyi dik kesen dar ve taşlı yollar sokaklarda kayboluyor. Kadın, yol üze- rinde bulunan bir mağazanın vitrinine bakmak istediğini söylüyor. Kol kola salondan çıkıyorlar. İki ana bulvarın kesişme noktasında bulunan “Dekorima” adlı mağazanın önüne geldiklerinde, yaylar için kırmızı yandığını görüyorlar.

Saat: 23:26 Kadın vitrine bakmak için hareketlendiğinde iki el silah sesi duyuyor. Döndüğünde, kocasının yerde yattığını, siyah mont giymiş bir adamın, si- lahı kendisine doğrulttuğunu görüyor. Saldırgan bir el daha ateş edip kaçmaya başlıyor. Kurşun kadının kolunu sıyırıyor. Hemen, yerde yatan kocasının üzerine atlıyor. Sırtına attığı elini geri çektiğinde, kanlar içinde kaldığını görüyor. Yo- lun diğer tarafında bulunan polis ekibine doğru koşmaya başlıyor. Polisler olağandışı bir durum olduğunu anlayıp arabadan iniyor. Kadın, şuuru- 186 Tarihi Şekillendiren Suikastler nu kaybetmiş bir şekilde “Yardım edin! Kocamı vurdular” diyor. Polis, kadını sakinleştirip, kimli- ğini soruyor. Kadın, çantasından kimliğini çıkar- tıp polise gösteriyor; Adı: Lisbet, Soyadı: Palme… “Kocam, İsveç Başbakanı Olof Palme silahlı saldı- rıya uğradı”. Kadının ağzından en son bu sözler çıkıyor. Polisler durumun ciddiyetini anlayıp olay yerine doğru harekete geçiyor. Bu arada, olay sıra- sında karşı kaldırımdan geçen iki genç kız, yerde yatanın Olof Palme olduğunu görünce, ambulans çağırıyor. Beş dakika içinde olay yerinde gelen sağ- lık ekipleri, Olof Palme’yi hastaneye yetiştirmek için insanüstü çaba sarf ediyor. İsveç tarihinin en sevilen başbakanı Olof Palme saldırıdan yaklaşık 30 dakika sonra hastaneye getiriliyor. Zaman kay- bedilmeden, tıbbi müdahaleye başlanıyor.

Saat: 00:06 Doktorlar Olof Palme’nin, tüm müdahalelere rağmen yaşamını yitirdiğini açıklıyor. Aynı saldı- rıda yaralanan eşi Lisbet Palme’nin durumunun ise endişe verici olmadığını ekliyorlar. Suikast haberi, 15 dakika içinde, tüm dünya ajanslarına düşüyor. Sıradan bir vatandaş gibi ya- şadığı için halkının adeta taptığı, ezilen üçüncü dünya ülkelerine en fazla desteği veren batılı lider olan Olof Palme’nin öldürülmesi, sadece lideri olduğu sekiz milyonluk ülkeyi değil, tüm dünya insanlığını derinden yaralıyor. Kabine acilen top- lanıp, Palme’nin tüm yetkilerinin, yardımcısı Ing- var Carlsson’da toplandığını açıklıyor. İsveç polisi Tarihi Şekillendiren Suikastler 187 olayın ertesi günü, saldırganın en kısa zamanda yakalanacağına dair söz verip harekete geçiyor. Aradan geçen 20 yılda, birçok şüpheli gözaltına alındı. Birçok siyasi örgüt, saldırıdan sorumlu tu- tuldu fakat hiçbir sonuç alınamadı. Davanın za- manaşımına uğramasına beş yıl kala, dünya siyase- tinin en sevilen liderlerinden biri, Olof Palme’nin hikâyesine bir göz atalım dedik.. Palme, Litvanya göçmeni bir ailenin çocuğu olarak Stockholm’de dünyaya geldi. Yıl 1927’ydi ve dünya, kısa süre içerisinde gelecek olan eko- nomik buhranın belirtilerini yaşamaktaydı. İsveç, 1. Dünya Savaşı’nda tarafsızlığını korumuştu. Maddi kayıplara uğramamıştı ama savaşın, üre- timi canlandıran etkisinden de faydalanamama- nın zorluğunu çekiyordu. Palme, üst sınıf bir ailenin mensubuydu ve eğitimini tamamlamak için Amerika Birleşik Devletleri’nin yolunu tut- muştu. 1947-48 yıllarında, Ohio’da bulunan Kenyon College’de eğitim gördü. Kısa sürede öğrenci birliğinin başkanı oldu. İki yılın sonun- da, hukuk eğitimini sürdürmek için Stockholm Üniversitesi’ne, kapitalizmin en katı uygulayıcısı olan Amerika Birleşik Devletleri’nden, sosyal de- mokrasi ile ilgili ciddi bir merak ve donanım elde 188 Tarihi Şekillendiren Suikastler ederek dönmüştü. 1951 yılında, Sosyal Demok- rat Hareket’in öğrenci birliğine girdi. Bir yıl sonra İsveç Öğrenci Birliği’nin başkanı oldu. Palme’nin sosyal demokrasiye kayışı temelde iki sebebe daya- nıyor: Birincisi; 1940’lı yılların Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşanan derin sınıfsal ve ırksal ayı- rımlar. İkincisi; 1953 yılında, Asya’ya yaptığı bir gezide, emperyalizmin bütün kötü yönlerine göz- leriyle şahit olması. Palme’nin öğrenci birliğindeki etkin tavrı, dönemin başbakanı Tage Erlander’in dikkatini çeker. Palme, Erlander’den danışmanı olarak çalışması için bir davet alır. 1953-59 yıl- ları arasında Sosyal Demokrat Parti’de danışman olarak görev yapar. 1959 yılında da milletvekili seçilerek parlamentoya girer. 1967 yılında Eğitim Bakanlığı görevine getirilen Palme, Erlander’in 1969 yılında istifa etmesiyle başbakanlık görevi- ne getirilir. Erlander 1946-69 yılları arasında 23 yıl başbakanlık yapmıştır ve İsveç politikası onun yönetiminde en sorunsuz dönemlerini yaşamış- tır. Bu koltuğa, ateşli öğrenci liderliğinden gelen Palme’nin oturması, başta Amerika Birleşik Dev- letleri olmak üzere, emperyalist batı devletlerini rahatsız etmeye yetmişti. Palme’nin, Amerika Bir- leşik Devletleri’nin ayrımcı ve emperyalist poli- tikalarına karşı olduğu zaten biliniyordu. Merak edilen şey; yüzyıllardır tarafsız politikası ile tanı- nan İsveç’in, dünya siyasetinde özellikle batı kar- şıtı bir pozisyon alıp almayacağıydı. Palme, göreve gelir gelmez, alışılmış İsveç ta- rafsızlığının dışında politikalar izlemeye başladı. Tarihi Şekillendiren Suikastler 189

Batı politik süreci, kendi medeniyetlerinin diğer milletlere yaşattığı olumsuzlukları tartışmaya açan bir yapıya sahip değildi. Palme, dünyanın daha yaşanabilir bir yer haline gelebilmesi için öncelikle üç sorunun çözülmesi gerektiğini savu- nuyordu; ABD’nin yayılmacı politikası, Üçüncü Dünya Ülkelerinin ekonomik durumları ve ırksal farklılıklar sorunu. Bu üç sorunun çözümüne iliş- kin atılacak her adım, emperyalist düzeni teme- linden sarsacak hasarlar yaratabilirdi. Palme, kısa sürede özellikle Afrika ve Doğu halklarının idolü haline geldi. Ezilmişler onu seviyordu ama tekeri- ne çomak sokulan büyük devletler, Palme’nin var- lığından rahatsızlık duymaya başlamıştı. İşte tam bu yüzdendir ki, suikastın ardındaki güçler yıllar boyunca bulunamamıştır. Palme’nin varlığından rahatsız olan o kadar güç vardır ki… ABD yaklaşık beş yıldır Vietnam’daki sava- şı sürdürmektedir. Palme, dünya kamuoyunun dikkatini Vietnam’a çekmek için elinden geleni yapar. Birleşmiş Milletler toplantısındaki gün- dem dışı konuşmasının büyük bir bölümünü 190 Tarihi Şekillendiren Suikastler

