1

TÜRKMEN BOYLARININ GEÇMİŞİ, YAYILIŞI, BUGÜNKÜ DURUMU VE GELECEĞİ

Prof. Dr. Soltanğa ATANİYAZOV Türkmenistan Bilim ve Teknik Yüksek Kurulu.

ÖZET

Dünya milletlerinin önemli bir kısmı, tarihlerinin belli bir döneminde boy ve uruğlara bölünme sürecini yaşamışlardır. İktisadî, sosyal şartlar nedeniyle bu bölünme bazı toplu- luklarda ve bu arada göçebe hayatı yaşayan Kazak, Kırgız, Başkırt, Türkmen gibi Türk topluluklarında uzun süre muhafaza edilmiştir. Bu topluluklar arasında Türkmenler’in boy ve uruğları Kaşgarlı Mahmut, Mübarek Şah, Reşidüddin, Yazıcıoğlu, Salar Baba Harıdarı, Ebulgazi gibi kadîm âlimlerin eserlerinde yer almıştır. Bu âlimlerin eserlerinde, Türkmen boylarının çeşitli devirlerdeki durumları ve yaşadıkları değişiklikler incelenmiş; boy ve uruğların büyüklü-küçüklü topluluklarına ait bilgiler verilmiştir. Ayrıca bu tarihî kaynaklarda, Kaşgarlı Mahmut tarafından sıralanan Türkmen boylarının bünyesinde Moğol saldırılarından sonra ortaya çıkan değişiklikler ve bu meyanda pek çoğunun komşu ülkelere kaçması, kalanların ise başka topluluklarla birleşerek Teke, Yomut, Göklen, Ersarı, Sarık, Sakar, Alili, Olam, Surhı gibi yeni boyları meydana getirmesi hakkında dikkate değer bilgiler veriliyor. Oğuz boylarına dayanan yeni Türkmen boyları, Türkmen halkının meydana getirdiği sosyolojik kollardır. Kadîmden gelen bu geleneği yaşlı kuşaklar günümüze kadar yaşatmışlardır. Ancak genç nesil için boy-uruğ meselesi önemini gittikçe yitirmektedir. Tarihî gerekliliğin bir ürünü olan bu bölünmeyi ortaya çıkaran şartlar bugün ortadan kalkmıştır. Bu yüzden artık XX. asırda boy-uruğ oluşumlarına rastlanmıyor. Ancak eski- den gelmekte olan gelenek hükmünde bazı şive özgünlükleri, mimari ve ekonomide kullanılan araç-gereçler, giyim-kuşam, halı dokuma, süsleme-işleme, yemek kültürü, gelenek-görenek gibi farklılıklar korunmaktadır. Türkmenistan’ın bağımsızlığını kazanmasıyla birlikte okullarda edebî dilde eğitim- öğrethm verilmesi, gazete-dergi ve kitapların edebî dilde yazılması, radyo-TV ve görsel sanatlarda edebî dilin kullanılması ve bu arada halk arasında karşılıklı ilişkilerin artması, esasında özde bir olan Türkmen boyları arasındaki şive, kültür gibi maddî- manevî farklılıkların giderek azalmasına sebep olmaktadır. Bu mühim meseleye, yani Türkmen boylarını bir bütün, halk ve millî bir devlet etrafında birleştirmek gibi gerekli bir ideale, Türkmenistan devlet başkanı Saparmırat Türkmenbaşı ve Türkmenistan Hükümeti büyük önem vermektedir. Böyle bir çaba net- icesinde son yedi yıl içinde, hangi boya veya uruğa mensup olursa olsun, her Türkmen’in kendi halkına ve halkının zengin tarihine duyduğu gurur ve sevgi artmıştır. Böylece Türkmen halkı diğer kardeş Türk topluluklarıyla birlikte, dünya medeniyetinin aydınlık geleceğine doğru emin adımlarla yürümektedir.

Anahtar Kelimeler: Oğuz, Halk, Boy, Bölüm, Uruğ, Tîre, Türkmen.

bilig-10/Yaz’99 2

GİRİŞ Bunlardan “Az” (Asa,Yasa), “Karlık”, “Oğuz”, “Çik” (Çiğ) gibi isimler, Türkmen boy Dünyadaki insan topluluklarının önemli bir ve uruğlarının adı olarak da kullanılmışlardır. kısmının, tarihlerinin belli dönemlerinde boy Bu durum Türk topluluklarının ve bu çerçevede veya uruğlara bölünmüş bir şekilde yaşadıkları Türkmenlerin en eski dönemlerde de boy ve bilinmektedir. Türk topluluklarından Tatar ve uruğlara bölünmüş olduklarına işaret etmektedir. Uygur gibi topluluklarda böylesi bir bölünüş, Bu makalede boy(tayfa), uruğ, tîre, gibi çok eski dönemlerde görünmesine rağmen daha etnografik terimlerin sıkça kullanılması sebebi- sonraları bu gelenek zamanla unutulmaya yüz yle bunların sosyal yapılanmadaki yerlerini ve tutmuştur. Bunun yanında göçebe hayatı yaşayan anlamlarını göstermek gerekiyor. Bilindiği üzere veya hayvancılıkla ziraati birlikte yürüten Kazak, boy ve uruğlar halinde yaşayan toplulukların Karakalpak, Kırgız ve Türkmenlerde boylara- hepsinde boylar uruğlara, uruğlar da tîrelere uruğlara bölünme geleneği, günümüze kadar bölünmekte; daha açık belirtmek gerekirse, devam etmiştir. yukarıdan aşağıya doğru sıralanan çok halkalı bir zincir meydana getirmektedirler (Türkmen Türkmen boyları konusunda daha tafsilâtlı boylarının bazılarında bu zincirin halkaları 10’a bir şekilde bahsetmek gerekirse, şunları söyle- kadar uzayıp gitmektedir). Türk topluluklarının mek mümkündür: XIII. asrın ilk çeyreğinin hiçbirisinde bu halkaların her biri (mesela sonlarında bugünkü Türkmenistan coğrafyası 1.halka, 2.halka, 5.halka) için başlı başına özel Cengiz Han’ın orduları tarafından istila bir terim kullanılmamıştır. Bunun için Türkmen edilmişti. Marı (Merv), Ürgenç (Eski Ürgenç), dilinde ve onun şîvelerinde karşılaşılan “halk”, Lebap ve Ahal vilâyetlerindeki medeniyet “il”, “tayfa”, “uruğ”, “kök”, “kovum”, “kabile”, merkezleri yerle bir edilerek bu ülkenin bir “aymak / oymak”, “oba”, “bölük”, “bölüm”, bölümünü Buhara Emirliği, diğer bölümünü “gandüşer”, “küde”, “depe”, “desse”, “lakam”, Hive Hanlığı, Ahal ve batı taraflarını da İran “top”, “birata”, “topar”, “tîre” ve benzeri gibi şahları ellerine geçirmişti. “Bölüştür-hüküm çok sayıdaki terimler, bu toplulukların sadece sür” (Böl-yönet) şeklindeki koloniyâl hareketle birisini değil, pek çoğunu da ifade etmek için bu hanlıklar, Türkmen halkının küçük boylara- kullanılıyordu. Ancak ilmî çalışmalarda bu zin- cirin bütün halkalarını olmasa da belirli temel uruğlara bölünmesine zemin hazırlamayı, hatta topluluklarını özel terimler ile ifade etmek gereki- bir Türkmen boyunu bir diğerine veya birkaçına yor. Bu yüzden biz, günümüzde bağımsız Türk karşı kullanmayı devlet siyaseti haline getird- devletlerinin asıl halkını teşkil eden Türkmen, iler. Bu durum, Türkmen boylarının mensup Özbek, Kazak, Karakalpak gibi toplulukları oldukları boylara daha çok bağlanmalarına ve halk, bu halkların sayıca büyük nüfuzlu bölüm- bir tehlike esnasında kendilerine hangi boyun lerini (mesela Oğuzlar’ın / Türkmenler’in 24 yardımcı olacağını daha yakından tanımalarına boyunu) “boy / tayfa” terimi ile göstermeye sebep olmuştu. Neticede Türkmenler’in boy ve çalıştık. Türkmen boyları çoğunlukla 2-3, uruğlara bölünme süreci uzunca bir zaman devam bazen 4, hatta 5 büyük bölüme ayrılmışlardır. etmiş ve sosyal gelenek bu asrın başlarında daha Meselâ Tekeler “Utamış”-”Toğtamış (2 bölüm), da yaygınlaşmıştır (Ataniyazov, 1994). Yemreliler “Gumlu”-”Dağlı” (2 bölüm), Yo- mutlar”Bayramşahlı”-”Atabay” “Cafarbay” (3 Türkçe konuşan toplulukların VII-VIII. bölüm), Ersarılar “Uludepe”- “Güneş”- “Gara”- asırlarda boylara ve uruğlara bölündükleri bil- “Bekevül” (4 bölüm), Çovdurlar “Garaçovdur”- inmektedir. Orhun Yenisey’de ele geçen en “Abdal”- “İğdir”- “Bozacı”- “Buruncık” (5 eski Türkçe kitâbede “Az”, “Basmıl”, “Karlık”, bölüm). “Üç Karlık”, “Kırgız”, “Oğuz”, “Dokuz Oğuz”, Ebulgazi devrinde Özbekler’de boydan “Tabgaç”, “Tangut”, “Türkeş”, “Uygur”, “On küçük, ancak uruğdan büyük olan bu topluluklar Uygur”, “Çik”(Çiğ) gibi Türk kavmine men- “tüpe” sözüyle ifade ediliyordu (Mitt,I,1939). sup isimlendirmeler ile karşılaşılması bu tarihi Bu terim Ersarılar’ın “Ulu- tepe” bölümünün olguyu ortaya koymaktadır (Malov, 1959). adında muhafaza edilmiştir. Biz çalışmamızda boyun bu bilig-10/Yaz’99 3 büyük kısımlarını “bölüm” terimi ile karşıladık. bizzat kendisi de sıralamada ilk yeri “Kınık”lılara Bölümler de kendi aralarında birkaç parçadan verdiğini, çünkü devrinde hakanların bu boydan ibarettir. Biz, bunlara da “uruğ” dedik. Uruğ’un çıktığını vurguluyor (Kaşgarlı,I, 1992). alt gruplarını ise “tîre” şeklindeki umumî bir sözle Kaşgarlı’dan sonra Oğuz boylarının adlandırdık. Demek ki: “1-Halk, 2-Boy(tayfa), sıralamasını yapan müelliflerin eserlerinde bu 3-Bölüm, 4-Uruğ, 5-, 6-, 7-, 8-Tîredir.” sıralamanın temelde değiştirildiği göze çarpıyor. Meselâ Kaşgarlı’da ilk yeri tutan “Kınıklar”, TARİHÎ KAYNAKLARDA Reşidüddin’in ve onun çalışmasından yarar- lanan müelliflerin sıralamalarında en sonuncu, OĞUZ BOYLARI yani 24. yere düşüyor. Bu durumu diğer boy- larda da görmek mümkündür (Aşağıda sunulan Türk topluluklarının özellikle de Oğuzların / karşılaştırma tablosuna bakınız). Türkmenlerin boylara bölünme hâdisesi kadîm Demek oluyor ki, Kaşgarlı’nın sıralamasında bilginlerin de dikkatini çekmişti. Meselâ büyük bazı boylar Reşidüddin’in ve diğerlerinin devrinde dil âlimi Kaşgarlı Mahmud “Divân-ı Lügat- çeşitli sebeplerle önceki durumlarını değiştirerek it Türk” adlı muhteşem eserinde, “Oğuzlar, alt yerlere düşerlerken, “Kayı”, “Tüver / Düver Türkmenlerdir.” şeklinde yazdıktan sonra / Döğer” , “Yazır” gibi boylar daha sonraları üst onların 22 boyunu saymış ayrıca bu boyların yerlere çıkmışlardır. tağma(damga)larını göstermiş; sıralamanın ardından da “Herkesçe bilinmesi gerekli olduğu Aşağıda Oğuz boylarının Kaşgarlı’da, için bu boyların hepsini yazdım.” (Kaşgarlı,I, Fahreddin Mübarekşah’ta (Sümer, 1992), 1992) demiştir. Reşidüddin’de (Sümer,1992),Yazıcıoğlu’nda (Sümer, 1992), Salar Baba’da (Harıdarı, Kaşgarlı bu çalışmasında Oğuzların 22 boy- 1994), Ebulgazi’de (Ebulgazi, 1958) yer alan unu sıralamış olsa da, aslında bu boyların sayısı sıralamaların karşılaştırmalı tablosunu sunuyoruz. 24’tür. Divân’ın üçüncü cildinde Kaşgarlı bu konuda, “Türkmenler aslında 24 kabîledir” Bu karşılaştırma tablosu dikkatlice demektedir (Kaşgarlı, I, 1992). Kaşgarlı burada incelendiğinde, Oğuz / Türkmen boylarının güç ve nüfuzlarının çeşitli devirlerde belirli bir düzende konar-göçer Türkmen olan Halaç ve Karlık adlı olmadığını, bazı boyların önceki durumlarını iki boyu, Oğuzlardan ayrılmış oldukları için daha sonra kaybettiklerini, bazılarının ise tam sıralamaya dahil etmemiştir. tersine yukarı sıralara yükseldiğini görmek müm- Bize göre, Kaşgarlı devrinde (XI. asır), hattâ kündür. Meselâ tablosunu Kaşgarlı’dan yaklaşık ondan da önce Türkmenler sadece 24 boyla 130 yıl sonra yazan Mübarekşah’ın eserinde sınırlanmamış olsa gerektir. Ancak büyük âlim “Kınıklar” 1. Sıradan 2. Sıraya, “Kayılar” 2’den Kaşgarlı Türklerin ataları olan Hunların ülke 5’e, “Avşarlar” 6’dan 13’e düşmüşlerdir. Kaşgar- idaresinde yer alan, hizmet gören 24’lü askerî- lı ve Reşidüddin’in tablolarında (aradaki zaman coğrafî bölünme geleneğini göz önüne alarak süresi 225 yıl civarı) boylara verilen yerler daha Oğuzlar’ın temel 24 boyunun adını sıralıyor; da farklıdır. “Kınık” 1’den 24’e, “Bayındır” bunların küçük uruğ ve tîrelerini hattâ siyaset ve 3’den 13’e, “Iva” 4’den 23’e, “Bayat” 9’dan nüfuz bakımından pek önemi olmayan boyların 2’ye gibi. adlarını hesaba katmıyor. Bu konuda Kaşgarlı, Boyların sıralamasında bu büyük değişiklikleri, “Ben bunlardan(boylardan) kök ve ana boyları onların sayılarının çeşitli sebeplerle azalıp saydım, oymakları bıraktım. Sadece herkes- çoğalmasını, başta savaşlar ve salgın hastalıklar in bilmesi gerekli olanlarını, Oğuz kollarını olmak üzere muhtelif hususlarla açıklamak ve hayvanlarına vurulan damgaları yazdım.” mümkündür. Nitekim XIII. asrın başlarında (Kaşgarlı, I, 1992) diyor. Cengiz ordularının Türkmenistan coğrafyasına Kaşgarlı’nın sıralamasında o devirde tanınmış, saldırması neticesinde oba ve şehirlerin pek çoğu nüfusu ve nüfuzu bakımından diğerlerinden istilaya uğramış ve insanlar kitleler halinde yok seçilmiş boylar ön sıralara getirilmiştir. Kaşgarlı edilmişti. Cengiz Han’ın askerleri hem Harezm

bilig-10/Yaz’99 4

ÇEŞİTLİ KAYNAKLARDA OĞUZ BOYLARININ SIRALAMALARI

Boy Adları Kaşgarlı Mübarekşah Reşidüddin Yazıcıoğlu Salar Baba Ebulgazi 1068-1072 1206 1300-1310 XV. asır 1555-1556 1660-1661 I II III IV V VI Gınık / Kınık 1 2 24 24 24 24 Gayı / Kayı 2 5 1 1 1 1 Bayındır 3 9 13 13 13 13 Iva / Yıva 4 16 23 23 20 23 Salır 5 6 17 17 18 17 Ovşar 6 13 9 9 5 9 Bekdili 7 15 11 11 11 11 Bükdüz 8 14 22 22 16 22 Bayat 9 11 2 2 4 2 Yazır 10 7 5 5 7 5 Eymir 11 1 18 18 22 18 Garabölük 12 - 4 - - - Alkabölük 13 - 19 - - - İgdir 14 - 21 21 15 21 Üregir 15 4 20 20 17 20 Dodurga 16 12 7 7 9 7 Alayontlı 17 10 - 19 21 19 Tüver / Döğer 18 8 6 6 2 8 Beçenek 19 3 14 14 14 14 Çovdur 20 - 15 15 19 15 Çepni 21 - 16 16 23 16 Çarıklıg 22 - - - - - Yaparlı - 8 8 - - - Kızık - 10 10 - 10 - Garkın - - 12 12 12 12 Alkarevli - - 3 3 3 3 Karaevli - - - 4 6 4 Kırık - - - - 8 - Bayırlı - - - - 10 - Yasır - - - - - 6 toprağında, hem de Ahal’ın kadîm şehirlerinde arasına karışmışlardır. sükûnet içinde yaşayan halkı kırıp geçirmişti. Az sayıdaki halk ise dağlara, çöllere, büyük OĞUZ BOYLARINDAN TÜRKMEN çoğunlukla da başka ülkelere göçerek bu felâket- ten canlarını kurtarmıştı. TAYFA VE TÎRELERİNE Yukarıda adları geçen müelliflerin Tabloda alt sıralarda yer alan boylar yukarıda tablolarında sıralanan Oğuz boylarından bir belirtilen istilâ hareketlerinddn sonra önceki kısmının adlarına Moğol saldırılarından sonra bu durumlarını kaybedip ya diğer boylara karışmışlar; coğrafyada rastlanmamasına şaşmamak gerekir. ya da yeni gruplarla birleşerek önceki boylarından Türkmenistan’ın bazı bölgelerinde bugün bile tamamen farklı yeni bir ad almışlardır. Daha Kınık, Bekdili, Karabölük, Alkabölük, Üregir, doğrusu saldırıya uğrayan halkı toparlayarak Alayontlu, Çepni, Yaparlı, Kızık, Alkaevli gibi bünyesine alan boyun veya uruğun adları, yeni kâdim Oğuz-Türkmen boylarına mensup insan- topluluğun adı olarak kullanılmaya başlanmıştır. larla karşılaşılmamasına ve onların adları ver- ilen “yer-yurt”a dahi rastlanmamasına şaşmamak Buna “Burkaz”, “Göklen”, “Yemreli”, “Yomut”, gerekir. Bu belirtilen boylar Cengiz Han’ın, Olam”, “Sakar”, “Sayat”, “Surhı”, “Çandır”, Timurlenk’ in ve diğer istilâcıların baskıları “Teke”, “Hatap”, “Esgi” gibi boy adlarını misal devrinde ya yok olmuşlar, ya diğer Türk boyları verebiliriz. bilig-10/Yaz’99 5

Bu şekilde oluşmuş bazı boylara, onlara ve “Çovdur” dur. Bunlar arasında en büyük boy önderlik ve komutanlık yapan şahısların adları Salırlar olup, bu boy 3 gruba ayrılmıştır. verilmiştir. Meselâ, Alili boyu, XIV. asırda Uzboy 1- Salırları: Sarahs ilçesinin yerli halkını kıyılarındaki dağınık Türkmenleri toplayarak oluşturan bu topluluk diyalektleri, giyim- onlara önderlik yapan Ali Cora’nın adını almıştır. kuşamları, gelenek-görenek- leri bakımından “Ali ili”: Alili. XI. asırda tanınmış Türkmen “Teke”, “Yomut”, “Ersarı”, “Sarık” gibi boy- komutanı Selçuk hükümdarı Tuğrul bey’in kayını lara çok yakındır. Bu topluluk “Garaman”, Kızıl İbn Yahya’nın çevresinde toplanan halk da, “Kiçi- ağa” ve “Yalvaç” adlı 3 büyük bölüm- bu şahsın adını almıştır: “Gızılili:Gızıl” (Mitt, den ibarettir. I, 1988). Ersarı boyu da Moğol baskılarından 2- Lebap vilâyetinin Danev, Farab, Çarçöv; sonra Uzboy’da ve Balkan dolaylarında yaşayan Özbekistan’ın Buhara vilâyetinin Buhara, dağınık halkı başına toplayan Ersarı Bay’ın Garaköl, Alat; Semerkant vilâyetinin Nurata, (XIII-XIV.asır) adını almıştır (Ata- niyazov, 1988 Goşrabat; Harezm vilâyetinin de Ürgenç ; Ataniyazov, 1994). Aslı Salur Türkmenlerinden dolaylarındaki Türkmen topluluğunun olan bu tarihî şahsiyete, önderliğini yaptığı Salur çoğunluğunu teşkil eden Salırlar. Bunların boyunun ikinci adı olan “Sarılar” ile ilgili bir dili (diyalekt) Türkmen edebî diline temel unvan verilmiştir: “Sarı ili’nin eri:Ersarı” olan merkezî diyalektlerden farklılaşıpTürk Hanlara ve hükümdarlara bu tarzda ünvan dillerinin Kıpçak grubuna giren toplulukların vermek geleneği eski Türklerde bu çerçevede konuşmasına yakındır. Oğuzlarda da oldukça yaygındı. Nitekim Türk 3- Lebap vilâyetinin Hocambaz ve ilçeler- kağanı Bumin’in ünvanı “İlhan”, Kutluk Tegin’in ünvanı “İlteriş’ti” (Gumilev, 1967). Türkiye’nin inde, Tacikistan’ın Cılıköl bölgesinde yaşayan ilk Cumhurbaşkanı M. Kemal’e “Atatürk”, Salırlar. “Kırk Öyli” yaygın adıyla tanınan Türkmenistan’ın ilk devlet başkanı Saparmırat bu Salırlar, konuşmaları bakımından yukarıda Niyazov’a ise “Türkmenb`şı” ünvanlarının ver- belirtilen topluluklardan biraz farklılaşıp, bu ilmesi bu geleneğin bir devamıdır. ikisinin arasında, konuşma dilleri edebî dile daha yakın olan bir topluluk meydana getiriy- Yerleştikleri bölgelerin adları verilen boy- orlar. lara (“Garadaşlı”, “Maniş”, “Mehin”, “Mürçe”, “Nohur”, “Hasar”, “Anevli” ) rastlandığı gibi, Bu 3 topluluğun uruğ ve tîrelerinin adlarında bunların mesleklerine ve meslekî faaliyetlerine birbiriyle olan benzerlikleri çok, ancak farklılıklar göre ad alanlarıyla da karşılaşıyoruz: “Arabaçı”, da az değildir. “Düyeçi” gibi. Bu şekilde ad alma veya ad verme Salurlar, erken dönemlerde Oğuzlar’ın geleneğinin, 1071 Malazgirt Savaşından sonra büyük boylarından birini teşkil etmiş ve Türk büyük kitleler halinde Anadolu’ya göç eden topluluklarının bölük bölük göçtükleri çağlarda, Oğuz / Türkmen boyları tarafından da devam Sırderya boylarından dört bir yana dağılıp “Salı” ettirildiği dikkat çekmektedir. Nitekim Osmanlı adıyla bir çok Türk topluluğunu bünyesine döneminde “boy” veya boyun daha alt birimini almıştır. Bunların bir bölümü Seçukluların batıya teşkil eden “cemaat”, “bölük”, tîr”, “oymak” yürüdükleri devirde Saltık Baba’nın önderliğinde ve “oba” gibi Türkmen gruplarının pek çoğu, Kırım’a giderek burada Salır (şimdiki adı Salgir) kendi içlerinden çıkan idarecilerin veya liderlerin ırmağının boyuna yerleşmişlerdir (Navşirvanov, adını taşımaktaydılar. Bundan başka yaşadıkları 1929). Başka bir bölümü 1370 yılından önce bölgelerin adını alan veya o bölgelere adlarını Semerkant vilâyetinin Nurata ve Goşrabat verenler de vardı. Ayrıca, yaşadıkları hayat tarzı dolaylarındaki Salırlar’dan (Salır) ayrılıp Çin’e ile meslekî faaliyetlerine göre ad alanlar dahi giderek Pekin’den 50 km. uzaklıkta Yantszı mevcuttu (Şahin, 1987). ırmağı boyundaki Sün Hua bölgesinde “Salar” Kaşgarlı ve Reşidüddin tarafından sıralanan adlı topluluğu meydana getirmişlerdir (Tenişev, adlardan günümüzde Türkmenistan’da boy adı 1976). olarak muhafaza edilenleri sadece “Bayat”, “Salır” Salurların en büyük bölümü, X-XI. asırlarda

bilig-10.Yaz’99 6

Sırderya boylarından Balkan’a (Ebulhan) ve büyük bölümü Buhara vilâyetinin Alat ve Garaköl Mangışlak’a göç ettikten sonra XIV-XV. asırlarda dolaylarındadır. Türkmen boylarının “Salur Birliğini” meydana Yer-yurt adlarından hareket edilecek olursa, getirerek İç (İçki) Salur ve Dış (Daşkı)Salur adlı Bayatlar geçmişte Hazar kıyılarında da yaşamış iki topluluğa ayrılmışlardır (Balkan-Mangışlak olmalıdırlar. Etrek ırmağının boyundaki Gızıletrek dolaylarında bu devirde Türkmen boylarının ilçesinin daha önceki adının “Bayathacı” oluşu Çovdur Birliği de olup, bu birliğe “Çovdur- ile Esegulı dolaylarında “Bayatça” adlı bir tepen- lar”, “İğdirler”, “Söyüncacılar”, “Abdallar”, in bulunması buna işaret etmektedir (Ataniyazov, “Arabacılar”, “Hocadırıklar gibi büyüklü-küçük- 1980). lü az sayıda uruğlar dahil idi. Kaşgarlı ve Reşidüddin’in eserlerinde Salur birliğine (muhtemelen bu birliğin Dış sıralanan Oğuz-Türkmen boylarının yukarıda Salur topluluğuna) XVII-XVIII. asırlarda boy belirtilen “Salu”, “Çovdur” ve “Bayatlar” derecesine ulaşan “Teke”, “Sarık”, “Ersarı”, ile diğerlerine, günümüzde, sonradan ortaya “Yomut”, “Esgi”, “Olam”, “Göklen”, “Alili”, çıkmış boyların bünyesinde uruğ ve tîre halinde “Hıdırili” gibi topluluklar da giriyordu rastlıyoruz. Bunları tek tek gözden geçirelim. (Ataniyazov, 1991). (Boy adları önce Kaşgarlı’nın ve Reşidüddin’in Bunları göz önüne alan Faruk Sümer, günümüz yazdığı şekilde yazıldı, parantez içinde Türkmen Türkmenistan halkının yarısından çoğunun dilinde söylenişi verildi. Uzun ünlü sesler iki Salurlardan ibaret olduğunu vurgulamaktadır nokta ile gösterildi). (Sümer, 1992). 1- KINIK (Gınık): Bu boy Türkmenistan’daki Salurlar hakkında verilen mâlûmattan sonra yer-yurt ve boy-uruğ adlarında hiçbir iz Türkmenistan’da eski sosyal hayatını yaşatan bırakmamıştır. ikinci büyük boy olan “Çovdurlar” dan bahset- mek lâzımdır. 2- KAYIG (Gayı): Göklen boyunun iki büyük bölümünden birisinin adı. Bayat boyu bünyes- Bu boyun büyük bölümü, Daşhovuz inde küçük bir tîre. Kaşgarlı’nın ikinci sıraya (Dış Oğuz) vilâyetinin ve dolaylarına yerleşmiştir. “Garaçovdur”, “Bozacı”, koyduğu Kayılar, Reşidüddin zamanında ve “Buruncık”, “Abdal” ve “İgdir” denilen 5 bölüme ondan sonraki müelliflerin eserlerinde ilk sıraya ayrılırlar. Görüldüğü üzere burada “İgdir” ve çıkıyor. Bu yüzden Türkmen Klâsik şairleri Kayı “Abdal” uruğları, Çovdurların içine girmektedir. ile Bayat boyunu “ilbaşı” olarak göstermişlerdir: Ancak Hazaryaka İgdir- leri, Rusya’nın Astrahan bölgesinin Atal obasında ve Stavropol ülkesinin “İlbaşı Gayu-Bayat, Yemikli, Agar, Arabaçı Türkmen, Neftekumsk, İpatov, Blagodarnensk, Nerezimde bir seniñ dek ya-ha bolgay, bol- Arzgir ilçelerinde yaşayan İgdirler kendilerini magay.” Çovdurlardan saymazlar. Bununla birlikte onlar- la kendilerini akraba, fakat başlı başına bir boy (Mollanepes, 1955) kabul ederler. Bu tespitlerimiz o bölgede yaşayan 3- BAYUNDUR (Ba: yındır): Göklen boyu- Abdallar için de geçerlidir. nun bir uruğu, Çandır boyunun bir tîresi. Bu Çovdurların bazı kesimleri Lebap vilâyet- boyun adına Garrıgala (Karrıkale)’ daki”Bagandar inin Sayat ve Hocambaz ilçelerinden başka Çeşmesi”nin,”Bagandargala” adlı kalenin ve Buhara vilâyetinin Alat ve Garaköl dolaylarında ayrıca Köneürgeç’ teki “Bayındıroy” adlı obanın yaşamaktadır. adlarında rastlıyoruz. Başlıbaşına bir boy olma durumunu ve 4- IVA: Bu boyun adını taşıyan kadîm Oğuzlar, kadimî adını muhafaza eden 3. Topluluk ise Türkmenistan sınırlarına yakın Özbekistan “Bayatlar”dır. Bayatlar Lebap vilâyetinin Çarçöv, topraklarında bulunmakta ve Buhara vilâyetinin Danev, Farab ve Hocambaz dolaylarında birkaç Garaköl ilçesinde birkaç obayı meydana getirme- obayı meydana getirmektedirler. Bayatların ktedirler. Türkmenistan’da, bu boya mensup bilig-10/Yaz’99 7 olanlara rastlanmamaktadır. Bununla berab- 11- EYMÜR (Eymir): “Eymürler” daha önce- er ataboyu- nun bünyesindeki “Ibagata”ve leri genellikle Ahal’da, Köpetdağ’ın eteklerinde Çovdurlar’ın “Uvak” tîrelerinin adlarında Iva ve vadilerinde yaşamakta idiler. Tıpkı Yazırlarda boyu adının muhafaza edilmiş olması müm- olduğu gibi bunların bir kısmı daha sonraları kündür. Yemreli (Eymir ili: Yemir ili: Yemreli) adıyla yeni bir Türkmen boyunu teşkil etmişlerdir. 5- SALGUR (Salır, Salar): Bu konudan daha Çünkü ortaçağın sonralarına doğru Moğol önce bahsedildi. saldırılarından sağ kalanlar Daşhovuz bölgesine 6- AFŞAR (Ovşar): Bu boyun adı Ersarı, göçmüşlerdir. Günümüzde “Eymür” adı, Yomut Göklen, Esgi ve Mürçeli boylarının içinde uruğ ve Gök- lenler’i teşkil eden uruğ-tîre adlarında veya küçük tîre adları şeklinde yer almıştır. Bu yaşamaktadır. Bu ada Köneürgeç ilçesinin ad Gızılarbat’taki bir dere ve Kerki dolaylarında Eymir adlı obasının ve Gızıletrek dolaylarındaki “Ovşarlık” denilen obanın adında da görülmekte- “Eymir’in Tutgusu” denilen yerin adında da dir. Azerbaycan’ın başkenti Bakü’nün yerleştiği rastlanmaktadır. Avşaran (haritada Apşeron)adı da Avşarlar ile 12- KARABÖLÜK(Garabö:lük): Bu boy ilgilidir. adı, Teke ve Yomut boyları içinde tîre adı 7- BEGTİLİ (Bekdili, Bektili): Göklen boyu olarak geçmektedir. Reşidüddin, Karabölük’ ü içinde küçük bir tîrenin adıdır. “Karaevli” biçiminde vermektedir. Bu Karaevli boyu Uzboy’da ziraat ile meşgul iken XV-XVI. 8- BÜGDÜZ (Bükdüz): Bu boy adı, asırlarda sıkıştırılarak Balkan dolaylarından Türkmenistan’daki topluluklar ile yer-yurt çıkarılmışlardır. Bundan sonra bu boy, Karaevli adlarında görülmektedir. Z.B.Muhammed ova, adıyla bilinen kavim adını kaybetmiştir (Karrıyev, Fahreddin Mübarekşah’ın bu boy adını “Bükrüz” Moşkova, Nasonov, Yakuboskiy, 1954 ; Vasilyeva, şeklinde yazmasından hareketle, Teke boyuna 1979). Bu boy adı Daşhovuz vilâyetinin Tagta mensup “Bükri” uruğunun adının, bahis konulu ad ilçesindeki “Garaöyli” obasında yaşamaktadır. ile alâkalı olduğunu belirtmiştir (Muhammedova, 13- ALKABÖLÜK (Alkabö: lük): Bu ad 1973). Salırların “Alaöylükli” tîresinin adında görülüyor. 9- BAYAT : Bu konuda daha önce bilgi verildi. 14- İGDİR : Balkan bölgesinde, Rusya’ nın 10- YAZGIR (Yazır): Moğol saldırılarından kısa Astrahan ve Stavropol bölgelerinde bir Türkmen bir zaman önce Yazırlar çok güçlü bir boy kabul boyunun, Daşhovuz bölgesinde Çovdurların bir edilmiş ve Ahal bölgesinde devlet kurma derece- bölümünün ve Yomut boyunda bir tîrenin adı. sine kadar ulaşmışlardı. O devirde Yazırlar’ın Bu isim veya isimlendirmelerle, Gubadağ ilçes- yönetim merkezine “Yazır” veya “Takyazır” inde “İgdir” adlı bir obada, ilçes- denilmekte idi (Bu ortaçağ şehrinin kalıntıları, inde “İgdirkal” adlı bir derede ve Gızıletrek’te günümüzde, Şehrislâm adı ile Baherden ilçesinde “İgdirolum” adlı bir geçitte karşılaşıyoruz. yer almaktadır).Türkmenistan’da yer-yurt adları 15- ÜREGİR (Yüregir): Türkmenistan’da ile boy,uruğ ve tîre gibi adlar arasında Yazır doğrudan doğruya bu boyun adına rastlanmıyor. boyu ile alâkalı başka bir ada tesadüf edilme- Ancak bu ada yakın olarak “Ürküt” adlı tîreyi, mektedir. Bunun en önemli sebebi Yazırlar’ın Ersarılar’ın “Üregurt” (Ürä:gu:rt) adlı tîresini de büyük kısmının komşu ülkelere göç etmiş İgdirler’in bünyesinde görüyoruz. olmasıdır. Moğol saldırılarından geriye kalanlar 16- TUTİRKA (Do:durga): Bu söz Göklenleri genellikle Köpet- dağ’ın vadilerinde yaşamışlar, teşkil eden iki büyük bölümden birisinin adıdır. saldırılardan kurtulanlar ise Karataşlı (Garadaşlı) 17- ULAYUNDLUG (Reşidüddin’de denilen yeni bir ad almışlar ve daha sonraları bun- “Alayuntlı”): Türkmen boy ve tîrelerinde bu adın lar küçük bir Türkmen boyunu teşkil etmişlerdir. bugüne kadar muhafaza edilmediği görülmekte- Burada Z.B.Muhammedova’nın “Teke” boyunun dir. Ancak IV. asır Çin kaynaklarında karşılaşılan bünyesindeki “Yazı” uruğunun (Mollan- epes’ in “Ala At” ile, Buhara vilâyetindeki Alat denilen akrabaları) adını, Yazır adının kısaltılmış biçimi Türkmen boyunun ve bu boyun adı verilen Alat olarak kabul ettiği de hatırlatılmalıdır. ilçesinin adı burada zikredilmektedir (Zuyev,

bilig-10/Yaz’99 8

1962). Bununla ilgili olarak Türkmen kale uzaklaşıp başlı başına bir Türk men boyunu çölünde Alat adlı bir kuyu, muhtemelen Alat meydana getirmişlerdir. boyuna mensup olanlar tarafından kazılmış. Bu Sumbar ırmağının sol kolu olan “Çendir” adı taşıyan bir tîre de Afganistan Türkmenleri ırmağı da Çandırların adından biraz değişik arasında varlığını sürdürmektedir. bir ad almıştır. Bu boyun “Çovdur” (Çavul- 18- TÜGER (Tüver): Günümüzde bu dur) ve “Çandır” (Çavındır) adlı iki biçimine, isimlendirleye “Tüver” biçiminde Çovdur ve Kafkasya ve Türkiye’deki boy veya oymak Bayatlar; “Tüverey” biçiminde ise Ersarılar isimleri ile yer-yurt adlarında rastlanmaktadır arasında rastlanmaktadır. Bundan başka batı (Muhammedova,1973 ; Ataniyazov, 1994). Türkmenistan’da “Tüver” adlı bir oba ve kuyu, 21- ÇEPNİ: Türkmenistan’da bu boyun adına “Tüvergır” adlı da bir dağ vardır. veya izlerine rastlanmıyor. 19- BEÇENEK: Rus yıllıklarında “Peçe- 22- CARUKLUG: Kaşgarlı’dan başka diğer neg”, Reşidüddin’de ise “Beçene”, Ebul- gazi’de müellifler tarafından temas edilmeyen bu boyun “Beçene” ve”İtbeçene” biçimlerinde geçen bu adı günümüzde Türkmenistan’da Göklen, Nohur, boy adı, Ersarılar’ın bir tîresinin adında (Halaç Teke, Yomut boylarının bünyesindeki “Çarık”, ilçesi dolaylarında) yaşatılmaktadır. “Çarıklı” uruğlarında korunup kalmıştır. 20- CUVALDAR (Çovdur): Reşidüddin’ de Kaşgarlı Mahmud, yukarıda ele alarak ve Salar Baba’da “Çavuldur” Yazıcıoğlu ‘nda bilgi verdiğimiz 22 boydan başka “Karlık” ve “Çavındır”, Kitab-ı Dede Korkut’ta “Çavuldar” “Halaç” boylarının adlarını belirtiyor. “Karlık” şeklinde anılan bu boy adı, günümüz Türkmen adı Arap kaynaklarında “Harluk”, Farsça eser- dilinde “Çovdur” şeklinde geçmektedir. lerde “Harluh”, Çin yıllıklarında ise “Gelolu” Türkmenistan’da Çovdur boyunun adını şekillerinde kullanılmıştır (Bartold, 1968). Erken taşıyan yer-yurt adları pek çoktur. Daşhovuz dönemlerde Karlıklara “Üç Oğuz” yani “Üçboy” vilâyetinin Gubadag ve Boldumsaz ilçeler- da denilmiştir (Gumilev, 1967). Kaşgarlı, Oğuz indeki Çovdurlar’ın yaşadıkları obalar tama- boyları arasında göstermemiş olsa da, Divânının üç men “Çovdur ili” olarak anılagelmiştir. Çovdur yerinde bunların Türkmen (Oğuz) olduğunu vur- adlı obalara (Sayat ve Türkmenkale ilçeler- gulamakta ve “Karluk, göçebe Türkmenler’den bir inde), “Çovdurbulak” adlı kuyuya (Gızılkum topluluğun adıdır. Oğuzlar’dan ayrıdırlar. Oğuzlar çölü) ve “Çovduryab” adlı dereye (Esengulı gibi Türkmen dirler” demektedir (Kaşgarlı, 1992). ilçesi Hazar kıyısı) yer-yurt adı olarak bu ad verilmiştir. Bu adın en eski şekli olan “Çavuldur” Karlıklar günümüzde Özbek halkının bir ise Kazakistan’da “Şevülder” adlı demiryolu boyu olarak kabul ediliyorsa da daha önce (X-XI. durağının adında muhafaza edilmektedir. asırlar) Türkmenlerin bünyesinde yer almakta idi (Roslyakov, 1956 ; Yeremeyev, 1962). “Arabaçı” Bize göre, Darganata, Danev, Sakar, Farab, adlı Türkmen boyunun içinde “Ak Garlı” ve Daşhovuz’un Yılanlı dolaylarında, ayrıca “Gara Garlık” adlı uruğların varlığı ise, onların Özbekistan’ın Harezm, Semerkant, Buhara, geçmişte bir Türkmen / Oğuz boyu olduğunu Kaşkaderya vilâyetlerinde onlarca obaya adını veren “Çandır” boyunun adı da, aslında ortaya koymaktadır. “Çovdur” sözü ile aynı kökten türemiş olmalıdır. Kaşgarlı Mahmud’un temas ettiği ikinci boy Bunu, Yazıcıoğlu’nun kadîm “Çavuldur” adını ise “Halaçlar” dır. O, “Kayı” ları bu boyun bir “Çavındır” biçiminde kullanmış olmasından ve bölümü olarak kabul etmektedir (Kaşgarlı, III, bazı ilmî araştırmalardan görmek mümkündür 1992). (Muhammedova, 1973 ; Geybullayev, 1986 ; Türkmen boyları arasında ilk defa X. asırda Curokulov, 1992). Halaçlar, Maveraünnehir’den Amu- derya’ nın Buhara ve Hive hanlarının yürüttüğü siyaset (Ceyhun) sol tarafına geçmişlerdir. Muhtemelen neticesinde zorla dağıtılan ve bu iki hanlığın Buhara dolaylarından buraya göçmüş olmalıdırlar. arazilerine parça parça bölünerek yerleştirilen Çünkü Buhara bölgesinin Buhara, Vabkent ve Çandırlar, son zamanlarda Çovdurlar’dan Romitan şehirlerinde “Halaç” adlı obalar bulun- bilig-10/Yaz’99 9 maktadır. Bu obaların varlığı, vaktiyle buralarda kalmıştır: “Kırk” ve “Kırklar” (Ersarı, Göklen, Halaçların yaşadıklarına işaret olmalıdır. Teke, Çovdur, boylarının bünyesinde tîreler), Amuderya’nın sol kıyısına geçen Halaç- lar’ın “Kırıglı” (Mukrı), “Kırrıklar” (Olam), “Gırıklı” burada uzun süre barındıkları anlaşılmaktadır. (Er- sarı), “Gırrık” (İgdir) ve buna benzer tîreler. Bunların kurdukları kaleye “Halaç Kalesi” , Reşidüddin’in sözünü ettiği “Karkın” mezarlıklarına da “Hallacı Baba” denilmektedir. (Türkmen dilinde Garkın) boyunun adına Kalenin adı daha sonraları burada kurulan ilçeye sadece Ersarı ve Alili boylarında tîre adları ve bu ilçenin çevresine verilmiştir. olarak rastlanmaktadır. Bu Türkmen boyunun Halaçlılar, kadîm Merv yani şimdiki Marı adı, Lebap vilâyetinin Sayat ve Kerki ilçelerinde şehri ile de ilişkiler kurmuşlardır. Onların oba, Daşhovuz vilâyetinin Akdepe ilçesinde dere Karakum Çölü vasıtasıyla Marı’ya ulaşan eski Köpdağ’da çeşme ve dere adı olarak yaşatılıyor. yoluna “Halaç yolu” denilmekte idi. Halaçların Afganistan’da yaşayan Türkmenlerin arasında büyük bölümü daha sonraları İran’a ve “Karkınlar” daha çok olup burada büyük bir Hindistan’a gitmişlerdir. İran’da halen dillerini ilçeyi teşkil ediyorlar. ve geleneklerini kaybetmeden yaşayan Halaçlar, Hindistan’da da önemli bir tesir bırakmışlardır. TÜRKMEN TAYFALARI Bundan başka Azerbaycan’da Salan şehri civarındaki Halaç adlı obada bu boya mensup Yukarıdaki bilgilerden anlaşılacağı üzere muhtelif olanların yaşadıkları görülmektedir (Ataniyazov, müellif ve araştırmacıların bahis konusu ettiği boy 1980). adları, Türkmen halkının o devirdeki sosyal yapısının Muhammed Necip Bekrani’nin (XIII. asır) bir aynası durumundadır. Bu adları taşıyan boyların “Cihânnâme” adlı eserinde verdiği bilgiye göre, pek çoğu, bugünkü Türkmenistan coğrafyasından çok Halaçların Gazne dolaylarına göçen bir bölümü, uzaklarda, meselâ Isıkköl dolaylarında ve Sırderya daha sonraları Abıvert dolaylarına dönerek boylarında tarih sahnesine çıkmış olup Türkmenistan burada uzun süre yaşamışlardır (Mitt, 1939). toprakları ile pek sıkı ilişki içinde olmamışlardır. Anev yakınlarındaki “Halaç” adlı bayırın adı ise Daha önceden de belirttiğimiz gibi, bu bölgelerde bunlardan kalmış olmalıdır. yerleşen boyların büyük çoğunluğu, daha sonraları Böylece Kaşgarlı Mahmud’un sıralamasında çeşitli siyasî, askerî ve iktisadî sebepler yüzünden adları geçen 24 boy tamamlanmış oluyor. Ancak oturumlu yerlerini terk ederek başka ülkeleri yurt Reşidüddin, bu sıralamada yer almayan “Yaparlı”, edinmeye mecbur olmuşlardır. Öncelikle Cengiz “Kızık” (Kırık) ve “Karkın” adlı 3 boyun daha Han’ın ve Timur’un askerlerinin Türkmen halkına adını vermektedir. yaptığı şiddetli saldırılar, ülke halkını temelden sarsmıştır. Bu sıkıntılı yıllarda kırılmadan veya başka Bunların “Yaparlı” boyunun adı, en eski ülkelere göçmeden kalmayı başarabilen çok sayıdaki şeklinde, Türkmenistan’ın boy-uruğ veya yer- yurt adları arasında yer almaktadır. Bununla bir- insan, hangi millete veya halka mensup olduğuna likte günümüz Türkmen boylarında karşılaşılan bakmadan XIII-XIV. asırlarda belirli hanların “Yapağı” (Sarık), “Yapan” (Teke), “Yapaç” çevresinde toplanarak yeni yeni topluluklar mey- (Teke ve Esgi), “Yapban” (Yomut) gibi boy-uruğ dana getirmişlerdir. Önceki Oğuz boy adlarından adlarını, belki de daha başkalarını “Yaparlı” farklı adlar verilen bu toplulukların pek çoğu, daha denilen kadîm boy adıyla bağlantılandırmak sonraları gelişerek boy derecesine ulaşmışlardır. mümkün olabilir. Dilleri (konuşmaları), giyim-kuşamları, Reşidüddin ve Yazıcıoğlu’nun sıralamalarında dokudukları halıları, çizdikleri şekil ve res- (bk. Yukarıdaki tablo) “Kızık”, Salar Baba’da imleri, müzik anlayışları, yemekleri, ziraat ve ise “Kırık” biçiminde yazılan Oğuz boy adının hayvancılık işlerinde kullandıkları araç-gereçleri “Kırık” kelimesinden geldiği kanaâtindeyim. ve pek çok unsurları noktasında birbirinden çok Bu boy adının, yakın söylenen şekli aşağıdaki az farklılıklar gösteren bu boyların mensupları, Türkmen tîrelerinin adlarında muhafaza edilip günümüze

bilig-10/Yaz’99 10 kadar hangi boy, uruğ veya tîreye ait olduklarını Biz bu boylarının adlarını, diyalektleri unutmamışlar ve bu bağlılığı yaşatmışlardır. inceleyen araştırmacıların sıralayışlarına göre Türkmen boyları arasında mevcut olan düzenlemeyi uygun gördük (Berdiyev, Kürenov, yukarıda sıraladığımız bazı küçük farklılıklar, v.b., 1970). geleneğe göre belli ölçüde günümüzde de devam 1 – TEKE BOYU: etmekte ve yaşatılmaktadır. Bu özellikler göz önüne alınarak Sovyetler Birliği döneminde evve- Büyük Türkmen boylarından biri olan Teke la Rus alimleri, sonraları da Türkmen etnograf boyu mensupları, günümüzde Ahal ve Marı ve dilcileri tarafından bu boyların pek çoğu vilâyetlerinin asıl halkını meydana getirmekte incelenmiş ve boyların sosyal yapıları ve şiveleri ve Gızılarbat’tan Murgap ırmağının kıyılarına hakkında bir çok ilmî çalışmalar yapılmıştır. kadar geniş bir coğrafyada yaşamaktadırlar. Ahal’a gelmeden önce bu boy, Balkan’ın Nitekim Alili, Arabaçı, Ata, Garadaşlı, Göklen, ve Mangışlak’ın kuzey taraflarında yaşamış Yemreli, Yomut, Mukrı, Nohur, Olam, Sakar, olmalıdır.İlmî kaynaklarda sözlü malûmat- Salır, Sarık, Surhı, Hasarlı, Çovdur, Ersarı lara dayanılarak XII-XIII.asırlarda Tekeler’in, boylarının diyalektleri (Şive...S.A) konusunda Sırderya’nın aşağı kısımlarında yaşadıkları ve ilmî çalışmaların, tezlerin yazıldığı ve bunların daha sonraları bir bölümünün Semerkant’ın pek çoğunun yayınlandığı bilinmektedir. Nurata dolayla- rında, büyük toplulukları ise Türkmen dilinin diyalektleri genel olarak Balkan -Mangışlak civarlarında yer tuttukları “Boy Ağzı” (taypa gepleşiği, S.A) terimi ile ifade belirtiliyor (TSA, 8. Cilt, 2.kitap, 1986). edilirse uygun olacaktır. Gerçekten de Nurata Türkmenleri içinde, (Nartiyev, 1994 ; Berdiyev, Kürenov, 1970). “Teke“ ve “Sıçmaz” (Teke boyunun bir uruğu) Bütün bunları göz önüne alarak ,biz, son birkaç gibi adlar ile karşılaşılması, bu bilgilerin asır içinde (Geç Dönem Orta Asır, S.A) ortaya doğruluğunu göstermektedir. çıkan ve ilmî araştırmalarda daha çok “Türkmen Tekeler XVII. asra kadar büyük ve güçlü bir boyu” adı altında temas edilen toplulukları kısaca boy şeklinde Türkmen tarihinin sahnesinde pek hatırlatmakla birlikte, onların belli başlı özel- xer almamış gibi görünmektddirler. Türkmen likleri ve yerleştikleri belli bölgeler hakkında da boy ve uruğlarının ortaya çıkışlarını ele alan bazı bilgiler vermek icap etmektedir. Şecere-i Terakime (Türkmenlerin Şeceresi) adlı Türkmen boylarının nüfusları konusunda hiç- eserini 1660’da yazan Hive hanı Ebulgazi’nin bir sıhhatli bilgi mevcut değil ise de, günümüz Tekeler hakkında çok az bilgi vermesi, bizi böyle Türkmenistan coğrafyasında yerleşen Türkmen bir düşünceye götürmektedir. Bundan önceki halkının esasını meydana getiren sonradan müelliflerin eserlerinde “Teke” adlı boydan pek teşekkül etmiş boyların hiç değilse bazılarının bahsedilmediği de belirtilmelidir. Bununla bir- nüfus bakımından çok büyük olduklarını, likte Ebulgazi şunları yazıyor: Salı ilinde bir kişi bazılarının normal büyüklükteki boyları meydana bar erdi. Adı: “Toytutmaz.” “Teke” ve “Sarık” ili getirdiklerini, bazılarının ise nüfus ve yerleşim anın oglanları tururlar (Ebulgazi, 1958). açısından küçük boylar halinde yayıldıklarını Bunun yanı sıra Ebulgazi’nin, “Tekeler’in belirtmek lazımdır. En büyük boylar hükmünde Salı ilinden olduğu”şeklindeki malûmatı bizim Teke, Yomut ve Ersarıların, bunların daha için daha önemlidir. Çünkü bu bilgi Tekeler’in küçükleri olarak Çovdur, Salır, Göklen ve Ata boy olarak nerede ve ne zaman ortaya çıktıklarını boylarının adlarını sıralamak mümkündür. Sarık, tahmin etmemize imkân vermektedir. G. İ. Sakar, Alili, Yemreli, Garadaşlı, Nohurlu, Olam Karpov, Teke boyunun XVI. asırda teşekkül gibi boylar ise orta büyüklükteki toplulukları ettiğini düşünmekte ve rivayetlere dayanarak meydana getirmekte idiler. Bunlardan daha küçük XI-XII. asırlarda teşkil olunmaya b`şladığını boylar olarak ise Surhı, Hatap, Mukrı, Anevli, mümkün görmektedir (Karpov, 1942). Kıraçlı, Hasarlı gibi adlar taşıyan toplulukları Anadolu, Harezm ve Sarahs’ta yaşayan Tekelerin, sıralayabiliriz. buralara XIII. asırda göçmüş olduklarını ve bilig-10/Yaz’99 11 ayrıca Kazaklar’da ve Kırgızlar’da “Teke” adlı Bu boyun, sonraki tarihi hakkında bilgi uruğ-tîrelerle karşılaşıldığını göz önüne alırsak, sahibiyiz. XVI. asırda Uzboy suyu kesildikten “Teke” denilen boyun tarihinin çok eskilere sonra Uzboy-Vas dolaylarında hayat şartlarının dayandığını ifade etmek mümkündür. Çünkü güçleşmesi Tekeler’in Ahal topraklarına Türkmenler Selçuklular’ın batıya gelişleri yaklaşarak buradaki yerleşik halkı XVIII. asırda sırasında (XI. asır), Kırgızlar’dan ayrılıp bugünkü sıkıştırıp çıkarmalarına sebebiyet vermişti. Türkmenistan bölgesine gelmişlerdir. Bu durum, Tekelerin Ahal’a toplanması ve bu bölgede Tekelerin uruğ olarak çok eski devirde, yani halkın artması neticesinde XIX. asırda Tekelerin Türkmenlerin Kırgız sahralarında yaşadıkları bir bölümü Tecen-Sarahs taraflarına yerleşmişti. zamanlarda ortaya çıktıklarını göstermektedir. 1855-1857 yılları arasında Tekeler, Govşut han’ın Bunu, onların hususî adı olan “Teke” sözü de önderliğinde Murgap arazisinin aşağı kısımlarını göstermektedir. Bilindiği gibi “totemler”den da ele geçirmişlerdir. meydana gelen “Teke” gibi adlar, boy-uruğ adlarının en eski tabakasını meydana getirme- 2 – YOMUT BOYU: ktedirler (Ataniyazov, 1994). Bize göre Selçukluların batıya doğru ilerlediği Bu boya mensup olanlar Balkan ve Daşhovuz yıllarda, Tekelerin büyük bir bölümü Mangışlak vilâyetlerinde yaşayan halkın çoğunluğunu teşkil sahasına göçmüş, kalanları ise Kırgızlar’ın ve etmektedirler. İlişki içinde oldukları boyların Kazaklar’ın bünyesine girmişlerdir. Mangışlak’a ve toplulukların çok çeşitli oluşu ve ekonomik gelen Tekelerin büyük bir kısmı bu yarımadanın hayatı düzenleyen geleneklerin bazı farklılıklar kuzeyindeki Yayık (Ural) ve Emba ırmaklarının göstermesi yüzünden, temelde aynı boya men- kıyılarında yurt tutmuşlardır. Bunu, Yayık sup olan bu Yomutlar (Batı / Balkan ve Kuzey/ ırmağının kıyısındaki, şimdiki Uralsk şehrinin Daşhovuz Yomutları) arasında şive, giyim- adının geçmişte “Tekeli” olması da göstermek- kuşam, güzel sanatlar (halı-nakış), yemekler tedir. Öte yandan Moğolların hüküm sürdükleri vb. konusunda birbirinden az da olsa farklılıklar devirde Yayık-Emba dolayları ve Mangışlak ile meydana gelmiştir. Balkan civarları Altınordu hanlarına tabi olmuştu. Büyük bir bölümü İran’daki Türkmen- Tekelerin “Utamış ve “Togtamış” denilen iki sahra’da (Etrek-Gürgen dolayları) yaşayan Yomut büyük topluluğunun Altınordu hanlarının adlarını boyu, küçük topluluklar halinde Afganistan ve taşıması, Tekelerin bu sahalarda yaşadıklarını Karakalpakistan topraklarında görülmektedir. göstermektedir (Ataniyazov, 1988). Yomutlar boy olma derecesine Moğol XV. asırda Altınordu devletinin dağılıp istilâsından çok daha sonraları ulaşmış olsal- Astrahan, Kırım, Kazan ve Sibir gibi küçük ar gerektir. Ebulgazi’nin “Şecere”sinden önce hanlıklara bölünmesinden sonra ülkedeki yazılan kaynaklarda Yomut denilen bir boy adı karışıklıklar artmış ve bunun sonucunda ile karşılaşılmaması, bizi böyle bir neticeye diğer Türk boylarının üzerlerine saldırılar götürmektedir. Ebulgazi de bu kelimeyi boy olar- şiddetlenmişti. Mehmet Saray’ göre, 1639 ve ak değil uruğ adı olarak kullanmıştır. Ebulgazi’nin 1700 yılarında Kazak sahralarından Tekelerin yazdığına göre:”Yomut, Salır Kazan’ın neslinden üzerine saldıran Kalmuklar onları bugünkü olan Ögürcik Alp’ın oğlunun torunudur: Ögürcik, Türkmenistan topraklarına göç etmeye mecbur Berdi, Gumlı, Yomut...”(Ebulgazi, 1958). etmişlerdi (Saray, 1992). Tekelerin önceleri Vas civarlarına çekilmiş olduklarını Yomutlar, Balkan-Mangışlak dolaylarında tahmin ediyoruz. Tekeler daha sonra Türkmen boylarının Salırların Dış Salır (Daşkı Salır) birliğine gird- “Salır birliği”nde büyük bir boy olarak kendilerini ikleri devirlerde boy olma derecesine ulaşmış tanıtmışlardır. Demek oluyor ki, Tekelerin küçük bir olmalıdırlar topluluktan büyük ve güçlü bir boy derecesine ulaşmaları, Yomut adının anlamı konusunda araştırıcılar XVI-XVIII. asırlarda gerçekleşmiştir. Boy derecesine arasında çeşitli görüşler vardır. Bunlar arasında ulaştıkları yerlerde Dış Salır (Daşkı Salır)’ ların içidir. hakikate en yakın gördüğümüz Macar alimi

bilig-10/Yaz’99 12

Vambery’nin fikridir. Vambery, “Yomut adını Asıl adı “Gulmuhammet” olan Ersarı Bay, kadîm Türk dilinde “il”, “halk”, “tayfa”, “topar” XIII. asrın ilk yarısında Moğollar tarafından (Almancası Menge) anlamlarında kullanılan yerlerinden ve yurtlarından edilen ve sağa sola “Yom” sözünden ve “-ut” ekinden teşkil etmiş dağılan Türkmenlerin geriye kalanlarını bir olarak kabul etmektedir (Vambery, 1885). araya toplamış ve başlarına geçmişti. Böylece Her ne kadar “Yom” sözü yukarıda ver- bu topluluğa “Ersarı ili” adı verilmiştir. Sadece ilen anlamında günümüz Türkmen dilinde bir boydan yani Salılar’dan meydana gelmeyen kullanılmıyor ise de, bu söz “yumak”, “yum- bu topluluğun, orta çağlarda Türkmen boylarının ruk”, “yumrı”, “uymalak” (yuvarlak), “yumurt- pek çoğunu bünyesi içinde topladığı tahmin ga gibi kelimelerde günümüze kadar varlığını edilmektedir. Ancak bu birleşmenin çekirdeğini, sürdürmüştür. Uygurlar’da “topbak”, “topar”; “Salurlar” veya “Salır” denilen boylar topluluğu kadîm Türk dillerinde ise “yumgı, “yumgılık” içindeki Türkmenler’in meydana getirdiği kelimeleri “yığın”, “cem olmak”, “toplanmak” gözden uzak tutulmamalıdır. anlamlarında kullanılmıştır. Kadîm atalarımız Bu devir de bahis konusu topluluğa “Sarılar” olan Hunlar’a (Hun Türkleri) “Yomut” da denilmiş olsa gerektir. Çünkü bu boyun önderi denilmiştir. “Gun” (Türkmen dilinde “Hun” olan Gulmuhammet’e “Ersarı” eri veya demektir, Y.A) şeklindeki adında “il”, “topluluk”, “Sarıların sergerdesi” ünvanları verilmiş idi. “tayfa” gibi anlamlara geldiğini göz önüne alırsak (Karşılaştırınız: Türkmen dilindeki “il-gün” sözü, 4 – SALIR BOYU: Anadolu Türkçe’sinde de aynı anlama gelmek- tedir.) “Gun” veya “Yomut” şeklindeki adların Bu boy hakkında daha önce bilgi verilmiştir. aynı anlamda kullanıldığını anlamak güç değildir. Yomut sözünde kullanılan “-ut” eki, kadîm Türk dillerinde “çokluk” bildiren bir takıdır. 5 – SARIK BOYU: Bu boya mensup olanlar Murgap deryasının orta kısımlarında şimdiki Guşgı, Tagtabazar ve 3 – ERSARI BOYU: Yolöten ilçelerinde yaşamaktadırlar. Büyük Türkmen boylarından biri olan ve Lebap bölgesinde yaşayan halkın büyük çoğunluğunu 6 – ÇOVDUR BOYU: teşkil eden “Ersarılar”, Türkmenistan’ın çeşitli bölgeleri ile Özbekistan’ın Buhara, Zerefşan, Bu konuda daha önce malûmat verilmiştir. Kaşkaderya, Sur- handerya vilâyetlerinde ve Tacikistan’ın Cılıköl dolaylarında bulunmaktadır. 7 – ALİLİ (A:li:li) BOYU: Ayrıca bunların önemli bir kısmı Afganistan’ın kuzey sahalarında ve bir kısmı ise İran’da (Meşhet, Bu boya mensup olanlar bugün genellikle Bücnurt dolayları) ve Türkiye’de yaşamaktadırlar. Köpetdağ’ın etekleri ile Kaka ilçesinin Onbegi Mevcut bütün kaynaklar, Ersarı boyuna “Ersarı” ve Yüzbaşı obalarında; boyun küçük bölüm- adlı tarihî bir şahsın adının verildiğini haber vermekte- leri ise Daşhovuz vilâyetinin Akdepe ve Yılanlı dir. Gerçekten de Balkan dolaylarında yaşayan ve “Salır civarındaki Alilioy’da ve Lebap vilâyetinin ili” olarak bilinen boylar birliğinin lideri olan Ersarı Bay Danev, Çarçöv, Farab şehirlerinde; ayrıca Buhara tarihî bir şahsiyettir. Bu konuda Ebulgazi Bahadır Han: vilâyetinin Peşku ilçesinde ve Afganistan’da “Salur ili’nde, Abulhan’da (Balkan) Ersarı Bay tiygen yaşamaktadırlar.Bu Türkmen boyuna, XIV. asır bar irdi. Uzak ömür tapgan dövletli ve müslümançılıkla ortalarında Uzboy yakalarında Ali Cora adlı bir kuşeş kılaturgan kişi irdi.”(Ebulgazi, 1958) demekte- sergerdenin çevresine toplanan halktan mey- dir. Bu eserde Ersarı’nın şeceresi şöyle verimektedir. dana geldiğinden bu boya boybaşlarının adı “Oğuz, onun neslinden Salır Gazan, onun neslinden verilmiştir: Ali ili: Al(i) ili. Ögürcik Alp, onun oğlu Berdi, Berdi’nin oğlu Gulhacı, 1578 yılında Ünüz suyunun kesilmesinden sonra Gulhacı’nın oğlu Ersarı.” bu boyun büyük bir bölümü Ahal’a gelmiş, bir bilig-10/Yaz’99 13 bölümü de Çarçöv civarına göç etmiştir. Ahal vilâyeti’nin Darganata ve Karakalpakistan’ ın Alilhleri’nin bir kısmı, 1830 yılı Mayıs ayında Dörtgul dolaylarında yaşamaktadır. Ayrıca bun- Hive hanı Allahkulu tarafından şimdiki Daşhovuz lara Gızılarbat, Sakarçage ve Danev ilçelerinde vilâyetine zorla sürülmüş ve daha sonraları bunların rastlanmaktadır. yerleştikleri bölgelere “Alilioy” denilmiştir. 13 – GARADAŞLI BOYU: 8 – GÖKLEN BOYU: Bu boyun mensupları günümüzde Daş- hovuz XI. asırda Sırderya boylarından Balkan dağlarına vilâyeti’nin Yılanlı ve Akdepe ilçelerinde pek çok göçen ve “Gök/Gökli” denilen Türkmen boyu- obayı meydana getirmektedirler. Kadîm Yazır nun (Agacanov, 1969) nesilleri olan “Göklenler”, Türkmenleri’nin ilk önceleri Balkan-Mangışlak’a, günümüzde genellikle Garrıgala (Karrıkale) daha sonraları da Köpetdağ eteklerindeki Gökdepe ilçesinde ve Gızılarbat ilçesinin Çukur ve Cecis Baher- den dolaylarına gelip yurt tutmalarından obalarında yaşamaktadır. Ayrıca bu boya mensup sonra bunların bir bölümüne “Garadaşlı” adı olanların bir kısmı Azerbaycan ve Türkiye’de, verilmişti. Bugün orta büyüklükteki Türkmen büyük bir kısmı ise İran Türkmensahrası’nda boylarından biri olan Garadaşlılar hakkında (Moravadepe dolayları) bulunmaktadır. Ebulgazi Bahadır Han şunları yazmaktadır: “Yazır ili Horasan’a vararak Durun etrafında uzun yıllar yaşadı. Bu sebeple Durun’a Yazır yurdu diyorlar. 9- NOHUR BOYU: Yazır ili’nin bir kısmı Durun’a yakın dağın içinde dehkanlık yaparak geçindiler. O devirde bunlara Bu ziraatçı ve dağlı boya mensup olan- Karataşlı diyorlardı (Ebulgazi, 1958). lar Baherden ilçesinin dağ içindeki Garrı, N ohur,Garavul,Könegümmez;Garrıgala ilçe- Tekeler’in Ahal’ı ele geçirmelerinden sonra, sinin Könekesir, Çukuryurt, Gargılı Hoca- Köpetdağ vadilerinde ve eteklerinde yaşayan gala, Duzludepe, Kürüçdey, Durduhan, Ayı- Karataşlılar’ın büyük bir bölümü Daşhovuz dere obalarında; Aşgabat şehrinde ve İran’ın dolaylarına göçmüş ve geride kalanlar ise başka Türkmensahra bölgesinde yaşamaktadırlar. boyların içine katılmışlardır.

10 - ANEVLİ BOYU: 14 – YEMRELİ BOYU:

Bu boya mensup olanlar Aşgabat şehrinin yakını Kadîm “Eymir” adlı Oğuz boyundan ile Anev ve Manış obalarında yaşamaktadır. (Ebulgazi’ye göre, Mangışlak’taki İç Sa- lırlar’dan) bölünerek Köpetdağ’ın eteğinde, Durun civarında boy olma derecesine ulaşan ve 11- ARABAÇI BOYU: “Eymir ili: Yemreli” adını alan bu topluluğun mensupları, Tekeler’in Ahal’ı ele geçirmeler- Muhtemelen XVI. asırda Balkan – Man- inden sonra (XVIII. asır) Daşhovuz bölgesine gışlak dolaylarında boy olma derecesine ulaşan geçerek burada Yılanlı ve Akdepe dolaylarında bu küçük topluluk, günümüzde Lebap vilâye- yerleşmişlerdir. Yemreliler’in geride kalanları ise tine bağlı Danev ilçesinin Baragız, Kelleayak, Ahal’daki diğer boyların arasına karışmışlardır. Zergömen, Arakı obalarından başka Buhara ve Marı vilâyetlerinde ve Karakalpakistan’ın bazı obalarında yaşamaktadır. Arabaçı boyu hakkında 15 – MUKRI BOYU: bilgi veren kaynaklar, onları kadîm Türkler’in Bu boy, Lebap vilâyetinin ve “Kanglı” boyunun nesilleri olarak kabul etmek- Kerki ilçelerinden birer büyük obayı; Çarçöv, tedirler. Sayat ve Garabekevül dolaylarında ise 12 – ATA BOYU: küçük obaları teşkil etmektedir. Karpov, bahis konusu boyu “Göklenler’den ayrılan Bu boya mensup olanlar genellikle Lebap topluluk”(Karpov,Elyazma:

bilig-10/Yaz’99 14

25) olarak kabul ederken; Vinnikov’da “Kadîm kültürel doku, süsleme-işleme ve yemek zevk- Mançurlar’ dan ayrıldıktan sonra Uzak Doğu’da leri gibi yönlerden, bulundukları bölgelerin de Türk topluluklarının (Türkmenlerin) bünyes- tesirleriyle biraz farklılık gösteren birkaç küçük ine katılan topluluk” (Vinnikov, 1968) şeklinde boy daha vardır. Etnograflar tarafından başlı tanımlamaktadır. başına boy, dilciler tarafından ise konuşmaları bakımından diyalekt kabul edilen bu boyların 16 – OLAM BOYU: belli başlıları şunlardır:

Kadîm “Alan” halkının nesilleri olarak kabul edilen Olamlar, Lebap vilâyeti’nin Hocambaz 20 – ESGİ BOYU : ilçesinde ve onun çevresindeki “Olam” obasında; Lebap vilâyetinin Sayat ilçesinde ve Çarşangı ilçesinin “Ak- gumolam” ve Dostluk Özbekistan’ın Surhanderya vilâyeti’ nin Mübarek ilçesinin “Olamsırhı” obalarında; ayrıca şehri dolaylarında yaşamaktadırlar. Özbekistan’ın Semerkant şehrinin Türkmengüzer (ya da Kölebat) mahallesinde ve Surhanderya vilâyetinin Kepderhana obasında yaşamaktadır. 21 – KIRAÇLI BOYU: Olam- lara bölük - pörçük olarak Kerki ve Halaç Lebap vilâyeti’nin Farab, Danev ve Darganata ilçele-rinde de rastlanmaktadır. dolaylarında bulunmaktadırlar.

