T.C. ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

- İSTANBUL’UN İŞGALİ - İSTANBUL’UN 1918 – 1923 YILLARI ARASI İTİLAF KUVVETLERİNCE İŞGALİNİN SOSYOLOJİK AÇIDAN TÜRKİYE’NİN YAKIN TARİHİNDEKİ YERİ VE ÖNEMİ

Devrim VARDAR 2501030319

Tez Danışmanı Doç. Dr. Ertan Eğribel

İSTANBUL, 2007 T.C. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

- İSTANBUL’UN İŞGALİ - İSTANBUL’UN 1918 – 1923 YILLARI ARASI İTİLAF KUVVETLERİNCE İŞGALİNİN SOSYOLOJİK AÇIDAN TÜRKİYE’NİN YAKIN TARİHİNDEKİ YERİ VE ÖNEMİ

Devrim VARDAR 2501030319

Tez Danışmanı Doç. Dr. Ertan Eğribel

İSTANBUL, 2007

2

ÖZ

Bu çalışmada İşgal İstanbul’u ele alınacaktır. 1918 – 1923 yılları arasındaki İstanbul’un işgali Kurtuluş Savaşı ile birlikte Osmanlı İmparatorluğu sonrası kurulacak yeni devletin günümüze kadar gelecek yeni toplumun biçimini belirlemiştir. Sosyoloji toplum ve tarihi üzerine bir bilinçlenmedir. Günümüze kadar uzanan bir değişimin dönüm noktasının ve bu değişimi belirleyen temellerin üzerinde durulması bize günümüz seçimleri üzerinde belli değerlendirmeler yapmaya izni verecektir. İstanbul'un işgali I. Dünya Savaşı’nın devamı olarak ortaya çıkar. I. Dünya Savaşı’nın amacı Osmanlı’nın tasfiyesi ve böylelikle Doğu sorununa son vermek olmuştur. Tutunabileceğimiz tek kale Anadolu olarak kalmıştır. Ama bu durum hem İstanbul, Saray ve Hükumet ve daha sonra da gelişecek Ankara hareketlerini de besleyecektir. Bir yandan İstanbul ve Padişah İtilaf kuvvetleri ile iyi geçinmeye çalışırken Ankara Hükumeti direniş unsurunu ön plana çıkaracaktır. İtilaf kuvvetlerinin işgalinden amaç Doğu sorununun bir parçası olarak gördükleri Osmanlı’nın ortadan kaldırılmasıdır. Ancak gizli anlaşmalar ile belirledikleri tasfiye planı taraflardan biri olan Rusya’nın devrim ile planlardan çekilmesi ile sekteye uğrayacaktır. Hemen dengelerin yeniden sağlanması için yerine ABD ve yeni dünya siyaset biçimi yetişecektir. İstanbul’a devrimden kaçan Beyaz Ruslar’ın yerleştirilmesi planı da işlemeyince ve Ankara Hükumeti de güçlenince bu sefer İtilaf devletleri yavaş yavaş toprakların büyük kısmını paylaşma planlarını değiştirecek ve Türkiye’de barış içinde yaşamak niyetinde olan Ankara Hükumetinin kurduğu yeni devlet ile barış anlaşması yapacaklardır. Bir süredir İstanbul’dan uzaklaşmış ve ülke merkezi olarak da Ankara’yı seçmiş olan yeni devlet başkent olarak da Ankara seçmiş ve Osmanlı’yı ve İstanbul’u terk etmiş olacaklardır.

Anahtar Kelimeler: İstanbul, işgal, mütareke dönemi, I. Dünya Savaşı, Sevr, Lozan, doğu sorunu

3iii

ABSTRACT

The focus of this work will be İstanbul under allied occupation. Between the years of 1918 and 1923 occupied İstanbul together with the war of independence will determine the structure of the new government established after Otoman Empire and lasting till today. Sociology is about becoming conscious on society and history. Studying the turning point of a change reaching till today and the basis of this change will help us make more efficient evaluations regarding the choices made. The occupation of İstanbul occurs following the First World War. The aim of the First World War is dismembering the Otoman Empire and so ending the Eastern Question. There will be only one castle to hold for us, . This situation will feed both İstanbul, the palace and the government and the improving movement of nationalist Ankara. On one side while İstanbul and the Sultan trying to keep good relations with the Allied occupiers, Ankara government will put the resistance up front. Aim of the occupation of the allied is dismembering of the Otoman Empire which they see as a part of the Eastern Question. But the secret agreements they have made will face an obstacle when revolutionaries in Russia will take the Tsar down and so take Russia out of the equation. As to balance the equation USA and the new style of global politics will come for rescue. The plan consisting of planting the White Russians fleeing from Russia will fail and the Ankara government will gain power and so the main question of dismemberment will change and western powers will decide to make peace with the Ankara government, whose plan is to leave in peace. As being away from İstanbul for a while and having chosen Ankara as the new center the new state will approve Ankara as the new capital and thus leave Otoman and İstanbul behind.

Keywords: İstanbul, occupation, armistice, I. World War, Sevres, Lausanne, eastern question

4iv

ÖNSÖZ

Bu çalışmanın başından sonuna kadar yardımını, ilgisini ve desteğini esirgemeyen ve çalışmayı yapma kararını almam konusunda beni cesaretlendiren ve yönlendiren sevgili hocam ve tez danışmanım Doç. Dr. Ertan Eğribel’e, çalışmamın her aşamasında yoğun emeğiyle bulunan ve birçok noktada gece gündüz uğraşan eşime, teknik olarak sürekli danışıp desteklerine başvurduğum arkadaşlarım Veli Ozan Çakır ve Birgül Koçak’a ve son olarak da uzunca bir süredir kafamda şekillenen fikirlerin bir bilimsel altyapıya ve yönteme ve bir anlama kavuşmasına Bilimsel Hazırlık Döneminden itibaren yardımcı olan Baykan Sezer düşüncesi önderliğinde Sosyoloji bölümündeki tüm hocalarıma teşekkür ederim.

5v İSTANBUL’UN İŞGALİ (1918-1923)

İÇİNDEKİLER ÖZ...... iii ABSTRACT…………………………………………………………………….. iv ÖNSÖZ…………………………………………………………………………. v İÇİNDEKİLER………………………………………………………………… vi GİRİŞ…………………………………………………………………………… 8

I. BÖLÜM : DOĞU SORUNU: BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI VE İSTANBUL’UN İŞGALİ A - Doğu Sorunu Ve Osmanlı……………………………………………………… 16 B - İşgale Kadar Gizli ve Resmi Anlaşmalar: Osmanlı – Almanya Yakınlaşması…. 42 C - Gizli Anlaşmaların Bozulması: Rusya’da Devrim……………………………… 71 D - İstanbul’un İşgaline Giden Yol: Wilson Prensipleri ve Mondros Mütarekesi….. 88

II. BÖLÜM : BİR ÜLKE ÜÇLÜ YÖNETİM: KARARSIZ DENGE A - İstanbul’da İşgal Kuvvetleri ve ABD…………………………………………… 104 B - İstanbul’da Bekleyen Güç: Beyaz Rus Göçmenler...... 142 C - İşgal Sırasında Gizli Ve Resmi Anlaşmalar Ve Yankıları…………………….… 162 D - Üçlü Yönetim: İstanbul – Ankara Ve İşgal Yönetimi………………………….... 192

III. BÖLÜM : BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NIN SONU: YENİ DEVLET, YENİ BAŞKENT A – İstanbul’un İşgalinin Sonunu Belirleyen Olaylar……………………………….. 218 B – Savaşı Sonra Erdiren Anlaşmalar: Mudanya ve Lozan Anlaşmaları……………. 237 C - Osmanlı’dan ve İstanbul’dan Vazgeçilmesi: Ankara’nın Başkent Olması………. 271

SONUÇ YERİNE…………………………………...…………………………… 286

EK-1: Doğu Sorunu ve İstanbul’un İşgalini İlgilendiren Olaylar Kronolojisi

KAYNAKÇA

6vi

GİRİŞ

7

Biz bu çalışmada İstanbul’un işgali konusunu ele alacağız. İstanbul’un işgali, I. Dünya Savaşı’nın sonuçları, Osmanlı’nın tasfiyesi ve yeni Türkiye Devleti’nin kuruluşu açısından önemli bir olaydır. Bu nedenle konu çeşitli biçimlerde ele alınmıştır. Günümüzde de konu değişik yönleriyle gündemdedir. Biz bu çalışmada Osmanlı’nın tasfiyesi ve yeni Türkiye Devleti’nin kuruluşu olayına İstanbul’un işgali perspektifinden ele alacağız. Günümüzde Osmanlı’nın tasfiyesi ve yeni Türkiye Devleti’nin kuruluşu birbirine karşıt olarak ele alınmaktadır. Bu değerlendirmelerde belli sınırlandırmalara da neden olmaktadır. Giderek yeni Türkiye Devleti’nin kuruluşu Osmanlı’dan bir kurtuluş gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. Bu bizim konulara bakış açımızı sınırlamaktadır. Osmanlı’dan vazgeçilmesi, toplum tarihinin ve kimliğinin Kurtuluş Savaşı ile başlatılması yeni sorunlara yol açmaktadır. Bu, Türk toplum ve tarihine bütün zenginliği ile sahip çıkmamıza ve yararlanmamıza izin vermemektedir. Ancak son dönemde tartışmalar daha genişlik kazanmıştır. Günümüz sorunları (Ermeni, Kürt, Kıbrıs sorunu vb.) Osmanlı ile ilişkili ve toplum tarihimize daha geniş bir biçimde sahip çıkmamızı zorunlu kılmıştır. Biz İstanbul’un işgali konusunu Doğu Sorunu çerçevesinde ele alıp değerlendireceğiz. Günümüzde Doğu Sorununun, Doğu-Batı çatışmasının çeşitli yazarlar tarafından da gündeme getirilmesi bakış açımızın genişlemesine imkan vermiştir. Biz de bu çalışmada İstanbul’un işgalini bu çerçevede değerlendirmeye çalışacağız.

İstanbul’un işgali ve sonrasında Osmanlı’nın tasfiyesi dünya egemenlik ilişkileri açısından bir dönüm noktasını belirtmektedir. Osmanlı imparatorluğunun kalbi, dünyanın en önemli stratejik su geçidi sayılan, Karadeniz’le Akdeniz’i birbirine bağlayan Boğaziçi, Marmara denizi ve Çanakkale Boğazı üzerindeki İstanbul’du. Bu hassas bölgedeki her kuvvet dengesi değişikliği, dünyanın en güçlü ülkelerini; Rus ve Avusturya imparatorluklarını, Fransa’yı, İngiltere’yi, daha sonra da Alman imparatorluğunu doğrudan ilgilendirmiştir. XIX. yüzyılda ortaya çıkan “Doğu

8 Sorunu” Osmanlı sorunu olarak Batı diplomasisinin temel meselesi olmuştur. Osmanlı için Batılı güçler arasındaki çekişmelerden yararlanarak varlığını sürdürme siyaseti Batı sorunu olarak adlandırılmıştır. İstanbul bu çekişmenin ortaya çıktığı merkez durumundadır. Batı içi çekişmeler Batılı büyük güçleri çeşitli defalar karşı karşıya getirmiştir. 1853 Kırım Savaşı’nda, Batılı güçler ile Rusya arasında yapılan savaşta, Osmanlı, İngiltere ve Fransa gibi Batının iki büyük devleti ile ittifaka girerek Rusya’ya karşı savaşmıştır. Bu savaşta İstanbul İtilaf kuvvetlerinin askeri karargahı olmuştur. Buna karşılık I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı yine farklı bir ittifak içerisinde yer almış, Genelkurmay’ını bile Almanya’ya bağlayan Osmanlı savaşın sonunda yenilmiş ve İstanbul işgal edilmiştir. Osmanlı’nın I. Dünya Savaşı’nın dışında kalması mümkün olmamıştır. Savaşın esas meselesi Osmanlı’nın tasfiyesi olduğu için Osmanlı bir yerde zorunlu olarak Almanya ile ittifaka girmiştir. Batılı devletler arasındaki çekişmeye rağmen Osmanlı’nın tasfiyesi konusunda ortak bir bakış açısı söz konusudur.

Osmanlı’nın tasfiyesi, Batı tarafından “Doğu Sorunu”nun çözümü olarak görülüyordu. Daha önce, savaş öncesi yapılan gizli anlaşmalar bunun ifadesidir. Doğu sorunu elbette XIX. yüzyılda başlamış değildir. Tarihin başından beri mevcuttur, ama XIX. yüzyılda yeni bir biçim almıştır. Osmanlı’nın Batılılaşma çabası da Batı içi çekişmelerden yararlanmayı belirtiyordu. Ancak bu denge siyasetinin sürdürülemeyeceği Balkan Savaşları ile açığa çıkmıştır. Osmanlının tasfiyesi konusunda Batıda oybirliği olunca Batı genel bir savaşa girmekten kaçınmayacaktır. İstanbul’un işgali I. Dünya Savaşı ile başlayan sürecin bir devamıdır. Savaş sonunda bizim için tutunabileceğimiz tek kale Anadolu olarak kalmıştır. Diğer bir deyişle daha işgalin başlangıcında Osmanlı’yı bir imparatorluk olarak sürdürmenin imkanlarının ortadan kalktığı gerçeği kabul edilmiştir. Osmanlı için bunu kabul etmek bir anlamda tarihten silinmeyi de kabul etmek anlamına gelmiştir. Bu nedenle Osmanlı I. Dünya Savaşı’nın sonuçlarına direnmiştir. Ama bu direnişte yine Batı ile uzlaşmanın yollarını aramıştır. Bu elbette ki bir çelişkidir. Osmanlı kendi varlığını sürdürme çabasına rağmen çatışmayı ilk plana koymamıştır. Çatışma yerine padişahlığı ve halifelik sıfatını muhafaza ederek varlığını sürdürme yolunda çaba göstermiştir. Bu durumda Anadolu’ya ve Anadolu Türklüğü’ne

9 dayanmak yerine kendi varlığını sürdürmek için Batı ile uzlaşma içerisine girmesi ters işlere girmesine de neden olmuştur.

I. Dünya Savaşı’nın amacı Osmanlı’nın tasfiyesi olduğu için bir anlamda Osmanlı’nın şu veya bu biçimde kendi varlığını sürdürme çabası belli bir direnci belirtmiştir. Ancak bu direniş kendisini tasfiye etmek isteyenlerle işbirliği gibi ters bir işe dayanmaktadır. Elbette ki bunu bu biçimde sürdürmek mümkün değildir. Anadolu’da ortaya çıkan direniş hareketi ise bir yandan Osmanlı’yı tasfiye etmek isteyenlerle kıyasıya bir çekişme içerisine girerken, diğer yandan çelişkili bir biçimde mevcut fiili durumu kabul ederek Osmanlı’nın sürdürülemeyeceği görüşünü kabul etmiştir. Burada çelişki işgalcilerin varmak istedikleri sonuçla Anadolu’da ortaya çıkan ve düşmanla çatışmayı seçen yeni siyasetin Osmanlı’nın tasfiyesi hakkında aynı görüşleri paylaşmalarıdır. Osmanlı tasfiyesini bir gerçek olarak tespit eden yeni siyasi hareket Osmanlı’nın düşmanlarıyla çatışırken, Osmanlı’nın tasfiyesi konusunda direnen İstanbul ve Saltanat sonuna kadar düşmanla çelişkili bir biçimde birlik içinde görünecektir. Burada Kemal Tahir’in belirttiği gibi elbette ki her iki taraf açısından da hainlikten, satılmışlıktan bahsetmek söz konusu değildir. Bir anlamda her iki taraf da kendileri açısından gerçekleri görüp buna uygun siyaset izlemişlerdir. Burada ortaya çıkan gerçeklik bir anlamda Saltanat için kendi varlığını koruma çabası olurken diğer taraf için “fiilen yıkılmış bir imparatorlukla halifeliğin yerine bir yeni devlet kurma davranışıdır”.1 Sonuçta Osmanlı ve imparatorluğu yeniden kurma çabasında bulunanlar (Enver ve İttihatçılar) tasfiye edilmiştir. Bu kesimlerin İngilizlerle anlaşmak istemelerine rağmen göstermelik de olsa varlıklarını sürdürmesine müsaade edilmemiştir. Buna karşılık Anadolu Türklüğünün kendi varlığını koruyabilmesi ancak Osmanlı’dan vazgeçmek pahasına mümkün olmuştur. Osmanlı’nın tasfiyesi konusunda Batı ile aynı görüşü paylaşmalarına rağmen yeni siyasi hareket düşmanla çatışarak kendi siyasi varlığını kabul ettirebilmiştir.

Anadolu Türklüğünün Batı saldırganlığına karşı direnci başlangıçta hem Osmanlı’nın varlığını sürdürmesine izin vermiş, hem de Anadolu’da düşmanla çatışan Osmanlı’ya

1 Kemal Tahir, “Osmanlı İmparatorluğunun Çökmesi (1919)”, Baykan Sezer’e Armağan, Sosyoloji Yıllığı 11, Kızılelma Yayınları, İstanbul, 2004, s.47

10 karşıt yeni bir siyasetin ortaya çıkmasını da sağlamıştır. Ankara merkezli yeni siyaset gücünü Batı saldırganlığına karşı, Osmanlı’nın uzlaşmacı siyasetine karşı kazanmıştır. Bu dönemde İstanbul ve Padişah İtilaf kuvvetleri ile uzlaşırken Ankara Hükümeti direniş unsurunu ön plana çıkaracaktır. I. Dünya Savaşı’nın amacı Osmanlı’nın tasfiyesi olmuş olmasına rağmen Rusya’nın devre dışı kalması mevcut planların, gizli anlaşmaların uygulanmasını mümkün kılmamıştır. Rusya’da ortaya çıkan devrim ve Doğu Halklarının direnci I. Dünya Savaşı’nda beklenen amaçların bütünüyle gerçekleşmesine engel olmuştur. Sonuçta Osmanlı tasfiye edilmiş olmasına rağmen yeni Türkiye Devleti kurularak Anadolu Türklüğü kendi varlığını sürdürmeyi başarmıştır.

İstanbul’un işgali Doğu Sorunu’nun bir parçasıdır. Gerek İstanbul’un işgalini, gerekse Osmanlı tasfiyesi ve yeni devletin kuruluşunu da Doğu Sorunu çerçevesinde ele alıp değerlendirmek gerekir. İstanbul’un işgali elbette I. Dünya Savaşı’nın bir sonucudur. Gerçekte amaçlanan işgalin ötesinde Osmanlı’nın tasfiyesi ve İstanbul’un Batı siyaseti içerisinde değerlendirilmesidir. Bu nedenle İstanbul’un işgali Anadolu Türklüğünün kendi bağımsız varlığını koruma çabası içerisinde değerlendirilmelidir. İstanbul’un işgali dünya egemenlik ilişkilerinin boyutunun dışında gerçekleşmemiştir. İşgale karşı direnç gösteren Anadolu Türk toplumu kendi siyasi varlığını belirtme imkanı bulmuştur. Bu nedenle I. Dünya Savaşı’nın son cephesi Anadolu olmuştur. Kurtuluş Savaşı I. Dünya Savaşı sırasında ortaya çıkan sorunlardan bağımsız olarak yürütülmemiştir. Savaşın çerçevesi ve sınırları, başarısı ile Rusya’da ortaya çıkan devrim sonrası olaylar arasında bağlantı kurulması da bu nedenledir. Aksi takdirde mesele Doğu Sorunu çerçevesi içerisine yerleştirilmediği takdirde Türk Kurtuluş Savaşı’nı Osmanlı’dan Kurtuluş Savaşı’na indirgemek tehlikesi vardır. Biz bu nedenle İstanbul’un işgali olayını daha geniş bir çerçeve içerisinde ele alarak Doğu Sorunu ile ilişkili olarak değerlendireceğiz. Osmanlı’nın tasfiyesi ve yeni Türkiye Devleti’nin kuruluşu İstanbul’un işgalinin getirmiş olduğu sorunlarla ilgili ortaya çıkan siyasi seçimin ürünüdür.

Sorun, tasfiye edilmek istenen Osmanlı buna direnirken işgalci İtilaf kuvvetleri ile uzlaşma taraftarı olması, Ankara’nın ise Osmanlının tasfiyesi amacıyla yola çıkan

11 İtilaf kuvvetlerine karşı savaş halinde olmasıdır. Sonuçta Osmanlı tasfiye edilir ve yeni Türk Devleti kurulur. İşgal İstanbul’u konusu bu çelişkinin açıklanması açısından önemlidir. İşgal İstanbul’u konusu bize bu süreçte nelerden vazgeçmek zorunda kaldığımızı, buna karşılık hangi çözüm temelinde yeni devletin ve toplumun biçimlenmiş olduğunu gösterecektir. Yukarıda belirttiğimiz soruna bağlı olarak çalışmamızı üç bölümde açıklamaya çalışacağız.

Birinci bölümde I. Dünya Savaşı ve İstanbul’un işgalini Doğu sorununun bir parçası olarak ele alacağız. Gizli ve resmi anlaşmalar nedeniyle Osmanlı I. Dünya Savaşı’nın dışında kalamamıştır. Ancak Rusya’da devrimin gerçekleşmesi gizli anlaşmaların bozulmasına sebep olmuştur. Rusya, İngiltere ve Almanya arasında çekişmeler olsa bile Osmanlının tasfiyesi konusunda oybirliği vardır. Osmanlı bu nedenle Birinci Dünya Savaşının dışında kalamamıştır. Savaş doğrudan Osmanlıya yöneliktir, dışında kalması ihtimaller arasında bulunmamaktadır. Rusya’da devrim Wilson prensiplerinin ortaya atılmasına neden olduğu gibi Osmanlı’nın varlığı ve İstanbul’un hangi ilişkiler içerisinde değerlendirileceği konusu ortada kalmıştır. Bu nedenle Anadolu Savaşı I. Dünya Savaşı’nın son cephesi olmuştur.

İkinci bölümde işgal sonrası ortaya çıkan kararsız dengeyi ele alacağız. I. Dünya Savaşı sona ermiştir. Ancak henüz savaşın amaçları gerçekleşmemiştir. Nasıl gerçekleşeceği konusunda da tereddütler vardır. Bu tereddüdü Bir Ülke Üçlü Yönetim bölümünde değerlendireceğiz. Bu bölümde Mondros Mütarekesi sonrası İstanbul’un işgal kuvvetleri tarafından ele geçirilmesi elbette ki ilk adımı oluşturacaktır. Ancak bu adım henüz resmiyet kazanmadığı gibi belirsizlik durumunu da korumaktadır. Bu gelişmeler içinde ABD yeni bir görev üstlenmeye çalışıp manda yönetimi gündeme gelecektir. Bir diğer çözüm önerisi olarak da Rusya’da devrim sonrası Bolşeviklere karşı kullanılan Beyaz Rus göçmenler eğer devrim tasfiye edilebilirse I. Dünya Savaşı’ndaki gizli anlaşmalara uygun bir çözüm gerçekleştirmek istenecektir. Ancak bu girişimler başarısız olacaktır. İstanbul’un İngilizler tarafından resmi olarak işgali bu yeni duruma müdahale çabasıdır. Sonuçta ülkedeki üçlü yönetim üç otoriteyi belirtmektedir. Ancak bir şeye dikkat etmek durumundayız. Osmanlı Mondros Mütarekesi’ne rağmen devletini kaybetmiş

12 değildir. Aksine iki devlet vardır. Kararsız güç dengesi hüküm sürmektedir. Hiçbir güç kendi otoritesini tesis edemiyor ve bir anlamda dünya siyasetine uygun bir çözüm gerçekleştirilemiyor. Batılı ülkeler de bu konuda kararsızlık içindeler. İşgal yönetimi de hem Ankara hem de İstanbul’a karşı kendi otoritesini tesis etmek için Yunanlıları kullansa da bu da başarısız olmuştur. Yunanlıların başarısızlığı bir yerde İngilizler ile Bolşevikler arasındaki yeni bir denge oluşturulması ile ilgilidir. Bu dengenin sonucunda Kafkasya ve Orta Asya’da yeni bir serüven içine giren Enver Paşa tasfiye edilmiştir. Bu gelişme sonrası Anadolu ile sınırlı bir çözümün yolu açılmıştır.

Üçüncü bölümde Osmanlı tasfiyesi ve yeni devletin kuruluşunu ele alacağız. Bu aynı zamanda I. Dünya Savaşı’nın da sona ermesidir. I. Dünya Savaşı’nın en son cephesi olan Anadolu’da savaşın sonu gizli anlaşmaları geçersiz kılsa da Osmanlı’nın tasfiyesi söz konusu olmuştur. O dönemin şartları içerisinde Ankara kendi otoritesini kabul ettirerek Osmanlı’nın tasfiyesi yönünde bir seçime gidecektir. Ankara Hükümeti Osmanlı meclisinin, Padişah ve İstanbul Hükümetleri ile hareket yerine kendi seçimini geçerli kılacaktır. Yeni bir devlet yeni bir başkent bu anlamda ortaya çıkacaktır.

İstanbul’un işgali Osmanlı’nın tasfiyesi ve yeni bir devletin kuruluşu ile son bulmuştur. Bu, meselenin sadece Türk-Yunan çatışması olmasının ötesinde Dünya egemenlik ilişkileri içerisinde ortaya çıktığının bir göstergesidir. Çalışmamızın sonucunda bu konuda belli değerlendirmelere ulaşmayı amaçlıyoruz.

Ana başlıklarımızın ele alındığı bölümler çalışmamızın ekseninde anlaşılabilir bir akış bütünlüğü geliştirme imkanı tanımaktadır. Çalışmamızda yeni bir belge getirmiyor olsak da daha önce Türkçede yayınlanmamış bazı gizli anlaşmaların çevrimiçi de olmak üzere çeşitli yabancı dilde kaynaklardan tarafımızca tercüme edilmesi ile bu daha geniş kapsamdaki mevcut bilgi ve belgelerden kendi görüşümüz çerçevesinde yararlanmamızı sağlayacaktır. Bir anlamda daha önceki var olan bilgi ve belgelerden kendi görüşümüz çerçevesinde yararlanıyoruz. Tarihi olaylara ve var olan belgelere dayanarak bütününün değerlendirmesini yeni bir biçimde yapmaya

13 çalışıyoruz. Bu açıdan bakış açısı önemli olacaktır. Bakış açımıza göre belge ve bilgileri tasnif edip yeniden değerlendiriyoruz. Bilgi ve belgelere bu yeni bakış açımız İstanbul Üniversitesi Sosyoloji bölümünde de paylaşılan ortak bir bakış açısıdır ve Baykan Sezer düşüncesine dayanmaktadır.

Hem çalışma süresince bakış açısının oluşması aşamasında kaynaklar kadar kişiler de önemli olmuştur. Bu çalışmanın başından sonuna kadar yardımını, ilgisini ve desteğini esirgemeyen ve çalışmayı yapma kararını almam konusunda beni cesaretlendiren ve yönlendiren sevgili hocam ve tez danışmanım Doç. Dr. Ertan Eğribel’e, uzunca bir süredir kafamda şekillenen fikirlerin bir bilimsel altyapıya ve yönteme ve bir anlama kavuşmasına Bilimsel Hazırlık Döneminden itibaren yardımcı olan Baykan Sezer düşüncesi önderliğinde Sosyoloji bölümündeki tüm hocalarıma, teknik olarak sürekli danışıp desteklerine başvurduğum arkadaşlarım Veli Ozan Çakır ve Birgül Koçak’a ve son olarak da çalışmamın her aşamasında gece gündüz uğraşan eşime teşekkür ederim.

14

I. BÖLÜM DOĞU SORUNU: BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI VE İSTANBUL’UN İŞGALİ

15

A - DOĞU SORUNU VE OSMANLI

“Doğu Sorunu” Batılı devlet adamları, diplomatlar ve tarihçiler tarafından XIX. yüzyılda yeni bir biçimde ortaya atılmıştır. İstanbul’un işgal edilmesi ve ardından İstanbul’da kurulan, aşağı yukarı dört yıl sürdürülen Batılı işgal yönetimi, bu sürecin bir anlamda sonuçlandırma çabasıdır. Doğu Sorunu XIX. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu tarafından yönetilen topraklarda Batı egemenliği çekişmesinin aldığı biçim için kullanılmıştır. Doğu sorunu elbette XIX. yüzyılda çıkmış değildir. Tarihin başından beri bu mevcuttur. 1000 yıl öncesinde Anadolu’nun Türkleşmesi ve İstanbul’un fethiyle yeni bir anlam kazanmıştır. İstanbul’un Türkler tarafından fethi ile Batı Doğu ile ilişkilerinde açmazlarla karşılaşmıştır. Batı’nın Osmanlıyla karşılaşmadan Doğu ile ilişkili yeni yollar bulma çabası Amerika’nın keşfiyle sonuçlanan yeni olanaklar yaratmıştır. XIX. Yüzyılda geleneksel Doğu toplumlarını Batı egemenliğine alma çabası geleneksel doğu yollarını yeniden gündeme getirmiştir. Batı içi çekişmeler ve Osmanlının Batı içi çelişkiler içinde ittifak çabası Doğu / Osmanlı sorununu bütün Batı diplomasinin temel sorunu haline getirmiştir.

Türkler Doğu-Batı çatışmasında Doğu koruyuculuğu rolü üstlenmeleriyle Orta Çağdan itibaren Batı saldırıları önünde bir kalkan olmuştur. Bu dönemden itibaren Batı için Doğu Sorunu Türk sorunu olmuştur. Orta çağ koşullarında bile Doğu ile ilişkilerden vazgeçmemiştir. Batı için yeni çözüm olanakları Doğuda aranmıştır. Batı Orta Çağda da kendilerini bu durumdan kurtaracak bir çıkış yolu peşindedir.2 Orta çağda Doğu ile ilişkileri egemenlik söz konusu olmadan kutsal haç yerlerini ziyaret ve bununla ilgili kutsal kitap okumalarıyla sınırlıdır. Kudüs’e hacca geldiklerinde

2 H.A. Nomiku, Haçlı Seferleri, İletişim Yayınları, İstanbul, 1997., s.16-17.

16 görebildikleri, yaklaşabildikleri Doğu seyyahlarının daha birkaç yüzyıl boyunca da anlatacağı zenginlikler Batı insanının iştahını açmış ve bu zenginliğe el koymanın durumlarına çözüm olabileceğini düşünmüşlerdir. Kendilerini “fakir komşuları”3 olarak gördükleri bu medeniyetin sınırları dâhilindeki kutsal topraklarını ele geçirme arzusu çıkış noktası ile Batılı kardeş Hristiyanlar olarak tanrının isteği ile İsa’nın Mezarı’nı “temizlemeye” kutsal topraklarına doğru “kör bir fanatizm” içinde milyonluk kitleler halinde düzenledikleri çıkış yolu seferlerinde karşılarında hep Türk'leri bulmuşlardır.4 Bu yüzyıllarca süren tekerrür Batılı nesillerde pekişmiş bir Türk bilgisi oluşturmuştur. İstanbul’un fethi sonrası da Doğu-Batı ilişkileri yeni bir yön kazanacaktır.

“Batı Osmanlı ile çatışmadan Hindistan'a girmeyi başarmıştır. Ancak Batı'nın kazandığı bu üstünlüğü İngiltere kendi tekeli altına almıştır. İngiltere'nin ulaşmış bulunduğu ileri çizgi bir süre için bu tekeli mazur gösterse bile Batı'nın öbür ülkeleri de İngiltere'nin elindeki Doğu ticareti tekeline göz dikmeye başladılar.” “Fransa bu işe giriştiği zaman İngiltere ile boy ölçüşecek düzeye hiç bir alanda ulaşmamıştı. Ancak Doğu-Batı çatışmasında yerini almadan da böyle bir düzeye ulaşması söz konusu olamazdı. Bu açmaz karşısında Fransa, İngiltere ile savaşmak zorunda kaldı.”5 XIX. Yüzyılda İngiltere’nin önderliğine karşı çıkarak kıta Avrupa’sı içinde Fransa’nın geleneksel ticaret yollarını gündeme getirmesi Osmanlıya yeniden siyaset üretme imkânı vermiştir. Osmanlının Batıcılaşması bu yeni siyaset olanağını kazanmak içindir. Osmanlı’nın Batıcılaşması Batı içi dengeleri etkilediğinden Batı siyaset merkezleri için Osmanlı sorunu yeni bir biçim almıştır. Bir süredir Batı’ya ilgi duyan ve Batı ülkeleri ile yeni ilişkilerin mümkün olabileceğine inanan Osmanlı’da bu inancın temelinde Batı ülkelerinde Yakın-Doğu sorunları konusunda çıkar ayrılıklarının görülmeye başlaması bulunmaktaydı. Osmanlı İmparatorluğu, bu çıkar ayrılıklarından yararlanıp Batı'da taraflardan birisiyle dostluk ilişkileri kurmayı ve böylece sorunlarına çözüm getirmeyi ummaktaydı. Osmanlının elinde halen yeni koşullarda gereğince değerlendiremediği ve yeterince besleyemediği güçlü bir ordu

3 David Arnold, Coğrafi Keşifler Tarihi, Alan Yayıncılık, İstanbul, 1995., s.23. 4 Kemal Tahir, “Tarihsel Gerçekliklerimizi Kavramak için Yapılacak Çalışmalara Giriş”, Sosyoloji Yıllığı – Kitap 11, Kızılelma Yayıncılık, İstanbul, 2004., s.40-41. 5 Baykan Sezer, Türk Sosyolojisinin Ana Sorunları, Sümer Yayınları, İstanbul., t.y., s.186.

17 vardı. Osmanlı, hizmetlerini daha iyi bir fiyat karşılığında Batı'nın çıkarlarına sunmak istiyordu. XIX. yüzyılda Batı'da görülen ayrılıklar böyle bir fırsat doğurmuştur.6 Osmanlı XIX. yüzyılın sonlarına doğru bile hala Polonya sınırlarından Fırat Vadilerine kadar geniş toprakları sahiptir, hatta Kuzey Afrika’daki egemenliği ile Balkanlar yanında Batı’nın içine kadar sokulmuştur. Batının iç güç dengeleri içinde öncülük çabasının belirlediği savaşlarda Osmanlı ittifak ilişkileri ile Batı dengeleri üzerinde söz sahibidir. Osmanlı Batıcılaşma siyasetinin temeli Batı içi çelişkiler içinde taraflardan birinin yanında yer alarak dengeyi etkilemektir. Bu dengeyi etkileme çabası Osmanlı’yı Batı dünya siyasetinin etkin bir aktörü haline getirmiştir. Bu siyasetin bir tıkanma noktası vardır : Batı Osmanlıya karşı birleştiğinde Osmanlı denge siyasetini yürütmek de mümkün olmayacaktır.

Osmanlı imparatorluğunun kalbi, dünyanın en önemli stratejik su geçidi sayılan, Karadeniz’le Akdeniz’i birbirine bağlayan Boğaziçi, Marmara denizi ve Çanakkale Boğazı üzerindeki İstanbul’dur. Bu hassas bölgedeki her kuvvet dengesi değişikliği, dünyanın en güçlü ülkelerini; Batı dünya egemenlik ilişkilerinde öncülük üstlenen İngiltere’yi, Doğuya karşı geçmişte Batı karakolluğunu yapan Rus ve Avusturya imparatorluklarını, Atlantik yanında doğu Akdeniz stratejisinde de önemli bir rolü olan Fransa’yı, daha sonra da birliğini kurarak yeni bir siyasetin öncülüğünü yapmaya çalışan Alman imparatorluğunu doğrudan doğruya ilgilendirir olmuştur. XIX. yüzyıl başlarından 1922’ye kadar su yüzüne çıkan Balkanlardan İstanbul’a kadar olan alan üzerindeki anlaşmazlıklar Batılı güçlü devletleri birçok defa savaşa sürüklemiş, çok sayıda savaşın da eşiğine getirmiştir. Her biri Osmanlı bölünmesinden ayrı bir kazanç uman “Büyük” ülkelerin rakip emperyalist ilgileri, Rusya, Avusturya, Prusya, İngiltere ve Fransa’nın oluşturduğu Kutsal (olsun ya da olmasın) İttifakların Osmanlı sorununun çözümünde aldıkları tavırlara bağlı olarak yakınlaşmışlar ve birbirlerine karşıt olmuşlardır.

İngiltere’nin öncülüğüne karşı Batı içinde ilk kuvvetli karşı çıkış Fransa’dan gelmiştir. Napolyon’un kendini imparator ilan etmesi ve Avrupa’da Fransız

6 Baykan Sezer, a.g.e., s.188.

18 hegemonyasını kurması üzerine, Fransa’ya karşı Rusya’nın da dâhil olduğu bir devletler bloku oluşmuştur. İmparator I. Napolyon’un hayalleri büyüktür, Avrupa’yı hegemonyası altına almak ve İngiltere’yi mağlup edip onu Asya’daki sömürgelerinden çıkarmak ve Batı ve Doğu’nun imparatoru olmak istemiştir. Doğal olarak Osmanlı İmparatorluğu da yayılma alanına girmiştir. Napolyon Manş Denizi’ni aşıp İngiltere’ye direk saldırmak yerine, Mısır üzerinden Hindistan’a girerek dolaylı yoldan çökertmeyi planlamıştır. Mısır’ı hem İngiltere’yi hem de Osmanlı’yı çökertmek için bir üs olarak kullanmayı düşünmüş ve buradan Doğu’ya hareketle İngiltere’yi Hindistan’da vurmayı, Anadolu üzerinden Batı’ya doğru hareketle de İstanbul’u işgal ile Türk'leri buradan atmayı, hatta bunlar yetmeyip geri dönüş yolunda da Avusturya’yı ortadan kaldırmayı planlamıştır.7 “I. Napolyon doğrudan doğruya ve bilvasıta Türkiye’yi tamamıyla kendisine mal etmek, her ne şekilde olursa olsun kendi imparatorluğuna kabul ve ilhak etmek istiyordu. Garp’ta tesis ettiği imparatorluğuna bir de ‘Şark İmparatorluğu’ ilave etmek onun hayalleri arasındaydı. Roma gibi İstanbul’u da başkentlerinden birisi haline getirmek sevdasına düşmüştü.”8 Napolyon dünyanın başkenti olması gerektiğine inandığı ve kimin olacağını merak ettiği İstanbul üzerinde etkili olamayınca zorunlu olarak Mısır’a, Suriye’ye girerek, İngiltere karşısında etkili olmaya çalışmış ama başaramamıştır. Bunun üzerine yine zorunlu olarak Rusya’ya karşı savaş açmak zorunda kalmıştır. Bu yolla Osmanlı dışında, Rusya üzerinden Doğu ile ilişki kurma çabasındadır. 1805’te Rusya, Avusturya’nın müttefiki olarak Napolyon’a karşı savaşa karışır. Ancak bir yardımı olamaz ve yenilir. Bunun üzerine sonraki sene Ruslar Napolyon’a karşı bir savaş açar ve Fransızlar Napolyon’un askeri yetenekleri ışığında Rusya içlerine doğru ilerler ve Rus'ları ağır bir yenilgiye uğratır. Bunun üzerine Fransız imparatoru ile boy ölçüşemeyeceğini anlayan Aleksandr ile Napolyon, Tilzit şehri yakınlarında Niemen ırmağı üzerinde bir görüşme yapar.9

7 Süleyman Kocabaş, İngiliz Tuzağı, Vatan Yayınları, İstanbul, 2003, s.23 8 Edovard Driault, Napolyon’un Şark Siyaseti, Selim-i Salis ve Napolyon, Çev: M. Fuat, Kanaat Kütüphanesi, İstanbul, 1329, s.402’den aktaran Süleyman Kocabaş, Türkiye’nin Canı Boğazlar, Vatan Yayınları, İstanbul, 1994, s.35 9 Akdes Nimet Kurat, Rusya Tarihi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1999, s.300

19 Napolyon Rusya Türkiye ile paylaşma konusunda tatmin olmadan anlaşma olmayacağını anlamıştır. “Dostum” dediği Sultan III. Selim’in bir ayaklanma ile tahtından indirilip öldürülmesi haberi üzerine “İşte bu haber, Allah’ın bana Osmanlı İmparatorluğu’nun bundan sonra yaşamayacağını göstermesidir.” sözlerini sarf etmiştir.10 İstanbul ve Boğazlar üzerindeki pazarlık Çar’ın “İmparatorluğunun anahtarları”, Napolyon’un da “Toulon ve Korfu’nun kapısı” olarak görmesi nedeniyle zorlu geçmiştir. Napolyon “İstanbul’a hâkim olanın dünyaya hâkim olacağını” düşündüğünden dost olarak ayrıldıkları görüşme sonucunda ve Batı Avrupa’da Fransa’nın Doğu Avrupa’da Rusya’nın hâkimiyetine, Rusya’nın Türkiye ve İsveç zararına genişlemesine ve bir de Napolyon tarafından zaten uygulanmakta olan İngiliz mallarının Avrupa’ya sokulmaması politikasının uygulanmasının genişletilmesine karar verilmiş, ancak İstanbul konusunda bir anlaşmaya varılamamıştır. Bu anlaşmalardan haberdar olan Osmanlı ise İngiltere’ye yakınlaşmış ve Kale’i Sultaniye Anlaşması ile boğazları savaş gemilerine kapatmış ve Fransa’ya karşı koruyuculuğu karşısında bir miktar ticari imtiyazlar da verilmiştir.

Napolyon ile yeni dostluğundan istifade eden Rusya, Türkiye’ye, Doğu Akdeniz’e doğru yayılma planlarını uygulamaya devam eder. Ancak İngiltere ile ticarete de devam eden Aleksandr, ittifak şartlarına uymadığı için, Napolyon’da, ticaret azaldığı için de Rus zenginlerinde memnuniyetsizlik yaratmaktadır. Rusya 1806’dan beri Türkiye ile savaş halindeydi. Ruslar Eflak ve Boğdan’ı işgal ettikten sonra birkaç defa Tuna’yı geçerek Balkanlara kadar ilerlemişlerdi. 1811’deki Tuna’nın kuzeyindeki son zaferlerinden sonra Türkler bir barış anlaşması yapmaya mecbur kaldılar. Bir yandan Napolyon da güçlendiğinden 1812’de, Rusya’nın Türklerle Bükreş anlaşmasını yapması sonrasında Napolyon Rusya üzerine harekete geçer. Savaş Rusya’nın koşullarında zorlu geçmiştir. Ruslar geri çekilerek daha sonraları sonraki nesillerinin komutanlarınca da uygulanacak taktik ile Fransız ordusunu yıpratarak kazanılır ve burada Napolyon fazlasıyla güç kaybeder. Ardından Çar “Avrupa milletlerini Napolyon zulmünden kurtarmak” için topraklarına toprak

10 Edovard Driault, Napolyon’un Şark Siyaseti, Selim-i Salis ve Napolyon, Çev: M. Fuat, Kanaat Kütüphanesi, İstanbul, 1329, s.402’den aktaran Süleyman Kocabaş, a.g.e., s.25

20 katmaya, ve Balkanlarda ilerlemeye devam eder.11 Bu da Batıda yeni sorunlara neden olur.

Napolyon’un yakalanması ve en son onun bozduğu dengenin yeniden toparlanması hedefi ile önce Paris Anlaşması ardından da Viyana Kongresi yapılmıştır. 1815, Viyana Kongresi, Viyana, Avusturya’da 1 Eylül 1814 – 9 Haziran 1815 tarihinde, İngiltere, Rusya, Prusya, Avusturya, Fransa’nın katılımıyla yapılmıştır. Osmanlı temsilcileri dışında bütün devletlerin iştirak ettiği Viyana Kongresi güçler dengesi oyununa yeni kurallar getirmiştir. İngiltere, Fransa, Rusya, Prusya ve Avusturya artık “Avrupa Birlikteliği” denilebilecek Avrupa’nın sınırları ve yerleşim düzenleri üzerine bir anlaşmaya sadık kalacaktır. Bundaki herhangi bir değişiklik beş gücün de onayından geçecektir. Düzenlemelere egemen olan iki ilke, yasallık ve güç dengesi olmuştur, demokrasi düşüncesi yerine, “güç”ün hakları belirlediği gerçeği kabul edilmiştir. Jeo-stratejik önemi olan Balkanlara da bir çözüm bulmak yani Osmanlı’nın Avrupa içlerine doğru edindiği topraklara, daha sonraları Bismarck’ın “bir Pomeranyalı erin kemiklerine bile değmez” dediği topraklardaki duruma da bir çözüm bulmak gerekecektir. Viyana Kongresi’nde gerçekte Büyük Güçler, “Avrupa’nın Hasta Adamı”nın kaderiyle ilgili kararlarını çoktan vermişlerdi; Osmanlı egemenliğindeki Balkanlar, Boğazlar ve İstanbul denetim altına alınacaktı.

Viyana Kongresi’nden sonra, Avrupa’ya değişiklik getiren yeni güçler ile –endüstri devrimi, ulusçuluk ve liberalizm- var olan güçlerin –monarşi, kilise ve feodalizm- çatışması Avrupa’da bir dizi devrime daha sebep olmuştu. İngiltere ve Fransa, ulusçuluk fikrine sıcak bakarken, Orta Avrupa’ya hükmeden Avusturya parçalayıcı bulduğundan hoşgörüyle yaklaşmıyordu. Rusya ise konu yalnızca Balkan halklarının özgürlük savaşına geldiğinde ulusçu ve özgürlükçüydü.12 İlk başkaldırı hareketi Sultan’ın uyrukları arasında en imtiyazlıları olan Yunanlıların olmuştur, Peloponez’de sessizce başlar ve geniş çapta bir bağımsızlık savaşına dönüşerek gelişir. Yunan Ayaklanmaları (1821–30) sırasında, hem İngiltere hem de Rusya Yunanlı asilere destek olmuş, her ikisi de yeni oluşacak devlet üzerindeki etki sahibi

11 Akdes Nimet Kurat, a.g.e., s.308 12 Hüner Tuncer, XIX Yüzyılda Osmanlı-Avrupa İlişkileri, Ümit Yayıncılık , Ankara, 2000, s.18

21

Şekil 1 - 1815 Viyana Kongresi sırasında Avrupa Haritası olmak için mücadele vermiştir. Aleksandr Avusturya ve İngiltere’nin Balkanlarda nüfuz kazanmalarını önlemek için 1825’te Türkiye’ye karşı bir sefer açmayı kararlaştırmış, ancak ölmesi bu planı engellemiştir. Aleksandr’dan sonra gelen I. Nikola da evvelki çarlar gibi bir Türk düşmanıdır. “Türkiye’yi ortadan kaldırmak” siyaseti artık Rusya’nın dış siyasetindeki ana prensiplerden biri haline gelmiştir. Rusya, Ortodoks kilisesinin kardeş üyeleri ile zevkli bir işbirliği kokusu alarak ve Karadeniz’deki rakibi Türkiye’nin toprakları içine sokulmuş Yunanistan’da bir uydu devlet kurmak hayaliyle davranmıştır. İngiltere’yle Fransa ise, Doğu Akdeniz’deki ticaret ve denizcilik çıkarları bakımından konuyla ilgilenmekte, Rusya aleyhine bağımsızlığı için çarpışan Yunanlılar hesabına durmadan gürültü kopartmaktadırlar. Rusya ile İngiltere arasında akdedilen 4 Nisan 1826 tarihli San Petersburg protokolü ile Osmanlı egemenliği altında Yunan özerkliğinin sağlanması için, Osmanlı Devleti’ne Rusya ile İngiltere’nin ara buluculuğu önerilmiş ve böylelikle İngiltere’nin Rusya’nın bu adımı kendi başına atması konusundaki korkusu giderilmiştir.

22 Bağımsız bir Yunanistan kurulması yönünde ilk adımı teşkil eden bu Protokolden kısa bir süre sonra İngiltere, Rusya ve Fransa arasında 6 Temmuz 1827 tarihinde Londra Antlaşması imzalandı. Londra Antlaşması ile Osmanlı Devleti St. Petersburg Protokolünü kabul ettiği takdirde asilerle Bab-ı ali arasında bir mütareke yapılacağı, bundan sonra Yunanistan Devletinin kurulacağı, kabul etmediği takdirde de Protokolü imzalayan üç devletin Yunan asilerine yardım ettikten başka, Osmanlı Hükumetini yola getirmek için onu baskı altında bulunduracakları şeklinde kararlar alındı. Osmanlı Devleti, Yunan isyanını kendi iç meselesi saydığından dolayı, bu Antlaşmayı hemen reddetti. Bunun üzerine Protokole imza atmış olan devletler harekete geçtiler ve Akdeniz’deki İngiliz ve Fransız donanmaları Rus filosuyla birlikte Mora’yı ve Çanakkale Boğazını abluka altına aldılar ve Mehmet Ali Paşanın Mısır’dan göndereceği takviye kuvvetlere engel olmak amacıyla 20 Ekim 1827 tarihinde Navarin’deki Osmanlı donanmasını ateşe verdiler.13 Ardından da I. Nikola Osmanlı Devletinin elinde ne kara ordusu ne de donanma olmadığını düşündüğünden bir harbe girip kısa zamanda bitirebileceğini ve İstanbul’u ele geçireceğini düşünmektedir. O yılın sonlarına doğru İttifak elçileri İstanbul’u terk eder. Bundan sonra üç devlet, Mora'nın boşaltılması için 9 Temmuz 1828 tarihinde kendi aralarında bir protokol imzaladılar. Bunun arkasından İbrahim Paşa, Mora'daki askerlerini Mısır'a çekti. Mora tamamen kontrol altına alındıktan sonra, yine aynı üçlü 22 Mart 1829'da Londra'da bir protokol imzalayarak Yunanistan'ın bağımsızlığını kabul ederek, yeni devletin sınırlarını tespit ettiler. Bu arada da Rusya, Osmanlı Devletine savaş açtı. Osmanlı-Rus Savaşı, Rusların lehine gelişti. Çünkü Osmanlı Devleti, donanmasını Navarin'de kaybetmiş ve iki yıl önce de Yeniçeri Ordusu kaldırılmıştı. Yeni ordu savaş için henüz hazırlıksız ve yetersizdi. Sonuçta, Osmanlı Devleti, Rusya'nın isteklerini kabul ederek, bu devletle 14 Eylül 1829'da Edirne'de bir antlaşma imzaladı. Edirne Antlaşmasının Balkanlarla ilgili kısımları şu şekildedir: - Eflak ve Buğdan'a yeni haklar tanınacak, Eflak ve Buğdan beyleri kayd-ı hayat şartıyla atanacak, - Türk askerleri bundan böyle iki eyalette de bulunmayacaktı;

13 Hüner Tuncer, a.g.e., s.31

23 - Akkerman Antlaşması ile Sırbistan'a tanınmış olan imtiyazlar, bu Antlaşma ile tekrar edilmiştir; Osmanlı Devleti, 22 Mart 1829 tarihinde Yunan sorununun çözümlenmesi hususunda İngiltere, Fransa ve Rusya arasında imzalanmış olan Londra Protokolünü tanımayı kabul edecektir. Bu suretle Osmanlı Devleti, Yunanistan'ın kurulduğunu kabul ediyordu. Edirne Antlaşmasından sonra Osmanlı, 1830 yılında imzalanan Londra Antlaşması ile Yunanistan'ın bağımsızlığını resmen kabul edecektir. Yunanistan'ın bağımsızlığını elde etmesiyle Osmanlı İmparatorluğundan ilk kopma meydana gelmiş oluyordu. Bağımsız Yunanistan, bundan sonra 'Megali İdea' çerçevesinde topraklarını genişletmek için Osmanlı Devleti ile sık sık çatışma içine girecektir. Yunan ayaklanması ile bağlı olan 1828–29 Rus-Türk savaşları, Rusya’nın lehine bitmiş, ancak devamında Mısır Valisi Mehmet Paşa’ya karşı Edirne’de yapılan barışta Osmanlı’nın içişlerine karışma hakkı kazanan Rusların Türklere yardımıyla, İngiltere ve Fransa’yı fazlasıyla tedirgin eden bir Rus-Türk birlikteliği oluşmuştur.

12 Aralık 1832'de Mısır kuvvetlerinin 'da Osmanlı ordusunu yenmeleri üzerine 2 Şubat 1833'te Mısır kuvvetlerinin Kütahya'ya kadar ilerlemeleri ve 5 Nisan 1833 tarihinde de Rus kuvvetlerinin yardım amacı ile Beykoz'a asker çıkartmaları ve Rus filosunun İstanbul'a gelmesi gerçekleşmiş ve Mayıs 1833 Mehmed Ali'nin uzlaşmaya zorlanması ile Kütahya Sözleşmesi imzalanmıştır. 8 Temmuz 1833 Mehmed Ali Paşaya karşı Osmanlı-Rus ittifakı : Hünkar İskelesi Antlaşması yapılmış ve sonucu Boğazların diğer devletlere kapatılması olmuştur. Hünkâr İskelesi anlaşması ile Rusya’nın Osmanlı Devleti nezdindeki etkisi doruğa çıkmıştır. Bu anlaşma öncesinde 12 bin kişilik Rus kuvvetini Boğaziçi’nin Anadolu sahiline çıkarmış olan Rusların donanması da Boğaziçi’ne girmiştir. Anlaşma gereğince geri çekilmek durumunda kalan I. Nikola, İngiltere ve Fransa’nın yoğun baskısına rağmen yine bu anlaşma sayesinde Osmanlı’ya savaş halinde boğazlardan kendi güçleri dışında kimseyi geçirmemesini garantilemiştir. 18 Eylül 1833’de Rusya, Avusturya ve Prusya arasında Münchengraetz şehrinde bir sözleşme imzalanmış ve Osmanlı tahtını kurtarmak ve mutlak uyum içinde bu tahtı korumak ortak politika

24 olarak belirlenmiştir.14 Her ne kadar İngiltere Avusturya’yı Rusya’nın kölesi olduğunu düşünmüş olsa da Metternich bunu Avusturya için bir başarı olarak görüyor, bu sözleşme ile hem Rusya’nın Doğu’da kendi başına hareket etmesini önlemiş, hem de Osmanlı bütünlüğünün korunması doğrultusundaki beş yıl önce kabul ettiremediği fikrini kabul ettirmiştir. Fransa’nın Mehmet Ali Paşa’nın Napolyon’un öğrencisi olduğunu düşünüp Mısır’a geleneksel bir ilgi ile bakması ve Yakındoğu’daki itibarını canlandırmak isteği nedeniyle ayaklanmalarını desteklemiştir. İngiltere güçlü bir Arap Devleti yerine Avrupa’nın himayesi altında barış içinde ve sağlıklı bir Osmanlı Devleti’ni tercih ettiğinden 17 Temmuz 1840 tarihinde Londra Antlaşması ile Rusya, Prusya ve Avusturya’ya katılıp Osmanlı Devleti ile Mısır Valisi’nin sorununu İstanbul’u savunmak ve Osmanlı’nın bütünlüğünü korumak için bir sözleşmeyle çözülmesine destek olmuş ve Hünkar İskelesi’nin de rafa kaldırılmasını sağlamıştır. Büyük ülkeler (İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya, Prusya) büyük bir uyum ile 13 Temmuz 1841’de Londra Boğazlar Konferansını düzenlemiştir. Burada yaptıkları anlaşmada, en iyisinin Osmanlı sınır bütünlüğünün korunması, daha doğrusu aralarından hiç birinin tek başına Türkiye’ye hakim olmaması olduğu üzerinde fikir birliği edilmiştir. Ek olarak da Boğazlardan hiçbir savaş gemisinin geçmemesi garanti edilmiştir. Bunun ardından planlarından vazgeçmeyen Çar İngiltere’nin İstanbul’a yerleşmesine asla izin vermeyeceğini, Rusya’nın geçici bir süreyle İstanbul’u işgal etmesinin uygun olduğuna karar verdiğini İngiliz elçisine iletmiştir.

1853’de bu sorunlardan kaynaklanan, İngiltere, Fransa ve Rusya arasındaki çekişme Kırım Savaşı’nı doğurmuştur. Bu savaşı bitiren Paris Barış Konferansı, 30 Mart 1856’da İngiltere, Fransa, Osmanlı İmparatorluğu, Rusya, Avusturya ve Sardinya arasında imzalanmıştır. Rusya’ya Karadeniz’deki donanmasının müdahalesi bahanesi ile geri adım attırmaya girişmiştir. Rus Çar Nikola Polonyalıları sindirmiş, Macar'ları boyunduruğu altına almış ve gerileme Osmanlıları parçalamak için türlü planlar hazırlamaktadır.

14 Hüner Tuncer, a.g.e., s.34

25

Şekil 2: Rus Ayısı Türk'leri tehdit ediyor.15

Çar, sürekli Türklerden, “Avrupa’nın hasta adamı”ndan, “can çekişen ayı”dan söz açıp, İngiliz'leri Mısır, Kıbrıs ya da en azından Girit’i ele geçirmeye davet etmiştir.

15 John Tenniel, Cartoon, Punch. April 9, 1853., (Çevrimiçi) http://lts.brandeis.edu/research/archives-speccoll/events/crimeanwar/Large/TurkeyInDanger.jpg, 20 Haziran 2007

26

Şekil 3: İngiliz Aslanı, Rus Ayısının tehlikesini engellemeli.16

Bir yandan da Bulgaristan’ı, Sırbistan’ı, Moldavya ve bugünkü Romanya’yı himayesi altına alacağını beyan etmektedir. Artık Metternich’in Güçler dengesi sistemi yok olmuş ancak Avrupa Uyumu ve genel bir denge politikası izlenmesi büyük devletlerce kabul edilmeye devam etmiştir. Bu uyum ve denge politikasının son alanı Osmanlı toprakları ve Boğazlar olmuştur. Batılı büyük devletler arası dengeyi en çok bozacak son bağımsız alan Osmanlı toprakları olarak kalmıştır. O nedenle Çar’ın hasta adamın mirasını paylaşma teklifi kabul edilmemiş ve Rusya’ya karşı Osmanlı’nın tarafı tutulmuştur. Bir süredir Osmanlılar da yüzyıllar boyu aralarında hiç bir ayırım yapmadan çarpıştığı Batı Devletleri ile birlikte başka Batı Devletlerine karşı savaşmaya başlayacaktır. Kırım Savaşında Fransa ve İngiltere'nin yanında Rusya'ya karşı savaşan Osmanlı İmparatorluğu I. Dünya Savaşında bu kez Almanya ile birlikte İngiltere, Fransa ve Rusya'ya karşı savaşacaktır.

Osmanlı her şeyden önce siyasi bir kuruluş, bir dünya imparatorluğudur. Osmanlının temel özelliği toplumlar arası ilişkilerde rol oynama imkanı bulması ve bu imkanı

16 John Tenniel, Initial, Punch. June 4, 1853., (Çevrimiçi) http://lts.brandeis.edu/research/archives- speccoll/events/crimeanwar/Large/PawsOff.jpg, 20 Haziran 2007

27 değerlendirmesidir. Osmanlı, Doğu-Batı ilişkisinde denetleme görevini Doğu lehine üstlenmiştir.17 Uygarlıkların merkezi olan bir bölgede var olabilmesi bu ilişkiye düzenleyebildiği ölçüde mümkün olacaktır. Osmanlı, Devlet anlayışı ya da güttüğü dünya siyaseti sonucu Doğu düzenini, üretimini Batı soygununa karşı korumuştur. Ancak XIX. Yüzyılda Osmanlı’nın en önemli unsuru olan bu siyasette tam bir altüst olma durumu yaşanır.18 Tarihsel görevi olan Batı’ya karşı savaş veya cephe siyaseti terk edilecek ve toplumlar arası ilişkilerde üstünlük sağlayan bu özellik yerine birdenbire Batı yanlısı siyaset güdülmeye başlanacaktır. Batı ülkeleri arasında Yakın- Doğu sorunları konusunda çıkar ayrılıklarının bulunması sonucu Osmanlı İmparatorluğunun taraflardan birisine yanaşması ve onunla dostça ilişkiler kurması öbür ülkeleri hoşnut etmeyecektir. İngiltere, Osmanlı İmparatorluğunun [kendi kontrolü dışında] çökmesine razı olmayacaktır; çünkü Türkiye, Britanya İmparatorluğunun en çok gururlandığı sömürgesi Hint İmparatorluğunu kendisine bağlayan yolun üzerinde bulunmaktadır. “Güçlü bir Rusya, kaypak Yunanlılar, ya da St. Petersburg’un denetimi altındaki bir İslav ulusu ile baş etmektense; beceriksiz, çöküntü halindeki Osmanlılarla alış verişi olmak elbette bin kere hayırlıydı”.19 İngiltere, denizlere dayalı dünya egemenliğini korumak için Osmanlı ile ilişki kursa da esas önemli olan anlaşmalar bu İngiliz egemenliğine karşı olan Batılı devletlerle olmuştur. Bu nedenle Osmanlı yenileşmesinde diğerlerinden fazla olarak Fransa ve Almanya etkili olmuştur.20 O dönemde Rus fikir ve siyaset alanında en önemli rolü Panslavizm oynamaktadır. Slavyanofillik görüşü, başta felsefi ve edebi bir akım iken, özellikle Çek ve Güney Slav'ları arasında bir siyasi karaktere bürünmüş Rusya’da Chomyakov, Kiriyevski, Katkov, Aksakov Kardeşler ve Danilevski tarafından bir ideoloji haline getirilmiştir. Amaç Rusya’nın hâkimiyeti altında bütün Slav'ları birleştiren bir devlet kurulmasıydı. Bu ideoloji Rus Ortodoksluğu, Çar’lık mutlakıyeti ve Rus milliyetçiliği prensiplerine dayanarak Rusçuluk haline gelir. Danilevski tarafından “Avrupa ve Rusya” adlı eserinde prensipleri ortaya konan bir sistem haline getirilir ve ana amacı şöyle belirlenir: “Ruslar her şeyden önce Türk'leri

17 Ertan Eğribel – Elif Süreyya Genç, “XIX. Yüzyıl Osmanlı Siyasi Yaşamı”, XIX. Yüzyıl, Türkiye Sosyolojisi 2, Sosyoloji Yıllığı Kitap 8, Kardeşler Matbaası, İstanbul, 2001, s.144 18 Ertan Eğribel – Elif Süreyya Genç, a.g.e., s.146 19 David Walder, Çanakkale Olayı, Milliyet Yayın, İstanbul, Ekim 1971, s.20 20 Ertan Eğribel – Elif Süreyya Genç, a.g.e., s.149

28 Avrupa’dan kovmalıdır ve İstanbul merkez olmak üzere bir “Slav” devleti kurulmalıdır çünkü Rusya’nın bu misyonu yapmaya tarihi hakkı bulunmaktadır.”21 İstanbul’daki Rus elçisi ve Rus casus teşkilatının koyu panslavist şefi General Ignatyev Balkan Slav'ları ve Ortodoks reayayı kışkırtmaya devam etmektedir.

1876 Mayısındaki Bulgaristan Ayaklanması ve aynı yılın Temmuz ayında Sırpların ve Karadağlıların bağımsızlık ve toprak kazanmak amacıyla Osmanlı Devleti’ne karşı açtıkları savaş, “uzayıp giden Doğu Sorunu”nun önemli evreleri oldu. Sonuçta, Osmanlı kuvvetlerinin 29 Ekim 1876’da Morova’da Sırp kuvvetlerine sağladığı üstünlükten sonra Rusya hükumetinin Babıâli’ye verdiği ültimatoma karşı İngiliz kabinesi bir konferansın toplanması önerisinde bulundu. Rus ültimatomu her ne kadar İngiltere’de Rus fobisini canlandırdıysa da, konferansın toplanmaya başladığı Aralık ayında İngiltere’deki Türk aleyhtarlığı etkisini korumaktaydı. Bu önerinin kabul edilmesi üzerine Büyük Devletler, “Doğu Sorunu”nun çözümünde çıkarlarını uzlaştırmak için İstanbul’da bir araya geldiler. Ancak daha başından beri Bulgaristan olaylarının Avrupa kamuoyunda Türkler aleyhine meydana getirdiği olumsuz hava konferansa hakimdi. Özellikle de “Bulgar Vahşeti” kampanyalarına dönüştürülen Bulgaristan olaylarının İngiltere’de meydana getirdiği anti-Türk kamuoyu baskısı, İngiliz hükumetinin tavrında ciddi bir değişim meydana getirmekle beraber konferansın seyri üzerinde oldukça etkin oldu. Diğer taraftan konferanstaki İngiltere temsilcisi, Hindistan Bakanı Lord Salisbury’nin “Bulgar Vahşeti” kampanyalarının ileri gelenlerinden biri olması, konferanstaki Türk aleyhtarı kötü imajın kuvvetlenmesine zemin hazırladı. Bu nedenle konferans suçlu kabul edilen Türk halkının yargılanması için kurulan “Avrupa mahkemesi” niteliği taşımaktaydı.22

Balkanlardaki karışık durumun uzaması üzerine büyük devletler, İngiliz Başbakanı Disraeli’nin organizasyonuyla İstanbul’da bir uluslararası konferans düzenlerler.

21 Akdes Nimet Kurat, Rusya Tarihi, s.343 “Bu görüşün hararetli taraftarları ve yayıcıları arasında büyük bir edib olan Dostoyevski de bulunmaktadır.” 22 Mithat AYDIN, “Osmanlı İngiliz İlişkilerinde İstanbul Konferansının Yeri”, OTAM (Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi), Sayı 17, 2005, (Çevrimiçi) http://www.ankara.edu.tr/kutuphane/otam/otam_2005_sayi17/mithat_aydin.pdf, 25 Mayıs 2007

29

Şekil 4: Dev İtilaf Ordusu: Bravo küçük adam, Rus'ları Silistre de benzettin, şimdi git ve Sivastopol'u al.23

Bu konferans Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkan eyaletlerinin Avrupalı Büyük Güçler tarafından denetlenmesi, bu bölgede yalnızca Rus nüfuzunun kurulmasının önlenmesi ve Osmanlı İmparatorluğu’nun korunması politikasının sürdürülmesi yolunda çağrıda bulunmuştu. “Osmanlılar, bu konferansın hükümleri ile kendilerini aşağılanmış hissetmişlerdi. Onlar, Sırbistan ve Karadağ’a karşı savaşı kazanmıştı ve

23 John Tenniel. Cartoon. Punch. August 5, 1854., (Çevrimiçi) http://lts.brandeis.edu/research/archives-speccoll/events/crimeanwar/Large/GiantAndDwarf.jpg, 20 Haziran 2007

30 bu nedenle de, ne Karadağ’a toprak vermek ne de Balkanlar’daki yönetimlerini uluslararası denetim altına koymak için, herhangi bir neden görmemekteydiler.”24 İstanbul’da yabancı devlet üyeleri konferanslarına başlarken dışarıdan top sesleri gelmiş, bu top sesleri ile Osmanlı aleyhine olacak konferans kararlarını etkisiz hale getirmek için hazır edilen Kanun-u Esasi ve şiddetle talep edildiği gibi Hristiyan reayanın haklarının tanıyan “Zat-ı Hazreti Padişahî’nin millete ita ettiği Meşrutiyet’in ilanı ihbar edilmiş”tir25. Bütün devlet temsilcilerinin hazır bulunduğu konferansın ilk oturumu 23 Aralıkta yapıldı. Aynı gün konferansın gündem maddeleri görüşülürken “dışarıdan dehşetli bir surette atılmaya başlayan top sesleri” bütün imparatorluk için reform öngören bir anayasa (Kanun-ı Esasi)’yı ilan etmekteydi. Top seslerinin duyulmaya başlaması üzerine Türk Dış işleri Bakanı söz alarak delegelere, padişahın halkın meşru isteklerine göre uygulanmasını gerekli gördüğü yeni idare yönteminden ve meşrutiyet idaresinin getirdiği özgürlüklerden bahisle, “bu inkılâp karşısında toplantının zait kaldığını”26 açıkladı. Fakat, Kanun-ı Esasi’nin ilan edilmesi delegeler üzerinde olumlu hiçbir sonuç doğurmadı. Konferans sekreteri olarak görev yapan Fransız Elçiliği’ndeki de Mouille, anılarında anayasanın ilanı karısında yabancı diplomatların reaksiyonunu şu şekilde ortaya koymaktaydı: “Birkaç dakikalık derin bir sessizlikten sonra delegeler olayı önemsemediler ve toplantıdaki meşguliyetlerine devam ettiler.”27

Türk anayasası konferansta olduğu gibi Avrupa kamuoyunda da ilgi görmedi. Anayasaya karşı verilen tepki Batı basınında ve kamuoyunda farklı olmakla beraber, genellikle düşmanca nitelikteydi. Fransa basınında Türk Anayasası “garip bir yaratık, ölü doğmuş” diye adlandırılırken, Rusya’da “şaşırtma, hile ve saçmalık”28 olarak ifade edildi. Fransa ve Rusya’nın aksine, Almanya’da Anayasa’ya karşı genelde

24 Hüner Tuncer, XIX Yüzyılda Osmanlı-Avrupa İlişkileri, s.72 25 Süleyman Kocabaş, İngiliz Tuzağı, s.101 26 Ahmed Saip, Abdülhamid’in Evâil-i Saltanatı, Kahire, 1326, s.56.’dan aktaran Mithat Aydın, a.g.w. 27 Richard Millman, Britain and the Eastern Question 1875-1878, Oxford, 1979, s.221. Safvet Paşa’nın konuşmasından sonra söz isteyen Ignatiew’in yaptığı konuşma delegeler üzerinde etkili oldu. Ignatiew konuşmasında “böyle nümayişlere ehemmiyet vermeyip bugün için ortaya konulan maddenin müzakeresiyle işe başlamanın lazım geldiğini” ifade etmekteydi. Ahmet Saip, a.g.e., s.56. , aktaran Mithat Aydın, a.g.w. 28 Robert Devereux, The First Ottoman Constitutional Period, A Study of the Constitution and Parlamend, The Johns Hopkins Press, Baltomore, 1963, s.88. , aktaran Mithat Aydın, a.g.w.

31 olumlu bir hava mevcuttu.29 İngiltere’de ise geçmişteki reform vaatlerinin uygulanmadığı şeklinde bir ön yargı mevcut olup, anayasanın ilanının konferansın açılışına göre ayarlanmasından dolayı genelde düşmanca bir reaksiyon vardı. Pek çok İngiliz bunu bir hakaret ve meydan okuma olarak görmekteydi.30 İngiliz liberal ve radikal basının Türk Anayasası’na karşı alaycı tavrı ve anti-Türk tutumunun bu düşmanca reaksiyonun gelişiminde etkili olduğu söylenebilir. Diğer taraftan hükumet yanlısı muhafazakâr gazeteler, Kanun-ı Esasi’deki reformlara yer vererek, bunların memnuniyet verici olduğunu göstermeye çalıştılarsa da, Türkler aleyhine dönmüş olan İngiliz kamuoyunu çok fazla etkileyemediler. İngilizlerin Kanuni Esasi’ye bakışlarındaki hoşnutsuzluğun nedenlerinden biri de, İngiltere’nin sömürgesi olan “Hindistan’da da İngiliz yönetimine eleştiriler yöneltilmekteydi. Türkiye, Hristiyan azınlıklarına özgürlüklerini verirken, İngiltere yerlilere hiçbir hak tanımak istemiyordu. Bu yüzden Anayasa yine kötü örnek oluyordu.”31 Abdülhamit’in hatıralarında bu meşrutiyetin ilanı ve İngiliz etkisi ile ilgili görüşleri şöyle olmuştur: “Mithat Paşa da Hüseyin Avni Paşa gibi, İngilizlerden yana bir politika izliyor ve İngilizlere güvendiği görülüyordu. Büyük güvensizliğe kapıldım. Mithat Paşa’yı suçlayacak hiçbir delilim yok. Fakat amcam Abdülaziz Han’ın İngiliz parmağı ile devrildiği apaçık ortadaydı. Sadrazam da (Mithat Paşa) bu işi yapanların başında geliyordu.”32 “Mithat Paşa ve taraftarları İngiltere ahalisinin manevi desteğine sahip olacaklarından emin olmasa idiler, hükumeti idare şeklini değiştirmek gibi güç ve zahmetli bir işi üzerlerine almaya kolayca cesaret edemezlerdi.”33 “Söyledim, yine söyleyeceğim, anlattım yine anlatacağım. Düşünmüyorlar mıydı ki, Osmanlı ülkesi birçok milletlerin bir araya gelmesinden meydana gelmiştir. Böyle bir ülkede Meşrutiyet, ülkenin unsur-ı asliyesi için bir ölümdür. İngiliz parlamentosunda bir Hintli, Afrikalı, Mısırlı, Fransız parlamentosunda bir Cezayirli mebus var mıdır ki, Osmanlı parlamentosunda Rum, Ermeni, Bulgar, Sırp, Arap mebus bulunmasını

29 Orhan Koloğlu, Avrupa’nın Kıskacında Abdülhamit, İstanbul 1998, s.28-29. , aktaran Mithat Aydın, a.g.w. 30 Millman, a.g.e., s.221-222., aktaran Mithat Aydın, a.g.w. 31 Süleyman Kocabaş, Sultan II. Abdülhamid – Şahsiyeti ve Politikası, Vatan Yayınları No: 14, İstanbul, 1995, s.45., aktaran Mithat Aydın, a.g.w. 32 Abdülhamit’in Hatıra Defteri, Haz: İ. Bozdağ, Kervan Yayınları, İstanbul, 1974, s.37’den aktaran Süleyman Kocabaş, İngiliz Tuzağı, s. 91 33 Sir Henry Elliot (İngiliz büyük elçisi), İntihar mı, Katl mı? Vaka-yı Sultan Aziz, Kitapçı İlyas, İstanbul, t.y., s.4’ten aktaran Süleyman Kocabaş, İngiliz Tuzağı, s.91

32 istemeye kalkıyorlar... Bunca okumuş vatan evladının soysuz çıkacağını kabul edemem. Aldandılar derim. Aldandılar ama cezalarını kendilerinden çok, aldanmayan milyonların masum evladı çekti; hem öldüler hem de vatanlarından oldular.”34 Osmanlı’nın Konferans hükümlerini reddetmesi ve entrikalar ve taleplerin sona ermemesi üzerine Slav kardeşleri için Rusya’nın savaş ilan etmesiyle bir kere daha Rus-Türk savaşına başlanır.(1877–78). İstanbul’u zapt için harekete geçen Ruslar İngiliz engellemesi ile 200 yıllık hayalin çok yakınında durmuşlardır.