Vietnam topraklarında yaşanan insan hakları ih- lallerine ayırır. Batı medeniyetinin herhangi bir temsilcisinden, ilk defa bu kadar ciddi bir eleş- tiri gelmektedir. Palme, daha öğrenci birliği gö- revlisiyken Uzakdoğu’ya üç aylık bir gezi yapmış, emperyalizmin bu topraklardan götürdüklerini kendi gözleriyle görmüştü. ABD, Avrupa toprak- larında yükselen sosyal demokrat akımdan zaten şikâyetçiydi. ABD istihbaratı, sosyal demokrat iktidarların, kendi ülkeleri içindeki emperyalizm karşıtı görüşleri güçlendireceğinden korkuyordu. Bu seferki tehlike daha büyüktü çünkü Palme, sosyal demokrasinin ulusal boyutuyla değil, ev- rensel boyutuyla da ilgilenmeye başlamıştı. Onun için Vietnam’ın, Filistin’in veya Güney Afrika’nın İsveç’ten herhangi bir farkı yoktu. Palme, ikin- ci büyük tepkisini Filistin Kurtuluş Örgütü li- deri Yaser Arafat’ı İsveç’e davet ederek koydu. Arafat’ın bir devlet başkanı gibi davet alması, başta ABD olmak üzere birçok ülkenin tepkisini çekti. Çok kısa bir süre sonra, Devlet Başkanı Fi- del Castro’nun davetlisi olarak Küba’ya gitti. İkili temaslar sırasında, nükleer silahların üretiminin yasaklanması çağrısı yaptı. ABD merkezli Palme karşıtlığı, İsveç’te de taraftar toplamaya başladı. Sağ partiler, İsveç politikasının git gide Sovyet- ler Birliği etkisine girdiğini iddia etmeye başladı. Palme, 90’lı yılların başında bağımsızlığını ilan edecek olan Baltık ülkelerine sempati duyan bir politika izliyordu. Palme Güney Afika’da, beyaz ırkın mutlak hâkimiyetini öngören “Apartheid” Tarihi Şekillendiren Suikastler 191 politikasına da ciddi eleştiriler yöneltmişti. Bu politikaya göre ülke, ırk temelinde sosyal sınıflara ayrılıyor, her sosyal sınıfın hakları da katı şekilde düzenleniyordu. Bu düzenlemenin en tepesinde de “beyaz ırk” yer alıyordu. Palme, dönem dönem Güney Afrika’da mücadele veren zenci çoğunlu- ğun liderlerini İsveç’e davet ediyordu. Palme, 1976 yılına kadar başbakan olarak görev yaptı. Altı yıllık bir aradan sonra, 1982 yılında tekrar başbakan oldu. Sert politikasına kaldığı yerden devam etti. Ajandasının en üst sıralarında, Güney Afrika’da yaşanan ayrımcılık ve İsrail’in Filistin topraklarında uyguladığı şiddet politikası vardı. İsveç, ekonomik olarak da en rahat dönemlerin- den birini yaşamaya başlamıştı. Sınırlarını, yaşa- dıkları topraklardan göç eden mültecilere açma kararı aldılar. 1986 yılıydı ve bu çalışmalardan arttırdığı bir akşamüstünde, eşiyle birlikte sinemaya gitmişti. Sinema çıkışı, arkasından iki el ateş eden saldır- gan, modern tarihin en “insancıl” politikacıla- rından birinin hayatına son noktayı koymuştu. Palme, halklar tarafından sevilen, yönetimler ta- rafından nefret edilen bir politikacıydı. Halkının arasında korumasız geziyor, günlük yaşamında toplu taşıma araçlarını kullanıyordu. Suikast son- rası şüpheler birçok kişi ve örgüt üzerine yoğun- laştı. O kadar karışık bir politik yaşamı vardı ki, kimin tarafından öldürülmüş olabileceği hâlâ çö- zülemedi. Dava kesin olarak çözülememişti ama şüphelerin yoğunlaştığı belli yerler vardı. 192 Tarihi Şekillendiren Suikastler

Yaser Arafat

Ölümü tam 36 saat gizlendi.. Ölüm haberi tam 36 saat gizlendi. Filistin yö- netiminin talebi üzerine 11 Kasım 2004’te Türki- ye saatiyle sabah saat 04:30’da öldüğü açıklandı. Oysa Arafat 7 Kasım’da ölmüştü. 20. yüzyılın en büyük mücadele adamlarından biri olan Filistin lideri Yaser Arafat bu dünyadan göçtü. 45 yıl- dır tüm yaşamını Filistin’in özgürlüğüne adayan Arafat’ın ölümü bütün Filistin’i ve özgürlüğe de- ğer veren insanları derinden üzdü. Zehirlediler, yavaş yavaş öldürdüler! Resmi olarak 11 Kasım 2004’te Paris’te 75 ya- şında öldü. 29 Ekim’de götürüldüğü hastaneden çıkan cenazesi bile çirkin pazarlıklara konu oldu. Nisan ayında başlayan rahatsızlığı 3 Kasım’da Tarihi Şekillendiren Suikastler 193 komaya dönüştü. Ölümü hakkında 558 sayfalık

rapor hazırlandı. Raporun içeriği hala bilinmez- ken, hastalığına bir teşhis de konulamadı. Sadece “damarlarında yaygın pıhtılaşma” ifadesi kumla- nıldı. Otopsisine izin verilmedi. Alelacele toprağa verildi. 25 yıl özel doktorluğunu yapan Dr. Eşref El Kurdi; Arafat’ın zehirlendiğine inanıyor. Kendi- siyle yapılan bir söyleşide, ölümün “gizli suikast” olduğunu söyleyen Kurdi, “Eğer bir kişi belirsiz bir sebepten ölürse otopsi zorunludur. Bence Arafat ölümcül bir zehirle öldürüldü. Bunun için otopsi yapılmadı.” 194 Tarihi Şekillendiren Suikastler

Muhsin Yazıcıoğlu

Muhsin Yazıcıoğlu kazasındaki tuhaflıklar Ali Bulaç, 17 Ocak 2010 köşe yazısını kazadaki tuhaflıklara ayırmıştı. Bu yazıyı yazdığımda Muhsin Yazıcıoğlu`nu ve beş kişiyi taşıyan helikopter bulunmuş, Yazı- cıoğlu ve beş arkadaşının vefat ettiği açıklanmış- tı. `İnna lillahi ve inna ileyhi raciun (Biz Allah`a aidiz ve (yine) O`na döneceğiz)!..` Allah rahmet etsin, nur içinde yatsınlar. Bu, kendiliğinden bir kaza olabilir mi? Ola- bilir. Ama ortada bazı tuhaflıklar da var. Bu tu- haflıklar atlanmamalı. Önce Yazıcıoğlu`yla ilgili birkaç şey söylemek istiyorum. İnsanlar `hasbî` ve `hesabî` olmak üzere iki sınıfa ayrılır. Siyasetçilerin kahir ekseriyeti hesabîdir. Yazıcıoğlu ise bu sınıftan bir insan de- ğildi. Görüşlerini beğenmeyebilirsiniz, ama onun mert, dürüst, açık yürekli, cesur, fedakâr ve sa- mimi bir insan olmadığını söyleyemezsiniz. İdeal politiği reel politiğin önünde tutan bir Anadolu delikanlısıydı. Onunla üç hafta önce görüşme fırsatım oldu. Verdiği kahvaltıya giderken bir anda ayağım dön- dü, sanki yarım metre havaya fırlayıp yere düş- tüm. O arada sağ dizim ve tabii pantolonum par- çalandı. Geri dönmedim, toplantıya gittim. Beni öyle görünce çok üzüldü, hastaneye göndermek istedi, kabul etmedim. Bana, `Artık sana bir ta- kım elbise borcum var, İzmir`de bir arkadaşım Tarihi Şekillendiren Suikastler 195 var, o beni giydirir, beden numaranı söyle, hemen arayayım.` dedi. Çok ısrar etti, kabul etmedim. Erken gittiğim için onunla yaklaşık bir saat ko- nuşma fırsatını buldum. Seçim gezilerinin yoğun- luğundan bahsetti. Bu sefer Sivas`tan emin görü- nüyordu, belediye seçimlerini kazanacaklardı. Söz döndü dolaştı Ergenekon davasına, Cizre-Silopi hattında açılan ölüm kuyularına geldi. 7 Mart ta- rihli yazımda da değindiğim gibi faili meçhuller konusunda önemli bilgiler verdi, ilginç değerlen-

dirmelerde bulundu. Bazı şeyleri `yazılmaması kaydı`yla anlattı. Onun değerlendirmesine göre, bu önemli olay `bütün boyutları`yla ortaya çıka- rılmayacaktı; gerektiği kadarıyla aydınlatılacaktı. 196 Tarihi Şekillendiren Suikastler

Bir ara kendisi sözü, son senelerde işlenen bazı ci- nayetlere Alperen Ocakları`nın nasıl karıştırılmak istendiğine getirdi. Herhangi bir korkusunun ol- madığını, bunun planlı olduğunu, bazı çevrele- rin kendilerini bu işlere karıştırmak istediklerini belirtti. Seçim sonrasında hem bu konuların üzerine gitmeyi, hem genel siyasete ilişkin bir açılım yap- mayı planlıyordu. Evet, helikopter olayı tabii ki salt bir kaza olabi- lir. Ama `tuhaf` gelen bazı noktalar var: 1) Yazıcıoğlu, helikoptere binmek isteyen biri değil. Basına da yansıdığı kadarıyla, bunu kendi- sine teklif edenlere, `Beni öldürmek mi istiyorsu- nuz?` demişti. 2) Bu model helikopterlerin çok güvenli ol- madığı yolunda söylentiler var, acaba kiralanırken yeterince araştırmalar yapıldı mı? 3) Yazıcıoğlu ve arkadaşlarını almadan önce helikopterin bulunduğu yerden ayrılıp bir müd- det sonra döndüğü söyleniyor. Helikopter sadece yakıt mı aldı, kimler yanına yaklaştı? 4) Helikopterin düştüğü bilgisinin gelmesiyle ciddi olarak aramalara başlanması arasında geçen zaman aralığı ihmal edilmeyecek kadar önemli. Bu arada bir tür `bilgi kirliliği` ortalığı kapladı, helikopterin bulunduğu, yaralıların Kayseri`de tedavi altına alınmak üzere yola çıkarıldığı söylen- di. Ciddi arama, karanlık bastıktan sonra başladı. Bu bilgileri kim ve hangi amaçla yaydı? 5) İlk aramada yanlış koordinatların kullanıl- Tarihi Şekillendiren Suikastler 197 dığı söylendi, 1,5 gün sonra başka yönde arandı. Bu, bariz bir hata değil mi? 6) Bunca dinleme sistemleri ve yüksek teknolo- jinin geliştiği bir dünyada `Ergenekon davasında bu teknolojinin ne kadar başarıyla kullanıldığını görüyoruz- koca bir helikopterin ve cep telefonla- rı olan beş kişinin `İHA muhabiri 112`yi arayıp dakikalarca konuşuyor- bulunamaması `tuhaf` değil mi? Bu istifhamlar olmasa bile, ortada bir yeter- sizlik olduğu açık. İçim rahat değil. Yazıcıoğlu, önümüzdeki dönemde siyaseti `Sivas ve Orta Anadolu`dan çıkarıp Türkiye`nin sathına yay- mak` istiyordu. Bu kadar önemli bir şahsiyetin bir kazaya kurban gitmesi bana inandırıcı gelmi- yor. Muhsin Yazıcıoğlu, `Sonsuzluğun Sahibi`ne giderken bu gökkubbede hoş bir seda bıraktı. İla rahmetillah!.. 17 Ocak 2010

Kazayla ilgili 6 şok soru!

