T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İSLÂM TARİHİ VE SANATLARI ANABİLİM DALI

EYYÛBÎ SULTANI I. MELİK ÂDİL DÖNEMİNİN SİYASÎ TARİHİ (589-615/1193-1218)

ABDULHALİM OFLAZ

DOKTORA TEZİ

DANIŞMAN:

PROF. DR. MURAT SARICIK

ISPARTA - 2016

i

ÖZET

Eyyûbî Sultanı I. Melik Âdil Döneminin Siyasî Tarihi (589-615/1193-1218) Abdulhalim OFLAZ, Süleyman Demirel Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İslâm Tarihi ve Sanatları Ana Bilim Dalı, Doktora Tezi, s. XII+299+Ekler, Aralık, 2015

Danışman: Prof. Dr. Murat SARICIK

Bu çalışmada Eyyûbî Devleti’nin kuruluşunda ve yükselmesinde büyük pay sahibi olan I. Melik Âdil’in hayatı ve siyasî faaliyetleri ele alınmıştır. XII. yüzyılın ortalarına doğru dünyaya gelen Melik Âdil, babasının Zengî ailesinin hizmetinde bulunması hasebiyle o da ağabeyi Salâhaddîn gibi Zengîlerin himayesinde ve gözetiminde yetişmiştir. Amcası Şîrkûh ve ağabeyi Salâhaddîn ile birlikte üçüncü Mısır seferine katılmış, 1174 tarihinden itibaren de Mısır’ı yönetmeye başlamıştır. Bir taraftan Fâtimî taraftarlarının isyanlarını bastırırken diğer taraftan da Haçlıların Mısır’a yönelik tehditlerini boşa çıkarmak için gerekli önlemleri almıştır. Ayrıca Salahaddîn ile birlikte bölgede Haçlıların elindeki birçok yerin tekrar Müslümanların eline geçmesinde büyük gayretler sarfetmiştir. Yine Haçlılarla yapılan barış müzakerelerinde de ön plandaydı. Sultan Salâhaddîn’in vefatından sonra oğulları arasında yaklaşık dokuz yıl boyunca iktidar mücadeleleri eksik olmadı. Başta tarafsız kalıp hakem rolü üstlenen I. Melik Âdil, bir süre sonra bu aile içi mücadelelerin ülkenin varlığını tehlikeye soktuğunu görünce duruma müdahil oldu. Nihayet 598/1202’de bütün yeğenlerini bertaraf etmeyi başararak ve yine onların hepsinden bağlılık alarak sultanlık makamına oturdu. Böylece ülkede yeniden siyasî birlik sağlandı.

Melik Âdil’in iktidarı dönemi boyunca ülke sürekli Batı Haçlılarının tehdidi altında olduğu için o güne kadar yayılmacı bir politika izleyen Melik Âdil, bu dönemde hem ülke içinde hem de ülke dışında barışı tesis etmek için gayret sarf etmiştir. Nitekim 1218 yılında V. Haçlı Savaşı esnasında da vefat edecektir.

Anahtar Kelimeler

Melik Âdil, Eyyûbîler, Zengîler, Fâtimîler, Haçlılar.

ii

ABSTRACT Political History of the Period of Ayyubid Sultan Malik al-‘Adil I (589-615/1193- 1218)

Abdulhalim OFLAZ, Süleyman Demirel University, the Institute of Social Sciences, the Department of Islamic History and Arts PhD Dissertation, pp. XII+299+Appendixes, December, 2015.

Advisor: Prof. Dr. Murat SARICIK

This work has dealt with the life and political activities of Malik al-‘Adil I (d.1218) who had a great role in both founding and the rapid rise of the . Malik al-‘Adil was born in the middle of the 12th century and because his father served under the Zangid Dynasty, like his elderly brother , he grew up under the protection and auspice of the Zangids. In the company of his paternal uncle Shīrkūh and his elder brother Saladin, he participated in the third military campaign in , which he later governed in the year 1174. In contrast while he suppressed the riots of the Fatimid supporters, he took precautions to counter the threats of the in Egypt. Additionally along with Sultan Saladin, he undertook tremendous efforts to regain much of the territory in the locality which the Crusaders had acquired through military conquest. He was also in the forefront during times of reconciliation negotiations with the Crusaders.

There was constant power struggles between the sons of Sultan Saladin during the nine years after his demise. At the beginning, Malik al-‘Adil was impartial and undertook the role of mediator between them. Then after a period of time observing the intra-familial contestations jeopardizing the presence of the Dynasty, he undertook a power intervention. The end course was that he succeeded to eliminate all of the influence his nephews had and then he acquired allegiance from them and ascended to the throne in 598/1202. Thus political unity was constituted again in the Dynasty. Malik al-‘Adil, during the period of his rule in his fief al-Jazirat he followed expansionist policies. However, because the dynasty was always under the threat and shadow of the Crusaders he became the Sultan, he changed his expansionist policies and he exerted to

iii

establish peace both in and out of the Dynasty. He succumbed to death during the , in 1218.

Key Words

Malik al-Âdil, Ayyubids, Zengids, Fatimits, the Crusades

iii

İÇİNDEKİLER ÖZET ...... i ABSTRACT ...... ii İÇİNDEKİLER ...... iii KISALTMALAR ...... viii ÖNSÖZ ...... x GİRİŞ KURULUŞ YILLARINDA EYYÛBÎLER 1. KAYNAKLAR ...... 1 2. EYYÛBÎ AİLESİNİN İLK DÖNEM TARİHİ ...... 8 2.1. Eyyûbî Ailesinin Kökeni ...... 8 2.2. Selçukluların Hizmetinde Eyyûbî Ailesi ...... 11 2.3. Zengîlerin Hizmetinde Eyyûbî Ailesi ...... 13 2.3.1. Irak Zengî Ailesi ile İlk Temâslar ...... 13 2.3.2. Tikrît’ten Musul’a Gidiş ...... 14 2.3.3. Eyyûbî Ailesinin Musul’daki Yükselişi ...... 15 2.3.4. Eyyûbî Ailesinin Tarih Sahnesine Çıkması ...... 17 3. EYYÛBÎ DEVLET’İNİN KURULUŞU VE SALÂHADDÎN EYYÛBÎ DÖNEMİ ...... 19 3.1. Şiî-Fâtimî Devleti’nde Vezâret Makamında Eyyûbî Ailesi ...... 19 3.2. Eyyûbî Devleti’nin Kuruluşu ...... 21 3.3. Salâhaddîn Eyyûbî’nin Bozulan Siyasî Birliği Kurma Çabaları ...... 24 3.4. Eyyûbîlerin Haçlılarla Mücadeleleri ...... 28 3.4.1. Haçlılarla Hittîn’den Önceki Mücadele ...... 28 3.4.2. Hittîn Zaferi ve Kudüs’ün Fethi ...... 29 3.4.2.1. III. Haçlı Seferi ...... 31 I. BÖLÜM SULTAN SALÂHADDÎN DÖNEMİNDE MELİK ÂDİL 1. MELİK ÂDİL’İN BİYOGRAFİSİ ...... 34 1.1. Doğumu ve Yetişmesi ...... 34 1.2. Evlilikleri ve Çocukları ...... 35 1.3. Ölümü ...... 36 1.4. Kişiliği ...... 38 2. MELİK ÂDİL’İN SALÂHADDÎN EYYÛBÎ DÖNEMİ FAÂLİYETLERİ ...... 43

iv

2.1. Eyyûbîlerin Kuruluşu Aşamasındaki İsyanları Bastırması ...... 44 2.2. Mısır’a Nâib Olarak Hükmetmesi ...... 45 2.3. Halep Hâkimi Olarak Atanması ...... 48 2.4. Halep Hâkimliğinden Azli ...... 50 2.5. Salâhaddîn’in Mücadelelerinde Melik Âdil’in Rolü ...... 52 2.5.1. Müslüman Devlet ve Beyliklerle Mücadeledeki Rolü ...... 52 2.5.2. Melik Âdil’in Haçlılarla Mücadeledeki Rolü ...... 54 2.5.2.1. Kudüs Fethi’ne Kadar Olan Mücadeledeki Rolü ...... 54 2.5.2.2. Kudüs Fethi’ndeki Rolü ...... 59 2.5.2.3. III. Haçlı Savaşındaki Rolü ...... 62 2.6. Melik Âdil’in Anlaşmazlıklarda Oynadığı Arabulucu Rolü ...... 67 2.6.1. Bağlı Emîrlerle Anlaşmazlıkları Gidermedeki Rolü ...... 67 2.6.2. Haçlılarla Anlaşmazlıkları Gidermedeki Rolü ...... 68 2.7. Melik Âdil’in Salâhaddîn’in Hastalığını İyileştirme Çabaları ...... 71 II. BÖLÜM MELİK ÂDİL’İN YÜKSELİŞİ VE İKTİDARA GELİŞİ (589-598/1193-1202) 1. MELİK ÂDİL’İN YÜKSELİŞİ ...... 72 1.1. Salâhaddîn Sonrası Eyyûbî Devletinin Genel Durumu ...... 72 1.2. Yeni Sultanın Seçimi ...... 74 1.3. Melik Âdil’in Yeni Sultana Tavır Alması ...... 76 1.4. Melik Âdil’in Darbe Girişimlerini Bertaraf Etmesi ...... 77 1.5. Yeni Dönemdeki İktidâr Mücadelelerinde Melik Âdil’in Rolü ...... 80 1.5.1. Yeni Sultanın Tecrübesizliği ve Devlet Ricâlini Küstürmesi ...... 80 1.5.2. Melik Âdil’in Mısır Karşısındaki Koalisyonda Yer Alması ...... 83 1.5.2.1. Birinci Dımaşk Muhâsarasındaki Arabuluculuğu ...... 83 1.5.2.2. Melik Âdil’in İkinci Dımaşk Muhâsarasındaki Rolü ...... 87 1.5.2.2.1. Sultanın Yardım Çağrısına Yine İcâbet Etmesi ...... 87 1.5.2.2.2. İttifaktan Kopmalara Sebep Olması ...... 90 1.5.2.2.3. Mısır Ordusunu Birbirine Düşürmesi ...... 91 1.5.2.2.4. Mısır’ı Zaptetmek İçin Sultan Melik Efdal’le Birlikte Yola Çıkması ...... 92 1.5.3. Melik Âdil’in Dımaşk’a Karşı Mısırla İttifak Kurması ...... 93 1.5.3.1. Sultan Melik Efdal’in Güvenini Kötüye Kullanması ...... 93 1.5.3.2. Sultan Melik Efdal’i Tahttan İndirmesi ve Dımaşk Hâkimiyeti ...... 95

v

1.5.3.3. Dımaşk Nâibliği ...... 98 1.5.3.4. Dımaşk Nâibi Olarak Haçlılarla Mücadelesi ...... 101 1.5.3.4.1. Alman Haçlı Seferi ...... 102 1.5.3.4.2. Melik Âdil’in Haçlılardan Yâfâ’yı Alması ...... 103 1.5.3.4.3. Beyrut’u Haçlılara Kaptırması ...... 105 1.5.3.5. Dımaşk Nâibi Olarak Mardin’i Muhâsarası ...... 109 2. MELİK ÂDİL’İN İKTİDARA GELİŞİ VE SULTANLIĞI ...... 112 2.1. Sultan Melik Azîz’in Ölümü ...... 112 2.2. Melik Efdal’in Mısır Atabeyliği ...... 113 2.3. Melik Efdal’in İktidarı Melik Âdil’e Kaptırması ...... 120 2.3.1. Melik Efdal’in Başarısız Dımaşk Muhâsarası ...... 121 2.3.1.1. Melik Efdal’in Yine Tecrübesizce Davranması ...... 121 2.3.1.2. Melik Âdil’in Mardin’den Dımaşk’a Dönüşü ...... 123 2.3.1.3. Melik Efdal’in, Bürokratlarının İhanetine Uğraması ...... 125 2.3.1.4. Güç Dengesinin Yeniden Melik Efdal Lehine Dönmesi ...... 126 2.3.1.5. Melik Âdil’in Durumunun Kötüleşmesi ...... 128 2.3.1.6. Melik Âdil’in Son Hamlesi: Kardeşleri Birbirine Düşürmesi ...... 130 2.3.1.7. Melik Efdal’in Siyaseten Bitişi ...... 132 2.3.2. Melik Âdil’in Mısır’a Hâkim Oluşu ...... 134 2.3.2.1. Melik Efdal’in Doğuya Gönderilmesi ...... 135 2.3.2.2. Melik Âdil’in Melik Mansûr’a Atabey Olarak Mısır’a Yerleşmesi ...... 137 2.4. Eyyûbî Devletinin Yeni Sultanı: Melik Âdil ...... 139 2.1. Sultan Melik Âdil’e Karşı Oluşmuş Koalisyonun Dağılma Sürecine Girmesi ...... 141 2.2. Melik Âdil’in Salâhiye Emîrleri Merkezli Muhâlefeti Akîm Bırakması ...... 143 2.6.1. Salâhiye Emîrlerinin Melik Âdil’den Uzaklaşması ...... 143 2.6.2. Melik Âdil’e Karşı Salâhiye Komutanlarının İttifâk Arayışları ...... 145 2.2.1. Melik Âdil’e Karşı Yeni Bir Koalisyonun Kurulması ...... 146 2.2.2. Melik Efdal’in, Melik Âdil’e Karşı Kurulan Koalisyona Başarısız Destek Arayışı . … ……...... 147 2.2.3. Koalisyon Güçlerinin Sultan Melik Âdil’e Karşı Harekete Geçmesi ...... 149 2.2.4. Dımaşk’ı Kuşatan Kardeşler Arasındaki Çekememezliğin Nüksetmesi ...... 152 2.2.5. Kardeşlerin Dımaşk Muhâsarasından Vazgeçmeleri ...... 154 2.2.6. Sultan Melik Âdil’in Ülkede Siyasî Birliği Yeniden Sağlaması ...... 156

vi

2.6.8.1. Melik Zâhir’in Sultan Amcasına Bağlılık Bildirmesi ...... 156 2.6.8.2. Melik Efdal’in Sultan Amcasına Bağlılık Bildirmesi ...... 160 III. BÖLÜM MELİK ÂDİL’İN SULTANLIK DÖNEMİ SİYÂSÎ FAALİYETLERİ (598-615/1202-1218) 1. MELİK ÂDİL’İN SULTANLIK DÖNEMİ İÇ SİYÂSÎ FAALİYETLERİ ...... 163 1.1. Melik Âdil’in Devlet İdâresi ...... 163 1.1.1. Eyyûbî Devleti’nde İdârî Teşkilat ...... 163 1.1.2. Eyyûbîlerde Vezâret Kurumu ve Melik Âdil’in Vezirleri ...... 165 1.1.3. Eyyûbîlerde Divân Teşkilâtı ve Melik Âdil Dönemindeki Divân Başkanları...... 171 1.1.4. Melik Âdil Döneminde Vergiler ve Para Politikası ...... 172 1.1.5. Melik Âdil Döneminde Gayr-i Müslim Tebaa ile İlişkiler ...... 174 1.1.6. Eyyûbîler Döneminde Sünnîleştirme Faaliyetleri ve İlmî Hayat ...... 175 1.2. Melik Âdil’in Bağlı Beyliklerle İlişkileri ...... 177 1.2.1. Melik Âdil’in Mısır ile İlişkileri ...... 179 1.2.2. Melik Âdil’in Dımaşk ile İlişkileri ...... 185 1.2.3. Melik Âdil’in el-Cezîre ile İlişkileri ...... 190 1.2.4. Melik Âdil’in Halep ile İlişkileri ...... 194 1.2.5. Melik Âdil’in Hamâ ile İlişkileri ...... 201 1.2.6. Melik Âdil’in Humus ile İlişkileri ...... 203 1.2.7. Melik Âdil’in Baalbek ile İlişkileri ...... 204 2. MELİK ÂDİL’İN SULTANLIK DÖNEMİ DIŞ SİYÂSÎ FAALİYETLERİ ...... 206 2.1. Melik Âdil’in Abbâsî Halîfesiyle İlişkileri ...... 206 2.2. Melik Âdil’in Müslüman Komşu Devlet Ve Beyliklerle İlişkileri ...... 211 2.2.1. Melik Âdil’in Artuklularla İlişkileri ...... 212 2.2.1.1. Hısnkeyfâ Kolu ...... 213 2.2.1.2. Harput Kolu ...... 215 2.2.1.3. Mardin Kolu ...... 216 2.2.2. Melik Âdil’in Anadolu Selçukluları ile İlişkileri ...... 220 2.2.3. Melik Âdil’in Zengîlerle İlişkileri ...... 222 2.2.3.1. Melik Âdil’in Musul Zengîleri ile İlişkileri ...... 222 2.2.3.2. Melik Âdil’in Sincâr Zengîleri ile İlişkileri ...... 225 2.2.4. Melik Âdil’in Begteginliler ile İlişkileri ...... 229 2.2.5. Melik Âdil’in Ahlâtşâhlar (Ermenşâhlar) ile İlişkileri ...... 231

vii

2.2.6. Melik Âdil’in Libya ile İlişkileri ...... 238 2.2.7. Melik Âdil’in ile İlişkileri ...... 240 2.3. Melik Âdil’in Kilikya Ermeni Krallığı İle İlişkileri ...... 244 2.4. Melik Âdil’in Haçlılarla İlişkileri ...... 248 2.4.1. Melik Âdil’in Haçlılara Karşı Hamâ’yı Desteklemesi ...... 250 2.4.2. Melik Âdil’in IV. Haçlı Seferi’ndeki Başarılı Siyaseti ...... 251 2.4.3. Melik Âdil’in, Valisinden Dolayı Bölge Haçlılarıyla Karşı Karşıya Gelmesi ...... 254 2.4.4. Melik Âdil’in, Barış Döneminde Saldırgan Tutum Takınan Haçlıları Cezalandırması ...... 256 2.4.5. Melik Âdil’e Karşı Düzenlenen Çocuk Haçlı Seferi’nin Başarısızlıkla Sonuçlanması ...... 259 2.4.6. V. Haçlı Seferi ve Melik Âdil’in Vefatı ...... 260 SONUÇ ...... 268 KAYNAKÇA ...... 276 EKLER ...... 2977 Ek-1. Melik Âdil’in Türbesi Ek-2. Eyyûbîlerin Soy Şeceresi Ek-3. Melik Âdil’in Soyundan Gelen Hükümdarlar Ek-4. Haritalar

viii

KISALTMALAR

a.g.e. : Adı geçen eser a.g.m. : Adı geçen makale/madde a.g.t. : Adı geçen tez a.s. : Aleyhisselâm a.y. : Aynı yer b. : bin (ibn/oğlu)

Bkz. : Bakınız

Bt. : bint (kızı) c. : Cilt

Çev. : Çeviren

DİA : Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi

Ed. : Editör

Haz. : Hazırlayan

İA : İslâm Ansiklopedisi

İst. :

Km. : Kilometre m. : Metre

MEB : Milli Eğitim Bakanlığı

MÜİFV: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı

Nşr. : Neşr eden

OMÜ. : Ondokuz Mayıs Üniversitesi

ö. : Ölüm s. : Sayfa ss. : Sayfadan sayfaya

ix

SÜFED: Sakarya Üniversitesi Fen Edebiyat Dergisi

TDV. : Türkiye Diyanet Vakfı

Thk. : Tahkik

Tkd. : Takdim

Tsh. : Tashih

TTK. : Türk Tarih Kurumu

Ty. : Tarih yok

Yay. : Yayınevi

x

ÖNSÖZ

Melik Âdil’in ağabeyi Sultan Salâhaddîn tarafından VI/XII. yüzyılın ikinci yarısının ortalarında kurulan Eyyûbî devleti, yaklaşık yetmiş yıl Ortadoğu coğrafyasında hüküm sürmüş ve ömrü çok kısa olmasına rağmen dönemin en güçlü ülkeleri arasına girmeyi başarmıştır. Bu devlet, Melik Âdil’in babası Necmeddîn Eyyûb’a nispetle Eyyûbî adıyla bilinse de asıl kurucu Salâhaddîn’dir. Zaten Eyyûbîler denildiğinde de akla ilk o gelmektedir. Bu sebeple gerek yurt dışında gerekse de yurt içinde bu hanedanla ilgili yapılan çalışmalar, genellikle Sultan Salâhaddîn’i merkeze almıştır. Ancak son yıllarda diğer Eyyûbî hükümdarlarıyla ilgili çalışmaların yapıldığı da gözlemlenmektedir. Bu çalışmalar mutluluk verici olsa da halen bu hanedanla ilgili aydınlığa kavuşturulması gereken pek çok yön bulunmaktadır. Zira gerek Eyyûbî Devleti’nin kurulmasında gerekse Haçlıların Ortadoğu’da güç kaybına uğramalarını sağlayan Eyyûbî liderlerinden biri olan Melik Âdil hakkında bugüne kadar İslâm dünyasında müstakil bir çalışmanın yapılmamış olması bu söylediğimizi doğrulamaktadır. Salâhaddîn Eyyûbî döneminde özellikle III. Haçlı Savaşı’nda cesareti ve siyâsî dehası ile kendini kanıtlayarak tarih sahnesine çıkmış olan Melik Âdil, onun döneminde ve onun nâibi sıfatıyla uzun yıllar Mısır’ı, kısa bir süreliğine de Halep’i yönetmiştir.

Eyyûbî hanedanı için Salâhaddîn’in vefatından sonraki yıllar, iktidar mücadeleleriyle geçti. Yaklaşık on yıl süren bu iç mücadeleler, Melik Âdil’in ülkeye sultân olmasıyla son buldu. Melik Âdil, ağabeyinin vefatından sonra onun oğulları arasındaki iktidar mücadelelerinde başlangıçta hakem rolünü üstlendi, ancak onların ülkeyi yönetebilecek kabiliyette olmadıklarını görünce bu mücadelelere müdahil olarak saltanat makamını ele geçirdi. Böylece siyâsî birliği sağlanan ülke onun sayesinde dağılmaktan kurtuldu.

Salâhaddîn’in başarısının altında imzası bulunan ve arka planda kalıp onu öne çıkaran Melik Âdil hakkında ne Arap ilim dünyasında ne de Türk ilim dünyasında bugüne kadar herhangi bir müstakil çalışma yapılmamıştır. Buna karşın 1975 yılında Almanya’da Franz Dahlmanns’ın al-Malik al-Adil Agypten und der Vordere Orient in den Jahren (588/1193 bis 615/1218) adında Melik Âdil’i konu eden bir çalışmasını görmekteyiz. Ne var ki Dahlmanns, bu çalışmasında Eyyûbî Devleti’nin Melik Âdil

xi

dönemindeki genel durumunu ele aldığı için bazen gerekli ayrıntılardan kaçınmıştır. Yine o, özellikle Melik Âdil’in Haçlılarla olan mücadeleleri başta olmak üzere bazı yerlerde tarafgir davranmaktan da çekinmemiştir. Biz de aynı hataya düşmemek için Melik Âdil’in biyografisini detaylı ve objektif bir şekilde ele alabilmek maksadıyla araştırmamızı onun döneminin siyasî tarihiyle sınırlandırdık ve bu konuda olabildiğince çok kaynaktan istifade yoluna gittik.

Araştırmamız bir giriş ve üç bölüm halinde hazırlanmıştır. Giriş bölümünde yararlandığımız kaynaklarla ilgili gerekli malumatı verdikten sonra Eyyûbî ailesinin ana yurdu, kökeni, Selçuklularla ve Zengîlerle tanışmaları, tarih sahnesine çıkmaları, Eyyûbî devletinin kuruluşu ve ilk dönemde Haçlılarla yapılan mücadeleleri özet halinde sunduk.

Birinci bölümde Melik Âdil’in biyografisi ve ağabeyi Salâhaddîn Eyyûbî dönemindeki faaliyetleri hakkında bilgiler verdik. İkinci bölümde Eyyûbî Devleti’nin Sultan Salâhaddîn’in vefatından sonra içine düştüğü iç karışıklık durumunu, Salâhaddîn’in çocukları arasında baş gösteren iktidar mücadelesini, başlangıçta bu iktidar mücadelelerinde hakem rolü oynayan Melik Âdil’in bir süre sonra duruma müdahil olup sonunda iktidarı yeğenlerinden alarak kendisinin tahta geçmesini inceledik. Üçüncü bölümde ise Melik Âdil’in iktidara geldiği ve bütün Eyyûbî meliklerinden bağlılık aldığı 1202 yılından vefat ettiği 1218 yılına kadar Müslüman ve gayri müslim komşu devlet ve beyliklerle olan münasebetlerini araştırdık.

Araştırmamızın gerek konusunun tespiti gerekse hazırlanmasında yardımlarını esirgemeyen değerli hocam Prof. Dr. Murat Sarıcık’a şükranlarımı sunmayı borç bilirim. Konumla birinci dereceden alakalı olan Dahlmanns’ın yukarıda ismi mezkur Almanca eserinin çevirisinde katkılarını esirgemeyen Yrd. Doç. Dr. Yusuf Macit ve Yrd. Doç. Dr. Cemal Işık’a, ayrıca gerek bazı İngilizce metinlerin çevirisinde gerek tezin okunması ve tashihi noktasında emek sarf eden değerli meslektaşlarım Arş. Gör. Emine Peköz, Arş. Gör. İsa Babur ve Okutman Dinçer Öztürk‘e teşekkür ederim.

Abdulhalim OFLAZ

ISPARTA-2016

1

GİRİŞ

KURULUŞ YILLARINDA EYYÛBÎLER

1. KAYNAKLAR

Çalışmamız esas itibariyle 589-615/1193-1218 yıllarına damgasını vuran I. Melik Âdil döneminin siyasî tarihidir. Fakat Melik Âdil, kardeşi Salâhaddîn Eyyûbî döneminde de önemli görevlerde bulunmuş, Mısır ve Halep nâibliğinin yanında ordu komutanı olarak fetih hareketlerine de katılmıştır. Bu sebeple çalışmamızın birinci bölümünü ayırdığımız Salâhaddîn Eyyûbî Döneminde Melik Âdil konusu için bizzat Salâhaddîn’in biyografisini ele alan temel kaynaklardan yararlanılmıştır.

Bu temel kaynakların başında, Salâhaddîn döneminde önemli devlet görevlerinde bulunmuş olan 1 İmâdeddîn el-Kâtib el-İsfehânî (ö. 597/1201)’nin 2 Suriye’nin fethine dair olan el-Fethü’l-Kussî fi’l-Fethi’l-Kudsî3 ile hatıratı olan el-Bark eş-Şâmî adlı eserleri gelmektedir. Gözlemlerine ve arşiv belgelerine dayandırdığı4 bu iki eseri, Haçlı Savaşlarını ve Salâhaddîn dönemini araştıran araştırmacılar için son derece sağlam iki tarihî kaynaktır. Yedi cilt olan5 el-Bark eş-Şâmî’nin sadece 573-575/1177- 1180 olaylarından bahseden III. cildi ile 578-579/1182-1184 yıllarını içine alan V. ciltleri günümüze kadar ulaşmıştır.6 Bu eserin V. cildi, Türkiye’de Ramazan Şeşen tarafından tahkiki yapılarak basılmıştır. Çalışmamızda Melik Âdil’in Salâhaddîn Dönemi Faaliyetleri’ni ortaya çıkarmak için son derece değerli bilgiler ihtiva eden bu iki eserden istifade edilmiştir.

1 Zeyneddîn Ömer b. Verdî, Tarîhu İbnü’l-Verdî, I-II, el-Matbaatü’l-Vehbiyye, Kâhire, h. 1285, c. II, s. 117. Kâtib İsfehânî hakkında detaylı bilgi için bkz. Şemseddîn Ebu’l-Abbâs İbn Hallikân, Vefeyâtü’l- Ayân ve Enbâu Ebnâi’z-Zamân, Thk. İhsân Abbâs, I-VIII, Dâr-ı Sadr, Beyrut, ty., c. V, s. 147-153; Salâhüddîn Halil b. Aybek es-Safedî, Kitâbü’l-Vâfî bi’l-Vefeyât, I-XXIX, Thk. Ahmed el-Arnavud- Türkî Mustafâ, Dâru İhyâi’t-Türâs, Beyrut, 2000, c. I, s. 119-125. 2 519/1125 yılında İsfehân’da dünyaya gelen el-İsfehânî, Eyyûbî ailesinin ünlü tarihçisidir. Tam adı Ebû Abdullâh Muhammed b. Safiyüddîn olan müellif, 597/1201 yılında Dımaşk’ta vefat etmiştir. Bkz. İmâdeddîn el-Kâtib el-İsfehânî, el-Fethü’l-Kussî fi’l-Fethi’l-Kudsî, Dârü’l-Menâr, Mısır, 2004, s. 5 (yayınevi mukaddimesinden). 3 Eser Kâdı Fâdıl’a sunulunca onun tavsiyesi üzerine bu ismin verildiği rivayet edilir. Bkz. Safedî, a.g.e., c. I, s. 124. 4 Ramazan Şeşen, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbîler Devleti, Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul, 1983, s. 9. 5 İbn Hallikân, a.g.e.,c. V, s. 150; Safedî, a.g.e., c. I, s. 124. 6 Ramazan Şeşen, “İmadüddîn el-İsfehânî”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1999, c. XXII, s. 175- 176.

2

Çalışmamızın birinci bölümü olan Salâhaddîn Eyyûbî Döneminde Melik Âdil konusunda yararlandığımız bir diğer eser, anne tarafından dedesi Şeddâd’a nispetle İbn Şeddâd olarak şöhret bulmuş olan 7 Bahâüddîn İbn Şeddâd’ın (ö. 632/1239), en- Nevâdirü’s-Sultâniyye ve’l-Mehâsinü’l-Yûsufiyye’sidir. Bu eser, özellikle 584- 589/1188-1193 yılları arasındaki Eyyûbî tarihi için en az el-Fethü’l-Kussî kadar önemlidir. 8 Çünkü; bizzât kendi ifadesine göre bu eserini 584/1188 yılına kadar güvendiği bazı şahısların nakillerine, o tarihten sonraki olaylar için ise ağırlıklı olarak kendi müşâhedelerine dayandırmıştır.9 Çalışmamızın birinci bölümü için değerli bilgiler muhtevi olan bu eserden yararlandık.

Çalışmamızda yararlandığımız temel kaynaklardan bazıları da İbn Esîr el- Cezerî’nin (ö. 630/1233) eserleridir. İbn Esîr diye meşhur olan üç kardeşten10 biri olan İzzeddîn İbn Esîr, Ortaçağın en büyük ve en güvenilir tarihçilerinden biridir. Cizre’li olmasından dolayı Cezerî nisbesiyle, babasının Esîrüddîn lakabından dolayı da İbn Esîr künyesiyle ünlü olan11 müellifin, tarih alanıyla ilgili birkaç eseri mevcuttur. Bunlardan et-Tarîhu’l-Bâhir fi’d-Devleti’l-Atabekiyye adlı eseri, Zengî ailesinin tarihiyle ilgili olup Nûreddîn Zengî döneminde Salâhaddîn Eyyûbî ve kardeşi Melik Âdil ile ilgili olaylar hakkında değerli bilgiler verir. Dolayısıyla çalışmamızın 'Melik Âdil’in Salâhaddîn Eyyûbî Dönemi Faaliyetleri' konusunda bu eserden istifade edilmiştir. Ancak konumuzla asıl ilgili olan ise el-Kâmil fi’t-Tarîh adlı eseridir. Taberî’nin Tarîhü’l- Ümem ve’l-Mülûk’unun açık ve akıcı bir özeti olan 12 bu eser, çalışmamızın temel kaynaklarındandır. İbn Esîr, başlangıçtan 628/1231 yılına kadar olan olayları bu kitabına almıştır. Bu çalışmamızda, Abdulkerim Özaydın tarafından 1987 yılında

7 İbn Hallikân, a.g.e., c. VII, s. 84; Casim Avcı, “İbn Şeddâd, Bahâeddîn”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1999, c. XX, s. 373-374.. 8 Şeşen, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbîler Devleti, s. 11. 9 Bahâüddîn İbn Şeddâd, en-Nevâdirü’s-Sultâniyye ve’l-Mehâsinü’l-Yûsufiyye, Thk. Cemâlüddîn eş- Şeyyâl, Mektebetü’l-Hancı, Kâhire, 2. Baskı, 1994, s. 5. 10 İbn Esîr olarak şöhret bulan üç kardeş, kendi dönemlerindeki önde gelen ilim ve siyaset adamlarındandırlar. Bunlardan en büyüğü Mecdüddîn, hadis ve fıkıh alanında; ortancaları İzzeddîn, tarih ve ricâl alanında; en küçükleri Ziyâüddîn de edebiyat ve belâğat alanında otorite idiler. Bkz. Kemal Sandıkçı, “İbnu’l-Esîr Kardeşler”, OMÜ. İlahiyat Fakültesi Dergisi, Samsun, 1992. Sayı 6, s. 61. Ayrıca İbn Esîr kardeşler hakkında detaylı bilgi için bkz. Süleymân Sâiğ, Tarîhü’l-Mevsıl, I-II, el-Matbaatü’s- Selefiyye, Mısır, 1923, c. II, s. 97-105. 11 Abdulkerim Özaydın, “İbnü’l-Esîr İzzeddîn”, DİA, I-XLIV, TDV Yay., İstanbul, 2000, c. XXI, s. 26. 12 A. Afşin Önal, İbnü’l-Esîr’in ‘el-Kâmil fi’t-Tarîh’ İsimli Kaynak Eserinin ‘Selçuklu Kültür ve Medeniyeti’ Bakımından Bir Değerlendirmesi”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Kayseri, 1999, Sayı: 8, s. 115.

3

Türkçeye çevrilen XI. ve Abdulkerim Özaydın ile Ahmet Ağırakça tarafından 1987 yılında Türkçeye çevrilen XII. ciltlerinden yararlanılmıştır.

İbn Esîr’in, usta tarihçiliğine rağmen Zengîlerle Eyyûbîler arasındaki ilişkileri aktarırken düştüğü tarafgîr tutum gözden kaçmamaktadır. Yine bir tarihçinin olmazsa olmaz özelliklerinden birisinin tarafsızlık olması gerekirken, onun Melik Âdil ile yeğeni Melik Efdal arasında da tarafgîr davrandığına şahit olmaktayız. Kardeşi Ziyâüddîn, Melik Efdal’in veziri idi. Ayrıca İzzeddîn’in tarih kaynaklarından biri de bu kardeşi idi. Kuvvetle muhtemel bu gibi sebeplerden dolayı İzzeddîn, amca ile yeğen arasında vükû bulan olayların aktarımında tarafsız davranamamıştır. Yine Zengîlerin varlığına son verdikleri için Eyyûbîlere karşı kinlendiği ve zaman zaman yeri geldiğinde bu kinini açığa vurduğu da görülmektedir.13 Bununla beraber sözkonusu eseri, çalışmamızla ilgili asıl kaynaklardan olup kendisinden sonraki tarihçileri de oldukça etkilemiştir.

Temel kaynaklarımızdan biri de Dımaşk tarihçisi Sıbt İbn Cevzî’nin 14 (ö. 654/1256) Mirâtü’z-Zamân fî Vefeyâti’l-A’yân adlı eseridir. Bu eser, başlangıçtan müellifin yaşadığı 654/1256 yılına kadarki olayları anlatan önemli bir İslâm tarihi kaynağıdır. Sıbt İbn Cevzî, Melik Âdil döneminde Bağdat’tan Dımaşk’a yaptığı seyahatte Eyyûbîlerin hâkimiyetindeki birçok yeri; Harrân, Dımaşk, Kudüs, Halep ve diğer birçok yeri dolaşmış, Eyyûbî meliklerinin birçoğuyla tanışmıştır.15 Yine 607/1210 yılında Melik Muazzam Îsâ ile birlikte Haçlılarla savaşmak üzere Nablus Savaşı’na çıkmıştır.16 Dolayısıyla bu eser, çalışmamızın birinci derecedeki kaynakları arasında yer alır. Çalışmamızda, eserin 495-654/1101-1256 yıllarını kapsayan VIII. cildinden

13 Örneğin; Melik Âdil, 599/1203 yılında Doğu’daki birkaç yer ile yetinmek zorunda kalmış olan Melik Efdal’in elinden Suruc ve Ra’sü’l-Ayn’ı alınca o, annesini amcasının yanına şefaatçı olarak göndermiş, ancak annesinin aracılığı, amcası tarafından kabul görmemiş ve eli boş dönmüştü. Salâhaddîni Eyyûbî de Musul’u muhasaradan vazgeçmesi için Zengî ailesi hanımlarının şefaatini kabul etmemişti. Bu olayı aktaran İbn Esîr: “Böylece Salâhaddîn’in ailesi, babalarının Atabey ailesine zamanında yaptığı bu davranışından dolayı cezalandırılmış oldu… İşte bu yüzden Salâhaddîn’in oğullarının başına bu olay geldi ve Salâhaddîn’in hanımı eli boş döndü,” diyerek Salâhaddîn’in ailesinin başına gelenlerden memnun kalmış gibi bir değerlendirmede bulunmuştur. Bkz. İzzeddîn İbn Esîr, el-Kâmil fi’t-Tarîh, I-XI, Thk. Muhammed Yûsuf ed-Dakkâk, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiye, Beyrut, 2003, c. X, s. 283. 14 Küçük yaşta babasını kaybettiği için dedesi ünlü âlim Ebu’l-Ferec İbn Cevzî tarafından yetiştirilen ( Sevim, “Sıbt İbnü’l-Cevzî” DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 2009, c. XXXVII, s. 87) Sıbt İbn Cevzî’nin annesi Rabia Hatun, Ebu’l-Ferec İbn Cevzî’nin kızıdır. Küçük yaşta dedesi tarafından yetiştirildiği ve onun terbiyesi altında büyüdüğü için kendisine Sıbt İbn Cevzî’nin torunu anlamında .torun demektir) bu isim verilmiştir ,”سبط/sıbt“) 15 Bkz. Şemsüddîn Ebü’l-Muzaffer Yûsuf bin Kızoğlu et-Türkî Sıbt İbn Cevzî, Mir’âtü’z-Zamân fî Tarîhi’l-A’yân, I-VIII, Haydarâbâd, Meclis-i Dâireti’l- Maârifi’l-Osmaniyye, 1951, c. VIII/II, s. 516-518. 16 Bkz. Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 544-546.

4

yararlandık. Bu bölümün birkaç baskısı mevcuttur; fakat bu çalışmada 1951’de Haydarâbâd-Dekken’de neşredilen baskısı kullanılmıştır.

Bu çalışmamızda, İbn Adîm’in (ö. 660/1262)17 Zübdetü’l-Haleb adlı eserinden de yararlandık. Bu eser, müellifin Buğyetü’t-Taleb fî Tarîhi Haleb’in muhtasarıdır. Halep tarihi, coğrafyası ve ünlü şahıslarıyla ilgili önemli iki kaynak olan bu eserlerden ikincisi, Hatib el-Bağdâdî ve İbn Asâkir’in eserleri örnek alınarak alfabetik olarak tanzim edilen ve Halep şehrinin ünlü kişilerinin biyografilerini ihtiva eden hacimli bir eserdir. Günümüze ulaşmayan bu eser, bazılarına göre on cilt, bazılarına göre de kırk ciltti.18 Ancak Zübdetü’l-Haleb adlı eser, basılmış ve günümüze ulaşabilmiştir. Bu eser, Melik Âdil’in gerek Salâhaddîn döneminde gerekse ondan sonraki dönemde Halep ile olan münasebetleri için çalışmamızın birinci derecedeki kaynakları arasında bulunmaktadır. Nitekim bu eser, Melik Âdil ile Halep hâkimi olan yeğeni Melik Zâhir ve onun ölümünden sonra da yerine geçen oğlu arasındaki ilişkileri konusunda çok önemli bilgiler vermektedir. Bu eserin Sâmi ed-Dehhân ve Halil Mansûr tarafından yapılan iki neşri mevcuttur. Bu çalışmamızda 1996 yılında Beyrut’ta yayımlanan Halil Mansûr neşrini kullandık.

XIII. yüzyılın büyük dil bilimcileri arasında yerini alan Ebû Şâme (ö. 665/1267)’nin19 Kitâbü’r-Ravzateyn fî Ahbâri’d-Devleteyn adlı eseri çalışmamız için birinci derecedeki kaynaklardandır. Esas itibariyle Nûreddîn Zengî ve Salâhaddîn dönemlerine ayrılmış olan bu eser, Melik Âdil’in sultan olduğu döneme kadarki olayları da ayrıntılı bir şekilde ele almaktadır. Ayrıca müellifin Ravzateyn’e zeyl olarak yazdığı Terâcimü Ricali’l-Karneyn es-Sâdis ve’s-Sâbi’ de çalışmamız açısından önemlidir. 590- 665/1194-1267 yılları olaylarını kapsayan Zeyl, özellikle Melik Âdil’in 597/1201 yılından sonraki siyasî hayatı için önemli bilgiler ihtiva etmektedir. Biyografik bilgiler içeren bu eser, ez-Zeyl Ale’r-Ravzateyn olarak da bilinmektedir. Bu çalışmamızda İbrâhîm Şemseddîn tahkikiyle 2002 yılında Beyrut’ta yayınlanan neşrini kullandık. Bu

17 Ali Sevim, “İbnü’l-Adîm” DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1999, c. XX, s. 478. 18 Carl Brockelmann, “Kemâleddîn İbn al-Adîm”, İA, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, 1977, 5. Baskı, c. VI, s. 569-570. 19 Carl Brockelmann, “Ebû Şâme”, İA, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, 1977, 5. Baskı, c. IV, s. 51. Sol kaşının üzerinde siyah bir ben olduğu için müellif, Ebû Şâme (benli) künyesiyle tesmiye edilmiştir. Bkz. Şemseddin Günaltay, Tarihinin Kaynakları, Haz. Yüksel Kanar, Endülüs Yay., İstanbul, 1991, s. 166; Tayyar Altıkulaç, “Ebû Şâme el-Makdisî”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1994, c. X, s. 233. Ayrıca müellifin trajik ölümü için bkz. Muhammed b. Şâkir el-Ketbî, Fevâtü’l-Vefeyât, I-V, Thk. İhsan Abbâs, Dâr-ı Sâdır, Beyrut, 1973, c. II, s. 170; Safedî, a.g.e., c. XVIII, s. 68-70.

5

eser zeyliyle birlikte beş cilt olarak basılmıştır. Bu sebeple çalışmamızda dipnotlarda Zeyl’den yapılan alıntılarda, Zeyl’i ayrı bir eser olarak değil de Ravzateyn’in beşinci cildi olarak gösterdik.

Eyyûbî dönemi tarihçisi olarak bilinen, kâdılık ve elçilik başta olmak üzere önemli devlet görevlerinde de bulunan İbn Vâsıl’ın (ö.697/1298 )20 Müferricü’l-Kürûb fî Ahbâri Benî Eyyûb adlı eseri de çalışmamızda en çok yararlandığımız kaynaklardandır. Adından da anlaşılacağı üzere bir Eyyûbî ailesi tarihi olan bu eser, müellifin en önemli eseridir. Müellif, önemli gördüğü en ufak bir ayrıntıyı dahi ihmal etmeden büyük bir dikkatle anlatmıştır. 21 Eyyûbîler dönemiyle ilgili başlıca kaynaklardan biri olan bu eserin ilk bölümleri, daha önceki eserlerden (İmâdeddîn İsfahânî, İbn Şeddâd, İbn Ebi’d-Dem, Sıbt İbn Cevzî, İbn Hallikân gibi22) derlenmiş olmakla birlikte orijinal bilgileri de muhtevidir. Bu çalışmamızda, bu eserin ilk üç cildini kullandık. İlk iki ciltte, Salâhaddîn döneminden ve Melik Âdil’in o dönemdeki faaliyetlerinden bahsedilirken üçüncü cilt tamamen çalışmamızın ana konusuyla ilgili detaylı bilgiler ihtiva etmektedir. Çalışmamızda Cemâlüddîn Şeyyâl tarafından 1953 yılında Kâhire’de yapılan neşri kullanılmıştır.

Çalışmamızda yararlandığımız temel kaynaklardan biri de İzzeddîn İbn Şeddâd (ö. 684/1285)’ın Suriye ve el-Cezîre’nin tarihî coğrafyasına23 dair kaleme aldığı el- Alâkü’l-Hatîre fî Zikri Ümerâi’ş-Şâm ve’l-Cezîre’sidir. Eser Halep, Kınnesrîn, Dımaşk, Ürdün, Lübnan, Filistîn ve el-Cezîre’nin siyasî tarihlerinin yanı sıra; buralardaki kültür, imâr faaliyetleri ve sosyal kurumları konusundaki en önemli kaynaklardan biridir.24 Yararlandığımız bu eser, üç cilt olup ilk cildi Yahya Zekeriya Abbâre, diğer iki cildi ise Sâmî Dahhân tarafından neşredilmiştir.

Ne çağdaşı ne de sonraki tarihçilerin, biyografisi hususunda doyurucu bilgi veremediği25 İbn Nazîf’in (ö. 651/1253’den sonra) çalışmamızı ilgilendiren eseri, et- Tarîhü’l-Mansûrî’sidir. Bu eserin yazımı 631/1234’te tamamlanmıştır. Kâtiplik ve

20 Ömer Rıza Kehhâle, Mu’cemü’l-Müellifîn Terâcimi Musannifi’l-Kütübi’l-Arabî, I-IV, Müessesetü’r- Risâle, Beyrut, 1993, c. III, s. 310. 21 Adnan Sâdık Erzi, “İbn Vâsıl”, İA, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, 1978, 5. Baskı, c. V/II, s. 834. 22 Cengiz Tomar, “İbn Vâsıl”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1999, c. XX, s. 439. 23 Adnan Sâdık Erzi, “İbn Şeddâd”, İA, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, 1978, 5. Baskı, c. V/II, s. 825. 24 Casim Avcı, “İbn Şeddâd, İzzeddîn”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1999, c. XX, s. 375. 25 İbn Nazîf el-Hamevî, et-Tarîhü’l-Mansûrî Telhîsu’l-Keşf ve’l-Beyân fî Havâdisi’z-Zamân, Thk. Ebu’l- Îd Dûdû, Matbaatü’l-Hicâz, Dımaşk, 1981, (Muhakkik notu) s. 6.

6

vezirlik yaptığı için başka kaynaklarda yer almayan belgelere ve ilk elden bilgilere ulaşma imkânına sahip olması nedeniyle26 Melik Âdil dönemi açısından ilk elden bir kaynaktır. Ebü'l-Îd Dûdû 1961'de bu kaynak üzerine bir doktora tezi hazırlamış ve daha sonra metnin tamamını Dımaşk’ta yayımlamıştır. Çalışmamızda da bu neşir kullanılmıştır.

İbn Hallikân (ö. 681/1282)’ın İslâmın başlangıcından itibaren, kaleme alındığı 672/1273 yılına kadar yaşayan, herhangi bir alanda şöhrete kavuşmuş kadın ve erkek 800’den fazla kişinin biyografisini içeren27 Vefeyâtü’l-A’yân ve Enbâu Ebnâi’z-Zamân adlı eseri de yararlandığımız önemli kaynaklardan biridir. Müellif, 654/1256 yılında yazımına başladığı bu eserini, o dönemde Şam’da yürütmekte olduğu kâdılık görevinden dolayı ara verdiği için ancak 672/1274 yılında tamamlayabilmiştir.28 Bu çalışmada, Vefeyât’ın Sultan Salâhaddîn, Melik Âdil, Melik Efdal, Melik Azîz ve Melik Zâhir’in hal tercümesine ayrılan bölümleri kullanılmıştır.

Ortaçağ İslâm dünyasının yetiştirdiği en büyük tarihçilerden biri olan ve Mısır tarihçiliği çığırını açan el-Makrizî (ö. 845/1442)’nin29 çalışmamızı ilgilendiren eseri, es- Sülûk li Ma’rifeti Düveli’l-Mülûk’tur. Bu eserin birçok el yazması mevcuttur. Tam metni Ayasofya Müzesinde dört cilt olarak 3372 numarada bulunmaktadır.30 568/1172 yılındaki Salâhaddîn döneminden başlayıp yaşadığı döneme kadarki Mısır hâkimleri/yöneticileri hakkında bilgiler vermektedir. Bu çalışmamızda Abdulkadir Atâ tarafından 1997 yılında 8 cilt olarak Beyrut’ta neşredilen I. cildini kullandık.

26 Angelika Hartmann, “İbn Nazîf”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1999, c. XX, s. 231. 27 Abdülkerim Özaydın, “İbn Hallikân”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1999, c. XX, s. 17-18. 28 Carl Brockelmann, “İbn Hallikân”, İA, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, 1977, 5. Baskı, c. V/II, s. 745. 29 Mısır’ın siyasî, sosyal ve ekonomik hayatını bilimsel bir araştırmaya tabi tutan Makrizî, Kâhire’nin karanlıkta kalmış yönlerini aydınlatmış, oranın meşhur olmuş ilmî ve siyasî şahsiyetlerinin hayat hikâyelerini yazarak onları tanıtmıştır (Eymen Fuad Seyyid, “Makrizî”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., Ankara, 2003, c. XXVII, s. 448-449). Aslında Makrizî, tarih boyunca Mısır’da yaşamış bütün meşhur şahısların tercüme-i hallerini el-Mukaffâ adını verdiği ve 80 cilt olarak tasarladığı çok geniş bir eserde toplamayı kararlaştırmıştı. Ancak bu düşüncesini gerçekleştirememiştir. (Carl Brockelmann, “Makrizî”, İA, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, 1977, 5. Baskı, c. VII, s. 207). 30 Takiyüddîn Ahmed el-Makrizî, es-Sülûk li Ma’rifeti Düveli’l-Mülûk, I-VIII, Thk. Abdulkadir Atâ, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiye, Beyrut, 1997, c. I, s. 5 (Muhakkikin notu).

7

Mısır tarihçiliği çığırını açan Makrizî’nin talebesi ve ondan sonraki en önemli Mısır tarihçiliği temsilcisi olan İbn Tağriberdî (ö. 874/1470)’nin31 zamanımıza kadar gelen yedi tarih kitabından32 en meşhuru, Mısır tarihi ile ilgili olan en-Nücûmü’z-Zâhire fî Mülûki Mısır ve’l-Kâhire adlı eseri de yararlandığımız kaynaklar arasında önemli bir yere sahiptir. Müellif, bu eserinde Mısır’ın fethinden vefatından iki yıl öncesine, 872/1468 yılına kadar olan olayları ve önemli şahısların tercüme-i hallerini aktarır. Çalışmamızda, konuların sultanlar silsilesine göre anlatıldığı bu eserin VI. cildinden istifade edilmiştir.

Bunların yanında el-Bidâye ve’n-Nihâye adlı eseriyle büyük tarihçiler arasında yer alan İbn Kesîr (ö. 774/1373)’in bu eseri de yararlandığımız kaynaklar arasındadır. Bu eser, başlangıçtan 767/1365-1366 yılına kadar gelen olayları kronolojik olarak anlatan genel bir İslâm tarihi eseri olup33 tamamı Mehmet Keskin tarafından on dört cilt olarak Türkçeye çevrilmiştir. Çalışmamızda Dâru İbn Kesîr tarafından Dımaşk’ta yirmi cilt olarak neşredilen eserin XIV. ve XV. ciltleri kullanılmıştır.

Yine İbn Haldûn (ö. 808/1406)’un Tarîhu İbn Haldûn olarak bilinen Dîvânü’l- Mübtede’ ve’l-Haber fî Tarîhi’l-Arab ve’l-Berber ve Men Asarehüm min Zevi’ş-Şe’ni’l- Ekber, Yafiî (ö. 768/1367)’nin Mir’âtü’l-Cinân, Nuveyrî (ö. 733/1333)’nin Nihâyetü’l- Ereb ve ed-Devâdârî (ö. 736/1336’dan sonra)’nin, Kenzü’d-Dürer ve Câmiü’l-Gurer adlı eserlerinden de yararlanılmıştır.

Ayrıca el-Ketbî (ö. 764/1363)’nin Fevâtü’l-Vefeyât, es-Safedî (ö. 764/1363)’nin el-Vâfî bi’l-Vefeyât, Kehhâle (ö. 1987)’nin Mu’cemü’l-Müellifîn gibi biyografi (tabakât) eserlerinden faydalanılmıştır. Yine tabakât hususunda birçok kişi hakkında kısa bilgiler veren Ziriklî (ö. 1976)’nin el-A’lam’ından da yararlanılmıştır.

Yakut el-Hamevî (ö. 626/1229)’nin Mu’cemü’l-Büldân, İzzeddîn İbn Şeddâd (ö. 684/1285)’ın el-A’lakü’l-Hatîre gibi coğrafî eserlerinden de yer isimleri ve tarihleri konusunda yararlanılmıştır.

31 Mustafa Çuhadar-İsmail Yiğit, “İbn Tağriberdî”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1999, c. XX, s. 385-386; İbn Tağriberdî’nin hayatı ve tarihçiliği için bkz. Erkan Göksu, “İbn Tağriberdî ve Tarihçiliği”, Nüsha Şarkiyat Araştırmaları Dergisi, Yıl: VIII, Sayı 26, 2008/I, ss.69-90. 32 C. Brockelmann, “Ebu’l-Mehâsin”, İA, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, 1978, 5. Baskı, c. IV, s. 90. 33 Abdülkerin Özaydın, “İbn Kesîr” DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1999, c. XX, s. 132-133; C. Brockelmann, “İbn Kesîr”, İA, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, 1978, 5. Baskı, c. VI, s. 762.

8

Melik Âdil dönemiyle ilgili Franz Dahlmanns’ın 1975 yılında Almanya’da al- Malik al-Adil Agypten und der Vordere Orient in den Jahren (588/1193 bis 615/1218) adıyla hazırlamış olduğu çalışmadan çokça yararlanılmıştır. Özellikle tezimizin çerçevesinin şekillenmesinde çok etkili olmuştur. Ülkemizde Eyyûbîler hususunda ilk akademik çalışma yapan ve daha sonra da bu alanda çok değerli eserler ortaya koyan Ramazan Şeşen’in çalışmalarından da çokça istifade edilmiştir. Özellikle çalışmamızın Eyyûbî Ailesinin İlk Dönem Tarihi ve Melik Âdil’in Salâhaddîn dönemindeki Faaliyetleri bölümlerinin hazırlanmasında Ramazan Şeşen’in çalışmalarından çokça faydalanılmıştır. Melik Âdil’in yeğenleriyle olan mücadeleleri konusunda R. Stephen Humphreys’in From Saladin to the The Ayyubids of adlı çalışmasından çok fazla yararlanılmıştır. Haçlılarla olan mücadelelerde de Steven Runciman’ın Fikret Işıltan tarafından Türkçeye çevrilen Haçlı Seferleri Tarihi eserinin III. cildinden faydalanılmıştır.

Hicrî tarihlerin mîladî karşılıklarını verirken Faik Reşit Unat’ın Hicrî Tarihleri Milâdî Tarihe Çevirme Klavuzu34 adındaki eserinden ve Türk Târih Kurumu’nun resmî web sitesindeki35 tarih çevirme kılavuzundan yararlanılmıştır.

2. EYYÛBÎ AİLESİNİN İLK DÖNEM TARİHİ

2.1. Eyyûbî Ailesinin Kökeni

Eyyûbî ailesi, tarihçilerin ittifakıyla Duvîn’den neş’et etmiştir.36 Kaynaklarda Azerbaycan sınırındaki Arran bölgesinde olduğu söylenen 37 Duvîn, 38 bugünkü Ermenistan’ın başkenti Erivan’ın güneyinde yer almaktadır. Eyyûbî ailesi, Kürtlerin Hezbaniyye kabilesinin Ravadiye koluna mensuptur. Bu konuda mütekaddim tarihçiler

34 Faik Reşit Unat, Hicrî Tarihleri Milâdî Tarihe Çevirme Klavuzu, 5. Baskı, TTK Basımevi, Ankara, 1984. 35 http://www.ttk.gov.tr/takvim.asp. 36 İbn Hallikân, a.g.e., c. VII, s. 139; Eyyûbî ailesinin “Duvîn” şehrinden neş’et ettikleri hususunda bkz. İbn Şeddâd, a.g.e., s. 31; İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 16; et-Tarîhü’l-Bâhir fi’d-Devleti’l-Atabekiyye, Thk. Abdulkadir Ahmed Tuleymât, Dârü’l-Kütübi’l-Hadîse, Kâhire, 1963, s. 119. 37 Yâkût el-Hamevî, Mu’cemü’l-Büldân, I-V, Dâr-ı Sadâret, Beyrut, 1977, c. II, s. 491; İbn Hallikân, a.y. 38 Uzun yıllar Şeddâdîlerin başkentliğini yapmış bir şehir olan Duvîn, 524/1130 yılında Şeddâdîlerin elinden çıkmış ve böylece Şeddâdîlerin Duvîn kolu sona ermiştir. Bunun için bkz. Gülay Öğün Bezer, “Şeddâdîler”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 2010, c. XXXVIII, s. 410.

9

ittifak halindedirler.39 Bu kabile Kürtlerin en asîl ve en büyük hür kabilelerinden biri olup40 hiçbir zaman memlûk olmamıştır.41

İbn Hallikân, Melik Âdil’in babası ve bu aileye ismini vermiş olan Necmeddîn Eyyûb’un, Duvîn’in girişindeki bütün halkı Ravadî Kürtleri olan Ecdânekân Köyü’nde dünyaya geldiğini aktarmaktadır.42

Necmeddîn Eyyûb’un Esedüddîn Şîrkûh adında bir kardeşi daha vardı. Bu iki kardeş, Şâdî (veya Şazi) el-Kürdî’nin43 oğullarıdır. Eyyûbîlerin bilinen şeceresi buraya kadardır. İbn Hallikân, Eyyûbîlerin nesebi için birçok araştırmalarda bulunduğunu; hatta bizzat Necmeddîn Eyyûb ile Esedüddîn Şîrkûh’un vakfiyelerinde bulunan birçok kitapta dahi neseb olarak Şâdî’den daha yukarısını görmediğini anlatmaktadır. 44 Ancak bu ailenin bazı büyüklerinden, Şâdî’nin babasının isminin Mervân olduğunu duyduğunu da aktarmaktadır. 45 Nitekim meşhur Memlûk tarihçilerinden İbn İyâs 46 da Eyyûbîlerin şeceresini Necmeddîn Eyyûb b. Şâdî b. Mervân el-Kürdî şeklinde vermektedir.47

Bir kısım soy bilginleri de bu ailenin soyunu Araplara dayandırmaktadırlar. Fakat bunlar da kendi aralarında görüş birliği içinde değillerdir. Bunların bir kısmı bu

39 Bunun için bkz. İbn Esîr, el-Kâmil, a.y.; el-Bâhir, a.y.; Şihâbüddîn Ebû Şâme, Kitâbü’r-Ravzateyn fî Ahbâri’d-Devleteyn en-Nûriyye ve’s-Salâhiyye, I-V, Thk. İbrâhîm Şemseddîn, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 2002, c. I, s. 354; İbn Hallikân, a.y.; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 61. 40 İbn Esîr, el-Kâmil, a.y.; el-Bâhir, a.y.; Ebû Şâme, a.y.; İbn Hallikân, a.y. 41 Ahmed b. İbrâhîm el-Hanbelî, Şifâü’l-Külûb fî Menâkib-i Benî Eyyûb, Thk. Nâzım Reşîd, Vezâretü’s- Sekâfe ve’l-Fünûn, Irak, 1978, s. 22-23. 42 İbn Hallikân, a.g.e., c. VII, s. 139-140; Necmeddîn Eyyûb’un nerede dünyaya geldiği husûsu aslında tartışmalıdır. Onun Duvîn’de veya Ecdânekân’da dünyaya geldiğini söyleyenler olduğu gibi onun Şabahtân’da veya Cebel-i Cûr’da dünyaya geldiğini söyleyenler de vardır. Bkz. Ebû Şâme, a.g.e., c. II, s. 165. 43 Şadi el-Kürdî nisbesi, İbn Haldûn’da geçmektedir. Bkz. Abdurrahmân b. Haldûn, Tarîhu İbn Haldûn, I-VIII, Haz. Halil Şahhâde ve Süheyil Zekkâr, Dârü’l-Fikr, Beyrut, 2000, c. V, s. 289. 44 İbn Hallikân, bu iki kardeşin, vakfiyelerindeki kitaplarının üzerinde kendi isimlerini Necmeddîn Eyyûb b. Şâdî veya Esedüddîn Şîrkûh b. Şâdî şeklinde yazdıklarını söylemektedir. Bkz. İbn Hallikân, a.g.e., c. VII, s. 140; Ebû Şâme de İbn Ebî Tayy’den naklen Eyyûbîlerin Şâdî’den daha yukarı neseblerinin bilinmediğini vurgulamaktadır. Ayrıca Ebû Şâme bu bilginin doğruluğuna, kendisinin de iki kardeşin vakfiyelerindeki kitaplarda neseb olarak Şâdî’den daha yukarısını görmemesini delil olarak getirmektedir. Ebû Şâme, a.g.e., c. II, s. 163-164. 45 İbn Hallikân, a.y. 46 Aslen Türk olan İbn İyâs, Memlûkluların son dönemiyle Osmanlıların Mısır hâkimiyetinin ilk dönemleri için çok önemli eserler kaleme almıştır. Bkz. Muhammed Razûk, “İbn İyâs”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1999, c. XX, s. 97; http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Islam-Tarihi- Ansiklopedisi/Detay/IBN-I-IYAS/374. Erişim. 01.06.2015. 47 Bkz. Zeynüddîn Muhammed b. İyâs, Bedâiu’z-zühûr fî Vakâîdi’d-duhûr, I-III, Metâbiü’ş-Şa’b, Kâhire, 1960, c. I, s. 53.

10

ailenin soyunu Araplardan Mürreoğullarına48 dayandırırken, bir kısmı da Ravvad b. Müsennâ’ya dayandırırlar.49 Bunlara göre bu aile Arap-Kürt karışımı bir ailedir. Fakat Eyyûbî Devleti’nin kurucusu Salâhaddîn’in uzun süre inşâ kâtipliğini yapmış olan İbn Şeddâd, Salâhaddîn’in bu tür iddiaları kesin bir dille reddedip bunların asılsız iddialar olduklarını ifâde ettiğini aktarır.50 Tarihçi ed-Devâdârî,51 Eyyûbî ailesinden Melik Sâlih İsmâil’in (ö.648/1251)’in oğlu Melik Kâmil’e neseblerini sorduğunu, onun da kendilerinin Nihâvend 52 Dağı Kürtlerinden olduklarını söylediğini vurgular. 53 Bütün bunlara rağmen bu aile içinden soyunu Araplara dayandıranlar da çıkmıştır.54 Hatta kendilerini Kureyş’e nisbet edenler olmuştur. Örneğin Melik Âdil’in kardeşi olan Yemen fâtihi Tuğtekîn’in aklî melekesi yerinde olmayan 55 oğlu Muizz İsmâîl, 56 ailesinin Emevîlerin soyundan geldiğini57 iddiâ edip kendisini de halîfe ilân etmiştir.58

48 Bu nesebi dillendiren Hasan b. Garîb b. İmrân’dır. Onun tespît ettiği soy şeceresi için bkz. İbn Hallikân, a.y.; Cemâleddîn b. Muhammeed b. Vâsıl, Müferricü’l-Kürûb fî Ahbâr-i Benî Eyyûb, I-V, Nşr. Cemâleddîn Şeyyâl, Kâhire, 1953, c. I, s. 5; İbn Haldûn, a.g.e., c. V, s. 326. 49 Bu iddiâda bulunanlar, Eyyûbîlerin mensûp oldukları Ravadi aşiretinin atalarının Yemen kökenli Ravvad b. Müsennâ el-Ezdî olduğunu söylemektedirler. İddiaları şöyledir: Basrâ Şehrinin kuruluşundan sonra Yemen’den alınarak Basrâ’ya getirilip yerleştirilen Arapların liderliğini VIII. asrın ikinci yarısından itibaren Ravvad b. Müsennâ üstlenmiştir. Ravvad b. Müsennâ, 758 yılında aşiretiyle birlikte Basrâ’dan alınarak Azerbaycân’a getirilip yerleştirilmiştir. Azerbaycân’da zamanla güçlenen Ravvadiler IX. asırda ‘Tebrîz’ şehrini ele geçirmiş ve X. asırdan itibaren de bölgede bulunan Kürtlerin Hezbaniye aşiretiyle işbirliği yaparak onlar ile kaynaşmışladır. Bundan sonra da kendilerini Kürtlerin bir kolu saymışlardır. Bu aile, daha sonraki süreçte ise bölgede bulunan Türklerle karışarak büyük ölçüde Türkleşmişlerdir. Ramazan Şeşen, “Eyyûbîler”, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, (Ed: Kenan Seyithanoğlu), Kurtuluş Ofset, İst., 1989, c. VI, s. 303; Ramazan Şeşen, Salâhaddîn Eyyûbî ve Devlet, Çağ Yay., İst., 1987, s. 36. 50 Bkz. İbn Hallikân, a.g.e., c. VII, s. 141. 51 ed-Devâdârî hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Cevat İzgi, “İbnü’d-Devâdârî”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 2000, c. XXI, ss. 11-13. 52 Nihâvend, İran’da Hemedan şehrinin güneyinde bulunan tarihî bir şehirdir. el-Hamevî, a.g.e., c. V, s. 313. 53 Ebû Bekir b. Abdullah b. Aybek ed-Devâdârî, Kenzü’d-Dürer ve Câmiü’l-Gurer, I-IX, Thk. Said Abdulfettâh Âşûr, Kâhire, 1972, c. VII, s. 5. 54 Onlar, kendilerinin Kürt değil de aslında Arap olduklarını, ancak zamanla Kürtlerin arasına katılıp onlardan evlendiklerini ve böylece onlarla kaynaşarak Kürtleştiklerini iddia ederler. Bkz. İbn Vâsıl, a.g.e., c. I, s. 3. Eyyûbî ailesine mensup olan Melik Emced (Melik Âdil’in torunu olan Melik Nâsır Salâhaddîn {ö. 658/1260}’in oğludur), Eyyûbîlerin soyu hususunda üç farklı görüşün olduğunu vurguladıktan sonra o da kendilerinin aslen Arap olduklarını ifade eder. Bkz. Ahmed b. Abdulvehhâb Nüveyrî, Nihâyetü’l-Ereb fî Fünûni’l-Edeb, I-XXXIII, Thk: Necib Mustafa Fevvaz-Hikmet Küşeli Fevvaz, Dârü’l-Kütübi’l- İlmiyye, Beyrut, 2004, c. XXVIII, s. 232-234. 55 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 248; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 73. 56 Muizz İsmâîl, babası Tuğtekîn’in Şevvâl 593/Ağustos-Eylül 1197 tarihinde vefat etmesi üzerine onun yerine Yemen hâkimi oldu. İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 248; Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 453; Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 257; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 73. 57 Muizz İsmâîl’in ailesi için belirlediği soy şeceresi için bkz. İbn Vâsıl, a.g.e., c. I, s. 4. 58 Halîfelik alameti olarak yeşil elbise giymeye ve yeşil sarık bağlamaya önem veren Muizz İsmâîl, ülkesinde Abbasî halîfesi adına okunan hutbeyi keserek kendi adına okutmaya başlamıştı. Makrizî, es- Sülûk, c. I/I, s. 173-174. Tarihçi İbn İmâd, onun peygamberlik iddiasında bulunduğunu söyleyenlerin olduğunu, ancak bunun doğru bir bilgi olmadığını belirtmektedir. Bkz. Ebu’l-Feth Abdulhayy b. İmâd,

11

Onun bu davranışları Melik Âdil dönemine denk gelmektedir. Melik Âdil bunu duyunca yeğenini kesin bir dille yalanlayarak kendilerinin Ümeyye oğullarından gelmediğini vurgulamıştır. 59 Yeğenini bu iddiasından dolayı ayıplamış, iddâsından vazgeçmeye çağırmıştır. Ayrıca mektup ve elçi de göndererek ondan asıl kökenine geri dönmesini istemiştir.60 Soyunu Ümeyyeoğulları’na dayandıran Muizz, muhtemelen bu davranışıyla halîfelik iddiasına zemin hazırlamak istemiştir.

İbn Ebî Tayy, Muizz İsmâîl’in bu iddiâsını dönemin Eyyûbî ailesi fertlerine sorduğunu, ancak onların hiçbirinin Şâdî’den daha yukarı atalarını bilmediğini aktarmaktadır. Yine onların Muizz’in yalan söylediğini ifade ettiklerini de nakletmektedir.61

2.2. Selçukluların Hizmetinde Eyyûbî Ailesi

Eyyûbî ailesinin asıl vatanları olan Duvîn’den ne zaman çıktıkları hususunda elimizde kesin bir bilgi yoktur. Fakat bu ailenin hicrî VI./milâdî XII. asrın başlarında Duvîn’den çıkıp Irak’a göç ettikleri62 ve Irak Selçuklularının en nüfûzlu beylerinden Bağdat şıhnesi 63 (subaşısı) Bihrûz el-Hâdim’in 64 hizmetine girdikleri hususunda tarihçiler görüş birliği içindedirler. Fakat bu göçün Şâdî döneminde mi yoksa Necmeddîn Eyyûb döneminde mi gerçekleştiği hususunda ihtilâf vardır.

Bazı tarihçiler, Necmeddîn Eyyûb ve Esedüddîn Şîrkûh kardeşlerin Duvîn’den ayrılıp Irak’a, Bihrûz’un yanına gelişlerinin babaları Şâdî döneminde vüku bulduğunu

Şezerâtu’z-Zeheb fî Ahbâri men Zeheb, I-XI, Thk. Abdulkadir el-Arnavud-Mahmud el-Arnavud, Dâru İbn Kesîr, Beyrut, 1991, c. VI, s. 545. 59 İbn Vâsıl, a.y.; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 62. 60 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 248 61 Ebû Şâme, a.g.e., c. II, s. 163 (İbn Ebî Tayy’den naklen). 62 O dönemki Abbâsî halîfesi, el-Müsterşid billâh’tır. 63 Şıhne, Selçuklular döneminde hükümdar soyundan olmayan ve geniş askerî ve idârî yetkilere sahip eyalet yöneticisine denir. 64 Bihrûz el-Hâdim, Duvîn’de Şâdî’nin arkadaşı idi. İkisi beraber büyüyüp yetişmişlerdi. Bihrûz, Duvîn’in beylerinden birisinin eşiyle zinâ etmekle suçlanınca iğdiş edilerek cezalandırıldı ve bundan sonra utancından Duvîn’de kalamayarak orayı terk etmek zorunda kaldı. Irak’a giderek Selçuklu sultanlarının hizmetine girdi. Dönemin Selçuklu Sultanı Muhammed b. Melikşâh’ın indinde itibarı artan Bihrûz, sultanın çocuklarının lâlâlığına kadar yükselebildi. Onun bu konumu Sultan Muhammed’in yerine geçen oğlu Sultan Mesût döneminde de devam etti. Nihâyet 502/1108 yılında Sultan Mesût b. Muhammed b. Melikşâh’ın kendisine verdiği görevi eksiksiz ve en güzel bir şekilde yerine getirince Bağdat şıhneliğine atandı ve Tikrit de kendisine iktâ olarak verildi. İbn Hallikân, a.g.e., c. I, s. 256; İbn Haldûn, a.g.e., c. V, s. 326. Ayrıca Bihrûz’un, sultan tarafından Bağdat şıhneliğine atandığı hususu için bkz. İbn Esîr, el- Kâmil, c. IX, s. 133.

12

söylerler. Bunlara göre Sultan Mesûd, Bihrûz’u 502/1108 yılında Bağdat şihneliğine atadı ve Dicle Nehri’nin kenarında kurulmuş Tikrit’i de ona iktâ olarak verdi. Ardından Bihrûz, iktâsı olan Tikrit’e kadim dostu Şâdî’yi hâkim/yönetici olarak atadı. Şâdî Tikrit’te ölünce (ki kabri Tikrit’te olup üzerine bir kubbe inşa edilmiştir)65 Bihrûz, bu sefer 524/1130 yılında onun oğlu Necmeddîn Eyyûb’u onun yerine atadı.66

İkinci görüşe göre ise Tikrit’e Bihrûz tarafından hâkim olarak atanan, Şâdî’nin kendisi değil, onun oğlu Necmeddîn Eyyûb’tur. Bu iddiada bulunanlara göre Necmeddîn Eyyûb ve Esedüddîn Şîrkûh kardeşler birlikte Duvîn’den çıktılar ve Irak’a gelerek Bağdat şihnesi Bihrûz’un hizmetine girdiler. Necmeddîn Eyyûb’ta akıl, basiret ve güzel ahlâk gören Bihrûz, onu iktâsı olan Tikrît’e dizdâr67 olarak gönderdi.68

İbn Ebî Tayy’ın başını çektiği bazı tarihçiler de Necmeddîn Eyyûb’un kardeşi Şîrkûh ile birlikte Duvîn’den çıkıp Irak’a geldiklerini ve bizzât Sultan Muhammed b. Melikşâh’ın hizmetine girdiklerini söylerler. Bunlara göre Necmeddîn Eyyûb bir süre hizmet ettikten sonra, sultan onun siyasî ve askerî yeteneklerini keşfederek onu Tikrît’e vâlî olarak atadı. Daha sonra Sultan Muhammed’in yerine Sultan Mesûd iktidara gelince Tikrît’i Bihrûz’a iktâ olarak verdi. O da iktâsı üzerinde vali olarak yine Necmeddîn Eyyûb’u bıraktı.69

Bu üç görüşten birincisi, yani Necmeddîn Eyyûb ve Esedüddîn Şîrkûh kardeşlerin Irak’a babaları Şâdî ile birlikte geldikleri ve daha sonra Şâdî’nin Bihrûz tarafından Tikrît’e valî olarak atandığı görüşü doğruya daha yakındır. Çünkü Esedüddîn Şîrkûh’un karıştığı bir ölüm olayı üzerine Bihrûz, o dönem Tikrît valisi olan Necmeddîn Eyyûb’a gönderdiği mektupta; “Babanızın benim üzerimde hakkı vardır. Benim ile onun arasında sıkı bir dostluk vardı. Bu sebeple ben sizin hakkınızda kötü bir tavır sergileyemem. Fakat sizden bir an önce memleketimi terk etmenizi ve istediğiniz

65 İbn Hallikân, a.g.e., c. VII, s. 140; el-Hanbelî, a.g.e., s. 23. 66 İbn Hallikân, a.g.e., c. I, s. 256, 260; İbn Haldûn, a.g.e., c. V, s. 326. kale (دوزه) dır. Doze’دوزه دار/Farsça asıllı bir kelime olan dizdâr, vali anlamındadır. Farsçası Dozdâr 67 ise muhafız, koruyucu demektir. Dolayısıyla Dozdâr, kale muhafızı ve valisi anlamına (دار) demektir. Dâr gelmektedir. İbn Hallikân, a.g.e., c. VII, s. 142. 68 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 16; el-Bâhir, s. 119; İbn Vâsıl, a.g.e., c. I, s. 7; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 61; Cemâluddin Ebu’l Mehasin Yusuf b. Tağriberdî el-Atabekî (ö. 874/1469), en-Nücûmü’z-Zâhire fî Mülûki Mısır ve’l-Kâhire, Nşr. Muhammed Hüseyin Şemsuddin, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1992, c. VI, s. 4. 69 Ebû Şâme, a.g.e., c. II, s. 165; Nüveyrî, a.g.e., c. XXVIII, s. 234-235.

13

herhangi başka bir yere rızkınızı aramak üzere gitmenizi istiyorum,” sözlerini sarf etmektedir. Bu sözler, Bihrûz ile Şâdî arasında eski bir dostluğun varlığını ve Bihrûz’un o dostluğa binâen iktâsı durumundaki Tikrît’e güvenebileceği bir kişi olması hasebiyle arkadaşı Şâdî’yi vali olarak atadığını göstermektedir.70

2.3. Zengîlerin Hizmetinde Eyyûbî Ailesi

2.3.1. Irak Zengî Ailesi ile İlk Temâslar

Hicrî 525 yılından çok kısa bir süre önce /milâdî 1130 yılında Tikrît’e vâlî olarak atanan Necmeddîn Eyyûb, kardeşi Esedüddîn Şîrkûh ile birlikte bir süre orada Selçukluların hizmetinde bulundu; orada oldukça başarılı bir valîlik yaptı. Necmeddîn Eyyûb, sahip olduğu dînî değerlere bağlılık, iyilikseverlik, âdil yönetim, misafirperverlik, insanlarla iyi ilişkiler ve ilim ehline oldukça ehemmiyet vererek onları yüceltmek gibi hasletleriyle71 halkın gönlünde taht kurdu.

Necmeddîn Eyyûb’un liderliğindeki Eyyûbî ailesi ilk defa 526/1131 yılında dönemin Abbâsî halîfesi Müsterşid ile Irak Zengîlerinin başındaki İmâdeddîn Zengî arasında cereyân eden bir olay üzerine tarih sahnesine çıktı.

Selçuklu Sultanı Mahmûd’un 525/1131 yılında ölmesi üzerine çıkan taht kavgalarına Abbasî halîfesi Müsterşid de Sultan Sencer lehine müdahil olunca Selçuklu Sultanı Mesûd b. Muhammed b. Melikşâh ve İmâdeddîn Zengî birlikte hareket ederek Bağdat’ı muhâsara ettiler. Bunun üzerine halîfe, Karâcâ Sâkî’den yardım istedi. Bu çağrı üzerine harekete geçen Karâcâ Sâkî, 526/1132 tarihinde İmâdeddîn Zengî’yi hezîmete uğrattı. Yenik düşen İmâdeddîn Zengî yaralı bir şekilde Tikrît Kalesi’ne sığındı. 72 Tikrît vâliliği yapan Necmeddîn Eyyûb, gemiler göndererek İmâdeddîn Zengî’yi askerleri ile birlikte Dicle Nehri’nden karşıya geçirdi.73 Necmeddîn Eyyûb ve Şîrkûh kardeşler, askerler içinde bulunan İmâdeddîn Zengî’nin yerini tespit edince yukarıdan sarkıttıkları bir halat yardımıyla onu kaleye çıkardılar ve onun yaralarını tedavi ettiler. Ona yakınlık göstererek olabildiğince yardımcı olup ikramda bulundular.

70 Mektup için bkz. İbn Hallikân, a.g.e., c. I, s. 257; Bu konu için ayrıca bkz. Ali Beyyûmî, Kuruluş Devrinde Eyyûbîler, (Çev: Abdulhadi Timurtaş), Kent Yay., İstanbul, 2005, s. 64. 71 Ebû Şâme, a.g.e., c. II, s. 165. 72 İbn Esîr, el-Kâmil, c. IX, s. 262-263. 73 İbn Esîr, el-Bâhir, s. 119; İbn Hallikân, a.g.e, c. VII, s. 143.

14

On beş gün kalede kalan İmâdeddîn Zengî, yaraları iyileşince Musul’a döndü. İmâdeddîn Zengî, bu olay vasıtasıyla Necmeddîn Eyyûb ve Esedüddîn Şîrkûh kardeşleri tanıdı, onları çok sevdi; aralarında ileride etkisi fazlasıyla hissedilecek büyük bir dostluk başladı. İmâdeddîn Zengî, iki kardeşin kendisine yaptıkları bu iyiliği hiç unutmadı ve bundan sonraki süreçte de Zengî ile Şâdî’nin oğulları, aralarındaki ilişkiyi yazışmalar ve hediyeleşmeler suretiyle devam ettirdiler.74

2.3.2. Tikrît’ten Musul’a Gidiş

İmâdeddîn Zengî’nin Karâcâ Sâkî’ye yenilmesi üzerine Sultan Mesûd, halîfeye bağlılık bildirerek onunla barıştı ve Bağdat’a döndü. 75 Bu arada Eyyûbî ailesinin, halîfenin düşmanı İmâdeddîn Zengî’yi kalelerine alarak ona destek vermeleri Bağdat’ta bulunan Bihrûz’u zor durumda bırakmış olmalı ki o, bu olay üzerine bu aileye karşı tutumunu değiştirdi. O, düşmanları olan İmâdeddîn Zengî’yi kaleye alarak ona yardımcı oldukları ve sonradan da onu salıverdikleri için onları azarladı.76 Belki de eski dostu Şâdî’den dolayı Bihrûz, onları bu hatalarından dolayı cezalandırma yoluna gitmedi. Fakat aralarındaki ilişki de giderek zayıflamaya başladı.

Ayrıca Eyyûbî ailesinin lideri Necmeddîn Eyyûb, iyi yönetim ve iyi siyaset ile halkın gönlünü kazanmışken tek gözlü bir komutan olan77 kardeşi Şîrkûh da cesâret ve atılganlığıyla halkın gönlünde taht kurmuştu.78 Böylece bu iki kardeş muazzam bir güce ulaşmışlardı. Bunların ulaştıkları güç ve nüfûz da Bihrûz’un kulağına gidince o, artık bunları Tikrît’ten tamamen uzaklaştırmaya karar verdi.79 Fakat bunların hizmetlerine ihtiyâç duymayacağı uygun bir fırsatın gelmesi gerekirdi. Nihâyet bu fırsatı 532/1138 yılında yakaladı ve onları iktâsı olan Tikrît’ten çıkardı. Olay şöyle gelişti: Tikrît Kalesi’nde bulunan Eyyûbî ailesinin ikinci lideri konumundaki Şîrkûh, zaman zaman kaleden iner, ihtiyaçlarını görür ve tekrar kaleye çıkardı. Yine bir gün kaleden inip ihtiyaçlarını gördükten sonra tekrar kaleye çıkarken önceden aralarında husumet

74 Ebû Şâme, a.g.e., c. II, s. 166. 75 İbn Esîr, el-Kâmil, c. IX, s. 263. 76 İbn Hallikân, a.g.e., c.VII, s. 143; Ayrıca bkz. Osman Gürbüz, Selâhaddîn Eyyûbî hayatı ve Şahsiyeti, Rağbet Yay., İstanbul, 2012, s. 25. 77 Hannes Möhring, Salaheddin Eyyubi 1138-1193, (Çev: Ayşe Dağlı), Kitap Yay., İstanbul, 2008, s. 29. 78 Ebû Şâme, a.g.e., c. II, s. 166. 79 Beyyûmî, a.g.e., s. 66.

15

bulunan bir Hristiyan şahsın iğneleyici sözleri üzerine kılıcını çekerek onu öldürdü. Daha sonra onu kaleye çıkararak oradan aşağı attı. Bu Hristiyan şahıs, Bihrûz’un has adamlarından biriydi.80 Bihrûz bunu duyunca aileye mektup yazarak81 bir an önce iktâsı olan Tikrît’ten ayrılmalarını istedi.82 Eyyûbî ailesinin Tikrît’i terk etmelerine sebep olarak tarihçilerin çoğu bu olayı anlatmaktadırlar. 83 Bunun üzerine aile 532/1138 tarihinde Tikrît’ten ayrılarak84 daha önceden dostluk kurdukları İmâdeddîn Zengî’nin hâkimiyeti altındaki Musul’a hareket ettiler.

2.3.3. Eyyûbî Ailesinin Musul’daki Yükselişi

İmâdeddîn Zengî, Eyyûbî ailesinin büyükleri olan Necmeddîn Eyyûb ile Esedüddîn Şîrkûh kardeşlerin kendisini kast ederek Musul’a geldiklerini haber alınca çok sevindi. Onları resmî törenle karşılayarak çok değerli iktâlar verdi.85 İmâdeddîn Zengî indinde güven telkin eden bu iki kardeş Musul’da hızlı bir şekilde yükseldiler. Bu iki kardeşin, İmâdeddîn Zengî indindeki konumlarının yükselmesinin en büyük sebeplerinden biri de Şîrkûh ile Musul veziri Cemâleddîn arasındaki dostluğun ilerlemesi idi.86 Bu dostluğa binâen Cemaleddîn, bu iki kardeşi Zengî’ye daha fazla tanıtmak ve yakınlaştırmak için büyük gayret gösterdi. 87 Cemâleddîn’in gayretleri sonucunda Şîrkûh, Zengî’nin en önemli komutanları arasına girerken Necmeddîn Eyyûb da siyasî ve idârî konularda akıl danışılan danışmanlar arasında yerini aldı.

80 Olayın farklı bir versiyonu için bkz. İbn Hallikân, a.g.e., c. I, s. 257. 81 Mektup için bkz. İbn Hallikân, a.g.e., c. I, s. 257. 82 Ebû Şâme, a.g.e., c. II, s. 166. 83 Fakat bir kısım tarihçiler ise adam öldürme olayına karışanın Necmeddîn Eyyûb olduğunu ve onun, Bihrûz’un bir memlûkünü öldürdüğünden dolayı korkudan Tikrît’i terk ettiğini söylerler. Bunun için bkz. Ebû Şâme, a.g.e., c. I, s. 354-355; İbn Vâsıl, a.g.e., c. I, s. 8.; İbn Tağriberdî de aynı olayı aktarmaktadır, fakat o, Bihrûz’un bu olaydan daha haberdar olmadan Eyyûbî ailesinin utancından Tikrît’ten çıktıklarını söylemektedir. İbn Tağriberdî, a.g.e., c. VI, s. 4. 84 Eyyûbî ailesinin Tikrît’ten ayrıldıkları gece şu ilginç olayın vüku bulduğu tarih kaynaklarında mevcuttur: Eyyûbî ailesi, maiyetlerindeki askerlerle birlikte Tikrît’ten ayrılacakları gece Necmeddîn Eyyûb’un bir erkek çocuğu dünyaya geldi. Necmeddîn Eyyûb, bu çocuğun böyle bir gecede dünyaya gelmesini onun uğursuzluğuna yordu ve onun doğumuna hiç mi hiç sevinmedi. Hatta bundan dolayı ona isim vermekten dâhi çekindi. Ancak daha sonra Hristiyan bir kölenin sözleri üzerine bu düşüncesinden vazgeçip ona Yûsuf ismini verdi ve onu sevmeye başladı. Bkz. Ebû Şâme, a.g.e., c. II, s. 167. Böyle sıkıntılı bir gecede dünyaya gelen bu çocuk, ileride Kudüs’ün fâtihi Salâhaddîn Eyyûbî olarak ünlenecek kişinin ta kendisiydi. 85 Ebû Şâme, a.y. 86 İkisi arasındaki dostluğun ulaştığı radde için bkz. Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/I, s. 250-251. 87 Ebû Şâme, a.g.e., c. II, s. 167; Gürbüz, a.g.e., s. 28-29.

16

Zengî tarafından cihâd ve atabeylik işlerinde istihdâm edilen bu iki kardeş, 534 başı/1139 sonundaki Baalbek’in 88 fethinde çok büyük yararlılıklar gösterdiler. 89 Baalbek ele geçirilince90 İmâdeddîn Zengî, bu iki kardeşten büyüğü olan Necmeddîn Eyyûb’u oranın valiliğine atadı.91

Necmeddîn Eyyûb, Baalbek Kalesi’nde bir taraftan şehrin imâr faaliyetleri ile uğraşırken diğer taraftan halka daha âdil ve müreffeh bir yaşam ortamı sağlamak için çaba sarf etmekteydi. Diğer kardeş Şîrkûh ise, İmâdeddîn Zengî’nin hizmetinde onun ordusunun başkumandanı olarak onunla birlikte savaşlara katılmaktaydı.

İmadeddîn Zengî’nin 541/1146 yılındaki Ca’ber Kalesi92 muhâsarası esnasında bazı memlûkleri tarafından öldürülmesine kadar 93 bu iki kardeş, onun Haçlılara ve başkalarına karşı düzenlediği savaşlara düzenli olarak katıldılar.94 Özellikle Şîrkûh, bu fetih ve savaşlarda olağanüstü bir gayret gösterdi.

İmâdeddîn Zengî’nin vefatından sonra Baalbek, Dımaşktaki Böriler tarafından zapt edildi ve Necmeddîn Eyyûb, kısa bir süreliğine mecburen Börilerin hizmetine girerek Dımaşk’a yerleşti.95 Fakat bir süre sonra (549/1154) onun yardımlarıyla savaş olmadan Dımaşk, yeniden Zengî ailesinin eline geçti.96 O da böylece tekrar Zengîlerin hizmetine girdi.

88 Baalbek, Dımaşk’a üç günlük mesafede bulunan tarihî bir şehirdir. el-Hamevî, a.g.e., c. I, s. 453. 89 Beyyûmî, a.g.e., s. 69. 90 İmâdeddîn Zengî’nin, Üner’in elinde olan Baalbek’i zaptetmesi hususundaki farklı sebepler zikredilmektedir. Bkz. İbn Esîr, el-Kâmil, c. IX, s. 310. 91 İbn Esîr, el-Bâhir, s. 119; Ebû Şâme, a.g.e., c. I, s. 164. 92 Ca’ber Kalesi, Fırat Nehrinin üzerinde Bâlis ile Rakka arasında, Sıffîn’e yakın bulunan tarihî bir kaledir. el-Hamevî, a.g.e., c. II, s. 141. 93 İmâdeddîn Zengî’nin öldürülmesi konusu için bkz. İbn Esîr, el-Kâmil, c. IX, s. 339-340. 94 Beyyûmî, a.g.e., s. 71. 95 İbn Esîr, el-Bâhir, s. 119-120; Ebû Şâme, a.g.e., c. I, s. 194-195;Ayrıca bkz. İbn Esîr, el-Kâmil, c. IX, s. 345; İbn Hallikân, a.g.e., c. VII, s. 143. 96 Böriler Banyas’ı Haçlılara teslim edince Dımaşk da Haçlılar tarafından tehdit edilmeye başlanmıştı. Bunun üzerine İmadeddîn Zengî’nin yerine geçen oğlu Nûreddîn Zengî, Şîrkûh’tan Dımaşk’ta bulunan Necmeddîn Eyyûb’a haber göndermesini ve Dımaşk’ın zaptında kendilerine yardımcı olması talebinde bulunmasını istedi. Söz konusu talebe Necmeddîn Eyyûb olumlu cevap verince Dımaşk, 549/1154 tarihinde Börilerden alındı. Dımaşk zaptı konusunda detaylı bilgi için bkz. İbn Esîr, el-Kâmil, c. IX, s. 398.

17

2.3.4. Eyyûbî Ailesinin Tarih Sahnesine Çıkması

Dımaşk’ın alınmasından sonra İmadeddîn Zengî’nin oğlu Nûreddîn, oranın hâkimiyetini Necmeddîn Eyyûb’a bırakırken Şîrkûh’u da kendi ülkesinde saltanat nâibliğine getirdi.97 Özellikle Necmeddîn Eyyûb, Nûreddîn’in yanında hiçbir emîrin ulaşamayacağı yüksek mevkilere ulaşmıştı.98

Eyyûbî ailesi, Zengîlerin hizmetinde bulunmaya devam edip onların çıktıkları bütün savaşlara düzenli bir şekilde katılarak büyük yararlılıklar göstermekteydiler. Adeta Eyyûbî ve Zengî aileleri, kader ortaklığı yapmışlardı. Mısır’ın devrik veziri Şâver’in yardım istemesi üzerine de Zengî ailesinin liderlerinden Nûreddîn yine bu aileden yararlanmak isteyecek ve böylece Eyyûbî ailesinin tarihte güçlü bir figür olarak ortaya çıkmasını sağlayan Mısır Seferleri başlayacaktı.

296/909 yılında Kuzey Afrika merkez olmak üzere Ortadoğu coğrafyasında kurulan Şiî-Fâtimî Devleti, son dönemlerde zayıflamış ve ülkenin yönetimi halîfeden vezirlere geçmişti. Bu kudretli vezirlerden biri de Şâver’di. 99 Fakat o, 558/1162 tarihinde vezâret makamına oturduktan dokuz ay sonra makamını Dırgâm b. Âmir’e kaptırdı.100 Bunun üzerine Dımaşk’a giderek Nûreddîn Zengî’ye sığındı ve yeni vezir Dırgâm’a karşı ondan yardım istedi. 101 Yardım etmesi karşılığında da ona her yıl Mısır’ın yıllık gelirinin üçte birini, askerlerine de Mısır’da iktâlar taahhüt etti. Ayrıca onu metbû’ olarak tanıyacağını da vaat etti. 102 Diğer taraftan Abbasi halîfesi de Nûreddîn’den Mısır’ın alınmasını istemişti.103 Uzun zamandır böyle bir fırsatı bekleyen Nûreddîn, Mısır’a asker göndermeyi kabul etti. Bu iş için de Eyyûbî ailesinin önde

97 Beyyûmî, a.g.e., s. 80-81. 98 İbn Esîr, el-Bâhir, s. 120; Ebû Şâme, a.g.e., c. I, s. 355. 99 Fâtimîlerin son halîfesi Âdıd Lidînillâh’ın veziri olan Ebû Şücâ’ Şâver b. Mücir (ö. 564/1169) hakkındaki ilk kayıtlar, onun Haçlıların elinde esirken 516/1122 yılında serbest kalmasıyla ilgilidir. Daha sonra Fâtimî halîfesine karşı isyan hareketine katılıp yakalansa da halîfe tarafından affedilmiştir. Fakat bir süre sonra o, Vezir Ruzzik b. Talâi’ye karşı isyan edip onu öldürmüş ve kendisi “emîrü’l-cüyûş” ünvanıyla vezir olmuştur. Cengiz Tomar, “Şâver b. Mücir”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 2010, c. XXXVIII, s. 382-383. 100 Ebû Şâme, a.g.e., c. I, s. 357-358. 101 İbn Şeddâd, a.g.e., s. 75. 102 İbn Esîr, el-Bâhir, s. 120-121; el-Kâmil, c. IX, s. 465; Ebû Şâme, a.g.e., c. I, s. 356. 103 Celâleddîn Abdurrahmân Süyûtî, Hüsnü’l-Muhâdara, I-II, Thk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrâhîm, Dâru İhyâi’l-Kütübi’l-Arabiyye, Mısır, 1968, c. II, s. 3.

18

gelenlerinden biri olan Şîrkûh’tan daha cesaretlisini, daha uygununu bulamadı. Bu sebeple de onu askerlerinin başında Mısır’a gönderdi.104

Şîrkûh, 559/1164 tarihinde105 yanına Şâver’i de alarak bir askerî birlikle birlikte Mısır’a hareket etti.106 Kâhire’yi ele geçiren Şîrkûh, Dırgâm’ı yakalayıp öldürdü ve Şâver’in tekrar vezâret makamına oturmasını sağladı. Fakat Şâver’in ihanetiyle karşılaştı. Bunun üzerine Dımaşk’a dönmek zorunda kaldı.107 Fakat bir türlü Şâver’in yaptığı hainliği kabullenemiyordu. Bu sebeple tekrar Mısır’a gitmek ve Şâver’e hak ettiği cezayı vermek istiyordu. Bunun için aradığı fırsatı 562/1167 yılında elde edecek; fakat yine eli boş bir şekilde Mısır’dan dönmek zorunda kalacaktı.

Bu arada Dımaşklıları Mısır’dan uzaklaştırmak için Haçlılara birçok taviz veren Şâver, II. Mısır Seferinde de onların Kâhire’de bir çarşı edinmelerini ve çarşılarını korumak için de seçkin bir askerî birliği orada bulundurmalarını kabul etmişti. Böylece Haçlılar, Mısır’ı zapt etmek için oranın bütün zaaf noktalarını öğrenmişlerdi. Ayrıca ordusunun güçsüzlüğünü de görmüşlerdi. İştahları kabaran Haçlılar, harekete geçtiler ve Bilbîs’i neredeyse mukavemetsiz bir şekilde ele geçirdiler. Daha sonra Kâhire önlerine dayanıp orayı muhâsara ettiler.108 Bunun üzerine Şâver, Halîfe el-Âdıd’ın emriyle yine Nûreddîn’i ve Şîrkûh’u ısrarla Mısır’a davet etmeye başladı.109

Yakın Doğu’nun hâkimiyeti açısından stratejik bir konuma sahip olan Mısır’ın Haçlıların eline geçmesinden çekinen Nûreddîn, Şîrkûh’un komutası altında iki bin kişilik seçkin bir süvari birliğini oraya gönderdi. Bu arada Şîrkûh da Türkmenlerin bulunduğu yerlere giderek onlardan altı bin süvari toplamıştı.110

Şîrkûh, sekiz bin kişilik bir ordu ile Mısır’a hareket etti. 564/1169 yılındaki bu sefere amcası Şîrkûh’un ve ağabeyi Salâhaddîn’in maiyetinde genç yaştaki Melik Âdil

104 İbn Esîr, el-Bâhir, s. 120; Ebû Şâme, a.g.e., c. I, s. 355. 105 Dımaşk askerlerinin ilk Mısır’a giriş tarihleri için İbn Şeddâd, en-Nevâdir adlı eserinin 76. sayfasında her ne kadar hicrî 558 yılını telaffuz ediyorsa da tarihçilerin çoğu bu olayın hicrî 559 yılında gerçekleşmiş olduğunu kabul etmektedirler. Çünkü bu sefer esnasında öldürülen Vezir Dırgâm’ın 559 yılında öldürülmüş olduğunda tarihçiler hem fikirdirler. İbn Hallikân, a.g.e., c. VII, s.146. 106 İbn Şeddâd, a.g.e., s. 76. 107 İbn Esîr, el-Bâhir, s. 121; el-Kâmil, c. IX, s. 465-466. 108 Geniş bilgi için bkz. İbn Esîr, el-Bâhir, s. 138; el-Kâmil, c. X, s. 12. 109 İbn Esîr, el-Bâhir, s. 138; el-Kâmil, c.X, s. 13; Ebû Şâme, a.g.e., c. II, s. 34. 110 Ebû Şâme, a.g.e., c. II, s. 34.

19

de katılmıştı.111 Haçlılar, Şîrkûh’un güçlü bir ordu ile harekete geçtiğini öğrendiklerinde Mısır önlerinden ayrıldılar.112 Böylece Şîrkûh, sorunsuz bir şekilde Mısır’a girdi ve Halîfe el-Âdıd tarafından hil’atle taltif edildi. 113 Fakat Şâver, yine ikili oynamağa başladı. Ayrıca Şîrkûh ve beraberindekiler de Mısır’a hâkim olabilmek için Şâver’in varlığının tehlike arz ettiğinin farkındaydılar.114 Bu sebeple Eyyûbî ailesinden genç bir komutan olan Salâhaddîn, diğer bazı Dımaşk’lı genç komutanlarla birlikte bir fırsatını bulup Şaver’i yakalayıp tutukladılar.115 Fakat Şîrkûh, Şâver’i öldürmek istemiyordu; ancak halîfe ısrarla onun başını istiyordu. Halîfenin ısrarları üzerine Şâver öldürüldü.116

3. EYYÛBÎ DEVLET’İNİN KURULUŞU VE SALÂHADDÎN EYYÛBÎ DÖNEMİ

3.1. Şiî-Fâtimî Devleti’nde Vezâret Makamında Eyyûbî Ailesi

Mısır veziri Şâver öldürülünce Halîfe el-Âdıd, Eyyûbî ailesinden Şîrkûh’u saraya davet etti. Ona el-Melikü’l-Mansûr lakabını vererek hil’at giydirip vezirlik taklîdi117 verdi ve Şâver’in yerine onu vezâret makamına getirdi.118 Ancak Şîrkûh, bu görevde fazla kalmadı, yaklaşık iki ay sonra öldü. 119 Şîrkûh ölünce 120 onun ve Nûreddîn’in ısrarları sonucu kerâheten Mısır seferine katılmış olan Salâhaddîn, 121

111 Melik Âdil, Mısır seferi için yaptığı hazırlıklardan bahsederken kendisiyle babası arasındaki şu diyaloğu aktarmaktadır: "Mısır’a gitmeye niyetlendiğimizde bir 'çirmdân'a ihtiyacım oldu. (Çirmdân, Farsça bir kelime olup deri anlamına gelen 'çirm' ve torba anlamına 'dân'sözcüklerinden oluşur ve deriden mamûl torba demektir). Onu babamdan istedim. Babam ise 'Ebû Bekir! Mısır’a hâkim olduğunuzda bunu altın dolu olarak isterim,' diyerek çirmdânı bana verdi. O, yıllar sonra Mısır’a geldiğinde: 'Ebû Bekir, çirmdân nerede?', diye sorunca bu beni sevindirdi ve hemen çirmdânı siyah gümüş paralarla doldurdum, üst kısma da biraz altın bıraktım ve götürüp ona verdim. Torbayı böyle görünce içinin altın dolu olduğunu zannetti. Torbayı karıştırıp siyah gümüşler üste çıkınca bana 'Ebû Bekir, sen de Mısırlıların sahtekârlıklarını, hilelerini öğrenmişsin,' dedi. İbn Hallikân, a.g.e., c. V, s. 74. 112 İbn Şeddâd, a.g.e., s. 79. 113 İbn Esîr, el-Bâhir, s. 138; el-Kâmil, c.X, s. 13; Ebû Şâme, a.g.e., c. II, s. 34. 114 İbn Şeddâd, a.g.e., s. 79. 115 Şeşen, Salâhaddîn Eyyûbî ve Devlet, s. 51. 116 İbn Esîr, el-Bâhir, s. 140; el-Kâmil, c.X, s. 15. 117 Taklîd, hükümdarın saltanatının halîfe tarafından onaylandığını gösteren belgeye denir. Kaynaklarda taklid ile eş anlamlı olarak “menşur, ahid, ahidnâme ve misal” kelimeleri de geçmektedir. Aydın Usta, “Taklid”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., Ankara, 2010, c. XXXIX, s. 465. 118 İbn Esîr, el-Bâhir, a.y.; el-Kâmil, a.y. 119 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/I, s. 276. 120 Şiî-Fâtimî Devletinde iki ay beş gün vezâret makamında kalan Şîrkûh, vefat edince Kâhire’nin dışında defnedildi. Kardeşi Necmeddîn Eyyûb’un 569/1172 yılındaki vefatına kadar mezarı orada kaldı. Necmeddîn Eyyûb da vefat edince ikisinin kabri Medîne’ye taşınarak orada defnedildiler. Bkz. Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/I, s. 278; İbn Hallikân, a.g.e., c. I, s. 258. 121 Salâhaddîn’in bu sefere isteği ile değil de baskıyla katıldığı hususu için bkz. İbn Şeddâd, a.g.e., s. 79; İbn Esîr, el-Bâhir, s. 141; el-Kâmil, c.X, s. 16-17; Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/I, s. 275-276.

20

Şîrkûh’un vasiyeti üzerine ve Nûreddîn’in vekîli olarak122 halîfeden el-Melikü’n-Nâsır ünvanı ile vezirlik taklîdi alarak vezâret makamına geçti.123 Gerek Şîrkûh’a gerekse Salâhaddîn’e Halîfe Âdıd tarafından verilen vezirlik taklîdi Kâdı Fâdıl (ö. 596/1200) tarafından kaleme alınmıştı.124

Aslında Salâhaddîn, 560/1164-1165 yılında Nûreddîn tarafından Dımaşk şıhneliğine atanmasıyla siyaset sahnesine çıkmıştı. 125 Buradaki tecrübesiyle siyaset kurumunu yakından tanıyan Salâhaddîn, vezirlik makamına oturunca kolları sıvadı. Bir taraftan Şiî-Fâtimî halîfesini ve onun taraftarlarını sıkıştırıp zayıflatmak, diğer taraftan da halka mal ve para dağıtarak onların sevgi, dostluk ve desteğini kazanmak yönünde bir politika izledi.126 Salâhaddîn, bunun gereği olarak halîfenin adamlarının ellerindeki iktâları alıp kendi adamlarına ve aile fertlerine dağıttı. Fâtimîler döneminde konan haksız vergilerin tümünü kaldırdığı127 gibi, birçok haksız uygulamaya da son vererek halkın sevgisini kazandı. Böylece hem kendi ordusu hem de halk arasındaki otoritesi güçlenen Salâhaddîn, işleri yoluna koyduktan sonra devlet kurumlarını peyderpey Sünnîleştirmeye başladı. 128 Bu durum, halîfenin olduğu kadar liderliğini Sarayağası Mü’teminü’l-Hilâfe’nin yaptığı muhâlif grupların da hoşuna gitmemişti. Ülkedeki muhâlif unsurların çoğunluğunu ise sayıları elli bini aşkın Zenci piyade ile otuz bin civarındaki Ermeni okçu askeri oluşturmaktaydı.129 Haçlılar ile işbirliği yaptığı tespit edilen Sarayağası Mü’teminü’l-Hilâfe Salâhaddîn’in emriyle öldürüldü. Bunun üzerine Zenci ve Ermeni askerler, Salâhaddîn’e karşı çok şiddetli bir isyan hareketi başlattılar. Salâhaddîn, onların “el-Mansûra” adındaki mahallelerine adamlar gönderip evlerini yaktırmak suretiyle ancak mukavemetlerini kırabildi. Çünkü isyancılar, ailelerinin

122 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/I, s. 276, 279. 123 Fâtimî halîfesi el-Âdıd’ı, Salâhaddîn’i vezir tayin etmeye sevk eden amil, o sıralar Mısır’da bulunan Nûreddîn’in emîrleri arasında en güçsüz ve genç olması itibariyle en tecrübesiz olanın o olmasıdır. Bundan dolayı halîfe taraftarları, halîfeye; Nûreddîn’in emîrleri arasında Yûsuf’tan daha küçük ve daha zayıfı yoktur. O, yönetime geldiğinde diğerleri gibi bize kafa tutamaz…,” diyerek daha rahat etkileyebileceklerini düşündükleri Salâhaddîn’i vezâret makamına getirmesi için ona baskı uyguladılar. Bkz. İbn Esîr, el-Bâhir, s. 142; el-Kâmil, c.X, s. 17; Ebû Şâme, a.g.e., c. II, s. 48; Ebu’l-Ferec Yuhannâ Mâr Grigoris b. İbrî el-Malatî, Tarîhu Muhtasari’d-Düvel, Dârü’r-Râid, Lübnân, 1994, s. 370. 124 Bu iki taklîd metni için de bkz. İbn Vâsıl, a.g.e., c. II, s. 443-462. 125 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/I, s. 252. 126 Beyyûmî, a.g.e., s. 154. 127 İbn İyâs, a.g.e., c. I, s. 56; Süyûtî, Hüsnü’l-Muhâdara., c. II, s. 17. 128 Beyyûmî, a.g.e., s. 154-155. Salâhaddîn’in Sünnîleştirme politikası konusunda detaylı bilgi için bkz. Abdurrahmân Azzâm, Salâhüddîn ve İâdetu İhyâi’l-Mezhebi’s-Sünnî, (İngilizceden Arapçaya Çev. Kâsım Abduhu Kâsım), Dâru Bloomsbury, Katar, 2012, (6. ve 8. Bölümler). 129 Şeşen, Salâhaddîn Eyyûbî ve Devlet, s. 54.

21

oturdukları mahallelerinin yakıldığını öğrenince savaşı bırakıp kaçtılar.130 Bu tehlikeyi bertaraf eden Salâhaddîn, saraydaki bütün görevlilerin işlerine son verdi ve onların yerlerine Oğuzları yerleştirdi. Mü’teminü’l-Hilâfe’nin yerine Sarayağalığı görevine de Bahâddîn Karakuş’u getirdi. Bundan sonra, onun bilgisi dışında artık sarayda küçük büyük hiçbir şey cereyan etmez oldu.131

3.2. Eyyûbî Devleti’nin Kuruluşu

Salâhaddîn, Mısır’daki muhâlif grupları bertaraf edince konumu ve hâkimiyeti güçlendi. Artık o, Sünnî İslâm anlayışını tam anlamıyla Mısır’a yerleştirmek için birtakım Sünnî reformlara başlayabilirdi. Fakat bu faâliyetlerinde başarılı olabilmesi için başta babası Necmeddîn Eyyûb ve kardeşi Melik Âdil olmak üzere aile üyelerinin yardımlarına ihtiyacı vardı. Bu sebeple o, Nûreddîn’den Dımaşk’ta bulunan ailesini yanına göndermesini istedi. 132 Daha önce Salâhaddîn’in bu isteğini reddetmiş olan Nûreddîn,133 bu defa Receb 565/Mart-Nisan 1170’te Salâhaddîn’in babasını ve bütün kardeşlerini Mısır’a gönderdi. Ayrıca Haçlıların onlara yolda saldırmamaları için de Kerek’e134 saldırdı ve böylece Haçlıları orada sıkıştırarak kafilenin Mısır’a sağ salim ulaşmasını sağladı. Onların Mısır’a ulaştıklarını haber alınca da kuşatmayı kaldırdı.135

Nûreddîn, Necmeddîn Eyyûb’u Mısır’a gönderince onunla Salâhaddîn’e bir mektup göndererek artık Fâtimî hilâfetine son vermenin zamanının geldiğini ve

130 İbn Esîr, el-Kâmil, c.X, s. 18-19; Ebû Şâme, a.g.e., c. II, s. 86-88; Şeşen, Salâhaddîn Eyyûbî ve Devlet, s. 54-55. 131 Şeşen, Salâhaddîn Eyyûbî ve Devlet, s. 55; İbn Esîr, el-Kâmil, c.X, s. 19. 132 İbn Şeddâd, a.g.e., s. 85. 133 Nûreddîn, “olabilir ki kardeşlerinden biri sana karşı gelir ve böylece senin oradaki otoriten sarsılır ve ülkede bozgunculuk meydana gelir”, diyerek Salâhadîn’in daha önce, ailesini yanına gönderme talebine olumlu cevap vermemişti. Fakat Mısır bölgesinde Haçlı tehlikesi ortaya çıkınca Nûreddîn, Salâhaddîn’e Zengî askerlerinden bir takviye güç gönderdi. Bu askerlerin içinde Salâhaddîn’in kardeşleri de vardı. Salâhaddîn’in ağabeyi Tûranşâh da Mısır’a gidenler arasındaydı. Nûreddîn, onları yolcularken Tûranşâh’a söylediği şu sözleri, onun, Salâhaddîn’e ne kadar çok güvendiğini göstermektedir: “Mısır’a gidip orada Salâhaddîn’in sana hizmet etmesi beklentisi içinde olursan sakın gitme. Çünkü böyle davranırsan ülkede bozgunculuk çıkarırsın, bunun üzerine ben de seni buraya geri getirir ve hak ettiğin cezaya çarptırırım. Yok, eğer orada ona Mısır hâkimi ve benim oradaki nâibim nazarıyla bakar, bana hizmet ettiğin gibi ona da hizmet edersen git, onu destekle ve ona yardımcı ol.” İbn Esîr, el-Bâhir, s. 143. 134 Kerek, Ürdün’de kalesiyle meşhur tarihî bir şehirdir. Mustafa L. Bilge, “Kerek”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., Ankara, 2002, c. XXV, s. 278-279. 135 İbn Esîr, el-Bâhir, s. 144; el-Kâmil, c. X, s. 23. Nûreddîn’in kuşatmayı kaldırmasındaki ana etkenlerden biri de o sıralar Suriye bölgesinde şiddetli bir depremin meydana gelmesidir. Nûreddîn, depremi haber alınca kuşatmayı kaldırdı ve depremde yerle bir olan ülkesine döndü. Bkz. İbn Esîr, a.y.

22

hutbenin Abbâsî halîfesi adına okunmasını geciktirmemesi gerektiğini bildirdi.136 Fakat uzun süredir bunun için ortam hazırlayan Salâhaddîn, uygun ortamın daha oluşmadığını düşünmekteydi. Diğer taraftan Nûreddîn de bu konudaki ısrarlarını yoğun bir şekilde devam ettirmekteydi. Nihâyet Salâhaddîn beklediği ortamı 567/1171’de buldu. Halîfe el-Âdıd, ağır bir hastalığa yakalanmıştı. Bunu fırsat bilen Salâhaddîn, Fâtimî halîfesi adına okunan hutbeyi keserek Abbâsî halîfesi adına okutmaya başladı. Böylece Fâtimî Devleti’ne son verdi. Halîfe el-Âdıd ise hasta yatağında durumdan habersizdi ve bundan üç gün sonra da öldü.137 Böylece Salâhaddîn’in eliyle; bir taraftan Sünnî Abbâsî hilâfeti, diğer taraftan Şiî Fâtimî hilâfeti şeklindeki İslâm âlemindeki iki başlılık ortadan kaldırılmış oldu.

Fâtimî Devleti’ni ortadan kaldıran Salâhaddîn, Nûreddîn’in 11 Şevvâl 569/15 Mayıs 1174 yılındaki vefatına kadar ona tabi olarak kaldı.138 Kendisini daima onun Mısır’daki temsilcisi olarak gören Salâhaddîn, bu sebeple kendisini Mısır’ın gelir ve giderleriyle ilgili ona hesap vermek zorunda hissederdi.139 Ayrıca herhangi bir sefere çıkacağı vakit de onun onayını ve iznini almadan çıkmazdı. Onun ölümünden sonra da yerine geçen daha on bir yaşındaki oğlu Melik Sâlih’e bağlılığını bildirdi ve onun adına Mısır’da hutbe okutup para bastırdı. 140 Ancak Melik Sâlih’in etrafında kümelenmiş muhteris emîrler, ikisinin bir araya gelmesine izin vermediler.

Nûreddîn’in ölümünden sonra onun yerine geçen oğlu Melik Sâlih, etrafındaki emîrlerin hegemonyasından kurtulamadı. Bu emîrler, onun atabeyliğini elde etmek için türlü türlü entrikalar çevirmekteydiler ve bu sebeple aralarında kıyasıya bir mücadele vardı. Öyle ki, kendi aralarındaki bu mücadelelerden dolayı ne bağımsızlığını ilân edenlerle ne de Haçlılarla mücadele etmeğe fırsat bulamamaktaydılar. Salâhaddîn, Nûreddîn’in devletinin tehlike altında olduğunu görünce hem Melik Sâlih’i korumak hem de Nûreddîn’in devletinin dağılmasını önlemek için Dımaşk’a gitmeye karar verdi.141 700 kişilik seçkin bir süvari birliğinin başında bölgeye gelen Salâhaddîn,142

136 Şeşen, Salâhaddîn Eyyûbî ve Devlet, s. 58. 137 Bkz. İbn Esîr, el-Bâhir, s. 156-157; el-Kâmil, c. X, s. 33-35. 138 Salâhaddîn, Fâtimî Devleti’ne son vermeden önce Mısır’ı hep Nûreddîn adına yönetti. Bunun göstergelerinden biri de hutbelerde Halîfe el-Âdıd’ın isminden sonra önce Nûreddîn’in ismini, sonra da kendi ismini okutmasıydı. Bkz. İbn Hallikân, a.g.e., c. VII, s. 155. 139 Ebû Şâme, a.g.e., c. II, s. 183; Makrizî, es-Sülûk, c. I, s. 161. 140 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 58 141 İbn Vâsıl, a.g.e., c. II, s. 11.

23

Dımaşk’a yerleşti. Çünkü Dımaşk ve Busrâ onun hâkimiyetini derhal kabul etmişlerdi. 143 Melik Sâlih’e bağlılığını bildiren bir mektup göndererek Dımaşk’a gelişindeki amacının onun ülkesini korumak ve birliğini tekrar sağlamak olduğunu beyan etti. Bu hususta etrafındaki muhteris emîrleri sakın dinlememesini istedi. Ancak Melik Sâlih, onun bu mektubuna etrafındaki muhteris emîrlerin, özellikle de Musulluların teşvikiyle sert bir cevap verince Salâhaddîn, onların anlaşma taraftarı olmadıklarını anladı.144 Bundan dolayı da harekete geçerek Humus, Hamâ, Baalbek ve Bârîn145 kalelerini güçlü bir mukavemetle karşılaşmadan zapt etti.146

Salâhaddîn, Suriye topraklarında hızlı bir şekilde ilerlemekteydi. Onun ilerleyişini durdurmak için Halepliler ile Musullular, birleşik büyük bir ordu meydana getirdiler.147 Halep-Musul birleşik ordusu, Hamâ’nın kuzeyinde Kurun-ı Hamâ denilen mevkide 19 Ramazân 570/23 Nisan 1175 tarihinde Salâhaddîn’in ordusuyla karşılaştı; fakat Mısır ordusunun karşısında çok ağır bir yenilgi aldı. Bunun üzerine Salâhaddîn ile ağır şartlar taşıyan bir barış anlaşması yapmak zorunda kaldı.148 Bu anlaşmaya göre Salâhaddîn’in, Suriye ve el-Cezîre 149 bölgesinde aldığı yerler kendisinde kalacak, sadece Halep, Melik Sâlih’in idâresinde bırakılacaktı.150

Bu arada Salâhaddîn, bu savaştan önce Kâdı Fâdıl’ın kaleme aldığı uzun bir mektubu 151 halîfeye göndermiş; ondan Mısır, Suriye, Kuzey Afrika ve Yemen üzerindeki hâkimiyetinin tanınmasını istemişti. Halîfenin bu mektuba cevabı ise Kurun- ı Hamâ Savaşının hemen ardından 6 Mayıs 1175 günü geldi. O sıralar Salâhaddîn,

142 Şeşen, Salâhaddîn Eyyûbî ve Devlet, s. 69. 143 Şeşen, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbîler Devleti, s. 43. 144 Şeşen, Salâhaddîn Eyyûbî ve Devlet, s. 70. 145 Bârîn, Humus ile sahil arasında kalan küçük bir yerleşim yeridir. el-Hamevî, a.g.e., c. I, s. 452. 146 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 66-70. 147 İbn Şeddâd, a.g.e., s. 93; İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 69. 148 İbn Şeddâd, a.g.e., s. 94. 149 İslâm coğrafyacılarının Yukarı Mezopotomya için kullandıkları el-Cezîre, üç bölgeden oluşmaktadır: Diyârırebîa, Diyârımudar ve Diyârıbekr. Bu tesmiye, bu bölgeye yerleşen Arap kabilelerine göre yapılmıştır. Diyârırebîa bölgesinde Musul, Nusaybin, Dârâ, Habûr, Ra’sü‘l-Ayn, Sincâr ve Cezîretu İbn Ömer gibi yerleşim yerleri yer almaktadır. Diyârımudar’da Harrân, Ruhâ, Rakka, Suruc gibi yerler bulunurken, Diyârıbekr’de ise Meyyâfarikîn, Erzen, Amid ve Mardîn gibi şehirler bulunur. Bkz. İzzeddin Muhammed b. Şeddâd, el-Alâkü’l-Hatîre fî Zikri Ümerâi’ş-Şâm ve’l-Cezîre, I-III, Thk. Yahya Abbâre, Vezâretü’s-Sakâfe, Dımaşk, 1978, c. III/I, s. 82; Ramazan Şeşen, “Cezîre”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1993, c. VII, s. 509-511; Mevlüt Koyuncu, “İlk İslâm Fetihleri Döneminde el-Cezîre bölgesi ve İslâmlaşma Süreci”, Sakarya Üniversitesi Fen Edebiyat Dergisi, Sayı 10/1, 2008, s. 131-140. 150 İbn esîr, el-Kâmil, c. X, s. 70; Şeşen, Salâhaddîn Eyyûbî ve Devlet, s. 71. 151 Bu mektubun metni için bkz. Ebû Şâme, a.g.e., c. II, s. 233-239; İbn Vâsıl, a.g.e., c. II, s. 25-29.

24

Halep muhâsarasını 4 Mayıs 1175’te kaldırmış, Hamâ’ya gitmişti. Sultan Hamâ’da iken halîfenin elçisi geldi.152 Elçi, halîfenin Salâhaddîn’in taleplerini olumlu karşıladığını, onun Mısır ve Suriye üzerindeki hâkimiyetini tanıdığını bildirdi. Halîfe, bunun göstergesi olarak da temliknâme ve hil’atler göndermişti.153 Bunun üzerine Salâhaddîn, bağımsızlığını ilân ederek kendi ülkesinde artık Melik Sâlih adına hutbe okutulmasını ve para bastırılmasını yasakladı.154 Bundan sonra hutbe onun adına okutulup para da onun adına bastırılacaktı. Böylece bağımsız Eyyûbî Devleti resmen kurulmuş oldu. Fakat bir kısım tarihçiler Eyyûbî Devleti’nin kuruluşunu; Salâhaddîn’in Fâtimî Devleti’nde vezir olmasıyla başlatırken bir kısmı da Fâtimî Devleti’nin ortadan kaldırılıp hutbenin Abbâsî halîfesi adına okunmaya başlandığı 567/1171 yılında başlatırlar. Bazı tarihçiler de Eyyûbî Devleti’nin başlangıç tarihinin Nûreddîn’in 569/1174 yılındaki vefat tarihi olduğunu belirtirler. Fakat şer’î yönden bakıldığında Eyyûbî Devleti’nin başlangıç tarihini Salâhaddîn’in bağımsızlığını ilân ettiği Mayıs 570/1175’ten başlatmak daha doğru olsa gerektir. Çünkü Salâhaddîn, Nûreddîn hayattayken ona bağlı kaldığı gibi onun vefatından sonra da oğlu Melik Sâlih’e bağlılılık bildirmiş; onun adına hutbe okutup para bastırmıştır. Ayrıca dönemin Abbâsî Halîfesi Müstezi’ Billâh’ın Salâhaddîn’i tanıması da 570/1175 yılında gerçekleşmiştir. Dolayısıyla Eyyûbî Devletinin başlangıç tarihini Salâhaddîn’in bağımsızlığını ilân ettiği Mayıs 1175’ten başlatmak daha doğru olsa gerektir.

3.3. Salâhaddîn Eyyûbî’nin Bozulan Siyasî Birliği Kurma Çabaları

570/1175’te imzalanan Kurun-ı Hamâ Anlaşması’na kısa bir süre bağlı kalabilen Halepliler ile Musullular yeniden büyük bir ordu oluşturarak saldırıya geçtiler. Fakat yine Salâhaddîn’in karşısında hezîmete uğradılar. Daha sonra Salâhaddîn, Halep ile Musul’un irtibatını kesmek için Halep’in etrafındaki Buza’a,155 Menbic156 ve A’zaz157

152 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 70. 153 Ebû Şâme, a.g.e., c. II, s. 251. 154 Şeşen, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbîler Devleti, s. 44 (Sana’l-Bark, c. I, s. 207-214’ten naklen) 155 Buza’a, Halep ile Menbic arasındaki Botnân Vadisinde yer almakta olup Halep’e bağlı bir kasabadır. el-Hamevî, a.g.e., c. I, s. 409. 156 Menbic, Kuzey Suriye’de tarihî bir şehir olup Halep’i Urfa’ya bağlayan önemli ticaret yollarının üzerinde bulunur. Bkz. el-Hamevî, a.g.e., c. V, s. 205-207; Zekeriya b. Muhammed el-Kazvînî, Âsârü’l- Bilâd ve Ahbâru’l-İbâd, Dâr-ı Sadır, Beyrut, ty., s. 274; Işın Demirkent, “Menbic”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., Ankara, 2004, XXIX, s. 123-124. 157 A’zaz, Halep ile Kilis arasında ve Halep’in 48 km. kuzey batısında bulunan bir kasabadır. Şemseddîn Sâmî, Kâmûsü’l-A’lâm Tarîh ve Coğrafya Lügatı, I-VI, Mihrân Matbaası, İstanbul, 1889, c. II, s. 995;

25

gibi müstahkem yerleri aldı. 158 Sonra da Halep’i kuşattı. Ancak bu defa Halep’in Musul’dan yardım alma imkânı kalmamıştı. Bu muhâsaradan sonra yeni bir anlaşma yapıldı ve bu anlaşmaya göre Halep-Harim159 ve birkaç küçük kale dışındaki bütün Suriye toprakları Salâhaddîn’in idâresinde olacak; 160 Halep de kayd-ı hayât şartıyla Melik Sâlih’in elinde kalacaktı. 161 Fakat anlaşmanın imzalanmasından sonra Nûreddîn’in küçük kızı, Salâhaddîn’in karşısına çıkıp ondan A’zaz Kalesi’ni kendisine vermesini istedi. Salâhaddîn ise küçük kızı görünce babasının hatırına ayağa kalkarak onu ayakta karşıladı. Bir süre Nûreddîn için gözyaşı döktü,162 sonra birçok değerli hediyelerle birlikte A’zaz Kalesi’ni de o küçük kıza bıraktı.163 Kısa bir süre sonra da Mısır’a döndü.