Rusya General Ignatyev idaresinde yürütülen 3 Mart 1878 tarihli Ayastefanos Anlaşması ile Akdeniz’e açılabilmişler, Balkanlarda hüküm alanlarını genişletmişler ve daha önceki Avusturya ile yaptıkları Budapeşte Sözleşmesi’ni de ihlal etmişlerdir. Ayastefanos Antlaşması, Doksanüç Harbi (1877–1878 Osmanlı-Rus Savaşı) olarak geçen savaşın sonunda imzalanan barış antlaşmasıdır. Sultan İkinci Abdülhamid'in karşı olmasına rağmen Mithat Paşa, Damat Mahmut Paşa ve Redif Paşa gibi devlet adamlarının sebep olduğu Osmanlı-Rus Harbi, Türk'lerin yenilmesiyle sonuçlandı. Ruslar, batıdan Yeşilköy'e, doğudan Erzurum'a kadar geldiler. Osmanlı Devleti, mütareke istedi. Rus orduları başkomutanı Nikolay, barış esaslarının mütarekeyle birlikte görüşülmesi şartıyla bu isteği kabul etti. 3 Mart 1878'de Osmanlı tarihinde benzeri görülmeyen, aleyhimizde ağır şartlar getiren Ayastefanos Antlaşması imzalandı. Yirmi dokuz maddelik antlaşmaya göre, batıda büyük bir Bulgaristan Prensliği kurulacak; Makedonya, Batı Trakya, Kırklareli, bir Rus kuklası olarak düşünülen bu otonom prensliğe verilecekti. Kars, Ardahan, Batum Rusya'ya verilip, Karadağ ve Sırbistan'ın istiklalleri kabul edilecekti. Ayrıca Osmanlı Devleti, Rusya'ya 245 milyon Osmanlı altını harp tazminatı verecekti. Antlaşmaya göre, Rumeli'nde kesin kayıplar, 237.298 km2 toprak ve yaklaşık 8 milyon nüfustu. İmtiyaz verilmiş Bulgaristan, Doğu Rumeli, Artvin, Tunus gibi yerler bu rakamların dışındaydı. Bunlar da ilave edilince devletin kaybı korkunçtu. Ayastefanos Antlaşması ile, Rusların bölgede tamamen hâkim bir konuma gelmeleri, Batılı devletleri telaşlandırdı. Zira Rusların, Bulgaristan yolu ile denizlere inmeleri,

34 Sultan II. Abdülhamit, Siyasi Hatıratım, Hareket Yayınları, İstanbul, 1975, .105’ten aktaran Süleyman Kocabaş, a.g.e., s.104

33 İngilizlerin Hindistan siyasetine ve Avusturya'nın Bosna-Hersek'i ilhakına set çekmiş olacaktı. Asırlardır Rus hükümetlerinin en tutkulu hevesi İstanbul ve Boğazlara sahip olmaktı. Nesillerce de İngiltere’nin bu bölgeyle ilgili dış politikası Rusya’nın bu stratejik noktayı ele geçirmesine izin vermemek üzerine kuruluydu. Rusya’nın İstanbul’u ele geçirmesini engellemek Kırım Savaşı’na da girişmesinin sebeplerindendi. Aynı amaçla Lord Beaconsfield 1878 yılında Rusya ile savaşı göze alıp Akdeniz filosunu Çanakkale’den yollamıştı. Hatta bu durum da daha sonraları çeşitli büyük güçlerin dış politikasını özetleyerek Jingoluk olarak adlandırılmasına sebebiyet veren meşhur şarkılarının ilham kaynağı olmuştu. “Jingoluk” kelimesini saldırgan milliyetçilik, milli çıkarları korumak adına, diğer ülkelere karşı her türlü yola başvurmayı haklı görerek tavır almak anlamında kullanışlardır. Kökenini G.H. MacDermott adlı Londra'da çalışan İrlandalı bir şarkıcının söz ve müzikleri G. W. Hunt adlı bir besteciye ait olan “Savaşmak İstemezdik” adlı şarkısından alır. 1878 diplomatik krizinde Londra’da müzikhollerde fazlasıyla popüler olmuştur. Nakaratı aşağıdaki gibi olan şarkı daha sonraları I. Dünya Savaşında da askerlerce marş olarak söylenegelmiştir.

MacDermott'ın Jingo Savaş Şarkısı 35

Savaşmak istemezdik, ama Jingo (İsa) adına eğer bu gerekirse, Gemilerimiz var, adamlarımız var, paramız da var. Ayı ile daha önce savaştık, Britonuz biz hala gerçek bu iken, Ruslar İstanbul’u alamayacaklar...

Türk'lerin kirli işleri yayıldı hep bu diyarlarda, E peki Ruslara ne demeli, onları elleri çok mu temiz?

Şarkı öyle çok popüler olmuştur ki, döneminde geleceğin kralı olacak olan Galler Prensi VII. Edward kendine özel bir tanıdık toplantısında şarkıcıyı çağırttırıp şarkıyı söyletmiştir.36 Daha sonraları Amerikan Başkanı Roosevelt 8 Ekim 1895 tarihli New York Times Gazetesi röportajında Jingoluk yapmakla suçlanmasına cevaben “Eğer

35 Aline Waites and Robin Hunter, The Illustrated Victorian Songbook, Michael Joseph Ltd., London, 1984; pp. 180-184.’ten aktaran (Çevrimiçi) http://www.cyberussr.com/hcunn/q-jingo.html, 07 Haziran 2007. 36 G. H. MacDermott, (Çevrimiçi) http://en.wikipedia.org/wiki/G._H._MacDermott, 07 Haziran 2007.

34 diğer güçler arasında bizim Amerikalılar olarak haklarımızı, kendi payımızı aramamız Jingoluksa, Jingoyuz o zaman.” diyecekti.37

II. Abdülhamit’in diplomasisi, 4 Haziran 1878 de İngiltere ile gizlice anlaşmış, Kıbrıs adasının idaresini İngiltere'ye bırakmıştır. Adanın gelirleri her yıl İstanbul'a yollanacak, ada Osmanlı İmparatorluğunun bir parçası kalacaktı, buna karşılık, İngiltere Ayastefanos muahedesinin Türkiye lehine değiştirilmesine yardım edecektir. Kıbrıs'ın idaresini İngiltere'ye bırakmakla, Berlin'de yeniden bir antlaşma zemini elde etmeye muvaffak oldu. Ayastefanos'un feci şartlarını hafifleten bu antlaşma ile Türkiye'nin Balkanlardaki hayatı, bir müddet uzadı. Ayastefanos öylesine Rusya lehine olur ki gözden geçirilmesine zorlamak neredeyse İngiltere ve Rusya’yı savaşın eşiğine getirmiştir. Berlin Kongresi, 13 Haziran – 13 Temmuz 1878 tarihleri arasında aynı aktör büyük devletler arasında (İngiltere, Almanya, Rusya, Fransa, Avusturya) arasında Ayastefanos Anlaşması’nın gözden geçirilmesi için toplanmış, Rusya’nın etkisi için geri adım olmuş, ve tabii ki yeni ve taze sorunlara sebep olmuştur. Ayastefanos Antlaşmasının, Rusya, İngiltere ve Avusturya arasında değiştirilmesi amacıyla, o sırada İngiltere, sonra dünyanın ikinci devleti durumuna yükselen Almanya'nın yardımı ile bir konferansın toplanması mümkün olmuştu. Sultan İkinci Abdülhamit, İngiltere'yi Rusya'nın aleyhine kışkırtmıştı. İngiltere, zayıf bir Türkiye'nin karşısında, Rusya'nın, Orta Doğudaki İngiliz menfaatlerini tehdit edeceğine, kendisiyle rekabete başlayacağına inanmıştı. Daha önce, geçici ve şartlı olarak Kıbrıs'ın idaresini İngiltere'ye bırakan Babıali, Rusya'yı yola getirmek için, birinci derecede bu devlete güveniyordu. Kongrenin Berlin'de toplanması hususunda, Almanya İmparatorluk Şansölyesi Prens Bismark'ın teklifi kongreye katılan devletlerce kabul edildi. Türkiye ve Rusya'dan başka İngiltere, Almanya, Fransa, Avusturya-Macaristan ve İtalya'nın katıldığı Berlin Konferansı, Almanya İmparatorluk Şansölyesi (federal başbakan) Prens Bismark'ın başkanlığında 13 Haziran 1878'de açıldı. Diğer devletleri, başbakanlar ve dış işleri bakanları temsil ediyordu. Türk murahhasları, Hariciye Nazırı Kara Todori Paşa, Müşir Mehmed Ali Paşa ve Berlin büyük elçisi Sadullah Bey (Paşa) idi. Berlin Antlaşması, Türkiye için

37 “Jingoism”, (Çevrimiçi) http://en.wikipedia.org/wiki/Jingoism, 07 Haziran 2007.

35 bir yıkım olmakla beraber, Türk'leri Avrupa'dan tasfiye etmiyordu. Aksine, Türkiye'nin Balkanlardaki hayatını, 1913'e kadar 35 yıl uzatıyordu. Üstelik antlaşmanın Rusya'ya sağladığı faydalar azdı ve asla Rusya'nın savaşta göze aldığı fedakârlıkları karşılamıyordu. Asıl faydalananlar, Balkan devletçikleri ve İngiltere idi. 64 maddelik antlaşmada, toprak değişiklikleri dışında en önemli maddeler, Türkiye'nin, Doğu Anadolu'da Ermenilerin az çok önemli bir azınlık teşkil ettikleri vilayetlerde (Vilâyât-ı Sitte), onların lehine ıslahat yapmayı, aynı ıslahatı Makedonya vilayetlerinde de uygulamayı kabul etmesiydi. Her iki madde de, Sultan İkinci Abdülhamit tarafından Büyük Devletler arasındaki rekabetten faydalanılarak, yıllar boyunca uyutuldu ve asla tatbik edilmedi. Diğer önemli bir madde, Türkiye'yi, Rusya'ya 802.500.000 frank savaş tazminatı ödemeye mecbur ediyordu. Tazminatın ödenmesi, Sultan İkinci Abdülhamit'in uzun saltanatı boyunca devam etti. Berlin Antlaşması, Türkiye'nin 1699 Karlofça Antlaşması'ndan sonra, Avrupa'dan tasfiyesini hazırlayan ikinci büyük dönüm noktası oldu. Bu tasfiye, 1913 Bükreş Antlaşması ile tamamlandı ve Avrupa Türkiye'si, Doğu Trakya'ya ile sınırlı kaldı.

Osmanlı Devletinin doğrudan doğruya veya dolayısıyla olan toprak kayıpları şu şekilde özetlenebilir: Devlet, doğrudan doğruya idaresinde bulunan Niş sancağını Sırbistan'a, Teselya sancağını Yunanistan'a, birkaç kazayı Karadağ'a, Kars, Artvin ve Ardahan sancaklarını Rusya'ya, Dobruca sancağını Romanya'ya bırakıyor, bu suretle birkaç kaza ile birlikte 6 sancak, İmparatorluktan ayrılıyordu. Kendisine tabi olan Romanya, Sırbistan, Karadağ prensliklerinin, imparatorluktan ayrılmasına razı oluyordu. Bunların arasında Tunus Prensliğini de saymak mümkündür. Zira üç yıl sonra Tunus'u işgal eden Fransa, bu işgalin ortamını Berlin Konferansının kulisinde sağlamıştı. Osmanlı Devleti, çok imtiyazlı bir Bulgaristan Prensliği ile az imtiyazlı bir Doğu Rumeli vilayetinin kurulmasına rıza gösterdiği gibi, Bosna-Hersek vilayeti (eyalet, umumi valilik) ile, kısmen Yenipazar sancağının idaresini Avusturya- Macaristan'a, Kıbrıs sancağının idaresini de İngiltere'ye bırakıyordu. Karadağ'a bir kaza bırakmamak için göze alınan savaşın sonunda yapılan bu büyük Türk yağmasından İran bile nasibini alıyor, bu devlete de o zamandan beri İran'da kalan

36 Kotur kazası veriliyordu.38 Rusya, Osmanlı Devleti’ne savaş açarken geleneksel amaçlarının ötesinde aynı zamanda Osmanlı meşrutiyetine de savaş açmış oluyordu. Fransız ihtilalinden beri Rusya mutlakıyet düzeninin son güçlü temsilcilerinden kalmış ve koruyucusu olarak bu amaçla ordularını harekete geçirmekten çekinmemişti. Rus orduları İstanbul önlerine geldiğinde Abdülhamit meclisi tatil etmişti. Özellikle Batı’nın istekleri bu yönde olduğundan sınırları dahilindeki Hristiyanlar adına yaygara koparılması için sebep vermemek adına Meşrutiyet devam edecekmiş gibi davranıldıysa da 1880 yılındaki İngiltere genel seçimlerinden sonra açıkça Türk düşmanı olan Gladstone partisinin iktidara gelmesi nedeniyle bu çabadan vazgeçilmiş ve daha mutlaki bir yönetime dönülmüştür.39

Şekil 5 - 1878 Berlin Kongresi sırasında Avrupa Haritası

Ermeniler Berlin Kongresi’nden sonra Osmanlı ülkesinde olup da özerklik ya da bağımsızlık elde etmemiş sayılı halklardandır. Oysa Anadolu’nun pek çok yerinde okul ve hastane açmış olan Amerikan misyonerleri Ermeni'leri bu yönde teşvik

38 (Çevrimiçi) http://www.dallog.com/antlasmalar/berlin.htm, 25 Mayıs 2007. 39 Sina Akşin, Ana Çizgileriyle Türkiye’nin Yakın Tarihi I. Cilt, Yenigün Haber Ajansı, İstanbul 1997, s.50.

37 etmekteydiler. Kaldı ki Ayastefanos ve Berlin anlaşmaları gereği de Ermenistan diye tanımladıkları bölgede büyük devletlerin gözetiminde bir ıslahat yapılması mevzubahistir. Ancak Ermenistan’ın konumu büyük devletler için ulaşılması zor ve engebeli bir yerdi. Ek olarak da Ermeniler ticaret ve zanaat amacıyla tarihsel ülkenin diğer yanlarına yayılmış olduklarından Ermenistan olarak adlandırdıkları alanın hiçbir noktasında çoğunluk oluşturamıyorlardı. Kurdukları dernekler ile Bulgaristan’da işe yaradığını gördükleri yöntemi takip edip kanlı ayaklanmalar düzenleyip sonra da bastırılınca kendilerine karşı vahşet uygulandığı suçlaması ile büyük devletlerin yardım ve müdahalelerini davet etmişlerdir. İngiltere ve Rusya’nın Ermeniler için hazırladıkları ıslahat planı reddedilince, İstanbul’da da kanlı olaylar çıkmıştı. Osmanlı’nın XIX. yüzyılda takip ettiği yeni siyasetin Batıya dayanması ve temelinin denetim altına alınamaması Osmanlı’yı Batı etkisine açık bırakmıştır. Batı kendi çıkarları ile ilişkili konularda Osmanlı’yı yetersiz bularak yeni ıslahatlar konusunda baskı yapmıştır. Osmanlı çözüm olacak bir siyaset öneremeyince Batı kendi çıkarlarına uygun yeni bir yapı önerme olanağına kavuşmuştur.40 Batı bir yandan istedikleri reformları yaptırarak Osmanlı’yı istedikleri hale getirmeye çalışırken siyasetini de denetim altına alabilmek için azınlıkların haklarına dikkat çekmiş ve bu uğurda Osmanlı hukukunda ne kadar yenileşme yaparsa yapsın yetmeyecektir. Batılı devletlerin istekleri azınlık Hristiyan halklara dini özgürlük eşitlik tanınması olacaktır. Gerçekte sorun din sorunu veya azınlık haklarının ötesinde Batı içi rekabet ve çekişmedir.41

Fransız Delcassé’in diplomasisi, İngiliz tahtına Frankofil Edward VII’in oturması ile (1901) işe yarar ve uzun süredir savaşın eşiğinde olan Büyük Britanya ve Fransa için, iki güç arasında yeni anlaşmalara yolu açmış gibi görünür. Bir ittifak olmasa bile, Entente Cordiale, bir dostça anlayış birliği sağlanmıştı. (1904’te) Rusya ile İngiltere arasındaki rakip emperyalist mücadeleler 19uncu yüzyılın sonlarına doğru bu güçleri düşman kılmıştır; ikilinin ilgi odakları Asya’dır, Türk ilişkileri, İran, Afganistan, Çin ve Hindistan. Ama Rusya’nın Rus-Japon savaşlarında yenilmesinden sonra, ve

40 Ertan Eğribel, “XIX. Yüzyıl Osmanlı Hukukunda Yenileşme”, XIX. Yüzyıl, Türkiye Sosyolojisi 2, Sosyoloji Yıllığı Kitap 8, Kardeşler Matbaası, İstanbul, 2001, s.203 41 Ertan Eğribel, a.g.e., s.207

38 özellikle Sir Edward Grey İngiliz Dış işlerinde etkili hale gelince, İngiltere dostça bir anlaşmaya vardırmak için hamle eder. Bu sonunda 1907’de Anglo-Rus antantı ile başarılmıştır. Bu anlaşma ile Fransa, Büyük Britanya ve Rusya Üçlü İtilaf’ı kurmuş olmaktadır. Berlin Kongresi’nde dürüst müzakereci rolünü üstlenen Almanya, Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki etkisini genişletme konusundaki ilgisini gittikçe arttırmaktadır. Alman-Avusturyalı “Drang Nach Osten” (Doğuya Doğru İlerleme) politikası manifestosuyla Alman subayları ile Türk ordusunun reorganizasyonu, Bağdat Tren yolu’nun yapımı, Fas krizi ve Avusturya’nın Bosna-Hersek’i bünyesine dâhil etmesi gibi projelere girişilmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünün korunması ve reformlarla güçlendirilmesi fikrinden, yaşananlar sonucu Osmanlı İmparatorluğu’nun artık yaşayamayacağına kanaat getirilmesi, İngiltere’nin Hindistan yoluna yerleşme isteği, Osmanlı’nın reformlar ile istenilen hale gelmesine inancın kaybolması, Süveyş kanalının açılması, Panslavist propagandalar ile Türkiye’nin itibarını kaybetmesi, Arap ülkelerinde petrol bulunması gibi sebeplerden vazgeçilmiştir. Bu yeni duruma uygun olarak da İngiltere Hindistan yolu üzerinde gördüğü yerlere yerleşmeye başlamıştır, Cebelitarık, Malta, İyonya Adaları, Girit ve Kıbrıs, Süveyş Kanalı ve Aden Boğazı yolunu izlemek için son kalan Girit, Kıbrıs, Mısır ve Aden’e yerleşmişlerdir Ayrıca Bahreyn, Katar, Maskat, Umman ve Kuveyt de bunlara katılmıştır.42 Almanların yürütmekte olduğu Bağdat demir yolu Konya’ya ulaştığı sırada, İngilizler İskenderun-Bağdat-Basra demir yolunu üstlenmek üzere devreye girmek istediler. Bu işin takibini ise Abdülhamit’in kız kardeşiyle evli olan Damat Mahmut Paşa üstlenmişti. Ancak o sırada Alman imparatoru Kayzer II. Wilhelm’in Osmanlı Devleti’ne resmi ziyareti Almanların imtiyazı almasını kolaylaştırmıştı. Bu da her ne kadar diğer büyük güçlerin hoşuna gitmese de bu demir yollarının yarattığı fırsatların farkındaydılar. “Demir yollarının, modern emperyalist devletlerin kolları olduklarını” düşünüyorlar ve “bu kollar önce okşayarak uzanıyor, sonra, demir zayıf ülkenin ruhuna işleyince, bu kolların kucaklaması ezici bir güç oluyordu” Onun için, İngiltere, Rusya ve Fransa, yavaş yavaş, demir yolunun ilerlemesini, siyasi ve

42 Süleyman Kocabaş, İngiliz Tuzağı, s.144

39 iktisadi yollardan, hiç olmazsa Almanya için yaratacağı siyasi imkânlar ortadan kaldırılıncaya ya da kendileri aslan payını ele geçirinceye kadar, engellemeye koyuldular. Bu demir yolunun başarısı Almanya için bir gurur mücadelesi olmuştu, gerekirse silahla ya da askeri ittifaklarla savunulacaktı. Ancak böyle bir durum Almanlar için bazı sorunlar yaratacaktı. Avusturya’nın Balkanlar’daki emelleri desteklenmek durumunda kalınacaktı. İstanbul’da siyasi nüfuz kurulması zorunlu olacaktı. Çarlık Hükumeti de böylelikle Yakındoğudaki çıkarlarının tehlikeye girdiğini görecek ve hiçbir tavize yaklaşmayacaktı. Almanların Akdeniz ve Basra körfezinde limanlar kurması, zaten sömürge ve deniz çekişmeleri yüzünden İngilizlerde Almanlara karşı doğmuş olan antipatiyi arttıracaktı. Böyle bir durumun tabii sonucu, kendilerine karşı bir İngiliz-Fransız-Rus ittifakının kurulması olacaktı. Almanya’nın eski Londra Büyük elçisi Prens Lichnowsky tarafından da öngörülen bu durum kendi sözleriyle şöyle aktarılmıştır: “Rusya’da, İstanbul’a giden yolun Berlin’den geçtiği kanısını uyandırdık. En büyük yanlış bu olmuştur. En tabii dostumuz ve komşumuz Rusya, kendini İngiltere’nin ve Fransa’nın kollarına atmıştır”43

Bu gelişmeler sonrası Alman nüfuzu Türkiye'de gittikçe arttı. Türk siyaseti, askeriyesi, iktisadı ve medeniyeti üzerinde âmil oldu. Alman hükumetinin idari mahareti, Türkiye'de yapılabilecek en azami işleri yaptı. Birçok Alman tüccarı, zabiti, maliyecisi, memuru ve mühendisi Türkiye'ye akmıştır.44 Alman dili ve Alman etkisi Şark'ta çok çabuk yayılır. Okullar, hastaneler tesis edilir. Anadolu-Arabistan incelemeleri için Almanya'da birçok cemiyetler kurulur. 1901 senesinde Alman- Anadolu-Arabistan Cemiyeti meydana gelir. 1904 senesinde Anadolu İktisadi İnceleme Cemiyeti'yle Alman Şark Cemiyeti kurulur. 1908'de Alman-Anadolu- Arabistan Komitesi, 1912'de İslâm İşleri Cemiyeti tesis edildi. Alman öğretmen ve hemşerileri, Alman ticaret ve sanayi için birer kılavuzdurlar. Jeoloji, Şarkiyat (Oryantalizm), Coğrafya uzmanları ile birlikte siyasete hizmet yaparlar.45 Almanlar, Bağdat Demir yolu İmtiyaz Antlaşması yapılırken, yolun sağlı sollu iki yanında 20

43 Edward Mead Earle, Bağdat Demir yolu Savaşı, Milliyet Yayın, İstanbul, 1972, s.156. 44 Süleyman Kocabaş, Alman Kapanı, Vatan Yayınları, İstanbul, 2003, s.76. 45 Hans Rohde, Asya İçin Mücadele, Şark Meselesi, Askeri Matbaa, İstanbul, 1932, s.21-22’den aktaran Süleyman Kocabaş, a.g.e., s.76

40 km. derinliğinde bir arazi parçasını istedikleri gibi (göç hariç) kullanma hakkını elde etmişlerdi. Bu şeritte, orman kesecekler, maden işletecekler, arkeolojik kazı yapacaklardı. Bu bile, Bağdat Demir yolu Hattı'nı erkenden "imtiyazlı bir sömürge alanı" haline getiriyordu. Berlin-Bosfor-Bağdat Demir yolunun "Alman sömürgeciliği ve yayılmacılığı için "bel kemiği veya omurgası" olmuştur. Anadolu'daki bütün Alman yatırımları bu demir yolu güzergahına yapılacaktır. Konya ve ovalarının sulama imtiyazları Almanlar'a verilmiş, Alman Levant Pamuk Şirketi 1905'de Adana ve İzmir'e yerleşmiştir. Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde Almanlar'a su yolu ulaşım imtiyazı verildiğinde ise petrol imtiyazı konusunda İngiliz-Alman çekişmesi kızışmıştır. Almanlar, 1912'de petrollerden % 25'lik pay elde etmişler ve Türkiye, giderek Alman mamul mallarının pazarlandığı "en kârlı ülke" haline gelmiştir. Ticaret hacmi 1888'de 3.5 milyon mark iken 1911'de 70 milyon marka çıkmıştır.46

Böylelikle İngilizler için demir yolu takibi işini tamamlaması mümkün olmayan Damat Mahmut iki oğlunu alıp Fransa’ya kaçmıştı. “Padişahın eniştesinin ve yeğenlerinin özgürlük yok diye kaçmaları” gibi aksedilen olay Avrupa’da gazete başlıklarını bir süre kaplamıştı. Damat Mahmut’un oğulları olan Prens Sabahattin ve kardeşi Paris’te I. Jön Türk Kongresi’ni topladılar. Kongre’de sadece propaganda ileri bir yere varılamayacağı, askeri kuvvet kullanmak gerektiği ileri sürülmüş, Ermeni delegeler ise bunun da yetmeyeceğini, Avrupa devletlerinin müdahalesinin gerekli olacağını söylemişlerdi. Prens Sabahattin ise bu dış müdahalenin İngiltere ve Fransa gibi demokrat devletler tarafından yapılması şartını koşmuştur. Ahmet Rıza ve arkadaşları (Dr. Nazım ve Yusuf Akçura) buna karşı çıkmışlardır. Prens Sabahattin ve arkadaşları bir askeri hareket hazırlamışlar, İngiltere’nin gemileri ile bir askeri birliği İstanbul’a getirip düşündükleri müdahaleyi yapmayı planlamışlar ancak bu gerçekleşmemiştir.47

46 Hans Rohde, a.g.e., s.21’den aktaran Süleyman Kocabaş, a.g.e., s.76 47 Sina Akşin, Ana Çizgileriyle Türkiye’nin Yakın Tarihi I. Cilt, s.58.

41

B - İŞGALE KADAR GİZLİ VE RESMİ ANLAŞMALAR: OSMANLI - ALMANYA YAKINLAŞMASI

Osmanlı gibi Rusya da kendi siyasetini Batı içi çelişkilere göre tanımlamıştır. Osmanlı – Rus çelişkisi ise açıktır. Rusya Batı Avrupa merkezleri ile ilişki içerisinde onların Orta Asya siyasetine destek sağlamaktadır. Bunu yaparak Batı içindeki konumunu güçlendirmeye çalışmaktadır. Rusya’nın Orta Asya içindeki konumuna ve Hindistan kara yoluna ilgi duyan Batı’da başlıca iki merkez olarak Fransa ve Almanya bulunmaktadır. Ancak Napoleon savaşlarından yenik çıkan Fransa bu siyasetten vazgeçmese de sürdüremeyecektir. Geleneksel Germen-Slav uyuşmazlığına rağmen çeşitli alanlarda Alman-Rus yakınlaşması olmuştur. Rusya Orta Asya’da ilerledikçe İngiltere’nin egemenlik kaygılarına yol açacak ve İngiltere’nin onayı olmadan bu tür gelişmeler içerisine giremeyeceklerini İngilizlerin kullandığı Japonya ile aralarında savaşın patlak vermesi ile acı bir şekilde anlayacaktır. 1905 yılındaki Japon-Rus savaşı Japonya’nın kesin başarısı ile sonuçlanacak ve İngilizler adına Japonların Rus'ları Asya’da durdurabileceklerini ve böylelikle Rusya’nın yapabileceklerinin sınırlı olduğunu gösterecektir. 48

1908’de Reval şehrinde bir İngiliz-Rus anlaşması yapılmış ve böylelikle Duma’da Almanya ile işbirliği taraftarları olsa da Almanya karşıya alınmıştı. Bu anlaşma özellikle oldu bittiye getirilmesi ve İngiliz kamuoyunun da haberi dışında olması itibariyle İngiltere’de basında ve çeşitli çevrelerde yoğun tepkilere yol açmıştı. Haziran 1908 – Reval Görüşmesi Kral Edward’ın yanında Amiral Fisher, Sir John French, ve Sir Charles Hardinge ile Çar ve yanındaki Dış işleri Bakanı Izvolski ile Başbakanı Stolypin arasında geçen görüşmedir. Alman deniz kuvvetlerinin güçlenmesinden huysuzlanan İngilizlerin, Almanya’ya karşı düşmanca hisleri

48 Baykan Sezer, Ertan Eğribel, Ufuk Özcan, “XX. Yüzyıl”, XX. Yüzyıl, Türkiye Sosyolojisi 3, Sosyoloji Yıllığı Kitap 9, Öncü Basım Yayıncılık, İstanbul, 2002, s.111-112

42 olmadığını savunarak, yine de 7-8 yıl içinde eğer bir sorun oluşursa Rus'ları barışı korumak için güçlenerek bir arada hareket etmeye ikna etmesi konuşulmuş olsa da görüşmenin temel konusu farklıdır. Makedonya (özellikle Makedonya’nın bağımsızlığı), İran, Girit, Sancak Tren yolu (çoğunlukla Osmanlı toprakları) konularında yapılması gerekenler ve çıkması muhtemel bir karışıklıkta birlikte hareket etmelerinin karşılığı olarak Rusya’nın İstanbul ve Boğazların üzerindeki haklarının tanınacağı pazarlıkları yapılmıştır.49 İngilizlerin Rusya’yla anlaşması Almanya’nın Rusya ile anlaşmasını engeller. Aynı durum Osmanlı’nın da İngiltere ile yakınlaşmasını engeller. İngilizlerin hesaplaşmakta kararlı olan Almanlarla Osmanlı yakınlaşması kaçınılmaz olmuştur. Böylelikle Reval görüşmesi I. Dünya Savaşı’nı öngören ve sebepleri arasına da giren bir görüşmedir.

Şekil 6: Reval Görüşmesinden Haziran 1908'deki İngiliz ve Rus Kraliyet Ailelerinin Baltık'daki Reval'de görüşmelerinde İngiliz Kraliçesi Alexandra'nın çektiği fotoğraflar. Kraliyet kayıtlarında iki ailenin yakın akraba olduğu: Rus İmparatoru, II. Nikola 'nin İngiliz Kraliçesi Alexandra'nın yeğeni olduğu, Rus İmparatoriçesi Alexandra Feodorovna'nın da VII. Kral Edward 'nin yeğeni olduğu belirtilmektedir. Resimdeki çocuklar II. Nikola'nın çocuklarıdır. Rus Devrimi sırasında 5 çocuk, ebeveynleri ile birlikte 16/17 Temmuz 1918 gecesi Bolşeviklerce öldürüleceklerdir.50

İngiltere’de haftalık yayınlanan muhalif sese sahip yayın organı The New Age dergisi editörleri birkaç ay süren bir kampanya ile İngiliz onurunun satıldığı böyle bir anlaşmanın neden hangi hakla imzalandığını sorgulamış, kamuoyundan tartışma

49 Sidney Bradshaw Fay, The Origins of the World War (1928; 2d ed., rev. 1930; repr. 1967), (Çevrimiçi) http://yamaguchy.netfirms.com/fay/fay.html 11 Temmuz 2006 50 Resmi İngiliz Kraliyet Resim Arşivleri Web Sitesi, (Çevrimiçi) http://www.royalcollection.org.uk/eGallery/object.asp?maker=ALEXQ&object=9100004&row=18, 07 Haziran 2007.

43 başlatmıştır. Editör bir sayının girişini “Utancımız Tamamlandı.” başlığı şeklinde atıp Sir Edward Grey’in ülkesinin ismini lekeleyerek getirdiği utancın hiçbir vatansever İngiliz tarafından hoş karşılanmadığından bahsetmiştir. Liberal geçinen bir hükumetin bir zorba Çar ile anlaşma yapmasını akıllarına sığdıramamıştır. Bir kaç sonraki sayıda ise muhtemelen anlaşmanın detaylarına hakim oldukça editörler, Sir Edward Grey’den özür dilediklerini aslında onurlarının satılmadığını ancak anladıklarını ve aslında onurlarının boşu boşuna verildiği tespitini yapıp, Rusya’nın İran konusundaki paylaşımlardan büyük pay alması üzerine; “Madem soyguna ortak olacaksınız, bari suç ortağınız tarafından dolandırılmayın.”51 şeklinde yorum yapmış ve “o kadar kan dökerek yağmaladığımız yerlerin neden birkaç yıl içinde bir devrim ile yıkılma ihtimali olan bir yönetime peşkeş çekildiği” konusunda enteresan bir şekilde doğru çıkan bir tahmin içeren tespitle açıklama beklemiştir.

Batılı güçlere istediklerini vermeyen ve İmparatorluğun ömrünü onca entrikaya rağmen bir miktar daha uzatmış olan Sultan II. Abdülhamit’in etkisiz hale getirilmesine İngilizler kadar Almanlar da sabırsızlanmıştır. Jön Türk'lerin İngilizci olduğu kadar Almancı kanadı da mevcuttu ve Reval görüşmesi ile Almanların Rusya ile İngiltere’nin bu görüşmede İmparatorluğu paylaşma kararı aldığı haberi üzerine Temmuz 1908’de emirlerindeki erler ile isyan eden Jön Türk Subaylar 24 Temmuz 1908’de Abdülhamit’e Meşrutiyet’i yeniden yürürlüğe koydurmuş ve Abdülhamit’in tasfiyesinin ilk adımlarını atmıştır. Bu konuda Alman İmparatoru II. Wilhelm; “İhtilal Paris ve Londra’da yaşayan Jön Türkler tarafından değil ordu tarafından ve de ‘Alman Subayları’ olarak bilinen Almanya’da eğitim görmüş Türk subayları tarafından yapılmıştır. Tümüyle askeri bir ihtilaldir. Her şeyi denetim altına almış bu subaylar kesinlikle Alman dostudurlar.” şeklinde bir not yazmıştır.52 Osmanlı’nın Devlet olarak XIX. yüzyıl başında açmazı yeni siyaset üretememesidir. Devlet yeni siyaset üretemediği gibi eski siyasetini de sürdüremez hale gelmiştir. Bunun sonucu

51 The New Age, Sayı 682, Londra, Ekim 3, 1907, s.354 52 Süleyman Kocabaş, İngiliz Tuzağı, s.176

44 olarak da Osmanlı Devletinin üstlenmek zorunda kaldığı görev başka Devletlerin siyasetlerine destek sağlamak olmak durumunda kalmıştır.53

İstanbul Boğazlarını elde etmek ve Akdeniz’e çıkmak arzusu ile, Türkiye’de patlak veren 1908 ihtilalinden faydalanmayı planlayan, Ruslar, diğer büyüklerin de onaylarını almak için bir seri görüşme yapmıştır. Bu amaçları uğruna Avusturya- Macaristan’ın Bosna-Hersek’e girmesi, Almanların Bağdat Demir yolu yapması, İtalya’nın Trablusgarp üzerinde hak iddia etmesi (İtalya ardından savaş açar Türkiye’ye) üzerine mutabakatlarda bulunmuşlardır. Ardından da Türkiye’den Boğazları açmasını talep ederler, Türkiye reddedince, Balkan devletleri birliğini destekleyerek Balkan Savaşlarının başlaması sağlanır. Hatta bu savaşlarda Rusya’da Türkiye aleyhine büyük hareketlenme bulunmaktadır. Sırp ve Bulgar ordularına binlerce Rus gönüllü yazılmıştır, yardım dernekleri Balkanlılara her türlü yardımda bulunmuştur. Osmanlı Hükumeti, Edirne’nin düşeceğini düşünerek Edirne’den ümidi kesmiş olarak Londra Hükumetine barış için büyük devletlerin aracılığını kabul edeceğini bildirmiştir. Londra’da yapılmış olan barış görüşmelerinden sonra 30 Mayıs 1913 tarihinde şu koşullar üzerinde anlaşmıştır: a) Osmanlı Devleti Avrupa kıtasındaki imparatorluğun Ege Denizi’nden Enez’e, Karadeniz’den Midye’ye giden hattın batısında kalan topraklarını Balkanlı İtilaf devletlerine bırakmayı kabul eder. b) Osmanlı Devleti Girit üzerindeki her çeşit hakkından altı büyük devlet lehine vazgeçer. c) Osmanlı Devleti ve Balkan İttifakı devletler, savaşın ortaya çıkardığı mali sorunların temsilcilerinin katılacağı milletler arası bir konferansta çözülmesini kabul ederler. d) Osmanlı Devleti Ege Adalarının mukadderatının belirlenmesini büyük devletlere bırakır. e) Osmanlı Devleti Arnavutluk sınırlarının çizilmesi ile Arnavutluk’a ait bütün işlerin çözümünü altı büyük Avrupa devletine bırakır.54 Ardından Balkan Savaşı’nın sonunda Bulgaristan ile 29 Eylül 1913 tarihinde yapılan İstanbul Anlaşması ile Edirne endişesi sona ermiştir: Bu antlaşmanın bazı şartları şunlardır: a) Edirne, Dimetoka, Kırklareli Osmanlılarda kalacak, b) Kavala ve Dedeağaç Bulgaristan’a bırakılacak, c) Meriç nehri iki ülke arasında sınır kabul

53 Ertan Eğribel – Elif Süreyya Genç, “XIX. Yüzyıl Osmanlı Siyasi Yaşamı”, XIX. Yüzyıl, Türkiye Sosyolojisi 2, Sosyoloji Yıllığı Kitap 8, s.167 54 Dr. H. Ömer Budak, Sevr Paylaşımı, Bilge yayın evi, Ankara, Haziran 2002, ss22-23.

45 edilecek.55 Hemen 2-3 ay sonra da Yunanlılar ile bir anlaşma yapılmıştır. 14 Kasım 1913 tarihinde imzalanan anlaşmada Osmanlılar Yanya, Selanik ve Girit’in Yunanistan’a ait olduğunu kabul etmiş ve Yunanlıların Ege adaları isteğine de karşı koymuştur, ardından başlayacak I. Dünya Savaşı nedeniyle adaların durumu ancak 10 yıl sonraki Lozan anlaşması ile netleşebilecektir.

Şubat 1914’te toplanan Rus üst düzey toplantısında Çarın beyannamesi okunur, özetle şöyle demektedir56: “Eğer Boğazlar Türkiye’nin elinden çıkacak olursa, Rusya herhangi bir devletin İstanbul’da yerleşmesine müsaade etmeyecek ve Boğazları işgal

etmek zorunda kalacaktır; bunu Şekil 8: Sultan Reşat, Enver Paşa ve Alman İmparatoru Kayzer Wilhelm bir arada. Kayzer, savaş sırasında İstanbul'u ziyaret takiben de Rusya’nın etmiştir. menfaatleri icabına göre İstanbul ve Çanakkale Boğazlarında yeni bir nizam tespit edilecektir.” Böylelikle yakında patlak verecek olan büyük savaşta harbin esas amaçlarından birinin Rusya’nın İstanbul’u ele geçirmesi olduğu

Şekil 8: Kaiser Wilhelm II'nin Sultan Reşad'ı ziyareti. tespit edilmiş olacaktır. Kaiser'in solundaki Enver Paşa. Rusya’nın Balkanlardaki Pan- islavism hevesi ve Balkan Savaşları nedeniyle temelde Avrupa’nın Osmanlı İmparatorluğu tarafından hükmedilen bölgelerinden elinde öncesinde pek bir şey

55 Vikipedi, Özgür Ansiklopedi Web Sitesi, İstanbul Antlaşması (1913) Maddesi, (Çevrimiçi) http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0stanbul_Antla%C5%9Fmas%C4%B1_%281913%29, 23 Haziran 2007 56 Akdes Nimet Kurat, Rusya Tarihi, s.409

46 kalmasa da Osmanlı İmparatorluğu’nu tamamen parçalayacağı ve böylelikle de “Doğu Sorunu”nun çözümü olacağı düşünülen Büyük Savaş, Doğu Sorunu’nu sadece değiştirmiş ve yenilemiştir. Rusya Bosna-Hersek, Sırbistan ve Türkiye’den alacakları parçalar ile büyük bir Yugoslavya kurmayı planlamaktadır; Güney Slavları Devleti’ni. Ancak bu amaçlarını Türklere karşı göstermeyi doğru bulmayan Ruslarla, savaşmamak için anlaşma teklifleri gönderen Enver ve Talat Paşalar ret cevabı almışlardır, çünkü böyle bir anlaşma durumunda Rusların İstanbul’dan vazgeçmesi icap edecektir.

Osmanlı’nın yenileşme hareketleri Batıca desteklenen ve Batı’nın adamlarınca yürütülen bir siyasi akımdır. Almanlarla yakınlaşılması da aynı sebeptendir. Hindistan’a ulaşan yol üzerindeki iki engel Türk yolu ve İslam yoludur. Bu iki yolun odağındaki Osmanlı vardır ve bu nedenle Almanya ile yakınlaşılacak ve bu yakınlaşma Türkçülük ve İslamcılık siyasi akımları ile ifade edilecektir.57 I. Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı Devleti'nin politikasını belirlemede en önemli isimlerden biri Enver Paşa olmuştur. Onun da genel olarak yönlendirilmesi "II. Wilhelm-Alman Genel Karargahı-Wangenheim" üçlüsü tarafından yapılmaktaydı. Alman Büyük elçisi Baron Wangenheim'in harpten önce ve sonraki statüsü sanki İngiltere'nin Hindistan ve Mısır'daki "Yüksek Komiserleri" statüsünde olup, bir çeşit "eyalet valisi" gibi görülmüştür. Öyle ki Wangenheim, "İstanbul'daki Vatikan Büyük elçisi ile yaptığı konuşmalarda, Osmanlı Devleti'nden 'Almanya'nın bir eyaleti gibi' bahsetmekte, hatta devletin hakiki hakiminin kendisi olduğunu belirtmekten çekinmemekte"dir. Bu görüşleri elbette abartmamak lazım ama Almanya’nın etkisini göstermektedir. "Yeni Büyük elçi'nin (Wangenheim) siyasi görüşleri (herkes tarafından biliniyordu. Almanya için bir 'Dünya Politikası' na inanıyordu. Sömürgeciliğin ateşli bir taraftarı, koyu bir İngiliz düşmanıydı. Alman ve Türk İmparatorlukları arasında güçlü bir siyasi ve iktisadi birleşme istiyordu... 15 yıl süre ile kuvvetli kişiliği ve tecrübesini Türkiye'deki Alman müteşebbislerinin gelişmesine adadı. Kayzer, en yetenekli bürokratını İstanbul'a göndermiştir."58 O dönemde zaten

57 Ertan Eğribel – Elif Süreyya Genç, , “XIX. Yüzyıl Osmanlı Siyasi Yaşamı”, XIX. Yüzyıl, Türkiye Sosyolojisi 2, Sosyoloji Yıllığı Kitap 8, s.172 58 Süleyman Kocabaş, Alman Kapanı, s.71.

47 Osmanlı Ordusu'nun Almanlar'a teslimi ve başında "Kayzer'in adamı" denilen Enver Paşa'nın bulunması, Türkiye Almanya ilişkilerini en üst düzeye çıkaracaktır. Abdülhamit hatıralarında tehlikenin farkında olarak, “…bu toprakları Alman kolonilerine terk edeceğimizi zannediyorlarsa çok aldanıyorlar. Zaten şimdiye kadar yabancılara lüzumundan fazla müsamaha göstermiş bulunuyoruz. Anadolu yalnız bize aittir. Pek çok yerden itilip kakıldıktan sonra, buraya yerleşen din kardeşlerimizin bu son mercilerini (dönülecek yer) muhafaza edeceğiz” şeklinde yazmıştır.59

Almanlar, düzenli olarak yaptıkları gibi I. Dünya Savaşı yıllarında da Anadolu'ya nüfus ihracını gündeme getirmişlerdir. Başta artık onlara direnecek II. Abdülhamit yoktur. Enver Paşa ise, Kâzım Karabekir'in yazdıklarına göre, Alman göçüne karar verip vermemek hususunda kendisinden fikir almıştır: "Enver Paşa şöyle dedi: 'Bu meseleyi daha düşünüyorum...Bizim kendi kendimize adam olmamız ihtimalini görmüyorum. Avrupalılara çabuk yetişmek için bir tedbir düşünüyorum ama, daha kesin kararımı vermedim. Bu konuda senin de fikrini almak istiyorum. Düşündüğüm şey, Anadolu'ya bir miktar Alman göçmeni getirmektir. Fakat her tarafa değil. Yalnız demir yolları boylarına. Bunlar, ziraat, sanayi, sanat özetle her alanda kalkınmamıza örnek olurlar. Bu suretle halkımızın az zamanda kalkınması da mümkün olur.' Hayretle dinlediğim bu görüşlerine cevabım şu oldu: Paşam ! bu fikir hayli eskidir. Bu husus, kitaplarda, gazete sütunlarında dahi tartışma konusu olmuştur. 'Berlin- Bağdat' adıyla Almanlar tarafından yazılan ve Türkçeye de tercüme edilen bir eserde dahi bu hususta ifadeler gördüm. Daha bu demir yolu başlamadan çok zaman evvel bu düşünce ortaya atılmış bulunuyor. Almanlar, başka devletlerin memleketlerine gönderdikleri göçmenlerini kaybolmuş sayıyorlar. Anadolu'ya yerleşecek göçmenlerden birkaç yüz bin eli silah tutan Almanlar, Almanya hükumetinin Asya işlerine karışmak sevdasında olduklarını açıkça yazıyorlar. Bu işlerle uğraşan bir cemiyetleri de var. Golç (Goltz) ve İmhor Paşalar da burada üyedirler. Fikrimce böyle bir durum karşısında biz istiklalimizi kaybeder, bir Alman sömürgesi oluruz. Halkımıza ziraat, sanayi ve sanat vs. öğretmek için Alman göçmenlerine memleketin

59 Süleyman Kocabaş, a.g.e., s.75.

48 kapılarını açmaya ne lüzum var ? Almanya'ya çok miktarda genç gönderelim, oradan da çok miktarda Öğretmen ve usta getirelim maksada kâfi gelir. Göçmen getirilmesi çok tehlikeli bir çığır olur. Enver: 'Biz silah vermezsek onlar nereden silahlanacaklar ?' / Ben: Ermeni'leri biz mi silahlandırdık ? Onların silahlandıklarını bile zamanında haber alamadık. Almanlar ise, Ermenilerden yüz kere becerikli ve girişken insanlar olduğu gibi, arkalarında Almanya gibi bir de devletleri bulunacaktır. Üstelik, Alman Erkân-ı Harbisi memleketimizde bile yüksek mevkileri işgal etmektedirler." Konuşmanın devam eden bölümünde Enver, fikirlerinin bir taslaktan ibaret olduğunu, bunun kendi aralarında "gizli" kalmasını söylemiş. Karabekir, konuşmanın yorumunu şöyle yapıyor: "Enver'in yanından çıktıktan sonra şu Almanların Enver Paşa'ya neler yaptırmak istediklerini uzun uzun düşündüm ve ne kadar zeki ve bilgili ve ne kadar vatansever olursa olsun, görgü ile olgunlaşmamış insanların ne kadar zararlı bir şey olduğunu gözlerimle gördüm." Görgü tanığı Karabekir'in yazdıklarına göre, Goltz'la Bağdat'a giderlerken, yaveri Restof’a boş araziyi göstererek şunları söylemiştir: "Bakınız bakınız ! Buralarda kimse yok. Bizim Almanya'da üst üste canımız çıkıyor; Türkler buraları boş tutuyor." Karabekir, bunları yorumlarken Almanya'nın Rusya ile Türkiye üzerindeki emelleri konusunda "aynı amaç" üzerinde olduklarını, Rusya'nın "işgal" le gerçekleştirmek istediğini, Almanların "sulh yolu", "muhlisanehulul" la gerçekleşmeye çalıştıklarını yazar. 60

Enver ve Talat Paşaların Ruslarla savaşmamak için gönderdikleri tekliflere ret cevabı alınması üzerine gizli bir anlaşma yapılan Almanların savaş gemilerinin Türkiye’ye gelmesi ve daha sonra da alelacele Rus limanlarını bombalaması üzerine Rusya Türkiye’ye savaş ilan etmiştir. II. Nikola bu sebeple halka yaptığı hitabında “Bu savaşın Karadeniz sahillerinde atalar tarafından vasiyet edilen tarihi emellerin gerçekleştirilmesine imkân vereceğini” ifade eder ve Rusların İstanbul üzerindeki haklarını hatırlatıp harbin esas hedefini belirler. Türkiye’ye karşı savaş Rus halkı arasında büyük heyecan uyandırır, tarihi Türk düşmanlığı canlanır ve artık Ayasofya’ya haç dikmenin vaktinin geldiği kararına varılmış bunun için bir yardım sandığı kurulmuştur. İngiltere ise bir yandan Basra’daki petrol kuyularını korumayı,

60 Kazım Karabekir, Cihan Harbi’ne Neden girdik? Nasıl Girdik? Nasıl İdare Ettik?, C:II, Tecelli Mat., İstanbul, 1937, s.279-280.

49 bir yandan Hindistan’da bir Müslüman ayaklanmasını engellemeyi bir yandan da Türkiye’ye başarılı bir askeri darbe ile Doğu’daki itibarını yükseltmeyi düşünmektedir. “Türk'lerin Edirne’den çıkarılmasını, İstanbul’un da Türk'lerin elinden alınarak ‘uluslararası şehir’ haline getirilmesini” istemiş ve “Türk’ün Avrupa’dan atılması, geldiği yere sürülmesi”61 için kadeh kaldırmıştır.

Almanların, I. Dünya Savaşı sırasında da Türkiye'ye yönelik politikaları aynen devam etmiştir. Osmanlı Hükumetinin aleyhine gördüğü hususları ortadan kaldırma girişimlerine dahi karşı çıkmışlardır. Yıllardan beri, "Osmanlı Devleti'nin kalkınmasını önleyen ayak bağı" olarak nitelendirilen Kapitülasyonların kaldırılması girişimine tepki göstermeleri de bu doğrultudadır. 9 Eylül 1914 tarihinde Osmanlı Devleti, Kapitülasyonları ve ardından Paris (1856) ve Berlin (1878) Antlaşmaları'nın iptalini ilan etmiştir. Kapitülasyonların kaldırılmasına ise en çok itiraz eden müttefikimiz Almanya Devleti'nin büyük elçisi olmuştur.62 "Almanya'nın büyük elçisi tarafından Kapitülasyonların ilgasına (ortadan kaldırmak) -diğer devletlerden çok- itiraz edilmiş olması şayan-ı hayret ve ibrettir. O devlet harbi kazanmış olsaydı - ittifakın mükafatı olarak- ne türlü dümenler çevireceğini -mümkün mertebe geleceği görenler- tahmin etmişlerdir."63 "Kapitülasyonların kaldırılması sırasında Almanların aldıkları vaziyet dahi hoşa gitmemişti. Devletimizin gelişmesine büyük bir engel olan ve bağımsızlığımızla telifi mümkün olmayan Kapitülasyonların yürürlükten kaldırılması 9 Eylül 1914'de kabul edildi. Bu karar 10 Eylül 1914 sabahı gazetelerde ilan edilmiş ve herkes şenlik yapmıştı. Esasen bizim harbe girmemizi veya girecek gibi vaziyet almamızı icap ettiren en önemli sebeplerden biri bu meseleydi. Seferberlik ilanından sonra ilk yapacağımız hareket bu idi. Bu hareket üzerine yabancı devletler ardı ardına protestoya başladılar. Ne yazık ki, müttefikimiz Almanya dahi bu umumi protestodan geri kalmamıştı. İttifak Antlaşması'ndaki

61 Micheal Llewelly Smith, Anadolu’nun Üzerindeki Göz, Çev: H. İnal, Hürriyet Yayınlar, İstanbul, 1978,s.22. 62 Ali Fuat Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1951, s. 115’ten aktaran, Süleyman Kocabaş, a.g.e., s.79. 63 Mahmut Kemal İnal, Son Sadrazamlar, C; IV, Dergah Yy., İstanbul, 1982, s. 1897’den aktaran Süleyman Kocabaş, a.g.e., s.79.

50 açıklığa rağmen protestosunu yapmıştı."64 "Yalnız gariptir ki, düşman saydığımız devletler, bu teşebbüsümüzü (Kapitülasyonların kaldırılması) pek hafif bir protesto ile geçiştirdikleri halde, bizimle müttefik olmaya çalışan Almanya kıyametler koparmıştır. Alman Büyük elçisi, böyle bir adımı kendisine danışmadan atmamıza çok kızdığını belli etmiş ve şunları söylemişti: 'İtilaf Devletleri, bu cüretten dolayı Türkiye'yi cezalandırmak için Çanakkale Boğazı'nı zorlarlarsa biz parmağımızı bile oynatmayacağız.' Büyük elçi araya vasıtalar koyarak, İtilaf Devletleri büyük elçilerini ortaklaşa bir protesto hareketi yapmaya teşvik etmiş, fakat aldıran olmamıştı."65 Alman Büyük elçisi Wangenheim, Kapitülasyonları kaldırma kararının geri alınması için Maliye Bakanı Mehmet Cavit Bey'in makamına çıkmış, Cavit Bey'in hatıralarında anlattığına göre görüşme sırasında şunlar cereyan etmişti: "10 Eylül 1914 Çarşamba: Wangenheim geldi. Tabiat dışı delirmiş bir hal ve vaziyet içindeydi. Kendimi kudurmuş bir köpek karşısında zannettim. Söz söyleyemiyor, konuşmuyor, sanki havlıyordu. Uzun tartışmalarımız iki saat sürdü. O sesini yükselttikçe ben sükun ve huzur ile cevap verdim. Fakat hiçbir sözü ve tehdidini cevapsız bırakmadım. Alman taraftarları bu sahneleri görmeli idiler. Alman Büyük elçisi'ni kızdıran Osmanlı Hükumetinin Kapitülasyonları bir tebliğle kaldırması idi. Wangenheim bu kararı, kendisine danışmadan aldığımızdan, müttefik olduğumuz için, böyle bir şey yapmaya hakkımız olmadığından bağırıp çağırıyordu. Yarın İngiliz ve Fransızlardan bize harp ilan edip Boğaz'ı zorlarlarsa, bize hiçbir surette yardım etmeyeceklerinden bahsediyordu. Boğazların da mukavemet edemeyeceğini söylüyordu. Bu kararın Berlin'de çok fena tesir yaptığından, hatta ittifakın bile bozulacağından dem vuruyordu. Kendisinin yarın Askeri Islah Heyeti'ni de alıp gideceği tehdidini de savurdu. Bugün öğleden sonra, bütün büyük elçileri toplayıp, Türkiye'nin kararını müşterek bir nota ile protesto edeceklerini, hatta Rusya ile Almanya birleşip Türkiye'nin aleyhine sulh yapabileceklerini ve bu suretle Türkiye'nin Kapitülasyonları kaldırılması kararının, harbin devamını durdurmasına dahi sebep olacağını söyledi."66 Ruslar, Almanlara Bağdat demir yolu konusunda olur

64 Ali İhsan Sabis, Harp Hatıralarım, C: I, Güneş Mat., Ankara, 1951, s. 198’den aktaran Süleyman Kocabaş, Alman Kapanı, s.79. 65 Ahmet Emin Yalman, Yakın Tarihte Gördüklerim Geçirdiklerim, C:I, Rey Yv., İstanbul, 1972, s.277. 66 Şevket Süreyya Aydemir, Enver Paşa, C: II, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1971, s. 547-548..

51 vermiş ve kendilerinin de Kuzey İran’da demir yolu yapması konusunda mutabık kalmıştı. İngilizlerin demir yollarının devamında gemilerle taşımayı sağlaması üzerine anlaşmışlar, Fransız-Alman anlaşmaları gereği ise Mezopotamya Araplarını ayaklandırıp bağımsız bir Arap devleti kurmayı amaçlamışlardır. Rusya, İngiltere ve Almanya arasında çekişmeler olsa bile Osmanlının tasfiyesi konusunda oybirliği olduğu gözlemlenebilecektir. Fransa’yı Alman saldırısına karşı korumak, Belçika’nın tarafsızlığını sürdürmek ve Alman İmparatorluğu’nu “demokratikleştirmek” için başlayan savaş aslında Afrika, Asya ve Güney denizlerinde, Mezopotamya, Suriye ve Çanakkale’de sürmektedir, yani Osmanlı İmparatorluğu ve çevresinde. Osmanlı işte bu nedenlerle Birinci Dünya Savaşının dışında kalamamıştır. Savaş doğrudan Osmanlıya yöneliktir, dışında kalması ihtimaller arasında bulunmamaktadır. Savaşın en önemli sonucu Osmanlının tasfiyesidir, İstanbul’un işgali ise bu tasfiyenin tanımlanması açısından önemli bir girişimdir.

I. Dünya Savaşı devam ederken, Berlin-Bağdat demir yolunun yapımı da sürmektedir. 1916’da tamamlanan Bahçe tüneli ile en büyük güçlüklerden biri de atlatılmıştır. Diğer Batılı yöneticiler tarafından bu büyük bir tehlike olarak görülmekte, Almanların bu demir yolu ile Berlin’den Bağdat’a kadar büyük bir devlete dönüşeceği gözüyle bakılmaktadır. Almanlar tarafından eğitilen Türk ordusunun Türklere değil Almanlara hizmet ettiği ve İstanbul limanında demirli duran Alman savaş gemilerinin toplarının, Türk yöneticilerine emirlerin Berlin’den alınacağını hatırlattığı düşünülmektedir.67 İlerleyen zamanlarda General Ludendorf, 8 Haziran 1917'de Alman Askeri Heyeti Başkanı Liman von Sanders'e çektiği telgrafta, "Şimdiki Doğu politikamız, hiç şüphesiz harpten sonra da devam edecektir"68 diyecek ve müttefik olan Almanların da yardımseverlikleri konusunda uyandırdıkları şüpheleri destekleyecekti. "Ya Almanlar harbi kazansaydı, o bitik halimizle ne olacaktık? Bir gün Harekat Şube Müdürü İsmet Bey (sonra paşa - İnönü) kendisi ile çalışan bir Alman yüksek subayına dedi ki: 'Canım siz kalabalıksınız; sanayicisiniz. Belçika da öyle. Onu kendinize mi katacaksınız? Yahut aynı haldeki Avrupa memleketlerini mi? Zaferden sonra kazancınız ne olacak?'

67 Edward Mead Earle, Bağdat Demir yolu Savaşı, s.319 68 Jehuda L. Wallach, s. 220’den aktaran Süleyman Kocabaş, Alman Kapanı, s.84

52 Subay, kendi aralarında sık sık bu konu üzerinde konuşmayı âdet (gelenek) etmiş olacaklar ki, ağzından kaçıverir: 'Die Türkei ". "Bir devletin (Osmanlı Devleti) batışı günlerinde idik. Duyun-u Umumiye İngiliz Dainler Vekili Sir Adam Black, 1914'de harbe girmemiz üzerine İstanbul'dan ayrılacağı zaman şöyle demişti: 'Eğer Almanya kazanırsa, siz de Alman kolonisi olacaksınız. Eğer İngiltere kazanırsa mahvoldunuz." 69 Harbi kazanmaları halinde Almanların Türkiye'de neler yapacakları konusunda Mustafa Kemal de görüş belirtmiş, şunları söylemişti: "Memleket kamilen bizim elimizden çıkacak, bir Alman müstemlekesi haline girmiş olacaktı."70 İsmet İnönü'nün konuyla ilgili yazdıkları da gayet nettir: "Almanlar, istedikleri ölçüde kesin bir zafer kazansaydılar, onlardan kurtuluş kolay olmayacaktı. Açıkça görülüyor ki, Türkiye'ye gitmek için gelmemişlerdi."71

İngiltere ve Fransa’nın 1915 yılı başında Çanakkale’yi geçmek istedikleri günlerde, Boğazların ve İstanbul’un elden gideceğinden endişelenen Rusya harekete geçti. Müttefikleri üzerindeki baskılarıyla Rusya, 4 Mart-10 Nisan 1915 tarihleri arasında beş haftalık bir süre içinde, İngiltere ve Fransa ile yazışmalar yoluyla haberleşerek, bir metne dayanmayan antlaşmalar demetini ortaya çıkarmayı başarmıştır. İstanbul üzerinde farklı planları bulunsa da Fransa, İngiltere ve Rusya savaşın zorlu koşulları nedeniyle bir anlaşma zemini üzerinde buluşurlar. Uzun müzakereler ve diplomatik yazışmalardan sonra Rusya-İngiltere ve Fransa arasında 12 Mart 1915 tarihinde kesinleşen bir gizli anlaşma (Konstantinople Anlaşması) yapılmıştır. Buna göre: İngiltere ve Fransa, İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile, Marmara Denizi’nin batı kıyıları, Midye-Enez çizgisine kadar Batı Trakya, İstanbul Boğazı’nın doğu kısmı, İzmit Körfezi’nin bir kısmı ile Marmara Denizi’ndeki adaların Rusya’ya verilmesini kabul ediyorlardı. İmroz ve Bozcaada konusunda da Rusya’ya danışılmadan herhangi bir karar almayacaklarını taahhüt ediyorlardı. Ruslar da, İngiltere’nin Asya Türkiyesi’ndeki özel haklarını, ayrıca Osmanlı hakimiyetinden ayrılacak Arap ülkelerinin istiklâllerini tanıyacaklarını, Fransızların İskenderun Körfezi ve

69 Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Sena Mat., İstanbul, 1980, s. 123-127. 70 Ali Fuat Cebesoy, Birüssebi-Gazze Meydan Muharebeleri ve XX. Kolordu, Askeri Matbaa, İstanbul, 1938, s. 33,’ten aktaran Süleyman Kocabaş, Alman Kapanı, s.85. 71 Sabahattin Selek, İnönü'nün Hatıraları, Burçak Yy., Ankara, 1968, s. 244’ten aktaran Süleyman Kocabaş, Alman Kapanı, s.85

53 ’a kadar Kilikya dahil olmak üzere Suriye’yi ilhak etmesini kabul edeceğini bildiriyordu. Anadolu’da ve başka yerlerde de İngiliz ve Fransızların istekleri kabul olmuştur. Zaten o sıralarda İngiliz ve Fransız donanmaları Çanakkale Boğazını zorlamaya uğraşmakta; İngilizler yakında İstanbul’u işgal edeceklerini ve böylelikle Boğazlara Rusların değil kendilerinin gireceğini planlamaktadır, çıkmak gibi de pek bir niyetleri yoktur. Bu anlaşma aşağıdaki diplomatik yazışmalardan meydana gelmiştir:

İSTANBUL ANLAŞMASI72

1 - Rus Çarlığı Dış işleri Bakanlığının Petrograd'daki İngiliz ve Fransız büyük elçilerine 19 Şubat - 4 Mart 1915 tarihli (Aide -Mémoire) muhtırası.

Son olayların gelişmesi Majesteleri İmparator Nikola'yı İstanbul meselesi ve Boğazlar meselesini Rusya'nın geleneksel arzularına göre kat'î olarak halletmek üzere düşünmeye sevk etmiştir.

Eğer İstanbul şehri, Boğazın batı yakası, Marmara denizi, Çanakkale Boğazı ve Enez-Midye hattına kadar Güney Trakya Rus imparatorluğuna katılmazsa her çözüm şekli uygunsuz ve tehlikeli olacaktır. Aynen ve stratejik lüzum bakımından Boğazlar, Sakarya nehri ve İzmit körfezinde tespit edilecek bir nokta arasındaki Asya kıyısı ve Marmara denizi adaları İmroz ve Bozcaada imparatoruna ilhak edilmelidir.

Fransa ve İngiltere'nin yukarıda sözü geçen bölgedeki özel menfaatlerine dikkatle saygı gösterilecektir. İmparatorluk Hükumeti yukarıdaki mülahazaların iki müttefik hükumet tarafından sempati ile karşılanacağı ümidini izhar eder. Sözü geçen hükumetler Osmanlı imparatorluğunun diğer bölgeleriyle veya başka yerlerle ilgili olarak hazırlayacakları planların gerçekleştirilmesi hususunda İmparatorluk hükumetinden aynı anlayışı göreceklerinden emin olabilirler.

2 - Rus Hükumetine 27 Şubat - 12 Mart 1915 tarihli İngiliz (Aide Mémoire) ı muhtırası.

Savaşa devam edilmesi ve başarılı bir şekilde sona erdirilmesi şartıyla ve ilgili Rus muhtırasında bildirildiği üzere İngiltere ve Fransa'nın Osmanlı İmparatorluğunda veya başka yerdeki arzulan gerçekleştiği takdirde, Majestelerinin hükumeti İstanbul ve Boğazlara müteallik olup metni. Ekselans Bazano tarafından 19 Şubat - 14 Mart'da Britanya Majestesinin Büyük elçisine tevdi edilen Rus hükumetinin muhtırasını kabul edecektir.

3 - Rus Hükumetine 27 Şubat - 12 Mart 1915 tarihli İngiliz Memorandumu

Majestelerinin Büyük elçisi bu Büyük elçiliğin 27 Şubat - 12 Marta İmparatorluk hükumetine vermekle şeref duyduğu muhtıra ile ilgili olmak üzere aşağıdaki gözlemleri yapmak hususunda talimat almıştır. İmparatorluk hükumeti tarafından 19 Şubat - 4 Mart 1915 tarihli (Aide Mémoire) muhtıralarında yapılan talep Bay Sazanof tarafından muhtemelen birkaç hafta önce belirtilen isteği önemli ölçüde aşmaktadır. Majesteleri hükumeti kesin barış hükümlerine göre başka yerde kendi isteği ne olabileceğini düşünmeye vakit bulamadan önce Rusya bütün savaşın en zengin ganaimi olan husus hakkında arzularının yerine getirileceği hususunda kesin söz istemektedir. Bu duruma göre Sir E. Grey. Sazanof'un, yukarıda sözü geçen (Aide - Mémoire) muhtıra hükümlerinde belirtildiği üzere dostluğun daha büyük bir delilini vermenin Majesteleri

72 Prof. Dr. Yılmaz Altuğ, Türk İnkılap Tarihi, Çağlayan Kitabevi, İstanbul, s329-334.

54 hükumetinin iktidarında olmadığını anlayacağını ümit eder. Bu belge Majesteleri hükumetinin geleneksel siyasetinden tam bir geri dönmeyi göstermektedir ve İngiltere'de bir zamanlar evrensel bir şekilde sahip olunan fikirler ve hislerle doğrudan doğruya muhalefet halindedir ve bunlar hâlâ sönmüş değillerdir. Bundan ötürüdür ki, Sir Edward Grey İmparatorluk hükumetinin, Bay Sazanof'a verilen son genel teminatların samimi ve tam bir surette yerine getirildiklerini tasdik edeceğine inanır. (Aide - Mémoire) muhtırayı şimdi sunarken Majestelerinin hükumeti Rusya ile Büyük Britanya arasında bir devamlı dostluğun teklif edilen bölüşme gerçekleşir gerçekleşmez sağlanacağına inanır ve bunu ümit eder.

Bu İngiliz (Aide - Mémoire) muhtırasından Majesteleri hükumetinin taleplerini, dünyanın diğer kısımlarındaki İngiliz menfaatleri için ne kadar önemli olurlarsa olsunlar, 19 Şubat - 4 Mart 1915 tarihli Rus (Aide -Mémoire) muhtırasında belirtilen topraklar üzerinde Rus kontrolünü ihlâl edecek hiçbir şartı ihtiva etmeyecekleri anlaşılmak gerekir.

İstanbul'un daima Güney - Doğu Avrupa ve Küçük Asya için bir ticaret antreposu olarak kalacağı vakıası göz önüne alınarak Majesteleri hükumeti Rusya'nın buraya sahip olduğu zaman, Rus toprakları dışındaki yerlere giden ve bu yerlerden gelen transit mallar için bir serbest liman düzenlemesini talep edecektir. Majesteleri hükumeti Bay Sazanofun daha önce vaat ettiği üzere Boğazlardan geçen ticaret gemileri için serbestlik olmasını talep edecektir.

Majesteleri hükumetinin halen Çanakkale Boğazında giriştiği bahri ve askerî harekât müttefiklerin ortak gayesinde hizmet ederlerse de, ne kadar başarılı olurlarsa olsunlar şimdi bu ameliyelerin barışın nihaî hükümleri bakımından Majesteleri hükumetine faydalı olamayacakları anlaşılmaktadır. Eğer savaş başarılı olursa sadece Rusya bu harekâtın doğrudan meyvelerini toplayacaktır. Bu bakımdan Majestelerinin hükumetinin fikrince Rusya müttefiklerle, makûl şartlarla işbirliği teklif edebilecek olan hiçbir Devletin yoluna güçlükler çıkarmamalıdır. Boğazlardaki harekâta iştirâk edebilecek gibi gözüken yegâne Devlet Yunanistan'dır. Amiral Cardan Bahriye Bakanlığından (Admiralty) daha fazla destroyer istemiştir. Fakat Bakanlığın elinde hiç fazla destroyer yoktur. Eğer sağlanabilirse bir Yunan filotillasının yardımı Majesteleri hükumetine paha biçilmez değerde olacaktır.

Majesteleri hükumetinin Çanakkale boğazında harekâta girişmesinin esas gayelerinden biri tarafsız Balkan devletlerini müttefiklere katılmaya ikna idi. Majesteleri hükumeti, Rusya'nın, Bulgaristan ve Romanya'nın Boğazlar ve İstanbul'un Rusya elinde olmasının kendi lehlerine olmayacağı yolundaki endişelerini yatıştırmak için elinden geleni yapacağını ümit eder. Majesteleri hükumeti bu ki devletin işbirliğini onlar için cazip bir hale getirmek için Rusya'nın elinden gelen her şeyi yapacağım da ümit eder.

Sir E. Grey, şimdi Asya Türkiye'sinde Fransa ve İngiltere'nin gelecek menfaatleri hususundaki bütün sorunu dikkate almanın aşikâr bir surette gerçekleşeceğine işaret etmektedir ve Majesteleri hükumetinin Osmanlı İmparatorluğu hakkındaki isteklerini formüle ederken Fransız hükumeti ile birlikte Rus hükumetine de danışılmasını istemektedir. Mamafih Rusya'nın savaş sonunda İstanbul'u alacağı anlaşılır anlaşılmaz Sir E. Grey derhal Majesteleri hükumetinin Müslüman kutsal yerlerle Arabistan'ın her halde bağımsız Müslüman yönetim altında kalacağını müzakereler sonucunda kararlaştırdığını beyan edecektir.

Müttefikler Balkan devletlerine ve bilhassa Bulgaristan ve Romanya sınırlarına bitişik bulunup elde etmeyi arzu ettikleri topraklar hakkında tatmin edici bazı teminat verecek bir hale gelinceye kadar ve kesin barış hükümleri için de Fransız ve İngiliz istekleri hususunda anlaşılmaya varılacağı daha ileri döneme dek Sir Grey Rus, Fransız ve İngiliz hükumetleri arasında varılan anlaşmanın gizli tutulmasının çok arzu edilir olduğuna işaret etmektedir.

4 - Petrograd'daki Fransız Büyük elçisinden Rus Dış işleri Başkanlığına Yollanan 1 - 14 Mart 1915 Tarihli Yazı.

İmparator hazretlerine, Fransız hükumetinin Türkiye'ye zorla kabul ettirilecek barış şartlarını inceledikten sonra Suriye'yi İskenderun körfezi ve Toros dağı silsilesine kadar Çukurova ile birlikte ilhak etmek istediğini bildirirseniz ekselansınıza minnettar olacağım. Hükumetime, imparatorluk hükumetinin muvafakatini gecikmeksizin bildirmekle mutlu olacağım.

5 - Rus Dış işleri Bakanı Yardımcısından Rus Dış işleri Bakanına 2 - 15 Mart 1915 Tarihli Yazı

55

Fransız büyük elçisi bana Suriye'nin "Filistin"' ihtiva ettiği fikrinde olduğunu söyledi. Ona Kudüs'te bağımsız bir vali bulunduğunu hatırlatmayı faydalı gördüm.

6 - Rus Dış işleri Bakanından Paris'teki Rus Büyük elçisine 3-16 Mart Tarihli Yazı

Genel Karargâha gelmesinden sonra Fransız büyük elçisi bana Delcasse'nin telgrafının Suriye ve Çukurova'nın Fransa tarafından ilhakı için Rusya'nın muvafakatini isteyen muhteviyatım haber verdi. Paleologue, fikrince Fransız hükumetinin Suriye'den bahsederken Filistin'e de atıf yaptığını beyan etmektedir. Mamafih bu telgrafta Filistinden bahis olmadığından Büyük elçinin izahatının gerçekten Fransız hükumetinin görüşüne uyup uymadığını araştırmak icap etmektedir. Bu mesele bize önemli gözükmektedir. Zira eğer İmparatorluk hükumeti Fransa'nın Suriye ve Çukurova'ya ait taleplerini geniş bir şekilde karşılamaya hazırlanacaksa kutsal yerlerin buraya girip girmediği meselesini çok dikkatle incelemesi gerekmektedir.

7 - Rus Dış işleri Bakanından Paris'teki Rus Büyük elçisine 5-18 Mart 1915 Tarihli Yazı

23 Şubatta (8 Mart 1915) Fransa büyük elçisi bana hükumeti adına Fransa'nın İstanbul'a ve Boğazlara ait isteklerimizin gerçekleşmesini en hayır hane şekilde mütalaaya hazır olduğunu beyan etti, bunu size 937 numaralı telgrafımla izah ettim ve M. Delcasse'ye minnettarlığımı bildirmeye sizi memur ettim. Sizinle bu ilk görüşmelerde M. Delcasse bize birçok kere Fransa'nın sempatisine güvenebileceğimizi temin etti ve sadece daha önce belirtilen yönde kendisi daha resmî teminat vermeden itiraz edeceğinden korktuğu İngiltere'ye açıklanması üzerinde durdu.

Şimdi, bugün, İngiliz hükumeti bize yazı ile bizim tarafımızdan tespit edilen sınırlar içinde Boğazların ve İstanbul'un Rusya tarafından ilhakı konutunda tam mutabakatını bildirmiştir; sadece iktisadî menfaatleri bakımından bir kaydı ihtirazı de bulunmuş ve İngiltere'nin diğer bölgelerdeki siyasî emelleri hakkında bizden aynı şekilde bir hayır hane davranış talep etmiştir. Şahsen bana taalluk ettiği nispette Delcasse'dan alınan teminat Delcasse'nin bana telkin ettiği tam itimat bakımından geniş bir surette kâfidir. Fakat İmparatorluk hükumeti Fransız hükumetinin arzularımızın tam gerçekleşmesine rızası hususunda da İngiliz hükumetininkiler gibi daha sarih beyanlarda bulunmasını arzu etmektedir.