Yazıcıoğlu helikopter düştüğü an hayatını kay- betti. Peki o helikopter neden düştü? Şok sorular. Ergenekon 2. İddianamesi`nin açıklandığı gün ve seçimlerden hemen önce gerçekleşen kaza, akıllarda derin soru işaretleri bırakırken, helikop- terin düşüş nedeninin medyada sorgulanmaması dikkat çekiyor. Geçmişte benzer kazalarda televizyon ekran- larında pek çok teknik personel konuk edilir ve 198 Tarihi Şekillendiren Suikastler kazanın nedeni üzerine görüş alınırdı. Bina çök- mesi gibi olaylarda bile ekranlara onlarca mimar, mühendis çıkartılırken, Yazıcıoğlu`nun kazasında bu yapılmadı. Bu durum düşen helikopterin, Aydın Doğan`ın damadı Ali Sabancı`nın şirketine ait olması şek- linde yorumlansa da ortada kapatılmayacak kadar ciddi durum var. 1 - Hani Helikopter Yavaş Düşmüştü? Helikopterin yerini bildiren ELT cihazı- nın sinyal vermemesinin sorgulanması üzerine Helikopter`in sahibi Medair`in yetkilisi Çağa- tay Özdoğru, `Electronic Location Transmitter (ELT). Bu cihaz var. Olmaması diye bir şey müm- kün değil. Yalnız bu cihaz çok şiddetli çarpmalar- da devreye girer. Dolayısıyla, tahminimiz çok şid- detli bir çarpma olmadı, o yüzden de alet devreye girmedi. Otomobildeki hava yastığı gibi yani. Bir düşme var... Zaten gazeteci arkadaş da yaşıyordu. Dün 16.00-16.30 sularında bir tek ayağında kırık vardı. Helikopterde parçalanma vesaire olduğunu zannetmiyoruz, bir düşüş oldu, ama bir çakılma olmadı diye düşünüyorum.` demişti. Ancak helikopter bulunduğunda paramparça olmuş ve parçaları 130 metre alana yayılmıştı. Üs- telik çarpma anında İHA Muhabiri hariç herkes ölmüştü. Bu durumda şirketin savunması tama- men çökmüş oluyor. Şirketten cihazın çalışma- masıyla ilgili yeni bir açıklama yok. Bu durumda: O cihaz o helikopterde var mıy- dı yok muydu? Varsa patlamalı kazalarda bile Tarihi Şekillendiren Suikastler 199 kendini koruyan ve çalışması gereken cihaz neden çalışmadı? 2 - Kuleye Bilgi Neden Verilmedi? Her uçuşta kuleye verilmesi gereken uçuş ro- tası ve irtifa raporu neden ortada yok? Helikopter pilotu ve firma aklına estiği gibi kontrolsüz, kule- ye bildirmeden yapılan bu uçuşu nasıl açıklıyor? 3 - Helikopterin Bakım Raporları Nerede? Düşen helikopter modeli hakkında yayınlanan mesajda, ABD Federal Havacılık Dairesi(FAA), Muhsin Yazıcıoğlu`nun da düştüğü helikopter modeli olan Bell 206 tipi helikopterler için 19 Mart 2009 tarihinde acil koduyla bir uyarı ya- yımladı. Amerikan Federal Havacılık Kurulu`nun (FAA) 2009-07-52 madde numaralı 19 Mart 2009 tarihli uyarı mesajında, 206 serisi helikop- terlerin her uçuştan önce aşınmış olan parçaları- nın değişmesi gerektiği vurgulandı. 4 - En Son Bakım Ne Zaman Yapıldı? Helikopter`in düzenli bakım raporları var mı? En son bakım ne zaman yapıldı? Şirket neden bu konuda sessiz? 5 - Pilot Neden Geri Dönmedi? Pilotaj hatası var mı? Helikopter burun üstü dağa neden çakıldı? Sis varsa, geri dönmesi gere- ken helikopter neden dönmedi? 6-Kazanın Hemen Sonrası Medyaya Sağ Haberlerini Kim Verdi? Helikopter kazasının hemen sonrası medyada müthiş bir bilgi kirliliği yaşandı.İlk gelen bilgiler- de Yazıcıoğlu`nun sağ olduğu haberleri kimler ta- 200 Tarihi Şekillendiren Suikastler rafından ortaya atıldı? Enkaz mahalline ulaşan ve korucu olduğu iddia edilen kişiler neden ilk önce yetkilileri değil de medyayı aradılar? AKTİFHABER

Ali Bayramoğlu / 04 Nisan 2009

Muhsin Yazıcıoğlu Gazetecilerle neden görüş- mek istedi? Bir süre önce Ekinci’den BBP Genel Başkanı’nı Mayıs ayının üçüncü haftasında bir grup yazar çi- zerle buluşturmak isteğini söyleyen bir mesaj al- mıştım, hemen ardından Baskın Oran’dan da bir mesaj gelmişti. Ekinci Baskın’a da yazmıştı. Ülkenin gündemi değişmedi, gündemin en önemli maddesini seçim sonuçları da değiştirme- di. Ergenekon davası ve bu davanın tetiklediği çaplı temizlik girişiminden ve tartışmalardan söz ediyoruz. Bir süre önce trajik bir kazada hayatını kaybe- den BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun Ergenekon savcısına önemli bilgi ve belgeler ak- tardığı, bu yüzden bir suikaste maruz kalmış ola- bileceği iddiası dün kimi gazetelerin birinci sayfa- larında yer alıyordu. Yazıcıoğlu’nun ölmeden önce bazı liberal ya- zarlarla buluşmak istediğini de, aktarıyordu gaze- teler, Baskın Oran ve Kezban Hatemi’nin açıkla- Tarihi Şekillendiren Suikastler 201 malarına dayanarak.. Doğruydu bu.. Yazıcıoğlu’nun helikopterinin düştüğü gün, hatta düşmesinden bir kaç saat önce Cumhurbaş- kanı Abdullah Gül’ün Brüksel gezisine katılmak için evden çıkmak üzereydim. Cep telefonum çaldı. BBP’den Cihangir Ekinci arıyor, e-mail’ini alıp almadığımı soruyordu. Muhsin Yazıcıoğlu ile bu- luşma fikrini nasıl karşıladığımı merak ediyordu. Bir süre önce Ekinci’den BBP Genel Başkanı’nı Mayıs ayının üçüncü haftasında bir grup yazar çi- zerle buluşturmak isteğini söyleyen bir mesaj al- mıştım, hemen ardından Baskın Oran’dan da bir mesaj gelmişti. Ekinci Baskın’a da yazmıştı. Yazıcıoğlu’nun görüşmek istediği kişiler ara- sında benim, Ahmet ve Mehmet Altan’ın, Fehmi Koru’nun, Murat Belge’nin, Etyen Mahçupyan’ın, Oral Çalışlar’ın ve diğer bazı arkadaşların isimleri vardı. Telefonda Ekinci’ye yola çıkmak üzere oldu- ğumu söyledim, “o zaman önümüzdeki hafta gö- rüşelim” dedi, “olur” dedim ancak bu arada, “bu buluşma davetinin neden yapıldığını, bir siyasi parti genel başkanıyla bu şekilde neden buluşaca- ğımızı anlamadığımı ve teklife soğuk baktığımı” da ekledim… Havalanına giderken aklımdan Yazıcıoğlu’yla BBP Genel Başkan yardımcıları üzerinden yaptı- ğım son görüşme geçti.. 2007’nin Mart ortaları olmalı.. 202 Tarihi Şekillendiren Suikastler

Dink cinayetinden sonra bir yazıda şunları söylemiştim.. “Azmettiricilerin temasta oldukları kişilere ve doğal siyasi çevrelerine dikkat etmek gerekir. Biri Trabzon eski İl Başkanı olmak üzere 4 BBP’li tu- tuklandı. Bu katilin ve azmettiricilerin geniş ilişki halkalarını görmek açısından anlamlıdır. Alperen Ocakları, BBP gibi siyasi yapıların, cinayetle doğ- rudan ilişkilerinin olmadığı varsayılsa bile, ne tür bir insan ve zihniyet havuzu oluşturduğu ortada- dır. Bu havuzdan masumiyet üremesi mümkün olmadığı gibi, bu havuzun ve benzer diğer havuz- ların Dink cinayetiyle ilgili kalıntılar içerdikleri akla yakın bir ihtimaldir…” Bu satırlar üzerine kimi Alperen Örgütleri’nden açık küfür ve tehditler gelmeye başladı. Bunun üzerine BBP’ni arayıp, sorumlulukla- rını ve kendi içlerini iyi denetlemeleri gerektiğini hatırlatmıştım. Ve bir süre sonra bu tehditler kesilmişti, muh- temelen Yazıcoğlu’nun devreye girmesi üzerine… Ankara’da havalanında cumhurbaşkanının gel- mesini beklerken, Yazıcıoğlu’nun helikopterinin düştüğü haberi geldi. O andan itibaren herkes gibi ben de, tüm Brüksel ziyareti boyunca Yazıcıoğlu’yla ilgili geliş- meleri hassasiyetle takip ettim. O sabah aldığım telefon aklıma takılmış, kaza- nın üzerimdeki etkisini daha da arttırmıştı. Bunu yol arkadaşlarım Yasemin Çongar ve Mehmet Altan’a da aktarmıştım. Tarihi Şekillendiren Suikastler 203

Sonra düşündüm: Neden görüşmek istemişti bizlerle Yazıcıoğlu? Yazıcıoğlu, Dink suikastinde adının anılması- nı, Erhan Tuncel’le resminin çekilmiş olmasını ve cinayete karışan isimlerin Alperenler Ocağı’yla il- gisi olmasını kendisine yönelik bir komplo olarak değerlendiriyordu. Belki de görüşmeyi arzu etme nedeni buy- du… Belki Ergenekon’la ilgili fikirlerini anlatacak- tı.. Belki de iddia edildiği gibi “kimi oyunlar oy- nanıyor, bunları bozmak gerekir” diyecekti.. Bilmiyoruz.. Ölümü bir suikast midir? Bunu da bilmiyoruz.. Öyleyse bildiği çok şey olmalıydı Yazıcoğlu’nun.. Ergenekon ana gündem olmayı sürdürecek.. Yeni Şafak 204 Tarihi Şekillendiren Suikastler

Son yüzyılda Türkiyede Suikaste uğrayan gazeteciler

Ümit Kaftancıoğlu / TRT (İstanbul 11 Ni- san 1980) TRT yapımcıların- dan olan Ümit Kaf- tancıoğlu 13 yaşındaki kızını okula götürür- ken 3 terörist tara- fından yaylım ateşine tutuldu. Adı ilk kez duyulan “Müslüman kardeşler birliği” adlı örgüt saldırıyı üstlen- di. Gazetelere telefon eden örgüt üyesi “Kaftancıoğlu, şehit gazeteci İs- mail Gerçeksöz’ün intikamı için cezalandırılmış- tır. Bütün kültür güçlerinin uşakları cezalandırıla- caktır” dedi.

