31

XVII. YÜZYIL OSMANLI AYDINLARINA GÖRE İLMİYE TEŞKİLATINDAKİ ÇÖZÜLMEYE İLİŞKİN TESPİT VE TEKLİFLER

Yrd. Doç. Dr. Kayhan ATİK Kırıkkale Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi

ÖZET

Osmanlı imparatorluğu XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bunalımlı bir devreye girmişti. Bu durum devrin aydınlarının (devlet adamı, ulema) dikkatini çekmiş ve çareler aramaya başlamışlardır. Aydınlar hem teorik hem de pratik olarak sultanlara, vezirlere ve ilgili devlet adamlarına lâyihalar, siyaset-nâmeler sunarak ikaz etmeye çalışmışlardır. XVI. asırdan başlayan ve XVIII. asra kadar devam eden bu eserler genel olarak, siyasî, sosyal, iktisadî ve askerî problemle­ ri ortaya koyarak ilgilileri uyarmak ve bu problemleri gidermek için hazırlanmıştır. Osmanlı devlet teşkilâtını oluşturan ilmiyye, kalemiyye, seyfiyye denilen sa­ cayağının belki de en önemli ayağını ilmiyye teşkilâtı teşkil etmektedir. Zira şey­ hülislâm, kadıasker, defterdar, nişancı, kadılar, müftüler, müderrisler, cami gö­ revlileri bu teşkilâta mensuptu ve bunların tamamı medreseden mezun oluyor­ du. Bu sebeple ilmiyye teşkilâtının bozulması, Osmanlı imparatorluğu için önem­ li problemlerin başında gelmektedir. Dolayısıyla devletin bunalıma düşmesinin en önemli sebeplerinden biri, belki de en önemlisi bu teşkilâtın gerilemesi ve bo­ zulmasıdır. Aydınlarımızın, ilmiyye sınıfının gerilemesi ve bu gerileme ile ilgili çözüm yol­ larına ilişkin tesbit ve teklifler genel olarak şu başlıklarda toplanabilir. Ulema sı­ nıfının rüşvet alması, ilmiyye mansıblarının ehline verilmemesi, bu sınıfın şöhret ve lükse düşkün olması, tamahkâr olması, ekonomik yönden sıkıntıya düşmele­ ri, ahlâkî ve ilmî çöküntüye uğramaları, eğitim ve öğretimin tamamen keşmekeş içine girmesi. XVI. yüzyılda başlayan bu problemler XVII. yüzyıl ve sonrasında da devam etmiştir.

Anahtar Kelimeler: Ulema, ilmiyye Teşkilâtı, Medrese, Lâyiha

bilig-14/Yaz '2000 32

GİRİŞ Paşa, 1326; t A, 1970c, VII; Uğur, 1982; Vezir Lütfî Paşa, 1977; Kütükoğlu, 1991). Yine bu tür­ Osmanlı İmparatorluğu XVII. yüzyıla kadar deki müellif ve eserlerden birisi de Hasan Kâfî-i dünyanın en kuvvetli devletlerinden biri idi. Os­ Akhisârî'nin Usulu l'Hikem fî Nizami'l' Alem adlı manlı toplumu, Anadolu Selçuklu devletinin va­ eseridir (Ipşirli, 1981). Osmanlı aydınları ve dev­ risleri olan beyliklerin içinde küçük bir beylikti. let adamları eserlerinde, bu problemleri ortaya Bu beylik güçlü, kuvvetli, dinamik bir bünyeye koyarak, ilgilileri uyarmaya gayret ederken, sul­ sahipti. İşte bu özelliklere sahip olan bir ruhla tanlar da fermanlar, adâletnâmeler göndererek beylik, önüne çıkan bir takım engelleri, sosyal ve tedbirler almaya başlamıştır. Fakat bu olumsuz ge­ siyasal tıkanıklıkları aşarak yükselme yolunda hız­ lişme ilk önce aydınlar tarafından fark edilmiştir. la ilerlemiştir. Şüphesiz bunu, devletin sahip ol­ Genel olarak Osmanlı Siyâset-nâmeleriyle il­ duğu toprak sistemi, iktisadî hayatı ve hukuk dü­ gili geniş araştırma Ahmet Uğur (Uğur, 1987), zeni sayesinde sağlamıştır. Osmanlı Devlet adamları tarafından kaleme alı­ Ancak, XVI. yüzyılın ikinci yarısından itiba­ nan lâyihalarla ilgili en derli toplu çalışma da, ren İmparatorluk bunalımlı bir devreye girmişti. Mehmet Öz tarafından yapılmıştır (Öz, 1997). Bu dönem Kanûnî'den (1520-1566) itibaren baş­ Ayrıca Ali İbrahim Savaş da XVIII. yüzyıl lâyiha­ lamıştır denilebilir. Bu çözülme, III. Murad ları ile ilgili bir araştırma yapmıştır (Savaş, 1999). (1574-1595) döneminde kendisini iyice ortaya Gerek XVI., gerekse XVII. ve XVIII. yüzyıl­ koymuş, III. Mehmed döneminde (1595-1603) larda Osmanlı devlet adamı ve aydınları tarafın­ devam etmiştir. dan yazılan, devletin içinde bulunduğu bunalımı Bu bunalımlı dönem için, buhran, dönüşüm ve çözüm yollarını arayan siyâset-nâme, nasihat - veya değişim gibi tabirler kullanılmıştır. Ve geri­ nâme, lâyiha türü eserler; genel olarak siyâsî, sos­ lemeye yüz tutan bir İmparatorluktaki aksaklıklar yal, iktisadî, askerî problemleri ortaya koyarak il­ devrin aydınları (devlet adamı-ulemâ)mn dikka­ gilileri uyarmaya, bu problemleri gidermeye çalış­ tini çekmiş ve çareler aramaya başlamışlardır. Ay­ mıştır. Devlet ya da milletlerin bunalımlarının, dınlar hem teorik, hem de pratik olarak sultanla­ aksaklıklarının sebeplerini sadece siyâsî, iktisadî ra, vezirlere ve ilgili devlet adamlarına, risaleler, ve askerî sebepler dikkate alınarak bir değerlen­ lâyihalar, siyâsetnâmeler ve nasihat-nâmeler su­ dirmeye gidilmesi bazı hatalara, yanlış anlamalara narak ikaz edilmeye çalışılmıştır. Genel olarak III. yol açmakla birlikte, eksik yorumlamaların yapıl­ Selim'e (1789-1807) kadar yazılan lâyihalar; her­ masına gidilmesi de kaçınılmazdır. Tabiî olarak hangi bir sipariş üzerine yazılmamış olmaları ve siyâsî, iktisadî ve askerî boyutlar ihmal edilme­ kanûn-ı kadim'in tavizsiz uygulanması gibi özel­ den, eğitim ve kültür yapılarının da ele alınmasıy­ liklere sahip iken; III. Selim'den itibaren sunu­ la yapılan araştırmalar ve ortaya çıkan sonuçlar lanlar ise, bizzat Sultan'm isteği üzerine kaleme daha gerçekçi olacaktır. alınmıştır. Bu eserlerde ise Batı'yı örnek alma is­ Osmanlı Devlet teşkilâtını oluşturan, ilmiyye, teği açıkça hissedilmektedir (Uğur, 1987; Yücel, kalemiyye, seyfiyye denilen sacayağının belki de 1988; Öz, 1997; Savaş, 1999; Berkes, 1978; Le- en önemli ayağını ilmiye teşkilatı oluşturmakta­ wis, 1993). dır. Zira kadılar, müftüler, müderrisler, cami gö­ XVI. yüzyılda Osmanlı devlet ve toplum yapı­ revlileri medreseden mezun olan ilmiye teşkilâtı­ sında meydana gelen bu bozukluklar tesbit edile­ na mensup idi. Ayrıca Vezire denk bir mertebe de rek, çareler aranmaya başlanmıştır. Bu yüzyılda bu olan şeyhülislâm ve dîvan üyelerinden kazasker, aksaklıkları gören ve bunların düzeltilmesi için defterdar ve nişancı da ilmiye sınıfına ait olunca, kafa yoranların başında Kanunî Sultan Süley­ ilmiye teşkilâtının Osmanlı İmparatorluğundaki man'ın veziri Lütfi Paşa (1488-1563) gelir. Pa- önemi açıkça ortaya çıkmaktadır. şa'nm bu konuyla ilgili eseri Asaf-nâme'dir (Lütfî İşte bu sebeple ilmiye teşkilâtının bozulması,

bilig-14/Yaz '2000 33

Osmanlı İmparatorluğu için önemli problemlerin zukluklar, ulemâ-zâdegân sınıfının doğuşu, ilmiye­ başında gelmektedir. Dolayısıyla devletin bunalı­ ye âid kanun, talimat ve geleneğin çiğnenmesi ma düşmesinin en önemli sebeplerinden birisi (Baltacı, 1976). Majer makalesinde, XVI.-XVII. belki de en önemlisi ilmiye teşkilâtının gerileme­ yüzyıllar arasındaki siyaset-nâme-lâyiha türü eser­ si veya bozulmasıdır. lere göre ilmiye sınıfının durumunu incelemiştir. Osmanlı Devleti kuruluş ve yükselme döne­ Sonuç bölümündeki tesbitleri ise şöyledir: Yazar­ minde ulemadan her yönüyle faydalanmıştır. Ule­ ların tarihi gerçeği ortaya koymaktan ziyade poli­ maya devletin en alt kademesinden en yüksek ka­ tik tesirler altında olduklarını, ilk ulema kritiğini demelerine kadar görevler verilmiş; devlet idare­ Aşık Paşa-zâde'nin yaptığını ve o dönem kronik­ sinde onlarla istişare edilerek hareket edilmiştir. lerinde ulema kritiğinin olduğunu belirtir. Ma- Devletin ulemaya verdiği bu önemle birlikte, Yıl­ jer'in ilginç bir tesbiti ise; devletin ferman çıkar­ dırım Bayezid (1389-1413) ve II.Murad (1421- ması hadisenin önemini ortaya koymaktadır. Ona 1451) zamanında medreselerde ve ilim hayatında göre risale yazarları, şairler, tarih yazarları ve fer­ önemli gelişmeler olmuştur. Dünyanın dört bir manların olumsuzluklara bu şekilde şiddetli reak­ yanından bir çok bilim adamı Osmanlı Devleti'ne siyon göstermesi, Osmanlı Devletin'de Osmanlı gelmiş, dolayısıyla büyük bir canlanma olmuştur. halkının karşı koyma gücünün mevcut olduğunun Bilindiği üzere Fatih Sultan Mehmed (1451- bir ifadesidir. Ayrıca Osmanlı Devleti'nde adale­ 1481) dönemi her bakımdan olduğu gibi ilmî açı­ te, rüşvetin kötü olduğuna, ölçülülüğe, üretkenli­ dan da müstesna bir dönemdir. Fatih'ten sonra, ğe inanan insanların bulunduğunu; bu durumun özellikle Kanunî (1520-1566) döneminden itiba­ da Osmanlı İmparatorluğu'nun yaşam kabiliyeti ren devletin bütün müesseselerinde olduğu gibi, için kötü bir işaret olmadığını ifade eder. Olum­ medrese ve ilmiye teşkilâtında da bozulma ve çö­ suzluklar özellikle ortaya konmuş, risaleler bunun zülmeler başlamıştır (tpşirli, 1988). neticesinde ortaya konulmuştur. Çöküş dönemi­ Bu teşkilâtın gerilemesi ve ıslâhı ile ilgili bir nin gerçeği ise her iki gücün olumlu-olumsuz bit­ çok araştırma yapılmıştır (Uzunçarşılı, 1988; Bal' mek bilmeyen dinamik mücadelesi idi. Risale ve tacı, 1976; Majer, 1980; Atay, 1983; îpşirli, fermanların üslûbu, sinyal veren gözlemlere isti- 1988; Sarıkaya, 1997). İsmail Hakkı Uzunçarşılı, nad etmektedir. Bu gözlemler siyasî anlamda bir ilmiye sınıfının ıslâhı için çeşitli tarihlerde emir endişeye dayanmaktadırlar; fakat ölçülüdür, mu­ ve fermanlardan bahseder. Bunlardan biri, 15 fassal hakikati arama ve bilimsel araştırmaya da­ Ekim 1577'de III. Murad (1574-1595) tarafından yanmamaktadırlar. Çünkü bunlar huzursuzluğun vezir-i azama hitaben gönderilen fermandır. Yine derecesini gösteriyorlar, gerçekten fonksiyon icra III. Mehmed'in (1595-1603) ilmiye ıslâhatına da­ etmemenin derecesini göstermiyorlar. Politik hü­ ir olan kanunu, alimlerden meydana gelen bir he­ kümlerin hakikat derecesini bize günümüz öğreti­ yetin, ilmiye sınıfının ıslâhı hakkında tesbit ettik­ yor. Risalelerdeki ifadeleleri kesinlikle o günkü leri bir lâyihayı 1598'de padişaha takdim ederek çağdaş hükümler olarak almamalı, araştırmadan bunun aynen tatbik edilmesine dair iradesini al­ ve karşılaştırmadan genelleştirmemeliyiz (Majer, mışlar ve bu lâyiha kanun olarak kazaskerlere bil­ J 980). Hüseyin Atay da, "Medreselerin Gerile­ dirilerek tatbiki emrolunmuştur (Uzunçarşılı, mesi ve Islâhat Hareketleri" bölümünde, medrese­ 1988). Cahid Baltacı da, Osmanlı medreselerinde lerin gerilemesini; merkezcilik (Merkeziyet), sal­ gerileme ve alman tedbirler den bahsederken, il­ tanat kavgası, padişahın tahta çıkıncaya kadar ge­ miye teşkilâtının bozulmasının sebeplerini, devle­ çirdiği hayat, talebe isyanları, dil meselesi, dînî ve tin diğer müesseselerindeki bozukluklar ve ilmiye ilmî hürriyetin olmaması, ferdiyetçilik ve bencillik, sınıfının kendi iç huzursuzlukları olarak değerlen­ gibi sebeplerle genişçe açıklamıştır (Atay, J983). dirmiştir. Baltacı bu sebepleri de şöyle sıralar: Nü­ Ayrıca eserde "Medreselerin Islâhını İsteyenler" ve fus kesafeti, devletin diğer müesseselerindeki bo­ "Medreselerin Islâhatı" bölümlerinde de bu konu-

