I.ULUSLARARASI DEVECİLİK KÜLTÜRÜ VEDEVE GÜREŞLERİ SEMPOZYUMU 17-19 KASIM 2016 SELÇUK, İZMİR II.CİLT FEN VE SAĞLIK BİLİMLERİ

FIRST INTERNATIONAL SYMPOSIUM ON CULTURE OF CAMEL-DEALING AND CAMEL WRESTLING 17-19 NOVEMBER 2016 SELÇUK, İZMİR, TURKEY VOLUME II NATURAL AND APPLIED SCIENCE HEALTH AND MEDICAL SCIENCE

ISBN 978-605-88682-6-7 ARALIK 2016

Editörler Prof. Dr. Atakan KOÇ Yrd. Doç. Dr. Hasan ERDOGAN

Kapak Sayın A. Hilal T. Horzumlu’nun fotoğrafı kullanılarak grafik tasarım yapılmıştır.

Bu kitabın yayın hakkı Selçuk Belediyesi’ne aittir. Kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz. Yayımlanan bildiri metinlerindeki yazı, fotoğraf, harita, illüstrasyon, yazım, noktalama vb. konularındaki tüm sorumluluklar yazarına aittir.

SELÇUK BELEDİYESİ SELÇUK EFES KENT BELLEĞİ YAYINLARI

1

FEN BİLİMLERİ BİLDİRİLERİ

İÇİNDEKİLER

4…. GİRİŞ

6…. REPRODUCTIVE CHARACTERISTICS AND FERTILITY IN CAMEL, Atakan KOÇ, Tufan ALTIN, Birol BİRİNCİOĞLU

17…PRODUCTION AND CHARACTERISTICS OF CAMEL MILK, Atakan KOÇ, Savaş ATASEVER

31…DEVE SÜTÜ: BİLEŞİMİ, SAĞLIK ÜZERİNE ETKİLERİ, DEVE SÜTÜ ÜRÜNLERİ, Oktay YERLİKAYA, Derya SAYGILI, Cem KARAGÖZLÜ

44…MİLK YİELD LOSSES CAUSED BY HİGH SOMATİC CELL COUNT İN DROMEDARY CAMELS (CAMELUS DROMEDARİUS), Savaş ATASEVER, Atakan KOÇ

49….IRANİAN CAMEL BREEDS, Ghobad Asgarı JAFARABADI, Onur YILMAZ, İbrahım CEMAL, Orhan KARACA

58….DEVELERDE SICAKLIK STRES PROTEİNLERİ VE SICAKLIĞA DAYANIKLILIKTA ETKİLİ BAZI MORFOLOJİK ÖZELLİKLER, Onur YILMAZ, Yasemin ÖNER, Nezih ATA, Orhan KARACA, İbrahim CEMAL

71….DEVE GÜREŞ ALANLARININ ÇİM ALAN TESİSİ, Emre KARA, Mustafa SÜRMEN

80….SONSÖZ

SAĞLIK BİLİMLERİ BİLDİRİLERİ

83…GİRİŞ 84….CAMEL FARMING SUSTAINABILITY FOR THE THIRD MILLENIUM, Bernard FAYE, Gaukhar KONUSPAYEVA

97….DEVELERDE GÜÇ DOĞUM, Güneş ERDOĞAN

2

105…YENİ DOĞAN DEVELERDE (CAMELUS DROMEDARİUS) PASİF TRANSFER YETMEZLİĞİ, Hasan ERDOĞAN, Serdar PAŞA, Kerem URAL, Yasin PARLATIR, Songül TOPLU 115…DEVELERDE , Mehmet GÜLTEKİN, Kerem URAL, Serdar PAŞA, Hasan ERDOĞAN 123…2013-2016 YILLARI ARASINDA ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ VETERİNER FAKÜLTESİ HAYVAN HASTANESİNE GETİRİLEN DEVELERİN İÇ HASTALIKLARI YÖNÜNDEN DEĞERLENDİRİLMESİ, Serdar PAŞA, Kerem URAL, Mehmet GÜLTEKİN, Yasin PARLATIR 135…DEVELERDE KEMİK KIRIKLARI VE TEDAVİ SEÇENEKLERİ, Murat SARIERLER, Zeynep BİLGEN ŞEN, Cahit Gürsel BELLEK 141…TEK HÖRGÜÇLÜ DEVELERDE ULKUS KORNEA: 20 OLGU, Nuh KILIÇ

153…TEK HÖRGÜÇLÜ DEVELERDE AKTİNOMİKOZİS: 5 KLİNİK OLGU, Nuh KILIÇ

162…DEVELERDE DİŞ HASTALIKLARI VE BOZUKLUKLARI, Zeynep BOZKAN TATLI, Murat SARIERLER 175…DEVELERDEKİ CERRAHİ OLGULARDA SAPTANAN ÜRİNER SİSTEM BULGULARI, Göksen ÇEÇEN, G. Ülke ÇALIŞKAN 183…DEVELERDE SEDASYON VE GENEL ANESTEZİ YÖNTEMLERİ, Rahime YAYGINGÜL, Nuh KILIÇ 196…DEVE SÜTÜ, ÖZELLİKLERİ VE BESLENMEDEKİ ÖNEMİ, Sadık BÜYÜKYÖRÜK

201…GÜREŞ DEVELERİNDE PARAZİT VARLIĞI, Süleyman AYPAK

208…TIP TARİHİNDE ‘’DEVE İDRARI’’, Eren Akçiçek

215…STUDY OF CAMELINA BIODIVERSITY IN SOUTHWESTERN OF ALGERIA, Cherifi, Y. A. ; Gaouar, S.B.S.; M. A. Moussi N.; Tabet Aoul N. Pr. Saïdi-Mehtar N.

235…SONSÖZ

3

GİRİŞ

Prof. Dr. Atakan KOÇ Adnan Menderes Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü, Aydın, Türkiye. [email protected]

“Çölün gemisi” olarak adlandırılan ve bazı toplumlarda kültürel bir miras olarak değerlendirilen deve, günümüzden 5000-6000 yıl önce Arap çöllerinde evcilleştirildiği zamandan bu yana insanlığa önemli faydalar sağlamış çok yönlü bir hayvandır. Fosil yakıtlarına dayalı motorlu araçların yaygınlaşmasıyla develer, en önemli faydası olan yük taşıma işlevini kaybetmiş olsa da sığır, koyun, keçi, manda gibi çiftlik hayvanlarının yetiştirilmesinin pek de mümkün olmadığı çöl, kurak ve yarı kurak bölgelerde yaşayan insanların en önemli hayvansal gıda üretim kaynağını oluşturmaktadır. Kuzey Afrika başta olmak üzere kurak ve yarı kurak alanlarda daha çok süt ve et verimi gibi ekonomik amacı öne çıkarken, bazı toplumlarda deve yarışları ve deve güreşleri gibi etkinlikler ile sosyal amacının öne çıktığı görülmektedir. Hangi toplumda olursa olsun, deve sahibi olmak kişiye saygınlık kazandıran bir zenginlik göstergesi olarak değerlendirilmektedir.

Türkiye’de 1960’lı yıllarda 65.000 baş dolayında olan deve sayısının hızla azalarak 1000 baş dolaylarına indiği, son yıllarda ise Çanakkale-Antalya arasında kalan birçok il ve ilçede gerçekleştirilen deve güreşlerinin önemli katkısı ile deve sayısında bir artışın olduğu dikkati çekmiştir. Genellikle güreş devesine sahip olmak isteyen varlıklı kişilerin talebine bağlanabilecek bu artış İran, Suriye gibi komşu ülkelerden önemli sayılarda güreş devesi getirilmesine yol açmıştır. Buna ilave olarak deve sütünün tedavi edici etkisine ait inanışların da etkisiyle bazı kişiler güreş devesi yanında yurt dışından dişi deve de getirterek hem güreş devesi üretmek hem de deve sütünden gelir elde etmek amaçlı olarak deve çiftlikleri kurdukları görülmektedir.

Türkiye’nin batısındaki birçok il ve ilçede özellikle kırsal alanda yaşayanlar başta olmak üzere bölge insanlarının deve güreşlerine gösterdiği büyük ilgi deve yetiştiriciliği, sağlığı, ürünleri, devecilik kültürü ve deve güreşleri konusunda kapsamlı araştırmaların yapılmasına olan ihtiyacı artırmış, deve güreşleri ve devecilik kültürünü yaşatmak ve daha da ilerilere götürmek amaçlı olarak deve güreşlerinde önemli bir yere sahip olan Selçuk’ta uluslararası bir sempozyum düzenlenerek hem ulusal hem de uluslararası alanda bilim insanlarının dikkatinin deve güreşlerine odaklanması sağlanmıştır.

4

Selçuk’ta 17-19 Kasım 2016 tarihleri arasında ilki gerçekleştirilen Uluslararası Selçuk-Efes Devecilik Kültürü ve Deve Güreşleri Sempozyumu’nda deve yetiştiriciliğine ilişkin Fen Bilimleri alanında sunulan üreme, morfolojik özellikler, deve ırkları, deve sütü bileşimi, deve sütünden elde edilen ürünler, deve sütünün tedavi edici etkisi vb. gibi bildiriler bu bölüm kapsamı içerisinde değerlendirilmiştir.

5

REPRODUCTIVE CHARACTERISTICS AND FERTILITY IN CAMEL

Prof. Dr. Atakan KOÇ Adnan Menderes University, Faculty of Agriculture, Department of Animal Science, Aydın, Turkey. [email protected] Prof. Dr. Tufan ALTIN Adnan Menderes University, Faculty of Agriculture, Department of Animal Science, Aydın, Turkey. [email protected] Lecturer Birol BİRİNCİOĞLU Adnan Menderes University, Faculty of Agriculture, Department of Animal Science, Aydın, Turkey. [email protected] Abstract Reproduction efficiency of camel is generally low under naturel conditions. Camel is a seasonal breeder due to low nutrition conditions and both female and male camel are sexually active in winter. Compared to other livestock, male camel has no Seminal vesicles gland but has two tubulo-alveolar glands (poll glands) on the back of neck between two ears secreting dark brown substance to attract female camels. As being able to be sexually active for about 20-30 years, a female camel gives birth at 5-6 years old. Rutting season coincide with late October to late April in the Middle East. In rutting season some behavioral differences are seen in both female and male camels. Female camel is an induced ovulator and about 30-48 hours later from copulation ovulation occurs. Gestation length varies from 365 to 410 days. In this review, some reproductive characteristics of camel are discussed. Key words: Puberty, estrus behaviors, rutting, gestation length

DEVELERDE ÜREME VE DÖL VERİMİ ÖZELLİKLERİ Prof. Dr. Atakan KOÇ Adnan Menderes Universitesi, Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü, Aydın, Türkiye. [email protected] Prof. Dr. Tufan ALTIN Adnan Menderes Universitesi, Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü, Aydın, Türkiye. [email protected] Öğt. Gör. Birol BİRİNCİOĞLU Adnan Menderes Universitesi, Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü, Aydın, Türkiye. [email protected]

Özet Doğal yetiştiricilik koşullar altında develerin üreme etkinliği genellikle düşüktür. Deve, yetersiz besleme şartlarında, mevsimsel olarak üreme aktivitesi gösteren bir hayvandır ve dişi ve erkek deve kışın eşeysel olarak aktiftir. Diğer çiftlik hayvanlarıyla karşılaştırıldığında, erkek deve seminal vasiküle sahip değildir ama boynunun

6

arkasında kulaklar arasında dişileri cezbeden koyu kahverengi madde salgılayan iki bez vardır. Yaklaşık, 20-30 yıl eşeysel olarak aktif olan bir dişi deve 5-6 yaşlarında ilk doğumunu yapmaktadır. Orta Doğu’da azgınlık mevsimi Ekim sonu ile Nisan sonu arasına denk düşmektedir. Azgınlık mevsiminde hem erkeklerde hem de dişilerde bazı davranışsal değişiklikler görülür. Dişi devede uyarılmış ovulasyon görülür ve çiftleşmeden yaklaşık 30-48 saat sonra ovulasyon söz konusu olmaktadır. Gebelik süresi 365 gün ile 410 gün arasında değişmektedir. Bu derlemede, develerin bazı üreme özellikleri tartışılmıştır. Anahtar kelimler: Eşeysel olgunluk, kızgınlık davranışları, azgınlık, gebelik süresi.

INTRODUCTION The Old-World genus of camelidae is different from the New-World genus and as the old-world genus Camelus includes one-humped (Camelus dromedaries) and two-humped (Camelus bactrianus) camels, the new world genus Lama includes two domestic (llama-Lama glama and alpaca-Lama pacos) and two wild (guanaco-Lama guanicoe and vicuna- Lama vicugna) species (Gordon, 1997). Both Bactrian and Dromedary camels have the same number of chromosome (2n=74) and hybrids between them called Tulu (Merkt et al., 1990). Camel is first domesticated in Arabian Sahara about 6000-5000 years ago (Şenel, 2009; Çalışkan, 2010) and is known as ship of desert. According to FAO (2013) statistics world camel population is 27.01 million heads and 44 countries raised camel. The countries having more than 1 million camel populations are Somalia (7.1 m), Sudan (4.8 m), Kenya (3.1 m), Niger (1.7 m), Chad (1.5 m), Mauritania (1.5) and Pakistan (1.0 m). The number of camel raised in the world is doubled in the last 50 years and depending on this increase, the milk and meat production from 1961 to 2012 also increased. The milk and meat produced from camel in the world is 2.8 million tons and 524,390 tons, respectively. In the world, camel is a multipurpose animal used for economic and also social purposes (Abokor, 1987). Besides being used for transportation, it is used for milk and meat production, wool, hair and hides, and also used in entertainment, celebration and competition (Al-Juboori, 2016). Due to be a good source for animal origin food, the value of camel become important in the places where the traditional other livestock production, agricultural activity, hunting and gathering resources are very limited such as in refugees in the Sahrawi in the north-west Africa and also a cultural heritage for some societies (Volpato and Howard, 2014). Due to be usually reared on isolated rangelands with poor infrastructure, compared to other livestock species, Camelids result in less environmental damage (Raziq et al., 2010). However, some fundamental changes have been occurred in camel husbandry due to losing its traditional function as a means of transport, warfare and non-monetary exchange with the use of fossil

7

fuels and motor vehicles, increasing reliance on purchased fodder and other inputs rather than the resources benefited from deserts (Volpato and Howard, 2014). In addition, for racing and wrestling purposes, because of being placed high social value to the owner, people in the pastoral society and also in affluent society in some parts of the world aspire to have camel to have a respectable position and wealth in the society.

MATERIALS AND METHODS In this review for the discussion of camel reproductive characteristics, in addition to statistical data of FAO, 5 published paper, 4 books and 1 web source were used. Besides discussing the common reproductive characteristics of livestock, some reproductive differences from other livestock mainly from cattle were also mentioned.

RESULTS AND DISCUSSION The reproduction efficiency of camel is generally low under naturel conditions. The reasons for low reproduction potential of camel are short breeding season, higher pubertal age, longer gestation period, poor nutrition and management conditions and low rate of reproduction technologies, etc. (Gordon, 1997; Al-Juboori, 2016). Merkt et al. (1990) pointed out that camel as a potential polyestrous animal has an ability to be adapt the local conditions. As a seasonal breeder, both female and also male camels are accepted to come in heat in breeding seasons. In rutting season as the male camel is sexually active, the testes become enlarged and stick out and reported that male dromedary camel has prostate and Cowper’s (Bulbourethral) glands but Seminal vesicles is not found in camel (Merkt et al., 1990; Al-Juboori, 2016). In addition, there are two tubulo-alveolar glands (poll glands) on the back of neck between two ears. These glands secret dark brown substance when the testosterone level is high in breeding season to attract female camels (Gordon, 1997; Al- Juboori, 2016). Merkt et al. (1990) reported that at three years of age, puberty starts in camel and the weight of a testicle is about 92 g and the size of it is 9.1 x 5.1 x 4.3 cm and they added that right testicle generally is heavier than that of left one. They also reported that between ages of 5 to 10 years the weight, volume and dimension of testicle increases and also in rutting season an increase in testicles are seen and the maximum sperm cell production per day was reported seen towards the end of spring.

8

Nutritional status and environmental factors have effects on the sexual development and reproduction performances of camels. Camels reach puberty at 2-3 years of age but it is not allowed female to be mated until 3-4 years of age and as a result of that a female camel can give birth when she was 5-6 years old and can be sexually active for about 20-30 years old (Merkt et al., 1990; Gordon, 1997; Al-Juboori, 2016). As the camel is seasonal polyestrous, under good nutrition and managerial conditions, female can show estrus throughout the year. Breeding season, also called rutting season, coincides generally with the time of low temperature and increased rainfall, androgens in blood and urine and from poll glands increases, and if a stud camel is in a good condition, he can mate 20-50 females in a season (Al-Juboori, 2016), but the sexual activity of male camel depends on food supply (Merkt et al., 1990). A male camel reaches its full reproductive potential at 5-6 years old and the potential declines by 15-20 years of age (Merkt et al., 1990). The rutting season coincide with late September to Mach in India, October to May in Sub-Saharan and Sharan regions and late October to late April in the Middle East (Al-Juboori, 2016). In rutting season, as being very aggressive especially towards other camels and also human, Al-Juboori (2016) stated that male camel may kicks and loss of appetite, protrude dulaa outside of mouth, accompanied with gargling sounds, grinds teeth and producing large quantities of foam in mouth and spread out urine over the back and tail and also a brown badly smelling substance secreted from the poll glands on the back of neck. Different from dromedary camel, Merkt et al. (1990) reported that two humped Bactrian camels do not have a dulaa. Merkt et al. (1990) reported that when a male become sexually aroused his lips become wet with foaming saliva and males about the same physical conditions start fighting each other with biting the opponents. The penis of a male camel is rhythmically beaten with its tail and urine containing high level of testosterone and probably together with pheromones is splashed on the tail (Merkt et al., 1990). During the high testosterone production period, poll glands secrete coffee-colored and acrid smelling fluid to attracts females (Merkt et al., 1990). In rutting season male camel looks for the females in heat and he smells her genital area firstly then he shows flehmen and also biting the genital area, hump and neck of the female in heat (Merkt et al., 1990). With roaring sounds, he extrudes the dulaa and forces her to lie down on the neck or bites her in stifle-joints. In order to copulate with male, female camel sits down and mating takes about 5-20 mins (Merkt et al., 1990; Al-Juboori, 2016).

9

It was reported that semen collection can be achieved by using an artificial vagina and electro-ejaculation methods and 8.1 x 106 sperm cells/day at the end of spring can be collected and it decreased to 4.2 sperm cells/day at the end of summer (Merkt et al., 1990). The morphology of the spermatozoa collected from camel is similar to that of ram and the volume of an ejaculate was reported higher than some other ruminants, varies from 5 to 22 ml and added that well developed prostate is probably responsible from this compensation like in a dog (Merkt et al., 1990). Sperm concentration was also reported varies depending on the season and in winter the concentration was reported 0.763 x 106/ml, compared to 0.176 x 106/ml in summer (Merkt et al., 1990). Monthly variation of the percentage of live spermatozoa is also high and the average live spermatozoa was reported 55 (Merkt et al., 1990) and due to the absence of seminal vesicles in camel the pH of sperm was reported alkaline (~7.8). Hermas (1998) emphasized that without progeny testing or genetic evaluation using AI in camel is meaningless and AI in camel is possible and ovulation can be induced by seminal plasma. Gordon (1997) reported that there is an ovulation-induced factor exist in the seminal plasma of the dromedary camel and the effects of seminal plasma on ovulation is similar to the effect of GnRH. Without seminal plasma, the ovulation cannot be induced by manual stimulation of vagina and uterus like in the cat and rabbit, and the presence of spermatozoa was also not to gain favor for ovulation and added that 1 ml of seminal plasma which containing ovulation-inducing factors was enough for the ovulation (Merkt et al., 1990). It was also reported by Merkt et al. (1990) that seminal plasma from bull containing ovulation-inducing factors not in present in ram and boar could also be used for camel.

Estrous behaviors The length of estrous cycle and duration of estrous is different from other livestock animal but some of the estrous behaviors of female camel are similar to other livestock spices. The length of estrous cycle is about 2-3 weeks and the actual heat lasts for about 3-4 days (Al- Juboori, 2016). The behavioral changes in female camel during heat is less obvious that that of male camel. Merkt et al. (1990). The external sign of estrous in female camel are restlessness, bleating, receptivity to the males, mounting other females, move her tail up and down, urinating frequently, seek males or stands behind males, swelling vulva and a very little discharge from vulva of her (Merkt et al., 1990; Gordon, 1997; Al-Juboori, 2016). Gordon (1997) reported that when the female camels are in heat, the flehmen behavior of a male is

10

more frequent and also the duration of it is shorter. Merkt et al. (1990) pointed out that the conception rate per service in camel is obviously higher on the first two days of estrous. Different from other livestock species and similar to cat and rabbit, ovulation in camel is not occur without coitus. Ovulation in copulated camel is taken pace for about 30-48 hours later from copulation and without stimulating the release of sufficient LH, ovulation cannot occur simultaneously (Merkt et al., 1990; Al-Juboori, 2016). It was reported that about 2 hours later form the coitus, the LH release starts to reach its peak level in blood and Al- Juboori (2016) reported that for about 4 hours from the insemination the peak level of LH is about 6.9±1.0 ng/ml during follicular phase and peripheral plasma progesterone level during this phase is about very low (0.36±0.28 ng/ml) and at 7 days from the copulation its level become 2.4±0.86 ng/ml. In addition, during the follicular phase the plasma estradiol-17- beta concentrations are about 26±9.0 pg/ml and the level at the maximum follicle size is 30.8±5.1 pg/ml (Al-Juboori, 2016).

Pregnancy

It was reported that during mating season the fertilization rate is about 82.3% with single mating however the rate can be reached to 100% with daily breeding of female for about 3 consecutive days during estrous and the fertilization occurs at the uterine tube (Al- Juboori, 2016). Merkt et al. (1990) reported that both the ovaries are functional equally, however, 99% of pregnancy occurs in the left uterine horn. Despite the occurrence of multiple ovulation, the twinning rate is very low (0.4%) in camel (Merkt et al., 1990). During the pregnancy, it was reported that corpus luteum reaches its greatest weight and size at 60 days after mating (Al-Juboori, 2016). Merkt et al. (1990) reported that all camelidae have placenta with epitheliochorial in nature and without cotyledons and added that unlike the classical two membranes in cows and mare, they have three fetal membranes (amnion membrane, allantoic membrane and epidermal membrane). The epidermal membrane is unique in camel and at birth it comes with the foetus, but the other two membrane pass out at the third stage of the parturition. Al-Juboori (2016) reported that on 6-7 days after from the ovulation, the embriyo enters the uterus and at 8 days after ovulation it is expanded and hatched from its zona pellucida and at 35th days of pregnancy, the fetus can be scanned and the major organs are differentiated during 45-60 days of pregnancy. Al-Juboori (2016) also stated that the amniotic fluid accumulates up to 1 liter at parturition and at birth the allantoic fluid reaches to 6 litters.

11

As seen in cows, in late pregnancy there is not a tendency for the amnion to separate from the allantochorion (Al-Juboori, 2016).

Diagnosis of Pregnancy

Gordon (197) reported that, even though the left and the right ovarium are both functional, almost all the pregnancies are occurred in the left horn of the uterus. There are a few methods to detect pregnancy of camel (Merkt et al., 1990; Gordon, 1997; Al-Juboori, 2016). These are Bedouin method, cervical mucous, rectal palpation, ultrasonography, progesterone assay, chemical test and biologic test. Bedouin method is operated after 14 days from insemination and the female camel taken to the bull-camel and if she refuses to kneel, raise tail and coil, then it is thought that she is strongly pregnant. It was reported that during estrous mucus from vulva is less viscous and in the early pregnancy it is whitish and scanty and at two month of pregnancy it is difficult to collect (Al-Juboori, 2016). With cervical mucous, its pH can also be used to detect pregnancy, because in non-pregnant camel the pH of cervical mucous is low between 6.74 and 7.36 and in early pregnancy it becomes more alkaline, increasing from 7.05 at the mating to increases to as high as 8.2 at the first six weeks of gestation (Merkt et al., 1990; Al-Juboori, 2016). Rectal palpation can be done in a sitting position. Because of diffuse type of placentation, the membrane slip test described in cattle pregnancy diagnosis is not possible in Camelidae and therefore the pregnancy can only be detected from the palpation of fetus or CL (Al-Juboori, 2016). Al-Juboori (2016) reported that pregnancy detection can be done as early as 17 days after a small amount of fluid is seen in the uterine lumen and the embryo can be seen in 20-21 days, hearth beat is seen at 22-25 days and fetal parts can be detected at 55 days of pregnancy. The determination of the progesterone level with progesterone assay is used to detect the pregnancy of camel. Al-Juboori (2016) stated that the serum progesterone level more than 1.0 ng/ml indicates the presence of Corpus Luteum and the pregnancy of the camel is accepted if the level is maintained for about two weeks. It was also mentioned that the Cuboni (estrogen test) and Barium chloride tests as chemical tests for pregnancy detection and gonadotropins, progesterone and vaginal cytology as biological tests for pregnancy in camel (Merkt et al., 1990; Al-Juboori, 2016).

12

Gestation Length

In the literature, it was reported that there is a high variation in the gestation length of camel (Merkt et al., 1990; Gordon, 1997) compared to other species such as the cow or the mare. Because of that the gestation length of camel is stated that 12 or 13 months and Bactrian camel has longer gestation length than that of Dromedary camel. Merkt et al. (1990) reported that the gestation length in Dromedary camel is 390 days and in Bactrians it was 402.2 days. Al-Juboori (2016) reported that the gestation period is about 370 days ranging from 365 days to 410 days and about 98% of the pregnancy occurs in the left uterine horn (Al-Juboori, 2016). Gordon (1997) reported that the gestation length in Bactrian camel is about 406 days, the length in female and male Dromedary camels are 372 days and 398 days, respectively. It was also reported that twin birth rate is very low for about 0.4% (Merkt et al., 1990; Gordon, 1997; Al-Juboori, 2016).

Parturition

Similar to other livestock animals, the signs of parturition in camels are discomfort and restlessness, swelling vulvae, frequent urination, vulvae discharge, detection of colostrum and edema in the udder and teats. Merkt et al. (1990) mentioned that the first stage of the parturition which is from the first sign of restlessness to the first water bag appears at vulvae, could take 3 hours to 24 hours and the animal lying down on one side for a short period and then stand up again and at the end of this stage straining occurs for at the rate of 1 or two minutes and at this stage the temperature of rectum and vagina was reported normal. The second stage of parturition is from the first water bag appears to completion of birth. Generally, the animal gives labor at sitting position and at this stage the animal strain continuously on the ground from time to time and the fetus is almost at the anterior presentation. The fore limbs appear first followed by head and Merkt et al. (1990) reported that the stage can be as short as 25 minutes to 30-40 minutes. It was also observed by Elias and Cohen (1986) that a female camel suckles her own teats for producing uterine constructions at this stage of parturition. The umbilical cord of calf is rupture when the calf slips down. At the third stage of parturition which is from the birth of calf until the expels of the fetal membranes and this stage is completed soon after the birth (15-50 mins).

13

Al-Juboori (2016) reported that the labor pain continues for 5-10 hours after parturition and the female can remain in recumbent positions for a few minutes. It was also reported Al-Juboori (2016) that the calf can stand up by itself in 6-8 hours after the birth. Merkt et al. (1990) reported in dromedary camel that after the parturition the involution of uterus occur in 21 days (from 15 to 28 days) and the post-partum estrus can occur in 3-4 weeks or delayed to the next breeding season and the first estrus cycle could be the silent. In a study, Hermas (1998) reported that season has an important effect on the reproductive traits of camel and supplementary feeding (flushing) during the breeding season will increase the reproductive performance of camels and added that means of calving interval, days open, age at first calving and number of services per conception in United Arab Emirates camels are 678.6±12 days, 234±25 days, 1509±37 days and 1.8 ± 0.1. It was also reported by Merkt et al. (1990) that the development and growth of fetus is very similar to bovine. Depending on the nutritional status of pregnant camel the variation in the birth weight of the calf is very high and birth weight of female calf is lighter than that of the male calf. Birth weight of camel in India reported by Merkt et al. (1990) that varies from 26.3 to 52.15 kg and the weights in male and female are 38.19 kg and 37.19 kg, respectively. Due to longer gestation length, seasonality of breeding and late postpartum estrus, calving interval (CI) in camel is longer, however, under good nutritional conditions CI can be reduced to 15 mo and from 20.9 to 28.4 mo CI were reported by Merkt et al. (1990). It was also reported by Merkt et al. (1990) that suckling young is weaned any time from 3 to 18 mo, because the lactation lasts up to two years. They also added that under traditional pastoral system, the calf is weaned at about 13 mo of age and mortality rate of calves reached up to 50% and level of 30% reported to be usual, however, Gordon (1997) reported that in modern husbandry this high mortality rate cannot be accepted.

CONCLUSION Under naturel conditions the reproduction efficiency of camel is generally low due to poor nutrition and management conditions, short breeding season, higher pubertal age, longer gestation period, and low rate of reproduction technologies, etc., however, it has potential for polyestrous animal because of the ability to be adapt the local conditions. As a seasonal

14

breeder specie, it is accepted that both female and also male camel come in heat in breeding season. Normally as a tame and calm animal, a higher sexual activity is seen especially in male camel in breeding season. Under good nutritional condition, female camel can also be sexually active throughout the year. For under-controlling reproduction in camel, nutritional and management conditions need to be improved, researches about estrus detection, induction and synchronization, semen collection, freezing and semen quality, artificial insemination, multiple ovulation and embryo transfer (MOET), in vitro fertilization, reproductive disorders in camel need to be conducted.

15

References

Abokor, A. C. The camel in Somalia oral traditions. Somalia Academy of Sciences and Arts in Corporation with Scandinavian Societies of African Studies: Uppsala, 1987. Al-Juboori, A. https://www.google.com.tr/?gfe_rd=cr&ei=mjI4V-X_ DdPR8gf7kbvQCA&gws_rd=ssl#q=Reproduction_in_Camels_tcm95-44862, 2016. Çalışkan, V. A Geography of Cultural Heritage: Camel Wrestling in Turkey. Pressed in ANKA Matbaacılık, 2. Matbaacılar Sitesi 1ND3 Topkapı/ Istanbul / TURKEY, 2010, p. Elias, E. and D. Cohen. Parturition in the camel (Camelus dromedarius) and some behavioral aspects of their newborn. Comp. Biochem. Physiol., 1986; 84A(3): 413-419. FAO. Food and Agriculture Organization of the United Nations http://faostat.fao.org/site/339/default.aspx, 2013 (RT:15.05.2016) Gordon, I. Controlled Reproduction in Horses, Deer and Camelids. CAB International. Wallingford, Oxon OX 10 8DE UK, 1997. Hermas, S.A. Genetic improvement and the future role of the camel in the Arab world: Problems and opportunities. Proceedings of the Third Annual Meeting for Animal Production Under Arid Conditions, United Arab Emirates University, 1998; 2: 56-68. Merkt, H., D. Rath, B. Musa, M.A. El-Nagger. Reproduction in camels. A review. FAO Animal Production and Health Paper, Food and Agriculture Organization of the United Nations, Rome, 1990. Raziq, A., K. de Verdier, M. Younas. Ethnoveterinary treatments by dromedary camel herders in the Suleiman Mountainous Region in Pakistan: an observation and questionnaire study. Journal of Ethnobiology and Ethnomedicine 2010, 6:16. Şenel, A. History of Humanity from Rodentia to Leecher. 2nd Pres. Imge Bookstore Publications. Konur Sok. No:17. Ankara/TURKEY, 2009. Volpato, G., P. Howard. The material and cultural recovery of camels and camel husbandry among Sahrawi refugees of Western Sahara. Research, Policy and Practice 2014; 4:7

16

PRODUCTION AND CHARACTERISTICS OF CAMEL MILK

Prof. Dr. Atakan KOÇ Adnan Menderes University, Faculty of Agriculture, Department of Animal Science, Aydın, Turkey. [email protected] Assoc. Prof. Savaş ATASEVER Ondokuz Mayıs University, Faculty of Agriculture, Department of Animal Science, Samsun, Turkey. [email protected]

Abstract Camel is a multipurpose animal used for economic and social aspects. During the last five decades, by increasing about 4.43 folds, world camel milk production reached to 2.8 m tons. In addition to be a good source of Vit-C, Ca and K, all essential nutrients found in bovine milk also exist in camel milk. Due to smaller fat globules, creaming capacity of camel milk is poorer than that of bovine milk and also camel milk fat melting point is higher than those of bovine, sheep, goat and buffalo milk fat. Camel milk has also potential in the treatment of series of diseases. Camel milk has a lack of β-lactoglobulin and can be used to cure food-born allergies. In conclusion, especially in the regions where other livestock are failure to be thrived, camel milk is the main source of animal origin food, but in other regions its social and therapeutic roles become prominent. Key words: Camel milk, milk quality, milk constituents, therapeutic effect.

DEVE SÜTÜ ÜRETİMİ VE ÖZELLİKLERİ Prof. Dr. Atakan KOÇ Adnan Menderes Universitesi, Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü, Aydın, Türkiye. [email protected] Doç. Dr. Savaş ATASEVER Ondokuz Mayıs Universitesi, Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü, Samsun, Türkiye. [email protected] Özet Deve ekonomik ve sosyal bakış açılarından değerlendirilecek çok amaçlı bir hayvandır. Son 50 yıllık süreçte, 4.43 kat artarak, dünya deve sütü üretimi 2.8 m ton düzeyine ulaşmıştır. Vit-C, Ca ve K bakımından iyi bir kaynak olmasına ilave olarak, sığır sütünde bulunan tüm temel besin maddeleri aynı zamanda deve sütünde de mevcuttur. Daha küçük yağ küreciklerinden dolayı, deve sütünün kremaj kapasitesi sığır sütünden daha düşüktür ve aynı zamanda deve sütü yağının erime noktası sığır, koyun, keçi ve manda sütü yağınınkinden daha yüksektir. Deve sütü aynı zamanda birçok hastalığın tedavisinde de bir potansiyele de sahiptir. Deve sütünde β- laktaglobulin bulunmaz ve gıda kaynaklı alerjilerin tedavisinde kullanılabilir. Sonuç olarak, özellikle diğer çiftlik hayvanlarının başarılı olarak yetiştirilemediği bölgelerde, deve sütü en önemli hayvansal kaynaklı gıda kaynağıdır, ama diğer bölgelerde sosyal ve tedavi edici rolleri öne çıkmaktadır. Anahtar kelimeler: Deve sütü, süt kalitesi, süt bileşenleri, tedavi edici etki.

17

INTRODUCTION Camel is a multipurpose animal used for economic and also social purposes (Abokor, 1987). Besides being used for transportation, it is used for milk and meat production, wool, hair and hides, and also used in entertainment, celebration and competition (Al-Juboori, 2016). Due to be a good source for animal origin food, the value of camel become important in the places where the traditional other livestock production, agricultural activity, hunting and gathering resources are very limited such as in refugees in the Sahrawi in the north-west Africa and also a cultural heritage for some societies (Volpato and Howard, 2014). Due to be usually reared on isolated rangelands with poor infrastructure, compared to other livestock species, Camelids result in less environmental damage (Raziq et al., 2010). However, some fundamental changes have been occurred in camel husbandry due to losing its traditional function as a means of transport, warfare and non-monetary exchange with the use of fossil fuels and motor vehicles, increasing reliance on purchased fodder and other inputs rather than the resources benefited from deserts (Volpato and Howard, 2014). In addition, for racing and wrestling purposes, because of being placed high social value to the owner, people in the pastoral society and also in affluent society in some parts of the world aspire to have camel to have a respectable position and wealth in the society. Camel is first domesticated in the Arabian Sahara about 6000-5000 years ago (Şenel, 2009; Çalışkan, 2010) and is known as the ship of the desert. According to FAO (2013) statistics world camel population is 27.01 million heads and 44 countries raised camel. The countries having more than 1 million camel populations are Somalia (7.1 m), Sudan (4.8 m), Kenya (3.1 m), Niger (1.7 m), Chad (1.5 m), Mauritania (1.5) and Pakistan (1.0 m). As seen in Figure 1, the number of camels raised in the world is doubled in the last 50 years and depending on this increase, the milk and meat (524,390 tons) production also increased. Turkey is one of the countries raising camel. After a sharp decrease in the population from 65,000 heads in 1961 to 811 heads in 2005, an increase is noticed in the population since 2005 because of the popularity of camel wrestling in the country and also cultural tourism and pack animal in nomadic Yoruk Turks migration in Turkey (Yilmaz and Ertugrul, 2014). As a result of that the number reached to 1,543 heads in 2015 (Figure 2). In Turkey, the main aim of raising camel is camel wrestling porpoises. Camel wrestling is very popular in the south- west part or Turkey from December to the end of March (Çalışkan, 2010). Camel wrestling is also organized in Afghanistan and Pakistan, but in these countries camels were wrestled

18

without packsaddle (Yilmaz and Ertuğrul, 2015). It was reported that camel wrestling had been organized in 87 residential areas on Sunday since 1987 (Çalışkan, 2010). As the start of camel wrestling is unknown, it was estimated that camels have been wrestling for about 4.000 years in the Middle Asian Turks (Çalışkan, 2010; Yilmaz et al., 2014).

28000 3500,0 Population Meat Milk 26000 3000,0

24000 2500,0 22000

20000 2000,0 (000 tons) (000

18000 1500,0 (000 heads) (000 16000 1000,0 14000 500,0 12000 10000 0,0 1960 1970 1980 1990 2000 2010 Years Figure 1. Changes of camel population, camel milk and meat production in the world. The popularity of camel wrestling in Turkey encourages some producers to obtain and raise wrestling camel in the country instead of importing from Iran, Afghanistan or some other middle east countries. As a result of that, these camel farms have also opportunity to produce milk, especially for therapeutic purposes besides raising camels for wrestling. In this review, after discussing the camel milk production in the world, milk yield and milk constituents and also therapeutic effects of camel milk are discussed.

Camel Population in Turkey

60500

50500

40500 Head 30500

20500

10500

500 1960 1970 1980 1990 2000 2010 Year

19

Figure 2. Changes of camel population in Turkey.

MATERIALS AND METHODS In this review, in addition to statistical data of FAO, 23 published paper, 3 books and 1 web sources were used. At first, statistical data were given about camel milk production in the world, then milk yield, milk constituents, amino acid, vitamin, mineral and fatty acid contents, microbial and somatic cell counts and also therapeutic effects of camel milk are discussed.

RESULTS AND DISCUSSION According to FAO Statistics (FAO, 2013) the world camel milk production in 2012 is 2.8 m tons and 93.01% of it (2.59 m tons) produced in Africa and 6.99% of produced in Asia (194.590 tons). In Europa, very small amount of camel milk and meat is produced, accounting for 70 tons and 134 tons, respectively. During the five decades, the world camel milk production has been increased for about 4.43 folds. The highest camel milk is produced in Somalia with 1.09 m tons and Kenya is following this country with 0.993 m ton. These two countries produce about 72.3% of the camel milk in the world. It is known that about 83% of milk consumed by human is cow milk in the world and in Asia besides cow milk buffalo milk production is about 35% of the total production and to a lesser extent, sheep and goat milk produced. Depending on the low production quantities and also specific production regions in the world, the studies on yak, camel, mare and donkey milk are very limited. Al-Juboori et al. (2013) reported that in United Arab Emirates camel milk has a significant socio-economic importance and is an important diet for human in the country and added that it is highly nutritious, suitable for human nutritional requirements and also a safe food for human baby consumption. Al-Juboori et al. (2013) also emphasized that camel milk is saltier that human and bovine milk. Konuspayeva et al. (2009) reported that camel milk is a good source of proteins for humans living in the arid regions. Zhao et al. (2015) reviewed the literature and concluded that Bactrian camel milk can be considered as a good source of nutrients for human and added that all the essential nutrients found in bovine milk are also exist in the camel milk. Gassem et al. (2015) analyzed the camel milk chemically and reported that it is an excellent source of

20

protein, fat and energy and added that due to its nutritional composition it is suggested to be able to be used as food, in functional food or in food formulation to combat the hunger during drought season in arid and semi-arid-land. In China, camel milk is used for butter, cheese, milk tea, face mask, soap and etc and Bactrian camels in China is also used for working and wool production and their milk production was reported very scarce (Zhao et al., 2015). It was also stated camel milk creaming capacity is poorer than that of bovine milk due to smaller fat globules than that of bovine milk and added that both Bactrian and Dromedary camel milk fat has higher iodine index and melting point than those of bovine, sheep, goat and buffalo milk fat due to higher unsaturated fatty acids and long-chain saturated fatty acids (C14–C18) content than those of these species’ milk (Zhao et al., 2015).

Camel milk yield

In a survey conducted in Somalia, Farah et al. (2007) reported that camel milk is consumed fresh or as fermented form and in the diet of pastoral community one of the main components and Vit-C sources are the camel milk and they added that in 12-18 months lactating periods, the daily milk yield of a camel varies from 3 kg to 10 kg. The highest milk yield was seen in the third and fourth month of lactation and the milk production of Bactrian camel is lower than those of Dromedary camels (Zhao et al., 2015). In a study, the lactation length, total milk yield and 305-d milk yield of dromedary camel were reported 335±8 days (ranged from 193 to 467 days), 1041±51 kg (ranged from 335 to 2110 kg) and 926±36 kg (ranged from 357 to 1840 kg), respectively (Hermas, 1998). El-Hatmi et al. (2004) studied the quantity and the quality of milk from multiparous camel (Camelus dromedarius) grazed in arid pastures in the region of Medenine and with 4 kg concentrates fed camel produced higher milk from their two teats (3105.4 ± 1027.8 ml/day) than that of 1 kg concentrate fed group (1854 ± 386.9 ml/day).

Camel milk constituents

Semen and Altıntaş (2014) reported that as cattle, sheep, goat and buffalo colostrum contains immunoglobulin type IgG1, IgG2, IgA and IgM, in addition to these immunoglobulins, camel colostrum contains IgG3. Zhao et al. (2015) reported that colostrum from camel is produced for the first 7 days of lactation and the titratable acidity and pH of

21

Chinese Bactrian colostrum is similar to those of Dromedary camel colostrum. In the first milking, the lactose content of Bactrian colostrum is ranged from 4.38 to 4.59%, fat content is ranged from 0.27 to 0.35% and progressively increased to its average fat level in the first week, protein content is ranged from 14.23 to 18.93% and the total solids is ranged from 20.16 to 25.07% (Zhao et al., 2015). Milk composition of some mammals are given in Table 1. Park and Haenlein (2006) declared that in fat, protein, lactose, ash and total solids in camel milk is 4.9%, 3.7%, 5.1%, 0.7% and 14.4%, respectively.

Table 1. Composition (%) of milk from some mammals (Park and Haenlein, 2006) Species Fat Protein Lactose Ash Total Solids Ass (Donkey) 1.2 1.7 6.9 0.4 10.2 Horse 1.6 2.7 6.1 0.5 11.0 Buffalo (Egyptian) 7.7 4.3 4.7 0.8 17.5 Camel 4.9 3.7 5.1 0.7 14.4 Cow (Holstein) 3.5 3.1 4.9 0.7 12.2 Goat 3.5 3.1 4.6 0.8 12.1 Human 4.5 1.1 6.8 0.2 12.6 Sheep 5.3 5.5 4.6 0.9 16.3 Yak 7.0 5.2 4.6 ? 16.8

Konuspayeva et al. (2009) reviewed camel milk components depending on geographical region (Table 2) and concluded that there were significant differences between breeds (or species), nutritional conditions, seasonal and also physiological conditions.

Table 2. Mean and standard deviation of camel milk components according to the geographical origin of 82 literature references (Konuspayeva et al., 2009) Region Fatn Total Protein Total Solids Lactose Ash Asia 5.07±0.21**1 4.02±0.47** 13.86±1.97** 5.33±0.42* 0.79±0.10 East Africa 4.14±0.80*0 3.33±0.52 12.69±1.11* 4.18±0.72 0.76±0.09 North Africa 3.50±1.016 3.21±0.60 12.53±1.22 4.65±0.67 0.84±0.08* Indian subcontinent 3.49±0.852 3.36±0.64 12.05±1.61 4.45±0.74 0.78±0.07 Western Asia 3.31±1.037 3.10±0.62 11.62±1.29 4.45±0.40 0.78±.05 Undetermined 3.62±0.816 3.34±0.53 12.22±1.22 4.49±0.77 0.72±0.07

The fat, total protein, lactose and total dry matter contents of camel milk varies from 0.28% and 6.40%, from 2.15% to 4.90%, from 2.40% to 5.80% and from 8.64% to 16.05%, respectively and as seen in Table 3, under the similar farming conditions in Kazakhstan, fat, protein and total solids are higher, lactose content is lower in Bactrian camel milk than those of dromedary camel milk (Konuspayeva et al., 2009).

22

Table 3. Mean and standard deviation of camel milk components in Kazakhstan for Bactrian camel, dromedary and hybrids (Konuspayeva et al., 2009). Species n Fat Total Protein Total Solids Bactrian 56 6.67±2.93 3.33±0.74 13.07±1.15 Dromedary 70 5.94±2.26 3.03±0.76 12.39±0.74 Hybrids 20 6.09±1.81 3.28±1.01 11.91±0.74

Zhao et al. (2015) reviewed the total solids, protein, fat, lactose and ash content means in Bactrian and Dromedary camel milk were 14.54±0.84% and 12.33±1.51%, 3.93±0.44% and 3.27±0.65%, 5.34±0.60% and 3.52±0.74%, 4.51±0.69% and 4.57±0.85%, and 0.79±0.11% and 0.78±0.09%, respectively. Zhao et al. (2015) emphasized that in bovine milk the main components in whey proteins are β-lactoglobulin (52.6%) and α-lactalbumin (26.0%), however, in Bactrian camel milk, similar to Dromedary camel, the main and second whey protein components are α- lactalbumin (from 45.5 to 53.0%) and camel serum albumin (30% and 41.7%). The same researchers also declared that the heat stability of other two whey proteins (lactoferrin and immunoglobulin) in Bactrian camel milk is higher than those of bovine milk. Semen and Altıntaş (2015) stated that lactoferrin is a minor whey protein in cow milk however it is one of the major whey proteins in camel milk. El-Hatmi et al. (2004) studied the quantity and the quality of milk from multiparous camel (Camelus dromedarius) grazed in arid pastures in the region of Medenine and reported the total solid contents and fat contents were 148.5 g/L and 55.6 g/L, respectively. Al-Juboori et al. (2013) reported the moisture, protein, fat, lactose, ash and total solids for Dromedary camels are 88.96±1.222%, 3.71±0.16%, 2.21±0.16%, 3.36±0.25%, 0.48±0.05% and 11.26±0.69%, respectively.

Amino acids contents

For amino acids (aa) in camel milk, it was reported that the major aa in camel milk is glutamic acid and its level in Bactrian camel (ranged from 21.27 to 22.26 g/100 g protein) is similar to Dromedary camel, cow, sheep and goat milk, however, the levels of lysine (ranged from 7.65 to 7.81 g/100 g protein), proline (ranged from 7.62 to 9.59 g/100 g protein) and alanine (ranged from 2.35 to 2.68 g/100 g protein) in Chinese Bactrian camel milk are lower than those of Dromedary camel milk, but the level of histidine (ranged from 2.64 to 2.75 g/100 g protein) and arginine (ranged from 3.99 to 4.35 g/100 g protein) levels in Chinese Bactrian camel milk are similar to Dromedary camel milk, the level of methionine in Bactrian

23

camel milk is higher than cow and human milk, but the cysteine level of it is very close to human milk (Zhao et al., 2015; Semen and Altintaş, 2015). The essential: non-essential aa ratio in Dromedary camel milk is 0.93, is very close to Bactrian milk (0.09-097), cow (1.0), sheep (0.95) and human (1.07) milk (Zhao et al., 2015). Season conditions and the camel breeds are the main factors having effects on the camel milk protein content and similar to Dromedary camel milk, two main casein fractions homologous to bovine β-casein and αs1-casein were isolated from Bactrian camel milk (Zhao et al., 2015), however, compared with bovine milk (13-13.6%), there is very low content or absence of κ-casein in Bactrian camel milk, but was found in Dromedary camel milk. The second main protein component of camel milk is whey proteins and the proportion of whey protein in Chinese Bactrian Xinjiang milk (28.1%) is similar to Dromedary milk (28.5%), however in Chinese Bactrian milk, similar to Dromedary camel, one whey protein fraction homologous to β-lactoglobulin is deficient and because of that camel milk could be used to cure food-born allergies (Zhao et al., 2015). Gassem et al. (2015) analyzed the camel milk for amino acid contents and revealed that, camel milk has high content of glutamic acid, proline, leucine, valine and aspartic acid.

Vitamin and mineral contents

Camel milk is also rich for Vit-C (Konuspayeva et al., 2009). Under the similar farming conditions in Kazakhstan, Vit-C, calcium and phosphorus contents are higher in Bactrian camel milk than those of Dromedary camel milk (Konuspayeva et al., 2009). Gassem et al. (2015) also reported that camel milk has substantial amount of Vit-C and low amount of B1 (thiamine) and B2 (riboflavin). Zhao et al. (2015) also reported that Vit-C in Bactrian camel (27.6–34.3 mg/L) is similar to Dromedary camel but Vit-C in camel milk is 3.6 times higher than that of bovine milk. However, Al Mutery et al. (2008) reported from the hand milked camel milk samples belong to 6 different Saudi Arabia camel breeds that Vit-C content of them were low. Zhao et al. (2015) reported that Vit-D level (640-692 IU/l) in Chinese Bactrian camel milk is higher than that of cow milk (20-30 IU/L). Seman and Altıntaş (2014) declared that camel milk has higher amount of Vit-C and niacin (Vit-B3) but, lower amount of thiamin (Vit-B1), riboflavin (Vit-B2), Pantotenik acid

(Vit-B5), cobalamin (Vit-B12) and alpha-tocopherol (Vit-E) than those of cow milk. Camel milk is also rich in Fe, Zn, Cu, K, Na, Ca (Al-Juboori et al., 2013). In Bactrian and Dromedary camel milk, Ca, P, Na, K and Mg contents are 146.8 ± 45.1 vs 123.7 ± 24.4

24

mg/100 mg, 134.1 ± 15.0 vs 85.2 ± 26.3 mg/100 mg, 61.5 ± 6.8 vs 51.6±15.7 mg/100mg, 167 ± 29.3 vs 143.5 ± 46.0 mg/100 mg and 9.9 ± 1.8 vs 12.6 ±4.1 mg/100 mg, respectively (Zhao et al., 2015). Due to human milk has less Ca and K content, camel milk could be used as a good source for these minerals (Zhao et al., 2015). Al-Awadi and Srikumar (2001) reported that the concentration of manganese and iron in camel milk was remarkably higher (7-20-fold and 4-10-fold, respectively) than in human milk and cow milk and the zinc content of camel milk was higher than that of human milk but slightly lower than in cow milk, the concentration of copper in camel milk was similar to that of cow milk but lower than in human milk and added that about 50-80% of zinc, copper and manganese in camel milk were associated with the casein fraction, similar to that of cow milk. They also recommended that camel milk can be considered as a potential source of manganese, selenium and iron, perhaps not only for infants, but also for other groups suspected of mild deficiency of these elements.

Fatty acid contents

Fat content of camel milk consisting of unsaturated fatty acids, volatile fatty acids, mainly linoleic acid, makes it more digestible and cardiovascular friendly (Al-Juboori et al., 2013). Fatty acid composition (%) of camel, cow and human milk are given in Table 4. Zhao et al. (2015) stated that the fatty acid composition of camel milk is affected by many factors like breed, feeding, seasonality, lactation stage, region, etc, and added that the predominant saturated fatty acids in Bactrian and Dromedary milk is C16:0, C18:0, and C14:0 and the mean of the even-number-saturated fatty acids from three Chinese Bactrian camel breeds milk was 59.03 ±2.14% and these means were reported very similar to Dromedary milk (55.45 ±4.15%), but higher than that of human milk (40.95 and 40.7%) and bovine milk (50.09 and 47.96%). Gassem et al. (2015) also reported that camel milk has a very low level of short chain fatty acid and with 26.55% palmitic acid, 24.25% oleic acid, 10.2% myristic acid and 9.98% palmitoleic acid. Semen and Altıntaş (2015) declared that camel milk contains palmitioleic acid (C16:1) more than the other species.

25

Table 4. Fatty acid composition (%) of camel, cow and human milk (Zhao et al., 2015). C12:0 14:0 15:0 16:0 18:0 18:1 18:2 18:3 Bactrian 0.78-1.24 11.49- 1.23- 28.95- 14.75- 18.78- 1.19-2.16 0.6-2.91 15.43 1.42 32.05 16.1 26.05 Dromedary 0.50-1.00 9.9-14.5 0.5-1.62 26.6- 9.7- 16.7-26.3 1.1-4.8 0.51-1.50 34.9 17.82 Bovine 1.6-3.1 4.09- 1.25- 26.6- 7.86- 22.69- 2.25-3.20 0.36-1.1 10.4 2.44 34.21 10.19 29.0 Human 2.7-2.9 7.2-7.3 0 19.88- 6.8- 24.73- 12.2-19.24 0.9-2.96 24.0 10.87 39.8

Microbial count and somatic cell count in milk

Microbial contamination of raw milk occurs from the infection of the udder, outside of the udder and surface of the equipment used milking and storage of milk. Gassem et al. (2015) in Saudi Arabia, reported that total aerobic plate count in camel milk was 1.4×105 per ml. Khandelwal et al. (2013) in India, Nagy et al. (2013) in Dubai reported the mean values of total viable count in camel milk were 7.67 log cfu/mL, and 5,157 log cfu/mL, respectively and Nagy et al. (2013) also reported about 4.0% of the samples were over 10x103 cfu/mL. Al Mutery et al. (2008) analyzed the hand milked camel milk from 6 different Saudi Arabia camel breeds and the mean total plate count was reported to be 1.6x103 cfu/mL. Omer and Eltinay (2008) investigated the raw camel milk microbiological quality in Sudan and found that the mean value of aerobic plate count was 1.8 x 105 cfu/mL. Khedid et al. (2003) conducted a study on the determination of the microbiological quality of fresh camel milk in Morocco and concluded that the microbial profile of camel milk were relatively low and reported the standart plate count as 5 × 104 cfu/mL. Semereab and Molla (2001) reported total aerobic plate count in Ethiopian camel as 2×104 cfu/mL and also mentioned the unhygienic milking techniques, use of unclean milking bowls and lack of cooling facilities in the region. The mean coliform count in camel milk was also reported by Semereab and Molla (2001), Omer and Eltinay (2008), Khandelwal et al. (2013) and Gassem et al. (2015) as 3.5×103 cfu/mL, 6.8 x 101 cfu/mL, 4.201 log cfu/mL and 2.7x102/ mL, respectively. Khedid et al. (2003) reported that coliforms were the most abundant microorganism in camle milk and added that coliform count ranged from 1 cfu/mL to 8x104 cfu/mL. Similar to other species like cattle and buffaloes, clinical and subclinical mastitis cause significant decreases in protein, fat, lactose and solid-nonfat in the milk of Dromedary camel and the result of the inflammatory response in the udder is increasing the neutrophil

26

number and total somatic cell counts in the milk (Ali et al., 2016). In a study in Dubai, the mean somatic cell count (SCC) in the milk of Dromedaries are 394 x 103 cells/mL and about 14.6% samples for the SCC was higher than 500 x103 and, SCC in camel milk is exceed the threshold level of bovine milk (Nagy et al. (2013). Al Mutery et al. (2008) analyzed the hand milked camel milk from 6 different Saudi Arabia camel breeds and the mean SCC was reported to be 1.4x104 cells/mL.

Therapeutic Effects of Camel Milk

Mammals milk have valuable therapeutic properties as it contains a high concentration of anti-bacterial, anti-fungal, anti-viral and anti-parasitic compounds and these helps fight serious diseases like hepatitis, Rota viral diarrhea, , and schistosomiasis. Camel milk has also been used therapeutically against certain types of cancer, diabetes, colitis, autism and Crohn's disease and camel milk can be considered an option for individuals who intolerant to lactose and children allergic to cow milk (Al-Juboori et al., 2013). Due to anti-cancer and anti-diabetic properties in addition to high content of unsaturated fatty acids and low hypo-allergic effect due to low β-casein and the lack of β- lactoglobulin, camel milk is used for medicinal purposes (Konuspayeva et al., 2009). Depending on the biologically active substances the fresh and fermented camel milk could provide particular potential therapeutic properties to the patients (Zhao et al., 2015). It could have a potential in the treatment of a series of diseases like dropsy, jaundice, tuberculosis, asthma, anemia, piles, gastrointestinal ulcers, type 1 diabetes and diarrhea- causing viruses. In the recent studies, fresh or fermented Chinese Bactrian camel milk had particular health benefits like inhibiting the growth of tumor, adjuvant treatment of diabetes, anti-fatigue and anti-inflammatory (Zhao et al., 2015). In order to study about the therapeutic properties of camel milk, some studies were conducted on mice and reported that camel milk had better effect on improving the index of thymus and spleen of immune-depressed mice, inhibiting the growth of tumor, enlarging the spleen index and thymus index, increasing the phagocytes rate of macrophages and phagocytic index (Zhao et al., 2015). It was also stated that with consuming camel milk for about one year, the cellular immune response of chronic hepatitis B patients was enhanced and with consuming orally about 1000 mL camel milk, the parameters of urine for patients with kidney diseases were improved and in rats with chronic renal failure after treatments with consuming Bactrian camel milk for about 28 days, serum creatinine and blood urea nitrogen levels were decreased

27

and serum SOD level increased (Zhao et al., 2015). A significant reduction in the dose of rosiglitazone maleates required to maintain long-term glycemia control for type-2 diabetes patients was also reported after drinking Bactrian milk (Zhao et al., 2015). It was also reported that as a model for humans in rats, Bactrian camel milk has a significant on adjunctive therapeutic efficacy for diabetes mellitus (Zhao et al., 2015). It was also declared that in mice after treatment with feeding raw camel milk, an obvious effect was seen in prolonging the climbing pole length and swimming time, and after exercise, the decreases in the levels of blood lactic acid and blood urea nitrogen levels and increase in the reserves of liver glycogen are seen (Zhao et al., 2015). It should be stressed that the therapeutic properties of camel milk discussed above need to be confirmed with further studies.

CONCLUSION Camel is a multipurpose animal used for economic and also social purposes and the value of camel become important in the places where the traditional other livestock production, agricultural activity, hunting and gathering resources are very limited. All the essential nutrients found in bovine milk also exist in the camel milk and camel milk is a good source of proteins for humans living especially in the arid regions. In Turkey, camel farms have opportunity to produce camel milk, especially for therapeutic purposes besides raising camels for wrestling. There are some differences in camel milk production and characteristics and those of the most produced bovine milk. These are differences in colostrum production period, whey protein components, κ-casein, methionine, glutamic acid, proline, leucine, valine, aspartic acid, Vit-C, Fe, Zn, Cu, K, Na, Ca, saturated fatty acids and so on. Studies about camel milk yield and also its therapeutic roles would be beneficial, especially countries in which bovine, sheep and goat milk production are high. Due to low production level of camel milk, primarily in the countries where bovine, sheep and goat milk production are high, the importance should be given to the therapeutic roles of camel milk and also the therapeutic properties of camel milk worked in some studies also need to be confirmed with further studies.

28

References Abokor A C. The camel in Somalia oral traditions. Somalia Academy of Sciences and Arts in Corporation with Scandinavian Societies of African Studies, 1987, Uppsala. Al-Juboori AT, Mohammed M, Rashid J, Kurian J, El Refaey S. Nutritional and medicinal value of camel (Camelus dromedarius) milk. WIT Transact Ecol Environ 2013, 170: 221-232 Al-Juboori A. https://www.google.com.tr/?gfe_rd=cr&ei=mjI4V-X_ DdPR8gf7kbvQCA&gws_rd=ssl#q=Reproduction_in_Camels_tcm95-44862. 2016. Al-Mutery A, Wernery U, Jose Sh. Quality of raw camel milk from Saudi Arabia. J Camel Pract Res 2008, 15(1): 61-62. Al-Awadi FM, Srikumar TS. Trace elements and their distribution in protein fractions of camel milk in comparison to other commonly consumed milks. J Dairy Res 2001, 68 (3):463- 469. Ali, F., Hussain, R., Qayyum, A., Gul, S.T., Iqbal., and Hassan, M.F. Milk Somatic Cell Counts and Some Hemato-Biochemical Changes in Sub-Clinical Mastitic Dromedary She- Camels (Camelus dromedarius). Pak Vet J 2016, 36(4): 405-408. Çalışkan V. A Geography of Cultural Heritage: Camel Wrestling in Turkey. Pressed in ANKA Matbaacılık 2010, 2. Matbaacılar Sitesi 1ND3 Topkapı/ Istanbul / TURKEY. El-Hatmi H, Khorchani T, Abdennebi M, Hammadi M, Attia H. Effects of diet supplementation on camel milk during the whole lactation under Tunisian arid range conditions. J Camel Pract Res 2004, 11(2): 147-152. FAO. Food and Agriculture Organization of the United Nations 2013, http://faostat.fao.org/site/339/default.aspx (RT:15.05.2016) Farah Z, Mollet M, Younan M, Dahir R. Short communication: Camel dairy in Somalia: Limiting factors and development potential. Livest Sci 2007, 110: 187–191. Gassem M, Osman M, Rahman IA, Al-Assaf A, Alhazmy M. Chemical composition and microbial quality of sudanese camel milk. J Camel Prac Res 2015, 21 (2): 243-247. Hermas SA. Genetic Improvement and the Future Role of the Camel in the Arab World: Problems and Opportunities. Proceedings of the Third Annual Meeting for Animal Production Under Arid Conditions, United Arab Emirates Univ 1998, 2: 56-68. Khandelwal D, Joshi H, Chaudhary BL. Microbial quality of camel milk in Udaipur (Raj.), India. Asian J Microbiol, Biotech Envir Scie 2013, 15(1): 177-179. Khedid K, Faid M, Soulaimani M. Microbiological characterization of one humped camel milk in Morocco. J Camel Prac Res 2003, 10(2): 169-172. Konuspayeva G, Lemarie E, Faye B, Loiseau G, Montet D. Fatty acid and cholesterol composition of camel’s (Camelus bactrianus, Camelus dromedarius and hybrids) milk in Kazakhstan. J. Dairy Sci. Technol 2008, 88: 327–340. Konuspayeva G, Faye B, Loiseau G. The composition of camel milk: A meta-analysis of the literature data. J Food Comp Anal 2009, 22: 95–101 Nagy P, Faye B, Marko O, Thomas S, Wernery U, Juhasz J. Microbiological quality and somatic cell count in bulk milk of Dromedary camels (Camelus dromedaries): Descriptive statistics, correlations, and factors of variation. J Dairy Sci 2013, 96: 5625–5640.

29

Omer RH, Eltinay AH. Microbial quality of camel's raw milk in central and southern regions of United Arab Emirates. J Food Agric 2008, 20(1): 76-83. Park, Y. W. and Haenlein, G.F.W. 2006. Handbook of milk of non-bovine mammals. Blackwell Publishing Professional 2121 State Avenue, Ames, Iowa 50014, USA Raziq A, de Verdier K, Younas M. Ethnoveterinary treatments by dromedary camel herders in the Suleiman Mountainous Region in Pakistan: an observation and questionnaire study. J Ethnobiol Ethnomed 2010, 6:16 Semen, Z., Altıntaş, A. Biologi cal and Therapeuti c Effe cts of Dietary Camel Milk. Türk Veteriner Hekimleri Birliği Dergisi 2015: 3 - 4 Semereab T, Molla B. Bacteriological quality of raw milk of camel (Camelus dromedarius) in Afar region (Ethiopia). J Camel Prac Res 2001, 8(1): 51-54 Şenel A. History of Humanity from Rodentia to Leecher. 2nd Pres. Imge Bookstore Publications 2009. Konur Sok. No:17. Ankara/Turkey Volpato G, Howard P. The material and cultural recovery of camels and camel husbandry among Sahrawi refugees of Western Sahara. Research, Policy Pract 2014, 4:7 Yilmaz O, Ertürk YE, Ertuğrul M. 4000 years history of camel wrestling from Middle Asia to Anatolia in Turks. COMU J Agric Fac 2014, 2 (1): 37–44. Yilmaz O, Ertuğrul M. Camel wrestling culture in Turkey. Turk J Agric Natur Sci 2014, Special Issue (2): 1998-2005 Yilmaz O, Ertuğrul M. Camel wrestling or camel fighting? J Adnan Menderes Univ Agric Fac 2015, 12(2): 117-123. Zhao DB, Bai YH, Niu YW. Composition and characteristics of Chinese Bactrian camel milk. Small Rumin Res 2015, 127: 58–67.

30

DEVE SÜTÜ: BİLEŞİMİ, SAĞLIK ÜZERİNE ETKİLERİ, DEVE SÜTÜ ÜRÜNLERİ

Dr. Oktay YERLİKAYA Ege Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Süt Teknolojisi Bölümü, İzmir, Türkiye. [email protected] Yük. Müh. Derya SAYGILI2 Ege Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Süt Teknolojisi Bölümü, İzmir, Türkiye. Doç. Dr. Cem KARAGÖZLÜ Ege Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Süt Teknolojisi Bölümü, İzmir, Türkiye.

Özet Deve, dünyada kurak ve yarı kurak bölgelerde yaygın olarak beslenmektedir. Kenya, Somali, Ethopya ve Pakistan’da deve sütü tüketimi vardır. Ülkemizde de Aydın, Antalya, Burdur ve Denizli yörelerinde sıkça rastlanan deve yetiştiriciliği folklorik, turistik ve güreş amaçlı yapılmaktadır. Son FAO verilerine göre dünyada deve sütü üretimi 5.3 milyon litredir. Deve türüne göre süt bileşimi de farklılık gösteren bir deve sütünün ortalama kuru maddesi % 13.4 olup, bu kuru maddenin % 4.5 yağ, % 3.4 protein, % 4.5 laktoz, % 0.8 vitamin, mineraller olmak üzere diğer maddelerdir. Deve sütü proteinleri insan beslenmesi için gerekli aminoasitleri yeterli miktarda ve kalitede içerir. Deve sütü dünyanın kurak topraklarında yaşayan insanlar için önemli bir protein kaynağıdır. Doymamış yağ asitlerinin yüksek içeriği ile beslenmeye ve özellikle beyin sağlığına katkı sağlar. Besinsel önemi yanında, deve sütünün insan sağlığı için terapötik etkileri de söz konusudur. Enfeksiyonlarda ve tüberküloz, kanser, gastroenterit gibi hastalıklarda deve sütünden yararlanılmaktadır. Deve sütünün düzenli olarak alımı kan şeker seviyesini kontrol etmeye, diyabeti ve koroner kalp hastalığını azaltmaya yardımcı olur. İçerdiği Ig’ler ile bağışıklık sisteminin etkinliğini artırır, yüksek laktoferrin ve lizozim düzeyleri ile de antibakteriyel, antiviral ve antitümör özelliği gösterir. Düşük β-kazein oranı ve β-laktoglobulin içermemesi ile deve sütü hipoallerjeniktir. Ciddi gıda alerjilerini tedavi eder. Deve sütü bağışıklık sistemini düzenler, destekler ve otoimmün bozukluklarda bireylerin yaşam kalitesini artırır. Ayrıca, antikanserojen, antidiyabetik, antioksidan, antimikrobiyal, etkilere de sahiptir. Deve sütünün laktoferrin, lizozim, Ig ve Vit C içeriği biyolojik ve terapötik etkileri yönünden merkezi bir öneme sahiptir. Bilinen bu etkileri ile deve sütü her geçen gün önemli bir popülarite kazanmakta ve çok sayıda bilimsel araştırmaya konu teşkil etmektedir. Anahtar kelimeler: Deve sütü, deve sütü bileşimi, beslenme, deve sütü ürünleri.

CAMEL MILK: COMPOSITION, HEALTH EFFECT, CAMEL MILK PRODUCTS

Phd. Oktay YERLİKAYA Ege University, Faculty of Agriculture, Depertmant of Dairy Technology, İzmir, Turkey. [email protected] M. A.Derya SAYGILI2 Ege University, Faculty of Agriculture, Depertmant of Dairy Technology, İzmir, Turkey. Assoc. Prof. Cem KARAGÖZLÜ Ege University,

31

Faculty of Agriculture, Depertmant of Dairy Technology, İzmir, Turkey Abstract The camel generally is raised in the arid and semiarid zones. It is consumed in countries such as Kenya, Somalia, Ethiopia and Pakistan. In our country, camel breeding is done for tourist, folkloric and wrestling in Aydin, Antalya, Burdur and Denizli. According to FAO statistical databases, the total world camel milk production accounted for 5.3 million tone. A wide variation was observed in the quality of raw camel milk average; total solids 13.4%, fat 4.5%, protein 3.4 %, lactose 4.5 %, vitamin and minerals 0.8 %. Its protein contains the essential amino acids for human nutrition in sufficient quantity and quality. It is an important source of protein for people living in the world’s arid lands. It contributes to diet and brain health with high content of unsaturated fatty acids. In addition to nutritional importance camel milk has also therapeutic implications for human health. Camel milk is used in infections and diseases such as tuberculosis, cancer, gastroenteritis. Regular intake of camel milk helps to control blood sugar levels, reduce diabetes and coronary heart disease. Included Ig increases the effectiveness of the immune system. It has antibacterial, antiviral and antitumor feature with high levels of lactoferrin and lysozyme. Camel milk is hypoallergenic due to low β-casein ratio and does not contain β-lactoglobulin. It cures food allergies. It can improve the immune system and improves the quality of life of individuals with autoimmune disorders. Moreover, it has anticancer, antidiabetic, antioxidant, antimicrobial effects. Camel milk has central importance with lactoferrin, lysozyme, Ig and vitamin C biologically and therapeutically. With these known effects, camel milk has gained considerable popularity every day and it is the subject of numerous scientific researches. Key words: Camel milk, camel milk composition, nutrition, camel milk products.