8 - Rus Dış işleri Bakanından Londra'daki Rus Büyük elçisine 7 - 20 Mart 1915 Tarihli Yazı

Buradaki İngiltere Elçiliğinin 12 Mart tarihli memorandumuna atfen lütfen Grey'e Büyük Britanya'nın Boğazlar ve İstanbul meselesini Rusya'nın arzularını tatmin eden bir çözüme tam bir kati muvafakatinden ötürü İmparatorluk hükumetinin derin minnettarlığım bildiriniz. İmparatorluk hükumeti İngiliz hükumetinin hislerini tamamen takdir eder ve karşılıklı menfaatlarının samimi tanınmaları Rusya ile Büyük Britanya arasındaki dostluğu ebediyen garanti edeceğine kani bulunduğunu beyan eder.

Boğazlarda ve İstanbul'da ticarî rejime saygı gösterileceğine dair teminatlar almış olan İmparatorluk hükumeti: 1) Rusya'dan ihraç edilmeyen ve Rusya'ya yollanmayan bütün mallar için serbest transitin, 2) Boğazlardan ticaret gemilerinin serbest geçişinin tesisine muvafakatini teyit etmekte bir mahzur görmemektedir.

Müttefikler tarafından teşebbüs edilen Çanakkale Boğazının zaptını kolaylaştırmak için İmparatorluk hükumeti makul şartlarla yardımları Büyük Britanya ve Fransa için faydalı görülen devletlerin müdahalelerini temin etmeye gayret sarf edecektir.

İmparatorluk hükumeti Müslüman Mukaddes Yerlerinin bağımsız bir Müslüman hükumetine tâbi olması hususundaki İngiliz hükumetinin görüşünü tamamıyla paylaşır. Bu yerlerin Sultan, Halife unvanını muhafaza ederek Türkiye'nin bağımsız bir Müslüman hükumete tâbi olması hususunun bağımsız devletler yaratmak mı düşünüldüğünün bir an önce açıklanması İmparatorluk hükumetinin bu konuda tam bilgi sahibi olarak görüşlerini hazırlaması için gereklidir. Kendi bakımından İmparatorluk hükumeti halifeliğin Türkiye'den ayrılmasını arzu etmektedir. Her halde hacca gitme hürriyeti tamamen muhafaza edilmelidir.

56

İmparatorluk hükumeti İran tarafsız bölgesinin İngiliz nüfuz bölgesine ithaline muvafakatini teyit eder. Mamafih aynı zamanda İmparatorluk hükumeti İsfahan ve Yazd şehirleriyle onları çevreleyen ve onlarla bir bütün teşkil eden kasabaların Rusya'nın oradaki menfaatleri sebebiyle Rusya'ya ayrılmasının hakkaniyete uygun olacağı görüşündedir. Halen Rus ve Afgan sınırları arasında kama gibi bir çıkıntı teşkil eden ve Rus sınırına Zülfikar’da değen tarafsız bölge de Rus nüfuz bölgesine ithal edilmelidir.

Tarafsız bölgede demir yolu yapımı İmparatorluk hükumeti için çok ehemmiyetli ve başka dostça müzakereleri icap ettirecek bir mesele teşkil etmektedir.

İmparatorluk hükumeti gelecekte bu surette sınırlanan nüfuz bölgesinde tam hareket serbestîsinin tanınmasını ve bilhassa burada tercihan malî ve ekonomik siyasetini geliştirme hakkından istifade etmeyi bekler.

Nihayet İmparatorluk hükumeti, aynı zamanda Rusya'ya bitişik Kuzey Afganistan meselesinin geçen yılki müzakereleri sırasında konu hakkında imparatorluk hükumetinin i. har ettiği isteklere uygun olarak çözümlenmesini arzu eder.

9 - Petrograd'taki Fransız Elçisinden Rus Dış işleri Bakanına 28 Mart - 10 Nisan 1915 Tarihli Yazı

Fransız Cumhuriyeti Hükumeti, Bay Isvolcky tarafından Bay Delasse'ye geçen 6 Martta verilen İstanbul ve Boğazlara dair muhtıraya, Rus muhtırasında (aide - Mémoire) yazılı olduğu üzere, Zafere kadar savaşa devam ve Fransa ve Büyük Britanya'nın Doğu da ve diğer yerlerde planlarını gerçekleştirmek şartıyla muvafakatini bildirir.

İtilâf devletleri, İtalya’yı müttefik olarak yanlarında savaşa sokmak amacıyla, 26 Nisan 1915’de Londra’da yapılan antlaşmalarla Osmanlı Devleti topraklarından pay verdiler. Buna göre; İtalya’ya Antalya havalisi verildi ve İtalya 20 Mayıs 1915’te Avusturya’ya savaş ilân etti. Çanakkale savaşlarının yoğunlaştığı günlerde ise, yani Ağustos 1915’te Almanya ve Osmanlı Devleti’ne savaş açtı. Bu antlaşma ile müttefikleri, İtalya’nın Trablusgarp’i ve 12 Ada’yı ilhak etmesini de kabul ettiklerini açıklamışlardı. İtilaf kuvvetleri, İtalya'yı uzun süredir ittifak antlaşmaları ile bağlı bulunduğu Almanya ve Avusturya - Macaristan'dan koparıp kendi yanlarında savaşa sokmak için Osmanlı İmparatorluğu üzerinde bazı toprak taleplerini kabul etmek zorunda kalmışlardı. Bu bakımdan imza ile birlikte yürürlüğe giren gizli Londra Anlaşması imzalanmıştı.

MÜTTEFİKLERLE İTALYA ARASINDA 26 NİSAN 1915 TARİHLİ GİZLİ LONDRA ANLAŞMASI73

73 Prof. Dr. Yılmaz Altuğ, , Türk İnkılap Tarihi, s335. Anlaşmanın bütünü için Great Britain, Parliamentary Paper, 1920, Mise. No. 7. Cmd. 671.

57 Anlaşmanın Osmanlı ile ilgili maddeleri şöyledir:

Madde 8. İtalya halen işgalinde bulunan 12 ada üzerinde tam egemenlik alacaktır.

Madde 9. Genel olarak. Fransa. Büyük Britanya ve Rusya İtalya'nın Akdeniz'de kuvvet dengesinin muhafazası ile ilgili olduğunu tanırlar ve Türkiye'nin Asya'da tam veya kısmî taksiminde İtalya, Antalya vilâyetine bitişik Akdeniz bölgesinde âdil bir hisse alacaktır. İtalya daha önce aktedilmiş bir İtalyan - İngiliz sözleşmesinin konusunu teşkil ettiği üzere Antalya vilâyetinde haklar ve menfaatler iktisap etmiştir, ilerde İtalya'ya tahsis edilecek bölgenin sınırları, Fransa ve İngiltere'nin mevcut menfaatleri dikkate alınarak tespit edilecektir.

Türk İmparatorluğunun toprak bütünlüğü muhafaza edildiği ve devletlerin menfaat bölgelerinde değişiklik yapıldığı halde İtalya'nın menfaatleri dikkate alınacaktır.

Eğer savaş sırasında Fransa, Büyük Britanya ve Rusya Türkiye'nin Asya'daki topraklarından herhangi birini işgal ederlerse, Antalya vilâyetine bitişik Akdeniz bölgesi yukarıda gösterilen sınırlar içinde İtalya'ya geri verilecek ve İtalya'nın burayı işgale hakkı olacaktır.

Madde 10. Lozan Andlaşmasına göre halen Sultana ait bulunan Libya daki bütün hakları ve imtiyazları İtalya'ya devredilecektir,

Madde 11. İtalya, Fransa, Büyük Britanya ve Rusya'nın yaptıkları Arabistan'ın ve Müslüman Mukaddes yerlerinin bir bağımsız Arap Devleti nin otoritesi altına koyulacağı yolunda yaptıkları deklarasyona katıldığım beyan eder.

Madde 13. Fransa ve Büyük Britanya'nın Afrika'da sömürge topraklarını Almanya'nın aleyhine artırdıkları halde bu iki devlet İtalya'nın bilhassa Eritre, Somali ve Libya'daki İtalyan sömürgelerinin sınırlarına ait meselelerin hallinde âdil bir tâviz talep edebileceğini prensip olarak kabul ederler.

Madde 16. Anlaşma gizli tutulacaktır.

1914’te Mekke Şerifi’nin oğlu Abdullah İngiltere’nin Mısır ve Sudan’daki Valisi olan Herbert Kitchener ile görüşmüş ve Türkler’in Hicaz’a karşı hareketlenmesi durumunda İngiliz desteği alıp alamayacaklarını görüşmüştür. Net bir cevap alamamıştır. 1914’te daha Türkiye savaşa girmeden artık Savaş Bakanı olmuş olan Kitchener bu defa eğer Türkler Almanların tarafında savaşa girerse Arapların kendilerini destekleyip desteklemeyeceklerini sorar. Abdullah’tan yanıt “..eğer Türklere karşı İngiltere bizi destekleme garantisi verirse biz de İngiltere’yi destekleriz” şeklinde gelir. Osmanlı Almanya’nın tarafında savaşa girer ve Kitchener onaylayarak şunu içeren bir cevap yollar: “Bunun sonucunda belki de doğru ırk olan Araplar Halifeliği Mekke ve Medine’ye geçirir ve olan biten bu kadar kötülükten tanrının yardımıyla böyle önemli bir iyilik çıkar.”74 1914 Kasımında Osmanlı cihat çağrısı yaptığında Mekke Emiri Hüseyin’in de yardıma gelmesini bekler. Ancak bu

74 Paris, Timothy J. (2003). Britain, the Hashemites and Arab Rule, 1920-1925: The Sherifian Solution. London: Routledge., s.22-23’den aktaran (Çevrimiçi) http://en.wikipedia.org/wiki/Damascus_Protocol, 10 Haziran 2007

58 çağrıdan sonra Al-Fatat ve Al-Ahd gibi gizli örgütler Mekke’de şerifle bağlantıya geçip yardımcı olabileceklerini onları destekleyeceklerini söyleyerek ayaklanma yapmaya ikna ederler. O sıralarda Hüseyin’in en büyük oğlu Ali de babasının indirilip yerine Şerifilerin Muttalip kolundan Haşimi Ali Haydar’ın geçirileceğini duyar.75 Diğer oğlu Faysal’ı bunu teyit için İstanbul’a yollar ve dönüş yolunda da Şam’a uğrayıp daha önceden tanışmış olduğu Al-Fatat ve Al-Ahd gibi gizli örgütlerle bağlantı kurmasını söyler. O sırada abisi Abdullah’ın yaptığı İngiltere ile karşılıklı desteği öngören Şam Protokolünü öğrenir. Ardından ayaklanmalar için hazırlıklara başlanır ve Emir Hüseyin Mısır Valisi Henry McMahon ile bağlantıya geçer. Haberleşmelerin sonucunda Hüseyin-McMahon Deklarasyonu olarak bilinen aşağıdaki anlaşma ortaya çıkar Sir Henry McMahon (1862-1949), İngiltere’nin Mısır Valisi, 1915-16 yıllarında Mekke Şerifi Hüseyin Bin Ali ile anlaşıldığı gibi, İngiliz Hükumeti onun Halife ve Arap Dünyasının lideri olmasını destekleyeceği sözünü vermiştir.:

Hüseyin-McMahon Deklarasyonu McMahon Mektubu (Özet)76 24 Ekim 1915

29 Şevval 1333 tarihli mektubunuzu keyifle aldım ve dostluk ve samimiyet ifadeleriniz bana en yüksek tatmini sağladı. Son mektubumdan sınırlar ile ilgili sorularınızı soğukluk ve tereddüt ile karşılamış olduğuma dair izlenime kapılmanızdan pişmanlık duydum, öyle bir şey yoktu, sadece sorun henüz o kadar detaylı bir şekilde tartışılabilir aşamaya gelmemiş gibi geliyordu.

Yine de son mektubunuzdan bu sorunu elzem ve acil önemde bulduğunuzu fark ettim. Bu nedenle Büyük Britanya Hükumetini mektubunuzun içeriğinden haberdar etmekte hiç zaman kaybetmedim ve şu anda da büyük keyifle onların adına aşağıdaki tatmin olacağınızı düşündüğüm maddeleri iletiyorum:

Mersin ve İskenderiye şehirleri ve Suriye’nin Şam, Homs, Hama ve Halep şehirlerinin batısına doğru kalan yerler tamamıyla Arap denilemeyeceğinden talep ettiğiniz sınırlardan çıkarılmalı.

Yukarıdaki değişiklik ile ve Arap liderleri ile ilgili varolan anlaşmalarımıza ters düşmeyecek şekilde sınırlarınızı kabul ediyoruz.

Büyük Britanya’nın müttefiki Fransa’nın çıkarları zararına olmayacağı şekilde hareket etme özgürlüğü olan bu sınırlar dahilinde, Büyük Britnaya Hükumeti adına aşağıdaki garantileri veriyor, aktarıyor ve mektubunuzu cevaplıyorum:

(1) Yukarıdaki değişiklikleri dikkate alarak Büyük Britanya Arapların Mekke Şerifi tarafından

75 British Imperial Connexions to the Arab National Movement, 1912-1914, (Çevrimiçi) http://net.lib.byu.edu/~rdh7/wwi/1914m/arabetuk.html, 10 Haziran 2007 76 The Israel-Arab Reader, (3rd Ed.) edited, Walter Laqueur, Bantam Books, 1976.’den aktaran (Çevrimiçi) http://net.lib.byu.edu/~rdh7/wwi/1916/mcmahon.html, 10 Haziran 2007

59 talep edilen alanlar dahilinde bağımsızlığını tanımaya ve desteklemeye hazırdır.

(2) Büyük Britanya Kutsal Yerleri tüm dış saldırılara karşı korunmasını garanti edecek ve saygınlığını tanıyacaktır.

(3) Koşullar izin verdiğinde, Büyük Britanya Araplara tavsiyelerini verecek ve o çeşitli bölgelere en uygun görünen yönetim şeklini sağlamalarında yardım edecektir.

(4) Diğer taraftan, anlaşılmaktadır ki Araplar sadece Büyük Britanya’nın tavsiye ve yönlendirmesini istemeye karar vermiştir, ve sağlıklı yapıda bir yönetimin kurulmasında ihtiyaç duyulabilecek Avrupalı danışman ve memurlar sadece İngiliz olacaktır.

(5) Bağdat ve Basra vilayetlerine gelince, Araplar bu bölgelerin dış saldırılara karşı yerel halkların iyiliğini korumak ve ortak ekonomik yararlarımızı garantiye almak için Büyük Britanya’nın buradaki oturmuş pozisyonları ve çıkarları gereği gerekli gördüğü özel yönetimsel düzenlemeleri yapmasını tanıyacaktır.

İkna olmaktayım ki bu deklarasyon sizi Büyük Britanya’nın dostu gördüğü Arapların isteklerine karşı sempatisinden şüphe etme ihtimalinizi ortadan kaldıracak ve en yakın sonucunun Türk'lerin Arap ülkelerinden çıkarılması ve Arap insanlarının uzun yıllardır üzerlerine ağır bir şekilde bastırılmış olan Türk boyunduruğundan kurtarılması olacağı sağlam ve uzun süreli bir ittifak ile sonuçlanacaktır.

Bu mektupta kendimi daha elzem ve önemli sorunlarla ilgilenmekle sınırladığımdan eğer bahsetmeyi atladığım herhangi başka konular varsa onları gelecekte daha uygun bir zamanda tartışabiliriz.

Varolan üzücü savaş nedeniyle oluşan zorluklar ve tehlikelere rağmen sizin yönlendirmelerinizdeki netlik ve düzenlemelerinizdeki mükemmellik sayesinde Kutsal Kilimin ve eşlik eden hediyelerin güvenli bir şekilde herhangi bir sorun ya da talihsizlik olmadan ulaştığını büyük bir rahatlama ve tatminle öğrendim. Tanrı bir an önce uzun süreli barış ve tüm milletlere özgürlük getirsin.

Bu mektubu size güvenilir ve mükemmel elçiniz Şeyh Muhammed bin Arif bin Urafyan ile gönderiyorum ve o sizi ilgili, ancak daha az elzem değerde, bu mektupta bahsetmediğim çeşitli konularda da haberdar edecektir

Saygılar İmza A. HENRY MCMAHON.

Osmanlı cihat ilan ederken Kavm-i Necip (seçkin kavim) olarak gördükleri Arapların onları desteklemeyeceğini aklına getirmemiştir. Birinci Dünya Savaşı'nda Türk ordusu Halep'ten çekilirken Halep sokaklarında, ev balkonlarında İngiliz ve Fransızların oyunlarına kanan Arapların Fransız askerlerini Fransız bayraklarıyla karşılayacağını düşünmemiştir. Orta Doğu bölgesinde faaliyetler yürüten Gertrude Bell, Captain Shakespeare ve Thomas Edward Lawrence gibi İngiliz Gizli Servisi'nin önemli elemanları, Arap coğrafyasında Arap milliyetçiliklerini körükler, Arapların önderlerini para ile satın alarak onların Osmanlı Devleti'ne karşı ayaklanmalarını temin ederler.

60 "Teşkilât-ı Mahsusa da Araplara para verir. Ancak, İngilizler kadar doyurmayı ve kandırmayı başaramaz. Sonunda Lawrens'in kışkırtıcı milliyetçiliğine esir olan Araplar, İslâm'ın kaynaştırıcılığı propagandasını yürüten, İngilizlere cihat ilân eden Osmanlı'ya karşı tutum alırlar. Lawrens'in altınla satın aldığı, derleyip toparladığı Araplar, bütün yarımadada Osmanlı askerlerini ve Teşkilât-ı Mahsusa ajanlarını tek tek avlarlar. Onları arkadan vururlar."77 Zaten Araplar 1-2 yıl içinde kandırıldıklarını McMahon Filistin’in hiçbir zaman özgürleştirilecek alana dahil olmadığını beyan edip ona uygun davranırken Hüseyin’in ise yazışmalardan Filistin’in de dahil olduğunu düşünmesi ile anlayacaklardı.78

Şekil 10 (üst): Mekke Emiri Hüseyin (Ürdün parası üzerinde resmedildiği hali ile)

Şekil 10 (sağ): Oğlu Faysal ise 1919 yılında Paris'te ekibi ile, arkasındaki sırada sağdan ikinci "Arabistan'lı" Lawrence.

1915 baharında Rusya’ya İstanbul vaat edilmiştir, İtalya, Fransa ve İngiltere de eşit paylar alacaktır. 1915 sonbaharı ve 1916 baharında da yeni görüşmeler ile alınacak paylar daha kesin bir biçimde belirtilir. 26 Nisan 1916’da, Rusya ve Fransa, Asya Türkiye'sindeki toprak iddialarını tespit eden Sazonov – Paleologue gizli anlaşmasını imzalar. Rus Dış işleri Bakanı Sergei Dmitrievich Sazonov ile Fransa’nın Rusya Büyük elçisi Maurice Paléologue arasında yapılan bu anlaşmaya göre Trabzon,

77 Tuncay ÖZKAN, Bir Gizli Servisin Tarihi - MİT, Babil Kitaplığı, İstanbul, 1997, s.44-45. 78 Deborah J. Gerner, One Land, Two Peoples: The Conflict Over Palestine, 1994 s. 28’den aktaran (Çevrimiçi) http://www.israelipalestinianprocon.org, 10 Haziran 2007

61 Erzurum, Bitlis ve Van illeri Rusya’ya bırakılacaktır. Bu bölgede çok zengin maden ve petrol yatakları bulunduğu gibi Rusya’ya İstanbul yolunu daha iyi açmakta ve Karadeniz’i bir Rus gölü haline getirmektedir. Anlaşmanın imzalandığı günlerde Ruslar, kendilerine ayrılmış Türk topraklarına girmeye başlarlar. Fransızlar da Rusya’ya bırakılan toprakların güneyinde büyük haklar elde etmiştir ancak kesinleştirmek için İngiltere ile görüşmesi gerekmektedir. Mayıs 1916’da yapılan bu anlaşma ile Osmanlı İmparatorluğu’nun bütün bölüşülecek bölgelerindeki İngiliz ve Fransız siyasi ve iktisadi hakları belirlenecektir. Bu anlaşma ile Fransızlar Yakındoğu’da elde etmek istedikleri her şeyi alırlar. Bunlar arasında dini çıkarlar, Suriye’nin ipek üretimi, Çukurova pamuğu, Ergani bakır madenleri ve Bağdat demir yolunun bir bölümü bulunmaktadır.79

İngiltere Hükumeti Mısır Genel Valisi McMahon’un Mekke Emiri Hüseyin’le kurduğu münasebet ve sağlanan mutabakattan sonra, Osmanlı Devleti üzerindeki İngiliz ve Fransız menfaatlerinin görüşülmesini istemiştir. İngiltere adına Sir Mark Sykes ile Fransa adına Charles François Georges Picot arasında yapılan görüşmeler sonunda, Şubat 1916’da Arap vilayetlerinin paylaşılması konusunda bir antlaşmaya varıldı. Mart 1916’da İngiliz ve Fransız temsilciler Rusya’ya giderek, Rus Dış işleri Bakanı Sazonov’la görüşmeler yaptılar. Bu görüşmeler sonunda Rusya da bu antlaşmaya dahil oldu ve “Sykes-Picot” antlaşması imzalandı. Bu antlaşma; esas itibarıyla, Osmanlı Devleti’nin Asya’daki topraklarının paylaşılmasını öngörüyordu. Buna göre; antlaşmaya taraf olan Rusya Erzurum, Van, Bitlis vilayetleri ile Güneydoğu Anadolu’nun bir kısmını, İngiltere Mezopotamya’nın tamamı ile, bütün Akka ve Hayfa limanlarını, Fransa’da Suriye kıyıları, Kilikya bölgesini, Harput ve havalisini alacaklardı. İngiliz ve Fransız nüfuz bölgelerinde bir Arap devleti veya konfederasyonu kurulacak, Filistin milletlerarası bir idareye tabi tutulacaktı. İngiltere, Fransa ve Rusya kendi aralarındaki bu antlaşmayı Eylül 1916’da İtalya’ya bildirmişlerdi. Bunun üzerine İtalyan Hükumeti, kendilerine daha önce bırakılmış olan toprakların Fransa’nın payına düşenden daha az olduğunu ileri sürerek İzmir ve ’in de nüfuz bölgesi olarak verilmesini istediler. İtalya’nın bu isteğine Ruslar,

79 Edward Mead Earle, Bağdat Demir yolu Savaşı, s.321

62 İzmir’i ele geçiren İtalya’nın karadan ve denizden Çanakkale Boğazı’nı kontrol edeceği endişesiyle karşı çıktılar. İngiltere de İzmir’in İtalyanlara verilmesini istemiyordu. Fransızlar da Mersin’in İtalyanlara verilmesini uygun görmüyorlardı. Anlaşmanın karşılıklı yazışmalardan oluşan metni şöyledir:

ÜÇLÜ SYKES - PICOT ANLAŞMASI80

1- Sir Edward Grey'den Paul Cambon’a 15 Mayıs 1916 Tarihli Nota.

Ekselansınızın 9 Mayıs tarihli Arap devletleri kurulmasına dair notasına diğer bir nota ile tamamen cevap vermekle şeref duyacağım fakat bu ara bu notada tespit edilmiş şartlarla tamamen Fransız olan veya Fransız menfaatlerinin üstün tanındığı bölgelerde mevcut İngiliz imtiyazlarının, seyrüsefer veya kalkınma haklarının ve bütün İngiliz dinî. eğitim ve tıbbî müesseselerinin haklarının saklı tutulacağı Ekselansınızca temin edildiği takdirde minnettar kalacağım.

Majestelerin hükumeti şüphesiz İngiliz bölgesine dair mütekabil bir teminat vermeye hazırdır.

2- Grey'den Cambon'a 16 Mayıs 1916 Tarihli Nota

Ekselansınızın 9 Mayıs tarihli Fransız hükumetinin müstakbel bir Arap devletinin veya Devletler konfederasyonunun ve Fransız menfaatlerinin üstün olduğu Suriye'nin bazı kısımlarının sınırlarını Londra ve Petrograd'da konu üzerindeki son müzakerelerden çıkan bazı şartlarla birlikte kabul ettiğini bildiren notasını almakla şeref duydum.

Ekselânsınıza bildirmekle şeref duyarım ki şimdiki haliyle bütün projenin kabulü halinde büyük İngiliz menfaatlerinden feragat edilmesi icap edecektir. Fakat Majesteleri hükumeti Türkiye'de daha müsait bir dâhilî siyasî durum yaratmanın müttefiklerin genel gayelerinin lehine olduğunu takdir eder. Bunun için Arapların işbirliği sağlanması ve Arapların şartları yerine getirerek Humus. Hama. Şam ve Halep şehirlerini elde etmeleri suretiyle bugünkü anlaşmayı kabule hazırdır. Fransız ve Büyük Britanya hükumetleri arasında şu hususlar kararlaştırılmıştır.

1 - Fransa ve Büyük Britanya bir bağımsız Arap devletini veya bir Arap devletleri konfederasyonunu ekli haritadaki (bunu koymuyoruz) (A) ve (B) işaretli bölgelerde bir Arap şefin hâkimiyeti altında tanımaya ve himayeye daha sonra 25 - 30 Ağustos 1916 tarihli Cambon-Crewe yazışmalarında bu "himaye" sözcüğü "destekleme"ye dönüşmüştür. (A) bölgesinde Fransa, (B) bölgelerinde Büyük Britanya teşebbüs hakkı ve mahalli ödünçler bakımlarından üstünlüğe sahip olacaklardır. (A) bölgesinde Fransa; (B) bölgesinde Büyük Britanya tek başlarına Arap devletinin veya Arap devletleri konfederasyonunun talebi üzerine uzmanlar veya yabancı memurlar temin edeceklerdir.

2 - Mavi bölgede Fransa ve Kırmızı bölgede Büyük Britanya arzu ettikleri ve Arap devleti veya Arap devletleri konfederasyonu ile anlaşacaklarını düşündükleri doğrudan doğruya veya dolaylı yönetim veya kontrolü tesise müsaade olunacaklardır.

3 - Kahverengi bölgede, şekli Rusya ile ve daha sonra diğer müttefiklerle ve Mekke Şerifinin temsilcileri ile istişareden sonra kararlaştırılacak bir milletler arası yönetim kurulacaktır.

4 - Büyük Britanya'ya (1) Hayfa ve Akka limanları (2) (A) bölgesindeki Dicle ve Fırat'tan (B) bölgesi için bir su ihtiyati garantisi verilecektir.

Majesteleri hükumeti, kendi bakımından daha önce Fransız hükumetinin muvafakatini almadan

80 Prof. Dr. Yılmaz Altuğ, Türk İnkılap Tarihi, s337-341.

63 Kıbrıs'ı bir üçüncü devlete terk etme hususunda müzakerelere girmemeyi taahhüt eder.

5- İskenderun, Britanya İmparatorluğunun ticareti için bir serbest liman olacak ve liman resimleri veya kolaylıklar bakımından İngiliz gemilerine ve İngiliz mallarına ayırım yapılmayarak, İngiliz mallarının İskenderun'dan ve demir yolu ile mavi bölgeden transit geçme serbestîsi, bu mallar kırmızı bölge veya (B) bölgesi için veya (A) bölgesi için yollanmış veya menşeleri buralarda bulunmuş olsun, olacaktır. Ve herhangi bir demir yolu üzerinde İngiliz mallarına doğrudan doğruya veya dolaylı ayırım yapılmayacağı gibi sözü geçen bölgelere hizmet eden bütün limanlardaki İngiliz mallarına veya gemilerine de ayırım yapılmayacaktır.

Hayfa da Fransa, dominyonları ve himayesindeki ülkeler ticareti bakımından bir serbest liman olacak ve liman resimleri ve kolaylıklar bakımından Fransız gemilerine ve Fransız mallarına ayırım yapılmayacaktır. Fransız mallan bu inallar mavi bölge, (A) bölgesi veya (B) bölgesi için yollanmış veya menşeleri buralarda bulunmuş olsun Hayfa' dan kahverengi bölgede İngiliz demir yolundan Fransız mallarına karşı her hangi bir demir yolu üzerinde doğrudan doğruya veya dolaylı ayırım yapılmayacağı gibi sözü geçen bölgelerde hizmet eden bütün limanlardaki Fransız mallarına veya gemilerine ayırım yapılmayacaktır.

6 - (A) bölgesinde Bağdad demir yolu Musul'dan güneşe ve (B) bölgesinde Samarra'dan kuzeye uzatılmayacaktır. Uzatılma. Bağdad' ı Haleb'e bağlayan bir demir yolu Fırat vadisinde tamamlanmadıkça yapılmayacak, ancak her iki hükumetin anlaşması ile olacaktır. 7 - Büyük Britanya Hayfa'ya (B) bölgesi ile birleştiren bir demir yolu inşa, yönetme ve tek sahibi olma hakkını haizdir ve bu hattan her zaman asker nakli hususunda daimî bir hakkı bulunacaktır. İki hükumet, bu demir yolunun Bağdad'ın Hayta ile demir yolu ile bağlantısını kolaylaştırmak için yapıldığında anlaşmışlardır ve yine eğer mühendislik güçlükleri ve gerekli masraf kahverengi bölgede bu bağlantı sağlayan hat tasarısının gerçekleştirilmesini elverişsiz kılarsa Fransız hükumeti bahis konusu hattın (B) bölgesine varmadan önce Banias - Keis Marib - Salkhad Tell Ots da - Mesmie çok kenarından (poligon) geçebileceğini mütalaaya hazır olacaktır.

8 - Yirmi yıllık bir süre için mevcut Türk Gümrük tarifeleri mavi ve kırmızı bölgelerde ve (A) ve (B) bölgelerinde aynı kalacak ve ad valorem'den özel nisbetlere geçiş veya nisbetler de artış olacak iki Devletin anlaşmaları ile olacaktır.

Yukarda zikredilen bölgeler arasında iç gümrük engelleri olmayacaktır. Dâhile yollanan mallar üzerinde gümrükler giriş limanında topla nacak ve gideceği bölgedeki idareye teslim edilecektir.

9 - Fransız hükumeti. Majesteleri hükumetinin daha önce rızası olmadan hiçbir zaman mavi bölgedeki haklarını üçüncü bir devlete devri için müzakerelere girişmeyecek ve bunları Arap devleti veya Arap devletleri konfederasyonu dışında hiçbir üçüncü devlete devretmeyecektir. Majesteleri hükumeti de Fransız hükumetine kırmızı bölge için aynı taahhütte bulunur.

10 - İngiliz ve Fransız hükumetleri Arap devletlerinin hamileri olarak (bu Arap devletinin hamileri olarak ibaresi 1916 Ağustosunda Fransa'nın isteği üzerine metinden çıkarıldı.) Arap yarımadasında kendileri arazi iktisap etmeyeceklerini veya üçüncü bir devletin Kızıldeniz'in Doğu sahilinde veya adalarda bir deniz üssü kurmasına müsaade etmeyeceğini kararlaştıracaklardır. Bu mamafih son Türk tecavüzü sonucunda Aden sınırında gerekli değişikliğin yapılmasını engellemeyecektir.

11 - Araplarla Arap devletinin veya Arap devletleri konfederasyonunun sınırlarına dair müzakerelere aynı yollarla iki devlet adına devam edilecektir.

12 - Arap ülkelerine ithal edilecek silâhların kontrolüne ait tedbirler her iki hükumetçe alınacaktır. Bildirmekle şeref duyarım ki Anlaşmayı tamamlamak üzere Majesteleri hükumetinin Rus hükumetine bu hükumetle Ekselansınızın hükumeti arasında geçen 26 Nisanda teati edilen notalara benzer notalar teati etmeyi teklif etmiştir. Bu notaların suretleri teati edilir edilmez Ekselansınıza tevdi edilecektir.

Majesteleri hükumeti Japon hükumetinin şimdi akdedilen anlaşmadan haberdar edilmesini

64 dikkate alır.

3 - Sir Edward Grey'den Londra'daki Rus Elçisi Kont Beneckendorf'a 10 – 23 Mayıs 1916 Tarihli Nota.

Londra"daki Fransız elçisinden Rus ve Fransız hükumetleri arasında 26 Nisan da teati edilen notaların kopyalarım aldım. Bu notalarla ekselansınızın hükumeti, bazı şartlar altında. Arapların işbirliği sağlanması şartıyla bir Arap devleti veya bir Arap devletleri konfederasyonu kurulmasına ve Suriye Çukurova (Kilikya) ve Mezopotamya'nın taksimine müteallik anlaşmayı tanımaktadır.

Majesteleri hükumeti Ekselansınız hükumetinin bu anlaşmada tespit edilen sınırlarla mutabık olmasını memnunlukla karşıladığını ve Ekselansınıza Majesteleri hükumetinin kendileri bakımından anlaşmayı tamamlamak üzere Rus hükumeti tarafından formüle edilen ve Fransız hükumeti tarafından, 26 Nisan da Petrograd'da teati edilen notalarda kabul edilen şartları kabule hazırlandığını bildirmekle şeref duyarım.

Rusya ile Büyük Britanya'nın ilişkilerini doğrudan doğruya ilgilendiren anlaşmanın aşağıdaki hükümlerinin ekselansınızın hükumeti tarafından kabulünü bildirmeye davete şeref duyarım.

1 - Rusya, Erzurum, Trabzon. Van ve Bitlis bölgelerini daha sonra Karadeniz kıyısında Trabzon'un batısında tespit edilecek noktaya kadar ilhak edecektir.

2 - Van ve Bitlis' in güneyinde Muş ve Siirt arasında Fırat vadisi Cezire Ben-Ömer-Amadiyenin etrafındaki dağların zirvelerinden geçen çizgi ve Merga Van bölgesi Rusya' ya terk edilecektir. Ve Merga Van bölgesinden başlayarak Arap devleti sınırı şimdi Osmanlı İran ülkelerini ayıran dağların zirvelerinden geçecektir.

Bu sınırlar genel olarak tespit edilmiştir ve sonra yerinde toplanacak sınır tespit komisyonu tarafından teferruat değişikliklerine tâbi olacaktır.

3 - Rus hükumeti, Rusya'ya terk edilen Osmanlı topraklarının her yerinde Osmanlı hükumetince İngiliz vatandaşlarına verilen bütün imtiyazların saklı tutulacağını taahhüt eder. Eğer Rus hükumeti daha bu gibi imtiyazların Rus İmparatorluğu yasaları ile ahenkleştirmek için değiştirmek arzu ederse bu değişiklik ancak İngiliz hükumeti ile anlaşarak yapılabilecektir.

4 - Bu suretle Rusya'ya terk edilen Osmanlı toprakları üzerinde mevcut bütün İngiliz seyrüsefer ve inkişaf haklan ve bütün İngiliz dini tedris veya tıbbî müesseselerinin hakları ve imtiyazları saklı tutulacaktır. Majesteleri hükumeti, kendilerinin bakımından bu anlaşma şartlarına göre tamamıyla İngiliz olan veya İngiliz menfaatlerinin üstün tanındığı bölgelerde benzer Rus hakları ve imtiyazlarını saklı tutmayı taahhüt eder.

5 - İki hükumet prensip bakımından Osmanlı İmparatorluğunun herhangi bir parçasını ilhak eden her devletin Osmanlı borçları idaresine iştirake davet edileceğini kabul ederler.

4 - Grey'den Benckendoff'a 10 – 22 Ekim 1916 Tarihli Nota

Ekselansınızın 1 Ekim tarihli Arapların işbirliği sağlanması şartıyla bir Arap devleti veya bir Arap devletleri konfederasyonu kurulmasına ve Suriye, Çukurova (Kilikya) Mezopotamya'nın taksimine dair anlaşmaya müteallik notasına cevap olarak Majesteleri hükumetinin Anlaşmanın 4. maddesinin sonunda formüle ettiği imparatorluk hükumetinin Karadeniz’deki (Grand Cabotage) büyük kabotaj hakkına dair ihtirazı kaydı ve Çarlık hükumetinin bu suretle meselenin daha sonra ilgili tarafların hükümleri tarafından bir dosta incelenmeye tâbi olması hususunda izhar ettiği isteği gördüğümü bildirmekle şeref duyarım.

Paylaşım tamamıyla iktisadi ve siyasi çıkarlar ile belirlenmektedir, bilinen hiçbir coğrafya, etnografya, dil ve ırk kanununa göre yapılmamıştır. İngiltere İran’a kadar Güney Mezopotamya’yı kontrol altına alacaktır. Filistin önce uluslararası bir statüye

65 kavuşacak sonra da burada bir Yahudi devleti kurulacaktır. Mezopotamya pamuğu Manchester fabrikalarını, Mezopotamya petrolü de donanmanın gemilerini besleyecektir. Filistin’de kurulacak bu yeni devlet ise, Türkiye’nin Süveyş kanalına uzanmasını önleyecektir.

Şekil 11: Sykes-Picot antlaşması ile ortaya çıkan görünüm

Tüm bunların arasında İtalyanların tutkularını tatmin için ise bir şeyler yapılmalıdır. Amerika’nın savaşa katılmasından önceki sene İtilaf savaşın kutsal amaçlarından bahsederken bir yandan da paylaştıkları topraklara eşit olarak İtalya’ya ne verebileceklerini planlamaktadır. Böylelikle 1917 Nisanında St. Jean de Marienne

66 Anlaşması doğuyordu. Bununla da İtalya İzmir dâhil güney ve güneybatıya hâkim olacak ve Ege ticaretini ele geçirip, eski Venedik ticaretini canlandırma fırsatı bulacaktır. Sykes-Picot Antlaşması’nın İtalya tarafından öğrenilmesinden sonra; İtalya, İtilâf devletlerinin kendi aralarında imzaladıkları gizli antlaşmaların kendisine açıklanmasını istedi. 1915’te Londra’da imzalanan antlaşmaya açıklık getirmek ve İtalya’nın kendi yanlarında savaşa devam etmesini teşvik etmek amacıyla, İtilâf devletleri bir toplantı yapmaya karar verdiler. İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya Başbakanları 19 Nisan 1917’de Saint Jean de Maurienne kasabasında, İtalya’nın Doğu Akdeniz’deki menfaatlerini görüşmeye başladılar. Görüşmeler safhasında temsilci göndermiş olan Rusya, ihtilâl çıkması sebebiyle, Başbakanlar düzeyinde yapılan bu toplantıya katılamamıştır. Yapılan görüşmelerden sonra, daha önceki İtalyan taleplerinin yanında İzmir ve civarının da İtalyanlara bırakılmasını İngiltere ve Fransa kabul etmişti. Ancak, antlaşmanın Ruslar tarafından da imzalanması kaydını getirmişlerdi. Fakat, Çarlık Rusya’sı ihtilâl sonucu yıkılınca, Saint Jean de Mauirienne antlaşması, taraflardan birinin imza koymaması yüzünden hükümsüz olarak kabul edilecektir. Nitekim, İngilizler bundan istifade ederek, savaş sonrası Paris’te toplanan barış konferansında İzmir ve civarının Yunanlılarca işgalini kararlaştıracaklardı. Anlaşma metni şöyledir:

ÜÇLÜ SAINT JEAN DE MAURIENNE ANLAŞMASI81

1 - Saint Jean de Maurienne'de 19 Nisan 1917'de Alınan Kararlar

Küçük Asya: Bay Ribot, Mersin ve Adana'nın İtalya'ya verilmesine itiraz etti, fakat İskenderun ve Hayfa*da olduğu gibi Mersin yönünde de iç ticaret kolaylıkları kabul edilmesini kabul etti. İtalyan bölgesi Mersin'in batısında tespit edilecek bir noktadan başlayacaktır.

Baron Sonnino Bay Balfoor'un haritasında İtalyan bölgesine dâhil bulunan her yerin İtalyan işgal bölgesine dâhil edilmesini istedi. Ayrıca İzmir vilâyetinin kuzey kısmının da dâhil edilmesini istedi. Bay Lloyd George ve Bay Ribot bu talebi hükumetlerine bildirmeye söz verdiler.

Diğer bölgelere daha önce yerleşen devletlerin menfaatlerine azami dikkat göstereceği kabul edildi, fakat menfaatleri bulunan devletler bunları siyasal eylem aracı yapmayacaklardır. Müzakereden sonra Lloyd George kabul edilen aşağıdaki teklifleri yaptı:

Barış yapıldığı zaman eğer Fransa, Büyük Britanya, İtalya ve Rusya arasında yapılmış anlaşmalara göre arzulanan toprakların tam veya kısmen bir veya birkaç devlete verilmemesi halinde bu devletlerin menfaatleri tekrar hakkaniyete uygun olarak ele alınacaktır.

81 Prof. Dr. Yılmaz Altuğ, Türk İnkılap Tarihi, s342.

67

Genel bir şekilde bakanlar yukarıdaki kararlan hükumetlerine bildirmeye söz verdiler. 2–18 Ağustos 1915'te Londra'da Kabul Edilen Anlaşma

Rusya'nın kabulü şartı ile:

1 - İtalyan hükumeti 9 ve 16 Mayıs 1916 tarihli Sykes-Picot anlaşmasının I ve 2. maddelerindeki hükümlerine katılır. Kendileri bakımından Büyük Britanya ve Fransa aynı yönetim ve menfaatler şartlariyle ekli haritada (bunu koymuyoruz) işaretli yeşil ve "C" bölgelerini İtalya'ya terk ederler.

2-İtalya, İzmir'i, Fransa, sömürgeleri ve himayesi altındaki ülkeler için serbest bir liman yapmayı taahhüt eder. İtalya, Fransa ve Büyük Britanya'nın İskenderun, Hayfa ve Akkâ limanlarında birbirlerine mütekabilen bahis konusu anlaşmaların 5. maddesine göre tanıdıkları aynı haklardan yararlanacaktır. Mersin, İtalya'nın sömürgelerinin ve himayesi altında ülkelerin bir serbest ticaret limanı olacak ve İtalyan bahriyesine veya mallarına karşı liman hakları bakımından farklı davranış ve avantaj tanınmayacaktır. İtalyan bölgesine giden ve gelen mallar için Mersin'den ve Adana vilâyetinden demir yolu ile serbest transit olacaktır. İtalyan bölgesine Çukurova kıyısındaki bütün limanlardan gidecek ve gelecek gemiler ve mallar aleyhine doğrudan veya dolaylı bir davranışta bulunmayacaktır.

3- 9 ve 16 Mayıs tarihli bahis konusu anlaşmaların 3. maddesinde zikredilen San bölgede (Sykes-Picot kahverengi bölgesinin aynı) milletler arası yönetimin şekli İtalya ile birlikte kararlaştırılacaktır.

4 - İtalya kendisi bakımından aynı anlaşmaların 4. maddesinde bulunan Hayfa ve Akkâ'ya ait hükümleri kabul eder.

5 - İtalya yeşil bölge ve (C) bölgesi bakımından Fransız - İtalyan anlaşmalarının mavi ve kırmızı bölgelerle "A" ve "B" bölgelerinde uygulanacak gümrük rejimine ait 8. maddesinin iki paragrafına katılır.

6 - Her devletin diğer devletlerce kontrol edilen bölgelerdeki menfaatlerinin çok dikkatli bir şekilde saygı göreceği, fakat devletlerin bunları siyasî amaçlarla kullanmayacakları kabul edilmiştir.

7 - Fransız - İngiliz anlaşmalarının Arap yarımadası ve Kızıl deniz’e ait 10, 11 ve 12. maddelerindeki hükümler İtalya'yı devlet sanki ilgili maddelerde Fransız ve İngiltere ile birlikte âkid taraf olarak zikredilmiş gibi bağlayacaktır.

8 - Eğer barışın akdinde Müttefik devletler arasında akdedilen anlaşmalardaki Osmanlı İmparatorluğunun bir parçasının her birine tahsisine dair avantajlar tamamen bahis konusu devletlerden birine veya daha fazlasına sağlanamazsa, Osmanlı İmparatorluğunun eyaletlerinde savaş dolayısıyla yapılacak değişikliklerde Akdenizde dengenin muhafazasına 26 Nisan 1915 tarihli Londra anlaşmasına göre âdil bir dikkat gözetileceği konusunda anlaşılmıştır.

9 - İşbu memorandumun içindeki görüşleri öğrenmesine müsaade etmek için Rus hükumetine tebliğine karar verilmiştir.

Bu anlaşmalarda eski model diplomasi yeni model iktisadi gelişme anlayışı ile iç içe olacaktır. Topraklar ve uluslar 100 yıl önceki gibi, Metternich tarzında, paylaşılırken siyasi iddiaların yerini iktisadi çıkarlar alacaktır. Paylaşılan yerlerin stratejik önemleri yanında petrol alanları, maden yatakları, demir yolları, limanlar ve hatta pamuk tarlaları daha çok ön planda olacaktır. Bu anlaşmalar, savaşın, Yakındoğu’daki hangi hedeflerin peşinde koşarak çıktığı konusunda şüpheye yer

68 bırakmamaktadırlar. Anlaşmalarının peşinde olan İngiltere Bağdat’a girince ardından yüzlerce memur su işleri ve ziraat daireleri kurmak için oraya gitmiş ve pamuk yetiştirmek için araştırmalara başlamıştır. Ardından hemen Bağdat-Basra arası demir yolu döşenecek ve böylelikle İstanbul, Basra’ya bağlanacak ve İngilizlerin kalıcı oldukları görülecektir. Almanlar bu durum karşısında bir Bağdat seferi niyetiyle Haydarpaşa limanın cephane yığsa da, malzemeler bir gece havaya uçacaktır. Bu sırada İngilizler Kudüs’e bir zafer alayı ile girecek ve modern haçlı ordusunun başarısı, kutsal yerlerinin Müslümanların elinden bir daha verilmemek üzere alınması nedeniyle, Alman Hıristiyan’ları da dâhil olarak tüm Hıristiyan dünyasında sevinçle karşılanacaktır. “Türkiye’yi mahvedinceye kadar savaşa devam etmeye” kararlı olan İngilizlerin Başbakanı Lloyd George, Yakındoğu’da eski Yunan ve Roma uygarlıklarını canlandırma düşü kurarken Lord Curzon da İstanbul’un Türklerden alınmasını ve Ayasofya’nın kilise yapılmasını önermektedir: “İstanbul, özellikle Doğu Dünyası’nın kozmopolit ve uluslararası bir şehridir. Ayasofya ki, 900 yıl önce bir Hıristiyan kilisesi idi, elbet eski durumuna getirilecektir.”82 Türk'leri Balkanlardan atma konusunda büyük ölçüde başarılı olan Batılı devletler, artık oyunun son perdesi olan İstanbul’u almak ve Anadolu’yu paylaşmak için XX. yy.’ın başlarında faaliyetlerini artırmışlardı. Osmanlı Devleti üzerinde yayılmacı emelleri olan dört büyük devlet “İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya”, ilk defa I. Dünya Savaşı’nda aynı ittifakın içinde yer almışlardı. Üstelik bölmek, parçalamak ve topraklarına sahip olmak istedikleri Osmanlı Devleti karşı ittifakta yer almış ve savaşa girmişti. İşte bu nedenle, I. Dünya Savaşı yıllarında “İtilâf devletleri”ni oluşturan İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya değişik tarihlerde bir araya gelerek Osmanlı Devleti’ni paylaşmayı amaçlayan projeleri ele almışlar ve bunları birer antlaşmaya dönüştürmüşlerdi. İtilâf Devletleri’nin Çanakkale Savaşlarını başlattığı günlerde, Yunan Başbakanı Venizelos, İngilizlere müracaat ederek “İzmir’in kendilerine verilmesi halinde”, devam etmekte olan Çanakkale Muharebeleri’ne Yunanistan’ın İtilâf Devletleri yanında katılacağını belirtti. İngiliz devlet adamları değil İzmir’i, kendi ellerinde bulunan Kıbrıs’ı bile vererek Yunanlıları kendi yanlarına çekmek istiyorlardı. Bu nedenle, Venizelos’un teklifini kabul ettiler.

82 Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, Birinci Kitap, İstanbul Matbaası, İstanbul, 1974, s.37

69 Ancak, Rusya olayı öğrendiğinde buna karşı çıktı. Kendisine verilecek olan İstanbul ve boğazların hemen yakınında, bu topraklar üzerinde tarihi emelleri olan Yunanistan’ın bulunmasını istemedi.

Şekil 12: Venizelos'un kafasındaki Yunanistan83 Siyah alan istedikleri topraklar, taralı alan ise Fransız çıkarları ile çakışan yerleri

İzmir’e yerleşen Yunanistan, Çanakkale Boğazı’nı karadan ve denizden kontrol altında tutabilirdi. Bu da Rus çıkarlarına uygun düşmezdi. Bu nedenle; Rusya’nın karşı çıkması ve Yunanistan’da Venizelos’un iktidardan düşmesiyle bu girişim sonuçsuz kaldı. Savaş sonrasında İngiltere İzmir ve havalisinin Yunanistan’a verilmesi konusunda Paris Barış Konferansı’nda yoğun bir çaba sarf etmiş ve müttefiki Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri idarecilerini ikna etmiş ve konferanstan İzmir ve civarının Yunanlılar tarafından işgal edilmesiyle ilgili bir karar çıkarmıştır.

Birinci Dünya Savaşı başladığında İngiltere, savaş sonrası için Osmanlı Devleti’nin Doğu Anadolu topraklarında bir Büyük Ermenistan devleti kurdurmak niyetindeydi.

83 New York Times, Current History 1919, (Çevrimiçi) http://en.wikipedia.org/wiki/Image:ParisPeace-Venizelos-Map.png, 22 Haziran 2007

70 Ancak Sykes-Picot görüşmeleri esnasında Rusya İngilizlere başvurarak “Doğu Anadolu’da Trabzon, Erzurum ve Van ile civarını Ermenilere veremeyeceğini, buraları kendisinin almak istediğini” söyledi. Bu nedenle İngiltere, Ermenistan devleti kurma konusunu bir süre ağzına almadı ve Ermenileri oyaladı. Diğer taraftan; Sykes-Picot antlaşmasıyla Irak’ı alacak olan İngiltere, Rusya ile sınır komşusu olacaktı. Halbuki Rusya ile sınır komşusu olmak İngiliz siyasetine aykırı idi. Bu nedenle İngiltere, kendisi ile Rusya arasında bir küçük Ermenistan devleti veya bir küçük Kürdistan devleti kurulması konusunu düşünmeye başladı. Bunun için de tıpkı Ermenileri yaptığı gibi Kürtleri de tahrike başladı. İngiltere’nin bu bölgede sık sık siyaset değiştirmesi üzerine; bu kez de Fransa devreye girerek, madem ki İngilizler Rusya ile sınır komşusu olmak istemiyor, o halde Ermenistan ve Kürdistan devletlerini kurma düşüncesinden vazgeçilmesi şartıyla Fransa’nın bu bölgeleri alabileceğini belirtmişti. Bunun üzerine İngiltere, bir kez daha Kürdistan ve Ermenistan kurulması fikrinden vazgeçti.

C - GİZLİ ANLAŞMALARIN BOZULMASI: RUSYA’DA DEVRİM

İmparatorluk Rusyası, Bağdat Demir yolu konusunda ortada idi, Osmanlı’nın yıkılması ve parçalanması için İngiltere ve Fransa ile birlikte düzenlemeler yapmıştır. Ancak İmparatorluk Rusyası’nda bir şeyler değişiyordu. Rus başkenti Petrograd şehri savaşın biriken acılarının yaklaşık on yıldır devam eden sokak karışıklıkları ve eylemlerine sahne oluyordu. III. Aleksandr’dan sonra tahta geçen oğlu II. Nikola imparatorluğu yönetmeye henüz hazır olmayan biriydi. Babasının ölümü sırasında zaten kargaşalar içinde olan ülkede huzur sağlanamamıştı. II. Nikola ne bu durumu görebilecek, ne de mevcut şartlara uygun hareket edebilecek yetide idi. Hem aydın

71 kesim hem de fabrika işçileri asilzade ve burjuvaların ileri gelenleri tarafından mücadeleye yöneltilen ve sevkedilen önemli bir kuvvet idi. Otokrasiye karşı ayaklanmaların başladığı ülkesinde Çar II. Nikola babası gibi mutlakiyet rejimini tam anlamıyla yaşamayı planlıyordu. Bir Alman prensesi ile evlenmiş gösterişli taç giyme töreninde düzen sağlanamadığı için meydana toplanan binlerce kişi ezilerek ölmüştü. Başa geçtikten hemen sonra Petersburg’taki fabrikalarda çalışan 30.000 işçi durumlarının iyileştirilmesi için grev yapmıştı. Böylelikle bir süredir yapılagelen sosyal-demokrat propagandanın etkileri ve gittikçe güçlenen sosyalist ve liberallerin konumları son Çarın mutlakiyet rejimini tam anlamıyla sürdürme isteğini, kendisinin meşrutiyet için kullandığı deyimle, “manasız bir hülya”ya dönüştürecekti.84 Rusya’da Marksizm Karl Marks’ın Kapital’inin 1872’de Rusça tercümesi çıktıktan sonra yayılmaya başlamıştı. Rus Sosyal-Demokrat partisinin kurucusu zengin bir çiftlik sahibinin oğlu olan Plekhanov olmuştu. Marksizm’in yayılması için Marks ve Engels’in eserlerini de çeviren Plekhanov II. Sosyalist Enternasyonel’de Rus sosyalistlerini temsil etmiştir. Çar hükumeti tarafından takip edildiğinden Avrupa’ya kaçmak durumunda kalan Plekhanov, hareketi oradan yönlendirmeye çalışmıştır. Rus sosyalistleri arasında ekonomik ıslahat ve çeşitli düzenlemeler ile işçi sınıfının durumunu iyileştirme taraftarları olunca sosyalist hareket ikiye bölünmüştü. Bu noktada devreye “ihtilalci hareketleri Rus ordusunda geliştirmek için” Alman hükumetinden milyonlarca mark ödenek alan uzunca süredir devam eden faaliyetleri nedeniyle Rusya’dan uzakta ihtilalin temellerini atan daha önce de abisi dolayısıyla ihtilalci faaliyetlere bulaştığından Üniversite’den atılan ve babasının çiftliğinde Marksist olan, ardından Hukuk fakültesini yine de dışarıdan sınavlara girerek bitiren ve Rus Sosyal Demokrat partisinin en mühim siması olarak önce Sibirya’ya sürülen sonra da Avrupa’ya gitme izni alan Vladimir İlyiç Ulyanov yani Lenin girmektedir. Plekhanov, Lenin ve Martov bu düzenlemeci iyileştirme taraftarı harekete karşı çıkmışlardı. Sosyalizmin radikal kanadına geçmişlerdi.

Rusya’da işçi kitlesi nüfusa oranla çok ufak bir yüzdeydi. O nedenle öyle büyük işçi sınıfı kitlelerinin hareketlenmesi gibi bir durum mevzu bahis değildi. İşçiler arasına

84 Akdes Nimet Kurat, Rusya Tarihi, s.365.

72 sosyalizmi yaymaya ve onları hükumete karşı ayaklandırmaya çalışanların çoğu işçilikle alakası olmayan, büyük bir kısmı asil ailelerin evlatları, “profesyonel ihtilalci”85 aydınlardı. Ülkenin içinde bulunduğu zor durumlar nedeniyle çiftçilerin bölük pörçük ufak tefek ayaklanmaları dışında çeşitli işçi ayaklanmaları görünür durumdaydı. Çarlık karşıtı hareketlere dönüşen bu ayaklanmalar gittikçe örgütlü ve kitlesel bir hale getirilmişti. Hatta donanma içerisinde bir gemide mevcut koşullardan rahatsız erler tarafından bir ayaklanma çıkacak hale gelmişti.86 Zaman zaman görülen ve bir şekilde etkili olsa da Çarlık Hükumetini deviremeyen çeşitli ihtilaller ve bu tür ayaklanmalar aynı zamanda Rus toplumunun büyük kısmını oluşturan Rus-olmayan milletlerin haklarını aramalarına da katkıda bulunmuştur. Rusya halkının %57’sini Rus-olmayan milletler (Ukraynalı ve Beyaz Ruslar dahil) oluşturuyordu. Bu milletlerin arasında milli hislerin güçlenmesi Rusya’nın varlığı için bir tehlike olacağından Çarlık Rus-olmayanları sürekli bir baskı altında tutmaya çabalıyordu. Özellikle Finlandiyalılar, Baltık eyaletleri halkı ve Lehlilerin baskılara boyun eğip Ruslaşmaya niyetleri yoktu. Onlar dışında Kazan Türk'leri başta olmak üzere, Rusya topraklarındaki Türkler ve Müslümanlar da kendi benliklerini koruma niyetindeydi. Türkler ve Müslümanların devlete karşı sorumlulukları herkes kadar ve daha fazla olsa da tanınan haklar ancak dinleri ile ilgili serbesti ile sınırlıydı. Belli başlı devlet memuriyetlerinde bulunmaya hakları yoktu. Kazan Türk'lerine ticari şirket kurmak ve Türkistan’da emlak sahibi olmak yasak idi. Buna rağmen Kazan Türkler ticarette ilerlemiş ve Azerbaycan Türk'leri petrol işletmeleri sayesinde önemli roller oynamaya başlamıştır. Tercüman gazetesi vasıtasıyla yayılan milli fikirler de Türkler arasında ilgi görmeye başlamıştı. Çarlık Rusyası Rus-olmayan milletlere karşı ilk tedbiri bir muhtariyet yönetimine sahip olan Finlandiya’dan bu hakkı alıp, orayı normal bir Rus eyaleti haline getirmekle göstermişlerdir. Leh kültürü ve geleneklerine karşı baskılar arttırılmış, Yahudilere karşı şiddet gösterilmeye başlanmış, binlercesi planlı bir şekilde öldürülmesi niyetiyle şiddetli Yahudi-karşıtı linç hareketleri olan “pogrom”lar düzenlenmiştir. Bu tür unsurlara karşı takip edilen bu siyaset doğal olarak tepki bulacaktı. Rus sosyalistlerinin de desteğini arkalarına alarak milli davalarını sürdürmek niyetiyle çalışmalar hızlanmıştı. Hele de Rusya’nın

85 Akdes Nimet Kurat, Rusya Tarihi, s. 375 86 Potemkin Zırhlısı

73 o dönemde küçük Japonya’ya boyun eğmesi, bu tür niyetleri yüreklendirmişti. İşçilerin durumu iyi değildi. Rus-olmayan milletler eziyet çekmekteydi. Bunları uyandıran, destekleyen ve körükleyen bir aydın kesimi mevcuttu. Her ufak olayda yüz binlerce işçi birden greve gidebiliyordu. 1905 yılı başında Petersburg’daki lokomotif fabrikasında dört işçi işten çıkarılmıştı. Buna karşılık önce tüm fabrika ardından çevredeki 150.000 işçi greve katılmıştı. Aslında işçiler Çarı “müşfik bir baba” olarak görüyor ve etrafındaki bakanlar ve komutanların Çarın halkın durumunu görmesini engellediğine inanmayı tercih ediyorlardı. O nedenle bir süre Çarın kullanmış olduğu işçilerin arasına sızan gizli ajanlarla “Çar durumunuzu görüyor, düzeltecek, ancak uslu durursanız” propagandası işe yaramıştı. Ancak bu son grevden sonra Çarın gerçekten onları dinlemesini talep etmek için toplanan ve ellerindeki Çar resimleri ve ilahiler eşliğinde adalet ümidiyle yürüyen yüz binlerce kişinin polis, jandarma ve asker tarafından ateşe tutulması durumu değiştirmişti. İşçiler isteklerini iletmek için geldikleri Çarın ortalığı kana boğarak cevap vermesini artık durumlarının düzeltilmesi yolunda Çarın bir şey yapmaya niyetli olmadığı şeklinde algılamışlardır. Bu “Kanlı Pazar”ın ardından tüm ülkede yarım milyona yakın işçi greve gitmiştir. Petersburg’da sıkı yönetim ilan edilmiştir. Birkaç uzun süreli grev daha, cephelerden gelen yenilgi haberleri ve ülkenin her yanında ve hatta Avrupa’nın çeşitli yerlerinde toplanan sosyalist meclisleri sonunda hükumeti düşürmüştü. Çar da mecbur edilerek, 1906’da meclisleri Duma kurulmuş ve meşruti monarşiye geçiş yaşanmıştı. İşçilerin de milletvekili seçme şansı bulunmaktaydı. Seçimi protesto eden Lenin ve kökten ihtilal taraftarı çoğunluk olan Bolşevikler seçime girmedi. Ama aralarında ufak tefek prensip farkları olsa da azınlıkta kaldıklarından Menşevikler denilen grup ve diğer sosyalistler katılmıştı. Duma daha sonra Çar tarafından dağıtılmış ve daha ılıman olması için temsil oranları değiştirilerek seçilen ikincisi de olmamış ve o da dağıtılmıştı. III. ve IV. Dumalarda oranlar Çarın isteklerine daha da yaklaştırıldığı için yasal sürelerini yaşayabilmişlerdi. İhtilallerin Rus-olmayan unsurlar için de yararları olmuştu. Finlandiya eski otonomisine kavuşmuştu. Ancak yine de Rusyanın parçası olarak kalmıştı. Çarlık hükumeti ve Rus milliyetçilerinin sürekli kin besledikleri Lehler tüm güçleri ile milli hareketleri için uğraşıyorlardı. Bu durum Çar hükumetinin sıkıyönetim ilan etmesine sebep olmuşsa da özgürlükçü hareketler ile bu sıkıyönetim

74 kaldırılmıştı. Ukrayna’da da milliyetçiler Rus yönetiminden kurtulabilmenin yollarını arıyordu. Avusturya-Macaristan’dan yardım istemişlerdi. Türk'lerin durumu ise farklı değildi. Baskılar altında diğer milletlere göre çok geri kalmak durumunda kalan Türk'lerin ihtilaller ile kendi dillerinde yayın sayıları artmış ve bilinçlenme yolunda hareketlenmeler başlamıştı. Hatta haklarını aramak için kongre bile yapmışlardı.

Ülkedeki çalkantı ve çekişmelerin önleneceğini ve yatıştıracağı umuduyla girişilen Rus-Japon savaşı, “zaferle bitecek olan küçük bir savaş” bekleneni karşılamamıştır.Çarlık Rusya’sının uğradığı yenilginin bütün dünyada yankıları büyük olmuştur. Rus-Japon Savaşı’nın tarafların Kore ve Mançurya üzerinde nüfuz çekişmesinden kaynaklandığı söylense de çekişmenin esas tarafı İngiltere olmuştur.87 İngiliz denetimi ve aleyhine genişleme çabası içinde giren Rusya’ya, İngiltere Japonya aracılığı ile bir ders vermiştir. Çarlık Rusya’sı Mançurya’dam ordusunu geri çekmesine ilişkin anlaşmaya uymaması üzerine Japon ordusu 8 Şubat 1904’te gece yarısı Port Artur’da açıkta bekleyen Rus gemisine ateş açarak savaşı başlatır. Ardından Trans Sibirya trenyolunun da tam hizmet verememesi ile birliklerini gerektiği kadar besleyemeyen Rusya’nın Baltık Filosunun Japonlar tarafından tamamıyla yok edilmesi ile, devrimci güçlerin de desteği ile Çar barış görüşmelerine boyun eğmiştir. 9 Ağustos – 5 Eylül 1905’de ABD Başkanı Theodore Roosevelt’in arabuluculuğu ile Rusya’nın Uzakdoğu’daki yayılmacılığına son verilmiştir. İngiliz desteği ile de olsa Asyalı bir devletin Avrupalı bir devlete karşı aldığı bir zafer gibi görünse de savaşın esas önemi İngiltere’nin siyasetine ters olacak hiçbir hamleye izin verilmeyeceği, gerektiğinde Rusya’nın Uzakdoğu yayılma hevesine de bir sınır konacağı anlamına gelmesidir. Japonlara karşı kaybedilen savaş Rusya’da şok etkisi yaratmış ve ülkedeki siyasal ve sosyal krizin daha da derinleşmesine sebep olmuştur.88

87 Dr. Afgan Veliyev, Azerbaycan’da Yenileşme ve Milliyetçilik Hareketi, Kaprol İletişim, İstanbul, 2005., s.133 88 Dr. Afgan Veliyev, a.g.e., s.135

75 Japon hezimetiyle Rusya eski siyasetine geri dönmüş ve yine İstanbul ve Boğazlara odaklanmıştı. Almanlar ile Bağdat Demir yolu üzerine anlaşmış ve İtalyanlar ile de Trablusgarp’ın gasbı üzerine hemfikir olmuş olan Rusya karşılığında onaylarını aldığı Boğazların Rus Donanmasına açılması için Osmanlı hükumetine nota verip kabul edilmeyince de Türkiye’ye karşı Balkan devletlerinden birini destekleyip Balkan savaşlarını başlatacaktı. Lenin ülkesini 1907’de yine terk etmek durumunda kalmıştı ve bundan sonraki yedi yılda Bolşevik partisi zar zor devam edebilmişti. Parti liderleri Lenin, Trotski, Plekhanov, Martov ve Çernov arasında prensip ve taktik farkları baş gösterse de Lenin 1912 yılında tek lider kabul edilmişti. Aralarından yakın dostları olanlardan bile Çarlık hükumetine gelişmeleri detaylı haber eden casuslar olmasına rağmen parti uluslararası bir düzeyde, özellikle Almanların yardımıyla, güçlü bir şekilde örgütlenmeye devam ediyordu. Birinci Dünya Savaşı’nın çıkışı dünyanın dört bir yanındaki sosyalistler ve o arada Rusya’da olanlar arasında fikir ayrılıklarına sebep olmuştu. Her ülkede sosyalistler savaş yönünde oy vermiş ve kendi vatanlarının savunması adına ideolojilerinden ödün vermişlerdi. Rusya’da ise durum böyle değildi, onlara göre büyük savaş bir kapitalist-emperyalist çıkar kavgası idi ve esas acıyı çeken işçi sınıfına hiçbir yararı olmayacaktı. Lenin ve taraftarları da bu savaşta Rusya’nın yenilmesini ve böylelikle Çarlık rejiminin yıkılmasını diliyorlardı. Aksi takdirde devrim zorlaşacaktı. 1917’de Lenin özel mühürlü bir trenle Rusya’ya İsviçre ve Alman bağışlarının yardımıyla yolculuk ederken kafilelerine refakat edip koruyan Alman subayları bulunmaktaydı. Doğruluğu hakkında farklı görüşler bulunsa da bu yolculuğun 1915 sonlarında Reich Şansölyesi ile yapılan görüşmeler ile bağlı olduğu düşünülüyordu. Bu görüşmelerde Lenin’in “Barış planından” bahsedilmişti. Slav yayılmacılığına karşı olan Alman yetkilileriyle yapılan bir dizi görüşmede plan şöyle aktarılıyordu: “Rusya’da Cumhuriyet ilan edilecek, büyük toprak mülkiyeti kamulaştırılacak, sekiz saatlik mesai kabul edilecek, Almanya’nın aleyhine yayılma politikasından vazgeçecek, Rus Ordusu, Almanların müttefiki Türkiye’den geri çekilecek ve İngiliz Emperyalizmine karşı mücadele edilecek.”89 Lenin’in daha sonra Almanlardan para alarak Rusya’da ihtilale giriştiği söylendiğinde cevaben şöyle dediği söylenecektir: “Beni, ihtilalimizi

89 Walter Görlitz, Diktatörlerin Arkasındaki Parababaları, Altın Kitaplar, İstanbul, 1995, s. 56

76 Alman parasıyla yapmakla itham ederler; ben bunu inkar etmek istemem; fakat bu defa Rus parası ile aynı ihtilali Almanya’da yapacağım.”90 1917 sonlarında Bolşevikler Romanovlar sülalesini sonlandırarak iktidara gelirler ve ilhaksız, tazminatsız barış istediklerini ve itilaf devletlerinin gizli paylaşma antlaşmalarını reddettikleri duyururlar. Çarlık Rusya, savaşın olanca hızıyla devam ettiği Mart 1917’de başlayan bir İhtilâle sahne olmuş ve sonucunda çarlık rejimi yıkılmış, önce Menşevikler, Ekim İhtilâli ile de Bolşevikler iktidara gelmişlerdi. Bolşevik hükumet, devam etmekte olan savaştan çekilmiş ve İttifak Devletleriyle bir barış antlaşması yapmıştı. Bununla da kalmayıp, gizli antlaşmaları yayımlayıp barış çağrıları ile Brest-Litovsk’ta mütareke görüşmelerine başlarlar. Böylelikle Rusya savaştan

Şekil 13: II. Nikola'nın son ayrılırken 14 maddesi ile Wilson’ın ABD’si savaşa resmi, 1917 girmeye hazırlanır ve Almanya’da da savaş bıkkınlığının sonuçları belirmeye başlar. 15 Mart’ta Çar ihtilal sinyalleri ile tahttan çekilirken ve yerine denk güçte bir yönetim gelmeyince canına tak eden halkın İstanbul hayallerinden daha hayati sorunları olduğu gerçeği su yüzüne çıkmıştı. Lenin önderliğinde yapılan ihtilal ile 303 yıl süren Romanov sülalesi yönetimi sonra erecek ve itilaf devletlerinin de planlarında değişiklikler meydana gelecektir. 1917’de Rusya’daki ihtilâl ile Çarlık Rusya yıkılınca, bu kez İngiltere Doğu Anadolu’da bir Büyük Ermenistan ve Güneydoğu Anadolu’da bir Kürdistan devletinin kurulması projesini yeniden masa üzerine çıkarmıştı. İngiltere’nin en son Osmanlı Devleti’ni parçalama projesi şöyleydi: Anadolu üzerinde; Türkiye, Ermenistan, Kürdistan, Pontus Rum ve Boğazlar devletleri adlarıyla beş devlet kurulacaktı . Ayrıca Fransa’ya, İtalya’ya ve Yunanistan’a nüfuz bölgeleri verilmekteydi. Orta Doğu ve Arabistan topraklarında ise; Irak, Suriye, Lübnan, Filistin, Ürdün, Suud, Hicaz, Yemen, Kuveyt, Hadramut ve Umman olmak üzere on devlet kuruluyordu.91

90 Akdes Nimet Kurat, Rusya Tarihi, s.431 91 Selçuk Üniversitesi Uzaktan Eğitim Programı (SUZEP), (Çevrimiçi) http://farabi.selcuk.edu.tr/suzep/tarih/ders_notlari/guz_yariyili/bolum_9/bolum09.html, 07 Nisan 2007

77 Çarlık hükumetlerinin ya da devrim sonrası Bolşeviklerin düşüncesinde savaşı sürdürmekte Rusya’nın hiçbir çıkarı bulunmamaktadır. İngiltere’nin savaşı kazanma olasılığı Rus desteğine ihtiyaç bile duymadan gün geçtikçe belirginleşmektedir. Bu durumda savaş sonrasında Rusya’ya sunulacak pay zahmete değmeyecektir. Rusya’ya düşen, belli görevlerin yerine getirilmesine katkısıyla değil de bazı şeyleri engelleyerek kendi önemini kanıtlamak olmuştur. Rusya’nın İngiltere’ye desteği önemsiz kalsa da Bolşeviklerin Almanya’nın savaşı kazanmasını sağlamaları Rusya’nın önemini arttırabilecektir. Bolşeviklerin Rusya’nın savaştan tek yönlü olarak çekilmesi yönündeki ısrarları bu nedenle olacaktır. Ardından Bolşevikler Rusya adına Almanya ile Almanya’nın koşullarında bir barış anlaşması imzalarlar.92

Rusya'da devriminin gelişimi uluslararası politika ile yakından alakalıdır. Petrograd'daki İngiliz büyük elçisi Buchanan'ın başını çektiği İtilaf temsilcileri büyük burjuvazi ile işbirliği yapmaya geçtiklerinde II. Nikola'ya karşı yapılacak olan devrimin yolunu açmış oldular. İttifak ise Lenin ve diğer uluslararası sürgündekileri Rusya'ya getirmeye yardımcı olarak kendilerine düşeni yaptılar. Varolan hükumet İtilaf'ın desteğiyle ayakta kalıyordu. Varolan hükumet Rusya'nın kendileriyle yapmış oldukları anlaşmaları yerine getireceğin dair sözler vermişti. Kerensky İtilaf baskısına karşı Temmuz 1917 saldırısını başlatmıştı ve bu durum Rusya'daki krizde can alıcı bir dönüm noktası olmuştur. Petrograd'daki isyanının hemen ardından İkinci Sovyet Kongresi İtilaf'ın savaşını desteklemeyi bırakmaya karar vermiştir. Brest- Litovsk anlaşmasının eşiğinde Sovyet Cumhuriyeti'nin kaderi iki emperyalist koalisyon için de ciddi bir uluslararası problem olmuştur.

Devrim savaştan doğmuştu ancak savaş hiçbir şekilde Rusya'nın değildir. Devrimin uluslararası önemi hem bundan hem de Rusya'nın finansal özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Fransız-Rus emperyalizminin kökeni XIX. yüzyılın sonuna kadar dayanır. Altı çizilmesi gereken bir matematiği vardır. Savaş öncesi Rus İmparatorluğu Avrupa'nın 5 büyük gücünden biri (İngiltere, Almanya, Fransa, Avusturya-Macaristan) olsa da bu güçler arasında, ki en önemli özellikleri finansal

92 Baykan Sezer, Ertan Eğribel, Ufuk Özcan, “XX. Yüzyıl”, XX. Yüzyıl, Türkiye Sosyolojisi 3, Sosyoloji Yıllığı Kitap 9, s.128

78 genişlemeleridir, bir tek Rusya para sermaye ihraç etmeyendir, aksine sürekli sermaye ithal eder. 1914 geldiğinde İngiltere'nin kolonilerinde ve denizaşırı toplam 100 milyar altın frank değerinde yatırımları bulunmaktadır, bu değer Almanya için 44 milyardır, Fransızların ise daha 1912'de 42 milyarı bulmuştur. Fransa'nın yatırımlarının %90'ı Rusya'dadır. Fransız finansörlerin yurt dışı yatırımlardan edindikleri senelik 2,5 milyar altın franklık karlarının yaklaşık 600 milyon frankı Rusya'dan elde edilmektedir.