17 – SAKAR BOYU: 22 – BURKAZ BOYU: Kadîm “Sak”ların (İskitler) nesilleri olan Marı vilâyetinin merkezi ile Murgap, ve onların adlarını yaşatan Sakarlar, dağınık Sakarçage, Bayramali, Garagum ve Türkmenkale bir şekilde, Lebap vilâyetinin Sakar ve Sayat ilçelerinde büyüklü-küçüklü birkaç obayı mey- ilçelerinde yaşamaktadır. Bunların büyüklü dana getirmektedirler. küçüklü obalarına Marı vilâyetinin Murgap, Bayramali, Yolöten ve Tagtabazar ilçelerinde de rastlanmaktadır. Hatta bu vilâyet’in Sakarçage 23 – DÜYECİ BOYU: ilçesinde Sakarlar’ın adları yaşamaktadır. “Sakar” Bu boya mensup olanlar Çarçöv şehrinin adının “Sak” adından ve çokluk bildiren “-ar” eteğindeki Talhan- bazar ve Daşhovuz vilâyeti’nin ekinden teşkil olunduğu açıkça görülmektedir. Yılanlı ilçesinin Düyebi obalarında yaşamaktadır. Düyeciler’e Buhara vilâyeti’nin Vabkent ilçes- 18 – SURHI BOYU: inde (2 oba), Karakalpakistan’da, Azerbaycan’da ve İran’da da rastlanmaktadır. Bu boya mensup insanlar Hocambaz ilçesinin Surhı (Sabınlı Surhı) ve Dostluk ilçesinin Gargalı 24 – MÜRÇELİ BOYU: Surhı ile Olamsurhı obalarında yaşamaktadırlar. Beherden ilçesinin Mürçe obasında yaşamaktadırlar. 19 – HASAR BOYU: 25 – MEHİNLİ BOYU: Kaka ilçesinde bir obayı teşkil eden Hasarlar, Ahal vilâyeti’nin Kaka ilçesine konuşmaları, giyim-kuşamları ve kültürel bağlı Mehin obasında ve Daşhovuz yapıları açısından çevresini kuşatan halktan biraz şehrine yakın Meyilli obasında farklıdırlar. Bu sebeple bu boyun diyalekti özel olarak incelenmiştir (Saparova, 1970). bulunmaktadırlar. Yukarıda adları belirtilen boylardan başka şive ve sosyal yapı bakımından şimdiye kadar ince- 26 – ÇANDIR BOYU: Bu konudan lenmeyen ve diğer Türkmen boylarından şive, daha önce söz edildi.

bilig-10/Yaz’99 15

SONUÇ Günümüzde, bu gereklilik ortadan kalktı. Bu sebeple yaşadığımız çağda Bu araştırma ile Oğuz boylarının kadîm boy ve uruğlara bölünmek gibi bir durum geçmişi muhtelif sebeplerden dolayı bir yurttan la karşılaşmıyoruz. Yine de geçmişten gelen bir başka bir yurda göç etmeleri, bazen birbirleri gelenek olarak Türkmen boyları arasında bazı ile karışarak yeni Türkmen boylarını mey- diyalekt özellikleri, giyim-kuşam, halıkilim, nakış, dana getirişleri ve günümüz Türkmenistan süsleme-işleme ile günlük hayatta kullanılan araç- coğrafyasında yerleşmeleri hakkında bilgi gereçler, gelenek- görenekler bakımından bazı verilmiştir. Bu bilgiler sonucunda akla gelen farklılıklar kaydedilmektedir. ilk soru, bu Türkmen boylarının geleceğinin ne olacağı ve halkın boy ve uruğlara bölünüşünün Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği siste- devam edip etmeyeceğidir. mi içinde Türkmenistan’ın başlı başına bir cum- huriyet haline getirilmesiyle birlikte şehirlerde Bilindiği üzere yukarıda incelemeye veya kırsal kesimlerde Türkmen dilinde okulların çalıştığımız, adları belirtilen veya belirtilmeyen açılması, bu dilde kitap, gazete ve dergiler boylar bir bütün soy kütüğünü, yani Türkmen çıkarılması, radyo, TV, tiyatro ve sinema sanatında halkını meydana getiren büyüklü-küçüklü kollardır. konuşmaların Türkmen dilinde yapılması gibi Halkımızın ayrılmaz parçası olan bu boylar, X. çeşitli etkinliklerin yanında halkın çeşitli kes- asırdan son dönemlere kadar insanlık tarihinde imleri arasındaki yakınlaşma ve ilişkilerin daha kendisine uygun bir yer edinmiş ve devrindeki da sıklaşması Türkmen boylarında karşılaşılan müelliflerin dikkatlerini çekmek suretiyle tarih dil, kültür, maddî ve manevî yapı çeşitliliğinin sahifelerinde kendine has yerini almıştır. (zenginliğinin) giderdk zayıflamasına ve Bartold’a göre Oğuzlar / Türkmenler, Büyük azalmasına yol açtı. Selçuklu devletinin kurulmasıyla birlikte Ortaçağ Günümüzde Türkmen edebî dilini bütün islâm dünyasının tarih sahnesinde çok önemli bir Türkmenler anlayabilmekte ve halkın çoğunluğu mevkîye ulaşmış ve diğer Türk topluluklarından bu dilde konuşmaktadır. Bu toplumsal şartlar daha yukarıda sayılmıştır. Bu durumun tabiî bir altında halkın boy ve uruğlara bölünemeyeceği, sonucu olarak İslâm kaynaklarında sadece Oğuz önceden devam edip gelen bu tür bölünmeleri boyları geniş olarak yer almakta ve diğer Türk onaylamayacağı kendiliğinden anlaşılacaktır. toplulukları konusunda böylesi kapsamlı bilg- Bunun için de günümüzde, değil kendisinin soy ilere rastlanmamaktadır (Bartold, 1963). kütüğünü, mensup olduğu boy veya uruğu saya- Kaşgarlı Mahmut’tan başlayarak günümüz bilecek genç nesil, hatta yaşlıları bulmak gittikçe bilim adamlarının Oğuz - Türkmen boyları güçleşmektedir. hakkında topladıkları zengin materyaller, geçmişte Bağımsız Türkmenistan’ın ilk Cumhurbaşkanı olduğu gibi gelecekte de dikkatle ve ciddiyetle Saparmırat Türkmenbaşı’nın bizzat kendisi ve değerlendirilecektir. Bu bakımdan bu malûmatlar, Türkmenistan Hükümeti’nin, Türkmen halkının Türkmenlerin ve Türkmenistan’ın gerçek tarihinin bağımsızlığına ulaşmasından sonra, halkının yazıldığı günümüzde daha büyük öneme sahiptir. çeşitli kesimlerinin ve boy-uruğlarının arasındaki Boy ve uruğlara bölünmek geleneği tarihî farklılıkları gitgide azaltarak bunları merkezi bir devlete, bütünüyle bir millete dönüştürmek gibi şartların bir gereği olmuştur. İnsanlık tarihinin çok son derece gerekli ve önemli bir meseleye büyük eski devirlerinde, birbirine düşman toplulukların özen gösterdiği gözlenmektedir. mücadele sürecinde atalarımız kendilerini koru- yacak veya yardım edecek karındaşlarının, kan Bu maksada yönelik gayretler ve kardeşlerinin kimler olduğunu bilmeye, bun- yürütülen devlet pnlitikası sayesinde günümüz larla ilişkilerini kesmemeye mecbur olmuşlardır. Türkmenistan’ında bütünüyle Türkmen halkının Böylece de toplumlarda boy ve uruğlara bölünme kendi milletine ve milli tarihine olan sevgisi, zarureti ortaya çıkmıştır. kıvancı artmaktadır.

bilig-10/Yaz’99 16

SOLTANŞA ATANİYAZOV’UN (URUĞ ve TÎRELERİ: Başbağlı, Lannılar, TESPİTLERİNE GÖRE TÜRKMEN Kelteler, Gazaklar, Kemşik, Mürüşgen) TAYFA (BOY)LARININ BÖLÜMLERE, B- GADAM BAYAT URUĞLARA VE TÎRELERE DAĞILIMI : (URUĞ ve TÎRELERİ: Bigam, Gözeller, Yetimekler, Sapaklar, Taylaklar, Çürreler) I – ARABAÇI BOYU C- NAMAZGA BAYAT (Bölümleri : Yok) (URUĞ ve TÎRELERİ: Arbaplar, Surlar, Şalalar, (Kaynak: Mavıyev, 1987) Çallar, Etdiler) URUĞLARI: D- KİŞTİVAN BAYAT 1-GULANCI URUĞU (Uruğ ve Tîreleri: Gök, Kaşan, Esenbatlı) (TÎRELERİ: Gara, Gırman, Dödek, Hetdar) Bunlardan başka yerli yaşlılar 4. Bölüme ait 2-ÖKERCİ URUĞU Gayı, Togalakkelle, Meşpayalı, Köpek gibi tîreler- 3-AKCA URUĞU in adını belirtiyorlar. Buhara bölgesi Alat ilçesinde (TÎRELERİ: Begler, Kazılar, Öküzler, Vekiller) yaşayan Bayat yaşlılarından aldığımız malûmat- lara göre buradaki Bayatlar Çölbayat (Kelbayat) ve 4-CEMAL URUĞU Gassap- bayat adlı 2 bölüme ayrılıyorlar. (TÎRELERİ: Begler, Cürcenler, Macaşlar, Varraklar) 5-GÖGEM URUĞU III – BURKAZ BOYU (TÎRELERİ: Gara, Köçäsıgmaz, Goturgeçili, (Bölümleri : Yok) Esensakav) (Kaynak: Karpov, 1925) 6-ÄRDEM URUĞU URUĞLARI: (Vinnikov’da bu uruğ yok) 1-BERSİN URUĞU 7-YARI URUĞU (TÎRELERİ: Begdessalı, Ayabakar, Yarı (Ak (TÎRELERİ: Goynayak, Gızıl, Vaz, Deliler) Yarı, Gara Yarı), Tekem) 8-GARLIK URUĞU 2-BÖRİ URUĞU (TÎRELERİ: Ak Garlık, Gara Garlık, Suvçı (TÎRELERİ: Bitli, Daban, Şıh, Aluv) Garlık) 3-YOLUN URUĞU 9-ALDORI URUĞU (TÎRELERİ: Yassı, Garaincik) (TÎRELERİ: Pışlar, Tarhanlar, Goturhanlar, Kürtler) IV – GARKIN BOYU 10-AKGULAK URUĞU (2 bölümü vardır) 11-DANAK URUĞU (Vinnikov’da “Damak” A- ÇOHPETDEGARKIN şeklinde B- SAYAT GARKIN 12-DÄDEK URUĞU BÖLÜMÜN URUĞLARI: Bunlardan başka Y.R.Vinnikov’un çalışmasında “Cınayıl” adlı uruğun adı geçiyor. 1-ÜÇURUG “Kelleayak” tîresini de “Arabaçılar”a katıyorlar. (TÎRELERİ: Arslan, Mundas, Osman) 2- GURREYTBEKİŞ URUĞU II – BAYAT BOYU (TÎRELERİ: Gurreyt, Bekiş) (4 bölümü vardır) 3- BAYHAKI (BAYHALKI) (Kaynak: Vinnikov, 1962) 4-SAGAKA (SOLAKA) A- BURDALIK BAYAT 5-PESTİLİ bilig-10/Yaz’99 17

6-ÇARTLI VI – YEMRELİ BOYU 7-HEMZE (2 Bölümü vardır) B- SAYATGARKIN (Kaynak: Hudaybergenov, 1977) BÖLÜMÜN URUĞLARI 1-ŞAYIK A- DAGLI 2-AKCALAR BÖLÜMÜN URUĞLARI 3-ARIKLAR 1-GAZAK URUĞU (TÎRELERİ:Guşlar, Garaçakmenler, On- V – GÖKLEN BOYU begiler, Sarılar, Cellevler, Köseler, Soltular) (Bölümleri: Yok) 2-BAY URUĞU (Kaynak: Karpov, 1925) (TÎRELERİ: Baylar, Soltanlı, Vişşikler, URUĞLARI: Akgaşlar, Gürgenler, Kazılar, Şahırlar, Körler) 1-GAYI URUĞU 3-MARIP URUĞU (TÎRELERİ: Cangurban, Garnas, Halkadaglı (TÎRELERİ: Gapanlar, Tilkiler, Gövdükler, (İran’da), Garabalkan (İran’da), Darı, Deli, Commuklar, Serdarlar, Baylar, Sallahlar, Temek (İran’da), Yelyañı, Akkel, Gızıl, Garakel, Kövekler, Kekeçler, Molla, Kövli, Şeytan) Bokgaca, Gızılımam) 4-HIDIR URUĞU 2-DODURGA URUĞU (TÎRELERİ: Halamlar, Hanlar, Olam, Düyeler, (TÎRELERİ: Gerkez, Gırık, Yañak Ussalar, Bekevüller, Keleçler, Sazandalar, (İran’da), Señrik (İran’da), Bayındır (İran’ da), Porhanlar, Küşşeler, Külekler, Yetimekler, Keyikgodana, Sovranlı) Onbegiler, Ekitçeler, Perraçlar, 3-HATAP URUĞU Garataylı, Temek, Gabsık, Heşdekler, (TÎRELERİ: Borugçı, Çanakçı, Telter, Gedekler, Gızılcalar, Akdişler (Arçıdallı), Kövsi) Begler, Şagallar, Gızılcalar, Horazlar, Küncüliler, 4-MUKRI URUĞU Saneler) (TÎRELERİ: Ürgenci, Köpekler, Yigri- 5- BERDİHOCA URUĞU midört, Tokay) (TÎRELERİ: Girneler, Gerreyler, Vekil, Yelek, C. Övezov (1960) ise “Göklen” boyunu Köpek, Övren, Mergenler, Kezzaplar) iki uruğa ayırmış ve aşağıdaki tîreleri tespit 6-ÇAKAN URUĞU etmiştir: (TÎRELERİ: Arzıbeg, Heyvanlar, Halva- 1-GAYI URUĞU çılar, Toynuklular) (TÎRELERİ: Akkel, Garakel, Suvar, Garnas, B-GUMLI Cangurbanlı, Bokgaca, Temek, Tat, Çarık, Ak, Köse, Şıh, Galmık, Arap, Gulalı, Yüzbegi, Gigni BÖLÜMÜNÜN URUĞLARI (?), Salar, Adnakel, Yankel, Onbegi, Terekeme, 1-GARACA URUĞU Yanık, Togtamış, Gatmen, Darı, Deli, Yelyañı, (TÎRELERİ: Kadililer, Güneyatanlar) Gızıl, Goñur, Halkdaglı, Garabalkan, Karuk, 2-TAKIRDIN URUĞU Kir) (TÎRELERİ: Encamlar, Keytikler, Seypeller, 2-DODURGA URUĞU Govçular, Bakgallar, Porruklar, Berzallar, (TÎRELERİ: Gerkez, Sovranlı, Köpek, Kirrik, Iñdırmalar) Garaguzı, Godana, Diñlik, Garavul, Keyik, Çakır, 3-DADİŞ URUĞU Gökce, Yana, Çekir, Gancık, Hocambaz, Ayderviş, Avşar (Ovşar), Erkekli, Baynar, Kelesañ, Garnas, (TÎRELERİ: Sülgünler, Küleler, İtagızlar, Kekeç, Kövli, Mürzebay, Garaganak, Çovdur, Pekgeyler, Köseler) Bayat) 4-CÜNEYT URUĞU

bilig-10/Yaz’99 18

(TÎRELERİ: Goşmaklar, Govaçalar, Alacalar, (TÎRELERİ: Keller, Garalar, Hayallar) Galmıklar) 5-GARAMGOL URUĞU 5-BEDES URUĞU (TÎRELERİ: Begler, Kürümçi) (TÎRELERİ: Kör, Geçemen) 6-AKGUMOLAM URUĞU 6-YARI URUĞU (TÎRELERİ: Gökdonlı, Şorden (Şärdem (TÎRELERİ: Kepbanlar, Peññamlar, Şorumsa, olmalı) Yelbe, Arap, Kürt, Gacar, Toklı, Cınlı, Bilbil, Bahar, Kerler, Keciler, Begler, Pıçaklılar, Badı, Garsakçı, Hışşa) 7-GARRAVI URUĞU (TÎRELERİ: Mürüşger, Şallım, Onbegi, IX – HATAP BOYU Magtarlar, Garaboynak, Garaboyun, Yalaklar, Çokçular) URUĞLARI

1-KELTEARIK URUĞU VII – MUKRI BOYU (TÎRELERİ: Çanakçı, Telter, Borugçı, (Bölümleri: Yok) Kövsi) (Kaynak: Vinnikov, 1962) 2-ÇÖMMEGARIK URUĞU (TÎRELERİ: Dönmez, Gopal, Beg, Coñ, URUĞLARI Gürdek, Kälhal, Garrılar, 1-DAŞRABAT MUKRI URUĞU 3-İRİAHMETLİ URUĞU (TÎRELERİ: Yigrimidört, Çopan, Tatlar, (TÎRELERİ: Çallar, Veliler) Kuşlar, Tokay, Garagan, Köpek, (Çakırlar), 4-İRİDELİ URUĞU (Araplar), (Şagallar) (TÎRELERİ: İrideli, Çillik) 5-MAYDAKMARALİ URUĞU 2-GIZILAYAK MUKRI URUĞU (TÎRELERİ: Naceren, Köseler, Hoşoy) (TÎRELERİ: Alçı, Gırgılı, Ketdeler, Egriler, Hatap boyunun yaşlılarından aldığımız malû- Begenler, Meyteli, Perdazı, Baylar, Hudman, matlarda, yukarıdakilerden başka aşağıdaki tîre- (Boynuyogın) lerin adları geçiyor: 3-HOCAHAYRAN Çepbe, Akeşekli, Gartañlar, Gazak, Guşçı, Gırık, Mollalar, Yuhalar, Kövsi, Perdazı, Arbap, Bagşı, Yagmırçı, Novayırlar, Bigam, Çalış, VIII – OLAM BOYU Yalap, Mayda Ahmedalı, İri Ahmedalı, Näcirem, (Bölümleri: Yok) Cürdük, Mayda Deli, İri Deli, Lovlahorlar, (Kaynak: Vinnikov, 1962) Gäkilikler, Tikgiler)

URUĞLARI: X – ESGİ BOYU 1-ÄDEN URUĞU (2 Bölümü vardır) (TÎRELERİ: Abal, Datha, Garaca) (Kaynak: Vinnikov, 1962) 2-HEKİM URUĞU A- ABIGÜZER (TÎRELERİ: Bitli, Köse, Garatutlı, Tokguz, URUĞLARI: Hıklı, Eşek) 1-BULSUN URUĞU (MUSLM) 3-GIZIL URUĞU (TÎRELERİ: Aşıg, Völke, Körhalkı, Horram) 2-GARAYETİM URUĞU 4-YOLUK URUĞU 3-GALP URUĞU bilig-10/Yaz’99 19

(TÎRELERİ: Tersayak, Baçala) 3-HALTALI MAGTIM 4-SOVAKCI URUĞU 4-GILLI MAGTIM 5-YAPAÇ URUĞU 5-TOKA MAGTIM (TÎRELERİ: Atalık, Agacayak 6-GIZIL MAGTIM 6-YEDİURUĞ URTĞU 7-GULCUK URUĞU XIII – SEYİT BOYU 8-SARIBAKI URUĞU (Kaynak: Demidov, 1976) URUĞ – TÎRELERİ B- HANHALKI 1-ŞASEYİT URUĞLARI: 2-MANAGAR 1-YARIMCA URUĞU 3-AK EŞEKLİ (AK EŞİKLİ) 2-SOLAGAY URUĞU 4-GANIMAT 3-İNCALDI (İNCELDİ) URUĞU 5-TİLKİLER 4-ÜGGÜLDİ URUĞU 6-DÜYELER 5-HESENEKE URUĞU 7-DÖVLER 6-ÇAKA OKÇI URUĞU 7-HALHAL URUĞU XIV – HOCA BOYU (Kaynak: Demidov, 1976) XI – MÜCEVÜR BOYU URUĞ – TÎRELERİ URUĞLARI: 1-BALKANLI HOCA 1-GUTAM URUĞU 2-DAGLI (TÎRELERİ: Mezit, , Gızılca, Ereş) 3-ISRABATLI (ASTRABATLI) 2-HALIL URUĞU 4-DEPBAMGANLI (TÎRELERİ: Cınlar, Marha, İsa Hacı, Keller, 5-HORASANLI Yonus, Pirsöyün, Serdarlar, 6-ZENNİ HOCA 3- Tagta ilçesindeki Mücevirlerden Abılhalık, 7-BERDİLİ Çandır, Mezit, Memmedalı, Övliyelar. 8-MATİLİ (MEHTİLİ) (Kaynak: Demidov, 1976) 9-ARABAÇI 4-İSLAM URUĞU 10-TATLAR (TÎRELERİ: Garabay, Ebeyt, Babanıyazkel) 11-ERSARI HOCASI 5-YUNUS URUĞU (Kaynak: Demidov, 1976) (TÎRELERİ: Pirsöyün, Serdarlar) İslam ve yunus uruğları Murgap vadisinde XV – GARADAŞLI BOYU yerleşiyorlar. URUĞLARI: 1-CAGLANLI URUĞU XII – MAGTIM BOYU (TÎRELERİ: Kazı, Çebiş, Cüneyit, Melişge, (Kaynak: Demidov: 1976) Bamılı, Bagtı, Orman, Meyilli (Mehinli), URUĞ – TÎRELERİ Esrikgara, Sırtıgara, Keç, Amanpolat, Yüztanap) 1-OTLI MAGTIM 2-SATIKLI URUĞU 2-PİR MAGTIM (TÎRELERİ: Gızıl, Gart, Meniş, Pekgey, Sa-

bilig-10/Yaz’99 20 bır, Nasrılla, Kürt, Bay, Tagarçık, Arap, Sapa, 1-SEMEDİN URUĞU Kadi,Cüneyit, Çildir) 2-SARICA URUĞU (K`ynak: Karpov, 1925) 3-AKCA URUĞ 4-MIYAVIT (MİYEVİT) URUĞU XVI – PAMIK BOYU 5-GEREY (BULUTKOVAN) URUĞU Bu boy XIX. Yüzyıl ortalarında Amuderya boylarından Özbekistan’ın Kaşkaderya vilâyet- XXI – HIDIRİLİ BOYU ine göç etmiştir. URUĞ – TÎRELERİ: URUĞLARI: 1-GÜVLEME 1-KEKİRLER 2-KARAMAT (TÎRELERİ: Çalşak, Molle, Gullar, Keçeler, Ekizekli, Nıyazbay) 3-SALIR 2-GARAÇANAKLAR 4-ÇEÇKE (TÎRELERİ: Keller, Dogmalar (Palvanlar), 5-TEKELEÇLER Çarşaklar, Garaincikler, Cöhitler, Alanlılar, 6-ÇON Palanlar, Çukurkölli, Goturlar) 7-GARAGAŞ 8-YALANÇI KÖSELER XVII – ÇANDIR BOYU 9-ÇEPBELER URUĞLARI: 10-MUGULLAR 1-BAYINDIR URUĞU 11-İPEŞİKLER 2-KÖLÇANDIRI URUĞU 12-AÇBEGLER 3-GABACA URUĞU XXII – ŞIH BOYU 4-GUTLUBAY URUĞU 1-GIZILŞIH URUĞU Çandır boyunun bu uruğlarına dahil tîrdleri şunlardır: (Börübeg, Kacam, Köyük, Dogmalar, 2-KENARYAKAŞIHLARI URUĞU Şurabat, Pasıh, Gaşlar, Berreler) (TÍRELERİ: Garababa, Halilbaba, Gündogdı, Annagulı, Annagöz, Yapma, Garalar) XVIII – MÜRÇELİ BOYU URUĞLARI: 3-PAKIRŞIH URUĞU 1-OVŞAR URUĞU (TÎRELERİ: Baygeldiler: Sarımolla, Gurt, 2-YÜZBAŞI URUĞU Garaçakan, Gurak, Köke, Tüver, Tecik, Misger, Bu iki uruğun tîreleri (karışık şekilde) : Kezzap; Hurdoymaklar ise: Döv, Aktelpek, Dabaşı, Köpek, Begmammet, Lecin, Boyakçı, Ezizgök, Sülli, Garasakkal, Islam, Yartı gibi tîre- Arbap, Hıvalı, Garadali, Capbak, Boklı, Geçili) leri içine alıyor.) (Kaynak: Demidov, 1976)

Bunlardan başka Garrıbükür, Halıl, Bayramalı XIX - ÄNEVLİ BOYU gibi tîre adları da tespit ettik. URUĞU VE TÎRELERİ: Seyit, Magtım, Talhan (Tarhan), Sakar, Lezgiler, Erbaplar, 4-RÖVENCİLİŞİH URUĞU Gazaklar, Şarızalar, Serhoşlar, Necepler, Tüpenkçiler, Masimler, Sarılar) 5-ASTANABABALI ŞIH URUĞU XX – DÜYECİ BOYU URUĞLARI: (TÎRELERİ: Rabatlı, Sarıkel, Bedel, Tecik) bilig-10/Yaz’99 21

XXIII – SURHI BOYU 11-SIGIR (2 Bölümü vardır) 12-İŞHATA URUĞLARI: 13-MELİK 1-YOLUG URUĞU 14-DENCİK 2-LEBBERDİ URUĞU 3-MUGAL URUĞU B- ZERTLİ Bölümünün Truğları: 4-GARABAGŞILI 1-HOCANİYAZ (TÎRELERİ: Adıbay, Ussanedir) XXIV – NOHURLU BOYU 2-OGRI (TÎRELERİ:Ogrı, Beg, Kel) (Şecere: I. (Kaynak: Vasilyeva, G.A. 1954) 3-KÖR BÖLÜMLERİ : 4-HOCANEPES A. NOHURLU 5-AYI (TÎRELERİ:Ayı, Bebir) B. ZERTLİ 6-ÇARIK (TÎRELERİ: Sepgulı, Seyitgulı, Muhammetgulı) 7-KAZI A- NOHURLU XI. asıra kadar bu bölüme katılan uruğlar: 1-Melik, 2-Erbap, 3-Dencik, 4-Sıgır, 5- Cagılcogul, XXV- ATA BOYU (TÎRELERİ: Köse, Parraş, Cagılcogul) Şecere : 1 (Kaynak: Karpov, G.İ., 1925) XI – XVIII. asırlar arasında katılan uruğlar: BÖLÜMLERİ : 1-Yüzbegi, 2-Yüzbaşı, 3-Övezgeldi, 4-Bahar, A- OMAR ATA 5-Abdırahman, 6-Hoca, 7-Işhata (TÎRELERİ: B- NUR ATA Cüyce, Guduz, 8-Eşek(TİRESİ: Küyzegar) C- IBIGATA A- OMAR ATA Bölümünün uruğları: B- ZERTLİ 1-DÖVLET GELDİ XVIII. asırda katılan uruğları: 1-Ogru(TÎRELERİ: Ogru, Beg, Kel), 2-DAÑRIK 2-Ker(TÎRESİ: Hocanepes), 3-Kem, 4-Hocanıyaz, 3-BAGACA 5-Hıvalı, 6-Ayı, 7-Çarıh (TÎRESİ: Guduz), 4-GARADAMAK 8-Kazı 5-ÇİTİR 6-HOŞGELDİ A- NOHURLU Bölümünün Uruğları: 7-KEPCE (Şecere: II.(Kaynak: Muhıyev, H., 1959) 8-NURAK 1-CAGILCUGUL (TÎRELERİ:Parraş, Köse) 9-AHMEDEK 2-BAHAR 10-KÖR 3-ABDIRAHMAN 4-ÖVEZGELDİ B- NURATA Bölümü Uruğları: 5-ERBAP 1-GEÇİ 6-HOCA 2-KÜPBAŞ 7-YÜZBAŞI (TÎRELERİ: Annagtrban, Övez 3-YEKEÇEMÇE yüzbaşı) 4-GARA MEMMET 8-GUŞHANA C- IBIGATA Bölümünün Uruğları: 9-YÜZBEGİ(TÎRELERİ:Yüzbegi,Garadaşlı) (İran’da) 10-EŞEK

bilig-10/Yaz’99 22

ATA BOYU 1-BEGDEPESİ (TÎRELERİ: Yüzbaşı, Gacar, (Şecere: II. (Kaynak: Arazkulıyev, S.,1961) Kilvan, Kelegeyli, Beg, Büzmeyinli,Garaatan, Mehinli) A- OMAR ATA Bölümünü Uruğları: 2-NEMİSLİ (TÎRELERİ: Demirçi, Kömürçi, 1-AVLANMIŞ Melik, Çepbe, Cindek, Goşa, Serbaz) 2-UTODI (TÎRELERİ: Mömin, Abdal (Bağlı 3-GIPCAK (TÎRELERİ: Patda, Gassap, Beg, tîresi: Doldur), Isak (Bağlı tîreleri: Yartı, Yumrı, Gılboyun, Deli, Sarı, Tat, Eşekli) Bulduk), Sülüm (Bağlı tîresi: Halama), Ahmet, Mammet(Bağlı tîreleri: İsa, Musa, Ibrayım, 4-GARKIN (TÎRELERİ: Coran,Çakır, Çil, Herrek, Garadamak, Kepçe, Arıp) Çopan, Dali, Kerki, Peylaç, Süythor, Cürmen) 5-GASIMLI (TÎRELERİ: Garaayak, Ekeler, Alakazı) B- NUR ATA Bölümünün Uruğları: 1-MAGMURATA (TÎRELERİ: Kazılar, Otamlar, İşanlar, Yaltalar, Şapolat, Hocaşıh, XXVII - SARIK BOYU Garamemmet) (Şecere: I (Kaynak: Karpov, G.İ., 1925) 2-AHMETATA (TÎRELERİ: Yolesen, A- ALAŞA (Üçurug), B- POLATŞA (Herzeki- Dervişalı (Bağlı tîreleri: Çepiler, Daşlar), Geçiler Suhtı) (Bağlı tîreleri: Okçılar, Tankarlar, Çopanlar, A- ALAŞA Bölümünü Uruğları: Aşgabılar, Ganarlar, Gızılcalar, Pırsantalar), 1-ÜÇURUĞ (TÎRELERİ: Yerkinsıtdıh Tınkılar, Küpbaş (Bağlı tîreleri: Pagçalar, Keller), (Bağlı tîreleri: Yerki, Sıtdıh), Canıbek (Bağlı Cıgırlar) tîresi: Murtazargurama), Goyuncı (Bağlı tîreleri: C- IBAGATA (İran’da) Goyuncı, Kadırsahet), Alnış (Bağlı tîreleri: Alnış, XXVI – ALİLİ BOYU Avcıbasetmek), Momatay (Bağlı tîreleri: Kürt/ (Kaynak: Atayev, K., 1968) Gurt, Cimay, Socanyalbır), Hocanazar (Bağlı tîreleri: Çikbazan, Semelek, Cantay, Şirkiyaz), BÖLÜMLERİ Ussa, Alnah) A- ONBEGİ

B- YÜZBAŞI B- POLATŞA Bölümünün Uruğları: 1-HERZEKİ-SUHTI (TÎRELERİ: Ganlıbaş A- ONBEGİ Bölümünün Uruğları: (Bağlı tîreleri: Gulca), Gocalı (Bağlı tîreleri: 1-ÖVÇİ (TÎRELERİ: Garagol, Gutçı, Garahocalı, Şautemirbatım), Suhtı (Bağlı tîre- Parhaylı, Garaçuha, Çala, Sarıca, Deli, Novalı, leri: Erden, Çemçe, Dedegulı), Söyünalıbeden, Ker, Cöhit, Kethuda, Köce, Boyagçı, Cuvazçı, Gızıl (Bağlı tîreleri: Şeriptagan, Kerpota,Tagan, Gökkümbetli) Onbegi, Şerip, Ker, Garaderi), Bayraç, Herzeki, Horasanlı, Arkakı) 2-DUTÇI (TÎRELERİ: Cikcici, Yıglak, Cuval, Nergiz, Kerkili, Garaca, Gabe, Gaygılı, Yalokaç, Yemreli) SARIK – YALKAMIŞ BOYU (Şecere: II, Kaynak: Yazlıyev Ç., 1985) 3-MOVDUT (TÎRELERİ: Kargiz, Kirrik, Alıhara, Akköynek, Geçili, Kövli, Soltanlı, BÖLÜMLERİ: Kiçigine, Lakga, Porlı, Ogrı) A- ALIŞA, (Üçurug), 4-PAKGA (TÎRELERİ: Ayıterekme, Ayı, B- POLATŞA (Herzeki Suhtı) Gıllı, Agzaçık, Gürzeyli, Çerre, Garalakka, C- AMAŞA Baytohum, Dalak, Gacar) B- YÜZBAŞI Bölümünün Uruğları: A- ALIŞA Bölümünün Uruğları: bilig-10.Yaz’99 23

1-HOCANAZAR (TÎRELERİ: Çalbozan, Sarıca, Alagöz, Maşık(Bağlı tîreleri: Yeşir, Semelek, Cantay, Şirniyaz) Atamet, Kiçiyegen), Agacayak, Bayteber(Bağlı 2-ALNIŞ (TÎRELERİ: Alnış (Bağlı tîreleri: tîreleri: Gullar, Kerler, Kermanlar, Gökler), Sbak, Avçı, Başyetmek, Yapagı, Bozyatan) Hanteber, Garlıbaş) 3-BAYRAÇ (TÎRELERİ: Yerkisıtdıh (Bağlı 6-SÖYÜNALI (TÎRELERİ: Garanogay, tîreleri: Yatan, Begular, Bayım, Gızılca, Mustafa, Aknogay, Onbegi, Aşırbay, Düyeci, Yatan) Sayatlı, Kuncuk), Canıbek, (Bağlı tîreler: Govak 7-BEDEN (TÎRELERİ: Madci, Tibet (Bu Gurama, (Gurama’dan üreyenler: Yapagı, Beşara, tîreden üreyenler: Tat, Şavman) Bozyatan, Gulalı, Gullar), Murtaza, Acanaesen) 4- HORASANLI (TÎRELERİ: Momatay C- AMAŞA URUĞU (Bağlı tîreleri: Yalbır (Yalbırdan üreyenler: Bu uruğ Tekeler’in düzümünde. Yalır, Gutlıbeg, Hıdırek), Gurt (Bu tîreden ürey- enler: Gurt, Deli, Bay), Çılgay (Bu tîreden XXVIII – SAKAR BOYU üreyenler: Çılgay, Kelteler, Pelvanlar, Keller), (Kaynak: Y.R.Vinnikov) Socañ (Bu tîreden üreyenler: Socañ, Yüzbaşı), Goyuncı (Bağlı tîreleri: Bagaca (Bu tîreden ürey- URUĞLARI: enler: Bagaca, Mollaataş, Annageldi, Guzucı), 1-GARAMAHMIT (TÎRELERİ: Kövli (Bağlı Söyüngara(Bu tîreden üreyenler: Söyüngara, tîreler: Kazılar, Gökler, Haray), Küpbaş (Bağlı Döv, Kövli, Şatır), Goçak(Bu tîreden üreyen- tîreler: Yalama, Mir, Matak), Deli (Bağlı tîreler: ler: Goçak, Hanak, Sancar, Ussalar), Gadır(Bu Deli, Goyunayak), Begler (Begler, Bagşı, Kel) tîreden üreyenler: Gadır, Gızılguzı, Begler), 2-HOCAİNEBEG (TÎRELERİ: Çiriñgi, Sahet(Bu tîreden üreyenler: Sahet, Tat, Temarlı, Bilekge, Çagatay (Bağlı tîreleri: Çagallaybala, Çarımergen) Topçı, Gurbankel, Ülker, Çagataypayan, Alakel, Agrıyeser, Ussacık), Eşek-Kürre(Bağlı B- POLATŞA ( HERZEKİ – SUHTI ) Bölümünün tîreleri:Eşek-Kürre), Keneges, Alpan, Tapçı) Uruğları: 3-SIYADAGSAKAR ( TÎRELERİ : Siya- 1-GOCALI (TÎRELERİ: Garahocalı, dag, Lebabı, Horasanlı, Gutçı, Gavunçı) Şıhtemirbatım (Bu tîreden üreyenler: Şıhtemir, 4-GIZAN-MERYE (TÎRELERİ: Gızan Soltan, Possun, Durdalı, Batım), Gızılca (Bu (Bağlı tîreleri:Celake, Yoltak, Gara, Hocıkel, tîreden üreyenler: Gılıçmergen, Garasar, Gazan, Yuha, Ablak, Melece, Süynük, Gök, Begkeş), Gulanbay, Hımırdı, Begler, Hepbe, Şumı), Akgulı Merye (Bu tîreden üreyenler: Alpan, Daraz, Dali, (Bu tîreden üreyenler: Onbegi, Çaşgın, Çala, Köşlar), Haz (Bu tîreden üreyenler: Kenev, Kene, Surrı) Cangulı (Bu tîreden üreyenler:Garaca, Şıhlar, Çıbınlar), Goşdepe (Bu tîreden üreyenler: Cangulı, Garaatlı) Gızıllar, Gökçeler, Çekirler, Kövler, Çelekler, 2-GIZIL (TÎRELERİ: Şeriptagan, Kerpota, Tıllalı, Götigara, Köyükler), İşan) Pota, Tagan, Onbegi, Şerip, Garaderi, Ker) 3-SUHTI (TÎRELERİ: Erden(Bağlı tîreler: XXIX - SALIR BOYU Gızılmırat, Maş, Üpçi, Duz, Gurt, Garagol, (Kaynak: Karpov, G.İ., 1925) Çarıgol, Çarıköpek), Dadegulı (Bağlı tîreler: BÖLÜMLERİ : Aşım, Gutak, Kel, Ezme, Yeğre, Yılğay, Çemçe, A- KİÇİAGA Bağlı tîreler: Halım, Kel, Akdaşlı, Ener) B- GARAMAN 4-GANLIBAŞ (TÎRELERİ: Ganlıbaş (Bağlı tîreler: Cerli, Oturgıç, Gupbaş, Garaayak, C- YALAVAÇ Möminişan, Alyaçık, Garatilki) A- KİÇİAGA Bölümünün Uruğları: 5-GULCA (TÎRELERİ: Abdal (Bağlı tîreleri: 1-BOKAŞ (TÎRELERİ: Bokaş, Töretmir, Garaboyun, Amanfgulak, Emin, Övlat, Bagşı), Musa, Gara Kiçiağa)

bilig-10/Yaz’99 24

2-YA:CI (TÎRELERİ: Begencaga, Ismayıl, ÇARÇÖV BÖLGESİNDE Hav-Zaga, Hellexin, Hobezaga) YAŞAYAN SALIRLAR 3-BOKGARA (TÎRELERİ: Yunel, Gulançı, (Kaynak : Y.R. Vinnikov, 1962) Annagayşak, Sopular) URUĞLARI: 4-YEYKEBAŞARCA (TÎRELERİ: Yeyke, 1-KIRAÇLI (TÎRELERİ: Tirkiş, Ayagarıklı, Başarca) Yüzbegi, Tarpızlı, Obalı) 5-YAKUP (TÎRELERİ: Arık, Aman) 2-YAYÇILI ( TÎRELERİ : İncikli, Doñuzlı, 6- SAYAT (TÎRELERİ: Canış, Ödekbay) Çıyanlı, Torgaylı, Karazali, Kigizçi) 7-ARSLAN (TÎRELERİ: Oitşit-Dcem, 3-ERDELİ-HANDEKLİ Ibrayımhoca, Issma, Bedem) 4-AKCIK (TÎRELERİ: Akcık,(Akcık’tan üreyenler: Pelvan, Baylar, Begler), Yağıplar) 5-GAZARÇI (TÎRELERİ: Gazarçı, B- GARAMAN Bölümünün Uruğları: (Gazarçı’dan üreyenler: Begelek, Köşekli), 1-BEGBÖLÜK ( TÎRELERİ : Sapalak, Katmendövdi) Kodcek, Anna, Kellekler) 6-ARAKI, GULANCI, MUGAL, MERKİT, 2-ODCUK (TÎRELERİ: İncaldı, Körler, KÖPEKLİ Garayusup, Baylar, Hocambazlı, Çürüler, 7-EŞEKÇİ (TÎRELERİ: Oruskölü, Yalama, Çepbeler) Garatolek) 3-ÖKÜRCİKLİ (TÎRELERİ: Duşaklı, 8-DEYNEVLİ (TÎRELERİ: Ussalar, Begler, Ayrıtamlar, İşanlar, Cartılar, Hemrabaylar) Arabaçı, Gök, Çürre) 9-YEDİURUĞ (TÎRELERİ: Köpekçi 4-GEDEK ( TÎRELERİ : Ödekbay, Aladuzlı, (Köpekçi’den üreyenler: Ödek, Çakan, Gatı, Şıh, Omar, Zommuk, Aymaklar, Pelleçi, Hoca, Çarh, Alapostek, Ekermiş, Tırtır, Hımpay), Mamaklar, Pencivar, Köyükler, Garalar, Lokgalar, Gökler, Babahocalı, 5-HALILÇULUM(TÎRELERİ:Gızıl,Bag- şı, Kesikler) Baylar,Yorga,Mollaomar,Annagulı,Marca) 10-KIRKÖYLİ (TÎRELERİ: Gürci, Tatlar, Arap, Şaññılar, Acap, Haraklar, Övezekler, Valval, 6-ACGAM (TÎRELERİ: Keki, Çokallar, Zıyan, Samak, Süvcüler, B`şderi (Başderi’den Eşekler, Baylar) üreyenler: Milev, Omar, Iglaklar, Hapız, Tovşan, 7-KUŞİ-BOKA (TÎRELERİ: Begler, Deli, Deliler, Sagıl) Kerler, Süythorlar) 11-EGRİ 12-YAGIR (TÎRELERİ: Arbap, Maymak, C- YALAVAÇ Bölümünün Uruğları: Daşatar, Gazan) 1-ORDUGOCA (TÎRELERİ: Gökbörük, Gultak, Yegenseyit, Kır) XXX - TEKE BOYU 2-YUSUP (TÎRELERİ: Deli, Yusup) (Kaynak: Karpov, G.İ., 1925) 3-BEGSAKAR (TÎRELERİ: Beg, Sakar, BÖLÜMLERİ Yegenhacı) A- UTAMIŞ 4-KESE (TÎRELERİ: Kese, Ismayıl) B- TOKTAMIŞ 5-KURT (TÎRELERİ: Kurt, Hebip) C- YALKAMIŞ (Sarıklar) 6-KERİMAGA ( TÎRELERİ : Şatarık, A- UTAMIŞ Bölümünün Uruğları: Kerimaga) 1-SIÇMAZ (TÎRELERİ: Aksopı (Bağlı tîre- bilig-10/Yaz’99 25 leri: Gır, Ker, Tümen, Sagır, Perreñ, Şagal), C- ÖTLİTEMİR(Bayramşalı) Hocasopı (Bağlı tîreleri: Bagaca Mülkaman, Bölümünün Uruğları: Arap, Gızılgöz, Meñli, Bokurdak) 1-SALAK (TÎRELERİ: a) Ak Salak tîres- 2-BAGŞI (TÎRELERİ: Çeltek, Yasman inden üreyenler: Boyunbaş, Mameli, Kakilik, (Bağlı tîreleri: Mürüşger, Acar, Vekil, Uruhçi, Yolma, Sozma b) Gara Salak tîresinden ürey- Peri), Miriş, Salık(Bağlı tîreleri: Pir-Tala, enler: Begköse, Aylak-Aññaşlı, Kövliçiññan, Matır), Akdaşayak (Bağlı tîreleri: Gürci, Minçe, Mücevür) Begendik, Gızılbeg, Şova), Garadaşayak (Bağlı 2-ÖKÜZ (TÎRELERİ: Ak Öküz, Gara tîreleri: Gökboyun, Akgoñur) Öküz) 3-ORSUKÇI (TÎRELERİ: Vekillikel, B- TOGTAMIŞ Bölümünün Uruğları: Alıncaşeytan, Körgövere, Miralı, Gırımca, 1-BEG (TÎRELERİ: Goñur (Bağlı tîreleri: Cüneyt, Garagoca) Garagoñur, Tañretdin), Gökçe (Bağlı tîreleri: 4-UŞAK (TÎRELERİ: Barak, Temeç, Garsak, Gubaş, Yarıgökçe, Garakökçe, Köşi),Amaşa Tebele, Garaboyun, Hacı) (Bağlı tîreleri: Agrıbaş, Kazı) 2-VEKİL (TÎRELERİ: Gancık (Bağlı YOMUT BOYU tîreleri:Güñ, Gül, Çarıklı,Akyusup), Yusup (DAŞHOVUZ YOMUTLARI) (Bağlı tîreleri: Garayusup, Tilki, Deli, Halam, Garayörme, Par, Gum, Kara-Gel, Bagşı), Gagşal (Şecere: II (Kaynak: C.Amansarıyev) (Bağlı tîreleri: Baygeldi, Arlaññı, Dokçaga, BÖLÜMLERİ Balkangulı, Sopı, Bükri (Bağlı tîreleri: Erkek, A- BAYRAMŞALI Deli, Çal, Orazmammet, Döv, Yüzbaşı, Tümen) B- GARAÇUKA

C- YALKAMIŞ(SARIK) Bölümünün Uruğları: A- BAYRAMŞALI Bölümünün Uruğları: 1-ALAŞA (TÎRELERİ: Alnış, Usta, Alnah) 1-ÖKÜZ (TÎRELERİ: a) Ak Öküz tîres- 2-POLATŞA (TÎRELERİ: Bayraç, Herzeki, inden üreyenler: Gulam, Çemçe, Bagşı, Gurbe, Suhtı, Horasanlı) Garabegçe, Gutlıbay, Akça, Akgarın, Garayanak, Kel, Şovberdi, Çikce, Arallar, Girraz ; b) Gara Öküz tîresinden üreyenler: Cig, Kör, Yerki, Maraba, Köne XXXI – YOMUT BOYU (Salır’ın oğlu) Köpekçi, Götaşak, Çinrikli, Condulöküz, Guyruklu (Şecere: I (Kaynak: Karpov, G.İ., 1925) Yerki, Temmekiçi, Taganbay, Gurçuk, Gassaplar BÖLÜMLERİ : 2-SALAK (TÎRELERİ: a) Topçular ; b) Ak A- GUTLITEMİR (Garaçuka) Salak tîresinden üreyenler: Kövli, Boyunbaş, B- ÖTLİTEMİR (Bayramşalı) Begler, Kakilikler, Yolma, Sozma, Garabelem, Zamanlı, Ovnuklar, Bala, Posıbada ; c) Gara A-GUTLITEMİR(Garaçuka) Bölümünün Salak tîresinden üreyenler: Çiññan, Annaşlı, Üker, Uruğları: Aylaklar, Köseler, Mücevür, Kazılar, Mameler 1-ÇONİ-ATABAY ( TÎRELERİ : Ak Atabay, 3- ORSUKÇI (TÎRELERİ: a) Cüneyt Tatar, Yulşa, Gücük, Ganyokmaz, Goçak, İgdir, tîresinden üreyenler: Kazı, Varañ, Garakçı, Badrak, Eymir, Dag) Lukman, Terne, Köce, Serdar, Kürt, Gu:lacı, 2-ŞERİF-CAFARBAY (TÎRELERİ: Şerif- Golak, Şalgam, Çarıklı, Gıllı; b) Vekilkel tîres- Yaralı (Bağlı tîreleri: İri Tumaç, Ovnuk, Tumaç, inden üreyenler: Vekil, Körgevere, Marem, Gızıl, Burkaz, Arık, Sakallı), Şerif-Nuralı (Bağlı Garadaşlı (Küçük tîreleri: Alıncaşeytan, tîreleri: Turaç/Tumaç, Gılguyruk, Kör, Kelte, Mıralı, Çiller, Lavga, Abdıselimli, Akgövere, Garaincik, Kemgoyunlıkör), Garravı, Bahelke, Garagövere, Tatlar, Nesye, Giccekler, Yılgay, Baga, Matrık, Gocuk) Temiroglı, Beşataoglı; c) Gırımca tîre-

bilig-10/Yaz’99 26 sinden üreyenler: Ovuş, Çageli, Çarşaññı, Akyal, 1-DELİ Meçgey, Kemki, Deli, Kakmaçlar, Yaglı, Telpekli 2-ISLAM(TÎRELERİ:İdiberdi, Nuracı ; d) Garahoca tîresi 3- BAY (TÎRELERİ: Tañrıberdili,Şıhım, 4- UŞAK (TÎRELERİ: a) Hacı tîresinden Aştop) üreyenler: Tamdırlı ; b) Barak tîresinden ürey- 4-MAMAŞ enler: Garabarak, Akdüyeli, Begataoglı, Begler, Söyüncek, Tarhan ; c) Tebele tîğresinden üreyen- 5-GAZAN ler: Garakçı, Keller, Gökçe, Çebşekler 6-TAGAN ; d) Temeç tîresinden üreyenler: Mollaköse, 7-GURAYIŞ (TÎRELERİ: Ellesli, Şah, Çakşetli (Bu iki tîreden üreyen tîreler: Çallar, Ahmaetali, Çalış, Gızılcar, Deli, Megecik) Govaldañlar, Atalık, Molla, Köse, Annaataogul, 8- Garaboyun Babaçalataogul, Küren, Kervanbaşı; e) Garaboyun tîresinden üreyenler: Labalar, Ussankılar, Deliler, 9-ÖGEM (TÎRELERİ: Gısır, Sümükli, Söylübeg, Esence Harazçı, Halfa ; f) Garsak, Alataylı, Ay-Enek, Perrek) tîresinden üreyenler, Serdar, Agarlar, Gabanlar, 10-ÇEKİÇ (TÎRELERİ: Kör, Ker, Cınlı, Kürreler, Emeler, Körler, Garalar, Balıkçılar, Saltık, Karger, Altıbörük, Ercel, Par, Torgay, 5-GARAÇUKA Bölümünün Uruğları: Tana, Süle, Gaygısız, Yabanı, Sarcuvan(?), Garaboyun, Sardıklı, Uliman, Altıbörük) 1-CAFARBAY (TÎRELERİ: a) Gocuk tîresin- den üreyenler: Gızıl, Dañrık, Gurama, Marama, 11-YABANI (TÎRELERİ: Bayanhana, Akgarın, Daşlar, Daz, Gullar, Gırık b) Baga Gızılagız, Cögi, Togar) tîresi; c) Bahelke tîresi: ç) Maşrık tîresinden 12-DAVUTLIYABANI (TÎRELERİ: üreyenler: Alagöz, Togdarı, Nefere, Garaçakan, Köşemamaş, Göziuşak, Dadekeler, C-BEKEVÜL Bölümünün Uruğları: 2-ATABAY (TÎRELERİ : Eymir, Ganyok- 1-TOGAÇI (TÎRELERİ: Vekil, Hıdırhaççeli, maz, Düyeci Şalık, Beglik, Bataş, İyci, Polatlı, Harı, Nesimli) 2-SARILI (TÎRELERİ: Berdinıyaz, Mollalı, XXXII – ERSARI BOYU Onbeş, Tovşak) (Şecere: I (Kaynak: Karpov, G.İ., 1925) 3-YERLİ (TÍRELERİ: Soltanhepbi, Tarı, BÖLÜMLERİ Özbegölen, Çakmak, Abdal) A- GÜNEŞ (Kemalgazi) 4-UŞAGON (TÎRELERİ: Tazıgan, Çap, Kenan, Kelte, Çakmak, Gultak) B- GARA 5-LAMMA (TÎRELERİ: Çerkezli, Kölarık, C- BEKEVÜL Omçabaş, Geçili, Garaltay, Bürgüt, Garkınarık, D- ULUDEPE Garkın, Mukrı, Çarşannı)

A-GÜNEŞ Bölümünün Uruğları: D- ULUDEPE (MUSTAPAGAZI) Bölümünün 1-ÇAKIR Uruğları: 2-ÇEKİR 1-AKDERİ 3-SÜLEYMEN 2-ESENMEÑLİ 4-GABASAKGAL 3-GIZILAYAK 5-OMAR 4-SURHI 6-GIZILCA 5-ACI 6-DANACI B-GARA Bölümünün Uruğları: 7-ÇATRAK bilig-10/Yaz’99 27

8-GARACA (Bağlı tîreleri: Seygin, Gazak, Begler), Tüvelekçi, 9-ETBAŞ(İTBAŞ) Islamlı, Mangışlalı, Gumaklı, Gılgısdı, Açbeg, Sarıca, Gutal, Guklı) 10-GABIRDI 7-AKDERİ (TÎRELERİ: Garayeser (Bağlı 11-İTAKLI tîreleri: Gullar, Boynak, Dolmek), Gökler, 12-SURH Gızıllı (Bağlı tîreleri: Çapatı, İşanlar), Günderi (Bağlı tîreleri: Marek, Suyuk), Yonaçı (Bağlı ERSARI BOYU tîreleri: Kel, Çekiç), Beşderi, Begler, Arıbakan, Goplar, Açlı, Köyüklü, Tayırlı, Kündeli, Bagşılar, (Şecere: II (Kaynak: Ataniyazov, S.,1994) Garagoyonlı) BÖLÜMLERİ 8-ACI (TÎRELERİ: Arıkberkeli (Bağlı tîre- A- ULUDERE leri: Arık, Berkeli), Çalış (Bağlı tîreleri: Çalış, B- GÜNEŞ Süybek, Ataokçı (Bağlı tîreleri: Ata, Okçı), Çarşagal (Bağlı tîreleri: Çar, Şagal), C- KARA 9-GIZILAYAK (TÎRELERİ: Mustapalı, D- BEKEVÜL Mañgıt, Garagoyun, Atanıyazlı, Acamar (Bağlı A- ULUDEPE Bölümünün Uruğları: tîreleri: Begler, Bayramca), Saltık, Cagalbay, 1-GURAMA (TÎRELERİ: Guramergenli Tarhan, Yazalı, Agalar, Hanık) (Bağlı tîreleri: Keşler, Keller, Ekizli, Yusuplu, 10-MÜSÜRGARABAGŞILI (TÎRELERİ: Şagalar, Guk), Kazılar (Bağlı tîreleri: Garrılar, Müsür )Bağlı tîreleri: Uşak, Gılpalar, İri), Peltekli, Kazılar), Köpekli, Sayatlı (Bağlı tîre- Garabagşılı (Aşık, Surca, Ürküt, Kürre) leri: Goçaklı, Depederler), Hapızlar (Bağlı tîre- 11-ETBAŞ (TÎRELERİ: İtaklı (Bağlı tîreleri: leri: Sarıbaylar, Meñircek, Lokaşa), Oklar (Bağlı Garayandak, Zıklar, Ovlar), Boruglı (Bağlı tîre- tîreler: Çakanlar, Gökceler, Sarılar, Nerbaşlar, leri: Gamlı, Gıllı), Babamañgışlalı (Bağlı tîreleri: Sarıca) Gıcakçı, Durdulı, Kaller, Çöpagaç, Merdan, Or, 2-GARACA (TÎRELERİ: Bağşılı (Bağlı tîre- Yonaklı, Gırlı, Köyükli, Tutluk, Atça), Abdal) leri: Sakavlar, Tutluk, İşanlar), Reyimberdili 12-GABIRDI (TÎRELERİ: Gökdaş (bağlı (Bağlı tîreleri: Taylar, Tergeler, Toplar, Tatlar, tîreleri : Gök, Guş, Bada), Çızıgay, Şeytan, Gazaklar), Güleğence (Bağlı tîreleri: Tegen, Sabınlı, Şıh (Garayandaklı) Garaincik, Mangar, Düñter, Çal, Mamur, Zorra, 13-DANACI (TÎRELERİ: Taşlaklı (Bağlı tîre- Alyali), Gutal, Körgara, Garnas (Bağlı tîre- leri: Tekren, Açlar), Mekan, Denacı (Bağlı tîreleri: leri: Çala, Memiş), Kürt, Şekerek, Korkansı, İsgenderli, Garlı, Kerli, Ümürhocalı, Aydışbaylı, Garamemili (Bağlı tîreleri: Ekiz, Tenter, Çala), Guvak Denacı (Bağlı tîreleri: Surh, Obak, Gatıgulak, Yenaklı), Karkara, Mergenli, Agrıbaş, Gazak, Pesli), Halhal, Mamaş, Garaguşak, Köçe) Yerki (Bağlı tîreleri: Avga, Basak, Yıglak, İtalmaz, Şagal, Şeytan, Şor), Suvlar) B-GÜNEŞ Bölümünün Uruğları: 3-SURHI (TÎRELERİ: Yoluk, Kaller, 1-GABASAKGAL (TÎRELERİ: Aklar, Gızılkör, Kemler, Garrılar, Gulaklar, Garabagşılı, Göleler, Dadışlı(?), Karler, Rahmişli, Abışlı, Lepberdi, Mugal, Tayak, Magsımlar) Altıgarın, Kesmeler) 4-ÇATRAK (Bağlı tîreleri: Gılgısdı, Agacalı, 2-ÇEKİR (TÎRELERİ: Dovça (Bağlı tîre- Şorlı, Çartmalı) leri: Tovı, Cangay?, Ahmetli, Biybaş, Malaylı, 5-SURH (TÎRELERİ: Rahmışlı (Bağlı tîre- Çallar, Begler, Keçemeñli, Bolur), Zürçotaklı leri: Yolka, Gurin, Yalama), Kemenli, Guymanlı, (Bağlı tîreleri: Muraga, Ussalar, Suvgöz, Zür, Cavaşlı( Bağlı tîreleri: Arıkçı, Gürci, Can), Çotaklı), Duşemme (BaĞlı tîreleri: Körçi, Hayber, Garaincik (Bağlı tîreleri: Geden, Laleyin, Burulcık, Alladat, Arıkbatır, Şagal, Garaincik, Eseke), Ürgençli) Orusbay), Garagoyunlı (Bağlı tîreleri: Gı 6-ESENMENLİ (TÎRELERİ: Çoça (bağlı zıllar, Çarcalar, Garacumalar,Yılanlar, Çöpbaş, tîreleri) Kaşgalar, Çolak, Taymaz), Babagulı Gırlı)

bilig-10/Yaz’99 28

3-SÜLEYMEN (TÎRELERİ: Uşak 5-TAGAN (TÎRELERİ: Bu uruğun vekiller- (Bağlı tîreleri: Gışık, Matgurban, Badaklar), inin çoğunluğu Afganistan’da yaşıyorlar. Agzıgara,Balkanlı, Eşekli, Marra, Garga (Garça), 6-YABANI (TÎRELERİ: Gulancı Yabanı, Kırklar, Şayım, Geçiler) Davutlı Yabanı (Bağlı tîreleri: Cınlı, Buyanhana, 4-ÇAKIR (TÎRELERİ: Gızılgoyunlı (Bağlı Gurama ) , Hanek, Bovam, Gızılagız, Cuma, tîreleri: Gatıbaş, Şagla, Aklar, Zahkeşli, Deliler, Cögi, Urat, Garaboyun, Talık (?), Garayandaklı, Leññer, Gayşaklar, Mırathocalı), Garagoyunlı Toğar) (Bağlı tîreleri: Pataşlar, Şeytanlar,Taklar), Sakarlı 7-GAZAN (TÎRELERİ: Melecik, Şag) (Bağlı tîreleri: Sakı, Cumalar, Köşekler, Surlar, Garma, Maşpayalı) 8-MAMAŞ (TÎRELERİ: Aden, Altımamaş, 5-OMAR (TÎRELERİ: Garagoyun (Bağlı tîre- Bagacalı, Gırmızı, Şine, Hatap, Hasanlı) leri: Garınca, Kürre, Kelteler, Arlan, Garagadik, Tatbegler), Gızılgoyun (Bağlı tîreleri: Ayım, Ak, C- BEKEVÜL Bölümünün Uruğları: Acaka, Şagla, Gatıbaş, Çütçüt, Matek, Kömeç, 1-SARILI (TÎRELERİ: Kelleli, Berdinıyaz, Deli) Mollalı, İmren, Onbegi, Tovşan, Kırıklı, Tomar) 6-GÜRAMA (TÎRELERİ: Arıkbatır, Bagşılı 2-LAMMA (TÎRELERİ: Cerkez (Bağlı tîre- (Bağlı tîreleri: Köne yagırlı, Vagar, Persiz), Gınlı, leri: İgli, Gum, Yedi), Omçabaş (Bağlı tîreleri: Tarhan, Gorçaññı (Bağlı tîreleri: Gatık, Arık, Gonurlu, Galmıklı) Köseler, Şeytanlar, Sakavlar, Araplar, Kırıklar), Bataş, Garaltay, Bürgüt, Geçili, Gamışlaklı, Gedamas, Gularık, Saltık, Çarşaññı (Bağlı tîre- B- GARA Bölümünün Uruğları: leri: Müresen, Gızılgöz, Düyegöz) 1-GURAYIŞ (TîRELERİ: Ahmetli, Deli, 3-UŞAGON (TÎRELERİ: Bürgüt, Kenan, Ellesli, Goyuncı, Gızılcar, Köke, Köce, Sarı, Kelteler, Keltebaş, Hoca, Tazıgan, Çayı (Bağlı Şahlar, Calış, Çınaklar) tîreleri: Gutluçal, Körçal, Söyünçal, Cılıgöl 2-BAY (TÎRELERİ: Şıhım, Şagundı, İsamlı, bölgesinde; Sarıbaş, Arbap, Garamet, Çoçalar, Ellesli, Tañrıberdili, Sümükli, Aşaktop, Deli, Gababekevül’de...) Aklar, Dıgır, Kel, Körler, Goşhadalı, Alataylı, 4-YERLİ (TÎRELERİ: Natı (Bağlı tîreleri: Arallı, Alga, Gısır, Perrik) Balıkçı, Togacı, Nesimli, Çakmak (Bağlı tîre- 3-ÇEKİÇ (TÎRELERİ: Altıbörük, Garaboyun, leri: Tarı, Ogrı, Hocalar, Postak), Abdal, Yegen, Gaygısız, Cınlılar, Gamşaklı, Kör, Garrılar, Özbekgullar, Polatkel (Bağlı tîreleri: Sakav, Ketencik, Kelek, Karger, Saltık, Sadı, Suvlar, Garlı, Yöritmez, Garrılar, Gedemler, Erteler, Sardıklı, Par, Cace, Düyeler, Gücük, Şırğıt, Tovuklar, Dükler, Köseler) Boynıuzın, Aymak, Serçeler, Çenkler, Bay, Mamaş, Torgay, Taneler (?), Uşak, Çövreler, 5-GULTAK (TÎRELERİ: Melece, Hocalı, Çakmak, Ercel, Isamlı) Batır, Divana, Garrışeytan, Melik) 4-İSLAM (TÎRELERİ: İdiberdi, (Bağlı tîre- 6-TOGAÇİ (TÎRELERİ: Aşgalı, Begmek leri: İğliçeltek, Kelleki, Övezsur, İşan), Nuracı (Küçük tîreleri: Abdılla, İyci, Kelte, Vekil, (Bağlı tîreleri:Kemler, Agzıkem, Garaşalı, Dükçebay, İyci, Polatlı, Söyüncacı, Şalık, Kazılar, Çüñker, Akca, Çınaklar) Herri, Çalış).

bilig-10/Yaz’99 29

KAYNAKLAR HARİDARİ; (1994), Salar Baba Gulalıoglı, Oguz ve Övlad ve Etba ve Bak-ye Etrak Tarıhı, Yayınlayan: Z.B. Muhammedova, AGACANOV, S.G; (1969), Oçerki İstorii Türkmen Arhivi, No: 1-2 Oguzov i Turmen Sredney Azii IX-XII vv. Aşgabat. HUDAYBERGENOV, C; (1977), Türkmen Dilinin Yemreli Diyalekti, Aşgabat, “Ilım” AMANSARIYEV, C; (1954), Tükmen Dilinin Yomut Şivesinin Demitgazık Gepleşikleri, KARPOV, G. İ; (Elyazma) Kratkiye Spravki kand. Dis. Aşgabat. O Turkmenskih Rodople- mennıh Obyedineniyah, Rukopis, (Hranitsya v ATANİYAZOV, S; (1980), Türkmenista- TSNB AN Turkmenis- tana) nın Gografik Atlarının Düşündürüşli Sözlügi, Aşgabat. KARPOV, G. İ; (1925), Plemennoy i Rodovoy Sostav Turkmen, Polto- ratsk ( Ashabad) ATANİYAZOV, S; (1988), Slovar Turk- men- skih Etnonimov, Aşgabat. KARPOV, G. İ; (1942), Etniçeskiy Sostav Turkmen, Poltoratsk (Ashabad) ATANİYAZOV, S; (1991), Salırlar Hakda Söz, Sıyası Söhbetdeş Jurnalı, No: 9 KARRIYEV, A; MOŞKOVA, V.G; NASONOV,A.N; YAKUBOVSKY, A.Y; ATANİYAZOV, S; (1994), Etnonim v (1954), Oçerki İz Turkmenskogo Naroda Turkmenskom Yazıke, Aşgabat. i Turkmenistana v VIII-XIX vv, Aşgabat, ATAYEV, K; (1966), Hozyaystvo i Etniçeskaya İzdatelstvo AN TSSR İstoriya Turkmen Ahala, Kand. Dis. İstor. KAŞGARLI, Mahmut; (1992), Divan-ı Lügat- Nauk. , Aşgabat-Moskva. it Türk, Türkçe tercümesi, Cilt I,II,III, ARAZKULİYEV, S; (1961), Garagalpakıs- tan 3.Baskı, Çeviren: Besim Atalay, Ankara, ASSR’İN Dörtgül Rayonındakı Türkmen TTK Basımevi Aşgabat, TDU Gepleşikleri, MALOV, S. E; (1959), Pamyatniki BARTOLD, V.V; (1963), Soç,T.8, Çast: II Drevnetyurkskoy Pismennosti Mon- golii Moskva, “Nauka” i Kirgizii, Moskva-Leningrad, İzdatelstvo BARTOLD, V.V; (1968), Soç, Tom: V, Moskva, AN SSSR “Nauka” MAVIYEV, N; (1987), Türkmen Dilinin BERDİYEV, R. – KÜRENOV, S; (1970), Arabaçı Diyalekti, Aşgabat “Ilım” Türkmen Dilinin Dialektlerinin Oçerki, MUHİYEV, H; (1959), Türkmen Dilini Nohur Aşgabat, “Ilım” Diyalekti, Kan.Dis; Aşgabat. CUROKULOV; (1992), Obod Candir MİTT; (1939), Materialı po İstorii Turmen i Türkmanları, Toşkent, “Fan” Turkmenii, I,II Tom, Moskva-Leningrad, DEMİDOV, S; (1976), Turkmenskiye Ovladı, İzd.An sssr Aşgabat, “Ilım” MOLLANEPES; (1955), Lirika, Aşgabat, EBULGAZİ ; (1958), Abulgazı Bahadur “Türkmendövletneşir” Han, Şecere-yi Terakime, Hazırlayan: MUHAMMEDOVA, Z.B; (1973), İssledo Kononov, A.A., Rodoslovnaya Türkmen, noviya po İstorii Turkmenskogo Yazıka Soç.,Abulgazi Hana Hivinskogo, Moskva- XI-XIV vv, Aşgabat. Leningrad, İzd AN SSSR NARTIYEV, N; (1994), Türkmen GEYBULLAYEV, G.A; (1986), Toponimi Diyalektologiyasının Esasları, Çarçöv ya Azerbaydcana (İstoriko-Et nogr.. NAVŞİRVANOV, Z.Ş; (1929), Predvari- tel- nıye İsledovaniye) Baku, ELM Zametki o Plemen nom Sostave Tyurkskih GUMİLEV, L.N; (1968), Drevniye Tyurki, Narod nostey, Prebıvavşıh na Yuge Rusi i Moskva, “Nauka” v Krımu, İzvestiya Tavriçes-

bilig-10/Yaz’99 30

kogo Obşetva İstorii, Arheologii i çeskiy Sbornik, Moskva. Etnografii, Simferepol, T.Z.(60) VASİLYEVA, G. P; (1979), Kto Takiye “soy”, ÖVEZOV, C ; (1960) K Voprosu O Rodovom K voprosu ob Etnogeneze Turkmen, Sov. Sostave Goklen, TSSR IA’nın Habarları, Etnografiya, No: 6 Cemgıyetçilik Ilımlarının Seriyası, No: 4 VİNNİKOV, Y.R; (1962), Rodoplemennoy ROSLYAKOV, A. A; (1962), Türkmen İ Etniçeskiy Sostav Naseleniya Halkının Gelip Çıkışı, Aşgabat. Çardcouskoy Oblasti Turkmenskoy SSR SAPAROVA, G; (1970), Türkmen Dilinin i Yego Rasseleniya / Trudı İnstituta İstroii, Hasarlı Diyalekti, Aşgabat. Arheologii i Etnografii, Tom : VI, Aşhabat AN TSSR SARAY, Mehmet ; (1992), Türkmenler İmperializmin Zamanında, Garagum, VİNNİKOV, Y.R; (1968), K İstorii No: 1 Forminovariya i Rasseleniya Turkmen Hatab, Mukrı, Kurama i Olam, Moskva, SÜMER, Faruk ; (1992), Oğuzlar / Türkmenler, “Nauka” 4.Baskı, İstanbul. YAZLIYEV, Ç; (1985), İstoriya İ Hozya- yst- ŞAHİN, İlhan ; (1987), “Osmanlı Devrinde vennoye Razvitiye Naseleniya Srednego Konar-Göçer Aşiretlerin İsim Almalarına Murgaba, (XIX-Naçolo XX v), Aşgabat, Dair Bazı Mülahazarlar”, Tarih Enstitüsü “Ilım” Dergisi (İstanbul), XIII : 195-208 YEREMEYEV, D.E; (1971), Etnogenez Turok, TSA, II; (1986), Türkmen Sovet Ansiklope- Moskva, “Nauka” diyası, 8 Tom, II Kitap, Aşgabat, TSE ZUYEV,Y.A; (1962), İz Drevnetyurkskoy TENİŞEV, E.R ; (1976), Stroy Salarskogo Etnonimiki Po Kitayskim İstoçnikam Yazıka, Moskva “Nauka” (Boma, Guy, Yanmo), Trudı İnstituta VAMBERY, N ; (1885), Das Türkmenvolk İstorii, Arheologii i Etnografii im; in Seine Etnologischen Bezieshungen Vostoçnogo Turkestana, T, 15 Geschildezt, Leipzig. VASİLYEVA, G. P ; (1954), Turkmenı- nohurli. Sredneaziatskiy Etnografi-

bilig-10/Yaz’99 31

PAST, PRESENT and FUTURE of TURKOMAN TRIBES and THEIR SPREAD

Prof. Dr. Soltanşa ATANİYAZOV ’s Comittee on Science and Technology

ABSTRACT

Most nations had divided into tribes and clans during the certain periods of their history. Dividing into tribes for some nomadic Turkish peoples, particularly the Kazak, Kyrgyz, Bashkir, Turkoman continued for a long period of time because of social and economical conditions. Among these peoples Turcoman tribes were the subject of research in the works of some ancient scholarly personalities, such as Kaşgarlı Mahmut, Mübarek Şah, Reşideddin, Yazıcıoğlu, Salar Baba Marıdarı, Ebulgazi...Consequently knowledge about changes in life style of Turcoman tribes during different periods of time and brief information related to these Turcoman tribes, small and big could be found in some works the above-mentioned scholars. Also detailed information related to changes in Turcoman tribes after Mongol attacks, fleeing most of the population to neighbouring countries, forming of new tribes as Teke, Yomut, Göklen, Ersarı, Sarık, Sakar, Alili, Olam, Surhı...after combination of remaining Turcoman tribes with other ethnic groups are provided in these historical works, especially in those of Kaşgarlı Mahmut. New Turcoman tribes originated from ancient Oğuz tribes are one of the sociologi- cal part of Turcoman nation. Old generations preserved traditions from old times. But nowadays the previous importance of keeeping these traditions is becomming more meaningless for new generations. In recent years, the reasons of division into different tribes during the history have disappeared . Therefore it is impossible to face with this kind of division among Turcoman in 20th century. Whereas some dialectical differences, tools used in archi- tectural and economical works, traditional wears, carpet weaving, cuisine culture, art of decoration have still been preserved as traditions by new generations.

Key words: Oğuz, Society, Tribe, Part, Uruğ, Turcoman

bilig-10/Yaz’99

33

SON EMPERYALİZM DENEMESİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER: ORTA ASYA’DA RUS YAYILMACILIĞI

Gökhan BACIK Fatih Üniversitesi, Araştırma Görevlisi

ÖZET

Sömürgecilik tarihsel olarak gelişiminin ötesinde karmaşık bir siyasal arka plâna işaret etmektedir. Bu açıdan, sömürgecilik yalnız ekonomik amaçlara yönelik olarak kabul edilemez; aynı zamanda, siyasal ve kültürel konularda bir çok hedefleri de içine alır. Nitekim 15. Yüzyıl'dan itibaren tamamen belirginleştiği şekliyle kurulan Afrika gibi önemli sömürgecilik örneklerinde sözü edilen durum görülmektedir. Ancak İngiliz, Hollanda gibi Batı Avrupa kökenli sömürgecilik metodlarının dışında sömürgecilik konusunda önemli bir yer işgal eden Rus yayılmacılığı da uygulamaları ve uygulandığı alan açılarından çok önemlidir. Rus yayılmacılığı öncelikle uzun ve eski bir tarihsel arka plânı referans alır. Ayrıca Rusların özellikle Kafkasya ve Orta Asya'ya doğru genişlemelerine paralel olarak önemli siyasal ve kültürül sonuçlar ortaya çıkmıştır. Ruslar tıpkı diğer sömürgeci uluslar örneğinde olduğu gibi yayılmalarını benzer römürge- ci politikalarla pekiştirmeye ve kolaylaştırmaya çalışmışlardır.