bilig-14/Yaz '2000 34 lar üzerinde uzunca durulmuştur (Atay, 1983). Bu ha yazan müellifler genellikle bozulmanın III. konuda yazılmış makalelerden,Mehmet Ipşir- Murad zamanında başladığını belirtirler. Fakat li'nin'Osmanlı İlmiye Mesleği Hakkında Gözlem­ daha Kanunî devrinde Mevâlîzadelerin^ kanun ler'adlı makalesi bu sahada yapılmış önemli bir dışı riâyet görmelerinden bahsedilirdi (Baltacı, çalışmadır (tpşirli,l988). 61). Yine III. Murad'dan önce, öteden beri Fenâ- Adı geçen makalede Ipşirli, ilmiye teşkila­ rî-zâdelere mahsus imtiyazın dışında bazı ulemâya tının çözülmesi ile ilgili olarak müelliflerin tek müsamahakâr davranıldığma ve yine ulemadan tek belirttiği hususları, genel olarak değerlendire­ bazılarına karşı uygunsuz muamelelere rastlan­ rek ortak noktalarını maddeler halinde belirttiği maktadır. XVI. yüzyılın ikinci yarısına kadar gibi; çok önemli bir husus olan, devletin konuyu münferid olaylar olarak düşünülebilen bu davra­ ele alışı hususunda da bir değerlendime yapmıştır. nışlar, Kanunî devrinden itibaren yaygınlaşmaya Bu konuda XVII.yüzyıla ait bir fermanın kısaca başladığı görülmektedir. II. Selim (1566-1574), muhtevası verilerek devletin konuya bakışı orta­ III. Murad ve III. Mehmed dönemlerinde ise bu ya konmuştur (tpşirli,l988). tür olaylar çoğalmış ve XVI. asrın sonlarına doğ­ Yaşar Sarıkaya ise, "Eğitim Reformu Devri ve ru bütün ilmiye teşkilâtı karma karışık bir duru­ Medresede Islâhat Dönemi" bölümlerinde Med­ ma girmiştir (Uzunçarşılı, 1988). Çok parlak bir reselerin ıslâhı ile ilgili geniş açıklamalarda bu­ dönemin hemen ardından gelen XVII. yüzyıl, so­ lunmuştur (Sarıkaya, 1997). Ayrıca Osmanlı ilmî runların çözümüne ilişkin, düşünce ve tartışmala­ zihniyetinde değişme ve çözülme ;Osmanlı medre­ rın yoğunlaştığı bir dönem olmuştur. Bu nedenle selerinin ilmî performansı üzerinde çalışmalar da aydınlar tarafından kaleme alman risaleler XVI. yapılmıştır (Lekesiz,1989;Unan, 1994)• yüzyıla nazaran XVII. ve XVIII. yüzyıllarda daha Biz bu çalışmamızda, siyâset-nâme, nasihat - fazladır. nâme, lâyiha ayrımı yapmaksızın, XVII. yüzyılda Çalışmamızda sırasıyla, Anonim, Kitâh'i Müs- Osmanlı aydın-bürokratlarımn yazdığı eserlere tetâb (1620); Koçi Beğ, Risâle-i Koçi Beg (1631); göre, ilmiye teşkilâtının gerileme sebepleri ve çö­ Anonim, Kitâhu Mesâlihi'l'Müslimîn ve Menâfii'l' züm yollarını araştırmaya çalışacağız. XVI. yüzyı­ Müminin, (1637-1640); Kâtip Çelebi, Düştürül' lın ikinci yarısına kadar devletin müesseselerinde Amel li-Islâhi'l-Halel (1652-1653); Kâtip Çelebi, genel manada bir aksaklık görülmediğinden, ilmi­ Mizânü'l-Hak fi İhtiyari'l- Ahakk (1656); Hezarfen ye sınıfının ve medreselerin de gerilemesi söz ko­ Hüseyin Efendi, Telhisü'l' Beyân fi Kavânm.4 A14 nusu olmamıştır. Tabiatıyla ilmiye teşkilâtında Osman (1675) adlı eserler değerlendirmeye alın­ Fatih'ten (1451-1481) Kanunî Sultan Süley­ mıştır. man'a kadar hiçbir arıza görülmemiştir denemez, Elbette bu risalelerin dışında, genel olarak bo­ mutlaka ufak tefek olumsuzluklar olmuştur. Fakat zulmanın sebepleri üzerinde duran, ulema husu­ problemler, bu dönemde Osmanlı toplumu ve sunda çok fazla malûmat bulunmayan veya Os­ devletinin sahip olduğu güçlü, kuvvetli ve dina­ manlı kanunları hakkında bilgi verirken yine ule­ mik sağlam bünye sayesinde bertaraf edilmiş, her mâdan çok az bahseden bazı eserler de vardır. türlü engel ve sosyal, siyâsî sıkıntılar giderilerek, Bunlara, Ayn Ali Efendi'nin Kavânîn'i A14 Os' hızla yükselme yolunda devam edilmiştir. man der HülâsaA Me^âmin-i DefterA ve Risâ- XVI. asırda devlet ve toplumun içine düştüğü le-i Vazife' horan ve MerâtihA Bendegâri'i AlA Os' bunalım aydm-bürokratlar tarafından fark edile­ mân, Anonim, KavâninA Osmanîve Rahita'i Asita- rek çareler arandığını belirtmiştik. Lütfi Paşa, ne^ gibi eserler örnek olarak verilebilir. Asaf'Tiâme (Lütfî Paşa, 1326), Hasan Kâfi Akhisa- Çalışmamızda, lâyiha ve risalelerin yazarları rî, Usûlü l'Hikem fi Nizami'l Alem (Ipşirli, 1981) ve özellikle ulemâ ile ilgili muhtevaları hakkında adlı eserleri bunlar arasında sayabiliriz. Osmanlı genel bilgiler sunduktan sonra, bunların topluca devlet teşkilâtında bozuklukları fark eden ve lâyi­ bir değerlendirmesini yapmaya çalışacağız.

bilig-14/Yaz '2000 35

LAYİHA VE RİSALELER hareket ettikleri ve adaleti sağladıkları için, geniş ülkeleri fethettikleri, reaya, berâya, ulemâ ve su- Kitâb-ı Müstetâb, (Yücel, 1988). Anonim lehâ kısaca bütün ülkenin refah içinde oldukları­ olan bu eserin müellifinin aşağıdaki ifadelerinden nı belirtir. III. Murad'dan sonra ise hükkâm ve onun devşirme yolu ile yetiştiğini ve saraya dahil vükelâ-i devletin adaletlerinde kusur ve işlerinde olduğunu anlıyoruz.Bunun dışında ismi ve hayatı sû-i tedbir ve Devlet-i Aliyye işlerinde birçok ih­ hakkında herhangi bir bilgiye sahip değiliz: "Ni­ maller olmuş ve kânun-i kadîme muhalif davra- hayet bu hâksâr-i bâ-sadâkat zamân-ı tufûliyetten nıldığı için bütün devletin kurumlarının bozuldu­ hânedân-ı Al-i Osman'ın perverde-i ni'met ve ğundan bahseder (Yücel, 1988). İsmi bilinmeyen hidmet güzîde-i der-i devletleri olub ve zıllu'llah Osmanlı aydını, genel olarak devletin bütün mü­ pâdişah-i âlempenâhm nazar-ı âliyeleri ile man- esseselerinin bozulmasını; adaletsizlik, tedbirsiz­ zûr ve nice hidmet-i aliyyeleri ile mesrur olduğum lik, devlet işlerinde ihmaller, kânun-ı kadîme mu­ ke'ş-şems zâhîr ve mine'1-ems bahir'dir". Yine bu halif davranılması gibi sebeplere bağlar. pasajdan, onun ismini dahi zikretmemesinin se­ Yazara göre, devletin bütün kurumlarında rüş­ bebini ise, hiçbir karşılık beklemeden, devletin vet, hediye adı altında verilir, alınır olmuştur. içinde bulunduğu durumu ve ıslâhı hakkında dü­ Ulema ve devlet adamları arasında sanki güzel bir şündüklerini kaleme alan bir aydın olduğunu an­ adet ve meşru bir duruma getirilmiştir. Hatta doğ­ lıyoruz (Yücel, 1988). ru dürüst olan kişilere makam verilmediği gibi, Kitâh'i Müstetâb, XVII. yüzyıl başlarında dö­ bunlar işe yaramaz kabul ediliyordu. Ulemâdan nemin ihlâl edilmiş nizamlarını ve bozuklukların olan bir kadı beş yüz akça ile Âsitane'de ma'zul kökenlerini tesbit etmiş önemli bir kaynaktır. olduğu halde, çok lüks evler ve köşkler yaptırıyor Eser 1620 yılında telif olunarak II. Osman'a ve hizmetçiler tutuyordu. Bunların masrafına (1618-1623) sunulmuştur. Kitâh'i Müstetâb yazarı, günlük bin akçe bile yetmiyordu. Böylece bir me­ III. Murad (1574-1595), III. Mehmed (1595- muriyete gelene kadar birkaç bin altın borçlanı­ 1603), I. Ahmed (1603-1617) ve II. Osman yordu. Daha sonra da hediye adıyla rüşvet ile ka­ (1618-1623) devirlerinde yaşamıştır (Yücel, dılığa tayin oluyorlardı. Tabiî, kadılığa tayin ola­ 1988). Müellif, XVI. asırda yaşayıp, o dönemdeki na kadar, ailesi, maiyeti ve hizmetçilerine birkaç aksaklıkları görmüş ve daha sonra XVII. yüzyılda yük akça harcamıştır. Mezkûr kadı, bu işinde, bir olgunluk çağında bu aksaklıkları gidermenin yol­ buçuk, şayet arkasında güçlü kişiler varsa en fazla larını düşünmüş ve fikir üretmiştir. iki yıl kalacağını bilir ve o kadılığı aynı sıfatla Eser, bir giriş ile on iki bölüm ve bir zeylden muttasıf bir efendiye tevcih ederdi. Bu kadıya bir meydana gelmiştir. Yazar toplumdaki düzeni bo­ buçuk veya iki yılda hem borçlarını ödemesi hem zan, aksaklığa neden olan ve kânun-ı kâdim'in dostlarına hediye ve hem de büyüklere vadettiği bozulmasına yol açan konuların neler olduğunu hatırı sayılır hediye için birkaç yük akçe lâzımdır. araştırarak, o zamanki devlet teşkilâtı ve toplum Ayrıca mâzul olduktan memuriyete geçinceye ka­ düzenini ortaya koymuştur. Daha sonra da bu bo­ dar, ailesi, maiyeti ve hizmetçilerinin geçimi için zuklukların nasıl giderileceğini araştırmıştır. Abiî birkaç yük akçe gerekiyordu. İşte bu kısa zamanda olarak, çalışmamızın konusu itibarıyla öncelikli kadı, yani görevde olduğu süre zarfında, bu kadar olarak bizi en fazla ilgilendiren, eserin ulemanın malı, parayı reayadan, yetim malından, haram ve durumu ve bozulmasından bahseden bölümüdür. helâl fark etmeden tahsil etmeğe gayret gösterir­ Ayrıca diğer bölümlerde de ulemanın durumu ve di. Vilâyet işlerinin düzgün gidip gitmemesine gerilemesi ile ilgili değerlendirmeler üzerinde de önem vermez, vilâyet ister yıkılsın ister düzelsin duracağız. onun için önemli değildir. Bunların dışında mîr-i Müellif, Osman Gazi'den, III. Murad'a kadar mîrân ve mîr-i liva^ olanlar ile "sen çok aldın ve devlet yöneticilerinin şeriat ve kanunlara uygun ben az aldım" diye birbirleriyle kavgalarından do-

bilig-14/Yaz '2000 36 layı aralarında dostluk, dürüstlük de kalmamıştır. zahir menâsib ehline verilmediği bu dahi azharun Eğer kadılar gerçekten hak ettiğini alacak olsalar mine'ş-şems'dür" (Yücel, 1988). Vezirler, ulemâ, ancak beş bin altun alırlardı. Bu da onların mas­ ümera ve hükkâm arasında rüşvet o kadar yayıl­ raflarına kesinlikle yetmeyecektir (Yücel, 1988). mış ki, rüşvet almadan bir kişinin işini yapmak Yazar burada o günlerde kadıların ne kadar göste­ nankörlük olarak telakki edilmeye başlanmış ve riş ve lüks düşkünü olduklarını da ortaya koymak­ rüşvet sebebiyle devlet hizmetleri, memuriyetle­ tadır. rin layık olmayan kişilere verilmesi çok açıkça gö­ Kadıların aldıkları rüşvetlerin boyutunu yazar zükmektedir. şöyle belirtir: "Öyle olsa reâyâ derdmendler bun­ Mâbeyn-i hükkam , kadılar ve ulemanın ların zulm ve ta'addilerinden zorba ve celâli olan­ tama' ve hamakatları ile ilgi şu ilginç ifadeyi be­ lara hayr du'âlar ider olmuşlardır ve bu memleket­ lirtir: "... Mâbeyn-i hükkâmda adavet ve kuzâtda lerde ihtilâl ve hazineye tenezzül olmadı, illa bu rüşvet ve cânib-i düşmende fırsat ve kurbiyyetde hâl üzre olan hâkimlerimizin zulm ve ta'addileri olanlar hiyânet ve ulemâda tama' ve hamakat ve sebebi ile olmuştur" (Yücel, 1988). Dolayısıyla ra'iyyetde zirâ'at-i bîbereket ve kasavet..." (Yücel, memleketin bozulmasının, düzensizliğinin sebebi­ 1988). Burada sarayın mâbeyn hâkimleri arasında ni, hazinenin boşalmasını, hâkimlerin zulm dere­ düşmanlık, kadılar da rüşvet ve ilginç olarak ule­ cesine varan rüşvetlerinde görmektedir. mâda tama' ve hamâkatten bahsetmektedir. Yine kadıların durumu ile ilgi olarak, zamanı- Çözüm yolları ve bozulmanın önlenmesi mızdaki hâkimlerin fiillerini ve bid'atlerini, önce­ ile ilgili teklifleri ise şöyledir: Padişahlar, sadra­ ki hakimlerden birisi görse her halde, "bu kavm zamlığa seçtiği kişilere basiretli, tedarikli olmasını ne mezheb ve ne ve ne hallû âdemlerdir tavsiye etmelidir. Sadrazamı kendisine vekil tayin derlerdi" (Yücel, 1988) diyerek hâkimlerin her ettiğini, vezirine de memlekette, reâya'ya zulm yönüyle bozulduğunu anlatmak istemiştir. yapılmamasını, mir-î miran, mîr-liva, kuzat ve di­ Ulemanın sözlerinin fiillerine uymadığını, di­ ğer memurlara tenbih ederek kanuna uygun hare­ ğer devlet hizmetinde bulunanlarında doğru yol­ ket etmelerini, memuriyetlere atanacak kimsele­ dan uzaklaşarak kötü yollara saptığını da şöyle be­ rin tam olarak araştırılıp, lâyık olanların bildiril­ lirtir: "Öyle olsa fî zamâninâ bazı mahallerde ke- mesini ve kimseden bu konuda rüşvet alınmama­ mâ hüve hakkihi şer'i şerîf-i nebevi icra olunma­ sını tenbih etmesi gerektiğini bildirir. Memleket­ dığı ve kânûn-i Al-i Osman gözetilmediği ve ule­ teki ihtilâl ve nizamın bozulmasını, padişahın iyi mânın kavileri fi'illerine mutabık olmadığı ve bir vezîr-i azam tayin etmemesine; tayin edilen sâ'ir ehl-i menâsib tarîk-i hakkı koyub kec tarîka vezîr-î âzamların devleti iyi idare edememelerine, gitdiklerine bâ'is ve bâd'î ne veçhile olmuşdur" rüşvet almalarına, kanuna aykırı davranmalarına (Yücel, 1988). bağlamıştır (Yücel, 1988). Ulemanın rüşvet alması ile ilgili olarak yazar; Padişahın, memleketin bu durumuna vakıf "Öyle olsa fî zamâninâ yirmi beş yıldan müteca­ olunca, vezirlerini ve ulemâlarını toplayıp devle­ vizdir ki her sadra gelenler hîlâf-i kânun nice nâ- tin bozulmasına sebep olan yedi konuyu onlara hemvâr işlerinden mâ'adâ rüşvet alındığı hâd mu­ sorması, onlardan cevap alması ve ona göre hare­ karrer ve muhakkak sabit ve zahirdir ve rüşvet ise ket etmesi gerektiğini belirterek şöyle devam dâ'imâ Devlet-i Aliyye'nin temelini kazmak üzre- eder: "İmdi bu cümle yedi su'âlim kim olmuşdur dir ve her sadra gelenler rüşvete sâlik olmağla şâ­ bunca ef'âl-i kabâih zuhuru ve kânûn-ı kadîm bo­ ir vüzerâ ve ulemâ ve ümerâ ve hükkâmlar el-hâ- zulmasına bâ'is ve bâdî ne veçhile olmuşdır ve ne sıl a'lada ve ednâda rüşveti bir mertebeye şuyû sebep ile vâki' olmuşdır ve min ba'd bu cümle ah­ buldurdılar ki bir müselmânm mesâlihi Allah vâlleri girû üslûb-ı sabık üzre nizâm ve intizâm içün görülmek yanlarında hemân küfr tabakasına buldırmasmın tedbîr ve tedârüki ve re'y-i sevâb varmışdır ve rüşvet bu vecihle şöhret bulmağla ne üslûb üzre görülmesi münâsibdür? Evvelâ bu