GİRİŞ Deve sütü yıllardan beri çeşitli araştırmalara konu olmuş, yöresel deve sütü ürünleri bölgesel olarak tüketilmiştir. Deve sütü ve ürünlerinin tanınmamasının başlıca nedeni yetiştiriciliği ve deve sütü üretiminin belli bölgelerde, ülkelerde yapılıyor olması ve devenin süt veriminin az olmasıdır. Deve, devegiller (Camelidae) familyasının Camelus cinsini oluşturan iki evcil hayvan türünün ortak adıdır. Develer yük, çeki ve binek hayvanı olarak kullanıldığı gibi, yünü, sütü, derisi ve eti için de beslenir. Yalnızca evcil türleriyle tanınan bu hayvanların yabanıl atalarından bu yana pek az değişikliğe uğradığı sanılmaktadır. Devenin iki türü Hindistan, Pakistan, Afganistan, Mısır, İran, Suriye, Arabistan gibi Güney Asya ülkeleri ile Afrika’da yetiştirilen tek hörgüçlü deve (C. doremedarius) ve Orta Asya’da yetiştirilen çift hörgüçlü deve (C. bactrianus)dir (Wernery 2007). Deve sütü, deve yetiştirilen ülkelerdeki halk için önemli bir protein kaynağıdır. Deve sütü sağlık amaçlı olarak ilk eski Sovyetler Birliği Cumhuriyetlerinde kullanılmıştır. Deve sütünün antikanserojen, antidiabetik ve hipoalerjik özellikleri sınırlı olsa da bazı araştırmalarca desteklenmiştir. Deve sütünün yüksek oranda içerdiği doymamış yağ asitleri beslenme açısından önemlidir.. Yine deve sütünün düşük miktarda β – kazein ve β – laktoglobulin içermesi onun hipoalerjik etki göstermesine neden olmaktadır. Ayrıca, laktoferrin, immunoglobulin, lisozim ve C vitamini yukarıdaki faydalarını desteklemektedir (Magjeed 2005, Shabo et al. 2005, Agrawal et al. 2009).

32

Deve Sütü Bileşimi Develer kurak ve yarı kurak bölgelerde yaygın olarak yaşamaktadırlar. Günlük süt verimleri cinslerine göre 3 ile 40 litre arasında değişiklik göstermektedir. Deve sütünün bileşimine laktasyon, yem, hastalık ve su tüketimi ile devenin cinsi etki eder. Rengi opak beyaz, tadı hafif ekşi, bazen tuzlu ve keskin olup inek sütünün tadına alışkın olanlarca pek benimsenmez (Yagil 2000). Deve sütünün ortalama bileşimi diğer sütlerle kıyaslanarak Tablo 1’de verilmiştir. Yeni sağılmış deve sütünün pH’sı 6.5-6.7 arasında olup koyun sütüne yakın bir değerdedir. Deve sütünün asitliği sağımdan sonra hızlı bir şekilde artar. Tablo 2’de tek ve çift hörgüçlü deve sütlerinin bileşimi verilmiştir. Deve sütünde methionin, valin, fenilalanin, arginin ve lösin aminoasitlerinin miktarı inek sütüne göre daha fazladır. Laktasyonun geç dönemlerinde deve sütünün kül, yağ ve toplam kuru madde miktarı bir miktar yükselir. Deve sütünün su oranının yüksek olması çöl iklimi için bir avantajdır. Su ihtiyacı olan develerin yağ miktarında bazı artışlar görüldüğü bazı araştırmacılar tarafından tespit edilmiştir. Deve sütlerinde laktoz oranı laktasyonun dönemine göre % 2.8 ile %5.8 arasında değişiklik göstermektedir. Bu da deve sütünün bazen tatlı bazen yavan ve tuzlu hissedilmesine neden olmaktadır (Shamsia, 2009, Mal et al. 2006b, ve 2007, Yagil, 1982).

Tablo 1: Çeşitli tür sütlerin bileşimi Tür Kuru Yağ Toplam Kazein Serum Laktoz Mineral Madde Protein Proteini Madde İnsan 12.4 3.8 1.0 0.4 0.6 7.0 0.2 Deve 13.4 4.5 3.6 2.7 0.9 4.5 0.8 İnek 12.6 3.7 3.4 2.8 0.6 4.7 0.7 Koyun 18.8 7.5 5.6 4.6 1.0 4.6 1.0 Keçi 13.2 4.5 3.6 3.0 0.6 4.3 0.8 Manda 17.5 7.5 4.3 3.6 0.7 4.8 0.8 Kısrak 11.2 1.9 2.5 1.3 1.2 6.2 0.5 Eşek 10.8 1.5 2.0 1.0 1.0 6.7 0.5 Lama 16.2 2.4 7.3 6.2 1.1 6.0 - Tibet Sığırı 17.7 6.7 5.5 - - 4.6 0.9 Ren Geyiği 32.6 18.0 10.5 8.5 2.0 2.6 1.5 Balina 37.5 22.0 12.0 - - 1.8 1.7

33

Hindistan’daki develer ile yapılan bir çalışmada laktasyonun ilk döneminde deve sütünün Na, K, Ca, P ve Mg düzeyleri sırası ile 29.70±0.53 mEq/l, 50.74±0.51 mEq/l, 94.06±0.75 mg/l, 41.68±0.55 mg/l ve 11.82±0.22 mg/l. olarak belirlenmiştir. Aynı araştırmada A, E ve B1 vitaminleri sırası ile 20.1±10.0 μg/l, 32.7±12.8 μg/l ve 19.6±6.4 mg/l olarak belirlenmiştir (Mal et al. 2007). Bir başka araştırmada yine Hindistan’daki develerin Fe, Zn ve Cu oranları sırası ile 1.00±0.12, 2.00±0.02, 0.44±0.04 mg/l olarak tespit edilmiştir (Singh et al. 2006). Deve sütünün düşük pH’sı, sütte C vitamini konsantrasyonunun inek sütüne göre daha yüksek olmasına neden olmaktadır. Bu özellik de deve sütünün antioksidan gücünün inek sütüne göre daha yüksek olmasına yol açmaktadır.

Tablo 2: Çift ve tek hörgüçlü develerin sütlerinin bileşimleri (Shamsia 2009) Bileşen Çift Hörgüçlü Tek Hörgüçlü Su (%) 85.32 86.50 - 90.15 Kuru Madde (%) 14.68 9.85 - 13.50 Yağ (%) 5.50 2.60 - 4.47 Laktoz (%) 2.8 – 5.2 2.80 – 5.80 Protein (%) 3.87 3.50 - 3.89 Kazein (%) 0.89 2.90 - 3.02 Kül (%) 0.97 0.70 - 0.85 Kalsiyum (%) 0.11 0.13 Fosfor (%) 0.09 0.07 Vitamin A (μg/ml) 7.57 Vitamin B2 (μg/ml) 3.10 Vitamin C (mg/ml) 7.50 4.6

Deve sütünün Reichert Meissl sayısı 16.4 olup, yağ asitlerinin % 62.6’sı doymuş yağ asidi olarak belirlenmiştir. Deve sütündeki bütirik, kaproik, kaprilik, kaprik, laurik, miristik, miristoleik, palmitik,palmitoleik, stearik, oleik, linoleik ve araşidik yağ asitleri oranı sırası ile 0.31-0.75, 0.2-0.6, 0.2-0.3, 0.2-0.4, 1-1.8, 15.9-25.2, 1.7-4.5, 25-29.5, 6.1-19.1, 1.9-11.7, 6.8- 24.9, 0.9-2.0 ve 0.6-3.4 olarak saptanmıştır (Singh et al. 2006). Shamsia (2009) yaptığı bir araştırmada deve sütü ve anne sütünü kıyaslamış ve deve sütünün kısa zincirli yağ asidinin

(C4-C12) anne sütüne göre daha zengin olduğunu, ayrıca (C14:0, C16:1 ve C18:0) konsantrasyonununda anne sütünden yüksek olduğunu bildirmiştir. Deve sütünün serbest yağ

34

asitlerince zengin olması nedeni ile besleyici ve terapötik özeliklerinin iyi olduğunu belirtmiştir. Deve sütündeki önemli enzimlerden; aspartat aminotransferaz (AST), alanin aminotransferaz (ALT), gamma glutamil transferaz (γ-GT), asit fosfotaz (ACP), alkalin fosfotaz (ALP) ve laktat dehidrogenas (LDH) sırası ile 7.98-9.21 IU/l, 9.49-11.00 IU/l, 254.00-296.00 IU/l, 2.74-3.08 IU/l, 16.04-24.93 IU/l ve 132.00-168.00 IU/l arasında olduğu bildirilmiştir (NRCC, 1997-98). Koruyucu proteinlerde deve sütünde bol miktarda bulunur. Lisozim, laktoferrin, laktoperoksidaz enzimleri sırası ile 0.03 – 0.65 mg/l, 95 – 250 mg l, 2.2- 30.1 ünit/ml olarak belirlenmiştir (Singh et al. 2006, Wernery, 2007).

Deve Sütünün Beslenme ve Sağlık Üzerine Etkileri

Deve sütü düşük yağ içeriği, yüksek C vitamini ve protein düzeyi, çoklu doymuş yağ asitlerinin zenginliğinin yanı sıra selenyum ve laktoferrin içermesi, sütün genotoksik, antisitotoksik ve antigenotoksik özelliğini arttırmaktadır. Ayrıca deve sütü düşük kolesterol, yüksek sodyum, potasyum, demir, bakır, çinko, magnezyum, Vitamin A, B2, C ve E içeriği ile diğer ruminant sütlerinden farklılık göstermektedir (Hassan et al., 2006, Hurna´ and Hurna´, 2000; Goeptar et al., 1997; Konuspayeva et al., 2004, Salwa and Kurdi Lina, 2010). Alerjik özelliğinin az olması, laktoz oranının düşüklüğü laktoz intolerans bireyler için avantaj olarak kabul edilebilir. Deve sütünün çinko içeriğinin genotoksik etkilere karşı koruyucu rol üstlendiği düşünülmektedir. Deve sütünün metabolik ve otoimmün hastalıklar karşısında başarı ile kullanılabileceği konusunda bazı öngörüler de vardır. Bazı araştırmalarda deve sütündeki etken maddenin tip 1 diyabet hastalarında insülin kullanımında % 30-35 azalmalara neden olduğuna rastlanmıştır (Agrawal et al.2004, Agrawal et al. 2009). Deve sütünün ayrıca yapılan çeşitli araştırmalarda bazı tıbbi özellikler gösterdiği de belirlenmiştir. Deve sütünün yüksek koruyucu protein oranı da immun sistemi desteklerken beyin gelişimi için besleyici avantajları vardır (Shabo and Yagil 2005). Bazı araştırmacılar deve sütünün multiple sclerosis (MS), sedef hastalığı, bir bağışıklık sistem hastalığı lupus ve alerjik astım (Wernery, 2007) ile düzenli deve sütü tüketiminin chron hastalığına da iyi geldiğini belirtmişlerdir (Shabo et al. 2008). Alabdulkarim (2012) yaptığı çalışmada inek ve deve sütü ile beslenen farelerde glikoz, trigliserid, alanin aminotransferaz (ALT) ve aspartat aminotransfer (AST) aktivite değerlerinin istatistiksel açıdan farklı olmadığını, buna karşın %100 inek ve % 100 deve sütü ile beslenen farelerin kan kolesterol düzeyleri arasında istatistiksel olarak önemli fark bulunduğunu bildirmiştir.

35

Deve sütü ortalama 0.5 mg/100g düzeyinde çinko içeriği ile vücudun immun sistemini destekler (Wernery, 2007). İmmun siteminin düzenli çalışabilmesi için vücutta yeterli miktarda çinko bulunması gerektiği uzmanlarca belirtilmektedir. Çinko eksikliğinde hücresel bağışıklıkta azalma, lenfoid organların gelişiminde yavaşlama, enfeksiyonlara duyarlılıkta artış, timusun körelimi ile yardımcı ve sitotoksik T lenfositlerin etkinliklerinde azalma gibi bağışıklıkla ilgili çeşitli bozukluklar meydana gelir (Hansen et al. 1982).

Deve sütünün patojen bakteriler üzerine inhibe edici özellikleri gözlenmiştir (Barbour et al. 1984). Deve sütü proteinlerinin antibakterial ve antiviral özellikleri üzerine araştırmalar yapılmıştır. Deve sütündeki lisozim Salmonella typhimurium hücrelerini eritme etme özeliğinin yumurta akı ve inek sütü lisozimine göre daha yüksek olduğu belirlenmiştir (El-Agamy et al. 1992).

Deve sütündeki antimikrobiyal ajanlar rotavirüse neden olan etkenlere karşı antiviral etki göstermektedir. Mona ve ark. (2010) tarafından yapılan bir araştırmada; % 1.5 yağlı deve sütü yoğurdu ile beslenen farelerde % 50 standart yem % 50 deve sütü yoğurdu ile beslenen farelerde olumlu sonuç alınmıştır. Bunun nedeninin deve sütü yoğurdundaki yüksek besleyici özelliği ile sodyum ve potasyumun yüksekliği olduğu belirtilmiştir.

İmmünoglobulinler, antikor aktivitesi gösteren ve kendilerinin oluşmasına neden olan antijenlerle özgül olarak birleşebilme, reaksiyonlara yol açabilme özelliğinde olan glikoprotein yapısında moleküllerdir. İmmünoglobulinler (=Antikorlar) antijenik uyarım sonucu B-lenfositlerin değişimi ile oluşan plazma hücreleri tarafından sentezlenirler. Molekül ağırlığı daha az olan Ig’ler kısa zincirlerdir. Hafif (L) zincir olarak adlandırılırlar. Molekül ağırlığı fazla olan Ig’ler uzun zincirlerdir (ağır zincir – H zinciri). Antikorlar kimyasal, fiziksel ve immünolojik olarak incelendiklerinde aralarında önemli farklılıklar bulunduğu saptanmıştır. Bu farklılıklar antikor moleküllerinin karbonhidrat miktarları, elektroforez hızları, molekül ağırlıkları, amino asit yapıları, taşıdıkları H(=ağır) polipeptid zinciri tipi gibi özelliklere dayanmaktadır. Buna göre de birbirinden farklı beş ayrı özellikte immünglobulin grubu ayrılmış ve İmmünglobulin G (IgG), İmmünglobulin A (IgA), İmmünglobulin M (IgM), Immünglobulin D (IgD), Immünglobulin E (IgE) olarak adlandırılmışlardır. Uzun zincirli Ig’ler daha aktif antijen içerirler. Deve sütünün de uzun zincirli Ig’ler açısından zengin olmasına, bu sütün otoimmun hastalıklar ile mücadele üzerine olumlu etkileri saptanmıştır (Yagil 2004)

36

Kronik hepatit hastalarının karaciğer fonksiyonlarının deve sütü içerek düzeldiği bildirilmiştir. Deve sütü insülin gibi aktivite gösterir, β- hücreleri üzerine immunomodüler fonksiyonu ve düzenleyici özelliği vardır (Breitling, 2002). Deve sütünden izole edilen native poliglikonal IgGs’nin hepatit C virüsünü (HCV) inhibe ettiği, sentetik peptidlere karşı kuvvetli etki gösterdiği saptanmıştır. Deve sütünde bulunan laktoferrin de HCV’ye karşı antiviral etki göstermektedir. Laktoferrinin antiviral aktivitesini virüslere direk bağlanarak veya virüsün konakçı hücreye bağlandığı spesifik ve spesifik olmayan reseptörlere bağlanarak gösterdiği belirtilmektedir. Antiviral etkisini ayrıca immün hücreler üzerindeki etkisiyle de ortaya koymaktadır. Laktoferrinin virüs partiküllerine veya viral reseptörlerine bağlanabilmesi bu proteine antiviral ilaçlar için selektif dağıtıcı olarak kullanılabilme olanağı sağlamaktadır. Ayrıca α-laktalbumin, IgGs ve kazein de HCV’ye karşı aktivite göstermiştir (El – Fakharany et al. 2012). Aynı zamanda deve sütünün farklı tip tüberkuloz üzerine de etkili olduğu bildirilmiştir (Mal et al. 2001). İnek, manda ve deve sütü ile beslenen diyabetik farelerin böbrek ve karaciğer fonksiyonlarını hipoglisemik etkisi bulunan deve sütünün diğer sütlere göre düzenlediği belirlenmiştir (Hamad et al. 2011)

Deve sütünün insülin miktarı ortalama 40.5 µU/ml iken, inek sütünde bu oran 16.3 µU/ml’dir (Wernery, 2007). Bazı deve türleri sütlerinde insülin miktarının 150 µU/ml’ye çıktığı belirtilmektedir (Zhangabilov et al. 2000). Bu nedenle son yıllarda insülin miktarı yüksek olan deve sütünün diyabet hastalarda olumlu etkileri olduğu üzerine çeşitli araştırmalar yapılmıştır. Bu araştırmalar tip 1 diyabetli hastalarda insülin dozunun azaldığı, ve uzun dönem glisemik kontrolun düzeldiğini göstermişdir (Agrawal et al. 2004, 2009). Bir başka çalışmada da alloksan indüklenen diyabetik köpeklerde tedavi edici bir etki gözlenmiştir (Sboui et al. 2010). Hamad et al. (2011), farelerde kan glikozu ve böbrek fonksiyonları üzerine inek, manda ve deve sütlerinin etkilerini karşılaştırmıştır. Farelerde deve sütünün, inek ve manda sütüne göre hipoglisemik indekse etki ederek karaciğer ve böbrek fonksiyonlarını düzenlediğini belirlemişlerdir. Deve sütünün, Tip II diyabet üzerine etkileri fareler ile yapılan bir denemede araştırılmıştır. Deve sütü ile beslenen farelerdeki bulgular, sütün hipoglisemi ve hipolidemiye bağlı diabet melitus ile ilgili riskleri azalttığı bildirilmiştir (Al- Numair, 2010)

Deve sütü otizm ve gıda alerjileri tedavilerinde kullanılmıştır. Deve sütünde β-kazein oranı yüksek olduğundan otizm semptomlarına inek sütü kadar olumsuz etki etmemektedir (Shabo and Yagil 2005).

37

Süt kaynaklı antihipertansif peptidler, hipertansif etkiye sahip Angiotensin I Converting Enzyme (ACE) inhibitörü olan kazokinin ve laktokininleri etkilemektedir. ACE çeşitli peptid substratlarını uçtaki karbon atomundan parçalayarak dipeptid açığa çıkaran bir eksopeptidaz olup vücut kan basıncının ve su dengesinin ayarlanmasında önemli etkilere sahiptir. Vücutta ACE hipertansif etki gösterirken, bradikinin ise antihipertansif etki göstermektedir. Süt kaynaklı antihipertansif peptidler (kazokinin ve laktokininler) ACE’yi inhibe ederek bu katalitik reaksiyonları düzenler. Deve sütünde de inek, koyun, keçi sütlerinde olduğu gibi antihipertansifler vardır. Bu antihipertansifler fermente süt ürünlerinde de belirlenmiştir (Huang et al. 2012). Lactobacillus helveticus ile yağsız fermente deve sütünün ACE inhbitörü (κ – kazein 107 -115) içermekte olduğu saptanmıştır (Quan et al., 2008). İnek, koyun, keçi, deve, yak, kısrak sütlerinin biyoaktif peptidlerinin kıyaslamalı olarak incelendiği bir çalışmada, gelecekte inek sütünün dışındaki sütlerin daha fazla araştırma konusu olacağı, farklı starter kültürler ile değişik fermente süt ürünleri üretilerek ACE inhibitörleri üzerine araştırmaların artacağı, yöresel peynir, yoğurt gibi ürünlerdeki doğal floranın incelenerek biyoaktif peptidler ile ilişkilendirilmesi önerilmiştir (Abd El- Salam ve El Shibiny 2013).

Deve Sütü İle Yapılan Ürünler

Deve sütü tüm dünyada büyük çoğunlukla yöresel deve sütü ürünlerine işlenerek tüketilmektedir. İçme sütü olarak üretildiği yöredeki halk tarafından tüketilirken, deve sütü ile yapılan çeşitli deve sütü peynirlerine, yoğurt benzeri deve sütü fermente süt ürünlerine ve tereyağına çeşitli kaynaklarda rastlanmıştır. Türkiye’de önemli bir deve sütü ürünü yoktur. Deve yetiştirilen bölgelerde deve sütünün direk içilerek tüketildiği gibi, zor da olsa peynir üretildiği veya yoğurt yapıldığı bildirilmektedir. Tereyağı üretimi de zor ve zahmetlidir. Ortadoğu ve kuzey Afrika marketlerinde deve sütü ile üretilmiş çikolata, deve sütü ile inek sütünün karıştırılıp üretilmiş dondurmalara da rastlamak mümkündür. Deve sütünün bol üretildiği ülkelerde deve sütüyle yapılan ürünleri şöyle özetleyebiliriz;

Probiyotik fermente deve sütü: Lactobacillus acidophilus ve/veya Bifidobacterium longum türü probiyotik bakteriler ile fermente probiyotik deve sütü içeceği üretilmektedir (Al- Saleh, 2000; Quan et al. 2008). Sudan’da üretilen bir çeşit yoğurt olan zabadi genellikle manda, keçi ve inek sütü karışımından üretilmekle birlikte zaman zaman deve sütü ile

38

karıştırılarak üretildiği yapılan incelememizde saptanmıştır. Yine Kenya’da deve sütü ile suusac isimli bir fermente süt ürünü de yapılmaktadır.

Deve Sütü Kefiri: Plakalı pastörizatörde 85°C’ye ısıtılan deve sütü 26 - 30 °C’ye soğutulur ve kefir kültürü ile % 3-6 oranında aşılanır. 8-12 saat inkübasyona bırakılan sütler 0.54-0.63 % laktik asite ulaşınca 6-8°C ye soğutularak 24-48 saat bekletilir. Taze tatda olup, gaz oluşumu deve sütü kefirinde azdır (Kheraskov 1964).

Chal: Chal veya Shubat adıyla tanınan, Kazakistan ve Türkmenistan’da üretilen bir süt içeceğidir. Chal üretiminde Lactobacilli lactic; streptococci ve mayalar yer alır. Bazı yerlerde Lactobacillus casei, thermophilus ve laktozu fermente eden mayalar kullanılır. Söz konusu kültürlerle aşılanmış deve sütü önce 8 saat 25°C’de, sonra 16 saat 20°C’de inkübasyona bırakılır. İnkübasyon öncesi deve sütünün 85°C’de 5 dakika pastörize edilmesi gerekmektedir (Yagil, 1982).

Deve Sütü Peyniri: Deve sütünden yumuşak peynir yapılabilmektedir. Deve sütü peyniri üretiminde sadece deve sütü kullanılsa da daha kaliteli peynir yapımı için inek sütü ile paçal yapılarak üretim gerçekleştirilir. 72°C’de 15 saniye ısıtılan deve ve inek sütü karışımına

% 0.02 CaCl2 veya % 0.015 CaSO4 ilave edilir. 40°C’de 1 % kültür ilave edilir. 35°C - 40°C’de 30 dakikada pıhtılaşacak şekilde rennet/pepsin enzimi ile süt pıhtılaştırılır. Peynir sütü pıhtı kesim olgunluğuna 1.5 saate gelir. Daha sonra pıhtı kırılır ve pişirilir. Peynirin kurumaddesi % 38-45, yağ oranı % 18-22’dir (Mal, Pathak 2010). Dünyada deve sütünün kullanıldığı bilinen bir diğer peynir Mısır’da yaygın olarak üretilen Domiati peyniridir. Domiati peyniri inek ve manda sütleri karışımından üretildiği gibi inek ve deve sütlerinin karışımları ile de üretilmektedir. Beyaz peynir benzeri daha yumuşak bir peynirdir. Üretiminde önemli farklılık sütün tuz ilavesinden sonra mayalanarak pıhtılaştırılmasıdır (Mehaia 1993). Moritanya’da deve sütünden üretilen bir diğer peynir çeşidi Caravane peyniridir.

Deve Sütü Tereyağı: Taze deve sütü keçi tulumunda 12- 24 saat 25-30 °C’de fermente edilir. Daha sonra 12- 18°C’de 15-20 dakika yayıklanır. Tereyağı ve yayık altı ayrılır. Tereyağ malakse edilerek kalıplanır (Yagil, 1982).

Ayrıca deve sütü üretimi olan bölgelerde geleneksel süt ürünleri; Tarag; laktik asit ve alkol fermantasyonunun bir arada olduğu deve sütünden üretilen fermente bir süt içeceğidir (Yagil, 1982). Laghsi, laktik asit bakterileri ve alkol üreten mayalar tarafından yayık altının

39

fermente edilmesi ile üretilen bir süt içeceğidir (Aggarwala and Sharma, 1961, Yagil, 1982). Khoa, deve sütünün koyulaştırılması ile üretilip içerisine şeker ilave edilerek, Kulfes, deve sütü yarı yarıya koyulaştırılıp % 9-10 şeker % 2 nişasta ilave edilir ve soğutulur. Daha sonra üzerine kuru meyve ilave edilerek tüketilir. Khoa/Mawa; farklı yörelerde suyu uçurularak koyulaştırılmış deve sütü ürününe verilen isimdir. Buzdolabı koşullarında 30 gün saklanarak tüketilir. Şeker ilave edilmiş olanı daha uzun süre saklanabilmektedir. Beyaz un ile 9:1 oranında karıştırılmış haline Jamun adı verilmektedir (Mal, Pathak 2010).

SONUÇ Ülkemize bakıldığında deve önceleri yük hayvanı olarak değerlendirilirken günümüzde daha çok deve güreşleri amaçlı yöresel bir folklorik değer taşımaktadır. Deve sütü ise genellikle devenin olduğu bölgede yerel halk tarafından tüketilmektedir. Piyasada deve sütü veya deve sütü ürününe rastlanılmamaktadır. Sadece Denizli Sarayköy de bulunan bir deve çiftliğinde üretilen sütler satın almak isteyenlere dondurulmuş olarak pazarlanmaktadır. Yukarıda özellikleri, sağlık ve beslenme üzerine olan etkileri özetlenen deve sütü ile ilgili ülkemizde de bilimsel araştırmaların yapılması, deve sütünün butik bir ürün olarak tüketici ile buluşması konusunda çalışmaların yapılabilme potansiyeli vardır.

40

Kaynakça Abd El-Salam MH; El-Shibiny S, Bioactive Peptides of Buffalo, Camel, Goat, Sheep, Mare, and Yak Milks and Milk Products. Food Reviews International. 2013; 29 (1) pp 1-23 Abdel Magjeed NA. Corrective effect of milk camel on some cancer biomarkers in blood of rats intoxicated with aflatoxin B1. J. Saudi Chem. Soc. 2005; 9(2): 253-264 Agrawal RP, Kochar DK, Sahani MS, Tuteja FC, Ghrui SK. Hypoglycaemic activity of camel milk in streptozotocin induced diabetic rats. Int. J. Diab. Dev. Countries 2004; 24:47-49. Agrawal RP, Dogra R, Mohta N, Tiwari R, Singhal S, Sultania S. Beneficial effect of camel milk in diabetic nephropathy. Acta Biomedica 2009; 80:131–134. Agrawal RP, Beniwal R, Sharma D, Kochar DK, Tuteja FC, Ghrorui SK, Sahani MS. Effect of Raw Camel Milk in Type 1 Diabetic Patients: 1 Year Randomised Study. Journal of Camel Practice and Research 2005; 2 (1) 27-35. Al- Numair K. Type II diabetic rats and the hypolipidemic effect of camel milk. Journal of Food, Agriculture & Environment 2010; 8 (2) : 77 - 81. Alabdulkarim B. Effect of Camel Milk on Blood Glucose, Cholesterol, Triglyceride and Liver Enzmes Activities in Female Albino Rats. World Applied Sciences Journal, 2012; 17(11) 1394-1397. Al-Saleh AA. Growth of Bifidobacterium longum NCFB 2716 in ultrafiltered skimmed milk retentates from cow, camel, and sheep. The Australian Journal of Dairy Technology, 2000; 55(3): 145–147. Breitling L. Insulin and antidiabetic activity of camel milk. Journal of Camel Practice and Research 2002; 9(1): 43-45. El-Agamy SI, Ruppanner R, Ismail A, Champagne CP, Assaf RJ. Antibacterial and Antiviral activity of camel milk protective proteins. Journal of Dairy Research 1992; 59: 169-175. EL-Fakharany, E.M.; Abedelbaky, N.; Haroun, B.M.; Sánchez, L.; Redwan N.A.; Redwan, E.M. Anti-infectivity of camel polyclonal antibodies against hepatitis C virus in Huh7.5 hepatoma. Virology Journal 2012, 9:201. doi:10.1186/1743-422X-9-201. Goeptar AR, Koeman JH, Van Boekel MA, Alink GM. Impact of digestion on the antimutagenic activity of the milk protein casein. Nutr. Res. 1997; 17, 1363–1379. Hamad EM, Abdel – Rahim EA, Romeih EA. Beneficial Effect of Camel Milk on Liver and Kidneys Function in Diabetic Sprague – Dawley Rats. International Journal of Dairy Science. 2011; 6:3 190-197. Hansen MA, Fernandes G, Good RA. Nutrition and Immunity: The influence of diet on autoimmunity and the role of zinc in the immune response. Annual Review of Nutrition. 1982; 2: 151-157. Hassan NH, Fahmy MA, Farghaly AA, Hassan EE.Anti-mutagenic effect of selenium and vitamins against the genotoxicity by cobalt chloride in mice. Cytologia 2006; 71, 213–222. Huang WY, Davidge ST, Jianpıng W. Bioactive Natural Constituents from Food Sources - Potential Use in Hypertension Prevention and Treatment. Critical Reviews in Food Science and Nutrition. 2012; DOI: 10.1080/10408398.2010.550071

41

Hurna´ E, Hurna´ S. Protective effect of zinc on cadmiuminduced micronuclei in V79 cells. J. Trace Elem. Med. Biol. 2000; 14, 55– 57. Kheraskov SG. Camel milk - a valuable food product. Konevod. Konny Sport 1965; 35: 14– 15. Konuspayeva G, Serikbayeva A, Loiseau G, Narmuratova M, Faye B. In: Bernard, Faye, Palmated, Esenov (Eds.),Desertification Combat and Food Safety: The Added Value of Camel Producers. IOS Press, Amisterdam, Ashgabad, Turkmenistan, 2002 pp. 158–167. Mal G and Pathak KML. Effect of heat treatment on camel milk whey proteins during mid and late lactations. Submitted to The International Camel Symposium “Linking Camel Science and Development for Sustainable Livelihoods” From 7th to 10th JUNE 2010 in Garissa/Kenya. Mal G, Suchitra Sena D, Sahani MS. Milk production potential and keeping quality of camel milk. Journal of Camel Practice and Research. 2006; 13(2): 175-178. Mal G, Suchitra Sena D, Sahani MS. Changes in chemical and macro-minerals content of dromedary milk during lactation. Journal of Camel Practice and Research. 2007; 14(2): 195- 197. Mal G, Suchitra Sena D, Jain VK, Sahani MS. Therapeutic utility of camel milk as nutritional supplement in chronic pulmonary tuberculosis. Livestock International. 2007; 7: 4-8. Mehaia MA. Composition, yield and organoleptic evaluation of fresh Domiati cheese made from a mixture of camel and cow milk. Aust Journal of Dairy Tech. 1993; 48(2) p. 74-77 Mona EY, Ragia OM, Abeer A KH, Mosa TE. Biochemical Effects of Fermented Camel Milk on Diarrhea in Rats. New York Science Journal. 2010; 3(5) 106 - 111 Quan S, Tsuda H, Miyamoto T. Angiotensin I-converting enzyme inhibitory peptides in skim milk fermented with Lactobacillus helveticus 130B4 from camel milk in Inner Mongolia, China . J. Sci. Food Agric. 2008; 88 : 2688 – 2692. Salwa MQ, Kurdi Lina AF. Antigenotoxic and anticytotoxic effect of camel milk in mice treated with cisplatin. Saudi Journal of Biological Sciences.2010; 17, 159–166. Sboui A, Djegham M, Khorchani T, Hammadi M, Barhoumi K, Belhadj O. Effect of camel milk on blood glucose, cholesterol and total proteins variations in alloxan-induced diabetic dogs. Int J Diabetes & Metab; 2010; 18:5-11 Shabo Y, Barzel R, Margoulis, Yagil R. Camel milk for food allergies in children. Immunology and Allergies. Israel Medical Association Journal. 2005; 7: 1-3. Shabo Y, Yagil R. Etiology of Othism and Camel Milk as Theraphy. Int. J. Dis. Human Dev. 2005; 4 (2) 76-70 Shamsia SM. Nutritional and therapeutic properties of camel and human milks. International Journal of Genetics and Molecular Biology, 2009; 1(2), 52-58. Sharmanov TS, Kedyrova RK, Shlygina OE and Zhaksylykova RD .Changes in the indicators of radioactive isotope studies of the liver of patients with chronic hepatitis during treatment with whole camels and mares milk. Vaprosy Pitaniya. 1978; 1: 9-13. Singh R, Ghorui SK, Sahani MS. Camel milk: Properties and processing potential. In : Sahani, M.S. The Indian camel. NRCC, Bikaner. 2006 pp. 59-73.

42

Wernery U. Camel milk –new observations. In T.K. Gahlot. Proceedings of the International Camel Conference, CVAS, Bikaner. 2007; pp. 200-204. Yagil R. Camels and camel milk. FAO Animal production and health paper, Rome, Italy, 1982, 69 p. Yagil R. Lactation in the desert camel (Camelus dromedarius). In: Selected topics on camelids, Eds. Gahlot F.K., J. Singh. The camel publishers, Bikaner, India,2000 pp. 61-73

43

MILK YIELD LOSSES CAUSED BY HIGH SOMATIC CELL COUNT IN DROMEDARY CAMELS (CAMELUS DROMEDARIUS)

Assoc. Prof. Savaş ATASEVER1 Ondokuz Mayis University, Faculty of Agriculture, Depertmant of Animal Science, Samsun,Turkey. Prof. Dr. Atakan KOÇ [email protected] Adnan Menderes University, Faculty of Agriculture, Depertmant of Animal Science, Aydın, Turkey. [email protected] Abstract Camels are raised for their unique raw milk in many arid countries of the world. In addition to obtain more milk, ensuring the high quality camel raw milk is regarded as an important target by the camel breeders. Somatic cell count (SCC) of milk is commonly used as a reliable parameter to detect raw milk quality in lactating animals. The objective of the present investigation was to reveal the milk production losses caused by the high amount of SCC in dromedary camels (Camelus dromedarius). A total of ten manuscripts published in the scientific journals between 2002 and 2014 was evaluated using a scale that classified daily milk yield (dMY) losses according to SCC thresholds. While the overall SCC was calculated to be 236900 cells/ml, dMY loss and lactation milk yield loss per lactating camel were estimated to be 1.36 kg/d and 496.4 kg/cow, respectively. Routine control of the SCC of milk and ensuring hygiene for udders are advised to breeders. Key words: Camel, milk yield, milk quality, udder, somatic cell count.

TEK HÖRGÜÇLÜ DEVELERDE (CAMELUS DROMEDARIUS) YÜKSEK SOMATİK HÜCRE SAYISINDAN KAYNAKLANAN SÜT VERİM KAYIPLARI

Doç. Dr. Savaş ATASEVER Ondokuz Mayis Universitesi, Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü, Samsun, Turkiye. Prof. Dr. Atakan KOÇ Adnan Menderes Universitesi, Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü, Aydın, Turkey Özet Develer, dünyanın çoğu kurak ülkesinde eşsiz çiğ sütleri nedeniyle yetiştirilmektedir. Daha fazla süt üretimine ek olarak yüksek kaliteli deve sütü elde edilmesi, deve yetiştiricilerince önemli hedef olarak görülmektedir. Sütteki somatik hücre sayısı (SHS), sağmal hayvanların çiğ süt kalitesinin belirlenmesinde güvenilir bir parametre olarak yaygın şekilde kullanılmaktadır. Bu araştırmanın amacı, tek hörgüçlü develerde (Camelus dromedarius) yüksek SHS düzeyine bağlı süt verim kayıplarının ortaya konulmasıdır. 2002-2014 yılları arasında bilimsel dergilerde yayınlanmış on adet makale, SHS eşik değerine göre günlük ortalama süt verimi (GOSV) kaybını gösteren cetvel yardımıyla değerlendirilmiştir. SHS genel ortalaması 236900 hücre/ml olarak hesaplanırken, sağmal deve başına GOSV ve laktasyon süt verim kayıpları sırasıyla 1.36 kg/gün ve 496.4 kg/baş olarak tahmin edilmiştir. Yetiştiricilere süt SHS’nın rutin kontrolü ve meme hijyeninin sağlanması önerilmektedir. Anahtar kelimeler: Deve, süt verimi, süt kalitesi, meme, somatik hücre sayısı.

44

INTRODUCTION

Milk production has a great popularity throughout the world. Due to serving vitamins, minerals, proteins, energy and some essential nutrition ingredients, elevation possibilities on both quality and quantity of dairy animals have been investigated by many researchers (Chen et al., 2010; Atasever, 2012; Koc, 2015). Today, the highest portion among the produced raw milk in the world has been ensured by dairy cows. Notwithstanding, sheep, goat, water buffalo and camel have been raised for their different yields such as wool, meat, draft and transport for centuries. Of these, two different camel populations can be classified as one-humped dromedary camel (Camelus dromedarius) and two-humped Bactrian camel (Camelus bactrianus) (Fahmy and Mohamed, 2010). As well known, milk is the main food resource which has been collected from these dairy animals. At this point, camel milk has relatively high mineral, vitamin and immunoglobulin, but lower lactose content when compared to bovine milk (Abbood, 2016). Besides, collecting more quantity raw milk from this species is also important and lower somatic cell count (SCC) included milk has been offered to prevent subclinical mastitis cases in an early time (Samara et al., 2014). In spite of the highest thresholds had been declared as 400x103 cells/ml for cow milk by EU directives, this level was reported to be 250x103 cells/ml for camels (Abbood, 2016). Up to now, many studies have been conducted to determine SCC of raw milk in camels (Wernery et al., 2008; Salel and Faye, 2011; Nagy et al., 2013). However, wide variations in SCC values were informed among the investigations. Also, there is still a lack of a detailed report on the association of SCC with milk production and milk losses.

The objective of the present study was to reveal the milk yield losses because of high SCC in dromedary camels (Camelus dromedarius).

MATERIALS AND METHODS

In this paper, total of ten studies were evaluated. The information was collected from randomly selected manuscripts, those were published in the scientific journals between 2002 and 2014. SCC values were recorded and the mean SCC was used the reveal the milk production losses, according to a chart (Kaya et al., 2001) which has been used for this aim in dairy cows. In spite of this schedule had been designed for dairy cows, it was beneficiated from this calculation technique for camels in this study due to marked similarity

45

characteristics of these animals by SCC thresholds. To obtain the required tables, Microsoft Office Excel 2007 program was used. RESULTS AND DISCUSSION

In this study, evaluated herds were given in Table 1. As seen that the SCC values were ranged from 14x103 cells/ml to 394x103 cells/ml. Especially, different locations of the herds might play on this wide variation. Calculated SCC mean (236900 cells/ml) can be seen nearby to the border, which points out a risk by raw milk quality and udder health in camels (Abbood, 2016).

The frequencies of the herds were given in Figure 1. As seen, a significant level of herds had higher than 250x103 cells/ml SCC threshold. Really, estimated overall mean of herds (236900 cells/ml) indicates that taking severe measures in camel farms is a true approach.

Due to overall mean SCC causes for a reduction of milk yield by 1.36 kg/d according to chart (Kaya et al., 2001), annual milk yield loss can be estimated as: 1.36 x 360= 496.4 kg/year. By FAO records (Anonymous, 2016), dMY and LMY means of Camelus dromedarius are 7.765 kg/d and 3536 kg/year, respectively. According to these reports, percentages in dMY and LMY losses were estimated to be 14.9% and 12.31%, respectively (Figure 2). Actually, these losses should be regarded as very high amounts in the production cycles.

60

50 40 30 20

Percentage Percentage (%) 10 0 H S

Figure 1. Distribution of camel herds by subclinical mastitis case (H=healthy, S= suspicious)

46

15

10

5 Milk losses (%) losses Milk 0 dMY LSV

Figure 2. Milk production losses according to SCC levels (dMY: daily milk yield; LMY: lactational milk yield)

Table 1. Assessed investigations conducted on somatic cell count of camel milk Researcher Year Journal SCC (cells/ml) Guliye et al. 2002 Trop.Anim.Health.Prod. 315500 Al Mutery et al. 2008 J. Camel Prac.Res. 14000 Wernery et al. 2008 J. Camel Prac.Res. 340000 Fahmy and Mohamed 2010 SCVMJ 68870 Saleh and Faye 2011 Emir. J. Food Agric. 125000 Judit and Peter 2012 Hungarian Vet. J. 340000 Atigui et al. 2013 Emir. J. Food Agric. 306056 Nagy et al. 2013 J. Dairy Sci. 394000 Faye et al. 2014 J. King Saad Univ Sci 44844 Samra et al. 2014 J. Dairy Res. 355000 General 236900

CONCLUSION One of the important reasons of raising Camelus dromedarius is its unique milk composition. However, the present study revealed that milk production losses can be reduced by lowering SCC levels. At this point, applying hygienic and proper milking processes and routine subclinical mastitis examinations in the herds can firstly be advised to camel breeders.

47

References Abbood AS. Compare between somatic cell count (SCC) in she camel and cow milk and genetic study. Indian J Res 2016, 5(7): 145-146. Al Mutery A, Wernery U, Jose Sh. Quality of raw milk from Saudi Arabia. J Camel Pract Res 2008, 15(1): 61-62. Anonymous. Camel and Camel Milk, http://www.fao.org (02.09.22016) Atasever S. Estimation of correlation between somatic cell count and coagulation score of bovine milk. Int J Agric Biol 2012, 14: 315–317. Atigui M, Hammadi M, Khorchani T. Effects of oestrus on milk yield and Tunisian Maghrebi camels (Camelus dromedarius). Emir J Food Agric 2013, 25(4): 291-295. Chen SX, Wang JZ, Van Kessel JS, Ren FZ, Zeng SS. Effect of somatic cell count in goat milk on yield, sensory quality, and fatty acid profile of semisoft cheese. J Dairy Sci 2010, 93(4):1345-1354. Fahmy BGA, Mohamed M. Interrelations between somatic cell count and biochemical changes in Egyptian camel milk. SCVMJ 2010, 15 (1): 45. Faye B, Saleh SK, Konuspayeva G, Musaad A, Bengoumi M, Seboussi R. Comparative effect of organic and inorganic selenium supplementation on selenium status in camel. J King Suud Univ Sci 2014, 26: 149-158. Guliye AY, Van Creveld C, Yagil R. Detection of subclinical mastitis in dromedary camels (Camelus dromedarius) using somatic cell counts and the N-Acetyl-β-D-glucosaminidase test. Trop Anim Health Prod 2002, 34: 95-104. Judit J, Peter N. Development and operation of large scale camel milking farm. Challenges, experiences and results. Hungarian Vet J 2012, 134(1):52-62. Kaya A, Uzmay C, Kaya I, Kesenkas H. 2001. Studies on prevalence of mastitis and factors affecting prevalence in herds of Izmir Holstein breeders association. I. Prevalence of mastitis. Ege Univ Ziraat Fak Derg 2001, 38 (2-3): 63-70. Koc, A. Effects of somatic cell count and some environmental factors on milk yield and constituents of Red-Holstein cows. J Agric Sci 2015, 21(3): 439-447. Nagy P, Faye B, Marko O, Thomas S, Wernery U, Juhasz J. Microbiological quality and somatic cell count in bulk milk of dromedary camels (Camelus dromedarius) : descriptive statistics, correlations, and factors of variation. J Dairy Sci 2013, 96(9): 5625-5640. Saleh SK, Faye B. Detection of subclinical mastitis in dromedary camels (Camelus dromedarius) using somatic cell counts, California mastitis test and udder pathogen. Emir J Food Agric 2011, 23(1): 48-58. Samara EM, Ayadi M, Aljumaah RS. Feasibility of utilising an infrared-thermographic technique for early detection of subclinical mastitis in dairy camels (Camelus dromedarius). J Daire Res 2014, 81: 38-45. Wernery U, Fischbach St, Kletzka S, Johnson B, Jose Sh. Evaluation of some camel milk parameters used in mammary health. J Camel Pract Res 2008, 15(1):49-53.

48

IRANIAN CAMEL BREEDS Phd. Ghobad Asgarı JAFARABADI1, Islamic Azad University, Coolege of Agriculture, Department of Agriculture, Varamin, Iran. [email protected] Phd. Onur YILMAZ, Adnan Menderes University, Faculty of Agriculture, Department of Animal Science, Aydın, Turkey. Prof. Dr. İbrahim CEMAL Adnan Menderes University, Faculty of Agriculture, Department of Animal Science, Aydın, Turkey. Prof. Dr. Orhan KARACA Adnan Menderes University, Faculty of Agriculture, Department of Animal Science, Aydın, Turkey.

Abstract Iran has a significant historical background for camel breeding. For centuries, Iranians have used camel’s wool, milk and meat. There are many arguments about origin and time of domestication of the one- humped camel (Camelus dromedarius) and the two-humped camel (Camelus bactrianus). It is widely believed that C. dromedarius domesticated by humans in Somalia and southern Arabia, around 3,000 BC, the C. bactrianus domesticated in Iran 2,500 BC. There is a general agreement about the origin of two humped camel (Camelus bactrianus), where is possibly the great Khorasan, Mongolia and Middle East. In particular, population of two humped camel which live mostly in Ardebil province of Iran is very low. On the other hand it is known that Dromedary camel population living in desert areas of South and Central Iran is approximately 150.000. Dromedary camel breeds are widely raised in 14 different province of Iran. This study will provide information about camel breeding and camel breeds in Iran. Keywords: Camel breeds, Iran, tek hörgüçlü, çift hörgüçlü.

İRAN’DAKİ DEVE IRKLARI Dr. Ghobad Asgarı JAFARABADI İslami Azad Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Ziraat Bölümü, Varamin, Iran. Dr. Onur YILMAZ, Adnan Menderes Universitesi, Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü, Aydın, Türkiye. Prof. Dr. İbrahim CEMAL Adnan Menderes Universitesi, Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü, Aydın, Türkiye. Prof. Dr. Orhan KARACA Adnan Menderes Universitesi, Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü, Aydın, Türkiye.

49

Özet İran, deve yetiştiriciliği bakımından önemli bir tarihi geçmişe sahiptir. Yüzyıllar boyunca İranlılar devenin yün, et ve sütünü kullanmışlardır. Tek hörgüçlü (Camelus dromedarius) ve çift hörgüçlü (Camelus bactrianus) develerin orijinleri ve evcilleştirilmesine yönelik çok sayıda görüş mevcuttur. Genel olarak C. Dromedarius’un milattan önce 3.000 yıllarında Somali ve güney Arabistan’da, C. Bactrianus’un ise milattan önce 2.500 yıllarında İran’da evcilleştirildiğine inanılmaktadır. Çift hörgüçlü develerin orijinlerinin büyük Horasan, Moğolistan ve Ortadoğu olduğu yönünde genel bir görüş birliği mevcuttur. Çift hörgüçlü develerin İran’daki populasyon varlıkları Ardebil ilinin dışında oldukça azdır. Diğer yandan populasyon varlığı yaklaşık 150.000 olan tek hörgüçlü develerin İran’ın merkez ve güneyinde bulunan çöllerde yaşadıkları bilinmektedir. Tek hörgüçlü develerin İran’da 14 farklı ilde yaygın olarak yetiştiriciliği yapılmaktadır. Bu çalışmada İran’daki deve ırkları ve deve yetiştiriciliği hakkında bilgiler derlenmiştir. Anahtar kelimeler: Deve ırkları, İran, Dromedary, Bactrian.

INTRODUCTION Camel is an animal which exists in deserts as a god's gift, because this animal has made itself adapted (from the anatomical, physiological, ecological and pathological point of view) to semi-arid and arid climates perfectly (Nazer, 1988). Camel husbandry has been one of the most common and thriving branches of animal breeding in Iran for a long time. Camels were subjected to breeding for several purposes and their usage was mostly in transportation, agriculture and husbandry, traveling and free-riding, and today its usage is mainly in economic operations and utilization of its products (Khatemi, 1988). However in recent years the entire breeds of this profitable animal species are in danger of extinction, because of various problems coupled by lack of support for camel husbandry in Iran (Googlani, 1997). Camel breeding has a long history in Iran and Iranian people have been taking the advantages of camel's wool, milk and meat for many years. There are different ideas about the time and origin of one humped camel's domestication. Some believe that this animal has been originated from Saudi Arabia and then it has been taken to Anatolia, Africa and other parts of the world, while others believe that Iran is the origin of one humped camel (Moghaddas and Pishnamazzadeh, 1998). Most of researchers have announced that the domestication of two humped camel initiated in great Khorasan, Mongolia and Middle East. In Avesta (Zoroastrian book), many writings are about camel and raising camels has been recommended to people. In ancient Iran, having more camels had been a sign of power and wealth. In Persepolis, one of the cravings shows people offering their king a two humped camel as a gift (Moghaddas, 1996) It is written in historical texts that before the domination of Arabs on Transoxiana, some coins were common which were known as Khwarizmi coins with the picture of kings on them. Some of these coins had the picture of camel instead of the king which shows the

50

importance of this animal among those people. At the beginning of Pahlavi kingdom in Iran, some camels have been brought from Baluchistan and Kerman which were used in gendarmerie for transportation. The Iranian national post office also had been using camels for transportation of goods and letters across the desert. According to the reports of Iranian Ministry of Agriculture, the number of camels had been up to 300,000 animals in year 1975 which has started to diminish to fewer than 140,000 animals in year 1997 (Moghaddas and Pishnamazzadeh, 1996). According to the last report of Iranian Ministry of Agriculture, there are about 171,500 camels in Iran which is about 0.6% of total camel population of the world (Zibaee, 2014). There are three breeds of camel in Iran consisting: one humped, two humped and hybrids where each of these breeds have several families Iranian native ecotypes of camel are mostly distributed in eastern parts of Iran (Sistan-Baluchistan and Khorasan provinces), southern parts (Hormozgan and Boushehr provinces) and central desert (Kerman, Fars, Yazd, Ghom and Esfahan provinces). The rest of Iranian camel population is distributed in other provinces. In most parts of Iran (22 provinces) people raise camels under traditional systems which can be converted to semi-open system (controlled grazing system). In this system a legal change-over grazing program is planned and preservation of natural resources and artificial planting of pasture forages are the most important priorities. Common systems of camel husbandry in Iran  Herding camels together with other species of livestock. This system is very rare nowadays and it is going to extinct.  Open husbandry system which is the most prevalent method at present. In this traditional method the camel owners release the animals to deserts, but taking them to watering places in dry months of the year.  Semi-widespread system in which the cameleer himself takes the animals for grazing. The loss of this system is lower than other systems.  Closed system which contains some industrial and semi-industrial husbandry units (9).

Camel Breeding in Iran Camel raising environments are the most unfavorable regions of livestock husbandry. Since 70% of animal production is affected by environmental factors and animal breeding is

51

only applicable in remaining 30% of production, it is not recommended to breed for weight gain in Iranian camels. If there can be an ability of raising camels in closed industrials systems and controlling the environmental factors, some traits like milk production, weight gain and age of sexual maturity could be included in breeding programs. Local farmers believe that in recent years camels are getting smaller and weaker which is a result of ignoring male replacement requirement. This situation increases the inbreeding coefficient and consequently an increase of inbreeding depression in closed populations (Taghanpour and Mohammadesmaeili, 2014).

Dıfferent Breeds of Iranian Camel

The Iranian camels can be divided into two main categories: One humped and two humped camels. One humped camel Reproductive characteristics of one humped camel (Camelus dromedarius) are summarized in Table 1. (Zibaee, 2014)

Table 1. Average reproductive characteristics of one humped camel Gestation period 370-390 days Age at first conception 60 month Mature female weight 500 kg Mature male weight 460 kg Average birth weight 30 kg Daily weight gain (males) 620 g

Since there has not been an integrated study about Iranian camel breeds, we may only divide them into several ecotypes. The one humped camel ecotypes consist of:  Central desert ecotype: This camel is a dual-purpose animal (Milk and meat production) and has several sub-groups like Kalkouyi (Figure 1, Ghom province), Taroudi and Khartourani (Semnan province), Mahabadi and Anaraki (Esfahan province) and Robati and Bafghi (Yazd province) which are very similar to each other based on their size. Their population is estimated to be around 70,000 animals.

52

Figure 1. Kalkouyi camel  Turkmen ecotype: They have 2000 to 2500 liters milk production annually. These animals are called Meri in local language which means a milking domesticated camel. Their population is estimated to be 3000 to 4000 animals. They are mostly distributed in Karakum desert of Turkmenistan and the border regions between Iran and Turkmenistan. This breed (Figure 2) has an extended big udder and the milky vein is completely obvious (Gharehbash and Ahmadi, 2014)

Figure 2. Turkmen camel  Balouchi ecotype: The population is estimated to be around 50,000 animals. Their habitat is mostly the southern east of Iran, Baluchistan state of Pakistan and south west of Afghanistan. This is dual purpose breed (Figure 3) producing milk and meat.

Figure 3. Balouchi camel  Riding camel ecotype (Jamaz, Bandari): The population is estimated to be 25,000 to 30,000 animals. They are distributed in Persian Gulf states (Iran, UAE, etc.). They have a natural potential of riding and running, so they are used for racing. Photograph of Bandari camel are given in Figure 4.

53

Figure 4. Bandari camel Two humped camel In Iran, there are two types of two humped camels: long leg and short leg two humped camels. The total population of two humped camel is estimated to be 200 to 300 animals. Afraz et al. (2012) used nine microsatellite genetic markers for investigating genetic variation in Iranian two humped camels. They found that although the population size of these animals is small, they have acceptable genetic diversity and it is possible to preserve these valuable genetic resources from extinction (Afraz et al., 2012). According to the risk of extinction, a research center has been established in Ardabil province recently which is focusing on nutrition, breeding and physiology of Iranian two humped camel. There are 162 camels keeping in such centers which are all in Ardabil province. The Iranian animal breeding center has started to organize the gene pool of two humped camel (IRNA news).

1. Long leg two humped camel: These animals are mostly distributed in Ardabil and eastern Azerbaijan provinces, especially in Moghan plain. These camels are utilized for carrying loads in dry and cold environments. Their coat color is usually brown and dark brown which turns to red in winter. They have more wool production than one humped camels which is denser in upper parts of forelegs, under and over the neck. Long leg camels have less wool production than short leg animals. This breed is characterized by having two separate round humps while the first hump is located on sacrum bone. The upper part of these humps is covered by long wools which are darker than other parts of the body. They have strong neck which helps them in bearing heavy loads. Forelegs are shorter than rear legs and the upper parts are covered by dense wool. Their population size is estimated to be 40 animals approximately.

54

2. Short leg two humped camel: This breed is also distributed in Ardabil and eastern Azerbaijan provinces. They also have brown and dark brown wool. They produce more wool than long leg camels. This breed is also used for carrying loads. Their population size is as small as only 30 to 40 animals. 3. Hybrid camels: They are produced as a result of mating between two humped and one humped camels. This mating is prevalent in Afghanistan, Iran, Russia and Turkey. The F1 offspring has different names in different countries. In Turkey for example they are called Tülü, in

Saudi Arabia Majen, in Turkmenistan Iner and in Kazakhstan Bertuar. In Iran, if the F1 offspring is male, it is called Boghor and if it is female it is called Hachamaia (Figure 6). The hybrids are usually heavier than their pure parents, where their height reaches to 2.23 meter and their weight is 900 to 950 kg. For this reason they are mostly used for carrying heavy loads and plowing. They mature earlier than one and two humped camels. In the cases of backcrossing F1 hybrid animals to two humped male camels, the resulting offspring will be a lazy, weak, dull and abnormal camel. Therefore hybridization is not recommended after F1 generation. The number of hybrid camels is estimated up to 200 animals in Iran. Generally hybrid camels are favorable, well shaped animals with a small fine head and short tail (Moghaddas and Pishnamazzadeh, 1996). In a study, meat and wool production were compared in pure one and two humped camels with their hybrid offspring. The results showed that the birth weight between hybrids and pure parents doesn’t have significant difference, but yearling weight between these two groups was noticeable. Hybrid animals had more wool production than pure bred parents and this difference was significant (Sarhadi, 2009). The average annual wool production of two humped camel is five kg which reaches to more than eight kg in mature males and even more than 10 kg in castrated males. Their coat color is usually dark brown and their weight reaches to 750 to 850 kg with the average of 460 kg. The carcass weighs are 375 to 475 kg. They produce less milk in comparison to one humped camels. Their population is estimated only 200 animals mainly distributed in North West of Iran (Ardabil and eastern Azerbaijan provinces).

55

Figure 5. Iranian two humped camel These animals are compatible with cold dry weathers and are able to walk in mountainous snowy paths. The two humped camels can tolerate low temperatures as cold as 30 centigrade degrees below zero in winter and up to 30 centigrade degrees above zero in summer. They have reasonable meat and wool production. They are smaller than one humped camels in their height but more muscular. The average load that two humped camel can bear in long distances is 100 to 150 kg, but 250 to 300 kg in short destinations (5-15 kilometers). These animals can be mated to one humped camels and producing hybrids. Two humped camels are calm animals comparing to one humped animals.

Figure 6. Hybridization of Dromedary and Bactrian camel

CONCLUSION Camel is a multipurpose species and has perfectly evolved to adapt semi-arid and arid climates. Camel has a great historical importance for Iran. Camel husbandry has been important in Iran for a long time. In last decades, camel population has decreased significantly. Therefore, most of the breeds are in danger of extinction. It is needed to start effective conservation programs (in situ and ex situ) under the leadership of the state to prevent their extinction.

56

References Afraz F, Mirhosseini SZ, Talebi R, Dalirsefat B, Banabazi MH, Asadzadeh N, Asadi N, Razavi K, Ghanbari A. Application of New World Camelidae and one humped camels microsatellite primers for study on genetic diversity Iranian two humped camels. The First National Congress of Camel in Iran. April, 17-18, 2012; Mashhad, Iran. Gharehbash AM, Ahmadi M. The social and cultural importance of camel husbandry in Golestan province. The First National Conference of Development of Camel Husbandry in Iran. April,16th , 2014; University of Gonbad-E-Kavoos, Golestan, Iran. Googlani A. A Study of physio-chemical composition of Camel's milk and its fermented production (Chaal) in Turkmen Sahra region (Gonbad Kavoos and Suburbs), Ph.D. Dissertation, University of Tehran, Iran 1997; p: 112-115. IRNA News. Available on http://www.irna.ir/ardebil/fa/News/82135595/. Access Date: 3/7/2016. Khatemi, K. Research on camel rising for revival and improve economical production status in Iran. Livestock Research Institute. Agricultural Research Education and Extension Organization. Ministry of Agriculture. 1990; p: 20-25. Ministry of Agriculture-Jahad annual statistics report. Available on http://www.maj.ir Access date: 4/10/2016. Moghaddas E. An introduction to Iranian camel breeds. Available on http://shotor.persianblog.ir/post/13/. Access Date: 11/3/1998. Moghaddas E, Pishnamazzadeh K. An introduction to recognition of camel breeds in Iran. Mazraeh Monthly Journal 1996; 11: 73-78. Sarhadi F. Hybridization of one and two humped camels to increase meat and wool production by Heterosis. The Regional Conference of Camel Research Priorities. April, 15- 16, 2009; Mashhad, Iran. Taghanpour M Mohammadesmaeili M. Dessert traveler. The First National Conference of Development of Camel Husbandry in Iran. April,16th , 2014; University of Gonbad-E- Kavoos, Golestan, Iran. Zibaee S. Production potentials of camel to meet some of national requirements. The First National Conference of Development of Camel Husbandry in Iran. April,16th , 2014; University of Gonbad-E-Kavoos, Golestan, Iran.

57

DEVELERDE SICAKLIK STRES PROTEİNLERİ VE SICAKLIĞA DAYANIKLILIKTA ETKİLİ BAZI MORFOLOJİK ÖZELLİKLER

Dr. Onur YILMAZ Adnan Menderes Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü, Aydın, Türkiye. Doç. Dr.Yasemin ÖNER Uludağ Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bursa, Türkiye. Araş. Gör. Nezih ATA Adnan Menderes Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü, Aydın, Türkiye. Prof. Dr. Orhan KARACA Adnan Menderes Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü, Aydın, Türkiye. Prof. Dr. İbrahim CEMAL Adnan Menderes Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü, Aydın, Türkiye Özet Deve, dikkat çekici birçok özelliği bakımından çiftlik hayvanları içerisinde özel bir konuma sahiptir. Özellikle dünyanın güncelinde olan çölleşme ve çevresel değişimlere diğer çiftlik hayvanlarına göre daha yüksek düzeyde uyum sağlayan devenin gelecekte beklenen küresel ısınma için oldukça önemli olduğu açıkça görülmektedir. Deve, kurak ve yarı kurak ortamlarda hayatta kalmak için olağanüstü adaptif termoregülatör mekanizmalarını (fiziksel, biyokimyasal ve fizyolojik) uygulayabilme becerisine sahip homotermal bir organizmadır. Bu adaptasyonu sağlamada oldukça önemli olan ısı şok proteinleri (Heat Shock Proteins-HSPs) organizmayı çevresel streslere karşı korumaya yardımcı olan hücrenin değişik bölümlerinde proteinlerin katlanmasını sağlayan moleküler refakatçiler (şaperonlar) olarak aktivite gösterirler. Bu çalışmada, develerde sıcaklık stresine karşı oldukça önemli etkileri olduğu ortaya konan ısı şok proteinleri ve bunların genetik mekanizmaları ile develerdeki yüksek adaptasyonda etkili bazı morfolojik özellikler tartışılacaktır. Anahtar Kelimeler: Sıcaklık stresi, Deve, HSP.

HEAT SHOCK PROTEINS IN CAMELS AND SOME MORPHOLOGIC TRAITS AFFECTING THEIR HEAT RESISTANCE

Phd. Onur YILMAZ Adnan Menderes University, Faculty of Agriculture, Department of Animal Science, Aydın, Turkey. Assoc. Prof. Yasemin ÖNER Uludağ University, Faculty of Agriculture, Department of Animal Science, Bursa, Turkey. R. A. Nezih ATA Adnan Menderes University, Faculty of Agriculture, Department of Animal Science,

58

Aydın, Turkey. Prof. Dr. Orhan KARACA Adnan Menderes University, Faculty of Agriculture, Department of Animal Science, Aydın, Turkey. Prof. Dr. İbrahim CEMAL Adnan Menderes University, Faculty of Agriculture, Department of Animal Science, Aydın, Turkey. Abstract Camel has a specific state among livestock species with regard to its several remarkable specialties. In particular, in sense of desertification and environmental changes, are in the news, it is seen clearly that Camel is important for expected global warming due to its high adaptation. Camel is a homothermal organism has ability of realizing its extraordinary adaptive mechanisms (physical, biochemical, and physiological) in order to survive. Heat shock proteins (HSPs) that are important for providing this adaptation are acting as molecular chaperons which have important role at protein folding on different cell compartment. In the present study HSPs which are important for heat stress resistance and their genetic mechanisms, beside these some influential morphologic traits on high adaptation of Camel will be discussed. Keywords: Heat stress, Camel, HSP.

GİRİŞ

Toynaklı memeliler grubunda olan develer ilginç morfolojik ve fizyolojik özellikleri sayesinde olumsuz çevre koşullarına yüksek düzeyde uyum sağlayabilmekte ve olumsuz çevre koşullarında bile verimlerini devam ettirebilmektedirler.

Özellikle kurak koşullarda su kayıplarının en aza indirilmesi oldukça önemli bir etmendir. Develerin su kayıplarını minimize etmek için sahip oldukları eşsiz mekanizmalar, çöl ortamında uzun süre (14 gün) hayatta kalabilmelerini sağlamaktadır. Bu bağlamda develer kıtlığın hüküm sürdüğü olumsuz koşullarda bile yaşamlarına devam eden sıra dışı hayvanlar olarak kabul edilebilirler. Diğer yandan geçtiğimiz 10 yıllık süreçte deve yetiştiriciliğinin göreceli bir şekilde değer kaybetmeye başladığı dikkati çekmektedir. Deve yetiştirilen bölgelerin gelişmiş ülkelerden uzak lokasyonlarda olması ve bu çiftlik hayvanı türü hakkındaki araştırma-geliştirme çalışmalarının yeterli düzeyde olmaması bu durumun en önemli sebepleri arasında sayılabilir (Tariq ve ark., 2014). Dünyanın karşı karşıya kaldığı zorlayıcı iklim değişimleri, doğal hayatı ve çevreyi oldukça olumsuz yönde etkilemekte ve bu değişimler her zamankinden daha fazla kendisini hissettirmektedir. Sahip oldukları bazı özellikleri nedeniyle develerin dünyanın gelecekte karşı karşıya kalacağı düşünülen olumsuz iklimsel koşullar için önemli bir şans olacağı değerlendirilmektedir (Tariq ve ark., 2014).

Evrim ve adaptasyon sürecinde maruz kalınan stres faktörlerine karşılık canlıların hücresel mekanizmaları tarafından ısı şok proteinleri (Heat Shock Proteins-HSPs) olarak

59

adlandırılan bir takım özel proteinler üretilmektedir. Stres koşulları altındaki organizmada üretilen ısı şok proteinleri iç dengeyi sağlayarak canlıların zarar görmesini engelleyerek yaşamsal faaliyetlerini sürdürmelerini sağlamaktadırlar. Organizmada sıcaklık stresini en aza indirmek için hücre ve organ düzeyinde geliştirilen sistemler; akut, alışma ve adaptasyon olmak üzere üç sınıfta kategorize edilmişlerdir (Sørensen ve ark., 2003).

Literatür bilgisine dayalı olarak sunulan bu çalışmada, develerde sıcaklık stresine karşı oldukça önemli etkileri olduğu ortaya konan ısı şok proteinleri ve bunların genetik mekanizmaları tartışılacaktır. Ayrıca, develerdeki yüksek adaptasyonda etkili bazı morfolojik özellikler de ele alınacaktır.

Isı Şok Proteinleri

Stres, canlıların çeşitli içsel ve dışsal uyaranlara verdiği tepki olarak tanımlanmaktadır. Strese maruz kalan canlıda bir takım proteinler üretilmektedir. Aslında tüm hücrelerde bulunan ve ilk kez 1962 yılında fark edilen bu proteinler ısı şok proteinleri (Heat Shock Proteins - HSPs) olarak isimlendirilmiştir (Pockley ve ark., 2002; Petrof ve ark., 2004). Molekül ağırlıkları 15 kDA ile 110kDA arasında değişen bu proteinler normal koşullar altında hücrelerde bulunurlar ve ani ısı değişimleri (42-46 C) veya stres faktörleri ile karşılaşan hücrelerde bu proteinlerin düzeyleri artış gösterir (Aufricht, 2005; Kontaş ve ark., 2007).

Radyoaktif olarak işaretlenen proteinlerin izlenmesine yönelik çalışmalara 1900’lü yılların ikinci yarısından sonra başlanmıştır. Proteinlerin izlenmesi sayesinde stres koşullarındayken hücrelerde bazı protein gruplarının sentezlerinin artığı dikkati çekmiştir (Christians ve ark., 2002; Aufricht, 2005). Ritossa (1962) ilk kez meyve sineklerinde ısı şok proteinlerini konu alan bir çalışma gerçekleştirmiştir.

Isı şok proteinleri (HSPs) organizmayı çevresel streslere karşı korumaya yardımcı olan hücrenin değişik kısımlarında proteinlerin katlanmasını sağlayan moleküler refakatçiler (şaperonlar) olarak aktivite gösterirler (Sørensen ve ark., 2003; Mayer ve Bukau, 2005; Macario ve Macario, 2005; Deocaris ve ark., 2006; Tariq ve ark., 2014). Bazı durumlarda proteinlerin katlanmasında bazı hatalar meydana gelmektedir. Bu katlanma hataları daha çok ısı yükselmelerinin meydana geldiği durumlarda ortaya çıkmaktadır. Yanlış katlanmış proteinler hücre tarafından kullanılamazlar, çökelirler hatta ilerleyen durumlarda hücrelerin ölümlerine neden olabilirler (Tariq ve ark., 2014). Isı şok proteinlerinin üretimleri canlılara ve

60

yaşadıkları çevreye göre değişiklik gösterebilmektedirler. Kutuplarda yaşayan balıklarda ısı şok proteinlerinin uyarılma sıcaklıkları yaklaşık 5 C civarındayken, termofilik bakterilerde ise bu uyarım 100 C’de gerçekleşmektedir (Sørensen ve ark., 2003).

Son zamanlarda HSP'ye yönelik araştırmalar laboratuar koşullarından çok doğal populasyonlara odaklanmış ve ekolojik faktörler tarafından strese maruz kalma yaklaşımı kullanılarak deneysel uygulamalar devreye sokulmuştur. Bu yaklaşım sadece fizyolojik fonksiyonlar üzerine değil aynı zamanda HSP'lerin ekolojik ve evrimsel rollerine yönelik önemli bilgilerin elde edilmesine katkı sağlamıştır. Laboratuvar çalışmaları; gelişme, strese dayanıklılık, yaşam süresi ve döl verimi gibi yaşam özellikleri üzerine uyarılan HSP'lerin çok azının etkili olduğunu göstermiştir. Çalışmalardan elde edilen bilgi ve bulgular HSP’lerin ortaya çıkmasında etkili olan gen bölgelerinin populasyonların evrimlerinde önemli rol oynadıklarına işaret etmektedir.