Anahtar Kelimeler: Sömürgecilik, Rus Yayılmacılığı, Orta Asya, Hakimiyet

bilig-10/Yaz’99 34

GİRİŞ: EMPERYALİST ANLAYIŞIN sonucu olarak durumu kabullenmek zorundadırlar. TEMELLERİ Fieldhouse’un sözleriyle “emperyal otoritenin temeli, sömürgede yaşayanların zihniyetiydi… Emperyalizm kavramının uluslararası alan- [yani] ikincilliği kabullenmeleriydi” (Said, 1998). da büyük bir önem kazanması köken olarak Çünkü kültür, Edward Said’in belirlediği şekliyle, 15. Yüzyıla kadar geriye uzanan bir tarihi ref- bir hükmetme, egemenlik kurma özlemini içinde erans alır. Bu yüzyıldan başlamak üzere ilk barındırır (Said, 1998). Böylelikle yayılacak denizaşırı sömürge imparatorlukların kökenleri yeni alanlar aramaya koyulur. “ …İlke ve ortaya çıkmaya ve sınırlarının ötesindeki bazı hareket noktası olarak, bir ırklar ve uygarlıklar toprak parçalarını içlerine almaya başlamışlardır. hiyerarşisinin varlığı olgusunu ve bizim üstün ırk İlk akla gelen ülke İngiltere’dir ki özellikle ve uygarlıjlara mensup olduğumuzu kabul etmek, emperyalizm alanında bir çok yeni uygulamayı bunun yanında üstünlüğün haklar tanımakla bir- gerçekleştirmiştir. Eğer çok daha önceleri likte bunun karşılığında sıkı yükümlülükler de gerçekleşmiş olan ticari yayılmacılığın ilk çağ fetirdiğini teslim etmek gerekiyor” (Said,1998) örneklerini ihmal edersek – mesela Fenikeliler ve daha 420'lerde Afrika’nın belirli kesimlerini düşüncesi emperyalizmin doğal bir siyasal davranış egemenlikleri altına alan Vandallar burada akla kalıbı olduğu temelli açıklamalara dayanmaktadır. gelir- İngiltere, Portekiz, İspanya ve Fransa ilk Emperyalizmin varlığına yönelik üçüncü görüş imparatorlukları kurmuş olarak kabul edilebilirler strateji ve güvenliğe dayalı açıklamaları içerir. Buna (Levchenko, 1999). Özellikle bu dört devlet kapi- göre ülkeler güvenliklerini sağlamak amacıyla talizmin ilk birikim devrinde denizaşırı (Hindistan, belirli üsler hatta denizaşırı ekonomik kaynaklar Amerika kıtası) topraklarda imparatorluklarını elde etmek zorundadırlar. Son olarak üzerinde en kurmayı başarmışlardır. çok tartışma yapılan açıklama gelmektedir: la mis- sion civilisatrice. (Medenileştirme görevi, misy- Denizaşırı çeşitli koloniler elde etme düşüncesi onu). Bu aşamada emperyalizm ahlaki bir boyut ilk bakışta tamamen ekonomik çıkarların kazanmaktadır. Çünkü üstün bir yaşama sahip doğallaştırdığı bir amaç olarak algılanmakla berab- olan ulusların daha aşağıdakileri eğitmesi, onlara er daha derinde ayrıca emperyalizm kavramının uygarlığın imkanlarını aktarması (?) söz konusu- içeriğini oluşturan nedensel açıklamalara ulaşmak mümkündür. Bütün bu açıklamaları ortaya dur. “Toplumsal düzende, tıpkı aile düzenindeki çıkaracak soru: “Neden emperyalizm?” olmalıdır gibi, yalnızca kuşaklar değil, eğitim de önemlid- (Ana Britannica, 1990). Yukarıda değinildiği gibi ir…İnsan toplumlarının oluşumu, tıpkı insanlarını ilk açıklama ekonomik merkezli olanıdır. Bu görüşe oluşumu gibi, rastlantıya bırakılmamalıdır… göre koloni elde etmek hammadde sağlamak, Dolayısıyla, sömürgecilik, deneyim okulunda oku- yeni pazarlar ele geçirmek gibi bir çok yeni nan bir sanattır… Sömürgeciliğin amacı, yeni imkanları sunmaktaydı. Nitekim yeni sömürge- bir toplumu en iyi refah ve ilerleme koşullarına lerden gelen ürünler, değerli madenler sömürgeci kavuşturmasıdır”(Said,1998). Bu yaklaşımda ülkelerde önemli bir zenginliğe neden olmuştur. kullanılmakta olan deneyim okulu, sanat, Ancak, Adam Smith ve David Ricardo gibileri kavuşturmak kavramlarının altı çizilmelidir. koloni kaynaklı zenginliğin ancak belirli bir zümre Çünkü burada politik bir eylemi bahaneler arkasına tarafından paylaşıldığını ve genel bir zenginliğe gizlemek değil, gerçektende bu düşüncelere olan neden olmadığını iddia etmişlerdir. İkinci açıklama inanç vardır. Nitekim Edward Said, bu yazıda emperyalizmin doğasına ilişkin argümanlar ortaya da sürekli referans olarak verdiğimiz, Kültür ve koymaktadır. Buna göre emperyalizm devletlerin Emperyalizm adlı kitabında batı düşüncesinde davranışsal bir özelliğidir ve ayakta kal- –özellikle edebiyat alanında- yer tutmuş bu inancı mak için yapılan doğal bir eylemdir. Yani üstün ele almaktadır. Bunun yanında emperyalizmin olmanın doğurduğu zorunlu bir sonuçtur. Aynı amacının ne olduğu sorusu da önemlidir. Temel açıklama ters yönde yani sömürülen tarafında da olarak ekonomik ve siyasal üstünlük için yapılan bu işin makul olduğunun kabulünü iddia eder. bir eylem olarak görülen emperyalizm, aslında Yani sömürülenler de zayıf olmalarının doğal daha büyük ve sis- bilig-10/Yaz’99 35 temli amaçlar içeren bir eylemdir. Morgenthau'’a vurgulamaktan kaçınmamıştır (Saydam 1997). göre emperyalizmin en alt düzeden en üst düzeye Yine Rusların eskiden beri bu topraklardaki üç amacı vardır. Bunlar; 1) İlk önce bir dünya varlığının bir tür koloni ihdas etme fikri olduğunu imparatorluğu kurmak yani mümkün olan her Çarlık dönemi devlet adamları da kabul etmiştir. alana nüfuz etmek ve ele geçirmektir. 2)Biraz Mesela Maliye Bakanı T.E. Kankrin 1827’ de daha alt düzeyde kıtasal üstünlük sağlamak. Rus Çar’a yazdığı mektupta Kafkasya’dan koloni emperyalizmi bu başlık altına alınabilir. 3) Son olarak bahsetmiştir (Saydam, 1997). Ayrıca başta olarak böl- gesel yani yerel üstünlük sağlamaktır Kafkasya olmak üzere Rusya’nın ele geçirdiği (Morgenthau, 1970; Kocaoğlu, 1996). bütün topraklar aslında davetle gerçekleşmiştir Bu çalışmada yukarıda kısaca özetlenen yani bir işgalden kesinlikle söz edilemez. Hatta sömürgecilik kavramının teorik çerçevesi içinde Rus yayılması gittiği alanlarda bir tür kurtarıcılık görevi ifa etmiştir. Mesela Transkafkasya’ya yöne- özellikle Orta Asya'da uygulamalarını gördüğümüz lik Rus yayılması buradaki doğu Hrıstiyanlarını Rus Sömürgeciliği doğuş, kurumlaşma ve yıkılış ve bölge halkını Türk-Pers baskısından kur- aşamaları noktalarında ele alınmaya çalışılacaktır. tarmaya yöneliktir. Bu görüşün tezine göre Orta Asya'da görülen Rus sömürge uygulamasının 1720’lerde başlayan ilk Kafkasya seferlerinin ayrıca yıkılışı ele alınırken doğurduğu sonuçlar nedeni Gürcistan Kralı İrakli’nin davetidir ve bu ve sorunlar açısından diğer sömürge modelleriyle kral 1783’te gönüllü ve istekli olarak ülkesinin karşılaştırması yapılacaktır. yönetimini Ruslara terk etmiştir (Goldenberg ve diğerleri, 1996). Genel olarak baktığımızda YENİ AKTÖR: RUSYA Margot Light’ın özetlediği şekliyle, Rus yanlısı görüşe göre, Rus işgalleri “daima bir davetle 15. Yüzyılda başlayan emperyalizm çağının gerçekleşmiş ve ilgili yörenin insanları Rusya’ya ikinci aşamasında yerel bir direnç ortaya katılmak istemişlerdir.” Şüphesiz Rus siyasal çıkmış ancak bu direnç kolaylıkla alt edilmiştir. kültürünün çizdiği bu şemaya göre yerli halkların Daha sonraki safha ise emperyalist aktörlerin neden böyle bir isteği (?) benimsediklerinin sebe- sayıca çoğalmasını doğurmuştur ki 1. Dünya pleri de belirlenmiştir: Rusya tarafından işgal Savaşı’na kadar Rusya, İtalya, Almanya gibi edilmek siyasal istikrar, yüksek bir hayat sevi- yeni aktörler emperyalist politikalara yüzlerini yesi, demiryolu, gelişen tarım ve ticaret, yazılı dönmüşlerdir. Bunlardan Rusya’da özellikle bir dil gibi imkanlar (?) sunmaktaydı. Kafkasya ve Orta Asya’ya yönelik bir yayılma Rus tarih yazıcılığı da aynı yayılmacı mantığa politikası uygulamıştır. Kocaoğlu’nun belirttiği uygun biçimde, özellikle Orta Asya’ya yöne- gibi bu Romanov Hanedanının tahta geçtiği lik geleneksel bir politika oluşturmuştur. İlk 17. Yüzyılı izleyecek dört yüzyıllık süre içinde dönemde bölgede görülen İlminski, Sablukov Rus yayılmacığı en ileri sınırlarına ulaşacaktır gibi Rus kültürünü, dilini yaymayı amaçlayan (Kocaoğlu, 1996). S.S.C.B döneminde karşı kişilerin oluşturduğu bu geleneksel politika Rus karşıya olduğumuz Orta Asya hegemonyası, yayılmacılığının da aynı zamanda kültürel niyetler- Çarlık döneminden beri devam ede gelen gelenek- le de örülü olduğunu iyice belirginleştirmektedir sel Rus yayılmacılığının devamı niteliğindedir. (Saray 1994). Üstelik yukarıda yapılan açıklamalara paralel Nitekim bugün S.S.C.B.’nin dağılmasıyla karşı bir şekilde Rus yayılmacılığı yalnız ekonomik karşıya bulunduğumuz durum yalnızca komünist sis- nedenlere dayalı değildir. Aksine Orta Asya’nın temin ortadan kalkmasına işaret etmez, aksine kökeni modernleştirilmesi gibi amaçları da içeren bir Çarlık dönemine uzanan bir emperyalist modelin de politik söyleme dayanmaktadır. Bu söyleme göre yıkılışını ifade eder. Rusların özellikle Orta Asya’dan Rusya ele geçirdiği yerlere medeniyet götürme- çekilmeleri ve yöre halklarının bağımsız devletler ktedir. Nitekim Saydamın aktardığına göre Çar kurmaları bir de-kolonizasyon anlamına gelmektedir. II. Nikolay tahta geçmeden önce Asya’ya yaptığı Nitekim Jonathan Grant Orta Asya’da yeni devletlerin seyahat esnasında Rusların doğunun az gelişmiş kurulmasının bir de-kolonizasyon olduğunu ifade uluslarını koruması gerektiğine dair inancını etmektedir. Ancak Grant’a göre bu de-kolo nizas-

bilig-10/Yaz’99 36 yon Orta Asya halklarının siyasal kavgasının iken, klasik sömürü sisteminde Fransız tipi-İngiliz ürünü değil Moskova’nın doğurduğu siyasal tipi sömürgecilik önemli noktalarda birbirinden boşluk nedeniyle ortaya çıktığını söylemekte- ayrılmaktadır. Öte yandan Rusların Orta Asya hak- dir. (decolonization by default) (Grant, 1994). imiyetinin hiç bir biçimde Afrika Sömürgeciliği ile Bu daralmanın benzer bir başka örneğiyle karşılaştırılmaması gerektiğini savunan yazarların karşılaştırılması metodolojik açıdan önem- da varlığının altını çizmek gerekmektedir. Alain lidir. Çünkü Komünist Partinin ideolojisi- Blum; Kazakistan dışında hiç bir bölgenin tama- yle beraber tarihe karışması sonucu ortaya men sömürgeleştirilmediğini yalnızca yönetsel çıkan kompozisyonun gelecekte alacağı şekil bir sömürgenin söz konusu olduğunu belirtmekte hakkında yaşanmış tecrübelerden yararlanar- ise de bu tartışmalı bir fikirdir (Vaner,1997). ak çeşitli fikirler edinilebilir. Ancak benzer Gerçekten de Blum’un belirttiği gibi Kazakistan bir karşılaştırma yapılarken yukarıda kısaca üzerinde eskiden beri gelen bir Rus etkinliği söz özetlenen emperyalizm düşüncesinin ve onun konusudur. Ancak Orta Asya’nın diğer bölgeler- örneklerinin gözden kaçırılmaması gerekmekte- inde benzer durumun olmadığı iddiasına çeşitli dir. 20. Yüzyıl boyunca S.S.C. B.’ nin dağılması itirazlar getirilebilir. Nitekim Thomas Hodgkin olayıyla karşılaştırılabilecek iki tarihsel örnek ’in ayrıntılı biçimde modelize ettiği Afrika söz konusudur. Bunlardan birincisi Balkanlar ve sömürgeciliğinin Rus uygulaması ile benzerlikleri Ortadoğu’da bir çok devletin ortaya çıkmasına önemlidir. Hodgkin’e göre; emperyalist batılı ülke neden olan Osmanlı Devleti merkezli, çok uluslu ve Afrika ulusu arasındaki ilişkiler: Politik yönden imparatorluğtnun yıkılması olayıdır. İkinci örnek hakimiyet, ekonomik açıdan sömürmek, insa- şüphesiz hem daha yakın dönemde gerçekleşmesi ni açıdan ırkçılık ayakları üzerinde durmaktadır açısından hem de S.S.C.B. örneğine bir çok (Hodgkin, 1961). Bu modelin de Orta Asya örneği yönden benzeyen sonuçlar doğtrması açısından ile benzerliği açıktır. Çünkü Ruslar politik açıdan de-kolonizasyon olayıdır. Hem S.S.C.B. hem kesinlikle bir hakimiyet kurmuşlardır. Bu hak- koloni yönetimleri görüldükleri süre çerçevesin- imiyet dış ilişkilerden, ekonomik üretime kadar de yönetimlerindeki ortak özellikler, yıkılışlarıyla kesin olarak görülmüştür. İnsani açıdan Rus mod- doğurdukları sorunlar, sonralarında ortaya çıkan elinin ırkçı olduğu söylenemez. Ancak bu nok- siyasal durum gibi açılardan önemli benzerlik- tada yerel dillere, yerel dinlere karşı gösterilen ler taşımaktadırlar. Tıpkı bugünün Orta Asya müsamahasızlık buna karşı yoğun bir Ruslaştırm` Türk Devletlerinin yaptığı gibi, Afrika’nın yeni göz ardı edilemez. Doğal olarak S.S.C.B. örneği bağımsızlığına kavuşan ulusları da bağımsız birer bir merkez-çevre modelinden ziyade karşılıklı siyasal varlık olarak ortaya çıktıklarında tanıştıkları gerilimin sürekli hissedildiği ve diğer milletlerin yeni bir dünya düzeni kavramı içinde yer aramak artan bir reaksiyoner milliyetçiliğe büründükleri durumunda kalmışlardır (Cordeller, 1998). hegemonya-direniş modeline tekabül eder. Ancak, Moskova ideolojisini benimsetmek ve yönetimini sürdürebilmek için hem zorlamaya başvurmuştur KARŞILAŞTIRMALI OLARAK RUS hem de, Gramsci’nin hegemonyacı gücün izlediği SÖMÜRGECİLİĞİ politikalar ayrımına uygun olarak, bunun yanında Öte yandan de-kolonizasyon ile de-sovyetiza- eğitim, ekonomik yapı gibi araçları da kullanarak syon örneklerinin birbirinden ayrıldıkları önemli uzun erimli bir ikna politikasını da uygulamıştır farklılıklar da göz ardı edilmemelidir. Bunların (Burke, 1994). en önemlisi Orta Asya’da görülen merkezi sis- teminin belirli bir ideolojiye dayanması ve her ülkede aynı biçimi hedeflemesiydi. Klasik batılı Ulusal Birlik Sorunu sömürge sistemlerinde benzer bir ideolojiyi Ortak bir başka özellik olarak, gerek yerleştirmek için çaba söz konusu değildir. Aynı de-kolonileştirme sürecinde gerek desovyet- iza- cümleden sömürge sistemleri kendi aralarında syon sürecinde ortaya çıkan yeni devletlerin uygulama açısından farklılaşırken, Sovyet düze- karşıl`ştığı en önemli sorunun ulusal birliği ni tek tiptir. Yani bütün bağlı devletlerde aynı oluşturma ve ulusal kimliği inşa etme sıkıntılarına biçimde bir Moskova merkezlilik söz konusu sahip olma- bilig-10/Yaz’99 37 larıdır. Afrika’da bağımsızlık sonrası “ekonomik Sınırlar ve Azınlıklar Rorunu çıkarları ulusal birliği gerektirecek bir sınıf Sömürge dönemi sonrası bağımsızlığına mevcut olmadığı için toplumda uluslaşma yönün- kavuşan devletlerin ortak problemlerinin başında de öznel bir gereksinim yoktu[...]” (Oran, 1997). sınırlar sorunu gelmekteydi. Sömürgeci gücün Nitekim Afrika’da görülen bağımsızlığa yönelik arzusu ve çıkarlarına göre çizilmiş siyasal büyük arzu ve mücadele aynı biçimde bir ulusal sınırların halkları, etnik grupları umursamazca birlik nluşturmak için sergilenmemiştir. Aksine bölmüş olması sorunun özünü teşkil etmek- bir çok iç çatışma yaşanmıştır. Öte yandan ulu- teydi. Gana-Togo, Kenya-Soma- li, Habeşistan- sal birliği oluşturmak için çabalayan aydınlar Somali, Nijerya Kamerun...gibi ülkeler sınır arkalarında hak ve özgürlük bilincine ulaşmış çatışmalarına girmişti. Sorunun çatışarak çözülemeyeceğinin anlaşılması üzerine Uti bir toplum bulamamışlardır. Böylelikle hem Possidetis kuralı ortaya atılmıştır. Bu kurala sosyal yapıdan hem aydınlardan gelen sorunlar göre bütün devletlerin bağımsızlığın kazanılmış nedeniyle ulusal birliği oluşturmak için son olduğu tarihteki şekliyle mevcut sınırlara saygı çare olan yola başvurulmuştur. Bu Wettel’in göstereceklerini kabul etmesiydi. Böylelikle en yukarıdan devrimcilik şeklinde adlandırdığı gerçekçi ve somut çözüm yolu benimsenmiş devletin ana araç olarak ulusal birlik sağlamak olmaktaydı. Çünkü sömürge yönetimlerinddn için ortaya çıkmasıdır. Yukarıdan devrimcilikte tevarüs edilen sınırların doğurduğu sonuçların devlet bir çok nedenden dolayı ortaya temel başka türlü çözümü üstesinden gelinemeyecek aktör olarak çıkarak kendi arzusu yönünde bir işleri gerektiriyordu. Günümüzde bile Afrika’da ulusal birlik oluşturmak için kollarını sıvar. Tek sınır çatışmaları sürmektedir. partilerin ve katı resmi ideolojilerin kurulması S.S.C.B. örneğinde de politik sınırlar bir çok yukarıdan devrimciliğin ayrılmaz özellikler- kez yeniden çizilmiştir. Yine sınırları çizenler indendir. etnik, tarihi, coğrafi ve stratejik değerlere pek az önem vermişlerdir (Henze, 1997). Bundan S.S.C.B. sonrası Orta Asya Türk Devletlerinde dolayı doğal sınır sorunu S.S.C.B. sonrası ortaya ulusal birliği oluşturma açısından benzer sorunlar çıkan yeni bağımsız devletlerin birbiri arasındaki yaşanmaktadır. Öncelikle bütün devletler bir anlaşmazlık konularından birisini oluşturmaktadır. ulusal birliğin yokluğunun doğurduğu sorunlarla Nitekim; Rusya, Kuzey Kazakistan ile ilgili boğuşmaktadır. Kazakistan’da Kazak nüfustan arzularını dolaylı yollarla ortaya koymaktadır. ancak %5 kadar daha az olan Rus varlığı yaşamın Kazakistan’daki Rus azınlık ta zaten bu bölgede her alanında belirli sorunlar doğuran bir faktördür. yoğunlaşmış bulunmaktadır. Öte yandan Buhara Öte yandan Türkmenistan gibi ülkelerde ise ve Semerkant üzerinde Tacikistan kaynaklı farklı boyların varlığı dikkate değer bir noktadır. çeşitli arzular söz konusudur. Buna karşılık ( Sözgelimi Türkiye’de üniversite öğretimine Özbekistan’da kimi çevreler, Tacikistan’ın devam eden Özbekistanlı bir Karakalpak öğrenci bazı yörelerinin tarihsel olarak Özbek toprağı “Nesin?” sorusunu cevaplarken birden fazla olduğunu savunmaktadırlar. Kafkasya’da çözüle- niteleyici kelime kullanmaktadır.”Özbek, yani meyen Azeri-Ermeni çatışmalarının temelinde aslında Kara kalpak…” gibi.) Tıpkı Afrika de şüphesiz sınır sorunu yatmaktadır. Aynı çerçeve içinde Hazar’ın statüsü konusunda beş örneğinde olduğu gibi Orta Asya’da da devlet kıyıdaş ülkenin içinde bulunduğu ihtilaf burada hakim aktör olarak kendi tercih ettiği siyaseti hatırlanmalıdır. Tıpkı Afrika’da olduğu gibi uygulamaya başlamıştır. Yine aynı biçimde Türk S.S.C.B. sonrası sınır sorunlarının çözümünde Devletlerinde özel sektörün yokluğu dolayısıyla bağımsızlık sonrası kazanılan sınırların kabulü bütün ekonomik yatırımların devlet tarafından zorunlu bir çare olarak durmaktadır. Çünkü yeni kontrolü zorunluluğu doğmuş böylelikle milli bağımsızlığa kavuşmalarının da etkisiyle bütün pazara dayalı bir birliktelik de zamanımıza kadar Orta Asya Türk Cumhuriyetleri toprak bütün- görülmemiştir. Devletin tek aktör olma isteği lükleri ve siyasal bağımsızlıkları konusunda çok de doğal olarak alternatif yaklaşımlar arzulayan hassastırlar. Bu konuda en küçük tahrik büyük muhalefetin de hareket alanını kısıtlamıştır. çaplı çatışmaları doğurabilir.

bilig-10/Yaz’99 38

Her iki tarihsel örnekte görülmüş olan diğer Yönetim Konusu bir büyük sorun da, azınlıklar konusudur. Tıpkı “Beyaz-yönetim” Afrika’da sömürge dönemi sömürge yönetimlerinin kovulmasından veya sonrası yaşanan bir diğer önemli sorundur. Ancak çekilmesinden sonra bağımsız Afrika devlet- daha önemli olanı ulusal kurtuluş savaşlarının lerinin karşılaştığı gibi yeni Türk Devletleri de ardından iktidara gelenlerin hemen hepsinin kovu- sınırları içinde çeşitle etnik grupları bulmuşlardır. lan sömürgecinin eğitim sisteminde yetişmiş insan- Nitekim bağımsızlıktan hemen sonra Kırgızistan lar olduklarıdır. Dolayısıyla sanıldığının aksine nüfusunun yarısından biraz azı Kırgız olmayan- sömürgeci devletin kovulmasıyla her şey tersine lardan müteşekkildi. dönmemiştir. Tıpkı bunun gibi Moskova’nın etk- Aynı sorunun örneği olarak Özbeklerin isinin ortadan kaldırılmasına rağmen yeni bağımsız demografik dağılımı dikkat çekicidir. Çünkü devletlerde eskiden beri süregelen bir yönetici sınıf Özbekistan tam bir “ farklılıklar ülkesi” varlığını devam ettirmektedir. Şüphesiz günümüz görünümündedir. S.S.C.B. dönemi boyunca yöneticilerini Sovyet döneminin yöneticilerind- Özbekistan’a, Moldova dışında, bütün Sovyet en ayıran bazı farklılıklar mevcuttur. Sözgelimi Cumhuriyetlerinden göç olmuştur. Özellikle hemen hepsi Rus etkisinin tekrar dirilmemesi için 1920-1930 yılları arasında göç edenlerin sayısı mücadele etmektedirler. Ancak özellikle Türk iyice artmıştır. Aynı biçimde Özbeklerin önemli Devletleri’nde görülmekte olan güçlü merkezi- bir kesimi Özbekistan’ın dışında yaşamaktadır. yetçilik, güçlü laik yapı gibi kurumlaşmaların Ancak Özbekistan’ın nüfusunun %70’tan iyice anlaşılabilmesi için günümüz yöneticilerinin fazlasının Özbek olması bu farklılık zenginliğine bu özelliği göz ardı edilmemelidir. Bütün ülkelerde rağmen bir uyum ve istikrarı kolaylaştırmaktadır. kapatılan Komünist Partilerin farklı isimlerde (bkz tablo 1) veya biçimlerde devam ettiği bu açıdan önemli bir konudur. Ayrıca muhalefete karşı uygulanan Büyük çaplı sayılmayacak örneklerinden de politikaların da bundan büyük çaplı etkilendiği bir anlaşılabileceği gibi etnik çatışmaların çıkması gerçektir. Dolayısıyla Türk Cumhuriyetleri’nde eğer gerginlik çeşitli bölgelere taşınırsa müm- görülmekte olan yönetim ve sistemlerin değişme kündür. Nitekim 1989 Temmuzunda Fergana’da ihtimalinden de bahsedilebilir. Uzun dönemde Özbek ve Mesket (Ahıska) Türkleri arasında daha sonra gelecek yöneticilerin günümüzdekilere çatışmalar görülmüştür. Bir yıl sonra ise göre daha milliyetçi olmaları beklenebilir. Aynı Kırgızistan’ın Oşoblastında Özbekler önemli biçimde Rusya karşıtlığı uzun dönemde gelmesi saldırılara hedef olmuşlardır. Üstelik en önemli muhtemel yeni liderlerde daha belirli halde his- siyasal etnik grup olan Rus azınlık Rusya sedilebilir. Federasyonu için bulunmaz bir dış politika aracı hükmündedir. Rusya söz konusu azınlığın haklarını koruma ve statülerinde bir menfi Birleşme Tartışması gelişme olmaması için gereken her türlü ted- 1950’lerde bütün Afrika ülkelerinde biri yerine getireceğini defalarca açıklamış ve dile getirilen ortak hülya birleşik Afrika’ydı. bunun dış politikasının temel hedeflerinden Nkrumah gibi efsaneleşmiş liderler Pan- birisi olduğunu vurgulamıştır. Nitekim ilan Afrikanizm mücadelesi vermişlerdir. Bu görüşü edilmiş olan Karaganov Doktrini çerçeves- savunanlara göre yeni bağımsızlığına kavuşan Afrika ulusları eğer acımasız dünya düzeninde inde “yakın çevreye” (Blijniye Zarubej’e) var olmak istiyorlarsa siyasal anlamda bir bir- müdahale edilebileceği bile telaffuz edilmiştir liktelik meydana getirmek zorundaydılar. Ne (Ataöv, 1996).Yine belirli özellikleri nedeniyle var ki bu büyük hayal hiç gerçekleşmedi üstelik kimi etnik gruplar İran, Pakistan gibi ülke- bazı acı tecrübelerin yaşanmasına neden oldu. lerin ilgi alanına girmektedir. Bu nedenle Türk Sömürgeci güçlerin parçaladığına inanılan Afrika Devletlerinin milli kimlik oluşturma ve ulusal kıtası ulusları bağımsızlıktan sonra bir bütün birlikteliklerini sağlamada sosyal homojenlik- olmadıklarının farkına varmışlardır. Bir kere hiç- lerini bir an önce gerçekleştirmeleri hayati bir ülke yeni kazandıkları bağımsızlığı bir uluslar önem taşımaktadır. arası kuruluşa verme iste- bilig-10/Yaz’99 39

ğini göstermemiştir. Aksine Afrika çapında Asya Teşkilatı Zirvesi’nde Tacikistan da topluluğa kurulan kuruluşlar yetkisiz, göstermelik olarak katılmayı kabul etmiştir. Bölgede sıkı ekonomik ve kalmışlardır. Hatta ortaklaşa kurdukları örgüt- siyasi çıkarlara dayalı ilişkilerin gelişmesi doğal lerin yöneticilerinin seçimi bile sorun haline olarak kültürel ilişkileri de arttıracaktır. Bölge ülke- gelmiştir. lerinin – dünyanın bir çok bölgesel işbirliği yapılan Türkiye ’de de bazen dile getirildiği gibi alanlarına oranla- ileri düzeyde ortak değerleri ve Türk Devletlerinin birleşmesi fikri tıpkı Pan- benzerlikleri paylaştığı açıktır. Ancak 20. Yüzyılda Afrikanizm gibi kökeni 19. Yüzyıla dayanan bir bağımsızlıklarını kazanan Arap ülkeleri deneyimi görüştür. Aslında hem Afrika örneği hem Orta burada önemle ele alınmalıdır. Zira aynı deneyim Asya örneği birleşme yönünde olumlu faktörl- için de benzer şeyler söylenmişti. Gerçekten de ortak erle teşvik edilmekteydiler. Birinci olarak, her iki dil, din, ırk gibi benzerliklerle birbirine bağlı Araplar örnekte de söz konusu olan uluslar tarihsel bir bir- ellerindeki büyük ekonomik öneme sahip petrol gibi liktelik içindeydiler. Dolayısıyla ortak değerleri faktöre rağmen bir birlik oluşturamamışlar aksine ve ortak sorunları bulunmaktaydı. İkinci olarak, iç çatışmalar yaşamışlardır (Rumer, 1996). Arap düşmanları ve tehdit kaynakları hemen hemen ülkelerinin bir türlü zenginlik ve güç doğuracak aynıydı. (Orta Asya Türk Devletleri için sözge- birlikteliği sağlayamadığı, Suriye-Mısır birleşmesi limi Rusya, Çin, çevre kirlenmesi...) Ne var ki gibi uzun dönemde uygulanması imkansız maceracı bu dış görünüşün aksine birleşmeyi engelleyen olaylara sahne olduğu gözden kaçırılmamalıdır. sorunlar da mevcuttur. Genel olarak Arapları günümüzdeki duruma getiren faktörler şöyle özetlenebilir: Öte yandan küreselleşen bir düny- ada uluslaşma ikilemiyle karşılaşan yeni i- Demokratikleşmenin bir türlü Türk Devletleri bir entegrasyon sürecine nasıl başarılamaması ve kabile ihtilaflarının devam bakmaktadırlar? Genel görünüş yeterli düzeyde ettirilmesi. ulusal birliklerini kuramayan devletlerin ente- ii- Halkın eğitim düzeyinin yükseltilmemesi. grasyondan zarar görecekleri şeklindedir. Ancak iii- Özel teşebbüsün engellenmesi. (Mısır, Orta Asya Türk Devletleri açısından bu görüş Suriye gibi ülkelerde sürekli olarak icra edilen tartışmaya açıktır. Çünkü olası bir bölgesel ente- devletleştirmeler özel teşebbüse büyük darbeler grasyon karşısında bir Kazak veya bir Türkmen vurmuştur.) ulusal kimliğinin bundan zarar görmesi uzak Benzer bir süreci yaşayan Türk Cumhuriyetleri bir ihtimaldir. Çünkü dünyanın diğer yörelerine de kendilerin hızla modernize etmeli, makul bir süre kıyasla (mesela supranasyonel bir entegra- zarfında demokratikleşme sürecini başlatmalıdır. syon örneğinin yaşandığı Avrupa’ya göre bile) Daha da önemlisi soyut söylemler üzerine değil Orta Asya Türk Devletleri’nde ortak özellikler son derece iyi tanımlanmış işlevsel ilişkiler üzerine (üstelik din, etnik köken, tarihsel birliktelik, dayalı devletlerarası ilişkiler geliştirilmelidir. Bu ortak düşman ve tehditler gibi...) çok daha fazla doğal olarak ortak kültürel değerlerin de güçlen- sayıdadır. mesine katkıda bulunacaktır.

ORTADOĞU ÖRNEĞİ RUS SÖMÜRGE MODELİ Geçmişte Türkistan, şimdi Orta Asya diye adlandırılan coğrafi bölge şüphesiz önemli ortak Günümüz Orta Asya Türk Devletleri’nin sosyal özellikleri paylaşan insanların yaşadığı bir alanı yapısı ele alınırken unutulmaması gereken önemli ifade eder. Ancak bölgeden aynı zamanda birbirind- bir nokta da bu ülkelerin 19. Yüzyılın ortasından beri en farklı ulus devletlerin varlığını yadsıyacak; haya- hegemonik bir Rus yönetimi altında kaldıklarıdır. li birliktelik amaçlı düşünceler beklenemeyeceği de Rus yönetim sadece siyasal bir anlam taşımaz aksine bir gerçektir. Ne var ki sözü edilen ortak değerlerin Çarlık döneminden beri süregelen bir devamlılık varlığıyla kolaylaşacak işbirliği hareketlerinin uzun içinde planlı bir kültürel kontrol ve bölgeyi dönemde gerçekleşmesi de beklenmelidir. Nitekim şekillendirme amacını da içerir (Baumann, 1998). 1998 yılının Temmuz ayında yapılan son Merkezi Ruslar Bozkır egemenliği

bilig-10/Yaz’99 40 ni ele geçirdikleri dönemden beri milliyetçi bir Konferansı’nda bütün Orta Asya komünistleri, yayılma ve kontrol politikası çerçevesinde bütün kendilerini bölünmeye karşı ilan etmişlerdir. Hatta Orta Asya halklarının Ruslaştırılması yönünde önerilerinde bunu engellemek için; partilerini çaba göstermişlerdir. Bu çabaların bugünkü Türk Halkının Komünist Partisi olarak değiştirme Türk halklarının kimlikleri üzerinde etkileri göz teklifi dahi vardı. Orta Asya Federasyonuna ardı edilemez. Günümüzde ulusal birliklerini varması beklenen bu düşünce Moskova tarafından sağlamlaştırmaya çalışan Türk Devletleri aynı şiddetle ret edilmiştir (Lipovski, 1996). Halbuki zamanda Ruslardan devraldıkları bir çok kurum- bu döneme kadar Türkistan Genel Valiliği söz la da mücadele etmektedirler. Aşağıda Rusların konusu olup Orta Asya’nın bütünlüğü geçerlidir. izlediği metotlar çerçevesinde Ruslaştırmanın Nitekim 1917 devriminden önce bir Özbek bir kısa bir değerlendirilmesi yapılacaktır: Türkmen milliyetçiliğine tesadüf etmek müm- Çarlık döneminde İlminski, Kuhn, Sablukov kün değildir. Öte yandan Rusların Orta Asya’yı gibi Rus aydınlarının geliştirdiği yöntemlerle bölme hedefi sadece siyasal politikalara bağlı kalmamıştır. Anthony Bichel’in tespitiyle Ruslar Türklere yönelik eğitim programları takip edilmiş Orta Asya’da daha güçlü olabilmek için Özbek ve Rus etkinliği arttırılmıştır (Altbach-Kelly, kimliği ve kültürü üzerinde büyük politika- 1992). Hemen arkasından gelen Komünizm lar icra etmişlerdir. Nevruz dahil geleneksel döneminde ise aynı politikalara benzer biçimde kutlamalarını yapmaları engellenen Özbekldrin, planlı olarak eğitim kontrol altına alınmıştır. yerel kıyafetlerine de karışılmıştır. Bölgenin en Eğitimde güdülen temel amaç yerel inanış ve önemli kültür merkezlerini içeren Özbekistan’ın kültürlerini zayıf, onların yerine Rus motif- Orta Asya’nın birlikteliğinin sağlanmasına neden lerin baskın olduğu bir modeli oluşturabilmektir. olabileceğini düşünen Ruslar Özbek etkinliğini Buna uygun olarak bütün ülkelerin milli tarih- azaltmak için büyük çaba göstermişlerdir. Bu leri örtülmüştür. Doğal olarak milli kişilikler nedenle Özbekistan’da bulunan onlarca etnik de öne çıkarılmamıştır. Sözgelimi Kazakistan grubun farklılıkları tahrik edilmiştir (Bichel, tarihinin önemli bağımsızlık uğraşçılarından 1996). Sonuç olarak Rusların hem bütün Türk Mustafa Çokay’a 12 ciltlik Kazak-Sovyet topluluklarını birbirine düşürme politikası hem Ansiklopedisi’nde bir madde bile ayrılmamıştır. de aynı ulusun birlikteliğini ortadan kaldırma Aksine Kazak SSC Tarihi adlı kitapta Çokay politikasından söz edilebilir. hakkında; İngiliz emperyalistlerinin direktifi- yle çalışan bir ‘halk düşmanı’ şeklinde bah- Ruslar ilk defa Aralık 1890 yılında Kur’an sedilmektedir (Kara, 1996). Genel olarak ise “ baskısını sansürlemişlerdir. Çarlık dönemine day- anan benzer politikalar Komünist dönemde daha toplulukların kendi milli tarihleri yerine cum- da artmıştır. 26 261 caminin 26 000’i kapatılmıştır. huriyetleri ile sınırlı kalmak kaydıyla bölgesel Aynı biçimde 24 000 dinsel eğitim veren merkez tarihleri yazımına izin verildi. Başka bir ifade ile de kapatılmıştır. Aynı politika Hrıstiyanlığa karşı artık Tatar, Kazak, Özbek, Azeri Türklerinin kendi da izlenmiş ve binlerce kilise ve tapınak ta milli tarihleri yerine kendi adlarına tesis edilen kapatılmıştır. Moskova Kilisesi sürgünde etkin- cumhuriyetlerin ( bölgenin) tarihi tâ tarih önc- liklerini devam ettirmek zorunda kalmıştır. 1964 esi dönemlerden itibaren kaleme alınıyordu. Bu yılında Taşkent, Mahaçkale, Bakû müftülükleri yapılırken de değişik Türk topluluklarının aynı kurularak dinin kontrolü amaçlanmıştır. Bütün soydan geldikleri belirtilmeyerek, yakınlıkları dinsel vakıf mallarına el konulmuştur. Eğitim vurgulanmıyor, o bölgede kurulan bir Türk dev- tamamen ateist bir örgü üzerine kurulmuştur. letinin diğer Türklerle ilişkisi bahsedilmemeye Ateizm propagandası yasallaştırılırken dinsel gayret ediliyordu.” (Devlet, 1995-96). faaliyetler tamamen kanun dışı ilan edilmiştir. Geleneksel bir emperyalist politika olan Sovyet yönetimi döneminde Türklerin iste- böl-yönet Orta Asya’da da uygulanmıştır. 1925 nilen şekilde kimlik bilinci kazanmaları için spor, Moskova Planı ile Türkistan bölünmüştür. medya, TV, fuarlar sürekli aynı amaca uygun olarak Bölme fikri ilk kez Lenin tarafından ortaya kullanılmıştır. Bütün kitle haberleşme organları atılmıştır. Ocak 1920’de Üçüncü Müslümanlar yoğun bir bilgi-propaganda bombardımanıy- bilig-10/Yaz’99 41 la kişiler üzerinde etkili olmaya başlamıştır. alıkoymuş ve onları dilsel, etnik ve bölgesel Aynı biçimde Hac organizasyonu ile seçilen anlamda bölmüştür” (Ahmar, 1995-1996). örnek hacılar yoluyla uluslararası propaganda c- Rusça öğrenmeyi önemli statülere ve yapılmaya çalışılmıştır. Devletin bütün imkanları iş edinmeye bir şart olarak koyarak zorla- geleneksel Türk kültür yapısını değiştirme hede- mak. Böylelikle Rusça hayatın her alanında fine yoğunlaştırılmıştır. 1920 ve 1930’lu yıllarda yerleşecek ve Rus ve komünist anlayışı beraber- Sovyet Edebiyatı’nın Türk Cumhuriyetlerinde inde götürecektir. Kruşçev’ in “Herkesin Rusça iyice benimsenmesi için büyük çabalar sarf konuşmaya başladığı anda, komünizm kurulmuş edilmiştir. Kırgızistan’da bu amaç için; Kızıl olacaktır” formülü konuya ışık tutmaktadır. Uçgan, Kırgızistan İşçi Yazarlar Birliği gibi dernek- Nitekim, S.S.C.B.’nin dil politikası bu açıdan ler kurulmuştur. Satılganov ve Moldo gibi resmi çok önemli sonuçlar doğurmuştur. Günümüzde ideolojiyi benimsemiş Kırgız şair ve yazarların Rusça halen bir şehir ve meslek dili olarak büyük eserleri büyük destek görmüştür. Sözgelimi önem taşımaktadır. Özellikle gençler ve orta yukarıda anılan iki şairin Lenin’i öven eserleri yaşlılar için Rusça öğrenilmesi zaruri olan bir dil 15 ayrı dile çevrilerek bütün Cumhuriyetlerde olma özelliğini devam ettirmektedir. dağıtılmıştır. Buna karşılık muhalif hiç bir akım, Rusların dil politikasının günümüze bakan düşünceye izin verilmemiştir. sonuçlarından en önemlisi şüphesiz bölge- Eğer hegemonyacı gücün karşısında, S.S.C.B sel istikrarla ilgili olandır. William Fierman örneğinde olduğu gibi, büyük bir tarihe day- dünyanın başka hiçbir yerinde dil ayrımının anan kültürel ve dinsel birikime sahip bir böylesine potansiyel bir gerilim ve çatışma medeniyet varsa bu birikimi oluşturan dil, din, doğuramayacağını söylemektedir. Bölgede ilg- gelenek gibi kurumlar önem kazanır. Çünkü bu inç bir çelişki yaşanmaktadır: Hem bağımsız kurumlar hegemonyacı güce karşı en önemli devletler milli kimliklerini oluşturmak için bir mukavemet olan kişisel tepkinin yapıtaşlarıdır. milli dil politikasını belirlemek durumundadırlar, Çünkü dil ve edebiyat kültürel kimliğin en önemli hem de içlerindeki Ruslar başta olmak üzere yapıtaşlarındandır (Mardin, 1995). Dolayısıyla azınlıkların dillerini gözetmek durumundadırlar. hege- monya arayışındaki bir güç tarafından Sözgelimi Türkmenistan’da Özbek sınırına yakın yerel ve milli direnişin kırılması için öncelikli ( toplam nüfusun %9 kadarı) Özbek azınlığın, hedefleri oluştururlar. Böylelikle hedef kitlenin Özbek dilinin kullanılması ile ilgili talepleri ikame edilmek istenen düşünceye karşı savunma sorununda görüldüğü gibi her bölge de benzer araçları yok edilmektedir. Bunun bilincindeki sorun yaşanmaktadır (Fiermann, 1997). Rus dil politikasının iki önemli amacı vardır: i) Türkçe’nin Orta Asya’da önemli ve kullanılan Ruslar Çarlık döneminden beri kişi, kurum, bir dil olmasını engellemek, ii) Rusça’nın yerleşim yerlerinin isimlerini değiştirmeye özen yaygınlaşması sağlamaktır. Bunun içinde üç temel göstermişlerdir. Bunun için uygulanan metot politika izlenmiştir: göstermelik dilekçelerle sözde halkın yönetime başvurmasıdır. Bu abartılı sonuçlar doğurmuştur. a- Yerel lehçeleri vurgulayarak farklılıkları Sözgelimi Kirov isimli 150, Kalinin isimli 100 körüklemek. yerleşim yeri tespit edilmiştir. Öte yandan bir başka b- Alfabelerini değiştirilip farklı olanları örnek olarak Stalin ismi kullanılarak konulan yer uygulamak. Micheal Dunn Orta Asya’da yaşanan alfabe sorunun tarihçesini şöyle özetlemekte- isimlerinden bazıları da şunlardır: Stalina, Stalino, dir: “ Bu yüzyıla kadar, Kazaklar ve Kırgızlar Stalinsk, Stalinskii, Stalinskaya, Stalinskoye, birbirine çok yakın iki lehçeyi konuşan, tek halk Stalinogorsk, Stalingrad, Stalinabad, Stalinin olarak ele alınmışlardır. Sovyetlerin zamanında, (Kanbolat, 1996). Aynı politikanın Çarlık döne- bu lehçelere, sözde milli kimliğin yaratılışının minden beri sürdürüldüğüne güzel bir örnek olarak önüne geçmek için farklı edebi şekiller verilmiştir. Kırgızistan’da uygulanan politikalar gösterilebilir. Stalin tüm Orta Asya dillerinin Kril karakterinde Moldokasımtegin’in yaptığı sınıflandırmaya göre yazılmasını emretmiştir. Böylesi bir politika, Orta Ruslar yüzlerce yıllık Kırgız yer adlarını; Çarlık Asya halkını kendi asırlık eski kültürel mirasından Ailesinin isimleri, valilerin-ba

bilig-10/Yaz’99 42 kanların isimleri, Kilise ve azizlerin isimleri, ilk S.S.C.B.’nin önemli bir politikası olmuştur. göç eden Rusların isimleri, önemli misafirlerin Büyük sayılara varan kitlelerin yer değiştirmesi isimleri, Rusya’dan gelenlerin geldikleri yerlerin de bu amaç için gerçekleştirilmiştir. Ruslaştırma isimleri ile değiştirmişlerdir (Moldokasımtegin, politikası S.S.C.B. yönetimi süresince halklara 1995-1996). yönelik politikaların nasıl olacağına yönelik KGB, polis, ordu gibi devlet güçleri büyük tartışmalar çerçevesinde şekillenmiştir. kullanılarak Ruslaştİrma hedefine ulaşma amacı 1961’ deki 22. Parti Kongresi’nde öne çıkarılan izlenmiştir. 1918’de Taşkent’te Hokand Katliamı sliyanie teorisine göre ulusların değerleri içinde önemli bir örnektir. 1926-1939 yılları arasında entegrasyonu amaçlanmalıdır. Aslında ulusların bir milyon Kazak açlıktan ölmüş, 250 000’i de eşit ve serbest olduğu sürekli vurgulanmış olsa sürüleriyle Çin’e kaçmıştır. Doğal olarak günlük bile Lenin’den itibaren Sovyet yönetimi için Rus hayatın her safhasında bir baskı ile karşılaşan olmayanlar tehdit unsuru olarak algılanmaya vatandaş zorunlu olarak istenilen biçimde dav- başlanmıştır. Sözgelimi Türklerin nüfusu %12,1 ranmaya başlamaktadır. Çeşitli sayımlara göre iken Komünist Parti içindeki temsil oranları Sovyetler döneminde bir çok kişi bir şekilde KGB ancak %5.7 olarak gerçekleşmiştir. 1981 yılı Parti tarafından ajanlık ve istihbarat için kullanılmıştır. Kongresi’nde ise Brejnev ile beraber sblijenie Toplumsal güven yitirilmiş ve günlük hayatta kavramı ortaya atılmıştır. Buna göre artık ulusal korku hakim olmuştur. Ülkeyi yöneten Komünist kimlikler önemli değildir; yani bir kaynaşma Partisi’nin 19.5 milyon üyesi bulunmaktaydı ve gerçekleşmiştir, ortak komünist üst kimlik ben- bu toplam nüfusun % 6.8’ ini oluşturmaktaydı. imsenmelidir. Ancak Türk asıllı olanların oranı ise çok küçüktü. Özbekler % 2.4, Kazaklar % 2, Azeriler % İkinci tartışma konusu ise Rusların halkları 1.8, Kırgızlar % 0.4, Türkmenler % 0.4 kadar nasıl yönetmesi gerektiği üzerinde gerçekleşmiştir. ancak temsil edilebilmişlerdir (Özkan, 1997). Teorik olarak bağlı bulunan ulusları idare etmeyi Dolayısıyla S.S.C.B. döneminde özellikle Orta açıklayan üç temel yaklaşım söz konusudur. Asya’da Türklerin haklarını KP üst düzeyinde Bunlardan S.S.C.B. örneğine en uygun olanı koruyabilecek insan sayısı çok az kalmıştır. hegemonik kontroldür. Buna göre etkin/baskın Ruslar bütün ekonominin kontrolünü ellerinde bir grubun – incelenen konu için Rusların – bulundurarak çevredeki ülkeleri kendilerine mah- zorla olarak olsa bile yönetimi elinde tutması kum bir durumda bırakmaya önem vermişlerdir. sağlanacaktır. Yine aynı yaklaşımın içeriğinin Üretimin %57’sinin kontrolünde tutan olan bütün bir parçası olarak idare edilmek istenen yer- bakanlıklar Moskova’daydı. Cumhuriyetler lerdeki elitlerle de bir işbirliği amaçlanmıştır. üretimin %37’sini sağlamakla beraber yine ilgili Dolayısıyla toplumu harekete geçirecek milli elit- bakanlıkları Moskova’yı bırakmak durumunda lerin de ortadan kaldırılması sağlanmıştır. Birinci kalmışlardır. Ekonomi yönetiminin ancak %6 teoriye çeşitli açılardan karşıtlıklar içeren öncelik kadarı Cumhuriyetlere bırakılmıştır. Öte yandan hakkı teorisine göre ise Ruslar etkili olmak- Ruslar bütün ülkelere yönelik bir mono-kültürel la beraber diğer halklara istihdam ve benzeri ekonomik model kurmuşlardır. Ülkeler ancak alanlarda öncelik verilecektir. Buradaki amaç bir ürün üretebilmekte böylelikle büyük Sovyet sosyal ve ekonomik farklılıkları azaltarak ortaya ekonomisinin ancak bir parçası olmaktan öteye çıkması muhtemel reaksiyonları engellemek ve geçmemektedirler. Öte yandan en az yatırım payı kitlelerin yönetime olan sadakatini arttırmaktır. Türk Cumhuriyetlerine ayrılmaktaydı. Ancak bu hiçbir zaman görülmemiştir. Aksine Cumhuriyetlerde bile bazı önemli mevkilere RUS YAYILMACILIĞINA GENEL BAKIŞ Ruslar atanmıştır. Arend Lijphurt’un oluşturduğu Rus yayılmacılığının amacı, Rus kültürünün teori olan anayasacılığa göre ise her bir ulus eşit benimsendiği ve yerel kültürlerin zayıfladığı bir olmalıdır. Her etnik grup eşit biçimde yönetime toplum oluşturmaktır. Buna paralel olarak eğitim katılmalı ve bütün tarafların eşit güçte oyları (kimi ve benzeri bütün altyapıyı tekrar yapılandırmak zaman veto bilig-10/Yaz’99 43 hakları) bulunmalıdır. Genelde Cumhuriyetler SONUÇ kökenli milliyetçi hareketlerin dile getirdiği bu düşünce S.S.C.B. döneminde söz konusu bile Bu yazıda ele alındığı üzere Orta Asya’da edilmemiştir. Bir homo-sovyetiucus oluşturma Rus yayılmacılığı hem sadece S.S.C.B döne- çabası bütün çabalara rağmen başarıya mi ile sınırlı değildir, hem de geleneksel ulaşamamıştır. Kubicek’in ifadeleriyle: sömürge anlayışı çerçevesinde gerçekleşmiştir. Ruslar emsal koloni yönetimlerindeki uygu- “Yapısal düzenlemeler, tek başlarına, etnik lamalara benzerlikler gösteren biçimleri- zıtlaşmaları önlemenin veya çözmenin garan- yle Moskova merkezli bir sömürge mode- tisi olamazlar. Farklılıkları birbirine uygun kılan li inşa etmeye çalışmışlar ve bunu büyük ve çatışmaların şiddet dışı normlarla çözülmesi ölçüde başarmışlardır. Çarlık dönemine uzanan gerektiğini tanıyan bir siyasi kültürün gelişmesine yayılmacı siyasetin oluşturduğu olumlu zem- dayandırılmadıkları sürece, bu nevi uygulamalar inin üzerine devam ettirilen S.S.C.B modeli, işlev göremezler. Kısacası, siyasi çözümleri müm- karmaşık bir merkez-çevre dengesi üretmiştir. kün kılabilmek için bir ölçüde karşılıklı anlayışın, Ancak geleneksel merkez-çevre modelinden güvenin ve hoşgörünün bulunması gerekir. Aksi ziyade S.S.C.B. örneğinde merkez, aynı zaman- takdirde, karşılıklı şüphe ve nefretin, kültürel da çevrenin de politik davranışlarını, kalıplarını şovenizmin bulunduğu ve karşıt grupları hoş gör- oluşturmaktaydı. Bu nedenle 1980lerin sonun- menin ya da onlarla uzlaşmanın istenmediği der- da çevrenin güçlenmesiyle değil, sözü edilen inden bölünmüş toplumlarda uzlaştırmaya doğru denge modelinde ağırlıklı yere sahip merkezin hdr adım, ister elit anayasalcılığı, federalizm (Moskova) ağırlığını ve kontrolünü kaybetmesi- yoluyla olsun ister birçok farklı türdeki öncelikli yle sistem çözülmeye başlamıştır. Gorbachov’a yaklaşım yoluyla, ya tasavvur dahi edilemez ya karşı girişilen sivil/askeri darbe sırasında Orta da, en iyi durumda, siyasi açıdan uzun vadeli Asya Cumhuriyetlerinin bazılarında görülen olamaz” (Kubicek, 1996). kararsızlık ve bir ölçüde merkeze karşı bağlılık çözülme sürecinde bile çevrenin çekingenliğini Ancak günümüz Orta Asya’ sının kültürel ve göreceli olarak zayıflığını göstermekteydi. yapısı Sovyetleştirme çabalarının dışında anlaşılamaz. Çünkü Sovyetleştirme sürecinde Avrupa kökenli sömürgeci yapıların çözülmes- katı biçimde din aleyhtarlığı, geleneksel değerleri inde ise çevrenin merkeze karşı güçlenmesi ve bir silme, Rusça’yı yaygınlaştırma gibi kültürel çok örnekte görüldüğü gibi baş kaldırması esastır. yaşam ve kimlik üzerinde iz bırakabilecek önem- Altı çizilmesi gereken bu farklılığa rağmen Avrupa li politikalar icra edilmiştir. Halihazırda izle- merkezli sömürge anlayışı ile Rus sömürge modeli nilen devlet politikalarının başındaki yöneticiler arasında kuruluş, kurumlaşma ve yıkılış dönemleri hemen hemen sözü edilen Sovyetleştirme süre- esas alınırsa, bu yazı çerçevesinde açıklanmaya cinin ürünüdür. Yine bu bölge yüzyılın en önemli çalışıldığı gibi, büyük benzerlikler vardır. Bu dinsel uyanışlarından birini yaşamakla beraber, nedenle Moskova merkezli komünist modelin aynı zamanda sözü edilen dinsel uyanış önemli çökmesi ve sonrasında ortaya çıkan sorunlar ile çelişkilerle beraber yaşanmaktadır. Sözgelimi daha önceki on yıllarda görülen de-kolonizasyon dinsel eğitim konusunda önemli altyapı eksikliği süreci arasında önemli benzerlikler vardır. Genel söz konusudur. Benzer durumlar eğitim, dil, ede- olarak de-kolonizasyon olarak adlandırılabilecek biyat gibi alanlarda geçerlidir. Kısacası bugün bu esas çerçeve dikkate alınarak Orta Asya devlet- karşı karşıya olduğumuz Orta Asya bu açıdan da lerinin gelecekleri üzerine daha somut çıkarımlar S.S.C.B. döneminin ürünüdür. yapılabilecektir.

bilig-10/Yaz’99 44

Şekil 1: Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde Nüfusun Çeşitli Unsurlara Göre Yüzdelik Dağılımları

% olarak Azerbaycan Türkmenistan Kazakistan Özbekistan Kırgızistan Azeri 86.3 1.1 - - - Kazak - 2.3 42.3 2.7 4.1 Kırgız - - 1.4 - 61.1 Özbek - 9.0 2.3 66,4 7.1 Türkmen 2.2 64.9 - - - Rus 4.8 13.1 37.9 17.4 20.1 Tatar 1.7 3.8 5.5 3.8 2.7 Ukraynalı - - 3.3 - 1.7 Ermeni - 2.2 - - - Alman - - 1.4 - 1.2 Talış 3.7 - - - - Karakalpak - - - 5.5 - Diğer 2.3 3.6 5.9 4.2 2.0 TOPLAM 100 100 100 100 100

Kaynak: BEHAR, Büşra Ersanlı ve diğerleri, (1995),Türk Cumhuriyetleri Kültür Profili Araştırması, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara.

bilig-10/Yaz’99 45

KAYNAKLAR HODGKIN, Thomas; (1961), A Note on the Language of African Nationalism, St. Antony’s Papers Publishing, Londra. AHMAR, Moonis; (1995/1996), “Çağdaş Orta Asya’da Etnik Faktör: Pakistan’ın KANBOLAT, Hasan; (1996), “ Çarlık Rus- Yaklaşımı”, Avrasya Etüdleri, Cilt. 4, yası, S.S.C.B. ve BDT Devirlerinde Yer Kış. Adlarının Değişimi”, Avrasya Etüdleri, Cilt.3, Sonbahar, ss.110-125. ALTBACH, Philip G., Gail P.Kelly; (1992), Sömürgecilik ve Eğitim, İnsan Yayıncılık, KARA, Abdulvahap; (1996), “Bağımsızlık İstanbul. Döneminde Kazakistan Basınında Mustafa Çokay”, Türk Lehçeleri ve Edebiyatı ANA BRITANNICA; (1990), Emperyalizm Dergisi, No. 9, Ekim. Maddesi, 8. Cilt. KOCAOĞLU, A. Mehmet; (1996), “ Rusya ATAÖV,Türkkaya; (1996), Çatışmaların Emperyalist ve Yayılmacı Bir Ülkedir”, , AÜ Siyasal Kaynağı Olarak Ayrımcılık Avrasya Dosyası, Cilt. 3, No. 4. Bilgiler Fakültesi İnsan Hakları Merkezi Yayını, Ankara. KUBICEK, Paul; (1996), “ Orta Asya’da Topluluklar-arası Etnik İlişkilerin İdaresi: BAUMANN, Robert F; (1998), “The Legacy of Teori ve Uygulama”, Avrasya Etüdleri, Russian Rule in the Caucasus and Central Cilt. 3, Sonbahar. Asia”, Perspectives on Central Asia, C. II, No.12, Mart. LEVCHENKO, M.V; (1999), Bizans Tarihi, Özne Yayıncılık, İstanbul. BEHAR, Büşra Ersanlı ve diğerleri; (1995), Türk Cumhuriyetleri Kültür Profili LIPOYSKY, Igor; (1996), “ Yeni Bir Siyasal Araştırması, Kültür Bakanlığı Yayınları, Kimlik Arayışındaki Orta Asya”, Avrasya Ankara. Dosyası, Cilt 3, No 4, Kış. BICHEL, Anthony R; (1996), Identity- MARDİN, Serif; (1995), “Culture in Geopolitics”, Difference In Central Asia, Londra. Caspian Crossroads Magazine, C. 1, No. 2, İlkbahar. BURKE, Peter; (1994), Tarih ve Toplumsal Kuram, Türk Tarih Vakfı Yayınları, MOLDOKASIMTEGİN,Kıyas;(1995/19 İstanbul. 96), “Kırgızistan’da Yer İsimlerinin Değiştirilmesi”, Avrasya Etüdleri, Cilt 2, CORDELLER, Serge; (1998), Üçüncü No 4, Kış. Dünya’nın Sonu mu?, İletişim Yayıncılık, İstanbul. ORAN, Baskın; (1997), Az Gelişmiş Ülke Milliyetçiliği: Kara Afrika Modeli, Bilgi DEVLET, Nadir; (1995/1996),” Çarlık Rusya’sı Yayıncılık, Ankara. ve Sovyetler Birliği’nin Türk Tarihine Bakışı”, Avrasya Etüdleri, Cilt. 4, Kış. ÖZKAN, Nevzat; Türk Dünyası Nüfus Sosyal Yapı Dil Edebiyat, Kayseri. FIERMANN, William; (1997), “”Language, Identity, and Conflict in Central Asia and RUMER, Boris ; (1996), Central Asia in the Southern Caucasus”, Perspectives on Transition, Londra. Central Asia, C. II, No. 5, Ağustos . SAİD, Edward; (1998), Kültür ve Emperyalizm, GRANT, Jonathan; (1994), “ Decolonization by Hil Yayıncılık, İstanbul. Default: Independence in Soviet Central SARAY, Mehmet; (1994), “ Çarlık ve Sovyet Asia”, Central Asian Survey, Cilt. 13, No. Döneminde Rusların Türkler Hakkındaki 1. Görüşleri ve Siyasetleri”, Avrasya Etüdleri, Cilt. 1, No.3,Sonbahar. HENZE, Paul B; (1997), “Boundaries and Ethnic SAYDAM, Abdullah; (1997), “ Rus Sömürge Groups in Central Asia and the Caucasus: Siyaseti ve Kafkasya”, Yeni Türkiye, Cilt. Cause of Conflict and Change?”, Caspian 3, No. 16. Crossroads Magazine, C. 3, No.1,Yaz. WRIGHT, F. R., Suzanne Goldenberg, Richard Schofield; (1996), Trans caucasian Borders, Crossroads Magazine, C. 3, No.1,(Yaz). St. Martin’s Press, NewYork.

bilig-10/Yaz’99 46

AN ESSAY ON THE LAST ATTEMPT OF IMPERIALISM: RUSSIAN EXPANSION IN THE CENTRAL ASIA

Gökhan BACIK Fatih University, Research Assisstant

ABSTRACT

Colonialism, beyond its historical development, includes a complex political back- ground. Regarding this point, colonialism can not be perceived only with its economic aims. Colonialism as well as economic ones includes political and cultural targets. Therefore, in the most known colonial systems established in different continents as Africa, it is possible to see those cultural and political outcomes of colonialism as well as its economic outcomes. Russian expansionism such as West European originated colonial models as English and Dutch was also an important historical model. Russian expansionism like other sam- ples refers a long historical process. Also Russian imperialism was effective in terms of political and cultural results in Central Asia and Caucasus. Alike all other imperialists and expansionists Russians tried to strengthen their expansionism strategy too.

Key Words: Colonialism, Russian Expansionism, Central Asia, Dominance.

bilig-10/Yaz’99

49

OSMANLI PADİŞAHI III. MURAD VE ÖZBEK HÜKÜMDARI II. ABDULLAH HAN DÖNEMİ OSMANLI-TÜRKİSTAN DAYANIŞMASI

Yard. Doç. Dr. Remzi KILIÇ Niğde Üniversitesi, Eğitim Fakültesi

ÖZET

Bu araştırmada, XVI. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı padişahı III. Murad ile Özbek hükümdarı II. Abdullah arasında görülen dayanışma örneğini irdeleyeceğiz.Özbek hanı II. Abdullah (1560-1598) Türkistan’ın mühim bir kısmında hakimiyet tesis etmişti. III. Murad (1574-1595) ise, doğu cephesinde İran'daki Safevîler ile meşgul oluyordu. Osmanlı- Türkistan dayanışması mezhep ekseninde Şiî-Safevîlere karşı birlikte hareket etme şeklinde cereyan etmiştir. Bu dönemde, Safevîleri doğudan Özbekler, batıdan Osmanlılar sıkıştırıyordu. Özbek hanı II. Abdullah, Osmanlı padişahı III. Murad ile Safevîler’e karşı mektuplaşma, haberleşme ve İran'ı kontrol altında tutma şeklinde münasebetlerini sürdürmüştür. 1590 yılında Osmanlı-İran antlaşmasının imzalanmasına kadar Osmanlı-Özbek dayanışması olumlu bir şekilde devam etmiştir.

Anahtar Kelimeler: II. Abdullah Han, III. Murad, Osmanlı Devleti, Özbek Hanlığı, Safevîler, İran, Türkistan.

bilig-10/Yaz’99 50

GİRİŞ Bu asırda Batı Türklüğü’nü, Anadolu başta olmak üzere, Avrupa ve Afrika kıtaları üzerinde Araştırmamızda, XVI. yüzyılda Türkiye hakimiyet te’sis etmiş olan, Osmanlı sultanları Türklüğünü temsil eden Osmanlılar ile, Türkistan temsil ediyordu. Özbek Hanları XVI. yüzyıl Türklüğünü temsil eden Özbeklerin, İran’da boyunca, özellikle İran’da hüküm süren Şiî- bulunan Safevî hükümetine karşı gösterdikleri Safevîlere karşı, Osmanlı Padişahları ile bir- ortak tavır ve ittifaklar birinci el kaynaklardan likte hareket etmişlerdi. Bu karşılıklı dayanışma; yararlanılarak askerî ve siyasî yönleriyle tetkik Yavuz Sultan Selim(1512-1520), Kanunî Sultan edilmiştir. Yapılan incelemede, Türk dünyasının Süleyman(1520-1566), II. Selim(1566-1574) ve güçlü olduğu bu yüzyılda soydaş dayanışması III. Murad (1574-1595) dönemleri boyunca da ve diyalogu, kardeşlik ve dostluk anlayışı bariz sürüp gitmişti. Bilhassa Osmanlı Padişahı III. bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Bugün de Murad ve Özbek Hanı II. Abdullah devirleri, daha ileri düzeyde sosyal, kültürel, ekonomik XVI. yüzyılın son çeyreği, bu iki Türk Devleti’nin işbirliği ve eğitim münasebetleri kurabilmek ve arasında kalan Şiî-Safevî Hanedânlığı’na karşı geliştirebilmek için geçmişte kurulan muhkem dostluğu bilmemizin yararlı olacağı düşüncesiyle istikrarlı bir dayanışma içerisinde geçmişti. bu araştırma ortaya konulmuştur. Ancak, Özbek-Şeybânî hanları, Türk Devlet Geleneği’nden kaynaklanan, “Türk Hakimiyet Telakkisi” (İnalcık, 1959) sebebiyle birbirl- XVI. YÜZYILIN İLK YARISINDA eriyle uğraşırlardı. Bu yüzden Özbek-Şeybânî ÖZBEK-OSMANLI DAYANIŞMASI Hanları arasında sık sık saltanat kavgaları ortaya Türkler, tarih boyunca geniş sahalarda devlet çıkardı. Bu durum onların parçalanmasına, bazen kurmuş milletlerden biridir. XVI. yüzyıl, Türk Alemi da, dış düşman karşısında güçlü bir varlık gös- açısından çok büyük mücadelelere sahne olmuştur. terememelerine sebep olurdu. Özbeklerin Semer- Bu dönemde, Özbekler ve diğer Türk Hanlıkları, kant’taki hanı Abdullatif (1540-1551) ile Buhara Türkistan denilen, Batı’da Hazar denizi ile Horasan hükümdarı Abdulaziz (1540-1549) birbirleri ile dağları, Güney’de Hindikuş ve Kûh-ı Sefid dağları, anlaşamıyorlar; her biri kendi başına buyruk olarak Kuzey’de Kazakistan bozkırlarının kuzey sınırlarına hareket ediyorlardı. Bu nedenle Türkistan’da, 1551- ulaşan, Doğu’da Çin topraklarına kadar uzanan, 1588 yılları arasında hanlıklar sık sık el değiştirdi. takriben 5.340.066 km2‘lik bir sahayı kapsayan İçte birbirleri ile mücadele eden Özbekler, dışarıda bölgede hüküm sürüyorlardı (Saray, 1990). da Kazaklarla kavga ediyorlardı. Bu vaziyet, II. XVI. Yüzyıl boyunca, Türkistan’ın büyük bir Abdullah’a kadar devam etti (Hayıt, 1975). kısmını Özbek hanları temsil ve idare etmişlerdi Özbeklerin büyük hanlarından Muham- med (Asrar, (t.y) ). Ancak, bu dönem, Türkistan’ın Şeybanî’den (1491-1510) sonra, en güçlü han ekonomik ve kültürel yönden zayıf olduğu bir olan II. Abdullah(1560-1598), akrabaları arasında dönemdir. Bunun sebebi ise, XVI. yüzyılın bölüşülmüş olan Şeyba- nîlere ait hanlıkları bir başlarından itibaren “Yedi İklim” de hakim olan araya toplamayı başarmıştır. 1557’de Buhara’yı ve Doğu’ dan Batı’ ya Türkistan üzerinden geçen alarak Özbek-Şeybânî Hanlığı’nın başkenti “Kara Ticaret Yolları” nın gittikçe ehemmiyetlerini yapmıştı. 1578’de Semerkant’ı, 1582’de ise kaybederek kendi mevkilerini, Hindistan ve Çin Taşkent’i ele geçirdi. Önce babası İskender Han hududundan açılan Güney Asya-Afrika, Avrupa adına saltanat (1560-1583) sürdükten sonra, biz- Deniz Yolu’na ve Sibirya Arhagelsk tarafından, Kuzey Akdeniz Ticaret Yolu’na, Amerika zat kendi adına da (1583-1598) Han olarak, Kıtası’nın Av- rupalılar tarafından keşfinden sonra hüküm sürmüştür (Grousset, 1980). gelişen, Okyanus Deniz Ticaret Yolları’na terk II. Abdullah zamanında Hazeresb’te, Timur etmeleri gibi umumî gelişmelerdir. Bu durum, Çin ve Hindistan mallarının Karadeniz ve Akdeniz Sultan’ın üç oğlu; Mehmed Sultan, Kâdir Verdi Limanları’na ulaştırılmasından büyük ticârî Sultan, Ebu’l Hayır Sultan bulunuyordu. Hive’de kazançlar temin etmiş olan Türkistan halkının git- ise, dört oğlu ile Polat Sultan; Ürgenç’te Hacı tikçe fakirleşmesine ve neticede kültür ve medeni- Mehmed (Hacım Sultan) Han’ın oğlu İbrahim yet sahasında geri kalmasına sebep olmuştur Sultan hüküm sürmekteydi. Hacı Mehmed’in oğlu (Togan, 1981). Arab Mehmed de Derûna hakimiydi. Zir’de ise bilig-10/Yaz’99 51