Salâhaddîn Mısır’da iken Musul sahibi Seyfeddîn Gâzî ve ondan kısa bir süre sonra da Halep hâkimi Melik Sâlih vefat ettiler. İkisi de ölümlerinden sonra ülkelerinin İzzeddîn Mes’ûd’a teslim edilmesini vasiyet etmişlerdi ve bunun için de emîrlerinden yemin almışlardı.164 İzzeddîn Mes’ûd da bu vasiyetlere dayanarak onların topraklarına el koydu.165 Hâlbuki 570/1175 yılında halîfe tarafından Salâhaddîn’e gönderilen taklitte (temlîknamede)166 hem Halep hem de Musul kayd-ı hayat şartıyla Melik Sâlih’in ve Seyfeddîn Gâzî’nin elinde olacak, onların ölümlerinden sonra ise toprakları Salâhaddîn’in hâkimiyetine geçecekti. Bu sebeple Salâhaddîn, İzzeddîn Mes’ûd’un buna aykırı hareketini savaş sebebi sayarak tekrar bölgeye geldi. 167 Bu arada bölgedeki emîrlerin çoğu Zengîlere karşı Salâhaddîn’in etrafında kenetlendiler. Bunların teşvikiyle Salâhaddîn, Halep’i arkasında bırakarak Musul üzerine yürüdü. O esnada el-Cezîre

.Erişim. 05.06.2015.أعزاز/https://ar.wikipedia.org/wiki 158 Şeşen, Salâhaddîn Eyyûbî ve Devlet, s. 71. Detaylı bilgi için bkz. İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 74-76. 159 Harim, zapt edilmesi oldukça güç, müstahkem bir kale olup Halep’e bağlıdır. el-Hamevî, a.g.e., c. II, s. 205. 160 Şeşen, Salâhaddîn Eyyûbî ve Devlet, s. 72. 161 Şeşen, “Eyyûbîler”, a.g.e., c. VI, s. 316. 162 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/I, s. 335; Ebû Şâme, a.g.e., c. II, s. 278. 163 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 77. 164 Bkz. İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 100-101, 106-107 165 Ali Muhammed Sallâbî, Selahaddin Eyyubi ve Kudüs’ün Yeniden Fethi, Ravza Yay., İstanbul, 2006, s. 481. 166 Bu taklit için bkz. Süyûtî, Hüsnü’l-Muhâdara, c. II, s. 7-16. 167 Şeşen, “Eyyûbîler”, a.g.e., c. IV, s. 316; İbn Şeddâd, Salâhaddîn’in bölgeye geri dönmesini her ne kadar Haçlıların, Melik Sâlih ile Seyfeddîn Gâzî’nin ölümlerinden istifade ederek Suriye topraklarına hâkim olmak için harekete geçeceklerinden endişelenmesine bağlıyorsa da (bkz. İbn Şeddâd, a.g.e., s. 101) doğrusu Salâhaddîn, bölge topraklarının hâkimiyetinin kendisinde kalması gerektiğini düşündüğü için bölgeye dönmüştür.

26

şehirlerini; Urfa, Rakka, Karkisiyâ, 168 Mâkisîn, 169 Arabân, 170 Nusaybin, 171 Hâbur ve daha birçok yeri bir bir zapt etti. Daha sonra Musul önlerine gelerek orayı muhâsara etti.172 Ancak şehrin iyi tahkim edilmiş olması ve halîfenin de arabulucu olması gibi nedenlerle muhâsarayı kaldırdı.173 Salâhaddîn, Musul tehlikesini bertaraf edemeyince onun etrafındaki çemberi daraltma girişiminde bulundu. Bu sebeple oradan Sincâr’a174 yöneldi. Kısa bir süre içinde orayı ele geçirip yeğeni Takiyüddîn’e iktâ olarak verdi.175 Salâhaddîn daha sonra Âmid üzerine yürüdü ve orayı aldı. el-Cezîre bölgesindeki hâkimiyetini sağlamlaştıran Salâhaddîn, buranın komşusu Halep’e öncelik verdi ve oraya yürüdü. Yol üzerinde, Halep’e bağlı yerlerden biri olan Tell-Halid’i176 ve ondan sonra da Antep’i zapt etti.177

Salâhaddîn, Musul’un etrafındaki çemberi daralttıktan sonra Halep’i muhâsara etti. Halep hâkimi Musul’dan yardım alamayınca Salâhaddîn ile bazı yerler karşılığında orayı trampa etmek istedi. Bunun için yapılan anlaşmaya göre Sincâr, Hâbur, Rakka, Nusaybin ve Suruc’a 178 karşılık Salâhaddîn Halep’i aldı. 179 Stratejik bir noktada

168 Karkisiya, Sûriye’nin kuzeydoğusunda Habûr Çayı’nın Fırat Nehri’ne döküldüğü ağızda bulunan ve Deyrizor’a bağlı olan küçük bir yerleşim yeridir. http://tr.wikipedia.org/wiki/Deyrizor. Erişim. 05.06.2015. 169 Makisîn, Habûr yakınlarında bulunan bir yerleşim yeridir. el-Hamevî, a.g.e., c. V, 43. 170 Arabân, Habûr yakınlarında bulunan küçük bir yerleşim yeridir. el-Hamevî, a.g.e., c. IV, 96. 171 Nusaybin, günümüzde Mardîn iline bağlı bir ilçedir. 172 İbn Esir, el-Kâmil, c. X, s. 113-115. 173 Şeşen, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbîler Devleti, s. 48. Birinci Musul Muhâsarası’nın detayları için bkz. İbn Esir, el-Kâmil, c. X, s. 114-115; Ayrıca İbn Şeddâd, bu muhâsara esnasında Musul’da olduğunu, İzzeddîn tarafından yardım ve destek almak için Bağdat’a, halîfeye gönderildiğini belirtmektedir. Bkz. İbn Şeddâd, a.g.e., s. 102. 174 Sincâr, Kuzey Irak’ta Musul’un kuzey batısında, Ninova yakınlarında bulunan bir şehirdir. Erişim. 05/06/2015; Ayrıca .قضاء -سنجار/http://www.aljazeera.net/news/reportsandinterviews/2014/12/21 bkz. el-Hamevî, a.g.e., c. III, s. 262-263. 175 İbn Şeddâd, a.g.e., s. 103; Sincâr’ın ele geçirilişinin detayları için bkz. İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 116. 176 Tell-Halid, Halep’e bağlı bir kale şehirdir. el-Hamevî, a.g.e., c. II, s. 41. 177 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 119-120. 178 Suruc, Harrân yakınlarında bulunan bir şehir olup (el-Hamevî, a.g.e., c. III, s. 216) günümüzde Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde bulunan Şanlıurfa iline bağlı bir ilçedir. 179 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 121-122; İbn Şeddâd, a.g.e., s. 105-106. Bu anlaşmayla Halep, Salâhaddîn’e kaldı. Salâhaddîn, bu kadar önemli bir yer ve kale karşılığında oldukça önemsiz yerler vermişti. Bundan dolayı bazı emîrleri Halep’i çok ucuza aldıkları beyanında bulundular. Fakat Halep önlerindeki muhâsara esnasında Salâhaddîn’in kardeşi Tacü’l-Mülûk dizinden yaralanıp bir süre sonra da bu yara sebebiyle vefat etmişti. Vefatından önce Salâhaddîn, İmâdeddîn Zengî ile yaptıkları anlaşmayı müteakib onu ziyaret etmiş ve “İşte Halep, biz orayı aldık, orası sana aittir,” demişti. O da; “Ah keşke hayatta kalsam da orası benim olsaydı. Ancak Allâh’a yemin ederim ki sen Halep’i çok pahalıya aldın. Çünkü benim gibi birini kaybediyorsun,” diye cevap vermişti. Bu sözleri duyan Salâhaddîn ve orada bulunanların tümü hüngür hüngür ağladılar. İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 122; Ebu’l-Kâsım Kemâleddîn Ömer b. Adîm, Zübdetü’l-Haleb min Tarîhi Haleb, Nşr: Halil Mansûr, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1996, s. 394.

27

bulunan Halep’i alan Salâhaddîn’e Kudüs yolu da böylece açılmış oldu. Bu sebeple Halep’in Salâhaddîn’in eline geçmesi Haçlıları oldukça telaşlandırdı.180

Bu arada Ahlât hâkiminin öldüğü haberini alan Salâhaddîn Eyyûbî, Ahlât’a yürüdü. Önden kuvvetlerini gönderirken kendisi de yolu üzerinde bulunan Meyyafarikîn’i181 alarak182 arkasını emniyete aldı. Fakat Meyyafarikîn, kendisini bir aydan fazla bir süre uğraştırdı. Bu gecikme Ahlât’ın elden çıkmasına neden oldu.

Ahlât seferinden dönen Salâhaddîn Eyyûbî, üçüncü defa Musul’u muhâsara etti. Musul hâkimi, Zengî ailesinin hanımlarını ricacı olarak gönderip sulh talebinde bulundu. Zengî hanımlarının ricasını kıramayan Salâhaddîn, sulh müzakerelerinin başlatılmasını emretti ve kısa süre içinde de taraflar arasında bir sulh anlaşması gerçekleştirildi.183 Bu anlaşmaya göre Musullular, mülhakatıyla birlikte Şehrizor’u,184 el-Karablî’yi 185 ve Zab’ın 186 ötesindeki bütün şehirleri Salâhaddîn’e vereceklerdi. Ayrıca onun hâkimiyetini kabul edip Musul’da onun adına hutbe okutacak ve para bastıracaklardı.187 Musul’un da Salâhaddîn’in hâkimiyetini kabul etmesiyle Nûreddîn’in ölümüyle parçalanan birlik tekrar tesis edilmiş oldu ve Salâhaddîn’in Nûreddîn’in yegâne mirasçısı olduğu gerçeği de kabul edilmiş oldu.

Böylece Salâhaddîn, çok çetin bir coğrafyada bulunan Orta Doğu’da Müslümanların siyasî birliğini sağlamış oldu. Şüphesiz ki bu, güçlü bir liderliğin sonucudur. Nûreddîn’e bağlı bütün emîrler arasında bu liderliği sadece Salâhaddîn

180 Ramazan Şeşen, “Selâhaddîn-i Eyyûbî”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 2013, c. XXXVI, s. 338. 181 Meyyafarikîn, Diyarıbekir bölgesindeki şehirlerden biri olup (el-Hamevî, a.g.e., c. V, s. 235) bugün Diyarbakır iline bağlı olan Silvan ilçesinin eski adıdır. Bkz. Ahmet Savran, “Meyyâfarikîn”, DİA, I- XLIV, TDV. Yay., Ankara, 2004, c. XXIX, s. 511-512. 182 İbn Şeddâd, a.g.e., s. 118; Ebû Şâme, a.g.e., c. III, s. 151. Detaylı bilgi için bkz. İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 134; 183 Şeşen, Salâhaddîn Eyyûbî ve Devlet, s. 83; Ebû Şâme, a.g.e., c. III, s. 151. İbn Şeddâd ise Salâhaddîn’in o sıralar şiddetli bir hastalığa yakalandığı için anlaşmaya yanaştığını ifade eder. Şöyle ki Salâhaddîn ağır bir hastalığa yakalandığı için merhamet duygusu kabarmış ve anlaşmak için fazla bir zorluk çıkarmamıştı. Hatta İbn Şeddâd, o dönem Musul hâkimi olan İzzeddîn’in, Salâhaddîn’e elçi olarak gönderdiği kişinin kendisi olduğu bilgisini de vermektedir. İbn Şeddâd, a.g.e., s. 119-120. 184 Şehrizor, Erbil ile Hemedan arasında bulunan, içinde bazı şehirler ve köyler barındıran geniş bir bölgenin adıdır. Bu bölgenin merkezinde de aynı adı taşıyan bir kale-şehir bulunur. Ahmet Gündüz, “Şehrizor”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 2010, c. XXXVIII, s. 473-474. 185 el-Karablî, Şehrizor yakınlarında bulunan bir derbenttir. 186 Zap, Türkiye’nin Doğu Anadolu Bölgesi’nden doğup Irak sınırları içinde Dicle nehrine kavuşan malûm nehir kastedilmiş olabileceği gibi (bkz. el-Hamevî, a.g.e., c. III, s. 123-124) günümüzde Kuzey Irak’ta Kerkük iline bağlı el-Huveyce ilçesine bağlı olan yerleşim yeri de kastedilmiş olabilir. Bkz. .Erişim. 06.06.2015 .الزاب_%28توضيحhttps://ar.wikipedia.org/wiki//29 187 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 135.

28

gösterebildi. Çünkü o, babası Necmeddîn Eyyûb’dan sükûnet ve siyasî basireti miras alırken amcası Şîrkûh’tan da cesâret ve üstün savaş taktikleri gibi özellikleri öğrenmişti ve bu meziyetleri şahsında mezcetmeyi başarabilmişti. Böylece o, Müslümanlar arasında birliğe ve ittifâka en çok ihtiyaç duyulan bir dönemde Müslümanların bel bağladığı bir lider olmuş oldu.

3.4. Eyyûbîlerin Haçlılarla Mücadeleleri

Müslümanlar arasında siyasî birliği sağlamak ve Haçlılara karşı mücadelede geniş kitlelerin desteğini arkasına almak için “Sünnîlik” ruhunu canlı tutmağa çalışan Sultan Salâhaddîn, vefatına kadar İslâm diyarı üzerindeki Haçlı tahakkümünü bertaraf etmek niyetiyle mücadele etmiş ve bu uğurda yıllarca at sırtında savaştan savaşa koşmuştur.

Küçüklüğünden itibaren Müslümanların ilk kıblesi ve Hz. Muhammed’in miraca yükseldiği kutsal şehir Kudüs’ü Haçlılardan kurtarmak idealiyle yetişen Salâhaddîn, 579/1183 yılında Halep’i fethederek bütün Haçlı devletlerini çember içine almayı başardı. Bundan sonra çok daha rahat bir şekilde onlarla mücadele edebilecekti.

Bu arada Salâhaddîn’in Haçlılarla mücadelesinin Nûreddîn’in ölümünden sonraki kısmını iki safhada incelemek gerekir. Birinci safha, Kudüs Fethi’ne kadarki mücadele dönemidir. Bu dönemde o, batı Haçlılarıyla iyi geçinmiş; sadece doğu Haçlıları ve onlara yardıma gelen batı Haçlılarıyla savaşmıştır. İkinci safha ise, Kudüs Fethi’nden sonra başlayıp onun vefatına kadar devam eden dönemdir. Bu dönemde ise o, hem doğu hem de batı Haçlılarıyla savaşmıştır. Bu savaş hali 21 Şabân 588/1 Eylül 1192 tarihinde iki taraf arasında varılan anlaşma ile son buldu.188

3.4.1. Haçlılarla Hittîn’den Önceki Mücadele

569/1174 yılında Nûreddîn ölünce yerine küçük yaştaki oğlu Melik Sâlih geçmişti. Ayrıca Nûreddîn’in oluşturmuş olduğu siyasî birlik dağılmış ve emîrleri Haçlılarla mücadele edeceklerine kendi aralarında iktidar mücadelesine girmişlerdi. Diğer taraftan Mısır da halen iç karışıklıktan kurtulmuş değildi. Bu olumsuz şartları

188 Şeşen, Salâhaddîn Eyyûbî ve Devlet, s. 95.

29

gören Haçlılar, Nûreddîn’in ülkesini rahat bir şekilde zapt edebileceklerine inandılar. Bunun için zaman kaybetmeden Suriye’ye karşı harekete geçtiler. Suriye’de Haçlılara mukavemet edebilecek dirayetli bir emîrin olmadığını gören Salâhaddîn, bölgeye hareket etti. Böylece, Eyyûbîlerin Haçlılarla mücadelesinin Nûreddîn’in ölümünden sonraki kısmının ilk safhası olan Hittîn Zaferinden önceki safha başlamış oldu. Yaklaşık on üç yıl süren bu safhada Aynü’l-Cerr189 ve Remle190 dışında Haçlılar Eyyûbîlere karşı herhangi bir varlık gösteremediler. Özellikle 579/1183 yılından itibaren Haçlılar, Müslümanlara karşı çıkma cesareti gösteremediler. Çünkü onlar, artık saldırı gücünü kaybetmiş ve kendi ülkelerini korumada dahi zorluk çekmekteydiler. Bu sebeple bölgedeki Haçlı liderlerin bir kısmı Eyyûbîlere tabi olurken bir kısmı da onlara sulh talebinde bulunmuş ve aralarında anlaşma yapılmıştı.

Eyyûbîlerle anlaşma yapmış olan Haçlı liderlerden biri de Kerek-Şevbek prinkepsi Ernât idi.191 Taraflar arasında yapılan anlaşmaya göre, iki tarafın tüccârlarına iki ülke topraklarını kullanım garantisi verilmişti. Bir Mısır kervanı bu anlaşmaya dayanarak Kerek prinkepsliği topraklarını kullandı. Fakat Ernât, tıyneti gereği yine anlaşmaya ihanet ederek kervana saldırdı ve kervana el koyarken kervandakileri de esir aldı. Bu ihanetinden dolayı Salâhaddîn, Ernât’ı kınadı. Aldığı bütün malları ve esirleri bırakmasını hem ondan hem de Kudüs Kralı Guy’den istedi. Fakat isteğine kulak asılmadı. Bunun üzerine Salâhaddîn, bu ihanete güçlü bir karşılık verebilmek için bütün civar ülkelere haber göndererek Müslümanları cihâda çağırdı.192

3.4.2. Hittîn Zaferi ve Kudüs’ün Fethi

Haçlılara karşı kesin bir zafer elde etmek gayesiyle büyük bir ordu toplamak isteyen Salâhaddîn’in çağrısı üzerine Diyarbakır, el-Cezîre, Suriye ve Mardin’den

189 Aynü’l-Cerr, Baalbek ile Dımaşk arasında bulunan bir yerdir. el-Hamevî, a.g.e., c. IV, s. 177. Burada Haçlılara yenilen, Melik Âdil’in kardeşi Tûranşâh’tı. 190 Remle, Filistîn’de bulunan tarihî bir şehirdir. (el-Hamevî, a.g.e., c. III, s. 69.) Remle yenilgisi, Salâhaddîn’in Haçlılar karşısında aldığı ilk ve son büyük yenilgiydi. Bu yenilginin sebepleri için bkz. Sallâbî, Selahaddin Eyyubi, s. 513. 191 Ebû Şâme, Ernât hakkında şöyle demektedir: “O, Haçlıların en hilebazı, en kötüsü, en alçağı, en güvenilmezi, anlaşmaları en çok ihlal edeni ve yemînini en çok bozanıydı.” Ebû Şâme, a.g.e., c. III, s. 176. 192 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 142.

30

askerler geldiler. Ayrıca Mısır’da nâib 193 olarak bulunan Melik Âdil’in göndermiş olduğu askerlerle birlikte gönüllüler hariç toplam on iki bin iktâlı ve maaşlı asker toplandı. Diğer taraftan Haçlılar da büyük bir ordu hazırlayarak Safuriye’ye doğru hareket ettiler. Sultan Salâhaddîn, Haçlıların bu hazırlıklarından haberdar olunca harekete geçerek Taberiye’yi194 zapt etti. Haçlılar da bunun üzerine on binleri bulan bir kuvvetle Taberiye’ye doğru harekete geçtiler.195 Mevsim yazdı, şiddetli sıcaklar hüküm sürüyordu. Haçlı ordusu, Müslümanlar tarafından çepeçevre kuşatılmış, onlar da adeta birbirleriyle kenetlenmiş; bir türlü savaşa girmeleri sağlanamamaktaydı. Son çare olarak suya ulaşmalarına mani olunmaya başlandı. Böylece savaşa girmek zorunda bırakıldılar. Haçlı ordusu savaş için saf tutarken Müslümanlar şiddetli hücumlar başlattılar ve bu hücumlar karşısında safları dağıldı. Bir kısmı savaş meydanından kaçmayı başarırken, bir kısmı da Kral Guy de Lusingnan ile birlikte Hittîn Tepesi’ne çekildiler. Ancak sonunda Kral Guy ve Kerek-Şevbek prinkepsi Ernât dâhil olmak üzere birçok Haçlı lideri ile birlikte çok sayıda Templier ve Hospitalier196 Haçlı esir düştüler. Bu arada Gerçek Haç197 da Müslümanların eline geçti.198

Hittîn Savaşında Kudüs Haçlı Krallığının silahlı kuvvetlerinin büyük bir kısmı imha edilirken ileri gelenleri de esir edilmişlerdi.199 Bu fırsatı değerlendirmek isteyen Salâhaddîn, Mısır tarafından da kardeşi Melik Âdil’i harekete geçirerek ikisi birlikte

193 Nâib, bir çeşit vekil denilebilecek bu kişi, nâibi olduğu şahsın bütün idârî ve askerî yetkilerini kullanma yetkisine sahipti. 194 Günümüzde İsrail sınırları içinde bulunan ve Filistîn’in kuzeydoğusunda Taberiye gölünün kıyısında, deniz seviyesinin 200 m. altında kurulmuş tarihî bir şehirdir. Cengiz Tomar, “Taberiye” DİA, I-XLIV, TDV. Yay., Ankara, 2010, c. XXXIX, s. 323-324. 195 Haçlıların savaşlarda genelde kullandıkları taktik şöyleydi: Ortada süvarileri, etraflarında onları duvar gibi çevreleyen piyadeler bulunduruyorlardı. Şeşen, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbî Devleti, s. 75. 196 Templier ve Hospitalier Haçlı Şövalyeleri, I. Haçlı Seferi’nden sonra Suriye bölgesinde kurulmuş iki Hristiyan askerî tarikattır. Bu şövalye tarikatlarının kuruluşu konusunda detaylı bilgi için bkz. Steven Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi, I-III, Çev. Fikret Işıltan, TTK Yay., Ankara, 2008, c. II, s. 129-130. Ayrıca Templier kelimesinin anlamı ve bu tarikat şövalyelerinin ikâmet yerleri için bkz. Nebi Bozkurt, “Mescid’i Aksâ”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., Ankara, 2004, c. XXIX, s. 270. 197 Gerçek Haç, Hz. Îsâ’nın üzerinde gerilip idam edildiği haçtır. Hristiyan inanışına göre, İmparator I. Konstantinos’un annesi Helena, Filistîn’e yaptığı bir seyahatte bu haçı Kudüs’te toprağın içinde bulmuştur. Bkz. Mahmut H. Şakiroğlu, “Haç”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1996, c. XXIV, s.523. 198 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 144-147. 199 Şeşen, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbî Devleti, s. 76.

31

hızlı bir fetih hareketine girişerek iki ay gibi kısa bir süre içinde stratejik öneme sahip birçok kale ile sahil bölgesindeki birçok şehri ele geçirdiler.200

Hittîn Zaferinden sonra Kudüs’ün fethine odaklanmış olan Müslümanlar, d’İbelin tarafından müdafaa edilen Kudüs’ü, şiddetli çarpışmalardan sonra aynı zamanda Mirâc Gecesinin de yıl dönümü olan 27 recep 583/2 Ekim 1187’de kılıç hükmünde âmânla 201 teslim aldılar. Kudüs Fethi’nden sonra Sûr Kalesi muhâsara edildiyse de çok müstahkem olması nedeniyle ele geçirilemedi.202 Ertesi yıl, Antakya prinkepsliğinin Antakya ile el-Kuşeyr dışındaki bütün kaleleri ve bir süre sonra da Kerek, Şevbek,203 Safed204 ve Kevkeb205 fethedildi. Böylece Sûr206 ile Şakîf Arnûn207 dışındaki bütün Kudüs topraklarının fethi tamamlanmış oldu.208

3.4.2.1. III. Haçlı Seferi

Kudüs’ün Salâhaddîn tarafından Haçlıların elinden alınmasından sonra Avrupa’da yeni ve kapsamlı bir Haçlı Seferi hazırlıkları başladı. Fransız ve İngiliz Haçlı orduları deniz yoluyla Alman Haçlı orduları da kara yoluyla bölgeye hareket ettiler. Haçlı seferlerinin üçüncüsü ve en büyüğü olan ve yaklaşık üç yıl sürecek olan bu Haçlı Seferi 584/1189’da düzenlendi.

Anadolu üzerinden kara yoluyla gelen Alman Haçlıları, Anadolu’daki uç Türkmenlerinin taarruzları karşısında ağır kayıplar verdiler. İmparatorları Friedrich

200 Ele geçirilen yerler arasında Taberiye, Akkâ, Mecdel-Yabâ, Yâfâ, Tibnîn, Sayda, Cübeyl, Beyrut, Hayfa, Safuriye, Kayseriyya, Nasıra, Ma’layâ, Fûle, Şakîf, Nablus, Remle, Gazze, Darum, Yubna, Lüdd, Debbûriyye, Cînîn, Zerîn, Tûr, Askalân gibi önemli yerler vardı. İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 149-155. 201 Kudüs’teki Haçlıların canları bağışlanacaktı, ancak onlar da fidye verip şehri boşaltacaklardı. Kurtuluş fidyelerini kırk gün zarfında ödemedikleri takdirde ise köleleştirileceklerdi. Buna rağmen fakir olanların çoğunun fidyelerini başta Sultan Salâhaddîn ve Melik Âdil olmak üzere Müslüman emîrler kendi şahsî hazinelerinden ödemişlerdir. 202 Detaylı bilgi için bkz. İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 159-160. 203 Şevbek, Ürdün’ün güneyinde Kerek’e yakın, kalesiyle meşhur olan bir şehirdir. el-Hamevî, a.g.e., c. III, s. 370. 204 Safed, günümüzde İsrail’in kuzeyinde bulunan bir şehirdir. 205 Kevkeb, Taberiye’nin üst tarafında uzanan dağın üstünde kurulan ve bütün Ürdün vadisine hâkim konumdaki kaledir. el-Hamevî, a.g.e., c. IV, s. 494; Sâmî, a.g.e., c. V, s. 3923. 206 Bir yarımada üzerinde kurulan ve oldukça müstahkem bir kale şehir olan Sûr (el-Hamevî, a.g.e., c. III, s. 433), Lübnan’ın Akdeniz kıyısında bulunan tarihî bir liman şehridir. Ayrıca bu şehir, 1984 yılında UNESCO Dünya Mirasları Listesinde yer almıştır. http://tr.wikipedia.org/wiki/Sur_%28%C5%9Fehir%29. Erişim. 06.06.2015. 207 Şakîf-Arnûn, Dımaşk ile sahil arasında Banyâs yakınlarında bulunan müstahkem bir kaledir. el- Hamevî, a.g.e., c. III, s. 356. 208 Şeşen, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbî Devleti, s. 78.

32

Barbarossa da Göksu Irmağı’nda boğulunca 209 Alman Haçlı ordusu dağıldı. Ancak Avrupa’dan deniz yoluyla gelen destek kuvvetler ise Sûr’a ulaşabildiler. Bu arada serbest bırakılan Trablus kralı Guy de Lusingnan da210 etrafına birçok Haçlı toplayarak Sûr’un önlerine gelmişti. Burada toplanan Haçlılar, Akkâ’ya211 doğru harekete geçerek orayı muhâsara ettiler. Haçlılar ancak 17 Cemâziyelâhir 587/12 Temmuz 1191’de şehri barış yoluyla teslim alabildiler. 212 Fakat Haçlıların başında bulunan Arslan Yürekli Richard, şehre girince anlaşmaya ihanet ederek şehirdeki Müslümanlara yönelik katliama girişti.

Kudüs’ü almak niyetiyle bölgeye gelmiş olan Haçlılar, bundan sonraki süreçte Müslümanlar karşısında herhangi bir varlık gösteremediler. Bu arada Richard da uzun zamandır uzak kaldığı ülkesinden iyi haberler almıyordu.213 Bu sebeple savaşı bitirmek niyetinde olan Richard, Melik Âdil’den sulh için arabulucu olmasını istedi. Bunun için de Remle, Gazze ve Darûm’dan214 feragat ettiğini bildirdi. Melik Âdil’in Salâhaddîn’i ikna etmesiyle taraflar arasında üç yıl sekiz ay geçerli olacak bir sulh anlaşması 20 Şabân 588/1 Eylül 1192 tarihinde yapıldı. Salâhaddîn Eyyûbî, sulh anlaşmasının imzalanmasından bir süre sonra 589/1193 yılında Dımaşk’ta vefat etti.

Sultan Salâhaddîn, vefat ettiğinde kurmuş olduğu imparatorluğun sınırları Yemen’den Dicle Nehri’ne, Libya’dan Nûbe’ye215 uzanmaktaydı. İmparatorluğu Mısır, Suriye, el-Cezîre, Ermenistan ve Yemen’i kapsamaktaydı.216 O, Nûreddîn’in vefatından

209 Alman İmparatorunun, derin olmayan bu suda boğulmasının muhtemel sebepleri için bkz. Runciman, a.g.e., c. III, s. 13. 210 Salâhaddîn, bu şahsı Doğu’yu terk etmek ve Müslümanlara karşı bir daha silah kullanmamak şartıyla Temmuz 1198’te serbest bırakmış (Işın Demirkent, “Haçlılar”, DİA, I-XLIV, TDV Yay., İstanbul, 1996, c. XIV, s. 537), o da Salâhaddîn’in şartlarını kabul ettiğine dair törenle and içmiş ve on asîl kişiden oluşan maiyetiyle birlikte Trablusşam’da bulunan hanımı Kraliçe Sibylle’nin yanına gitmişti. Runciman, a.g.e., c. III, s. 17-18. 211 Akkâ, Ürdün’de bir liman kentidir. el-Hamevî, a.g.e., c. IV, s. 143. Günümüzde İsrail’in yönetimi altındadır. 212 Yapılan anlaşmaya göre Akkâ’dakiler şahsî mallarıyla şehirden çıkıp gideceklerdi. Bunun karşılığında da Müslümanlar 500 Haçlı esirini ve Gerçek Haçı (Salbut) iade edecek, ayrıca 200,000 dinar da fidye vereceklerdi. İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 206. 213 Şeşen, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbî Devleti, s. 89. 214 Darûm, Gazze ile Mısır arasında bulunan bir kaledir. el-Hamevî, a.g.e., c. II, s. 424. 215 Nûbe, Sudan’ın büyük bir kısmını, Mısır’ın da az bir kısmını içine alan geniş bir bölgedir. Nebi Bozkurt, “Nûbe”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 2007, c. XXXIII, s. 222. 216 Franz Josef Dahlmanns, al-Malik al-Âdil Agypten und der Vordere Orient in den Jahren (588/1193 bis 615/1218), Grevenbürck, 1975, s. 33; Salâhaddîn vefat ettiğinde Eyyûbîlerin hâkimiyeti altında; Mısır bölgesi, Hicaz, Mekke, Medine, Zebîd’den Hadramevt’e kadar bütün Yemen bulunmaktaydı. Suriye’den Dımaşk, Baalbek, Humus, Banyâs, Halep, Hamâ; kıyı şeridinden de Kudüs, Gazze, Tell-Sâfiye, Askalân,

33

sonra bağımsızlığını elde ettiği andan vefatına kadar Haçlılardan yetmişten fazla şehir ve kaleyi geri almıştır.217 Ayrıca Salâhaddîn, Suriye-Filistîn bölgesinde de Antakya, Trablus, Sûr ve Akkâ hariç diğer yerlerin tümünü Haçlılardan temizlemiştir.

Yâfâ, Kaysariye, Hayfâ, Akkâ, Taberiye, Şakîf, Safed, Kevkeb, Kerek, Şevbek, Saydâ, Beyrut, Cebele, Lazkiye, Şuğr, Sihyavn, Belatnûs bulunmaktaydı. O dönemde el-Cezîre bölgesinden ise Harrân, Ruha, Rakka, Ra’sü’l-Ayn, Sincâr, Nusaybin, Surûc, Diyarbakır, Meyyâfarikîn kaleleriyle birlikte Âmed ve Şehrezûr Eyyûbîlerin hüküm sürdüğü yerlerdi. İbn İmâd, a.g.e., c. VI, s. 490. 217 Ahmed b. Yûsuf el-Kirmânî, Ahbârü-d-Düvel ve Âsârü’l-Üvel fi’t-Tarîh, I-III, (Thk: Ahmed Hatît- Fehmî Sa’d), Alemü’l-Kütüb, 1. Baskı, 1992, c. II, s. 255.

34

I. BÖLÜM SULTAN SALÂHADDÎN DÖNEMİNDE MELİK ÂDİL

1. MELİK ÂDİL’İN BİYOGRAFİSİ

1.1. Doğumu ve Yetişmesi

Necmeddîn Eyyûb’un sekiz çocuğundan 218 biri olan Melik Âdil’in tam ismi Seyfeddîn Ebû Bekir el-Melikü’l-Âdil Muhammed b. Necmeddîn Eyyûb’tur. Künyesi Ebû Bekir, lakabı da Seyfeddîn Melik Âdil’dir. Batılılar ise Saphadin olarak anmaktadırlar.

Melik Âdil’in doğum tarihi konusunda farklı kayıtlar mevcûttur. Onun doğum tarihi için 534/1139-1140,219 538/1143,220 539/1144221 yıllarını telaffuz edenler olduğu gibi, onun Muharrem 540/Haziran-Temmuz 1145 222 tarihinde dünyaya geldiğini söyleyenler de vardır. Fakat Tarihçi İbn Cevzî, Melik Âdil’e doğum tarihini sorduğunu, onun da “Urfa muhâsarası esnasında dünyaya gelmişim” dediğini aktarmaktadır.223 Buna göre 539/1144 tarihinin daha doğru olması gerekir. Çünkü Urfa’nın, İmâdeddîn Zengî tarafından muhâsarası ve fethi bu yılda gerçekleşmiştir.

Melik Âdil’in doğum tarihi tartışmalı olduğu gibi, doğum yeri de tartışmalıdır. Babasının Baalbek valiliği döneminde orada dünyaya geldiğini224 söyleyenler olduğu

218 Necmeddîn Eyyûb’un ikisi kız, toplam sekiz çocuğu vardı. Erkek çocuklarının isimleri; Tûranşâh, Salâhaddîn Yûsuf, Ebû Bekir el-Âdil, Şahinşâh, Tuğtekin ve Böri idi. Kızları ise Sitti Şam ve Rabia Hatun’du. Bkz. el-Hanbelî, a.g.e., s. 46. 219 İbn Tağriberdî, a.g.e., c. VI, s. 160. 220 Zekiyüddîn el-Münzirî, et-Tekmile li-Vefeyâti’n-Nakale, I-IV, Thk. Beşşâr Avvâd Marûf, 3. Baskı, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 1984, c. II, s. 430. Fakat Melik Âdil’in doğumu için bu tarihi dillendiren .ile zikrederek bu görüşün zayıf olduğunu belirtmek istemişlerdir. Bkz "قيل/diğer müellifler ise bunu "Kîl İbn Hallikân, a.g.e., c. V, s. 78; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 226. 221 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 594; Ebû Şâme, a.g.e., c. V, 168; el-Hanbelî, a.g.e., s. 200. 222 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 393; İbn Vâsıl, a.g.e., c. II, s. 270. 223 Sıbt İbn Cevzî, a.y. 224 Ebû Şâme, a.y.; Hâfız Zehebî, el-İber fî Haber-i Men Ğaber, I-IV, Thk. Muhammed Saîd Zağlûl, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1985, c. III, s. 167; Abdulkâdir b. Muhammed en-Nuaymî ed-Dımaşkî, ed-Dâris fî Tarîhi’l-Medâris, I-II, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1990, c. I, s. 272; İbn İmâd, a.g.e., c. VII, s. 117.

35

gibi Dımaşk’ta 225 dünyaya geldiğini söyleyenler de vardır. Annesi hakkında ise kaynaklarda herhangi bir bilgi mevcut değildir.226

Ailesi gibi Melik Âdil de Nûreddîn Zengî’nin hizmetinde ve onun yanında yetişmiştir. 227 İyi bir eğitim aldığı bilinen Melik Âdil’in çocukluğu hakkında da kaynaklarda herhangi bir bilgi mevcût değildir. Ancak amcası ve kardeşi Salâhaddîn’le birlikte üçüncü Mısır seferine katıldığı bilinmektedir.228

1.2. Evlilikleri ve Çocukları

Birçok evlilik yapmış olan Melik Âdil’in evlilikleri hususunda herhangi bir bilgiye sahip değiliz. Fakat onun çok kıskanç olup evine ancak büluğ çağına ermemiş hadım hizmetçilerin girmesine izin verdiğini ve yine son derece namuslu bir kişiliğe sahip olup kimsenin namusuna göz dikmediğini bilmekteyiz.229 Ancak onun çocukları hakkında kaynaklarda oldukça geniş malûmat mevcûttur. Kaynaklarda onun kızları için herhangi bir sayı telaffuz edilmezken erkek çocukları için ise farklı rakamlar verilmektedir. On beş erkek çocuğunun olduğunu230 söyleyenler olduğu gibi bunların sayısını on altıya,231 on yediye232 ve hatta on dokuza233 çıkaranlar da vardır.

Yönetimde bulunan erkek çocukları ise; Mısır hâkimi Melik Kâmil, Dımaşk hâkimi Melik Muazzam Îsâ, onun öz kardeşi Banyâs hâkimi Melik Azîz Osman,

225 İbn Hallikân, a.g.e., c. V, s. 78; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 226. 226 Faruk Sümer, “Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü’l-Âdil (II) ve Komşu Türk Hanedanları”, Eyyubiler Yönetim-Diplomasi-Kültürel Hayat, (Ed: Önder Kaya), Küre Yay., İstanbul, 2012, s. 87. 227 Ebû Şâme, a.g.e., c. V, s. 168; Zehebî, İber, c. III, s. 167; Nuaymî, a.g.e., c. I, s. 272; İbn İmâd, a.g.e., c. VII, s. 117. 228 İbn Hallikân, a.g.e., c. V, s. 74. 229 İbn Tağriberdî, a.g.e., c. VI, s. 167 (Abdullatîf el-Bağdâdî’den naklen). 230 ed-Devâdârî, a.g.e, c. VII, s. 197. 231 İbn Vâsıl, a.g.e., c. II, s. 273; Ebü’l-Fidâ, el-Muhtasar fî Ahbari’l-Beşer, I-IV, Tkd. Hüseyin Mü’nis, Dârü’l-Maarif, Kâhire, ty., c. III, s. 150. 232 Zehebî, İber, c. III, s. 168; Nuaymî, a.g.e., c. I, s. 272. 233 Makrizî, Melik Âdil’in erkek çocuklarının sayısının on dokuz olduğunu söyler ve tespit ettiği isimleri de şu şekilde sıralar: 1) Melik Mevdûd, 2) Melik Evhad, 3) Melik Fâiz İbrâhîm, 4) Melik Muğis Ömer, 5) Melik Kâmil, 6) Melik Muazzam Îsâ, 7) Melik Azîz Osman, 8) Melik Emced, 9) Melik Eşref Mûsâ, 10) Melik Şihâbeddîn Gâzî, 11) Melik Muizz Yakûb, 12) Melik Kâhir İshâk, 13) Melik Sâlih İsmâîl, 14) Melik Mufaddal Ahmed, 15) Melik Nûreddîn Arslan, 16) Melik Bahâaddîn Hızır, 17) Melik Şihâbeddîn Mahmûd, 18) Melik Salâhaddîn Halîl ve 19) en küçükleri olan Melik Takiyüddîn Abbâs. Bunlardan daha babaları hayattayken vefat edenler; Melik Mevdûd, Melik Evhad, Melik Fâiz İbrâhîm, Melik Muğis Ömer ve Melik Emceddir. Kardeşlerin en büyüğü Melik Mevdûd iken en küçükleri de Melik Takiyüddîn Abbâs olup bütün kardeşler içerisinde en son vefat edeni de odur. Vefat tarihi, 669/1270-71 yılıdır. Bkz. Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 226-227.

36

babasına en çok güven telkîn eden el-Cezîre hâkimi Melik Eşref Mûsâ, Ahlât hâkimi Melik Evhad, Meyyâfarikîn hâkimi Melik Şihâbeddîn Gazi, Busrâ hâkimi Melik Sâlih İsmâîl ve Ca’ber Kalesi hâkimi Melik Nûreddîn Arslanşâhtır.234

Kaynaklarda Melik Âdil’in kızları hakkında pek bir ayrıntı yoktur. Birçok kızının olduğu söylense de herhangi bir sayı verilmemektedir. Ancak kaynaklarda isimleri geçen Hatûn, Gaziye Hatûn, İsmetüddîn Meleke Hatûn, Dayfe Hatûn (Safiye) ve Zühre Hatûn adlı kızlarının olduğunu bilmekteyiz. Melik Âdil’in, kızı Hatûn’u yeğeni Melik Azîz ile, 235 Gaziye Hatûn’u da bir diğer yeğeni Melik Zâhirle evlendirdiğinden bahsedilmektedir.236 Ayrıca Gaziye Hatûn’un ölümünden sonra onun, bir diğer kızı Dayfe Hatûn’u da yine Melik Zâhirle evlendirdiği zikredilmektedir. Kızı İsmetüddîn Meleke Hatûn’u da Hamâ hâkimi Melik Mansûr ile evlendirdiği bilinmektedir.237

Tarihçi Sıbt İbn Cevzî, Melik Âdil’in birçok kızının olduğunu, fakat bunlar içinde en üstün olanının Dayfe Hatûn olduğunu belirtmektedir.238 Nuaymî de Melik Âdil’in Zühre Hatûn adlı bir kızından bahsetmektedir.239 Yine onun, kızlarını Anadolu Selçuklu sultanlarıyla evlendirip onlarla dünürlük kurduğu da kaynaklarda geçmektedir. 240 Ayrıca Hısnkeyfâ Artuklu hükümdarı Kutbeddîn II. Sökmen’in de Melik Âdil’in damadı olduğunu bilmekteyiz. Yine bir kızını Musul Zengî lideriyle de 30,000 dinar mehirle evlendirdiği de bilinmektedir.241

1.3. Ölümü

Yoğun bir siyasî mücadele serüveni yaşayan Melik Âdil, V. Haçlı Savaşı esnasında Nil Nehri üzerinde ve Dimyât Kalesi’nin242 karşı yakasında bulunan burcun Haçlıların eline geçtiğini haber aldı. Bu burç Mısır’ın kilidi mesabesindeydi. Ayrıca

234 Makrizî, a.y. 235 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/I, s. 436. 236 İbn Adîm, Zübde, s. 406. 237 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 134. 238 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 597. 239 Nuaymî, a.g.e., c. I, s. 278. 240 İsfehanî, a.g.e., s. 293. 241 Ebû Şâme, a.g.e., c. V, s. 117. 242 Dimyât, Nîl nehrinin Akdeniz’le birleştiği yere yakın bulunan tarihî bir şehirdir. el-Kazvînî, a.g.e., s. 193.

37

buranın bir köprüsü vardı ki gemilerin deniz yoluyla Nil Nehri’ne girmelerine engel olmaktaydı. Bu burcun Haçlıların eline geçtiği duyulunca bütün Müslümanlar çok üzülmüşlerdi. Bu haber, Melik Kâmil tarafından o sıralar Alikîn’de243 bulunan Melik Âdil’e iletilince o da üzüldü ve üzüntüden hastalandı. Hastalığı gittikçe şiddetlendi ve birkaç gün sonra da 7 Cemâziyelâhir 615/31 Ağustos 1218 tarihinde vefat etti.

Melik Âdil öldüğünde çocuklarından kimse yanında değildi. Ölüm haberi, o esnada Nablus’ta244 bulunan oğlu Melik Muazzam gelip idâreyi ele alana kadar halktan gizlendi. Melik Muazzam’ın gelmesinden sonra cenazesi geçici bir süre için oradaki kaleye defnedildi. 619/1222-1223 yılında ise cenazesi Dımaşk’a götürülerek kendi adını taşıyan el-Adiliye Medresesi’ndeki, kendisi için hazırlanan ve halen yatmakta olduğu türbeye konuldu.245

Melik Âdil’in ölümü bütün Müslümanları hüzne gark etti. İslâm dünyasının birçok yerinde onun gıyabî cenaze namazı kılındı. Bağdat’ta da onun için düzenlenen gıyabî cenaze namazına halîfe hariç bütün Bağdatlılar iştirak etmişti.246

Yetmiş küsûr yaşında vefat eden Melik Âdil’in bütün hayatı siyasî mücadeleler içinde geçti. Sultan Salâhaddîn’den sonra Dımaşk, Mısır, el-Cezîre, Yemen, Hicaz ve Ahlât’ı içine alan geniş bir alana hükmetti. O, Salâhaddîn’den sonra Dımaşk’ta yirmi üç yıl, Mısır’da da on dokuz yıl hüküm sürdü.247

Melik Âdil, hayattayken ülkeyi kendi çocukları arasında paylaştırdı. Melik Kâmil’e Mısır’ı; Melik Muazzam’a Dımaşk, Taberiyye, Kudüs, Ürdün ve Kerek’i; Melik Eşref’e el-Cezîre bölgesi ile Ahlât hâkimi Melik Evhad’ın ölümünden sonra da Ahlât ve buralara bağlı yerleri; Melik Şihâbeddîn Gazi’ye Meyyâfarikîn ve Ruha’yı; Melik Nûreddîn Arslanşâh’a da Ca’ber Kalesi’ni bıraktı. Çocukları onun ölümünden sonra kendilerine taksim edilen beldelere giderek oraların yönetimlerini üstlendiler. En güzel yönetim modelini babalarından öğrenmiş olan Melik Âdil’in çocukları arasında

243 Alikîn, Dımaşk yakınlarında bulunan bir köydür. İbn Hallikân, a.g.e., c. V, s. 78. 244 Nablus, Filistîn’de bir şehirdir. el-Hamevî, a.g.e., c. V, s. 248. 245 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 393; Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 595-596; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 225-226; Ebü’l-Fidâ İsmâîl b. Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, I-XX, 2. Baskı, Thk. Muhyiddîn Dîb Misto, Dâru İbn Kesîr, Dımaşk, 2010, c. XV, s. 86-87. 246 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 596-597; Ebû Şâme, a.g.e., c. V, s. 170-171 247 Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 226.

38

hiçbir zaman saltanat kavgası yaşanmadı. Babalarının ölümünden sonra tek bir kişiymiş gibi büyük bir ittifakla birbirlerine destek oldular. Diğer hükümdarların çocukları arasında cereyan eden ihtilâf ve anlaşmazlıklar onun çocukları arasında görülmedi.248

1.4. Kişiliği

Melik Âdil; dindar, akıllı, basiret sahibi ve vakûr bir kişiydi. Kurnazdı, düşmanına karşı hile ve tuzak kurar; bu konuda sabırlı davranır ve düşmanının hata yapmasını beklerdi. Düşmanı hata yaptığında da bunu çok iyi değerlendirirdi. Onun bu özelliğini yeğeni Melik Efdal’e karşı sergilediği politikada da görmekteyiz. Melik Efdal’in hatalarını çok iyi değerlendiren Melik Âdil, onun sahip olduğu yerleri arka arkaya onun elinden almış, kendisi oralara sahip olmuştu. Sultan Salâhaddîn, Melik Efdal’e Harrân, Ruha ve Meyyâfarikîn’i iktâ olarak vermiş; o da iktâlarına gitmek üzere yola çıkmıştı. Fakat daha yolda iken Salâhaddîn, onun iktâlarını alıp kardeşi Melik Âdil’e vermiş, o ise bunun üzerine babasının yanına Dımaşk’a geri dönmek zorunda kalmıştı. Onun, babası Salâhaddîn’in vefatından sonra da sahibi olduğu yerleri amcasına kaptırdığını görmekteyiz. Hâkimi olduğu Dımaşk’ı, ondan sonra da kardeşi Melik Âzîz’in vefatı üzerine yeğeni Melik Mansûr’un atabeyi olarak yerleştiği Mısır’ı kısa aralıklarla amcasına kaptırdı. Daha sonra gönderildiği Sarhâd da amcası tarafından elinden alınıp Sümeysat ile yetinmek zorunda bırakıldı.249

Geniş hayat tecrübesi olan Melik Âdil, tutumlu olup dar günler için hazinesini devamlı dolu tutardı. Onun bu davranışını Mısır’da nâib olarak bulunduğu dönemde de görmekteyiz. Öyle ki Mısır dışında savaş meydanlarında bulunan Salâhaddîn, bazen kendisine müracaat ederek ordunun ihtiyaçlarının karşılanması için para göndermesini isterdi. O da verilen emirleri harfiyen yerine getirirdi. Ancak bazen de, çok savurgan ve cömert olduğunu bildiği Salâhaddîn’in istediği meblağı fazla bularak istenilenden daha az gönderirdi. Bu durum birkaç defa tekrarlanınca Salâhaddîn, rahatsız olmuş, 'bize kendi malını mı gönderiyor, yoksa bizim malımızı mı?' diyerek serzenişte bulunmuş ve

248 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 394. 249 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 393-394; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 228-229. İbn Esîr, bizzat şahit olduğu bundan çok daha acayip şu olayı anlatmaktadır. İbn Esîr diyor ki: “Ben Beytü’l-Makdis’te Sihyûn Kilisesi’nde atılmış çok güzel bir mermer sütun gördüm. Bu kilisedeki görevli papaz bana; ‘Melik Efdal’in bu sütunu Dımaşk’a götürmek istediğini, fakat Melik Âdil’in buna engel olduğunu ve bu sütunu ondan aldığını,’ anlattı.” Bkz. İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 394;

39

bunu da kardeşine hitaben inşâ kâtibi İmâdeddîn İsfehânî’ye bir mektup yazdırarak dile getirmişti. Bunun üzerine Melik Âdil de onu Kâdı Fâdıl’a şikâyet etmişti.250

Allâh yolunda cihâd etmekten geri durmayan251 Melik Âdil, verdiği sözü de yerine getirir, kendisinden yardım isteyenleri boş çevirmez, ihtiyâçları anında giderir ve hayır hasenâtta bulunmayı da çok severdi. Mısır’da meydana gelen kıtlıktan dolayı ölen binlerce insanın252 tekfin ve tedfin işlemleriyle bizzât kendisi ilgilenmişti. Tarihçi İbn Cevzî, 597/1201 yılında Mısır’ı oldukça olumsuz bir şekilde etkileyen kıtlıktan şöyle bahsetmektedir: "O yıl şiddetli bir kıtlık oldu. Daha önce İslâm âleminde sadece bir defa benzeri görülebilmiş bir şekilde bu yıl Nil nehrinin suyu çekildi.253 Bundan dolayı tarım yapılamadı ve topraktan herhangi bir ekin elde edilemedi. Bu sebeple insanlar Mısır’dan Kuzey Afrika’ya, Hicâz’a, Suriye’ye ve Yemen’e göç ettiler. Mısır’da kalanlar ise açlıkla baş etmeye çalıştılar. Ancak kıtlık o kadar şiddetliydi ki insanların bir kısmı, bir kısmını yemeye başladı. Öyleki anne-babalar, kendi küçük çocuklarını kesip yemekteydiler. 254 Hatta onun etini pişirmede diğer çocukları da kendilerine yardımcı olmaktaydılar. O dönemde insanlar, yaygın bir şekilde en samimi arkadaşlarını evlerine misafir olarak davet ederler veya hasta bakması için evlerine doktorları çağırırlardı da bir yolunu bulup onları kesip yerlerdi. Bu kıtlık o kadar çok insanın ölümüne neden oldu ki sadece İskenderiye Camiinin imamı bir günde 700 kişinin cenaze namazını kıldırdı. Ayrıca Melik Âdil de kendi şahsi bütçesinden 220,000 kişinin kefenini temin etmişti." 255 Bu kıtlıkta bizzât kendisi geceleri çıkar; fakir ve

250 İbn Hallikân, a.g.e., c. V, s. 74-75. 251 el-Münzirî, a.g.e., c. II, s. 431. 252 Tarihçi İbn İyâs, kıtlık nedeniyle o dönemde Mısır halkının üçte ikisinin hayatını kaybettiğini ifade etmektedir. Bkz. İbn İyâs, a.g.e., c. I, s. 61. 253 Nîl nehrinin daha önce Fâtimîler döneminde yine suyu böyle çekilmişti. İbn Tağriberdî, a.g.e., c. VI, s. 173. 254 Abdullatîf el-Bağdâdî, o dönemde Mısır’da bulunmuş, Mısır halkının içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal krize bizzât şahit olmuş ve onların o dönemde yaşadığı maddî ve manevî perişanlığı da ayrıntılı bir şekilde aktarmıştır. Bkz. Abdullatîf el-Bağdâdî, el-İfâde ve’l-İ’tibâr, 2. Baskı, yy., 1998, 2. ve 3. Bölümler, ss. 132-148. Müellif ve bu eseri hakkında detaylı bilgi için bkz. Mahmut Kaya, “Abdullatîf el- Bağdâdî”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1988,, c. I, s. 254-255. 255 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 477-478; Ebû Şâme, a.g.e., c. V, s. 31-32; İbn Kesîr, a.g.e., c. XIV, s. 461-462; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s.188-189; İbn Tağriberdî, a.g.e., c. VI, s. 173-174. Fakat çok hazindir ki o öldüğünde kendisine kefen bulunamamış, ancak Fakîh İbn Faris’in sarığıyla tekfin edilebilmişti. Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 596.

40

muhtaçların evlerinin önüne mal ve para bırakırdı. Özellikle hastalanırken daha çok tasaddukta bulunur, üzerindeki kıyafetlerini ve bineklerini dahi sadaka olarak verirdi.256

Melik Âdil, iyilikleri emreder, kötülüklerden de sakındırırdı. Mısır’da meydana gelen kıtlıkta insanlar birbirlerini yemeye başlamışlardı. O, bu tür olayların önüne geçmek için çok şiddetli cezalara başvurmuş ve bu olaylara karıştığı sabit olan birçok kişiyi yakarak cezalandırmıştı.257 Ayrıca o, ülkesini içki, çalgı aletleri, kumar, rüşvet ve benzeri haram davranışlardan da tamamen temizledi.258

Uzun boylu, iri yapılı ve yuvarlak yüzlü olan259 Melik Âdil, çok ibadet eder, namazlarını vaktinde eda etmeğe çalışır; sünnetlere riayet eder ve günlerinin çoğunu da oruçlu geçirirdi. Oruç tutmadığı günlerde de çok yemek yerdi.260 Öyle ki bir oturuşta tek başına bir kuzu bitirirdi.261 Fakat buna rağmen gayet sağlıklı ve zindeydi. Ünlü İslâm âlimi Abdullatîf el-Bağdâdî, Melik Adil’in doktorundan şunları aktarmaktadır: "Ben uzun yıllar sultanın doktorluğunu yaptım. Ancak bana hastalık şikâyetiyle hiç uğramadı. Ancak bir gün kendisine bir sürü kavun, karpuz getirilmiş, o da tümünü elleriyle kırıp yemişti. Fakat bunlarla da yetinmeyip o gün çeşit çeşit meyve ve yemek konusunda da aşırıya kaçmıştı. Bu sebeple hazımsızlık şikâyetiyle kıvranmaya başladı. Bunun üzerine ben, ona sıcak su içip uzunca bir yolu at sırtında dolaşmasını tavsiye ettim. O da bu tavsiyeye uyarak sıcak su içip at sırtında dolaşmaya başladı ve ancak akşamüstü düzelebildi. Melik Âdil, sadece o gün, bana bir hasta olarak gelmişti.262 Ancak çok zinde ve sağlıklı olan Melik Âdil’in çiçek polenlerine karşı alerjisi vardı. Polenlerin çıktığı mevsimde Dımaşk’ta kalamaz, kendisi için Dımaşk yakınlarındaki Mercüssuffar’da kurulan otağa geçer ve mevsim sonuna kadar orada beklerdi.263

Âlimlere de oldukça hürmet gösteren Melik Âdil’in bu ihtiramı sayesindedir ki o dönem Horasan’da yaşayan Fahreddîn Râzî, “Te’sisü’t-Takdîs” adlı kitabını ona ithaf

256 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 595. 257 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 477. 258 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 594-595; Ebû Şâme, a.g.e., c. V, s. 169. 259 İbn İyâs, a.g.e., c. I, s. 62. 260 İbn Kesîr, a.g.e., c. XV, s. 87. Özellikle akşamları çok fazla yemek yemesiyle ünlüydü. O, Habîs helvasını çok severdi. Bu helva çeşidi un, hurma, yağ ve şekerden yapılırdı. Melik Âdil, yatmadan (خبيص) önce mutlaka bu helvadan büyük bir miktâr yer ve üstüne de süt içer, öyle yatardı. Bkz. İbn Tağriberdî, a.g.e., c. VI, s. 166. 261 İbn İyâs, a.y. 262 İbn Tağriberdî, a.g.e., c. VI, s. 166-167 (Abdullatîf el-Bağdâdî’den naklen). 263 İbn Kesîr, a.g.e., c. XV, s. 87-88.

41

etmiştir.264 Nesep âlimi ve tarihçi olarak bilinen Cevvânî de ona kitap ithaf eden âlimler arasındadır. Melik Âdil’in Mısır nâibliği döneminde yanında bulunan ve 588/1192 vefat eden Cevvânî, yazdığı Gayzu Üli'r-Rafz ve'l-Mekr fî Fâili Men Yükna Ebâ Bekr adlı kitabını ona ithaf etmiştir. Cevvânî, bu eserinde Şiâ’nın, künyesi Ebû Bekir olanlara karşı duyduğu nefreti ele almıştır. Bu eser, Hz. Ebû Bekir bahsi ile başlar, künyesi Ebû Bekir olan Melik Âdil’in biyografisiyle sona erer.265

Yine Dımaşk kâdısı Zekiyüddîn, beytülmala borçlanmış; fakat borcunu ödeyememişti. Melik Âdil, bundan dolayı onu kâdılık görevinden aldığı gibi borçlarını ödemesi için de ona baskı uyguladı. Bunun üzerine kâdı, halktan borç para almaya başladı. Melik Âdil’in adamlarından biri, rüyasında Hz. Peygamberi (a.s.) gördüğünü ve Hz. Peygamberin (a.s.) o kâdıya yardımcı olunmasını istediğini söyleyince o, kâdının hem borçlarını sildi hem de onu tekrar görevine iade etti.266

Melik Âdil, son derece yumuşak huylu, müsâmahakar ve affediciydi. İnsanlarla mantıklı ve tutarlı diyalogları önceleyip onlarla ilişkilerinin kalıcı olmasına özen gösterirdi. Bu sebeple de hoşuna gitmeyen şeyleri duyduğunda duymamazlıktan gelirdi.267 İnsanlarla ilişkilerinde yapıcı olmayı öncelerdi. Onun döneminde yaşamış ve bir ara maddî olarak şiddetli bir sıkıntıya düçar olmuş Mecdülmelik b. Şemsülhilâfe’nin anlattıkları bu özelliğine dair güzel örneklerdendir. Mecdülmelik şunları aktarır: “İçinde bulunduğum fakr û zaruretten dolayı uzunca bir kaside inşâd ettim. Bu kasidemde Melik Âdil’i ve oğlu Melik Kâmil’i yerden yere vurdum. Bu kasidede,

Ey Âdil denilen zâlim ve Kâmil denilen nâkıs

İkiniz bütün herkesi helâk ettiniz Seneye kadar ikiniz de kalmayasınız gibi mısralar yer almaktaydı. Kalkıp hükümet konağına gittim, mühürlü bir şekilde kasidemi kapıcıya verdim. Kapıcı da mührünü açmadan götürüp sultana verdi. Sultan, mührü kopardı ve kasideyi okumaya başlayınca ayağa fırladı. Fakat öğle vakti girip askerler dağılıncaya kadar da beni çağırmadı. Askerlerin dağılmasından sonra beni çağırıp, 'seni böyle bir şey yazmaya sevk eden saik nedir?' diye sordu. Ben de: 'Fakr û

264 Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 229; İbn Tağriberdî, a.g.e., c. VI, s. 163. 265 Mustafa Öz, “Cevvânî”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1993, c. VII, s. 464. 266 el-Hanbelî, a.g.e., s. 201. 267 el-Kirmânî, a.g.e., c. II, s. 259.

42

zarurettir. Sultanım, ya beni öldüreceksin, ben de böylece rahata kavuşurum ya da sultanın nimetini bize de teşmil edersin,' diye cevap verdim. Bunun üzerine bana yüz dinar verilmesini emretti. Bir bineğe de ihtiyacımın olduğunu söyleyince yine beni kırmayarak bir katır verilmesini de emretti.” Mecdülmelik, Melik Âdil’in yanından ayrıldıktan sonra niye daha fazla bir şeyler istemediğine hayıflanarak tekrar geri dönüp ailesi ve bineği için de yardımcı olmasını istedi. Melik Âdil de onun ailesi için bir miktâr buğdayın, bineği için de bir miktâr arpanın verilmesini emretti. Ancak gözü doymak bilmeyen Mecdülmelik, yeni talepler için üçüncü defa yine Melik Âdil’in yanına gidecek kadar fazlaca cüretkâr davranıp ondan giyecek bir şeyler de istedi. Melik Âdil de, 'Mümkün değil, hem halkın huzurunda bize söveceksin hem de biz seni giydireceğiz, öyle mi?' diyerek onun talebine olumlu cevap vermedi. Melik Âdil, Mecdülmelik’ten bu kasidenin müsveddesini kendisine vermesini istedi. Mecdülmelik ise bu kasidenin hiçbir yerde yazılı olmadığını, sadece hafızasında olanını dilinin söylediğini söyleyince Melik Âdil, 'Allâh o dilini koparsın' diye bedduada bulundu, ancak bu cüretkârlığına karşı onu herhangi bir cezalandırma yoluna da gitmedi.268 Melik Âdil, bu örnekte olduğu gibi hoşuna gitmeyen herhangi bir davranışla karşılaştığında suçluları müsamaha ile karşılar, kızacağı birçok şeyi duyduğunda da o şeyi işitmemiş gibi davranırdı.

Melik Âdil, pragmatist bir siyasî şahsiyet olup faydalı görmediği bir şey için kesinlikle boşuna gayret sarf etmezdi. Aynı zamanda o, ağırbaşlı ve kibar bir kişiliğe sahipti. Abdullatîf el-Bağdâdî, "Melik Adil, kardeşlerin en küçüğü olmasına rağmen, bütün kardeşler içerisinde en ince düşünceli, en basiretli, en kararlı olanı ve en çok parayı seven oydu," demektedir. Bu meziyetlerinden dolayıdır ki Salâhaddîn, ona danışmadan devlet işlerinde adım atmazdı.269

Melik Âdil, ağabeyi Sultan Salâhaddîn’e çok düşkündü. Mısır’da nâib olarak bulunduğu sıralarda savaştan dönen Salâhaddîn’i Mısır dışına çıkarak270 çok kıymetli hediyelerle, çeşit çeşit yemeklerle karşılar271 ve ona karşı son derece saygılı davranırdı. Savaş dışında da Salâhaddîn’in yanından hiç ayrılmazdı. Salâhaddîn’in huzuruna

268 el-Hanbelî, a.g.e., s. 201-202. 269 İbn Tağriberdî, a.g.e., c. VI, s. 166, 167 (Abdullatîf el-Bağdâdî’den naklen). 270 Ebû Şâme, a.g.e., c. II, s. 289. 271 İbn Kesîr, a.g.e., c. XIV, s. 277.

43

sabahleyin ilk giren ve gece de en son ayrılan yine oydu. 272 Salâhaddîn de bütün kardeşleri arasında, üvey olmasına rağmen en çok onu severdi. Salâhaddîn’in Mu’nise adındaki kızını, onun oğlu Melik Kâmil ile evlendirmesi, onun kızı Gaziye Hatûn’u da kendi oğlu Melik Zâhir’e istemesi ikisi arasındaki muhabbetin tezahürü olsa gerek. Ayrıca Melik Âdil’in siyasî hayatta yükselmesinde Salâhaddîn’in bu sevgisinin önemli bir etken olduğu da muhakkaktır.273

Melik Âdil, Salâhaddîn’e karşı hep sadık davrandı. Salâhaddîn vefat edene kadar onun mümessili olarak kaldı. Ancak onun vefatından sonra hanedanın ve İslam’ın yararına olan bir politika izledi ve bu konuda gerektiğinde Eyyûbî ailesinden bazı isimlerle mücadeleye girişti.

Salâhaddîn döneminde olduğu gibi onun vefatından sonraki dönemde de hem karada hem de denizde iyi bir asker ve cengâver olduğunu kanıtlayan Melik Âdil, asıl başarısını ise siyaset adamı ve diplomat sıfatıyla elde etti. 274

2. MELİK ÂDİL’İN SALÂHADDÎN EYYÛBÎ DÖNEMİ FAÂLİYETLERİ

Melik Âdil, tarih kaynaklarında 589/1193 yılına kadar ya Salâhaddîn ile ilgili mevzularda ya da Haçlılara karşı gerçekleştirilen mücadelelerde mevzubahis olmaktadır. Dolayısıyla onun bu tarihe kadar olan siyasî kişiliğine dair malumatlar, Salâhaddîn’in biyografisine ayrılan eserlerden veya genel tarih kitaplarındaki Salâhaddîn ile ilgili bölümlerden elde edilmektedir. Bu sebeple çalışmamızın bu bölümünü oluşturmak için sözkonusu eserler ayrıntılı bir şekilde taranarak gerekli okumalar gerçekleştirilmiştir. Bu okumalardan Melik Âdil’in bu dönemde idârî, siyasî ve askerî alanlarda çok büyük tecrübeler edindiği, devletin kalkınmasında çok büyük yararlılıklar gösterdiği ve edindiği bu tecrübeler sayesinde Salâhaddîn’in halefi olma konusunda kendisini kanıtladığı gibi sonuçlar çıkarılmaktadır.

272 İbn Tağriberdî, a.g.e., c. VI, s. 167 (Abdullatîf el-Bağdâdî’den naklen). 273 Sümer, a.g.m., s. 87. 274 Carl Heinrich Becker, “Al-Malik Al-Âdil”, İA, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, 1977, 5. Baskı, c. I, s. 139- 140.

44

2.1. Eyyûbîlerin Kuruluşu Aşamasındaki İsyanları Bastırması

Salâhaddîn Eyyûbî, Fâtimîler Devleti’nde işleri yoluna koyup dizginleri tamamen kendi eline alınca Fâtimî taraftarı bürokratları saraydan ve devlet işlerinden uzaklaştırdı. Bu sebeple Fâtimîler Devleti’nde mevki sahibi olan bürokrat ve komutanlar, devletin ortadan kaldırılmasından sonra kaybettikleri mevkilerini tekrar elde etmek, Mısır’ı yeni yönetimden geri alıp Fâtimî hilâfetini tekrar ikâme etmek için birçok girişimde bulundular. 570/1174 yılına kadar bu girişimlerin hiçbirisinden sonuç alamayan Fâtimî taraftarları, bu yıl yeni bir isyan hareketi başlattılar. Melik Âdil’in tarih sahnesine çıkışını da bu isyan hareketinin bastırılması olayında görmekteyiz.

Yukarıda bahsedilen isyan hareketine kalkışanlar Sudanlılar, Bedevîler ve yerli halktı. Bu hareketin liderliğini ise Mısırlı bir komutan olan Kenzü’d-Devle üstlenmişti. O, Yukarı Mısır’da, Nil Nehri kenarında bulunan Asvân’a göç edip orada yerleşmişti.275 Zamanla etrafında çoğunluğu Sudanlılar olmak üzere276 ülke halkı, Arap bedevîleri ve değişik milletlerden müteşekkil kalabalık bir kitle toplanmıştı.277 Toplanan bu kalabalık yüz bin kişi civarındaydı.278 Bunların çoğu Şiî/İsmâîlî düşünceye mensuptu. Böylece büyük bir halk desteğini arkasına alan Kenzü’d-Devle, 570/1174 yılında isyan etti. Niyeti Mısır’ı Salâhaddîn’den alıp saray halkına, el-Âdıd ailesine geri vermekti. 279 Asvân’ı o dönem Salâhaddîn adına yöneten emîr,280 ünlü komutan Ebu’l-Heycâ es- Semîn’in kardeşiydi. Kenz, işte bu emîri öldürüp Asvân’da hâkimiyetini kurmuş ve hutbelerde el-Âdıd’ın oğlu Davud’un adını okutmaya başlamıştı.281

Bu arada Kûs282 ile Asvân arasındaki Tavd Köyü’nde de Abbâs b. Şâzî283 isimli birisi ayaklanmış, etrafı yakıp yıkmış ve halkın mallarına el koymuştu.284 Bu haberler

275 İbn Şeddâd, a.g.e., s. 89; Bazı kaynaklarda Kenzü’d-Devle’den Asvân valisi olarak bahsedilmektedir. Ebû Şâme, a.g.e., c. II, s. 222; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 79. 276 İbn Hallikân, a.g.e., c. VII, s. 165; İbn Vâsıl, a.g.e., c. II, s. 17. 277 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 64. 278 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/I, s. 338. 279 İbn Vâsıl, a.g.e. c. II, s. 16-17. 280 Emîr, hükümdar ailesi dışında geniş idârî ve askerî yetkilere sahip vali vb. yöneticilere verilen bir ünvan olduğu gibi yüksek rütbeli komutanlara da denirdi. Bazen hükümdar ailesine mensup yöneticiler için de (melik ünvanı yerine) kullanılmıştır. 281 el-Hanbelî, a.g.e., s. 83. 282 Kûs, Yukarı Mısır’da bulunan büyük bir şehirdir. el-Hamevî, a.g.e., c. IV, s. 413. 283 Tarihçi İbn Kesîr, Kenzü’d-Devle ile Abbâs b. Şâzî’nin aslında aynı kişi olduğu kanaatinde olanların bulunduğunu aktarmaktadır. Bkz. İbn Kesîr, a.g.e., c. XIV, s. 259.

45

Sultan Salâhaddîn’e ulaşınca kardeşi Melik Âdil komutasında; Mısır saltanatının tadına varan, onun elden çıkmasından korkan ve özellikle silah kullanmada uzman olan askerlerden oluşan büyük bir ordu 285 hazırlayarak bölgeye gönderdi. Melik Âdil’in yanında bu harekete katılanlar arasında Ebu’l-Heycâ es-Semîn ve İzzeddîn Mevsik gibi ünlü komutanlar da bulunmaktaydı.286 Önce Tavd’a varan Melik Âdil, oradaki isyanı bastırdıktan sonra287 Kenz’in üzerine Asvân’a yürüdü. Kenz dâhil, yaklaşık seksen bin kişiyi kılıçtan geçiren288 Melik Âdil, onların adeta köklerini kazıdı. Böylece Kenz’in taraftarları bir daha toparlanıp isyan hareketine kalkışamaz hale geldiler.289

Bir kısım tarihçilerce, Melik Âdil’in bazı memlûklerinin de Davud b. el-Âdıd’ın ismini haykırarak bu isyan hareketine katıldıkları ve onların da Melik Âdil tarafından bertaraf edildikleri iddia edilmektedir.290 Melik Âdil’in sert önlemlerle bastırdığı bu isyan hareketinden sonra Fâtimî taraftarları eski güçlerini kaybettiler. Artık yeni bir isyan hareketi başlatabilecek kuvvet bulamadılar ve Fâtimî tehlikesi de böylece sona ermiş oldu.

2.2. Mısır’a Nâib Olarak Hükmetmesi

Melik Âdil, Sultan Salâhaddîn’in en çok güvendiği ve fikrine en çok önem verdiği kardeşiydi.291 Bu sebeple Mısır dışına çıktığında Melik Âdil’i yerine nâib olarak bırakırdı. Çünkü Melik Âdil siyasî ve idârî olarak onun yerini tutabilecek kabiliyette biriydi. Bundan dolayıdır ki Salâhaddîn, cephede bulunduğu sıralarda Mısır nâibi olan kardeşi Melik Âdil’i an be an savaşın seyrinden ve genel durumdan haberdar eder, konu ile ilgili görüşlerini isterdi.292

284 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 64-65; Ebû Şâme, a.g.e., c. II, s. 222. 285 İbn Şeddâd, a.g.e., s. 89-90. 286 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/I, s. 338; ed-Devâdârî, a.g.e, c. VII, s. 58. 287 Ebû Şâme, a.g.e., c. II, s. 222. 288 Sıbt İbn Cevzî, a.y 289 İbn Şeddâd, a.g.e., s. 90. 290 el-Hanbelî, a.g.e. s. 83-84. 291 Ebû Şâme, a.g.e., c. III, s. 124; Ebû Muhammed Abdullâh b. Es’ad el-Yâfiî, Mir’âtü’l-Cenân ve İbretü’l-Yakzân fî Ma’rifeti Mâ yu’teberu Min Havâdisi’z-Zamân, I-IV, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiye, Beyrut, 1997, c. IV, s. 25. 292 Örneğin 570/1175 yılındaki Suriye cephesinden, Mısır’daki kardeşi Melik Âdil’e hitaben Kâdı Fâdıl’a mektup yazdırarak Haleplileri Haçlılarla ittifak kurdukları için şikâyet etmiştir. Ebû Şâme, a.g.e., c. II, s. 232.

46

Melik Âdil’in ilk Mısır nâibliği, Nûreddîn Zengî’nin vefatı sonrasına rastlamaktadır. Salâhaddîn Eyyûbî, Nûreddîn Zengî’nin vefatından sonra Suriye bölgesinde başlayan kargaşaya son vermek üzere 570/1174 tarihinde bölgeye gidince Mısır’da Melik Âdil’i nâib olarak bıraktı. Melik Âdil, Mısır nâibliği görevini bu tarihten, (Salâhaddîn’in Mısır’da bulunduğu 573/1177-78 ve 576-577/1180-81 yılları hariç) 585/1189 yılının sonlarına kadar sürdürmüştür. Melik Âdil, 585/1189 tarihinde Salâhaddîn’in çağrısı üzerine Akkâ ordugâhına gidince yerine Seyfüddevle Mübârek b. Münkiz atanmış ve Salâhaddîn’in vefatına kadar bu görevde kalmıştır.

572/1177 yılında Sultan Salâhaddîn’in Remle’de Haçlılar karşısında yenilip mağlup olarak Mısır’a dönmesi ve Dımaşk’a nâib olarak bırakılmış olan Tûranşâh’ın (ö.576/1180)293 da zevk ve eğlenceye düşkün biri olması294 ve benzeri sebepler, o sıralar Suriye sahillerine gelmiş olan Flandre kontu Philippe d’Alsace’ın iştahını kabartmıştı. O, bölgedeki Haçlıları toplayarak Hamâ’yı ve akabinde de Harim’i muhâsara etti. Harim’in muhâsarası yaklaşık dört ay sürdü. 295 Bunun üzerine 573/1178’de Sultan Salâhaddin, Melik Âdil’i Mısır’da nâib bırakarak Suriye’ye hareket etti.296 Kâdı Fâdıl da Mısır’da Melik Âdil’in yanında kaldı.297 Melik Âdil, Haçlıların Remle galibiyetinden cesaret alıp Mısır’a saldırmalarını engellemek için 573-575/1177-1179 yıllarında ülkede bir sürü idârî ve askerî tedbirler aldı. Ayrıca sınırlarda da sıkı tedbirler alan Melik Âdil, herhangi bir Haçlı baskınına karşı müteyakkız olup sürekli hareket halindeydi. Öyle ki Kâdı Fâdıl, Salâhaddîn’e yazdığı mektupta alınan siyasî ve idârî tedbirlerden dolayı Melik Âdil’i övmüştür.298

Halep hâkimi Melik Sâlih 577/1181’de ölünce vasiyeti üzerine amcasının oğlu olan Musul hâkimi İzzeddîn Mes’ûd, onun ülkesine el koymuştu. Bu davranışı, daha önce Sultan Salâhaddîn ile Melik Sâlih arasında yapılmış olan anlaşmaya aykırıydı. Zira o anlaşmada Salâhaddîn, Musul’un hâkimliğinin kayd-ı hayât şartıyla Melik Sâlih’de

293 Yemen fatihi Tûranşâh, 571/1176 yılında Yemen’den Suriye’ye dönmüş, Salâhaddîn de onu Dımaşk’a nâib olarak atamıştı. Ebû Şâme, a.g.e., c. II, s. 272-274. 294 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/I, s. 344. 295 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 86-88. 296 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 91; Sıbt İbn Cevzî, a.y.; Ebû Şâme, a.g.e., c. II, s. 310; İbn Vasıl, a.g.e., c. II, s. 64. 297 Ebû Şâme, Kâdı Fâdıl’ın bir sonraki yıl hacca gitmek niyetiyle Mısır’da kaldığını (Bkz. Ebû Şâme, a.y.) ve ertesi yıl hacca gittiğini ifade etmektedir. Bunun için de bkz. Ebû Şâme, a.g.e., c. III, s. 14-15. 298 a a’ten Şeşen, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbîler Devleti, s. 66, 104 nolu dipnot (el-Bark, III, 54 , 65 naklen).

47

kalmasını kabul etmişti. Ayrıca halîfe tarafından kendisine gönderilen temlîknamede de bu durum vurgulanmıştı. 299 Bu sebeple Salâhaddîn, İzzeddîn Mes’ûd’un Halep’e el koymasını bu anlaşmanın ihlali olarak görüp savaş sebebi saymıştı. Bu sorunu çözmek için de 578/1182 yılında yine Mısır nâibliğini kardeşi Melik Âdil’e bırakarak Mısır’dan Suriye’ye hareket etmişti.300

Melik Âdil’in Mısır’da nâib olarak bulunduğu dönemde Fâtimî Devleti’ni tekrar tesîs etmek üzere on iki kişilik bir grup 584/1188-89 yılında harekete geçmişse de bunlar hiçbir şekilde halktan destek görmemiş ve yönetim tarafından derhal derdest edilmişlerdir.301

Melik Âdil, Mısır nâibi iken Mısır’da toplanan vergiler ve harcama alanları şöyleydi: Onun nâiblik yaptığı 24 Şabân 585/7 Ekim 1189 tarihine kadar Mısır’da yıllık genel bütçe gelirleri 4.653.019 dinardı. Fakat Melik Âdil’in dîvânına bağlı yerler ile hudûtlar, gayrimenkuller ve vakıflar gibi yerlerin geliri genel bütçenin dışındaydı. Genel bütçeye giren 4.653.019 dinardan 728,248 dinarı, Melik Âdil’in dîvânı başta olmak üzere birçok yere harcanmaktaydı. Ancak çok ilginçtir ki bu muazzam bütçeden kâdı ve şeyhlere ayrılan pay çok az bir yekün tutmaktaydı. Bütçeden kâdı ve şeyhlere 7,403 dinar gibi az bir miktâr ayrılmaktaydı. Ancak kuvvetle muhtemeldir ki bunlara vakıfların gelirlerinden de pay ayrılmaktaydı.302

Sultan Salâhaddîn, Dîvân el-Ustûl’un303 idâresini de 587/1191-92 yılında Melik Âdil’e bıraktı. Bu, Salâhaddîn’in bu dîvâna ne kadar çok önem verdiğini göstermektedir. 304 Melik Âdil de bu dîvânın başına iyi bir maliyeci olan, 305 aynı zamanda Divânü’l-Mal’in de başında bulunan 306 ve daha sonraları vezirliğini de yapacak olan Safiyüddîn b. Şükr’ü getirdi.

299 Bu taklit için bkz. Süyûtî, Hüsnü’l-Muhâdara, c. II, s. 7-16. 300 İbn Vasıl, a.g.e., c. II, s. 128. 301 Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 36; İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 177-178. 302 Şeşen, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbîler Devleti, s. 161. 303 Dîvân el-Ustûl, donanmanın malî işleriyle uğraşan dîvândır. 304 Sallâbî, Selahaddin Eyyubi, s. 452. 305 Şeşen, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbîler Devleti, s. 165. 306 Şeşen, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbîler Devleti, s. 170.

48

Melik Âdil, Mısır’da Sultan Salâhaddîn’in nâibi olarak bulunduğu sıralarda onun iktâları arasında el-Cezîre bölgesinin yanı sıra Mısır’daki eş-Şarkiyye bölgesi de bulunmaktaydı.307

Eyyûbî ailesinin hüküm sürdüğü Ortaçağ İslâm toplumlarında nâiblerin de vezirleri bulunmaktaydı. Mısır nâibi olan Melik Âdil’in de vezirleri vardı. Onun vezirliğini ilk olarak Hristiyan bir kimse olan es-Sanî’at b. en-Nahhâl yaptı. Melik Âdil sayesinde Müslüman olan Vezir İbn Nahhâl, kısa bir süre sonra vefat edince bu makama Safiyüddîn b. Şükr getirildi. Melik Âdil, sultan olduktan sonra da bu görevini devam ettiren İbn Şükr, 609/1212-13 yılında sultanı kızdırmış olmalı ki vezirlikten azledildi. Ondan sonra bu makama Fahreddîn Mikdâm b. Şükr getirildiyse de ancak üç yıl bu görevde kalabildi ve 612/1215-16 yılında o da Mısır’dan kovuldu. Bu makama bundan sonra artık kimse atanmadı. 308

2.3. Halep Hâkimi Olarak Atanması

Anadolu’dan Mezopotamya’ya, Akdeniz’den İran’a giden yolların kesiştiği bir noktada bulunan Halep, Kuzey Suriye’nin en önemli şehridir.309 Bu stratejik önemi dolayısıyla Halep, sık sık ülkeler arasında el değiştirmiş ve 579/1183 yılında da Salâhaddîn tarafından Eyyûbî Devleti’nin sınırları içine dâhil edilmiştir.

Salâhaddîn, Halep’i aldıktan sonra küçük yaştaki oğlu Melik Zâhir’i oraya hâkim 310 olarak atadı. Bu arada, Mısır nâibi olan Melik Âdil de coğrafî konumu dolayısıyla orayı istemekteydi. Bunun için Mısır’a karşılık orayı trampa etmek niyetindeydi. Bu konuda ilk olarak Kâdı Fâdıl’a danıştı. O, bu işleme onay verdikten sonra311 Melik Âdil, bu talebini o aralar Suriye’de bulunan Salâhaddîn’e bildirdi.312 Salâhaddîn de kardeşinin bu talebini tereddütsüz kabul etti ve ona bir mektup gönderip

307 Nâsirüddîn Muhammed b. Furat, Tarîhu İbni’l-Furat, I-IX, Dârü’t-Tibae’l-Hadîse, Basra, 1967, c. IV/II, s. 178. 308 Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 227-228. 309 Tâlib Yâzîci, “Halep”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1997, 2002, c. XV, s. 239. 310 Hâkim, otorite sahibi her türlü yöneticiye verilen ünvandır. 311 Ebû Şâme, a.g.e., c. III, s. 124. 312 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 125; Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/I, s. 377; Ebû Şâme, a.g.e., c. III, s. 123; İbn Vâsıl, a.g.e., c. II, s. 152.

49

ailesini de yanına alarak askerleriyle birlikte derhal bölgeye gelmesini emretti. 313 Aslında Salâhaddîn, daima kardeşinin kendisine yakın olmasını isterdi. Çünkü onun görüş ve düşüncelerine çok önem verir, önemli konularda ona danışmadan karar vermezdi. Öyle ki tarihçi İbn Tayy’a göre, Salâhaddîn, önemli bir konuda istişare yapmadan karar vermezdi. İstişare yapacağı vakit de şayet Melik Âdil, şurâ toplantısında mevcutsa onun görüşünü dinler, orada değilse de mutlaka onunla yazışır ve konu ile ilgili görüşünü alırdı. Ancak meydana gelen herhangi bir hususta Salâhaddîn ile Mısır gibi uzak bir diyarda bulunan Melik Âdil arasında fikir teâtisi için yapılan yazışmalar çok fazla zaman kaybına sebep olmaktaydı. 314 Bu sebeple Salâhaddîn, kendisine yakın olsun diye315 oğlunun üzüleceğini bile bile Halep’i oğlundan alarak kardeşine verdi. Halep ile birlikte ona bütün mülhakatıyla birlikte Menbic de verilmişti. Melik Âdil’in yerine de Mısır’a, yeğeni Takiyüddîn Ömer atanmıştı.316

Sultan Salâhaddîn’in emri üzerine Melik Âdil, Mısır’dan yola çıkarak Dımaşk’a geldi. Bu arada Salâhaddîn, paraya sıkışmıştı. Bu sebeple kardeşinden borç istedi. Çünkü Melik Âdil, gelirleri çok iyi olan iktâlara sahipti. Salâhaddîn, ondan borç olarak yüz elli bin dinar istemişti. Bu isteği tereddütsüz yerine getiren Melik Âdil, ertesi gün Salâhaddîn’den bu parayı Halep karşılığında kabul etmesini ve bunun için de bir yazı yazmasını talep etti. Bu talep karşısında şaşıran Salâhaddîn; ülkelerin, şehirlerin parayla satılamayacağını belirterek onun Halep’e ancak iktâsı olarak sahip olabileceğini söyledi. Bunun üzerine Melik Âdil, özür beyan etti ve "ben malımla birlikte yoluna fedayım" diyerek ağabeyinin gönlünü almaya çalıştı.317

Melik Âdil, Halep’e hâkim olarak atanınca Salâhaddîn, özellikle önemli devlet işlerinin görüşüleceği vakitler onu Dımaşk’a çağırır, ona danışırdı. Böylece Sultan Salâhaddîn’in omuzlarındaki yük, kardeşinin Halep’e gelmesiyle birlikte hafiflemişti. Ayrıca Haçlılarla mücadelesinde de Salâhaddîn yine en çok onu yanında görmek isterdi. Bu sebeple 580/1184’te ikinci Kerek seferi hazırlığı yaparken Melik Âdil’den Halep askerleriyle birlikte Dımaşk’a gelmesini emretmiş, o da Halep askerlerinin başında

313 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 125; Ebû Şâme, a.g.e., c. III, s. 124. 314 Ebû Şâme, a.g.e., c. III, s. 124. 315 İbn Kesîr, a.g.e., c. XIV, s. 324. 316 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 125; Ebû Şâme, a.g.e., c. III, s. 125. 317 Ebû Şâme, a.y.

50

derhal oraya hareket etmişti.318 Melik Âdil ile birlikte diğer bağlı beylerin de desteğini alan sultan, ikinci defa Kerek’i kuşattıysa da Haçlıların meydan muharebesine yanaşmaması üzerine kuşatmayı kaldırmak zorunda kalmıştı.319

Melik Âdil, Halep’te nâib olarak bulunduğu sıralarda özellikle halîfenin ve komşu devlet ve beyliklerin elçileri geldiklerinde sultanın yanında hazır bulunurdu.320

Bu arada Melik Âdil’in, devlet işlerindeki mahareti ile halîfenin de dikkatini çektiğini ve halîfe tarafından taltif edildiğini görmekteyiz. Halîfe, 580/1184 yılında Musul’u muhâsara eden Salâhaddîn ile Musulluları barıştırmak ve onlar arasında arabuluculuk yapmak üzere temsilci göndermişti. Bu temsilcilerle birlikte en değerlileri Salâhaddîn’e olmak üzere, Melik Âdil’e de çeşitli hediyeler göndermişti.321

2.4. Halep Hâkimliğinden Azli

Halep’in idârî yapısında 582/1186 yılında tekrar değişikliğe gidildi. Melik Âdil, azledilerek Melik Azîz’in atabeyi olarak Mısır’a yeniden gönderilirken Melik Zâhir de üç yıl önce amcasına kaptırdığı Halep’e geri döndü.

Melik Âdil Halep’te iken Salâhaddîn Eyyûbî’nin kadîm bir dostu olan Süleymân b. Cender de orada kalmaktaydı. Bu emîr, Salâhaddîn’e çok yakın olup onun güvenini kazanmıştı. Aynı zamanda çok zeki ve kurnaz biriydi. Salâhaddîn’e olan bu yakınlığından dolayı Melik Âdil’den de yakınlık beklemekteydi. Ancak Melik Âdil, onun beklediği yakınlığı göstermediği gibi diğer emîrleri de ondan daha yüksek mevkilere atadı. Bu duruma çok içerleyen Süleymân, Melik Âdil’in aleyhinde faaliyetlerde bulunmaya başladı. Sonunda Dımaşk’ta bulunan Sultan Salâhaddîn’i etkilemeyi başararak onun, Melik Âdil aleyhinde bazı kararlar almasını sağladı. O, Dımaşk’ta, bir ara Salâhaddînle yalnız kalma fırsatı bulmuş, bunu değerlendirmek istemişti. Ona ülkesinin en güzel ve korunaklı yerlerini kardeşlerine ve diğer aile fertlerine dağıtırken çocuklarına ise en kötü yerleri bıraktığını ve böylece onları

318 Ebû Şâme, a.g.e, c. III, s. 131; İbn Vasıl, a.g.e., c. II, s. 157. 319 Bkz. İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 127-128. 320 Ebû Şâme, a.g.e, c. III, s. 126. 321 İbn Şeddâd, a.g.e., s. 115; Ebû Şâme, a.g.e., c. III, s.144; İbn Vasıl, a.g.e., c. II, s. 163; İbn Kesîr, a.g.e., c. XIV, s. 325.

51

mağdur ettiğini söyleyerek sultanı bazı konularda yeniden düşünmeye ve bazı yeni kararlar almaya sevk etmişti. O, sözleriyle Salâhaddîn’i etkilemeyi başarmıştı. Bunun üzerine Salâhaddîn, çocuklarını mağdur ettiğini düşünerek ülke topraklarını ikinci defa taksim etme yoluna gitti. Bu taksimata göre Halep Melik Âdil’den alınarak Melik Zâhir’e geri verildi. Melik Âdil de Melik Azîz’in atabeyi olarak yine Mısır’a gönderildi. Bu arada Takiyüddîn’e de Hamâ iktâ olarak verilip Mısır’dan uzaklaştırıldı.322

Selçuklular tarafından vücuda getirilen yeni kurumlardan biri olan atabeylik, atabeylere geniş siyasî haklar ve selahiyetler tanımaktaydı. Bunun sonucunda da bazen atabeyler, bulundukları yerler üzerinde hak talebinde bulunabilmekteydiler. 323 Bu sebeple, Melik Âdil de ilerde Mısır üzerinde hak iddia etmesin diye Fırat’ın doğusundaki yerler: Urfa, Harrân ve Meyyâfarikîn kendisine iktâ olarak verildi.324

Melik Âdil, bu taksimat üzerine Halep’ten ayrılarak Dımaşk’a geçti. Orada bir süre Sultan Salâhaddîn ile birlikte kaldı. Sultanla ülke meseleleri hakkında gerekli istişâreleri gerçekleştirdikten sonra da Mısır’a döndü.

Yukarıdaki görüşün aksine Bahâüddîn İbn Şeddâd ise Melik Âdil’in bir türlü Halep’e alışamadığını, daha önce görev yaptığı Mısır’ı unutamayıp oraya hep özlem duyduğunu, Salâhaddîn de bundan haberdar olunca sözkonusu taksimatı yaptığını belirtmektedir.325 Yine İbn Şeddâd, Melik Âdil’in, kendisi ile Salâhaddîn’in oğulları; Melik Azîz ve Melik Zâhir arasında geçen şu diyaloğu kendisine aktardığını da söylemektedir: "Mısır’a Melik Âzîz’in atabeyi olarak gitmem kararlaştırılınca Melik Azîz’i ve Melik Zâhir’i karşıma aldım. Melik Azîz’e; ‘Efendim, sultan beni senin hizmetine verdi. Ayrıca ikimizin arasını bozmaya çalışan birçok müfsidin varlığı da malum. Yarın benim hakkımda olmadık şeyleri getirir sana yetiştirebilirler. Şayet onları dinleyeceksen şimdiden söyle ki seninle birlikte Mısır’a gelmeyeyim,’ dedim. Melik Azîz de: ‘Olur mu öyle şey, ben nasıl o tür insanları dinlerim,’ dedi. Bu sefer, Melik Zâhir’e dönerek: ‘Kardeşin benim hakkımda müfsitlerden çok şeyler duymuş, biliyorum. Fakat bundan sonra kardeşinden yana herhangi bir sıkıntı yaşarsam seni tanırım,’ dedim.

322 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 140. 323 Mina Muhammed Bedir, Eseru Hadâreti’s-Selçukiyye fî Düveli Şarki’l-Âlemi’l-İslâmî ale’l- Hadâreteyn el-Eyyûbîyye ve’l-Memlûkiyye bi Mısır, I-III, Kâhire, Mektebetu Zehrâ Yay., 2002, c. I, s. 87. 324 İbn Esîr, a.y. 325 İbn Şeddâd, a.g.e., s. 121-122.

52

Melik Zâhir de: ‘Senin bütün söylediklerin güzeldir, bu sözlere hiçbir itirazımız yoktur,’ dedi."326

Eyyûbî ailesi tarihçisi İbn Vâsıl ise Melik Âdil’in Halep’in Melik Zâhir’e daha çok yakışacağını düşündüğü için oradan feragat ettiğini belirtmektedir.327

Fakat son iki görüşün ihtiyatla karşılanması gerekmektedir. Çünkü Melik Âdil’in kendi rızası ile sahip olduğu yerleri yeğenine devretmesini izâh etmek mümkün değildir. Aslında Sultan Salâhaddîn, bu taksimatı kardeşi Melik Âdil’i sultanlık makamından uzaklaştırmak için yapmıştı.328 Salâhaddîn’in bu yeni düzenlemede Mısır’ı ve Suriye bölgesini tamamen oğullarına bırakması, onun bu konudaki düşüncesinin ve hassasiyetinin de göstergesidir.

2.5. Salâhaddîn’in Mücadelelerinde Melik Âdil’in Rolü

Salâhaddîn, Mısır dışında bulunduğu sıralarda komşu Müslüman devlet ve beyliklere karşı olduğu gibi Haçlılara karşı da asker ve benzeri ihtiyaçları olduğunda Mısır’da nâib olarak bıraktığı kardeşi Melik Âdil’den yardım istemekteydi. O da vakit kaybetmeden gerekli yardımları sultana ulaştırmaktaydı.

Burada ilk olarak Melik Âdil’in, Salâhaddîn’in komşu Müslüman devlet ve beyliklerle mücadelesindeki rolünden bahsedilecektir. İkinci olarak da onun Salâhaddîn’in Haçlılarla mücadelesindeki rolü ele alınacaktır. Haçlılarla olan mücadele de iki safhada incelenecektir. Birinci safha Kudüs Fethi’ne kadar olan safhadır. İkinci safha ise Kudüs Fethi üzerine başlayan ve yaklaşık üç yıl sürecek olan III. Haçlı Seferi esnasındaki mücadele safhasıdır.

2.5.1. Müslüman Devlet ve Beyliklerle Mücadeledeki Rolü

Melik Âdil, Sultan Salâhaddîn’in komşu Müslüman devlet ve beyliklere karşı yaptığı mücadelelerde onunla birlikte hareket etmiş ve Mısır’daki nâibi olarak gerekli

326 İbn Şeddâd, a.g.e., s. 122-123. 327 İbn Vâsıl, a.g.e., c. II, s. 178. 328 Mustafa Kılıç, "Melik Nâsır Salahaddin Yusuf II Devrinde Eyyûbîler Devleti (Hicri 634-659/Miladi 1234-1261)", Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), İstanbul, 2001, s. 35.

53

yardımları vakit kaybetmeden kendisine ulaştırmıştır. Bunun ilk örneğini de Suriye cephesinde görmekteyiz.

Nûreddîn Zengî’nin vefatından sonra onun ülkesinde baş gösteren anlaşmazlıkları gidermek ve birliği tekrar tesis etmek maksadıyla Suriye’ye gelen Salâhaddîn Eyyûbî, Nûreddîn’in oğlu Melik Sâlih’e bir mektup göndererek ona bağlılığını bildirmişti. Ayrıca ülkeye geliş amacını samimi bir şekilde anlatarak ondan etrafındaki muhteris emîrlere karşı dikkatli olmasını ve onları dinlememesini istemişti. Ancak Melik Sâlih, etrafındaki muhteris emîrlerin teşvikiyle Salâhaddîn’e sert bir karşılık vermişti. Salâhaddîn, Melik Sâlih’in ve etrafındaki emîrlerin anlaşma taraftarı olmadıklarını anlayınca harekete geçerek Suriye şehirlerini birer birer ele geçirmeğe başlamıştı. Onun Suriye topraklarındaki ilerleyişi Musul hâkimi Seyfeddîn Gâzî’yi de endişelendirmiş, bu sebeple onun girişimleriyle Haleplilerle Musullular arasında bir ittifak kurularak büyük bir ordu meydana getirilmişti. Salâhaddîn, karşısına çıkan bu Halep-Musul birleşik ordusunu hezîmete uğratarak Halep önlerine kadar kovalamış, bunun sonucunda Haleplilerin anlaşmaya razı olmaları üzerine 570/1175 yılında Halep- Musul kuvvetleriyle sulh yapmıştı.329 Anlaşma sağlanınca yorulmuş askerlerinin büyük bir kısmını dinlenmeleri için Mısır’a, iktâlarına göndermişti.330

Salâhaddîn Eyyûbî ile yaptıkları sulh anlaşmasından kısa bir süre sonra Halep- Musul birleşik kuvvetleri, bu anlaşmaya sadık kalmayarak tekrar saldırıya geçmek istediler. Bunun üzerine Salâhaddîn, Mısır nâibi Melik Âdil’e haber göndererek onu durumdan haberdar etti ve gerekli hazırlıkları yapıp askerleri Şabân ayında Suriye’ye doğru yola çıkarmasını emretti. 331 O da derhal gerekli hazırlıkları yapıp Suriye bölgesinde bulunan ağabeyine takviye kuvvetler gönderdi. Böylece durumu güçlenen ağabeyi, Halep-Musul birleşik kuvvetlerini tekrar hezîmete uğratarak onlardan çok sayıda şehir ve kale aldı.

329 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 69-70. 330 İbn Esîr, , el-Kâmil, c. X, s. 79. 331 İbn Vasıl, a.g.e., c. II, s. 37.

54

2.5.2. Melik Âdil’in Haçlılarla Mücadeledeki Rolü

Melik Âdil, Salâhaddîn’in Haçlılarla yaptığı mücadelede de büyük ve önemli bir rol üstlenmiştir. Bu konuyu iki safhada incelemek gerekir. Birinci safha Nûreddîn’in vefatıyla başlayıp Kudüs Fethi’ne kadar süren safhadır. İkinci safha ise Kudüs fethi üzerine başlayıp yaklaşık üç yıl sürecek olan III. Haçlı Seferi esnasındaki mücadele safhasıdır. Birinci safhada doğu Haçlıları ve onlara yardıma gelen batı Haçlılarıyla mücadele edilirken ikinci safhada hem doğu hem de batı Haçlılarıyla mücadele söz konusudur.332

2.5.2.1. Kudüs Fethi’ne Kadar Olan Mücadeledeki Rolü

Eyyûbî ailesi, Aynü’l-Cerr ve Remle hariç Haçlılar karşısında sürekli üstün gelmişti. Ancak Aynü’l-Cerr’de Tûranşâh, Remle’de ise Salâhaddîn onlara karşı mağlup olmuşlardı. Salâhaddîn, Remle yenilgisi üzerine mağlup olarak Mısır’a dönmüş, Dımaşk’a da nâib olarak Tûranşâh’ı bırakmıştı. 333 Zevk ve eğlence düşkünü olan Tûranşâh’ın yönetim zaafiyeti göstermesi ve yanında da güçlü bir askerî kuvvetin olmaması,334 o dönemde Suriye’de bulunan Flandre kontu Philippe d’Alsace’ın iştahını kabartmıştı. O, bölgedeki Haçlıları toplayarak İslâm topraklarına saldırınca Salâhaddin, 573/1178’de yine Suriye’ye hareket etmek zorunda kalmış; Mısır niyâbetini yine Melik Âdil’e bırakmıştı. Melik Âdil, bu dönemde (573-575/1177-1179 yıllarında) Mısır’ı Haçlıların saldırılarına karşı korumak için Haçlı sınırlarında çok sıkı tedbirler almış; sürekli hareket halinde bulunmuştur.

575/1179 yılında Haçlılar, İslâm toplumunu zora sokabilecek bir girişimde bulunmuşlardı. Dımaşk, Safed ve Taberiye yollarına hâkim bir noktada bulunan Beytü’l-Ahzan335 mevkiinde bir kale inşa etmeye başlamışlardı.336 Sultan Salâhaddîn, bu kalenin yapımını engellemek için birçok teşebbüste bulunmuşsa da başarılı olamamıştı. Kalenin yapımı devam ederken de bu sefer yıkılması için çok ısrarcı olmuştu. Hatta onu yıkmaları için Haçlılara 60,000 dinar ödemeyi teklif etmişti. Ancak

332 Şeşen, Salâhaddîn Eyyûbî ve Devlet, s. 95. 333 İbn Hallikân, a.g.e., c. VII, s. 270; İbn Vasıl, a.g.e., c. II, s. 52. 334 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 86; İbn Haldûn, a.g.e., c. V, s. 342. 335 Beytü’l-Ahzan, Dımaşk ile sahil arasında bulunan bir şehirdir. el-Hamevî, a.g.e., c. I, s. 519. 336 İbn Vasıl, a.g.e., c. II, s. 72.

55

onlar, bu kale vasıtasıyla daha birçok İslâm beldesini zapt edebileceklerini düşünerek Salâhaddîn’in getirdiği bütün önerileri reddetmişlerdi. 337 Bunun üzerine İslâm beldelerinin Haçlı tehlikesinden emin olabilmesi için bu kalenin yıkılması gerektiğini düşünen Salâhaddîn, Dımaşk’taki kıtlık sebebiyle daha önce Mısır’a göndermiş olduğu seçkin askerlerini Melik Âdil’den talep etti. Onun talebi üzerine Melik Âdil, derhal 1,500 kişilik seçkin bir süvari birliğini yola çıkararak Dımaşk’a gönderdi. Bu askerî birlik Dımaşk’a gelince Salâhaddîn harekete geçip kaleyi zapt etti ve sonra da tamamen yıktı.338

Sultan Salâhaddîn, 578/1182 yılında Beyrut üzerine yürümeye karar verince Melik Âdil’den Mısır donanmasını oraya göndermesini istemişti.339 Bu talep üzerine Melik Âdil, kırk parçalık Mısır donanmasını Beyrut’a gönderdiği gibi kendisi de bizzât Mısır’dan harekete geçerek Haçlı topraklarına girdi ve onları tazyik altında tuttu. Onun gönderdiği öncü birlikler, rastladıkları bir Haçlı keşif kolunu tamamen imha etti. Diğer taraftan Mısır donanması Beyrut önlerine gelince Salâhaddîn, ağırlıkları bırakarak seçkin süvari birliğinin başında hızlıca Beyrut üzerine yürüdü.340 Böylece Beyrut iki ateş arasında kalmıştı. Bu kuşatmada Beyrut ve çevresinden birçok ganimet ve esir elde edildi. Ayrıca bu kuşatma sırasında Kudüs’e gitmekte olan bir Haçlı donanması da denizde fırtınaya yakalanmış, Dimyât önlerine kadar sürüklenmişti. Donanmada bulunanların birçoğu denizde boğulurken hayatta kalmayı başaranlar da Mısır donanması tarafından esir alınmıştı.341

Yine bu yıl, Kerek-Şevbek Prinkepsi Ernât, karada gerçekleştirdiği saldırılardan herhangi bir ilerleme kaydedemeyince Müslümanlara denizde saldırmaya karar verdi.342 Ernât, bu tehlikeli hareketiyle birkaç hedefi birden gerçekleştirmek istemişti:

1- Kızıldeniz’e hâkim olmak. Akabe körfezinin sonundaki Eyle’yi,343 Mısır’ın güney kıyılarında bulunan Ayzab’ı,344 Arap yarımadasında bulunan Cidde ve Rabii ve son olarak da Aden’i istila ederek Kızıldeniz’e hâkim olacaktı.

337 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 96. 338 İbn Kesîr, a.g.e., c. XIV, s. 288. 339 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 112. 340 Şeşen, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbîler Devleti, s. 69. 341 İbn Esîr, a.y.; Ebû Şâme, a.g.e., c. III, s. 73. 342 İbn Kesîr, a.g.e., c. XIV, s. 314.

56

2- Mekke ve Medine’yi zaptetmek. Böylece İslâm’ın kalbi durumunda bulunan bu iki yer ile diğer İslâm memleketlerinin bağlantısı hem karadan hem de denizden kesilecekti.345 Hatta Medine’de bulunan Hz. Peygamber’in cesedini kabrinden çıkarıp ülkelerine kaçırmak gibi bir planları da vardı.346 3- Hristiyan Habeşlileri Haçlı savaşlarına katılmaya ikna etmek.

Ernât, bu hedeflerini gerçekleştirmek için vargücüyle çalıştı. Hâkimiyeti altındaki bölgelerde bulunan bütün ağaçların kesilmesini emretti. Bu ağaçların kerestelerinden bir donanma inşa etti. Bu donanma, beşi büyük olmak üzere çok sayıda orta ve küçük gemiden oluşmaktaydı. Askalân347 Haçlıları da bazı gemilerle bu projeye destek verdiler.348 Ernât, bu donanmayı parça parça Eyle Denizi’ne indirip orada monte etti. Donanması, iki kola ayrıldı; bir kolu Eyle Kalesi önüne gidip orayı muhâsara ederken diğeri de Kızıldeniz’i baştanbaşa yarıp Müslümanların deniz ticâretini tehlikeye soktu. Donanmanın birinci kolundaki Haçlı askerleri Eyle Kalesi’ndeki halkın su almalarını engellerken diğer kolunda bulunanlar da Müslüman tüccârları öldürmeye ve mallarını yağmalamaya başladılar. 349 Denizde adeta terör estiren bu Haçlılar, ele geçirdikleri Müslümanlara ait on altı gemiyi yaktılar. Ayrıca Cidde’den deniz yoluyla memleketlerine dönmekte olan hacılara ait bir gemiyi de ele geçirip gemideki bütün Müslümanları öldürdüler; hiçbirisini sağ bırakmadılar. 350 Bunlar önce Hicaz’a gidip orayı ele geçirmek ve hacıları oradan uzaklaştırmak niyetindeydiler. Hemen akabinde de Yemen’e gideceklerdi. Planlarının ilk aşamasını gerçekleştirmek için Cidde’ye doğru yola çıktılar.351

O dönemde Suriye’de bulunan Sultan Salâhaddîn, Melik Âdil’e bir an önce bu tehlikeyi bertaraf etmesini emretti. Melik Âdil, zaten bunun için gerekli hazırlıkları

343 Eyle, Kızıldeniz’in kuzeyinde bulunan bir sahil şehridir. XIX. yüzyılın sonlarında 50 hanelik bir köy olan Eyle, günümüzde hem Ürdün’ün hem de İsrâîl’in Kızıldeniz’e açılan tek kapısı konumundadır. Nihal Şahin Utku, “Kızıldeniz’in Kaybolan Liman Şehirleri Şuaybe-Car-Kulzüm-Ayzab”, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 2014, Sayı 2, c. XIX, s. 122. 344 Aden’den Yukarı Mısır’a giden gemilerin demirledikleri ve Kulzüm denizi sahilinde bulunan bir yerleşim yeri olan Ayzab, (el-Hamevî, a.g.e., c. IV, s. 171) Cidde’nin tam karşısında yer alan ve günümüzde harabe halinde bulunan bir liman şehridir. Utku, a.g.m., s. 126-127. 345 Muhsin Muhammed Hüseyin, el-Ceyşü’l-Eyyûbî, Dâru Ârâs, Erbil, 2002, s. 219-220. 346 Muhammed b. Cübeyr el-Endülüsî, Rihletu İbn Cübeyr, Dâru Beyrut, Beyrut, ty., s. 34. 347 Askalân, Gazze ile Cibrîn arasında bulunan bir sahil şehridir. el-Hamevî, a.g.e., c. IV, s. 122. 348 Hüseyin, el-Ceyşü’l-Eyyûbî, s. 220; Sallâbî, Selahaddin Eyyubi, s. 446. 349 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 117; İbn Vasıl, a.g.e., c. II, s. 127. 350 İbn Cübeyr, a.y. 351 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/I, s. 369.

57

yapmıştı. 352 Salâhaddîn’in emri gelince derhal Hüsameddîn Lü’lü’ komutasında bir donanmayı yola çıkardı. Hüsameddîn Lü’lü, önce Eyle Kalesi üzerine yürüyerek oradaki düşmanları bertaraf etti. Sonra da Kızıldeniz’e yöneldi ve Haçlıları hem denizde hem de karada büyük bir hezîmete uğrattı. Böylece bütün İslâm âlemi büyük bir tehlikeden kurtulmuş oldu.353 Hüsameddîn Lü’lü’, yanında birçok esir olduğu halde Mısır’a döndü. O gün Mısır’da bulunan ünlü seyyah İbn Cübeyr, gördüklerini şöyle anlatmaktadır: Rûm esirleri, develere ters bindirilmiş şekilde şehre getirildiler. Büyük bir halk kitlesi etraflarında toplanmış, onları izlemekteydiler. Davulcu ve zurnacılar da davullarını, zurnalarını çalıyorlardı. 354 Melik Âdil, bu deniz yolunu bilen hiçbir Haçlının yaşamasını istemiyordu. Bu sebeple de o esirlerin tümünün boyunlarının vurulmasını emretti. 355 Bundan sonra ne Ernât ne de bir başkası artık Kızıldeniz’e yanaşmaya cesaret edemediler.356 Böylece Müslümanlar hem karada hem de denizde bundan sonra güvende oldular. Melik Âdil’in bu başarısı bütün İslâm âlemini olduğu gibi Sultan Salâhaddîn’i de çok sevindirmişti. O da kardeşine bir mektup göndererek onu bu başarısından dolayı tebrik etti. 357 Ayrıca hilafet merkezine de mektup göndererek kardeşini övüp onun İslâm âlemini ne kadar büyük bir tehlikeden kurtardığını anlattı.358

Yine aynı yıl (578/1182) Sultan Salâhaddîn, Musul’u muhâsara edince onun emriyle Melik Âdil, bir taraftan Musullularla gizli anlaşmalı olan Haçlıları Mısır tarafından sürekli tazyik altında tuttu; bir taraftan da yola çıkardığı Mısır donanması Suriye sahillerine kadar ilerleyerek Haçlılara çok sayıda zayiat verdirdi. Mısır deniz kuvvetleri, bu seferde elli bin Haçlıyı öldürüp çok sayıda ganimet ve esir ele geçirmişlerdi.359

352 Hüseyin, el-Ceyşü’l-Eyyûbî, s. 221. 353 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 117-118. 354 İbn Cübeyr, a.y. 355 Hüseyin, el-Ceyşü’l-Eyyûbî, s. 222. 356 Sallâbî, Selahaddin Eyyubi, s. 449. 357 Mektup metni için bkz. Ebû Şâme, a.g.e, c. III, s. 90. 358 İbn Kesîr, a.g.e., c. XIV, s. 314; Bu mektup metni için bkz. Ebû Şâme, a.g.e, c. III, s. 91-92. 359 Ebû Şâme, a.g.e, c. III, s. 78, 80; Şeşen, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbîler Devleti, s. 69.

58

579/1183 yılında Melik Âdil’in gönderdiği Mısır donanması, içinde tam teçhizatlı üç yüz kişilik bir Haçlı birliği bulunan360 ve sahil Haçlılarına silah ve mal taşıyan bir Haçlı gemisiyle karşılaştı. Taraflar arasında gerçekleşen çarpışmada Haçlılar hezîmete uğradılar. Müslümanlar, ele geçirdikleri gemide bulunanların bir kısmını öldürdüler, diğerlerini de esir aldılar. Ayrıca çok miktârda ganimet de ele geçirdiler.361 Yine bu yıl Gazze ve Mısır arasında bulunan Dârûm’dan362 bir Haçlı birliğinin Mısır’a doğru yürüdüğünü haber alan Melik Âdil, üzerlerine bir askerî birlik gönderdi. Bu askerî birlik, Eyle yolu üzerinde karşılaştıkları Haçlı birliğini kılıçtan geçirip silah ve mallarına da el koydu.363 Melik Âdil’in bu iki başarısı, Kâdı Fâdıl tarafından Bağdat’ta bulunan halîfeye gönderilen mektupta övülmüştür.364

Yine bu yıl Halep zapt edilmiş, oraya küçük yaştaki Melik Zâhir hâkim olarak atanmıştı. Orada gözü olan Melik Âdil, Kâdı Fâdıl’ın olurunu aldıktan sonra Salâhaddîn’e haber gönderip Mısır’a karşılık Halep’in kendisine verilmesini istemişti. Bu sıralar bütün güçleriyle Kerek üzerine yürümekte olan Salâhaddîn, kardeşinin bu talebini olumlu karşıladı ve ona ailesini de yanına alarak askerleriyle birlikte Kerek’e gelmesini emretti. Kardeşinin Mısır’dan hareket ettiğini haber alınca da onu karşılamaye çıktı ve ikisi birlikte Kerek önlerine vardılar. 365 Melik Âdil’in Mısır askerleriyle birlikte yardıma gelmesi, Salâhaddîn’e oldukça güç katmıştı. İki kardeş birlikte Kerek’e çok şiddetli bir muhâsara başlattılar. Ancak yanlarına gerekli muhâsara malzemelerini almadıkları için Kerek’i ele geçirme noktasında başarılı olamadılar ve Dımaşk’a dönmek zorunda kaldılar. Melik Âdil, burada bir süre ağabeyinin yanında kalıp genel ülke meseleleri ve özel olarak da Halep hususunda gerekli istişareleri yaptıktan sonra hâkim olarak atandığı Halep’e gitti.366

Daha önce belirttiğimiz gibi Melik Âdil, Sultan Salâhaddîn’in akıl danıştığı ve fikrine en çok önem verdiği kardeşiydi. Bu sebeple o, Halep’te bulunduğu sıralarda

360 Kâdı Fâdıl tarafından halîfeye gönderilen mektupta bu gemide bulunanların sayısı üç yüz yetmiş beş olarak zikredilmektedir. Bkz. Ebû Şâme, a.g.e., c. III, s. 116. Kaynaklar arasındaki sayı farkı büyük ihtimalle gemide bulunan tüccarların sayıya dahil edilip edilmemesi tereddüdünden kaynaklanmıştır. 361 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 120-121; İbn Vasıl, a.g.e., c. II, s. 139-140; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 104. 362 Darûm, Gazze’den Mısır’a giderken yol üzerinde bulunan bir kale şehirdir. el-Hamevî, a.g.e., c. II, s. 424. 363 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 121; Makrizî, a.y. 364 Mektup metni için bkz. Ebû Şâme, a.g.e, c. III, s. 115-117. 365 İbn Şeddâd, a.g.e, s. 110; 366 İbn Şeddâd, a.g.e, s. 110-111; İbn Esîr, a.y.; Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/I, s. 377.

59

sultanın talebi üzerine ara ara Dımaşk’a giderdi. Özellikle halîfe ile komşu devlet ve beyliklerden elçiler geldiklerinde sultan, onun da yanında hazır bulunmasını isterdi. Ayrıca gerek Haçlılarla gerekse de komşu Müslüman beylik ve devletlerle yaptığı mücadelede de yine en çok onu yanında görmek isterdi. Bu sebeple, bundan önce olduğu gibi bundan sonraki süreçte de Melik Âdil, ağabeyinin saflarında yerini almıştır. Ancak daha önce Mısır askerlerinin komutanı olarak ağabeyine yardıma koşarken şimdi ise Halep ordusunun komutanı olarak onun yanında yerini almaktaydı.

2.5.2.2. Kudüs Fethi’ndeki Rolü

582/1186 yılında Halep’in idârî yapısında tekrar değişikliğe gidildi. Bu değişiklikte Halep, Melik Zâhir’e geri verilirken Melik Âdil de Melik Azîz’in şeklî otoritesi altında onun atabeyi olarak yine Mısır’a gönderildi. Üç yıl öncesine kadar olduğu gibi bundan sonraki yıllarda da ağabeyinin politikasına ciddi bir şekilde askerî ve diplomatik destek sağladı. Onun talebi ile sık sık bir ordu veya donanma ile bizzat Suriye’ye gelirdi. Kendisi katılamadığı vakitlerde de Mısır ordusunu veya donanmasını ünlü bir komutanın emri altında ağabeyine destek için gönderirdi.367 O, bu dönemde büyük bir askerî lider ve diplomat olduğunu kanıtladı.

Melik Âdil, bu dönemde Yâfâ’yı,368 Kerek’i, Şevbek’i ve bir dizi küçük kaleleri fethetti. Akkâ yolunu da Haçlılardan temizleyerek ağabeyinin ikmal yollarının güvenliğini sağlamış oldu. Bunların yanı sıra Kudüs’ün fethinde de etkin rol oynadı.369

Müslümanları en çok uğraştıran Haçlı liderlerden biri olan Kerek-Şevbek Prinkepsi Ernât ile Müslümanlar arasında anlaşma yapılmış ve bu anlaşmaya göre iki tarafın tüccârlarına iki ülke topraklarını kullanım garantisi verilmişti. Anlaşmanın bu maddesine dayanarak bir Mısır kervanı Kerek-Şevbek prinkepsliği topraklarını kullandı. Fakat Ebû Şâme’nin; Haçlıların en hilebazı, en kötüsü, en alçağı, en güvenilmezi, anlaşmaları en çok ihlal edeni ve yemînini en çok bozanı olarak nitelendirdiği Ernât370, tıyneti gereği yine anlaşmaya ihanet ederek kervana saldırdı. Kervana el koyarken

367 Becker, Al-Malik Al-Âdil, İA, c. I, s. 140. 368 Yâfâ, günümüzde İsrâîl’in hâkimiyeti altında bulunan ve Tel Aviv’in bir parçası kabul edilen bir liman şehridir. https://tr.wikipedia.org/wiki/Yafa. Erişim. 19.06.2015. 369 Dahlmanns, a.g.e., s. 25. 370 Ebû Şâme, a.g.e., c. III, s. 176.

60

kervandakileri de esir aldı. Salâhaddîn, Ernât’ı kınayıp aldığı bütün malları ve esirleri derhal serbest bırakmasını istedi. Ancak o, bundan imtina etti. Bu sebeple bu haini öldürmeyi nezreden371 Salâhaddîn, kısa bir süre sonra onun, yine rahat durmadığını ve Mısırlı Müslüman hacılara saldırmak niyetinde olduğunu öğrenince bu ihanete güçlü bir karşılık verebilmek için bütün civar ülke Müslümanlarını cihâda çağırdı. Mısır’da bulunan Melik Âdil’den de destek istedi. Ünlü Mısır tarihçisi Makrizî, Salâhaddîn’in bu çağrısına Melik Âdil’in bizzât icabet ettiğini ve seçkin bir birliğin başında Mısır’dan hareket ettiğini belirtse de 372 kaynakların çoğu onun, bu çağrıya bizzât icabet etmediğini; ancak seçkin bir Mısır’lı süvari birliğini derhal yardımcı kuvvet olarak gönderdiğini aktarmaktadırlar. Kerek Prinkepsliğine bağlı Karyateyn 373 denilen mevkide İslâm ordusuna yetişen bu birlik, Salâhaddîn’in emriyle Kerek-Şevbek topraklarına dağılarak Ernât’a göz açtırmadı.374

Diğer Eyyûbî meliklerinin yanısıra Melik Âdil’in de Mısır’dan gönderdiği askerlerle birlikte Salâhaddîn’in yanında kalabalık bir ordu teşekkül etmişti. Salâhaddîn, Haçlılara karşı kesin bir zafer elde etmek için fırsat kollamaktaydı. Bu arada Haçlılar da Müslümanlara saldırmak üzere büyük bir ordu hazırlamışlardı. Salâhaddîn Haçlıların hazırlıklarından haberdar olunca derhal harekete geçerek Taberiye’yi zapt etti ve akabinde de iki taraf arasında Hittîn Savaşı vükû buldu. Bu savaş, Müslümanlar açısından kesin bir galibiyetle sonuçlanırken Haçlılar ise ağır bir mağlubiyet almış ve silahlı kuvvetlerinin büyük bir kısmını kaybetmişlerdi. Salâhaddîn, Mısır’da bulunan kardeşi Melik Âdil’e tebşirnâme göndererek Haçlıları mağlup ettiklerini ve onların silahlı kuvvetlerinin büyük bir kısmını imhâ ettiklerini müjdeledi ve bu fırsatın mutlaka değerlendirilmesi emrini verdi. Buna göre Salâhaddîn, Suriye tarafından, Melik Âdil de güneyden saldıracak, Haçlıları çembere alacaklardı. Melik Âdil, Sultan Salâhaddîn’in direktifini alır almaz Mısır ordusunun başında harekete geçerek güneydeki şehir ve kalelerin fethine başladı. O, önce Mecdel-Yâba’yı375 aldı. Oradan sahil şehri Yâfâ’ya376 geçip şiddetli bir muhâsaradan sonra orayı ele geçirdi. Halkını esir alıp bütün mallarına

371 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 142, Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/I, s. 389; İbn Vasıl, a.g.e., c. II, s. 185. 372 Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 118. 373 Karyateyn, günümüzde Humus’a 85 km. mesafede ve oraya bağlı bulunan bir şehirdir. .Erişim. 17.06.2015 .القريتين/https://ar.wikipedia.org/ wiki 374 İbn Vasıl, a.g.e., c. II, s. 186. 375 Mecdel-Yâba, Remle yakınlarında olan ve içinde muhkem bir kale bulunan bir köydür. el-Hamevî, a.g.e., c. V, s. 57. 376 Yâfâ, Kaysariya ile Akkâ arasında, sahilde bulunan bir Filistîn şehridir. el-Hamevî, a.g.e., c. V, s. 426.