bilig-14/Yaz '2000 37 cümle cevâbı vüzerâ kullarımdan taleb olunur ki fırsatları değerlendirerek, görüşünü, bilgisini ar­ ânlar ve ahvâllere vâkıflardır ve bu makûle umur tırma imkanlarını kaçırmamıştır. Koçi çok içün vüzerâ makamında vaz' olunmuşlardır; ciddi bir aydındır. IV. Murad ve Sultan İbra­ ba'dehu bi'1-fi'l mansıbda ve yâhud mansıb tasar­ him'e, sarayın ve devlet idaresi düzeninin bozul­ ruf itmiş ulema efendilerinden..." (Yücel, 1988). duğunu, hükümdarın nasıl hareket etmesi gerek­ Burada dikkatimizi çeken nokta ise, padişahın bo­ tiğini; aksi takdirde memleketin felâkete gidece­ ğini çekinmeden arz etmiştir. Bu hareketi de zulmanın sebeplerini ve çözüm yollarını, önce onun düşünceli bir aydın olduğunu gösteren delil­ abiî olarak vüzeradan, ondan hemen sonra ulemâ­ dir (Babinger, 1982; ÎA, 1970b, VII;Danışman, dan sorulması gerektiği üzerinde durmasıdır. 1997). Koçi Beğ, Risâle-i Koçi Beg (Mehmed Süreyya, Koçi Bey'in risalesi de diğer risaleler gibi dev­ 1311-1315, IV; Bursalı, 1965; Babinger, 1982; let düzenindeki bozulmaları ve hal çarelerini on Danışman, 1997). Nerede ve hangi tarihte doğdu­ yedi bölüm halinde vermiştir. ğu kesin olarak bilinmeyen Koçi Bey'in Göriceli Risalelerin ilk bölümü IV. Murad'a takdim olduğuna dair bazı deliller vardır (Danışman, edilmiştir. Koçi Bey risalesinin özellikle IV. Mu­ 1997). Babinger, onun Arnavud devşirmesi oldu­ rad'm icraatı üzerinde birinci derecede etkili ol­ ğunu belirtiyor (Babinger, 1982). Çeşitli kaynak­ duğu söylenebilir. Bundan sonra Sultan İbrahim'e lardan edinilen bilgiye göre, Koçi Bey gençliğin­ takdim edildiği zannedilen risalenin bölümleri de Görice'den 'a getirilmiş ve Sarây-ı Hu- gelmektedir. Bu risalenin özelliği ise daha ziyade mâyün'a girmiştir. Saraya girdiği yıl ve giriş şekli öğretici mahiyettedir. Devlet düzenindeki aksak­ hakkında kesin bilgi yoktur. Koçi Bey doğrudan lıklar ve düzeltilmesi konularına fazla yer verilme­ doğruya padişaha arızalar takdim edebildiğine gö­ miştir (Koçi Beg, 1997). Bizi yakından ilgilendi­ re, o'nun sarayda çok önemli ve padişahın mahre­ ren bölüm ise, Geçmişte Bilginlerin Ne Ahlâkta mi olacak bir konumda olması gerekir. Koçi Olup-Hâlâ Mevcut Olan Asrın Bilginlerinin Ne Bey'in hangi tarihte devşirilerek ne şekilde Ende­ Halde Olduğu ve Aralarında Yürürlükte olan Ka­ run'a girdiğine dâir kesin kaynak yoksa da Sultan nunun Ne Idüğü Beyan Olunur, adlı İlmiye teşki­ Ahmed (1603-1617) devrinden, IV. Murad lâtı ile ilgili bölümdür. (1623-1640) devrine kadar Enderunda çeşitli hiz­ Koçi Bey bu bölüme, bilginin, bilginlerin öne­ metlerde bulunduğu bilinmektedir. Özellikle IV. mini anlatarak şöyle girmiştir: "Şimdi mâlum-u Murad zamanında Has odaya" alınmış ve pâdi- hümâyun ola ki, mübarek şeriatın devamı bilgi şah'm itimadını kazanarak, sır dostu olacak kadar iledir. Bilginin devamı, bilginlerledir. O yüzden Sultan'm yakını olmuştur (Danışman, 1997). yüce ataları zamanında bilgiye ve bilginlere olan Koçi Bey, Sultan Murad'm vefatından sonra hürmet ve ikram hiçbir devlette olmamıştır. On­ hükümdar olan Sultan İbrahim (1640-1648)'in lara olan itibarın meyvesi olarak nice güzel eser­ de Musâhib' ve sır dostu olmuş, bu pâdişâha da, ler görmüşlerdir. Bilginlerin hallerinin düzenli ol­ Sultan Murad'a arzettiği gibi risaleler sunmuştur. ması, din ve devletin en mühim hususlarındandır. Bu sırada gayet bozuk karmakarışık ve halleri pe­ Koçi Bey, XVII. asırda yetişmiş Türklerin Mon- rişan olmuştur" (Danışman, 1997). Daha öncele­ teskiyö'sü adını almaya hak kazanmış, aydın bir ri Osmanlı İmparatorluğunda bilgiye ve bilginlere şahsiyettir (Lewis, 1993; Gökberk, 1980; Koçi olan hürmet ve ikram hiçbir devlette olmamıştır, Beg, 1997; Babinger, 1982). Osmanlı İmparator- diyerek bilgine ve bilgiye verilen önemi göster­ luğu'na uzun yıllar hizmet ettikten sonra, Sultan mektedir. Ayrıca din ve devletin önemli hususla­ İbrahim'in son günlerinde emekliye ayrılmış, da­ rından birinin de bilginlerin durumunun iyi ol­ ha sonra da Görice'ye gitmiştir. Görice'nin Pla- ması gerektiğini bildirmektedir. Fakat şimdi ise, met köyünde gömülüdür (Bursalı, 1965, III). bilgi ve bilginlerin durumunun, gayet bozuk, karı­ Koçi Bey'in risaleleri tetkik edilince, iyi bir şık ve perişan bir durumda olduklarını açıkça be­ tahsil gördüğü anlaşılmaktadır. Saray muhitinde, lirtmektedir.

bilig-14/Yaz '2000 38

Şeyhülislâmlık makamının çok önemli bir mülâzım olabileceğini belirtiyor. Müderrislerin ve makam olduğunu, ilmiye sınıfının en üstünü ol­ kadıların bilgisi ve dini mükemmel, vakar sahibi duğunu belirtir. "Bir kere layık olanın fetva ma­ oldukları zaman, müderris olduğu takdirde ilme, kamına geçtikten sonra artık azlolunmazdı. Çün­ mansıb sahibi olduğu takdirde din ve devlete hiz­ kü fetva makamı, aziz, şerefli ve ilmiye mansıbla- met edip, halka gayet faydalı olacağını belirtir. rının seçmesidir. Onun itibarı başkasına benze­ Yazar, hemen hemen bütün lâyihalarda söz mez" diyerek, Şeyhülislâmlık makamının önemi­ konusu edilen bir hususa işaret ederek "1594 tari­ ni belirtmiştir. Şeyhülislâmların, çekinmeden ha­ hinden beri düzen bozulup, evvelce Şeyhülislâm kikatleri söyleyen, olgun bilgili ve faziletli kişiler olan Sunullah Efendi, birkaç defa yersiz olarak az- olduğunu belirtir. Bu özellikteki Şeyhülislâmların lolundu, kazaskerler dahi sık sık azlolunmakla ye­ azlolunmamasmı tavsiye eder (Danışman, 1997). rine gelenler azil korkusuna düşüp, devlet büyük­ Daha önceki kadıların ve müderrislerin, azil­ lerine karşı dalkavukluk yapmağa mecbur kaldı­ den sonra veya emeklilikten sonra, ömürlerinin lar. Padişah huzurunda hak sözü söylemez oldular. geride kalan kısmını ilim ibadet ve İslam pâdişâ­ Herkesin hatırını hoş etmeye ehemmiyet verir ol­ hına ve devletine dua ile geçirdiklerini belirtir. dular... Giderek her işe hatır karışmakla ve her işe Şimdiki ulemâ sınıfında olan, şöhrete kavuşma ve göz yummakla hak sahibi olmayanlara hadden lüks hayat sürme isteği onlarda yoktu. İlmiye sını­ aşırı mevkîiler verilip, eski kanun bozuldu. ­ fından her mevkide olanlar, doğruluk ve adaletle kerler dahi az zamanda yersiz olarak azil olunmak­ iş görürler, gittikleri yerde halkı korurlardı. Emek­ la, işlerinde tama' sahibi ve haris olanlar, bulun­ li olanlar ise, gece gündüz ilimle meşgul olup nice duğu ve fırsatı nimet bilip, memuriyetlerin çoğu­ eserler meydana getirmişlerdir (Danışman, 1997). nu rüşvet ile ehliyetsizlere verir oldular. Mülazim- Yazar zamanındaki ilmiye sınıfının şöhrete kavuş­ likler dahi yolu ile verilmeyip, satılmağa başlaya­ ma ve lüks hayat sürme isteklerini tenkit etmek­ lı Voyvoda ve Subaşı katipleri ve avam tabakasın­ tedir. Şöhret ve lükse düşkün olan ilim adamının dan bir çokları beş-on bin akçe ile mülazim oldu, da bilimsel çalışma yapamayacağı ortadadır. sonra az zamanda müderris ve kadı olup, ilim sa­ Medreselerin ve müderrislerin nizamlarının hası câhillerle doldu" (Koçi Beg, 1997) diyerek li­ bozulduğunu uzun uzun açıklar. Medreselerdeki yakatsiz kişilere hak etmedikleri mansıb ve rütbe gerekli olan eğitimin yapılmadığını şöyle ifade verilmesini tenkit etmektedir. Ayrıca burada eder: "1594 tarihine gelinceye kadar Sahn muid- önemli bir hususta, Kazaskerlerin yersiz olarak az­ lerinin şimdiki müderrisler kadar mevkii ve iti­ ledilmeleri, neticede çok kötü hadiselere sebep barı vardı. Danîşmend" olup, uzun zaman medre­ olmaktadır. Her an azledilme korkusu ile bulun­ selerde ilim ile meşgul olmayınca mülazim olun­ duğu mevkii ve fırsatı değerlendirerek, memuri­ mazdı. Ve kimse kimsenin icâzetsiz dânışmendini yetlerin çoğunu rüşvet ile ehliyetsizlere vermiştir. alamazdı. İlim yolu, gayet temiz ve derli toplu idi. İdaredeki bozukluk medreseye de tesir etmiştir. O yüzden içlerinde câhil ve yabancı olmayıp, her Hatta o dereceye ulaşmış ki voyvoda , subaşı ka­ biri yolu ile geldiğinden kadı ve müderrislerden tipleri ^ * ve avam tabakasından bir çokları rüşvet­ hepsi, bilgisi ve dini mükemmel, ırz ve vakar sa­ le mülazim olmuşlardır. Tabiî olarak burada düşü­ hibi adam olup, müderris olduğu takdirde müba­ nülmesi gereken bir husus vardır. 1594 tarihinden rek ilme, mansib sahibi olduğu takdirde din ve önce kazaskerler yersiz olarak azledilmiyordu. Do­ devlete doğrulukla hizmet edip, halka gayet fay­ layısıyla onlarda böyle bir korku olmadığı için dalı olurdu" (Danışman, 1997). Önceki Sahn mu- rüşvet vs. yolsuzluklara başvurmuyorlardı. Fakat idlerinin şimdiki müderrisler kadar mevkii ve iti­ 1594 tarihinden sonra, hem ilmiye sınıfının eğiti­ barı vardı, ifadesinden ilmî seviyenin çok düştü­ mi, nizamı bozulmuş, hem de ilmiye sınıfına gere­ ğünü anlıyoruz. Danişmendlerin uzun müddet ken önem verilmediği için, bozulmalar daha da medreselerde ilimle meşgul olduktan sonra ancak artmıştır.

bilig-14/Yaz '2000 39

Koçi Bey, İstanbul'a geldiğinde, büyük bilgin­ gili kimse ona verilmesi gerektiği; kadı olmanın lerin şu anda olduğu gibi maiyyet sahibi olmadık­ şartının bilgi ve ehliyet olduğunu, yaş, sene, soy larını, ilim adamlarına çok büyük hürmet ve ik­ ve sopun önemli olmadığını belirtir. Önemli olan ram edildiğini, dışarı çıktıkları zaman gayet sade bilgili ve âdil olmasıdır. Merdeseler ise ilim öğre­ elbiseler giydiklerini belirtir. Ayrıca ilmiye sınıfı­ nen, ilmî araştırmalar yapan, üreten kişilerin yeri nın yüksek mevki isteğinde olmadığını, genellik­ olması gerekir. Mülazimlikle ilgi ise, mülâzimliğin le ilimle uğraştıklarını belirtir (Danışman, 1997). sıkı tutulması gerektiğini belirtir. Eğer kanundan Kadıaskerlerin yanlış icraatları ve neticede fazla mülâzımlık verilmez ve hak sahibi olanlar­ kadıların düştüğü acıklı durum ise şöyle ifade edi­ dan başkası alınmaz, bilgin ile cahil bir tutulmaz­ lir: "Bu asırda diyaneti ve emâneti olmayan bir sa, çabuk düzene gireceğini belirtir. çok kazasker çeşit çeşit mülâzımlıklar yazıp, Ruz- Anonim, Kitâhu Mesâlihi'l Müslimîn ve Menâ- namçe-i Hümâyûnu doldurdular. Nicelerine fiil- Müminin . Müellifin ismi, hayatı ve ailesi maaş zammı verip, bir iki yılda yeni bir mülâzımı hakkında herhangi bir bilgiye sahip değiliz. An­ (yüz elliye) çıkardılar. Bu yüzden kadıların halle­ cak metinden bazı pasajlardan edinilen bilgiye ri bozulup, aralarında ihtiyaçtan fazlalıkta oldu­ dayanarak, onun bir mansıb sahibi olduğu ortaya ğundan, bir kadı iki yıl beklediği halde bir yere tâ­ çıkar. Mesela yazar: "Bu kitabı te'lif iden kimesne yin edilemez oldu. Fakirlik canlarına yetti. Her ömründe mülâzemet bilmez, girü nasibi haberi biri dilenci derecesine geldi" (Danışman, 1997). yoğken gelür yetişür. Sehl nesne ile kanâat ider, Dolayısıyla kazaskerin yanlış icraatları ve uygula­ bi-înâyetillah" demektedir. Yine "Bu kitabı te'lif maları, ilmiye sınıfının ilim seviyesinin düşmesi­ iden kimesneye bir zamanda bir kise akçe virmiş- ne ve ekonomik problemlerine sebep olmuştur. ler ve buyurmuşlarki bu akçe Şehzade hazretleri- Kadıların düştükleri durumla ilgilenmenin en tâbe serâhu- imaretin de fukaraya tevzi' eyle deyu önemli şey olduğunu, onların çok hor ve aşağılık emr olundukta " ifadelerinden onun bir devlet hale geldiklerini, fakirliğin canlarına tak ettiğini görevlisi olduğu anlaşılmaktadır. Müellifin, eserin ve her birinin dilenci derecesine geldiğini belirtir. çeşitli kısımlarından elde edilen bilgiye göre, il­ Bir subaşmm, bir haraççının şikayeti ile mansıb- miye sınıfına mensub olabileceği de ileri sürülür. larının alınıp azledildiklerini ve halk içinde de Eserin 1637-1640 yıllarında telif edilerek Keman­ itibarlarının kalmadığını dile getirir. Bu problem­ keş Mustafa Paşa'ya sunulduğu anlaşılmaktadır lerle ilgilenilmeyip, aldırış edilmediği zaman dü­ (Yücel, 1988). zen ve nizamın elden gideceğini ifade eder (Da­ XVII. yüzyılın ortalarında kaleme alman, Me­ nışman, 1997). sâlihi'l- Müslimîn ve Menâfi'il'Müminîn adlı eser I. Yazar, genel olarak ilmiye sınıfının bozulması­ İbrahim (1640-1648) döneminde Osmanlı İmpa­ nın sebeplerini, medreselerdeki eğitim öğretimin ratorluğunun içinde bulunduğu bunalımlar ve çö­ bozulması, kadıaskerlerin mansıbları rüşvetle ver­ züm yollarını ortaya koymuştur. Osmanlı İmpara- mesi, kadıların rüşvet alması, ilmiye sınıfının şöh­ torluğundaki bozulan müesseselerin içerisinde, İl­ ret ve lükse düşkün olması, ilmiyeye ait yüksek miye sınıfının problemlerine detaylı olarak eğil­ makamların şunun bunun aracılığı ile verilmesi mesi ve kitabının birinci babını ilmiye sınıfına gibi sebeplere bağlamaktadır. ayırmasından, yazarın ilmiye sınıfına mensub ol­ Koçi Bey, ilmiye sınıfındaki aksaklıklar ve bo­ duğunu veya ona göre İlmiye sınıfının problemle­ zulmaların sebeplerini bu şekilde izah ettikten rinin diğer problemlerden daha önemli olduğu sonra, hal çareleri üzerinde de durmuştur. Bu hal kanısına varabiliriz. çareleri ve çözüm için tekliflerini ise şöyle açıklar. Müellif dünyanın düzenini, bilginlerin varlığı­ İlmiye'ye ait yüksek makamların şunun bunun na dayandırır, onlara gereken ilgi ve saygının gös­ aracılığı ile verilmesinin doğru olmadığını, en bil­ terilmesini ister.llmiye sınıfının ne durumda ol-