HSP’lerin hızlı bir şekilde artmalarına neden olan mekanizma hücreleri genetik ve metabolik strese karşı koruyan bir transkripsiyon faktörü olan ısı şok faktörleri (HSF) tarafından düzenlenir. Bu transkripsiyon faktörü çekirdekte bulunan ve HSP’leri kodlayan genin promotör bölgesine bağlanarak HSP üretimini başlatır. Hücre içerisinde artan denatüre proteinler, transkripsiyon faktörüne ait geni uyarır ve fazla miktarda Isı Şok Faktör 1 (HSF1) proteini üretilmesini sağlar. Yüksek miktarlarda üretilen HSP özellikle de HSP70, hücre içerisinde zararlı etkide bulunabilecek denatüre olmuş içeriği bağlayarak etkisiz hale getirir. Bu işlem tamamlanınca artan HSP70’ler, HSF1’e bağlanır ve bu genin inaktivasyonunu sağlayarak hücrenin fizyolojik konumuna geri dönmesini sağlar. Gerçekleşen bu olay sonrasında oluşan yeni bileşik, HSF1 genine olumsuz geri bildirim yaparak, HSF üretimini sonlandırır (Christians ve ark., 2002; Aufricht, 2005; Westerheide ve Morimoto, 2005; Otaka ve ark., 2006).

Isı Şok Proteinlerinin Görevleri ve Sınıflandırılmaları

HSP’lerin hücre içi seviyelerinin artmasında ısı faktörü dışında enfeksiyon, enflamasyon, açlık, etanol, arsenik, ağır metaller, ultraviyole ışık ve toksinlere maruz kalma gibi farklı stresörler de rol oynamaktadır (Morimoto ve ark., 1998; Petrof ve ark., 2004; Aufricht, 2005). HSP’ler hücre içi ve dışında farklı görevler üstlenmektedirler. Bu görevler; hücre içinde proteinlerin stabilize edilmesi, hatalı katlanmaların engellenmesi, yaşlı ve hatalı katlanmış proteinlerin transportu olarak özetlenebilir. Hücre dışında ise immün sistem

61

(bağışıklık sistemi) tarafından özellikle kanserli hücrelerin tanınmasını sağlayacak sinyallerin gönderilmesini sağlamaktadırlar. Yapılan çalışmalarda kanserli dokudan saflaştırılan HSP’lerin 24 saat içerisinde hastaya geri verilmesi ile T-hücrelerin verilen HSP-peptid kompleksini tanıdığı ve kanserli hücreleri yok ettiği bildirilmiştir (Wang vd., 2006).

Hücrelerde normal durumlarda bile bulunan ancak stres faktörü ile birlikte üretim miktarlarında ciddi artışlar gözlemlenen HSP’lerin moleküler büyüklüklerine, yapılarına ve fonksiyonlarına göre farklı şekillerde sınıflandırmaları mümkündür (Çizelge 1).

Çizelge 1. Isı şok proteinlerinin (HSP) lokasyon ve fonksiyonları

Molekül Grup İsim Ağırlığı Lokasyon Fonksiyon Kaynak (kDa)

H 100 SP100 Agregasyonun Welch ve Feramiso, HSP90 H ER 86 önlenmesi 1982 Ailesi SP90 Sitoplazma HSF1’in korunması Barends ve ark., 2010 H 84 SP90

H 80 SP80 ER H 75 Strese karşı koruma HSP70 SP75 Mitokondri Mayer ve Bakau, HSF1 aktivitesinin Ailesi H Sitoplazma 2005 73 düzenlenmesi SP73 Nükleus H 72 SP72

HSP60 H Sitoplazma Agregasyonun 58, 60 Gupta ve ark., 2010 Ailesi SP60 Mitokondri önlenmesi

H 47 SP47

H Küçük 32 Sitoplazma SP32 Hücre iskeleti Haslbeck ve ark., HSP Mitokondri H Stabilizasyon 2005 Ailesi 25 SP25 Hücre membranı

H 8 SP8

62

Isı Şok Proteinlerinin Evrimle İlişkisi

Stres koşulları altında uyarılıp üretilen ısı şok proteinleri, canlının stres direnç mekanizmasında güçlü bir rol oynamaktadır. Öncelikle stresin evrimsel ve ekolojik açıdan anlaşılması gerekmektedir.

Sørensen ve ark. (2003), bireyler strese girdiklerinde populasyonda üç durumun gözlemlendiğini belirtmişlerdir. Bunlar;

 Populasyonda bulunan bireyler kış uykusu veya diyapoz gibi fizyolojik evre değişikliklerine girerek stres koşullarına karşı koymaya çalışmaktadır  Populasyon stres koşulları ile karşı karşıya kaldığında stres ile baş edebilen bireyler bu koşullara karşı adapte olurlar, diğerleri ise mevcudiyetlerini sürdürebilmek adına kendi içlerinde strese karşı tepkilerini yeniden biçimlendirebilirler,  Populasyonda stres ile baş edebilen grup ile strese karşı koymak için tepkilerini yeniden biçimlendirenler dışında kalanlar adaptasyonda başarısız olup soylarının tükenmesine neden olabilirler. Çevresel ya da genetik tabanlı stres koşulları, populasyonların adaptasyonlarında evrimsel bir güç olup geleceklerinin şekillendirmelerinde önemli rol oynamaktadır. Gelecekte insan kökenli zorlayıcı küresel tehlikeler, kirlilik, kuraklaşma-çölleşme gibi çevresel değişimler ve insandan bağımsız oluşan çevresel ve genetik değişimler türlerin ve populasyonların geleceğini tahmin edilenden daha farklı bir şekle sokabilir. Doğal yollarla oluşan popülasyonlarda stres koşullarının evrimsel bir güç olduğunu gösteren birçok çalışma bulunmaktadır (Chen ve ark., 1991; Grechanyi ve ark., 1997; Hallas ve ark., 2002; Sørensen ve Loeschcke, 2002; Hoffman ve ark., 2003).

Develerde Isı Şok Proteinleri ve Evrim

Deve, kurak ve yarı kurak ortamlarda hayatta kalmak için olağanüstü adaptif ısı düzenleme (termoregülatör) mekanizmalarını (fiziksel, biyokimyasal ve fizyolojik) uygulayabilme becerisine sahip homotermal bir organizmadır (Garbuz ve ark., 2011). HSP70 şaperon proteinleri HSP40/DNAJ proteinleri ve yardımcı şaperonları yardımı ile biyolojik olayların katalizlenmesini sağlarlar. HSP40/DNAJ proteinleri substrat polipeptidlerini ayırarak onların HSP70 substrat bağlayıcı etkilerine katılmalarını sağlamaktadır. HSP40/DNAJ proteinleri, HSP70 şaperon proteinlerinin ATPaz aktivitesini uyararak

63

translasyonlar, translokasyonlar ve proteinlerin doğru katlanması gibi işlemlerin gerçekleşmesini sağlamaktadır (Tariq vd., 2014).

Develerde özellikle HSP70 ailesinin yüksek sıcaklık ve diğer zorlu koşullara karşı vücut dirençleri ile ilişkili olduğu yönünde birçok araştırma mevcuttur (Ulmasov ve ark., 1993; Feder ve Hoffmann, 1999; Evgen’ev ark., 2007; Garbuz ve ark., 2008; Richter ve ark., 2010; Garbuz ve ark., 2011). Farklı sıcaklık derecelerine insan ve develerin verdiği tepkileri hücresel düzlemde inceleyen bir araştırmada, HSP’lerin develerde daha yüksek oranda gözlemlendiği bildirilmiştir (Ulmasov ve ark., 1993). Bununla birlikte, Thayyullathi ve ark., (2008) deve ve farelerde yaptıkları çalışmada develerden izole edilen fibroblast hücrelerinin yüksek sıcaklıklara daha dirençli olduklarını bulmuşlardır. Diğer yandan, develerde zaman-ısı denemelerinde 42C’de bile hücrelerin hayatta kaldıkları hatta kontrol seviyesi olan 37 C’de bulunan hücreler ile eşit bir büyüme gösterdikleri belirlenmiştir (Thayyullathi ve ark., 2008).

Develerde bulunan HSP70 ailesinin diğer memelilerde tanımlanmış HSP70 aileleri ile yapısal olarak büyük bir benzerlik gösterdiği bildirilmiştir (Garbuz ve ark., 2011). Evrimsel olarak korunan HSP70 ailesinin her memelide yüksek doku uyumluluğu kompleksi (Major histocompatibility complex - MHC) ile bağlantılı olduğu ifade edilmektedir. Bu sayede yaşamsal önemi bulunan genlerin koordinasyonları ve organize olmaları sağlanmaktadır (Terada ve Mori, 2007; Garbuz ve ark., 2011).

Bu stres proteinleri, doğal yollarla oluşan popülasyonları sürekli değişen çevre koşulları ve genetik tehditlerle karşı koruyan güçlü tamponlardır (Sørensen ve ark., 2003). Canlıların optimal olmayan çevre koşullarına uyumları için HSP’lerin üretim seviyelerinin ekolojik ve evrimsel açıdan oldukça önemli olduğu açıktır.

Develerin Morfolojik Adaptasyonları

Develerin memeli olarak, normale göre zorlu şartlarda yaşamasını sağlayacak kendine özgü adaptasyon kabiliyetleri aslında diğer canlılara göre farklı olan morfolojik özellikleri ile de bağlantılıdır. Çeşitli vücut bölümlerinin bu anlamda üstlendikleri roller aşağıda özetlenmeye çalışılmıştır.

Baş – Boyun

Develer, gözlerini koruyan kirpiklerin uzun olması nedeniyle güneş ışığı ve kumlardan gözlerini koruyabilmektedir. Bununla birlikte bazı araştırıcılar, gözlerinde diğer

64

canlılara göre çift katlı kirpik bulunduğunu öne sürerken, bazı araştırıcılar ise gözü koruyan bir kaş, bir kirpik ve açılıp kapanan bir zar yapılarının olduğunu öne sürmektedirler (Elkhawad, 1992; Ouajd ve Kamel, 2009; Faye, 1997). Burun deliklerini ise kumların içeri girmesini engelleyecek şekilde tamamen kapatıp oluşan toz bulutlarının içeri girmesini engelleyebilmektedirler (Soliman, 2015). Kafataslarında beyni aşırı ısıdan koruyacak şekilde bir havalandırma sistemi ve bu sistemi destekleyecek damar sistemi gelişmiştir. Develerin boyunlarında tıpkı insanlarda ki gibi yedi adet omur bulunmaktadır ve beyine gidecek aşırı kan basıncını düzenlemek için özel kapakçıklara sahiptirler.

Normal koşullarda develerin vücut sıcaklıkları 36-38 °C arasında değişmektedir (Schmidt-Nielsen ve ark., 1967). Develer iki temel mekanizma ile sıcaklık stresine karşı koyabilmektedir. Bunlar heterotermi ve seçici beyin soğutma mekanizmaları olarak sıralanabilir. Heterotermi mekanizması devreye girdiğinde yüksek sıcaklıklara maruz kalmış develer, su kaybını (dehidrasyon) engellemek için vücut sıcaklıklarını dış ortama göre 36 ile 42 °C arasında ayarlayabilmektedirler (Soliman, 2015; Elkhawad, 1992; Ouajd ve Kamel, 2009; Faye, 1997). Diğer yandan sıcaklık stresi altında develer vücudun bazı parçalarını özellikle beyinde ve gözdeki hücreleri koruyabilmek için beyin soğutma mekanizmalarını devreye sokmaktadırlar. Bu kapsamda geniş nazal (burun) bölgesi sayesinde su buharı emilerek 4 C’ye kadar soğutulabilmektedir. Bu bölgede yoğun olarak bulunan kılcal damarlarda vücuttaki kanın sıcaklığını düşürmekte ve kalpte ısınmış kanın beyin ve gözlere daha serin bir halde gitmelerini sağlamaktadırlar. Bu yolla beyin ve gözler gibi hayati önem taşıyan ve sıcaklığa hassas olan organların hücrelerini korumaktadırlar. Bu özellik, deniz memelilerinde oluşan ve ani sıcaklık değişimlerine karşı vücut sıcaklıklarını korumalarını sağlayan evrimsel adaptasyona oldukça benzemektedir (Yagil ve Etzion, 1980; Wilson, 1984; Yagil, 1985; Soliman, 2015).

Gövde

Kumun sıcak etkisinden korunmak amacıyla özellikle karın bölgesi ve bacaklar kıllarla kaplıdır. Uzun olan bacakları sayesinde gövdesini sıcak kumdan oldukça yüksek bir seviyede tutabilmektedir. Geniş ve kalın bir deri ile kaplı olan toynakları sayesinde ayakları sıcak kuma batmadan yürüyebilmektedirler. Hörgüçlerinde yağı biriktirip, enerji gereksinim duymaları halinde bu biriktirdikleri yağı vücutlarına mobilize ederler (Yagil ve Etzion, 1980; Wilson, 1984; Yagil, 1985; Soliman, 2015).

65

İnanılışın aksine develerde hörgüçler, suyu depo etmek için değil, yağı depo edebilmek için kullanılmaktadır (Breyner, 2013; Lundquist, 2013). Yağların katalizlenmesi sırasında her ne kadar su molekülleri ortaya çıksa da, bu çıkan miktar yağları oksijenle yakabilmek için ihtiyaç duyduğu oksijeni sağlaması sırasında nefes alıp verirken kaybettiği sudan azdır (Lundquist, 2013). Bu yüzden hörgüçlerin su depo edilmesi veya vücudun ihtiyaç duyduğu suyu sağlaması ile ilgili işlevleri bulunmamaktadır. Sağlıklı bir deve yeterli koşullar sağlandığında hörgüçlerinde 35 kg’a kadar yağ depo edebilmektedir. Bu depo ettikleri yağlar sayesinde develer iki haftadan fazla bir süre besin bulamadığında dahi hayatlarına devam edebilmektedirler. Diğer hayvanlarda yağlar vücudunda kaslar içerisinde tüm vücuda yayılmış bir şekilde depo edilmektedir (Lundquist, 2013). Develerde yağ dokularının sırtlarında bulunan hörgüçlerinde depo edilmesinin develere getirdiği büyük bir avantajı vardır. Bilindiği üzere çöllerde güneş ışınları daha çok yukarıdan dik bir şekilde gelmektedir. Hörgüçlerin gövdenin üstünde olması ve daha kalın tüylerle kaplı olması sayesinde vücudu sıcak güneş ışınlarından koruyabilmektedirler. Ayrıca yağ molekülleri suya göre hem sıcak hem de soğukta daha iyi bir yalıtkan olduğundan ısıyı daha yavaş bir şekilde yayarlar (Breyner, 2013; Lundquist, 2013).

Diğer kısımlar

Sığırlara göre dört ya da altı kat daha büyük olan Henle Kulpları (böbrekteki süzülme işleminin yerini yavaş yavaş geri emilime bıraktığı yer) sayesinde suyun geri emiliminde büyük bir kazanç sağlamaktadırlar. Bu özelleşmiş Henle Kulpları sayesinde deniz suyuna göre tuz bakımından daha yoğun suları içebilmekte, tuzluluk bakımından yoğun olan bitkileri yiyebilmektedirler. Diğer türlere göre daha geniş ve uzun olan ince bağırsakları sayesinde besinler içerisindeki her bir su damlasını iyice emip geriye sadece kuru ve küçük dışkılar bırakmaktadırlar. Bunların yanında daha yoğun ürini vücutlarında tutarak ürinasyonu en aza indirebilmektedirler. Ortam sıcaklığı yükseldiğinde kanlarında CO2 ve glukozu depo ederek terleme ile su kaybını en aza indirmektedirler (Gaughan, 2011).

Sıcaklık dalgalanmalarının önüne geçebilmek için, vücut sıcaklıklarını ortam sıcaklığına yaklaştırabilen develer, vücut sıcaklıklarını 42 C’ye kadar çıkarıp su kayıplarının önüne geçebilmektedirler (Yagil ve Etzion, 1980; Wilson, 1984; Yagil, 1985; Soliman, 2015).

66

SONUÇ

Develer süt ve et üretimi ile taşımacılıkta kullanılan, özellikle olumsuz iklim koşullarına oldukça dayanıklı çiftlik hayvanlarıdır. İlk defa meyve sineklerinde sıcaklık değişimleri üzerine denemelerde keşfedildikleri için, canlının ortaya koyduğu bir tepkinin ürünü olan bu proteinler ısı şok proteinleri (HSP) olarak isimlendirilmiştir. Develerin normal çevre koşulları dahilinde diğer çiftlik hayvanlarına göre bazı avantajları söz konusudur. Develer, yüksek HSP70 üretimleri sayesinde yüksek ısı ve stres faktörlerine diğer canlılardan daha iyi yanıt verebilmekte ve iyi adapte olabilmektedirler. Develer yaşadıkları zorlu koşullara rağmen, gerek hücre tabanlı korunumlar gerek morfolojik olarak evrimleri ile bulundukları çevrelere adaptasyonlarını gerçekleştirip yok olma tehlikesinden kurtulmuşlardır. Develerin iyi bir adaptasyon kabiliyetine sahip olmaları ve stres faktörlerine verdikleri tepkinin diğer önemli bir sebebi ise özgün morfolojik yapıları ve fizyolojik mekanizmalarıdır.

Günümüzde yaşanan iklim ve çevre değişimleri sonucunda gelecekte nasıl bir senaryo ile karşı karşıya kalacağımızı şimdiden bilmek pek olası görünmemektedir. Gelecekte yetersiz ve bunaltıcı koşullar ile karşı karşıya kalacağımıza dair senaryolar üretilmektedir. Bu senaryoların gerçekleşme ihtimali düşünüldüğünde, günümüzün sıcak ve kurak bölgelerinde üstün adaptasyon yetenekleri ile sorunsuz yaşayan ve yararlılık sağlayan develerin, senaryolarda öngörülen korkutucu çevre şartlarının meydana geldiği durumlarda önemlerinin daha da artacağı ve insanlığın yiyecek ihtiyacının karşılanmasında tarih öncesi dönemde olduğu gibi önemli bir konuma tekrar sahip olacağı tahmin edilmektedir.

67

Kaynakça

Aufricht C. Heat–shock protein 70: molecular supertool? Pediatr Nephrol 2005; 20: 707–713. Barends TR, Werbeck ND, Reinstein J. Disaggregases in 4 dimensions. Current opinion in Structural Biology, 2010; 20(1): 46-53. Brocchieri L, Conway de Macario E, Macario AJ. Hsp70 genes in the human genome: Conservation and differentiation patterns predict a wide array of overlapping and specialized functions. BMC Evol Biol, 2008; 8: 19. Bryner M. Why Do Camels Have Humps? 2013; http://www.livescience.com/32366-why-do- camels-have-humps.html Erişim Tarihi: 20.10.2016 Chen CP, Denlinger DL, Lee RE. Seasonal variation in generation time, diapause and cold hardiness in a central Ohio population of the flesh fly, Sarcophaga bullata. Ecol. Entomol., 1991; 16: 155–162. Christians ES, Yan LJ, Benjamin IJ. Heat shock factor 1 and heat shock proteins: Critical partners in protection against acute cell injury. Crit Care Med, 2002; 30: 43–50. Deocaris CC, Kaul SC, Wadhwa R. On the brotherhood of the mitochondrial chaperones mortalin and heat shock protein 60. Cell Stress Chaperones, 2006; 11: 116–128. Elkhawad AO. Selective brain cooling in desert animals: the camel (Camelus dromedarius). Comp. Biochem. Physiol., 1992; 101A:195-201. Evgen’ev MB, Garbuz D, Shilova V, Zatsepina O. Molecular mechanisms underlying thermal adaptation of xeric animals. J Biosc, 2007; 32: 489–499. Faye B. Le guide de l’élevage du dromadaire, Sanofi Ed., Libourne, France, 1997, 126 p. Fayed RH. Adaptation of the camel to desert environment. http://kenanaonline.com/users/AkrumHamdy/posts/78772, 2008; Accessdate:20/10/2016. Feder ME, Hofmann GE. Heat-shock proteins, molecular chaperones, and the stress response: evolutionary and ecological physiology. Annu Rev Physiol 1999; 61: 243–282. Garbuz DG, Zatsepina OG, Przhiboro AA, Yushenova I, Guzhova IV, Egen’ev MB. Larvae of related Diptera species from thermally contrasting habitats exhibit continuous up- regulation of heat shock proteins and high thermotolerance. Mol Ecol, 2008; 17: 4763–4777. Garbuz DG, Astakhova LN. Zatsepina OG. Arkhipova IR. Nudler, E. Functional organization of HSP70 cluster in Camel (Camelus dromedarius) and other mammals. PLoS ONE, 2011; 6(11). Gaughan JB. Which physiological adaptation allows camels to tolerate high heat load – and what more can we learn? Journal of Camelid Science, 2011; 4: 85–88. Grechanyi GV, Sosunova IA, Gordeeva IV, Nikitin AY, Ermakov E.L. Seasonal changes in the resistance of a Drosophila population to low temperatures and their association with fertility. Genetika, 1997; 33: 464–470. Gupta SC, Sharma A, Mishra M, Mishra RK, Chowdhuri DK. Heat shock proteins in toxicology: how close and how far? Life Sciences, 2010; 86(11): 377-384.

68

Hallas R, Schiffer M, Hoffmann AA. Clinal variation in Drosophila serrata for stress resistance and body size. Genet. Res., 2002; 79: 141–148. Hartl F, Hayer-Hartl M. Molecular chaperones in the cytosol: from nascent chains to folded protein. Science, 2002; 295: 1852–1858. Haslbeck M, Franzmann T, Weinfurtner D, Buchner J. Some like it hot: the structure and function of small heat-shock proteins. Nature Structural & Molecular Biology, 2005; 12(10): 842-846. Hoffmann AA, Sørensen JG, Loeschcke V. Adaptation of Drosophila to temperature extremes: bringing together quantitative and molecular approaches. J. Thermal Biol., 2003; 28: 175–216. Kontaş Aşkar T, Ergün N, Turunç V. Isı şok proteinler ve fizyolojik rolleri. Kafkas Üniv Vet Fak Derg, 2007;13 (1): 109-114. Lundquist A. What secrets lie within the camel's hump? http://www.djur.cob.lu.se/Djurartiklar/Kamel.html 2013; Erişim Tarihi: 20.10.2016 Macario AJL, Macario EC. Sick chaper- ones, cellular stress, and disease. N Engl J Med., 2005; 353: 1489–1501. Mayer MP, Bakau B. Hsp70 chaperones: Cellular functions and molecular mechanism. Cell and Molecular Life Sciences, 2005; 62: 670–684. Ouajd S, Kamel B. Physiological particularities of dromedary (Camelus dromedarius) and experimental implications. Scandinavian Journal of Laboratory Animal Sciences, 2009; 36(1): 19-29. Petrof EO, Ciancio M, Chang EB. Role and regulation of intestinal epithelial heat shock proteins in health and disease. Chin J Dig Dis, 2004; 5: 45–50. Pockley GA, Faire U, Kiessling R, Lemne C, Thulin T, Frosteg J. Circulating heat shock protein and heat shock protein an- tibody levels in established hypertension. J Hypertens 2002; 20: 1815–1820. Richter K, Haslbeck M, Buchner J. The heat shock response: life on the verge of death. Mol Cell, 2010; 40: 253–266. Ritossa FM. A new puffing pattern induced by a temperature shock and DNP in Drosophila. Experimenta 1962; 18: 571–573 Schmidt-Nielsen K, Crawford Jr. EC, Newsome AE, Rawson KS, Hammel HT. Metabolic rate of camels: effect of body temperature and dehydration. Am. J. Physiol., 1967; 212:341- 346. Soliman MK. Functional anatomical adaptations of Dromedary (Camelus Dromedaries) and ecological evolutionary ımpacts in KSA, International Conference on Plant, Marine and Environmental Sciences (PMES-2015) Jan. 1-2, 2015 Kuala Lumpur (Malaysia). Sørensen JG, Kristensen TN, Loeschcke V. The evolutionary and ecological role of heat shock proteins. Ecology Letters, 2003; 6: 1025–1037. Sørensen JG, Loeschcke V. Natural adaptation to environmental stress via physiological clock-regulation of stress resistance in Drosophila. Ecology Letters, 2002; 5:16–19.

69

Tariq A, Hussain T, Ali MM, Babar ME. Camels Adaptation to Desert Biome. Global Veterinaria, 2014; 12 (3): 307-313. Terada K, Mori M. Mammalian HSP40/DnaJ Chaperone Proteins in Cytosol. Cell Stress Proteins, 2007; 7: 255-277. Thayyullathi F, Chathoth S, Hago A, Wernery U, Patel M, Galadari S. Investigation of heat stress response in the camel fibroblast cell line Dubca. Annals of the New York Academy of Sciences, 2008; 1138: 376–384. Ulmasov H, Karaev K, Lyashko V, Evgen’ev M. Heat shock proteins and thermoresistance in lizards. Proc Natl Acad Sci USA, 1993; 89: 1666–1670. Wang HH, Mao CY, Teng LS, Cao J. Recent advances in heat shock protein– based cancer vaccines. Hepatobiliary Pancreat Dis Int 2006; 5: 22–27. Welch WJ, Feramisco JR. Purification of the major mammalian heat shock proteins. The journal of Biological Chemistry, 1982; 257 (24):14949-14959. Westerheide SD, Morimoto RI. Heat shock response modulators as therapeu- tic tools for diseases of protein conformation. J. Biol. Chem., 2005; 280: 33097–33100. Wilson RT. The camel. 1st Edition, Longman Group Limited. Burnt Mill, Harlow Essex, UK, 1984. Yagil R. Compartive physiological adaptation. 1st Edition, KARGER, Basel, Munchen, London, Tokyo and Sydney, 1985. Yagil R, Etzion Z. Effect of drought condition on the quality of camel milk. J. Dairy Research, 1980; 47:159-166.

70

DEVE GÜREŞ ALANLARININ ÇİM ALAN TESİSİ

Araş. Gör. Emre KARA Adnan Menderes Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü, Aydın, Türkiye. [email protected] Doç. Dr. Mustafa SÜRMEN2 Adnan Menderes Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü, Aydın, Türkiye. Özet Deve güreşleri 4000 yıldan bu yana Türk kültüründe yer alan önemli bir kültürel mirastır. Yıl içerisinde birçok yerleşim yerinde bu organizasyonlar düzenlenmekte ve bu miras yaşatılmaktadır. Özellikle Ege Bölgesi’nde yetiştirilen bu tür develer için yapılan organizasyonlarda genellikle güreş alanını yerleşim yerindeki belediyeler tesis etmektedir. Ancak tesis edilen bu alanlar genellikle toprak saha olmakta bu durum hem görsel olarak güreşleri etkilemekte hem de organizasyonların ulusallaşmasını engellemektedir. Hayvanlarla gerçekleştirilen spor organizasyonlarından boğa güreşleri, at yarışları ve polo oyunu da özellikle açık alanlarda ve hipodromlarda çim alanlar tesis edilerek gerçekleştirilmektedir. Bu durum bu organizasyonların ulusallaşmasını ve yaygınlaşmasını sağlamıştır. Bu tür alanlarda tesis edilen çimlerin özellikle basmaya dayanıklı türden oluşmasına, yapılan biçimlerin deve güreşlerini engellememesine dikkat etmek gerekmektedir. Çim alan tesis edilirken drenajı düşünülmeli, güreş esnasında drenajı kötü topraklar sebebiyle meydana gelebilecek kazaların en aza indirilmesi sağlanmalıdır. Güreş alanı için yapılacak çim alan tesisinde özellikle çoklu çim karışımları tercih edilmelidir. Bu türler kuraklığa ve çiğnenmeye dayanıklı özellikle rizomlu türlerden oluşmalı ayrıca güzel görünümü sağlayacak olan parlak ve kapatıcı çim türleri tercih edilmelidir. Lolium perenne L., Poa pratensis L., Festuca rubra L., ve Agrostis sp.. gibi çim türleri ile yapılacak karışımların ekilmesi bu özellikleri karşılayabilecek nitelikte bir çim alan tesisi oluşturacaktır. Kültürümüzün önemli bir parçasını oluşturan deve güreşleri hem bölge halkının kaynaşması hem de devecilik kültürünün yaşatılması için büyük olanak sağlamaktadır. Güreş müsabakalarının görsel güzelliği daha güzel ve daha profesyonel alanlarda yapılması bu kültürün ulusallaştırarak daha etkin yaşatılmasına olanak sağlayacaktır. Anahtar kelimeler: Deve, deve güreşleri, çim, çim alan yönetimi.

GRASSLAND FACILITIES OF CAMEL WRESTLING ARENA

R. A. Emre KARA Adnan Menderes University, Faculty of Agriculture, Department of Animal Science, Aydın, Turkey. [email protected] Assoc. Prof. Mustafa SÜRMEN2 Adnan Menderes University, Faculty of Agriculture, Department of Animal Science, Aydın, Turkey.

Abstract

Camel wrestling is an important cultural heritage in Turkish culture since 4000 years. These organizations are regulated in many settlements during the year and this heritage is kept alive. Especially municipalities establishes the wrestling area for organization of camels which are grown in Aegean region. However these facilities are sandy field and this situation affects visuality and prevent nationalisation of these organizations. Bullfights, horse racing and polo sport organisations are also carried out grass field facilities in

71

public areas and the race course. That case has led to spread and nationalisation of these organizations. Grasses should be press resistant species in establishing area and in cutting time, it is necessary to pay attention about the prevention of camel wrestling. When establish of lawn area, drainage facilities should be considered. Accidents while wrestling which is occur due to bad drainage soil provided to minimize. Especially multiple grass mixtures must be preferred in lawn area which is establish for wrestling. These species should be resist for press also grass species which are shiny and concealur should be prefer for visuality. Planting mixtures of Lolium perenne L., Poa pratensis L., Festuca rubra L., Agrostis sp..create sufficient lawn area about these features. Camel wrestling which is an important part of our culture provide great oppurtunities for both meeting of local people and preserve camel raising culture. The visual beauty and more professional wrestling fields will allow stay alive and nationalization of this sport. Keywords: camel, camel wrestling, turfgrass, turfgrass management.

GİRİŞ

Deve dayanıklı, yetiştiricisine sadık, sabırlı, aynı zamanda inatçı ve kindar özelliğe sahip olan bir türdür. Fizyolojik özellikler bakımından diğer ruminantlardan farklı olarak, uzun süre açlık ve susuzluğa dayanabilmekte, gerektiğinde idrar yapımını azaltıp, böbrek tubuluslarından üreyi resorbe ederek protein sentezlemesi gerçekleştirebilmektedir (Atasoy ve Özbaşer, 2014). Bununla birlikte deve en son evcilleştirilen hayvanlardan birisidir. Devenin Arabistan Yarımadası’nda M.Ö. 1.500 yıllarında evcilleştirildiği ve M.Ö. 300 yıllarında Anadolu’ya geldiğine inanılmaktadır. Deve Türk Tarihinde her zaman önemli bir hayvan olmuştur. Moğol İmparatorluğu’nda önemli bir boy olan ve kuvvetli nüfuza sahip Calayır Kabilesi, kendilerini diğer bütün kabilelerden üstün görmüşlerdir. Bu üstünlüğün tek sebebini, “Vaktiyle Uygur Kağanlarının develerini yağlamış olma” görevi ile edindiklerini söylemişlerdir (Yılmaz ve Ertuğrul, 2015a). Türkiye’de 1937 yılında 118.211 baş deve bulunurken sonraki yıllarda hızla azalmış ve 2003 yılında 808 baş ile en alt seviyeye inmiştir. Daha sonra deve sayısı az da olsa artmaya başlamış ve 2015 yılında 1.543 rakamına ulaşmıştır.

72

Şekil 1. Türkiye’de deve yetiştiriciliği yapan iller ve baş sayıları (Kaynak: http://i926.photobucket.com/albums/ad110/cografyamnet/Deve%202014_zpsjmpoqilw.jpg)

Develerin yük taşımacılığı ve deve güreşleri amacı ile genellikle Çanakkale’den Antalya’ya uzanan ve denize kıyısı olan illerde yetiştirilmektedir. Özellikle gelişen teknoloji ve küreselleşen dünya düzeninde dağ yörükleri sahip oldukları develeri çeşitli nedenlerden dolayı satmakta, bu sebeple Anadolu yarımadasında devecilik kültürü giderek azalmaktadır. Yapılan bu derlemenin amacı kültürel mirasımızın ayrılmaz bir parçası olan devecilik kültürü ve deve güreşlerinin ulusal marka değeri haline gelebilmesi için güreş alanlarının gerçek bir spor tesisi haline dönüştürülebilmesidir.

Deve Güreşleri

Deve güreşi, dövüşten çok devenin kendi gücünü ve kabiliyetini seyirci karşısında sergilemesidir. Güreşler genelde eğitim, kültür, sağlık, spor amaçlı konularda faaliyet gösteren dernekler tarafından düzenlendiği gibi, bazı yerlerde belediyeler tarafından da organize edilmektedir. Güreşlerde müşterek bahis ve iddia söz konusu değildir (Atasoy ve Özbaşer, 2014). Güreş organizasyonları ticari aktiviteler, özel ritüeller, gelenek ve görenekler, müzik ve dans gibi birçok elemanı içerir. Güreşleri sıradan halk tabakası düzenler ve bu güreşler kültürel alışveriş için iyi bir fırsattır. Güreşlerden bir gün önce yerleşim yeri içinde bir geçit töreni düzenlenir ve süslenmiş, havut giydirilmiş develerin geçişi vatandaşlar tarafından izlenir. Geçit töreninin sonunda develer uygun bir meydanda toplanır ve vatandaşlarla deve ve deveciler burada bir araya gelirler. Davul ve zurna gerek bu geçit töreninin, gerek ertesi günkü güreşlerin ayrılmaz bir parçasıdır ve yöreye has geleneksel zeybek ve harmandalı havalarını çalarlar (Yılmaz ve Ertuğrul, 2015a).

73

Her yıl sekiz farklı ilde, toplam 60-70 civarında güreş düzenlenir. Güreş takviminin uzunluğu tamamen develerin kızgınlık süresine bağlıdır. Develer kasım sonu aralık başı gibi kızgınlığa girerler ve mart sonuna kadar kızgınlıkta kalırlar. Bu, yaklaşık 4 aylık süre içinde her hafta sonu pazar günü 5-6 farklı yerde olmak üzere güreş takvimi 1 yıl önceden ayarlanır. Güreş takviminin duyurulması eskiden hazırlanan posterler ve telefon ile yapılırken, günümüzde bu işlem çeşitli internet siteleri ile yapılmaktadır (Yılmaz ve Ertuğrul, 2015a).

Çizelge 1. Deve güreşlerinin yapıldığı yerleşim yerleri ve bağlı oldukları iller (Yılmaz ve Ertuğrul, 2015a).

İl (Güreş Sayısı) Güreş Yapılan Yerleşim Yeri Çanakkale (12) Ayvacık, Bayramiç, Biga, Büyüktepe, Çan, Çanakkale, Çardak, Ezine, Geyikli, Karacaören, Lapseki, Umurbey Balıkesir (7) Altınoluk, Altınova, Ayvalık, Burhaniye, Karaağaç, Pelitköy, Sarıköy Manisa (4) Gökkaya, Gölmarmara, Sarıgöl, Turgutlu İzmir (13) Armutlu, Bağyurdu, Bayındır, Bayraklı, Bergama, Harmandalı, Haydarlı, Kemalpaşa,Menemen, Pınarbaşı, Selçuk, Tire, Torbalı Aydın (20) Atça, Bağarası, Bozdoğan, Buharkent, Çine, Didim, Germencik, Işıklı, İncirliova, Köşk, Kurtuluş, Kuşadası, Kuyucak, Nazilli, Ortaklar, Osmanbükü, Selçuk, Söke, Turanlar, Yazıdere, Yenipazar Denizli (4) Acıpayam, Buldan, Sarayköy, Yenicekent Muğla (13) Bodrum, Dalaman, Gökova, Karaçulha, Konacık, Milas, Mumcular, Ören, Ortakent, Selimiye, Turgutreis, Yalıkavak, Yatağan Antalya (2) Demre, Kumluca

Bir güreşe genellikle 100-150 arası deve katılır yani 50-75 güreş yapılır. Sabah 10 civarında başlayan güreşler genellikle akşama doğru biter. Her güreş 10-15 dakika arasında sürer. Bu sürenin sonunda yenişemeyen develer hakemce berabere ilan edilir (Yılmaz ve Ertuğrul, 2015a).

Deve Güreş Alanları ve Çim Alan Tesisi Olanakları

Güreş alanlarına genellikle ‘arena’ adı verilir. Arenalar sıklıkla toprak zeminli bir sahadır. Arena alanında en önemli şart, yakınlarda uçurum ya da yar olmamasıdır. Çünkü develer güreş heyecanı ile buradan düşebilirler (Yılmaz ve Ertuğrul, 2015b).

74

Uygun futbol sahaları güreşler için en uygun alanlardır. Ancak çok geniş katılımlı deve güreşlerinin yapıldığı Selçuk Deve Güreşleri gibi güreşler için özel deve güreşi arenaları bulunmaktadır ki, Selçuk Deve Güreşleri’ni genellikle 25.000 civarında seyirci izler (Yılmaz ve Ertuğrul, 2015b).

Şekil 2: Sarayköy Geleneksel Deve Güreşi Festival Alan (Kaynak: http://static.panoramio.com/photos/large/8994156.jpg )

Deve güreş alanları genellikle çok fazla kullanılmayan arazilerde yapıldığından medya ve devlet desteğinin ciddi düzeyde olmamasından dolayı kültürel mirasımızın önemli parçası deve güreşleri ilerleyen yıllarda yok olmaya yüz tutacaktır. Ancak, at yarışı ve polo oyunu gibi hayvanların ön planda olduğu oyunların hem marka değerlerinin olduğunu ve simge haline geldiklerini görmekteyiz. Bunun sebeplerinin başında verilen devlet destekleri ve oyunların oynandığı tesislerin görsel ve ihtiyaçlar doğrultusunda hazırlanmış olması gelmektedir. Bu oyunlar için hazırlanmış olan tesislerden en önemlisi çim alan tesisleridir.

Çim alan tesislerinin yapımı tarih itibarı ile orta çağa kadar gitse de bu tesisler özellikle endüstri çağından sonra popüler hale gelmişlerdir. Popüler hale gelmesine sebep toprak erozyonunu önlemesi ve göze hitap etmesi olduğu düşünülmektedir. Çim alan tesisleri neredeyse bütün spor türleri için uygun tesislerdir (Emmons, 2008).

75

Deve güreşlerine benzer özellikler taşıyan Polo oyunu da eski yıllarda hobi amaçlı oynandığı için drenajı olmayan, düzgün özellikler taşımayan toprak sahalarda oynanırdı. Ancak daha sonra yapılan çim alan tesisi uygulamaları ile bu spor dünyada bir marka haline geldi (Radueg, 2012).

Şekil 3. Polo oyunu sahası (Kaynak:http://nancyhussey.com/sites/default/files/imagecache/ property_photo_530x415/3375%20Foothill%20Road%20Polo%20Field.jpg)

Deve güreşi gibi hayvanların başrolde olduğu sporlarda çim alan tesis ederken özellikle dikkat edilmesi gereken rulo çimin mümkün olduğunca kullanılmaması gerektiğidir. Herhangi bir sebeple toprakta köklenememiş çim parçası varsa hayvanın sağlığı olumsuz yönde etkilenebilmektedir. Bu sebeple yapılacak olan tesisler tohum kullanılarak hazırlanan tesisler olması gerekmektedir. (Radueg, 2012). Böyle sporlarda çim alan tesis edilirken dikkat edilmesi gerekenler;

- Hayvanın rahat edebildiği ve ayaklarına zarar vermeyecek şekilde tesis oluşturmak, - Çimin esneklilik, dayanıklılık ve hayvanın rahatça itme gücüne sahip olacağı türlerden hazırlanan karışımlar oluşturulması, - Bütün alan için homojenliğin sağlanması,

76

- Düşmelere ve taban darbelerine karşı yumuşatıcı etki göstermesidir (Cathrise, 2000).

Bunlara ilave olarak iklim, güreş takvimi gibi dış etmenleri de gözeterek çim alan tesisinin oluşturulması hem bu kültüre olan ilginin artmasını sağlayacak hem de artan ilgi ile birlikte ulusal bir marka değerine sahip olacaktır.

Deve güreşi müsabakalarının yapıldığı bölge genel olarak Ege Bölgesi olması sebebiyle ılıman iklim kuşağına özgü bir tesisin hazırlanması gerekmektedir. Aynı zamanda güreş müsabakaları Aralık- Mart ayları arasında organize edildiğinden özellikle kış aylarında ve erken ilkbahar aylarında çok fazla zarara uğramayacak çim türlerinin karışımlarda kullanılması gerekmektedir. Buna ek olarak tesis için karışım seçiminde hayvanların uyguladığı basıncı ve hayvan sahiplerini düşünerek özellikle basmaya ve aşınmaya dayanıklı türlerin tercih edilmesi gerekmektedir.

Colarado/ABD’de yapılan çalışmada Polo spor alanları için yapılan denemeler neticesinde %20 İngiliz çimi (Lolium perenne L.) - %80 Çayır Salkım Otu ( Poa pratensis L.) karışımının iyi bir karışım olacağı söylenmektedir (Radueg, 2012). Karışımda bulunan her iki tür de basılmaya ve aşınmaya dayanıklı olmalarının yanında güzel bir görüntü oluşturmaktadırlar. Bunun yanında at yarışı alanları için özellikle basmaya dayanıklı olan İngiliz çimi (Lolium perenne L.), Çayır Salkım Otu ( Poa pratensis L.) ve Kırmızı Yumak (Festuca rubra L.) türlerinin tercih edilmesi gerektiği vurgulanmıştır (Açıkgöz, 1994).

Bu türlerin kullanılacağı karışımlar ile yapılacak tesisler özellikle bakım gerektirdiğinden biçiminin, sulanmasının ve gübrelemesinin takip edilmesi o alanların sürekliliğini sağlayacaktır.

SONUÇ

Hem yük amaçlı hem de spor amaçlı düşünülse de devecilik kültürü gelişen teknoloji ile birlikte sadece kültürel mirasımızda deve güreşleri ile yerini korumaktadır. Ancak yapılan güreş müsabakalarına devletin ve medya desteğinin çok olmaması sebepleriyle bu mirasımız belki de yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Dünyanın birçok noktasında hayvanların

77

başrolde olduğu sporlar bazen tekstil sektöründe dünya markalarına dönüşmesine en önemli nedenlerden biri müsabakaların yapıldığı tesislerin yeterli olması ve verilen desteklerin üst düzey olmasıdır. Ancak deve güreşi alanlarının genellikle boş arazilerden seçilmesi, bazen uygun olmayan alanlarda güreşlerin organize edilmesi ve yönetimlerin desteğinin bu mirası ulusal bir marka haline dönüştürecek seviyede olmaması nedeniyle bu kültürümüzü ileri nesillere taşımak daha zor hale gelmiştir. Çok yüksek harcamalar yapılmadan hazırlanacak olan tesislerde hem kültürel mirasımız korunacak hem de ulusal bir değer haline gelip yerli ve yabancı turizm için önem arz edecektir. Ayrıca müsabakalar sonrasında bu tesisler bölgede halihazırda açık spor oyunlarına sahne olabilecek ayrıca yeni spor türlerinin bu alanlarda oynanmasına vesile olabilecektir.

78

Kaynakça Açıkgöz, E. Çim Alanlar Yapım ve Bakım Tekniği. 1. Baskı. Çevre Peyzaj Mimarlığı Yayınları, 1994; 105. Atasoy, F., Özbaşar, F.T. Anadolu’da deve yetiştiriciliği, Lalahan Hay. Araşt. Enst. Dergisi, 2014; 54(2): 85-90. Cathrise, H. Turf Maintenance for Thoroughbred Horse Racing, Sports Turf Manager, 2000; June, 6-7. Emmons, R. Turfgrass Science and Management, 4. Baskı. Delmar Changing Learning, 2008; 1-50. Polo Oyun Sahası http://nancyhussey.com/sites/default/files/imagecache/property_photo_530x415/3375%20Foo thill%20Road%20Polo%20Field.jpg Radueg, D. Polo Fields: Uniquelly challenging turf management, Sport Turf, 2000; January, 16-19. Sarayköy Geleneksel Deve Güreşi Festival Alan http://static.panoramio.com/photos/large/8994156.jpg , Erişim Tarihi: 18.10.2016 Türkiye’de deve yetiştiriciliği yapan iller ve baş sayıları http://i926.photobucket.com/albums/ad110/cografyamnet/Deve%202014_zpsjmpoqilw.jpg, Erişim Tarihi: 18.10.2016 Yılmaz, O., Ertuğrul, M. Zootekni Bilimi Açısından Türkiye’de Deve Güreşleri, Hayvansal Üretim, 2015a; 50(1) 70-79. Yılmaz, O., Ertuğrul, M., Türk Kültüründe Deve Güreşleri, BEU. SBE. Dergisi, 2015b; 4(1): 158-171. Yılmaz, O., Ertuğrul, M. Deve Güreşi mi, deve dövüşü mü? Adnan Menderes Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi, 2015c; 12(2); 117-123.

79

SONSÖZ

Prof. Dr. Atakan KOÇ Adnan Menderes Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü, Aydın, Türkiye. [email protected]

Selçuk’ta birincisi gerçekleştirilen Uluslararası Selçuk-Efes Devecilik Kültürü ve Deve Güreşleri Sempozyumu’nda sunulan bildirilerde develer, üreme, davranış, morfolojik özellikleri, et ve süt verimi ve yapısı bakımından diğer ruminant türlerinden önemli farklılıklar gösterdiği dile getirilmiştir. Tek hörgüçlü (Camelus dromedaries) ile çift hörgüçlü (Camelus bactrianus) develerin aynı kromozom sayısına sahip olmalarına karşın (2n=74) aynı tür olarak kabul edilmeyip ayrı türler olarak değerlendirildiği ve türler arasında örneğine çok fazla rastlanılmayan çiftleşmelerinden doğan yavruların (hibritlerin) üreme yeteneğine sahip olduğu bilinmektedir.

Develerin bir hafta süresince hiç su içmeden yaşayabilmeleri, kurak şartlarda süt üretimlerini devam ettirebilmeleri, diğer çiftlik hayvanı türlerinin aksine çalı formundaki bitki ve ağaçlarla dahi beslenebilecek geniş bir yem kaynağına sahip olmaları, çöl koşullarında yüksek sıcaklıklarda vücutlarındaki suyu idareli kullanmak için gündüz terleyerek değil, gece vücut sıcaklıklarını düşürerek vücutlarındaki ısıyı atmaları, verdikleri nefesteki nem oranını düşürebilmeleri, metabolik faaliyetler sonucu dışarı atılan su miktarını düşürerek az idrar yapmaları ve aynı zamanda idrarla ve gübreyle atılan su miktarını azaltmaları, sığırlara göre metan gazı salınım miktarının 1/3 kadar daha az olması gibi nedenler, Kuzey Afrika’da olduğu gibi, kurak ve yarı kurak bölgelerde deveyi diğer ruminant hayvan türleri arasında rakipsiz bir hayvan türü olarak öne çıkaran unsurlar olarak değerlendirilebilir.

Develerin, yüksek sıcaklık ve düşük yağışın görüldüğü alanlara iyi uyum sağlaması, küresel ısınmadan dolayı yeryüzünde sıcaklığın artması ve yağış miktarının azalarak kurak ve çöl alanların genişlemesi gibi etkenler, son 50 yıllık süreçte iki kattan fazla artarak 28 milyon başa ulaşan dünya deve sayısının gelecekte de artmaya devam edeceği öngörüsünü güçlendirmektedir. Dünya genelinde deve sayısının artışına bağlı olarak develerden üretilen başta süt olmak üzere diğer ürünlerin üretim miktarlarında da artışlar olacağı açıktır.

Devenin ürünlerinden birisi olan ve FAO verilerine göre üretim miktarı yaklaşık 2.8 milyon ton olan ancak dünya genelinde üretim miktarının çok daha fazla olduğu tahmin edilen

80

deve sütü, çöl koşullarında ve çorak alanlarda yaşayan insanların temel hayvansal gıda ihtiyacının karşılandığı bir kaynak olarak görülürken, hayvansal gıda ihtiyacının deve dışındaki diğer türlerinden sağlandığı toplumlarda birçok hastalığa karşı sağladığı tedavi edici etkisi öne çıkmakta ve bu özelliği nedeniyle yüksek fiyata pazarlanabilmektedir. Ancak, deve sütünün çeşitli hastalıkların tedavisine katkı sağladığına dair sağlık alanında çalışan bilim insanlarının yapacağı ayrıntılı çalışmalara ihtiyaç duyulduğu da vurgulanmalıdır.

Vurgulanması gereken unsurlardan birisi de deve sütünden elden edil ürünlerdir. Deve sütü üretiminin yüksek olduğu ülkelerde deve sütünden çok değişik ürünlerin elde edildiği bilinmektedir. Ancak ülkemizde kurulmuş olan az sayıdaki deve çiftliğinde üretilen sütlerden deve sütünün sahip olduğu özellikler nedeniyle ürün işleme teknolojisi ve yöntemlerine ihtiyaç duyulduğu da açıktır.

Sonuç olarak artan dünya nüfusuna bağlı olarak hayvansal gıda talebindeki artış, başta sera gazı salınımı (çiftlik hayvanlarının payı %18) olmak üzere birçok orman alanının yok edilerek mera ya da bitkisel üretim alanına dönüştürülmesine ve tarımsal üretimde ihtiyaç duyulan suyun artışına neden olarak hayvansal gıda üretiminin önemli ölçüde gerçekleştirildiği başta sığır olmak üzere çiftlik hayvanı türlerinin yetiştiriciliği üzerinde bir baskı oluşturmaktadır. Bu türlerin küresel ısınmadan yüksek derecede etkilenecek olmaları ve küresel ısınmaya katkı yapan metan (CH4) ve nitröz oksit (N2O) gibi gazların salınımında önemli paya sahip olmaları tarımsal üretimde çiftlik hayvanlarının konumunun tartışmalı hale gelmesine yol açacaktır. Sadece çöl ya da yarı-kurak alanlarda yaşayan insanların hayvansal gıda ihtiyacını karşılamada değil, küresel ısınma sonucunda artan hava sıcaklığı ve azalan yağış miktarıyla verimsiz alanların artacağı da düşünülecek olursa, devenin uzun vadede birçok bölgede gelecekte mevcut çiftlik hayvanlarının yerini alacağına dair bir öngörüde bulunulabilir.

Selçuk’ta birincisi gerçekleştirilen Uluslararası Selçuk-Efes Devecilik Kültürü ve Deve Güreşleri Sempozyumu’nun benzerlerinin ülkemizde deve güreşi yapılan diğer il ya da ilçelerde yapılarak devam ettirilmesi deve yetiştiricilerinin sorunlarının dile getirilmesine ve çözüm önerilerinin ortaya atılmasına olanak tanırken, deve yetiştiriciliği, bakım-yönetimi, üremesi, beslemesi, genetiği, sağlığı gibi birçok alanda araştırmaların yapılmasını sağlayarak deve biyolojisi hakkındaki bilgi eksikliğinin giderilmesine önemli katkı sağlayacaktır.

81

.

ULUSLARARASI DEVECİLİK KÜLTÜRÜ VEDEVE GÜREŞLERİ SEMPOZYUMU 17-19 KASIM 2016 SELÇUK, İZMİR SAĞLIK BİLİMLERİ

FIRST INTERNATIONAL SYMPOSIUM ON CULTURE OF CAMEL-DEALING AND CAMEL WRESTLING 17-19 NOVEMBER 2016 SELÇUK, İZMİR, TURKEY MEDICINE AND HEALTH SCIENCE

Edited by Yrd. Doç. Dr. Hasan ERDOGAN Editör

82

GİRİŞ Yrd. Doç. Dr. Hasan ERDOGAN Adnan Menderes Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Aydın, Türkiye. [email protected]

Sağlık bilimleri camiası olarak I. Uluslararası Selçuk-Efes Devecilik Kültürü ve Deve Güreşleri Sempozyumu’ nun deve yetiştiriciliğinin kalelerinden olan ilimizde gerçekleştirilmesinin onur ve gururunu yaşıyoruz. Sempozyumun, Sağlık Bilimleri, Fen Bilimleri ve Sosyal Bilimler alanındaki bilimsel gelişmelerin ve teknolojik yeniliklerin ortak bir çatı altında tartışılıp değerlendirilmesi, deve yetiştiriciliğinin çağın gereksinimlerine göre yürütülmesi için mihenk taşı niteliğinde olduğu aşikardır. Bu kapsamda düzenlenen sempozyumun bölgemiz ve ülkemiz devecilik sektörüne yapacağı katkılar yanında deve yetiştiricileri ile akademik camia arasında da köprü niteliği oluşturduğu görülmektedir. Özellikle yetiştiricilerin karşılaştıkları sorunları birebir konunun uzmanları ile konuşarak çözüme ulaştırmaya çalışması sempozyumun önemli basamağını oluşturmuştur. Yalnızca deve güreşleri ile tanınan deve yetiştiriciliğinin son yıllarda kıyı Ege ve Akdeniz havzası içerisinde dişi deve üretimi şeklinde yoğunlaştığı görülmektedir. Deve etine ve sütüne olan taleplerin yetiştiricilik anlamında da yansımalarının giderek artacağı kanaatindeyiz. Bilim camiası olarak bizlerde toplum sağlığının korunması hedefi doğrultusunda, tüketicilere sağlıklı deve ürünlerinin sunulması açısından önemini tüm platformlarda açıklama gayesi içindeyiz. Adnan Menderes Üniversitesi Veteriner Fakültesi olarak deve yetiştiricilerine hastanemiz bünyesindeki geniş imkanlar doğrultusunda yoğun şekilde hizmet vermekteyiz. Üreticiler ile kurduğumuz sıcak ilişkiler sayesinde fakültemize gelen hasta sayımızda her geçen gün artmaktadır. Selçuk’ta düzenlenen sempozyum içerisinde Sağlık Bilimleri alanında sunulan develerde güç doğuma müdahale, yeni doğan yavrularında kolostrum yönetimi, develerde enfeksiyöz hastalıklar arasında yer alan ve insan sağlığı ile ilişkili Brucellozis hastalığı, Adnan Menderes Üniversitesi Veteriner Fakültesine getirilen develerin hastalıklarına toplu bir bakış, develerde yaygın görülen diş ve göz problemlerine cerrahi yaklaşımlar vb. gibi bildiriler bu bölüm içerisinde değerlendirilmiştir. Kültürel mirasımızı yaşatmaya ve bilimsel gelişmelerin paylaşılmasını sağlayan sempozyumun düzenlenmesinde desteklerinden dolayı başta Selçuk Belediyesi olmak üzere Sempozyum düzenleme kuruluna, bilim kuruluna ve emeği bulunan herkese teşekkür eder, saygılarımı sunarım.

83

CAMEL FARMING SUSTAINABILITY FOR THE THIRD MILLENIUM

Bernard FAYE Gaukhar KONUSPAYEVA FAO Camel Experts

Abstract Nowadays, three main driving forces are at work in the camel sector: (i) the emphasis of arid environmental conditions related to climate change, (ii) the globalization of the economy pushing camel farming systems to be more integrated in the market, (iii) the expansion of the area of camel breeding and the growing risk of emerging diseases. Sustainability can be described under several aspect i.e environmental, technical, economic, health and social sustainability. Two aspects should be stressed about environmental sustainability: (i) the contribution of the camels to the greenhouse gas emissions in relation to their growing demography at world level, and (ii) the management of the water with the intensification of farming systems more consuming water in a context of scarcity of water resources. For technical sustainability, two aspects can also be selected: (i) the characterization and evaluation of camels to better maintain biodiversity, or even to protect it when necessary, and (ii) the assessment of metabolic changes induced by new intensive farming systems. Economic sustainability must wonder about the place of camels in the market economy, particularly for its main production (milk, meat) which can bring added value to this farmers as long as these productions meet the needs of a population more and more urbanized requiring better quality and authenticity. Health sustainability is to better control cross-border diseases especially for a species for which exports of live animals for the meat market are subject to a widely underestimated regional dynamics both in terms of volume and epidemiological risk. Finally, social sustainability is regarding the place of the Dromedary in a more urbanized society. Beyond the role of camel farming in poverty alleviation of nomadic societies, intensive or semi-intensive camel farming is no longer defined as a "relationship, in symbiosis with the environment", but as a technical approach focused on the economic valuation of camel productions. The question is therefore how the intensification of camel farming systems will be able to maintain this harmonious relationship. Sustainable development is not a challenge only for the camel, but as 'ship of the desert', its responsibility is special, because it strongly contributes to maintain rural activities and the household economy in the most remote places on the earth. Key Words: Camel farming, Environmental conditions, climate change, market, camel breeding.

84

INTRODUCTION Nowadays, the image of camel cannot be limited to the legendary caravans or to be the runner in the dunes for the pleasure of a few wealthy emirs. Important changes occur in the camelid farming systems around the world (Faye et al., 2012; Faye, 2013) and these changes have obviously significant impacts on the animal itself and on the scientific questions raised to camel scientists. One of the main question is regarding the balance between development of the camelid farming systems and their sustainability in this new context where the traditional form of camel rearing (extensive farming, low input, high mobility, living in remote places,…) is submitted to significant and rapid changes. The concept of “sustainability” was defined by the United Nations as the development that meets the needs of the present without compromising the ability of future generations to meet their own needs (Adams, 2006). The question of the “sustainable development” for camelid farming systems cannot be ignored by the scientific community, too often hidden behind a simple search of technical innovation. The commitment into sustainable development implies responsible and proactive decision- making and innovation that minimizes negative impact and maintains balance between social, environmental, and economic growth to ensure a desirable planet for all species now and in the future. In that context, the camel, the most important animals domesticated by the mankind in the desert ecosystem, is faced to important challenges because they are directly confronted to one of the hot-spot regarding the interaction livestock/environment (Steinfeld et al., 1999), i.e. the desertification process. Everyone agrees that camelids are environmentally friendship animal and that camelid farming systems have a low environmental pressure activity (Raziq et al., 2008). However, how the current changes in the camel farming systems could modify the traditional relationships between the camel and their environment? The camel farming system in the world is under important mutation. These changes are under three main driving forces: (i) the emphasis of arid environmental conditions related to climate change marked by the growing of aridity in the desert margin where most of the camels are living, (ii) the globalization of the economy pushing camel farming systems to be more integrated in the market mainly for the milk and meat production and secondary for wool, skin and leisure (race and tourism), (iii) the territorial expansion of the area of camel breeding and the growing risk of emerging diseases due to their transboundary mobility. Based ojn these 3 main driving forces, sustainability regarding the camel farming systems can be described under several aspects i.e environmental, technical, economic, health and social sustainability. The present communication is focused on these different topics.

ENVIRONMENTAL SUSTAINABILITY Two aspects should be stressed about environmental sustainability: (i) the contribution of the camels to the greenhouse gas emissions in relation to their growing demography at world level, and (ii) the management of the water with the intensification of farming systems more consuming water in a context of scarcity of water resources.

85

1. Contribution of camel to greenhouse gas emissions A recent controversy occurs after the declaration of the Australian government regarding the destruction of the wild camel population in order to decrease the percentage of greenhouse gas emission by the country and consequently “for saving the planet” as mentioned in some newspapers. It is true that camel overpopulation could generate environmental problems and that requires proper management, but targeting camels and considering them as a major contributor to methane emission among other herbivores in Australia is quite debatable. At the world level with less than 28 million heads (FAOstat, 2014), the camel population is representing less than 1% of the total herbivorous biomass. Elsewhere, camel population is living in extensive arid lands where the carbon and methane emission is among the lowest at the surface of the earth. Moreover, recent publications confirm that the dromedary and Bactrian camel emit less methane than the other ruminants. The camels produce 0.32l/kg LW/day methane vs 0.58l/kg on average for cattle and sheep (Dittman et al., 2014) due to the lower fiber intake of the camelids. At the world level, it’s mean that the contribution of camelids (small and large) in the emission of methane is approximately 1% vs 72% for cattle (figure 1). The camelids represent only 0.92% of the animal population of ruminants and domestic pseudo-ruminants while cattle account for 38% (Faye and Bonnet, 2012).

Figure 1. Contribution of the different ruminant species (in %) to the methane emission and their relative population at world level

In the same way, it has been demonstrated that on average, the emission of ammonia in a stable of adult camels is estimated at 5-6 kg of ammonia/head/year, corresponding to about 50% of what makes a dairy cow. Moreover, if manure management is included in the calculation ammonia emissions are not more than 1.5-2.0 kg/animal/year i.e., 10 to 20% only of what produces a cow (Smits and Montety, 2009).

86

However, even if the camels are still marginal species compared to the other domestic herbivorous ‘compared to the 1.5 billion cattle), the pressure they exert on the environment is increasing proportionally faster than the other farm animals because their growth is quite important: more than 2% yearly i.e., more than cattle, sheep and horse (Faye and Bonnet, 2012). However, the camel density (number of camels per km²) is still low. The highest densities observed in the Horn of Africa and the United Arab Emirates are approximately 2 camels/km² and in Sahelian countries they don’t overpass 1 camel/km². Finally, the question of the ecological footprint of the camelid stock could appear more acute in those regions of the world. However, it is the balance between the growth in camelid population and the ability to maintain a sustainable use of the resources that must be reached.

2. Water management Indeed, the “ecological footprint” of the camelids has to be assessed by their environmental carrying capacity, i.e. the ratio between the whole population and the available resources (water, feeding, land) for maintaining the livestock production (Alemayehu et al., 2012). Due to the ecosystem where camel is living, the water is the main environmental constraint. Yet, by its ability to stay several days without drinking, it can use rangelands far away from the water points, and then decrease the grazing pressure around them. But what happened in intensive farms? In Saudi Arabia for example (Abdallah and Faye, 2013), the camel farming systems is moving from the extensive form (the Bedouin system based on camel mobility, low inputs, pastoral feeding and low market integration) to a semi-intensive or even an intensive system (based on feeding by irrigated feedstuffs, settlement and market integration). In such change, the water consumption increased from 3,000 m3/ha to 35,000 m3/ha (Table 1). The biomass productivity passing from 5 tons to 18 tons of dry matter per hectare, the water consumption for feeding one camel is multiplied by 3.2 contributing to higher pressure on water resource. The assessment of water consumption per liter of produced milk is multiplied by 9 passing from 94 to 860 liters per kg of produced milk (table 1). At the national level, based on FAO statistics regarding camel population and considering the percentage of the different systems today (Abdallah and Faye, 2013) compared to the situation in 1961 where almost all camels were reared in the Bedouin system, the water consumption in Saudi Arabia increased approximately from 180,000 m3 to 280,000 m3 in the Bedouin system while it passed from 7,000 to 860,000 m3 in intensive system during the last 50 years.

87

Table 1. Assessment of the water consumption in two different camel farming systems in Saudi-Arabia item Intensive system Bedouin system

water/ha (m3)* 35000 3000

DM production (kg) 18000 5000

% proteines in feed 14 11

Nb camel/ha 4.11 1.14

water/camel (l) 8517 2628

prot/animal/ha (g) 613 482

milk/ha (l) 11.1 8.8

water/milk (l/kg) 860 94

item Intensive system Bedouin system water/ha (m3)* 35000 3000 DM production (kg) 18000 5000 % proteines in feed 14 11 Nb camel/ha 4.11 1.14 water/camel (l) 8517 2628 prot/animal/ha (g) 613 482 milk/ha (l) 11.1 8.8 water/milk (l/kg) 860 94 *This number included only the water irrigation for fodders Thus, the water demand increased considerably due to the changes in the farm management regarding especially the feeding systems. This aspect has to be taken into serious account in the near future. The intensification of the camel production is contributing to significantly increase the pressure on the water resources in spite of the ecological advantages of the camel. However, similar estimations have to be done for dairy cattle in similar ecosystem, in order to evaluate the potential comparative advantage of camel for sustainable production. In intensive camel production, the technical model adopted by the farmers for the feeding system is mainly based on irrigated alfalfa plus concentrates like barley and/or wheat bran. The use of agro-food by-products is not often suggested. For example, olive cake which

88

is commonly used in desert sheep diet from countries producing olive was rarely tested in camel (Faye et al., 2013). Yet, such by-products could be a partial alternative to the distribution of green forages or cereals obtained by irrigation in a context of very high water constraint contributing to a more sustainable feeding system. It is obvious that alternative ingredients for feeding high-yield camel is a convenient approach for contributing to a better balance between natural resources and camel production. The development of fodder production under salty water irrigation is one of the ways suggested by scientists (Breulmann et al., 2007).

TECHNICAL SUSTAINABILITY For technical sustainability, two aspects are discussed: (i) the characterization and evaluation of camels to better maintain biodiversity, or even to protect it when necessary, and (ii) the assessment of metabolic changes induced by new intensive farming systems. 1. The camel biodiversity: a richness to preserve In camel, the selection pressure by human was quite soft compared to other domestic ruminants as cattle, sheep and goat. Contrary, for example, to dairy cattle and goat where the Holstein-Friesian and the Saanen breed became respectively predominant, there was no “invading” camel breed at the world level, and the gene exchanges between camels remain marginal. The selection achieved by the breeders in the camel history had only oriented camel phenotypes for special use as packing, racing, wrestling and more recently to dairy, meat or wool production. Recent molecular genetic studies regarding camel at world level showed that the camel genetic variability is originating from Arabian Peninsula where the camel diversity is the most important (Almathen et al., 2016) and confirmed the origin of all the dromedary camels in Africa and Asia. For example, a high genetic difference was observed between North and West African types in one hand, and “breeds” from the Horn of Africa in another hand. Thus, these two camel populations are closed to two different camel genotypes from Arabian Peninsula. In Saudi Arabia, 3 main populations were identified, confirmed by phenotypic description (Abdallah and Faye, 2012). However, the knowledge regarding the camel breed’s or type’s performances is still low. Regular records of dairy or growth performances in order to create a nucleus for genetic improvement, is quite marginal and generally involves few animals. There is no national selection program in most of the “camel countries”. The increase of milk and meat productivity was mainly linked to the population growth. In most of the cases, the genetic progress is close to zero because the replacement’s camels were selected not on the basis of their additive genetic values for growth traits or dairy production, but mainly on their appearance and conformation (Al-Mutairi et al., 2010). There is an urgent need for setting up record systems of camel performances of the different breeds and types, for establishing proper selection program for the improvement of the productivity. But, it is necessary also to characterize properly the camel biodiversity and to preserve some ecotypes having low herd size or living in specific environment. For example, in Saudi Arabia, camel breed as Adhana limited to mountains area (Faye et al.,

89

2011) or in Pakistan, Raigi breed which have relatively low number of heads but are very well adapted to specific milieu (Raziq et al., 2011). Some breeds or types could have specific physiology which must be deepen for a better understanding of the adaptation process. For example in Niger, it has been stated that the reproductive performances and reproduction cycle was quite different between Manga and Azarghaf testifying an important physiological difference in the ovarian activity (Vias et al., 2006). 2. Intensification and metabolic changes Due to their high adaptation to arid lands, large camelids are interesting for maintaining rural activities in the most inhospitable places of the earth. Their anatomy, physiology and behavior are designed to survive in such harsh environment. The consequences of intensification process of their management are obviously a big matter of issue, insufficiently approached by scientists. The large camelids are regarded as multipurpose animals (milk, meat, wool, skin, manure, transport, race, tourism, agricultural work and beauty contest). The intensification leads to specialization: camel dairy farms for milk production, feed-lots for meat production, racing or wrestling stables for example. But except for race, the animals were rarely selected for such limited purpose. In pastoral areas, the camel is able to graze a highest variety of plants than the ruminants, including halophytes grass, bush and trees, leading to a lower pressure on the floristic biodiversity of the arid lands (Chehma et al., 2010). He has ambulatory and low gregarious behavior in pasture, passing more than 8 hours/day to graze (Faye and Tisserand, 1989) while, in intensive farms, he becomes settled and is fed with monotonous diet distributed twice a day. His digestive physiology (nitrogen recycling, slow transit, ruminal flora,…) allows him to better use low quality forages and leads to a better feeding efficiency than cow, contributing to a better resources/production ratio (Jouany, 2000). But, the consequences of a more limited feeding variability and more spaced meals on the rumen flora, on the feeding conversion, on the fattening, or on metabolic disorders are not sufficiently studied. The daily intake is increasing also passing from 1.8-2.2 kg DM/100kg LW to 2.5-3 kg DM/100kg LW, leading sometimes to the “obesity” of camel, marked with exceptional hump weight. The camel milk is reputed for its medicinal virtues, true or supposed (Konuspayeva et al., 2004), and the nomads attribute those health effect to the milk composition linked to the desert plants. The impact of the changes in feeding practices (low diet variety, spaced meals) on the milk composition and medicinal activities is not really investigated as well as on the nutritive value and chemical composition of the camel meat (Kadim et al., 2008).