61

da el koydu. 377 Daha sonra Salâhaddîn’le birleşerek ikisi hızlı bir fetih hareketine giriştiler. Diğer Eyyûbî melik ve emîrleri de başka kollardan saldırmaktaydılar. Birçok koldan birlikte hareket eden Eyyûbîler iki ay gibi kısa bir sürede stratejik öneme sahip birçok kale ile sahil bölgesindeki birçok şehri ele geçirdiler.378 Melik Âdil’in bu fetih hareketlerinde gösterdiği üstün başarıları başta Salâhaddîn olmak üzere bütün İslâm toplumunda takdir toplamış, ayrıca hilafet merkezine gönderilen mektupta da bu başarılarından övgüyle bahsedilmiştir.379

Hittîn zaferinden sonra İslâm toplumu artık gözlerini Kudüs’e dikmiş, Eyyûbîler de tamamen oranın fethine odaklanmışlardı. Bu sebeple, orayı hem denizden hem de karadan kuşatarak iki koldan da oraya yardımların ulaşmasına mani olmaya karar verdiler. Bunun için Melik Âdil, cesaret ve kabiliyetiyle tanınan Hüsameddîn Lü’lü’ komutasındaki güçlü Mısır donanmasını bütün savaşçılarıyla birlikte yola çıkardı. Donanma Kudüs sahillerinde yolcu gemisi olsun harp gemisi olsun hiçbir Haçlı gemisinin geçişine izin vermedi. Gördüğü bütün Haçlı gemilerine el koyup Kudüs’e yapılması muhtemel Haçlı çıkarmalarını önledi.380 Böylece Kudüs, ne denizden ne de karadan takviye güç ve yardım alamayınca 27 Recep 583/2 Ekim 1187 tarihinde teslim olmak zorunda kaldı. Kudüs’ün fethinden sonra da Salahaddîn ve Melik Âdil, ikisi birlikte Haçlı topraklarındaki hızlı ilerleyişlerini devam ettirdiler ve onların elindeki birçok yeri kısa sürede ele geçirdiler.

Başarılı fetih hareketlerinden sonra Melik Âdil, Mısır’a dönmek üzere bölgeden ayrılacağı vakit, Sultan Salâhaddîn de ona eşlik etti. İkisi birlikte Kudüs’e gittiler, Kurban Bayramı’nı orada birlikte geçirdiler.381 Daha sonra Askalân’a geçerek orada alınan savunma tedbirlerini birlikte gözden geçirdiler. Burada kararlaştırdıkları konulardan biri de herhangi bir Haçlı taarruzuna karşı Melik Âdil’in Mısır’da nâib olarak devam etmesi oldu. Yine ülke güvenliği konusunda gerekli başka bazı istişarî

377 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 150-151; Ebû Şâme, a.g.e., c. III, s. 202. 378 Ele geçirilen yerlerin isimleri için bkz. 200 no’lu dipnot. 379 Ebû Şâme, a.g.e., c. III, s. 205-206. 380 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 154. 381 İbn Şeddâd, a.g.e, s. 153.

62

görüşmeler de gerçekleştirildi. Daha sonra vedalaşarak ayrıldılar, Salâhaddîn Akkâ’ya hareket ederken Melik Âdil de Mısır’a döndü.382

2.5.2.3. III. Haçlı Savaşındaki Rolü

Kudüs’ün Müslümanlar tarafından alınması batı Hristiyan dünyasında şok etkisi yaptı. Bu haberin üzüntüsüyle olacak ki Papa III. Urbanus duyduğu heyecana dayanamayarak hayatını kaybetti.383 Ayrıca Kutsal Emanetlerin en büyüğü olan Gerçek Haç 384 da Müslümanların elindeydi. Bütün bunlar, başta Almanlar, Fransızlar ve İngilizler olmak üzere Batı Hristiyan dünyasında yeni ve kapsamlı bir Haçlı Seferi hazırlıklarının başlamasına neden oldu. Fransız ve İngiliz Haçlı orduları deniz yoluyla Alman Haçlı orduları da kara yoluyla bölgeye hareket ettiler. Haçlı seferlerinin üçüncüsü ve en büyüğü olan ve yaklaşık üç yıl sürecek olan bu Haçlı Seferi 584/1189’da düzenlendi.

Kudüs Fethi’nden sonra Sûr şehri Müslümanlar tarafından muhâsara edilmiş olmasına rağmen alınamamıştı. 385 Bu sebeple, Müslümanların eline geçen Haçlı topraklarındaki Hristiyanların bir kısmı Avrupa’ya giderken bir kısmı da oraya sığınmışlardı. Ayrıca deniz yoluyla Avrupa’dan gelen savaşçılar da oraya inmekteydiler. Bu sebeple, orada çok büyük bir kalabalık birikmişti. Bu arada Salâhaddîn tarafından bir daha Müslümanların karşısına çıkmayacağı şartıyla serbest bırakılan Trablus kralı Guy de Lusingnan da 386 verdiği söze ihanet ederek etrafına birçok Haçlı toplayarak Sûr’un önlerine gelmişti. Toplanan Haçlılar, Sûr şehrine sığmayıp şehrin dışına taşınca Akkâ’ya doğru harekete geçip orayı muhâsara ettiler.

Kudüs ve Askalân’da, bundan sonraki süreçte yapılacaklar hususunda Salâhaddîn ile gerekli istişarî görüşmeleri yapan Melik Âdil, Mısır’a dönmüş, o, Mısır’dayken de Haçlılar Akkâ’yı muhâsara etmişlerdi. Buna engel olamayan

382 Ramazan Şeşen, Kudüs Fatihi Selâhaddîn Eyyûbî, Yeditepe Yay., İstanbul, 2013, s. 119; Ayrıca bkz. İbn Şeddâd, a.y.; Şeşen, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbî Devleti, s. 78. 383 Runciman, a.g.e., c. III, s. 4. 384 Runciman, a.g.e., c. III, s. 3. 385 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 159-160. 386 Salâhaddîn, bu şahsı Doğu’yu terk etmek ve Müslümanlara karşı bir daha silah kullanmamak şartıyla Temmuz 1198’de serbest bırakmıştı. (Demirkent, “Haçlılar”, DİA, c. XIV, s. 537), o da bu şartları kabul ettiğine dair törenle and içtikten sonra on asîl kişiden oluşan maiyetiyle birlikte Trablusşam’da bulunan hanımı Kraliçe Sibylle’nin yanına gitmişti. Runciman, a.g.e., c. III, s. 17-18.

63

Müslümanlar da Haçlıları arkadan çepeçevre sarmışlar; ancak onları bir türlü Akkâ önlerinden geriye atamıyorlardı. Bu sebeple kaledeki Müslümanlar çok zor durumdaydılar. Bunu gören Melik Âdil, 15 Şevvâl 585/26 Kasım 1189 günü, piyâde Sudanlıların da387 yer aldığı Mısır askerleriyle birlikte Salâhaddîn’in ordugâhına geldi. O, çok miktârda savaş ve muhâsara aletlerini de kendisiyle birlikte getirmişti.388 Ayrıca onun gelişinden bir ay sonra elli parçalı bir Mısır donanması da Hüsameddîn Lü’lü’ komutasında gelip Akka limanına vardı.389 Böylece Akka önlerindeki dengeler tekrar Müslümanların lehine değişti. Hem Akka’da mahsur kalmış olan Müslümanların hem de askerlerin moralleri yükselerek savaşa karşı azim ve cesaretleri arttı.

Akkâ önlerindeki savaş, kesin sonuca götürücü herhangi bir taarruzda bulunmaktan ziyade tarafların küçük çarpışmaları şeklinde devam etmekteydi. Bu durum, bir sonraki yıl, 20 Cemâziyelâhir 586/25 Temmuz 1190’da Akka önlerindeki Haçlılardan yaklaşık 62.000 civarındaki bir kuvvetin390 Melik Âdil’in komuta ettiği Mısır askerlerinin teşkil ettiği ordunun sağ kanadına şiddetli bir taarruza geçinceye kadar bu şekilde devam etti.391 Haçlılar, sağ kanadın zayıf olduğunu zannetmişlerdi. Bu sebeple hücumlarını oraya yönelttiler. Melik Âdil, Haçlıların şiddetli hücumu karşısında karargâhını boşaltarak geri çekildi. Haçlılar da onun karargâhına girerek Müslümanların bıraktıkları malları yağmalamaya başladılar. Böylece düzenlerini kaybettiler.392 Bunu gören Melik Âdil’in büyük oğlu Melik Mevdûd karşı saldırıya geçti.393 Melik Âdil de bütün sağ kanadı hücuma geçirerek Haçlıları çembere aldı. Bir grup Mısır askeri de çembere alınanlara takviye güçlerin ve yardımın gelmesini engellemek için Haçlıların mevzilerine saldırdılar. Bu Haçlı gruptan 10.000’den fazlası kılıçtan geçirildi.394 Bunun sonucunda zayıflayan Haçlıların dağılmasını ise ancak Henri II de Champagne’ın komutasında deniz yoluyla bol miktârda erzak ve techizatla birlikte yardımcı birliklerin gelmesi önledi.

387 Şeşen, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbî Devleti, s. 149. 388 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 189. 389 Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 61; İbn Vâsıl, a.g.e., c. II, s. 305; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 129. 390 Şeşen, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbî Devleti, s. 81. 391 İbn Şeddâd, a.g.e., s. 197-198; İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 195. 392 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 195. 393 İsfehânî, a.g.e., s. 215. 394 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 195-196;

64

O aralar Eyyûbîlerin kafasını meşgul eden en önemli mesele, kara yoluyla gelmekte olan Alman Haçlı ordusunun büyüklüğüydü. Yukarıdaki çarpışmadan bir gün sonra Alman imparatorunun, Göksu ırmağında boğulduğu duyulunca rahat bir nefes alan Eyyûbîler, artık olanca güçleriyle Haçlıları Akkâ’nın önlerinden atmak ve mahsûr kalmış Müslümanlara yardım ulaştırmak için çalıştılar. Fakat hem denizden hem de karadan Akkâ’yı kuşatan Haçlıları yerlerinden söküp atmak oldukça zordu. Bu sebeple kaledekilere ulaşmak neredeyse imkânsızdı. Bu durum bu yılın kışına kadar devam etti. Kış bastırıp fırtınalar başlayınca Haçlılar, gemilerini Müslümanların saldırılarından kaçırıp Sûr ve hâkim oldukları adalara gönderdiler. Böylece Akkâ’ya deniz yolu açılmıştı. Bu fırsatı değerlendirmek isteyen Melik Âdil, Sultan Salâhaddîn’in talimatıyla şehirdeki müdafileri değiştirerek onların yerine şehre yeni birlikler gönderdi. Fakat ordu komutanları bu konuda isteksiz davrandılar, Akkâ’ya asker gönderme işini gevşek tuttular. Akkâ’dan çıkan altmış emîrin yerine oraya ancak yirmi emîr sokulabildi. Komutanların isteksiz ve gevşek davranmaları sonucunda Akkâ’ya yardım hususunda beklenilen netice alınamadan Haçlı donanması Akkâ önlerine döndü ve yollar tekrar kapandı.395

Gerekli yardımları alamadan yolları tekrar kapanan Akkâ, artık gittikçe güç kaybetmeye başladı. İçeridekilerin sabırları tükenmeye başlamıştı. Onlar yine de Haçlılara teslim olmayı hiçbir şekilde düşünmüyorlardı. Zaten Eyyûbî ordusu da Haçlıları devamlı taciz ederek onların bütün güçlerini Akkâ üzerinde yoğunlaştırmalarına imkân vermemekteydiler. Bu durum, 12 Rebiülevvel 587/9 Nisan 1191 tarihinde Fransız kralı Philipp Auguste’in ve ondan bir süre sonra da 13 Cemâziyelevvel 587/8 Haziran 1191 günü İngiltere kralı Richard Ceur de Lion (Arslan Yürekli Richard)’ın donanmalarıyla birlikte gelmelerine kadar bu şekilde devam etti. Haçlılar, onların gelmeleriyle maddî ve manevî olarak oldukça güç kazandılar. 396 Özellikle, Arslan Yürekli Richard’ın gelmesiyle büyük moral bulan Haçlılar, Akkâ surlarını bütün imkânlarıyla dövmeye başladılar. Fakat her defasında bu girişimleri olumsuz neticelenmesine rağmen içerdeki Müslümanlara yardım gönderilemediği için uzun bir süre Haçlılara karşı direnme imkânları kalmamıştı. Şehrin düşmesinin

395 İsfehânî, a.g.e., s. 240-241; İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 198; Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 135-137; İbn Vâsıl, a.g.e, c. II, s. 345-346. 396 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 204-205.

65

kaçınılmaz olduğu görülünce Melik Âdil, Salâhaddîn tarafından Haçlılarla müzakere görüşmelerini başlatması için görevlendirildi. Fakat Haçlılar bütün Filistîn’in kendilerine bırakılması gibi çok ağır bazı şartlar ileri sürünce bu barış görüşmelerinden herhangi bir netice alınamadı.397 Dışarıdan herhangi bir yardım alamayan Akkâ’daki Müslümanlar, ancak 17 Cemâziyelâhir 587/12 Temmuz 1191 tarihine kadar dayanabildiler. Şehri bu tarihte barış yoluyla Haçlılara teslim ettiler. Haçlılarla yapılan anlaşmaya göre, Akkâ’dakiler şahsî mallarıyla şehirden çıkıp gideceklerdi. Bunun karşılığında da Müslümanlar 1.500 Haçlı esirini ve Gerçek Haçı (Salbut) iade edecek ve ayrıca 200,000 dinar da fidye vereceklerdi.398 Ancak Haçlıların başında bulunan Arslan Yürekli Richard, şehre girince anlaşmaya ihanet ederek şehirdeki Müslümanlara yönelik katliam başlattı.399

Akkâ’yı aldıktan yaklaşık bir ay sonra asıl hedefleri olan Kudüs’ü ele geçirmek için güneye hareket eden Haçlıların komutanı Richard, 12 Şabân 587/4 Eylül 1191 günü müzakere talebinde bulunarak Melik Âdil ile bir araya geldi. Fakat yine bütün Filistîn’in kendisine verilmesinde ısrar edince Melik Âdil derhal müzakereleri kesti.400 Sonuçsuz kalan bu görüşmelerden iki gün sonra taraflar arasında Arsûf Savaşı patlak verdi. Hittîn’den sonraki en büyük meydan savaşı olan bu savaşta401 İslâm ordusunun sol kanadı bozguna uğradı. Fakat Melik Âdil’in komuta ettiği sağ kanat ile Sultan Salâhaddîn’in komuta ettiği merkez, yerlerinde sabit kaldılar. Düşman tazyiki yavaşlayınca Melik Âdil, hücum ederek düşman ordusunun sol kanadından bazı birlikleri kopararak imhâ etti. Sir Jeaque başta olmak üzere birçok Haçlı komutanını öldürerek onlara ağır bir darbe indirdi. Sultan da savaştan sonra halîfeye mektup gönderip kardeşinin bu başarısından övgüyle bahsetmiştir.402

397 İsfehânî, a.g.e., s. 269; Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 152-153. 398 İsfehânî, a.g.e., s. 269; İbn Şeddâd, a.g.e., s. 257. 399 Runciman, a.g.e., c. III, s. 47. 400 İsfehânî, a.g.e., s. 284; İbn Şeddâd, a.g.e., s. 274; İbn Vâsıl, a.g.e., c. II, s. 267; Runciman, a.g.e., c. III, s.49. 401 Runciman, a.g.e., c. III, s.50. 402 Bu mektubun tam metni için bkz. İsfehânî, a.g.e., s. 286-288; Özet Türkçe çevirisi için bkz. Şeşen, Kudüs Fatihi Selâhaddîn Eyyûbî, s. 174-175. Bu mektuptan Melik Âdil ile ilgili bölüm ise şöyledir: “… Kardeşim Âdil ve askerleri onları yerlerinde durdurdular. Onların üzerine hamle yapıp püskürttüler ve mahvettiler. Kardeşim giriştiği bu hücumda kuvvetle direndi. Düşmandan büyük bir kontu ve çok sayıda kişiyi öldürdü. Perişan bir halde Arsûf’a indiler. Askerleri darbe yemiş, kontları öldürülmüştü. Kardeşim Seyfeddîn Âdil’in kılıcıyla öldürülen bu azgın şeytan, melunların itaat ettikleri iblisleriydi. Adı Sir Jeaque idi. Kralları gelmeden aralarında onun hükmü yürümüştü. Emri altında birçok kont ve baron vardı.

66

Arsûf Savaşı kesin sonuçlu bir savaş olmamakla birlikte Müslümanlar büyük bir sarsıntı geçirdiler. Sultan Salâhaddîn’in de yenilebileceğini gören Haçlılar, o moralle yürüyüşlerine devam ederek Yâfâ’ya gittiler. 403 Salâhaddîn de Natrûn’a 404 hareket ederek orada karargâhını kurdu. Fakat artık Richard da savaştan yorulmuştu. Bu sebeple, savaşı bitirmek için usta ve tecrübeli bir diplomat olan 405 Melik Âdil ile müzakerelere başladı. Ancak yine Haçlıların ağır şartlar ileri sürmeleri üzerine müzakereler sonuçsuz kaldı.

Bu arada kışlamak üzere Kudüs’e çekilen Salâhaddîn Eyyûbî, ordusunun yarısını terhis etmiş, ancak onların yerine gelecek olan yeni askerler daha ordugâha varmamıştı. Ayrıca el-Cezîre bölgesindeki emîrler arasında da anlaşmazlık vardı, Melik Âdil de bu anlaşmazlığı gidermek üzere bölgeye gitmişti. Bu durum, Richard için büyük bir fırsattı. Bu sebeple o, Kudüs’ü almak için birçok hamlede bulundu. Fakat hiçbirisinden istediği sonucu alamadı.406 Bir süre sonra da Melik Âdil’in bölgedeki anlaşmazlığı giderdiği ve bunun sonucunda da Diyarbakır, el-Cezîre, Halep, Sincâr, Hama, Mardin ve Erbil’den askerlerin geldiği haberlerini alınca Kudüs’ten ümidini tamamen kesti. Bundan sonra Müslümanlar karşısında herhangi bir varlık gösteremedi. Bu arada savaşın uzamasından dolayı Haçlı ordusunda da hoşnutsuzluklar baş göstermişti. Yine uzun zamandır ülkesinden uzakta olan Richard, ülkesinden iyi haberler alamıyordu. Bu sebeple savaşı bitirmek niyetindeydi. Ancak bu defa Salâhaddîn, herhangi bir sulha rızâ göstermemekteydi. Bunun için Richard, eski dostu Melik Âdil’den yardım istedi.407 Melik Âdil’in girişimleri sonucu Salâhaddîn ikna edildi408 ve taraflar arasında 21 Şabân 588/1 Eylül 1192’de üç yıl sekiz ay geçerli olacak bir sulh anlaşması imzalandı.409

Templier ve Hospitalierler arasında da hükmü geçerdi. Mevkiinin ululuğundan ve şanının büyüklüğünden dolayı öldürüldüğü sırada onu müdafaa için Haçlı komutanlarının büyüklerinden bir topluluk önünde çarpıştılar. Bu kont ancak onların öldürülmesinden sonra öldürüldü. İngiltere kralı onun öldürülmesine çok üzüldü.”(Bu çeviri, Şeşen, Kudüs Fatihi Selâhaddîn Eyyûbî, s. 175’ten alınmıştır.) 403 Runciman, a.g.e., c. III, s.50-51. 404 Natrûn, Kahire’nin yaklaşık 90 km. kuzeybatısında ve el-Buheyre vilayetine bağlı bulunan bir vadinin ismidir. https://tr.wikipedia.org/wiki/Natrun_Vadisi. Erişim. 19.06.2015. 405 Runciman, a.g.e., c. III, s.52. 406 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 215. 407 Detaylı bilgi için bkz. Runciman, a.g.e., c. III, s.56, 64. 408 Melik Âdil’in Salâhaddîn’i ikna çabaları için bkz. bu eserin 70. sayfası. 409 İbn Vâsıl, a.g.e., c. II, s. 404.

67

2.6. Melik Âdil’in Anlaşmazlıklarda Oynadığı Arabulucu Rolü

Batının Saphadin olarak adlandırdığı Melik Âdil, Salâhaddîn’in veziri konumundaydı. Salâhaddîn özellikle Eyyûbî Devleti için hayatî önem taşıyan meselelerde onun fikrini ve görüşünü almadan hareket etmezdi. Bağlı beyliklerle de anlaşmazlık yaşandığında onu arabulucu olarak görevlendirirdi. Yine bu beylikler kendi aralarında da anlaşmazlık yaşadıklarında, onun arabuluculuğuna başvurulurdu. Diğer taraftan Haçlılarla yapılan barış müzakerelerinin birçoğunda da yine o, başroldeydi.

2.6.1. Bağlı Emîrlerle Anlaşmazlıkları Gidermedeki Rolü

Haçlıların Akkâ muhâsaraları devam ederken Melik Takiyüddîn Ömer 410 kendisine iktâ olarak verilen el-Cezîre bölgesine gitti. Oradaki anlaşmazlıkları giderdikten sonra daha büyük birliklerle dönecekti. Fakat bölgeye gidince Diyarbakır ve Ahlât hâkimleriyle uğraşmaya daldı. Kendisi geri dönmediği gibi el-Cezîre askerleri de gelmediler. O, ölünce411 yerine geçen oğlu Nasirüddîn, Eyyûbîler için daha büyük bir tehlike oluşturmaya başladı. Çünkü o, Salâhaddîn’in Haçlılarla uğraşmasını fırsat bilerek ona kafa tutmağa, muhâlefet etmeye başlamıştı. Bunun üzerine Sultan Salâhaddîn, bazı birlikleri bölgeye gitmek üzere yola çıkarmak zorunda kaldı. Nasirüddîn, bunu duyunca Melik Âdil’e müracaat ederek kendisiyle sultanın arasını düzeltmesini istedi. Melik Âdil’in girişimleri sonucu Salâhaddîn onu affetti.412 Yine bu tarihlerde el-Cezîre bölgesindeki diğer emîrler arasında da anlaşmazlık bulunmaktaydı. Bu anlaşmazlıklar nedeniyle Haçlılar karşısında mücadele eden Eyyûbîlerin ihtiyaç duydukları bölge askerleri gelip orduya katılmamışlardı. Bu durum, Haçlılar karşısında Eyyûbîleri zayıf düşürmekteydi. Bu sebeple Melik Âdil, sözkonusu anlaşmazlığı gidermek üzere yanına Melik Efdal’i alarak bölgeye gitti. Kısa süre içerisinde bölgede tekrar birliği sağladı ve yanına hem Takiyüddîn’in oğlu Nasirüddîn hem de bölgenin diğer emîrleri olduğu halde karargâha döndü.413

410 Melik Takiyüddîn Ömer, Melik Âdil’in yeğenidir. 411 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 203-204; Şeşen, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbî Devleti, s. 82. 412 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 216. 413 İbn Esîr, a.y.

68

2.6.2. Haçlılarla Anlaşmazlıkları Gidermedeki Rolü

Melik Âdil’i, özellikle Richard’ın doğuya gelmesinden sonra yoğun bir diplomasi trafiği içinde görmekteyiz. Kudüs Fethi’nden sonra Eyyûbîler tarafından başlatılan hızlı fetih sürecinde Haçlıların elindeki birçok şehir ve kale alınmıştı. Buralardaki Haçlılar da topraklarını kaybedince bir kısmı Avrupa’ya giderken bir kısmı da Sûr’a sığınmış ve böylece orada muazzam bir kalabalık toplanmıştı. Sûr’da toplanan kalabalık şehrin dışına taşmaya başlayınca Haçlılar, Müslümanlara kaptırdıkları topraklarını ve özellikle de Kudüs’ü geri almak için karşı atak başlattılar. Bu sebeple, bir taraftan batıya elçiler gönderip onları harekete geçirmeye çalışırlarken diğer taraftan da Kudüs’ün geri alınması için stratejik bir konuma sahip olan Akkâ’ya giderek orayı kuşattılar. Batıdan deniz yoluyla gelen takviye güçler de Akkâ önlerinde inmekteydiler. Buraya gelenler arasında iyi bir asker ve iyi bir savaşçı olan İngiltere kralı Richard da vardı. Savaş sanatını çok iyi bilen Richard’ın gelişi Akkâ önlerindeki Haçlıları hem maddî hem de manevî açıdan oldukça güçlendirdi. Diğer taraftan Akkâ’da mahsûr kalmış Müslümanları da aynı oranda zora soktu. Bu sebeple hem Akkâ’dakiler hem de Salâhaddîn, Richard ile ayrı ayrı barış müzakerelerine başladılar. Ancak Richard’ın pek de barış taraftarı olmayışı yürütülen bu müzakereleri sonuçsuz bıraktı.414 Sonuçta bu şiddetli muhâsaraya daha fazla dayanamayan Akkâ garnizonu teslim olmak zorunda kaldı. Fakat uzun süren bir muhâsaradan sonra ancak barış yoluyla Akkâ’yı teslim alabilen Haçlılar, barış müzakerelerini başlatmış olmalarına rağmen katliama giriştiler. Bu sebeple yine görüşmelerden herhangi bir netice alınamadı.415

Haçlılar, Akkâ’yı aldıktan yaklaşık bir ay sonra Kudüs’e gitmek üzere harekete geçtiler. Güneyden, kıyı yolundan gitmekte olan Richard, denizden uzaklaşmak ve böylece donanmanın desteğinden mahrûm kalmak istemiyordu. Müslümanlar da onları aynı istikâmette takip ediyorlardı. Arsûf yakınına geldiklerinde Richard, müzakere talep ederek bir mütareke bayrağı altında Melik Âdil ile buluştu. Fakat bu görüşme de akîm kaldı. Çünkü Richard, yine bütün Filistîn’in kendilerine bırakılması gibi ağır şartlar ileri

414 Runciman, a.g.e., c. III, s. 44. 415 Detaylı bilgi için bkz. İsfehânî, a.g.e., s. 277-279; İbn Şeddâd, a.g.e., s. 262-263; İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 205-207.

69

sürmüştü. Melik Âdil de bu şartları duyunca görüşmeyi derhal sonlandırmıştı.416 Bütün bu müzakere görüşmelerinde Richard, oyalama taktiği sergilemeke olup Müslümanların kesinlikle kabul edemeyecekleri ağır şartlarla müzakere masasına otururdu. Bu dönemde Müslümanlarla Haçlılar arasında ikincil öneme sahip çatışmalar da meydana gelmekteydi. Bu çatışmalarda, Müslümanlar göreceli başarılar elde etseler de kesin sonuca götürücü başarılar elde edemiyorlardı. Diğer taraftan Richard’ın karargâhında da ayrılıklar başgösterdiği için şimdiye kadar elde ettiği başarılarda durgunluk hâkimdi. Richard barış konusunda artık güven vermemesine rağmen Melik Âdil, Haçlıları oyalamak ve İslâm âlemini onların tehlikesinden kurtarmak için müzakereleri sürdürmek amacıyla yoğun çaba sarfediyordu.417

Richard’ı ilk defa Arsûf galibiyetinden sonra barış konusunda büyük bir arzu duyarken görmekteyiz: Richard, Arsûf galibiyetinden sonra Yafa’ya gidip orayı tahkîm edince Salâhaddîn de Natrûn’da karargâhını kurmuştu. Fakat Richard’ın canını sıkan bazı gelişmeler meydana gelmekteydi. Komuta ettiği Haçlı ordusunda hoşnutsuzluklar vardı. Ayrıca Richard, ülkesine dönen Fransa kralının kendi ülkesinin topraklarına yönelik girişeceği teşebbüslerden de endişe duymaktaydı.418 Bütün bunlardan dolayı o, büyük bir arzuyla artık Eyyûbîlerle anlaşmak istiyordu. Bu sebeple Melik Âdil’in başında bulunduğu müzakere heyetiyle birkaç görüşme gerçekleştirdiyse de getirdiği öneriler, yine ağır şartlar ihtiva ettiği için reddedildi.419 Ancak o, son olarak dikkat çekici bir öneride daha bulunmuş ve bu önerisi Eyyûbîler tarafından da kabul görmüştü. Bu öneriye göre; kızkardeşi Joanna’yı Melik Âdil ile evlendirecek, Kudüs dâhil Müslümanların hâkimiyetindeki sahil şehirlerinin tümü Melik Âdil’e bırakılacak ve Haçlıların hâkimiyetindeki sahil şehirlerine ilaveten Akkâ da çeyiz olarak Joanna’ya verilecekti. Karı-koca Kudüs’te oturacaklar, Hristiyanların, kutsal yerleri rahatça ziyaret etmeleri sağlanacak ve Gerçek Haç da iade edilecekti. Ayrıca her iki tarafın esirleri de karşılıklı olarak serbest bırakılacaktı. Hem Melik Âdil hem de Sultan Salâhaddîn tarafından kabul gören bu öneriyi Joanna onaylamadı. Çünkü o, yoğun bir propaganda sürdüren Hristiyan din adamlarının etkisinde kalarak böyle bir evliliğe razı

416 İsfehânî, a.g.e., s. 284; İbn Şeddâd, a.g.e., s. 274. 417 Dahlmanns, a.g.e., s. 27-28. 418 Runciman, a.g.e., c. III, s.51-52. 419 Runciman, a.g.e., c. III, s. 52.

70

olmayacağını ve hiçbir şekilde bir Müslümanla evlenmeyeceğini belirtti. 420 Joanna, Richard’ın en küçük kız kardeşiydi. Erkek kardeşlerine itimadı olmayan Richard, kardeşleri arasında en çok onu severdi. 421 Onun bu tepkisi üzerine Richard, Melik Âdil’e müracaat ederek onun Hristiyanlığı kabul edip etmeyeceğini sordu. Ancak Melik Âdil onu nazik bir şekilde reddetti.422

Richard, kızkardeşini Melik Âdil ile evlendirmeye ikna etmeğe çalışacağını, bunda başarılı olamaması durumunda da yeğeni Bretagne prensesi Eleanor’u, onunla evlendirebileceğini düşünmekteydi. 423 Fakat Richard’ın bütün çabalarına rağmen bu girişimleri sonuçsuz kaldı. Ancak o, yine de Melik Âdil ile irtibatını koparmadı. Onunla devamlı temas halinde olup ikisi birkaç görüşme daha gerçekleştirdiler. 424 Ancak Richard, şartlarını hafifletmiş olsa da Askalân konusunda diretmekteydi. Eyyûbîler de Askalân’dan taviz vermemekteydiler.425 Bütün bu müzakerelerde Askalân aşılmaz bir engel konumunda olup iki tarafın da ondan vazgeçme niyetinde olmayışı, görüşmeleri kilitlemekteydi. Bu arada Haçlı ordusundaki hoşnutsuzluklar gittikçe artmış; İngiltere’den gelen olumsuz haberler de gün be gün daha fazla can sıkıcı olmaya başlamıştı. Ayrıca uzun zamandır ülkesinden uzakta olan Richard, savaştan da yorulmuştu. Bütün bunlardan dolayı o, artık büyük bir arzu ve samimiyetle savaşı bitirmek istiyordu. Ancak bu defa da Sultan Salâhaddîn barışa yanaşmıyordu. Çünkü şimdiye kadarki bütün müzakereleri akamete uğratan Richard, artık ona güven vermiyordu. Bu sebeple Richard, eski dostu Melik Âdil’den yardım istedi. Melik Âdil de yanına çok sayıda emîri alarak Salâhaddîn’in yanına gitti. Ona İslâm askerlerinin artık savaştan yorulduklarını, silahlarının eskidiğini, hayvanlarının telef olduğunu ve yiyeceklerinin de tükendiğini belirtti. Ayrıca Richard’ın da kış gelmeden ülkesine dönmek istediği için barış talep ettiğini, eğer kış bastırıp deniz seferlerinin yapılamayacağı zamana kadar bir barış sağlanmazsa savaşın bir yıl daha uzayacağını ve bunun da Müslümanları zora sokacağını söyleyerek onu barışa ikna etti.426 Bunun

420 İsfehânî, a.g.e., s. 290-291; İbn Şeddâd, a.g.e., s. 292-293; İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 210; Runciman, a.y.; Dahlmanns, a.g.e., s. 28-29. 421 Runciman, a.g.e., c. III, s.31. 422 İsfehânî, a.g.e., s. 291; Runciman, a.g.e., c. III, s.52. 423 Runciman, a.g.e., c. III, s.53; Ayrıca bkz. İbn Şeddâd, a.g.e., s. 304-305. 424 İbn Şeddâd, a.g.e., s. 300, 306-307; İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 210. 425 İbn Şeddâd, a.g.e., s. 338-339; Runciman, a.g.e., c. III, s.64. 426 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 218.

71

sonucunda taraflar arasında 21 Şabân 588/1 Eylül 1192 tarihinde üç yıl sekiz ay geçerli olacak bir sulh anlaşması imzalandı.

2.7. Melik Âdil’in Salâhaddîn’in Hastalığını İyileştirme Çabaları

Sultan Salâhaddîn, 581/1186 yılında şiddetli bir hastalığa yakalanmış; fakat kimseye bir şey hissettirmek istememişti. Ancak hastalığı giderek şiddetlenince dinlenmek için Harrân’a gitmişti. Bu şiddetli hastalıktan dolayı oldukça zayıflamış; onun bu durumu Müslümanları korku ve endişeye sevk etmişti. O sıralar hâkim/yönetici olarak Halep’te bulunan Melik Âdil de Salâhaddîn’in hastalığını duyunca endişelenmiş; Halep’teki en ünlü hekim ve tabipleri alarak gerekli ilaçlarla birlikte hızlıca Harrân’a intikal etmişti.427

Melik Âdil’in Harrân’a gelişi insanlara rahat bir nefes aldırmıştı. O, yönetime geçerek işleri kontrol altına aldı. Her gün sultanlık makamında oturur; halkın işlerini tedvir eder, görevlerin hakkıyla yapılmasını sağlar ve haksızlıklara karşı mücadele ederdi. Diğer taraftan da halk, hastalığı gittikçe ağırlaşan ağabeyi Salâhaddîn’in kendisinden sonra ülkenin başına geçecek kişiyi belirlemek noktasındaki tavrını merak ediyordu. Kaynaklar, onun bu konudaki tavrını farklı şekillerde nakletmektedirler. Ebû Şâme’ye göre o; “Geride Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali’yi bırakıyorum. Bu sebeple bu konuda hiç bir endişem yok,” diyerek kendisinden sonra ülkenin başına geçecek kişiyi belirlememiştir. O, bu sözüyle kardeşi Ebû Bekir Âdil’i, yeğeni Takiyüddîn Ömer’i ve iki oğlu Melik Azîz Osman ile Melik Efdal Ali’yi kastetmişti.428 İbn Esîr ve İbn Vâsıl ise, Salâhaddîn’in, hastalığında halka oğullarına bağlı kalacağına dair yemin ettirdiğini, her bir oğluna ülkenin belirli bir yerini verdiğini ve Melik Âdil’i de çocuklarına vasi tayin ettiğini belirtirler.429

427 İbn Şeddâd, a.g.e., s. 119; Ebû Şâme, a.g.e., c. III, s.154-155; İbn Vasıl, a.g.e., c. II, s. 171-172. 428 Ebû Şâme, a.g.e., c. III, s.155. 429 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 135; İbn Vasıl, a.g.e., c. II, s. 173.

72

II. BÖLÜM MELİK ÂDİL’İN YÜKSELİŞİ VE İKTİDARA GELİŞİ (589- 598/1193-1202)

1. MELİK ÂDİL’İN YÜKSELİŞİ

1.1. Salâhaddîn Sonrası Eyyûbî Devletinin Genel Durumu

Sultan Salâhaddîn büyük iş görmüş, Nûreddîn Mahmûd Zengî’nin üç hayalinden430 ikisini gerçekleştirmiş ve sonuncusunu da gerçekleştirmek için harekete geçmiş; ancak ömrü vefa etmemişti.

Salâhaddîn 589/1193 yılında Dımaşk’ta vefat ettiğinde, XII. yüzyılın son çeyreğinde kurmuş olduğu devletinin sınırları, Yemen’den Dicle Nehri’ne, Libya’dan Nûbe’ye kadar uzanmaktaydı. 431 Fakat büyük bir liderin ölümünden sonra devletin kudretinin ve icraatının sürekliliğini sağlayacak ve onu garanti edecek müesseselerin olmayışı ortaçağ İslâm dünyasının trajedisiydi. 432 Ayrıca birçok Ortaçağ İslâm devletinde var olan "ülke, hanedanın ortak malıdır,” zihniyeti Eyyûbî Devleti’nde de hâkimdi. Bu zihniyetin bir sonucu olarak Sultan Salâhaddin’in vefatıyla birlikte devlet, hanedan üyeleri arasında paylaşıldı. O, daha hayattayken yapmış olduğu taksimata433

430 Zengî ailesinin liderlerinden Nûreddîn’in gerçekleştirmek istediği üç hayali vardı: İslâm birliğini sağlamak, Kudüs’ün yeniden fethi ve İstanbul’un fethi. Salâhaddîn, onun ilk iki hayalini gerçekleştirdi. Fakat son hayalini gerçekleştirmek için harekete geçtiyse de ömrü vefa etmedi. O, vefatına sebep olan hastalığa yakalanmadan önce kardeşi Melik Âdil ile oğlu Melik Efdal’i yanına çağırarak: “Haçlılar ile işimiz bitti. Artık bu bölgede bizi meşgul edecek kimse kalmadı. Şimdi hangi tarafa gidelim?” diyerek bundan sonraki fetihlerin yönü hususunda onlara danıştı. Melik Âdil, Ahlât’a gitmeyi tavsiye etti. Çünkü orası, zapt edilince kendisine verilecekti. Salâhaddîn, ona bu sözü vermişti. Melik Efdal ise Kılıç Arslan’ın oğullarının elindeki Anadolu üzerine yürümeyi tavsiye ederek: “Anadolu, hem şehir, hem asker, hem de mal bakımından daha zengindir. Bizans’a göre zaptı da kolaydır. Ayrıca kara yoluyla gelen Haçlıların güzergâhı üzerindedir. Dolayısıyla buraya hâkim olursak onların buradan geçmelerine de mani oluruz,” dedi. Fakat Salâhaddîn ikisinin görüşünü de kabul etmedi. Çünkü o, Bizans topraklarını fethetmek istiyordu. Bu sebeple kardeşi Melik Âdil’e: “Sen oğullarımdan birkaçı ile birlikte bir miktâr asker alır, Ahlât üzerine yürürsün. Ben de Bizans topraklarındaki işlerimi hallettikten sonra yanınıza gelirim ve oradan birlikte Azerbaycan’a geçeriz,” dedi. Bunun üzerine Melik Âdil, sefer hazırlıkları yapmak üzere iktâsı olan Kerek’e gitti. Fakat onun gidişinden kısa bir süre sonra Salâhaddîn hastalandı ve Melik Âdil daha Kerek’te iken vefat etti. Bkz. İbn Esîr, el-Kamil, c.X, s. 224. 431 el-Kirmânî, a.g.e., c. II, s. 255. 432 Runciman, a.g.e., c. III, s. 69. 433 Salâhaddîn’in yaptığı taksîmatta el-Cezîre bölgesindeki Harrân, Urfa, Sümeysat ve el-Mevzer, komutanlardan Gökbörî’ye; Erbil ve etrafı da onun kardeşi Zeyneddîn Yûsuf’a bırakıldı. Fakat 586/1190 yılında Erbil hâkimi Zeyneddîn Yûsuf ölünce Salâhaddîn, onun topraklarını da Gökbörî’ye verdi. Ancak Gökböri, kardeşinin iktâlarıyla yetinerek el-Cezîre bölgesindeki toprakları üzerindeki tüm haklarından feragat etti. Bunun üzerine Salâhaddîn de buraları yeğeni Takiyüddîn’e iktâ olarak verdi. III. Haçlı Savaşı devam ederken Salâhaddîn’den izin alarak iktâlarına giden Takiyüddîn, bölge emîrleriyle anlaşmazlığa

73

uyularak Dımaşk, Mısır, Halep ve el-Cezire gibi devletin kilit noktaları onun üç oğlu ile kardeşi Melik Âdil’in idâresinde dört ana parçaya bölünmüştü.

Arkasında onyedi erkek ve bir kız çocuğu bırakan Salâhaddîn’in434 en büyük oğlu, ülkenin idâre merkezi olan Dımaşk vârisliğine ve dolayısıyla Eyyûbî ailesinin başkanlığına tayin edilmiş olan Melik Efdal’di.435 Dımaşk, Kudüs, Baalbek ve buralara bağlı yerler ona kaldı. Melik Âzîz’e Mısır ve bağlı yerler, Melik Zâhir’e de Halep ve bağlı yerler bırakıldı. Salâhaddîn’in veziri konumundaki kardeşi Melik Âdil’e de Harrân, Ruhâ, Sümeysât, 436 Rakka, Ca’ber Kalesi, Meyyâfârikîn, Diyârbakır ve Ürdün’deki Kerek ile Şevbek mevkileri verildi.437

Ülkenin en büyük ve en zengin kısımları Salâhaddîn’in üç büyük oğlu ile kardeşi Melik Âdil arasında paylaştırılırken hanedanın diğer üyeleri de Salâhaddîn’in zamanında olduğu gibi nisbeten daha ehemmiyetsiz yerlerin hâkimleri olarak pozisyonlarını korudular.438 Mesela Hama, Melik Mansûr b. Takiyüddîn’in; Humus da Şîrkûh b. Muhammed b. Şîrkûh’un yönetimindeydi.439 Melik Efdal’in elindeki Baalbek ve çevresinde ise Melik Emced b. Feruhşâh b. Şâhinşâh hüküm sürmekteydi. Yine Melik Efdal’in yönetimi altında bulunan Busrâ’da ve etrafında ise Melik Zâfir hüküm sürmekteydi. 440 Eyyûbî Devleti’nin muhtelif bölgelerindeki daha küçük dirlikler de başarılı komutanların elindeydi.441 Yemen ise bütün kaleleri ile birlikte Salâhaddîn’in hayattaki bir diğer kardeşi Tuğtekin’in elinde bulunmaktaydı.442

düştü ve bir süre sonra da vefat etti. Fakat onun yerine geçen oğlu Melik Mansûr, Salâhaddîn’in Haçlılarla savaş halinde olmasını fırsat bilerek ona kafa tutmağa başlayınca Salâhaddîn, onun topraklarını kardeşi Melik Âdil’e verdi. 588/1192’de gerçekleşen bu paylaşımla Salâhaddîn’in sağlığındaki taksimat, son şeklini almış oldu. 434 İsfehânî, a.g.e., s. 327. 435 Runciman, a.y. 436 Sümeysât, Anadolu topraklarında, Fırat nehrinin batı kıyısında bulunan eski bir yerleşim yeridir. el- Hamevî, a.g.e., c. III, s. 258. Günümüzde Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde bulunan Adıyaman iline bağlı bir ilçe olan Samsat’ın eski adıdır. Bkz. Işın Demirkent, “Sümeysât”, İA, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, 1977, 5. Baskı, c. XI, s. 232. 437 İsfehânî, a.g.e., s. 328-331; İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 225-226; Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 237-238; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 3-4; Ebü’l-Fidâ, a.g.e., c. III, s. 110; İbn Kesîr, a.g.e., c. XIV, s. 420. 438 Saîd Abdulfettâh Âşûr, Mısır ve’ş-Şâm fî Asrı’l-Eyyûbiyyîn ve’l-Memâlik, Dârü’n- Yay., ty., s. 67. 439 İsfehânî, a.g.e., s. 329-330; İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 225; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s.4; Ebü’l-Fidâ, a.y.; İbn Kesîr, a.y. 440 İbn Vâsıl, a.y.; Ebü’l-Fidâ, a.y.; İbn Kesîr, a.y. 441 Detaylı bilgi için bkz. İbn Vâsıl, a.y.; Ebü’l-Fidâ, a.y. 442 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 3; İbn Kesîr, a.y.

74

1.2. Yeni Sultanın Seçimi

Sultan Salâhaddîn daha ölüm döşeğindeyken tahta geçmek için hazırlıklara başlayan443 Melik Efdal, henüz yirmi dört yaşlarında444 ukala ve mağrûr bir gençti.445 Dımaşk kalesindeki odasında hasta yatan Salâhaddîn’in durumu gittikçe ağırlaşınca Melik Efdal, artık onun iyileşeceğine dair ümidini tamamen kaybetti ve Suriye emîrlerini kendisine bağlılık yemîni etmek üzere Dımaşk’ta topladı. 446 Emîrler, kâdıların hazırlamış oldukları yemîn metnine 447 göre ant içtiler. 448 Bir kısmı ancak Melik Efdal’in de kendilerini iktâlarının üzerinde bırakacağına dair yemîn etmesi şartıyla449 yemîn etmeye yanaşırken bir kısmı da herhangi bir şart ileri sürmeden yemîn etti. 450 Zaten Salâhaddîn de onu kendisine veliaht tayin etmiş; 451 bürokratlardan ve askerlerden ölümünden sonra ona bağlı kalacaklarına ve onun sultanlığını tanıyacaklarına dair birkaç defa yemin almıştı.452 Ayrıca ülkenin idâre merkezi olan Dımaşk valiliğine Melik Efdal’i atamış olması da ölümünden sonra Eyyûbî ailesinin başkanlığında onu görmek istediğinin delili idi.

'Yarı feodal aile federasyonu' tarzı bir yönetim sistemine sahip olan Eyyûbî Devleti’nde hanedan üyeleri, kendi topraklarında askerlik hizmeti dışında oldukça özerk bir yönetim sergilemekteydiler. Onların sahip oldukları topraklar, ortak bir hükümdarlık altında bulunmaktaydı. Bu sistemle yönetilen devletler, varlığını güçlü bir hükümdara borçlu olur. Hükümdar yeterli otoriteye sahip ise devletin varlığı güvence altındadır. Ancak merkezî hükümet zayıf ise devlet, merkezkaç güçler tarafından yıkılma tehdidi altında olur.453 Bu sebeple Eyyûbî Devleti’nin menfaatı icabı, Salâhaddîn’den sonra sultanlık makamına Melik Âdil’in getirilmesi gerekirdi. Çünkü o, devletin kuruluş aşamasında, Haçlılarla mücadelelerde ve komşu devlet ve beyliklerle ilişkilerde siyasî

443 R. Stephen Humphreys, From Saladin to the Mongols The Ayyubids of Damascus 1193-1260, Albany, 1977, New York, s. 88. 444 H. 565 yılında Mısır’da dünyaya gelen Melik Efdal, babası h. 589’da vefat ettiğinde yirmi dört yaşlarındaydı. Bkz. Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/I, s. 434. 445 Runciman, a.y. 446 Toplanan emîrler arasında Mısır bölgesindeki emîrlerden kimsenin olmaması dikkat çekicidir. 447 Yemîn metni için bkz. İbn Şeddâd, a.g.e., s. 362-363 448 Yemîn eden emîrlerin isim listesi için bkz. İbn Şeddâd, a.g.e., s. 361-362. 449 Runciman, a.y. 450 İbn Şeddâd, a.g.e., s. 361-362. 451 İsfehânî, a.g.e., s. 327. 452 İbn Esîr, el-Kamil, c.X, s. 225. 453 Dahlmanns, a.g.e., s. 33-34.

75

dehasını defalarca kanıtlamıştı. Melik Efdal ise hep babasının gölgesinde büyümüş, kendisini kanıtlayabilecek herhangi bir ortam bulamamıştı.

Yine Salâhaddîn’in Zengî ailesinin lideri Nûreddîn ile Anadolu Selçuklu Devleti’nin sultanı II. Kılıç Arslan’ın ölümlerinden sonra onların ülkelerinde meydana gelen çekişmelerden de gerekli dersi almış olması gerekirdi. Bütün bunlardan dolayı da o, kurt devlet adamlarının ve emîrlerinin başına, zayıf karakterli ve otoriteden yoksun bir kişiliğe sahip oğlu Melik Efdal’i değil de kardeşi Melik Âdil’i kendi yerine tayin etmeliydi. Ancak o, bunun aksini yaptı ve bu seçimi neticesinde de onun Nûreddîn’in ölümünden sonra siyasî birliği sağlamak için sarfettiği eforu, ondan sonra da Melik Âdil tekrarlamak zorunda kaldı.454

Sultan Salâhaddîn vefat ettiğinde yanında bulunan 455 Melik Efdal’in, basiretsizliğine ve tecrübesizliğine rağmen daha babası hayattayken ihtiyatlı davranarak emîrlerden sadakat yemîni alması, tahta problemsiz çıkmasını sağladı.456

Sultan Salâhaddîn’in ölümünden sonra diğer Eyyûbî meliklerinden bağlılık alan Melik Efdal’in yaptığı ilk iş, Bağdat’taki halîfeye elçi gönderip babasının vefatını bildirmek oldu. Kâtibi İmâdüddîn el-İsfehânî’nin dönemin Abbasî halîfesine hitaben kaleme aldığı oldukça belîğ bir mektubu457 elçiyle birlikte göndererek halîfeden hil’at istedi. Aslında Abbasî halîfesinden daha büyük bir devlete sahip olan Melik Efdal’in bu talebi, sadece dönemin politik gerçeklerini göz önünde bulundurmasından kaynaklanmaktaydı.458 Bu mektubu çeşitli hediyelerle birlikte halîfeye götüren elçi,459 Kâdı Ziyâüddîn eş-Şehrezûrî’ydi.460 İbn Kesîr, halîfenin onun talebine olumlu cevap verdiğini söylese de,461 hilâfet merkezinden bir hil’atin veya resmî bir yazının (menşûr)

454 Şeşen, “Eyyûbîler”, a.g.e., c. VI, s. 342; Salâhaddîn Devrinde Eyyûbî Devleti, s. 106-107. 455 İsfehânî, a.g.e., s. 327. 456 Humphreys, a.g.e., s. 89. 457 Bu mektubun tam metni için bkz. el-İsfehânî, a.g.e., s. 338-341. 458 Humphreys, a.y. 459 Bu hediyeler içinde Salâhaddîn’in silahı, zırhı ve gazalarda üzerine bindiği atı da bulunuyordu. İsfehânî, a.g.e., s. 338; Ayrıca gönderilen hediyeler arasında Salâhaddîn’in Hittîn Savaşı’nda Haçlılardan ele geçirdiği ve mücevherlerle süslenmiş yaklaşık yirmi rıtl ağırlığındaki altın Salbut Haçı da vardı. Yine Haçlı kontlarının kızlarından dört tane cariye de bulunmaktaydı. Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 238; Ancak onun, babasının hatıralarına ait bazı değerli eşyaları halîfeye göndermesi, halk nazarındaki konumunda sarsıntı meydana getirmiş ve insanlar onu, bundan dolayı ayıplamışlardı. Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., VIII/I, s. 435. 460 İsfehânî, a.g.e., s. 338. 461 İbn Kesîr, a.g.e., c. XIV, s. 425.

76

ona ulaştığına dair elimizde herhangi bir kayıt yoktur. Aslında bu duruma farklı bir anlam yüklemek de belki yersiz olur. Çünkü hilâfet merkezi zaten bu tür durumlarda çok yavaş hareket ederdi.462

1.3. Melik Âdil’in Yeni Sultana Tavır Alması

III. Haçlı Savaşı’nın ardından Dımaşk’a dönen Melik Âdil ile Sultan Salâhaddîn bir toplantı gerçekleştirerek bundan sonraki hedeflerini belirlemişlerdi. Bu hedef doğrultusunda Melik Âdil, yönetimi altında bulunan Kerek’e gitmişti. Zira bundan sonraki hedeflerinde İstanbul, Ahlât ve Kafkasya üzerine yürümek vardı. Ancak Melik Âdil, yapılacak sefer için gerekli hazırlıkları yapmak üzere Kerek’e gittikten kısa bir süre sonra Salâhaddîn hastalanmış ve Melik Âdil dönmeden önce de vefat etmişti.

Melik Âdil, ölüm döşeğindeyken yanında bulunmadığı ağabeyinin ölüm haberini alınca derhal Dımaşk’a hareket etti. 463 Babasının yerine oturan Melik Efdal’e taziyelerini bildiren464 Melik Âdil, Dımaşk’ta birkaç gün kaldıktan sonra yeni sultana bağlılık bildirmeden ve onun kardeşleriyle de ona karşı herhangi bir ittifâk arayışında bulunmadan kendi beldelerine geri döndü.465

Aslında Salâhaddîn’den sonra sultanlık makamına geçmesi gereken Eyyûbî meliki, Melik Âdil’di. Zaten onun bu husustaki muhterisane gayretleri de göze çarpmaktaydı. Fakat komşu Türk devletlerinin yapısındaki gelenekten gerekli dersi almamış olan Salâhaddîn, yerini doldurabilecek kapasitedeki kardeşini Fırat Nehri’nin ötesine, el-Cezîre bölgesine göndererek bilinçli bir şekilde devlet yönetiminden uzaklaştırmıştı. Akabinde de tecrübe ve basîretten yoksun oğlu Melik Efdal’i veliaht olarak belirlemiş, diğer oğullarını da ona bağlı ortaklar kılmıştı.

Melik Âdil’in ilk zamanlar Melik Efdal’in hükümdarlığını tanımak istememesi, muhtemelen ağabeyinin bu yanlış tercihine içerlemiş olmasından kaynaklanmaktaydı. Bu sebeple de yeni sultana tavır takınarak bağlılık bildirmeden kendi beldelerine geri

462 Humphreys, a.g.e., s. 90. 463 İsfehânî, a.g.e., s. 331. 464 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/I, s. 435. 465 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 226.

77

döndü. Hâlbuki yeni sultan, amcasını hem çok seviyor hem de ona çok güvenip değer veriyordu.

Bu arada yeni sultanın hükümdarlığı için tehlike arz eden iki büyük tehdit daha vardı: Mısır hâkimi olan kardeşi Melik Azîz ve Musul hükümdarı Atabey İzzeddîn Zengî. Bu ikisinden çekinen yeni sultan, amcasını yanına çekmeye çalıştı. Bu sebeple hem vaat hem de tehdit içeren bir mesajla birlikte bir elçiyi amcasına göndererek ona ortak hareket etmeyi teklif etti.466 Yeni sultanın vaat ve tehditleri karşısında Melik Âdil, geri adım atarak Dımaşk’a gidip yeni sultana itaatini bildirdi.

1.4. Melik Âdil’in Darbe Girişimlerini Bertaraf Etmesi

Eyyûbî melikleri üzerinde güçlü bir merkeziyetçilik uygulayarak onları kontrol altında tutabilen Sultan Salâhaddîn’in467 vefatıyla birlikte ülkesindeki birlik çökmeye başladı. Bundan cesaret alarak daha önce Eyyûbîlerin hâkimiyetini tanımış olan kuzey doğudaki beylikler, onları Fırat Nehri’nin ötesine atmak için bir darbe girişiminde bulundular.

Salâhaddîn’in ölüm haberi kuzey doğuya, el-Cezîre’ye ulaşınca ilk tepkiyi Artuklular gösterdiler. Artukluların Mardin kolu emîri Hüsameddîn Yölük Arslan, derhal harekete geçerek Melik Âdil’in elindeki el-Mevzer Kalesi’ne468 saldırdı.469 Yine Ahlât emîri Begtimur 470 da onun elindeki Meyyâfarikîn’e saldırmak için hazırlık

466 Melik Efdal, elçisinden, amcasına şu mesajı iletmesini istemişti: “Benimle ortak hareket edersen ben de ordumla birlikte sana yardım eder, senin beldelerini düşmanın saldırılarından korurum. Benim yanımda yer almadığın takdirde de kardeşim Melik Azîz, aranızdaki düşmanlık sebebiyle sana savaş açabilir. Ayrıca Musul hükümdarı İzzeddîn Zengî de senin topraklarına saldırabilir. Hâlbuki Zengî’ye benden başka karşı koyacak kimse de yoktur.” Elçisine ayrıca şunu da dedi: “Amcam, seninle birlikte gelirse ne alâ! Gelmezse ona de ki: 'Yeni sultan, onun teklifini reddettiğin takdirde, buradan Mısır’a gidip Melik Azîz’in arzusu doğrultusunda antlaşmalar yapmamı bana emretti.'’ Bkz. İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 226; 467 Önder Kaya, “Bir Eyyubî Melikinin Portresi: Melik Efdal Nureddîn Ali B. Salâhaddîn Eyyûbî”, Tarih İncelemeleri Dergisi, c. XXI, Sayı 2, Aralık 2006, s. 143. 468 el-Mevzer, Diyârımudar ile Diyârıbekr arasında yer alan ve Harrân’a bir günlük mesafede bulunan bir kaledir. (İbn Şeddâd, el-Alâkü’l-Hatîre, c. III/I, s. 68). Bu kale daha önce Salâhaddîn ile Mardinliler arasında yapılan antlaşma gereği Eyyûbîlerin Urfa’daki temsilcisine iktâ olarak bırakılmıştı. Bkz. İsfehânî, a.g.e., s. 331-332; Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 241. 469 İsfehânî, a.g.e. s. 331; Ebû Şâme, a.y.; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 17. 470 Bu zât, Salâhaddîn’in ölümüne çok sevinmiş, onun ölümünden sonra kendi lakabını “es-Sultanu’l- Muazzam Salâhaddîn” olarak değiştirmişti. Ancak Salâhaddîn’den sonra çok yaşamadı. Çünkü Salâhaddîn’in ölümünü fırsat bilerek Melik Âdil’in elindeki Meyyafarikîn’e saldırı hazırlığı içinde olduğu

78

yapmaktaydı. Ayrıca, bu ikisi hâkimiyetlerini yeniden tesis etmeleri için Zengîleri de Eyyûbîlere karşı harekete geçmeleri için teşvik etmekteydiler. Onların teşvikleri üzerine harekete geçen Musul hükümdarı İzzeddîn Zengî, yanına kardeşi Sincâr ve Nusaybin hâkimi İmâdeddîn Zengî’yi de alarak Dımaşk’ta bulunan Melik Âdil’in hâkimiyetindeki el-Cezire üzerine yürüdü. 471 Fakat engin devlet deneyimine sahip olan Melik Âdil, Dımaşk yakınlarında bulunduğu halde Zengîlerin sebep olacakları tehlikeyi büyümeden bir mektupla472 kolayca önledi ve onlar Ra’sü’l-Ayn’a473 geldiklerinde kendisi Harran’a varmıştı.474

Ra’sü’l-Ayn ile Suruç arasındaki Tel-Mavzen’de 475 karargâh kuran Zengî birleşik ordusuna476 karşı Melik Âdil, bir taraftan İzzeddîn Zengî’ye sulh önerisinde bulunarak onları oyalamaya çalıştı; öbür taraftan da Dımaşk, Mısır, Halep ve diğer dirlik sahibi yeğenlerinden yardım istedi. 477 Melik Âdil, İzzeddîn Zengî’ye elçi göndererek elindeki Harran, Ruha, Rakka ve diğer beldeleri üzerinde onun vassalı olarak kalmaya; beldelerinin elinde kalması şartıyla ona tabi olmaya hazır olduğunu bildirerek sulh talebinde bulunmuş, ancak bu talep İzzeddîn tarafından kabul görmemişti.478 Aslında Melik Âdil’in elindeki topraklardan vazgeçmek gibi bir niyeti yoktu. O, takviye güçler gelinceye kadar Zengîleri oyalamaya çalışmaktaydı.

bir sırada Şah-ı Ermen memlûklerinden olan Hezâr-ı Dinarî tarafından öldürüldü. İbn Esîr, el-Kamil, c. X, s. 229. 471 İsfehânî, a.g.e., s. 332; İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 226-227; Ebû Şâme, a.y. 472 Melik Âdil, onlara gönderdiği mektupta; ‘Salâhaddîn’in vefat ettiğini, halkın onun oğlu Melik Efdal’in etrafında kenetlendiğini ve Mardîn hâkiminin kendi yönetimindeki bazı yerlere saldırması nedeniyle yeni sultanın büyük bir orduyla birlikte onun üzerine yürümek için yola çıktığını anlatıyordu.’ Onlar da Melik Âdil’in doğru söylediğini zannederek işi ağırdan aldılar. Ancak gerçeğin Melik Âdil’in anlattığından başka türlü olduğunu anladıklarında Melik Âdil, artık Harran’a varmıştı. İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 227. 473 Ra’sü’l-Ayn, Suriye’nin kuzeyinde bulunan Haseke iline bağlı ve Suriye-Türkiye sınırındaki tarihî bir Erişim. 23.06.2015. Harrân, Nusaybîn ve .رأس_العين_(الحسكة/şehirdir. https://ar.wikipedia.org/wiki Düneysir (kızıltepe) arasında yer alan bu yerin (el-Hamevî, a.g.e., c. III, s. 14) tam karşısında Türkiye’den Şanlıurfa iline bağlı Ceylanpınar İlçesi bulunur. 474 Ebû Şâme, a.y. 475 Tel-Mavzen, Ra’sü’l-Ayn ile Suruç arasında bulunan kadîm şehirlerden biri olup (el-Hamevî, a.g.e., c. II, s. 45) günümüzde Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde bulunan Şanlıurfa iline bağlı bir ilçe olan Viranşehir’in eski adıdır. 476 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 228; Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 243; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. S. 19. 477 İsfehânî, a.g.e., s. 332. 478 Ebû Şâme, a.y.; İbn Vâsıl, a.y.

79

Melik Âdil’in yardım talebine ilk olumlu cevap Melik Efdal’den geldi ve onun girişimleriyle de479 Eyyûbî meliklerinin çoğu amcalarının çağrısına icabet etti. Humus, Dımaşk ve Baalbek orduları Melik Zâfir Hızır komutasında 480 yola çıktı. Halep askerleri481 ve Melik Mansûr komutasındaki Hamâ ordusu da harekete geçti.482 Mısır ordusu da Salâhiye emîrlerinden Fahreddîn Çerkez komutasında yola çıktı.483 Ancak bu ordular, Melik Âdil’e ulaşmadan bir süre önce yapılmış olan barış davetini geri çeviren İzzeddîn,484 umutsuz bir hastalığa485 yakalanarak geri çekilmek zorunda kaldı. Bir süre sonra herhangi bir sulh anlaşmasına varılmadan kardeşi İmadeddîn de geri çekildi. Zengîler geri çekilince Melik Âdil karşısında yalnız kalan Mardin emîri Hüsameddîn Yölük Arslan, birçok emîr ve devlet adamını aracı kılarak onunla sulh yapmak istedi. Ancak özür beyan edip yine Sultan Salâhaddîn dönemindeki gibi Eyyûbîlere bağlı kalacağına söz vermesinden sonra kendisiyle sulh anlaşması yapıldı.486

Yeğenlerinin gönderdikleri takviye birlikler sayesinde daha da güçlenen Melik Âdil, İmâdeddîn Zengî’nin topraklarına saldırdı. Yolda olan Melik Zâfir Hızır’a Urfa’nın yaklaşık 32 km. güneybatısındaki Suruc’a saldırmasını emretti. Çünkü Suruç, Halep’in anayolları üzerinde bulunması hasebiyle stratejik bir şehirdi.487 Onlar, Suruc’u aldıklarında Melik Âdil de Rakka üzerine yürüyordu ve kısa bir süre sonra orayı zapt etti. Oradan Habûr’a yöneldi ve orayı da aldı. Daha sonra kuzeye, Nusaybin’e yönelince488 başka bir şehrini kaybetmeyi göze alamayan İmâdeddîn, mevcut durumun korunması şartıyla bir sulh anlaşması imzalamak zorunda kaldı. Felaketle sonuçlanan bu darbe girişiminden sonra Zengîler, Diyârımudar’daki son topraklarını da kaybettiler.489

479 Melik Efdal, Humus ve Hamâ hâkimlerine haber göndererek ordularını amcalarının yardımına göndermelerini emretmiş, kardeşi Halep hâkimi Melik Zâhir’e de bir mektup göndererek; “Suriye halkının Atabey ailesini ne kadar çok sevdiğini biliyorsun. Dolayısıyla İzzeddîn, Harran’ı alırsa Halepliler ile Dımaşklılar da ayaklanarak bizi beldelerimizden çıkarırlar.” diyerek onu amcasına yardım etmeye ikna etmişti. İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 226. 480 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 18. 481 İbn Esîr, a.y.; Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 241. 482 İbn Vâsıl, a.y. 483 İbn Nazîf, a.g.e., s. 3. 484 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 19. 485 İbn Esîr, İzzeddîn Zengî’nin hastalığının ishal olduğunu ve bu hastalığından dolayı çok kan kaybettiği için artık hareket edemez hale geldiğini belirtir. Bkz. İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 228. 486 İsfehânî, a.g.e., s. 332. 487 Humphreys, a.g.e., s. 90. 488 İsfehânî, a.g.e., s. 332-333. 489 Humphreys, a.g.e., s. 91.

80

Melik Âdil’in aldığı tedbirler ve Musul hâkimi İzzeddîn ile Ahlât hâkimi Begtimur’un ansızın ölümleri sebebiyle sonuçsuz kalan bu darbe girişimi, Eyyûbî hanedanının bölgedeki nüfuzunun artmasını sağladı. Yine muhtemelen Melik Âdil’in adamlarının rol oynadıkları bir entrika sonucunda ölen İzzeddîn ile Begtimur’un bu acı sonlarından gerekli dersi alan halefleri Nûreddîn Arslanşâh ile Aksungur, şimdilik Melik Âdil’e boyun eğerek ona itaatkâr bir tutum sergilediler.490 Artuklulardan sonra onların da Eyyûbîlerin hâkimiyetini tekrar tanımalarıyla bölgedeki İslâm birliği yeniden tesis edilmiş oldu.

Bu krizde Melik Efdal’in amcasının yardım çağrısına hem bizzat kendisinin icabet etmesi hem de diğer Eyyubî meliklerine mektuplar yazarak onların da bu çağrıya icabet etmelerini sağlaması onun melikler üzerindeki otoritesini güçlendirmişti. Ancak liderlik yapmaya girişmemesi, onun iç siyasette daha az ehil ve daha az becerikli olduğunu göstermişti. Ayrıca onun yapması gereken işleri amcası Melik Âdil yapmıştı. O, yardıma gelen Eyyûbî meliklerini birleştirerek aynı hedefe yoğunlaştırmış ve onların liderliğini üstlenmişti. Yine tamamen kendi otoritesiyle karşı tarafla pazarlık masasına oturmuştu. 491 Bütün bunlar, Melik Âdil’in, yeni sultanın liderlik noktasındaki beceriksizliğini görmesini sağlayarak bu noktadaki muhteris duygularının depreşmesine neden olmuştu.

1.5. Yeni Dönemdeki İktidâr Mücadelelerinde Melik Âdil’in Rolü

1.5.1. Yeni Sultanın Tecrübesizliği ve Devlet Ricâlini Küstürmesi

Eyyûbî Devleti Mısır’da kurulmuş olmasına rağmen hem Haçlılar ile devamlı mücadele halinde olunması hem de Zengî Atabeyliği’nin mirasçılığına soyunulması gibi nedenler ile Dımaşk, Salâhaddîn döneminde devletin idâre merkezi olarak seçilmişti.492 Dımaşk’ın bu özelliği nedeniyle devletin emîr ve bürokratlarının çoğu orada bulunmaktaydı. Bu sebeple Melik Efdal, sultan olur olmaz yetişmiş bürokratik bir kadro kendisinin hizmetinde hazırdı. Bu kadro içerisinde Salâhaddîn’in sağ kolu Kâdı Fâdıl, Kâdı Bahâeddîn İbn Şeddâd ve İmâdüddîn el-İsfehânî gibi önde gelen devlet erkânı

490 Runciman, a.g.e., s. 70. 491 Humphreys, a.y. 492 Kaya, a.g.m., s.140.

81

bulunduğu gibi Fahreddîn Cihârkez (Çerkez), Meymûn el-Kasrî ve Sungur el-Kebîr gibi önde gelen askerî bürokratlar da vardı. Bunlar Salâhaddîn döneminde kendilerini kanıtlamış, halen birçok devlet kurumunu işgal eden yetenekli bürokratlardı. Mısır’da hüküm süren Melik Azîz’in yanında ise Salâhiyye,493 Esediyye494 ve Kürtlerden oluşan muazzam bir ordu bulunmaktaydı.495

Melik Efdal, babasının da ikâmet ettiği Dımaşk’ın valisi olması hasebiyle bağımsız davranabilme imkânı bulamamış, bu sebeple de devlet yönetiminde tecrübe sahibi olamamıştı. Aslında henüz yirmi dört yaşlarında bir genç iken devletin başına geçtiğinde siyasal hedeflerini belirlemesi açısından onun önünde iki seçenekli bir problem duruyordu. Ya devleti, akrabaları ile birlikte konfedere bir devlet olarak yönetecek ya da onların gücünü ve nüfuz alanlarını yavaş yavaş sınırlayarak merkezî bir devlet yapısı kuracak ve kendine denk bir güç bırakmayacaktı. Ancak iki seçenek için de yeterli donanıma sahip değildi. Her ne kadar kendini etkili Suriyeli emîrlere kabul ettirmiş olsa da birinci seçeneği uzun vadede yürütebilecek kabiliyet ve tecrübeye sahip değildi. İkinci seçenek için ise onun büyük bir güce ve karizmaya ihtiyacı vardı ki bu ikisi de onda yoktu.496

Diğer taraftan bundan daha öncelikli olan ve aciliyet kesbeden başka bir problem daha vardı. Melik Efdal, ya babasının emîr ve bürokratlarıyla birlikte yönetime devam edecek ya da bunların yerine kendi adamlarını getirecekti. Ancak onun ikinci seçeneği tercih etmesi kendisi için riskli bir girişim olacaktı. Çünkü o, babası tarafından ciddi politik konulardan ve yönetimden sistematik bir şekilde dışlandığı için onun kendi bürokrasisini oluşturması engellenmişti. Ki kendi bürokrasisisini babasının bürokrasinin yerine yerleştirsin ve bu değişim yumuşak bir geçişle olsun.497 Ancak bu riske rağmen o, ikinci seçeneği tercih etti. Çünkü bu büroratlara kırgındı. Babası ölüm döşeğindeyken, kendisi için onlara yemîn ettirmek istediğinde onların samimi bir şekilde yemin etmediklerini görmüş, buna içerlemişti. 498 Ayrıca bu tercihinde vezir

493 Salâhiye birliği, Salâhaddîn’in memlûklerinden oluşan askerî birliktir. Salâhaddîn’in lakabı olan Melik Nâsır’dan dolayı bu gruba Nâsiriye de denilmiştir. 494 Esediye birliği, Melik Âdil’in amcası Esedüddîn Şîrkûh’un memlûklerinden oluşan askerî birliktir. 495 İbn Vâsıl, a.g.e., c.III, s. 5. 496 Dahlmanns, a.g.e., s. 46; Kaya, a.g.m., s.144. 497 Humphreys, a.g.e., s. 91-92. 498 Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 246.

82

olarak atadığı genç ve egoist biri499 olan Ziyâeddîn b. el-Esîr el-Cezerî’nin dahli de vardı. Ülkesinin bütün yönetim işlerini devrettiği Ziyâeddîn, ona, babasının bürokratlarını kastederek: "Bunlar, babanın gözde/havass bürokratlarıydılar. Babanın döneminden kaldıkları için senin üzerinde haklarının olduğunu varsayacaklar. Seni küçüklüğünden beri tanıdıkları için de seni takmayacak, otoriteni tam gözetmeyecek ve seni hafife alacaklardır. Ayrıca Suriye toprakları da artık onları tatmin etmeyecek, Mısır toprakları onlar için daha cazip gelecektir. Hâlbuki bunların yerine gelecek olan yeni bürokratlar, vereceğin her şeye kani olacak ve senin otoriteni kabul edip gereği gibi sana saygı da göstereceklerdir." dedi.500 Bu konuda yaveri Cemâl Mühâsin b. el- Acemî de 501 Ziyâeddîn’e destek verdi. O da bu ikisinin etkisinde kalarak babası döneminde devlet yönetiminde önemli görevler icra etmiş birçok gözde emîr ve bürokratlara karşı kırıcı davranmaya başlamıştı. Ancak onların mallarını ve iktâlarını ellerinden alıp almadığına ve onları tutuklayıp tutuklamadığına dair elimizde herhangi bir kayıt yoktur. Yine onların yerine kendi adamlarını atayıp atamadığını da tam olarak bilmiyoruz. Bununla beraber babasının emîr ve bürokratlarından birçoğunun onun hizmetinde kalmak istemediğini biliyoruz. Ondan ilk ayrılan da babasının kazaskeri olan Bahâeddîn İbn Şeddâd oldu.502 O, Halep hâkimi Melik Zâhir’in talebi üzerine Dımaşk’tan ayrılarak Halep’e gitti ve Melik Zâhir’in hizmetine girdi. 503 Ancak bu danışmanın gidişinde Melik Efdal’in dahli yok gibiydi. Fakat ondan sonrakilerin ayrılmalarında vezirin yanlış tutumlarının etkili olduğunu biliyoruz. Zira o, günlerini ve gecelerini eğlenceye hasrederken devletin yönetimini ise tamamen vezirine ve yaverine bırakmıştı.504 Onun ve vezirinin uygulamalarından rahatsız olarak ayrılanlar arasında birçok askerî başarıyı elde etmiş olan Fahreddîn Çerkez, Meymûn el-Kasrî, Sungur el- Kebîr gibi ünlü emîrler de bulunmaktaydı. Ancak bütün bunlar içinde Melik Efdal’i ciddi olarak endişelendiren ve rahatsız eden ayrılık, bütün Eyyûbî meliklerinin son derece ihtiram gösterdiği ve sözünü dinlediği Kâdı Fâdıl’ınki oldu.505

499 İbn Vâsıl, a.g.e., c.III, s. 10. 500 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 10-11. 501 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., VIII/I, s. 436. 502 Humphreys, a.g.e., s. 92. 503 Melik Efdal, kardeşi Halep hâkimi Melik Zâhir’in isteği üzerine Kâdı Bahâeddîn b. Şeddâd’ın Halep’e gitmesine izin vermişti. İbn Şeddâd, Halep’te çok iyi karşılanmış, Melik Zâhir taafından oranın kâdılığına tayin edilmiş ve vefatına kadar da bu görevde kalmıştı. İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 8. 504 Sıbt İbn Cevzî, a.y.; İbn Tağriberdî, a.g.e., c. VI, s. 120. 505 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 11.

83

Bu emîr ve bürokratlar Mısır’a giderek Melik Efdal’in hanedan içerisindeki en büyük rakibi konumundaki kardeşi Melik Azîz’e sığındılar. Melik Azîz, maiyetine katılan babasının bu en yakın arkadaşlarını ve emîrlerini çok iyi karşıladı.506 Büyük bir ihtimalle o, babasının en yakın adamlarının kendi saflarına katılmasını, ilerde Eyyûbî Devleti’nin hükümdarlığını elde etmek için Melik Efdal ile girişeceği mücadelenin meşrulaştırıcı bir faktörü olarak görmekteydi.507

1.5.2. Melik Âdil’in Mısır Karşısındaki Koalisyonda Yer Alması

1.5.2.1. Birinci Dımaşk Muhâsarasındaki Arabuluculuğu

Melik Efdal, bütün vaktini içki ve eğlenceyle geçirip devletin bütün işlerini de egoist karakterli vezirine ve yaverine bırakarak508 babasının sâdık adamlarını küstürmüş ve onların Dımaşk’tan ayrılmalarına sebep olmuştu. Bunların bir kısmı Halep’e giderken büyük bir kısmı da hanedan içindeki en büyük rakip konumundaki Mısır’a sığınmıştı.

Dımaşk’a bağlı olmakla birlikte Melik Efdal’in pasifliği ve istikrarsızlığından yararlanarak Melik Azîz’in konferderasyon içindeki rolünü dominant hale getirme çabası içinde olan Mısır’ın bu hareketi, iki kardeş arasında hızlı bir rekâbet oluşturdu. Aslında bu rekâbet babalarının ömrünün sonlarına doğru gözlemleniyordu, fakat tam olarak tanımlanamıyordu.

Melik Azîz’e sığınanlar, ısrarla onu Dımaşk’a saldırtmak için uğraşıyorlardı. Kuvvetle muhtemel ki onlar Melik Azîz’in kendilerini dinleyerek Dımaşk’taki kötü gidişata son vermek için silahına sarılacağını bildikleri için onu tercih etmişlerdi. Aslında o zamana kadar iki kardeş arasında Kudüs’teki garip bir olaya kadar herhangi bir gerginlik yaşanmamıştı. 509 Vezir Ziyâeddîn el-Cezerî, Melik Azîz’e sığınan Dımaşk’ın üst düzey bürokratlarının onu Dımaşk’a saldırmaya teşvik ettiklerini duyunca bunun önüne geçmek için Melik Efdal’e elindeki Kudüs’ü 510 kardeşine

506 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 12. 507 Kaya, a.g.m., s.147. 508 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., VIII/I, s. 436; İbn Tağriberdî, a.g.e., c. VI, s. 120. 509 Humphreys, a.g.e., s. 93. 510 Kudüs, Salâhaddîn’in ölümünden sonra Melik Efdal’in elinde kalmıştı.

84

vermesini istedi. Böylece onun iyi niyetini kazanmış olacaktı.511 Zaten Melik Azîz’in uzun zamandan beridir sahip olmak istediği Kudüs, her ne kadar manevî nüfûzundan dolayı Melik Efdal’e prestij sağlıyor olsa da ekonomik olarak büyük bir getirisi yoktu.512 Bundan dolayı Melik Efdal, vezirinin telkinleri ile Kudüs’ü kardeşine verince bunu büyük bir kayıp olarak addetmedi.

Buna binâen Melik Efdal, kardeşi Melik Azîz’e haber göndererek Kudüs’ü ona devretmek istediğini bildirdi. Ağabeyinin bu jestine çok sevinen Melik Azîz, bu teklifi hemen kabul etti. Hatta bu konuda çok acele davranarak Kudüs emîri İzzeddîn Cordik Nûrî’ye on bin dinar göndererek askere dağıtmasını ve hutbenin de derhal kendi adına okunmasını emretti. 513 Diğer taraftan Melik Efdal’in Kudüs nâibleri ise Kudüs’ü kardeşine devretme girişimine oldukça sert bir muhalefet gösterdiler. Çünkü onlar, Kudüs’teki yolsuzluklarının 514 Melik Azîz tarafından ortaya çıkarılacağından korkuyorlardı. Melik Efdal de bir süre sonra onların itirazları ve telkinleri sonucu inanılmaz bir acemilikle kardeşine verdiği sözden vazgeçti. Bu tutarsızlığa oldukça fazla öfkelenen Melik Azîz, Melik Efdal’in elindeki Nablus’u, yanındaki bir kısım komutanlara iktâ olarak verdi. Böylece iki kardeş arasında ilk anlaşmazlık ortaya çıkmış oldu.515

Aslında iki kardeş arasındaki tek anlaşmazlık bu değildi. Onlar arasındaki anlaşmazlığın bir diğer sebebi de Cübeyl Kalesi’nin516 Haçlıların eline geçmesi idi.517 Salâhaddîn döneminde fethedilen Cübeyl’in muhafızı bir Kürt idi.518 Haçlılar iki kardeş arasındaki anlaşmazlığı duyduklarında burayı ele geçirmek üzere harekete geçtiler. Orayı muhafaza etmekten aciz kalan muhafız, bir miktâr para karşılığında orayı

511 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 15; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 143. 512 Dahlmanns, a.g.e., s. 48. 513 Makrizî, a.y. 514 Salahaddîn Eyyûbî, Kudüs giderlerinin karşılanması için bir vakıf tahsis etmişti. Oranın nâibleri, bu vakfa el uzatmış ve büyük miktârda yolsuzluk yapmışlardı. Kudüs, Melik Azîz’e verildiği takdirde bu yolsuzlukları ortaya çıkabilir ve Melik Azîz’e bu yolsuzluklarının hesabını veremeyebilirlerdi. Bu sebeple Melik Efdal’e müracaat ederek Kudüs’ü kardeşine bırakmaması husûsunda onu ikna etmeğe çalıştılar. Bunun için Kudüs’ün bütün giderlerini kendi iktâlarından karşılayacaklarını ve Dımaşk’a hiçbir şekilde yük olmamasını sağlayacaklarını taahhüt ettiler. Melik Efdal de bunun üzerine Kudüs’ü kardeşine vermekten vazgeçti. Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 246; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 15. 515 Ebû Şâme, a.y.; İbn Vâsıl, a.y. 516 Cübeyl, Beyrut’un doğusunda bulunan meşhur bir kale şehirdir. el- Hamevî, a.g.e., c. II, s. 109. 517 Ebû Şâme, a.y.; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 26. 518 İbn Vâsıl, a.y.

85

Haçlılara teslim etti. 519 Böylece Eyyûbîler, Salâhaddîn’den sonra ilk defa toprak kaybetmiş oldular. Bundan dolayı da diğer birçok Eyyûbî meliki gibi Melik Azîz de oranın elden çıkmasından Melik Efdal’i sorumlu tuttu.

Bu arada 590/1194 yılı başlarında Mısır ile Dımaşk arasındaki gerilim kırılma noktasına vardı. Melik Azîz, bir taraftan Dımaşk’a bir ültimatom çekerek sultanlığın sembolü olan hutbenin kendi adına okunmasını ve sikkenin kendi adına basılmasını istedi;520 diğer taraftan da Salâhiyye, Esediyye ve Kürt birliklerinden oluşan muazzam ordusunu hazırlayarak Haçlıların zapt ettikleri Cübeyl’e doğru yola çıktı. Aslında gerçek niyeti Dımaşk’tı.521 Kardeşinin niyetini öğrenen Melik Efdal ise herhangi bir savaşa girmek ve kan dökmek istemediğini söyleyerek bu meseleyi barışçı yollardan halletmek istedi.522 O, İslâm birliğinin parçalanmaması ve Müslümanlar arasında kan dökülmemesi için fedâkarlıkta bulunarak kardeşinin istediği sultanlık alametlerinden feragat etmeye hazır olduğunu ve kendi ülkesinde onun adına hutbe okutmaya ve sikke bastırmaya râzı olduğunu belirtti.

Melik Efdal’in bu davranışından oldukça memnun kalan İmâdüddîn el-İsfehânî, bir an önce kardeşler arasında sulh anlaşmasının sağlanması için çaba sarf etmeye başladı. Diğer taraftan Vezir Ziyâüddîn el-Cezerî ise Melik Efdal’in sultanın en büyük oğlu olması hasebiyle paranın da sikkenin de onun hakkı olduğunu söyleyerek kardeşine karşı herhangi bir acizlik göstermemesi gerektiğini söyledi. Diğer bazı önde gelen bürokratlar da vezire destek verince Melik Efdal, barış çabalarından vazgeçti.523

Ülkede siyasî birliği yeniden tesîs etmek isteyen Melik Azîz de Dımaşk’ın alınmasını, kendi sultanlığının güvencesi olarak görmekteydi.524 Bu sebeple orayı almak için ordusunu harekete geçirdi.525 Bunun üzerine Melik Efdal, el-Cezîre’de bulunan amcası Melik Âdil’den ve doğudaki diğer meliklerden yardım istedi. Çünkü o, tek başına Melik Azîz’e karşı koyabilecek askerî güçten yoksundu. Bu çağrı üzerine başta

519 İbn Tağriberdî, a.g.e., c. VI, s. 120. Orayı Haçlılardan geri almak için Melik Efdal, harekete geçmiş, ancak başarılı olamamıştı. Ebû Şâme, a.y.; İbn Vâsıl, a.y. Fakat bir süre sonra Bizans elçisinin araya girmesiyle Gerçek Haç karşlılığında orası Eyyûbîlere geri verilmiştir. Makrizi, a.g.e., c. I/I, s. 148, 150. 520 Humphreys, a.g.e., s. 94. 521 İbn Tağriberdî, a.y. 522 Ebû Şâme, a.g.e.. c. IV, s. 246-247. 523 İbn Vâsıl, a.g.e.. c. III, s. 27-28. 524 Kaya, a.g.m., s. 147. 525 Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 144.

86

Melik Âdil olmak üzere Hama, Halep, Humus, Musul, Baalbek ve diğer bazı beldelerin melikleri Dımaşk’ta toplandılar. Onlar, Melik Azîz’in Dımaşk’ı alması durumunda Eyyûbî Devleti’nde siyasî birliği kurmak amacıyla kendi beldelerini de ellerinden alacağını sezmişlerdi.526

Melik Âdil, Dımaşk’a varır varmaz Melik Azîz ile temasa geçerek kardeşler arasında barışın sağlanması için girişimlerde bulundu. İkisi Dımaşk dışında bir görüşme gerçekleştirdiler. O görüşmede Melik Âdil, yeğenine: “Düşman her taraftan bizi kuşatıp arkamızdan bizi kovalarlarken ki zaten Cübeyl’i de almışlar, sen aileyi yıkıp belalara düçar kılma! Babanın taksîmat konusundaki ahdini de yere vurma, Mısır’a geri dön! Ayrıca Dımaşk’ın hürmetine halel getirme ki oradakiler de başkaldırıya heveslenmesinler.” diyerek onu yaptığından vazgeçirmeye çalıştı. 527 Melik Azîz, Dımaşk’a takviye birliklerin gelmesiyle birlikte oranın zaptının neredeyse imkânsız olduğunu görmüştü. Bu sebeple, amcasını kırmayacağını söyleyerek barış görüşmelerinin başlamasına rıza gösterdi. Bu konudaki samimiyetini göstermek için de güçlerini Dımaşk’ın önlerinden Dareyyâ’ya528 çekti.529 Buradayken hastalandı. Giderek şiddetlenen hastalığından dolayı çoğu zaman barış görüşmelerine katılamıyordu.

Tarihçi Sıbt İbn Cevzî ise Melik Azîz’i savaştan vazgeçiren unsurun Dımaşk’a gelen takviye güçler değil, yakalandığı hastalık olduğunu ve hastalığı olmasaydı kesinlikle barışa yanaşmayacağını iddia etmektedir.530

Mısır ve Dımaşk temsilcilerinin hazırladıkları anlaşma metnine iki kardeş son halini verdikten sonra barış antlaşması imzalandı. Bu anlaşmaya göre Kudüs ve o civardaki Filistîn şehirleri Melik Azîz’e verilecekti. Suriye civarındaki Lazkiye ve Cebele 531 Melik Zâhir’e bırakılacak, Melik Âdil de Mısır’daki eski iktâlarını elde edecekti. Dımaşk, Taberiyye ve Gavr532 yine Melik Efdal’in elinde kalacaktı.533 Bu

526 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 234; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 29-30. 527 İbn Tağriberdî, a.g.e., c. VI, s. 121. 528 Dımaşk’ın vahada bulunan meşhur büyük köylerinden biri olan Dareyyâ (el-Hamevî, a.g.e., c. II, s. 431), günümüzde Dımaşk’ın yaklaşık 8 km. güneybatısında bulunmaktadır. 529 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 30-31. 530 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/I, s. 436. 531 Cebele, Lazkiye’nin yaklaşık 25 km. kuzeybatısında bulunan bir Suriye şehridir. https://ar.wikipedia. .Erişim. 24.06.2015 .جبلة_(سوريا)/org/wiki 532 Gavr, Kudüs ile Dımaşk arasında bulunan Ürdün vadisidir. el-Hamevî, a.g.e., c. IV, s. 217. 533 İbn Esîr, a.y.

87

anlaşmayla Melik Efdal’in egemenlik alanı sınırlandırılmakla birlikte Suriye’deki mevcut durum mümkün olan en az değişiklikle korunmaya çalışıldı. Melik Azîz de verilebilecek en az tavizle razı edildi.534 Bu olay, Melik Efdal’in yetersizliğine rağmen Eyyûbî prensleri arasında onu tahttan indirme hususunda henüz bir konsensüs’ün oluşmadığını göstermektedir.

Bu olaylarda çok önemli bir arabulucu rolü oynayarak hanedan üyeleri arasında kan akıtılmasını engellemiş olması Melik Âdil’in prestijini artırdı. Yine o, bir önceki yılda Eyyûbîlerin el-Cezîre’deki varlığına son vermek için girişilen darbe teşebbüsünü de bertaraf etmişti. Bu olaylar, bilinçli bir şekilde olmasa da onun lider boşluğunu doldurduğunu göstermektedir.535

Bu arada barışın sağlanmasından sonra Melik Âdil, Mısır melikiyle bağlarını güçlendirme fırsatını da kaçırmadı.536 Kızı Hatûn’u onunla evlendirdi.537 Nikâhtan sonra Melik Azîz Mısır’a dönerken Melik Âdil ve diğer melikler de bir süre daha Dımaşk’ta kaldıktan sonra her biri kendi beldesine geri döndü.

1.5.2.2. Melik Âdil’in İkinci Dımaşk Muhâsarasındaki Rolü

1.5.2.2.1. Sultanın Yardım Çağrısına Yine İcâbet Etmesi

Birçok emîrin Dımaşk’tan ayrılıp Mısır’a gitmesinden sonra Melik Efdal, kendisini tamamen içkiye, oyuna ve eğlenceye vermişti.538 Tarihçi İbn Vâsıl şu ilginç iddiada bulunmaktadır: Melik Âdil, Dımaşk’ta bulunduğu sırada yeğeninin içki âlemlerinde vakit geçirmesine onay vermiş, hatta ona yaptığı bu işi gizli saklı bir şekilde değil de alenî olarak yapmasını tavsiye etmişti. Melik Efdal de amcasının tavsiyesini dinlemiş, artık içkiye olan meylini gizlemeyerek bütün vaktini bu işret meclislerinde geçirir olmuş ve devletin bütün işlerini de veziri Ziyâüddîn el-Cezerî’ye

534 Kaya, a.g.m., s. 149. 535 Humphreys, a.g.e., s. 97. 536 Humphreys, a.y. 537 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/I, s. 436; Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 248; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 34; İbn Kesîr, a.g.e., c. XVI, s. 664; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, 145 538 Bütün vaktini içki ve eğlenceyle geçirip halktan kopuk bir yönetim sergilemesi nedeniyle kendisine ‘Uyuyan Sultan’ lakabı verilmişti. Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/I, s. 436; İbn Tağriberdî, a.g.e., c. VI, s. 122.

88

havale etmişti.539 Melik Âdil’in yeğenine verdiği bu nasihatler, onun ülkesine yönelik gizli bir ajandasının olabileceğini akla getirse de gerçekte böyle bir niyetinin olup olmadığını kesin olarak bilmiyoruz. Ancak onun nasihatlerini dinleyen Melik Efdal’in düştüğü aciz durum ve ülkesinin idâresini devrettiği vezirinin kötü yönetimi, Dımaşk’ta kalan emîrleri oldukça huzursuz etmeye başlamış ve bu sebeple onlar art arda Mısır’a giderek Melik Azîz’in saflarında yerlerini almışlardı.

Bu kötü gidişata tepki gösterenlerden biri de Aclûn540 ve Kevkeb emîri ve aynı zamanda Salâhiyyenin önde gelen komutanlarından İzzeddîn Üsâme idi. O da Melik Efdal’i terk ederek Mısır’a gitti. Ancak o, Melik Efdal’in tamamen vezirinin etkisine girdiği ve onun teşvikleriyle Mısır topraklarına saldırabileceği iddiasıyla bundan sonra bütün enerjisini Melik Azîz’in, Esediyye’nin merkez üssü haline gelmiş Dımaşk’ı tekrar kuşatması için harcadı.541 Ondan bir süre sonra Salâhiyyenin bir diğer önemli simâsı Şemseddîn Aydemir b. Salar da Mısır’a gitti.542 O da bu konuda İzzeddîn Üsâme’ye destek vererek Melik Azîz’i Dımaşk’ı kuşatmaya teşvik etti. 543 Bu ikisini Kâdı Muhyiddîn b. Ebî Asrûn izledi.544

Babasının emîrlerinin kendisini bir bir terk edip Melik Azîz’e sığınmalarından ve elindeki Dımaşk’ı alması için onu etkilemeye çalışmalarından haberdar olan545 Melik Efdal, aklını başına almak zorunda kaldı. Aslında o, faziletli, edîp ve çok güzel şiirler yazabilen biriydi.546 Ancak zayıf iradeli bir kişiliğe sahipti. Bütün yaptıklarından tövbe edip içki, oyun ve eğlenceyi bıraktı. İçki ile alakalı her şeyi saraydan çıkardı. Kendi hattı ile bir Mushaf yazmaya başladı ve zahidâne bir hayat yaşamaya çalışarak kendisini tamamen ibâdete verdi.547 Ancak halen vezirinin etkisi altındaydı. Kulaklarını babasının has adamlarından İmâdüddîn el-İsfehânî’nin ve diğer ileri görüşlü kimselerin nasihatlerine kapatmış, sadece Dımaşk’ın tek hâkimi gibi davranan vezirine bütün

539 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 40. .Erişim .عجلون/Aclûn, Ürdün’ün kuzeybatısında bulunan bir şehirdir. https://ar.wikipedia.org/wiki 540 24.06.2015. 541 Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 248; İbn Tağriberdî, a.g.e., c. VI, s. 122. 542 Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 146. 543 Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 146-147. 544 Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 248; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 39-40; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 147. 545 İbn Tağriberdî, a.g.e., c. VI, s. 122-123. 546 Onun, kardeşi Melik Azîz için yazdığı şiir için bkz. Ebû Şâme, a.y., c. IV, s. 248; İbn Vâsıl, a.g.e.,c. III, s. 37-38. 547 Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 249; İbn Vâsıl, a.g.e.,c. III, s. 40; İbn Tağriberdî, a.g.e., c. VI, s. 123.

89

güvenini bahşetmişti. Bu sebeple içki ve işret meclislerini terk etmesi ve ibâdete dönüş yapması da devlet işlerinin düzelmesi için çok etkili olmadı.

Melik Efdal, Melik Azîz’in aynı yıl Dımaşk’ı tekrar muhâsara niyetinin olduğunu anlayınca danışmanlarıyla istişarede bulundu. Danışmanları, iki gruba ayrılmıştı. Yaşlı grubun başını çeken İmâdüddîn el-İsfehânî ona, kardeşi Melik Azîz’e mektup yazmasını, onun gönlünü almasını ve istediği sikke ve hutbenin de onun adına olacağını bildirmesini tavsiye etti. Yaşlı grubu oluşturan diğer danışmanlar da İmâdüddîn el-İsfehânî’yi desteklediler. Çünkü onlar, Melik Azîz’den ziyâde bu topraklarda gözü olan Melik Âdil’in daha tehlikeli olduğunu sezmişlerdi. Bu sebeple, Melik Efdal’e sultanlığı kardeşine devr etmesi durumunda kardeşinin artık kendisini rahat bırakacağını ve Dımaşk’ı ondan almayacağını söylediler. Yine ona ittiba edildiğinde Melik Âdil’in bu toprakları elde etme imkânının kalmayacağını da beyân ettiler. Onlar durumun vehâmetini anlamış ve işlerin daha da kötüye gitmemesi için çaba sarf etmekteydiler. Onlar aynı zamanda Melik Âdil tehlikesini göz ardı etmemek gerektiğini de görmüşlerdi. Yine kardeşlerin birbirleriyle didişmelerinin ikisinin de zararına olacağını ve üçüncü bir kişiyi güçlendireceğini fark etmişlerdi. Fakat yeni oluşan elit grubun önde gelenlerinden Vezir Ziyâüddîn el-Cezerî ise Melik Efdal’e hükümranlık haklarını sonuna kadar kullanmasını ve kardeşine karşı amcasıyla ittifak etmesini tavsiye etti.548 Ayrıca bu ittifaka diğer Eyyûbî meliklerini de dâhil etmesini önerdi. Ancak, vezirin görüşü çok tehlikeliydi. Çünkü böyle bir durumda Melik Efdal, giderek amcasına bağlı hale gelecekti. Melik Efdal, bir süre bu iki grubun önerileri arasında mütereddit kalmışsa da sonunda, vezirinin tavsiyelerine kulak verip Ca’ber Kalesi’ndeki amcasına giderek onunla Fırat’ın kenarındaki Sıffîn mevkiinde görüştü.549 Amcası, siyasî müttefik arayışındaki yeğeninin yardım çağrısına olumlu yaklaşarak ona yardım edeceğine söz verdi. Yeni siyasî müttefikler arayışına devam eden Melik Efdal, daha sonra Halep emîri Melik Zâhir ve Hamâ emîri Melik Mansûr ile görüşerek onları da bu koalisyona dâhil edebildi.550 Yeğenine verdiği söz üzerine yola çıkan Melik Âdil, kısa süre içinde diğer müttefiklerden önce ordusuyla birlikte Dımaşk’a ulaştı.

548 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 41. 549 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 239; İbn Tağriberdî, a.y. 550 Ebû Şâme, a.y.; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 43.

90

Etrafındaki yeni elitleri dinleyen sultan, amcası Melik Âdil’in desteğini garantilemek için ona oldukça fazla hürmet gösterdi. Dımaşk’ta kaldığı sürece yönetim işlerini ona devretti. Bu süre içinde Dımaşk sokaklarında gezinti sırasında saltanat sancağı, amcasının önünde dalgalanırken kendisi de onun kortejinde arkasından yürürdü.551

1.5.2.2.2. İttifaktan Kopmalara Sebep Olması

Kardeşi Melik Azîz’e karşı Eyyûbî meliklerinin ve emîrlerinin çoğunun desteğini alabilen Melik Efdal, kardeşi Halep hâkimi Melik Zâhir’in de desteğini alabilmişti. O da başlangıçta ittifakta yer almıştı. Ancak kararlaştırılan bu ittifak yürürlüğe girmedi. Çünkü Melik Zâhir’in en stratejik yerlerdeki sadık adamları olan Hamâ hâkimi Melik Mansûr ile Bârîn emîri İzzeddîn b. Mukaddem’in Melik Âdil’den himâye taleplerinin, Melik Zâhir’in bütün itirazlarına rağmen, kabul görmesi552 Melik Zâhir’in koalisyon içindeki pozisyonunu ciddi şekilde olumsuz etkilemişti. Melik Âdil’in bu davranışından dolayı onunla yeğeni arasındaki ilişkiler, gittikçe kırılgan bir durum almış, bunun sonucunda da ittifak çatırdamaya başlamıştı.

Ayrıca Melik Âdil, Melik Zâhir’e başvurarak bir önceki yıl kendisine esir düşmüş olan Tell-Bâşir 553 emîri Bedreddîn Dilderem’i ve onun bazı akrabalarını salıvermesini istemiş, bunun karşılığında da bazı vaatlerde bulunmuştu. Melik Zâhir, onun isteğini yerine getirerek esirleri serbest bırakmış, o ise sözünü tutmayarak yeğenine verdiği vaatleri yerine getirmemişti.554 Melik Âdil, böyle davranarak aslında hanedan içinde sultanlık konusunda rakip olabilecek pozisyonunda bulunan bu yeğenini zayıflatmak istiyordu.

Amcasının vefasızlığını gören Melik Zâhir, onun hanedanlık içinde farklı hesapların peşinde olduğunu anlamış ve ona olan bütün güvenini kaybetmişti. O, artık

551 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 44; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 152; Humphreys, a.g.e., s. 98-99. 552 Hamâ hâkimi Melik Mansûr ile Bârîn emîri İzzeddîn b. Mukaddem, Melik Zâhir’e bağlıydılar. Ancak onlar, Melik Âdil’e haber göndererek, kendisine sığınmak istediklerini bildirdiler. Melik Zâhir’den kopmak ve ona olan bağlılıklarını bitirmek istiyorlardı. Melik Âdil de bu isteği kabul ederek onları yanına alarak himâye etti. Melik Zâhir ise onların kendisine verilmesi için amcasına birçok defa başvuruda bulundu. Ancak hiçbir başvurusu, amcası tarafından kabul görmedi. Ebû Şâme, a.y.; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 44-45. 553 Tell-Bâşir, Halep’in kuzeyinde bulunan korunaklı bir kale şehirdir. el-Hamevî, a.g.e., c. II, s. 40. 554 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 45.

91

amcasından nefret ediyordu. Hatta amcasını kendisine tercih ettiği için ağabeyi Melik Efdal’den de nefret etmeye başlamış, ondan uzaklaşmıştı. Bütün bunlar onu, Melik Azîz’e yaklaştırmış, güçlerini koalisyondan çekip Melik Azîz’in saflarına katılmasını sağlamıştı. Bundan sonra her türlü desteği vereceğine söz vererek Melik Azîz’in Dımaşk’a karşı bir harekâta girişmesini sağlamak için olanca gücüyle çalışmaya başlamıştı.555

Melik Zâfir de koalisyondan ayrılmıştı. O da Melik Efdal’in, desteğini almak için Dımaşk’ın yönetimini amcasına devretmesinden rahatsız olmuş, 556 bu sebeple ittifaktan çıkmıştı.

1.5.2.2.3. Mısır Ordusunu Birbirine Düşürmesi

Melik Zâhir’in ve Melik Zâfir’in Dımaşk koalisyonundan kopması, koalisyonu zayıflatmıştı. Bunu gören Melik Azîz’in, Dımaşk’ı yeniden muhâsara konusundaki cesareti artmıştı. Yine Melik Efdal’den ayrılıp kendisine katılmış olan Salâhiye komutanları da bu konuda sürekli onu teşvik ediyorlardı. Bunun üzerine o, Salâhiye, Esediye ve Kürtlerden oluşan ordusuyla yola çıktı. Ancak ordusunun içinde büyük problemler vardı. Çünkü orduyu oluşturan bu üç unsur, birbirlerini çekemiyorlardı. Melik Efdal’e cephe alarak Dımaşk’tan ayrılıp Mısır’a giden Salâhiyenin önde gelen komutanları, Melik Azîz tarafından onurlandırılarak önemli mevkilere getirilmişlerdi. Bu komutanlar, Melik Azîz’in yanındaki bu mevkilerini kullanarak Esediye birliklerini tasfiye yoluna gitmişlerdi. Bu sebeple Melik Azîz tarafından dışlandıklarını düşünen Esediye grubu ona cephe alır hale gelmişti. 557 Yine Melik Azîz, Kürtlerin ileri gelenlerinden Fakîh Kemâl’in iktâlarını ellerinden alarak Kürtleri de kızdırmıştı. Yine başka birçok emîrin de iktâlarını ellerinden almış, onların Dımaşk’a, Melik Efdal’e sığınmalarına sebep olmuştu.558 Bütün bunlar ona karşı hoşnutsuzluğu artıran sebepler olmuştu.

Melik Azîz’in ordusunun ana vurucu gücünü oluşturan bu üç unsur arasındaki ayrılığı fark eden Melik Âdil, zaman kaybetmeden bundan faydalanmak istedi. Bu

555 Ebû Şâme, a.y.; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 153. 556 Ebû Şâme, a.y. 557 Bkz. İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 240; Kaya, a.g.m., c. XXI, Sayı 2, s. 150. 558 Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 147.

92

sebeple dışlanmış grupların emîrleri ile yazışarak büyük vaatler karşılığında onları kendi tarafına geçmeye çağırdı.559 Diğer taraftan Melik Azîz’e de mektup göndererek onu Esediye birlikleri ile korkutmaya çalıştı. Çalışmaları etkisini gösterdi560 ve kısa süre içinde siyasî dehasıyla taraflar arasında güvensizlik oluşturmağa muvaffak oldu. Esediye ve Mihrâniyye Kürtleri onu sevmemelerine rağmen mecburiyetten onun çağrısına icâbet etmiş,561 Melik Azîz’in yanında ise sadece Salâhiye birlikleri kalmıştı.

1.5.2.2.4. Mısır’ı Zaptetmek İçin Sultan Melik Efdal’le Birlikte Yola Çıkması

Salâhiye emîrlerinin Melik Azîz tarafından Mısır yönetiminin en tepe noktalarına yerleştirilmeleri diğer grupları oldukça rahatsız etmiş, Melik Âdil de bu krizden yararlanmıştı. Çünkü o, Dımaşk koalisyon güçleriyle Mısır ordusunun saldırılarına karşı koyamayacağını anlamıştı.562 Bu sebeple muhâlif grupların liderlerine mektuplar yazarak onları kendi tarafına çekmeye çalıştı. Onun çağrısıyla Esediye birliklerinin lideri Seyfeddîn Ayâzkûş ve onun ikna etmesi ile Mihrâniyye Kürtlerinin liderlerinden Hüsâmeddîn Ebu’l-Heycâ es-Semîn 563 ve diğer bazı liderler Melik Azîz’den ayrılarak Dımaşk koalisyonuna katıldılar. Melik Azîz, askerlerinin çoğunun kendisini terk edip müttefik güçlerin safına geçmeleri karşısında Mısır’a geri çekilmek zorunda kaldı. 564 Bu arada o, sefere çıkarken Mısır’da nâib olarak Esediye’den Bahâddin Karakuş’u bırakmıştı.565 Bu durumda onun Mısır’da darbe yapma olasılığı da vardı.566 Bu sebeple Melik Azîz, hızlı bir şekilde Mısır’a geri çekildi.

Kürt birliklerinin lideri 567 Hüsâmeddîn Ebu’l-Heycâ, Melik Âdil’e bir elçi göndererek Melik Azîz’in askerlerinin çoğunun kendisinden ayrıldığını, bu yüzden güçsüz düştüğünü ve derhal takip edilmesi gerektiğini bildirdi.568 Yine Melik Azîz’den ayrılan diğer emîrler de Melik Âdil ve Melik Efdal’e haber göndererek Dımaşk’tan

559 İbn Tağriberdî, a.g.e., c. VI, s. 123. 560 Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 249-250; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 46-47; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 152. 561 İbn Tağriberdî, a.g.e., c. VI, s. 123-124. 562 İbn Tağriberdî, a.g.e., c. VI, s. 123. 563 Erbîl’in Hakemiyye Kürtlerinden olan Ebu’l-Heycâ, çok şişman olduğu için kendisine ‘es-Semîn’ lakabı verilmişti. İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 245. 564 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 240. 565 Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 250. 566 Humphreys, a.g.e., s. 100; Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 441. 567 Ebû Şâme, a.y. 568 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 50-51.

93

çıkıp kendileri ile ittifak yapmaları halinde Melik Azîz’i kendilerine teslim edeceklerini taahhüt ediyorlardı.

Bunun üzerine Melik Âdil, Melik Efdal’i huzuruna çağırarak ikisi baş başa bir görüşme gerçekleştirdiler. Bu görüşmede yaptıkları antlaşmaya göre Dımaşk’ın tümü ve Mısır’ın 1/3’ü Melik Âdil’e kalacak, Melik Efdal de sultan olarak Mısır’ın 2/3’ünü alarak oranın hâkimi olacaktı. Tarihçi İbn Esîr ise bu görüşme ve antlaşmanın gizli değil de ileri gelen birtakım emîrlerin huzurunda gerçekleştiğini belirtir. Sıbt İbn Cevzî’ye göre ise bu antlaşma, Melik Kâmil ile Melik Efdal arasında gerçekleşmiştir.569

Özellikle Esediye Memlûkları Melik Azîz’in Mısır’a ulaşıp tekrar asker toplama imkânına kavuşmaması için çok acele edilmesi gerektiğini ifâde ediyorlardı. 570 Bu sebeple Dımaşk koalisyon güçleri acele ederek yanlarına ağır kuşatma malzemelerini almadan ordularıyla birlikte Mısır’a doğru yola çıktılar.571 O sıralar Kudüs’te Melik Azîz’in emîrlerinden İzzeddîn Cordik hükmetmekteydi. Dımaşk koalisyon güçlerinin başkomutanı Melik Âdil, burayı İzzeddîn Cordik’ten alarak İkinci Dımaşk Muhâsarası’nda gösterdiği gayretlerden dolayı Hüsameddîn Ebu’l-Heycâ’nın idâresine verdi. İzzeddîn Cordik’e de başka iktâlar verdi. 572 Mısır yakınlarındaki Bilbîs’e ulaştıklarında oranın ünlü Salâhiye komutanlarından Fahreddîn Çerkez tarafından korunduğunu gördüler. Yanlarında ağır kuşatma malzemelerinin bulunmaması sebebiyle kuşatmada muvaffak olamadılar. Nil Nehri’nin taşması da onların daha da ileri gitmelerine engel olmuştu.573

1.5.3. Melik Âdil’in Dımaşk’a Karşı Mısırla İttifak Kurması

1.5.3.1. Sultan Melik Efdal’in Güvenini Kötüye Kullanması

Bilbîs’te bekleyen Dımaşk koalisyon güçlerinin başkomutanı Melik Âdil, Esediye memlûkları ile Kürtlerin Melik Azîz’in tarafına geçmesinden korkmuştu.

569 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 240; Sıbt İbn Cevzî, a.y.; Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 250; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 51. 570 İbn Vâsıl, a.y. 571 Humphreys, a.g.e., s. 101. 572 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 52. Kudüs karşılığında İzzeddîn Cordik’e verilen iktâlar için bkz. Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 155. 573 İbn Vâsıl, a.y.; Makrizî, a.y.; Dahlmanns, a.g.e., s. 55.

94

Çünkü bu grupların liderleri Melik Azîz’e karşı yaptıklarına pişman olmuşlardı. 574 Melik Âdil, askerlerin Melik Efdal’e yakınlık gösterdiklerini de görmekteydi. Bu sebeple Mısır’ı Melik Azîz’den aldıktan sonra zayıf karakterli bir kişiliğe sahip olan Melik Efdal’in, aralarındaki antlaşmaya sâdık kalmayarak Dımaşk’ı kendisine teslim etmemesinden ve Mısır’daki iktâlarını da elinden almasından korkmaya başladı.575

Bunun üzerine gizlice Melik Azîz’e haber göndererek sebât göstermesini, Mısır’dan ayrılmamasını ve kendi askerlerine karşı herhangi bir savaşa girilmeyeceği garantisini de vererek ondan Bilbîs’e takviye güçler göndermesini istedi. Bunun üzerine Melik Azîz, Fahreddîn Çerkez tarafından korunan Bilbîs’e takviye güçler gönderdi. Diğer taraftan Melik Âdil, ya Bilbîs’e saldırıp orayı almak veya Mısır’a doğru yola devâm etmek niyetinde olduğunu söyleyen Melik Efdal’i her defâsında durdurdu. Bir taraftan onun herhangi bir saldırıya geçmesine engel olurken diğer taraftan da gizli olarak Melik Azîz ile irtibâta geçerek Kâdı Fâdıl’ı arabulucu olarak göndermesini istiyordu. Kâdı Fâdıl, Salâhaddîn’in yanındaki mevkisi nedeniyle bütün Eyyûbî melikleri nezdinde yüksek bir itibâra sahipti. O, barış görüşmelerinin başlatılması konusunda olağanüstü çaba gösterdi. Onun ve Melik Âdil’in çabalarıyla kısa sürede düşman kardeşler, antlaşma masasına oturdular. 591/1195 yılında yapılan bu antlaşmaya göre;

1- Melik Efdal sultan ünvanını ve önceden sahip olduğu yerleri elinde tutacaktı. Kudüs, Filistîn ve bağlı yerler tekrar onun hâkimiyetine verilecekti. 2- Melik Âdil de Mısır’daki eski iktâlarına sahip olarak yeğeni Melik Azîz’in devlet işlerini düzeltmesi için onun atabeyi olarak Mısır’da kalacaktı.576 3- Melik Azîz de ordusundan ayrılan isyancı Esediye ve Kürt birliklerini affedecek, onlara eski iktâlarını iade edecekti.577

Bu antlaşmadan en kazançlı çıkan Melik Âdil oldu. Çünkü o, artık hanedanlığın merkez figürü haline gelmişti. Şimdiye kadar kardeşler arasındaki iktidar

574 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 52; Ayrıca bkz. Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 441; Ebû Şâme, a.y. 575 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 240. 576 Bazı tarihçiler ise onun, Melik Azîz’in hâcibi olarak Mısır’a yerleştiğini belirtmektedirler. Bkz. el- Hanbelî, a.g.e., s. 205. Hacib, bugünkü özel kalem müdürü ünvanına mukabil bir ünvandır. 577 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 240-241; Ayrıca bkz. Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., VIII/I, s. 441; Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 250; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 53-54; İbn Haldûn, a.g.e., c. V, s. 384-385; Dahlmanns, a.g.e., s. 56-57.

95

mücadelelerine ihtiyatlı bir şekilde müdâhil oluyor ve başkaları tarafından çıkarılan krizleri kendi lehine çevirmeye çalışıyordu. Ancak bundan sonra ise o, Mısır atabeyi olması hasebiyle devletin en büyük ve en zengin emîrliğinin başındaki meliki kalıcı olarak etkileyebilirdi. Zaten o da bu fırsatı kaçırmayıp sonuna kadar kullandı.578 Yine isyancı Esediye ile Kürtlerin affedilmesini sağlayarak onların güvenini kazandı. Böylece Mısır’a yerleştikten sonra onlar vasıtasıyla istediği şekilde hareket edebilir ve Mısır’ın içişlerine müdâhil olabilirdi.

1.5.3.2. Sultan Melik Efdal’i Tahttan İndirmesi ve Dımaşk Hâkimiyeti

Mısır’a yerleşen Melik Âdil, kısa bir süre içinde Melik Azîz’i etkisi altına almayı başardı. Melik Azîz, aslında ne tembel ne de kötü ahlaklı biriydi. Ancak yönetim kabiliyeti yetersizdi. Bu sebeple tüm yetkilerini amcasına devretme noktasında istekliydi. Melik Âdil de Mısır’ın yönetim işlerinin bir kısmını eline alarak kendi adına bağımsız hareket etmeye başladı. O, Sina Dağı’ndaki Katherina Manastırı’na bazı imtiyazlar verdiği antlaşmada da olduğu gibi kendi adına antlaşmalar yapabilmekteydi. Yine daha kısa süre önce Melik Âzîz tarafından Mısır kâdılığına atanan Kâdı Muhyiddîn b. Ebû Asrûn’u579 azledip onun yerine Kâdı Zeyneddîn Yûsuf ed-Dımaşkî’yi atamasında da 580 görüldüğü gibi o, birtakım atamalar da gerçekleştirebilmekteydi. Birçok ciddi malî problemi de halledebilmişti. Yine Eyyûbî Devleti’nde siyasî birliği sağlama konusundaki amacına ulaşmak için Melik Azîz’i kullanabileceğini de görmüştü.581

Diğer taraftan zayıf irâdeli bir kişiliğe sahip olan Melik Efdal, Mısır seferinden sonra tekrar kendini ibâdete verdi. Devletinin idâresini de yine tamâmen veziri Ziyâüddîn el-Cezerî’ye bıraktı. Egoist ve kendini beğenmiş biri olan vezir, devletin önde gelenlerine daha da kötü davranmaya ve onları Dımaşk’tan kaçırmaya başladı.582 Zaten Melik Âdil, ikinci Dımaşk seferi esnasında bu vezirin yaptıklarına muttali olmuş, davranışları hoşuna gitmemişti. Bu duruma üzülmüş ve Melik Efdal’e söz konusu veziri

578 Humphreys, a.g.e., s. 101. 579 İbn Vâsıl, a.g.e, c. III, s. 39. 580 İbn Vâsıl, a.g.e, c. III, s. 54. 581 Humphreys, a.g.e., s. 101; Kaya, a.g.m., s. 154. 582 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 441; Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 250-251; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 55.

96

yanından uzaklaştırması tavsiyesinde bulunmuştu. Ancak bu önerisi kabul görmemişti. 583 Dımaşk’ın ileri gelenleri de bu durumdan rahatsızdılar. Kaymaz en- Necmî ve devletin önde gelen diğer bürokratları Melik Âdil’e sık sık mektup yazarak Melik Efdal’in bu duyarsızlığını şikâyet ediyorlardı. Bunun üzerine Melik Âdil, tekrar elçi göndererek; ‘Artık başarısız ve kötü bir yönetici olan bu ahmakı yanından uzaklaştır,’ diye yeğenine öğütte bulundu. Fakat yeğeninin kendisini dinlemediğini, daha önce olduğu gibi yine vezirini koruduğunu görünce584 ona olan güvenini tamamen kaybetti. Onu desteklemekten vazgeçtiği gibi Dımaşk’ı onun elinden almak için de hazırlıklara başladı. Bu anlaşmazlıkta neredeyse bütün tarihçiler veziri suçlarken kardeşi olması hasebiyle tarihçi İzzeddîn İbn Esîr ise böyle bir suçlamayı kabul etmez. O, bu anlaşmazlığın tek nedeni olarak Melik Efdal’in amcasına olan aşırı güvenini görür. Hatta onunla kardeşi Halep hâkimi Melik Zâhir arasında geçtiğini iddia ettiği aşağıdaki diyaloğu da bu aşırı güvenine delil olarak aktarır: “Melik Zâhir, ona mektup göndererek; ‘Amcamızı aramızdan çıkar. Çünkü ondan bize hayır gelmez. O, hem amcam hem de kayınpederimdir. Dolayısıyla ben onu senden daha iyi tanırım,’ deyince o da; ‘Sen herkes hakkında sûizanda bulunursun... Sana uyup amcamızı rahatsız edersek kötü bir hatıra bırakmış oluruz.’ diyerek kardeşini azarlamıştır.585 Tarihçi İbn Nazîf ise bu anlaşmazlıkta ne Melik Âdil ismini, ne de vezir ismini zikreder. O, bu anlaşmazlığın tek nedeni olarak Melik Azîz’in ihtirasını görür. Melik Azîz’in, Melik Efdal’den sultanlığın sembolü olan hutbe ve sikkenin kendi adına olması isteğini, ancak onun bu öneriyi kabul etmediğini ve bu sebeple yeniden Dımaşk muhâsarasının patlak verdiğini söylemektedir.586

Melik Efdal’in sinsi vezirinin etkisinden çıkamadığını, böylece Eyyûbî iktidarının Dımaşk’ta tehlikede olduğunu gören Melik Âdil, bir taraftan Mısır’ı imâr ederken bir taraftan da Melik Azîz’i üçüncü defa Dımaşk’ı muhâsara etmek için iknaya çalışmaktaydı. 587 O, ikinci Dımaşk seferi esnasında her gün Dımaşk sokaklarında

583 Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 249; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 44. 584 Sıbt İbn Cevzî, a.y. 585 Bkz. İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 242. 586 İbn Nazîf a.g.e., s. 4. 587 Tarihçi İbn Haldûn ise diğer tarihçilerin hilafına Melik Azîz’in amcasını Dımaşk’ı almaya ikna etmeye çalıştığını ve Dımaşk’ı aldıklarında da orayı kendisine vereceğine söz verdiğini iddia etmektedir. Bkz. İbn Haldûn, a.g.e., c. V, s. 385-386.

97

birlikte gezintiye çıktığı Melik Efdal’in sırlarını kendisine izhâr etmesi588 ile onun güçsüz olduğunu ve Dımaşk’ı ondan çok rahat alabileceğini görmüştü. Onun girişimleriyle Melik Azîz, Dımaşk seferi için hazırlıklara başlanılması emrini verdi. Harekete geçmeden önce de ikisi, Dımaşk’ın ve Melik Efdal’in âkibetini görüşmek üzere baş başa gizli bir toplantı gerçekleştirdiler. Melik Âdil, bu toplantıda Melik Azîz’den Eyyûbî Devleti’nin sultanlığına karşılık Dımaşk’ı istedi. Bu teklif Melik Azîz tarafından derhal kabul edildi.589 Bu arada amcasının yükselişinden rahatsız olan Halep hâkimi Melik Zâhir, Melik Azîz’e elçi göndererek kardeşler arasında bir barış tesis etmek için uğraşıyordu. Fakat onun elçileri, Mısır’a ulaştıklarında Melik Âdil’in ve Melik Azîz’in neredeyse bütün hazırlıklarını tamamladıklarını gördüler. Bunun üzerine Halep’e geri döndüler. Ancak dönüş yolunda Dımaşk’a uğrayarak Melik Efdal’i durumdan haberdar ettiler.590

Hazırlıklarını tamamlayan Melik Âdil ve Melik Azîz, Dımaşk’ın durumunu düzeltmek ve kötü vezirin idâresine son vermek 591 söylemi ile 592/1196 yılının başlarında harekete geçtiler.

Amcasının ve kardeşinin hazırlıklarından haberdar olmuş olan Melik Efdal de danışmanlarını ve devletin ileri gelen bürokratlarını toplayarak onlara danıştı. Vezir Ziyâüddîn el-Cezerî hariç danıştığı herkes, amcasına ve kardeşine karşı çıkmamasını tavsiye ettiler.592 Vezir ise onun, sultanın en büyük oğlu olması hasebiyle sultanlığın onun hakkı olduğunu söyleyerek onu başkaldırmaya ve savaşmaya teşvîk etti. Yine vezirinin etkisinde kalan Melik Efdal, kardeşi Melik Zâfir’in yardıma gelmesi ve diğer kardeşi Halep emîri Melik Zâhir’in kışkırtmaları ile savaşmaya karar verdi.593

Bu arada Melik Efdal, savaştan kaçmak için son bir hamlede bulundu. Amcası Melik Âdil’in anne bir kardeşi olan Emîr Feleküddîn’i bir mektup ile birlikte elçi olarak amcasına ve kardeşi Melik Azîz’e gönderdi. Melik Âdil ve Melik Azîz bu elçi ile şartlarını Melik Efdal’e bildirdiler. Koşulan en ağır şart ise Melik Efdal’in koşulsuz bir şekilde teslim olmasıydı. Melik Efdal’den bu şartları kabul etmeyeceğine dair olumsuz

588 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 44. 589 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 57. 590 Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 251. 591 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 56. 592 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 442. 593 Ebû Şâme, a.y.; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 59-60.

98

cevap gelince594 barış umudu tükendi ve Mısır’daki melikler, Dımaşk’ı ele geçirme planlarını devreye soktular.

Bu arada vezirin yaptıklarından hoşnut olmayan Dımaşk’ın ileri gelen bürokratları da Mısır’a haber göndererek onlara destek vereceklerini bildirmişlerdi.595 Bu emîrlerden biri de Melik Efdal’in kendisine çok güvenip Dımaşk’ın doğu kapısının savunmasını teslim ettiği İzzüddîn b. el-Humusî idi. Bu komutan, Mısır ordusu Dımaşk önlerinde görününce Melik Efdal’e ihanet ederek kapıyı açtı. Melik Âdil, kapıyı kendilerine açması karşılığında ona büyük vaatlerde bulunmuştu. 596 Böylece Mısır ordusu neredeyse herhangi bir dirençle karşılaşmadan Dımaşk’a girdi.597 Melik Zâfir dışında kimse Mısır ordusuna karşı koymamış;598 Melik Efdal de, amcasını Dımaşk’ta görünceye kadar olaydan haberdar olmamıştı.599 Böylece daha önce iki defa Melik Azîz tarafından kuşatılmasına rağmen alınamayan Dımaşk, bu defa kan dökülmeden alınmıştı. Bu başarıda Melik Âdil faktörünü özellikle vurgulamak gerekir.