Mehmed Sultan dört oğlu ile hüküm sürüyordu Kazvin’de üç yıl kadar kaldılar. Hacı Mehmed’in (Ebu’l- Gazi Bahadır Han, 1345). Bu hanlar sürek- büyük oğlu Seyügenç Mehmed ve iki oğlu “Kafir li birbirleri ile mücadele ediyorlardı. Özellikle içinde durmayız” diyerek, Osmanlı Ülkesi’ne Ürgenç’teki hanlar kendi Özbek kardeşlerinin geldiler. Bu arada II. Abdullah ‘ın oğlu Abdu’l- yolunu kesip mallarını ellerinden alıyorlardı. O Mü’min bütün Horasan vilâyetlerini tamamen zaman Şirvan tamamen, Osmanlıların elinde idi. Özbek-Şeybânî hanlığına katmıştı (Ebu’l-Gazi, Mavera- ünnehir hacıları Şiî-Safevî yüzü görme- 1345). mek için Ürgenç’ten geçerek Mankışlak’a geliyor II. Abdullah ülke içinde birliği sağlamaya ve oradan gemiye binip Şirvan’a varıyorlardı. çalışırken, diğer taraftan da, dışarıda, Bir defasında Osmanlı sultanı, II. Abdullah’a, Maverâünnehir’i Kırgız ve Kazakların İran şahı Abbas’ı ezmek için, Sâle Şah isminde saldırılarından korumak gayesi ile 1582 baharında bir elçi göndermiş, dönüşte yukarıdaki yolu Jüçük Boyun (Kiçi cüz), Sarı-su ve Turgay takip etmek isteyen Sâle Şah’ı Ürgenç’te Hacı nehirleri arasında Uluğ dağlara kadar uzanan Mehmed’in oğlu İbrahim Sultan soymuştu. Yine yurduna bir sefer düzenlemiştir. Ayrıca Doğu Hacı Kutâs başkanlığındaki bir hac kâfilesini, Türkistan’a da bir sefer düzenlemiş Kaşkar ve Hive’de Polat Sultan’ın büyük oğlu Baba Yarkent topraklarını yağmalatmıştır (Grousset, Sultan soymuştu. Ayrıca Merv ve Abyurd’a 1980). Bu faaliyetlere bakarak II. Abdullah’ın hakim olan Avanes Han’ın oğlu Nur Mehmed, bütün Türkistan’da bir tek hakimiyet kurmaya Hacı Mehmed’in oğullarının her yıl Merv’i çalıştığını, büyük bir Türk-Özbek Devleti yağmalamasından bıktığı için, II. Abdullah oluşturmak istediğini söyleyebiliriz. ‘dan yardım istiyordu. Bu ve buna benzer pek II. Abdullah Han, komşusu Sibir Han’ı çok şey II. Abdullah ‘ı Ürgenç’i almaya ve Küçüm Han’a da yardım ederek, Müslümanlığın Türkistan’ın birliğini sağlamaya teşvik etti. Uzakdoğu’da yayılmasında da önemli rol Çünkü Türkistan’da pek çok han ve bey türemiş oynamıştır (Saray, 1988). II. Abdullah Han, olup bunlar, mahalli devletçikler halinde ele Hindistan hükümdarı Ekber Şah Tahmasb ile geçirdikleri yerleri, hanlıklarına katarak, hakimi- diplomatik münasebetler kurmak suretiyle, onun yetlerini genişletmek çabası içerisindeydiler. dikkatini Hindistan-Türkistan ticarî münasebet- Merv hakimi Nur Mehmed’in düşüncesi, lerinin gelişmesine çekmeyi başarmıştır. Bundan Merv’i II. Abdullah’a teslim etmekti. Çünkü II. sonra, II. Abdullah Han, Timurlular ile Şeybânîler Abdullah her geçen gün yönetimini güçlendir- arasındaki anlaşmazlığa son vermeye muvaffak iyordu. Daha sonra Nur Mehmed, Merv’de oldu. Bu amaçla Ekber Şah’a 1572, 1577 ve II.Abdullah adına hutbe okuttu. Fakat II. Abdullah 1586 yıllarında elçiler göndermiş ve ona iltifatlar Han Merv’i Nur Mehmed’e vermemişti. O’da etmişti. Özellikle Horasan bölgesinin Safevîler kaçıp Ürgenç hanı Hacı Mehmed’e gelmişti. Bu elinden kurtarılması için ittifak sağlamaya çalışmıştı. Öte yandan Türkistan’ı (atalarının yur- arada II. Abdullah Han Merv’le yetinmeyerek; dunu) yeniden almak düşüncesinde olan Ekber Abyurd, Nesay, Bağ ve Abad’ı da ele geçirmiştir Şah’la askerî bir ittifak kurmayı sağlayamasa da, (Ebu’l-Gazi, 1345). Bu durum karşısında bütün onun bu amaçla harekete geçmesini önlemeyi hanlar Vezir’de birleşip, II. Abdullah ‘a karşı başarmıştı (Bayur, 1946). birlikte savaşma kararı almışlardır. Fakat çok tecrübeli olan II. Abdullah Han, kısa sürede Özbek hükümdarı II. Abdullah Han, Osmanlı Hive’yi ve Ürgenç’i de hakimiyetine almıştı Devleti’nin en tabiî dostu ve müttefiki idi. Bu (Selanikî, 1281). dostluk ve dayanışma, özellikle Şiî-İran ve II. Abdullah Han Urgenç’i aldıktan sonra, Rusya’ya karşı olmuştu. II. Abdullah Han, Türkistan Hacı Mehmed Sultan, Şiî-Safevîlerin başkenti coğrafyasında dedesi Muhammed Şeybânî Han’ın olan Kazvin’e, I. Şah Abbas’ın yanına sığındı. hedeflediği gayeyi gerçekleştirmişti. Şimdi sırada Şah Abbas onları çok iyi karşıladı. II. Abdullah’a Safevîleri ortadan kaldırmak ve Osmanlı Devleti karşı, Hacı Mehmed Sultan’la birlikte hareket ile doğrudan dostluğu ve ticareti geliştirmek eden Polat Sultan ise; “Ben kafirin içine gitmem” düşüncesi vardı. Bu amaçla II. Abdullah Han, diyerek, Şah Abbas yerine, II.Abdullah’ın yanına 1596’da kışı oğlu Abdu’l-mü’min ile Horasan’da gitti. Hacı Mehmed ve adamları İran’nın başkenti geçirip Irak üzerine yürümeyi isti-

bilig-10/Yaz’99 52 yordu. Ancak işler istediği gibi gitmedi. Hanların AMASYA ANTLAŞMASI SONRASI isyanı ve Hocam Kulu’nun (II. Abdullah’ın OSMANLI-ÖZBEK DAYANIŞMASI kumandanı) üst üste yenilmesi ile aldığı pek çok 1555 Amasya Antlaşması’ndan sonra, III. yerler elinden çıktı. Bu arada Hacı Mehmed de Murad devri öncesine kadar, özellikle Osmanlı Ürgenç’i tekrar aldı(1598). Devleti,barışı sonuna kadar korumaya çalışmıştır. Şah Abbas, 1597’de Özbekleri, büyük bir Ne Şehzâde Bâyezid hadisesi, ne de zaman ordu ile, Herat yakınlarında ezici bir şekilde zaman Şah Tahmasb’ın askerlerinin taşkınlıkları mağlup etti. Horasan’ı tekrar Özbekler’den aldı. ve İran’ın Anadolu’da yaptığı Şiî propagandası, II. Abdullah’ın oğlu Abdu’l-Mü’min babasına Osmanlı Devleti ile Safevî Devleti arasındaki isyan etti. Kırgızlar bu kargaşalıjtan yararlanarak barışı bozamadı. II. Selim döneminde de barış Taşkent bölgesini geri aldılar. II. Abdullah Han, devam etti. 1598’de eserinin mahvolmasını gördükten sonra Hatta, III. Murad’ın cülûsundan on altı ay hayata vedâ etti. onun yerine Özbek-Şeybânî tahtına sonra Tokmak Han, İran elçisi olarak büyük geçen oğlu Abdu’l-Mü’min altı ay sonra katledildi. bir tantana ile Osmanlı ülkesine geldi. Tokmak Bu olay Şeybânî Hânedânı’nın sonu olmuştur Han henüz İstanbul’da iken, Şah Tahmasb’ın (Grousset, 1980; Hayıt, 1975). Daha sonra Bâkî vefât haberi gelmişti (Hammer, 1330). Safevî Mehmed’in (1599- 1605) tahta çıkması ile Hive tahtına Şah Tahmasb’ın yerine geçen II. Şah Hanlığı yeniden istiklâlini ilan etti. Ancak, gerçek- İsmail’in(1576-1577) bir yıl üç ay süren ten çok başarılı bir hükümdar olan, Şah Abbas saltanatı, taht kavgaları ve Şah Tahmasb’ın son 1599’da Horasan’ı tamamıyla nüfuzu ve hakimi- zamanlarından beri ülkeye hakim olan birbir- yeti altına almayı sağlamıştır (Saray, 1990). ine muhâlif beylerin mücadeleleri ile geçti. Bu Özbek-Şeybânî Hanlığı’nın, Osmanlı Devleti ile dönem İran için çok kanlı olduğu kadar Osmanlı- Safevîler’e karşı ittifakının Yavuz Sultan Selim’den İran barışını bozucu davranışların da sergilendiği itibaren başladığını söyleyebiliriz. Kanuni Sultan bir dönem olmuştur. Süleyman’ın İran üzerine yaptığı üç büyük seferde II. Şah İsmail bir Osmanlı kervanını Özbekler hep Osmanlı Ordusu’nun Safevîler’e Zengan’da (Zencan) basarak tacirleri öldürmüş, galip gelmesi için hem destek sağlamışlar, hem mallarını yağma ettirip, Erzurum’dan gelen de mektuplar yazarak İran’ın durumu hakkında iki çavuşu hapse attırmış, bu çavuşları sor- bilgi vermişlerdir. Kanuni Sultan Süleyman maya gelen Van paşasının adamlarını da tevkif Safevîleri ortadan kaldıramayacağını Nahçıvan ettirmişti. Ayrıca, Anadolu’da Şiî propagandası Seferi(1553-1554) ile artık kabullenmişti. Nihayet yaptırıyordu. Bundan başka II. Şah İsmail’in Osmanlı Devleti, varlığını resmen elli beş yıldır Osmanlılar’a saldırmak üzere asker topladığı tanımadığı Safevî Devleti ile 1555 yılında Amasya haberleri gelmişti (Kırzı- oğlu,1993). II. Şah Antlaşması’nı imzalayarak tanımıştır (Kılıç, İsmail bazı Kürt beylerini kendisine bağlamış, bu 1994). arada, İran’ın Lûristân Valisi de Osmanlılara ilticâ İran Şahı Tahmasb’ın Kanuni Sultan etmişti (Uzunçarşılı, 1988). Osmanlı hükûmetin- Süleyman ile barış yapmasında Türkistan in İran’la mevcut barışı koruma gayretlerine rağmen, İran’dan geçen ticaret kervanlarının hanlarının büyük payı olmuştur. Çünkü Şah yağmalanması,hudut güvenliğini bozan hâdiseler Tahmasb (1524-1576), Osmanlı’dan kurtulup ve bu ülkenin Anadolu halkı üzerindeki tahrikleri Türkistan hanları, Türkistan hanlarından kurtu- gibi sebeplerden dolayı Osmanlı-İran ilişkileri lup, Osmanlı ile savaşmak zorunda kalıyordu. gerginleşti (İlgürel, 1989). Bu arada II. Şah İsmail Amasya Antlaşması en çok Şah Tahmasb’ın işine müptelâ olduğu esrardan dolayı 1578’de ölmüş yaramıştır. Nitekim, Kanuni Sultan Süleyman ve ülkede taht kavgası başlamıştı. İran tahtında Amasya’da iken Özbek hükümdarı Nevruz çıkan kargaşanın sonunda Kör Hûdâbend Şah Ahmed Burak Han’a gönderdiği bir mektupla olmuştu. Van Beylerbeyi İran’daki karışıklıkları “ istenilen yardımı gönderemeyeceğini, çünkü göstererek bundan yararlanılmasını istiyordu Şah Tahmasb’la barış yaptıklarını, ancak Şah (Mühimme Defteri, XXXII). Ancak, Osmanlılar, Tahmasb’ın da Özbek ülkesine saldırmasına Avusturya ile savaş halindeydi. İran’a karşı aslâ râzı olamayacaklarını” belirtmiştir (Ahmed da, yıllardır yapmış oldukları barış ihlallerinin Feridun Bey, 1274; Jılıç, 1994). hesabını sor- bilig-10/Yaz’99 53 mak zamanı gelmişti. Osmanlı Devleti 1577’de edileceğini, III. Murad, Vezir Mustafa Paşa’ya bir Avusturya ile sekiz yıllık bir barış imzaladıktan hükümle bildiriyordu (Mühimme Defteri XXXII sonra İran’a karşı savaş açıldı (Kırzıoğlu, 1993). ). Serhat beylerinin İran’a akın ve garet seferi Sultan III. Murad (1574-1595), İran üzerine icrâ etmeleri emri, Erzurum Beylerbeyi Behram sefer açmak istediğinde, Vezir-i A’zam Sokullu Paşa ile, İran ahvâline vukûfu bilinen Pasin Mehmed Paşa, bu işin aksine görüş beyan eder- Sancağı-beyi Mirza Ali Bey’in arzları üzerine ek; “Acem memleketi tamamen fetholunsa bile kararlaştırılmıştır. Adı geçen arîzalarda, bütün elimize zarardan başka birşey geçmez. Çünkü Kızılbaşların Şah’ın etrafında toplanmış olduğu, elde tutmak için oralarda kilitli asker bulun- Revan Beylerbeyi Tokmak Han’ın da askerleri durmak lâzımdır. Vâridâtı masârıfa kifâyet ile hudutta hazır bulunduğu, İran’a saldırıldığı etmez ve tâife-i Acem her fırsatta isyan eder, takdirde, ancak hudutta karşı duracak yeteri bu durum Kanuni Sultan Süleyman zamanından kadar kuvvet kalmayacağı için, Kızılbaşların beri mükerrer vukû bulan İran Seferleri’nden karşı saldırıya geçmeleri halinde birçok zarar tecrübe olunmuştur,” (Mustafa Nuri Paşa, 1327; verecekleri ihtimâli bulunduğu, esasen şiddetli Kütükoğlu, 1993) dedi ise de artık eski otoritesi kış ve kar sebebi ile yollar ve bellerin kapandığı, kalmadığından sözü tutulmamıştır. harekâtın güç ve faydasız olduğu beyan olunuy- Şiî-İran’ı içeriden ve dışarıdan, sünnî Türkler ordu (Kütükoğlu, 1993). hücum ederek yıkmaya koyulmuşlardı. İran’daki Bu ihtar üzerine, Erzurum,Van, Şehrizor, Bağdad Türkmen beyleri aralarında anlaşarak İran illerinin ve Diyarbakır beylerbeyilerine; “serdârların ser- idaresini ve korunmasını paylaşmışlardı. Daha II. hadde vusûlüne kadar akın ve garetin tehir edilmesi Şah İsmail kardeşlerini yakalatıp idam ettirirken ve fakat muhârebeye hazır ve âmâde bulunmaları “Ürgenç” (Hive) hanı Din-Mehmed Han oğlu emredilmiştir”. İran’la fiilî düşmanlık başlayıp, serhat Celâl Han, altı-yedi bin Nayman-Özbek çerisiyle beyleri tarafından akın icra edilmesi emri verilmesini Nesâ ve Abyurd kesimlerinden Horasan’a girerek müteâkip ilkbaharda gönderilecek orduların serdarlığı yağma ve yıkımlara girişmişti. Kızılbaşlar’dan meselesi mevzubahs olup Erzurum cânibi serdârlığına kimse karşısına çıkmadığından, Cam İli’ni de Üçüncü Vezir Lala Kara Mustafa Paşa, Bağdad yağmalayıp dönerken Meşhed Beylerbeyi kesimi serdârlığına Dördüncü Vezir Koca Sinan (Akkoyunlu Boyu’ndan) Pornaklı Murtaza- Paşa tayin edildi (Müneccimbaşı, 1295; Kütükoğlu, Kulu Han askeriyle Aşkabâd yakınında yetişince 1993). Bir müddet sonra bu iki serdâr arasındaki yapılan savaşta Din Mehmed Han öldürülmüştü. rekâbet ve çekişme had dereceye gelmiş olmalı ki, Meşhed Beylerbeyi’nin bu başarısını çeke- nihayet Sinan Paşa, Bağdad cânibi serdarlığından meyen Herat Beylerbeyi Şamlu Ali-Kulu Han azledilerek, Lala Mustafa Paşa Erzurum üzerinden bir bahane ile O’nunla döğüşmeye başlayınca Şirvân ve Azerbaycan fethine 1578’de müstakilen İran’ın Kuzeydoğusu da karışıklık içinde kalmıştı serdâr oldu (Müneccimbaşı, 1295; Kütükoğlu, 1993). (Kırzıoğlu, 1993). Bu arada Tatar hanı Mehmed Giray’dan Kefe veya 1578’de başlayıp, on iki yıl süren Osmanlı- Azak beylerinden birini yanına alarak Şirvan ülke- İran savaşları sırasında, Osmanlı-Özbek sine hücûm etmesi istenmiştir (Mühimme Defteri, İttifakı’nın yeniden canlandığını görmekteyiz. XXXII ). Özbek Hanı, II. Abdullah Han Osmanlı Devleti ile dostâne münasebetler kurmuştu. II. Abdullah Kanunî Sultan Süleyman devrinden beri, Han, sürekli İran’a karşı savaş açmanın tam Osmanlılara tabi olup, gönülden İstanbul’a zamanı olduğunu bildiriyor, bu savaşta bir bağlanmak isteyen, Dağıstan-Şirvan ve Gilân harekât planı takip edilmesi hususunda teşvik gibi Sünnî ülkelerin ve Kartli ile Kokhet gibi ve telkinlerde bulunuyordu (Togan, İ.A.). Ancak, Doğu-Gürcistan’ın Hristiyan beylerinin s`mimi Özbek hanının bu tekliflerine Osmanlılar, İran’la yardımları ile, 1556’dan beri Astarhan Hanlığı’nı olan aradaki barışı korumak için, pek iltifat yutarak Hazar Denizi’ne çıkıp Harezm-Hive ve etmemişlerdi. Şimdi ise İran’a sefer açılacağından Özbek gibi kardeş Türk ülkeleri Müslümanlarının dolayı, II. Abdullah Han’dan, yardım alınacağını Hac ve ticaret yolunu kapayan Ruslara karşı da bu ve iki tarafın birleşmesi ile Safevîler’den seferi tertip etmek icâbediyordu. Hazar Denizi’ne intikam alınacağını, Özbekler ile birlikte hareket hâkim olarak, İran’ı arkadan vurma ve kuşatma,

bilig-10/Yaz’99 54 aynı zamanda da Moskof yayılmasını durdurma gönderildiğini, Allah’ın izni ile Şirvan-Revan ve gayesi ile III. Murad İran üzerine yapılacak nice yerleri aldıklarını, daha önce Taht-ı Azerbaycan seferin yolunu Gürcistan-Şirvân olarak seçmiştir olan Tebriz’i, kuşatma altına aldıklarını, artık (Kırzıoğlu, 1993). orasının “Makarr-ı İslâm” olduğunu, geçen III. Murad İran’ı kıskaca almak için, Özbek sene de Gence Vilâyeti ve özellikle Karabağ ve Hükümdarı II. Abdullah Han’ın Horasan Erdebil’i ele geçirdiklerini, diğer bütün memle- tarafından harekete geçmesini de istemiştir ketleri ve vilâyetleri feth edeceklerini bildirdikten (Feridun Bey, 1274). Bu amaçla Özdemir- oğlu sonra “tarafeynden hüsn’i ittifak ve ittihad ile ol Osman Paşa, Piyale Paşa’yı yüz yirmi top ve fırka-ı dâllînin ve şerr-i zümre-i şer-ayinin nokta-i beş yüz kadar yeniçeri ile Bakü’den deniz yolu vücud-ı mazarrat nümûdların sahife-i rûzgâr’dan ile II. Abdullah hana, Özbek ülkesine gönderdi tiğ-ı ser-tiz ile mahv ve tathir itmekle divânhâne-i (Feridun Bey, 1274 ; Togan, 1981). ahirette ceride-i amâl ve ef’allerine hasenât-ı Piyale Paşa, Özbekler’i İran üzerine birlikte cezile sebt ve tahririne mesâyi-i cemile zuhura hareket için teşvik etmek amacı ile geldiğinde, getirile”, (Münşeat Mecmuası, 996) diyerek bir- onları taht mücadelesi içerisinde, kardeş kavgası likte hareketin önemi belirtilmekte idi. ederlerken buldu. Piyale Paşa’nın getirdiği ask- Osmanlılar tarafından, II. Abdullah’a gönder- erler ve toplar kapanın elinde kalmış ve tabii, ilen, bir başka mektupta da daha önce kolaylıkla bu durum da İran’ın işine yaramıştır. Kuzey gelip geçilen Hac Yolları’nın açılması, tüccar ve Türkistan’ı idare eden Baba Sultan, sağ kolu hacıların önüne konulan engellerin kaldırılması olan yeniçeriler (Rum askerleri) sayesinde II. hususunda çaba sarf etmenin önemi ve sevabı Abdullah’ı yenmiştir. Piyale Paşa, bu duruma üzerinde duruluyordu (Feridun Bey, 1274). çok kızmış; “Aranızda kavga ediyorsunuz. Bu II. Abdullah Han, Mehmed Bahadır adlı size bir fayda vermez” demiştir. Daha sonra elçisinden kısa bir süre sonra, Hataî adlı bir elçi Astarhan’a uğramak maksadı ile Harezm’den daha göndererek Herat’ı Safevîler’den aldıklarını, İstanbul’a hareket etmiştir. Kargaşa ortamında pek çok Safevî yerlerinin Asker-i İslâm’ın elinde yolda iken, Mangırtlar Piyale Paşa’yı soymuşlar. bulunduğunu, Bestam ve Damgan sınırlarına Yeniçeriler ve toplar ise orada kalmış, aralarındaki dayandıklarını, Safevî- lerin Hindistan Sultanı mücadelelerde kullanıldıktan sonra bir kenarda terkedilmişlerdir (Togan, 1965-1966). Ekber Şah’a sığındıklarını, Hindistan Sultanı’nın da kendisine gönderdiği mektupta onlara yardım II. Abdullah, Türkistan’da yeniden birliği edeceğini açıkça söylediğini, bunun Safevîler’e sağladıktan sonra, İran’a karşı harekete güç verdiğini bildiriyordu. Yine birlik ve berab- geçmiş ve Osmanlı Devleti’ne vermiş olduğu erlikten bahisle, “Her husus ve her emir Cenâb-ı bütün sözleri yerine getirmiştir. Osmanlıların âlilerinin rızây-ı hümâyûnları üzere olub aslâ doğuda ilerlemeleri kolay olmuştu. Zira, mu’araza ve münakaşa olmamak mukarrerdir,” Gence ve Karabağ’ın zaptı, Şah’ın Horasan’da (Münşeat Mecmuası, 996) deniyordu. Özbek Özbek hanı ile meşguliyetinden, Osmanlılarla hükümdarı II. Abdullah, bu mektubuyla hem uğraşamamasından dolayı olmuştur. Osmanlılar Osmanlı Sultanı III. Murad’a bağlı olarak hareket bu taraftan ilerlerken II. Abdullah da Herat’ı alıp, edeceğini hem de Hindistan Şahı Ekber’in Şiî ahâliyi kırmış, Meşhed’i zaptetmiş ve pek çok yeri almıştı. Özbek Hükümdarı II. Abdullah Han Safevîler’i desteklediğini bildiriyordu. bu fâaliyetlerini Osmanlı Devleti’ne Mehmed Gerçekten Hindistan Sultanı Ekber, II. Bahadır adındaki bir elçi ile gönderdiği mektupta Abdullah’a Osmanlı Sultanı’na karşı, İran belirtiyordu. Ayrıca, Şiî-Kızılbaşların ezilmesini, Şah’ının korunmasını teklif etmiştir. Şüphesiz Horasan ve Irakeyn mağdurlarının kurtarılmasını, bundaki amacı denge kurabilmektir. Ayrıca o, Hacc Yolu’nun açılmasının önemini belirterek bu kendisini Türk Alemi’nin en güçlü hükümdarı işe devam edeceğini, bunun dünya ve ahiret saâ- sayıyordu. Fakat II. Abdullah bunu reddetmiştir deti için şart olduğunu bildiriyordu. (Bayur,1946). Çünkü Özbek Hanı III. Murad da Osmanlı hükümetinin verdiği cevapta; askerl- tam bir müttefik ve dost idi. erin büyük bir kısmının bir serdârla Şark Diyarı’na Osmanlı-İran Savaşı şiddetle devam ederken bilig-10/Yaz’99 55

1587’de, Şah Hudabend barış teklifi yapmak İranlılar’dan aldığı yerlerin Osmanlılarla birlikte istemişti. Fakat bu arada onun yerine,Şah Abbas hareket eden Sünnî Özbeklerin elinde kalmasının (1587-1629) İran şahı oldu. Şah Abbas, daha ayrıca kabul edildiğini, buna karşılık Özbeklerin hırslı ve lider bir kişiliğe sahipti. Osmanlı artık İran’a dokunmaktan vazgeçtiğini de görme- Devleti’ne karşı barış istemediğinden savaş tekrar kteyiz. Çünkü 1590 sonbaharında, II. Abdullah hareketlendi. Savaş her iki tarafa da çok ağır Han Sümnûn, Sebzvâr, Esferâyın, Muhavvelât, mâliyet getirmiş, bir taraftan Özbeklerin, diğer Tun, Cunabâd, Kayın ve Tabes gibi bugünkü taraftan Osmanlıların sıkıştırması sonucu İran’da Afganistan’ın batısında ve İran-Horasan kesi- merkezî devlet otoritesi iyice zayıflamıştır. mindeki yerleri fetheylemiş, Şah Abbas ise Yezd “1589 senesi içinde Yezd hâkimi Bektaş Han şehrine kadar gelip geri dönmüş ve Erdebil’i Şah’a muhâlefet ettiği gibi, Fârs’taki Zulkadirli ziyaretten sonra Kazvin’e gelmişti (Kırzıoğlu, tâifesi de ona tâbi olarak baş kaldırmış, Gîlûye 1993). Şah Abbas, II. Abdullah’ın bu faaliyet- Dağı’nda Ereşlü ümerâsı ve Afşar Hasan Han lerini Osmanlı Devleti’ne şikâyet ederek, Özbek istiklâl davasında bulunmuşlardı. Memleket Han’ı II. Abdullah’ın kendi tahtı hükmündeki âdetâ feodalite sistemine dönmüşe benziyordu. pek çok yeri alıp yağma ettiğini kendilerine Herât’ın Özbekler’den istirdâdı kâbil olamadığı “rahat yeri” komadığını bildiriyordu (Selanikî, gibi, aynı sene baharından îtibaren Abdullah 1281). Han’ın oğlu Abdu’l-Mü’min Han, dört aylık 1591 yılı yaz mevsiminde Bestam ve muhâsaradan sonra Meşhed’i zor ele geçirmişti. Damgan’ı da Safevîler’den alan II. Abdullah’ın Şah Abbas dâhili ihtilâlleri teskîn ve Özbek teh- İstanbul’a gelen elçisi ile ona gönderdiği likesini bertaraf edebilmek için evvelâ garptaki anlaşılan mektupta, Vezir Ferhad Paşa bundan kavî komşusu ile îtilâf haline gelmeyi zarûrî böyle, İran’a dokunulmamasını, çünkü İran’la gördü.” (Kütükoğlu, 1993). barış yaptıklarını söylüyordu. “Hakân-ı Muazzâm İran’ın dâhilî ihtilâfları ve Özbek tehdidi ve Hân-ı Azam Abdullah Han”... elçiniz Hâfız devam ettiği müddetçe Safevî Hükûmeti barış Hataî’nin getirdiği mektubunuzu Padişah aldı, yapmaya mecbur oldu. Böylece düşmanın bir- önceleri Padişah’ ın gönderdiği mektuba göre; inden kurtulmayı amaçlıyordu. Barış için “Ehl-i fesâd ve zümre-i Rafzu ilhâdun” kökünü kardeşi Hamza Mirza’nın oğlu Haydar Mirza’yı kesmeye koyuldunuz. Herat şehri ile “Vilâyet-i Bestâm ve Damgan nâm Kasabalar dahi feth İstanbul’a gönderdi. Kısa fâsılalarla on iki sene olunup tâ Kazvin’e nüzulleri mukarrer olduğun devam eden Osmanlı-Safevî düşmanlığına son bildirdi. Beride ise İran’dan çok yerler alınıp veren 1590’daki antlaşma, iki tarafın da savaşın yağmalandı, fakat Şah Abbas, akîbet endişlik külfetlerinden bir an önce kurtulma ve sükûna idûb südde-i Humâyûn-i Şehin-Şâhiye izhâr-ı kavuşma meylinin mahsûlü idi. Özbek tehdidi ubudiyyeti sermâye-i devlet ve pirâye-i izzet ve iç isyanlarla sarsılan Safevî Devleti barışı bilmeğe ita’at idûb karındaşı oğlu Haydar büyük fedâkârlıklar pahasına da olsa kabul etmek Mirza’yı dergâh-ı felek bargâh-ı Pâdişâhiye zorunda kalmıştı (Feridun Bey, 1274; Kütükoğlu, gönderûb istid’ayı inayet itmiş dir.”... “Reâya 1993). ve berâya rahatı içûn ahd ve emân virilmişdir. 22 Mart 1590’da İstanbul’da bir antlaşma Mâdam ki ol cânibi câdde-i ita’atten udulu inhiraf imzalandı. Bu antlaşmaya göre Tebriz, Gence, göstermeye sa’adetlu Pâdişâh-ı Cihan Penâh Revan ve Hatt-ı Şirvân Osmanlılar’da kaldı. Hazretleri canibindan dahi şerayıt-ı ahdu emâna Azerbaycan’daki Osmanlı-Safevî hududunun riayet olunur.” “Ve cânib-i sa’adet-me’abınuz tesbitinde herhangi bir müşkülât çıkmadı. Ayrıca savbına dahi bir naşâyeste vaz’ü hareket zahir Osmanlıların isteği üzerine, Haydar Mirza’nın olmayup kuvvet-i kâhire ve savlet-i bahire ile İstanbul’da rehin olarak kalmasına karar verildi feth itdiğünüz vilâyetler kemâkân elinüzde dur- (Peçevî, 1283; Mustafa Nuri Paşa, 1327). Hammer mak üzere cenab-ı sa’adet nisâbınuzdan sayir Osmanlı-Safevî barışının Osmanlılar’dan ziyâde yerlere tecavüz olun- mayub kanaat oluna, eğer Özbeklerin gayreti üzerine yapılmış olduğunu, alınan vilâyetlerine girü dahl ve tecavüz idüp (Hammer, 1330) söylemektedir. üzerlerine asker gönderirse sa’adetlu pâdişah-ı İstanbul Barış Antlaşması’ndan sonra gelişen rub’-ı meskun ile mün’akid olan muvâlâtu olaylardan, biz bu antlaşmada Özbeklerin musâ- fatınuz südde-i sedîd-i İskender gibi sabit

bilig-10/Yaz’99 56

üstüvâ olduğu mahallî iştibâh değüldür. Size zîrâ bunlar tüfenk ve darbzeni Kızılbaşlar’la muhalefet iden bu cânibe dahi adem-i ita’at cenk eylemek için isterler. Buhara Hanı Sünnî itmiş olur, her vecihle bu cânibden dahi inâyet müslümandır. Bunların hatırlarına ri’a- yet olun- müzâherat olunur,” (Münşeat Mecmuası, 996; mak lâzımdır. Zaman ile gerek olur- lar, hatta Feridun Bey, 1274) denilmekteydi. Kızılbaş ile mabeynimiz mu kaddimâ cenk ve Bu sırada Özbeklerin, İran ülkesindeki cidâl üzere iken Asitâne-i Sa’adet’ den bunlara başarılarından sonra, Divân’da siyasî menfaatin, nâme-i hümâyûn gön derilüp Kızılbaş’un üzerine yürümek teklif olun- dukda, mübalağa asker ile dinî menfaatten üstün olmaya başladığını ve ol cânibden Kızılbaş üzerine yürüyüp nice mem- dolayısı ile Özbeklerin İran’ı alıp, Osmanlılar leketlerin almağla Kızılbaş bunlardan ziyade için tehlikeli bir komşu olabileceği fikrinden zebun olub bu cânibe çok faideleri olmuş idi. dolayı Osmanlıların İran’la savaşma fikrinden Eğerçi Kızılbaş’la şimdi mabeyn sulh ve salâh vazgeçtiği ve Özbekler’e karşı yardım isteyen olmuştur. Bunlar Şah ile cenk üzere olmağın Şah İran elçisine de hüsnü kabul gösterildiği, Hammer harekete kadir olmaz, belki Şah ile cenk üzere tarafından söylenmektedir (Hammer, 1330). olmaya idi bir nühemvâ vaz ede idi. Hasılu’l- Osmanlılar, Ferhad Paşa’nın yukarıdaki Kelâm evlâsı budur ki hem Buhara Hanının ve mektubunda, Özbekler’e herhangi bir tecavüz hem Şah-ı Acem’un hatırı riayet oluna, din-u olursa kendilerine yapılmış gibi telakki edilip devlet-i maslahât bu usul mahallerde fikru mülâ- Safevîler’le antlaşmayı bozup onlara yardım haza idüp layık olanı eylemekle ileri varur,” edecekleri gibi sözlerinde pek durmamış veya (Orhonlu, 1970) diye bildiriliyordu. duramamışlardır. Zira, Şah Abbas, önce Özbekler’e iki defa saldırarak Horasan’ı almış, daha sonra SONUÇ da Osmanlılar’dan intikam almaya çalışmıştır. Çünkü, İstanbul Antlaşması’ndan kısa bir süre Netice itibariyle, Özbekler’den Horasan’ı sonra, 1603’te antlaşmayı bozarak Anadolu’ya geri almış olan Şah Abbas, kısa bir süre sonra tecavüze geçmiştir (Uzunçarşılı, 1988). da Osmanlılarla yaptığı barış antlaşmasını bozmuştur. Avusturya savaşının 1593’den iti- III.Mehmed’in 1596’da cülûsunu tebrik baren devam etmesi ve istenildiği gibi gitmemesi, etmek için İstanbul’a gelen Şah Abbas’ın elçisi, Anadolu’daki Celâlî İsyânları’nın yeniden ortaya Osmanlılar’a Şah’ın Özbek Hanı’na muzafferi- çıkması, Osmanlılar aleyhinde meydana gelen yetini haber vermişti (Hammer, 1330). Bundan gelişmelerdi. Osmanlı Devleti ile Safevî Devleti yine iki buçuk sene sonra, İran Şah’ı bir elçi daha arasında 1603-1612 ve daha sonra 1615-1618 göndererek Horasan’ı Özbekler’den tamamen geri yılları arasında yapılan savaşlarda, Şah Abbas, aldığını bildiriyordu (Selanikî, 1281). Osmanlı İstanbul Antlaşması ile elinden çıkan pek çok yeri Devleti bu haberlere fazla tepki göstermedi. Bu geri almıştır (Mustafa Nuri Paşa, 1327). Böylece sırada, II. Abdullah Han vefât etmiş, Özbeklerin tecrübeli başvezir Sokullu Mehmet Paşa’nın, başına -Bâki Muhammed Han(Abdu’l-Bâki) İran’la yapılacak savaş hakkındaki sözleri geçmişti.Abdu’l-Baki, III.Mehmed’e bir elçi gerçekleşmiş “bunca emek hebâ” olmuştur. göndererek Horasan’ı tekrar almak için top ve Padişah III. Murad ile II. Abdullah tüfenk istemiş, fakat İstanbul’da Özbek elçisini Han zamanında, Safevî Devleti’ne karşı ilk kabul eden Şirvân eski beylerbeyi Vezir gerçekleştirilen, Türkiye-Türkistan dayanışması, Yemişçi Hasan Paşa, İran ile yapılan İstanbul başlangıçta etkili olmuştur. Daha sonra ise, arzu- Barış Antlaşması’nı da göz önüne alarak, Bâki lanan sonuca ulaşılamamıştır. Bu iki hükümdarın Muhammed’in ricasını Padişah’a arz etmiştir. vefâtı ile şartlar değişmiş, İran’da Şah olan Pâdişâh tarafından da uygun görülen bu telhisden Abbas durumu Safevî Devleti lehine çevirmeye anlaşıldığına göre, Özbekler’e yardıma devam çalışmıştır. Ancak, Osmanlı Devleti, Safevîler’e edilmekle birlikte, aralarında sulh olan İran’la iyi karşı, başta Özbek-Şeybânî hanları olmak geçinilmesini telkin eden bir siyasetin tâkibine üzere Türkistan Hanlıklarını her zaman dostâne başlandığını görmekteyiz. münasebetler içerisinde desteklemiş ve olumlu Osmanlıların gönderdiği mektupta; “Şim- katkılarda bulunmuştur. Onlar da gerek Şiî-İran’a di bundan müşarun-ileyhin elçisine yirmi gerekse Rusya’ya karşı hep Osmanlı Devleti ile kıt’a tüfenk virelum ve darbzen virmeyelum, birlikte hareket etmeye çalışmışlardır. bilig-10/Yaz’99 57

KAYNAKLAR Osmanlı Arşivi, İstanbul.

MÜNECCİMBAŞI, Ahmed bin Lütfullah; (1295 h.), ASRAR, N. Ahmet; (t.y), Kânunî Sultan Süleyman ve İslam Alemi, 2.Baskı, Hilâl Yay., İstanbul. Sahâifu’l-Ahbâr fi Vekâyii’l-A’sâr, (Terc.N. BAHADIR HAN, Ebu’l-Gâzi; (1345 h.), Şecere-i Ahmed), C. III, İstanbul. Türk, (Terc. Rıza Nur), İstanbul. BAYUR, Yusuf Hikmet; (1946), Hindistan Tarihi, MÜNŞET MECMUASI; (996 h.), Esat Efendi T.T.K.Basımevi., C. I-II, Ankara. Kitaplığı, Nr.3345, Süleymaniye Ktb., FERİDUN BEY, Ahmed; (1274-1275 h.), İstanbul. Münşeâtü’s-Selâtin,C. I-II, İstanbul. GROUSSET, Rene; (1980), Bozkır İmparatorluğu, ORHONLU, Cengiz; (1970), Osmanlı Tarihine Ait (Terc. M. Reşat Uzmen), İstanbul. Belgeler, Telhisler ( 1597-1607), İstanbul. HAMMER, Joseph Pustgall; (1330 h.), Devlet-i Osmaniyye Tarihi, (Terc. Mehmed Atâ), PEÇEVİ, İbrahim Efendi; (1283 h.), Peçevî Tarihi, Selânik Matbaası, C. I-X, İstanbul. C. I-II, İstanbul. HAYIT, Baymirzâ; (1975), Türkistan Rusya İle Çin Arasında, (Terc. Abdulkadir Sadak), SARAY, Mehmet; (1988), “Abdullah Han”, İ.A., İstanbul,. T.D.V.Yay., C. I, İstanbul. İLGÜREL, Mücteba; (1989), “III.Murat”, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, SARAY, Mehmet; (1990), Rus İşgali Devrinde Çağ Yay., C.X, İstanbul. Osmanlı Devleti ile Türkistan Hanlıkları İNALCIK, Halil; (1959), “Osmanlılar’da Saltanat Verâseti Usulü ve Türk Hakimiyet Arasındaki Siyâsî Münasebetler (1775- Telakkisiyle İlgisi”, S.B.F.D., C. XIV/I, Ankara. 1875), İstanbul. KILIÇ, Remzi; (1994), Kanuni Sultan Süleym`n SELANİKİ, Mustafa Efendi; (1281 h.), Selânikî Devri Osmanlı-İran Münasebetleri (1520- 1566), Basılmamış Doktora Tezi, Kayseri. Tarihi, İstanbul. KIRZIOĞLU, M. Fahrettin; (1993), Osmanlıların TOGAN, Zeki Velidi; (1965-1966), XVI. A- sır’dan Kafkas Ellerini Fethi (1451-1590), T.T.K.Basımevi, Ankara. Günümüze Kadar Müstemleke Devrinde KÜTÜKOĞLU, Bekir; (1960), “III.Murat”, Asya Tarihi, İstanbul. İ.A.,M.E.B.,C.VII, İstanbul. KÜTÜKOĞLU, Bekir; (1993), Osmanlı-İran TOGAN, Zeki Velîdi; (1981), Bugünkü Türk İli ve Siyâsi Münasebetleri (1578-1612), İstanbul. Türkistan’ın Yakın Tarihi, İstanbul. MUSTAFA NURİ PAŞA; (1327 h.), Netâyicü’l- Vukuât, C. I-II, İrtanbul. UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı; (1988), Osmanlı MÜHİMME DEFTERİ; XXXII, Başbakanlık Tarihi, T.T.K. Basımevi, C. II, Ankara.

bilig-10/Yaz’99 58

SOLIDARITY BETWEEN THE OTTOMAN SULTAN MURAD THE THIRD AND THE UZBEK SOVEREIGN ABDULLAH KHAN THE SECOND

Ass. Prof. Remzi KILIÇ Niğde University, Facultx of Education

ABSTRACT

This study is concentrated on the solidarity between the Ottoman Sultan Murad The Third (1574-1595) and the Uzbek sovereign Abdullah The Second (1560-1598) who had an administrative power over most parts of Türkistan. At that time Murad The Third was busy in his eastern border with the Safevîds of İran. The solidarity between Murad and Abdullah was due to the necessity to reduce or restrict the influence of Şiî state of İran. For this reason, the Uzbek from the East and the Ottomans from the West put pressure on the Safevîds. Abdullah, the sovereign of the Uzbeks was very keen on keeping good relations with Ottomans over the Iranian question. This was found by both parties as vital as to restrain the propaganda and influence of Iran in other areas. Several correspondences were passed about the matter and this paper discuses all the aspects of these matters.

Key Words: Abdullah Khan II, Murad III, Ottoman Empire, Uzbek Sovereign, Safevîds, Iran, Central Asia, Solidarity.

bilig-10/Yaz’99S

61

TARİHÎ SEYRİ İÇİNDE BULGARİSTAN TÜRKLERİNİN DURUMU VE TÜRKİYE’NİN BÖLGE TÜRKLERİNE YÖNELİK POLİTİKALARI

Meşkure Yılmaz BÖRKLÜ Selçuk Üniversitesi, Doktora Öğrencisi

ÖZET

1877-78 Osmanlı - Rus Savaşı sonrası imzalanan Berlin Antlaşması ile Osmanlı Tuna Vilayeti topraklarında Bulgaristan Prensliği kurulmuştur. Daha sonra bu prenslik 1885’de Balkan Dağları güneyindeki Doğu Rumeli Vilâyeti’ni ilhak ederek büyümüş ve 1908’de ise krallık ilan ederek bağımsız olmuştur. Bu makale kapsamında Bulgaristan’ın kuruluşundan günümüze bölge Türklerinin genel durumu ve Türkiye’nin Bulgaristan Türkleri politikası incelenmektedir. Önemli tarihi dönemeçler de dikkate alınarak bu inceleme; Osmanlı dönemi, Neuilly Antlaşması sonrası dönem ve 1989 sonrası demokratik dönem olmak üzere üç ana safhaya ayrılmıştır. Osmanlı dönemi; prenslik ve krallık devrelerini kapsarken, Neuilly Antlaşması sonrası dönem; Çiftçi Partisi’nin iktidarda bulunduğu; Faşist, Birinci Sosyalist ve İkinci Sosyalist devreleri şeklinde ele alınmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Bulgaristan Türkleri, Balkan Türkleri, Türkiye’nin Bulgaristan Türkleri politikası.

bilig-10/Yaz’99 62

GİRİŞ bağımsız bir devlet kurma çabası içine girmişlerdir. Bulgar milliyetçiliği; Fransız ihtilâlinin etkisi, XVIII. yy. başlarında Çar Petro, sıcak deni- eğitim faaliyetlerinin yaygınlaşması, Bulgar kilis- zlere ulaşmadan Rusya’nın varlığını sürdürme ve esinin Fener Rum kilisesinden ayrılarak bağımsız büyümesinin mümkün olamayacağını belirtiyor olması ve etki alanının da daha sonra kurulacak ve bunu millî bir amaç olarak gelecek kuşaklara Bulgaristan coğrafyasını kapsaması gibi sebe- gösteriyordu. Bu amacın gerçekleşmesi, Osmanlı plerle gelişmiştir. Rusya’nın teşvik ve tahrikleri Devleti ile yapılac`k savaşlara ve kazanılacak ise, Balkanlarda kurulacak ve Ege Denizinde sınırı topraklara bağlıydı. Çar Petro komutasındaki Rus olacak bir devlet vasıtası ile sıcak denizlere açılma ordusunun 1711’de Osmanlı ordusu karşısında hesabına dayanmaktadır. bozguna uğramasına rağmen 1768 ile 1829 yılları Kırım’da yediği darbe sonrası Rusya, Osmanlı arasında yapılan 6 savaşı da kazanan Ruslar, Devleti’ne karşı saldırgan tutumunu bir süre Kırım, Ukrayna, Kafkasya ve Kuzey Azerbaycanı için tehir etmekle birlikte, bir taraftan çeşitli alarak Balkanlar ve Doğu Anadolu’da kara- yardım dernekleri vasıtası ile Panslavist bir siya- dan ve Karadeniz’de ise, denizden Osmanlı set güderken, diğer taraftan da Paris Antlaşma Devleti ile ortak sınıra sahip olmuştu. Aynı hükümlerini değiştirmek için fırsat kollamıştır. dönemde Osmanlı Devleti, bilim ve teknolojide Müteakip zaman diliminde Rus teşvik, tahrik ve geri kaldığı gibi iç çekişme ve huzursuzluk- desteği ile Balkanlarda çeşitli isyan hareketleri lar, askerî ve idarî kadrolardaki görevlilerin görülmüştür. Bu tür hadiseler, Osmanlı rekabet ve kutuplaşmaları gibi bir çok nedenlerle Devleti’nin zamanında aldığı çeşitli idarî ve ask- her geçen gün gerileme ve zayıflama emareleri erî tedbirlerle bastırılmıştır (Aydın, 1992; Ünal, baş göstermiştir. Osmanlı Devleti’nin içinde 1977). Ancak Rusların hasretle beklediği fırsat, bulunduğu bu şartlara bir de ağır Rus baskı Eylül 1870’de Fransa’nın Prusya’ya yenilm- ve oldukça yıpratıcı savaşlarının eklenmesi ile esi ile oluşuyordu. Birliğini sağlayan Almanya, durum daha da vahimleşmişti. Avrupa’daki tüm hesap ve kuvvet dengelerini XIX. yy’da çeşitli Balkan halkları, Rusya’nın değiştirmektedir. Rusya, Paris Antlaşmasını imza- kışkırtması ile bazı isyanlara teşebbüs etmişlerdir. layan devletlere 31 Ekim 1870’de gönderdiği Ruslara ağır bir darbe indirmeden Osmanlı nota ile, artık Karade- nizin tarafsızlık statüsü ile Devleti’nin rahat bir nefes alamayacağını gören burada tersane ve donanma bulundurma yasağını Reşit Paşa, mahir bir diplomasi ile İngiltere, Fransa kabul etmeyeceğini bildirmiştir. Bunun üzerine ve Sardunya (İtalya) devletleri ile ittifak kurarak imzalanan Londra Protokolü ile de, Rus talepleri Ruslara karşı Kırım Savaşını başlatır (1853). 2.5 kabul edilir (Yeni Türk Ansiklopedisi, 1985 ). yıla yakın süren ve çok kanlı geçen muharebe- Akabinde Rusya, Osmanlı tebaası Balkan haklarını lerden sonra müttefik orduları, Rus birliklerini silâhlandırma ve kışkırtmayı daha da artırır. Bu ağır bir yenilgiye uğratır ve 1856’da Kırım’ı durumda çeşitli Bulgar isyanları olmuşsa da, her işgal eder (Yeni Türk Ansiklopedisi, 1985). Kırım seferinde Osmanlı ordusu duruma hakim olmuş Savaşı sonunda imzalanan Paris Antlaşması ile ve isyanları kısa sürede bastırmıştır. Daha sonra Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğü teminat Ruslar, Almanya ve Avusturya ile hazırladıkları altına alınmış, Karadeniz tarafsız bir hale getirilmiş Berlin Muhtırasını, Osmanlı devletine vermiştir (11 Mayıs 1876). Ancak buna İngiltere’nin katılmaması ve bu sularda tersane ve donanma bulundurulması ile de muhtıra geçersiz kamıştır. Arkasından Ruslar, yasaklanmıştır (Aydın, 1992). Bu durum, belirli bir Sırbistan ve Karadağ’ı Osmanlı devletine karşı süre için de olsa Türkiye’yi rahatlatıyordu. savaşa sürmüş ve İngiliz kamuoyunu etkilemek için de, “Türklerin Bulgarları katlettiği” şeklinde BULGARİSTAN’IN DOĞUŞU asılsız bir propaganda başlatmıştır. Avrupa’nın desteğini temin eden Rusya, Sırbistan Diğer Balkan milletleri gibi Bulgarlar da, mil- ve Karadağ’ın yenilmesi üzerine, Türkiye’ye bir ülti- liyetçilik duyguları ve Rusya’nın teşvik ve tahrik- matom vererek askerî harekâtı derhal durdurmasını leri ile XIX. yy’da Osmanlı Devleti’nden ayrİlarak istemiştir. Daha sonra İstan bilig-10/Yaz’99 63 bul’da bir konferans (Tersane) toplanmış ve Berlin Antlaşması ile, nüfusunun yarıdan fazlası “Sırbistan ve Karadağ’a toprak, Bosna-Hersek Türk olan bir Bulgaristan devleti doğmuştur. ve Bulgaristan’a otonomi vermesi” Osmanlı Devletine iletilmiştir. Bu talebin Türklerce red- OSMANLI DÖNEMİNDE dedilmesi üzerine Rusya, bir taraftan diplomasi ile diğer Avrupa devletlerinin muhtemel savaşta BULGARİSTAN TÜRKLERİ tarafsız olmalarını temine çalışırken diğer taraf- Prenslik Dönemi ( 1878 - 1908 ) tan da büyük askerî hazırlıklara başlamıştır. Bu Türkler, yaklaşık bin yıldır Balkanlarda arada 30 Mart 1877’de imzalanan Londra Protokolü yaşamaktadır (Turan, 1996 ). XVI. yüzyılda (Tersane kararlarını içeren), Osmanlı devletine Bulgaristan nüfusunun büyük bir kısmını iletilmiş ve reddedilmiştir. Bunun üzerine Rusya, Müslüman Türkler teşkil ediyordu (Korkud, Avrupa hukukunu koruma bahanesi ile 24 Nisan 1986 ). Bulgaristan Türkleri, genelde Osmanlı 1877’de Osmanlı devletine bir savaş başlatmıştır. döneminde Anadolu’nun çeşitli yörelerinden Böylece Türk tarihinde 93 Harbi olarak anılan, Rumeli’ye gitmiş yörüklerden oluşmaktadır. Bu Balkanlarda Tuna ve Kuzey Doğu Anadolu’da yörük grupları arasında; Vize (Hayrabolu olarak Kafkas cephelerinde cereyan eden büyük ve kanlı da anılır), Naldöken, Tanrıdağı ve Karagözler bir savaş yaşanmıştır. Savaşın başlaması ile Fransa, önemli bir yer teşkil etmektedir (Toğrol,1989). İngiltere, Almanya, İtalya ve Avusturya tarafsızlık Osmanlı döneminde Anadolu’dan bölgeye göçen ilân ederken; Romanya, Sırbistan ve Karadağ ile Türkler, buradaki yerli Türk halkla kaynaşıp Bulgar çeteleri Rusların safında savaşmışlardır. Gazi çoğalmışlardır. Böylece bölgede bir Türk varlığı Osman Paşa ile Plevne’de ve Ahmet Muhtar Paşa ile oluşmuştur. Hoşgörülü ve adil Ormanlı yöneti- de Doğu Anadolu’da bazı başarılar elde edilmişse mi altında Bulgarlar, millî varlık ve kültürl- de, bu savaş, Türk tarihinin en büyük felâketler- erini koruyabilmişlerdir (Tarihte Türk Bulgar inden biri olmuştur. Türklerin bu savaşı kaybetmesi; İlişkileri, 1976). malî güçlükler, iaşe ve cephane eksikliği, tecrübeli Osmanlı İmparatorluğu; Asya’da Anadolu, subayların yetersizliği, kumandanlar arası ihtilâflar Avrupa’da Rumeli ve ortada başkent İstanbul ve harbin saraydan idare edilmesi gibi sebeplere jeopolitik dengesi üzerine kuruldu ve yaşadı dayanmaktadır (Aydın, 1992 ). (Şimşir,1987 ). 1876’da Tuna vilâyetinin altı Savaşın kaybedilmesinden sonra Türk ve sancağında (Niş hariç), Türk ve Bulgar nüfus eşit Rus heyetleri arasında 3 Mart 1878’de Yeşilköy ve 1.100.000 dolayındaydı. Berlin Antlaşması ile Antlaşmasİ imzalanmıştır. Buna göre; Doğu Doğu Rumeli adını alan bölgede ise 1876’da, 681 Anadolu ve Rumeli’de büyük toprak kaybının bin Türk’e karşılık 483 bin Bulgar yaşamaktaydı. yanı sıra Romanya, Sırbistan ve Karadağ’ın 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı esnasında 1 mily- bağımsızlığı ve Tuna eyaletinde kurulacak on bölge Türkü kanlı bir şekilde yurtlarından geniş bir Bulgaristan Prensliği de kabul ediliy- göçe zorlandı ve bunlardan yarısı soykırım ve ordu. Ancak büyük Avrupa devletleri, Yeşilköy ağır tabiat şartlarından ötürü katledildi. Böylece Antlaşmasını kendi çı- karlarına uygun bulma- Osmanlı Tuna eyalet topraklarında azınlıkta olan yarak 18 Haziran 1878’de Berlin Kongresini Bulgarlara bir ülke oluşturuldu (Keskioğlu, 1985). tertiplemişlerdir. Buna göre; Doğu Anadolu’daki Diğer bir ifade ile Rus yetkili makamlarınca bazı yerler Osmanlı’ya iade ediliyor (Beyazit ve da belirtildiği gibi bu savaş, “bir ırklar ve yok Eleşkirt), Romanya, Sırbistan ve Karadağ mese- etme” savaşı olarak plânlandı ve uygulandı (Tarihte lesi aynen kabul ediliyor, Büyük Bulgaristan Türk Bulgar İlişkhleri, 1976). Çoğunlukta olan küçültülerek Balkan Dağları kuzeyinde oluşuyor, Türkler, beş yüz yıldır yaşadıkları vatanlarında Makedonya ve Balkan Dağları ile Ege Denizi arası azınlık konumuna düştüler. Yhne de Bulgaristan topraklar Osmanlıya bırakılıyordu. Ayrıca Balkan Türklüğü tamamen ortadan kaldırılamadı. Örneğin, Dağları güneyinde kısmi özerk statüde “Doğu Ocak 1881’de ülkenin kuzeydoğu bölgelerinde Rumeli” adlı yeni bir eyalet kuruluyordu. Böylece hâlâ Türkler, %65’lik bir çoğunluğu teşkil ediyordu 93 Osmanlı-Rus savaşı ve sonucunda imzalanan (Şimşir, 1987). Bölge tarım arazi-

bilig-10/Yaz’99 64 lerinin %70’ine sahip olan Türklerin azınlığa Orta Öğretim Yasası ile, görünürde Türklere kendi düşürülmesi ile ekonomik durumları da dillerinde eğitim hakkı verilmekle birlikte gerçekte jötüleştirildi (Şimşir, 1986 ). eğitim özgürlüğünü kısıtlamak ve Türkleri cahil Bölge Rus işgaline düşmüş ve Berlin antlaşması bırakmak amaçlanıyordu (Şimşir, 1986 ). ile, Balkan dağları kuzeyinde bir Bulgaristan Bulgaristan Prensliğinin kurulmasından iti- Prensliği ve güneyinde ise, Doğu Rumdli Vilâyeti baren Osmanlı-Bulgar ilişkilerinin odak noktasını kurulmuştu. Bu iki bölge yönetimi de fiilen Bulgaristan Türk azınlığı oluşturmuştur. Osmanlı Bulgarların eline geçmiştir (Tarihte Türk Bulgar yönetimi, soydaşların hak ve özgürlüklerini, İlişkileri, 1976 ). 93 Harbi sonrası Rus askerî birlik- eğitim durumlarını ve dinî faaliyetlerinin leri bölgeden çekildikten sonra Bulgarlar, Türklere korunması yönünde girişimlerde bulunmuştur. karşı tam bir baskı ve ztlüm politikası uygulayarak göçe zorladılar. Binlerce Türk kurşuna dizilmiş, Krallık Dönemi ( 1908 - 1919 ) hamile kadınlar katledilmiş, camilere doldurularak yakılmışlardır. 1883 yaz ortasından itibaren üç 23 Temmuz 1908’de ilân edilen II. Meşrutiyet aylık dönemde 200 bin Türk, Türkiye’ye geldi. sonrası kaos ortamında Bulgaristan Prensliği, Bu göçler, 1886-90 arasında 75 bin, 1893-1902 5 Ekim 1908’de krallık ilân ederek Osmanlı arasında 70 bin olarak sürmüştür. Savaş sonrası Devletinden ayrılmıştır. Bu yeni dönemde Bulgar kısmen yaralar sarılmış ve Türkler bazı kültürel yönetimi, içte Türkler üzerinde tekrar baskı ve haklar elde etmişlerdir. Bulgaristan, 1885’te Balkan dışta ise diğer devletleri gölgede bırakacak bir Dağları güneyindeki Doğu Rumeli vilâyetini ilhak emperyalist politika uygulamaya başlamıştır. ederek büyümüştür (Toğrol, 1989 ). Osmanlı devleti, 19 Nisan 1909’de Türk ve Bulgar 1864’de kurulan Tuna Vilâyeti “pilot bölge” hükümetlerince İstanbul’da imzalanan bir pro- seçilerek Mithat Paşa'nın yönetimi altında, eğitim tokol ile Bulgaristan’ın bağımsızlığını tanıyordu. alanında büyük atılımlar yapmış ve ülkenin en Bu protokol; Bulgaristan Türklerinin Bulgarlarla ileri bölgelerinden birisi olmuştu. 1875’te bu eşit haklara sahip olması ile birlikte özel azınlık vilâyette Türklere ait 2700 ilkokul, 40 ortaokul haklarını, eğitim ve dinî hürriyetlerini bir kez ve 150 medrese bulunuyordu. Ancak Osmanlı- daha güvence ve teminat altına alıyordu (Toğrol, Rus savaşı esnasında Türk eğitim kurumları 1989 ).1909’da çıkartılan Bulgar Millî Eğitim yakılıp yıkılmış ve büyük darbe yemişti. 1886 Yasası ile, tüm eğitim ve öğretim kurumları bir yılından itibaren Bulgaristan Türk eğitimi, araya toplanıyor ve denetimi hükümet yönetimine yavaş ta olsa bir toparlanma dönemine girmiştir. bırakılarak merkezîleştiriliyordu. Bulgar emsal- 1894/95 öğretim yİlında, 1284 ilk ve 16 orta okul lerinden en az on kat daha yoksul olan Türk olmak üzere Bulgaristan Türklerinin 1300 okulu okulları, yerel ve genel yönetimlerden hiç maddî faal durumdaydı. Ancak Türk okulları, devlet destek alamıyorlardı. Ayrıca anılan yasa ile Bulgar desteğinden yoksun olduklarından araç-gereç ve okullarına çeşitli gelir getirici fonlar sağlanırken formasyonlu öğretmen açısından oldukça sıkıntı Türk okulları bundan mahrum edildi. Amaç; içindeydi (Şimşir, 1986 ). Türk çocuklarını eğitimsiz ve cahil bırakmaktı. Berlin Antlaşması, Bulgaristan’da yaşayan Bütün bu olumsuz şartlara rağmen Bulgaristan Türklerin dinî, kültürel ve eğitim konusundaki Türk eğitimi, yavaş ta olsa bir gelişme içindeydi. hak ve özgürlüklerini garanti altına alıyor ve Bulgaristan’da, en fazla Krallık döneminde Türk bunların Bulgar anayasasında yer alacağını basını canlılık göstermiştir. Bu dönemde yaklaşık hükme bağlıyordu. 1884’de çıkartılan Resmî ve 80 dolaylarında dergi ve gazete yayın hayatındaydı Özel Okullar Yasası, Berlin Antlaşması kararları (Şimşir, 1986). doğrultusunda Türk okullarını özel statüde sayıyor 1909 tarihli İstanbul protokolüne göre ve bunların yönetim ve denetimini Türk cemaatine Bulgaristan’da bulunacak ve Türkiye’nin de onayı bırakıyordu. 1891’de yürürlüğe giren Millî Eğitim ile atanacak Baş müftü, Bulgaristan Müslümanları Yasası, Türk okulları üzerindeki yerel yönetim üzerinde büyük denetim ve kontrol yetkisini haiz- yetkisini artırıyordu. 1908 başında çıkartılan İlk ve di. Bu yetki; dinî, hukukî, vakıf ve eğitim-öğre- bilig-10/Yaz’99 65 tim konularını içermekteydi. Daha sonra 26 NEUİLLY ANTLAŞMASI SONRASI Haziran 1919’ da bir müftülük tüzüğü yürürlüğe BULGARİSTAN TÜRKLERİ girmiştir. Buna göre, müftülükler, Bulgaristan Çiftçi Partisi Dönemi ( 1918 - 1934 ) Dış- işleri ve Mezhepler Bakanlığı denetim ve I. Dünya savaşında aynı ittifakta yer alan ve atama yetkisi altına girmekte ve görevli müftü yenilen Türkiye ve Bulgaristan’da savaş sonrası maaşları devletçe ödenmektedir (Şimşir, 1986 ). önemli gelişmeler olmuştur. Türkiye’de Milli Tıpkı 93 Harbi gibi 1912-13 Balkan Savaşları Mücadelenin başladığı sırada Bulgaristan’da, da Türkler için tam bir felâket olmuştur. Türkiye, önce ihtilâl ve arkasından seçimle Çiftçi Partisi hiç beklenmedik şekilde bu savaşı kaybetmesi yönetime gelmiştir. Bu parti yönetimi altında üzerine 550 yıldır ikinci Anayurt olan Rumeli’yi Bulgaristan Türkleri ilk ve son kez rahat bir nefes bırakarak Meriç’in gerisine çekilmek zorunda almış ve 1919-23 yıllarını kapsayan bu dönemde kalmıştır. Bu savaş esnasında da bölge Türkleri en huzurlu günlerini geçirmişlerdir (Keskioğlu, büyük zulüm gördüğü gibi eğitim öğretim 1985). Türk azınlığa karşı gösterilen bu olumlu kurumları da önemli tahribatlara uğramıştır. Bu Bulgar tutumu; iki milletin henüz bitmiş olan savaşta yarısı Bulgarlar tarafından olmak üzere I. Dünya savaşında silâh arkadaşlığı yapmaları 200 bin Türk katledilmiştir. Ayrıca yine bu ve ortak kaderi paylaşmaları, iktidarın çiftçi savaşta 200 bini Bulgarlar tarafından olmak üzere desteğine muhtaç olması ve ülke Türklerinin 440 bin Türk yaşadıkları topraklardan Türkiye’ye %80’inin çiftçi olması ve o günlerdeki devletler göç ettirilmişlerdir. Bu savaşta Bulgaristan, hukukunda azınlık lehine önemli değişiklikler yapılması gibi nedenler etken olmuştur. Ayrıca Güney Dobruca'yı Romanya’ya bırakırken Batı savaş sonrası Bulgaristan’ın imzaladığı Neuilly Trakya’yı işgal ediyordu (Şimşir, 1986 ). Antlaşması, Bulgaristan Türk azınlığının dinî, Balkan Savaşı sonrası Bulgarların bölgede kültürel ve eğitim alanındaki haklarını temi- yaşayan Türklere yönelik katliam ve soykırım nat altına alan hükümler de içermekte ve bu hareketleri büyük ivme kazanmıştır. Ayrıca durum da aynı dönemde bölge Türklerine yöne- Türk isimlerini değiştirme, Hristiyan olmaya lik Bulgar politikasını etkilemektedir (Eminov, zorlama ve millî kıyafetlerini yasaklama ve 1990; Şimşir, 1986). camileri yakma gibi bazı uygulamalar olmuştur 21 Temmuz 1921’de yürürlüğe giren Bulgar (Turan,1995). Bu amaçla Bulgar Genel Kurmayı Millî Eğitim Yasası Türk okullarıyla ilgili şu yeni- tarafından 1912’de hazırlanan plân şunları içer- likleri içermektedir: Ayrı bir müfettiş atanması, mektedir: kültürel imha, soykırım, göç ettirme, 20’den fazla okulu bulunan encümenlerin birer tehcir ve sınır dışı. Balkan Savaşı sonrası iki ülke orta ve ilk okul öğretmeni seçmesi, Bulgarca arasında 29 Eylül 1913’te imzalanan İstanbul eğitim yapma zorunluluğunun kalkması, okul Barış Antlaşması da, Bulgaristan Türklerinin fonları oluşturulması, okul ve okul yapımına önceki haklarını teyit etmektedir (Toğrol, 1989) devlet desteği sağlanması (Keskioğlu, 1985). . 1921 / 22 eğitim döneminde Bulgaristan I. Dünya Savaşında müttefik olan Türkiye Türklerinin okul sayısı, 1712’ye ulaşmıştır. Bu ve Bulgaristan arası ilişkiler yakınlaşmış ve dönemde ayrıca Şumnu’da bir Türk öğretmen müşterek askerî birlikler Romanya cephesinde okulu açılmış (1919), Türk öğretmenlere mesle- Ruslara karşı savaşmıştır. Bu yakınaşma atmos- kî kurslar düzenlenmiş ve yine Şumnu’da din ferinde Bulgar yönetimi, Türklere isim kullanma adamı yetiştiren bir İlâhiyat (Nüvvab) okulu hakkını iade etmiştir (Turan, 1995). Savaş sonrası açılma hazırlıkları başlamıştır (1922’de açılan) Bulgaristan’ın 27 Kasım 1991’da imzaladığı (Yenisoy, 1997). Neuilly Barış Antlaşması ile, ülkede yaşayan 1923’de yapılan bir darbe ile Bulgaristan’da tüm azınlıkların kültürel ve dinî özgürlükleri Çiftçi hükümetinin devrilmesi sonrası yönetime teminat altına alınmıştır (Toğrol, 1989). Böylece faşist bir idare geçmiş ve ortaya atılan “Bulgaristan Müslüman halka geniş dinî haklar sağlayan Bulgarlarındır” sloganı ile tekrar Türklere yöne- 1919 tarihli Bulgaristan Müslümanları Teşkilât lik baskılar artmıştır (Toğrol, 1989). Bu faşist Nizamnamesi düzenlenmiştir (Keskioğlu, 1985). yönetimin 1930 sonrası Türkleri cahil bırakma

bilig-10/Yaz’99 66 amaçlı kararları şöyle özetlenebilir: gerekli tüm Türkiye’nin Millî Mücadeleden başarı ile yasal tedbirlerin alınması, okullarda verilen bilg- çıkması ve bağımsızlığını kazanması, Bulgaristan ilerin en basit seviyede tutulması, dinî eğitime Türk gençliğini de sevince boğmuştu. Böylece ağırlık verilmesi ve Türk okullarında görevli çeşitli kültürel ve sportif amaçlı birçok gençlik Bulgar öğretmenlerin istihbarat amaçlı tutulması kulüpleri kuruldu ve kısa sürede tüm Bulgaristan (Yenisoy, 1997). Yine bu dönemde 1926’da ilk Türk yörelerine yayıldı. Bu spor kulüp temsilcileri mezunlarını veren ve 1947 yılına kadar hayatını 1924’de birincisi Rusçuk’ta olmak üzere her yıl sürdüren Şumnu İlâhiyat Okulu, öğretmen oku- farklı bir şehirde kongreler tertip ettiler ve bir birlik lunun 1928’de kapatılmasından itibaren daha çok oluşturarak müşterek hareket etme kararı aldılar. öğretmen yetiştirme amaçlı görev icra etmiştir Bu tür toplantıların üçüncüsünün düzenlendiği (Şimşir, 1986). 1926 Varna kongresinde Bulgaristan Türk Spor 1920’lerde Bulgaristan Türkleri, Müftülük Birliğinin adı “Turan” olarak değiştirildi. Atatürkçü ve Türk Öğretmenler Birliği vasıtası ile ülke bir çizgide bulunan Turan dernekleri, çok kısa düzeyinde örgütlenmişlerdi. II. Dünya Savaşı önc- bir süre içinde Türklerin bulunduğu hemen tüm esi Bulgaristan’da 25 olan müftü sayısı bu savaş birimlere yayıldı. Ayrıca bu derneğin yayın organı esnasında işgal edilen topraklarla (Batı Trakya ve olarak Turan adlı bir gazete de 1928’de yeni Yugoslavya’nın bir kısmı) birlikte geçici olarak Türk harfleri ile basılmaya başladı. Çok kısa 40’a çıkmıştır. Ancak savaş sonrası komünist bir sürede Bulgaristan Türk gençleri arasında dönemde bu sayı sürekli azaltılarak 1959’da 6’ya Türklük bilincinin oluşması ve Atatürkçülük fikir- indirilmiştir. Ayrıca II. Dünya Savaşı sonrası lerinin yayılmasına vesile olan Turan derneği, dönemde müftüler, hükümetçe atanan birer kukla sekizinci ve son kongresini 1933’de Rusçuk’ta durumundadır. 1938’den itibaren müftülerin yaptıktan sonra ertesi yıl kapatıldı. Kapatıldığında hukukî yetkileri kaldırılmıştır. bu dernek, 95 şube ve 5 bin aktif üyeye sahipti Türk Öğretmenler Birliği, birlik ve beraberliği (Şimşir, 1986). geliştirme ve eğitim kalitesini yükseltmenin 18 Ekim 1925’te imzalanan Türk - yanı sıra Türk çocuklarının milliyetçi, Türklük Bulgar Dostluk Anlaşması, Neuilly Antlaşma şuuruna sahip ve Türkiye’ye bağlı bir nesil kapsamındaki azınlık haklarını Bulgaristan olarak yetiştirilmesi çabası içindeydi. Ayrıca bu Türklerine ve Lozan Antlaşması kapsamındaki birlik, Türkiye’deki gelişmelere paralel olarak azınlık haklarını da Türkiye’de yaşayan Bulgarlara Temmuz 1928’de ülke çapında Türk okullarında uygulanmasını karar altına almıştır (Toğrol, Latin alfabesi ile eğitime geçme kararı aldı 1989; Eroğlu, 1987). Yine bu anlaşmaya göre; (Lom’daki kongrede) ve bu konuda hazırlıklara her iki ülkede azınlık konumunda bulunan Türk başladı. Ancak Bulgar Millî Eğitim Bakanlığı, ve Bulgarlar, yanlarına taşınabilir mallarını bu girişimi 10 Ekim 1928’de yayınladığı bir alarak serbestçe göç edebileceklerdi (Tarihte genelge ile dört sene müddetince yasakladı. Türk Bulgar İlişkileri, 1976; Şimşir,1987). Bunun üzerine Bulgaristan Türk Öğretmenler 1930’lu yıllarda Bulgaristan’daki soydaşlar Birliği ve Türkiye hükümeti, Bulgar hükümeti üzerine baskılar artmış, yeni yazı yasaklanmış nezdinde girişimlerde bulunarak bu ertelemeden ve birçok Türk okulu kapatılmıştır. Yine bu vazgeçilmesini talep ettiler. Bu çabalar net- kapsamda Bulgar yönetimi bir dizi karar alar- icesinde kısa bir süre sonra Türk okullarında ak soydaşlarımızın Türkiye ile kültürel bağlarını Latin alfabesine geçme ertelemesinden vazgeçil- koparma ve birliklerini zayıflatma veya onları di. Böylece 1928/29 öğretim yılından itibaren Türkiye’ye göçe zorlama gayretleri içine girmiştir yeni alfabeye geçildiği gibi Bulgaristan Türkleri (Eminov, 1990). Bu kapsamda; Türkiye’ye göçü arasında da Millet Mektepleri (yaşlı nesle yeni teşvik, aydın din adamlarını görevden uzaklaştırma, yazıyı öğretmeyi amaçlayan) yaygınlaştı ve Türk okullarda tekrar Arap harfleri ile eğitime geçme gibi Basını da yeni harfleri kullanmaya başladı. Türk politikalar uygulanmıştır (Yenisoy, 1997). Bu arada Öğretmenler Birliğinin faaliyetleri, 1933 sonrası Atatürk’ün gayretleri ile 9 Şubat 1934’te kurulan yasaklanmıştır (Şimşir, 1986). Balkan Paktı’na Bulgaristan, komşularına ait bilig-10/Yaz’99 67 topraklar üzerinde işgal emelleri olmasından Bulgar toprakları, 5 Eylül 1944’ten itibaren ötürü katılmamıştır (Tarihte Türk Bulgar Sovyet Kızıl Ordusu tarafından işgal edildi; İlişkileri, 1976). 15 Ekim 1944’de ise ülke, Bulgaristan Halk Bulgaristan Türkleri, 31 Ekim - 3 Kasım 1929 Cumhuriyeti adını aldı. Savaş sonrası 1946’ tarihleri arasında 450 delegenin katıldığı Sofya’da bir da yapılan referandumla da ülke, sosyalist aile Millî Kongre düzenleyerek problemlerini tartışmış üyelerinden biri olmuştur (Tarihte Türk Bulgar ve çözümü doğrultusunda kararlar almışlardır. İlişkileri, 1976). Kongrede çeşitli sorunların ele alındığı şu altı 1944’de yönetime gelen komünistler, azınlık komisyon oluşturulmuştur: Maliye, Müftülükler ve desteğini temin için önce baskı politikasına son Şeriye Mahkemeleri, Hayır Kurumları, Maarif, İslâm verdi. Ancak 1946 sonrası özel okul statüsündeki Cemaatleri ve Vakıflar. Müftülükler Komisyonu; bu Türk okullarını devletleştirdi ve arkasından da kurumların ıslahı, müftülerin seçimle gelmesi ve tek tip bir sosyalist Bulgar toplumu oluşturmaya keyfi görevden alınmaması gibi kararlar almıştır. kalkıştı (Turan, 1995). Okullardan din derslerinin Maarif komisyonu ise, yeni Türk alfabesi ile eğitime kaldırılmasını Türkçe’nin yasaklanması ve Türk karar vermiştir. Ayrıca diğer kararlar; Türklere uygu- adlarının değiştirilmesi izlemiştir (Hüseyin, 1995). lanan okul vergilerinin hafifletilmesi, okul bütçe- Bu dönemde Türk azınlık okullarının sayısı, 1200’e lerinin müftülerce onaylanması, hükümetçe alınan kadar ulaşmış, Türkçe kitaplar bile basılmıştı. okul tarlalarının iadesi gibi hususları içeriyordu. Bulgarca hariç, diğer tüm dersler Türkçe yapılan Daha sonra bu kongre kararları Bulgar hükümet- bu okulların giderleri, soydaşlarımız ve vakıflar ine iletilmiştir. Bu ve benzeri kararlar, hükümetçe tarafından karşılanmaktaydı. Ancak 12 Ekim dikkate alınmadığı gibi Türk eğitimi üzerindeki 1946’da çıkarılan bir yasa ile; okul ve camilere baskılar daha da artırıldı. 1930’ lardan itibaren Türk ait vakıflar kamulaştırılmış, özel statüdeki Türk okullarını kapatma politikası, 1946’da bu okulların okulları devletleştirilmiş ve Eğitim Bakanlığı devletleştirilmesi ve eğitim dilinin Bulgarca denetimine girmiştir (Toğrol, 1989). 1944 öncesi yapılması ile doruğa çıktı. Ayrıca 1934 hükümet Türk okullarında 23 olan ders kitap adedi, 1953/54 değişikliği akabinde kongreye iştirak edenlere karşı öğretim yılında 85’e yükselmiştir. Türk okulları ve Bulgarlar, açıktan cephe almıştır (Şimşir, 1986). bu okullarda okutulan ders kitaplarındaki artış, Türk Böylece müşterek hareket yeteneğini kaybeden çocuklarına komünist ideolojiyi aşılama niyetine soydaşlarımızın hakları, Bulgar yönetimlerince daha dayanmaktadır (Yenisoy, 1997). Böylece Türklerin kolay gasp edilmiştir (Keskioğlu, 1985). gelecekle ilgili endişeleri artmış ve göç istekleri kamçılanmıştır (Eminov 1990; Şimşir, 1987). Ancak II. Dünya savaşı esnasında Türklerin satacakları Faşist Dönem ( 1934 - 1946 ) mal bedellerini ülke dışına çıkartma yasağı göçü Bulgaristan kurulduğunda birçok yörede engellemiştir (Toğrol, 1989). Türkler çoğunluktaydı. Bu durum göçlerle Türk azınlık okullarının devletleştirilmesi azaltıldı. 1934 sonrası Bulgarlar, bir toprak sonrası yeni ders kitapları da hazırlanmıştı. ihtilâli yaparak Türklerin elindeki arazilere el 1947/48 öğretim yılından itibaren okutul- koydular (Keskioğlu, 1985). maya başlanan bu kitaplar, bir geçiş dönemi II. Dünya Savaşı başladıktan sonra kitaplarıydı. Yani bunlar; 1930’ların milliyetçilik, Bulgaristan, 1 Mart 1940’ta Berlin Paktı’na Türklük aşılayan kitaplarına benzemediği gibi girmiş ve Almanya safında savaşa katılmıştır. komünist ideolojinin propagandasını da içeren Çünkü Bulgarlar; Dobruca, Makedonya ve Batı kitaplar değildi. Müteakip yıllarda Bulgaristan Trakya’yı almak istiyorlardı. 1 Aralık 1943 Türk azınlık okul müfredatları, belirli bir plân Tahran Konferansı’nda müttefikler, Bulgaristan’ı ve program dahilinde sürekli değiştirilerek Türk Sovyet nüfuzuna bırakma kararı aldılar (Toğrol, çocuklarını komünistleştirme istikametinde 1989). Bunun üzerine Rusya’nın yardım ve gelişmiştir. Hatta bu uygulama kapsamına kreş desteği ile kurulan gizli vatan cephesi militanları ve anaokulları da dahil edilerek buralarda da 1942’de Bulgaristan’da bir iç savaş başlattılar. Bulgarca eğitim verilmiş ve