1910 yılında Rusya metal üretiminde Avrupa'da 4. sırayı alıyorsa da bunun sebebi uluslararası sermaye olacaktır. (Fransız, İngiliz, Alman ve Belçika sermayesi) Fransa ve Rusya arasındaki ittifaktan önce bile Paris Borsası Rus finans sektörünü ele geçirmeye başlamıştır. Çarın hükumetinin Fransa'dan aldığı devasa borçlar bir altın madenini daha, endüstriyel yatırımlar ile paralel olarak batıracaktır. Borsa vurgunları ve kolonizasyon amaçları güderek Fransız etkisi devam ediyordu. Kendisini Trans- Siberya Tren yolunun yapımına ve yaklaşan savaş için Rusya'yı büyük bir askeri güç olarak dönüştürmeye kendini adamış olan Rus mühendisliğinin gelişiminin belkemiği de Fransız etkisi olacaktır. Fransa tarafından Çarın kullanmasına izin verilen borçların önemli bir kısmı stratejik yolların yapımı için ayrılmıştır.

İstatistikler Rusya'nın bağımlılığının kısmi-kolonileşmiş karakterinin dış, özellikle Fransız, emperyalizme bağlı olduğunu şiddetli bir şekilde göstermektedir. Devrimin gecesinde Petrograd bankalarından toplanabilecek paranın toplamı 8,5 milyar rubledir. Bu miktarın dış kaynaklara bağlılık oranı şöyledir: % 55 Fransız bankaları, % 10 İngiliz bankaları, % 35 Alman bankaları. Büyük Rus bankaları aracılığıyla yabancı finans şirketleri Rus endüstrisinin %60 ile %88 arasını kontrol ediyordu; lokomotif yapımında bu oran %100, gemi yapımında % 96, makine üretiminde % 68, kömür madenciliğinde % 75, petrol üretiminde % 60. Savaş ise sadece bu İtilaf emperyalizmi bağımlılık durumunu arttıracaktır, savaş yatırımları için 7,5 milyar ruble (20 milyar frank civarı yapar) daha borç alınmıştır.93

93 Victor Serge, Year One of the Russian Revolution, Holt, Reinhart and Winston, U.S.A, 1972, s.143

79 İtilafın emperyalist sisteminin en zayıf halkası olan Rusya, Ocak 1918'de, 40 aylık bir savaşın ardından, ekonomik olarak çaresiz bir durumdadır. İngiltere savaşta şimdiye kadar 6 milyar pound, yani ulusal sermayesinin üçte birini, harcamıştır. Zor durumda olsa da deniz kuvvetleri ve varlığı ile yeterince korunmakta ve kolonilerinden de yeterince destek görmüştür. Avusturya-Macaristan'ın da masrafları aşağı yukarı aynı olduğundan o tamamıyla çökmüştür. Almanya'nın harcamaları da bunlara denk olmuştur. 85 milyar mark harcayan Almanya'nın milli serveti yaklaşık 300-340 milyar marktır. Savaşanların toplam harcamaları yaklaşık bir hesapla 208 milyar dolara gelmiştir. Ölümleri (10 milyon), yaralı ve sakatları (yaklaşık 20 milyon), sivilleri artan ölüm azalan doğum oranı, tüm devletlerin ziyan olan iş gücü de hesaba katılınca tahmini 1,6 trilyon altın frank (320 milyar dolar)lık bir fatura çıkmaktadır.94

Kesindir ki savaşın 4. yılında, Avrupa medeniyeti kalbine kadar hastalıktan çöküyor görünmektedir. İttifak da -Almanya, Avusturya-Macaristan, Bulgaristan, Turkiye- 'görkemli bir şekilde organize edilmiş kıtlık' içinde yaşayacak kadar zordadır. Almanya'nın tarımsal üretimi yaklaşık yarısına kadar düşünce, askerlerin azığı da fazlasıyla azalmıştır. İtilaf durumu bu açıdan daha iyidir, Amerikan desteği sayesinde. Savaşın tüm taraflarında kömür, petrol, şeker, tahıl ve kimyasal madde darlığı çekilmektedir. İnsan gücü erimektedir. Aldıkları birkaç büyük yenilgiden sonra İttifak Aralık 1916'da barış anlaşmaları peşinde koşsa da İtilaf tarafından reddedilir. Almanya bu durumda uzunca bir süredir askeri idarecilerce önerilen, yapmaktan kendini alıkoyduğu bir planı, son çıkış noktası olarak, devreye alır; acımasızca denizaltı saldırıları. Ocak 1917'ye kadar tarafsız gemiler rahat bırakılmıştır ve böylelikle İtilaf kuvvetlerine risksiz bir şekilde tedarik sağlanabilmektedir. O tarihten itibaren uyarı bile verilmeden Alman U-Boatları tarafından batırılmaya başlanmıştır. Hemen ardından da ticari çıkarları tehlike altına girmiş olan ABD Almanya'ya karşı savaş ilan eder. Amerika dengede İtilaf tarafında, muazzam serveti (daha yeni Avrupa'nın altın rezervlerini emmiştir), teknik üstünlüğü, hayranlık uyandıran taze iyi beslenmiş ve iyi giydirilmiş iş gücü ile yerini

94 Victor Serge, a.g.e, s.145

80 alır. Şubat ve Mayıs 1917 tarihleri arasında Alman U-Boatları toplam 2,5 milyon tonluk 1,374 gemiyi batırmıştır. Yıl boyunca bu toplam 6 milyon tona gelir. Ancak sadece ABD ayda çeyrek milyon tonluk (yılda 3 milyon tonluk) gemi üretebilmektedir. İngiltere ve ABD toplamda Alman U-Boatlarının batırdığından daha çok gemi üretebilmektedir.95

Ocak 1918'den itibaren takip eden gelişmeler gelir; Fransa'nın son enerjisi ile 77 yaşında başa gelen Clemenceau yönetiminde kazandığı savaşlar, Filistin savaşları, ve Wilson'in ilkeleri, Alsaca ve Lorraine'in Fransa'ya geri verilmesi, denize çıkışı olan özgür Polonya yaratılması, Birleşmiş Milletler. Rusya'daki devrimin uzaktan yankıları gelmeye başlamıştır, liberal burjuvazinin yorumuyla Sovyetlerin sloganı: "ilhaklar ve tazminatlar olmadan barış".

O noktada savaşın problemi İtilaf için ABD hazır olana kadar dayanmak ve Rusya'daki operasyonları ne pahasına olursa olsun uzatmak, Rus devrimi için ise iki emperyalist tarafın da oyununa katılmamak ve Avrupa'da bekledikleri devrim krizine kadar dayanmaktır. Brest-Litovsk'da genç Rus hükumetinin Almanların iyi niyetini kazanmak için çaba göstereceğini düşünen Alman delegeleri soğuk mesafeli ve ödün vermeden görüşmeleri sürdürmüştür. Rusya'daki devrimin yerlebir edilmesini ve Rusya'nın parçalanmasını isteyen ve böylelikle İtilaf karşısında galip geleceklerini düşünen Alman delegeleri Amerika'nın hızla Rusya'nın yerini doldurabileceğine inanmamakla hata yapıyorlardı. Ruslar görüşmeleri Almanların Rusların kaldığı yerine yakınlarında el bombası denemeleri yaparak görüşmeci Rus'ları etkileyebilecekleri kadar kontrolü altında olan Brest-Litovsk kalesinden Stockholm'a taşınmasını istediklerinde Almanlarda Rusların görüşmeleri keseceğine dair endişeler oluşmuştur. Böyle bir durum Almanların Ruslar'a barış empoze etmek ya da ani güçlü bir darbe indirmek ardından da Amerikalılar yetişmeden Fransa cephesine var güçleriyle bir saldırıda bulunmayı içeren planını bozacaktır. Ruslar sınırları dahilinde bulunan özgür iradeleri ile kendilerini yönetmek için serbest bırakmayı planladıkları

95 Victor Serge, a.g.e, s.312

81 milletlerin kaderi konusunda Almanlar benzeri görüşte değillerdir. Hatta işgal ettikleri topraklardan ne kadarını boşaltacakları sorulduğunda Trotsky'nin "Kasklı Gangster" dediği Alman temsilcisi General Hoffmann "hiçbir milimetresini" şeklinde cevap verir.96

Bolşeviklerin konuyla ilgili bir de şöyle bir sorunu bulunmaktır: Anlaşma yaparlarsa Alman ordularının Doğu cephesini kapatmalarını sağlayacaklarından Alman emperyalizminin oyununa katılmak olacaktır. Eğer devrim orduları ile savaş katılırlarsa da Anglo-Fransız emperyalistlerin oyununu oynamış olacaklardır.

Brest-Litovsk Antlaşması 3 Mart 1918 tarihinde Bolşevik Devrimi sonrası ve Birinci Dünya Savaşı sonunda Brest şehrinde İttifak Devletleri (Almanya, Türkiye, Avusturya, Macaristan, Bulgaristan) ile Sovyet Rusya arasında, yapılmıştır. Rusya savaştan çekileceğini, Ardahan, Kars ve Batum’dan ve tüm Anadolu’dan Rus birliklerinin çekileceğini, ve bu anlaşma ile önceki tüm anlaşmaların geçersiz kılındığını (ayrıca Bolşevik hükumeti tüm gizli anlaşmaları açıklayacağını) beyan etmiştir. 1917'de Birinci Dünya Savaşından çekildiğini ilan eden Rusya ile İttifak Devletleri arasındaki barış görüşmeleri, 22 Aralık 1917'de başladı. Ancak, görüşmelerin uzaması ve bir neticeye varılamaması üzerine, Almanlar, 18 Şubat'ta tekrar saldırıya geçti. Almanların ileri sürdüğü şartların kabulüne taraftar olan Lenin, partisine de görüşünü kabul ettirmeyi başardı. 3 Martta imzalanan antlaşmaya göre Sovyetler, Polonya, Ukrayna ve Finlandiya ile Baltık topraklarından çıkmayı kabul etti. Ardahan, Kars ve Batum'u Türkiye'ye bıraktı. Antlaşma, 15 Martta Sovyetler Kongresinde de tasdik edildi. Brest-Litovsk Antlaşması, 11 Kasım 1918'de Almanya'nın İtilaf devletleri ile imzaladığı ateşkes antlaşmasıyla birlikte yürürlükten kalktı. 3 Mart 1918 ‘de imzalanan Brest-Litovsk Antlaşması ile Rusya savaştan çekilmişti. Osmanlı Devleti adına bu antlaşmayı imzalamaya Sadrazam Talat Paşa katılmıştı. Antlaşmanın Osmanlı Devleti’ni ilgilendiren hükümleri şöyledir:

96 Victor Serge, a.g.e, s.150

82 BREST-LİTOVSK ANLAŞMASI (3 MART 1918)97

1.Madde: Bir taraftan Osmanlı, Almanya, Avusturya, Macaristan, Bulgaristan devletleri ve diğer taraftan Rusya Devleti arasındaki savaşın son bulduğunu açıklarlar. Antlaşmayı imzalayanlar öncelikle birbirleriyle barış içinde yaşamayı kabul ederler.

2.Madde: Taraflar diğer tarafın devlet teşkilatı, askeri teşkilatı ve hükumeti aleyhine her türlü tahrikler ve teşvikleri terk edeceklerdir. Rusya hakkındaki bu taahhüd dört devlet işgalinde bulunan araziyi dahi ihtiva eder.

3.Madde: Tarafların tayin ettikleri sınırın batısında olup daha önce Rusya'nın idaresinde bulunmuş olan arazi bundan sonra Rusya'nın hakimiyetinde olmayacaktır. Sınır bu antlaşmanın ekinde gösterilmiştir. Sınırın kesin olarak tayini bir Alman ve Rus Komisyonu tarafından belirlenecektir. Adı geçen arazinin eski tabileri Rusya Devleti'ne karşı her türlü sorumluluktan kurtulmuş olacaklardır.

Rusya Hükumeti bu arazinin iç işlerine her türlü müdahaleden vazgeçer. Almanya ve Avusturya -Macaristan devletleri bu arazinin geleceğini, bunların halkı ile anlaşarak tayin etmeyi kabul ederler.

4.Madde: Almanya Devleti barış görüşmeleri ve Rus kuvvetlerinin boşaltılmasından sonra üçüncü maddenin birinci fırkasında açıklanan sınırın doğusundaki araziyi tahliyeye hazırdır, meğer ki altıncı maddede son şekille hüküm verilmiş ola.

Rusya Devleti, Doğu Anadolu illerinin tahliyesi ve Osmanlı Devleti 'ne iadesinin teminini sağlayacaktır.

Ardahan, Kars, Batum sancakları dahi geciktirilmeden Rus askeri tarafından tahliye edilecektir. Rusya Devleti bu sancakların genel hukuku ve devletler hukuku görüşünden doğacak yeni duruma müdahale etmeyecek ve özellikle bunların halkını bu yeni durumu komşu hükumetler, Osmanlı Devleti ile tayin hususunda serbest bırakacaktır.

5.Madde: Rusya Hükumeti yeniden kurduğu askerler dahil olmak üzere bütün ordularını terhis edecektir.

Bundan başka Rusya Devleti deniz kuvvetlerini ya barışın sonuna kadar kendi limanlarına çekerek orada bulunduracak veyahut bu kuvvetlerin derhal silahlarını alacaktır. Birleşmiş dört devlet ile savaşta bulunan devletler, deniz kuvvetleri hakkında da Rusya deniz kuvvetleri gibi muamele olacaktır.

Kuzey Buz Denizi'ndeki yasak bölge barış görüşmeleri sonuna kadar kapalı kalacaktır.

Baltık Denizi'nde ve Rusya hakimiyetine taalluk eylediği derecede Karadeniz'de derhal deniz mayınlarının kaldırılmasına başlanacaktır

Bu denizlerde deniz ticareti serbesttir.

Bu hükümlerin ayrıntılarını tayin etmek ve deniz ticareti için tehlikesiz yolları hakkında bilgi vermek için çeşitli komisyonlar tayin olunacaktır.

6.Madde: Rusya Devleti Ukrayna Cumhuriyeti ile barış yapmayı ve Ukrayna Cumhuriyeti ile dört devlet arasında imzalanmış antlaşmaları tanımayı kabul eder. Ukrayna arazisi derhal Rus askeri tarafından boşaltılacaktır.

7.Madde: Taraflar İran ve Afganistan'ın bağımsız olduklarını dikkate alarak, bu iki hükumetin siyasi ve iktisadi bağımsızlıklarına riayet eylemeyi kabul ederler.

8.Madde: Savaş esirleri karşılıklı olarak iade edileceklerdir.

97 Türk Savaşları, Brest-Litovsk Antlaşması, (Çevrimiçi) http://turksavaslari.com/kategori12.php?m=ant08, 11 Haziran 2007

83

9.Madde: Taraflar savaş tazminatından karşılıklı olarak vazgeçerler.

10.Madde: Taraflar arasında diplomatik faaliyetler kurulacaktır.

11.Madde: Birleşmiş dört devlet ile Rusya arasındaki iktisadi münasebetler ikinci ve beşinciye kadar maddelerde yazılı olan hükümlere tabi olacaktır.

12.Madde: Genel ve özel hukuk, savaş esirlerinin ve sivil esirlerin değiştirilmesi, genel aff meselesi, karşı tarafın elinde bulunan ticaret gemileri haklarında yapılacak muamele Rusya ile imzalanacak özel antlaşma ile tayin edilecektir.

13.Madde: Bu antlaşma Osmanlı Devleti ile Rusya arasında Türkçe ve Rusça, Almanya ve Rusya arasında Almanca ve Rusça, Avusturya-Macaristan ve Rusya arasında Almanca, Macarca ve Rusça, Bulgaristan ve Rusya arasında Bulgarca ve Rusça metinler geçerli olacaktır.

14.Madde: Antlaşma tasdik edilecek ve süratle Berlin'de karşılıklı verileceklerdir.

Şekil 14: Anlaşmanın ilk iki sayfası, (dilleri sırasıyla) Almanca, Macarca, Bulgarca, Osmanlı Türkçesi, Rusça98

Ayrıca, Ruslar yayınladıkları bir bildiriyle Çarlık Rusya döneminde imzalanmış ve kabul edilmiş olan bütün gizli ve açık paylaşım projeleri ve antlaşmalarını tek taraflı olarak geçersiz kabul etmiştir.

Osmanlı daha Brest-Litovsk görüşmeleri başlarken Rus askerinin bazen silahlarını da satarak cephelerinden ayrılıp köyünün yolunu tutmasından99 bir rahatlama

98 (Çevrimiçi) http://en.wikipedia.org/wiki/Treaty_of_Brest-Litovsk, 26 Haziran 2007

84 duyuyordu. Erzincan, Trabzon, Erzurum, Ardahan, Sarıkamış, Van, Batum, Kars illeri Rus ordusunun boşalttığı yeri alan Ermeni birliklerine rağmen geri alınıyordu. Hatta bağımsızlığını ilan eden Azerbaycan da tehlikede olduğundan, bir kaç yıl önce Stalin’in petrol işçilerini genel greve sürüklemesine sahne olan Bakü’yü İngiliz işgalinden kurtarır. Bolşeviklerin iktidara el koymasından ve gizli antlaşmaları reddetmesinden sonra, her ne kadar yeni İtilaf Devleti ABD’li Wilson gizli anlaşmaların artık olmamasını temenni etse de, gizli antlaşmalar yürürlükte kalmıştı. Elbette Çar hükumetiyle yapılmış olan İstanbul Antlaşması devre dışı kalıyor, yeni hükumet tarafından açıklanıp reddediliyordu. St. Jean de Marienne antlaşmasındaki “Rusya’nın onayına sunulacaktır.” eki hükümsüz kalıyordu. Yürürlükte kalan gizli anlaşmalar savaş yıllarının durumunu netleştirecek, ahlaka aykırı düşüşleriyle, Batı’da eski usul gizli diplomasi ile amaçları uğruna her yolun denendiğini gösterecekti.

Rus devrimi birçok işgal altındaki ülkede kurtuluş umudu yaratmış, bağımsızlık mücadelelerine hız kazandırmıştı. Başta Lloyd George ve Churchill olmak üzere emperyalistler, Türkiye Boğazlardan İngiliz ve Fransız donanmasını geçirmediği için Çarlık Rusyasına yardıma gidilemediğini ve Bolşevik İhtilali’nin de bu yüzden gerçekleşebildiğini ileri sürüp bu nedenle Türkiye’nin cezalandırılması gerektiğini düşünmekteydi. Çanakkale zaferi onlar tarafından küçük gördükleri kolayca bölüştürüp sömürge etmeyi planladıkları bir ülkeden gelen emperyalist konforlarını bozucu bir darbe olarak algılanmıştır. Rus devrimi Çarlık Rusya'sının İngiltere, Fransa ve İtalya ile birlikte Türkiye’yi parçalama planlarına beklenmedik bir bozucu etken olmuştur. Anadolu’nun Rus işgali devrimden sonra son bulmuş, Bolşevikler paylaşma anlaşmalarını yırtmışlar, her türlü imtiyazdan vazgeçmişler ve Refahiye’ye kadar gelmiş ve devrim olmasa kolay kolay çıkmayacak olan orduyu geri çekmişlerdi. Çok uzun zamandan beri Türkiye’nin Rusya’daki düşmanları olan Çarlık ve Ortodoks Kilisesi ki en büyük emelleri Ayasofya’daki hilali indirip yerine haç koymak olan bu iki müessese Lenin tarafından yıkılmıştı. Hatta Falih Rıfkı Atay bu konuda o günlerde şöyle bir yorumda bulunmuştur. “Tuhaf kader cilveleri vardır.

99 Sina Akşin, Ana Çizgileriyle Türkiye’nin Yakın Tarihi I. Cilt, s.123

85 Eğer Lenin Çarlığı yıkmasaydı ve Rusya zafer gününe erişseydi, İstanbul Rus olacaktı. İnsanın acaba bir İstanbul köşesine Lenin’in büstünü koysak mı, diyeceği gelir. Ya Çar Rusya’sı 1917’de yıkılmamış olsaydı? Müttefikler aralarındaki anlaşmaya göre, İstanbul Sakarya kıyılarına kadar Rusların mülkü olacaktı. 1918’in o haftalarında Rus Orduları Komutanı, Çar Nikola’yı Dolmabahçe Sarayı’nın rıhtımında karşılayacaktı. Daha neye uğradığını bilmeden, Doğu’dan Güney’e doğru, Adana’ya kadar uzayan bir Ermenistan kurulacaktı. Lenin, Çarlığı devirdiği sırada, Rus ordularının nerede ise Sivas kapılarına dayanmış olduğunu unutuyorduk.”100 Lenin hemen devrimin ertesinde “İşçi ve Asker Vekilleri Sovyetlerinin İkinci Bütün- Rusya Kongresi’nde” okuduğu raporda, yeni kurulan hükumetin güçlü ve zengin ulusların ele geçirdikleri zayıf ulusları nasıl paylaşacakları meselesi yüzünden bu savaşa edilmesini insanlığa karşı işlenen en büyük suç olarak gördüğünü, bu savaşın durdurulması için hemen bir barış anlaşması imzalanması kararlılıklarındaki ciddiyeti ilan ettiğini ifade eder. Devamında da gizli diplomasinin kaldırıldığını, bütün görüşmelerin halkın gözü önünde yapılması yolundaki kesin niyetini ekleyip, 25 Ekim 1917’ye kadar onaylanan ya da imzalanan gizli anlaşmaları eksiksiz olarak yayınlayacağını duyurur. Çünkü Lenin’e göre hükumet bu gizli anlaşmalarda, Rusya toprak sahipleri ve kapitalistlerine çıkar ve imtiyaz temin etmeyi, Rusların yaptığı ilhakları muhafaza etmeyi ya da genişletmeyi hedef alan her şeyin, derhal ve kayıtsız şartsız iptal olunduğunu ilan eder.

Devrimden hemen sonra (henüz Rusya resmen kağıt üzerinde müttefik iken), İngiltere ile Fransa, Clemenceau ve Lord Milner’in imzalarını taşıyan bir gizli anlaşma ile Türkiye gibi Rusya’yı da paylaşmışlardı. Buna göre de Karadeniz’in Güneydoğusunda Türklere karşı eylemi İngiltere, Karadeniz’in Kuzeyinde ise düşmana karşı eylemi Fransa yürütecek, Kazak arazisi, Ermenistan, Gürcistan ve Kürdistan İngiliz, Basarabya, Ukrayna ve Kırım Fransa nüfuz bölgesi olacaktı. Yine aynı anlaşmaya göre Fransızlar Kırım’a, İngilizler Kafkasya’ya asker çıkaracaklar ve oralarda kukla hükumetler aracılığıyla yerleşmeye çalışacaklardı. İngiltere, Türkiye ve Rusya arasında Kafkas Seddi kurarak, Türkiye’nin dört bir yandan boğmayı

100 Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, İkinci Kitap, s.436

86 hedefleyeceklerdir.101 Osmanlı’ya olduğu gibi, taze Bolşevik hükumetine karşı da bir haçlı seferi açan Churchill ve Genelkurmay Başkanı Wilson devrimden sonra Almanya ile barış yapıp Doğu’da Almanya’yı Bolşeviklere karşı kullanmayı denemiş, Almanya Batıda biraz toprak kaybetse de Doğu’da Rusya’dan geniş araziler alarak bunu fazlasıyla karşılayacaktı. Devrimin ilk aylarında Rusya tedirginlik yaratan bu Alman-İngiliz uzlaşması gerçekleşmese de bazı Alman generallerini taraflarına geçirerek onların düzensiz birlikleri ile Bolşevik rejime karşı mücadeleye girmişlerdir. Rusya üzerine hareket devam ederken, Almanların da harekete geçebilmesi için Moskova elçileri ve Ukrayna’daki komutanları öldürülmüştür. Lenin ise suikast girişiminden yaralı kurtulmuştur. Moskova adeta kuşatılmış ve Moskova’nın düşmesiyle Bolşevik rejiminin de yıkılacağı düşünülmektedir. Churchill’in planına göre Kuzey Denizi’ne Archangelsk’e çıkacak olan İtilaf kuvvetlerince, Moskova yolu üzerinde olan iki şehir ve yolları, Beyaz Rusların da katkılarıyla, temizlenecekti. Beyazlar, Angloamerikanlar Archangelsk-Moskova yolundan, Çekoslovaklar da Kazan’dan Moskova’ya gelecekti. Ardından Japon, İngiliz, Fransız ve Amerikan kuvvetleri, Doğu’dan Sibirya’ya çıkıyorlar ve Ufa şehrinde “Bütün Rusya Geçici hükumeti”ni kuruyorlardı. Ve fakat Beyaz ayaklanmalara, ordulara karşı Troçki’nin Kızıl Orduları Kazan’ı alıp Çekoslovakları kovmakla başlayıp yoğun mücadeleler ile rejimi çökmekten kurtarır. Bu sırada Almanya ve İttifak devletlerinin yenilgisi ile sonuçlanacak olan Dünya Savaşının sonlarında Boğazlar İngilizlerin eline geçer. Bu durum Lenin’i daha da tedirgin edecek, elleri serbest kalan İtilaf ordularının tanklar ve savaş biliminin en son yenilikleriyle donatılmış tecrübeli orduları ile Boğazlardan geçip Rusya’nın Karadeniz sahillerine büyük kuvvetler çıkarmasını bekleyecek ve ona “şimdi milletler arası sermaye bize karşı harekete geçmeye başlayacak”102 cümlesini söyletecekti. 27 Ekim 1918’de Clemenceau, General Franchet d’Esperey’e “Rusya’da Bolşevizmin düşüşünü sağlamak amacıyla ekonomik kuşatma genel planı” gönderir. Plana göre Rusya’nın ekonomik olarak yaşaması için gerekli olduğu düşünülen Ukrayna, Kafkasya ve Batı Sibirya bölgeleri askeri müdahale ve eski Çarlık generalleri ile Bolşeviklere tamamen kapatılacaktır ve rejim yıkılacaktır.

101 Doğan Avcıoğlu, a.g.e, s.762 102 Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, İkinci Kitap, s.765

87 “Bolşevizm’e karşı mücadelesinde Rusya’ya getirilecek yardım” konusunun tartışılması için tüm antibolşevik unsurlar ve Beyaz Ruslar, 17 Kasım 1918’de Romanya’ya İngiliz ve Fransız elçiliklerinde düzenlenen Yaş Konferansı’na toplanır.103 Kurulan (geçici) “Don” ülkesinin temsilcisi Ataman Krasnov’un Rusya’nın Özgürleştirilmesi için gerekli bulduğu rakam olan 90-120 bin askerden104 fazla olarak 150 bin kadar askerden oluşan Fransız, İngiliz ve Alman birliklerinin gönderilmesi kararlaştırılır. Rusya’da yeni bir rejim olarak diktatörlük kurulması ve başına da Denikin’in getirilmesine karar verilir. Ancak birkaç yıl sürecek olan Batı destekli iç savaş başarılı olamayacak, “Bolşevikler iç savaşla yok edilemeyecek”tir.105

D – İSTANBUL’UN İŞGALİNE GİDEN YOL: WILSON PRENSİPLERİ VE MONDROS MÜTAREKESİ

8 Ocak 1918’de Rusya’nın yerine savaşa katılan ABD Başkanı Woodrow Wilson artık gizli anlaşmalar ve savaşlar yoluyla değil uluslararası bir milletler cemiyeti ile sorunlar çözülsün ve Türk yönetimi altındaki milletler kendi kaderlerini tayin etmelerine izin verilsin gibi maddeler içeren 14 maddesini duyurur. ABD Başkanı Wilson, İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya’nın Türkiye’yi paylaşma pazarlıklarından ve gizli anlaşmalardan haberdardır. Hatta Wilson’ın yakın çalışma arkadaşı Albay Edward Mandell House, Avrupa’da yapılmış olan paylaşma toplantılarına da katılmıştır. Örneğin 1916 Şubatında Londra’da İngiliz Savaş Kabinesi ile yaptığı

103 Doğan Avcıoğlu, a.g.e., s.766 104 Victor Serge, Year One of the Russian Revolution, s.329 105 Arnold J. Toynbee, The Western Question, s.89’dan aktaran Doğan Avcıoğlu, a.g.e, s.776

88 toplantıdan çıktığında House günlüğüne şöyle bir not alır: “Türkiye’yi hem Asya’da, hem de Avrupa’da neşe içinde paylaştık.”106

Şekil 15: (Sağda) ABD Başkanı Wilson, (Solda) Albay House107

Görüşmelerin özeti ise 22 Şubat tarihli Grey Memorandumu’nda verilmiştir. Almanya’ya karşı 1916’da daha Rusya’da Bolşevik ihtilali olmadan House-Grey

106 Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, Birinci Kitap, s.298 107 “Edward M. House Papers”. Manuscripts & Archives, Yale University Library, (Çevrimiçi) http://mssa.library.yale.edu/madid/showzoom.php?id=mss&msrg=466&msrgext=0&pg=1&imgNum= 6024, 22 Haziran 2007

89 Memorandumunda Avrupa’da kaybettiği yerler karşısında Anadolu’dan topraklar vererek barışa davet etmişler, Rusya’ya sıcak denizlerde liman önermişler, Türkiye’nin haritadan silinmesi için hem fikir olmuşlardır.108 House-Grey Memorandum’u, Albay House’un mesajının İngiliz Dış işleri Bakanı Sir Grey tarafından hükumetine aktarılmış halidir.

Ekim 1915 – Şubat 1916109 The House-Grey Memorandum

Albay Edward House'un Günlüğünden Ekim 8, 1915: Aklıma gelen ve değerli olabilir gibi görünen bir planı özetle taslak haline getirdim. Almanya ile ilişkimizi koparma şansımızı kaybettik gibi düşünmüştüm, ve kazanma şanslarının yüksek olduğunu ve eğer kazanırlarsa da sıranın bize geleceğini, buna da sadece hazırlıksız değil aynı zamanda ilk şoka dayanmak için bize yardımcı olacak kimsenin olmayacağını. O nedenle şu anda kararlı olarak bir şey yapmamız gerekir – bir şey ki ya savaşı militarizme son vererek bitirecek ya da İtilafın bitirmesine yardımcı olacak. Önerim İtilafa gayri resmi olarak düşmanlıkların sona ermesini talep etmemizin onlar için de uygun olup olmayacağını sormamızı öneriyorum. Bu konuyu en az savaşanlar kadar savaşmayanlar da acı çekmekte ve bizim de onlar kadar hakkımız var gibi zeminde ifade edebilir ve barış görüşmelerinin hemen hem askeri hem de donanma silahsızlanması temelinde başlamasını isteyebiliriz.

Eğer İtilaf amacımızı anlarsa onlarla kullanacağımız dilde İttifak Kuvvetlerine olduğumuz kadar sertleşiriz. İtilaf biraz kararsızlıktan sonra teklifimizi ya da talebimizi kabul edebilir ve İttifakın da kabulü ile ustaca bir diplomatik hamle başarmış oluruz. Eğer İttifak razı olmayı reddederse, o zaman ısrarımızı diplomatik ilişkilerin kesileceği bir seviyeye kadar zorlar, ardından Hükumetimizin tüm gücünü – ve belki diğer nötr devletlerinkinin de – onlara karşı çevirebiliriz. Başkan bu plan karşısında donmuştu. Sessizce kabullenmiş gibi göründü. Daha ileriye götürme fırsatım olmadı tüm görüşme toplam 20 dakikayı aşmadı.

Ekim 11, 1915: Frank Polk benimle yemek yedi. Başkana anlattığım, bizim İttifak ile savaşma ihtimalimizde yardımcı olamayacakları bir pozisyona gelmeden barışı zorlamak ile ilgili, plandan ona da biraz bahsettim. Konuyu Amerikan ve aslında daha geniş bir insanlık bakış açısından değerlendiriyorum. İtilafın düşmesine izin vermek ve Almanya’yı Dünyanın baskın askeri faktörü olarak bırakmak ABD’nin işine yaramaz. Kesinlikle bir sonraki saldırının yönü biz oluruz ve Monroe Doctrine’i bir kağıt parçasından bile daha değersiz olur. Polk fikrin her yönden iyi olduğunu düşündü ve Başkanın planı devreye sokmasını umdu.

Sir Edward Grey’in Muhtırası (Gizli) Albay House bana Başkan Wilson’un savaşa son verecek bir Konferans’ın teklifi için, Fransa ve İngiltere’den gelecek zamanın uygun olduğu ile ilgili cevaba göre hazır olduğunu söyledi. Eğer İtilaf bu teklifi kabul ederse, ve Almanya reddederse, ABD Almanya’ya karşı olarak savaşa girecektir. Albay House, eğer böyle bir konferans toplanacak olursa, İtilaf’ın çıkarlarına ters olmayacak şekilde bir barışı garantileyecek olduğu ve eğer barışı garantileyemezse de eğer Almanya mantıksız davranırsa ABD muhtemelen konferansı İtilafa tarafında savaşacak olarak bırakacaktır şeklindeki fikrini ifade etti.

Albay House Belçika’yı eski haline getirme, Alsace ve Lorraine’ini Fransa’ya bırakma ve Rusya’ya da denizlere ulaşması için bir çıkış yeri katma yönündeki fikirlerini belirtti, yine de

108 L. Evans, U. States Policy and the Partition of s.30-31’den aktaran Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, Birinci Kitap, s.299 109 Brigham Young University Online I. Dünya Savaşı doküman arşivi, (Çevrimiçi) http://net.lib.byu.edu/~rdh7/wwi/1916/housgrey.html, 11 Haziran 2007.

90 Almanya’nın bir yerdeki toprak kayıplarının Avrupa dışındaki yerlerden ödün verilerek telafi edilmesi gerektiği düşünmekte. Eğer İtilaf Başkan Wilson’un teklifini kabul etmeyi geciktirirse, ve eğer, sonrasında savaş ABD’nin müdahalesinin dahi etkisiz kalacağı şekilde onların aleyhin dönerse ABD Avrupa’ya karşı tamamen ilgisiz kalacak ve kendi yolları ile kendini savunmaya bakacaktır.

ABD Başkanı’ndan gelen bir beyanatı o kadar önemli buldum ki hemen iş arkadaşlarımı ve Başbakanımızı haberdar etmem gerektiğini söyledim, ve onların değerlendirmelerini almadan da bir şey söyleyemeyeceğimi aktardım. İngiliz Hükumeti İtilafa danışmadan ve anlaşmadan hiçbir koşul altında teklif kabul edemez ya da öneremez.

(baş harfleri) E. G. Dış işleri Bakanlığı 22 Şubat 1916

Türkiye’deki yatırımlar, Amerikan okulları, misyonerlikler ve yardım örgütleri korumak amacıyla, 1916’da başdanışmanı ve yakın çalışma arkadaşı Albay House ile birlikte Türklere karşı savaş açmadan savaşa girmeye karar vermiştir. Hatta Osmanlı İmparatorluğu’na son verme görüşünü açıklamaya karar verdiğinde yine House ile daha az önemsedikleri İstanbul’daki elçinin bunu duyurmaları durumundaki akıbetini düşünüp gülmüşlerdir: “Hemen asılacak mıdır, yoksa Türkiye’den ayrılmasına izin verilecek midir?”110 Tüm bunlara ve Wilson’ın daha sonra Albay House tarafından resmi olarak 14 ilkenin yorumlanması belgesinde 12. madde direk olarak Osmanlı topraklarının paylaştırılması ve İstanbul ve Boğazların Uluslararası bir yönetime verilmesi ve o bilindik Sevr Haritasının tablosu şeklinde resmedilmesine rağmen, nedense, dönemin İttihatçı Hükumetince yumuşakça yorumlanmış ve hatta çeşitli aydınlarca da Amerikan hayranlığı ve yönetiminin kabulü için dernekli çalışmalara girişilmiştir.

Wilson Prensipleri, ABD Başkanı Woodrow Wilson'un ABD Kongresi'nin 8 Ocak 1918 tarihindeki oturumunda açıkladığı ilkelerdir.

İtilaf Devletleri'nin 5 Eylül 1914'de imzaladığı pakta "Bağlaşık" değil, "Ortak" olarak katılan ve 2 Nisan 1917'de savaşa fiilen katılan ABD, İtilaf Devletlerine sağladığı destek sonucu savaşın belirleyicisi oldu.

Savaşa girdikten kısa bir süre sonra tüm ülkelerin barış özlemi içinde bulunduklarını tespit eden ABD Cumhurbaşkanı Woodrow Wilson, savaşı sona erdirecek ve dünyanın yeni statükosunun tespitinde esas alınmasını düşündüğü prensipleri 14 madde halinde 8 Ocak 1918'de kongrede açıklamıştır. Bu on dört ilke şunlardır (özet haliyle):

1. Barış Antlaşmaları açık ve şeffaf biçimde yapılmalı, gizli antlaşmalar yapılmamalıdır. 2. Karasuları dışındaki denizlerde dolaşım, savaşta ve barışta, özgür olmalıdır. Uluslararası

110 Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, Birinci Kitap, s.298

91 kararla, uluslararası antlaşmalara uyulmasını sağlamak için genel veya bölgesel ablukalar oluşturulabilir. 3. Uluslar arasındaki bütün ekonomik engeller kaldırılmalı ve serbest ticarete izin verilmelidir. 4. Uluslar, iç güvenliği sağlamaya yetecek miktarın dışında silahlanmamalıdır. Bunun sağlanması için garantiler verilmelidir. 5. Dekolonizasyon sağlanmalı ve sömürge topraklarında uluslara kendi kaderini belirleme hakkı verilmelidir. 6. Rusya topraklarındaki yabancı birlikler ayrılmalı ve devletlerin de yardımı ile Rusya'ya kendi gelişmesini sağlamak için her türlü imkan verilmelidir. 7. Almanya, işgal ettiği Belçika topraklarını boşaltmalı ve Belçika'da savaş önceki durum yeniden kurulmalıdır. 8. Almanya, işgal ettiği Fransa topraklarının boşaltılmalı ve Prusya'nın 1871'de ilhak ettiği Alsaz-Loren Fransa'ya geri verilmelidir. 9. İtalya'nın sınırları ulusçuluk prensibine yeniden düzenlenmelidir. 10. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu halklarına kendi kaderini tayin etme hakkı sağlanmalıdır. 11. Romanya, Sırbistan ve Karadağ toprakları boşaltılmalı ve Sırbistan'a denize açılma imkanı verilmelidir. Balkan devletlerinin sınırları ulusçuluk prensibine göre düzenlenmelidir. 12. Osmanlı İmparatorluğu'nun Türk olan kısımlarına egemenlik hakkı tanınmalı, fakat şu anda Türk yönetimi altındaki diğer milliyetlere kesinlikle rahatsız edilmeyecek bir otonom gelişme şansı verilmelidir. Çanakkale Boğazı, sürekli olarak, bütün milletlerin ticaret gemilerine açık olmalı ve bu durum milletler arası garanti altına konmalıdır. 13. Bağımsız bir Polonya kurulmalı ve Baltık Denizi'ne açılmalıdır. 14. Büyük ve küçük, bütün devletlere siyasi bağımsızlıklarını ve toprak bütünlüklerini karşılıklı olarak garanti altına almak imkanını sağlamak amacı ile, uluslararası örgüt kurulmalıdır.

Çalışma arkadaşı House 12. maddeyi algıladıkları biçimini notlarında şöyle aktarmıştır: “Osmanlı İmparatorluğu'nun Türk olan kısımlarına egemenlik hakkı tanınmalı, fakat şu anda Türk yönetimi altındaki diğer milliyetlere kesinlikle rahatsız edilmeyecek bir otonom gelişme şansı verilmelidir. Çanakkale Boğazı, sürekli olarak, bütün milletlerin ticaret gemilerine açık olmalı ve bu durum milletler arası garanti altına konmalıdır.” “‘Otonom’ kelimesi ile ilgili aynı zorluk Avusturya- Macaristan’da da olduğu gibi belirmektedir. Açıktır ki Boğazlar ve İstanbul, sözde Türk olarak kalsa da uluslar arası kontrol altına alınmalıdır. Bu kontrol kolektif olabileceği gibi, mandater olacak olan bir gücün ellerinde de olabilir. Anadolu Türkler için ayrılmalıdır. Yunanlıların ağır bastığı kıyı kesimleri uluslar arası özel bir kontrol altında olmalı, tercihen mandater devlet olarak Yunanlılar ile. Ermenistan’a Akdeniz’de bir liman verilmeli ve koruyucu bir güç oluşturulmalı. Fransızlar hak iddia edebilir üzerlerinde ama Ermeniler Büyük Britanya’yı tercih eder. Suriye zaten Büyük Britanya ile yapılmış anlaşma gereği Fransa’ya tahsis edilmiştir. Büyük Britanya açıktır ki Filistin, Mezopotamya ve Arabistan için en iyi mandaterdir. Küçük Asya’daki tüm mandaterleri bağlayıcı garantileri içeren genel bir kanun Barış

92 Konferansı’nda yazılmalıdır. Bu aynı zamanda azınlıklar ve “açık kapı” için koşullar içermelidir. Ana tren yolu hatları uluslararasılaştırılmalıdır.”111

Wilson bu 14 noktayı, gerçek bir barışı esas alarak tespit etmiş ve Amerikan Kongresi'nde vermiş olduğu muhtelif demeçlerle genişletmişti. Taraflar arasında ateşkes görüşmeleri başladığında bu demeçlerin miktarı 27'yi bulmuştu. Wilson 11 Şubat'ta verdiği demeçte: "Devletlerin yeni topraklar alamayacakları; savaş tazminatı ve cezai tazminat alınamayacağı; ulusların kendi geleceklerini kendilerinin ortaya koyması" prensip ve görüşlerine açıklık kazandırmıştı. Wilson'un önem verdiği konulardan biri de, bir milletler arası barış teşkilatının kurulması idi. Denizlerin serbestisi konusu da önem verdiği esaslı noktalardan biriydi. Bu ilke, Amerika'nın bütün dünya ile ticaretini yakından ilgilendiriyordu ve Amerika'yı savaşa sürükleyen de Almanya'nın bu ilkeyi ihlal etmesi olmuştu. Bununla birlikte, barış konferansında barış şartları düzenlenirken, Wilson'un bu ilkelerine çok az önem verilecek ve bu da onun için büyük hayal kırıklığı olacaktır. Wilson ilkeleri savaşla ilgili anlaşmalarda taraf olanlarla ilgili değil, anlaşmalara konu olan ülkelerle ilgili tasaları gündeme getirmiştir. Öncelikle bu ülke halklarını yatıştırmaya yöneliktir. Gizli olanlar da dahil olmak üzere her türlü devletler arası anlaşma yerine halkların etnik yapılarına saygı gösterileceği özellikle vurgulanmaktadır. Buna uygun olarak da etnik yapılarla ilgili çeşitli bölgelerde kendilerine göre dökümler, sayımlar yapmışlardır. Bazı durumlarda kendi sayıları yetersiz göründüğünde sözde soykırım savlarını destekleyerek sınırlara yine istedikleri gibi biçim verme girişiminde bulunmuşlardır.112

Birinci Dünya Savaşı İttifak Devletleri’nin mağlubiyetiyle bitmişti. Galipler ise İngiltere ile Fransa olmuş, Rusya da bir İtilaf Devleti olmasına rağmen ihtilal nedeniyle harpten beklediği kazançları elde edememişti. Bolşevikler harpten çekilmiş, Rusya’nın harp hedeflerini de suya düşürmüşlerdi, İstanbul ve Boğazlar’a yerleşmek emeli gerçekleşemiyordu. Bu durum da Boğazlar ile ilgili kararlarda İngiltere ve Fransa’nın işine yaramıştı. İngiltere 1917’de savaşa katılan ABD’nin

111 PRFA, 1918. Supplement 1: The World War, Vol. 1, pp. 405-413.’ten aktaran (Çevrimiçi) http://www.mtholyoke.edu/acad/intrel/doc31.htm, 12 Haziran 2007 112 Baykan Sezer, Ertan Eğribel, Ufuk Özcan, “XX. Yüzyıl”, XX. Yüzyıl, Türkiye Sosyolojisi 3, Sosyoloji Yıllığı Kitap 9, s.134

93 Başkanı Wilson’a Boğazlar üzerinde Panama Kanalı’na benzer bir manda önermişti, bununla Avrupa devletleri arası rekabetin aşılabileceği düşünülmüştü. ABD kabul etmeyince, bu sefer de Milletler Cemiyetine verilmesi fikri ortaya atılmıştı.

Romanya’nın Savaştan Çekilmesi ve Bükreş Antlaşması113

1915’ten itibaren Rus baskısı altında olan Romanya, kendisine verilecek taviz ve sağlanacak imkanlara göre İttifak veya İtilâf Devletleri nezdinde yer almak ve savaşa girmek kararındaydı. Ancak, Sırbistan’ı yenen Avusturya, Romanya’yı tehdit edince 17 Ağustos 1916’da İtilâf Devletleri ile anlaşan Romanya savaşa girdi.

Rusya’nın savaş dışı kalmasıyla İttifak ordularının baskısını üzerinde hisseden Romanya, cephelerde de yenilince mütareke imzalamak durumunda kaldı. 7 Mayıs 1918’de Bükreş antlaşmasını imzaladı. Bu antlaşmayla Romanya, Almanya ve Avusturya’nın ekonomik nüfuzu altına giriyor ve topraklarının bir kısmını kaybediyordu.

Almanya’nın Savaştan Çekilmesi ve Versay Antlaşması

Ağustos 1918 başlarından itibaren savaşı kaybettiklerini anlayan Alman askerî ve sivil yetkilikleri, en kısa zamanda bir barış antlaşmasının yapılması için uygun bir zamanı beklemeye karar verdiler. Almanya, Osmanlı Devleti’nden de önce barış girişimlerini başlatmış ve Müttefiklerle yapacağı barış antlaşması konusunda İsviçre aracılığıyla mütareke talebinde bulunmuştu. Fakat, bu teşebbüslerden bir sonuç çıkmamıştı. Kasım 1918’de mütarekeyi imzalayan Almanya, 28 Haziran l919’da da Versay (Versailles) antlaşmasını imzaladı.

Bu antlaşmayla Alman İmparatorluğu parçalanıyordu. Almanya toprakları üzerinde Litvanya, Polonya isimleriyle yeni devletler kuruluyordu. Denizaşırı ülkelerdeki sömürgelerini de kaybeden Almanya’da askerlik mecburi olmaktan çıkartılıyordu. Almanya, ayrıca çok ağır bir savaş tazminatı ödemek zorunda bırakılıyordu.

Avusturya’nın Savaştan Çekilmesi ve Sen Jermen Antlaşması

Savaş içinde ilk yorgunluk işaretini veren Avusturya, savaşın başından beri Rusya’nın tüm ağırlığını üzerinde hissetmiş ve bu nedenle Almanya ve Osmanlı Devleti’nden askerî yardım almıştı. Avusturya, 1917 ortalarından itibaren çeşitli kanallardan barış ortamı yaratmaya çalışmış ve teşebbüslerde bulunmuştu. Nihayet, 3 Kasım 1918’de mütareke imzalayan Avusturya, 10 Eylül 1919’da Sen Jermen (Saint Germain) antlaşmasını imzaladı. Bu arada Macarlar, Avusturya bünyesinden ayrılarak Macaristan adıyla kendi devletlerini kurmuşlardı.

Antlaşmaya göre Avusturya-Macaristan İmparatorluğu parçalandı. Toprakları üzerinde Çekoslavakya, Yugoslavya ve Macaristan isimleriyle yeni devletler kuruldu. Avusturya’da da askerlik mecburî olmaktan çıkartıldı. Ayrıca tıpkı Almanya gibi Avusturya da ağır bir savaş tazminatı ödemek zorunda bırakıldı.

Macaristan’ın Savaştan ‚ Çekilmesi ve Trianon Antlaşması

Savaşın sonunda Avusturya bünyesinden ayrılan Macaristan’da ihtilâl çıkmış ve Sovyet modeli bir idare kurulmuştu. Bu nedenle, barış antlaşmasının imzalanması hemen mümkün olmadı. Bilahare, Macaristan Hükumeti de Triyanon (Trianon) Antlaşmasını imzaladı. Macaristan da I. Dünya Savaşı sorumlusu olarak kabul edildi. Bu nedenle, Macaristan da parçalandı ve toprak kaybetti.

Macaristan; Çekoslavakya, Romanya, Yugoslavya ve Avusturya’ya toprak bırakıyordu.

113 Selçuk Üniversitesi, Tarih Ders Notları Web Sitesi (Çevrimiçi) http://farabi.selcuk.edu.tr/suzep/tarih/ders_notlari/guz_yariyili/bolum_9/bolum09.html, 01 Mayıs 2007

94 Macaristan’da da askerlik mecburiyeti kaldırılıyor ve ağır bir savaş tazminatı ve malî yükümlülük altına konuluyordu.

Bulgaristan’ın Savaştan Çekilmesi ve Nöyyi Antlaşması

Savaşın son yılına gelindiğinde, İtilaf Devletleri ordularına yenilen Bulgaristan ordusu dağıldı. Bunun üzerine, Bulgar Hükumeti barış istemek zorunda kaldı. 29 Eylül 1918’de önce mütareke imzalayan Bulgaristan, 27 Kasım 1919’da Nöyyi antlaşmasını imzaladı.

Bulgaristan bu antlaşmayla Romanya’ya, Yugoslavya’ya ve Yunanistan’a toprak bırakıyordu. Askerlik mecburi bir hizmet olmaktan çıkartıldı ve ağır bir savaş tazminatı ödemek mecburiyetinde bırakıldı.

Ahmet İzzet Pasa Hükumeti’nin barış yapma yollarını arayıp, bir türlü muvaffak olamadığı sıralarda; Kûtül-Amâre’de esir düşerek Büyükada’da esirlik günlerini geçiren İngiliz Generali Townshend, eskiden beri tanıdığı ve hükumette Bahriye Nazırlığı görevinde bulunan Rauf Bey’e bir mektup göndererek “esirliği süresince gördüğü hoş ve şerefli muameleye karşılık olarak, İngiltere ile müzakerelere girişildiği takdirde, Osmanlı Hükumetine yardıma hazır olduğunu” bildirdi. İngiliz Generalinin bu müracaatı, Osmanlı Hükumeti’nce bulunmaz bir fırsat telakki edildi. Çünkü, Hükumet, mütareke yapabilmek için çeşitli yollardan teşebbüse geçmiş, fakat olumlu bir sonuç alamamıştı. Bu nedenle Townshend’in teklifine sıcak bakılmış ve İngiliz Generali Townshend 17 Ekim 1918’de Sadrazam Ahmet İzzet Pasa, Bahriye Nazırı Rauf Bey ve General Townshend arasında bir görüşme yapılmıştı. İngiliz yetkililer ile görüşen General Townshend, bu girişimden olumlu sonuç aldı İngiltere mütâreke teklifini kabul etti. Bunun üzerine Limni Adası’nın Mondros Limanı’nda demirli bulunan Agamemnon ismindeki İngiliz zırhlısında mütâreke (ateşkes) görüşmelerine başlandı. Görüşmelerde İngiltere'yi, Akdeniz Donanması Başkomutanı Visamiral Calthorpe, Osmanlı Devleti'ni ise, Bahriye Nâzırı Rauf Bey (Orbay), Hâriciye Nazırı Müsteşarı Reşat Hikmet Bey ile Erkân-i Harp Kaymakamı (Kurmay Yarbay) Sâdullah Beyler temsil ediyorlardı. Heyetin sekreterliğine ise Hariciye Nazırlığından Ali (Türkgeldi) Bey atanmıştı. Padişah, gidecek delegelere şu direktifleri verdi;

1. Yunan savaş gemileri dışında, boğazlar tüccar ve savaş gemilerine açık bulundurulacak, savaş gemileri Marmara da iki günden fazla kalmayacak ve Boğaz istihkâmları Osmanlı kuvvetleri elinde bulunacaktı. Fakat bu son teklif kabul

95 edilmezse o zaman, barış yapıldıktan sonra çekilmek şartıyla “kontrolör olarak belli bir sayıda” İngiliz subayının boğazlarda bulunmasına izin verilecekti. 2. Güvenliği sağlayacak kuvvetler dışında, öteki Türk kuvvetlerinin terhisi kabul olunacaktı. 3. Mütarekenin imzalandığı gün cephelerde saldırı duracaktı. 4. Osmanlı Devleti’nin idaresine karışılmayacak ve Türk topraklarında herhangi bir noktaya asker çıkarılmayacaktı. 5. İtilaf Devletlerinden Türkiye’ye para yardımı sağlanmaya çalışılacaktı.114

Türk delegeleri “Peykisevket” savaş gemisi ile 24 Ekim 1918 Perşembe gecesi saat bire çeyrek kala Galata Rıhtımı’ndan hareket ettiler, ertesi gün sabahleyin Bandırma’ya, aksam üstüde trenle İzmir’e vardılar. 26 Ekim 1918’de Muzaffer adlı bir römorkör’le yola çıkan heyet, yolda İngilizlerin Liverpool kruvazörüne geçmiş ve aynı gün aksam saat dokuz buçukta Limni Adası’nın Mondros Limanı’na ulaşmıştı. 27 Ekim 1918’de İngilizlerin meşhur Agamennon zırhlısında görüşmelere başladı. İlk oturumda -önceden Osmanlı heyetine verilmemiş olan- mütarekename projesi metni okunarak maddeleri üzerinde görüşmelere geçildi. Beş oturum olarak yapılan görüşmeler sonucunda, 30 Ekim 1918’de çalışmalar tamamlanmış ve mütareke aynı gün aksamı saat 20.00’de imzalanmıştı. 30 Ekim 1918 günü İtilâf Devletleri adına İngiliz Akdeniz Filosu Komutanı Vis Amiral Calthorpe ile Osmanlı Devleti adına Rauf, Reşat Hikmet ve Sadullah Bey’lerin imzaladıkları Mondros Mütârekesi 25 maddeden oluşuyordu: 115

Mondros Mütarekesi

1. Çanakkale ve Karadeniz Boğazları açılıyor, müttefiklerin işgaline bırakılıyordu. Boğazları müttefik askerleri işgal ederken Türk makamları yardım edeceklerdi. 2. Türk sularındaki tüm torpil tarlaları ile torpido ve kovan yerleri, diğer engellerin yerleri gösterilecek ve bunları taramak veya kaldırmak için istenildiğinde yardım edilecektir. 3. Karadeniz'de bulunan torpillerin temizlenmesi mesuliyeti tamamen Türk makamlarına bırakılıyordu. 4. İtilaf Devletleri'nin savaş esirleri ile Ermeni esirleri, tutukluları İstanbul'da toplanacak ve kayıtsız koşulsuz İtilaf Devletleri'ne teslim edilecektir.

114 Ali Fuat Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, Ankara, 1949, s.32‘den aktaran Baki Sarısakal, Belge ve Tanıklarla Samsun’dan Ankara’ya, Ekin Grubu, İstanbul, Yayına Hazırlanmaktadır, s.65 115 Cemal KUTAY, Türkiye İstiklâl ve Hürriyet Mücadeleleri Tarihi, Cilt : 19, s. 10710’den aktaran Baki Sarısakal, a.g.e., s.67-68.

96 5. Sınırların korunması ve iç güvenliğin sağlanması için gerekli görülecek askeri kuvvetten başkası hemen terhis edilecek. (İşbu askeri kuvvetin sayısı durumu İtilaf Devletleri tarafından Osmanlı Devleti ile görüşüldükten sonra kararlaştırılacaktır.) 6. Osmanlı kara sularında güvenlik ve buna benzer konular için kullanılacak küçük gemiler dışında, Osmanlı sularında veya Osmanlı Devleti tarafından işgal edilen sularda bulunan tüm savaş gemileri teslim olunup Osmanlı liman veya limanlarında tutuklu bulundurulacaktır. 7. İtilaf Devletleri, güvenliklerini tehdit edici bir durum olduğunda herhangi bir stratejik noktayı işgal hakkına sahip olacaklardır. 8. Bugün Osmanlı Devleti işgali altında bulunan bütün liman ve demir yollarından İtilaf Devletleri gemilerinin yararlanması ve İtilaf Devletleriyle savaş halinde bulunanlara karsı kapalı bulundurulması. Osmanlı Devleti gemileri de ticaret ve ordunun terhisi konusunda buna benzer koşullarda yararlanacaklardır. 9. İtilaf Devletleri, Osmanlı Devleti'ne ait tersane ve limanlardaki bütün gemi onarım ve araçlarını kullanacaklardır. 10. Toros Tünelleri İtilaf Devletleri tarafından işgal edilecektir. 11. İran'ın kuzeybatı bölgesindeki Osmanlı Devleti kuvvetlerinin derhal savaştan önceki sınır gerisine çekilmesi konusunda önceden verilen emir uygulanacaktır. Kafkasya ötesinde önceleri Osmanlı kuvvetleri tarafından bir bölümü boşaltılan yerlerin geri kalan bölümü de İtilaf Devletleri tarafından yerinde incelenerek, istenirse boşaltılacaktır. 12. Hükumet haberleşmeleri dışındaki telsiz ve kablolar İtilaf Devletleri memurları tarafından denetlenecektir. 13. Denizciliğe, askerliğe ve ticarete ait maddelerin ve malzemelerin tahrip edilmesi önlenecektir. 14. Osmanlı Devleti'nin gereksinimi karşılandıktan sonra geri kalan kömür, akaryakıt ve deniz gereçleri satın alınacak, bunların hiçbiri dış ülkelere satılmayacaktır. 15. Tüm demir yolları İtilaf Devletleri subaylarının denetimine verilecektir. Bu demir yolları arasında halen Osmanlı Devleti'nin denetiminde bulunan Kafkas Demir yolları dahildir. İşbu Kafkas hatları serbest ve tam olarak İtilaf Devletleri memurlarının idaresi altına verilecektir. Halkın gereksiniminin karşılanması göz önünde tutulacaktır. Bu maddeye Batum'un işgali dahildir. Osmanlı Devleti Batum'un işgaline karsı koymayacaktır. 16. Hicaz, Yemen, Asir, Suriye ve Irak’ta bulunan Muhafız Kıtaları, en yakın İtilaf Devleti komutanına teslim olunacaktır. Kilikya' da bulunan kuvvetlerin düzeni koruması için gerekli sayıdan çoğu 5. maddedeki koşullara uyularak, kararlaştırılacak şekilde geri çekilecektir. 17. Trablus ve Bingazi'de bulunan Osmanlı Devleti Subayları en yakın İtalyan kuvvetlerine teslim olacaklardır. Osmanlı Devleti, teslim emrine uymadıkları taktirde, bunlarla haberleşmeyi ve yardımı kesmeyi kabul eder. 18. Mısratada dahil olmak üzere Trablus ve Bingazi'de işgal edilen limanların en yakın İtilaf muhafız kıtalarına teslimi gerekmektedir. 19. Alman, Avusturya deniz, kara ve sivil memurların ve uyruklarının bir ay içinde ve uzak yerlerde bulunanların bir aydan sonraki en kısa zamanda Osmanlı Devleti'ni terk etmeleri 20. Besinci madde gereğince terhis edilecek Osmanlı Devleti kuvvetlerine ait donanım, silahlar ve cephane tasıma araçlarının kullanılmasına ait verilecek emirlere uyulacaktır. 21. İtilaf Devletleri'nin çıkarlarını korumak için İaşe Nezaretinde İtilaf temsilcisi bulundurulacak ve kendilerine bu yolda gerekli görülen bütün bilgiler verilecektir. 22. Osmanlı savaş esirleri İtilaf Devletleri'nce tutulacaktır. Sivil savaş esirleri ile askerlik yasları dışında olanların bırakılması göz önünde bulundurulacaktır. 23. Osmanlı Devleti İttifak Devletleri ile tüm ilişkisini kesecektir 24. Vilayet-i Sitte'de (altı ilde:Erzurum, Van, Harput (Elazığ), Diyarbakır, Sivas, Bitlis) karışıklık çıktığında bu illerin her hangi bir bölümünün ele geçirilmesi hakkını İtilaf Devletleri saklı tutar 25. İtilaf Devletleri ile Osmanlı Devleti arasında çatışma 1918 yılı Ekiminin otuz birinci günü yerel saatle öğle zamanı kesilecektir.

Sör Arthur Gugh Galtrop Büyük Britinya Akdeniz Filoları Amirali Hüseyin Rauf Osmanlı Bahriye Nazırı,Resad Hikmet Osmanlı Hariciye Nezareti Müsteşarı Sadullah Erkân-ı Harb Miralayı, 30 Ekim 1918 Saat: 15.40

Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasını her iki hükumet de kendi açısından bir başarı saymıştı. Nitekim Sadrazam Ahmet İzzet Pasa, Rauf Bey’e bir teşekkür yazısı

97 yazmış ve mütarekenin onaylanması amacıyla Meclis-i Mebusan’da yaptığı konuşmada mütarekenin ılımlı olduğunu söyleyerek, meclisin oy birliği ile mütarekeyi onaylamasını sağlamıştı. Bahriye Nazırı Rauf Bey’de, gazetelere verdiği demeçte: “Çok sevinçli döndüm. Mondros Ateşkesi bir başarıdır. Devletimizin bağımsızlığı, milletimizin onuru tamamıyla kurtarılmıştır. Sizi temin ederim ki, İstanbul’umuza tek bir düşman askeri çıkmayacaktır.’ Hariciye Nazırı Nabi Bey’de yaptığı basın toplantısında, anlaşmanın devletin egemenlik haklarına dokunmayacağını söyledi.116 Diğer taraftan, İngiliz Harp Kabinesi de 31 Ekim’de Calthorpe’ye görüşmeleri “kudret ve basarı ile yürüttüğü için” tebrik telgrafı göndermeye karar vermiş; bilahare de Calthorpe’yi İngiltere’nin İstanbul’daki “Yüksek Komiserliğine” getirmişti. Aslında Mütareke Osmanlılar için, diğer İttifak devletlerinin yaptıkları antlaşmalara bakarak daha hafif gibi görünüyorsa da, uygulamada Türk ulusu için bir felaket habercisi olmuştu. Mondros Mütarekesi, savaşın sonunu temsilen Osmanlı ile İngiliz Amiral Calthorp başkanlığındaki İtilaf Heyeti taraflarınca imzalanmıştır. Osmanlı Devleti'nin devlet olma özelliğini ortadan kaldıran; Ordu bağımsızlığını yok eden; İtilaf Devletleri'ne Osmanlı topraklarını işgal hakkı sağlayan özelliklere sahipti. "Çanakkale ve İstanbul Boğazlarının açılması, Karadeniz'e serbestçe geçişin temini ve Çanakkale ve Karadeniz istihkamlarının İtilaf Devletleri tarafından işgali sağlanacaktır."(m.1) ve "İtilaf Devletleri, güvenliklerini tehdit edecek bir durumun ortaya çıkması halinde herhangi bir stratejik yeri işgal etme hakkına sahip olacaktır." (m.7) maddeleri itilaf için en kullanım kolaylığı taşıyan maddeler olmak üzere, diğer maddeleri ile de tamamıyla bir teslimiyet belgesidir. Mondros Mütarekesinin koşullarına rağmen İngiltere’ye hoş görünerek kurtulacağını zannedenler mevcuttu. En başta padişah ve birçok devlet adamı da bu görüşü paylaşınca neredeyse devletin resmi görüşü gibi olmuştu. Vahdettin mütareke koşullarını öğrendikten sonra bile, İngiliz dostluğunu kazanmayı tercih edecek ve şöyle diyecekti: “Bu şartları çok ağır olmalarına rağmen, kabul edelim. İngilizlerin Doğuda asırlarca devam eden dostluğu ve lütufkâr siyaseti

116 Zeki SARIHAN, Kurtuluş Savası Günlüğü, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Kurumu-Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1993, s.7’den aktaran Baki Sarısakal, a.g.e, s.68.

98 değişmeyecektir. Biz onların müsamahasını daha sonra elde ederiz.”117 Osmanlı Padişahı Vahdettin Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’ya “şartlar ne kadar ağır olsa da İngiltere’nin dostluğunu kaybetmeden, kabul ediyorum. Bu dostluk sayesinde, bir zaman sonra şartların hafifletilmesi mümkündür.” demiş olduğundan Agamemnon zırhlısında bu belge memnuniyetle olmasa da sorun çıkmadan imzalanmıştır. “Kah gülerek boyun eğdiler, kah gözyaşları dökerek razı oldular ve sonunda Osmanlı İmparatorluğunu yitiren şartları imzalamayı kabul ettiler.”118 Hatta bu İngilizlere dostluk inancı o kadar yayılmıştı ki Churchill dönemi alaycı bir dille şöyle aktarıyor: “Subaylarımız bütün Anadolu’da ikişer üçer gruplar halinde mütareke hükümlerince silah ve cephane toplanmasına nezaret ediyorlardı. Silahsız ve tamamen serbest olarak Anadolu’da seyahat ediyorlar ve parmaklarının ucu ile yapılması gereken işleri gösteriyorlardı. Subaylarımıza bir makine gibi itaat ediyorlardı.” “Diz çöken Türkiye başını kaldırıp da kendisini yenenin İngilizler olduğunu görünce, rahat bir soluk aldı.”119

Mütareke’nin imzalanmasının ardından, İttihat ve Terakki’nin beyinleri, Osmanlı’nın savaşa girmesini ve Almanya tarafında girmesini sağlayan güçler ve 10 yılda koca bir imparatorluğu paylaşma masasına yatırılması haline gelmesinde emeği geçen İttihat ve Terakki’nin ‘A Takımı’ denilebilecek Talat, Enver, Cemal Paşalar, Dr. Nazım, Bahaettin Şakir gibi kişiler, beraberindekilerle birlikte, bir Alman gemisi ile İstanbul’dan Rusya’ya kaçtılar. Ardından İskenderun'a gelen bir İngiliz ve Fransız subayı, İskenderun'a kuvvet çıkarılacağını bildirdi. Musul, İngilizler tarafından işgal edildi. Bir Fransız alayı, Uzunköprü - Sirkeci demir yolunu işgal etti..İttihat ve Terakki Fırkası kendi kendisini kapattı. Ahmed İzzet Paşa, sadrazamlıktan istifa etti. Çanakkale Boğazı'nın iki yakası, İngilizlerce işgal edildi. Çanakkale'ye bir İngiliz Müfrezesi çıktı. Daha sonra Rumeli Yakası Fransızlara devredildi. İngilizler, İskenderun ve Antakya'ya asker çıkardı. Osmanlı İmparatorluğu, 29 Ekim 1914 tarihinde Almanya, Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan yanında I. Dünya

117 L’Illustration 6 Ağustos 1921; Belleten XXVIII 151,’den aktaran Gotthard Jaeschke, “Türk Kurtuluş Savaşı ile ilgili İngiliz Gizli Belgeleri”, Türkiye’nin Parçalanması ve İngiliz Politikası (1900-1920), Örgün Yayınevi, İstanbul, 2005, s.315. 118 David Walder, Çanakkale Olayı, s.74 119 David Walder, a.g.e., s.77

99 Savaşı’na girmiş, 30 Ekim 1918 günü imzalanan Mondros Mütarekesi ile çatışmalar sonuçlanmıştır. I. Dünya Savaşı başında 1.710.000 km2 yüz ölçümü ve 22 milyon çeşitli din, dil, ırktan nüfusa sahip olan Osmanlı İmparatorluğu 4 yıl süren savaşta 2.850.000 kişiyi silâh altına almış, Çanakkale, Galiçya, Doğu Anadolu, Kafkasya, Suriye, Irak, Gazze ve Yemen cephelerinde çarpışmıştır. 1918 sonbaharında Irak ve Suriye’de alınan bozgun kesin yenilgi ile sonuçlanmış ardından silah bırakışma olarak Mondros Mütarekesi yapılmıştır. Böylelikle barış dönemi galip görünenlerin barış anlayışına göre düzenlenecektir.

13 Kasım 1918’de İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan gemilerinden oluşan donanma İstanbul’a demir atmış ve karaya çıkarak önemli görülen yerleri işgal etmişti. Ülkenin başkenti İstanbul, Kurtuluş Savaşı sonuna kadar 60 ay boyunca işgal altında kalacaktır. İngilizler askeri güçlerinin çoğunu İstanbul’da Boğazın iki yakasında toplamışlardı, 31.000 piyade, 112 top ve 160 makineli tüfek; Fransızlar Rumeli tarafında 33.000 piyade, 55 top, 91 makineli tüfek, 39 uçak, 12 zırhlı otomobil; İtalyanlar İstanbul da dahil olarak toplam 5.000 asker ile işgale katılmıştı.

İstanbul’da işgalcilerin emrinde olmasa bile kontrolünde olan Osmanlı hükumeti, önemini kaybetmiş, işgalciler karşılarına Büyük Millet Meclisi ve Ankara hükumetini diplomatik olarak görüşme noktası olarak belirlemeye başlayacaktır. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının işgal altındaki İstanbul’da hazırladıkları planlar ancak İstanbul’un dışında Samsun’dan başlayarak İstanbul’a doğru gelinerek uygulanabilir olmuştur. Buna uygun olarak harekete geçilmiştir. Bu durum fark edildiğinde ise bunu planlayanlar var olan yönetimin kararlarına ve uygulamalarına karşı geldiklerinden doğal olarak isyancı sayılmış ve idama mahkûm edilmiştir. Mücadele planının birlikte bir yapı olarak hareket etmesi ve belirmesi için fikir adamlarının düzenlediği kongrelerde milli mücadele tanımı yapılmış ve çeşitli halk temsilcileri ile 28 Ocak 1920’de Misak-ı Milli olarak ülke sınırlarını tespit eden esaslar belirlenmiştir. Bu sınırlar normal Osmanlı topraklarının 1.000.000 km2sine yakınının kaybı anlamına gelse de Misak-ı Milli sınırları dahilindeki yerlere yapılan işgaller milli mücadelenin temel amacını oluşturmuş ve buralardan kayıp vermemek temelinde mücadele gösterilmiştir.

100 8 Ocak 1918’de Amerikan kongresinde açıkladığı 14 maddelik prensipleri ile Wilson özellikle 12. maddesi ile Osmanlı Devleti içinde de fazlasıyla taraftar edinmiş ve prensiplerin masumiyetine teslimiyetçi bir konforla inanmış bu aydınlar yanında yalnızca Türkler değil Ermeni, Rum, Kürt ve Araplar da doğu halklarının kendi kaderini tayin etmesi ilkesinin “dürüstlüğüne” ikna olmuşlardır. Tasvir-i Efkar gazetesi 14 ocak 1918 tarihli baskısında bu uğurda İstanbul ve Boğazların uluslar arası denetime girmesini bile kabul edilebilir şart olarak görmüştü. Mondros mütarekesi imzalandığında bile Türk kamuoyu ümidini ABD’ye ve 12. maddeye bağlamış, İtilaf devletlerinin buna uygun olarak dünyadaki savaş fikrini gömüp barış içerisinde geldiklerini düşünmüştü. Wilson daha Mondros ortada yokken prensipleri imparatorlukta geniş olarak konuşulan tüm dillerde bastırıp ülkenin her yerine dağıtmış ve Yakındoğu insanının Amerikan idealizmine yakınlaşmasını sağlamıştı. Osmanlı topraklarında uzun yıllarca çalışmış olan Amerikalı gazeteci ve muhbir L.E. Browne’a göre Türkler Osmanlı topraklarındaki Müslüman çoğunluğun göz önüne alınıp buna uygun olarak neredeyse hiçbir toprak kaybına uğramayacaklarını düşünmüşlerdi. Buna karşılık diğer azınlıklar da aynı maddeleri kendi avantajlarına olduğu için benimsemişti. L.E. Browne’a göre self-determinasyon ilkesine göz önüne alındığında her şehirde Müslümanların hâkim olduğunu bildiklerinden geleceklerine dair endişeleri az olarak Wilson prensiplerine güvenerek Osmanlı devleti Mondros mütarekesini imzalamıştı.120 L.E. Browne’un bir başka raporunda Müslümanların hem Rusların hem de Fransızların araştırmalarının iddialarının yanıltıcılığına değinmiş ve Müslümanların 13.300.000 kişiden 10.230.000’inin Müslüman ve ancak 1.140.000’in ermeni ve 250.000’inin Yahudi geri kalan 1.660.000’in de diğer gruplara mensup ait olduğunu aktarmıştır. İmparatorluğun her yerinde yapılan nüfus sayımlarında Müslümanların oranının 3, Hristiyanların 1 olduğunu belirtmiştir. L.E. Browne buna güvenerek de diğer güçler tarafından parçalanması karşısında peygamberin adalet ve hak prensipleri doğrultusunda ortaya konan Wilson prensiplerini teminat olarak gördüğünü aktardığı Türk'lerin savaş ganimeti olarak manda gücü olma bahanesiyle çeşitli bölgeleri ele geçirmeye başlamaları ile hayal

120 Deniz Bilgen, ABD’li Gözüyle Sivas Kongresi (Amerikan Mandası ve Gazeteci L.E. Browne’ın Faaliyetleri), Kaynak Yayınları, İstanbul, Ocak 2004, s.33.

101 kırıklığına uğradıklarını ekler.121 Amerikan mandası ve Wilson ilkeleri taraftarı Türkler her yer işgal edilmeye ve yağmalanmaya başladığında dahi 12. maddenin kendilerin verdiği bir hak olduğunu savunmaya çalışıyor ve Amerika’nın yardımını bekliyordu. Mustafa Kemal, gerçekte prensipleri açıkladıktan sonra “sahneden çekildiğini ve Osmanlı devletinin her yerindeki işgale seyirci kaldığını” belirttiği Wilson’un İtilaf kuvvetlerinin hiçbir şekilde bu maddelere uymamasına ses çıkartmadığını belirtmiştir. İtilaf devletleri ve Wilson bu maddeleri Osmanlı topraklarındaki diğer halkların lehine, yani Türklerden ayıracakları milletlere tatbik edilmesini istiyorlardı.122 Mütareke ağır ve tam bir tutsaklık amaçlamış, buna göre sürekli bir barış düzeni kurulması için hazırlıklara girişilmiştir, bunu da ancak Osmanlı’nın paylaşılması yoluyla olacağını öngören Sevr Anlaşması ile sona ermiştir. İstenen barış düzeni ancak Lozan’a kalmıştır. Türkiye için gerçekte I. Dünya Savaşı’nı bitiren anlaşma olan Lozan aynı zamanda 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu’nu da hukuki ve mali olarak tasfiyesine sebep olmuş, ve Türk topraklarında yönetim değişikliğine gidilmesine ve yeni yönetim tercihi olarak da Cumhuriyetin seçilmesine vesile olmuştur.