ECONOMIC SUSTAINABILITY Mainly used in the past as a “desert ship” for the transportation of goods and human, the camel produced also milk, meat and wool which were self-consumed in most of the cases. In consequence, camel rearing was poorly integrated to market. The growing urbanization and the increase of camel products demand from consumers less connected to Bedouin life have precipitated the market development for the camel products, especially milk which was

90

formerly regarded as a gift for the visitors. However, the challenge for a sustainable economy is to manage economic development without increasing resource use and environmental impact. This must be done by using strategies and technology that break the link between economic growth and environmental damage. In that sense, camel economy has to minimize the depletion of natural capital. In other word, the increasing integration of camel rearing into the market has to take in account the consequences of this development on the environment and social organization of the camel production system. Of course, the intensification process described above, subject to the possibilities of offering low “ecological cost” fodder to selected high-yield camels is clearly a way for increasing the camel productivity, but this intensification has to be linked to the production of high quality products (both in term of organoleptic and hygienic aspects) presenting comfortable added values to the producers. The camel has obviously good assets regarding the quality of its products. Camel milk and camel milk products like fermented milk are acknowledged for their dietetic and even medicinal properties (Konuspayeva et al., 2004). The fermented milk as shubat (Kazakhstan), gariss (Sudan), susaac (Kenya) or zrig (Mauritania) are appreciated for their probiotic virtues. Camel meat is also characterized by high quality protein with low cholesterol content to the consumers (Raiymbeck et al., 2015). Moreover, considerable efforts have been done to propose new milk and meat products (Farah and Fisher, 2004). Due to the supposed or proved properties of the camel products, their prices on the market are generally high. The camel productions appear rather profitable, although the hygienic conditions could be improved in many cases (Eberlein, 2007). In several countries, camel dairy plants were implemented contributing to the emerging of powerful value chains leading to a rational organization of camel milk producers, the integration of the camel sector in the national livestock economy, and the development of a distributors’ network (Abeiderrahmane, 1997). In Central Asia and in Middle-East, fermented and pasteurized camel milk, as well as camel meat, is available in supermarket. Contrary to milk, the camel meat market is regional and lead to important flow of live camel stock, especially from the Sub-Saharan countries and Horn of Africa to northern Africa and Arabian Peninsula (Aklilu and Catley, 2011). So the pattern for camel meat economy appears different than for milk which remains integrated into local market. The camel meat represents 0.13% of the total meat consumed in the world and 0.45% of the herbivorous meat only. However the growth of camel meat production is higher than for cattle meat but comparable to that of buffalo meat. However, the sustainability of such market is depending on two main aspects: the security and the health constraints. The camel stock market for export is widely “informal” (no official declaration) and if the commodity channel is well organized (based on oral agreements and tribal relationships between the stakeholders of the commodity channel), the economic importance of this market at national level is not well documented. This lack of official implementation contributes to the insecurity all along the trade routes, especially in countries where local conflicts occur (especially in the Horn of Africa). One important point regarding the sustainable camel economy is to integrate (i) ecosystem services offered by the camel farming systems, in one hand, and (ii) negative “externalities” of the camel farming activities on the environment, in another hand. In order to

91

promote “sustainable business practices”, the price of the products and the taxes on the trade should include those aspects.

HEALTH SUSTAINABILITY Health sustainability is to better control cross-border diseases especially for a species for which exports of live animals for the meat market are subject to a widely underestimated regional dynamics both in terms of volume and epidemiological risk. Indeed, diseases are of particular concern when camels are forced to live outside of their natural habitat. In many countries, the veterinary services are poorly trained for camel health care and accustomed to camel diseases prevention. Mange, plant poisoning or tick infestations are common. Emerging diseases provoking high mortality are also regularly described (Faye et al., 2012; Khalafalla et al., 2010; Roger et al., 2000). Because of the increase in the risk of transboundary diseases in camel, the World Animal Health Organization (OIE) in Paris has implemented one ad-hoc group of experts on camel diseases for establishing rules and standards (nomenclature of diseases, diagnosis kits, references lab, etc).

SOCIAL SUSTAINABILITY Finally, social sustainability is regarding the place of the Dromedary in a more urbanized society. Beyond the role of camel farming in poverty alleviation of nomadic societies, intensive or semi-intensive camel farming is no longer defined as a "relationship, in symbiosis with the environment", but as a technical approach focused on the economic valuation of camel productions. The question is therefore how the intensification of camel farming systems will be able to maintain this harmonious relationship. The anthropologists have already underlined the social role of camel in the nomad way of life. In low input systems of Africa and Asia, camel is an element of the social prestige of the owners, a capital for ensuring the well-being of their family, and, due to its remarkable resistance to drought, a security face to the climatic changes as it was observed in Sahelian countries contributing to the poverty alleviation (Vias and Faye, 2009), the changes in the farming systems enlightened above, could modify also how the camel is perceived. The “traditional life” in the desert is regarded as a “harmonious, symbiotic relationship with the environment” (Breulmann et al., 2007), the pastoralists managing their fragile rangelands without over-exploiting them (Olsvig-Whittaker et al., 2006). Camels fulfil the dreams of desert men, help to describe their environment, and still inspire poets. But he also recalls outdated images based on ignorance and prejudice, which confine it to the past or even obsolete positioning. This ambiguous relationship is reflected in social behaviors, in popular symbols and in some development policies implemented by decision-makers. Nowadays, relationships with the camel in both Northern and Southern societies are still ambiguous, moving between marginalization and idealization (Faye and Brey, 2005). However, the changes in the camel farming systems don’t destroy the proximity to the nature including the emotional links with the camels. For proof, in spite of the new standard

92

of life developed in Middle-East, the search for the quality of life, by passing for example the week-end under the Bedouin tent surrounded by the camel herd, is still expected by the recently urbanized people. The relationships of the camel with the herders are moving between identity and modernity (Faye, 2016). The challenge of the new camel farming systems based on the intensification of the management and production would be to maintain this relationship. CONCLUSION The challenges of the livestock farming for a sustainable development are not necessary specific to camel. But, as camel is specifically, “the animal of the desert”, there is a special responsibility for the camel stakeholders, producers, decision-makers, or scientists. Face to the camel demography growth at the world level, a better balance with the carrying capacity has to be reached by the intensification of the camel management while respecting camel diversity and water resources. New camel farming systems have to propose products with high added values, both in term of quality and of economic interest for a market more and more sensitive to the ecological conditions of production.

93

References

Abdallah, H.R., Faye, B. 2012. Phenotypic classification of Saudi Arabian camel (Camelus dromedarius) by their body measurements. Emir. J. Food Agric., 24(3), 272-280 Abdallah, H. R., Faye B., 2013. Typology of camel farming system in Saudi Arabia. Emirates J. Food Agric., 25(4), 250-260 Abeiderrahmane, N., 1997. Camel milk and modern industry. J. Camel Pract. Res., 4, 223-228 Adams, W.M., 2006. Report of the IUCN Renowned Thinkers Meeting, 29–31 Aklilu, Y., Catley, A., 2011. Shifting sands: the commercialization of camels in mid-altitude Ethiopia and beyond. Feinstein International Center Publ., Tufts Univ., Medford, USA Alemayehu, M., Amede, T., Böhme, M., Peters K.J., 2012. Increasing livestock water productivity under rain fed mixed crop/livestock farming scenarios of sub-saharan Africa: a review. J. Sustainable develop., 5(7), 1-10 Almathen F., Charruau P.,Mohandesan E., Mwaharo J.M.,Orozco6terwengel P., Pitt D.,Abdussamad A.,Uerpmann M., Uerpman H.P., Decupere B.,Magee P., Alnaqeeb M., Salim B., Raziq B. , Dessie T., Abdelhadi O., Banabazi M.,El6eknah M.,Walzer C., Faye B. , Hofreiter M., Peters J., Hanotte O., Burger P., 2016. Ancient and modern DNA reveal dynamics of domestication and cross-continental dispersal of the dromedary. PNAS, 113(24), 6707-6712 Almutairi, S.E., Boujenane, I., Musaad, A., Awad-Acharari, F., 2010. Genetic and non- genetic effects for milk yield and growth traits in Saudi camel. Tropical Animal Health Production. 42, 1845–1853 Breulmann, M., Boer, B., Wernery, U., Wernery, R., El-Shaer, H., Alhadrami, G., Gallacher, D., Peacock, J., Chaudhary, S.A., Brown, G., Norton, J., 2007. The camel, from tradition to modern times. Unesco Doha Publ., Doha (Qatar) Chehma A. ,Faye B., Bastianelli D., 2010. Valeurs nutritionnelles des plantes vivaces des parcours sahariens algériens pour dromadaires. Revue Fourrages, 204, 263-268 Dittmann M.T., Runge U., Lang R.A., Moser D., Galeffi C., Kreuzer M., Clauss M., 2014. Methane emission by camelids. Plos one, 9(4), e94363, 1-8 Eberlein, V., 2007. Hygienic status of camel milk in Dubai (United Arab Emirates) under two different milking management systems. Dissertation, LMU München: Faculty of Veterinary Medicine, München, Germany, 1-101. Farah, Z., Fisher, A., 2004. Milk and meat from the camel. Handbook on products and processing. Swiss Federal Institute of Technology, Verlag Publ., Zurich, Switzerland Faye, B., & Tisserand, J.L., 1989. Problèmes de la détermination de la valeur alimentaire des fourrages prélevés par le dromadaire. Séminaire sur la nutrition et l’alimentation du dromadaire, Ouargla, Algérie. Options méditerranéennes. Séries séminaires n°2, 61-65.

94

Faye B., Brey F., 2005. Les relations entre chameaux et société: entre marginalisation et idéalisation. Revue Ethnozootechnie n°77 –Varia, 43-50 Faye, B., Abdallah, H., Almathen, F., Harzallah, B., Al-Mutairi, S., 2011. Camel biodiversity. Camel phenotypes in the Kingdom of Saudi Arabia. Camel Breeding, Protection and Improvement Center, project UTF/SAU/021/SAU, FAO publ., Riyadh (Saudi Arabia) Faye B., Chaibou M., Vias G., 2012. Integrated impact of climate change and socioeconomic development on the evolution of camel farming systems. British J. Environ. Clim. Change, 2(3), 227-244 Faye B., Bonnet P., 2012.Camel sciences and economy in the world: current situation and perspectives. Proc. 3rd ISOCARD conference. Keynote presentations. 29th January -1st February, 2012, Mascate (Sultanate of Oman), 2-15 Faye B., 2013. Camel Farming Sustainability: The Challenges of the Camel Farming System in the XXIth Century. J. Sustainable Dev., 6(12), 74-82 Faye B., Konuspayeva G., Narmuratova M., Serikbaeva A., Musaad A.M., Mehri H., 2013. Effect of crude olive cake supplementation on camel milk production and fatty acid composition. Dairy Sci.Technol., 93, 225-239 Faye B., 2016. Des dromadaires et des hommes au Moyen-Orient: Identité et modernité. Anthropology of the Middle East, 11, 1, 51–65 Jouany J. P., 2000. La digestion chez les camélidés : comparaison avec les ruminants. INRA Prod. Anim., 13 (3) ,165-176. Kadim, I. T., Mahgoub, O., Purchas, R.W., 2008. A review of the growth, and of the carcass and meat quality characteristics of the one-humped camel (Camelus dromedaries). Meat Sc., 80, 555-569. Khalafalla A.I., Saedd I.K., Ali Y.H., Abdurrahman M.B., Kwiatek O., Libeau G., Obeida A.A., Abbas Z., 2010. An outbreak of peste des petits ruminants (PPR) in camels in the Sudan. Acta trop., 116, 161-165 Konuspayeva, G., Loiseau, G., Faye, B., 2004. La plus-value « santé » du lait de chamelle cru et fermenté : l’expérience du Kazakhstan. Renc. Rech. Rumin., 11, 47-50. Olsvig-Whittaker, I., Frankenberg, E., Perevolotsky, A., Ungar, E.D., 2006. Grazing, overgrazing and conservation. Changing concepts and practices in the Negev rangelands. Sécheresse, 17, 195-199 Raiymbek G., Kadim I., Konuspayeva G., Mahgoub O., Serikbayeva A., Faye B., 2015. Discriminant amino-acid components of Bactrian (Camelus bactrianus) and Dromedary (Camelus dromedarius) meat. J. Food comp. anal., 41, 194-200 Raziq, A., Younas, M., & Kakar, M.A., 2008. Camel~ A potential dairy animal in difficult environments. Pakistan Journal of Agricultural Sciences, 45(2), 263-267

95

Raziq, A., Tareen, A. M., De Verdier, K., 2011. Characterization and significance of Raigi camel, a livestock breed of the Pashtoon pastoral people in Afghanistan and Pakistan. J. Livest. Sci., 2, 11-19 Montpellier, France, 162 p. Roger, F., Diallo, A., Yigezu, L.M., Hurard, C., Libeau, G., Mebratu, G.Y., Faye, B., 2000. Investigations of a new pathological condition of camels in Ethiopia. J. Camel Pract. Res., 7(2), 163-166. Steinfeld, H., De Haan, C., & Blackburn, H., 1999. Interactions entre l’élevage et l’environnement. Problématique et propositions. Ed. CIRAD , Montpellier, France, 52 p. Smits M.G., Montety G.J., 2009. Ammonia emission from camel dairy in the Netherlands. J. Camel Pract. Res., 16 (2), 139-142 Vias, G., Faye, B., Kane, Y., Diarra, A., Laouali, G., Daouda, H., 2006. Performances de reproduction de la femelle dromadaire (Camelus dromedarius) dans la zone pastorale de Zinder (Niger). Revue Africaine de Santé et Productions Animales (RASPA), 4, 111-116 Vias F. G., Faye B., 2009. Camel farming, an important contribution to the poverty alleviation in Niger. Proc. of the 2nd conference of ISOCARD, Djerba (Tunisia), 12-14 march 2009, abstr. 96, p.77

96

DEVELERDE GÜÇ DOĞUM Güneş ERDOĞAN Prof. Dr.,Adnan Menderes Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Doğum ve Jinekoloji AD, Aydın. [email protected]

Özet Develerin gebelik süresi 348-403 gün arasında değişmekle birlikte, ortalama 378 gündür. Doğumların büyük bir çoğunluğu gün batımı ile sabahın erken saatleri arasında gerçekleşir. Doğuma hazırlık evresi ortalama üç saat, yavrunun çıkış evresi ise 30-60 dk arasında tamamlanır. Yavrunun çıkışından sonra yaklaşık 40 dk içerisinde yavru zarları atılır. Geçmiş yıllarda develerde görülen güç doğumlar % 2-5 oranında görülmekle birlikte, bağlı sistem yetiştirmelerin sayısının artması ile birlikte bu oran % 8-9’a ulaşmıştır. İlk gebeliklerde ve egzersiz noksanlığı bulunan olgularda güç doğum olasılığı daha yüksektir. Güç doğumlar, özellikle yavru açısından yüksek mortalite riski taşıyan bir durumdur. Son yıllarda yapılan araştırmalarda güç doğumlarda %87,9 oranında ölü yavru rapor edilmiştir. Yavrularda mortalite üzerindeki en belirleyici faktörün doğumun süresi olduğu görülmüştür. Doğumun uzaması halinde prognoz daha da kötüleşmektedir. Yavrunun ölümünü takiben annede şekillenen toksemi düzeyi maternalmortalite oranını belirlemektedir. Doğumun hazırlık döneminin 6 saat, çıkış evresinin ise 2 saatten uzun sürmesi halinde doğru sağaltım ile anne ve yavru kayıpları azaltılmaya çalışılmalıdır. Güç doğum nedenleri bakımından develerin at ve inekler arasında yer aldığı söylenebilir. Deve yavrularının uzun boyun ve ekstremitelerine bağlı oluşan fetal geliş ve duruş bozuklukları birincil güç doğum nedenidir ve bu durum atlarla benzerlik gösterir. İkinci sıradaki güç doğum nedeni ise daha çok ineklerde rastlanan bir komplikasyon olan uterustorsiyonudur. Fetusun büyüklüğü ile fetal sıvıların miktarı arasındaki uyumsuzluğun torsiyo olgusu üzerinde hazırlayıcı etkisi olduğu bildirilmektedir. Torsiyo olgularında sancı ile seyreden diğer gastrointestinal hastalıklarla karıştırılmamasına dikkat edilmelidir. Deve kliniği yapan veteriner hekimler olgunun yönetiminde her iki farklı türe özgü bu patolojilerin yönetiminde bilgi sahibi olmalıdır. Sonuç olarak, deve sahibi ve çobanların doğum zamanı, belirtileri ve kritik süreler konusunda bilgileri ve deve pratiği yapan veteriner hekimlerin güç doğumların yönetimi konusundaki yetkinlikleri fertilite açısından oldukça önemlidir. Anahtar Kelimeler: Güç doğum, fetal geliş ve duruş bozuklukları, uterustorsiyonu, deve.

97

DYSTOCIA IN CAMELS

Prof. Dr. Güneş ERDOĞAN University of Adnan Menderes, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Department of Obstetrics and Gynecology, Aydın, Turkey. [email protected]

Abstract The gestation period of camels is 378 day averagely, though varied 348-403 days. The most amount of parturition occurs between evening and early morning. The first and second stages of labour are completed in three hours, and 30-60 minutes, respectively. After delivery, fetal membranes are expulsed in 40 minutes. Although previously incidence of dystocia was between 2-5% in camel, this value has increased as 8-9 % due to the increasing of the camel- breeding farm. The incidence of dystocia is increased in the primiparous females and in the cases of insufficient physical activity. Dystocia has highly mortality risk especially on fetuses. In the recently studies, the stillbirth rate has been recorded as 87.9 %. The most determinant factor on the stillbirth rate has seen as the length of the labour. In the case of prolonged parturition, the prognosis is worse. The intensity of the maternal toxemia beginning after fetal death determines the maternal mortality. Maternal and fetal mortality risk should be managed by using appropriate treatment in the cases of the first and second phase of parturition lasting more than 6 hours and 2 hours, respectively. Regarding the etiology of the dystocia, it can be said that the camels are located between mares and cows. Related to long neck and extremites of camel fetuses, fetal malposition and malpresentation are the primary reasons in dystocia and this condition has similarity to mares. The secondary reason is torsio uteri, which is commonly seen in cows. The irrational table between fetus and the amount of fetal fluids is considered as the predisposing effect on the cases. Torsio cases should be differentiated from other gastrointestinal diseases accompanied with colic. The clinicians working on camel practice should be aware of the case management belong to both different species. As a conclusion, it is very important that the owners and shepherds’ knowledge about parturition time, symptoms and threshold time; and also clinicians’ skills on the management of the dystocia for fertility. Keywords:Dystocia, fetalmalpositionandmalpresentation, torsiouteri, camel. Giriş Develerde görülen güç doğum (dystocia) olguları işletmede artan tedavi giderleri, geciken servis aralıkları, zorunlu kesim, anne/yavru ölümleri gibi değişen ölçülerde fertilite kayıplarına neden olmaktadır (Tenhagen ve ark., 2007, Mee, 2008, Uematsu ve ark., 2013). Çiftlik hayvanlarında görülen güç doğumlarınhazırlayıcı ve yapıcı nedenleri incelendiğinde klinik form ve olgu yönetimi açısından türe bağlı farklılıklar göze çarpar.İnek ve kısraklarda

98

görülen güç doğumlar çeşitli bölgelerdeki farklı ırklara ait çok sayıdakiolgunun incelendiği, detaylı ve kapsamlı veriler halindedir. Ancak deve yetiştiriciliğinin sınırlı bölgelerde, nispeten daha az sayıda olması sonucu bu türde kısıtlı kaynak bulunmaktadır. Sunulan derlemede develerde görülen güç doğum olgularının genel özellikleri son yıllarda yapılan bazı saha araştırmaları ve olgu sunumlarından elde edilen veriler ışığı altında sunulmuştur. İnsidens Yapılan araştırmalarda develerde güç doğum insidensinin %2-9aralığındaolduğu bildirilmiştir. (Arthur, 1992; Aboul-Fadle ve ark., 1993; Tibary ve Anoussi, 2001;Ali ve ark., 2016). Bağlı sistem yetiştirilen develerde ise %12,6’ya kadar yükselebilir (Ali ve ark., 2016). Bu oranların inek ve atlarda görülen güç doğum oranları ile benzer düzeyde olduğu söylenebilir (Noakes ve ark., 2009; McCueandFerris 2012). Etiyoloji Güç doğuma hazırlayıcı nedenler arasında yaş, parite ve bağlı yetiştirme gibi etmenler ilk sırayı almaktadır. Üç yaşından önce çiftleştirilen ve ilk doğumunu yapacak olan genç dişilerde güç doğum insidensi yüksektir. Bağlı yetiştirmelerde günlük egzersiz noksanlığına bağlı pelvik kaslardaki güçsüzlük ve perivaginal yağlanma zaten dar olan doğum kanalından yavrunun çıkışını daha da zorlaştıracaktır (Ali ve ark.,2016). Yine kalabalık yetiştirmelerde görülen çevresel stres faktörlerinin predizpozisyonu arttırdığı bilinmektedir (Tibary ve Anoussi, 1997; 2001). Mortalite Develerde güç doğum olgularında fetal ölüm riski oldukça yüksektir (%87,9). Yavru kayıplarında en etkili faktör sancıların başlangıcından itibaren geçen süre olduğu bildirilmiştir. İlk 24 saat içerisindeki yardım girişimlerinde canlı yavru doğumu daha yüksektir (Ali ve ark., 2016). Develerde diffuz formda bulunan plasentanın ayrılması ineklere oranla daha hızlı olduğundan fetal ölüm daha çabuk şekillenmektedir (Ali ve Derar, 2015) Anne ölümlerinde de benzer bir tablo söz konusudur. Ortalama %17 oranında bildirilen anne ölümlerinde ilk sancı ile yardım girişimi arasında geçen süre oldukça etkilidir. Yavruda putrefikasyonun başlaması ile birlikte maternal kayıp oranı geçen zamanla paralel olarak artış gösterecektir. Dystocia olgularındaki anne ölümlerinde ilk sırada toksemi(%52), uterin / servikal yırtıklar (%15), prolapsusuteri(%5), ve diğer komplikasyonlar (%26) oranında sorumludur (Ali ve ark., 2016). Postoperatif dönemde ise vaginal/vulvar yırtıklar, retensiyosekundinarum ve prolapsusuterigibi komplikasyonlar yönünden izlemi doğru bir yaklaşım olacaktır (Anwar ve Purohit, 2012). Doğum Belirtileri ve Güç Doğum Tanısı Doğum zamanının doğru tahmini, olası güç doğum olgularının yönetiminde öncelikli olmalıdır. Develerde doğumlar genellikle akşam ve gecenin ilerleyen saatlerinde gerçekleşir. Genel olarak, ilk doğumunu yapacak develerde tüm doğum belirtileri daha geç

99

görüldüğünden, primiparlarda doğum zamanını belirlemek nispeten daha kolay olacaktır (Tibary ve Anoussi, 1997; 2001). Doğumu yaklaşan bir devede meme lobları kolostrum ile dolmuş ve ödemlidir, buna sakro-pelvikligamentler ve vulvada görülen gevşeme eşlik eder. Diğer türlere benzer şekilde vulvada da belirgin ödem gözlenir. Sakroiliakligamentlerin gevşemesi yaklaşık 15 gün öncesinde başlar ve kuyruk kökü belirginleşir. Ancak vajina duvarındaki değişimler son birkaç gün içerisinde tespit edilmektedir. İneklerde görülen servikal tıpa benzeri mukus doğumdan önceki 24 saate kadar görülmeyebilir. Meme gelişimi multiparlarda son ay, primiparlarda ise 15 gün öncesinde gözlenebilmektedir. Son hafta içerisinde meme kolostrum ile dolar (Tibary ve Anoussi, 1997; 2001). Güç doğumun en önemli belirtisi, doğum fazlarının fizyolojik sınırların dışına çıkmasıdır. Hazırlık dönemi olarak da adlandırılan sancıların başlamasından serviksin tam dilatasyonuna kadar süren birinci fazın 6 saati, yavrunun çıkışının tamamlandığı ikinci fazın ise 2 saati aştığı durumlarda olgu güç doğum olarak değerlendirilmelidir. Bu limitlerinin aşılması halinde, erken dönemdekihuzursuz ve iştahsızlık hali zaman ilerledikçe yerini sancı belirtilerine bırakır. Annede devamlı yatıp kalkma, yuvarlanma hareketleri ve bağırmagörülür. Bazı hayvanlarda ishal görülebilir. Yorgunluk ve depresyon halinin başladığı son dönemde ise kanlı vaginal akıntı eşlik eder (Purohit, 2012). Güç Doğum Tipleri Gerek serbest halde bakılan küçük ölçekli yetiştirmelerde, gerekse et/süt üretimi ve spor amaçlı üretilen büyük ölçekli işletmelerde yapılan araştırmalarda, develerde görülen dystocia olgularının önemli bir kısmının fetal kaynaklı olduğu görülmüştür. Develerde görülen güç doğum olgularında birinci sırayı fetal geliş bozuklukları almaktadır. Olguların yaklaşık yarısından (%51,4) sorumlu olan geliş bozukluklarını uterustorsiyonu (%23,4) izlemektedir. Bu açıdan değerlendirildiğinde develerdeki güç doğum olgularının genel özellikleri kısraklar ve ineklerde görülen olguların arasında yer aldığı söylenebilir (Ali ve ark., 2016). MaternalDystocia Develerde maternal güç doğum nedenleri arasında ilk sırada yer alan uterustorsiyonu tüm dystocia olgularının ikinci önemli nedenidir. Uterustorsiyonu %23,4 oranında görüldüğü, bu olguların yaklaşık ¾ ‘ü saat yönünde gerçekleştiği bildirilmiştir (Ali ve ark., 2016). Uzun süren olgular vajinal yapışma ile komplikedir. İleri gebelik döneminde azalan yavru sularına paralel olarak artan yavru hareketleri torsiyo oluşumunda etkilidir. Literatürde kısıtlı sayıda torsiyouteri olgusu bildirilmiş (Aboul-Fadle ve ark., 1993; Bolbol ve ark., 1993), hasta sahiplerinin torsiyo belirtilerini diğer hastalıklarla karıştırabileceklerindendoğacak gecikmelerde anne-yavru ölüm oranlarının artabileceğini vurgulamışlardır (Ali ve ark., 2016). Uterustorsiyonlarında yön ve derecenin belirlenmesi için rektal muayene yapılır. Develerde torsiyonun tanısı,vulvar görünüm ve vajina içinde belirgin değişiklik olmaması, rektalmuayanedeuterinligamentinpalpasyonunun güçlüğü nedeniyle oldukça zordur (Van Straten, 2000). Torsiyo olgularında sancı ile seyreden diğer gastrointestinal hastalıklarla karıştırılmamasına dikkat edilmelidir. Serviksin kapalı olduğu hallerde ise rektal yolla fetal refleksler ve freemitusun araştırılması ile yavru değerlendirilir. Elle düzeltme

100

işlemiuterusungergin / çok büyük olması ve annenin pelvikkontraksiyonları nedeniyle oldukça zorlayıcıdır. Canlı yavrularda anne ve yavru sağlığı açısından acil sezaryen operasyonu önerilmektedir (Tibary ve ark., 2008; Purohit, 2012). İlk doğumunu yapacak dişilerde başlıca güç doğum sebebi olan feto-pelvik uyumsuzluk ilk doğumunu yapacak develer için de önemli bir risk faktörüdür (Ali ve ark., 2016).Feto- maternal uyumsuzluğa bağlı omuz kilitlenmeleri önemli bir komplikasyondur. Bu tip olgularda yavrunun rotasyonuna ek olarak episiotomy (Tibary ve Anouassi, 1997) veya sezaryen (Purohit, 2012) doğru bir yaklaşım olacaktır. Develerde uterusinertiasıinsidensi hakkında değişken veriler olduğu görülmektedir. Bir grup araştırıcı oldukça nadir görüldüğünü (Tibary ve Anouassi, 1997) bildirirken, diğer bir çalışmada ise tüm maternal kaynaklı güç doğumların %20’sinden sorumlu olduğunu bildirmişlerdir (Al-Eknah, 2001). Bununla birlikte fetal kaynaklı olgularda ek olarak sekonderinertianın gerçekleşeceği unutulmamalıdır. Doğumu başlatanendokrinolojik mekanizma içerisinde yüksek Prostaglandin F2alfa seviyesinin servikaldilatasyondaki etkisine bağlı olarak, servikalstenoz kaynaklı güç doğum olgusu oldukça nadir görülmektedir (Vyas ve ark., 1999). FetalDystocia Develerde görülen fetal kaynaklı güç doğum olgularında ilk sırada fetüsün presentasyon ve pozisyon bozuklukları yer alır. Ardından fetalhidrops,ve diğer çeşitli anomaliler görülür (Purohit, 2012). Develer yavrunun uzun boyun ve ekstremitelere bağlı şekillenen fetal geliş bozuklukları bakımından kısraklarla benzerlik gösterir (Ali ve ark., 2016). Normal doğumlarda anteriorpresentasyon %98,1, posterior %1,6 ve transversalpresentasyon ise %0,3 oranında görülür (Ali ve ark., 2016). En sık karşılaşılan maldispozisyon ise anteriorpresentasyonda başın lateraledeviasyonu (Van Strate, 2000) bacaklarda fleksiyon (Ali ve ark., 2016) ve ön bacakların ensede toplanması sayılabilir. Fetalanomaliler ise ineklere oranla daha düşük oranda görülmektedir (Elias, 1991). Develerde güç doğumun yönetiminde en büyük zorluk annenin doğum kanalının dar olması, bununla birlikte fetüsün uzun boyun ve ekstremitelere sahip olmasıdır. Dolayısıyla mutasyon, fötotomi ve sezaryen uygulamalarında hekimler zorlanabilir. Feto-maternal uyumsuzluğa bağlı görülen omuz kilitlenmeleri develerde görülen önemli bir komplikasyondur. Omuz kilitlenmelerinde pelvik kemerin kranialinde reddedilen yavrunun 45 ile 90 derece arasında rotasyonu doğru bir yaklaşım olacaktır (Tibary ve Anoussi, 1997; 2001). Güç Doğum Yönetimi Doğumun hazırlık döneminin 6 saat, çıkış evresinin ise 2 saatten uzun sürmesi halinde doğru sağaltım ile anne ve yavru kayıpları azaltılmaya çalışılmalıdır (TibaryandAnouassi, 1997). Güç doğum tanısı konulan develerde öncelikle fetal canlılık, ardından presentasyon- pozisyon-postür muayeneleri yapılması olgunun yönetiminde ilk adımdır. Muayene sonuçlarına göre mutasyon/ekstraksiyonforse, sezaryen ya da fetotomi seçeneklerinden biri tercih edilir (Tibary ve Anoussi, 2001; Purohit, 2012; Ali ve ark., 2016).

101

Güç doğuma neden olan komplikasyonun belirlenmesi için anne oturur halde sabitlendikten sonra rektal ve vaginal muayeneler gerçekleştirilir. Kanalın oldukça dar olması ve kontraksiyonlara bağlı olarak uygulamada güçlükle karşılaşılabilir. Bazı durumlarda IM ve IV ksilazinenjeksiyonları ile yapılacak sedasyon ile pelvikrelaksasyon sağlanır. Yavrunun canlılığı ve kanaldaki dispozisyonu, yavru keselerinin durumu değerlendirilir. Serviksin açık olduğu durumlarda ise yapılacak vaginal muayenelerde fetal reflekslerin kontrolü amacıyla ekstremiteler, göz, dil ve anüs bölgesi palpe edilir. Göbek kordonundan alınabilecek nabız fetal canlılık ve iyilik halinin tespiti açısından uygun bir yöntemdir. Ancak doğum kanalının oldukça dar olması nedeniyle bu tarz muayeneler oldukça zorlayıcıdır.Anneden gelecek direncin azaltılmasında tokolitikler ve epidural anesteziden yararlanılabilir (Tibary ve Anoussi 1997; Purohit 2012). Fetal geliş-duruş bozukluklarında yapılacak elle düzeltmelerde bol miktarda kayganlaştırıcı kullanarak itme (repulsiyon), döndürme (rotasyon), çevirme (versiyon) gibi manevralar sonrası şiddeti giderek artan çekme (ektraksiyon) işlemleri uygulanır. Kısmi rotasyonda yavruya 450-900 arasında çevirme işlemi yapılarak omuz ve kalça kilitlenmesi engellenebilir (Tibary ve Anoussi, 1997; 2001). Ekstraksiyonforse uygulanamayan canlı fetüslü olgularda ivedilikle hazırlanılıp yapılacak sezaryen operasyonu anne ve yavrunun canlılığı açısından rutin uygulamalar içerisindedir (Purohit 2012). Ancak bu konuda literatüre geçmiş oldukça kısıtlı veri bulunmaktadır (Purohit ve Pareek, 2000). Ölü fötüs bulunan doğumlarda yapılacak zorunlu sezaryen operasyonlarında annenin peritonit riski taşıdığı unutulmamalı, mümkün olduğunca hızlı çalışılmalıdır. Postoperatifantibakteriyel tedavi süresi ve kullanılacak ajanlara önem verilmelidir. Develerde kas ve deri dikiş hatlarının diğer türlere oranla daha uzun sürede iyileştiği, fıtık riski taşıdığı unutulmamalıdır (Purohit, 2012). Ölü fetüsün bulunduğu olgularda ineklerde kullanılan klasik aletler ile yapılacak kısmi fetotomidaha uygun bir seçenektir. Alan genişletilerek ya da sorunlu bölge düzeltilerek ölü yavru dışarıya çekilir (Tejpal, 2016). Ancak doğum kanalının dar olması nedeniyle kesim sırasında uterin kanamalara karşı dikkatli olunmalıdır (Van Straten, 2000).

102

Kaynaklar Aboul-Fadle W, Al-Eknah MM, Bolbol A, Dafalla AE, Bendari M, Al-Bisher BE. Maternaldystocia in thefemales (Camelusdromedaries). Second scientificcongress of EgyptianSocietyforcattledisease 5-7 Dec, 1993, AssiutUniversity, Egyptpp. 90-97. Al-Eknah MM. Camels. In: Noakes, DA, Parkinson TJ, andEngland GCW, Eds, Arthur’sVeterinaryReproductionandObstetrics, WB Saunders, London, 2001;pp. 781-788. Ali A, Derar D, Tharwat M, Zeitoun MM, Al-Sobyil,FA. Dystociain dromedary camels: Prevalance, forms, risks, and hematobiochemical changes. Anim RepSci 2016; 170:149-56 Ali A, Derar D. Comparative Theriogenology. Quassim University, Saudi Arabia, ISBN 978- 603-8176-13-9.2015;pp 225-229. Anwar S., Purohit GN. A case report: An unusual dystocia in an Arabian camel with uterine prolapse. J CamelidSci 2012; 5:118-121. Arthur GH. An overview of reproduction in the camelids.Proceedings of the First International Camel Conference, Dubai, UAE.1992; pp.109-113. Bolbol AE, Al-Eknah MM, Aboul-Fadle W, Ramadan O, Bendari M, Al-Bisher B. Caeserean section in female camels.Second scientificcongress of EgyptianSocietyforcattledisease 5-7 Dec, AssiutUniversity, Egypt 1993;pp. 82-89 Elias E. Lenf ventrolateralcasereansection in threedromedarycamels. (Camelusdromedarius). VetSurg 1991; 20: 323-325. McCue PM, Ferris RA. Parturition, dystoiaandfoalsurvival: a retrospectivestudy of 1047 births. EquineVet JSuppl 2012; s41, 22-25. Mee, JF. Prevalanceand risk factorsfordystocia in dairycattle. A review. Vet J2008; 176: 93- 101. Noakes DE, Parkinson TJ, England GCW. VeterinaryReproductionandObstetrics. 9th ed. Saunders-Elsevier, Zhejiang, China 2009. Purohit GN. Dystocia in camelids: The causes and approaches of management. Open J AnimSci 2012; 2: 99-105. Purohit GN., Pareek PK. Research on dromedary reproduction- The past two decades and future prospective. Vet Bull 2000; 70: 1265-1274. Tejpal,Soni Y, Chaudhary AK, Yadav SP, Mehta JS. Dystocia in dromedary camel and its correction by subcutaneous fetotomy. International J Sci 2016; 5:966-968. Tenhagen BA, Helmbold A, Heuwieser W. Effect of various degrees of dystocia in dairy catle on calf viability, milk production, fertility and culling. J Vet med A PhysiolPatholClin Med 2007; 54: 98-102.

103

Tibary A, Anouassi A. Anatomy, physiology, BSE, pathology and artificial breeding. In: Theriogenology in Cameldae. Actes Editions: InstitutAgronomiqueetVeterinarie Hassan II. Rabat 1997. Tibary A, Anouassi A. Obstetrics in camels. In: Skidmore L, Adams GP (Editors). Recent Advances in Camelid Reproduction. New York, International Veterinary Information Service (www.ivis.org), 2001. Tibary A, Rodriguez J, Sandoval S. Reproductive emergencies incamelids.Theriogenology 2008; 70: 515-534. Umeatsu M, Sasaki Y, Kitahara G, Sameshima H, Osawa T. Risk factors for stillbirth and dystocia in Japanese Black cattle. Vet J 2013; 198: 212-216. Van Straten M. Periparturientconditionsaffectingcamels (Camelusdromedarius) in Israelandtheirtreatments. RevueElevMedVetpaysTropic, 2000; 53: 101-104. Vandeplassche MM. The pathogenesis of dystocia and fetal malformation in the horse. J ReprodFertSuppl 1987; 35: 547-552. Vyas S, Sharma N, Bissa UK, ChiraniaBlandBishnoi BL. Effect of prostaglandin F2 alpha on induction of parturition in shecamel. Indian J Anim Reprod 1999; 20:73.

104

YENİ DOĞAN DEVELERDE (CAMELUS DROMEDARİUS) PASİF TRANSFER YETMEZLİĞİ

Yrd. Doç. Dr. Hasan ERDOGAN, Prof. Dr. Serdar PASA , Prof. Dr. Kerem URAL, Araş. Gör. Yasin PARLATIR, Araş. Gör. Songül TOPLU Adnan Menderes Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Aydın, Türkiye. [email protected] Özet

Yeni doğan ruminantlarda kolostrumun besleyici ve koruyucu özellikleri bulunmaktadır. Özellikle ruminantlarda plasentanın yapısı nedeni ile maternal kanda bulunan antikorların fötal dolaşıma geçmesi mümkün olmamakta, ruminantlarda da pasif transfer, antikorların kolostrum yolu ile absorbsiyonu ile gerçekleşmektedir. Develer yavaş üreyen hayvanlar olarak bilinmekte ve yeni doğan develerin yalnızca küçük bir kısmı gelişimi tamamlayıp üretim yapabilecek yaşa ulaşabilmektedir. Bu yüzden deve yetiştiriciliğinde yeni doğan bakımı ve sağlık durumlarının kontrolü önem arz etmektedir. Immunglobulinler özelliklede immunglobulin G doğumdan sonra kolostrum yolu ile anneden yavruya aktarılır. Pasif transfer yetmezliğinde maternal immunglobulinlerin yavruya bu geçişindeki sorunları oluşturmakta ve özellikle veteriner sağlık alanında immünolojik yetmezliklerinde nedenleri arasında yer alır. Immunglobulin G’ in geçişinde meydana gelen sorunların pnömoni, ishal, enteritis, artritis ve septisemi gibi birçok hastalığa neden olduğu bilinmektedir. Kolostrum emiliminden yaklaşık olarak 48 saat sonra develerde serum IgG değerinin 10 mg/ml ulaşması pasif transfer işleminin sağlıklı bir şekilde gerçekleştiğini göstermektedir. Çinko sülfat bulanıklık testi ve sodyum sülfat presipitasyon testi pasif transfer yetmezliğinin değerlendirilmesinde kullanılabilen metotlardır. Yeni doğanlarda serum IgG seviyeleri Single radial immunodiffüzyon (SRID) ve enzim-bağlı immunabsorbsiyon (ELİSA) metotları kullanılarak ölçülmektedir. Pasif transfer yetmezliği ve yeni doğan ishallerinin önüne geçilmesinde kolostrum bankaları ve keçi kolostrumları kullanılabilmektedir. Bununla birlikte süt sığırcılığında da olduğu gibi, yeni doğan develere annelerinin kan plazmasından 20-40 ml intravenöz yolla uygulanabilir.

Anahtar Kelimeler: Deve, kolostrum, pasif transfer yetmezliği.

FAİLURE OF PASSİVE TRANSFER İN NEWBORN CAMEL CALVES (CAMELUS DROMEDARİUS)

Asst. Prof. Hasan ERDOGAN, Prof. Dr. Serdar PASA , Prof. Dr. Kerem URAL, R. A. Yasin PARLATIR, R. A. Songül TOPLU Adnan Menderes University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Internal Medicine, Aydın, Türkiye. [email protected]

105

Abstract

In new born ruminants colostrum plays nutritional and protective functions. Especially in ruminants, placenta blocks the passage of antibodies from maternal blood to the fetal circulation. Passive transfer of antibodies is dependent on the ingestion and absorption of colostrum in ruminant species. Camels are slow reproducing animals and only a small proportion of the breeding female may reach up to production performance. Due to this fact neonatal health care of these animals becomes more important in camel husbandry. Immunoglobulins, predominantly IgG, are transferred from the dam by colostrum intake after birth. Failure of Passive Transfer maternal immunoglobulins is the most important immunological deficit in veterinary medicine. Even if the transfer of IgG fails, the calves are at a greater risk of developing diseases such as pneumonia, diarrhea, enteritis, arthritis and septicemia. After suction of colostrum successful passive transfer achieved when the serum IgG level reached greater than 10 mg/ml at 48 h of age. Zinc sulphate turbidity and sodium sulphate precipitation methods might be used to measure the passive transfer. The serum IgG concentrations of neonates can be measured with Single radial immunodiffusion (SRID) and enzyme-linked immunosorbent assay (ELISA) method. For the treatment passive transfer and neonatal diarrhea, colostrum banks and goat colostrum can be used. Besides similar to the dairy calf management, it is possible to give 20-40 ml of camelid plasma intravenously to the calves.

Similar to other domesticated livestock neonates, in camelids the efficacy of immunoglobulin absorption is important for the management of neonatal diseases. IgG concentrations must be measured in colostrum and neonate serum routinely for passive transfer management in camelid husbandry.

Keywords: Camelid, colostrum, failure of passive transfer.

Giriş

Diğer çiftlik hayvanlarının yetiştiriciliğinde olduğu gibi develerde de immunglobulinlerin absorbsiyonu yeni doğan hastalıklarının yönetiminde önemlidir. Deve yetiştiriciliğinde kolostrum ve yeni doğanların kan serumlarında IgG seviyesinin düzenli ölçümleri ile pasif transfer yetmezlik durumlarının düzenli olarak takip edilmesi gerekmektedir.

Birçok memeli türünde yeni doğanlar agamaglobünemik olarak dünyaya gelmektedir. Bu sebeple yeni doğan memeli yavrularında erken yaş dönemindeki korumanın ana unsurunu annenin sütünde bulunan IgG’ den karşıladığı bilinmektedir. Bu Ig’ ler doğumdan bir kaç gün öncesinde annenin kan serumundan meme dokusunu geçerek kolostrumun bileşenine katılmaktadır. Kolostrum ve süt yeni doğan memelilerde besleyici ve koruyucu özellikleri ile yaşamsal önem taşımaktadır (Tizard, 2001)

Develerde Pasif Transfer Yetmezliği (PTY)

Develer yavaş üreyen canlılardır. Dişi bir devenin seksüel olgunluğa erişmesi için geçen sene yaklaşık 4-5 yıl kadardır. Gebelik süresi 12 ay sürmekte ve buzağılama aralığında doğada yaklaşık 24 ayda bir şekillenmektedir. Dişi develer yaklaşık 25 yıl boyunca fertil kalabilirler ve yaşamları boyunca ortalama 8 – 10 doğum gerçekleştirebilirler (Schwarts ve Dioli, 1992; Farah, 1996). Develerin üremesinin yavaş seyir etmesinin yanında sürü büyüklüğünün korunmasında asıl önemli

106

olan unsur yavruların doğum sonrası ve sütten kesilinceye kadarki dönemde yönetimsel uygulamaların sağlıklı bir şekilde takip edilmesi gerekmektedir. Agap ve Abbas (1998) Sudan’ın doğusunda bulunan 6 aylıktan küçük develerde yaptığı çalışmada mortalite oranlarının %48 olduğunu belirlemiştir. Yeni doğan develerdeki mortalite düzeylerinin Kenya, Tunus ve Somali de ise %30 – 50 seviyelerinde olduğu belirtilmektedir (Mukasa ve Mugerwa, 1981; Burgemeister, 1974; Hussein, 1987). Tüm bu çalışmalar yeni doğan develerde yönetimsel uygulamalarda eksikliklerin olduğunu ortaya koymaktadır. Söz konusu yönetimsel uygulamaların başında da kolostrum yönetiminin düzgün yapılamaması ve buna bağlı olarak pasif transfer yetmezliğinin oluştuğu görülmektedir. Maternal antikorların kolostrumdan bağırsak kanalı ile kan dolaşımına kadar ulaşması kompleks mekanizmaların birbiri ile etkileşimleri ile gerçekleşmektedir. Develer kalın duvarlı epiteliyo-korial bir plasentaya sahip olduğu için IgG’nin transplasental geçişine izin vermez. Dolayısı ile develerde diğer bir çok ruminant gibi pasif immunitesini bağırsaklarından absorbe ettiği IgG ile sağlamak zorundadır (Werney ve ark., 2001). Yeteri düzeyde pasif immuniteye sahip olamayan hayvanların yaşamlarının devam eden dönemlerinde bir çok hastalığa karşı örn; ishal, enterit, septisemi, artrit, omfalit ve pnömoni gibi duyarlı hale gelmelerine neden olmaktadır (McGuire ve ark., 1976).

Doğumu takiben kolostrum alımından hemen sonra bağırsaklardan IgG emilimi başladığı ve maximum emiliminde jejunum mukazasından gerçekleştiği rapor edilmektedir (Broughton ve Lecce, 1970). IgG, enterosit membranları üzerinde bulunan spesifik Fc reseptörleri tarafından tanınmakta buradan alınıp submukoza aracılığı ile kan dolaşımına karışmaktadır (Van de Perre, 2003). Bağırsak mukozasının da söz konusu antikorlar için olan geçirgenlik süresi kısa bir zaman diliminden ibarettir. Immunglobülin G’ nin emilim süresinin ilk 24 – 36 saat içerisinde maksimum düzeyde olduğu ilerleyen zamanlarda ise dramatik bir şekilde azaldığı bilinmektedir (Bainter, 2007). Postpartum ilk 6 saat içerisinde kolostral IgG kan dolaşımına geçmesi % 66 seviyelerindeyken 36. saatlerde bu oranın % 7 seviyelerine düştüğü görülmektedir. Bu düşüş bağırsak epitelinin 36 – 48 saat içerisinde kendisini yenilemesi ve antikor geçişine izin verilmemesi ile ilişkilendirilmektedir (Matte ve ark., 1982). Develerde IgG’ nin yarılanma ömrü 9 ± 21 gün arasında değişmekte iken bu durumun Ig M için 3 ± 5 gün arasında olduğu bilinmektedir. Yeni doğan develerde pasif tranferinin tam sağlanabilmesi için doğumdan sonraki 48 saat içerisinde serum IgG konsantrasyonlarını 10 mg/ml düzeylerine ulaştırması gerekmektedir (Barrington ve ark., 1999). Bravo ve ark., (1997) yeni dünya develerinin kolostrumlarındaki IgG konsantrasyonlarının yaklaşık olarak 220 mg/ml seviyelerinde olduğunu bildirmektedir. Yeni doğmuş 10 kg’lık bir yavrunun serum IgG konsantrasyonunu 10 mg/ml seviyelerine çıkarabilmesi için 20 gr IgG alması gerektiği, 20 gr IgG ninde kolostrumdan elde edilebilmesi için kolostrumda yaklaşık olarak 220 mg/ml düzeyinde olması yavrunun en az 100 ml kolostrum alması gerekmektedir. Altmış sekiz yeni doğan deve yavrusunda yapılan bir çalışmada kolostrum almadan önce kan IgG seviyelerinin 0,23 – 0,26 mg/ml olduğu bildirilmiştir (Huelsebusch,

107

1999). Yeni doğan develerde immun sistemin yetersiz olduğu, endojenöz antikor üretiminin yeterli olmadığı ve yaşamın ilk ayındaki bağışıklığın tam olarak gelişmediği görülmektedir. Yeni doğan tek hörgüçlü develer maksimum IgG konsantrasyonlarına (21,1 – 11,7 mg/ml) eğer yeterli kolostrum alınırsa, 18  30 saat sonra ulaşabilmektedir. Diğer evcil ruminantlarda olduğu gibi develerde de immunglobulin emilimi yaşamın ilk 24 saatinde doğrusal bir seyir izler. Sığırlarda IgG emilimi için spesifik reseptörlerin olduğu develerde de benzer durumun söz konusu olduğu bildirilmekte ve kolostrumdaki IgG’ nin IgM’ e oranının 7:1 olması yönüyle düşünülmektedir (Azwai ve Carter., 1995).

Immunglobulinlerin pik seviyeye ulaşmasının ardından doğum sonrası 2 hafta süre içerisinde IgG konsnatrasyonu normal seviyelere dönmektedir. Ancak yeni doğanların immunoglobulin üretimleri de 2 haftalık yaştan önce başlamamakta ve IgG konsantrasyonlarının 10 mg/ml seviyelerine ulaşması 1 – 2 ayı bulabilmektedir. Bu durumda yeni doğanların yaklaşık olarak 2 ile 5 hafta boyunca korunmasız durumda olduğu görülmektedir. Serum IgG konsantrasyonlarının plato seviyesini alması da yaklaşık olarak 4 aylık bir zamanı bulmakta ve immun sistem kendine yeter duruma gelmektedir (Kamber 1996).

Pasif transfer yetmezliğinin diğer bir belirteci olan protein seviyesi ile ilişkili çalışma öncüleri olan Ungar-Waron ve ark., (1987) ve Hannant ve ark., (1992) tek hörgüçlü devlerde bu durumu inceleyen ilk araştırmacılardır. Fowler (1998) ise yeni dünya develerinde serum protein düzeylerini belirleyen ilk araştırmacıdır. Bu bağlamda total protein seviyeleri 5 gr/dl den az olan hayvanlarda pasif transfer yetmezliğinin geliştiği, 5 ve 6 gr/dl ya da 6 gr/dl seviyelerinde ise IgG geçişinin mükemmel düzeyde olduğu söylenebilir.

Kolostrumun Bileşenleri

Tüm süt veren hayvanlarda kolostrumun fiziko-kimyasal yapısı sütün yapısından farklıdır. Kolostrumun yeni doğan hayvanların beslenmesi ve patojen ajanlara karşı korunmasında hayati bir rolü bulunmaktadır. Yetişkin develerde kolostrumun ilk bir haftadaki bileşimi ile ilişkili sınırlı sayıda literatür bulunmaktadır (Konuspayeva ve ark., 2010).

108

Tablo 1. Kolostrumdaki Immunglobulin G (IgG) konsantrasyonları (Huelsebusch 1999).

Türler IgG Araştırmacılar Konsantrasyonu (mg/ml) Alpaka 10-280 Garmendia ve ark. (1987) Deve 70-220 Ungar-Waron ve ark. (1987) 58.6±15.4 Kamber (1996) 25.56±84.25(Ig El-Agamy (1998) 1) 1.81±6.02(Ig2) El-Agamy (1998)

Kolostrumun bileşimi doğum sonrası dönemde tüm memeli türlerinde ciddi değişimler göstermektedir. Tek hörgüçlü develerin kolostrumundaki protein ve yağ oranının çift hörgüçlü develere göre daha yüksek düzeyde olduğu bildirilmektedir (Khan ve Iqbal, 2001; Zhang ve ark., 2005). Postpartum laktasyonun birinci gününden itibaren kolostrum içerisindeki mineral düzeylerinde hızlı bir düşüş olduğu ifade edilmektedir (Zhang ve ark., 2005). Tek hörgüçlü develerde kolostrumdaki total protein konsantrasyonlarının ilk üç günde %13 seviyelerinden %4,7 seviyelerine düştüğü belirtilmektedir (Abu-Lehia, 1991).

Yavrularda kolostrumun alınmasını takiben yavrularda yapılan bir araştırmada serum albümin konsantrasyonlarının zaman içerisindeki değişimi ve albümin fraksiyonlarındaki değişimler değerlendirilmiştir. Söz konusu çalışmada gama globülin konsantrasyonlarının 0. saatte 2,4 g/l seviyelerinde olduğu 24. saate 13,9 ve 48. saatte ise 13,5 g/l düzeylerine ulaşarak istatistiksel anlamlı yükselişler gösterdiği görülmektedir (Romdhane ve ark., 2001). Aynı çalışmada serum gama glutamil transferaz (GGT) enzim düzeylerinin kolostrum alımından 24 saat sonra yüksek artışlar gösterdiği ve pasif transfer durumunun tespitinde sığırlarda olduğu gibi kullanılabileceği bildirilmiştir.

Tablo 1. Kolostrum alımından sonra serum globülin fraksiyonları ve GGT enzim aktivitesindeki değişimler (Romdhane ve ark., 2001). Parametre 0. saat 24. saat 48. saat  globulin 3,1  1,1 2,9  0,9 2,9  0,8  globulin 6,7  1,1 6,8  1,1 7,3  1,3  globulin 2,4  1,3 13,9  9,8 13,5  6,6 GGT 17  11,8 83  56,5 36  19,0

Kamber ve ark., (2001) deve kolostrumundaki ımmunglobulin konsantrasyonlarının diğer hayvan türleri ile benzerlik gösterdiğini ve annelerin ve yavruların kolostrumundaki IgG konsantrasyonlarının karşılaştırmalarının yavruların aldığı kolostrum miktarlarının bilinmemesine

109

bağlı olarak değerlendirilemeyeceğini belirtmektedir. Aynı çalışmada kolostrumdaki IgG konsantrasyonlarının zamana bağlı azalışı ve pasif transfer yetmezliği gelişen yavrulardaki IgG konsantrasyonlarının doğumdan sonraki 72 saat içerisindeki değişimleri Resim 1 ve 2’ de gösterilmiştir.

Resim 1. Doğumdan sonraki 72 saat içerisinde anne kolostrumu ve yavru serumundaki IgG konsantrasyonlarının değişimi (Kamber ve ark., 2001).

Resim 2. Doğumdan sonraki 72 saat içerisinde pasif transfer durumlarına göre yavruların IgG konsantrasyonları (o IgG < 4 g/L, IgG > 4 g/L), (Kamber ve ark.,2001).

Besher ve Magdup (2012) yeni doğan deve yavrularının kolostrum alımını takiben 24. saatte yeterli IgG aldıklarını, IgG alımındaki oranın serum kortizol ve tiroksin seviyelerini etkilemediğini bildirmektedir.

IgG Konsantrasyonlarının Değerlendirilmesi

Yeni doğan develerdeki pasif transfer yetmezliğinin değerlendirilmesinde IgG konsantrasyonlarının belirlenmesi önemli bir kriterdir. Pasif transferrin değerlendirilmesinde başlıca çinko sülfat ve sodium sülfat presipitasyon testleri gibi bir çok yöntem kullanılmaktadır. Ancak söz konusu testler serum IgG konsantrasyonlarını direkt olarak ölçmemektedir. Spesifik olarak serum IgG konsantrasyonunu ölçmek için Single radial immundiffüzyon (SRID) testinden yararlanılmaktadır.

110

Develer için spesifik ticari test kitlerini bulmak da mümkündür. llama IgG test kit (Triple J. Farms, Redmond, WA, USA) ve lama vet-RID (Bethyl Laboratories, Montgomery, TX, USA) bunlardan bazılarıdır. Hutchison ve ark., (1995) 528 deve serumunda farklı ölçüm metodları kullanarak yaptıkları çalışmada elde edilen sonuçların anlamlı farklılıklar gösterdiğini belirlemişlerdir. Bourke, (1996) yeni doğan lama yavrularında çinko sülfat, total protein ve globulin testlerinin uygulamalarını araştırmış ve bu üç testin develerde IgG seviyelerinin belirlenmesinde kullanılabilirliğini ortaya koymuştur (Tablo 2).

Tablo 2. Total protein (TP), Globulin (G), ve Çinko sülfat bulanıklık testine göre develerdeki IgG seviyeleri (Bourke 1996). İmmunglobulin ZTS TP (mg/ml) G (mg/ml) transfer durumu Yok yada Düşük <30 <50 <2.5 Orta 30-40 50-55 3-12 Yeterli >40 >55 >12

İndirekt antikor ELİSA yöntemi kullanarak da develerde Pasif Transfer Yetmezliğinin belirlenmesine yönelik analizler yapılabilmekte ve önemli bir araç olarak kullanılabilmektedir (Huelsebusch, 1999; Erhard ve ark., 1999).

Immunoglobulin Yetersizliği

Kolostrum alımı yeni doğan develerde hayati öneme sahiptir. Pasif transfer yetmezliği ise yeni doğan develerde gelişebilecek olan septisemik durumların önemli bir belirteci durumunda olmasının yanında erken yaş dönemlerinde enterik ve solunum sistemi hastalıklarının şiddetini ve ilerleyen yaşlardaki verim kabiliyetini belirleyen bir kriter konumundadır. Birçok faktörün kolostrum alımını ve kan IgG konsantrasyonlarını etkilemesinin yanında ağırlıklı olarak iki temel faktörün etkin olduğu görülmektedir. Birincisi kolostrum içerisinde bulunan IgG miktarı diğeri ise yavru tarafından emilip kullanılan miktarıdır. Develerde ve alpakalarda IgG yetersizliği ve pasif transfer ile ilişkili olarak literatür bilginin sınırlı olduğu görülmektedir (Garmendia ve ark.,1987; Garmendia ve McGuire, 1987; Murphy, 1998; Kennel ve Wilkens, 1992; Hutchison ve ark., 1995b; Barrington ve ark., 1997). Eski dünya develeri için yapılmış bir PTY çalışması bulunmamaktadır. Wernery ve ark., (2001) IgG yetmezliği ve septisemiden ölen genç develerde yaptığı araştırmada hayvanlarda toprak yeme alışkanlığının ve bakır yetmezliğinin de bulunduğunu bildirmektedir.

Sağaltım

Yeni doğan develerde immunglobulin transferinin başarılı bir şekilde yapılması düşük enfeksiyon oranlarının şekillenmesine ve yaşam kalitesinin yüksek tutulmasına katkı sağlamaktadır

111

(McGuire ve ark., 1976). Birçok patojene karşı IgG’ nin terapötik kullanımı veteriner hekimliğinde önemli yer tutmaktadır. Neonatal ishal salgıınlarının görüldüğü durumlarda da sütün içerisine % 10 düzeyinde kolostrum karıştırılarak kullanılmaktadır. Bu prosedür salgınların görüldüğü risk dönemlerinde 2- 3 haftalık bir koruma durumu sağlamaktadır. Deve kolostrumunun bulunmadığı durumlarda da keçi kolostrumu (canlı ağırlığın % 20’i kadar) ya da alpakaların kolostrumlarından yararlanılabilir (Pugh, 1992; Pugh ve Belknap, 1997). Pasif transfer yetmezliğinin sağaltımında annelerden alınan plazma 20 ± 40 ml dozda damar içi yolla 30 – 60 dakika süre içerisinde 37 C sıcaklığında uygulanabilir. Lamalar için ticari olarak da hiperimmun plazmalar da mevcut olup pratikte uygulama alanı bulabilmektedir (Triple J. Farms Redmond, WA, USA).

112

Kaynakça Agab H, Abbas B. Epidemiological studies on camel diseases in eastern Sudan. Camel Newsletter 1998; 14: 53-57 Azwai, S. M., and S. D. Carter, 1995: Monoclonal antibodies against camel (Camelus dromedarius) IgG, IgM and light chains. Vet. Immunol. Immunopathol. 45, 175±184. Baintner K. Transmission of antibodies from mother to young: Evolutionary strategies in a proteolytic environment, Veterinary Immunology and Immunopathology, 2007; 117: 153-161 Barrington GM, Parish SM, Garry FB. Immunodecficiency in South American camelids. J. Camel Pract. Res 1999; 6:185-190. Barrington GM, Parish SM, Tyler JW, Pugh DG, Anderson DE. Chronic weight loss in an immunodeficient adult llama. J. Am. Vet. Med. Assoc. 1997; 211: 295-298. Besher AM, Magdub AB 34. The Appropriate Time Required for New-Born Calf Camel to Get Optimal Amount Of Colostrum Immunoglobulin (IgG) with Relation to the Levels of Cortisol and Thyroxin. 2012 3rd ISOCARD International Conference Muscat, Sultanate of Oman pp 328-330. Bourke DA. Determination of passive immune status in llama neonates. Proceedings of the 3rd British Veterinary Camelid Society, Burford, 1996; 39-45. Bravo PW, Garnica J, Fowler ME. Immunoglobulin G concentrations in periparturient llamas, alpacas and their crias. Small Ruminant Res. 1997; 26: 145-149. Broughton, CW, Lecce JG. Electron-microscopic studies of the jejunal epithelium from neonatal pigs fed different diets, Journal of Nutrition, 1970; 100: 445-449 Burgemeister R. Husbandry of Dromedary in South Tunisia. PhD thesis, Institute of Tropical Veterinary Medicine, Giessen, 1974. Erhard MH, Kouider SA, Dabbag MN, Schickel F, Stangassinger M. Determination of serum IgG levels in camels by a bovine specific sandwich ELISA. J. Camel Prac. Res. 1999; 6: 15-18. Farah Z. Camel Milk, Properties and Products, St. Gallen, Switzerland: SKAT, 1996; pp. 14-19. Swiss Centre for Development Co-operation in Technology and Management. Fowler ME. Medicine and surgery of South American camelids: llama, alpaca, vicuña, guanaco. No. Ed. 2. Iowa State University Press., 1998. Garmendia AE, McGuire TC. Mechanism and isotypes involved in passive immunoglobulin transfer to newborn alpaca (Lama pacos). Am. J. Vet. Res. 1987; 48: 1465-1471. Garmendia AE, Palmer GH, DeMartini JC, McGuire TC. Failure of passive immunoglobulin transfer: a major determinant of mortality in newborn alpacas (Lama pacos). Am. J. Vet. Res. 1987; 48: 1472±1476. Hannant D, Mumford JA, Wernery U, Bowen JM. ELISA for camel IgG and measurement of colostral transfer. In: Allen WR, Higgins AJ, Mayhew IG, Snow DH, Wade JF. (eds), Proceedings of the 1st International Camel Conference, 1992; pp. 93±95. R. and W. Publications, Newmarket. Huelsebusch, Chr. Immunoglobulin G status of camels during 6 months post natum. Hohenheim Tropical Agricultural Series. 1999 Magraf-Verlag. Hussein MA. Traditional practices of camel husbandry and management in Somalia. Camel Forum 1987; 9: 11-12

113

Hutchison JM, Garry FB, Belknap EB, Geky DM, Johnson LM, Ellis RP, Quackenbusch SL, Ravnak J, Hoover EA, Cockerell GL. Prospective characterisation of the clinicopathologic and immunologic features of an immunodeficiency syndrome affecting juvenile llamas. Vet. Immunol. Immunopathol. 1995a; 49: 209-227. Hutchison JM, Salman MD, Garry FB, Johson LW, Collins JK, Keefe TY. Comparison of two commercially available single radial immunodiffusion kits for quantitation of llama immunoglobulin G. J. Vet. Diagn. Invest. 1995b; 7: 515-519. Kamber R, Farah Z, Rusch P, Hassıg M. Studies on the supply of immunoglobulin G to newborn camel calves (Camelus dromedarius). Journal of Dairy Research, 2001; 68(01): 1-7. Kamber, R. 1996 Studies on the Supply of Immunoglobulin G to Newborn Camel Calves (Camelus dromedarius). PhD thesis, University of Zurich, Switzerland. Kennel AJ, Wilkens J. Causes of Mortality in Farmed Llamas in North America. Necropsy Findings from the Database of a Major Insurer. International Llama Association, Camelid Immunoglobulins 1992; p.567 Konuspayeva G, Faye B, Loiseau G, Narmuratova M, Ivashchenko A, Meldebekova A, Davletov S. Physiological change in camel milk composition (Camelus dromedarius) 2: physico-chemical composition of colostrum. Tropical animal health and production, 2010; 42(3): 501-505. Matte JJ, Girard CL, Seoane JR, Brisson GJ. Absorption of colostral immunoglobulin G in the newborn dairy calf, Journal of Dairy Science, 1982; 65: 1765-1770 McGuire TC, Crawford TB, Hallowell A L, Macomber LE. Failure of colostral immunoglobulin transfer as an explanation for most infections and deaths of neonatal foals. Journal of the American Veterinary Medical Association 1977; 170: 1302-1304 Mukasa-Mugerwa E. 1981 The Camel (Camelus dromedarius): A Bibliographical Review. Addis Ababa, Ethiopia: International Livestock Centre for Africa McGuire TC, Pfeiffer NE, Weikel JM. Failure of colostral immunoglobulin transfer in calves dying from infectious diseases. J. Am. Vet. Med. Assoc. 1976; 169: 713-718. Murphy PJ. Obstetrics, neonatal care and congenital conditions. Vet. Clin. North Am. 1998; 5: 198- 202. Pugh GH. Prepartum care of the pregnant llama and neonatal care of the cria. Proceedings of the Annual Meeting of the Society for Theriogenology, Hastings, 1992; pp. 198-201. Pugh, GH, Belknap EB. Perinatal and neonatal care of South American camelids. Vet. Med. A. 1997: 292±297. Schwartz HJ, Dioli M. The One-humped Camel in Eastern Africa: A Pictorial Guide to Diseases, Health Care and Management. Berlin 1992, Josef Margraf Scientific Books Tizard I. The protective properties of milk and colostrum in non-human species, Advances in Nutritional Research, 2001; 10: 139-166 Ungar-Waron H, Elias E, Gluckman A, Trainin Z. Dromedary IgG: purification, characterization and quantitation in sera of dams and newborns. Isr. J. Vet. Med. 1987; 43: 198±203. Van de Perre P. Transfer of antibody via mother’s milk, Vaccine, 2003; 21: 3374-3376. Wernery U, Ali M, Kinne J, Abraham AA, Wernery R. Copper deficiency: a predisposing factor to septicemia in dromedary calves. Proceedings of the 2nd Camelid Conference. Agroeconomics of Camelid Farming in Almaty, Kasahkstan, 8±12 September 2001.

114

DEVELERDE BRUCELLOSIS

Dr. Mehmet GÜLTEKİN, Prof. Dr. Kerem URAL, Prof. Dr. Serdar PAŞA, Yrd. Doç. Dr. Hasan ERDOĞAN Adnan Menderes Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Işıklı, Aydın, Türkiye [email protected]

Özet Develer Brucella melitensis ve Brucella abortus tarafından oluşturulan brucellosis hastalığına oldukça duyarlı olarak bilinmektedirler. Develerde brucellosis sığırlardaki klinik formuna göre daha az klinik bulguyla seyretmekte ve bu anlamda tanı güçleşebilmektedir. Son yıllarda özellikle Ege Bölgesinde deve sütü ve eti tüketimi artmaktadır. Brucellosis deve ürünlerinin tüketilmesi ile kolaylıkla insanlara geçebilecek zoonotik önemi bulunan bir hastalıktır. Bu kapsamda develerde brucellosis hakkında literatür derlemesi yapılarak epidemiyolojik, ekonomik ve halk sağlığı yönünden öneminin vurgulanması amaçlandı. Anahtar kelimeler; Deve, Brucellosis, Zoonoz

BRUCELLOSIS IN CAMELS

Dr. Mehmet GÜLTEKİN, Prof. Dr. Kerem URAL, Prof. Dr. Serdar PAŞA, Yrd. Doç. Dr. Hasan ERDOĞAN Adnan Menderes University, Veterinary Faculty, Department of Internal Medicine, Aydın, Turkey [email protected]

Abstract Camels are known as highly susceptible to brucellosis caused by Brucella melitensis and Brucella abortus. Camel brucellosis presents only few clinical signs in contrast to its clinical course in cattle which makes difficulties in diagnosis. Especially in Aegean Region, camel milk and meat have gained a wider consumption in the recent years. Brucellosis can be easily transmitted from animals to humans with camel products. Therefore, we reviewed the literatures on camel brucellosis to highlight the epidemiologic, economic and public health impact. Keywords; Camel, Brucellosis, Zoonosis

115

Giriş

Develer özellikle Asya ve Afrika kıtalarının yarı kurak ve kurak bölgelerinde önemli sosyo-ekonomik role sahiptir. Kuraklık başta olmak üzere çöl iklim koşullarına uyum sağlayabilme özellikleri nedeniyle bu bölgelerde evcilleştirilen diğer hayvanlardan üstün tutulurlar. Develer et, süt, deri ve yapağı gibi ürünlerinden yararlanılması yanında özellikle taşıma ve ulaşım amacıyla kullanılmaktadır. Bunun yanında Körfez Arap Ülkeleri başta olmak üzere dünyanın çeşitli bölgelerinde spor ve turistik amaçlı deve yetiştiriciliği de önemli yer tutmaktadır. Çeşitli çevresel koşullara dayanıklılıklarıyla bilinen develerin geçmişte pek çok hastalığa karşı da dirençli olduğu düşünülmekteydi. Günümüzde ise develerin de hastalıklara en az diğer türler kadar duyarlı olduğu gösterilmiştir (Gwida ve ark., 2012).

Brusellosis hastalığı deve dahil olmak üzere tüm evcil hayvanlardan insanlara bulaşabilen ve tüm dünyada karşılaşılan oldukça önemli bir halk sağlığı sorunudur (Radostits ve ark., 2007). Fakat günümüze kadar develerde brusellosis hastalığına yeterince önem verilmediği belirtilmektedir (Gwida ve ark., 2012). Develerde brucellosis ilk olarak 1931 yılında tanımlanmış daha sonra ise hemen hemen tüm deve yetiştiriciliği yapılan ülkelerden bildirilmiştir. Yapılan literatür taramasında ülkemizde bulunan deve nüfusunda hastalığın yaygınlığının araştırılmasına yönelik bir çalışmaya rastlanmamıştır.