1.5.3.3. Dımaşk Nâibliği

Melik Efdal, Dımaşk’ın düştüğünden haberdar olduğunda amcası Melik Âdil Dımaşk’ın içindeydi. Kardeşi Melik Azîz de şehrin batısında bulunan el-Meydânü’l- Ahdar’a kadar ilerlemişti. Şehrin düştüğünü gören Melik Efdal, el-Meydânü’l-Ahdar’da bulunan kardeşinin yanına gitti. İkisi birlikte şehre girip Şîrkûh’un evinde konaklayan amcaları Melik Âdil ile bir araya geldiler. Aralarında gerçekleşen görüşmede Melik Efdal’in, Dımaşk’ın iç kalesinde kalması kararlaştırıldı. Çünkü onlar, Melik Efdal’in şehir halkını toplayıp kendilerine saldırmasından korkuyorlardı.600

Melik Âdil ile Melik Azîz kendi aralarında Melik Efdal’in durumunu değerlendirerek ona Dımaşk ve çevresine karşılık Havrân bölgesindeki Sarhad Kalesi’ni vermeye karar verdiler. Devletin ücra bir köşesinde ve Busrâ’nın doğusunda bulunan bu şehirde o, artık hiçbir Eyyûbî emîrini etkilemeyecek ve gözden ırak bir şekilde unutulup

594 Ebû Şâme, a.y.; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 60-61; Humphreys, a.g.e., s. 103. 595 Sıbt İbn Cevzî, a.y.; Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 251-252. 596 Dahlmanns, a.g.e., s. 59. 597 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 243. 598 Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 252. 599 İbn Esîr, a.y. 600 İbn Esîr, a.y.

99

gidecekti. 601 Melik Efdal’e haksızlık edildiği ithâmına cevap olarak Melik Âdil, yeğeninin kendisini öldürmeyi planladığını ve bu yüzden Dımaşk’ı elinden aldıklarını söylese de Melik Efdal onun bu iddiasını kesin bir dille reddedip bu tür şeylerle yakından uzaktan ilgisinin olmadığını ifâde etti. 602 Ancak gerek Melik Âdil olsun gerekse Melik Azîz olsun ikisi de, birlikte almış oldukları kararın gereğini yapmak konusunda kesin kararlıydılar. Bu karar gereğince de Melik Efdal’e haber göndererek derhal bulunduğu Dımaşk Kalesi’ni boşaltıp Sarhad Kalesi’ne gitmesini istediler.603

Bir süre sonra Melik Azîz, daha önce amcası Melik Âdil’e verdiği sözden vazgeçmek istedi. Muhtemelen Dımaşk’ta yaptığı incelemeler sonucunda bazı meselelere muttali olması bu kararında etkili olmuştur. Aynı zamanda amcasına kanarak ağabeyinin elinden Dımaşk’ı alıp onun ve diğer aile efrâdının zor bir süreç yaşamalarına sebep olduğu için de pişman olmuştu. Bunun üzerine Melik Efdal’e gizlice haber göndererek onun sebât etmesini ve Dımaşk’ı kendilerine teslim etmemek için direnmesini istedi. Ancak Melik Efdal, aldığı bu haberi etrafındaki bürokratlara ileterek onların görüş ve tavsiyelerini almak istedi. Onlar da kardeşinin bu yaptığının bir hîle olabileceğini, bu yüzden bu olayı, kendisine baba şefkati gösteren amcası Melik Âdil’e bildirmesini söylediler. Melik Efdal bunu amcası Melik Âdil’e haber verince o, derhal meclisi toplayarak Melik Azîz’i şiddetli bir şekilde kınadı. Amcasına karşı zor duruma düşen Melik Azîz, bütün bunları inkâr etti ve Melik Efdal’e de kızgın bir şekilde haber göndererek bir an önce Dımaşk topraklarını terk edip Sarhad’a gitmesini emretti.604 Ayrıca Melik Efdal’e destek vermesi dışında herhangi bir günahı olmamasına rağmen diğer kardeşi Melik Zâfir’i de cezalandırarak elindeki Busrâ’yı aldı ve onu hapse attı. Ancak Melik Zâfir, bir yolunu bulup hapisten kaçtı ve Halep’e giderek kardeşi Melik Zâhir’e sığındı. 605 Melik Efdal de ailesi ve kardeşi Kutbeddîn Mûsâ ile birlikte

601 Âşûr, Mısır ve’ş-Şâm, s. 72. 602 İbn Esîr, a.y. 603 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 442; Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 252. 604İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 66-67; Makrizî, es-Sülûk, c. 164-165; Ayrıca bkz. Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 252. 605 Humphreys, a.g.e., s. 104.

100

Sarhad’ın yolunu tuttu.606 Korkusundan saklanmış olan Melik Efdal’in veziri de bir süre sonra Melik Efdal’in Sarhad’a gönderilen malları arasına gizlenerek kaçmayı başardı.607

Tarihçi İbn Esîr ise Melik Azîz’in bir içki meclisinde sarhoşken, amcası Melik Âdil’e verdiği sözden vazgeçme niyetini izhar ettiğini, ancak sarhoşluğu geçtikten sonra bundan vazgeçtiğini ve Dımaşk’ı amcasına teslim ettiğini iddia eder.608

Melik Azîz aralarındaki anlaşma gereği zapt ettiği Dımaşk’ı amcasına teslim etti. Aslında müverrih Sıbt İbn Cevzî, Melik Azîz’in Dımaşk’ı amcasına değil de onun oğlu Melik Muazzam Îsâ’ya verdiğini ifâde ederek şunları anlatır: “Melik Azîz’in Dımaşk’a girdiği günün akşamında Melik Âdil, oğlu Melik Muazzam Îsâ’ya; ‘Melik Azîz’e git, onun elini öp ve Dımaşk’ı ondan iste.’ dedi. Babasının tavsiyelerine kulak veren Melik Muazzam Îsâ, Dımaşk’ı Melik Azîz’den almayı başardı.”609 Bu iddiaya göre Melik Âdil, bundan sonraki süreçte Dımaşk’ı oğlu Muazzam Îsâ adına yönetmiştir.

Dımaşk’ı alan Melik Âdil ve Melik Azîz, buranın topraklarını nasıl ve kime dağıttıklarına dair elimizde herhangi bir bilgi yoktur. Ancak bu toprakların bir kısmının zamanında Mısır’a kaçan Salâhiyye birliklerinin kayıplarını telafi etmek için onlara dağıtıldığı bilinmektedir.610

Melik Efdal’in Sarhad’a gönderilmesinden sonra Eyyûbî hanedanlığının yeni sultanı Melik Azîz oldu. Melik Âdil, Dımaşk’ı onun adına yönetmeye başladı. Halep de bir yıl sonra, 593/1197 yılında onun hâkimiyetini kabul etti. Onun hâkimiyetinin göstergesi olarak her iki yerde de onun adına hutbeler okunup sikkeler bastırıldı.611

Melik Azîz, Dımaşk’ta iki hafta kalıp 612 gerekli bazı idârî düzenlemeleri gerçekleştirdikten sonra Mısır’a dönmek üzere yola çıktı. Yolu üzerinde bulunan Kudüs’e uğradı. Orada da bazı idârî tasarruflarda bulundu. Amcasının, zamanında emîr

606 Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 253; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 67. Melik Efdal, Sarhad Kalesi’ne varınca dönemin Abbâsî halîfesine mektup yazarak amcasını ve kardeşini şikâyet etmiş, halîfe de gönderdiği cevabî mektupta onu teselli etmiştir. Bu mektuplar için bkz. İbn Vâsıl, a.g.e., c.III, s. 69. 607 Sıbt İbn Cevzî, a.y.; İbn Tağriberdî, a.g.e., c. VI, s. 126. 608 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 243. 609 Bkz. Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., VIII/II, s. 442-443. 610 Humphreys, a.y. 611 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 71. 612 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 69.

101

olarak atadığı Ebu’l-Heycâ es-Semîn’i613 görevden aldı. Onun yerine Sungur el-Kebîr’i atadı.614

1.5.3.4. Dımaşk Nâibi Olarak Haçlılarla Mücadelesi

Salâhaddîn hayâtta iken, Akkâ Haçlılarının lideri Henry de Champagne ile bir ateşkes imzalamış, onun vefatından sonra hanedan iç karışıklıklar yaşadığında da bu ateşkes bozulmamıştı.615 592/1195 yılında ateşkes süresi bitince Melik Azîz, Henry ile antlaşmayı yineleyerek616 ateşkes süresini 593/1196 yılının ortalarına kadar uzatmıştı.617 Henry de Champagne’in edindiği tecrübe, gereksiz yere savaş çıkarmanın akıl kârı olmadığını ona öğretmişti. O ve diğer bölge Haçlıları, savaş yerine Eyyûbî hanedanını birbirine düşürecek ustalıklı bir siyaseti takip etmenin daha iyi olacağını düşünmekteydiler. Bu sebeple Eyyûbîlerin bazı valilerinin saldırganlıklarına ve tahrik edici hareketlerine rağmen barışı muhafaza etmek için her türlü gayreti sarf etmekteydiler.618

Ancak III. Haçlı Seferi’nden umduklarını elde edemeyen Batı Haçlıları, Kudüs’ü tekrar elde etmek için bir fırsat kollamaktaydılar. Müslüman dünyasında kendilerine karşı direnen güç durumundaki Eyyûbîler, Salâhaddîn’in vefatından sonra devletçiklere bölünmüş, dolayısıyla İslâm birliği parçalanmıştı. Bu durum, hanedan içerisinde karışıklıklara sebep olmuştu. Bütün bunlar, hem bundan önceki yenilgilerin intikamını almak hem de Kudüs’e yeniden sahip olmak için özellikle Batı Haçlılarını cesaretlendirmişti.619 Bu sebeple yeni bir Haçlı Seferi için hazırlıklara başlayan Haçlılar, Müslümanların içinde bulundukları olumsuzlukları fırsata dönüştürmek istediler.

613 Ebu’l-Heycâ, görevden alındıktan sonra Eyyûbîleri tamamen terk ederek Bağdat’a gitti ve orada halîfenin hizmetine girdi. Onun Kudüs emîrliğinden alındıktan sonraki hayâtı için bkz. İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 245; Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 458-459; Ebû Şâme, a.g.e., c. V, s. 14, 21. 614 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 443; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 70. 615 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 245; Şeşen, “Eyyûbîler”, a.g.e., c. VI, s. 349. 616 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 246; İbn Haldûn, a.g.e., c. V, s. 386. 617 Abdulmün’im Muhammed Hüseyin, Tarîhü’l-Eyyûbiyyîn ve’l-Memâlik, Dârü’l-Ma’rife, 2000, İskenderiye, s. 99. 618 Runciman, a.g.e., c. III, s. 80. 619 Fâyed Hammâd Muhammed Âşûr, el-Cihâdü’l-İslâmî Zıdde’s-Salibiyyîn fi’l-Asri’l-Eyyûbî, Dârü’l- İ’tisâm, ty., Kâhire, s. 262.

102

1.5.3.4.1. Alman Haçlı Seferi

III. Haçlı Seferi’yle Haçlılar, hedeflerine ulaşamamışlardı. Çünkü Kudüs’ü almak için sefere çıkmış, ancak Akkâ ile birlikte sadece birkaç yerin zaptıyla yetinmişlerdi. Salâhaddîn vefat ettiğinde de daha yeni Doğu’dan ayrılmışlardı. Özellikle Almanlar, Salâhaddîn’in vefat haberini aldıklarında oldukça heyecanlanmışlardı. Onun vefatından sonra devletinin dağıldığını ve bunun sonucunda da iç karışıklıklar yaşadığını öğrendiklerinde de derhal yeni bir Haçlı Seferi için hazırlıklara başlamışlardı.

Eyyûbî ailesinin içinde bulunduğu bu durum, Akkâ’yı üs edinmiş Haçlılar açısından da varlıklarını devam ettirmeleri ve kendi iç düzenlerini sağlamaları için bulunmaz bir fırsattı. Çünkü hanedan üyelerinin birbirlerine düşmüş olması, Müslümanları Akkâ Haçlılarına karşı harekete geçmekten alıkoymuş ve böylece onlar rahat bir nefes almışlardı.620 Yalnız bu sırada Eyyûbîlerin Beyrut vâlisi Üsâme, ara ara savaş gemilerini gönderip Haçlıların deniz trafiğini tehdit etmekteydi. Bundan huzursuz olan Haçlılar, birçok defa Dımaşk’taki Melik Âdil’e ve Mısır’daki Melik Azîz’e başvurup valiyi şikâyet etmelerine rağmen bu girişimlerinden herhangi bir sonuç alamadılar. Çünkü ne Melik Âdil ne de Melik Azîz, onu dizginlemeye muvaffak olamıyordu.621 Buna rağmen Akkâ kralı Henry de Champagne, kendileriyle Eyyûbîler arasındaki barışı ayakta tutabilmek için herhangi bir karşı saldırı gerçekleştirmedi.622

Bu arada batıda Alman kralı VI. Henry’nin öncülüğünde yeni bir Haçlı Seferi için yapılan hazırlıklar tamamlanmıştı. III. Haçlı Savaşı’nda Almanların katkısı dönemin Alman imparatoru Friedrich Barbarossa’nın zamansız ölümü üzerine oldukça etkisiz kalmıştı. Babasının ölümü üzerine krallığı devralan VI. Henry ise acınacak bir durumda ordusunu bölge Haçlılarıyla birleştirebilmişti. 623 Bu sebeple III. Haçlı Seferi’nde küçük düştüğüne inanan VI. Henry, 624 kendi ülkesinde otoritesini kurar kurmaz, hem bunun intikamını almak hem de Akdeniz dünyasını tamamen hâkimiyeti altına alabilmek için büyük bir orduyu Akkâ’ya gönderdi. Tarihçi İbn Esîr’e göre ise Alman kralını asıl harekete geçiren unsur, Akkâ’daki bazı Haçlıların yardım talebiydi.

620 Demirkent, “Haçlılar”, s. 537. 621 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 246. 622 Runciman, a.g.e., c. III, s. 80. 623 Runciman, a.y. 624 Humphreys, a.g.e., s. 105.

103

Ona göre Akkâ Haçlıları, Eyyûbîlerin Beyrut valisi Üsâme’nin deniz korsanlığını Dımaşk’a ve Mısır’a şikâyet etmelerine rağmen herhangi bir sonuç alamayınca Henry de Champagne’nin muhalefetine rağmen, Alman Kralı VI. Henry’den yardım istediler. O da bu çağrıya icâbet ederek büyük bir Alman ordusunu deniz yoluyla Akkâ’ya gönderdi.625

Ancak Akkâ’yı elinde tutan Henry de Champagne, Almanların gelmesine karşıydı. Çünkü o, Eyyûbîlerle tekrar silahlı bir mücadeleye girişmenin kendi rahatını bozacağını bilmekteydi. Bu sebeple o, Alman kralının gönderdiği Haçlılara destek vermeme kararı aldı. Zira bunların amacının Kudüs’ü geri almak olmadığını düşünmekteydi. Ona göre bunların geliş amaçları, Suriye Haçlılarının hâkimiyetine son vermekti.626 Onun muhâlefetine rağmen Akkâ’ya gönderilen Almanlar, ateşkes devam ettiği halde ona danışmaya bile gerek duymadan derhal Celîle’de Müslüman topraklarına saldırdılar.627 Bu disiplinsiz grupların rastgele Melik Âdil’in hükmettiği topraklara saldırıları, Müslümanları uyandırdı. Melik Âdil, Eyyûbî melik ve emîrlerine, aralarındaki anlaşmazlıkları bir kenara bırakıp kendi yanında toplanmalarını istedi. O, Mısır, el-Cezîre ve diğer emîrliklerden takviye güçler istedi. Akkâ’dan Kudüs’e gidecek Haçlı ordularını önlemek için de Ayn Câlût’ta karargâhını kurdu. Eyyûbî Devleti’nin değişik emîrliklerinden gönderilen takviye güçler, burada kendisine katıldılar. Yanında oluşan muazzam kalabalıkla Haçlılara karşı harekete geçti. Alman Haçlı kuvvetleri ise henüz Müslümanların sınırını geçmişlerdi ki, Melik Âdil’in büyük bir orduyla üzerlerine geldiğini ve yaklaştığını duydular. Bunun üzerine Müslümanlarla herhangi bir çarpışmaya girmeden Akkâ’ya geri kaçtılar.628

1.5.3.4.2. Melik Âdil’in Haçlılardan Yâfâ’yı Alması

Batı Avrupa liderleri arasında yitirilen Kudüs’ü geri almak için kimse Alman Kralı VI. Henry kadar istekli ve hevesli değildi.629 Çünkü o, İstanbul ve Kudüs’ü ele geçirerek bütün Akdeniz dünyasına hâkim olmak, 630 böylece kendi nüfûzu altında

625 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 246. 626 Hüseyin, Tarîhü’l-Eyyûbiyyîn, s. 99. 627 Âşûr, el-Cihâdü’l-İslâmî, s. 262. 628 Runciman, a.g.e., c. III, s. 80-81. 629 Hüseyin, a.y. 630 Runciman, a.g.e., c. III, s. 80.

104

doğuda büyük bir Haçlı Kralllığı kurmak niyetindeydi.631 Bu niyetle büyük bir Alman ordusunu deniz yoluyla Akkâ’ya gönderdi. Bölgeye gelen bu ordunun içindeki bazı disiplinsiz gruplar, Müslüman topraklarına sadırmaya başladı. Bunun üzerine Melik Âdil, derhal kuvvetlerini toplayıp Ayn Câlût’a geçerek orada karargâhını kurdu ve diğer Eyyûbî melik ve emîrlerinden talepte bulunduğu yardımcı kuvvetlerin katılımını beklemeye başladı. Onun yardım çağrısına icabet edenler arasında Mısır askerlerinin yanı sıra Kudüs emîri Sungur el-Kebîr ve Nablus emîri Meymûn el-Kasrî de bulunmaktaydı. 632 Akkâ’dan daha yeni çıkmış olan Haçlılar, Melik Âdil’in büyük ordularla üzerlerine yürüdüğünü duyduklarında Akkâ’ya geri kaçtılar. Aslında Melik Âdil’in hiçbir mukavemetle karşılaşmadan Akkâ’ya kadar gitmesi bekleniyordu. 633 Ancak o, takviye güç olarak yardıma gelenler arasında bulunan Musulluların isteksiz olduklarını anladığında 634 ordusunu bir meydan savaşına sokmaktan çekindi. Fakat elindeki orduyu da herhangi bir işte kullanmadan bırakmak istemiyordu. Bu sebeple güneye saparak Yâfâ’ya hareket etti.

Bu arada İslâm ordusunun Ayn Câlût’ta toplandığını gören Henry de Champagne de, kendileriyle Eyyûbîler arasındaki barışın fiilen bittiğini gördü. Bu sebeple Alman Haçlıları ile birleşerek Eyyûbîlere karşı onlarla birlikte harekete geçti. O, İslâm ordusu Yâfâ’yı muhâsara edince, Akkâ’dan ayrılması herhangi bir güvenlik sorununa yol açmayacak bütün kuvvetlerini topladı. Ancak sarayın yukarı katından, avluda toplanan askerî birlikleri teftiş ederken içeri giren Pisa kolonisinin mümessillerini selamlamak üzere geri dönünce nerede olduğunu unutarak geriye doğru bir adım attı ve pencereden avluya düşerek hayatını kaybetti.635 Onun anî ölümü üzerine Haçlı ordusu Yâfâ’nın imdâdına yetişemedi. Böylece Müslümanlar rahat bir şekilde Yâfâ’yı ele geçirdiler. Savaşla ele geçirilen şehir halkı esir edilirken malları da ganimet statüsünde değerlendirildi.636 Makrizî, bu savaşta Müslümanların eline geçen esirlerin sayısının kâdın-erkek toplam 7,000 civarında olduğunu zikretmektedir. 637 Bu arada

631 Şeşen, “Eyyûbîler”, a.g.e., c. VI, s. 349. 632 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 74. 633 Âşûr, el-Cihâdü’l-İslâmî, s. 262-263; Runciman, a.g.e., c. III, s. 80-81. 634 Humphreys, a.g.e., s. 106. 635 Runciman, a.g.e., c. III, s. 81. 636 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 246; Ebû Şâme, a.g.e., c. V, s. 13-14; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 75. 637 Makrizi, a.g.e., c. I/I, s. 170. Haçlı şövalyelerinin davalarına samimiyetle bağlılıklarına dair örnek olması açısından şu olay önemlidir; Yâfâ düştüğü gün, Müslümanların Yâfâ Kalesi’ne girdiklerini gören şövalyeler, kalenin içindeki kiliseye sığınarak kapıyı kapattılar. Müslümanların eline düşmemek için de

105

yukarıdaki ölüm olayından dolayı Müslümanlara karşı koymada oldukça gecikmiş bulunan Haçlılar, Yâfâ’yı kurtarmak için Kaysâriyye’ye saldırmak istediler, ancak Yâfâ’nın düştüğünü duyunca bundan vazgeçerek Akkâ’ya geri döndüler.638 Yâfâ’yı alan Melik Âdil ise bu şehirde garnizon kurabilecek kadar askerî gücü olmadığı için şehri tahrip ederek savunamaz duruma getirdikten sonra Ayn Câlût’a geri döndü.639

1.5.3.4.3. Beyrut’u Haçlılara Kaptırması

Melik Âdil, Yâfa’yı ele geçirdikten sonra oraya bırakabileceği yeterli miktârda yanında asker olmadığı için şehri tahrip ederek savunmaya elverişsiz bir hale getirmiş, sonra da ordusuyla birlikte Ayn Câlût’a dönmüştü. Haçlılar ise Müslümanları Yâfâ’nın önlerinden uzaklaştırmak için, dolayısıyla oranın düşmesine engel olmak için Kaysâriyye’ye saldırmak niyetiyle yola çıkmış; daha yolda iken Yâfâ’nın düştüğünü haber alıp Akkâ’ya geri dönmüşlerdi.

Bu arada Henry de Champagne ölünce yerine geçecek oğlu yoktu. Bu sebeple onun dul hanımı, Kıbrıs Kralı II. Amori de Lusignan ile evlendirilerek Kıbrıs ile Akkâ krallıkları birleştirildi. Yeni Birleşik Kıbrıs-Akkâ kralı II. Amori de Lusignan, Yâfâ’nın intikamını almak konusunda kararlıydı. O, bu konuda Alman Haçlılarının da desteğini sağladı. Bunun üzerine Haçlılar, kaybedilen Yâfâ’ya mukabil kuzeye, Beyrut ve Saydâ’ya doğru harekete geçtiler.640 Çünkü Müslümanların elindeki bu iki yer, Trablus Kontluğu’nu Akkâ Krallığı’ndan ayırmaktaydı. Her ne kadar bir süre önce bu iki yer arasındaki bölge, Cübeyl’in Haçlıların eline geçmesiyle biraz daraltılmış olsa da641 yine de Trablus Kontluğu, krallıktan kopuktu. Dolayısıyla bu ikisini birleştirmek için Müslümanların elindeki o iki yerin alınması gerekiyordu. Haçlıların bu planını öğrenen Melik Âdil, derhal bir askeri birlik oluşturarak Beyrut Kalesi’ni tahrîp etmek üzere gönderdi. Fakat Beyrut vâlisi Üsâme, kaleyi koruyacağını tekeffül ederek onların şehri tahrîp etmelerine engel oldu.642 Bunun üzerine askerler, geri dönmek zorunda kaldılar.

içerde birbirlerini, ellerindeki kılıçlarla öldürdüler. Müslümanlar kapıyı kırıp kiliseye girdiklerinde onların cansız bedenleriyle karşılaştılar. Bkz. Ebû Şâme, a.g.e., c. V, s. 14. 638 İbn Esîr, a.y.; İbn Haldûn, a.g.e., c. V, s. 386. 639 Ebû Şâme, a.y.; Humphreys, a.g.e., s. 106. 640 Şeşen, “Eyyûbîler”, a.g.e., c. VI, s. 349; Runciman, a.g.e., c. III, s. 82-84. 641 Runciman, a.g.e., c. III, s. 80. 642 İbn Esîr, a.y.; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 71; İbn Haldûn, a.y.

106

Dönüş yolunda, Saydâ civarında, Beyrut’a giden Haçlılarla karşılaştılar. Burada taraflar arasında çatışma çıktı. Ancak buradaki çatışma, sadece karşılıklı ok atmalar şeklinde cereyan etti.643 Çünkü harabe yığını halindeki Saydâ’nın savunmaya elverişsiz olduğunu gören Haçlılar,644 herhangi bir meydan savaşına girmekten kaçındılar. Bu sebeple akşam karanlığı çökünce karanlıktan yararlanarak Saydâ önlerinden ayrılıp Beyrut’a hareket ettiler.645 Bu arada Haçlıların Beyrut’a gelmek üzere Saydâ’ya vardıklarını duyan Vâli Üsâme ise yanındaki Müslümanlar ile birlikte Beyrut’u terk ederek kaçmıştı. Böylece Haçlılar hiçbir mukâvemet ile karşılaşmadan şehri 593/1197 tarihinde ele geçirdiler.646 Bunun üzerine Melik Âdil, bir askeri birlik göndererek savunması zorlaşan ve büyük bir kısmı daha önce Salâhaddîn tarafından tahrîp ettirilmiş olan Saydâ şehrinin geri kalan kısmını tamamıyla yıktırarak savunmaya elverişsiz hale getirdi.647

Melik Âdil, Beyrut’un düşmesiyle Cübeyl’den sonra Filistîn ve Lübnan kıyılarındaki en güçlü üslerinden sonuncusunu da kaybetti. Yine Akkâ Krallığı’yla Trablus Kontluğu arasındaki kıyı şeridinin neredeyse tamamı da böylece Haçlıların eline geçti. Ancak bütün bunlara rağmen bu zamana kadar Alman Haçlıları ne kibirlenebilecek bir cesaret gösterebilmiş ne de Müslümanlar için tehdit unsuru olabilmişlerdi.648

Bu arada bir İslâm askerî birliği de Haçlıları Beyrut’tan uzaklaştırmak için Sûr’a giderek orayı tahrip etmeye başladı. Bunun üzerine Haçlılar, Beyrut’tan Sûr’a geçerek orada beklediler. Müslümanlar da Hûnîn Kalesi yakınlarında konakladılar. Ortalık yatışmış görünüyordu. Melik Âdil, Haçlıların beldelerinde kalacaklarını düşünerek Doğu’dan gelen askerlere memleketlerine dönmeleri için izin verdi. Mısır askerlerine de izin vermek üzereydi ki Haçlıların, Lübnan’da bir kale şehir olan Tibnîn’i muhâsara ettiklerini duydu. 649 Beyrut’ta kazandıkları zaferden cesaret alarak Kudüs üzerine yürümeyi tasarlamış olan Alman Haçlıları, bu sebeple Tibnîn’e yönelmiş ve Muharrem 594/Kasım 1197’de orayı muhâsara etmişlerdi. İlk hücumları öylesine şiddetli olmuştu

643 İbn Esîr, a.y. 644 Runciman, a.g.e., c. III, s. 84. 645 İbn Esîr, a.y. 646 Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 258. 647 İbn Esîr, a.y.; İbn Haldûn, a.y. 648 Humphreys, a.g.e., s. 106-107. 649 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 246-247.

107

ki şehir neredeyse düşecekti. Hatta bu yüzden Müslümanlar, hayatlarına ve kişisel mallarına garanti verilmesi şartıyla kaleyi,650 içerdeki zindanda mahpus bulunan beşyüz Hristiyan esiriyle birlikte teslim etmeyi teklif etmişlerdi. Ancak Alman Haçlıları, kayıtsız şartsız teslimde ısrar ettiler. Haçlıların daha önceki katliamlarını unutmayan Müslümanlar ise başlarına gelecekleri tahmin ettikleri için teslim olmayıp büyük bir sabırla müdafaaya devam ettiler. Ayrıca Melik Âdil ile iyi geçinmeyi çıkarlarına daha uygun bulan Suriye baronları da Müslümanları Almanlara teslim olmamaları hususunda uyarmışlardı. Onlar, Müslümanların teslim olmaları durumunda Almanların genel bir katliama girişeceklerinden çekinmekteydiler. Böyle bir katliam girişimi de umumî bir cihada sebep olacak ve kendileri de mutlaka bu durumdan zarar göreceklerdi.651

Bu arada Haçlıların Tibnîn’e saldırmaları akıllıca ve mantıklı bir seçimdi. Çünkü Tibnîn Kalesi, Sûr şehrinin hinterlandını tamamen emniyete almak ve sonrasında da güneydeki Celîle bölgesine yapılacak saldırılar için hem korunaklı hem de stratejik bir noktadaydı. Ayrıca Sûr ile Banyas ve Dımaşk arasındaki güzergâhı kontrol etme imkânı veren elverişli bir yerdeydi.652 Bunun üzerine Melik Âdil, Eyyûbî meliklerine haber göndererek derhal yardıma gelmelerini istedi. Durumun aciliyetini bildirmek üzere bizzat Kâdı Muhyiddîn el-Kureşî’yi de sultanın desteğini almak için Mısır’a gönderdi. Bu çağrıya sultan, kardeşleri Zâfir, Muizz ve Müeyyed ile birlikte icabet etti.653 Ayrıca Humus meliki Şîrkûh, Baalbek meliki Emced, İzzüddîn b. el-Mukaddem, Tell-Bâşir emîri Bedreddîn Dilderem ile birlikte başka birçok emîr de bu çağrıya icâbet ettiler.654 Melik Efdal ise herkesten önce amcasının imdâdına yetişmişti.655

Melik Âdil’in etrafında kalabalık bir İslâm ordusunun toplandığını gören Haçlılar Tibnîn Kalesi’ndeki kuşatmayı kaldırdılar. Çünkü onlar hem kış yağmurlarından oldukça yıpranmıştılar 656 hem de Alman kralı VI. Henry’nin ölüm haberini henüz almışlardı. Kralın ölümü üzerine Almanya’da iç savaşın çıktığını da duymuşlardı. 657 Bütün bunlar, Tibnîn önlerindeki Haçlıları oldukça hırpalamış ve

650 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 247. 651 Runciman, a.g.e., c. III, s. 84-85. 652 Humphreys, a.g.e., s. 107. 653 Ebû Şâme, a.y. 654 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., VIII/II, s. 455; Ebû Şâme, a.y. 655 Ebû Şâme, a.y. 656 Sıbt İbn Cevzî, a.y. 657 Humphreys, a.g.e., s. 107.

108

savaştan soğutmuştu. Ayrıca Mısır’dan ve diğer Eyyûbî beldelerinden takviye birlikler gelmiş, böylece Melik Âdil’in yanında muazzam bir kalabalık oluşmuştu. Bu muazzam orduya karşı herhangi bir varlık gösteremeyeceklerini anlayan Haçlılar o gün, gece karanlığından yararlanarak arkalarında mancınık, debbâbe vb. birçok savaş aleti bırakarak Sûr’a kaçtılar.658 Bir süre sonra da gemilere binerek ülkelerine geri döndüler. Böylece bu sefer bir fiyaskodan ibaret kaldı. Müslümanların elindeki Beyrut’un alınması ve Alman şövalye tarikatının kurulmasının dışında, başka bir faydası olmadı. Ayrıca Alman itibarının iadesinde de hiçbir etkisi olmadı.659 Dolayısıyla Haçlılar’ın Kudüs’ü zapt edip krallıklarını genişletebilmeleri için yeni bir Haçlı çıkarmasına ihtiyâç hâsıl oldu.660

Alman Haçlılarının ülkelerine geri dönmeleri üzerine Eyyûbîler ile Doğu Haçlıları arasında sulh görüşmeleri başladı. Bu görüşmeler, Şabân 594/Temmûz 1198 tarihinde barış anlaşmasıyla sonuçlandı.661 Beş yıl sekiz ay geçerli olacak bu anlaşmaya göre,662 Beyrut Haçlıların elinde kalırken663 Yâfâ da Müslümanların olacaktı.664 Ancak Haçlılar Beyrut’u istedikleri gibi tahkim edebilecekken, Müslümanlar Yâfâ’yı tahkim edemeyeceklerdi. Saydâ ise iki taraf arasında taksim edilecek ve gelirleri eşit paylaştıralacaktı. Bu antlaşma Haçlıların kazançlı çıktığı bir antlaşma gibi görünse de aslında Melik Âdil, stratejik öneme sahip hiçbir yeri elinden çıkarmamıştı. Elindeki kutsal yerleri de kaybetmemişti. Önemli bir liman şehri olan Beyrut’un elden çıkması da büyük bir kayıp sayılmazdı. Çünkü Eyyûbîler, o dönemde henüz güçlü bir donanmaya sahip değillerdi.665

Melik Azîz daha barış müzakereleri devâm ederken Mısır’da bazı emîrlerin darbe yapmak niyetinde olduklarını duyarak Mısır’a döndü. 666 Diğer melikler ise

658 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., VIII/II, s. 455-456. 659 Runciman, a.g.e., c. III, s. 85. 660 Demirkent, “Haçlılar”, c. XIV, s. 538. 661 İbn Esîr, a.y. 662 Ebû Şâme, a.g.e., c. V, s. 18. 663 Böylece yaklaşık on yıldır Eyyûbîlerin elinde bulunan Beyrut, tekrar Haçlıların eline geçti. Beyrut’un siyasî tarihi konusunda detaylı bilgi için bkz. Davut Dursun, “Beyrut”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1992, c. VI, ss. 81-84. 664 Humphreys, a.g.e., s. 108; Runciman, a.g.e., c. III, s. 86. 665 Humphreys, a.y. 666 Melik Azîz, amcası Melik Âdil ile birlikte Suriye bölgesinde Haçlılara karşı mücadele ederken Meymûn el-Kasrî, Üsâme, Sarâ Sunkur, el-Haccâf, İbn Maştûb gibi bazı komutan ve bürokratlarının kendisine ve devletin idârecisi Fahreddîn Çerkez’e suikast hazırlığında olduklarını duymuş, bunun

109

beldelerine dönmek için barış görüşmelerinin sonuçlanmasını beklediler. Taraflar arasında sulh anlaşması imzalanınca Melik Âdil, Dımaşk’a dönerken667 diğer meliklerin her biri de kendi beldesine döndü. 668 Bu arada Melik Azîz, Dımaşk topraklarında bulunduğu sıralarda önemli iki atama gerçekleştirdi. Sarimüddîn Kutluk’u, vefat eden Şemseddîn Sungur yerine Kudüs’e tayin etti.669 Bundan daha önemli olan atama ise amcasının daha on yedi yaşlarında olan ikinci oğlu Muazzam Îsâ’ya sancak ve menşûr vererek onu Dımaşk emîri olarak atamasıydı.670 Böylece Dımaşk, otonom, yarı özerk bir yapıya kavuştu ve kalıcı bir şekilde Melik Âdil’in mülkleri arasına katıldı. Bu atama, tek başına hareket etmesi hususunda Melik Âdil’in pozisyonunu oldukça güçlendirdi.671

1.5.3.5. Dımaşk Nâibi Olarak Mardin’i Muhâsarası

Muazzam Îsâ’nın Dımaşk’a emîr olarak atanmasıyla birlikte Melik Âdil’in oradaki konumu oldukça güçlenmişti. Ancak mevcût dengelerin değişmesi durumunda onun bu güçlü görünen konumu da hızlıca kötüleşebilecekti. Bu durumun farkında olan Salâhiye emîrleri onun hâkimiyet alanını genişletmek için arayışlara başladılar. Bunun için belki de en uygun alan, onun el-Cezîre’deki iktâlarına komşu olan Zengîlerin ve Artukluların topraklarıydı. 672 Aslında Alman Haçlı tehlikesinin bertaraf edilmesiyle birlikte Melik Âdil de gözlerini bu bölgeye çevirmişti. Bunun için bir fırsatın doğmasını bekliyordu. Bir süre sonra Zengîlerin iki büyük kolu olan Sincâr ile Musul’un birbirlerine karşı saldırı düzenlemeleri ona aradığı fırsatı verdi. Sincâr’da İmâdeddîn Zengî hüküm sürmekteydi, Musul’da da Nûreddîn Arslanşâh. Sincâr hâkimi İmadeddîn, aynı zamanda Nusaybin, Hâbur ve Rakka’ya da sahipti. O, Nusaybin yakınındaki bazı köyleri istîlâ etmişti. Bu köyler, yeğeni Nûreddîn’e aitti. Nûreddîn, amcasını bundan vazgeçirmeye çalıştı, ancak başarılı olamadı. Üstelik o vakitler ölüm döşeğinde bulunan amcasının çok ağır hakaretlerine de maruz kaldı. Bunun üzerine Nûreddîn, 594/1198 yılının ilk aylarında Nusaybin’e doğru harekete geçti. Bu esnada amcasının öldüğünü ve yerine oğlu Kutbeddîn’in geçtiğini öğrendi ve daha da hırslandı. Çünkü tecrübe sahibi

üzerine yanına az bir topluluk alarak hızlı bir şekilde Mısır’a dönmüştü. Bkz. İbn Esîr, a.y.; Makrizî, es- Sülûk, I/I,s. 171-172. 667 İbn Esîr, a.y. 668 Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 258; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 78. 669 Humphreys, a.y. 670 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 456; Ebû Şâme, a.y. 671 Humphreys, a.g.e., s. 108-109. 672 Humphreys, a.g.e., s. 105

110

amcasıyla mücadele etmektense daha tecrübesiz olan Kutbeddîn’le mücadele etmek daha kolay olacaktı. O dönemde Nusaybin, Kutbeddîn’in nâibi Mücâhidüddîn Yarankuş’un hâkimiyeti altındaydı. Yarankuş, Nûreddîn’i durdurmaya çalıştıysa da başarılı olamadı ve Nusaybin kısa süre içinde Nûreddîn’in eline geçti. 673 Ancak Nûreddîn’în askerleri oranın havasına alışmamış olacaklar ki hastalandılar, birçoğu da bu hastalığa yenik düşüp öldüler.

Nûreddîn, Nusaybin’i zapt etmek üzere harekete geçince Kutbeddîn, Melik Âdil’den yardım istemiş, ikna edebilmek için de ona yüklü miktârda para göndermişti.674 Ayrıca Mardin’in önde gelen bürokratlarından biri de Melik Âdil’e, gizli bir davet mektubu göndererek Mardin’i kendisine teslim edeceğine söz vermişti. Eyyûbî ailesi tarihçisi İbn Vâsıl, bu bürokratın Mardin’in küçük yaştaki hâkimi Hüsâmeddîn Yölük Arslan’ın675 atabeyi Nizâm olduğunu söylemektedir.676

Aslında Haçlılarla sulh anlaşması yapmış olan Melik Âdil de Alman Haçlılarının bölgeden ayrılmasıyla birlikte Doğu’ya yönelmek ve burada hâkimiyet alanını genişletmek niyetindeydi. Çağrılar üzerine o, Dımaşk’ın nâibliğini oğlu Muazzam İsa’ya bırakıp el-Cezîre’ye hareket etti. Bu arada Nusaybin’i zapteden Nûreddîn, hem askerlerinin Nusaybin’in havasına alışamayıp hastalanmaları ve hem de Melik Âdil’in el-Cezîre’ye hareket etmesi üzerine askerleriyle birlikte Nusaybin’i terk ederek memleketine, Musul’a geri döndü. Çünkü çarpışmalar ve hastalıklar sebebiyle birçok kayıp vermiş ve dolayısıyla zayıf düşmüş olan bu orduyla Melik Âdil’e karşı koyamazdı.677 O, Musul’a geri dönünce Nusaybin de tekrar eski sahibinin, Kutbeddîn’in eline geçmiş, böylece Zengî tehlikesi bertaraf olmuştu.

Zengî tehlikesinin bitmesi üzerine Melik Âdil, komutanlarının isteklerini göz önünde bulundurarak 678 Hüsâmeddîn Yölük Arslan’ın elindeki Mardin Kalesi’ne

673 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 250. 674 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 251; İbn Vâsıl, a.g.e.,c. III, s. 79. 675 Hüsâmeddîn Yölük Arslan b. İlgâzi b. Alp b. Timurtaş b. İlgâzi b. Artuk idi. Bütün bu ismi zikredilenler, sırasıyla Mardîn’de hüküm sürmüşlerdir. İlgâzi, ölünce küçük yaştaki oğlu Hüsâmeddîn Yölük Arslan onun yerine geçti. Ancak yaşı küçük olduğu için babasının memlûkü Nizâm Yarankuş, onun atabeyi ünvanıyla devleti idâre etmekteydi. İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 254. 676İbn Vâsıl, a.g.e.,c. III, s. 80. 677 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 250-251; İbn Vâsıl, a.g.e.,c. III, s. 78-79. 678 Humphreys, a.g.e., s. 109.

111

yürüdü.679 Melik Âdil, Artukluların iki kolu olan Mardin ve Meyyâfarikîn kollarından en az birini zapt ederek tarihten silmek niyetindeydi. Ancak bu ikisinden daha fazla ehemmiyet arz edeni Mardin koluydu. Çünkü burası, Nusaybin’e ve Zengîlerin kalbi durumundaki Orta Dicle bölümüne sahip olmak için yakın ve önemli bir merkez olacaktı. 680 Ayrıca Melik Âdil, Mardin’in önde gelen bürokratlarından Nizâm’ın, Mardin’i kendisine teslim edeceğine dair davet mektubunu da almıştı. Böylece Mardin’in alınması için büyük bir fırsat doğmuştu. O, bu fırsatı kaçırmak istemiyordu. Bu sebeple Mısır ve Halep’ten yardım çağrısında bulundu. Bu çağrı üzerine Mısır’dan iki bin atlı asker geldi. Halep’ten de Seyfeddîn b. Cândâr komutasında beş yüz atlıdan oluşan bir askerî birlik geldi. 681 Böylece yanında oldukça güçlü bir ordu toplandı. Bunun üzerine Ramazan 594/Temmuz-Ağustos 1198’de Mardin Kalesi’ni kuşattı. Mardin’in kale hariç bütün her tarafını zapt etti.682 Mardin’in dış mahallelerini de halkın desteği ile ele geçirmişti. Ancak çok istemesine ve yukarıdaki mezkûr cazip unsurlara rağmen kaleyi bir türlü zapt edemedi. Çünkü kale hem çok kayalıklı ve dik bir yamaçta yer almaktaydı683 hem de Dımaşk ordusu her tarafı yağmalayarak kale dışındaki halka görülmemiş bir zulüm reva gördükleri 684 için halk umumî bir katliamdan korkup kuvvetli bir direniş gösterdiler.

Bu arada Melik Âdil, Doğu’da bulunduğu sıralarda civar belde emîrleri kendisine bağlılık bildirmiş, böylece bölgedeki konumu oldukça güçlenmişti. O, bölgede adeta üst sultan olarak kabul görmekteydi. Bölgedeki bağlılarından olan Musul ve Sincâr hâkimlerini barıştırması da 685 bölgede sahip olduğu güçlü konumunu göstermektedir.

Melik Âdil, Mardin’i kuşatma halinde iken Mısır’daki Salâhiye birlikleri onu ısrarla Mısır’a davet etmekteydiler. Çünkü Melik Azîz, geleneksel bir av partisi sırasında bir kurdun peşine takılmış ve mahmuzladığı atının ayağının tökezlemesi ile atından düşmüş, birkaç gün sonra da vefat etmişti. Onun yerine henüz on yaşlarında olan oğlu tahta geçmişti. Yaşı küçük olduğu için de kendisine bir atabeyin atanması

679 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 251. 680 Humphreys, a.g.e., s. 109-110. 681 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 80. 682 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 254; Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., VIII/II, s. 456; Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 259. 683 Humphreys, a.g.e., s. 110. 684 İbn Esîr, a.y. 685 Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 259-260.

112

gerekiyordu. Önceden aralarında çekememezlik bulunan Esediye birlikleri, Melik Efdal’e taraftarken; Salâhiye birlikleri de Melik Âdil’i istemekteydi. İki grubun anlaşamaması üzerine Kâdı Fâdıl’ın hakemliğine ve görüşüne müracaat edildi. O, Esediyenin görüşünü paylaşıp Melik Efdal’den yana tavır alınca bütün taraflarca Melik Efdal’in atabey olarak Mısır’a çağrılması kararlaştırıldı. Ancak zamanında Melik Efdal’e ihanet etmiş olan Salâhiye birlikleri, böyle bir yönetim değişikliğinde ülkedeki mevkilerini koruyamayabilirlerdi. Bunun için gizlice Melik Âdil’e haber göndererek ülkeyi teslim almak üzere onu Mısır’a davet ettiler. Fakat o, Mardin’i alacağından o kadar emindi ki kuşatmayı kaldırıp davete icâbet etme gereği bile duymadı. Ancak erken davranıp Mısır’da idâreyi ele alan Melik Efdal, kısa bir süre sonra Dımaşk’a yürüyünce Melik Âdil, o dönem Diyarbakır nâibi olan oğlu Melik Kâmil’i Mardin muhâsarası için kendi yerine el-Cezîre askerlerinin başında bırakarak iki yüz adamıyla birlikte Dımaşk’a dönmek zorunda kalacaktı. Kısa bir süre sonra Melik Kâmil de muhâsarayı kaldırıp babasına yardım etmek üzere Dımaşk’a gidecekti.

2. MELİK ÂDİL’İN İKTİDARA GELİŞİ VE SULTANLIĞI

2.1. Sultan Melik Azîz’in Ölümü

Melik Âdil, Mardin’i kuşatma altında tuttuğu sıralarda Melik Azîz, daha önce söz ettiğimiz gibi Mısır’da, Feyyûm Şehri’nde geleneksel av partilerinden birine çıkmış, Ehramlar yakınında686 gördüğü bir kurdun687 veya ceylanın688 peşine takılmıştı. Avını yakalamak için atını mahmûzlayan Melik Azîz, atının ayağı tökezleyince yere düşmüş, göğsüne eyer kaşı saplanmıştı.689 Bunun etkisiyle bir süre sonra şiddetli bir hummaya yakalanmış ve on üç gün sonra, 21 Muharrem 595/23 Kasım 1198’de yirmi yedi yaşında iken vefat etmişti.690

686 Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 260. 687 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 255; Ebû Şâme, a.y.; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 82. 688 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 460. 689 Sıbt İbn Cevzî, a.y. 690 Melik Azîz’in vefat ettiği ay husûsunda kaynaklarda görüş birliği mevcutken vefat günü için farklı tarihler verilmektedir. İbn Esîr ve Sıbt İbn Cevzî, Melik Azîz’in vefat ettiği gün olarak Muharrem ayının yirmisini söylerken; Ebû Şâme, Muharremin yirmi birinci gününü; İbn Vâsıl da Muharremin yirmi yedisini telaffuz etmektedir. Bkz. İbn Esîr, a.y.; Sıbt İbn Cevzî, a.y.; Ebû Şâme, a.y.; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 83. Ancak bu tarihler içerisinde Ebû Şâme’nin verdiği tarih doğruya daha yakındır. Çünkü Melik

113

Melik Azîz, öldüğünde arkasında ondan fazla küçük çocuk bırakmıştı.691 Bu çocukların en büyüğü henüz dokuz veya on yaşlarında olan Melik Nâsirüddîn Muhammed idi. Melik Azîz’in, kesin bir dille tahtına veliaht tayin ettiği oğlu işte buydu.692 Bu dönemde Mısır’da güçlü iki grup vardı: Salahiye ve Esediye memlûkleri. Bu iki gücün yanında aslında üçüncü bir güç daha vardı: Kürtler.

Melik Azîz döneminde Mısır yönetiminde en çok söz sahibi olan, Salâhiyenin en güçlü emîri, Fahreddîn Çerkez’di.693 Bu dönemde nüfûz sahibi olan emîrlerden biri de Esediyenin güçlü emîri Seyfeddîn Yazkec idi. Ancak o, Melik Azîz öldüğünde Kâhire dışındaydı.694 Yine nüfûz sahibi emîrlerden biri de Esediye ümerâsından Bahâüddîn Karakuş’tu. Melik Azîz, bu emîrine çok güvenirdi. Öyle ki oğluna atabey olarak amcası Melik Âdil’i değil de bu emîrini tayin etmişti.695

Melik Azîz’in ölümüyle birlikte Mısır’daki güç dengelerinin değişimi kaçınılmazdı. Eskiden beri aralarında çekişme bulunan Mısır’daki güçlü gruplar, bu değişimi kendi lehlerine çevirmek isteyince aralarındaki çekişme tekrar günyüzüne çıktı. Bu sebeple Salâhiye birlikleri, Mısır yönetimini kendilerine yakın gördükleri Melik Âdil’e teslim etmek isterken Esediye ve Kürtler de Melik Efdal’den yana tavır koydular.696

2.2. Melik Efdal’in Mısır Atabeyliği

Melik Azîz’in ölümünden sonra Fahreddîn Çerkez, Esedüddîn Sarâ Sungur, Zeyneddîn Karaca ve Salâhiyenin diğer bazı önde gelen emîrleri toplanarak Nâsirüddîn Muhammed’e 'Melik Mansûr' ünvanını vererek onu Mısır’ın yeni meliki ilân ettiler. Onun için bütün emîrlerden ve halktan yemîn aldılar.697 Ancak atabeylik hususunda

Azîz’in vefatı üzerine Melik Âdil’e taziye mektubu kaleme alan Kâdı Fâdıl, onun Muharrem’in yirmi birinde vefat ettiğini söylemektedir. Bu mektup için bkz. Ebû Şâme, a.y. 691 Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 261. 692 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., VIII/II, s. 461; Ebû Şâme, a.y. 693 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 87. 694 Ebû Şâme, a.y. 695 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 88; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 176. Ancak bazı kaynaklarda Melik Azîz tarafından atabeyliğe tayîn edilenin Bahâüddîn Karakuş değil de bir diğer Esediye emîri Seyfeddîn Yazkec olduğu zikredilmektedir. Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., VIII/II, s. 460-461; İbn Tağriberdî, a.g.e., c. VI, s. 129-130. 696 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 87-88. 697 Ebû Şâme, a.y.

114

kendilerinin, Bahâüddîn Karakuş’tan daha öncelikli olduklarını düşünen amcaları Melik Müeyyed ile Melik Muizz yemînden kaçındılar. Fakat kısa bir süre sonra onlar da ikna edilerek bağlılık yemîni ettiler. Meliklerin muvâfakatinden sonra bu defa emîrler arasında yine bu meseleden dolayı tartışmalar ve anlaşmazlıklar çıktı. 698 Çünkü emîrlerin büyük bir kısmı da Bahâüddîn Karakuş’un atabeyliğine karşıydı. Onlar Bahâüddîn Karakuş’un dar görüşlü biri olduğunu söyleyerek idâreyi ona teslim etmenin isabetli bir görüş olmadığını savunmaktaydılar.699 Bu sebeple devlet idâresini teslim alacak en uygun aday, Eyyûbî ailesinden bir melik olmalıydı.

Yeni melik seçiminin yapıldığı toplantıya, o sıralar Mısır dışında, Üsvân’da700 bulunan Esediye birliğinin güçlü emîrlerinden Seyfeddîn Yazkec katılmamıştı. Melik Azîz’in ölüm haberini alınca Mısır’a dönmüş, ancak bu toplantıya yetişememişti. O da, gıyabında alınan, Melik Mansûr’un babasının yerine atanması kararını onayladı.701 Fakat Mısır’ın Haçlıların saldırılarına muhatap olan bir merkez olduğunu, bu sebeple orduyu toparlayabilecek ve onlar ile savaşabilecek birinin başa geçirilmesi gerektiğini belirtti. Çünkü daha rüştünü ispat etmemiş bir çocuğun Mısır tahtında oturması mahzurluydu. Bundan dolayı büyüyünceye kadar Eyyûbî ailesinden birinin ona nâiplik etmesi gerekirdi.702 Aslında bu konuda Esediye ve Salâhiye komutanları arasında görüş birliği vardı. Her iki grup da Melik Mansûr’un yaşı küçük olduğu için Eyyûbî ailesinden birinin ona atabey olarak atanması gerektiğini savunmaktaydılar. Çünkü asker ve bürokratlar ancak bu aileden birisine itaat edebilirlerdi. Bu sebeple Bahâüddîn Karakuş’un dışında bizzât Eyyûbî ailesinin içinden birinin bu makama getirilmesi gerekirdi. Bu makam için iki güçlü aday vardı: Melik Efdal ve Melik Âdil. Melik Efdal, Esedî ve Kürt komutanların adayıyken, Melik Âdil ise Salâhî komutanların adayıydı. Bahâüddîn Karakuş’un atabeylikte devam etmesini isteyen üçüncü bir görüş daha vardı.703 Ancak bu görüşü savunanlar, diğer iki grup kadar güçlü değillerdi.

698 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 89; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 176-177. 699 İbn Vâsıl, a.y. 700 Üsvân, yukarı Mısır ile Nûbe arasında kalan ve Nîl nehrinin doğusunda bulunan büyük bir şehir ve bölge adıdır. el-Hamevî, a.g.e., c. I, s. 191. 701 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., VIII/II, s. 461; Ebû Şâme, a.y. 702 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 255; Sıbt İbn Cevzî, a.y.; Ebû Şâme, a.y.; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 88; Kaya, a.g.m., s. 156. 703 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 89.

115

Esediye emîrleri ve Kürtler, bu makamda Melik Efdal’i görmek istiyorlardı. Çünkü onlara göre Salâhaddîn ailesinin en yaşlısı olması hasebiyle atabeylik onun hakkıydı. Ayrıca bu küçük çocuğun haklarını da amcası olduğu için en iyi o koruyabilirdi. Aslında Esedî ve Kürt emîrlerin bu davranışlarının arka planında Salâhiye birliğine karşı devlet içindeki statülerini yükseltebilmek düşüncesi yatmaktaydı.

Salâhiye emîrleri de çok yetenekli ve tecrübeli olması hasebiyle bu makamın Melik Âdil’in hakkı olduğunu düşünmekteydiler. 704 Aslında onlar da Melik Azîz indinde elde etmiş oldukları statülerini Melik Efdal yönetiminde kaybedebilme endişesi taşımaktaydılar. Çünkü onlar, zamanında Melik Efdal’in ve veziri Ziyâüddîn el- Cezerî’nin yönetiminden memnûn kalmayarak Dımaşk’tan ayrılıp Mısır’a, Melik Azîz’in yanına giderek onun hizmetine girmişlerdi. Bu grup, bundan dolayı Melik Âdil’den yana tavır koymaktaydılar.

Atabey tayini için Mısır’daki emîrler bir toplantı tertip ettiler. Bu toplantıda ne Salâhi emîrler ne de Esedî emîrler, tarafını belli etmek istiyordu. İki taraf da temkinli davranıyordu. Toplantıda Salâhiye birliğinin temsilcisi Fahreddîn’in 'bu makam için uygun adayın kimdir?' sorusuna Esedîye birliğinin temsilcisi Seyfeddîn Yazkec, net bir isim söylemedi. Çünkü o, görüşünü açıklayıp Salâhiyenin nefretini celbetmek istemiyordu. Bunun için Melik Efdal isminden önce Salâhaddîn’in diğer bütün çocuklarının isimlerini teker teker saydı. Ancak Fahreddîn, onların hiçbirisinin bu makama uygun olmadığını belirtti. En son Melik Efdal kalmıştı. Yazkec, onun ismini zikredince Fahreddîn, onun uzakta olduğunu söyleyerek ona da sıcak bakmadığını gösterdi.705 İki grubun emîrleri, herhangi bir isim üzerinde uzlaşamadılar. İki grup da karşısındaki grubun belirlediği isme sıcak bakmıyordu. Gruplar fikirlerinde diretince görüşmeler tıkandı. Bu sebeple eskiden beri çözüm mercii olarak gördükleri Kâdı Fâdıl’a danışmaya karar verdiler. Ancak çok ilginçtir ki zamanında Melik Efdal’e karşı Melik Azîz’i desteklemiş ve bu sebeple Dımaşk’tan ayrılarak Mısır’a, Melik Azîz’in yanına yerleşmiş olan Kâdı Fâdıl da Esediye’nin görüşünü paylaşarak Melik Efdal’den yana görüş bildirdi. Aslında o, Melik Âdil’i çok iyi bilmekteydi. Onun yeteneklerinin yanı sıra onun hırsından ve fırsatçılığından da haberdardı. Ayrıca Mısır atabeyi olması

704 Humphreys, a.g.e., s. 110. 705 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 255-256.

116

durumunda Suriye ve el-Cezîre’de kurmuş olduğu iktidarının yanında devletin en zengin emîrliği olan Mısır’ı da kontrol edecek, böylece Salâhaddîn’in mirasının el değiştirmesi kesinlik kazanacaktı. Çünkü o, böyle bir durumda Salâhaddîn’in tahtına oturmuş olacaktı.706 Melik Azîz de büyük bir ihtimalle bu ihtimalleri öngördüğü ve amcasının haris ve fırsatçı bir kişiliğe sahip olduğunu bildiği için vasiyetinde oğlunun atabeyi olarak ondan bahsetmemiştir.707

İbn Esîr, iki grubun emîrlerinin Kâdı Fâdıl’a danışmaya karar verdiklerinde Seyfeddîn Yazkec’in, birisini gizlice Kâdı Fâdıl’a göndererek onu meseleden haberdar ettiğini ve Melik Efdal’den yana tavır almasını istediğini söyler.708 Böylece İbn Esîr, Kâdı Fâdıl’ın bu tavrını Esedî emîrlerin hilesine bağlamaktadır. Tarihçi İbn Vâsıl da Kâdı Fâdıl’ın direkt Melik Efdal’in ismini zikretmediğini, ancak iki grubun tekrar toplanmalarını ve toplantı sonucunda bir isim üzerinde anlaşma sağlamaları durumunda kendisine danışılmasını istediğini belirtmektedir. Bunun üzerine Esediye ve Salâhiye emîrleri toplanmış, üç gün süren toplantılar neticesinde Melik Efdal ismi kesinlik kazanmıştır. Karar Kâdı Fâdıl’a bildirilince o da bu kararın isabetli bir karar olduğunu ve Salâhaddîn’in de görüşüne uygun olduğunu söyleyerek memnuniyetini belirtmiştir. Ayrıca o, Melik Efdal’in yumuşak huylu ve cömert olduğunu da söyleyerek vardıkları kararın isabetli olduğunu vurgulamıştır.709

İki grup, aşağıdaki şartlarla Melik Efdal’in ismi üzerinde uzlaştılar:

1- Melik Efdal, yedi yıl süreyle Mısır’da kalıp Melik Mansûr’un atabeyliği görevini yürütecek, 2- Melik Efdal adına ne hutbe okunacak ne de sikke basılacak, 3- Saltanat sancağı, Melik Efdal’in önünde dalgalanmayacak, 4- Bu süre bitince saltanat Melik Mansûr’a devredilecekti.

Bu şartlarla Melik Efdal, Mısır’a davet edildi. O da zaman kaybetmeden Mısır’a doğru yola çıktı.710

706 Humphreys, a.g.e., s. 110-111. 707 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., VIII/II, s. 460-461; İbn Tağriberdî, a.g.e., c. VI, s. 129-130. 708 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 256. 709 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 90. 710 İbn Vâsıl, a.y.

117

Aslında Melik Efdal, daha önceden Mısır’a davet edilmişti; ancak davete icâbet etmemişti. Şöyle ki; Salâhiyenin en kudretli emîri Fahreddîn Çerkez, bütün bu olanları öngörerek daha Melik Azîz’in cenazesi yerdeyken Melik Âdil’in adamlarından birini çağırıp onu Melik Âdil’e gönderdi. İşin ciddiyetini kavraması ve çok hızlı hareket etmesi için de yerdeki Melik Azîz’in cenazesini ona göstermişti. O, ivedilikle Melik Âdil’i, Melik Azîz’in vefat ettiğinden haberdar edecek ve bir an önce gelip Mısır’a hâkim olması için davette bulunacaktı. O sıralar Melik Âdil, Mardin’i muhâsara etmekteydi. Fakat bu elçi, Dımaşk’a geldiğinde Fahreddîn’e ihanet etti. Orada gördüğü Melik Efdal’in adamlarını durumdan haberdar etti. Onlara Melik Azîz’in öldüğünü ve Mısır’da Melik Efdal’e karşı koyacak herhangi bir güç olmadığını söyledi. Dolayısıyla onun bir an önce Mısır’a giderek oraya hâkim olmasını istedi. Ancak Melik Efdal, bu hâin elçinin sözlerine iltifat etmedi.711

Mısır’daki askerî ve sivil bürokratlar, Melik Efdal ismi üzerinde anlaşma sağlamışlardı. Bu bürokratlar arasında Salâhi emîrler de vardı. Ancak buna rağmen bu emîrler, son bir umutla onun Mısır’a gelişini engellemek istediler. Çünkü onun atabeyliğini kendi statüleri ve varlıkları açısından tehlikeli görüyorlardı. Bunun için Fahreddîn Çerkez, bir diğer Salâhiye emîri olan Nâblus emîri Farisüddîn Meymûn el- Kasrî’ye bir ulak göndererek Melik Efdal’e bağlılığını bitirmesini istedi. Yine Melik Efdal’in Mısır’a gelmesini engellemek için de yolunu kesmesini istedi. Bu durum, Melik Âdil gelip Mısır’a hâkim oluncaya kadar devâm ettirilecekti. Ancak bu ulak Nâblus’a hiç ulaşmadı. Çünkü yolda Melik Efdal’e yakalanmış ve taşıdığı mektup da ele geçirilmişti.712

Salâhiye emîrleri aynı zamanda Dımaşk’a da haber göndermiş, onları da durumdan haberdar etmişlerdi. Esediye ümerâsıyla yaptıkları toplantıda Melik Efdal’in isminin üzerinde karar kılındığını ve kendilerinin de onların görüşünü onaylamak zorunda kaldıklarını, bunun sonucunda da ümerânın ittifakıyla Melik Efdal’in Mısır’a davet edildiğini bildirdiler. Ancak Salâhiye ümerâsı olarak atabeylik hakkının Melik Âdil’e ait olduğuna inandıklarını ifade ettiler. Dolayısıyla Dımaşk yakınlarındaki Sarhad Kalesi’nde bulunan Melik Efdal’in atabeyliğine razı değillerdi. Bunun için

711 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 255. 712 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 91.

118

Melik Âdil gelip Mısır’a hâkim oluncaya kadar Dımaşk emîrlerinin Melik Efdal’i, kalesinde muhâsara etmeleri gerekiyordu. Bunun üzerine Dımaşk askerleri yola çıktılar. Fakat Busrâ’ya vardıklarında Melik Efdal’in iki gün önce gece vakti yanında az sayıda kişi olduğu halde deve ve atlarla Sarhad Kalesi’nden ayrıldığını öğrendiler. Bunun üzerine Dımaşk’a geri döndüler.713

Bu arada Salâhiye ümerâsı Melik Azîz’in öldüğünü bildirerek ülkeyi teslim almak üzere bizzat Melik Âdil’e de davette bulunmuşlardı. Melik Âdil, o sıralar Mardin’i kuşatma halinde idi. O, Mardin’i alacağına kesin gözüyle baktığı için Salâhiye emîrlerinin davetine icâbet etmedi.714 Hâlbuki zaman onun aleyhine işlemekteydi ve onun Mısır’a gitme işini geciktirmesi ona pahalıya mal olacaktı.715

Diğer taraftan Mısır ümerâsından davet alan Melik Efdal 27 Safer 595/29 Aralık 1198’de Sarhad Kalesi’nden yola çıktı. Melik Âdil’in topraklarından geçeceği ve onun nâiblerinin yolları tutmuş olabilecekleri gibi hususları göz önünde bulundurarak yanına sadece on dokuz kişiyi almış ve olabildiğince gizli hareket etmişti.716 Melik Âdil’in adamlarından kurtulmayı başaran Melik Efdal, yedi gün sonra 5 Rebiülevvel 595/5 Ocak 1199 günü Kudüs üzerinden Bilbîs’e vardı. Bütün Mısır ümerâsı, onu karşılamak için gelmişlerdi. Kardeşleri de oradaydılar. Yine karşılamada bulunan ümerâ içinde Fahreddîn Çerkez de bulunmaktaydı.717

Mısır ümerâsı, Bilbîs’te Melik Efdal’i beklerken çadırlarını da kurmuşlardı.718 Melik Efdal, oraya varınca onun için hem kardeşi Melik Müeyyed hem de Fahreddîn Çerkez kendi çadırlarında ziyafet hazırlamışlardı. Melik Efdal, daha önce onu davet ettiğinden ve davetine katılması için de yemîn ettirdiğinden dolayı evvela kardeşinin ziyafetine katıldı. Fahreddîn dâhil olmak üzere Mısır’ın bütün ümerâsı da ziyafette hazır bulundular. Melik Efdal’in, önceliği kardeşine vermiş olması Fahreddîn’i kuşkulandırdı.719 Aslında Melik Efdal, kardeşinin çadırındayken onu yanında oturtup oldukça değer de vermişti. Yemekten sonra da onun çadırına geçmişti. Ancak burada

713 Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 261-262. 714 Şeşen, “Eyyûbîler”, a.g.e., c. VI, s. 343. 715 Kaya, a.g.m., s. 157. 716 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 256. 717 İbn Vâsıl, a.y. 718 İbn Vâsıl, a.y. 719 İbn Esîr, a.y.

119

Melik Efdal’in yanında Fahreddîn’in daha önceden Nâblus emîrine gönderdiği ulağı da vardı. Fahreddîn, ulağının kendisine ihanet ettiğini ve Melik Efdal’in de böylece bütün sırlara vakıf olduğunu anladı.720 Bunun üzerine derhal bir bahane uydurup Bilbîs’ten ayrılması gerekirdi. Çünkü Melik Efdal, onun bu girişimini cezasız bırakmayabilirdi. Bu sebeple Melik Efdal’in huzuruna girerek Kâhire dışındaki iki Arap kabilesinin çatıştıklarını, dolayısıyla onları barıştırmak ve aralarını düzeltmek için oraya gitmesi gerektiğini bildirip ondan izin istedi. 721 Melik Efdal’in yanından ayrılır ayrılmaz, Zeyneddîn Karaca ve Sarâ Sungur gibi Salâhiyenin önde gelenlerinden bir grubu da yanına alarak Kudüs’e kaçtı.722 Bunlar yolda Mısır’a gitmekte olan Salâhî emîrlerden Şücâüddîn Tuğrul Silâhdâr ile karşılaşarak onu da saflarına kattılar.723 Kudüs’e varınca oranın valisi Sarimüddîn Kutluk’un da desteğini alarak orayı zapt ettiler.724 Bir süre sonra Nablus hâkimi Meymûn el-Kasrî’ de 700 süvari ile birlikte onlara iltihâk etti. Kevkeb ve Aclûn hâkimi İzzeddîn Üsâme de onlara katıldı. Böylece muazzam bir güç elde ettiler.725 Artık Kudüs, Melik Efdal’e muhâlif olanların toplandıkları bir kale haline gelmişti. Burada toplanan Salâhiye ümerâsı Mardin önlerinde bulunan Melik Âdil’e yine davette bulundular. Melik Efdal’e karşı yapacağı darbede kendisine her türlü desteği vereceklerini vaat ettiler. Melik Âdil ise artık zayıf düşmüş Mardin’i kesin olarak alacağına kanaat getirdiği için böyle riskli bir projede yer almak istemedi. Bu sebeple bu çağrıya da icâbet etmedi.726

Diğer taraftan 7 Rebiülevvel 595/7 Ocak 1199’da Kâhire’ye giren Melik Efdal, Fahreddîn Çerkez’in ve arkadaşlarının kendisini terk ettiklerini ve kaçtıklarını duyunca çok üzüldü. Elçi göndererek onların geri dönmelerini istediyse de başarılı olamadı.727 Her zaman olduğu gibi yine onlara zekice bir cevap veremedi. Onlara katılımın önüne geçmek için Kâhire’de kalmış Salâhîye komutanlarının tümünü tutuklattı. Mallarına da el koydu.728 Bunlar arasında Alaaddîn Şagir, İzzeddîn el-Boga el-Farisî, Aybek Fatîs ve

720 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 91-92. 721 İbn Haldûn, a.g.e., c. V, s. 388. 722 Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 178. 723 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 92; Makrizî, a.y. 724 Makrizî, a.y. 725 İbn Vâsıl, a.y.; Makrizî, a.y. 726 İbn Esîr, a.y.; Âşûr, el-Cihâdü’l-İslâmî, s. 267. 727 İbn Esîr, a.y. 728 Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 262; Makrizî, a.y.

120

İlbeyi Fâris gibi Salâhî komutanlar vardı.729 Melik Efdal, böylece babasının memlûkleri ile bağlarının tamamen kopmasına ve sürgünde kendisine karşı bir hareketin oluşmasına zemin hazırlamış oldu.

Melik Efdal, Kâhire’de işleri düzene koyup idâreyi tamamen eline aldı. Oradaki bütün emîrler de kendisine bağlılık bildirmiş, böylece Mısır’da birlik ve düzen yeniden sağlanmıştı. O, kendisinden sonra bütün işlerde tek yetkili olarak da Seyfeddîn Yazkec’i tayin etmişti.730

Melik Efdal, yaptığı hatalar sonucu sahip olduğu yerleri ard arda amcası Melik Âdil’e kaptırmış, nihâyet elinde kala kala oldukça önemsiz bir kale olan Sarhad Kalesi kalmıştı. Bu durumu ona, amcası Melik Âdil ve kardeşi Melik Azîz birleşerek yapmışlardı. Bu sebeple amcasının fırsatçı ve haris kişiliğini çok iyi öğrenmişti. Bu nedenle ensesinde devamlı amcasından gelebilecek tehditleri hissediyordu. Yine amcasından yana tavır alan Salâhiye emîrlerinin Kudüs’te kendisine karşı teşekkül ettirdikleri muhâlif hareketin de farkındaydı.731 Bu sebeple, kabinesini kurar kurmaz o sıralar Mardin önlerinde bulunan amcası Dımaşk hâkimi Melik Âdil’e bağlılık bildiren bir mektup gönderdi. Mektubunda amcasına itâat arz ederek onun emir ve yasaklarının dışına çıkmayacağını bildirmekteydi. Melik Âdil’in cevabî mektubu ise nezaket sınırlarını aşan kibirli ve kaçamaklı bir mektuptu. Melik Âdil, cevaben şöyle diyordu: “Melik Azîz şayet vasiyetsiz öldüyse Mısır’ın ileri gelenlerinin kanaatlerini görmek isterim ve ancak ondan sonra fikrimi beyân edebilirim; yok eğer ortada Melik Azîz’in bir vasiyetnamesi varsa ona da uyulması gerekir. Dolayısı ile her iki durumda da Mısır’a bir çıkarma yapmış olman çok doğru kaçmamıştır.”732

2.3. Melik Efdal’in İktidarı Melik Âdil’e Kaptırması

Melik Efdal, babasının veliahtı olarak bütün Eyyûbî ailesinin sultanı olarak Dımaşk’ta bulunduğu sıralarda bir sürü hatalar yapmıştı. Kardeşinden daha çok güvendiği ve değer verdiği amcası Melik Âdil ise onun hatalarını kollamış ve bu hatalarını mâhirâne bir şekilde değerlendirerek sahip olduğu yerleri bir bir onun elinden

729 İbn Esîr, a.y. 730 İbn Esîr, a.y. 731 Humphreys, a.g.e., s. 111. 732 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 93; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 178.

121

almıştı. En son olarak da Melik Azîz ile birlikte Dımaşk’ı elinden almıştı. Dolayısıyla kendisinin felaketinde rol oynayanlardan biri amcası Melik Âdil iken bir diğeri de kardeşi Melik Azîz olmuştu.

Melik Azîz’in 21 Muharrem 595/23 Kasım 1198’de ölmesi Melik Efdal’e iki rakibinden de kurtulma fırsatı bahşetmişti. Bu olay, Melik Efdal’e en büyük rakibi olan kardeşinden kurtulmasını sağladığı gibi kendisine ihanet ettiğini düşündüğü amcası Melik Âdil’den de intikam alma fırsatını sunmuştu. Fakat Melik Efdal’in yapacağı yeni bir yanlışlık, Melik Âdil tarafından mâhirane bir şekilde değerlendirilecek ve Melik Efdal kaderin bir cilvesi olarak en son sahip olduğu yeri de yine amcasına kaptıracaktır.

2.3.1. Melik Efdal’in Başarısız Dımaşk Muhâsarası

Melik Efdal, amcası Melik Âdil’e karşı büyük bir intikam duygusu ve kinle doluydu. Çünkü babası Salâhaddîn tarafından kendisine verilen Dımaşk, amcası tarafından zorla elinden alınmıştı. Ayrıca onu, yalnızca tahtından indirmemiş, aynı zamanda aptal yerine de koymuştu.733 Bu sebeple hayattaki en büyük rakibi olarak gördüğü amcasından intikâm almak için fırsat kollamaktaydı. Mısır’a yeğeninin atabeyi olarak yerleştiği sıralarda amcası, Mardin muhâsarası için Dımaşk’ın dışındaydı. Yine amcası Melik Âdil’in oğlu Melik Kâmil de babasının yardımına koşmuştu. O da Mardin önlerindeydi. Ayrıca Dımaşk’ı koruyan asker sayısı da oldukça azdı. Bu sebeple Dımaşk’ın savunması zaaf içindeydi.734 Melik Efdal ise bütün bu gelişmelerin kendi lehine olduğunu düşünse de ancak amcasından intikam almak için harekete geçmenin vakti olup olmadığı hususunda müteredditti.

2.3.1.1. Melik Efdal’in Yine Tecrübesizce Davranması

Melik Âdil’in yayılmacı politikası, Melik Efdal’in dışındaki diğer Eyyûbî prenslerini de tedirgin etmekteydi. Bu sebeple Halep hâkimi Melik Zâhir, Melik Efdal’i Dımaşk’ı muhâsara etmeye teşvîk edip durmaktaydı. Bunun için peşpeşe elçilerini Mısır’a göndererek Melik Âdil’in Dımaşk’ın dışında olduğunu hatırlatarak bu fırsatı

733 Humphreys, a.g.e., s. 112. 734 Kaya, a.g.m., s. 158.

122

değerlendirmesini telkîn etmekteydi.735 Melik Zâhir’in girişimleriyle Humus hâkimi de amcasına cephe aldı. O da Melik Efdal’i Dımaşk’a yürümeye teşvik etmeye başladı.736 İkisi Melik Efdal’e, Dımaşk’a yürümesi durumunda her türlü mâlî ve askerî destek sözü de verdiler.737

Diğer taraftan Melik Efdal’den ayrılarak sürgünde bir karşı hareket başlatan Salâhiye ümerâsı ise Melik Âdil’i sürekli yeğenine karşı kışkırtmaktaydı. Onların bu girişimleri Esediye ümerâsını tedirgin etmekteydi. Çünkü hırs ve fırsatçılığı günyüzüne çıkmış olan Melik Âdil’in Dımaşk gibi yakın bir coğrafyada bulunması, Mısır’a karşı Salâhiye ümerâsı ile ittifak kurmasını her zaman için kolaylaştıracak, böylece Mısır dâima onun tehdidi altında bulunacaktı. Böyle bir tehdit algısı, Esediye ümerâsını, onun bir an önce Dımaşk’tan çıkarılarak nehrin ötesine, el-Cezîre’ye gönderilmesi gerektiği düşüncesine sevk etti. Bunun için onlar, Dımaşk’ı baban sana vermişti, fakat amcan seni zorla oradan çıkardı. Mısır, senin değil ve sana da yetmez. Bu sebeple zorla çıkarıldığın şehrini geri al,738 diyerek Dımaşk’ı amcasından alması için Melik Efdal’e telkînlerde bulunmaya başladılar.

Bütün bu telkinlere ve teşviklere rağmen Melik Efdal temkînli davranıyordu. Amcasından intikam almak için harekete geçmenin vakti olup olmadığı hususunda müteredditti. Çünkü o, daha önce sayısız hata işlemiş ve bu hataları amcası tarafından affedilmemişti. Amcası, onun bütün hatalarını mâhirane bir şekilde kendi lehine çevirmişti. Bu sebeple o, Dımaşk üzerine gerçekleştireceği bir hareketin başarısızlıkla sonuçlanmasının kendi felaketi olacağını biliyor; bundan dolayı da yeni bir hata işlememek için olabildiğince temkînli davranıyordu. Ancak o, şunu da biliyordu ki, amcası yine eninde sonunda onun haddinden gelecek739 ve Mısır’ı ona yâr etmeyecekti. Bundan dolayı onun, Dımaşk üzerine yürümekten başka çaresi yoktu. Bu arada kardeşlerinin ve Esediye ümerâsının tamamen kendi tarafında yer almış olmalarından dolayı o, bugün belki de daha önce hiç olmadığı kadar güçlüydü. Ayrıca Eyyûbî prenslerinin çoğu da olası bir Dımaşk seferinde kendisine her türlü malî ve askerî destek sözü vermişlerdi. Bu sebeple o, kendi lehine olduğunu düşündüğü bu gelişmeleri

735 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 94. 736 el-Hanbelî, a.g.e., s. 205. 737 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 257. 738 Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 262. 739 Humphreys, a.y.

123

değerlendirmek istedi. Kötülüklerinden emîn olmadığı amcasına sertçe bir darbe indirmek, böylece ondan gelebilecek bütün kötülükleri bertaraf etmek için harekete geçmeye karar verdi.

Melik Efdal, Mısır işlerini nâibi Seyfeddîn Yazkec’e havale ederek Dımaşk’a hareket etmek üzere 15 Cemâziyelevvel 595/15 Mart 1199 günü Kâhire’den yola çıktı. Bu arada kardeşi Melik Zâhir’den ve diğer Eyyûbî meliklerinden de yardım istedi. Orduların toplanması için Kâhire dışında karargâhını kurdu. Fakat daha işin başında büyük bir hataya imza atarak yine çok ağır davrandı. Aslında hızlı hareket edebilseydi Dımaşk’ı kolay bir şekilde zapt edebilecekti. 740 Kâhire’nin dışında çeşitli işlerle oyalanarak ancak 3 Recep 595/1 Mayıs 1199’da yaklaşık bir buçuk aylık bir gecikme ile Dımaşk’a hareket edebildi. Onun yaptığı bu büyük hata yine kendi aleyhine olmak üzere amcası Melik Âdil’e yarayacaktı.

2.3.1.2. Melik Âdil’in Mardin’den Dımaşk’a Dönüşü

Melik Efdal, gecikmeli de olsa Dımaşk’a hareket edebilmişti. Onun Dımaşk’a yürüdüğünü Kudüs’teki Salâhiye birlikleri, Mardin önlerinde bulunan Melik Âdil’e haber verdiler. Bunun üzerine Melik Âdil, Mardin önlerindeki askerlerin başında Diyarbakır nâibi olan oğlu Melik Kâmil’i bırakarak hızlıca Dımaşk’a döndü. Hızlı hareket edebilmek için de ağırlıklarını yanına almadan iki yüz atlı askeri ile yola çıkmıştı. Yanında, emîrlerden sadece Bedreddîn Dilderem el-Yârûkî, İzzeddîn b. Mukaddem ve Antep hâkimi Hüsâmeddîn vardı. Onlar, 11 Şabân 595/8 Haziran 1199 günü Dımaşk’a ulaştılar. Melik Efdal ise, ancak onlardan iki gün sonra şehrin önlerine gelebildi. 741 Şehrin batısındaki Meydanü’l-Ahdar’da karargâhını kurdu ve şehri muhâsaraya başladı.

Kuşatmanın ilk günü şehir neredeyse düşecekti. O gün, Hakkariye Kürtlerinden Fakîh Îsâ el-Hakkarî’nin kardeşi Mecdüddîn, Dımaşk’taki Kürt emîrlerden Şüca’ b. Yûnus’tan destek alarak 742 bir ara yanındaki elli kadar askeri ile birlikte Babü’s-

740 İbn Esîr, a.y. 741 Tarihçi İbrâhîm el-Hanbelî, Melik Efdal’in amcasından önce Dımaşk’ın önlerine geldiğini belirten bir görüşün varlığını zikretse de doğrusu onun amcasından iki gün sonra oraya vardığıdır. Bkz. el-Hanbelî, a.g.e., s. 206. 742 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 95-96.

124

Seleme’den şehre girdi.743 Oradan, Bab-i Cîrûn’a ve Babü’l-Berîd’e kadar ilerledi. Bu arada Mecdüddîn “Ya Efdal Ya Mansûr” şeklinde Melik Efdal lehine tazâhüratta bulununca Dımaşk halkı da Melik Efdal lehine tezâhüratlarda bulunarak ona itâat arz ettiler. Bunun üzerine surların üzerinde bulunan Dımaşk askerleri paniğe kapıldılar. Bir kısmı teslim olurken bir kısmı da şehrin içlerine doğru kaçtı. Cesûr bir emîr olan Mecdüddîn, askerleriyle birlikte şehrin ortalarındaki Emevi Camii’nin çevresindeki çarşılara kadar ilerleyişini sürdürdü. Şehir bir anda düşmüş görüntüsü verdi; fakat bu askerleri hiç kimse takip etmemişti. Az daha Melik Âdil de teslim olacaktı. Ancak Dımaşk’a giren asker sayısının az olduğunu ve arkalarından herhangi bir destek kuvvetin gelmediğini görünce bundan vazgeçti. Oğlu Melik Muazzam ile birlikte kaleden inerek çarşının ortalarına doğru şiddetli bir karşı atağa geçerek onları şehirden çıkardı. Destek kuvvet alamayan Mısırlılar, onların önünde tutunamayarak kuzey kapısı olan Babü’s-Seleme kapısına doğru geri çekildiler.744 Burada kapana kısılmışlardı ki imdatlarına iki Hanbelî şeyhi olan Nasihüddîn eş-Şirâzî ile kardeşi Şahâbeddîn eş-Şirâzî yetiştiler. Bu iki şeyh, onlara Babü’l-Ferâdis kapısını açarak oradan kaçmalarını sağladılar. Melik Efdal, Dımaşk’ı alması durumunda bu iki kardeşten Nasihüddîn’i Dımaşk kadılığı görevine, kardeşi Şahâbeddîn’i de şehrin muhtesibliği görevine atayacağı sözünü vererek onları yanına çekebilmişti. Onların yardımıyla Mısır askerleri, Melik Âdil’den kurtulmuşlardı. Ancak bu iki Hanbeli şeyhinin ihanetine uğramış olan Melik Âdil, soruşturmanın ardından ihaneti yapanların kim olduğunu öğrenmesine rağmen onları ilk başta cezalandırma yoluna gitmedi. Bu muhâsara esnasında Hanbelîlerin ihanetine dair Tarihçi Sıbt İbn Cevzî, Melik Âdil’in oğlu Melik Muazzam’dan şunu da aktarmaktadır: Dımaşk’a sızmış olan Mısır askerî birliğini Babü’l-Ferâdis kapısından şehirden çıkardıktan sonra geri döndük. Fakat dönüş yolunda Hanbelîlerin medresesinin yanından geçerken babamın başına yukarıdan bir zeytinyağı fıçısı atıldı. Ancak babamı ıskalayarak onun binmiş olduğu atın boynuna düştü. At o anda öldü. Buna rağmen babam hiçbir şey demedi ve yoluna başka bir atla devam etti.745 Ancak müttefik güçlerin Dımaşk önlerinden ayrılmalarından sonra Melik Âdil, bu Hanbelî şeyhlerini huzuruna çağırıp sorgulayacaktır. 'Niçin düşman kuvvetlerine Babü’l-Ferâdis kapısını açtınız? Bana niçin düşmanca davranıp kanımı

743 İbn Esîr, a.y. 744 İbn Esîr, a.y.; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 96; el-Hanbelî, a.y.; Humphreys, a.g.e., s. 112-113. 745 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 462-463.

125

dökmeye, beni öldürmeye çalıştınız?' sorularına, hiçbir cevap veremeyecek olan bu iki Hanbeli şeyhi sadece 'biz hata yaptık, sultanın affına muhtacız' diyebilecekler. Fakat Melik Âdil, onların ihanetini affetmeyecek ve "Şayet 'fakihleri astı’ denilmeyeceğini bilseydim, hiçbirinizi sağ bırakmazdım. Bu sebeple sizi idam etmeyeceğim. Ancak buradan ayrılıp Halep’e gideceksiniz," diyerek onları sürgüne gönderecektir.746

Dımaşk’a sızan Mısır ordusuna bağlı küçük askerî birliği şehirden çıkaran Melik Âdil, bir ara bir grubun önünde Dımaşk’a girmeğe çalışan yeğeni Melik Zafîr ile karşı karşıya geldi. Yanındaki yetmiş süvari ile üzerlerine hücûm ederek onları da Dımaşk’ın dışına çıkardı ve şehrin bütün kapılarını kapatarak her kapının önüne bir grup muhafız yerleştirdi.747

2.3.1.3. Melik Efdal’in, Bürokratlarının İhanetine Uğraması

Zaferi tek başına üstlenmek isteyen Mecdüddîn, takviye güç almadan yanındaki elli kişilik kuvvetle Dımaşk’a girmiş; ancak başarılı olamamıştı. Bundan sonraki süreçte muhâsara, uzun ve acı veren bir yıpratma savaşı halini aldı. Melik Âdil, zora düştüğünde başvurduğu en etkili yöntemi, karşı cephedeki komutanlara rüşvet vererek onları kendi tarafına çekmekti. Burada da aynı yöntemi kullandı ve başarılı da oldu. Onun girişimleri sonucu Tuğrul el-Mihrânî bir grup asker ile birlikte Melik Efdal’den ayrılarak onun tarafına geçti. Böylece şiddetli kuşatmadan bunalmış olan Melik Âdil az da olsa rahatlarken Melik Efdal’in ordusunda da ilk çatlaklar oluşmaya başladı. Yine o, Melik Efdal’in komutanlarından Alamüddîn Gürcü ve İzzeddîn Derbâs el-Mihrânî ile yazışarak onlara büyük meblağlarda mâl ve para teklifinde bulundu. Karşılığında da onlardan Melik Efdal’i savaşmaktan vazgeçirmelerini istedi. Onlara gönderdiği mektup şöyleydi: "Şayet kardeşimin oğulları, bana galip gelseler, onurumu, saygınlığımı, şeref ve haysiyetimi incitecekler. Hâlbuki ben mâlımı, ailemi ve çocuklarımı alıp Doğu’ya gitmek ve Mısır’ı da Şam’ı da onlara bırakmak isterim. Bu konuda bana yardımcı olun, Melik Efdal’i savaştan vazgeçirin. Bunu sağlayabilirseniz oldukça kazançlı çıkarsınız." İki komutan da Melik Âdil’in bu teklifini ve davetini kabul ettiler. Onlar, Dımaşk’a son etkili darbenin vurulabilmesi için Melik Zâhir’in beklenmesi gerektiğini söyleyerek

746Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 469; İbn Tağriberdî, a.g.e., c. VI, s. 149-150; el-Hanbelî, a.g.e., s. 207-208. 747 İbn Vâsıl, a.y.

126

Melik Efdal’i frenlediler. Hâlbuki Melik Efdal, Dımaşk’ı bir an önce almak için acele etmekteydi. 748 Böylece Dımaşk ve Mısır orduları arasında kısa süreli bir ateşkes sağlanmış oldu.

Mısır ile ateşkes yapmış olan Melik Âdil, bu süreçte de boş durmayarak yeğeninin komutanlarından Seyfeddîn Ali b. Mihrân, Fahreddîn Ayâz el-Bânyâsî, İbn Kahdân, Miskâl el-Hâdim, kızkardeşinin oğlu İbn Sadeddîn Kümeşbeh,749 Hüsameddîn Îsâ b. Hoşterîn ve kardeşi Seyfeddîn gibi önemli bazı komutan ve askerleri büyük vaatler karşılığında ikna ederek kendi tarafına çekebildi.750

Bu arada, Melik Efdal’in ordusundaki Kürtler de tek bir vücût halinde hareket etmeyi kararlaştırmışlardı. Melik Efdal ve Esediye memlûkleri Kürtlerin bu hareketlerinden onların Melik Âdil’in tarafına geçmeye hazır olduklarını düşünerek onlara güvensizlik duymaya başladılar. Bütün bunlardan dolayı Melik Efdal, ordusunu şehrin daha da güneyine, el-Kisve eteklerine çekmek zorunda kaldı. Burada diğer Eyyûbî meliklerinden gelecek takviye güçler beklenmeye başlandı.751

2.3.1.4. Güç Dengesinin Yeniden Melik Efdal Lehine Dönmesi

Melik Efdal, zorluklarla karşılaştığında çok çabuk direnci zayıflardı. Burada da yine direncini kaybedip muhâsarayı yarıda kesmek ve ülkesine dönmek istedi. Kısa sürede destek kuvvetin geleceği söylenerek ancak ikna edilebildi. Çok geçmeden 25 Şabân 595/22 Hazîran 1199’da Humus hâkimi Melik Mücâhid Şirkûh, 12 Ramazân 595/8 Temmuz 1199’da da Halep emîri Melik Zâhir ordularının başında Dımaşk önlerine geldiler. Ayrıca kendisi gelemeyen Hamâ emîri Melik Mansûr752 da bir grup askerini Melik Efdal’e destek için göndermişti. Yine Melik Efdal’e destek için Banyâs hâkimi Hüsâmeddîn Beşşâre, Safed hâkimi Sadeddîn Mesûd ve kardeşi Nûreddîn de karargâha varmışlardı. Böylece güç dengeleri tamamen Melik Efdal lehine döndü. Yeni gelen takviye kuvvetlerle oldukça güç elde eden Melik Efdal, Dımaşk üzerindeki

748 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 97-98. 749 Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 263. 750 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 98. 751 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 257; İbn Vâsıl, a.y. 752 Melik Mansûr, bir grup askerini Melik Zâhir ile birlikte Dımaşk seferine gönderirken ondan İzzeddîn b. Mukaddem’in elindeki Bârîn’i istemiş, bu isteği Melik Zâhir tarafından olumlu karşılanarak Bârîn’i İbn Mukaddem’den almasına izin verilmişti. Bkz. İbn Vâsıl, a.y.

127

muhâsarayı şiddetlendirdi. Öyle ki oranın ağaçlarını kestiler, hiçbir yiyecek maddesinin oraya girişine izin vermediler. Hatta Dımaşk’ın içine doğru akan nehir yataklarını değiştirip suları farklı yönlere yönlendirerek Dımaşk’ı susuz bıraktılar. Bunun sonucunda da özellikle yiyecek maddelerinde müthiş bir pahalılık baş gösterdi ve Dımaşk’taki yaşam oldukça olumsuz etkilendi.753

Diğer taraftan Kudüs’ün yönetimine el koyan muhâlif Salâhiye emîrleri, bu zamana kadar kargaşalardan uzak durmuş, hiçbir şeye karışmamışlardı. Şimdi durumu kötüleşen ve Dımaşk’ın bu zor şartlar altında daha fazla dayanamayacağını gören Melik Âdil, onlara haber göndererek yardım istedi. Bu çağrı üzerine yola çıktılar. Onların Melik Âdil’e yardımcı olmak üzere Kudüs’ten ayrıldıklarını duyan Melik Efdal, yollarını kesip Dımaşk’a ulaşmalarını engellemek için Humus emîri Melik Mücâhid’i bir grup askerle yola çıkardı.754 Bir süre sonra Esediye ve Halep askerlerinden oluşan bir askerî birliği de ona takviye olarak gönderdi.755 Ancak Melik Efdal’in böyle bir tedbîre başvurabileceğini tahmîn eden Salâhiye emîrleri, Melik Âdil taraftarı olan Baalbek emîri Melik Emced’in büyük gayretleri ile farklı bir güzergâhtan Dımaşk’a problemsiz ulaştılar.756

Melik Efdal, bir askerî birliği Şüca’üddîn Cevher komutasında Ürdün vadisine gönderdi. Bunu yapmaktaki amacı büyük bir ihtimalle Melik Âdil’e destek veren Salâhiye ümerâsının oradaki iktâlarına zarar vermekti. Böylece onların Melik Âdil’e destek vermekteki arzuları kırılacaktı. Melik Âdil ise karşı atağa geçerek bazı komutanlarını bölgeye gönderdi. O sıralar Nablus’ta olan Meymûn el-Kasrî de onlara katıldı. Taraflar arasında meydana gelen çarpışmada Şüca’üddîn Cevher öldürülünce Melik Efdal’in ordusu dağıldı. 757 Melik Efdal’in ordusunu Ürdün vadisinden uzaklaştıran Melik Âdil’in ordusundaki İzzeddîn Üsâme ve Cahhâf adlı komutanlar, Melik Efdal’in ikmâl yollarını tamamen kapatmak için Mısır yolu üzerindeki Filistîn’e gidip oraya yerleştiler.758

753 Ebû Şâme, a.y. 754 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 258; Humphreys, a.g.e., s. 113. 755 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 99. 756 Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 263-264. 757 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 100. 758 Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 263.

128

2.3.1.5. Melik Âdil’in Durumunun Kötüleşmesi

Melik Âdil’in komutanlarının Melik Efdal’in ikmâl yollarını kapatmaya çalışmaları akıllıca bir taktikti ve Dımaşk’ı da biraz rahatlatmıştı. Ancak Dımaşk’ın üzerindeki baskıları tamamen kaldıramamıştı. Son zamanlarda müttefik güçler, Melik Âdil’in emîrlerinin yol açtıkları zararlardan oldukça etkilenmişlerdi. Bundan dolayı Dımaşk üzerindeki kuşatmayı olabildiğince şiddetlendirdiler. Öyle ki Dımaşk’taki halkın bir kısmına artık ölümü temennî ettirebilecek şiddette bir kıtlık baş gösterdi. Melik Âdil’in Dımaşk’taki hazineleri boşalmıştı. O, artık rüşvetle adam da ayartamıyordu. Hatta kendi askerlerini dahi beslemekten aciz kalmıştı. Hazinelerinin boşalması nedeniyle oldukça zor durumda kalmış olan Melik Âdil, Caber Kalesi’ndeki hazineleri kendisine ulaştığında borçlarını ödeme taahhüdüyle esnaftan zorunlu borç almaya başlamıştı. Askerler de savaşmaktan bıkmış ve ruhsuzlaşmışlardı. Aşırı fiyat artışları nedeniyle halk da çok zorda kalmıştı. Bu arada Melik Zâhir’in Halep’ten getirttiği lağımcılar/istihkâm erleri de Dımaşk surlarının dibini delmek ve oralardan şehre girmek için canla başla çalışmaktaydılar. Dımaşk’ın düşmesi an meselesiydi.759

Bu aralar zorda olan sadece Dımaşk değildi. Aynı zamanda onun bağlıları da zor durumdaydılar. Bu yılın Ramazân/Temmuz ayında Melik Zâhir ile yaptığı anlaşmaya binâen Hamâ emîri Melik Mansûr, Melik Âdil’in bağlılarından İzzeddîn b. Mukaddem’in elindeki Bârîn’i kuşattı. Kaledeki muhafızlar, kahramanca mücadele etmelerine rağmen şehrin zapt edilmesini ancak Zilkâde/Eylül ayına kadar geciktirebildiler. Nihâyet bu tarihte şehir düştü.760

Melik Âdil’in el-Cezîre bölgesinde de durumu pekiyi değildi. O cephede de başarısızlıklar yaşamaktaydı. Daha önce ona bağlılık bildirmiş olan Musul, Sincâr, Diyarbakır ve civar belde emîrleri Melik Efdal’in Mısır’a hâkim olmasından sonra taraf değiştirmişlerdi. Çünkü onlar, Melik Âdil’in yayılmacı politikasından rahatsızdılar. Bu sebeple onun en büyük rakibi olarak gördükleri Melik Efdal’e yanaşarak onunla birlikte hareket etmeyi kararlaştırmışlardı. Melik Efdal ile şöyle bir antlaşma yapmışlardı: Melik

759 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 100; Humphreys, a.g.e., s. 114. 760 Fakat ilerde Melik Âdil, sultanlık makamına oturunca Melik Mansûr, kendisine bağlılık bildirecek, o da Melik Mansûr’dan bu kaleyi İzzeddîn b. Mukaddem’e iâde etmesini isteyecektir. Ancak Melik Mansûr, Melik Âdil’in de onayını alarak kendi topraklarına yakın olduğu için bu kaleyi elinde tutacak, fakat ona karşılık Menbic ve Necm kalelerini İzzeddîn b. Mukaddem’e verecektir.

129

Efdal, Dımaşk’ı muhâsara ettiğinde onlar da Melik Âdil’e karşı harekete geçip onun el- Cezîre’deki beldelerini muhâsara edeceklerdi. Melik Efdal, Dımaşk üzerine harekete geçmeden önce onları durumdan haberdar ederek amcasının el-Cezîre bölgesindeki topraklarına saldırmalarını emretti. Onun direktifi üzerine Musul hâkimi Nûreddîn, amcazâdesi Sincâr hâkimi Kutbeddîn, bir diğer amcazâdesi Cezîretü İbn Ömer’in hâkimi Muizzüddîn Sencerşâh, Düneysir’de761 toplandılar. Birleşik ordular, Nûreddîn Arslanşâh komutasında, Mardin önlerinde bulunan Melik Kâmil’in üzerine yürüdü. Melik Kâmil’in ordusu, Mardin dağının eteklerinde konuşlanmıştı. Ancak Melik Kâmil, yanlış bir taktik uygulayarak kendisinden çok güçlü olan bu birleşik orduyla savaşmak üzere dağın eteklerinden aşağı indi. Burada taraflar arasında yapılan savaşta Melik Kâmil, herhangi bir varlık gösteremeyip mağlup olarak Meyyâfarikîn’e doğru geri çekildi. Hâlbuki dağın eteklerinden aşağı inmeseydi birleşik ordu böyle kolay bir galibiyet elde edemezdi. O, geri çekilince Nûreddîn ve beraberindekilerin onu takip etmesi bekleniyordu. Ancak onlar, Melik Âdil’in el-Cezîre bölgesindeki başkenti Harrân’ı gözlerine kestirmişlerdi. Bu sebeple Harrân’a doğru harekete geçtiler. Oraya yakın Ra’sü’l-Ayn’da karargâhlarını kurdular. Burada savaş stratejilerini belirleyen müttefik kuvvetlerin başkomutanı Nûreddîn, Harrân’a saldırmadan önce bazı askerî birliklerini, daha önce Melik Âdil’e kaptırmış olduğu Rakka ve Suruc’a gönderdi. Melik Kâmil ise onlara karşı herhangi bir müdahalede bulunamadı. Çünkü Melik Âdil’in doğudaki orduları yok olmanın eşiğindeydi. Tam bu noktada Melik Zâhir, ölümcül bir politik hata yaptı. Nûreddîn ve beraberindekilerden tüm Zengî topraklarında paranın ve hutbenin kendi adına olmasını istedi. Zaten Nûreddîn, Melik Âdil’in böyle bir imtiyaz talebinden dolayı ona karşı çıkıyor ve onunla savaşıyordu. Dolayısıyla Melik Zâhir’in bu talebi, bir Eyyûbî tehlikesini başka bir Eyyûbî tehlikesiyle bertaraf etmek anlamına gelecekti. Aynı zamanda bu talebi, Melik Zâhir’in, ağabeyi Melik Efdal’e bir ihaneti olarak algıladı. Bu sebeple Salâhaddîn’in çocuklarına karşı düşüncesi değişti. Bu arada ciddi bir hastalığa da yakalanmıştı. Bütün bunlardan dolayı memleketine, Musul’a, dönme kararı aldı. İşte şimdi Melik Kâmil, artık Harran’a gönül rahatlığıyla dönebilirdi.762

761 Düneysir, el-Cezîre bölgesinde, Mardin yakınlarında bulunan büyük bir şehirdir. (el-Hamevî, a.g.e., c. II, s. 478). Günümüzde Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde bulunan Mardin iline bağlı bir ilçe olan Kızıltepe’nin eski adıdır. 762 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 260-261; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 102; Humphreys, a.g.e., s. 114-115.

130

Sonbaharda Dımaşk’ın durumu daha da umutsuzdu. Şimdi yüksek rütbeli bürokratlar tarafından terk edilme sırası Melik Âdil’e gelmişti. Aralarında Şemseddîn Düger, Fahreddîn el-Banyâs, Kasımüddîn ve Sarimüddîn Kaymaz en-Necmî’nin de bulunduğu bir kısım emîrler askerlerini de yanlarına alarak Melik Efdal tarafına geçtiler.763 Dımaşk’ın durumu o kadar nazikti ki neredeyse Melik Âdil, artık teslim bayrağını çekecekti.764

Melik Âdil’in bazı komutanları, karşı tarafa geçerken Salâhiye emîrleri de Melik Âdil’e sıkı sıkıya bağlanmıştı. Onlar, adeta kendi varlıklarını onun varlığına bağlı hissediyorlardı. Bu arada Melik Âdil’in artık orduyu besleyebilecek hiçbir maddî kaynağı kalmamıştı. Bu sebeple yanındaki Salâhiye ümerâsı dışındaki komutanlar, onu bir bir terk ediyorlardı. Bunun üzerine Salâhiye ümerâsı, Melik Âdil’e, komutanları yanında tutabilmesi için Harran’daki oğlu Melik Kâmil’in yardıma gelmesini ve gelirken de Caber Kalesi’ndeki hazineyi getirmesini salık verdiler. Çünkü Melik Âdil’in yanında ne para ne de mâl, hiçbir şey kalmamıştı. Hâlbuki askerlerin ve halkın savaşabilmesi, ancak mâlın ve paranın olması durumunda mümkündü. Bu sebeple onlar, doğudaki oğlu Melik Kâmil’i acil yardıma çağırmasını ve gelirken de kendisi ile birlikte bulabildiği ne kadar mâl varsa Dımaşk’a getirmesini emretmesini önerdiler. Şiddetli muhâsaradan bunalmış olan Melik Âdil de oğluna yanındaki askerlerle birlikte mâl ve paraları da alarak Dımaşk’a gelmesini emretti. Ayrıca geldiğinde yolu üzerindeki Caber Kalesi’ne uğramasını, kale emîri tarafından kendisine verilecek mâl ve paraları da getirmesini söyledi. Bunun üzerine Melik Kâmil, yanındaki malları toplayarak hızlı bir şekilde Dımaşk’a doğru yola çıktı. Bu arada uğradığı Caber Kalesi’nin emîri de kendisine 400 bin dinar vermişti.765 Melik Kâmil’in büyük meblağlara ulaşan paralarla ve yine çok sayıdaki askerle Dımaşk’a gelmesi, Dımaşklılara rahat bir nefes aldırdı.

2.3.1.6. Melik Âdil’in Son Hamlesi: Kardeşleri Birbirine Düşürmesi

Acil yardıma çağrılınca yanına Diyarbakır, Harrân ve el-Cezîre’nin diğer beldelerinin askerleri ile birlikte Türkmen güçlerini de alan766 Melik Kâmil, Dımaşk’a

763 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 104. 764 Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 180. 765 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 104-105. 766 İbn Kesîr, a.g.e., v. XIV, s. 453.

131

gelirken çöl yolunu takip etmişti. Çünkü onun Dımaşk’a gelmek üzere yola çıktığını duyan müttefik güçler, onun takip edebileceği yolları kesmişlerdi. Onlardan kurtulabilen Melik Kâmil, 12 Safer 596/3 Aralık 1199 günü Dımaşk’a vardı. 767 Onun gelişiyle Dımaşk’ta olumlu bir hava esmeye başladı. Hâlbuki daha önce müttefik güçlerin şiddetli muhâsaraları altında Dımaşk, nefes alamaz duruma gelmişti.

Melik Kâmil’in yanında askerler ve paralar olduğu halde Dımaşk’a gelmesi, şehir üzerindeki muhâsaranın şiddetinde gözle görülür bir azalma sağladı. Burada Melik Âdil’in dâhiyane bir hamleyle müttefik güçleri birbirine düşürdüğünü, böylece onların Dımaşk’ın bu zor sürecinde şiddetli bir saldırıda bulunmalarını önlediğini de görmekteyiz. O, Halep hâkimi Melik Zâhir’in Melik Efdal’e karşı hasedini biliyordu. Yine Melik Efdal’in de zayıf karakterli olduğunu, dolayısıyla güçlü bir muhâkeme gücüne sahip olmadığını da biliyordu. Kardeşlerin bu zaaflarını kullanmak istedi. Bunun için Melik Zâhir’e mektup göndererek Melik Efdal’in bu devlete sultanlık yapabilecek kabiliyet ve yetenekten mahrûm olduğunu, dolayısıyla Dımaşk’ı ona bırakamayacağını ifade etti. Devamında da: "Sultanlık senin hakkındır, bu sebeple ben Dımaşk’ı ancak sana bırakabilirim." 768 diyerek onun Melik Efdal’e duyduğu kıskançlığını körüklemek istedi. Diğer taraftan Melik Efdal’e de haber göndererek Melik Zâhir’in sadece kendisini düşündüğünü, Dımaşk’ı almaları durumunda orayı kesinlikle kendisine alacağını ve daha sonra da Eyyûbî sultanlığı makamına geçmeye çalışacağını belirtti. Çünkü onun bu makamda hep gözü olmuştur. Gerçekten de kısa bir süre sonra Melik Zâhir, Melik Efdal’den Dımaşk’ı istedi. Bunun üzerine Melik Efdal, amcasına hak vermeye ve kardeşi hakkında da kuşkulanmaya başladı. Böylece iki kardeş arasında soğuk rüzgârlar esmeye başladı.

Yine Melik Âdil, müttefik güçler arasında bazı komutanların kendisine meylettiği algısını oluşturmak maksadıyla her gün birçok cevabî mektup kaleme alıp onların karargâhına gönderiyordu. Bu mektupları, onların ağızlarından kendisine yazılmış itaat bildiren uydurma mektuplara cevaben yazıyordu. Böylece onlar, birbirlerinden kuşkulanmaya, aralarında güzensizlik oluşmaya başladı.769

767 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 258. 768 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 463. 769 Bu ve diğer bazı rivayetler için bkz. Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 264-265.

132

Melik Kâmil’in Dımaşk’a varıp babasının ve Dımaşk’ın rahat bir nefes almasını sağlaması, uzun süredir Dımaşk önlerindeki bekleyişlerini sürdürmekte olan müttefik güçlerin halet-i rûhiyeleri üzerinde menfi bir tesir meydana getirdi. Birbirlerinin aleyhine konuşmaya, birbirlerini kötülemeye başladılar.

Bu arada Melik Zâhir’in gözde bir memlûkü kaybolmuştu. O, kendisine son derece sâdık olan Aybek ismindeki bu memlûkünün saf değiştirerek Melik Âdil tarafına geçtiğini zannetmişti. Melik Âdil, durumdan haberdar olunca bu fırsatı kaçırmak istemedi. Melik Zâhir’e haber göndererek sözkonusu memlûkün Melik Efdal’in komutanı Mahmûd Ali b. eş-Şükrî tarafından yakalanıp hapsedildiğini, Melik Efdal’in de bundan haberdar olduğunu bildirdi. Bunun üzerine Melik Zâhir, derhal harekete geçerek İbn Şükrî’yi yakaladı. Aradığı memlûkünü de onun yanında buldu. Bu durum, onun Melik Efdal’den kuşkulanmasına ve ona kin beslemesine yol açtı. Bu sebeple artık onun güçlenmesini istemiyor ve Dımaşk’ın onun eline geçmektense amcasının elinde kalmasını kendisi açısından daha iyi görüyordu. Bu nedenle de bundan sonra çeşitli bahaneler ileri sürerek ağabeyinin Dımaşk’a saldırmasına ve oraya sahip olmasına izin vermedi.770

2.3.1.7. Melik Efdal’in Siyaseten Bitişi

Melik Âdil, çeşitli manevralarla müttefik güçleri birbirine düşürmüş, böylece onların moralini bozabilmişti. Melik Kâmil’in büyük meblağlara ulaşan paralar ve çok sayıdaki askerle birlikte gelip Dımaşk’ı rahatlatması da onları huzursuz etmişti. Yine kış soğukları da başlamıştı. Bütün bunlara müttefik güçler arasındaki güvensizlik de eklenince onlar, muhâsarayı kaldırmak zorunda kaldılar. 17 Safer 596/8 Aralık 1199 günü el-Kisve eteklerine çekildiler. Kış çıkıncaya kadar Dımaşk’ın beldelerinden Havran’da kalacaklardı. Bahara kadar orada bekleyecek, bahar geldiğinde de Dımaşk’ı tekrar muhâsara edeceklerdi. Bunun için el-Kisve’den Havran’a doğru yola çıktılar. Fakat yol üzerindeki kışının çok çetin olmasıyla bilinen Re’su’l-Ma’ya vardıklarında bu kararlarından vazgeçtiler. Bir sonraki ilkbaharda Dımaşk’ın önlerinde buluşmak üzere

770 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 106; el-Hanbelî, a.g.e., s. 207.

133

ayrıldılar. Halep ve Humus hâkimleri kendi beldelerine giderken Melik Efdal de Mısır’a döndü.771

Melik Efdal ve müttefikleri Dımaşk’tan ayrıldıktan sonra rahatlayan Melik Âdil, oğlu Melik Kâmil’i bir grup askerle birlikte o sıralar çalkantılı olan Doğu bölgesine gönderdi.772 Kendisi de Salâhiye birliklerinin ve yeğeni Melik Efdal’in yanındaki bazı komutanların teşviki ile Kâhire’yi ele geçirmek maksadıyla Melik Efdal’in peşine düştü.773 Tarihçi Ebû Şâme, Melik Âdil’in yeğenini takip etmek üzere Dımaşk’tan yola çıkarken ona mektup yazıp; 'ben babanın yerindeyim, benden uzaklaşma. Yanındakilere de fazla güvenme, çünkü onların büyük bir kısmı sana karşı sadık değiller. Ben de bundan sonra sana itaat edip seninle birlikte hareket edeceğim. Sana hiçbir şekilde muhalefet etmeyeceğim ve senden ayrılmayacağım.' dediğini aktarmaktadır. Yeğeninin gönderdiği cevabî mektupta yanındakilerin teşvikiyle, 'ancak düşmanım olan Salâhiye birliklerini yanından uzaklaştırırsan seninle bir daha bir araya gelebilirim,' dediğini ve bunun üzerine de Salâhiye birliklerinin galeyana gelerek bir an önce Melik Âdil’in Mısır’ı alması için büyük gayret sarf ettiklerini nakletmektedir.774

Hayatının büyük bir bölümünde Haçlılarla mücadele ederek büyük tecrübe kazanmış olan Melik Âdil, anî saldırının önemini ve etkisini çok iyi biliyordu.775 Bunun için o, Dımaşk ve Salâhiye birliklerinin başındaki yeğenini daha Mısır’a girmeden yakalamak için yola çıktı. Melik Efdal ise ancak Bilbîs’e vardığında amcasının Kâhire’ye saldırmak üzere yola çıktığından haberdar oldu. Ancak artık yapabileceği herhangi bir şey kalmamıştı. Çünkü o, Bilbîs’e vardığında komutanları izin alarak kendi iktâlarına gitmişlerdi. İktâ’larına doğru yola çıkmış olan komutan ve askerlerini çevre beldelerden toplamak istediyse de zaman darlığı ona bu imkânı vermedi. O, ancak ordusunun az bir kısmını toplayabildi. Toplayabildikleri de iktâsı yakın olanlardı.

Melik Efdal, toplayabildiği komutanlarıyla bir durum değerlendirmesi yaptı. Toplantıda iki seçenek öne çıktı. Bu iki seçenekten biri tercih edilecekti:

771 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 258 772 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 108. 773 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 470; İbn Tağriberdî, a.g.e., c. VI, s. 150. 774 Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 266 775 Kaya, a.g.m., s. 160.

134

1- Ya Bilbîs’in sûrlarını yıkıp şehri tamamen savunmaya elverişsiz hale getirdikten sonra Kâhire’ye gidecek ve orada amcasına karşı savunma savaşı verecekti. Ünlü komutanlardan Karakûş bu fikirdeydi. O, Melik Efdal’e şu öneride bulundu: "Kâhire’nin etrafına çok derin hendekler kazalım, çıkacak toprağı da hendeklerin hemen kenarında üst üste yığalım ki topraktan tepeler oluşsun. Kâhire’den denize kadar olan bütün her tarafta bu kazıları yapalım ki şehre sadece şehrin kapılarından girilebilsin."776 Böylece başarılı bir savunma savaşıyla Melik Âdil püskürtülebilecekti. 2- Ya da çevre şehirlerden biri olan “es-Saih”e gidecek, amcasını orada savaşmak üzere karşılayacaktı.

Durum değerlendirmesinden sonra ikinci seçenek tercih edildi. Bunun üzerine Melik Efdal, “es-Saih”e giderek orada konakladı. 7 Rebiülâhir 596/26 Ocak 1200 günü taraflar burada karşı karşıya geldi. Burada yapılan savaşta Melik Âdil’in ordusu karşısında herhangi bir varlık gösteremeyen Melik Efdal, geri çekilerek o gece Kâhire’ye kaçtı.777

2.3.2. Melik Âdil’in Mısır’a Hâkim Oluşu

Melik Efdal, amcasının önünden Kâhire’ye kadar kaçtı. Amcası da ensesindeydi. Onu takip ederek Kâhire’nin yakınındaki Birketü’l-Cübb denilen mevkide karargâhını kurdu. Artık Melik Efdal’in ne karşı koyabilecek bir gücü ne de kaçacak bir yeri vardı.778 Ayrıca o gece, bütün Eyyûbî ailesi arasında yüksek bir itibarı ve mevkisi bulunan Kâdı Fâdıl da vefat etmişti.779 Kâdı Fâdıl, Melik Âdil’in Mısır’ı alacağından emîn olunca Allah’tan kendi canını kabz etmesi için o gece çok dua etti. Çünkü o, Melik Âdil’in veziri Safiyüddîn b. Şükr’den korkuyordu. İkisi arasında eskiye dayanan bir husûmet vardı. Bu sebeple Mısır düşerse Safiyüddîn’in kendisine hakaretlerde bulunup onu küçük düşürmesi ve onuruyla oynaması kuvvetle muhtemeldi. Bundan dolayı gece boyunca ruhunun kabzı için ağlayıp tazarruda bulundu. Duası kabul olunmuş olacak ki

776 Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 181. 777 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 265. 778 Humphreys, a.g.e., s. 116. 779 İbn Esîr, a.y.

135

sabaha çıkmadı, o gece vefat etti.780 Onun vefatıyla Melik Efdal, kendisi ile amcası arasında barışı tesîs edebilecek belki de tek isim olan şahsın desteğinden yoksun kalmış oldu.781

Aslında Kâdı Fâdıl’ın vefat tarihiyle ilgili tarihçiler arasında ihtilaflar vardır. Genelde Melik Efdal’in Kâhire’ye girdiği 7 Rebiülâhir 596/26 Ocak 1200 günü vefat ettiği kabul edilmektedir. Ancak İbn Vâsıl gibi bazı tarihçiler Kâdı Fâdıl’ın vefat tarihinin aslında Melik Efdal’in Kâhire’ye girdiği gün değil de tam aksine onun Kâhire’den çıktığı 17 Rebiülâhir 596/5 Şubat 1200 günü olduğunu iddia etmektedirler.782 Kâdı Fâdıl, ister Melik Efdal’in Kâhire’ye girdiği 7 Rebiülâhir 596/26 Ocak 1200 günü vefat etmiş olsun, ister onun Kâhire’den çıktığı 17 Rebiülâhir 596/5 Şubat 1200 günü vefat etmiş olsun her halükarda Melik Efdal, onun desteğinden yoksun kalmıştı. Çünkü ikinci olasılıkta da Kâdı Fâdıl, artık son günlerini yaşadığı ve ölüm döşeğinde olduğu için bir arabulucuk görevi yapmak gücünden acizdi.

2.3.2.1. Melik Efdal’in Doğuya Gönderilmesi

Melik Efdal, o gece Kâdı Fâdıl’ın cenaze namazını kıldırdıktan sonra yanındaki ileri gelen devlet adamlarına ve ümerâya danıştı. Bu arada amcası da Birketü’l-Cübb’de karargâhını kurmuş, Kâhire’yi muhâsaraya başlamıştı. Orada iken yeğenine şöyle bir mektup göndermişti: "Ben Kâhire’nin dokunulmazlığını kırmak istemiyorum; zira Kâhire, İslâm’ın en büyük kalelerinden ve sığınaklarından biridir. Beni, orayı kılıç zoruyla almak zorunda bırakma. Bundan dolayı Kâhire’den çık, Sarhad’a git. Böyle yaparsan canın ve malın hususunda güvende olursun." Büyük bir ihtimalle Melik Efdal, ümerâsıyla yaptığı istişârede bu mektubu da gündeme getirdi. Yine komutanlarını da savaş hususunda isteksiz gördü. Bütün bunlardan dolayı amcası ile uzlaşma yolunu tercih etti. 783 Onunla amcası arasındaki sulh görüşmelerinde arabulucu olan kişi Seyfeddîn Yazkec idi.784 O, amcasına Dımaşk ile Kâhire’yi takas etmeyi teklif etti. Fakat Melik Âdil, bunu elinin tersiyle reddetti. Bunun üzerine Dımaşk’tan vazgeçmek zorunda kaldı. Bu sefer Mısır’a bedel Harran ve Ruha’yı istedi. Bu isteği de

780 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 472-473. 781 Kaya, a.g.m., s. 160. 782 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 109. 783 İbn Vâsıl, a.y.; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s.182. 784 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 470; İbn Tağriberdî, a.g.e., c. VI, s. 150.

136

reddedildi. 785 Bu arada Melik Âdil, haber göndererek yanındaki komutanlara çok güvenmemesini, Seyfeddîn Yazkec 786 hariç bütün komutanlarının kendisine meylettiğini delilleriyle birlikte sunup yapacağı teklife boyun eğmesini istedi. Bunun üzerine Melik Efdal, çaresizce amcasının Mısır’a bedel Meyyâfarikîn, Hânî, 787 Cebelcûr,788 Diyarbakır,789 Sümeysât790 ve daha bazı önemsiz yerler ile ilgili teklifini istemeden kabul etti. O, çaresiz kalmıştı. Çünkü anî bir baskınla karşılaşarak ordusunu dahi toplayamamıştı. Herhangi bir yerden yardım alma ümidi de yoktu. Ayrıca komutanlarına karşı artık güveni de kalmamıştı. Bu sebeple amcasının vereceği yerleri kabul etmekten başka çaresi yoktu. Amcası da onun bir daha kendisine problem çıkarmaması ve başına bela olmaması için ona son istediği yerler olan Meyyâfarikîn, Hânî, Diyarbakır, Sümeysât ve devletin en kuzeyindeki Cebelcûr’u verdi. Bunlara ek olarak Sarhad Kalesi’ni de verdi.791

Amcasıyla anlaşan Melik Efdal, 17 Rebiülâhir 596/5 Şubat 1200 tarihinde Mısır’dan çıkarak orayı amcasına teslim etti. Amcasının tavsiyelerini ve direktiflerini aldıktan sonra Sarhad Kalesi’nin yolunu tuttu. Oraya varınca amcasının Doğu bölgelerindeki nâibi olan oğlu Melik Evhad’e temsilcilerini göndererek kendisine vaat edilen yerlerin teslim edilmesini istedi. Fakat Melik Evhad, Meyyâfarikîn dışındaki yerleri teslim etmesine rağmen orayı teslim etmeye yanaşmadı. Melik Efdal, Melik Evhad’ın babasına rağmen böyle davrandığını düşünmekteydi. Bunun için amcasına elçiler gönderdi. Ancak bu konuda karşılıklı olarak elçilerin uzun süre gidip gelmesinden sonra yine amcasının oyununa geldiğini anladı. Aslında Meyyâfarikîn, amcasının emri ile kendisine teslim edilmiyordu. Bunun üzerine o, durumu kabullenerek bu konuda amcasına elçi göndermekten vazgeçti.792 Bazı tarihçiler, Melik Evhad’ın yukarıda ismi zikredilen yerlerden sadece Sümeysat’ı Melik Efdal’e teslim

785 İbn Esîr, a.y.. 786 Sıbt İbn Cevzî, Melik Efdal’e ihanet etmeyen tek komutanın Seyfeddîn Yazkec olduğunu söylerken, Bkz. Sıbt İbn Cevzî, a.y.; Ebû Şâme ise bunların sayısının dört olduğunu, ancak onlar içinde Melik Efdal’e karşı en sadık ve en samimi olanının yine aynı şahıs, yani Seyfeddîn Yazkec olduğunu belirtmektedir. Bkz. Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 267; İbrâhîm el-Hanbelî ise Sıbt İbn Cevzî’nin rivayetini paylaşmasına rağmen o, 'Seyfeddîn Yazkec' isminin yerine ihanet etmeyen şahsın 'Safiyüddîn Çerkez' olduğunu ifade etmektedir. Bkz. el- Hanbelî, a.g.e., s. 209. 787 Hânî, günümüzde Diyarbakır iline bağlı bir ilçedir. 788 Ebû Şâme, a.y.; Cebel Cûr, Türkiye'nin Doğu Anadolu Bölgesi'nde yer alan Bingöl ilinin eski adıdır. 789 Sıbt İbn Cevzî, a.y. 790 İbn Vâsıl, a.y. 791 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 116; Humphreys, a.g.e., s. 116. 792 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 266; İbn Haldûn, a.g.e., c. V, s. 390-391.

137

ettiğini belirtmiş olsalar da 793 doğrusu onun Meyyâfarikîn dışındaki yerleri teslim ettiğidir.

2.3.2.2. Melik Âdil’in Melik Mansûr’a Atabey Olarak Mısır’a Yerleşmesi

Melik Efdal, amcası Melik Âdil ile vedalaşıp 17 Rebiülâhir 596/5 Şubat 1200’de doğudaki iktâlarına gitmek üzere Mısır’dan ayrıldıktan bir gün sonra794 Melik Âdil, Kâhire’ye girdi. Orada, Melik Azîz’in küçük yaştaki oğlu Melik Mansûr hüküm sürüyordu. Şimdiye kadar bu küçük çocuğun atabeyliğini Melik Efdal üstlenmişti. Onun atabeyliği, bir yıl otuz sekiz gün sürmüştü.795 O, Mısır’dan doğuya gönderilince, bu sefer küçük çocuğun atabeyliğini Melik Âdil üstlendi. O, atabey ünvanı ile Kâhire’de altı ay hüküm sürdü.796 Bu süre boyunca oradaki idârî, ekonomik ve siyasî işleri düzene sokmakla uğraştı. Bu arada idârî kadrolara tamamen kendi adamlarını yerleştirmek maksadıyla çok önemli bazı üst düzey bürokrat atamaları gerçekleştirdi. Kâdılığa Sadreddîn b. Dirbâs el-Kürdî’yi atarken, vezâret makamını da Safiyüddîn b. Şükr’e teslim etti. 797 İbn Hameveyh’i, Şafiî medresesinin müderrisliğine getirdi. Ayrıca Seyfeddîn Yazkec’e de büyük ikramlarda bulunarak onu ülkenin kendisinden sonraki ikinci adamı ve yöneticisi olarak atadı.798

Melik Âdil, her ne kadar şu ân Melik Mansûr’un atabeyliği görevini üstlenmişse de aslında o, Salâhaddîn Eyyûbî sonrası Eyyûbî sultanlığının kendi hakkı olduğunu düşünmekteydi. Bu arzusuna kavuşabilmek için de hep uygun zamanı kollamaktaydı. Yine o, bu sebeple şimdiye kadar önüne çıkan bütün fırsatları değerlendirmiş; bu arzusuna kavuşabilmek için Salâhaddîn’in oğullarını bertaraf edebilmiş ve önünde sadece bir engel kalmıştı. O da Melik Azîz’in oğlu Melik Mansûr’du.