bilig-10/Yaz’99 68 komünist terbiyenin ilk tohumları atılmıştır. Genel olan Türk-Bulgar ilişkileri daha da kötüleşti komünist eğitim sistemi içinde Türkiye yabancı ve ve karşılıklı bir nota düellosuna girildi (Şimşir, bir düşman devlet olarak öğretilirken; Sovyetler 1986). Birliği, sonsuz hayranlık ve minnet duyulacak bir Bulgaristan adeta bir tehcir operasyonu ile anavatan olarak öğretilmiştir (Şimşir, 1986). Türk ekonomisini felç etmek ve Türkiye’yi Türkiye’nin bağımsızlığını kazanması akab- cezalandırmak istiyordu. Ayrıca Bulgaristan, inde Türkiye ve Bulgaristan arasında 18 Ekim göçmen kitleleri arasına bazı zararlı insanlar 1925’te Ankara’da imzalanan ikamet sözleşmesi sokmayı ve göçmenlerin mallarını yok pahasına ile Bulgaristan’dan Türkiye’ye göçler konusu satmalarını arzuluyordu. Bulgar entrikalarını hukuki temellere oturtuluyordu. Bu sözleşme engellemek için Türkiye, Bulgaristan’dan sonrası yıllarda da çeşitli Türk göçleri yaşanmıştır. gelecek soydaşlara vize uygulamış ve bu kap- Örneğin 1923-39 yılları arasında yaklaşık 200 bin samda 1 Ocak 1950 ile 30 Eylül 1951 tarihleri soydaş Türkiye’ye gelmiştir. II. Dünya Savaşı arasında 212.150 kişiye Türkiye’ye giriş vizesi başları ve sonrası yıllarda ülke dışına çıkışlar vermiştir (bunların hepsi Türkiye’ye gelemedil- yasaklanmış olduğundan benzer göçlerde bir er). Türkiye, Ocak 1950’den başlayan ve gittikçe yavaşlama olmuş ve böylece göçmen sayısı 20 artan oranlarda göçmen kabul etmiştir. Ancak üç binde kalmıştır. aylık bir süreçte 250.000 kişinin kabulü mümkün değildi. Bu şekilde göç akını sürerken Bulgarlar, Türk göçmenler arasına vizesiz bazı kimseler Birinci Sosyalist Dönem ( 1946 - 1970 ) ile Çingeneler soktular. Bunun üzerine Türkiye, II. Dünya Savaşı sonrası Bulgaristan’da rejim bunları Bulgaristan’a iade etmek istemiş ve değişikliği olmuş ve ülkede bir komünist dönem Bulgaristan ise buna yanaşmamıştır. Arkasından başlamıştır. Bu yıllarda büyük işgücü ihtiyacı Türkiye, 7 Ekim 1950’de sınırı kapattı. Vizesiz duyan Bulgaristan, bir taraftan Türk göçünü kimselerin geri alınacağı ve bir daha da benzer engelleme çabasındayken; diğer taraftan da, Türk olayların yaşanmayacağının Bulgarlarca kabul sosyal kurum ve topraklarına el koyarak huzursu- edilmesi üzerine, Türk-Bulgar sınırı 2 Aralık zluk ve göç isteğini artırma gibi çelişkili bir tutum 1950’de tekrar açıldı. Bunun üzerine 1950-51 içindedir (Tarihte Türk Bulgar İliŞkileri, 1976). kışının Aralık, Ocak ve Şubat aylarında 20’şer Bu karmaşık ortamda Türk azınlığa ait tarlalar binin üzerinde göçmen kitlesi Türkiye’ye sığındı. ellerinden alınmaya, okullar devletleştirilmeye ve Nisan’da Türk hükümeti aldığı bir kararla 1 Bulgarlaştırılmaya, önemli Türk `ydınlar tutuk- Ocak 1950’den beri Bulgaristan’dan Türkiye’ye lanmaya başlandı. Özellikle 1947 sonrası artan gelmekte olan tüm göçmenler “iskânlı göçmen” bu tür baskı politikaları, Türk azınlık üzerinde statüsüne (yani devlet desteği verilecek) alındı infial yarattı ve millî benlik ve yeni nesilleri (Şimşir, 1986). koruma endişesine sevk etti. Böylece büyük bir 1951 yazı esnasında sayıları gittikçe azal- soydaş kitlesi, Türkiye yetkili ve diplomatik makla birlikte göç yürüyordu; ama Bulgaristan, temsilciliklerine müracaat ederek göç taleplerini yine göçmenler arasına bazı vizesiz ve Çingene iletmişlerdir. Bu talepleri değerlendiren Türk kişileri soktu. Bunun üzerine Türkiye, Haziran- hükümeti, 31 Mayıs 1947’de aldığı bir kara- Ekim 1951 tarihleri arasında altı nota vererek istenmeyen kişilerin geri alınmasını ve sahtekârlık rla II. Dünya Savaşında Sovyetler Birliği’nden yapanların bulunup cezalandırılmasını talep etti. Avrupa’ya sığınan soydaşlarımızdan mülte- Bulgarların Türk notalarına olumlu bir cevap ci kabulü ile Bulgaristan’dan serbest göçmen vermemesi üzerine Türkiye, 8 Kasım 1951’ de (hükümetten yardım almayacak) kabulünü karara ikinci kez Türk-Bulgar sınırını kapattı. Buna bağlıyordu. Bu kapsamda 1947-50 arası her yıl karşılık Bulgar hükümeti, 30 Kasım 1951’de 1-2 bin arası bir göçmen kitlesi gelmiştir. Ama 10 Bulgaristan’dan Türkiye’ye göçü kesin olar- Ağustos 1950’de Bulgar hükümeti, Türkiye’ye bir ak yasaklıyordu (Eminov 1990; Şimşir, 1986). nota vererek Bulgaristan Türklerinden 250.000 1950-51 yıllarını kapsayan dönemde toplam kişinin üç ay içinde Türkiye’ye göçmen olarak 154.393 soydaş Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç- alınmasını talep etmiştir. Bunun üzerine gergin men olarak gel- bilig-10/Yaz’99 69 miştir (Toğrol, 1989). Bu göçmenler, kısa sürede eki eğitim dili tekrar Bulgarca olmuştur. Ayrıca ev sahibi olmuş ve üretici duruma geçmişlerdir. yüksek okul mezunu Türk gençlerine uzmanlık Sosyalist bir ülkeden kapitalist Türkiye’ye göç, alanlarında görev verilmemiştir. Daha sonra komünist camiada hoş karşılanmamış ve Stalin’in Türklere ait ana, ilk ve ortaokullar ile liseler emri ile durdurulmuştur. Ayrıca Stalin, Bulgaristan kapatılmış, Türk tiyatro faaliyetleri durdurulmuş, Türklerinin ileride Türkiye’de yapılacak sosyal- komünist propaganda içerikli hariç Türkçe kitap ist devrimin öncüleri olarak yetiştirilmelerini de basımı yasaklanmış ve Türkçe radyo yayını sona emreder. Bunun üzerine Bulgaristan’da kapatılmış ermiştir (Yenisoy, 1997). olan Türk okulları Türkçe eğitim verecek şekilde Komünist rejim döneminde Bulgaristan’da yeniden açılır. Ancak 1950-51 yıllarındaki büyük sanayileşme ve ağır sanayi geçiş çabalarında göçle yetişmiş elemanların çoğu Türkiye’ye konunun sosyal boyutu düşünülmedi. Böylece göçtüğünden öğretmen sıkıntısı çekilir. Bu köyler boşaldı. Diğer taraftan kooperatiflerin problemin çözümü için Bulgaristan Türklerinin yaygınlaşması ve özel mülkiyetin yasaklanması, eğitiminde “Azerbaycan” model seçilir ve 1952 tarımsal ve ziraî üretimde verimsizliğe neden oldu. yılında bu ülkeden Bulgaristan’a birçok Azeri Bu durum, bir tarım ülkesi olan Bulgaristan’ın uzman ve danışman getirilir. Azeri uzmanlar dış pazarlara tarımsal ürünler ve kaliteli sanayi Bulgaristan Türk eğitimini inceledikten sonra mâmulleri satamamasına sebep oldu (Çavuş, hazırladıkları raporda Türklerin eğitim açısından 1997). çok geri kaldığını bildirmiş ve alınması gerekli 1949-1956 yılları arası dönemde toprakların tedbirleri belirtmişlerdir. Bunun üzerine Bulgar kolektifleştirilmesi ile Türkler, çok daha kötü duru- hükümeti, Bulgaristan Türk okullarının durumunu ma ve ikinci sınıf vatandaş konumuna düştüler. iyileştirmek için 5 Ağustos 1952 günü bir dizi kara- Ayrıca bu dönemde; toplu halde yaşayan ve kültür- rlar alır. Bunlar; Türk pedagoji okulları açılması lerini muhafaza eden soydaşlarımızın dağıtılması (Kırcaali, Razgrat ve daha sonra Sofya’da), Türk ve asimile edilmesi de sistematik hale getirilecektir. kız lisesi ve ortaokulu açılması (Rusçuk’ta), Türk 1950’lerde Bulgaristan’da komünist içerikli bir Türk öğrencilere burslar verilmesi, yeni Türkçe ders eğitimi gelişti. Bu durum; 1946’da Türk okullarının kitapları hazırlanması ve Sofya Üniversitesi'nde devletleştirilmesi ile başladı, 1950-51 göçü ardından Türkler için yeni bölümler açılması gibi konuları yoğunlaştı ve 1959-60 öğretim yılında Türk içeriyordu (Yenisoy, 1997). okullarının Bulgar okulları ile birleştirilmesiyle Yeni açılan okullarda bazı Azerî hocalar da sona erdi. Bulgar faşist ve komünist yönetimleri, görev almış ve Bulgaristan Türklerinden seçtikleri Türklerin sosyal ve kültürel varlıklarını ortadan asistanları yetiştirmişlerdir. Yine bu dönemde 30 kaldırmayı amaçlayan ve birbirlerini tamamlayan dolayında Türk öğrenci, yüksek öğrenim yapmak politikalar tatbik etmişlerdir. Sosyalist dönemde için Azerbaycan’a gönderilmiştir. Azerî uzmanlar, başlayan Türk eğitimini kalkındırma çabaları çok Bulgaristan Türk okul müfredatlarının gelişmesi kısa ömürlü oldu. Türk pedagoji okullarıyla liseleri, ve güncelleşmesine büyük katkı sağlamışlardır 1956/57 kapatıldı. 1958/59 öğretim yılında ise, (Yenisoy, 1997). Ancak Bulgaristan Türklerine Türk azınlık okulları Bulgar okullarıyla birleştirildi uygulanan sosyalist içerikli eğitim plânı tutmamış; (Eminov 1990; Şimşir, 1986). bilakis Azerî Türk uzmanların gayretleri ile Türk okulları 1946’da devletleştirilmiş soydaşlarımızın Türklük bilinci ve milliyetçilik olmakla birlikte Bulgarlardan ayrı Türkçe eğitim duyguları daha fazla artmıştır (Toğrol, 1991). yürütüyorlardı. Bu eğitimin içeriği sosyal- ist idi. Todor Jivkof yönetimi altındaki Bulgar Stalin’in ölümü ve Türkiye’de sosyalist bir hükümeti, tüm Türk azınlık okullarını kapa- devrimin mümkün olamayacağının anlaşılması ile tarak Bulgarlaştırıyordu. İlkokullardaki uygu- Bulgar yönetimi, Türk azınlığa yönelik politikaları lama üçe ayrıldı: (1) nüfusu tamamen Türk olan silbaştan değiştirmiştir. Bu kapsamda; 1956’dan köy ve mahalle okulları bu durumunu korudu, itibaren Azerî uzmanlar ülkelerine gönderilmiş, (2) Türk ve Bulgarların birlikte yaşadıkları ve Sofya Üniversitesi’ndeki Türklere ait bölümler Türklerin çoğunlukta olduğu yerlerde karma kapatılmış, Türk öğretmen okulları ve liselerind- sınıflar oluşturuldu

bilig-10/Yaz’99 70 ve eğitim dili Bulgarca oldu ve (3) Türk ve Bu amacın son halkalarından birisi olarak 17 Bulgarların birlikte yaşadıkları ve Türklerin Temmuz 1970’da Bulgaristan Merkez Politbüro azınlıkta olduğu yerlerde Türk çocukları, Bulgar yetkilileri 549 sayılı “gizli tehdiş ile milliyet ve okullarına aktarıldı. Ayrıca yine aynı dönemde din değiştirme” kararı almışlardır (Toğrol,1991; Türk ortaokulları da Bulgarlaştırıldı ve Bulgar Toğrol , 1989). Bu dönemde Bulgar yönetimi, bir ortaokulları ile birleştirildi. Bu uygulamalarla; “Komünist-Bulgar-Slav toplumu” yaratma fikrini Bulgaris- tan Türklerinin Türkiye’den koparılması, benimsemiş ve azınlıkların din, dil ve isimlerini Bulgarlaştırılıp Bulgarlarla kaynaştırılması amacı değiştirme plânları yapmıştır. Önce Çingene ve güdülüyordu. Bu uygulamalarla birlikte birçok Pomak Türklerinin adları değiştirilmiş ve arkasından Türk öğretmen açığa alındı ve Türkçe ders da diğer Türklere, benzer yöntemler uygulanmıştır. kitapları toplatıldı. Bu uygulamalar demokratik Bu uygulamaya karşı gelenler çok ağır cezalara usûl ve yöntemlerle değil tepeden inme komünist çarptırılmışlardır. Örneğin 1972’de Rodop lar’daki parti kararlarıyla yaptırılmıştır. Türk dili eğitimi uygulamada 10 binin üzerinde masum soydaşımız her geçen gün azalmış ve 1970’e gelindiğinde katledilmiştir. Bulgarları bu tür çılgın karar ve tamamen ortadan kalkmıştır (Creed 1990; Şimşir, uygulamalara iten nedenlerin başında, Türklerin 1986). hızlı nüfus artışı karşısında Bulgarların zamanla 1950-51 göçünden sonra Bulgaristan'daki ilk azınlığa düşme endişesi yatmaktadır. Nitekim bu genel nüfus sayımı 1 Aralık 1956'da yapıldı. Bu kaygılar, çeşitli resmî toplantı ve raporlarda dile nüfus sayımına göre Türklerin sayısı 1 milyon getirilmiştir (Toğrol, 1991). kadardır (Pomakların sayısı ayrı gösterilmekte). 1964’te Türk-Sovyet ilişkilerinin gelişmesine Türkler genelde köylerde yaşamaktadır. Sekiz paralel Türk-Bulgar ilişkileri de iyileşmiştir. Bu yaş ve üstü 505 bin olan Türklerin yaklaşık üçte kapsamda Bulgaristan’la; ticaret anlaşması (1965), birinin okuma bilmemesi ve çeşitli düzeylerde ekonomik, sosyal ve kültürel haklar sözleşmesi okul bitirmiş olanların ise çok az olması konu- (1966) ve medeni ve siyasi haklar sözleşmesi nun vahametini göstermektedir. Bu amaçla tüm (1966) imzalanmıştır. Ayrıca iki ülke arasındaki Bulgar yönetimleri ortak çaba harcamışlardır parçalanmış ailelerin birleştirilmesini amaçlayan (Eminov 1990; Creed 1990; Şimşir, 1986). “Yakın Akraba Göç Anlaşması” da uzun pazarlık 1960’larda 27 Mayıs ihtilali ve sonrası ve görüşmeler neticesinde Türk ve Bulgar Dışişleri gelişmeler, koalisyon hükümetleri ve Kıbrıs Bakanları tarafından 22 Mart 1968’de Ankara’da sorunu v.b. meselelerle uğraşan Türkiye, komşu imzalanmıştır (Toğrol, 1989). Bulgaristan’daki soydaşların eğitimine gerekli alakayı gösteremedi. Todor Jivkof yönetimi, 1969-78 yılları arasındaki göçün kökü, köklü Bulgaristan Türk eğitimini boğazladı. 1950’lere dayanıyordu. O yıllarda Türkiye’ ye gelen bazı soydaşların yakın akrabaları Bulgaristan'dan Türkiye'ye göç kampanyası ve bu amaçla Türk temsilciliklerine yapılan resmî Bulgaristan’da kalmıştı. Bu nedenle parçalanmış müracaatlar, 19 Mart 1964'te 400 bine ulaşmıştı. aileler birleşmek istiyordu. Diğer taraftan vize Bu kampanyanın gerisinde Türk azınlık okullarının almış, malını mülkünü satmış bir çok Türj, sınırın kapatılması ile yeise düşen ve Bulgarlaştırılacağı kapatılmasından dolayı göç umutları içinde hissine kapılan soydaş kaygıları yatmaktadır. Bulgaristan’da kalmıştı. Bu konular iki komşu Ancak göç konusu Bulgar makamlarınca şiddetle ülke arasında potansiyel bir sorun oluşturuyordu. yasaklanıyor ve kelimenin telâffuzu dahi ağır Türkleri göçe iten nedenlerin başında 1949- ceza gerektiriyordu. Bulgarları kaygılandıran ve 1956 yılları arası Bulgaristan tarım topraklarının endişeye sevkeden husus, çok ağır işlerde çalışan kolektifleştirilmesi olmuştur. Bu vesile ile çoğunluğu Türklerin göçmesi ile işlerin aksayacağı ve Bulgar çiftçi olan Türklerin toprakları ellerinden alınmıştı. ekonomisinin zarar göreceği idi. Kısa bir süre Bu durumda Bulgaristan’daki soydaşlar ve onların sonra Bulgaristan’da Türk olmak veya kalmakta Türkiye’de bulunan yakınları Türk makamlarına suç sayılmaya başlanacaktır (Creed, 1990). müracaat ederek göç taleplerini iletmişlerdir. Bunun Bulgaristan, kurulduğu günden itibaren, sistem- üzerine Türk Dışişleri Bakanlığı, Bulgar makamları li bir şekilde Türk azınlığı yok etmeye çalışmıştır. ile temasa geçerek bir bilig-10/Yaz’99 71 göç anlaşması yapmanın yollarını aradı. Yani Bulgarlar, azınlık durumundan kurtulmak Ancak Sofya hükümeti, tüm iyi niyetli çaba ve için Türkleri asimile etme ve/veya Türkiye’ye girişimleri geri çeviriyordu. Bu arada 1959-60 göçe zorlamaktaydı. Ayrıca Türklerin millî ve öğretim yılında Türk azınlık okullarının Bulgar dinî benliklerini korumaları, komünist ideoloji ve okulları ile birleştirilmesi ve Türkçe eğitimin diğer benzeri propagandalardan etkilenmemeleri yasaklanması ile de soydaşların göç arzuları de Bulgar yönetimini telâşa ve kendi açılarından daha fazla arttı. Mart 1964’e gelindiğinde res- acil çözümler aramaya sevk etti. Türklerin bu men Türk makamlarından göç talep eden soydaş özelliği güçlü aile yapısına sahip olmalarına sayısı 400 bini bulmuştu. Türkiye'deki koalisy- dayanmaktadır (Toğrol, 1991). on hükümetinin müsbet çabalarına Bulgarların 1960-84 arası yapılan her türlü psikolojik yapıcı bir yaklaşım göstermemesi, çözümü baskı, propaganda ve teşviğe rağmen hiç bir Türk, savsaklıyordu. 21 Ağustos 1966’da Bulgaristan kdndiliğinden ad değiştirmeyi düşünmedi. Zorla Dışişleri Bakanı Ivan Başef’in Türkiye ziyareti ad değiştirme işlemine önce Pomaklardan başlandı sırasında yapılan görüşmelerde bir çözüm ihtimali ve bunların adları 1972-74 arası zorla değiştirildi belirdi. Sınırlı da olsa göç hususunda ortak irade (bu esnada 200 bin Türk de aynı kaderi paylaştı). oluştu. Bu kapsamda Türk ve Bulgar uzmanların Arkasından Türk-Bulgar ilişkileri en iyi seyrettiği Aralık 1966 - Ocak 1967 arası Sofya ve Kasım 1981-83 arası dönemde aynı işlemler Müslüman 1967’de Ankara’da yaptıkları görüşmelerden bir Çingenelere tatbik edildi (bu esnada 100 bin Türk sonuç alınamadı (Şimşir, 1986). de benzer kaderi paylaştı) (Creed 1990; Şimşir, Uzun müzakereler neticesinde bir göç 1986). Bu çağdışı uygulamalara uluslararası anlaşması imzalandı ve 24 Şubat 1968’de Türk kamuoyunun tepki göstermemesi üzerine Bulgar Dışişleri Bakanlığı tarafından kamuoyuna duyu- yönetimi, aynı işlemi tüm Bulgaristan’ı kap- ruldu. Buna göre; 1952 yılına kadar Türkiye’ye sayacak şekilde genişletmiştir (Toğrol, 1991). göç etmiş Bulgaristan Türklerinin birinci Bulgarlar, 1984 sonbaharında büyük Türk kitleleri dereceli yakınları serbest statülü göç kapsamına üzerine yürüyerek zorla ve kanlı bir şekilde onların alınıyor ve belirli bir plân ve program dahilinde adlarını değiştirmeye başladılar. 1985 başlarında Türkiye’ye gelmelerine izin veriliyordu. Ayrıca Bulgaristan’dan gelen haberlerle Türk ve dünya soydaşlar, Bulgaristan’daki gayrimenkullerini kamuoyu sarsıldı. Bu ülkede yaşayan Türklere satıp alacakları bazı malları da Türkiye’ye karşı, ad değiştirme, baskı, zulüm ve katliamlar getirebileceklerdi (bu durum pek işlemedi). Göç doruk noktasına çıkmıştı. 1984-85 kışının çok ağır anlaşması, iki ülke dışişleri bakanları tarafından 22 geçmesi ve tüm yerleşim birimlerinin dışarı ile Mart 1968’de Türkiye’de imzalandı. Bu anlaşma, bağlantılarının kesilmesini sağlamış; Türk bölge- 17 Mart 1969’da TBMM tarafından onaylandı. leri, yabancılara kapatılmış ve mühürlenmişti. Daha sonra 8 Ekim 1969’da ilk göçmen kafilesi Daha sonra asker ve milisler, Türk bölgelerine Edirne Karaağaç istasyonuna geldi. Bunu izleyen girerek zorla ad değiştirme işlemini başlatmışlar, on yıl boyunca da her hafta (Aralık-Mart ayları kabul etmeyenler veya karşı gelenler ise, katliam- hariç) göç kafilelerinin gelmesi sürmüş ve bu lara maruz bırakılmıştır. 1985 Martına kadar kapsamda gelen göçmen sayısı tüm tahminlerin 3.5 ay içinde katledilen Türk sayısı 800-2500 aksine 130 bin gibi büyük bir sayıya ulaşmıştır arasında olmuştur. Bu kanlı ad değiştirme opera- (Şimşir, 1986). Böylece cumhuriyet tarihinde syonu, önce Güney Bulgaristan’da başlatılmış, Bulgaristan’dan Türkiye’ye gelen göçmen sayısı Kasım-Aralık 1984 döneminde bu bölgede 600 bini aştı (Şimşir, 1987). yaşayan yarım milyon civarında Türkün adları değiştirilmiştir. Türkiye’nin tepkisi en yetkili makam Cumhurbaşkanı tarafından Ocak 85’te İkinci Sos alist Dönem (1970 - 1989) y Bulgar Cumhurbaşkanına gönderilen bir mesa- 1980’li yıllarda Bulgaristan nüfusunun %40 jla dile getirildi ve konuya bir çözüm bulunması dolayında bir bölümünü teşkil eden Türkler, önerildi. Ancak buna cevap alınamadığı gibi kuzey diğer azınlıklarla birlikte ülkede çoğunluktaydı. bölgelerdeki kanlı ope-

bilig-10/Yaz’99 72 rasyonlar da tankların desteği ile Şubat’ta çözülmesini” önerdi (Şimşir, 1987). Bu notaya 28 tamamlandı. Aslında bu kanlı olaylar, yüz Şubat’ta karşılık veren Bulgaristan, Türk teklifini yıldır oynanan ve Bulgaristan’da başka mil- reddetmiştir. Müteakip günlerde iki ülke arasında letlere hayat hakkı tanımayan Bulgar oyununun karşılıklı bir nota düellosu başladı ve 24 Ağustos’a son sahnesiydi. Daha önce eğitim müfredatları gelindiğinde Türkiye 4. notasını vermişti. ve Türkçe eğitim yasaklanmış,Türkler sürekli 1989 yılında dünya hafif sıklet halter Türkiye’ye göçe zorlanmış ve resmî teşviklerle şampiyonu Naim Süleymanoğlu, isminin ad değiştirmeye zorlanmış ama yine Türk varlığı Bulgarca’ya çevrilmesi üzerine Türkiye’ye iltica ortadan kaldırılamamıştı. Bu durum, kanlı da olsa etti. Aynı yıllarda Bulgaristan’dan Türkiye’ye sonuçlandırılmalı ve kapatılmalıydı. 1960’ dan iti- göçen parçalanmış aile dramları Türk televizy- baren Bulgaristan’daki Türkler, Müslümanlaşmış on programlarına dahi konu olmuştu (Aysel Bulgarlar şeklinde tarih saptırılarak inkâr edilm- adlı kız çocuğunun dramını anlatan Yeniden eye çalışılıyordu (Creed 1990; Şimşir, 1986). Doğmak filmi ile). Bulgaristan Türklerinin çile Ad değiştirme işlemi, Türkler arasında büyük ve ıstıraplar, aynı yılın mayıs ayında Türkiye’ye bir tepki ile karşılanmış ve Jivkof yönetimini büyük bir göç dalgası yaratıyor ve kısa sürede şaşırtmıştır. Aslında bu durum, Sovyetlerin izni göçmen sayısı 313 bini ulaşıyordu (Toğrol, ve oluru olmaksızın mümkün değildi ve hatta 1989). Bu insanlık dramı dünya gündeminde Bulgaristan, Sovyetler tarafından bir deney sahipsiz kalırken sadece Türk kamuoyu ve basını lâboratuvarı olarak kullanılmıştır. O dönemde 4 konuya özel bir önemle eğilmiştir (Şimşir, 1985). milyon dolayında olduğu tahmin edilen Bulgaristan Türklerin maruz kaldığı bu insanlık dışı tutum Türkleri, kendilerine uygulanan her türlü baskı ve karşısında ünlü Bulgar yazar ve şairi Blaga yok etme planlarına rağmen milli kültür ve benlik- Dimitrova dahi isyan ederek Bulgar yönetimini lerini korumaya çalışmışlardır (Toğrol, 1991). kınamıştır (Yenisoy, 1997). Bu soydaşların bir Türk basını ve kamuoyu soydaşlarımıza sahip kısmı, bir süre sonra yeni bir anlaşma ile hak ve çıktı. Büyük kentler ve üniversitelerde düzen- birikimlerini alma ümidi belirince Bulgaristan’a lenen çeşitli toplantılarla Bulgarlar protesto edildi geri döndüler (Toğrol, 1989). ve kınandı. Ankara Üniversitesi Senatosu’nun yayınladığı 8 Şubat 1985 tarihli bildiri ile 1989 SONRASI DEMOKRATİK Bulgaristan Türklerine karşı yapılan zulüm, baskı ve soykırım sert bir dille kınanmıştır. Daha sonra DÖNEMDE BULGARİSTAN TÜRKLERİ bunu Üniversitelerarası Kurul’un ve diğer üniver- 10 Kasım 1989’da Jivkof rejiminin sitelerin benzer bildirileri izlemiştir. 19 Şubat yıkılmasının akabinde Bulgaristan Devlet 1985’te KKTC Kurucu Meclisi, Bulgaristan Konseyi, 1984 - 89 arası dönemde Türk ve Türklerine uygulanan terör ve baskı politikasını diğer azınlıklara karşı yapılan hataları kabul kınamıştır. Ocak ve Şubat aylarında bazı hükümet etmiş ve bunların düzeltileceğini vadetmiştir. yetkilileri konuyla ilgili, basına çeşitli demeçler verdiler. Daha sonra Şubat ortasından itibaren Böylece, zorla değiştirilen Türk adları iade Başbakan Özal, soruna görüşmeler yoluyla barışçı edilecek, Türkçe konuşma yasağı kalkacak bir çözüm önerdi. Yine aynı kapsamda; Milli Eğitim ve Türk çocukları kendi okul ve anadillerinde Bakanı Metin Emiroğlu Sofya’da yapılan bir BM eğitim yapabileceklerdi (Turan, 1997). Ancak toplantısında Bulgarların ayıbını yüzlerine vurmuş, bu konuda Türk toplum temsilcileri ve Bulgar Başbakan Özal, BM’lerin 40. kuruluş yıldönümü yöneticileri arasındaki görüş ayrılığı uzun süre münasebeti ile genel kurulda yaptığı konuşmada giderilemedi. Temmuz 1991’ de resmîleşen yeni Bulgarları kınamıştır. Ayrıca San Fransisco’da Bulgar anayasası da, azınlıklara kendi anadil- yapılan NATO Genel Kurul toplantısında da lerini öğrenme ve kullanma hakkı tanıyordu. bu insanlık dışı muameleler kınanmıştır(Eroğlu, Buna rağmen Türk öğrencilerin Türkçe dersler 1987). 22 Şubat’ta Bulgaristan’a bir nota veren alması sürekli erteleniyordu. Bunun üzerine Türk Türkiye, “geniş kapsamlı bir göç anlaşması da aileler, çocuklarını okullara gönderleme ve açlık dahil olmak üzere sorunların görüşmeler yoluyla grevi yapma gibi yöntemlerle Bulgar yöneti- bilig-10/Yaz’99 73 mini protesto ettiler. Bu tepkiler karşısında Aralık 1994’de yapılan seçimleri, ülkenin Eğitim Bakanlığı, Türkçe derslerin başlatılması içinde bulunduğu sosyal ve siyasî kaos ortamını kararı aldı. Ancak bu haktan ilk ve ortaokullara lehine çeviren Bulgaristan Sosyalist Partisi devam eden Türk çocuklarından sadece %40’ı (eski komünistler) kazanmıştır. Türklerin zorla faydalanabiliyordu (toplam 100 bin öğrenciden Bulgarlaştırıldığı dönemde Eğitim Bakanı olan 40 bini). 89 büyük göçü ile Türk aydın ve Dimitrov yeni hükümetin Eğitim, Bilim ve öğretmenlerinin çoğunun Türkiye’ye gitmesi Teknoloji Bakanı olmuş ve Türklere baskı ve ile, Türkçe ders verecek eleman bulunamaması işkence yapan emniyet mensupları da önem- diğer bir olumsuzluktu. Böylece bir kez daha li görevlere getirilmiştir (Turan,1995). Bu Türk öğretmen yetiştirilmesi gündeme geldi. Bu dönemde hükümet, Müslüman halkın seçtiği kapsamda; 1992’de Şumnu Yüksek Pedagoji Fikri Salih’i baş- müftülük görevinden almış Enstitüsü ve 1993’de Kırcaali İlk ve Ortaokul ve çeşitli entrikalarla Nedim Gencev’i Yüksek Öğretmen Enstitüleri’ne Türkçe öğretmeni Diyanet Kurulu Başkanlığı’na ve Gencev’in bir yetiştirecek sınıflar açıldı. Benzer şekilde 1990’da yandaşını da Başmüftülük makamına getirmiştir. Sofya’da ön lisans düzeyinde İslâm Enstitüsü ve Bu atamaların Müslüman halk tarafından kabul Şumnu’da İmam-Hatip Lisesi açıldı. Bunları edilmemesi üzerine, atanmış ve seçilmiş olmak 1991’de Ruscuk ve Mestanlı İmam-Hatip liseleri üzere ülkede bir Başmüftü ve müftüler sorunu izledi (Yenisoy, 1997; Turan, 1997). yaşanmıştır. Müftü atamasının Yüksek mahkeme 1989 sonrası Bulgaristan’da kurulan 160 tarafından reddi uygulanmamıştır (Turan, 1997). civarındaki siyasi partinin 4’ü Türklere aitti. Bulgaristan nüfusu ve aktif iş gücü, 89 göçü Bunlar: (1) Hak ve Özgürlükler Harekâtı (HÖH), sonrası büyük oranda azaldı. Bu göçün dışında (2) Demokratik Gelişim Harekâtı (DGH), (3) 250 bin dolayında Bulgar genci batı ülkelerine ilti- Demokratik Adalet Partisi (DAP) ve (4) Türk ca etti (Çavuş, 1997). 1990’lı yılların ortalarında Demokratik Partisi (TDP) olarak belirtilebilir. Bu Bulgaristan halkının sıkıntıları ve sosyalist köken- partilerden ilki olan HÖH Partisi, 1990 seçimler- li meclis üyeleri ile hükümete duyulan güvensizlik inde 400 üyeli parlamentoya 23 milletvekili soktu doruk noktasına çıktı. Ülke, çok büyük siyasi, (Özkan, 1997). Aynı parti, 1991 seçimlerinde ekonomik ve sosyal bunalım ve kaos içine düştü. oyların %7.55’ini aldı ve milletvekili sayısını İnsanlar, aç ve perişan iken; resmî devlet güçleri 24’e yükselti. Daha sonra yapılan yerel yönetim dahi yeraltı dünyası ile iş birliği yapmakta veya seçimlerinde ise, 27 belediye başkanı ve 653 köy bunlardan birisi konumundaydı (Kahramanyol, muhtarlığı kazandı. Aralık 1994 seçimlerine üç 1997). Ülke çapında yönetim alehtârı büyük gös- Türk partisi katıldı. Bunlardan en büyüğü olan teriler yapıldı. Bu durum, 10 Ocak 1997’de mec- HÖH, %5.44’e tekabül eden 282.000 oy aldı. lis binasının işgali ve yakılmasına kadar vardı. Bu partinin bir önceki seçimlere göre 160.000 Bir iç savaşın başlamasına ramak kalan ülkede dolayındaki oy kaybı; bir bakıma iktidar ortağı hükümet istifa etti ve erken genel seçimlere gidildi olduğu bir önceki dönemde varlık gösterememe- (Çavuş, 1997). 19 Nisan 1997’de yapılan genel si, Türkiye’ye göçün sürmesi ve oyların bölün- mesi gibi sebeplere dayanmaktadır. Üç Türk seçimlerde 240 parlamento üyeliğinin 137’sini partisinin Aralık 1994 seçimlerinde aldıkları oy Demokratik Güçler Birliği Partisi kazandı. Bu toplamı 320.000 dolayındadır. Türkler, HÖH ve seçimlerde HÖH, Türk seçmenlerden bile ancak diğer Türk partilerinden memnun olmadıkları %52 oranında oy alabilmiştir (Turan,1997). için bunlara oy vermemişlerdir. İyi hazırlıklı ve Günümüzde Bulgaristan Türklerine ait 8 programlı bir Türk partisi, muhtemelen 700.000 gazete çıkmaktadır. Bunlardan Zaman, Türkiye’de dolayında oy alabilecektir. Ayrıca Türkiye’de yayınlanan aynı gazetenin Bulgaristan Türkleri bulunan soydaşlarımızdan 50. 000 dolayında için haftalık baskısı iken; diğer gazeteler; Hak bir kitle Aralık 1994 seçimlerinde oy kullanma ve Özgürlük, Filiz, Müslümanlar, İslâm Kültürü, hakkına sahip olmasına rağmen bunlardan ancak Güven, Cır Cır ve Balon’u soydaşlar, kendi gay- 2.700’ü oy kullanmıştır (Turan, 1995). retleri ile çıkartmaktadırlar. Ayrıca Türkçe kitap-

bilig-10/Yaz’99 74 lar da basılmaktadır. İlk ve ortaokullarda haftada 4 Ayrıca Bulgar yönetimi, Pomak Türklerini ayrı saat seçmeli Türkçe dersleri okutulmaktadır. Bulgar bir dinî kurum altında teşkilâtlanmasını sağlamak yönetimi, Pomak Türklerine mensup çocukların sureti ile Türk birliğini bozmaya çalışmaktadır Türkçe derslere devam etmelerini engellemektedir. (Turan,1997). Diğer taraftan artık Bulgaristan Bulgaristan radyosu, haftada birkaç saat Türkçe Türkleri, dinî liderlerini seçebilmektedirler ve yayın yapmaktadır. Taahüt edilmesine rağmen ben- günümüzde bu görevi Fikri Salih Efendi yürüt- zer yayınlar, Bulgar Devlet Televizyonu mektedir. Ayrıca soydaşlarımız, daha önce gas- kanalında henüz başlamamıştır. Buna karşılık bedilen vakıf mallarını geri alma çabası içind- Türk köyleri, büyük uydu antenleri almak sureti edirler (Turan, 1995). ile Türkiye’de yayın yapan televizyon kanallarını izleyebilmektedir. Böylece Türkiye ile millî ve manevî bağların kuvvetlendirilmesi ve daha güzel SONUÇ: Türkçe konuşulması mümkün olabilmektedir. Yasal TÜRKİYE’NİN BULGARİSTAN bir engel olmamasına rağmen Bulgaristan Türkleri, TÜRKLERİ POLİTİKASI henüz özel bir radyo istasyonu veya televizyon kanalına sahip bulunmamaktadır (Turan, 1995). Bulgaristan Devleti, Rusya’nın sıcak deni- zlere açılma politikasının sonucu olarak Osmanlı 1992 resmî nüfus sayımı sonuçlarına göre Bulgaristan’da, toplam nüfusun %13’üne tekabül Tuna Vilâyeti’nde kuruldu ve büyütüldü. Bu eden 1.000.000 dolayında Türk yaşamaktadır. devletin sunî olarak oluşturulmasında Rusya, Ancak bu ülkede 2 milyonu Türk olmak savaş da dahil her türlü maddî ve askerî desteği üzere 3 milyon dolayında Müslüman yaşadığı sağlarken, diğer büyük Avrupa devletleri de sanılmaktadır (Turan, 1997). Günümüzde diplomatik katkı sağlamışlardır. Ancak bu dev- Bulgaristan Türklerinin en önemli sorunlarının letin sınırları dahilinde yaşayan Türk unsur, başında işsizlik ve bunun sebep olduğu göç gerek Bulgaristan’ın teşkili ve gerekse son- yer almaktadır. 1989 büyük göçünden bu yana raki yıllarda Bulgarlar ve bölgede çıkarları 200.000’in üzerinde soydaşımız ağır Türk vizes- olan güçler tarafından büyük bir tehlike ve yok ine rağmen Türkiye’ye göçmüştür (Turan,1995). edilmesi gereken düşman olarak algılanmıştır. 1995 sonrası Bulgaristan Türk lerinin karşılaştığı Çünkü Türkler; Bulgaristan’ın sunî olarak önemli problemler şöyle özetlenebilir: %90’ lara teşkili sırasında çoğunlukta olduğu gibi diğer varan işsizlik, aşırı yoksulluk, yüksek öğretimin tüm zamanlarda da küçümsenmeyecek bir oranı paralı olmasından dolayı bu eğitime devam ede- kapsıyorlardı. Bu makalede ele alınan tarih- meme ve kültürel kimlikleri koruyup-geliştirecek sel seyri içinde Bulgaristan Türklüğü; Osmanlı basın ve yayın organlarının olmaması. 1993 dönemi, Neuilly Antlaşması sonrası dönem ve yılından itibaren diğer Türk topluluklarında 1989 sonrası demokratik dönem olarak üç ana olduğu gibi Bulgaristan Türkleri arasından da, devrede incelenmiştir. Türkiye’ye yüksek öğrenim görmek için öğrenciler Osmanlı dönemi de, prenslik ve krallık olmak gelmiştir (Hüseyin, 1995). Ancak Türkiye’de üzere iki safhada ele alınabilir. Prenslik döneminde, bin dolayında yüksek öğrenim yapan soydaş Türk - Bulgar ilişkilerinin odak noktasını Bulgaristan çocuklarının diploma denklikleri henüz Bulgar sınırları içinde yaşayan Türk azınlığı oluşturmuştur. makamlarınca tanınmamıştır(Yenisoy,1997). Gücü oranında Türkiye, bu bölgede yaşayan Türklerin Günümüzde Bulgaristan Türklerinin siyasî ve hak ve özgürlükleri, eğitim durumları ve dinî faaliyet- dinî açıdan birlik sağlayamamaları, soydaşlarımızın lerinin korunması yönünde çaba göstermiştir. Ancak güvensizlik ve karamsarlık içinde olmalarına bölge Türkleri, genelde ağır Bulgar baskı ve zulmü dayanmaktadır. Bulgaristan Türkleri, 1990 sonrası altında sıkıntılı günler geçirmiş, çok büyük oranlarda çeşitli Hristiyan misyonerlerin ilgi alanındadır. bölgeden Türkiye’ye göçler olmuştur. Krallık döne- Bu konuda Pomak Türkleri ve Müslüman mi başında Türkiye, Bulgaristan’ın bağımsızlığını Çingenelere, Bulgar hükümeti desteği ile de özel tanıdığı 19 Nisan 1909 tarihli İstanbul Protokolüne; bir önem ve öncelik verilmektedir(Turan, 1995). bölgede yaşayan Türklerin kültürel hak ve bilig-10/Yaz’99 75

özgürlüklerini teminat altına alan hükümler 1946 - 70 arası devreyi kapsayan birinci sosy- koymuştur. Bunu takip eden birkaç yıl içinde alist dönemde, Bulgaristan Türkleri, hükümetin normal seyreden Bulgaristan Türklerinin durumu, farklı ve çelişkilerle dolu bir azınlık politika ve Balkan Savaşı’nın başlaması ile tam bir felâkete uygulamalarına maruz kalmışlardır. Okulları dönüşmüştür. Büyük saldırı ve katliamlara maruz devletleştirilen ve malları elinden alınan Türkler, kalan soydaşlarımızın bir kısmı hayatlarını kaybe- Türkiye’ye göç etmek istemiş; ancak büyük iş derken, diğer önemli bir kısmı da göç etmek zorun- gücüne ihtiyaç duyan Bulgaristan, buna izin da kalmıştır. Böylece Bulgaristan’ın Türklerden vermemiştir. Bu atmosferde Türkler, Türkiye’ye arındırılma ve boşaltılma işlemi sürmüştür. göç isteklerini sürekli artırmışlar ve arkasından Ancak yine de bölgede küçümsenemeyecek oran- 1951 büyük göçü yaşanmıştır. Bu göçle yaklaşık da Türk kalmıştır. Özet olarak Osmanlı döne- 250 bin kişiyi adeta tehcir eden Bulgaristan, minde Bulgaristan Türkleri, baskı ve katliamlara bir taraftan Türklerin genel nüfus içindeki maruz kalmış ve bunun sonucu olarak çoğunlukta oranını belirli bir seviyenin altında tutmayı; bulundukları topraklardan boşaltılmış ve bölgede diğer taraftan da Kore Savaşı’nda komünist Rus çıkarlarına uygun bir devlet kurulmuştur. bloğa karşı çarpışan Türkiye’yi cezalandırmayı I. Dünya Savaşı’na Türklerle müttefik olarak amaçlamıştır. Bu göçün ardından Bulgaristan giren ve yenilen Bulgarlar, Savaş sonrası Neuilly taktik değiştirerek tekrar Türkçe eğitime izin Barış Antlaşmasını imzalamış ve bu anlaşma vermiş ve bölgede yaşayan Türkleri, ileride ile de azınlıkların hak ve özgürlükleri teminat Türkiye’de gerçekleşecek komünist bir devrimin altına alınmıştır. Azınlıklara yönelik politika ve öncüleri olarak yetiştirmeye çalışmıştır. Ancak uygulamalarda bir anayasa mahiyetinde olan hesap tutmamış ve Türkler, Azerbaycan’dan bu anlaşma hükümleri, antlaşmayı imzalayan getirtilen Türk uzmanların da etkisiyle daha taraflardan birisi olmamasına rağmen bölgede milliyetçi yetişmişlerdir. Bunun üzerine bölge yaşayan Türkleri de kapsamaktadır. Bu manada Türklerine yönelik Bulgar politikaları, 1956’dan Neuilly Antlaşması’ndan 1989 yılı sonlarına itibaren yeniden değişerek Türk okulları kadar, ülkede yaşanan önemli gelişmeler de kapatılmış ve Türkçe eğitim yasaklanmıştır. dikkate alınarak, Bulgaristan Türklerinin durumu Aynı dönemde Türkiye’nin içinde bulunduğu ve genel problemleri dört safhada incelenebilir. iç istikrarsızlık ve kaos ortamı, soydaşlarının Bunlar: hakkını korumayı engellemiştir. Bu dönemin sonuna doğru Bulgaristan Türkleri, tekrar Çiftçi partisinin iktidarda bulunduğu dönem: Türkiye’ye ısrarla göç istemişler ve bunun Bulgaristan Türkleri, en rahat günlerini bu üzerine uzun görüşme ve müzakereler netices- dönemde yaşamışlardır. Bu dönemde Türkler; inde Türkiye ve Bulgaristan arasında “1968 Göç kendi özel okullarında Türkçe eğitim yapabilmişler, Anlaşması” imzalanmıştır. Özetle bu dönem, sosyal ve kültürel etkinliklerini geliştirebilmişler insan haklarının olmadığı totaliter bir rejim ve dinî ibadetlerini özgürce icra edebilmişlerdir. altında Bulgaristan Türklüğünün ezildiği ve Yine bu dönemde Türkiye ve Bulgaristan arasında Türkiye’ye göçe zorlandığı yıllar olmuştur. imzalanan bir anlaşma ile de iki ülke arası göç- Türk hükümeti, soydaşlarının hakkını korumada lerin hukukî temelleri oluşturulmuştur. Ancak son çare olarak göçü kabul etmiştir. 1930’lardan sonra ülke yönetiminin değişmesi ile 1970 - 89 yıllarını kapsayan ikinci sosyalist Türkler üzerindeki baskılar da artmaya başlamıştır. dönem, Bulgaristan Türkleri açısından tam bir Faşist dönem: Bu dönem, Bulgaristan’ın felâket dönemi olmuştur. Slav kültürüne sahip Almanlar safında II. Dünya Savaşı’na girdiği homojen bir Bulgaristan yaratmayı arzulayan faşist ve arkasından da ülkede bir komünist ihtilalin Bulgar yönetimi, bu plânı önce teşvik ve psikolo- yaşandığı yılları da kapsamaktadır. Türkler üzerind- jik yöntemlerle denemiş; ancak bunun netice ver- eki Bulgar baskısı, savaş ve kaos ortamı ile daha memesi üzerine kan ve katliamla gerçekleştirmeye da ağırlaşmış ve çekilmez bir hal almıştır. Ancak çalışmıştır. Ülkedeki tüm azınlıkların adları savaş şartlarından ötürü Türk azınlık ülke dışına değiştirildikten sonra 1984-85 arası aynı işlem çıkamadığından herhangi bir göç te yaşanmamıştır. büyük Türk kitleleri üzerine uygulanmıştır. Bunu

bilig-10/Yaz’99 76 kabul etmeyenler ise ağır cezalara çarptırılmış dönemle birlikte siyasal ve sosyal örgütlen- veya çeşitli yöntemlerle öldürülmüştür. Konunun melerini de gerçekleştiren soydaşlarımız, 1991 duyulması üzerine Türkiye, Bulgar hükümeti seçimlerinde parlamentoya 24 milletvekili ve uluslararası kurumlar nezdinde her türlü sokabilmişlerdir. Ancak, geçiş döneminin de girişimde bulunmuş ve soydaşlarının haklarını etkisiyle, müteakip yıllarda baş gösteren kaos korumaya çalışmıştır. Ancak tüm bu çabaların dönemi tüm ülkede olduğu gibi Bulgaristan neticesi geciktikçe gecikmiş ve nihayet beş yıl Türkleri arasında da sıkıntılara sebep olmuştur. aradan sonra 1989’da yeniden büyük bir soydaş 1997 seçimleri sonrası ülke nispeten huzur kitlesi Bulgaristan’dan Türkiye’ye göçmüştür. bulmuştur. Günümüzde Bulgaristan Türklerinin ekonomiden eğitime birçok sorunları olmakla Bu soydaşlara imkânlar nispetinde her türlü birlikte kültürel ve dinî hak ve özgürlüğe maddî ve manevî destek sağlanmış; ileriki sahip bulunmaktadırlar. Türkiye ve Bulgaristan yıllarda bunların bazıları Türkiye’ye yerleşirken, arasında hemen her alanda ilişkilerin iyi seyret- bir kısmı da Bulgaristan’a geri dönmüştür. mesi de soydaşların haklarının korunmasına 1989 sonlarına doğru Bulgaristan’daki katkı sağlamaktadır. Özet olarak Bulgaristan sosyalist görünümlü şoven rejim yıkılmış ve Türkleri, genellikle baskı ve zulüm altında demokratik hayata geçilmiştir. Bu durum, kalmış, Türkiye’nin bu konudaki girişimleri Bulgaristan Türkleri ve Türkiye tarafından Bulgar yönetimleri tarafından iç işlerine memnunlukla karşılanmıştır. Böylece Türkler, müdahale şeklinde algılanmış (veya propa- adlarını tekrar kullanma, Türkçe eğitim ganda amaçlı böyle lanse edilmiş) ve bunun yapma ve dinî ibadetlerini yürütebilme hak üzerine üzerine son çare olarak bir çok göçler ve özgürlüklerini yeniden kazanmışlardır. Bu yaşanmıştır.

bilig-10/Yaz’99 77

KAYNAKLAR ŞİMŞİR, Bilal N; (1987), “Bulgaristan Türkleri ve Göç Sorunu”, Bulgaristan’da Türk AYDIN, Mahir; (1992), Şarki Rumeli Vilâyeti, T.T.K. Basımevi, Ankara. Varlığı Bildiriler Kitabı, 7 Haziran 1985, ÇAVUŞ, İsmail (Temmuz-Ağustos 1997). “Hayal 2. Baskı, Atatürk Kültür ve Tarih Yüksek Değirmenleri Durdu”, Yeni Türkiye, Yıl Kurumu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 3, Sayı 16, Ankara. VII. Dizi - Sayı 871, T. T. K. Basımevi, CREED, Gerald W; (1990), “The Bases of Bulgaria’s Ethnic Policies”, Ankara. NEWSLETTER of the E. EURO TOĞROL, Beğlan; (1989), 112 Yıllık Göç ,V.9,N.2, ANTHROP.G. (1878 - 1989), Boğaziçi Üniv. Matbaası, EMINOV, Ali ; (1990), “Nationality Policy in the İstanbul. USSR and in Bulgaria: Some Observations”, N. of the EAST E. ANTHR. G, V. 9, N. TOĞROL, Beğlan; (1991), DİRENİŞ - 2, Bulgaristan Türklerinin 114 Yıllık EROĞLU, Hamza; (1987), “Milletlerarası Onur Mücadelesinin Karşılaştırılmalı Hukuk Açısında Bulgaristan’ daki Türk Azınlığın Sorunu”, Bulgaristan’da Türk Psikolojik İncelenmesi, Boğaziçi Ü. Varlığı Bildiriler Kitabı, 7 Haziran 1985, Matbaası, İstanbul. 2. Baskı, Atatürk Kültür ve Tarih Yüksek TURAN, Muzaffer; (1996), “Balkanlarda Bin Kurumu, TTK Yayınları, VII. Dizi - Sa. 871, TTK Basımevi, Ankara. Yıllık Türk Kültürü”, Tarih Boyunca HÜSEYİN, Sadullah; (1995), “Bulgaristan’da Balkanlardan Kafkaslara Türk Dünyası Durum ve Bulgaristan’daki Türkler”, Semineri, İstanbul Üniv. Edebiyat Fakültesi Balkan Öğrenci Mektubu, Y.1, Yaz Özel Tarih Araştırma Merkezi, İstanbul. Sayısı, Ankara. KAHRAMANYOL, Mustafa; (1997), “Tuhafetül TURAN, Ömer; (1995), “Bulgaristan Türklerinin Siyaset”, Yeni Türkiye, Yıl 3, Sayı 16, Bugünkü Durumu”, Yeni Türkiye, Yıl 1, Ankara. Sayı 3, Ankara. KESKİOĞLU, Osman; (1985), Bulgaristan’da Türkler, Kültür ve Turizm Bakanlığı TURAN, Ömer; (Temmuz-Ağustos 1997). Yayınları: 642, Kültür Eserleri Dizisi: 48, “Balkan Türklerinin Dini Meseleleri”, Yeni 1. Baskı, Ankara. Türkiye, Yıl 3, Sayı 16, Ankara. KORKUD, Refik; (1986), Bulgar Yönetimi ÜNAL, Tahsin; (1977), Türk Siyasi Tarihi ve Tarihi Yalan, Türkiye Fikir Ajansı, Ankara. 1700-1958, Emel Yayınları, 4. Baskı, TARİHDE TÜRK BULGAR İLİŞKİLERİ; Ankara. (1976), Genelkurmay Basımevi, Ankara. YENİ TÜRK ANSİKLOPEDİSİ; (1985), Ötüken ŞİMŞİR, Bilal N; (1985), Türk Basınında Bulgaristan Türkleri, Başbakanlık Basın Yayınevi, İstanbul. - Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, YENİSOY, Hayriye S; (1997), “Bulgaristan Başbakanlık Basımevi, Ankara. Türklerinin Eğitim ve Kültür Tarihinden ŞİMŞİR, Bilal N; (1986), Bulgaristan Türkleri (1878 - 1985), I. Baskı, Bilgi Yayınevi, Sayfalar”, Yeni Türkiye, Yıl 3, Sayı 16, İst. Ankara.

bilig-10/Yaz’99 78

THE HISTORICAL SITUATION OF BULGARIAN TURKS AND THE TURKEY’S POLICY ON BULGARIAN TURKS

Meşkure Yılmaz BÖRKLÜ University of Selçuk, Ph.D. Student

ABSTRACT

An autonomous Bulgaria state, governed by a prince recognizing the authority of the Ottoman sultan, was established over the province of Ottoman Tuna with the Treaty of Berlin signed after the 1877 - 78 Ottoman - Russian War. Then this state was enlarged in 1885 by the annexation of the province of Eastern Rumelia, existing in the south of Balkan Mountains, and gained independence in 1908. Within the context of this article general situations of Turks living in the region and the policy of Turkey upon them are being examined. This examination, by paying special attention to important historical events, is divided into three main phases that are: the period of Ottomans, the period after the Treaty of Neuilly and the period of democratization after 1989. While the period of Ottomans includes the administrations of princes and kingdom, the period after the Treaty of Neuilly consists of the administrations of Farmer Party, Fascists, First Socialists and Second Socialists.

Key Words: Bulgarian Turks, Balkan Turks, The Turkey’s policy on Bulgarian Turks.

bilig-10/Yaz’99

81

MAHTUMKULU’NUN EDEBÎ ŞAHSİYETİNDE İKİNCİ TABAKA VE YESEVÎ DÜŞÜNCESi

Prof. Dr. Muhammetnazar ANNAMUHAMMEDOV Türkmen Devlet Pedagoji Enstitüsü

ÖZET

XVIII. asır Türkmen klâsik şairi ve meşhur bilge Mahtumkulu’nun edebî şahsiyetinin oluşmasında Tasavvuf ilminin derin bir tesiri olmuştur. Mahtumkulu; edebî üstad olarak gördüğü mutasavvıf şahsiyetler arasında Ahmet Yesevî’ye de yer vermiş, onun kend- isinden önceki tecrübe ve birikimlerinden yararlanarak yeni yorum ve metodlarla bizzat şekillendirdiği sufistik çizgiyi devam ettirmiş, geliştirmiş; böylece özelde Hazar ötesi Türkmen toplumuna olduğu kadar, sınırları Büyük Okyanus’a kadar uzayıp giden Türk Dünyası’na da önemli bir edebî-manevî miras bırakmıştır. Eserlerinde Ahmet Yesevî’yi «iklim sahibi» olarak nitelendiren ve onun tasavvuf dünyasını yeri geldiğinde en ince ayrıntılarıyla işleyen Mahtumkulu, XVIII. asırda Türk Tasavvuf Edebiyatı’nın bir halkasını teşkil ederken, XI-XII. asırlarda Orta Asya Türk toplumunu manevî bir fırtına gibi sarsan Hoca Yusuf Hemadânî dervişlerinin öncülüğünü yaptıkları Türk tasavvuf hareketinin de farkında idi. Sufizm akımı önceleri (Emevîler devrinde) tepkisiz muhalefeti temsil ederken, şimdi mücadeleyi ifade ediyordu. Bu şartlar içinde sufizmin sosyal yönü iyice belirginleşiyor, özgür düşünme ve hadiselere karşı dolaylı veya dolaysız tepki gösterme eğilimi kendini gösteriyordu. Artık zulüm edene «zalim», İslâm dinini bilmeyene «cahil» deniliyor, toplu- mu bilgisiz bırakan ve menfaatleri için kullanan din adamları acımasızca eleştiriliyordu. XVIII. asır şartları da XII. asrın şartlarından farklı değildi. Mahtumkulu çağı olan ve pek çok yönlerden Yesevî çağının özelliklerini yansıtan bu dönemde de, insan ve toplum ilişkileri, insanî değerler, bilgi ile bilgisizliğin arasındaki uçurum, haksızlık, adaletsizlik, insanların nefislerine kul olmaları, nefse kul olmanın ürettiği toplumsal hastalıklar... hep şikâyet konusu idi. Ahmet Yesevî toplumdan ve toplumsal hastalıklardan bir çıkış aradığı gibi, Mahtumkulu da onun yolundan ilerleyerek insanını-toplumunu aydınlığa çıkarmaya çalıştı. Böylece insanların aşka yönelmelerini, birbirlerini sevmelerini, ceha- letle mücadele etmelerini, emeğe saygı duymalarını, helâl rızık kazanmalarını tavsiye ederek, fertten topluma uzanan ve kalp temizliğini esas alan bir öğreti tesis etti.

Anahtar Kelimeler: Mutasavvıf Şahsiyet, Edebî Etkileşim, Kâmil İnsan-Kâmil Toplum.

bilig-10/Yaz’99 82

GİRİŞ «Hacı Bekdaş», «Abdulkadir», «Hoca Ahmet», «Rıza»dır Tasavvuf ilminin ve edebiyatının XI-XII. «Feridun» bir evliyadır yüzyılları içine alan tabakası, Hoca Yusuf Barından himmet islarin.» Hemadânî’nin, Hoca Ahmet Yesevî’ nin, Hakim Ata Süleyman’ın, Abdulhâluk Gücdivânî’nin (Magtımgulı, I, 1983) düşüncelerinin sistemleştiği ve felsefî bir hadis- eye dönüştüğü bir devirdir. Bu iki şiir, Mahtumkulu’nun üstad saydığı Bu dönem, tasavvuf ilminde Hoca Yusuf büyük şahsiyetlere, alimlere verdiği değeri gös- Hemadânî’nin kapsama sahası olarak kabul teren eserlerdir. Bunların hepsi de, tasavvuf ilm- edilmiştir. Ancak bu tabakayı ortaya çıkaranların inde büyük mevkilere ulaşan, kendilerine özgü birisi hükmünde Hoca Ahmet Yesevî de göster- bir yaklaşım veya çizgi ile bu öğretiye katkıda ilmektedir. Bu dönemde, Türkistan şartlarında bulunarak tarihe mal olmuş şahsiyetlerdir. Bunun Yesevî’nin tesiri çok yüksek olmuştur için şair onlara «32 Tumar» (otuziki damar) (Köprülü,1976). O, Türk Tasavvuf Edebiyatı’nın adını vermiştir. Şair sufistik şiirlerinin hepsinde de onların manevî dünyasından uzaklaşmıyor. kervanbaşı olarak kabul edilmektedir. Bu yüzden Manevî bir hâl ile onlarla birlikte seyrana de Mahtumkulu için Ahmet Yesevî, Yusuf çıkıyor. Hema- dânî’ye nazaran daha önde bir şahsiyettir. Mahtumkulu tarafından «Şıh-ı Kelan» Bununla birlikte O, Yusuf Hemadânî’yi de büyük (Büyük Şeyhler) adı verilen bu bilge şahsiyetler, üstadlarından birisi olarak görmektedir. «Turgul Diydiler» şiirinde daha da yüksek bir Mahtumkulu bu tabakanın alimlerine ve mevkîye çıkarılmaktadır. Şair onlarla birlikte gerçekleştirdikleri hizmetlere büyük hürmet bir «yüce meclis»te buluşuyor, onları Hazreti duymuş, öncekiler ve sonrakilerle birlikte onları Muhammet’in de katıldığı bir meclise götürüyor. da aynı mevkide görmüştür. Şair bu tabaka- Şairi bu meclise götürüp Hazreti Muhammet ile daki şahsiyetlere şiirlerinde sufistik tipler (syu- buluşturan , mey veren ve tekrar hanesine geri jetler) olarak yer veriyor, onlarla fikir alışverişi getiren de bu tabakanın insanları, alimleridir. yapıyor, konuşuyor, çaresizliğe düştüğü zaman- Bu şiirde «Dört Atlı»dan söz ediliyor. Şiirin larda akıl danışıyor. «Seyran İçinde»,«Turgul örgüsünü başlayan, bu dört şahsiyet... Onlar şairi Diydiler», «Şıpa Ber»... gibi şiirlerinde de yattığı yerden kaldırıp «meclis»e getiriyorlar, onların ruhlarından himmet istiyor. Meselâ O, tasavvufi ilhamlanma (vecd) başlayıncaya kadar «Seyran İçinde» şiirinde bu tabakanın bilge- yanından ayrılmıyorlar. lerini seyrana çıkıyor, onları seyrediyor; «Şeyh-i Bize göre, bu «dört atlı», Yusuf Hema- Kelan», «Şah-ı Merdan», «Şeyh-i Pir» gibi dâni’nin dört dervişidir. vasıflarla adlandırarak sufizmin meşhur temsil- Ali Şir Nevaî şunları yazıyor: «Hemadânî’nin cilerinin meclisinde görüyor: eshap arasında hulefası dört kişi erdiler. Hoca Abdullah Barkî ve Hoca Hasan Andakî, Hoca Ahmet Yesevî ve Hoca Haluk Gücdivanî...» «Sultan Veyis, Pehlivan’ı (Novayî, 1966). Hekim Ata Sülayman’ı Şairin bu şahsiyetleri tipleştirmesinin bir Hoca Yusuf Hemâdan’ı sebebi var. Şair, «bu şahsiyetler ilâhî aşk konu- sunda benim gözümü açmışlardır», şeklinde bir Ol şıh-ı kelan içinde..» düşünceyi vurgulamak istemiştir. Bilindiği gibi ((Magtımgulı, I, II, III 1983) Mahtumkulu kendisini, sürekli olarak, «uykuda yatan, ancak açmak istese de bir türlü gözlerini açamayan» bir kişi olarak göstermektedir: «At İslarin» şiirinde hse Yunus Emre’nin üstadları olan Hacı Bektaş Velî’den, Ahmet «Yar geler, vagtda gider gaflata galmış Yesevî’den ve onun çağdaşı Abdulkadir gözlerim Geylanî’den himmet istiyor: Açayın diysem açılmaz ne agır uykulıdır..» bilig-10/Yaz’99 83

Bu «uyku», bildiğimiz uyku, «uykulu göz» İşte, tasavvuf, bu dönemin karakteristik de bildiğimiz göz değildir. Bunun çok sırlı bir yönü! Bu dönem, önceki sufistik anlayıştan manası vardır. Şair cahillik (nadanlık) hakkında canlılığı, aktivitesiyle farklılaşıyor. Sufizm önce- söz açıyor. «Sen, ilâhî ilhamdan habersizsin; gön- leri Emeviler devrindeki İslâm temsilcilerinin lünün görmesi duru değil, bunun için Allah’tan (devlet yöneticileri) sosyal çıkarlarını koruyan habersiz.» diyerek kendi kendine, nefsine sitem ideolojiye karşı pasif muhalefeti tesis ederken, ediyor, sızlanıyor. Bu şiirin derinliği şöyle şimdi Gazneliler hakimiyetinin zulümlerine karşı özetlenebhlir: Hemadânî mektebinin temsilcileri, açıkça mücadeleye geçmiştir (Sagadeyev, 1980). yani «dört atlı», onun gözünü açmış ve «Celil Bu şartlar içinde Sufizmin sosyal yönü sırrı»na erişme yolunda yardım etmişlerdir. iyice açığa çıkarak erkin fikir (özgür düşünce) Şairin bu şekilde ifade etmesinin ilmî bir güçlenmhştir. Bunun için de bu devrin büyük temeli vardır. Çünkü bu tabakanın oluştuğu sufistlerine, din adamlarına, alimlerine, ilmine devir (XI-XII. asırlar), tasavvuf ilminin olgunluk ve bilgeliğine uygun olarak çeşitli ünvanlar sürecidir. Bu dönem ilmî, ruhî-hissî, entellektüel- verilmiştir. Meselâ, İbni Sina’ya «Eş-şeyh er psiknlojik yaklaşımları ve görüşleri ile olgunluğa Reis» (şeyhlerin başı), Ahmet Yesevî’ye «Sahib-i erişen bir dönemdir. En önemli tarafı da, sufiz- Hikmet» (Hikmet sahibi), Hallac-ı Mansur’a min, Ehl-i Sünnet İslâmı (M.M.) ile bütünleşmeye «Şıh-ı Kelan» (Büyük Şeyh) denilmiştir. başladığı aşama olmasıdır. Tamamen bu sebeple de, bu aşamadan pek çok ilmî fikirler öğrenen Tasavvuf ilminde Allah’a akıl yetirmek Mahtumkulu’da katı bir İslâm ile sufizm çelişkili derecesine ulaşan üstadlara «Şeyh-iMerdan» olarak ele alınmıyor. Her iki akımı da derinleme- veya «Arif», «Veli» gibi sıfatlar verildi. İşte sine inceleyen şair, yine de zaman zaman bu ikisi Mahtumkulu’nun «Seyran İçinde», «Tumar arasında tereddüt geçirmiştir. Fördüm» şiirlerinin poetika dünyasının çekirdeğini Beyazıd-ı Bestamî’nin talebesi olan Yusuf teşkil eden idealler (fikirler) tamamiyle bu kay- Hemadânî, bir alim olarak kendi ekolüne pek naktan gelmektedir. Mahtumkulu bu tabakanın çok yeni görüşler getirmiştir. Ali Şir Nevaî, onun bilge filozoflarına, mutasavvıflara büyük hürmet Buhara, Semerkant gibi şehirlerde sayısız talebe- duyuyor, onların derecelerine erişemediğinden lerinin olduğunu ve onlara sohbet ederek (ders dolayı da kendini eksik görüyor: vererek) hırka giydirdiğini hatırlatıyor. Hoca

Ahmet Yesevî de onun elinden hırka giymiştir. Mahtumkulu, bunu şu dizelerde vurguluyor: «Al şeraba el uzatdın emendim Durusun içmişler laya sataşdım.» «Hırka geyen Hoca Ahmet Seyram’dadır Seyram’da..» (Magtımgulı, II, 1983)

(Magtımgulı, I, 1983) Şair, «Kişiler» olarak nitelendirdiği bu şahsiyetleri kendine göre değerlendiriyor. X-XI. asırlar felsefe ilmi tarihinde de büyük Tasavvuf öğretisi, sufistik ilim ve edebiyatın değişimin, uyanışın (rönesans) ortaya çıktığı ikinci tabakasında teori bakımından en kâmil bir geçiş dönemidir. Tasavvuf da bu uyanıştan manada olgunlaşıyor. Beyazıt Bestamî çizgisinin uzakta kalmamış, felsefe ilmi ile birlikte bir sufistik yaklaşımları, tertip edilmiş bir biçimde çizgiye doğru yönelmiştir. Böylelikle felsefe ilmi bir sisteme oturtuluyor. Bu sistem Hoca Ahmet ile tasavvuf ilmi, cemiyette sosyal uygunluğu Yesevî çizgisinde gerçek beyanını özgün anlam- birlikte aradılar, sosyal adaletin sırlarını birlikte da bulmuş, onun çağdaşları olan Abdulhaluk araştırdılar. Bu kapsamda sosyal bilimlerin bu iki sahası pek de birbirinden ayrı şeyler olarak Gücdivânî ve Hakim Ata Süleyman tarafından da algılanmadı. Uyanış süreci yani Türk rönesansı üstü tamamlanmıştır. «bilimsel düşünce»yi bütünleştirmiştir. Her ne Bu bakımdan biz, Ahmet Yesevî mirası olursa olsun, ilmin tasavvuf şubesi güçlenmiştir. vasıtasıyla bu ilmî görüşlerin temellerini Mahtumku

bilig-10/Yaz’99 84 lu’nun mirası ile karşılaştırmayı uygun gördük. «Gızmalı Boldum» şiirlerini gösterebiliriz. Gerekli yerlerde diğer şairlerin fikirlerine de Yesevî’nin, tasavvuf yolunda koyduğu ikinci şart, başvuracağız. Bu tür bir inceleme metodu, ikinci «Tarikat»a kâmil bir pirin yardımıyla girmektir: tabaka sufistik akımın Mahtumkulu’nun mirasına yaptığı tesirlerin açık örneklerle gösterilmesine yardımcı olacaktır. «Uşbu yolnı pirsiz dagva kılganlarnı Bu konuda genel olarak sufizm, özel olarak Sarsan bolup, ara yolda galar ermiş.» da Yesevî tasavvuf yoluna düşen yolcunun önüne (Yesevî, 1992) pek çok şartlar koyuyor. Bu şartların en önemlisi, yolcunun manevi hazırlığının olmasıdır. Manevî Kâmil insanların gücü ve hatırası hakkında hazırlık ise, Allah’a duyulan gerçek sevgi ve Mahtumkulu’nun sadece Yesevî’nin görüşlerine ruhî-ahlakî temizlikten ibarettir: müracaat etmiş olduğunu söylemek, eksik olacaktır. Bununla birlikte fikrin ifade ediliş tarzı «Gice gündiz arzuv kılsan anın didarını Yesevî’ye yakındır. Mahtumkulu «kâmil» ve Sap kıl bu könlüni bir güni derbar eder.» «kâmillik» konusundaki düşünceyi sufistlerden (Yesevî, 1992) almış olsa bile, onu sadece sufistik maksatlar ile sınırlandırmayıp, ayrıca bir edebî mesele haline getirmiştir. Her ne ise de, kâmil mürşidin sufistik Mahtumkulu, Yesevî’nin bu görüşlerini tam- ilimdeki mertebesi Mahtumkulu tarafından ihlâs- amen destekliyor. Üstelik «Saflık» düşüncesine daha geniş bir mana veriyor. Yesevî saflık- la işlenmiştir. Bu ise, edebî kurallara uygun bir duruluk görüşünü sadece ifade etmekle yetinirk- harekettir. Bu kalıba giren fikirleri tekrarlamamış en, Mahtumkulu daha açık ve gerçekçi manalar bir sufist yoktur. Ahmet Yesevî «Arslan Baba»yı, kazandırıyor, ve sahte maksatla halkın önünde Yunus Emre «Hacı Bektaş Velî»yi, Ali Şir Nevaî temizlik taslayan dervişlerin aslında içlerinin «Cami»yi, Mahtumkulu ise, «Azadî»yi ilimler- «börtü böcek» ile dolu olduğunu vurguluyor: ine duydukları saygı nedeniyle «kâmil mürşit» hükmünde kabul etmişlerdir. Fikir tekrarlamanın bir neticesi olarak da bu olgu, tasavvuf ilminde «Sopuluk esbabı hoşdur, gey içinni sap edip bir gelenek haline gelmiştir. Çünkü rehbersiz Bolsa möy-möcek içim bu eski salı neyler- yolcuya, mürşitsiz dervişe inanılmamaktadır: em.»