bilig-14/Yaz '2000 40 duğunu şu ilginç açıklamalarıyla ifade eder: "Bu hilere ve ne re'âyâya muhalefet idebilürler. An­ takdirce görelim ki ulemâya ne veçhile ikram cak her kişi ile bir mudâra üzerine dirilüb ya za'f-ı olunmak gerekdür ki kapu kapu gezmiyeler ve beş kavi ile hükm iderler ya biz'z-zarûrî ma'zulluk fe­ altı yıl ma'zul hor ve hakîr sürünmiyeler, leyi u lâketinden rüşvete dahî perhiz idemez olurlar. Pes nehâr mutâla"larında olalar; belki haftada ancak nîzâm-ı âlem bunların ile olıcak evel bunların ah­ iki gün Kadıasker efendiye mülâzemete varalar. vâllerin tedârûk itmek gerek imiş ki müslümanlar Mukaddema Hakîm Hâ münoğlu sağ iken ve da­ huzur ideler" (Yücel, 1988). hî nice ednâ kimesnelerin kapularına nice büyük Osmanlı İmparatorluğunda, Ulemâ sınıfına kadılar anun gibilerin kapusuna dahî mülâzemet mensub olan kadılar ülkede hem kazaî ve hem de iderlerdi ve nicesi fakirlikten kitaplarını satup ka­ idarî ve belediye hizmeti görevlerini yerine getiri­ ra cahil olurlardı. Şimdi dâhi bî'aynihidir" (Yücel, yorlardı. Bu münâsebetle kadıların önemli görev­ 1988). Ulemânın gece, gündüz ilimle uğraşıp, leri vardı. Bu açıdan görevlerini tam olarak yapa­ araştırma yapmaları için gerekli imkanların veril­ bilmeleri için, onların hiçbir maddî ve manevî mesi gerektiği belirtilir. Kapı kapı dolaşarak, beş problemlerinin olmaması gerekir. Sancak beyine, altı yıl ma'zul kalıp sürünmelerinin önlenmesi ve reayaya, sipahilere azl olmak korkusuyla muhale­ geçim derdine düşmelerinin son derece tehlikeli fet edemediği zaman, görevini hakkıyla yapama­ olduğu vurgulanır. Ayrıca ulemânın fakirlikten yacaktır. Uzun yıllar ma'zulliyetten dolayı, borç­ kitaplarını satacak duruma geldiklerini belirtir. landığı için hakkıyla rüşvet almadan görevini ye­ Hemen arkasından bu durumu ortadan kaldır­ rine getiremeyecektir. Nizam âlem'in ancak ule­ mak için de şu öneride bulunur: "Pes bunlara mâ sınıfı ile olacağını ikinci kez tekrar eden yazar, mahlûl mansıb bulmağın bir çaresi budur ki rüş­ ulemânın durumunu düzeltmedikten sonra, ni- vet ile meşhur olan kadılar gibi ve câhil çelebi kâ- zam-ı âlemin olmayacağını ve müslümanların hu­ dilar ki atları ve libasları ve hizmetkârları sipahi­ zur bulamayacaklarını vurgular. liğe münâsib ola ve ilminde dahî kâmil olmaya; Bütün bu düzenlemeleri de vezir-i azamın yap­ bunun gibileri edna ulufe ile bölüklere ve tımar­ ması gerektiğini şöyle ifade eder: "Bundan vezîr-i lara hâllü hâline göre yeniçeriyi hisara çıkardıkla­ a'zam hazretlerine ta rûz-i kıyamet bu âdeti ko- rı gibi bunları dahi bu veçhile çıkarmak buyuru- dukları içün her ehl-i ilm canu gönül ile hayi lursa hem sair ma'zullere yirler açılurdu, hem si­ du'âlar ideler idi ve nâm-ı şerifleri hod her giz fe- pahi tâ'ifesi dahi içlerinde ehl-i ilm olmağla her râmuş olmazdı ve hem bu ehl-i ilm taifesi yeniçe­ veçhile faidelenürlerdi" (Yücel, 1988). Yazara gö­ rilerden artuk sûhtelikde, garîblikde gurbet çek­ re bu önlem alınırsa, ulemânın, altı aydan fazla mişlerdir, tamâm derece puhde olmuşlardır. Asi "ma'zul yürimiyecekleri" kendisinden emin ve şe­ bunlar sipahiliğe lâyıklardır ve hem şir-merd ve refli olacaklarını, kadılığa vardıkları zaman san­ âkillerdir ve âlimlerdir, her cihetleri ma'murdur, cak beyinden, "Padişah kullarından" korkmaya­ her ne hizmet üzerine konulsalar kâdirlerdür... Bu caklarını, kitaplarını satmayacaklarını, "hak üzre takdirce asi sipahilik ehl-i ilm tâîfesine münasib icra" ederek, rüşvet yoluna gitmeyeceklerini öne imiş, Hakk Te'âlâ müyesser ide" (Yücel, 1988). sürmektedir. Yazar ayrıca ilmiye sınıfına mensub kadı, Yazar tavsiye ve tekliflerine şöyle devam eder: imam ve müezzin gibi din görevlilerinin durumla­ "Eğer bunlara böylece çâre olmazsa, bunlar şöyle rına da değinmekte ve bunların tiryakilikten gö­ mübtezel beş altı yıl ma'zul hor ve hakîr, eğer ekâ- revlerini yapamaz duruma düştüklerini şöyle dile bir kapusunda, eğer edna gezüb ve tamâm borçlu getirmektedir: olub, ondan mansıb alub bu hâl ile kâdilığma var- "Şol tiryakilikle meşhur olmuş benzi saru geç- dıkda değme bir kâdi hak üzre şer'i icra idemez. gün tiryakiler olur ki suretlerinden tiryakiliği bel- Ma'zulluk korhusundan ne sancak beğine muha­ lüdür. Bunlardan kimisi kâdîdır ve kimisi imâm lefet idebülürler ve ne voyvodalarına ve ne sipa­ dır ve kimisi müezzindir. Pes bu üç ta'ifeye ki kâ- bilig-14/Yaz '2000 41 di veya imam veya müezzin olan geçgün tiryakı da aniden ölmüştür ^ (Gökyay, 1968; Bahinger, ola hiç bir veçhile bu mekûle kimesnelere bu asi 1982). cihet ca'iz değüldür, sarhoş bunlardan yek masla­ 1652-1653 tarihin de, devlet bütçesinde geli­ hat görür. Lâkin geçgün tiryakı da'im mestdür. Ne rin az, giderin fazla olmasının sebeplerini araştır­ sözü sözdür, ne ahdi ahddür, hiçbir menfa'ata ya­ mak ve bütçe açığına çare bulmak üzere toplanan rar taife değiUerdür. Acebdür ki bu üç tâîfeye bu divana, Katip Çelebi de katılmıştır. Bu vesileyle kadar ruhsat virilür. Bunun gibilere bu asi mansıb bir önsöz, üç bölüm ve bir sonuçtan meydana ge­ virilmese gayri cihet virilse ki zararı ancak kendü- len risalesini kaleme almıştır. Önsöz de, hüküm­ ye dokunsa müslümanlara dokunmasa sevâbdı. darın ıslâhat çabaları, devletin içinde bulunduğu Şâir san'atlarda tiryakilik ayb olmaz, tiryak sebebi durum ve risalesini yazma sebebini belirtir. I. Bö­ ile üstadlıkları ziyâde olur (Yücel, 1988). lüm: Reayanın Durumu. II. Bölüm: Askerin Du­ rumu. III. Bölüm: Hazinenin Durumu. Sonuç: Burada yazar ilmiye sınıfının hangi içeceğin Devlet yapısında meydana gelen bozulma; bütçe tiryakisi olduğunu belirtmemiş, ancak ilmiye sı­ açığı ve askerin çokluğu bunalımının çözümü. nıfının (kadı-imam-müezzin) tiryakilik sebebiyle Katip Çelebi, belirgin olarak Ibn Haldun görevlerini yerine getirmediklerini belirtmekte­ (1332-1406) takipçisidir. O, tarih felsefesinin ve dir. Diğer lâyiha müellifleri tiryakilik konusundan sosyolojinin kurucularından birisi sayılan Ibn. bahsetmemişlerdir. Dolayısıyla Kitâh'U Mesâlîh Haldun'un tarih felsefesinden büyük ölçüde etki­ yazarının, ilmiye sınıfının durumuna hakikaten lenmiştir. Ibn. Haldun gibi, Kâtip Çelebi de top­ vakıf bir kişi olduğu, kanaatine varabiliriz. lumları, doğma ve gelişme, duraklama, gerileme Katip Çelebi, Düsturü'l' Amel li hlâhi'l' Halel, ve yıkılma, devrelerinden geçirmektedir. Ona gö­ a (ÎA, 1970 , VI; Gökyay, 1968; Adıvar, 1982; re bu devrelerin kısalığı ya da uzunluğu kişilere ve Yurdaydın, 1988; Bahinger, 1982). Daha ziyade toplumlara uygulanan tedbirlerin iyi ya da kötü Katip Çelebi diye anılan Mustafa b. Abdullah, olmasına bağlıdır. Katip Çelebi'ye göre toplumlar 1609'da İstanbul'da doğmuş ve evleri de İstan­ da, insanlar gibi kaçınılmaz sondan, ihtiyarlık ve bul'da idi. Babası Enderun'a dahil bir memurdu. ölümden kurtulamazlar. Fakat yerinde ve zama­ Şehrin alimleri ve daire arkadaşları arasında Hacı nında alınacak iyi tedbirlerle, bu sonu uzatmak ve Halife diye anılmaktadır. Katip Çelebi, beş altı bu devreleri daha sağlıklı ve daha rahat geçirmek yaşma gelince babası ona çeşitli hocalar tutarak mümkündür. O, bu görüşü ile etkilendiği Ibn. on dört yaşma kadar ilim tahsil ettirdi. Bundan Haldun'dan ayrılır. Çünkü, Ibn. Haldun, devlet­ sonra divan kalemlerinden Anadolu Muhasebesi lerin yükselme, duraklama ve düşme devirleri ol­ duğunu belirtirken, bu dönemlerin yalnız kişilerin kalemine katip oldu. Çeşitli seferlere katıldı. Ka­ irade kuvvetleri, ihtiras ve yönelişleri ile meyda­ dı -zade'nin derslerine devam etti. On yıl kadar na gelmediğini, dışardan ona yapılacak her türlü ordu ile muhtelif seferlerde bulunduktan sonra, müdahalenin hiçbir tesiri olmayacağına inanır kendisini tamamen ilim tahsiline vermek üzere (Can, 1982; Yurdaydın, 1988). İstanbul'a döndü. Yaklaşık 1635-1648 arası çeşit­ Osmanlı aydınını her ne kadar eserinin birin­ li meşhur hocalardan ilim tahsil etmiştir. Müelli­ ci bölümüne reayanın durumu ile başlamışsa da, fimiz hem kendisi bizzat geometri, astronomi, ma­ bu bölümde kısa bir girişten sonra ilim ve ulemâ­ tematik gibi pozitif ilimleri öğrenmiş, hem de bu nın önemini uzunca açıklayarak ilim ve ulemâya ilimlerin hocalığını yapmıştır. Katip Çelebi, geçi­ verdiği değeri ortaya koymuştur. Ayrıca kitabının mine yetecek olan, terfi ettirilmediği için üç yıl mukaddime kısmında "Eşyanın tabiatının sırları­ memuriyetten ayrılıp tekrar ikinci halife olarak na ermiş, nazarî ve amelî bilginin inceliklerine atandığı, memuriyetten aldığı para ile kanaat ede­ vakıf araştırmacılara göre" ifadeleri, Katip Çele­ rek, daha fazlasını istememiştir. Teliflerinin çoğu­ bi' nin pozitif ilimlere ne kadar önem verdiğinin nu bu son yıllarda vücûda getirmiş ve 1657 yılın­ ve bilimsel tavrının göstergesidir.