Uğur Mumcu / Cumhuriyet (Anka- ra 24 Ocak 1993) Gazeteci Uğur Mumcu 24 Ocak 1993 tarihinde uğra- dığı bombalı saldırı sonucu hayatını kay- betti. Ölmeden önce polis-mafya-siyaset Tarihi Şekillendiren Suikastler 205 ağının derin boyutlarını araştırmaktaydı.

Selahattin Turgay Daloğlu (İstanbul 9 Eylül 1996) Yıllarca Fatsa’da bulunan ve 12 Eylül dönemini yaşayan insanlarla çeşitli söyleşiler yapan Selahat- tin Turgay Daloğlu 9 Eylül 1996’da İstanbul’daki evinde öldürüldü.

Sami Başaran / Gazete (İstanbul 7 Kasım 1989) Gazete Gazetesi mu- habirlerinden Sami Başa- ran, Mardinli Aşiret Reisi Cemal Sincar ve adamları tarafından röportaj rande- vusu aldığı Aksaray’daki bir büroda kurşunlandı. Olay yerinde can veren Başaran, 25 yaşındaydı.

Sabahattin Ali / Marko Paşa (Edirne 1948) Pasaport alarak yurtdışına gitmeye çalışan Sa- bahattin Ali bu fikrini yasal yollardan hayata geçi- remeyince Bulgaristan’a kaçmaya karar vermiştir. Bu girişim sırasında, sonradan Milli Emniyet’le bağlantısı olduğu anlaşılan Ali Ertekin adlı kişi tarafından Bulgaristan sınırında öldürülmüştür.

206 Tarihi Şekillendiren Suikastler

Musa Anter / Özgür Gündem (Diyarbakır 20 Eylül 1992) Özgür Gündem ve Yeni Ülke gazetelerinin yazarı Musa Anter Diyarbakır’da arkadaşı Orhan

Miroğlu ile yürürken uğradığı silahlı saldırı sonu- cunda 74 yaşında hayatını kaybetti. Eski JİTEM elemanı Abdülkadir Aygan, Anter’in kendisinin de içinde bulunduğu tim ta- rafından JİTEM için öldürdüğünü söylemiştir. Mezarı, Nusaybin’e bağlı Akarsu köyündedir.

Tarihi Şekillendiren Suikastler 207

Metin Göktepe / Evrensel (İstanbul 8 Ocak 1996) Metin Gökte- pe 8 Ocak 1996 günü Ümraniye Cezaevi’nde öl- dürülen tutuklu- ların cenazesini izlemek üzere Alibeyköy’e git- mişti. Ancak, “Sarı Basın Kartı” olmadığı gerek- çesiyle ilçeye so- kulmadı. Haberi izlemekte “ısrarcı” davranınca da, gözaltına alın- dı ve yüzlerce insanla birlikte Eyüp Kapalı Spor Salonu’na götürüldü. Burada polislerin şiddetli cop darbeleriyle dövülerek öldürüldü. 3 yıl süren davada ilk karar 19 Mart 1998’de çıktı. 5 sanık polis “kastı aşan müessir fiilden” 7’şer yıl 6’şar ay hapis cezasına çarptırıldı.

Kutlu Adalı / Yeni Dü- zen (Kıbrıs 8 Temmuz 1996) KKTC’de köşe yazar- lığı yapan ve resmi görüşe muhalif yazılarıyla bilinen Kutlu Adalı 6 Temmuz 208 Tarihi Şekillendiren Suikastler

1996 gecesi evinin önünde vurularak öldürüldü. Olay faili meçhul cinayet olarak kalmış ve cina- yetle ilgili sır perdesi hala aralanamamıştır.

Kamil Başaran / Gazete (İstanbul 7 Kasım 1989)

Gazete Gazetesi muhabi- ri Kamil Başaran, bir yazısı- na sinirlenen lokanta sahibi Hakkı Morgül tarafından çalışma odasında tabancayla vuruldu. İki buçuk ay ko- mada kalan Kamil Başaran kurtarılamadı.

İzzet Kezer / Sabah (Cizre 23 Mart 1992) Cizre’de Newroz gösterilerinin fotoğraflarını çekmeye çalışan İzzet Kezer ve arkadaşları gü- venlik güçlerinin yaylım ateşinden korunmak için yakınlarında bulu- nan bir binaya sığındılar. Ellerinde beyaz bayrakla açılan ateşi durdurmaya çalışan İzzet Kezer polis panzerinden sıkılan kur- şunla öldürüldü. Tarihi Şekillendiren Suikastler 209

İsmail Gerçeksöz /Ortadoğu (İstanbul 4 Ni- san 1980) İsmail Gerçeksöz 4 Nisan 1980 günü oğlu ile birlikte evinin önünde, solcu mili- tanlar tarafından düzenlenen silahlı bir saldırı sonucunda hayatını kaybetti.

Hrant Dink /Agos (istanbul 19 ocak 2007) Hrant Dink 19 Ocak 2007 de Şişlide Halas- kargazi caddesi üzerindeki Agos Gazetesi’nin çı- kışında, 14:54’de yakın mesafeden yapılan üç el silah atışıyla öldürüldü. Katil zanlısı olarak, 19 yaşındak Ogün Samast adlı bir kişi, güvenlik ka- meralarından elde edilen görüntülerin yayınlan- 210 Tarihi Şekillendiren Suikastler masından sonra, zanlının babası tarafından polise ihbar edilerek, Samsun otogarında sivil giyimli jandarma ve polis ekipleri tarafından yakalandı. Suikastın, Türkiye’de askeri darbe ortamı yarat- mak isteyen Ergenekon örgütü tarafından organi- ze edildiği iddia edilmektedir. Hrant Dink, Türkiye’de 1909 yılından bu yana, suikast sonucu öldürülen 62. gazeteci oldu.

Hasan Tahsin / Hukuk-u Beşer (İzmir 27 Temmuz 1919) 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkan Yunan Efzun Alayı askerlerine karşı Türk direnişini başlatan sembol isim oldu. İlk kurşunu alayın sancaktarı teğmene sıkarak öldüren Hasan Tahsin ardından kurşunu bitene kadar devam etti. Panikleyen Ef- zun Alayı toplu bir saldırı olduğunu zannederek ilk başta dağıldıysa da, ardından ağır silahlar ile savaş gemisinden savunmaya geçti. Açılan ateşle Hasan Tahsin 31 yaşındayken yaşamını yitirdi.

Halit Güngen / İkibine Doğru (Diyarbakır 18 Şubat 1992) 2000’e doğru dergisinin Diyarbakır bürosu kimliği belirsiz kişilerce basıldı. Saldırganlar gazeteci Halit Güngen’i öldürerek büro- ya Molotof kokteyli attılar. Ağır yaralı olarak Diyarba- kır Devlet Hastanesi’ne Tarihi Şekillendiren Suikastler 211 kaldırılan Güngen, kurtarılamayarak 21 yaşında hayatını kaybetti.

Turan Dursun / İkibine Doğru ve Yüzyıl Dergileri (İstanbul 4 Eylül 1990) 2000’e doğru der- gisinde dini konular- da yazılar yazan Turan Dursun Koşuyolu’nda saldırıya uğrayarak 7 kurşunla öldürüldü.

Çetin Emeç / Hürriyet (İstanbul 7 Mart 1990) Yüzleri kar maskeli iki kişi otomobilinin arka koltuğunda gaze- tesini okumaya ha- zırlanan dönemin Hürriyet gazetesi yönetim kurulu üyesi ve yazarı Çe- tin Emeç’i çapraz ateşe alıp kurşun yağmuruna tut- tular. Vucuduna 7 kurşun isabet eden Emeç olay yerinde hayatını kaybetti. 212 Tarihi Şekillendiren Suikastler

Cengiz Polatkan / Hafta Sonu (Ankara 1 Aralık 1978) Görev yapmak üzere gitti- ği gece klubünde bir grubun saldırısına uğrayarak yaralanan Hafta Sonu gazetesi muhabiri Cengiz Polatkan öldü.

Ali Kemal / Peyam-ı Sabah (İzmit 1922) Damat Ferit Paşa hükümetlerinde Maarif ve Dahiliye nazırlığı yapmış, bu esnada Milli Müca- dele aleyhine sert tutumlar göstermiştir. Kurtuluş Savaşı’nın zaferinden sonra İstanbul’da tutuklana- rak İzmit’te Nurettin Paşa’ya teslim edildi. Nuret- tin Paşa ile görüştükten sonra dışarı çıkarken ku- mandanlık karargahı önünde bekleyen topluluk tarafından linç edildi.