121 Chicago Daily News, 11 Ağustos 1919’dan aktaran Deniz Bilgen, a.g.e., s.37. 122 Deniz Bilgen, a.g.e., s.41.

102

II. BÖLÜM BİR ÜLKE ÜÇLÜ YÖNETİM: KARARSIZ DENGE

103

A - İSTANBUL’DA İŞGAL KUVVETLERİ VE ABD

İstanbul Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasi merkezidir. Bizans’dan Osmanlı’nın tasfiye edildiği ve başkentinin değiştirildiği güne kadar da binlerce yıl, aşağı yukarı 1600 yıldır, dünya başkentidir. Her dönemde de İstanbul dünyanın en büyük şehirlerinden birisi olarak

Şekil 16: 1900'lerde Galata Köprüsü tanımlanmaktadır. 1920’de İstanbul, 560 bini Müslüman, 380 bini Rum, 120 bini Ermeni ve 45 bin kadarı da Yahudi olmak üzere yaklaşık 1.200.000 kişilik bir nüfusa sahiptir. Geri kalan nüfus ise, Yakındoğuya yerleşmiş Avrupa kökenli insanlar olan ve burada ticaretten biriktirdikleri sermaye ile bir yüksek sosyete teşkil eden Levantenlerdir.123 “İstanbul, kendi ülkelerinin kalbi oldukları söylenebilecek birçok başkentten çok daha büyük ölçüde Türkiye’dir. Yönetimin aşırı merkeziyetçileştirilmesi bu olgunun başlıca nedenidir. Onun manevi yanında bulunmayan, fakat dış görünüşündeki renkli ve şaşırtıcı kozmopolitlik rastlantısal bir sonuçtur.”124 Eski İstanbul, Türkler’in ve öteki Müslümanlar’ın oturdukları Beyazıt, Aksaray, Unkapanı, Fatih, Şehremini, Eyüp ve Kasımpaşa semtlerinden oluşuyordu. Yahudiler ağırlıklı olarak Haliç’in karşı kıyısındaki Hasköy’de ve şehrin batısındaki Balat’ta yerleşmişlerdi. Başhahamlık, Topkapı Sarayı’nın kuzeyinde,

123 Nur Bilge Criss, İşgal Altında İstanbul, İletişim, İstanbul, 2004, s.39 124 Pathfiner Survey, s79’dan aktaran Nur Bilge Criss, a.g.e., s.40.

104 Sirkeci’deydi. Rumlar Haliç’in karşı kıyısındaki Pera’da ve Rum Patrikhanesi’nin bulunduğu, Haliç’teki Fener’de yaşamaktaydılar. Samatya ve Kumkapı Ermeni semtleriydiler. Ermeni Patrikhanesi Kumkapı’daydı. Eski İstanbul’un karşısında, Haliç’in öbür yanındaki Pera İstanbul’un iş merkeziydi. Pera şehrin geri kalanından başka bir dünyaydı; çünkü burası bir Avrupa şehrinin küçük bir kopyasıydı. Yabancı Şekil 17: Osmanlı'nın son yıllarında elçilikler buradaydı. Diplomatlar, yabancı iş Karaköy125 adamları, azınlıkların zengin aileleri ve Levantenler burada yaşarlardı. Credit Lyonnais, Osmanlı Bankası ve Selanik Bankası gibi yabancı bankaların şubeleri Cadde-i Kebir (Grand Rue de Pera, şimdiki adıyla da İstiklal Caddesi) üzerindeydi. İstanbul Boğazı’nın Avrupa ve Asya kıyılarına yalılar, Osmanlı ailesinin sarayları ve yabancı elçiliklerin yazlık konutları serpilmişlerdi. Marmara Denizi’nin Anadolu yakasındaki Üsküdar’da ve Kadıköy’de yazlık konutlarıyla, çok sayıda banliyö bulunmaktaydı.126

Balkan savaşlarıyla başlayan ve I. Dünya Savaşıyla devam eden bir süredir savaş halinde olan Osmanlı İmparatorluğunda bunun sonucu olarak toplumsal ayrışmalar kaçınılmazlaşmış ve keskinleşmişti. İstanbul’da yaşayan erkekler, I. Dünya Savaşı’na kadar askere alınmazken savaşın zorluğu nedeniyle bu durum değişmek durumunda kaldı. Çarpışmaya katılmasalar, cephe gerisinde hizmet etseler bile imparatorluk tarihinde ilk defa azınlıklar bile askere çağrılmıştı. Savaş sonunda bir çok aile ihtiyarlar, çocuklar ve dullardan ibaret kalmıştı. Hayat pahalılığındaki yükseliş, önceleri varlıklı aileleri değerli mallarını satarak hayatta kalmaya zorlamıştı. Bunlara ek olarak da sürekli çıkan yangınların çok sayıda evi ve iş yerini harap etmesi ve kentin artan nüfusu barınma sorununu şiddetlendiriyordu. Savaşlar ve yoksulluk nedeniyle geleneksel Osmanlı hayat tarzı da değişmişti. Osmanlı toplum düzeninde toplum örgütlenmesi açısından başlıca toplumsal birim, varlıklıların ve yoksulların

125 Tempo Dergisi Sayı 20, 17-05-2007, s.44, Atilla Oral arşivinden. 126 Henry Otis Dwight, Constantinople and Its Problems’dan aktaran Bilge Criss, a.g.e., s.41.

105 yan yana yaşadıkları mahalleydi. İttihat ve Terakki Partisi Hükumeti, savaş sırasında, kapitülasyonları tek yanlı olarak kaldırmıştı. İtilaf devletleriyle diplomatik ilişkiler kesilmiş olduğundan, bu tedbir kolaylıkla dayatılabilmişti. Ancak savaş durumu Osmanlı ekonomisinin yeniden canlandırılmasına imkan vermedi. Çanakkale Boğazı kapalı ve Akdeniz limanları abluka altına alınmış olduğundan gümrük vergilerinin toplanması da durmuştu. Mülklere el konulması ve seferberlik sivil nüfusu zayıflatmıştı. Ancak İTP bunu kısa bir savaş olacağını sandığından dört yıl sonra gelen mütareke umutsuz bir durumda yakalanmaya sebep olmuştu. Yoksulluk ve toplumsal ayrışmaya katkıda bulunan bir olumsuzluk da yangınların yol açtığı tahribattı. Evlerin çoğu ahşaptı ve bir yangın çıktığında bitişikteki mahalle rüzgarın durumuna göre tamamıyla yanıyor veya kurtuluyordu. Yangınlara karşı örgütlü bir mücadele yoktu; her mahallede küçük itfaiye ekipleri vardı. Yanına sığınabilecek akrabaları olmayan evsizleri, camiler ve yoksul Şekil 18: Kentin düzenli olarak işgal kuvvetleri tarafından yakıldığı evleri barındırmak zorunda kalıyordu. söylenmektedir.127 Yangınzedelerle, yerli yabancı sığınmacı akınları da bir araya gelince, belediye ve sosyal hizmetler tıkanıyordu. 1918’de toplam 1.475 ev; 1919’da 158 ev; 1920’de 747 ev; 1921’de 600 ev; 1922’de 100 ev ve 1923’te 380 ev yangınlarla yıkılmıştır. 1921’deki büyük Üsküdar yangını uzun bir kuraklık döneminden sonra meydana gelmişti. The Orient gazetesi kesin yanan ev sayısının valinin 694 ev ve 31 dükkan olarak duyurduğunu aktarmış ve pek çok durumda, tek bir evde iki hatta üç ailenin yaşadığını ve bu durumda barınakları yanmış olanların sayısının en azından 7.500 civarı olduğu konusunda tahmin yürütmüştür.128 Savaş sırasında ekonomi, Alman kredileri ile ayakta duruyordu; ancak işgal dönemi ile birlikte Osmanlı ekonomisi iyice iflas etmişti. İstanbul’daki İngiliz ticari temsilcisine göre, Deutsche Bank, Deutsche Orient Bank, Wiener Bankverein gibi Alman ve Avusturya bankalarının, Osmanlı maliyesi üzerinde yıkıcı etkisi olmuştu, çünkü bunların politikası vurguncuları ve tefecileri gözetiyordu. Savaş sırasınca İtilaf

127 Atlas Dergisi, Sayı 156, 2006 Mart, s.106, Fotoğraflarla 20. Yüzyılın Sosyal Tarihi-1910’lar Arşivi 128 Nur Bilge Criss, İşgal Altında İstanbul, s.48

106 Devletlerinin elçilikleri bu bankalar için iş merkezleri haline gelmiş, devlet görevlileri eliyle çok miktarda altın gönderip, karşılığında, askeri ve diplomatik kuryeleri kullanarak yabancı para getirmek gibi kanun dışı banka işlemleri ekonomiye büyük zarar getirmiştir. Ateşkes sırasında Osmanlı Hükumeti, savaş nedeniyle üretim kaybı, işgal edilen yerlerden gelir kaybı ve vergi gelirlerinde azalma gibi, başka problemlerle de karşılaştı. İzmir’in Yunanlılarca işgali Hazine’yi en zengin illerin gelirlerinden yoksun bırakmıştı. Hayat pahalılığı, savaş öncesiyle kıyaslandığında kat kat arttığı belirtilmektedir.130 Mondros Mütarekesi imzalandığında, sekiz yıldır sürekli savaş durumu yaşayan İstanbul halkı bunun sona ereceği için rahat bir soluk alıyordu. Zaten İngiltere adına imza atan Amiral Calthorpe, karşı tarafın temsilcilerine İtilaf devletlerinin 129 Şekil 19: İngilizler Harbiye Kışlasında İstanbul’da askeri varlıkları olmayacağına dair sözlü garanti vermişti. Bu nedenle uzunca süredir savaş gemisi görmemiş olan İstanbul halkı mütareke’den 1 hafta – 10 gün sonra, 8 Kasım 1918 tarihinde, Galata Rıhtımına zincirleyen Fransız Savaş gemisini gördüklerinde şaşırmışlardı. Ardından İstanbul’da askeri varlık olmayacağına dair verilmiş söz gibi Yunan askerlerinin de

129 Tempo Dergisi Sayı 20, 17-05-2007, s.45 (Atilla Oral arşivinden) ve Atlas Dergisi, Sayı 156, 2006 Mart, s.92 (Çelik Gülersoy arşivinden) ve Vera Dümesnil, a.g.e., s.39 (Nezih Başgelen arşivinden) 130 U.S. Records 867.00/835, 20 Aralık 1918. Selanik’deki Amerikan Konsolosundan Dış işleri Bakanına yazıdan aktaran Nur Bilge Criss, İşgal Altında İstanbul,s.60

107

Şekil 20: İşgal dönemi İstanbul Şehir Planı131

131 Atlas Dergisi, Sayı 156, 2006 Mart, s.108-109, Denizler Kitabevi Koleksiyonu.

108 olmayacağına dair de söz vermiş olunmasına rağmen 13 Kasım 1918 tarihinde aralarında Yunan savaş gemilerinin (Averof zırhlısı dahil) de olduğu İtilaf devletlerinin savaş gemilerinden oluşan bir İtilaf filosu (100 kadar büyük savaş gemisi) İstanbul limanına girmişti.132 İstanbul’daki azınlıkların coşkulu karşılama törenleri arasında böylelikle İstanbul’un işgali fiilen başlamıştı. Fransız Arianne mayın arama gemisi 8 Kasım 1918’de İstanbul Limanına girdiğinde Galata Rıhtımı’na köprüye yakın bir noktada demirlemiştir. Gemiden sadece dört Fransız subayı inmiş ve Beyoğlu’ndaki Sefareti’ne doğru yürümeye başlamıştır. Yürüyüş sırasında sokaklar sevinç gösterisi yapan binlerce İstanbullu Rum, Ermeni, Levanten ve Türk ile dolmuş; İtalyan, Fransız, İngiliz ve Yunan bayrakları ile caddeler donatılmıştır. “Yaşasın Fransa”, “Yaşasın Hürriyet” nidaları eşliğinde subaylar ilerlerken Cadde-i Kebir’de genç bir Türk Jandarma subayı ve askerleri önlerini kesmiş ve çıkan tartışma sonucunda Türk subayın silah sür emrinden sonra işgalci subaylar yollarına yalnız ve polisler eşliğinde devam etmiştir.133 “Birinci Dünya Savaşı'nı kaybetmiş, Mondoros'ta mütareke imzalayıp teslim olmuştuk. İstanbul henüz resmen olmasa da artık İtilaf kuvvetlerinin işgali altındaydı. İngiliz, Fransız ve İtalyan birlikleri ve sömürgelerden getirilmiş renk renk askerler şehrin dört bir tarafını tutmuşlardı. Ermeniler'in yaygaraları, o günlerde de gündemin ilk sırasındaydı. ‘‘Tehcirde görev aldıkları’’ iddia edilen eski idareciler işgal kumandanlarının talimatıyla tutuklanıyor, bu iş için özel mahkemeler kuruluyor ve Ermeni iddiaları bitmek tükenmek bilmiyordu. İşgalciler arasında bir üstünlük ve şehre hakim olma yarışı vardı. Meselá Londra, İstanbul'daki İngiliz kumandanı General Wilson'a henüz şehre gelmemiş olan Fransız Doğu Orduları Başkumandanı General Franchet d'Esperey'i tanımaması için talimat göndermişti. Franchet d'Esperey, 1918'in 23 Kasım sabahı bir savaş gemisiyle İstanbul'a ulaştı. Tam adı Louis Felix Marie François Franchet d'Esperey idi ve Marne cephesinde kumanda ettiği 5. Ordu'nun Alman birliklerini püskürtmesinden sonra Fransa'da milli kahraman olmuş ve ‘‘Doğu Orduları Kumandanlığı’’na getirilmişti. Fransız general, karaya Dolmabahçe rıhtımından ve Ermenilerle Rumlar'ın sevgi gösterileri arasında

132 Sina Akşin, Ana Çizgileriyle Türkiye’nin Yakın Tarihi I. Cilt, s.137 133 Nil Birol, İstanbul’un İşgali, Atlas Dergisi, Sayı 156, s.99

109 çıktı. Beyoğlu'nun girişinde bulunan ve şimdi Fransız konsolosluğu olan o zamanın Fransız büyük elçiliğine gitti ama karşılamadan memnun olmamış, azınlıkların tezahüratını şánına láyık görmemişti. Birkaç gün sonra, yeniden gelmek üzere şehirden ayrıldı. Franchet d'Esperey, şehre 1919'un 8 Şubat'ında döner ve Fransa'dan görülen hakaretlerin en büyüğü de o gün yaşanır. General karaya bu defa Sirkeci'den çıktı, 21 páre top atışıyla karşılandı ve gazetecilere ‘‘Dolmabahçe Sarayı'nda kalacağını’’ söyler. Sarayda o sırada devrin hükümdarı Sultan Vahideddin yaşıyordu. Franched d'Esperey şehri ‘‘fethetmiş’’ havasındaydı, Fatih Sultan Mehmed'i taklid edercesine beyaz bir ata bindi, ‘‘Dolmabahçe'ye yerleşmesine kadar’’ ikámetgáh ve karargáh olarak kullanacağı Fransız Büyük elçiliği'ne at üzerinde gitti. Ermeniler, bu defa generalin ‘‘şanına láyık’’ bir hazırlık yapmışlardı. Sirkeci'den Tünel'e, oradan da Taksim'e kadar uzanan güzergáha binlerce Ermeni yığılmıştı, generalin geçeceği yollar konfetilerle süslenmişti ve hemen her köşede bir bando çalıyordu. İstanbul'daki azınlıklar, ‘‘kurtarıcılarını’’ şık bir şekilde karşılayıp onu memnun 134 edebilmek için ellerinden geleni Şekil 21: İşgale ait fotoğraflar

134 Atlas Dergisi, Sayı 156, 2006 Mart, s.101 (Çelik Gülersoy arşivinden) – s.98 (Osmanlı Bankası

110 yapmadaydılar!”135 “İşgal, işgalden sonra yaşanan beyaz at hadisesi ve Ermeniler'in şımarıklıkları İstanbul'un Müslüman halkında moral bırakmamıştı. Şehir, 8 Şubat gününü bir matem havası içinde geçirdi. Şehre çöken hüzünlü hava, aradan 24 saat bile geçmeden dağıldı ve bunu ‘‘Hadisat’’ gazetesinde sansür engelini gizlice aşabilerek yayınlanan bir makale sağladı: Asıl vazifesi idarecilik olan, valiliklerde bulunan ama yazılarıyla ve şiirleriyle o günlerde herkesin tanıdığı bir edebiyatçı- gazetecinin, Süleyman Nazif'in kaleme aldığı ‘‘Kara Bir Gün’’ başlıklı makale... Süleyman Nazif, Ermenilerin bir gün önce yaptıkları taşkınlıkların Türkler'in kalbinde sonsuza kadar kanayacak bir yara açtığını söylüyor, ‘‘Almanlar 1871'de Paris'i işgal ettikleri zaman Fransızlar bizim kadar hakaret görmemişlerdi’’ diyor, ‘‘Biz buna müstehak değildik diyemeyiz. Müstehak olmasaydık, bu felákete düşmezdik. ...Kader defterimizde böyle bir kederli satır da gizli imiş’’ diye yazıyor ama ümidlerin kaybolmamasını istiyordu.”136

Süleyman Nazif’in ‘‘Hadisat’’ gazetesinde 9 Şubat 1919 günü yayınlanan “Kara Bir Gün” adlı makalesinin günümüz Türkçesiyle tam metni:

‘‘Fransız generalinin dün şehrimize gelişi dolayısıyla bir kısım vatandaşlarımız tarafından yapılan gösteriler, Türk'ün ve İslam'ın kalbinde ve tarihinde sonsuza kadar kanayacak bir yara açtı. Aradan asırlar geçse ve bugünkü hüznümüz ve bahtsızlığımız sevince ve mutlu bir talihe dönse bile, yine bu acıyı hissedecek ve bu hüzünle üzüntüyü çocuklarımıza ve soyumuzdan gelecek olanlara nesilden nesile ağlanacak bir miras olarak terkedeceğiz. Almanya orduları 1871 senesinde Paris'e girdikleri sırada, Büyük Napolyon'un zaferlerini kutlamak için dikilmiş olan zafer tákının altından geçerlerken bile Fransızlar bizim kadar hakaret görmemişti. Ve bizim dün sabah saat dokuzdan on bire kadar hissettiğimiz üzüntüyü ve azábı duymamıştı. Çünkü ‘‘Fransız’’ námını taşıyan her kişi, çünkü yalnız Hristiyanlar değil, Yahudi Fransızlarla Cezayirli Müslümanlar, o millî matem karşısında aynı keder ve utanç ile ağlamış ve kızarmışlardı. Biz ise millî varlıklarının ve dillerinin devamını bizim álîcenaplığımıza borçlu olan bir kısım halkın hay-huy şamatasıyla bu aziz matemimize en acı hakaretlerin birer tokat şeklinde atıldığını gördük. ‘‘Buna müstehak değildik’’ diyemeyiz. Müstehak olmasaydık, bu felákete düşmezdik. Her milletin hayat sayfalarında birçok talihler ve bahtsızlıklar vardır. Fransa Kralı Birinci Fransuva'yı Şarlken'in zindanından kurtarmış ve koca Viyana şehrini defalarca kuşatmış bir ümmetin kader defterinde böyle bir kederli satır da gizli imiş. Araplar’ın güzel bir sözü var: ‘Isbır feinne’d-dehre lá yesbır’ (Sen sabret, çünki zaman sabretmez) derler."

İtilaf kuvvetleri hemen karaya çıktılar ve kışlaları, otelleri, İtalyan ve Fransız okullarını ve hastanelerini işgal ettiler. Bu askerler, İtilaf kuvvetleri yönetim mekanizması kuruluncaya kadar işgal ettikleri yerlerde kaldılar. İtilaf kuvvetlerinin

Arşiv ve Araştırma Merkezi Kütüphanesi) - s.100 (Çelik Gülersoy arşivinden) ve Tempo Dergisi Sayı 20, 17-05-2007, s.45 (Atilla Oral arşivinden) 135 Murat Bardakçı: Fransa, 1918’de beterini yapmıştı, http://arsiv.hurriyetim.com.tr/hur/turk/01/01/28/yazarlar/46yaz.htm, 13.06.2007 136 Murat Bardakçı, a.g.w.

111 askeri komutası konusunda Fransa ile İngiltere arasında bu iki ülkenin rekabeti nedeniyle problemler oluştu. Bu problemler zamanla aralarında birbirlerine olan kuşkuları da arttırıyordu. Avrupa’da ateşkes 11 Kasım 1918 tarihinde imzalanmış, Fransız General d’Esperey Sofya’da yeni görev yeri olarak Macaristan’ın teslim olmasını izlemek için Budapeşte’ye gitme emrini beklerken onun yerine, İstanbul’a gidip oradaki işleri düzene koyması emri gelmişti. General İngilizlere güvenmiyordu. İtilaf işgal kuvvetlerinin o sıralarda kabul etmiş olduğu karara göre: “İngiliz, Fransız ve İtalyan Hükumetleri, Türkiye’nin Avrupa parçasında garnizon kuran İngiliz birliklerinin ve onlara komuta eden generalin General Franchet d’Esperey’nin komutası altında kalmaları”138 düşünülmüştü. Kararda geçen “Türkiye’nin Avrupa Parçası”nın Boğazları da kapsaması mümkün olduğu gibi İngilizlerce bu Balkan ülkelerindeki birliklere komuta edecekmiş gibi yorumlanıyordu. Böylelikle İngiliz General Milne, Boğazlardaki, Şekil 22: Harbiye Nezareti önünde İngiliz Karadeniz’in güney kıyısındaki ve askerleri137 Kafkaslardaki İtilaf birlikleri üzerinde otorite sahibi oluyordu. General d’Esperey’in İngiliz Genelkurmay Başkanı Mareşal Wilson ile görüşmesinden de bu yönde bir sonuç çıkıyordu. Mareşal Wilson raporunda d’Esperey’nin Milne’i aradan çıkarmak istediği, ancak böyle bir şeye izin verilmeyeceği, İngilizlerin İstanbul’a büyük yığınak yapmaya kararlı olduklarını ve İstanbul’daki birlikleri güçlendirmek için çeşitli birliklerini çekip buraya toplamaya başladıklarını ve ayrıca Türkleri ve Bulgarları İngilizlerin

137 Tempo Dergisi Sayı 20, 17-05-2007, s.48 (Atilla Oral arşivinden), İşgal günlerinde Harbiye Nezareti’nde bulunan Fevzi Çakmak o gün olanları daha sonra Meclis’te şöyle anlatır: “İngilizler Harbiye Nezareti’ni işgal ederek, benim nezaret odasına kadar süngülü neferlerini soktular. Zaten evvelce emirler verildiği için ben kendilerini sükunetle karşıladım.” 138 FO 406/41 2 Şubat 1919 s.15 Savaş Bakanlığından Dış işleri Bakanlığına yazıdan aktaran Nur Bilge Criss, İşgal Altında İstanbul, s.98

112 yendiğini bu nedenle İngiliz birlikleri Milne komutası altında, Fransız ve İtalyan birlikleri d’Esperey’nin komutası altında olması gerektiği düşüncesini içeriyordu. Osmanlılarla yapılan ateşkes anlaşmasında da, İngilizler askeri şartları denetlemekle görevlendirilmişlerdi. Britanya İmparatorluk kuvvetleri ile birlikte Fransızların katıldığı Çanakkale Savaşları dışında, Türklere karşı savaşanlar İngilizler olmuştu. Buna ek olarak da, Türkiye’de İngiliz’lerin Fransızlarınkinden daha çok sayıda askeri bulunuyordu.139

İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan askerleri öncelikle Beyoğlu bölgesindeki kışlalar ile yabancı okul, hastane, otel ve bazı özel binalara yerleşmeye başladılar. Bir kısmı Boğazın Karadeniz’e açılan bölgelerinde Rumelikavağı, Yenimahalle ve Büyükdere’den Bebek’e kadarki Osmanlı ailesinin sarayları ve yabancı elçiliklerin yazlık konutlarının bulunduğu bölgeye dağıldılar.

Trakya tarafından demiryoluyla getirilen 122nci Fransız Tümeni, Bahçekapı’da inşaatı henüz tamamlanmamış bir binayı karargah yapmıştır. Muzafferlerin Karargahı anlamına gelen “Caserne Victor” tabelasını astıkları bu bina bugünkü Dördüncü Vakıf Han olacaktır. İtilaf Devletleri Doğu Orduları Başkumandanı sıfatıyla Fransız General Franchet d’Esperey büyük bir merasimle Sirkeci Garı’na gelir ve bayraklarla ve coşkulu gösteriler ile Beyoğlu’ndan geçerek Fransız konsolosluğuna gitmiştir. Birlikler Müze-i Hümayun, Süleymaniye Kışlası, Meclis-i Mebusan gibi stratejik öneme sahip binalar ile Ortaköy’deki Feriye Daireleri, Fehime Sultan Yalısı, Naciye Sultan Sahilhanesi gibi şehzade ve sultanlara tahsis edilmiş mülklere de el koyuyorlardı. Özellikle Osmanlı’yı Almanların tarafında savaşa sürükleyen Enver Paşa gibi isimlerin mal ve mülkleri üzerinde duruluyordu. Kuruçeşme’de Enver Paşa’nın konağı görkemli giriş yapan Franchet d’Esperey tarafından karargah yapılmıştı.

139 Bilge Criss, a.g.e.,s.99

113 Şekil 23: İşgal Donanmasına ait gemiler Sarayın önünde140

Şekil 24: İşgal donanması İstanbul'da141

Şekil 25: İngilizlerin M1 denizaltısı Galata Köprüsü'nde142

140 http://en.wikipedia.org/wiki/Image:USS_Noma_off_Istanbul_Turkey_1920.jpg, 22.06.2007 141 Atlas Dergisi, Sayı 156, 2006 Mart, s.99 (Denizler Kitabevi Koleksiyonundan) 142 Tempo Dergisi Sayı 20, 17-05-2007, s.42 (Atilla Oral arşivinden).

114 Enver Paşa’nın eşinin, aynı zamanda Padişah’ın yeğenidir, Kuruçeşme sahilindeki yalısına olduğu gibi arabası dahil tüm malvarlığına el konulmuştu. İtilaf bir yandan işgale devam ederken bir yandan da Mondoros Mütarekesi’nin koşulları gereği şehirdeki Alman, Avusturya- Macaristan ve Bulgaristan vatandaşlarını tahliye ediyordu. Savaş zamanı gelen binlerce Alman askerinin bir kısmı, kentin işgalinden sonra Heybeliada’ya nakledilirler ve Alman hükümetinden alınan para karşılığında adadaki papaz okulu ile Bahriye Mektebi’ne Şekil 26: Muzafferlerin karargahı Dördüncü Vakıf Han143 yerleştirilmiştirler. Karaköy’de yeni inşa edilmiş olan Merkez Rıhtım Han işkence merkezi olarak kullanılıyordu. Onun dışında Bahçekapı’daki Sansaryan Han ve Tepebaşı’ndaki Kroekr Oteli (bugünlü Beyoğlu Öğretmenevi) ve evine el konulmasından son anda vazgeçilen Mimar Vedat Tek tarafından yapılmış olan Karaköy’deki Muradiye Han diğer işkence ve yerleşme merkezleri idi. İtilaf kuvvetlerinin yönetim mekanizmasının karmaşıklığından kaynaklanan bir zayıflık mevcuttu, Türk yeraltı hareketi için uygun ortam oluşturuyordu. İstanbul’un Anadolu’ya kapısı olan Asya tarafındaki Üsküdar İtalyan bölgesindeydi ve buradaki kontrol daha gevşekti.Eski İstanbul ve batı banliyöleri Fransız bölgesindeydi ve Fransızlar Türklerle ilişki kurabilme avantajına sahipti; çünkü çoğu eğitim görmüş Şekil 27: İşgal’de Büyükada, birçok Türk yabancı dil olarak Fransızca biliyordu.145 Yunan Bayrakları144 Pera, Galata ve Şişli gibi kozmopolit semtler İngiliz bölgesinde yer almaktaydı. İngilizler ise Türklerle iletişim kurmak gibi niyetleri yoktu, defalarca çeşitli ortamlarda, tüm yazışmalarında özellikle belirttikleri gibi, Türk'leri cezalandırmak için buradaydılar. Zaten o günleri yaşayanlar İtalyanları kibar, Fransızları zararsız,

143 Atlas Dergisi, Sayı 156, 2006 Mart, s.110 (Tarih Vakfı Koleksiyonundan) 144 Atlas Dergisi, Sayı 156, 2006 Mart, s.95 (Çelik Gülersoy arşivinden) 145 Nur Bilge Criss, İşgal Altında İstanbul, s.96

115 Amerikalıları nezih, ancak İngiliz'leri düşman olarak hatırlıyordu. İsmail Hakkı Sunata’nın hatıralarında, tam Mondros ertesinde cepheden dönerek, İstanbul’daki Hukuk eğitimine devam edeceği dönemdeki manzarayı şöyle aktarıyor: “1919 Ocak ayı geçti. Limandaki düşman gemileri eksilmiyor, artıyor gibi. İstanbul’u işgal eden galip devletlerden, en ziyade İngilizler düşmanlıklarını gösteriyorlar. Onlar nedense bize çok diş biliyorlar. Bu kızgınlığın içinde Çanakkale mağlubiyeti de yer alıyor gibi geldi bana. Fransızlar, İtalyanlar o kadar düşmanca davranmıyorlar. İngilizlerin kurduğu polis teşkilatı, kanatlarını, bütün Hristiyan toplulukların üzerine germiş durumda. Bundan dolayı Rumlar ve Ermeniler şımarmış halde. Benim mahallem, sessiz ve fakir bir Müslüman mahallesi olduğundan baskı görmüyoruz. Fakat Beyoğlu tarafı, artık tamamıyla bize düşman durumda. Benim de şimdilik o tarafla ilgim yok146… İstanbul adeta ikiye ayrılmıştı. Galata ve Beyoğlu tarafı artık bizden kopmuş, İngiliz, Fransız, İtalyan, Amerikalı ve Yunanlılarla enternasyonal bir memleket olmuştu. İstanbul tarafı ise, mağlup olmanın ağır yükünü ve acısını taşıyan bahtı kara bir yer. Bir ara, İstanbul’un, enternasyonal bir hale getirileceği hakkında Reuter Ajansı’nın bir telgrafı gazetelerde yayınlandı. Bu telgrafın esasa dayanmadığı söylense de Paris’te toplanan Dört Büyüklere (Amerika, İngiltere, Fransa, İtalya) böyle düşünmeyi hatırlatmak istiyor bunlar.”147

Kasım 1918 ile Mart 1920 arasında İtilaf İşgal Kuvvetleri’nin başlıca işlevi, polis, pasaportlar, basın üzerinde kontrol kurmak ve karma mahkemeler düzenlemekti. Yabancılar ile Osmanlı uyruklular arasındaki medeni hukuk ve ticaret davaları için İtalyanlardan geçici bir mahkeme önerisi geldiğinde, Lord Curzon’un buna verdiği yanıtı “Şimdi yapılması mümkün herhangi bir geçici düzenleme ile Türkiye’yle yapılan Barış Antlaşması’nda (Mondros’u kastediyor) belirlenmiş olan kalıcı hukuk sistemi arasındaki ilişki, zorunlu olarak öylesine ima yollu kurulmalıdır ki, bu mesele Paris’deki Barış Heyetleri tarafından gereği gibi ele alınabilsin.” şeklinde olur.148 Yani aslında kabul ettirecekleri yasal değişiklikler onların da İstanbul’da

146 İ. Hakkı Sunata, İstanbul’da İşgal Yılları, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2006, s.19. 147 İ. Hakkı Sunata, a.g.e., s.27. 148 FO 406/42, 2 Temmuz 1919. Curzon’dan İtalyan Maslahatgüzarı’na s.44’ten aktaran Nur Bilge Criss, İşgal Altında İstanbul, s.106

116 bulunmalarının yasallığının sorgulanmasına yol açabilecektir. Uluslararası hukuk kurallarına göre yasal olarak onaylanmış işgal kuvvetleri olmadıklarına göre düşman ülkelerinde bir adli sistem kuramayacaklardır, henüz. Önerilen mahkeme planlarını kabul edecekleri hale geldiklerinde de İngiliz Yüksek Komiseri, İtilaf devletleri arası mahkemeler oluşturulmasına Osmanlı Hükumeti’nin razı olmasını şart koşar. Türkler kabul etmez. Etseydi bile zaten sadece medeni hukuk ve ticaret anlaşmazlıklarına bakma hakkı olan ve ceza davaları, suçları yargılamak için yasal yöntemlere sahip olmayan İtilaf kuvvet polisinin ellerine bırakılacaktır. Mahkemelerinin yasallığının belirsizliği bir yana Mütareke hükümleri arasında İtilaf devletlerine, açıkça İstanbul’u işgal etme yetkisini veren bir madde bulunmamaktadır. 7nci madde ancak güvenliklerinin tehdit olması halinde stratejik noktaları işgal etme hakkını tanımaktadır. Bu kural da Yunan ordularının işgal ettiği yerleri kapsamadığı gibi İstanbul’da da İtilaf devletlerinin güvenliği için haklı görülebilecek herhangi bir tehdit yoktur. Yasal işgalci olmadıklarından mahkeme kurma hakkı olmayan İtilaf devletleri, kapitülasyonların kalkması nedeniyle konsolosluk mahkemelerini de kullanamıyorlar, ateşkes olsa da savaş hali korunduğu için kendi uyrukları üzerinde Osmanlı Mahkemelerinin yargı yetkisini de kabul edemiyorlardı. Bu adli sistem ile ilgili ihtiyaçları da artık yasal olarak da (de jure) işgalin sebepleri arasına eklenecekti.149

Paris Barış Konferansında150 ABD’ye, Türkiye ve Ermenistan üzerinde manda önerildiğinde Amerikalılar General Harbord’un başkanlığında bir kurulu Türkiye’ye yolladılar. Harbord Sivas’ta Mustafa Kemal ve çevresi ile görüştü. Böylelikle Kemalist Hareket ABD’de tanınacak ve aynı zamanda Dış işleri Bakanlığına da güncel bilgi sağlanacaktı. ABD Yüksek Komiseri Amiral Bristol ise Milliyetçi Hareket’e olumlu bakıyordu. Washington’a Türkiye üzerinde tek manda olmalı ve o da Yunanlılar olmamalı tavsiyesini iletiyordu. Çünkü Yunanlılar hem Trakya’daki Yahudi’lere yaptıkları ile başka milletlere karşı tutumlarında ehil olmadıklarını

149 FO 406/42, 2-4-26 Temmuz 1919 yazılarından aktaran Nur Bilge Criss, İşgal Altında İstanbul, s.106-107 150 “...gazeteler Paris’e giden heyetin, sulh murahhası olarak değil, Şark meselesiyle Osmanlı hükumetine ait meselenin çözümlenmesi yolunda fikir ve mütalaaları alınacak bir mütehassıs heyet olarak çağrıldığını, Paris gazetelerinden naklen yazıyor” ,İ. Hakkı Sunata, a.g.e., s.44

117 göstermiş hem de emperyalist emellerinin izlerini açığa çıkarıyorlardı. Amiral Bristol’a göre etnik düşmanlık, derinlerde yatan dini ve siyasi farklılıklardan kaynaklanıyordu. Dolayısıyla Yunanlılara Trakya’dan da Asya’dan da toprak verilmemeli idi. Ayrıca Bristol’a göre İtilaf devletlerinin Yakındoğu’daki politikaları yalnızca karşılıklı entrikalardı ve bu bakımdan İngiltere, Fransa ve İtalya arasından bir seçim anlamlı değildi. Aynı düşüncede olan eski Türkiye büyük elçisi Morgenthau ABD’nin İstanbul, Ermenistan ve Küçük Asya’nın yönetimini bir kuşaklığına ele alması gerektiğini de üstlerine iletti. Ancak ABD kamuoyu buna taraftar değildi.

İşgal kuvvetlerinin faaliyetlerine karşı halkın tümü suskun değildi. Özellikle üniversite öğrencileri ve kah kurdukları kah da üye oldukları cemiyetleri ile organize olarak işgal zamanında da tepkilerini göstermekten çekinmiyorlardı. İşgal ile ilgili olan biten dikkatle takip ediliyor ve hemen üzerine özellikle boyutu ciddi olaylarda derslere girilmiyor, bir konferans salonuna gidiliyor ve konu üzerinde hararetli konuşmalar yapılıyordu. Çözüm önerileri peşinde oldukları gibi ürettikleri teoriler ve çözümler sadece lafta kalmıyor, gerekli hareketleri belirleyip ona göre planlama yaparak harekete geçiyorlardı. Bazen hocaları da bu toplantılara katılıyor ve hareketlerin oluşmasında doğru karar vermekte yardımcı oluyordu. Hocalar arasından işgal kuvvetleri tarafından etkili ittihatçı oldukları bilinenleri tutuklanıyor, üniversite de çaresiz yerlerine başka hocalar atıyordu. Öğrencilerin eylemlerinin etkili olmasına örnek olarak da sevdikleri hocalarının tutuklanmalarından sonra yerine gelen hocalardan vatan haini olarak değerlendirdikleri birkaçının görevden alınmasına kadar derslere gitmeme eylemlerinin sonucunun istedikleri şekilde sonuçlanması verilebilir. Normalde savaş sırasında kadınların yüksek öğrenimine izin verilse de, kız öğrenciler erkeklerden ayrı ders görüyordu. Hatta sırf bu nedenle Damat Ferit hükumetindeki dindarlar şeyhülislama başvurup İstanbul Üniversitesi’nin kapatılması için kampanya başlatıyorlardı. Gerekçe olarak sunulan da kız ve erkek öğrencilerin aynı yapı içinde ders görmeleri idi. Halbuki kızlar ve erkekler ayrı ayrı ders görmekteydiler, aynı anda aynı binada bulunmuyorlardı bile, çünkü erkeklerin dersleri sabahları oluyor, kızlarınki ise onlar çıktıktan sonra öğleden sonra başlıyordu. Ama muhafazakarlara bu da fazla geliyor ve dine ve

118 ahlaka aykırı buldukları üniversiteyi kapatmak istiyorlardı. Özellikle İzmir’in işgali haberinden sonra üniversite’de başlayan değerlendirme toplantısında hararetli konuşmaların ardından toplantı uzayınca okula gelen kız öğrencilerin de toplantıya katılıp aralara karışması üzerine “müdürü umumi” Naim Bey’e haber veriliyor, Naim Bey de karmakarışık oturulması üzerine dağılmaları için inzibat memurlarını devreye sokarken: “Yahu, biz memleket derdinde içimiz yanarak toplanmış bulunuyoruz, Naim Hoca ne kafada. Bu kadar bayağı bir düşünce olmaz. Kız talebe çıkmayacak. Bu eğlence toplantısı değil. Hepimizin içi aynı dertle yanarken biz kız talebeleri buradan çıkartmayız. Gidin, böyle söyleyin müdürü umumi beye.” karşılığını alıyordu151.

Yazar, hatip ve eylemci olarak da aktif olan kadınların Milliyetçi Hareket’i destekleyen birçoğu, Genç Türk'lerin öğrenim görmüş karıları, kız kardeşleri ve kızlarıydılar. İstanbul’daki yabancı dil bilen bir miktar kadın da kendilerinin verdikleri veya gittikleri balolarda ve çay partilerinde İtilaf kuvvetlerinin görevlileri ile iletişim kuruyorlardı. Bu kadınlar, görevlilerin, hem davranışları, hem de çalışmaları hakkında Kuvay-ı Milliyeciler’e bilgi veriyorlardı. 19 Mayıs’taki Fatih Belediyesi’nin önündeki meydanda yapılmış olan mitingde ise İzmir’in işgalini protesto için toplanmış olan binlerce insana açılış konuşmasını yapan yine bir kadın, siyah çarşafları içindeki Halide Edip Adıvar idi. Ardından üniversite hocaları konuşuyordu. Mitingin ardından mitingde verilen kararları Padişah’a, Amerikan, İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilciliklerine bildirmek için heyetler seçiliyor, padişaha gitmeyi kimsenin kabul etmemesi üzerine yine Halide Edip bu görevi üstleniyordu.152

151 İ. Hakkı Sunata, İstanbul’da İşgal Yılları, s. 47 152 İ. Hakkı Sunata, a.g.e., s.36

119 Şekil 28: Sultanahmet Mitingi153

Şekil 29: Mitingi dağıtmak için yollanmış Türk askerleri görevlerini yapmazken.154

Şekil 30: Mitingde Darülfünun öğrencileri önlerdedir.155 Şekil 31: Halide Edip156

153 http://en.wikipedia.org/wiki/Turkish%20War%20of%20Independence 154 Türk Solu Dergisi Web sitesi http://www.turksolu.org/105/feyizoglu105.htm 155 Tempo Dergisi Sayı 20, 17-05-2007, s.42 (Atilla Oral arşivinden). 156 Tempo Dergisi Sayı 20, 17-05-2007, s.40 (Atilla Oral arşivinden).

120 İ. Hakkı Sunata, İzmir’in Yunanlılarca işgalini İstanbul Hükumetinin miskince kabul etmesine karşın Mustafa Kemal’in harekete geçmesini yerinde bulur, İstanbul hükumetinin hala Yunan ordusu ile savaşmamak taraftarı olduğunu aktarır. Hatta Yunanlılar İzmir’i işgal etmeseydi “halkın ayranının da kabarmayacağını” ekler. Mustafa Kemal’le ilgili anısını şöyle aktarır: “Mustafa Kemal Paşa’yı şahsen Edirne’de görmüştüm 11. ve 12. Tümenleri Galiçya’ya gönderecekti Liman von Sanders. O zaman kolordu kumandanımız Miralay Mustafa Kemal ve tümen kumandanımız Miralay Remzi Beylerdi. Kötü bir teftiş vermemiz bu kumandanlar tarafından gizli sözlerle emredilmişti. Liman Paşa bizi teftiş ettiği zaman pek kötü bir teftiş vermiştik. Karşılığında Mustafa Kemal karargahı ile birlikte ikinci ordu emrine verilerek Bingöl, Bitlis ve Muş taraflarına gönderilmiş, Remzi Bey de emekliye sevk edilmişti. O sıralarda Erzurum düşmüş, Ruslar ilerlemekte devam ediyorlardı. Mustafa Kemal, Edirne’de bize veda ederken de, vatanımızın müdafaasının birinci derecede önemli bir vazife olduğunu söyleyerek, inşallah arkamdan siz de gelirsiniz, demişti. Bu kadar dürüst düşünen bir adamın (İstanbul’da yansıtıldığı gibi) bir çapulcu güruhunun başkanı olamayacağı şüphesizdir.”157

Milli hareket Türk'lerin görüşlerini almak isteyen İtilaf devletlerinin resmi ve gayri resmi temsilcilerini önemsemiştir. Bunlardan biri de ABD’de yayımlan Chicago Daily News gazetesi muhabiri olan, ancak özel görevinin (ABD istihbaratı gizli ve açık haberleri toplamak için gazetecileri kullandığı bilinmektedir.) de olduğu Türk makamlarınca tespit edilmiş olan Louis Edgar Browne dır. Türk'lerin görüş ve amaçlarını anlayabilmek ve ülkesinde kamuoyu ve resmi makamlara anlatabilmek için İstanbul Ankara ve Sivas da bulunmuştur. L.E. Browne’in notlarından 1919 yıl içerisindeki Türkiye probleminin onun tarafından görüldüğü biçimi ve değerlendirilmesini, Amerika’nın çıkarları açısından Türkiye’deki durumu ve yorumlanışını görmek, Amerikan mandası isteyenlerin ABD’nin politikaları ile kabul görmeyen yönlerini ortaya çıkarmak mümkündür. L.E. Browne’in milli hareket ile ilgili ilk anlamaya çalıştıkları şöyledir: Milli hareketin bir ittihatçı ve Bolşevik işbirliğinden oluşup oluşmadığını araştırmak, ki böyle bir işbirliği ile ilgili tespiti

157 İ. Hakkı Sunata, a.g.e., s. 92-93.

121 mevcut değildir. Milli hareketin yeni bir yapılanma ile ilişkisi olup olmadığın anlamak, ki milli hareketin anayasal rejimden yana milli egemenlik ilkesi doğrultusunda bir devrime yol açabileceğini tespit etmiştir. Milli hareketin Amerikan mandasına bakış tarzını öğrenmek, ki özellikle Sivas kongresinden bir manda görüşünün çıkıp çıkmayacağını araştırmış ve önemli iddialarda bulunmuştur. ABD’nin Yakındoğu paylaşılmasında önce karışma sonra karışmama gibi görünen adımlarının arkasındaki sebepleri öğrenmede bu konuda bilgi taşıma ve yorumları aktarma açısından aslında politikasının savunucusu ve temsilcisi olduğu kadar da yönlendiricisi olan kişilerin fikirleri önemli olacaktır.

ABD’nin Osmanlı ile ilişkileri 1 Dünya Savaşı ve Mondros Mütarekesi döneminde 3 aşamada gerçekleşmiştir. 1917 Şubatı’na kadar olan dönemde tarafsızlığını korumak yönünde politika izlenmesi. Alman-Amerikan ilişkileri bozulduktan sonra 1917 Nisanda ABD’nin resmen savaş ilan etmesi. Bu dönemde Osmanlı ile diplomatik ilişkileri kesse de içte oluşan sorunlara rağmen Osmanlı devletine savaş ilan etmemiştir. Mondros Mütarekesi ile başlayan dönemde gözlem yapmayı tercih eden ABD politikası Ağustos 1920’deki Sevr ile imparatorluğun parçalanmasının netleşmesinden sonra ABD de meseleye katılmıştı. Kaldı ki İtilaf devletleri de Amerika’nın bölgede sorumluluk almasına sıcak bakıyorlardır. Yine Browne’in notlarından çıkanlara göre Avrupa’nın Türk meselesin bakış açısı şöyle idi: Avrupa meseleye tek bir fikirle bakıyordu. Önde gelen Fransız gazeteleri “büyük miras” başlığı atıyor İtilaf ülkeleri arasında Osmanlının nasıl bölüneceği ve en büyük payı kimin alacağı bildirilmekte ve buna yönelik eylemlerin mubah sayıldığı belirtilmektedir. Ermeniler Rumlar ve İngilizler kendi çıkarları için ABD’yi Yakındoğu meselesine daha çok sürüklemek onun bir parçası yapmak istiyorlardı. Bunun için de Amerika’yı tahrik edecek sebepler yaratıyorlardır. Bunun için en iyi 2 sebep: Osmanlı devleti coğrafyasındaki Amerikan vatandaşlarının hayatlarının tehlikede olduğu iddiası ve Hristiyan azınlıkların Türkler karşısında zayıf olduğu ve Türk'lerin bu durumdan yararlanacağı iddiasıdır.

Paris Barış Konferansında Yakındoğu ile ilgili temel mesele sınırlar ve idari konular hakkındadır. Türkiye’nin bağımsız bir ülke olarak devam edip etmeyeceğine karar

122 verilmesi eğer devamına karar verilecek ise sınırların ne şekilde tespit edileceğinin belirlenmesi gerekiyordu. Bir diğer mesele de doğal olarak Osmanlı’dan ayıracakları bölgelerde İtilaf kuvvetlerinin nasıl bir rol oynayacağı konusuydu.158 Paris’teki İtilaf devlet temsilcileri Ocak 1919 da gizli anlaşmalar doğrultusunda Osmanlı imparatorluğunu ne şekilde paylaşacaklarını ve ilgili devletler ile ne şekilde birleşebileceğini tartışırken ABD başkanı Wilson “manda” kavramını ortaya atmıştı. Lloyd George ve Clemenceau’nun eski “birleşim” yöntemi olan kendi topraklarına dahil etme (kolonileştirme) yöntemin karşı bu yeni “koruma” yöntemi ikna edici olmuş olsa gerek, ki Ermenistan, Suriye, Irak, Filistin, Arabistan diye ayırdıkları Osmanlı topraklarını manda idaresi altına almayı kararlaştırmışlardır. Amerika’nın manda üstlenmesi talebi üzerine Wilson bu sorumluluğu kabul edebileceklerini söylese de kamuoyunun ikna edilmesi gerekebileceğini ve bu konuda garanti veremeyeceğini aktarmıştır. Osmanlının tebaası olan Araplar, Yahudiler, Ermeniler, Rumlar ve Kürtler kendi durumlarının çözüme kavuşturulması için 1919 Şubatında Paris Barış Konferansı’na başvurmuş ve Wilson prensipleri doğrultusunda çözüm beklediklerini bildirmişlerdir. ABD Türk hâkimiyetindeki toprakların taksimine karışmasının Yakındoğu batağına sokacağını ve bütün uluslar arası sorunlara ortak yapacağını anlamıştı. Çakışan İngiliz ve Fransız çıkarları uzlaşmayı çok zor kılıyordu. Hatta bu nedenle İngiltere’nin, Ermenistan ve İstanbul-Boğazlar mandasını kabul etmesini istediği, Amerika, bu bölgede İngiliz ya da Fransızların egemen olmasını engelleyecektir. İngiliz ya da Fransızların ölçüsüne göre emperyalist emeli bulunmadığı düşünüldüğünden ABD tarafsız kimlik ile idari bir çözüm sunabilecek ve aynı zamanda Bolşeviklerin güneye yayılmasını da engelleyerek ikinci bir amaca da hizmet etmiş olacaktır.159 Wilson manda üstlenmeleri konusunda umutlu olmamalarını söyler. Müttefiklerini karıştırmadan yine de bu topraklarda bilgi toplamak için Ermenilerin ve Arapların isteklerini öğrenmek için bölgeye komisyonlar yollamıştır. İlk komisyon olan King-Crane heyeti, 10 Temmuz 1919’da verdiği raporda, Suriye’de Fransızlara karşı düşmanca hislerin olduğundan manda idaresi kurulacak ise önce Amerika ve olmazsa İngilizlerin tercih edildiğini iletir.

158 Deniz Bilgen, ABD’li Gözüyle Sivas Kongresi (Amerikan Mandası ve Gazeteci L.E. Browne’ın Faaliyetleri), s.22 159 Deniz Bilgen, a.g.e., s.24

123 Heyet ayrıca Türkiye ile ilgili raporunda şunlara yer verir: “İstanbul ve Boğazlar bölgesinde uluslar arası bir yönetim kurulmalı. Anadolu’daki Türk hâkimiyeti devam etmeli, ancak İstanbul’daki Türk idaresi sona ermeli idi. Anadolu’nun parçalanmasına engel olunmaz ve Anadolu halkının fakirlik ve cahillikten kurtulmasına yardım edilmez ise, Türkler haksız muamele gördüklerine inanacaklar ve bölgede önemli bir huzursuzluk kaynağı oluşturacaklardı. İtalyanların ve Rumların Anadolu’nun sahil bölgelerindeki toprak talepleri savunulamazdı. Pontus Rumlarının bütün arzularına rağmen Karadeniz’de ayrı bir yerleşim bölgesinin kurulması mümkün değildi, eğer Irak ve Ermenistan arasında otonom bir Kürt bölgesi oluşturulacak ise, bu bölge, Irak’ı mandasına alacak devletin idaresine verilmeli.”160 Buradan da heyetin aslında 3 ülke ve 1 otonom bölge, İstanbul, Anadolu ve Ermeni devleti ve Kürt otonom bölgesi kurulması önerdiği ortaya çıkıyordu. Bu rapor hem manda taraftarı olması nedeniyle muhalefetten, hem de Ermenistan’a ayrılan toprakların küçültmesi ve Türk'leri cömertçe desteklemesi istenmesi nedeniyle heyeti gönderen Wilson’dan bile, bu haliyle kongre sunamayacağı nedeniyle destek alamamıştı.

Amiral Bristol, İngiliz, Fransız ve İtalyan işgalleri artmaya başladığında Türkiye de bulunan ABD donanmasına komuta etmek üzere İstanbul gelmiştir. Bu sıralarda işgalleri haklı göstermek için ABD basınında işgalin gerekçesi olarak İttihat ve Terakki ile Bolşevizm’in kol kola yarattığı ya da yaratabileceği tehlike konusunda propaganda yapılmaya başlanmıştır. Ancak Bristol’un atanması bir bakıma araları iyi olan L.E. Browne tarafından da “en zor şartlarda bile Amerikanın en başarılı temsilcisi” olarak görülmüş ve ABD’de Türkiye meselesine bakışta daha geniş bir perspektif yakalanmasına vesile olmuştur. Ardından itilaf cephesinden padişah Vahdettin’i resmi olarak ziyaret eden ilk kişinin de bir Amerikalı olması (Yakındoğu Yardım Komitesi Başkanı Binbaşı M. Arnold) da hem ABD mandası taraftarlarınca ABD’nin inandırıcılığını arttırdığı görüşlerine sebep olmuştur.161 General James G. Harbord başkanlığındaki ikinci heyet ise Ermeni mandası için bilgi toplamak üzere

160 “King-Crane Report on the Near East” Editor and Publisher, 55/27, (December 2, 1922), s.XIV- XV’ten aktaran Deniz Bilgen, ABD’li Gözüyle Sivas Kongresi (Amerikan Mandası ve Gazeteci L.E. Browne’ın Faaliyetleri), s.87 161 Alemdar, 19 Temmuz 1919’dan aktaran Deniz Bilgen, a.g.e., s.91

124 Ermenistan ve Transkafkasya’da 30 gün inceleme yapmıştır. Amerikan yardım kurumları ve eğitim ve dini olarak orada bulunan organizasyon temsilcileri ve hükumet yetkilileri görüşmüş ve 16 Ekim 1919 tarihli raporunda Küçük Asya, İstanbul ve Rumeli ve hatta Transkafkasyanın da aynı mandaya dahil edilmesini tavsiye etmişti. Bu raporların ikisinde de Yakındoğu’ya ABD müdahalesi için gerekli ekonomik ve siyasi sebeplerden bahsediliyor ve bu işin aynı zamanda insanlığı ilgilendiren bir konu olduğuna dair sebepler sunuluyor ve Yakındoğu meselesine karışmanın temel amacının dünya barışı olduğunun altı çiziliyordu. Yine de ABD’nin kararsızlığı ve Lloyd George ve Clemenceau’nın sabırsızlığı konferansı belirsizliğe sürüklemiş ve ABD’nin mandalar konusunda görüşlerinin açıklamasına kadar Türkler ile yapılacak barış ertelenmiş ve Türk heyeti ikinci defa sebep gösterilmeden İstanbul geri gönderilmiştir. Hatta İtilaf devletleri Amerika karar verene kadar bölgedeki düzeni korumaya çalışacaklarını söylemişlerdir. Anadoluda hâkimiyet kurmanın giderek güçleşmesi nedeniyle ABD’nin onları bu zor durumdan kurtarmasını ümit eden İtilaf devletleri önlem alınmazsa Türk milli hareketinin bir anlaşma imzalamak yerine İtilaf devletlerine savaş ilan etmeyi tercih edecek kadar güçlendiğini biliyorlardı.162

ABD’deki muhalifler hükumeti gizli diplomasi ve Monro doktrininden uzaklaşmak Avrupalı devletlerin bencililiği ve yanıltmalarına düşmemek konusunda uyarıyordu. İngiltere ve Fransa petrol ham madde ve piyasa elde etmek için Versay anlaşmasını imzalayarak kendilerini ödüllendirip Afrika’da ki Alman kolonilerini ve Yakındoğu’daki zengin bölgeleri alarak ABD’ye de verimsiz bölgeleri bırakacaklarını üstüne üstülük Türklere dadılık yapma görevini vereceklerini düşünüyorlardı. “Amerika’nın yalan, entrika, kıskançlık, baştan çıkarma diplomasisi, Türk gizli çalışmalar ve Rus Bolşevizm’i gibi konularla dolu olan Avrupa lağımında ne işi var.” Hatta devlet sekreteri Lansing, 2 Eylülde Frank Polk’a gönderdiği mesajda Ermeni mandasını alma konusundaki duyguların gittikçe daha az taraftar kaldığına Ermenilerin karakterine duyulan nefretin artıp Çinlilerin bile Ermenilerden daha çok

162 Deniz Bilgen, ABD’li Gözüyle Sivas Kongresi (Amerikan Mandası ve Gazeteci L.E. Browne’ın Faaliyetleri), s.26-27-28

125 sempati uyandırdığına inandığını açıklamıştır.163 Manda taraftarları da ikiye ayrılmış, bir kısmı sadece Ermenileri kurtarıp koruma altına almayı bir diğer kısmı da Türk imparatorluğunun tümünü bir mandater devlete verilmesini savunmaktadır. Amiral Bristol 1919 Aralığında yazdığı raporla bağımsız bir Ermenistan ile New York’un İtalyan bölgesine bir İtalyan devleti kurmak arasında bir fark olmadığını söylemiş ve imparatorluktaki 25 milyon insan için neler yapılabileceğine odaklanılması gerektiğini belirtmiştir. New York Times ise Ermenistan üzerinde mandayı savunmuş ve İstanbul üzerindeki mandayı da desteklemiş ve Osmanlı’nın tümü üzerindeki mandaya karşı çıkmıştır. Halide Edip gibi aydınlar da özellikle Türkiye’nin parçalanmadan kalmasının planlandığına öyle inanmışlardı ki ve İstanbul’daki karşılıklı taraflar da öyle çok ister hale gelmişti ki Türk milliyetçilerinin de aynı yönde düşündüğünden ve Erzurum ve Sivas kongrelerinden de aynı sonucun çıkacağından emin olmaya başlamışlardı. L.E. Browne‘ın notlarına göre Amiral Bristol Halide Edip’e bir görüşmelerinde bunun yolunu da şöyle aktarmıştır: “Siz Türk'lerin şanlı şöhretli geçmişiniz üzerinde durmakla hata yapıyorsunuz. İleriyi görmelisiniz, daha mühim meseleler -manda meselesinden bahsediyor- üzerinde haklarınızı tesis etmeniz sizin için daha elverişli olacaktır.”164 Evans’a göre, Amerikalılar, “Sivas kongresi açıldığında milliyetçilerin çoğunluğunun Amerikan mandası yanlısı olduğuna inandırılmıştı. Bu İstanbul’daki milliyetçiler tarafından durmadan tekrar edilmişti ve Türk'lerin bir devleti ötekine karşı kullanmak gibi, bir politik gelenekleri olduğu henüz anlaşılamamıştı”. Bristol’un raporuna göre de, “Türkiye deki milliyetçiler eski yönetimin yerine kurulacak yeni oluşumda Amerikan’ın yardımını istiyor gibi görünüyorlar fakat eski alışkanlıkları olan ‘pazarlık yapmak’tan vazgeçmiyorlar ve diğer devletlerle de entrikalar çeviriyorlar.”dı.165

Başkan Wilson İstanbul’da bulunmalarının çok yararlı olacağını ve bu başkenti böylelikle Avrupa siyasetinden uzak tutmaya yarayabileceklerini söylemiş ve bundan

163 Deniz Bilgen, a.g.e., s.27-28 164 H. Inst. Arch. (Browne’s papers):Bn:I, FID:3j; Deniz Bilgen, a.g.e., s.94 165 N. Arch., record of the Department of State Relating to International Affairs of Turkey (1910- 1925) Belge No:867.00/1047 (Bristol Raporlarında D Bölümü)’nden aktaran Deniz Bilgen, a.g.e., s.95

126 1-2 ay sonra da 1919 Ağustosunda Amiral Bristol vasıtasıyla Damat Ferit Paşa’ya şöyle bir nota iletmiştir: “Ermenilere karşı taarruzlara son verilmez ise 12. maddemi geri alacağım.” Bristol ise bir raporunda “ben bağımsız bir Ermenistan’a inanmıyorum, ama hiçbir şart dahilinde de eski Türk hükumetinin yeniden kurulmasına izin verilmemesi gereğine inanıyorum. Amerika Yakındoğu meselesiyle yakında ilgilenmelidir, çünkü dünya barışının sağlanması ABD’ye ve bu sorunun çözümüne bağlıdır. Bütün Türkiye tek bir hükumet merkezi çerçevesinde organize edilmeli, ancak bu eski Türk hükumeti ‘Osmanlı’ olmamalıdır.”166

Ermenistan için Akdeniz’e çıkış fikri Adana, İskenderun, Antep, Urfa, Maraş’ı isteyen Fransız çıkarlarıyla çelişmektedir. Manchester Guardian gazetesi 8 Mart 1919 tarihli nüshasında “Wilson Prensipleri Sınanıyor” başlığı altında. “Wilson prensiplerinin dünyada devrimci bir şekilde kabul edildiğini, politik ve prestij üstünlük için yapılan girişimlerin ticarî avantajları yok edebileceğine dikkati çekiyor ve Orta Doğuda manda sisteminin başarılmasının önemi üzerinde duruyor.167 1920’ye az kala Türkiye’de Amerika’nın mandater olmasını isteyen Bristol, L.E. Browne ve diğerleri Türkiye’deki durumun son derece ağır olduğunu söylüyorlardı. Bunun nedeni olarak da Yunanlıların vahşetle yürüttükleri İzmir’in işgali ve Fransızların Kilikya’da yüz kızartıcı davranışlarını görüyorlardı. Bristol Amerika’nın kendi politikasını açıklamasını savunup İtilaf devletleri arasındaki paylaşıma karşı çıkılmasını gerektiğini düşünmüştür. İtilaf devletleri Yunanlılar tarafından kırımını araştırmak üzere İzmir’e, Amiral Bristol başkanlığında bir heyet göndermişti. L.E. Browne’un oradan geçtiği haberlerde “deliller İzmir’in işgali esnasında, Türk'lerin gösterdiği direnme sonucunda, Yunanlıların bir çok insanı yakarak, zulmederek Müslüman kesimi öldürdüklerini gösteriyor.”168 şeklinde aktarılmış olan olayların üzerine Yunan askerlerinin yaptığı ahlaksız ve kaba hareketler üzerine raporların çok olduğu hatta İtilaf kuvvetlerinden olayları doğrudan izlemek ile sorumlu olan bir komutanın Yunan askerlerinin yaptıkları ahlaksızlıklardan, kaba davranışlardan

166 Deniz Bilgen, a.g.e, s.97-98 167 Prof. Dr. Ergün Aybars, “Millî Mücadele'de İngiliz Basını”, ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 12, Cilt IV, Temmuz 1988 168 H. Inst. Arch. (Browne’s papers): Bn:I, FID:34 (Western Union aracılığı ile News Chicago’ya yollanmıştır ancak Chicago Daily News gazetesi yayınlamamıştır.) aktaran Deniz Bilgen, a.g.e., s.101

127 tiksindiği belirtilmiştir. İzmir’in Yunanlılar tarafından işgaline ardından kanlı olayların olacağı aslında sürpriz olmamıştı. Şaşılacak yanı İtilaf donanmalarının bu mezalimi gördükleri halde olaylara sessiz kalmaları idi. Ancak bilinen bir gerçek vardı ki hepsi zaten öyle yada böyle yunanlıların bu hareketlerine destek olmuşlardı. Örneğin İzmir’in Yunanlılarca işgaline Amerika da gemileri ile katılmıştı.169 Ancak Yunanlılar İzmir’de bir hezimete uğradıklarını ve bunun için de İngiliz'leri suçlu olduğunu beyan ediyorlardı. Çünkü İngilizler gerekli askeri ve mali yardımı yapmadıkları gibi onları Anadolu’ya çıkararak kendilerini kullanmışlardı. Çünkü İngiltere’nin amacı Osmanlı hilafetine rağmen “Hindistan, İran ve Arabistan’daki durumunu daha da güvence altına almak için Yunan ordusunu kullanmak” idi.170 İngiltere, Fransa ve ABD’nin onayı ile İzmir’in 15 Mayıs 1919’da Yunanlılarca işgali Osmanlı devletinin parçalanacağının en önemli işareti olmuştur. İngiltere 21 Mayıs 1919’da ABD’ye İstanbul, Boğazlar, Ermenistan için manda önermiştir. Bu durum ise 21 Ocak 1919 tarihinde Wilson’a Paris’te sunulan ve Boğazlar ve İstanbul dahilinde uluslararası bir idarenin kurulması önerisi ve İzmir bölgesinde Yunanlılara hak tanımanın ticari, stratejik ve siyasal bakımdan sakıncalı olduğunu bildiren rapor ile çelişmekteydi. Bu sırada New York Times ise bu işgalin Türklere masa başında kabul ettirilen barış şartlarının uygulanabilmesi için gerekli olduğunu bildiriyordu.171

19 Mayıs 1919 Türkiye'sinin koşullarını incelerken, o ümitsiz ve karanlık günlerde kurtuluşu yabancılara sığınmada bulma eğiliminin yaygınlığı ortadadır. İngiliz himayesi, Padişahın da ön ayak olmasıyla âdeta devletin resmî görüşü haline gelmiş; bazı aydınlar Fransız mandasına bel bağlamışlardır. Aydınların çoğunluğu ise Amerikan mandası taraftarıdır.172 Erzurum Kongresi toplanıncaya kadar Amerikan

169 Deniz Bilgen, a.g.e., s.102 170 Deniz Bilgen, a.g.e, s.108 171 Deniz Bilgen, a.g.e., s.110 172 23 Mayıs 1919’dan itibaren Amerikan gazetelerinde yerini almış olan İstanbul’un mandasının Amerika tarafından alınması gerekliliği ile ilgili son teklif üzerine, Amerikalı yetkililerin yaptıkları etnolojik araştırmalara göre batı ve doğu Trakya’daki ve İstanbul çoğunluğun Türkler olduğu kesindi, bu nedenle İstanbul’un mandasını alan Trakya’da almalıydı. Yabancı bir manda altında da olsa Sultan İstanbul’da Müslüman halkın başında tutulacak ise Trakya’nın da İstanbul ile aynı kaderi paylaşması gerekiyordu. Trakyasız İstanbul ve Çanakkale boğazları kontrol edilemezdi. Birçok ülkenin ticareti için bu iki yolun açık ve serbest tutulması önemli idi. Trakya’nın da dahil edilmesi ile aynı zamanda Bulgaristan ve Yunanistan arasındaki Trakya meselesi de ortadan kalkacaktı. (Chicago Daily News, 7 Ağustos 1919’dan aktaran Deniz Bilgen, a.g.e., s.112)

128 mandası görüşü çok sayıda taraftar toplamıştı. Amerikan mandası taraftarları, Erzurum'da kongre hazırlığı içinde bulunanlara fikirlerini aşılamak için çaba gösteriyorlardı. Bu arada, Mustafa Kemal Paşa'nın nabzını yoklamak isteyenler olmuştu. Mustafa Kemal Paşa, manda fikri ile egemenlik arasındaki çelişkiyi belirterek, Amerika'dan yalnızca ekonomik ve teknik yardım sağlanmasının yerinde olacağını ifade etmişti.

Şekil 32: İzmir'in Yunanlılarca işgali, 15 Mayıs 1919173

Erzurum Kongresinde, dış yardımın zorunluluğu üzerinde durulmuş, fakat Amerikan mandası görüşü hoş karşılanmamıştı. Rauf Bey yaptığı konuşmada Amerika yardımı taraftarı olduğunu belirtip şöyle bir açıklama yapmıştır. «Amerika'da yıllardan beri aleyhimizde yapılan menfî propagandaların doğurduğu fikirleri düzeltmek için, Amerika kongresinden memleketi tetkik edecek ve hakikati görecek bir heyeti davet edelim...» Uzun tartışmalar sonunda, Rauf Bey'in teklifi çoğunlukla kabul edilmişti. Amerikan mandası hakkında kesin bir karar alınmaması için ağırlığını ortaya koyan Mustafa Kemal Paşa, Amerika kongresinden bir heyet davet edilmesi görüşüne, manda tehlikesini atlatmış olmanın verdiği rahatlıkla fazla karşı koymamıştı. Böylece, Sivas Kongresince, Erzurum Kongresinin egemenliğimize saygılı dış

173 http://en.wikipedia.org/wiki/Image:Izmir15Mayis1919.jpg, 22.06.2007

129 yardımların kabul edilmesi yolundaki kararı aynen kabul ediliyor; Amerikan mandası hakkında kesin bir karar verilmeksizin, Amerika Birleşik Devletleri Kongresi'ne Türkiye'ye bir heyet göndermeleri için bir mektup yazılıyordu. (Amerika Birleşik Devletlerine yazılan bu mektuptan herhangi bir sonuç alınamamış, olayların gelişmesiyle Amerika'ya duyulan ilgi azaldığından, mektubun izlenmesi düşünülmemiştir.)174 Dış yardım için aranan nitelikleri taşıyan ve «herhangi bir devlet» diye tanımlanan devlet, o günlerin siyasal koşulları altında, Amerika Birleşik Devletleri veya Sovyet Rusya olabilirdi. Nitekim, Erzurum ve Sivas Kongrelerinde dış yardım kabul edilmesi yolunda karar alanların düşüncelerinde ya Amerika, ya da Sovyet Rusya yer almaktaydı.175

Milli hareketin ABD mandası isteyip istemediğinin anlaşılması için belirleyici noktalardan biri olacak gibi görülen Sivas kongresine doğru giderken L.E. Browne, Ankara da kendisini beklemeyen ve adını ilk defa duyan Ali Fuat Paşa’ya konuk da olmuştur. Sorduğu “milli mukavemetin nereye kadar varacağı” sorusuna Ali Fuat Paşa’dan “vatanın kurtuluşuna kadar” cevabını alan Browne, milli hareketin isteklerini sorduğunda ise Ali Fuat paşadan şu cevabı alır: “Sultanımız ile anlaşmazlığımız yok. Mümkün olur ise, saltanat kalmalı ve biz ona karşı en az güvensizliği duymak istiyoruz, fakat Anadolu içlerindeki askerlerin hemen hemen hepsi milli hareketi destekliyor. Bu hareket Yunanlıların İzmir’den çıkarılması amacını güdüyor. İstanbul Hükumeti hiçbir şekilde Türk Milleti’ni temsil edemez. O süt ve su kabinesi (sulanmış kabine) macundan daha yumuşak ve İtilaf devlet isteklerine göre değişik kalıplara giriyor. Biz Türkler buna tahammül edemeyiz. Bir ay içerisinde kabinenin çökeceğine inanıyoruz, fakat çökmez ise de sonuçlardan biz sorumlu olamayız. Biz Türkler, milletini yüksek ücret verene satan üyelerin bulunduğu bir hükumetin varlığına izin vermeyeceğiz. Devrim gerekebilir. Anadolu’daki birlikler bizi izleyecekler ve İstanbul’daki birliklerin de bize katılacaklarına inanıyoruz. Aksi takdirde iç savaş durumu ile yüz yüze geliriz. Sultanımızı korumayı arzu ediyoruz, fakat memleketin sesini dinlemesini de bütün

174 Alptekin Müderrisoğlu, Kurtuluş Savaşı’nın Mali Kaynakları, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yayınları, Ankara 1990, s.531 175 Alptekin Müderrisoğlu, a.g.e., s.532

130 arzumuzla diliyoruz.”176 Görüşmelerine Refet Paşa ile devam eden L.E. Browne Refet paşayı şöyle tanımlamıştır: “Çok becerikli birisi. Şimdi albay, ancak kimliğini gizleyerek Anadolu’da dolaşıyor. Askeri okuldan birincilikle mezun olmuş. Refet bir Alman karşıtı idi. Alman personel başkanı onu genç Türk subaylarının en parlağı kabul etmekle beraber, ondan bir zehir gibi nefret etmişti.”177 Browne’a düşüncelerini açıkça belirten Refet Paşa: “biz 700 yıldır bu memleketi yönettik ve biz Müslümanlar çoğunluktayız, bu memleket için çarpıştık ve gerekli olduğu sürece çarpışmaya devam edeceğiz”178 demişti. Bir başka soruya ise şöyle cevap vermişti: “sizin başkanınızın ‘siyaset değil, halkın çoğunluğu önemlidir’ diyen güzel sözleri olmasaydı, biz mütarekeyi asla imzalamazdık. Bütün Türkiye’de Müslümanlar çoğunlukta. Türkler, Araplar ve Kürtler birleştiler. Başkanınızın sözleri esas alındığında, Türkiye parçalanamaz. Mütarekeyi imzaladığımızda, İngiltere barış masasına oturmanın temelinde, Wilson prensipleri’nin olacağını söyledi. Fakat şimdi İngiltere, mütareke’nin bir temelini göz ardı ediyor ve İzmir’e Yunanlıları yerleştiriyor. Sözünü tutmayan İngiltere, Çar Rusya’sından daha az emperyalist, Almanya’dan daha az şarlatan değildi.” “Ermeniler ve Rumlar 700 yıldır Osmanlı tebaası. Kolomb Amerika’yı keşfettiğinde, bunlar 300 yıllık Osmanlı tebaası idiler. Amerika’daki Kızılderili veya zenciler veya herhangi bir yabancı ırkın Amerika’ya olan bağlılıklarından 300 yıl daha fazla, bunların Osmanlı imparatorluğu’na bağlılık borçları var. Buna rağmen Ermeniler bu savaş esnasında Rusya’ya satıldılar ve hain oldular. Savaş sırasında ön cephelere yerleşip burada en büyük tahribatı yaptılar.”179 “Manda sorununa gelince, bu insanlar herhangi bir mandayı gerçekten arzu etmiyorlar. Onlar ekonomik ve mali yardım arzu ediyorlar ve Amerika’dan bunun mümkün olduğunca çabuk gelmesini istiyorlar.” Ancak L.E Browne Amiral Bristol’a gönderdiği raporda, milliyetçi liderlerden aldığı mesajın şöyle olduğunu söylüyor: “herkes, Amerika’yı istiyor ve hepsi de Amerikanın Türkiye’yi koruyacak tek millet

176 H. Inst. Arch. (Browne’s papers): BnI FID:3b (Browne’ın tarihsiz notları)’ndan aktaran Deniz Bilgen, ABD’li Gözüyle Sivas Kongresi (Amerikan Mandası ve Gazeteci L.E. Browne’ın Faaliyetleri), s.134 177 H. Inst. Arch. (Browne’s papers): BnI FID:3b (Browne’ın tarihsiz notları)’ndan aktaran Deniz Bilgen, a.g.e., s.136 178 H. Inst. Arch. (Browne’s papers): BnI FID:3b (Browne’ın tarihsiz notları)’ndan aktaran Deniz Bilgen, a.g.e., s.136 179 Deniz Bilgen, a.g.e., s.138

131 olduğuna inanıyor. Her ne kadar çatışmalar daha ziyade Türk ordusu ile Yunanlılar arasında çıkmışsa da bu düşmanlık İngiltere ile de sorunların çıkmasına sebep oluyor. Amerika adına siz, Kuvayi Milliyecilerin dinleyeceği tek İtilaf temsilcisisiniz. Milli mücadelenin merkezi Sivas’tır ve Kuvayi Milliyeci’ler, dahil telgraf hatlarının hepsini kontrolleri altında tutuyorlar. Siz ara buluculuk yaparsanız, Kuvayi Milliyeciler, ABD’nin mandayı kabul etmesi, Türkiye’nin bütünlüğünü garanti etmesi ve Yunanlıların İzmir’i boşaltması durumunda bir ateşkesi kabul edeceklerdir.”180

ABD mandasının kabulü ile ilgili Sivas kongresine yaklaştıkça telkinlerin artmasında Halide Edip gibi aydınların da katkısı olmuştur. Hatta bunun için hem kongreye hem de Amerikan halkına mektuplar yazan İstanbul Amerikan Kız Lisesi mezunu Halide Edip’in eserlerinde ve hatıralarında bu ABD mandası inancına rastlanmayacaktır, çünkü bunların basıldığı dönemde milli mücadele kazanılmıştır. Mektuplarında ABD mandasının Türkiye’yi olduğu gibi hiçbir parçaya ayırmadan bütün olarak bırakmak koşulu ile tek bir manda kurmanın yararlarından dem vurmuştur. Avrupalı güçlerin Türkiye ile ilgili meseleyi çözümlemek yerine konuyu karmaşık hale getirdiklerini ve gerçekleri örttüklerini söyleyen Halide Edib Türkiye’nin eski padişahların yönetimi dışında iyi idare edilememiş ve güçlü vasıflarının yok edilmiş olduğunu eklemiştir. Türkiye’deki toplumsal unsurların birbirlerine ne kadar çok düşürürlerse nefret ve parçalanmanın o kadar artacağını ve birbirlerinin boğazını kesen Türkler ve Hristiyanların İtilaf devletlerinin alacağı sonuç olduğundan bahsetmiştir. Avrupa da meseleye tek bir fikirle yaklaşıldığını söyleyen Halide Edip söyle açmıştır: “Fransız gazeteleri ‘büyük miras’ başlığı atarken, İtilaf devletleri arasında Türkiye’nin nasıl bölüneceği ve en büyük payı kimin alacağı yazılmakta ve buna yönelik eylemler mubah sayılmakta, ancak bu büyük paylaşım tasarısında ilk engel olarak da Türkler görülmekte. Avrupa ve Amerika’da hadiseler tek taraflı olarak ermeni katliamı şeklinde izah edilmekte olup hedef büyük Ermenistan tasarısıdır. 15 milyon insanın arasına 1 milyon Ermeni’yi dağıtmak Ermeniler için bile dostane bir çözüm değildir. Bu durum Ermeniler tarafından çocukları ve kadınları katledilen hemen hemen hepsi

180 Deniz Bilgen, a.g.e., s.139

132 silahlı 4 milyon Kürt’ü de harekete geçirecektir. Bilhassa Ermeni'leri kayırmak ve azınlık konumundaki Ermenilerin, büyük çoğunluğu idare etmesini istemek büyük trajedidir. Müttefiklerin siyasi rekabeti ve Türkiye’yi parçalama siyasetleri sona ermelidir. Tüm ülke insanlarının menfaati için modern ve mükemmel bir yönetim oluşturulmalıdır.”181 Özellikle İstanbul’daki aydınların bu görüşlere fazlasıyla inanmış olması itibariyle milli hareketin yönetim kadrosu da bu gücü uzaklaştırmamak amacıyla bu konuda sert ve suçlayıcı çıkışlar yerine ikna yollu ve ılımlı cevaplar veriyorlardı. Mustafa Kemal Paşa da Erzurum kongresinde fark ettiği bu eğilim nedeniyle Kazım Karabekir Paşa ile görüşmelerinde şimdiden gösterilecek sert bir yaklaşımın tehlikeli olacağını belirlemişler ve fakat bir yandan da milli kuvveti tamamıyla göstermedikçe ve bu kuvveti sonuna kadar sarf etmedikçe, mandaya yatkınlığın istiklali kendi elleri ile mahvetmek olduğunu düşüneceklerdir.