bilig-14/Yaz '2000 42

Yazar, ilmin ve ulemânın ne kadar önemli ol­ Nasıl ki kalp, bedenin canlılığını temin ediyorsa, duğunu enteresan bir örnekle şöyle ifade eder: ilim de toplumun devamlılığını sağlar. Beden "İnsan vücudu, dört unsur tabiatından olan, dört kalpten yararlandığı gibi, toplumda alimlerden karışımdan meydana gelir. Duygu ve güç vasıtası yararlanır. Bu durumda ilim ve ulemâ sınıfı, top­ ile kendini yönetmeyi başarır. Bunun gibi, top­ lum için hayatî bir önem taşımaktadır. Ayrıca ya­ lumlar da dört temel esastan mürekkep olup, duy­ zar, toplum yapısının sağlıklı olması için ulemâ, gu ve güce eş değerde olan devlet yöneticileri ara­ asker, tüccar ve reayanın uyum içinde olması ge­ cılığı ile nefsin yönetimini ve dizginlerini elinde rektiğini vurgular. tutma makamında olan yüce Sultan idaresine Görev ismi vermeden, mansıbların ehline ve­ bağlı kalmıştır. Dört esas dediğimiz, ulema, asker, rilmediğini ve rüşvetle ilgili olarak şunları belir­ tüccar ve reayadır. Saygın ulema zümresi, beden­ tir: "Bu çöküntünün bir nedeni de vergilerin kat de en önemli bir unsur olan kana eşittir. İnsan vü­ kat artırılmasıdır. En büyük neden de, görevlerin cudunun kaynağı kalptir. Kalp hoş bir cevherdir. ehline verilmesi ve ehil olmayanların ve gaddar­ Oldukça nazik yapısından dolayı, bedende hare­ ların hakkından gelinmesi gerekirken, bütün ma­ ket edemeyip kan onu, bedenin en ince noktala­ kamların yüksek fiyat ile satılması olmuştur. Satın rına kadar ulaştırır. Şüphesiz, bedenin onunla alan lanetlikler süratle evvela ödedikleri pis para­ beslendiği gibi, alimler de kalp ayarında olup, be­ yı fazlası ile toplamaya çalışırken, mecburiyet ba­ reket ve bolluğun temeli olan ilimle doğrudan ya hanesi ile o görev bir başkasına daha satılır, o da da dolaylı olarak donanarak, bedenin organları gittiği zaman halkı daha ziyade baskı altına alır. derecesinde olan cahilleri ve halkı aydınlatır. Be­ Reaya fukarası iki katma çıkarılan ağır vergileri denin kalpten yararlandığı gibi, onlar da, âlimler­ ödeyemezken, zalimlerin bu şekildeki zulmüne den yararlanırlar. Kalbin, bedenin canlılığını sağ­ dayanamayıp bunalıma girdiğine de şüphe yoktur. laması gibi, ilim de toplumun devamını sağlar.... Geçmişte, rüşvetçilik suçlaması ile bir çokları Asker balgam, tüccar safra ve yapısı süfli ve top­ işinden çıkarılmış ve gözden düşmüştür. Birçok rakta olan reaya sevda derecesindedir. Nasıl bu devlet ileri gelenleri de katlolunmuşken hâlâ, ak- dört karışım kendi arasında, kaynaşıp ayrılarak, len ve şer'an zararlı ve ayıplanan bu huy, devlet birbirlerinden yararlanıyor ve böylece insan varlı­ işlerinin dayanağı olunca, o devlet ve hazinenin ğı sağlığını buluyorsa, bu dört sınıfın yaradılışı ge­ halinin ne olacağını varın siz düşünün" (Can, reği, birlikte yaşamak zorunda olması nedeni ile 1982). birbirinden yararlanması da toplum düzenini ve Yazar burada her nedense, hangi mansıpların devlet yapısını sağlığa kavuşturmuştur. Vücut ya­ ehline verilmediğini, yüksek fiyatla satıldığını ve pısının bozulmaması, bu dört karışımın ölçülü ol­ kimlerin rüşvet aldığını açıkça belirtmemiştir. masını gerektirir. Eğer nicelik ve nitelik bakımın­ Halbuki daha önce belirttiğimiz gibi, Kitâh'i Müs- dan biri fonksiyonunu yitirip bozulur veya aşırıla- tetab yazarı, Koçi Bey ve Kîtâhu Mesâlihfl' Müsli- şırsa, ya dışarı atılması ya da iyileştirilmesi gere­ min ve Menâffil' Müminin yazarı kadılıkların ehli­ kir" (Can, 1982). ne verilmediğini, Kadıaskerlerin ve kadıların rüş­ Katip Çelebi, o dönemin tıp görüşüne göre, vet aldıklarını açıkça belirtmiştir. Katip Çele­ insan vücudunun, kan, balgam, safra ve sevda ol­ bi' nin anlattığı problemler, önceki problemlerin mak üzere dört karışımdan meydana geldiğini; aynısıdır.Roller tamamen birbirine benzemekte­ toplumların da; ulemâ, asker, tüccar ve reaya ola­ dir, sadece aktörlerin isimleri belirtilmemiştir. rak dört temel unsurdan meydana geldiğini söyler. Bütün devlet müesseselerinde olduğu gibi, tabi­ Bunların içerisinde, ulemâ zümresini, bedende en atıyla kadıaskerlik ve kadılık kurumlarında da ay­ önemli unsur olan kana benzetir. İnsan vücudu­ nı aksaklıklar çıkmıştır. Ayrıca yazarın, "Bir çok nun kaynağının kalp olduğunu ve kalbin kanı be­ devlet ileri gelenleri" ifadesinden de bunu açıkça denin en ince noktalarına ulaştırdığını belirtir. anlayabiliriz.

bilig-14/Yaz '2000 43

Ulemânın başı durumunda olan Şeyhülislâm retiyle taassup bağından kurtarmak için şu küçük önemini ise şöyle belirtmiştir: "Daha önce insa­ eseri kaleme aldım" (Gökyay, 1980) diyor. nın nefsi, devlette Sultanı; akıl gücü, veziri; idrak Esasen Mizanü'l'Hak, pozitif ilimler ve felsefe­ gücü, şeyhülislamı temsil ettiğini ve diğer dört nin bir savunucusudur. Ayrıca yazar bu ilimlerle unsurun da toplum tabakaları derecesinde olduk­ dinin uzlaştırılması üzerindeki düşüncelerini bize larını anlatmıştır" (Can, 1982). Bu sefer de şey­ bildirir. Eserin önsözünde o dönemin taassubun­ hülislâmı yine çok önemli bir konumda, idrak gü­ dan şikayet eder ve pozitif ilimlerin lüzumunu sa­ cünün temsilcisi mevkiinde nitelendirmiştir. vunur, İslâm aleminde ilim tarihinin kısa bir öze­ Katip Çelebi, daha önce belirttiğimiz, nasıl ki tini verir. beden dört karışından meydana gelmişse; toplu­ Önsözde yazar o dönemde toplumun içine mun da dört unsurdan meydana geldiği benzetme­ düştüğü durumu şöyle ortaya koyar: "Kimi kişiler sini birkaç defa tekrarlamıştır. Yani bedenin sağ­ kendilerini vesveseye düşüren şeytanın azdırıp lamlığı, kuvvetlerin dengelenmesi ve bir birleriy- yoldan çıkarması yüzünden tanık gösterme yolu­ le bağlantılarıyla ayakta duruyorsa, devletin sağ­ nu bırakıp bilgisizliğinden ve ahmaklığından ötü­ lamlığı da bu dört sınıf halkın denkliğiyle olaca­ rü zanlara ve içindeki kuşkulara kapılarak tanığın ğını belirtir. Bedenin sağlığı nasıl ki bu kuvvetle­ karşısına çıkmak diler, bundan dolayı da birkaç rin denkliğine bağlı ise, toplum düzeni de, bu halk meselede kavgaya ve boş taassup hastalığına tutu­ tabakalarının denkliğine bağlıdır. Gerçi ikisinde lur. Geçmişte olan taassup savaşları gibi bu akıl­ de gerçek bir dengenin söz konusu olmadığını be­ sızların boş uğraşmalarının da zamanımızda vuru­ lirtir. Fakat bu çatışmanın bir dereceyi aşmaması­ şup kırışmaya yol açmasına az kalmıştı. Bunun nı, yapının bozularak sıhhate zarar gelmemesini için kavgalı meselelerde tanık yolunu göstermek önerir. Ayrıca toplumu meydana getiren bu un­ için birkaç satır karalayarak adına Mizanü'l'Hak fi surların, duraklama dönemine kadar sağlam oldu­ thtiyarfl' Ahakk denildi; ta ki herkes bu kavganın, ğunu, sonra yavaş yavaş güçsüzleşerek, tam olarak bu birbirleriyle düşmanca uyuşmazlığın konusu görevlerini yerine getiremediğini de belirtir. nedir ve bundan nasıl bir sonuç alınır, bilsinler de Yazar bu eserinde dikkatimizi çeken nokta ise ahmaklık vadilerinden dönüp kuru kavgadan vaz­ şudur. Devletin bozulmasının sebeplerini tesbit geçsinler" (Gökyay, 1980). ederek ortaya koyması ve tesbitlerle karışık, tek­ Yukarıda belirttiğimiz gibi, Mizanü'l'Hak po­ lifleri de birlikte bize sunmasıdır. Yani toplumu zitif bilimlerin ve felsefenin savunucusudur. Yazar meydana getiren en önemli unsurun ilim ve ule­ önsözde, taassuptan bahsetmiş, bunun sebebinin mâ olduğunu belirtmiş ve bu unsura gereken öne­ de cahillik olduğunu belirtmiştir. Giriş bölümün­ min verilmesi, diğer unsurların da hem kendi ara­ de ise, ilimlerin tasnifini yaparak konularını ele larında, hem de ulemâ sınıfı ile aralarındaki mü­ almıştır. Bundan sonra, pozitif ilimle dinin çatış­ nasebetlerin sağlıklı, uyumlu olması gerektiğini madığını şöyle ifade eder: "Bundan dolayı kimi belirtmiştir. bilgisizlerin bu iki ilmin dince yasak olduğunu Katip Çelebi, Mizânû'l Hak Fi thtiyarfl' Ahakk söylemeleri bilgisizlikten ve ahmaklıktandır. Yok­ (Gökyay, 1980; Gökyay, 1968; Adıvar, 1982; sa gerçeği arayan bilginlerin çoğu bunun gerekti­ Yurdaydın, 1988; Bahinger, 1982; ÎA, 1970a, VI). ği düşüncesindedirler" (Gökyay, 1980). Katip Çelebi'nin en son eseri olup, 1656 senesin­ İslam âleminde ilim tarihinin kısa bir özetini de kaleme alınmıştır. O eserini dönemin şiddetli verdikten sonra, taassup ve felsefe düşmanlığın­ münakaşalarının konusu olan bazı meseleler dan şöyle bahseder: "Lakin nice boş kafalı kimse­ üzerinde, olumlu ve yapıcı fikirler ileri sürerek, ler İslamlığın başlangıcında bir maslahat için or­ bunların asıl mahiyetlerini ortaya koymuş ve taya konan rivayetleri görüp, cansız taş gibi -akıl­ anlamsız kavgaları önlemek için yazmıştır. Ka­ larını kullanmadan- salt taklid ile donup kaldılar. tip Çelebi, bu eseri için: "Fakir bundan önce ni­ Aslını sorup düşünmeden redd ve înkâr eylediler. celerini doğru yol gösterip itidale yöneltmek su­ Felsefe ilimleri diye kötüleyip yeri göğü bilmez ca-

bilig-14/Yaz '2000 44 hil iken bilgin geçindiler. Onlar Allahın göklerde nı elden geldiğince öğrenmeye çalışsınlar, elbette ve yerdeki o muazzam mülk ü saltanatına, Alla­ bir yerde lâzım olur, zararı olmaz. Kötüleyip inkâr hın yarattığı herhangi bir şeye, belki ecellerinin eylemeyeler. Zira bir şeyi inkâr o nesneden uzak yaklaşmış olduğuna da bakmadılar tehdidi kulak­ ve yoksul kalmaya yol açar" (Gökyay, 1980). Do­ larına girmedi. Yere ve göklere bakmayı öküz gibi ğudan gelen cahil öğrencileri görünce, bazı kabi­ göz ile bakmak sandılar. Ulu Osmanlı devletinin liyetli olan öğrenciler hikmet (felsefe) öğrenmek ilk çağlarından Sultan Süleyman Han zamanına istemişler. Tabiî Katip Çelebi de, onları yoklama gelinceye dek hikmet ile şeriat ilimlerini uzlaştı- ve ders okutma esnasında felsefe derslerine ısın­ ran gerçek araştırıcılar ün almışlardı. Ebu'1-feth dırmaya, heveslendirmeye çalışmış ve onlara fel­ (Fatih) Sultan Mehmed Han Medâris-i Semani- sefe dersi okutmuştur. Yazar, görüldüğü üzere fel­ ye'yi yaptırıp kanuna göre iş görülüp okutulsun sefe derslerinin gayretli savunucusu olmuş ve bu diye vakfiyesinde yazmış ve "Haşiye-i tecrid" ve konuda çaba sarfetmiştir. "Şerh-i Mevâkıf" derslerinin okutulmasını bildir­ Ulemânın mutlaka hendese, riyaziyat bilmesi mişti. Sonra gelenler bu dersler felsefiyâttır diye gerektiğini savunan yazar, bu fikrini de şöyle tu­ kaldırıp "Hidaye" ve "Ekmel" derslerini okutmayı tarlı bir hale getirir: Hendese bilen müfti ile hen­ akla uygun gördüler. Yalnız bunlarla yetinmek ak­ dese bilmeyen müftinin fetvasını şöyle açıklar. la uygun olmadığı için ne felsefiyat kaldı, ne Hi­ 'Bir kimse boyu ve eni derinliği dört zîrâ bir kuyu daye kaldı ne Ekmel. Bununla Osmanlı ülkesinde kazmak için birini sekiz akçaya tuttu. O da boyu ilim pazarına kesat gelip, bunları okutacak olanla­ ve eni ve derinliği iki zîrâ olan bir kuyu kazdı ve rın kökü kurumaya yüz tuttu. Kimi kıyıda köşede karşılığında dört akça istedi. Fetva ettirdiler, hen­ Doğu-Anadolu'da yer yer kanuna göre ders gören dese bilmez müfti dört akça hakkıdır, dedi. Hen­ öğrencilerin daha başlangıçta olanları İstanbul'a dese bilen müfti hakkı bir akça diye fetva verdi, gelip büyük tafra satar oldular" (Gökyay, 1980). doğrusu da budur. Çünkü iki zîrâ kuyu dört zîrâ Taassup içinde olanların akıllarını kullanma­ kuyunun sekizde biridir. Ücretin de sekizde bir ol­ yıp, sadece taklit ile ilerlemediklerini, aslını sorup ması gerektir' der. Yine aynı şekilde, Hendese bi­ düşünmeden redd ve inkar ettiklerini belirtir. Fel­ len kadı ile hendese bilmeyen kadının hükmünü sefe ilimlerini kötüleyenler ise, cahil oldukları şöyle açıklar: "Bir kimse boyu ve eni yüz zîrâ ol­ halde bilgin yerine geçmişlerdir. Fatih Sultan mak üzere bir tarlayı başkasına satıp teslim edece­ Mehmed (1451-1481) zamanında felsefe ilimleri­ ği zaman boyu ve eni ellişer zîrâ iki tarla verdi. nin medreselerde okutulduğunu, daha sonra ise Aralarında uyuşmazlık çıkıp bir kadıya vardılar ki pozitif ilimlerin kalkarak Islamî ilimlerin kaldığı­ hendese bilmezdi. Hakları budur diye hükmeyle- nı; sadece Islamî ilimleri tahsil etmenin de akla di. Sonra bir hendese bilen kadı bulup dinlettiler, uygun olmadığı için, hem felsefe ilimlerinin hem yarım hakkıdır dedi. Doğrusu da budur. Bunların de Islamî ilimlerin ortadan kalktığını belirtir. Ya­ aslını bilmek isteyen riyaziyat görmeye heves ey- ni felsefenin medreseden kaldırılmasıyla medrese­ leye" (Gökyay, 1980). lerin gerilemesinin başladığını ifade eder. Hendese ve riyaziyat bilimlerinin önemini, Taassub içinde olanların ve felsefeye karşı hendese bilen müfti ile hendese bilmeyen müfti; olanlara karşı izlenecek yol ve çözüm yollarını da hendese ve riyaziyat bilen kadı ile hendese ve ri­ hemen arkasından vermiştir. "Onları görüp kimi yaziyat bilmeyen kadı örneklerini vererek somut kabiliyetli olanlar zamanımızda hikmet öğrenmek bir şekilde açıklamıştır. Dolayısıyla ulemâ sınıfı­ istediler. Fakir de yoklama ve ders okutma sırasın­ nın (özellikle kadılar ve müftülerin) mutlaka po­ da istidadı olan öğrencileri, Sokrat'm, Eflatun'u zitif ilimlerden (en azından hendese ve riyaziyat) heveslendirdiği gibi, varlıkların gerçeğini araştı­ gibi ilimleri bilmesi gerektiğini, şayet bilmezse ran bilimi öğrenmeleri için teşvik ettim, bu risa­ yanlış fetva vereceğini ve işini tam olarak yapa­ lede de öğüt ve hepsine nasihat olsun diye birkaç mayacağını ortaya koyar. madde alıp söyledim. Ta ki mutlak ilim adına ola­ Yine Tefsir ilminde de, Kuran-ı Kerim tam ve