Ahmet Taner Kışlalı/ Cumhuriyet (Ankara 21 Ekim 1999) Ahmet Taner Kışlalı, 21 Ekim 1999 günü saat 09.40’da Ankara’daki evinin önünde uğ- radığı bombalı saldırı sonucu hayatını kaybetmiştir.

Ahmet Samim/Sada-yı Millet - (İstanbul 19 Temmuz 1910) II.Meşrutiyet’ten sonra “Osmanlı” gazetesinde Tarihi Şekillendiren Suikastler 213 yazılarına başlayan Ahmet Samim 1909’daki 31 Mart olaylarından sonra Hilâl gazetesinin yazı iş- leri müdürü oldu. İngiliz yanlısı olduğu söylenen Ahmet Samim, Alman yanlısı İttihat ve Terakki Cemiyeti aleyhinde sert, ateşli yazılar yazdı. İleri fikirli ve cesur bir gazeteci olan Samim, vurularak öldürüldü.

Adem Yavuz / Anka Ajansı (Kıbrıs 27 Ağus- tos 1974) Kıbrıs harekatını takip eden Adem Yavuz’un 14 Ağustos 1974 günü ga- zeteci arkadaşı Ergin Ko- nuksever ile birlikte Rum kesiminde kılavuz şoför- lerinin yanlış yola girmesi nedeni ile araçlarının önü RUM tedhiş örgütü EOKA militanları tarafından kesi- lerek makineli tüfeklerle taranmıştır. Saldırı da Er- gin Konuksever omzundan yaralanmış, Adem Yavuz ise hayatını kaybetmiştir.

Abdi İpekçi / Milliyet (İstanbul 1 Şubat 1979) 12 Eylül öncesinin terör döneminde, birlik, bera- berlik ve barış düşüncesini savunan yazılarıyla ön pla- 214 Tarihi Şekillendiren Suikastler na çıkan Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürü ve Başyazarı Abdi İpekçi, 1 Şubat 1979 akşamı gazeteden Nişantaşı’ndaki evine giderken Meh- met Ali Ağca tarafından otomobilinde uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirdi. Tarihi Şekillendiren Suikastler 215

100 Yılda 82 Gazeteci ve Yazar Öldürüldü

1- Hasan Fehmi, Serbesti gazetesi, İstanbul, 6 Nisan 1909

2- Ahmet Samim, Sada-yı Millet gazetesi, İstanbul, 9 Ha- ziran 1910

3- Zeki Bey, Şehrah gazetesi, İstanbul, 10 Temmuz 1911

4- Şair Hüseyin Kami, Alemdar gazetesi, Konya, 1912

5- Silahçı Tahsin, Silah gazetesi, İstanbul, 27 Temmuz 1914

6- Rupen Zartaryan, Yazar, İstanbul, 24 Nisan 1915

7- Siamanto, Yazar, İstanbul, 24 Nisan 1915

8- Yervant Sırmakeşliyan, Yazar, İstanbul, 24 Nisan 1915

9- Armen Darian, Yazar, İstanbul, 24 Nisan 1915

10- Levon Laents, Yazar, İstanbul, 24 Nisan 1915

11- Erukhan, Yazar, İstanbul, 24 Nisan 1915

12- Tılgadints, Yazar, İstanbul, 24 Nisan 1915

13-, Gazeteci-Yazar, Urfa, 15 Temmuz 1915

14- Taniel Varujan, Yazar-Şair, Çankırı, 13 Ağustos 1915

15- Rupen Sevag, Şair, Çankırı, Ağustos 1915

16- Hasan Tahsin, Hukuk-u Beşer (insan hakları) gazetesi, İzmir, 27 Temmuz 1919 216 Tarihi Şekillendiren Suikastler

17- Hüseyin Hilmi (iştirakçi veya sosyalist Hilmi), İştirak (sosyalist)-Medeniyet dergisi, İstanbul, 15 Kasım 1922

18- Ali Kemal, Peyam-ı Sabah gazetesi, İzmit, 1922

19- Hikmet Şevket, 1930

20- Sabahattin Ali, Marko Paşa dergisi, Edirne, 2 Nisan 1948

21- Adem Yavuz, Anka Ajansı, Kıbrıs, 27 Ağustos 1974

22- Zeki Erginbay, Teknik Güç dergisi yazıişleri müdürü, 3 Şubat 1977

23- Gani Bozarslan, Aydınlık dergisi, 10 Mayıs 1978

24- Ali İhsan Özgür, Politika gazetesi, İstanbul, 21 Kasım 1978

25- Cengiz Polatkan, Hafta Sonu gazetesi, Ankara, 1 Aralık 1978

26- Abdi İpekçi, Milliyet gazetesi, İstanbul, 1 Şubat 1979

27- İlhan Darendelioğlu, Ortadoğu gazetesi, İstanbul, 19 Kasım 1979

28- İsmail Gerçeksöz, Ortadoğu gazetesi, İstanbul, 4 Nisan 1980

29- Ümit Kaftancıoğlu, TRT, İstanbul, 11 Nisan 1980

30- Muzaffer Fevzioğlu, Hizmet gazetesi, Trabzon, 15 Ni- san 1980

31- Hayrabet Honca, Halkın Birliği gazetesi, Kayseri, 1 Tarihi Şekillendiren Suikastler 217

Mayıs 1980

32- Recai Ünal, Demokrat gazetesi, İstanbul, 22 Temmuz 1980

33- Mevlüt Işıt, Türkiye gazetesi, Ankara, 1 Haziran 1988

34- Seracettin Müftüoğlu, Hürriyet gazetesi, Nusaybin, 29 Haziran 1989

35- Sami Başaran, Gazete gazetesi , İstanbul, 7 Kasım 1989

36- Kamil Başaran, Gazete gazetesi, İstanbul, 7 Kasım 1989

37- Çetin Emeç, Hürriyet gazetesi, İstanbul, 7 Mart 1990

38- Turan Dursun, İkibine Doğru ve Yüzyıl Dergisi, İstan- bul, 4 Eylül 1990

39- Gündüz Etil, Yeni Günaydın Gazetesi, İstanbul,18 Ey- lül1991

40- Mehmet Sait Erten, Azadi Gazetesi, Deng dergisi, Di- yarbakır, 3 Kasım 1992

41- Halit Güngen, İkibine Doğru dergisi, Diyarbakır, 18 Şubat 1992

42- Cengiz Altun, Yeni Ülke gazetesi, Batman, 25 Şubat 1992

43- İzzet Kezer, Sabah gazetesi, Cizre, 23 Mart 1992

44- Bülent Ülkü, Körfeze Bakış, Bursa, 31 Mart 1992 218 Tarihi Şekillendiren Suikastler

45- Mecit Akgün, Yeni Ülke gazetesi, Nusaybin, 2 Haziran 1992

46- Hafız Akdemir, Özgür Gündem gazetesi, Diyarbakır, 8 Haziran 1992

47- Çetin Ababay, Özgür Halk dergisi, Batman, 29 Tem- muz 1992

48- Yahya Orhan, Özgür Gündem gazetesi, Ceylanpınar, Gercüş, 9 Ağustos 1992

49- Hüseyin Deniz, Özgür Gündem gazetesi, Ceylanpınar, 9 Ağustos 1992

50- Musa Anter, Özgür Gündem gazetesi, Diyarbakır, 20 Eylül 1992

51- Yaşar Aktay, Türkiye gazetesi, Hani, 9 Kasım 1992

52- Hatip Kapçak, Hürriyet gazetesi, Mazıdağı, 18 Kasım 1992

53- Namık Tarancı, Gerçek dergisi, Diyarbakır, 20 Kasım 1992

54- Uğur Mumcu, Cumhuriyet gazetesi, Ankara, 24 Ocak 1993

55- Kemal Kılıç, Yeni Ülke gazetesi, Şanlıurfa, 18 Şubat 1993

56- Mehmet İhsan Karakuş, Silvan gazetesi, Silvan, 13 Mart 1993

57- Ercan Güre, HHA, Bergama, 20 Mayıs 1993 Tarihi Şekillendiren Suikastler 219

58- İhsan Uygur, Sabah gazetesi, İstanbul, 6 Temmuz 1993

59- Rıza Güneşer, Halkın Gücü gazetesi, İstanbul, 14 Tem- muz 1993

60- Ferhat Tepe, Özgür Gündem gazetesi, Bitlis, 28 Tem- muz 1993

61- Muzaffer Akkuş, Milliyet gazetesi, Bingöl, 20 Eylül 1993

62- Ruhi Can Tul, TDN, Kırıkkale, 14 Ocak 1994

63- Nazım Babaoğlu, Gündem gazetesi, Siverek-Urfa, 12 Mart 1994

64- Kamil Koşapınar, Zaman gazetesi, Erzurum, 19 Mart 1994

65- İsmail Ağay, Özgür Ülke gazetesi, Batman, 29 Mayıs 1994

66- Erol Akgün, Devrimci Çözüm dergisi, Gebze, 8 Ey- lül1994

67- Bahri Işık, Çağdaş Marmara gazetesi, İstanbul, 17 Eylül 1994

68- Ersin Yıldız, Özgür Ülke gazetesi, İstanbul, 3 Aralık 1994

69- Onat Kutlar, Cumhuriyet gazetesi, İstanbul, 11 Şubat 1995

70- Seyfettin Tepe, Yeni Politika gazetesi, Bitlis, 28 Ağustos 1995 220 Tarihi Şekillendiren Suikastler