«Kamil ayagna baş goy, yalançıdan el göter Yesevî, Allah’a yönelen aşk konusunda, «Köydüm men-a», «Perverdigar», «Dostlar», Toba kılıp bir pirin topragna bulan könlüm.» «Kılar Ermiş», «Söyer Ermiş»... gibi onlar- (Magtımgulı, I 1983) ca şiir-hikmet yazmıştır. Bu şiirlerdeki idealler (fikirler) Mahtumkulu’nun «Bu Derdi», «Aşık Bolmuşam», «Gızmalı Boldum»... gibi şiirlerinde Edebî tesirin asıl belirtisi ideaların başka bir olduğu gibi tekrarlanıyor. Hatta şair, Yesevî’nin şairde devam ettirilmesiyle ortaya çıkmaktadır. edebî ustalık geleneklerini de kullanıyor. Ahmet Edebî ortamda belli bir süreç üreten herhangi bir Yesevî’ nin aşka düşen nesnelerin viran oluşu, bilgeye ait görüşlerin, başka bir ortamda devrine cennetin korkup gökyüzüne çıkışı, aşka düşenin uygun olarak devam ettirilmesi, stilin devam kuruyup yanışı, yaş döküp deli-divane oluşu ettirilmesinin bir göstergesidir. Yesevî’nin gibi içli-manevî duyguları, Mahtumkulu’nun görüşleri-idealleri uzun asırların devamında lirikî kahramanını açmak doğrultusunda edebî keskinleşerek çeşitli bilgelerin ve büyük şairlerin zenginliğe dönüşmekte, Yesevî ilmî ile yoğrulan vasıtasıyla Mahtumkulu’na, Mahtumkulu’nun bu özelliği ve lirikî duygusallığı güçlendirme- edebî mirasına ulaşmıştır. Özbek alimi İbrahim kte kullanılmaktadır. Buna misal olarak, «Galıp Hakkulov şunları yazıyor: «Mahtumkulu, Men», «Gördün mü» adlı şiirinde, bilig-10/Yaz’99 85

«Ya ıklım eyesi Ahmet Yasavı «kâmil» olurlarsa, işte o zaman cemiyetin adil Menin sahıpcemalımnı gördün mi» demiştir. olacağı kesindir: «Ahli dünya halkımızda sahavat yok Bu soru şeklindeki başvurma, iki büyük Patışahlarda, vezirlerde adalat yok sanatçının dünya görüşlerindeki yakınlık, fikir Dervişlerin dovasıda ecabat yok bütünlüğü ve etkileşim geleneklerini ortaya Dürli bela halk üstige yagdı dostlar.» koyan felsefî, ahlâkî, estetik benzerlikleri ifade ediyor. Mahtumkulu’nun ayrı ayrı onlarca (Yesevî, 1992) şiirinde Ahmet Yesevî hikmetlerinin etkisi açıkça görülmektedir» (Hakkulov, 1990). Yesevî, cemiyeti «virane», yukarı tabakayı Alimin bu görüşleri çok yerindedir. Çünkü yani zenginleri ve yöneticileri de «gönlü viran»lar, Ahmet Yesevî’nin tasavvuf ilmine dayanarak «nefis kulları» olarak nitelendirmektedir. Onlar söylediği fikirler ve sosyal görüşler, Mahtumkulu gönüllerinde aşk, insaf ve vicdan olmayan, her için büyük bir sağduyu kaynağına, şeyleriyle menfaatleri için uğraşan insafsızlardır. dolayısıyla bir çağlayana dönüşmüştür. Tamamiyle bu sebepten Ahmet Yesevî kendi O halde, Mahtumkulu Yesevî’den neler tarikatına çok geniş bir mana ifade eden «nefsi öğrenmiştir? öldürmek» metodunu koymuştur. Nefsi öldürmek, Bu soruya az veya çok bir cevap verebilmek bir anlamda kötülüğü, vicdansızlığı, insafsızlığı için, bu sahada özel incelemelerin yapılması öldürmek demektir. Çünkü o sadece açgözlülük gerekmektedir. Bundan dolayı biz, Yesevî’nin (dünyaya tapmak) ilkesiyle yetinmiyor, «nefisten dünya görüşüne umumî hatlarıyla temas etmeyi uzaklaşmak» metodu yardımıyla insan severliğe uygun gördük. Öncelikle vurgulamamız gereken yöneliyor, kötülüklerle dolu dünyayı temizlem- nokta şudur ki, Yesevî mirasının tabiatında bütün- eye çalışıyor: lük, bir bütün olmak özelliği bulunmaktadır. Bu miras, Orta Çağ toplum düşüncesinin, felsefî görüşlerinin feodalizme karşı mücadele ideal- «Pıskı-pücür dolup daşıp, hötden aşdı lerinin toplamıdır, neticesidir. Tamamiyle bu Garkap bolup, usyan içre geldim men-a.» sebebe göre Mahtumkulu, Ahmet Yesevî’ye (Yesevî, 1992) «İklim Eyesi» adını vermektedir. Bu bakımdan

Ahmet Yesevî edebî mirasına «Hikmetler» adının verilmesi de sebepsiz değildir. Görüldüğü üzere, şairin «kahraman»ı kötülük- ler içindeki «zaman»ın başıbozukluğu, bozgunluğu Yesevî’de toplumdaki sosyal fikirlerden ayrı içinde kaybolup gitmiştir. Daha doğrusu kend- bir fikirlenme yoktur. O, sufizmin tenrik yönlerine isini kaybetmiştir. Mahtumkulu’nun kahramanı yönelmiş ise de, bunları toplumsal düşünceler ile ilişkilendiriyor. O, şiir kahramanını hayattan ve da cemiyeti bu yönleriyle eleştirmektedir. Tıpkı toplumdan uzaklaştırmak istemiyor. Yaşayıştan Yesevî’nin kahramanı gibi Mahtumkulu’nun ayrı düştüğü, bir kenara çekildiği zamanlarda kahramanı da kavgalı-gürültülü, «kasıkları gam da sadece toplumun kötü taraflarını göz önünde ile dolu» dünyada sıkıntı duyuyor, eziyet çeki- tutmuştur. Toplumdan uzaklaşmasının sosyal bir yor. Hayattan bıkıp usandığını da gizlemiyor. anlamı vardır. Demek oluyor ki, iki şairin kahramanı da «ayıplı dünya»dan yüz çevirmiş idiler. Ahmet Yesevî’nin temel ilmî tespitleri, toplu- mun olgunlaşmadığı noktasındaki sosyolojik Evet... Büyük şahsiyetlerin feodal cemiyet görüşlerdir. ona göre olgunlaşmamış, kemale ile uyuşmaları mümkün değildi. Ancak Ahmet ermemiş bir toplumun oluşması, manevî yönden Yesevî veya Mahtumkulu bir çıkış aramaya olgunlaşmamış insanların çoğunluk olmasından kalkıştıklarında çözüm olarak sufistik paklanmada kaynaklanmaktadır. Eğer manevî yönden sağlıklı (tasavvufî temizlik) çare bulmuşlardır. Her ikisi de insanlar çoğalırsa, özellikle de devleti yönetenler tasavvuf’un idealize ettiği kötülüksüz, adil, temiz

bilig-10/Yaz’99 86 ahlaklı cemiyeti istemişlerdir. Bu ise onların Yesevî’ye bakarak daha bir canlı, daha bir istekle manevî büyüklüğünü, bir başka ifade ile yüce- açıyor. Şairde tipleme, tip üretme güçlü. Yesevî’de liklerini ortaya koyan bir olgudur. Nefsin fikrin derinliği kadar tip üretme yok. Mahtumkulu ve kötülüğün karşısına temizliği ve aşkı kahramanını şiirsel tip (lirikî syujet) haline getird- koymuşlardır: ikten sonra onu çok yönlü bir dünyanın-tabiatın ortasına oturtuyor, ruh dünyasına kulak veriyor. Görse baksa, bu engin temizliğin içinde, fert bir «Yoldaşım yok etdim, yolum yitirdim leke haline gelerek bütün varlığın güzelliğini Nefs insafdan etti, şum şeytan dinden...» kaçırıp durmaktadır. Kahraman bağırıveriyor: Bak, ben kim olarak kalmışım? Bu yaşa kadar «Magtımgulı aşnalık ber ışk ile kendini genç gösterdin. Şimdi ne yapacaksın? Sınama-sır bile, çeşme eşk ile..» Gençliğini geçirdin, kâmillik gemisini batırdın... Ve Mahtumkulu yaşayıp geçen ulu cömertler- (Magtımgulı, I,1983) in, hamd-ü sena okuyan çaresizlerin, yiğitlerin, mertlerin, Allah’a yönelmiş yüzlerin, şehitlerin, Mahtumkulu’nun Yesevî’nin ortaya koyduğu muhteşem «Nevruz»un, yıldızların, yüksek sistemden kazandığı bir başka fikir de, suçluluk dağların, çöldeki kırların, yerin, suyun...hürmet- temasıdır. Yesevî’ye göre yaşadığı toplumun ine günahlarının bağışlanmasını gözyaşları içinde içinde olmanın anlamı, ruhu günaha batırmaktır. niyaz ediyor. Bu muhteşem «ilâhî» dünyayı kirl- Çünkü cemiyet suçludur, günahkârdır. Dünya, eterek insafsız feleğin «kanlı» dünyasına gittiğine ruha karşı kurulan bir tuzaktır. Mahtumkulu, üzülüyor. Şair bu noktada Yesevî’nin idealar dünya pisliktir-kirliliğin toplandığı bir yerdir, dünyasına can veriyor: demektedir. Yesevî ise dünyayı suçladığı zaman- lar pek çok örnekler gösteriyor: Nefis ve şeytana «Belent daglar hakına uydun, it gibi dünyanın pisliğine bulaştın, iyiyi kötüyü tanımadın, acize şefkat göstermedin, Yerler, suvlar hakına dilin gıybette-gönlün zararda... Kısacası gaflet Çölde gırlar hakına içindeki gözün maneviyatı görmüyor: Günahim güzeşt eyle» (Magtımgulı, I,1983) «Dünya necas, talıp bolup it dek yördüm İstap anın yensesinden tün-gün kovdum.» Eğer Yeseviînin hikmetlerindeki lirikî (Yesevî, 1992) kahramanı yani kendisini ilmî ağızda konuşan, sadece fikirler-görüşler öne süren bir kişi olarak kabul edersek, Mahtumkulu’nun kahramanı kendi Yesevî kendisini «yüzü kara» kabul edi- ruh yapısını, iç dünyasını ortaya dökmektedir. yor, Allah’ın huzurunda «utançlı» gösteriyor, Mahtumkulu gerçek hayatta yaşayan bilgenin bağışlanmasını istiyor. Mahtumkulu yaşadığı tabiatını açmaya, cemiyete duyduğu tiksintiyi ifade devri ve ortamı beğenmeyerek ruhî sarsıntıya etmeye dikkat etmiştir. Bu yüzden de onun fikirl- düştüğü vakitlerde, hedefine Yesevî’nin gittiği bir eri daha anlaşılır ve gerçekçi insanın ruhuna daha yolda yürüyor, kahramanlarını bir metod olarak yakındır. «günahkar» psikolojisi içine sokuyor. İki şairin kahramanları da manevî yönden bütünleşiyorlar. Mahtumkulu’nun Ahmet Yesevî’den öğrendiği Bu metodu kullanmak sufizmin bir geleneği fikrî yaklaşımlara, metodlara ve diğer unsurlara bir olup buna başvurmamış bir Türk mutasavvıfı yok- sınır çizmek zordur. Alimlerin görüşlerine göre, tur. Ancak Ahmet Yesevî, Mahtumkulu için bu tasavvufun şeriat, tarikat, marifet, hakikat mese- manevî keşfin üstadı olarak görülmektedir. «Şıpa lelerindeki görüşleri Ahmet Yesevî’de bir sisteme Ber», «Güzeşt Eyle», «Hak Üçin» gibi onlarca oturtulmuştur. Hikmetlerinde bu meselelerin her- şiirde şair, Yesevî’nin fikir dünyasını tekrarlıyor. birini ele alan şiirler vardır. Mahtumkulu bunları Fakat Mahtumkulu «İdea»yı, düşünce dünyasını tamamen Ahmet Yesevî’nin etkisi altında kala- bilig-10/Yaz’99 87 rak benimsemiş, sindirmiştir. Şair bu düşünceleri takip ettiğini belirtmek istiyoruz. Onun suf- şiirleştirdiğinde Yesevîce bir üslûp kullanıyor. istik şiirlerinin hemen hemen yarısının aşk Yesevîye göre, yola düşecek olan yolcu ile ilişkilendirilmesi de, bu görüşümüzü dervişe öncelikle «aşk» gereklidir. Aşkta saht- doğrulamaktadır. Daha açıkçası aşk, şairin kalbi- elik olmuyor. Sahte aşk ile yolcu temizlen- nden hiç bir zaman ayrılmamıştır. Hatta her şeye emez de, maksadına yetemez de... Allah’a akıl bu aşk ile bakmış, gerçek aşkı (dünyevi aşk) da yetirmek, erişmek için yalnızca aşk olmalıdır. bu aşkın gözüyle değerlendirmiştir: Yesevî söylüyor: Aşk, marifettir... Kalbinde aşk olmayan insan sevemez de, akıl erdiremez de, «Işk bilen bitilgen bir taze gül sen Allah’a ulaşamaz da... Aşk, her kişiye mahsus bir hal değildir. Bu sebeple her kişinin yola düşmeye Yusup, Zılıhanın tayı, gözel sen...» kalkışması gerekmez. Çünkü onlar aşksız şeriati (Magtımgulı, I,1983) de, hakikati de kavrayamazlar... Mahtumkulu’nun tasavvufî aşkı sürekli «Magrıpatıñ münberige çıkmagınça kaynayıp durmakta, şairi rahat bırakmamaktadır. Şerigatınıñ işlerini bolsa bolmas. Şair, aşkı umman, derya, kanılmayan mey, Şerigatnıñ işlerini eda kılmay şeker-şerbet, dermansız dert, gönül yarası olarak tarif etmektedir. Ondan sadece boğulup, yanıp Tarıkatnıñ meydanıga girse bolmas yakılıp, mey mest olup, hasta düşüp...kurtulmak Işk yolıga özün layık etmeginçe mümkündür. Çünkü dertsiz ve hicransız aşkta Hakıkatnıñ sırlarını bilse bolmas.» lezzet yoktur. Şairin can için bir lezzet ifade eden (Yesevî, 1992) bu aşk yüzünden dert çekesi geliyor. O söylüyor: Yüreğinde gam, gözünde yaş olan mertler gerçek Sadece «aşk»ı değil bununla birlikte bütünüyle aşıklardır. Şair, «Böyle aşka hevesli olan var mı? Tasavvuf ilmini en geniş şekilde bir sisteme Eyvah yok!» diyerek sızlanıyor: koyarak talebeleri-dervişleri vasıtasıyla İslâm dünyasına yaymakta Ahmet Yesevi’nin büyük «Işk yolun höves eylap bir üstad olduğunu, bizzat kendisinin çağdaşları Gelen bar mı, yaranlar? da belirtmişlerdir: Derdimni beyan etsem

Bilen bar mı yaranlar?» «Şerigatnı sözlegen (Magtımgulı, I,1983) Tarıkatnı ızlagan Hakıkatnı bildiren Şıhım Ahmet Yasavı. Ahmet Yesevî’nin hikmetleri Tasavvuf ter- minolojisinin de hazinesi durumundadır. Bu Gün dogandan batarga hazine, Mahtumkulu’nun ilmî çeşmesidir, şair Tersa, Cöhit, Tatarga ondan tasavvufun ilmî ve manevî zenginliğini Gulluk kılıp Settarga öğrenmiştir. Öte yandan Yesevî adına verilen Şıhım Ahmet Yasavı...» «Kıssa-ı Kaysar», «Fakirna- me»...gibi eserler (Bakırgani, 1991) sufizmin dönem tabaka ve tarikatlarında da haz- ine olma hizmetini yerine getirmiştir. Dervişin borcu ve fakirlik görüşleri de, Ahmet Yesevî Tasavvuf ilminin hangi yolu (tarikatı) olduğunun farkı yok, hepsi de Ahmet Yesevî’ tarafından İslâm’ın farzları derecesinde tasavvuf yi sufizme giden manevî zenginliğin ve insan ilmine ilke olarak dahil edilmiştir. severliğin halifesi olarak görmektedirler. Biz, Ahmet Yesevî çizgisi, Beyazıd-ı Bestamî veya Mahtumkulu’nun «aşk» temasında da Yesevî’yi Hallac-ı Mansur çizgisinden sosyal görüşleri-

bilig-10/Yaz’99 88 nin olgunluğu ile farklılaşıyor. Bu tabakada çalışıyormuş. Bunu gören ve üzüntüyle evi terk büyük manevî gelişme vardır. Önceki Arap eden Hazreti Muhammet, çölde, İslâm’a girmek dönemleriyle olan farklılıkları ise daha kesin için gelen Padişah Kaysar ile karşılaşıyor. Kaysar, çizgilerle ayrışıyor. Bu durumu İmam Gazalî’nin beni Peygamberin huzuruna götürürsen sana hizmetine bağlayan Y. E. Bertels şu tespitleri tükenmez zenginlik veririm deyince, o kendisini yapmaktadır: tanıtmadan, verdiğin para karşılığında sana hiz- «XII. asırdan başlayarak, sufistik öğretinin elementleri edebiyatın bütün biçimlerinin içler- met edebilirim, diyor ve oradaki bir kuyudan kırk ine yerleşerek uzun asırlar devamında, içinde kölenin çektiği suyu çekmeyi talep ediyor. En son bulunduğu devirlerin şartlarına uygun şekilde kovayı çekerken ipin kopması üzerine Kaysar, varlıklarını sürdürmüşlerdir.» (Bertels, 1965). ona eziyet ediyor. Eserin sonunda Kaysar, Hazreti Önceki sufistler, Emevilere karşı yürütülen Peygamberin huzuruna vardığında, onu tanıyor tepkilere göz yummuşlar, Allah «kült»ünü ve yaptıklarından utanıyor» (Yesevî, 1993). yücelttikçe yücelterek mümkün olduğu kadar Görüldüğü üzere Ahmet Yesevî, «insan sosyal hayattan uzaklaştırmışlardır. Emeviler şöhretiyle değil helâl yoldan, emeğiyle yönetimine karşı oluşan tiksinti, onları aşırı duygusallığa, hayata doymuşluğa, emeği inkâr yaşamalıdır» şeklinde bir görüşü ileri sürüyor. etmek derecesine kadar getirmiştir. Böylece bu Yoksa şair Peygamberi Kaysar’a tanıttırıp, bu akım, toplum için son derece tehlikeli ve zararlı fırsatla da servet sahibi edebilirdi. bir hale gelmişti. «İlle de emek çekmek gerekmez, Mahtumkulu emeği savunmayıp önceki suf- rızkı Allah veriyor. Zahmet çekmediğinden değil istlerin «subjektif temizlenme» yoluna da girebi- Allah’tan çekinmediğinden kork. » şeklindeki görüşler, güya mensubunu takva derecesine lirdi. Ama o böyle yapmamış, Yesevî’ nin «emek yüceltlekteydi. Bu görüş, açıkça belirtilmese de, çekme yolu»na yönelmiştir. Helâl rızk ve alın Sufizmin birinci tabakasında (IX-X. asırlarda) da teri, Mahtumkulu için ruhî temizliğin en yüksek kendini göstermişti. derecesidir: Mansur ve Beyazıt, Allah’ı sevmek ve onunla bütünleşmek konusundaki metod larında, özellik- «Halal lukma yagtılık biyr gözlere le, seçilen insanın başlı başına olgunlaşmasını ve bu yolda manevî temizliğin «subjektif usul»ünü Tutgul, yagın bilgil, nan-u aşımdan..» benimsemişlerdir. Ayrıca bu yolda zikir etmek, (Magtımgulı, I,1983) yalnızlığa kaçmak, fakirlik çekmek... gibi görev- lerle «Kendi ruhuna sinmek» düşüncesini şart olarak koymuşlardır. İşte, bunların üzerine Mahtumkulu’da «helâl lokma», «höşk nan», Yesevî «zahmet çekme» (Emek çekme)yi katmış, «arpa ekmek»... gibi ifadeler sık sık kullanılıyor. emek çekmeyen insanı, «aşık» saymamıştır. Bunlar şairin sadece yetinmek-kanaat duygu- Mahtumkulu da emeği bir yana koyan manevî sunu, alçak gönüllülüğünü, mütevaziliğini anla- yücelmeyi kabul etmiyor... tan sözler değildir. Bunlarda çok daha derin Ahmet Yesevî, «Kıssa-ı Kaysar» adlı man- sosyal manalar vardır. Şair, «emeğinle ne yapa- zum eserinde, Hazreti Muhammet’in edebi tipini biliyorsan onu yap» şeklinde özetleyebileceğimiz üreterek önemli bir meseleyi gündeme getirme- kte, böylece bir mesaj vermektedir. Eserdeki bir görüşün taraftarı. Haramı, emeksiz kazancı hadise kısaca şöyle: kabul etmiyor. Bunu da tıpkı Yesevî gibi manevî «Hazreti peygamberin ailesi açlık çekiy- temizlik, ilahî olgunluk olarak görüyor: or. Hazreti Muhammet, kızı Fatma’nın evine vardığında, o, Hasan ile Hüseyin’i sevip okşayarak uyutmaya, içine taş koyduğu kazanı karıştırarak «Kamil bolup can gulagın bermeyen sanki yemek pişiriyormuş gibi onları aldatmaya Ana bilmez öten işi daşımdan...» bilig-10/Yaz’99 89

«Arpa nanı besdir, tapsan damaga siyasi hakimiyet çıkmaya başlıyor. Arap halife- Ömür bakasına düşme tamaga...» leri güçlerini kaybediyorlar. Çünkü bu bölge- leri XI. asırd` Oğuz Türkmenlerinin Selçuklular (Magtımgulı, I,1983) topluluğu ele geçiriyor.

Bunlar ise sadece İslâm dinine mensuptur- Yesevî ile Mahtumkulu’nun manevî lar. Demek ki, Sufizmin İslâm prensipleriyle beraberliğini pek çok meselede açmak müm- örtüşmekten, onun içine girmekten başka çaresi kündür. yoktur. Bu sebeple Sufizm ile İslâm’ın bütünleşen Yesevî’nin devri, tasavvuf ilminin büyük öğretisine ihtiyaç duyulmuştur. Bu hizmeti ise bilgeleri çıkardığı devirdir. Bunların en İmam Gazalî yerine getirmiştir. tanınmışlarından birisi Muhammed el-Gazalî’ Eğer böyle olmasaydı, göçebe Oğuzların dir. Yesevî ile Gazalî’nin ilmî görüşleri ayrı ayrı Sufistik görüşleri ile İslâm psikolojisi bir yere ülkelerde yaşamış olmalarına rağmen çok çeşitli sığışamayacaktı. İşte bu ihtiyaç nedeni- yle iki noktalarda örtüşmektedir. Ancak Gazalî’nin sistem birbiriyle kaynaşmaya başladı. eserleri derin ilmî karaktere sahip olup, felsefi dünyada büyük bir değişim (inkılap) yaratmıştır. Tıpkı böyle bir süreç, Ahmet Yesevî’nin İmam Gazalî’nin dünya görüşü çerçevesinde yaşadığı ortamda da ortaya çıkmıştır. köklü araştırmalar, incelemeler yapmış olan Rus Bu birbiriyle bütünleşen iki tarihî olgu, alimi V. V. Naumkin, onun tasavvuf ilmindeki bütün yönleriyle Mahtumkulu’nun devri için keşif ve yeniliklerini bir hizmet olarak görmekte- de uygun geliyordu. İslâm’dan uzak olmayan dir: «Muhammed el-Gazalî, geleneksel İslâm’ın bir saflaşma-olgunlaşma metodu, göçebelerin (Ehl-i sünnet inancı...Y. A.) değerlerini tasavvuf de, köylülerin de, şehirli alimlerin de ruhlarına düşüncesi ile birleştirmiştir.» (Naumkin, 1980). yatkındı. Bu çerçevede, Mahtumkulu’nun edebî Böylece O, Yesevî’nin önü sıra tasavvuf ile mirasında «İslâmlaşan» sufizm, belli bir noktaya İslâmî düşüncelerin bütünleşmesini sağlamıştır. kadar devam etmiştir. Bu öğreti duru İslâm da Bu bütünleşme ile birlikte sufizm, üçüncü değildi, duru sufizme de dayanmıyordu. Fakat tabakasına geçmektedir. pek çok yönlerden Tasavvuf düşüncesini koruy- ordu. Nadir Şah’ın, Ahmet Dürranî’nin, Fetih Yeri ve zamanı geldiğinde bu sentezin Ali Şah’ın hakimiyetlerinin sosyal tesirlerine Türkmen Edebiyatı’na, bu çerçevede de karşı konulan insan severliğe dayalı mistikî Mahtumkulu’nun edebî dünyasına geleceği kendiliğinden anlaşılmaktadır. Bu sebeple de humanizm, Mahtumkulu’nu manevî yönden tat- gelecekte, sufizmin kaynaklarından birisi olarak min etmişti. Şair Ortaçağ tasavvuf kaynaklarını Gazalî’ye başvurmamız gerekmektedir. Bizim gözden geçirdiği gençlik ve olgunluk yıllarında, manevî yönden de buna hakkımız vardır. Çünkü bütün bunları körü körüne incelememişti. O, Yesevî’nin de, Gazalî’nin de ilmi dünyaları bunların esasında, bunları temel alarak kendi Oğuzların-Selçuk Türkmenlerinin siyasî-medenî sosyal görüşlerini oluşturmuştu. merkezlerinde kemale gelmiştir. «Tırnağı demirden talancı dünya»da, Mahtumkulu Gazalî’nin idealar sistemi yani sabırlılık, sosyal adaleti aramıştır. Bunların içinde insanı koru- kanaatkârlık, dervişlik, aşk... görüşleri bütünüyle mak, erkinliğe çıkarmak, manevî temizlik duygusu geleneksel İslâm’ın prensip ve kuralları ile uyandırmak...gibi görüşler onun sosyal arayışlarının yoğrulmuştur. Bu durum sebepsiz değildir. temelini meydana getirmektedir. Sanatçıların, alimlerin, talebelerin... kısacası şehir Yesevî’nin-Gazalî’nin mutasavvıf çizgisi, aydınlarının varlığını koruyan sufizm, birden- Mahtumkulu’na sadece «birinci tabaka» gibi bire büyük bir sosyal inkılap yaşamıştır. Hallac-ı parça parça görüşler kazandırmaktan öte, ilmî- Mansur’un, daha sonra Nesimî’nin başından tasavvufî sistemi, mücadele gücünü ve meto- geçen «Bağdat ideolojisi» değişmemiş olsaydı, dunu, insan sevgisi, güzellik, dünya, Allah... siyasî karışıklıkların keskinleşmesi kaçınılmazdı. gibi düşüncelerin derin sosyolojik köklerini de Önce, İslâm’ı zorla elinde tutan Bağdat’ın elinden kazandırmıştır.

bilig-10/Yaz’99 90

KAYNAKLAR:

BAKIRGANİ, Suleyman; (1991), Bokirgan NAUMKİN, V. V; (1980), Abu Hamit al-Gaza- Kitabı, Toşkent, «Yazuvçi» li, Voskreşeniye Nauk o Vere, Moskva, BERTELS, Y. E; (1965), İzbrannıye Trudı, «Nauka» Tom 3, Moskva. NEVAİ, Ali Şir; (1966), Novayı Ali Şir Badiiy HAKKULOV, İbrahim; (1990), Ahmat Adabiyot Naşriyotiy, 15 Tom. YESEVİY, Hikmatlari, Toşkent. SAGADEYEV, A. V; (1980), İbn-i Sina, Moskva, MAHTUMKULU; (1983,I,) Magtımgulı Şıgırlar, «Mısl» I Tom, «Türkmenistan Neşriyatı, Aşgabat. YESEVİ,Ahmet; (1992), Ahmat YESEVİY, MAHTUMKULU; (1983, II,) Magtımgulı Devoni Hikmat, Toşkent. Şıgırlar, II Tom. AHMET YESEVİ; (1993),«KıssayıKaysar», Sirli Olam Jurnalı, Taşkent.

bilig-10/Yaz’99 91

THE SECOND LEVEL OF MAHTUMKULU’S LITERARY PERSONALITY AND YESEVI THOUGHT

Prof. Dr. Muhammetnazar Annamuhammedov Institute of Philology and Letters, Turkmenistan

ABSTRACT

Sufizm played a big role in forming the literary personality of Turkmen classical poet Mahtumkulu, in 18. century. By gathering the benefit of his experiences, Mahtumkulu had continued and enhanced the sufistik philosophy with new methods and aspects. So he handed down a moral and literary inheritance not only for the society of Turkmen of Caspian region but also for the whole Turkish society located up to the Atlantic Ocean. Mahtumkulu accepted Ahmet Yesevi as an authority in his works and studied Ahmet Yesevi’s suffistic chain in 18. century. During the Emevids period the Sufizm trend used to present the passive opposition but now it expressed the struggle. In these conditions the social part of Sufizm became clear and free minds, tendency to react directly or indirectly to events had appeared. So the person who tyrannized had been called "tyrant" he, who did not know Islam had been called "uneducated" and the " clergymen" who kept the society uneducated and used them according to their interest had been criticized badly.

Key Words : Sufistik Personality, Literary Interaction, Mature Person-Mature Society.

bilig-10/Yaz’99

93

FERİDÜDDİN ATTÂR’IN PENDNÂMESİNİN TÜRK EDEBİYATINA ETKİSİ VE ZAİFÎ’NİN BUSTÂN-I NASÂYIHI İLE KARŞILAŞTIRILMASI

Dr. Abdulhakim KOÇİN Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK)

ÖZET

Feridüddin Attâr’ın Pendnâmesi gerek Fars, gerekse Türk kültür ve edebiyatını uzun süre ve derinden etkilemiştir. Ancak bu durum, Türk edebiyatındaki pendnâmelerin Fars edebiyatındaki pendnâmelerin bir taklidi olduğu anlamına gelmez. Te’lif pendnâmeler bir tarafa, tercümelerde bile şairlerimiz konuyu aynen almış ama, bunun yanında kendi kabiliyet ve kültürlerini işlemekten de geri kalmamışlardır.

Anahtar Kelimeler: Feridüddin Attâr, Pendnâme, Zaifî, Bustân-ı Nasâyıh.

bilig-10/Yaz’99 94

GİRİŞ Edip Ahmed’in dörtlükler halinde yazdığı Atâbetü’l-Hakâyık adlı dinî, ahlâkî küçük man- Dnğum ve ölüm tarihleri kesin olmamak- zum eseri (Arat, 1951) de büyük bir ihtimalle 12. la birlikte kendisinden söz eden kaynaklarda yüzyılın sonlarında yazılmıştır. h.513(m.1119) yılında Nişabur’da doğup, h.586(m.1193) veya bundan sonraki bir tari- Bunlardan İslâmî Türk edebiyatının ilk hte öldüğü belirtilen (Ritter,1942). Feridüddin ürünlerinden olan Kutadgu Bilig, Türk dili ve Attar’ın Pendnâmesi, genel bir bakışla İslâmî bir edebiyatının en önemli eserlerinden biri olduğu temele dayanan ahlâk ve âdâb kurallarını kısa gibi, bir pendnâme olması (Dilaçar, 1988) ve formüller halinde gençliğe aşılamak maksadıyla müslüman Türklerin ele geçen ilk nasihat kitabı yazılmış didaktik bir eserdir. olması bakımından da ayrı bir öneme sahiptir. İslâmî ve tasavvufî bir görüşe dayanan pratik Divânu Lûgati’t-Türk’te de savaş ve ahlâk kurallarını, insanlık duygularını, hatta en kahramanlık şiirleri, av ve avcılıkla ilgili şiirler, basit yaşayış tarzlarını kuvvetli ve ahenkli bir aşk şiirleri, tabiat tasvirleri ve övgü şiirlerinin mesnevi kalıbı içinde veci- zelendiren, içinde yanı sıra dinî ve ahlâkî nasihatler veren türlü zaman zaman her seviyeye hitap eden müspet ve manzumelerden alınmış parçalar, dörtlük ve bey- kuvvetli fikirler de serpiştirilmiş bulunan bu eser, itler de vardır. yüzyıllar boyunca Şark- İslâm ülkelerinde hemen İslâmî Türk edebiyatının yine ilk ürünlerinden her tabaka arasında beğeni kazanmış, bu mil- olan, bilginin faydası ve bilgisizliğin zararlarından, letlerin kültürü ve edebiyatları üzerinde etkileri dili tutmanın değerinden, alçak gönüllülük ve görülmüştür. Eserin edebiyatımız üzerind- kibirlilikten, dünyanın kararsızlığından, cömert- eki etkileri 15. ve 16. yüzyıllarda yapılmaya lik ve cimrilikten, iyi huylardan, zamanın başlayan tercüme ve şerhleri dikkate alındığında bozukluğundan vb. konulardan bahseden kendiliğinden ortaya çıkmış olacak. Ancak biz Yüknekli Edip Ahmed’in Atâbetü’l-Hakâyık’ı bu tercüme ve şerhler konusuna geçmeden evvel da kendinden sonra Türkistan’da Harezm’de ve Pendnâme’nin edebiyatımıza etkisi konusunda Anadolu’da yazılan dinî, didaktik eserlerin ilk doğru bilgiler vermek için toplumumuzun İslâm merhalesini temsil etmek üzere elde bulunan bir medeniyetine katılmasından sözünü ettiğimiz bu örnektir. 15. ve 16. yüzyıllara kadar ki süreç içerisinde Bu yüzyıla ait ahlakî didaktik eserlerin ilk mer- meydana getirmiş olduğu pendnâme türünden halesini temsil etmek üzere elimizde bulunan bir sayabileceğimiz eserler üzerinde de durmanın başka örnek ise, Ahmed Yesevî’ nin müridlerine gerekli olduğuna inanıyoruz. tasavvufu anlatmak üzere söylediği şiirlerin yer Bilindiği gibi İslâm’ı kabul eden ilk Türk aldığı Divân-ı Hikmet adlı eseridir (Bice, 1993). devleti, esas kitlesini Karluk, Çigil ve Yağma 13. yüzyıl özellikle Anadolu’nun olağanüstü Türklerinin oluşturduğu Karahanlılardır. hareketli büyük bir kaynaşma ve oluşma döne- 10. yüzyıl başlarında İslâm dinini kabul eden midir. Bu dönemde Türk-Moğol ordularının Doğu Karahanlı sülalesinden Satuk Buğra Han’ın Doğu Türkistan’dan başlayarak Anadolu’ya ölümünden(m.955) bir kaç yıl sonra kalabalık kadar bütün İslâm alemine girişleri çok haşin ve bir Türk zümresinin İslâm dinine girmesiyle tahripkâr oldu. Ancak buna rağmen, dinî-tasav- birlikte özellikle Doğu Karahanlıların başkenti vufî bir mahiyet arz eden ve ahlâk konusunda Kaşgar, önemli bir kültür merkezi haline geldi. yazılan nasihat- nâmeler de bu yüzyılda giderek İslâmî Türk edebiyatının ilk eserleri de 11. arttı. Bunların başında Mevlânâ’nın Farsça olarak yüzyıl ortalarında burada yazıldı. Bunlar Bala- yazmış olduğu Mesnevî gelir (Mevlânâ, ?). sagunlu Yûsuf’un 1069’da tamamladığı Kutadgu Bu yüzyılda yazılmış bir başka nasihat kitabı Bilig adlı 6500 beyitlik büyük manzum eseri ise, Ahmet Fakih’in yazmış olduğu Çarhnâme adlı (Arat, 1942) ile çağdaşı Kaşgarlı Mahmud’ un ahlâkî ve tasavvufî nasihatler veren manzumesidir Divânu Lûgati’t-Türk adlı ünlü Türkçe-Arapça (Mansuroğlu, 1956). Anadolu içlerinde şehir şehir sözlüğüdür (Kültür Bakanlığı, 1990). Yüknekli dolaşıp, halka nasihatler veren Şeyyad bilig-10/Yaz’99 95

Hamza’nın Ahmet Fakih tarzında ve bazen ona edebiyatımıza etkisi, adını, konusunu ve esas nazire sayılabilecek mahiyette söylediği arûz plânını onun Mantıku’t-Tayr adlı eserinden veznindeki klâsik manzumeleri de yine dinî, alan Gülşehrî’nin Mantı ku’t-Tayr’ı ile daha 14. tasavvufî ve ahlâkî nasihatlerdir (Buluç, 1956). yüzyıllarda başlamış olmasına rağmen, Sırât-ı Bunlardan başka Sultan Veled’in İbtidanâme, Musta- kîm’den önce Pend-i Attâr’ın herhangi bir Rebabnâme, İntihanâme adlı üç ciltlik mesne- tercümesine bugüne kadar rastlanamadığından, visi, Divân’ı ve Ma‘ârif adlı eseri de yine bu söz konusu eserin, bu tarihlere kadar Türk yüzyılda nasihat etme amacıyla yazılmış eserlerdir edebiyatına etkisi konusunda kesin bir şey söyle- (Köprülü, 1984). mek mümkün görünmemektedir. Ancak bu durum 14. yüzyıla gelindiğinde Yûnus Emre’nin bizi, ‘Pend-i Attâr’ın bu tarihlere ka- dar her- Risâletü’n-Nushiyye’si (Gölpınarlı, 1965) ile bir- hangi bir tercümesinin yapılmadığı, dolayısıyla likte doğrudan doğruya ahlâk konusunda yazılan edebiyatımızı etkilemediği‘ gibi bir kanaate nasihatnâmelerin sayısı da gittikçe artar. Bunlar götürmemeli. Aksine, Attar’ın edebiyatımızı arasında adını, konusunu ve esas planını İran 14. yüzyıldan itibaren etkilemeye başlaması ve edebiyatının büyük mutasavvıf şairi Feridüddin bugüne kadar rastlanamamış ise de Pendnâme’si Attâr’ın Man- tıku’t-Tayr adlı eserinden alan beğenilip, okunan bir eser olduğundan, tercüme- Gülşehrî’nin Mantıku’t-Tayr’ı (Levend, 1957), lerinin bu yüzyılda da yapılmış olması kuvvetle Aşık Paşa’nın Garibnâme adlı 12000 beyit muhtemeldir. tutarındaki tasavvufî, ahlâkî büyük ve didaktik mesnevisi (Aşık Paşa, ?), Aydınlı Müridî’nin FERİDÜDDİN ATTÂR’IN dinî, ahlâkî kültürü halka yayan Pend-i Ricâl PENDNÂME’SİNİN TÜRK adlı eseri (Aydınlı Müridî, ?), Kul Mes‘ud’un EDEBİYATINA ETKİSİ Kelile ve Dimne tercümesi (Kul Mes‘ud, ?) ve Pendnâme’nin Türk edebiyatına etkisini, Şeyhoğlu Sadreddin Mustafa’nın ahlâk ve siyaset Sabâyî’nin Sırât-ı Müstakîm’inden sonra net bir konusu içine alabi- leceğimiz Marzubannâme’si şekilde görmek mümkün. Elimizde 15. yüzyıla (Korkmaz, 1973) bu yüzyılda ortaya konmuş ait olarak Pendnâme’nin sadece bu tercümesi önemli nasihat kitaplarıdır. bulunmuş olmasına rağmen, gerek bu yüzyılı takip 15. yüzyılın başında Anadolu’nun siyasî duru- eden 16. yüzyılda, gerekse daha sonraki yüzyıllarda munu alt-üst eden Timur’un Ankara Savaşı(1402) manzum ve mensur pek çok tercümeleri ve şerhleri sonucunda Anadolu’da siyasî bölünmeler ortaya yapılmıştır. Şair ve yazarlarımız bu tercümeleri çıkmış olmasına rağmen, bu yüzyılda da nasi- yaparken, ilerde Pend-i Attar’ı Zaifî’nin Bustân-ı hatnâmeler didaktik ve lirik olmak üzere iki Nasâyıh’ı ile karşılaştırdığımızda da belirteceğimiz koldan gelişmiş ve en olgun dönemlerinden gibi, bazen kendilerinden de bir şeyler katmış, birini yaşamıştır. Bunlardan Ali Şir Nevaî’nin Pendnâme’yi daha çok genişletmeye ve Mahbûbu’l-Kulûb’u (Ali Şir Nevaî, ?), Bâlî’nin zenginleştirmeye çalışmışlardır. Te’lif pendnâme- Bahr-ı Nasâyıh’ı (Balî,?), Sinan Paşa’nın Nasihat- lerimizde ise, genellikle yine Attar örnek alınmıştır nâme’si (Sinan Paşa, ?), Mercimek Ahmed’ in Ancak bunların yanı sıra Güvahî’nin Pendnâme’si Farsça’dan tercüme ettiği Kabusnâme’si (Gökyay, gibi konusu yerli, Attar’ın Pendnâme’sinden tama- 1944), Ali bin Hüseyin’in Risâle-i Edeb’i (Ali b. men farklı özellikler gösteren pendnâmeler de Hüseyin, ?) ve Nasayihü’l-Müslimîn (Ali b. yazılmıştır. Şimdi sözünü ettiğimiz bu tercüme, Hüseyin, ?) adlı manzumesi ile Hatipoğlu’nun şerh ve te’lif pendnâmelerden belli başlı birkaç Ferahnâme’si (Hatipoğlu, ?), nasihat geleneği tanesini liste halinde verelim. konusunda bu yüzyılda yazılmış eserlere örnek olması bakımından zikredilmeye değer. Tercümeler: Bunlardan başka bu yüzyılda yazılmış ve 1.Sabayî: Sırât-ı Müstakîm (Atlansoy, 1987). zikretmemiz gereken bir başka nasihat kitabı ise, Sabayî’nin bugüne kadar yapılan tespitlere 2.Edirneli Emirî: Terceme-i Pendnâme-i göre Pend-i Attâr’ın ilk manzum tercümesi olan Attâr (Emirî, ?). Sırât-ı Mustakîm’idir (Atlansoy, 1987). Attâr’ın 3.Zaifî: Bustân-ı Nasâyıh (Koçin, 1991).

bilig-10/Yaz’99 96

4.Edirneli Nazmî: Pendnâme-i Attâr Dede, ?), baş tarafları Attâr’ın Pendnâme’sine Tercümesi (Mazıoğlu, 1977). paralel olmakla birlikte sonlarda fıkhî bilgilerin 5.Zarifî Ömer Efendi: Terceme-i Pendnâme-i yer aldığı Örfî Efendi’nin Pendnâme’si (Örfî, Attâr (Zarifí Ömer, ?). ?) ve Attâr’ın Pendnâme’sinden tamamıyla ayrı özellikler taşıyan Askerî Bey’in Pendnâ- me’si 6.Sa’dullah bin İbrahim bin Ahmed: Terceme-i (Askerî Bey, ?), daha çok hulefâ-i raşidîn, Harun Pendnâme-i Attâr (Sadullah b. İbrahim, ?). Reşîd ve Abbas’ın saltanat dönemlerini anlatan 7.Makalî: Pend-i Attar Tercemesi (Makalî, Ali el- Kâtibî’nin Pendnâme’si (Ali el-Kâtibî, ?). ?) ile Güvahî’ nin, içinde atasözleri, deyimler, 8.İlmî:Pendnâme ve Tercemesi (İlmî, ?). fıkralar ve masalların yer aldığı tamamen yerli 9.Mustafa b. Muhammed: Pendnâme ve özelliklere sahip Pendnâme’si (Güvahî, h.993 ) Tercemesi ( Mustafa b. Muhammed, ?). gösterilebilir. 10.Feridüddin Attâr: Pendnâle (Genç- osman, 1946). PENDNÂME’NİN BUSTÂN-I NASÂYIH İLE KARŞILAŞTIRILMASI Bunlara ek olarak da M. Nuri Gençosman’ın yaptığı Pendnâme tercümesinin Önsözünde haber Karşılaştırmayı yaparken Pendnâme’nin verdiği Hasan Şuurî’nin tercümesini, I. Sultan Millî Kütüphane de 1960 A 333 numarada Ahmet devri şairlerinden Levnî’nin tercümesini kayıtlı nüshası ile Gazi Üniversitesi Sosyal ve son asır alimlerinden Mustafa Asım’ın man- Bilimler Enstitüsü’nde tarafımızdan Yüksek zum tercümesini de verebiliriz (Gençosman, Lisans Tezi olarak hazırlanmış bulunan Bustân-ı 1946). Nasâyıh’ın tenkitli metnini esas aldık. Bu yazıda örnekler verilirken beyitlerin sonundaki numa-

ralar ile başlıklarda verilen Romen rakamları Şerhler: Bustân-ı Nasâyıh'ın tenkitli metindeki numara ve 1.Abdurrahman Abdî Paşa Vak’anüvis: Şerh-i rakamlardır. Pendnâme-i Attâr (Abdurrahman Abdî, ?) Zaifî, her ne kadar eserinde, bunun Attâr’ın 2. İsmail Hakkı Bursavî: Şerh-i Pend- nâme-i Pendnâme adlı eserinin tercümesi olduğunu Attâr (İsmail Hakkı, ?). açıkça söylemiyor ise de, yapmış olduğumuz 3. Şem‘î Şem‘ullah Mustafa Bosnavî: Pend-i karşılaştırma sonucu Bustân-ı Nasâyıh’ın Pendnâme’nin tercümesi olduğunu tespit etmiş Attâr Şerhi (Şem‘î, h.1145). bulunmaktayız. Ancak bu tercüme, kelime kelime 4. Mehmed Said Bursavî: Şerh-i Pendnâme-i ya da cümle cümle olmadığı gibi, bütünüyle aslına Attâr (Mehmed Said, ? ). bağlı kalınarak yapılan bir tercüme de değildir. Bu 5. Ruhî Mustafa bin İsmail: Ruhu’ş-Şurûh sebeple Bustân-ı Nasâyıh, günümüzdeki tercüme (Ruhî Mustafa, h.1181) anlayışını aşan bir anlam taşımakta ve Pendnâme ile şu yönlerden farklılık göstermektedir: Bu şerhlere ek olarak M. Nuri Genç osman’ın a. Zaifî tercümeyi yaparken genelde yukarda ‘tercümeler‘ alt başlığı altında sözünü Pendnâme’ye bağlı kalmış; ancak zaman zaman ettiğimiz eserinin Önsöz’ ünde haber verdiği eserine Pendnâme’de olmayan kısımlar ekleyerek İstanbullu ulemadan İsmet Mehmet (ö.h.1160) onu daha çok genişletmeye ve zenginleştirmeye şerhi ile İsmail Müfid (ö.h.1217) şerhini ve çalışmıştır. Zaifî’nin eserine aldığı bu kısımlara Erzincanlı Hacı Feyzullah (ö.h.1323) şerhini de örnek olarak eserin başında verilen münâcât, verebiliriz (Gençosman, 1946). na’t ve din büyüklerinin methine dair tercüme Yukarda verdiğimiz tercüme ve şerhlerden kısmından sonra Pendnâme’de yer almayan ayrı olarak te’lif pendnâmelerimiz için de yine Padişâh-ı İslâm Sultân Süleymân Hân hul- Attâr’ın Pendnâme’si örnek alınarak, aşağı yukarı lide mülkbhü medhindedür ve Kitâb-ı Bustân-ı onunla paralel konularda nasihat veren Adnî Nasâyıh medhindedür başlıkları altınd` yer Receb Dede Efendi’ nin Pendnâme’si (Adnî Receb alan kısımları gösterebiliriz LXVIII. bilig-10/Yaz’99 97 kısımdan itibaren Hikmet , Pend ya da Latife 356, 380, 386, 412, 442, 446, 452, 453, 461, 470, başlığı altında yer alan toplam 586 beyitlik nasihat 472, 480, 487, 491, 492, 495, 526, 528, 584, 587, kısmı ise, Sa’dî’nin Gülistân’ının 8. ölümün ter- 589, 591, 594, 598, 635, 646, 657, 682, 701, 704, cümesi ile oluşturulmuştur (Kartal, 1999). 712, 713, 714, 715, 721, 730, 732, 734, 745, 755, 757, 759, 771, 774, 800, 804, 809, 812, 828, 832, 833, 834, 837, 839, 841, 842, 849, 850, 911, 912, b. Zaifî, Pendnâme’de bir beyitte ifade edilen bir 931, 932, 940, 978, 980, 982, 983. hususu eserinde iki veya daha çok beyi- tle ifade ederek de eserini genişletme ve zenginleştirme yoluna gitmiştir. Bu konuda Numaralarını verdiğimiz bu beyitlerden üç örnek olması bakımından pek çok beyit tanesini aşağıda verelim: bulunmakla beraber şunlara bakılabilir: Pendnâme’nin başında yer alan tevhid deki Her ne dilerse ider sultânıdur “Göz açıp yumuncaya kadar cihanı birbirhne Mâsivâ hep bende-i fermânıdur (14) çarpar, burada söz söylemeye hiç kimse cesaret edemez” anlamındaki 19. beyte, Zaifî’nin eser- inde Şu iki beyitte yer verilmiştir: Kubbe-i çarhı mu’allâ kılan O Şemse-i şemsi mücellâ kılan O (26) Ger cihânı biribirine ura Zehresi yok kimsenün karşu dura (20) Cümle âlem Hâlıkı Allâh’dur Cinn ü insün râzıkı Allâh’dur (29) Tarfetü’l-ayn içre kevneyni düzer Göz yumup açınca dilerse bozar (21) d. Zaifî, bazan da Pendnâme’de yer alan bir manzumeyi tercüme ederken manzumeden bir kısım beyitleri ya hiç almamış ya da bey- Aynı şekilde Pendnâme’nin münâcât tin sadece bir mısraında Pendnâme’ye bağlı kısmınd` “Lutfundan mağfiret diler; zaten sen kalmıştır. Meselâ, rahmetimden umut kesmeyin dememiş miydin?” anlamındaki 8. beyit de, Bustân-ı Nasâyıh’ta yuk- arda olduğu gibi iki beyit içerisinde verilmiştir: Aheni Davûd’a eyledi hamîr Kim elinde mûm u pûlâd idi bir (8) Çok günahı var umar afvün senün Geç suçından bu Zaifî bendenün (97) beytinin 1. mısraı aynı olduğu halde 2. mısraı Pendnâme’de “Kâdir ve Kayyum olan Allah inayet etti” şeklindedir. Hiç almadığı beyitlere Kimdür ol k’itmez ümîd-i mağfiret örnek olarak da “Der sıfat-i dervişî vü hubb-i Toludur “lâ-taknatu” çün şeş cihet (98) dervişân migûyed” başlığı altında yer alan şu iki beyti gösterebiliriz:

c. Zaifî, Pendnâme’deki bir metni tercüme eder- Her ki o terk-i ten-i âsânî koned ken zaman zaman beyitlerin arasına ya da sonuna Pendnâme’de yer almadığı halde birtakım beyitler Pes hilâf-i nefs-i sultânî koned ilâve etmiştir. Numarasını vereceğimiz şu beyitler “Rahatına kıyan herkes nefsinin arzularını Zaifî’nin tercümeyi yaparken yapmış olduğu ilâve yenen sultan olur.” beyitlerdir: 14, 26, 29, 30, 31, 34, 89, 93, 97, 101, 111, 119, 125, 127, 137, 139, 170, 177, 180, 183, 186, 189, 197, 199, 202, 205, 215, 216, 220, 224, Ey püser ez âhiret gâfil me-bâş 226, 230, 285, 290, 309, 318, 322, 325, 329, 338, Bâ-meta’-i in cihân hoş-dil me-bâş

bilig-10/Yaz’99 98

“Ey oğul, âhiret yurdundan gâfil olma ve lardan ayrı olarak yine zaman zaman şairlerimiz dünya malına sevinme!” tarafından Attâr’ın Pendnâme’si örnek alınarak, aşağı yukarı onunla paralel konularda nasi- hat veren pendnâmeler yazılmıştır. Ancak bu Öyle zannediyoruz ki, Zaifî, tekrar olmasın durum, Türk edebiyatı ürünleri çerçevesinde diye bu beyitleri almamıştır. Çünkü hem bu ortaya konan pendnâmelerin tamamının Fars beyitlerde hem de esere alınmayan diğer bey- edebiyatında ortaya konan pendnâmelerin bir itlerdeki anlam kendilerinden önceki beyitlerin taklidi olduğu anlamına gelmez. Şairlerimiz anlamlarıyla hemen hemen aynıdır. bazen da Attâr’ın Pendnâme’sinden tamamıyla e. Zaifî, eserinde başlıkların konduğu ayrı özellikler taşıyan, zaman zaman içinde atasö- yerler hususunda da Pendnâme’ye pek bağlı zleri, deyimler, fıkralar ve masalların yer aldığı kalmamıştır. Pendnâme’de bazan iki başlık bütünüyle yerli özelliklere sahip pend nâme- altında yer alan beyitleri bir başlık altında top- ler de ortaya koymuşlardır. Yukarda yaptığımız larken, bazan da bunun aksi bir durum görülme- karşılaştırmada da görüleceği gibi, te’lif pend ktedir. Meselâ, Bustân-ı Nasâyıh’ taki CIII. nâmeler bir tarafa, tercümelerde bile şairlerimiz başlık Pendnâme’de yoktur. Bu başlık altındaki konuyu aynen almış ama, bunun yanında kendi beyitler, Pendnâme’de bir önceki başlık altında kabiliyet ve kültürlerini işlemekten de geri devam eder. Bu durumda Zaifî, Pendnâme’de kalmamışlardır. bir başlık altında verilen beyitleri eserinde iki Pendnâme ile Bustân-ı Nasâyıh’ı başlık altında vermiş oluyor. Bunun aksi olan karşılaştırdığımızda da Bustân-ı Nasâyıh’ın durum için de şu örnek gösterilebilir: Bustân-ı Pendnâme ’nin tercümesi olduğunu tespit etmiş Nasâyıh’ ta 268. beyit ile 269. beyit arasında olduk. Ancak bu tercüme, kelime kelime ya da başlık bulunmadığı halde Pendnâme’de bu iki cümle cümle olmadığı gibi, bütünüyle aslına bağlı beyit arasında “Der mücâhede-i nefs guyed” kalınarak yapılan bir tercüme de değildir. Bu şeklinde bir başlık vardır. Pendnâme’de sebeple Bustân-ı Nasâyıh, günümüzdeki tercüme olmayıp, Bustân-ı Nasâyıh’ta olan diğer örnek- anlayışını aşan bir anlam taşımakta ve Pendnâme ler için XL, XLII, LI, LXIV numaralı başlıklara ile şu yönlerden farklılık göstermektedir: bakılabilir. a. Zaifî, tercümeyi yaparken genelde f. Zaifî’nin eseri ile Pendnâme arasında Pendnâme’ye bağlı kalmış; ancak zaman zaman görülen bir başka farklılık ise, beyit ve mısraların eserine Pendnâme’de olmayan kısımlar ekleyerek yer değişimi hususudur. Meselâ, Pendnâme’de onu daha çok genişletmeye ve zenginleştirmeye 5. sırada yer alan bir beyit, Bustân-ı Nasâyıh’ta çalışmıştır. 3., 3. sırada yer alan bir beyit ise, Pendnâme’de b. Zaifî, Pendnâme’de bir beyitte ifade edilen 5. sırada yer alabildiği gibi, zaman zaman beyit- bir hususu eserinde iki veya daha çok beyitle ifade teki mısraların yer değiştiği de olur. Yer değişen ederek de eserini genişletme ve zenginleştirme beyitlere örnek olarak ayrıca 3-4,18-19, 203- yoluna gitmiştir. 204, 263-264, 284-285, 392-393.. beyitlere c. Zaifî, Pendnâme’deki bir metni tercüme bakılabileceği gibi, mısraların yer değiştiği diğer ederken zaman zaman beyitlerin arasına ya da örnek beyitler için de 7, 11, 41, 162, 198, 332.. sonuna Pendnâme’de yer almadığı halde birtakım numaralı beyitlere bakılabilir. beyitler ilâve etmiştir. d. Zaifî, bazan da Pendnâme’de yer alan bir SONUÇ manzumeyi tercüme ederken manzumeden bir Yukarıda söylediklerimizi özetlersek, kısım beyitleri ya hiç almamış ya da beytin sadece Feridüddin Attar’ın Pendnâme’si, yazıldığı bir mısraında Pendnâme’ye bağlı kalmıştır. yüzyıldan itibaren gerek Fars, gerekse Türk kültür e. Zaifî, eserinde başlıkların konduğu yerler ve edebiyatını uzun süre ve derinden etkilemiştir. hususunda da Pendnâme‘ye pek bağlı kalmamıştır. 14. yüzyıldan itibaren pek çok şairimiz tarafından Pendnâme’de bazan iki başlık altında yer alan Pendnâme’nin tercüme ve şerhleri yapılmış; bun- beyitleri bir başlık altında toplarken, bazan da bilig-10/Yaz’99 99 bunun aksi bir durum görülmektedir. f. Zaifî’nin eseri ile Pendnâme arasında Meselâ, Bustân-ı Nasâyıh’ taki CIII. başlık görülen bir başka farklılık ise, beyit ve mısraların Pendnâme’de yoktur. Bu başlık altındaki bey- yer değişimi hususudur. Mesalâ, Pendnâme’ de itler, Pendnâme’de bir önceki başlık altında 5. sırada yer alan bir beyit, Bustân-ı Nasâyıh’ta devam eder. Bu durumda Zaifî, Pendnâme’de 3 ; 3. Sırada yer alan bir beyit ise, Pendnâme’de bir başlık altında verilen beyitleri eserinde iki 5. sırada yer alabildiği gibi, zaman zaman beyit- başlık altında vermiş oluyor. teki mısraların yer değiştirdiği de olur.

KAYNAKLAR BALÎ; Kitâbu Bahrü’n-Nasâyıh, TDK Ktp., Fotokopi 225; 80 yk. ABDURRAHMAN ABDÎ PAŞA; Şerhu BİCE, H; (1993), Hoca Ahmed Yesevî: Divân-ı Pendnâme-i Attâr, Millî Ktp., Yz. A. 14; Hikmet, Ankara, Türkiye Diyânet Vakfı 220 yk. Yayını; XVIII+229+8 ADNÎ RECEB DEDE; Pendnâme, Millî Ktp., BULUÇ, S; (1956), “Şeyyâd Hamzâ’nın Beş Yz. A. 3112; 6 yk. Manzumesi”, Türk Dili ve Edebiyatı ALİ B. HÜSEYİN; Nasâyihü’l-Müslimîn, Dergisi, İstanbul, C.VII, S.1-2. İstanbul Üniversitesi Ktp., Ty., nu: 1542. DİLAÇAR, A; (1988), Kutadgu Bilig İncelemesi, ALİ B. HÜSEYİN; Risâle-i Edeb ve Vesile-i 2.b., Ankara, TTK Basımevi. Men Taleb (Müstensih ve istinsah tarihi: EDİRNELİ EMİRÎ; Pend-i Emirî, TDK Ktp., Muhammed b. Ali, h.1065 ), Millî Ktp., Yz. A. 362. Yz. A. 1977/1; 1b-54a yk. GENÇOSMAN, M. N; (1946), Feridüddin ALİ EL-KÂTÎBÎ; Pendnâme, Millî Ktp.,Yz. A. Attâr/Pendnâme, Ankara, 8+V+70 892/2; 98a-104a yk. GÖKYAY, O. Ş; (1944), Keykâvus: Kâbusnâme ALİ ŞİR NEVAÎ, Mahbûbu’l-Kulûb (Müstensih (Çev.:Mercimek Ahmed), İstanbul; 502 s. ve istinsah tarihi: Eyyub Hace b. Abdülaziz, h.1221), Millî Ktp., Yz. A. 4926; 220 yk. GÖLPINARLI, A; (1965), Yûnus Emre: Risâletü’n-Nushiyye ve Divân, Tıp- ARAT, R. R; (1942), Yûsuf Has Hacib: Kutadgu kıbasım, Ankara, Eskişehir Turizm ve Bilig, İstanbul; 144+200 Tanıtma Derneği Yayını; LIII+310 +210 yk. ARAT,R.R; (1951), Edib Ahmed: Atâ- betü’l- GÜVAHÎ ÇELEBİ GEYVELİ; ( h.993 ), Hakâyık, Tıpkıbasım, Ankara, TDK Pendnâme, Millî Ktp., Yz. A. 709/1. Yayını; 163 + LXXXI + CLXXII s. HATİBOĞLU MEHMED; Millî ASKERÎ BEY; Pendnâme, Millî Ktp., Yz. A. Ferâhnâme, 799/2; 84b-89b yk. Ktp., MFA (A) 2652 (Kayseri Genel Ktp., Raşid Ef., nu:1074). AŞIK PAŞA; Garibnâme, TDK Ktp., Fotokopi 217; 226 yk. İLMÎ; (1212 h.), Pendnâme ve Tercemesi, Millî Ktp., Yz. A. 83; 38 yk. ATLANSOY, K; (1987), Sırât-ı Müstakîm, Ankara, Uludağ Üniversitesi, Sosyal İSMAİL HAKKI BURSAVÎ; Şerh-i Pendnâme-i Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Attâr (Müstensih ve istinsah tarihi: Ahmed Lisans Tezi. Hafız, h. 1130), Millî Ktp., Yz. A. 365. AYDINLI MÜRÎDÎ; Pend-i Ricâl, Millî Ktp., KARTAL, A; (1999), Osmanlı Medeniyetini Yz. A. 3007; 24 yk. Besleyen Kültür Merkezleri, Ankara,

bilig-10/Yaz’99 100

Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü MEHMED SAİD BURSAVÎ, Şerhu Pend Yayınlanmamış Doktora Tezi. nâme-i Attâr, Millî Ktp., Yz. A. 3310; KOÇİN, A; (1991), Zaifî ve Bustân-ı Nasâyıh’ı, 106 yk. Ankara, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler MEVLÂNÂ CELALEDDİN,,,, Mesnevî (İstinsah Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans tarihi:911 h.),TDK, Yz. B. 21. Tezi. MUSTAFA B. MUHAMMED(h.1102), KORKMAZ, Z; (1973), Sadrüddin Şeyhoğlu: Pendnâme ve Tercemesi, Millî Ktp., Yz. Marzubannâme, Tıpkıbasım, Ankara A. 2261; 59 yk. Üniversitesi Basımevi; 460+7 + CXXXVII ÖRFÎ, Pendnâme, Millî Ktp., Yz. A. 3642/4; s. 28a-33a yk. KÖPRÜLÜ, F; (1984), Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, 5.b., Ankara, Diyanet İşleri RİTTER, H.(1942), “Attâr”, İslâm Ansiklopedisi, Başkanlığı Yayını. Ankara, MEB Yayını. KUL MESUD; Kelile ve Dimne, Süleymaniye RUHÎ MUSTAFA; (h.1181), Ruhû’ş-Şurûh, Ktp., Lâleli, nu: 1897. Millî Ktp., Yz. B. 326; 222+V yk. KÜLTÜR BAKANLIĞI (1990), Kâşgarlı SADULLAH B. İBRAHİM; (1183 h.), Terceme-i Mahmud: Divânu Lûgati’t-Türk, Pend-i Attâr, Millî Ktp., Yz. A. 540; Tıpkıbasım, Ankara; 320 s. 64+VI yk. LEVEND, A. S.(1957), Gülşehrî: Mantıku’t- SİNAN PAŞA; Nasihatnâme-i Sinan Paşa, Tayr, Ankara; 32 s., 298 planj. Millî Ktp., MFA (A) 4354 (Millet Ktp., MAKALÎ, Pend-i Attâr Tercümesi, TDK Ktp., Hekimoğlu Ali Paşa, nu: 680). Yz. A. 265. ŞEM‘Î ŞEM‘U’LLAH; Pend-i Attâr Şerhi MANSUROĞLU, M. (1956), Ahmed Fakih: (Müstensih ve istinsah tarihi: Ahmed b. Çarhnâme, İstanbul; 98 s. Mustafa, 1145), TDK Ktp., Yz. A. 69. MAZIOĞLU, H.(1977), “Edirneli Nazmî’nin ZARİFÎ ÖMER; Pendnâme-i Zarifî (Müstensih Pend-i Attâr Çevirisi”, DTCF Türkoloji ve istinsah tarihi: Molla Yahya, 1252 h.), Dergisi, Ankara, C.II. TDK Ktp., Yz.FB.27.

bilig-10/Yaz’99 101

THE INFLUENCE OF FERİDÜDDİN ATTAR’S PENDNAME ON TURKISH LITERATURE AND ITS COMPARISON WITH ZAİFÎ’S BUSTAN-I NASAYIH

Dr. Abdulhakim KOÇİN The Scientific and Technical Research Council of The Turkey

ABSTRACT

Feridüddin Attâr’s Pendnâme has deeply influenced both Persian and Turkish cul- ture and literature for a long time. However this does not mean that advice books in the Turkish literature are replicas of those in the Persian literature. Not only in original advice books, but even in the translations have our poets copied the subjects, but have also used their own talents and mastered their culture in their works.

Key Words: Feridüddin Attâr, Pendnâme, Zaifî, Bustân-ı Nasâyıh.

bilig-10/Güz’99 bilig-10/Yaz’99

103

NAMIK KEMAL’İN TİYATRO ANLAYIŞI

Nazir AKALIN On Sekiz Mart Üniversitesi, Doktora Öğrencisi

ÖZET

Namık Kemal’in edebî türler içinde en çok tiyatroya ilgi duyduğu ve bu bağlamda eserler kaleme aldığı, birçok edebiyat tarihçisinin dikkatini çekmiştir. Onun başta «Mukaddime-i Celâl»i olmak üzere tiyatro problemlerini öne çıkaran ve sürekli gün- demde tutan birçok yazı yazması,tiyatroya büyük bir değer ve ağırlık verdiğine, bu edebî türü çok sevdiğine delil olarak gösterilir. Bu makalede, Namık Kemal’in tiyatroya ilişkin görüşlerinde edebiyat akımları içinden hangi şablonları seçip kullandığı tenkitçi bir bakış açısıyla değerlendirilmeye çalışılmıştır. Namık Kemal, tiyatro hakkındaki tenkitlerinde klâsisizm ve romantizmin tesirindedir. Klâsik ve romantik sanat adamları gibi, o da konuların tarihten seçilmesini; milletin tarih şuuruyla uyanışa yöneltilmesini ister. Klâsikler gibi, tiyatroyu zevk vererek eğlendiren bir sanat türü olarak görür. Ancak klâsisizmin üç birlik kuralını tenkit ederken referans olarak romantizmin ilkelerini kullanır. Tiyatroya ahlâkîlik izafe ederken de, klâsik sanatçılar gibi düşünür; tiyatro eserinde seyircinin ahlâkî olgunlaşmasına zemin hazırlayan konuların işlenmesini ister.