bilig-14/Yaz '2000 45 doğru olarak açıklanıp yorumlanabilmesi için, adam-akıllı pişirip tamamlamadan başka konuya astronomi ve kozmografya ilminin bilinmesini; İs­ geçmeye... Ve öğrenimi tamam olmadan kimi kender'in bir sözü üzerine, coğrafyanın okunup mansıplara ve ilmî vazifelere heves eylemeye. incelenmesini gerektiğini belirtir. İslam hukuku Çünkü kadılık, müftilik, vaizlik, imamlık ve ha­ alimlerinin riyaziyat bilmesi gerektiğini de ifade tiplik yolunca ilimle uğraşmaya engeldir. Onların edince, Islamî ilimlerin tahsil eden her öğrenci­ gerektirdiği vazifelerle uğraşmak lâzım gelir. Öğ­ nin pozitif ilimleri okuması gerektiği ortaya çıkı­ renimini tamamladıktan sonra da nazariyyatm yor. vahşileri unutmasına sebeptir. İmdi gerçekten Katip Çelebi, Osmanlı İmparatorluğunun o ilim isteyen talebe, kazalara uğramaya, geçim işi­ dönemdeki, ilim âlemi arasındaki şiddetli müna­ ni bir başka yoldan sağlamaya baka" (Gökyay, kaşaların konusu olan bazı meseleler üzerinde 1980). Yazar son nasihatini ilmeye sınıfına ve ta­ olumlu ve yapıcı fikirler ileri sürerek, bunların lebeye yaparak kitabını bitirmiştir. Burada dikka­ asıl mahiyetlerini ortaya koymuş ve anlamsız kav­ timizi çeken, kadılık, müftilik, vaizlik, imamlık ve gaları önlemek için gayret sarfetmiştir. Çünkü hatiplik yaparak ilim yapılamayacağının vurgu- özellikle vaizler ile tarikatların arası tamamen lanmasıdır. açılmış, karşılıklı tartışma merhalesi ortadan Hezarfen Hüseyin Efendi, Telhîsü'l Beyân fî kalkmış, neredeyse çatışma çıkacak duruma gel­ Kavânîri'i Âî-i Osman (tlgürel, 1998; Bursalı, miştir. Yazar bu iki zümrenin de aralarındaki me­ 1965, III). Hüseyin Efendi 1600 tarihinde İstan- seleleri dahi, mümkün mertebe iki tarafı da incit­ köy'de doğmuş, ilk öğrenimini memleketinde meden, doğru olanları söyleyerek, halletmeye ça­ yaptıktan sonra İstanbul'a gitmiş ve ölünceye ka­ lışmıştır. dar orada kalmıştır. İstanbul'da devamlı olarak Yazar öğütler bölümünde de, vaizlere, öğrenci­ ilimle uğraşan ve yabancı bilginlerle de temaslar lere, ilmiye sınıfına nasihatlarda bulunmuştur. kuran Hüseyin Efendi aynı zamanda büyük bir kü­ Herhalde, vaizlerle tarikat camiasının arasındaki tüphane kurmuştu. Kısa bir müddet IV. Meh- husumet çok ileri safhaya girmiş ki ilk nasihati med'in tarih hocalığı görevini ifa etmiştir. Yazar, vaizlere yapmıştır. Vaizlere verdiği tenbih ve na- divan hizmetlerinden, Defter Eminliği görevini sihatlar çok ilginç ve önemlidir: "Vaiz efendilere yaptığı tahmin edilebilir. Çünkü, Telhisü'l'Beyan yakışan öğüttür. Burada vaaz ve nasihat âdabın­ isimli eseri, XVII. yüzyıl devlet teşkilâtına ait bu dan bir kaçını bildirmek için bu öğüdü veriyo­ kadar açık malumat verebilmesi, onun Defter ruz.... Birinci edep budur ki vaazında şehir halkı­ Emini olarak çalıştığı kanaatini güçlendirmekte­ nın töresine ve âdetine ve ıstılahına aykırı sözler dir. Tarihi eserlerinin yanında, ahlak, tasavvuf ve olmıya. Çünkü dedikoduya ve karışıklığa yol açar. devlet teşkilâtına ait kitaplarının yanı sıra, tıp sa­ İkinci edep budur ki müslümanlar arasında uyuş­ hasında da eserler vermiştir. Hüseyin Efendi, ilk mazlık varsa güzellikle ve yumuşaklıkla, tatlı söz­ defa batı kaynaklarından istifade eden ve edindi­ le ve gönül alıcı öğütlerle onları uyuşmaya, birbi­ ği malumatı eserlerinde kullanan tarihçilerdendi. rinden nefreti ve birbirlerine düşmanlıklarını ön­ Bu arada, İstanbul'a gelen Avrupalı âlimlerin ço­ lemeye yarayacak vaizler ola. Bir yanı tutup öte ğunu tanırdı ki, bunlar arasında Kont Ferdinand yanı azarlayarak gürültü edilmesin. Bu düşmanlı­ Marsigli, Demetrius Cantemir, Petis de la Croıx ğın artmasına yol açar" (Gökyay, 1980). ve Antoine Galland'ı sayabiliriz. Yazarın ömrünü ilmî araştırma ile geçirdiği ve muhtemelen 1679 İlmiye sınıfına ve öğrenciye ise çok önemli tarihinde İstanbul'da öldüğü belirtilir. (Ilgürel, nasihatlarda bulunarak şunları belirtir: "Bu fakir­ 1998; Bursalı, 1965, III; Bahinger, 1982; TDVlA, den ders gören talebeye hususi olarak, ve öteki ta­ •XVIII; Yurdaydın, 1988). lebeye umumî olarak yarayan öğüttür. İlkin kabi­ liyetli olan kimseler, ilk bilgileri gördükten son­ Hezarfen Hüseyin Efendi'nin, tarih ve teşkilât ra... öteki konulara geçip yolunca uğraşarak her tarihine dair iki önemli eseri vardır. Tarihle ilgili kesrede vahdet canibinden başlamalı. Bir konuyu eseri olan Tenkîhü't Tevârih.4 Mülûk adlı eserini

bilig-14/Yaz '2000 46

IV. Mehmet'e (1648-1687) sunmuştur. Bu eserini direkten en önemlisi olan 'ulema' mn, şeref ve hazırlarken bazı zor meseleleri ilim erbabından rütbe bakımından en önde geleni olduğunu be­ Reisü'l-Küttâb İzzeti Efendi'ye danışmıştır. Daha lirtmiştir. Hüseyin Efendi'nin kaynaklarından bi­ sonra bu eserini İzzeti Efendi'ye arzetmiştir. İzzeti risinin de Katip Çelebi olduğu bilindiğine göre bu Efendi, "Tenkih"in çok faydalı bir eser olduğunu benzetmede ondan istifade etmiş olabilir. Katip belirterek, Hezarfen Hüseyin Efendi'yi Osmanlı Çelebi'de açıkladığımız teşbihin aynısını burada devlet teşkilâtına ait yeni bir eser vücûda getir­ bulmaktayız. İkisi arasındaki fark ise, Katip Çele­ mesi için teşvik eder. İşte Hüseyin Efendi, bu teş­ biye göre, toplumu meydana getiren, ulemâ, as­ vik ve tavsiyeler üzerine, esaslı araştırmalara giriş­ ker, tüccar ve reayanın uyum içerisinde olması miş, tarihleri, devlet dairelerindeki defter ve he­ gerektiğini, aksi takdirde toplum ve devlet düze­ sapları tetkik ederek, özellikle kanunnâmelerden ninin bozulacağını belirtir. Hüseyin Efendi ise, il­ istifade yoluyla, eserini meydana getirmiştir. Bu min ortadan kalkmasıyla, toplumun ayakta dura­ eserine de Telhîsü'l Beyan fî Kavânîri'i ÂI-i Osman mayacağını ve devam edemeyeceğini, devletin de adını vermiştir (tlgürel, 1998; Yurdaydın, 1988; ortadan kalkacağını belirtmektedir. Kendi zama­ Bahinger, 1982). Eser, on üç bab ve birçok fasıl­ nında ise, ilim ehline rağbetin kalmadığından şi­ lardan meydana gelmiştir. kayet eder. Adından da anlaşıldığı gibi esasen eseri Os­ Osmanlı İmparatorluğunda Şeyhülislâmın en manlı devlet teşkilâtı ve Osmanlı kanunlarıdır. yüksek rütbede ve derecede olduğunu, sadrazam­ Fakat yazar, bu arada Osmanlı devletinde o sırada dan bazen üstün, bazen da aynı mertebede oldu­ mevcut çöküntü ve düzensizliklerden bahsetmiş­ ğunu belirtir. Bütün ulemâya, Osmanlı Devletin­ tir. Eserin bizim çalışmamızı ilgilendiren bölümü de yapılan hürmet ve saygının, hiçbir İslam dev­ "Der-Beyân-ı Ulemâ-yı Kiram ve Rüsûm-ı Berât - letinde olmadığını vurgular. ı Ahkam" adını taşıyan onuncu bölümdür. Önceden Osmanlı Devletinde ve fetva Yazar, toplumdaki ulemânın ve ilmin önemi­ işlerinin bir âlime verildiğine işaret ederek Sultan ni şöyle açıklar: "Bu zümre-i celile, erkân'ı erba'a- Murad Gazi zamanında Molla Fahrüddin'e yük­ yı devletin rükn-i azâmi ve şeref ve rütbe cihetin­ selme teklif edilince "Beytü'l-mâl'den hissemiz, den sairlerinin mukaddemi olup, beden-i insanda kifayet mikdârıdır; ziyâde helâl değildir" diyerek hılt-ı mahmûd deme mümasil ve sair esnaf dahi kabul etmediğini belirtir. O zaman, bu paranın ihata mu'âdil düşmüştür. Kalb ki, menbâ'-ı rûh-ı kafi geldiğini, sonra devletin zamanla "şan u un­ hayvanidir. Ve rûh-ı hayvanı bir cevher-i latîfdir vanı büyüyüp, eshabı tantana ve dârat kullanmak ki, gayet letafetinden bedene bizzat cereyan ede- örf ve adet oldu" diyerek ulemânın şan ve şöhre­ meyüp, dem anı hâmil olur... ve cümle a'za ve ci- te düşkünlüğünü anlatır. Yazar zamanındaki şöh­ vârihe îsâl ider. Lâ-cerem, beden anınla hayat bu­ ret ve tantanadan şikayet ederken, "Pes, bu asırlar lup, müntefi olduğu gibi ülemâ-yı şeri'at-ı hakikat ol zamana kıyas olunmaz... Her asrın bir örfü ve dahi... etraf-ı beden makamın da olan ümmîlere her örfün bir müktezası olur" diyerek değişik bir ve avama erişdirüp... Rûh-ı hayvanı kıvam ve de- görüş açısı ortaya koymuştur (tlgürel, 1998). vâm-ı bedene sebep olduğu gibi, ilm dahi kıyam Fatih Sultan Mehmed'in son zamanlarında, ve devâm-ı cem'iyyet ve devlete sehehdir (tlgürel, fetva makamına o kadar rağbet edilmediğini zik­ 1998). rederek, hatta Molla Tusi'nin, Sahn tedrisi ile fet­ Ulemâ zümresinin, devletin dört temel direği­ va işini birlikte yaptığını belirtir. Yani önceden nin en nüfuzlu ve ehemmiyetlisi olduğunu belir­ ulemâ sınıfının lükse ve tantanaya düşkün olma­ tir. Hüseyin Efendi de, Katıp Çelebi gibi o döne­ dığını, hem tedrisat, hem kadılık ve hem de fetva min tıp görüşüne göre, insan vücudunun, kan, işini birlikte yürüttüklerini, ayrıca fetva makamı­ balgam, safra ve sevda olmak üzere dört karışım­ nın fazla rağbet edilen bir makam olmadığını ifa­ dan meydana geldiğini; toplumların da "erkân-ı de eder. erba'â" dan meydana geldiğini ve bu dört temel Daha öncede ulemâ arasında, münakaşa ve