Develer hem B. abortus hem de B. melitensis’e karşı duyarlıdırlar. Brucella ile enfekte develerden elde edilen et ve süt ürünlerinin tüketilmesini takiben insanlarda da çok sayıda brusellozis olgusu belirlenmiştir (Kiel ve Khan, 1989). Deve yetiştiriciliği ve ürünleri ile uğraşan meslek gruplarının da risk altında olduğu belirtilmektedir. Ayrıca develerde brucellosis sığırlardaki klinik formuna göre daha az klinik bulguyla seyretmekte ve bu anlamda tanı güçleşebilmektedir. Son yıllarda özellikle Ege Bölgesinde deve sütü ve eti tüketimi artmaktadır. Brucellosis deve ürünlerinin tüketilmesi ile kolaylıkla insanlara geçebilecek zoonotik önemi bulunan bir hastalıktır.

Bu derlemede ülkemizde gelişmekte olan deve yetiştiriciliği göz önüne alındığında önemli bir halk sağlığı sorununa neden olabilecek brucellosis hastalığı hakkında literatür değerlendirmesi yapılarak konunun öneminin vurgulanması amaçlandı.

116

Hastalığın Epidemiyolojisi

Brusellosis hayvanlarda abort, erken doğum, süt üretiminde ve fertilitede azalma, diğer türlere hastalığın bulaştırılma riski ve zoonotik potansiyeli nedeniyle önemli görülmektedir. Bu nedenle hastalığın develerdeki yaygınlığının göz ardı edilmemesi gerektiği belirtilmektedir. Hastalığın gözlem ve kontrolündeki önemli güncel avantajlara rağmen, özellikle gelişmekte olan ülkelerde brusellosis yaygınlığının çeşitli hijyen, sosyoekonomik ve politik sorunlar nedeniyle artış gösterdiği vurgulanmaktadır (Pappas ve ark., 2006). Brucellosis, Brucella ailesinde bulunan gram negatif kokobasil, fakültatif hücre içi bakteriler tarafından oluşturulmaktadır. Etken, özellikleri nedeniyle konakta kronik hastalık tablosuna yol açabilmekte ve hayvanlarda ömür boyu kalıcılığını sürdürebilmektedir. Develer B. abortus ve B. melitensis tarafından enfekte edilebilmektedir. Hastalığın yaygınlığı develerin yaşadığı bölgedeki diğer hayvan türlerinde hastalığın görülme sıklığına göre değişim gösterebilmektedir (Mousa ve ark., 2008). Enfekte hayvanlar ile hastalığa duyarlı develerin yakın teması sonucu deve sürülerinde hastalık hızla yayılabilmektedir. Özellikle Arabistan’da develer sıklıkla koyun ve keçi sürüleriyle bazen de sığırlarla birlikte yetiştirilmekte, hayvanlar aynı su ve yem kaynaklarını birlikte kullanmakta, bu durum sonucunda da hastalık türler arasında kolayca yayılabilmektedir (Teshome ve ark., 2003). Develerde brusellosis hastalığının ülkelerde gösterdiği farklı prevalans oranları bakım ve besleme koşulları, duyarlı deve sayısındaki farklılık, etkenin virulensi, bölgedeki taşıyıcı hayvan sayısı, kontrolsüz hayvan değişimi, veteriner hizmetlerindeki eksiklik ve hayvan sahiplerinin yeterince bilinçli olmamasına göre değişebilmektedir (Radostits ve ark., 2007). Develer sindirim sistemi yoluyla gıda ya da su kaynağından, solunum sistemi yoluyla toz ve damlacıklarla, genital sistem yoluyla ise semen ile enfekte olabilirler (Kudi ve ark., 1997).

Güncel bir araştırmada diğer ruminant türleri ile birlikte barındırılan develerde hastalığın prevalansının daha yüksek olduğu (%23,8) ve muhtemel bulaş kaynağının ise sığırlar olduğu belirlenmiştir (Musa ve ark., 2008). Farklı ülkelerde yapılan çeşitli çalışmalar ile hastalığın seroprevalansı diğer hayvan türleri ile temasın olmadığı durumlarda alt sınır olarak %5 düzeyinde, sürü düzeyinde yetiştirilen ve diğer hayvan türleri ile temasın olduğu durumlarda ise %8-15 düzeylerinde belirlenmiştir (Abbas ve Agab, 2002). Dünyanın farklı bölgelerinde serum antikor varlığına göre gerçekleştirilen bazı prevalans çalışmaları Tablo 1’de özetlenmiştir.

117

Tablo 1. Develerde Brucella antikorlarının prevalansı üzerine çeşitli ülkelerde yapılan çalışmalar Ülke Deve sayısı (n) Prevalans (%) Araştırmacı Mısır 200 20 Zaki, 1948 360 11,5 Nada ve Ahmet, 1993 780 8,2-23,3 Salem ve ark., 1990 592 1-1,7 Abou-Eisha, 2000 Libya 967 4,1 Gameel ve ark., 1993 520 1,4-3 Azwai ve ark., 2001 Sudan 3274 7,8 Musa ve ark, 2001 3549 30,5 Omer ve ark., 2007 Nijerya 329 11,4 Junaidu ve ark., 2006 Somali 1246 3,1-3,9 Ghanem ve ark., 2009 Kenya 172 6,4-12,2 Waghela ve ark., 1978 Ürdün 640 14,2 Dawood, 2008 Etiyopya 1442 5,7 Teshome ve ark., 2003 Suudi Arabistan 2630 8 Radwan ve ark., 1992 859 1,86-3,03 Alshaikh ve ark., 2007 Yemen 105 0 Al-Shamahy, 1999 İran 953 8 Zowghi ve Ebadi, 1988 1123 10,5 Ahmat ve Nemat, 2007 Pakistan 81 2,5 Ajmal ve ark., 1989

Develerde brucellosis hastalığının tanısı amacıyla farklı araştırmalarda çeşitli serolojik tanı testleri (RBT, CFT, Serum Aglutinasyon Testi, iELISA, cELISA, 2ME) uygulanmıştır (Azwai ve ark., 2001; Abdel Moghney, 2004; Alshaikh ve ark., 2007). Deve yetiştiriciliğinde son yıllarda gelişmeye devam eden süt endüstrisi göz önüne alındığında özellikle insan sağlığı açısından tehlike teşkil eden hastalığın ihmal edilmemesi gerektiği vurgulanmaktadır. Fakat şu ana kadar develerde brucellosis hastalığına yönelik herhangi bir aşılama çalışması ya da eradikasyonu amacıyla kapsamlı strateji geliştirilmediği

118

belirtilmektedir (Tibary ve ark., 2006). Bununla birlikte develerde bağışıklık sisteminin güçlendirilmesine yönelik uygulamalar, hastalığın periyodik serolojik testlerle değerlendirilmesi, bakım koşullarının iyileştirilmesi ve hayvan transportunun kontrolü ile bulaşmanın azaltılabileceği bildirilmektedir (WHO, 1997; Wernery ve Kaden, 2002). Özellikle develerle birlikte yaşayan çiftlik hayvanlarının brucellosis hastalığına karşı aşılanması oldukça etkili ve ekonomik bir yöntem olarak önerilmektedir (Gwida ve ark., 2012).

Develerde Gözlenen Klinik bulgular

Özellikle diğer büyük ve küçük hayvanlarla teması olan her iki deve türünde de (C. dromedarius ve C. bactrianus) Brucella kaynaklı enfeksiyonlarla sıklıkla karşılaşılmaktadır (Gwida ve ark., 2012). Asya ve Afrika kıtasındaki çoğu ülkede develerde enfeksiyonun yaygınlığına yönelik serolojik çalışmalar gerçekleştirilmiştir. B. abortus ile deneysel enfeksiyona maruz bırakılan, gebe olmayan develerde hafif iştahsızlık, topallık ve çift taraflı gözyaşı akıntısı gibi hafif ve geçici klinik bulguların şekillendiği ortaya konulmuştur. Hem B. abortus hem de B. melitensis enfeksiyonlarına bağlı olarak orşit ve epididimit durumları da bildirilmiştir (Tibary ve ark., 2006). Hastalığa bağlı plasenta retensiyonu ve yangısı, uterus enfeksiyonları, fötal ölüm ve mumifikasyon, gelişme geriliği, inferitilite yanında artrit ve higroma belirlenebilmektedir (Tibary ve ark., 2006; Ahmad ve Nemat, 2007; Musa ve ark., 2008). Gebe develerde abortların özellikle gebeliğin son üçte birlik döneminde gözlendiği ve abort olan fötüs, genital akıntı, idrar ve sütten B. melitensis’in izole edildiği bildirilmektedir (Radwan ve ark., 1995). Bununla birlikte B. melitensis’in farklı suşlarının da deve sütünden izole edilmesi organizmanın deve sütüyle atılabildiğini göstermektedir (Gameel ve ark., 1993; Abou-Eisha, 2000). Fakat sığırlarla karşılaştırıldığında develerde brusellosis hastalığına bağlı gözlenen klinik bulguların daha hafif, kandaki antikor konsantrasyonlarının ise daha düşük olduğu ifade edilmektedir (Musa ve ark., 1990).

Hastalığın Halk Sağlığı Açısından Önemi

Brusellosis insanlarda çok yönlü klinik bulgulara neden olabilen, yaşamı tehdit edici bir hastalık olarak bilinmektedir. Neden olduğu akut ve kronik hastalık tablosu, fiziksel yetersizlik ve iş gücü kaybı çeşitli ülkelerde sosyal ve ekonomik gelişmeyi engelleyen önemli bir halk sağlığı sorunu yaratmaktadır (Gwida ve ark., 2012). Mesleki nedenle kazanılan brusellosis ise hayvan sağlığı sektöründe çalışan bireylerin enfekte hayvanlarla doğrudan

119

temasıyla gerçekleşebilecek özellikle üstünde durulması gereken bir durumdur. Bu kapsamda çobanlar, hayvan bakıcıları, kasaplar ve veteriner hekimler risk altındadır. Sürü hayvancılığının eski yöntemlere göre devam ettirildiği bölgelerdeki çobanlar sıklıkla bu hastalığa maruz kalmaktadır (Straten ve ark., 1997). Deve sütünün çeşitli özellikleri nedeniyle son yıllarda tüketimi artmıştır ve özellikle Arap toplumlarında deve bakıcıları tarafından çiğ deve sütü tüketilmektedir. Deve sütünden B. melitensis’in izole edilmesi ve hayvanlarda B. abortus ile B. melitensis seropozitivitesinin belirlenmesi halk sağlığı açısından tehlike oluşturmaktadır (Gameel ve ark., 1993). Bu nedenle deve sütünün pastörize edildikten sonra tüketilmesi önerilmekte ve pastörizasyonun sütün kimyasal kompozisyonuna zarar vermediği vurgulanmaktadır (Farah, 1996; Gwida ve ark., 2012).

İnsanlarda deve kaynaklı Brucella enfeksiyonlarının çoğunlukla çiğ süt tüketimi sonrası oluştuğu bildirilmektedir (Kiel ve Khan, 1989). Suudi Arabistan’ın Riyad bölgesindeki büyük deve çiftliklerinde çalışan bakıcı ve sütçülerin %30’unda B. melitensis belirlenmiştir. Bu çiftliklerdeki gebe develerde görülen abort oranının ise %12’ye ulaştığı bildirilmektedir (Radwan ve ark., 1995).

Sonuç ve Öneriler

Deve yetiştiriciliğinin daha yaygın olarak yapıldığı çeşitli Asya ve Afrika ülkelerinde brusellosis hakkında belirli bir farkındalık yaratılmış fakat deve yetiştiriciliğinin yeni gelişmekte olduğu ülkemizde henüz yeterince çalışma gerçekleştirilmemiştir. Özellikle deve ürünleri tüketiminde Brucella enfeksiyonlarına ilişkin risk göz önünde bulundurulmalı ve kesinlikle çiğ süt tüketiminde bulunulmamalıdır. Ülkemizdeki deve nüfusu periyodik olarak serolojik testlerle kontrol edilmeli, aynı bölgede yaşayan çiftlik hayvanları ise düzenli olarak aşılanmalıdır. Bu kapsamda olası deve kaynaklı Brucella enfeksiyonlarının önlenmesine yönelik olarak yetiştiriciler, halk sağlığı çalışanları ve veteriner hekimler arasındaki iş birliğinin oldukça önemli olduğu düşünülmektedir.

120

Kaynaklar Abbas B, Agab H. A review of camel brucellosis. Prev Vet Med 2002; 55: 47–56. Abdel Moghney FRA. A preliminary study on brucellosis on camels at Behira province. Assuit Univ Bull Enviro Res 2004; 7: 39–43. Abou-Eisha MJ. Brucellosis in camels and its relation to public health. Assiut Vet Med J 2000; 44,-: 54–64. Ahmad R, Nemat Z. Brucellosis of camels in Iran, Shahid Bahonar University of Kerman. Iran, 2007. Priory Lodge Education, 2007. Ajmal M, Ahmed DM, Arshad M. Sero surveillance of brucellosis. Pak Vet J 1989; 9: 115– 117. Alshaikh AAM, Al-Haidary A, Aljumaah RS, Al-Korashi MM, ElNabi GRA, Hussein MF. Camel brucellosis in Riyadh region, Saudai Arabia. J Camel Pract Res 2007; 14: 113–117. AL-Shamahy AH. Seropositivity for brucellosis in a sample of animals in the Republic of Yemen. East Mediterr Health J 1999; 5: 1035–1041. Azwai SM, Carter SD, Woldehiwet Z. MacMillan A. Camel brucellosis: evaluation of field sera by conventional serological tests and ELISA. J Camel Pract Res 2001; 8: 185–193. Dawood AH. Brucellosis in Camels (Camelus dromedorius) in the South province of Jordan. Am J Agric Econ 2008; 3: 623–626. Gameel MA, Mohamed OS, Mustafa AA, Azwai MS. Prevalence of camel brucellosis in Libya. Trop Anim Health Prod 1993; 25: 91–93. Ghanem MY, El-Khodery AS, Saad AA, Abdelkader HA, Heybe A, Musse AY. Seroprevalence of camel brucellosis (Camelus dromedarius) in Somaliland. Trop Anim Health Prod 2009; 41: 1779–1786. Gwida M, El-Gohary A, Melzer F, Khan I, Rösler U. Neubauer H. Brucellosis in camels Res Vet Sci 2012; 92 (3): 351-355. Jelastopulu E, Bikas C, Petropoulos C, Leotsinidis M. Incidence of human brucellosis in a rural area in western Greece after the implementation of a vaccination programme against animal brucellosis. BMC Public Health 2008; 8: 241. Junaidu AU, Oboegbulem SI, Sharubutu GH, Daneji AI. 2006. Brucellosis in camels (Camelus dromedaries) slaughtered in Sokoto, northwestern Nigeria. Anim Prod Res Adv 2006; 2: 158–160. Kudi AC, Kalla DJU, Kudi MC, Kapio GI. Brucellosis in camels. J Arid Environ 1997; 37: 413–417. Makis AC, Pappas G, Galanakis E, Haliasos N, Siamopoulou A. Brucellosis in infant after familial outbreak. Emerg Infect Diseases 2008; 14: 1319–1320. Musa MT, Eisa MZ, M El Sanousi M, Abdel Wahab EM, Perrett L. Brucellosis in Camels (Camelus dromedarius) in Darfur, Western Sudan. J Comp Pathol 2008; 138: 151–155. Musa MT, Shigidi AT, Fadlalla ME. Brucellosis in camels in intensive Animal breeding areas of sudan. Implication in abortion and early-life infections. Rev Elev Med Vet Pays Trop 2001; 54: 11–15.

121

Nada RA, Ahmed WM. Investigations of brucellosis in some genital abnormalities of she- camels (Camelus dromedaries). Int J Anim Sci 1993; 8: 37–40. Omer MM, Abdelaziz AA, Abusalab MAS, Ahmed MA. Survey of brucellosis among sheep, goats, camels and cattle in Kassala Area, Eastern Sudan. J Anim Vet Adv 2007; 6: 635–637. Pappas G, Papadimitriou P, Akritidis N, Christou L, Tsianos EV. The new global map of human brucellosis. Lancet Infect Dis 2006; 6: 91–99. Radostits W, Gay CC, Hinchcliff KW, Constable PD. Veterinary Medicine, Tenth ed. Elsevier Saunders, London, 2007; pp. 389–390. Radwan AI, Bekairi SJ, Prasad PVS. Serological and bacteriological study of brucellosis in camels in central Saudi Arabia. Rev Sci Tech OIE 1992; 11: 837–844. Salem AA, EL-Gibaly MS, Shawkat EM, Ibrahim IS, Nada RA. Some studies on brucellosis in camels. Assiut Vet Med J 1990; 23: 139– 143. Straten VM, Bercovich Z, Rahman UZ. The diagnosis of brucellosis in female camels (Camelus dromedaries) using the milk ring test and milk Elisa: a pilot study. J Camel Pract Res 1997; 4:165–168. Teshome H, Molla B, Tibbo M. A seroprevalence study of camel brucellosis in three camel rearing regions of Ethiopia. Trop Anim Health Prod 2003; 35: 381–390. Tibary A, Fite C, Anouassi A, Sghiri A. Infectious causes of reproductive loss in camelids. Therio 2006; 66: 633–647. Waghela S, Fazil MA, Gathuma JM, Kagunya DK. A serological survey of Brucellosis in camels in north-eastern province of Kenya. Trop Anim Health Prod 1978; 10: 28–29. Zaki R. Brucella infection among ewes, camels and pigs in Egypt. J Comp Pathol 1948; 58: 145–151 Zowghi E, Ebadi E. Brucellosis in camels in Iran. Rev Sci Tech OIE 1988; 383–386. Wernery U, Kaaden OR. Infectious Diseases of Camelids. London, Blackwell Wissenschafts- verlag. Berlin, 2002; pp. 99–116. WHO, (World Health Organization). The Development of New, Improved Brucellosis Vaccines: report of the WHO Meeting. WHO, Geneva. 1997.

122

2013-2016 YILLARI ARASINDA ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ VETERİNER FAKÜLTESİ HAYVAN HASTANESİNE GETİRİLEN DEVELERİN İÇ HASTALIKLARI YÖNÜNDEN DEĞERLENDİRİLMESİ Prof. Dr. Serdar PAŞA, Prof. Dr. Kerem URAL, Dr. Mehmet GÜLTEKİN, Yrd. Doç. Dr. Hasan ERDOĞAN, Araş. Gör. Yasin PARLATIR Adnan Menderes Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Aydın, Turkey. [email protected] Özet Bu çalışmada, 2013-2016 yılları arasında Adnan Menderes Üniversitesi Veteriner Fakültesi Hayvan Hastanesine getirilen develerde Veteriner İç Hastalıkları yönünden yaş ve cinsiyet dağılımları ile hastalığın yerleşmiş olduğu sistemler değerlendirilmiştir. Çalışmanın kapsadığı yıllar içerişinde yalnızca ilgili yazarların bizzat İç Hastalıkları kliniğinde teşhis, tedavi ve genel kontrol amacı değerlendirmeye aldıkları 24 deve değerlendirdi. Yaş dağılımına bakıldığında 2.5 yaş ile 15 yaş aralığında oldukları, cinsiyet yönünden tüm develerin erkek olduğu belirlenmiştir. Hasta hayvanların yıllara göre dağılımına bakıldığında 2013 yılından 2016 yılına kadar olan sürede hasta hayvan sayısının azaldığı belirlenmiştir. Tanısı konulan hastalıkların yerleştiği sistemler dikkate alındığında 7 (%29,1) hayvanda üriner sistem hastalığı, 7 (%29,1) hayvanda sindirim sistemi hastalıkları, 3 (%12,5) hayvanda deri hastalıkları, 2 (%8,3) hayvanda solunum sistemi hastalıkları, 1 (%4,1) hayvanda musküler sistem hastalıkları belirlenmiştir. Ayrıca kliniğe genel kontrol amacı ile 4 (%16,6) deve getirilmiştir. Sistem hastalıkları yönünden incelendiğinde en fazla hastalığı üriner sistem ve sindirim sistemi hastalıklarının oluşturduğu belirlenmiştir. Anahtar Kelimeler: Deve, Veteriner, İç Hastalıkları.

EVALUATION OF THE CAMEL PATIENTS PRESENTED TO ADNAN MENDERES UNIVERSITY, FACULTY OF VETERINARY TEACHING HOSPITAL FROM THE INTERNAL MEDICINE POINT OF VIEW BETWEEN THE YEARS OF 2013-2016

Prof. Dr. Serdar PAŞA, Prof. Dr. Kerem URAL, Phd. Mehmet GÜLTEKİN, Asst. Prof. Hasan ERDOĞAN, R. A. Yasin PARLATIR Adnan Menderes University, Veterinary Faculty, Department of Internal Medicine, Aydın, Turkey.

123

[email protected] Abstract In this study, camel patients presented to Adnan Menderes University, Faculty of Veterinary Teaching Hospital were evaluated according to age, sex and the systems effected from diseases from the point of internal medicine between the years of 2013-2016. A total of 24 camels, to those of solely present authors dealt with, were presented to internal medicine clinics in order to make diagnosis, treatment and general overview. All camels were male and at the ages of 2,5 to 15 years. Number of the cases has been gradually decreased from 2013 to 2016. Seven (%29,1) camels with urinary system problems, 7 (%29,1) camels with digestive system disorders, 3 (%12,5) camels with skin problems, 2 (%8,3) camels with respiratory disorders and 1 (%4,1) camel with muscular dysfunction were identified by affected systems. Four (%16,6) animals were presented for general health control. Urinary and digestive system diseases were determined as the vast majority detected problems. Key Words: Camel, Veterinary, Internal Medicine.

Giriş

Develer dünyanın pek çok ülkesinde özellikle kurak ve yarı kurak çöl bölgelerinde yerel hayvancılık popülasyonunun büyük bir çoğunluğunu oluşturmakta olup (Fassi-Fehri, 1987) toplum için süt, et, yün gibi verim kaynağı oluşturmaktadır (Al-Haidary, 2006). Develerde varolan eşsiz termoregulasyon adaptasyon mekanizması ve sıcaklık stresine karşı gelişen direnç özellikle belirtilen çevrelerde yaşama şansı doğurmaktadır (Farjam, 2011; Collier ve ark., 2008).

Develerde enfeksiyöz ve non-enfeksiyöz birçok hastalık görülmektedir. Enfeksiyöz hastalıklar arasında bakteriyel, viral, paraziter, protozoer ve fungal hastalıklar yer alırken, non-enfeksiyöz nedenler arasında bakım ve beslenmeye yönelik belirlihastalıklar tespit edilmektedir(Radostits ve ark., 1994). Develerde en yaygın görülen hastalıkları gastrointestinal parazitler, kene enfestasyonları, uyuz, kist hidatik, tripanosomiyazis, nazal miyazis ve yabancı cisimler oluştururken, nadir olarak mastitis, pneumoni, dermatofitozis ve karaciğer apsesi yer alırken kuduz, tetanoz, tümör ve kongenital hastalıklar ile de karşılaşılmaktadır (Al-Ani ve ark., 1998). Develerde solunum sistemi problemleri daha az dikkat çekmektedir. Çoğu respiratorik hastalıkta olası etiyolojide virüs, mantar, bakteri ve parazitler rol almaktadır. Hazırlayıcı faktörler arasında ani hava değişimi, kötü bakım koşulları, mevcut enfeksiyonlar, uzun süreli yolculuk ve kötü kaliteli besleme yer almaktadır (SchwartzandDioli, 1992). Nazal miyazis, pneumoni, pulmonerkonjesyon, amfizem başlıca solunum sistemi hastalıkları olup (Al-Ani ve ark., 1998) primeretkenler arasında parainfluenza ve pasteurella, Mannheimiahaemolyticayer almaktadır(Kebede ve Gelaye, 2010).Streptococcusspp., Staphylococcusspp., Actinomycespyogenes, Escherichiacoli, ve Micrococcusspp’ de yaygın görülen etkenlerdir (Al-Ani ve ark., 1998).

124

Gastrointestinal sistem hastalıklarında impaksiyon, yabancı cisimler ve enteritis ve ishal yaygın olarak görülmektedir.Erişkinlerde rumen ve retikulumda yabancı cismebağlı hastalıklar daha sık görülürken, gençlerde ishal bulgusunun daha yaygın görüldüğü belirlenmiştir(Al-Ani ve ark., 1998)

Parazitergastroenteritisler dünyanın farklı bölgelerinde karşılaşılan en yaygın hastalıklardır(El-Bihari, 1980; Al-Ani, et al., 1990; Al-Ani and Al-Shareefi, 1995; Al-Ani ve ark., 1998).Parazitergastroenteritislerde görülen en önemli klinik bulgu ishaldir. İshale neden olan diğer hastalıklar arasında özellikle yağışların başladığı sonbahar döneminde ani yapılan rasyondeğişimi de rol oynamaktadır. Ayrıca yağış dönemi paraziter yükün artışıyla da ilişkili görülmektedir. Akut ishaller vücut sıvı ve mineral maddelerinde aşırı kayıp ile kilo kaybına neden olmaktadır (Radostits ve ark., 1994). İshale neden olan bakteriyel etkenler arasında Salmonella sp.,Clostridiumperfringens ve Mycobacteriumparatuberculosisbulunmaktadır (Wilson, 1998). resistanthistoricallyCamels to thehave infecbeen - considered researchin theecozones.tious same hasdiseases shown However, affecting that recent livestock certainlargepathogeniccamels number diseases, are of indeedagents. susceptibleIn addition, to for a diseasessusceptibleruminants.camels affect arethan Severalobviouslycamels, other bacterial more enterotoxaemiaparatuberculosis,,notably , and colibacillosis, brucellosis, importantabscesses,necrosistuberculosis. inskin andcamels. calfMastitis, diarrhoea abortion, are camels.agentaAspergillus cause reported Established of systemic assp . was thedisease only infungal rabies.include:echthyma,viral pox,diseases contagious papillomatosis of the camel and resistanthistoricallyCamels to thehave infecbeen - considered researchin theecozones.tious same hasdiseases shown However, affecting that recent livestock certainlargepathogeniccamels number diseases, are of indeedagents. susceptibleIn addition, to for a diseasessusceptibleruminants.camels affect arethan Severalobviouslycamels, other bacterial more enterotoxaemiaparatuberculosis,salmonellosis,notably pasteurellosis, and colibacillosis, brucellosis, importantabscesses,necrosistuberculosis. inskin andcamels. calfMastitis, diarrhoea abortion, are camels.agentaAspergillus cause reported Established of systemic assp . was thedisease only infungal rabies.include:echthyma,viral pox,diseases contagious papillomatosis of the camel and Develer aynı ekolojik yaşam alanında bulunan diğer çiftlik hayvanlarına göre enfeksiyöz hastalıklara karşı daha dirençli durumda bulunmaktadır. Ancak yapılan prevalans çalışmalarında develerinde birçok patolojik ajandan etkilenebildiği belirtilmektedir. Bununla birlikte develerin diğer ruminant türlerine göre bazı patolojik ajanlara da daha duyarlı olduğu görülmektedir. Birçok bakteriyel hastalık (pasterollosis, brusellosis, paratuberkülozis, salmonellozis, kolibasillozis, enterotoksemi ve tüberküloz) develeri doğrudan

125

etkileyebilmektedir. Mastitisler, abortlar, abseler, deri lezyonları ve yeni doğan ishalleri develerde önemli ekonomik kayıplara neden olan hastalıklar arasında yer almaktadır. Aspergillusspp. mantarlarının da develerde sistemik enfeksiyonlara neden olabildiği bildirilmektedir. Şap, pox virüs, bulaşıcı ektima (orf), papillamatozis ve kuduz da başlıca görülen viral hastalıklar arasındadır (Abbas ve Ömer 2005).

Ülkemizde özellikle Ege Bölgesinde deve yetiştiriciliğinin sosyokültürel olarak yetiştiriciliğinin devam ettiği, enfeksiyözve enfeksiyöz olmayan nedenlerden kaynaklanabilen verim kayıplarının, tedavi masrafları ve ölüm nedeniyle oluşan ekonomik kayıplar önemli düzeyler ulaşabilmektedir. Yukarıda belirtilen amaçlarla yetiştirilen develerin zaman zaman Veteriner Fakültesi kliniklerine teşhis ve tedavi amacı ile getirildiği görülmektedir. Bu çalışmada Adnan Menderes Üniversitesi Veteriner Fakültesi İç Hastalıkları kliniklerine 2013- 2016 yılları arasında getirilen develerde görülen hastalıkların değerlendirilmesi amaçlanmıştır.

Materyal ve Metot

Bu çalışmada, 2013-2016 yılları arasında Adnan Menderes Üniversitesi Veteriner Fakültesi Hayvan Hastanesi İç Hastalıkları kliniğinde bizzat ilgili yazarların tanı, sağaltım ve genel kontrol amacıyla değerlendirdikleri, toplam 24 deve çalışma kapsamına alınmıştır. Çalışmada, kontrol amacıyla getirilen hayvanlarla birlikte hasta hayvanların yaşı, cinsiyeti ve hastalıkların yerleştikleri sistemlerin yıllara ve aylara göre dağılımları belirlenerek tablolar ve grafikler halinde sunulmuştur. Söz konusu verilerin istatistiksel değerlendirmesindeSPSS paket programı aracılığı ile çapraz tablolama ve Pearson korelasyonu kullanılarak değerlendirildi. İstatistiksel analizlerde p<0,05 değeri anlamlı kabul edildi.

Bulgular

Bu çalışmada, 2013-2016 yılları arasında kontrol, tanı ve tedavi amacıyla Adnan Menderes Üniversitesi Veteriner Fakültesi Hayvan Hastanesi İç Hastalıkları kliniğine toplam 24 deve getirilmiştir. Yaş dağılımı incelendiğinde hayvanların 2,5 yaş ile 15 yaş arasında oldukları belirlenmiştir (Tablo1).

Tablo 1. Kliniğe getirilen hastaların yaş ve cinsiyet dağılımları

Yaş Aralığı Cinsiyet Hayvan Sayısı Toplam Oran

126

1 – 6 yaş Erkek 5 % 20,8 7 -12 yaş Erkek 12 % 50 13 – 15 yaş Erkek 7 % 29,2

Cinsiyet yönünden dağılımına bakıldığında tüm develerin erkek oldukları tespit edilmiştir. Hasta hayvanların yıllara göre dağılımına bakıldığında 2013 yılından 2016 yılına kadar olan sürede hasta hayvan sayının azaldığı belirlenmiştir. Hastalık tanısı konulan hayvanların hastalıklarının yerleştiği sistemler dikkate alındığında 7’sinde (%29,1) üriner sistem hastalığı, 7’sinde (%29,1) sindirim sistemi hastalığı, 3’ünde (%12,5) deri hastalığı, 2’sinde (%8,3) solunum sistemi hastalığı, 1’inde (%4,1) müsküler sistem hastalığı tespit edilmiştir (Tablo2). Bununla birlikte Hayvan Hastanesi İç Hastalıkları Kliniğine kontrol amacıyla da 4 (%16,6) deve getirtilmiştir (Tablo 2).

Tablo 2. Hastaların sistemlere göre dağılımları

Sistem Hayvan Sayısı Toplam Oran Üriner sistem 7 % 29,2 Sindirim sistemi 7 % 29,2 Deri 3 % 12,5 Solunum 2 % 8,3 Kas 1 % 4,2 Genel kontrol 4 % 16,7

Klinikte en sık karşılaşılan hastalıkların sindirim sistemi ve üriner sistem hastalıkları olduğu bunu deri solunum ve kas sistemi hastalıkları olduğu belirlenmiştir. Üriner sistem enfeksiyonu ile gelen hastaların ağırlıklı olarak Kasım ayı içerisinde, sindirim sistemi şikayeti bulunan hastalarında yıl bazında hemen her ay içerisinde geldiği ve istatistiksel bir farklılığının bulunmadığı saptanmıştır.

Tablo 3. Aylara gore hastalıkların dağılımları

127

Sistem

Aylar Üriner Sindirim Deri Solunum Kas GenelKontrol Toplam

Ocak 1 2 1 0 0 0 4

Mart 1 1 2 2 1 0 7

Mayıs 0 0 0 0 0 2 2

Haziran 0 0 0 0 0 1 1

Ağustos 1 1 0 0 0 0 2

Eylül 0 2 0 0 0 1 3

Ekim 1 0 0 0 0 0 1

Kasım 3 1 0 0 0 0 4

Toplam 7 7 3 2 1 4 24

Yıllara göre hastalıkların dağılımları incelendiğinde en fazla hastanın (n=11) 2015 yılında getirildiği söz konusu yıl içerisindeki hastalarında 6 tanesinin sindirim sistemi, 2’ sinin solunum sistemi, üriner sistem, deri ve genel kontrol amacı ile 1’er hastanın; 2013 yılında gelen toplam 5 hastanın 3’nün üriner sistem, sindirim sistemi ve deri problemleri ile 1’er hastanın; 2014 yılında ise gelen develerin ağırlıklı olarak kontrol amacı ile getirildiği görüldü.

Tablo 4. Yıllara göre hastalıkların dağılımları

Sistem

Yıl Üriner Sindirim Deri Solunum Kas Genel Kontrol Toplam

2013 3 1 1 0 0 0 5

2014 2 0 1 0 0 3 6

2015 1 6 1 2 0 1 11

2016 1 0 0 0 1 0 2

Toplam 7 7 3 2 1 4 24

128

TARTIŞMA

Aydın yöresini de içerisine alan Ege Bölgesi hayvancılık sektöründe ülkemiz ekonomisinde önemli bir yere sahiptir. Ege bölgesinde özellikle ekonomik öneme sahip sığır, koyun, keçi yetiştiriciliği yanında ayrıca deve yetiştiriciliği de yapılabilmektedir. Türkiye’nin çeşitli yörelerinde bulunan veteriner fakülteleri kliniklerine getirilen belirli hayvan türlerinin iç hastalıkları yönünden incelendiği ve farklı sonuçların tespit edilmesine rağmen, İç Hastalıkları yönünden develerle ilişkili böyle bir incelemeye rastlanılmamıştır.Ülkemizde develerle ilişkili olarak yapılan retrospektif çalışmalar değerlendirildiğinde konu ili ilişkili henüz bir değerlendirmenin yapılmamış olduğu yalnızca Uludağ Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi kliniğine Görgül ve ark. (1998) ‘nınpatellaluksasyonu ile ilişkili bir vakanın değerlendirildiği bildiri bulunmaktadır. Yapılan literatür taramalarında, Uluslararası kaynaklarda da develerin cerrahi ve iç hastalıkları ile ilişkili olarak yapılan değerlendirmelerin azlığı dikkati çekmektedir. Bu bildirimlerin bir çoğunun vaka takdimleri şeklinde olduğu diğer değerlendirmelerinde hasta serileri olarak yapıldığı görülmektedir (Pearceve ark., 1999, Purohit ve ark., 1989; Al Ani ve ark., 1998).

Söz konusu çalışmalarda develerde karşılaşılan hastalıkların birçoğunun iyileşmesinde başarı sağlanamadığı bu durumunda özellikle deve sahiplerinin Veteriner Hekime başvurmadan önce hastalarını kendi sağaltım denemelerine maruz bırakmasına bağlı olarak şekillendiği görülmektedir (Sarıerler ve Kılıç, 2003). Benzer şekilde Adnan Menderes Üniversitesi Veteriner Fakültesi kliniklerine gelen hastalardan alınan anemnez bilgilerinde kontrol amacı ile getirilen 4 deve dışında çeşitli sistem rahatsızlıkları bulunan hastaların hepsinin kliniğimize intikal etmeden önce ampirik uygulamalar kullanılarak tedavi edilmeye çalışıldığı belirlenmiştir.

Çanakkale havzasından Antalya’nın doğusuna kadar olan kıyı şeridi bölgede Yörük- Türkmen kültürünün devamı niteliğinde bulunan deve güreşlerinin ve sucuk üretimi ile ilişkili olarak da ekonomik bir yeri olan deve yetiştiriciliğinin önemliliğinin giderek artmakta olduğu görülmektedir. Bu çalışmada 2013-2016 yılları arasında muayene ve sağaltım amacı ile değerlendirdiğimiz 24 deve göz önüne alındığında özelliklesindirim ve ürinersistemi hastalıklarının daha sık görüldüğü belirlemiştir (Werney ve Kadden, 1994). Nitekim bu çalışmada, İç Hastalıkları Kliniğine getirilen develerde sindirim sistemi hastalıklarının veüriner sistem hasatlıklarının görülme sıklığı aynı oranda (%29,1) bulundukları tespit

129

edilmiştir. Ancak bu hastaların hemen tamamının gecikmiş olarak kliniğimize getirildiği ve öncesinde uygulandığı ampirik uygulamaların tedavi başarısını azalttığı görülmektedir.

Diğer ruminantlarda olduğu gibi develerde de idrar yolu taşlarına ve idrar yolu enfeksiyonlarına sık rastlanmaktadır. Bu durumun şekillenmesinde develerin cinsiyetine, kastrasyonişleminn yapılıp yapılmamasına, ya da yaşa bağlı olarak şekillenmediği ve hemen her iklim koşulunda oluşabildiği bildirilmektedir (Kock, 1985). Ancak obstruktifurolitlerinkastre edilmiş erkek develerde özellikle de genç yaşta kastre edilen develerde daha sık gözlemlendiği rapor edilmektedir (Radostits ve ark 1994). Araştırmacılar ürolitleri bulunan ve buna bağlı idrar yolu enfeksiyonları görülen develerin idrar yollarında yüksek oranda kalsiyum, necrotikinflamatorik hücreler ve silikaların varlığının olduğunu ortaya koymaktadır (Kock, 1985; McLaughlin ve Evans, 1989; Gutierrez ve ark, 1999). İç Hastalıkları Kliniğimize getirilen idrar yolu enfeksiyonları şekillenen develerin ağırlıklı olarak güreş devesi olarak yetiştirildiği herhangi bir kastrasyon işleminin bu develere uygulanmadığı görülmektedir. İdrar yolu taşları ve idrar yolu enfeksiyonlarının erkek develerde daha sık gözlemlenmesi ve söz konusu hastaların idrar yolu enfeksiyonlarına mağruz kalması kızgınlık döneminde develerin güreş yaptırılmadan önce dişi ile temasa geçirilmesi çiftleşme gerçekleşmeden diğer erkek develerle yüksek stres ortamında rekabete sokulması ile ilişkili olabileceği düşünülmektedir.

Ürdün de 500’ ün üzerinde devede yapılan bir çalışmada; % 98 gastrointestinal parazitlerin, % 100’ ünde kene enfestasyonunun, % 83 oranında uyuzenfestasyonun, % 33 trypanosomiasis, % 21,79 (n=34) oranla da ön midelerde yabancı cisimlerin bulunduğu belirlenmiştir (Al ani ve ark., 1998). Söz konusu yabancı cisimlerin dağılımın ise %64,7 ile plastik nitelikte, % 23, 5 ile deri ve kauçuk maddelerden % 11, 8 ile de diğer yabancı cisimlerden şekillendiği ve bu materyallerin ağırlıklı olarak rumen ve retikulumda bulunduğu belirtilmektedir (Al ani ve ark., 1998). İshal ve enteritis durumlarının da özellikle yeni doğan yavrularda geliştiği kış şartlarında dünyaya gelen 21 yavrudan 4’ ünün kolibasilloza bağlı olarak öldüğü rapor edilmiştir. Sindirim sistemi hastalıklarının enfeksiyözetiyolojili olanlarının ise ağırlıklı olarak genç yaştaki hayvanlarda gözlemlendiği Salmonellaspp, E.coli, veMycobacteriumparatuberculosis’ in özellikle genç hayvanlarda büyük ekonomik öneme sahip olduğu bildirilmektedir ( Werney ve Kadden, 1994).

130

Fakültemiz Kliniklerine getirilen hastalarda deve yetiştiriciliğinin yapıldığı diğer ülkelerde olduğu gibi ağırlıklı olarak sindirim sistemi şikayeti ile kliniklerimize getirildiği görülmektedir. Aylara göre sindirim sistemi şikayeti bulunan hayvanlar değerlendirildiğinde mayıs ve haziran aylarında hiç hastanın gelmediği, en yoğun hastanın ise sonbahar ve kış aylarında geldiği görülmektedir. Bu duruma kızgınlık döneminin etkisi olabileceği ve kızgınlıkla birlikte rasyonda yapılan değişimlerin neden olduğu düşünülmektedir. Sindirim sistemi problemleri tanısı koyduğumuz develerin özellikle basit indigesyonlar ve üreticilerin kızgınlık döneminde performansı dengelemek için ezilmiş yada kırılmış arpadan yapılan hamur toplarının ani ve yüksek miktarda verilmesine bağlı olarak akut rumen laktik asidozisine varan sonuçların doğduğu gözlemlenmektedir. Bir deve de ise enfesiyöz karakterde bir ishal olgusu şekillenmiş ve yapılan tüm sağaltım uygulamalarına cevap alınamayarak hasta kesime sevk edilmiştir. Söz konusu hastanın hayvan sahibi tarafından önceden sağaltım denemelerinde bulunduğu, ancak deve yetiştiricileri tarafından yanlış yapılan kızgınlık durumunda su kısıtlaması uygulaması ile birlikte ishalin doğurduğu dehidrasyonun daha da şiddetli hale gelmesine yol açtığı görülmüştür. Kesime sevk edilen hastanın yapılan postmortem muayenesinde labaratuvar bulguları ile paralelel olarak böbreklerinde dehidrasyon ve oluşan sepsis tablosundan etkilendiği ve organlardaki diğer makroskobik değişikliklerinde salmonellozis şüpheli tanısını doğrular nitelikte olduğu belirlenmiştir.

Tek hörgüçlü ve çift hörgüçlü develerde deri enfeksiyonlarının ağırlıklı olarak paraziter kaynaklı olduğu belirtilmektedir (Werney ve Kadden, 1994). Paraziter nitelikte olan bu etkenlerinde özellikle develerde enfeksiyöz karakterdeki hastalıkların yayılmasında önemli rol oynadığı düşünülmektedir.Sarcoptes ve psiroptes türü akarların, kenelerin, sokucu sineklerin özellikle kendilerinin hastalık oluşturmasının yanında hastalık etkenlerin de naklinde önemli rol oynayan ajanlar olduğu bildirilmektedir (Higgins, 1986).Sarkoptik uyuz gözlemlenen ve hastalık şekillenen hayvanların özellikle kış aylarında mevsimsel bir hastalık olarak nitelendirilmesi uzun yıllardan beri tanımlanmaktadır (Radostits ve ark., 1994). Deri üzerinde belirlenebilecek paraziterenfestasyonların büyük bir kısmını da kenelerin oluşturduğu, bu kenelerinde özellikle zoonotik nitelikte olan trypanazomiasis’ i nakledebildiği görülmektedir.Yine keneler ile birlikte ruminantlarda yaygın karşılaşılan piroplazmozis’ lerinde görülebileceği belirtilmektedir (Higgins, 1986). Kliniğimize getirilen deri problemlerinin de benzer şekilde uyuz etkenlerine bağlı olarak şekillendiği görülmüştür.

131

Mevsimsel olarak yapılan değerlendirmede söz konusu hastaların literatürle uyumlu olarak kış aylarında getirildiği bu durumunda hastalığın ülkemiz develerinde de kış aylarında yaygın görülen deri hastalıkları arasında bulunduğunu düşündürmektedir. Yine deri problemleri ile gelen hastaların özellikle ülkemize doğu ve güney komşularımız olan İran, Irak ve Suriye üzerinden gelen develerin olduğu bu bölgelerde de söz konusu paraziter mücadele uygulamaların yapılmadığı düşünülmektedir. Deve yetiştiricilerinin hayvanlarına gösterdikleri önem göz önüne alındığında aslında hastalığın prevalansının ülkemizde de yaygın olduğu düşünülmektedir.

Son yıllarda deve sahipleri ile Üniversitemiz ve Fakültemiz tarafından kurulan sıcak ilişkiler ve sağaltıma yönelik olarak yapılan uygulamalardan elde edilen başarılı sonuçlar sayesinde ilerleyen yıllarda hastanemize gelen deve sayılarının artacağı ve hayvan hastalıkları açısından bölge hastanesi niteliğinde olan Araştırma ve Uygulama Hastanemizin deve yetiştiriciliğine önemli katkılarda bulanabileceğini düşünmekteyiz.

Sonuç olarak Aydın ve çevre illerden Fakültemize gelen develerin hastalık profilleri değerlendirildiğinde özellikle sindirim ve üriner sistem hastalıklarının insidensini azaltmakve bu sistem hastalıkların neden olduğu ekonomik kayıpları en asgari düzeye indirmek içim köruma ve kontrol programlarını alınmasının gerekli olacağı kanısındayız.

132

Kaynakça Abbas B, Omer OH. Review of infectiousdiseases of thecamel.VeterinaryBulletin, 2005; 75(8): 1-16. Al-Ani FK ve Al-Shareefi MR. Observation on medicalleech (Limnatisnilotica) in a camel in Iraq. J. CamelPract. Res. 1995; 2: 145. Al-Ani FK, Al-Bassam LS, Al-Salahi KA. Epidemiologicalstudy of dermatomycosisduetoTrichophytonschoenleinii in camels in Iraq. Bull. Anim. Hlth. Prod. Afr 1995; 43: 87-92. Al-Ani FK, Sharrif LA, Al-Rawashdeh OF, Al-Qudah KM, Al-Hammi Y. Cameldiseases in Jordan. InProceedings of the 3rd Annual Meeting forAnimalProduction Under AridConditions. United ArabEmiratesUniversity 1998; 2: 77-92. Al-Haidary AA. Seasonalvariation in thermoregulatoryandsomephysiologicalresponses of Arabiancamel (Camelusdromedarius). J SaudiSocAgrSci. 2006; 5: 30-41. Collier RJ, Collier JL, Rhoads RP, Baumgard LH. Invitedreview: genesinvolved in thebovineheatstressresponse. Journal of DairyScience. 2008; 91(2): 445-454. El-Bihari, S. 1980. Helminths of thecamel: a review. Br. Vet. J. 141: 315-326. Farjam AS. HeatShockProteins as ModifyingFactors in PhysiologicalStressResponses in Poultry 2011 (Doctoraldissertation, UniversitiPutraMalaysia). Fassi-Fehri MM. Diseases of camels. Rev. sci. tech. Off. int. Epiz. 1987; 6(2): 337-354. Görgül OS, Seyrek-İntaş D, Topal A, Çelimli N, Güzel N. Bir devede Patella’nınDorsaleLuksasyonu. Veteriner Cerrahi Dergisi 1998; 4:3-4, 56-56. Gutierrez C, Padron M, Banares A, Palacios MP. Urinaryretention in twomaledromedariesduetosilicauroliths. Journal of VeterinaryMedicine (A), 1999; 46: 523- 526. Higgins, A. (Ed.). Thecamel in healthanddisease 1986; p. 168. BaillièreTindall. Kebede F, Gelaye E. Studies on majorrespiratorydiseases of camel (Camelusdromedarius) in NortheasternEthiopia. AfricanJournal of MicrobiologyResearch. 2010; 4(14): 1560-1564. Khan BB, Arshad I, Riaz M. Productionandmanagement of camels. University of Agriculture, Faisalabad, Department of Livestock Management. Wilson, R.T. 1998. Camels. MacmillanEducation Ltd., London. Kock RA. Obstructiveurethralcalculi in themalecamel: report of twocases. TheVeterinaryRecord, 1985; 117: 494-496. McLaughlin BG, Evans NC. Urethralobstruction in a malellama. Journal of theAmericanVeterinaryMedicalAssociation, 1989; 195: 1601-1602. Radostits OM, Blood DC, Gay CC. VeterinaryMedicine, (Baillie© re-Tindall, London) 1994. Sarıerler M, Kılıç N. Adnan Menderes Üniversitesi (ADÜ) Veteriner Fakültesi Cerrahi Kliniğine Getirilen Hastalara Toplu Bir Bakış (1999-2003). UludagUniv J FacVetMed 2003; 22: 1-2. Schwartz HJ, Dioli M. Theone-humpedcamel in EasternAfrica. A pictorialguidetodiseases, healthcareandmanagement. Berlin VJ Margraf, 1992; 263.

133

Wernery U, Kaaden O. Infectiousdiseases of camelids. Blackwell, Wissenschaft, Germany 1994.

134

DEVELERDE KEMİK KIRIKLARI VE TEDAVİ SEÇENEKLERİ

Prof. Dr. Murat SARIERLER, Araş. Gör. Dr. Zeynep BİLGEN ŞEN, Araş. Gör. Cahit Gürsel BELLEK Adnan Menderes Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, Aydın, Türkiye. [email protected] Özet Develerde kırık tedavisi veteriner hekimler için oldukça önemlidir. Çiftleşme mevsimindeki erkeklerin heyecanlı mücadelesine bağlı olarak 600 günden büyük develerde en çok kırılan kemik mandibula iken, 600 günden küçüklerde ise tibia olmuştur. Erişkinlerde mandibula ve gençlerde tibianın yanı sıra, yaşlılarda en sık karşılaşılan kırıklar sırasıyla tibia, metatarsus, metakarpus, radius, 1. falanks, femur, maksilla, boyun, aksesuar karpal kemikken; gençlerde mandibula metatarsus, radius, metakarpus, 1. falanks olmuştur. Her yaştaki devede diafizer kırıklar, metafizer kırıklardan daha çok görülmüştür. Genç develerde kırıklar daha çok kapalı kırık halindeyken, yaşlılarda kırıklar daha çok açık halde görülür. Apendiküler iskelet kırıklarının tedavi seçenekleri, maksilla ve mandibuladan farklılık gösterir. Paris bandajı ve PVC destekli Paris bandajı apendiküler iskelet sistemi kırıklarının tedavisinde cerrahi müdahale olsun ya da olmasın kullanılırken, maksilla ve mandibula için interdental tel uygulaması, U bar, Steinmann pin kullanılmaktadır. Uzun kemiklerde eksternal fikzasyon metotlarının yanı sıra, intramedüller kilitli çiviler, dinamik kompresyon plakları, intramedüller çiviler, vida ve serklaj tellerinden internal fikzasyon yöntemleri olarak yararlanılır. Anahtar Kelimeler: Deve, Kırık, Tedavi.

BONE FRACTURES and TREATMENT OPTİONS in CAMELİDS Prof. Dr. Murat SARIERLER, R. A. Phd. Zeynep BİLGEN ŞEN, R. A. Cahit Gürsel BELLEK University of Adnan Menderes, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, Aydın, Turkey [email protected] Abstract Fracture management in camelids is very important for veterinarians. While tibia is most fractured bone in younger than 600 days old camels, mandibular fractures are mostly seen in older than 600 days mostly because of sexually excitement of males in rutting season. Beside fractures in mandible in olders and tibia in youngers, most commons are in tibia, metatarsus, metacarpus, radius, 1st phalanx, femur, maxilla, neck, accessory carpal bone respectively in olders and in mandible, metatarsus, radius, metacarpus, 1st phalanx respectively in youngers. Diaphyseal fractures are seen more than metaphyseal in every age of camels. Younger camels have more closed fractures, but olders have open morely. Trauma and stepped on are most fracture causes in camels, on the other hand, bite is the most found in olders. Treatment options for appendicular skeleton fractures differ than maxilla and mandible. Plaster of Paris and plaster of Paris with PVC are chosen for appendicular skeleton fracture treatments with or without surgical approach while interdental wiring, U bar and Steinmann pin usage are detected as useful for maxilla and mandible. Apart from external fixation methods in long bone fractures, intramedullary interlocking nails, dynamic compression plates, intramedullary pins, screws and cerclage wires could be benefitted as internal fixation methods. Keywords: Camel, Fracture, Treatment.

135

Giriş

Develerde kırık tedavisi, veteriner hekimler için önemli bir konudur (Newman ve Anderson, 2009). Hasta sahipleri günümüzde artan teknolojik imkanların yardımı ile özellikle hayvanların ekonomik önemleri de göz önünde bulundurulduğunda, uzun tedavi süreci ve maliyetini karşılamada daha isteklidir (Newman ve Anderson, 2009). Hayvanların genç ve yaşlı olmalarına bağlı olarak değişen insidansta kırıklar görülmektedir. Bununla birlikte çiftleşme sezonunun kış mevsiminde olmasından dolayı kırıklarla daha çok kışın karşılaşılmaktadır. Adnan Menderes Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı’na develer daha çok güreşlerin başlamasını takiben getirilmektedir. Hasta sahipleri ortopedik şikâyetlerle bize başvurmakta ve bunun büyük çoğunluğu güreşlerle ilişkili haldedir. Ancak, şikâyetler vücudun her noktası için farklılık gösterdiği için her kırığın tedavi ve iyileşme süreci, dolayısı ile prognozları farklıdır.

Gereç ve Yöntem

Kırıklar, açık ve kapalı kırıklar olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Kırığın tedavisi; kırık kemiğe, kırığın şekline, kırığın lokalizasyonuna, vakanın üzerinden geçen zamana, hasta sahibinin maddi imkânı ve ilgisi ile hekimin tecrübesine göre değişiklik göstermektedir.

Alt ekstremitelerde karşılaşılan kapalı kırıklarda, hem açık hem de kapalı redüksiyon kullanılabilmektedir (Newman ve Anderson, 2009).

Kapalı redüksiyon kullanılacak yöntemlerde, hayvan sternal (oturur) pozisyonda iken ön ve arka ayakların bağlanması ile zapt-ı rapt gerçekleştirilir. Ardından xylazin HCl (0,3 mg/kg) ile derin sedasyon sağlanır. Kırık ayak üste kalacak şekilde yana yatırılır. İtme ve çekme kuvvetleri ile uygun şekilde redüksiyon sağlanır. Kırık hattının üstüne bir kat pamuk dolanır. Bu işlem esnasında, kırık hattının bir alt ve bir üst ekleminin de bandaj içerisinde yer almasına özen gösterilmelidir. Pamuğun ardından alçı ile sarma işlemi yapılır. Yaklaşık on kat geçilen alçıdan sonra sargı bezi sarılır ve flaster ile tamamlanır. Bazı durumlarda, alçı uygulamasından önce veya sonra PVC ile destek materyali konulabilir (Mohamed, 2012; Kumar ve ark, 2013; Newman ve Anderson, 2009). PVC destekli ya da desteksiz alçılı bandajdan, kırık operasyonları sonrasında da mukavemet amacıyla yararlanılır.

Kapalı redüksiyonun yetersiz kaldığı durumlarda açık redüksiyon tekniğine yani operatif sağaltım yöntemine başvurulur. Açık redüksiyon uygulaması için asepsi ve antisepsi içerisinde rutin cerrahi hazırlık yapılır. Ardından bölge açılıp, kemiğin fikzasyonunu uygun

136

şekilde sağlamak için; steinmann, schanz pinlerden tek ya da demet çivileme, plak ile redüksiyon, eksternal fikzatörler ile fikzasyon ya da özellikle mandibula kırıklarında tercih edilen serklaj yöntemlerinden biri ya da birkaçı birlikte seçilir. Kemiğin mümkün olduğunca normal pozisyonuna getirilmesinin ardından yine rutin cerrahi prensipler içerisinde bölge kapatılır (Tee ve ark, 2005; Newman ve Anderson, 2009).

Mandibula kırıkları için serklajın tek başına yeterli olmadığı durumlarda bir diğer tedavi seçeneği U-bar uygulamasıdır. Bu yöntemde, en az 5 mm çapında bir alüminyum bar yassılaştırılarak kesici dişler ve yanak dişlerinin hizasında uzatılır ve mandibulanın çevresinde döndürülür. Ardından rostral mandibular fragment redükte edilip, son fikzasyon sağlanması amacı ile serklaj teller ile iyice sıkıştırılır. Serklajların geçirilmesi esnasındaki püf nokta ilk iki yanak dişi arasında lateromedial ve mediolateral şekilde geçirip, U-bar’ı da içine almaktır (Ahmed, 2011; Mohamed, 2012).

Operasyon ya da bandajların komplikasyonsuz ilerleyip ilerlemedikleri haftalık kontrollerde özellikle radyografiden yararlanarak yapılır. Mandibuladaki serklajlarda bir gevşeme söz konusu ise, derin sedasyon sonrası hayvan oturur pozisyonda iken; ağız, içerisi antiseptik solüsyonlar (povidon iodine, etakridin laktat[rivanol]) ile yıkanır ve gevşeyen teller tekrar sıkılır. Apse oluşmuşsa direne edilir, direne edilmeyen apseler osteomiyelitise kadar ilerleyebilir (Ahmed, 2011, Kumar ve ark, 2013).

Kırık yönetimi sırasında ampütasyonun da bir tedavi metodu olarak kullanılabileceği bildirilmiştir (Kumar ve ark, 2013).

Bulgular

Mandibula, 600 günden büyük develerde en çok kırılan kemik iken (Mohamed, 2012; Ramadan and Abdin Bey, 1990), 600 günden küçüklerde tibia olmuştur (Ahmed and Al-Sobayıl, 2010). Bir araştırıcı, 4 yaşlı develerde apendiküler iskelet kırıklarının daha fazla olduğunu bildirmiştir (Ramadan, 1992). Erişkinlerde mandibula ve gençlerde tibianın yanı sıra, yaşlılarda en sık karşılaşılan kırıklar sırasıyla tibia, metatarsus, metakarpus, radius, 1. falanks, femur, maksilla, boyun, aksesuar karpal kemikken; gençlerde mandibula metatarsus, radius, metakarpus, 1. falanks olmuştur (Ahmed ve Al-Sobayıl, 2010; Mohamed, 2012; Gahlot ve ark, 2012). Her yaştaki devede diafizer kırıklar, metafizer kırıklardan daha çok görülmüştür (Ahmed ve Al-Sobayıl, 2010; Mohamed, 2012). Genç develerde kırıklar daha çok kapalı kırık halindeyken, yaşlılarda kırıklar daha çok açık halde görülür (Ahmed ve Al-

137

Sobayıl, 2010; Mohamed, 2012). Apendiküler iskelet kırıklarının tedavi seçenekleri maksilla ve mandibuladan farklılık gösterir. Paris bandajı ve PVC destekli Paris bandajı apendiküler iskelet sistemi kırıklarının tedavisinde cerrahi müdahale olsun ya da olmasın kullanılırken, maksilla ve mandibula için interdental tel uygulaması, U bar, Steinmann pin kullanılmaktadır. Uzun kemiklerde eksternal fikzasyon metotlarının yanı sıra, intramedüller kilitli çiviler, dinamik kompresyon plakları, intramedüller çiviler, vida ve serklaj tellerinden internal fikzasyon yöntemleri olarak yararlanılır (Newman ve Anderson, 2009; Ahmed ve Al-Sobayıl, 2010; Ahmed, 2011; Mohamed, 2012; Siddiqui ve ark, 2013).

Tartışma ve Sonuç

Develerde kırıkların sıklıkla görülme sebeplerinin altında erkeklerin güç mücadeleleri (güreşleri), stres kırıkları, gençlerin yetişkinlerin altında kalması, kaygan zeminler ile develerin diğer evcillere göre daha uzun kemiklere sahip olmaları yatmaktadır (Smuts ve ark, 1987; Gahlot, 2000).

Altıyüz günden büyük develerde en çok kırılan kemiğin mandibula olması çiftleşme mevsimindeki heyecanlı mücadelelere bağlanmaktadır (Ramadan ve Abdin Bey, 1990; Mohamed, 2012). Bir araştırıcı, 4 yaşlı develerde apendiküler iskelet kırıklarının daha sıklıkla karşılaşıldığını ortaya koymuştur (Ramadan, 1992).

Geçmişte bir devede kırık ya da çıkık tespit edildiğinde kesim öncelikli seçenekler arasında yer alırken, günümüzde hasta sahipleri “önce tedavi” prensibini benimsemiştir. Bu amaçla tedavi uygun ve ekonomik tedavi seçenekleri arayışını gerçekleştiren hasta sahipleri bu hastaların ticari bir kaynaktan ziyade tedavi edilmesi gereken canlı haline geçmesine yardımcı olmuştur.

Günümüzdeki imkânların geçmişe kıyasla daha gelişmiş olması, develerin daha güvende işlemlerinin gerçekleştirilmesini sağlarken, bir yandan da hasta sahiplerinin daha işbirlikçi olmalarına zemin hazırlamıştır.

Teknolojik gelişmeler ile tüm hayvanlarda ve dolayısı ile develerde güvenle başvurulabilecek tedavi seçeneklerinin miktar ve kalitelerinde artış gerçekleşmiştir. Örneğin pin, plak, vida ve serklajlara ulaşım kolaylaşmış, ISO 9001:2000, ISO:13485 gibi kalite kontrol belgelerine sahip olmaları ile ürünler dünya standartlarına göre temin edilmiştir, üstelik bu ekipmanların maliyeti gittikçe ucuzlamaktadır.

138

Develerin uzun dönem açlığa dirençli oluşunun özellikle mandibula kırıklarının başarılı olarak sağaltımına yardımcı olduğu düşünülmektedir. Ayrıca, kırığın hayvan sahipleri tarafından fark edilmesinin üzerinden uzun zaman geçmeden develerini hekime götürmeleri ve tedavi edilmelerinin, kırık iyileşmesindeki etkisi çok daha yüksek olarak tespit edilmiştir (Mohamed, 2012).

Sonuç olarak her kırığın tedavisi farklı şartlar altında planlanmaktadır. Bu amaçla yapılacak her türlü müdahalenin başarılı olması amaçlanır. Ancak, herhangi bir sebeple başarısız olunması durumunda, özellikle alt ekstremiteler için ampütasyon da bir tedavi seçeneği olarak yer almaktadır. Özellikle son yıllarda, fakültemize çeşitli şikâyetlerle gelen deve sahiplerinin tedavi sürecinde istekliliği develerin hayatta kalma oranlarını artırmış, refahlarına uygun yaşamalarına olanak tanımıştır. Develerine uyguladığımız tedavilerin başarılı sonuçları, deve sahiplerini bilimden daha çok yararlanmaya cesaretlendirmiş fakülteye daha çok gelmeye başlamışlardır. Bu davranış biçimini, yani doğruca kesimi düşünmektense öncelikle en azından tedavi seçeneklerinin araştırılmasını, deve sahiplerine sonuna dek sürdürmelerini önermekteyiz. Her canlının tedavi hakkı vardır. Ayrıca, her kırık kendine özgü dinamiklere göre değerlendirileceği için; tedavi süreci ve maliyeti ile başarı sonucu buna göre değişiklik gösterecektir. Develer üzerine yapılan ulusal ve uluslararası çalışmaların az olmasından dolayı, bu alanda yapılacak diğer çalışmalarla zenginleştirilmesi gerektiği kanaatindeyiz.

139

Kaynakça Ahmed AF, Al-Sobayıl FA. Fractures in young, single-humped camels (Camelus dromedarius). Turk. J. Vet. Anim. Sci. 2012; 36(1): 1-8 Ahmed AF. Mandibular Fracture in Single-humped Camels. Veterinary Surgery. 2011; 40: 903–907. Gahlot TK, Quazi JA, Kachwaha K. External Fixation Technique for the Management of Accessory Carpal Fracture in a Camel. Intas Polivet. 2012; 13(2): 404-405. Kumar P, Kanswan BL, Kachwaha K, Purohit NR, Tanwar M, Gahlot TK. Clinical Evaluation of Fractures in Camels (Camelus dromedarius). Journal of Camel Practice and Research. 2013; 20(2), pp: 1-3. Mohamed AF. Fractures in Single-humped Camels: A retrospective Study of 220 Cases (2008-2009). JKAU: Met, Env and Arid Land Agric Sci. 2012; 23 (1), pp: 3-17. Newman KD, Anderson DE. Fracture management in alpacas and llamas. Vet Clin Food Anim. 2009; 25: 507–522. Ram H, Gahlot TK. Gross and radiological evaluation of RBR IDW technique for repair of mandibular fracture in camels (Camelus dromedarius). Journal of Camel Practice and Research. 2001; 8(2): 199-202. Ramadan RO, Abdin Bey MR. Mandibular fractures in camels. Camel Newsletter 1990; 7(12): 67. Ramadan RO. Incidence, classification and treatment of 179 fractures in camels (Camelus dromedarius). Proc. 1st Int. Camel Conf. Dubai. 1993; pp: 347-351. Siddiqui SA, Siddiqui MI, Telfah MN, Hashmi S,. Fixation of metatarsal fracture with bone plate in a dromedary heifer. Open Veterinary Journal. 2013, 3(1): 17-20. Smuts MMS, Bezuidenhout AJ, Mazierski D. The Skeleton. Anatomy of the Dromedary, Smuts MMS, Bezuidenhout AJ ve Mazierski D (Ed). Clarendon Press, Oxford. 1987; p: 1-47. Tee SY, Dowling BA, Dart AJ. Treatment of long bone fractures in South American camelids: 5 cases. Australian Veterinary Journal. 2005; 83: 7.

140

TEK HÖRGÜÇLÜ DEVELERDE ULKUS KORNEA: 20 OLGU

Prof. Dr. Nuh KILIÇ Adnan Menderes Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı nkılı[email protected] Özet Bu çalışma, 20 tek hörgüçlü devede ulkus kornea hastalığının risk faktörleri ve tedavi sonuçlarının değerlendirilmesi amacıyla derlenmiştir. Retrospektif olarak 20 deveye (20 göze) ait klinik veriler toplanmıştır. Ulkus kornea şikâyeti bulunan hayvanlar Adnan Menderes Üniversitesi Veteriner Fakültesine getirilmiştir. Tüm develer herhangi bir sistemik hastalık bulunmamasına karşı genel muayeneden geçirilmiştir (anamnez, klinik muayene, tam kan sayımı ve serum biyokimyası). Tüm develere direkt oftalmoskop, Schirmer testi ve fluorescein boyama kullanılarak göz muayenesi yapılmıştır. Hastalarda en belirgin klinik bulgular; şiddetli blefarospazm, epifora, konjunktivitis, konjunktival ödem, mukopurulent akıntı, hiperemi ve fotofobi olarak saptanmıştır. Hasta gözden alınan svaplar bakteriyolojik olarak incelenmiştir. Spesifik mikroorganizma bulunmamasına rağmen, en çok spp. ve koagülaz negatif Staphylococus izole edilmiştir. Tedavi için günde dört kez lokal olarak Tobramisin (Tobrased® %3; Bilim İlaç A.Ş.), ağrıyı azaltmak için midriyatik etkisi bulunan siklopentolat hidroklorür (Sikloplejin® %1; Abdi İbrahim) uygulanmıştır. 7 gün süreyle göz ethacridine lactate (Rivanolum toz®; Merkez Lab. İlaç San. Ve Tic. A.Ş.) ile yıkanmıştır. Ayrıca geceleri göze oksitetrasiklin HCl (Terramycin® Göz Merhemi; Pfizer) uygulanmıştır. Sistemik antibiyotik olarak ise günde bir kez 10.000 IU/kg dozda penisilin-streptomisin (Reptopen-S®; CEVA) uygulanmıştır. Yüzlek ulkus kornea bulunan develer (hayvanların %85’ü) yalnızca medikal tedavi uygulanarak 15-25 günde tedavi edilmiştir ve komplikasyonsuz şekilde iyileşmiştir. Derin ulkus kornea olgularında (%15) medikal tedavi ile konjunktival flap ya da tarsorafi uygulanmıştır. Bu hastaların prognozu, 35-45 gün gibi uzun tedavi süresine ihtiyaç duyulmasına rağmen, tek başına medikal tedavi uygulanan hastalara göre daha iyi olmuştur. Bu retrospektif çalışmanın bildirilmesi, olguların deve hekimliğinde önemli yer tutması açısından uygun bulunmuştur. Anahtar Kelimeler: deve, ulkus kornea, blefarospazm, epifora, konjunktival flap.

ULCUS CORNEA IN ONE HUMPED CAMELS: 20 CASES

Prof. Dr. Nuh KILIÇ University of Adnan Menderes University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery nkılı[email protected] Abstract This study was performed to analyze risk factors and treatment results of ulcerative keratitis on 20 one-humped camels. Clinical data on 20 camels (20 eyes) were retrospectively reviewed. Animals presented with ulcerative keratitis to the Veterinary Medical Teaching Hospital (VMTH) of the Faculty of Veterinary Medicine of Adnan Menderes University. All camels underwent general clinical examination (history taking, a physical examination, complete blood count [CBC], and serum chemistry) to determine if any systemic disease was present. All camels received general ophthalmic examinations using direct ophthalmoscopy, the Schirmer tear test and fluorescein dye staining. Treatment tobramycin (Tobrased® %3; Bilim A.Ş.) were applied four times per day as a topical antibiotic. The eye was rinsed with ethacridine lactate (Rivanolum toz®; Merkez Lab. A.Ş.) for 7 days and oksitetrasiklin HCl (Terramycin® ; Pfizer) was applied. In addition, oxytetracycline HCl (Terramycin® G; Pfizer) was administered to the eye at night. Swabs that had been taken from the affected eyes were submitted for bacteriological examination. The most prominent clinical findings were severe blephrospasm, epiphora, conjunctivitis, conjunctival oedema, mucopurulent conjunctival discharges, hyperaemia and photophobia. Although no specific microorganisms were found, Corynebacterium spp. and coagulase negative Staphylococus were predominantly found in the microorganisms isolated. Penicillin-streptomycin

141

(Reptopen-S®; 10.000 IU/kg, CEVA) was used once per day as a systemic antibiotic. Pharmacologic mydriasis was provided with topical cyclopentolate hydrochloride (Sikloplejin® %1; Abdi İbrahim) in efforts to decrease pain. Superficial corneal ulcers (in 85% of animals) treated with medication alone required 15.1-23.4 days for healing and camels recovered fully, without complications. Deep corneal ulcers (15%) treated both by medication and conjunctival flap or tarorrahpy placement has shown significantly better prognoses than cases treated by medication alone did, although long healing periods of 38-40 days were required. The reason for this retrospective study to be chosen for presentation is the importance of these cases in camel practices. Keywords: camel, ulcus cornea, blephrospasm, epiphora, conjunctival flap

Giriş Kornea saydam, dış yüzeyi konvex, iç yüzeyi konkav, yumuşak ve avasküler bir dokudur. Vertebralı hayvanlarda kornea, gözün saydam anterior koruyucu tabakasıdır. Işığın retinaya ve lense gelmeden ilk kırılmaya uğradığı yerdir (Rahi ve ark., 1980).