Melik Âdil, bu arzusuna kavuşabilmek için hep çok hırslı ve fırsatçı davranmış olmasına rağmen şimdi biraz durulmuştu. Çünkü o, Kâhire’ye girdiğinin ikinci günü

793 İbn Vâsıl, a.y. 794 İbn Vâsıl, Melik Âdil’in Kâhire’ye, Melik Efdal’in oradan ayrılışından dört gün sonra, 21 rebiülâhir 596/9 Şubat 1200 günü girdiğini ifâde etmektedir. İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 109. 795 Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 182. 796 İbn Esîr, a.y.; Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 270. Tarihçi İbn Vâsıl ise Melik Âdil’in Kâhire’ye yerleştikten bir hafta sonra Melik Mansûr’u azlettiğini belirtmektedir. Bkz. İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 110. 797 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 470; Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 267-268; İbn Kesîr, a.g.e., c. XIV, s. 453. 798 Sıbt İbn Cevzî, a.y.; Ebû Şâme, a.y.

138

Salâhiye ümerâsıyla bir araya gelmiş, bu arzusuna gem vuracağını ve Mısır’da sadece atabey olarak kalacağını taahhüt etmişti. Salâhî komutanlara kendisinin Kâhire’de Melik Mansûr’un atabeyi olarak kalacağını ve Melik Mansûr büyüdüğünde de devlet yönetimini kendisine tevdi edeceğine dair yemin etmişti.

Mısır’a hâkim olmasında çok önemli rol oynamış olan Salâhiye ümerâsını karşısına almamak için yaklaşık altı ay boyunca Melik Âdil, Eyyûbî sultanlığı hususundaki arzusunu gizledi. O, bu süre zarfında hutbeleri Melik Mansûr adına okuturken sikkeleri de onun adına bastırmaktaydı. Ancak Şevvâl 596/Temmuz-Ağustos 1200 tarihinde Melik Âdil, yıllardır arzuladığı emeline kavuşabilmesinin önündeki tek engeli de ortadan kaldırmak için harekete geçti. Kendisine taraftar olan ümerâ ve devlet adamlarını toplayarak onlarla Melik Mansûr’un durumunu görüştü. O görüşmede ümerâya: "Öncelikli olarak sultanlık makamında hak sahibi olan benim gibi birisine, bu yaşlı halimle bir çocuğa atabeylik yapmak yakışmaz. Ayrıca mülk de sadece mîrâs yoluyla elde edilebilen bir hak değildir. Aksine o, gâlip gelenin hakkıdır. Aslında kardeşimden sonra yönetim hakkı benimdi, fakat ben bu hakkımdan kardeşim için ferâgat ettim. Kardeşimin oğulları arasında ihtilâf çıkınca ben mülkün benim ve kardeşimin oğullarının elinden çıkmasından korktum. Böylece her defasında kendimi de kaçınılmaz olarak işin içinde görerek işi sonuna kadar en güzel şekilde yürüttüm. Ben Kâhire’ye hâkim olduktan sonra da büyüyene kadar bu çocuğun atabeyliğini yapmayı uygun gördüm. Fakat bir takım grupların bu çocuğun etrafında toplandıklarını ve fitne çıkarmak niyetinde olduklarını görüyorum. Dolayısı ile Melik Efdal’in akibetine uğramamak için buna bir tedbîr almak gerekir. Melik Mansûr’un eğitimi için gereken her türlü destek ve yardımı vererek onun en iyi şekilde yetişmesini sağlayacağım. O büyüdükten sonra da onun durumuna bakarak onu en iyi yerde değerlendireceğim." diyerek küçük yaştaki Melik Mansûr’un sultanlığının meşrûiyetini sorgulattı. 799 Ümerâdan gerekli desteği görünce de hutbelerin Melik Mansûr’un adına okunmasını kesti. Artık hutbelerde önce onun adı, sonrasında da oğlu Melik Kâmil’in adı okunmaya başladı.800 Böylece Melik Mansûr, Mısır tahtının veliahtlığından da azledilmişti.801

799 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 110-111; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 183. 800 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 471. 801 Melik Mansûr’un sultanlığı, 1 yıl, 8 ay, 20 gün sürdü. Bkz. Makrizî, a.y.

139

2.4. Eyyûbî Devletinin Yeni Sultanı: Melik Âdil

Melik Âdil’in Melik Mansûr’u azletmek için acele etmesinin temelinde aslında Esediye ve Salâhiye ümerâsı arasındaki çekememezlik yatmaktaydı. Melik Âdil, Salâhiye ümerâsının yardımı ile Kâhire’ye girebilmişti. Dolayısıyla onlar, Esediye ümerâsını yönetimden tamamen uzaklaştırıp iktidarı ellerine geçireceklerdi. Bu ise Esediye ümerâsı açısından felaket olacaktı. Rakiplerine bu fırsatı vermek istemeyen Esediye ümerâsı, Melik Âdil’in gözüne girebilmek için yoğun çaba sarfettiler. Öyle ki onun güvenini kazanabilmek ve ona yaklaşabilmek için Melik Mansûr’u azletmesini ve yönetimde müstakil olarak hareket etmesini telkîn ettiler. Haris ve fırsatçı kişiliğiyle bilinen Melik Âdil de ayağına gelen bu fırsatı kaçırmak istemezdi.802

Böylece Esediye ümerâsının desteğini elde eden Melik Âdil, yıllardır hayalini kurduğu ve adım adım yaklaştığı sultanlık makamını ele geçirmek için önündeki son engeli de aşabilirdi. Bu sebeple vakit kaybetmeden çocuk yaştaki Melik Mansûr’un sultanlığının meşrûiyetini sorgulatmaya başladı. O, her an Haçlı saldırısı tehlikesi ile karşı karşıya olan Mısır gibi bir yerin, atabeylik ile yönetilmesinin doğru olmadığını da ısrarla vurguluyordu. Bu konuda devlet ümerâsını ikna etmeye çalıştı. Sonunda ümerâ ikna edilebildi. Ardından da vakit kaybedilmeden Melik Mansûr sultanlıktan azledildi. Onun adına okunan hutbeler kesildi. Şevvâl 596/Temmuz-Ağustos 1200 tarihi itibariyle hutbeler Melik Âdil adına okunmaya başlandı. Böylece Mısır ve Dımaşk, Sultan Salâhaddîn’in vefatından sonra ilk defa tek elde birleşmiş oldu.

Aslında Melik Âdil, kişisel hırslarının ötesinde, devletin bekâsını da hesaba katarak adım atmaktaydı. O, olabildiğince geniş sınırlara ulaşmış olan bu devletin daha rüştünü ispat etmemiş bir çocuğun liderliğinde uzun süre ayakta kalamayacağını düşünmüş olmalı ki, böyle bir adım atmak zorunda kalmıştı. Eyyûbî melikleri arasında en tecrübeli ve en prestijli bir kişiliğe sahip olan oydu, ancak buna rağmen bazı emîr ve meliklerin rızâsını almadan böyle bir girişimde bulunması, bazı grupları rahatsız etmişti. Bilhassa Salâhî emîrler, onun üstünlük kurma çabaları karşısında şok olmuşlardı. Çünkü onun, sultanlığı Salâhaddîn’in ailesinin elinden alacağını düşünmemişlerdi. Aslında onlar da Eyyûbî melikleri arasında askerî ve idârî kabiliyetler bakımından en etkili

802 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 111-112.

140

olanın o olduğunu biliyorlardı. Ancak mutlaka sultanlık el değiştirecekse, bunun sadece Salâhaddîn’in ailesi içinde olması gerektiğini istiyorlardı. Hatta bu sebepten dolayı ileride alenî olarak Melik Âdil’e karşı Salâhaddîn’in ailesinin yanında yer alacaklardır.803

Şu da unutulmamalı ki Melik Mansûr her halükarda sultanlığı kaybedecekti. Çünkü amcası Melik Efdal’in de onu azletme düşüncesi vardı. O, Melik Âdil tehlikesini bertaraf edebilseydi, Melik Mansûr’u azledip kendisi saltanat makamına geçecekti. Ancak amcası Melik Âdil’e yenilince bu girişim amcası tarafından gerçekleştirildi.804

Melik Âdil’in tahta geçmesinden hoşnut olmayanlar, Melik Mansûr’un etrafında toplandılar. Onlar, Melik Azîz’e taraftar olan bir gruptu. Melik Âdil, bu durumdan endişelenmeye ve onların kendisi için tehlikeli olaylara sebep olabileceklerinden korkmaya başladı. Eyyûbî devletinin iç çatışmalara sürüklenmemesi için Melik Mansûr’u bütün ailesiyle birlikte Kâhire’den Dımaşk’a sürdü. 599/1203 yılında da onları Dımaşk’tan Urfa’ya sürecektir.805

Tarihçiler Melik Âdil’in, Mısır’da Melik Mansûr’un atabeyliğini yürüttüğü süre konusunda farklı görüşler serdetmektedirler. Tarihçilerin büyük bir kısmı onun atabeylik süresinin altı ay olduğunu söylerken İbn Vâsıl gibi tarihçiler de onun sadece bir hafta kadar atabeylik yaptığını iddia etmektedirler. Bunlara göre Melik Âdil, Kâhire’ye girdiği Rebiülâhir ayının son perşembe günü Melik Mansûr’u azletmiştir.806

Melik Âdil, Melik Mansûr’u sultanlıktan azlettikten sonra ilk olarak Doğu bölgelerinde bulunan oğlu Melik Kâmil’i Mısır’a davet etti. Onu büyük bir törenle karşıladı ve kendisinin Mısır nâibi olarak tayin etti. Böylece babasının veliahtı tayin edilen Melik Kâmil, babasının hayatında yirmi yıl nâib, onun vefatından sonra da yirmi yıl bağımsız olmak üzere yaklaşık kırk yıl Mısır’da hükümdarlık yapacaktır.

Melik Âdil, oğlu Melik Kâmil’i Mısır nâibliğine atadıktan sonra, adını kendi adından hemen sonra hutbelerde okutmağa başladı. Böylece ülkenin yeni sultanı kendisi

803 Humphreys, a.g.e., s. 116. 804 İbn Tağriberdî, a.g.e., c. VI, s. 151. 805 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 284. 806 Bkz. 796 nolu dipnot.

141

olmuştu, oğlu da veliahtı. Mısır, Suriye, Harrân, Ruha, Meyyâfarikîn gibi ülkenin en önemli bölgelerinde hutbeler artık ikisinin adına okunmaktaydı. Yine paralar da onların adına basılmaktaydı.807 Böylece iktidar Salâhaddîn’in soyundan Melik Âdil’in soyuna geçmişti. Bu durum, devletin yıkılışına kadar da böyle sürecekti.808

2.1. Sultan Melik Âdil’e Karşı Oluşmuş Koalisyonun Dağılma Sürecine Girmesi

Eyyûbî hanedanı içerisinde şu an sultanlık makamında oturan Melik Âdil’den hoşnut olmayan bir grup hep mevcuttu. Bu grup, hanedanın büyüğüne karşı birçok defa olduğu gibi bu dönemde de yine bir koalisyon kurmuşlardı. Bu koalisyonun başını da Halep, Hamâ ve Humus hâkimleri çekmekteydi. Melik Efdal de daha sonraları bu koalisyona katılmıştı. Ancak koalisyon güçlerinin öncüleri arasındaki gizli rekâbet ve çekememezlik her defasında koalisyon güçlerinin girişimlerini başarısızlıkla neticelendirirken, Melik Âdil’i de uçurumun kenarından çekip almaktaydı. Koalisyonun bu son girişiminde de yine aynı nedenden dolayı aynı manzara ve aynı sonuç kaçınılmaz oldu.

Eyyûbî hanedanı içerisinde Melik Âdil ile rekâbette bulunacak kimsenin olmadığının farkında olan Hamâ hâkimi Melik Mansûr, son bir umutla Melik Âdil karşıtı koalisyona dâhil olmuştu. Ancak koalisyon güçlerinin öncüleri arasındaki hasedin farkına varınca koalisyonun muvaffak olamayacağını anladı, bu sebeple koalisyondan ayrıldı. Daha sonra amcasına elçi göndererek kendisine karşı Melik Efdal ve Melik Zâhir’in kurmuş olduğu koalisyona verdiği destekten dolayı özür diledi. Hoşgörülü ve affetmeyi seven biri olarak bilinen Melik Âdil de; "Yeğenim bir kabahat işlemişse de bundan sonra emînim ki o kabahati silecek onlarca iyilik yapar." diyerek özrünü kabul ettiğini ifâde etti. Amca ile yeğen arasındaki bu yakınlaşma, Melik Âdil’in, kızı İsmetüddîn Meleke Hatûn’u onunla evlendirmesi suretiyle daha da pekiştirildi. Böylece Melik Âdil, aleyhinde çeşitli faaliyetlerde bulunan koalisyonun bir üyesini kendi tarafına çekmiş oldu.

807 İbn Kesîr, a.g.e., c. XIV, s. 454. Kâhire’de Melik Âdil adına basılmış ve oğlu Melik Kâmil’in isminin de veliaht olarak geçtiği 596/1200 tarihli sikke örneği için bkz. İbrahim Artuk-Cevriye Artuk, İstanbul Arkeoloji Müzeleri Teşhirdeki İslâmî Sikkeler Kataloğu, I-II, Meb Yay., İstanbul, 1970, c. I, s. 230, (727 no’lu sikke). 808 Nüveyrî, a.g.e., c. XXIX, s. 4.

142

Hamâ hâkimi Melik Mansûr, amcası Sultan Melik Âdil’den özür dileyerek onun otoritesini kabul edince sultana bağlı komutanlardan İzzeddîn b. Mukaddem, zamanında elinden alınmış olan Bârîn’i geri almak için harekete geçti. Çünkü Melik Efdal ve Melik Zâhir, Melik Âdil’i Dımaşk’ta kuşatınca Melik Mansûr da onlarla birlikte hareket etmiş ve İbn Mukaddem’in elindeki Bârîn’i almıştı. İbn Mukaddem o dönem Melik Âdil ile birlikte Dımaşk’ta muhâsara altında bulunmaktaydı. O, topraklarının iadesi için Melik Âdil’e mürâcaat etti. Melik Âdil, komutanını kırmadı ve Bârîn’in ona geri verilmesi için Melik Mansûr’a elçi gönderdi. Ancak Melik Mansûr, Bârîn’in kendi şehirlerine komşu olduğunu belirterek topraklarının selameti için oranın elinde kalması gerektiğini ifade etti. Fakat onun yerine ondan daha verimli ve daha kazançlı Menbic ile Necm Kalesi’ni809 vermeyi teklif etti. Bu teklif İbn Mukaddem tarafından da kabul edilince anlaşmazlık halledilmiş oldu. Melik Mansûr’un bu zor durumda dahi sözünde durması, onu amcasının indinde itibâr sâhibi kıldı. Melik Âdil’in en çok değer verdiği komutanlardan biri olan İbn Mukaddem’in bu yerlerin dışında Efamiye,810 Kefertâb811 ve Maarra’nın812 “Müfrede” denilen birçok köyü de vardı.813 Ancak İbn Mukaddem, h. 597 yılında vefat edince sahip olduğu bu iktâları kardeşi Şemseddîn Abdulmelik b. Mukaddem’in eline geçecektir.814

Melik Mansûr’un Melik Âdil’e itâatinden hemen sonra Halep hâkimi Melik Zâhir de elçi göndererek amcasına itâat bildirdi. Melik Zâhir’in gönderdiği elçiler, komutanlarından Şemseddîn Muhammed b. Kılıç ile veziri Nizâmeddîn Muhammed b. Hüseyin el-İsfehânî idi. Bunlar Melik Zâhir’in, hem hutbenin hem de paranın Halep’te bundan sonra onun adına olacağı teklifini ileteceklerdi. Bunun gerçekleşebilmesi için de Melik Zâhir’in elindeki şehirlere dokunmamasını şart koşacaklardı. Melik Âdil, elçilerin bu amaçla geldiklerini duyunca onları şehir dışında karşılayarak büyük ikrâmlarda bulundu. O, Melik Zâhir’in teklifini, hutbe ve paranın kendi adına olmasının yanı sıra her sene gerek duyulduğunda Halep’in beş yüz seçkin süvarisinin de kendi emrine verilmesi koşuluyla kabul etti. Amcasının otoritesine boyun eymekten başka çaresinin

809 Necm Kalesi, Kuzey Suriye’deki Menbic şehri yakınlarında ve Fırat nehri kenarında kurulmuş tarihî bir kaledir. 810 Efamiye, Humus’un Suriye kıyı şeridinde bulunan köylerindendir. el-Hamevî, a.g.e., c. I, s. 227. 811 Kefertâb, Maarra ile Halep arasında bulunan bir şehirdir. el-Hamevî, a.g.e., c. IV, s. 470. 812 Maarra, Halep ile Hamâ arasında bulunan tarihî meşhur büyük bir şehirdir. el-Hamevî, a.g.e., c. V, s. 156. 813 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 113-114. 814 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 120.

143

olmadığını gören Melik Zâhir, amcasının şartlarını kabul edip onunla anlaştı.815 Böylece Melik Âdil karşıtı koalisyondan etkili bir üye daha eksilmiş oldu. Ayrıca bu antlaşmayla Melik Âdil, devletinin kuzey tarafını da güvence altına almış oldu. Artık hem Hamâ’da hem de Halep’te hutbeler Melik Âdil adına okunurken sikkeler de onun adına basılmaktaydı. Böylece ülkenin büyük bir kısmında siyasî birlik sağlanmış oluyordu.

2.2. Melik Âdil’in Salâhiye Emîrleri Merkezli Muhâlefeti Akîm Bırakması

Melik Âdil, yeğeni Melik Azîz’in ölümü üzerine yerine geçen küçük yaştaki oğlu Melik Mansûr’un nâibi sıfatı ile Mısır’a yerleştiğinde bu konuda Salâhî emîrlerle çok çetin pazarlıklar yapmış, onun atabeyliğine ancak beş-altı yıl gibi bir süre için izin verilmişti. Melik Mansûr, büyüyüp idâreyi ele alabilecek yaşa gelince, Mısır idâresi tamamen ona devredilecekti. Melik Âdil, bu konuda Salâhiye emîrlerine söz vermişti. Fakat Mısır’a yerleşip gerekli ortamı sağlayınca idâreyi doğrudan doğruya kendine bağladı.

2.6.1. Salâhiye Emîrlerinin Melik Âdil’den Uzaklaşması

Melik Âdil’in, vermiş olduğu söze sâdık kalmayıp Melik Mansûr adına okunan hutbeyi keserek ülkeyi tamamen kendisine bağlaması, Salâhî emîrleri şok etmişti. Bu davranışı, onlar arasında ciddi bir hoşnutsuzluk oluşturmuştu. Onlar, bu davranışı bir türlü sineye çekemediler. Bundan dolayı da ona mesafeli davranmaya ve gittikçe de ondan uzaklaşmaya başladılar. Nablus emîri Meymûn el-Kasrî’nin Melik Âdil’e gönderdiği mektuplarda bu hoşnutsuzluk açık bir şekilde görülmektedir. Melik Âdil’e gönderdiği bir mektupta olabildiğince yüksek perdeden itirazda bulunarak şöyle demişti: “Biz, efendimiz Melik Azîz’in oğlunun mülküne bir zarar gelmesin diye sana tabi olduk. Dolayısı ile sana düşen onun mülkünü iade etmendir. Aksi takdirde askerlerin kalpleri sana karşı fesât ve kötülükle dolar. Bunun sonucunda da devlet zarar görür.” Melik Âdil, onun bu mektubuna oldukça sert bir cevap verdi. Ancak Meymûn el-Kasrî geri adım atmadı ve itirazını şu sözlerle sürdürdü: “Bizim seninle üzerinde anlaştığımız duruma dönersen biz senin itâatinde olacağız. Şayet bunu kabul etmez isen o zaman bize izin ver, senden ayrılarak istediğimiz yere gitmekte serbest olalım. Çünkü

815 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 114-115.

144

böyle davrandığımızda efendimizin oğlunun meselesinde şüphesiz ki hem Allah’ın hem de halkın indinde mazûr ve haklı sayılmış olacağız.” Melik Âdil, Salâhîye ümerâsının kendisine kafa tutabildiklerini, ilerde çok daha tehlikeli hale gelebileceklerini gördü. Onları dağıtmaya karar verdi. Bu amaçla önemli bir komutan olan Maymun el-Kasrî’yi ülkeden uzaklaştırmak istedi. Böylece hem kendisi ilerde tehlikeli olabilecek bir komutandan kurtulmuş olacaktı hem de Salâhiye ümerâsının birliği dağılacaktı. Ona aşağıdaki mektubu göndererek Melik Mansûr’u mecburen tahttan indirdiğini anlatmaya çalıştı. Ayrıca kendisiyle birlikte çalışmak istemiyorsa Erzurûm’a gidebileceğini de söyledi: “Böyle bir işe kalkışmazdım. Fakat baktım ki rüştünü ispatlamamış bir çocuğun yönetiminde devletin bekâsı tehlikededir. O yüzden işe el koydum ve tahta geçtim. Halk da bu durumdan memnundur. Ancak sen benimle birlikte çalışmak istemiyorsan Erzurûm’a git, oranın sahibesi Mama Hatûn’la816 evlen. Çünkü o, benden kendisiyle evlenebileceği ve ülkenin işlerini yürütebilecek yiğit bir adam istemişti.”817 Meymûn el- Kasrî, bu cevaba sinirlenmiş olmalı ki Melik Âdil’e karşı savaşmak üzere Salâhiye emîrlerinden yardım istedi.818 Onlar ise; “Biz toplumda rezil olduk. Bizim yaptığımız tek şey, hergün bir meliki tahta çıkarıp bir diğerini oradan indirmek oldu. Bundan sonra da tahtı kime teslim edeceğimizi bilemez olduk. Melik Efdal, ümitsiz vakâdır. Melik Zâhir dışındaki diğer kardeşlerde sultanlık heybeti yoktur. Melik Zâhir ise beldesini bırakıp buraya gelmez,” diyerek yapılan savaş çağrısına olumlu cevap vermediler. Bunun üzerine Meymûn el-Kasrî, çekip Erzurûm’a gitti.819

Salâhîye komutanlarını, Melik Âdil’den uzaklaştıran nedenler arasında onun Mısır’a girdiğinde Salâhaddîn’in oğullarından Melik Müeyyed’i ve Melik Muizz’i tutuklatıp Bahâüddîn Karakuş’un evinde hapsetmesini de zikretmek gerekir.820 Onun bu davranışı, Salâhîye ümerâsını rahatsız etmiş ve ona karşı isyan hareketini başlatmalarına sebep olan etkenlerden biri olmuştur.

816 Mama Hatûn, Erzurum hükümdarı Saltuk’un kızıdır. 817 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 117-118; Nüveyrî, a.g.e., c. XXIX, s. 10. 818 Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 186. 819 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 118; Nüveyrî, a.g.e., c. XXIX, s. 10-11. Erzurum’a giden Meymûn el-Kasrî, Mama Hatûn’un kuşatma altında olduğunu görünce Melik Âdil tarafından kandırıldığını anlayıp geri dönecektir. Bkz. İbn Vâsıl, a.y. 820 Makrizî, a.y. Ancak 597/1201 yılında kendisine karşı oluşturulacak koalisyon güçleriyle girişeceği mücadeleden başarılı çıkıp Dımaşk üzerindeki hâkimiyeti kesinleşince ve bu konuda herhangi bir tehlikenin kalmadığını görünce ikisini serbest bırakacaktır. İbn Nazif, a.g.e., s. 23.

145

2.6.2. Melik Âdil’e Karşı Salâhiye Komutanlarının İttifâk Arayışları

Melik Âdil, önemli komutanlarından Meymûn el-Kasrî’yi kaybeden Salâhiye birliklerini daha da güçsüzleştirmek ve onların birlik halinde hareket etmelerini engellemek için çabalarını artırdı. Az da olsa bu konuda başarılı oldu. Salâhiye komutanları ise Melik Âdil’i tahttan indirmek için karşı atağa geçtiler. Fakat bu konuda birlikte hareket etmek üzere teklif götürdükleri Esediye komutanları, olumsuz cevap verdiler. 821 Bunun üzerine Sarhad Kalesi’ne çekilmiş olan Melik Efdal’e ve Halep Kalesi’nin sûrlarını tahkîm etmek ve etrafına derin hendekler kazmakla meşgûl olan Melik Zâhir’e yöneldiler. Onlara haber gönderip kendilerinin Melik Âdil’e karşı başlatacakları isyan hareketinde birlikte hareket etmeyi önerdiler. Bu konuda çok ciddi çabalar sarfettiler.822

Melik Âdil, Salâhiye emîrlerinin ortalığı karıştırmaya çalıştıklarını öğrenince Mısır’daki tüm Salâhiye ve Esediye askerî birliklerini topladı. Onlardan kendisine karşı herhangi bir hareketin içinde yer almayacaklarına dair yemîn aldı.823 Melik Âdil’in tedirgin olup bütün emîrlerden sadakat yemini almasındaki neden, Mısır’da o yıl Nil Nehri’nin suyunun çekilmesinden dolayı kıtlığın başgösterebileceği ve bunun da komutanları olumsuz etkileyebileceği endişesiydi. 824 Çünkü böyle bir durumda komutanlar, rakip tarafa meyledebilirlerdi. Ancak sadakat yemini almasına rağmen Salâhiye emîrleri arasındaki memnuniyetsizlik tam anlamıyla giderilememişti. Kuvvetle muhtemel o da bunu fark etmiş olacak ki önemli Salâhiye komutanlarından biri olan Fahreddîn Çerkez’i Banyâs üzerine gönderdi. Böylece hem ilerde kendisi için tehlikeli olabilecek önemli komutanlardan birisini Mısır’dan uzaklaştırmış olacak hem de geçen yıl Melik Efdal’e karşı destek istediği halde onun bu talebini reddeden Banyâs emîri Hüsâmeddîn Bişâre’yi sadakatsizliğinden dolayı cezalandırmış olacaktı. Çünkü o, bir yıl önce Melik Efdal’in üzerine Mısır’a yürüdüğünde, Hüsâmeddîn Bişâre’den yardım istemiş, o ise bu isteği reddetmişti.825

821 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 112. 822 İbn Esîr, a.g.e., c. X, s. 269. 823 İbn Vâsıl, a.y. 824 İbn Esîr, a.y. 825 Humphreys, a.g.e., s. 117.

146

2.2.1. Melik Âdil’e Karşı Yeni Bir Koalisyonun Kurulması

Bu arada Melik Zâhir de 597/1201’de iki elçisini; veziri Nizameddîn el-İsfehânî ile Alemüddîn Kayser es-Salâhî’yi amcası Melik Âdil ile bazı konularda fikir teatisinde bulunmak üzere Mısır’a gönderdi. Ancak elçiler, çok küçük düşürücü ve sefil bir şekilde karşılandılar. Melik Âdil, onların Mısır’a girmelerine izin vermeyip varsa mesajlarını yazarak kendisine iletmelerini istedi. Elçiler ise bunu şiddetle reddedip geri döndüler. Fakat dönüşte Halep yolu üzerinde bulunan Nablus’a gittiler. Oranın emîri Meymûn el- Kasrî ile görüştüler. Melik Zâhir’in Melik Âdil’e karşı başlatacağı harekette Salâhiyenin en güçlü komutanlarından biri olarak onun da yer alması gerektiğini belirttiler. Bu konuda onu ikna etmek için çok çaba sarfettiler. Nihâyet başardılar.826 Muhtemelen elçiler, kendi kafalarına göre böyle bir girişimde bulunmamışlardı. Melik Âdil ile yapacakları pazarlıklar iyi gitmediği takdirde Nablus emîrine gitmelerini Melik Zâhir’in kendilerine emretmiş olması kuvvetle muhtemeldir.827

Melik Zâhir, elçilerinin amcası tarafından küçük düşürülmesini hazmedemedi. Bunun için amcasına karşı bir isyan hareketi başlatma kararı aldı. Kendisiyle birlikte hareket etmek üzere Salâhiye komutanlarına teklif götürdü. Diğer taraftan Nablus emîri Meymûn el-Kasrî de harekete geçmiş, Salâhî komutanları bu ittifaka davet etmekteydi. 828 Bu çağrılar kısa sürede yankı buldu. Özellikle Meymûn el-Kasrî’nin yoğun çabaları sonucu birçok emîr, Melik Âdil karşıtı koalisyonda yerini aldı.829 Halen amcasına karşı kini devam eden Melik Efdal’e de teklif götürüldü. Bu konuda Melik Efdal ile Melik Zâhir ve Salâhiye emîrleri arasında birçok yazışma gerçekleşti.830 Hatta Melik Efdal’i ikna etmek için ona Dımaşk üzerine düzenleyecekleri harekât planlarının detaylarını da gönderdiler. Bu harekât planına göre Salâhaddîn’in oğulları birlik halinde Dımaşk’a saldıracaklar, Melik Âdil de onlara engel olmak için Mısır’dan Dımaşk’a gidecektir. Dımaşk’a gitmek üzere askerleri ile birlikte Mısır’dan çıktığı an

826 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 118. 827 Humphreys, a.y. 828 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 119. 829 Meymûn el-Kasrî, Melik Zâhir’in elçileriyle görüşüp Melik Âdil’e karşı birlikte başlatacakları isyan hareketi için anlaştıklarında derhal Sarhâd’a gitti. Melik Efdal’i ikna etmek için çok çaba sarfetti. Bu arada Salâhiye birliklerine de haber göndererek onların da bu harekete katılmalarını sağlamak için yoğun çabaları oldu. Bkz. Nüveyrî, a.g.e., c. XXIX, s. 11. 830 Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 186.

147

Salâhiye birliklerince yakalanacak ve Melik Efdal ile Melik Zâhir kardeşlere teslim edilecektir. Böylece ülke tekrar Salâhaddîn’in oğullarının hâkimiyetine geçecektir.831

2.2.2. Melik Efdal’in, Melik Âdil’e Karşı Kurulan Koalisyona Başarısız Destek

Arayışı

Melik Efdal, kardeşinin ve Salâhî emîrlerin çağrılarına olumlu cevap verdi. O, amcasına karşı büyük bir kin beslemekteydi. Çünkü amcası birçok defa onu arkasından vurmuş, sahip olduğu bütün her yeri peyderpey elinden almış ve fırsatını bulduğunda da ona ihanet etmekten çekinmemişti. Bu sebeple o, amcasından intikamını almak için bu koalisyona katılmaktan çekinmedi. Yine o, amcasına son darbeyi vurmak ve onu kesin bir mağlubiyete uğratmak için ona karşı girişecekleri harekâtta koalisyonu olabildiğince geniş tutmaya çalıştı. Bu sebeple Aclûn ve Kevkeb emîrini de koalisyona dâhil etmek için uğraştı. Ancak büyük bir hata yaptığını kısa süre sonra anladı. Çünkü bu emîr Melik Âdil’in sırdaşıydı.

Aclûn ve Kevkeb emîri İzzeddîn Üsâme, önceki yıl hac emîri olarak hacca gitmişti. Hacdan dönünce Sarhad’da bulunan Melik Efdal, onu ziyaret etmiş, amcasından ayrılıp kendi tarafına geçmeye, kendileriyle birlikte hareket etmeye davet etmişti. O da bu davete olumlu yaklaşınca Melik Efdal, Dımaşk üzerine düzenleyecekleri harekâtın bütün detaylarını ona anlatmıştı.832

İzzeddîn Üsâme ise Melik Âdil’in sırdaşı olup bütün her şeyi ona anlatacağına yemin etmişti. Bu sebeple koalisyonun bu gizli projelerinden haberdar olunca Melik Efdal’in yanından ayrılır ayrılmaz derhal Melik Âdil’i durumdan haberdar etti.833 Bu yakın tehlikeye rağmen Melik Âdil, bölgedeki oğlu, Dımaşk nâibi Melik Muazzam Îsâ’ya derhal Sarhad Kalesi’ndeki Melik Efdal’e saldırmasını emretti. Bölgedeki Salâhiye komutanlarına da oğlunun yardımına gitmeleri için emir verdi.834

Melik Âdil’in destek istediği iki komutandan biri o sıralar Banyâs kuşatmasıyla meşgul olan Fahreddîn Çerkez’di. Çünkü geçen yıl başarısızlıkla sonuçlanan Dımaşk

831 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 269. 832 İbn Haldûn, a.g.e., c. V, s. 391. 833 İbn Esîr, a.y. 834 İbn Vâsıl, a.y.

148

muhâsarasından sonra Mısır’a dönmek zorunda kalan Melik Efdal’den orayı almak için Melik Âdil harekete geçmişti. Bu harekâtında Banyâs emîri Hüsameddîn Bişâre’den yardım istemiş, fakat Hüsâmeddîn onun bu isteğini reddetmişti. Melik Âdil, Mısır’da işleri rayına oturttuktan sonra Hüsâmeddîn’e haddini bildirmek istemiş, bu sebeple de Fahreddîn Çerkez’i onun üzerine göndermişti.

Melik Âdil’in destek talebinde bulunduğu ikinci komutan da Nablus emîri Meymûn el-Kasrî idi. Fakat bu iki Salâhiye komutanı da onun davetine icâbet etmediler.

Melik Âdil’in talimatı üzerine Sarhad’a saldırmak üzere harekete geçen oğlu Melik Muazzam, ordusuyla Busrâ önlerine gelerek takviye güçlerin gelmesi için orada beklemeye başladı. Fakat yardım beklediği Salâhiye komutanları, onu oyalamaya başladılar. Onların, kendisini oyaladığını fark eden Melik Muazzam, komutanlarından İzzeddîn Üsâme’yi onlara gönderdi. İzzeddîn Üsâme, bu iki komutanın yanı sıra diğer bazı Salâhiye komutanlarıyla da birebir görüşerek Melik Efdal’in karşısında Melik Muazzam’ın yanında yer almaları için onları ikna etmeye çalıştı. Fakat bu çabaları herhangi bir sonuç vermediği gibi onunla Salâhiye komutanları arasında şiddetli tartışmalar ve anlaşmazlıklar da çıktı. Öyleki Salâhiyenin önde gelen komutanlarından İlbeyi Faris, ona çok kaba sözler sarfederek ağır hakaretlerde bulundu. Hatta ona karşı fizikî şiddet de kullandı. Askerler de İlbeyi Faris’ten yana tavır alınca İzzeddîn Üsâme, ancak Meymûn el-Kasrî’ye sığınarak kurtulabildi ve Meymûn el-Kasrî’nin amân vermesiyle Melik Âdil’in yanına geri dönebildi. Melik Muazzam, Salâhiye komutanlarının da babasına karşı girişilen komplonun içinde yer aldıklarını anlayınca Sarhad’a gitmekten vazgeçerek Dımaşk’a geri döndü. 835

Melik Efdal, amcası Melik Âdil’in, kendisinin de içinde yer aldığı komplodan haberdar olduğunu ve bu sebeple oğlu Dımaşk hâkimi Melik Muazzam’ı kendisine karşı harekete geçirdiğini duyunca 10 Cemâziyelevvel 597/16 Şubat 1201’de kardeşi Melik Zafir Hızır’ı yerine Sarhad’da bırakıp gizlice Halep’e kaçmıştı.836

835 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 269-270. 836 İbn Vâsıl, a.y.; Humphreys, a.g.e., s. 118.

149

2.2.3. Koalisyon Güçlerinin Sultan Melik Âdil’e Karşı Harekete Geçmesi

İzzeddîn Üsâme’yi darp ederek aslında Melik Âdil’e karşı isyan hareketi başlatmış olan Salâhiye ümerâsı, hızlı bir şekilde askerî güçleriyle birlikte Sarhad Kalesi’ne giderek Melik Efdal’in nâibi olan Melik Zafir Hızır’ın emrine girdiler. Halep’teki kardeşlere de birlikte Dımaşk üzerine yürümek için davette bulundular.

Halep hâkimi Melik Zâhir, Salâhiye komutanlarından bu çağrıyı almadan önce gerçekleştirmek istediği üç önemli projesi vardı:

1) Gerçekleştirmek istediği ilk planı amcası Melik Âdil’in yükselişini durdurmaktı. Bunun için hem Dımaşk’ın onun elinden alınması hem de onun bu bölgedeki taraftarlarının etkisiz hale getirilmesi gerekirdi. Özellikle de kendi beyliği ile Dımaşk arasındaki tampon bölgede bulunan Hamâ ile Humus hâkimlerini amcasından uzaklaştırmak ve onları kendi tarafına çekmek lazımdı. Çünkü hem Hamâ hâkimi Melik Mansûr hem de Humus hâkimi Melik Mücahid, Melik Âdil ile ittifak kurup ona askerî alanda büyük destek sağlıyorlardı. Bu durum da Halep’in güvenliğini tehlikeye sokuyordu. Bu sebeple amcasını bu iki melikin desteğinden mahrum bırakmak, böylece bölgeyi rahatlatmak niyetindeydi. 2) İkinci projesi de beyliğinin sınırlarının hemen ötesinde bulunan Necm Kalesi’ni ve Menbic’i ele geçirmekti. Çünkü Hamâ’nın hâkimiyetinde bulunan Fırat ve kuzaeydoğudaki Diyar-ı Mudar ile Halep arasındaki iletişim ancak bu iki yer vasıtasıyla sağlanabiliyordu. 3) Üçüncü projesi de beyliğine bağlı büyük kaleleri tamamen kendi kontrolüne alarak otonom bölgelerin rolünü olabildiğince düşürmekti. Aslında o, babasının vefatından itibaren merkeziyetçi bir yönetim politikası gütmüştür. Bu sebeple o, beyliğindeki iktâların özerkliklerini ya tamamen elimine etmiş ya da en aza indirmiştir. Örneğin o, babası tarafından Harim’e vali olarak atanan Bedreddîn İbrâhîm’i görevden azletmiştir. Yine Garisüddîn Kılıç Nûri’nin ölümü üzerine iktâsı olan ikiz kaleleri; Şuğr ve Bakas’ı onun

150

oğullarına vermemiş, onlara maaş bağlayarak zorla Halep’te iskân ettirmiştir.837

Salâhiye komutanları, Halep’teki kardeşlere haber göndererek bir an önce onları Dımaşk üzerine harekete geçirmeye çalışınca Melik Zâhir de sözkonusu projelerini gerçekleştirmek için aradığı fırsatı yakalamış oldu. Derhal harekete geçen Melik Zâhir, amcasına gözdağı vermek ve aynı zamanda hem Halep’in güvenliğini sağlamak hem de Hamâ’nın hâkimiyetindeki Fırat ve Dıyar-ı Mudar ile sınırdaş olmak için kendi bölgesindeki amcasının taraftarlarını etkisiz hale getirmek istedi. Bunun için Melik Zâhir, ilk olarak İbn Mukaddem’in ölümünden sonra kardeşi Şemseddîn Abdulmelik b. Mukaddem’in hâkimiyetine giren bölgelerden başlamak istedi. Bu sebeple Menbic, Necm Kalesi, Maarra ve Kefertâb’ı kısa süre içinde ele geçirdi.838 Necm Kalesi’ni ağabeyi Melik Efdal’in yardımcılarına verirken Menbic’i de Halep’in bir uzantısı olması nedeniyle kendisine bağladı. Bu arada onun bedevî müttefikleri de kırsal alanları yağmalayıp talan ediyorlardı.839

Daha sonra amcasının bölgedeki en büyük taraftarlarından Hamâ hâkimi Melik Mansûr’a Şeyh Takiyüddîn Ali el-Herevî’yi elçi olarak göndererek amcasına karşı ondan destek istedi. Bu elçiyle birlikte gönderdiği mektupta; kendisinin onu ne kadar çok sevdiğini, ona olan düşkünlüğünü, amcalarının kendileri için sadece kötülük düşündüğünü ve bütün bunları anlamak için de amcalarının yakın geçmişte yaptıklarına bakmasının yeterli olduğunu söyleyerek onu kendi tarafına çekmek istedi. Fakat Melik Mansûr, amcasına söz verdiğini ve sözünden geri adım atmasının mümkün olmadığını söyleyerek özrünü beyan etti. Melik Zâhir, onu kendi tarafına çekemeyince onun hâkimiyetindeki Hamâ üzerine yürüdü.840 Fakat bütün çabalarına rağmen orayı zapt edemedi. 597/1201 yılının Şabân/Mayıs ayında başlattığı muhâsarayı Ramazan/Haziran ayında otuz bin dinar karşılığında kaldırmak zorunda kaldı.841 Buralarda oldukça zaman kaybeden Melik Zâhir, Hamâ kuşatmasını kaldırdıktan sonra Dımaşk’a gitmek üzere Baalbek yolunu takip etti. Ağabeyi Melik Efdal de yanındaydı. İki kardeş Baalbek’e

837 Humphreys, a.g.e., s. 118-119. 838 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 120. 839 Humphreys, a.g.e., s. 119. 840 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 121. 841 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 270. Melik Mansûr, otuz bin dinarı vermesinin yanı sıra Dımaşk’ı ele geçirmeleri durumunda onlara itaat edeceğini de taahhüt etmişti. Bkz. İbn Nazif, a.g.e., s. 15; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 123.

151

vardıklarında Sarhad’dan gelen Melik Zafir, Meymûn el-Kasrî ve diğer emîrler burada onlara yetiştiler.842

Bu arada Hüsâmeddîn Bişâre de askerleriyle birlikte Banyas’dan gelerek iki kardeşe destek vermek üzere koalisyona katıldı. 843 Salâhiye ümerâsının çoğu bu koalisyona iştirak etmişlerdi. Ancak Salâhiyenin en büyük komutanlarından Fahreddîn Çerkez ile Zeyneddîn Karaca’nın koalisyona katılma noktasında mütereddit oldukları görüldü. Bunun üzerine Melik Efdal, Alemüddîn Kayser en-Nâsirî’yi elçi olarak göndererek onları yanlarında görmek istediğini belirtti. Dımaşk’ı şiddetli bir şekilde muhâsara etmek isteyen ve amcasına karşı yeni bir mağlûbiyet yaşamak istemeyen Melik Efdal, onları ikna edemeyince kendi hizmetine girmeleri karşılığında hâkimiyeti altındaki Sarhad’ı on bin dinar ile birlikte Zeyneddîn Karaca’ya, yirmi bin dinarı da Fahreddîn Çerkez’e verdi. Artık kendi hâkimiyetinde olmayan Sarhad Kalesi’nin Zeyneddîn Karaca tarafından teslim alınabilmesi için de mecburen annesini ve ailesini oradan alıp Humus’a, Melik Mücâhid’in yanına gönderdi. 844 Zor durumdaki Melik Efdal’den toprak ve para koparan bu iki komutan, kısa süre sonra ordularıyla birlikte Dımaşk’ın önlerinde belirdiler. Onların gelmesiyle Melik Âdil karşıtı koalisyon oldukça güçlendi.845

Melik Efdal ve Melik Zâhir kardeşler, bu harekâtı başlatmadan önce aralarında yapmış oldukları anlaşmaya göre, Dımaşk’ı ele geçirdiklerinde Mısır’ın alımına kadar orası Melik Efdal’e ait olacak; Mısır ele geçirildikten sonra ise Melik Efdal Mısır’a geçecek, Dımaşk da Melik Zâhir’e bırakılacaktı.846

842 Nüveyrî, a.g.e., c. XXIX, s. 12. 843 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 479; Ebû Şâme, a.g.e., c. V, s. 32. 844 Melik Efdal’in hanımı Süedâ, Humus hâkimi Melik Mücâhid’in kız kardeşiydi. Ebû Şâme, a.g.e, c. V, s. 45. 845 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 124. Ancak kısa süre sonra bu iki komutan iki kardeşe ihanet ederek komutanları onlardan uzaklaştırmaya ve Dımaşk muhâsarasını sekteye uğratmaya çalışacaklar. İki kardeşin bu yaptıklarından haberdar olduklarını anladıklarında da kaçacaklardır. Bunun üzerine Melik Zâhir mektup gönderip onları ayıplayacak, onlar da: 'Bize isnad edilen suçlardan dolayı korkup kaçtık, yine size bağlıyız ve Dımaşk’ı fethettiğinizde sizin hizmetinizde olacağız' diyeceklerdir. Nüveyrî, a.y. 846 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 123; İbn Kesîr, a.g.e., c. XIV, s. 463.

152

2.2.4. Dımaşk’ı Kuşatan Kardeşler Arasındaki Çekememezliğin Nüksetmesi

Salâhaddîn’in oğulları, babalarının memlûklerinin desteğini alarak Dımaşk’ı muhâsara etmek üzere yola çıktıklarında Dımaşk’ta Melik Âdil’in nâibi Melik Muazzam bulunmaktaydı. Melik Âdil de Mısır’da idi.847 Melik Muazzam küçük olduğu için onun adına Dımaşk’ın işlerini amcası Feleküddîn Süleymân b. Şirve848 ile önde gelen komutanlardan İzzeddîn Üsâme yürütmekteydiler.849

Melik Âdil, yeğenlerinin, elindeki topraklara saldırmak niyetiyle geniş katılımlı bir koalisyonun oluşumu için harekete geçtiklerini haber alınca bir taraftan koalisyonu dağıtmaya çalıştı, bir taraftan da savaş hazırlıklarına başladı. Bu bağlamda Melik Zâhir’e haber göndererek Melik Efdal’den ayrılması durumunda elindeki el-Cezîre bölgesinin bir kısmını kendisine bırakabileceği teklifinde bulundu. 850 Ancak Melik Zâhir, amcasının bu teklifine iltifat etmedi.

Bu arada Melik Âdil, savaş hazırlıklarını tamamlamış, Mısır ordusunun başında Nablus’a kadar gelip orada karargâhını kurmuştu. Müttefik güçlerin ikmâlini ve onlara gelebilecek takviye güçlerin geçişini engellemeleri ya da savaşın uzaması halinde onların karargâhlarına saldırmaları için Mısır ordusunun bir bölümünü Nablus’ta mobil bir güç olarak bırakırken 851 diğer bölümünü de Dımaşk’a takviye güç olarak gönderdi.852 Bu askerî birlik, müttefik güçler Dımaşk’a varmadan birkaç gün önce oraya ulaştı.

597 yılının Zilkâde/1201 yılının Ağustos ayının başlarında Dımaşk’a varıp orada karargâhlarını kuran müttefik güçler, gerekli hazırlıkları yaptıktan sonra şehre üç defa şiddetli saldırılar gerçekleştirdiler.853 Bu saldırılarda özellikle Melik Zâhir, olağanüstü çaba sarfetti. Bizzât savaş alanına inerek çarpışmalara katıldı. Bacağından bir okla yaralanıncaya kadar bir nefer gibi çarpıştı.854 Bu saldırılarda müttefik güçler, şehrin

847 Ebû Şâme, a.g.e, c. V, s. 32. 848 Feleküddîn Süleymân, Melik Âdil’in anne bir kardeşidir. 849 Nüveyrî, a.y. 850 Nüveyrî, a.y.; el-Hanbelî, a.g.e., s. 211. 851 Humphreys, a.g.e., s. 120. 852 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 270. 853 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 125. 854 Nüveyrî, a.g.e., c. XXIX, s. 13.

153

kuzeyindeki varoş mahallelerden el-Ukayba’ya kadar ilerleyip orayı tahrip ettiler. Şehir surlarının da bir kısmını ele geçirip bu surlara bitişik olan evlerin çatılarına çıktılar. Şehir düşmek üzereydi. Ancak bu arada akşam olmuş karanlık çökmüştü. Bu sebeple ertesi gün devam etmek üzere saldırılara ara verildi. İki kardeş, Dımaşk’ı kesin olarak alacaklarını düşünüyorlardı. Çünkü bu konuda onlara engel olabilecek herhangi bir güç yoktu.

Ertesi sabah herkes daha şiddetli saldırılar bekliyordu. Ancak her defasında türlü sözlerle kandırarak yola çıkardığı ağabeyi Melik Efdal’i yarı yolda bırakan Melik Zâhir’in yine ona karşı taşıdığı hased, hırs ve rekâbet duyguları nüksetti. Melik Zâhir şehrin düşmek üzere olduğunu görünce Melik Efdal’e müracaat ederek önceden aralarında yaptıkları anlaşmaya aykırı olarak, oranın şimdiden kendisine teslim edilmesini istedi. Melik Efdal’in bu öneriye sıcak bakmaması üzerine de iki kardeş arasında yine Dımaşk’ın hâkimiyeti hususunda anlaşmazlık yaşandı.855

Bir kısım tarihçilere göre ise iki kardeşi birbirine düşüren Melik Âdil olmuştur. Onlara göre Melik Âdil, iki kardeşe de gizlice; "Senin kardeşin Dımaşk’ı ancak kendisi için ister, zaten askerler de gizli olarak onunla anlaşmışlardır," sözlerini muhtevi mektuplar göndermiş, böylece onların ele geçirdikleri toprakları paylaşmaktan korkmalarını sağlamıştır. Bu konuda başarılı da olmuştur. Çünkü kardeşlerin birbirlerine olan itimâtları artık tamamen sarsılmıştır.856

Hangi sâikle olursa olsun, iki kardeşin Dımaşk’a doğru yola çıkmadan önce aralarında yapmış oldukları anlaşma artık çiğnenmiştir. Aslında sözkonusu anlaşmaya sadık kalmayanın Melik Zâhir olduğu açıktır. Dımaşk düşmek üzereyken oranın şimdiden kendisine teslim edilmesini ısrarla isteyen Melik Zâhir, ister hırsına yenik düşmüş olsun ister amcasına kanmış olsun o, kardeşiyle yapmış olduğu anlaşmaya aykırı davranmıştır. O, Dımaşk’ın şimdiden kendisine teslim edilmesi karşılığında da askerlerini kardeşiyle birlikte Mısır’a göndereceğini taahhüt etmiştir. Hâlbuki anlaşmalarına göre Dımaşk’ı ele geçirdiklerinde Mısır’ın alımına kadar orası Melik Efdal’e ait olacak, Mısır ele geçirildikten sonra ise Melik Efdal Mısır’a geçecek, orayı da Melik Zâhir’e bırakacaktı. Hatta Melik Efdal bu anlaşmaya o kadar çok güvenmiş

855 İbn Esîr, a.y. 856 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 126.

154

olacak ki babasının memlûklerinin desteğini sağlamak için elindeki Sarhad Kalesi’nden vazgeçmiş ve annesi ile ailesini oradan indirerek Humus’a, Melik Mücahid’in yanına göndermişti.

Melik Zâhir’in Mısır alınsa da alınmasa da Dımaşk’ı istemesi karşısında Melik Efdal, Mısır’ı alıncaya kadar aile efradının oturması için ödünç de olsa oranın kendisine verilmesini istedi. Çünkü annesi ile ailesi Humus’ta sığıntı halinde yaşamaktaydı. O, kardeşine şu mektubu göndererek ikna etmeye çalıştı: "Sen de biliyorsun ki, annem ile ailemin -ki onlar senin de ailendirler- yeryüzünde gidebilecekleri herhangi bir yerleri yoktur. Farzet ki sana ait olan bu şehri, Mısır’ı alıncaya kadar ailemin oturması için bana ödünç veriyorsun."857 Ancak Melik Zâhir buna yanaşmadı. O, bu şehre sahip olmak için çok hırslı ve aceleci davrandı. Onun ihanetinden sonra mücadele azmini tamamen kaybeden Melik Efdal ise artık onu ikna etmek için ısrar etmedi.

2.2.5. Kardeşlerin Dımaşk Muhâsarasından Vazgeçmeleri

Melik Âdil, iki kardeş arasındaki anlaşmazlıktan haberdar olunca bu fırsatı kaçırmak istemedi. Bunun için Melik Efdal’e haber göndererek yarısı aynî, yarısı nakdî olmak üzere yıllık 10,000 dinar858 ile birlikte Doğu bölgelerindeki topraklarına ilaveten yeni bazı yerler vermeyi de önerdi. Kardeşi Melik Zâhir’e güvenini tamamen yitirmiş olan Melik Efdal, amcasının bu teklifini kabul edip Dımaşk muhâsarasından vazgeçti. Çünkü Melik Âdil karşıtı oluşan diğer ittifaklarda olduğu gibi bu ittifakta da kardeşinin yine hırslarına yenik düştüğünü görmüş, bu nedenle de onunla birlikte amcasına karşı savaşma arzusunu yitirmişti.

Melik Efdal, Dımaşk muhâsarasını sonlandırmaya karar verince yanındaki Salâhî komutanları bir araya topladı. Onlara kendisini tercih etmeleri durumunda Melik Âdil’in yanına gitmelerine müsâade edeceğini; Melik Zâhir’i tercih etmeleri durumunda da bunun da kendilerinin bileceği bir husûs olduğunu belirterek onları Melik Âdil’in yanına dönmek ile Melik Zâhir’e katılmak arasında muhayyer bıraktı. Yumuşak huylu olmasından dolayı bütün komutanlar, Melik Efdal’i istiyordu. Ancak Melik Efdal, şimdi Dımaşk muhâsarasını sonlandıracağını izhâr ediyordu. Bu sebeple de onların kendi

857 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 270-271. 858 İbn Nazif, a.g.e., s. 19.

155

başlarının çaresine bakmaları gerekiyordu. Melik Efdal’e ihanetinden dolayı Melik Zâhir’den de uzaklaşmışlardı. Bu nedenle onların çoğu Melik Âdil’i tercih ettiler. Geri kalan kısmı ise kendi iktâlarına döndüler.859

Melik Efdal, Dımaşk muhâsarasından çekilince yanındaki komutanlar da çekildiler. Daha yakın zamanda Melik Âdil’in önemli bir komutanını darp ederek ona karşı isyan hareketini başlatmış olan Fahreddîn Çerkez ile Zeyneddîn Karaca da daha önce Dımaşk önlerinden kaçmışlardı. Melik Zâhir’e bağlı komutanlar da kaçıp Melik Âdil’e sığınmaya başladılar. Bu komutanlar arasında Alaaddîn Şagir, Cahhâf 860 ve Heycâvî de bulunmaktaydı. Yine özel muhafız birliğinin bir kısmı da kendisinden ayrılıp amcasına sığınmıştı. 861 Bu sebeple yalnız kalan Melik Zâhir de muhâsarayı sonlandırmak zorunda kaldı. Böylece yaklaşık iki aydır devam etmekte olan muhâsara, Muharrem 598/Ekim 1201 tarihinde anîden sonlandırıldı. Bu arada taraflar, sulh anlaşması için müzakerelere başladılar. Bu sebeple karşılıklı olarak elçiler gidip gelmeye başladı ve sonunda aşağıdaki şartlarla bir sulh anlaşması yapıldı:

1- Ra’sü’l-Ayn, Habûr, Cemlin, el-Mevzer, Sümeysât, Meyyâfarikîn, Hanî, Zülkarneyn862 ve Suruc Melik Efdal’e verilecek, 2- Menbic, Efâmiye, Kefertâb ve bazı köyleriyle birlikte Maarra da Melik Zâhir’e bırakılacaktı.

Anlaşmadan sonra Melik Zâhir Halep’e dönmek üzere yola çıktı. Melik Efdal ise ailesini bıraktığı Humus’a gitti.863

Dımaşk, bir kez daha Salâhaddîn Eyyûbî’nin çocuklarının kendi aralarında organize olamamaları nedeniyle yine Melik Âdil’in elinde kalmıştı.864 Çünkü son birkaç yılda çok sık olduğu gibi Dımaşk’ın alınamaması ve oradan dönüş, bir askerî yenilgiden

859 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 271. 860 İbn Nazif, a.g.e., s. 20; 861 Nüveyrî, a.g.e., c. XXIX, s. 13. 862 İbn Nazif, a.g.e., s. 18-19. 863 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 271. 864 Kaya, a.g.m., s. 163.

156

değil, aksine müttefik güçler arasındaki, özellikle de Melik Efdal ile Melik Zâhir arasındaki anlaşmazlıktan kaynaklanıyordu.865

Bu arada Melik Zâhir, Dımaşk üzerine yürümeden önce, amcasına karşı iki cepheli bir savaş yapmayı planlamıştı. O, daha önce yaptığı gibi yine amcasına ait el- Cezîre bölgesi üzerine, bölgedeki Zengî müttefiklerini harekete geçirmişti. Melik Âdil’in yayılmacı politikasından çekinen Zengî ailesinden Musul hâkimi Nûreddîn Arslanşâh ve onun amcasının oğlu Sincâr hâkimi Kutbeddîn b. İmâdeddîn, ittifakın bir parçası olarak Melik Efdal ve Melik Zâhir kardeşlerin Dımaşk’a doğru yola çıktıklarını duyduklarında ikisi birlikte Harrân ve Ruha üzerine yürümüşlerdi. Mardin hâkimi de onlara katılmıştı. Ancak Ra’sü’l-Ayn’a geldiklerinde yine askerleri arasında şiddetli sıcaklardan dolayı bir salgın hastalık başlamış, ayrıca iki kardeşin amcalarıyla anlaşmak üzere olduklarını da duymuşlardı. Bu sebeple, Melik Âdil’in Harrân nâibi olan oğlu Melik Fâiz İbrâhîm’in daha önce yapmış olduğu sulh talebini kabul ederek onunla anlaştılar. Bu sulh anlaşmasına sadık kalacaklarına dair karşılıklı yemin ettiler. Melik Âdil’e de elçiler göndererek ondan da yemin aldılar. Daha sonra tümü aynı anda Ra’sü’l-Ayn’dan ayrılarak kendi beldelerine geri döndüler.866

2.2.6. Sultan Melik Âdil’in Ülkede Siyasî Birliği Yeniden Sağlaması

Melik Âdil karşıtı koalisyon, Melik Zâhir’in hırslı davranışları sonucu dağıldı. Koalisyon güçleri, Dımaşk’ı iki ay gibi bir süre muhâsara altında tuttular. Koalisyonun dağılması sonucu Muharrem 598/Ekim 1201 tarihinde muhâsara tamamen kaldırılarak sulh müzakerelerine başlandı. Taraflar arasında kısa süre içinde bir sulh anlaşması gerçekleştirildi. Bunun sonucunda koalisyon güçleri Dımaşk’ın önlerinden ayrıldılar.

2.6.8.1. Melik Zâhir’in Sultan Amcasına Bağlılık Bildirmesi

Hırsından ve ağabeyine karşı taşıdığı hasedden dolayı Dımaşk muhâsarasını sekteye uğratan Melik Zâhir, Melik Âdil ile yapılan sulh anlaşmasından sonra Halep’e döndü. Ancak orada da rahat durmadı. Son Dımaşk Muhâsarası esnasında amcası Melik

865 Humphreys, a.g.e., s. 121. 866 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 275; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 126-127.

157

Âdil’den ayrılıp kendi tarafına geçen komutanları himâye ederek onları iktâlarla taltif ettiği gibi civar belde emîrliklerine karşı da yayılmacı bir politika izledi.

O, Halep’e döner dönmez amcası Melik Âdil’i karşısına almak pahasına kendi tarafında yer alan önemli Salâhiye komutanlarından Meymûn el-Kasrî, Sara Sungur ve İlbeyi Fâris’i taltif etti. O, Meymûn el-Kasrî’ye birçok nakdî ve menkûl hediyeler verdi. Bunun yanı sıra Azâz’ı867 ve daha birçok yeri de ona iktâ olarak verdi.868 Diğer iki komutana da çeşitli hediyeler verdi. Ancak bu hediyeler o iki komutanı memnun etmedi.869 Çünkü Melik Zâhir, Meymûn el-Kasrî’ye daha cömert davranmıştı.

Ayrıca Melik Zâhir, yayılmacı bir politika izleyip komşularını korkutmaktaydı. Bu politikasına binâen Dımaşk’tan dönerken Hamâ’ya saldırmış, ancak şehrin hâkimi Melik Mansûr, yeminine sadık kalmaması ve verdiği söze ihanet etmesi nedeniyle kendisini ayıplayınca özür dileyerek geri çekilmişti.870

Melik Zâhir, muhâsara için Dımaşk önlerinde bulunduğu sıralarda Melik Âdil’in Harrân nâibi olan oğlu Melik Fâiz, Menbic’i zapt etmişti. Ancak Dımaşk muhâsarasından sonra amcasıyla yaptığı sulh anlaşmasına binâen orayı tekrar geri aldı. Fakat orayı teslim alınca içindeki hazineleri Halep’e taşıdıktan sonra şehrin kalesini ve sûrlarını tahrip ederek savunmaya elverişsiz bir duruma getirdi. Daha sonra da orayı ünlü komutanlarından İmâdeddîn b. Maştûb’a iktâ olarak verdi.

Yine bu dönemde Şemseddîn b. Mukaddem ile de bazı yerleri trampa etti. Fakat bir süre sonra Şemseddîn, ona isyan ederek Ravendân’a871 kaçtı. Onun kendisine isyan edip Ravendân’a kaçtığını duyan Melik Zâhir, harekete geçip onun üzerine yürüdü. Onu Ravendân’dan indirerek bütün malına ve zahirelerine el koydu. Tell Bâşir hâkimi Bedreddîn Dilderem, aracı olmak istediyse de onun aracılığını kabul etmedi. Zaten

iki şekilde de okunuşu vardır), Haleb’in kuzeyinde, içinde kalesi de bulunan bir عزاز veya اعزاز ) Azâz 867 kasabadır. el-Hamevî, a.g.e., c. IV, s. 118. 868 Melik Zâhir’in Meymûn el-Kasrî’ye iktâ olarak verdiği yerler arasında Azâz ile birlikte Huvar, Nehrülcevz, Cisrülhadîd de bulunur. Bu iktâların dışında farklı hediyelerle de onu taltif etmiştir. O da 610/1213-14 yılındaki vefatına kadar Melik Zâhir’in hizmetinde kalmıştır. Bkz. Nüveyrî, a.g.e., c. XXIX, s. 14. Ayrıca Melik Zâhir’in Meymûn el-Kasrî’ye yaptığı aynî ve nakdî yardımlar için bkz. İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 131. 869 İbn Vâsıl, a.y. 870 İbn Nazif, a.g.e., s. 21. 871 Ravendân, Halep civarında yeşili-ağacı bol ve içinde sağlam bir kalesi bulunan güzel bir kasabadır. el- Hamevî, a.g.e., c. III, s. 19.

158

bundan dolayı da Bedreddîn, Melik Âdil tarafına geçip ona bağlılık bildirecek ve bunun karşılığında da Melik Âdil’den iktâlar alacaktır. 872

Koalisyon güçleri, Dımaşk kuşatmasını sonlandırınca Melik Âdil, karargâhını kurduğu Nablus’tan Dımaşk’a gelmiş, burada sulh müzakerelerine başlamıştı. Müzakereler sonuç verip anlaşma sağlandıktan sonra müttefik güçler, kendi beldelerine geri dönerlerken Melik Âdil de Dımaşk’ta kalmıştı. Melik Âdil, Dımaşk’ta iken daha önce Melik Efdal ve Melik Zâhir ile birlikte hareket ederken onlardan ayrılmış olan Fahreddîn Çerkez ve Zeyneddîn Karaca gelip ona bağlılık bildirdiler. O da bu ikisini oğlu Melik Muazzam ile birlikte Banyâs’a gönderdi. Orası Hüsâmeddîn Bişâre’nin elindeydi. Çetin bir savaştan sonra orası zapt edildi ve hizmetlerine karşılık Fahreddîn Çerkez’e iktâ olarak bırakıldı. Karaca’ya da Sarhad teslim edildi.873

Melik Âdil, o yıl kışı Dımaşk’ta geçirdi. İlkbaharın başlarında, Cemâziyelâhir 598/Mart 1202’de yeğeni Melik Zâhir’e haddini bildirmek üzere Hamâ’ya doğru yola çıktı. Hamâ yakınlarındaki Tell-Safrûn’a gelince Hamâ hâkimi Melik Mansûr, bütün devlet erkânıyla birlikte onun emrine girdi. Ayrıca onun ve askerlerinin bütün ihtiyaçlarını karşılamaları için devlet kurumlarının tamamını da onun emrine verdi.

Melik Zâhir, amcasının kendisini kastederek yola çıktığını ve şu anda da Hamâ’da bulunduğunu duyunca onunla herhangi bir savaşa girmekten korktu. Ancak yine de bir savaş için alınabilecek gerekli tedbirleri almaya çalıştı. Halep halkından kendisine gerekli yardımları yapmak üzere söz aldı. Daha sonra amcasına çeşitli hediyelerle birlikte elçiler göndererek anlaşma yollarını aradı. Bu husus için iki taraf arasında birçok yazışma yapıldı. Nihâyet, taraflar arasında bir sulh anlaşması gerçekleştirildi. Bu sulh anlaşmasına göre:

1- Melik Zâhir’in elindeki Menbic, Efamiye ve Kefertâb eski sahipleri olan Şemseddîn b. Mukaddem’e geri verilecek, 2- Şemseddîn b. Mukaddem’den de Maarra’nın bazı köyleri alınarak Hamâ hâkimi Melik Mansûr’a verilecek,

872 İbn Vâsıl, a.y. 873 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 480; Ebû Şâme, a.g.e., c. V,, s. 32.

159

3- Necm Kalesi de, Dımaşk Muhâsarası’ndan sonra yapılan anlaşmada söz verildiği gibi Melik Efdal’e teslim edilecek,874 4- Melik Zâhir, İbn Maştûb’u istihdam etmeyecek ve ona verdiği iktâları geri alacaktı.875

Melik Âdil, Melik Zâhir’den bağlılık aldıktan sonra Hamâ’dan Humus’a geçti.876 Daha buradayken onunla bütün Eyyûbî hanedanının üyeleri arasında saldırmazlık anlaşması imzalandı. Bu anlaşmaya göre:

1- Mısır, Dımaşk, tüm sahil şeridi, Kudüs ve halen elinde bulundurduğu el- Cezîre’deki yerler Melik Âdil’in elinde kalacak,877 2- Halep ve bağlı yerler Melik Zâhir’e, 3- Hamâ ve bağlı yerler ile Maarra, Selemiyye878 ve Bârîn Melik Mansûr’a, 4- Humus, Rahbe879 ve Tedmür880 Melik Mücâhid’e, 5- Baalbek ve bağlı yerler Melik Emced’e ve 6- Sümeysât da Melik Efdal’e ait olacaktı.881

Melik Âdil, kendi çocukları arasında da şöyle bir taksimatta bulundu:

1- Melik Eşref, Harrân ve Ruhâ’da, 2- Melik Eşref’in emrinde olarak Melik Evhad da Meyyâfarikîn ve Diyarbakır’da, 3- Melik Muazzam Dımaşk’ta, 4- Melik Kâmil Mısır’da882 ve 5- Melik Nûreddîn Arslanşâh da Ca’ber Kalesi’nde bulunacaktı.883

874 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 132. 875 İbn Maştûb, Melik Zâhir’in yanından kovulduktan sonra Melik Âdil’e sığınacak, fakat sığınma talebi kabul edilmeyecektir. Ancak Melik Âdil, ona, oğullarından istediğinin yanına gidebileceğini söyleyecektir. O da ilk olarak Melik Evhad’in yanına gidecektir. Ancak onunla anlaşamayınca Melik Âdil’in bir diğer oğlu Melik Eşref’in yanına gidecek ve onun tarafından Mardîn muhâsarası için görevlendilecektir. İbn Nazif, a.g.e., s. 25; Nüveyrî, a.g.e., c. XXIX, s. 15. 876 İbn Nazîf, a.g.e., s. 24. 877 Nüveyrî, a.g.e., c. XXIX, s. 14. 878 Selemiyye, Hamâ yakınlarında bulunan bir beldedir. el-Hamevî, a.g.e., c. III, s. 240. 879 Rahbe, Rakka ile Bağdât arasında, Fırat nehrinin kıyısında bulunur. el-Hamevî, a.g.e., c. III, s. 34. 880 Tedmür, Suriye kırsalında, Halep yakınlarında bulunan tarihî bir şehirdir. el-Hamevî, a.g.e., c. II, s. 17. 881 Nüveyrî, a.g.e., c. XXIX, s. 14-15. 882 İbn Nazîf, a.g.e., s. 24-25. 883 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 133; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 192.

160

Böylece Melik Âdil, bütün Eyyûbî topraklarında; Mısır, Suriye ve el-Cezîre bölgelerinin tümünde hâkimiyetini kabul ettirmiş oldu. Buraların tümünde hutbeler onun adına okunurken paralar da onun adına basılmaya başlandı. Salâhaddîn’den sonra Eyyûbî Devleti’nde siyasî birlik ilk defa bu dönemde sağlandı. Bu sebeple Melik Âdil, devletin ikinci kurucusu sayılır.

2.6.8.2. Melik Efdal’in Sultan Amcasına Bağlılık Bildirmesi

Başarısız Dımaşk muhâsarası neticesinde taraflar arasında gerçekleştirilen sulh anlaşmasından sonra Melik Zâhir kendi beldesine dönerken Melik Efdal de ailesini almak üzere Humus’a gitmişti. Kısa bir süre sonra ise ailesiyle birlikte Humus’tan Dımaşk’a gelerek amcasına itâat arz edip onun hâkimiyetini kabul etmiş ve oradan Doğu’ya, el-Cezîre bölgesindeki beldelerine gitmişti.

Aslında Melik Efdal, Salâhaddîn’in veliahtı olarak ondan sonra ülkenin başına geçmişti. Ancak taktiksel bazı hatalar sonucu ülkenin sultanlığını amcası Melik Âdil’e kaptırmıştı. Bu son başarısız girişimden sonra da el-Cezîre’deki birkaç önemsiz belde ile yetinmek zorunda kalmıştı. Ancak o, saltanattan ümidini de tamamen kesmiş değildi. O, amcasından saltanatı almak için onun zayıf bir anını kolluyor, bu sebeple de birçok faaliyetin içinde yer alıyordu. Bu faaliyetler kapsamında onun, amcasına karşı yeni bir koalisyon oluşturma çabaları da zikredilebilir. Bu sebeple de o, el-Cezîre’de bulunan Artuklularla sürekli temas halindeydi. Ayrıca Melik Zâhir’i de bu koalisyona dâhil etme çabası içindeydi.884

Melik Âdil, Melik Efdal’in kendi aleyhine olmak üzere yeni bir koalisyon oluşturma çabası içinde olduğunu öğrenince bölgedeki bağlılarını ona karşı harekete geçirtti. Oğlu Melik Eşref ile yeğeni Melik Zâhir’e, Melik Efdal’in elindeki beldeleri almalarını emretti. Onun talimatı üzerine harekete geçen Melik Eşref, Melik Efdal’in elindeki Suruc, Cumlîn885 ve Ra’sü’l-Ayn’ı alırken Melik Zâhir de kardeşinin elindeki Necm Kalesi’ni aldı. Böylece Melik Efdal’in elinde sadece Sümeysat kaldı. İki taraflı ablukaya alınmış olan Melik Efdal, kardeşi Melik Zâhir’den Necm Kalesi’ne karşılık

884 Kaya, a.g.m., s. 164. 885 Cumlîn, Diyârımudar ile Diyârıbekr arasında yer alan ve Harrân’a bir günlük mesafede bulunan bir kaledir. İbn Şeddâd, el-Alâkü’l-Hatîre, c. III/I, s. 68.

161

hiç olmazsa birkaç köy ve para istediyse de ret cevabı aldı. Daha sonra annesini, amcasına şefaatçı göndererek zapt edilen beldelerinin iadesini istedi.886 Ancak amcası, Salâhaddîn’in hanımının bu konudaki aracılığını kabul etmeyerek onu eli boş gönderdi.887

Hem amcasının hem de kardeşinin gazabına uğrayan Melik Efdal, Eyyûbî ailesinin adeta kendi aleyhine ittifak ettiğini düşünerek ailesiyle olan gönül bağını tamamen kopardı. Bu sebeple, o güne kadar Sümeysat’ta amcası adına okuttuğu hutbeyi kesti. Böylece ailesiyle bağlarını tamamen kopardı.

Ailesinden kimsenin kendi lehine kararlarda bulunduğunu görmeyen, bu sebeple de onlardan ümidini kesen Melik Efdal, çok geçmeden kendisine yeni bir hâmi arayışına girdi. Bu sebeple, Anadolu Selçuklu hükümdarı Rükneddîn Süleymanşâh’a elçi göndererek ona itâat etmek istediğini bildirdi. Rükneddîn de onu himâyesine alarak hil’at yolladı. Melik Efdal, Rükneddîn’in gönderdiği hil’ati giyerek 600/1203 yılında Sümeysat’ta onun adına hutbe okutmağa, para bastırmağa başladı.888 Böylece Eyyûbî ailesinden bir melik ilk defa kendi ailesinden başka bir hükümdarın himayesini kabul ediyordu. Ancak Melik Efdal 615/1218 yılında o dönem Anadolu Selçuklu sultanı olan İzzeddîn Keykavus ile birlikte Eyyûbî hanedanı aleyhine olarak çıktığı Halep Seferi’nde onun sözüne sadık olmadığını görerek ondan soğudu. 889 Daha sonra da amcasına mektup yazarak yaptıklarından dolayı özür diledi. Böylece tekrar Eyyûbî hanedanına yakınlaştı.890 Halep Seferi’nden sonra Sümeysat’a çekildi ve Safer 622/Şubat-Mart 1225 yılındaki vefatına kadar başka herhangi bir sefere katılmadı.891 Bundan sonraki hayatını,

886 Melik Efdal, Hamâ hâkimi Melik Mansûr’dan, amcası Melik Âdil’in yanında kendisi için şefaat talep etmesini ve bu sebeple ona bir elçi göndermesini istedi. Bunun için de annesini Hamâ’ya gönderdi. Melik Mansûr da Melik Efdal’in annesiyle birlikte Humus kâdısı olarak bilinen Zeyneddîn b. Hindî’yi Melik Âdil’e gönderdi, ancak Melik Âdil, ikisinin de şefaat talebini kabul etmedi ve onları eli boş bir şekilde geri yolladı. Bkz. İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 151. 887 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 283; İbn Haldûn, a.g.e., c. V, s. 393. 888 İbn Esîr, a.y. 889 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 391-392. 890 Kaya, a.g.m., s. 170. 891 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 269.

162

herhangi bir varlık gösteremediği siyasî mücadeleler yerine, kitap istinsâh etmekle geçirdi.892

Salâhaddîn’in vefatından itibaren yaklaşık dokuz yıl boyunca aile içi mücadelelerin eksik olmadığı ülkede Melik Âdil, 598/1202’de bütün yeğenlerini bertaraf etmeyi başararak ve yine onların hepsinden bağlılık alarak sultanlık makamına oturdu. Burada şöyle bir sorunun cevaplandırılması gerekir. 'Acaba baştan itibaren mi Melik Âdil, iktidarı ele geçirmek niyetindeydi?' Aslında o, Salâhaddîn’in vefatından sonra sultanlığın kendi hakkı olduğunu düşünmekteydi. Ancak 598/1202 tarihine kadarki olaylara ve onun bu olaylarda oynadığı rollere yakından baktığımızda 596/1200 yılının kışına kadar onun asıl hedefinin sultanlığı ele geçirmek olmadığını görürüz. Onun, yeğenleri arasındaki mücadelelerde kendi etkinliğini artırmak ve topraklarını genişletmek için, onları harcama pahasına da olsa, hiçbir fırsatı kaçırmadığını görmekteyiz. Yine bu güne kadar aile üyeleri arasında meydana gelen çatışmalarda hep onun dışındakilerin dahli olmuştu. Ancak her defasında da kazançlı çıkan o olmuştu. Ayrıca onun, Melik Azîz adına ne Mısır’da baş yönetici olduğu dönemde ne de Dımaşk’ta yönetici olduğu dönemde ona karşı herhangi bir ihanetini görmemekteyiz.893 Fakat son zamanlarda artık Salâhaddîn’in oğullarının yönetimde kabiliyetsiz oldukları ortaya çıkınca o, kendiliğinden sultanlık makamına yükseldi.

892 Melik Efdal’in yazdıklarından bir kısmına muttali olduğunu belirten tarihçi İbn Esîr, onun üslubunu gayet güzel bulduğunu vurgulamaktadır. Ayrıca onun oldukça fazilet sahibi biri olduğunu da belirtir. İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 445. 893 Humphreys, a.g.e., s. 122.

163

III. BÖLÜM MELİK ÂDİL’İN SULTANLIK DÖNEMİ SİYÂSÎ FAALİYETLERİ (598-615/1202-1218)

1. MELİK ÂDİL’İN SULTANLIK DÖNEMİ İÇ SİYÂSÎ FAALİYETLERİ

1.1. Melik Âdil’in Devlet İdâresi

1.1.1. Eyyûbî Devleti’nde İdârî Teşkilat

Eyyûbî Devleti, 'yarı feodal aile federasyonu' tarzı bir yönetim sistemine sahipti. Devlet, merkeze bağlı vilayetlerden, eyaletlerden, emîrliklerden/yarı feodal beyliklerden ve bağlı hükümdarlıklardan meydana gelmekteydi. Ülke hanedan üyelerinin ortak mülkü sayılırdı.894 Ülkenin idârî ve askerî teşkilâtlarının başında sultan bulunurdu. Bu sebeple onun emirleri kanun hükmündeydi. Ancak diğer İslâm devletlerinde olduğu gibi bu devlette de sultan mutlak yetkiye sahip değildi. O, İslâm hukukuyla mukayyetti. Salâhaddîn için daha çok sultan ünvanı kullanılmaktaydı. Fakat ondan sonra ülkenin başına geçen hükümdarlar tarafından bu ünvanın kullanılmadığını görmekteyiz. Sultan Salâhaddîn sonrası sikkelerde daha çok 'el-Melik' ünvanı kullanılmıştır. Gerçi Melik Âdil için tarihçilerin bir kısmı sultan ünvanını kullanmışlarsa da o da sikkelerde daha ziyade 'el-Melik' ünvanını kullanmayı tercih etmiştir. İdârî teşkilâtta ikinci derecedeki yöneticiler, hükümdarın Mısır’da iken Suriye’de, Suriye’de iken Mısır’da yerine bıraktığı nâibleriydi. Bu nâibler, hanedan üyesi olmalarının yanı sıra pek çok yetkiyle de mücehhez kılınmışlardı. 895 Vilayet ve eyaletlerin başında ise hanedana mensup üçüncü derecedeki melikler yer alırdı. Bunlar, protokolde tabi hükümdarlarla aynı seviyedeydiler. Meliklerden sonra ise geniş idârî ve askerî yetkilere sahip iktâ sahibi emîrler gelmekteydi. Emîrler, yüksek askerî ve idârî özelliklere sahip olup onların önemli bir kısmını Türkler ve Kürtler oluşturmaktaydı. Arap emîrler ise azdı. Diğer etnik gruplardan ise emîr yoktu.896 Hem meliklerin hem de emîrlerin ataması sultan

894 Bu sebeple dönemin diğer İslâm devletlerinde olduğu gibi Eyyûbîlerde de Sultan Salâhaddîn’in vefatından sonra hanedan üyeleri arasında sık sık taht kavgalarına rastlanmıştır. Ancak diğer devletlerin çoğunda hanedan üyeleri arasındaki savaşta galip gelen taraf mağlup olanları öldürürken Eyyûbî hanedanında, II. Melik Âdil olayı hariç, böyle bir gelenek yoktu. Eyyûbî Devleti’nde hanedan üyeleri olsun diğer beyler olsun birbirlerinin kanlarını dökmezlerdi. Galip olan en fazla mağlup olanları uzak bir yere sürerdi. (Bkz. İbn Vâsıl, a.g.e.,c. III, s. 219) Zaten Melik Âdil’in yeğenlerine karşı yürüttüğü politikada bu haslet, apaçık görülmektedir. 895 Ayşe Dudu, Eyyûbî Devleti Teşkilâtı, TTK Yay., Ankara, 2013, s. 185-186, 192. 896 Şeşen, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbîler Devleti, s. 100.

164

tarafından ve onun çıkardığı bir menşûrla yapılırdı. Onlardan sonra en yüksek idârî yetkiye sahip olanlar bürokratlardı. Daha sonra ise ilmiye sınıfına mensup olanlar gelmekteydi. Devletin siyasetinde söz sahibi olan ilmiye sınıfını tüccârlar ve büyük arazi sahipleri takip etmekteydi. Küçük çiftçiler, ücretliler ve ortakçılık yapanlar ise en alt tabakayı oluşturmaktaydılar.897

Eyyûbî Devleti’nin idârî teşkilatı genel olarak Selçuklu iktâ sistemine dayanmaktaydı. Zengîler kanalıyla Selçuklulardan devralınan iktâ sistemine uygun olarak ele geçirilen topraklara melik ve emîrler tayin edilirdi. Önemli iktâların başına Eyyûbî ailesinden melikler tayin edilirken devlet lehine yararlılık göstermiş askerî ve sivil bürokratlara da iktâlar verilmekteydi.898 Atamaları sultanın çıkardığı bir menşurla yapılan bu melik ve emîrler, menşûrdaki şartlara uydukları sürece iktâları ellerinden alınmazdı.899 Eyyûbî Devleti’nde:

1- Hanedan üyesi meliklere ve üst düzey komutanlara verilen iktâlar ile 2- Sıradan askerlere verilen iktâlar olmak üzere iki çeşit iktâ vardı.900

Melik ve emîrlerin iktâları, 'iktâü’l-hass' olup miras yoluyla oğullarına kalırdı. Ancak böyle bir durumda menşûrun yenilenmesi gerekirdi. Çünkü bu iktâlar, mülk olarak verilen 'iktâü’t-temlîk' değil, işletilip gelirinden faydalanmak için verilen 'iktâü’l- istiğlal' idi. Dolayısıyla onların sahip oldukları iktâları devletin malıydı. Fakat bununla birlikte onlar kendi iktâlarında geniş idârî ve askerî yetkilere sahip olup askerlik hizmeti dışında adeta özerk bir yönetim sergilemekteydiler. Hâkim oldukları bölgenin toprağının işletilmesi, insanlarının ihtiyaçlarının karşılanması, sınırlarının müdafaası, imâr faaliyetlerinin yürütülmesi onların sorumluluğundaydı. Sultandan habersiz başka devletlerle ticârî, askerî ve siyasî temaslar kurmak gibi salahiyetleri; ayrıca kendilerine ait özel askerî birlikleri de vardı.901 Bu kadar geniş yetkilere sahip olmalarına rağmen yine de hem iç işlerinde hem de dış işlerinde merkeze bağlıydılar. İdârî teşkilâtta

897 Şeşen, Salâhaddîn Eyyûbî ve Devlet, s. 203-206; Ramazan Şeşen, “Eyyûbîler”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1995, c. XII, s. 24-25. 898 Harun Yılmaz, "El-Melikü’l-Muazzam Ve Döneminde Dımaşk’ta Kurulan Medreseler (615-624/1218- 1227)", Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 2008, s. 11. 899 Şeşen, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbîler Devleti, s. 113. 900 Dahlmanns, a.g.e., s. 187. 901 Şeşen, a.y.; Dudu, a.g.e.,s. 409-410; Yılmaz, a.g.t.,s. 12.

165

onlardan sonra gelen ve anlaşmayla ülkelerinin başında bırakılan tabi hükümdarlar ise sadece dış işlerinde merkeze bağlıydılar. Bunların ismi, melik ve emîrlerin aksine hutbede ve parada sultanın ismiyle birlikte geçerdi. Çünkü melik ve emîrlerin hiçbirisinin ismi ne hutbede ne de sikkede geçmezdi.902

1.1.2. Eyyûbîlerde Vezâret Kurumu ve Melik Âdil’in Vezirleri

Eyyûbîler, iktâ sisteminin yanı sıra askeriye, haberleşme ve diğer kurumlarının çoğunda da Zengîler kanalıyla Selçuklulardan etkilenmişlerdir.903 Ancak Eyyûbîlerde vezâret kurumu Selçululardaki kadar güçlü değildi. Büyük ihtimalle Salâhaddîn ve Melik Âdil, Fâtimî halîfelerinin, vezirlerinden dolayı düştükleri acıklı durumu görmüş ve gözleri korkmuştu. Bu sebeple ikisi de bu kuruma sıcak bakmamış ve yanlarında güçlü vezirler tutmamışlardı. Aslında Fâtimîlerin vezirleri, tevfiz ve tenfiz vezirleri904 olmak üzere ikiye ayrılmaktaydı. Eyyûbîler, neredeyse iktidarı sultanla ortaklaşa kullanan tevfiz vezirliğine sıcak bakmamış, yanlarında tuttukları vezirlere, sadece tenfiz vezirlerinin görevlerini yüklemişlerdi.905 Salâhaddîn döneminde inşâ kâtipliği de yapan Kâdı Fâdıl ile Melik Âdil’in ikinci veziri olan Safiyüddîn b. Şükr vezâret kurumunda bulundukları dönemde çok güçlü bir pozisyona sahip olmalarına rağmen yine de tevfiz vezirliği konumunda değillerdi. Eyyûbîlerde, vezirlik kurumu Salâhaddîn’in oğulları döneminde güç kazanmıştır. Melik Efdal’i her platformda zor durumda bırakan veziri Ziyâeddîn İbn Esîr gibi. Melik Âdil ise üç vezirle çalışmış; ancak onların çok fazla güçlenmelerine izin vermemiştir.906 Bu vezirler: İbn Nahhal en-Nesrânî, İbn Şükr ve Mikdâm b. Şükr’dü.

902 Şeşen, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbîler Devleti, s. 100. 903 Ali Muhammed Sallâbî, Devletü’s-Selacike, Müessesetü İkta Yay., Kahire, 2006, s. 267-268. 904 Vezirlik kurumu, tevfiz ve tenfiz vezirlikleri olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Tevfiz veziri, sultanın veliaht tayin etmek dışındaki bütün görevlerini üstlenen ve oldukça geniş salahiyete sahip olan vezir demektir. Tenfiz veziri ise yalnızca yürütme ile ilgili yetkilere sahipti. Sultanın verdiği görevleri yapar, onun talimatının dışına çıkmazdı. Birinci gruptaki vezir, daima tek iken ikinci gruptaki vezir ise sayıları birden fazla olabilmekteydi. Detaylı bilgi için bkz. Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed el-Maverdî, Edebü’l- Vezîr, 2. Baskı, Tsh. Hasan Hâdî Hüseyin, Mektebetü’l-Hancı Yay., Kahire, 1994, s. 10-12; Philip K. Hitti, Siyasi ve Kültürel İslâm Tarihi, MÜİFV. Yay., İstanbul, 2011, s. 436; Cahid Baltacı, İslâm Medeniyeti Tarihi, 3. Baskı, MÜİFV Yay., İstanbul, 2010, s. 100; İbrahim Sarıçam-Seyfettin Erşahin, İslâm Medeniyeti Tarihi, 3. Baskı, TDV Yay., Ankara, 2013, s. 92-93. 905 Said Abdulfettâh Âşûr, el-Eyyûbiyyûn ve’l-Memâlik fî Mısır ve’ş-Şâm, Dârü’n-Nahdati’l-Arabiye, Kahire, 1996, s. 157. 906 Dahlmanns, a.g.e., s. 195-196.

166

Birinci bölümde anlatıldığı gibi ortaçağ İslâm toplumlarında sultanlar gibi onların nâiblerinin de vezirleri bulunmaktaydı. Bu dönemde hüküm süren Eyyûbî Devleti’nde de üst hükümdarın nâiblerinin vezirleri vardı. Uzun yıllar ağabeyi Salâhaddîn’in nâbiliğini yapan Melik Âdil’in de vezirleri vardı. Onun vezirliğini ilk olarak Hristiyan bir kimse olan es-Sanî’at b. Nahhâl yaptı. Melik Âdil sayesinde Müslüman olan Vezir İbn Nahhâl, kısa bir süre sonra vefat edince bu makama Safiyüddîn b. Şükr getirildi. Melik Âdil, sultan olduktan sonra da bu görevini devam ettiren İbn Şükr, 609/1212-13 yılında sultanı kızdırmış olmalı ki vezirlikten azledilerek Mısır’dan sürgün edildi. Ondan sonra bu makama Fahreddîn Mikdâm b. Şükr getirildiyse de ancak üç yıl bu görevde kalabildi ve 612/1215-16 yılında o da Mısır’dan kovuldu. Bundan sonra Melik Âdil, bu makama kimseyi atamadı.907

Melik Âdil’in ilk veziri olan İbn Nahhâl, Hristiyandı. Onun vasıtasıyla İslâma girmiş, kısa bir süre de ona vezirlik yaptıktan sonra vefat etmişti. Bu vezirin tam adı, Sanîatülmülk Ebû Saîd b. Ebü’l-Yümn b. Nahhâl’dı. Melik Âdil, onun ölümünden sonra yerine İbn Şükr’ü bu makama atadı. Çok zeki, atılgan ve cesur bir kişiliğe sahip olan İbn Şükr, 908 görev süresince Melik Âdil’e ülkenin faydasına olacak şekilde birçok konuda yol gösterici oldu. Onun teşvikiyle Melik Âdil, 1204-05 yılında yüksek dîvân üyeleri arasında değişikliğe giderek yönetimde Kıptîlere de yer verdi. Böylece ülke içindeki önemli bir muhâlif unsur daha devletle barıştırılmış oldu. Ayrıca 596-98/1200- 02 yılları arasında Nil Nehri’nin suyunun çekilmesi ve yine aynı dönemlere denk gelen büyük depremlerin yol açtığı yıkımlar nedeniyle ülke zor bir döneme girmişti. Bu yıllarda başlayan kıtlık, ülkede ekonomik krize yol açmış, vergi gelirlerinde azalmaya ve kaybın çok fazla yaşanmasına sebep olmuştu. Yine İbn Şükr’ün teşvikiyle sultan, bu kaybı kamulaştırma yoluna giderek kapatmaya çalışmıştı.909

Salâhaddîn Eyyûbî döneminin sonlarına doğru Melik Âdil’in veziri olan İbn Şükr, kısa süre içinde onu etkisi altına almayı başardı. Başkaları onu etkilemesin diye de onun yanına girmeyi kendi iznine bağladı. Artık onu tatlı diliyle istediği gibi yönlendirebilmekte, sevmediği kimselere karşı da kışkırtabilmekteydi. Öyle ki çocuklarına ve üst yönetimdeki bürokratlara karşı dahi onu galeyana

907 Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 227-228. 908 Nüveyrî, a.g.e.,c. XXIX, s. 35. 909 Detaylı bilgi için bkz. Dahlmanns, a.g.e., s. 196-200.

167

getirebilmekteydi.910 Bu dönemde büyük bir güç devşirmiş olan İbn Şükr, devletin üst düzey bürokratlarını tamamen tahakkümü altına aldı. Muhâlif olanların da mallarını müsâdere edip onları sürgüne gönderdi. Onun muhâlif birçok devlet yöneticisini, divân başkanlarını ve daha alt düzeydeki bürokratları pervasızca yakalayıp cezalandırdığını görmekteyiz. Bu pervasızlığı halkı kendisinden soğutup nefret ettirmişti. 911 Bütün Eyyûbî meliklerinin son derece ihtiram gösterdiği ve sözünü dinlediği Kâdı Fâdıl’ın oğlu Kâdı Eşref dahi onun şerrinden Bağdat’a kaçıp halîfeye sığınmış, ancak halîfenin aracı olmasıyla affedilebilmişti. Divânü’l-Ceyş başkanı Alemüddîn b. Ebü’l-Haccâc da ondan kaçıp Halep’e sığınmış, ölünceye kadar orada, Melik Zâhir’in yanında kalmıştı. Yine Hemdânoğulları, Cebbâboğulları, Celisoğulları… gibi köklü birçok aileyi de sıkıştırıp mallarını müsâdere etmişti.912 Sürgün fermanını yazdıklarından biri de birçok telifâtı bulunan Hâfız Abdulğanî’ydi.913 Onu da Kuzey Afrika’ya sürgün ettirmişti.914 Bir defasında da Mısır nâibi Melik Kâmil’in veziri olan Ebû Muhammed Muhtar b. Ebû Muhammed’den rahatsız olmuş, Melik Âdil Mısır’a döndüğünde ona jurnallemişti. Onun bu yaptığından haberdar olan Melik Kâmil, vezirinin zarar görmesinden korktu. Bu sebeple onu Halep’e, Melik Zâhir’in yanına gönderdi. Yanında iki oğlu da vardı: Fahreddîn ve Şihâbeddîn. Melik Zâhir tarafından çok iyi karşılandılar. Bir süre sonra Ebû Muhammed Muhtar, Melik Kâmil adına kendisine gönderilen bir mektup aldı. Mektupta Melik Kâmil, onu Mısır’a çağırmaktaydı. Bu çağrı üzerine o da Halep’ten ayrılarak Mısır’a doğru yola çıktı. Ancak Halep açıklarındaki Aynü’l-Mübârek denilen mevkideyken etrafı elli süvari tarafından çevrilerek o gece orada katledildi. Tarih, 601/1205’ti. Bu süvariler, onun hizmetçilerine de 'mallarınıza sahip çıkın, bizim bundan başka bir gayemiz yoktur,' dediler ve çekip gittiler. Melik Zâhir, bundan haberdar olunca derhal olay yerine intikal etti, adamlarını etrafa gönderdi ancak katillerin hiçbir izine rastlanmadı.915 Bu olayın faili olarak haklı bir şekilde gözler, İbn Şükr’e çevrildi. Çünkü o, çok kindar ve düşmanını yok etmeden rahat etmeyen biri olarak tanınmaktaydı.916

910 el-Ketbî, a.g.e., c. II, s. 194. 911 Nüveyrî, a.y. 912 Makrizi, es-Sülûk, c. I/I, s. 227-228. 913 Hâfız Abdulğani’nin biyografisi için bkz. İbn Hallikân, a.g.e.,c. III, s. 223-224. 914 İbn Kesîr, a.g.e.,c. XV, s. 54. 915 İbn Vâsıl, a.g.e.,c. III, s. 167-168; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 197-198. 916 el-Ketbî, a.y.

168

İbn Şükr’ün şerrinden kurtulmak için Divânü’l-Mal başkanı Kâdı Es’ad b. Memâtî de Mısır’ı terketmek zorunda kalanlardandı. Hristiyan bir kimse olan İbn Memâtî, Eyyûbî Devleti’nin kuruluş yıllarında taraftarlarıyla birlikte Müslüman olmuş ve Salâhaddîn’in has adamları arasında yerini almıştı. Aynı zamanda şair de olan İbn Memâtî’nin telif ettiği birçok kitabı arasında Salâhaddîn’in hayatına dair yazdığı manzum eseri çok önemlidir. Ayrıca Kelîle ve Dimne’yi nazma çeviren de odur. Yine onun bir şiir divânı da mevcuttur. Salâhaddîn döneminde Divânü’l-Ceyş başta olmak üzere birçok divâna başkanlık eden İbn Memâtî, Melik Âdil döneminde İbn Şükr’den korkup Halep’e kaçtı ve 606/1209-10 yılındaki vefatına kadar orada kaldı.917 Adeta güç zehirlenmesi yaşayan İbn Şükr, yeri geldiğinde üst düzey yönetici, bürokrat ve din adamlarını dövmekten de geri durmazdı. Örneğin 601/1205 yılında Mısır’daki büyük fakihlerden olan Fakîh Nasr’ı elindeki divitle dövmüş, yüzünü kanlar içerisinde bırakmıştı.918

Vezir İbn Şükr, Sultan Melik Âdil indindeki konumundan dolayı bağımsız bir hükümdar gibi davranmaktaydı. Öyle ki Mısır nâibi Melik Kâmil dâhil olmak üzere, sultanın bütün oğulları gelip onun kapısında bazı hususlar için ricacı olabilmekteydiler.919 Yine bu konumuna istinaden o, istediği bürokratı azledip istediğini de tayin edebilmekteydi. Örneğin 603/1207 yılında Kazasker Bedr b. el-Abyaz’ı azledip onun yerine Necmeddîn Halil el-Hamevî’yi atadı.920 el-Hamevî’yi, bu görevinin yanı sıra Melik Âdil’in Halîfe Nâsır Lidînillâh başta olmak üzere üst düzey hükümdarlara gönderdiği elçi heyetinde de özellikle onu görevlendirmeye başladı.921

Sebebi tam olarak bilinmemekle birlikte 606/1209-10 yılında Vezir İbn Şükr ile Melik Âdil arasında bir kopma yaşandı. Sultan, bu dönemde Sincâr Beyliği üzerine bir sefer düzenlemiş, sefer dönüşünde Ra’sü’l-Ayn’dan Harrân’a giderken yolda, bilinmeyen bir sebepten dolayı İbn Şükr’e kızmıştı. O da korkup kaçmıştı. Fakat Hamâ hâkimi Melik Mansûr ile ünlü komutanlardan Banyâs hâkimi Fahreddîn Çerkez, peşine düşüp onu Ra’sü’l-Ayn Ovası’nda yakalayıp sultana getirdiler. Bu iki komutanın şefaatiyle Melik Âdil tarafından affedilse de artık gözden düşmeye başladı ve eski

917 İbn Hallikân, a.g.e.,c. I, s. 210-211; Nüveyrî, a.g.e., c. XXIX, s. 32. 918 Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 199. 919 Nüveyrî, a.g.e.,c. XXIX, s. 35. 920 İbn Nazîf, a.g.e.,s. 54; Makrizî, a.y. 921 İbn Nazîf, a.y.

169

ihtişamlı günlerinden eser kalmadı. 922 Aslında Nüveyrî, bu süreç için detaylı bazı bilgiler verse de yine de tam olarak ikisinin neden karşı karşıya geldiğine dair net bir sebep söylememektedir. Ona göre; 606/1209 yılında sultan, Sincâr muhâsarasında bulunduğu sıralarda bürokratlarıyla bir toplantı tertip etmişti. Toplantıda bürokratlarının görüşlerini dinleyen sultan, İbn Şükr’ün görüşünü de dinledi. Ancak kendi görüşüne uygun bulmadığı için onunkini kabul etmedi. Bunun üzerine küçük düşürüldüğünü düşünen İbn Şükr, öfkeli bir şekilde toplantıyı terk edip çıktı. Onun bu davranışı toplantıda bulunanları çok rahatsız etmişti. Bu sebeple onun arkasında ileri geri konuşmaya başladılar. Sakin, yumuşak huylu ve merhametli olmasıyla bilinen sultan ise konuklarına ve bürokratlarına karşı mahçubiyet duysa da veziri konusunda renk vermedi; ancak vezirinin davranışı onu yaralamıştı. Araya girenler tarafından onu affetmiş olsa da artık ona karşı güvenini yitirmişti. Bundan birkaç yıl sonra sultanla birlikte Doğu seferine çıkan İbn Şükr, yerine nâib olarak Mısır’da Kâdı Mikdâm b. Şükr’ü bıraktı. Ancak bu görevlendirme esnasında Mikdâm’ın, Melik Kâmil ile dostluk kurmasından İbn Şükr’ün bir kısım taraftarları hazz etmediler ve durumu abartılı bir şekilde İbn Şükr’e aktardılar. Mikdâm’a karşı dolduruluşa getirilen İbn Şükr, Mısır’a gelince onu cezalandırmak istedi. Ancak o, Kal’atü’l-Cebel’e, Melik Kâmil’e sığındı. İbn Şükr, onu Melik Kâmil’den istediyse de Melik Kâmil, bütün ısrarlarına rağmen Mikdâm’ı ona teslim etmedi. Kindar ve inatçı kişiliğiyle bilinen İbn Şükr, bunun üzerine Melik Âdil’in huzuruna çıkıp Mısır’da bulunmadıkları dönemde Mikdâm’ın yolsuzluk yaptığını, bundan dolayı yargılanması gerektiğini, ancak Melik Kâmil’in onu kendisine teslim etmemekte direttiğini belirtti. Melik Âdil, durumu tahkik etmek için oğlunu çağırdı. Oğlundan hakikati öğrenince de ikisinin barıştırılmasını istedi, bir süre sonra da Suriye seferine çıktı. Melik Kâmil de babasının emri üzerine ikisini kaleye çağırarak huzurunda barıştırdı. Ancak İbn Şükr, ona karşı hala kin doluydu ve cezalandırmak için onun kaleden ayrılmasını bekliyordu. Mikdâm da bunun farkındaydı, bu sebeple de kaleden, Melik Kâmil’in yanından ayrılmıyordu. O böyle davrandıkça da İbn Şükr, çileden çıkıyordu. Melik Âdil’in Mısır’a dönmesinden sonra da derhal Mikdâm’a divânların nezaretinden el çektirilmesi gerektiğini söyleyerek sultanı ona karşı galeyana getirmeye çalıştı. Ancak sultan, her zamanki gibi bu tatsızlığı yine sessizce geçiştirmeye çalıştı. Bu durum birkaç ay böyle devam etti. Ancak çok

922 İbn Nazîf, a.g.e.,s. 59-60; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 199-200; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 204-205.

170

kindar olan İbn Şükr’ün duracağı ve olayı unutacağı yoktu. O, kendince greve başladı, devlet işlerini yavaşlatmaya, genelge ve tamîmleri yazmamaya başladı. Bu durumdan müşteki olan halk, sultana şikâyetlerde bulundu. Sultan sorunun özünde yine İbn Şükr’ün Mikdâm’a olan garezinin olduğunu anlayınca oğlu Melik Kâmil’i çağırarak sert bir dille Mikdâm’ı himaye etmekten vazgeçmesini ve onu derhal İbn Şükr’e teslim etmesini emretti. Bunun üzerine Melik Kâmil kaleye çıkıp durumu Mikdâm’a anlattı. Durumun çok ciddi olduğunu, artık onu himaye edemeyeceğini ve kendisini İbn Şükr’e teslim etmekten başka çaresinin olmadığını söyleyince Mikdâm; 'Efendim, İbn Şükr senden dolayı benden nefret ediyor. O, seni Mısır’dan kovmak, yerine de Melik Eşref’i getirmek istiyor. İşte bunlar da belgelerim,' diyerek birtakım belgeler çıkarıp Melik Kâmil’e gösterdi. Sert bir dille yazılmış olan bu belgelerde özetle; ‘Bu delinin, Melik Kâmil’in, mutlaka Mısır nâibliğinden azeledilip yerine Melik Eşref’in getirilmesi gerekir.' diye yazılıydı. Bu belgelerin bazı yerlerinde Melik Kâmil’e hakaretler, hatta sövgüler yer almaktaydı. Melik Kâmil, bu belgeleri kaptığı gibi soluğu babasının yanında aldı. Babasına belgeleri göstererek vezirin, baba ile çocuklarını karşı karşıya getirmekten ve kardeşleri birbirine düşürmekten başka bir şey yapmadığını söyledi. Belgelere bakan Melik Âdil, o belgelerde oğluna dönük yakışıksız bir üslubun kullanıldığını görünce İbn Şükr’ün derhal vezâret makamından azledilmesini ve malının müsadere edilmesini emretti. Bir süre sonra da onu Mısır’dan Âmid’e sürgün etti.923 Makrizî ise Melik Âdil’in onun malını müsaadere etmediğini, Mısır’dan çıkarken otuz deve yükü kadar olan mallarını da yanında götürdüğünü belirtmektedir.924 İbn Şükr’ün Âmid’deki sürgünü Melik Âdil’in vefatına kadar devam edecektir.925

609/1212-13 yılında Vezir İbn Şükr’ün işine son veren 926 Melik Âdil, onun yerine Mikdâm b. Şükr’ü atadı. Üç yıl sonra onun da işine son verdi. 612/1215-16 yılında Dımaşk’tan Mısır’a dönen Melik Âdil, 611/1215 yılının sonlarına doğru kalabalık bir askerî birliğin başında Yemen’e gönderilen torunu Atsız’ın ordusu için harcanan parayı inceletti. Aşırı bir harcamanın yapıldığını görünce de Mikdâm’ı yakalatıp dövdü, sonra da hapsetti. Onu önce el-Cezîre hapishanesine gönderdi, oradan

923 Nüveyrî, a.g.e., c. XXIX, s. 35-37. 924 Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 228. 925 Mekîn Corcis b. Amîd, Tarîhü’l-Eyyûbiyyîn, Mektebetü’s-Sekâfeti’d-Dînîye Yay., Port Said, ty., s. 5. 926 İbn Nazîf, diğer tarihçilerden farklı olarak İbn Şükr’ün azledildiği tarihi 607/1211 olarak vermektedir. Bkz. İbn Nazîf, a.g.e., s. 65.

171

da Busrâ hapishanesine naklettirdi.927 Bazı tarihçiler Mikdâm’ın azledilmesi konusunda ikinci bir sebepten daha bahsetmektedirler. Onlara göre Mikdâm Divânü’l-Mal başkanıyken 608/1211 yılında yapılan İmam Şâfiî Kubbesi/Türbesi için harcanan paranın hesabını da verememişti.928 Melik Âdil, birkaç yıl arayla gerçekleşen bu iki önemli olaydaki aşırı harcamanın müsebbibi olarak onu görüp şiddetli bir şekilde cezalandırdı. Mikdâm da vezirlikten azledilince artık o makama kimse atanmadı.929 Bundan sonra ise Melik Âdil, belirgin bir şekilde yönetimden el çekip tüm idârî mekanizmaları kendi isteğiyle oğullarına devretti.

1.1.3. Eyyûbîlerde Divân Teşkilâtı ve Melik Âdil Dönemindeki Divân Başkanları

Eyyûbîlerde devlet işlerini yürüten dört divân vardı: Divânü’l-İnşâ, Divânü’l- Mal, Divânü’l-Ceyş ve Divânü’l-Kazâ. Bunlar içerisinde en önemlisi Divânü’l-İnşâ’ydı. Bu divân, bürokratik ve diplomatik işlerin yürütülmesiyle uğraşırdı. Bütün iç ve dış yazışmalar, atama, görevden azletme gibi bürokratik işler bu divânın uğraş alanıydı. Birçok görevlinin bulunduğu bu divânın başkanına 'Sahibu Divâni’l-İnşâ', 'Nâziru Divâni’l-İnşâ’ denildiği gibi ‘Kâtibu’s-Sır' da denirdi. Melik Âdil döneminde bu divân başkanlığına aynı zamanda vezir de olan İbn Nahhâl bakmaktaydı. Bu divândan farklı resmî belgeler çıkmaktaydı. Menşûr ve taklîd bunlardan bazılarıydı. Sultan tarafından verilen tayin belgesine menşur denildiği gibi sultanın fermanları için de bu kavram kullanılırdı. Taklîd ise bir yerin mülk olarak bir hükümdara verildiğini bildiren belgeydi. Temliknâme de denilen taklîd, halîfe tarafından da sultan tarafından da verilebilmekteydi.930

Divânü’l-Ceyş ise orduyla ilgili bütün işlerin yürütüldüğü divândır. Bu divân başkanına 'Reisu Divâni’l-Ceyş' veya 'Nâziru Divâni’l-Ceyş' denirdi. Melik Âdil döneminde bu divân başkanlığını Kâdı Ziyâeddîn Muhammed b. Ebi’l-Haccâc yürütmekteydi.931

Adlî işleri yürüten Divânü’l-Kazâ ise ilmiye sınıfının elindeydi. Bu divânın başında Kâdı’l-Kudât bulunurdu. Ordu için ise ayrı bir kaza teşkilâtı mevcuttu. Bu

927 İbn Amîd, a.g.e., s. 6; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 216. 928 Nüveyrî, a.g.e., c. XXIX, s. 45-46. 929 Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 228. 930 Şeşen, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbîler Devleti, s. 123-126. 931 Kâdı Ziyâüddîn hakkında bilgi için bkz. Ebû Şâme, a.g.e., c. V, s. 283.

172

teşkilâtın başında da Kazasker bulunurdu. Üçüncü bir kazâ teşkilâtı daha vardı ki bu da sultanın veya onun vekilinin başkanlık ettiği Mezâlim mahkemeleriydi. Bu mahkeme, mahkemeler üstü bir konuma sahipti. Melik Âdil döneminde Mısır Kâdı’l-Kudâtlığı görevini bir müddet Kâdı Zeyneddîn Ali b. Yûsuf ed-Dımaşkî yürüttü. Daha sonra bu göreve Kâdı İmâdeddîn b. Abdurrahmân getirildi. 613/1216-17 yılında ise Kâdı İmâdeddîn Mısır başkâdılığından azledilerek yerine iki tane kâdı atandı. Şeyhüşşüyûh Sadreddîn Ebü’l-Hasan’ın tavsiyesi üzerine Melik Âdil, Mısır’ı kuzey ve güney olmak üzere iki bölgeye ayırıp her bölgeye bir kâdı atadı. İbn Aynüddevle’yi kuzeye, İbn Harrât’ı da güneye atadı.932 Yine 603/1207 yılına kadar kazasker olarak görev yapan Bedr b. el-Abyaz, Vezir İbn Şükr tarafından bu tarihte azledilip yerine Necmeddîn Halil el-Hamevî atandı.933 Melik Âdil, Dımaşk’ta da 612/1215-16 yılında Kâdı Zekiyüddîn’i başkâdılıktan azledip onun yerine Cemâleddîn el-Harestânî’yi atadı.934

Devletin bütün malî işlerinin yürütüldüğü Divânü’l-Mal ise divânlar arasında en geniş teşkilâta sahip olanıydı. Bu divânın başkanına 'Sahibu Divânı’n-Nazar' denirdi. Aynı zamanda 'Nâzirü’d-Devâvîn' ve 'Nâzirü’n-Nüzzâr' da denirdi. Bu divânın başkanlığına 587/1191-92 yılına kadar İbn Şükr bakarken 935 bu tarihten itibaren 602/1205-06 yılına kadar İbn Memâtî bakmıştır.936 611/1214-15 yılında da Cemâlüddîn b. Ebü’l-Mansûr, bu divân başkanlığına atanmıştır.937

1.1.4. Melik Âdil Döneminde Vergiler ve Para Politikası

Divânü’l-Mal adlı divânın yürüttüğü faaliyetler kapsamında vergilerin toplanması da bulunmaktaydı ki Eyyûbî Devleti’nin gelir kaynakları arasında birinci sırada yer alırdı.938 Ancak Fâtimîlerden devralınan mükûs vergileri939 halka çok ağır gelmekteydi. Bu sebeple Melik Âdil, bu haksız vergileri kaldırıp 940 iç ticâretin

932 Nüveyrî, a.g.e.,c. XXIX, s. 46-48; Dudu, a.g.e., s. 384. 933 İbn Nazîf, a.g.e.,s. 54; Makrizî, a.y. 934 Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 219-220; Nüveyrî, a.g.e., c. XXIX, s. 44. 935 Şeşen, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbîler Devleti, s. 168-171. 936 Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 198. 937 Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 214. 938 Eyyûbî Devleti’nin gelir kaynakları konusunda detaylı bilgi için bkz. Şeşen, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbîler Devleti, s. 177-202. 939 Önceleri sadece gümrük vergisi olarak dış ticâret mallarından alınan mükûs vergileri, zamanla kapsamı genişletilerek iç ticâret mallarından, sanatçılardan ve meslek gruplarından alınan ve şer’î olmayan vergilerin genel adı olmuştur. 940 İbn Kesir, a.g.e., c. XV, s. 65; en-Nuaymî, a.g.e., c. II, s. 203.

173

gelişmesini sağlayarak halka rahat bir nefes aldırdı. Yine ülkesinin ekonomisi tarıma dayalı olduğu için tarımın geliştirilmesi amacıyla büyük çaba harcadı. 596-99/1200-03 yılları arasında Nil nehrinin suyunun çekilmesinin neticesi olarak Mısır toprağının neredeyse tümü çoraklaşmıştı.941 Bu sebeple o, arazinin sulanması ve ziraate elverişli hale gelmesi için çok çalıştı. Dış ticâreti de ihmal etmedi. Venedik başta olmak üzere hemen hemen bütün İtalyan şehir devletleriyle ve yine Avrupa devletleriyle de birçok ticârî anlaşmalar imzaladı.942 Eyyûbîler döneminde İtalya, her biri büyük bir şehirde kurulmuş olan bağımsız cumhuriyetlerden oluşmaktaydı; Venedik, Piza, Cenova gibi. Fakat bu cumhuriyetlerin tümü deniz ticâretine dayalı bir ekonomik model uygulamaktaydı. Zira bunların her birinin büyük deniz filoları vardı. Eyyûbîlerin de Mısır ötesine açılmaya ihtiyacı vardı. Bu sebeple İtalyan tüccârlarla çeşitli ticârî anlaşmalar yapıldı. Hâlbuki o dönemde Avrupa, ara ara Müslümanlarla ticâreti yasaklamaktaydı. İtalyanlar bu yasaklara aldırış etmeyip Eyyûbîlerle çok büyük ticârî faaliyetlere girmekteydiler. Öyle ki 608/1211 yılında sadece İskenderiye’de üç binden fazla Hristiyan tüccâr vardı. Eyyûbîler, bu ticâretten büyük bir kazanç elde ederken bu İtalyan cumhuriyetlerinin Haçlılarla birlikte hareket etmelerini de engellemiş oluyorlardı.943

Eyyûbîler döneminde üç tür dinar kullanılmaktaydı. Mısır Dinarı, Süverî Dinarı ve Mü’minî Dinarı. Eyyûbîlerin resmî dinarı Mısır Dinarı’ydı. Gayr-i Müslimlerle yapılan muamelelerde Suverî Dinarı kullanılmaktaydı. Mü’minî Dinarı ise Muvahhidîler Devleti’nin kullandığı bir dinar çeşidi olup değer olarak ilk ikisinden daha düşüktü. Bunların yanı sıra gümüş dirhemler ve az miktarda gümüş katılmış 'ed- Derâhîm es-Sûd' denilen bakır paralar da vardı. Salâhaddîn, dirhemlerde ayar ve ağırlık düşürme yoluna giderek Nâsirî dirhemlerini tedavüle soktu.944 Melik Âdil döneminde Mısır’da bu para birimi kullanılırken Dımaşk’ta ise 611/1214-15 yılında 'el-Âdiliye' denilen bakır parayı tedavüle koydu. Ancak bu para, daha sonraları darphanede

941 Takiyüddîn Ahmed el-Makrizî, el-Mevâiz ve’l-İ’tibâr bi Zikri’l-Hıtat ve’l-Âsâr, I-III, Thk. Muhammed Zeynuhum-Mediha eş-Şerkâvî, Mektebetu Medbûlî Yay., Kahire, 1998, c. III, s. 120. 942 Carl Heinrich Becker, “Eyyûbîler”, İA, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, 1978, c. IV, s. 428. 943 Ali Muhammed Sallâbî, el-Hemelâtü’s-Salîbiyye ve’l-Eyyûbîyyûn Ba’de Salâhaddîn, Dâru İbn Cevzî, Kahire, 2011, s. 121. 944 Şeşen, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbîler Devleti, s. 220; Dudu, a.g.e., s. 322.

174

basılmamaya başlandı. Böylece kullanımı giderek azaldı ve zamanla tedavülden kalktı. Ancak az da olsa Melik Âdil’in vefatına kadar bu paranın kullanımı devam etmiştir.945

1.1.5. Melik Âdil Döneminde Gayr-i Müslim Tebaa ile İlişkiler

Melik Âdil döneminde gayr-i müslim tebaanın kendi dînlerini rahat bir şekilde yaşadıklarını bilmekteyiz. Ancak dîn adamlarının atanması noktasında siyasî otoritenin mümessili olan sultan da söz sahibiydi. Mısır’da 585/1189-90 yılında patriklik makamına geçen İbn Soros, bu görevi yirmi yedi yıl devam ettirdikten sonra 612/1216 yılının ilk günlerinde öldü. Süryanîlerin Yakûbî koluna mensup olan ve dürüstlüğüyle tanınan İbn Soros, görev yaptığı süre içinde çok güzel işlere imza atmıştı. Bütün mal varlığını fakir fukaraya dağıttığı gibi kilisenin, müntesiplerinden aldığı haksız vergileri de kaldırmıştı. O ölünce Divânü’l-Ceyş kâtiplerinden Ebü’l-Fütûh, Melik Âdil’den onun yerine Papaz Davûd’u tayin etmesini istedi. Melik Âdil de onu kırmayarak patriklik makamına Papaz Davûd’u atadı; ancak Melik Kâmil’in bundan haberi yoktu. Hristiyanların bir kısmı da Davûd’un patriklik makamına atanmasına karşı çıkmaktaydılar. Bunlar Melik Kâmil’e giderek, 'Ebü’l-Fütûh’un senden izin almadan Davûd’u patrik yapması doğru değildir. Çünkü bizim şeriatimize göre birisinin patriklik makamına atanabilmesi bütün kamuoyunun onayıyla mümkündür,’ dediler. Ondan bu konuda kendilerine yardımcı olmasını istediler. Onları kırmayan Melik Kâmil, babasının yanına giderek Hristiyan tebaanın yapılan bu atamadan rahatsız olduklarını bildirdi. Bunun üzerine Melik Âdil, Davûd’un yanındaki piskoposları geri çağırdı. Böylece onun patrikliği düşmüş oldu. Bundan sonra da Hristiyanlar herhangi bir aday üzerinde ittifak yapamayınca bu makam yüz on dokuz yıl boş kaldı.946

Eyyûbîlerde gayr-i müslim tebaaya karşı müthiş bir hoşgörü vardı. Hatta hükümdarlar bazen Müslümanların aleyhine olarak onlardan yana tavır koyabiliyorlardı. Bundan dolayı zorluklarla da karşılaşabiliyorlardı. Nitekim Mısır’da babasının nâibi olarak bulunan Melik Kâmil, 610/1213 yılında böyle bir sebepten dolayı ayaklanan Mısır’lıların taşlı saldırısına maruz kalmıştır. O dönemde Mısır’da Muallaka Kilisesi’nin hemen yanında bir cami vardı. Söz konusu olan bu cami yıkılmış, izi kaybolmuştu. Bu sebeple buranın yeri, Müslümanlar ile Hristiyanlar arasında

945 Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 214; Nüveyrî, a.g.e.,c. XXIX, s. 42; ed-Devâdârî, a.g.e., c. VII, s. 177. 946 İbn Amîd, a.g.e.,s. 6-7; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 217-219.

175

ihtilaflıydı. O camiyi yeniden yerinde yapmak isteyen halk, Melik Kâmil’den bu konuda yardım isteyince o, bizzât o yeri görmek ve yerin tespitini yapmak için kaleden indi. Dostu Ebû Şâkir de yanında bulunuyordu. Bu dostu, Hristiyan bir doktor olup bazı konularda kendisini yanlış yönlendirebiliyordu. Bu caminin yeri konusunda da onun telkinleriyle Melik Kâmil; 'Burası daha önce kesinlikle cami değildi.' diyerek Müslümanların talebine menfi cevap verdi. Bunun üzerine galeyana gelen halkın taşlı saldırısına maruz kalan Melik Kâmil, bu saldırılardan ancak kaleye sığınmak suretiyle kurtulabildi.947

1.1.6. Eyyûbîler Döneminde Sünnîleştirme Faaliyetleri ve İlmî Hayat

Mısır’da Fâtimî Devleti’nde vezâret makamına gelen Salâhaddîn Eyyûbî hızlı bir şekilde Sünnileştirme faaliyetlerine girişti. Örneğin İsmâîliye mezhebine ait ezanı kaldırıp yerine ehl-i sünnet ezanını okuttu. Yine İsmâîlilerin dînî propaganda yapmalarını, bayram ve tören düzenlemelerini yasakladı. Resmî kurumlarda da onlara ait bayrak, devlet nişanları ve benzeri sembolleri ilgâ etti. Ancak Salâhaddîn’in bu konuda yaptığı en etkili faaliyet, İsmâîlilere ait medreselere el koyup oralara Sünnî-Şafiî âlimler yerleştirmesiydi.948

Eyyûbîlerle birlikte Mısır’da Sünnîlik yükselen değer olmuş, onun dışındaki mezhepler yok olmaya yüz tutmuşlardı. Ancak bununla beraber Fâtimîler döneminde revaçta olan İsmâîliye mezhebinin müntesibleri halen varlıklarını devam ettirmekteydiler. Bu mezhebin son temsilcisi, Emîr Davûd’du. O, son Fâtimî halîfesi Âdıd Lidînillâh’ın oğluydu ve imameti de veraset yoluyla ondan devralmıştı. Bu mezhep, onun 604/1208 yılındaki ölümüne kadar varlığını sürdürdü. Fakat onun ölümüyle birlikte artık Mısır’da hiçbir İsmâîliye taraftarı, açıktan o mezhebe bağlı olduğunu beyan etme cesaretini gösteremedi ve zamanla Mısır’da bu mezhebin hiçbir taraftarı kalmadı.949

İslâm tarihinde ilmî hayat bakımından en canlı ve hareketli dönemlerden biri de Eyyûbîler dönemidir. Bu dönemde günümüzdeki yüksek eğitim kurumlarına denk gelen

947 Nüveyrî, a.g.e.,c. XXIX, s. 39-40. 948 Ali Muhammed Sallâbî, Zengîler Dönemi İslâmî İdârenin Yeniden Hâkim Kılınması, Çev. Turgut Akyüz, Ravza Yay., İstanbul, 2014, s. 507-508. 949 Makrizî, es-Sülûk, c.I/I, s. 202-203; Nüveyrî, a.g.e.,c. XXIX, s. 27-28.

176

medreseler çok büyük öneme haizdi. Bu medreseler, Eyyûbî ailesinin Şafiî mezhebine mensup olması nedeniyle genellikle Sünnî-Şafiî itikadî/amelî mezhebe uygun eğitim vermekteydiler. Ancak Sünnîliğin diğer amelî mezheplerine uygun eğitim veren medreseler de vardı. Hatta birden fazla mezhebe tahsis edilenleri de mevcuttu. Melik Âdil döneminde de açılan medreselerin çoğu Şâfiî medresesiydi, ancak az da olsa diğer mezheplerin medreseleri de bulunmaktaydı.

İlme ve ilim ehline karşı büyük muhabbet beslemekte olan bu aile, daima ilim meclislerini toplar, âlimlerin ilmî tartışmalarından haz alırlardı. Hatta bu aileden ilimde temayüz etmiş birçok âlim de yetişmiştir. Meşhur tarihçi Ebü’l-Fida’ (ö. 732/1331)950 ile şair ve edip kişiliğiyle bilinen Baalbek hâkimi Behrâmşâh b. Ferruhşâh (ö. 628/1232) bunlardan sadece iki tanesidir. İlim ehline karşı duyduğu sevgi ve saygısıyla ünlü Melik Muazzam Îsâ b. Melik Âdil, Zamehşerî’nin el-Mufassal’ını ezberleyeni 100 dinârın yanı sıra hil’at 951 ile de ödüllendirirdi. Onun oğlu Melik Nâsır da babasının yolundan yürümüş ve ilim ehline karşı muhabbetiyle ünlenmiştir.952 Yine ünlü tarihçi Sıbt İbn Cevzî, Melik Muazzam’ın, aynı zamanda hocası da olan ve 613/1216-17 yılında vefat eden Allâme Şeyh Tâceddîn Kindî’ye olan saygısına bizzat şahit olmuş ve onun, hocasına hürmeten derse gittiğinde okuduğu kitabını koltuğunun altına almış bir şekilde yürüyerek kaleye, Tâceddîn Medresesi’ne çıktığını söylemektedir. Ayrıca onun, Şeyh Tâceddîn’in yanında Sibeveyhi’nin kitabıyla birlikte başka kitaplar okuduğunu da kaydetmektedir. 953 Yine Melik Muazzam, Hatîb el-Bağdâdî’nin Tarihu Bağdât adlı eserinde İmâm A’zam Ebû Hanife’ye yönelttiği eleştirilere reddiye olarak es-Sehmü’l- Musîb fi’r-Redd Ale’l-Hatîb adlı eseri yazmış, eleştirileri tek tek ele alarak her bir eleştiriye tatmin edici cevaplar vermiştir.954 Melik Âdil de ilme ve ilim ehline karşı büyük bir muhabbet beslemekteydi. Bundan dolayıdır ki o dönemde Horasan’da yaşayan Fahreddîn Râzî, Te’sisü’t-Takdîs adlı kitabını; nesep âlimi ve tarihçi olarak bilinen Cevvânî de Gayzu Üli'r-Rafz ve'l-Mekr fî Fâili Men Yükna Ebâ Bekr adlı kitabını ona ithaf etmiştir.