bilig-14/Yaz '2000 47

çekişmelerin olduğuna dair örnekler verdikten nü özetle şöyle ortaya koyar: "Zira zemânede me- sonra, zamanında da bunun devam ettiğini şöyle hâdim zümresi riâyet olunup nice ehl-i ilm pâyi- ifade eder: "İlel'an silsile keşâkeşi ile halleri diğer- mâl olup ayakda kalmışdır. Zemânede ise okumak gûn ve tertîb-i silsile esnasında keşmekeş-i erbâb- yazmak vadileri bi'1-külliyye metruk olmuşdur. ı tarîkden ekseri zâr u zebûndur" (tlgürel, 1998). Ekser ulemâ ümerâdan fark olunmaz. Kadıaskerler Hezarfen, Medrese hocaları ve talebelerinin gayet dindar ve perhizkâr ve ehl-i ilm âdemler ge- keşmekeş içerisinde olduğunu, ders için medrese­ rekdir. Gerçi ba'zısı ehl-i ilm olur. Lâkin medyun ye ayda yılda bir gittiklerini, çeşitli meşguliyetler­ oldukları içün kadıasker oldukları gibi kazaları den dolayı bazı müftilere bir kere ders bile nasip "bey' men-yezid" idüb ve "duyûn ile kazaya vâsıl olmadığını zikreder. Medrese öğrencilerinin ve olan adi mi eyleyecekdir". Ehl-i hizmetden hâne hocalarının acıklı durumunu da şöyle belirtir: başına onar on beşer akça almayınca hizmet tev­ "Fetva iştigali arasında ma'zul mollalar ve zi' eylemez. Harâccı ve avârızcı kadıya murad ve- müderrisin ve kırkdan ma'zûller gelüp gidüp ta- ricek reaya üzerine yükledür. Kadı zulme rızâ ver­ saddiden hâli olmazlar. Medreseye varup ders din­ mese, ehl-i örf ta'addiye kadir olmazlar. Yine fe- lemek üzerlerine lâzım iken, kesret-i iştigalden sâd, kudat tarafmdandır" (tlgürel, 1998). ayda yılda bir varmağa elleri değmez ve ba'zı müf­ Öyle anlaşılıyor ki, yazarın zamanın da, hiz­ tilere bir kerre ders bile nasib olmaz. Ma'a-zâlik metçilere saygı gösterilir hale gelmiş, ilim adam­ tevliyeti kethüdalarında ve cümle hail ü abd-i ev- ları ise ayaklar altına alınmış, hiçbir itibar görme­ kâf-i cami' kendülerden olup, ondan gayri Topha­ meye başlamıştır. Medreseler, öğrenciler ve hoca­ ne'de Kılıç Ali Paşa Cami'i gibi nice evkafın ne­ lar tamamen ilimden uzaklaşmışlar, eğitim öğre­ zâreti meşrutalarıdır" (tlgürel, 1998). tim olmadığı gibi, ilmî araştırma ve üretimde kal­ Yazar, bu bozukluk ve aksaklıkların düzeltil­ mamıştır. mesi ile ilgili çözüm yollarını şöyle açıklar: "Padi­ Hezarfen, kadıaskerler ve kadıların durumları­ şahlara lâzımdır ki ahyânen şeyhülislamı da'vet nı da anlatır: Kadıaskerler borçlu oldukları için, edüp musâhebet eyleye. Bu ahvâl-i âlemi kendü- göreve geldiklerinde kazaları (kadılıkları) açık ar­ den suâl eyleye. "Taşradan zulm u fe'addi olur­ tırma ile satıyorlardı. Tabiatıyla borçlu olarak ka­ muş, niçün beni ikâz eylemezsin. Şeyhülislam, zaya giden kadıda adaletle hükmetmeyecek, çeşit­ umûm-ı ehl-i Islamın Şeyhi dimektir. İmdi tarîk­ li vesilelerle halktan rüşvet alacaktır. Burada, bo­ den i'vicâc üzere olanları niçün bana bildirmez­ zulmanın sebebi ise kadıdır (tlgürel, 1998). sin. Rûz-ı cezada vebali senin boynuna" deyü bu­ Ulemâ sınıfının (kadıasker, kadı, müderris) ıs­ na benzer sözler söylemek lâzımdır" (tlgürel, lâhı ve düzelmesi için önerdiği teklifler ise şunlar­ 1998). Yazar'a göre bizzat padişahın Şeyhülislâmı dır: "Padişahlara lâzımdır ki, ulemâ zümresin çağırarak, bu durumu ondan öğrenmeli, taşrada mu'azzez ve mükerrem tutalar. Fakirü'1-hâl olan­ olan zulmü niçin haber vermediğinin hesabını larına vezaif ve atâyayı diriğ buyurmayalar. Ve iç­ sormalıdır, diyerek, bütün sorumluluğu Padişaha lerinden fâzıl ve kâmil Perhizkâr muttaki olanla­ ve Şeyhülislâma yükler. rını müntâz bılup, müteçerri' ve mütteki olanlara Kadıların görev sürelerinin belli olmadığını, şâirinden ziyâde riâyet eyleyeler ve mahfice bî-ga- bazen bir sene veya daha fazla olabildiğini belirt­ raz âdemler ile herkesin ahvalini tecessüs etdirüp tikten sonra, Ebussuud Efendi kazasker oluncaya ol makalelere cüzcükler göndermekle, hatırın ele kadar, derslerden mezuniyet sırasına bakılmaksı­ alup, şâire dahi iyiliğe tergîb hasıl ola. Ve müd- zın, herkesin bir yolunu bularak müderris olduğu­ det-i medîdeden berü, ma'zûl ve müstahaklara, nu rivayet eder. Fakat Ebussuud Efendi (Uzunçar~ kimseye danışmadan mertebesi olan mansıb ile şık, 1983, 11) dersten icazet alıp kazaskerlerin da­ behremed kılma". Kadıaskerlerle ilgili olarak ise iresinde sıra bekliyenler için bir ruznâme tutarak "Kadıaskerler gayet dindar ve perhizkâr ve ehl-i bu işi sıraya koymuştur (tlgürel, 1998). ilm âdemler gerekdir... İmdi Pâdişâh kadıaskerler Müellif zamanındaki, medresenin, ilim alemi­ ahvalini tecessüs edüp, ba'zı kimselere ahyânen nin, ulemânın sosyal, ekonomik ve bilimsel yönü­ akça ile kadılık aldırıp, ba'dehu kim etmiş ise yüz-

bilig-14/Yaz '2000 48 leşdirüp sezasına göre ceza ey leye. Kadılık ahkam- SONUÇ ı şeriyye icrası içün hâlâ halk malını ne yüzden al­ mağa adi ü dâd ile meşhur olanları, vakti geldi de- Osmanlı İmparatorluğunda en önemli eğitim yü azl eylemeyüp ibka buyuralar. Şâiri dahi anı öğretim kurumu olan medrese, devleti ayakta tu­ görüp iyiliğe heves ideler.... Cümle işlerden pâdi­ tan temel kurumlardan biriydi. Çünkü devlet teş­ şâh mesuldür. Ben filana sipariş eyledim, demek­ kilâtının ve bürokrasinin eğitim görmüş eleman­ le halâs müyesser değildir. Padişah lâzım olan iyü- lara ihtiyacı vardı. Özellikle hukukun uygulanma­ lerini bulup, zâlimlerine asla mansıb virmemek sı ve idari görevleri yerine getiren kadılar medre­ gerek. Zâlimi re'âya üzerine taslit eylemek, kurd- selerden yetişiyor, bütün öğretmen, öğretim üyesi ları koyun sürüsüne salıvermekdir" (tlgürel, kadrosu buralardan sağlanıyordu. Velhasıl koca 1998). devletin eğitim öğretim yükünü medreseler taşı­ Hezarfen Hüseyin Efendiye göre, memlekette yordu. Eğitim öğretim tamamen bozulmuş ve yok olmuş­ Medreselerden bugünkü anlamda sadece din tur. Ulemâya itibar edilmemekte ve saygı gösteril­ görevlisi yetişmiyordu. Şeyhülislam, kadıasker, memektedir. Sosyal ve iktisadî durumları lüks, ih­ kadı, müfti, müderris, vaiz, imam, müezzin ve hat­ tişam ve başka sebeplerden dolayı çok kötüye git­ ta divanın üç üyesi olan Kadıasker, Defterdar ve miştir. Padişahın genel olarak bütün ulemâ sınıfı­ Nişancı da genellikle ulemâ sınıfından olurdu. nı önceki itibarlı ve saygın durumuna getirmesi Yani bu durumda Osmanlının aydını, edebiyatçı­ gerekir. İçlerinden layık olanlara, diğerlerinden sı, sanatçısı, müzisyeni, öğretim üyesi, bürokratı daha fazla sağı göstermelidir. Uzun müddet ma'zul büyük ölçüde medrese mezunu idi. ve müstahak olanlara, kimseye danışmadan ona Buna paralel olarak o dönem yazarları, Os­ görev vermelidir. Kadıaskerlerin gayet dindar ve manlı toplumunu eski anlayışa göre, dört ayrı sı­ perhizkar ve ehl-i ilim olması gerekir. Yine padi­ nıf olarak görmektedirler. İlmiye sınıfı ise, aksam- şah, kadıaskerleri araştırıp, rüşvetle kadılık veren­ ı erbaa diye nitelendirilen ana direklerin en leri cezalandırması gerekir. Yazara göre, padişah önemlisi olarak belirtilir. İşte bu derece önemli bütün işlerden mesuldür ve padişahın iyileri bu­ bir sınıfın gerilemesinin, bozulmasının sebepleri­ lup görev vermesi, zalimlere asla görev vermeme­ ni ve çözüm yollarını araştırmak, Osmanlı İmpa­ si gerekir (tlgürel, 1998). ratorluğu açısından hayâtı önem taşımaktadır. Bu Osmanlı aydını, son ıslâh teklifini ise, öğren­ çalışmamızda XVII. yüzyılda Osmanlı aydınına cilere yönelik yapmıştır. Öğrencinin derslere göre, ilmiye sınıfının ve medresenin bozulması ve muntazam dört gün devam etmesi gerektiğini be­ çözüm yollarını araştırmaya çalıştık. lirtir. Derslerin tamamını okumadan mülazemete Netice olarak, Kitâh'i Müstetâb yazarı hemen gitmemelidirler. Muteber kitaplar nasıl okundu hemen bütün lâyihalarda söz konusu edilen rüşve­ ise, aynı şekilde okunmalıdır. Her öğrenci okudu­ tin, devletin bütün kurumlarında hediye adı al­ ğu dersleri temessüküne yazmalıdır. Yeni hocası tında verilip alındığını, ulemâ ve devlet adamları temessüksüz olan talebeyi kabul etmemelidir. arasında sanki güzel bir adet ve meşru bir duruma Medresede okutulan derslerin tamamını, sırasıyla getirildiğini belirtir. Hatta doğru dürüst olan kişi­ okuyup bitirmelidir. Her medresenin mütevelli ve lere makam verilmediği gibi, işe yaramaz kabul nazırları zikredilen kanunlara uymaları ve kimse edilirdi. Ulemâ sınıfının çok lüks bir yaşam içeri­ kimseden danişmend ayartmaması gerekir (tlgü' sinde olduğunu, dolayısıyla mecburen borçlandı­ rel, 1998). ğını, mansıb alınca da rüşvet almak mecburiye­ Hüseyin Efendinin bu tekliflerinden de Eğitim tinde kaldığı anlatır. Hatta bu rüşvetler zulüm de­ öğretimin tamamen çözüldüğünü hocasıyla, tale- recesine gelmiştir. Liyakatsiz kişilere hak etmedik­ besiyle bir keşmekeş içerisinde bulunduğunu anlı­ leri mansıb ve rütbe verilmesini de tenkit eder. yoruz. Ona göre bu durum, hocasıyla, talebesiyle Ulemânın sözlerinin fiillerine uymadığını, dolayı­ birlikte dikkat, anlayış ve gayretle düzelecektir. sıyla örnek olmadıkları için, diğer devlet hizme-

bilig-14/Yaz '2000 49 tinde bulunanlarında doğru yoldan uzaklaşarak meyeler, leyi ü nehâr mütalaalarında olalar" diye­ bozulduğunu zikreder. Kitâb-ı Müstetab'da ilginç rek, hakikaten ulemânın ekonomik açıdan çok olan bir husus ise, "Ulemâda tama' ve hamakat" zor şartlar altında olduğuna işaret edilir. Şayet bu olduğunun belirtilmesidir. Çözüm yolu olarak ise, sıkıntılar ortadan kalkmazsa, onların ilmî araştır­ sorumlunun padişah olduğunu, padişahın vezirle­ malarda bulunamayacaklarını, problemleri gideri­ rini ve ulemâyı toplayıp devletin bozulmasına se­ lince gece gündüz araştırma ve incelemeyle meş­ bep olan konuları sorması ve araştırması gerekti­ gul olacaklardı. İlginç olarak, kadıların, imam ve ğine işaret eder. Ayrıca padişahın vezirini görev­ müezzinlerin tiryakilikten görevlerini yapamaz lendirerek, bu aksaklıkları gidermesini, ulemâya duruma geldikleri dile getirir. danışıp istişare ederek çözüm yolları aramasını Osmanlı İmparatorluğunda, ulemâ sınıfına tavsiye eder. mensup kadılar, ülkede kazaî, idari ve belediye Koçi Bey, İlme ve ulemâya değer verilmediği­ hizmetleri görevlerini yerine getiriyordu. Bu mü­ ni, bilginin devamının bilginlerle olduğunu atala­ nasebetle kadıların çok önemli görevleri vardı. rı zamanında ulemâya hürmet ve itibar edildiğini Bu açıdan, görevlerini hakkıyla yapabilmeleri belirtir. Ulemânın durumu gayet karmakarışık ve için, onların hiçbir maddi ve manevi problemle­ halleri perişandır. Yazar zamanındaki ilmiye sını­ rinin olmaması gerekir. Aksi takdirde, görevlerini fının şöhret ve lüks düşkünü olmalarını tenkit tam olarak yerine getiremeyecekler, neticesi de eder. Şöhret ve lüks düşkünü olanların ilmî araş­ devlet teşkilâtının önemli bir kısmı bozulacaktır. tırmalar yapamayacağını vurgular. Medreselerin Nizam-ı âlemin ancak ulemâ sınıfı ile olacağını, ve hocalarının nizamlarının bozulduğunu, gerekli ulemânın durumunu düzeltmeden, nizam-ı ale­ eğitim ve öğretimin yapılmadığını uzun uzun min olmayacağını ve müslümanların huzur bula­ açıklar. Kadı askerler sık sık azl olunduğu için, ye­ mayacakları belirtilir. rine gelenler azil korkusuyla devlet büyüklerine Katip Çelebi, Düsturu'l' Amel'de, ilmin ve karşı dalkavukluk yapmaya mecbur kalmışlardır. ulemânın ne kadar önemli olduğunu ilginç bir ör­ Herkesin hatırını hoş etmeye önem verir hale gel­ nekle açıklar. O dönemin tıp görüşüne göre insan mişlerdir. Hak sahibi olmayanlara, mevkiler ve­ vücudunun kan, balgam, safra ve sevda olmak rilmiştir. Kadı askerlerin ve kadıların rüşvet al­ üzere dört karışımdan meydana geldiğini; toplum­ dıklarını uzun uzun örneklerle açıklar. Çözüm yo­ ların da, ulemâ, asker, tüccar ve reayadan meyda­ lu olarak, ilmiyye ait makamların şunun bunun na geldiğini, ulemâyı bedendeki en önemli karı­ aracılığı ile ve rüşvetle verilmemesini, en bilgili şım olan kana benzetir. Nasıl ki kalp ve kan, be­ ve ehliyetli olana verilmesini teklif eder. Mülâ- denin canlılığını sağlıyorsa, ulemâ ve ilimde top­ zimliğin çok sıkı tutulmasını, fazla verilmediği za­ lumun devamlılığını sağlar. Beden kalpten yarar­ man hak sahibi olanlar sıkıntı çekmez, bilgin ile landığı gibi toplumda alimlerden yararlanır. cahil de bir tutulmaz. Kadıların düştükleri durum­ Katip Çelebi de, mansıpların ehline verilme­ la ilgilenmenin en önemli şey olduğunu, onların diğini, yüksek fiyatla satıldığını genişçe açıklar, çok hor ve aşağılık hale geldiklerinin altını çizer. fakat her nedense hangi mansıblarm ehline veril­ Bu problemlerle ilgilenilmeyip, aldırış edilmediği mediği ve kimlerin rüşvet aldıklarını açıkça isim zaman düzen ve nizamın elden gideceğine işaret olarak belirtmez, çekinmiş olabilir. Yazar tesbit- eder. lerle, teklifleri karışık olarak vermiştir. Teklif ola- Kitah'i Mesâlih yazarı, daha önce belirttiğimiz rak.toplumu meydana getiren en önemli unsur gibi eserinin birinci bölümünü ulemâya ayırmış­ olan ilim ve ulemâya önem verilmesini belirtir. tır. Ulemâya önem verilmesi gerektiğini belirte­ Ayrıca bu dört unsurun hem kendi aralarındaki, rek, ulemânın sosyal ve özellikle ekonomik açı­ hem de ulemâ sınıfı ile olan münasebetlerinin dan çok kötü durumda olduğu vurgulanır. Ulemâ­ sağlıklı, uyumlu olmasına işaret eder. Aksi takdir­ ya gerekli imkanların verilmesi, onlar "kapu kapu de toplumun ve devletin zarar göreceğini vurgu­ gezmiyeler ve altı yıl ma'zul, hor ve hakîr sürün- lar.