Tam olarak gelişmiş insan korneasının sentralinde kalın bir kısım olan stroma bulunur. Kornea kalınlığının %90’ını oluşturur. Anteriorü nonkeratinize squamöz epitel, posteriorü tek katmanlı endotelyum ile kaplıdır. Stroma ekstraselüler matriks ve aralıklı keratositlerden oluşur. Ekstraselüler matriks kendine özgü sıkı, eşit çaplı, paralel kollajen fibrilleri ve boşluklu, sulu ortamda bulunan glikoprotein ve proteoglikanlardan oluşur. Kollajen fibrillerinin bu spesifik dizilimi korneanın saydamlığını ve fiziksel özelliklerini oluşturur. Kollajen fibrillerinin büyük kısmı tip I ve tip V kollajendir. Kornea lateral aggregasyon ile mikrofibriler yapılar oluşturan tip VI kollajen fibrilleri de içerir (Linsenmoyer 1984; Merindano ve ark.,1997; Akthar ve ark., 2008) .

Develer sıcak, güneşli hava koşullarına ve kum fırtınalarına uyumludur. Bazı çalışmada deve korneası incelenmiştir. Rahi ve ark (1980) develerde, kornea periferinin pigmentli olduğunu ve descemet katmanının (DM) kalın olduğunu bildirmiştir. Moore ve ark (1992) tek hörgüçlü develerde dermoid ve tam olmayan kongenital kataraktlara rastlandığını bildirmiştir. Korneal dermoidin uzaklaştırılmasından 13 ay sonra glakom, korneal fibrozis ve katarakt gelişmiştir. Tek hörgüçlü develerde korneal papillom (Kilic ve ark., 2010), entropion (Yeruh ve ark., 2002) ile ilgili çalışmalar da yapılmıştır. Son olarak Almubrad ve ark (2010) tarafından deve ve sığır kornealarının sodyum tuzu içeren solüsyonlara gösterdiği tepki araştırılmıştır. Her iki türde de stroma hızlı bir şekilde ödemleşmiştir fakat deve korneasında bu durum, sığır korneasına göre daha belirgin olmuştur.

Literatür çalışmalar tarandığında ulkus cornea ile tek bir vaka takdimi olmasına rağmen tedavi sonuçlarını da içeren yeterli bir bilgiye rastlanılamamıştır. Bu çalışma ile

142

korneal ülserli 20 devede mikrobiolojik etkenler ve tedavi sonuçlarını içeren 20 vakalık bir retrospektif çalışmanın sunumu gerçekleştirilecektir.

Gereç ve Yöntem

Çalışma 2006-2015 yılları arasında Adnan Menderes Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Büyük Hayvan Kliniğine tedavi için keratitis ülseroza şikayetiyle getirilen 20 erkek tek hörgüçlü deveyi kapsamaktadır. Develerin hepsi güreş devesiydi.

Develer 4-16 yaşlı, 600-850 kg ağırlığında tek hörgüçlü develer olup gözde akıntı, şişkinlik, ödem ve blefarospazm şikayetiyle muayeneye kabul edilmiştir (Tablo 1).

Tüm develer herhangi bir sistemik hastalık bulunmamasına karşı genel muayeneden geçirilmiştir (anamnez, klinik muayene, tam kan sayımı ve serum biyokimyası). Tüm develere direkt oftalmoskop, Schirmer testi ve fluorescein boyama kullanılarak göz muayenesi yapılmıştır. Hastalıklı gözden swap alınılarak mikrobiyolojik değerlendirilmeler üzere ilgili birimlere iletilmiştir.

Klinik bulgular sonucunda keratitis ülseroza teşhisi konulan hastalarda 2 farklı tedavi uygulanmıştır. Süperficial ulkus olguları sadece medikamental tedavi ile profund olanlarda ise debridement ve konjunktival flap ile tedavisi yapılmıştır. Medikamental tedavi için günde dört kez lokal olarak Tobramisin (Tobrased® %3; Bilim İlaç A.Ş.), ağrıyı azaltmak için midriyatik etkisi bulunan siklopentolat hidroklorür (Sikloplejin® %1; Abdi İbrahim) uygulanmıştır. 7 gün süreyle göz ethacridine lactate (Rivanolum toz®; Merkez Lab. İlaç San. Ve Tic. A.Ş.) ile yıkanmıştır. Ayrıca geceleri göze oksitetrasiklin HCl (Terramycin® Göz Merhemi; Pfizer) uygulanmıştır. Sistemik antibiyotik olarak ise günde bir kez 10.000 IU/kg dozda penisilin- streptomisin (Reptopen-S®; CEVA) uygulanmıştır.

Konjunktival flap ve debridement amacıyla hayvanlara 0,25 mg/kg ksilazin (Alfazyne, Egevet, Turkey) ve 2,5 mg/kg ketamin i.m olarak uygulanarak genel anestezi sağlandı. Bölge steril örtülerle sınırlandırıldıktan sonra bir bistüri ile debridman ile nektorik dokular uzaklaştırıldı. Daha sonra bulbar konjunktiva kullanılarak konjunktival flap uygulması yapıldı. Postoperatif olarak penicilline-steptomycine kombinasyonu hayvana 4 hafta süreyle uygulanırken beraberinde medikamental lokal tedaviye devam edildi.

143

Tüm hastalar kliniğe çağrılarak ya da telefonla hasta sahibi aranarak hasta hakkında bilgiler alınarak hastalığın gidişatı belirlenmeye çalışılmıştır.

Bulgular

Hastaların yapılan klinik ve mikrobiyolojik muayenesinde aşağıdaki bulgular saptanmıştır. Tüm hastalarda şiddetli blefarospazm, epifora, konjunktivitis, konjunktival ödem, mukopurulent akıntı, hiperemi ve fotofobi saptanmıştır (Resim 1, 2, 3, 4, 5).

Resim 1: 4 nolu devede gözlenen blefarospazm ve epifora.

144

Resim 2: Korneal ödem ve vaskularizasyon.

Resim 3: Fluorescein testi sonucu nekrotik dokuların renk değiştirmesi ve ulkusun gözlenmesi.

145

Resim 4: Başka bir devede ulkus cornea ve corneal ödem.

Resim 5: Fluoroscein testi sonucu ulkusun gözlenmesi.

146

Ayrıca hastaların 15 inde ise neovaskülarizasyon mevcuttu. Ulkus corneadan 11 devede sol göz etkilenirken 9 devede ise sağ göz etkilenmiştir. Develerin 17 sinde keratitis ulcerosa süperficialis gözlenirken kalan 3 devede ise keratitis ulcerosa profundus tespit edilmiştir. Aerebik ve anerobik kültürlerde yapılan mikrobiyolojik analiz sonucu 5 hastada üreme gözlenmezken kalan 15 hastada farklı mikroorganizmalara rastlanmıştır. Spesifik mikroorganizma bulunmamasına rağmen, en çok Corynebacterium spp. ve koagülaz negatif Staphylococus izole edilmiştir (Tablo 1).

Tablo 1: Ulkus cornea lı 20 tek hörgüçlü deveye ait mikrobiyolojik analiz ve tedavi sonuçları.

No Yaş Ağırlık Lezyon Mikrobiyoloji Tedavi Sonuç

1 4 840 Sol göz Yüzlek Koagulaz negatif Medikal tedavi 15 gün sonra Staphylococcus tam iyileşme

2 10 750 Sağ göz Staphylococcus Medikal tedavi 20 gün sonra tam iyileşme aureus Yüzlek

3 12 800 Sağ göz Üreme olmadı Medikal tedavi 15 gün sonra tam iyileşme Yüzlek

4 15 850 Sağ göz Koagulaz negatif Medikal tedavi + 35 gün sonra tam iyileşme Staphylococcus tarsorafi Derin

5 11 800 Sol göz Corynebacterium Medikal tedavi 20 gün sonra tam iyileşme spp. Yüzlek

6 10 600 Sol göz Üreme olmadı Medikal tedavi 25 gün sonra tam iyileşme Yüzlek

7 14 750 Sol göz Corynebacterium Medikal tedavi 15 gün sonra tam iyileşme spp. Yüzlek

8 15 650 Sağ göz Staphylococcus Medikal tedavi 45 gün sonra tam iyileşme aureus +Konjunktival flap Derin

147

9 14 700 Sol göz Flavobacterium spp. Medikal tedavi 15 gün sonra tam iyileşme yüzlek

10 15 800 Sağ göz Corynebacterium Medikal tedavi 25 gün sonra tam iyileşme spp. Yüzlek

11 14 750 Sol göz Üreme olmadı Medikal tedavi 25 gün sonra tam iyileşme yüzlek

12 16 800 Sol göz Streptococcus spp. Medikal tedavi 25 gün sonra tam iyileşme yüzlek

13 13 750 Sol göz Koagulaz negatif Medikal tedavi 15 gün sonra tam iyileşme Staphylococcus yüzlek

14 12 800 Sağ göz Corynebacterium Medikal tedavi 25 gün sonra tam iyileşme spp. Yüzlek

15 15 850 Sağ göz Serratia liquefaciens Medikal tedavi 25 gün sonra tam iyileşme Yüzlek

16 16 700 Sağ göz Koagulaz negatif Medikal tedavi 15 gün sonra tam iyileşme Staphylococcus Yüzlek

17 13 750 Sol göz Üreme olmadı Medikal tedavi 15 gün sonra tam iyileşme Yüzlek

18 14 700 Sağ göz Corynebacterium Medikal tedavi + 45 gün sonra tam iyileşme spp. tarsorafi Derin

19 14 700 Sol göz Streptococcus spp. Medikal tedavi 15 gün sonra tam iyileşme Yüzlek

20 15 750 Sol göz Üreme olmadı Medikal tedavi 25 gün sonra tam iyileşme Yüzlek

148

Yüzlek ulkus kornea bulunan develer (hayvanların %84’ü) yalnızca medikal tedavi uygulanarak 15-25 günde tedavi edilmiştir ve komplikasyonsuz şekilde iyileşmiştir. Derin ulkus kornea olgularında (%16) medikal tedavi ile konjunktival flap birlikte uygulanmıştır. Bu hastaların prognozu, 35-45 gün gibi uzun tedavi süresine ihtiyaç duyulmasına rağmen, tek başına medikal tedavi uygulanan hastalara göre daha iyi olmuştur.

Sonuç ve Tartışma

Başta Suudi Arabistan olmak üzere çölde yaşayan insan nüfusunun çoğunluğu kuru göz sendromundan muzdariptir. İnsanların aksine deve korneası çölün sert ve kuru hava koşullarına rağmen nemlidir. Bu durum, deve korneasının gözyaşını tuttuğunu ya da daha fazla gözyaşı salgıladığını göstermektedir. Develerin gözlerinin bu şekilde yaşlı olması korneanın kendine özgü yapısından kaynaklanabilir. Korneanın yapısı birçok fonksiyonel ihtiyaca karşılık vermektedir. Kornea saydam ve ışığı yansıtabilen, intraoküler basınca sahip ve ortam ile göz arasında koruyucu bir bariyer olmalıdır. Bu fonksiyonların hepsi dokunun yapısı ve damarlaşmanın olmaması ile sağlanabilmektedir (Almubrad ve Akhtar, 2012).

Normal insan korneası beş katmandan oluşur: Epitelyum, Bowman katmanı, stroma, DM ve endotelyum. Rat, sığır gibi omurgalı diğer türlerin korneası sadece dört katmandan oluşur. Epitelyum, stroma, DM ve endotelyum. Deve korneasının sığır korneası gibi dört katmandan; epitelyum, stroma, DM ve endotelyum oluştuğunu göstermektedir. Develerin korneası insan ve diğer hayvanlardan (fare, sığır, primat, kanatlı ve bazı balıklar) oldukça farklıdır. Develerde kornea kalınlığının %36’sını epitelyum oluşturur, insanda bu oran %8, sığırlarda %14’tür. Bazal epitelyum hücreleri insan ve sığırla karşılaştırıldığında çok büyüktür. Epitelyum kalınlığının ortam koşullarından etkilendiği düşünülmektedir. Epitelyumun kalın olmasının sebebi ince stromayı kum ve çölün sert ikliminden korumaktır. Korneadaki sinir uçlarının epitelyum yüzeyine ulaşmadığı da düşünülmektedir, böylece kornea yüzeyindeki kumlar ağrıya neden olmaz. Epitelyumun kalın olması da korneanın kurumasını engeller, böylece stroma nemli kalır. Son olarak, develerde korneal epitelyum kalın bir glikokaliks (1,5 µm) katmanı ile korunur. Hemidesmozomlar epitelyumu bazal membrana bağlar. Hemidesmozomlar da develerde insan korneasına göre daha kalındır. Develerin korneasında insan ve kanatlı korneasındaki gibi Bowman katmanı bulunmaz ancak kollajen fibrilleri gibi subepitelyal stroma benzer bir yapı oluşturur. Deve stromasının yapısı insan ve diğer omurgalılara benzer. Anterior stromada birbirine geçen lamellalar, orta ve

149

posterior stromada paralel seyreden lamellalar içerir. Ancak stroma insan ve sığırla karşılaştırıldığında daha incedir. Develerde stroma korneanın %62’sini oluştururken insanlarda bu oran %90’dır. Stromanın ince olmasının sıcak ve kuru hava koşullarına uyum sağlamak için olduğunu düşünmektedir. Teorik olarak, endotelyum daha az doku olduğunda hidrasyonu daha kolay sağlayacaktır. Aynı şekilde epitelyumun da kalın olması, buharlaşmanın azalmasına ve korneal hidrasyonun daha iyi ayarlanmasına sebep olur (Almubrad ve Akhtar, 2012).

Çalışmada sadece 5 hastada üreme gözlenmezken kalan 15 hastada bölgeden alınan örneklerde mikrobiyolojik üreme gözlenmiştir. Develerin kornea ve konjuktivası, yaşadıkları çevre nedeniyle bakteri ve mantarlar ile devamlı temas halindedir. Develerin konjuktival, mikrobiyel florası atın yaşına, mevsime ve coğrafi bölgeye bağlı olarak değişim gösterir. Develerin normal konjuktival florasında bulunan birçok bakteriyel ve fungal organizma potansiyel bir oküler patojendir. Mısır’da göz hastalığı olan 260 devenin bakteriyolojik sonuçları klinik olarak sağlıklı hastalarla karşılaştırılmış ve sonuç olarak hem sağlıklı ve hem de göz hastası olan hayvanlarda sırasıyla Bacillus spp., Staphylococcus, Streptococcus sırasıyla izole edilmiştir (Fahmi ve ark., 2003). Entropiona bağlı bir devede gözlenen ulcus cornea olgusunda ise mikrobiyolojik analizler sonucu Escherichia coli ve Staphyloeoccus aureus izole edilmiştir (Yeruham ve ark., 2002) .Çalışmamızda ise en çok Corynebacterium spp. ve koagülaz negatif Staphylococus en çok izole edilmiştir. İzole edilen mikroorganizma farklılığının sebebi ise develerin farklı ortamlarda yaşamaları ve bununda mikroflorayı etkilediği söylenebilir.

Çalışmamızda hastaların hayvanların %84’ü yalnızca medikal tedavi uygulanarak 15-25 günde tedavi edilmiştir ve komplikasyonsuz şekilde iyileşmiştir. Derin ulkus kornea olgularında (%16) medikal tedavi ile konjunktival flap veya tarsorafi birlikte uygulanmıştır. Bu hastaların prognozu, 35-45 gün gibi uzun tedavi süresine ihtiyaç duyulmasına rağmen, tek başına medikal tedavi uygulanan hastalara göre daha iyi olmuştur. Kornea ülserlerinin kontrol altına alınmasında en büyük silahlarından birisi ilaç tedavidir. İyi planlanmış cerrahi girişimlerle ilaç tedavisinin etkinliği daha da perçinlenir. İlaç tedavisinin genel amacı mevcut ülserin mikropsuz hale getirilmesi, gözyaşı tabakasında ki proteaz aktivitesinin azaltılması ve üvetisin hafifletilmesidir. Develerde gözlenen korneal ülserlerin klinik tedavisinde her zaman gerekli görülmese de medikal tedaviyi desteklemek amacıyla bazen cerrahi tedaviye başvurulabilir. Uygulanan bu cerrahi girişimler arasında (1) nekrotik dokuyu uzaklaştırmak

150

için keratektomi ve (2) derin, erimeli ve büyük korneal ülserler, descmetosel ve irisin prolabe olduğu ya da olmadığı perfore korneal ülserler için konjuktival greftler veya flepler (yama veya kaydırmalar). Konjuktiva yamaları en kolay bulbar konjuktivadan kaydırılır. Kornea üzerine, zayıflamış kornea bölgesinde bu bölümü güçlendirmek amacı ile kaydırılarak dikilen konjunktiva greftlerinin kornea kökenli yamalar kadar sağlam olmadıkları unutulmamalıdır. Konjuktival otogreftler limbal kök hücreler, kan damarları ve lenfatikleri içermektedir ve bu sayede belirgin bir antibakteriyel, antifungal, antiviral, antiproteaz ve antikollajenaz etkileri mevcuttur. Göz kırpma hareketlerini azaltmak ve ortadan kaldırmak ve bu sayede greftin stromaya hızlı bir şekilde yapışmasını sağlamak amacı ile ek olarak geçici tarsorafiye de başvurulabilir.

151

Kaynakça Akhtar S, Schonthaler HB, Bron AJ et al. The ultrastructural organization of stromal collagen and proteoglycan in the zebrafish cornea during development. Acta Ophthalmologica 2008; 86: 655–665. Almubrad T, Akhtar, S. Ultrastructure features of camel cornea – collagen fibril and proteoglycans. Veterinary Ophthalmology 2012; 15: 36–41. Almubrad T, Khan MF, Akhtar S. Swelling studies of camel and bovine corneal stroma. Clinical Ophthalmology 2010; 4: 1053–1060. Fahmy LS, Hegazy AA, Abdelhamid MA, Hatem ME, Shamaa A A.. Studies on eye affections among camels in Egypt: clinical and bacteriological studies. Sci J King Faisal Univ 2003, 4:159-176. Kilic N, Toplu N, Aydogan A et al. Corneal papilloma associated with papillomavirus in a one-humped camel (Camelus dromedarius). Veterinary Ophthalmology 2010; 13(Suppl): 100–102. Linsenmoyer TF, Firch JM, May net R. Extracellular matrices in the developing avian eye: type V collagen in corneal and noncorneal tissues. Investigative Ophthalmology and Visual Science 1984; 25: 41–47. Merindano MD, Canals M, Potau JM et al. Morphological and morphometric aspects of primate cornea: a comparative study with human cornea. European Journal of Morphology 1997; 35: 95–104. Moore CP, Shaner JB, Halenda RM et al. Congenital ocular anomalies and ventricular septal defect in a dromedary camel (Camelus dromedarius). Journal of Zoo and Wildlife Medicine: Official Publication of the American Association of Zoo Veterinarians 1999; 30: 423–430. Rahi AH, Sheikh H, Morgan G. Histology of the camel eye. Acta Anatomica 1980; 106: 345– 350. Yeruh I, van Straten M, Elad D. Entropion, corneal ulcer and corneal haemorrhages in a one- humped camel (Camelus dromedarius). Journal of Veterinary Medicine. B, Infectious Diseases and Veterinary Public Health 2002; 49: 409–410.

152

TEK HÖRGÜÇLÜ DEVELERDE AKTINOMIKOZIS: BEŞ KLİNİK OLGU Prof.Dr.Nuh KILIÇ Adnan Menderes Üniversitesi, VeterinerFakültesi, CerrahiAnabilim Dalı, Aydın, Türkiye. [email protected] Özet Actinomycesbovis gram pozitif çomak şeklinde bir mikroorganizmadır, sığırlarda aktinomikozise ve vücudun diğer bölgelerinde granulomatöz nitelikte enfeksiyona neden olur. A. bovis tarafından mandibula ve maksillada enfeksiyon oluşturulmasıyla ortaya çıkan destruktif bir hastalıktır. Bu organizma ağız ve sindirim sistemi florasında normalde bulunan bir bakteridir. Lifli yemlerle ağız mukozasında oluşan yaralanmaları takiben A. bovis inokule olur, kemik ve dişlerde enfeksiyonu başlatır. Bakteri dişlerin alveollerine penetre olur, ortak yem ve su oluklarından deri üzerindeki yaraları kontamine eder. Develerde ise hastalık 2. premolar dişin gerisinde ve interdental aralığa yakın bir yerleşim gösterir. A. bovis enfeksiyonunun erken döneminde mandibula veya maksillada sıcak, ağrılı, ödemli ve sert kemik şişkinlikleri vardır. Radyografilerde kemik yoğunluğunun azalmasına bağlı olarak multifokal radyolusent alanlar görülür ve bu durum şiddetli osteomiyeliti doğrular. Kemiğin ve ilişkili yumuşak dokuların pyogranülomatöz enfeksiyonlarında tedavi edilmeyen ilerlemiş vakalarda enfeksiyon ağız boşluğuna drene olur. Çalışmanın materyalini 5 adet erkek tek hörgüçlü deve oluşturmaktadır. Tüm develer her hangi bir sistemik hastalık bulunmamasına karşı genel muayeneden geçirilmiştir (anamnez, klinik muayene, tam kan sayımı ve serum biyokimyası). Develerin hepsinin sığırlarla aynı ahırı kullandığı ya da sığırlarla temas ettiği gözlenmiştir. Tüm hastalarda mandibulanın en az 2 yönlü radyografik çekimi yapıldı. Bunlar L/L, D/V, 45 derece sağ oblik ve 45 derece sol oblik. Klinik bulgular ve radyolojik incelemeler sonucunda hastalığın teşhisi konulmuş ve tedavi başlatılmıştır. Tüm vakaların ilerlemiş olduğu ve vakaların ikisinde cerrahi müdahele ile birlikte iyot ve antibiyotik tedavisi uygulanırken kalan 3 vakada ise sadece iyot tedavisi ve antibiyoterapi ile tedavi edilmiştir. Sonuç olarak sığırlarda olduğu gibi kliniğimize getirilen develerde de klinik ve radyolojik olarak hastalık teşhis edilmiş ve sağaltımı yapılmıştır. Anahtar Kelimeler: deve, aktinomikoz, sığır, tedavi, sonuç.

ACTINOMYCOSIS IN A ONE-HUMPED CAMELS (CAMELUS DROMEDARIUS): 5 CASES Prof.Dr.Nuh KILIÇ University of AdnanMenderes, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, Aydın, Turkey. [email protected] Abstract ; the classic lesion is that of osteomyelitis of the mandible with formation of bacterial colonies in the bone. Osteomyelitis follows direct extension of infection from the gums or periodontium, presumably following injury by foreign bodies or as a complication of periodontal disease from other causes. Actinomycosis or lumpy jaw is caused by bovis which are Gram positive, branching higher bacteria and are normal mouth and intestinal commensals and have a world wide distribution. In the camel, the disease has been mainly seen affecting the horizontal ramus of the mandible in the region of the interdental space or caudal to it at the level of the second premolar. The disease starts as a low grade inflammatory reaction, which is followed by proliferation of the connective tissue; which, with the passage of time takes the form of a thick walled, hard tumor like mass. The radiographic examination of the lesion reveals typical radiolucent cavities suggestive of osteolysis due to long standing infectious process. The study was conducted on five male one-humped dromedary camels which were housed together with cattle. All camels underwent general clinical examination (history taking, a physical examination, complete blood count [CBC], and serum chemistry) to determine if any systemic disease was present. A minimum of two

153

radiographic projections are made. Lateral, dorsoventral (DV),45° right oblique, and a 45°left oblique projections should be made. All animals had the advanced stages of the diseases. 2 of 5 animals were treated with radical excision and the therapy was continued the dailiy treatment with penicilline-streptomycine combination for 2 week and with lugol’s iodine solution for 1 week. The remaining 3 cases was treated only with penicilline-streptomycine combination and with lugol’s iodine solution. In conclusion, actinomycosis was diagnosed through the clinical and radiological examinations and treated with 5 camels in our clinics the same matter as in cattle. Keywords:camel, actimomycosis, cattle, treatment, outcome.

Giriş

Aktinomikozis; Actinomycesbovis gram pozitif çomak şeklinde bir mikroorganizmadır, sığırlarda aktinomikozise ve vücudun diğer bölgelerinde granulomatöz enfeksiyona neden olur. Taze kültürlerde difteroid organizmalar belirlenmiştir ama daha başka kültürlerde ve hasar görmüş preparatlarda irinden sülfür granülleri elde edilmiştir, bu kültürlerde organizma flamentöz, kokoid, difteroid veya çomak gibi çeşitli şekillerde olabilir. A. bovis enfeksiyonu sonucu oluşan irin veya doku içindeki sülfür granülleri tipiktir.Hastalık sıklıkla ineklerde görülmekte ve mandibula ve maxillada osteomyelitislere sebep oflamaktadır. A. bovis enfeksiyonu sonucu oluşan irin veya doku içindeki sülfür granülleri tipiktir. Bu sülfür granüllerinde organizma miktarı çoktur. Eski literatürlerde aktinomikozis sonucu sülfür granülü içeren granulomatöz enfeksiyonun A. lignieresi veya stafilokokal enfeksiyondan ayrımı olmadığı belirtilmiştir. Duyarlılık testini yapmak için kültürü zor oluşturulan bir organizmadır. Bu nedenle aktinomikozis tedavisinde bilimsel bilgi yeterli değildir (Rippon, 1985; Howard ve ark., 1986; Kirpensteijnve ark., 1992).

Bu bakteriler insan ve hayvanların üst solunum yolları, ağız boşluğu ve sindirim sistemi florasında bulunmaktadır ve uygun koşullar bulduklarında patojen hale geçerek aktinomikotikgranulomların oluşmasına neden olmaktadır (Rippon, 1985; Howardve ark., 1986; Kirpensteijnve ark., 1992). Hastalık daha çok sığırlarda baş ve boyun bölgesinde nodül, apse ve bunların fistülleşmesiyle karakterizedir. Hastalık sığırların yanısıra köpekler, insanlar ve domuzların meme dokusunda görülmektedir (Rippon, 1985; Howardve ark., 1986; Scott, 1988; Specht, 1991; Kirpensteijnve ark., 1992).

Gereç ve Yöntem

Çalışma 2004-2015 yılları arasında Adnan Menderes Üniversitesi Veteriner FakültesiCerrahi Büyük Hayvan Kliniğine tedavi için getirilen Actinomycose şüpheli 5 erkek tek hörgüçlü deveyi kapsamaktadır. Develerin hepsi güreş devesi olup önceden sığır barındırılmış ahırlarda ya da sığırlarla beraber olarak barındırılmıştır.

154

Develer 4-15 yaşlı, 750-850 kg ağırlığında tek hörgüçlü develer olupaylardır süregelen mandibulanın her iki yanında granulamatöz şişkinlik ve bu şişkinliklerden arasıra ortaya çıkan akıntı şikayetiyle muayeneye kabul edilmiştir(Tablo 1).

Tablo 1:Aktinomikozşüpheli 5 tekhörgüçlüdeveyeaityaşağırlık, mikrobiyolojiketkenvetedavisonuçları.

No Yaş Ağırlık Lezyon Mikrobiyoloji Tedavi Sonuç 1 4 840 Mandibular Actinomycesviscosus Cerrahieksizyon Tam aktinomikoz Lugolsolusyonu İyileşmeYeninodülgözlenmedi Streptovetisilin 2 10 750 Mandibular Actinomycesbovis Cerrahieksizyon Tam aktinomikoz Lugolsolusyonu İyileşmeYeninodülgözlenmedi Streptovetisilin 3 12 800 Mandibular Streptococusspp Lugolsolusyonu Tam aktinomikoz C.pyogenes Streptovetisilin İyileşmeYeninodülgözlenmedi 4 15 850 Mandibular Staphylococcus Lugolsolusyonu Tam aktinomikoz aureus Streptovetisilin İyileşmeYeninodülgözlenmedi Providencia spp. 5 11 800 Mandibular C.pyogenes Lugolsolusyonu Tam aktinomikoz Strept İyileşmeYeninodülgözlenmedi ovetisilin

Tüm develer herhangi bir sistemik hastalık bulunmamasına karşı genel muayeneden geçirilmiştir (anamnez, klinik muayene, tam kan sayımı ve serum biyokimyası). Tüm hastalarda mandibulanın en az 2 yönlü radyografik çekimi yapıldı. Bunlar L/L, D/V, 45 derece sağ oblik ve 45 derece sol oblik. Lezyonlardan ayrıca mikrobiyolojik değerlendirme için swap örnekleri steril ortamda alınmış ve ilgili birimlere gönderilmiştir. Cerrahi eksizyon uygulanan olgularda ise eksize edilen doku örneğinden patolojik örnekler alınarak değerlendirilmek üzere ilgili birimlere iletilmiştir.

Bulgular

Hastaların yapılan klinik ve mikrobiyolojik muayenesinde aşağıdaki bulgular saptanmıştır. 1 nolu hastada 2 adet granuloma saptanmış ve granulomlardan büyük olanı; 10

155

cm çapında, ramus mandibulanın postero-ventral yüzünde ve incisura vasorum’a yakın bir bölgede lokalize olmuştu(Resim 1).

Resim 1: Tek hörgüçlü bir devede aktinomikozis olgusu. Etken Actinomycesviscosus olarak belirlenmiştir.

Diğer granulom ise başın sağ tarafında ve mandibulanın vental ramusunun hemen altında ve 4 cm çapında idi. 2 nolu hastada ise yine 2 adet granuloma basin sol tarafında mandibulanun ventral ramusuna yakın olarak lokalize olmuştur(Resim 2).

156

Resim 2: İki nolu devede fistülize olmuş 2 büyük aktinomikotikgranulomlarmandibula etrafında görülmekte.

3, 4 ve 5 nolu hastalarda ise tek bir granuloma mandibulanın ventral ramusuna yakın bir bölgede lokalize olduğu ve 3 ve 4 nolu hastalarda sağ tarafta lokalize olmuşken 5 nolu hastada sol hemimandibulada yerleştiği gözlendi. Tüm hastalarda bölgedeki deri kalınlaşnış ve palpasyonda ağrı gözlenmiştir. Şişkinlik şikayetinin 2-8 aydır devam ettiği hasta sahipleri tarafından bildirildi. Bölgeden alınan smearlerin mikroskopik muayenesinde neutrofil ve makrofajlara rastlanmıştır. Aerebik ve anerobik kültürlerde yapılan mikrobiyolojik analiz sonucu 1 nolu hastada Actinomycesviscosusve 2 nolu hastadaActinomyces bovisizole edilmiştir.Diğer hastalarda ise actinomycetler izole edilememiştir. Yapılan radyolojik muayenelerde ise mandibulada destruksiyona bağlı multifocal radyolusens alanlar ve onu çevreleyen yeni kemik doku proliferasyonuna bağlı bal peteği görünümü gözlenmiştir(Resim 3).

157

Resim 3: Aynı devenin lateral radyografisinde kemik destruksiyona (osteomyelit) bağlı merkezi radyolusent alanlar ve onu çevreleyen yeni kemik proliferasyonuna bağlı bal peteği görünümü.

Klinik, mikrobiyolojik ve radyolojik analizler sonucu hastalığınActinomyces enfeksiyonu olduğu kanısına varıldı. İki olguda; granulomların radikal eksizyonu, postoperatif lugol solüsyonu (30 ml, IV, per day for 7 days) ve streptopenicillinin (1.500.000 units of procaine penicillin G, 500.000 units sodium penicillin G, and 2.5 g streptomycin sulphate) günlük intramusküler enjeksiyonları tedavi protokolünü oluşturmuştur. Diğer üç olguda ise cerrahi eksizyon ugulanmayıp lugol solüsyonu (30 ml, IV, per day for 7 days) ve streptopenicillin (1.500.000 units of procaine penicillin G, 500.000 units sodium penicillin G, and 2.5 g streptomycin sulphate) tedavi protokolünü oluşturdu.

Cerrahi eksizyon amacıyla hayvanlara 0,25 mg/kg ksilazin (Alfazyne, Egevet, Turkey) ve 2,5 mg/kg ketamin i.m olarak uygulanarak genel anestezi sağlandı. Bölge steril örtülerle sınırlandırıldıktan sonra nodüller operatif olarak uzaklaştırıldı. Bölgeye ventral açıklıktan drenaj uygulanarak daha sonra deri ensizyonu 3-0 ipek iplik kullanılarak kapatıldı. Drenler sikatriks dokusunun bölgeyi tamamen kapatmasına kadar günlük olarak

158

değiştirilmiştir. Penicilline-steptomycine kombinasyonu hayvana 4 hafta süreyle uygulanırlen aynı zamanda lugul solüsyonu günlük 30 ml dozunda 7 gün süreyle i.v. olarak uygulandı.

Operasyondan 8 ve 24 hafta sonrası telefonla hasta sahibi aranarak operasyon yaralarının kapandığı ve yeni nodüllerin oluşmadığı bilgisi alınmıştır.

Sonuç ve Tartışma

Aktinomikoz develerde oldukça nadiren rastlanır. Bir raporda şüpheli 3 aktinobasilloz vakası bildirilmiştir (Purohitve ark., 1987). Bu develerde lezyonlar ağız, yüz ve boyun bölgesinde lokalize olmuştur. Bir diğer raporda ise 4 devede servikal lenf yumrularının boyun bölgesinde enfekte olduğu bildirilmiştir (Moustafa, 1994). Sebep olarak ise Corynebacterium pyogenes bölgeden izole edilmiştir. Klinik lezyonlar insanlar ve köpeklerde de aynı şekilde görülmektedir; bölgesel şişkinlik, nodüller ve subkutan apseler (Rippon, 1985; Howardve ark, 1986). Bu semptomları gösteren diğer bakteriyel ve mikotik hastalıklarla aktinomikozis karışabilmektedir. Bu hastalıklar ise; botriyomikozis, actinobasillozis, koksidiyomikozis ve mycetoma olarak bildirilmiştir. Bu amaçla diagnostik testlerin yapılması gerekliliği birçok yazar tarafından vurgulanmaktadır (Scott, 1988). Bu çalışmada, filamentli gram pozitif basiller irinli akıntıdan alınan smearde izole edilmiş ve diğer patojenlerde ise 3, 4 ve 5 nolu hastalardan izole edilmiştir.

Actinomycetler organizmada immunolojik reaksiyonların oluşmasın stimüle etmez ve bu yüzden apselerdeki uygun antibiyotik konsantrasyonlarını ayarlamak oldukça güçtür (Howardve ark., 1986; Scott, 1988). Fakat insanlarda aktinomikozisin insidensi yeni kemoterapotik ilaçların bulunmasıyla birlikte azalma göstermiştir (Rippon, 1985). Bu amaçla birçok preparat gerek oral, gerek direkt lezyon içine ve gerekse de parenteral yolla hayvanlar ve insanlarda aktinomikozisin tedavisinde kullanılmaktadır (Rippon, 1985; Howardve ark., 1986; Scott, 1988; Specht, 1991; Kirpensteijnve ark., 1992). Bu ilaçlar; sulfonamidler, iyod solüsyonları, izonaizid, penisillin, tetrasiklin, eritromisin, streptomisin ve diğer antibiyotiklerdir.

İki olguda; granulomların radikal eksizyonu, postoperatif lugol solüsyonu vestreptopenicillinin günlük intramusküler enjeksiyonları tedavi protokolünü oluşturmuştur. Büyük hayvanlarda aktinomikozisin tedavisi tartışmalı olduğu için, bu çalışmada izoniazidler kullanılmadı. İyodsolusyonları ise bazı araştırıcılar tarafından ineklerde aktinomikozisin

159

tedavisinde tek başına (Howardve ark., 1986) veyaizoniazidlerle kombine olarak kullanılmaktadır (Scott, 1988). Atlarda ise actinomikozisin trimetoprim-sulfonamid kombinasyonu kullanılarak yapılan tedavisinde ise enteritis ve lökopeni gelişmiştir (Specht, 1991).

Aktinomikozis enfeksiyonlarının prognozu daima şüphelidir ve en azından 1 ay süren bir kombine tedavi hastalık geriledikten sonra bile uygulanmalıdır (Purohitve ark., 1987). Bu çalışmada ise, operasyondan 8 ve 24 hafta sonrası telefonla hasta sahibi aranarak operasyon yaralarının kapandığı ve yeni nodüllerin oluşmadığı bilgisi alınmıştır.

160

Kaynakça Bauer AU, Kirby WM, Sherris JC, Tarck M. Antibiotic succeptibility testing by a standardized single disc method. J ClinPathol 1966; 45: 493-494. Howard JL. Current Veterinary Therapie: Food Animal Practice. 2nd ed., Philadelphia: WB Saunders Co.,1986; pp 6-8. Kirpensteijn J, Fingland RB. Cutaneous actinomycosis and in dogs: 48 cases (1980-1990). J Am Vet Med.A 1992; 201, 917-920. Moustafa AM. First observation of camel (Camelus dromedarius) lymphadenitis in Libya. A case report. Rev Elev Med Vet Pays Trop 1994: 47, 313-314. Purohit NR, Purohit RK, Chuckan DS, Mehrotra PK, Shama KN. Suspected cutaneous actinobacillosis in camels. Aust Vet J 1987; 65, 31-32. Rippon, JW. Texbook of Microbiology. 4th ed. Philadelphia, WB Saunders Co, 1985; pp. 790- 797. Sarkonen N, Könönen E, Summanen P, Könönen M, Jousimies-Somer H. Phenotypic identification of Actinomyces and related species isolated from human sources. J ClinMicrobiol2001; 39, 3955-3961. Scott DW. Large Animal Dermatology. WB Saunders Co, Philadelphia, 1988. Singh R, Washista MS, Kala C. Diseases of Camels. Seven Seas, Hyderabad, 1980. Specht TE, Breuhaus BA, Manning TA, Miller RT, Cochrane RB. Skin pustules and nodules caused by Actinomyces viscosus in a horse. J Am Vet Med A 1991; 198, 457-459.

161

DEVELERDE DİŞ HASTALIKLARI VE BOZUKLUKLARI

Yrd. Doç. Dr. Zeynep BOZKAN TATLI, Prof. Dr. Murat SARIERLER Adnan Menderes Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, Işıklı, Aydın, Türkiye [email protected] Özet Bu çalışmada, develerde normal dental anatomi ve karşılaşılabilecek dental hastalıkların kısaca derlenmesi amaçlanmıştır. Tek hörgüçlü develer (Camelus dromedarius) yarı-kurak tropik bölgelerde çeşitli amaçlarla yetiştirilen hayvanlardır. Dişiler genellikle süt verimi için, erkekler ise taşımacılık veya ülkemizde güreş amaçlı beslenmektedir. Ayrıca diğer bir verim yönü olarak her iki cinsiyetten develerin etinden de faydalanılmaktadır. Hayvanlarda diş hastalıkları ile yaygın olarak karşılaşılır ve çoğu zaman verim ömrünü sınırlayan önemli bir etmendir. Devegillerde en sık karşılaşılan sorunlar arasında diş problemleri önemli yer tutar. Diş hastalıklarının; yem tüketiminde azalma, kilo ve performans kaybı ile et ve süt veriminde düşme gibi etkileri bulunmaktadır. Bu etkilere bağlı olarak da hayvanın zamanından önce kasaplık edilmesi sonucu ekonomik kayıplar şekillenir. Devegillerde karşılaşılan diş problemleri arasında diş kökü apseleri, mandibular osteomiyelitis, maloklüzyon, diş kırıkları, ondüleli diş yapısı, aşırı diş büyümesi, aşınmış dişler ve sütdişlerinin düşmemesi sayılabilir. Dental anatomi ve süt/kalıcı diş formülleri bakımından ele alındığında develer ruminantlardan farklılıklar gösterir. Develerde alt ve üst çenede toplam 22 sütdişi (I 1/3, C 1/1 PM 3/2 × 2) ve 34 kalıcı diş (1/3, C 1/1 PM 3/2, M 3/3 × 2) bulunur. Develerde üst çenede arkaya doğru tek bir diş çıkar ve köpek dişine benzer şekil ve fonksiyon gösterir. Erişkin erkeklerde dört köpek dişi de mevcuttur. Buna ek olarak develerin üst ve alt ilk premolar dişleri ileri doğru çıkar ve köpek dişine benzer hale gelir. Böylece develerde her iki tarafta üstte üç altta iki köpek dişi varmış gibi görünür. Her yaştan, her iki cinsiyetten ve farklı bakım koşullarında yetiştirilen develerde diş problemlerine rastlanabilir. Diş anomalileri; gelişimsel dejeneratif, metabolik, enfeksiyöz veya travmatik nedenler gibi çok farklı sebeplerden kaynaklanabileceğinden, genel ağız ve diş muayenesi yararlı bilgiler sağlamaktadır. Sonuç olarak, hemen hemen tüm canlılar için önemli bir problem olan diş hastalıkları, develer için de oldukça önemlidir ve gerek yetiştiricilerin gerekse veteriner hekimlerin, develerin ağız ve diş sağlığına özen göstermesi yararlı olacaktır. Anahtar Kelimeler: Deve, Diş Anatomisi, Diş Bozuklukları, Diş, Diş Hastalıkları

DENTAL DISEASE AND DISORDERS IN CAMELS

Yrd. Doç. Dr. Zeynep BOZKAN TATLI, Prof. Dr. Murat SARIERLER University of Adnan Menderes, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery Işıklı, Aydın, Türkiye [email protected] Abstract In this study, it is intended that briefly compile dental disease encountered and normal dental anatomy in camels. One humped camels (Camelus dromedarius) are animals raised for various purposes in the semi-arid tropics. Females are used mostly milk production, males are used for transportation or, for wrestling especially in our country. It also is benefited from the meat of the camels of both sexes as other aspects of efficiency.

162

Dental diseases are a common in animals and it is an important factor limiting the efficiency life most of the time. Dental disorders are one of the most common problems of camelids. Dental diseases causes decreased feed intake, weight and performance loss, decreased milk end meet yield. These effects lead to early slaughter and financial loss. Dental problems in camelids include tooth root , mandibular osteomyelitis, malocclusion, tooth fractures, uneven teeth, tooth overgrowth, worn teeth, and retained deciduous teeth. In terms of dental anatomy and deciduous/permanent teeth formulas, camels indicate the differences from ruminants.There are totally 22 deciduous (I 1/3, C 1/1 PM 3/2 × 2) and 34 permanent (1/3, C 1/1 PM 3/2, M 3/3 × 2) teeth in the upper and lower jaw in camels. A single upper incisor migrated caudally and evolved to a caniniform shape and function in camels. In adult male camels, all four canine teeth are present. Also first upper and lower premolars of camels migrate forward in the jaw and become caniniform. Thus, the camel appears to have three upper and two lower canines on each side. Teeth problems can be encountered in camelids of all ages, both genders, and those from all different types of management conditions. General dental examination of large animals provides useful information, because the dental abnormalities may be developmental, degenerative, metabolic, infectious, or traumatic. As a result, dental disease which is a serious problem for almost all living creatures are also very important for camels, and taking care of the oral and dental health by both breeders and veterinarians would be useful. Keywords: Camel, Teeth, Dental Disorders, Dental Disease

GİRİŞ

Tek hörgüçlü develer (Camelus dromedarius) yarı-kurak tropik bölgelerde farklı amaçlarla barındırılan hayvanlardır (Ismail 1987, Eze ve ark. 2012). Dişiler genelikle süt verimi için erkekler ise taşımacılık veya ülkemizde güreş için beslenmekte ayrıca her iki cinsiyetten develerin üçüncül bir ürün olarak etinden de faydalanılmaktadır (Eze ve ark. 2012).

Devegillerde en sık karşılaşılan sorunlardan biri isi ise diş problemleridir (Niehaus 2009). Her yaştan her iki cinsiyetten her tür bakım besleme koşulları altında bulunan develerde diş kırıkları, diş taşları, diş çürükleri, diş kökü apsesi, mandibular osteomyelitis, maloklüzyon, ondüleli diş yapısı, aşırı diş büyümesi, dişlerin fazla aşınması ve sütdişlerinin düşmemesi gibi ağız ve diş problemlerine rastlanabilir (Niehaus 2009, Waziri ve ark. 2016). Diş hastalıklarının yem tüketiminde azalma, zayıflama, performans kaybı, yemi kavrayamama ve yanlış çiğnemeye bağlı et ve süt üretiminde azalma gibi etkileri bulunmaktadır. Bu etkilere bağlı olarak ta hayvanın zamanından önce kasaplık edilmesi ve ekonomik kayıplar şekillenmektedir. (Eze ve ark. 2012)

DEVELERDE DENTAL ANATOMİ VE DİŞTEN YAŞ TAYİNİ

Devegillerin dental anatomisi ruminantlardan farklıdır (Tablo 1). Develerde tek üst kesici diş caudale doğru çıkar ve köpek dişine benzer bir şekil ve fonksiyona bürünür. Ağız kapalıyken bu diş alt kesicinin köşesinin hemen caudalinde durur. Erişkin erkek develerde 4

163

köpek dişinin hepsi bulunur. Develerde ilk üst ve alt premolar dişler çenenin önüne doğru açılanarak çıkar ve bunlar da köpek dişine benzerler. Böylece develer her iki tarafta üç üst iki alt köpek dişi varmış gibi görünürler (Fowler 2011).

Tablo 1: Develerde diş formülleri

Süt Dişleri Kalıcı Dişler Kesici Köpek Ön Azı Azı Kesici Köpek Ön Azı Azı dişler dişi Dişi dişi dişler dişi Dişi dişi (Molar) (Canine) (Premolar) (Molar) (İnsisiv) (Canine) (Premolar) (İnsisiv) Üst 1 1 3 0 1 1 3 3

Alt 3 1 2 0 3 1 2 3 Toplam 22 34

Koyunlarda olduğu gibi devegillerin kesici dişleri alveol içine sıkıca oturmaktadır. Süt dişi ve kalıcı kesici dişlerin ayrımını yapmak 1.5 yaş ile 5 arasında biraz güç olabilir. Daha saydam bir parlaklığa sahip olan kalıcı dişlerin aksine süt dişleri kireç beyazı ve biraz daha ufaktır. Süt dişi kesiciler diş eti çizgisinde konik şekil alırken kalıcı dişler paraleldir. Şayet erkekte kalıcı köpek dişi mevcutsa bu durum hayvanın erişkin ve kesici dişlerin kalıcı olduğu anlamına gelir. Kesici dişin aşırı uzaması çoğunlukla maloklüzyondan kaynaklanır. Kalıcı dişin oklüzyonu düzgünse dişler aşınır ve dudakları geçecek kadar büyümez. Erkeklerde kalıcı köpek dişlerin çıkması puberte ve testosteronun yükselmesiyle ilişkilidir. Bazı erken olgunlaşan erkekler 15-20 aylık yaş aralığında testosteron aktivitesine sahip olabilir, bazıları ise hormon olgunluğuna 3 yaşına kadar erişmeyebilir. Bu nedenle şayet kalıcı köpek diş bulunuyorsa bu durum çoğunlukla erkeğin iki yaşın üzerinde olduğu anlamına gelir. Yanak dişleri seladonttur (çoğunlukla ruminantlara özgü, alçak kronlu ve yukarıdan bakıldığında hilal şeklinde çukur/tümsekleri bulunan bir premolar/molar diş şeklidir). Çoğu zaman bir dişin nerede başlayıp bittiğini ayırt etmek zordur. Alt çenenin yanak dişleri üsttekilerden biraz daha dardır, fakat bu alttakilerin lingual ve üsttekilerin labial yüzlerinin keskin mine noktalarının aşırı gelişimine sebep olmamaktadır (Fowler 2011).

164

Tablo 2: Develerde dişlerin çıkış zamanları ve yaş tayini (Aydın 2003, Fowler 2011, Bello ve ark. 2013)

Süt Dişleri Çıkış Zamanı Aşınması Kütleşme Dikdörtgenleşme 1. Kesici dişler (İnsisiv 1) 2 haftalık yaş 1-1,5 yaş 2. Kesici dişler (İnsisiv 2) 5 haftalık yaş 2-2,5 yaş 3. Kesici dişler (İnsisiv 3) 6-12 haftalık yaş 3-3,5 yaş Kalıcı Dişler 1. Kesici dişler (İnsisiv 1) 4 yaş 7-9 yaş 12 yaş 2. Kesici dişler (İnsisiv 2) 5 yaş 8-9 yaş 13 yaş 3. Kesici dişler (İnsisiv 3) 6-7 yaş 9-10 yaş 14 yaş Köpek dişi 4-8 yaş 11 yaş 2. Ön azı dişi (Premolar 2) 5-6 yaş 3. Ön azı dişi (Premolar 3) 5-6 yaş 1. Azı dişi (Molar 1) 12-15 aylık yaş 2. Azı dişi (Molar 2) 2-3 yaş 3. Azı dişi (Molar 3) 5-5,5 yaş *15 yaştan sonra dişler arasındaki boşluklar çok belirginleşir.

DİŞ HASTALIKLARINDA KLİNİK MUAYENE VE ANESTEZİ

İştahsızlık, kilo kaybı, anormal çiğneme, geviş getirmede azalma, dental kökler üzerinde şişkinlik, mandibular fistül ve sinüzitis gibi diş hastalıklarına işaret eden klinik bulgular çoğunlukla ağız ve dişlerin detaylı muayenesini gerektirir. Fakat, develerde ağzın tam ve detaylı muayenesini sedasyon veya anestezi olmadan kolay değildir. Kısa sürecek cerrahi işlemler için hayvanı sedasyona almak ve analjezi sağlamak için IV ksilazin (0.4 mg/kg) uygulanması yeterli olacaktır. Aynı amaçla Butorphanol (0.1 mg/kg) uygulanabilir (Fowler 2011).

Daha uzun sürecek cerrahi işlemler için develerde genel aneztezi gereklidir. Ksilazin (0.2-0.4 mg/kg IM) / ketamin (5 mg/kg, IM) kombinasyonu kullanılabilir veya inhalasyon anestezisi (ilk 5 dk %4.5 daha sonra %1-1,5 isofluran) uygulanabilir (Pereira ve ark 2006, Fowler 2011). Katı anestezikler kullanılacaksa gerekirse idame anestezinin yapılabilmesi için mutlaka bir IV katater yerleştirilmelidir. IV anesteziklerle anestezi derinliğini kontrol etmek zordur ve aspirasyon pneumonisi riski yüksektir. Endotracheal tüp ağız içine maniplasyonu zorlaştırsa da ağızda biriken kanın aspire edilme olasılığını azalttığı için kanamalı operasyonlar için inhalasyon anestezisi tercih edilebilir (Fowler 2011).

165

Genellikle genel anesteziyle kombine olarak veya yumuşak mizaçlı hayvanlarda zayıf bağlantılı dişlerin çekilmesi gibi işlemler için ilgili bölgenin sinir blokajı da kullanılan anestezi yöntemleri arasındadır. Üst çene için, zigomatik kemik ile mandibula arasında gözün posterior 1/3 düzeyinde foramen maxillarise ulaşularak sinirin innerve ettiği tüm üst yarım çeneye ait dişler ve yumuşak dokuların anestezisi sağlanabilir. Krista fasialisin anterior kenarı ile nasal kemiğin commissurası arasından foramen infraorbitalise ve ulaşılarak infraorbital sinir blokajı yapılabilir. Bu işlem ile yanak dişlerinin anestezisi sağlanabilir (Fletcher 2010).

Mandibular cerrahi için ise çoğunlukla alveolar (mandibular) sinir blokajı tercih edilmektedir. Foramen mandibularis ramus mandibulanın medial yüzünde palpasyon ile bulunabilir. Alternatif olarak, kesici dişler için yapılacak girişimlerde kesici dişlerin 2-3 cm caudalinde palpe edilebilen mental foramendeki mental sinirin anestezisi de yapılabilir (Niehaus 2009).

DİŞ HASTALIKLARINDA RADYOLOJİK MUAYENE

Dişler bitişik olduğu kemikten daha yüksek dansiteye sahiptir ve bu sayede radyolojik olarak kolayca ayırt edilebilir (Niehaus 2009). Ancak radyografiden fayda sağlamak için hastanın pozisyonu doğru, filmlerin kalitesi yüksek olmalıdır (Fowler 2011). Karşıt çene yarımı ve maksillar/mandibular dişlerin süperpozisyonu önlemek ağız açık oblik görüntü alınmalıdır. Lateral, dorsoventral, 45 sağ oblik ve 45 sol oblik olmak üzere minimum 4 pozisyonda görüntüleme yapılmalıdır. Devegillerde dental lezyonların radyografisi diğer hayvanlarla aynı şekilde değerlendirilir. Sağlıklı bir dişte diş kökleri ince, sınırları belirgin radyolusent bir periodontal ligament tarafından sarılıdır. Bu bölgeye bitişik alveolar kemik düzgün ve birörnek dansitede görülmelidir (Niehaus 2009). Sık karşılaşılaşılabilecek patolojik lezyonlar arasında lamina dura dentesin olmaması/kaybı, apseleşme ile ortaya çıkan radyolusent alanlar, kırıklar, sklerotik kemikte dansite artışı, osteomiyelitis görülebilecek durumlar arasında sayılabilir (Fowler 2011).

DENTAL PROBLEMLER

Ruminantlarda görülen tüm dental problemler devegillerde de görülebilir. Dental plaklar, dişlerde pigmentasyon, alveolar periostitis, pulpitis, insisiv, canin veya molarların kırıkları, çene kırıkları, maloklüzyona bağlı mine yüzlerinin keskinleşmesi, aşırı aşınma gibi problemlerle sık karşılaşılmaktadır. Dental plaklar nadiren ağız fonksiyonunu etkiler ve gingivitise nende olmadıkça uzaklaştırılması gerekmez. Pulpitis ve alveolar periostitis gibi

166

durumlarda çoğunlukla ilgili dişin extraksiyonu veya repulsiyonu yapılması gerekebilir. Genetik defektler mevcutsa sıkı bir üreme programı ile elimine edilmelidir (Fowler 2011).

Maloklüzyon

Maloklüzyon, karşıt çenedeki diş ile düzgün şekilde uyumu ve aşınmayı engelleyen diş veya dişlerin anormal poziyonunu tanımlamaktadır. Kongenital anomalilerden, dişlere veya dişleri destekleyen kemiğe gelen bir travmadan veya çene eklemi ile ilgili bir problemden kaynaklanabilir. Bu dokulardan herhangi birinde kronik ağrı, dişlerin asimetrik aşınmasına ve sonuç olarak maloklüzyona yol açan çiğneme anomalilerine sebep olur (Fowler 2011).

Klinik muayenede kesici dişlerin sırasında olup olmadığını belirlemek kolaydır. Yanak dişlerinin oklüzyonunu anlamak ise daha zordur. Büyük bir anormallik varsa iki taraflı olarak yanağın birbiri ile karşılaştırmalı palpasyonu ile belirlenebilir. Gerekirse sedasyon veya anestezi altında ağız içinden muayene yapılmalıdır. Ayrıca, karşıt çenenin süperpozisyonu engellenerek her bir çene yarımının oblik olarak çekilen röntgenleri de teşhise yardım edebilir (Fowler 2011).

Maloklüzyon bulunan hayvanların tedavisinde diş sırasına uyumsuz şekilde uzun diş kesilerek veya törpülenerek düzeltilir Kesici dişlerin aşınmayı engelleyen maloklüzyonu, kronik şekilde kesici dişlerin aşırı büyümesine yol açabilir. Kongenital olarak maloklüzyon bulunan hayvanların, bu durumu genetik olarak aktarabilecekleri göz önünde bulundurularak üretime alınmamaları gerekir (Fowler 2011).

Süt Dişlerinin Düşmemesi

Normal çıkma sürecinde kalıcı diş tomurcuğu süt dişinin tabanında gelişmeye başlar ve çıkış ilerledikçe onu dışarı doğru iter. Bazen bir veya birden fazla kalıcı diş tomurcuğu anormal pozisyonda gelişebilir ve süt dişini itemediği için hem süt dişi hem kalıcı diş ağızda kalabilir (Niehaus 2009, Fowler 2011).

Süt dişlerinin düşmemesi genellikle kozmetik bir problemdir ve fazla diş ağız içinde kolaylıkla saptanabilir. Süt dişi genellikle diş sırasının labial tarafındadır, kalıcı dişe göre daha küçüktür ve oklüzyon yüzeyinde aşınma vardır. Düşmeyen süt dişi bulunduğu yere zayıf şekilde tutunuyorsa kendiliğinden düşebilir veya bir pens yardımıyla kolaylıkla

167

uzaklaştırılabilir. Eğer kökü sağlamsa ağır sedasyon veya anestezi altında ektraksiyon işleminin yapılması gerekir (Niehaus 2009).

Köpek Dişini Zararsız Hale Getirme

Köpek dişi erkek develer kavga ettiklerinde birbirlerini yaralamalarını önlemek için, total ekstripasyonu yapılarak veya taç kısmı gingiva üzerinden kesilerek zararsız hale getirilebilir. Köpek dişinin kökü eğimli ve büyük olduğu için, ekstraksiyon işlemi çoğunlukla tercih edilmez. Ancak diş kırığı ve sonrasında pulpa enfeksiyonu ile pulpa apsesi gibi patolojik durumlar mevcutsa uygulanabilir. Köpek dişinin gingiva üzerinden kesilmesi ise dişin sivri ucunun kütleştirilmesi amacıyla uygulanır ve daha kısa zaman, daha az ekipman ve materyal gerektirdiği için daha pratiktir (Fowler 2011).

Enfeksiyöz Dental Hastalıklar

Diş kökü apseleri devegillerde en sık görülen dental problemlerden biridir ve her yaşta görülebilmesine karşın en sık olarak 5 yaş civarında rastlanmaktadır (Cebra ve ark. 1996, Niehaus ve Anderson 2007, Niehaus 2009). Etiyolojik açıdan kesin bir predispozan faktör yoktur ancak kaba ve nemli yemlerin tüketilmesinin oral mukozada yırtılmalara sebep olarak oportunistik bakterilere giriş yolu oluşturabileceği düşünülmektedir. Bunun dışında kalıcı dişin çıkış süreci, pulpa kavitesini açığa çıkaran bir diş kırığı, diş kesimi sırasında pulpa kavitesinin açığa çıkması veya mandibula/maksilla kırıkları da enfeksiyon için giriş yolu yaratabilir. Enfeksiyon önce infindibulum içine daha sonra alveolar boşluğa yayılarak pulpitis ve alveolar periostitis veya osteitis ile sonuçlanabilir. Ayrıca diş enfeksiyonları hematojen yolla da şekillenebilir (Niehaus ve Anderson 2007, Niehaus 2009, Fowler 2011).

Klinik olarak etkilenen diş kökü boyunca kemik reaksiyonu ve osteomyelitisten kaynaklanan sert bir şişlik bulunur. Diş enfeksiyonu bulunan hayvanlarda çiğneme sırasında ağrı şekillenmiyorsa yem alımı etkilenmeyebilir (Niehaus 2009). Ancak bazı hayvanlarda diş etinde çekilme, isteksiz yem yeme ya da hayvanın çiğneme sırasında ağrı duyduğuna işaret eden tuhaf çiğneme davranışı ve kilo kaybı görülebilir (Niehaus 2009, Fowler 2011).

Üst molarların enfeksiyonları maksiller sinüse yayılırsa, kötü kokulu tek taraflı burun akıntısı şekillenir. Alt sıranın kronik periosteal enfeksiyonu genellikle osteitise ilerler ve mandibulanın venral kenarına açılan bir fistül gelişebilir. Bu fistülden de kötü kokulu eksudat gelir (Fowler 2011).

168

Develerde özellikle yanak dişlerinin detaylı muayenesini yapmak için sedasyon veya anesteziye ihtiyaç duyulur (Fowler 2011). Klinik bulgular genellikle tanı için yeterli de olsa kesin tanı konulması ve yumuşak doku apsesi, tükürük mukoseli, neoplazi ve diş apsesinin bulunmadığı osteomiyelitis veya osteomyelitise ilerleyen diş kökü apseleri gibi durumların ayrımının yapılabilmesi için radyografik muayeneye ihtiyaç duyulur (Niehaus 2009). Radyografik muayenede her iki çene yarımında süperpozisyon olmadan diş köklerini görebilmek için yüksek kalitede sağ ve sol oblik röntgenler çekilmelidir (Fowler 2011). Radyolojik olarak apse bulunan bölgede etkilenen dişi çevreleyen geniş bir radyolusent alan bulunur. Belirgin sınırları olan periodontal ligamentin kaybolduğu görülür. Diş kökü enfeksiyonları genellikle sekonder olarak osteomyelitise sebep olur ve bu durumda radyografik olarak sklerozis ve reaktif yeni kemik üremeleri görülür. Fistül mevcutsa fistülografi yapılmalıdır (Thrall 1998).

Diş kökü apselerinin tedavisinde medikal ve cerrahi tedavi ayrı ayrı veya bir arada uygulanmaktadır. Medikal tedavide uzun dönem sistemik antibiyotik ve antienflamatuar uygulamaları yapılmaktadır (Cebra ve ark. 1996). Cerrahi sağaltım olarak genellikle develerde enfekte dişi kurtarmaya yönelik endodontik çoğunlukla tercih edilmese de (Fowler 2011), cerrahi tedavi seçenekleri arasında kök kanal işlemleri, diş ektraksiyonu/repulsiyonu, enfekte dişin uzaklaştırılması için longitudinal kesim uygulamaları ve kemik debridmanları yer almaktadır (Niehaus 2009).

DENTAL HASTALIKLARDA CERRAHİ TEDAVİ SEÇENEKLERİ

Diş Kesimi ve Törpülenmesi

Erkek develerin köpek dişerini köreltme amacıyla, insisiv dişlerin aşırı büyümesi veya maloklüzyon nedeniyle yanak dişlerinin düzensiz aşınmasına bağlı bir sıradaki dişin aşırı uzaması nedeniyle diş kesimi veya törpüleme işlemleri yapılabilmektedir. Diş kesimi için doğum teli, elektrikli döner testere veya hobi amaçlı döner testereler, dişlerin törpülenmesi için ise atlar için kullanılan törpüler kullanılabilir (Niehaus 2009).

Kesici dişler ve köpek dişlerinde pulpa ve sinirlerin açığa çıkmayacağı sadece dişin ucunun kesileceği durumlarda bu işlem, hasta sahiplerinin hastanın başını sabitleyerek veya bir boyunduruk üzerinde tutmasıyla anestezisiz şekilde yapılabilir. Ancak pulpa ve sinirler açığa çıkacak kadar dipten kesim yapılacaksa çok şiddetli ağrı duyacağından anestezisiz hayvanı zapt etmek mümkün olmayacaktır. Bununla birlikte çoğunlukla devegillere sedasyon

169

ve anestezi olmaksızın ayakta durur pozisyonda total oral muayene veya dental cerrahi tedavi girişimlerinde bulunulması pek mümkün olmadığı için genellikle müdahaleler uygun bir genel anestezi altında ve lateral yatış pozisyonunda yapılmaktadır. Öncelikli olarak bir tarafa sığır padanı veya tahta bir blok yerleştirilerek ağzın açık kalması sağlanır. Daha sonra şayet yanak dişleri düzeltilecekse padanın diğer tarafındaki dişler törpülenir veya uzayan insisiv dişler ortopedik bir testere ile kısaltılabilir. Diş kesimi doğru şekilde yapıldıysa pulpa kavitesi ve sinirler açığa çıkmaz veya uyarılmaz. Fakat anestezi uygun yapılmadıysa sinirlerin, kesim sırasında şekillenen vibrasyon veya sıcaklıktan etkilenmesi sonucu ağrı hissedilebilir (Fowler 2011).

Diş Ekstraksiyonu

Kalıcı veya süt dişi olan kesici dişlerin ektraksiyonunda dişin gingiva bağlantısı dental bir elevatör ile gevşetilidir. Gerekirse elevator yardımıyla alveolar periosteal membran ayrılır. Diş küçük hayvan diş forsepsi ile kavranabilir ve bir yandan hafif traksiyon ile birlikte dikey ekseni doğrultusunda kibarca rotastyon yaptırılabilir. Diş gevşedikçe ekstrakte edilene kadar rotasyonun ve traksiyonun şiddeti kademeli şekilde arttırılır. Köpek dişinin ekstraksiyonu için gingivaya rostral ve caudal yönde taç kısma doğru ensizyon yapılır. İkinci bir ensizyon çapraz şekilde taçtan kök apeksine doğru yapılır. Gingiva kemik ve taçtan dental bir elevatör veya keski ile ayrılabilir. Daha sonra üst canin dişin lateral yüzünden, mandibular canin dişin dorsolateral yüzünden bir parça kemik plak uzaklaştırılır. Plak uzaklaştırıldıktan sonra taç küçük hayvan diş forsepsi ile tutulmalı medial ve laterale hafif hareketlerle gevşetilmelidir. Canin dişe rotasyon yaptırmak kökü eğimli olduğu için mümkün değildir. Aşırı güç uygulamaktan kaçınarak diş uzaklaştırılmalı ve çıkan diş içeride kök kalıp kalmadığı yönünden incelenmelidir. Kalan parça varsa mutlaka uzaklaştırılmalıdır. Postoperatif olarak alveolar boşluk açık bırakılabilir. Birkaç gün sonra ağız içerisi kontrol edilerek boşluk içinde yem benzeri materyaller varsa uzaklaştırılabilir. Genellikle hayvanlar herhangi bir rahatsızlık duymadan yem yemeye devam eder (Fowler 2011).

Üst ve alt 1 ve 2 molar dişler ağız içinden ulaşılabilir pozisyondadır. Ağız bir padan yardımıyla açık tutulurken diş, dental elevatör ve küçük hayvan dental forsepsi ile hafif bir güçle sağa sola hareket ettirerek veya döndürerek gevşetilebilir. Diş gevşediğinde genellikle alveolar membranın kırıldığına işaret eden bir çatırtı sesi duyulur. Diş ekstraksiyonu sırasında aceleci davranılmamalı ve diş kökünü kırmaktan kaçınılmalıdır. Diğer dişlerde ise ağız

170

tamamen açılsa bile dişi gevşetmek ve çekmek için forsepsin hareket edebileceği açıklık neredeyse hiç bulunmadığından ağız içinden ektraksiyon işlemini yapmak oldukça zordur (Fowler 2011).

Yanak dişleri için diğer bir ektraksiyon yönteminde ise mandibular dişler için etkilenen diş hizasında mandibulanın ventrolateral yüzüne bir deri ensizyonu yapılır. Deri altı dokular ve periost ensize edildikten sonra mandibuladan lateral alveolar plak uzaklaştırılır. Daha sonra diş bir elevatör yardımıyla periodontal ligamentten ayrılarak uzaklaştırılır. Daha sonra alveol seyreltilmiş antiseptik solüsyonlar ile yıkanır. Mandibular kırığa yol açmamak için gereğinden fazla kemik uzaklaştırmaktan kaçınılmalıdır. Hemorajiyi durdurmak ve eğer açıklık büyükse içeri yabancı cisim kaçmasını önlemek için defekt gün aşırı değiştirilmek üzere tamponlanır. Bu yöntemde maksillar dişlerin de ektraksiyonu benzer şekilde yapılmaktadır sadece farklı olarak maksillar diş eksraksiyonundan sonra ventral drenaj yeterli olacağından deri ensizyonu kapatılabilir (Niehaus 2009).

Diş Repulsiyonu

Üst yanak dişlerinin repulsiyonu için gözün medial kantusundan foramen infraorbitalise çizilen çizginin aşağısında crista facialisin hemen dorsaline bir trefin açıklığı yapılır. Bu bölge osseos lakrimal kanal ve infraorbital sinirin kanalının ventralindedir. İnfraorbital sinirin osseöz kanalı molarların medial ve lateral kökleri arasında uzandığı için hasar görme olasılığı vardır ve trefin açıklığı dikkatlice köklerin lateral yüzüne yerleştirilmelidir. Üçüncü üst moların (5. Yanak dişi) uzaklartırılması çok zordur. Alan darlığı nedeniyle ekstraksiyonu imkansızdır. Repulsiyon işlemi için trefin açıklığı orbitanın en alçak noktasında ve crista facialisin hemen ventralindeki zigomatik kemiğe yapılabilir. Trefin deliği için anatomik alan belirlenince deri üzerine trefin açıklığına uygun büyüklükte bir ensizyon yapılır. Kaslar, kan damarları, sinirler ve 2. ve 3. üst yanak dişleri arasındaki birleşme düzeyinde bukkal kaviteye giren parotis kanalına dikkat edilerek ensizyon periosta kadar ilerletilir (McIlwraith ve Turner 1989, Fowler 2011).

Bu işlem için genellikle 9 - 16 mm arasında bir büyüklükte bir trefin kullanılmaktadır. Özellikle sinüs açılırken kemiği kırmamak için trefin üzerine aşırı güç uygulamaktan kaçınmak gerekir. Eğer trefin yoksa diş kökü üzerindeki kemiğe delik küçük bir osteotom, steril edilmiş bir ağaç keskisi veya herhangi bir cerrahi matkap ucu ile açılabilir. Alveolar kemik plağının içinde bulunan diş kökleri üzerine bir panç dikkatlice yerleştirilir.