71- Metin Göktepe, Evrensel gazetesi, İstanbul, 8 Ocak 1996

72- Kutlu Adalı, Yeni Düzen gazetesi, Kıbrıs, 8 Temmuz 1996

73- Yemliha Kaya, Halkın Gücü gazetesi, İstanbul, 27 Temmuz 1996

74- Selahattin Turgay Daloğlu, serbest gazeteci, İstanbul, 9 Eylül 1996

75- Reşat Aydın, AA, TRT, 20 Haziran 1997

76- Ayşe Sağlam, serbest gazeteci, Derince, 3 Eylül 1997

77- Abdullah Doğan, Candan FM, Konya, 13 Temmuz 1997

78- Ünal Mesuloğlu, TRT, Manisa, 8 Kasım 1997

79- Mehmet Topaloğlu, Kurtuluş dergisi, Adana, 1998

80- Ahmet Taner Kışlalı, Cumhuriyet gazetesi, Ankara, 21 Ekim 1999

81- Hrant Dink, Agos gazetesi, İstanbul, 19 Ocak 2007

82- Engin Çeber, Yürüyüş dergisi, İstanbul, 9 Ekim 2008

(OHAL Bölgesi’nde faili meçhul cinayetler sonu- cu ölen gazeteciler devlet arşivine girmişlerdir. Öl- dürülen şahısların ortak özellikleri belirgin bir kim- liğe sahip olmalarıdır. 1990-1994 Yılları Arasında 32 Gazeteci ve Yazar öldürülmüştür.) Tarihi Şekillendiren Suikastler 221

En Sinsi Cinayetler

İnsanlık tarihi boyunca peygamberler, hüküm- darlar, devlet adamları, komutanlar farklı yön- temlerle zehirlendi. Günümüzde de iktidar çatış- maları ve güç savaşları nedeniyle zehirli suikastler sık sık devreye girimekte ve gerçekleştirilmekte. Antik çağdan itibaren en sinsi cinayet türü olan zehirle öldürme birçok edebi yazının da ko- nusu olmuştur. Yakın zamanda Türkiye cumhurbaşkanı Tur- gut Özal’ın zehirle öldürülmesi kuşkusu, Ukrayna muhalefet lideri Viktor Yuşçenko’nun zehirlenme girişiminin ardından, FKÖ Devlet Başkanı Yaser Arafat’ın da MOSSAD tarafından zehirlenerek öldürüldüğü kuşkularının güçlenmesi ‘zehirli suikastler’i bir kez daha gündeme taşımıştır. 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ve MHP li- deri Alparslan Türkeş’in kalp krizine neden olan bir zehirle öldürüldükleri iddiaları ortalığı karış- tırmıştı. Daha önce de Genelkurmay eski Başkanı Org. Doğan Güreş’in PKK sempatizanı askerler tarafından kahvesine zehir konularak öldürülmek istendiği iddia edilmişti. Geçtiğimiz günlerde ise Endonezya Başkan Yardımcısı Yusuf Kalla’nın çorbasına konan arsenikle zehirlendiği öğrenildi. Benzer iddialar Atatürk için de ortaya atılmıştı. Atatürk’e otopsi yapılmasına gerek olmadığı şek- lindeki heyet raporuna rağmen bu konuda iddia- lar hep olageldi. 222 Tarihi Şekillendiren Suikastler

Hz. Muhammed’i (sav) de zehirlediler Peygamberimiz Hz. Muhammed’in de bir Ya- hudi kadın tarafından zehirlendiği rivayet edilir. Rivayetlere göre Peygamberimiz, Hayber’in fethi- ni müteakip kendisi için hazırlanan bir ziyafette zehirlenmiş. Hazreti Ali’nin katletmiş olduğu üç çatal mız- raklı namlı silahşorün Zeyneb adında bir kız kar- deşi vardı. Müslümanlardan hoşlanmaz ve Haz- reti Muhammed’den nefret ederdi. Buna uyarak Medine genel kurmayı için bir oğlak hazırlayıp pişirdi. Bunu masaya getirmeden önce baştan aşa- ğı zehirledi. Hazreti Muhammed çevrilmiş oğlağı çok se- verdi ve hararetle oğlağa el uzattı. Ancak, ilk lok- mayı çiğnemeye başladığı zaman bir çığlık attı ve lokmayı tükürdü. “Bu zehirli!” diye bağırdı. Subaylardan sadece bir tanesi yemeye başla- mıştı. Birçok et lokmaları yutmuştu. Birkaç daki- ka sonra yerde kıvranıp can çekişmeye başladı. Bir saat geçmeden öldü. Hazreti Muhammed zehirden çok acı çekti ve uzun bir süre rahatsızlık geçirdi. Zeyneb huzuru- na getirildiği zaman, Hazreti Muhammed, bunu neden yapmış olduğunu sordu. Zeyneb şöyle dedi: “Benim vatandaşlarıma büyük keder ve elem getirdiniz. Babamı, amcamı, ağabeyimi ve koca- mı öldürdünüz. Bunun için, kendi kendime, eğer bu adam bir Peygamberse etin zehirli olduğunu Tarihi Şekillendiren Suikastler 223 bilecek ve onu yemeyecektir. Yok bir sahtekarsa, ölecek ve bu da bütün dünya için daha hayırlı ola- caktır,” dedim. Yahudiler başlarını eğip kabul ettiler. ... Saad tekrar durakladı. Sonra, Müslümanları hayret ve Yahudileri de büyük bir korku içinde bırakarak, şu cümleyi söyledi: “Hükmüm şudur: Erkekler idam edilecek, kadınlarla çocuklar da köle olarak satılacak ve ganimet de ordu mensupları arasında pay edile- cektir.” Müslüman safları arasında yükselen bir hayret mırıltısını, Yahudilerden yükselen bir dehşet çığ- lığı takip etti. Yahudiler af dileyerek, kendilerini diz üstü yerlere attılar. Sızlandılar, ağladılar, saçlarını yoldular. Fakat kimse onları dinlemedi. Hazreti Muhammed’in bir iki sert emriyle kadınlarla ço- cuklar bir tarafa, erkekler de bir diğer tarafa sü- rüklenerek götürüldüler. Yahudiler teslim olur olmaz, Hazreti Muham- med onları sıraya dizip elleri arkada bağlı olarak yürüttü. Sonra, Milattan önce 900 senesinde Kis- hon Çayında Eliya’nın Baal rahiplerinden dört yüz elli tanesini idam ettirmesine sebep olan aynı ilhamla, Hazreti Muhammed, esirlerin başlarının uçurulmasını emretti. Ama o an için hiç de mem- nun değildi. Geceleyin Müslüman askerleri tekrar çu- kur kazmaya başladılar. Bu hendek, Medine’nin 224 Tarihi Şekillendiren Suikastler

önündeki hendek kadar derin ve uzun değildi, fa- kat daha fazla ölüme şahit olacaktı. Şafakta idam başladı. Hazreti Muhammed, etrafında yakınları olduğu halde, bu idamları görebileceği bir yere oturdu. Baş uçurma işini bizzat Hazreti Ali ile Zübeyr idare ediyorlardı. Her seferinde altışar altışar olmak üzere, Yahu- diler geceyi geçirmiş oldukları etrafı sarılıp kuşa- tılmış olan yerden çıkarıldılar. Hendeğin başın- da diz çöktürülüp başları uçuruldu ve vücutları kendilerini bekleyen mezarın içine itildi. Hava pis kan kokusuyla buğulanana kadar bu baş uçurma bütün gün durmadan devam etti. Güneş Batıda batıp da sahradan hafif bir mel- tem estiği esnada da bu eylem devam etti. Karan- lık bastırdığı zaman da durmadı. Meşale ışıkları altında Müslüman palaları şimşek gibi parlayarak bir İbraninin başını daha hendeğe yuvarladılar. Nihayet, son Yahudi de hendeğin içinde kaybol- duğu zaman, Hazreti Muhammed karargahına döndü. Yanında Reyhana adında çok güzel bir Yahudi kızını da götürdü. Reyhana Resulullahın kölesi ve cariyesi oldu. Ancak, pek fazla yaşama- dı. Sekiz yüz kişinin idamının, üzerinde yapmış olduğu ağır etkiden hiçbir zaman kurtulamamış olması ölümünü yakınlaştırdı. Bu idam sahnesine şahit olan Hazreti Ayşe, sonraları, o gün görmüş olduğu şeylerin bütün ömrünce kendisini bir hayalet gibi takip etmiş ol- duğunu söylemiştir. Bu cezayı verenin peşini ölüm bırakmadı. Mer- Tarihi Şekillendiren Suikastler 225 kep yolculuğu Saad için pek fazlaydı. Yarası tek- rar açılmıştı, kan zehirlenmesi kendisini gösterdi. Son Yahudi öldüğü zaman Saad da vefat etti. Yahudilerin bu topyekün idamı etrafa çok etki eden bir şeydi, din tarihinde bu, hiçbir şey de- ğildir. Bu Müslüman görüşüne göre tamamıyla adilaneydi. ((Allah’ın Resulü Hazreti Muhammed (sav) adlı kitaptan (The Messenger The Life of Mohammed) R.V.C. BODLEY - Çev: Hacı Mahmut HATUN- Arya Yayıncılık))

Türkeş’in kalbi saat gibi çalışıyordu Eski MHP Erzurum Milletvekili Rıza Müftü- oğlu ise “Derin Sayfalarıyla Milliyetçi Hareket” adlı kitabında MHP lideri Alparslan Türkeş’in öldürüldüğünü öne sürer. Müftüoğlu, “Başbuğ’un öldürüldüğü kanaa- tindeyim. Mart 1997’de Almanya’da gittiği dok- torun ‘Kalbiniz saat gibi’ dediğini bize anlatmıştı. Bu doktor da Başbuğ’un ölümünden 1 yıl sonra, kalp durmasından hayatını kaybetti. Bir gün bana CIA’da çalışan bir Türk’ten bir rapor ulaştı. Bir si- yasi partinin liderine gönderilmişti. Raporda hem Başbuğ’un, hem de Özal’ın öldürüldüğü yazıyor- du. Potasyum yüklemesi yapılarak, iz bırakmadan ölümler gerçekleştirilebiliyordu” diyor.