bilig-14/Yaz '2000 50

Katip Çelebi'nin, Mizonü'l' Hakk isimli eseri lukları padişahın düzeltmesini tavsiye eder. Son ise, medresenin o çağda düştüğü taassuba karşı ya­ olarak da medrese hocalarına ve öğrencilerine yö­ zılmıştır. Fatih Sultan Mehmed zamanın pozitif nelik tavsiyelerde bulunmuştur. ilimler ve felsefenin medreselerde okutulduğunu Aydınlarımızın ulemâ sınıfının gerilemesi ve hatırlatır. Fakat zamanında felsefe ilimleri zararlı­ çözüm yolları ile ilgili tesbit ve teklifler genel ola­ dır diyerek medreselerden kaldırılmıştır. Yazara rak şu başlıklarda toplanabilir. Ulemâ sınıfının göre, sadece Islamî ilimleri tahsil etmek akla uy­ (kadıaskerler, kadılar) rüşvet alması; görevlerin gun olmadığı için, ne felsefi ilimler, ne de Islamî ehline verilmemesi; bu sınıfın şöhret ve lükse ilimler kalmıştır. Yani medreselerin bozulmasının düşkün olması; tamahkar olmaları. Bu benzer sebebini pozitif ilimler ve felsefenin medreseler­ problemlerin yanında, farklı tesbitlerde de bulu­ den kaldırılmasına bağlamaktadır. nulmuştur. Kitâb-ı Müstetâb yazarı, "Ulemâda ta­ Yazar bu eserinde, pozitif ilimlerin ve felsefe­ ma' ve hamakat" olduğunu; Kitab-ı Mesâlih yaza­ nin gayretli bir savunucusudur. Eserinin önsözün­ rı, kitaplarını satacak kadar ekonomik sıkıntıda de taassuptan bahsederek, sebebinin de cahillik olduklarını ve tiryakilikten kadıların, imam ve olduğunu belirtir. Ayrıca pozitif ilimlerle, dinin müezzinlerin görevlerini yapamadıklarını vurgu­ çatışmadığını açıklar. Ulemânın, özellikle kadı, larken; Katip Çelebi, medreselerin bozulmasını müfti ve müfessirlerin, mutlaka hendese, riyaziyat pozitif ilimlerin ve felsefenin medreselerden kal­ ve coğrafya ilmini bilmesi gerektiğini savunur. dırılmasına bağlamış, ulemâ arasındaki şiddetli Aydınımızın çok önemli bir özelliği ise, Os­ münakaşaları yapıcı fikirleriyle ortadan kaldırma­ manlı İmparatorluğunun o dönemdeki, ulemâ sı­ ya çalışmıştır. nıfı arasındaki şiddetli münakaşaların konusu Çalışmamızda, aydınlarımızın fikirlerinden olan bazı meseleler üzerinde olumlu ve yapıcı fi­ faydalanarak, XVII. yüzyılda Osmanlı ulemâ sını­ kirler ileri sürerek, bunların ortaya koymuş ve an­ lamsız kavgaları önlemek için gayret sarf etmiştir. fının bozulmasının sebeplerine ve çözüm yollarını Hezarfen Hüseyin Efendi, daha önceki ulema­ tesbit etmeye çalıştık. Özetle ulemâ sınıfının bü­ nın kanaatkar olduğunu, zamanındakilerin şan, yük bir kısmının ahlakî ve ilmî çöküntüde olduğu şöhret ve tantanaya önem verdiklerini; önceki ve liyakatsiz kişilerin iş başına getirildiği, eğitim ulemânın hem tedris hem de müftiliği birlikte yü­ ve öğretimin tamamen keşmekeş içinde olduğu rüttüğünü şimdi ise bunun ayrıldığı belirtir. Daha ortaya çıkmıştır. önce ulemâ arasındaki münakaşa ve çekişmelerin Ayrıca daha önce hazırladığımız "XVI. Yüzyıl devam ettiğini, hocaların ve talebelerin çeşitli Osmanlı Aydınlarına Göre İlmiye Teşkilatındaki meşguliyetlerden dolayı, ders için medreseye ayda Çözülmeye İlişkin Tesbit ve Teklifler" adlı çalış­ yılda bir gittiklerini, tam bir keşmekeş içerisinde ma ile bu çalışmayı mukayese ettiğimiz zaman bulunduklarını uzun uzun açıklar. şunları gördük. XVII. yüzyılda da, XVI. yüzyılda Öyle anlaşılıyor ki, ilim ve ulemâ ayaklar al­ ki gibi bu sınıfın şöhret ve lükse düşkün olması, tına alınmış, itibarları yok olmuştu. Hocalar ve tamahkar olması; ekonomik sıkıntıya düşmeleri; öğrenciler tamamen ilimden, eğitim ve öğretim­ ilmiye sınıfının ahlakî ve ilmî çöküntüde olması; den uzaklaşmışlar; ilmî araştırma ve üretimde kal­ liyakatsiz kişilere görev verilmesi; medreselerde mamıştır. Yazar, çözüm yolu olarak, tamamen pa­ eğitim ve öğretimin tamamen keşmekeş içine gir­ dişahı ve şeyhülislâmı sorumlu tutar ve bu bozuk­ mesi gibi hususlar devam etmiştir.

bilig-14/Yaz '2000 51

AÇIKLAMALAR

Mevâlî: Ulemanın yüksek sınıfı hakkında kul­ 11 B.k.z., Pakalm, 1993,111. lanılan "Molla"nm cem'i de mevâlî'dir. Mol­ 12 B.k.z., Pakalm, 1993, III. la gibi mevâlî tabiri de kullanılırdı (Pakalın, Eser Yaşar Yücel tarafından önce tıpkı basım 1993,11). olarak yayınlanmıştır (Ankara, 1980), daha Ayn Ali Efendi'nin bu iki eseri ile Katip Çele- sonra transkripsiyonu da yapılarak tekrar neş­ bi'nin "Düstürü'l -Amel li İslahi'l- Halel" ad­ redilmiştir. (Yücel, 1988). lı eseri birlikte yayınlanmıştır: İstanbul, ^ Ayn Ali Efendi'nin Kavânin-i Âl-i Osman der 1280. Aynı yayının tıpkı basımı, M.T. Gök- Hülâsa-i Mezâmin-i Defter-i Divan" adlı ese­ bilgin'in Ayn Ali Efendi'nin iki eseriyle ilgili ri ve diğer risalesi" Risâle-i Vazife-horân ve geniş bir açıklamayı ihtiva eden bir önsözle Merâtib-i Bendegân-ı Âl-i Osman" ile Katip birlikte yapılmıştır: İstanbul 1979 (tpşirli, Çelebi'nin "Düstûru'l-Amelli- Islâhi'l-Halel" 1994). adlı eseri birlikte yayınlanmıştır: İstanbul, 3 B.k.z., Pakalm, 1993, II. 1280. Aynı yayının tıpkı basımı M.T. Gök- 4 B.k.z., Pakalm, 1993, II. bilgin'in geniş önsözüyle birlikte yapılmıştır: 5 B.k.z., Pakalm, 1993, II. İstanbul, 1979, s. 3-40; Katip Çelebi, Bozuk­ 6 B.k.z., Pakalm, 1993, I. lukların Düzeltilmesinde Tutulacak Yollar (Düs- 7 B.k.z., Pakalm, 1993, II. türu'l'Amel li'hlâhi'l'Halel), Haz. Ali Can, 8 B.k.z., Pakalm, 1993, II. Ankara, 1982, Biz de bu neşri kullandık. 9 B.k.z., Pakalm, 1993, I. 15 B.k.z., Pakalm, 1993, I 10 B.k.z., Pakalm, 1993, III.

KAYNAKLAR

ADIVAR, A. Adnan (1982), Osmanlı Türkle­ GÖKBERK, Macit (1980), Felsefe Tarihi, İstan­ rinde İlim, İstanbul. bul. ARIK, Feda Şamil (1997), "Osmanlılar'da Kadı­ GÖKYAY, O. Saik (1968), Kâtip Çelebi'den lık Müessesesi", Ankara Üniversitesi, Seçmeler, İstanbul. OTAM, Sayı: 8, Ankara. HEZÂRFEN HÜSEYİN EFENDİ (1998), Telhî- ATAY, Hüseyin (1983), Osmanlılar'da Yüksek sü'l Beyân fî Kavânîn-i Âl-i Osman, Haz. Din Eğitimi (Medrese Programları-İcâzet Sevim İlgürel, Ankara. a nâmeler Islahat Hareketleri ), İstanbul. İA (1970 ), "Kâtip Çelebi" maddesi, (O. Saik Gök- AYN ALİ EFENDİ (1280), Kavânîn-i Âl-i Os­ yay), İslam Ansiklopedisi, C. VI, İstanbul. b man der Hülâsa-i Mezâmin-i Defter-i Di­ İA (1970 ), "Koçi Beg" maddesi, (M. Ç. Uluçay), van" ve Risâle-i Vazife- horan ve Merâtib-i İslam Ansiklopedisi, C. VI, İstanbul. C Bendegân-ı Âl-i Osman, İstanbul. İA;(1970 ), "Lütfi Paşa" maddesi, (M. Tayyib BABİNGER, Franz (1982), Osmanlı Tarih Ya­ Gökbilgin), İslam Ansiklopedisi, C. VII, İs­ zarları ve Eserleri, Çev. Coşkun Uçok, An­ tanbul. kara. İPŞİRLİ, Mehmet (1981), "Osmanlı İlmiye Mes­ BALTACI, Cahid (1976), XV.-XVI. Asırlarda leği Hakkında Gözlemler(XVI-XVII.Asır- Osmanlı Medreseleri, -Teşkilât Tarih-, İs­ lar)" Osmanlı Araştırmaları-The Journal of tanbul. Ottoman,VII-VIII,İstanbul. BERKES, Niyazi (1978), Türkiye'de Çağdaşlaş­ İPŞİRLİ, Mehmet (1981), "Hasan Kâfi El-Akhi- sarî ve Devlet Düzenine Ait Eseri, "Usûlü'l- ma, İstanbul. Hikem Fi Nizâmî'1-Âlem", İÜEF, TED, Sa­ BURSALI MTAHİR (1965), Osmanlı Müellif­ yı: 10-11, 1979-1980, İstanbul. leri, III. C, İstanbul.

bilig-14/Yaz '2000 52

İPŞİRLİ, Mehmet (1994), "Osmanlı Devlet Teş­ OZ, Mehmet (1997), Osmanlıda "Çözülme" ve kilâtına Dair Bir Eser: Kavânin-i Osmanî ve Gelenekçi Yorumcuları, İstanbul. Rabita-i Âsitane", İÜEF, TED, Sayı:4, PAKALIN, M.Z. (1993); Osmanlı Tarih Deyim­ 1988-1994, İstanbul. leri ve Terimleri Sözlüğü, 3 O, İstanbul. KATİP ÇELEBİ (1280), Düstûru'1-Amel li Islâ- SARIKAYA, Yaşar (1997), Medreseler ve Mo­ hi'1-Halel, İstanbul. dernleşme, İstanbul. KATİP ÇELEBİ (1980), Mîzânü'1-Hak fi İhtiya- SAVAŞ, Ali İbrahim (1999), "Lâyiha Geleneği rî'l Ahakk, Haz. Orhan Saik Gökyay, Ter­ İçinde XVIII. Yüzyıl Osmanlı Islâhat Proje­ cüman 1001 Temel Eser, İstanbul. lerindeki Tespit ve Teklifler", Bilig, Sayı: 9 , KATİP ÇELEBİ (1982), Bozuklukların Düzeltil­ Ankara. mesinde Tutulacak Yollar (Düstüru'1-Amel TDVİA "Hüseyin Efendi, Hezarfen" maddesi, li-Islâhi'1-Halel), Haz. Ali Can, Ankara. Mücteba İlgürel), Türkiye Diyanet Vakfı İs­ KOÇİ BEG (1997), Rîsâle-i Koci Beg, Sadeleşti- lam Ansiklopedisi, C. XVIII, İstanbul. ren: Zuhuri Danışman, İstanbul. UĞUR, Ahmet (1982), "Âsaf-nâme-i Vezir Lütfi KÜTÜKOĞLU, Mübahat S. (1991), "Lütfi Paşa Paşa", İslamî İlimler Enstitüsü Dergisi, IV., Âsaf-nâmesi, (Yeni Bir Metin Tesisi Dene­ Ankara. mesi)", Prof. Dr. Bekir Kütükoğlu Armağa­ UĞUR, Ahmet (1987), Osmanlı Siyâset-Nâme- nı, İ.U.E.F., Tarih Araştırmaları Merkezi, İs­ leri, Kayseri. tanbul. UN AN, Fahri (1994), "Osmanlı Medreselerinin LEKESİZ, M. Hulusi (1989), Osmanlı İlmî Zih­ İlmî Performansı Üzerine Bazı Düşünceler", niyetinde Değişme (Teşekkül, Gelişme, Çö­ Türkiye Günlüğü, Sayı: 30, Eylül-Ekim. zülme: XV-XVII. Yüzyıllar), Hacettepe UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı (1983), Osmanlı Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ya­ Tarihi, C. II, Ankara. yınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara. UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı (1988), Osmanlı LEWİS, Bernard (1993), Modern Türkiye'nin Devleti'nin İlmiye Teşkilâtı, Ankara. Doğuşu, Çev. Metin Kıratlı, Ankara. VEZİR LÜTFİ PAŞA (1977), Âsaf-nâme (Devlet LÜTFİ PAŞA (1326), Âsaf-nâme, İstanbul. Adamlarına Öğütler), Yurdocağı Yayınları. MAJER, H.G. (1980), "Die Kritik an den Ulema Nu: 1, Ankara. in den Osmanschen Politischen Traktaten YURDAYDIN, Hüseyin Gazi (1988), İslam Tari­ Des 16-18. Jahrhun derts", Türkiye'nin Sos­ hi Dersleri, Ankara. yal ve Ekonomik Tarihi (1071-1920), An­ YÜCEL, Yaşar (1988), Osmanlı Devlet Teşkilâtı­ kara na Dair Kaynaklar - İKitâb-ı Müstetâb - Ki- MEHMED SÜREYYA (1311-1315), Sicill-i Os­ tâbu Mesâlihi'l - Müslimîn ve Menâfii'l - manî, C. IV, İstanbul. Mü'minin - Hırzu'l - Mülûk, Ankara.

bilig-14/Yaz '2000 53

FINDINGS AND PROPOSALS ON THE CORRUPTION OF THE OTTOMAN ILMIYYE TEŞKILTI (LEARNED HIERARCHY) BY THE XVIIth CENTURY ULEMA.

Assis. Prof. Dr. Kayhan ATİK Kırıkkale University, Faculty ofArts & Science

ABSTRACT

By the mid-XVI. century, the accessed into crisis situation. This drew the ulema (scholar)- statesman and İlmiye Sınıfı (leamed class) attention to find necessary solutions. They warned authorities, among whom comes primarily sultan himself with their written works, lâyihas and siyaset-nâmes. Beginning with the XVIth century and going on throughout XVIIth and XVIIIth centuries, these reports generally dealt with political, social, economic and military problems of the time and sought to bring definite solutions. Among the three classes, ilmiyye, kalemiyye and seyfiyye, the ilmiyye took the first place, since the leading figures of the state hierarchy came from İlmiyye Sınıfı. Şeyhülislams, kadıaskers, defterdars, nişancıs, kadıs, müftis and müderrises, being the members of the ilmiyye teşkilâtı executed the most crucial state affairs. For this reason, corruption in the İlmiyye Sınıfı probably caused deep effects into the Ottoman Empire. These reports on the corruption of the İlmiyye Sınıfı and their solutions generally concerned with the following subjects; bribery, giving offices to unabled man, fondness of the fame and luxury, greedy, economic difficulty, moral and scientific corruption and educational disorder. Those problems, began in the XVIth century, continued through the XVIIth century and after.

Key Words: Ulema, ilmiyye Teşkilâtı, Medrese, Reports.

bilig-14/Yaz '2000