Anahtar Jelimeler : Namık Kemal, Tenkit, Tiyatro, Edebî Akımlar, Ahlâk, Tarih ve Romantizm, Klâsik Tiyatro.

bilig-10/Yaz’99 104

GİRİŞ ler ve tiyatroyu derin bir ilgiyle ciddiye alır: «Tiyatroyu ne kadar sevdiğimi ve ona dair olan Namık Kemal, 28 Eylül 1867 tarihinde âsâr ile ne kadar tevaggul ettiğimi târif iktizâ Paris’ten babası Mustafa sım Bey’e yazdığı etmez» (Namık Kemal, 1873). bir mektupta, tiyatronun başta ahlâk, sonra da dilin güzelliğini yansıtma bakımından görülmesi Niyazi Akı, Tanzimat döneminde tiya- gereken büyük bir okul olduğuna dikkat çeker. tro üzerine devrin gazete ve dergilerinde «Taştan yürekleri bile ağlattığını» (Tansel,1967) yayınlanmış olan yazılarda en çok Namık Kemal söylediği oyunları seyretmek için çoğu akşam tiy- imzasına rastlandığını tespit etmiştir (Akı, 1989). atrolara gittiğini, bazı gençlerin Avrupa’nın sefa- Diyojen dergisinin 44. sayısında «Tiyatro», 164. hat yuvalarına alışıp oralarda perişan olduklarını, sayısında «Tiyatro Maddesi», 167. sayısında kendisinin ise tiyatro sayesinde bu tehlike ve «Ecel-i Kazâyı Tenkid», 168. sayısında «Osmanlı kötülüklerden uzak kaldığını anlatır. Tiyatrosu», 171. sayısında «Tiyatro Meselesi», Hadîka gazetesinin 33. sayısında «Tiyatrodan Kenan Akyüz’e göre, Namık Kemal Bahseden Arkadaşlara», İbret’in 127. sayısında Avrupa’ya gittikten sonra ciddî sahne eserlerini «Tiyatro» başlıkları altında kaleme aldığı yazıları orada görebilmiş ve tiyatronun gerçek değerini ile tiyatroya özel bir önem veren Namık Kemal, bu vesileyle kavrayabilmiştir (Akyüz, 1990). Akı’ya göre; tiyatroyu eğlencelerin en faydalısı Onun dikkatini tiyatroya çeken asıl sebep; sah- olarak gördüğünden, sahne eserlerini kitap ve nenin seyircileri eğlendirmesi ve onların kültürl- gazetelerden daha etkili bulduğundan, halkın erini artırmasıdır. tiyatro ile eğitilebileceğini düşündüğünden, buna Kâzım Yetiş’e göre de, Namık Kemal bağlı olarak dilde sadeleşmeyi savunduğundan, Türkiye’de sahne eserleri kaleme alan ilk yabancı dillerden tiyatro eserlerinin çevrilmesine sanatçılardan biri olduğu gibi, aynı zamanda sıcak baktığından ve yeni kurulan Osmanlı tiyatro- ilk teorik bilgileri veren ve tiyatroya tenkitçi bir sunu alkışladığından dolayı Fransız edebiyatının gözle bakan bir yazardır: büyük romantikleri kadar idealist ve reformcu- «Namık Kemal, içinde yaşadığı cemiyeti dur (Akı, 1989). Ahmet Hamdi Tanpınar’a göre değiştirmek isteyen bir insandır. Bu yolda en güçlü ise, Namık Kemal’in tiyatrosu, ileri sürdüğü âlet ise ona göre tiyatrodur. Bunun için ısrarla ‘eğlence’ fikrine rağmen bir ‘dava tiyatrosu’dur. konunun üzerinde durmaktadır» (Yetiş,1996). O, bizzat kaleme aldığı oyunlarında vatanperver- Bir zamanlar Avrupa’da ilkel kavimlerin lik, İslâm birliği, insan hakları gibi meselelerle her tarafa yayılması sebebiyle diğer kültür Osmanlı cemiyetinin ilerlemesi için teklifler ileri kurumları gibi tiyatronun da unutulduğunu ve sürmüştür (Tanpınar,1988). dikkatlerden uzak kaldığını, ancak XV. asrın Namık Kemal, 28 Kanûn-i Evvel 1288 (10 Ocak sonlarında İtalya’da, bir yüzyıl sonra İspanya ve 1873) tarihinde Hadîka gazetesinde «Tiyatrodan İngiltere’de, ardından Fransa ve Almanya’da; Bahseden Arkadaşlara» başlığıyla neşrettiği giderek Avrupa kıtasındaki ülkelerin tamamında yazıda, niçin tiyatro tenkidi yaptığını açıklığa yeniden öne çıktığını öğrenen Namık Kemal, kavuşturur. Kendisini hakem tahtına oturtup da halihazırda Avrupa’da hiçbir milletin tiyatrosuz bu konuya ilişkin söz söyleyen kişilerin şu veya kalmadığını görür, bu edebî türe Türkiye’de de bu yöndeki sözlerinin hata veya doğru olduğunu, önem verilmesi gerektiğini idrak eder. Avrupa’da ‘muhâkemât, bahsi ile halletmeye çalışmak gibi bir gençlerin üniversitelerden aldıkları eksik retorik niyeti olmadığını, ancak meseleyi olumlu çözüm- bilgilerini tiyatrolarda tamamladıklarına bakar, lemelere ulaştırma bakımından soyut olarak tiya- tiyatro eserinin dilin güzelleşmesinde nasıl etkili tro, somut olarak da Osmanlı tiyatrosu hakkındaki bir rol oynadığını takdir eder. düşüncelerini özetleyip açıklamak istediğini belirtir Bu bağlamda Avrupa’da tiyatronun edebî türl- (Namık Kemal,1873). erin hepsine tercih edilebilir bir önem kazandığını, Namık Kemal, «Mukaddime-i Celâl»in 4. hatta büyük ediplerin en güzel eserlerinin sahne bölümünde bir milletin konuşma gücünün edebiy- eserlerinden ibaret olduğunu hayranlıkla gözlem- at olarak kabul edilmesi durumunda, tiyatronun bilig-10/Yaz’99 105 edebî örneklerin hayat bulmuş dili olacağını zamâna tesâdüf ettiği için tabiatiyle te’sîri ziyâde söyler. Ona göre «Tiyatro, fikrin hayâlâtına olur» (Namık Kemal, 1873). vicdân, vicdânın ulviyetine cân, cânın hissiyâtına Tenkitçi, bu yüzden insanların, tiyatronun lisân verir» (Namık Kemal,1886 / 1887).Tiyatro, hizmetini gazete ve kitaplara tercih ettiğini söyler insanı hazin hazin ağlatan, ancak yaşattığı ve kendisinin de aynı fikirde olduğunu açıklar. üzüntülerde bambaşka bir lezzeti de içinde bulun- Yaklaşık üç ay sonra kaleme aldığı «Tiyatro» duran aşka benzer (Namık Kemal,1886 / 1887). başlıklı yazısında da bir milletin topyekûn bir İbret’te neşrettiği «Tiyatro» başlığını taşıyan ahlâk kitabı yazsa dahi, bir adamı kolayca terbiye yazısında da, tiyatronun eğlencelerin en edibanesi edemeyeceğini, ancak bir edibin birkaç güzel ve faydalısı olduğunu (Namık Kemal,1873) savu- tiyatro kaleme almasıyla bütün bir milleti terbiye nan tenkitçi, «Mukaddime-i Celâl»de gelişmiş edebileceğini ileri sürer (Namık Kemal, 1873). memleketlerin inkılap ve ilerlemeleri konusunda Namık Kemal, her ne kadar «Mukaddime-i tiyatrnnun diğer yayınların hepsinden daha fazla Celâl»de Avrupa’da tiyatronun ahlâk bakımından hizmet ettiğini söylemekten de kendini alamaz çok büyük faydaları olduğunun tecrübe edildiğini (Namık Kemal,1886 / 1887). söylerse de, bu fikre kısmen katılır. Bize göre tenkitçinin bu fikrini başka bir TİYATRO VE ROMAN yerdeki cümlesiyle birleştirerek anlamak gerekir. ARASINDAKİ FARK Çünkü Hadîka gazetesinde neşrettiği «Tiyatrodan Bahseden Arkadaşlara» başlıklı yazısında, şahsî Namık Kemal, «Mukaddime-i Celâl»in kanaati olarak esasen tiyatronun bir hüner ve ahlâk 3. bölümünde tiyatro gibi bir edebî türün, çok okulu olmadığını; bir eğlence olduğunu, hatta bazı masraf gerektiren bir seyir salonuna kavuşması, hazin dram ve trajedilerin dahi tiyatroyu eğlence millî ahlâkın da ortaya çıkacak eserleri anlayışla olmaktan uzaklaştıramayacağını söyler. karşılayabilecek müsait bir kıvama ulaşması konu- Tiyatronun, insan fikrinin keşfettiği suna dikkat çeker ve tiyatronun esasen romandan eğlencelerin tümüne tercih edilebilecek en üstün olduğunu iddia eder. Hâlihazırda telif ve ter- faydalı eğlence türü olduğunu belirten tenkitçi, cüme romanlardan daha güzel yirmi beş otuz oyun bu fikrine gerekçe olarak da tiyatronun insanlİğın bulunduğunu söyler. Vaktiyle Avrupa’da bulunan durumunu yansıtmasını gösterir. bir dostuna gönderdiği bir mektupta da bu fikrini şu şekilde açıkladığını nakleder: «Bir güzel oyun okuma, oynandığını görmek kadar lezzet vermese TİYATRONUN ZORLUKLARI bile, yine roman mütâlaasına müreccahtır» (Namık «Tiyatrodan Bahseden Arkadaşlara» Kemal, 1886 / 1887). yazısında on binden fazla yazarı bulunan Fransız Tenkitçi, buradaki hükmünü, oyunda edebiyatında güzel tiyatro yazan on yazarın bile duyguların daha şiddetli tasvir olunması ve tiy- bulunmayışına dikkat çeken Namık Kemal, tiya- atro eserinde konuyu tamamlayan unsurlarla tronun edebiyatın en zor türü olduğunu söyler ve ilgili ayrıntıların dağınık olmamasına dayandırır. Osmanlı tiyatro edebiyatının durumunu gözler Romanda böyle bir durumun söz konusu önüne serecek bir karşılaştırma yapar: «Ya olmadığına dikkat çeker. edebiyatımızın hâline nazaran bizde kaç tiyatro müellifi bulunabilecek? Husûsiyle Avrupa’da bir TİYATRO VE AHLÂK oyun yüz kereye kadar oynanırken, İstanbul’da ancak üç beş kere seyrolunduğundan, Güllü Namık Kemal’e göre tiyatro izleyenler, Agop Efendi’nin tiyatrosu Fransa’nın en büyük insanlığın ahlâkını iyi ve çirkin yönleriyle göz tiyatrosundan ziyâde te’lifâta ihtiyaç gösterir. önüne getirirler. «Vicdânın en kuvvetli hissi O kadar eser nerede bulunacak?» (Namık ve en mükemmel mürebbisi olan meftûniyet Kemal,1873). Fakat yine de Osmanlı cemiyet- ve nefret derhâl heyecân eder. Bu heyecân ise inde tiyatronun daha yeni oluştuğunu, daha işin kalbin en rikkatli veya en münşerih olduğu bir başındayken böyle bir

bilig-10/Yaz’99 106 kurumun mükemmel olmasını beklemenin müm- söylemekten kendini alamaz. kün olmadığını ifade ederek ortaya konan eser OSMANLI TİYATROSU ve icraatları anlayışla karşılar. Ardından eksik- liklerin en aza indirilmesini istemek gerektiğini Namık Kemal’in Osmanlı tiyatrosu için ilk etapta ifade eder ve sözü söyleyişteki bozukluğa istediği tek şey, dilin ıslah edilmesi, bunun için de getirir. Çünkü tiyatro dile hizmet etmek için tiyatro yazan yazarla- rın biraz ıstılâh - perverlik ’ten vardır. Bu hizmet yerine getirilmezse yapılan iş kaçınmasıdır. Çünkü sahne eserleri, ağdalı bir üslû- ‘maskaralık’tan öteye geçemez. pla yazıldığında, hedeflenen şey, yani eğlendirerek öğretme misyonu gerçekleşemeyecektir. Elde kâfi derecede oyun olmamasından dolayı, TİYATRO, ŞİİR VE DÜZ YAZI Avrupa dillerinden tercüme yapılmasına olumlu «Muk addime-i Celâl»de vezin ve kafiye bir gözle bakan Namık Kemal, Türkçeleştirilen bakımından Osmanlı’dan üstün imkânlara sahip oyunların icra edilmesine kötü bir gözle milletlerin tiyatroda şairaneliği mana ve hayalde bakılmamasını ister. Edebiyatın vatanının arayarak nazımdan mümkün mertebe kaçmaya olmadığını; ‘sahîh’ olan fikrin bir dilde yapacağı çalıştıklarını söyleyen Namık Kemal, akıcı bir tesiri, diğer dilde de aynen göstereceğini, ancak hikâye kaleme almaya müsait olmayan mevcut sadece tercümeden dolayı retorik gücünün şiir üslûbuyla lanzum tiyatro yazmayı dene- azalacağını söyler. Sahne tekniğinin, telif eserler menin, Türkçe’de tiyatro eseri bulunmamasını yanında tercümeler vasıtasıyla gelişip güçleneceğini istemek anlamına geleceğine dikkat çeker. Daha düşünür (Namık Kemal,1873). Osmanlı tiyat- rosu- sonra kafiyesiz şiirin tabiatıyla nesre yakın nun medenî dünyaya ayak uydurmasını da büyük olarak düzenlenebileceğini ve bunun karşılıklı bir heyecanla ister ve kendi eserlerini bu gayenin konuşma tarzına normal söz gibi uyduğunu gerçekleşmesi için kaleme alır. söyler. Shakespeare’i bu duruma örnek gösterir. Onun en önemli eserlerinde dahi nazım arasına ORTA OYUNU VE TİYATRO nesir karıştırdığını belirtir. Tenkitçi, Fransızların Yunan üslûbuna daha Tiyatro gibi, vaka, şahıs kadrosu, dekor ve yatkın olmalarına rağmen, şiirlerini ‘efâil ve müzikle icra edilen Orta Oyunu, ilk defa 1235 tefâil’den uzak, ancak kafiyeli formda söyl- / 1819 tarihinde Osmanlı sarayında oynanmaya edikleri hususunun altını çizer ve böyle bir başlar ve beş altı yıl içerisinde büyük bir ilgi görüp gittikçe yaygınlaşırsa da, Batılı manada tarzın karşılıklı konuşmayı güçleştirdiğini, tiyatronun Türkiye’ye giriş sürecinden sonra mil- bunun da Fransız edipleri arasında manzum letin bu oyuna karşı ilgisi azalmaya başlar. tiyatro yazma geleneğini ortadan kaldırdığını söyler. Romantiklerden Victor Hugo’nun kaç Orta Oyununda amaç, seyirciyi güldürme- tane manzum tiyatrosu varsa, onların yarısı ktir. Namık Kemal, «Tiyatro» başlıklı yazısında kadar düzyazıyla kaleme alınmış tiyatrosu Orta Oyunu ile tiyatroyu karşılaştırırken işte bu bulunduğunu, bun- ların önem ve ciddiyetler- farkı göz önüne alır. Ona göre tiyatro sadece inin manzumlarından aşağı kalmadığını belirtir. güldürmediğinden dolayı Orta Oyunu değildir. Victor Hugo’ nun ve çağdaşı olan ediplerin man- Çünkü tiyatro, güldürdüğü gibi aynı zamanda zum tiyatrolarında, ibareleri genellikle mısralar ağlatır ve bütün bunlarla birlikte eğlendirir. Orta arasında keserek; ‘onda ve belki yirmide bir Oyununda edepsiz, çetrefil ve yanlış sözler söz defa’ kafiyenin son söze tesadüf ettirildiğini konusu iken, tiyatro insan vicdanının en saklı hissettirmeyecek derecede şiir üslûbunu perdelerini açar ve gönlün en haklı duygularını değiştirdiklerini; bu tiyatroların dinlenildiğinde çözümlemeye tabi tutar (Namık Kemal, 1873). düz yazıya yakın bir intiba bıraktığını ifade eder. Namık Kemal, Orta Oyununu yerli bir sahne Ancak yine de Osmanlı şivesindeki parlaklığın sanatı olarak değerlendirir, ancak bu oyunun Osmanlı ve şark aleminin zengin hayal dünyasının; vezinli cemiyetinin ihtiyaçlarına Batılı tiyatro eserleri kadar tiyatroların getireceği güzelliklere açık olduğunu cevap vermediğini düşünür. Cemi bilig-10/Yaz’99 107 yetin, Orta Oyununa değil de, Batılı oyunlara ise bazı eserlerini düzyazıyla kaleme almıştır. gösterdiği ilgiyi böyle bir talep meselesine bağlar. Böylece bir kural tanımazlık ortaya konmuştur. Orta Oyununun Osmanlı cemiyetinin ahlâk ve Bu sanatçılar içinde bütün kurallara harfi harfine törelerine uymadığına işaret eder. uyan tek sanatçı Racine olmuştur. Tenkitçi, burada dünyada zevke ait olan HAYALÎ VE TARİHÎ TİYATRO üstünlük derecesinin göstergesi olarak genel kab- ulleri esas alır ve romantik üslûpla eser yazanların Namık Kemal, «Mukaddime-i Celâl»de tiya- gördüğü ilginin, klâsik tarzda yazanların şart ve tro konularını, vakalarının dayandığı kaynaklara kaidelerinin münasebetsizliğini tam manasıyla bakarak ‘hayalî’ ve ‘tarihî’ ol- mak üzere ikiye ispat ettiği fikrini ileri sürer. ayırır. Bu sınıflandırmaya göre kaynağı büsbütün hayal olan eserlerde gerçeğe benzerliği aramak Namık Kemal’e göre klâsik eserler, ‘tabiî’ esastır; sanatçı bu esası yakalamak zorundadır. olmayışları bakımından bir çok noksanlığa Kaynağını tarihten alan eserlerde ise sanatçı, giriftârdır ve konuları Yunan milletinin en değerli tasavvuruna esas olacak, tasvirine hizmet edebi- mukaddeslerini ve kahramanlık hasletlerini lecek olan her malzemeyi tarihten alacak, vakanın yansıtmadıklarından dolayı da zamanın düşünce ve ayrıntılarını ise, tasarrufunun kuşatabileceği gelenekleri doğrultusunda tenkide uğramışlardır. şekilde şahsî hayal ve duygularıyla süsleyecektir. Ancak onların söyleyiş tarzları şairanedir. Buna Hatta gerektiğinde, vakanın tarihçe bilinen akış bir de musiki eklendiğinden,Avrupalının zevkine seyrini dahi değiştirebilecektir. uygun olan estetik sanatlar keşfedildiği gibi, kabiliyet gösterebileceği en mükemmel seviyeye de ulaştırılmıştır. Bundan dolayı Yunanlılar, KLÂSİK VE ROMANTİK TİYATRO tiyatrolarını tabiata uygunsuzluğu ve hayal Namık Kemal, tiyatroya dair yaptığı tenk- kırıklığı bakımından tenkide tabi tutmamışlar, itlerin bir çoğunda Avrupa tiyatro tarihine de aksine milletlerinin övünülecek en büyük göndermelerde bulunur ve tenkitlerini bu nok- değerlerinden biri olarak görmüşlerdir. talarda yoğunlaştırır.«Mukaddime-i Celâl» in Ancak burada tenkitçi, klâsik edebî eserdeki 4. bölümünde oyunları, ‘klâsik’ ve ‘romantik’ şeklin, insanın evrensel tecrübesinin ana çizgi- diye ikiye ayırır. Bunlardan birincisini ‘fennî’, lerini aksettirdiğini göz ardı eder ve onu kendi ikincisini ise ‘tabiî’ kelimeleriyle tercüme eder. bütünlüğü içinde değerlendirmez. Klâsik oyunların bazı edebiyatçılar arasında Namık Kemal, «Mukaddime-i Celâl»de ‘üç belirlenmiş olan kurallara, romantik oyunların birlik prensibi’nin klâsisizmi benimseyenler ise bir takım içgüdülere dayanan zorunluluğu tarafından oluşturulduğunu zikrettikten sonra, üzerinde durur. Klâsik tiyatro eserlerinin öncüsü bu edebî akımın savunucularının, tiyatroyu tra- olarak Yunan tiyatrosunu, romantik eserlerin jedi, komedi ve traji-komik şeklinde kısımlara zirvesi olarak da Shakespeare’i zikreder. Klâsik ayırdığından bahseder ve keskin düşünen veya romantik tiyatrolardan hangisinin tabiî kişilerin bu sınıflandırmayı doğal kurallara zevke uygun olduğunu anlamak için tecrübeye uygun bulmadıkları için reddettiklerini hatırlatır. başvurulmasını söyler ve daha önce yapılmış olan tecrübelerden bir takım neticeler çıkarır: Avrupa Kendisi de, klâsisizmin trajedilerin manzum edebiyatında şiir bakımından en büyük kabili- olması ve üç veya beş bölüme ayrılması prensi- yeti gösteren milletlerin içinde İngiliz, Alman bine karşı çıkar. Bir dram kaleme alınırken yeni ve İspanyol şairlerinin hemen hemen hepsi, görüşen iki kişinin birbirinin hal ve hatırlarını Shakespeare tarzında, yani romantik bakış açısı manzume ile sormaları durumunda meclisin ve üslûbuyla yazmışlardır. Klâsisizmi devam maskaralaşacağını söyler. ettirenler ise, XVII. ve XVIII. asırlarda eser Klâsik üslûpla yazılan eserlerin ‘üç birlik veren Corneille, Molière, Racine ve Voltaire gibi prensibi’ni ön plana çıkararak, bu tarzdaki eserleri büyük Fransız edipleridir. Ancak bunların içinde tenkit etmekten geri durmayan Namık Kemal’e dahi Corneille bazı oyunlarında konu birliğine, göre, klâsik tarzda yazılan eserler, yazarını zaman, Molière mekân birliğine uymamış; Voltaire mekân ve konudan oluşan üç birlik şartı-

bilig-10/Yaz’99 108 na uymaya mecbur bırakmaktadır. Çünkü yazar göre aslında üç birlik şartını ortaya koyanlar, ele aldığı konunun akışıyla doğrudan ilgisi eserlerini eski Yunan şairlerinin eserlerine ben- bulunmayan ayrıntıya giremeyecek ve kelime zetmek istemişlerdir. Oysa Yunan tiyatrolarında seçiminde de oldukça titiz davranmak zorunda şairlerin uyduğu şey, özetlemeyi retoriğin kalacaktır. Oysa bu ‘meşakkat’ten başka bir kesin şartlarından biri olarak saymalarından şey değildir. Yine anlatılan hikâyenin akışını ileri gelen konu birliğidir. Ancak buna rağmen, yirmi dört saatten fazla zamana yaymamak da Yunan tiyatrolarında «hayâl-i beşeri kıracak o ikinci bir sınırlayıcı unsurdur. Hadiseyi tek bir kadar hâller vardır ki, şimdi o yolda bir tiyatro odada cereyan ettirmek mecburiyeti ise, bunaltıcı oynatılacak olsa temâşâsına tahammül edecek bir bir ıstıraptır. Dolayısıyla bu şartlar ‘temâşâ’yı millet bulunamaz» (Namık Kemal,1886 /1887). ‘tabiî’liğinden çıkaracak ve hayalin önünü kes- Namık Kemal’e göre, aslında üç birlik pren- ecek olan sebeplerdir. sibi, ancak Yunan tiyatroları için geçerlidir. Namık Kemal, zaman birliği şartının, bir Çünkü sahnede perde olmadığından oyunun akış eserin tabiîliğini bozacağı kanaatindedir. Ona seyrini değiştirmeye imkân yoktur. Bundan göre, «neticesi bir ömür ve belki bir âile ve hatta dolayı şairler, mecburen mekân birliğine ihti- bazı kere bir koca milletin ya saâdet veya musî- yaç duymuşlardır. Aynı zamanda bir mekânda betiyle hitâm bulacak bir maddeyi yirmi dört saat akış seyri devam eden bir vakanın bir günden içinde hem başlamak, hem etrâflanarak, ilerley- fazla zamanı aşması, hem geleneğe hem de erek bir neticeye isâl etmek bütün bütün tabiâtın tabiata uyumsuzluğu söz konusu olacağından hâricindedir» (Namık Kemal,1886 / 1887). Aynı mekân birliği zarurî olarak zaman birliği şartını zamanda böyle bir şart, kendi içinde dahi para- doğurmuştur. Yine bu şartlara bağlı olarak doks bulundurmaktadır. Çünkü vakanın zamanı, anlatılacak konunun ayrıntılardan arınmış olması oynandığı müddetle kayıtlı değilse, zaman birliği gereği, kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Yoksa şartı diye bir şey söz konusu olamaz. Nitekim Avrupa’ nın en büyük bilgi üstadı Sophocles ve tiyatroda üç saat içinde sona eren bir olayın insanlığın hikmet konusunda ilk hocası addol- gerçek akış seyri yirmi dört saate ihtiyaç unan Aristoteles, eğer bu zamandaki teknik kolaylıkları görselerdi elbette değerlendirecekler duymuyorsa, olayın yirmi dört yıl içerisine ve‘hürriyet nurlarından yaratılmış olan şairane yayılmasında da bir sakınca olmamalıdır. hayali’ yirmi dört saatlik bir zamanın kaydı Bir âşığın sevgilisiyle görüştüğü odada altına almak ve ‘iki yüz kırk arşınlık bir mekân’ padişaha dert anlatması, rakibiyle tartışması, a hapsetmek isteyeceklerdi. hizmetçi ve dert ortaklarıyla sırlarını paylaşması örneği ile açıkladığı mekân birliği prensibi- ni hakikate aykırı bularak itiraz eden tenkitçi, SONUÇ konu birliği şartına da şiddetle karşı çıkar. Ona Tiyatro üzerine görüşlerini dile getirirken, göre ayrıntılar da asıl meseleye nispetle bir Namık Kemal’in klâsisizm ve romantizmin tesir- öneme sahiptir; söz veya eyleme ilişkin bir inde kaldığı dikkat çekmektedir. Çünkü hem detay olmaksızın bir vakanın sürükleyiciliğini klâsisizmde hem de romantizmde konuların tari- sağlamak mümkün değildir. Öyle ise konu birliği hten seçilmesi ve milleti tarih şuuru etrafında bir şartına uymak, ‘tabiîliğin gereği değildir. uyanışa yönlendirme arzusu vardır. Namık Kemal Shakespeare’in konu birliğine uymadığını; de bunu dener; ahlâk ve âdet bakımından Molière bazen yedi sekiz vakayı birbirine karıştırdığını ve Corneille’in eserlerinin okunmasını teklif eder. ve bir sonuca ulaştırdığını; zaman birliğini göz Ancak daha çok Victor Hugo’nun, do- layısıyla ardı ederek otuz kırk senelik bir hikâyeyi, hatta Fransız romantizminin esaslarına bağlı kalır. bazen bir kişinin ömür macerasını bir oyuna sıkıştırdığını; mekân birliğine bağlı kalmadan, Namık Kemal’in tiyatronun hedefini zevk ver- bir oyunda yirmi beş otuz perde değiştirdiğini; erek eğlendirmek şeklinde belirlemesi, klâsisiz- sahneyi Roma’dan Yunanistan’a, Fransa’dan mden etkilendiğini gösterir. Nitekim klâsikler de İngiltere’ye naklettiğini hatırlatan tenkitçiye sanatın hedefini zevk vererek eğlendirmek olarak bilig-10/Yaz’99 109 belirlemişlerdir. Klâsisizmde bir sanatçı tabiatı sip olarak benimserler; doğal olmayan hiçbir şeyi taklit ederek, insan şuurunu değerlendirir ve ona tasvir etmemeye gayret ederler. Namık Kemal varabileceği en son hakikat noktasını gösterir. ise, ‘tabiî’ kelimesine yüklediği manayı, roman- Klâsisizmin insanı ideâle yönelten bu çıkış tizmin prensipleri arasından devşirir; ‘tabiîlik’ten noktası, Namık Kemal’in tiyatroyu zevk vererek ‘tabiat gibi düzensiz’liği anlar. eğlendiren, bilgi ve kültürü artıran bir sanat şubesi Namık Kemal’in üç birlik prensibine, olarak insanı tehlike ve kötülüklerden kurtarıp onu edebî eseri ortaya konduğu zaman içerisinde ahlâkî bakımdan en olgun seviyeye yükselten okul değerlendirerek yerine göre mantıkî gerekçelerle olarak görmesine zemin hazırlamıştır. karşı çıkması ve klâsik eserlerden üstün tutması, Yine klâsisizmin konuların ahlakî değerleri ön romantizmden büyük ölçüde etkilendiğini göster- plana çıkarması ve en ideal olanı en somut şekilde ir. O, klâsisizmi bazen kendi şartları içinde, bâzen aksettirmesi prensibi de, Namık Kemal’in tiyat- de dışında değerlendirir. Bu akımın sanatçının royu eğlencelerin en edibane ve faydalısı olarak elini kolunu bağlayan üç birlik prensibini hak- görmesine, tiyatronun insanlığın ahlâkını bütün ikate uygun bulmadığı için tenkit eder. Alternatif yönleriyle gözler önüne serdiğine inanmasına olarak koyu bir romantik tavır sergiler. sebep olmuştur. Namık Kemal büyük ölçüde Victor Hugo’ Namık Kemal’in, bütün millet fertlerinin bir nun tesiri altındadır. Kendi eserlerinde bu roman- araya gelip bir ahlâk kitabı yazmasına rağmen, tik tavrını en net şekliyle ortaya koyar. Nitekim ahlâkı bozuk bir kişiyi yola getiremeyeceğini; kendisinin Celâleddin Harzemşâh piyesi ile ancak bir edibin bir kaç güzel tiyatro eseri Victor Hugo’nun Cromwel draması arasında kaleme almasıyla bütün bir milleti terbiye yoğun bir benzerlik vardır. Bu benzerlik, sadece edebileceğini söylemesi; yine Orta Oyununun iki dramın konularının tarihten alınmalarında ve Osmanlı cemiyetinin ahlâk ve törelerine işleniş tarzlarında değil, aynı zamanda her ikisi- uymamasına işaret etmesi ve bu oyunun edep- nin önsözlerindeki tiyatro anlayışındadır. siz sözlerle dolu olduğuna dikkat çekmesi de bu Yine Namık Kemal’in Zavallı Çocuk piyesi bağlamda incelenebilir. ile Victor Hugo’nun Hernani piyesleri, olay Namık Kemal, klâsik ve romantik tiyatro örgülerinin düzenlenişi ve üslûpları bakımından arasında karşılaştırma yapİp uzun bir tartışmada aynı romantik anlayışın örnekleridir. bulunurken, her iki edebî akımın esaslarına Namık Kemal ‘hayalî’ ve ‘tarihî’ tiyatroları da vâkıf olduğunu göstermeye yetecek bir konu bakımından değerlendirirken bir çelişkiye bilgi birikimi ortaya koyar. Nitekim Osmanlı düşer. Çünkü o, klâsik tiyatronun konularını tari- edebiyatında tiyatronun ortaya çıkışından iti- hten alması şartını ‘muaheze’ ederken, bu oyun- baren kaleme alınan oyunların romantizmin larda ‘köpek’, ‘kundura’ gibi çirkin kelimelerin bakış açısı ve üslûbuyla yazıldığını söyleyen kullanılamayacağını belirtir ve bu akımın taraftarı tenkitçi, bu tarzda yazılan eserlerin dünyanın her olan bazı Fransız tenkitçilerinin eski asırların tar- tarafında olduğu gibi Osmanlılar içinde de lâyık ihlerinde oyunlaştırılacak vaka bulunmadığını olduğu rağbet ve kabulü kazandığını söyler vd söylediklerini, son devir vakalarından çıkardıkları oyunlarda ise çirkin kelime kullanmamaya; yani buradan hareketle klâsik üslûpla yazılan eserlere kavimlerin ahlâkını dejenere etmemeye azami ait konulara fazla girmeden ‘üç birlik kuralı’nı derecede gayret gösterdiklerini nakleder. Burada tenkit eder. Tabiata bağlılığı açısından klâsisiz- eserin konusunun tarihten alınması fikrinin klâ- min değil, romantizmin ilkelerini benimser. sisizm taraftarları arasında dahi benimsenme- Klâsik sanat eseri, «çokluktan oluşmuş bir teklik mesini, klâsisizmi ‘muâheze’ ederken kendisinin ve parçaların birbiriyle ve bütünle oluşturdukları ne kadar haklı olduğunu göstermek için kullanır. bir ahenk cümbüşü»dür (Kantarcıoğlu,1993). Ancak aynı zamanda kendi görüşleriyle çelişecek Bunun için klâsik yazarlar, edebiyatın insanı bir tavır sergiler ve sırf klâsisizmi tenkit etmek baxağılaştıran unsurlardan arındırılmasını ve isterken, konuların tarihten alınabileceği şeklinde yüce duygularla kuşandırılmasını temel bir pren- kendinin de benimsediği görüşü reddeder. Nite-

bilig-10/Yaz’99 110 kim Celâleddin Harzemşâh’ta tarihten hiç vakalar arasından seçer. Yine Namık Kemal’in ayrılmadığını, ancak ayrıntılarda bir takım tasar- hayranı olduğu Shakespeare, konularını İngiliz ruflarda bulunduğunu sebeplerini sıralayarak tarihinden alan on oyun kaleme alır. açıklayan, bizzat kendisidir. Namık Kemal burada, aynı fikirleri kendi Burada her ne kadar klâsisizmin karşısında görüşüymüş gibi ortaya koyar, benimser; ancak gözükse de, yine bu edebî akımın malzemesini klâsisizmin esaslarını, romantizm adına klâsi- kullanarak çıkış yapmakta ve bunu romantik bir sizme karşı kullanır. Romantiklerin millî tarih tavırla ortaya koymaktadır. Nitekim Corneille anlayışı bakımından, klâsikler ile fazla bir fikir tarafından ortaya konulan esasları arasında, klâ- ayrılığına düşmediklerini göz ardı eder. sisizm eskileri taklit etmeyi ve onları izlemeyi ilk Namık Kemal, tiyatroya ahlâkî olma yönünde kural olarak kabul eder. Ancak seyircisini etkilemek bir fonksiyon yüklerken, klâsiklere yaklaşır. O için bir trajedi yazarı olağanüstü konular seçmek da klâsikler gibi, tiyatro eserinde seyircinin ve gerçeğe benzer şekilde işlemek zorundadır. ahlâkî durumunu gözden geçirmesine imkân Onun için konular tarihten alınmalıdır. Çünkü hazırlayan ahlâkî ögelerin işlenmesini gerekli ancak tarihin süzgecinden geçmiş olan konular görür. Tiyatronun eğlendirerek öğreten bir edebî trajedi yazarını gerçeğe yaklaştırır ve olağanüstü tür olduğunu söylerken de, klâsiklerin tiyatro konu seçmesini kolaylaştırır. Romantizmde de, eserine yüklediği gayeyi Türkçe de dile getirmiş sanatçı ele aldığı konuyu ya tarihten ya da günlük olur.

bilig-10/Yaz’99 111

KAYNAKLAR NAMIK KEMAL; (1302 / 1886 – 1887 ), “Mukaddime-i Celâl”, Mecmua-i Ebuzziyâ, AKI, Niyazi; (1989), Türk Tiyatro Edebiyatı C. IV İstanbul. Tarihi, C. I, Dergâh Yayınları, 1. Baskı, ÖNERTOY, Olcay; (1980), Edebiyatımızda İstanbul. Eleştiri Tanzimat ve Servet-i Fünûn AKYÜZ, Kenan; (1990), Modern Türk Dönemleri, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Edebiyatının Ana Çizgileri, İnkılap - Coğrafya Fakültesi Yayınları, Ankara. Kitabevi, 5. Baskı, İstanbul. TANPINAR, Ahmet Hamdi; (1988), 19’uncu AYAN, Hüseyin; (1975), Namık Kemal’in Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Çağlayan “Celâleddin Harzemşah” adlı eserinin 4. Kitabevi, 7. Baskı, İstanbul. Baskısı, Dergâh Yayınları, İstanbul. TANSEL, Fevziye Abdullah; (1949), Hususi BANARLI, Nihâd Sâmi; (1989), Resimli Türk Mektuplarına Göre Namık Kemal ve Edebiyatı Tarihi, C. II, Millî Eğitim Abdülhak Hamid, İstanbul. Basımevi, İstanbul. TANSEL, Fevziye Abdullah; (1967), Namık GÖÇGÜN, Önder; (1987), Namık Kemal, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1. Kemal’in Mektupları, C. I, Türk Tarih Baskı, İzmir. Kurumu Yayınları, Ankara. KANTARCIOĞLU, Sevim; (1993), Edebiyat YETİŞ, Kâzım; (1996), Namık Kemal’in Türk Akımları ve Temel Metinler, Ankara. Dili ve Edebiyatı Üzerine Görüşleri ve NAMIK KEMAL; (1288 / 10 Ocak 1873), Yazıları, Alfa Yayınları, 2. Baskı, İstanbul. “Tiyatrodan Bahseden Arkadaşlara”, YILMAZ, Durali; (1990), Roman Kavramı Hadîka Gazetesi, nr. 33. ve Türk Romanının Doğuşu, Kültür ve NAMIK KEMAL; (1289 / 1 Nisan 1873), Turizm Bakanlığı Yayınları, 1. Baskı, “Tiyatro”, İbret, nr. 127. Ankara. olur.

bilig-10/Yaz’99 112

NAMIK KEMAL’S OPINIONS ON THEATRE

Nazir AKALIN 18 Mart University

ABSTRACT

Namık Kemal is under influence of Classicism & Romanthcism in his critics of theatre. As in the Classicism & Romanticism, he desires that the subjects in the theatre should be chosen from history to provoke the historical consciousness of the people. Like Classics he sees the theatre as a kind of art which gives pleasure. Yet, in criticizing the "three unity rule" of Classicism, his basic references are the principles of Romanticism. When he attributes morality to the theatre, he thinks like Classics. He wants that the contdnts of the works of the theatre should be filled with the subject which lays a ground for the moral maturating of the beholder. In this article a comparison is made between Namık Kemal’s writings on theatre and his western oriented theatrical patterns.

Key Words: Namık Kemal, Critic, Theatre, Literary Currents, Moral, History & Romanticism, Classical Theatre.

bilig-10/Yaz’99K

115

AVUSTURYALI TÜRKOLOG HERBERT JANSKY’NİN “LEHRBUCH DER TÜRKİSCHEN SPRACHE” ADLI ESERİNE ELEŞTİREL BİR YAKLAŞIM

Dr. M. Sani ADIGÜZEL Gazi Üniversitesi, Araştırma Görevlisi

ÖZET Türkçenin yabancılara öğretimi alanında yazılan kitaplar, işin tabiatı gereği daha çok yabancılar tarafından yazılmıştır. Bu yabancılardan biri de Avusturyalı Türkolog Prof. Dr. Herbert Jansky’dir. Jansky, uzun yıllar Viyana’da Öffentliche Lehranstalt für Orientaliche Sprachen’de Türkçe öğreticiliği yaptıktan sonra, buradan elde ettiği tecrübe- lere dayanarak Türkçe öğretiminin birinci kademesi için “Lehrbuch der Türkischen Sprache” adlı eserini kaleme almıştır. İlk baskısı 1943’te yapılan bu eser, gördüğü ilgiye paralel olarak 1986 yılına kadar tam 11 baskı yapmıştır. Herbert Jansky, Lehrbuch der Türkischen Sprache adlı eserini Avusturyalılara Türkçe öğretmek amacıyla Almanca olarak yazmıştır ve dolayısıyla söz konusu eserin hedef kitlesi Türkçe öğrenmek isteyen Avusturyalılar ile Almanca bilen yabancılardır. Türkçe öğretiminin cümle düzeyinde ele alındığı ve dolayısıyla küçük okuma parçaları ve diyalogların yer almadığı Lehrbuch der Türkischen Sprache, pedagojik bir gramerdir. Eserde Türkçe öğretimi toplam 82 ders olarak plânlanmıştır. Türkçenin en önemli özelliği, ses sisteminden sonra eklerdir. Eserde Türkçenin son- dan eklemeli bir dil olmasından dolayı bu 82 dersin plânlanmasında, bu iki özellik göz önünde tutulmuş ve seslerden hemen sonra belli bir sıra gözetilerek ekler ele alınmaya başlanmıştır.Eserde sıklık durumu dikkate alınarak toplam 85 çekim ve yapım ekine yer verilmiştir. Kelimeler sıklık durumuna göre seçilmiştir. Bu çerçevede 2000 dolayında Türkçe kelime seçilmiş ve bu 2000 kelime toplam 82 ders arasında dağıtılarak cümle içinde öğretilmeye çalışılmıştır. Gramer-tercüme metodunun esas alındığı “Lehrbuch der Türkischen Sprache”, çok çeşitli öğretim ve alıştırma teknikleri kullanılarak öğretimin tek düzelikten kurtarılmaya çalışıldığı bir eser hüviyeti arz etmektedir.

Anahtar Kelimeler: Herbert Jansky, Türkoloji, Türkçe Öğretimi, Yabancı Dil Olarak Türkçe, Gramer-Tercüme Metodu, Avusturya.

bilig-10/Yaz’99 116

GİRİŞ cevaplandırılmıştır. Jansky; Arat’a, “Türkolojide Dil Tarihi ve Dil Dersleri” başlıklı bir yazıyla Türkolojinin en önemli konusu hiç şüphe cevap vermiştir (Jansky, 1956). yok ki Türk dilidir. Türkologlar sadece Türk dilini incelemekle yetinmemişler, aynı zaman- Jansky, eserlerinin biri dışında hepsini tama- da Türkçenin öğretimi konusuyla da yakından men Almanca kaleme almıştır. Onun Türkçe ilgilenmişlerdir. Bu Türkologlardan biri de 1898- olarak kaleme aldığı tek eseri, Zeki Velidi Togan 1981 yılları arasında yaşamış olan Avusturyalı Armağanı’nda yer alan “Selçuklu Sultanlarından Türkolog Prof. Dr. Herbert Jansky’dir. Jansky, Birinci Alâeddin Keykubad” adlı makalesidir uzun yıllar Viyana’da, çok sayıda Avusturyalı- (Jansky, 1955). Macaris tanlı diplomatın yetiştiği Öffentliche Jansky’nin 1981’de vefat etmesi üzerine Lehran stalt für Orientaliche Sprachen’de, onunla ilgili Türkiye’deki öğrencilerinden Prof. Türkçe öğreticiliği yaptıktan sonra, burada Dr. Abdurrahman Güzel (Güzel, 1983) ve Dr. elde ettiği tecrübelere dayanarak, Türkçe Emel Esin (Esin, 1982) tarafından birer tanıtma öğretiminin birinci kademesi için, “Lehrbuch yazısı yayımlanmıştır. Ayrıca Güzel tarafından der Türkischen Sprache” * adlı eserini kaleme Jansky’nin bir makalesi de Türkçeye çevrilmiştir almıştır (Jansky, 1986). (Güzel, 1977). Adını Türkçeye “Türk Dilini Okuma Anahtarı” şeklinde tercüme edebileceğimiz HERBERT JANSKY’NİN TÜRKÇE “Lehbuch der Türkischen Sprache” 1943’ten ÖĞRETİM METODU 1986 yılına kadar gördüğü ilgiye paralel olarak tam 11 baskı yapmıştır. İlk baskısı 1943’de Herbert Jansky, LTS adlı eserini, yapılan bu eserin söz konusu baskılarından 10’u Avusturyalılara Türkçe öğretmek amacıyla gram- Jansky hayatta iken, 1’i ise vefatından sonra er tercüme metoduna göre yazmıştır. Zaten bütün Angelika Landmann tarafından yeniden gözden dünyada 1840’lardan bu eserin yazıldığı 1940’lara geçirilmiş ve genişletilmiş şekilde 1986 yılında kadar yabancı dil öğretimine gramer-tercüme xapılmıştır. Jansky’nin vefatından beş yıl sonra metodu hakim olmuştur (Aydın, 1996). Jansky’nin yapılan bu baskının tashihlerini ise Prof. Dr. 25 yıllık bir Türkçe öğrenim ve öğretim faaliyet- Annemarie von Gabain yapmıştır. ine dayanan LTS adlı eserinin ilk baskısı, yukarıda Bu çalışmada eserin 1986 yılında yapılan son da belirtiliği gibi, 1943 yılında yapılmıştır. Elbette baskısı esas alınmıştır. Jansky’nin söz konusu metotlar genel öğretim çizgilerini belirlediği için, eseri, Emile Missir tarafından, 1949 yılında, bu metodun Türkçeye uygulanmış olan şekline “Introduction au Turc” ve “Eléments de langue uygulayıcısının adıyla “Herbert Jansky’nin turque” adlarıyla iki cilt hâlinde Fransızcaya Türkçe Öğretim Metodu” denilmesi daha uygun adapte edilmiştir (Jansky, 1949). düşmektedir. Zaten metotlar konusunda yapılan Herbert Jansky’nin yukarıda adı geçen değerlendirmeler,uygulayıcıları dikkate alınmadığı eserinden Türkiye’de ilk defa bahseden Reşit sürece, çok fazla bir kıymet ifade etmezler. Rahmeti Arat olmuştur (Arat,1955). Arat, Eser hiç Türkçe bilmeyenlerin öğrenme Türkiyat Mecmuası’nda söz konusu eserin 2. ihtiyaçları göz önünde tutularak hazırlanmıştır. baskısı ile ilgili olarak bir tanıtma ve tenkit yazısı Eserde çocukların değil, yetişkinlerin öğrenilebilirlik yayımlamıştır. Arat’ın eserle ilgili tenkitleri düzeyleri esas alınlıştır.Eserin muhatabı olan Jansky tarafından fazla vakit kaybedilmeden yetişkinler kendi ana dillerinin gramerini en az

*Bundan böyle bu eser için LTS kısaltması kullanılacaktır. bilig-10/Yaz’99 117 orta öğretim düzeyinde bilmesi gereken 9. Şimdiki Zaman yetişkinlerdir. 10. “İstemek” Yardımcı Fiili Türkçe’nin Türkiyede yabancılara öğretimi ile 11. İsmin Uzaklaşma Hâli Türkiye dışındaki yabancılara öğretimi arasında 12. İsmin Yaklaşma Hâli fark vardır. Türkiye’de yapılan öğretimde ister iste- mez Türkçe konuşma öğretimi ön plâna çıkmakta, 13. –li ve –siz ile Biten İsimden Türemiş İsimler Türkiye dışında ise konuşma öğretiminin yerini 14. İsmin Yükleme Hâli Türkçe okuma ve anlama almaktadır. Esasen 15. İsmin İlgi Hâli Türkçe bilinmeyen ortamlarda Türkçenin 16. Gereklilik Kipi konuşulması da mümkün değildir. Bu yüzden 17. 1. ve 2. Şahıs İyelik Ekleri okuma-anlama daha ağırlıklı hâle gelmektedir. 18. Hitap ve Nezaket Şekilleri Yabancı dil öğretiminde kullanılan temel kitapların gramer, alıştırma, sözlük ve cümle 19. Sıra Sayıları kitabı (konuşma kılavuzu) gibi kitaplardan mey- 20. 3. Şahıs İyelik Ekleri dana geldiği düşünülürse, Herbert Jansky’nin 21. İlgi ve İyelik Eki Almış Yapılar LTS adlı eserinin bu dört temel kitabın özellik- 22. İsimlerin Teşkili ile İlgili Hususiyetler lerini bünyesinde taşıyan bir eser olduğu ve söz konusu eserde Türkçe okuma faaliyetine öncelik 23. Kesir Sayıları verildiği söylenebilir. 24. Görülen Geçmiş Zaman Türkçe öğretiminin cümle düzeyinde ele alındığı 25. Ek Fiilin Görülen Geçmiş Zamanı ve “Var” LTS, pedagojik bir gramerdir. Eserde Türkçe ve “Yok” Kelimeleri öğretimi toplam 82 ders olarak plânlanmıştır. 26. İşaret Zamirleri LTS yazılırken ve LTS’ deki derslerin sıralaması 27. Şahıs Zamirleri yapılırken, 80 ders- lik sıralamaya geçmeden 28. –ki ile Biten İsimden Türemiş İsimler önce, bu sıralamada yer alan bütün dersleri ilgilen- diren “Harfler ve Telâffuzları” ve “Ünlü Uyumu, 29. Birleşik İsimler Sayı Kelimeleri, Son Ek Teşkili”ne, iki müstakil 30. Ülke, Millet ve Dil İsimleri ders olarak en başta yer verilmiştir: 31. –ce, -cik ve cağız ile Biten İsimden Türemiş İsimler Harfler ve Telâffuzları 32. Duyulan Geçmiş Zaman Ünlü Uyumu, Sayı Kelimeleri, Son Ek Teşkili 33. Ek Fiilin Duyulan Geçmiş Zamanı ve “Var” ve “Yok” Kelimeleri

1. Belirli ve Belirsiz İsimler. İsimlerin Çokluk 34. Belirsiz Hâlden Sonra Gelen Çekim Edatları Şekilleri. İsmin Bulunma Hâli 35. Mastar Eki: –mek 2. “Var” ve “Yok” Kelimeleri. Sıfat 36. Karşılaştırma Sıfatı. Pekiştirme Sıfatı 3. Tam ve Yarım Saatler 37. –lik ile Biten İsimden Türemiş İsimler 4. Soru Cümleleri 38. Gelecek Zaman 5. Ek Fiilin Geniş Zaman 3. Şahıs Ekleri 39. Yaklaşma Hâlinden Sonra Gelen Çekim 6. –daş ve –hane ile Biten İsimden Türemiş Edatları İsimler 40. Dönüşlülük Zamiri 7. Ek Fiilin Geniş Zaman 1. ve 2. Şahıs Ekleri 41. İşteşlik Zamiri 8. –ci ile Biten İsimden Türemiş İsimler 42. –iş ve –ici ile Biten Fiilden Türemiş İsimler

bilig-10/Yaz’99 118

43. Geniş Zaman 78. –mektense ve –cesine ile Biten Zarf-Fiiller 44. Geniş Zamanın Olumsuz Şekli 79. -meden ve –meksizin ile Biten Zarf-Fiiller 45. Uzaklaşma Hâlinden Sonra Gelen Çekim 80. “ki” Edatı (Jansky, 1986). Edatları 46. Zaman Kavramları LTS’yi Fransızcaya adapte eden Missir, 47. –ip ile Biten Zarf-Fiiller yabancılar için Tükçe öğrenmenin zorluğunu bu 48. Üleştirme Sayıları sahada kullanılan kitapların yeteri kadar pratik 49. Emir Kipi olmamasına bağlar ve söz konusu kitaplarda bir dilin öğrenilmesindeki psikolojik şartların 50. İstek Kipi ve ezberleme kurallarının dikkate alınmadığı 51. İlgi Hâlinden Sonra Gelen Çekim Edatları tespitinde bulunur. Missir’e göre Türkçeye 52. Geniş Zaman Sıfat-Fiili yeni başlayan öğrenciler için Türkçenin en sık 53. Görülen Geçmiş Zaman Sıfat-Fiili kullanılan kelimeleri esas alınarak hazırlanmış olan LTS’nin klâsik gramer çerçevesini aşan 54. Gelecek Zaman Sıfat-Fiili tarafları şunlardır: 55. –erek ile Biten Zarf-Fiiller 56. –e ile Biten Zarf-Fiiller. Saatlerden Geriye 1. Gittikçe artan karışıklıkları belli bir sıraya Kalanlar göre vermek, 57. Yeterlik Fiili 2. İfadenin nüanslarına yavaş yavaş ulaşabilmek 58. Yeterlik Fiilinin Olumsuz Şekli için çok kullanılan temel fonksiyonlardan 59. Yardımcı Fiiller başlayarak öğretmek (Jansky, 1949). 60. Edilgen Çatı 61. İşteş ve Dönüşlü Çatı LTS’de gerek dersler ve gerekse bunlarla 62. Ettirgen Çatı ilgili alıştırmalar hazırlanırken günlük hayatta 63. –me ile Biten İsim-Fiiller çok kullanılan cümlelerin seçilmesine dikkat 64. –dik ile Biten İsim-Fiiller edilmiştir. Çünkü yabancı dil öğretiminde günlük dili anlayıp konuşabilecek duruma gelmedikten 65. –ecek ile Biten Zarf-Fiiller sonra öğrenilen dili geliştirme imkânı yoktur. 66. –ince ile Biten Zarf-Fiiller Özakpınar, bu konuyu çocuklar ve yetişkinler 67. –dikçe ile Biten Zarf-Fiiller açısından şöyle değerlendirmektedir: 68. –eli ile Biten Zarf-Fiiller “Her şeyin başı bu. Hiç değilse 7 yaşındaki 69. “idi” ile Birleşik Fiil Şekilleri bir çocuk düzeyinde dili öğrenmek kâfi. Ama 70. “imiş” ile Birleşik Fiil Şekilleri bu çatı lâzım. Kelime vb. edinmekten çok ayrı bir şey bu. Benim kanaatimce dilin, edinilm- 71. –ken ile Biten Zarf-Fiiller esi en zor kısmı da bu. Vokabüleri istediğiniz 72. –le ile Biten İsimden Türemiş Fiiller kadar genişletebilirsiniz, ama basit bir gündelik 73. Potansiyel Şart Kipi dili edinmeden bina kurmaya imkân yoktur. 74. Ek Fiilin Şartı ve “Var” ve “Yok” Bu bakımdan yaşayan, canlı, basit insanların Kelimeleri konuştuğu dile 500 kelimelik seviyede de olsa 75. Gerçek Şart Kipi hakim olduktan sonra derece derece ileri gidilebi- 76. Gerçek Olmayan Şart Kipi lir. 77. “Olmak” Yardımcı Fiili ile Teşkil Edilen Burada tabiî büyük bir psikolojik güçlük var. Birleşik Fiiller Yabancı dilin öğretileceği insan çocuk değilse bilig-10/Yaz’99 119 psikolojik bir problem ortaya çıkar. Çocuk dizimi içinde vermeli ve söz dizimi ilgili diğer anadilin yapısına endüksiyon yoluyla varır. temel bilgileri öğretmeli, Muhakemesi gelişmiş ve anadilini kazanmış 3. Öğrenciye yabancı dilin yeterli ve güve- olan yetişkin artık bu endüksiyon yolunu kul- nilmeyen teşkillerinin bağımsız oluşumu için lanmak için psikolojik bakımdan iyi bir süje temel vazifesi gören kuralları öğretmeli, değildir. Sabırsızdır bir defa, ikincisi çocuk gibi 4. Ertelenmesi mümkün olmayan istisnaları bihaber olarak endüksiyon yapma yoluna gide- kaydetmeyi, öğrenciye ezberletmeyi ve en mez, çünkü bütün dillerin kendi anadili gibi bir azından şüpheli durumlarda kendisine kaideler sistemi olduğunu bilir. Ve derhal mantık başvurmayı öğretmeli, yoluyla bu kaideyi öğrenmek ister. Bütün prob- lem burada.” (Özakpınar, 1977). 5. Yaşayan dili en yüksek tekâmül derecesine kadar öğrenmek isteyen herkese faydalı ve bu Jansky’nin, LTS’de, Özakpınar’ın bir yabancı amaca da tamamen uygun olmalı, dil öğrenmeye yeni başlayanlar için yukarıda çerçevesini çizdiği ölçüleri Türkçeye tatbik etm- 6. İlmî gelişmelere yetişmeye çalışan herkese, eye ve gerek derslerde, gerekse bunlarla ilgili daha sonra genişletilebilir bilgiler ve alıştırmalarda onun bu konuda belirttiği muhtemel oluşturulabilir prensipler sunmalı, güçlükleri mümkün mertebe ortadan kaldırmaya 7. Kitap aktif kelimelerin mümkün olduğu kadar çalıştığı söylenebilir. Nitekim Jansky, pratik büyük bir stokunu bünyesinde toplamalıdır amaçlara hizmet etmesi gerektiğini belirttiği (Jansky, 1956). kitabıyla ilgili yaptığı bir değerlendirmede kitapta herkesin bildiği günlük dili esas aldığını LTS, Jansky’nin yukarıda sıraladığı öl- çülere şöyle belirtmektedir: riayet edilerek hazırlanmış bir ders kitabıdır. “Kitaptan, Türkçe okumaya, yazmaya ve LTS’de derslerde verilen bilgiler ve dolayısıyla konuşmaya başlanmadan önce, herkes tarafından bunlarla ilgili alıştırmalar öğrencinin yabancı dil kayıtsız şartsız bilinmesi gereken şeylerden daha bilgisini inşa etmesine imkân sağlayacak şekilde çoğunu ihtiva etmesi beklenmemelidir ve zaten birbiriyle bağlantılı olarak düzenlenmiştir. ihtiva etmemesi de gerekir. Kim ki bu kitap- taki konuları hakikaten etraflı olarak baştan LTS’de Türkçe öğretimi cümle düzeyinde ele sona kadar tetkik ve hazmederse, bu kitap ona alınmıştır. Diğer ders kitaplarında yer alan küçük çok büyük bir zaman israfı olmadan, zahmet- okuma parçaları ve diyalog alıştırmalarının siz erişilmesi güç hedeflere ulaşmasında gerçek LTS’de yer almamasını, Türkçe nin yapısına başarıyı sunacaktır.” (Jansky, 1986). ve ruhuna aykırı olduğu gerekçesiyle açıklayan Jansky, bu konudaki eleştirilere karşı kitabını Jansky, bir başka yerde, R. Rahmeti Arat’ın şöyle savunmaktadır: LTS’nin 2. baskısı üzerine kaleme aldığı tenkit ve tanıtma yazısına cevaben yazdığı “Türkolojide Dil “Kitabın savunması şöyle yapılabilir: Diğer dil Tarihi ve Dil Dersleri” adlı makalesinde, bu kon- ders kitaplarında yer alan küçük okuma parçaları ve udaki görüşlerini, biraz daha etraflı bir şekilde dile diyalog alıştırmalarının bu kitapta yer almamasının getirmektedir. Yaşayan bir dilin ders kitabı nasıl sebebi Türkçenin yapısı ve ruhu ile ilgilidir. Türkçe olmalıdır şeklindeki bir soruya cevap teşkil eden yapı ve ruh bakımından Almancaya ve dolayısıyla bu görüşler maddeler hâlinde şöyle sıralanabilir: Hint-Avrupa dillerine o kadar yabancıdır ki, 1. Ders kitapları her zaman olduğu gibi şimdi Türkçenin temel kurallarını bilmeyen bir yabancının de dil öğrenene dil konusunda derinleşmeden Türkçe bir cümle bile kurması mümkün değildir. ziyade genişleme teşekkülü sağlamalı, Çünkü bir Türkçe cümlede Türkçenin bütün 2. Öğrenciye öğrendiği dilin şekil bilghsini söz kurallarını bulmak kabil-

bilig-10/Yaz’99 120 dir. Bu yüzden Türkçeye yeni başlayan olmasına karşılık İngilizcede ve Almancada öğrencilere böyle basit Türkçe alıştırmalar ver- ise kelimelerin cümledeki sırası söz diziminin ilmesine karşıyım. Bu tamamen boşuna bir esasını teşkil etmektedir (Ekmekçi, 1983). zaman kaybı olduğu gibi, aç birine ekmek yer- Charles Wells bu durumu şöyle ifade etme- ine havyar vermek gibi anlamsızdır. Ama temel ktedir: kurallar iyice işlenip hazmedildikten sonra, “Genel olarak konuşma dilinde herhangi bir bundan sonraki hedeflere ulaşmak, büyük Avrupa dilinde uzun bir cümle ile ifade edilen emek ve zaman harcanmasını gerektirmeden şey Türkçede birkaç kelime ile karşılanabilir. başarılacaktır.” (Jansky, 1986). Örnek olarak “The book which I have writ- Vandewalle de Avrupalılara Türkçe ten” ifadesi Türkçede “yazdığım kitap” gibi öğretiminde karşılaşılan en büyük güçlük olarak karşılanabilir. Aslında, Avrupa dillerinde Türkçe cümle yapısını gösterir ve bu güçlükleri konuşmada sürekli başvurulan ve tekrarlanan şöyle sıralar: şahıs zamirleri, iyelik ve bağlaçlar Türkçede belli başlı çekimli fiillerle hâlledilir” (Wells, 1. Avrupalı ana dilinde cümlenin başına yakın bir 1879’dan Çelik, 1996). yere koyduğu fiili Türkçede cümlenin sonuna, Meselâ İngilizce ve Türkçe açısından bu durum şöyle bir şema ile gösterilebilir: 2. Ana dilinde bir fiil veya ismin arkasına koyduğu yan cümleyi Türkçede onların önüne, (Sarıer, 1969) 3. Ana dilinde bir ismin önüne koyduğu edatı Türkçede o ismin arkasına, 4. Ana dilinde bir ismin ardına koyduğu tamlayanı Türkçede o ismin önüne koy- mak zorunda (I could not hear) (what) (you said) (Ne) (söy-le-diğ-in-iz-i) (işit-e-me-di-m) kalır (Vandewalle, 1998).

Türkçe cümle yapısını Almanca, İngilizce ve Arapça ile karşılaştıran König ise bu dillerdeki Türkçenin söz konusu özelliklerini, Türkçenin söz dizimini şöyle formüle eder: İngilizceden üstünlüğü olarak değerlendiren “Türkçe’de fiiller halleri ancak sol yöne Mümin Köksoy ise; dil bilimine göre, bu iki dil doğru belirler, ve bundan dolayı Türkçe’deki arasında şöyle bir karşılaştırma yapılabileceği sözcük dizilişi özne-nesne-fiil şeklinde görüşündedir: oluşturulmaktadır. (Uluslararası bir deyime “Dilbilimi bakımından Türkçe ile İngilizce göre, Türkçe bir ‘SOV dili’dir; ‘S’ bkz. ‘sub- karşılaştırıldığında Türkçe’nin daha sağlam bir ject’, ‘O’ bkz. ‘object’, ‘V’ bkz. ‘verb’.) Buna gramer yapısına, çok esnek ve güçlü bir kelime karşılık Almanca ve İngilizce bir SVO dili’dir. türetebilme özelliğine, fiillerde kelimenin içine ve Arapça’da ise bir VSO sözcük dizilişi vardır” sonuna yerleştirilen birkaç harfle fiillere çok daha (König, 1993). fazla anlam yükleyebilme potansiyeline sahip olduğu görülür. Ayrıca Türkçe, okunması ve Elbette bu dizilişlerde söz konusu dillerin yazması son derece basit, grameri mantıklı bir aldıkları tavırda eklerin mi, yoksa kelimelerin dildir. Okunduğu gibi yazılmakta, yazıldığı gibi daha belirleyici olduğu hususuna işaret etmekte okunmaktadır. Her harf telaffuz edilmektedir. yarar vardır. Türkçe cümle kuruluşunda kelime- Türkçe gramerinin mantığı karşısında İngilizce’nin lerin sırasından ziyade eklerin daha belirleyici mantıksızlığı, Türkçe’nin esnekliği ve bilig-10/Yaz’99 121 kıvraklığı yanında İngilizce’nin hantallığı, Eklerde Çok Şekillilik Türkçe’nin fonetikliği yanında İngilizce’nin Ekler kelimelere tâbi oldukları için ek kuralsızlığı, Türkçe’yi İngilizce karşısında çok öğretiminin ekin getirildiği kelimeden ayrı üstün kılmaktadır” (Köksoy, 1999). düşünülmesi mümkün değildir. LTS’de bu LTS’de hem derslerin işlenişi hem de bunlar- durum dikkate alınarak ek öğretimine geçmeden la ilgili alıştırmaların verilişi sırasında yukarıda önce Türkçede eklerin getirildiği kelime tabanı belirtilen hususların dikkate alındığı söylenebilir. izah edilmiştir. Bu izah da Türkçe kelimeler Çünkü LTS Türkçenin bütün ifade şekilleri ve kök bakımından isim ve fiil olmak üzere ikiye problemleri ile iç içe geçen uzun bir öğrenim ve ayrıldığı için hem isim bakımından hem de fiil öğretim faaliyetine dayanılarak hazırlanmıştır bakımından yapılmıştır. (Jansky, 1986). Ancak yabancılara Türkçe öğretiminde ekler- in getirildiği kelime tabanının isim tabanı mı, Türkçe okuma parçaları ve diyaloglara yer yoksa fiil tabanı mı olduğunu izah ettikten sonra verilmeyen eserde okuma faaliyeti için sadece izah edilmesi gereken bir mesele daha vardır. O cümlenin yetersiz olduğu düşünülerek cümleler da kelime tabanı ister fiil olsun, isterse isim olsun arası ilişkilerin görülebilmesi amacıyla yerine Türkçede ünlü ve ünsüz uyumları bulunduğu göre bir iki cümle birbiriyle bağlantılı olarak art için birçok ekin şeklinde, tâbi olduğu kelimenin arda verilmiştir. durumuna göre meydana gelen değişiklikliĞin belirtilmesi meselesidir. Bu durumda Türkçedeki Kelimelerin mutlaka cümle içinde öğretilmesi ekleri çok şekillilik bakımından değerlendirmekte esas alınan eserde, cümleler en az kelimeden fayda vardır. Ergin’in yaptığı değerlendirmeye başlayarak git gide genişleyen bir yapı olarak göre çok şekillilik bakımından Türkçedeki ekler- düşünülmüştür. Öğrenci başlangıçta öğrendiği in durumu şöyledir: basit bir cümle ile ileride yeni kelimeler ilâve “Tek konsonanttan ibaret eklerin birer; geniş edilmiş ve bu sefer anlamı daha da genişlemiş vokalli eklerin, başında karşılıklı konsonant- olarak tekrar karşılaştırılmıştır. lar bulunmayanların ikişer; bulunanların dörder; Bilindiği üzere Türkçenin en önemli özelliği dar vokalli eklerin, başında karşılıklı konsonant ses sisteminden sonra eklerdir. Eserde ders- bulunmayanların dörder, bulunanların sekizer lerin plânlanmasında bu iki özellik göz önünde şekli vardır” (Ergin, 1981). tutulmuş ve seslerden hemen sonra belli bir Elbette birer istisna teşkil eden –yor,-ken, -ki sıra gözetilerek ekler ele alınmaya başlanmıştır. gibi ekleri de tek şekilden ibaret ekler ve ünsüz Eserde sıklık durumu dikkate alınarak toplam 85 uyumuna tâbi olmakla beraber ünlü uyumlarına çekim ve yapım ekine yer verilmiştir. tâbi olmayan –daş ekini ise iki şekilden ibaret ekler arasında değerlendirmek gerekir. Ancak LEHRBUCH DER TÜRKİSCHEN LTS’de –yor eki, -yor şeklinde tek hece olarak SPRACHE’ YE GÖRE TÜRKÇE EK değil, –iyor şeklinde iki hece olarak verildiği için ÖĞRETİMİ ekin başında bulanan ve dar bir ünlüden meydana gelen birinci hecede getirildiği fiil tabanın son Türkçe öğretimi büyük ölçüde eklerin, ünlüsüne göre değişiklik olmakta ve dolayısıyla özellikle de çekim ekleri dediğimiz kelime- bu ekin dört şekli ortaya çıkmaktadır: -iyor, ler arasındaki çeşitli münasebetleri sağlayan ve -ıyor, -üyor, -uyor. böylece cümle teşkilini gerçekleştiren eklerin Tek şekilden ibaret olan ve kelime tabanına öğretimi demektir. getirilirken yardımcı sese ihtiyaç duyan başka

bilig-10/Yaz’99 122 bazı ekler için de benzeri bir durum söz konu- yazıp, ünlüsüne göre değişen şekillerini hem sudur. Meselâ sonu ünsüz ile biten bazı fiil ünlü üzerine bir sayı koyarak hem de parentez tabanlarına getirilen çatı eklerinde yardımcı içine alarak yazma: -c i4 ( -ci, -cü, -cı, -cu), -ç seslerin eklerin bünyesine dahil edilmelerinden i4 ( -çi, -çü, -çı, -çu) (Mughul, 1979). dolayı böyle bir durum meydana gelmiştir. Böyle bir duruma söz konusu eklerin fiillere doğrudan LTS’de bu altı farklı uygulamadan dördüncüsü doğruya getirilmek istenmesi yol açmış olabi- tercih edilmiştir. Öğrencinin karşısına önce ekin lir. Meselâ edilgen çatı ekinin ünlü ile biten fiil bir tek şekliyle çıkılmış ve bu bir şekil verildikten tabanları için –n, -l ünsüzü ile biten fiiller için –in-, sonra ekin diğer şekillerine geçilmiştir. Burada -ün-, -ın-, -un- ve diğer ünsüzlerle biten fiillere için ise –il-, -ül-, -ıl-, -ul- şeklinde olduğu belirtilmiştir. önemli olan aynı ekin çok şekillik yüzünden Dönüşlü ve işteş çatı ekleri için de durum bundan birden çok ek olarak görülmesinin önüne farklı değildir. Bu eklerin de ünlü ile biten fiiller geçmektir. Aksi halde, bir ekin birden fazla ek için bir ve ünsüz ile biten fiiller için ise dört şekli olduğu şeklinde yanlış bir anlayışın doğmasına vardır. ve dolayısıyla bir ek yerine birden fazla ek öğrenilmesine yol açılmış olur ki, öğrenilecek Yardımcı seslerin eklerin bünyesine dâhil edilip unsurlar arttığı için bu konudaki zorluk da artar. edilmemesinde pedagojik esasların belirleyici oldukları düşünülebilir. Çünkü LTS’de eklerin her Ancak çok şekilli eklerde ekin herhangi bir hâl ve şartta yardımcı ses alarak kelime tabanına şeklini esas şekil olarak belirlemek doğru değildir. getirildiği durumlarda yardımcı sesin ekin bünye- Ekin belirlenen şeklinin seslerinin öğrencinin ana sine dâhil edildiği görülmektedir. dilinde bulunan seslerden meydana gelmesi gere- LTS’de birden fazla şekli olan eklerin hangi kir. LTS’de çok şekilli eklerde eklerin tek bir şeklinin esas alındığına geçmeden önce bu kon- şeklinin belirlenmesinde öğrencinin ana dilinde uda şimdiye kadar yapılan uygulamalara kısaca bulunan seslerden hareket edilmiştir. LTS’de çok temas etmekte fayda vardır. Meselâ bu konuda şekilli bütün eklerde eklerin birinci şekli için ekin ikişer şekilli eklerden fiilden fiil yapma eki –le- ince sıradan şekli esas şekil olarak belirlenmiştir. ve sekizer şekilli eklerden isimden isim yapma Bu ince sıradan şekillerin ünlüleri arasında da eki –ci ile ilgili birkaç örnek şöyledir: ekin dar ünlülü şekli, ünsüzleri arasında yumuşak ünsüzlü şekli ilk ve esas şekil olarak tercih edilmiştir.Böyle bir tercihin yapılmasının sebebi, 1. Ekin bir tek şeklini belirtme ve başka şekillerinin Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenen yabancı de olduğunu göstermek için ünlüsünü veya öğrencinin ana dilinde (Almancada) kalın sıradan ünsüzünü veyahut her ikisini birden farklı ünlülerden ı’nın olmamasıdır. yazma: +lA (Akalın, 1995). Almanca’da ı sesi olmadığı için ekin i’li şekli 2. Ekin bütün şekillerini yazma: -la-, -le-(Ergin, tercih edilmiştir. Elbette önceliğin öğrencinin 1981). ana dilinde bulunmayan bir sesi bünyesinde 3. Ekin bir şeklini yazıp diğer şekillerini parantez taşıyan bir ek şekline verilmesi pedagojik açıdan içine alma: -la- (-le-) (Zülfikar, 1991). da doğru değildir. Kaldı ki ekin böyle bir şekline 4. Ekin sadece bir şeklini yazma: -le-. (Jansky, yer verilmesi, bunun daha sonra getirilecek ekler 1986). üzerin de de belirleyici bir etkisi olacağından, söz 5. Ekin ünsüzü veya ünlüsünün üstüne bir sayı konusu ekten sonra getirilen ek veya eklerinde koyarak bunlarda meydana gelen değişikliğin öğrencinin ana dilinde bulunmayan ı ünlüsünü sayısını belirterek yazma: -le2-, -c2 i4. (Tanış, taşıması kuvvetle muhtemeldir. 1988). Bu sebeple, öğrenciyi ilk anda eklerin birden 6. Ekin ünsüze göre değişen şekillerini ayrıca fazla şekliyle jarşılaştırmamaya özen gösteril- bilig-10/Yaz’99 123 melidir. Çünkü aynı ekin birçok şekliyle karşılaşan bütün çekimler için “gelmek” fiilidir. “Gelmek” yabancı öğrenci bunları ayrı ekler sanarak kafası fiilinin olumlu, olumsuz, olumlu soru ve olum- karışabilir. Bunun önüne geçmek için de, önce bu suz soru şekillerinde çekimi yapıldıktan eklerin bir şekli, ince sıradan şekli tercih edilmeli sonra, diğer ünlü gruplarının fiilleri için ve dolayısıyla bu eklerin getirileceği kelimeler sadece 1. şahıslarda olumlu, olumsuz, olum- de ona göre seçilmelidir. Elbette ekin bir şekli lu soru ve olumsuz soru şekillerinin çekimi öğretildikten sonra diğer şekillerini öğretmek yapılmıştır. daha kolay olacaktır. Çünkü öğrenci bu konuda 5. Yapım ekleri konusunda da ekin her bir şekline yapılan işlemi tek bir şekil üzerinde öğrenmiştir. göre örnek verilmesine çalışılmıştır. Bundan sonra yapacağı iş, öğren diği bu işlemi, kurala göre gerekli değişikliği yaptıktan sonra, Kelime öğretiminde olduğu gibi ek öğretiminde diğer şekiller içinde yapmaktan ibarettir. de hangi eklerin öncelikle öğ- retileceği konusu büyük önem taşımaktadır. Bu amaçla LTS’de LTS’de ekin bu bir şekli örneklerle açıklandıktan yer alan eklerin alfabetik bir listesi hazırlanarak sonra, diğer şekillerine geçilmiştir. İsme getirilen aşağıya çıkarılmış- tır. eklerde biri ünlü ile, diğeri ünsüzle biten en az iki kelime örnek olarak seçilerek, ekin hem ünlü ile hem de ünsüzle biten kelimelere nasıl getirildiği Eklerin Alfabetik Listesi gösterilmiştir. Çünkü ek teşkilinde yardımcı sesler LTS’de 85 eke yer verilmiştir. LTS’de büyük bir öneme sahiptir. Başlangıçta yardımcı yukarıda da belirtildiği gibi eklerin sadece ince ses almadan isme getirilen ekler tercih edilmiştir. dar ünlülü ve yumuşak ünsüzlü şekli tercih Meselâ hâl eklerinden yardımcı ses almadan edilmiş ve diğer şekiller kurallar çerçevesinde isme getirilen bulunma ve uzaklaşma hâlleri verilmiştir. Kurallara aykırı olanlar ise ayrıca diğerlerinden önce verilmiştir. belirtilmiştir. LTS’de yer alan eklerin alfabetik olarak Fiil çekiminde de yine ince sıradan bir fiil sıralanmasında söz konusu eserde olduğu gibi olan “gelmek” fiili bütün fiil çekimleri için örnek ekin ince sıradan dar ünlülü ve yumuşak ünsüzlü olarak seçilmiştir. Fiil çekimi, “gelmek” fiiliyle şekli esas alınmıştır. LTS’de eklerin eklerle, ek bütün yönleriyle yapıldıktan sonra diğer ünlü fiille ve yardımcı seslerle birleşik olarak verildiği gruplarından fiillerin sadece birinci şahıslarıyla durumlar da olmuştur. Pedagojik gerejçelerle ilgili çekimlerine yer verilmiştir. bazen yardımcı seslerle, bazen şahıs ekleriyle, Ek öğretiminde isimlere getirilen ekler ve bazen da ek fiille birleşik şekilde verilen eklerin fiillere getirilen ekler bir arada ele alındığında listesi çıkarılırken bunların ayrı yazılan şekilleri şöyle bir yol takip edildiği görülmektedir: göz önünde tutulmuştur:

1. Eklerin ince ve dar ünlülü veya ince ve geniş C ünlülü şekli tek şekil olarak seçilmiştir. 1. –cağız: İsimden isim yapma eki. 2. Her iki kelime kategorisi için de ekin bir tek 2. -ce: İsimden isim yapma eki. şekli esas alınmış ve o şekille ek öğretilmeden, 3. -cesine: Zarf-fiil eki. diğer şekillere geçilmemiştir. 4. -ci: İsimden isim yapma eki. 3. İsme getirilen ekler için biri ünlüyle, diğeri 5. -cik: İsimden isim yapma eki. ünsüzle biten en az iki kelime örnek olarak seçilmiştir. 4. Fiil çekimlerinde fiilin sadece ince sıradan D ve dar ünlülü şekli tercih edilmiştir. Bu fiil de 6. -daş: İsimden isim yapma eki.

bilig-10/Yaz’99 124

7. -de: Bulunma eki. 37. -iş: Fiilden isim yapma eki. 8. -den: Uzaklaşma eki. 38. –iyor: Şimdiki zaman eki. 9. -di: Görülen geçmiş zaman eki. 39. -iz: 1. çokluk şahıs eki (Zamir menşeli). 10. -dik: İsim-fiil eki. 11. -dikçe: Zarf-fiil eki. K 12. -dir: Üçüncü teklik şahıs eki. Bildirme eki. 40. -k: 1. çokluk şahıs eki (İyelik menşeli). 13. -dir-: Fiilden fiil yapma eki. Ettirgenlik eki. 41. -ken: Zarf-fiil eki. 14. -dirler: Üçüncü çokluk şahıs eki (Zamir 42. -ki: İsimden isim yapma eki. menşeli). L E 43. -l-: Fiilden fiil yapma eki. Edilgenlik eki. 15. -e: Yaklaşma eki. 44. -le-: İsimden fiil yapma eki. 16. -e: İstek kipi eki. 45. -ler: Çokluk eki. 17. -e: Zarf-fiil eki. 46. -ler: 3. çokluk şahıs eki (İyelik menşeli). 18. -ecek: Gelecek zaman eki. 47. -leri: 3. çokluk şahıs iyelik eki. 19. -ecek: İsim-fiil eki. 48. -leyin: İsimden isim yapma eki. 20. -ecek: Gelecek zaman sıfat-fiil eki 49. -li: İsimden isim yapma eki. 21. -eli: Zarf-fiil eki 50. -lik: İsimden isim yapma eki. 22. -en: Sıfat-fiil eki (geniş zaman sıfat-fiil eki) 51. -lim: İstek kipi için 1. çokluk şahıs eki. 23. -er: Geniş zaman sıfat-fiil eki 24. -er: İsimden isim yapma eki. M 25. -er-: Fiilden fiil yapma eki. Ettirgenlik eki. 52. -m: 1. teklik şahıs iyelik eki. 26. -erek: Zarf-fiil eki. 53. -m: 1. teklik şahıs eki (İyelik menşeli). 54. –me-: Fiilden fiil yapma eki. Olumsuzluk H eki. 27. -hane: Farsça kökenli bir kelimedir. Ancak 55. -me: Fiilden isim yapma eki. İsim-fiil eki. Türkçede yapım eki işlevi kazanmıştır. 56. -mek: Fiilden isim yapma eki. İsim-fiil eki. 57. -meden: Zarf-fiil eki. İ 58. -meli: Gereklik kipi eki. 28. -i: Yükleme eki. 59. -meksizin: Zarf-fiil eki. 29. -i: Üçüncü teklik şahıs iyelik eki. 60. -mektense: Zarf-fiil eki. 30. -in: İlgi eki. 61. -mez: Geniş zaman 2. ve 3. şahıslar için 31. -ince: Zarf-fiil eki. olumsuzluk eki. 32. –in(iz): Emir kipi için 2. çokluk şahıs eki. 62. -mez: Geniş zaman sıfat-fiil ekinin olumsuz 33. -ici: Fiilden isim yapma eki. şekli. 63. mi: Soru eki. 34. -im: 1. teklik şahıs eki (Zamir menşeli). 64. -miş: Öğrenilen geçmiş zaman sıfat-fiil eki. 35. -ip: Zarf-fiil eki. 65. -miş: Öğrenilen geçmiş zaman eki. 36. -ir-: Fiilden fiil yapma eki. Ettirgenlik eki. 66. -miz: 1. çokluk şahıs iyelik eki. bilig-10/Yaz’99 125

N Yukarıda alfabetik olarak sıralanan 85 ekten 67. -n-: Fiilden fiil yapma eki. Edilgenlik eki. 38’i çekim eki, 36’si yapım eki ve 11’i ise zarf-fiil ekidir. Eklerin bu kısımlar arasındaki 68. -n-: Fiilden fiil yapma eki. Dönüşlülük eki. dağılımına bakılarak LTS’de Türkçedeki çekim 69. -n: 2. teklik şahıs iyelik eki. eklerinin ve zarf-fiil eklerinin tamamına, yapım 70. -n: 2. teklik şahıs eki (İyelik menşeli). eklerinden ise sıklık derecesi yüksek olanlarına 71. –n: Vasıta eki. yer verildiği söylenebilir. 72. -nci: İsimden isim yapma eki. Eklerin öğretiminde de belli bir sıra takip 73. -niz: 2. çokluk şahıs iyelik eki. edilmesi gerekir. Bu sıra da, kelime öğretiminde 74. -niz: 2. çokluk şahıs eki (İyelik menşeli). olduğu gibi öğretim kolaylığı ve eklerin kullanım sıklığı gibi hususlardır.