171

Pançın yanlış yerleştirilmesi yumuşak damağın penetrasyonu, komşu diş köklerinin zarar görmesi, mandibula veya maksillanın medial veya lateral yüzünün kırılması ve/veya infraorbital sinir, fascial sinir, nasolakrimal kanal veya parotis bezi kanalının zarar görmesine neden olabilir. Ağız padan ile açık tutulur ve etkilenen dişin gingivasına ensizyon yapılır. Bir elle ağız içinden tutulan diş, diğer elle trefin açıklığından panç ile ittirilir. Alveolar kemiği kırmak için panç üzerine nazikçe bir çekiç ile vurulur. Diş üzerine basınç uygulandıkça titreşimler ağız içindeki dişin taç kısmında hissedilecektir. Diş, diş sırasında dışarı çıkmaya başlayana kadar panç üzerine giderek artan şiddetle vurulması gerekir. Daha sonra daha nazik vuruşlarla dişin itilmesi tamamlanır. Diş uzaklaştırıldıktan sonra kalan alveolar plak ve diş kökü açısından muayene edilmeli ve varsa bu parçalar küret veya küçük kemik keskileriyle uzaklaştırılmalıdır (McIlwraith ve Turner 1989, Fowler 2011, ).

Devegillerde mandibula kırılgandır ve repulsiyon işlemi sırasında mandibula kırığına neden olunması karşılaşılan bir komplikasyondur. Alternatif olarak etkilenen dişin uzun ekseni boyunca deriye dikey ensizyon yapılır. Sağ açıda ensizyon hattına transversal geçen fascial arter ve sinir tesbit edildikten sonra ensizyon oral kaviteye doğru ilerletilir. Etkilenen dişin lateral yüzünden bir kemik plak uzaklaştırıldıktan sonra diş kökü görülebilir ve istenirse diş kesilebilir. Dişi alveolar plaktan ayırmak ve itmek için bir dental elevatör kullanılabilir (Fowler 2011).

Postoperatif olarak, içeri yiyecek girmesini engellemek için soket bir gazlı bezle tıkanır ve gazlı bezin ucu eksternal trefin açıklığından giren diğer gazlı bez ile bağlanır. Gazlı bez yerine metilmetakrilat, tırnak akriliği veya dental impresyon materyali de kullanılabilir. Akrilik kullanılacaksa, desteklemek için sokete komşu dişlerin etrafına telden bir kafes oluşturulur. Yumuşak akrilik dişlerin içerisinde defekte soketin içinde gingivayı yaklaşık 5 mm geçecek şekilde uygulanır. Sertleşen akrilik gıda kaçmasını önlerken granülasyon dokusunun soketi doldurmasına izin verir. Soketin irrigasyon ve drenajı trefin açıklığından yapılır. Granülasyon dokusu eninde sonunda dolgu materyalini dışarı iter (McIlwraith ve Turner 1989).

SONUÇ

Tüm canlılarda olduğu gibi develerde de ağız ve diş hastalıkları oldukça önemli bir yer tutmaktadır. Diş sağlığı ile ilgili problemler, develerin hem besi hem de güreş performansını önemli derecede etkileyebilir. Dolayısıyla gerek yetiştiriciler gerekse veteriner

172

hekimler, develerde ağız ve diş sağlığını göz ardı etmemeli, sağlıklı vücut için sağlıklı ağız ve dişlerin gerekli olduğunu unutmamalıdırlar.

173

Kaynakça Aydın, Gürbüz. 2003. Deve Yetiştiriciliği. Doktora semineri, Selçuk Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Konya. Bello A, Sonfada ML, Umar AA, Umaru MA, Shehu SA, Hena SA, Onu JE, Fatima OO. Age estimation of camel in Nigeria using rostral dentition. Sci J Anim Sci 2013; 2(1): 9-14 Cebra ML, Cebra CK, Garry FB. Tooth root abscesses in new world camelids: 23 cases (1972–1994). J Am Vet Med Assoc 1996; 209(4): 819–22. Eze CA, Adamu SS, Bukar MM. Studies on dentition and oral disorders of Camels in Maiduguri Abattoir, Borno State, Nigeria. Trop Anim Health Prod 2012; 44(8): 1953-1956. Fletcher BW (2010) Equine Dental Local Anesthesia. Academy of Equine Dentistry,. https://academyofequinedentistry.wordpress.com/2010/03/23/equine-dental-local- anesthesia/,Erişim Tarihi:18.10.16. Fowler, ME. Medicine and surgery of camelids. Third Edition. Iowa: John Wiley & Sons, 2011; 129-402. Ismail ST. A review of reproduction in the female camel (Camelus dromedarius). Theriogenology, 1987; 28(3): 363-371. McIlwraith CW, Turner AS: Repulsion of cheek teeth, In: Techniques in large animal surgery. Second Edition. Philadelphia:Williams&Wilkins 1989; 235–239. Niehaus A. Dental disease in llamas and alpacas. Vet Clin North Am Food Anim Prac 2009; 25(2): 281-293. Niehaus AJ, Anderson DE. Tooth root abscesses in llamas and alpacas: 123 cases (1994– 2005). J Am Vet Med Assoc 2007;231(2):284–9. Pereira FG, Greene SA, McEwen MM, Keegan R. Analgesia and anesthesia in camelids. Small Ruminant Res, 2006; 61(2): 227-233. Thrall DE. Textbook of veterinary diagnostic radiology. Third edition. Philadelphia: W.B. Saunders; 1998. pp. 107–109. Waziri A, Monguno MB, Igwenagu E, Abdullahi I, Hassan SU, and Igbokwe IO. An update on the current dental abnormalities of one-humped camel (Camelus dromedarius) in Maiduguri, Nigeria. J Agric Vet Sci 2016; 9(8): 68-70.

174

DEVELERDEKİ CERRAHİ OLGULARDA SAPTANAN ÜRİNER SİSTEM BULGULARI Doç. Dr. Göksen ÇEÇEN1, Uludağ Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, Bursa, Türkiye. Yrd. Doç. Dr. G. Ülke ÇALIŞKAN Kastamonu Üniversitesi, İhsangazi MYO, Veterinerlik Bölümü, Kastamonu, Türkiye. Özet Develerin vücut suyunun düzenlenmesinde üriner sistemin rolü çok önemlidir. Üriner sistem enfeksiyonları idrar kesesinde vasküler hasara, böbrek fonksiyonlarında yetersizliğe ve ilerleyen dönemde devenin ölümüne neden olabilir. Sunulan çalışmanın amacı, cerrahi hastalığı nedeni ile muayeneye getirilmiş develerde rutin laboratuar muayeneleri sırasında tesadüfi olarak tespit edilen üriner sistem enfeksiyonlarına dikkati çekmektir. Çalışmada “Tülü ırkı (Melez Irk = Camelus bactrianus X Camelus dromedarius)”, değişik yaş aralığındaki (9 ay-18 yıl) 44 erkek deve (besrek) değerlendirildi. Anamnez, genel ve özel klinik muayene bulguları ile gerekli olgularda yardımcı yöntemlerden (radyoloji, ultrasonografi, endoskopi, laboratuvar muayeneleri) faydalanılarak tanıları konulan hastalarda medikal ve/veya cerrahi sağaltım uygulandı. Olguların % 50’si (n=22) kızgınlıktan hemen sonra (Mart, Nisan, Mayıs), % 31,8’i (n=14) kızgınlık dışı dönemde (Haziran, Temmuz, Ağustos, Eylül), % 13,6’sı (n=6) kızgınlık sırasında (Ocak, Şubat) ve % 4,5’i (n=2) ise kızgınlıktan hemen önceki (Ekim, Kasım) dönemde muayeneye getirildi. Tanısal dağılımları değerlendirildiğinde % 61,3’ünde (n=27) lokomotor sistem (kas, kemik, eklem, tendo) hastalığı, % 13,6’sında (n=6) ağız boşluğu patolojisi, % 9’unda (n=4) apse/tümöral oluşum, % 9’unda (n=4) genital sistem patolojisi ve % 6,8’inde (n=3) ise göz hastalığı tespit edildi. Tesadüfi olarak üriner sistem enfeksiyonu bulunan deve sayısı populasyonun % 34’ünü (n=15) oluşturdu. Üriner sistem enfeksiyonuna sahip develerin % 53,3’ü (n=8) kızgınlıktan hemen sonraki dönemde muayeneye getirilen develer idi. Serum biyokimyasal değerlendirmede kreatinin düzeyinde artış (2,1-5,2; ortalama 2,8±1,2 mg/dL) ile sekiz olguda hiperglisemi (133-224; ortalama 158,6±29,7 mg/dL) gözlendi. İdrar muayenesinde, dansitenin düştüğü (1005-1010; ortalama 1006,25±2,5), pH’nın azaldığı (5-6,5; ortalama 5,7±0,5), hafif hematüri, hafif proteinüri ile sediment muayenelerinde eritrosit, lökosit, her sahada kese epiteli, bazı olgularda böbrek epiteli (n=8) ve kristal varlığı (n=5) tespit edildi. Bu bulgular develerde böbrek fonksiyonlarında bozulmanın ve üriner sistem enfeksiyonunun göstergesi olarak değerlendirildi. Hayvan sahibi tarafından herhangi bir şikâyet belirtilmediği için tesadüfi olarak rutin yapılan serum biyokimyasal ve idrar muayeneleri sırasında tespit edilen bu problemin, develerin güreş sezonu öncesi ve sezon dışındaki yaşam koşulları ile ilişkili olduğu düşünülmektedir. Bu bakımdan, özellikle gıda ve su alımının büyük oranda kısıtlandığı dolayısıyla günlük tuz tüketiminin de azaldığı kızgınlık dönemi ve sonrasındaki 3 ay boyunca, üriner sistem sağlığına yönelik tehditler açısından dikkatli olunması gerekmektedir. Anahtar Kelimeler: Deve, Cerrahi Hastalık, Üriner Sistem Enfeksiyonu.

URİNARY TRACT FİNDİNGS DETECTED DURİNG SURGİCAL CASES İN CAMELS

Assoc. Prof. Göksen ÇEÇEN1, Uludağ University, Faculty of Veterinary Medicine,

175

Department of Surgery, Bursa, Turkey. Asst. Prof. G. Ülke ÇALIŞKAN, Kastamonu University, İhsangazi Vocational School of Higher Education, Veterinary Department, Kastamonu, Turkey.

Abstract The role of the urinary tract is very important for the regulation of body water in camels. Urinary system infections causes vascular damage to the urinary bladder and decrease the competence of the kidney’s functions and can cause the death of the camel in the following period. The aim of the present study is to draw attention to the importance of the urinary system infections in camels brought to the examination due to surgical disease that detected incidentally on routine laboratory examination. Forty-four male “Hybrid Camels (Tülu breed = Camelus bactrianus X Camelus dromedarius)” which are named as besrek at different ages (9 month- 18 years) were evaluated in study. Patients were diagnosed with history, general and clinical examination findings and also diagnostic techniques (radiology, ultrasonography, endoscopy, laboratory examinations) when it was necessitated. Medical and/or surgical treatment was applied to the patients. Fifty percent of the patients (n=22) were brought to the examination during the shortly after rutting period (March, April, May), 31.8 % of cases (n=14) during the non-rutting period (June, July, August, September), 13.6 % of cases (n=6) during rutting period (January, February) and 4.5 % of cases (n=2) during the shortly before rutting period (October, November). Diagnostic dispersion of the cases were locomotor system (muscle, bone, joint, tendon) diseases (61.3 %, n=27), oral cavity pathologies (13.6 %, n=6), /tumors (9 %, n=4), genital tract pathology (9 %, n=4) and eye diseases (6.8 %, n=3). The 34% of camels (n=15) had urinary system infections which identified as incidentally. The 53.3% (n=8) camels with urinary tract infections were brought to the examination during the shortly after rutting period. An increase in serum creatinine levels (2.1-5.2; mean 2.8±1.2 mg/dL) was observed. Hyperglycemia (133-224; mean 158.6±29.7 mg/dL) was detected in eight percent of cases. Urinalysis results revealed that mild hematuria, mild proteinuria and the urine specific gravity (1005-1010; approx. 1006.25 ± 2.5) and pH (5-6.5; approx. 5.7 ± 0.5) values were decreased. Examination of urine sediment were identified erythrocytes, leukocytes, epithelial cells from the bladder in each field, renal epithelium in some cases (n=8) and crystals (n=5). This finding was evaluated as a sign of deterioration of renal functions and urinary tract infections in camels. These problems were detected incidentally during urine and serum biochemical examinations however no complaints were received from owners. It is thought that this situation is associated with living standards in wrestling or out of wrestling seasons. In this regard, precautions should be taken against threats to urinary tract health especially during the rutting period and the following 3 months, in which particularly of daily food and water intake is restricted largely and due to the decrease in salt intake. Key words: Camel, Surgical Disease, Urinary Tract Infection

Giriş

Türkiye’de deve yetiştiriciliği günümüzde, ağırlıklı olarak Marmara, Ege ve Akdeniz bölgelerinde yapılmakta olup, daha çok güreştirmek amacıyla hobi hayvanı olarak 6, 16 ya da Yörük kültürü ile ilişkili olarak devam ettirilmektedir. 16 Ülkemizdeki deve sayısı yıllar içerisinde ciddi oranda bir azalma göstermiştir. 6, 16 Türkiye İstatistik Kurumu Hayvancılık İstatistikleri Veri Tabanı’nda yer alan bilgilere göre; 2000’li yıllara gelindiğinde ülkemizde

176

yetiştirilen deve popülasyonunda belirgin bir düşüş yaşanırken son yıllarda bu sayı yavaş bir yükselme eğilimi göstermektedir (1991 yılında 1647 baş yetişkin, 267 baş genç deve popülasyonu bulunmaktayken bu sayıların 2000 yılında 857 baş yetişkin ve 143 baş genç deve seviyesine gerilediği, 2015 yılına gelindiğinde ise yetişkin deve sayısının 1205 başa, genç deve sayısının ise 338 başa çıktığı görülmektedir). 15 Bu nedenle gerek yetiştirilme amacı, gerekse hayvan popülasyonundaki değişiklikler ile paralel olarak, tespit edilen hastalık sayısı ve oranları da farklılık göstermektedir. 6, 7

Yabancı literatürlerde, develerde sıklıkla karşılaşılan cerrahi hastalıklardan, yara ve apse olguları, diş hastalıkları, miyopatiler, ayak hastalıkları, göz hastalıkları, kırık olguları 1, 4, 9, 13 ve özellikle dişilerde alt üriner sistem hastalıkları 14, ile sıklıkla karşılaşıldığı, bununla beraber dulaa (yumuşak damaktaki kese) rezeksiyonu, osteosentez, kastrasyon ile rektum ve uterus prolapsusu olgularında cerrahi operasyonlar yapıldığı bildirilmiştir.1, 4, 9, 13 Türkiye’de konu ile ilgili literatür incelemesi yapıldığında, cerrahi hastalıklara ait kayıtların henüz yetersiz olduğu dikkati çekmiştir. Son yıllarda gerek artan muayene talepleri, gerekse serbest çalışan veteriner hekimlerden gelen hasta sevkleri dikkate alındığında, bu alanda literatür ihtiyacı olduğu görülmektedir.

Sunulan çalışmanın amacı, muayeneye getirilmiş develerde karşılaşılan cerrahi hastalıkların retrospektif olarak değerlendirilmesini yaparak hem literatüre hem de sahada çalışan meslektaşlarımıza katkı sağlamak, ayrıca rutin laboratuvar muayeneleri sırasında tesadüfi olarak tespit edilen üriner sistem enfeksiyonları hakkında bilgi vermektir.

Gereç ve Yöntem

Çalışma materyalini, Uludağ Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Kliniği’ne getirilen, “Tülü ırkı” (Camelus Bacterian X Camelus Dromedary), yaşları 9 ay-18 yıl aralığında ve canlı ağırlıkları 250-1200 kg arasında değişen, 44 adet tek hörgüçlü erkek deve (Besrek) oluşturdu.

Muayenelerin başlangıcında hasta sahiplerinin şikâyetleri öğrenildi ve detaylı anamnez bilgisi alındı. Takiben hayvanların genel (kalp ve solunum frekansı, mukoz membran rengi, kapillar yeniden dolma süresi, beden sıcaklığı, lenf yumruları büyüklüğü) ve özel (ilgili sistemlere yönelik) klinik muayeneleri yapıldı. Tüm hayvanlarda rutin olarak laboratuvar

177

tahlilleri yapıldı ve gerekli olgularda yardımcı tanı yöntemlerinden (radyolojik ve ultrasonografik muayeneler) faydalanılarak elde edilen tüm veriler kayıt altına alındı. Laboratuvar muayenelerde rutin hemogram, kan serumunda ilgili biyokimyasal parametreler ile rutin idrar analizleri fiziksel, kimyasal ve mikroskobik muayene yöntemleriyle yapıldı.

Laboratuvar muayeneleri için, torakal duvar üzerinde bulunan yüzlek venadan (Vena thoracica lateralis) 17 Etilen Diamin Tetraasetik Asit'li (EDTA’lı) tüplere alınan kan otomatik kan sayım cihazında (VETSCAN HM5®, Abaxis Inc., USA) değerlendirildi. Ekstremiteler ile ilgili lezyonlarda kranio-kaudal veya dorso-palmar/plantar, medio-lateral pozisyonda radyografiler için digital radyografi (CR) tekniği kullanıldı. Filmlerin değerlendirilmesinde ‘‘Fuji Film İşleme Programları (Fuji film processing programme)” kullanılarak kontrast, parlaklık ve gamma değerleri üzerinde değişiklikler yapılmak suretiyle, radyografik bulguların tespiti için uygun radyografik görüntüler sağlandı. Ultrasonografik muayeneler için, Terason 2000, Dynamic Imaging (Sonostar ve MCV Concept modelleri) marka ultrasonografi cihazları ve bunların 5- 7,5 MHz lineer propları kullanıldı.

Mevcut patolojisi ile ilgili olarak, özel muayeneleri yapılacak olan develerde gerektiğinde ksilazin hidroklorür (0,2-0,3 mg/kg; 20 mg/ml, Alfazyne®, Ege Vet, Türkiye) kas içi uygulanarak sedasyon sağlandı. Gerekli olgularda, ilaveten prilokain hidroklorür infiltrasyon şeklinde uygulanarak lokal anestezi sağlandı ve (Citanest® %2 flk, Astra Zeneca İlaç, İstanbul, Türkiye) küçük cerrahi işlemler yapıldı. Hırçın olan develerin muayenelerini tamamlamak üzere ya da operatif müdahale yapılacak olgularda ise ketamin hidroklorür (2 mg/kg; 100 mg/ml, Alfamine®, Ege Vet, Türkiye) kas içi uygulanarak hastalarda genel anestezi sağlandı.

Olgularda, tanı konulmasını takiben gereken medikal ve/veya cerrahi sağaltım gerçekleştirildi. Yapılan sağaltımların takibi, hasta sahibi ya da özel veteriner hekimi ile kurulan telefon bağlantısı ile değerlendirildi.

Bulgular

Olguların hepsini güreş için yetiştirilen erkek tülü develeri oluşturdu. Develerin yaş ortalaması 11,35 ± 3,56 yıl (9 ay-18 yıl yaş aralığı), canlı ağırlık ortalamaları ise 911 ± 171,1 kg (250-1200 kg aralığı) olarak belirlendi.

178

Olguların % 50’si (n=22) kızgınlıktan hemen sonra (Mart, Nisan, Mayıs), % 31,8’i (n=14) kızgınlık dışı dönemde (Haziran, Temmuz, Ağustos, Eylül), % 13,6’sı (n=6) kızgınlık sırasında (Ocak, Şubat) ve % 4,5’i (n=2) ise kızgınlıktan hemen önceki (Ekim, Kasım) dönemde muayeneye getirildi. Tanısal dağılımları değerlendirildiğinde % 61,3’ünde (n=27) lokomotor sistem (kas, kemik, eklem, tendo) hastalığı, % 13,6’sında (n=6) ağız boşluğu patolojisi, % 9’unda (n=4) apse/tümöral oluşum, % 9’unda (n=4) genital sistem patolojisi ve % 6,8’inde (n=3) ise göz hastalığı tespit edildi. Tesadüfi olarak üriner sistem enfeksiyonu bulunan deve sayısı populasyonun % 34’ünü (n=15) oluşturdu. Bu olguların tanısal dağılımlara göre oranları irdelendiğinde; lokomotor sistem hastalığı tespit edilen olguların 6’sında (% 22, n=6/27), göz hastalığı tespit edilen olguların 2’sinde (% 67, n=2/3), yumuşak doku lezyonu saptanan olguların 3’ünde (% 75, n=3/4), üro-genital sistem patolojisi belirlenen olguların tamamında (% 100, n=4/4) üriner sistem enfeksiyonu tespit edildiği, ağız boşluğu patolojisi saptanan olguların hiç birisinde üriner sistem enfeksiyonu saptanmadığı (n=0/6) ortaya çıktı. Üriner sistem enfeksiyonuna sahip develerin % 53,3’ü (n=8) kızgınlıktan hemen sonraki dönemde muayeneye getirilen develer idi. Serum biyokimyasal değerlendirmede kreatinin düzeyinde artış (2,1-5,2; ort. 2,8±1,2 mg/dL) ile sekiz olguda hiperglisemi (133-224; ort. 158,6±29,7 mg/dL) gözlendi. İdrar muayenesinde, dansitenin düştüğü (1005-1010; ort. 1006,25±2,5), pH’nın azaldığı (5-6,5; ort. 5,7±0,5), hafif hematüri, hafif proteinüri ile sediment muayenelerinde eritrosit, lökosit, her sahada kese epiteli, bazı olgularda böbrek epiteli (n=8) ve kristal varlığı (n=5) tespit edildi. Bu bulgular develerde böbrek fonksiyonlarında bozulmanın ve üriner sistem enfeksiyonunun göstergesi olarak değerlendirildi.

Tartışma ve Sonuç

Develerin diğer ruminantlara kıyasla birçok hastalığa daha az duyarlı ve daha dayanıklı hayvanlar olduğu bilinir. Özellikle çöl gibi zorlu koşullara dayanıklılık bakımından bazı anatomik adaptasyonlar geliştirdikleri bilinmektedir. 14 Bununla birlikte hastalıkları ile ilgili bilgiler de henüz sınırlıdır. 12 Literatür verilerde gastro-intestinal problemler, diş hastalıkları, deri hastalıkları, kan hastalıkları, göz hastalıkları, paraziter problemler, lokomotor sistemi ile ilgili sorunlar, ürogenital sistem hastalıkları ve solunum sistemi hastalıkları ile ilgili bilgiler bulunmaktadır. 2,10 Çalışmamızda, literatürle uyumlu olarak, lokomotor sistem

179

hastalıkları başta olmak üzere, diş hastalıklarının, ürogenital sistem hastalıklarının, göz hastalıkları ve yumuşak dokuya ait patolojilerin develerde sık karşılaşılan cerrahi hastalıklardan olduğu tespit edildi.

Araştırmacılar renal hastalıkların develerde daha az dikkati çektiği, bununla birlikte bu alanda bilgi yetersizliği olduğu belirtmiş, çoğu renal hastalığın subklinik seyrettiği ve aslında tahmin edilenden daha yüksek bir orana sahip olduğu kaydetmişlerdir. 9, 11 Cerrahi hastalığı nedeni ile kliniğimize muayeneye getirilen develerin laboratuvar muayeneleri ile dikkatimizi çeken bazı üriner sistem bulgularının varlığı bu literatür bilgi ile desteklenmektedir.

Develerde üriner sistemin ve özellikle de böbreklerin su regülasyonu mekanizmasında hayati önemi bulunmaktadır. 5 Böbreklerin fonksiyonu nefronların sayısına ve işlevine bağlıdır. 9 Develerin böbrekleri mikroskobik olarak incelendiğinde, sığır böbreğine kıyasla dört ile altı kat daha uzun olan henle kulplarının, idrar konsantrasyonunu arttırmak ve idrarın akışını azaltmak fonksiyonlarına sahip olduğu tespit edilmiştir. 14 Şok, dehidrasyon ve kanamalar sonucu böbreğin kan akımında, glomerular filtrasyon oranında ve tubüler reabsorbsiyonda anormallikler meydana gelebilir ve bu durum böbrek yetersizliğine yol açabilir. 9 Çalışmamızda üriner sistem enfeksiyonu tanısı konulan develerin yarısından fazlasının kızgınlıktan hemen sonraki dönemde muayeneye getirilmiş olgular olması dikkat çekicidir. Alınan anamnez bilgisinde, develerin kızgınlık dönemlerinden hemen önceki bir kaç gün içerisinde ve kızgınlık dönemlerinde “suya isteksiz” oldukları belirtilmiş, bu dönemde hayvan sahiplerinin güreş performansını olumsuz etkileyeceği inanışı ile su kısıtlamasına gidilmiş olmasının, güreş develeri için ortak bir yaklaşım olduğu görülmüştür.

Susuz kalmış develerde böbreklerden su kaybını azaltmak için konsantre idrar oluşturulması nedeniyle, develerin tuz gereksinimi diğer ruminantlara göre 6-8 kat fazladır. Bu durum aynı zamanda devenin deniz suyuna göre tuz yoğunluğu çok daha fazla olan tuzlu suyu (% 3 NaCl üstünde) içebilmesine ve tuzlu toksik bitkiler (halofit-tuzcul, çorak iklim bitkileri) yiyebilmesine de olanak verir.14 Günlük tuz alımındaki yetersizliğin su alımının azalmasına dolayısıyla renal filtrasyonda azalma ve taş olumuna yol açtığı bildirilmiştir.5 Üriner sitemdeki taşlar, üriner sistem enfeksiyonları, metabolik hastalıklar ve malnutrisyon üriner retensiyona yol açar.8 Kock (1985), üriner retensiyon için yaş, cinsiyet ve kastrasyon etkisi yönünden bir predispozisyon olmadığını rapor etmiştir.8 Bununla beraber, kısa üretra

180

yapısı nedeniyle retrograt bakteri invazyonuna maruz kalma ihtimali daha yüksek olduğu için, sistitis ve üretritis olguları dişi develerde daha sık görülmektedir.3 Çalışmamızda muayeneye getirilen develerin tamamının erkek oluşu hayvanların yetiştirilme amacı ile paralellik göstermesine bağlanmış, dişi develere ilişkin herhangi bir değerlendirme de yapılamamıştır.

Hayvan sahibi tarafından herhangi bir şikâyet belirtilmediği için tesadüfi olarak rutin yapılan serum biyokimyasal ve idrar muayeneleri sırasında tespit edilen üriner sisteme ait belirtilerin, develerin güreş sezonu öncesi ve sezon dışındaki yaşam şartları ile ilişkili olduğu düşünülmektedir. Develer her ne kadar fizyolojileri gereği özel bir böbrek yapısına sahip olsalar da, özellikle gıda ve su alımının büyük oranda kısıtlandığı dolayısıyla günlük tuz tüketiminin de azaldığı kızgınlık dönemi ve sonrasındaki 3 ay boyunca, üriner sistem sağlığına yönelik tehditler açısından dikkatli olunmalı, üriner sistem enfeksiyonlarının idrar kesesinde vasküler hasara, böbrek fonksiyonlarında yetersizliğe ve ilerleyen dönemde devenin ölümüne neden olabileceği unutulmamalıdır.

181

Kaynakça Ahmed AF, Al-Sobayil FA. Fractures in young, single-humped camels (Camelus dromedarius). Turk J Vet Anim Sci 2012; 36 (1): 1-8. Alhendi AAB. Common diseases of camel (Camelus dromedarius) in Eastern Province of Saudi Arabia. Pak Vet J 2000; 20: 97–99. El-Deeb W. M., Buczinski S., The diagnostic and prognostic importance of oxidative stressbiomarkers and acute phase proteins in Urinary Tract Infection (UTI) in camels. Peer J 3: e1363,2015; DOI 10.7717/peerj.1363 Fowler ME. Medicine and Surgery of Camelids. Third Edition, Willey-Blackwell, USA, 2010. Gutierrez C, Corbera JA, Doreste F, Padron TR, Morales M. Slica urolithiasis in the Dromedary Camel in a subtropical climate. Veterinary Research Communications 2002; 26: 437-442. http://www.tarimsal.com/deve.htm, Aydın, G. 2003. Deve Yetiştiriciliği. Doktora Semineri, Selçuk Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Konya. Erişim tarihi: 10.10.2016. https://tr.wikipedia.org/wiki/Deve_g%C3%BCre%C5%9Fi Erişim tarihi: 10.10.2016. Kock RA. Obstructive urethral calculi in the male camel: report of two cases. The Veterinary Record 1985; 117, 494-496. Kojouri GA, Nourani H, Sadeghian S, Imani H, Raisi A. Pathological findings of slaughtered camels’(Camelus dromedaris) kidneys in Najaf-Abad, Iran. Veterinary Research Forum 2014; 5(3): 231-235. Muhammad G, Jabbar A, Iqbal Z, Athar M, Saqib M. A preliminary passive surveillance of clinical diseases of cart pulling camels in Faisalabad metropolis (Pakistan), Preventive Veterinary Medicine 2006; 76: 273–279. Nourmohammadzadeh F, Haji Hajikolaei MR, Sasani F, Alidadi N. Abattoir study of the prevalence of renal lesions in slaughtered cattle. Int J Vet Res 2010; 4(3): 173-175. Rezaie A, Mohamadian B, Anbari S, Hossein Zadeh K. Histopathological investigations on renal lesions in slaughtered camel (camelus dromedarius) in North East of Iran. Kafkas Univ Vet Fak Derg 2014; 20 (4): 501-506. Siddiqui MI, Telfah MN. A Guide Book of Camel Surgery. First published. Ministry of Economy, Abu Dhabi/United Arab Emirates, 2010. Soliman M.K. Functional Anatomical Adaptations of Dromedary (Camelus Dromedaries) and Ecological Evolutionary Impacts in KSA. International Conference on Plant, Marine and Environmental Sciences, Kuala Lumpur (Malaysia), Jan. 1-2, 2015. Türkiye İstitistik Kurumu Hayvancılık İstatistikleri Veri Tabanı, https://biruni.tuik.gov.tr/hayvancilikapp/hayvancilik.zul, Erişim tarihi: 11.10.2016 Yılmaz O., Ertuğrul M. Zootekni Bilimi Açısından Türkiye'de Deve Güreşleri, Hayvansal Üretim 56 (1): 70-79, 2015. West G., Heard D., Caulkett N. Zoo Animal and Wildlife Immobilization and Anesthesia. John Wiley & Sons, USA, 2nd edition, 798, 2014.

182

DEVELERDE SEDASYON VE GENEL ANESTEZİ YÖNTEMLERİ

Yrd. Doç. Dr. Rahime YAYGINGÜL Prof. Dr. Nuh KILIÇ Adnan Menderes Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, Aydın, Türkiye [email protected] [email protected]

Özet

Develer diagnostik incelemeler ve cerrahi işlemler esnasında ısırma, tükürme ve tekme atma gibi savunma reaksiyonları gösterirler. Bunlardan korunmak için sedasyon ve genel anesteziye gereksinim duyulur. Sedasyon anestezik maddelerin kullanılması ile merkezi sinir sisteminde oluşan depresyon küçük cerrahi müdahaleler için yeterli olabilir. Ancak büyük operasyonlar için genel anestezi uygulanmalıdır. Develerde genel anestezi enjektabl anestezikler ve inhalasyon anestezileriyle sağlanmaktadır. İnhalasyon anestezikleri, güvenli oluşu ve anesteziden çıkışın kısa sürede olması avantajlarıdır. Bununla birlikte gelişmiş cihazlara gereksinim olması ve ek maliyet getirmesi ise dezavantajları olarak sayılabilir. Bu derlemede develerde genel anestezi amacı ile yaygın olarak kullanılan ilaçlar hakkında bilgi verilmesi amaçlanmıştır.

Anahtar Kelimeler: Sedasyon, Genel anestezi, Deve

METHODS OF SEDATION AND GENERAL ANESTHESIA İN CAMELS

Asst. Prof. Rahime YAYGINGÜL Prof. Dr. Nuh KILIÇ University of Adnan Menderes, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, Aydın, Turkey [email protected] [email protected] Abstract

Camels exhibit reactions of defense, such as biting, spitting, and kicking, during diagnostic examinations and surgical procedures. To be protected against these reactions, sedation and general anesthesia are required. In sedation, a depression created in the central nervous system by using anesthetic agents may be sufficient for minor surgical interventions. However, general anesthesia must be used for major surgeries. General anesthesia is made by enjektabl and inhalational anesthetics in camel. Inhalation anesthetics are favorable for being safe and for their short duration of anesthetic recovery. Besides, the drawbacks may include the need for advanced devices and the additional costs that may arise.

In this review, the objective is to provide information about drugs commonly used for general anesthesia in camels.

Key Word: Sedation, General Anesthesia, Camel

183

Giriş

Develer diagnostik incelemeler ve cerrahi işlemler esnasında ısırma, tükürme ve tekme atma gibi savunma reaksiyonları gösterirler. Bunlardan korunmak için sedasyon ve genel anesteziye gereksinim duyulur (Almubarak 2007, Fowler 2010). Sedasyon anestezik maddelerin kullanılması ile merkezi sinir sisteminde oluşan depresyon küçük cerrahi müdahaleler için yeterli olabilir. Ancak büyük operasyonlar için genel anestezi uygulanmalıdır. Genel anestezi ağrı duyusunun ortadan kaldırılması, bilinçsizlik, belirli oranda refleks cevapların ortadan kalkması ile karakterize olan geri dönüşümlü ve kontrol edilebilir bir durumdur. Kullanılacak anestezi protokolü hastanın genel sağlık durumu, uygulanacak cerrahi işlemin tipine ve süresine, operasyonun normal süreçte ya da acilen yapılması gerekliliği göz önünde bulundurulmalıdır (Hall ve ark. 2001, Koç ve Sarıtaş 2004, Topal 2005). Develerde inhalasyon anestezikleri pahalı ekipmanlara ihtiyaç duyulduğundan dolayı kullanımı zordur. Bu nedenle enjektable ilaçların sedasyon ve anestezi için kullanımı daha yaygındır (Riebold 2015).

PREANESTEZİK DEĞERLENDİRME

Hastanın preanestezik dönemde değerlendirilmesi ile mevcut fizyolojik durumun tespit edilmesi sağlanır. Preanestezik muayenenin amacı, anestezik maddenin alınımı, etkisini, eliminasyonunu ve güvenle uygulanmasını etkileyecek herhangi bir farklılığın olup olmadığını tespit etmektir. Başarılı bir anestezi ve operasyon için, hastanın sistemik bir şekilde muayene edilip incelenmesi gerekir. Hastanın fiziksel muayenesi, anestezi riskinin belirlenmesinde ilk adımdır. Genç ve sağlıklı görünen hayvanlar bile anestezi öncesi fiziksel muayeneye tabii tutmak gerekir. İlk muayene mümkünse hasta sahibinin gözü önünde yapılmalı ve prognozla ilgili ayrıntılı bilgi verilmelidir. Anesteziden önce fizyolojik parametre bulguları ile kan ve biyokimyasal değerleri bakılmalı ve referans değerleri ile karşılaştırılmalıdır (Riebold ve ark. 1989, Hall ve ark. 2001, Koç ve Sarıtaş 2004, Topal 2005).

Develerde genel anestezi sırasında karşılaşılan en önemli problemler aşırı salivasyon, timpani ve regürgitasyondur. Regürgitasyonu takiben ruminal içeriğin akciğerlere aspire edilmesi kolaylıkla gelişebilecek bir durumdur. Ayrıca C1 içeriğinin diyaframın serbest olarak hareketini engelleyerek solunum güçlüğüne yol açabilir. C1 içeriğinin azaltmak ve gaz

184

oluşumunu engellemek amacı ile develer 24-36 saat öncesinden gıda alması engellenmelidir. Hastayı anesteziye almadan 8-12 saat öncesi kadar su verilebilir. Fakat yeni doğan yavrularda hipoglisemi oluştuğu için açlık tavsiye edilmemektedir (Riebold ve ark 1989, Pereira ve ark 2006, Fowler 2010). Develer yan yatış sırasında abdominal basınç arttığı için kusma daha fazla meydana gelir. Bu nedenle sternal yatış pozisyonunda tutulması önerilmektedir. Acil anestezi ya da sedasyona alınması gerektiği zaman endotracheal tüp yerleştirilmelidir. Hayvanlar tüp yerleştirilinceye kadar sternal pozisyonda tutulmalıdır (Riebold ve ark 1989, Fowler 2010, Pereira ve ark. 2006). Tüm hayvanlara anestezi süresince intravenöz yolla serum uygulaması yapılması, yeterli düzeyde kan basıncı ve idrar üretimi sağlanması için gereklidir. Bu şekilde ilaç uygulamaları için bir damar yolu açılmış olur. Bunun için develerde Vena jugularıs’e kataterizasyon uygulanır. Operasyon alanında kontaminasyon olasılığı var ise preoperaif dönemde sistemik antibiyotik uygulanması profilaksi açısından yararlıdır. Anestezi sırasında hayvanlar mümkünse kendi doğal pozisyonlarında yatırılmalıdır. Boynun aşırı gerilmesi, ekstremitelerin aşırı gergin halde tespit edilmesi karnın aşırı basınç altında kalması sonucunda ciddi problemler gelişebilir. Verilecek anestezik ilaçların doğru bir şekilde verilmesi için vücut ağırlığının da belirlenmesi gereklidir (Fowler 2010, Abrahamsen 2013, Riebold 2015).

PREANESTEZİ/SEDASYON

Develerde genel olarak sedasyon ve tranklizasyon amacıyla acepromazine, α2- adrenoseptörler agonistleri (ksilazine, detomidin, medetomidin, romifidin), barbitüratlar, kloralhidrat, diazepam ve midazolom kullanılmaktadır (Pereira ve ark. 2006. Fowler 2010).

α2 –Adrenoseptör Agonistleri

Ksilazin, 1962 yılında antihipertansif amaçlı olarak insanlarda; 1968 yılından itibaren de önce sığırlarda daha sonra köpek ve diğer hayvanlarda sedasyon ve kas gevşetici olarak kullanılmaya başlanmıştır. Son yıllarda yeni ve daha güçlü etkiye sahip, medetomidin, detomidin ve romifidin gibi α2-adrenoseptör agonistleri kullanılmaktadır (Hall ve Clarke 2001, Maghraby ve ark. 2004, Fowler 2010). Bu ilaçlar santral sinir sisteminde nörotransmitter salınımını inhibe ederek, sedasyon oluşumuna, sempatik aktivitede düşüşe (hipotansiyon) ve analjeziye, periferik olarak sistemik vasküler dirençte artışa (vazokonstriksiyon, hipertansiyon), insülin salınımında düşüşe (hipoinsulinemi nedeniyle hiperglisemik), antidiüretik hormon üretiminin inhibisyonuyla diürezise, gastrointestinel

185

sisteminde sekretorik ve motorik fonksiyonlarının baskılanması ile gastrointestinal motilitede azalmaya yol açarlar. Bu etkiler hemen hemen tüm hayvan türlerinde oluşur (Custer ve ark. 1977, Paddleford ve Harvey 1999, Hall ve ark 2001, Topal 2005).

Ksilazin, develerde sedasyon amacıyla uzun yıllardan beri kullanılan α2-adrenerjik reseptörler agonistidir. At ve sığırlara göre orta derecede duyarlılığı vardır. Sinirli ve saldırgan mizaçlı hayvanlar için yüksek dozlara ihtiyaç duyulurken, sakin mizaçlı, zayıf ve düşkün bireylerde düşük dozlar yeterli olabilmektedir. Ksilazin preanestezik sedasyon amacı ile uygulandığında indüksiyon ve genel anestezik madde gereksinimi önemli oranda azaltır. İM ya da İV uygulanmaktadır. İM uygulandıktan 10-15 dakika, İV uygulamadan 3–5 dakika sonra tam olarak etkisini gösterir, fakat uykulu hali 1-2 saat devam eder. Ksilazinin develere sedasyon amacıyla 0,1-0,2 mg/kg dozunda anestezi amacıyla 0,4 mg/kg dozunda güvenli bir şekilde uygulanmaktadır. Develerde tek başına ya da ketamin ile kombinasyon halinde çok fazla kullanılır. Ksilazine ile sedasyona alınan develerde regurgitasyon, timpani, eksitasyon ve çırpınma pek şekillenmemektedir (Custer ve ark. 1977, Peshin ve ark 1980, White ve ark. 1987, Fowler 2010).

Develerde 0,4 mg/kg dozunda atropin uygulanması salivasyonu ve kardiak etkileri azaltmak amacıyla premedikan olarak önceleri tavsiye edilmektedir. Ancak atropin develerde anestezi esnasında salivasyonu azaltmadığı aksine salyanın daha çok sıvı kısmını uzaklaştırarak salyanın ağızdan ve orofarenksten atılımını zorlaştırdığı için tavsiye edilmemektedir. Sadece bradikardiyi düzeltmek amacıyla 0,2-0,4 mg/kg Dİ uygulanabilir (Brander ve ark 1982).

Detomidine, ilk kez 1982 yılında atlarda kullanılan non-narkotik, sedatif ve analjezik özelliklere sahip yeni bir α2-adrenoreseptör agonistidir. Ksilazin ile karşılaştırıldığı zaman daha güçlü etkilidir ve beyindeki α2 adrenoreseptörlere daha fazla affinitesi vardır. Ksilazin ile sağlanandan daha derin ve daha uzun süreli sedasyon ve analjezi oluşturur (Hall ve ark. 2001, Topal 2005). Özellikle atlarda olmak üzere develerde de kullanılmaktadır. Rutin olarak İM ya da İV kullanılır. Develerde kullanım dozu 0,02-0,04 mg/kg olarak değişir. İV verildiği zaman 2-4 dakika içerisinde, İM verildiğinde ise 3-5 dakika içerisinde etkisini gösterir. Detomidine develerde kısa süreli anestezi için ketamin ile kombinasyon halinde kullanılmaktadır. İlacın enjeksiyonundan sonra kan basıncında düşme, bradikardi,

186

antriyoventriküler blok gibi istenmeyen etkiler oluşur. (Hall ve Clarke 2001, El-Maghraby ve Al-Qudah 2005, Fowler 2010).

Medetomidin, birçok memelide sedasyon ve analjezi oluşturan güçlü ve spesifik bir

α2-adrenoreseptör agonistidir. Sedasyon ve analjezi oluşturmaktadır. Bu ilaç tek başına nadir olarak kullanılmaktadır. Genellikle ketamine ile kombine olarak kullanılır. Yüksek doz verildiğinde fazla sedasyon oluşturmaz. Sadece etki süresi daha uzun olmaktadır. İM verildikten 5 dk’da sonra sedasyon etkisi başlamaktadır. Develerde sedasyon dozu 0,01-0,02 mg/kg İV, 0,02-0,04 mg/kg İM uygulanmaktadır. Anestezi dozu ise 0,04-0,08 mg/kg ‘dır (Waldridge ve ark 1997, Nabil ve ELseady 2012).

Romifidin, diğer α2-adrenoreseptör agonistleri gibi bradikardi, solunum depresyonu, hiperglisemik, sedasyon ve analjezik etkileri vardır. Maliyet açısından daha pahalı olmasına rağmen ksilazin’e alternatif olarak kullanılabileceği bildirilmiştir. Develerde 0,04-0,12 mg/kg dozunda kullanılmaktadır (England ve ark. 1996, Morzak ve El-Khodery 2009).

Fenotiazin Grubu

Fenotiazinler, premedikasyonda, kuvvetli sedatif, antiemetik, antihistaminik ve ısı düzenleyici etkileri nedeni ile kullanılırlar (Koç ve Sarıtaş 2004). Sedasyonun derecesi ilacın dozuna ve rutin veriliş yoluna göre değişmektedir. Sedasyonlu develerde ilk klinik bulguları alt dudağın düşmesi, göz kapağı gevşemesi, gözyaşı akıntısı ve hayvanın etrafa ilgisizliğidir. Bu grup ilaçlar birçok hayvan türünde penil prolapsusu neden olmaktadır. Fakat develerde anatomik yapıdan dolayı bildirilmemiştir. Özellikle zayıf düşkün ve hipotansif hayvanlarda hipotansiyona, myokardial depresyona ve periferal vazodilatasyona neden olabilir. Develerde bu grup ilaçların içerisinde asepromazine, chlorpromazine ve propionil-promazin kullanılmaktadır (Alsobayil ve Mama 1999, Fowler 2010)

Asepromazin, tek başına nadir olarak kullanılmaktadır. Genel olarak ketamine ya da etorfin ile kombine olarak kullanılır. İlaç İM, İV ya da SC olarak kullanılır. İV etkileri 1-3 dakika içerisinde, İM etkilerinin tam olarak oluşması için 15-25 gereklidir. Develerdeki dozu 0,03-0,15 mg/kg’dır (Alsobayil ve Mama 1999, Fowler 2010).

Chlorpromazine, develerde 1–3 mg/kg dozunda İM ve İV kullanılmaktadır. Başlangıç safhasında heyecan oluşturmakta daha sonra derin sedasyon şekillenir. Chlorpromazine (2 mg/kg) ile pentazine 2 mg/kg dozlarında kombinasyon halinde

187

kullanıldığında develerde yeterli ve güvenli sedasyon sağlamaktadır (Khamis ve ark. 1973, Ali ve ark 1989).

Propionyl-promazine, develerde 0,5 mg/kg dozunda uygulanır. Kaslarda gevşeme, vasodilatasyon, hipotansiyon ve belirgin taşikardi şekillendirir (Khamis ve ark. 1973, Ali ve ark 1989).

Benzodiazepinler

Bu gruptaki ilaçlar sedatif etkilerinin yanında merkezi olarak kas gevşemesi sağlar. Birçok türde tek başına kullanıldıklarında genellikle sakinleştirici bir etki oluşturmazlar, ancak ruminatlarda ve develerde bu etkiye sahiptir. Diazepam ve midazolam en yaygın olarak kullanılan benzodiazepin türevi ilaçlardır. İskelet kaslarında gevşeme meydana getirmesi ve antikonvülzon özelliğinin olması preanestezik olarak tercih edilmesini sağlamaktadır. Nöbet oluşumunu ve kas hipertonusunu önlediği için ketamin anestezi ile sıklıkla kullanılmaktadır. Develerde diazepam ve midazolom 0,2-1 mg/kg dozunda kullanılır. İM verildikten 1-2 dakika içerisinde etkileri başlar, İM verildiği zaman ise doza bağlı olarak etkilerininim başlaması 15 dakika sürer. 60-90 dakika sonra ise etkileri kaybolmaktadır (Fahmy ve ark 1995; Fowler 2010).

İNDÜKSİYONDA KULLANILAN ANESTEZİK MADDELER

Ketamin, barbitürat türevi olmayan bir dissosiyatif anesteziktir. Anestezi sırasında larenks ve farenks refleksleri aynen kalır, iskelet kas tonusu hafifçe artar. Kalp, damar ve solunum sisteminde hafifçe bir uyarılma ve bazen de solunumda hafif ve geçici bir depresyon şekillenir. Ketamin anti aritmik özelliğinden dolayı diğer anesteziklere oranla risksiz bir anestezi oluşturma özelliğine sahiptir. Fakat tek kullanıldığında şiddetli eksitasyon ve konvülziyonlar görülebilir, kaslarda hipertonisiteye, tendo ve kas reflekslerinde artışa neden olur. Ketaminin yalnız kullanılması ile elde edilemeyen iyi bir kas gevşemesi, daha az salivasyon, derin analjezi ve uyanma esnasındaki reaksiyonları azaltmak amacıyla narkotikler, sedatifler, tranklizanlar, antikolinerjik gibi diğer medikan ilaçlarla kullanılmasına ihtiyaç vardır (Koç ve Sarıtaş 2004, Topal 2005, Fowler 2010). Ketaminin İV ya da İM uygulamasından kısa süre sonra etkisini gösterir. Ketaminin develerdeki dozu 2-15 mg/kg CA olarak belirtilmiştir. Develerde kullanılan ketamin kombinasyonları (Fowler 2010)

188

Ksilazin /Ketamin

Ksilazin 0,4 mg/kg İM, 0,25 mg/kg İV

Ketamin 5 mg/kg İM, 3-5 mg/kg İV

Medetomidin/ Ketamin

Medetomidin 0,04-0,08 mg/kg İM ya da İV

Ketamin 2-4 mg/kg İM ya da İV

Detomidin /Ketamin

Detomidin 0,04 mg/kg İM ya da 0,02 mg/kg İV

Ketamin 2-4 mg/kg İM ya da İV

Diazepam/Ketamin

Diazepam 0,2-0,3 mg/kg İM, 0,1-0,2 mg/kg İV

Ketamin 5-8 mg/kg İM, 3-5 mg/kg İV

Propofol, genel anestezini indüksiyonu ya da sürdürülmesi için kısa etkili bir anesteziktir. İlaç İV bolus ya da infüzyon şeklinde uygulanır. Enjeksiyondan 20-30 saniye sonra arzu edilen anestezik derinliğine ulaşılır. Develerde 1-3 mg/kg İV dozunda anestezi indüksiyonunun sağlanması ve sürdürülmesi için kullanılmaktadır. Propofol’un en önemli dezavantajı fiyatının yüksek olması ve açılan ampullerin kısa sürede kullanılmasının gerekliliğidir. Bu nedenle büyük hayvanlarda kullanımı sınırlıdır (Fahmy ve ark 1995, Duke ve ark. 1997, Topal 2005).

Tiletamin, dissosiyatif anestezik madde olup, ketamin’den daha fazla anestezik etkiye ve etki süresine sahiptir. Bu madde genellikle zolazepamla karışım halinde bulunur. Zolezapam, benzodiazepin türevidir. Formulasyona zolazepamın katılması anestezik etki ve kas gevşetici etkide güçlenme, çırpınma önleyici etkinlikte artma ve anesteziden düzgün şekilde uyanma sağlar. Tiletamin ve zolazepam 1:1 oranında kombine edilir. Anestezide güvenli doz sınırı geniş olup İM uygulandığı bölgede çok az derecede reaksiyon oluşturur. Anestezinin indüksiyonu kısa sürede ve sakin bir şekilde gerçekleşir. Develerde 2,5-20 mg/kg

189

dozunda verilir (Fowler 2010). Bryant ve arkadaşlarının (2007), develerde detomidin 0,05mg/kg, 0,05mg/kg butarfanol ve 1 mg/kg Tiletamin/zolazepam kombinasyonunu İM olarak kullanmışlardır.

Butarfanol, sentetik opioid türevi analjezik maddedir. Değişik derecelerde sedasyon ve analjezi ile birlikte minimal düzeyde kardiyo-pulmoner depresyon oluşturur. Bu nedenle riskli hastaların sedasyonunda uygun bir seçenektir. Develerde butarfenolun doz aralığı çok fazla değişmektedir. 0,05-0,2 mg/kg İM, 0,01-0,1 mg/kg İV’dür. Butarfanol (0,05-01 mg/kg) ve ksilazine (0,1 mg/kg) kombine edilerek hem develerde hem de ruminantlarda yaygın olarak kullanılmaktadır (Barrington ve ark 1993, Fowler 2010, Abrahamsen ve ark. 2013, Riebold 2015)

Thiopental, çok kısa etkili bir barbiturat grubu olan anesteziktir. Develerde inhalasyon anestezisinde indüksiyon oluşturmak için tek başına 4,5 mg/kg dozunda ya da guanifenesin ile kombine halinde kullanılmaktadır. 1,0-2,3 ml/kg thiopental –guanifenesin (2 gr thiopental 1 litre içerisinde % 5 lik guanifenesin) İV olarak hızlı şekilde uygulanır. Tiyopental enjeksiyonu yalnızca damar içine yapılmalıdır. Yüksek derecede alkali olduğu için kas içi veya başka dokulara enjekte edildiğinde yangı, ağrı ve bölgesel nekrozlara neden olabilir (Fowler 2010).

Guanifenesin, suda çözünen beyaz renkli ince granül toz şeklinde bir aromatik gliserol esteridir. Merkezi etkili bir kas gevşeticidir. İskelet kaslarının gevşemesini sağlar. Larenks ve farenks kaslarının gevşeyerek tracheal entübasyonu kolaylaştırmaktadır. Solunum sistemi üzerinde depresif etki yok veya çok azdır. Develerde ise % 5-10 çözeltiler kullanılır. Develerde ki dozu 100–150 mg/kg dır (Fowler 2010).

Kloralhidrat, iyi bir hipnotiktir. Anestezi özelliği çok azdır. Anestezi için yüksek dozları yavaş bir şekilde verilmelidir (5 dk). Dokularda irritan olmasından dolayı İV uygulanması daha güvenilirdir. Develerde anestezi için dezavantajı kardiyak etkileridir. Develerde kardiak fibrilasyon, AV block bildirilmiştir. Arteriyel hipoksi nedeniyle respiratorik asidoz ve hipotansiyona bağlı olarak taşikardi gelişebilir (Sharma ve ark. 1984). Develerde % 10-12’ luk solüsyonu kullanılmaktadır. Develerdeki dozu 0,58 ml/kg‘dır. Kloralhidrat, magnesiun sülfat (% 12 her biri, 0,43ml/kg) ve thiopental Na (% 1,33, 0,41ml/kg) ile kombinasyon halinde kullanılması develerde iyi bir anestezi ve kas gevşemesi

190

sağlamaktadır. Kas gevşemesi magnesiun sülfat ilave edilmesi ile sağlanmıştır (Sharma ve ark. 1984, Al-Dughaym ve ark. 1998)

Etorphine hidroklorür, tek başına ya da diğer tranklizanlar ile birlikte kullanılır. Kaslarda sertlik ve tremor, şiddetli opistonus, taşikardı, solunum depresyonu ve regurgitasyon ve pulmoner aspirasyon gelişebilir. Develerdeki dozu 4-5 µg/kg’ dır (Alford ve ark 1974).

İNHALASYON ANESTEZİSİ

İnhalasyon anestezisi sıvı ve gaz anestezikler ya da her ikisinin karışımlarının değişik tekniklerle akciğerlerin geniş absorbsiyon yüzeylerinde emilimleri sonucu etkilerini göstermeye yönelik bir anestezi yöntemidir. İnhalasyon anestezisi özellikle 60 dakikadan daha fazla anestezi süresi gerektiren cerrahi uygulamalarda tercih edilmesi gereken bir yöntemdir. Anestezi derinliğinin kontrol edilebilmesi, solunum desteklenmesi, hastanın toksitite riskinin azalması avantajlarıdır (Fowler 2010) Develerde inhalasyon anestezileri yeni doğan hayvanlarda maske ile yetişkin hayvanlarda ise entübasyon tüpü ile sağlanmaktadır. Develerde inhalasyon anestezisi için sığırlarda kullanılan teknik ve ekipman kullanılmaktadır. Endotracheal tüp oratracheal yolla gerçekleştirilir. Bu amaçla premedikasyon uygulanır ve indüksiyon için kısa süre etkili enjektabl anestezik ajanlar kullanılarak hayvanın ağzı açılır. Diğer büyük hayvanlara göre endotracheal tüp yerleştirilmesi develerde oral boşluğunun biraz dar olması nedeniyle zordur. Farenks ve glottisi görmek zor olduğu için kör atışla entübasyon yapmak gereklidir. Develerde uygulanan volatil anestezikler halothane, isofluran, sevoflurandır. İnhalasyon anesteziklerinin uygulanabilmesi için özel cihaz ve ekipmanlara ihtiyaç vardır. Bu ekipmanlar; oksijen kaynağı, endotracheal tüpler, maskeler, anestezi cihazları, anestezi cihazlarında sirkülasyonu sağlayan hortum sistemleri, CO2 tutucu ve rezerv balondur. Bu nedenle tekniğin kullanılması sadece hastane ortamı ile sınırlı kalmaktadır ( Koç ve Sarıtaş 2004, Topal 2005, Fowler 2010, Riebold 2015, .

Halothane, berrak, renksiz, kendine özgü hoş kokusu olan güçlü uçucu bir ilaçtır. Develerde yaygın olarak kullanılmasının sebebi sakin bir anestezi indüksiyonu, rahat bir uyanma sağlaması, anestezinin uygun bir derinlikte idamesinin kolay olması, yanıcı ve patlayıcı olmaması ve ekonomik olmasıdır. Solunum yollarınını irrite etmemesi, salivasyona neden olmaması ve akciğerler tarafından hızlı emilmesi avantajları arasındadır. Kardiopulmoner fonksiyonları deprese eder. Bu nedenle hastaların dikkatli bir şekilde monitorize edilmesi gerekmektedir. Depresyon derecesi doz ya da anestezini derinliği ile

191

ilişkilidir. Solunumun derinliğini ve oranını depreşe edebilir (Singh ve ark. 1994, Fowler 2010). İnsanlarda halothane anestezisinde karaciğerde hepatotoksik olduğu sürekli vurgulanmasına rağmen hayvanlarda gerçek insidans araştırmaları bulunmamaktadır. Develerdede hepatik nekroz rapor edilmiştir (Groom ve ark. 1995). Halothane’ın indüksiyon konsantrasyonu % 5, anestezi konsantrasyonu % 1-3 kullanılmaktır. Halothane anestezi sonrası hipoksi yaygın olarak görülmektedir. Bu nedenle anestezi sonrası 10-15 dakika oksijen sürekliliğinin sağlanması gerektiğini vurgulanmıştır (Singh ve ark. 1994, Fowler 2010)

İsofluran, berrak, stabil, bir sıvı inhalasyon anestezisidir. Kan/gaz katsayısı düşük olması nedeniyle çok hızlı bir indüksiyon ve anesteziden uyanma sağlar. MSS’ni deprese eder. Solunum depresyonu oluşturabilir. Anestezi derinliği arttıkça hipoventilasyon şekillenebilir. İyi bir kas gevşemesi sağlamaktadır (Hall ve ark. 2001, Topal 2005, Koç ve Sarıtaş 2004) İsofluran daha hızlı indüksiyon ve uyanma sağlamasına rağmen halothane develerde daha fazla kullanılmaktadır. Develerde isoflurane MAC % 1-1,5’dur. 15-30 dakika içerisinde de uyanma sağlanır (Mama ve ark. 1999, Fowler 2010, Al- Sobayıl ve ark 2015).

Sevofluran renksiz, hafif eter kokusunda, non-irritan, yanıcı ve patlayıcı olmayan volatil anestezik bir ajandır. Anestezi indüksiyonu, uyanması ve intraoperatif anestezi derinliğinin kontrolü isoflurandan daha hızlıdır. Ancak maliyeti oldukça yüksektir. Develerdeki MAC % 2,3’tür (Grubb ve ark. 2003). İsofluran ve sevofluran anestezisi sırasında develerde bradikardi ve hipotansiyon oluşabilir (Pereira 2006).

192

Kaynakça Alford BT, Burkat RL, Johnson WP. Etorphine and diprenorphine as immobilizating and reversing agents in captive and free-ranging mammals. Journal. American Veterinary medecine Association 1974; 164: 702-705.

Alsobayil FA, Mama KR. Anesthetic management of Dromedary Camels. Compendium 1999; 21(3):102-111.

Abrahamsen EJ. Chemical restraint and injectable anesthesia of ruminants. Veterinary Clinics of North America: Food Animal Practice 2013; 29(1): 209-227.

Ali BH, El-Sanhouri AA, Musa BE. Some clinical, hematological and biochemical effects of four tranquilizers in camels (Camelus dromedarius). Rev Elev Med Vet Pays Trop 1989; 42: 13–17.

Almubarak AL. Effects of some anaesthetics and chemical restraints on blood clotting in camels. Journal of Animal and Veterinary Advances 2007; 6: 33-35.

Al-Dughaym A, Afaleq AI, Homeida AM. Review of adverse effects of some drugs in camels. Revue D Elevage Et De Medıcıne Veterınaıre Des Pays Tropıcaux 1998; (51): 81-86.

Brander GC, Pugh DM, Bywater RJ. Veterinary applied pharmacokinetics and therapeutics. London UK, Bailliere Tindall 36.

Bryant B, Portas T, Montali R. Mammary and pulmonary carcinoma in a dromedary camel (Camelus dromedarius). Australian veterinary journal 2007; 85(1‐2): 59-61.

Barrington GM, Meyer TF, Parish SM. Standing castration of the llama using butorphanol tartrate and local anesthesia. Equine practice 1993; 15: 35-39.

Custer R, Kramer L, Kennedy S, Bush M. Hematologic effects of xylazine when used for restraint of Bactrian camels. Journal of the American Veterinary Medical Association 1977; 171(9): 899-901.

Duke T, Egger CM, Ferguson JG Frketic MM. Cardiopulmonary effects of propofol infusion in llamas. American Journal of Veterinary Research 1997; 58: 153-156.

El-Maghraby HM, Al-Qudah K. Sedative and analgesic effects of detomidine in camels (Camelus dromedarius). Journal of Camel Practice and Research 2005; 12: 41–45.

England GC, Clarke KW. Alpha-2 adrenoceptor agonists in the horse – a review. British Veterinary journal 1996; 52: 651–657.

193

Fahmy LS, Farag KA, Mostafa MB, Hegazy AA. Propofol anesthesia with xylazine and diazepam premedication in camel. Journal Camel Practice Research 1995; 2(2): 111-114.

Fowler ME: Medicine and Surgery of South American Camelids. 2010, Iowa: USA, Blackwell Publishing 2010:1-15.

Groom S, Checkley S, Crawford B. Hepatic necrosis associated with halothane anesthesia an alpaca. Canadian Vterinary Journal 1995; 36(1); 39-41.

Hall LW, Clarke KW, Trim CM (Eds 10). Veterinary Anaesthesia, WB Saunders Company, London, 2001.

Khamis Y, Fouad K, Sayed A. Comparative studies on tranquilization and sedation in Camelus dromedarius. Vet Med Rev 1973; 4: 336–345.

Koç B, Sarıtaş ZK. Veteriner Anesteziyoloji ve Reanimasyon Kitabı, Medipres, Malatya, 2004.

Mama KR, Wagner AE, Parker DA, Hellyer PW, Gaynor JS. Determination of the minimum alveolar concentration of isoflurane in llamas. Veterinary Surgery 1999; (28): 121-125.

Morzak M, El-Khodery S. Sedative and analgesic effects of romifidine in camels (Camelus dromedarius). Veterinary Anaesthesia and Analgesia 2009; 36: 352-360.

Nabil, ABU, ELSeady YY. Physiological and Electrocardiographic Findings in Ketamine and Medetomidine Anesthesia in One Humped Camel. IJAVMS 2012; 6(3): 173-182.

Paddleford RR, Harvey RC. Alpha-2 Agonists and antagonists. Veterinary Clinics of North America: Small Animal. Practice1999; 29 (3): 737-745.

Pereira FLG, Greene SA, McEwen MM, Keegan, R. Analgesia and anesthesia in camelids. Small Ruminant Research 2006; 61(2): 227-233.

Peshin PK, Nigam JM, Singh SC, Robinson BA. Evaluation of xylazine in camel .Journal of the American Veterinary Medical Association 1980; 177(9): 875-878.

Riebold TW, Kaneps AJ, Schmotzer WB. Anesthesia in the Llama. Veterinar Surgery 1989; 18 (5): 400–404.

Riebold TW. Ruminants. In: Grimm KA, Lamont LA, Tranquilli WJ, Greene SA, Robertson SA, eds. Lumb & Jones’ Veterinary Anesthesia and Analgesia. 5th ed. Iowa: Wiley; 2015. p.912-27.

194

Singh R, Peshin PK, Patil DB, Sharda R, Singh J, Singh AP, Sharifi D. Evaluation of halothane as an anesthetic in camels (Camelus dromedarius). Journal of Veterinary Medicine Series A 1994; (41): 359–368.

Sharma SK, Sıngh J, Sıngh AP, Peshın PK. Haemodynamic, blood gas and metabolic changes after anaesthesia with chloral hydrate and magnesium sulphate in camels (Camelus dromedarius). Research in Veterinary Science 1984; 36: 12-15.

Topal A. Veteriner Anestezi Kitabı, Nobel & Güneş, 2005 .

White RJ, Bali S, Bark H. Xylazine and ketamine anaesthesia in the dromedary camel under field conditions. Veterinary Record 1987; 120(5): 110-3.

Waldridge BM, Lin HC, de Graves FJ, Pugh DG. Sedative effects of medetomidine and its reversal by atiapmizole in llamas. Journal American Veterinary Medicine Association 1997; 211(12): 1562-1565.

195

DEVE SÜTÜ, ÖZELLİKLERİ VE BESLENMEDEKİ ÖNEMİ Yrd. Doç. Dr. Sadık Büyükyörük, Adnan Menderes Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Besin Hijyeni ve Teknolojisi Anabilim Dalı, Aydın Türkiye. [email protected] Özet Dromedari ve Baktrian türü develer Camelidae ailesindeki diğer türlere göre süt üretimi yeteneği olan develerdir. Afrika kıtasında Dromedarideveleri, hem süt hem de et üretimi bakımından hala önem arz etmekte iken, Arap yarımadasında ise bu tür develer daha çok deve yarışlarında kullanılmaktadır.Develer uzun yıllar çok değişik amaçlara hizmet vermiştir. Bunların başında transport (kervan), süt verimi ve et verimi gelmektedir.Deve sütünün bileşimi bakım-besleme ve laktasyon periyoduna göre değişmektedir. Bununla birlikte deve sütü, inek sütü kadar şekerli olmamakla birlikte, yüksek oranda değerli protein içermektedir. Anahtar Kelimeler: Deve sütü, beslenme

CAMEL MILK,FEATURES AND NUTRITIONAL VALUE Asst. Prof. Sadık Büyükyörük, Adnan Menderes University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Food Hygiene and Technology, Aydın, Turkey. [email protected]

Abstract ThedromedaryandtheBactriancamelareknownfortheirabilitytoproducemilk, in comparisontootherspecies of Camelidae.InAfrica, dromedariesarestillconsidered as animportantlivestockspeciesformilkandmeatproduction,whileunfortunately in theArabianPeninsulamoreattentionis directedtowardcamelracingthanmilkandmeatproduction.Forhundreds of years, camelshavebeenused as multipurposeanimals. Theyareraisedfor transport, milk, andmeat, as well as fordraftuse.Differences in thecomposition of camelmilkreportedfromdifferences in breeds, nutrition, andstage oflactation at sampling. Camelmilk is not as sweet as cows’ milk, but itcontainhigh-quality protein. KeyWords: Camel milk, nutrition

GİRİŞ Coğrafi dağılım Develer canlılar aleminde; Artiodactyla sınıfında, Tylopoda altsınıfında, Camelidae ailesinde yer almaktadır. Bu ailede Lamave Camelus soyu yer almaktadır. Camelus soyunda ise Camelusdromedarius(Tek hörgüçlü deve ya da Arap Devesi) ve Camelusbactrianus(Çift hörgüçlü deve ya da Bakteriyan deve)olmak üzere 2 tür yer almaktadır (JuhaszveNagy 2012). Dünyada yaklaşık 18 milyon deve bulunmakta. Bunların 2 milyonu Bakterian, 16 milyonu dromedari devesidir. Bu tek hörgüçlü deve sayısının 13 milyonu Afrika’da özellikle de Sudan ve Somali’de bulunurken geri kalanı, Arap yarımadası ile Hindistan taraflarındadır. Bu yerlerde yağış düşük, uzun kurak bir sezon ve yüksek ortam sıcaklığı (5-45°C) görülmektedir. Çift hörgüçlü develer Çin ve Moğolistan çöllerinde yaşamakta (-20)–(45)°C

196

ve temelde iş hayvanı olarak ya da yün elde edilmesi amacıyla kullanılmaktadır (AbdallahveFaye 2012).

Irklar ve genetik gruplar Deve sütçülüğü Yüksek, orta ve düşük süt verimliliği olmak üzere 3 kısımda incelenebilmektedir ve bunlardan sadece yüksek ve orta düzeyde süt verimi, gerçek anlamda deve sütçülüğünde yeri olmaktadır. Laktasyon periyodu boyunca 3000 litreden fazla süt veren develer yüksek; 1500-3000 litre süt veren develer için orta süt verimli develer tanımı yapılmaktadır (Abeiderrahmane 2005). Grup 1: Yüksek süt verimli develer; (Dromedari’ler); Etçil ya da kas oranı fazla olan develer kadar olmasa da geniş ve kaslı bir vücuda, göreceli de olsa geniş bir karına, iyi gelişmiş bir hörgüce, belirgin süt damarlarına ve iyi gelişmiş bir memeye sahip develerdir. Bu gruptaki develer siyah ya da açık-koyu kahverengindedir. Yıllık süt verimi 3000litrenin üzerindedir. Bu gruptaki develer;

1. Marecha: Pakistan’da yaşayan “Marecha” kabilesinden ismini almış olup gerçek anlamda süt verimi yüksek olan bir türdür. 2. Al-Majahim Al-Arabia: Diğer bir ismi Al-Njdeiah olup Suudi Arabistan’da özellikle. ItNajd ve Dawaser çöllerinde bulunmaktadır. 3. Sirtawi: Başlıca Libya’da bulunmakta. 4. Fakhreya: Libya’da bulunmakta. 5. Arvana: Özellikle Türkmenistan’ın kara kum çölünde, bunun yanı sıra Özbekistan, Kazakistan, Afganistan ve İran’da da bulunmaktadır.