Fatih: Niçin kıydı tabipler bana? Dedi. Fatih Sultan Mehmet’in oğlu Şehzade Cem’in kardeşi İkinci Beyazıt ile girdiği taht kavgası trajik bir şekilde sonlanır. Sürgünde yaşayan Cem’in, 226 Tarihi Şekillendiren Suikastler

İkinci Beyazıt ile anlaşan Papalık tarafından ze- hirletildiği anlaşılmıştır. Bazı Osmanlı kaynakları ise Cem’in bir dönme tarafından zehirli usturayla traş edilmesi sonucunda öldürüldüğünü ileri sü- rerler. Fatih Sultan Mehmed’in ölümüyle ilgili de çeşitli iddialar ortaya atılmıştır. Alman tarihçi Prof. Franz Babinger’in bulduğu önemli bir Vene- dik vesikasına göre Venedikliler Fatih’i zehirlemek için teşebbüslerde bulunmuşlar ve bu amaçları için İtalyan yahudisi olan Dönme Yakup Paşa’yı bile kullanmışlar. Fatih’e verildiği düşünülen zehirlerden biri, kargabüken ağacının tohumlarından elde edil- miş. Babinger’in “Fatih Sultan Mehmet Zehirlendi mi Eceli ile mi Öldü?” başlıklı kitabı 1965’de AÜ Tıp Fakültesi Yayınları’ndan çıkmıştır. Fatih’in or- dugahında bulunan bir ozanın yazdığı, “Tabibler şerbeti kim verdi Hân’a.. / O Hân içti şerabı kâne kâne.. / Ciğerin doğradı şerbet o Hân’ın.. / Hemin der zari etti yâna yâna.. / Dedi niçin bana kıydı tabipler.. / Boyadılar ciğeri, canı kâne..” şiiri.

1402’deki Ankara Savaşı’nda Timur’a esir dü- şen Yıldırım Beyazıt’ın da zehirlenerek öldüğü rivayet edilir. Beyazıt’ın kendini zehirlediği de söylenir. Fatih’in oğlu İkinci Beyazıt’ın da oğlu Yavuz Sultan Selim tarafından zehirlendiği iddia edilir. Tarihi Şekillendiren Suikastler 227

İmam-ı Azam’a zehirli süt Zehirli suikastlere maruz kalanlar arasında İmam Ebu Hanife, Selçuklu Sultanı Melikşah, Vezir Nizamü’l- Mülk ve Sultan Alaattin Key- kubat gibi birçok ünlü isim var. Ünlü müteffekkir ve din alimi Bediü’z-zaman Said Nursi de bizzat kendisinin rivayet ettiği pek çok zehirlenme giri- şimleriyle karşılaşmış. Kurulu düzeni ve egemen felsefeyi yerle bir eden filozoflar da yüzyıllar boyunca sinsi suikast- lerin hedefi oldular. Bunlardan biri olan Sokrat, Atina yasalarına göre baldıran zehiri içirilmek suretiyle öldürüldü. Ortaçağ Avrupa’sında çok yaygın olan zehirle idam, günümüzde sadece Amerika’da uygulanıyor. 17. yüzyılda Fransa’da zehirle işlenen cinayetler o kadar artmış ki, Kral 14. Louis bir ferman yayınlamak zorunda kalmış. Buna göre zehir hazırlayanlar da ölüm cezasıyla yargılanmışlar. Bu cinayetlerin çoğu ise kadınlar tarafından kıskançlık ve servet avcılığı nedeniyle işleniyor- muş. 228 Tarihi Şekillendiren Suikastler

İmam-ı Azam: Beni sultanın gaspetmediği yere defnedin Hanefi Mezhebi’nin kurucusu İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin Hicri 150 yılında zehirlenerek öl- dürüldüğü rivayet edilir. Ebu Hanife’nin, Halife Ebu Cafer el-Mansur’un kadılık teklifini kabul et- meyince kırbaçlandığı ve hapse atıldığı zikredilir. Onun hapisteyken mi, yoksa hapisten çıktıktan sonra mı öldüğü ihtilaflıdır. Ebul-Arab Muhammed ibnu Temimi (Ö. 333), Kitabul-Mihen adlı eserinde, “Bana bildirildiğine göre, Ebu Hanife, Ebu Cafer el-Mansur’un tale- bi üzerine yanına gitti, içeri girdi. Mansur onun için zehirli bir süt hazırlatmıştı. Ebu Hanife ya- nına oturunca Mansur sütü getirterek içmesini istedi. Ebu Hanife yaşlılığından dolayı sütün mi- desine dokunacağını söyleyerek içmek istemedi. Mansur’un ısrarı üzerine Ebu Hanife sütü içti, sonra izin almadan Mansur’un yanından kalktı. Mansur nereye gittiğini sorunca, Ebu Hanife, ‘Senin gönderdiğin yere’ cevabını verdi ve oradan ayrıldı. Kısa bir zaman sonra o süt yüzünden ze- hirlenerek öldü.” Zalim iktidarların meşruiyetini kabul etmeyen Ebu Hanife, sultanın gasbetme- diği ve sahiplik iddiasında bulunmadığı bir yere defnedilmesini istemiş. İmam, Bağdat’ta Hayzu- nan kabristanının doğu tarafına defnedilmiş.

Melikşah’ı av etiyle zehirlediler Zehirlenerek öldürülen Sultanlar arasında kim- ler yokki. Ünlü Selçuklu Sultanı Melikşâh, bir av Tarihi Şekillendiren Suikastler 229 dönüşü verdiği ziyafette birden sancılandı. Sayık- lamaya başlayan Sultan kendinden geçti. Kudretli Sultan zehirlenerek öldürülmüştü. Melikşah’ın ünlü veziri Nizamilmülk de Haşhaşiler olarak ün- lenen Hasan Sabbah’ın fedaileri tarafından zehirli bir hançerle öldürüldü. Göktürk Hakanı Bilge Ka- ğan, Saka Hanı Alp Er Tunga da zehirle öldürü- len sultanlar arasında. Anadolu Selçuklu Sultanı Alâüddin Keykubat oğlu tarafından zehirletilmiş. Karamanoğlu Mehmet Bey Gölhisar’da zehirlen- miş, Mehmet Bey’in ağabeyi Larende Emiri Şem- settin Bey de kardeşi Karaman Bey tarafından ze- hirletilmiş.

Bediüzzaman Said-i Kurdi Bediüzzaman olarak anılan Said Kurdi de eserlerinde pek çok kez zehirlenerek öldürül- mek istendiğini zikreder. Bir rivayete göre 18, bir başka rivayete göre ise 21 kez zehirlenen Said Kurdi’nin bedeni zehirlerin etkisiyle zayıf düştü. Tarihçe-i Hayat’ta bir zehirlenme vakası “Üstadın Emirdağ’da zehirlenmesi” başlığıyla şöyle anlatı- lır: “Bir siyasi memurun imhası için yukarıdan emir aldık” demesine aldanan bir bekçibaşı, üsta- dın penceresine geceleyin merdivenle çıkarak ye- meğine zehir atmış; ertesi gün üstad zehirlenerek kıvranmaya başlamıştır. Zehirin tesiri çok azim olduğu halde, corlukla atlatmış. Fakat hastalık, ıztırap çok şiddetlidir’ derdi. Bir hafta kadar aç, susuz denecek bir halde perişan bir vaziyette in- lemiş, sonra şifa bulup, tekrar vazifeleriyle iştigale 230 Tarihi Şekillendiren Suikastler başlamıştı.’ Bediüzzaman’ın talebelerinden İbrahim Fa- kazlı, Said Kurdi’nin hapishanede zehirlenmeye karşı tedbir aldığını belirterek, “üstadın hizmetle- rini yapacak bir talebesini yanına müsaade etmi- yorlardı. Bir gardiyan tayin etmişlerdi. Üstad ona pek itimat etmezdi. Ekmek her zaman idare tara- fından dağıtılırdı. Fakat Üstad bu tayını yemezdi. Bu tedbire rağmen yine de Üstadın zehirlendiği çok olurdu” der.

Mücevherleri için zehirlenmiş Ünlü opera sanatçısı Maria Callas’ın kalp kri- zinden ölmediği, bir cinayete kurban gittiği söyle- nir. Franco Zeffircih, Callas’ın hayatını konu alan filmin hazırlık aşamasında kapsamlı bir araştırma yapmış ve ünlü opera sanatçısının piyanist arka- daşı tarafından zehirlenmiş olabileceği bilgisine ulaşmış. Buna göre 1977’de ölen Callas, son yıl- larında arkadaşlık kurduğu piyanist Vaseo De- vetzi tarafından öldürülmüş. Cinayet nedeni ise Callas’ın 9 milyon dolarlık mücevherleri.

Emile Zola’nın ölümü Ünlü yazar Emile Zola Paris’te Brüksel soka- ğındaki odasında 29 Eylül 1902 sabahı gazdan zehirlenerek ölür. Yapılan soruşturma baştan savmadır. Olay, talihsiz bir kaza olarak kayıtlara geçer. Zola’nın ölümünden 20 yıl sonra bir so- bacı, arkadaşına ilginç bir ayrıntı aktarır. İddiaya göre sobacı, 25 Eylül 1902’de Zola’nın oturduğu Tarihi Şekillendiren Suikastler 231 binaya komşu binada çalışma yaparken, Zola’nın oturduğu evin bacasını tıkadığını, 29 Eylül sabahı ise izleri sildiğini söylemiştir. Bu ilginç gelişme, Dreyfus Davası’nda etkili bir kampanya gerçek- leştirerek Yahudi karşıtı çevrelerin düşmanlığını kazanan Zola’nın bir cinayete kurban gittiği şek- linde yorumlanır. Dreyfus karşıtı bir yayın organı olarak bilinen La Libre Parole (Serbest Söz)’nin manşeti ise daha da ilginçtir: “Doğalcı bir olay, Zola dumandan boğularak öldü.”

Mozart zehir kurbanı 19. yüzyılın önemli bestecilerden Vincenzo Bellini de bir rivayete göre zehirlenerek öldürül- dü. 1801’de Sicilya’da doğan İtalyan besteci, 1835 yılanda birdenbire hastalanarak ölmüştü. Yazar Paul Aron ‘’Tarihin Büyük Sırları’’ adlı Aykırı Yayınları’nca yayımlanan kitapta ise ünlü besteci Mozart’ın zehirlendiğini iddia eder.