R Eklerin kelimelere getiriliş sırası da önem- lidir. Çünkü ekler, tek başına bir kelimeye getiri- 75. -r: Geniş zaman eki. lirken başka, birden fazla ekle birlikte arka arkaya aynı kelimeye getirilirken başka bir hâl almakta S ve sıraları değişebilmektedir. Jansky bu hususa 76. -se: Şart kipi eki. daha ilk derslerde yer vermiş ve çokluk, iyelik 77. -si: 3. teklik şahıs iyelik eki (ünlü ile biten ve hâl eklerini önce ayrı ayrı kelimelere getirmiş, kelimeden sonra). daha sonra ise her üçünün birden aynı kelimede hangi sıraya göre yer aldığını göstermiştir. 78. -sin: İjinci teklik şahıs eki (Zamir menşeli). 79. -sin: Emir kipi 3. teklik şahıs eki. Ekler konusunda bir diğer husus da bir kel- imeye birden fazla ekin art arda getirilmesinden 80. -sinler: Emir kipi için 3. çokluk şahıs eki. dolayı eklerin bir arada öğretilmesi meselesidir. 81. -siniz: İkinci çokluk şahıs eki (Zamir menşeli). İsim çekim ekleri konusunda hazırlanan gramer 82. -siz: İsimden isim yapma eki. tablosunda bir isme getirilen çokluk eki, iyelik ve hâl ekleri aynı tabloda gösterilmiş ve bu Ş eklerden her biri öğretildikçe sırayla bu tablodaki yerlerine yerleştirilmiştir. Fiil çekiminde yer 83. -ş-: Fiilden fiil yapma eki. İşteşlik eki. alan unsurların gösterilmesi için ise, çekimde yer 84. -şer: İsimden isim yapma eki. alan bütün unsurları aynı anda bir arada gösteren tablolar hazırlanmış ve bu tablolarda fiilin bütün T çekim şekillerinin kendisinden çıkarılabileceği fiilin, olumsuz soru şeklinin çekimi verilmiştir. 85. -t-: Fiilden fiil yapma eki. Ettirgenlik eki. Gramer tabloları, LTS’nin yazarı Herbert Jansky’nin ölümünden beş yıl sonra Angelika Eklerin Tasnifi ve Öğretim Şekli Landmann tarafından yayına hazırlanan 11. Bilindiği gibi Türkçede ekler iki kısma baskıda “Öğrenci artık Türkçe grameri dar ayrılmaktadır: ifade kalıpları tarzında basit örnek cümleler ve 1. Çekim ekleri şemalara istinaden anlayabiliyor.” (Jansky, 1986) 2. Yapım ekleri gerekçesiyle esere sonradan dâhil edilmiştir. Ancak ne çekim ne de yapım ekleri sayılan Demircan’a göre yabancı dil öğretimde zarf-fiil ekleri, bunların dışında üçüncü bir kısım öğrenciye harita okuma, çizelgeye bakma, bilmece olarak zikredilebilir. çözme gibi belli işlemler ya da görevler ve-

bilig-10/Yaz’99 126 rilerek ilgisi anlam üzerinde yoğunlaştırılırsa, çekimleri için tablo tekniği kullanılmamıştır. o zaman yapılar daha iyi öğrenilmektedir (Demircan, 1990). Bu tablolardan isim çekimi ile ilgili olanlar Gramer tablolarının dil bilgisi öğretiminde isimlere çokluk, iyelik ve hâl eklerinin hangi ne gibi fayda sağlayacağı konusunu ayrı bir sıraya göre ve nasıl getirildiğini göstermek başlık altında değerlendiren Özgür de “dil bil- amacıyla düzenlenmiştir. Tablolarda isim, çokluk, gisi öğretim teknikleri” başlığı altın da tabloların iyelik ve hâl başlıkları ile hâl başlığının altında kullanımı ile ilgili olarak yukarıdakilere benzer ismin hâllerinin adları bulunmaktadır. Aslında bu bir hüküm vermektedir. tablolar, ismin hâlleri için beş ve iyelik ekleri için iki olmak üzere toplam yedi defa tekrarlanmış ve “Dilbilgisi öğretiminde tablolar belki de en her tekrarda ilâve edilen eklerle tamamlanmış bir çok başvurulan tekniklerden biridir. Dilbilgisi tablodan ibarettir. Toplam yedi defa tekrarlanan kurallarının tablolar yardımıyla verilmesi hem çok ve her bir tekrarda yapılan ilâvelerle tamamlanan kolaydır hem de görsel algılamayı kolaylaştırır. bu tablolardan ilk önce verileni şudur: Özellikle, Türkçe’de art arda sıralanan eklerin bulunması, öğrencilerde eklerin sıralanışı ile ilgili yanlışlara yol açabilmektedir. Bu sıralanış Bu tablo ünlü uyumu, ünsüz uyumu ve isim- tablolar yardımı ile kolaylaştırılabilir.” (Aydın, lerin çokluk şekilleri işlendikten sonra verilmiştir. 1996). Bu tabloda isim başlığı altında biri ünsüzle, Bu konuda Başkan, “gramer özellik- lerini toplu biçimde kavramak için tablolar İsim Çokluk İyelik Hâl yapılması”nı dil öğretim teknikleri arasında ev -ler -(Yalın) sayarken (Başkan,1994); dünyadaki uygu- anne (İlgi) lamalar ışığında Türkçe ders kitaplarının bir değerlendirmesini yapan Küçük ise, dil bilgisi (Yönelme) öğretiminde kuralların mümkün olduğu kadar (Yükleme) tablolar ve şemalarla, renklerin sıcaklığından -de (Bulunma) yararlanarak renkli düzenlenmesi gerektiğini (Uzaklaşma) belirtir (Küçük, 1998). (LTS, 5) LTS’de toplam 22 tablo kullanılmıştır. Bu tablolardan 12’si isim, 10’u fiil çekimi ile ilgilidir. İsim çekimi ile ilgili tablolar, 7’si çokluk, diğeri ünlü ile biten iki isim seçilmiştir. Bunun sebebi, Türkçe’de iki ünlü yan yana gelmediği iyelik ve hâl eklerine; 5’i, isimlerin ek fiile için, ünlü ile biten bir ismin, ünlü ile başlayan (geniş zaman, görülen geçmiş zaman, öğrenilen bir ek alırken araya yardımcı ses girmesinden geçmiş zaman ve şart kipi) göre çekimine ait dolayıdır. Bir başka husus ise, isimlerin sadece olmak üzere iki kısımda değerlendirilebilir. ince sıradan ekler alabilecek olanlarının seçilmiş Ek fiilin geniş z`manı için biri 1 ve 2. şahıslar, olmasıdır. Gerçi ünlü uyumu, ünsüz uyumu ve diğeri 3. şahıslar için olmak üzere iki ayrı tablo kelime teşkili konusunun daha önceki derslerde düzenlenmiştir. ele alınması, bu eklerle ilgili derslerde ünlü Fiil çekimi ile ilgili tablolara gelince, bunlar, ve ünsüz uyumuna göre aldıkları şeklin ayrıca Türkçe dokuz fiil kipinden her biri için birer ve belirtilmesi ile bu eksik giderilmektedir. geniş zamanın olumsuz şekli için de ayrı bir tablo Bu tablodaki isim hâl ekleri sütunu belli bir olmak üzere toplam 10’dur. Fiillerin birleşik sıra dâhilinde tamamlanıncaya kadar iyelik ekle bilig-10/Yaz’99 127 ri sütununa geçilmemiştir. Bu da yalın hâl hariç ismin yönelme, yükleme, bulunma ve uzaklaşma tttulursa, ismin hâlleri için takip edilen sıra hâli ekleri getirilirken diğer şahıslardan farklı , bulunma (1. Ders), uzaklaşma (11. Ders), bir şekil almasıdır. Zaten verilen tabloda da yönelme (12. Ders), yükleme (14. Ders) ve ilgi görüldüğü gibi söz konusu ekler aralarında bir (15. Ders) hâli şeklinde olmuştur. Tablo, ismin ilgi olduğu vurgulanmak amacıyla koyu harflerle belirtilen bu hâlleri için, her defasında bir hâl yazılmıştır: eki ilâvesiyle toplam beş defa tekrarlanmış ve her tekrarda ilgili ek koyu harflerle yazılarak İsim Çokluk İyelik Hâl belirtilmiştir. İlgi hâline gelindiğinde isim hâl ev -ler -(i)m - (Yalın) ekleri sütunu tamamlanmıştır: anne -(i)n -(n)in (İlgi) -[s]l y-(n)e (Yönelme) İsim Çokluk İyelik Hâl -(i)miz y-(n)i (Yükleme) ev -ler -(Yalın) -(i)niz -(n)de (Bulunma) anne -(n)in (İlgi) -leri -(n)den (Uzaklaşma) -(y)e (Yönelme) (LTS, 51) -(y)i (Yükleme)

-de (Bulunma) İsimlerin ek fiil ile çekimini gösteren toplam -den (Uzaklaşma) beş tablo vardır. Bunlardan ikisi ek fiilin geniş (LTS, 37) zamanın 1. ve 2. şahısları ile 3. şahsı için, diğer üçü ise şart kipi, görülen geçmiş zaman ve öğrenilen geçmiş zaman içindir. Bu tablolarda Hâl ekleri sütunu tamamlandıktan sonra iye- isimlerin olumlu, olumsuz ve soru şekillerin lik ekleri sütununa geçilmiş ve iyelik ekleri 1 ve çekimi bir arada verilmiştir. Bunlar da, çok- 2. teklik ve çokluk şahıslar (17. Ders) ayrı, 3. luk, iyelik ve hâl ekleri tablosundaki kuralın teklik ve çokluk şahıslar (20.Ders) ayrı dersler uygulanması için verilen örnek isimlere, bir şeklinde ikiye bölünerek birbirini takip eden iki kelime daha, “güzel” kelimesi eklenerek örnek ayrı tablo kullanılmak suretiyle tamamlanmıştır. kelime sayısı üçe çıkarılmış ve söz konusu tablo- Hâl eklerinin korunduğu iyelik sütunları ile ilgili daki “ev” ismi, bulunma hâlinde verilmiştir. Her iki tablodan birincisi şöyledir: zaman ve kip için, sadece kip ve zaman ve şahıs eklerinin değiştirilmesiyle meydana getirilmiş ve İsim Çokluk İyelik Hâl tablo başlıklarının ise hiç değişmediği bu beş tab- lodan ek fiilin geniş zaman çekimi ile ilgili olarak ev -ler -(i)m - (Yalın) verilen iki tablodan biri (7. Ders) şöyledir: anne -(i)n -(n)in (İlgi) -(y)e (Yönelme) - ? Ek Fiil Geniş -(i)miz -(y)i (Yükleme) Zaman Şahıs Ekleri değil mi -(y)im -(i)niz -de (Bulunma) güzel -sin -den (Uzaklaşma) anne -dir evde -(y)iz (LTS, 42) -siniz -dirler İyelik eklerinden 3. teklik ve çokluk şahısların (LTS, 19) ayrı bir tabloda verilmesinin sebebi, bu eklere Bu tabloda 3. şahıs eklerinin karartılmaması-

bilig-10/Yaz’99 128 nın sebebi, o eklerin daha önce(5. Ders) ayrıca meydana gelen şahıs ve soru eki arasındaki işlenmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Fiil yer değişikliği ilgili sütuna konulan gönderme çekimi ile ilgili tablolara gelince, bunlar, Türkçe işaretiyle gösterilmiştir. dokuz fiil kipinden her biri için birer ve ayrıca Fiil çekimi ile ilgili olumlu, olumsuz ve geniş zamanın olumsuz şekli için de ayrıca bir soru şekillerinin bir arada verildiği tablolardan tablo olmak üzere toplam ondur. Fiillerin birleşik şimdiki zaman konusundaki tablo ise şöyledir: çekimleri için tablo tekniği kullanılmamıştır. Bu tablolarda da isimlerin ek fiil ile çeki- minde olduğu gibi, her fiilin olumlu, olumsuz Fiil Şahıs ve soru şekilleri aynı tabloda gösterilmiştir. Sadece geniş zamanda olumlu ve olumsuz şekil Tabanı - Zaman Eki ? Eki için iki ayrı tablo kullanılmıştır. Bunun rebebi gel- -m -iyor mu -(y)um geniş zaman olumsuzluk ekinin diğer zamanların -sun olumsuzluk ekinden farklı oluşudur. Olumlu - şeklinde de eklendiği fiil tabanlarına göre zaman -(y)uz ekinde farklılık meydana gelen geniş zamanla ilgili tablolar şöyledir: -sunuz 1. Geniş zamanın olumlu şekli ile ilgili tablo : → -lar mı (LTS, 24)

Fiil Zaman ? Şahıs Tablolara genel olarak bakıldığında, dilbilg- Tabanı Eki Eki isinin daha iyi anlaşılması ve istisnaların I) ye- -r mi -(y)im daha çabuk fark edilmesinde gramer tabloları IIa) öğren- -ir -sin tekniğinin kullanılmasının büyük kolaylık IIb1) gel-, ver- -ir - sağladığı söylenebilir. IIb2) iç- -er -(y)iz Ayrıca eserde fiillerin nesnelerle birlikte -siniz öğretilmesi yoluna gidilmiş, fiil çekiminde her → -ler mi fiil çekimi için müstakil bir ders ayrılmıştır. Bu (LTS, 114) çekimler birbirini takip eden dersler şeklinde değil, belli aralıklarla verilerek her biri için yeteri kadar pratik yapılması sağlanmıştır. 2. Geniş zamanın olumsuz şekli ile ilgili tablo:

KELİME ÖĞRETİMİ VE LEHRBUCH Fiil DER TÜRKİSCHEN SPRACHE’NİN Tabanı Olumsuzluk Eki ? Şahıs Eki TÜRKÇE KELİME KADROSU gel- -mez mi -(y)im Kelime öğretimi için sıklık derecesi yüksek -sin %80’i isim, %20’si fiil 2000 civarında temel - kelime seçilmiştir. Genellikle bir dildeki temel -(y)iz kelime sayısının ancak 2000 dolayında olduğu -siniz görüşü benimsenmektedir. Çünkü bazı meşhur → -ler mi yazarların bile kelime hazineleri 5000 kelime (LTS, 117) dolayındadır. Verlee, bir dildeki temel kelime- Her iki tabloda da 3. çokluk şahıs çekiminde lerin 2000’ bilig-10/Yaz’99 129 den ancak biraz fazla olduğunu ve eğitim dans (der Tanz) ,depo (das Depot), ekspres (der görmüşlerin ise en fazla 4-5 bin kelime Expresszug), elektrik (die Elektrizität), enteresan kullandığını ifade etmektedir. Bazı ilim adamları (interessant), fabrika (die Fabrik), film (der Film), ise sıklık sayımlarıyla elde edilen kelimelerden ilk firma (die Firma), fotoğraf (das Foto), garaj (die 1000’iyle normal metinlerin % 80’inden fazlasının garage), grip (die Grippe), hoca (der Hodscha), anlaşılabileceğini kaydetmekte ve geriye kalan % istatistik (die Statistik),karakteristik(charakterist 20’lik kısmın anlaşılabilmesi için oranlamayı şöyle isch), kart (die Karte), kilim (der Kelim), kabine sürdürmektedirler: 2000 kelimede bu oran % 90’a (das kabinett),kahve ( der Kaffee), konferans çıkmakta ve daha sonraki her 1000 kelimeyle de (die Konferenz), konser (das Konzert), konso- anlaşılabilme oranı % 2 düzeyinde artmaktadır. losluk (das Konsulat), kontrol (die kontrolle), Böylece ortalama 4000 kelimede günlük konuşma kravat (die Krawatte), kurs (der Kurs), lamba dilinde anlaşılabilme oranın % 95’e yükseleceği (die Lampe), lira (die Lira), liste (die Liste), sonucu ortaya çıkmaktadır (Aksan, 1982). makina (die Maschine), manto (der Mantel), metot (die metode), mobilya (das Möbel), müzik LTS’de yer alan 2000 civarındaki temel (die Musik), müslüman (der Muslim), otel (das kelime 82 derse yayılmış ve kontrollü bir Hotel), otomobil (das Auto), paket (das Paket), şekilde tekrarlanmıştır. Eserin 222 sahife olduğu park (der Park), parti (die Partie), paşa (pascha), düşünülerse sayfa başına düşen yeni kelime personel (das Personal), petrol (das Petroleum), sayısının 9-10 olduğu anlaşılır. Eserde 82 ders plan (der Plan), polis ( die Polizei), politika bulunduğuna göre ders başına düşen yeni kel- (die Politik), politikacı (der Politiker), posta ime sayısı ise yaklaşık olarak 25’tir. Ayrıca bu (die Post), problem (das Problem), profesör ( kelimelerin %10’unun Türkçe ve Almanca ortak der Professor), program (das Programm), rakı kelimelerden meydana geldiği ve bazılarının (türk. Anisschnaps),radyo (das Radio), roman da ülke, milliyet ve dil adları gibi, gerektiğinde (der Roman), rövolver (der Revolver), salata müracaat edilmek üzere kitaba alındığı hesaba (der Salat), sekreter (der/die Sekretär), seminer katılırsa, ders başına düşen kelime sayısının (das Seminar), sigara (die Zigarette), spor (der 20’inin altına düştüğü söylenebilir. Bu arada, Sport), sömestir (das Semester), şef (der (Chef), LTS’deki derslerin normal bir ders değil, birer şoför (der Chauffeur), taksi (das Taxi), tarife ünite hükmünde olduğu kabul edildiği takdirde (der tarif), telefon (das Telefon), teleğraf (das bu oran daha da aşağıya düşürülebilir. Telegramm), tema (das Thema), tenis (das ten- nis), termometre (das Thermometer), tip (der LTS’de kelime öğretiminde kullanım Typ), tiyatro (das Theater), turist (das Tourist) sıklığının yanı sıra öğrencinin ana dilinde bulu- üniversite (die Universität), vagon (der Vaggon), nan ve dolayısıyla her iki dilde ortak olan kel- vazo (die Vase), vize (das Visum), yoğurt (der imelerden yararlanma yoluna da gidilmiştir. Bu Joghurt). 2000 dolayındaki temel keli.meden yaklaşık % Bilinenden bilinmeyene, basitten karmaşığa doğru 10’u Türkçe ve Almancada ortak olan kelime- gitmek bir öğretim ilkesi olduğuna göre yabancılara lerdir. Bu ortak kelimelerden ülke, millet ve dil Türkçe öğretiminde bu ilkeye riayet edilmelidir. adları dışında kalan 100’e yakını şöyledir: Bunun için yapılaması gerekenlerin başında, hiç Ağa (der Agha), apartman (das Appartement), şüphe yok ki, ortak kelimelerden hareket edilmesi Avrupa (Europa), adres (die Adresse), balo (der gelmektedir. Nitekim yabancı dil öğretiminin zengin Ball), banka ( die Bank), banknot (die Banknote), bir kelime kadrosuyla gerçekleşebileceğini görüşünü benzin ( das Benzin), berber (der Barbier), blûz savunan Başkan da, başlangıç düzeyinde ortak kel- (die Bluse), bomba (die Bombe),büro (das Büro), imelere yer verilmesinden yanadır (Başkan, 1994). coğrafya (die Geographic), çek (der Scheck), Bu arada gramer-tercüme metodunda yabancı

bilig-10/Yaz’99 130 dilin gramer terimlerinin öğretilmiyor olması da Bremen’de İstanbul’da bir başka kolaylıktır. Çünkü öğrenilen yabancı Türkiye’de Almanya’da” (LTS, 6) dilin gramer terimleri ortalama 250 kelime civarındadır ve böylece öğrenci 250 gramer ter- Verilen örneklerden de anlaşılacağı üzere, bu imini öğrenmekten kurtulmuş olmaktadır. kural, ünsüzle başlayan ismin bulunma hâli ekiyle uygulandığında hiçbir yanlışa sebep olmamıştır. LEHRBUCH DER Ancak aynı kuralın ünlü ile başlayan bir ekle TÜRKİSCHEN SPRACHE’YE uygulanması durumunda “telâffuz üzerinde hiç- ELEŞTİREL YAKLAŞIM bir etkisi” olmaması hususuna riayet edilm- Eserde, birtakım yanlışlar da yapılmıştır. Bu esi mümkün değildir. Nitekim bu konuyla ilgili yanlışlardan imlâ ile ilgili olanların gerek tespit olarak Türk Dil Kurumu İmlâ Kılavuzu’nda şu edilmesinde ve gerekse bunların düzeltilmes- “uyarı” yapılmaktadır: inde Türk Dil Kurumu İmlâ Kılavuzu (Ankara, “Ahmet, Halit, Mehmet, Murat, Recep; Gazi 1996) esas alınmıştır. Bu yanlışlardan bir Antep, Sinop, Zonguldak gibi örneklerde kesme kısmının yanlış olmaktan ziyade imlâda yaşanan işareti kullanılır. Ancak kelimeler, Ahmeti, değişikliklerin eseri olduğu açıktır. Nitekim Haliti, Mehmeti, Muratı, Recepi, Gazi Antepi, Jansky, imlâda takınılan farklı tavırlardan dolayı Sinopu, Zonguldakı şeklinde telâffuz edilmez; Türkçede imlânın şahsî doğrular esas alınarak Ahmedi, Halidi, Mehmedi, Muradı, Recebi, Gazi icra edildiği sonucuna varmıştır (Jansky, 1958). Antebi, Sinobu, Zonguldağı şeklinde telâffuz Yanlışlardan bir kısmı da Almancadan edilir.” (Türk Dil Kurumu, 1996). Türkçeye yapılan olumsuz aktarımlar sonuct LTS’de ise imlâ değil, telâffuz esas alınmış ve meydana gelmiştir. yanlış olarak konulmuş olan kesme işaretinin telâffuz Esasen dilin bir bütünlük arz ettiği dikkate üzerinde hiçbir etkisi olamaması kuralı doğrultusunda alınırsa, yapılan bir yanlışın yalnız ait olduğu sert ünsüzle biten özel isimlerin ünlü ile başlayan bir dil bilgisi konusunu değil, diğer konuları da ek alması durumunda ismin sonundaki ünsüzün yakından ilgilendirdiği pekâlâ düşünülebilir. yumuşatılması yoluna gidilmiştir: LTS’de yapılan yanlışlardan bir kısmı şöyle “Mehmed’e bir şey söyleme!” (LTS, 32) sıralanabilir: “Murad’ın yeni mantosu gözüme çarptı.” (LTS, s. 64) Ünsüz Uyumu ile İlgili Yanlışlar “Ahmed’in annesi Türk, Fatma’nınki ise Alman. LTS’deki ünsüz uyumu ilgili yanlışların Ahmed’in annesi Türk, benimki Alman. sadece özel isimlerin yazılışı sırasında yapıldığı Ahmed’in annesi Türk, Fatma’nınki ise görülmektedir. Bu yanlışların yapılmasına ise Alman.” (LTS, 75) özel isimlerin yazılması ile ilgili kuralın doğru “Hasan’ın pasaportu cebinde, Murad’ ınkini verilmemesinin sebep olduğu söylenebilir. Özel nereye koydun?” isimlerin kesme işaretiyle ayrılması konusundaki (LTS, 76) bu söz konusu kural şöyle verilmiştir: “Fatma ile Ahmed’in arkadaşıyım.” “Özel isimlerde son ekler doğrudan doğruya kesme işaretiyle birleştirilmez; telâffuz üzerinde (LTS, 94) hiçbir etkisi olmayan kesme işareti ile kelimeden “Ahmet ve Mehmed’in İstanbul’da birer ayrılır: dükkânı var.” (LTS, 128) Ahmet’te Fatma’da Ayrıca burada yanlış konulan ve uygulanan bilig-10/Yaz’99 131 söz konusu kurala bir başka kuralın sebep olduğu Bu örnekte usul kelimesinin ikinci ünlüsü söylenebilir: “Birden fazla heceli kelimelerin yanlış olarak olarak düşürülmüş ve l’nin incelt- sonunda bulunan p, ç, t, k ünsüzleri iki ünlü ici özelliği ek getirilirken dikkate alınmamıştır. arasında kalınca tonlulaşarak (yumuşayarak) b, c, Doğrusu şudur: usulü. d, ğ’ye dönüşür.” (Türk Dil Kurumu, 1996). Özel isimlerin telâffuzunda geçerli, ancak Sayıların Yazımı ile İlgili Yanlışlar imlâsında geçerli olmayan bu kural LTS’de LTS’nin 2. baskısı üzerind bir tenkit ve imlâya da şamil kılınmıştır. İmlâ Kılavuzu’nda tanıtma yazısı kaleme alan R. Rahmeti Arat, birbirleriyle münasebeti olan kurallar arasında söz konusu baskıda sayı kelimelerin bitişik yapılan atıflara, bu iki kural arasında yapılacak yazılmasıyla ilgili olarak “Türkler çok eskiden olan atfın da dâhil edilmesi bu tip yanlışların beri sayıları yazı ile yazarlar; fakat bunların bu daha az tekrarlanmasını sağlayabilir. şekilde bitişik yazıldığına tesâdüf edilmemiştir.” değerlendirmesinde bulunmuştur” (Arat, Büyük Ünlü Uyumu ile İlgili Yanlışlar 1955). Ancak müteakip baskılarda Arat’ın bu LTS’de ünlü uyumu ile ilgili bir yanlışlar değerlendirmesinin Jansky tarafından dikkâte ünlü uyumunda istisna teşkil eden hususlarla alınmadığı anla- şılmaktadır. Nitekim LTS’nin 8. Baskı- sında bile sayı kelimeleri bitişik şekilde ilgilidir. Bunlardan en önemlisi ünlü uyu- yazıl- mıştır: munda istisna teşkil eden –leyin eki konu- sunda yapılanıdır. Bu yanlışın yapılma sebebi “Yirmisekizinci gün” ise, söz konusu ekin kalın sıradan şeklinin de “Bu fıkra yüzotuzbeşinci sayfadadır.” bulunduğunun sanılmasıdır: (Jansky, 1973). “Günün belli başlı zamanlarını anlatmak için Ancak LTS’nin 11. baskısında sayı kelime- bunların yerine –leyin, -layın son ekleri getirilir: leri ayrı yazılmıştır. Bunda eserin bu baskısını tashih eden Porf. Dr. Annemarie von Gabain’in sabahlayın akşamlayın payı büyük olsa gerektir. Ancak eserin incele- öğleyin geceleyin” (LTS, 123) meye tâbi tuttuğumuz bu baskısında da sayı “Akşamlayın geldik.” (LTS, 124) kelimelerinin sadece bir yerde bitişik yazıldığı görülmektedir: Büyük ünlü uyumu konusundaki diğer iki yanlış da bazı alıntı kelimelerde ünlüsü kalın “Saat onbirde yatarız.” (LTS, 116) olan son heceden sonra ince ünlü ekler getirilm- esi kuralı uygulanmadığı için yapılmıştır: Kelimelerin Yazımı ile İlgili Yanlışlar “Buraya geldiğimden beri ticaretle LTS’de “bugünkü Türk alfabesinden tama- meşgulum.” (LTS, 176) men kaybolduğu” (LTS, 1) belirtilen düzeltme Bu örnekteki meşgul kelimesinin son ünlüsü işareti ile ilgili blûz, hâl, hükûmet, kâğıt, lâstik, kalın olmasına rağmen l ün lüsünün inceltici selâm gibi kelimeler dikkate alınmaz ise; sadece etkisiyle bu kelimeye getirilen ekin ince sıradan abdert, bağırsak, Erciyes, göğüs, şoför, sömestr, olması gerekir: meşgulüm. süveter ve telgraf kelimeleri yanlış yazılmıştır: Bu konudaki ikinci yanlış ise, sonu ünsüz ile biten iki heceli kelimelerin ünlü ile başlayan bir ek alması durumunda ikinci hecesinin ünülüsü “Aptes aldıktan hemen sonra namazını kaybettiği kelime grupları verilirken yapılmıştır: kılmalısın.” (LTS, 176) “usul die Methode uslu seine/ihre Methode” “Doktorun sözüne göre barsak gribin var.” (LTS, 58) (LTS, 107)

bilig-10/Yaz’99 132

“Erciyas dağına çıkmadınız mı?” (LTS, 79) “Sinemeya gitmek” (LTS, 93) “göğüz göğzü” (LTS, 58) Ancak bu kelime daha sonra doğru “sveter örmek” (LTS, 72, 109) yazılmıştır: “Dördüncü sömestirde coğrafya okuyoruz.” “Bu akşam sinemaya gitmek istiyoruz” (LTS, (LTS, 50) 107) “Taksi ile şehre gidip de aynı günün akşamında vapurla hareket edeceğimi telgrafla Kelimelerin Kullanımı İlgili Yanlışlar bildirdim.” (LTS, 182) Kelimelerin kullanımı ile ilgili yanlışlar “Şöförü beni selamlamış olan kamyon kuru- büyük ölçüde Türkçe ve Almancada ortak olan mumuzundur.” (LTS, 145) kelimelerin bire bir eşlenmesi ve bu iki dildeki Şoför kelimesi bundan önceki bir alıştırmada farklı yapı özelliklerinin dikkate alınmaması ise doğru yazılmıştır: sonucu meydana gelmiştir: “Şu arabayı durdurup yolu şoförden sor!” “Bir dişimi çektirmeliyim” (LTS, 168). (LTS, 126) “Yavuz Sultan Selim bir düşmandan korkmazdı” (LTS, 192). Bu kelimelerin yanlış yazılmasına büyük ölçüde fonetiğin imlâya etkisi sebep olmuştur. Bu cümlelerin doğrusu “Dişimi çektirmeli- Erciyes’in yanlış yazılmasına ise, bu kelimenin yim” ve “Yavuz Sultan Selim düşmandan Almancada Erciyas şeklinde yazılması sebep korkmazdı.” şeklinde olmalıdır. Çünkü Türkçede olmuş olabilir. çokluk eki almamış isimler teklik sayılır ve bunların ayrıca teklik olduğunu belirtmek için Aşağıdaki cümlelerde ise yüklemde olması önlerine teklik bildiren sıfat getirmeye gerek gereken “ünlü düşmesi”ne dikkat edilmemiştir: yoktur. Burada Türkçede Almancada olduğu “Bir kaç gün sonra Ankara’ya çağırılacağım” gibi harf-i tarif, yani “artikel” olmadığını da (LTS, 162) belirtmek gerekir. “Olayı büsbütün unutmuşken birden bire Çünkü bu yanlışın cümlenin Almanca mahkemeye çağırıldım.” (LTS, 198) karşılığının etkisiyle yapılmış olması kuvvetle Türkçede iki heceli birtakım kelimelere muhtemeldir: dar ünlüyle başlayan bir ek getirildiği zaman “Ich muß mir einen Zahn ziehen lassen.” ikinci hecedeki ünlüler genellikle düşer ve bu (LTS, 168) ünlüler yazılmaz: çağırılacağım / çağrılacağım, “Yavuz Sultan Selim fürchtete sich vor çağırıldım / çağrıldım. keinem Feinde.” (LTS, 193) Dizgi hatasından dolayı yanlış yazılan bir iki ...... kelime ise şöyledir: “Murad’ın yeni mantosu gözüme çarptı.” Müsaade kelimesi ilk yazılışta müssade (LTS, 64) şeklinde yazılmıştır: Bu örnekte, Murat erkek adı olduğu “Çalışma müssademi arıyorum.” (LTS, 79) için, erkek elbisesi olarak palto kullanılması Ancak bundan sonraki yazılışlarda aynı kel- gerekirken, kadın elbisesi mantonun bunun ime müsaade şeklinde doğru yazılmıştır: yerine kullanıldığı görülmektedir. Bu yanlışın yapılmasına, Almancada hem manto, hem de palto “Çalışma müsaadesi” (LTS, 79) için aynı kelime (der Mantel) nin kullanılması “Oturma müsaadeniz var mı?” (LTS, 79) rebep olmuştur. Bu cümle nin Almancasında Sinema kelimesi de bir defa sineme şeklinde söz konusu kelimenin başında erkek cinsi için yanlış yazılmıştır: kullanıldığını gös- bilig-10/Yaz’99 133 teren “der artikel”i bulunması ifadenin erkeğe ait “Bu şehirde çok camiler var.” (LTS, 7) olduğu açıkça belli etmektedir. Ancak gramatikal “Pazar günlerinde pek çok insanlar spor cinsiyetin olmadığı Türkçede kelimeye manto meydanlarına giderken kalabalıktan hoşlanmayan değil, palto şeklinde bir karşılık verilmesi gere- bizler evimizin bahçesinde istirahat ederiz.“ kir : (LTS, 198) “Murat’s neuer Mantel ist mir aufgefallen.” Türkçede çokluk bildiren bir sıfattan sonra (LTS, 64) gelen isme çokluk ekinin getirilmemesi gerekir...... Bu iki örnekteki “pek çok”, “çok” gibi kelimeler zaten bir çokluğu belirtmektedir; bunları takip “Evimiz yanalı kira ile aldığımız bir apart- eden kelimelere ayrıca bir –ler//lar çokluk eki manda oturuyoruz” (LTS, 190). getirmek fazlalık olur: çok camiler, pek çok insanlar gibi. Burada Türkçedeki teklik öznenin “Seit unser Haus abgebrannt ist, wohnen teklik yükleme, çokluk öznenin çokluk yük- wir in einem von uns gemieteten Appartement” leme bağlandığı uyumunu da kaydetmek gerekir (LTS, 190) (Salman, 1998). Ancak Cemiloğlu, “14. Yüzyıla Bu cümlede iki yanlış vardır. Birincisi apart- Ait Bir Kısas-ı Enbiyâ Nüshası Üzerinde Bir man kelimesiyle ilgilidir. Almancada apart- Sentaks İncelemesi”nde, söz konusu nüshada man “içinde oturulan küçük daire” anlamında sayı ve miktar belirten sıfatlardan sonra isimlerin kullanİlmaktadır (Önen, 1993). çokluk şeklinin de kullanıldığını belirtmektedir: Türkçede ise “içinde birden fazla daire bulu- “Süleyman bir deniz kenarına geldi, karnı nan çok katlı bina” anlamındadır (Doğan, 1986). açdı. Gördi ki bir kaç kişiler durmışlar, balık Dolayısıyla bu kelimenin bu iki dilde bire bir avlarlar.” (Cemiloğlu, 1994). eŞlenmesi yanlıştır. Kelimenin Türkçe cümlede Hâl ekleri ile ilgili yanlışlar ise, bu sadece daire veya apartman dairesi şeklinde eklerin ya kullanılmamasından ya da yanlış kullanılması gerekirdi. kullanılmasından dolayı meydana gelmiştir. Hâl Cümledeki ikinci yanlışı ise, “kira ile almak” eklerinin yanlış kullanılmasından meydana gelen ifadesi oluşturmaktadır. Türkçede”kira ile almak” yanlışlar şunlardır: diye bir ifade yoktur. Bunun yerine “kira ile tut- “Arkadaşını hayretinden donakalmış.” (LTS, mak” veya “kiralamak” ifadesi vardır. Zaten 159)” cümlenin Almancasında geçen “mieden” fiili de kiralamak anlamına gelmektedir. O hâlde “Gezimize katılacağını söz vermiştin.“ (LTS, cümlenin bu iki yanlış giderildikten sonra şöyle 192) kurulması gerekir: “Annene dinliyoruz.” (LTS, 44) “Evimiz yanalı beri kiraladığımız bir apart- Bu üç cümleden ilk ikisinde yaklaşma hâli man dairesinde oturuyoruz.” eki yerine yükleme hâli eki, sonuncusunda ise yükleme hâli eki yerine yaklaşma hâli eki Eklerle İlgili Yanlışlar kullanılmıştır. Bu hâl eklerinin doğru kullanılması hâlinde söz konusu cümleler şöyle olacaktır: Eklerle ilgili yanlışlar çokluk, hâl, iyelik ve “Arkadaşına hayretinddn donakalmış.” kip ekleri jonusundadır. Bu yanlışlar, söz konusu eklerin ya hiç kullanılmamasından ya da yanlış “Gezimize katılacağına söz vermiştin.” kullanılmasından dolayı meydana gelmiştir. “Anneni dinliyoruz.” Meselâ aşağıdaki örneklerde çokluk ekinin Hâl eklerinin kullanılmamasından doğan yanlış kullanılması söz konusudur: yanlışların ise ismin yükleme hâli eki konusunda ol-

bilig-10/Yaz’99 134 duğu görülmektedir: “Bu fıkrayı daha okumamış olsan derhal “Her şey mümkün olduğu kadar güzel okumanı tavsiye ediyorum.” (LTS, 204) yaptığınızı fark ettim.” (LTS, 176) “Bir yanlışlık yapmış olsal lütfen söyleyiniz.“ “Bu genç öğrendiği bir şey unutmazmış.” (LTS, 204) (LTS, 195) Bu cümlelerden birincisinde hatanın düzeltilm- Bu iki cümleden her ikisinde de, “şey” esi için olmak yerine imek fiili kullanılmalıdır: kelimesinden sonra ismin yükleme hâli ekinin “Bu fıkrayı daha okumamış isen derhal getirilmediği görülmektedir. Bu cümleler, söz okumanı tavsiye ediyorum.” konusu kelimeye yükleme hâli eki getirildikten İkincisinde ise, ya yine ilkinde olduğu gibi sonra şöyle gösterilebilir: olmak yerine imek fiil kullanılmalı ya da olmak “Her şeyi mümkün olduğu kadar güzel fiili geniş zamanın şartı şeklinde kullanılmalıdır: yaptığınızı fark ettim.” “Bir yanlışlık yapmış isem lütfen söyleyi- “Bu genç öğrendiği bir şeyi unutmazmış.” niz.” İyelik ekleri konusunda ise bir yanlış “Bir yanlışlık yapmış olursam lütfen söyleyi- yapılmıştır. Bu yanlış da, “ben” şahıs zamirinden niz.” sonra gelen isme, 1. teklik şahıs iyelik eki yerine Aşağıdaki cümlelerde ise fiilin basit şart 1. çokluk şahıs iyelik eki getirilmesinden dolayı (potansiyel şart) yerine geniş zamanın şartı meydana gelmiştir: (gerçek şart, birleşik şart) şeklinde kullanılması “Doktor ile benim aramızda eski bir dostluk daha uygundur: var.” (LTS, 138) “Sen ne kadar para versen ben de o kadar Bu cümlenin doğrusu şöyledir: vereceğim.” (LTS, 204) “Doktor ile benim aramda eski bir dostluk “Sen ne kadar para verirsen ben de o kadar var.” vereceğim.” Kip yanlışlarının sadece şart kipi konusunda “Fatma gelse söyle!” (LTS, 204) yapıldığı görülmektedir. LTS’de şart kipi potan- “Fatma gelirse söyle!” siyel şart, gerçek şart ve gerçek olmayan şart AŞağıdaki cümle de, bir başka şart kipi, olmak üzere üçe ayrılmıştır: gerçek şart kipinin işlendiği dersten alınmıştır: “Bana ne kadar verirseniz bu yüzüğü sat- 1. Şart kipinin basit çekimine potansiyel şart mam.” (LTS, 211) denmiştir: gelsem. Bu son cümledeki hatanın düzeltilmesi için 2. Şart kipinin birleşik çekimine gerçek şart ise, “verirseniz” yerine “verirseniz verin” veya denmiştir: geliyorsam, gelirsem, geldiysem, “verseniz de” şekillerinden biri tercih edilmelidir: gelmişsem, geleceksem, gelmeliy sem, geley- “Bana ne kadar para verirseniz verin bu sem, gelmekteysem. yüzüğü satmam.” 3. Fiil kök veya gövdelerine şart ekinden sonra “Bana ne kadar para verseniz de bu yüzüğü görülen geçmiş zaman eki getirilmesine gerçek satmam.” olmayan şart denmiştir: gelseydim. Ancak bu şart kiplerinden özellikle potan- Yardımcı Seslerle İlgili Yanlışlar siyel şart dersinden sonra verilen cümle ter- cüme alıştırmalarında birtakım yanlışlar vardır. LTS’de yardımcı sesler için müstakil bir ders Bunlardan biri imek yerine olmak fiilinin yoktur. Bu konuya sadece bünyesinde yardımcı kullanılması şeklindedir: sesler bulunan kelimelerin izah edilebilmesi için bilig-10/Yaz’99 135 girilmiştir. Ancak pedagojik bir zaruret varsa biten kelimelerden sonra gelmediği için göster- söz konusu sesler eklerin bünyesine dâhilmiş ilmek zorundadır. gibi gösterilerek herhangi bir izah yapılmaktan Buradan şöyle bir sonuç çıkarılabilir: Bir ekin kaçınılmıştır. kelimeye getirilmesi sırasında her hâl ve şartta Meselâ şimdiki zaman eki –iyor şeklinde yardımcı sese ihtiyaç duyuluyorsa yardımcı ses verilmiştir; ancak bu şekilde verilmesinin sebebi eke bitişik verilmiş, aksi hâlde ayrılmıştır. ekin başındaki ünlünün yardımcı ses olarak kabul Yardımcı seslerin ekin bünyesine dâhil gibi edilmesinden dolayı değildir. Çünkü Jansky’ye gösterilmesinin pedagojik bir sebebe dayanması göre şimdiki zaman eki konusunda biri –iyor, da mümkündür. Çünkü yardımcı seslerin her diğeri –yor şeklinde olmak üzere iki görüş vardır defasında ayrıca belirtilmesi kelime bünyes- ve kendisi bunlardan –iyor şeklini tercih etmiştir: inde yer alan unsurların sayısının artmasına ve “Esasen şimdiki zamanın burada yapılan dolayısıyla öğretilmelerinin zorlaşmasına yol açıklamasının yanında başka lingüistik açabilir. Kelime bünyesinde yer alan unsurlar açıklaması da vardır ve buna göre bu ek sadece arttıkça öğretim karmaşık bir hâl alacağından –yor’dur. Ünsüz bir harf veya ses ile biten fiil gerekmedikçe yardımcı seslerin ekin bünyesine tabanına bu ek getirilirken araya bir i, ü, ı veya u dâhil edilmesinde yarar vardır. Kaldı ki, bu yardımcı sesi ilâve edilir. Düz geniş a e ünlüleri- durum sadece yardımcı seslere has da değildir. yle biten bir fiil tabanı yahut olumsuzluk hecesi Bazan iki ekin bir ek gibi verilmesi de söz konu- şimdiki zaman ekinin önüne geldiği takdirde, sudur. LTS’de iyelik menşeli şahıs ekleri kip hece sonundaki ünlü darlaşarak i, ü, ı veya u olur. eklerine bitişik verilmiştir: Yukarıda belirtildiği gibi bundan sonra da aynı şekiller meydana gelir.” (LTS, 26) Fiil Tabanı - Görülen Geçmiş ? Gereklik kipinde de 1. şahıs ekleri yardımcı seslerle birlikte verilmiştir: 1. teklik şahıs –yim, Zaman Şahıs 1. çokluk şahıs –yiz (LTS, 39). Ancak burada Ekleri söz konusu şahıs eklerinin yardımcı sesle bir- gel- -me -dim mi likte verilmesine, gereklik kipiyle fiil çekiminin -din olumlu, olumsuz, olumlu soru ve olumsuz soru şekilleri yapılırken ekin yardımcı sesten -di hiç ayrılmamasının etkili olduğu söylenebilir. -dik Nitekim aynı şahıs eklerhnin istek kipinde de -diniz yardımcı sesle birlikte verildiği görülmektedir. Burad` da aynı durum söz konusudur. Kip eki -diler ünlü ile bittiği için araya mutlaka y yardımbı sesi (LTS, 62) girmektedir. Ancak istek kipinin olumsuz şekli gereklik Bu şahıs eklerinin kip eklerine bitişik kipinin olumsuz Şekline göre farklılık arzetmek- verilmesine pedagojik açıdan şöyle bir izah tedir. İstek kipi eki bir ünlüden meydana geldiği getirilebilir: için bu kipin olumsuz şekli, biri kendinden önce 1. Bunların basit çekiminde şahıs ve kip ekleri gelen olumsuzluk eki için ve diğeri de kendinden sonra gelen şahıs eki için olmak üzere araya iki birbirinden ayrılmadan kullanılmaktadır. Yani y yardımcı ses almaktadır: gelme(y)eyim (LTS, soru şekillerinde şahıs eki soru ekinden sonra 39). LTS’de bu iki yardımcı sesten sadece olum- gelmemektedir. suzluk eki ile kip eki arasında yer alan yardımcı 2. Bunların ek fiille çekimlenmiş şekilleri müs- ses gösterilmiştir. Çünkü bu yardımcı ses ünsüzle takil birer kelimedir.

bilig-10/Yaz’99 136

3. Müstakil kelime şeklinde olan şekilleri Hâl-i hazır ekinden bahsedilirken (s. 79), -iyor, kullanılarak birleşik fiil çekimleri meydana -üyor, -ıyor, -uyor hece gurupları zikredilmiştir. getirilmektedir. Bunların ikinci hecelerinin âhenk kaidesine 4. Müstakil kelime şekillerinden birleşik fiil uymadığını ve ünlü ile biten fiillerde, nâdir olarak çekimleri meydana getirirken kelimenin –yor (msl. bekle-yorum) ve resmen kabûl edilen başında bulunan i (ek fiil) düzenli olarak y’ye ve daha çok kullanılan –iyor (msl. bekliyorum) da dönüşmektedir. zikrediliyor. Mesele bu kadar karışık değildir. Bu Yukarıda da ifade edildiği gibi yardımcı şekil bir mürekkep şekil olup, fiil + zarf-fiil –a + ünlülerle ilgili bir başka husus da geniş zaman eki- yardımcı fiil yorı- müzâri eki –r + tasrif ekinden nin sadece –r olarak ele alınmasın d`n dolayı geniş ibârettir. Zamanla -yorı-r kısaltılarak (sebebi de zaman eki –er, -ar’daki e ve a’nın ve –ir, -ır’daki benzer iki heceden birinin düşmesidir) –yor şeklini i ve ı’nın yardımcı ses olarak telakki edilmesidir. alıyor ve böylece aslında hareketin devamını ifâde Geniş zaman eki –r’nin bazı durumlarda –er, -ar; etmek için kullanılmış olan yardımcı fiil, hâl-i bazı durumlarda –ir, -ır, -ür, -ur olarak görülmesi, hazırı ifâde eden bir “ek” durumuna gelmeğe ekteki e, a, i, ü, u, ı ünlülerinin yardımcı ses gibi başlıyor. Henüz bir ek hâline gelmemiş olduğunu telakki edilmesi sonucunu doğurmuştur. o sesi ile ekin kalın şeklini muhâfaza etmesi gös- Ayrıca zarf-fiil eklerinden –ip, -üp, -üp, -up teriyor. Burada müşkûlât çıkaran ünlü ise, zarf-fiil ekinin de ünlü ile biten kelimelere –yip, -yüp, ekidir ve bilindiği gibi, cenup şivesinde –a, -e, -yıp, -yup şeklinde getirileceği belirtilmiştir -ı, -i, -u, -ü şekillerinde görülür. Ünlü ile biten (LTS,125). Zarf-fiil eklerinden –eli, -alı’nın da fiillerde ise, fiilin sonundaki ünlü ile zarf-fiil eki ünlü ile biten kelimelere getirilirken –yeli, -yalı yanyana gelerek –a-y-a v.b. guruplar meydana şeklinde getirilmesi söz konusudur (LTS,189). geliyor ve bu gibi ses gurupları türkçenin oldukça Aynı şey sıfat-fiil eki –en, -an için de geçerlidir: eski bir zamanından itibaren diftonglaşıyor veya -yen, -yan (LTS, 140). iki ünlüden biri kayboluyor (msl. bekle y-e-yor Görüldüğü gibi yabancılara Türkçe > bekleyor veya bekliyor; yürüyor v.b.). Aynı öğretiminde yardımcı seslerle ilgili birtakım şeyi “ikinci hâl-i hazır için de söyleyebiliriz (bk. zorluklar vardır. Nitekim R. Rahmeti Arat da, 90). Ünsüz veya ünlü ile biten, çok heceli, şu Türkiyat Mecmuası’nda LTS’nin 2. Baskısı ile veya bu ses bulunan fiiller ve bunların bol bol ilgili olarak yazdığı tanıtma yazısında, sıfat- istisnalarının sayılması, bilhassa dili öğrenmeye fiil eki –ip ve zarf-fiil eki –en ile şimdiki başlayanlar için, çözülmesi ve ezberlenmesi güç zaman ve geniş zaman ekinden önce kullanılan bir durum yaratıyor. Fakat bunun yerine asıl ekin yardımcı sesler ile ilgili olarak bu zorluklara -ur,-ür (ünlü ile bitenlerde yardımcı -y- ile, msl. temas etmiştir: başla-y-ur) olduğu ve bunun bir devrede -ar, -er “Türkçede eklerin de bir inkişâfı vardır. Amelî şeklini almış olduğu (kelime sonundaki -u, -ü ses- maksatlar ile yazılan gramerlerde belki bunlar için lerinin -a, -e şeklinde inkişâfı ile ilgilidir) ve daha yer yoktur; fakat işi basitleştirirken, karıştırmamak sonra ünsüzler ile biten fiillerde ve ünlü uyumu ihtimâlini de unutmamak icâp eder. Msl. türkçede umûmîleştikten sonra, ekin tek -r sesi gibi telâkkî iki ünlü yanyana geldiği vakit, tenâfürü kaldırmak edilmesinden, bu ekin muhtelif şekillerinin mey- için, araya bir yardımcı ses getirilir ve bu ses dana geldiği anlatılabilirdi.” (Arat, 1955). ekseriyetle y sesidir. Şimdi çok umumî olan bu Arat’ın bu tenkidine Jansky tarafından cevap sesi ekin bünyesine dâhilmiş gibi gösterirsek, eklerin durumunu daha çok karıştırmış oluruz. verilmiştir. Jansky’nin verdiği bu cevaptan bir Türkçede zarf-fiil şekillerinden biri -ıp, -ip, ünlü kısmı şöyledir: ile bitenlerde, tabiatı ile –y-ıp, -y-ip olacaktır (bk. “Ana dili Türkçe olan bir öğrenci için fiil s. 108); aynı şey isim-fiil şekli olan –an, -en için şekillerini teşkil etme kurallarının bu şekilde de vâriddir (s.110). açıklanmasına ihtiyaç olmayabilir. Ancak Türkçeye bilig-10/Yaz’99 137 yeni başlayan bir yabancı için ise, böyle bir asırda eski itibarını tekrar kazanması kuvve- açıklama işe yaramaz. tle muhtemeldir. Sovyetler Birliği’nin yeniden Türk dil tarihi ile ilgili doğruluklara halel yapılanma süreci sonunda dağılmasıyla birlikte getirmemek üzere Rahmeti Arat tarafından Türk dünyasının çok cazip bir duruma gelmesi ve seçilen ifade şeklinin zikredilen taleplerin hiç- dolayısıyla Türkçe öğrenmeye dönük çabaların birine uymadığı aşikârdır. Burada yayınlandığı artması bunun en büyük işaretidir. kadarıyla somut hâlde hiçbir kimse 2. şimdiki zamanın doğru teşkilini yakinen bilmiyor deme- Teklifler ktir. Sadece benim değil, bilâkis Türkçenin en eski ders kitabı yazarlarının görevi konulan 1. Üniversitelerimizde Yabancılara lisans kuralları tatbik etmektir.(Ben sadece kuralları düzeyinde öğretim yapan “Türkçe Öğretimi tamamladım ve kuralların her kullanılan dil bil- Ana Bilim Dalı” kurulmalıdır. Bu ana bilim gisi kitaplarındaki tamamıyla bir tabiîliği olduğu dalı kuruluncaya kadar yabancılara Türkçe için, her şeyden önce şimdiye kadar eksik olan öğretimi için öğretmen yetiştiren ana bilim bir listesini verdim.) Bunun aksi ise, dil tarihi dallarının programında Yabancılara Türkçe ile ilgili zeyiller sayesinde bağlayıcı kurallar Öğretimi dersi seçmeli olarak yer almalıdır. olmaksızın hâlihazırdaki şekil teşkillerinin dil 2. Türkoloji bölümü öğrencilerine iyi bir pedagojisi bakımından onlarca yıl önce erişilen yabancı dil öğretilerek ya da yabancı filoloji bir durum karşısında kesin bir gerileme ve tatbiki öğrencilerine iyi bir Türkçe öğretilerek stand- imkânsız olur.” (Jansky, 1956). art öğrenici kitlelerine uygun standart öğretici Bu arada eklerin öğretim sırasının tespit yetiştirilmelidir. Bu amaçla hâlen Türk Dili ve edilmesinde eklerddn önce yardımcı ses bulunup Edebiyatı, Yabancı Dil ve Edebiyatları ile Dil bulunmamasının büyük rol oynadığını belirtmek Bilim programlarında öğrenim gören ve aynı gerekir. Çünkü LTS’de ilk olarak verilen ekler zamanda ileride yabancılara Türkçe öğretecek yardımcı ses almayan eklerdir. Meselâ ismin hâl- olan öğretmen adaylarının birbirlerinin lerinden eksiz olarak bulunan yalın hâlden sonra programından ders alabilmeleri sağlanmalıdır. ilk sırada çokluk ekine yer verilmiş ve bu eki 3. Yabancılara Türkçe öğretimi konusunda isimlere doğrudan doğruya getirilen bulunma ve Türkiye’de ve Türkiye dışında yapılan yayınlar uzaklaşma ekleri takip etmiştir. Ayrıca ek fiilin takip edilmeli ve bunlar üzerinde çalışmalar geniş zamanının 3. şahıs ekleri ile -iyor şeklinde yapılarak, yabancılara Türkçeyi daha iyi kabul edilen şimdiki zaman eki ve isimden isim öğretme yolları aranmalıdır. yapma eklerinden –daş ve -hane de bu kap- samda değerlendirilebilir. 4. Üniversitelerde bir taraftan yeterli sayıda kaliteli dilci yetiştirilirken, diğer taraf- tan dil öğretimi konusunda ilmî çalışmalar SONUÇ VE TEKLİFLER yapılmalıdır. Bu konuda gerekirse yurt dışı Sonuç kaynaklardan da istifade edilmelidir. Herbert Jansky’nin Türkçenin Avusturyalılara, 5. Türkçenin yabancılara öğretimi mutlaka bir daha doğrusu ana dili Almanca olanlara ve plân ve programa kavuşturulmalıdır. Yapılacak Almanca bilen yabancılara öğretimi konusunda bu plân ve programa göre ilk etapta yetişkinler yazdığı ve 1943’ten 1986’ ya kadar tam 11 baskı için gramer kitapları, alıştırma kitapları, yapan bu ders kitabı (LTS) nın, bugüne kadar sözlükler ve okuma kitaplarından oluşan bir olduğu gibi, bundan sonra da gereken ilgiyi dizi kitap hazırlanmalıdır. Türkçe öğrenmek göreceği söylenebilir. Çünkü 19. asırda iktisadî isteyen hemen her yabancı ana dili ne olur- ve siyasî güce paralel olarak dünyada en fazla sa olsun kendi ana dilinde yazılmış Türkçe konuşulan dil durumunda olan Türkçenin 21. öğrenim kitapları bulabilmelidir.

bilig-10/Yaz’99 138

6. Yabancılar için hangi nesnelerin hangi fiillerle, 9. Yardımcı sesler konusu kelime ve ek öğretimi hangi eklerin hangi kelimelerle kullanıldığını ile birlikte ele alınmalıdır. Hangi kelime ve gösteren sözlükler hazırlanmalıdır. Bu sözlük- ekten sonra hangi yardımcı seslerin geleceği bir ler sadece kitap hâlinde değil, aynı zaman- kural dâhilinde ait olduğu yerde sunulmalıdır. da bilgisayarda kullanılacak CD’ler şeklinde 10. Kelime öğretiminde hareket noktası mutlaka hazırlanmalİdır. Türkçe metinlerin dil bilgisi ve ortak kelimeler olmalıdır. Bunun dışında kel- imlâsını kontrol edecek bilgisayar programları imeler verilirken isim ve fiil dengesine dikkat geliştirilmelidir. edilmeli, öğretilecek kelimeler %20 oranında fiil, %80 oranında isimlerden oluşmalıdır. 7. Ekler öğretim açısından bir standarda 11. Hem konuşma dili için hem de yazı dili kavuşturulmalıdır. Çok şekilli eklerin öğretiminde önce ekin bir tek şekli belirlenmeli için ayrı ayrı Türkçe kelimelerin sıklık ve o şekil öğretildikten sonra diğer şekiller ünlü derecesini gösteren araştırmalar yapılmalıdır. ve ünsüz uyumlarına göre verilmelidir. Eklerin Bu araştırmaların sonuçlarına göre Türkçede ilk olarak öğretilecek şekli tespit edilirken de, sık kullanılan 2000 civarındaki temel kel- öğrencinin ana dilinde bulunan sesler dikkate ime çıkarılmalıdır. Özellikle Türkçeye yeni alınmalı ve bu ilk şeklin mümkün olduğu kadar başlayan yabancılar için hazırlanacak matery- öğrencinin ana dilindeki seslerden meydana allerde bu kelimeler kullanılmalıdır. gelen bir şekil olmasına çalışılmalıdır. 12. Türkiye Türkçesinin, Cumhuriyet dev- rinde edebî, ilmî ve fikrî eserlerindeki ana kelime 8. Yabancıların Türkçe öğrenirken düştükleri lügatinin çıkarılarak, seçilmiş metinler içer- hatalara bakıldığında, bunların daha çok ekler- isinde birkaç yüzden başlayıp derece derece le ilgili olduğu görüldüğünden, Türkçenin yükselen, daha sonra binli seviyeye varan bir yabancılara öğretiminde kullanılan metot ve kelime kadrosu esas alınmak suretiyle okuma tekniklerin buna göre gerekli değişiklikler kitapları vakit geçirilmeden hazırlanmalı ve yapıldıktan sonra uygulanması yoluna gidilme- yabancılara Türkçe öğretimi bu kitaplara lidir. dayandırılmalıdır.

bilig-10/Yaz’99 139

KAYNAKLAR Çev. Abdurrahman GÜZEL, S. 4, Dünya Edebiyatından Seçmeler (Ekim 1977), s. 56-57. AKALIN,Şükrü Halûk; (1995), “+lA- Eki- nin Çatı Ekleriyle Kullanılışı Konusundaki Görüşler ve JANSKY, Herbert; (1943), Lehrbuch der Ekin Yabancı Kaynaklı Kelimelere Getirilişi Türkischen Sprache, Leibzig, 1943; Üzerine”, “Türk Gramerinin Sorunları” Wiesbaden, 1954, 1955, 1960, 1970, 1873, Toplantısı, Ankara, s. 91-99. 1980, 1986. AKSAN, Doğan; (1982), Her Yönüyle Dil Ana JANSKY, Herbert; (1955), “Ahmet Zeki Velidî Çizgileriyle Dilbilim. C. 3, Ankara. Togan”, 60. Doğum Yılı Münasebetiyle Zeki Velidi Togan’a Armağan (Maarif Basımevi, ARAT, Reşid Rahmeti; “Herbert Jansky, İstanbul) s. 17-31. Lehrbuch der Türkischen Sprache, 2. Tab. JANSKY, Herbert; (1955), “Selçuklu Sultanlarından Otto Harrassowitz, Wiesbaden, 1954, 248 s.”, Birinci Alâeddin Keykubad’ın Emniyet Türkhyat Mecmuası, XII,(1955) s. 277-280. Politikası”, 60.Doğum Yılı Münasebetiyle AYDIN, Özgür; (1996), Yabancı Dil Olarak Zeki Velidi Togan’a Armağan (Maarif Türkçe Dilbilgisi Öğretimi. Ankara. Basımevi, İstanbul), s. 117-126. BAŞKAN, Özcan; (1994), “Türkiye’de Yabancı Dil JANSKY, Herbert; (“Die Eroberung Syriens durch Öğretimi”, Dil Dergisi, s. 22 (AÜ TÖMER, Sultan Selîm I.”, MOG 2 (1923-1926), s. 173- Ağustos 1994), s. 39-46. 241. CEMİLOĞLU, İsmet; (1994), 14. Yüzyıla Ait JANSKY, Herbert; (1958), “Spuren eines Kazaner Bir Kısas-ı Enbiyâ Nüshası Üzerinde Bir Lokalausdruckes in Anatolien”, Jean Deny Sentaks İncelemesi. Ankara. Armağanı, (İstanbul), s. 95-120. DOĞAN,D. Mehmet; (1986), Büyük Türkçe JANSKY, Herbert; (1956), Sprachunterricht und Sözlük. Ankara. Sprachgeschichte in der Turkologie, WZKM, EKMEKÇİ, F. Özden; (1983), “Yabancı Dil Eğitimi s. 97-103. Kavram ve Kapsamı”, Türk Dili Dergisi, S. JANSKY, Herbert; (1962), “War das Hochosmanische 379-380 (Temmuz-Ağustos 1983), s. 106-115. eine archaisierende Sprache?”, WZKM, s. ERGİN, Muharrem; (1981), Türk Dil Bilgisi. 134-164. İstanbul. KARADUMAN, Aydan Ersöz; (1994), “Dil ESİN, Emel; (1982), “Profesör Herbert Jansky Öğretiminde Kaynakların Kullanımı”, Gazi (1898-1981)”, Türk Kültürü (S. 236, Yıl: Eğitim Fakültesi Dergisi, S. 2 (Yeni Dönem, XX, Aralık 1982), s. 895-897. Bahar 1994), s. 1-5. GÜZEL, Abdurrahman; (1983), Avusturyalı KÖKSOY, Mümin; (1999), “Uluslararası Bilimsel Türkolog Prof.Dr. Herbert Jansky”, Millî Dergiler ve Bilig”, Bilig (Türk Dünyası Sosyal Kültür, (Nisan 1983), s. 26-30. Bilimler Dergisi), S. 8, (Kış 1999) s. 1-11. JANSKY, Herbert; (1958), Deutsch-Türkisches KÖNİG, Wolf; (1993), “Almanca ve Türkçe’deki Wörterbuch. Wiesbaden. Çekim Düzenini Karşılaştırırken”, VII. JANSKY, Herbert; (1949) Introduction au Turque. Dilbilim Kurultayı Bildirileri (AÜ D.T.C.F., Çev. Émile MİSSİR, Paris. 13-14 Mayıs 1993, Ankara), s. 115-122. JANSKY, Herbert; (1949), Élements de langue Turgue. Çev. Émile MİSSİR, Paris. KÜÇÜK, Salim; (1998), “Anadili Öğretiminde JANSKY, Herbert; (1977), “Türk Halk Şiiri”. Türkçe Ders Kitapları ve Metot Meselesi”,

bilig-10/Yaz’99 140

Dil Dergisi, S. 64 (Şubat 1998), s. 5-14. s. 55-61. LANDMANN, Angelika; (1986), “Vorwort zur TANIŞ, Asım; (1988), “Türkçenin Yaban-cılara 11. Auflage”, Herbert Jansky, Lehrbuch Öğretiminde Bir Yöntem Denemesi”, der Türkischen Sprache, Wiesbaden. Dünyada Türkçe Öğretimi, S. 1 (AÜ MUGHUL, Muhammed Yakup; (1979), Modern TÖMER, Mart 1988), s. 39-54. İstanbul. Türkish For Beginners. TÜRK DİL KURUMU; (1996), İmlâ Kılavuzu. ÖNEN, Yaşar - C. Z. ŞANBEY; (1993), Ankara. Almanca-Türkçe Sözlük. Haz. Vural VANDEWALLE, Johan; (1998), “Avrupalılara ÜLKÜ, Ankara. Türkçe Öğretiminde Transformasyonel ÖZAKPINAR, Y; (1978), “Çeviri Sorunları”, Bir Metot” Dünyada Türkçe Öğretimi Dilbilim II (İÜ, Yabancı Diller Yüksek Dergisi, S. 1 (AÜ TÖMER, Mart 1998), s. Okulu, Fransızca Bölümü Dergisi (Yıl: 55-62. 1977, İstanbul 1978 ), s. 197-213. WELLS, Charles; (1996), “Redhause’un İngilizce- SALMAN, Ramazan; (1998), “Türkçenin Zenginlikleri”, Türk Dili, S. 560 (Ağustos Türkçe ve Türkçe-İngilizce Sözlüğünün 1998), s. 152-160. İkinci Baskısına Giriş”, London,1880’den Çev. Hüseyin ÇE- LİK, SARIER, Rengin Ufuk;(1970), “Çağımızda Dil Türk Dostu İngiliz Öğretiminde Yenilikler Linguistik Metod”, Türkolog Charles Wells. Ankara. Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi ZÜLFİKAR, Hamza; (1991), Terim Sorunları Dergisi (1969, c. 2, Nu. 1-4, Ankara, 1970), ve Terim Yapma Yolları. Ankara.

bilig-10/Yaz’99 141

A CRITICAL APPROACH TO "LEHRBUCH DER TÜRKİSCHEN SPRACHE" BY AUSTRIAN TURKOLOGIST HERBERT JANSKY

Dr. M. Sani ADIGÜZEL Gazi University. Research Assisstant

ABSTRACT

The majority of the books on teaching Turkish as a foreign langauge have been written by foreigners due to the nature of the field. Among these foreigners is Austrian Turkologist Prof. Dr. Herbert Jansky, who, after working as a lecturer of the Turkish at Öffentliche Lehranstalt für Orientaliche sprachen in Vienna, wrote his book Lehrbuch der Türkischen Sprache (Coursebook for the Türkish Langauge) as the first stage of learning Türkish, largely basing his work on his experiences as lecturer. The work, first printed in 1943, enjoyed 11 editions 1986 his parallel with the appeal it received. Herbert Jansky wrote the book Lehrbuch der Türkischen Sprache in German so as to teach Türkish to Austrians. Consequently the work was intended, as the target reader- ship, for Austrians who want Türkish and foreigners knowing German. Lehrbuch der Türkischen Sprache, in which the Turkish instruction is handled at the sententious level and therefore small passages and dialogues do not exist, is a pedagogi- cal grammer. The Turkish instruction is offered in 82 lessons in the book. Except for the suffixes the most distinct feature of Turkish is the sound system. Since Turkish is an agglutinative langauge, in designing the 82 lessons these two features were primarily considered and just after the Turkish sounds were covered the suffixes were presented in a certain order. Taking frequency of use into account, totally 85 inflectional and derivational suffixes were included in the book. Words are selected considering their frequency of the use. In this connection, about 2000 Turkish words are selected and attempted to be taught in sententious contexts by 82 lessons. Based on the Grammar-Translation method, Lehrbuch der Türkischen Sprache is a type of work in which langauge teaching is tried to become non-monotonous by using various instructional and exercise techniques.

Key Words: Herbert Jansky, Turkology, Teaching of Turkish, Turkish As A Foreign Language, Grammar -Translation Method, Austria.

bilig-10/Yaz’99

143

AKADEMİK TOPLANTI HABERLERİ

MUSA CARULLAH BİGİYEV TÜRKİYE’DE VE TATARİSTAN’DA ÇEŞİTLİ ETKİNLİKLERLE ANILIYOR

Kazan’lı Türk-İslâm Bilgini Musa Carullah Yer : Ankara TDV Kocatepe BİGİYEV, ölümünün 50. yılı dolayısıyla Konferans Salonu Türkiye’de ve Tataristan’da çeşitli kültürel etkin- liklerle anılıyor. 06.11.1999 Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyet 9.30-9.40 Açılış ve Kur’an-ı Kerim Başkanlığı, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi 9.40-9.50 Namık Kemal Zeybek ve Türkiye Diyanet Vakfı ile işbirliği yapılarak (A.Yesevi Ün. Mütevelli Türkiye’de ve Tataristan’da bu amaçla uluslararası Heyet Başkanı) sempozyumlar düzenlenmesi kararlaştırıldı. 9.50-10.00 M. Nuri YILMAZ 6-7 Kasım 1999 tarihlerinde TDV Ankara (Diyanet İşleri Başkanı ve TDV Kocatepe Konferans Salonu’nda gerçekleştirilecek Mütevelli Heyet Başkanı) sempozyumda Bigiyev’in Kur’an, Sünnet, tasav- vuf, fıkıh, akıl-vahiy ilişkisi, Türkçe’nin birliği, 10.00-10.10 Mustafa Said YAZICIOĞLU (Ankara Üniversitesi Türk dünyasının kültürel bütünlüğü vb. konu- İlahiyat Fak. Dekanı) lardaki görüşleri tartışılacak. 10.10-11.00 Misafirlerin Konuşmaları Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanlığı da, aynı amaçla Kayseri’de uluslararası bir sempozyum düzenleyecek. I. OTURUM Musa Carullah Bigiyev’in doğduğu ve Başkan: Prof. Dr. M. Sait yetiştiği yer olan Tataristan’ın Kazan şehrinde YAZICIOĞLU düzenlenecek sempozyumda da adıgeçenin çeşitli Sekreter: Dr. Seyfettin ERŞAHİN konulardaki görüşleri tartışılacak ve bölgedeki kültür merkezlerine ziyaretler yapılacak.. 11.00-11.20 Doç. Dr. Halis ALBAYRAK (Kur’an’ın Anlaşılması Bilindiği gibi, Bilig’in 8.sayısında “Musa Konusundaki Görüşleri) Carullah Bigiyev -Hayatı, Mücadelesi, Fikirleri-” adıyla bir tanıtım yazısı yayımlanmış; 11.20-11.40 Yrd. Doç. Dr. Kamil ÇAKIN yazıda merhumun Rusya içinde ve dışındaki Sünnet ve Hadis Konusundaki hayatı, mücadelesi, fikirleri, eserleri, bu eserl- Görüşü erden Türkiye kütüphanelerinde mevcut olanların 11.40-12.00 Doç. Dr. Ahmet AKBULUT listesi ve ilmî seyahatları anlatılmıştı. Akıl-Vahiy İlişkisi Konusundaki Görüşü Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanlığı, Ankara Üniversitesi İlahiyat 12.00-12.20 Dr. İbrahim MARAŞ Fakültesi ve Türkiye Diyanet Vakfı tarafından Tasavvuf Anlayışı ve Rahmet-i düzenlenen Uluslararası Musa Carullah İlâhiyenin Umumiliği Meselesi Bigiyev Sempozyumu Programı 12.20-12.40 Doç. Dr. Şamil DAĞCI Tarih : 6-7 Kasım 1999 Fıkıh Anlayışı

bilig-10/Yaz’99 144

12.40-13.00 Dinlenme III. OTURUM 13.00-14.00 Müzakereler 07.11.1999 14.00-15.00 Öğle Yemeği Başkan : Prof. Dr. Bahaeddin YEDİYILDIZ II. OTURUM Sekreter : Dr. Mehmet GÖRMEZ Başkan: Prof. Dr. Mehmet 9.30-9.50 Prof. Dr. Nadir DEVLET S. HATİPOĞLU Siyasi Faaliyetleri Sekreter: Dr. İbrahim MARAŞ 9.50-10.10 Doç. Dr. Hakan KIRIMLI 15.00-15.20 Dr. Mehmet GÖRMEZ İslâm Dünyasına Bakışı İslâm’da Tecdid Geleneği ve 10.10-10.30 Dr. Seyfettin ERŞAHİN Musa Carullah Rusya Müslümanlarının Dini İdaresi Konusundaki Görüşleri 15.20-15.40 Dr. Recai DOĞAN Maarif ve Usul-i Cedîd 10.30-10.50 Yard. Doç. Dr. Hakkındaki Görüşü Ahmet KANLIDERE Ulema ve Aydınlara Bakışı 15.40-16.00 Elif TEMİZYÜREK Türkçe’nin Birliği Hakkındaki 10.50-11.10 Dr. İsmail TÜRKOĞLU Görüşleri Panislamizm-Pantürkizm ve 16.00-16.20 Semra ULAŞ Carullah İslâm’da Kadın Anlayışı ve 11.10-11.30 Dinlenme Carullah’ın Hatun İsimli Kitabı 11.30-12.30 Müzakereler 12.30-14.00 Öğle Yemeği 16.20-16.40 Kazım SARIKAVAK 14.00-16.00 DEĞERLENDİRME Musa Carullah’ın Mantık Anlayışı Başkan : Prof. Dr. İlber ORTAYLI Namık Kemal ZEYBEK 16.40-17.00 Dinlenme Prnf. Dr. Mehmet S. AYDIN 17.00-18.00 Müzakereler Prof. Dr. S.Hayri BOLAY

MÜZAKERELERE KATILACAK BİLİM ADAMI VE UZMANLARI

Prof. Dr. Mevlüt GÜNGÖR Dr. S. RAHİMOV (Kazan) Prof. Dr. İsenbike TOGAN Prof. Dr. Halil İNALCIK Prof. Dr. Nesimi YAZICI Prof. Dr. Beyza BİLGİN Dr. Yaşar KALAFAT Doç. Dr. Bülent BALOĞLU Doç. Dr. Remzi KILIÇ Doç. Dr. Sait ÖZERVARLI Nevzat KÖSOĞLU Kemal GÜRAN bilig-10/Yaz’99