Grup 2:Orta süt verimli develer;Bu gruptaki develer, orta düzeyde gelişmiş bir vücuda ve hörgüce sahip olup süt verimliliğinin yanısıra “binilmesi” amacıyla da kullanılmaktadırlar. Bu grup develer, beyaz, gri, açık kahverengi ve kahverengiden kırmızımsı renkte olabilmektedir. Yıllık süt verimleri ortalama 1500-3000 litredir.

Orta düzeyde süt veren Dromedari türleri; 1. Hor (Godir): Somali’de bulunmaktadır. 2. Rashaida: Sudan Rashaida kabilesinden ismini almıştır.

197

3. OuldSidi Al-Sheikh: Fas’da bulunmaktadır. 4. Al-Hmor: Arap yarımadası (özellikle Suudi Arabistan)’da bulunmaktadır. 5. Seifdar: Somali’de bulunmakta, süt verimi dışında deve yarışlarında da kullanılmaktadır. 6. Al-Khawar (Atfateir): Suriye-Irak’da bulunmaktadır. 7. Al-Shameya: Suriye, Ürdün, Irak ve Suudi Arabistan’da bulunmaktadır 8. Pishin: Tipik dağ devesi olup çok iri vücut yapısındadır. Pakistan’da bulunmaktadır 9. Brela ya da Thalocha: Pakistan’da bulunmaktadır. Uzun bir vücuda, büyük ve güçlü bir vücuda, büyük bir kafaya ve boyuna, geniş bir göğüse ve doğal olarak da geniş bir vücut çevresine sahiptir 10. Benadir: Somali’de bulunmaktadır. 11. Birabish: Marutinya’da bulunmaktadır. 12. Al-Tilal: Fas’da bulunmaktadır. 13. Al-Tibawi: Libya’da bulunmaktadır. Küçük bir vücut yapısında olup susuzluğa oldukça dirençlidir.

Orta düzeyde süt veren Baktrian türleri; 1. Alxa: Çin, Afganistan, Tacikistan’da bulunmaktadır. Günlük 1.5-2.0 litre süt verimindedir(Almutairi 2010).

Reprodüksiyon (üreme)durumu Pubertaya yani cinsel olgunluğa develer genellikle 4 yaşında erişmektedirler. Dişi deve 25 yaşına kadar fertil kalabilmekte ve hayatı boyunca 8-10 doğum yapabilmektedir. Dromedari develeri mevsimsel poliöstrik hayvanlar olup östrus (kızgınlık) süreleri 17-23 gündür. Ovulasyon çiftleşme sırasında (tavşanlarda olduğu gibi) olmaktadır. Gebelik 12-13 ay sürmektedir. Laktasyon periyodu oldukça değişkenlik gösterebilmekte ve bu süre 6-18 ay arasında değişebilmektedir. Dromedari develeri için bu sürenin anne devenin tekrar gebe kalması mümkün olmadığında 24 ay olabildiği yayın bulunmaktadır (Al-Saiady 2012).

198

Deve sütü yapısı Deve sütünün yapısı inek ve keçi sütlerine benzerlik göstermektedir. Opak beyaz renktedir. Tatlı bir lezzette olmakla birlikte bazen hafif tuzlu bir aroma verebilmektedir. Yemlerin çeşitliliği ile suya erişebilirlik sütün aromasına etki göstermektedir. Deve sütünün pH’sı6.2-6.5 arasında olup titre edilebilir asitlik derecesi 0.03 LA’dır. Dansite 1.026-1.035 arasında değişmektedir (Alshaikahve Salah 1994). Deve sütü bileşimi bazı süt hayvanları bileşimi ile birlikte aşağıdaki tabloda verilmiştir (Atigui ve ark. 2014).

Tablo 1: Sütün % bileşimi,(Atigui ve ark.’na göre 2014). Bileşen Deve İnek Koyun Keçi Su 86.9 87 80.8 87.7 Protein 3.4 3.5 5.5 3.3 Yağ 4.1 3.9 5.3 4.1 Laktoz 3.7 4.9 4.5 3.9 Kül 0.7 0.7 0.9 0.8

Tartışma ve sonuç Deve sütü inek sütünde olduğu gibi β-laktglobülin içermediği için bu nedenle bir alerjiye sebep olmaz. Otizm hastalarının tedavisinde ve diyabetli hastalar üzerine olumlu etkileri bulunmaktadır. Yüksek oranda C Vitamini içerdiği için kurak yerlerde yaşayan insanlar için iyi bir kaynak olabilmektedir. Develerin oldukça fazla tükettiği deve dikeninde bulunan silimarin, kanser ilaçlarının etken maddelerinde biri olarak kullanılmakta ve deve sütü de kanserli hastalara karşı olumlu etkileri olduğu düşünülecek olursa deve sütçülüğü ve deve sütünden yararlanma yeni trend olma yolunda ilerleyecektir.

199

Kaynakça Abdallah HR, Faye B. Phenotypic classification of Saudi Arabian camel (Camelus dromedarius) by their bod ymeasurements. Emir J FoodAgric 2012;24: 272–280. Abeiderrahmane N. Modern dairy products from traditional camel herding: an experience in Mauritania.Life Sci2005; 152–157. Almutairi SE, Boujenane I, Musaad A, Awad-Acharari F. Genetic and nongenetic effects for milk yield and growth traits in Saudi camels.TropAnim Health Pro2010; 42(8): 1845–1853. Al-Saiady MY, Mogawer HH, Faye B, Al-Mutairi SE, Bengoumi M, Musaad A, Gar-Elnaby A. Some factors affecting dairy she-camel performance. Emir J Food Agric 2012; 24(1): 85– 91. Alshaikah MA, Salah MS. Effect of milking interval on secretion rate and composition of camel milk in late lactation. J Dairy Res 1994; 61: 451–456. Atigui M, Marnet PG, Ayeb N, Khorchani T,Hammadi M. Effect of changes in milkingroutine on milking related behaviour and milk removal in Tunisian dairy dromedary camels. J Dairy Res 2014; 81(4): 494–503. Juhasz J,Nagy P. Development and operation of large scale came lmilking farm: Challenges, experiences and results, (in Hungarian), Hung Vet J 2012; 134: 52–62.

200

GÜREŞ DEVELERİNDE PARAZİT VARLIĞI

Doç. Dr. Süleyman Aypak Adnan Menderes Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Parazitoloji Anabilim Dalı, Aydın, Türkiye. [email protected] Özet Dünyanın birçok ülkesinde yetiştirilen develer, bir yerden diğer yere insan ya da yük taşımak ve etinden yararlanmak üzere kullanılmaktadır. Ancak, ülkemizde özel olarak yetiştirilen ve eğitilen develer öncelikle güreş amaçlı kullanılmakta olup, gerektiğinde etinden de faydalanılmaktadır. Ağırlıklı olarak Asya ve Afrika kıtasında yaşayan ve bulundukları coğrafyalarda insanların günlük yaşantısına, kültürüne ciddi katkıları olan develerin paraziter hastalıklarına ilişkin çalışmalara ancak son yıllarda rastlanılmaktadır. Develerde paraziterenfeksiyonlar et, süt veriminde düşüş, gençlerde büyüme geriliği ve doğum oranında azalmalar ve yetiştirilme hedefleri doğrultusunda performans kayıplarından başlayıp ölüme kadar gidebilen değişik derecelerde olumsuzluklara neden olabilmektedir. Develerin gastrointestinalhelmintleri hakkında en fazla bilgi Kuzey Afrika Ülkeleri'nde yapılan çalışmalardan elde edilmiş ve bu çalışmalarda develerin 60'dan fazla helmint türüne karşı duyarlı oldukları bildirilmiştir. Arap Yarımadasında göçebelerin en önemli et ve süt kaynağı olan, taşımacılıkta da çok fazla kullanılan develerin parazitleri hakkında kapsamlı bilgi bulunmamaktadır. Develerde bulunan helmintler arasında en sık rastlanılanlar Trichostrongylidae ailesine bağlı parazitlerdir ve muhtemelen ekonomik açıdan en önemli olanlar da bunlardır. Türkiye’de güreş develerinde yapılan kapsamlı bir parazitolojik incelemede %74 düzeyinde parazit varlığı tespit edilmiş ve durumun ciddiyeti ortaya konmuştur. Bu çalışmada tür ya da cins düzeyinde 16 farklı parazit varlığı tespit edilmiş olup bunlardan 14’ü helmint (11 nematod, 3 trematod) 2’si protozoondur. Tespit edilen enfeksiyon oranı ve parazit çeşitliliği, yetiştiriciliği özenle yapılan güreş develerinde paraziter enfeksiyonların göz ardı edildiğini düşündürmektedir. Anahtar Kelimeler:Deve, Parazit, Helmint, Türkiye

PARASITE PRESENCE IN WRESTLING CAMELS

Assoc. Prof. Suleyman Aypak Adnan Menderes University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Parasitology, Aydın, Turkey. [email protected] Abstract Inmanycountries, camels are utilizedforcarryingpeopleorgoods, and for their meat. However, camelsthatarebred in Turkeyareprimarilyused in camelwrestling, andutilizedfortheirmeatwhennecessary. Studiesrelatedtotheparasiticdiseases of camels, whichlive in AsiaandAfrica, assistpeople in theirdailylives, andaddvaluestotheirculture, havebeenconductedonly in recentyears. Parasiticinfections in camelscausevariousproblemssuch as decreases in meatandmilkproduction, growthretardation in youngcamels, decline in birth rate, performancelosses in breeding, anddeath. Most of thedatarelatedtothegastrointestinalhelminthswerederivedfromthestudiesconducted in North Africancountries. Thesestudieshaveshownthatcamelsareresponsivetomorethansixtytypes of helminths. No

201

comprehensivedataexistabouttheparasites in thecamelsthatarethemostsignificantsource of meatandmilkforthemigrants in ArabianPeninsulaandoftenused in transportation. Themostcommonhelminthsseen in camelsaretheparasitesbelongingtotheTrichostrongylidaefamily, andtheseareprobablythemostsignificantonesconcerningtheeconomy. A comprehensiveparasitologicalreviewrelatedtowrestlingcamelsandconducted in Turkeyreported a parasitic presence of 74%, whichhighlightedtheseriousness of thesituation. Sixteenparasitesdiffering in typeorspecieswere found in thisstudy; fourteen of themwerehelminths (elevenwerenematodes, andthreeweretrematodes), andtwowereprotozoa. The infection rate and variety of detected parasites suggest that parasitic infections in wrestling camels bred with care are usually neglected. Keywords: Camel, Parasite, Helminth, Turkey.

GÜREŞ DEVELERİNDE PARAZİT VARLIĞI

Deve; zürafa, geyik, sığır, koyun, keçi ve antilopla birlikteruminant hayvanlar gurubundadır. Arabian ve Bactrian develeriLinnaeus tarafından sırasıyla Camelusdromedarius veCamelusbactrianus olarak isimlendirilmişlerdir. Bu türlerAfrika ve Asya’da yaşamaktadır. Yerli halkın yaşamlarınahem çok şey katmış hem de çok önemli roller oynamıştır. Çokeski zamanlardan beri, et ve süt ürünlerinden faydalanıldığıgibi yük hayvanı olarak da kullanılmıştır (TheUniversty of Michigan Museum of ZoologyPresents,2006;AnimalWelfare Information Center,2007). Türkiye’ dedeve yetiştiriciliğinin başlıca amacı, dünyanın hiçbir yerindeolmayan ve ülkemizde yapıldığı bölgelerin kültüründe önemliyeri olan deve güreşleridir. Günümüzde daha ziyade Aydınilinde ağırlıklı olarak yapılan deve güreşleri, Ege Bölgesi’nin(İzmir, Manisa, Muğla, Denizli) birçok il, ilçe, kasaba ve köylerindeyapıldığı gibi, Marmara Bölgesinde (Balıkesir ve Çanakkale),Akdeniz Bölgesinde (Burdur, Isparta ve Antalya) vediğer bazı illerimizde de yapılmaktadır (Erk Bilgi İşlem: Deve Güreşleri, 2004;Türkiye Kültür ve Turizm Bakanlığı,2005).Bu hayvanlar binlerce yıldır insanlar tarafından kullanılmalarına rağmen biyolojileri ve hastalıklarına ilişkin ciddi çalışmalarancak son yıllarda yapılabilmiştir (AnimalWelfare Information Center, 2007).

Develerde parazitikenfeksiyonların et, süt veriminde düşüş, gençlerde büyümegeriliği ve doğum oranındaki azalmaların en önemli nedeniolduğu bildirilmiştir (Abdul-Salam, 1988;AnwarveKhan, 1998). Dünyada ikinci büyük devepopulasyonuna sahip Sudan' da Veteriner servislerinin devemuayenelerinde en fazla karşılaştıkları hastalıklar parazitlereilişkin olanlardır (Steward, 1950). Develerin gastrointestinalhelmintlerihakkında en fazla bilgi Kuzey Afrika Ülkeleri'nde yapılançalışmalardan elde edilmiş ve bu çalışmalarda develerin 60'dan fazla helmint türüne karşı duyarlı oldukları bildirilmiştir.Arap Yarımadasında göçebelerin en önemli et ve süt kaynağıolan, taşımacılıkta da çok fazla

202

kullanılan develerinendoparazitleri hakkında kapsamlı bilgi bulunmamaktadır (Abdul-Salam, 1988).

Develerde bulunan helmintler arasında en sık rastlanılanlarTrichostrongylidae ailesine bağlı parazitlerdir ve muhtemelenekonomik açıdan en önemli olanlar da bunlardır. Evcilruminantlarda yapılan pek çok çalışmada nematodların bugrubunun neden olduğu patojen etkilere bağlı iştahsızlık,gastro-intestinal kanalda protein kaybı ve verim düşüklükleri izlenmiş olmakla birlikte aynı çalışmalar maalesef develerde yapılmamıştır (Abdul-Salam, 1988).

Türkiye’de Güreş Develerinde Parazit Varlığı

Türkiye’de develerle ilgili yapılan parazitolojik çalışmalar oldukça azdır (Aypak, 2007; Azrug veBurgu 2011). Develerde tespit edilen ektoparazitler arasında Hyalommadromedarii, H. anatolicum, Dermacentormarginatus, Haemophysalissulcata, H. punctata, H. otophilia, Rhipicephalus bursa, R. Sanguineus, Microthoraciuscameli, Hippoboscamaculata, Sarcoptesscabieicameli(Merdivenci 1970;1983), Cephalopinatitillator(Tüzer ve ark.1988; Dinçer ve ark. 2000) bulunmaktadır.

Merdivenci (1982) ve Türkütanıt (2002) develerin testis bağ dokusu ve testis spermatik arterde Dipetalonomaevansi’ ye rastlamışlardır. Eren ve arkadaşlarının 2000 yılında toplam 150 devede dışkı muayenesine dayalı yaptıkları bir çalışmada (2003) % 26 Trichostrongylidae, % 12 Nematodirusspp., % 10 Trichurisspp, % 7 Dicrocoeliumspp. yumurtalarına ve % 4,6 Eimeriaspp. oocystlerine rastlamışlardır (Tablo 1). Ayrıca aynı çalışmada mezbahada kesilen 6 devenin organ muayenelerinde; 2 devede akciğer ve karaciğerde birlikte olmak üzere “kist hidatid” olgusu tespit edilmiştir.

Tablo 1. Develerde Bulunan Parazitler ve Yayılış Oranları (Eren ve ark, 2003) Parazit Türü Enfekte Deve Sayısı / % Trichostrongylidaespp. 58 / 38.66 Trichurisspp. 16 / 10.66 D. dendriticum 11 / 7.33 Eimeriaspp. 7 / 4.66

203

Aypak ve arkadaşlarının 2010-2011 yılında 109 devede yaptıkları kapsamlı araştırmada (2013)develerin % 74’ü (81/109) bir ya da daha fazla parazitle enfekte bulunmuş olup; Trichostrongylusspp. % 47.7, Ostertagiaspp. % 27.5, Dicrocoeliumspp. 24.7, Trichurisspp. 11.9, Eimeriacameli % 11.9, Capillariaspp. % 6.4, Fasciolaspp. % 6.4, Dictyocaulusviviparus % 5.5, Haemonchusspp. % 4.5, Oesophagostomumspp. % 4.5, Cooperiaspp. % 4.5, Cooperiaoncophora % 3.6, Nematodirusspp. % 3.6, Chabertiaovina % 2.7, Eimeriaspp. % 1.8, Paramphistomumspp. % 0.9 oranlarında tespit edilmiştir (Tablo 2).

Tablo 2. Dışkı bakısı yapılan develerde, bulunan parazitler ve yayılış oranları (Aypak ve ark. 2013)

Parazit cins ya da türleri Genel Durum Aydın Muğla İzmir Denizli Çanakkale Manisa Balıkesir

EHS EHY EHS EHS EHS EHS EHS EHS EHS (n=109) (%) (n=54) (n=21) (n=16) (n=5) (n=5) (n=4) (n=4)

Trichostrongylusspp. 52 47.7 33 6 7 4 1 1 -

Ostertagiaspp. 30 27.5 16 7 3 4 - - -

Trichurisspp. 23 11.9 9 6 4 - 2 - -

Capillariaspp. 10 6.4 2 4 2 1 - - 1

Dictyocaulusviviparus 6 5.5 - - -

Haemonchusspp. 5 4.5 4 1 - - - - -

Oesophagostomumspp. 5 4.5 5 - 1 - - - -

Cooperiaspp. 5 4.5 2 1 - 1 1 - -

Cooperiaoncophora 4 3.6 3 1 - - - - -

Nematodirusspp. 4 3.6 3 - - 1 - - -

Chabertiaovina 3 2.7 2 - - - 1 - -

Dicrocoeliumspp. 27 24.7 15 2 5 2 - 2 -

Fasciolaspp. 7 6.4 3 - 1 - - - -

Paramphistomumspp 1 0.9 - - 1 - - - -

Eimeriacameli 13 11.9 10 2 2 - - - -

Eimeriaspp. 2 1.8 - - - 1 - - -

EHS: Enfekte hayvan sayısı, EHY: Enfekte hayvan yüzdesi

204

Tür ya da cins düzeyinde 16 farklı parazit varlığı tespit edilmiş olup bunlardan 14’ü helmint (11 nematod, 3 trematod) 2’si protozoondur. Bu çalışmayla develerde Trichostrongylusspp.,Ostertagiaspp., Eimeriacameli, Capillariaspp., Fasciolaspp. Dictyocaulusviviparus, Haemonchusspp.,Oesophagostomumspp., Cooperiaspp., Cooperiaoncophora, Nematodirusspp., Chabertiaovina, Paramphistomumspp. Türkiye’den ilk kez bildirilmiştir. (Aypak ve ark, 2013)

Bu araştırmada develerin verim özelliklerini etkileyebilen Trichostrongylidae’ler cins ya da tür düzeyinde teşhis edilmiştir. Afrika ve Asya’da akciğerlerde en sık rastlanan nematodDictyocaulusfilaria (Aypak,2007;Higgins, 1983) bu çalışmada hiç görülmezken çok daha seyrek görülen D. viviparus’a % 5.5 oranında rastlanılmıştır. Bu durumun develerin bulundukları coğrafyalarda, meraları ağırlıklı olarak hangi hayvanlarla paylaştıkları ile ilgili olabileceği bildirilmiştir. Şüphesiz bu durum develerde bulunan diğer parazitlerin çeşitliliğini de etkilemektedir. Solunum sistemi ile ilgili belirtilerin yanı sıra genel depresyon ve hızlı kondusyon kaybına neden olabilen akciğer kıl kurtları (Kaufmann, 1996) özellikle performans beklenen develerde önemli olabilmektedir.

Develerde en sık rastlanan coccidiosisetkeni Eimeriacameli (Higgins, 1983, Singh, 2002) bu çalışmada % 11.9 oranında tespit edilmiştir. Araştırma yapılan develerin yaş grubu 7-18 olup bu hayvanlarda klinik coccidiosis tablosu beklenmemekle birlikte, enfekte hayvanların genç develer için taşıyıcı durumda olmaları, özellikle üretim yapan hayvan sahipleri için önemli ve tedbir alınması gereken bir durumdur.

Sonuç

Develerin sığır ya da koyunlarda olduğu gibi geniş bir helmint spektrumu bulunmaktadır. Türkiye’de güreş develerinde yapılan son epidemiyolojik çalışmaya göre %74’lük enfeksiyon oranı ve parazit çeşitliliği, yetiştiriciliği özenle yapılan güreş develerinde paraziter enfeksiyonların göz ardı edildiğini düşündürmektedir. Bu sonuçlar deve sahipleri ve veteriner hekimlerde genellikle semptomsuz seyreden bu hastalık etkenleri ile ilgili farkındalık oluşturmalıdır.

205

Kaynakça Abdul-Salam JM. Seasonalfluctuations of gastrointestinalhelminths of camels in Kuwait. VetParasitol1988; 28: 93-102. AnimalWelfare Information Center,Jan 03,2007, Information Resources on Old World Camels; ArabianandBactrian. http://www.nal.usda.gov. Erişim tarihi:19.03.2007. Anwar AH, Khan MN. Parasitikfauna of camel in Pakistan. Proceeding of the Third Annual Meeting forAnimalProduction Under AridCondition United ArabEmiratesUniversity, 2: 69- 76, 1998. Aypak S. Develerin helmintenfeksiyonları.TurkiyeParazitolDerg2007; 31: 225-8. Aypak S, Eren H, Bakırcı S, Uner S, Sımsek E, Boga B, Guler AG, Unlu AH. “ParasitesDetectedbyExamination of FecalSamples in WrestlingCamels” Kafkas UnivVet Fak Derg 2013; 19 (3): 371-374. Azrug AF, Burgu A. Deve Parazitlerine Genel Bakış ve Türkiye’deki Durum. TurkiyeParazitolDerg 2011; 35: 57-60. Dinçer Ş, Yıldız K, Nalbantoğlu S. Türkiye’de develerde (Camelusdromedarius) ilk Cephalopinatitillator (Diptera: Oestridae) larvası. TParazitolDerg 2000; 24: 311-2. Eren H, Aypak S, Selek N. Aydın yöresinde deve (Camelusdromedurius)’ler de dışkı bakılarına göre saptanan parazitler. YYÜ Vet Fak Derg 2003; 14(1): 59-60. Erk Bilgi İşlem: Deve Güreşleri,01.08.2004, http://www.aydinrehber.net/bilgi.asp? BilgiID=7. Erişim tarihi:19.03.2007. Hıggıns, A.J. Observations on thediseases of theArabianCamel (Camelusdromedarius) andtheircontrol – A Review. Vet. Rec1983; 53(12): 1089-1100. Kaufmann J. Parasiticİnfections of Domestic Animals. A Diagnostic Manual. Basel: BirkhäuserVerlag 1996; 261-89. Merdivenci A. Türkiye Parazitleri ve Parazitolojik Yayınları. İstanbul ÜnivCerrahpaşa Tıp Fak Yayın No 1610/9 İstanbul: Kutulmuş Matbaası, 1970;s. 324. Merdivenci A. Son otuz yıl içinde Türkiye’de varlığını bildirdiğimiz parazitler. Türk Mikrobiol Cem Derg 1982; 13(1-2): 23-37. Steward JS. TrichostrongylosisandHaemonchosis in thecamel: Theirrecognitionandresponsetophenothiazine.VetRec 1950; 62 (52): 837-839. Singh J. A fieldmanual of cameldiseases. Traditionaland modern veterinarycareforthedromedary. LivestockInt 2002; 6: 4. Türkiye Kültür ve Turizm Bakanlığı,2005, Türkiye/ Türkiye’den renkler/ Deve güreşleri.http://www.kultur.gov.tr/TR/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFFA79D6F5E6C1 B43FF91C5B747978912DF. Erişim tarihi:19.03.2007. Türkütanıt SS, Eren H, Durukan A. A casereport: Dipetalonemaevansi(Lewis, 1882) in camel. IndianVet J 2002; 79: 1192-4. Tüzer E, Göksu K, Ayanoğlu H, Akkaya H. İstanbul’da develerdesarkoptik uyuz olayları. İstÜnivVet Fak Derg 1988; 14: 7-16

206

TheUniversty of Michigan Museum of ZoologyPresents,2006, AnimalDiversty Web. Camelusbactrianus, Camelusdromedarius. http://animaldiversity.ummz.umich.edu/site/accounts/information/Camelus_dromedarius.html ,http://animaldiversity.ummz.umich.edu/site/accounts/information/Camelus_bactrianus.html. Erişim tarihi: 19.03.2007.

207

TIP TARIHINDE ‘’DEVE İDRARI’’

Eren Akçiçek Ege Üniversitesi, Tıp Fakültesi Gastroentoroloji Bilim Dalı, İzmir, Türkiye [email protected]

Özet İdrarla tedavi (üroterapi) eski bir tedavi tarzıdır. Eski Mısır, Yunan ve Roma’da kullanılmıştır. İnsanın kendi idrarı dışında çeşitli hayvan idrarları: keçi, koyun, bufalo, inek, fil, at, eşek ve deve idrarı içilerek veya dışarıdan tatbikle çeşitli tıbbi amaçlar için kullanılmıştır. Eski Hint ve Çin hekimliği kaynaklarında hayvan idrarı kullanımı oldukça popüler ve yaygındır. Bazı Osmanlı Tıp yazmalarında da tıbbi amaçlarla idrar kullanımı bilgileri mevcuttur. Hindularda inek kutsal olduğundan daha çok inek idrarı ön plandadır. Arap yarımadasında ise deve idrarı pek çok tıbbi amaç için kullanılmaktadır. Deve idrarı insan idrarından on kat daha fazla mineral tuz ihtiva etmektedir. İnsan idrarı asidik olup deve idrarında ise pH 7,8’dir. İnvitro ortamlarda deve idrarının kansere karşı, bakterilere karşı, mantara karşı önleyici etki gösterdiği, bağışıklığı güçlendirdiği ayrıca trombositlerin kümelenmesini önlediği gösterilmiştir. Ayrıca bitki korunmasında da deve idrarının önemli bir araç olduğu belirtilmiştir. 2012’de Suudi Arabistan’da tespit edilen ağır solunum yolu hastalığı bulguları ile seyreden %35-50 oranında ölüme sebep olan deve gribi veya Ortadoğu solunum Sendromu adı verilen MERS- CoV Hastalığının develerle ilişkili bir hastalık olabileceği ve pastörize edilmemiş deve sütü, deve idrarı, çiğ ve iyi pişmemiş deve etinden uzak kalınması belirtilmiştir. Bu tebliğde deve idrarı ile tedavinin tarihi kaynakları ve bugünkü durumu ile ilgili bilgi verilecektir. Anahtar Kelimeler: Deve İdrarı, Tıp Tarihi, Hastalık.

“CAMEL URINE” IN MEDICAL HISTORY

Abstract Treatment with urine (urotheraphy) is an old treatment. It was used in Ancient Egypt, Greece and Rome. Besides human urine, different types of animal urine like goat, sheep, buffalo, cow, elephant, horse, donkey and camel urine were used for different medical purposes either by drinking or applying it. In the sources of Ancient India and China medical science, it could be seen that using animal urine was very popular and common. In some Ottoman manuscripts, some information about the use of urine for medical purposes can be found. As cow is holy in India, use of cow urine is more common. In Arabian Peninsula, camel urine is used for many medical purposes. Camel urine includes ten times more mineral salt than human urine. Human urine is acidic but in camel urine pH is 7.8. In invitro environments, it was identified that camel urine has a preventive role against cancer, bacteria, mycose and it strengthens the immune system and prevents the cluster of thromboyctes. It was also mentioned that camel urine was also an important tool for the protection of plants. In 2012 in Saudi Arabia, camel flu (it has heavy respiratory tract disease symptoms) that led to death in the ratio of 35 – 50 % and also Middle East respiratory syndrome called MERS_CoV were identified and it was indicated that it could be an illness that passes from camels and people should stay away from camel milk, camel urine, raw meat or not well cooked camel meat. This paper will give information about the historical resources and the current situation of the treatment with camel urine. Key words: Camel urine, History of medicine, Illness.

Giriş

208

Hayvanlar ve hayvansal ürünlerle tedaviye “Zooterapi” ismi verilmektedir. Geleneksel olarak dünyanın pek çok yerinde uygulanmaktadır. Ayrıca modern tıpta kullanılan pek çok drogta hayvansal kaynaklardan izole edilmekte ve kullanılmaktadır. [23]

Deve Kur’an’da da bahsedilen önemli bir hayvandır. İnsanlar çeşitli şekillerde develerden yararlanmaktadır. Ayrıca eti, derisi, kılları ve sütü çeşitli amaçlarla kullanılmakta[17] deve sütünün beslenme ve sağlık yönünden pek çok faydası bulunmaktadır. [3,32]

Tarihsel Bilgi

İdrarla Tedavi ‘’Urineterapi’’ ‘’Uroterapi’’ ‘’Auto-urine terapi’’ olarak adlandırılmaktadır. Çeşitli tıbbi amaçlarla kullanılmış ve kullanılmaktadır.[13][14][15]

Antik tıpta kandan distile edilen idrar ‘’kanın altını’’ olarak ve ‘uzun hayatın ‘’eliksiri’’ olarak kabul edilmiştir. Babil tıp yazıtlarından birinde ‘’Kendi depondan gelen sıvıyı (idrarı) iç… ‘’denilmektedir. Eski Mısır, Yunan, Roma tıbbında eski Hint ve Çin yazılarında insanın kendi idrarını içmesinin faydalarından bahsedilir. [22][30]

İlk sabun muhtemelen idrardı ve kepeğe iyi geldiği tespit edilmişti.[23]

Eski Roma’da dişleri beyazlatmak için idrar önerilmiştir. Plinny idrarı yanıklar, iltihaplanmalar ve deri hastalıkları için önermiştir. Ortaçağda Skorbit hastalığı olan denizciler ağrılı diş lezyonları için ağızlarını idrarla çalkalıyorlardı.

İdrarla tedavi bir holistik tıp uygulaması bazılarına göre ise ampirik bir tıp uygulamasıdır. Ampirik tıpta ’’zıt zıtla tedavi’’ edilir.(’Contraria Contraris Curantur) Halk arasında ‘’pis pisi sürer’’ inancı vardır.[2]

Eski Hint tıp eserlerinde Yoga ve Ayurvedik tıpta eski tıp kitaplarında deve idrarının çeşitli rahatsızlıklarda kullanımı geniş bir şekilde yer almıştır.[13][14][15][27][35]

İdrarın Tıbbi Özellikleri

Çin’de 3 milyon kişi sağlıklı kalmak için kendi idrarını içiyor Arap yarımadasında deve idrarı, Hindistan’da ise inek idrarı içimi tercih edilmektedir. Sudan’da diş sorunlarında, saç şampuanı olarak ve çeşitli sağlık sorunlarında deve idrarı kullanılmaktadır.[16] %88 dişi

209

deve idrarı %12 erkek deve idrarı tercih edilmektedir. Kişilerin %28’i idrarı deve sütü ile içmekte, %72’si sade kullanmaktadır.[29]

Deve idrarı insan idrarından 10 kat daha fazla mineral ihtiva eder. İnsan idrarı asidik, deve idrarı baziktir. Devenin yediği bitkilerden dolayı (çöl bitkileri) idrarında çeşitli biyoaktif maddeler bulunur.[10]

İdrardaki üre güçlü bir antibakteriyel ve antimantar etki gösterir[5][18]. Çöl bitkilerinde bakteri maya ve mantarlara karşı etkili olduğu gösterilmiştir[18][29]. Kronik cerehatlı yaraların iyileşmesini tembih eder. Deve idrarı Aspirine benzer etki ile prostoglandin etki yolu ile ayrıca clopidogrele benzer arachidonic asit adenozine diphosphata (ADP) inhibe ederek tromboagregan etki gösterir. Deve idrarı tromboagregan etki gösterir.Diğer idrar türleri ise tromboagregan etki göstermemiştir[6][9].

Deve idrarı kanserli karaciğer hücrelerinde mRNA seviyesinde kodlayan gen aktifleştirici enzim cypla1 eksprasyonunda önemli engellemeye neden olmaktadır[28].

İdrarın yara iyileşmesinde de önemli katkısı vardır[19].

İdrar aynı zamanda yatak yaralarını önlemekte başarılı ve iyileştirmede etkin olmaktadır[11].

Geleneksel olarak göz rahatsızlıklarında idrar kullanılmakta; fakat tehlikelide olabilmektedir. Bu şekilde bir hastaya Gonore enfeksiyonu bulaştığı bildirilmiştir[33]. Deneysel olarak farelerde meydana getirilen karaciğer sirozunda deve idrarının iyileştirici etkisi görülmüştür[8].

Deve idrarı iyi bir gübre fonksiyonu görerek bitki koruyucu etki göstermektedir[26]. Yüksek tuz konsantrasyonu, potasyum, magnezyum, kalsiyum ve asidik olması ki devenin yediği gıdalardan, bitkilerden aldığı biyoaktif maddelerden dolayı insan ve bitkilerde dirençli mantarlara etkilidir[4]. Yüksek konsantrasyonlarda, mikro toksinler üzerine de etkili olduğu gösterilmiştir. [18]

16.yüzyıl Osmanlı müellif- mütercimlerinden Bâli Efendi eseri Tercüme-i Ay’nul Hayat’ta sarhoş, kendinden geçmiş kişiye deve idrarı içirilirse bu kişi ayılır demektedir[25].

210

İslam Dininin İdrarla Tedaviye Bakışı

Ebu Hanife ve Ebû Yusuf'a göre sidik necistir. Ebû Hanife’ye göre sidik, tedavi veya başka bir amaç için kullanılamaz. İmam Muhammed’e göre, sidik temiz olduğundan tedavi ve başka bir amaç için kullanılabilir. Ebû Yusuf’a göre ise sadece tedavi amaçlı kullanılabilir. Ebû Hanife görüşünü “Allah, sizin şifanızı, size haram kıldığı şeylere yerleştirmemiştir” hadisine dayandırmaktadır[16].

Kur’an “pislikten kaçın, elbiseni temizle’’ demektedir. Bundan dolayı Kur’an’ın pislik saydığı maddeyi yemek ve içmenin haram olduğunu belirtmektedir[8].

Sonuç

Develerden geçen Orta Doğu Solunum Sendromu veya Deve Gribi ismi verilen hastalık Suudi Arabistan kaynaklı olup %35-50 oranında ölüme sebebiyet vermektedir.

İlk defa 1912’de Suudi Arabistan’da tespit edilmiştir.

3 Kasım 2015, 1616 vaka, 624 ölüm vakası görülmüştür[1].

Bu hastalığın develerle ilişkisi bir hastalık olabileceği ve pastörize edilmemiş deve sütü, deve idrarı, çiğ ve iyi pişmemiş deve etinden uzak kalınmasını belirtmiştir[1].

211

Kaynakça 1. Anonim-MERS COV Hastalığı, T.C. Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Kasım 2015 Ankara. 2. Akçiçek E., Anadolu Halk Hekimliğinde, Köpek ile İlgili olarak Tatbik Edilmiş Ampirik Uygulama ve Tedavi Usulleri, IV Cilt Gelenek, Görenek ve İnançlar Kültür Bakanlığı Ankara 1992, 16-24. 3. Akçiçek E, Karagözlü C, Deve Sütü: Beslenme ve Sağlık, Deve Kitabı, Editör: Emine Naskalı Gürsoy Kitabevi 2014 İstanbul. 4. Al-Awadi A., Al-Judaibi A., Effects Of Heating Stronge On The Antifungal Activity Of Camel Urine. Clinical Microbiology, 2014; 3:6. 5. Al-Bashan M. In Vitro Assesment Of The Antimicrobial Activity And Biochemical Properties of Camel’s Urine Against Some Human Pathogenic Microbes. Middle-East Journal Of Scientific Research, 2011: 7(6); 947-58. 6. Al-haidar A., Galil A., Mousa S., The Antiplatelet Activity Of Camel Urine. The Journal Of Alternative Complementary Medicine. 2011;17: 803-8. 7. Alves N., Romev R., Lucena İ, Animals in Traditional Folk Medicine, Springer USA 2013. 8. Al-Neyadi S., Al-Jaberi R., Hammed R., Shafarin J., Adeghate E. The Effect Of Camel Urine On İslet Morphology And CCL4-Induced Liver Cirrhosis In Rat. BMC Proceedings, 2011; 4-5. 9. Al-yahya A., Alhaider A. Characterization Of Inhibitory Activity Of Camel Urine On Human Platelet Function. Jornual Of Taibah University Medical Sciences, 2016: 11(1); 26-31. 10. Al-Yousef N., Gaafar A., Al-Otabi B., Al-Jammaz I., Al-Hussein K., Aboussekhra A. Camel Urine Components Display Anti-Cancer Properties in Vitro. Journal Of Ethnopharmacology, 2012; 143; 819-25. 11. Aski B. Urine Therapy Prevents Early Bed Sore. Journal Of Medical And Health Sciences, 2014; 3(2): 17-20. 12. Ateş S. Deve Sidiği Hadisi.http://www.suleyman-ates.com/index.php?id= 1045:deve- sd-hads&Itemid=46&option=com_content Erişim Tarihi: 19.10.2016. 13. Bettens J. Urine Therapy. E-Book. http://urinetherapy.info/wp- content/uploads/2013/02/Urine-Therapy-E-Book.pdf Erişim Tarihi: 19.10.2016.

212

14. Bhurani J. Natural Benefits Of Urine Therapy http://urinetherapy.in/Natural%20Benefits%20of%20U.%20T..pdf Erişim Tarihi:19.10.2016. 15. Deuraseh N. ‘’Chapter: To Treat With The Urine Of Camels’’ in The Book Of Medicine (Kitab al-Tibb) of Sahih al-Bukhari: An Interpretation. JISHIM, 2009-2010: 8-9. 16. Eşit Y. İslam Hukuku’na Göre Tedavide Necis Maddelerin Kullanımı. 6. Uluslararası İslam Tıp Tarihi Kongresi. Eylül,23-26,2014; Van Türkiye. 17. Galil A., Gader A., Alhaider A. The Unique Medical Properities Of Camel Products: A Review Of The Scientific Evidence. Jornual Of Taibah University Medical Sciences, 2016: 11(2); s.98-103. 18. Hassan A., Al-Abdalall A. The ınhibitory Effect Of Camel’s Urine On Mycotoxins And Fungal Growth. African Journal of Agricultural Research, 2010; 5.(11): 1331-7. 19. Ha R., Azmathulla M., Baidya M., Asad M. Wound Healing Activity Of Human Urine In Rats. Research Jurnal Of Pharmacetical, Biological And Chemical, 2010 July- September ; 1(3): 750-8. 20. Khan Y., Aziz I., Ahmad I., Bihari B., Kumar H., Panday M. A Review- Shivambu Kalpa- Various Therapeutic Uses Of Urine. Asian J. Res. Sci, 2014; 4(2): 93-8. 21. Krishnamurthi K., Dutta D., Sıvanesan D., Chakrabarti T. Protective Effect Of Cow’s Urine In Human Polymorphonuclear Leukocytes Challenged With Established Genotoxic Chemicals. Biomedical And Enviromental Sciences, 2004; 17: 247-56. 22. Lang P., Medicine And Society In Ptolemaic Egypt. First Edition. Brill, Leiden- Boston: 2013; 164-166. 23. Lev E. Traditional Healing With Animals (Zootherapy): Medieval to Present-Day Levantine Practice. Journal Of Ethnopharmacology, 2003; 58: 107-108. 24. Loeffler J., The Golden Fountain-Is Urine The Miracle Drug No One Told You About?. Pan African Journal, 2010; 5: Article13. 25. Murad S. Terceme-i Aynü’l-Hayat’ta Halk Hekimliğine Dair Bulgular. Uluslararası Dil, Edebiyat ve Halkbilimi Araştırmaları Dergisi. 2014; 4: 296-307. 26. Nafie E., Camel Urine, A Potent Tool For Plant Protection. African Journal Of Plant Science, 2014; 4: 167-77.

213

27. Perera N. Shivambu Shastra:mother of Ayurvedic Medicine http://aquariusthewaterbearer.com/wp-content/uploads/2013/10/Shivambu-Shastra- Natalia-Perera.pdf, Erişim Tarihi: 19.10.2016. 28. Rabah S., Khorshild F., Aboarik H., Hajrah N., Sabir J., Bora R., Safety Profile Of PMF A Fraction Derived From Camel Urine On Mice (Acute Study). http://www.inase.org/library/2015/crete/bypaper/EEMAS/EEMAS-11.pdf Erişim Tarihi: 19.10.2016. 29. Salwa M.E, Khogali, Samia H.A., Baragop A.E.A., Elhassen A.M., Preliminary Pharmacological Investigation on Camel Urine (Camelus dromendarious) Research Opinious in Animal and Veterinary Sciences. ROAVS, 2011, 1(6), 379-381. 30. Savica V., Calò L., Santoro D., Monardo P., Mallamace A., Bellinghieri G., Urine Therapy Through The Centuries. J Nephrol,2011; 24: 123-5. 31. Shinashal R. The Capability of Camels Urine in The Treatment of Infection Caused By Escherichia coli and Staphylococcus Aureus. Journal of College of Education for Pure Sciences http://www.iasj.net/iasj?func=fulltext&aId=93074 ErişimTarihi:19.10.2016. 32. Shori A. B., Camel Milk As Potential Therapy for Controlling Diabetes And Its Complications: A Review Of in Vivo Studies. Journal Of Food And Drug Analysis, 2015; 23: 609-18. 33. Slazus C. Urine Eye Drops A Dangerous Practice. EuroTimes, 2008; 13. 34. T.C. Sağlık Bakanlığı, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu, MERS-CoV Hastalığı. 2015; Kasım, Ankara. 35. Thakur A. Therapeutic Use Of Urine In Early Indıan Medicine. Indian Journal of Science, 2004; 39.4: 415-27.

214

STUDY OF CAMELINA BIODIVERSITY IN SOUTHWESTERN OF ALGERIA

Phd. Cherifi, Y. A. Department of Applied Molecular Genetics, University of Science and Technology of Oran (USTO), Oran, Algeria. [email protected] Phd. Gaouar, S.B.S. Department of Applied Molecular Genetics, University of Science and Technology of Oran (USTO), Oran, Algeria; Department of Biology, University of Tlemcen, Algeria. [email protected] M. A. Moussi N. Department of Applied Molecular Genetics, University of Science and Technology of Oran (USTO), Oran, Algeria. [email protected] Dr. Tabet Aoul N. Department of Applied Molecular Genetics, University of Science and Technology of Oran (USTO), Oran, Algeria; Department of Biotechnology, University of Oran, Es-Senia, Algeria. [email protected] Pr. Saïdi-Mehtar N. Department of Applied Molecular Genetics, University of Science and Technology of Oran (USTO), Oran, Algeria. [email protected]

Abstract In the framework of biodiversity’s studies of animal’s genetic resources in general and especially camels, we focused, in the case of biodiversity, on the phenotypic and genetic variability of each camel populations studied in southwestern of Algeria. The objective of this study is to describe the conditions of dromedaries breeding, to analyze their phenotypic diversity, redefine the range flocks, highlight the perspectives of exploitation and use their products in livestock systems sustainable. Knowing that the camel occupies a vital place in the socioeconomic development of breeders, owing to the multiple functions and services it provides. However, the pressures of diverse origins including population growth, and recurrent droughts serious threats to the development of the species. This survey was conducted during 2 years over 2500 animals owned by 60 farmers were studied. These animals were analyzed in terms of phenotypic and ethno-geographical evolution of breeding. A large number of blood samples (200) was collected, which allowed us to be the first DNA bank of camels in Algeria. Keywords: Dromedary, breeding practices, diversity, conservation, development, Algeria.

215

Introduction The characterization of animal genetic resources revealed considerable interest in recent years. It is based on several methods and character set as objectives. These characters include production traits (milk yield, growth rate) and phenotypic traits (color, size, conformation and coat). Recently, in parallel with the characterization based on production traits and phenotypic traits, the use of molecular markers has also seen an improvement in the characterization of species, populations and animal breeding [10]. Indeed, in addition to food and economic roles traditionally recognized, strategies on long-term development of agriculture have begun to integrate their foundations, others social roles, environmental and cultural development of the agricultural sector. In Algeria, the camel is the subject of particular attention for his conservation and development. So, we are interested to make knowledge about the breeding, the ethno- geographical criteria, the phenotypic aspects and the genetic variability. These aspects represent an important prerequisite for developing camelina breeding in this region. The number of Algerian camel was valued in this decade to 268610 heads. It has been a strong decline not only for often uncontrolled logging, clandestine operations, the decline of its traditional role into account developments in the motorization and sedentarization of the population of the steppe and the Sahara, but also for direction and adaptation of livestock to a new activity of meat production. This number brought Algeria in the 18th place in the world and 8th in the Arab world [4]. The camel herd is divided into three main growing areas: the south - east, south- west and extreme south respectively 34.06, 30.60 and35.34% of the total camels.

The South East (91,450 head) consists of two zones:

- The south-east area itself, which includes two Wilayas Saharan (El Oued Biskra) and four wilayas steppe(M'sila, Tebessa, Batna and Khenchla)

- The center area : includes 2 wilayas saharan (Ouargla and Ghardaia) and 2 wilayas steppe (Djelfa and Laghouat)

The South West (82,220 head) includes three wilayas saharan (Bechar, Tindouf and the northern of Adrar) and 2 wilayas steppe (Naama and El Bayadh).

216

The extreme South (94,940 head) includes three wilayas Saharan (Tamenrasset, Iliz and the southern Adrar).

Materiel and methods II.1. Investigations site At the present time, the available data on the camels and their owners are elementary and fragmentary. So, the investigations zootechnical and socio-economic prove an indispensable means to generate a significant amount of information about camels and their owners in Algeria. This study is based on the investigation from farmers through survey questionnaires, which is supplemented by ccasional direct observations and field informations received from various sources (veterinarians, technicians farming, loggings and markets). Methodologically, the study of camels and livestock performance has a complexity of implementation of certain measures mainly due to the high mobility of the animals and sometimes aggressive animals. Given that obtaining dependable experimental results requires the establishment of a heavy device protocol. II.2. Selection of the study areas

The investigation was conducted among camel farms in the study areas located in the path of the South West Algeria: Tlemcen, Naama, Bayedh, Bechar, Adrar, Tindouf, Tamanrasset and Djelfa .

The density of camelina in that area is low compared to the others two areas (South East and the extreme south). In total 60 farmers were surveyed over a period of two years (2009-2010 and 2010-2011). Direct observations were made in addition to the dialogues conducted with farmers. This is to better understand the management practices in their camel farming systems and to identify major constraints of the farm. The questionnaire covers production aspects, herd management, socio-cultural practices of animal husbandry (health, food and marketing) and information about camel genetic resources. Knowledge of these parameters will help; guide the establishment of a scheme of conservation and rational use of camel in Algeria.

I. Results and discussion In Algeria, the camels resources are in the mosaic form of types that have not known very diverse selection or breeding work reflected. The population

217

is a complex mixture of the intersections between the various types. Some farmers mention 2 or 3 types in the composition of their herds. They also talk about all comers uncontrolled crossings. Such interbreeding, the natural selection process, breeding practices and orientations of farmers have built this original population. Camels are represented by several populations existing throughout North Africa [7]. They are represented in the southwest Algerian by different types, which are versatile, usually raised for meat, milk, saddle and other services. The classification criteria are not yet standardized in camels, but usually, the classification is based on: The size (heavy or light), location area (plain or mountain), coat color, as in Saudi Arabia, as a tribe in Sudan. They are generally divided into three types namely camel racing,transportation and mixed [8] . In this study, the camels are described by the color of the dress and classified according to the name, social class and geographical location.

III.1. Color of the dress The color of the dress enters into the standards of some animals; such as in cattle it often a characteristic of the race of an animal [6]. In addition, it certainly plays an esthetic role and there is a preference for certain colors in farms and even on the market. Al Hashimi and AL Mutairi (1988) reported that among many Arab tribes, the dress color is acriterion for distinguishing between camels. Thus, Saudi Arabia, the type Maghateer groups camels with light white dress and the type Mejaheem consists of dark colors. In this context, it seemed important to clarify the main coat colors found in camel farms in southwestern Algeria. In a sample of 200 individuals, the major coat colors encountered on farms are described in Table 1. Table 1: Main colors found in camel farms in southwestern Algeria. Number of Percentage % Color individuals (heads) Hamra 60 30 Safra 55 27,5 Chegra 22 11 Beydha 21 10,5

218

Hajla 19 9,5 Zarga 15 7,5 Zarwala 05 2,5

Total 200 100

1.Hamra: The farmers describe the dark red color or brown uniform hair coat of Hamra. This type of dress is very appreciated and requested by farmers. The preference of the latter is justified by some farmers for reasons esthetic, religious (the camel of the Prophet was red) and sometimes commercial (for clothes). For other farmers, the camel with the red dress is considered best suited to the environment (disease resistance and drought tolerance). Hamra's dress is very appreciated for the quality of hair especially for the manufacture of traditional items. It is the dominant color (30%) in the region, but far ahead of the percentage described by Ould Ahmed in his study on the characterization of the population of camels in Tunisia in 2009, which is 47% for this dress. The difference in percentages in the two regions is probably due to the decline of craft in Algeria.

2.Safra Yellowish in color and uniform it frequent (27.5%) and close to or almost equal to the percentage given by Ahmed Ould 29%. This coat color is among the most favorite dresses appreciated by farmers. 3.Chegra A clear reddish coat. It is found in all farms and across the South West (11%). This dress is more or less appreciated by farmers. 4.Beydha A white coat (very light gray or white) in its entirety. This type is characterized by its strong and sometimes aggressive behavior and its susceptibility to disease. The connection between having a white skin and disease susceptibility observed in humans, could be exploited in the camel in order to locate genomic regions of interest for comparative mapping. The maintenance of this phenotype (character normally selected against) in cattle has a relatively high percentage and could be explained either by consanguinity or by a strong

219

advantage during a parade of sexual aggression in animals.

5.Zarga In reality this type of dress is totally black, but often called Zarga. This phenotype is less of a preference over other colors. Some farmers remove the squares of their herds. Individuals with this dress are not susceptible to disease. This polymorphism is observed in the study area at a frequency of 7.5% against it is present in 6% in the study of Ould Ahmed made in Tunisia. According to this result, that character could be rather recessive transmission favored by natural selection.

6.Hajla It is characterized by the other dresses that animals have a head and members of color (white) and a different color light yellowish or by contribution to the body, it is also highly appreciated aesthetically, but its frequency is very low on farms (9.5%). This type of dress is considered by some farmers as luck of the herd. The low frequency of this type of dress at the herd may be the result of natural reselection increased this phenotype.

7.Zarwala A dress with a mixture of blue, white and black (hybrid) less appreciated by the breeders, the dromedaries of this color is characterized by a severe form of deafness. These significant variations in the color of the dress (Hamra, Safra, Beydha, Chegra, Zarga, Hajla and Zarwal) of these camels show that the population of camels in question is a mixture of blood which is not further purified by selection. The dominance of the red color appears to be a criterion for adaptation arid environmental conditions of Algerian camels as local quotes. This hypothesis needs to be carefully studied in order to put a relationship between adaptation and the mechanisms of camel’s dress color.

220

Zarwala Beydha

Hamra Zarga

Safra Hajla

221

Chegra Fig. 1 Major coat colors found in camel farms

III.2.Socio-geographical name Many socio-geographical names are identified in each region to distinguish between different types of camels exploited. The names of the populations linked to the geographical area or tribe to which the animal belongs. Indeed, the camel populations in study areas belong to five geographic branches (Figure 2).

Fig .2 Cradle of camel populations in the south west Algeria

222

1. Mehari or Targui : This is an animal with strong muscular members and a little bump. It is considered as excellent animal racing, as the name suggests is an animal raised by the Tuareg, the coat is usually clear. This is high for tourism, especially around the area and Houggar and Tassili. It is sometimes used as breeding among some farmers.

2. Camel of the steppe: The animal raised by the tribe of Ouled Neil (Djelfa Wilaya). It is found in the Saharan borders and especially at the edge of the steppe and the Sahara.He is in decline. It's a common camel, small and bad bearer. It is used to close nomadism. But it is very appreciated for the quality of hair, especially for making traditional items. 3.The camel Rguibi: Rguibi or Mniae is the local type raised up in the area of Bechar and Tindouf wiaya . It relates to the two tribes and Rguibet Dui Mniae of Yemeni origin. It is a type called multi abilities for his medium production of meat and milk, its excellent adaptation to eco- climatic. This type is characterized by various size variants (light to heavy) and hair (medium length flush).

4. The camel-Azawak : This is the riding camel for the Tuareg from Niger and Mali. This is the type suitable for the race. It is a slender-looking animal, the light-colored, hairless. There are many different types depending on the nuances of the dress, it was introduced by the Tuareg farmers, and this type exists throughout the South West Algeria (up to Timyaouine Ain Safra).

5. The camel Ouled Sidi Cheikh: It is found in the highlands less appreciated by the farmers in the south. Customized to climate marked by a dry summer and very cold winter.

6. The camel Sahraoui Obtained from a cross between Chaambi and Ouled Sidi Cheikh, Its territory extends from the Grand Erg Occidental Sahara Centre. (North of Adrar).

223

The camel Ouled Sidi Cheikh The camel Rguibi

The camel of the steppe The camel Sahraoui

The camel Mehari or Targui The camel-Azawak

Fig .3 Camel populations in the south west Algeria

224

III.3. Practices of camel breeding The practices relate to the way in which the farmers involved into the livestock and pastoral areas to reach their breeding goals. They are defined as socially constructed, strongly influenced by local cultures, which are transformed in a complex environment at the interface between technology and biology. These practices can be understood by their modality, their effectiveness and their opportunity [9]. This diversity is the consequence of local environmental conditions combined with the breeding strategies of pastoralists. These populations manipulate the genetic animal genetic specific conditions to their environment, their production systems and their own preferences or breeding objective. In fact the selection and promotion of a pattern of improvement is a collective and concerted action that must take into account the practices of farmers in relation to production systems. It is therefore necessary to know and analyze farming practices in order to assess their impact on the diversity of camel resources. To better evaluate the possible way in the development of camel breeding, it seems important to take stock of knowledge of farming conditions and modes of conduct camel livestock as a whole and its diversity both structures terms and logical operations as production continued.

III.3.1 Feeding

The feeding is based mainly on camels grazing (Figure 4) but their livestock ranchers capture every November in order to protect them against the aggression of winter and maintain nutritional side with a mixture of wheat, barley and hay. And they are released in the nature in February to benefit of the pasture. The course in south western Algeria is divided into two different zones, which are used and valued by thecamels. The first path represented by the steppe and the northern Sahara (Naama, Bayed, Bechar, Tindouf and northern Adrar), is characterized by salt-tolerant plants

225

Fig. 4 Grazing South Western Algeria

The second path is on the south of Adrar and the extreme south. This course is characterized by plants not halophytes. During wet years, the paths form a good cover that allows the maintenance of the herd into two periods. In winter, animals can develop the course halomorphic during the spring and summer soft and dry vegetation can maintain herd’s camels for long time. However, in dry years, most breeders give supplements to their animals. The power supply in dry years is related to the strategies against climatic hazards. These strategies differ from one farmer to another. For some farmers, the strategy is to reduce herd size, ranging from the quick sale of youth and even the sale of breeding, a direct consequence of the lack of forage production and sensitivity to drought of the course. While for others it is either the purchase of food or the lack of a clear strategy. In connection with these strategies it should be noted the use of technical experience and camel drivers. Indeed, in the course of the South West of Algeria, the extend and complexity of the conduct of camels in a sometimes hostile environment require the presence of shepherds who have specialized knowledge of resources and their distribution in space and time. III.3.2. Reproduction and weaning For camels, breeding takes place during the period of low temperatures and heavy rains, and when the grass is high quality. The breeding season extends from November to April in the south western Algeria, but it is really intense from December to February. The farmers have developed reproductive strategies enabling them to optimize the genetic quality of their animals according to the constraints imposed upon them by the environment in which they live. The management of reproduction is characterized by farming or permanent breeding camels in the herd that genetically reduced genetic variation and increased inbreeding. For breeders who do not have, at the approach of the sexual period, the farmer borrows it

226

introduces a breeding male in his flock for mating. This practice is not paid, but it is part of good social relationship. The herd of females in hot weather is constantly guarded by the male reproductive system and grouped in order to maintain the projections when they come into heat. According to the farmers, only one breeding male is enough for a herd of 20-50 females. For those with large herds, the presence of 2 , 3 males breeding is often noticed. Withdrawal of camels is practiced in an age range from 8 to 18 months and an average age of about 12 months. This parameter also depends on the mother and her diet. The small tends to stay with his mother as long as at least one year if the camel is not pregnant the second year. Voluntary withdrawal of camels is rare in these regions. Indeed, the camel is in most cases weaned by his mother very often at the age of one year. -Selection of breeding Few selections are made on female characters and are based on highly variable (reproduction, mothering ability and conformation). All females which are breeding are kept for the maintenance and growth of the herd. Traditional management of reproduction takes into account only the selection of males. Once a male has been selected, it is used as long as possible, typically 2 to 12 years with an average of 7 years. According to Faye (1997), duration of use is ideal for 6 years (6 to 12 years of age), too young, the weakening of the rut does not allow it to perform its function of reproduction, too old, its fertilizing power may be limited and preferences lead him to abandon some females. However, females are fertile until more than 25 years and can produce 7-9 camels in their lives, but breeders usually start at reforming the least fertile females at the age of 15. The breeding objectives include many aspects other than the high yield commercial products (meat and milk).They can include aesthetic preferences (coat color and color distribution) and behavioral aspects, such as good maternal instinct, ability to live in herds and ability to travel long distances. The camel's ability to withstand extreme weather conditions (drought, etc.),Coating is another important advantage that a high productivity. Breeders practice phenotypic selection of seeking among male candidates, who are the best. The selection of breeding males is based on the available information on their parents (family selection) and themselves (individual selection). According to the farmers surveyed, for the choice of the criteria considered future sire on his mother are essentially the genetic type, the large size with a big bump, a good yield with high breast milk (the parent is usually

227

from a good dairy), a good health status with good disease resistance and drought tolerance. Some criteria are also to be considered as fertility, duration of lactation, offspring quality and color of the dress. The breeders also take into account certain criteria for the father and progenitor of the future that are primarily genetic type, the large size with a large bump (conformation), the quality of his progeny, good health status with good disease resistance, tolerance to drought and fertility. While the choice of the future parent itself, it must be characterized by a large size, good conformation, beautiful (and slender appearance of fine hair), docility (young camels that show early aggression are often removed from the selection), disease resistance, drought tolerance and coat color.

Fig. 5 Mode of breeding

III.3.3. Potential of productions Milk Production The dromedary (Camelus dromedarius) is the ultimate animal adapted to arid paths that continue to grow as a result of the advancement of the desert. In desert regions, milk production of the camel is kept in quantity and quality acceptable when other ruminants stop all production and fail to survive[12] .Generally, the female trafficking is done twice a day, morning and evening with the presence of the little that acts as a stimulus for milk letdown in the udder. The camel is the covers to prevent the breasts of nursing calf. The milk is taken completely for home consumption or sale. The amount obtained by treatment ranges from 5 to

228

10 liters. The camel milk is not without strengths and nutritional value and is often discussed in medical literature[5]. According to the farmers surveyed, its specific properties used to treat certain diseases such as diabetes and liver problems. Research is beginning to demonstrate the scientific basis for these properties. Recently a team from the University of Bikaner in India proves that camel milk is effective against insulin-dependent diabetes insulin deficiency.

In Algeria, milk production is not currently a major issue. The development of peri- urban farms around the urban areas can be a real core dairy in the future. Now camel milk, which helped in time for the survival of indigenous peoples in arid regions, is expected to grow and be confronted with technological processes for a diversification of its use. The camel milk production must engage in an increased market-oriented.

Fig. 6 Milk Production

Meat production The declarations of breeders confirm that the operation of production is represented mainly by the sale of livestock and meat production is the real purpose for the farmer and a source of income (Figure 7).

229

Fig. 7 Production of meat

Wool Production The wool "Oubari" is considered a secondary production or die forgotten. Farmers use the wool for the manufacture of Barnous, tents and camels caches breasts. Breeders are not aware of the market value of the camel wool especially as a product for the manufacture of handicrafts (carpets, clothing, decorative items, etc...), it can be destined for export. The value of this product may build an opening of this sector of the cottage industry which has a high commercial value.

III.4. Constraints of camel breeding in Algeria Although the regions of our study are marked by aridity and vulnerability of natural resources, farming is relatively important. However, the camel breeding faces several constraints like other farms in the arid and desert areas. The field observations and interviews with farmers have identified several constraints of concern to farmers in these areas. These constraints are related essentially to the difficult living conditions of farmers, the succession of dry years and a minimum productivity. All these problems give rise to the discouragement of investors and the lack of new promoters in this type of farming. These and others reasons may require the farmer to abandon the activity of camelina and invest in other more profitable activities in its opinion such as farming or other ruminant trade. The main constraints can be grouped into two categories: socio- economic constraints and those relating to animal husbandry. The first is related to the institutional environment. The latter are mainly animal health, food and genetic resources.

230

III.4.1.Socio-Economic The camel breeding is an integral part of national resources that need to be well managed and valued. This breeding is strongly influenced by government policy, the economic and social development. The main policy and institutional issues revolve around the following points:

Infrastructures The infrastructure currently available does not encourage rational exploitation of the species. For example, the road conditions in pastoral areas require the owners to make long and arduous journey to get there. Thus, the unimproved roads make it difficult to track visits and camel herds located in the path. Marketing of live animals is hampered by the lack of infrastructure and equipment for transport. In the long course performed because of the lack of paved roads, lack of rest areas and shade as well as points of watering and feeding, the animal loses substantial weight before even reach the market.

III.4.2. Stress Livestock The productivity of the Algerian camel breeding is low as a whole. Camels do not reach maturity before the age of 4 to 5 years; they give birth every two years and produce only 1-6 liters of milk per day for 8 to 18 months of lactation. The state of health, limited food resources and the impoverishment of the genetic potential especially through the influence of genetic drift are the main handicaps to improve productivity of livestock in the country. 1. Feeding The feeding is based on the whole, a maximum use of natural resources. The herds graze, extensively on the course and food supplements are made only in the most difficult situations, as in times of drought, for example. Complementary foods are used mostly for hay, and sometimes barley or dates. Indeed, it is clear that improving animal productivity depends primarily on their genetic characteristics; it is equally undeniable that food quantity and quality plays a role in the externalization of the genetic potential of animals. Exposure of pathways to agricultural practices (tillage, planting, etc...) limits the distribution areas and grazing camels, the lack of food and nutriment deficiencies become more acute during the dry season, in addition, intensive forage are not adopted and the use of commercial foods is expensive for the breeder.

231

2. Genetic material

This is actually a mosaic population who were both phenotypically heterogeneous selection or breeding work reflected. Camels are involved under natural conditions without crossing built. This vast genetic resource is unknown in terms of genotypes of races, and there is considerable confusion in terminology.All these problems, although they are mentioned in an intuitive way by most farmers seem consistent with both the situation of these farmers, their objectives and characteristics of the livestock they operate. They define out the different directions which are likely to be structured in a development program, improved growth and beefing abilities, milk production and maintaining the adaptation capacity. All of these elements (resources, practices, opportunities and constraints) raise questions about the chances of improvement of the pastoral and the limits of integration to any agricultural and ecological dynamics observed in the regions. In this regard, it will be useful to correct a pattern of development on the camel breeding, taking into account the production environment, structuring and diversification of the industry, organization and participation of the farmers. IV.Conclusion The camel breeding still keeps in the South West of Algeria's traditional character with a very pronounced shrinkage in the size and geography, but a tendency to shy improved farming systems has been observed in recent years, resulting the adoption of modern farming practices such as supplementary feeding, early weaning, the use of artificial milk for breast feeding and sometimes the use of camels veterinary products. The breeding of camels is not a specialized activity in the agricultural economy of Algeria, but it is associated with crop production in small ruminants or other activities. It is important to note that small ruminants play a vital role in the sustainability and durability of the camel breeding. The latter can help to significantly improve the income of rural populations to the extent that the organization of the camelina industry can flourish. To develop this activity and further improve the economic operators, accompanying actions (training, awareness raising, structuring, and encouragement) toward the breeders are necessary or even indispensable. This preliminary study has identified elements of characterization,may be conventional but also fundamental for further study later. It helped to describe the main coat colors exist in the Algerian camel breeding. Indeed, the frequencies of the color of the coat ranges from 30% to the phenotype Hamra 2.5% for the

232

character zarwala, color Zerga is represented at a frequency of 7.5%.The latter phenotype, however, important in terms of animal husbandry, is selected against because of a superstition about him, this cultural phenomenon is very common in this community saw literacy. This type of situation is a very practical example where there is the influence of culture on the evolution of a farm. Genetically, given the low numbers recorded by the Ministry of Agriculture and given the large areas over which camel populations evolve, it is not excluded that they are under the influence of genetic drift increased and where the crossings are managed by a closed mode (inbreeding) We also tried to clarify the descriptors of different types of camels raised in the south western Algeria. It is realized through this study that the deepening of ethnic characterization of camels is essential to establish appropriate criteria for classification. This descriptor has identified six types of camels in the study areas. However, data from direct observations in the field can be complemented by modern tools of molecular genetics. In this study the first biotheque DNA camel in Algeria was created. The latter contains 200 samples belonging to unrelated animals is distributed in the entire investigated area. In the near future is expected to make a DNA typing using molecular markers, which seems effective way to detect and clarify the relationship between different types camels used in the south western Algeria. It is therefore important to pay particular attention to the issue of this type of characterization, To further develop the interests and possibilities of using these tools for the conservation and management of the species Camelina.

233

V.References

R.P.Agrawal , S.C. Swami, R. Beniwal, D.K. Kochar, M.S. Sahani, F.C. Tuteja and S.K. Ghouri, Effect of camel milk on glycemic control, risk factors and diabetes quality of life in type-1 diabetes, Pract 10( 2003) 45-50.

S.E. Al mutairi, A. Hashimi, Studies on milk production and growth rate of camels in Saudi Arabia,In :FAO proc, The Camel Development Research. Kuwait ,20-23 octobre, 1985.

Ben Aissa, Le dromadaire en Algérie, Options Méditerranées 2 (1989) 19-28. FAO,(2000). Word Watch List for Domestic Animal Diversity(third ed),FAO,Rome ,Italy

B. Faye, Guide de l'élevage du dromadaire,CIRAD-EMVT 1 (1997) 126 .

M. Girardot, S. Guibert, M. P. Laforet, H. Leveziel, R. Julien , A. Oulmouden,Exploitation des gènes de la coloration de la robe pour une traçabilité raciale des produits d'origine bovine, Rech Ruminants 10 (2003) 33 - 36.

S.A. Hermas, H. Abushuashi , F. Abusaud , A Primary Investigation on Heritabilities of Growth Measures in the Magrabi Camel in Libya, Proceedings of the Third Annual Meeting for Animal Production Under Arid Conditions, United Arab Emirates University 2 (1989) 65- 70.

T.K.Issam , M. Osman, Camelid Genetic Ressources: reports on three Arabian Gulf cooountries,in: FAO-ICAR Seminaron Camelidis, Sousse, Tunisia,30 May , 2004. E.Landais, Recherche sur les systèmes d'élevage, Questions et perspectives : Topic Report INRASAD , 68,1987 R.Mendelson,The challenge of conserving indigenous domesticated animals, Ecological Economics 45(2003) 501-510. M. Ould Ahmed , Caractérisation de la population des dromadaires en Tunisie, Ph.D. Thesis. Université du 7 Novembre de Carthage, 2009. O. Siboukeur, A. Mati , B. Hessas, Amélioration de l'aptitude à la coagulation du lait cameline Camelus dromedarius :utilisation d'extraits enzymatiques coagulants gastriques de dromadaires ,Cahiers Agricultures 5 (2005) 473-478.

234

SONSÖZ

Uluslararası Selçuk-Efes Devecilik Kültürü ve Deve Güreşleri Sempozyumu devecilik sektörü ile uğraşan ve bu alanda akademik faaliyetler içerisinde bulunan insanların bir araya gelmesi ile deve ve deveciliğin toplum genelindeki farkındalığının artmasına büyük faydası olmuştur.

Dünya genelinde devecilik alanında yapılan sempozyum ve kongrelerin ülkemizde de yapılmış olmasının mutluluğunu yaşıyoruz. Sağlık Bilimleri açısından söz konusu kongre ülkemizde bir ilki temsil etmektedir. Yalnızca deve hastalıkları, develerde yapılan cerrahi müdahaleler değil develerden insanlara da bulaşabilecek zoonotik hastalıklarında değerlendirilmiş olması sempozyumun önemini daha da artırmıştır.

Ülkemizde devecilikle uğraşan insanların hayvanlarda karşılaştıkları sağlık sorunlarını genellikle geleneksel yöntemlerle aşmaya çalıştığı görülmektedir. Düzenlenen sempozyum sayesinde deve yetiştiricilerine Veteriner Hekimlik alanında ülkemizde de yetişmiş insanların bulunduğu ve hekimlik hizmetlerinin kat ettiği mesafenin anlatılmasına faydalı olduğu düşüncesindeyiz. Bu bağlamda yetiştiricilerin develerde oluşagelen sağlık problemlerinin Veteriner Hekimler ile çözüme ulaştırılmasına da olanak sağlayacak adımların sempozyumun birleştirici gücü içerisinde atıldığını gördük.

Kültürel mirasımız olan deve yetiştiriciliği ve deve güreşlerine sahip çıkma adına düzenlenen sempozyumun ülkemiz genelinde geleneksel bir hale getirilmesi ve hatta deve güreşlerinin gerçekleştirildiği diğer il ya da ilçelerinde yapılarak devam ettirilmesi deve sağlığı alanında karşılaşılan sorunların çözümünde biz Veteriner Hekimlerin üreticilere daha fazla destek olacağı kanaatindeyiz.

235