950 Ebü’l-Fida’, 'el-Muhtasar fî Ahbari’l-Beşer' adlı eserin müellifidir. Aynı zamanda Hamâ hâkimidir. 951 Hil’at, halîfenin veya sultanın bir kimseye verdikleri elbisedir. Abbâsî halîfeleri genelde tabilerine taltif için hil’atler vermekteydiler. Eyyûbî meliklerine gönderdikleri hil’atleri ise genelde taklîd ile birlikte gönderirlerdi. Bkz. Sallâbî, el-Eyyûbîyyûn Ba’de Salâhaddîn, s. 80-81. 952 Âşûr, el-Eyyûbiyyûn ve’l-Memâlik, s. 139-140. 953 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 575, 577. 954 İbn Vâsıl, a.g.e., c. IV, s. 212.

177

1.2. Melik Âdil’in Bağlı Beyliklerle İlişkileri

Melik Âdil, Salâhaddîn’in vefatından sonra başlayan ve yedi yıl süren iç çatışmalara son verip ülkenin yeni sultanı oldu. Ama halen bütün melikler ona tabi olmamıştı. Sultanlık makamına geçtikten bir müddet sonra, 598/1202 tarihinde Kuzey Suriye’de kendi aleyhine cereyan eden ve ülkenin siyasî birliğine tehdit oluşturan bazı olayların olduğunu haber alınca bölgeye bir sefer düzenledi. Bu sefer esnasında daha önce tabiiyet bildirmemiş olan melikler de ona tabi oldular. Böylece Eyyûbî hanedanına mensup bütün meliklerce ülkenin yeni sultanı olarak kabul gördü. O da sultan sıfatıyla, halen bulunduğu Kuzey Suriye’de iken ülke topraklarının melikler arasındaki taksimatını ufak değişikliklerle yeniden belirledi. Bu yeni taksimata göre;

1- Mısır, Dımaşk, tüm sahil şeridi, Kudüs ve halen elinde bulundurduğu el- Cezîre’deki yerler kendisine ait olacaktı.955 2- Halep ve bağlı yerler Melik Zâhir’e, 3- Hamâ ve bağlı yerler ile Maarra, Selemiyye956 ve Bârîn Melik Mansûr’a, 4- Humus, Rahbe957 ve Tedmür958 Melik Mücâhid’e, 5- Baalbek ve bağlı yerler Melik Emced’e ve 6- Sümeysât da Melik Efdal’e ait olacaktı.959

Ülke artık bundan sonra bir kargaşayı ve iç çatışmayı kaldıracak durumda değildi. Bu sebeple, iç barışı sağlamak ve bundan sonra hanedan üyeleri arasında herhangi bir çekişmeye mahal vermemek için ülkenin önemli merkezlerini de kendi oğulları arasında paylaştırdı. Bu taksimata göre;

1- Harrân ve Ruhâ, Melik Eşref’e verildi. 2- Melik Eşref’in emrinde olarak Melik Evhad’ın payına da Meyyâfarikîn ve Diyarbakır düştü. 3- Dımaşk, Melik Muazzam’a, 4- Mısır, Melik Kâmil’e960 ve

955 Nüveyrî, a.g.e.,c. XXIX, s. 14. 956 Selemiyye, Hamâ yakınlarında bulunan bir beldedir. el-Hamevî, a.g.e., c. III, s. 240. 957 Rahbe, Rakka ile Bağdât arasında, Fırat Nehri’nin kıyısında bulunur. el-Hamevî, a.g.e., c. III, s. 34. 958 Tedmür, Suriye kırsalında, Halep yakınlarında bulunan tarihî bir şehirdir. el-Hamevî, a.g.e.,c. II, s. 17. 959 Nüveyrî, a.g.e.,c. XXIX, s. 14-15.

178

5- Ca’ber Kalesi de Melik Nûreddîn Arslanşâh’a verildi.961

Melik Âdil, Salâhaddîn’in 588/1192 yılında yaptığı taksimata sadık kalarak emîrliklerin çoğunu onun dönemindeki ailelerin elinde bıraktı.962

Melik Âdil, sultan olunca Doğu’daki komşu devletlerin bir kısmı ona karşı ortak bir cephe oluşturdular. Hâlbuki bu komşular, Salâhaddîn’e tabiydiler. Özellikle de 599/1202 yılındaki Mardin muhâsarası esnasında Eyyûbî Devleti’ne olan bağlılıklarını bitirerek Melik Âdil karşıtlığı üzerinden bir ittifak kurdular. Böylece Eyyûbîlerle uzun süre devam edecek bir mücadele dönemini de başlatmış oldular. Eyyûbî hanedanına mensup bir melikin başında bulunduğu meliklikler ise Melik Âdil’e tabi olduktan sonra onun etrafında kenetlenerek daima onunla birlikte hareket ettiler. Ara ara Melik Âdil ile Halep meliki arasında problemler yaşanmışsa da yine araları bir şekilde düzelmiştir. Ancak bu konuda can sıkıcı olan husus kendi hataları sonucunda olsa da Eyyûbîlerin el birliğiyle Melik Efdal’i küstürüp Anadolu Selçuklularına tabi olmak zorunda bırakmaları oldu. Melik Efdal, 599/1203 tarihinde bölge emîrleriyle yazışıp yine amcasına karşı bir koalisyon oluşturmaya çalışmış, amcası da bundan haberdar olunca onu cezalandırmaya karar vermişti. Bu sebeple de el-Cezîre’deki nâibi olan oğlu Melik Eşref ile yeğeni Halep hâkimi Melik Zâhir’i onun elindeki topraklarını zapt etmek için harekete geçirmişti. Bu emir üzerine Melik Eşref, ona ait Ra’sü’l-Ayn’ı alıp kendi komutanlarından İbn Meştûb’a verirken 963 Cumlîn ve Suruc’u da kendisi için zapt etmişti. Melik Zâhir de ona ait Necm Kalesi’ni ele geçirmişti. Akrabalarına karşı herhangi bir şey yapamayan Melik Efdal ise elinden alınan topraklarının iadesi için birçok aracı devreye koymasına rağmen olumlu bir sonuç alamamıştı. Kardeşine birçok defa müracaat edip aldığı kaleye karşılık birkaç köy veya para istemişti. Amcasına da annesini gönderip Melik Eşref’in kendisinden aldığı yerlerin iadesini talep etmiş; ancak bu iki talebi de kabul görmemişti. O da bunun üzerine Eyyûbî hanedanıyla bütün

960 İbn Nazîf, a.g.e., s. 24-25. 961 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 133; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 192. 962 Emîrlerin elindeki iktalar için bkz. İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 4. Melik Âdil, bu son taksimatta bazı küçük değişiklikler yaptı. Bu değişiklikler için bkz. a.g.e. s. 132. 963 İbn Nazîf, a.g.e., s. 39.

179

ilişkilerini kesip Anadolu Selçuklularına tabi oldu. 964 Böylece Eyyûbî hanedanına mensup bir melik, başka bir hanedanın hâkimiyetine girmiş oldu.

1168 yılından 1193 yılına kadar toplam yirmi beş yıl boyunca Salâhaddîn’e samimiyetle hizmet eden ve Eyyûbî ailesinin İslâmı en iyi yaşayanı ve ona karşı en arzulu olanı olan Melik Âdil,965 vefat ettiğinde arkasında büyük bir imparatorluk bıraktı. Aslında Salâhaddîn’in ölümü üzerine patlak veren iç karışıklıklar nedeniyle ülke, bu dönemde savunma pozisyonuna geçmek zorunda kalmış, bunun sonucunda da Batı’daki tek toprağı olan Libya’yı kaybetmişti. Doğu’da ise toprak kazanımı noktasında sadece bu bölgedeki nâiblerin başarıları söz konusuydu. Buna rağmen geride bıraktığı imparartorluk, Gürcü topraklarından Hemedân yakınlarına, oradan el-Cezîre, Suriye, Mısır, Yemen ve Hadramevt’e kadar uzanan oldukça geniş sınırlara ulaşmıştı.966

Kaynaklar, Melik Âdil’in sultan olduktan sonra sadece bir defa el-Cezîre bölgesinin ötesine, Ahlât’a geçtiğini gösterseler de, 967 ülkenin sınırlarını Gürcü topraklarına kadar genişleten Melik Âdil’in el-Cezîre bölgesindeki nâibleri sayesinde bu bölgede yeni bazı beylikler oluştu. Ondan önce Eyyûbî Devleti’nin Halep, Baalbek, Hamâ, Humus ve Yemen kolları bulunurken; onun döneminde bunlara Hısnkeyfâ, Meyyâfarikîn ve Kerek kolları da eklendi. 968 Bunların her biri Eyyûbî hanedanına mensup ve iktâü’l-has sahibi bir melik tarafından idâre edilmekteydi. Melik Âdil döneminde gerek idârî gerekse stratejik açıdan ülkenin en önemli şubeleri Mısır, Dımaşk, el-Cezîre, Halep, Hama, Humus ve Baalbek’ti.

1.2.1. Melik Âdil’in Mısır ile İlişkileri

VI/XII. yüzyılın son çeyreğine kadar Fâtimîlerin elinde bulunan Mısır, 567/1171 yılında Salâhaddîn Eyyûbî’nin yönetime el koymasıyla Eyyûbî hâkimiyetine geçti. İlk dönemler Eyyûbîlerin kalbi durumunda bulunan Mısır, Nûreddîn’in ölümünden sonra bu özelliğini Dımaşk’a bıraktı. Çünkü Zengî ailesinin lideri Nûreddîn Mahmûd Zengî

964 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 283; İbn Vâsıl, a.g.e.,c. III, s. 150-152; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 194. 965 Ömer el-İskenderî, Tarîühu Mısır ile’l-Fethi’l-Osmanî, 4. Baskı, Matbaatü’l-Maarif, Mısır, 1920, s. 226. 966İbn Kesîr, a.g.e., c. XV, s. 87. 967 İbn Amîd, a.g.e., s. 5-6. 968 Şeşen, “Eyyûbîler”, DİA, c. XII, s. 24.

180

vefat edince ülkesinde siyasî kargaşa baş göstermiş, Salâhaddîn de bu kargaşaya son vermek için bölgeye gitmiş ve Dımaşk’ı Zengîlerden almıştı. Böylece o güne kadar Nûreddîn’in yürüttüğü Doğu Haçlılarıyla mücadele görevini de üstlenmişti. Onlarla mücadeleyi rahat yürütebilmek için de devletin merkezini Mısır’dan oraya taşımıştı. Bu durum Melik Âdil döneminde de devam etti. Ancak bununla birlikte gerek Salâhaddîn gerekse de Melik Âdil, Dımaşk’taki işlerini bitirip Mısır’a gitiklerinde haliyle devletin idâre merkezi de oraya taşınıyordu. Melik Âdil’in vefatından sonra sultan olan oğlu Melik Kâmil dönemindeyse devlet daha merkeziyetçi bir yapıya büründü, devletin idâre merkezi sadece Mısır/Kahire oldu.969

Melik Âdil, Salâhaddîn Eyyûbî’nin Dımaşk’ta bulunduğu dönemde onun nâibi sıfatıyla Mısır’ı uzun yıllar yönetti. Çünkü Salâhaddîn’in, gerek kardeşleri gerekse aile üyeleri içerisinde hem siyasî hem de idârî olarak onun yerini tutabilecek tek kişi Melik Âdil’di. Bu sebeple Mısır gibi jeopolitik öneme sahip bir yerin idâresi ancak ona emanet edilebilirdi.

Salâhaddîn’in 570/1174 tarihinde I. Doğu Seferi’ne çıkması üzerine Mısır nâibliği görevini üstlenen Melik Âdil, bu tarihten, (Salâhaddîn’in Mısır’da bulunduğu 573/1177-78 ve 576-577/1180-81 yılları hariç) 585/1189 yılının sonlarına kadar bu görevi sürdürdü. Ancak Sultan Salâhaddîn’in çağrısıyla 585/1189’da Akkâ ordugâhına gidince onun yerine Seyfüddevle Mübârek b. Münkiz atandı ve Salâhaddîn’in vefatına kadar bu görevi o sürdürdü.

Mısır, Sultan Salâhaddîn’in 588/1192’de yaptığı taksimata göre Melik Azîz’e bırakıldı ve 595/1198’deki vefatına kadar onun egemenliği altında kaldı. Onun ölümü üzerine dönemin önde gelen bürokratları, küçük yaştaki oğlunu, Melik Mansûr’u, onun yerine atadılar. Ancak yaşı küçük olduğundan devlet işlerinin yürütülebilmesi için bir atabeye ihtiyaç vardı. Uzun tartışmalar ve fikir teatilerinden sonra amcası Melik Efdal’i ona atabey olarak atamaya karar verdiler. Ancak Melik Efdal, bu görevde sadece bir yıl otuz sekiz gün kalabildi.970 O dönemde Dımaşk’ta bulunan Melik Âdil, onun görevine son vererek kendisi Melik Mansûr’un yeni atabeyi olarak Mısır’a yerleşti. O da bu görevi altı ay yürüttükten sonra Şevvâl 596/Temmuz-Ağustos 1200 tarihinde Melik

969 Dudu, a.g.e., s. 186. 970 Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 182.

181

Mansûr’u azledip saltanat makamını ele geçirdi. Bu tarihten itibaren ülkenin dört bir tarafında hutbeler onun adına okunmaya ve paralar da onun adına bastırılmaya başlandı. Böylece Mısır ve Dımaşk, Salâhaddîn Eyyûbî’den sonra ilk defa tek elde birleşmiş oldu. Tarihçi Ebü’l-Berekât’ın tespitine göre Mısır camilerinde hutbeler 21 Şevvâl 596/4 Ağustos 1200 tarihinde onun adına okunmaya başlandı.971 Dolayısıyla onun ülkenin yeni sultanı olarak kabul görmesi bu tarihten itibarendir. Hemen akabinde de 587/1191 yılından beri el-Cezîre bölgesinin idâresini üstlenmiş olan oğlu Melik Kâmil’i 972 çağırarak onu Mısır nâibi ve veliahtı olarak tayin etti. Bir süre sonra da ülkeyi oğulları arasında taksim edince bir yerde sabit olarak kalmayıp yazları genelde Dımaşk’ta, kışları da yumuşak ikliminden dolayı Mısır’da kalmaya başladı.973

Melik Âdil, iyi bir komutan olduğu kadar iyi bir idâreciydi de. Nâib sıfatıyla uzun yıllar yönetici olarak bulunduğu Mısır bölgesinde hem Haçlı tehlikesine karşı hem de Fâtimî ailesinin taraftarlarına karşı bir sürü siyasî, idârî ve askerî tedbirler alarak o bölgeyi birçok tehlikeden korudu. Sultanlık makamına geçtikten sonra da o bölgede bir sürü reformlara imza attı. Özellikle Şevvâl 596/Temmuz-Ağustos 1200 tarihinde başlayan,974 597/1201’de şiddetlenen975 ve üç yıl devam eden976 Mısır’daki kuraklık ve kıtlık; yine Şabân 597/Mayıs-Haziran 1201’de977 ve ondan bir yıl sonra yine Şabân 598/Nisan-Mayıs 1202’de978 hem Mısır’da hem de Suriye bölgesinde meydana gelen ve

971 Ebu’l-Berekât İbn el-Müstevfâ, Tarîhu Erbil, Thk. Sâmi b. es-Seyyid Hamâs, I-II, Dârü’r-Reşîd, Irak, 1980, c. I, Ziyâüddîn Ebü’l-Feth Nasrullâh’ın tercümesi bölümünde; Ayrıca bkz. Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 183. 972 M. Serdar Bekâr, “el-Melikü’l-Kâmil, Muhammed”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., Ankara, 2004, c. XXIX, s. 68. Bu tarihten itibaren Mısır yaklaşık kırk yıl Melik Kâmil’in yönetiminde kalacaktır. Melik Âdil’in vefat ettiği 615/1218 yılına kadar nâib olarak, onun vefatından sonra da yaklaşık yirmi yıl hükümdar olarak Mısır’ı yönetecektir. 973 İbn Hallikân, a.g.e., c. V,. s. 77-78. 974 Nüveyrî, a.g.e.,c. XXIX, s.5. 975 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e.,c. VIII/II, s. 477 (Kâtib el-İsfehânî’den naklen). 976 Makrizî, el-Hıtat, c. III, s. 120; Nüveyrî, a.y. 977 Tarihçi Sıbt İbn Cevzî, Şabân 597/Mayıs-Haziran 1201 yılında meydana gelen depremin Mısır, Dımaşk, Halep, Humus, Hamâ; Akkâ ve Sûr dâhil olmak üzere bütün sahil şehirlerinde çok yıkıcı bir şekilde etkili olduğunu ifade etmektedir. Ayrıca el-Cezîre bölgesi, Ahlât, Ermenistan ve Azerbaycan’ın da bu depremden etkilendiğini ve bu depremden dolayı 1,100,000 insanın öldüğünü de aktarmakdır. Bkz. Sıbt İbn Cevzî, a.g.e.,c. VIII/II, s. 477-478. 978 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e.,c. VIII/II, s. 510.

182

büyük yıkımlara sebep olan depremler,979 onun aldığı önlemler sayesinde fazla zarar vermeden geçiştirildi.

Mısırla olan münasebetlerde dikkatimizi çeken önemli konulardan biri de Melik Âdil döneminde burada yapılan eğitim kurumlarıdır. Melik Âdil, ülkenin diğer yerlerinde olduğu gibi Mısır’da da birçok medresenin yapılmasına ön ayak olmuştur. Tespit edebildiğimiz kadarıyla onun döneminde Mısır’da (bir kısmı kesin olmamakla birlikte) on bir medrese yapılmış, bunlardan altı tanesi Şâfiî mezhebine, dört tanesi Mâlikî mezhebine ve bir tanesi de hem Şâfiî hem de Malikî mezhebine tahsis edilmiştir. O dönemde Mısır’da yapılan medreseler şunlardır:

A) Şâfiî Medreseleri: 1- el-Medresetü’ş-Şerîfiye. Eyyûbî Devleti’nin önemli askerî bürokratlarından biri olan Fahreddîn Ebû Nasr İsmâîl b. Sa’lebe’nin 612/1215 yılında yaptırdığı ve Şâfiî mezhebine tahsis ettiği medresedir.980 2- el-Medresetü’l-Fâiziye. 612/1215 yılında yapılan ve Şâfiî mezhebine tahsis edilen medresedir. 981 Bu medrese Vezir Şerefüddîn b. Vüheyb el-Fâizî tarafından daha vezir olmadan önce inşâ edilmiştir.982 3- el-Medresetü’s-Sâdâtü’s-Sa’lebiye. Harameyn ve hac emîri olan Ebû Mansûr İsmâîl tarafından 613/1216 yılında yaptırılmıştır.983 4- el-Medresetü’l-Mesrûriye. 610/1213 yılında yapılan medresedir.984 Medrese Salâhaddîn’in has adamlarından Mesrûr’un vasiyeti üzerine ölümünden sonra terekesinden yapılmıştır.985 Ancak hangi mezhebe göre eğitim verdiği kesin olarak bilinmemektedir.

979 Mısır’da 608/1211-12 yılında da çok şiddetli bir deprem meydana geldi. Öyle ki Kahire başta olmak üzere bütün Mısır’da birçok ev yıkıldı, birçok insan da bu evlerin enkazının altında kaldı. Bkz. Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 209. 980 Makrizî, el-Hıtat, c. III, s. 463; Eymen Şahin Selâm, "el-Medârisü’l-İslâmiye fî Mısır fi’l-Asri’l- Eyyûbî ve Devruha fî Neşri’l-Mezhebi’s-Sünnî", Tanta Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Kahire, 1999, s. 95. 981 Bkz. Numan Tayyib Süleymân, “el-Medâris fi’l-Ahdi’l-Eyyûbî bi Mısr”, Mecelletü’l-Ezher, Sayı 751, Yıl 54, 1402, c. 5, http://www.islamsyria.com/portal/article/show/6445. 982 Makrizî, el-Hıtat, c. III, s. 442. 983 Ahmet Ali Bayhan, “Mısır’daki Eyyubi Devri Mimari Eserleri: Medreseler ve Hankah-Zaviyeler”, Güzel Sanatlar Enstitüsü Dergisi, Sayı 12, Erzurum, 2004, s. 4. 984 Tayyib Süleymân, a.y. 985 Makrizî, el-Hıtat, c. III, s. 475.

183

5- el-Medresetü’l-Kutbiye. Salâhaddîn’in komutanlarından Kutbeddîn Hüsrev tarafından yapılmış ve Şafiî mezhebine tahsis edilmiştir. Bu medresenin yapım tarihi hakkında kesin bir bilgi bulunmamakla birlikte Vezir İbn Şükr döneminde yapıldığı bilinmektedir.986 6- el-Medresetü’l-Kıbtiye. Melik Âdil’in kızı İsmetüddîn Mü’nise Hâtûn tarafından 605/1208-09 yılında yaptırılan ve Şafiî mezhebine tahsis edilen medresedir.987 B) Mâlikî Medreseleri: 1- el-Medresetü’n-Necîbiye. Necîb b. Hibetullâh el-Kûsî’nin 607/1210 yılında yaptırdığı ve Mâlikî mezhebine tahsis ettiği medresedir.988 2- el-Mederesetü’s-Sâhibiye. Melik Âdil’in ünlü veziri Safiyüddîn b. Şükr tarafından yapılıp Mâlikî mezhebine tahsis edilen ve ayrıca nahiv ilminin de okutulduğu medresedir.989 3- el-Medresetü’l-Âdiliye. Melik Âdil’in bizzât yaptırdığı ve Mâlikî mezhebine tahsis ettiği medresedir. Müderrisliğini ünlü Malikî fakîhi İbn Şâs990 yaptığı için onun ismiyle tanınır olmuştur.991 4- Medresetu İbn Raşîk. 614/1217-18 yılında hacca gitmek üzere Senegal taraflarından gelen bir hacı kafilesi Mısır’da Kâdı Alemüddîn b. Raşîk’le karşılaşıp ona medrese yapması için bir miktar para verdiler. O da bu parayla daha sonradan kendi ismiyle bilinecek olan medreseyi inşâ etti. Kendisinin de müderrislik yaptığı bu medreseyi Malikî mezhebine tahsis etti.992 C) Şâfiî-Mâlikî Medreseleri:

el-Medresetü’l-Fâdiliye. Melik Âdil, Mısır’da nâib olarak hüküm sürdüğü dönemde Kâdı Fâdıl’ın evinin yakınlarında 580/1185-85 yılında yaptırdığı ve hem Şâfiî hem de Mâlikî mezhebine uygun eğitim veren medresedir. Buraya yüklü miktarda kitap bağışı yapılmıştır. Bağışlanan kitapların 100,000 cilt kadar olduğu söylenmektedir. Ancak bu kitapların büyük bir kısmı zamanla kaybolmuştur. Anlatılanlara göre, kıtlık

986 Makrizî, el-Hıtat, c. III, s. 443. 987 Makrizî, el-Hıtat, c. III, s. 509. 988 Makrizî, el-Hıtat, c. III, s. 458; Selâm, a.g.t., s. 103. 989 Selâm, a.g.t., s. 107. 990 İbn Şâs hakkında detaylı bilgi için bkz. Muhammed el-Hâdî Ebü’l-Efcân, “İbn Şâs”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1999, c. XX, s. 369. 991 Makrizî, el-Hıtat, c. III, s. 442. 992 Makrizî, a.y.

184

yıllarında medrese talebeleri aç kalmaktan kurtulmak için bu kitapları ucuz ucuz satmışlardır.993

Melik Âdil döneminde Mısır’da inşa edilen önemli yapılardan biri de İmam Şâfiî Türbesi’dir. Salâhaddîn Eyyûbî, Mısır’da bulunan İmam Şâfiî’nin kabrinin yakınında bir medrese inşa edip kabri için de ahşap bir sanduka yaptırmıştı. Melik Âdil döneminde ise, 608/1211 yılında bu kabrin üzerine bir kubbe yapıldı. Mısır’ın en büyük ve en güzel kubbelerinden biri olarak kabul edilen bu kubbe, annesinin vefat edip oraya defnedilmesi üzerine o dönem Mısır nâibi olan Melik Kâmil tarafından yaptırılmıştır.994 Ayrıca Melik Âdil döneminden günümüze ulaşabilen önemli mimarî eserler arasında yer alan bu yapı,995 Mısır’da Şiî-Fâtimî hilafetinin sona erip Sünnî itikadın yeniden egemen olmasının sembolü olarak kabul edilir.996

Bu dönemde tamamlanan önemli yapılardan biri de Kahire yakınlarındaki Kal’atü’l-Cebel’dir. İnşâsına Salâhaddîn Eyyûbî döneminde Cebelü’l-Mukattam mevkiinde başlanan bu yapı 604/1208 yılında tamamlandı. Salâhaddîn, Fâtimî Devleti’nde vezir olunca Dârü’l-Vezâre’de oturdu. Fâtimî Devleti’ne son verdikten sonra da Nûreddîn Zengî’den çekindiği için kendisi için yeni bir idâre binası yaptırmadı. Nûreddîn’in vefatından sonra Mısır’da büyük bir saray yapımına başladıysa da ömrü vefa etmedi. Onun yapımına başladığı bu sarayın tamamlanması Mısır nâibi Melik Kâmil’e nasip oldu. Melik Kâmil burayı tamamlayınca idâre merkezini buraya taşıdı. Ancak Sultan Melik Âdil, Dımaşk’tan Mısır’a geldiğinde yine eskiden olduğu gibi idâre merkezi olarak Dârü’l-Vezâre’yi kullandı.997

Sultan Melik Âdil’in el-Cezîre bölgesinden Mısır’a getirip veliaht tayin ettiği oğlu Melik Kâmil, bu dönemde iyi bir idarecilik örneği sergilemiştir. Ancak ara ara halk nazarında hem kendisini hem de babasını zor durumda bırakan icraatlarını da görmekteyiz. O, 610/1214 yılında kendisine hiç de yakışmayan bir davranış da bulunup

993 Makrizî, el-Hıtat, c. III, s. 444. 994 Nüveyrî, a.g.e.,c. XXIX, s. 33; ed-Devâdârî, a.g.e., c. VII, s. 170; el-Hanbelî, a.g.e., s. 224; Hasan Abdulvahhâb, Tarîhü’l-Mesacidi’l-Eseriyye, I-II, Dârü’l-Kütübi’l-Mısriyye, Kahire, 1945, c. I, s. 109. Ayrıca bkz. İbn Nazîf, a.g.e., s. 66; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 208. 995 Âşûr, el-Eyyûbiyyûn ve’l-Memâlik, s. 169. 996 Doris Behrens-Abouseif, “Kubbetü’l-İmâm eş-Şâfiî”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., Ankara, 2002, c. XXVI, s. 303-304. 997 Kal’atü’l-Cebel hakkında detaylı bilgi için bkz. Makrizî, el-Hıtat, c. III, s. 40-49.

185

babası izin vermiş olmasına rağmen, amcasının oğlunun hacca gitmesine yasak koydu. Eyyûbî Devleti’nin kurucusu Salâhaddîn’in oğullarından Melik Hızır, amcası Melik Âdil’den izin alarak hacca gitmek üzere yola çıktı. Ancak Melik Kâmil, bundan haberdar olunca onun Yemen’i zapt etmesinden korkup peşine askerlerini taktı. Askerler, ona yetişip dönmesini istediler. O da dedi ki; 'Benimle Mekke arasında az bir mesafe kalmış, ihrama da girmişim. Vallâhi benim Yemen’e gitmek gibi bir niyetim yok. Benim tek bir gayem var, o da haccetmek. İsterseniz hac menâsikini yerine getirip Suriye’ye dönünceye kadar bana kelepçe takın, etrafımı da kuşatın.' Ancak sözü kaale alınmadı. Aslında o, kendisini almaya gelen askerlerle savaşmak da istemiş; ancak yeterli askerî gücü yoktu. Akrabalarının, bu yasak konusunda ciddi olduklarını anlayınca da Hz. Peygamber’in (a.s.) Hudeybiye’de yaptığının aynısını yaptı. Traş olup kurbanını kesti ve Suriye’ye döndü. Devletin kurucusunun oğlunun düştüğü bu aciz durum, insanları derinden etkilemiş ve bu davranışından dolayı Melik Kâmil’i ayıplamışlardı.998

1.2.2. Melik Âdil’in Dımaşk ile İlişkileri

Bilâdüşşâm’ın999 en önemli merkezlerinden biri olan Dımaşk, 570/1174 yılında Eyyûbîlerin hâkimiyetine geçti. Eyyûbîler, hem Doğu Haçlılarıyla mücadele etmek hem de Nûreddîn’in vefatından sonra onun ülkesinde baş gösteren kargaşayı önlemek için bu tarihten itibaren devletin idâre merkezini Mısır’dan Dımaşk’a taşımıştı. Ayrıca Eyyûbî Devleti’nin hâkimiyeti altındaki toprakların çoğunun Şam bölgesinde olması da Dımaşk’ın merkez ittihaz edinmesinde etkili olmuştu. Dımaşk, bu özelliğini Salâhaddîn Eyyûbî döneminde olduğu gibi Melik Âdil döneminde de devam ettirdi. Ancak Melik Âdil’in vefatından sonra bu özelliğini Mısır’a kaptırdı. Bundan sonra artık Dımaşk’a hâkim olan melik de diğer beldelerdeki melikler gibi Mısır’da oturan sultana bağlandı.

Sultan Salâhaddîn vefat ettiğinde devletin idâre merkezi olan Dımaşk, Melik Efdal’in hâkimiyetindeydi. Salâhaddîn’in veliahtı da olan Melik Efdal, babasının vefatından sonra ülkenin yeni sultanı olmuş, bu görevi ancak üç yıl sürdürebilmişti. 592/1196 yılınının ilk aylarında Melik Âdil, Mısır hâkimi Melik Azîz’i ikna ederek

998 İbn Kesîr, a.g.e.,c. XV, s. 56-57; İbn Tağriberdî, a.g.e., c. VI, s. 208; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 211, Nüveyrî, a.g.e., c. VII, s. 40. 999 Bilâdüşşâm; Suriye, Filistîn, Lübnan ve Ürdün’den oluşan bölgedir.

186

birlikte Dımaşk üzerine askerî bir harekât gerçekleştirmiş, bunun sonucunda yenik düşen Melik Efdal tahttan indirilip Doğu’ya gönderilmiş, yerine de Melik Azîz tahta geçmişti. Ancak Melik Azîz, Dımaşk’ı almasına rağmen Mısır’da kalmaya devam etti, Dımaşk nâibliğini de amcası Melik Âdil’e verdi. Yaklaşık iki yıl sonra da, 594/1198’de, amcasının daha on yedi yaşlarında olan ikinci oğlu Melik Muazzam Îsâ’ya sancak ve menşûr vererek onu Dımaşk hâkimi olarak atadı. Böylece Melik Âdil’in Dımaşk üzerindeki hâkimiyeti kesinleşmiş oldu.

Melik Azîz’in vefatından sonra onun küçük yaştaki oğlu Melik Mansûr’un atabeyliği konusunda Melik Efdal ile giriştiği mücadeleden başarılı çıkan Melik Âdil, altı ay sonra Şevvâl 596/Temmuz-Ağustos 1200 tarihinde de Melik Mansûr’u veliahtlıktan azlederek ülkenin yeni sultanı oldu. Ancak o da Salâhaddîn gibi Mısır’da kalmadı. Devletin idâre merkezini yeniden Dımaşk’a taşıdı ve iki yıl sonra yaptığı taksimatta da burayı oğlu Melik Muazzam’a bıraktı. Bundan sonra kendisi bir yerde sabit kalmadı. Bazen Mısır’da bazen de Dımaşk’ta kalmaktaydı. Yazlarını çoğunlukla Dımaşk’ta geçirirken kış aylarında nispeten daha ılıman bir iklime sahip olan Mısır’ı tercih ederdi. Ancak Dımaşk’ta olduğunda da polenlerin çıktığı aylarda orada kalamaz, şehrin dışına çıkardı. Çünkü çok zinde ve sağlıklı bir vücuda sahip olmasına rağmen çiçek polenlerine karşı alerjisi vardı. Bundan dolayı da bu dönemde kendisi için Mercüssuffar’da kurulan otağa geçer, polenlerin bitimine kadar orada beklerdi.

Salâhaddîn Eyyûbî’nin vefatından sonra hanedan üyeleri arasındaki mücadeleler sebebiyle birçok defa muhâsara edilen, bu yüzden de oldukça ağır yaralar alan Dımaşk, Melik Âdil döneminde sükûnete kavuşmuştu.1000 Sultanlığı döneminde Doğu’ya ağırlık veren bir politika izleyen Melik Âdil, bu konuda Dımaşk’ın stratejik konumundan yararlanmak istedi. Bu sebeple de zamanının büyük bir kısmını orada geçirmeye ve bunun sonucunda da ora üzerinde yoğun bir kontrol uygulamaya başladı. Bundan dolayı diğer bölgelerdeki oğulları bağımsız hareket edip özgürce kararlar alabilirlerken Dımaşk nâibi olan oğlu Melik Muazzam böyle bir imkâna sahip olamadı. O, ancak babasının Mısır’da bulunduğu kış dönemlerinde ona vekâlet edip nisbeten bağımsız hareket

1000 R. Hartmann, “Şam”, İA, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, 1979, 2. Baskı, c. XI, s. 304.

187

edebilmekteydi. Askerî harekâtın ve mücadelelerin daha çok gerçekleştiği yaz aylarında ise o, sadece babasının Dımaşk nâibiydi ve bundan öte bir rolü söz konusu değildi.1001

Dımaşk, gerek Salâhaddîn’in vefatından sonra hanedan üyeleri arasında baş gösteren mücadelelerde olsun gerekse 597/1201 yılında gerçekleşen şiddetli depremde olsun ağır yaralar almıştı. Ancak Melik Âdil’in uzun ve istikrarlı yönetiminde şehirde sosyal ve ticârî hayat canlanmış,1002 günümüze ulaşan iç kale bu dönemde tamamlanmış ve Cami el-Îdeyn de bu dönemde yapılmıştı.1003 Yine bu dönemde şehirde elli civarında eğitim kurumu inşâ edilmiş, bunlar içerisinde Nûreddîn Mahmud Zengî tarafından temelleri atılan ve apayrı bir yere sahip olan Âdiliyye Medresesi’nin tamamlanmasına çalışılmıştı. Zengî ailesine ve özellikle Nûreddîn Mahmud Zengî’ye karşı büyük muhabbet besleyen Melik Âdil, Nûreddîn’in yapımına başladığı bu medreseyi bitirmek için çok çaba sarf etmiş, ancak ömrü vefa etmemişti. Bu medresenin yapımı onun vefatından sonra oğlu Melik Muazzam tarafından tamamlanacak ve el-Medresetü’l- Âdiliyye el-Kübrâ adını alacaktır. Kendisinin de cenazesi daha önce medfûn bulunduğu yerden alınıp buraya defnedilecektir.1004

Eğitime çok önem veren Melik Âdil, ülkenin diğer yerlerinde olduğu gibi Dımaşk’ta da birçok medresenin yapılmasını sağlamıştır. Onun döneminde Dımaşk’ta tespit edebildiğimiz kadarıyla altı tane medrese yapılmıştır. Şâfiî mezhebine mensup olması hasebiyle bu mezhebe uygun eğitim veren medreselere daha çok ağırlık verilmiş, bu sebeple de onun döneminde bir tanesi hariç Dımaşk’taki medreselerin tümü Şâfiîlere tahsis edilmiştir. Diğer bir tanesi de Şâfiî ve Hanefî mezheplerine birlikte tahsis edilmiştir. Onun döneminde Dımaşk’ta yapılan medreseler şunlardır:

A) Şâfiî Medreseleri: 1- el-Medresetü’s-Sârimiyye. Medrese Sârimüddîn Özbek tarafından yapılmıştır. Bu şahıs, Necmeddîn Eyyûb’un memlûklerinden Sarimüddîn Kaymaz’ın memlûküdür.1005

1001 Yılmaz, a.g.t., s. 22-24. 1002 Cengiz Tomar, “Şam”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 2010, c. XXXVIII, s. 313. 1003 Hartmann, a.y. 1004 Bkz. en-Nuaymî, a.g.e., c. I, s. 271-278. 1005 en-Nuaymî, a.g.e.,c. I, s. 246; Yılmaz, a.g.t., s. 68.

188

2- el-Medresetü’l-Felekiyye. Medrese, Melik Âdil’in ana bir kardeşi olan Feleküddîn Süleymân1006 tarafından yapılmıştır.1007 3- el-Medresetü’d-Dûle‘iyye. Medreseyi, dönemin ünlü âlimlerinden Cemâlüddîn Muhammed b. Ebi’l-Fazl yapmıştır.1008 4- el-Medresetü’l-Ravâhiyye. Medrese, Zekiyüddîn İbn Revaha tarafından yaptırılmıştır.1009 5- el-Medresetü’l-Mesrûriyye. Medreseyi inşâ eden Şemseddîn el-Havâs Mesrûr et-Tavâşî’dir.1010 B) Şâfiî-Hanefî Medresesi. Bu dönemde yapılan medreseler içerisinde hem Şâfiî hem de Hanefî mezhebine tahsis edileni, el-Medresetü’d-Dimâğiyye’dir. Bu medrese, 614/1217-18 yılında Şücâüddîn b. Dimâğ’ın hanımı Ayşe Hatûn tarafından yaptırılıp iki mezhebe tahsis edilmiştir.1011

Melik Âdil döneminde Dımaşk’ta inşâ edilen medreselerin çoğu Şafiî medresesiyken onun vefatından sonra âlim kişiliğiyle tebârüz eden oğlu Melik Muazzam döneminde Dımaşk’ta hiçbir Şafiî medresesi yapılmamıştır. Onun döneminde yapılan medreselerin çoğu ise Hanefî mezhebini esâs alan eğitim sistemini benimsemiştir. Çünkü Eyyûbî hanedanı içinde Şafiî olmayan tek kişi oydu. O, yanındaki âlimlerin etkisiyle Hanefî mezhebini seçmişti. Babası, Hanefî mezhebine geçtiği için onu tenkit ettiğinde de, babasına takılarak 'Sevgili babam, içinizden birisinin Müslüman olmasına niye memnun olmuyorsun,' şeklinde cevap vermişti.1012

Dımaşk nâibi Melik Muazzam, 608/1211-12 yılında babasını ziyaret etmek için Mısır’a gitti. Bundan bir yıl önce, 607/1211 yılında babası, Dımaşk’tan Mısır’a geçmişti. O sıralar ünlü komutan Üsâme de Mısır’daydı. Ürdün bölgesindeki Aclûn ve Kevkeb kaleleri onun iktâsıydı.1013 Melik Kâmil ve Melik Fâiz de Mısır’da babalarının hizmetindeydiler. Melik Âdil, oğullarıyla birlikte Dimyât bölgesinde ava çıktı. Komutan

1006 Melik Mübariz lakabıyla ünlü Feleküddîn Süleymân, 28 Muharrem 599/17 Ekim 1202 yılında vefat etmiştir. 1007 en-Nuaymî, a.g.e.,c. I, s. 327; el-Hanbelî, a.g.e., s. 213; Yılmaz, a.y. 1008 en-Nuaymî, a.g.e.,c. I, s. 182; Yılmaz, a.y. 1009 en-Nuaymî, a.g.e.,c. I, s. 199; Yılmaz, a.y. 1010 en-Nuaymî, a.g.e., c. I, s. 347; Yılmaz, a.y. 1011 en-Nuaymî, a.g.e., c. I, s. 177; Yılmaz, a.y. 1012 İbn Vâsıl, a.g.e., c. IV, s. 211. 1013 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 208.

189

Üsâme ise bir mazeret öne sürerek Kahire’de kalıp onlarla birlikte ava gitmedi. Çünkü o, artık Melik Âdil’e güven telkin etmiyor, bundan dolayı da aralarında hoşnutsuzluk bulunuyordu. Melik Âdil, onu kendilerine karşı Melik Zâhir’le anlaşma yapmakla suçluyordu. Bu sebeple Üsâme Kahire’den kaçmak için uygun bir zaman kollamaktaydı. Aradığı fırsatı da o gün yakalamıştı. Çünkü Kahire’de o gün Eyyûbîlerden kimse kalmamıştı. Bu sebeple bu fırsatın değerlendirilmesi gerektiğini düşünerek bazı adamlarını yanına alıp ava çıkmak bahanesiyle Mısır’dan ayrıldı. Bir an önce kalelerine ulaşmanın derdindeydi. Onun kaçtığının farkına varan Melik Âdil, oğullarına: 'Kim onu takip ederse, mallarına ve kalelerine sahip olacak' deyince Melik Muazzam, 'ben' diyerek öne atıldı. Babasının da müsaade etmesiyle onun peşine düşüp günler sonra onu yakaladı. Çok önceden beri istediği Aclûn ve Kevkeb kalelerini kendisine teslim etmesini istedi. Bunu kabul ettiğinde hiçbir şekilde ne malına dokunacaktı ne de mülküne. Ayrıca babasına davrandığı gibi ona da o saygı çerçevesinde davranacaktı. Ancak Üsâme, buna yanaşmadı. Üstelik türlü türlü hakaretlerde bulundu. Bunun üzerine Melik Muazzam, onu Kerek hapishanesine gönderdi. Bütün malvarlığına da el koydu; kalelerine, mallarına, hazinelerine, atlarına…1014 Kaleleri teslim aldıktan sonra da Melik Âdil’in emriyle Kevkeb Kalesi’ni tahrip etti. Melik Muazzam daha önce, Salâhiyenin önde gelen komutanlarından Fahreddîn Çerkez ve Zeyneddîn Karaca’nın iktâlarına da el koymuştu.1015 Çerkez’in iktâsını öz kardeşi Melik Azîz’e verirken Karaca’nın iktâsı olan Sarhad’ı da üstadüddârı1016 İzzeddîn Aybek’e vermişti.1017

Barışseverliğiyle bilinen Melik Âdil, sultanlığı döneminde ülkede sulh tesis etmek için büyük çaba sarf etti. Buna rağmen Haçlılarla yoğun bir şekilde mücadele etmek zorunda kaldı. Bu mücadelelerinde en büyük yardımcısı, oğlu Melik Muazzam’dı. Melik Âdil, az da olsa ülke içinde bazı emîrleriyle ters düşüp onlarla da

1014 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 560-561; Ebû Şâme, a.g.e., c. V, s. 124-125; İbn Tağriberdî, a.g.e., c. VI, s. 205-206; Nüveyrî, a.g.e., c. XXIX, s. 37-38. 1015 Salâhiye birliği komutanlarından geride sadece bu üçü kalmış, son ikisi daha önce vefat etmiş, Üsâme’nin ise vefat edene kadar Kerek Kalesi’ndeki mahkûmiyeti devam etmişti. Onun ölümüyle birlikte Salâhîye birliğinin Mısır ve Dımaşk’taki varlığı sona ermişti. Aslında bu birliğin ünlü simâlarından olan Meymûn el-Kasrî halen hayattaydı. Ancak o, Halep’te, Melik Zâhir’in yanındaydı. Onun da 610/1214 yılında vefat etmesi üzerine hiç Salâhî komutan kalmadı. 1016 Üstadüddâr, sarayın harcamalarını, mutfağını, inşaat işlerini kontrol eden saray görevlisidir. Saray görevlileri de onun idâresi altındaydı. 1017 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 209-210.

190

mücadele etmek zorunda kalmıştı. Bu iç mücadelelerden biri de 611/1214-15 yılında Mekke emîriyle yaşandı. Bu yıl, Melik Muazzam, kutlu bir yolculuğa, hac yolculuğuna çıkmıştı. Bu yolculukta Dımaşk ile Hicâz arasındaki yol üzerinde bulunan göletleri, su kaynaklarını, fabrikaları onara onara Hicâz’a doğru yol almıştı.1018 Medine emîri Şerîf Kâsım Hüseynî, onu karşılamaya çıkıp hizmetine girmiş, Medine’nin anahtarlarını ona takdim etmişti. Ancak Mekke emîrinden herhangi bir haber alınamıyordu. O kendince pasif bir direniş sergileyip isyan hareketine başlamıştı. O dönemde bu kutsal yerler, Eyyûbî Devleti’ne bağlı olduğu için Mekke emîrinin bu hareketini isyan olarak niteleyen Melik Muazzam, babasının bilgisi ve izni dâhilinde onun üzerine bir askerî birlik gönderdi. Bu askerî birlik Yenbu’da1019 Mekke emîriyle karşılaştı ve yapılan savaşta onu hezîmete uğrattı.1020

1.2.3. Melik Âdil’in el-Cezîre ile İlişkileri

İslâm coğrafyacılarının Yukarı Mezopotomya için kullandıkları el-Cezîre, şu üç bölgeden oluşmaktadır: Diyârırebîa, Diyârımudar ve Diyârıbekr. Bu isimlendirme, bu bölgeye yerleşen Arap kabilelerine göre yapılmıştır. Diyârırebîa bölgesinde Musul, Nusaybin, Dârâ, Habûr, Ra’sü‘l-Ayn, Sincâr ve Cezîretu İbn Ömer gibi yerleşim yerleri yer alır. Diyârımudar’da Harrân, Ruhâ, Rakka, Suruc gibi yerler bulunur. Diyârıbekr’de ise Meyyâfarikîn, Erzen, Âmid ve Mardîn gibi şehirler yer alır.1021

Günümüzde batısında Suriye; kuzeybatısında Gaziantep, Malatya ve Maraş; doğusunda Doğu Anadolu ve güneyinde ise Irak’ın yer aldığı el-Cezîre bölgesi, Salâhaddîn Eyyûbî’nin 1182-83 ve 1185 yıllarında gerçekleştirdiği seferlerle Eyyûbîlerin hâkimiyetine geçti. 1022 Salâhaddîn, bölgeye gerçekleştirdiği ilk seferde Abbâsî Halîfesi Nâsır-Lidînillâh’tan izin alarak 1183 yılı başlarında Âmid’i zapt etti. Böylece 1098 yılından beridir burada hüküm sürmekte olan İnaloğulları Beyliği’ne son verdi.1023 Âmid’in alınmasında Hısnkeyfâ hâkimi Nûreddîn Muhammed b. Karaaslan’ın

1018 Nüveyrî, a.g.e., c. XXIX, s. 42. 1019 Yenbu’, Medine ile Kızıldeniz arasında, Medine’ye yedi merhale mesafede bulunan bir yerleşim yeridir. el-Hamevî, a.g.e., c. V, s. 449-450. 1020 Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 215. 1021 Bkz. İzzeddin İbn Şeddâd, a.g.e., c. III/I, s. 82; Şeşen, “Cezîre”, DİA, c. VII, s. 509-511; Koyuncu, “İlk İslâm Fetihleri Döneminde el-Cezîre bölgesi ve İslâmlaşma Süreci”, SÜFED, s. 131-140. 1022 Şeşen, “Cezîre”, DİA, c. VII, s. 509. 1023 Ali Sevim, “İnaloğulları”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 2000, c. XXII, s. 257-258.

191

etkisi çok büyüktü. Onun teşvikleriyle Salâhaddîn, Âmid’i kuşatıp kısa süre sonra da ele geçirdi ve hizmetlerine karşılık Nûreddîn’e teslim etti. Bu kuşatma esnasında Eyyûbîlerin gücünü gören Ahlât, Mardin, Erzen ve Bitlis hâkimleri elçiler göndererek bağlılık bildirdiler. Bu bölgede yer alan Meyyâfarikîn ise 1185 yılında alındı. Yine aynı dönemlerde Hısnkeyfâ hâkimi de bağlılık bildirdi. Böylece el-Cezîre bölgesinin Diyarıbekr kısmının tamamı Eyyûbîlerin hâkimiyetini kabul etmiş oldu.1024

Nûreddîn Zengî’nin vefatıyla birlikte Zengî Devleti dağılmış, II. Seyfeddîn Gazi, Urfa ve çevresini ele geçirmişti. Ancak o, bu yerleri 578/1182 yılına kadar elinde tutabilmiş, bu tarihte buraları, Eyyûbîlere kaptırmıştı.1025 Yine aynı tarihlerde Harran emîri Muzafferüddîn Gökböri de Eyyûbîlere tabi olup hizmetine girmişti.1026 Salâhaddîn de hizmetlerine karşılık Harrân’ı onun elinde bıraktığı gibi daha yakın zamanda II. Seyfeddîn Gazi’den aldığı Urfa ve çevresini de ona iktâ olarak verdi. Bu yerlerin Eyyûbîlerin hâkimiyetini kabul etmesiyle birlikte el-Cezîre bölgesinin Diyarımudar kısmının da neredeyse tamamı alınmış oldu.

el-Cezîre bölgesinin Diyarırebia kısmında kalan Sincâr, Salâhaddîn tarafından alınarak Takiyüddîn Ömer’e iktâ olarak verildi, böylece burası Eyyûbîlere bağlı bir beylik haline getirildi. Musul ise, 581/1186 yılında bağlılık bildirerek Eyyûbîlere tabi devlet haline geldi. Böylece Diyarırebia kısmının büyük bir bölümü de Eyyûbîlerin egemenliğini kabul etmiş oldu.

el-Cezîre bölgesindeki bu idârî mekânizma zamanla ufak değişikliklere uğradı. Salâhaddîn’in vefatına az bir süre kala bölgenin idârî ve siyasî yapısı son şeklini almıştı. Harrân, Urfa, Meyyâfarikîn ve Sümeysât Melik Âdil’in yönetimindeydi. Suruç, Sincâr, Rakka II. İmadüddîn Zengî’nin; Musul İzzeddîn Mesûd’un; Âmid ve Hısnkeyfâ da Kutbeddîn Sökmen’in hâkimiyeti altındaydı. Mardîn’de ise II. İlgâzi hüküm sürmekteydi.1027 Ancak Salâhaddîn’in vefatıyla birlikte bu hâkimlerin bir kısmı Eyyûbî Devleti’nin otoritesini tanımamaya başladılar. Böylece devlete olan bağlılıklarını bitiren bu yöneticiler, bu kadarıyla da yetinmeyip Eyyûbîlere karşı ilk ayaklanmanın fitilini de

1024 Nejat Göyünç, “Diyarbakır”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1994, c. IX, s. 465-466. 1025 Ahmet Nezihi Turan, “Şanlıurfa”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 2010, c. XXXVIII, s. 340. 1026 Ramazan Şeşen, “Harran”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1997, c. XVI, s. 239. 1027 Şeşen, “Cezîre”, DİA, c. VII, s. 511.

192

ateşlediler. Amaçları Eyyûbîleri Fırat’ın ötesine atmaktı. Ancak bu darbe teşebbüsü Melik Âdil’in zamanında yaptığı müdahaleyle bertaraf edilebildi.

el-Cezîre bölgesindeki yöneticilerin hevesini kursaklarında bırakan Melik Âdil, bundan sonra yeğenleriyle iktidar mücadelesine girişti. Nihâyet 598/1202’de sultan olarak bütün Eyyûbî meliklerinden bağlılık aldı. Yine aynı tarihlerde Eyyûbî hanedanının büyüğü ve sultanı olarak yaptığı taksimatta bu bölgeyi üç kısma ayırıp oğulları arasında aşağıdaki gibi paylaştırdı:

1- Harrân ve Ruhâ’yı Melik Eşref’e, 2- Meyyâfarikîn ve Diyarbakır’ı, Melik Eşref’in emrinde olarak Melik Evhad’e, 3- Ca’ber Kalesi’ni ise bir diğer oğlu Melik Nûreddîn Arslanşâh’a bıraktı.

el-Cezîre bölgesiyle yetinmek yerine doğuya yayılmak şeklinde bir politika izleyen Melik Âdil’in bu politikasından rahatsız olanların başında Mardin Artukluları ve Musul Zengîleri vardı. Bu sebeple Melik Âdil ile sık sık karşı karşı gelmekteydiler. Ancak Melik Âdil, ilerde detaylı bir şekilde aktaracağımız üzere sultanlığı döneminde bu bölgedeki yöneticilerle hesaplaşmayı hep bölgedeki naibi olan oğlu Melik Eşref üzerinden gerçekleştirdi. Melik Eşref de bu konuda babasının direktiflerini harfiyen uygulayıp, bu emîrlerin fazla güçlenmelerine müsaade etmedi. Bu sebeple Mardin Artuklularına karşı iki defa harekete geçmek zorunda kalırken1028 600/1204 yılında ise mecburen Musul Zengîleri üzerine yürümüştü.1029

İleride anlatılacağı üzere Meyyâfarikîn hâkimi Melik Evhad, kısa süre içinde Ahlât, Muş ve Malazgirt’i Artuklulardan alarak topraklarını genişletti. Bu topraklar üzerindeki otoritesini koruması ve sağlamlaştırması için Melik Eşref de birkaç defa ordusuyla onun yardımına gitmiş, böylece ülkesini yakından tanıma fırsatı bulmuştu.1030 Melik Evhad, 607/1211 yılında vefat edince de Melik Eşref, derhal harekete geçerek onun ülkesine sahip oldu. Ancak bunu babasından habersiz yapmıştı. Bu sebeple Melik Âdil, oğlunun bu aceleciliği karşısında şaşırdı ve bu oldubittiyi hoş karşılamadı. Bir süre sonra da Ahlât’a gitmek üzere yola çıktı. Bunu duyan Melik Eşref, onu karşılamaya çıktı. Çevredeki hükümdarlardan birinin orayı işgale kalkışabileceğinden korktuğu için

1028 Bkz. Melik Âdil’in Artuklularla İlişkileri: Mardin Kolu Bölümü, s. 216-220. 1029 Bkz. Melik Âdil’in Musul Zengîleriyle İlişkileri Bölümü, s. 222-225. 1030 Bkz. Melik Âdil’in Ahlâtşâhlar (Ermenşâhlar) ile İlişkileri Bölümü, s. 231-238.

193

böyle aceleci davrandığını söyleyerek babasından özür diledi ve gönlünü almayı başardı.1031 Ancak Melik Âdil, bu yeni durum karşısında ülkeyi yeniden taksim etmek yoluna gitti. Böylece hem Melik Eşref’in tek başına Melik Evhad’ın bütün topraklarını sahiplenmesini engellemek hem de Ahlât gibi zengin bir yere sahip olmasıyla birlikte kardeşleriyle kendisi arasında oluşabilecek haksız bir rekâbeti önlemek için onun elindeki bazı yerlere el koydu. Yeni taksimata göre;

1- Melik Eşref, Ahlât’taki hâkimiyetini devam ettirecek, 2- Ancak ona ait olan Meyyâfarikîn,1032 Ruha ve çevresi ise kardeşi Melik Şihabeddîn Gazi’ye verilecekti.1033

Melik Zâhir’in vefatından sonra Halep’te ortaya çıkan iç çekişmeler, Anadolu Selçuklu sultanı İzzeddîn Keykavus’un iştahını kabarttı. Yanına tabilerinden Sümeysat hâkimi Melik Efdal’i de alarak Halep üzerine yürüdü. Bu ittifakta Hısnkeyfâ hâkimi Melik Sâlih de vardı. İlerde daha detaylı bir şekilde anlatılacağı üzere Halep yardım çağrısında bulunduğunda Melik Âdil, bölgedeki oğlu Melik Eşref’i derhal yardıma gönderdi. Bir süre sonra Keykavus’un ihanetini gören Melik Efdal bu ittifaktan ayrılarak Melik Eşref’in yanında yer alınca Keykavus, geri çekilmek zorunda kaldı. Ancak Melik Eşref, onun ülkesini zapt etmeyi kafasına koymuştu. Ne var ki o sıralar Melik Âdil, bulunduğu Alikîn’de vefat etmiş, haber Melik Eşref’e ulaşmıştı. Bu sebeple Keykavus’un ülkesini zapt etmek düşüncesinden vazgeçip Halep’e geri dönmek zorunda kaldı.1034

Anadolu, Suriye ve Irak’ın bağlantı noktası olması hasebiyle tarihî ve stratejik bir öneme haiz olan el-Cezîre bölgesi, çok münbit ve zengin topraklara sahiptir. Akarsuları ve otlakları da boldur. 1035 Bundan dolayı bölge sürekli savaşlara sahne olmuştur. Melik Âdil’in vefatından sonra da durum aynı şekilde devam etmiş, bu topraklara sahip olmak için hanedan üyeleri kendi aralarında birbirleriyle mücadele ettikleri gibi onlar ile Anadolu Selçukluları, Harzemşâhlar ve Moğollar arasında da birçok mücadele gerçekleşmiştir.

1031 İbn Amîd, a.g.e., s. 5-6; Kaya, a.g.t., s. 55-56. 1032 İbn Amîd, a.g.e.,s. 6; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 208; Nüveyrî, a.g.e., c. XXIX, s. 39. 1033 İbn Nazîf, a.g.e.,s. 68; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 212; ed-Devâdârî, a.g.e., c. VII, s. 175. 1034 Bkz. Melik Âdil’in Halep ile İlişkileri. 1035 Şeşen, “Cezîre”, c. VII, s. 510.

194

1.2.4. Melik Âdil’in Halep ile İlişkileri

Suriye’nin kuzeyinde yer alan Halep, Anadolu’dan Mezopotamya’ya, Akdeniz’den İran’a giden yolların kesiştiği bir noktada yer almaktadır. Sahip olduğu bu stratejik öneminden dolayı sık sık ülkeler arasında el değiştirmiş ve 579/1183 yılında Salâhaddîn tarafından Eyyûbî Devleti’nin sınırları içine dâhil edilmiştir.

Salâhaddîn Eyyûbî, Halep’i aldıktan sonra küçük yaştaki oğlu Melik Zâhir’e verdi. Ancak coğrafî konumu dolayısıyla Mısır naibi Melik Âdil de oraya talipti. Bu talebini bildirince Sultan Salâhaddîn bu talebi tereddütsüz bir şekilde kabul edip Halep’i ona verdi. Oğlu Melik Zâhir’i de Dımaşk’a çağırdı. Fakat üç yıl sonra, 582/1186 yılında tekrar Halep’in idârî yapısında değişiklik yapıldı. Bu değişiklikte Melik Zâhir, üç yıl önce amcasına kaptırdığı bu şehre tekrar hâkim olarak görevlendirilirken amcası da Melik Azîz’in atabeyi olarak Mısır’a gönderildi.

Halep yönetiminin Melik Zâhir’e verilmesinden hemen sonra Melik Âdil’in o şehrin idâresine talip olması, Melik Zâhir’in amcasından uzaklaşmasına ve ona olan güven duygusunun zedelenmesine sebep oldu. Bundan sonra iki defa amcasına damat olmasına rağmen yine de bu güvensizliği sona ermedi. Çünkü amcasının güçlenmesinin kendisinin ve kardeşlerinin aleyhine olduğunun farkındaydı. Belki de bundan dolayıdır ki babasının vefatından sonra Melik Âdil’e karşı en çok harekete geçen ve onun aleyhinde koalisyonların kurulmasını sağlayan hanedan üyesi hep o oldu. En son 597/1201 yılında Melik Efdal ile birlikte yine Melik Âdil karşıtı bir koalisyonda bir araya geldi, ancak bu girişimden de herhangi bir sonuç alamadı. Bunun üzerine Halep’e döndü ve burada amcasının aleyhinde yeni bazı faaliyetler içine girse de amcasının kendisini kast ederek Mısır’dan harekete geçtiğini haber alınca ona bağlılık bildirmek zorunda kaldı. Hutbelerde, sikkelerde artık onun adı zikredilmeye başlandı. Tarihçi Ebü’l-Berekât, Halep camilerinde hutbelerin 11 Cemâziyelâhir 598/8 Mart 1202’de Melik Âdil adına okunmaya başlandığını ifade etmektedir. 1036 Bundan sonra ikisi arasındaki ilişkilerde nispeten daha yumuşak bir hava esmeye başladı. Ara ara

1036 Ebü’l-Berekât, a.g.e.,c. I, Ziyâüddîn Ebü’l-Feth Nasrullâh’ın tercümesi bölümünde; Ayrıca bkz. İbn Adîm, Zübde, s. 444.

195

problemler yaşansa da herhangi bir çatışmaya mahal vermeden çözüm yoluna gidilerek problemler halledildi.

Bu olumlu hava 603/1207 yılına kadar devam etti. Bu tarihte toplumda Melik Âdil’in Halep’i işgal edeceğine dair birçok söylenti dolaşmaya başladı. Bunun üzerine Melik Zâhir, bir taraftan Halep’in dış duvarlarını tahkim edip yiyecek malzemelerini stoklarken diğer taraftan da amcasının niyetini öğrenmek için ona mektuplar yazdı. Amcasının, böyle bir niyetinin olmadığını beyan etmesi ve bu konuda yemin edip söz vermesiyle ferahladı.1037 Bunun üzerine ikisi arasında tekrar müspet gelişmeler başladı. Bu durum Melik Âdil’in 606/1209 yılındaki el-Cezîre seferine kadar sürdü. Doğu’da Gürcülerin Ahlât ve Erciş’e saldırmaları üzerine harekete geçen Melik Âdil, bölgeye geldiğinde Gürcülerin korkup kaçtıklarını haber alınca Sincâr’a yönelmişti. Bu arada civar belde hâkimleriyle birlikte Melik Zâhir de ona yardımcı güçler göndermişti. Ancak o, Sincâr’a yönelip orayı kuşatınca bölge hâkimleri desteklerini geri çektiler. Ayrıca yayılmacı poltikasına ket vurmak için karşı bir cephe oluşturdular.1038 Melik Zâhir de bu karşı cephede yer aldı. Çünkü zamanında amcası ile Mardin Artukluları arasında arabuluculuk yaptığı için Mardin hâkimi tarafından kendisine Şabahtan bölgesindeki Karâdî Köyü verilmişti. Ancak bu yıl amcası, Sincâr’ı muhâsara ettiği sıralarda burayı ondan alıp hizmetlerine karşılık Hısnkeyfâ hâkimi Melik Sâlih’e vermişti. Bu durumdan hiç hoşlanmayan Melik Zâhir, derhal fetva heyetini topladı ve ‘bir konuda yemin eden iki kişiden biri diğerine ihanet edip yeminini bozarsa bu yemin akdi geçersiz olur mu, olmaz mı?' diye sordu. Onlar da 'geçersiz olur,' deyince Melik Zâhir, amcasıyla yaptığı yeminleşmenin geçersiz olduğunu söyleyerek ona karşı kurulan koalisyonda yerini aldı. 1039 Görünürdeki sebep bu olsa da aslında Melik Zâhir’i amcasına karşı çıkmaya sevk eden asıl unsur, bölge yöneticilerinin kendisine yaptıkları sultanlık teklifiydi. Onlar, amcasına karşı oluşturulan cephede yer alması durumunda onu sultan olarak kabul edeceklerini, ülkelerindeki hutbenin de paranın da onun adına olacağını taahhüt etmişlerdi.1040 Bu arada halîfe de Melik Âdil’e Sincâr muhâsarasını kaldırması için ricacı olarak bir elçi göndermişti. Hem bölgede kendisine karşı bir

1037 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 174. Ayrıca bkz. İbn Nazîf, a.g.e., s. 52; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 199. 1038 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e.,c. VIII/II, s. 541. 1039 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 195. 1040 İbn Adîm, Zübde, s. 449.

196

koalisyonun kurulmuş olması hem de halîfenin de ricacı olarak elçi göndermesi Melik Âdil’e geri adım attırdı ve karşı tarafla sulh anlaşması imzalamak zorunda kaldı.1041

Melik Âdil, sulh anlaşmasından sonra Harrân’a geçti. Buradayken kendisine ihanet ettiğini düşündüğü yeğenine bir ders vermesi gerektiği düşüncesindeydi. Bu sebeple onun elindeki Halep’i almak için hazırlıklara başladı. Melik Zâhir, amcasının kendi beldesine yönelik bu hazırlıklarından haberdar olunca tedbir almaya başladı. Amcasının Fırat’ın ötesine geçmesini engellemek için asker toplayıp Fırat’a doğru yola çıktı. Bu arada bölgedeki müttefiklerini durumdan haberdar etti. Diğer taraftan amcasını oyalamak için sürekli ona bol miktarda hediyeler gönderdi. Melik Âdil, bu tedbirlerden haberdar olunca onun beldesine yapacağı saldırıdan vazgeçip bölgeden ayrıldı ve Dımaşk’a gitti.1042

Melik Zâhir, Kâdı İbn Şeddâd’ı 608/1211 yılında elçi olarak amcasına, Kahire’ye gönderdi. 1043 Bu elçi Melik Âdil’den hem Halep’e karşı güvence talep etmekteydi hem de kızı Dayfe Hatûn’u Melik Zâhir’e istemekteydi. Melik Âdil, elçiyi çok güzel karşıladı, iki talebine de olumlu yaklaştı. Hem onun Halep üzerindeki egemenliğine hiçbir şekilde halel getirmeyeceğini beyan etti hem de kızı Dayfe Hatûn’un onunla evlenmesine rıza gösterdi.1044 Artık bundan sonra Melik Zâhir, amcası ile karşı karşıya gelmedi. Amcasıyla arasında ufak sürtüşmeler olsa da bunu derhal bertaraf etmeyi başarabildi. Nihâyet 610/1214 yılında amcasının kendisinden rahatsız olduğunu fark edince derhal birçok kıymetli hediyelerle birlikte Kâdı İbn Şeddâd’ın nâibi olan Kâdı Necmeddîn b. Haccâc’ı gönderip onun gönlünü almayı başardı.1045

Bundan bir yıl sonra, 611/1214-15 yılında Melik Âdil’in sultanlıktan azlettiği Melik Mansûr, ailesiyle birlikte Halep’e gelerek amcasına sığındı. Melik Zâhir, yeğenini çok iyi karşıladı.1046 Onu kızıyla evlendirdi. Ayrıca onu, iki oğlundan sonra üçüncü veliaht olarak tayin etti.1047 Melik Mansûr, 598/1201-02 yılında Melik Âdil tarafından annesi ve kardeşleriyle birlikte Dımaşk’a sürgüne gönderilmiş, bir yıl sonra

1041 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 350. 1042 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 201; İbn Nazîf, a.g.e., s. 61-62. 1043 Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 208. 1044 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 212. 1045 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 219-220; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 211. 1046 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 223. 1047 Ebû Şâme, a.g.e., c. V, s. 145; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 238.

197

da oradan Urfa’ya sürülmüştü.1048 Bu tarihten 611/1214-15 yılına kadar da Urfa’da kalmıştı.

Melik Zâhir, 613/1216 yılında Anadolu Selçuklu sultanı İzzeddîn Keykavus’tan önemli bir teklif aldı. O, Ermenilere karşı ortak bir ittifak kurup Antakya’ya saldırmayı teklif etmekteydi. Melik Zâhir, teklife olumlu yaklaştı. Stratejileri şöyleydi: İzzeddîn Keykavus, Maraş tarafından Ermenilerin lideri II. Leon’a saldıracak, Melik Zâhir de Derbsâk’tan harekete geçecekti. Bu arada Eyyûbîlerin bölgedeki diğer kolları olan Dımaşk, Hamâ ve Humus Eyyûbîleri de kendi bölgelerinden Ermenileri sıkıştıracaklardı. Melik Zâhir, hazırlık yapmaya başladı. Bu arada taraflar arasında sürekli elçiler gidip gelmekteydi. Fakat Anadolu Selçukluları, Melik Zâhir’in hoşuna gitmeyen yeni bazı şartlar ileri sürünce o, bu ittifakı amcası Melik Âdil’e danışma gereği duydu. Melik Âdil’den gelen mesaj onu Keykavus’la ittifak kurmaktan şiddetli bir şekilde sakındırmaktaydı. Bir süre sonra Keykavus’un, Ermenilerin de yaşadığı Balât şehrine saldırdığını haber alınca amcasına hak verdi. Çünkü Balât, Halep’e bağlıydı. Dolayısıyla orada yaşayan Ermeniler Melik Zâhir’in zimmeti altındaydı. Keykavus’un bile bile oraya saldırması, ittifak hukukunu çiğnemek demekti.1049 Bu sebeple de Melik Zâhir bu ittifaktan çekildi.

Uzun zamandan beridir amcasıyla arasında sorun çıkmayan Melik Zâhir, 613/1216 yılındaki vefatından kısa bir süre önce Kâdı Bahâeddîn b. Şeddâd’ı Mısır’a elçi olarak göndererek şu üç talebini amcasına iletmesini istedi:

1- Haçlılara karşı ikisi birlikte hareket etsin. İster sulh yapılırken isterse savaş esnasında bu ittifak kurulsun. 2- Küçük oğlu Melik Azîz, veliaht olarak, dolayısıyla kendisinden sonra Halep Beyliği’nin hâkimi olarak tanınsın. 3- Melik Azîz, Melik Kâmil’in kızı ile evlendirilsin.1050

Melik Zâhir, iki defa amcası Melik Âdil’e damat olmuş, onun iki kızıyla evlenmişti. İlki Gaziye Hatûn, ikincisi de Dayfe Hatûn’du. Dayfe Hatûn’dan dünyaya gelen çocuğunun ismi Muhammed’di. Onu veliaht olarak tayin edince Melik Azîz

1048 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 284. 1049 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 234-236. 1050 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 236-237.

198

Gıyâseddîn ünvanıyla onore etti. Aslında Melik Zâhir, bu iki evliliğin dışında başka evlilikler yapmış ve bu evliliklerinden de çocukları olmuştu. Bu çocuklarının bir kısmı, veliaht tayin edilen Melik Azîz’den daha büyüktü.1051 Onlar dururken Melik Azîz’in veliaht tayin edilmesi onun, Sultan Melik Âdil’in torunu olmasından dolayıydı. Zira o, babasının yerine tahta geçtiğinde ne dedesi ne de dayıları onun ülkesine saldırmayacaklardı.1052

Melik Âdil, Halep’ten gelen elçinin ilettiği ilk iki maddeyi kabul etti. Ancak son madde için kesin bir cevap vermedi. Çünkü o talebin gerçek muhatabı kendisi değildi, oğlu Melik Kâmil’di. Fakat müspet cevap vermesi için oğluna tavsiyede bulunacağını söyledi. Talep Melik Kâmil’e iletildiğinde o da olumlu cevap verdi.1053 Bu önemli mesajları Melik Zâhir’e ulaştırmak ve onu sevindirmek için yola çıkan elçi, daha yoldayken Melik Zâhir’in vefat haberini aldı. Ömrünün çoğunu aile bireyleri ve amcası ile mücadele halinde geçiren Melik Zâhir, ölünce vasiyeti üzerine tahta küçük yaştaki oğlu Melik Azîz geçirildi.1054 Atabeyliğine ise Şihâbeddîn Tuğrul el-Hâdim getirildi.1055 Bu arada Dayfe Hatûn da beyliğin yönetiminde üstün bir rol üstlendi.1056 Ancak Halep üzerinde emelleri olan bazı bürokratlar bu küçük çocuğun atabeyliği için en uygun kişinin en büyük amcası olması hasebiyle Melik Efdal olduğunu söylediler. İstekleri kabul görmeyince de Anadolu Selçuklu sultanı İzzeddîn Keykavus’a giderek Halep’i işgal etmesi için teşvik ettiler. Fakat Haleplilerin İzzeddîn Keykavus’un hükümdarlığını kabul etmeyeceklerini bildikleri için ona bu konuda Halep’lilerin müspet baktıkları Melik Efdal’den yardım almasını telkîn ettiler. Ticârî ve stratejik öneminden dolayı Halep’in ele geçirilmesi gerektiğini düşünen Keykavus da Sümeysat’ta bulunan Melik Efdal’i yanına çekmeye çalıştı. Sonunda onu ikna edebildi ve aralarında şöyle bir anlaşma yapıldı; İkisi önce Halep ve bağlı beldelere saldıracaklar, alınacak yerler tümüyle Melik Efdal’e bırakılacaktı. Melik Efdal de buralarda metbu’u olan Keykavus adına hutbe okutup para bastıracaktı. Sonra da birlikte Melik Eşref’in hâkimiyeti altındaki el-Cezîre bölgesine saldıracaklardı. O bölgede alacakları yerlerin tamamını

1051 Melik Azîz, veliaht tayin edildiğinde yaklaşık üç yaşlarındayken kardeşi Melik Sâlih on iki yaşındaydı. İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 253. 1052 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 369. 1053 İbn Vâsıl, a.g.e.,c. III, s. 237. 1054 Melik Zâhir’in bu oğlu, 5 Zilhicce 610/17 Nisan 1214 yılında dünyaya gelmiştir. İbn Adîm, Zübde, s. 452. 1055 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 369. 1056 İbn Adîm, Zübde, s. 458.

199

da Keykavus’a bırakacaklardı. Hâlbuki Keykavus, bu sözlerinde samimi değildi. Çünkü Halep üzerinde emeli vardı. Melik Efdal’i de bu amacına ulaşmak için sadece bir araç olarak kullanacaktı. Bu arada Halep’in yardımına gelebilecek yegâne güç Melik Âdil’di. O ise bu sıralar Haçlılarla meşguldü. Bu sebeple bu fırsatın değerlendirilmesi ve bir an önce harekete geçilmesi gerektiğini düşünerek kısa sürede hazırlıklarını tamamlamaya çalıştılar. Daha sonra bu ittifaka Hısnkeyfâ hâkimi Melik Sâlih de katıldı. Müttefik kuvvetler, ordularını birleştirip Halep’e doğru harekete geçtiler. İlk başlarda Keykavus, Melik Efdal’in ve komutanlarının kendisine itimat etmelerini sağladı. Halep yolu üzerindeki Ra’bân1057 Kalesi’ni zapt edince aralarındaki anlaşmaya uygun olarak burayı Melik Efdal’e teslim etti. Daha sonra yine Halep yolu üzerindeki Marzban’ı da kısa süreli bir kuşatmadan sonra alıp yine ona verdi. Buradan Tell-Bâşir’e inip orayı kuşattıklarında Melik Efdal, bu tür yerlerle vakit geçirmek yerine Halep’e destek kuvvet gelmeden hızlı ve süratli bir şekilde şehre saldırmaları gerektiğini ısrarla vurgulamaya başladı; fakat sözünü dinletemedi. Kuşatma hareketi uzun sürse de sonunda Tell-Bâşir’i zapt ettiler. Ancak bundan sonra müttefikler arasındaki güven duygusu zedelenmeye başladı. Çünkü Keykavus, Tell-Bâşir’i önceden verdiği söze aykırı olarak Melik Efdal’e değil de kendi hizmetinde bulunan Maraş emîri Nusreddîn Hasan’ın kardeşine bıraktı. Aralarındaki anlaşmanın bu açık ihlalinden dolayı “İşte ilk ihanet,” diyen Melik Efdal’in Keykavus’a karşı olan itimad hisleri zayıfladı. Ayrıca yeğeninin elindeki toprakları alıp yabancılara vermeye çalıştığı için kendisini de ayıpladı. Bu sebeple o, artık Halep’e yardımcı kuvvetler gelene kadar Keykavus’u oyalamaya çalıştı. Bu bağlamda onları Halep’in yerine Menbic üzerine gönderdi. Onlar da Menbic’e gidip uzun bir süre bu şehrin kuşatmasıyla meşgul oldular. Onlar ikinci derecedeki hedeflerle uğraşırken Melik Âdil’in gönderdiği yardımcı kuvvetler Halep’e ulaştı. V. Haçlı Savaşı nedeniyle Melik Âdil, kendisine bağlı bütün melik ve emîrleri Mısır’a çağırırken Melik Eşref ile Humus hâkimi Melik Mücâhid’i de bölgelerinde görevlendirmişti. Onlar hem Kuzey Suriye ve el-Cezîre bölgelerini koruyacaklar hem de Filistîn sahillerindeki Haçlılara karşı akınlar düzenleyip onların bütün güçlerini Mısır bölgesinde toplamalarını engelleyeceklerdi. Halep’teki torunu Melik Azîz’in atabeyi Şihâbeddîn Tuğrul’un, Anadolu Selçuklularına karşı yardım çağrısını alınca bölgede bıraktığı oğlu Melik Eşref’i derhal Halep’in yardımına gönderdi. Melik Eşref, Filistîn sahillerine

1057 Ra’bân, Halep ile Sümeysât arasında, Fırat Nehri yakınlarında bulunan bir kale şehirdir. el-Hamevî, a.g.e., c. III, s. 51.

200

akınlar düzenlemesi için Humus hâkimi Melik Mücâhid’i yerinde bıraktı ve askerlerini alarak Halep’e geldi. Bu arada amcası Melik Âdil’e mektup yazarak Keykavus’la birlikte kendi ailesinin aleyhine hareket ettiği için özür dileyen Melik Efdal de askerleri ile birlikte Melik Eşref’in tarafına geçti.

Harekete geçen Melik Eşref, hizmetinde bulunan Tayy Kabilesi Araplarını öncü kuvvet olarak halen Tell-Bâşir’de bulunan Keykavus’un üzerine gönderdi. Keykavus da ordusundan bin kişilik seçkin bir öncü süvari birliğini onların karşısına çıkardı. Taraflar arasında meydana gelen şiddetli savaşta Keykavus’un ordusu büyük bir hezîmet yaşadı. Korkuya kapılan Keykavus ise asıl kuvvetlerin çarpışmasını beklemedi, arkasına bakmadan memleketine kaçtı. Onun zapt ettiği yerler Melik Eşref tarafından teker teker geri alınarak Halep emîri Melik Azîz’e verildi. Melik Efdal de aldığı Ra’bân Kalesi’ni geri vermek zorunda kaldı. Keykavus’u takip eden Melik Eşref, onun ülkesini zapt etmeyi kafasına koymuştu. Fakat tam da o sıralar babasının ölüm haberini aldı, bunun üzerine Halep’e dönmek zorunda kaldı.1058

Melik Âdil, hanedan içindeki en büyük rakibi olan Melik Zâhir’den 613/1216 yılında kurtuldu. Yeğeni, kendisinden iki yıl önce vefat etti. Aslında birbirlerinin yayılmacı politikasına set çeken iki hükümdar da bu politikalarını uygulamak için biri diğerinin ölümünü beklemekteydi. Ancak Melik Âdil, onun ölümünden yararlanma yoluna gitmediği gibi geride bıraktığı beyliğini kendi topraklarına katmak için de herhangi bir girişimde bulunmadı. Çünkü artık yaşlanmıştı, bu sebeple hastalıklarla boğuşmaktaydı. Ayrıca yeniden Haçlı tehlikesi de başlamıştı ve o da artık ciddi ciddi Haçlılardan korkmaktaydı. 1059 Bundan dolayıdır ki 614/1217 yılında Haçlılarla savaşmak üzere Suriye bölgesine geldiğinde torunu Melik Azîz’in hükümdarlığını kabul ettiğinin göstergesi olarak ona hil’at ve sancak gönderdi. Ayrıca ona dokunmayacağına dair yemin de etti.1060

Sultan Salâhaddîn’in çocukları arasında sadece Melik Zâhir, Melik Âdil’e karşı koyabilecek ve onun iktidar mücadeleleri esnasındaki oyun kuruculuğunu bertaraf edebilecek kabiliyetteydi. Ancak hem hâkimi bulunduğu Halep’in Eyyûbî hanedanı

1058 Bkz. İbn Adîm, Zübde, s. 457-462; İbn Vâsıl, a.g.e.,c. III, s. 248-253, 263-270. 1059 İbn Tağriberdî, a.g.e., c. VI, s. 168. 1060 İbn Adîm, Zübde, s. 459; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 256.

201

üyelerinin iktidar mücadelelerini yürüttükleri alanın uzağında olması hem de muhteris kişiliğinden kaynaklı olarak hanedan üyeleri tarafından yalnız bırakılması, onun amcasına karşı bir varlık göstermesini hep engelledi. Amcasına karşı yürüttüğü politikasının asıl gayesi, onun güçlenmesini engellemek, sonrasında da hanedan üyeleri arasındaki iktidar mücadelesinde onu pasifize etmekti. Ancak o, amcasının kuvvetinin de farkındaydı. Bu sebeple ona karşı daima ya hanedan içinden ya da hanedan dışından birileriyle koalisyonlar kurdu. Ancak onun bu çabaları, amcasının sultanlık makamına kadar yükselmesini engellemeye yetmedi. Fakat o, amcasının sultanlığı döneminde de rahat durmadı. Fırsat bulduğunda amcasının aleyhindeki koalisyonlarda yerini aldı. Ne var ki amcasına karşı yürüttüğü politikada hep başarısız oldu. Buna rağmen yaklaşık otuz bir yıl hüküm sürdüğü1061 Halep’e en parlak ve müreffeh dönemini yaşattı. Halep’i ticâret merkezi haline getirmek için çok çaba sarf etti. Bu amaçla 604/1207-1208 yılında Venediklilerin Halep’te dâimî bir ticâret merkezi açmalarını sağlayan bir anlaşmaya imza attı. Ayrıca Halep ve Lazkiye gümrüklerinden elde ettiği gelirle büyük bir ordu kurdu. Halep’te medrese, zaviye ve imâret gibi birçok dînî ve hayır müesseselerini kurarak şehri bir ilim ve kültür merkezi haline getirdi. Hâkimiyet alanını bütün Kuzey Suriye’ye yayarak Eyyûbî hanedanı içinde sultan ünvanını alan ilk melik oldu. O, Halep’i tek başına Mısır’a karşı koyabilecek kadar güçlü ve müreffeh bir beylik haline getirdi. Yine onun aldığı önlemler sayesinde ülkenin bütün şehirleri (Hamâ ve Humus hariç) tek tek amcası Melik Âdil’in ve ailesinin eline geçerken sadece Halep, Salâhaddîn’in ailesinin elinde kaldı.1062

1.2.5. Melik Âdil’in Hamâ ile İlişkileri

Dünyanın en eski şehirlerinden biri kabul edilen Hamâ, Suriye’nin batı kesiminde Âsi nehrinin kıyısında bulunan tarihî bir şehirdir.1063 Şâm’ı Halep’e bağlayan güzergâhta bulunması hasebiyle stratejik bir öneme sahip olan şehir, Eyyûbîlerin eline 570/1175 yılında geçti. Salâhaddîn, orayı aldıktan bir süre sonra kardeşi Şahinşâh’ın oğlu Melik Takiyüddîn Ömer’e iktâ olarak bıraktı. 579/1183 yılında Mısır nâibi Melik Âdil, Halep nâibliğine tayin edilince Melik Takiyüddîn Ömer de Mısır nâibliğine atandı.

1061 Ebû Şâme, a.g.e., c. V, s. 145; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 242. 1062 Şehâbeddîn Tekindağ, “Melikü’z-Zâhir”, İA, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, 1979, c. VII, s. 684-685; J. Sauvaget, “Haleb”, İA, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, 1987, c. V/I, s. 120. 1063 Robert Mantran, “Hama”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1997, c. XV, s. 396.

202

Bu arada Hamâ halen onun iktâsıydı. Üç yıl sonra ülkenin idârî yapısında değişikliğe giden Sultan Salâhaddîn, Melik Âdil’i Mısır’a oğlu Melik Azîz’in atabeyi olarak görevlendirince Takiyüddîn’i de yeniden Hamâ’ya gönderdi. Ancak Mısır gibi zengin bir yerin elinden alınması sebebiyle Takiyüddîn’in maddî kaybı söz konusuydu, bunun telafisi gerekliydi. Bu amaçla Salâhaddîn, Hamâ’nın yanı sıra Mısır’a bedel olarak Meyyâfarikîn, Çapakçur, Lazkiye ve Cebele’yi de ona verdi.1064 Takiyüddîn ölünce yerine oğlu Melik Mansûr geçti. Ancak Melik Mansûr, Salâhaddîn’in Haçlılarla mücadele halinde olmasını fırsat bilerek ona kafa tutmaya başladı. Bunun üzerine Salâhaddîn, el-Cezîre bölgesindeki iktâlarını alıp Melik Âdil’e verdi. Melik Mansûr’a ise sadece Hamâ ve çevresini bıraktı. Bu durum, Melik Âdil’in 598/1202 yılında yaptığı taksimatta da geçerliliğini korudu.

Melik Âdil, 598/1201-02 yılında kızı İsmetüddîn Meleke Hatûn’u Melik Mansûr ile evlendirerek 1065 onunla yakınlık kurdu. Böylece kendi aleyhine oluşturulacak ittifakların önemli bir üyesini kendi tarafına çekmiş oldu. Bu sebeple bundan sonraki dönemde Melik Mansûr, merkezî hükümetle hep iyi geçindi. Onun soyundan gelenler de aynı politikayı sürdürerek Hamâ üzerindeki hâkimiyetlerini XIII. yüzyılın sonlarına kadar sürdürebildiler.1066 Bu olumlu ilişkilere istinaden Melik Mansûr, her zaman Melik Âdil’in emrine amadeydi. O da zora girdiğinde Melik Âdil, ya bizzât kendisi ya da nâibleri vasıtasıyla ona yardıma koşmakta gecikmiyordu. Örneğin 599/1203 tarihinde Haçlılar, Hamâ topraklarına saldırınca Melik Mansûr’un çağrısı üzerine Sultan Melik Âdil, bağlı beylikleri ona yardım etmek üzere seferber etti. Bunun sonucunda da Melik Mansûr, Haçlıları iki defa bozguna uğratabildi. Yine 601/1204 yılında Hospitalier şövalyeleri Hamâ’ya saldırıp ağır bir katliama imza attıklarında da Melik Âdil’in yardımcı kuvvetler gönderdiğini görmekteyiz. Melik Âdil, Hamâ’da işlenen bu katliamı duyunca çok rahatsız oldu. Derhal bir askerî birliği oraya göndermesi için Dımaşk’taki oğlu Melik Muazzam’a talimat verdi. Bu talimat üzerine Melik Muazzam, hem oraya hem de Haçlı saldırısının sıçrama ihtimali bulunan Humus’a asker sevk etti. Haçlılarla sulh anlaşması sağlanana kadar bu askerî birlikler, bölgeden ayrılmadılar.1067 Haçlılarla problemlerini hallettikten bir süre sonra Melik Mansûr, amcasını ziyaret etmek

1064 Şeşen, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbîler Devleti, s. 105. 1065 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 134. 1066 M. Sobernheim, “Hamâ”, İA, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, 1987, c. V/I, s. 171. 1067 İbn Nazîf, a.g.e., s. 44-45.

203

maksadıyla Mısır’a gitti. Kahire’ye vardığında amcası tarafından çok iyi karşılandı. Birkaç ay süren bu misafirliğinde Melik Âdil, ona çok fazla ikrâmda bulundu. Ayrıca ona hil’atler giydirerek Hamâ üzerindeki hâkimiyetini tanıdığını gösterdi.1068

611/1214-15 yılında da Hamâ ve Humus’a karşı Ermenilerle Haçlıların ittifakını görmekteyiz. Bu yıl Kıbrıs, Trablus, Akkâ ve Antakya Haçlılarıyla Ermeni II. Leon Hısnü’l-Ekrâd’da1069 toplandılar. Amaç Eyyûbîlerin bu iki koluna saldırmaktı. Ancak Melik Mansûr’un Melik Zâhir’i devreye sokmasıyla gayrı Müslim müttefikler geri çekilmek zorunda kaldılar.1070

1.2.6. Melik Âdil’in Humus ile İlişkileri

Milattan önce 3,000 yıllarından itibaren meskûn bir yer olan Humus,1071 Şâm’ı Halep’e bağlayan güzergâhta bulunan önemli bir şehirdir. Nûreddîn Mahmud Zengî tarafından 1164 yılında Esedüddîn Şîrkûh’a iktâ olarak verilmiş, 1169 yılındaki ölümünden sonra ise geri alınmıştı. Ancak bu şehir, Nûreddîn’in 570/1174 yılındaki ölümünden kısa bir süre sonra, Eyyûbîlerin eline geçti. Salâhaddîn Eyyûbî, burayı aldıktan dört yıl sonra (574/1179’da) tekrar amcası Şîrkûh’un ailesine iktâ olarak verdi. Amcasının oğlu Nâsırüddîn Muhammed’i buraya yerleştirerek Trablus’tan gelen Haçlı akınlarını engellemekle görevlendirdi.1072 Böylece Eyyûbîlerin Humus şubesi kurulmuş oldu. Nâsirüddîn 581/1185’de ölünce Salâhaddîn, bu şehrin o ailenin elinden çıkmasına izin vermedi. Nâsirüddîn’in yerine küçük yaştaki oğlu Melik Mücahid’i tayin etti. Bu durum 598/1202 yılında Melik Âdil tarafından yapılan taksimatta da tescillendi. Ayrıca Melik Mücahid’in Humus ile birlikte Rahbe ve Tedmür üzerindeki hâkimiyeti de kabul edildi. XIII. yüzyılın ortalarına kadar bu şehir, Şîrkûh’un soyunun elinde kaldı.

Humus, Haçlıların en çok saldırı düzenledikleri yerlerden biriydi. Bu saldırılardan birini de 601/1204 yılında gerçekleştirdiler. Fakat bu saldırı esnasında

1068 İbn Vâsıl, a.g.e.,c. III, s. 164. 1069 Bugün Suriye sınırları içinde Lazkiye bölgesinde yer alan Hısnü’l-Ekrâd, Batı dillerinde Şövalyeler .Kaletü’l-Hısn’dır /قلعة الحصن Kalesi anlamında Crac des Chevaliers olarak telaffuz edilirken Arapçası da Buraya ilk yerleşenler Kürtler olduğu içindir ki buraya Kürtlerin Kalesi anlamında Hısnü’l-Ekrâd denilmiştir. 1070 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 224. 1071 Humus tarihi için bkz. el-Hûrî Îsâ Es’ad, Tarîhu Hıms, I-II, Mektebetü’s-Sâih, Trablus, 1983. Ayrıca bkz. M. Sobernheim, “Humus”, İA, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, 1987, c. V/I, ss. 588-590. 1072 Robert Mantran, “Humus”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1998, c. XVIII, s. 370, 372.

204

Melik Mücahid onlara karşı koyamadı. Onlar da herhangi bir mukavemetle karşılaşmadan birçok Müslümanı öldürüp bir kısmını da esir aldılar ve geri çekildiler.1073 Melik Âdil, durumdan haberdar olunca derhal Humus’a doğru yola çıktı, ancak Birketülcübb1074 denilen mevkiye geldiğinde Haçlıların ülkelerine döndüklerini haber aldı, o da bunun üzerine Kahire’ye geri döndü.1075 Ancak Melik Mücâhid, bunun intikamını almadan rahat edemezdi, bu sebeple kısa bir süre sonra saldırıya geçerek Hısnü’l-Ekrâd’a kadar olan Haçlı topraklarını yağmaladı. Onların bir sürü küçük ve büyük baş hayvanlarına el koydu. 1076 Bundan bir yıl önce de Haçlıların Humus’a saldırdıklarını ve bu nedenle Melik Mücahid’in Melik Âdil’den yardım istediğini görmekteyiz.1077 Haçlıların Humus’a saldırdıkları bir diğer olay da 606/1209-10 yılında gerçekleşti. Yanlarında getirdikleri mobil köprü ile Âsî nehrini geçip Humus yakınlarındaki Bâb-ı Tedmür’e kadar sokulan Haçlılar, buradan etrafa yağma hareketlerine giriştiler. Bunun üzerine Humuslular karşı saldırıya geçip onları Kudüs tarafına kaçmaya zorladılar. Onlar kaçarken Humuslular, onlardan kopardıkları birlikleri imha edip arkalarında bıraktıkları mallarına da el koydular.1078

1.2.7. Melik Âdil’in Baalbek ile İlişkileri

Baalbek de Hamâ ve Humus gibi Şâm’ı Halep’e bağlayan güzergâhta bulunan önemli şehirlerdendir. 534 başı/1139 sonunda Zengîler tarafından ele geçirilen bu şehrin valiliği, fethinde çok büyük yararlılık gösterdiği için Necmeddîn Eyyûb’a verildi. Necmeddîn Eyyûb, bir taraftan şehrin imâr faaliyetleri ile uğraşırken bir taraftan da halka daha âdil ve müreffeh bir yaşam ortamı sağlamak için çaba sarf etmekteydi. Bu durum, o dönem Zengî ailesinin lideri olan İmâdeddîn Zengî’nin 541/1146 yılındaki Ca’ber Kalesi muhâsarası esnasında bazı memlûkleri tarafından öldürülmesine kadar devam etti. Onun vefatından sonra Baalbek, Dımaşk’taki Böriler tarafından zapt edildi. Ancak bu durum 552/1157’ye kadar devam etti. Bu tarihte İmâdeddîn’in oğlu Nûreddîn, şehri Börilerden geri aldı.

1073 İbn Nazîf, a.g.e., s. 46; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 164. 1074 Birketülcübb, Kahire’nin kuzeybatı açıklarında bulunur. Birketülhacc da denilen bu yer, hacıların hem hacca giderken hem de ordan dönerken toplandıkları alandı. Ayrıca burası Eyyûbî hükümdarlarının da piknik yeriydi. 1075 İbn Nazîf, a.y.; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 197. 1076 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 168. 1077 İbn Nazîf, a.g.e., s. 43. 1078 Ebû Şâme, a.g.e., c. V, s. 103.

205

Nûreddîn’in ölümünden sonra Dımaşk seferine çıkan Salâhaddîn, daha sonraki süreçte Eyyûbîlerin Haçlılarla yapacakları mücadelede önemli bir üs görevi görecek olan bu şehri, dört aylık muhâsaradan sonra, 570/1175 yılında ele geçirdi. Buranın idâresini serdarı Şemseddîn Muhammed b. Mukaddem’e bıraktı. Ancak Yemen fatihi Turanşâh da burayı çok istemekteydi. Buranın kendisine verilmesi için birçok defa Salâhaddîn’e müracaat etti. Nihâyet 574/1178 yılında Salâhaddîn tarafından oraya atanarak bu arzusuna kavuştu. Ancak bu atama yaklaşık dört yıldır oranın valiliğini sürdürmekte olan İbn Mukaddem’in hoşuna gitmemişti. O, kendisine haksızlık yapıldığını düşünmüştü. Bu sebeple isyan hareketine kalkıştıysa da başka yerler kendisine verilince isyanı sonlandırdı. Fakat zevkine düşkün olmasıyla bilinen Turanşâh, burada sadece bir yıl kaldı. Bir yıl sonra kendi isteğiyle İskenderiye’ye döndü. Bunun üzerine Salâhaddîn, o dönem Dımaşk valiliği yapan ve kardeşi Şahinşâh’ın oğlu olan Ferruhşâh’ı oraya atadı. Ferruhşâh, üç yıl oranın valiliği görevini yürüttükten sonra 578/1182 tarihinde vefat etti. Sultan Salâhaddîn, şehri bu ailenin elinden çıkarmadı. Ferruhşâh’ın yerine onun oğlu Melik Emced Behrâmşâh’ı atadı. Behrâmşâh, bu tarihten 627/1230 yılına kadar yaklaşık 48 yıl boyunca burayı yönetti.1079

Melik Âdil, 598/1202 yılında yaptığı taksimatta Melik Emced’in Baalbek ve çevresi üzerindeki hâkimiyetini tescilledi. Haçlılara karşı yürütülen mücadelelerde çok önemli bir üs görevi gören Baalbek, 600/1203-04 yılında çok şiddetli bir depremle sarsılıp büyük yıkım yaşadı. Şehrin hâkimi Melik Emced, 598/1201 yılında Hamâ ve Humus melikleriyle birlikte Hısnü’l-Ekrâd ve Trablus’taki Haçlılarla mücadele edip onları hezîmete uğrattığı olayda olduğu gibi bu tür durumlarda hep Eyyûbîlerin yanında yer aldı. Melik Âdil’in sultanlık dönemi boyunca böyle davranıp Eyyûbîleri hiçbir zaman Haçlılar karşısında yalnız bırakmadı.1080

1079 Bkz. Mikhaîl Mûsâ Aluf, Tarîhu Balebek, 2. Baskı, Matbaa-ı Edebiye, Beyrut, 1904, s. 58-60; M. Sobernheim, “Baalbek”, İA, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, 1979, c. II, s. 161-162; İdris Bostan, “Ba’lebek”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1992, c. V, s. 10. 1080 Aluf, a.g.e., s. 60.

206

2. MELİK ÂDİL’İN SULTANLIK DÖNEMİ DIŞ SİYÂSÎ FAALİYETLERİ

2.1. Melik Âdil’in Abbâsî Halîfesiyle İlişkileri

Abbâsî imparatorluğu, 132/749 yılında Emevîlerin yerine kurulmuştur. İslâm tarihinde Osmanlılardan sonra en uzun süre iktidarda kalabilen bu imparatorluk, zamanla siyasî ve askerî hâkimiyetini kaybetmiştir. Nitekim devletin başkenti Bağdat, 945 yılında Şiî Büveyhîlerin, 1055 yılında ise Büyük Selçuklu Devleti’nin egemenliğine girmiştir. Uzun yıllar dünyevî iktidarını kaybetmiş olan Abbâsî Devleti’nin hâkimiyetini yeniden kurmak için ara ara harekete geçen halîfeler ortaya çıkmışsa da ülkesinin kaderini değiştirme başarısını gösterememişlerdir. Bu halîfelerden biri de 575/1180 yılında hilafet makamına oturan ve Abbâsî halîfeleri içinde en uzun süre yönetimde kalan Nâsır Lidînillâh’tır. 1081 O da ülkesinin hâkimiyetini yeniden tesis etmek için siyasî, askerî ve sosyal alanlarda birçok çalışma başlattı. 1082 İşe Selçukluların Bağdat’taki hâkimiyetini kırmakla başladı. Bu amaçla Harzemşâhları, onlara karşı kışkırtmaktaydı. Bu kışkırtmalar sonucunda da Harzemşâh hükümdarı Tekiş, Halîfe Nâsır’ın yardımını alarak Selçuklulara saldırdı ve 590/1194 yılında dönemin Selçuklu hükümdarı II. Tuğrul’u öldürdü. Böylece Abbâsî hilafet makamı rahat bir nefes aldı.

Halîfe Nâsır Lidînillâh, Fâtimî hilafetine son vererek Abbâsîleri İslâm dünyasının tek manevî otoritesi haline getiren Salâhaddîn Eyyûbî ile başlangıçta iyi geçindi. Ele geçirdiği topraklar üzerindeki hâkimiyetini tanıdı. Ancak sonraları onun hızlı ilerlemesinden ve güçlenmesinden rahatsız oldu. Özellikle de el-Cezîre topraklarındaki ilerlemesi onu çok rahatsız etmekteydi. Çünkü o da hâkimiyet alanını bu bölgeye, kuzeye doğru genişletmek niyetindeydi. 1083 Artık Salâhaddîn de onun menfaatlerine ters düşmekteydi. Bu sebeple uzun bir zaman onun Haçlılara karşı yardım çağrılarını duymazlıktan geldi. 1084 Fırsatını bulduğunda onu azarlamaktan da geri durmadı. Nihâyet 577/1181-82 yılında bir mektup göndererek Fâtimî halîfesinin verdiği en-Nâsır lakabını halen kullanıyor olmasından dolayı onu azarladı. Gerekçe ise

1081 el-Hâfız Şemseddîn ez-Zehebî, Tarîhü’l-İslâm ve Vefeyâtü’l-Meşâhîr ve’l-A’lâm, I-LIII, Thk. Ömer Abdusselam Tedmürî, Dârü’l-Kitabi’l-Arabî Yay., Beyrut, 1998, c. XLV, s. 84; İslâm Araştırmaları Komisyonu, Rasûlullâh’ın Doğumundan Günümüze İslâm Tarihi, I-II, Tkd. Râgıb es-Sencânî, Çev. Ayhan Çakıroğlu, Beka Yay., İstanbul, 2012, c. I, s. 370. 1082 Angelika Hartmann, “Nâsır-Lidînillâh”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 2006, c. XXXII, s. 399. 1083 Dahlmanns, a.g.e., s. 42. 1084 F. Taeschner, “Nâsır”, İA, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, 1964, c. IX, s. 93.

207

kendisinin de aynı lakabı kullanıyor olmasıydı.1085 Ancak Abbâsî halîfesinin bu üstten bakmacı tavrı Melik Âdil döneminde devam etmedi. Halîfe, Salâhaddîn’e gösterdiği reaksiyonu Melik Âdil’e gösteremedi. Çünkü Melik Âdil’in sahip olduğu devlet, onun devletinden daha büyük ve Salâhaddîn dönemindeki durumun aksine artık çok fazla manevî desteğe ihtiyaç duymayacak kadar da güçlüydü. Bu sebeple Melik Âdil, ona karşı ağabeyinden daha kendinden emîn bir duruş sergiledi. Aslında onun manevi desteğine ihtiyacı da yoktu. Çünkü teorik olarak onun yardımını gerektirecek cihad fikri Melik Âdil’in siyasetinde ancak ikinci derecede bir rol oynamaktaydı. Melik Âdil, ülkenin Salâhaddîn döneminde ulaştığı sınırlarıyla iktifâ edip Haçlılar aleyhinde bir genişleme düşüncesi taşımadığı için cihad fikrini devreye koymaya da gerek duymamıştı.1086 Ancak bütün bunlara rağmen hem halk nazarında meşruiyet problemi ile karşılaşmamak hem de halîfenin ülkenin iç işlerine karışmasını önlemek için diğer İslâm devletlerinde olduğu gibi o da halîfenin manevî otoritesini kabul etti. Bunun yanı sıra topraklarına yönelik muhtemel Eyyûbî saldırılarının söz konusu olmayacağı konusunda halîfeyi temîn ederek ülkesini onun muhtemel saldırılarından koruduğu gibi onunla dostane ilişkilerin gelişmesini de sağladı. Bundan sonra Melik Âdil’in vefatına kadar ikisi arasındaki ilişkiler oldukça dostane bir seyir izledi.

Melik Âdil sultan olmadan önce hilafet makamına oturan Nâsır Lidînillâh, o vefat ettiğinde de halen bu makamdaydı. Uzun yıllar boyunca ikisinin, birçok defa elçileri vasıtasıyla münasebet halinde olduklarını görmekteyiz. Melik Âdil’in sultanlığı döneminde ilk münasebet de 599/1203 yılında gerçekleşmiştir. Melik Âdil, Cemâziyelâhir 598/Mart 1202 tarihinde Eyyûbî hanedanına mensup bütün melikler tarafından sultan olarak kabul görmüştü. Kısa bir süre sonra, 599/1203’te halîfe tarafından Mısır, Şâm ve el Cezîre hâkimi olarak onay aldı. Bunun yanı sıra Melik Kâmil’in veliahtlığı da halîfe tarafından kabul gördü.1087 Halîfe, bu tarihte elçisi Ali b. Abdulcebbâr ile birlikte Melik Âdil’e ve çocuklarına hil’atler ve fütüvvet1088 şalvarları

1085 Celâleddîn Abdurrahmân Süyûtî, Tarîhü’l-Hulafâ, Eser Neşriyat Yay., İstanbul, 1952, s. 452. 1086 Dahlmanns, a.g.e., s. 171-172. 1087 ed-Devâdârî, a.g.e., c. VII, s. 153. 1088 Başlangıçta tasavvufî bir nitelik taşıyan Fütüvvet kavramı, Abbâsî halîfesi Nâsır Lidînillâh ile birlikte devletin resmî bir kurumu haline dönmüştür. Böylece bu kurumun siyasî desteğini arkasına alan halîfe, halk üzerindeki otoritesini daha güçlü olarak icra etmiştir. Bkz. Ahmet Yaşar Ocak, “Fütüvvet”, DİA, I- XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1996, c. XIII, s. 261-263.

208

gönderdi.1089 Böylece hem onun sultanlığını onayladı hem de fütüvvet payesi tevcih eyledi. Halîfe Nâsır Lidînillâh, 'Fütüvvet' kurumunu resmileştirip kendisine bağladıktan sonra Müslüman hükümdarları da bu teşkilata dâhil ederek onlara manevî otoritesini kabul ettirmek istemişti. Müslüman hükümdarlar da genelde buna olumlu yaklaşmaktaydılar. Çünkü bu, hem onların halîfe nezdinde meşruiyetlerinin tanınması anlamına gelmekteydi hem de buna bağlı olarak onların halk arasındaki kabul edilirlik derecesi yükselmekteydi. 1090 Halîfe, fütüvvet payesini kime vermek isterse ona 'Serâvîlü’l-Fütüvva' denilen bir şalvar gönderir,1091 onu giyen hükümdar da böylece Fütüvvet teşkilatına dâhil olmuş olurdu.

Halîfe bir diğer atama belgesini/taklîdi de 604/1207-08 yılında Melik Âdil’e gönderdi. Halîfe, bu belge ile Melik Âdil’in Mısır, Suriye ve el-Cezîre toprakları üzerindeki hâkimiyetini kabul etmekteydi. Bu belgeyle Melik Âdil’i onurlandırdığı gibi onun oğulları; Melik Kâmil, Melik Muzaffer ve Melik Eşref ile veziri İbn Şükr ve üstadüddâr’ı Şemseddîn İldeniz’e de hil’atler gönderdi.1092 Melik Âdil, daha bir yıl önce Vezir İbn Şükr tarafından Mısır’ın kazaskerlik makamına atanan Necmeddîn Halil el- Hamevî’yi,1093 ülkesi üzerindeki hâkimiyetini tescilleyen bir taklîd talebiyle elçi olarak halîfeye göndermişti. Onunla birlikte Üstadüddâr Şemseddîn İldeniz de Bağdat’a gitmişti. Halîfe, onları çok iyi karşıladı ve sultanın talebine de olumlu yaklaştı. Bir süre sonra Melik Âdil’in istediği halîfelik taklîdini kendi elçileriyle gönderdi.1094 Elçileri, Şeyh Sühreverdî ile Sungur Silahtâr’dı.1095 Bu iki elçi, halîfenin Melik Âdil’in Mısır, Suriye, Ahlât ve el-Cezîre bölgesi üzerindeki hâkimiyetini tanıdığını tescilleyen bir taklîd ile birlikte Dımaşk’a doğru yola çıktılar. Yanlarında taklîdin yanı sıra Melik Âdil’e, arkadaşlarına ve oğullarına verecekleri hil’atler de vardı. Dımaşk’a yaklaştıklarında Melik Âdil, onları şehrin dışında karşılamak için yanında devlet yöneticileri ve askerleri olmak üzere yola çıktı ve Dımaşk ile Humus sınırındaki Kusayr denilen mevkide onları karşıladı. 1096 Ertesi gün Dımaşk Kalesi’ndeki Dâr-u Rızvan

1089 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 513; Ebû Şâme, a.g.e., c. V, s. 51. 1090 Ocak, a.g.m., s. 262. 1091 C. Van Arendonk – Bıcher Farıs, “Fütüvvet”, İA, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, 1948, c. IV, s. 700. 1092 Nüveyrî, a.g.e., c. XXIX, s. 25. 1093 İbn Nazîf, a.g.e., s. 54; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 200. 1094 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 180; Makrizî, a.y. 1095 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 534. 1096 İbn Tağriberdî, a.g.e., c. VI, s. 165.

209

Sarayı’nda hil’at giyme töreni yapıldı. Burada Melik Âdil’e altın tırâz1097 işlemeli siyah bir cübbe ve yine altın tırâz işlemeli siyah bir sarık giydirildi. Bunların yanı sıra gönderilen hil’atler içerisinde mücevherler ile de süslenmiş altın bir kolye, bütün sapı altınla tezyin edilmiş bir kılıç, altın semerli yağız bir at ve Halîfe Nasır Lidînillâh’ın lakaplarının beyaz yazı ile yazılı olduğu siyah bir sancak da vardı. Melik Âdil, hil’ati giydiğinde Halep, Hamâ ve Humus elçilerinden her biri onun başından biner altın döktüler.1098 Daha sonra halîfenin elçisi Şeyh Sühreverdî, Melik Muazzam ile Melik Eşref’e, onlardan sonra Vezir İbn Şükr’e de hil’at giydirdi. Ancak onların hil’atleri, siyah birer sarık ve yenleri geniş siyah birer elbiseden müteşekkildi. 1099 Kaynaklar Dımaşk’ta hil’atlerin bu dört kişiye verildiğini söylerken ünlü tarihçi Ebû Şâme ile ünlü Memlûk tarihçisi Nüveyrî, bunlara Melik Âdil’in üstadüddârı Şemseddîn İldeniz’i de ilave ederler.1100 Daha sonra bu dördü hil’at giymiş halde Dımaşk’ın dışına çıkıp Nasr kapısından şehre giriş yaptılar. Birlikte kaleye çıktılar.1101 Dımaşk’ın ileri gelenleri ve çevre beldelerden gelen kâdılar kale dîvânında oturmuşlardı.1102 Burada Vezir İbn Şükr, halîfenin gönderdiği halîfelik temliknâmesini okumak üzere kendisi için kurulmuş olan kürsüye çıktı. Halîfeye saygısından temliknâmeyi ayakta okudu. Melik Âdil ve oradakiler de ayakta dinlediler.1103 Taklîd/temliknâmede halîfe, Melik Âdil’in Mısır, Suriye, el-Cezîre ve Ahlât üzerindeki hâkimiyetini tescillemekteydi. 1104 Bu temliknâmede Melik Âdil’e, Şahinşâh Melikü’l-Mülûk Halilu Emîri’l-Mü’minîn ünvanı verilmişti. Artık o, hutbelerde bu ünvanla anılacaktı. Dımaşk’taki merasim bitince halîfenin elçileri Mısır’a giderek o dönem babasının nâibi olarak orada bulunan Melik Kâmil’e de halîfenin gönderdiği hil’ati giydirdiler.1105

1097 Tırâz, Farsça bir kelime olup sözlükte kenar süsü, süslemek, tanzim etmek gibi anlamlara gelmektedir. Terim olarak ise halîfe, hükümdar ve önemli devlet adamlarının giydikleri üniformaların yenlerine, yaka kenarlarına, ön veya arkalarına işlenen, genellikle altın yaldızlı bir kûfî yazısı şeridi biçimindeki süslere denir. Bkz. Hasan Enverî, Ferheng-i Feşorde-i Sohen, I-II, 12. Baskı, Neşriyât-i Sohen, Tahran, 2011, c. II, s. 1511; Nebi Bozkurt, “Tırâz”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 2012, c. XLI, s. 112. 1098 Ebû Şâme, Melik Âdil’in buna izin vermediğini ifade etmektedir. Bkz. Ebû Şâme, a.g.e.,c. V, s. 96. 1099 İbn Vâsıl, a.g.e.,c. III, s. 181-182; İbn Tağriberdî, a.g.e., c. VI, s. 166; Nüveyrî, a.g.e., c. XXIX, s. 25. 1100 Bkz. Ebû Şâme, a.g.e.,c. V, s. 96; Nüveyrî, a.g.e., c. XXIX, s. S. 25. 1101 İbn Vâsıl, a.g.e.,c. III, s. 182. 1102 Nüveyrî, a.g.e., c. XXIX, s. 26. 1103 Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 202. 1104 Nüveyrî, a.y. 1105 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 182;İbn Tağriberdî, a.g.e., c. VI, s. 166.

210

Bu dönemde halîfenin Melik Âdil’e ve Eyyûbîlere karşı son derece olumlu bir tutum sergilediğini görmekteyiz. Aslında bunu Harzemşâhların onun üzerinde giderek artan baskısına bağlayabiliriz.1106 Halîfe iktidara geldiğinden beri güçlü bir dînî figür olmanın yanı sıra güçlü bir siyasî figür olarak da kendinden bahsettirmek istiyordu. Aslında başarılı bir yöneticilik de yapıyordu. Ancak bir süre önce Harzemşâhları Selçuklulara saldırtmakla büyük bir hata işlemiş, bundan sonra da Selçukluların yerine Harzemşâhların saldırılarını püskürtmekle uğraşmak zorunda kalmıştı.1107 Bu sebeple o dönem İslâm devletleri içinde askerî ve siyasî güç olarak, ülkesi Abbâsî İmparatorluğu’na koruyuculuk yapabilecek birkaç devletten biri olan Eyyûbîleri yanına çekmek için çok çaba sarf etti.

Yine bu yıl (604/1208), Necîb b. Ebü’l-Kâsım’ın da halîfenin elçisi olarak Melik Âdil’e geldiğini biliyoruz. O, Bağdat’tan bazı gizli mesajları Melik Âdil’e iletmek üzere Dımaşk’a gelmişti. Melik Âdil ile bir araya geldikten sonra da Bağdat’a dönmek üzere yola çıkmış, ancak yol üzerindeki Hamâ’da vefat etmişti.1108 Bu sebeple halîfenin ne tür mesajlar gönderdiğini hiçbir zaman öğrenemedik.

Halîfe, 605/1209 yılında da Melik Âdil’e elçi gönderdi. Bu seferki elçisi, yine Şeyh Sühreverdî’ydi. Elçisiyle, halîfelik taklîdinin yanı sıra yine Sultan Melik Âdil başta olmak üzere onun çocuklarına da hil’atler gönderdi. Ancak bu taklîd belgesinde daha önce Büveyhoğulları ile Selçuklu hükümdarlarından başka kimseye verilmeyen ünvanlarla Melik Âdil taltif edilmekteydi. Yine bu taklîd ile Melik Âdil’in Mısır, Suriye, bütün Doğu bölgesi, Irak ve Harzemşahların hâkimiyetinde olmayan bazı İran toprakları üzerindeki hâkimiyeti tescillenmekteydi.1109

Melik Âdil’in 606/1209 yılında Sincâr kuşatması esnasında halîfenin devreye girdiğini, onunla Sincâr hâkimi arasında arabuluculuk yaptığını ve bu girişim üzerine Melik Âdil’in Sincâr kuşatmasını kaldırdığını bilmekteyiz. Ancak halîfenin aracılığı Melik Âdil’e Sincâr’ı kaybettirse de onunla halîfe arasındaki olumlu münasebetleri hiç

1106 Dahlmanns, a.g.e., s. 172. 1107 Hitti, a.g.e., s. 657. 1108 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 537-538. 1109 ed-Devâdârî, a.g.e., c. VII, s. 166.

211

etkilemedi. Hatta halîfenin burada inisiyatif alması, Sincâr’ın kaybına sebep olmuşsa da ülkede yeniden iç çatışmaların yaşanmasını ve büyümesini engelledi.1110

612/1215 yılının son günlerinde yine Şeyh Sühreverdî, hilafet makamının mesajını iletmek üzere Kudüs’e geldi. Zira Sultan Melik Âdil, o dönem oradaydı.1111 Muhtemelen elçi, halîfenin oğlunun vefatını ona bildirmek üzere bizzât halîfe tarafından görevlendirilmişti. 614/1217 yılında da yine halîfe ile Melik Âdil arasında elçilerin karşılıklı gidip geldiğini bilmekteyiz.1112

2.2. Melik Âdil’in Müslüman Komşu Devlet Ve Beyliklerle İlişkileri

Salahaddîn’in ölümüyle birlikte Eyyûbîlerin, doğu komşularıyla ilişkileri kötüleşti. Ayrıca hanedan üyeleri arasındaki iktidar mücadelelerinden dolayı iç huzursuzluk da yaşanmaktaydı. Bu durum 1202 yılına kadar böyle devam etti. 1200 yılında saltanat makamına gelen Melik Âdil, kısa sürede sükûneti sağladı. Onun en büyük gayesi halkının huzur ve emniyetini sağlamak, iç isyanlar karşısında ülkesinin bütünlüğünü korumaktı. 1202 yılı sonlarına gelindiğinde de bu gayesine ulaşmıştı. Bu tarihte gerek içerde gerekse çevre beylik ve devletlerin çoğunda hâkimiyetini kabul ettirmiş, böylece diğer Eyyûbî hükümdarlarının dönemlerine nispeten sakin bir dönem yaşanmaya başlamıştı. Her tarafta barışı tesis etmeye çalışan sultanın başta Venedik olmak üzere İtalyan şehir devletleriyle yaptığı ticâret anlaşmaları da bu barış siyasetinin eseri olsa gerekir.1113

Mevcut kaynaklara göre barışsever kişiliğiyle bilinen Melik Âdil’in doğu politikası ise el-Cezîre’de beklemek yerine dışa yönelmek şeklindeydi. Ancak bütün çabalarına rağmen doğuda, Salâhaddîn’in çizdiği sınırlarda kaldı. Sadece bu konuda onun doğudaki nâibleri olan oğullarının başarısından bahsedilebilir. Doğudaki hâkimiyet alanı Dicle nehrinin 100 km. doğusuna kadardı. Bu sınırın doğusunda Harzemşâhlar vardı. Melik Âdil, Harzemşâhlarla aynı dönemde bulunmasına rağmen diğer komşu devletlerle olan münasebeti bunlar için sözkonusu değildi. Aslında Melik

1110 Dahlmanns, a.g.e., s. 173. 1111 Ebû Şâme, a.g.e., c. V, s. 138, Nüveyrî, a.g.e., c. XXIX, s. 44. 1112 Sallâbî, el-Eyyûbiyyûn Ba’de Salâhaddîn, s. 75, 78. 1113 Carl Heinrich Becker, “Al-Malik Al-Âdil”, İA, 5. Baskı, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, 1978,c. I, s. 140; Ramazan Şeşen, “el-Melikü’l-Âdil I”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., Ankara, 2004, c. XXIX, s. 59.

212

Âdil’in onlarla diyaloga girmesini gerektirecek herhangi bir neden de yoktu. Onlarla ilk ve belki de tek münasebeti 615/1218 yılındaki karşılıklı elçilerin gidip gelmesiydi.1114 Bu yıl Melik Âdil Mercüssuffar’daki karargâhındayken Harzemşâhlar hâkimi Alâaddîn Muhammed’in elçisi geldi. Hükümdarının mesajını sultana ilettikten sonra döndü. Kaynaklar elçinin ne mesaj getirdiğinden bahsetmez. Muhtemelen iki ülke arasında dostane ilişkilerin geliştirilmesine yönelik Alâaddîn’in arzusuzunu ihtiva eden bir mesajdı. Melik Âdil de kısa süre sonra elçilerini ona gönderdi. Sultan, cevabî mesajını, Alâaddîn’e iletmek üzere Hatib ed-Duveli’î’yi ve Kazasker Necmeddîn Halil’i gönderdi. Ancak elçiler, Hemedan’a gittiklerinde Alâaddîn’i göremediler. Çünkü o, askerlerinin ihaneti sonucu Tatarların karşısında tutunamayıp kaçmıştı. Bunun üzerine oğlu Celaleddîn Harzemşâh’la görüşmek maksadıyla Buhara sınırına kadar gittiler. Ancak burada, Celâleddîn’in haber vermesiyle Sultan Melik Âdil’in vefat ettiğinden haberdar oldular ve hemen geri döndüler.1115

2.2.1. Melik Âdil’in Artuklularla İlişkileri

Artukoğulları Hısnkeyfâ, Harput ve Mardin’de hüküm sürmüş bir Türkmen ailesidir. Artuk b. Eksük’ün soyundan geldikleri için bu adı almışlardır. 1116 Suriye Selçuklularından Melik Tutuş’a yaptığı hizmetlerden dolayı Kudüs valiliğine getirilmiş olan Artuk Bey, 1091 yılında vefat edince yerini oğulları Sökmen ve İl-Gâzî aldı. Ancak bu ikisi 1098 yılında Kudüs’ü Fâtimîlere kaptırdılar.1117 Bunun üzerine bölgeden ayrılıp el-Cezîre’ye geldiler. Bu aile daha sonra bu bölgede şu üç ana koldan idâre edilen ve ataları Artuk’un ismiyle anılan devleti kurdu:

1- Hısnkeyfâ kolu (495-629/1101-1231) 2- Harput kolu (581-631/1185-1233) 3- Mardin kolu (502-811/1108-1408).

1114 Dahlmanns, a.g.e., s. 146. 1115 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 593; İbn Tağriberdî, a.g.e., c. VI, s. 223. 1116 Artuk ailesi, Oğuzların hangi boyundan geldiği hususunda tarihçiler arasında ihtilaf vardır. Ünlü Cezîreli tarihçi Şemseddîn Muhammed, onların Oğuzların Döğer boyundan olduklarını söylese de tarihçilerin kahir ekseriyeti bu tespiti ihtiyatla karşılamışlardır. En büyük delilleri, Artuk sikkelerinin üzerinde yapılan incelemelerde Oğuzların Kayı boyuna ait damgaya rastlanmış olmasıdır. Tarihçilerin çoğu bu damgaya dayanarak Artuk ailesinin Kayı boyuna mensup olduklarını iddia etmektedirler. Bkz. M. Fuad Köprülü, “Artuk Oğulları”, İA, 5. Baskı, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, 1978, c. I, s. 617; İbrahim Artuk-Cevriye Artuk, Artukoğulları Sikkeleri, Sümer Kitabevi, İstanbul, 1993, s. 13-14. 1117 Osman Çetin, Türk-İslam Devletleri Tarihi, 3. Baskı, Düşünce Yay., İstanbul, 2011, s. 152.

213

Hısnkeyfâ kolunun kurucusu Sökmen Bey’dir. Harput kolunun kurucusu da Sökmen Bey’in soyundan gelen İmâdeddîn Ebûbekir b. Karaaslan’dır. Mardin kolunun kurucusu ise İl-Gazi’dir. Kurucularını göz önünde bulunduran bazı tarihçiler Artukluları: Sökmaniye ve İlgaziye olmak üzere iki ana kola ayırıp değerlendirmektedirler.

2.2.1.1. Hısnkeyfâ Kolu

Artuklu Devleti’nin Hısnkeyfâ kolu, Sökmen Bey tarafından 495/1101 yılında kurulmuştur. Eyyûbî Devleti kuruluş aşamasındayken buranın hükümdarı Fahreddîn Karaaslan’ın oğlu Nûreddîn Muhammed’di. Babasının 562/1167 yılındaki ölümü üzerine yönetimi eline alan Nûreddîn, 578/1182 yılında Eyyûbî Devleti’ne tabi oldu. Bu beylik, bu tarihten Melik Âdil’in vefat ettiği yıla kadar Eyyûbîlere bağlılığını devam ettirdi ve ister Müslümanlara ister Haçlılara karşı olsun yürütülen mücadelelerde Eyyûbîleri hiç yalnız bırakmadı.