İstanbul – Anadolu ilişkilerindeki ilk çatlağın kolordular arası şifreli yazışmalara engel konulması ile ortaya çıktığını yazan Browne bunun amacının yaklaşan Sivas kongresinde telgraf yolu ile yapılacak haberleşmeyi engellemek olduğunu belirtiyor. Ancak Anadolu’daki milliyetçilerin bu konuda daha önemli adımı Ali Fuat Paşa’nın Harbiye Nazırı Süleyman Şefik Paşa’ya “Yirmi dört saate kadar şifreli muharebeye müsaade buyurmadığınız takdirde bütün telgrafhaneler işgal altına alınarak muharebeye eskisi devam olunacak” demesi ile ve Kazım Karabekir Paşa’nın da bölgesindeki telgrafhanelere birer askeri memur yerleştirerek, şifreli muharebeye devam ederek emri dinlememesi ile attığını belirtir. Bu hareketler Browne’a göre “devrim kokmaktadır.” Kaldı ki Browne notlarında birkaç saat içinde bu İstanbul Hükumetinin bu kararının geri alınması ile “milli hareketin hükumete karşı Anadolu’da dört veya beş kez daha etkili olduğunu gösterdi”ğini aktarmaktadır.182 Sivas kongresi sırasında her yerdeki kolordu komutanları telgrafhanelere el koyarak İstanbul’a hükumetinin tavrının eleştiren telgraflar çekiyordu. 11/12 Eylül 1919 tarihinde sabah karşı sadrazama bir telgraf çekilmiş ve “gayri meşru” kabul edilen hükumet ile her türlü bağlantının kesildiği bildirilmiştir. İstanbul hükumetinin bu

181 H. Inst. Arch. (Browne’s papers): BnI FID:3j (Amerikan Halkına Mektuplar, 7 Ağustos 1919)’dan aktaran Deniz Bilgen, a.g.e, s.156 182 Deniz Bilgen, ABD’li Gözüyle Sivas Kongresi (Amerikan Mandası ve Gazeteci L.E. Browne’ın Faaliyetleri), s.142

133 tavrı bir muhtıra ile yabancı temsilcilikleri ve Amiral Bristol’a da bildirilmişti. Sadrazam Damat Ferit Paşa kendisine iletilen bu muhtırayı padişaha vermeyi reddedince Browne’in bildirdiği 13 Ekim tarihli Chicago Daily News haberine göre: “Yeni Türk kabinesi, General Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’in önderliğini yaptığı Anadolu’daki yaygın, fakat kansız devrimin sonucu ortaya çıktı. Sivas’taki milli kongre adına hareket eden bu liderler, Sultan’ın derhal, İstanbul telgraf bürosuna giderek Sivas Kongresi’nin taleplerini kabul etmesi için bir saat süre tanıdılar. Sadrazam, Sultan adına bunu reddetti ve ültimatom yürürlüğe girdi.”183 Böylelikle Anadolu ile İstanbul hükumetinin bütün ilişkileri kesiliyordu ve milli mücadele İstanbul’dan kopuyordu. Damat Ferit ve bakanları tarafından sürekli kendisine yalan söylenen Padişah, Mustafa Kemal’i Damat Ferit’in aktardığı şekliyle bir eşkıya olarak biliyor ve hayatından korkuyordu, sadece gözünün önünde pişen yemekleri yiyor ve oda pencerelerini ve kapılarını zincirletiyor ve İngilizlerden koruma talep ediyordu. İngiliz'leri vahşi Yakındoğu politikasına karşılık daha serinkanlı bir politika izleyen Fransızlar, Padişahı Damat Ferit hükumetini lağvetmeye ve İngiliz danışmanlarını kovmaya ikna etmiş ve böylelikle sultan ve kabine üzerinde etkin olmaya çalışmışlardı.184

Fransa bir yandan milli hareketin tanınması gerektiğine inanmaya başlarken, ABD basını’nda ise Washington Post’ta yayınlanan bir makalede “Türkler niçin kalmalı” başlığı altında İstanbul’un kaderi ile ilgili uygun yolun ne olacağı şöyle verilmekteydi: “herkesin bildiği gibi, İstanbul büyük savaşta Rusya’nın ödülü olmak zorunda kalmıştır. Bu lütuftan Rusya’yı son anda Bolşevikler mahrum etti. Yunanistan, İtilaf devletlerinin yanında yer aldıktan sonra, Bizans’ın mirasının kendine ait olduğu ümidini yaydı. Fransa ise Yakındoğu‘da ki son derece büyük mali yatırımları ile boğazların ve başkent İstanbul’un yönetimini almayı oldukça arzuluyordu, ancak ne büyük Britanya böyle bir planı onaylayacaktı ne de bu büyük ödülü alması için büyük Britanya’ya izin verilecekti. Almanya’nın ise sahip olmadıklarını başkasına vermesi kolaydı. Entrika ve rekabet Batının temsilcilerinin ellerini bağladı ve kronik duruma ardı ardına aptalca hatalar eklendi. Avrupa’nın bu

183 Deniz Bilgen, a.g.e., s.223 184 Chicago Daily News, 13 Ekim 1919’dan aktaran Deniz Bilgen, a.g.e., s.226

134 çıkmazı Türkiye’nin şansı oldu ve Avrupa’nın anlaşmazlığından karlı çıktı… Gecikme Türklere öyle yaradı ki, onlar, Wilson prensipleri’nin avantajını her söylemde kullanarak, çok geçmeden milli hareketi işletebildiler, halkı yönlendirmeye ve örgütlemeye başladılar. Sonuçta Türkler şimdi, İstanbul’un ve Türkçe konuşan merkezlerin, bütün Mezopotamya’nın ve Kafkas’ların kendisine ait olduğunu iddia ediyor ve şimdilik de Suriye ve Arabistan’dan vazgeçiyor. Dünyanın göz önünde bulundurması için dikkate değer bir gerçek şu: Osmanlı imparatorluğunun başkenti İstanbul olarak kalmalıdır...”185 Ancak milli mücadele güçlendikçe Amerika’da kamuoyunun özgürlüğü de gittikçe sınırlanmış zamanında Bolşevik destekçisi olmakla da suçlanan Browne yerine artık Amerikalı yetkililer bir binbaşıyı göndermeye karar vermişlerdir ve Associated News Press’ten New York muhabiri gazeteci arkadaşı Herbet Corey Yakındoğu ile ilgili düşüncelerini bir mektubunda ancak şöyle aktarabilmişti: “…Söylemek istediğim çok şey var, ancak söylememe izin verilmiyor. Şunlar yüzünden çok yorgunum: Demokrasiyi dünyada güvenli kılamamaktan, Büyük Britanya, Fransa ve İtalya’nın bizlerin zihinlerine doldurmaya çalıştığı, propagandaları yutmaktan ve müttefik bayrağı gördüğüm zaman, her defasında üç kere ‘Yaşa! Yaşa! Yaşa!’ demez isek, kendi memleketimde, vatan haini olarak damgalanmaktan bıktım…”186

Mütareke yılarında neticeleri itibariyle iki önemli olay cereyan etmiştir. Bunlardan biri; Anadolu’daki Kuva-yı Milliye hareketi, diğeri ise; İstanbul’da Meclis-i Mebusan’ın toplanmasıdır. Her ikisi de İngiliz siyasetinin uygun bulmadığı, İngiliz çıkarlarıyla çelişen gelişmelerdir. Mustafa Kemal Paşa’nın Müdafaa-yı Hukuk cemiyetleri vasıtasıyla İstanbul hükumetine yaptığı baskılar neticesinde, daha önce kapatılmış bulunan Meclis-i Mebusan tekrar toplanmaya mecbur edilir. Ateşkes antlaşması esnasında fiilen elde kalan sınırlar içerisinde yapılan seçimler ile belirlenen mebuslar İstanbul’da toplanır. Meclis-i Mebusan’ın toplanmasından sonra aldığı en önemli karar Misak-ı Milli’nin ilan edilmesi olur. Misak-ı Milli; Türk milletinin kalıcı bir barış için gerekli gördüğü asgari şartları ilan etmektedir. Bu

185 Deniz Bilgen, a.g.e., s.263 186 H. Inst. Arch. (Browne’s papers): BnI FID:5 (H.Corey’in L.E. Browne’a tarihsiz şahsi mektubu)’ndan aktaran Deniz Bilgen, a.g.e, s.318

135 şartlar ise İngiltere’yi memnun etmemiş, barış için düşündüğü modeli (Sevr Antlaşması) riske atmıştır. Bu gelişmeleri derhal önlemek için harekete geçen İngilizler ilk olarak; o güne kadar kıyıda, gemilerde tuttuğu askerlerini 16 Mart 1920 günü sabahın erken saatlerinde karaya çıkartarak telgraf merkezleri, postaneler, Harbiye Nezareti gibi önemli gördüğü yerleri kontrol altına alırlar. Bazı mebuslar tutuklanır. Mecliste her an yeni tutuklamaların olabileceği ihtimali çalışma ortamını ortadan kaldırır. Meclis-i Mebusan; devletin bağımsızlığının tehdit altında olduğunu, bu baskılar altında çalışmalarını sürdüremeyeceğini bir beyanname ile yayımlayarak kendisini fesheder.

İstanbul, 16 Mart 1920’de İtilâf Devletleri'nce resmen işgal edilmişti. İngiliz, Fransız ve İtalyan Yüksek Komiserleri, sabah erkenden Sadrazam Salih Paşa’ya bir nota vererek saat 10’dan itibaren İstanbul’un işgal edileceğini bildirmişlerdi.187 Notanın ekinde, İstanbul’un İtilaf devletlerin askerî işgali altına alınacağı, İtilaf askerî makamlarının, İtilaf yüksek komiserleri namına şehrin işgali için gereken bütün askerî tedbirlerin uygulanmasını sağlayacakları, buna göre; Harbiye ve Bahriye Nezaretlerinin işgal edileceği, buralardan verilecek emir ve tebligatların kontrol ve sansüre tabi tutulacağı, posta, telgraf ve telefonun kontrol altına alınacağı188, polisin de sıkı bir kontrole tabi tutulacağı, sükûn, nizam ve asayişin muhafazası için gereken bütün nizamnamelerin düzenleme, duyurma ve uygulamasının işgal kuvvetlerince sağlanacağı vurgulanmıştır. İngiliz Dış işleri Bakanlığı Doğu Masası memurlarından W.S. Edmonds’a göre, “Türk'lerin akıllarını başlarına getirmek için tek çare İstanbul’un işgal edilmesiydi”. ABD’nin Londra büyük elçisi Davis’in Dış işleri Bakanlığı’na gönderdiği 6 Mart 1920 tarihli bir telgraf işgal kararının aynı tarihte

187 Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, S. 22, ves. 557; Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C. II, Ankara 1994, s. 428’den aktaran Dr. Ş. Can Erdem, “İtilâf Devletleri'nin İstanbul'u Resmen İşgali ve Faaliyetleri”, ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 62, Cilt: XXI, Temmuz 2005 Notada Mustafa Kemal Paşa’nın ve Kilikya’da meydana gelen hadiselerden ve tecavüzlerden sorumlu olduklarından şüphe edilemeyecek olan ‘sözde milliyetçi hareketin’ diğer şeflerinin Osmanlı hükûmeti tarafından hoş görülmediğinin belirtilmesi isteniyordu. 188 BOA, DH-KMS, No: 59-1/48, lef 7. (11 Zilkade 1338)’den aktaran Dr. Ş. Can Erdem, a.g.e. Posta ve Telgraf ve Telefon İdaresi iki mitralyözle, İngiliz ordusuna mensup seksen, doksan kişilik bir bölük Hint askeri tarafından işgal edilmiştir.

136 Londra’daki İtilaf konferansında alındığını göstermektdir.189 Sadrazam Salih Paşa ise verdiği bir karşı notayla işgali protesto etmiş, Anadolu hareketinin idarecileri veya mensupları tarafından yapılmış olan tecavüzleri onaylamadığını da belirtmiştir.

İngiltere Başbakanı Lloyd George, Londra Konferansı'nın 28 Şubat 1920 tarihli oturumunda artık güçlerini gösterme zamanının geldiğini, 5 Mart’taki oturumda ise Maraş olaylarının büyük devletlerin prestijine leke sürdüğünü öne sürmüştür.190 Aynı tarihte İstanbul’da bulunan İtilâf Devletleri Yüksek Komiserlerine gönderilen talimat tasarısında, Kilikya’daki Ermeni katliamını önlemek ve suçluları cezalandırmak için hem yerinde hem de İstanbul’da tedbir alınmasına karar verildiği, Kilikya’daki tedbirlerden Fransa’nın sorumlu olacağı, İstanbul’da ise Hükûmet binalarının işgalinin, Sadrazam ile bazı nazırların tutuklanmalarının düşünüldüğü bildirilerek bu konudaki görüşleri sorulmuştur. Bununla ilgili olarak İngiliz Yüksek Komiseri Amiral de Robeck’in 29 Şubat’ta İngiltere Dış işleri Bakanı Lord Curzon’a çok gizli ibaresiyle gönderdiği yazıda “direnişi kırmak için İstanbul Hükûmeti nezdinde boş yere teşebbüslerde bulunmaktansa İstanbul’un fiilî olarak işgal edilmesi gerekeceği”191 bildirilmektedir. Lord Curzon bunları aldığı istihbarat raporlarına dayanarak söylemektedir. İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Sir John de Robeck, 1 Mart’ta Lord Curzon’a gönderdiği gizli yazıda, gizli bir kaynaktan sağlamış olduğu bilgiye dayanarak Maraş bölgesindeki Fransız güçlerine saldıran Milliyetçi milis gücüne silah ve mermileri Osmanlı Harbiye Nezareti ile Osmanlı kolordu ve tümen komutanlarının sağladığını bildirmiştir.192 Fransız basınının bile, Kilikya’da Ermenilerin katledildiği yolundaki İngiliz propagandalarına ihtiyatla yaklaştığı, gerçekte İngiltere’nin Türklere gözdağı vermek istediği, İstanbul’un işgalinin hiç bir fayda sağlamayacağı, Fransız kamuoyunun işgali sanki Fransa’ya karşı girişilmiş

189 Galip Kemalî Söylemezoğlu, Yok Edilmek İstenen Millet, İstanbul 1957, s. 48-49. ve Salâhi R. Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, C. I, Ankara 1987, s. 205 ve Orhan Duru, Amerikan Gizli Belgeleriyle Türkiye’nin Kurtuluş Yılları, İstanbul 2001, s. 81’den aktaran Dr. Ş. Can Erdem, a.g.m. 190 Bige Yavuz, Kurtuluş Savaşı Döneminde Türk-Fransız İlişkileri, Ankara 1994, s. 64’ten aktaran Dr. Ş. Can Erdem, a.g.e. 191 Bilâl N. Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk (1919-1938), C. 1, Ankara 1992, s. 410-411’den aktaran Dr. Ş. Can Erdem, a.g.e. 192 Salâhi R. Sonyel, Kurtuluş Savaşı Günlerinde İngiliz İstihbarat Servisi’nin Türkiye’deki Eylemleri, Ankara 1995, s. 67’den aktaran Dr. Ş. Can Erdem, a.g.e.

137 gibi gördüğü de gerçektir.193 İngiltere ile Fransa arasındaki nüfuz mücadelesinde İngilizler bir adım öne geçmişler hatta Fransızların meşhur Generali d’Esperey, İngilizlerin şikâyetleri sonucunda Fransız hükumeti tarafından görevden alınmış yerine 5 Nisan’da General Nayral de Bourgon atanmıştır. d’Esperey, General Wilson’un komutası altındaki İtilaf Kolordusundan 122. Fransız Tümenini ve ayrıca iki taburu ayırıp kendi komutası altına almış Fransız askerlerinin, müttefik olsa bile, yabancı bir komuta altında olmalarını istememiştir. Türk basınına verdiği bir demeçte de, Yüksek Konsey’in Fransız görüşünü benimseyerek, Türk'lerin İstanbul’da kalmalarına karar verdiğini söylemiştir.194 Bu tür demeçler İngiliz Amiral Calthorpe’un tepkisini çekmiş ve Fransızların sadece kendilerinin Müslüman çıkarlarını korumaya hevesli oldukları konusunda izlenim vermeye çalıştıkları ve İstanbul’un Türk'lerin elinde kalması ve Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşılmasını engeller tavırlar gösterdiklerinden rahatsız olduğunu beyan eden bir telgraf yollamıştır Londra’ya.195 Fransız Yüksek Komiseri Defrance’a gönderilen de Robeck ve Wilson ile birlikte çalışılması emrini de reddeden d’Esperey, askerî operasyonu kendisinin yönetmesini istemiş ancak İngiliz Generali Milne’den, “Hükumetimin talimatına göre İstanbul’da harekâtta bulunmak için hiç kimseden emir telâkki edemem”196 cevabını almıştır. İşgal harekâtı gece yarısından sonra başlamış, sabah saat 10’a kadar işgali planlanan yerlerin çoğu işgal edilmiş, tutuklanacak kimselerin bir çoğu tutuklanmış, sıkıyönetim ilân edilmiştir. 16 Mart sabahı erken saatlerde yapılan tutuklamalar tutuklunun evine korku salacak şekilde yapılmış, bu kişiler gecelik kıyafetleriyle götürülmüştür. Fransız Yüksek Komiseri Defrance da İngilizlerin işgali büyük bir çalımla yürüttüklerini söylemiştir.197 İşgal edilen yerlerden birisi de Şehzadebaşı’ndaki mızıka karakoludur. Buraya yapılan baskın sırasında çatışma çıkmış ve 5 Osmanlı askeri ölmüş 9 veya 12 kadarı da

193 Yahya Akyüz, Türk Kurtuluş Savaşı Ve Fransız Kamuoyu, Ankara 1988, s. 96, 97, 99’dan aktaran Dr. Ş. Can Erdem, a.g.e. 194 FO 371/5202, 5 Mart 1920’den aktaran Nur Bilge Criss, a.g.e., s.101 195 Nur Bilge Criss, a.g.e., s.101 196 Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı İle İlgili İngiliz Belgeleri, Ankara 1991, s. 227’den aktaran Dr. Ş. Can Erdem, a.g.e. 197 Sina Akşin, İstanbul Hükûmetleri ve Millî Mücadele Son Meşrutiyet, (1919-1920), İstanbul 1992, s. 404-405, 410’dan aktaran Dr. Ş. Can Erdem, a.g.e.

138 yaralanmıştır. Bir İngiliz askeri ölmüş, bir subay yaralanmıştır. Osmanlı askerlerinin bazıları yataklarında süngülenerek öldürülmüşlerdir. Burası yalnızca mızıka karakolu değil, aynı zamanda 10. Kafkas Tümeninin

Şekil 33: Şehit edilen bandocu198 karargâhıdır. İngilizlerin burayı basmalarının nedeni de Tümen Komutanı Yarbay Kemalettin Sami Beyi tutuklamak üzere aramalarıdır. Ancak onu bulamazlar. İngilizler Meclisi de basmışlar başta Rauf (Orbay) ve Kara Vasıf Beyler olmak üzere birçok kişiyi tutuklayarak Malta’ya sürmüşlerdir.

İstanbul’un resmi İngiliz işgali sonrasında İngiltere Yunanistan’a daha çok yakınlaşmıştır. 3 Temmuz 1920’de Çubuklu’ya çıkarılan 800 kişilik bir Yunan müfrezesi iki gün önce Beykoz’a çıkmış olan tahminî 3000 kişilik İngiliz askerleriyle birlikte Dudullu’da İngiliz mıntıkasına taarruz eden Kuvâ-yi Milliye’ye karşı savaşmıştır. İstanbul’daki müslüman halkın Rum azınlığa karşı hazırlandıkları bahanesiyle Yunanlılar tarafından Rumlara 3000 silah dağıtılması da Yunanlıların da İstanbul ile ilgili planları olduğunu göstermektedir. İstanbul’dan başka Trakya üzerinde de hak iddia ettiklerinin bir göstergesi de, Sirkeci istasyonundan Edirne’ye giden tren yolcularının seyahat vesikaları Fransız zabıtasınca vize edildiği halde, 29 Haziran 1920 tarihinden beri Yunan konsolosluğundan da vize alınmasının şart koşulmuş olmasıdır.”199 Asayişi sağlamak bir yana aksine asayişsizliğe davetiye çıkaran işgalcilerin uygulamaları sosyal hayatı da olumsuz yönde etkilemiştir. İşgal kuvvetleri yoğunlukla Beyoğlu bölgesinde olmak üzere kışla, yabancı okul, hastane gibi kurumlarla bazı otel ve özel binalara hukuk dışı yollarla yerleşmişlerdir. Üst düzey İtilâf yetkilileri ve subaylar, beğendikleri bazı özel meskenleri zorla tahliye ettirerek kendileri oturmuşlardır.200 İtalya’dan gelecek olan askerî kuvvetler için

198 Tempo Dergisi Sayı 20, 17-05-2007, s.43 (Atilla Oral arşivinden). 199 BOA, DH-KMS, No: 49-2/74, lef 1. (13 Rebiyülâhir 1339) ve BOA, DH-KMS, No: 59-1/40, lef 2. (16 Şevval 1338)’den aktaran Dr. Ş. Can Erdem, a.g.e. 200 Mehmet Temel, İşgal Yıllarında İstanbul’un Sosyal Durumu, Ankara 1998, s. 4’ten aktaran Dr. Ş. Can Erdem, a.g.e.

139 Sanayi-i Nefise mektebiyle Sıhhiye müzesinin bir an evvel boşaltılması, Millî Ta’lim ve Terbiye Cemiyetine ait binanın da polis tarafından sahibi buldurularak anahtarının aldırılmasının sağlanması aksi takdirde Saraçhane ambarının işgal edileceği yolundaki 27 Nisan 1920 tarihli Sadaret tezkeresi de mevcuttur. Sıhhiye müzesine ait eşyalar nakledilecek başka yer olmadığından müdüriyet binasının bir odasına konulmuş, Sanayi-i Nefise mektebinin de Eczacı ve Dişçi mekteplerine nakledilmesi kararlaştırılmıştır.201 İşgalcilerin mektepleri ve müze gibi yerleri işgal etmeleri kamu düzenini de bozmakta, olağanüstü şartlar nedeniyle zaten doğru dürüst yapılamayan eğitim ve öğretimin aksamasına yol açmaktadır. İşgal İstanbul’unu yaşayan ve o sırada hukuk eğitimine devam etmeye çabalayan İ. Hakkı Sunata üniversitelerin işgalini şöyle aktarır: “21 Mart günü, İngiliz zabitleri gelerek kendilerine layık ve uygun odaları ayırdılar. Üniversiteye Hintli askerler yerleştirilecekmiş. 22 Mart günü, söylentiye göre İngiliz işgal kuvvetleri kumandanı (General Milne) bir kısım maiyetiyle gelerek binayı gezmiş ve subaylara ayrılan odaları görmüş. Binanın yarısını işgal edeceklermiş. Yarısı bize kalacakmış. Rektörlük odası da İngilizler tarafında kalıyor, bizim odayla beraber (aynı zaman üniversitede memurluk yaptığından çalıştığı odayı kastediyor). Boşaltılması gereken yerler, öğrencilerin de yardımıyla boşaltıldı. Hukuk ve fen kütüphaneleri ve dershaneleri başka yerlere nakledildi. Biz, yukarı katta bir yere çıktık. Hukuk fakültesi, konferans salonuna yerleştirildi… 24 Mart Çarşamba, İngilizler geldi, Darülfünun’un Vezneciler’e bakan yarı kısmını işgal etti. Burada en üst katta hukuk, orta katta coğrafya ve rektörlük, alt katta tarih ve fen fakültesinin kimya laboratuvarı vardı.”202

İstanbul’un işgali kolayca gerçekleştirilmiş olsa da işgal sırasında Türkler’den şehit olanlar olmuştur. Belirttiğimiz gibi 16 Mart günü, saat 5.45’de, Onuncu Kafkas Tümeni Karargâh ve Mızıka binasına giren ve yatakta bulunan 61 Türk erine ateş açan İngilizler, bunların büyük bir kısmının yaralanmasına, beş kişinin de şehit olmasına neden olmuşlardır. Hemen ardından eski Harbiye Nazırı Cemal Paşa’nın evi, kışla binası kuşatılmış, Bahriye Nezareti’nin beş dakika içinde boşaltılması istenmiştir. Harbiye binasının işgalinden sonra Beyoğlu, Beşiktaş, Şişli, Kasımpaşa,

201 BOA, DH-KMS, No: 49-2/72, lef 10-11-14. (10 Şaban 1338)’den aktaran Dr. Ş. Can Erdem, a.g.e. 202 İ. Hakkı Sunata, a.g.e., s.82-83

140 Kadıköy, Üsküdar ve diğer yerlerdeki caddeler İngilizler tarafından tutulmuş, gidiş ve gelişler durdurulmuştur. Harp Okulu, postahaneler ve Telgraf Genel Müdürlüğü binası işgal edilmiş ve Hükûmet’e işgal haberi, geçici olduğunu bildiren bir beyanname ile İstanbul işgal edildikten sonra verilmiştir. İstanbul Hükumeti bunun üzerine şehrin işgalini gerektirecek bir olayın olmadığını belirtmiş ve Aydın’ın Yunanlılar tarafından işgalini, Rumların Müslümanlara zulümlerini, büyük bir Ermenistan kurulmak istenmesini, Karadeniz’de bir Rum devletinin kurulması girişimlerini, Maraş’taki Ermeni olaylarını da böylelikle protesto etmiştir. Yüksek komiserler Yüksek Barış Konseyi’nin kararına dayanan işgal hareketine uyulması ve “Mustafa Kemal Paşa ile millî hareketin öteki liderlerinin açıkça red ve inkâr edilmesi” isteklerini içeren bir rapor hazırlayıp 27 Mart’ta Sadrazama vermişlerdir. 16 Mart günü Meclis İkinci Reisi Abdülaziz Mecdi ve mebusan üyeleri Vehbi, Rauf beyler Padişahla görüşüp, ondan “Meclis’in onayı olmadan hiçbir uluslararası antlaşmaya imza konulmamasını” istemiş olsalar da Padişah, düşmanların “isterlerse yarın Ankara’ya” da gidebilecekleri düşüncesinde olduğu için bu sözlere değer vermemiştir. Daha sonra, Meclis’e gelen İngiliz Birliği Rauf Bey ile Kara Vâsıf Bey’in kendilerine teslimini istemiştir. Mebusların Türk mebuslarının tutuklandıklarına dair bir kağıt verdikleri takdirde bu işe izin verilebileceğini bildirmeleri ve oy çoğunluğu ile bu karara varmaları sonunda Rauf Bey ile Vâsıf beyler imza karşılığında, İngilizlere teslim olunur. Ankara ise, işgal olayını, 16 Mart 1920 günü, sabah saat 10.00’da İstanbul telgrafçılarından Manastırlı Hamdi Bey’in Mustafa Kemal Paşa’ya çektiği tel ile resmen öğrenmiştir.”203

203 Prof. Dr. Yücel Özkaya, “İstanbul'un İşgali Üzerine Aydınların İstanbul'dan Ankara'ya Kaçışı Olayı”, ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 13, Cilt V, Kasım 1988

141 B - İSTANBUL’DA BEKLEYEN GÜÇ: BEYAZ RUS GÖÇMENLER

İşgale rağmen işgale karşı direnişi kolaylaştıran ve İstanbul’un nüfus dengesini değiştirecek olaylar Rusya tarafında gelişiyordu. Bolşevikler ve İtilaf devletlerinin güdümündeki (Aralık 1917’de Clemenceau ve Milner’in görüşmesinden çıkan Beyaz Rus Generaller ile Rusya’ya karşı mücadele başlatıp Rusya’nın paylaşılması ile ilgili toplantı sonucuna uygun olarak) Beyaz Ruslar arasında bir iç savaş mevcuttu. Başlangıçta Wrangel’in birlikleri birkaç zafer almış olsalar da 250-300’er bin kişilik ordular ile aslında Kızıl Ordu ile aşağı yukarı asker durumları aynı idi. Beyaz Ordu’nun askerleri daha eğitimli ve daha iyi silahlı idi. Aralarında İngiliz, Amerikan, Fransız, Sırp, İtalyan orduları, Beyaz Muhafızlar, Finliler, Alman gönüllüler, Polonya ordusu, Yunan, Çekoslovaklar ve Japonlar vardı. Ancak dağınıklardı, aralarından savaşmaya istekli olmayan askerler mevcuttu. (İngiliz, Amerikan, Fransız, İtalyan Sırp orduları) Ancak Bolşevikler tutkulu bir şekilde kendi çizgilerini, demir yolu ağlarını koruyordu. İttifak dağınık iken, Bolşevikler proleter diktatörlüğün birleştiriciliğine sahipti.204 Bu savaştan kaçan Beyaz Ruslar İstanbul’a gelmeye başlamıştı. Önceleri bireysel çabaları ile gelenler dışında, Beyaz Rus General Denikin’in başarısızlığı nedeniyle ardından gelen General Wrangel’in ordusuna da gidecek yer bulunması gerekiyordu. Ayrıca İtilaf kuvvetleri Kırım’dan 25 bin mültecinin boşaltılması için hazırlıklar yaparlar, Amiral de Robeck ve General Milne kadınlardan ve çocuklardan oluşan 50 bin yaralı Rus’u gemilerle yollamak isterler, ancak nereye yollayacaklarını bilemezler.205 Mülteci akını çeşitli yollardan devam ederken Fransızların Maraş’ta yenilmesi üzerine İtilaf Devletleri 4 Mart 1920’de Londra Konferansı’nın ardından İstanbul’u resmen işgal etme kararı aldığında bütün güçlerini İstanbul’a çeken İngilizler, 9 Mart’ta aralarında Sunata’nın da bulunduğu üniversite öğrencilerinin ve aydınların üyesi olduğu milliyetçi girişim olan Türk Ocağı’nın binası ve Harbiye Nezaretindeki itfaiye dairesini, 14 Mart’ta ise Telgrafhaneyi işgal ederler. Bakırköy’den Kadıköy’e tüm İstanbul Limanı İtilaf

204 Victor Serge, a.g.e., s.341. 205 Calwell, Field Marshall Wilson, I:225’den aktaran Nur Bilge Criss, a.g.e, s.125

142 donanması tarafından abluka altına alınır. 16 Mart 1920’de ise Şehzadebaşı’nda 10. Kafkas Tümeni karargahında silah aramak bahanesiyle girilip karşı koyan Türk askerlerine ateş açılması ve Bahçekapı’da bir İngiliz zırhlısının toplarını üzerine çevirdiği Harbiye Nezaretinin basılıp, Harbiye Eski Nazırı Cemal Paşa’nın tutuklanmasıyla işgal resmi nitelik kazandı. İstanbul Sultanisi basılıp, tüm hocaları götürüldü. Meclis-i Mebusan feshedildi ve siyasi olarak etkili 150 civarında kişi Malta’ya sürüldü. Ardından Üniversite de işgal edilmiş ve kütüphanelerin, laboratuvarların ve rektörlük odasının bulunduğu yerlere Hintli askerleri yerleştirmeyi uygun görmüşlerdi. Bu yeni resmi işgal durumu Rusların nakledilmesi için uygun ortam oluşturmuştur.

Rusya, Birinci Dünya Savaşına İngiltere ve Fransa'nın yanında girmişti. Çanakkale boğazına sığınmalarına izin verilen Goeben ve Breslau adlı Alman savaş gemilerinin, Yavuz ve Midilli adlarını alarak Osmanlı Bayrağı altında 30 Ekim 1914 günü Rusya'nın Karadeniz kıyılarındaki limanları topa tutması üzerine; Rusya, Osmanlı İmparatorluğuna savaş ilân etmişti. Bu şekilde, Birinci Dünya Savaşına katılan Osmanlı İmparatorluğu, müttefiki Almanya üzerindeki Rus ordularının bir kısmını kendi üstüne çekmek için 1914 yılı Kasım ayında Doğu Anadolu'da Kafkasya'yı hedef alan taarruza başladı. Böylece doğuda başlayan Osmanlı - Rus muharebeleri, olanca şiddetiyle 1917 yılına kadar devam etmişti. 1917 yılında Rusya'da çıkan ihtilâl sonucu Bolşevikler 25 Ekim günü iktidarı ele geçirmişler ve Sovyet yönetimini kurmuşlardı. Ancak, savaşta verilen ağır kayıplar ve uzun savaş yılları nedeniyle, Rusya'nın ekonomik durumu son derece bozuktu. Askerler de uzun savaştan bıkmışlardı, birliklerini bırakıp evlerine dönüyorlardı. Bunun üzerine Sovyetler, Brest - Litovks Anlaşmasını imzalayarak savaştan çekildiler. Bu anlaşma ile 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı sonunda Rusya'ya geçen Kars, Ardahan ve Artvin illerini geri alınması mümkün olmuştur. Ne var ki, Sovyet Rusya'nın kendi başına anlaşmalar yapmasına ve Bolşeviklerin Rus çarını tutuklayarak iktidarı ellerine almasına kızan Rusya'nın müttefikleri, bu kez ona karşı oldular. İngiltere, Fransa ve Japonya'nın desteklediği eski çarlık subayları, Sovyetlerin kızılordusuna karşı beyaz orduyu kurdular. Doğuda Amiral Kolçak ve güneyde General Denikin komutasındaki beyaz ordu ile kızılordu arasında çarpışmalar, yani Rusya'da iç savaş başladı.

143 Brest-Litovsk ile birlikte geri çekilmeye başlayan Rus Askerleri Trabzon’dan Van Gölü’ne kadar 700 kilometrelik bir alan yayılmış ve anlaşma ile birlikte tüm ağırlıklarını geride bırakmıştır. Tüm yedek malzeme, cephane ve topları geri götüremediklerinden bunların büyük kısmı Trabzon’da kalmış ve Denikin Ordusu’nca kurulan bir heyetçe değerleri 70 milyon ruble kadar olduğu ifade edilmiştir. 28 Şubat 1918’den Mart 1919’a kadar Türklere terk edilmiş olarak kalan bu malzeme 1919 ilkbaharında İngiliz Hükümeti’nin el koyması ile girdikleri mücadelede kullanılması amacıyla Denikincilere aktarılmıştır.206

Başta Lenin olmak üzere bütün komünist liderler, ihtilâli Orta ve Batı Avrupa'ya yayarak oralarda kargaşalıklar çıkarmağa ve iktidara gelecek işçi hükumetlere dayanarak kendi durumlarını kurtarmağa çalışıyorlardı. Rusya'da iç savaşın Sovyetler lehine gelişme göstermesi ve beyaz orduların başarı şansının azalmaya yüz tutması üzerine, 1918 yılı sonlarında İngiltere ve Fransa Güney Rusya'yı kendi aralarında paylaşmışlar ve Kırım'a asker çıkarmışlardı. Kaynaklarda 1919 yılı Mart ayında Kırım'daki İtilaf kuvvetleri toplamının yaklaşık 850.000 kişiye ulaştığı söylenmiştir.207 Bu durumda İngilizler ve İtilaf devletleri iki cephede zorlanmaya başlarken, Sovyetler Birliği ile Türkiye’nin direnişi birbirlerine yakınlaşacaktır.

Anadolu'daki Millî Mücadelenin, Sovyetlerin de düşmanı olan İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan'a karşı olması; beyaz orduların İstanbul üzerinden devamlı yardım alması, Sovyet yöneticilerinin ilgilerini daha da artırıyordu. Anadolu'da Kuvayi Milliye'nin bir halk örgütü olarak cepheleri tutması ve Yunanlılarla silâhlı çarpışmalara girişmesi üzerine, Sovyetlerin Kuvayi Milliye ile ilişki kurmaya çalıştığına tanık oluyoruz. 1919 Ekim'inde Ege Bölgesine gelen bazı Sovyet ajanları, Kuvayi Milliyecilere komünizm görüşünü yayacak gazete çıkarmaları için para vereceklerini ve Almanlar tarafından İstanbul'a gömülen silâhları teslim edeceklerini söyleyerek, bazı tekliflerde bulunmuşlardı.208 Batı Anadolu'nun kuzey bölgesinde

206 Frunze’nin Türkiye Anıları, çev. Ahmet Ekeş, Düşün Yayıncılık, İstanbul , 1996, s. 126 207 D. F. FLEMING — The Cold War and It's Origins — Vol a 1, s.22’den aktaran Alptekin Müderrisoğlu, Kurtuluş Savaşının Mali Kaynakları, s.522 208 Balıkesir ve Alaşehir Kongreleri ve Hacim Muhittin Çarıklı'nın Kuvayı Milliye Hatıraları — S. 84, 85’ten aktaran Alptekin Müderrisoğlu, a.g.e., s.523

144 Kuvayi Milliye'yi organize eden ve ustalıkla kullanan 61 inci Tümen Komutanı Albay Kâzım Bey (Kâzım Özalp Paşa) ile temas kuran Sovyet ajanları ise; mücadeleyi Rus dostluğuna dayanarak devam ettireceklerini ve kapitalizme karşı Ruslar ile aynı fikirde olduklarını ilân etmeleri halinde, para ve silâh yardımında bulunacaklarını belirtmişlerdi.209 Birinci Dünya Savaşında «Teşkilâtı Mahsusa» adlı gizli örgüte başkanlık eden ve Kurtuluş Savaşında da «M. M. Grubu» başkanı olan H. Ertürk yayınladığı anılarında, Sovyetlerin Havza'da Mustafa Kemal Paşa ile ilişki kurduklarından söz etmektedir. Anlattıklarına göre, Samsun'dan sonra Havza'ya geçen ve burada kaldığı üç haftalık bir süre içinde ordu, idare ve halkla temaslarını sürdüren Mustafa Kemal Paşa ile görüşmek amacıyla Havza'ya bir Sovyet Rusya heyeti gelmiştir. Heyete, Albay Budiyenni başkanlık yapmaktadır. Albay Budiyenni görüşmelerin başlangıcında Mustafa Kemal Paşa'ya Sovyet Rusya'dan silâh, cephane ve para yardımı vaat etmekte, karşılığında yalnızca Türkiye ve Rusya'nın ortak düşmanları olan İtilâf Devletleri ile mücadele etmesini istemektedir. Görüşmelerin sonuna doğru ise Albay Budiyenni : «Rusya'nın bütün ihtiyaçlarınızı tamamlamağa hazır bulunduğunu size arz etmek görevini üzerime almış bulunuyorum. Yeter ki, siz de bizim arzularımızı yapınız. Padişahlığı, halifeliği lağvediniz, komünistliği ilân ediniz» demektedir. Anı sahibine göre, Sovyet Rusya heyeti bu görüşmelerden çok ümide kapılmıştı. Mustafa Kemesi Paşa ise askerlikten istifa ederek İstanbul Hükumetine ve Padişaha fiilen meydan okuduktan sonra Rusya'dan istediği her şeyi top, tüfek, cephane ve altın rubleyi alabilmişti. Anadolu'daki tehlikenin büyümesi halinde bir kızılkolordunun yardıma geleceğinden söz edilmiştir. Sovyetler tarafından İstanbul'a gönderilen Albay İlyaçef ise; daha çok eski İttihatçılar tarafından kurulan gizli «Karakol Cemiyeti» ile ilişki kurmuş ve Türkiye ihtilâl hareketinin temsil ettiği iddiasındaki bu cemiyetle temel konularda görüş birliğine varmaya çalışmıştır. Millî Mücadelenin liderler kadrosunun tutum ve davranışlarını da yakından izledikten sonra, olaylara ve siyasal duruma, Dünya ihtilâli düşünce ve umutlarını bir kıyıya bırakarak, müşterek menfaatler açısından bakmaya başlamışlardır. Özellikle Sovyet resmî kişileri, her hareketlerini kuşku ile karşılayan Anadolu Millî Mücadelesinin liderler kadrosunun güvenlerini kazanmak için,

209 Kâzım ÖZALP, Millî Mücadele, Cilt: 1, S : 74

145 Türkiye ile kurulacak dostlukta rejim meselelerine hiç değinmemeğe özel önem vermişlerdir. 13 Eylül 1919 günü Sovyet Dış işleri Komiseri G.W. Çiçerin'in, Türkiye işçi ve köylülerine hitaben yayınladığı bildiride, doktriner konulara hiç değinilmeksizin, İngiltere'nin İstanbul ve Boğazları ele geçirdiği; Türkiye, İran, Afganistan ve Kafkasya'yı egemenliği altına almak üzere olduğu, bu durumda Türkiye'nin kurtarılmasının ancak Türk işçi ve köylüsünün çabasına bağlı kaldığı, «Rus İşçiler ve Köylüler Hükumeti»nin Türkiye'ye kardeşlik elini uzatmaya hazır olduğu belirtilmişti.210

Rusya, ulusal bağımsızlığı için Batı emperyalistlerine karşı silâha sarılan Türkiye'yi doğal müttefik sayıyordu. Büyük Millet Meclisinin açılmasından sonra, Anadolu'nun durumu ile Sovyet Rusya'nın durumu daha çok benzerlik göstermeye başlamıştı. Büyük Millet Meclisi, meşruluğunu savunmak için İstanbul Hükumetinin yer yer uygulamaya koyduğu iç isyanları bastırmakla uğraştığı sırada; Sovyet yöneticileri de eski çarlık düzeni taraftarlarına karşı iç savaş veriyordu. Türkiye'yi işgal eden İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan; aynı zamanda Güney Rusya, Kırım ve Kafkasya'yı yer yer işgal etmişti, yani düşmanlar müşterekti. Türkiye'yi işgal eden devletler, Büyük Millet Meclisine karşı Padişahı ve Halifeyi kurtarma gerekçesiyle isyan edenleri desteklerken; diğer taraftan da Sovyetlere karşı Çarı kurtaracağız gerekçesiyle silâhlı mücadeleye atılan karşı ihtilâlci beyaz orduyu destekliyorlardı. Sovyet yöneticileri, Sovyet Rusya ile Anadolu arasındaki bu benzerlik dolayısıyla, Millî Mücadeleye sempati besliyorlar, başarıya ulaşmasını istiyorlardı. Sovyetlerin, Millî Mücadelenin başarıya ulaşmasını istemeleri; yalnızca duydukları sempatiden, Sovyet Rusya ve Anadolu mücadelesinin benzerliğinden ve aynı düşmanlara karşı yürütülmesinden dolayı değildi. Türk Kurtuluş Savaşının varmak istediği hedefin, Misakı Millî'nin kendi amaçlarına uygun olduğunu ve Sovyet Rusya'nın menfaatleri ile bağdaştığını görüyorlardı. Şöyle ki : İngiltere; Türkiye, Kafkasya, İran ve Afganistan'da egemen duruma gelmekle Rusya'yı güneyden kuşatmış oluyordu. Anadolu'daki mücadele başarıya ulaştığı takdirde, İngiliz kuşatması Sovyet Rusya'ya

210 Samih Nafiz TANSU, İki Devrin Perde Arkası, S. 338-342 ve Mahmut GOLOĞLU, Üçüncü Meşrutiyet, S : 248 ve Fahir ARMAOĞLU, Siyasî Tarih, Ankara 1964 — S. 630’dan aktaran Alptekin Müderrisoğlu, a.g.e., s.523-524

146 en yakın ve en etkili olduğu bölgede kırılmış olacaktı. Ayrıca, İngiltere Anadolu'nun bir bölümünü Yunanistan'a vermeyi plânlıyordu. Anadolu'da İngiltere'ye sıkı sıkıya bağlı bir Yunanistan'ın kurulması, İngiliz kuşatmasını daha devamlı ve etkili bir hale getirecekti. Oysa, bağımsız bir Türkiye, İngiliz tehlikesini uzaklaştıracaktı.

Birinci Dünya Savaşı sonunda, İngiltere Kafkasya'da Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan devletlerinin kurulmasını sağlamış; kendisine bağlı bu devletlerle Rusya'yı Güney Kafkasya'dan ayırmış, Bakü petrollerinden yoksun bırakmış ve bu stratejik bölgede Rusya'ya karşı bir baraj kurmuştu. Anadolu'daki Millî Mücadelenin liderleri de, Doğu'da İngiltere'nin desteğinde kuvvetli bir Ermenistan'a karşı bulunuyorlar; Doğu Anadolu'da genişleme siyaseti güden Ermenistan'a karşı bir taarruz hazırlığı yapıyorlardı. Güney Kafkasya'daki İngiliz barajı ancak Türk Rus işbirliği ile yıkılabilirdi. Güney Rusya ve Karadeniz'in güvenliği için son derece önemli olan İstanbul ve Çanakkale Boğazlarının, bağımsız ve dost Türkiye'nin elinde bulunması, Sovyetler yönünden büyük bir güven kaynağı sayılmaktaydı [Boğazların bağımsız ve tarafsız Türkiye'nin elinde bulunması sayesindedir ki, İkinci Dünya Savaşında Akdeniz'e hakim olan Almanya, Rusya'nın ortalarına kadar ilerlediği halde, boğazları geçerek Karadeniz'e hâkim olamadığından Rusya'da uzun süre barınamamıştır.]. Bütün bunların dışında, Sovyet yöneticileri yeni rejimi Rusya'da yerleştirmeye çalışırlarken, Rusya'daki Türk - Müslüman halklar Yeşilordu'yu kurarak Amiral Kolçak ve General Denikin'in beyazordularını arkadan vurmaya başlamışlardı. Anadolu'daki Türk Kurtuluş Savaşına yardımla, yeni rejim Rusya'daki Türk - Müslüman halklara daha sempatik gösterilecekti. Ayrıca, Anadolu'daki Türk'lerin Hristiyan işgalcilere karşı giriştikleri savaşta, Müslüman Türk'lerin desteklenmesiyle, tüm dünya Müslümanları üzerinde Moskova'nın prestijinin artırılması sağlanmış olacaktı.

Mustafa Kemal Paşa'nın Halil Paşa'yı yardım konusunda görüşmek üzere Sovyet Rusya'ya göndermesi, o günlerin koşulları altında, Türkiye üzerinde doğrudan doğruya menfaatleri olmayan, buna karşılık Millî Mücadelenin başarıya ulaşmasından birçok yararlar uman tek devletin Sovyet Rusya olması ve mücadelenin liderler kadrosunu teşkil eden kişilerin çoğunun, yer yer işgal altında

147 bulundurulan Türkiye'nin bütünlüğünü korumak için Sovyet Rusya'nın maddî yardımlarını ihtiyatla aramak konusunda görüş birliği içinde olmalarındandır. Bu genel eğilimi doğuran siyasal ortamı şu şekilde belirlemek mümkündür: 1— Sovyet Rusya, Çarlık Rusya'sının İstanbul ve Boğazlar üzerindeki geleneksel hak iddia politikasını terk ettiğini belirtmişti. Sovyetler, İstanbul ve Boğazlar üzerindeki bütün geleneksel taleplerden vazgeçmek suretiyle, Millî Mücadeleye atılanlara iyi niyetlerini göstermişlerdi. 2— Sovyet yöneticileri de Millî Mücadelenin liderler kadrosu gibi Doğu'da kuvvetli egemen bir Ermeni Devleti kurulmasına karşıydı. Doğu Anadolu topraklarının bir kısmını işgal eden Ermenilerin buralardan atılması için yapılacak taarruza Sovyetlerin yardımcı olacağı, hiç olmazsa tarafsız kalacağı umuluyordu. Zira, İtilâf Devletlerinin desteğindeki kuvvetli bir Ermenistan, Türkiye kadar Sovyet Rusya'nın güvenliğini de tehdit edecekti. 3— Türkiye'yi işgal eden İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan, aynı zamanda Güney Rusya, Kırım ve Kafkasya'yı da işgal etmişti. Müşterek düşmanlara karşı verilecek savaşı, kendi menfaatleri açısından Sovyetlerin destekleyeceği açıkça seziliyordu. 4— Bağımsız bir Türkiye, Sovyet Rusya'nın güneyindeki ve Kafkaslardaki İngiliz tehlikesini uzaklaştıracaktı. Varlıklarını ve yeni rejimi koruma kaygısındaki Sovyet yöneticilerinin, böyle bir tehlikenin uzaklaştırılması için ellerinden geleni yapacakları anlaşılmaktaydı. Özetlediğimiz nedenlerden ötürü, Millî Mücadelenin yöneticisi kadrosundaki kişilerin hepsi Batının görüşlerine bağlı kaldıkları halde; işgal altında bulunan ve gün geçtikçe yabancı işgalleri genişleyen Türkiye'de toprak bütünlüğünü korumak ve bağımsızlığı gerçekleştirmek için Sovyet Rusya'nın maddî yardımlarından yararlanma konusunda yaygın bir eğilime sahip bulunuyorlardı. Bu genel eğilimi sezen Mustafa Kemal Paşa, Sivas Kongresinden hemen sonra Sovyet Rusya ile ilişkiler kurulması için teşebbüse geçti.211 Bu aynı zamanda Amerikan mandası ve himayesinden kesin olarak vazgeçildiğinin göstergesiydi.

Bolşeviklerin güçlenmesi ile İngilizlerin ve İtilaf devletlerinin desteklediği Çarlık Rusyası’nın son ordusu olan “Beyaz Ordu” Kırım yarımadasını boşaltmak zorunda kalmıştır. 5 Kasım 1920’de General Wrangel, Kırım’daki Fransız Askeri Misyon

211 Alptekin Müderrisoğlu, a.g.e., s.535

148 Şefi General Broussaud’a boşaltmayı planladığını bildirmiştir. İstanbul’daki Fransız Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral de Bon ise Fransız Kuvvetlerinin insani nedenlerle Wrangel’in ordusuna yardım edeceğini bildirir. Hemen ardından Rusya’nın güney bölgesinin valisi ve Rus ordusunun Genelkurmayı Pyotr Nikolayeviç Wrangel (1878-1928), Kırım’ı terk etmek için emir vermiştir. Fransız Hükumeti, Wrangel’in Romanya’ya aktarılma önerisini kabul etmez, çünkü oradan Ukrayna’daki Bolşevikler’in üzerine saldırma ihtimali vardır. Fransa General’in Bolşevikler’le ve Kemalistler’le savaşabileceğini önerdiği Gürcistan ve Ermenistan’a aktarılmasını kabul etmez.212 Beyaz Rusların İstanbul’a götürülmesi planlanmıştır. 12 Kasım’da sabahın erken saatlerinde Sivastopol’un sokaklarındaki izdiham nedeniyle herkes limana doğru koşmaya başlamıştır. Ülkeyi terk etmek isteyenler aynı zamanda Odessa, Novorossiysk, Simferopol, Aluşta ve Yalta limanlarına da toplanıyordu. 13 Kasım 1920’de Büyük Devletlerden Fransa Hükumeti, General P.N. Wrangel’in ordusunu kendi kanatları altına almaya karar vermiştir. Hemen 2 gün sonra General P.N. Wrangel, Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Mihail Aleksandroviç Kedrov (1878-1945) ile motorlu tekneyle Sivastopol’ün yüklenen gemilerini gezdi ve kendisi de “General Kornilov” gemisine binerek askerleri ile beraber Sivastopol’dan denize açılarak ve 15 Kasımda Yalta’ya ulaştılar. O birkaç gün içerisinde Kırım yarımadasının beş limanından (Sevastopol, Yevpatoriya, Kerç, Feodosiya, Yalta) 126 askerî ve ticarî gemi İstanbul’a doğru yola çıkmıştır. Halihazırda zor günlerini yaşayan İstanbul, bu kez, içinde değişik etnik gruplara bağlı (Rus, Ermeni, Gürcü, Rum, Yahudi, Çerkez vs.) 145.693 Rus vatandaşının ve Rus sarayına ait damızlık atların bulunduğu 126 geminin gelişine tanıklık ediyordu.213 İlk gelen gemilerden “Meçta” (2.500 kişi), “Poti” (3.500 kişi), “Samara” (2.500 kişi), “General Kornilov” ve “Kerson” 15 Kasım’da Moda’ya yanaştılar. Kalan diğer gemiler, “Yekaterinodar” (5.000 kişi), “Saratov” (7.056 kişi), “Skif”, “Dobıça”, “Bug”, “Yelpidifor”, “Krım”, “Tsesareviç Georgi”, “Konstantin”, “Hristi”, “Don”, “Askold”, “Pyotr Regir”, “Vladimir”, “Horaks”, “Dıhtau”, “Çayka”, “Feniks”, “Alkiviad”, “Otreya”,

212 Jean Bernachot, Les Armees Françaises en Orient Apres l’Armistice de 1918, s.51-55’den aktaran Nur Bilge Criss, İşgal Altında İstanbul, s.125-126 213 Nezavisimoye Voyennoye obozreniye, 21 (291) 28.06.2002’den aktaran Adil Asiltürk, “Bilinmeyen Bir Tarihî Gerçek: Gelibolu’da Rus Orduları”, Orkun Dergisi, Sayı 58-63-67, www.orkun.com.tr

149 “Pandiya” ve askerî gemiler “Bespokoynıy”, “Derzkiy”, “Jivoy” ve “Jarkiy” de 23 Kasıma kadar İstanbul’un çeşitli limanlarına demir atmışlardı.214 Bazılarınca Kırım’ı terk edenlerin sayısı 136.000 kişi olarak aktarılmıştır. General Wrangel, Mart 1921 tarihinde kaleme aldığı hatıralarında, bu rakamın 160.000 olduğunu, daha sonra Aralık 1923’te yazdığı hatıralarında ise bu rakamın 145.639 olduğunu belirtmiştir. O dönem muhacirlerinden üstsubay Nikolay Rayevski, General Wrangel’i Rusya’nın Bonapart’ı olarak görmekteydi.215 Rus ordusunun İstanbul’a gelişinin ilk günlerinde “Waldeck-Rousseau” gemisinde çok gizli bir toplantı yapılır. Bu toplantıda Fransa’yı Frans kont de Martel ve Amiral de Bon, Rusya’yı General P.N. Wrangel ve General P.N. Şatilov (1881-1939) temsil ediyordu. Bu toplantıya göre Fransa, Kırım’dan gelen Rus ordusunu ve muhacirleri kendi himayesi altına alıyor ve karşılığında Rusya’nın 126 askerî ve ticarî gemiden oluşan donanmasını ipotek etmelerinin yanı sıra Rus ordusuna ait toplam 69.075.888 frankına da el koyuyordu.216

45 Fransız ve Rus gemisi yaklaşık 70 bin Rusyalı asker ve sivili İstanbul’a getirir. Bir diğeri ise 40 bin kişi nakledilmek üzere Kırım’da bekliyordu. İngilizler ve İtalyanlar bu kararda tarafsızlıklarını ilan ettiler ve boşaltmaya katılmadılar. General Harrington hatıratında, “Bizim hükumet sorumluluğun tümüyle Fransızlar’da olduğunu söylemişti ama o manzaraya şahit olunca yardım etmemek elde değildi. 2.500 kişi alan gemiye 10 bin kadar insan doluşmuştu.” şeklinde yazarak olanları aktarmıştır217 Savaş gemileri , torpil gemileri, denizaltılar, yelkenliler, ticaret ve yük gemileri, 24 Kasım 1920’ye kadar İstanbul’a yaklaşık 150 bin Beyaz Rus getirmiştir.218

214 Nezavisimoye Voyennoye obozreniye, 39 (66) 17.10.1997.’den aktaran Adil Asiltürk, a.g.e. 215 Nikolay Rayevski “Dnevnik Gallipoliytsa” Prostor dergisi, No: 1, 2002.’den aktaran Adil Asiltürk, a.g.e. 216 Adil Asiltürk, “Bilinmeyen Bir Tarihî Gerçek: Gelibolu’da Rus Orduları”, Orkun Dergisi, Sayı 58- 63-67, www.orkun.com.tr 217 Harington, Tim Harington Looks Back, s. 101’den aktaran Nur Bilge Criss, a.g.e., s.126 218 Nur Bilge Criss, a.g.e., s.126

150 Şekil 34: Dolmabahçe’de Barınakta mülteciler219

Kasım 1920’de Türkiye’ye gelen Wrangel ordusunda Türkçeyi ve Türkiye’yi çok iyi bilen ve bir zamanlar düşman olan birçok kişi vardı. Aralarında 1877-1878 Rus-Türk Harbi’nde ve I. Dünya Savaşı’nda Kafkas tugayının komutanı olarak Türklere karşı savaşmış olanlardan İstanbul’da Rus sefaretinde, Erzurum’da Rus konsolosluğunda kâtip olarak çalışanlara, Ermeni hakları savunucusu profesörlerden ressamlara kadar birçok kişi gelmişti. Zaten şehirde 20 bin civarı bulunan Rus nüfusu ile birlikte toplam 170 bin civarı bir Rus nüfusu oluşmuştu. Fransızlar sığınmayı örgütlemek durumunda kaldı. 19 Kasım 1920 tarihinde yeni geldikleri şehirde de düzenlerini bozmak istemeyen General Wrangel İstanbul’daki Rus ordusunu üç tugaya ayırdı. 3 gün sonra General Aleksandr Pavloviç Kutepov’un (1882-1930) ve yardımcısı General Boris Aleksandroviç Steyfon’un komutanlığı altındaki 26.596 üstsubay ve astsubaydan oluşan birinci tugay Gelibolu’daki Fransız askerî kampına yerleştirilmiştir. Ardından General Fyodor Fyodoroviç Abramov’un (1870-1963) komutanlığı altında Don Kazaklarından oluşan 14.000 kişilik ikinci tugay Çatalca, Çilingir, Sancaktepe ve Kabakça’daki Fransız askerî kamplarına yerleştirilmişti. General M.A. Fostikov’un komutanlığı altındaki Kuban Kazaklarından oluşan

219 Resim kitabın orijinal baskısında, Brüksel 1946 dan kullanılmıştır, Vera Dümesnil, İşgal İstanbul’u s.45

151 üçüncü tugay Limni (Lemnos) adasındaki Fransız askerî kampına yerleştirilmiş ve Aralık sonlarına kadar Don Kazaklarından oluşan bazı birliklerin de Limni adasına yerleşmesi ile üçüncü tugayın sayısı 16.000’e ulaşmıştır.220 İtilaf güçlerinin gizli servislerinin asıl amacı, Wrangel ordusunu savaş alanının başka tarafında değerlendirip İstanbul ve Çanakkale Boğazlarının kontrolünü ellerinde tutmak ve korumak olacaktır. Rus ordusunun amacı ise Rusya’yı Bolşevizmden temizlemek, İstanbul’u ve Boğazları tamamen ele geçirerek “Yeni Roma”yı kurmak olacaktır. Kendi idaresi, arşivi ve istihbarat servisiyle (Başkan-General Yevgeni Klimoviç) bir muhaceret hükumeti olan Rus Meclisi ile İstanbul’daki Rus sefaretinde göreve başlar. Aslında bu, Sevr paylaşımının (10.08.1920) bir parçası olup Nikolay Sokolski’ye göre de “Türkiye’nin siyasî ölümüdür.”221 Ancak Beyaz Ruslara İstanbul’u verme planı başarısız olacaktır.

Yaklaşık 60 bin Rus askeri sığınmacı Çatalca (Don Kazakları), Gelibolu (düzenli ordu askerleri) ve Mondros’taki kamplara gönderilmiştir. Sığınmacıların dağıtılması için bir Göç Konseyi kurulsa da çok azını kabul eden ülke çıktığından 100 bin civarı gene Fransızların bakımı altına kalıyordu. Buna ek olarak da İtilaf ordusunu dağıtması önerisine General Wrangel son kalan anti-Bolşevik ordu olduğu savunması ile karşı koyuyordu. Rus Meclisi, General Wrangel ve İtilaf devletlerinin gizli servisleri bütün umutlarını Gelibolu’daki birinci tugaya bağlamışlardı ve bu konuda çok haklı idiler. Çünkü, General Kutepov’un komutanlığı altında birinci tugay kısa bir zamanda hem askerî, hem siyasî ve hem de disiplin konusunda gıpta edilecek bir tugay hâline gelmişti. Gelibolu’daki Fransız askerî kampında General A.P. Kutepov (Kutep-paşa) kısa bir zaman içinde Konstantinov, Kornilov, Alekseyev, Nikolayev (süvari), Sergiyev (topçu), Nikoloyev-Alekseyev (mühendis), Subay (mühendis, topçu, eskrim) okullarını açtı. General Kutepov’un “Disiplin olan yerde ordu olur, ordu olan yerde ise Rusya olur” sözleri bütün subay ve askerlerin dilinde idi. Askerlerin siyasî faaliyetleri ve mânevî eğitimi için her okul ve her alay kendi gazetelerini yayımlamaya başladı. 1920-1921’de Gelibolu’da çıkan gazete ve dergilerin bazıları şunlardır: “Konstantinovets”, “Lepta Artillerista”, “Luç”, “Ogni”,

220 Adil Asiltürk, a.g.w. 221 N. Sokolski “Oçerki sovremennoy Turtsii” Tiflis, 1930.’den aktaran Adil Asiltürk., a.g.w.

152 “Sergiyevets”, “Şakal”, “Eşafot” ve “Gallipoli”.222 Ancak Beyaz Ruslar giderek devre dışı kalacak ve İstanbul’da daha çok eğlence hayatındaki katkılarıyla hatırlanacaktır.

İşgal döneminde İstanbul’da görev yapan Amiral Dümesnil’in karısı Vera Dümesnil hatıralarında İstanbul’un Batılı renkli sosyetik yaşantısını büyük bir özlem ile anlatırken Rus göçmenlerin gelişine, bu kadar kütlesel bir değişikliğe değinmemek mümkün olmadığından, şöyle değinir: “Elisabeth, boğaz üzerindeki yalısında yalnız kalıyor. Gece soğuk ve güzel, ancak, kıyılardaki buz tabakasının ışığında Boğazın simsiyah suları iç karartıyor. Saat sabahın üçü. Uzaktan, sabit birkaç ışık düzenli olarak yaklaşıyor, aynı hızla ilerliyor. Evin önünden geçiyor, uzaklaşıyorlar. Karadeniz’e doğru. Amiral komutasında, Rusya’ya doğru yola çıkan Fransız filosu. İki gün sonra, aksi yönde gemiler geçmeye başlıyor. Değişik türden sayısız Rus gemisi Eskiler, yeniler, hatta yedeğe alınmış çarklılar hep bir arada. Ne garip şeyler! Çoğu çok yüksek, suya yeterince oturamamış, bazen de yan yatmış durumda. Güverteleri simsiyah, üzerinde duran her şey siyah görünüyor, hepsi kocaman kara bir lekeden ibaret sanki. Ayakta duran insan yığınları bunlar. Göğüs göğse. Hareket etmiyorlar, edemezler de zaten, hepsi birbirine yaslanmış.”223 Ardından Madam Dümesnil demir atan Fransız filosunun, düzenli ve güzel olmasından bahseder ve Rusların gemilerinin açıkta beklediğinin ve gemilerinden ayrılmalarının da yasak olduğunu aktarır. Kırım’dan yola çıktıklarından beri bir şey yiyip içmemiş olduklarını aktardıkları Rusların gemilerini, “hasta aslanın üstüne üşüşen sinekler gibi” Rum ve Ermeni tüccarların teknelerinin çevrelediğini ve nişan yüzüklerinin, gömleklerin, kemerlerin karşılığında ekmek ve su satıldığına şahit olmuştur.224 1920'lerde Toronto Daily Star gazetesi için haber aktarmak amacıyla Türkiye'de bulunan yazar Ernest Hemingway şehrin görünümü ile ilgili tespitlerinde "Parçalanan Çar ordusunun her türlü üniformasını giymiş" onbinlerce Rus mültecisinin İstanbul'da olduğunu belirtir.225 1920’nin Kasım’ında General P.N.

222 “General Kutepov”, Paris 1934.’den aktaran Adil Asiltürk, a.g.w. 223 Vera Dümesnil, İşgal İstanbul’u, İstanbul Kitaplığı, İstanbul, 1993, s.20. 224 Vera Dümesnil, a.g.e, s.20. 225 Ernest Hemingway, İşgal İstanbulu ve İki Dünya Savaşından Mektuplar, Milliyet Yayınları, Ağustos 1970, İstanbul, s.18

153 Wrangel’in komutanlığı altındaki Rus ordusu Fransa ve İngiltere’nin Türkiye’ye karşı kullanmak istediği önemli bir güçtür. 19 Kasım 1920’de Polonya’daki Fransız askerî misyonuna gelen gizli bir telgrafta Fransa Hükûmeti güya Wrangel ordusunu hiçbir savaş bölgesinde kullanmayacağı bildirilir. Yalnız 1920-1922’de Wrangel ve İtilaf devletlerinin istihbarat servisleri arasındaki gizli yazışmalar bunun aksini kanıtlar. 19 Kasım 1920’de Fransa’nın Türkiye’deki elçisi F.de la Ponse, Versay’daki askerî komitenin başkanı Mareşal F.Poş’a Fransa-Türkiye münasebetlerinin perspektifleri hakkında şöyle yazar: “Türkiye’ye yönelik siyasetin daha dostça yapılması Bolşeviklere karşı koymada rol oynayabilir. Eğer biz Türkiye Hükumetine Kars ve Ardahan’ı, belki de Batum’u da size veririz dersek kim bize mani olabilir ki, ve bununla da Ermenistan’ı garanti altına almış olmaz mıyız? Önemli olan Türkiye’yi Bolşeviklere karşı bir bariyer olarak kullanmaktır. Çünkü Fransa ve İngiltere, bunu Küçük Asya’da yapamaz. Bizim için en önemli şey genç Türkiye’yi desteklemektir, bu da İngiltere’nin İstanbul’daki gücünü ve bizim varlığımız korumak içindir.” Ancak tam tersine çözümler de hazırda bekletilmektedir. Bu çözüm savaş öncesi Çarlık Rusyası ile yapılan gizli anlaşmalara da uygundur. 20 Kasım 1920’de Fransız Doğu-Akdeniz Eskadrasının istihbarat şubesinin subayı Binbaşı Bussone’un verdiği gizli raporda şöyle denir: “General Wrangel kendi ordusu ve donanması ile Boğazları korumak istiyor, yalnız Sevr Antlaşması’nın 178. maddesinden de çekiniyor. Bu da şunu gösterir ki. İstanbul ileride Ruslaşacaktır ve bu gelecekte birçok problemin çözümü olacaktır.” 226

27 Kasım 1920’de yine aynı istihbarat subayı gizli raporunda “Rus Ordusunun Gelibolu ve Çatalca’da olmasının İstanbul’u ve genellikle Türkiye’yi rahatsız ettiğini” belirtiyordu.227 General P.N. Wrangel, yeni durumda Boğazları ve İstanbul’u kontrol altında tutarak Yeni Roma’yı kurmak peşindedir. 20 Mayıs 1920’de Londra’daki Rus askerî deniz istihbaratının verdiği rapora göre General Wrangel’in birçok Avrupa ülkesinde temsilcisi ve ajanı vardı. İstanbul’da, Sofya’da diplomatik statüsü olanlar, Bükreş’te, Belgrad’da ve Kopenhag’da askeri ajanları, Budapeşte’de

226 “Russkaya Voyennaya emgratsiya 20-40 godov” I. Cilt, Moskova 1998, s. 251.-254’den aktaran Adil Asiltürk, a.g.e. 227 “Russkaya Voyennaya emgratsiya 20-40 godov”, s. 250-256.’dan aktaran Adil Asiltürk, a.g.w.