Napolyon zehiri savuşturamamış Ünlü tarihi kişiliklerin ölümleri de günü- müzde artık araştırma konusu ediliyor. İskender ve Napolyon’un da ölümlerinin doğal nedenler- den olmadığı iddia ediliyor. Fransız tarihçi Rene Maury, “Napolyon’un Katilleri” isimli kitabında Napolyon’un (1769-1821) şarabına arsenik konu- larak zehirlenmek istendiğini öne sürer. İddialara göre Napolyon’un hemen ölmemesi, şarabın içine konulan arseniğin ani ölüme yol açacak yeterli et- kiye sahip olmamasıdır. Napolyon’un özel bir ka- 232 Tarihi Şekillendiren Suikastler vanoz içinde saklanan saçlarına analiz yapıran FBI, arsenik izlerine rastlamış. Genç yaşta Hindistan’a kadar Doğu ülkelerini fetheden Makedon Kralı Büyük İskender’in ölümü de 23 yüzyıl sonra bir araştırmaya konu olmuş. Eski Scotland Yard de- dektifi John Grieve, İskender’in 33 yaşında iken Babil’de zehirlenerek öldürüldüğü kuşkusunu be- lirtmiş. Grieve, bu ölüm olayını soruşturmak için günümüzün kriminal bilimlerinden yararlanmış. Grieve araştırmanın sonunda kesin bir yargıya va- ramamış ve iyimser bir tahminle İskender’in vü- cudunun aşırı teskin edici ilaçların etkisiyle iflas ettirildiğini ileri sürmüş.

Yedikleri içtikleri zehir oldu Zehirli suikastlere maruz kalan pek çok devlet başkanı ölümün eşiğinden döndü. Ürdün Kralı Hüseyin, defalarca suikast girişimini kılpayı at- latmış. DSP eski lideri Bülent Ecevit de 1977’de zehirli kurşun atan ilginç bir silahla öldürülmek istenmiş. 1999 yılında vefat eden Ürdün Kralı Hüseyin defalarca suikast girişimleriyle karşılaşmış. Bu gi- rişimler arasında zehirli suikastler ise önemli yer tutmuş. 1960’da sünizit olan Kral Hüseyin’e özel doktoru tarafından verilen burun damlasından birkaç damla lavaboya düşmüş. Birden lavabo- nun rengi değişmiş ve bir delik açılmış. Burun damlası yerine şişenin içinde sülfirik asit olduğu ortaya çıkmış. Burun damlasının yanısıra Kral Hüseyin’in yemeğine ahçısı tarafından zehir ko- Tarihi Şekillendiren Suikastler 233 nulmuş, ancak bu girişim de başarısız kalmış. Bu suikastler yüzünden Kral, yemek yemeden önce güvenlik önlemi olarak birkaç parça yemeği kedi- lerine yedirmeye başlamış. Bu tedbir işe yaramış. Kedilerden biri ölünce yemeğe zehir katıldığı or- taya çıkmış. Zehirli suikast girişimleri bunlarla da sınırlı kalmamış. Kral’ın diş macununa bile zehir katılmış.

Kral Faysal’a petrol zehirlemesi İngilizler’in Irak Kralı yaptığı Şerif Hüseyin’in büyük oğlu Faysal’ın da, 1933’te esrarlı bir şekil- de zehirlenerek öldürüldüğüne inanılıyor. “The Irak Petroleum Company”nin davetlisi olarak Cenevre’ye giden Faysal 7 Eylül 1933 günü ikamet ettiği otel odasında ölü bulundu. Irak petrolleriyle ilgili olarak İngiltere’de görüşmeler yaptıktan son- ra İsviçre’ye giden ilk Irak Kralı’nın zehirlendiği söylenir. Kendisi de meçhul bir akıbete uğrayan Yazar Raif Karadağ, “Petrol Fırtınası” adlı ünlü eserinde, Kral’ın ölümüne bir bölüm ayırmıştır.

Ecevit’e zehirli suikast Bülent Ecevit de 1977 seçimlerinden hemen önce 29 Mayıs günü, İzmir Çiğli Havaalanı çıkı- şında bir polis tarafından zehirli kurşun atan ilginç bir silahla öldürülmek istenmiş. Olayda dönemin İstanbul Belediye Başkanı Ahmet İsvan’ın karde- şi Mehmet İsvan baldırından yaralanmış. Olayda ABD yapımı “Tengas” marka bir silah kullanıl- mış. İsvan’ın ayağından çıkarılan mermi parçala- 234 Tarihi Şekillendiren Suikastler rının zehir taşıdığı sonradan anlaşılmış. İddialara göre silah, ilk kez bir insan üzerinde deneniyordu. Silahı üreten firma İsvan’ın bacağındaki yaranın seyrini uzun yıllar izlemiş, hatta masraflarını kar- şılayarak İsviçre’de tedavi bile ettirmiş. Ecevit, ise silahın Rahşan Ecevit’e yöneldiğini savunur. Res- mi açıklama ise polisin silahının yanlışlıkla ateş almasıydı. Olayın arkaplanı Ecevit’in Başbakanlı- ğı döneminde de aydınlatılamaz. “Polisler göz göre göre kurtulur.” Ecevit olayı şu şekilde anlatır gazetecilere: “Arkadaşımız Mehmet İsvan’ı yaralayan silah, anlaşıldı ki balistikte çalışan uzmanların da gör- mediği, varlığından haberdar olmadığı son derece tehlikeli bir füze. O füzenin parçalarını çıkarttı doktorlar. Bazı emniyet görevlileri ısrarla o parça- ları doktorlardan almak istemişler. Ama doktorlar vermemiş. Öncelikle Türk polisinin elinde ve Türkiye’de böyle bir silah bulunmadığı iddia edildi. Sonra bu silahtan bulunduğu fakat bunun gizli olduğu, çok tehlikeli olduğu ortaya çıktı. Fakat yıllardır üstünde durduğumuz, izini sürmeye çalıştığımız halde ‘kim o silahı vermiştir, nasıl vermiştir, bu kadar gizli bir silah, nasıl bir koruma görevlisine verilebilir’, bütün bunlar ortaya çıkmadı ve bir noktadan sonra izler kayboldu. O polis de göz göre göre kurtuldu. Bu olay bende Özel Harp Dairesi çağrışımı yaptı.” Tarihi Şekillendiren Suikastler 235

Pol Pot zehirlendi mi? Kamboçya’nın ‘ölüm tarlaları’ rejiminin dikta- törü Pol Pot’un ölümünün de zehirlenme sonucu olduğu tartışıldı. Tayland’lı istihbaratçılar ceset- te yapılan incelemelerin Pol Pot’un zehirlenerek öldüğünü ortaya çıkardığını açıkladılar. Tayland polisine göre ise, zehir Pol Pot’a kendi rızasıyla verilmiş. Resmi açıklama ise Pol Pot’un doğal ne- denlerle öldüğü şeklinde.

Bruce Lee Dünyanın en hızlı ve en usta dövüşçüsü olan, aynı zamanda ‘Kung - Fu ve Karate’ sporunu ‘Do - Jo ‘sanatına dönüştüren Bruce Lee 20 Temmuz 1973’de öldü. Lee’nin ölümünde de bir cinayet kuşkusu duyuldu. Kimine göre Çin mafyası tara- fından son filmini çekerken silahla vuruldu. Fakat bu gizlendi. Kimine göre de zehirlendiği söylenen Bruce Lee’nin ölüm nedeni halen kesinliğe kavuş- madı. Adli Tıp: Ölüm nedeni bilinmiyor Lee ile ilgili bir diğer söylenti de şöyle: ‘’Game of Death’’ filmiyle ilgili hazırlıklar sırasında ra- hatsızlanan Lee bir aspirin aldı ve uyudu. Lee’den haber alamayan dostları onu bulduklarında çok- tan ölmüştü. Ölümünün beyin tümöründen ol- duğu söylendi. Ancak adli tıp raporunda, Bruce Lee hakkında ‘’ölüm nedeni bilinmiyor’’ ibaresi yer aldı. Lee, Amerika’nın Seattle eyaletinde Lake View mezarlığına gömüldü. 236 Tarihi Şekillendiren Suikastler

Clinton’a zehirli kaktüs ABD Başkanı Bill Clinton, ucuna AIDS virü- sü ve çeşitli öldürücü zehirler bulaştırılmış kaktüs dikenleriyle öldürülmek istenmiş. 1998’de olayla ilgili olarak üç kişi tutuklanmış. Teksas’lı ayrılık- çı sanıklar, silaha dönüştürülmüş bir çakmak ile ucuna AIDS, şarbon ve kuduz gibi ölümcül mik- roplar sürülmüş kaktüs dikenlerini ABD Başkanı Bill Clinton, Adalet Bakanı Janet Reno, FBI Şefi Louis Freeh ve diğer federal yetkililere fırlatıp, suikast düzenleme planları yapmışlar. Geçtiğimiz yıllarda da vergi yasalarına karşı çıkan bir diğer Amerikalı grubun, yöneticilere zehirle saldırmak için planlar yaptıkları ve yakalandıkları açıklan- mıştı. Tarihi Şekillendiren Suikastler 237

Dcsidcrius ERASMUS

Sokrates'in Savunması

PLATON (EFLATUN) 238 Tarihi Şekillendiren Suikastler Tarihi Şekillendiren Suikastler 239

Şifall Bitkiler C)); Bitkisel Tedaviler (? ve Reçeteler

~ \~ .. · -.. 240 Tarihi Şekillendiren Suikastler

Güzelliğin Doğal Sırrı ve " ~ tkili Saç Bakımı ,{, ".ıl:'~-::.! ;

z GQ~elli • ~.: - • ·· -M