Eyyûbîler, gerek Salâhaddîn döneminde olsun gerekse Melik Âdil döneminde olsun Artuklular içinde kendilerine en yakın olarak Hısnkeyfâ kolunu görüyorlardı. Bu konuda rol oynayan etkenlerden biri onların sadakatleriyken diğeri de Eyyûbî hanedanıyla kurmuş oldukları akrabalıktı. Kudüs’ü fethettiğinden dolayı Hısnkeyfâ Artukluları hükümdarı Kutbeddîn II. Sökmen’in de içinde bulunduğu birçok hükümdar, Salâhaddîn’i tebrik etmek için elçilerini göndermişti. Cihad mücadelelerinde Salâhaddîn’i gönderdiği askerî birliklerle hep desteklemiş olan II. Sökmen, Salâhaddîn’i tebrik etmek için veziri Kutluğ Aba’yı göndermişti. Salâhaddîn’in huzurunda bulunan vezir, hükümdarının cihad mücadelelerinde verdiği daimî desteğe istinaden Eyyûbîlerle ilişkileri tahkim etmek için iki önemli talepte bulundu. İlki hükümdarı adına Salâhaddîn’den muhkem bir ahitnâme talep etmesiydi. İkincisi de Melik Âdil’in kızını hükümdarına istemesiydi. İki talebi de kabul edildi. Gerek bu ahitnameden dolayı olsun gerekse de iki aile arasında kurulan bu akrabalık sebebiyle olsun Eyyûbîler, bundan sonra Artukluların bu koluna hep hamilik etmişlerdir.1118 Onların da Eyyûbîlerin bu dostluğunun hakkını verdiklerini görüyoruz. Örneğin Salâhaddîn vefat ettikten hemen sonra el-Cezîre bölgesinde isyan hareketi başladığında, hatta bu hareketin başını Mardin

1118 Remzi Ataoğlu, “Artuklu-Eyyubi İlişkileri”, Tarih İncelemeleri Dergisi, 1995, Sayı: X, s. 77-78.

214

Artukluları çekmesine rağmen onların bu harekete katılmadıklarını görmekteyiz. Bir süre sonra amcaları Melik Âdil’e karşı harekete geçerek Dımaşk’ı muhâsara eden Salâhaddîn’in çocuklarını destekleyenler arasında Mardin Artukluları bulunduğu halde yine onlar sessiz kalmayı tercih ettiler. Bundan bir müddet sonra, kısa süre önce Eyyûbîlerin hâkimiyetine giren Ahlât ve çevresi Gürcüler tarafından taciz edilmeye başlanınca Melik Âdil, Eyyûbî hanedanı üyeleriyle birlikte Hısnkeyfâ hükümdarına da yardım çağrısında bulunmuştu. Onların bu çağrı üzerine Vezir Ziyâeddîn’i bir grup askerle birlikte yardıma gönderdiğini bilmekteyiz. Gürcülerin 605/1208-09 tarihinde yine Ahlât’a saldırmaları ve Erciş’i zapt etmeleri karşısında Melik Âdil’in çağrısı üzerine bölgedeki diğer tabi hükümdarlar gibi Hısnkeyfâ hükümdarı Nâsirüddîn Mahmut da kuvvetleriyle birlikte onun yanında yerini aldı. Ancak Harran’da toplanan tabi hükümdarlar arasında Sincâr hâkimi yoktu. Melik Âdil’in kendilerine karşı harekete geçtiğini duyan Gürcüler ise Ahlât topraklarını terk edip ülkelerine kaçmışlardı. Bu sebeple Ahlât’a gitmesine gerek kalmayan Melik Âdil, Sincâr hâkimini cezalandırmak istedi. Ancak bölge hâkimleri bundan hiç hoşlanmayıp Sincâr’dan yana tavır aldılar. Hısnkeyfâ Artukluları ise yine onlarla birlikte hareket etmeyip Eyyûbîlerin yanında yer aldılar. Eyyûbîler de bu sadakatlerine karşılık onların yaptıkları yardım çağrılarına hep olumlu cevap verdiler. Örneğin 600/1204 yılında Musul hâkimi Nûreddîn Arslanşâh, Sincâr topraklarına saldırınca dönemin Hısnkeyfâ Artukluları hükümdarı Nâsirüddîn Mahmut, Begteginlilerle birlikte Sincâr’ın yanında yer aldı. Bu arada Melik Âdil’den de yardım istemişti. Bu çağrı üzerine Melik Âdil, derhal bölgedeki oğlu Melik Eşref’i yardıma gönderdi. Oğlunu gönderirken de, Hısnkeyfâ Artuklu hükümdarının mutemet biri olduğunu, bu sebeple onun sözlerine güvenerek hareket edebileceğini tavsiye etmişti. Nâsirüddîn, belki de buradaki ittifaktan cesaret alarak bir yıl sonra (601/1205) yine Melik Eşref’ten bu sefer Harput Artuklularına karşı yardım istedi.1119

Hısnkeyfâ Artukluları Beyliği, 1218 yılına kadar Eyyûbîlerin el-Cezîre bölgesindeki en sadık tabileriydi. Ancak bu yıl, bu beyliğin hükümdarı Nâsirüddîn Mahmut, Anadolu Selçuklularına bağlılık bildirdi. Hutbelerde ve parada Melik Âdil’in adını sildiği gibi Halep’e saldıran Anadolu Selçuklularına da destek verdi. Selçukluların mağlup olması üzerine ise Melik Eşref’e başvurup pişmanlığını dile getirdi. Tekrar Eyyûbîleri, metbu’ olarak tanımak istediğini bildirdi. Artukluların bu koluyla birlikte

1119 Bkz. Melik Âdil’in Anadolu Selçuklularıyla İlişkileri Bölümü, s. 220-222.

215

Mardin kolu da Melik Eşref’e başvurup hem affını istemiş hem de bağlılık bildirmişti. Ancak Melik Eşref, Hısnkeyfâ hükümdarı Nâsirüddîn’in bağlılığını zorluk çıkarmadan kabul etmesine, hatta Hani ve Cebelcûr’u da ona iktâ olarak vermesine rağmen Mardin hâkimi Artuk Arslan’ın bağlılık talebini ancak iki şartla kabul edebileceğini bildirdi. Birinci şartı, kendisine 30,000 dinâr tazminat vermesiydi. İkinci şartı ise Artuk Arslan’ın daha önce Eyyûbîlerden ikta olarak aldığı Ra’sü’l-Ayn’ı iade etmesiydi. Artuk Arslan, bu iki şartı kabul etti. Ayrıca aracı olduğu için Hısnkeyfâ hâkimine de Şabahtan bölgesindeki el-Mevzer’i verdi.1120 İki hükümdara farklı iki muamelenin yapılmasını, onların bu tarihe kadarki yaklaşımlarıyla değerlendirmek gerekir. Artukluların bu kolu, Melik Âdil’in oğlu Melik Kâmil’in 629/1232 yılında önce Âmid’i, sonra Hısnkeyfâ’yı zapt etmesiyle tarih sahnesinden silinmiştir.1121

2.2.1.2. Harput Kolu

Harput, 581/1185 yılına kadar Hısnkeyfâ kolunun hâkimiyetindeydi. Bu tarihte Hısnkeyfâ hâkimi Nûreddîn Muhammed ölünce Harput valisi olan kardeşi İmâdeddîn Ebûbekir, Harput’ta bağımsız bir beylik kurdu.1122 Uzun bir süre beyliğinin başında kalan İmâdeddîn, 600/1204 yılında ölünce yerine oğlu Nizâmeddîn İbrahîm geçti. Diğer taraftan Hısnkeyfâ hâkimi Nâsirüddîn Mahmud da daha önce kendilerine ait olan Harput’u almak için fırsat kollamaktaydı. Bu konuda Melik Eşref’ten de söz almıştı. Ancak buna mani olabilecek tek bir güç vardı: Anadolu Selçukluları. Onlar da bu aralar Sultan II. Süleymanşâh’ın vefatından dolayı taht kavgalarıyla meşguldüler. Dolayısıyla Harput’un alınması için oldukça müsait bir ortam vardı. Nâsirüddîn bu müsait ortamı değerlendirmek istedi. Melik Eşref’e daha önce verdiği sözü hatırlatarak ondan yardım istedi. Bu arada Melik Âdil’e de gerekli müracaatlar yapılmıştı. Melik Âdil’in direktifiyle Melik Eşref, Nâsirüddîn’i de yanına alarak Musul, Sincâr ve el-Cezîre askerlerinin başında 601/1205 yılının ilkbahar aylarında Harput üzerine harekete geçti. Müttefikler, şehrin varoşlarını zapt edip şehir önlerinde karargâhlarını kurdular. Ancak bu sıralar Anadolu Selçukluları taht sorununu çözmüş, tahtta artık I. Gıyaseddîn Keyhüsrev bulunmaktaydı. Harput gibi ileri bir karakolun Eyyûbîlerin eline geçmesini

1120 Ataoğlu, a.g.m., s. 84-85 1121 Yusuf Oğuzoğlu, “Hasankeyf”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1997, c. XVI, s. 365. 1122 Yılmaz Öztuna, Devletler ve Hanedanlar, 2. Baskı, I-V, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara, 1996, c. II, s. 45.

216

kendileri için tehlikeli gören Keyhüsrev, Harput’un yardım çağrısı üzerine derhal tabilerinden Sümeysat hâkimi Melik Efdal’i 6,000 kişilik büyük bir orduyla yardıma gönderdi. Bunun üzerine Melik Eşref ve Nâsirüddîn geri çekilmek zorunda kaldılar. Ancak ikisinin bu harekât esnasında tek bir başarılarından bahsedilebilir. O da geri çekilirken Harput’un önemsiz bir kalesini ele geçirmeleriydi.1123

Harput Artukluları, bazen Anadolu Selçuklularına bağlılık bildirirken bazen de Eyyûbîlere tabi olarak varlığını devam ettirmekteydi. 1124 Ancak buna rağmen Eyyûbîlerin bu beylikle çok ciddi ilişkiler içinde olduklarını görmüyoruz. Hâlbuki Artukluların diğer iki kolu ile sürekli münasebet halindeydiler. Mardin Artuklularıyla olan münasebetleri menfi bir seyir izlerken Hısnkeyfâ Artuklularıyla daha müspet münasebetleri söz konusuydu. Ancak bu ikisine nispeten Harput koluyla olan münasebetleri çok azdı. Münasebetlerin bu şekilde olmasının yegâne sebebi de Hısnkeyfâ Artuklularıydı. Artukluların Hısnkeyfâ ve Harput kolları arasında çekememezlik vardı ve bazen bu çekememezlik çatışmaya dönüşebilmekteydi. Bu durumda ise Eyyûbîler, Hısnkeyfâ’nın yardımına koşup Harput’u karşısına alırken, Anadolu Selçukluları da Harput’un yardımına koşmaktaydı. Bundan sonraki süreçte ise Eyyûbîlerle karşı karşıya gelmemeye gayret gösteren Harput Artukluları, varlığını 631/1233 yılına kadar devam ettirdi. Bu tarihte Harput civarında Eyyûbîler ile Anadolu Selçukluları arasında meydana gelen savaşta Eyyûbîlerin mağlup bazı melikleri Harput Kalesi’ne sığındılar. Bunun üzerine dönemin Anadolu Selçuklu sultanı Alâaddîn Keykubat, yirmi dört günlük kuşatmadan sonra orayı ele geçirdi ve bu beyliğin varlığına son verdi.

2.2.1.3. Mardin Kolu

Artukluların bu kolu, Artuk Bey’in oğlu İl-Gâzî tarafından 502/1108 tarihinde kuruldu. Zengî Atabeyliğinin lideri Nûreddîn Mahmûd Zengî vefat ettikten sonra onun varisliğine soyunan Salâhaddîn, harekete geçip nüfuzunu Fırat’ın ötesindeki topraklarda hissettirmeye başlayınca Mardin de tehlikeye girdi. Nitekim Salâhaddîn 579/1183 yılında bu şehri ele geçirmek maksadıyla harekete geçti. Ancak şehrin 10 km.

1123 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 296. 1124 Mehmet Ali Ünal, “Harput”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1997, c. XVI, s. 232.

217

güneybatısındaki 'Harezm' bölgesine kadar ilerlediyse de orayı ele geçiremedi.1125 Fakat bir süre sonra (581/1185’te) bu beylik, Eyyûbîlerin hâkimiyetini kabul etti.1126 Aslında iki ülke arasındaki ilk münasebet 577/1182 yılına dayanmaktadır. Daha önce Artukluların bu koluna tabi olan Birecik emîrliği, tabiiyetini bitirince Mardin hâkimi İl- Gâzî, orayı kuşatmaya başladı. Bunun üzerine Birecik’in hâkimi Muinüddîn, Salâhaddîn’e bağlılık bildirip yardım istedi. O sıralar Haçlılarla mücadele halinde olduğu için bizzât yardıma gidemeyen Salâhaddîn, İl-Gâzî’den muhâsarayı sonlandırması talebinde bulundu. Ancak bu talebi İl-Gâzî tarafından kabul edilmedi. Gerçi bir süre sonra başka sebeplerden dolayı muhâsarayı bitirmek zorunda kaldı.1127 Böylece ilk defa Eyyûbîlerle Artuklular arasında bir münasebet gerçekleşti. Ancak İl- Gâzî’nin bu davranışı, kısa süre sonra (579/1183’te) Salâhaddîn’in, ülkesine saldırmasının temel nedenlerinden birini teşkil etmiştir.

581/1185’te Eyyûbîlere tabi olan ve bu tabiiyetini Salâhaddîn’in vefatına kadar sürdüren bu beylik, onun vefatından hemen sonra ise onun ailesini Fırat’ın ötesine atmak için ilk harekete geçen beylik oldu. Beyliğin hâkimi Hüsameddîn Yölük Arslan, onun vefat haberini alır almaz bölgedeki hükümdarları da yanına alarak Melik Âdil’in elindeki el-Mevzer Kalesi’ne saldırdı.1128 Ancak bu koalisyon, Melik Âdil karşısında bir varlık gösteremeyip kısa sürede dağıldı. Böylece Mardin hükümdarı da Melik Âdil karşısında yalnız kaldı. Bunun üzerine birçok emîr ve devlet adamını aracı kılarak Melik Âdil’den özür dileyip af istedi ve yine Salâhaddîn dönemindeki gibi Eyyûbîlere bağlı kalacağına söz verdi. Ancak takvimler 594/1198 gösterdiğinde Melik Âdil’i yine Mardin önlerinde görmekteyiz. Fakat şehir yine zapt edilememiştir.

Bundan sonra ülkesinde sükûneti sağlamaya çalışan Melik Âdil, bir süre Doğu’yla ilgilenmedi. Ancak uzun zamandır hayata geçirmeye çalıştığı Doğu bölgesindeki hâkimiyet alanını genişletme projesinden de vazgeçmiyordu. Bu sebeple ülkede sükûneti sağlar sağlamaz bu projesini gerçekleştirmek için harekete geçti. Bunun için ilk hedef Mardin’di. Çünkü diğer iki kolun aksine Artukluların bu kolu, her defasında Eyyûbîlere, özellikle de Melik Âdil’e karşı oluşturulan koalisyonlarda yer

1125 V. Minorsky, “Mardin”, İA, 5. Baskı, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, c. VII, s. 318. 1126 Mehmet Taştemir, “Mardin”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., Ankara, 2003, c. XXVIII, s. 44. 1127 Osman Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, 7. Baskı, Ötüken Yay., İstanbul, 2009, s. 185. 1128 İsfehânî, a.g.e., s. 331; Ebû Şâme, a.y.; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 17.

218

almaktaydı. Eyyûbîlerin iç çekişmelerinde de Melik Âdil aleyhinde faaliyetlerde bulunmaktaydı. Bu sebeple sürekli Melik Âdil ile bir çatışma içindeydi. Nitekim 598/1201 yılında yine bölge hâkimleriyle birlikte Melik Âdil karşıtı bir koalisyonda yer almış, ancak bu hareket, taraflar arasında herhangi bir çatışma olmadan sulh ile neticelenmişti. Bütün bunlardan dolayı Melik Âdil, bu müzmin düşmanına haddini bildirmek niyetindeydi. Bunun için de fırsat kollamaktaydı. Nihâyet bu fırsatı, Eyyûbî hanedanı taraftarı bir şâirin Mardin hâkimi tarafından hapsedilmesiyle yakaladı. Kemâl ismindeki bu şair, Eyyûbîleri öven uzun bir şiir inşâd etmiş ve o şiirde şu iki mısraya yer vermişti:

متي تقبل الرايات من أرض جلّق وتنتزع الشھباء من ّكف آرتق

Ne zaman Cillık1129 tarafından bayraklar gelecek

Şehbâ’1130 da Artuklu’nun avucundan sökülüp alınacak

Mardin hâkimi bu mısraları duyunca derhal şairi tevkif etti. Melik Âdil, bundan haberdar olunca bölgedeki oğlu Harrân nâibi Melik Eşref Musâ’nın komutasındaki orduyu onun üzerine sevk etti. 1131 Bu arada Anadolu Selçukluları sultanı II. Süleymanşâh hariç bölgedeki emîrler, onun yanında yer aldılar. Bölgede Mardin’e yardım edebilecek tek güç durumundaki II. Süleymanşâh da o aralar Gürcistan seferine çıkmıştı.1132 Bir daha böyle bir fırsatı yakalayamacağını düşünen Melik Âdil, bölgedeki bağlılarına da haber göndererek oğlu Melik Eşref ile birlikte Mardin muhâsarasına katılmalarını emretti. Bunun üzerine Musul, Sincâr emîrleri ile birlikte diğer civar belde emîrleri de Melik Eşref’in yanında yerlerini aldılar. 1133 Ünlü tarihçi İbn Nazîf el- Hamevî, o sıralar Sümeysat’ta bulunan Melik Efdal’in de bu ittifakta yer aldığını söylese de1134 İbn Esîr’in bundan bahsettiğini görmüyoruz.1135

1129 Cillık’in Dımaşk’ı da içine alan Dımaşk Ovası olduğunu söyleyenler olduğu gibi onun bizzat Dımaşk olduğunu söyleyenler de vardır. el-Hamevî, a.g.e., c. II, s. 154. 1130 Şehbâ’, Halep şehrinin bir diğer ismidir. 1131 Nüveyrî, a.g.e., c. XXIX, s. 22. 1132 Önder Kaya, "Eyyubî Devleti Meliklerinden el-Eşref Muzaffereddin Musa Döneminin Siyasi Tarihi (597/1200-635/1237)", Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 2000, s. 33. 1133 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 281. 1134 el-Hamevî, a.g.e., s. 38. İbn Vâsıl da bu kanaattedir. Bkz. İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 139. 1135 Bkz. İbn Esîr, a.y.

219

Müttefik ordularının katılımıyla oldukça güçlenen Melik Eşref, Mardin eteklerindeki 'Harezm' bölgesine kadar ilerleyerek orada karargâhını kurdu. Civar köy ve kasabaları yağmalattı. Bu arada Mardin’e bağlı Bâriiyye Kalesi’ndeki askerler, Melik Eşref’in ordusunun ikmâl yollarını kapatmak için harekete geçtilerse de bu güçlü ordu karşısında tutunamayarak geri çekilmek zorunda kaldılar. Bu arada bölgedeki Türkmenler de ayaklanıp bozgunculuk çıkarmaya başladılar. Melik Eşref, onlarla da uğraşmak zorunda kaldı. Ayrıca muhâsaranın uzun süredir devam etmekte olması, Mardin tarafında olduğu kadar Melik Eşref’in ordusunda da problemlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştu. Bütün bunlar Melik Eşref’in Mardin’in alınması konusundaki ümidini kırdı ve Halep hâkimi Melik Zâhir’in arabuluculuk teklifini kabul etmek zorunda kaldı. Aşağıdaki şartlarla masaya oturup sulh anlaşması imzaladı:

1- Mardinliler, Melik Âdil’e 150,000 dinar verecekler, 2- Hutbelerde ve sikkelerde onun adını zikredecekler, 3- İhtiyaç duyulduğunda Mardin askerleri onun emrine verilecek, 4- Arabuluculuk yaptığı için Melik Zâhir’e de Şabahtan bölgesindeki Karâdî Köyü verilecek ve 5- Bu köyle birlikte ona 20,000 dinar da verilecekti.1136

Böylece Mardin Artukluları, bir kez daha Eyyûbîlerin tabiiyetini kabul etmiş oldular ve Melik Âdil’in vefatına kadar da bu tabiiyetlerini devam ettirdiler.1137

Bir süre sonra Melik Eşref ile Mardin hâkiminin yine karşı karşıya geldiğini görmekteyiz. Mardin hâkimi, Ahlâtşâhların daveti üzerine Ahlât’a gitmek üzere yola çıkınca Melik Eşref ona mani olmak istedi. Çünkü Nâsirüddîn’in orayı ele geçirmesi Ahlât’ın bütün zenginliklerinin ve askerlerinin güçlü rakiplerinden biri olan Mardin’in eline geçmesi demekti.1138 Bu sebeple Melik Eşref, gitmemesi için onu tehdit etti. Fakat o, Ahlât’ı alacağından emîn olduğu için bu tehditlere kulak asmadı. Ahlât’a gidince de Melik Eşref, harekete geçip Mardin ve civarını yağmalayarak o yılki mahsulüne el koydu. Fakat bundan sonra, Melik Âdil’in vefatına kadar iki ülke arasındaki ilişkilerde

1136 İbn Esîr, Melik Zâhir’e bu paranın mezkûr 150.000 dinardan verildiğini söylemektedir. Bu durumda bu para Melik Âdil’den çıkmaktadır. Bkz. İbn Esîr, a.y.; Nüveyrî ise Mardin hâkiminin ayrıca Melik Zâhir’e 20,000 dinar verdiğini aktarmaktadır. Bkz. Nüveyri, a.g.e., c. XXIX, s. 22. 1137 Dahlmanns, a.g.e., s. 148. 1138 Kaya, a.g.t., s. 38.

220

daha sakin bir dönemin yaşandığını görmekteyiz. Zaten Melik Âdil’in vefatından kısa süre sonra da (1220’de) Eyyûbîleri metbu olarak tanımaktan vazgeçip Anadolu Selçuklularına tabi olacaktır.1139

2.2.2. Melik Âdil’in Anadolu Selçukluları ile İlişkileri

1075 yılında Süleymânşâh tarafından İznik’te kurulan 1140 Anadolu Selçuklu Devleti, varlığını 1308 yılına kadar sürdürdü. Bu devletin, kuzeybatı sınırlarında bulunduğu Eyyûbîlerle ilk teması daha Salâhaddîn döneminde 574/1178 yılında başladı. Dönemin Anadolu Selçuklu sultanı II. Kılıç Arslan, Salâhaddîn ile serdarı İbn Mukaddem arasındaki gerginlikten yararlanıp İbn Mukaddem’e ait Ra’ban Kalesi’ni1141 zapt etti. Bunun üzerine Salâhaddîn, yeğeni Takiyüddîn’in emrinde 1,000 kişilik bir askerî birliği yardıma gönderdi.1142 Yapılan savaşta Selçuklu ordusu mağlup olarak geri çekilmek zorunda kaldı. Bundan bir süre sonra II. Kılıç Arslan, damadı Hısnkeyfâ hâkimi Nûreddîn’e saldırdı. Nûreddîn yardım ve himaye talep edince Salâhaddîn bizzât ordusunun başında II. Kılıç Arslan üzerine yürüdü. Ancak Göksu ırmağı kenarında karşılaşan iki büyük hükümdar arasında yapılan görüşmeler, sulhla neticelendi. Hatta Selçuklu veziri İhtiyareddîn Hasan’ın girişimleriyle iki taraf, burada Ermenilere karşı ittifak kurdu.1143 Bundan sonra ise Salâhaddîn vefat edinceye kadar iki ülke arasında herhangi bir gerginlik söz konusu olmadığı gibi oluşturulan akrabalık bağı vasıtasıyla da oldukça olumlu ilişkiler mevzu bahis oldu. II. Kılıç Arslan’ın oğlu Kayserşâh, Salâhaddîn’in olur vermesiyle Melik Âdil’in kızlarından biriyle evlenip kayınpederinin, dolayısıyla da Eyyûbîlerin himayesine girmişti. Melik Âdil tahta çıktığında Kayserşâh Malatya hâkimiyken, Anadolu Selçuklularının başında da II. Süleymanşâh vardı. Anadolu’da Türk birliğini kurmak için çaba sarf eden II. Süleymanşâh, bu amaçla, kayınpederine dayanarak bağımsızlığını koruyan ve itaat etmeyen Kayserşâh’ı

1139 Bkz. Coşkun Alptekin, “Artuklular”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1991, c. III, s. 416. 1140 Anadolu Selçuklu Devleti’nin hem kuruluş yılı hem de ilk başkenti konusunda tartışmalar vardır. Bu devletin kuruluş tarihiyle ilgili tartışmalar için bkz. İbrahim Kafesoğlu, “Anadolu Selçuklu Devleti Hangi Tarihte Kuruldu”, Tarih Enstitüsü Dergisi, Sayı: 10-11, Edebiyat Fakültesi Matbaası, İstanbul, 1981, s. 1- 28. 1141 Ra’ban, Halep ile Sümeysat arasında, Fırat Nehri kenarında bulunan bir kale şehirdir. el-Hamevî, a.g.e., c. III, s. 51. 1142 Şeşen, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbîler Devleti, s. 46. 1143 Erdoğan Merçil, Müslüman-Türk Devletleri Tarihi, 8. Baskı, Bilge Kültür Sanat Yay., İstanbul, 2013, s. 120.

221

Malatya’da kuşatıp şehri ondan aldı. Bunun üzerine Kayserşâh, kayınpederine sığındı. Kayınpederi de ona iktâsı olan Urfa’da, mevkiine uygun bir hayat sağladı.1144

II. Süleymanşâh, 1204 yılında Gürcistan’a gitmek üzere yola çıktıktan bir hafta sonra vefat edince yerine küçük yaştaki oğlu III. Kılıç Arslan geçti.1145 Ancak daha önce kardeşi II. Süleymanşâh’tan kaçarak Bizans’a sığınmış olan Gıyaseddîn Keyhüsrev, küçük yaştaki yeğeninin tahta geçtiğini haber alınca derhal harekete geçerek ülkenin hâkimiyetini ele geçirdi.1146 Bu arada Malatya’yı kaybettiğinden beri Urfa’da ikamet etmekte olan Kayserşâh, umutlanarak kardeşi Keyhüsrev’den Malatya’yı geri istedi. Ancak kardeşi Malatya’ya bedel kendisine bir miktâr mal ve para verip ülkeden ayrılmasını isteyince o da çaresizce verilenleri alıp Urfa’ya döndü ve orada kalmaya devam etti.1147

İki ülke arasındaki iyi ilişkiler 1204 yılına kadar devam etti. Daha önce detaylı bir şekilde zikredildiği üzere bu dönemde Hısnkeyfâ Artuklularının talebiyle Melik Âdil’in oğlu Melik Eşref, Harput’a saldırdı. Bunun üzerine Harput’un metbu’u olan Selçuklular, Melik Efdal komutasında büyük bir orduyu oraya sevk edince Melik Eşref ile Hısnkeyfâ hâkimi geri çekilmek zorunda kaldılar. Bundan yaklaşık yedi yıl sonra (607/1211 yılında) Bizanslılarla yapılan savaşta Keyhüsrev şehit düşünce onun yerine İzzeddîn Keykâvus geçti. Ancak Alâaddîn Keykubâd da sultanlık makamına oturmak için harekete geçmiş, Erzurum’daki amcası Tuğrulşâh’ı ve civardaki başka bazı beylikleri yanına çekmişti. O, Keykavus’un elindeki Ankara’yı zapt edip Kayseri üzerine harekete geçti. Erzurum hâkimi Tuğrulşâh da Keykavus’a ait Sivâs’ı muhâsara etti. Keykavus’un durumu pek parlak görünmüyordu. Bu sebeple Melik Eşref’ten yardım istemek zorunda kaldı. Melik Eşref de bu talebi kabul edip ordusuyla harekete geçti. Onun harekete geçtiğini haber alan Erzurum hâkimi Tuğrulşâh, Sivâs muhâsarasını kaldırıp ülkesine geri döndü. Böylece yalnız kalan Alâaddîn Keykubat da

1144Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, 13. Baskı, Ötüken Yay., İstanbbul, 2014, s. 275; Merçil, a.g.e., s. 123. 1145 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 292. 1146 Keyhüsrev, daha önce Konya hâkimi iken orayı kardeşi II. Süleymânşâh’a kaptırdı. Bunun üzerine Halep hâkimi Melik Zâhir’e ilticâ etti. Fakat onun yanında hüsnü kabul görmeyince İstanbul’a gitti ve orada güzel bir şekilde karşılandı. II. Süleymânşâh’ın ölümünden sonra uç bölgelerdeki Türkler onu ülkeye davet ettiler. Onların daveti üzerine ülkeye dönen Keyhüsrev, ülkeyi küçük yaştaki yeğeni Kılıç Arslan’dan alarak oranın yeni sultanı oldu. Bkz. İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 295. 1147 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 295-296.

222

Kayseri kuşatmasını kaldırıp Ankara’ya çekilmek zorunda kaldı. Keykavus, Kayseri’de kuşatma altında zor bir dönem geçirmişti. Kuşatma kalkar kalkmaz harekete geçip Alâaddîn’in elindeki Ankara’yı kuşattı. Bu konuda çok kararlı olan ve bu sebeple de kuşatmayı giderek şiddetlendiren Keykavus, onunla kardeşi arasında arabuluculuk yapmak isteyen Halep hâkimi Melik Zâhir’in aracılığını da kabul etmedi. Nihâyet Ankara’yı kardeşinden aldı. Daha sonra Tuğrulşâh’ın üzerine yürüyüp Erzurum’u da ondan aldı.1148

Kuzey Suriye egemenliği konusunda Eyyûbîlerle çıkar çatışması yaşayan Anadolu Selçukluları, bu amaçlarını gerçekleştirmek için Melik Zâhir’in 613/1216 yılındaki anî ölümünü büyük bir fırsat olarak görüp müttefikleriyle birlikte saldırıya geçtiler.1149 Ancak daha önce detaylı bir şekilde anlatıldığı üzere Anadolu Selçukluları, muhteris davranınca bu fırsat ellerinden kayıp gitti.

2.2.3. Melik Âdil’in Zengîlerle İlişkileri

2.2.3.1. Melik Âdil’in Musul Zengîleri ile İlişkileri

Büyük Selçuklu sultanı Melikşâh döneminde Halep valiliğini üstlenen İmâdeddîn Zengî, 521/1127 yılında Irak Selçuklu sultanı Mahmud tarafından iki oğlunun atabeyi olarak Musul valiliğine atandı. İmâdeddîn, kısa sürede hem Haçlılara karşı hem de civardaki ülkelere karşı çok büyük başarılar elde ederek devletinin sınırlarını olabildiğince genişletti. Onun 541/1146 yılında Ca’ber Kalesi kuşatması esnasında muhafızlarından biri tarafından öldürülmesiyle ülkesi iki oğlu; Nûreddîn Mahmud ve Seyfeddîn Gâzî arasında bölüşüldü. Nûreddîn Mahmud, Halep merkez olmak üzere Suriye’nin; Seyfeddîn Gâzî ise Musul merkez olmak üzere el-Cezîre’nin yönetimini üstlendi. Daha sonra ülkenin üçüncü bir kolu daha kuruldu: Sincâr Beyliği.1150

Eyyûbî Devleti’nin kurucusu Salâhaddîn, Nûreddîn Zengî’nin 1174 yılındaki vefatının ardından bölgeye geldi ve Zengîlerin elindeki toprakların çoğunu ele geçirdi. Üç defa kuşatmasına rağmen alamadığı Musul ise bir süre sonra tabiiyet bildirmek

1148 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 217-218; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 207. 1149 Dahlmanns, a.g.e., s. 165, 169. 1150 Merçil, a.g.e., s. 196.

223

zorunda kaldı. Bu durum, Salâhaddîn’in vefatına kadar devam etti. Ancak Salâhaddîn’in vefatıyla birlikte Eyyûbî Devleti, bu bölgedeki hâkimiyetini tamamen kaybetmek tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Musul atabeyleri ile birlikte Sincâr’daki atabeyler de Melik Âdil’e karşı başlatılan isyan hareketinin içinde yer aldılar. Zengîler, zamanında Salâhaddîn’e kaptırdıkları topraklarını geri almak için her türlü fırsatı değerlendiriyorlardı. Bu amaçla Melik Âdil’e karşı çeşitli ittifaklar kuruyorlardı. Hatta Eyyûbî hanedanının iç işlerine müdahil olup Melik Âdil aleyhinde çalışmalarda bulunuyorlardı. Aslında Melik Âdil de onların iç işlerine müdahale etmekten geri durmuyordu. Nitekim 1198 yılında Musullular, Sincâr topraklarına karşı mütecaviz davranınca Sincâr hâkiminin çağrısıyla Mısır’dan bölgeye hareket etmiş ve Nûreddîn Arslanşâh’ı geri çekilmek zorunda bırakmıştı. 1201 yılında da onun aleyhinde olarak karşı cenahtan böyle bir hamlenin geldiğini görmekteyiz. Ancak onu Fırat’ın ötesine atmak için harekete geçen bölgedeki hükümdarlar, onun bölgedeki nâiblerinden olan oğlu Melik Fâiz’in yoğun gayretleri karşısında muvaffak olamadılar.

Başta dönemin Musul hâkimi Nûreddîn Arslanşâh olmak üzere el-Cezîre bölgesindeki liderler, Melik Âdil’in yayılmacı politikasından çekindikleri için ona karşı çeşitli koalisyonlar kuruyorlardı. Dahî bir siyasetçi olan Melik Âdil ise onların koalisyonlarını dağıtmak ve onları yanına çekmek için çok çaba sarf ediyordu. Bu konuda bazen muvaffak da oluyordu. Nitekim neredeyse bütün Melik Âdil karşıtı koaliyonlarda birlikte hareket eden Musul ve Sincâr hâkimlerinin arası böyle bir sebepten dolayı açıldı. Şimdiye kadar Nûreddîn Arslanşâh’ın müttefiki olan Sincâr hâkimi ve aynı zamanda amcasının oğlu olan Kutbeddîn, 600/1204 yılında Melik Âdil adına hutbe okutup ona tabi oldu. Nûreddîn ise Kutbeddîn’in bu davranışını kendine yapılmış bir ihanet olarak algıladı. Bu sebeple onu cezalandırmak istedi. Hızlı bir şekilde hareket edip onun elindeki Nusaybin şehrini aldı. Şehrin kalesini de zapt etmek üzereydi ki Begteginliler Beyliği’nin lideri Muzafferüddîn Gökböri’nin kendi topraklarına saldırdığını duydu. Bunun üzerine geri döndü. Gökböri ise onun topraklarındaki ilerleyişini devam ettirip Ninova’ya kadar ilerlemiş, orayı ele geçirmiş ve mahsulünü de ateşe vermişti. Ancak Nûreddîn’in kendi beyliğinin merkezine, Erbil’e doğru harekete geçtiğini ve yol üzerindeki Beled’e vardığını duyunca Erbil’e doğru hızlıca geri çekildi. Ülkesine dönen Nûreddîn ise durumun beklediği kadar tehlikeli

224

olmadığını görünce tekrar Sincâr topraklarına yönelip Tell-A’far’ı1151 zapt etti. Bunun üzerine Sincâr hâkimi Kutbeddîn, Harrân hâkimi Melik Eşref’ten yardım istedi. Melik Eşref’in çağrısıyla kısa sürede Erbil, Hısn Keyfâ ve Cezîretu İbn Ömer hâkimleri ordularının başında onun yanında yer aldılar. 1152 Meyyâfarikîn hâkimi olan kardeşi Melik Evhad da Diyarbakır askerleriyle oradaydı. 1153 Nûreddîn’in yayılmacı politikasından çekinen bu emîrler, Melik Eşref’in yanında yerlerini almış ve bir an önce Nûreddîn ile karşılaşmak için sabırsızlanıyorlardı. Bunun için Bâşezzâ’ya1154 doğru yola çıktılar. Nûreddîn de Tell-A’far’dan ayrılıp Kefer-Zemmâr’a gitti. Onlarla baş edemeyeceğini bildiği için herhangi bir sıcak çatışmaya girmekten kaçınıyordu. 1155 Çünkü Melik Eşref’in komutasında binlerce süvari bulunurken onun ise sadece 1000 süvarisi vardı.1156 Bu sebeple müttefikleri dağıtıp kendi topraklarından uzak tutmak için oyalama politikasını devreye soktu. Onları oyalayıp böylece zaman kazanmaya çalıştı. Ancak çok değer verdiği Curdik ismindeki memlûkü, müttefiklerin gücünü küçümseyince1157 savaş konusundaki fikri değişip müttefiklerle savaşmaya karar verdi. Bunun için ordusuyla Bâşezzâ’ya hareket etti. Çünkü müttefik kuvvetler, oradaydılar. Askerleriyle ertesi gün öğlen vakti oraya ulaştı. Ancak askerler, dinlenmeden çok uzun bir mesafe yol yürüdükleri için yorulmuşlardı. Su kaynaklarından uzakta oldukları için de çok susamışlardı. Ayrıca geldikleri mevki de çok sıcaktı. Melik Eşref, Nûreddîn’in bu acemice davranışından haberdar olunca ordusuyla derhal onun üzerine harekete geçti. Çok geçmeden de onu hezîmete uğrattı.1158 Bir kısmını kılıçtan geçirirken birçok kişiyi de esir aldı.1159 Buradan Musul’a doğru harekete geçerek yol üzerindeki Kefer- Zemmâr’ı ele geçirdi. Orada karargâhını kurup Nûreddîn’in elindeki diğer yerlere akınlar düzenledi.1160 Artık Nûreddîn’in sulh talep etmekten başka çaresi yoktu. Zaten o

1151 Tell-A’far, Sincâr ile Musul arasında bulunan bir kaledir. el-Hamevî, a.g.e., c. II, s. 39. 1152 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 290. 1153 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 518. 1154 Bâşezzâ, Cezîretu İbn Ömer ile Nusaybin arasında kalan küçük bir yerleşim alanıdır. el-Hamevî, a.g.e., c. I, s. 322. 1155 İbn Esîr, a.y. 1156 Sıbt İbn Cevzî, a.y. 1157 Bu memlûk, Nûreddîn’e bir mektup yazıp “Eğer bana izin verirsen ben tek başıma onların karşısına çıkarım,” diyerek müttefik kuvvetlerin gücünü Nûreddîn’in gözünde küçültmüş ve Nûreddîn’i onlara karşı oldukça hırslandırmıştı. Bkz. İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 290. 1158 İbn Esîr, a.y. 1159 İbn Nazîf, a.g.e., s. 41. 1160 Müttefik kuvvetler özellikle Beled şehri ve Kefer Zemmâr olmak üzere ele geçirdikleri bütün her tarafta yağma girişimlerinde bulundular. İşin vehâmetini anlatmak için kaynaklarda o günlere dair şöyle bir olay anlatılmaktadır: Yemek pişirmekte olan bir kadın her tarafın yağmalandığını görünce

225

da bu talepte bulundu. Bu talep üzerine gerçekşen barış anlaşmasına göre, Tell-A’far eski sahibi Kutbeddîn’e iade edildi, müttefikler de aldıkları esirleri serbest bıraktılar. Ancak Melik Eşref, Nûreddîn’in komutanlarından Mübariz Sungur ile oğlu Zahîr Gâzî’nin serbest bırakılmalarına yanaşmadı. Ne var ki Kutbeddîn, bu konuda aracı ve ısrarcı olunca Melik Eşref onu kıramadı ve ikisini de serbest bıraktı.1161 Bu arada Melik Âdil ile Nûreddîn arasında akrabalık bağı da oluşmuştu. Çünkü bu barış anlaşmasından hemen sonra Melik Eşref, Nûreddîn’in kızkardeşi Atabekiye bt. İzzeddîn Mesûd ile evlenmişi.1162 Belki de bu akrabalıktan dolayıdır ki Melik Âdil ile Nûreddîn bir süre sonra bir ittifakta birlikte yer aldılar. İkisi 605/1208 yılında yaptıkları anlaşmaya göre Sincâr Beyliği ile Sencerşâh’ın hâkimiyetindeki Cezîretü’bnu Ömer Beyliği topraklarını zapt edip kendi aralarında paylaşacaklardı. Ancak ilerde detaylı bir şekilde anlatılacağı üzere bu ittifakın ömrü pek uzun olmamıştır.

Melik Âdil ile yaptığı kısa ömürlü bu ittifakın dışında her zaman onun karşısında yer alan, hem siyasî hem de askerî anlamda onunla rekâbet edebilecek bir hükümdar olan Nûreddîn Arslanşâh, yaklaşık on sekiz yıllık hükümdarlıktan sonra 607/1211 yılının başlarında vefat etti. Onun ölümünden sonra yerine geçen varisleri ile Eyyûbîler arasında kayda değer herhangi bir olumsuzluk yaşanmadı. 631/1233 yılında da halîfenin yeni atabey atamasıyla Musul’daki Zengî hâkimiyeti sona erdi.1163

2.2.3.2. Melik Âdil’in Sincâr Zengîleri ile İlişkileri

Kuzey Irak’ta Musul’un kuzeybatısında, Ninova yakınlarında bulunan Sincâr,1164 Zengîlerin üç büyük şubesinden birinin kurulduğu yerdir. Zengîlerin bu şubesi de Sultan Salâhaddîn’in vefatından sonra tıpkı Musul şubesi gibi Eyyûbî hanedanının iç çekişmelerine çok sık müdahil olmuştur. Eyyûbîlere karşı tutumlarında, Musul şubesinin tutumu belirleyici olmuş ve bu konuda sürekli Musul’un arkasından sürüklenmiştir. kollarındaki iki bileziğini ateşe atıp oradan kaçtı. Evi yağmalamaya gelen askerler bir yumurta dışında evde hiçbir şey bulamadılar. O yumurtayı ateşte pişirmek için ateşin yanına geldiler. Ateşi eşeleyince o iki bileziği görüp aldılar. Bkz. İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 290. 1161 Sıbt İbn Cevzî, a.y. 1162 Ebû Şâme, a.g.e., c. V, s. 68. 1163 Sâmî es-Sakkâr, “Musul”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 2006, c. XXXI, s. 362; Merçil, a.g.e., s. 201. .Erişim. 05/06/2015 .قضاء -سنجار/1164http://www.aljazeera.net/news/reportsandinterviews/2014/12/21

226

Melik Âdil, sultanlık makamına geçtiğinde Sincâr’da Kutbeddîn Muhammed hüküm sürmekteydi. O, Musul hâkimi Nûreddîn Arslanşâh’ın amcasının oğluydu. Babası İmâdeddîn, ömrünün sonlarına doğru yeğeni Nûreddîn’in topraklarına saldırmış, Nûreddîn de karşılık vermişti. Bu çatışmalı ortam devam ederken İmâdeddîn vefat etmiş, yerine de oğlu Kutbeddîn geçmişti. Nûreddîn, amcasının ölüp yerine tecrübesiz oğlu Kutbeddîn’in geçtiğini haber alınca saldırılarını şiddetlendirdi. Bunun üzerine Kutbeddîn, Melik Âdil’den yardım istedi. Onun çağrısı üzerine Melik Âdil’in bölgeye gelmesi, Nûreddîn’i Musul’a geri çekilmek zorunda bıraktı. Bundan sonra ise amcazadeler, aralarındaki hoşnutsuzlukları bir kenara bırakıp birlik oldular. Özellikle Kutbeddîn’in adeta Nureddîn’in tabisi gibi davrandığını, dış işlerinde ondan bağımsız hareket etmediğini görmekteyiz. Nitekim 600/1204 yılında Kutbeddîn, Melik Âdil’e bağlılık bildirince amcazadeler arasında kriz çıktı. Nûreddîn, bu davranışıyla amcazadesinin aralarındaki ittifaka ihanet ettiğini düşünerek onun topraklarına saldırdı.

Bu olaydan bir süre sonra da (605/1208’de) Melik Âdil’in, bu defa Kutbeddîn’e ve diğer Zengî liderlere karşı Nûreddîn’le ittifak kurduğunu görmekteyiz. Bundan bir süre önce Melik Âdil ile Nûreddîn arasında dostluk ve akrabalık kurulmuş, Nûreddîn’in kızı Melik Âdil’in gelini olmuştu. Bunu fırsat bilen Nûreddîn’in bazı emîrleri, onun derhal Melik Âdil ile ittifak kurmasını ve Sincâr Beyliği ile Sencerşâh Beyliği topraklarını kendi aralarında paylaşmalarını önermişlerdi. Musul’dan uzak bölgelerde hüküm sürmekte olan bu emîrler, Nûreddîn’in kendileri ile uğraşmasını engellemek için onu böyle bir ittifaka sürüklemişlerdi.1165 Buna olumlu yaklaşan Nûreddîn, Melik Âdil’e haber göndererek bu konuda ittifak kurma teklifinde bulundu. Buna göre, Sincâr Beyliği toprakları Melik Âdil’in Nûreddîn’in damadı olan oğluna verilecek, Sencerşâh Beyliği toprakları da Nûreddîn’e bırakılacaktı. Melik Âdil, bu teklifi hiç tereddüt etmeden kabul etti.1166 Çünkü onun Musul Zengî topraklarında da gözü vardı. Oraya yakın Sincâr toprakları alındığında Nûreddîn ile daha rahat mücadele edilebilecek ve ülkesini daha kolay zapt edilebilecekti. Böylece el-Cezîre üzerindeki Eyyûbî hâkimiyeti kesinleşmiş olacaktı. Nûreddîn’in gözünün korkmaması için de alınacak Sincâr Zengî topraklarını kendisine değil, Nûreddîn’in damadı olan oğluna vereceği sözünü verdi. Böylece hem

1165 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 348. 1166 İbn Esîr, a.y.; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 191.

227

onun Musul Beyliği üzerindeki emelleri açığa çıkmamış olacak hem de Nûreddîn’in bu ittifakı devam ettirmekteki tamahı artacaktı.1167

Bu anlaşma uyarınca Melik Âdil 606/1209 yılında askerleri ile Fırat Nehri’nin doğusuna, Harrân’a geçti. Dımaşk’tan ayrıldığında Doğu’da Gürcülerin Ahlât topraklarına baskınlar düzenleyip Müslümanları rahatsız etmeleri sebebiyle onların üzerine yürüyeceğini izhâr ederek yardım çağrısında bulundu. Onun çağrısına ilk cevap veren Hamâ hâkimi Melik Mansûr oldu. Ondan sonra Humus hâkimi Melik Mücahid, Baalbek hâkimi Melik Emced ve Hısnkeyfâ Artuklu hükümdarı Melik Sâlih b. Kara Arslan da orduları ile onun yanında yerlerini aldılar. Bölgedeki oğulları Melik Eşref ile Melik Evhad da yardıma gelmişlerdi.1168 Halep hâkimi Melik Zâhir de beş yüz seçkin süvarisini yardıma göndermişti. 1169 Seferin Gürcüler üzerine olacağı düşüncesiyle Sincâr Zengî lideri Kutbeddîn de ordusunu ona destek vermek için göndermişti. Böylece Harrân’da muazzam bir ordu toplanmıştı. Gerekli hazırlıkları tamamlayarak etrafında toplanan muazzam orduyla harekete geçen Melik Âdil, Gürcülerin Ahlât önlerinden ayrıldıklarını duyunca oraya gitmekten vazgeçerek Mardin eteklerindeki 'Harezm' bölgesine indi. Sincâr hâkiminin bizzat yardıma gelmeyip ordusunu göndermekle yetinmesini bahane ederek onun topraklarına saldırdı.1170 Bu beyliğe ait Hâbur ve Nusaybin’i zapt etti. Daha sonra Sincâr’ı muhâsara etti. Ona karşı koyabilecek gücü olmayan Kutbeddîn, başka bir yerin kendisine verilmesi karşılığında Sincâr’ı teslim etmeyi düşünmekteydi. Ancak babasının memlûklerinden biri ülkesini savunma noktasında onu cesaretlendirerek bu düşüncesinden vazgeçirdi. 1171 O, bir taraftan ülkesini savunurken bir taraftan da hanımlarını Melik Âdil’in katına şefaatçi olarak göndererek onu bu savaştan vazgeçirmeye çalıştı. Ancak bu girişim o sıralar Habûr’da bulunan Melik Âdil tarafından kabul edilmedi. 1172 Hatta burada Melik Âdil’in bir sultana yakışmayacak bir davranış sergilediğini görmekteyiz. O, yanına şefaatçı olarak gelen Zengî hanımlarını tutuklatıp ancak Sincâr’ın kendisine teslim edilmesi karşılığında onları serbest bırakabileceğini belirtti. Kutbeddîn de haber göndererek hanımları serbest bırakması karşılığında Sincâr’ı kendisine başka bir yerle trampa

1167 İbn Esîr, a.y. 1168 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 190-191; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 204. 1169 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 196. 1170 İbn Nazîf, a.g.e., s. 58-59. 1171 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 349. 1172 İbn Nazîf, a.g.e., s. 58; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 193.

228

edilmek suretiyle bırakacağına söz verdi. Bu söz üzerine Melik Âdil, hanımları bıraktı. Sincâr’a da dalgalandırılması için sancağını gönderdi. Hanımlar şehre girince Kutbeddîn, sancağın kırılmasını ve savunma için hazırlıkların yapılmasını istedi. Melik Vefasızlığa karşı vefasızlık, ancak/غدوة بغدوة والبادي أظلم" :Âdil’e de şu mesajı gönderdi başlatan daha zalimdir." Melik Âdil’in kendisine ricacı olarak gelen Zengî ailesinin hanımlarını hapsetmesi, Sincârlıları galeyana getirerek şehirlerini canla başla savunmalarını sağladı.1173

Kutbeddîn, savaşı durdurmaları amacıyla Melik Zâhir’den ve Begteginliler Beyliği lideri Muzafferüddîn Gökböri’den aracı olmalarını istedi. Onlardan önce halîfeden de böyle bir talepte bulunmuştu.1174 Bu maksatla Melik Zâhir, kardeşi Melik Müeyyed’i amcasına gönderdi. Ancak bu girişimi, amcası tarafından sonuçsuz bırakıldı. 1175 Melik Müeyyed de amcasının yanından aracılığı kabul edilmemiş bir şekilde Halep’e dönmek üzere ayrıldı. Ancak dönüş yolunda, Ra’sü’l-Ayn’da vefat etti.1176 Melik Âdil, Gökböri’nin aracılığını da kabul etmedi. O, Nûreddîn’in ittifakına o kadar çok güvenmişti ki bu eski dostuna hiç önem vermemişti. Hâlbuki Gökböri, daha önce onun hizmetinde çok bulunmuş, büyük yararlılıklar göstermişti. Ayrıca ikisi arasında dünürlüğe bağlı bir akrabalık bağı da mevcuttu. Gökböri, aralarındaki bu eski hukûka dayanarak ondan ülkesinin yarısını istese dahi onun kendisini boş çevirmeyeceğini düşünüyordu. Ancak şimdi ufak bir aracılık girişimini bile kabul etmiyordu. Onun bu davranışı Gökböri’yi hayal kırıklığına uğratmıştı.1177

Bu arada Melik Âdil, Nûreddîn’den önceki yıl aralarında gerçekleşen anlaşma gereği harekete geçip kendisine yardıma gelmesini istedi. Nûreddîn ise onun bu kadar hızlı hareket edip el-Cezîre’ye geleceğini beklemiyordu. Bu sebeple telaşa kapıldı. Çünkü onunla her ne kadar bir ittifak kurmuşsa da ülkesi konusunda ondan pek emîn değildi. Bunun üzerine bürokratlarını topladı, onları bu konuda bilgilendirdi. Ancak bazı bürokrakları, bu ittifaktan haberdar değillerdi. Çünkü Nûreddîn, bu ittifak anlaşmasını onlardan gizlemişti. Bu bürokratlar, acemice davranışından dolayı sitemkâr bir üslupla, kendisinden daha güçlü bir hükümdarla hem de kendi ülkesinin sınırlarına yakın ve

1173 İbn Vâsıl, a.y. 1174 İbn Vâsıl, a.y. 1175 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 541. 1176 Ebû Şâme, a.g.e.,c. V, s. 103, 104; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 198. 1177 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 349; İbn Vâsıl, a.g.e.,c. III, s. 194.

229

amcasının oğlunun aleyhine yapılan böyle bir anlaşmanın risklerini anlattılar. Ancak bütün bunlara rağmen Nûreddîn, Melik Âdil’in çağrısına olumlu cevap verdi. Oğlu Melik Kahir komutasında bir askerî birliği onun yardımına gönderdi. Çünkü anlaşmaya riayet etmemesi durumunda Melik Âdil’in işe ondan başlama ihtimali çok yüksekti. Tam bu sırada Nûreddîn, Gökböri’den farklı bir teklif aldı. Teklif, Melik Âdil’e karşı Sincâr Zengîleri ile birlikte hareket etmeye yönelikti. Nûreddîn bu teklife anında icâbet ederek Melik Âdil’in karşısındaki cepheye geçti. Daha sonra Anadolu Selçukluları da bu cephede yer aldılar.1178 Erzurum hâkimi Tuğrulşâh da bu cepheye dâhil olmuştu.1179 Melik Zâhir de amcasına karşı kin doluydu. O da bu cephede yerini almıştı.1180

Melik Âdil karşıtı koalisyonda bir araya gelen hükümdarlar, Melik Âdil’e ültimatom çekerek, 'Ya Sincâr hâkimiyle masaya oturursun ya da hepimiz birlikte Sincârlıların safında sana karşı savaşırız' dediler. 1181 Bu arada Halîfe Nâsır Lidînillâh’ın elçisi de savaş alanına ulaşmıştı. Halîfe, daha önce hiç kimseye göndermediği büyüklükte bir elçilik heyetini göndermişti. Üstadüddârı İbn Dahhâk’ı dört yüz süvari ile birlikte Melik Âdil’e göndermiş, ondan Sincâr kuşatmasını kaldırması ricasında bulunmuştu. Bölgedeki müttefiklerinden de darbe yemiş olan Melik Âdil, halîfenin aracılığını kabul edip Sincârlılarla masaya oturdu.1182 Hâbur ve Nusaybin’in kendisinde kalması koşuluyla Sincâr kuşatmasını kaldıracağını taahhüt etti.1183 Bu iki yerin alınmasıyla birlikte bütün el-Cezîre bölgesi, Melik Âdil’in eline geçmiş oldu.

Sincâr Zengî Beyliği, varlığını 617/1220 yılına kadar devam ettirdi. Bu tarihte Melik Eşref, bu beyliği ortadan kaldırarak Zengîlerin buradaki hâkimiyetine son verdi.

2.2.4. Melik Âdil’in Begteginliler ile İlişkileri

Begteginliler, bir Türk beyliği olup hükümet merkezi Erbil’dir. Kuruluş tarihi 526/1132 yılına kadar götürülebilir. Beyliğin kurucucusu Zeyneddîn Ali Küçük’tür.

1178 İbn Esîr, a.y. 1179 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 195. 1180 Bunun sebepleri için bkz. Melik Âdil’in Halep’le İlişkileri Bölümü, s. 195-196. 1181 İbn Esîr, a.y. 1182 ed-Devâdârî, a.g.e., c. VII, s. 167. 1183 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 350, İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 197.

230

Uzun bir süre Musul Atabeyliği’ne bağlı olarak varlığını devam ettiren beylik, Ali Küçük’ten sonra oğulları Zeyneddîn Yûsuf ve Muzafferüddîn Gökböri dönemlerinde bağımsızlığını elde etti.1184 Hakkâri, Şehrizor, Tikrît, Sincâr, Harran, Urfa ve civarında hüküm süren beylik, adını kurucusu Ali Küçük’ün babası Begtegin’den almıştır.1185

Ali Küçük, 563/1167-68 yılında vefat edince yerine vasiyeti üzerine daha on dört yaşlarında olan oğlu Gökböri geçti, atabeyliğine de Erbil valisi Mücâhidüddîn Kaymaz tayin edildi. Ancak ikisinin arası açıktı. Bu sebeple Kaymaz, bir yolunu bulup Gökböri’yi önce hapsetti, sonra da ülkeden uzaklaştırdı. Onun yerine de kardeşi Zeyneddîn Yûsuf’u getirdi. Gökböri, bu haksızlığı Abbâsî halîfesine şikâyette bulunduysa da herhangi bir netice alamadı. Daha sonra Musul’a giderek II. Seyfeddîn Gâzî’nin emrine girdi, ondan Harran’ı ikta olarak aldı. Onun vefatının ardından ise Eyyûbîlere tabi oldu. Dönemin Eyyûbî sultanı Salâhaddîn, üstün hizmetlerinden dolayı Urfa’yı da ona ikta olarak verdiği gibi onu kızkardeşi Rabia Hatun’la da evlendirdi. Yine ordusunun sol kanadının komutasını da ona teslim etti. 1186 Zeyneddîn Yûsuf ölünce Gökböri’nin talebi üzerine Erbil ona verildi. O da bunun karşılığında el-Cezîre bölgesindeki toprakları üzerindeki tüm haklarından feragat etti. Bu topraklar başta Takiyüddîn Ömer’e iktâ olarak verildiyse de daha sonra Melik Âdil’in iktâları arasına dâhil edildi.

Salâhaddîn’in vefatına kadar Eyyûbîlere bağlı kalan Gökböri, onun vefatından sonra bağımsızlığını ilan etti.1187 Bundan sonra Eyyûbîlerin güçlenmesini engellemeye yönelik bir politika izledi. Nihâyet Melik Âdil 606/1209 yılında Sincâr topraklarını ele geçirmek için harekete geçince Gökböri, daha önce detaylı bir şekilde anlatıldığı üzere devreye girerek onun etrafındaki ittifakı dağıttı ve Sincâr’ı almasına mani oldu. Aslında bu tarihe kadar Eyyûbîlerin bir numaralı müttefikiydi. Nitekim 600/1204 yılında Musul ve Sincâr Zengîleri arasındaki çekişmede Sincâr’dan yana tavır koyan Melik Âdil’in yanında yer almıştı. Zaten 606/1209’de Melik Âdil’le karşı karşıya geldiği ilk ve tek olayda da bu birlikteliğe güvenerek Melik Âdil’den Sincâr muhâsarasını kaldırmasını istemiş, ancak bu talebi reddedilince o hayal kırıklığıyla onun karşısında yer almıştı.

1184 Gülay Öğün Bezer, Begteginliler (Erbil’de Bir Türk Beyliği 526-630/1132-1233), Türk Gev Yay., İstanbul, 2000, s. 11. 1185 Coşkun Alptekin, “Begteginliler”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1992, c. V, s. 342. 1186 Alptekin, a.g.m., s. 343; Merçil, a.g.e., s. 210. 1187 Bezer, a.g.e., s. 99.

231

Bu tarihten itibaren Anadolu Selçuklularına tabi olarak beyliğini sürdüren Gökböri,1188 630/1233’te Erbil’de vefat edince yerine geçecek oğlu olmadığı için ülkesi, vasiyeti üzerine halîfeye devredildi.

2.2.5. Melik Âdil’in Ahlâtşâhlar (Ermenşâhlar) ile İlişkileri

Ahlâtşâhlar, Selçukluların Türk asıllı memlûklerinden Sökmen el-Kutbî 1189 tarafından 1100 tarihinde Ahlât merkez olmak üzere Van Gölü çevresinde kurulan bir devlettir.1190 Geniş bir coğrafî alana sahip olan Ahlâtşâhlar, XII-XIII. yüzyıllarda Mısır bölgesine denk gelebilecek büyüklükte bir bölge olup yaklaşık yetmiş şehir kendisine bağlı bulunmaktaydı. 1191 Bu şehirler içinde Van, Erciş, Adilcevaz, Malazgirt, Meyyâfarikîn, Bergiri (Muradiye), Muş, Bitlis ve Kars da vardı.

Bu beyliğe kurulduğu bölge itibariyle Ermenşâh, kurucusu Sökmen’e nisbetle Sökmeniyye-Sokmaniyya-Sökmenliler de denilmektedir.1192 Hükümdarlarının isimlerinin sonunda Ermeniyye Şâhı anlamında Ermenşâh ünvanı bulunur. Burası Arapların Ermeniyye dedikleri bölgenin bir kısmıdır.1193 Eyyûbîler tarih sahnesine çıktıklarında Ahlatşâhlar Beyliği’nin başında II. Sökmen vardı.

Halep Zengî şubesinin hâkimi Nûreddîn’in vefatından sonra onun varisi olarak egemenliğini Dicle ve Fırat vadilerinde yaymaya çalışan Salâhaddîn, bu amaçla teker teker küçük İslâm devletlerini ortadan kaldırmaya başladı. Onun bu yayılmacı politikası karşısında bölge emîrleri ona karşı koalisyonlar kurdular. II. Sökmen de bir süre sonra bu koalisyonlarda yer aldı. Onu böyle bir politika izlemeye sevk eden ana sebep, giriştiği birkaç arabuluculuk teşebbüsünün Salâhaddîn Eyyûbî tarafından reddedilmiş olmasıydı. Salâhaddîn’in bu davranışına çok içerleyen II. Sökmen de bölge emîrleriyle birlikte onun ilerleyişini durdurmak için ortak hareket etmeye başladı. Aslında hâkimiyet alanını Doğu Anadolu Bölgesi’ne doğru genişletmek niyetinde olan

1188 Alptekin, a.y. 1189 Ahlâtşâhlar Devleti’nin kurucusu Sökmen (yiğit, kahraman), Anadolu Selçuklu sultanlarından Melikşâh’ın amcası Yakutî’nin oğlu Kutbeddin İsmail’in 'Türk ırkından' (Türk el-cins) bir kölesi olduğu için, kaynaklar efendisine nisbetle, kendisini ekseriye Sökmen el-Kutbî ile tanıtırlar. Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, s. 103. 1190 Faruk Sümer, “Ahlatşahlar”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1989, c. II, s. 24. 1191 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 177. 1192 Merçil, a.g.e., s. 213. 1193 Öztuna, a.g.e., c. II, s. 49.

232

Salâhaddîn’in de onun topraklarında gözü vardı. Çok büyük ve zengin olduğunu düşündüğü, aldığında da en çok sevdiği kardeşi Melik Âdil’e iktâ olarak vermeyi vaat ettiği Ahlât’ı zapt etmek için birçok girişimde bulundu. Ancak hiçbir girişimi sonuç vermedi. Bu arada II. Sökmen 1185 yılında öldü. Ancak oğlu olmadığı için onun yerine Ahlât tahtına memlûklerden Seyfeddîn Begtemur geçti. Onun döneminde de Eyyûbîlerin tazyikleri devam etti. Bu tazyikler altında bunalan Begtemur, ancak Salâhaddîn’in 1193 yılındaki ölümüyle rahat bir nefes alabildi. Öyle ki Salâhaddîn’in lakabı olan 'el-Melikü’n-Nâsır Salâhaddîn' ünvanını kullanmaya başladığı gibi Mardin Artuklularıyla birlikte bölge emîrlerini örgütleyerek Eyyûbîleri Fırat’ın ötesine atmak için harekete de geçti. Ancak o da Salâhaddîn’den sonra fazla yaşama şansı bulmadı, iki ay sonra Hezar Dinarî adlı memlûkü tarafından öldürüldü.

Hezar Dinarî, tahta geçince Begtemur’un hanımını ve daha yedi yaşlarında olan oğlu Muhammed’i Muş vilayetinde bir kaleye hapsetti. 1194 Ancak beş yıl sonra, 593/1197 yılında Hezar Dinarî de ölünce Begtemur’u çok seven Ahlâtşâhlılar, onun henüz on iki yaşlarında olan oğlu Muhammed’i, hapisten kurtarıp el-Melikü’l-Mansûr ünvanıyla tahta çıkardılar. Fakat Melik Mansûr Muhammed, bir süre sonra halkına kötü davranmaya başladı. Bunun üzerine halk, iki gruba ayrıldı. Bir grup, Balaban’ın etrafında toplanırken bir grup da Mardin Artuklu hâkimi Artuk Arslan’a meyletti. Balaban, II. Sökmen’in memlûklerinden olup yakın zamanda isyan ederek Malazgirt’e gitmişti. Artuk Arslan ise vaktiyle II. Sökmen’in veliaht tayin ettiği kişiydi. Çünkü II. Sökmen, oğlu olmadığı için veliaht olarak kız kardeşinin torununu, halen Artuklu Devleti’nin hâkimi olan Artuk Arslan’ı tayin etmiş, bunun için halktan da yemin almıştı. Fakat II. Sökmen 1185 yılında ölünce Ahlâtlılar verdikleri yemini unutup Begtemur’a itaat etmişlerdi. Zamanında verdikleri bu yemini hatırlayan Ahlâtlılar, Artuk Arslan’a haber gönderip onu Ahlât’a davet ettiler. Bu davet üzerine Artuk Arslan, Ahlât’a hareket etti. Ahlât yakınlarına gelip karargâhını kurdu ve birkaç gün orada bekledi. Ancak o sıralar biri daha Ahlâtlılardan davet almıştı: Balaban. Ahlâtlılardan davet alır almaz derhal Malazgirt’ten Ahlât’a gelen Balaban, bir yolunu bulup Mardin hâkimini Ahlât önlerinden uzaklaştırdı.1195 Sonra da onu tehdit ederek Mardin’e geri

1194 Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, s. 121; Sümer, “Ahlatşahlar”, DİA, c. II, s. 27. 1195 Balaban, Mardîn hâkimi Artuk Arslan’a: “Araplardan nefret eden Ahlât halkı beni sana mütemayil olmakla suçlamaktadırlar. Bu sebeple sen Ahlât’tan bir merhale uzaklaşıp orada ikâmet edersen daha iyi olur. Ben orayı aldıktan sonra sen gelirsin şehri teslîm alırsın. Zira memlûk olmam hasebiyle Ahlât’a

233

dönmek zorunda bıraktı. Artuk Arslan Mardin’e dönünce de o, Ahlât üzerine yürüyerek Begtemur’un oğlunu bertaraf edip şehri ele geçirdi.

Bu arada Mardin Artuklularının güçlenmesini istemeyen Melik Âdil’in el-Cezîre nâibi olan oğlu Melik Eşref, Artuk Arslan’ın Ahlâtlıların daveti üzerine oraya gitmeye hazırlandığını duyunca gitmemesi için onu tehdit etmişti. Daha önce bahsedildiği gibi Artuk Arslan, onun bütün tehditlerine karşın Ahlât’a gidince o da Artuk Arslan’ın topraklarına saldırarak ona ait Düneysir’de karargâhını kurmuş ve topraklarını yağmalamıştı. Ayrıca Mardin’in o yılki mahsulünü de gasp ettikten sonra Harrân’a dönmüştü. Ahlât’tan eli boş dönen Artuk Arslan, Mardin’in o yılki mahsülünden de olmuştu. Tarihçi İbn Esîr, onun bu durumunu şu darb-ı meselle açıklamaktadır: “Deve kuşu iki boynuz umuduyla çıktı, fakat kulaklarından da oldu.” 1196 Tarihçi Sıbt İbn Cevzî, Mardin hâkiminin bu olaydan dolayı uğradığı zararın miktarını 100,000 dinar olarak ifade etmektedir.1197

Sultan Salâhaddîn başta olmak üzere Eyyûbîlerin bütün çabalarına rağmen alınamayan Ahlât’ın bir memlûk tarafından, hem de barış yoluyla alınması Eyyûbîler’in Meyyafarikîn şubesi hâkimi Melik Evhad’ı harekete geçirdi. Melik Âdil, kuzeydoğudaki fetihler için bir başlangıç noktası olarak düşündüğü1198 Meyyâfarikîn’i 598/1202 yılında oğlu Melik Evhad’e iktâ olarak vermiş, böylece Eyyûbîlerin Meyyâfarikîn şubesini kurmuştu. Burada babasının nâibi olarak bulunan Melik Evhad, beyliğinin sınırlarını doğuya doğru, özellikle Ahlâtşâtlar ülkesinin aleyhine genişletme niyetindeydi. Bunun için fırsatların oluşmasını bekliyordu. Böyle bir fırsatı, 603/1207 yılında yakaladı. Bu dönemde Ahlâtşâhlar, iç karışıklık yaşamaktaydı. Bu durumu değerlendirmek isteyen Melik Evhad, oranın idâre merkezini, Ahlât’ı zapt etmek üzere ordusuyla harekete geçti. Güzergâhı üzerinde bulunan ve Muş’un da aralarında bulunduğu birçok kaleyi ve şehri ele geçirdi. Ancak bir süre sonra Ahlât yakınlarında

hâkim olmam zaten imkânsızdır,” diyerek onu Ahlât’tan uzaklaştırdı. O, Ahlât’tan uzaklaşınca Balaban tekrar haber gönderdi ve bir an önce Mardîn’e dönmesini söyledi. Mardîn’e dönmemesi durumunda kendi etrafında toplanan kuvvetlerle üzerine yürüyeceğini ve onu askerleri ile birlikte kılıçtan geçireceğini söyleyerek tehdit etti. Bunun üzerine Artuk Arslan eli boş bir şekilde Mardîn’e dönmek zorunda kaldı. Bkz. İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 329. 1196 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 328-329. 1197 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 526. 1198 Dahlmanns, a.g.e., s. 159.

234

karşılaştığı Balaban ile girdiği çarpışmada hezîmete uğradı. Sadece birkaç yaralı askeri ile sağ olarak Meyyafarikîn’e dönebildi.1199

Bir memlûke yenilmesi ve Meyyafarikîn’e mağlûp bir şekilde dönmesi Melik Evhad’ın Ahlât’ı almak hususundaki hırsını daha da artırdı. Bir taraftan babasına yardım çağrısında bulunurken bir taraftan da asker toplamaya başladı. Böylece büyük bir kalabalık topladı. Gerekli hazırlıkları da tamamlayınca 604/1208 yılında Ahlât üzerine yeni bir harekât düzenledi. Şehir yakınlarında Balaban’la karşılaşıp savaşa girdi. Ancak bu defa hezîmete uğrayan, karşı taraf oldu. Ahlât’a çekilmek zorunda kalan Balaban, Erzurum hâkimi Tuğrulşâh’tan yardım istemek zorunda kaldı. O da bu çağrıya olumlu cevap verdi. Çünkü o da Eyyûbîlerin kuzeye doğru ilerlemesini tehlikeli görüyordu. 1200 Bu sebeple kuvvetleriyle birlikte Ahlât’a gelerek Balaban’la birlikte Melik Evhad üzerine yürüdü. İkisinin karşısında duramayan Melik Evhad, bozguna uğramış bir halde daha önce zapt etmiş olduğu Muş’a sığındı. Bunun üzerine ikisi, Muş’u şiddetli bir şekilde muhâsara ettiler. Ancak şehir düşmek üzereyken Tuğrulşâh, Balaban’ı gaddarca öldürdü.1201 Böylece hem çoktandır arzuladığı Ahlât gibi bir yere sahip olacak hem de hanımına vermiş olduğu vaadi yerine getirmiş olacaktı. Çünkü Ahlât’ın sabık hükümdarlarından Begtemur’un kızı olan hanımı, ondan Balaban’ı öldürmesini istemiş, o da bunun için söz vermişti. Çünkü Balaban, Ahlât’ı zapt ettiğinde onun kardeşini, oranın hâkimi Melik Mansûr Muhammed b. Begtemur’u Van Gölü’nde boğarak öldürmüştü. 1202 Tuğrulşâh, Balaban’ı ortadan kaldırdıktan sonra Muş kuşatmasına son vererek Ahlât’ı ele geçirmek ümidiyle derhal oraya hareket etti. Ancak olayı duyan Ahlâtlılar, onu şehre sokmadılar. Bunun üzerine o, Malazgirt’e yöneldi, fakat oraya da giremedi ve Erzurum’a eli boş dönmek zorunda kaldı.1203

1100 yılında kurulmuş olan Ahlâtşâhlar Beyliği’nin yönetimi sık sık el değiştirmişse de şimdiye kadar bağımsızlığını korumuştu. Ancak şimdi ülkenin başında kimse yoktu. Bundan dolayı ülke üzerindeki dış baskılar giderek şiddetleniyordu. Bunun için ülke ya Eyyûbîlere ya Erzurum hâkimi Tuğrulşâh’a ya da Gürcülere teslim

1199 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 330; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 175-176. 1200 Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, s. 124 1201 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 340-341; İbn Vâsıl, a.g.e.,c. III, s. 176. 1202 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 534; Ebû Şâme, a.g.e., c. V, s. 91; İbn Tağriberdî, a.g.e., c. VI, s. 193-194; Nüveyrî, a.g.e., c. XXIX, s. 26. 1203 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 341; İbn Vâsıl, a.y.

235

olacaktı. Ahlât ileri gelenleri, bu üç seçenek içinde güçlü bir hanedana dayanan ve onları her türlü tehlikeden koruma gücüne sahip olduğunu düşündükleri Eyyûbî Devleti’nden yana tercihlerini kullandılar. 1204 Bu sebeple Eyyûbîlerin Meyyafarikîn kolu hâkimi Melik Evhad’i davet edip şehri ona teslim ettiler. Ahlât’ın alınmasıyla, neredeyse Doğu Anadolu’nun tamamı, Ahlât’ın çevresindeki birkaç kale hariç, Eyyûbîlerin hâkimiyetine girmiş oldu. Melik Evhad, Ahlât’ı ele geçirince babasına bir mektup göndererek, 'Efendimiz, şahinin avladığı baykuş, Ahlât’ı fethetmiştir,’ diyerek müjde verdi. Onu bu sözü söylemeye sevk eden saik, kaynaklarda şöyle geçmektedir: Melik Âdil’in çocukları arasında Melik Evhad’den daha çirkini yoktu. O, kısa boylu, peltek ve gözleri de oldukça küçüktü. Bir gün babası ve kardeşleriyle birlikte ava çıkmıştı. Babası, kuş avlaması için şahinini havaya uçurduğunda şahin, gelip onun başına konmuştu. Babası gülerek 'şahinimiz bugün bir baykuş avladı’ demişti. Ancak bu söz, onu oldukça fazla yaralamış, yıllar sonra olsa da kendisini yaralayan bu sözü saygı çerçevesinde babasına hatırlatmaya çalışmıştı.1205

Melik Âdil’in yayılmacı politikasından çekinen Gürcüler ve bazı civar belde emîrleri Melik Evhad’in Ahlât’a hâkim oluşunu kendileri açısından tehlikeli görüyorlardı. Bu sebeple sürekli olarak Ahlât topraklarına saldırılar düzenlemeye başladılar. Melik Evhad, bu saldırılar nedeniyle idâre merkezini Meyyâfarikîn’den Ahlât’a taşısa da saldırıları püskürtmek için bir türlü harekete geçemiyordu. Çünkü şehirden ayrılması durumunda Ahlâtlıların isyan etmesinden korkuyordu. Bu durum ise Gürcülerin saldırılarına maruz kalan Müslümanların bir sürü sıkıntı yaşamalarına sebep olmaktaydı. Öbür taraftan Ahlât askerleri içerisinde Ahlâtşâhlar ülkesini ihya etmek için Eyyûbî idâresine isyan edip Van Kalesi’ne geçenler de vardı. Bunlar çok müstahkem bir yer olan bu kaleyi ele geçirdiklerinde çevre beldelerdeki birçok muhâlif de gelip onlara katıldı. Böylece büyük bir güç elde eden muhâlifler harekete geçerek Erciş’i zapt ettiler. Bunun üzerine Melik Evhad, babasından yardım istemek zorunda kaldı. Babası da bölgedeki bir diğer oğlu Melik Eşref’i kalabalık bir orduyla birlikte onun yardımına gönderdi. Ordularını birleştiren iki kardeş gerekli hazırlıkları tamamlar tamamlamaz harekete geçtiler. İlk olarak Van üzerine yürüdüler. Bunlara karşı koyamayacağını gören

1204 Kaya, a.g.t., s. 52. 1205 ed-Devâdârî, a.g.e., c. VII, s. 161.

236

isyancılar barış yoluyla şehri ve zapt ettikleri yerleri teslim ettiler.1206 Böylece Eyyûbî Devleti’nin Doğu Anadolu’daki egemenliği kesinleşti.

Ahlât’ta otoritesini kuran Melik Evhad, oraya bağlı yerleri de hâkimiyeti altına almak için harekete geçti. İşe Malazgirt’ten başladı. Orayı muhâsara etti. Ancak o, Malazgirt önlerindeyken Ahlât halkı isyan çıkarıp şehir kalesini kuşattı. Eyyûbî garnizonuna saldıran Ahlâtlılar, oradaki askerlerle birlikte Eyyûbîlerin Ahlât yöneticisini de şehirden kovdular. Bu arada şehrin surlarına da tırmanarak eski yöneticileri olan Sökmen hanedanı lehine tezahüratta bulundular. Maksat, Sökmen ailesinin memlûk veya komutanlarından birinin gelip yönetime el koymasını sağlayarak Ahlâtşâh Beyliği’ni ihya etmekti. Malazgirt önlerinde isyandan haberdar olan Melik Evhad, kardeşi Melik Eşref’ten yardım istedi. Yardım çağrısı üzerine Melik Eşref, kardeşine yardımcı kuvvetler gönderdi. Bu yardımcı kuvvetlerle birlikte güçlenen Melik Evhad, Ahlât’ı kuşattı. İsyâncıların kendi aralarındaki ihtilâftan da yararlanarak şehri kısa süre içinde geri aldı. Ancak bu ihanete çok kızmıştı. Bunun için şehre girince isyan hareketine katılanlara yönelik katliam gerçekleştirdi. Onların büyük bir kısmını öldürürken geri kalanlarını da Meyyafarikîn’e sürgün etti. Böylece gücü kırılan Ahlâtlılar bir daha isyan hareketine kalkışamadılar. Ne var ki bu olaylar sebebiyle tarafların birbirlerine güvenleri tamamen bitti.1207 Bu yüzdendir ki bir yıl sonra, yani 605/1209 yılında Gürcüler Ahlât’a bağlı Erciş’e girip büyük bir katliam yaptıklarında Melik Evhad onların imdadına gidemedi. Hâlbuki yanında çok kalabalık bir ordu da vardı. Gürcüler Erciş’i yağmalayıp halkının büyük bir kısmını öldürdüklerinde, diğer kısmını esir ettiklerinde de; oradan ayrılırken orayı ateşe verdiklerinde de Melik Evhad, Ahlât’tan kıpırdayamadı. Çünkü Ahlât halkı, Melik Evhad’in kendilerine karşı giriştiği katliamdan dolayı ona büyük bir kin ve düşmanlık besliyordu. Bunun farkında olan Melik Evhad, şehirden ayrılması durumunda yine bir isyan hareketiyle karşılaşabileceği endişesiyle şehirden çıkmadı. Bunun yanı sıra Gürcülerin gücünden de çekiniyordu.1208 Melik Âdil, Gürcülerin Erciş’te giriştikleri katliamdan haberdar olunca bölgeye hareket etti. 1209 Ancak o, daha el-Cezîre bölgesindeyken Gürcüler korkup ülkelerine

1206 İbn Esîr, a.y.; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 176-177. 1207 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 342; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 177-178. 1208 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 345; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 183. 1209 Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 203.

237

döndüler.1210 Gürcüler, bölgeyi terk edince de o, daha önce Musul Zengî lideri Nûreddîn Arslanşâh ile yaptığı anlaşma gereği Sincâr Zengîlerine saldırdı.

Melik Evhad döneminde Ahlât topraklarına çok sık saldırılar düzenleyen Gürcüler, son saldırılarını 607/1210 yılında gerçekleştirdiler.1211 Bu yıl, Kral İvan’ın komutası altında Ahlât’a yönelik çok şiddetli bir kuşatma uygulayan Gürcüler, bir süre sonra savaşmadan ülkelerine geri dönmek zorunda kaldılar. Çünkü birçok önemli devlet adamıyla birlikte kralları İvan da tuzağa düşürülerek Müslümanlar tarafından esir alınmıştı. Bu sebeple krallarını kurtarmak için çok ağır şartlar taşıyan bir anlaşma yapmak zorunda kaldılar. Bu anlaşmaya göre Gürcüler,

1- Daha önce aldıkları yerleri iâde edecekler, 2- 5,000 Müslüman esiri serbest bırakacaklar, 3- Savaş tazminatı olarak 100,000 dinar verecekler, 4- Bu anlaşma otuz yıl geçerli olacak, 5- Kral İvan, kızını Melik Eşref ile evlendirecek,1212 6- Kraliçe de kızını1213 Melik Evhad ile evlendirecek, 7- Gerekli görüldüğünde Gürcü ordusu Ahlât’ın yardımına koşacaktı.1214

Melik Evhad, Gürcü tehdidini bertaraf ettikten sonra Malazgirt’e geçti. Ancak burada rahatsızlandı. Giderek rahatsızlığı şiddetlenince kardeşi Melik Eşref’i, ülkesine davet etti. Bir ara iyileşir gibi oldu. Bunun üzerine Melik Eşref, beldelerine dönmek istedi. Ancak o, kardeşine dönüp: "Kardeşim, ne kadar da inatçısın, yemin ederim ki artık ben ölüyüm. Ben ölünce de ülkeme sen el koy.' dedi. Melik Evhad, kardeşinin, sancak direğinin tepesine koyması için de 500 dinarlık bir altın küre yaptırmıştı. O, 607/12111215 tarihinde Malazgirt’te vefat edince Melik Eşref, onun bu vasiyeti uyarınca

1210 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 192. 1211 Kaya, a.g.t., s. 54. 1212 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 540-541; Ebû Şâme, a.g.e., c. V, s. 103; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 201. 1213 Büyük bir ihtimalle bu kız, kraliçenin Kral İvan’la evlenmeden önceki evliliğinden olan kızıdır. 1214 Ebû Şâme, a.g.e., c. V, s. 116. 1215 Tarihçi ed-Devâdârî, 'İbn Vâsıl gibi tarihçiler, Melik Evhad’ın ölüm tarihi için 607/1211 tarihini vererek yanlışlık yapmışlardır; doğrusu o, 610/1213-14 yılında vefat etmiştir.' demektedir. Bkz. ed- Devâdârî, a.g.e., c. VII, s. 169. Sıbt İbn Cevzî, İbn Amîd ve İbn Tağriberdî gibi tarihçiler ise onun ölümünü 609/1212-13 yılı olayları arasında zikretmiştir. Bkz. Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 561-562; İbn Amîd, a.g.e., s. 5; İbnTağriberdî, a.g.e., c. VI, s. 207.

238

derhal Ahlât’a geçerek ülkeye sorunsuz bir şekilde el koydu.1216 Onun ölüm haberini Melik Âdil, Birke denilen mevkideyken aldı ve orada taziyeleri kabul etti.1217 Ancak ilk başlarda Melik Eşref’in izinsiz bir şekilde ve aceleyle Ahlât’a el koyması karşısında şaşırdı ve bu oldubittiyi hoş karşılamadı. Bu sebeple bir süre sonra Ahlât’a geldi. Ne var ki oğlu Melik Eşref, onu Ahlât’ın dışına çıkarak karşılayıp çevredeki hükümdarlardan birinin orayı işgale kalkışabileceğinden korktuğu için böyle aceleci davrandığını söyleyip özür dileyince onu affetti.1218 Oğlu her ne kadar gönlünü aldıysa da o, bu yeni durum karşısında ülkeyi aşağıdaki gibi yeniden taksim etmek yoluna giderek Melik Eşref’in elindeki bazı yerlere el koydu:

1- Ahlât’ı, Melik Eşref’in elinde bıraktı. 2- Ancak ona ait Meyyâfarikîn’i Melik Şihabeddîn Gazi’ye verdi.1219 3- Birkaç yıl sonra ona ait Ruha ve çevresini de yine Melik Şihabeddîn Gazi’ye verecekti.1220

Melik Âdil, böyle davranarak hem Melik Eşref’in tek başına Melik Evhad’ın bütün topraklarını sahiplenmesini engellemek hem de Ahlât gibi zengin bir yere sahip olmasıyla birlikte kardeşleriyle kendisi arasında oluşabilecek haksız rekâbeti önlemek istemişti.

2.2.6. Melik Âdil’in Libya ile İlişkileri

Ifrikiye/Kuzey Afrika Bölgesi’nin en doğusunda bulunan Libya, Hz. Osman döneminde Müslümanlar tarafından Bizans’tan alınarak fethedilmiştir.1221 Libya, uzun bir süre Abbâsî Devleti’nin merkezden gönderdiği valilerce yönetilmiş, daha sonra çeşitli devletler buraya hâkim olmuş, 910 yılında ise Fâtimîlerin hâkimiyetine geçmiştir. Bir süre sonra da burası Trablus ve Bingazî olmak üzere iki ayrı sancağa ayrılmıştır. Fâtimîlerin son dönemlerine kadar Bingazî sancağı onların hâkimiyetinde kalırken

1216 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 562. 1217 İbn Nazîf, a.y. 1218İbn Amîd, a.g.e., s. 5-6; Kaya, a.g.t., s. 55-56. 1219İbn Amîd, a.g.e., s. 6; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 208; Nüveyrî, a.g.e., c. XXIX, s. 39. 1220 İbn Nazîf, a.g.e., s. 68; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 212; ed-Devâdârî, a.g.e., c. VII, s. 175. 1221 Detaylı bilgi için bkz. Ali Muhammed Sallâbî, Safahât Min Tarîhi Libya el-İslâmî ve’ş-Şimâl el-İfrikî, Dârü’l-Beyârik, Umman, 1998.

239

Trablus bölümü 1049 yılından itibaren Zîrîler’in1222 daha sonra da Muvahhîdlerin1223 hâkimiyetinde kalmıştır.1224

Kaynaklarda Eyyûbîlerin Kuzey Afrika fethine girişmesi konusunda farklı yorumlar ve niyet okumalar yapılmıştır. 567/1171-72 yılında Mısır’da baş gösteren kıtlık sebebiyle hasat mevsimi daha geçmeden Kuzey Afrika’ya Melik Âdil’in yeğeni Takiyüddîn Ömer’in başkanlığında bir seferin yapılması düşünülmüş, ancak sonraki yıl bu sefer gerçekleştirilebilmişti. Bu iş için Takiyüddîn gönüllü olmasına rağmen ona izin çıkmamış, onun yerine memlûkü Şerefüddîn Karakûş görevlendirilmişti. Bir melik değil de ikinci derecedeki bir kumandanın Kuzey Afrika seferine gönderilmesi, bu seferlerin Eyyûbîlerden çok fazla destek görmediğini göstermektedir. Nitekim Melik Âdil 572/1176-77 yılında Karakuş’u hapsederek onu Kuzey Afrika sevdasından vazgeçirmek isteyecek, ancak Salâhaddîn’in devreye girmesiyle hapisten çıkmasına izin verecekti. Kuzey Afrika seferinin her ne kadar zahirî sebebi olarak Mısır’daki kıtlık öne çıkıyorsa da aslında bu askerî harekâtla ülke için başka menfaatlerin de mülahaza edildiği kuvvetle muhtemeldir. Örneğin, Kuzey Afrika yolunun güvenliğini sağlamak, Mısır’da birikmiş askerlerin bir kısmına yeni hareket alanları açmak gibi.1225

568/1173 yılında harekete geçen Karakûş, bir süre sonra bölgenin Arap emîrlerinin önde gelenlerinden biri olan Mesûd Ballât’ın da desteğini alarak Kuzey Afrikâ’da hızlı bir fetih hareketine girişti.1226 İkisi Araplardan da yardım alarak kısa zamanda Libya, Tunus dâhil olmak üzere Afrika’nın büyük bir kısmını zapt ettiler.

Bu arada 1147 yılına kadar Kuzey Afrika’da hüküm sürmüş olan Murabıtlar Devleti’nin 1227 kurucularından Yûsuf b. Tâşfîn’in soyundan gelen Ali b. Ganiye, dedelerinin elden çıkan devletini ihyâ etmek istiyordu. Bunun için Abbâsî halîfesine

1222 Kuzey Afrika’da ve Endülüs’te iki devlet kuran bir Berberî hanedanıdır. Detaylı bilgi için bkz. Cumhur Ersin Adıgüzel, “Zîrîler”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 2013, c. XLIV, ss. 460-463. 1223 1130-1269 yılları arasında Kuzey Afrika ve Endülüs’te egemenlik kuran bir Berberî hanedanlığıdır. 1224 Öztuna, a.g.e., c. I, s. 230-231. 1225 Bkz. Ramazan Şeşen, “Salâhaddîn Eyyûbî Devrinde Libya’da Türkler ve Karakuş Meselesi”, Tarih Dergisi, Edebiyat Fakültesi Matbaası, İstanbul, 1982, Sayı 33, s.169-198. 1226 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 47. 1227 Murabıtlar Devleti, 1056-1147 yılları arasında Kuzey Afrika, Balear adaları ve Endülüs’te hüküm süren bir Berberî hanedanlığıdır. Bunun için bkz. İsmail Yiğit, “Murabıtlar”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 2006, c. XXXI, ss. 152-155.

240

bağlılık bildirerek ondan yardım istedi.1228 Halîfe de bu konuda Salâhaddîn’e talepte bulununca Libya’yı iyi bilen Karakûş, Salâhaddîn’in emriyle oraya sevk edildi. Oğuzlardan oluşan ordusuyla koyu Sünnî bir hanedana mensup olan İbn Ganiye’nin yardımına koşan Karakûş, 1229 bir süre sonra bölge emîrlerinden koparak bağımsız hareket etmeye başladı. Onun yoğun çabaları sonucunda Kuzey Afrika’da hutbeler Abbâsî halîfeleri adına okunmaya başlandı. Hâlbuki daha önce Kuzey Afrika’nın büyük bir kısmında hutbeler onlar adına okunmuyordu.1230

Melik Âdil, tahta çıktıktan sonra, önceden olduğu gibi, yine Kuzey Afrika ile ilgilenmedi. Zamanında Kuzey Afrika seferine çıkmasın diye onun tarafından hapsedilen Karakûş, son zamanlarda hâkimiyet alanı daralmış olsa da 609/1212 yılına kadar yaklaşık kırk yıl bu bölgede Eyyûbî varlığını ve egemenliğini devam ettirdi. Ancak son zamanlarında yerli halkın desteğini kaybetmiş, bu sebeple art arda Yahyâ b. Ganiye ve Zübabî kabilesine karşı mağlub olmuştu. Nihâyet 609/1212 yılında bu iki kabile tarafından Fizan’daki Veddân Kalesi’nde sıkıştırıldı. Burada uzun bir süre muhâsara altında kaldı. Muhâsara uzayıp erzakı ve suyu bitince teslim olmak zorunda kaldı.1231 Böylece Eyyûbîlerin bu bölgedeki hâkimiyeti de son buldu.

2.2.7. Melik Âdil’in Yemen ile İlişkileri

Gerek İslâmdan önce gerekse İslâmdan sonra olsun birçok devlete ve medeniyete anavatanlık yapmış olan Yemen, XII. asırda iç karışıklık yaşamaya başladı. Bunun sonucunda da burada aynı anda birden fazla devletçik hüküm sürer hale geldi. Eyyûbîlerin hâkimiyetine geçmeden hemen önce burada hem Zürey’î hem Hemdânî hem de Mehdî beylikleri aynı anda hüküm sürmekteydiler. Burası aynı zamanda Fâtimî Devleti’nin yıkılışından sonra Fâtimî taraftarlarının sığındıkları bir yer haline de geldi. Özellikle Necâhî Beyliği’ni ortadan kaldıran Ali b. Mehdî, aşırı Fâtimî taraftarıydı. O, Zebid’i ele geçirince bağımsızlığını ilân ederek Mehdî Beyliği’ni kurdu. Hemen ardından Abbâsî halîfesi adına okunan hutbeleri kesip kendi adına okutmaya başladı. Hem o, hem de oğulları Aden’e ve diğer yerlere sürekli saldırılar yapıyorlardı. Onlardan

1228 Ahmet Kavas, “Libya”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., Ankara, 2003, c. XXVII, s. 178. 1229 Ali Öngül, “Karakûş, Şerefeddîn”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 2001, c. XXIV, s. 442. 1230 Nüveyrî, a.g.e., c. XXVIII, s. 246. 1231 Öngül, a.y.

241

cesaret alan Eyyûbî Devleti’nin sınırları dâhilindeki Fâtimî taraftarları da iç karışıklık çıkarıyorlardı. Bunun üzerine Salâhaddîn Eyyûbî, henüz Nûbe Seferi’nden dönmüş olan ağabeyi Tûranşâh’ı 569/1174’de 3,000 kişilik bir kuvvetle deniz yoluyla, Kızıldeniz üzerinden Yemen’e gönderdi.1232 Tûranşâh, önce Hicaz’ı kontrol altına aldı, ardından da birkaç dağlık bölge hariç bütün Yemen ve Aden’i zapt etti. Böylece Eyyûbîlerin Yemen şubesini kurmuş oldu. Ancak buranın iklimine bir türlü alışamadı. Bu sebeple ısrarla Dımaşk nâibliğini Sultan Salâhaddîn’den istedi. Talebini göz önünde bulunduran Salâhaddîn, onu Dımaşk nâibliğine atadı. Fakat o, Yemen’den ayrıldıktan sonra da oranın idâresini elinde tuttu ve nâibleri vasıtasıyla bu bölgeyi yönetmeye devam etti. Onun ölümünden sonra oradaki nâibleri; Aden nâibi İzzeddîn Osman ez- Zencilî ile Zebîd nâibi Hattân b. Münkiz arasında anlaşmazlık çıkınca Sultan Salâhaddîn oraya Kutluğaba’yı, ondan sonra da kardeşi Seyfü’l-İslâm Tuğtekin’i 1233 gönderdi. Kısa sürede Yemen’in genelinde hâkimiyetini kuran Tuğtekîn, vefat ettiği 593/1197 tarihine kadar orada kaldı.1234

Tuğtekin’in Şemsü’l-Mülûk Muizz İsmâîl adında bir oğlu vardı. Bu oğlu çok cesûrdu; fakat aklî melekesi tam değildi. Bu sebeple onun ne yapacağını kestiremeyip ondan çekinen Tuğtekin, bu yıl (593/1197) onu ikinci kez Yemen’den kovdu. Bundan önce de yine bu saikle o oğlunu, kardeşi Salâhaddîn’in yanına Dımaşk’a göndermiş, ancak İsmâîl daha yolda iken amcası Salâhaddîn’in vefat ettiğini duymuş, bunun üzerine Yemen’e geri dönmüştü. 1235 Bu yıl ikinci defa kovulan İsmâîl, Yemen’den ayrılıp Hicâz sınırlarına varmıştı ki babasının vefat haberini aldı. Yemen

1232 Abdullâh b. Abdulvahhâb eş-Şimâhî, el-Yemen el-İnsân ve’l-Had’are, 3. Baskı, Dârü’t-Tenvîr, Beyrut, 1985, s. 141. 1233 İbn Esîr, Tuğtekin’in Eyyûbî hanedanının hoşgörüsünden nasibini almamış, sert mizaçlı ve halkını baskı altında tutan bir melik olduğunu beyân ederek onun acımasızlığına dair şöyle bir örnek vermektedir: O, memleketine gelen tüccârın malını ucuza alıp daha sonra istediği fiyata halkına satarmış ve böylece çok miktârda mal biriktirmiş. Öyle ki altını eritip kalıba dökerek stok yaparmış. Ayrıca Tuğtekin’in Mekke’yi ele geçirmeyi düşünebilecek kadar çok hırslı biri olduğunu ve dönemin Abbasî halîfesi en- Nasır Lidinillah’ın da bu yüzden ancak Salâhaddîn’i devreye sokmak suretiyle onu bu düşüncesinden vazgeçirebildiğini ifâde eder. Bunun için bkz. İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 248; İbn Vâsıl ise Tuğtekin’in güzel ahlaklı ve övgüyü hak eden biri olduğunu söyleyerek İbn Esîr’e ters düşmüştür. Bunun için de bkz. İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 72. 1234 Bkz. İbn Şeddâd, a.g.e., s. 87-88; İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 52, 104, 106, 111, 248; Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., VIII/II, s. 453; Ebû Şâme, a.g.e., c. IV, s. 257; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 73; R. Strotmann, “Tûrânşâh”, İA, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, 1988, c. XII/II, s. 114; İhsan Süreyya Sırma, “Yemen”, İA, 1. Baskı, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, 1986, c. XIII, s. 374; Şeşen, Salâhaddîn Eyyûbî ve Devlet, s. 62; Cengiz Tomar, “Turan Şah”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 2012, c. XLI, s. 412; Cengiz Tomar, “Yemen”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 2013, c. XLIII, s. 405. 1235 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 73.

242

bürokratlarından Cemâlü’d-Devle Kafûr, bir grup asker göndererek onu babasının öldüğünden haberdar edip hâkimiyeti devralmak üzere Yemen’e çağırmıştı.1236

Yemen’e dönüp idâreyi devralan İsmâîl, soyunu Kureyş’e ve Ümeyyeoğulları’na dayandırarak halîfelik iddiasında bulundu. el-Hâdî lakabını alarak Abbasî halîfesi adına okunan hutbeyi keserek kendi adına okutmaya başladı.1237 Çok sapkın fikirleri olan biriydi. Tarihçi İbn Vâsıl, onun hakkındaki şu iddiaya yer vermektedir. Muizz İsmâîl’in, itikâdı bozuktu. Öyle ki rübûbiyet iddiasında dahi bulunmuştu. Bir ara kâtibine kendi Ülûhiyet makamından” şeklinde başlamasını /من مقر االلھية“ adına yazılan mektuba emretmişti. Ancak bundan vazgeçmesi için ihtâr alınca da öldürülmekten korkmuş ve bu düşüncesini daha sonraki zamanlarda artık izhâr etmemişti.1238

Melik Âdil, İsmâîl’in soyunu Ümeyyeoğulları’na dayandırdığını duyunca çok üzüldü ve ona çok kızdı. Birçok mektup göndererek onu halk nezdinde komik duruma düşüren bu davranıştan vazgeçmesini istedi. Kendileriyle Ümeyyeoğulları arasında soy itibariyle hiçbir bağın olmadığını, dolayısıyla bağlı olduğu asıl nesebine dönmesini emretti. Ancak İsmâîl, bu uyarıların hiçbirini kaale almadı. Nitekim hiçbir otoriteyi kabul etmemeye başladı. Ancak emîr ve askerlerine de kötü davranınca 1239 başını Şemseddîn b. Dakîk’in çektiği birçok Kürt emîr tarafından 598/1202’de ortadan kaldırıldı. Türk Emîr Şemseddîn Karabolu da bu emîrlerle birlikte hareket etmişti.1240

İsmâîl’in küçük bir kardeşi vardı. İsmi Necmeddîn Eyyûb’du. Halen bülûğ çağına ermemiş bu çocuğun1241 lakabı Melik Nâsır’dı. İsmâîl’i öldüren ümerâ, tahta onu geçirdiler. Atabeyliğine de babasının memlûklerinden Seyfeddîn Sungur’u getirdiler. Sungur, bir süre sonra Melik Nâsır’ın annesi ile de evlenerek Yemen’in idâresini tamamen eline aldı.1242 Sungur, merkezî hükümetle de arasını iyi tutmaya çalışıyordu. 604/1207-1208 yılında üzerinde Eyyûbî Devleti’nin sultanı Melik Âdil’in isminin yazılı olduğu 10,000 Mısır dinarını Dımaşk’a, Melik Âdil’e göndermişti.1243 Ancak bu iyi

1236 İbn Nazîf, a.g.e., s. 26. 1237 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 248. 1238 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 137. 1239 İbn Esîr, a.y. 1240 İbn Nazîf, a.g.e., s. 30. 1241 Nüveyrî, a.g.e., c. XXIX, s. 19. 1242 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s.137. 1243 İbn Nazîf, a.g.e., s. 61; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 203.

243

kalpli idâreci, dört yıl sonra vefat etti. Bu defa Melik Nâsır’ın annesi devletin önde gelen bürokratlarından Gâzî b. Cibrîl ile evlenerek Yemen’in idâresini ona teslim etti. Ancak kısa süre sonra Gâzî, bir grup ümerâ tarafından öldürüldü. Çünkü Gâzî, Melik Nâsır’ın atabeyi sıfatı ile tahta geçmiş olmasına rağmen bir süre sonra onu kendisine rakip olarak görmeye başlamıştı. Bu sebeple de onu zehirleterek öldürtmüştü. Bu cinayette Himyer’in de içinde bulunduğu bazı Arap kabilelerini kullanmıştı. Bu çocuğun ölümünde parmağı olan Gâzî, bu sebepten öldürülünce Melik Nasır’ın annesi, Zebid Kalesi’ne çekildi. Eyyûbî hanedanına mensup bir erkeğin gelerek kendisi ile evlenmesini ve Yemen’i teslim almasını beklemeye başladı. Bunu hızlandırmak için de hac vaktinde hizmetçilerinden birisini Mekke’ye göndererek Şam ve Mısır hakkında kendisine malûmatlar getirmesini emretti. Hizmetçisi de hacda Melik Âdil’in kardeşi Takiyüddîn Ömer’in torunlarından bir kişiyle tanıştı. Bu kişi, Takiyüddîn’in oğlu Şahânşâh’ın oğlu Süleymânşâh’tı. Hizmetçi, onun bir grup fakir ve garip insanlarla hacca geldiğini görünce bunu onun merhametine yorumladı ve durumu efendisine bildirdi. Bunun üzerine Melik Nasır’ın annesi, Süleymânşâh’ı Yemen’e davet etti. Onunla evlenerek Yemen’in idâresini ona teslim etti. Fakat Süleymânşâh, bir süre sonra bu kadından yüz çevirdiği gibi Yemen halkına ve ümerâsına da çok kötü muamele etmeye başladı. Bu durum peş peşe Sultan Melik Âdil’e şikâyet edilmeye başlandı.1244 Bu konudaki şikâyet mektuplarının ardı arkası kesilmeyince Melik Âdil’in izniyle1245 Melik Kâmil, oğlu Atsız’ı (Adsız) 611/1215 yılının sonlarına doğru kalabalık bir askerî birlikle birlikte Yemen’e gönderdi.1246 Ünlü Mısır tarihçisi Makrizî ise Melik Âdil’den izin alınmadan Atsız’ın Yemen’e çıkarma yaptığını ve Melik Âdil’in Mısır’a dönüp olaydan haberdar olunca çok kızdığını ifade etse de1247 aslında bu kadar önemli bir askerî çıkarmanın sultandan habersiz yapılmış olması pek mümkün görülmemektedir. Bu sebeple şikâyetler artınca torununun komutası altındaki bu askerî birliği oraya kendisinin göndermiş olması daha kuvvetle muhtemel bir durum arz etmektedir.

Atsız’ın asıl ismi Melik Mesûd Salâhaddîn Yûsuf’tu. 1248 Melik Kâmil’in çocukları doğduktan sonra çok yaşamadıkları için yanındaki bazı Türkler, 'bizim

1244 İbn Nazîf, a.g.e., s. 32-38; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s.137-139. 1245 Ebû Şâme, a.g.e., c. V, s. 133; ed-Devâdârî, a.g.e., c. VII, s. 177. 1246 İbn Adîm, a.g.e., s. 6. 1247 Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 216. 1248 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 227.

244

memleketimizde insanlar, çocukları yaşamayınca çocuklarını isimsiz anlamındaki 'Adsız' ismiyle tesmiye ederlerdi.' dediler. Melik Kâmil de onların tavsiyeleri uyarınca oğluna bu ismi koydu ve oğlu bu isimle tanınır oldu.1249

Atsız, 1,000 süvari ve 500 cândâr1250 ve okçudan oluşan seçkin bir askerî birlikle Mısır’dan hareket etti. Önce Mekke’ye giderek hac farizasını ifa etti. Oradan Yemen’e hareket etti ve 612 yılının ilk günlerinde/Mayıs 1215’te ordusuyla oraya vardı. 1251 Şiddetli çarpışmalardan sonra oranın hâkimiyetini ele geçirdi. Ancak çok fazla kan döküldükten sonra, muhâliflerin isyanı bastırılabilmişti. Öyle ki bu isyan dolayısıyla 80,000 üst düzey insanın yanı sıra sayısız denecek kadar çok sayıda kişinin öldürüldüğü iddia edilmektedir.1252 Şiddetli çarpışmalardan sonra Yemen’in yönetimini ele geçiren Atsız, Süleymânşâh’ı yakalayıp hanımıyla birlikte Kahire’ye gönderdi, 1253 böylece Yemen’deki kargaşa, baskı ve başıboşluk ortamı sona erdi.

2.3. Melik Âdil’in Kilikya Ermeni Krallığı İle İlişkileri

Eskiçağlarda Kilikya olarak adlandırılan Çukurova bölgesi, Emevîler döneminde Bizanslılardan alınıp İslâmlaştırılmıştır. Abbâsîler döneminde diğer Müslüman kavimlerin yanı sıra Orta Asya’dan getirilen Türkler de orada iskân edilmiştir. Ancak Abbâsîler zayıflayınca bölge, 965 yılında tekrar Bizanslıların eline geçmiş, bölgenin demografik yapısı tekrar değiştirilerek Müslümanların yerine çoğunluğu Ermeni olan Hristiyanlar oraya yerleştirilmiştir.1254 Ermeni tarihinde çok önemli bir yer tutan Kilikya bölgesinde, Ermenilerin devletleşmesi ve bir Ermeni Beyliği’nin kurulması 1080 yılında gerçekleşmiştir. Rupenler tarafından kurulup Bizanslılara karşı yoğun bir mücadele vermeye başlayan bu beyliğin Eyyûbîlerle ilk temasları bundan yüz yıl sonra olmuştur. Bu dönemde Küçük Ermenistan olarak da anılan Kilikya Ermeni Beyliği’nin başında III. Rupen bulunmaktaydı. III. Rupen 1180 yılında Kilikya civarında hayvanlarını

1249 İbn Tağriberdî, a.g.e.,c. VI, s. 210-211. dâr kelimelerinden oluşan Farsça bir/دار cân ve tutan anlamına gelen/جان Cândâr, silah anlamına gelen 1250 kelimedir. Terim olarak ise sultanın ve meliklerin sarayını korumakla görevli muhafız birliği demektir. Bkz. Aydın Taneri, “Candar”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1993, c. VII, s. 145. 1251 Nüveyrî, a.g.e., c. XXIX, s. 41. 1252 Ebû Şâme, a.y. 1253 Ebû Şâme, a.g.e.,c. V, s. 137. 1254 Cüneyt Kanat, “Memlûklerin Baybars Zamanındaki (1360-1377) Suriye-Çukurova Siyaseti ve Bu Siyasetin Çukurova’nın Türkleşmesindeki Rolü”, III. Uluslararası Çukurova Halk Kültürü Bilgi Şöleni (Sempozyumu) Bildiriler, Adana Valiliği Yay., Adana, 1999, s. 423.

245

otlatan Türkmenlere saldırdığı için II. Kılıç Arslan, ona bir ders vermek maksadıyla Eyyûbîlerin de desteğini alarak bir sefer düzenledi. Doğu’dan Eyyûbîlerin; Batı’dan da Selçukluların tazyiki altında kalan III. Rupen, yüklü miktarda altın karşılığında sulh talep etmek zorunda kaldı. İki yıl geçerli olacak anlaşma akdi tamamlandıktan sonra Eyyûbîler kendi ülkelerine geri döndüler.1255

III. Rupen 1187 yılında tahtını küçük kardeşi II. Leon’a bıraktı. Kilikya Ermenileri en ihtişamlı dönemlerini onun iktidarında yaşadılar. 583-616/1187-1219 yılları arasında hüküm süren II. Leon, 1199 yılında Haçlıların da desteğiyle ülkesini beylikten krallığa taşıdı, kendisi de bu devletin ilk kralı oldu. Gerek batıdan gelen gerekse de bölgede bulunan Haçlılarla yoğun işbirliği içinde olan II. Leon, komşusu Antakya Haçlı Prinkepsliği ile ittifak kurdu. Hatta iki devletin soylu aileleri arasında birçok evlilik de yapıldı. Ancak çok hırslı bir kişiliğe sahip olan II. Leon’un yayılmacı bir politika izlemesi nedeniyle bu ittifak bozuldu ve sonrasında da iki devlet sık sık karşı karşıya geldi.

Melik Âdil, Eyyûbî Devleti’nin sultanı olduğunda Kilikya Ermeni Krallığı’nın başında II. Leon bulunmaktaydı. Onun ülkesi, Melik Âdil için ikincil derecede bir öneme haizdi. İki ülke arasındaki anlaşmazlıklar daha çok Halep Eyyûbî Melikliği’nin, II. Leon’la sorun yaşayan Antakya Haçlı Prinkepsliği ile ittifak kurmasından kaynaklanıyordu. Bu anlaşmazlık, direkt olarak Eyyûbî İmparatorluğunu etkilemese de onun bir şubesi olan Halep’i etkiliyordu. Buna bağlı olarak etki alanı sınırlı olsa da ekonomisi de etkileniyordu. Aslında Melik Âdil, Ermeni ticâretini kendi isteğiyle Halep’e bırakmıştı, ancak az ve dolaylı da olsa bu ticâretten fayda sağlıyordu.1256 Buna rağmen bu tür anlaşmazlıklar, bizzât ülkeyi az da olsa olumsuz etkiliyordu.

Antakya prinkepsi III. Bohemund, Nisan 1201’de ölünce yerine Trablus kontu da olan oğlu IV. Bohemund geçti. III. Bohemund, 600/1203 yılında Trablus’ta çıkan isyanı bastırmakla uğraşırken II. Leon onun ülkesini kuşattı.1257 Bunu duyan Halep emîri Melik Zâhir, aralarında daha önceden ittifak anlaşması olması nedeniyle Antakya

1255 İlyas Gökhan, “Türkiye Selçukluları ile Kilikya Ermenileri Arasındaki Siyasi İlişkiler”, Nevşehir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 2, 2012, c. I, s. 89. 1256 Dahlmanns, a.g.e., s. 141, 144. 1257 Mehmet Ersan, “Rupenliler Dönemi’nde Kilikya Ermeni Krallığı ile Antakya Haçlı Prinkepsliği’nin Çukurova’da Hakimiyet Mücadelesi”, Tarih İncelemeleri Dergisi, Sayı 13, 1998, s. 91.

246

prinkepsliğine yardıma gelmek üzere Halep’ten yola çıkınca II. Leon kuşatmayı kaldırıp geri çekilmek zorunda kaldı. Ancak Melik Zâhir, Halep’e henüz dönmüştü ki II. Leon’un tekrar Antakya’ya anî bir saldırı gerçekleştirdiğini ve bunun sonucunda IV. Bohemund’un şehrin kalesine sığındığını haber aldı. Bunun üzerine derhal ikinci defa Antakya’ya doğru hızlıca yola çıktı ve II. Leon bundan haberdar olunca yine geri çekildi.1258 Aslında Melik Zâhir, Antakya’yı egemenliği altına almak için II. Leon’un bu saldırılarını büyük birer fırsat olarak değerlendiriyor ve bu sebeple de büyük ordularla Antakya’nın yardımına koşuyordu.1259

Anadolu Selçuklu sultanı II. Süleymânşâh’ın vefatından sonra I. Gıyaseddîn Keyhüsrev darbe yapıp III. Kılıç Arslan’ı tahttan indirerek kendisi tahta geçmişti. II. Leon, bu karışıklıkta Anadolu Selçukluları’na olan tabiiyetini bitirdiği gibi Türkmenlere de saldırmaya başladı. Birçok Türkmeni öldürüp mallarını gasp etti. Selçuklularla Eyyûbîler arasındaki ticâret yolunu kesti. Göksun’a baskın yapıp Elbistan’ı kuşattı ve peş peşe akınlar düzenleyerek Halep topraklarını yağmaladı.1260 602/1205 yılında Halep topraklarına yönelik gerçekleşen bu saldırılar üzerine Melik Zâhir, aralarında 10.000 kişilik bir Haçlı birliğinin de yer aldığı büyük bir ordu hazırlayarak harekete geçti.1261 Melik Zâhir, ordusunu iki kola ayırdı. Meymûn el-Kasrî’nin komutası altında bir birliği Darbsak bölgesinde 1262 operasyonlar yapmak üzere gönderdi. 1263 Burası, o sıralar Müslümanların elinde bulunup Müslümanlarla Ermeniler arasında sınırdı. Buranın üst taraflarında II. Leon’un yaptırdığı bir kale vardı.1264 Bu kale, Halep’e yönelik tehditlerin kaynağıydı.1265 Ordusunun diğer koluna da Melik Zâhir kendisi komuta etmekteydi. Bu birlik de Mercidabık’a doğru ilerlemekteydi. II. Leon, Melik Zâhir’in bu harekâtından haberdar olunca geri çekildi ve elindeki bütün esirleri serbest bırakacağını taahhüt ederek sulh istedi. Melik Zâhir ise ancak esirleri teslim aldıktan sonra onun sulh talebini kabul etti.1266 Böylece II. Leon, Melik Zâhir’e tabi oldu.1267 Anlaşma sağlandıktan sonra

1258 Bkz. İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 154-155; Makrizî, es-Sülûk, I/I, s. 195. 1259 Muhammed Süheyl Takkûş, Tarîhü’l-Eyyûbîyyîn fî Mısr ve Bilâdi’ş-Şâm, ve İklîmi’l-Cezîre 569- 661/1174-1263, 2. Baskı, Dârü’n-Nefâis, Beyrut, 2008, s. 273. 1260 Gökhan, a.g.m., s. 92. 1261 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s.170-171. 1262 Darbsak, Halep’in kuzeyinde, Kınnesrîn yakınlarında bulunan ve içinde aynı isimle anılan bir kalenin de bulunduğu bölgedir. Takkûş, a.g.e., s. 273. sayfadaki 2 nolu dipnot. 1263 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 320. 1264 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 526. 1265 Dahlmanns, a.g.e., s. 144. 1266 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s.170-171.

247

Melik Zâhir, Halep’e yönelik tehditlerin kaynağı olarak gördüğü Darbsak yakınlarındaki Ermeni kalesini yıktırıp Halep’e döndü.1268

Bu sulh anlaşması geçerliliğini iki yıl sürdürdü. İki yıl sonra 605/1208-09 yılında taraflar tekrar karşı karşıya geldi. Sebebi II. Leon ile Anadolu Selçukluları arasındaki ihtilaftı. Melik Zâhir, Selçukluların müttefiki olarak bu savaşta II. Leon’un karşısında yerini aldı. Ünlü komutanlarından Alemüddîn Cândâr ile İzeddîn Aybek’i Selçukluların yardımına gönderdi. Bu güçlü ittifak karşısında köşeye sıkışan II. Leon, Melik Âdil’den yardım istemek zorunda kaldı. Onun arabuluculuğuyla taraflar, barış masasına oturdular.1269 1216 yılındaki Selçuklu-Ermeni savaşında ise Melik Zâhir’in tarafsız kaldığını görmekteyiz. Bu savaşta Anadolu Selçukluları, yine eski müttefiklerini yanlarında görmek istemelerine rağmen Halep cenahı, hem Ermenilerin kıymetli hediyeleri hem de Selçukluların kendi ülkesine saldırma ihtimaline karşı savaşa katılmadı.

611/1214-15 yılında Eyyûbîlerin Hamâ ve Humus kollarına karşı Ermenilerle Haçlıların ittifakını görmekteyiz. Bu yıl Kıbrıs, Trablus, Akkâ ve Antakya Haçlılarıyla Ermeni lider II. Leon Hısnü’l-Ekrâd’da toplanıp Eyyûbîlerin bu iki koluna saldıracaklardı. Hamâ hâkimi Melik Mansûr’un yardım çağrısında bulunduğu Melik Zâhir’in devreye girmesiyle gayrı Müslim müttefikler geri çekildiler.1270

II. Leon, büyük kızı Stephanie’yi Kudüs Haçlı kralı Jean de Brienne ile evlendirmek suretiyle onunla olan ittifakını perçinlemişti.1271 Onun Bizanslılar ile de arası gayet iyiydi. Bu iki müttefikinin yardımıyla 612/1216 yılında Antakya’yı zapt etti. Yıllardır uğruna savaşılan Antakya artık Ermenilerin elindeydi. Ünlü tarihçi Sıbt İbn Cevzî, o dönemde Halep’te Melik Zâhir’in yanında olduğunu ve bu haberi de ondan aldığını kaydetmektedir. 1272 Antakya halkına çok iyi davranan II. Leon, oraya kızkardeşinin oğlunu nâib olarak tayin etti. Oradaki bir grup Müslüman esiri de serbest

1267 Takkûş, a.g.e., s. 274. 1268 Sıbt İbn Cevzî, a.y.; Ebû Şâme, a.g.e., c. V, s. 80; İbn Tağriberdî, a.g.e., c. VI, s. 190. 1269 Takkûş, a.y. 1270 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 224. 1271 Runciman, a.g.e., c. III, s. 122. 1272 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 572.

248

bırakıp Halep’e gönderdi. Böylece Melik Zâhir ile arasında bu sebepten kaynaklanacak muhtemel bir çatışmayı da önlemiş oldu.1273

Ermenilerin şimdiye kadar Müslüman topraklarına yönelik gerçekleştirdikleri saldırılarının arkasında stratejik bir konsept bulunmuyordu. Sadece saldırının büyüklüğü ve küçüklüğü, dolayısıyla elde edilen ganimetin azlığı ve çokluğu onlar için önem arz ediyordu. Bu sebeple onların saldırıları, Eyyûbîlerin kuzey Suriye’deki topraklarını ciddi şekilde tehdit etmiyordu.1274

2.4. Melik Âdil’in Haçlılarla İlişkileri

Melik Âdil tahta çıktığında Eyyûbî hanedanının gayrı müslim komşuları olarak Ermenilerin yanı sıra Haçlılar da vardı. XI. yüzyılın sonu, XII. yüzyılın başında Orta Doğu İslâm coğrafyasına yerleşen Haçlılar, 1275 değişik adlar altında devletler ve beylikler kurdular. Ancak bunların bir kısmına Zengîler tarafından, Urfa Haçlı kontluğu (1098-1146) gibi; bir kısmına ise Salâhaddîn tarafından, Yafâ-Askalan Kontluğu (1118- 1268), Saydâ Senyörlüğü (1111-1260), Taberiye yahut Celile Senyörlüğü (1099-1187 ve 1229-1240) gibi, son verildi. Melik Âdil tahta çıktığında ise bu coğrafyada:

1- Kudüs Krallığı (1099-1291): Salâhaddîn tarafından 1187 yılında varlığına son verilen krallık, 1291 yılına kadar merkezi Akkâ Kalesi ve şehri olmak üzere varlığını ismen sürdürebildi. 2- Antakya Prinkepsliği (1098-1268), 3- Trablus Kontluğu (1102-1289), 4- Beyrût Senyörlüğü (1110-1291) ve 5- Cübeyl Senyörlüğü (1109-1282) varlıklarını devam ettirmekteydiler. 6- Kıbrıs-Haçlı Krallığı (1192-1489) ise III. Haçlı Seferi esnasında Kıbrıs Adası’nı Bizanslılardan alan Aslan Yürekli Richard tarafından kurulmuştu.

1273 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 233. 1274 Dahlmanns, a.g.e., s. 144. 1275 Haçlılar, ilk etapta şu dört devleti kurdular: Urfa (Edessa) Haçlı Kontluğu, Antakya Prinkepsliği, Trablus Kontluğu ve Kudüs Krallığı. Ancak daha sonra bu devletlere Kıbrıs Haçlı Krallığ daeklendi. Bu devletlerin egemenliği altında kontluk ve senyörlük adıyla çok sayıda beylik kurulmuştur.

249

Melik Âdil, sultanlık makamına oturur oturmaz ülkede istikrarı sağlamaya çalıştı. Salâhaddîn’in ölümünden sonra hanedan üyeleri arasında iktidar mücadelesi başlamıştı. Gerek Salâhaddîn’in çocukları arasındaki gerekse daha sonra Melik Âdil ile onlar arasındaki iktidar mücadeleleri, Eyyûbî hanedanı üyeleri arasındaki güven duygusunu tamamen zedelemişti. Bütün hanedan üyelerinde durum böyleydi. Çünkü birbirleriyle çatışanlar hanedana mensup iki veya üç kişiyken diğerleri de iki taraftan birisinde yer alarak taraf tutmak zorunda kalmışlardı. Böylece bütün hanedan üyeleri birbirleriyle kavgalı olup aralarındaki güven duygusu aşınmıştı. Bu sebeple Melik Âdil, yönetimi devraldığında başta Haçlılar olmak üzere komşularıyla dostluk ilişkileri geliştirmeye çalıştı. Çünkü hem çocukları dışındaki hanedan üyelerine pek itimat etmiyor hem de Avrupa’da yeni bir Haçlı seferi için hazırlık yapan Haçlıların dikkatini tekrar Kudüs üzerine çekmek istemiyordu. Bütün bunlardan dolayı 594/1198 yılında Haçlılarla imzaladığı ve beş yıl sekiz ay geçerli olacak barış anlaşmasını korumak için gayret sarf ediyordu. Aslında Kudüs Haçlı kralı II. Amori De Lusingnan da barışı sürdürmek niyetindeydi. Ancak barışı muhafaza etmek her zaman için kolay olmayabiliyordu. Hem Melik Âdil hem de II. Amori barışı korumak için büyük çaba sarf ederlerken III. Haçlı Seferi’nden umduklarını elde edememiş olan Batı Haçlıları ise Kudüs’ü elde etmek amacıyla yeni bir Haçlı seferi için hazırlıklara çoktan başlamışlardı.

Müslüman dünyasında kendilerine direnen güç durumundaki Eyyûbîlerin iç karışıklık yaşadığını gören Haçlılar, bu fırsatı kaçırmak istemediler. Bu sebeple 1198 yılında papalık makamına oturan III. İnnocentius, Doğu’ya yeni bir Haçlı seferi düzenlemek için çağrıda bulundu ve bu çağrı birçok kont ve dük tarafından kabul edilince yeni Haçlı seferinin hazırlıklarına 1199 yılında fiilen başlandı. 1276 Nihâyet 599/1202 yılının sonlarına doğru Felemenklilerden oluşan yaklaşık üç yüz kişilik atlı gurubu Akkâ’ya geldi. Bunlar ancak Dalmaçya’dan gemiye binen muazzam ordunun çok küçük bir parçasıydı. Bu küçük atlı grubu ısrarla II. Amori’den bir an önce Müslümanlara karşı harekete geçmesini istiyorlardı. Ancak II. Amori De Lusingnan en azından Haçlılar gelinceye kadar Eyyûbîleri kışkırtmak istemediği için onların bu taleplerini her defasında reddediyordu.1277 Ayrıca yakın tarihte bu bölgede peş peşe meydana gelen depremler, Müslümanların yerleşim yerlerine zarar verdiği gibi Suriye

1276 Demirkent, Haçlılar, DİA, c. XIV, s. 538; Şeşen, “Eyyûbîler”, Büyük İslâm Tarihi, c. VI, s. 350. 1277 Âşûr, Mısır ve’ş-Şâm, s. 76.