154 askeri ajanlar, Roma’da askeri ajanlar, Varşova’da, Berlin’de, Prag’da diplomatik statüsü olan kişiler, Paris’te çeşitli temsilciler; General Wrangel “Hükumeti” için maddî ve insanî yardım topluyorlardı. İtilaf devletleri Osmanlı Hükumeti’ne izdiham ve işsizlik problemleri nedeniyle Rus sığınmacıların şehirden çıkartılmasını önermek için anlaştıklarını söyledikten sonra 100 binin üzerinde daha Rus sığınmacı gelip bu planın uygulanmasını daha da zorlaştırmıştı. Mütareke’den önce ve sırasında İstanbul’a sürekli bir sığınmacı akını oluyordu. Türkler, çoğunlukla Balkanlar’dan, Trakya’dan, doğu illerinden ve Anadolu’nun Yunan işgali altındaki İzmir-Aydın çevrelerinden göç etmekteydiler. İstanbul’daki ve civarındaki Rusların sayısı, yaklaşık 150.000’i bulmuştu. Üstelik İtilaf işgal kuvvetleri özel evlere el koymuşlardı. Her ne kadar, elde el konan evlerin kesin sayısı bulunmasa da, İtilaf işgali şehirdeki yerleşim problemini daha da ağırlaştırmıştı. 1920’lerde kiralar öyle yükselmiştir ki, fırsattan istifade eden mülk sahipleri ile mücadele için dernek kurulmuştu. The Bosphore, özellikle Rus'ları para konusunda sorumsuz oldukları için fahiş kiralar ödemeye razı olarak, kiraların yükselmesine yol açmakla suçlamaktaydı. “Yabancı”ların başkente yerleşmelerine izin verilmemesi için Hükumet uyarılmaktaydı. Ancak sıradan Ruslar için sığınmacı hayatı farklıydı. Amerikan Yakındoğu Yardım Örgütü’nün dergisi The Acorne, “yetkililerin onayı ile, İstanbul’daki camilerin Rus mültecileri tarafından yatakhane olarak kullanıldıklarını” yazmıştı.228 1921’de Osmanlı Kızılay Derneği İstanbul’daki sığınmacıların sayısını, 50.000 Müslüman, 40.000 Rus, 4000 Rum ve Ermeni olarak tahmin ediyordu. Amerikan Kızılhaç’ı sığınmacı sayısını, hep birlikte 65.000 olarak veriyordu ve kendilerinin Kasım 1920 ile Nisan 1921 arasında yaklaşık 86.000 sığınmacıya yardım ettiklerini ekliyordu. Bu sayı, şehrin civarında yerleşmiş olan Rus sığınmacıları ve yoksul İstanbullular’ı içeriyordu. Osmanlı Dahiliye Nezareti, Balkan savaşlarından ve 1921’e kadarki diğer göç dalgalarından sonra, İstanbul’da kalan Türk sığınmacıların sayısını 65.000 olarak veriyordu. Sadece İstanbul’daki Rus sığınmacılar ise 90.000 civarına yakındı. İstanbul’daki Rus yardım kuruluşları, Tüm Rusya Zemstvolar Birliği, Rus Elçiliği, Rus Beyaz Haçı, Rus Kayıt Bürosu, Rus Şehirleri Birliği ve Rus Harp Malulleri Merkezi Birliği idi. Rus sığınmacılardan

228 The Acorne (31 Ocak 1920) 2:5’ten aktaran Nur Bilge Criss, a.g.e, s.50

155 İstanbul’da kalmayı tercih etmeyenlerden şanslıları Sürgündeki Geçici Rus Hükumeti sayesinde bulabildikleri vize ile, Paris, Fransa’ya gitmişlerdi. 1921’de Sırbistan 22.306, Bulgaristan 3.840, Romanya 2.000 ve Yunanistan 1.742 Rus’u sığınmacı olarak kabul etti. Rus sığınmacılar yurtlarına da dönemiyorlardı, Odesa’ya dönmeyi deneyenler kurşuna dizilmişlerdi. 1921’de Rus sığınmacıların ufak bir kısmını Brezilya’ya gönderme girişimi olmuştur. Ancak gönderilen 3.000 kişinin 1.200’ü Fransız gemisi ile İstanbul’a geri getirilmişti. “Başlangıçta, kendilerinin tarım uzmanı olduklarını söyleyen 3.000 sığınmacı, onları almayı kabul eden Brezilya’ya gönderildiler. Oraya vardıklarında, bunların bir bölümü, ülkeyi beğenmediklerinden veya tarım uzmanı olmadıkları halde kendilerini öyle bildirdikleri için, ya orada kalmayı istemediler ya da Brezilya tarafından reddedildiler.”229 İtilaf kuvvetlerine ait polis raporları, genel ev mahallerindeki fahişelerin sayısında bir artış olduğunu ve yeni gelenlerin çoğunlukla, Rus kadın sığınmacılar olduklarını gösteriyordu. Bir gazeteci Rusların durumunu şöyle tasvir ediyordu: “Pera’da olduğun gibi çiçek, kâğıttan bebekler, yağlı boya İstanbul resimleri, pasta ve kek, biblo ve incik-boncuk, Rusça kitaplar ve gazeteler satan Rus sığınmacıları her yerde görmek mümkün. Sokaklarda camilerin merdivenlerinde uyurlar. Aylak aylak dolaşırlar, dilenirler ve iş bulabildiklerinde zaman çalışırlar ve bazen de açlıktan hıçkıra hıçkıra ağlarlar. Yeterince şanslı az sayıda Rus, lokantalarda garson veya gardıropçu olarak iş bulabiliyorlar. Patronun kahvesini bir prenses getirebilir veya onun bastonunu bir general verebilir. Profesörler, eski milyonerler, soylu kadınlar, yalvara yalvara sigara ve kâğıt çiçek satarlar”230 Sunata ise hatıratında Rusların gelişini şöyle aktarıyor: “Güney Rusya’da Wrangel ordusu Bolşeviklerle çarpışıyordu. Galiba geçen sene Venizelos, yunan ordusundan bir kısım askeri Odesa’ya çıkarmıştı ve orada perişan bir halde denize dökülmüşlerdi. Şimdi Bolşevikler Wrangel ordusunu tamamen perişan etmişler. Kırım’a sığınan birçok aristokrat Rus ailesi ve çar ordusu artıkları, hemen aceleyle Kırım’ı boşaltarak elliden fazla vapurla Kalamış Koyu açıklarına gelmiş, demirlemişler. Ne olacakları,

229 Müttefikler arası Komisyon Resmi Tutanakları (27 Eylül 1921)’den aktaran Nur Bilge Criss, a.g.e, s.53 230 Solano, “Constantinople Today”, s.654 ‘den aktaran Nur Bilge Criss, a.g.e., s.54.

156 nereye çıkacakları veya gidecekleri belli değil. Fransızlar bunları himayeleri altına almışlarmış.”231

İşgal altındaki şehirde hayat karışarak devam etmekteydi. Çeşitli ırk ve milletlerden işgal askerleri, Karadeniz’den gelen gemilerin döktüğü Beyaz Ruslar zaten renkli bir nüfus yapısına sahip şehre başka bir çehre kazandırıyordu. Yeni açılan bir yığın lokanta, bar, gazinonun tanınmaz hale getirdiği Beyoğlu ve uzantıları çılgınca eğlenmekteydi. Öte yandan bu eğlenen İstanbul’un yanında “kendi tevekkülünün ve ıstırabının gecesine kapanmış” bir başka İstanbul daha vardır. İstanbul-Beyoğlu karşıtlığı dönemin İstanbul’unda yaşanan en önemli çatışmalardan biridir. Asıl İstanbul, surlarla çevrili eski kent vakarı, haysiyetin simgesi olarak dönemin yazarlarınca da yüceltilirken; Beyoğlu ve uzantıları ihanetin, işbirlikçiliğin, teslimiyetin, zilletin simgesi olarak aşağılanır. “Bütün Batı memleketlerinin bakışlarının yöneldiği yer olan, cihanı kana boyayan savaşların onda dokuz gizli ve aleni, yegâne sebebini teşkil eden, emsalsiz güzel İstanbul şehrinin yakasında, Beyoğlu bir leke teşkil eder.” şeklinde Gün Batarken romanında Beyoğlu ile ilgili nefretini aktaran Ercüment Ekrem Talu Doğuyla Batının tüm çirkinliklerini, rezilliklerini icra ettikleri bu pislik ve fesat beldesini adeta o doğuyla Batının gayrimeşru ilişkilerinden doğmuş bir piç olarak gören romanın kahramanı huzuru surların içindeki eski mahallesinde, tabii ki Beyoğlu’nun ağına düşüp çıktıktan sonra, bulmaktadır. 232 Dönemin romanları aynı zamanda özellikle ve muhakkak bu karşıtlığın ekseninden uzak kalamadan İngiliz işgalcilerin işgal karşısında tepkisiz olan halkı sindirmek ve amaçlarını iyice anlatabilmek için gündelik hayatlarına anlamsız seviyelerde müdahale ederek, örneğin abdest alırken sokağı ıslattığını bahane ederek bile elinde avucunda ne varsa ceza olarak aldıklarını, millici diye gördüklerini sürdüklerini, Ermeni tercümanlar eşliğinde evlerine el koyduklarını, işkence karakolların her gün dolup taştığını aktarıyordu. Romanlar aynı zamanda işgalcilerin davranışlarını da aktarıyordu; baştan aşağı onları hoş karşılayan sevinç gösterileri ve bayraklarla donanmış Galata ve Cadde-i Kebir bölgelerinde “yarı çıplak bir kadını kucağına oturtmuş” askerler ile her yeri bara dönmüş caddede içip

231 İ. Hakkı Sunata, İstanbul’da İşgal Yılları, s.118 232 Tamer Erdoğan, Türk Romanında Mütareke İstanbul’u, Kanat Kitap, İstanbul, 2005, s.4

157 “kusmuk ve pislik ortasında taklalar atıp, dört ayak üzerinde yürüyerek” geçiyorlar, yağma, taşkınlık, bayağılık ve aleni fuhuş yaparak “medeniyet yaymaya” ve “barbar Türk'leri medenileştirme” zahmetine katlanan “medeni galipler mutat nezahet ve zarafetleriyle barbar Türk'lerin şehirlerinde eğleniyorlardı.” Romanların kahramanlarının ürettikleri çözüm ise genelde tek idi: Anadolu’ya geçip milli mücadele’ye katılmak.

29 Mayıs 1921’de Reyhenhall kentinde Rusya sanayinin toparlanması için kurultay yapıldı. Bu kurultayda dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen Rus muhacirleri vardı. Türkiye dahil birçok Avrupa ülkesinden kontlar, baronlar, finansörler Wrangel’e gereken yardımı yapmaya hazır olduklarını söylediler. Böyle güçlü bir lobiye sahip olan ve gereken maddî desteği alan General Wrangel’in plânı, Rusya’ya bir kurtarıcı gibi dönmek, Doğu Avrupa ve Boğazları ele geçirerek İtilaf devletleriyle yeniden hesaplaşmak idi. 1921’de General P.N. Wrangel tarafından kurulan “Rus Şûrası” İstanbul’daki “kanunî hükûmet” görevini üstlendi ve Kont V.V. Musin-Puşkin, İ.P. Aleksinski, N.N. Lvov, N.A. Rostovtsev, P.D. Dolgorukov gibi Rus ünlü şahsiyetleri ve birçok general bu “hükûmete” seçildiler. Haziran 1921’de Türkiye’ye yerleşen Rus askerî dernekleri ve birliklerinin şûrası kuruldu. Mustafa Kemal Paşanın ordusuna katılmak isteyen Rus subay ve askerlerini Wrangel’in istihbarat birimleri hapsedip Gelibolu kamplarına gönderdiler ve daha sonra askerî mahkeme kararları ile idam ettiler. General A.P. Kutepov’un başkanlığı altında olan Gelibolu askerî mahkemesinde 150’den çok asker ve subay idam edilmiştir.233 1920-1922’de Gelibolu’daki birinci Rus tugayının artan gücü Avrupa devletlerini korkuturken, Türkiye’deki Millî Mücadele harekâtının yükselmesi ile Türkiye’ye karşı yönelmiş olan Sevr Anlaşması döneminin sona ermesi sonucunda İtilaf kuvvetlerinin yavaş yavaş Türkiye’yi terk etmesi General Kutepov ve başka Rus generallerinin İstanbul’u ele geçirme plânlarını bozmuştur. Fransız ve İngiliz hükumetleri ileride kendilerine de tehlike yaratacak olan Wrangel ordusunu silâhsızlandırarak Gelibolu’dakilerin bir kısmını Sırbistan ve Bulgaristan’a, bir kısmını Tunus’a (Bizert Fransız askerî kampı), Çatalca’daki Kazakları Arjantin’e, mühendis ve hekimleri Çekoslovakya’ya, parası

233 “Russkaya Voyennaya emgratsiya 20-40 godov” I. Cilt, Moskova 1998, s. 461.’den aktaran Adil Asiltürk, a.g.e.

158 olanları ise Fransa ve Almanya’ya gönderdi. 24 Ocak 1922’de eski KGB’nin 541 numaralı gizli raporu General Wrangel’in İngiliz ve Fransız hükumetleri ile birlikte Türkiye’deki Millî Mücadeleye karşı savaştıklarını kanıtlamıştır. Wrangel Ordusundan ayrılan Kafkaslılar “Kuzey Kafkasya Halklarını Özgürleştirme” komitesini kurarlar. Komite Tiflis ve Batum’da teşkilâtlanıp Kuzey Kafkaslarda Bolşevik rejimine karşı siyasî propaganda yapıyordu. Aralarında Kafkas Halklarının İstanbuldaki diplomatik temsilcisi ve Ankara Hükûmetinin ilk Hariciye Nazırı Bekir Sami Bey de bu komiteye yakınlık gösteriyorlardı. 10 Şubat 1922’de KGB’nin 546 numaralı gizli raporu Wrangel haber alma servisinin Karadeniz sahillerinde ve Kafkaslarda yaptıkları gizli görevlerini açığa çıkarıyor. Bulgaristan’da kurulmuş olan “Soyuz Spaseniya” terör örgütünün 3 Aralık 1921’de 37 numaralı kararında aşağıdaki terör örgütleri ile görüşmelere başlanması emrediliyordu: 1. “Taşnak” Ermeni Terör Örgütü 2. Gürcü Terör Örgütü. General Wrangel bu terör grupları ile birlikte Kafkasları ve İstanbul’u ele geçirmeyi düşünüyordu. Yalnız Mustafa Kemal (Atatürk) Paşanın önderliği ile başlayan Kurtuluş harekâtı Wrangel’in rüyalarını bir kez daha askıya alır. Türkiye’den umudunu kesen General Wrangel ve General Kutepov’un komutanlığı altında olan subay ve askerler Bulgaristan ve Sırbistan’a göç ederler.234

Beyaz Ruslara İstanbul’da yeni bir rol verilmeye çalışılması Amerikan siyasetinin etkisiz kalması sonrasıdır. Amerikan mandasını isteyenler arasında aydınlar çoğunluktadır. Halide Edip (Adıvar) ve Ahmet Emin (Yalman) gibi Amerika'da eğitim görmüş olanlar öncülük yapıyorlardı. Şunu da belirtmek gerekir ki, İngiliz himayesi taraftarları millî mücadeleyi sonuna kadar baltaladıkları halde, Amerikan mandasını savunanların büyük çoğunluğu başlangıçta millî mücadeleye katılmış ve önemli görevlerde bulunmuşlardır. Erzurum ve Sivas Kongrelerinde Amerikan mandası için karar alınmasına çaba gösteren Halide Edip (Adıvar), Kurtuluş Savaşının kadın onbaşılarından biri olarak cephelerde görev alacaktı. Bu aydınlar Amerika’daki Ermenilerin etkisi altına giren Başkan Wilson’un görüş değiştireceğini düşünmelerine rağmen zaman zaman karamsarlığa düşmüşlerdir. Başkan Wilson, 30

234 Adil Asiltürk, “Bilinmeyen Bir Tarihî Gerçek: Gelibolu’da Rus Orduları”, Orkun Dergisi, Sayı 58- 63-67, www.orkun.com.tr

159 Ocak 1919 da, Amerikan halkının Türkiye'de askerî bir sorumluluğa yanaşmayacağını, bir süre sonra da Yunanistan'ın İzmir bölgesine asker çıkarmalarına karşı olduğunu bildirdiği halde235; ardından Ermeni koruyuculuğu rolünü benimsediğini gösteren davranışlarda bulunmaktan çekinmediği görülmüştür. Başkan Wilson, 14 Mayıs 1919 da, bazı Doğu Anadolu illerini de içine alan bağımsız bir Ermenistan'ı Amerikan mandası altına alacağını açıklamış; 21 Ağustos 1919 da da, Damat Ferit Paşa'ya gönderdiği nota ile Kafkasya'da bulunan Ermenilerin Müslümanlar tarafından öldürülmelerine engel olunmadığı takdirde, Osmanlı İmparatorluğunun Türklerle meskûn kesimi için barış prensiplerinin 12 nci maddesi ile öngörülen egemenliğin geri alınabileceğini bildirmişti.236 Oysa, o tarihlerde Kafkasya Osmanlı yönetimi ve egemenliği altında değildi. Osmanlı yönetimi altında bulunan Doğu Anadolu'da ise artık Ermeni asıllı kimse kalmamıştı. Amerikan yardım kurulları (U.S. Relief Commision) Anadolu'nun dört bir tarafına dağılarak halka gıda maddeleri dağıtıyorlardı. 1919 yılı yazında General James G. Harbord başkanlığında bir heyet Doğu Anadolu'ya gelmiş ve bu bölgedeki Ermeni tarihi ve varlığı hakkında Amerikan Senatosuna verilecek bir rapor hazırlama çalışmalarına başlamıştı. General James S. Harbord'un, Erzurum'da bulunan 15 inci Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa'ya, Amerika'nın sermayesiyle Türkiye'ye yardım edeceğinden, fakat sermayenin korunması için bir miktar da asker getirmenin gerekli olduğundan söz etmesi, oldukça tepkiyle karşılanacak ve Kazım Karabekir bunun istila demek olacağı şeklinde cevaplamıştır.237 Amerikan mandasını savunan ve millî mücadelenin kadrosunda önemli görevler alan kişiler Erzurum ve Sivas Kongrelerinde Amerikan mandasını kabul etme kararı aldırmak için çeşitli konuşmalar yapmıştır. Ne var ki, söz konusu kongrelerde manda fikrinin kesinlikle karşısına çıkılmakla beraber, Amerika'nın iyi niyetleri hakkında da kuşkuya düşülmesinin nedeni, Başkan Wilson'un Ermeniler yararına davranışlarda bulunmasıdır. Dış yardıma son derece gerek duyulduğu o günlerde, alınacak yardımın egemenliğe gölge düşürmemesi konusunda çok dikkatli davranılacak, geçmişteki dış borçlanmaların acı sonuçları da göz önünde tutularak, herhangi bir

235 Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı İle İlgili İngiliz Belgeleri, S. 70 236 Alptekin Müderrisoğlu, Kurtuluş Savaşının Mali Kaynakları, s.31 237 Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimizin Esasları, Timaş Yayınları, İstanbul, 1990, s. 168

160 karşılık ve egemenlik haklarından kısıntı söz konusu olmayacak biçimde dış yardımlardan yararlanılması yoluna gidilecektir.238

Ancak giderek Sovyetlerin başarısı sonrası önce Beyaz Ruslara rol verilmesi gündeme gelmiş bu rolü üstlenemeyecekleri anlaşılınca tasfiye edilmişlerdir. “İstanbul bölgesine yerleşen Wrangel'in Beyaz Rus Ordusu'nun endişe verici bir durum yaratmaya başlaması üzerine Fransa Hükumeti, Wrangel ile bütün bağlarını kopardığını açıklayan bir nota yayınlamıştır. Notada Kırımlı mültecilerin bundan böyle kendi başlarının çaresine bakmaları istenmiş ve Fransa'nın Kırımlı mültecilerin kurtarılması için yapmış olduğu iki milyar Franklık yardıma bir kuruş daha eklemeyeceği belirtilmiştir. Aynı notadan öğrendiğimize göre Wrangel, İstanbul'da başına buyruk bir hükumet başkanı gibi davranmakta ve insaniyet namına kendisine yardım elini uzatmış olan Fransız subaylarına karşı gelmektedir. Bir süre önce tamamen yardıma muhtaç durumda bulunan Wrangel'in halen 25.000 eğitimli ve sadık askere sahip bulunduğu sanılıyor. Ayrıca her an güçlü bir liderin emrine girmeye hazır 50.000 kişilik bir mülteci grubunu da hesaba katarsak, Wrangel'in bu bölgede bir darbe hareketine yeltenmesinin pekâlâ mümkün olduğunu anlayabiliriz. Wrangel, yaklaşık olarak bir milyon Rus mültecisinin barındığı İstanbul şehrini ani bir darbeyle ele geçirdiği takdirde İtilâf Devletleri için büyük bir sorun daha yaratmış olacaktır.”239 Ancak bu kaygılar Ankara Hükumetinin öne çıkmasıyla ve giderek yönetimi devralmasıyla ortadan kalkacaktır. Artık Beyaz Rusların kılıç artıkları ve Beyaz Rus nüfusu İstanbul eğlence hayatı içinde anılacaktır. Beyaz Ruslar askeri rollerini yerine getiremediklerinden eğlence hayatından başka bir rol üstlenemeyeceklerdir.

238 Alptekin Müderrisoğlu, a.g.e., s.32 239 Osman Ulagay, Amerikan Basınında Türk Kurtuluş Savaşı, s.130-131

161 C - İŞGAL SIRASINDA GİZLİ VE RESMİ ANLAŞMALAR VE YANKILARI

Mustafa Kemal Paşa, Erzurum Kongresi günlerinde Amerika Birleşik Devletlerinin siyasal durumunun yarattığı bazı engel ve çelişkilere rağmen Amerikan yardımı üzerinde durmuştur. Fakat milliyetçi aydınların, gerek Sivas Kongresi öncesinde ve gerek kongre sırasında, ulusal bağımsızlığa ters düşen Amerikan mandası görüşünde ısrarla durarak bu görüşü yaymağa çalışmaları ve Amerikalılarla gizli - açık ilişkiler kurmaları üzerine, Amerikan yardımı fikrinden tamamen uzaklaşmıştır. Mustafa Kemal Paşa'nın Amerikan yardımı görüşünü benimsememesinin nedenlerini aşağıdaki gibi açıklayan görüşler mevcuttur: 1— Amerika, İtilâf Devletlerinin yanında Birinci Dünya Savaşına katılmıştır ve onların müttefikidir. İtilâf Devletlerinden İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan Türkiye'yi yer yer işgal etmişlerdir. Millî Mücadele bu devletlere, yani Amerika'nın müttefiklerine karşı yürütüleceğine göre; böyle bir mücadelede Amerika'nın kendi müttefiklerine karşı kullanılacak silâh, cephane ve para yardımında bulunabileceği düşünülemez. 2— Amerika'da Ermeniler lehine bir cereyan mevcuttur ve Amerika şimdiye kadar Ermeni'leri desteklemiştir. Hattâ, Doğu Anadolu'da büyük bir Ermenistan kurulması yolunda bir görüş ileri sürülmüştür. Aynı zamanda doğuda Ermenilere karşı yürütülecek olan Millî Mücadeleye Amerika'nın katkıda bulunabileceği şüphelidir. (Bazı yabancı araştırıcılar, Amerika'nın Ermeni'leri desteklemesinden dolayı Türk milliyetçilerinin Amerika'ya dönmelerinin politik olarak mümkün olmadığını ifade etmektedirler. Oysa, birçok Türk aydın ve milliyetçisinin Amerikan mandası taraftarı olduğu Erzurum Kongresinden sonra iyice ortaya çıkmıştı.) 3— Amerika Birleşik Devletleri geleneksel inziva politikasına (Amerika kıtası dışındaki olaylarla ilgilenmeme politikası) dönmüştür. Türk milliyetçileri için bu politikasını değiştirmesi beklenemez. 4— Millî Mücadele için ortaya atılan aydın, milliyetçi ve yurtsever kişilerin önemli bir kısmı Amerikan mandası taraftarıdır. Mücadele bu kişilerle birlikte sürdürüleceğine göre, Amerika ile ilişki kurulup yardım alınsa bile, Millî Mücadelenin dar boğazlara girdiği ve olağanüstü durumlarla karşılaşıldığı sıralarda, bazı kişilerin kurtuluşu yeniden Amerikan mandasında bulmaları

162 mümkündü. Amerika ile ilişkilerin geliştirildiği bir dönemde ise manda fikrine karşı koyabilmek, Erzurum ve Sivas Kongrelerindeki kadar kolay olamayacaktı. 5— Amerika ile Türkiye'nin siyasal ilişkileri kuvvetli değildi ve Millî Mücadelenin başarıya ulaşmasında Amerika'nın hiçbir menfaati yoktu. Müşterek menfaatlerin bulunmadığı bir savaş için herhangi bir devletten yardım beklemek gereksizdi. Üstelik, Amerika'nın yardım edeceğine dair ortada bir belirti de görülmüyordu. Mustafa Kemal Paşa, Sivas Kongresi sırasında Amerikan mandası fikrinin reddedilmesini sağlamış, Anadolu'ya bir heyet göndermeleri için Amerika Birleşik Devletleri Kongresine mektup yazılması görüşüne pek karşı koymamıştı. Olaylar, Amerika'dan bir heyetin yola çıkıp Türkiye'ye gelmesine kadar geçecek zaman içinde, Mustafa Kemal Paşa'nın Sovyet Rusya ile siyasal ilişkiler kurmayı tasarladığını doğrulayacak şekilde gelişme göstermiştir. Nitekim, Mustafa Kemal Paşa, Sivas Kongresinden hemen sonra Halil Paşa'yı yardım meselesini görüşmek üzere Sovyet Rusya'ya göndermiştir. Rauf Bey’in önerisi ile Türkler aleyhinde yapılan propagandayı düzeltmek için bir tetkik heyeti göndermeleri için Amerika Birleşik Devletleri Kongresine yazılacak mektup için ise Mustafa Kemal Paşa şöyle demektedir: «... bir mektup tesvit (müsvedde hazırlama) olunduğunu hatırlıyorsam da bu mektubun gönderilip gönderilmediğini pek iyi hatırlamıyorum. Esasen bu mektuba sureti mahsusada ehemmiyet atfetmiş değildim.»240

Bu gelişmeler sonrası ABD giderek gelişmeler üzerinde etkili olmaktan uzaklaşmıştır. Paris Barış Konferansı (18 Ocak 1919) tarihinde I. Dünya Savaşı sonunda barış antlaşmalarını hazırlamak amacıyla, İtilaf Devletleri arasında yapılmıştır. Konferansın kararlarına hakim olan beş devlet vardı: ABD, İngiltere, Fransa, Japonya ve İtalya. Konferansa esas itibariyle İngiltere ve Fransa hakim oldu. Konferansa katılan ABD Başkanı Wilson'un amacı, Milletler Cemiyeti'nin kurulmasını sağlamaktı. İngiltere ve Fransa ise barışı düşünmekten çok, barış düzeninde kendi çıkarlarını en iyi şekilde gerçekleştirecek yolu arama çabası içindeydiler. Fransa'nın amacı Almanya'yı bir daha savaş yapamayacak duruma getirmekti. İngiltere'ye gelince, esas amacı, Alman tehlikesini ortadan kaldırmak ve

240 Kemal Atatürk, Nutuk, Cilt: 1, S : 77

163 Avrupa'nın dengesini bozucu faktörleri yok etmekti. Toprak ve sömürge taleplerinden vazgeçmek istemeyen Fransa ve İngiltere, savaş öncesi benimsedikleri Wilson'un İlkelerini dikkate almadılar.

Versailles (Versay) Barış Antlaşması 28 Haziran 1919'da imzalanmış, Alman Meclisi 9 Temmuz 1919'da, Almanya üzerinde abluka kalkmadığı ve başka yapılacak birşey olmadığı için, onaylamıştır. 10 Ocak 1920'de yürürlüğe giren Barış Antlaşması, Bismarck (Bismark)ın kurduğu Almanya'yı yıkıyor ve yeni bir Avrupa düzeni kuruyordu. Almanya, Alsace-Lorraine (Alsas-Loren)'i Fransa'ya, Eupen (Öpen), Malmedy (Malmedi) ve Monschau (Monşo) nun bir bölümünü Belçika'ya, Memel'i yeni kurulan Litvanya'ya, Doğu Şilezya ve Batı Prusya'nın bir bölümünü Polonya'ya, Yukarı Şilezyanın bir parçasını Çekoslavakya'ya bırakıyordu. Dantzig (Danzig) serbest şehir oluyor ve Milletler Cemiyetinin himayesine terkediliyordu. Saar (Sar) bölgesi Fransa'ya bırakılmakta, bölgenin esas kaderi ise onbeş yıl sonra yapılacak halk oylaması ile belirlenecekti. Almanya, Ren kıyılarındaki ve Helgoland'da mevcut tahkimatları yıkacaktı. Almanya'nın, Çin'deki hakları ve Büyük Okyanus'taki adaları Japonya'ya devredildi. Almanya, Avusturya ile birleşmemeyi taahhüt etmekte; ayrıca Avusturya, Çekoslavakya ve Polonya'nın bağımsızlığını tanımaktaydı. Tarafsızlığı savaş içinde çiğnenen Belçika'nın hukuki bakımdan da tarafsızlığı kaldırılmakta, Almanya da bunu kabul etmekte idi. Almanya, mecburi askerliği kaldırıyor, en çok 100 bin kişilik bir ordu bulundurmak yetkisine sahip oluyordu. Ayrıca, Almanya denizaltı ve uçak da yapamayacaktı. Bütün gemilerini de İtilaf Devletleri'ne teslim edecekti. Almanya, ödeme kabiliyetinin çok üstünde bir tamirat borcu ile de yükümlü tutuluyordu. Almanya, ekonomik ve siyasi bakımdan ağır yükümlülükler altında idi. Birçok Alman da yeni kurulan devletlerin sınırları içinde kalmıştı. Bu durumun doğal bir sonucu olarak azınlık meselesi, Barış Antlaşmasının uygulanması ile ortaya çıkmıştır. 'Büyük Savaş'ın hemen ertesinde Türkiye'de geniş çapta bir askerî harekâtı göze alamayacak durumda olan İtilâf Devletlerinden her biri, kendi ekonomik ve politik çıkarlarını gözeterek, Osmanlı mirasının aslan payını kapmak isteyince, aralarındaki çelişkilerin bir kez daha açığa çıkması kaçınılmaz olmuştur. İngiltere tarafından tezgâhlanan ve Fransa (ayrıca Amerika Birleşik Devletleri) tarafından onaylanan Yunanlıların İzmir'e çıkartılması formülü ilk olarak İtalya'nın cepheden

164 kopmasına yol açmıştır. Giderek, Anadolu'daki bir Yunan başarısının gerçekte bir İngiliz zaferi olacağını ve Türkiye'nin zengin doğal kaynaklarıyla ticaret hayatının İngiliz sermayesinin denetimi altına gireceğini kavrayan Fransa da cepheden ayrılmış ve Yunanlıları İngiliz dostlarıyla baş başa bırakmıştır.241 Amerika Birleşik Devletleri, incelememize konu olan dönemde, Batı'nın güçlü devletleri arasındaki yerini almak hatta ön safa geçmek için çabaları başlayacak ve aynı zamanda yeni yayılma yöntemlerinin öncülüğünü yapma girişimleri görülecektir. Sömürgeci-emperyalizmin kan ve ateşle yoğrulmuş yöntemlerini «modası geçmiş» ve «pahalı» bularak benimsemeyen Amerika, «insanî değerlere önem veren» yeni tür bir yayılma yöntemini denemekte, sessiz sedasız faaliyet gösteren misyonerlik örgütleri ve eğitim kurumlarıyla Yakındoğu'daki etki ağlarını örmektedir. Bölgedeki ticarî ilişkilerini geliştirmek için «Açık Kapı» politikasını savunan Amerika Birleşik Devletleri bir yandan da güçlü Avrupa devletlerine karşı doğacak olan tepkiyi kollamaktadır. Amerika Birleşik Devletleri, kolladığı fırsatı ilk kez Milli Mücadele döneminde yakalamıştır Osmanlı İmparatorluğu'nun mirası peşindeki sömürgeci-emperyalist Avrupa devletleri, sonunda «çirkin yüzleri», topları tüfekleri ve işgal kuvvetleriyle Yakındoğu'da boy göstermiş ve Amerika'yı da yanlarına çekmek istemişlerdir. Özellikle sömürgeci-emperyalizmin sembolü haline gelmiş olan İngiltere, kendi belirleyeceği kurallar çerçevesinde, Amerika Birleşik Devletleri'nin Yakındoğu'daki «oyuna» katılmasında yarar görmüştür. Yarım yüzyıl önceki Amerika kamuoyunda da bu yönde eğilimler ve baskı grupları bulunduğu görülmektedir. Amerika kamuoyunun Müslüman Türklere bir ders verme zamanının geldiğine inanan bir kesimi, Türkiye'deki Ermenilerin bağımsız bir devlet biçiminde örgütlenmesini sağlamaya çalışan bir diğer kesimle söz birliği ederek, Türkiye'nin manda altına alınmasını ve Amerika Birleşik Devletleri'nin bölgede önemli sorumluluklar üstlenmesini istemiştir. Ermeni milliyetçilerinin yanı sıra Hristiyan-Batı Uygarlığı'nın geleneksel şartlandırmaları dışına çıkamayan kişilerin oluşturduğu bu baskı gruplarının önderleri arasında eski büyük elçilere, parlamenterlere, yardım komisyonu üyelerine, misyonerlere, öğretim görevlilerine rastlanmaktadır.242

241 Osman Ulagay, Amerikan Basınında Türk Kurtuluş Savaşı, s.14 242 Osman Ulagay, a.g.e., s.15

165 Yine New York Times’daki 7 Kasım 1918 tarihli yazıya göre de Mr. Morgenthau, Türkiye'nin durumunu en doğru değerlendirebilecek kişilerden birisidir. 1913 yılından Türkiye'nin Birinci Dünya Savaşı'na katıldığı tarihe kadar bu ülkedeki Amerika Birleşik Devletleri Büyük elçiliği görevini başarıyla yürüten Mr. Morgenthau, Türkiye'nin o dönemdeki gerçek yöneticileri durumunda olan Enver ve Talât Paşalarla yakın ilişkiler kurmuştur. Morgenthau Enver ve Talât Paşaları yakından izlemiş ve birçok olaya tanık olmuştur. Ayrıca İstanbul’daki Almanya Büyük elçisi Baron von Wangenheim'ın da yakınlığını kazanmayı başaran Morgenthau, Türk-Alman ilişkilerinde dönen dolapların iç yüzünü ve Kayzer'in Fransa, Rusya, İngiltere ve Uzak Doğu ile ilgili tasarılarını yeni yayınlamış olduğu «Büyük elçi Morgenthau'nun Anıları» adlı eserde akıcı bir dille anlatmaktadır.243

13 Kasım 1918 de büyük bir donanmayla İstanbul önlerine gelen İtilâf birlikleri karaya asker çıkartarak kenti işgal etmişlerdir. İttihat ve Terakki'nîn liderleri olan Enver, Cemal ve Talât Paşalar işgalden bir süre önce yurt dışına kaçmış bulunmaktadırlar. İşgal olayının ayrıntılarını veren ve bu olayın İtilâf Devletlerinin dostluğuna inanmış olan Türklerde düş kırıklığı yaratarak işgale katılmayan ABD'ne karşı sempatiyi arttırdığını belirten THE NEW YORK TIMES bunun yanı sıra İttihat ve Terakki yönetimini yeren çeşitli görüşlere yer veriyor. İstanbul'da yayınlanan ve yedisi Türkçe diğer ikisi Fransızca yayın yapan dokuz gazetenin açmış olduğu ortak kampanyada Türkiye'nin malî ve askerî denetimini Amerika Birleşik Devletleri'nin üstlenmesi istenmektedir. Aynı grubun sözcüleri eğitim sisteminin de Amerika tarafından denetlenmesini ve din ile devlet işlerinin ayrılmasını öneriyorlar. Öte yandan İstanbul'daki Robert Kolej'in Müdürü Dr. C.F. Gates dün Associated Press muhabirine verdiği demeçte, «Türkiye'deki Ermeni ve Yahudilerin bağımsız birer devlet kurarak örgütlenebilmeleri için Türkiye'nin bir süre başka bir devletin, tercihen Amerika Birleşik Devletleri'nin mandası altında tutulması gereklidir», demiştir. Dış işleri Bakanı Mustafa Reşit Paşa’ya buraya İngilizlere karşı sempati yaratmaya gelmediklerini beyan etmişlerdir. Vahdettin ve Damat Ferit’in İngiliz himayesine girme isteklerini ise şiddetle reddederler. İngiliz Sevenler Derneği

243 Osman Ulagay, a.g.e., s.32

166 kurucusu Sait Molla’nın niye Türklere karşı dikkat çekecek kadar soğuk davrandıklarını merakı üzerine askeri ateşe Deedes “bir tek Türk’ün bile kafasında verilecek cezanın çok ağır olacağına dair şüphe yaratmak istemediklerini” aktarmıştır. Aynı Deedes, Mütareke Komisyonunda Türk temsilcisi Kemali Söylemezoğlu’na da “Savaş ilan edildiği gün ben Lord Kitchener’in yanındaydım. O, öyle ise Türkiye’yi mahvedinceye kadar savaşa devam edeceğiz, demişti. Bugün hakkınızda İngiltere’de egemen fikir hala budur.” demiştir.244 İngiltere Mütareke’yi de hafife almış ve General Allenby “Sorunlar, Türklerle tartışılmamalı, ancak onlara ‘istekler’in yerine getirilmesinin zorunlu olduğu söylenmelidir. Aksi takdirde İngiltere Krallık Hükumeti, gerekirse savaşa tekrar başlamak hususunda duraksama göstermeyecektir.” buyurmuştur.245 Babıali’nin verdiği orduların durumu ile ilgili verdiği notaya cevaben Lord Curzon, 20 Mart 1920 tarihinde, “Türklere askerliğin yasaklandığını” şöyle duyurmuştur: “Türkler için askerlik mesleği tamamen kapanmıştır. Kuşkusuz Türkler askerlik yapmak isterlerse, başka bir yere gidebilirler. Fransız Lejyonu onları kabul edecektir. Ne var ki, İngiltere buna dahi karşıdır. Çünkü Türkler öteki düşmanlarımızdan farklıdır, başka bir yerde bile askeri eğitim görmeleri iyi değildir.”246 Saray ile işbirliği içerisinde askerler terhis edilmeye, silahlara el konulmaya ve vatanı ve padişahı için savaşmış olan erlerin memleketlerine bile gönderilmeden perişan durumda sokaklarda kalacakları şekilde terhis edilmesine devam edilmiştir.

Lord Curzon’ın Dış işleri görevlerini yaptığı İngiliz savaş kabinesinin başbakanı Lloyd George’un yakın zamandaki kutsal toprakları ele geçirmesi nedeniyle “son haçlı seferinin galip komutanı” ve “dünya’da Hristiyanlığa en büyük hizmeti yapmak şerefini kazanan muzaffer komutan” gibi sanları olan komutanı General Allenby, “Türklere iyice sert baskı yapılması” gerektiğini söyler ve İstanbul’a gelir. Osmanlı Devleti temsilcisi Büyük elçi Galip Kemali Söylemezoğlu Allenby hakkında şöyle demiştir: “İngiltere Doğu orduları başkomutanı Allenby’nin amacı, Türkiye’de silah altında pek az asker bırakmak ve mevcut kuvvetleri de işe yaramaz bir duruma

244 Doğan Avcığolu, Milli Kurtuluş Tarihi, s.103 245 G. Jaeschke, İngiliz Belgeleri, s.32-33’den aktaran Avcığolu, a.g.e., s.106 246 Documents on British Foreign Policy 1919-1939, Cilt VII, Belge 66’dan aktaran Avcıoğlu, a.g.e., s.106

167 sokmak idi. Kurmayı tasarladıkları Büyük Ermenistan’a karşı her türlü saldırı olanağını kaldırmak amacıyla Doğu illerimizi büsbütün boş bıraktırmak, kendisi açısından en önemli nokta idi. Onun için oralarda büyük nüfuzu olan Ali İhsan Paşa’nın başka bir yere atanması ile ordu silahlarının tesliminde ısrar ediyordu. Bu konu yüzünden şimdiye kadar belki yarım düzine Harbiye Bakanı istifa etmişti. Çünkü Allenby’nin isteğini kabul eylemek adeta intihar demekti. Hiç de beklenilmeyen bir zamanda Allenby, İstanbul’a geldi. Ve amacının bu can alıcı sorunun çözüm olduğu bize hissettirildi.”247 “Mütarekeden sonra karşısındaki tarafın temiz yürekli olmasından ve verdiği söze son derece bağlı bulunmasından yararlanan ve savaşın sonu demek olan mütareke sırasında İran sınırından İskenderun Körfezi’ne kadar uzanan bir askeri çizgi üzerine ordularını devamlı ilerletmekle zaten tehditlerini fiilen de gösteren, muzaffer olduğu kadar da insafsız İngiliz komutanına söz anlatılamıyordu.”248 “Dünya Hristiyanlığına büyük hizmetleri geçen komutanın bu sanını hak etmek için, yakın bir gelecekte Türkiye ile Hilafeti kolayca yıkabilmek, ya da olmazsa İngiliz nüfusuna bağımlı kılmak için, bizi her tarafta savunmadan güçsüz bir duruma sokmaya çalışıyordu.” Gelmesinin ardından Osmanlı Dış işleri ve Harbiye Bakanları Genelkurmay Başkanı ile birlikte İngiltere Büyük elçiliğinde Allenby tarafından ayakta kabul edilmiş ve vereceği ültimatomunu yanındaki subayına okutmuş ve “isteklerim bundan ibarettir ve kesindir” şeklinde buyurmuştur.249 1919 yılı başlarında İngiliz, Fransız ve İtalyan birliklerince girişilen işgaller yurt çapında yaygınlaşmış, 28 Ocak' ta Amiral Bristol Türkiye'deki Amerika Birleşik Devletleri Donanması'na komuta etmek üzere İstanbul'a gelmiştir. İşgalcilerin bir tehlike olarak gördükleri İttihat ve Terakki kalıntılarına karşı girişilen sindirme ve zararsız hale getirme çabaları sürdürülürken Sovyet Rusya Dış işleri Bakanı Çiçerin 15 Şubat 1919 da Türkiye ile dostane ilişkiler geliştirmek istediklerini bildirmiştir. Çiçerin'in bu önerisi Türkiye'deki Bolşevizm tehlikesinin tartışma konusu olmasına yol açar.

247 Doğan Avcıoğlu, a.g.e., s.114 248 G. Kemali Söylemezoğlu, Başımıza Gelenler, s.58-59’dan aktaran Doğan Avcıoğlu, a.g.e., s.114 249 Doğan Avcıoğlu, a.g.e., s.115

168 New York Times’da 11 Mart 1920 tarihli yazıda “Kemal ve kuvvetlerini kuşatarak yoketme yolunda bir karar alındığı taktirde bu görevin halen İzmir'i işgal etmiş bulunan Yunan kuvvetlerine verilmesi beklenmektedir. Yunanistan Başbakanı Venizelos, hükumeti adına yaptığı açıklamada, Yunan Ordusu'nun her an için İtilâf Devletlerinin emrinde olduğunu söylemiştir. Anadolu'daki Yunan kuvvetlerinin 90.000 kişi kadar olduğu buna karşılık Kemal'in kuvvetlerinin 40.000 kişiyi geçmediği sanılmaktadır. Yetkili çevreler İstanbul'un işgali sırasında girişilecek sert bir gövde gösterisinin Türk'ün aklını başına getireceğini ileri sürüyorlar. Bu görüşü paylaşanların kanısına göre İstanbul Hükumeti'nin Mustafa Kemal üzerindeki baskı ve denetimi, milliyetçi liderin Anadolu'da yelteneceği taşkınlıkları önlemeye yetecek kadar güçlüdür.”250 denmektedir.

Yine 12 Mart’ta Tümgeneral Frederick Maurice’ın New York Times’da yayınlanan yazısında ise şöyle denmiştir: “Halen kamuoyunu en yakından ilgilendiren konu Türk'lerin Avrupa'dan çıkartılması sorunudur. Oysa asıl önemli sorun Türk'lerin Asya'daki davranışlarını denetim altına alabilmektir. Cihan Savaşı'nın son aylarında Türk'lerin içine düşmüş bulundukları çöküntü ve ümitsizlik, onlara her istediğimizi kolaylıkla kabul ettirebileceğimiz kanısını uyandırmıştı bizlerde. Bu arada Asya Türkiye'sinin büyük bir kesiminin de Cemiyeti Akvam denetimi altında mandater devletlerin yönetiminde kalacağı ve Türk'lerin, başka kimsenin kabul edemeyeceği kadar ağır şartları onaylayacakları sanılıyordu. Bu hava içindeki İtilâf Devletleri, imkânlarının da sınırlı olması nedeniyle Anadolu'yu gereğinden fazla başıboş bıraktılar. İtilâf Devletleri başka sorunlarla uğraşırken Mustafa Kemal Anadolu'da yeni bir Türk devletinin kuruluş hazırlıkları içindedir. Kemal'in emrindeki düzenli kuvvetlerin 130.000 kişiyi bulduğu söyleniyor. Ayrıca, özellikle katliam ve yağma faaliyetlerinde başarı gösteren azımsanmayacak sayıda çete askeri - çapulcunun kibarca söylenişi - nin de Kemal'in emirlerine uyduğu belirtiliyor. İstanbul Hükumeti'nin Kemal üzerindeki etki ve denetimi konusunda kesin bir şey söylenememekle beraber evvelce Anadolu'da bir kargaşalık çıkmasını istemiş olan İstanbul Hükumeti'nin sonra bu fikrini değiştirdiği halde kargaşalığı önleyemeyecek

250 Osman Ulagay, a.g.e., s.85

169 bir duruma düştüğü sanılmaktadır. Bu gelişmeler karşısında bir an düşünmeli, Türkiye' deki petrol ve demir yolu yatırımlarının çekiciliğine kapılarak bir miktar sermayemizi daha tehlikeye atmamalıyız.”251 Yakındoğu olaylarıyla yakından ilgili Amerikalıların kanısına göre bu işgal harekâtı insanî amaçlardan önce siyasî amaçlarla düzenlenmiş bir harekâttır. İşgal sonrası bir dizi düzenlemeler gündeme gelmiştir.

San Remo Konferansı (19-26 Nisan 1920)252 Birinci Dünya Savaşından sonra, 19-26 Nisan 1920'de, Osmanlı topraklarının paylaşılması ve Türkiye ile yapılacak olan Sevr Antlaşması'nın şartlarını hazırlamak için, İtalya'nın San Remo şehrinde toplanmıştır. İngiltere başbakanı, Fransa başbakanı, İtalya başbakanı ile Japonya, Yunanistan ve Belçika temsilcilerinin katıldığı konferansta, Birinci Dünya Savaşından mağlup olarak çıkan Osmanlı Devleti topraklarının ve Ortadoğu petrollerinin paylaşılması görüşüldü ve Sevr (Sévres) Antlaşmasının son biçimi tespit edildi. San-Remo Konferansında, Osmanlı Devletinin Asya ve Kuzey Afrika'da bulunan Arap toprakları üzerindeki bütün haklarından vazgeçmesi, bağımsız bir Ermenistan'la Özerk bir Kürdistan'ın kurulması kararlaştırıldı. Ayrıca, Osmanlı Devletinin eski Suriye topraklarında iki 'A tipi manda' teşkil edilerek Suriye ve Lübnan'ın Fransa, Filistin'in ise İngiltere'nin idaresine bırakılması, Irak topraklarının da İngiltere'nin mandasına girmesi kararlaştırıldı. Teşkil edilen A tipi manda idaresi, söz konusu ülkelerin bağımsız sayılmasını, kendini idare edebilecek siyasî olgunluğa erişinceye kadar manda otoritesi altında kalmasını öngörüyordu. Konferansta, ayrıca, İngiltere ile Fransa arasında bir petrol anlaşması imzalandı. Bu anlaşmayla Musul'un, İngiltere'nin Irak manda bölgesine dahil edilmesi, Fransa'ya Irak petrollerinden % 25 hisse verilmesi ve petrol taşıma kolaylıkları tanınması sağlandı. Almanya ile Fransa arasındaki meselelerin de ele alındığı konferansta, Almanya ordusunun büyütülmemesi gerektiği kararlaştırıldı. San-Remo Konferansından sonra, 10 Ağustos 1920'de, Osmanlı hükumetine zorla imzalatılan Sevr (Sévrés) Antlaşması, Sultan Beşinci Mehmed Vahideddin tarafından tasdik edilmediği gibi, Ankara'daki

251 Osman Ulagay, a.g.e., s.86 252 http://tr.wikipedia.org/wiki/San_Remo_Konferans%C4%B1 ve http://www.dallog.com/antlasmalar/sanremo.htm, 21.06.2007

170 Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından da kabul edilmedi. Batılı devletler arasında da, Yunanistan'dan başka onaylayan çıkmadı. Böylece, antlaşma hukukî geçerlilik kazanmadı ve yürürlüğe girmedi. San-Remo Konferansı, bugün Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu iç ve dış meselelere kaynaklık etmesi bakımından önem arz etmektedir. Bu konferansta kararlaştırılan, daha sonraki antlaşmalarla kurulması sağlanan bağımsız Ermenistan Devleti, Türkiye için dış tehdit unsuru teşkil etmektedir. Ayrıca, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bölünmesine yönelik terör hareketlerinin fikrî tohumları San-Remo Konferansında atılmış, art niyetli Avrupa devletlerinin destek, tahrik ve teşvikleriyle bugün, fert, aile, toplum ve devlet hayatını etkileyici hale gelmiştir. Harp Akademileri Komutanlığı yayınlarından "Tarihî ve Coğrafî Açıdan Kafkasya'nın Etnik Yapısı" adlı, Mart 1993 tarihli ve 13 nolu Bilgi Notunda, San Remo Konferansıyla ilgili olarak şu bilgiler verilmektedir: 'Âzerbaycan, bugün çok ciddî meselelerle karşı karşıya bulunmaktadır. Bu meselelerin başında da Karabağ gelmektedir. Sahip olduğu konum itibariyle, sadece bölgedeki ülkelerin değil, bölge dışı ülkelerin de ihtiraslarının çarpıştığı, Âzerbaycan'ın sürdürdüğü mücadele sadece Ermenilere ve Ermenistan'a karşı verilmemektedir. Onların arkasındaki Rusya Federasyonu, İran ve Batılı ülkelere karşı verilmektedir. Söz konusu uluslararası bu politikayı, San Remo Konferansında Lord Curzon'un şu sözleri aydınlatmaktadır: 'Yeni bir Panislamizm ve Panturanizm akımı ortaya çıkabilir. Bu ihtimali düşünen Londra Konferansı, dünya barışının devamı bakımından, Anadolu Türk'leri ile daha doğudakiler arasında, Hristiyan bir toplumdan oluşan bir set çekmenin, şâyân-ı arzu olduğunu düşünmüştür. Bu da yeni Ermeni Devleti olacaktır'. Dolayısıyla bu politikada, Türk dünyasına karşı mücadele eden her devlet, yer almaktan bugüne kadar kaçınmamıştır.'

İşgal sonrası düzenlenmiş bir diğer konferans Paris Barış Konferansı (10 Mayıs 1920)dır.253 Paris Barış Konferansı, İtilaf Devletlerinin, Bulgaristan'la Selânik, Osmanlı Devletiyle Mondros, Avusturya-Macaristan'la Villa Giusti ve Almanya'yla Rethondes mütarekelerini imzalamalarından ve çarpışmaların resmen durmasından sonra, 18 Ocak 1918'de toplandı. Ancak, konferans toplanmadan önce, 12 Ocak

253 http://turkhistory.wordpress.com/2007/03/31/paris-baris-konferansi/, 21.06.2007

171 1919'da Fransa, İngiltere, ABD ve İtalya hükumet başkanları ile dış işleri bakanları bir araya gelerek bir ön görüşme yaptılar. Bu görüşmede, Japonya'nın tam yetkili iki temsilcisinin katılımıyla bir yüksek konseyin kurulması ve önemli konularda bu konseyin yetkili kılınması kararlaştırıldı. Konferans başladı. Daha sonra Japon temsilcileri, görüşülen meselelerin kendi ülkelerini ilgilendirmediğini, küçük devletler temsilcileri de, kendilerine söz hakkı tanınmadığını ileri sürerek konferanstan çekildiler. Böylece Yüksek Konsey, dört Batılı devlet başkanından meydana gelen Dörtler Konseyi hâline geldi. Dış işleri bakanları ise, Beşler Konseyi adıyla toplanarak, İkinci dereceden konuları ele aldılar. Milletler Cemiyetinin temel ilkelerini karara bağlayan, Almanya ile Versailles (Versay), Avusturya ile Saint- Germain (Sen Cermen), Bulgaristan ile Neuilly antlaşmalarını imzalayan dört büyükler, 22 Nisan 1920'de Osmanlı Devleti'ni de Paris Barış Konferansına çağırdılar. Eski Sadrazam Tevfik Paşa başkanlığında, Dâhiliye Nâzırı Reşit (Rey) Bey, Maârif Nâzırı Fahrettin (Rum Beyoğlu) Bey ve Nâfia Nâzırı Operatör Cemil (Topuzlu) Paşadan meydana gelen Osmanlı heyetine, Paris Barış Antlaşmasının ön şartları bildirildi (10 Mayıs 1920). Buna göre: Trakya ve Ege bölgesi (Kırkağaç, Akhisar, İzmir, Ödemiş, Tire, Söke, Afyonkarahisar, Kütahya, Balıkesir) Yunanistan'a; başta Antalya olmak üzere Akdeniz bölgesi İtalya'ya; Kahramanmaraş'ı da içine alan Güneydoğu Anadolu Bölgesi Fransa'ya bırakılacak; Doğu Anadolu'da, sınırlarını ABD Başkanı Wilson’un tespit edeceği bir Ermeni Devleti kurulacaktı. Ayrıca, İstanbul merkez olmak üzere İzmit, Bursa ve Çanakkale'yi de içine alan Boğazlar bölgesinde, Türkiye'nin de katılacağı bağımsız bir idare kurulacak ve kendine has bir bayrağı olacak, bu idarenin maddî işlerini İngiltere, Fransa ve İtalya'nın üyesi bulunduğu bir komisyon yürütecekti. Türk üyeler ancak danışma niteliğindeki görüşmelerde oy kullanabilecek, Devletin bütçesini de bu komisyon düzenleyecekti. Yabancı okul ve yüksek okul mezunu gayrimüslimler veya azınlıklar, Osmanlı ülkesinde her işi serbestçe yapabilecekler, bu uygulama İtilâf devletlerinin denetiminde bulunacaktı. Osmanlı Devleti, silahlı kuvvetlerini sayıca azaltacak, İtilaf devletlerinin izni olmadan tahkimat yapamayacak, 1600 grostonun üzerindeki gemilerinin hepsini, İtilaf devletlerinin emrine verecekti. Yürürlükte kalacak olan Kapitülasyonlardan, İtilaf devletleri başta olmak üzere Yunanistan, Sırbistan, Romanya, Portekiz ve Ermenistan da faydalanacaktı.

172 Bildirilen şartları çok ağır bulan ve hafifletilmesini isteyen Türk heyeti, bu isteğin kabul edilmemesi üzerine, şartları reddederek, 11 Temmuz 1920'de İstanbul'a döndü. Paris Barış Konferansında hazırlanan antlaşma şartları imzalanmadıysa da, daha sonra aynı şartları ihtiva eden Sevr Antlaşması, Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın görevlendirdiği Hâdî Paşa, Rıza Tevfik (Bölük başı) ve Reşit Hâlis Beyden meydana gelen bir heyet tarafından imzalanır. Ancak, Padişah Vahideddin, bu antlaşmayı onaylayamadığı gibi, Millî Kurtuluş Mücadelesini başlatmak üzere olan Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları ise tamamiyla reddetmişlerdir. Böylece Sevr Antlaşması, gerek padişah, gerekse Anadolu'daki kurtuluş hareketi temsilcileri tarafından kabul edilmediği için, geçersiz kalacaktır. Paris Barış Konferansı da, yetkilerini yeni kurulan Milletler Cemiyetine devrederek, 24 Aralık 1920'de dağılır.

Paris Barış Konferans ardından yapılan Sevr Anlaşması İstanbul’un resmi işgali sonrası yeni düzenlemeleri içermektedir. Sevr (Sévres) Antlaşması (10 Ağustos 1920) Osmanlı Devleti'yle, İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan arasında, 10 Ağustos 1920 tarihinde, Fransa'nın başkenti Paris'in Sévres kasabasında imzalanmıştır. Osmanlı Meclisi ile; İngiliz, Fransız ve İtalyan parlamentoları tarafından tasdik edilmediğinden hükümsüz kalmıştır. Yunanistan, tek taraflı kabul edip, yürürlüğe koymak istediyse de, ordusu 9 Eylül 1922'de İzmir'den Ege Denizine dökülünce, arzusundan vazgeçmek zorunda kaldı. Sevr Antlaşması, 10 Nisan 1915 tarihinde, Londra'da, Rusya-İngiltere-Fransa gizli antlaşmasına göre, Türkiye'nin paylaşılması esasına dayanıyordu. Fakat, Sevr'de, Bolşevik İhtilâli, iç harp ve Çarlığı destekleyen Avrupalı kuvvetlerle uğraşan Sovyet Rusya, dışarıda bırakıldı. Sovyet Rusya dışarıda bırakılınca, önceki gizli antlaşmalarda Rusya'nın payına düşen topraklar, yeniden paylaşıldı. Londra Antlaşması'nda Rusya'ya verilen Türk Boğazlarının, Sevr öncesi tertiplerle İngiltere, Fransa ve İtalya kontrolünde tutulması kararlaştırıldı. İtilaf devletlerinin hazırladıkları antlaşma metnini, Paris'te, 11 Mayıs 1920 tarihinde, Osmanlı Devleti temsilcisi eski sadrazam Tevfik Paşa okuyunca, 'İstiklâlimize aykırıdır!' diyerek imzalamadı. Tevfik Paşa, antlaşma metnine itiraz cevabı yazıp, İstanbul'a döndü.

173

Şekil 35: Sevr için giden Osmanlı Heyeti: Rıza Tevfik, Damat Ferit, Hadi Paşa, Reşid Halis254

Şekil 36: Damat Ferit vatanına döndüğünde işgal kuvvetlerince karşılanır.255

254 Cumhuriyet gazetesinden, http://en.wikipedia.org/wiki/Image:SevresSignatories.jpg, 22.06.2007 255 Tempo Dergisi Sayı 20, 17-05-2007, s.43 (Atilla Oral arşivinden).

174

Şekil 37: Sevr Anlaşması ile Türkiye'nin sınırları, Akdeniz ve Boğazlara kadar alan İtalyanların, İzmir ve çevresi İzmir Yönetiminin, Boğazlar ayrı bir yönetim, Erzurum civarı doğu bölgeleri Wilson’un teklifi ile Ermeni bölgesi, Güneydoğu Musul civarı İngilizlerin Hataya ve Güneydoğuyu kapsayan alan ise Fransız oluyordu. 256

İstanbul'un işgalinden sonra, Osmanlı mebuslarının bir kısmı yakalanıp Malta'ya sürüldü, bir kısmı da Anadolu'da Millî Mücadeleye katıldığından, antlaşma metni, ortada bir Mebuslar Meclisi olmadığından, Mebuslar Meclisi'nden geçemiyordu. Sultan Vahideddin, antlaşma metnini onaylasa bile, Mebuslar Meclisinden geçemeyeceğinden tasdik edilemeyecekti. Yunanistan Meclisi, Sevr Antlaşmasını tasdik edip, yürürlüğe koymaya kalkıştı. Sevr Anlaşmasına göre Rumeli sınırımız aşağıda yukarı İstanbul vilayetinin sınır olarak tayin olunuyordu. Batı Anadolu (İzmir ve civarı) Yunanlılar’a verilecekti. Güney sınırı ise, Mardin, Urfa, Gaziantep, Amanos dağları ve Osmaniye'nin kuzeyinden geçmekte ve bu sınırın güneyini Fransa'ya bırakmakta idi. Doğuda Bayazıt, Van, Muş, Bitlis ve Erzincan'ı içine alan bir Ermenistan, Irak ve Suriye arasında bir Kürdistan kurulacaktı. Bunun dışında, Türkiye'ye bırakılan topraklar nüfus mıntıkalarına ayrılmakta; İtalyanlar Antalya ve Konya, Fransızlar Adana, Sivas ve Malatya bölgesi üzerinde, İngilizler de Irak'ın

256 Kemal Atatürk, Nutuk, Ek

175 kuzey kısmında nüfus bölgeleri tesis ediyorlardı. İstanbul'da ise hükumet ve padişah oturacak fakat, İstanbul milletler arası bir şehir olacak, Boğazlar'da ordusu, donanması, bütçesi ve organize kuruluşları ile bir komisyon bulunacaktı, Türklere bırakılan bölge, hakimiyet hakkı en ağır şekilde sınırlanmış, Ankara ve Kastamonu vilayetleri ve dolayları idi. Sevr'e göre, memleket dahilinde bulunan azınlık, Türklerden daha fazla haklara sahip oluyor, vergi vermeyerek, askeri hizmet yapmayarak imtiyazlı (ayrıcalıklı) bir durumda bulunuyordu. Türk tabiyetinden çıkanlar birçok yükümlülüklerden kurtulduğu gibi, yeniden hiç kimse Türk tabiyetine de giremeyecekti. Devletin askeri kuvveti, her bakımdan sınırlanarak azami miktar 50.700 kişi olacak; Tank, ağır top, uçak bulunmayacaktı. Askerlik de gönüllü olacak, donanma ise 7 gambot ve 6 torpidodan ibaret olup, donanmada denizaltı da bulunmayacaktı. Diğer taraftan mali ve iktisadi hükümler, Osmanlı Hükumeti ile Meclisin yetkilerini hiçe saydıracak şekilde sınırlayıcı ve külfet teşkil eder mahiyette olup, Osmanlı Devletini İtilaf Devletlerinin müşterek sömürgesi haline, getiriyordu. İngiliz, Fransız ve İtalyan devletlerinin temsilcilerinden kurulu Mali Komisyon, Osmanlı devletinin gelir ve giderlerini düzenlemekte ve devletin yetkilerini devletlik sıfatı ile bağdaştırılmayacak şekilde bağlamakta idi.

SEVR ANLAŞMASI257 MÜTTEFİK VE ORTAK DEVLETLERLE TÜRKİYE ARASINDA 10 AĞUSTOS 1920'DE SEVRES'DE İMZALANAN BARIŞ ANDLAŞMASI

Bir yandan, İşbu Andlaşmada Başlıca Müttefik Devletler olarak belirtilen, BRİTANYA İMPARATORLUĞU, FRANSA, İTALYA ve JAPONYA; yukarıda adı geçen başlıca Devletlerle, Müttefik Devletleri oluşturan, ERMENİSTAN, BELÇİKA, YUNANİSTAN, HİCAZ, POLONYA, ROMANYA, SIRP-HIRVAT-SLOVEN DEVLETİ ve ÇEKOSLOVAKYA; ve öte yandan, TÜRKİYE;

Osmanlı İmparatorluğu Hükumetinin istemesi üzerine, bir Barış Andlaşması yapılabilmesi için, Başlıca Müttefik Devletlerce, 30 Ekim 1919'da, Türkiye'ye bir Mütareke sağlanmış olduğunu göz önünde tutarak, Müttefik Devletlerin, aralarından kimilerinin, Türkiye'ye karşı doğrudan ya da dolaylı biçimde ard arda sürüklenmiş oldukları ve kökeni eski Avusturya-Macaristan imparatorluk ve Krallık Hükumetinin 28 Temmuz 1914'de Sırbistan'a karşı savaş ilânında ve Türkiye'nin 29 Ekim 1914'de Müttefik Devletlere karşı açtığı ve müttefiki, Almanya’nın yürüttüğü düşmanca eylemlerde bulunan savaşın, yerini, sağlam, adaletli ve sürekli bir barışa bırakmasını istediklerini göz önünde tutarak, Bu amaçla, BAĞITLI YÜKSEK TARAFLAR, Tam yetkili Temsilcilerini aşağıda belirtildiği üzere atamışlardır ... BU TEMSİLCİLER, usulüne uygun ve geçerli kabul edilen yetki belgelerini veriştikten sonra,

257 Başkent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi Web Sitesi, http://sam.baskent.edu.tr/belgeler/sevres_tr_.pdf, 25.06.2007

176 AŞAĞIDAKİ HÜKÜMLER ÜZERİNDE ANLAŞMAYA VARMIŞLARDIR: İş bu Andlaşmanın yürürlüğe giriş tarihinden başlayarak, savaş durumu sona erecektir. Bu andan başlayarak ve iş bu Andlaşmanın hükümlerine bağlı olarak, Müttefik Devletlerle Türkiye arasında resmî ilişkiler olacaktır. ... BÖLÜM I. MİLLETLER CEMİYETİ MİSAKI BAĞITLI YÜKSEK TARAFLAR, Uluslar arasında işbirliğini geliştirmek ve uluslararası6 barışı ve güvenliği sağlamak için, savaşa başvurmamak konusunda birtakım yükümlülükler kabul etmek, gizlilikten uzak, adaletli ve onurlu uluslararası ilişkiler sürdürmek, Hükumetlerce, bundan böyle eylemsel davranış kuralı kabul edilen uluslararası hukuk kurallarına kesinlikle uymak, örgütlenmiş halkların karşılıklı ilişkilerinde adaleti korumak ve andlaşmalardan doğan bütün yükümlülüklere titizlikle saygı göstermek gerektiğini göz önünde tutarak, Milletler Cemiyeti'ni kuran işbu Misak'ı kabul etmişlerdir; ... MADDE 21. Barışın süregitmesini sağlayan hakemlik andlaşmaları gibi uluslararası üstlenmeler ve Monroe Doktrini gibi bölgesel anlaşmalar, işbu Misak'ın hiçbir hükmüyle bağdaşmaz sayılmayacaktır.

MADDE 22. Savaştan sonra, daha önce kendilerini yöneten Devletlerin egemenliğine bağlı olmaktan çıkmış ve çağdaş dünyanın özellikle güç koşulları altında kendi kendilerini yönetme yeteneğinden henüz yoksun halkların oturduğu sömürgelere ve ülkelere şu ilkeler uygulanır: Bu hakların gönençleri ve gelişmeleri kutsal bir uygarlık görevidir ve bu görevin yerine getirilmesi için işbu Misak’a güvenceler konulması gerekir. Bu ilkenin uygulamada gerçekleştirilmesi için en iyi yöntem, bu halkların korunmanlığı [vesayetini], kaynakları, görgüleri ya da coğrafya durumları bakımından, bu sorumluluğu yüklenmeğe en elverişli bulunan ve bunu kabule razı olan uluslara emanet etmektir. Bunlar mandat’yı , mandataire sıfatıyla ve Cemiyet adına yapacaklardır. Mandataire’liğin niteliği, halkın gelişme derecesine, ülkenin coğrafya durumuna, ekonomik koşullarına ve buna benzer bütün öteki durumlara göre değişik olmasını gerektirmektedir. Eskiden Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı bulunan kimi topluluklar, kendi kendilerini yönetmeye yetenekli olacakları zamana kadar, yönetimlerine bir mandataire’in öğütleri ve yardımı kılavuz olmak koşuluyla, bağımsız uluslar olarak varlıkları geçici nitelikte tanınabilecek bir gelişme düzeyine erişmişlerdir. Mandataire’in seçilmesinde, her şeyden önce, bu toplulukların dilekleri göz önünde tutulmalıdır. ... BÖLÜM II.258 TÜRKİYE'NİN SINIRLARI MADDE 27. I. Avrupa'da, Türkiye'nin sınırları aşağıdaki gibi saptanacaktır: 1. Karadeniz: Karadeniz Boğazı'nın girişinden aşağıda belirtilen noktaya kadar. 2. Yunanistan ile: Podima'nm aşağı yukarı 7 kilometre kuzey-batısında bulunan Büyük Dere'nin ağzında Karadeniz üzerinde seçilecek bir noktadan başlayarak, güney-batıya doğru ve İstranca dere havzası sınırlarının en kuzey-batı noktasına kadar (Îstranca'nın aşağı yukarı 8 kilometre kuzey- batısında bulunan nokta): Kaplıca dağ ile Uçpınar tepesi noktalarından geçmek üzere, toprak [arazi] üzerinde saptanacak bir çizgi; oradan, güney-güney-doğu doğrultusunda ve Sinekli demir yolu istasyonunun aşağı yukarı l kilometre batısında, Çorlu-Çatalca demir yolu üzerinde seçilecek bir noktaya kadar: İstranca Dere havzasının batı sınırını olabildiğince izleyen bir çizgi; oradan, güney-doğuya doğru ve kuzey-doğuda, Büyük Çekmece Gölü'ne akan ırmaklar havzalarıyla, güney-batıda doğrudan doğruya Marmara Denizi'ne dökülen ırmakların havzası arasındaki su bölümü çizgisi üzerinde Fener ve Kurfalı arasında seçilecek bir noktaya kadar: Sinekli'nin güneyinden geçmek üzere toprak [arazi] üzerinde saptanacak bir çizgi; oradan, güney-doğuya

258 Bölüm I Birleşmiş Milletler’in temeli olan Milletler Cemiyeti’nin kurulumuna dair kurallar ile devam eder. Yani anlaşmayı imzalayanlar bir aynı zamanda bir milletler cemiyeti oluşturacaktır. Hatta EK-II. Milletler Cemiyeti’nin İlk Genel Sekreteri maddesinde "Sayın Sir James Eric Drummond, K.C.M.G., C.B." de Milletler Cemiyeti ilk genel sekreteri kabul edilecektir.

177 doğru ve Kalikratia'nın aşağı yukarı l kilometre güneybatısında Marmara Denizi üzerinde seçilecek bir noktaya kadar: yukarıda tanımlanan su bölümü çizgisini olabildiğince izleyen bir çizgi. 3. Marmara Denizi: Yukarıda tanımlanan noktadan Karadeniz Boğazı'nın girişine kadar. II. Asya'da, Türkiye'nin sınırları aşağıdaki gibi saptanacaktır: 1. Batıda ve Güneyde: Marmara Denizi üzerinde, Karadeniz Boğazı'nın girişinden başlayarak Doğu Akdeniz'de iskenderun Körfezi dolaylarında Karataş-Burnu yakınında aşağıdaki gibi tanımlanan bir noktaya kadar: Marmara Denizi, Çanakkale Boğazı ve Doğu Akdeniz; III. Bölümün (Siyasal Hükümler) IV. Kesimi ile 84. ve 122. Maddeleri hükümleri Saklı kalmak üzere, Marmara Denizi adaları ve Osmanlı kalan kıyılardan 3 mil kadar uzaklık içinde bulunan adalar. 2. Suriye ile: Kuzey-doğuya doğru, Hasan Dede geçidinin doğu kıyısı üzerinde ve Karataş Burnu'ndan aşağı yukarı 3 kilometre kuzey-batıda seçilecek bir noktanın Ceyhan ırmağı üzerinde Babeli'nin aşağı yukarı l kilometre kuzeyinde seçilecek bir noktaya kadar. Karataş’ın kuzeyinden geçmek üzere, toprak üzerinde saptanacak bir çizgi; oradan, Kesik Kale'ye kadar: Ceyhan ırmağının kaynağına doğru akım yolu; oradan, kuzey doğuya doğru ve Ceyhan ırmağı üzerinde Karapazar'ın aşağı yukarı 15 kilometre doğu-güney-doğusunda seçilecek bir noktaya kadar: Karatepe'nin kuzeyinden geçmek üzere, toprak [arazi] üzerinde saptanacak bir Çizgi; oradan ve Düldül Dağı'nın batısında bulunan, Ceyhan ırmağının dirseğine kadar : Ceyhan ırmağının kaynağına doğru akım yolu; oradan, güney-doğu genel doğrultusunda ve Gâvur Göl'ün aşağı yukarı 15 kilometre güney-güney-batısında, Emir Musa Dağı üzerinde seçilecek bir noktaya kadar: demir yolundan aşağı yukarı 18 kilometre uzaklıktan geçmek ve Düldül Dağı'nı Suriye'de bırakmak üzere izlenecek bir çizgi; oradan, doğuya doğru ve Urfa'nın aşağı yukarı 5 kilometre kuzeyine kadar: Bahçe, Ayıntap, Birecik ve Urfa kentlerini birbirine bağlayan yolların kuzeyinden geçmek ve bu kentlerden son üçünü Suriye'de bırakmak üzere, batıdan doğuya genel bir doğrultuda ve oldukça düz biçimde toprak [arazi] üzerinde saptanacak bir çizgi; oradan, doğuya doğru ve (Cezire-i İbn-i Ömer'in 27 kilometre) batısında Azeh'in aşağı yukarı 6 kilometre kuzeyinde Dicle'nin oluşturduğu dirseğin en güney-batı noktasına kadar: batıdan doğuya genel doğrultuda ve Mardin kentini Suriye'de bırakmak üzere oldukça düz biçimde toprak [arazi] üzerinde saptanacak bir çizgi; oradan, ve Habur Su ile Dicle'nin kesiştikleri yerle, bu yerin aşağı yukarı 10 kilometre kuzeyinde Dicle dirseği arasında ve Dicle üzerinde seçilecek bir noktaya kadar: Cezire-i İbn-i, Ömer kentinin bulunduğu adayı Suriye'de bırakmak üzere Dicle’nin ağzına doğru akım yolu. 3. Irak ile: Oradan, batıdan doğuya doğru genel bir doğrultuda Musul îlinin [Vilâyetinin] doğu sınırı üzerinde seçilecek bir noktaya kadar: toprak [arazi] üzerinde saptanacak bir çizgi; oradan, bu çizginin doğuya doğru Türkiye ile îran arasındaki sınıra rastladığı noktaya kadar: Îmadiye'nin güneyinden geçecek biçimde değiştirilmiş, Musul îlinin [Vilâyetinin] kuzey sınırı. 4. Doğuda ve Kuzey-Doğuda: Yukarıda tanımlanan noktadan ve Karadeniz'e kadar, 89. Madde hükümleri saklı kalmak koşuluyla, Türkiye ile Iran arasındaki şimdiki sınırla, Türkiye ile Rusya arasındaki eski sınırlar. 5. Karadeniz. ... BÖLÜM III. SİYASAL HÜKÜMLER KESİM I İSTANBUL MADDE 36. İşbu Andlaşmanın hükümleri saklı kalmak koşuluyla, Bağıtlı Yüksek Taraflar, Osmanlı Hükumetinin İstanbul üzerindeki haklarına ve sıfatlarına dokunulmaması, ve bu Hükumetle Majeste Padişah'in bu kentte oturmak ve bu kenti Osmanlı Devletinin başkenti tutmak bakımından özgür olduklarında görüş birliği içindedirler. Bununla birlikte, Türkiye, işbu Andlaşma ile bunu tamamlayan andlaşmaların ve sözleşmelerin hükümlerine, özellikle soy, din ve dil azınlıklarının haklarına dürüst, bir biçimde saygı göstermekte kusur ederse, Müttefik Devletler, yukarıda belirtilen hükmü değiştirmek hakkını kesinlikle saklı tutarlar, ve Türkiye, bu bakımdan alınacak bütün kararları kabul etmeği şimdiden yükümlenir.

KESİM II. BOĞAZLAR MADDE 37.

178 Çanakkale Boğazı, Marmara Denizi ve Karadeniz Boğazı’nı kapsayan Boğazlar’da gemilerin gidiş-gelişi (ulaşımı), gelecekte, gerek barış zamanında gerek savaş zamanında, bayrak ayırımı yapmaksızın, bütün ticaret ve savaş gemileriyle askerlik ve ticaret uçaklarına açık olacaktır. Milletler Cemiyeti Konseyinin bir kararının uygulanması dışında, bu sular abluka edilemez, buralarda hiçbir savaş hakkı kullanılamaz ve hiçbir düşmanca eylemde bulunulamaz.

MADDE 38. Osmanlı Hükumeti, 37. Maddede öngörülen gidiş-geliş (ulaşım) özgürlüğünü sağlamak için yeni önlemler alınması gerektiğini kabul eder ve, bunun sonucu olarak, kendisini ilgilendirdiği ölçüde, "Boğazlar Komisyonu" adını alacak olan ve aşağıda "Komisyon" sözcüğü ile anılacak bir Komisyonu, 39. Maddede belirtilen suların denetimine yetkili kılar. Yunan Hükumeti, kendisini ilgilendirdiği ölçüde, aynı yetkileri Komisyona bırakır ve bu Komisyona her bakımdan aynı kolaylıkları göstermeği yükümlenir. Denetim, Osmanlı ve Yunan Hükumetlerinden herbiri adına ve işbu kesimde belirlenen biçimde yürütülecektir.