250

bölgesindeki Haçlıların yurtlarında da büyük yıkımlara sebep olmuştu. Yine Nil Nehri’nin suyunun azalması nedeniyle Mısır bölgesinde büyük bir kıtlık baş göstemişti. 1278 Bunların sonucunda başlayan ekonomik kriz ortamında II. Amori, dışarıdan güçlü bir destek almadan yeniden bir savaş ortamının oluşturulmasını kendileri için bir felaket olarak görüyordu. Bu yüzden de barış ortamının devam etmesi için büyük çaba sarf ediyordu.

2.4.1. Melik Âdil’in Haçlılara Karşı Hamâ’yı Desteklemesi

Ne var ki Felemenkler’in yanı sıra Akkâ’ya gelen Fransızlar da derhal savaşmak için kesin kararlıydılar. II. Amori ise kendilerinden sabırlı olmalarını ısrarla istiyordu. II. Amori’nin bu talebi karşısında hiddetten köpüren Fransız grubun lideri Renaud de Dampierre, onu korkaklıkla itham ederek kendisini şövalyelerin lideri ilan etti. Trablus Kontluğu’na tabi olup oradaki Hospitalier ve Templier tarikatlarına bağlı şövalyelerle ittifâk kurdu. Müttefik şövalyeler, ilk fırsatta Eyyûbîlerin Hamâ şubesinin topraklarına saldırdılar. Ansızın gelen bu saldırı karşısında herhangi bir varlık gösteremeyen Hamâ emîri Melik Mansûr, Sultan Melik Âdil’den yardım istemek zorunda kaldı. Yardım gelene kadar da kendisini emniyete almak maksadıyla Bârîn Kalesi’ne sığındı. Yardım çağrısı hemen yankı buldu, Melik Âdil’in girişimleriyle Halep, Baalbek ve Humus melikleri yardıma koştular. 1279 Yanında oldukça kalabalık bir ordu oluşan Melik Mansûr, Hısnü’l-Ekrâd, Trablus ve çevredeki diğer kalelerde toplanmış bulunan Haçlılar’a 3 Ramazân 599/16 Mayıs 1203 tarihinde anî bir saldırı gerçekleştirerek onları hezîmete uğrattı. Onların birçoğunu kılıçtan geçirip bir kısmını esir aldı, mallarına da ganimet statüsünde el koydu. 1280 Tekrar Bârîn’e çekilen İslâm ordusu, Haçlılar’ın yaklaşık 70,000 1281 kişilik bir ordu ile denizden Akkâ’ya çıkarma yaptıklarını ve Ermeniler ile ittifâk arayışında olduklarını öğrenince burada teyakkuz halinde beklediler. Bu arada Hospitalier şövalyeleri de Hısnü’l-Ekrâd ve Merkab kalelerinden sürekli olarak Hamâ topraklarına baskın yapmaktaydılar. Bunun üzerine 21 Ramazân 599/3 Hazîran 1203 tarihinde karşı saldırıya geçen Melik Mansûr komutasındaki

1278 Dahlmanns, a.g.e., s. 113-114. 1279 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 141-142. 1280 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 143; Makrizî, es-Sülûk, I/I, s. 194. 1281 İbn Vâsıl, bu sayıyı altmış bin olarak ifâde etmektedir. Bkz. İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 146.

251

Eyyûbî birleşik ordusu onları ikinci defa hezîmete uğrattı.1282 Bunun üzerine taraflar barış görüşmelerine başladılar, bir süre sonra bu görüşmeler ateşkes ilanı ve barış ile sonuçlandı. Ancak bu ateşkese kimlerin dâhil olduğu ve hangi şartları muhtevi olduğu hakkında kaynaklarda pek malûmat yoktur.

Ancak bu geçici ateşkes anlaşmasının süresi bitince Hospitalier şövalyeleri 601/1204 yılında tekrar Hamâ topraklarına saldırdılar ve şehrin Âsî Nehri’ne açılan kapısında çamaşır yıkamakta olan kadınları alıkoydular. Gafil avlanan Melik Mansûr, ağır bir yenilgi aldı. Şövalyeler, birçok Müslümanı öldürüp mallarına da el koyduktan sonra geri döndüler.1283 Yine Melik Mansûr’un yardım çağrısı üzerine Sultan Melik Âdil’in Dımaşk nâibi olan oğlu Melik Muazzam Îsâ, Hamâ’ya bir askerî birlik sevk etti. Ancak bu birlik herhangi bir çatışmaya girmedi. Çünkü taraflar arasında yeni bir ateşkes antlaşması imzalanmıştı.1284

2.4.2. Melik Âdil’in IV. Haçlı Seferi’ndeki Başarılı Siyaseti

III. Haçlı Seferi hedefine ulaşmamıştı. Ayrıca Alman Kralı VI. Henry’nin yenilgiye uğramasının ardından Yâfâ ve sahil şeridindeki bazı kaleler de Eyyûbîlerin eline geçmişti. Bu durum, 1198 yılında papalık makamına geçen III. İnnocentius’u çok kızdırmış, bu sebeple yeni bir Haçlı saldırısı için Fransâ, İngiltere ve Almanya liderlerine çağrıda bulunmuştu.1285

Gerek onun çağrısı gerekse Vâiz Foulques de Neuilly gibi vâizlerin ateşli vaazlarıyla çok hızlı bir şekilde yeni bir Haçlı seferi için gerekli insanî güç ve sonradan papalık gelir vergisi adını alacak olan ekstradan konulan vergilerle de malî güç temîn edilmişti.1286

O sıralar Doğu’da Haçlılara lojistik destek verebilecek durumunda olan Bizans İmparatorluğu ise siyasî çalkantı içindeydi. İmparator II. Isaakios Angelos, kardeşi III. Aleksios’un düzenlediği bir saray ihtilali sonucu tahttan indirilmişti. Gözlerine mil

1282 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 148-149; Makrizî, es-Sülûk, I/I, s. 194. 1283 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 291; Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., VIII/II, s. 523-524; Ebû Şâme, a.g.e., c. V, s. 77; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 162-163. 1284 İbn Nazîf, a.g.e., s. 44-45; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 163-164. 1285 Hüseyin, Tarîhü’l-Eyyûbiyyîn, s. 100. 1286 Demirkent, “Haçlılar”, DİA, c. XIV, s. 538.

252

çektirilip oğlu genç Aleksios’la birlikte hapse atılmıştı.1287 Genç Aleksios, 1201 yılının sonlarına doğru bir yolunu bulup zindandan kaçtı ve gidip eniştesi Fransa kralı Philipp Von Schwaben’e sığındı. Philipp, onun kızkardeşi Irene Angelina’yla evliydi. VI. Henry, Sicilya’yı zapt ettiğinde esirler arasında bulunan Sicilya veliahtının dul kalmış hanımı ve aynı zamanda Bizans İmparatoru II. Isaakios Angelos’un da kızı olan Irene Angelina’yı, Philipp ile evlendirmiş, böylece Fransa ile Bizans arasında akrabalık bağı oluşturmuştu. Genç Aleksios, amcasına karşı eniştesi Philipp’ten yardım isteyince eniştesi Doğu’da kendi hâkimiyeti altında olacak bir imparatorluk hayaliyle ona yardım etmeye hazırdı.1288

Bu arada Haçlılar da hedef olarak Kutsal Ülke: Kudüs yerine Mısır’ı belirlemiş ve kendilerini oraya ulaştıracak nakil vasıtalarını araştırmaya koyulmuşlardı. Bu konuda Venedik ile anlaşmışlardı. Bu anlaşmaya göre Venedik:

1- 4,500 şövalyenin ve bunların atlarının, 9,000 seyis ile 20,000 piyade askerinin bir yıllık yiyecek maddesini temin edecek, 2- Bunları Mısır’a ulaştıracak nakliye gemilerini temin edecek ve 3- Bu hizmetlerinin karşılığında da 85,000 Köln gümüş markı alacaktı. 4- Ayrıca elli galerilik yardım karşılığında da Haçlıların zapt edecekleri toprakların yarısını alacaktı.

Anlaşma imzalandıktan hemen sonra Haçlılar Venedik’te toplanmaya başladılar. Ancak Haçlılar, Venedik Cumhuriyeti’ne vaat ettikleri 85,000 markı bir türlü denkleştiremediler. Para hazır olmadığı için Venedikliler de nakliye gemilerini vermediler. Çok zor bir dönem geçiren Haçlılar, kendilerine yapılacak her türlü teklifi kabul etmeye hazırdılar. Yine Kutsal Ülke yerine Mısır’ın hedef olarak seçilmesi de Haçlı ordusunda hoşnutsuzluğa yol açmış,1289 böylece Venediklilerin onları istedikleri gibi yönlendirmeleri kolaylaşmıştı. Bu fırsatı kaçırmak istemeyen Venedik dükü Enrico Dandolo, nakliye gemilerinin parasına mukabil Adriyatik Denizi kenarındaki Zârâ şehrinin Macar’lardan alınıp kendisine teslim edilmesini istedi. 1290 Böylece onların

1287 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 288. 1288 Runciman, a.g.e., c. III, s. 99-100. 1289 Runciman, a.g.e., c. III, s. 100-101. 1290 Hüseyin, Tarîhü’l-Eyyûbîyyîn, s. 100; Sâmî b. Abdullâh el-Mağlûs, Atlasü’l-Hemelâtü’s-Salîbiyye ale’l-Maşrık el-İslâmî fi’l-Usûri’l-Vustâ, Obekan Yay., Riyad, 2009, s. 134.

253

dikkatlerini Mısır’dan farklı tarafa çekmeyi başardı. Çünkü o, Melik Âdil ile olan karlı ticâretinin zarar görmesini istemiyordu. Avrupa ile ticâretin kendi ülkesi için sağladığı kazançların farkında olan Melik Âdil, Mısır’a hâkim olduğunda İtalyan şehir devletleriyle özellikle de Venedik ile ticârî anlaşmalar yapmış, onlara çok değerli kapitülasyonlar vermişti. Haçlılar, Venedik’te gemileri bekledikleri sırada da bir diğer Venedik elçi heyeti Melik Âdil’in Mısır nâibi olan oğlu Melik Kâmil ile yeni bir ticâret anlaşması yapmaya çalışmaktaydı. Ancak Eyyûbî tarafı, bu ticârî anlaşmanın yapılabilmesi için onlardan Mısır’a yönelecek herhangi bir Haçlı seferine müsaade etmeyeceklerine dair teminat istedi. Bu teminat verildikten sonradır ki onlarla yeni bir anlaşma imzaladı. 1291 Bu arada Melik Âdil, Haçlıları Mısır’dan uzaklaştırmaları karşılığında onlarla eski ticârî anlaşmalara ilaveten çok daha imtiyâzlı ve karlı ticârî antlaşmaların yapılacağı sözünü de verdi. 1292 Bütün bunlara Venedik dükü Enrico Dandolo’nun Bizans’a karşı taşıdığı hasmâne tutumunu da eklemek gerekir. Bütün bunlardan dolayı bu seferin rotasının Mısır’dan başka tarafa çevrilmesi her halükarda Venediklilerin yararınaydı.1293

Çoğunluğu Fransız ve Hollandalı olan Haçlılar,1294 daha Zârâ’da iken onlara Genç Aleksios’un teklifi ulaştı. Haçlılar Mısır yerine İstanbul’a gidip amcası III. Aleksios’u tahttan indirip kendisini tahta çıkarmaları karşılığında:

1- Venedik’e kalan borçlarını ödemeyi, 2- Mısır’ın alınması için 10.000 kişilik bir ordu ile destek vermeyi, 3- Yine buranın zaptı için gerekli para, yiyecek, giyecek ve ikmal maddelerini temin etmeyi taahhüt etti.1295 4- Ayrıca Kutsal Ülke’de kalacak beş yüz civarındaki şövalyenin iaşesini üstleneceğini ve 5- İstanbul Kilisesi’nin Roma’daki papalığa itaat arz etmesini sağlayacağını da beyan etti.1296

1291 Runciman, a.y. 1292 Hüseyin, Tarîhü’l-Eyyûbîyyîn, s. 101. 1293 Demirkent, “Haçlılar”, DİA, c. XIV, s. 538. 1294 George Childs Kohn, Savaş Sözlüğü, Çev. Berna Kara, Doruk Yay., Ankara, 2006, s. 284. 1295 Runciman, a.g.e., c. III, s. 102; Demirkent, a.y. 1296 Runciman, a.g.e., c. III, s. 103.

254

Bu teklifin kabul edilmesi üzerine İstanbul’a yönelen Haçlılar, 24 Haziran 1203 tarihinde İstanbul önlerine geldiler ve İstanbul’u işgal ederek elli yedi yıl (1204-1261) hüküm sürecek olan Latin İmparatorluğu’nu kurdular.

Bu yeni Haçlı seferinin hedefini saptırıp İstanbul’da sona ermesini sağlayan birçok faktör vardır. Ancak bütün bu faktörler içerisinde en etkili olanı ve Haçlı hareketinin hedefinden saptırılmasını sağlayan ana faktör Melik Âdil’in Venediklilerle imzaladığı imtiyazlı ticârî anlaşmalar ve kapitülasyonlardı. Melik Âdil, hem bu kapitülasyonların devam etmesi hem de yeni imtiyazlı ticârî anlaşmaların imzalanabilmesi için Venediklilerin Haçlıları Mısır’dan başka bir tarafa yönlendirmelerini şart koşmuştu. Böylece o siyasî dehasıyla Mısır’ı hedefleyerek başlayan IV. Haçlı Seferi’ni İstanbul’da sonlandırarak başta Eyyûbî Devleti olmak üzere İslâm coğrafyasına rahat bir nefes aldırmıştı.

2.4.3. Melik Âdil’in, Valisinden Dolayı Bölge Haçlılarıyla Karşı Karşıya Gelmesi

IV. Haçlı Seferi’nin devam ettiği sıralarda barış taraftarı olan Melik Âdil ile Kral II. Amori arasındaki ilişkilerde sükûnet hâkimdi. Ancak Melik Âdil’in Saydâ bölgesindeki bir kale-şehir valisi, Haçlı sahil bölgesine ve gemilerine baskınlar yapıp rahatsızlık veriyordu. Bu emîri sözkonusu girişimlerinden alıkoyması için II. Amori, Melik Âdil’e birçok defa şikâyette bulunduysa da Melik Âdil oralı olmadı. Bunun üzerine II. Amori, karşı atağa geçerek Akkâ’ya yeni gelen Haçlıların desteği ile Mısır’dan Suriye’ye giden yaklaşık yirmi gemilik Müslüman filosunu tuzağa düşürüp ele geçirdi. Bu filoda iki yüz kişiyle birlikte yaklaşık 60,000 dinar değerinde mal vardı. Hemen sonra Celîle bölgesine saldırarak İslâm topraklarını yağmalamaya başladı ve Akkâ ile Taberiyye arasında bulunan Keferkennâ’ya kadar ilerledi. 1297 O sıralar Dımaşk’ta bulunan Melik Âdil, II. Amori’nin bu misillemesine karşılık Mısır ve Suriye askerlerinden bir ordu teşkil edip Akkâ yakınlarındaki Tûr’a bir çıkarma yaptıysa da meydan savaşına girmekten kaçındı.1298 Bu sıralarda İstanbul saldırısını benimsemeyen bir Haçlı filosu da Akkâ’daki yerli Haçlılardan destek alarak 1299 Mısır deltasındaki

1297 Âşûr, Mısır ve’ş-Şâm, s. 76-77. 1298 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 291; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 159. 1299 Kâsım Abduh Kâsım – Ali es-Seyyid Ali, el-Eyyûbîyyûn ve’l-Memâlik (et-Tarîhü’s-Siyasî ve’l- Askerî), Ayn Yay., Cîze, ty., s. 89-90.

255

Reşid Limanı’ndan Nil Nehri’ne girerek küçük Fuva Kasabası’na kadar sokulmuştu. Yirmi gemiden oluşan bu filo, 1300 buralarda beş gün kaldı ve bu süre boyunca bu limanları yağmaladı. Mısır ordusu ise bunlara karşı herhangi bir varlık gösteremeyip sadece savunmada kaldı. Çünkü bu dönemde Müslümanların, Haçlılara karşı koyabilecek güçlü bir filosu yoktu.1301

Gerek Melik Âdil gerekse II. Amori İstanbul üzerine yönelen Haçlı seferinin sonucunu bekliyorlardı. Haçlı seferinin İstanbul’da söndüğünü ve bu yıl (1204) için yeni bir Haçlı seferinin olamayacağını görünce iki taraf barış görüşmelerine başladılar1302 ve 601/1204 tarihinde sulh anlaşması imzaladılar. Aslında sulh talebi II. Amori’den gelmişti. Ancak sulh, Melik Âdil’in de isteğiydi. Çünkü Haçlıların denizde üstün olmaları onu endişelendirmekteydi. Ayrıca Suriye sahiliyle ticârî faaliyetlerini devam ettirmesi ülkesi için daha kazançlıydı.1303 Ayrıca ülke içindeki iç sorunlar da tam anlamıyla halledilememişti. Yine o, IV. Haçlı Seferi’ne çıkan Haçlıların dikkatini bu bölgeye celbetmek istemiyordu.1304 Yaklaşık iki ay önce Dımaşk Okçu Garnizonu’nun silah deposu da tamamen yanmıştı.1305 Bu husus barış görüşmelerinin başlatılmasında çok fazla etkili olmasa da Melik Âdil’in savaşı sürdürmek noktasında elini zayıflatan bir faktör olduğu gerçektir. Bu arada Melik Âdil’in bazı komutanlarını heyecanlandıran ve ümitlendiren bir gelişme yaşandı. Meydana gelen bir salgın nedeniyle Akkâ nüfusunun büyük bölümü yok olmuştu. Ancak bu boşluk dışardan gelen Haçlılarla derhal doldurulduğu için bu ümitleri de suya düştü.1306 Bütün bunlardan dolayı her ne kadar sulh talebi II. Amori’den gelmişse de Melik Âdil, çok fazla tavizkâr bir anlaşma imzalamak zorunda kaldı. Yapılan bu anlaşmaya göre:

1- Müslümanlar Saydâ, Remle ve Lüdd’deki yarı hisselerini Haçlılara devrettiler.1307 2- Bazı tarihçilere göre Yafâ da Haçlılara bırakıldı.1308

1300 Ebû Şâme, a.g.e., c. V, s. 74. 1301 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 161; Makrizî, es-Sülûk, I/I, s. 196; Şeşen, “Eyyûbîler”, Büyük İslâm Tarihi, c. VI, s. 350-351. 1302 Şeşen, “Eyyûbîler”, Büyük İslâm Tarihi, c. VI, s. 351. 1303 Runciman, a.g.e., c. III, s. 89-90. 1304 Şeşen, a.y. 1305 Ebû Şâme, a.g.e., c. V, s. 74. 1306 Dahlmanns, a.g.e., s. 120. 1307 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 291; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 162, Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 197; Şeşen, a.y.

256

3- Kudüs’ü ziyarete gelen Hristiyan hacıları için formalitelerde kolaylık sağlamak için de Nasıra’nın idâresi Akkâ Haçlı Krallığı’na devredildi.1309 4- Bu anlaşma altı yıl geçerli olacaktı.1310

Bu anlaşma karşılığında Suriye’deki mülklerinin garantisini alan1311 Melik Âdil, Müslüman ülkelerden gelen askerlerini dağıttıktan sonra Mısır’a döndü.1312

2.4.4. Melik Âdil’in, Barış Döneminde Saldırgan Tutum Takınan Haçlıları

Cezalandırması

Kral II. Amori, bu anlaşmanın üzerinden daha birkaç ay geçmişti ki Akkâ’da aşırı balık yemekten öldü. Kralın ölümü üzerine Akkâ-Kıbrıs Birleşik Krallığı ikiye ayrıldı. Kıbrıs krallığına daha altı yaşlarında bulunan I. Huge de Lusignan getirildi. Akkâ ise Kraliçe Isabella’nın yönetimine bırakıldı. Isabella bir süre sonra ölünce geride bıraktığı beş kız çocuğundan daha on üç yaşlarında olan Marie, onun yerine geçti. Marie’nin nâibliğine de Beyrût hâkimi de olan Jean d’Ibelin getirildi.1313 Altı yıl geçerli olmak kaydıyla imzalanan 601/1204’deki ateşkes anlaşması, halen geçerliliğini sürdürmekteydi. İki taraf da bu ateşkes anlaşmasını ihlal etmek istemiyordu. Akkâ Haçlıları, Batı’dan bir yardım olmadan bunu bozmaya cesaret edemiyorlardı. Melik Âdil de iç karışıklıklardan dolayı kendisine hiçbir zararı olmayan bir devletle uğraşmak ve böylece Batı’dan gerçekleşecek yeni bir Haçlı seferine de zemin hazırlamak istemiyordu. 1314 Ancak 603/1206 yılında Hısnü’l-Ekrâd ve Trablus Hospitalier şövalyelerinin Humus üzerine aralıksız saldırmaları ve 604/1207 yılındaki Kıbrıslı Haçlı korsanlarının Mısır donanmasına ait gemileri ele geçirerek içindekilerini esir almaları üzerine ateşkes anlaşması tehlikeye girdi. Melik Âdil, bu hareketlerini terk etmeleri ve gasp ettiklerini geri vermeleri hususunda Haçlıları uyardı. Bundan dolayı Jean d’Ibelin’e haber göndererek aralarında barışın devâm etmesine rağmen gemilerine yapılan saldırıların sebebini sorup, alınan gemilerin iadesini istedi. Jean d’Ibelin de

1308İbn Vâsıl, a.y.; Makrizî, a.y. 1309 Runciman, a.g.e., c. III, s. 90; Şeşen, a.y. 1310 Runciman, a.y. 1311 Dahlmanns, a.g.e., s. 121. 1312 İbn Vâsıl, a.y 1313 Runciman, a.g.e., c. III, s. 90. 1314 Runciman, a.g.e., c. III, s. 117.

257

Kıbrıs’ın ayrı bir krallık olduğunu, dolayısıyla oranın üzerinde her hangi bir hâkimiyetinin sözkonusu olamayacağını söyleyerek özrünü beyân etti. Hâlbuki Kıbrıslılar o yıl Kıbrıs’ta meydana gelen kıtlıktan dolayı adayı boşaltıp İstanbul’a gitmişlerdi. Böylece oranın hâkimiyeti de Akkâ ile birlikte Jean d’Ibelin’in elindeydi. Melik Âdil, bu talebini ikinci defa tekrarladı. Ancak isteği tekrar geri çevrildi.1315 Yine bundan bir süre önce 603/1206’da da Hısnü’l-Ekrâd ve Trablus’taki Hospitalier şövalyelerinin Humus ve diğer İslâm beldelerine saldırıları olmuştu. Melik Âdil, artık bunları cezalandırmanın gerekliliğine karar verdi ve Mısır’dan ordusu ile yola çıktı. Mısır’ın Şâm yolu üzerindeki girişinde bulunan Abbâse Kasabası’na1316 geldi. Oradan hızlıca Suriye’ye hareket etti. Ancak anîden yolunu Akkâ’ya çevirip orayı kuşattı.1317 Akkâ hâkimi Jean d’Ibelin’in, elindeki bütün Müslüman esirleri serbest bırakması ve ateşkes anlaşmasını yenilemesi karşılığında kuşatma kaldırıldı. Oradan Suriye’ye geçen Melik Âdil, bir süre sonra Humus’a giderek buranın hâkimiyetindeki Kadeş Gölü civarında karargâh kurdu1318 ve civar belde meliklerinden asker talep etti. Onun çağrısı üzerine iki oğlu Melik Muazzam ile Melik Eşref, ayrıca Hamâ emîri Melik Mansûr ve Humus emîri Melik Mücahid ordularının başında yardıma geldiler. Bizzat kendisi gelmemiş olsa da Halep emîri Melik Zâhir de ordusunu amcasına yardıma göndermişti. Sincâr, Musul ve el-Cezire’nin orduları da yardıma gelmişlerdi. 1319 Hısnkeyfâ Artukluları da Vezir Ziyâeddîn’le birlikte bir grup askeri yardıma göndermişti. Baalbek emîri Melik Emced de bir askerî birliğin başında amcasına yardıma gelmişti, ancak Baalbeklilerin ayaklanıp valilerini öldürmeleri üzerine Melik Âdil’in izniyle Baalbek’e geri dönmüş ve bu harekete katılamamıştı.1320 Melik Âdil’in etrafında on binlerce asker toplanmıştı. Trablus’a saldıracağı şayiasını yayarak Hısnü’l-Ekrâd’a saldırdı. Taraflar arasında meydana gelen şiddetli çatışmaların akabinde beş yüz esir ve çok miktârda mal ve silahtan oluşan ganimet ele geçirip kuşatmayı kaldırdı.1321 Ancak oldukça güçlü olan

1315 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 342. 1316 El-Hamevî, a.g.e., c. IV, s. 75. 1317 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 172. 1318 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 341; İbn Nazîf, a.g.e., s. 52; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 172. 1319 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 172-173. 1320 İbn Nazîf, a.g.e., s. 53. 1321 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 173.

258

bu büyük orduyla, stratejik bir konuma sahip olan Hısnü’l-Ekrâd’ın fethedilememiş olması aslında başarılı görülen Müslümanlar için gizli bir başarısızlık sayılabilir.1322

Melik Âdil, Hısnü’l-Ekrâd’dan Trablus’a doğru hareket etti. Yol üzerindeki el- Kuley’ât Kalesi’ni muhâsara ederek ele geçirdi. Kale hâkimini serbest bırakıp içindeki bütün herşeye el koyduktan sonra orayı tahrip etti. Oradan hızlıca Trablus’a giderek şehri kuşattı. Burayı da baştanbaşa yağmalayarak birçok esir ve ganimet ele geçirdi.1323 Ancak kararlı ve inatçı sâkinlerinden dolayı orayı alamadan1324 Humus’a geri dönmek zorunda kaldı. Bunun üzerine Trablus kontu IV. Bohemund, Melik Âdil’e birçok mal ve hediye ile birlikte elçiler göndererek ona bağlılık bildirdi ve sulh talebinde bulundu. Elindeki üç yüz Müslüman esiri de serbest bırakarak sulh talebindeki samimiyetini göstermek istedi. 1325 Melik Âdil de Doğu’dan gelen askerlerin daha soğuklar başlamadan memleketlerine dönmek istemeleri üzerine1326 kontun barış talebini kabul etti. Bunun üzerine Zilhicce 603/Temmuz 1207 tarihinde ayrıntıları bilinmeyen bir barış anlaşması imzaladıklarını görüyoruz.1327

Bundan sonra 606/1209-1210’da Haçlılar on dört gemi ile Dimyât yakınlarındaki Bora liman kasabasına çıkarma yaptılar. Etrafı yağmalayıp halkını esir ettiler. Melik Kâmil’in Mısır filosuyla harekete geçtiğini haber alınca da kaçtılar.1328 Ertesi yıl Haçlıların Akkâ’da toplandıklarını ve muazzam bir kalabalık oluşturduklarını haber alan Melik Âdil, Dımaşk’tan harekete geçti. 1329 Yanında veziri İbn Şükr de vardı.1330 Onlar daha yoldayken Melik Muazzam’ın komutası altında ünlü tarihçi Sıbt İbn Cevzî’nin de içinde bulunduğu İslâm ordusu Akkâ’yı muhâsara etmeye başlamıştı. 1331 Akkâ’da sıkışan Haçlılar, ateşkes anlaşmasının yenilenmesi talebiyle

1322 Dahlmanns, a.g.e., s. 126. 1323 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 341; İbn Amîd, a.g.e., s. 5. 1324 Dahlmanns, a.y. 1325 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 173; Makrizî, es-Sülûk, I/I, s. 199; Şeşen, “Eyyûbîler”, Büyük İslâm Tarihi, c. VI, s. 351. 1326 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 341. 1327 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 173; Makrizî, es-Sülûk, I/I, s. 199. 1328 ed-Devâdârî, a.g.e., c. VII, s. 168. 1329 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 201. 1330 Nüveyrî, a.g.e., c. XXIX, s. 32. 1331 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 544-545.

259

Melik Âdil’e müracaatta bulundular. Bir sürü yazışmadan sonra ateşkes anlaşması yenilenerek sulh dönemine geri dönüldü.1332

2.4.5. Melik Âdil’e Karşı Düzenlenen Çocuk Haçlı Seferi’nin Başarısızlıkla

Sonuçlanması

Daha önce anlattığımız gibi Melik Âdil, Venedik siyasetinde ticâretin büyük bir ehemmiyete sahip olduğunu biliyordu. Bu sebeple de 605/1208 yılında onlarla ticârî bir anlaşma yapmış ve son derece iyi ilişkiler kurmuştu. Bunu 607/1210’daki ateşkes anlaşması takip etmişti. Aslında Melik Âdil, bununla yeni bir Haçlı seferinin Mısır’a yönelmesini engellemek istemişti. Kahire’de çoğunluğu Venedikli olmak üzere binlerce Avrupalı tüccâr bulunuyordu. Sultanın bu hoşgörüsü Haçlıların Mısır’dan uzak tutulmaları için verilen bir rüşvet olarak da algılanabilir. Ne var ki Avrupalılar, Eyyûbîlerin Venediklilerle yaptıkları ateşkesi tanımadılar ve 609/1212’deki Çocuk Haçlı Seferi patlak verdi.1333

1200’lerin ilk yıllarında Papa III. İnnocentius’un ve etkili vaizlerin ateşli vaazlarıyla Avrupa ülkelerini kasıp kavuran Haçlı ateşi, çocukları dahi etkilemişti.1334 On iki yaşlarında bir çoban çocuk olan Stephen, Fransa kralı Philippe’e bir mektup verdi. Kendi ifadesine göre bu mektup krala teslim edilmek üzere bizzat Mesîh Îsâ tarafından kendisine verilmişti. Yine iddia ettiği üzere Mesîh Îsâ tarafından Kutsal Şehir: Kudüs’ün kurtarılması göreviyle görevlendirilmişti. Ancak kral onu çok fazla dikkate almadan memleketine dönmesini istedi. O ise kralın ilgisizliğine pek aldırış etmeden St. Dennis Manaastırı’nın kapısında üstün hitabetiyle vaazler vermeye başladı. Kısa sürede etrafında sadece çocuklardan oluşan yaklaşık 30.000 kişilik bir grup toplandı. Bu çocukların büyük bir kısmı erkek iken içlerinde çok sayıda kız çocuğu da vardı. Bu arada bu vaazler, Almanya’da da makes buldu. Nicholas adındaki bir Alman çocuk da bu vaazlerden etkilenip etrafına binlerce çocuk alarak yola koyuldu. Hayırsever bazı Hristiyan tüccârlar tarafından yedi gemiyle yola çıkarılan bu çocukların akıbetleriyle ilgili bilgi alınıncaya kadar tam on sekiz yıl geçti. 1230 yılında Doğu’dan

1332 İbn Nazîf, a.g.e., s. 62; İbn Vâsıl, a.y. 1333 Abdulmümin Mâcid, ed-Devletü’l-Eyyûbiyye fî Tarîhi Mısır el-İslâmiyye, Dârü’l-Fikr el-Arabî, Kâhire, 1997, s. 123. 1334 Kohn, a.g.e., s. 187.

260

Fransa’ya bir papaz geldi. Söylediğine göre o da o çocuklarla birlikte gemiye binmişti. Ancak anlattığına göre denize açıldıktan birkaç gün sonra fırtınaya tutulan yedi gemiden iki tanesi batmış, bütün yolcuları boğulmuştu. Diğer beş gemideki çocuklar da bu hayırsever tüccârlar tarafından daha önce anlaştıkları korsanlara köle olarak satılmışlardı. Bunların bir kısmı da köle pazarında satılmak üzere Kahire’ye getirilmiş, içlerinden bazıları Batı dillerine ve ilimlerine karşı ilgisi olan Melik Kâmil tarafından satın alınıp öğretmen, tercüman ve kâtip olarak istihdam edilmişti.1335

2.4.6. V. Haçlı Seferi ve Melik Âdil’in Vefatı

Hristiyan dünyasının büyük bir kısmında halen canlı olan Haçlı ruhu, 1212 yılında çocukların düzenledikleri Haçlı Seferi’nin trajediyle sonuçlanması üzerine katlanarak geniş halk yığınlarında taban buldu. Aslında Papa III. İnnocentius da Kudüs’ün çocuklar tarafından kurtarılmasının mümkün olmayacağını biliyordu. Ancak çocukların maruz kaldığı bu trajediyi kullanarak, bu utancı her defasında hatırlatarak Hristiyan dünyasını gayrete getirmeye çalışıyordu. Bunun için 1213’te Hristiyan dünyasının değişik yerlerine etkili vaizler göndererek onların marifetiyle bu tajediyi de kullanmak suretiyle Kutsal Şehir: Kudüs’ün kurtarılması için Katolik Hristiyan âlemini yeni bir Haçlı seferine katılmaya çağırdı. Bunu 1215’teki Laterano Konsili’ndeki çağrı takip etti.1336 1215’te Roma’da gerçekleşen bu konsilde aşağıdaki kararlar alındı:

1- Sefere katılacak herkese imtiyazlar tanınacaktır. 2- Onların günahları affedilecektir. 3- Bu sefer için yeni bir vergi konulacaktır. 4- Ayrıca Müslümanlara kesinlikle askerî malzeme satılmayacaktır.

Bu kararların duyurulması için birçok vaiz ve şair görevlendiren papa,1337 Sultan Melik Âdil’e de mektup göndererek Kudüs’ün yeni bir Haçlı Seferi’ne ihtiyaç bırakmadan kendilerine barışçıl yollardan teslim edilmesini tehditvârî bir üslupla talep etti. Diğer taraftan da geniş katılımlı bir Haçlı ordusu oluşturabilmek için küskün olan Hristiyan liderleri barıştırmak için bizzat çevre ülkeleri dolaşmaya başladı. Ancak böyle

1335 Runciman, a.g.e., c. III, s. 123-127. Ayrıca bkz. Sallâbî, el-Eyyûbîyyûn Ba’de Salâhaddîn, s. 105-106. 1336 Runciman, a.g.e., c. III, s. 127-128. 1337 Demirkent, “Haçlılar”, DİA, s. 539.

261

bir gezideyken 1216 yılında öldü. Yerine III. Honorius atandı. O da selefinin politikasını büyük gayretlerle sürdürdü. Yeni papa, İtalya’da ve Sicilya’da toplanmış bulunan Haçlılara 1217 yılının Temmuz ayında hareket etmelerini emretti. Bu emir üzerine yola çıkan Haçlılardan Akkâ’ya ilk ulaşanlar, Avusturya Arşidükü VI. Leopold ile Macaristan Kralı II. Andreas’tı. V. Haçlı Seferi’nin ilk grubunu teşkil eden bu birlikler, böylece dört yıla yakın bir süre devam edecek olan bir savaşı da başlatmış oldular. Kıbrıs Kralı I. Hugue da bu sıralar ordusuyla karaya çıkmıştı. 1338 Bunlara Kudüs Haçlı kralı Jean de Brienne ve Antakya Prinkepsliği prensi IV. Bohemund da katılmıştı. Böylece Akkâ’da çok büyük bir kalabalık toplanmıştı. Öyle ki Sultân Salâhaddîn’in vefatından sonra ilk defa böyle bir kalabalık Akkâ’da toplanıyordu.1339

Kudüs-Akkâ kraliçesi Marie, 1208 yılında on yedi yaşına basmıştı. O güne kadar onun nâibi sıfatıyla ülkesini Beyrût hâkimi de olan Jean d’Ibelin yönetmişti. Fakat artık kraliçe büyümüş, evlilik çağına gelmişti. Bu sebeple uygun bir koca adayı bulmak için arayışlar sıklaşmıştı. Nihâyet 1210 yılında Fransa kralı Philippe’nin tavsiyesiyle kraliçe hayatını Jean de Brienne ile birleştirmiş, böylece ülke yönetimi de Jean d’Ibelin’den ona, yeni krala geçmişti. Yeni kral, 1217 yılının son aylarında ülkesine ulaşan Haçlı ordusunun derhal saldırıya geçmesini istedi. Çünkü Suriye’de o yıl mahsul kötü olmuş, bu sebeple bu kalabalık orduyu beslemek oldukça zorlaşmıştı. 1340 Kralın isteğiyle Haçlılar, 15,000 kişilik bir kuvvetle1341 harekete geçerek Ürdün’deki Beysân’a kadar ilerlediler ve orada karargâhlarını kurdular. Melik Âdil de Haçlıların Akkâ’da toplandıklarını duyunca birkaç askerî birlikle birlikte Mısır’dan harekete geçmişti. Mısır’daki mallarını ve hazinelerini de yanına almış, onları Kerek Kalesi’ne taşımıştı. Kerek’te birkaç gün kaldıktan sonra Suriye’ye geçti.1342 0, Haçlılardan önce Nablus’a varmak için acele etti. Ancak Haçlılar, ondan önce harekete geçmişlerdi. Bunun üzerine o, Beysân’a doğru harekete geçti. Yanında az bir askerî kuvvetin bulunduğunu bilen Haçlılar, onunla savaşa girmek için üzerine yürüdüler. O ise, Haçlıların bu kadar hızlı davranabileceklerini tahmin etmediği için yanına kalabalık bir ordu almadan yola çıkmıştı. Bu yüzden Beysân’dan ayrılarak Dımaşk yakınlarındaki Aclûn Kalesi’ne

1338 Runciman, a.g.e., c. III, s. 128-131. 1339 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 254. 1340 Runciman, a.g.e., c. III, s. 117-118, 131. 1341 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 583. 1342 İbn Adîm, a.g.e., s. 8.

262

çekildi. Çünkü tedbirli bir devlet adamı olarak bilinen Melik Âdil, sayı bakımından kendisinden çok üstün durumdaki bir orduyla savaşmanın yenilgiyle sonuçlanmasının kuvvetle muhtemel olduğunun bilincindeydi. Öyle ki babasının geri çekildiğini gören Melik Muazzam’ın, 'Niçin geri çekiliyorsun' şeklindeki itirazına sert bir üslupla 'Hangi orduyla savaşayım, zaten Suriye’yi bölmüş, her bir bölgeyi ayrı bir emîre vermişiz. Haçlılar karşısındaki ufak bir başarısızlıkta elin oğlu olan bu emîrler bizleri rahatlıkla satarlar. Böylece ülke de elimizden akıp gider.' diyerek oğlunun tecrübesizliğini yüzüne vurdu. Hem Dımaşk üzerine gerçekleşebilecek bir saldırıyı karşılamak hem de İslâm ülkelerinden gelecek takviye birliklerin katılması için kendisi Aclûn Kalesi’nde beklerken oğlu Melik Muazzam’ı da Kudüs’ü korumak için bir askerî birlikle Nablûs’a gönderdi.1343

Melik Âdil, Beysân önlerinden geri çekilince Haçlılar mukavemetsiz bir şekilde şehri zapt ettiler. Hâlbuki şehir halkı sultanın kendi beldelerine doğru geldiğini görünce orada kalıp başka yerlere göç etmemişlerdi. Sultan geri çekilince de şehir halkı gafil avlanmış ve katliamdan kurtulamamıştı. O günleri özetleyen bir örnek olması hasebiyle Tarihçi İbn Esîr’in bizzat duyduğu şu olayı aktarmak uygun düşer: “Melik Âdil, yolda bir şeyler yüklenmiş olarak kâh dinlenen kâh acele acele yoluna devâm eden yaşlı bir adamı görür. Askerlerinden ayrılıp o yaşlı adamın yanına gider ve ona 'Ey yaşlı, acele edip durma. Kendine acı!' der. Melik Âdil’i tanıyan yaşlı adam da der ki: 'Ey Müslümanların Sultanı! Asıl sen acele etme. Bizim ise, senin bizi düşmanla baş başa bırakıp ülkene gittiğini görünce acele etmekten başka ne çaremiz var ki?”1344 Bu sitem üzerine gözleri dolan sultan, o yaşlı adamı yanına alıp sağ salim bir şekilde Dımaşk’a ulaştırdığı gibi ona hazineden 300 dinar para da vermişti.1345

Beysân’ı ele geçirdikten sonra üç gün süreyle olmadık zulümlere imza atan1346 Haçlılar, oradan Banyâs’a kadar olan tüm sahil şeridini yağmaladılar. Birçok esir ve ganimet ele geçirdiler. Yorgunluklarını üzerlerinden atmak maksadıyla Akkâ’ya döndüler. Kısa süre sonra tekrar harekete geçip Saydâ ve eş-Şakîf beldelerine

1343 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 374; Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 583; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 221-222. 1344 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 374. 1345 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 256. 1346 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 374; Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 583.

263

saldırdılar. Bu saldırılarda da yine birçok esir ve ganimet ele geçirip Akkâ’ya döndüler.1347

Kral Jean de Brienne, Akkâ Ovası’na hâkim bir nokta olan Tûr Dağı üzerinde Melik Âdil’in 609/1212 yılında inşa ettirdiği büyük ve müstahkem kaleyi1348 almak amacıyla yeni bir saldırı için hazırlık yapıyordu. Ancak bu saldırıda ne Kıbrıs Kralı I. Hugue ne de Macaristan kralı II. Andreas kendisine katıldılar.1349 Tek başına ordusuyla yola çıkan Jean de Brienne, 1217 yılının sonlarında gerekli muhâsara malzemeleri olan mancınık ve benzeri aletler yanında olduğu halde Tûr’un önlerindeydi. On yedi gün burada kalmasına rağmen herhangi bir sonuç elde edemedi. Hatta Müslümanlarla giriştiği şiddetli çarpışmalar neticesinde birçok kayıp verip geri çekilmek zorunda kaldı. Akkâ’ya çok yakın olması hasebiyle korunması çok zor olan bu kale Melik Âdil’in emriyle Melik Muazzam tarafından tahrip edilerek savunmaya elverişsiz hale getirildi.1350 Aslında bu kaleyi Melik Muazzam yapmıştı. Orayı inşâ ettiği dönemde ünlü tarihçi Sıbt İbn Cevzî de onun yanındaydı. Bundan dolayıdır ki Melik Âdil, Dımaşk’ın güvenliğini tehlikeye sokması nedeniyle bu kalenin yıkılması gerektiğini söylediğinde Melik Muazzam, gevşek davrandı ve birkaç gün babasının gözüne gözükmedi. Babası onu ikinci defa huzuruna çağırıp o kaleye bedel hem mal hem de Mısır’da bazı iktalar vermeyi taahhüt etti. Bu söz üzerine o, harekete geçerek söz konusu kaledeki insanları ve bütün malları tahliye ettikten sonra tahrip etti.1351

1218 yılının başlarında Haçlı ittifakı çatırdamaya başladı. Kıbrıs kralı Hugue, Trablus’ta 10 Ocak’ta katıldığı bir düğün merasimi esnasında ansızın ölmüş, böylece ittifak önemli bir üyesini kaybetmişti. Bu düğüne Hugue ile birlikte katılmış olan Macar kralı da ülkesine dönmeye karar vermişti. Çünkü onun bir birliği ondan habersiz bir şekilde Bekaa’ya akın düzenlemiş, ancak Lübnan dağlarında yakalandıkları bir kar fırtınasından kurtulamayıp tamamen yok olmuştu.1352 Haçlı ittifakının dağılması üzerine Akkâ’ya çekilen ve Avrupa’dan gelecek yeni birlikleri bekleyen Haçlılar, bundan sonraki süreçte nasıl bir strateji uygulayacakları konusunda istişarede bulundular.

1347 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 374; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 221-222. 1348 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 215-216. 1349 Runciman, a.g.e., c. III, s. 131. 1350 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 375; Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 584-585; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 222. 1351 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 545, 592-593; İbn Tağriberdî, a.g.e., c. VI, s. 222. 1352 Runciman, a.g.e., c. III, s. 131-132.

264

İstişare neticesinde şu kanıya vardılar: Kudüs’ü almak, ancak Mısır’ı almakla mümkündür. Bu sebeple hedefimiz Mısır’dır. Zira Salâhaddîn de Mısır’dan gelerek Kudüs’ü alabilmişti.1353 Hatta bu sebeple Mısır’ı almak için karadan birkaç başarısız teşebbüs de gerçekleştirilmişti. Bunun için Mısır üzerine yapılacak harekâtın başarılı olabilmesinin yolu denizden ve güçlü bir donanmaya sahip olmaktan geçmekteydi.1354 Bu düşünceyle Jean de Brienne, Avrupa’dan Haçlı filosunun gelmesini beklemeye başladı. Çok geçmeden Avrupa’dan yola çıkan filonun ilk yarısı 615/1218 yılının Nisan ayında, diğer yarısı da bundan iki hafta sonra Akkâ’ya ulaştı.1355 Komutayı üstlenen Jean de Brienne, Akkâ’da az bir kuvvet bıraktıktan sonra gelen Haçlı donanması ile Mısır üzerine yola çıktı. Donanmasını 4 Rebiülevvel 615/8 Haziran 1218 tarihinde Dimyât’ın el-Cîze sahillerine demirleyerek karaya çıkıp karargâhını kurdu. Saldırılardan korumak için de karargâhının çevresini sûr ve hendekle çevirtti. Böylece bu karargâha Müslümanların baskın düzenleme imkânı kalmamıştı. Karargâh ile Dimyât arasında sadece Nil Nehri vardı.1356 Nil nehrinin yaklaşık üç km. kadar yukarısında bulunan Dimyat, hem tekstilin başkenti konumundaydı hem de gemi tersanelerinin bulunduğu bir yerdi. Buradaki tersanelerde özellikle büyük savaş gemilerinin üretimi yapılmaktaydı. Bütün bunların yanı sıra Dimyat, önemli bir liman şehriydi de.1357 Bu şehrin arka tarafında da Manzaleh Gölü vardı ve şehrin bu tarafı bu göl tarafından korunuyordu. Bu sebeple buraya ancak hem karadan hem de denizden aynı anda taarruzda bulunulduğunda etkili olunabilirdi.1358 Bu arada şehrin yakınlarında Nil Nehri üzerinde son derece müstahkem büyük bir burç yapılmış, buradan şehrin surlarına kadar uzanan kalın demirden zincirler gerilmişti. Böylece düşman gemilerinin Mısır’a ulaşmalarına set çekilmişti.1359

Haçlıların Mısır’ı hedef alarak saldırıya geçmeleri, hiçbir Müslümanın beklemediği bir husustu. 1360 Bu saldırı karşısında hazırlıksız yakalanan Melik Âdil, Suriye’deki Mercüssüffar’dan Alikîn’e geçerken Melik Kâmil de Mısır ordusuyla kuzeye doğru yürüdü ve Dimyât’ın 10-15 km. güneyindeki el-Adiliyye nahiyesinde

1353 İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 258. 1354 Şeşen, “Eyyûbîler”, Büyük İslâm Tarihi, c. VI, s. 353. 1355 Runciman, a.g.e., c. III, s. 132. 1356 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 375; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 258; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 223-224. 1357 Mâcid, ed-Devletü’l-Eyyûbîyye, s. 121. 1358 Runciman, a.g.e., c. III, s. 134. 1359 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 375; İbn Vâsıl, a.g.e., c. III, s. 258; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 223 1360 Dahlmanns, a.g.e., s. 138.

265

ordugâhını kurdu. 1361 Ancak Nil Nehri’ni Haçlı gemilerine kapatan zincirin ucunda bulunan kuleye karadan takviye güçler göndermekle beraber Haçlıların mevzilerine saldırabilecek kadar ne askerî ne de deniz gücü vardı. 1362 Haçlılar, hazırlıklarını tamamladıktan sonra bu kuleyi ele geçirmek için saldırıya geçtiler. Kuledeki Müslüman müdafilerle şiddetli çarpışmalara giren Haçlılar, ancak dört ay sonra 24 Ağustos 1218’de burayı ele geçirebildiler. Kule düşünce gemilerin geçişini engelleyen nehrin ağzındaki zinciri kırdılar. Hemen arkasındaki gemi-köprüyü de yıktılar. Böylece gemilerini Dimyât’ın surlarının önüne kadar ilerletebildiler. Bunun üzerine Melik Kâmil, biraz daha zaman kazanmak için ağzına kadar dolu olan birkaç gemiyi nehirde batırarak düşman gemilerinin ilerlemelerini yavaşlatmaya çalıştı. Bu gemileri kaldırmak suretiyle zaman kaybetmek istemeyen Haçlılar da atıl durumda bulanan Ezrak Kanalı’nı kazarak gemilerini buradan yürüttüler ve Melik Kâmil’in karargâhının karşısındaki sahile kadar getirdiler.1363

Bu arada artık ihtiyarlamış olan Melik Âdil, Alikîn’deki karargâhında Dimyat’taki kulenin düşmanın eline geçtiği haberini alınca üzüntüden göğsünü yumruklamaya başladı. 1364 Bu üzüntüyle yatağa düştü, birkaç gün sonra da (7 Cemâziyelahir 615/31 Ağustos 1218 tarihinde) vefat etti. Ölüm haberi, o esnada Nablus’ta bulunan oğlu Melik Muazzam gelip idâreyi eline alıncaya kadar gizlendi.1365 Bu hastalığında oğlu Melik Kâmil’e bir vasiyetnâme göndererek ondan Haçlıları Dimyât’tan çıkarmasını istemişti.1366

Melik Âdil’in vefatı Müslümanlarda şok etkisi yaparken Haçlılar ise artık Müslümanlara son darbeyi indirmek için Avrupa’dan, Papa III. Honorius’un, temsilcisi Kardinal Pelagius’un nezaretinde yola çıkardığı büyük deniz filosunu beklemekteydiler. Bu arada emîrlerden İbn Maştûb, Melik Kâmil’e karşı bir darbe teşebbüsünde bulunmuş, onun yerine kardeşi Melik Fâizi’i getirmek istemişti. Bundan haberdar olan Melik Kâmil, yakalanmamak için el-Âdiliye’deki karargâhını boşaltınca orası Haçlıların

1361 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 375; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 224. 1362 Runciman, a.g.e., c. III, s. 134. 1363 İbn Esîr, el-Kâmil, c. X, s. 375-376; Runciman, a.g.e., c. III, s. 134-135; Şeşen, “Eyyubiler”, Büyük İslâm Tarihi, c. VI, s. 354. 1364 Sıbt İbn Cevzî, a.g.e., c. VIII/II, s. 593; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 225. 1365 Ebû Şâme, a.g.e., c. V, s. 170; Makrizî, es-Sülûk, c. I/I, s. 225-226. 1366 Hasan İbrâhîm Hasan, Tarîhu İslâm es-Siyasî ve’d-Dînî ve’s-Sekafî ve’l-İctimâî, I-IV, 14. Baskı, Mektebetü’n-Nahda, Kahire, 1996, c. IV, s. 109.

266

eline geçti ve kısa bir kuşatmadan sonra onlar zorlanmadan Dimyât’ı da aldılar. Bu otorite boşluğundan yararlanmak isteyen bazı Arap kabileleri de etrafa saldırılar düzenlemeye başladılar. Hatta onlar, Haçlılardan daha zararlı olmaya başladılar. Durumun vehâmetini gören Dımaşk nâibi Melik Muazzam, Mısır’a kardeşi Melik Kâmil’in ordugâhına geldi. Melik Eşref de Suriye Haçlılarının topraklarına üst üste akınlar düzenliyordu. Eyyûbî melikleri kuvvetlerini birleştirince komplocu İbn Maştûb yakalanıp Kerek Kalesi’ne hapsedildi, bu komploda yer alan Melik Fâiz de Sincâr’a sürgüne gönderildi.

Mısır ve Dımaşk orduları birleşmelerine rağmen Haçlıların Dimyât muhâsarasını kıramadılar. Bu arada Melik Muazzam, Kudüs’ün tüm sûrlarını ve burçlarını tahrîp ettirerek burayı savunmasız hale getirdi. Dimyât’ın kaybedilmesi Mısır’ı açık hedef haline getirmiş, Müslümanlar için çok kritik günler başlamıştı. Bunun üzerine Melik Kâmil, Haçlıların Mısır’ı ve Dimyât’ı terk etmeleri durumunda Kerek ve Şevbek Prinkepsliği dışında, Kudüs dâhil Salâhaddîn döneminde fethedilen bütün toprakları onlara bırakmaya hazır olduğunu beyan etti. Ancak Haçlı ordusunun komutasını üstlenmiş olan Pelagius, Kerek ve Şevbek’in yanı sıra savaş tazminatı olarak 300,000 altın da istedi.1367 Bunun üzerine Melik Kâmil, bir taraftan Eyyûbî meliklerinden ve çevre emîrlerden yardım isterken bir taraftan da halkı Haçlılara karşı silahlandırdı. Yardımların gelmesiyle rahat bir nefes alan Melik Kâmil, saldırı için uygun zamanı beklemeye başladı. Nihâyet 12 Temmuz 1221’de büyük bir orduyla Kâhire üzerine harekete geçen Haçlılar, güzergâh olarak Nil Deltası’ndaki kuru bir nehir yatağı kenarını takip ettiler. Nehrin taşma zamanıydı. Melik Kâmil, suları daha yükselmeden nehir üzerinde, Eşmûm kolunda birçok köprü kurarak askerlerini karşı tarafa geçirmiş, onları Haçlılar ile Dimyât arasına yerleştirmişti. Mısır gemileri de nehirden Dimyât’a doğru ilerleyerek Haçlı karargâhı ile Dimyât arasındaki bağlantıyı kesmişlerdi. Bir süre sonra Haçlılar her taraftan kuşatıldıklarını anlayınca geri dönmek istediler. Çünkü yanlarında uzun süre yetecek miktarda yiyecek yoktu. Bu esnada Müslümanlar, su bentlerini açtılar, onların geçecekleri arazileri sular altında bıraktılar. Her taraf çamur deryasına dönmüştü. Sadece bir çıkış yeri vardı. Melik Kâmil oraya da asker göndermiş, kimsenin oradan çıkmasına izin vermemişti. Bu sıralar bir sürü gıda, silah ve değişik malzemelerle dolu bir Haçlı filosu da Müslümanların eline geçmişti. Dört bir taraftan

1367 Şeşen, “Eyyubiler”, Büyük İslâm Tarihi, c. VI, s. 356.

267

kuşatıldıklarını ve hiçbir çıkış yollarının kalmadığını gören Haçlılar, Dimyât’ı karşılıksız teslim etmek karşılığında âmân dilediler. İki tarafın temsîlcileri arasında yapılan görüşmelerde 7 Recep 618/27 Ağustos 1221 tarihinde aşağıdaki şartlarla sulh anlaşması yapıldı:

1- Dimyât, karşılıksız bir şekilde Müslümanlara teslim edilecek, 2- Müslümanların kuşatması altında bulunan Haçlılar serbest bırakılacak, 3- Esirler, karşılıklı mübâdele edilecek ve 4- Bu anlaşma sekiz yıl geçerli olacaktı.

Anlaşmadan iki gün sonra Dimyât, Müslümanlara geri verildi. Müslümanlar da kuşatma altında tuttukları Haçlıların yolunu açtılar. Böylece dört yıla yakın bir süre devam eden V. Haçlı Seferi de atlatılan bütün badirelere rağmen Müslümanların lehine sonuçlandı. Bu seferden sonra artık papalık makamı bir daha Haçlı ordusu hazırlamakla uğraşmadı.

Melik Âdil’in 599-615/1202-18 yıllarını kapsayan dönemini Eyyûbîler-Haçlılar ilişkileri bağlamında incelediğimizde, askerî inisiyatifin Salâhaddîn Eyyûbî döneminin aksine bu dönemde Haçlıların eline geçtiğini görmekteyiz. Çünkü Eyyûbî tarafında Salâhaddîn döneminden kalma genel bir savaş yorgunluğu vardı. Yine onun vefatının hemen ardından başlayan iç karışıklıklar nedeniyle de Eyyûbîler oldukça hırpalanmıştı. Bu yüzden de Melik Âdil, statükonun devamından yana tavır koyup çatışma ortamının olmaması için olağanüstü çaba sarf etti. Aslında bölgedeki Haçlılar da hem insan ve maddî kaynaklarının yetersizliğinden hem de iç karışıklıklardan dolayı dışardan yardım almadıkları sürece oldukça zayıftılar. Bu yüzden Müslümanların topraklarına saldırdıklarında da genelde herhangi bir askerî ve siyasî amaç hedeflemeyip sadece Eyyûbîleri savunma pozisyonunda bırakmak ve az veya çok ganimet elde etmek amacını güdüyorlardı. 1368 Bunun yanı sıra bu bölgedeki Haçlılara destek sunacak, özellikle Kudüs’ü geri alacak takviye kuvvetleri göndermek de daima Batılıların gündemindeydi. Bu yüzden Melik Âdil, sükûneti hâkim kılmak için oldukça çaba sarf etmiş, öyle ki gerektiğinde savaşı bitirmek ve tekrar barış ortamını tesis etmek için çok fazla taviz vererek barış anlaşmaları imzalamıştı.

1368 Dahlmanns, a.g.e., s. 139-140.

268

SONUÇ

Eyyûbîler, tarihçilerin ittifakıyla bugünkü Ermenistan’ın başkenti Erivan’ın güneyinde yer alan Duvîn’den neş’et etmişlerdir. Mütekaddim tarihçilerin ittifakıyla bu aile, Kürtlerin Hezbaniye kabilesinin Ravadiye koluna mensuptur.

Tarihçilerin çoğuna göre Eyyûbî ailesi, Melik Âdil’in dedesi Şâdî döneminde Duvin’den ayrılıp Bağdat subaşısı Bihrûz el-Hâdim’in hizmetine girmişlerdir. Irak Selçuklularının en nüfûzlu beylerinden biri olan Bihrûz, iktâsı olan Tikrît yönetimine kadim dostu Şâdî’yi getirerek bu aileyi oraya yerleştirmiştir. Şâdî’nin ölümünden sonra Tikrit valiliğini 524/1130 yılında bu sefer onun oğlu Necmeddîn Eyyûb devralmıştır. Bu aile ilk defa 526/1131 yılında tarih sahnesine çıkmıştır. Dönemin Abbâsî halîfesi Müsterşid, Selçuklu sultanı Mahmûd’un 526/1131 yılındaki vefatından sonra Sultan Sencer lehine Selçuklular’ın iç işlerine müdahil olunca Irak Zengî lideri İmâdeddîn Zengî, Sultan Mesûd ile birlikte hareket ederek halifeyi Bağdat’ta muhasara ettiler. Ancak halîfenin yardıma çağırdığı Karaca Sâkî karşısında tutunamadılar ve İmâdeddîn Zengî, askerleriyle birlikte kaçarak Tikrit’e sığındı. Buranın valisi Necmeddîn Eyyûb ile kardeşi Esedüddîn Şîrkûh, İmâdeddîn Zengî’yi askerleriyle birlikte Dicle’nin karşısına geçirdiler. İmâdeddîn’i de kaleye çıkararak çok fazla yakınlık gösterip on beş gün boyunca kalede onun yaralarını tedavi ettiler.

Eyyûbî ailesi, 532/1138 yılına kadar Tikrit’te kaldı. Fakat bu tarihte Şîrkûh, Tikrit’te Bihrûz’un has adamlarından birisini öldürünce aile, Tikrit’i terk etmek zorunda kaldı. Daha önce dostluk kurdukları İmâdeddîn Zengî’nin hâkimiyetindeki Musul’a doğru hareket ettiler. İmâdeddîn tarafından çok iyi karşılanan iki kardeş, kısa sürede kendilerini ispat ederek devlet yönetiminde hızla yükseldiler. Şîrkûh, ordu genel komutanlığına kadar yükselirken Necmeddîn Eyyûb ise İmâdeddîn’in siyasî ve idârî konularda akıl danıştığı özel danışmanları arasında yerini aldı.

559/1164’te başlayan; 562/1167 ve 564/1169 yıllarında iki defa daha gerçekleşen Mısır seferleri, Eyyûbî ailesinin tanınmasını sağlamıştır. Fâtimî halifesinin daveti üzerine Nûreddîn Zengî, ordusunu Şîrkûh’un komutası altında Mısır’a üç defa göndermiştir. Bu seferlerin üçüncüsünde genç yaştaki Melik Âdil de amcası Şîrkûh ve ağabeyi Salâhaddîn’le birlikte bulunmuştur.

269

Üçüncü Mısır Seferi’nde rahat bir şekilde Mısır’a girebilen Şîrkûh, entrikacı veziri bertaraf ettikten sonra Fâtimî halifesi tarafından vezirlik makamına getirilmiştir. Ancak iki ay bu görevde kalan Şîrkûh ölünce yerine yeğeni Salâhaddîn atanmıştır. Hızlı bir Sünnîleştirme faaliyetine başlayan Salâhaddîn Eyyûbî, iki yıl sonra Fâtimî hilafetine son verdi. Böylece İslâm âlemindeki; bir taraftan Abbâsî halifeliği diğer taraftan da Fâtimî halifeliği şeklindeki iki başlılık sona ermiş oldu.

Nûreddîn’in 569/1174 tarihindeki vefatına kadar ona bağlılığını devam ettiren Salâhaddîn Eyyûbî, onun ölümünden sonra yerine geçen küçük yaştaki oğlu Melik Sâlih’e de bağlılık bildirdi. Ancak Melik Sâlih’in etrafındaki muhteris emîrler, onun Salâhaddîn’e yaklaşmasına izin vermediler. Bunun üzerine Salâhaddîn, bağımsızlığını ilan ederek Suriye bölgesinin büyük bir kısmını kısa sürede ele geçirdi.

Bu arada Melik Âdil, kardeşi Salâhaddîn’in nâibi sıfatıyla Mısır’ı yönetmekteydi. Onun tarih sahnesine çıkması da bu döneme rastlamaktadır. Bu dönemde devlet yönetiminden uzaklaştırılan Fâtimî taraftarları, eski bir komutan olan Kenzü’d-Devle’nin liderliğinde yeni bir isyana kalkışmışlardı. Bu isyana Sudanlılar, Bedevîler ve yerli halk destek vermişti. Melik Âdil, sert önlemlerle bu isyanı bastırarak Fâtimî taraftarlarını bir daha toparlanıp isyan hareketine kalkışamaz hale getirdi. Böylece Fâtimî tehlikesi sona ermiş oldu.

Mısır nâibi sıfatıyla ülkede bir sürü idârî ve askerî tedbirlere başvuran Melik Âdil, herhangi bir Haçlı saldırısına karşı sınırlarda da sıkı tedbirler almıştı. Ayrıca Mısır dışında bulunan Sultan Salâhaddîn’in gerek komşu Müslüman devlet ve beyliklere karşı olsun gerekse Haçlılara karşı olsun yaptığı mücadelelerde onunla birlikte hareket etmiş ve Mısır’daki nâibi olarak gerekli yardımları vakit kaybetmeden kendisine ulaştırmıştı.

Melik Âdil, Halep’in alınması üzerine kısa bir süre oranın yönetimini üstlense de daha sonra tekrar Mısır’a döndü. Bundan sonraki süreçte de ağabeyinin politikasına ciddi bir şekilde askerî ve diplomatik destek sağladı. Hittîn zaferinden sonra Sultan Salâhaddîn ile birlikte hızlı bir fetih hareketine girişti. İkisi, iki ay gibi kısa bir sürede stratejik öneme sahip birçok kale ve şehri Haçlılardan aldılar. Ayrıca Melik Âdil’in Mısır donanması ile aldığı tedbirler sayesinde ne denizden ne de karadan takviye güç ve yardım alamayan Kudüs, 27 Recep 583/2 Ekim 1187 tarihinde teslim olmak zorunda

270

kaldı. Bunun üzerine 584/1189 yılında III. Haçlı Seferi patlak verdi. Bu savaşta Melik Âdil, ordunun sağ kanadına komuta etmekteydi. Onun üzerine şiddetli bir saldırı gerçekleştiren 62,000 civarındaki bir Haçlı kuvvetini çembere alarak onlardan 10,000’den fazlasını kılıçtan geçirdi. Böylece Haçlılar oldukça zayıfladılar. Üç yıl süren III. Haçlı Savaşı, Melik Âdil’in Haçlıların talebi üzerine devreye girmesiyle sona erdi.

Batının Saphadin olarak adlandırdığı Melik Âdil, Salâhaddîn’in veziri konumundaydı. Sultan Salâhaddîn özellikle Eyyûbî Devleti için hayatî önem taşıyan meselelerde onun fikrini ve görüşünü almadan hareket etmezdi. Haçlılarla yapılan barış müzakerelerinin birçoğunda o, başroldeydi. Bağlı beyliklerle anlaşmazlık yaşandığında da arabuluculuk ederdi.

Birçok Ortaçağ İslâm devletinde var olan "ülke, hanedanın ortak malıdır,” zihniyeti Eyyûbî Devleti’nde de hâkimdi. Bu zihniyetin bir sonucu olarak Sultan Salâhaddin, 589/1193 yılında vefat edince ülke hanedan üyeleri arasında paylaşıldı. Ülkenin en büyük ve en zengin kısımları olan Dımaşk, Mısır, Halep ve el-Cezire gibi devletin kilit noktaları üç büyük oğlu ile kardeşi Melik Âdil arasında paylaştırılırken hanedanın diğer üyeleri de Sultan zamanında olduğu gibi nispeten daha ehemmiyetsiz yerlerin hâkimleri olarak pozisyonlarını korudular. Melik Âdil’e el-Cezîre’ye ilaveten Ürdün’deki Kerek ile Şevbek mevkileri de verilmişti. Sultanın veliahtı olarak Melik Efdal, babasının vefatından sonra tahta geçti. Hâlbuki Eyyûbî Devleti’nin menfaatı icabı, Salâhaddîn’den sonra sultanlık makamına Melik Âdil’in getirilmesi gerekirdi. Çünkü o, devletin kuruluş aşamasında, Haçlılarla mücadelelerde ve komşu devlet ve beyliklerle ilişkilerde siyasî dehasını defalarca kanıtlamıştı.

Sultan Salâhaddîn’in ölüm haberi el-Cezîre bölgesine ulaşınca bölgedeki emîrler, Eyyûbîleri ve Melik Âdil’i Fırat Nehri’nin ötesine atmak için bir darbe teşebbüsünde bulundular. Ancak engin devlet yönetimine sahip olan Melik Âdil, bu tehlikeyi büyümeden bertaraf edebildi. Onun aldığı tedbirler sonucunda bölge yöneticileri boyun eğerek Melik Âdil’e itaat bildirdiler. Böylece bölgedeki İslâm birliği yeniden tesis edilmiş oldu.

Eyyûbî Devleti Mısır’da kurulmuş olmasına rağmen hem Haçlılar ile devamlı mücadele halinde olunması hem de Zengî Atabeyliği’nin mirasçılığına soyunulması gibi

271

nedenler ile Dımaşk, hem Salâhaddîn döneminde hem de Melik Âdil döneminde devletin idâre merkezi oldu. Dımaşk’ın bu özelliği nedeniyle devletin emîr ve bürokratlarının çoğu orada bulunmaktaydı. Bu sebeple Melik Efdal, sultan olur olmaz yetişmiş bürokratik bir kadro kendisinin hizmetinde hazırdı. Ne var ki Melik Efdal, çok geçmeden babasının sâdık adamlarını küstürüp onların Dımaşk’tan ayrılmalarına sebep oldu. Bunların bir kısmı Halep’e giderken büyük bir kısmı da hanedan içindeki en büyük rakip konumundaki Mısır’a sığındı. Bunların teşvikleriyle Melik Azîz, ülkenin idâre merkezi olan Dımaşk’ı, dolayısıyla sultanlığı almak için harekete geçtiyse de Melik Âdil’in devreye girmesiyle bu amacına ulaşamadı. Ancak bir süre sonra Melik Âdil, taraf değiştirip Melik Azîz’in yanında yer aldı. İkisi Dımaşk üzerine yürüyerek sultanlığı Melik Efdal’den aldılar ve onu Doğu’ya gönderdiler. Bundan sonra ülkenin yeni sultanı Melik Azîz olurken Dımaşk da nâib olarak Melik Âdil’e bırakıldı.

Dımaşk nâibi sıfatıyla Haçlılarla oldukça başarılı bir mücadele yürüten Melik Âdil, Haçlı tehlikesini bertaraf ettikten sonra gözlerini Mardin üzerine çevirdi. Fırsatını yakaladığında da orayı kuşattı. Ancak uzun bir süre muhâsara altında tutmasına ve kale hariç şehrin her tarafını ele geçirmesine rağmen orayı alamadı. Tam da bu sıralar Mısır’da bulunan Sultan Melik Azîz vefat edip yerine küçük yaştaki oğlu Melik Mansûr tahta geçmişti. Bunun üzerine Salâhiye komutanları, Melik Âdil’i ısrarla Mısır’a davet edip küçük yaştaki Melik Mansûr’un atabeyi olmasını istediler. Fakat o, Mardin’i alacağından o kadar emîndi ki kuşatmayı kaldırıp onların davetine icabet etmedi. Onun gevşek davranması üzerine de küçük hükümdarın atabeyliğini Melik Efdal kaptı. Ancak amcası Melik Âdil’e karşı büyük bir intikam duygusu ve kinle dolu olan Melik Efdal, Dımaşk üzerine harekete geçince Melik Âdil, Dımaşk muhâsarasını oğlu Melik Kâmil’e devredip hızlıca Dımaşk’a dönmek zorunda kaldı. Melik Efdal, hem kendi tecrübesizliği hem de bürokratlarının ihânetleri sonucu bu harekâttan da herhangi bir sonuç elde edemeden Mısır’a döndü. Ancak o dönüş yolundayken Melik Âdil de Kahire’yi ondan almak üzere onu takip etmekteydi. Amcasının kendisini takip ettiğinden habersiz bir şekilde ordusunu dağıtan Melik Efdal, amcasının harekâtından haberdar olduğunda artık çok geçti. Bu sebeple çaresiz bir şekilde Mısır’ı amcasına teslim edip Doğu’daki Sümeysât ile yetinmek zorunda kaldı.

272

Küçük yaştaki Melik Mansûr’un atabeyi sıfatıyla Mısır’a yerleşen Melik Âdil, altı ay sonra, Şevval 596/Temmuz-Ağustos 1200 tarihinde Melik Mansûr’u azlederek kendisi sultanlık makamına geçti. Bu tarihten itibaren hutbeler onun adına okunmaya başlandı. Böylece Mısır ve Dımaşk, Sultan Salâhaddîn’in vefâtından sonra ilk defa tek elde birleşmiş oldu.

Amcalarına karşı Salâhiye komutanlarıyla ittifak kuran Sultan Salâhaddîn’in oğulları, son bir defa daha harekete geçip Dımaşk’ı muhâsara etseler de yine başarılı olamadılar. Bunun üzerine amcalarının sultanlığını ve hâkimiyetini kabullenmekten başka çareleri kalmadı. Melik Efdal’in 1201; Melik Zâhir’in de birkaç ay sonra 1202 yılında amcalarına itaat etmeleriyle Melik Âdil, bütün hanedan üyelerince sultan olarak kabul edildi. Bundan sonra bütün Eyyûbî topraklarında hutbeler onun adına okunurken paralar da onun adına basılmaya başlandı. Sultan Salâhaddîn’den sonra Eyyûbî Devleti’nde siyasî birlik ilk defa bu dönemde sağlandı. Bu sebeple Melik Âdil, devletin ikinci kurucusu sayılır.

İç barışın sağlanması ve hanedan üyeleri arasında bir daha herhangi bir çekişmenin yaşanmaması amacıyla ülke topraklarını melikler arasında taksim eden Melik Âdil, ülkenin önemli merkezlerini de kendi oğulları arasında taksim etti. Onun sultanlığı döneminde Doğu’daki tabi devletlerin bir kısmı karşı cephe oluşturdular. Böylece Melik Âdil ile onlar arasında uzun süre devam edecek bir mücadele dönemini de başlatmış oldular. Meliklikler ise Melik Âdil’e tabi olduktan sonra onun etrafında kenetlenerek daima onunla birlikte hareket ettiler. Ara ara Melik Âdil ile Halep meliki arasında problemler yaşanmışsa da o anlaşmazlık bir şekilde halledilmiştir. Ancak bu konuda can sıkıcı olan husus kendi hataları sonucunda olsa da Eyyûbîlerin el birliğiyle Melik Efdal’i küstürüp Anadolu Selçuklularına tabi olmak zorunda bırakmaları oldu.

Vilayet, eyalet, emîrlik ve bağlı hükümdarlıklardan meydana gelen Eyyûbî Devleti, 'yarı feodal aile federasyonu' tarzı bir yönetim sistemine sahipti. Devlet, hanedan üyelerinin ortak mülkü sayılırdı. Devletin başında sultan bulunurdu. Ancak Sultan Salâhaddîn’den sonra bu unvan kullanılmamış, yerine daha çok melik unvanı kullanılmıştır. Melik Âdil için yer yer sultan unvanı kullanılmışsa da o kendisi için sikkelerde daha çok el-Melik unvanını kullanmıştır. Diğer İslâm devletlerinde olduğu

273

gibi Eyyûbîlerde de sultan İslâm hukukuyla mukayyet olup mutlak yetkiye sahip değildi.

Eyyûbî Devleti’nin gerek idârî gerekse askerî teşkilatlarında Zengîler vasıtasıyla Selçukluların izi belirgin bir şekilde görülmektedir. Eyyûbîler, vezâret kurumu konusunda da Selçuklulardan etkilenmişlerdir. Ancak Eyyûbîlerde bu kurum, onlardaki kadar güçlü değildi. Melik Âdil, Mısır nâibliği döneminden itibaren toplam üç vezirle çalışmıştır. Bu vezirler: İbn Nahhal en-Nesrânî, İbn Şükr ve Mikdâm b. Şükr’dü. Ancak sultanlığının son yıllarında yanındaki son veziri olan Mikdâm b. Şükr’ü azledip bundan sonra herhangi bir vezirle çalışmamıştır.

Eyyûbîlerde devlet işlerini dört divân yürütmekteydi: Divânü’l-İnşâ, Divânü’l- Mal, Divânü’l-Ceyş ve Divânü’l-Kazâ. Bunlar içerisinde en önemlisi Divânü’l-İnşâ’ydı. Bürokratik ve diplomatik işlerin yürütülmesiyle uğraşırdı. Divânlar içerisinde en geniş teşkilata sahip olan Divânü’l-Mal ise bütün malî işlerin yürütüldüğü divândı. Orduyla ilgili bütün işlemler ise Divânü’l-Ceyş’in uhdesindeydi. Divânü’l-Kazâ ise adlî işlerin yürütüldüğü divândı. Bu divân ilmiye sınıfının elindeydi. Eyyûbî ailesi, Şafiî olduğu için bu dönemde devletin birçok yerinde açılan medreseler ağırlıklı olarak bu mezhebi esas alan eğitim vermekteydiler. Ancak diğer mezheplere uygun eğitim veren medreseler de mevcuttu.

Eyyûbî Devleti’ni dönemin İslâm devletlerinden ayıran en önemli hususiyetlerden biri de kardeş katlinin, II. Melik Âdil olayı hariç, olmamasıydı. Hanedan üyeleri arasındaki savaşlarda galip gelen en fazla, mağlup olanı ülkenin uzak bir yerine sürgün ederdi.

Melik Âdil döneminde ülke savunma pozisyonuna geçmek zorunda kaldı. Bu sebeple Batı’daki tek toprağı olan Libya’yı kaybetti. Doğu’da ise toprak kazanımı noktasında sadece bu bölgedeki nâiblerin başarıları söz konusudur. Buna rağmen geride bıraktığı imparatorluk, Gürcü topraklarından Hemedân yakınlarına, oradan el-Cezîre, Suriye, Mısır, Yemen ve Hadramevt’e kadar uzanan oldukça geniş sınırlara ulaşmıştı.

Melik Âdil döneminde Eyyûbî Devleti’nin mevcut şubelerine Hısnkeyfâ, Meyyâfarikîn ve Kerek şubeleri de eklendi. Ancak o dönemde gerek idârî gerekse

274

stratejik açıdan ülkenin en önemli şubeleri Mısır, Dımaşk, el-Cezîre, Halep, Hama, Humus ve Baalebek’ti.

Abbâsî halîfesi Nâsır Lidînillâh, Salâhaddîn Eyyûbî ile başlangıçta iyi geçinse de sonra onu rakip olarak görmeye başladı. Bu sebeple ona üstten bakmacı bir tavırla yaklaşıp yer yer onu azarlamaktan da geri durmadı. Ancak halîfe, bu reaksiyonu Melik Âdil’e gösteremedi. Çünkü Melik Âdil’in sahip olduğu devlet, onun devletinden daha büyük ve Sultan Salâhaddîn dönemindeki durumun aksine artık çok fazla manevî desteğe ihtiyaç duymayacak kadar da güçlüydü. Bu sebeple Melik Âdil, ona karşı ağabeyinden daha kendinden emîn bir duruş sergiledi. Melik Âdil, bütün Eyyûbî meliklerinden 598/1202’de tabiiyet aldıktan kısa bir süre sonra da, 599/1203’te halîfe tarafından Mısır, Şâm ve el Cezîre hâkimi olarak onay aldı.

Eyyûbî Devleti’nin gayrı Müslim komşuları arasında Kilikya Ermeni Krallığı bulunmaktaydı. Bu krallığın başında o dönemde II. Leon vardı. Onun ülkesi, Melik Âdil için ikincil derecede bir öneme haizdi. Melik Âdil, kendi isteğiyle Ermeni ticâretini Halep’e bırakmıştı, ancak az ve dolaylı da olsa bu ticâretten fayda sağlamaktaydı. Bu sebeple Eyyûbîlerle Ermeniler arasındaki anlaşmazlık daha çok Halep Eyyûbî Melikliği’nin, II. Leon’la sorun yaşayan Antakya Haçlı Prinkepsliği ile ittifak kurmasından kaynaklanmaktaydı.

Melik Âdil tahta çıktığında Eyyûbî hanedanının gayrı Müslim komşuları arasında Haçlılar da vardı. Ülkede iç karışıklık hâkim olduğu için Melik Âdil, yönetimi devraldığında başta Haçlılar olmak üzere komşularıyla dostluk ilişkileri geliştirmeye çalıştı. Çünkü hem çocukları dışındaki hanedan üyelerine pek itimat etmiyor hem de Avrupa’da yeni bir Haçlı seferi için hazırlık yapan Haçlıların dikkatini tekrar Kudüs üzerine çekmek istemiyordu. Ancak Sultan Salâhaddîn’in vefat ettiğini ve ondan sonra onun ülkesinin iç karışıklık yaşadığını gören Papa III. İnnocentius, yeni bir Haçlı seferi için çağrıda bulundu. Onun çağrısı üzerine hazırlıklarına 1199 yılında fiilen başlanan IV. Haçlı Seferi 599/1202 yılının sonlarında gerçekleşti. Ancak Melik Âdil, Kutsal Ülke: Kudüs üzerine yapılması planlanan bu seferi siyasî dehasıyla İstanbul’da sonlandırarak başta Eyyûbî Devleti olmak üzere İslâm coğrafyasına rahat bir nefes aldırdı.

275

Melik Âdil döneminde meydana gelen ilginç olaylardan biri de Çocuk Haçlı Seferi’dir. Papa III. İnnocentius’un ve etkili vaizlerin ateşli vaazlarıyla Avrupa ülkelerini kasıp kavuran Haçlı ateşi, çocukları da etkilemiş, bu sebeple 1212 yılında Fransa ve Almanya’dan yaşları dokuz ile on üç arasında değişen yaklaşık 30.000 çocuk Kudüs’e doğru yola çıktılar. Ancak bunların akıbetleriyle ilgili kesin bir şey bilinmemektedir.

Çocukların bu trajedisini kullanan Papa III. İnnocentius, yeni bir Haçlı seferi için Hristiyanlara çağrıda bulundu. 1216 yılında onun yerine geçen yeni papa III. Honorius, 1217 yılının Temmuz ayında Haçlı seferini resmen başlattı. Dört yıla yakın bir süre devam edecek olan V. Haçlı Seferi için Avrupa’dan gelenler Akkâ’da çok büyük bir kalabalık oluşturdular. Bunun üzerine Kudüs-Akkâ kralı Jean de Brienne, Haçlı ordusunun derhal saldırıya geçmesini istedi. Onun isteğiyle Haçlılar Müslüman topraklara karşı harekete geçtiler. Melik Âdil de Haçlıların Akkâ’da toplandıklarını duyunca birkaç askerî birlikle birlikte Mısır’dan harekete geçmiş, en son Alikîn’de karargâhını kurmuştu. Bu arada Avrupa’dan Haçlı filosu da 1218 yılında Akkâ’ya ulaşmıştı. Komutayı üstlenen Jean de Brienne, Akkâ’da az bir kuvvet bıraktıktan sonra gelen Haçlı donanması ile Mısır üzerine yola çıktı. Donanmasını Dimyât’ın el-Cîze sahillerine demirleyerek karaya çıkıp karargâhını kurdu. Karargâh ile Dimyât arasında sadece Nil Nehri vardı. Ancak şehrin yakınlarında Nil Nehri üzerinde son derece müstahkem büyük bir burç yapılmış, buradan şehrin surlarına kadar uzanan kalın demirden zincirler gerilmişti. Böylece düşman gemilerinin Mısır’a ulaşmalarına set çekilmişti. Haçlılar, Nil Nehri’ni Haçlı gemilerine kapatan zincirin ucunda bulunan kuleyi ele geçirmek için şiddetli bir saldırı gerçekleştirdiler. Yaklaşık dört ay süren muhâsaradan sonra kule düştü. Alikîn’deki karargâhında bulunan Melik Âdil, kulenin düştüğünü haber alınca üzüntüden göğsünü yumrukladı. Bu üzüntüyle yatağa düştü ve birkaç gün sonra da, 7 Cemâziyelahir 615/31 Ağustos 1218’de vefat etti.

276

KAYNAKÇA TEMEL ESERLER

Ebû Şâme, Şihâbeddîn, Kitâbu’r-Ravzateyn fî Ahbâr-i’d-Devleteyn en-Nûriyye ve’s-

Salâhiyye, Thk. İbrâhîm Şemseddîn, I-V, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiye, Beyrût, 2002, I-

V.

Ebu’l-Fidâ, el-Muhtasar fî Ahbari’l-Beşer, I-IV, Tkd. Hüseyin Mü’nis, Dârü’l-Maarif,

Kâhire, ty., III. ed-Devâdârî, Ebû Bekir b. Abdullah b. Aybek, Kenzü’d-Dürer ve Câmiü’l-Gurer, Thk.

Said Abdulfettâh Âşûr, Kahire, 1972, VII. el-Bağdâdî, Abdullatîf, el-İfâde ve’l-İ’tibâr, 2. Baskı, yy., 1998. el-Hamevî, Yâkût, Mu’cemü’l-Büldân, I-V, Dâr-ı Sadâret, Beyrût, 1977. el-İsfehânî, İmâdeddîn el-Kâtib, el-Fethü’l-Kussî fi’l-Fethi’l-Kudsî, Dârü’l-Menâr,

Mısır, 2004. el-Kazvînî, Zekeriya b. Muhammed, Âsârü’l-Bilâd ve Ahbâru’l-İbâd, Dâr-ı Sadır,

Beyrût, ty. el-Ketbî, Muhammed b. Şâkir, Fevâtü’l-Vefeyât, I-V, Thk. İhsan Abbâs, Dâr-ı Sâdaret,

Beyrut, ty.

el-Kirmânî, Ahmed b. Yûsuf, Ahbârü-d-Düvel ve Âsârü’l-Üvel fi’t-Tarîh, I-III, Tah.

Ahmed Hatît-Fehmî Sa’d, Alemü’l-Kütüb, 1. Baskı, 1992, II.

277

el-Makrizî, Takiyüddîn Ahmed, el-Mevâiz ve’l-İ’tibâr bi Zikri’l-Hıtat ve’l-Âsâr, I-III,

Thk. Muhammed Zeynuhum-Mediha eş-Şerkâvî, Mektebetu Medbûlî Yay.,

Kahire, 1998, III. el-Makrizî, Takiyüddîn Ahmed, es-Sülûk li Ma’rifeti Düveli’l-Mülûk, I-VIII, Thk.

Abdulkadir Atâ, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrût, 1997, I. el-Münzirî, Zekiyüddîn, et-Tekmile li-Vefeyâti’n-Nakale, I-IV, Thk. Beşşâr Avvâd

Marûf, 3. Baskı, Müessesetü’r-Risâle, Beyrût, 1984, II. el-Yâfiî, Ebû Muhammed Abdullâh b. Es’ad, Mir’âtü’l-Cenân ve İbretü’l-Yakzân fî

Ma’rifeti Mâ Yu’teberu Min Havâdisi’z-Zamân, I-IV, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye,

Beyrût, 1997, IV. en-Nuaymî, Abdulkâdir b. Muhammed ed-Dımaşkî, ed-Dâris fî Tarîhi’l-Medâris, I-II,

Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrût, 1990, I. en-Nuveyrî, Ahmed b. Abdulvehhâb, Nihâyetü’l-Ereb fî Fünûni’l-Edeb, I-XXXIII, Thk.

Necib Mustafa Fevvaz-Hikmet Küşeli Fevvaz, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut,

2004, XXVIII, XXIX. es-Safedî, Salâhüddîn Halil b. Aybek, Kitâbü’l-Vâfî bi’l-Vefeyât, I-XXIX, Thk. Ahmed

el-Arnavud- Türkî Mustafâ, Dâru İhyâi’t-Türâs, Beyrut, 2000.

İbn Adîm, Ebu’l-Kâsım Kemâlüddîn Ömer el-Halebî, Zübdetü’l-Haleb min Tarîhi

Haleb, Nşr. Halil Mansûr, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrût, 1996.

278

İbn Amîd, Mekîn Corcis, Tarîhü’l-Eyyûbiyyîn, Mektebetü’s-Sekâfeti’d-Dînîye Yay.,

Port Said, ty.

İbn Cübeyr, Muhammed el-Endülüsî, Rihletu İbn Cübeyr, Dâru Beyrût, Beyrût, ty.

İbn el-Müstevfâ, Ebu’l-Berekât, Tarîhu Erbil, Thk. Sâmi b. es-Seyyid Hamâs, I-II,

Dârü’r-Reşîd, Irak, 1980.

İbn Esîr, İzzeddîn, el-Kâmil fi’t-Tarîh, I-XI, Thk. Muhammed Yusûf ed-Dakkâk,

Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrût, 2003, IX, X.

İbn Esîr, İzzeddîn, et-Tarîhü’l-Bâhir fi’d-Devleti’l-Atabekiyye, Thk. Abdulkadir Ahmed

Tuleymât, Dârü’l-Kütübi’l-Hadîse, Kâhire, 1963.

İbn Furat, Nâsirüddîn Muhammed, Tarîhu İbni’l-Furat, I-IX, Dârü’t-Tibae’l-Hadîse,

Basra, 1967, IV/I, IV/II.

İbn Haldûn, Abdurrahmân, Tarîhu İbn Haldûn, I-VIII, Haz. Halil Şahhâde ve Süheyil

Zekkâr, Dârü’l-Fikr, Beyrût, 2000, V.

İbn Hallikân, Şemseddîn Ebu’l-Abbâs, Vefeyâtü’l-Ayân ve Enbâu Ebnâi’z-Zamân, Thk.

İhsân Abbâs, I-VIII, Dâr-ı Sadr, Beyrût, ty. I, V, VII.

İbn İbrî, Ebu’l-Ferec Yuhannâ Mâr Grigoris el-Malatî, Tarîhu Muhtasari’d-Düvel,

Dârü’r-Râid, Lübnân, 1994.

İbn İmâd, Ebu’l-Feth Abdulhayy, Şezerâtu’z-Zeheb fî Ahbâri men Zeheb, I-XI, Thk.

Abdulkadir el-Arnavud-Mahmud el-Arnavud, Dâru İbn Kesîr, Beyrût, 1991, VI.

279

İbn İyâs, Zeynüddîn Muhammed, Bedâiu’z-zühûr fî Vakâîdi’d-duhûr, I-III, Metâbiü’ş-

Şa’b, Kâhire, 1960, I.

İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ, İsmâîl, el-Bidâye ve’n-Nihâye, I-XX, 2. Baskı, Thk. Muhyiddîn

Dîb Misto, Dâru İbn Kesîr, Dımaşk, 2010, XIV, XV.

İbn Nazîf el-Hamevî, et-Tarîhü’l-Mansûrî Telhîsu’l-Keşf ve’l-Beyân fî Havâdisi’z-

Zamân, Thk. Ebü’l-Îd Dûdû, Matbaatü’l-Hicâz, Dımaşk, 1981.

İbn Şeddâd, Bahâüddîn, en-Nevâdirü’s-Sultâniyye ve’l-Mehâsinü’l-Yûsufiyye, Nşr.

Cemâlüddîn eş-Şeyyâl, Mektebetü’l-Hancı, Kahire, 2. Baskı, 1994.

İbn Şeddâd, İzzeddin Muhammed, el-Alâkü’l-Hatîre fî Zikri Ümerâi’ş-Şâm ve’l-Cezîre,

I-III, Thk. Yahya Abbâre, Vezâretü’s-Sakâfe, Dımaşk, 1978. III/I.

İbn Tağriberdî, Cemâlüddin Ebu’l Mehasin Yûsuf el-Atabekî, en-Nücûmü’z-Zâhire fî

Mülûki Mısır ve’l-Kâhire, Nşr. Muhammed Hüseyin Şemsüddin, Dârü’l-Kütübi’l-

İlmiyye, Beyrût, 1992, VI.

İbn Vâsıl, Cemaleddin b. Muhammed, Müferricü’l-Kurûb fî Ahbar-i Benî Eyyûb, I-V,

Nşr. Cemalüddin eş-Şeyyâl, Kahire, 1953, I,II, III, IV.

İbn Verdî, Zeyneddîn Ömer, Tarîhu İbnü’l-Verdî, I-II, el-Matbaatü’l-Vehbiyye, Kahire,

h. 1285.

Sıbt İbnü’l-Cevzî, Şemsüddin Ebü’l-Muzaffer Yûsuf bin Kızoğlu et-Türkî, Mir’âtü’z-

Zamân fî Tarîhi’l-A’yân, I-VIII, Haydarâbâd, Meclis-i Dâireti’l- Maârifi’l-

Osmaniyye, 1951,VIII.

280

Süyûtî, Celâleddîn Abdurrahmân, Hüsnü’l-Muhâdara, I-II, Thk. Muhammed Ebu’l-Fadl

İbrâhîm, Dâru İhyâi’l-Kütübi’l-Arabiyye, Mısır, 1968, II.

Süyûtî, Celâleddîn Abdurrahmân, Tarîhü’l-Hülefâ, Eser Neşriyat Yay., İstanbul, 1952.

Zehebî, Hâfız, el-İber fî Haber-i Men Ğaber, I-IV, Thk. Muhammed Saîd Zağlûl,

Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrût, 1985, III.

Zehebî, Hâfız, Tarîhü’l-İslâm ve Vefeyâtü’l-Meşâhîr ve’l-A’lâm, I-LIII, Thk. Ömer

Abdusselam Tedmürî, Dârü’l-Kitabi’l-Arabî Yay., Beyrut, 1998, XLV.

İNCELEME - ARAŞTIRMA ESERLERİ ve MAKALELER

Abdulvahhâb, Hasan, Tarîhü’l-Mesacidi’l-Eseriyye, I-II, Dârü’l-Kütübi’l-Mısriyye,

Kahire, 1945, I.

Abouseif, Doris Behrens, “Kubbetü’l-İmâm eş-Şâfiî”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay.,

Ankara, 2002, XXVI, ss. 303-304.

Adıgüzel, Cumhur Ersin, “Zîrîler”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 2013, XLIV, ss.

460-463.

Alptekin, Coşkun, “Artuklular”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1991, III, ss.415-

418.

Alptekin, Coşkun, “Begteginliler”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1992, V, ss. 342-

344.

281

Altıkulaç, Tayyar, “Ebû Şâme el-Makdisî”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1994,

X, ss. 233-235.

Aluf, Mikhaîl Mûsâ, Tarîhu Balebek, 2. Baskı, Matbaa-ı Edebiye, Beyrut, 1904.

Arendonk, C. Van, – Bıcher Farıs, “Fütüvvet”, İA, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, 1948,

IV, ss.700-701.

Artuk, İbrahim-Cevriye Artuk, Artukoğulları Sikkeleri, Sümer Kitabevi, İstanbul, 1993.

Artuk, İbrahim-Cevriye Artuk, Artukoğulları Sikkeleri, Sümer Kitabevi, İstanbul, 1993.

Artuk, İbrahim-Cevriye Artuk, İstanbul Arkeoloji Müzeleri Teşhirdeki İslâmî Sikkeler

Kataloğu, I-II, Meb Yay., İstanbul, 1970, I.

Âşûr, Fâyed Hammâd Muhammed, el-Cihâdü’l-İslâmî Zıdde’s-Salibiyyîn fi’l-Asri’l-

Eyyûbî, Dârü’l-İ’tisâm, Kâhire, ty.

Âşûr, Said Abdulfettâh, el-Eyyûbiyyûn ve’l-Memâlik fî Mısır ve’ş-Şâm, Dârü’n-

Nahdati’l-Arabiye, Kahire, 1996, 157.

Âşûr, Saîd Abdulfettâh, Mısır ve’ş-Şâm fî Asrı’l-Eyyûbiyyîn ve’l-Memâlik, Dârü’n-

Nahda Yay., ty.

Avcı, Casim, “İbn Şeddâd, Bahâeddîn”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1999, XX,

ss. 373-374.

Avcı, Casim, “İbn Şeddâd, İzzeddîn”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1999, XX, ss.

374-376.

282

Azzâm, Abdurrahmân, Salâhüddîn ve İâdetu İhyâi’l-Mezhebi’s-Sünnî, (İngilizceden

Arapçaya Çev. Kâsım Abduhu Kâsım), Dâru Bloomsbury, Katar, 2012.

Baltacı, Cahid, İslâm Medeniyeti Tarihi, 3. Baskı, MÜİFV Yay., İstanbul, 2010.

Bayhan, Ahmet Ali, “Mısır’daki Eyyubi Devri Mimari Eserleri: Medreseler ve Hankah-

Zaviyeler”, Güzel Sanatlar Enstitüsü Dergisi, Sayı 12, Erzurum, 2004, ss. 1-16.

Becker, Carl Heinrich, “Eyyûbîler”, İA, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, 1978, IV, ss.424-

429.

Becker, Carl Heinrich, “Al-Malik Al-Âdil”, İA, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, 1977, 5.

Baskı, I, ss. 139-141.

Bedir, Mina Muhammed, Eseru Hadâreti’s-Selçıkiyye fî Düveli Şarki’l-Âlemi’l-İslâmî

ale’l-Hadâreteyn el-Eyyûbîyye ve’l-Memlûkiyye bi Mısır, I-III, Mektebetu Zehrâ

Yay., Kâhire, 2002, I.

Bekâr, M. Serdar, “el-Melikü’l-Kâmil, Muhammed”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., Ankara,

2004, c. XXIX, ss. 68-70.

Beyyûmî, Ali, Kuruluş Devrinde Eyyûbîler, Çev. Abdulhadi Timurtaş, Kent Yay.,

İstanbul, 2005.

Bezer, Gülay Öğün, Begteginliler (Erbil’de Bir Türk Beyliği 526-630/1132-1233), Türk

Gev Yay., İstanbul, 2000.

Bilge, Mustafa L., “Kerek”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., Ankara, 2002, XXV, ss. 278-

279.

283

Bostan, İdris, “Ba’lebek”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1992, V, ss. 9-11.

Bostan, İdris, “Ba’lebek”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1992, V, ss. 9-11.

Bozkurt, Nebi, “Mescid’i Aksâ”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., Ankara, 2004, XXIX, ss.

268-271.

Bozkurt, Nebi, “Nûbe”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 2007, XXXIII, ss. 222-223.

Bozkurt, Nebi, “Tırâz”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 2012, XLI, ss. 112-114.

Brockelmann, Carl, “Ebû Şâme”, İA, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, 1977, 5. Baskı, IV, ss.

51-51.

Brockelmann, Carl, “Ebu’l-Mehâsin”, İA, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, 1978, 5. Baskı,

IV, ss. 90-91.

Brockelmann, Carl, “İbn Hallikân”, İA, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, 1977, 5. Baskı,

V/II, ss. 745-746.

Brockelmann, Carl, “İbn Kesîr”, İA, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, 1978, 5. Baskı, VI, ss.

761-762.

Brockelmann, Carl, “Kemâleddîn İbn al-Adîm”, İA, I-XIII, 5. Baskı, MEB Yay.,

İstanbul, 1977, VI, ss. 569-570.

Brockelmann, Carl, “Makrizî”, İA, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, 1977, 5. Baskı, VII, ss.

206-208.

Cengiz Tomar, “Turan Şah”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 2012, XLI, ss. 412-

413.

284

Cengiz Tomar, “Yemen”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 2013, XLIII, ss. 401-406.

Çakıroğlu, Hülya, "Müferricü’l-Kürûb’a Göre Selahaddîn Eyyübî Sonrası ve el-

Melikü’l-Âdil Dönemi (H.590-615/M.1194-1218)", Karadeniz Teknik

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Tarih Programı,

(Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Trabzon, 2008

Çetin, Osman, Türk-İslam Devletleri Tarihi, 3. Baskı, Düşünce Yay., İstanbul, 2011.

Çuhadar, Mustafa-İsmail Yiğit, “İbn Tağriberdî”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul,

1999, XX, ss. 385-388.

Dahlmanns, Franz, al-Malik al-Adil Agypten und der Vordere Orient in den Jahren

(588/1193 bis 615/1218), Grevenbürck, 1975.

Demirkent, Işın, “Haçlılar”, DİA, I-XLIV, TDV Yay., İstanbul, 1996, XIV, ss. 525-546.

Demirkent, Işın, “Menbic”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., Ankara, 2004, XXIX, ss. 123-

124.

Demirkent, Işın, “Sümeysât”, İA, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, 1977, 5. Baskı, XI, ss.

232-236.

Dudu, Ayşe, Eyyûbî Devleti Teşkilâtı, TTK Yay., Ankara, 2013.

Dursun, Davut, “Beyrut”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1992, VI, ss. 81-84.

Ebü’l-Efcân, Muhammed el-Hâdî, “İbn Şâs”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1999,

c. XX, ss. 369-369.

285

el-Arînî, Seyyid el-Bâz, eş-Şarku’l-Ednâ fi’l-Üsûri’l-Vustâ el-Eyyûbîyyûn, Dâru’n-

Nahda, Kahire, 1967. el-Hanbelî, Ahmed b. İbrâhîm, Şifâü’l-Külûb fî Menâkib-i Benî Eyyûb, Thk. Nâzım

Reşîd, Vezâretü’s-Sekâfe ve’l-Fünûn, Irak, 1978. el-İskenderî, Ömer, Tarîühu Mısır ile’l-Fethi’l-Osmanî, 4. Baskı, Matbaatü’l-Maarif,

Mısır, 1920. el-Mağlûs, Sâmî b. Abdullâh, Atlasü’l-Hemelâtü’s-Salîbiyye ale’l-Maşrık el-İslâmî fi’l-

Usûri’l-Vustâ, Obekan Yay., Riyad, 2009. el-Maverdî, Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed, Edebü’l-Vezîr, 2. Baskı, Tsh. Hasan Hâdî

Hüseyin, Mektebetü’l-Hancı Yay., Kahire, 1994.

Enverî, Hasan, Ferheng-i Feşorde-i Sohen, I-II, 12. Baskı, Neşriyât-i Sohen, Tahran,

2011, II.

Ersan, Mehmet, “Rupenliler Dönemi’nde Kilikya Ermeni Krallığı ile Antakya Haçlı

Princepsliği’nin Çukurova’da Hakimiyet Mücadelesi”, Tarih İncelemeleri

Dergisi, Sayı 13, 1998, ss. 83-95.

Erzi, Adnan Sâdık, “İbn Şeddâd”, İA, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, 1978, 5. Baskı, V/II,

ss. 825-825.

Erzi, Adnan Sâdık, “İbn Vâsıl”, İA, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, 1978, 5. Baskı, V/II, s.

833-835.

286

es-Sakkâr, Sâmî, “Musul”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 2006, XXXI, ss. 361-

363. eş-Şimâhî, Abdullâh b. Abdulvahhâb, el-Yemen el-İnsân ve’l-Had’are, 3. Baskı, Dârü’t-

Tenvîr, Beyrut, 1985.

Gökhan, İlyas, “Türkiye Selçukluları ile Kilikya Ermenileri Arasındaki Siyasi İlişkiler”,

Nevşehir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 2, 2012, I, ss. 70-

108.

Göksu, Erkan, “İbn Tağriberdî ve Tarihçiliği”, Nüsha Şarkiyat Araştırmaları Dergisi,

Yıl: VIII, Sayı 26, 2008/I, ss.69-90.

Göyünç, Nejat, “Diyarbakır”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1994, IX, ss. 464-472.

Gündüz, Ahmet, “Şehrizor”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 2010, XXXVIII, ss.

473-475.

Gürbüz, Osman, Selâhaddîn Eyyûbî Hayatı ve Şahsiyeti, Rağbet Yay., İstanbul, 2012.

Hartmann, Angelika, “Nâsır-Lidînillâh”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 2006,

XXXII, ss. 399-402.

Hartmann, R., “Şam”, İA, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, 1979, 2. Baskı, XI, ss. 298-311.

Hasan, Hasan İbrâhîm, Tarîhu İslâm es-Siyasî ve’d-Dînî ve’s-Sekafî ve’l-İctimâî, I-IV,

14. Baskı, Mektebetü’n-Nahda, Kahire, 1996, IV.

Hitti, Philip K., Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, MÜİFV. Yay., İstanbul, 2011.

287

Humphreys, R. Stephen, From Saladin to the Mongols The Ayyubids of Damascus

1193-1260, Albany, New York, 1977.

Hüseyin, Abdulmün’im Muhammed, Tarîhü’l-Eyyûbiyyîn ve’l-Memâlik, Dârü’l-

Ma’rife, 2000, İskenderiye.

Hüseyin, Muhsin Muhammed, el-Ceyşü’l-Eyyûbî, Dâru Ârâs, Erbil, 2002.

İhsan Süreyya Sırma, “Yemen”, İA, 1. Baskı, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, 1986, XIII,

ss.371-384.

Îsâ Es’ad, el-Hûrî, Tarîhu Hıms, I-II, Mektebetü’s-Sâih, Trablus, 1983.

İslâm Araştırmaları Komisyonu, Rasûlullâh’ın Doğumundan Günümüze İslâm Tarihi,

I-II, Tkd. Râgıb es-Sencânî, Çev. Ayhan Çakıroğlu, Beka Yay., İstanbul, 2012, I.

İzgi, Cevat, “İbnü’d-Devâdârî”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 2000, XXI, ss. 11-

13.

Kafesoğlu, İbrahim, “Anadolu Selçuklu Devleti Hangi Tarihte Kuruldu”, Tarih

Enstitüsü Dergisi, Sayı: 10-11, Edebiyat Fakültesi Matbaası, İstanbul, 1981, ss. 1-

28.

Kanat, Cüneyt, “Memlûklerin Baybars Zamanındaki (1360-1377) Suriye-Çukurova

Siyaseti ve Bu Siyasetin Çukurova’nın Türkleşmesindeki Rolü”, III. Uluslararası

Çukurova Halk Kültürü Bilgi Şöleni (Sempozyumu) Bildiriler, Adana Valiliği

Yay., Adana, 1999, ss. 423-434.

288

Kâsım, Kâsım Abduh– Ali es-Seyyid Ali, el-Eyyûbîyyûn ve’l-Memâlik (et-Tarîhü’s-

Siyasî ve’l-Askerî), Ayn Yay., Cîze, ty.

Kavas, Ahmet, “Libya”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., Ankar, 2003, XXVII, ss. 174-179.

Kavas, Ahmet, “Libya”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., Ankara, 2003, XXVII, ss. 174-179.

Kaya, Mahmut, “Abdullatîf el-Bağdâdî”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1988, I, ss.

254-255.

Kaya, Önder, "Eyyubî Devleti Meliklerinden el-Eşref Muzaffereddin Musa Döneminin

Siyasi Tarihi (597/1200-635/1237)", Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları

Enstitüsü, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 2000.

Kaya, Önder, Bir Eyyubî Melikinin Portresi: Melik Efdal Nureddîn Ali B. Salâhaddîn

Eyyûbî, Tarih İncelemeleri Dergisi, c. XXI, Sayı 2, Aralık 2006, ss. 139-176.

Kehhâle, Ömer Rıza, Mu’cemü’l-Müellifîn Terâcimi Musannifi’l-Kütübi’l-Arabî, I-IV,

Müessetü’r-Risâle, Beyrût, 1993.

Kılıç, Mustafa, "Melik Nâsır Salahaddin Yusuf II Devrinde Eyyûbîler Devleti (Hicri

634-659/Miladi 1234-1261)", Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları

Enstitüsü, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), İstanbul, 2001.

Kohn, George Childs, Savaş Sözlüğü, Çev. Berna Kara, Doruk Yay., Ankara, 2006.

Koyuncu, Mevlüt, “İlk İslâm Fetihleri Döneminde el-Cezîre Bölgesi ve İslâmlaşma

Süreci”, Sakarya Üniversitesi Fen Edebiyat Dergisi, Sayı 10/1, 2008, ss. 131-140.

289

Köprülü, M. Fuad, “Artuk Oğulları”, İA, 5. Baskı, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, 1978, I,

ss. 617-625.

Lane-Poole, Stanley, in the Middle Ages, London, 1991.

Mâcid, Abdulmümin, ed-Devletü’l-Eyyûbiyye fî Tarîhi Mısır el-İslâmiyye, Dârü’l-Fikr

el-Arabî, Kâhire, 1997.

Mantran, Robert, “Hama”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1997, XV, ss. 396-398.

Mantran, Robert, “Humus”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1998, XVIII, ss. 370-

373.

Merçil, Erdoğan, Müslüman-Türk Devletleri Tarihi, 8. Baskı, Bilge Kültür Sanat Yay.,

İstanbul, 2013.

Minorsky, V., “Mardin”, İA, 5. Baskı, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, VII, ss. 317-322.

Möhring, Hannes, Salaheddin Eyyubi 1138-1193, Çev: Ayşe Dağlı, Kitap Yay.,

İstanbul, 2008.

Ocak, Ahmet Yaşar, “Fütüvvet”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1996, XIII, ss.

261-263.

Oğuzoğlu, Yusuf, “Hasankeyf”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1997, XVI, ss. 364-

368.

Öğün Bezer, Gülay, “Şeddâdîler”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 2010, XXXVIII,

ss. 409-411.

290

Önal, A. Afşin, “İbnü’l-Esîr’in 'el-Kâmil fi’t-Tarîh’ İsimli Kaynak Eserinin ‘Selçuklu

Kültür ve Medeniyeti' Bakımından Bir Değerlendirmesi”, Erciyes Üniversitesi

Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Kayseri, 1999, Sayı: 8, ss. 115-122.

Öngül, Ali, “Karakûş, Şerefeddîn”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 2001, XXIV, ss.

442-443.

Öz, Mustafa, “Cevvânî”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1993, VII, ss. 464-464.

Özaydın, Abdülkerim, “İbn Hallikân”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1999, XX,

ss. 17-19.

Özaydın, Abdülkerim, “İbn Kesîr” DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1999, XX, ss.

132-134.

Öztuna, Yılmaz, Devletler ve Hanedanlar, 2. Baskı, I-V, Kültür Bakanlığı Yay.,

Ankara, 1996, I, II.

R. Strotmann, “Tûrânşâh”, İA, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, 1988, XII/II, ss.114-115.

Razûk, Muhammed, “İbn İyâs”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1999, XX, ss. 97-

98.

Remzi Ataoğlu, “Artuklu-Eyyubi İlişkileri”, Tarih İncelemeleri Dergisi, 1995, Sayı: X,

ss. 71-90.

Runciman, Steven, Haçlı Seferleri Tarihi, I-III, Çev. Fikret Işıltan, TTK Yay., Ankara,

2008, II, III.

291

Sâiğ, Süleymân, Tarîhü’l-Mevsıl, I-II, el-Matbaatü’s-Selefiyye, Mısır, 1923, I, II.

Sallâbî, Ali Muhammed, Devletü’s-Selacike, Müessesetü İkta Yay., Kahire, 2006.

Sallâbî, Ali Muhammed, el-Hemelâtü’s-Salîbiyye ve’l-Eyyûbîyyûn Ba’de Salâhaddîn,

Dâru İbn Cevzî, Kahire, 2011.

Sallâbî, Ali Muhammed, Safahât Min Tarîhi Libya el-İslâmî ve’ş-Şimâl el-İfrikî, Dârü’l-

Beyârik, Umman, 1998.

Sallâbî, Ali Muhammed, Selahaddin Eyyûbî ve Kudüs’ün Yeniden Fethi, Çev. Şerafettin

Aslan, Ravza Yay., İstanbul, 2006.

Sallâbî, Ali Muhammed, Zengîler Dönemi İslâmî İdârenin Yeniden Hâkim Kılınması,

Çev. Turgut Akyüz, Ravza Yay., İstanbul, 2014.

Sâmî, Şemseddîn, Kâmûsü’l-A’lâm Tarîh ve Coğrafya Lügatı, I-VI, Mihrân Matbaası,

İstanbul, 1889, II.

Sandıkçı, Kemal, “İbnu'l-Esîr Kardeşler”, OMÜ. İlahiyat Fak. Dergisi, Samsun,

1992, Sayı: 6, ss. 61-78.

Sarıçam, İbrahim -Seyfettin Erşahin, İslâm Medeniyeti Tarihi, 3. Baskı, TDV Yay.,

Ankara, 2013.

Sauvaget, J., “Haleb”, İA, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, 1987, V/I, ss. 117-122.

Savran, Ahmet, “Meyyâfarikîn”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., Ankara, 2004, XXIX, ss.

511-512.

292

Selâm, Eymen Şahin, "el-Medârisü’l-İslâmiye fî Mısır fi’l-Asri’l-Eyyûbî ve Devruha fî

Neşri’l-Mezhebi’s-Sünnî", Tanta Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarîh Bölümü,

(Yayımlanmamış Doktora Tezi), Kahire, 1999.

Sevim, Ali, “İbnü’l-Adîm” DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1999, XX, ss. 478-479.

Sevim, Ali, “İnaloğulları”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 2000, XXII, ss. 257-258.

Sevim, Ali, “Sıbt İbnü’l-Cevzî” DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 2009, XXXVII, ss.

87-88.

Seyyid, Eymen Fuad, “Makrizî”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., Ankara, 2003, XXVII, ss.

448-451.

Sobernheim, M., “Baalbek”, İA, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, 1979, II, ss. 161-163.

Sobernheim, M., “Hamâ”, İA, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, 1987, V/I, ss. 170-172.

Sobernheim, M., “Humus”, İA, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, 1987, V/I, ss. 588-590.

Sümer, Faruk, “Ahlatşahlar”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1989, II, ss. 24-28.

Sümer, Faruk, “Ahlatşahlar”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1989, II, ss. 24-28.

Sümer, Faruk, “Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü’l-Âdil (II) ve Komşu Türk Hanedanları”,

Eyyubiler Yönetim-Diplomasi-Kültürel Hayat, (Ed: Önder Kaya), Küre Yay.,

İstanbul, 2012, ss. 85-102.

Şakiroğlu, Mahmut H., “Haç”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1996, XXIV, ss.522-

524.

293

Şeşen, Ramazan, “Cezîre”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1993, VII, ss. 509-511.

Şeşen, Ramazan, “Eyyûbîler”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1995, XII, ss. 20-31.

Şeşen, Ramazan, “Eyyûbîler”, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, Ed. Kenan

Seyithanoğlu, Kurtuluş Ofset, İstanbul, 1989, VI.

Şeşen, Ramazan, “Harran”, ”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1997, XVI, ss. 237-

240.

Şeşen, Ramazan, “İmadüddîn el-İsfehânî”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1999,

XXII, ss. 174-176.

Şeşen, Ramazan, “Salâhaddîn Eyyûbî Devrinde Libya’da Türkler ve Karakuş Meselesi”,

Tarih Dergisi, Edebiyat Fakültesi Matbaası, İstanbul, 1982, Sayı 33, ss. 169-198.

Şeşen, Ramazan, “Selâhaddîn-i Eyyûbî”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 2013,

XXXVI, ss. 337-340.

Şeşen, Ramazan, “el-Melikü’l-Âdil I”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., Ankara, 2004, XXIX,

ss. 59-60.

Şeşen, Ramazan, Kudüs Fatihi Selâhaddîn Eyyûbî, Yeditepe Yay., İstanbul, 2013.

Şeşen, Ramazan, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbîler Devleti, Edebiyat Fakültesi Basımevi,

İstanbul, 1983.

Şeşen, Ramazan, Salâhaddîn Eyyûbî ve Devlet, Çağ Yay., İstanbul, 1987.

Taeschner, F., “Nâsır”, İA, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, 1964, IX, ss. 92-94.

294

Takkûş, Muhammed Süheyl, Tarîhü’l-Eyyûbîyyîn fî Mısr ve Bilâdi’ş-Şâm ve İklîmi’l-

Cezîre 569-661/1174-1263, 2. Baskı, Dârü’n-Nefâis, Beyrut, 2008.

Taneri, Aydın, “Candar”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1993, VII, ss. 145-146.

Taştemir, Mehmet, “Mardin”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., Ankara, 2003, XXVIII, ss.43-

48.

Tekindağ, Şehâbeddîn, “Melikü’z-Zâhir”, İA, I-XIII, MEB Yay., İstanbul, 1979, VII, ss.

683-685.

Tomar, Cengiz, “İbn Vâsıl”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1999, XX, ss. 438-440.

Tomar, Cengiz, “Şam”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 2010, XXXVIII, ss. 311-

325.

Tomar, Cengiz, “Şâver b. Mücir”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 2010, XXXVIII,

ss. 382-383.

Tomar, Cengiz, “Taberiye” DİA, I-XLIV, TDV. Yay., Ankara, 2010, c. XXXIX, ss.

323-324.

Turan, Ahmet Nezihi, “Şanlıurfa”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 2010, c.

XXXVIII, ss. 336-346.

Turan, Osman, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, 7. Baskı, Ötüken Yay., İstanbul,

2009.

295

Turan, Osman, Selçuklular Zamanında Türkiye, 13. Baskı, Ötüken Yay., İstanbbul,

2014.

Unat, Faik Reşit, Hicrî Tarihleri Milâdî Tarihe Çevirme Klavuzu, 5. Baskı, TTK

Basımevi, Ankara, 1984.

Usta, Aydın, “Taklid”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., Ankara, 2010, XXXIX, ss. 465-467.

Utku, Nihal Şahin, “Kızıldeniz’in Kaybolan Liman Şehirleri Şuaybe-Car-Kulzüm-

Ayzab”, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi

Dergisi, 2014, Sayı 2, c. XIX, s. 121-136.

Ünal, Mehmet Ali, “Harput”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1997, XVI, ss.232-

235.

Yâzîci, Tâlib, “Halep”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 1997, 2002, XV, ss. 239-

244.

Yılmaz, Harun, "El-Melikü’l-Muazzam Ve Döneminde Dımaşk’ta Kurulan Medreseler

(615-624/1218-1227)", Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,

(Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 2008.

Yiğit, İsmail, “Murabıtlar”, DİA, I-XLIV, TDV. Yay., İstanbul, 2006, XXXI, ss. 152-

155.

İNTERNET KAYNAKLARI http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Islam-Tarihi-Ansiklopedisi/Detay/IBN-I-

IYAS/374. Erişim. 01.06.2015.

.Erişim. 05.06.2015 .أعزاز/https://ar.wikipedia.org/wiki

296

http://tr.wikipedia.org/wiki/Deyrizor. Erişim. 05.06.2015.

.Erişim .قضاء -سنجار/http://www.aljazeera.net/news/reportsandinterviews/2014/12/21

05.06.2015.

.Erişim. 06.06.2015 .الزاب_%28توضيحhttps://ar.wikipedia.org/wiki//29 http://tr.wikipedia.org/wiki/Sur_%28%C5%9Fehir%29. Erişim. 06.06.2015.

.Erişim. 17.06.2015 .القريتين/https://ar.wikipedia.org/ wiki https://tr.wikipedia.org/wiki/Natrun_Vadisi. Erişim. 19.06.2015. https://tr.wikipedia.org/wiki/Yafa. Erişim. 19.06.2015.

.Erişim. 23.06.2015 . رأس_العين_(الحسكة/https://ar.wikipedia.org/wiki

.Erişim. 24.06.2015 .جبلة_(سوريا) /https://ar.wikipedia.org/wiki

.Erişim. 24.06.2015 .عجلون/https://ar.wikipedia.org/wiki

Süleymân, Numan Tayyib, “el-Medâris fi’l-Ahdi’l-Eyyûbî bi Mısr”, Mecelletü’l-Ezher,

Sayı 751, Yıl 54, 1402, c. 5, http://www.islamsyria.com/portal/article/show/6445.

Erişim. 15.07.2015.

297

EKLER

Ek-1. Melik Âdil’in Türbesi

Sultan Melik Âdil’in el-Âdiliye Medresesi’ndeki Mezarına Ait Resim

Bu fotoğraf Önder Kaya tarafından çekilmiştir.1369

1369 Hülya Çakıroğlu, "Müferricü’l-Kürûb’a Göre Selahaddîn Eyyübî Sonrası ve el-Melikü’l-Âdil Dönemi (H.590-615/M.1194-1218)", Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Tarih Programı, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Trabzon, 2008, s. 178’den alınmıştır.

1

Ek-2. Eyyûbîlerin Soy Şeceresi1370 ŞÂDÎ

Necmeddîn Eyyûb Esedüddîn Şîrkûh (ö. 1169)

Sultan Salâhaddîn (ö. 1193) Turânşâh (ö. 1181) Şahinşâh (ö. 1148-49) Seyfü’l-İslâm Tuğtekin (ö. 1197) Melik I. Âdil (ö. 1218) Nâsirüddîn (Yemen, 1174-1181) (Yemen, 1181-1197) (Kerek, 1188-1195) Muhammed (Baalbek, 1178-1179) (Dımaşk, 1196-1218) (Humus, 1179-1185) (Mısır, 1200-1218)

Melik Efdal (ö. 1225) Melik Azîz (ö. 1198) Melik Zâhir (ö. 1216) Ferruhşâh Davud Takiyüddîn Ömer Muizz İsmâîl en-Nâsır Melik Mücahid (Dımaşk, 1193-1196) (Mısır, 1193-1198) (Halep, 1186-1216) (Baalbek, 1179-1182) (Hamâ, 1178-1191) (Yemen, 1197-1202) (Yemen, 1202-?) (Humus, 1185-1239) (Sümeysat, -1225) Melik Azîz Muhammed Melik Emced Behrâmşâh Melik Mansûr (Halep, 1216-1236) (Baalbek, 1182-1230) Melik Mansûr ibrâhîm (Mısır, 1198-1200) (Humus, 1239-1245) Melik Nâsır Yûsuf (Halep, 1236-1260) (Dımaşk, 1250-1260) Melik Mansûr Muhammed Melik II. Şahinşâh (Hamâ, 1191-1220) Melik II. Eşref Mûsâ (Humus, 1245-1262) Süleymânşâh (Yemen, 1214-1215) Melik Nâsır Kılıç Arslan Melik Muzaffer (Hamâ, 1220- 1229) (Hamâ, 1229-1244)

Melik Muzaffer Ali Melik II. Mansûr (Hamâ, 1244-1284)

Melik Ebü’l-Fidâ Melik Muzaffer Mahmud (Hamâ, 1310-1332) (Hamâ, 1284-1298)

Melik Efdal Mahmud (Hamâ, 1332-1341)

1370 Bu soy şeceresi hazırlanırken Stanley Lane-Poole, History of Egypt in the Middle Ages, London, 1991, s. 212/b; Becker, “Eyyûbîler”, İA, c. IV, s. 426-427; Seyyid el-Bâz el-Arînî, eş-Şarku’l-Ednâ fi’l-Üsûri’l-Vustâ el-Eyyûbîyyûn, Dâru’n-Nahda, Kahire, 1967, s. 266-270’den yararlanılmıştır.

2

Ek-3. Melik Âdil’in Soyundan Gelen Hükümdarlar1371

MELİK ÂDİL

Melik Kâmil Melik Eşref Mûsâ Melik Evhad Melik Muazzam Îsâ Melik Muzaffer Gâzî Melik Hâfız Arslan Melik Fâiz (Mısır, 1218-1238) (Meyyâfarikîn, 1210-1220) (Meyyâfarikîn, 1200-1210) (Kerek, 1195-1218) (Meyyâfarikîn, 1230-1245) (Caber Kalesi,1202-) (Dımaşk, 1228-1237) (Dımaşk, 1218-1227)

Melik II. Âdil Melik Sâlih Eyyûb Melik Mesûd Atsız Melik en-Nâsır Davûd Melik Kâmil Muhammed (Mısır, 1238-1240) (Hısnkeyfâ, 1231-1238) (Yemen, 1215-1228) (Dımaşk, 1227-1228) (Meyyâfarikîn,1245-1261) (Dımaşk, 1238-1239) (Mısır, 1240-1249) (Kerek, 1226-1239) (Dımaşk, 1245-1249) Melik Sâlahaddîn Yûsuf Melik Muğis Ömer (Karek, 1239-) Melik Muazzam IV. Tûranşâh (Hısnkeyfâ, 1238-1249) Melik Eşref Mûsâ (Mısır, 1249-1250) (Mısır, 1250-1252)

1371 Bu tablo hazırlanırken Lane-Poole, a.y.; Becker, a.y.; el-Arînî, a.y.’den yararlanılmıştır.

1

Ek-4. Haritalar

XII. Asırda Kuzey Suriye1372

1372 el-Arînî, a.g.e., s. 35.

2

XII. Asırda Mısır1373

Eyyûbîlerin Hâkim oldukları Bölgeler

1373 el-Arînî, a.g.e., s. 37.

ÖZ GEÇMİŞ

Kişisel Bilgiler :

Adı ve Soyadı : ABDULHALİM OFLAZ

Doğum Yeri ve Yılı : VAN- 1974

Medeni Hali : EVLİ

Eğitim Durumu :

Lisans Öğrenimi : Marmara Üni. İlahiyat Fakültesi, 2001

Yüksek Lisans Öğrenimi : YYÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2006

Yabancı Diller ve Düzeyi:

1. Arapça, İyi

2. İngilizce, Orta

3. Farsça, Orta

İş Deneyimi :

1. Diyanet işleri Başkanlığı,1998-2004

2. Milli Eğitim Bakanlığı,2004-2014

3. Iğdır Üniversitesi İlahiyat Fakültesi,2014-