MADDE 39. Komisyonun yetki [otorite] alanı, Akdeniz yönünde Çanakkale Boğazı'nın girişi 41’e, Karadeniz yönünde Karadeniz Boğazı’nın girişi arasındaki suları, bu girişlerin herbirinden üç mil açıklara kadar kapsayacaktır. Bu yetki [otorite], işbu Kesim hükümlerinin yerine getirilmesi gerektikçe, kıyı üzerinde de kullanılabilecektir. ... MADDE 44. Komisyon, Boğazlar’dan özgürce geçişin engellendiği kanısına varacak olursa, 178. maddede öngörülen işgal kuvvetlerini bulunduran Müttefik Devletlerin İstanbul'daki Temsilcilerini durumdan haberli kılacaktır. O vakit, bu Temsilciler, Boğazlar'da geçiş özgürlüğünü korumak için alınması gerekli görülecek önlemler konusunda, bu kuvvetlerin deniz ve kara kuvvetleri Komutanlarıyla anlaşacaklardır. Dışarıdan gelecek bir eylemin Boğazlar'da geçiş özgürlüğünü tehdit etmesi durumunda da bu Temsilciler aynı biçimde davranacaklardır. ... MADDE 55. Osmanlı Hükumeti ile Yunan Hükumeti, herbiri kendi bakımlarından, Komisyonun, kendisine verilmiş görevlerin yararlı bir biçimde yerine getirilmesi için gerekli göreceği bütün toprakları ve yapıları edinmesini kolaylaştırmağı yükümlenirler. ... KESİM III. KÜRDİSTAN MADDE 62. Fırat'ın doğusunda, ileride saptanacak Ermenistan'ın güney sınırının güneyinde ve 27. maddenin II/2. ve 3. fıkralarındaki tanıma uygun olarak saptanan Suriye ve Irak ile Türkiye sınırının kuzeyinde, Kürtlerin sayıca üstün bulunduğu bölgelerin yerel özerkliğini, işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulmasından başlayarak altı ay içinde, İstanbul'da toplanan ve İngiliz, Fransız ve İtalyan Hükumetlerinden herbirinin atadığı üç üyeden oluşan bir Komisyon hazırlayacaktır. Herhangi bir sorun üzerinde oybirliği oluşamazsa, bu sorun, Komisyon üyelerince,- bağlı oldukları Hükumetlerine götürülecektir. Bu plân, Süryanî-Geldanîler ile, bu bölgelerin içindeki öteki etnik ve dinsel azınlıkların korunmasına ilişkin tam güvenceler de kapsayacaktır; bu amaçla, İngiliz, Fransız, İtalyan, Iran'lı ve Kürt temsilcilerden oluşan bir Komisyon incelemelerde bulunmak ve, işbu Andlaşma uyarınca, Türkiye sınırının Iran sınırı ile birleşmesi durumlarında, Türkiye sınırında yapılması gerekebilecek düzeltmeleri kararlaştırmak üzere bu yerleri ziyaret edecektir. ... KESİM IV. İZMİR MADDE 65. İzmir kenti ile 56. Maddede belirtilen ve bu kente bitişik topraklara, 83. Madde uyarınca kesin statüleri saptanıncaya kadar, işbu Kesimin hükümleri uygulanacaktır.

MADDE 66. İzmir kentine bitişik toprakların coğrafya sınırları aşağıdaki gibi saptanacaktır: Kuşadası'nın 5 kilometre kadar kuzeyinde Ege Denizi'ne dökülen ırmağın ağzından başlayarak, doğuya doğru: bu ırmağın kaynağına doğru akım yolu; sonra, güney-doğuya doğru: bu ırmağın güney kolunun akım yolu; oradan, güney-doğuya doğru ve Gümüş Dağ tepesinin batı bitimine kadar: Çınarkale'nin batısında ve Akçaova'nın doğusundan geçmek üzere toprak [arazi]

179 üzerinde saptanacak bir çizgi; oradan, kuzey-doğuya doğru: tepeler çizgisini olabildiği ölçüde izleyecek bir çizgi; sonra, kuzeye doğru ve Ayasoluk'dan Değirmencik demir yolunun üzerinde Balatcık istasyonunun aşağı yukarı l kilometre batısında seçilecek bir noktaya kadar: Söke- Balatçık yolunu ve demir yolunu Türk topraklarında bırakacak biçimde, toprak [arazi] üzerinde saptanacak bir çizgi; oradan, kuzeye doğru ve Îzmir Sancağı’nın güney sınırı üzerinde seçilecek bir noktaya kadar: toprak [arazi] üzerinde seçilecek bir çizgi; oradan, ve Ödemiş'in aşağı yukarı 15 kilometre kuzey-doğusundaki Bozdağ dolaylarında seçilecek bir noktaya kadar: İzmir Sancağının güney ve doğu sınırı; oradan, kuzeye doğru ve Manisa-Alaşehir demir yolu üzerinde ve Salihli'nin aşağı yukarı 8 kilometre batısında seçilecek bir noktaya kadar: toprak [arazi] üzerinde seçilecek bir çizgi; oradan, kuzeye doğru ve Gerenez Dağı'na kadar: Mermer Göl’ün doğusundan, Kemer'in batısından, Akçealan'ın aşağı yukarı güneyinden Kumçay'ı geçmek ve oradan Kavakalan'ın batısında suları bölme çizgisini izlemek üzere, toprak [arazi] üzerinde saptanacak bir çizgi; oradan, kuzey-batıya doğru ve Kırkağaç ile Akhisar ilçeleri [kazaları] arasındaki sınır üzerinde, Kırkağac'ın aşağı yukarı 16 kilometre doğusunda ve Akhisar'ın 20 kilometre kuzeyinde seçilecek bir noktaya kadar: toprak [arazi] üzerinde saptanacak bir çizgi; oradan, batıya doğru ve Soma ilçesinin sınırı ile birleştiği yere kadar Kırkağaç ilçesinin [kazasının] güney sınırı; oradan, batıya doğru ve îzmir Sancağı sınırı ile kavuşuncaya kadar: Soma ilçesinin [kazasının] güney sınırı; oradan, kuzeye doğru ve îzmir îli [Vilâyeti] sınırı ile kavuşuncaya kadar: İzmir Sancağının kuzey-doğu sınırı; oradan, batıya doğru ve Çarpacık (Tepe) dolaylarında seçilecek bir noktaya kadar: İzmir ilinin [Vilâyetinin] kuzey sınırı; oradan, kuzeye doğru ve Köylüce'nin aşağı yukarı 4 kilometre güney-batısmda toprak [arazi] üzerinde seçilecek bir noktaya kadar: toprak [arazi] üzerinde saptanacak bir çizgi; oradan, batıya doğru ve Dahline Burnu ile Kemer iskele arasında saptanacak bir noktaya kadar: Kemer ile Kemer iskelenin ve bu iki yeri birbirine bağlayan yolun güneyinden geçmek toprak [arazi] üzerinde saptanacak bir çizgi.

MADDE 68. İşbu Kesimin hükümleri saklı kalmak üzere, İzmir kenti ve 66. Maddede belirtilen toprak parçası, işbu Andlaşmanın uygulanması bakımından, Türkiye'den ayrılmış topraklarla bir tutulacaktır.

MADDE 69. İzmir kenti ve 66. Maddede tanımlanan topraklar Osmanlı egemenliği altında kalmaktadır. Bununla birlikte, Türkiye, İzmir kenti ile sözü edilen topraklar üzerindeki egemenlik haklarının kullanımını Yunanistan'a aktaracaktır. Bu egemenliğin simgesi olmak üzere, Osmanlı bayrağı kentin dışındaki bir kaleye sürekli olarak çekilecektir. Bu kale, Başlıca Müttefik Devletlerce saptanacaktır. MADDE 70. Yunan Hükumeti, İzmir kentiyle 66. Maddede belirtilen toprakların yönetiminden sorumlu olacak ve bu yönetimi özel olarak bu amaçla atayacağı bir görevliler kurulunca yürütecektir.

MADDE 71. Yunan Hükumeti, İzmir kentiyle 66. Maddede tanımlanan topraklarda kamu düzeninin ve güvenliğin korunması için gerekli askerî kuvvetleri bulundurmak hakkına sahip olacaktır. ... KESİM V. YUNANİSTAN MADDE 84. 27 Kasım 1919'da Neuilly-sur-Seine'de imzalanan Barış Andlaşması ile Bulgaristan'a tanınan sınırlar saklı kalmak üzere, Türkiye, eski Osmanlı Imparatorluğu'nun Avrupa kıtasında ve işbu Andlaşma ile saptanan Türkiye sınırları ötesindeki bütün haklarından ve sıfatlarından Yunanistan yararına vazgeçer. Bir önceki fıkrada belirtilen egemenlik aktarılmasına Marmara Denizi adaları girmez. Türkiye, ayrıca Gökçeada [İmroz, Imbros, mbro], Bozcaada [Tenedos, Tenedo] adaları üzerindeki bütün haklarından ve sıfatlarından Yunanistan yararına vazgeçer. Yunanistan'ın Doğu Akdeniz'deki öteki adalar, özellikle Limni [Lemnos, Lemno\ Semadirek [Semendirek, Samothrace, Samotracia], Midilli \Mitylene, Mitylene, Mitilene], Sakız [Chios, Chio], Sisam [Samos, Samo] veNikarya [Nicaria] üzerinde egemenliğine ilişkin, 17/30 Mayıs 1913 tarihli Londra Andlaşmasmın 5. Maddesi ve 1/14 Kasım 1913 tarihli Atina Andlaşmasmın 15. Maddesi uyarınca, Londra'da Büyük elçiler Konferan-sınca alınan ve Yunan Hükumetine 13 Şubat 1914'de bildirilen karar, işbu Andlaş-manın 122. Maddesinde sözü edilen ve İtalya'nın egemenliği altına konulan adalar ile Asya kıyısından üç milden daha az bir uzaklıkta bulunan adalara ilişkin hükümlere dokunulmamak koşuluyla, doğrulanmıştır. Bununla birlikte, işbu

180 Andlaşma uyarınca Yunan egemenliği altına konulmuş, 178. Maddede öngörülen Boğazlar bölgesi kesimi ile Adalarda, Yunanistan, işbu Andlaşmanın tersine hükümleri olmadıkça, sözü geçen bölgenin, Marmara Denizi adalarını da içeren, Osmanlı egemenliği altında kalan kesiminde işbu Andlaşmanın Boğazlar'ın özgürlüğünü sağlamak için Türkiye'ye yüklediği bütün yükümlülükleri kabul eder ve bunları yerine getirmeği yükümlenir. ... KESİM VI. ERMENİSTAN MADDE 88. Türkiye, öteki, Müttefik Devletlerin yapmış oldukları gibi, Ermenistan'ı özgür ve bağımsız bir Devlet olarak tanıdığını bildirir.

MADDE 89. Öteki Bağıtlı Yüksek Taraflar gibi, Türkiye54 ile Ermenistan da, Erzurum, Trabzon, Van ve Bitlis illerinde [Vilâyetlerinde55], Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınırın saptanması işini Amerika Birleşik Devletleri Başkanının hakemliğine sunmayı ve bu konudaki kararını olduğu kadar, Ermenistan'ın denize çıkışı ile sözü geçen sınıra bitişik bütün Osmanlı topraklarının askersizleştirilmesine ilişkin ileri sürebileceği bütün hükümleri kabul etmeyi kararlaştırmışlardır. ... KESİM VII. SURİYE, IRAK, FİLİSTİN MADDE 94. Bağıtlı Yüksek Taraflar, kendi başlarına yaşayacak duruma gelinceye kadar, bir mandataire'in öğütleri ve yardımı yönetimlerine yön vermek koşuluyla, I. Bölümün (Milletler Cemiyeti Misakı) 22. Maddesinin 4. paragrafı uyarınca, Suriye ile Mezopotamya'nın bağımsız Devlet olarak geçici tanınmaları konusunda karara varmışlardır. İşbu Andlaşmanın yürürlüğe girişinden başlayarak onbeş gün içinde, 27. Maddenin II/2. ve 3. fıkralarında tanımlanan sınır çizgisini toprak [arazi] üzerinde saptamak üzere, bir Komisyon kurulacaktır. Bu Komisyon, Fransa, İngiltere ve İtalya'nın herbirince atanacak üç üye ile, Türkiye'nin atayacağı bir üyeden oluşacaktır. Bu Komisyona, gereğine göre, Suriye ile sınıra ilişkin olarak Suriye'nin bir temsilcisi, Irak ile sınıra ilişkin olarak Irak'ın bir temsilcisi yardımcı olacaktır. Adı geçen Devletlerin öteki sınırları ile mandataire'in seçimi, Başlıca Müttefik Devletlerce saptanacaktır. ... KESİM VIII. HİCAZ MADDE 98. Türkiye, Müttefik Devletlerin yapmış oldukları gibi, Hicaz'ı özgür ve bağımsız bir Devlet olarak tanıdığını ve, Türkiye'nin işbu Andlaşma ile saptanmış sınırları ötesinde bulunan ve ileride saptanacak sınırlar içinde bulunacak eski Osmanlı imparatorluğu toprakları üzerindeki bütün haklarından ve sıfatlarından Hicaz yararına vazgeçtiğini bildirir. ... KESİM IX. MISIR, SUDAN VE KIBRIS 1. MISIR MADDE 101. Türkiye, Mısır'daki ve Mısır üzerindeki bütün haklarından ve sıfatlarından vazgeçer. Bu vazgeçme, 5 Kasım 1914'den başlayarak geçerli sayılacaktır. Türkiye, Müttefik Devletlerce girişilen eyleme uygun olarak, İngiltere'nin 18 Aralık 1914'de Mısır üzerinde ilân ettiği koruyuculuğu tanıdığını bildirir. ... 2. SUDAN MADDE 113. Bağıtlı Yüksek Taraflar, İngiltere Hükumeti ile Mısır Hükumeti arasında, Sudan’ın statüsünü saptayan ve yönetimini düzenleyen 19 Ocak 1899'da imzalanmış Sözleşme ile, Suakin kentine ilişkin olarak bu sözleşmeyi değiştiren 10 Temmuz 1899'da imzalanmış ek Sözleşme konusunda bilgi edindiklerini ve bunu kaydettiklerini bildirirler.

MADDE 114. Sudan uyruklarının yabancı ülkelerde İngiltere'nin diplomasi ve konsolosluk korumasına hakları olacaktır.

181 3. KIBRIS MADDE 115. Bağıtlı Yüksek Taraflar, İngiliz Hükumetince 5 Kasım 1914'de ilân edilmiş olan Kıbrıs'ın kendisine bağlanmasını tanıdıklarını bildirirler. ... KESİM X. FAS, TUNUS MADDE 118. Türkiye, Fas'da Fransa'nın koruyuculuğunu [himayesini] tanır ve bunun bütün sonuçlarını kabul eder. Bu tanıma, 30 Mart 1912 tarihinden başlayarak geçerli olacaktır. ... KESİM XI. LlBYA VE EGE DENİZİ ADALARI MADDE 121. Türkiye, 12 Ekim 1912 tarihli Lozan Andlaşması gereğince, Libya'da Padişah'a bırakılmış olan bütün haklardan ve sıfatlardan kesinlikle vazgeçer.

MADDE 122. Türkiye, şimdi İtalya'nın işgalinde bulunan Ege Denizi adaları, başka bir deyimle Stampalia [Astropalia], Rodos [Rhodes, Rhodos, Rodi, Rodos], Herkit [Calki, Kharki, Calc-hi], Kerpe [Scrapanto], Kaşot [Casos, Casso], Piskopis [Piscopis, Tilos, Piscopio], İncirli [Misiros, Nisyros, Misiro, Mysiros], Kalimnos [Calimnos, Kalymnos, Calymnos, Calimno], Loryos [Leros, Lero], Patnos [Patmos, Patmo], Limpos [Lipsos, Lipso], Sümbeki [Simi, Symi, Sini], Îstanköy [Coş, Koş] adaları ile bunlara bağlı adacıklar ve Kastellorizo [Cas-telorizzo] adası üzerindeki bütün haklarından ve sıfatlarından İtalya yararına vazgeçer ... KESİM XIII. GENEL HÜKÜMLER MADDE 132. Türkiye, işbu Andlaşma ile saptanan sınırları dışında, işbu Andlaşma gereğince başka herhangi bir düzenleme konusu yapılmamış Avrupa dışındaki bütün topraklar üzerinde, ya da topraklara ilişkin olarak, ileri sürebileceği tüm haklarından ve sıfatlarından, her bakımdan, Başlıca Müttefik Devletler yararına vazgeçtiğini bildirir. Türkiye, yukarıdaki hükmün sonuçlarını düzenlemek için, Başlıca Müttefik Devletlerin, gerektiğinde üçüncü Devletlerle anlaşarak, aldıkları ya da alacakları önlemleri tanımayı ve kabul etmeyi yükümlenir. ... MADDE 135. Türkiye, Müttefik Devletlerin l Ağustos 1914 tarihindeki eski Rusya İmparatorluğu topraklarının tümü ya da bir bölümü üzerinde kurulmuş ya da kurulacak olan Devletlerle yapabilecekleri bütün andlaşmaların ya da anlaşmaların tam geçerliliğini ve bu Devletlerin bu biçimde saptanacak sınırlarını tanımayı yükümlenir. Türkiye, sözü edilen bu Devletlerin bağımsızlığını, sürekli ve dokunulmaz olarak tanır ve buna saygı göstermeği yükümlenir. İşbu Andlaşmanın VIII. Bölümünün (Malî Hükümler) 259. Maddesinde ve IX. Bölümünün (Ekonomik Hükümler) 277. Maddesinde yer alan hükümler uyannca, Türkiye, kendisiyle Rusya'daki Maksimalist73 Hükumet arasında yapılan Brest-Litovsk Andlaşmalarıyla bütün öteki andlaşmaların, anlaşmaların ya da sözleşmelerin ortadan kaldırılmış olduğunu kesinlikle kabul eder. MADDE 136. İşbu Andlaşmanın yürürlüğe girişini izleyen üç ay içinde, Britanya imparatorluğu, Fransa, İtalya ve Japonya Hükumetlerinin herbirince atanacak dört üyeden oluşan ve, her biri bu amaçla birer uzman göstermeğe çağrılacak, müttefik ve tarafsız öteki Kapitülasyoncu Devletlerin teknik uzmanlarının da yardımıyla, Türkiye'de bugünkü adalet konularındaki Kapitülasyonlar rejiminin yerini alacak bir adalet reformu tasarısı hazırlamak için bir Komisyon kurulacaktır. Bu Komisyon, Osmanlı Hükumetiyle danıştıktan sonra, ya karma ya da birleştirilmiş bir adalet rejiminin benimsenmesini öğütleyecektir. Komisyonun hazırlayacağı tasarı ilgili Müttefik ya da tarafsız Devletlerin Hükumetlerine sunulacaktır. Başlıca Müttefik Devletler bunu kabul eder etmez, yeni rejimi kabul etmeyi şimdiden yükümlenen Osmanlı Hükumetine bildireceklerdir. Yeni rejimin yürürlüğe girmesi süresi konusunda, Başlıca Müttefik Devletler kendi aralarında ve, gerekirse, ilgili öteki ya da tarafsız Devletlerle anlaşmak haklarını saklı tutarlar.

MADDE 137. VII. Bölüm (Yaptırımlar) hükümleri saklı kalmak üzere, Türkiye'de oturanların hiçbiri, l

182 Ağustos 1914 tarihinden sonra, işbu Andlaşmanın yürürlüğe girişine kadar, askerlik ya da siyasal davranışları, ya da Müttefik Devletlere ya da bunların uyruklarına yaptıkları herhangi bir yardımdan ötürü, hiçbir bahane ile rahatsız edilemeyecek ve incitilmeyecektir; Türkiye'de oturan bir kişiye-ilişkin olarak, bu nedenle, verilen herhangi bir yargı kararı tümüyle yok sayılacak ve başlamış herhangi bir kovuşturma durdurulacaktır.

MADDE 138. İşbu Andlaşma gereğince Türkiye'den ayrılan topraklarda oturanlardan hiçbiri, l Ağustos 1914 tarihinden bu yana göstermiş olduğu siyasal tutumu yüzünden ya da işbu Andlaşma uyarınca uyrukluğunun düzenlenmesi nedeniyle rahatsız edilmeyecek ya da incitilmeyecektir.

MADDE 139. Türkiye, başka herhangi bir Devletin egemenliği ya da koruyuculuğu [himayesi] altında bulunan Müslümanlar üzerinde, ne nitelikte olursa olsun, her çeşit egemenlik ve yargı hakkından kesinlikle vazgeçer. İşbu Andlaşma gereğince Türkiye'den ayrılan ya da şimdi Türkiye'nin tanıdığı bir statüsü bulunan topraklarda hiçbir Osmanlı makamınca doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak hiçbir yetki kullanılmayacaktır.

BÖLÜM IV. AZINLIKLARIN KORUNMASI MADDE 140. Türkiye, 141., 145. ve 147. Maddelerin kapsadığı hükümlerin temel yasalar olarak tanınmasını ve hiçbir yasanın, hiçbir tüzüğün ve hiçbir Padişah Buyruğunun ya da resmî işlemin, bu hükümlere aykırı ya da bunlarla çelişir olmamasını, hiçbir yasanın, hiçbir tüzüğün, hiçbir Padişah Buyruğunun ve hiçbir resmî işlemin söz konusu hükümlerden üstün sayılmamasını yükümlenir. ... MADDE 142. l Kasım 1914'den beri Türkiye'de bir ürkü (tedhiş) rejimi bulunduğu için, İslam dinine geçişlerden hiçbiri olağan koşullar altında gerçekleşmiş olamayacağından bu tarihten sonraki islam'ı benimsemelerin tanınmaması ve, l Kasım 1914'den önce Müslüman olmayan bir kimsenin, özgürlüğüne kavuştuktan sonra, kendi isteğiyle İslam'ı benimsemesi için gerekli işlemleri yerine getirmedikçe Müslüman sayılmaması süregidecektir. Osmanlı Hükumeti, savaş süresince Türkiye'de yapılan topluca öldürmeler sırasında kişilere verilen zararları en geniş ölçüde karşılamak için, l Kasım 1914'den beri herhangi bir soydan ya da dinden olursa olsun, ortadan yok olmuş, zorla götürülmüş, gözaltı [enterne] edilmiş ya da tutuklanmış kişilerin aranması ve kurtarılması için, kendisinin ve Osmanlı makamlarının tüm desteğini sağlamayı yükümlenir. Osmanlı Hükumeti, zarar görenlerin, ailelerinin ve yakınlarının yakınmalarını dinlemek, gerekli soruşturmalarda bulunmak ve sözü edilen.kişileri özgürlüklerine kavuşturmaları için buyruk çıkarmak amacıyla, Milletler Cemiyeti Konseyince atanacak karma komisyonların çalışmalarını kolaylaştırmağı yükümlenir. Osmanlı Hükumeti, bu komisyonların kararlarına saygı gösterilmesini ve özgürlükleri geri verilmiş herkesin güvenliğini ve özgürlüğünü sağlamayı yükümlenir. ... MADDE 161. Limni [Lemnos, Lemno], Gökçeada [İmroz, Embros, Imbros, İmbro], Semadirek [Semendirek, Samothrace, Samotracia], Bozcaada [Te'nedos, Tenedos, Tenedo] ve Midilli \Mity tene, Mitvlene, Mitilene] dışında, 178. Maddede öngörülen Boğazlar ve adalar bölgesinde, Yunan ve Osmanlı jandarma kuvvetleri, bu bölgedeki Müttefikler-Arası îşgal Komutanlığına bağlı bulunacaktır. ... ALT-KESİM VIII. BOĞAZLARIN ÖZGÜRLÜĞÜNÜN KORUNMASI MADDE 178. Boğazlar’ın özgürlüğünü güvence altına almak üzere, Bağıtlı Yüksek Taraflar, aşağıdaki hükümleri kararlaştırmışlardır: 1. İşbu Andlaşmanın yürürlüğe girişinden başlayarak üç aylık bir süre içinde, aşağıdaki 179. Maddede belirtildiği gibi sınırlandırılan ve Marmara Denizi kıyıları ile adalarını ve Boğazlar'ın kıyılarını içine alan bir bölge ile, Limni [Lemnos, Lemno], Gökçeada [İmroz, Îmbros, Imbro], Semadirek103 [Samothrace, Samotracia], Bozcaada [Tenedosy Tenedo] ve Midilli [Mityl?ne, Mitylene, Mitilene] adalarında tüm yapıların, berkitilmiş yerlerin [tahkimatın] ve bataryaların silahsızlandırılması ve yıkılması gerçekleştirilecektir. Sözü geçen bölgede ve adalarda, bu

183 yapıların yeniden yapılması ve benzer yapılar yapılması yasaktır. Fransa, İngiltere ve İtalya, sözü geçen bölgede ve Limni, Gökçeada [İmroz], Semadirek ve Bozcaada'da yerleştirilmesi yasak kalan gezginci bataryaları hızla getirmekte kullanılabilecek şimdiki yolların ve demir yollarının kullanılmaz duruma sokulmasını hazırlamak hakkına sahip olacaklardır. Limni, Gökçeada [İmroz], Semadirek ve Bozcaada adalarında yeni yollar ve demir yolları yapımına ancak yukarıda sözü edilen üç Devletin izniyle girişilebilecektir. 2. Birinci paragrafın ilk fıkrasında öngörülen önlemler, Yunanistan'ca ve Türkiye'ce, herbiri kendi topraklan bakımından ve giderlerini kendileri ödemek üzere, ve 203. Maddede öngörülen denetim altında, uygulanacaktır. 3. Bölge toprakları ile Limni, Gökçeada [İmroz], Semadirek [Semendirek], Bozcaada ve Midilli adaları, askerî amaçlarla, ancak, birlikte davranan yukarıda adı geçen üç Müttefik Devletçe kullanılabilecektir. Bu hüküm, sözü edilen bölgede ve adalarda, 161. Madde hükümleri uyarınca Müttefikler-Arası işgal Kuvvetleri Komutanlığına bağlı bulunacak Yunan ve Osmanlı jandarma kuvvetlerinin kullanılmasına engel olmayacağı gibi, Midilli adasında bir Yunan garnizonunun kalmasına ve, 152. Maddede öngörülen, Padişahın özel koruma birliğinin varlığına da engel sayılmayacaktır. 4. Birlikte davranan sözü geçen Devletler, doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak, Boğazlarım özgürlüğüne dokunabilecek bir eylemin yapılmasını ya da hazırlanmasını önlemek için gerekli görecekleri kara ve hava kuvvetlerini söz konusu topraklarda ve adalarda bulundurmak hakkına sahip olacaklardır. Bu denetleme, denizden, adı geçen Müttefik Devletlerden herbirinin birer karakol gemisi aracılığıyla yapılacaktır. Yukarıda sözü edilen işgal kuvvetleri, gerektiğinde, 1907 tarihli La Haye IV. Sözleşmesine ekli Yönetmelikte ya da bunun yerine geçecek ve sözü edilen bütün Devletlerin taraf olacakları başka herhangi bir Sözleşmede öngörülen koşullar altında, karada elkoyma hakkını kullanabileceklerdir. Bununla birlikte, bu elkoymalar ancak hemen ödemede bulunma karşılığında yapılabilecektir. ... KESİM II. DENİZ KUVVETLERİNE İLİŞKİN HÜKÜMLER MADDE 181. İşbu Andlaşmanın yürürlüğe girişinden başlayarak, 30 Ekim 1918 Bırakışması [Mütarekesi] uyarınca Osmanlı limanlarında gözaltı121 edilmiş bulunan bütün savaş gemilerinin Başlıca Müttefik Devletlere kesin olarak teslim edilmiş sayıldıkları bildirilir. Bununla birlikte, Türkiye, balıkçılık ve polis hizmeti için kıyıları boyunca, 7 ganbot, 6 torpidoyu geçmeyecek sayıda gemi bulundurmak hakkına sahip olacaktır. ... MADDE 182. Türkiye'nin, 181. Maddede öngörülen gemilerin yerine geçecekler dışında, başka savaş gemisi yapması ya da edinmesi yasaktır. Torpidoların yerine devriye [karakol] gemileri konulacaktır. Bu gemilerin yerini alacak gemilerden ganbotlar 600 tonu; devriye [karakol] gemileri 100 tonu geçmeyecektir. ... MADDE 184. Ticaret amacıyla kullanılmak üzere yapımı bitirilebilecek su üstü gemileri dışında, şu sırada Türkiye'de yapılmakta olan –denizaltılarını da içine almak üzere- bütün gemiler yok edilecektir. Gemileri yok etme işine işbu Andlaşmanın yürürlüğe girişiyle başlanılacaktır.

MADDE 185. Su üstü ya da su altı her çeşit Osmanlı savaş gemilerinin yok edilmesinden elde edilecek eşya, makineler ve gereçler ancak yalnız sanayide ve ticarette kullanılabilecektir. Bunlar yabancı ülkelere ne satılabilir ne de verilebilir.

MADDE 186. Türkiye'de, ticarette kullanılmak için bile olsa, denizaltı yapımı ya da edinilmesi yasaktır. ... ÜÇÜNCÜ KESİM KARA VE DENİZ HAVACILIĞINA İLİŞKİN HÜKÜMLER MADDE 191. Türkiye’nin askerî kuvvetlerinde hiçbir kara ya da deniz hava kuvveti bulunmayacaktır. Güdümlü hiçbir balon elde bulundurulmayacaktır.

184 MADDE 192. İşbu Andlaşmanın yürürlüğe girişinden başlayarak iki ay içinde, şu sırada Türk kara ve deniz kuvvetlerinin kadrosunda görülen bütün havacı personel terhis edilecek tir.

MADDE 193. Osmanlı ülkesinin Müttefik birliklerinden tüm boşaltılmasına değin, Müttefik Devletlerin uçakları, Türkiye'nin bütün ülkesi üzerinde havalardan geçiş, transit ve iniş özgürlüğüne sahip olacaklardır. ... KESİM IV. MÜTTEFlKLER-ARASI DENETLEME VE ÖRGÜTLEME KOMİSYONLARI. MADDE 196. İşbu bölümün özel hükümleri dışında, işbu Andlaşmadaki kara, deniz ve hava kuvvetlerine ilişkin hükümler, bu amaçla Başlıca Müttefik Devletlerce atanacak Müttefikler-Arası Komisyonların denetimi altında Türkiye'ce ve giderlerini Türkiye yüklenmek üzere, yerine getirilecektir. Yukarıda sözü edilen Komisyonlar, kara, deniz ve hava kuvvetleriyle ilgili hükümlerin yerine getirilmesine ilişkin her konuda, Başlıca Müttefik Devletleri, Osmanlı Hükumeti katında temsil edeceklerdir. Bunlar, Türkiye makamlarına, Başlıca Müttefik Devletlerin almayı kendi yetkilerinde tuttukları kararları ya da sözü edilen hükümlerin yerine getirilmesinin gerekli kılabileceği kararları bildireceklerdir.

MADDE 197. Müttefikler-Arası Denetleme ve Örgütleme Komisyonları örgütlerini İstanbul'da yerleştirebilecekler ve gerekli gördükçe, Osmanlı ülkesinin herhangi bir yerine gitmek ya da buralara alt-komisyonlar göndermek, bir ya da birkaç üyelerini buralara gitmekle görevlendirmek yetkisine sahip olacaklardır. ... MADDE 259. İşbu Andlaşmanın IX. Bölümünün (Ekonomik Hükümler) 277. Maddesine dokunulmaksızın, Türkiye, Brest-Litovsk ve Bükreş Andlaşmalarıyla bunlara ek Andlaşmalarda yer alan hükümlerin tümünden yararlanmaktan vazgeçer. Türkiye, yukarıda adı geçen Andlaşmaların uygulanması sonucunda, almış olduğu tüm parasal belgeleri, maden paraları, değerli kâğıtları ve sürüme çıkarılabilir senetleri ya da malları, Romanya'ya, ya da Başlıca Müttefik Devletlere aktarmayı yükümlenir. ... ALT-KESlM II. ULUSLARARASI ÖNEMİ OLAN LİMANLAR MADDE 335. Adları aşağıda gösterilen Doğu limanlarının uluslararası önemde oldukları bildirilir ve işbu Kesimin aşağıdaki maddelerinde öngörülen rejime bağlı olacakları açıklanır: İstanbul, Yeşilköy'den [Ayastafanos'dan] Dolmabahçe'ye kadar; Haydarpaşa; İzmir; İskenderun; Hayfa; Basra; Trabzon (352. Maddede öngörülen koşullar içinde); Batum, ileride belirtilecek hükümler saklı kalmak üzere. Bu limanlarda serbest bölgeler bulunacaktır. İşbu Andlaşmadaki tersine hükümler dışında, yukarıda sayılan limanlar için öngörülen rejim, ulusal egemenliğe aykırı düşmemektedir. …

Ana hatları 24 Nisan 1920'de San Remo Konferansı'nda kararlaştırılan Sevr Antlaşması, 11 Mayıs 1920'de incelenmek üzere Osmanlı Hükumeti'ne verilmişti. Antlaşması'nın kabulünü kolaylaştırmak ve Sevr hükümlerini uygulamak üzere, İtilaf Devletleri'nin teşvik ve desteği ile Yunan ordusu da 23 Haziran 1920'de Anadolu'da ve Trakya'da saldırıya geçti. Bursa'nın, Balıkesir'in, Uşak'ın ve Nazilli'nin ardarda işgali ile Sevr'in uygulanmasını sağlamak ve Antlaşma maddelerinde herhangi bir

185 değişikliğe meydan vermemek bu saldırıda esas amaç olmuştu. Paris’e gönderilmiş olan delegeleri yeterli bulmamış olacak ki Damat Ferit Paşa kendine bir kararname çıkarıp kendisini de delege tayin ettirmiştir.259 Barış Konferansına sunulmak üzere Paris’teki Türk delegelerince hazırlanan ve Meclis ve Padişah tarafından onaylanmış koşulların, özellikle Trakya ve İzmir ile ilgili, hafifletilmesine ve daha mantıklı düzenlemeler yapılmasına dair metni ve açıklayıcı raporu da kendine göre değiştiren Damat Ferit Paşa, kendi düzenlediği hali ile Konferans’a sununca Tevfik Paşa sinirlenip İstanbul’a dönmüştür. Ancak İtilaf herhangi bir teklife açık değildir. 7 Temmuz 1920’de düzenlenen Spa Konferansı’nda Türk'lerin isteklerini reddetmişler ve verdikleri cevapta “Savaşın iki yıl uzamasına ve İtilaf Devletlerinin milyonlarca insan ile yüzlerce milyarlık zayiata uğramasına Osmanlıların sebep olduğunu ve Trakya ve İzmir’in Osmanlı hakimiyetinden ayrılması ile ilgili maddelerde hiçbir değişiklik yapılmayacağı” bildirmiş, esasen buralarda Türk'lerin azınlıkta olduğunu ve barışı imzalamak için 27 Temmuz akşamına kadar vakitleri olduğunu söylemişlerdir. 260

Bunlardan haberi olan Ankara’daki TBMM 18 Temmuz 1920 tarihli gizli toplantıda “Misak-ı Milli sınırları içindeki milleti ve vatanı kurtarmak için”261 and içerken Osmanlı Hükumeti ise 20 Temmuz’da anlaşmanın imzalanmasını tavsiyeye karar vermiştir. Kabulü veya reddi için devletin ileri gelenleri ve askeri erkanın fikirlerine başvurmaya karar veren Sultan Vahdettin'in başkanlığında toplanan Saltanat Şürası kabulü ve reddi için iki durumu değerlendirmiştir. Eğer kabul ederlerse o zaman Osmanlı Devleti’nin İstanbul dahil, belirli sınırlar içinde devam edeceğini, ancak Ermeni, Rus, Romanya, Bulgaristan ve Yunan Devletleri arasında varlığını korumak zorunda kalacağını belirtmişlerdir. Eğer reddedilirse de Anadolu’daki savaşın genişleyeceği bu yüzen Osmanlı Saltanatı ve Osmanlı Hükumeti’ne son verilip idareyi İtilaf’ın ele alacağı toprakların tamamıyla bölüştürüleceği düşünülmüştür. Bu nedenle de 700 senelik Osmanlı Devleti’nin yok olmasını önlemek amacıyla İtilafın teklifini kabul etmek zorunluluğu olduğuna karar vermişlerdir. Ancak yine de bazı

259 Dr. Selahattin Tansel, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, Milli Eğitim Basımevi, Ankara, 1978, III. Cilt, s.169 260 Dr. Selahattin Tansel, a.g.e., s.170 261 B.M.M. Zabıt Ceridesi, C.2 s.335’den aktaran Dr. Selahattin Tansel, a.g.e., s.170

186 koşullarda hafifletmeler isteyip kabul edilmezse de anlaşmayı var olan hali ile kabul edeceklerini bildirmişlerdir. 262 Bu hafifletme istekleri hiçbir şekilde kabul edilmemiş ve aynen kabul edilmezse İstanbul’un Türklerden alınacağı bildirilmiştir. Bunun üzerine Damat Ferit Paşa tarafından görevlendirilen Reşat Halis Bey, Hadi Paşa ve Rıza Tevfik (Bölük başı) Bey Sevr Antlaşmasını 10 Ağustos 1920'de imzalamışlardır.

Ancak Sevr, ölü doğan bir antlaşma olur. TBMM, bu antlaşmayı hiç dikkate almadan Türk Ulusu'nun bağımsızlığını ve Misak-ı Milli'yi silahının gücüyle kabul ettirmek için mücadelesine devam etmiştir. 10 Ağustos 1920 tarihinde Osmanlı Hükumetini temsilen Damat Ferit’in yolladığı ekip tarafından imzalanmış olan Sevr Anlaşması’nın, parlamentolar tarafından onaylanmadıkça bir anlam taşımayacağı doğaldır. O nedenle İtilaf Devletleri geçerli olabilmesi için anlaşmayı hem kendi parlamentolarına hem de Osmanlı parlamentosuna onaylatmak zorundaydılar. İkisi de kolay olmayacaktır. Öncelikle Osmanlı Anayasası’nın 7. maddesi barışla ilgili anlaşmaların parlamentoca onaylanmasını öngörse de işgal sırasında dağıtıldığından ortada bir parlamento yoktur. Kemalistlerin ve Büyük Millet Meclisinin iknası için işgalci Yüksek Komiserler ve işgalci devletler devreye girmiştir. Anadolu’nun anlaşmayı onaylaması için bir Osmanlı heyeti gönderilmesine karar vermişlerdir. Bu durum görüşülürken Damat Ferit karşı çıkmıştır. Cani amaçlara sahip olduğunu düşündüğü bu insanlarla temas kurulmaması gerektiğini savunmuştur.263 Bu durum da işgalcilerin işine engel olduğundan hoşa gitmemiştir. Amiral Robeck, Damat Ferit’in kendi güvenliği ile ilgili garanti istemesi üzerine yazdığı nota Lord Curzon önce Sevr’in onaylanmasının gerektiği cevabını almıştır. Bu olanlar Fransa Yüksek Komiseri’nin padişahı ikna edip Damat Ferit’in değiştirilmesine karar vermişlerdir. İngilizler de bir yandan Tevfik Paşa’yı ikna etmişler ve böylelikle kolayca çıkarları doğrultusunda hükumet ve sadrazam değişikliği sağlanmıştır. Planlanan gelen hükumetin “Anadolu ile anlaşabilecek” özelliklere sahip olmasıdır. Sevr Antlaşması'nın Osmanlı Hükumeti'nce imzalanması, Anadolu'daki milli mücadele

262 Dr. Selahattin Tansel, a.g.e., s.172 263 G.Jaeschke, “Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Gizli Belgeleri”, Türkiye'nin Parçalanması ve İngiliz Politikası (1900 - 1920), s.544-545

187 azmini kuvvetlendirmiş, halkın İstanbul Hükumeti'nden ümitlerini kesmesine neden olmuştur. Büyük Millet Meclisi 19 Ağustos 1920 tarihli toplantısında, Sevr Antlaşması'nı imzalayan ve bunu onaylayan Şüra-yı Saltanat'ta bulunanların vatan hıyanetiyle itham olunarak vatansız sayılmaları kararını alır ve Büyük Millet Meclisi Hükumeti bu antlaşma ile kendini hiç bir surette bağlı görmediğini de ilan eder.

İşgalci Yüksek Komiserler yeni Tevfik Paşa Hükumeti’nden hem Anadolu ile anlaşmasını hem de ardından Sevr’in onaylanmasını beklemiştir. Hükumet de hemen Kemalistler ile bağlantıya geçecek bir ekip hazırlarken bir yandan da parlamentoyu Sevr’in kabulü amacıyla toplanmasına karar verdiklerine dair açıklama yapmışlardır.264 Heyet görevini başaramamış ve Sevr de parlamento ve Padişah tarafından onaylanmamıştır. Böylelikle işgalci devletlerin parlamentolarında da Sevr onaylanamamış ve böylelikle resmi ve yasal olarak geçerli olmamıştır. Fransa’da, hem Venizelos’un devrilip yerine Konstantin’in gelmesi hem de Türk Milliciler ile yakınlaşmalar itibariyle Yunanistan’dan uzaklaşılmış ve Aralık 1920’de Leygues, arka arkaya 20 Fransız Hükumeti değişse de bunlardan hiçbirine parlamentonun, anlaşmanın onaylanması için onay vermeyeceğini belirtmiştir. Anlaşmada revizyon isteyen Leygues “İzmir’in Türk hakimiyetine geri dönmesi esası üzerinde M.Kemal ile süratle anlaşılması”nın kaçınılmaz olduğunu ifade etmiştir.265

Mondros Mütarekesinden sonra başlayan yasa dışı işgal normal işleyişinde ilerlerken yasal işgal için uygun zemin oluşturma çalışmaları da devam ediyordu. Savaşın resmi olarak bittiğini ve savaş sonrası ganimetin paylaşımının belirlenmesi için 1919 yazında toplanan Paris Barış Konferansı 6 ay sürmüştür. Bu konferans sırasınca Almanya ile yapılan Versailles, Avusturya ile yapılan Saint-Germain, Bulgaristan ile yapılan Neuilly, Macaristan ile yapılan Trianon ve Osmanlı ile yapılan, en azından yapılacağı düşünülen, Sevres Antlaşmalarının temeli oluşturulmuştur. Wilson’un getirdiği yeni prensiplere göre biçimlenmiş olan konferansın kararları ertesi sene kurulan Birleşmiş Milletlerde de resmileştirilip onaylanmıştır. Konferans sırasında aslında Türkiye de Almanya ve Avusturya-Macaristan gibi yenilgiye uğramış bir

264 Dr. Selahattin Tansel, a.g.e., s.186 265 G.Jaeschke, a.g.e, s.547

188 ulustu. Almanya, İtilaf işgal kuvvetlerini kabul etmek zorunda kalmıştı. Habsbourgların İmparatorluğu ise artık parçalara bölünmüş ve iki adet cumhuriyete dönüşmüştü. Versailles Konferansı sırasında Osmanlı İmparatorluğu ile de bir barış antlaşması imzalanabilirdi, ancak 4 büyükler o sırada bu bölgeyi dostlarına armağan olarak dağıtabilecekleri bir alan olarak görüyorlardı. Kaldı ki bu 4 büyüklerden üçünün sevdiği isim olan Venizelos’un Yunanistan’ına pay çıkarma girişimleri sırasınca İtalya’nın farklı bir sebepten geri çekilmesi üzerine de artık karşı çıkan kalmaması nedeniyle, Yunanistan’a gayri-resmi olarak harekete geçme izni verilmiştir. İstanbul’un resmi işgalinden sonra İtilaf devletleri 1920 Nisan’ında San Remo Konferansında toplanıp Türkiye’yi darmadağın etme antlaşması olan Sevres’i hazırlarken Ankara’daki yeni ve güvenli karargahında, Mustafa Kemal, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk toplantısını açmıştır. Olan bitenden etkilenen işgalciler en sonunda Türkiye ile imzalanan anlaşmanın (Sevres) şartları kamuoyuna Paris’teki Yüksek Konsey yerine Yunanistan’dan Venizelos tarafından açıklamıştır. İlk parlamentonun üyeleri anlaşmanın içeriğinden önce duyuruluş şeklinden de rahatsız olmuştur. Her ne kadar beklenildiği gibi İstanbul, Türk'lerin elinde kalıyor, Arap ülkeleri elden çıkıyordu. Fransızlar Suriye’yi alıyor; İngilizler Filistin ve Mezopotamya’yı yönetmek sorumluluğunu yükleniyorlardı. İstanbul Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakkale, uluslararası kontrol altında açık bir su geçidi haline getiriliyordu. Ancak İstanbul’daki gazetelerin manşetlerinde yer kaplayan ve halkı hareketlendiren esas maddeler bunların dışındakiler olmuştur.

Yunanistan, İzmir ve İzmir’in iç bölgesini topraklarına katıyordu. Ege adaları ve Gelibolu yarımadasında da çoğunluğu elde ediyorlardı. Batı ve Doğu Trakya da Yunanistan’a verilecek; Türkiye’nin Avrupa’daki tek toprağı, İstanbul’un Şekil 38: İngiliz General Sir Henry batısındaki ince bir hata inecektir. Oniki ada İtalyanlara teslim Wilson266 edilirken Merkezi Erzurum olmak üzere Rus sınırında bağımsız bir Ermenistan devleti kurulacaktır. Kürdistan’ın alanı genişletilip netleştirilecek ve

266 Tempo Dergisi Sayı 20, 17-05-2007, s.41 (Atilla Oral arşivinden).

189 iç işlerinde serbest kalacaktır. Kapitülasyonlar yeniden devreye girecek ve Türk maliyesi de İtilaf devletlerinin eline geçecektir. Türk Silahlı Kuvvetleri İtilaf kuvvetlerinin emri altında olacaktır. Ancak işgal sırasında İstanbul’da olan Sir Henry Wilson anılarında şöyle yazarak anlaşmanın şartlarının imkansızlığını ifade etmiştir: “Fraklı beyler gerçeklerle olan bağlantılarını tamamen yitirmişler. Türkiye’yi Asya’ya sürmekle iktidarda kalacaklarını sanıyor olmalılar.”267

Antlaşma Sultan’ın hükumetine 10 Haziran’da sunulmuş ve 10 Ağustos’ta da imzalanmıştır. Aradan geçen zaman, bu antlaşmayı imzalayacak kadar gevşek ve yüzsüz bir hükumet bulmaya harcanmıştır.268 Sultan’ın kız kardeşlerinden biriyle evli olan Damat Ferit Paşa sadrazam olarak atanmış ve böylelikle hükumet kurulabilmiştir. Ancak Türk'lerin Sevres’e boyun eğmeyecekleri bellidir, Aralık ayında Ermeni devleti kurma fikri imkansızlaşmıştır ve artık İtilaf devletlerinin ellerinde geriye bir tek işgal bölgeleri kalmıştır. Bu bölgeler, İzmir’den başlayarak doğuya doğru ilerleyen Yunanlılarla, Boğazların iki tarafındaki uluslararası bölgelerdir. İtilaf devletleri, Yunanlılar hesabına bir garanti unsuru olarak hala bölgede askerlerini tutuyor, savaş gemilerini Marmara’dan çekmiyor ve şimdilik İstanbul’u da boşaltmıyorlardı. Yunanlıların yönetim değişikliği ardından devam ettiği işgal mücadelelerinde, yeni Türk Meclisi ordusunun üstün başarıları nedeniyle geri çekilmeye başlamak durumunda kalması nedeniyle İtilaf devletleri buna el koymak gerektiğini anlamışlardır. Milliyetçilerle Padişah arasında bazı haberleşmeler oluyordu ve bu haberleşmelerde Ankara, Sevr Antlaşmasına ilişkin kendi görüşlerini açıklıyordu. Onlar, anlaşmanın formüle edildiği gibi kabul edilmesinin imkansız olduğunu iddia ediyor ve bunu desteklemek için de Anadolu Halkının Padişah’a sadakatini sürdürdüğünü, ısrarla belirtiyorlardı. Vahdettin de anlaşmanın onaylanmasını istemiyor olma ihtimali olsa da, Milliyetçiler tarafından da yönetilmeye niyeti yoktu. Şubat ayında Yunan hükumetine, İstanbul’daki Padişah’ın hükumetine ve Ankara hükumetine birer çağrı gönderilerek, Sevres Antlaşmasının hükümlerinin görüşülmesi için Londra’da toplanacak bir konferansa

267 David Walder, Çanakkale Olayı, s.104 268 David Walder, a.g.e., s.116

190 çağrıldıkları bildirilmiştir.269 Ve fakat çağrılan üç hükumet ortaya anlamsız bir tablo çıkaracaktı. İstanbul hükumeti, asi saydığı Ankara hükumetini tanımayacaktı, Ankara kozların kendi ellerinde olduğunu bildiklerinden Anadolu üzerinde İstanbul’un söz sahibi olmasını reddedecekti. Aslında Yunanlılar da Mustafa Kemal’in hükumetini meşru kabul ederlerse kendi savundukları davayı yıkmış, Türkiye’deki varlıklarının sebeplerini ortadan kaldırmış olacaklardı, çünkü padişaha karşı savaşıyorlardı.

Osmanlı’nın parçalanmasına izin veren Sevr anlaşmasını imzalayan İstanbul Hükumetine karşılık Ankara Hükumeti Gümrü anlaşmasını imzalayarak doğu sınırını garantiye almıştır. Bu da ona büyük bir prestij sağlayacaktır. Gümrü Antlaşması 2-3 Aralık-1920 tarihinde yapılmıştır. Rusya'nın durumundan yararlanarak kendi devletlerini kuran Ermeniler ve Gürcüler, Wilson İlkeleri'ni kendilerine göre yorumlayarak, Doğu Anadolu'nun kendilerine verilmesini istemişlerdi. Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan sonra, Osmanlı Orduları önce Kafkas'ları ardından Doğu Anadolu'nun sınır bölgelerini boşalttılar. Türk birliklerinin çekilmesinden sonra işgal hareketlerini hızlandıran Ermeniler, yerli Müslüman halka insanlık dışı davranışlarda bulundular. Bunun üzerine Büyük Millet Meclisi Hükumeti, Ermenilere savaş açtı. TBMM, Mondros Mütarekesi kararı gereği boşaltılan Kars, Artvin ve Ardahan'ın tekrar geri alınması için gereğinin yapılması yolunda ayrıca yetki verdi. 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir komutasındaki Türk Birlikleri. 28 Eylül 1920'de taarruza geçti. 29 Eylül'de Sarıkamış'ı, 30 Ekim'de Kars'ı, 7 Kasım'da Gümrü'yü geri aldı. Ermeniler barış istedi. Görüşmelerde TBMM'ni Kazım Karabekir, Erzurum Milletvekili Süleyman Necati Bey, Erzurum Valisi Hamit Bey, Ermenistan'ı ise Başbakan Aleksandr Katisyan ve beraberindekiler temsil etti.

2-3 Aralık gecesi imzalanan Gümrü Antlaşması şöyleydi: Kars ve yöresi Türkiye'ye geri verilecek; Ermenistan'ın Türkiye'ye karşı diğer devletlerle yaptığı tüm antlaşmalar kaldırılacak; Aras Nehri Çıldır Gölüne kadar uzanan hat Doğu sınırı olarak çizilecek, Sevr antlaşmasını ve Türkiye çıkarlarına uygun olmayan antlaşmaları Ermenistan hükumeti de kabul etmeyecek; Türkiye'deki Ermenilerle, Ermenistan'daki Müslümanların diğer yurttaşlar gibi eşit haklardan yararlanacak;

269 Dr. Ş. Can Erdem, “İtilâf Devletleri'nin İstanbul'u Resmen İşgali ve Faaliyetleri”, ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 62, Cilt: XXI, Temmuz 2005

191 İki ülke arasında en erken vakitte diplomatik ilişkiler, telgraf ve telefon ulaşımları kurulacak; Türk koruyuculuğu altında yerel özerklik verilecek olan İtur ve Nahçıvan illeri kendi kaderlerini kendileri tayin edecekler; Ermenistan saldırıya uğrar ve yardım isterse, Türkiye ona askeri yardım da bulunacak; Ermenistan silah ithal etmeyecek; Her iki taraf birbirinden savaş ödeneği istemeyecek; Türk ordusu, Ermeni ordusu Antlaşmada saptanan sayıya indirildiği taktirde Ermeni topraklarını boşaltacaktır.

Gümrü Antlaşması'nın imzalanmasından bir gün sonra, Ermenistan Cumhuriyeti Kızılordu'nun işgaline uğradı ve Erivan'da Sovyet Ermeni Cumhuriyeti kuruldu. Sovyet Ermenistan Cumhuriyeti'nin kurulması ile Gümrü Antlaşması'nın onaylanması askıya alınmış, antlaşmanın yürürlüğe girmesi mümkün olmamıştır. Doğu Cephesi'nde kazanılan zafer doğu sınırlarının belirlenmesinde yararlı olmuş, önce 16 Mart 1921 Moskova Antlaşması, daha sonra 13 Ekim 1921 Kars Antlaşması ile ufak değişikliklerle Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınır belirlenmiştir. Gümrü Antlaşması, TBMM'nin imzaladığı ilk antlaşma olmasından dolayı önemlidir.

D – ÜÇLÜ YÖNETİM: İSTANBUL – ANKARA VE İŞGAL YÖNETİMİ

Mondros Ateşkes Anlaşması imzalandığında Osmanlı İmparatorluğu en düşkün seviyesindeydi. Tahtta mutlakıyete inanan yeni bir padişah, Sultan Mehmet Vahdettin vardı. Sonuç olarak, Genç Türkler, kendi siyasi kimliklerini bulabilmek için her şeye yeniden başlamak zorundaydılar. İTP’nin iktidar olduğu dönemde,

192 Sultan II. Abdülhamit’in gözde kardeşi Şehzade Vahdettin, İttihatçı karşıtı Hürriyet ve İtilaf Partisi’nin çok güçlü bir sempatizanı olduğu bilinmekteydi. Vahdettin’in kayın biraderi Damat Ferit bu partinin başkanı olmuştu. Damat Ferit daha önce İTP üyesi olmasına rağmen, İTP’nin hükumette kendisine yer vermemesi üzerine hayal kırıklığına uğramış ve muhalefete katılmıştı. İTP önderleri, Vahdettin’den hoşlanmıyor ve ona güvenmiyordu. 1916’da Vahdettin yasal varis olarak Yusuf İzzettin Efendi’nin ardından tahtın ikinci varisi olarak kendisini ataması için Padişah Mehmet Reşat’ı ikna etmişti. Vahdettin, Yusuf İzzettin’in tahta geçtiğinde İTP ile birlikte karar verip, İTP yandaşı bir varis atamasından korkuyordu. Ancak intihar eden Yusuf İzzettin Efendi, Mehmet Reşat’ın da ölümü üzerine 13 Eylül 1918’de Vahdettin tahta geçmesinde önünü açmış oluyordu.270 Kendisiyle aynı fikirde olmayan herkesi İttihatçı olmakla suçlayan kayın biraderi Damat Ferit’in Sadrazam olmasından sonra, Damat Ferit onu, Türkiye’nin ayakta kalmasının umudunun İtilaf kuvvetleri ile, en başta da İngilizlerle işbirliği olduğuna inandırmıştı. Padişah Yunan ve Fransız işgallerinin ve yerel direnişlerin seyrini izliyor ve konuyla ilgili brifingler alıyordu. İmparatorluk mülkünün İtilaf subayları tarafından işgal edilmesine ise, “Yabancı askerlerin, benim İmparatorluğumdaki en yoksul kulübeyi işgal etmesiyle, İmparatorluk mülkünü işgali arasında bir fark yoktur” diyerek karşı çıkmamıştı. Vahdettin’in Osmanlıları yenmiş olan İtilaf devletlerine karşı politikası, kendinden önceki son dönem Sultan-Halifelerin klasik politikası idi. Müslüman eyaletler ismen onun hükümranlığına bırakıldığı sürece Padişah, İngilizlerin idari ve mali konulardaki denetimini umursamıyordu. İngiliz himayesi ile aslında hem İTP milliyetçiliğinden kendini koruyabilecek, İTP’nin yükselttiği genç subayları da ordudan çıkarıp kendisine sadık bir ordu yaratabilecekti.271

Müslüman olmamasına rağmen halifelerinin ülkesinin işgal edilmesine kendi ülkelerinin işgalinden daha büyük tepki veren halkına destek için protestoları ile kargaşa yaratmış olan Gandhi eylemlerinin sürdüğü Hindistan’ın İngiliz Valisi Montagu’nun uyarıları üzerine Halife’nin manevi gücü kesinlikle kabul edilmiş hatta

270 Uşaklıgil, Saray ve Ötesi s. 396 ve Başmabeyinci Lütfi Bey (Simavi), Osmanlı Sarayı’nın Son Günleri, s.339’dan aktaran Nur Bilge Criss, s.70 271 Akşin, Osmanlı Padişahlarının Toprak ve Hilafet Uğruna Verdikleri Ödünler, A.Ü. Siyasal Bilg. Fakültesi Dergisi 29: s.31-133’den aktaran Nur Bilge Criss, s.72

193 çoğu zaman da işgal planının işlemesinin yegâne belkemiği olarak işgalcilerce kullanılmıştır. Vahdettin ise İtilaf kuvvetlerinin ancak onu İstanbul’dan sürmeyeceklerini anladığı zaman rahatlamıştı. İngiliz işgalciler ile Saltanat arasında çift yönlü bir ilişki mevcut olmamıştır. İngiliz ve hatta tüm işgalciler İstanbul’a Osmanlı’yı cezalandırmak için gelmiştir. Özellikle işgalin ilk zamanlarında tam bir sömürge halkı muamelesi yapma girişimleri mevcuttur. Küstahça davranma konusunda birbirleriyle yarış halinde olmuşlardır. İngiliz askerleri İstanbul’a girdikleri zaman “Türklere yüz vermemek ve ağır biçimde cezalandırılacakları”nı duyurmak direktifini almışlardır.272 İstanbul Hükumeti, mütarekeden sonraki ilk altı aylık dönemini Osmanlı Devleti’ni I. Dünya Savaşı’na soktuğu ve devleti bugünkü olumsuz ortama sürüklediği gerekçesiyle ittihatçıları sorgulamakla ve İngilizlerle yeniden dostluk kurmanın yollarını aramakla geçirdi. Hükumetin ittihatçılara yönelttiği suçlamalar ve intikam duygusu, zaman zaman Sultan Vahdeddin’in de basın açıklaması yapmasına sebep oldu. Bunlardan biri daha sonra ciddi tartışmalara da sebep sebebiyet verecek olan New York Herald muhabirine yaptığı açıklamasıydı. Sultan bu açıklamasında “İttihatçılara savaş ilân etmiş bulunuyorum” diyerek, ittihatçılara olan kızgınlığını dile getiriyordu.

Halbuki, ittihatçıların lideri konumundaki üç isim Enver, Talat, ve Cemal Paşa’lar ile partinin önde gelen isimlerinden Bahattin Şakir ve Dr. Nazım Bey’ler 2 Kasım 1918 tarihinde Odesa’ya giden bir yabancı gemiye binerek İstanbul’dan gizlice ayrılmışlardı. O sırada Sadrazam olan ve ittihatçılıkla suçlanarak istifaya zorlanan Ahmet İzzet Paşa’ya yolladıkları bir mektupta kaçış sebeplerini “düşman donanması İstanbul’a geldiği zaman orada bulunmak istemedik. Arkamızdan söylenen ve söylenecek olan iftiralara ileri de cevap vereceğiz...” şeklinde açıkladılar.273 Başta Sultan ve Damat Ferit olmak üzere, İttihatçılar sözde Ermeni katliamcısı olarak suçlanıyordu. Sultan’ın 23 Kasım 1918’de gazetecilere verdiği demeçte “...Eğer o zaman saltanat makamında bulunsaydım elbette bu elem verici sonuç hiçbir zaman meydana gelmezdi. Türkiye’de bazı siyasî komiteler tarafından Ermeniler hakkında

272 Doğan Avcığolu, Milli Kurtuluş Tarihi, s.100 273 Selçuk Üniversitesi Uzaktan Eğitim Programı (SUZEP), http://farabi.selcuk.edu.tr/suzep/tarih/ders_notlari/guz_yariyili/bolum_11/bolum11.html, 22.06.2007

194 reva görülen işlemleri, sonradan büyük bir üzüntü ile öğrendim. Bu gibi kötülüklerle aynı vatanın çocukları olan insanlar arasında geçmiş olan karşılıklı kıyımlar kalbimi çok derinden yaralamış bulunmaktadır. Tahta geçtiğim günden başlamak üzere bu çeşit olaylara yol açanların en ağır şekilde cezalandırılmaları için derhal inceleme ve araştırma yapılması emri vermiş bulunmaktayım...” dedi. Bu gelişmelerin ardından İtilaf devletleri sözde bu katilleri seçen Meclis-i Mebusan’ın dağıtılması için baskı yapmaya başladı. Baskılara daha fazla dayanamayan padişah, 21 Aralık 1918’de “zaruri siyasî sebepler” gerekçesiyle meclisi dağıttı. Bu dönemde Saray’ın İtilaf devletlerine karşı tutumu tam bir teslimiyetçilik içindeydi. Yalnız I. Dünya Savaşı’nda, yaklaşık 325.000 can kaybedilmiş, mütareke ile askerî güç tamamen kalkmıştı. Düşmana karşı kuvvet kullanılamayacağı fikri; Saray’a, yönetici kadroya ve bazı aydın çevrelere hakimdi. Bu teslimiyetçi tutum, İtilaf kuvvetlerine güçlük çıkarılmadığı taktirde, Türkiye’nin lehine anlayış gösterileceği umuduna dayanmaktaydı. Bu yüzden, başta Sultan Vahdeddin ve Damat Ferit olmak üzere bir kısım Osmanlı devlet adamı ve aydını, İngiltere’nin himayesinin kabul edilmesini savunuyorlardı. İstanbul’da faaliyet gösteren İngiliz Muhipleri Cemiyeti de aynı amaç için çalışıyordu. Nitekim böyle bir antlaşma 12 Eylül 1919 tarihinde gizli olarak imzalanmıştı. Antlaşma gereğince “Osmanlı Saltanatı, Büyük Britanya Mandası altına geçmeyi kabul ediyor ve hilâfetin ruhanî ve manevî kudretini İngiliz menfaatine hakim kılınacağını” taahhüt ediliyordu. “Umutlarını Allah’tan sonra İngiltere”ye bağlayan Padişah için İngiliz yetkilileri ile görüşmek yasaklanmıştır. Hatta Sultan Vahdettin İngiltere Komiserlik danışmanlarından birini huzuruna kabul etmek istediğinde İngiliz Dış işleri Bakanlığına, Londra’ya bildirilmiş ve gelen “Hayır” cevabı olmuştur. Selamlık töreninde bile bulunmayacaklarını ifade eden işgalci komiserler, törene ait kartların dağıtımında da sorun çıkarmışlardır. İngilizlerin Veliaht Abdülmecit’e karşı tutumları da sert olmuştur. Milli hareket yanlısıymış gibi bir izlenim yarattığında tercüman Ryan tarafından sertçe uyarılır. Daha sonra milli hareket tarafından halife yapılacak olan veliaht milli hareket için “haince, ahmakça, gaddarca” dese de kendi sarayında gavur polis gözetiminde tel

195 örgülerle çevrili olarak hapsedilmiştir. 38 günlük gözaltından sonra General Milne’ye yazılan rica mektubu ile ancak kurtulabilecektir.274

Amiral Calthorpe, yüksek komiserliğe atandığında Lord Balfour’dan Türklerle yakınlaşmamasına ve dostluk kurmamasına dair direktiflerini alır. Ve bu durumun Barış Antlaşmasına kadar sürmesini, o zamana kadar tüm konukseverlik girişimlerini bertaraf etmesini ister. İstanbul’daki İngiliz Başkomutan General Wilson de buna uygun direktifleri subaylarına şöyle iletir: “Türk yönetici sınıflarının kendine özgü zihniyetini göz önüne alan İngiliz Hükümeti, ”Türk propagandasının yüksek rütbeli Şekil 39: Lord Balfour275 İngiliz subaylarının sempatisini kazanma biçiminde gelişmesini olası görmektedir. Bu nedenle Barış Antlaşması imzalanıncaya kadar Türklerin konukseverlik önerilerini kesinlikle reddetmeniz konusunda emirlere uymanız..”276 İngilizler bu direktiflere bağlı kalırken Fransız ve İtalyanlar, Türk dostu görünüp farklı kapıları da açık bırakmaya özen göstermişlerdir. İngilizler ise Türkiye’yi cezalandıracaklarını İngiliz’den çok İngilizci Türk dostlarına da göstermekten geri kalmamışlardır. Nezaket ziyaretinde İngiliz dostu Türk Dışişleri Bakanı Mustafa Reşit Paşa’ya buraya İngilizlere karşı sempati yaratmaya gelmediklerini beyan etmişlerdir. Vahdettin ve Damat Ferit’in İngiliz himayesine girme isteklerini ise şiddetle reddederler. İngiliz Sevenler Derneği kurucusu Sait Molla’nın niye Türklere karşı dikkat çekecek kadar soğuk davrandıklarını merakı üzerine askeri ateşe Deedes “bir tek Türk’ün bile kafasında verilecek cezanın çok ağır olacağına dair şüphe yaratmak istemediklerini” aktarmıştır. Aynı Deedes, Mütareke Komisyonunda Türk temsilcisi Kemali Söylemezoğlu’na da “Savaş ilan edildiği gün ben Lord Kitchener’in yanındaydım. O, öyle ise Türkiye’yi

274 Avcığolu, a.g.e., s.101 275 Edward M. House Papers. Manuscripts & Archives, Yale University Library., http://mssa.library.yale.edu/madid/showzoom.php?id=mss&msrg=466&msrgext=0&pg=1&imgNum= 8111, 22.06.2007 276 David Walder, Çanakkale Olayı, s.77

196 mahvedinceye kadar savaşa devam edeceğiz, demişti. Bugün hakkınızda İngiltere’de egemen fikir hala budur.” demiştir.277

İngiltere Başbakanı Lloyd George’n deyimiyle “Son haçlı seferinin galip komutanı” sayılan ve 20 Kasım 1918’de “Türklere iyice sert baskı yapılmalıdır”278 gibi yorumları da bulunan İngiliz Doğu Orduları Başkomutanı Allenby’nin İstanbul’a atanmasından sonra verdiği ültimatom aşağıdaki gibidir: “1- VI. Ordu Komutanı Ali İhsan Paşa, başka bir göreve atanacaktır.279 2- VI. Ordu’nun tüm silahları alınarak, top ve tüfekleri vb. tarafımdan gösterilecek yerde bana teslim edilecektir. 3- Tarafımdan emir verildiği anda, halkın elindeki silahlar toplanacaktır. 4- Bölgemde hizmetlerine lüzum görmediğim Türk jandarmalarının silahları alınarak, bunlar emrim gereğince terhis edilecektir. Bölgemdeki öteki jandarmalar, terhislerine kadar emrim altında bulunacaktır. 5- Tutum ve eylemlerini hoş görmediğim memurlar, emirlerime uyarak, görevlerinden alınacaklardır. 6- Durumun elverdiği ölçüde, Ermeniler, memleketlerine geri gönderilecektir. Bunların yerleştirilmeleri sağlanacak, arazileri ve öteki malları kendilerine geri verilecektir. Ermenilerin memleketlerine geri dönüşüne yardımcı olmak ve uğradıkları zarar ve ziyanı saptamak üzere gereken yerlere yollayacağım subaylarıma kolaylık gösterilecektir. 7- Gerek cinayet, gerekse genel asayişi bozmakla suçlanan kişileri tutuklamak yetkim içindedir. 8- Konya’nın Doğusundaki bütün demir yolları denetimim altında bulunacaktır. 9- Bölgemdeki bütün telgraf ve telefon haberleşmesi, denetimim altındadır. Türkçe olarak şifre telgrafları buralarda kabul edilmeyecektir. 10- VI. Ordu dağıtılacak ve erler, haftada 300 kişilik kafilelerle memleketlerine gönderilecektir.

277 Avcığolu, a.g.e., s.103 278 Avcığolu, a.g.e., s.113 279 Yerine Allenby, Mustafa Kemal’in atanmasını önerecektir.

197 11- Osmanlı memurları, Hint Ordusundakiler dahil bütün kaçakları teslim edeceklerdir. 12- İstediğim yerleri işgal etmek hak ve özgürlüğüne sahip olduğum anlaşılmalıdır.”280

Bir yandan istediği gibi parlamentoya girip kafasına estiklerini tutuklayan, canının istediklerini Malta’ya süren İngiliz işgalci kuvvetleri, Padişah ve ailesinin hükümranlığına tecavüzde de elinden geleni ardına koymamıştır. Osmanlı prenseslerinin evlerine de ayırt edilmeksizin el konuluyor, Şehzade Tevfik ile bir Osmanlı prensesi olan karısı da kolayca tutuklanabiliyordu. Generalleri d’Esperey de Türklere tiksintiyle bakıp: “Gayretli olanlar sadece İttihatçılardı; gerisi, bir güzel kalaylayabileceğim hadımlar sürüsünden başka bir şey değildi.” dese de, İstanbul’da oturan bir Fransız dahi tutuklamaları şaşkınlıkla karşılıyor ve şöyle aktarıyordu: “İngiliz subayları, tüfeklerine süngü takmış Hintli askerlerin kolculuğunda, yegane suçları ülkelerini sevmek ve ikinci yurtları Fransa’ya sempati göstermek olan onurlu insanların evlerini gece yarısı bastılar...İngilizler, ne Osmanlı Prensi İbrahim Tevfik Efendi’yi ve karısını, ne paşaları, ne yazarları, ne milletvekillerini ve senatörleri ve hatta ne de kadınları sakındılar.”281 Polis kuvvetleri olarak İstanbul sokakları İngiliz üniforması giydirilmiş Rumlar ve Ermeniler ile doluydu. Bunlar, İngiliz Komutanlığı tarafından, kamu güvenliğiyle ve istihbaratla görevli polis olarak çalıştırılıyorlardı.282 Padişah için “Roma’daki Papa gibi, Halife de İstanbul’da kalabilir”di, dinsel görev görebilirdi diye düşünenler de bulunmaktaydı. Halifelik unvanının verileceği daha o günlerde belli olmaya başlayan veliaht Abdülmecit Efendi, Çamlıca daki konağında çay davetleri düzenliyor ve bunlara İtilaf Devletleri askerleri ile çeşitli yabancı gazete muhabirlerini çağırıyordu. Bu davetlerde kendisinin de baştan beri savaşa karşı olduğunu ve savaş kararı verirken padişahın bir emrivaki karşısında kaldığını defalarca anlatıyordu. Ayrıca bu savaşın aslında iki tarafın da ezeli düşmanı Çarlık Rusya'sı aleyhine çıkarıldığı gibi bir fikre inandığını, Osmanlı’nın Kırım Savaşı’ndaki müttefikleri olan İngiliz ve Fransız devletleri ile düşmanca ilişkiler

280 Avcıoğlu, a.g.e., s.115-116 281 Pierre Loti, La mort de Notre Chere France en Orient, s.223’ten aktaran Nur Bilge Criss, s.104 282 Pierre Loti, a.g.e., s.224’ten aktaran Nur Bilge Criss, s.104

198 içinde bulunamayacağını belirtiyordu. Yabancı komutanlara Osmanlı’yı daha iyi anlatmak ve aradaki buzları kırmak için geziler düzenleniyor, Topkapı Sarayı, Evkaf Müzesi gibi Osmanlı medeniyetinin ihtişamı aktarılmaya çalışılıyordu. Buraların gezdirilme sebeplerinden biri de muhtemel hava saldırılarında bu yerlere karşı işgal kuvvetlerinin daha hassas davranmalarını sağlama isteğiydi. İstanbul’un daha önceki hava bombardımanı unutulmamıştı.283

Anadolu'daki milli harekete düşman cemiyetler :284

1- İngiliz Muhipler Cemiyeti :İstanbul, 20 Mayıs 1919. Manda taraftarı 2- Wilson Prensipleri Cemiyeti : İstanbul, 14 Ocak 1919. Manda taraftarı 3- Kürdistan Teali Cemiyeti :İstanbul, Mayıs 1919. 4- Teali-i İslam Cemiyeti (Eski Cemiyet-i Müderrisin) : İstanbul, 19 Şubat 1919. Hilafetçi ve ümmetçi 5- Trabzon ve Havalisi Adem-i Merkeziyet Cemiyeti : İstanbul, Ocak 1919 28 Eylül 1919'da Hürriyet ve İtilaf Fırkası'na katılmıştır. 6- Sulh ve Selamet-i Osmaniye Fırkası : İstanbul, 14 Ocak 1919 Fırka, Sulh ve Selamet Cemiyeti ile Selamet-i Osmaniye Fırkası'nın birleşmeleriyle oluşmuştur. 7- Hürriyet ve İtilaf Fırkası : İstanbul, Ocak 1919 8- Nigehban Cemiyet-i Askeriyesi : İstanbul, Ocak 1919 Hürriyet ve İtilaf'la beraber hareket etmiştir. 9. Osmanlı İla-yi Vatan Cemiyeti : İstanbul, 19 Kasım 1919 Padişah taraftarı ve Müdafaa-i Hukukun tamamen karşısındadır. Cemiyet, gizli olarak Milli Mücadele aleyhine örgütlediği Tarik-i Salah (veya Tarikat-ı Salahiye) Cemiyeti ile beraber çalışmıştır. Bu dernek ve partilerin dışında, faaliyetleri sınırlı ve etkinliği yaygın olmayan, Osmanlı Mesai Fırkası, Osmanlı Çiftçiler Cemiyeti, Türkiye Sosyalist Fırkası, Vahdet-i Milliye Heyeti, Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Partisi, Türk Teali Cemiyeti, Müsalemet İttifakı, Amele Fırkası gibi kuruluşlar Anadolu'daki Milli Mücadele hareketinin karşısında olmuşlardır. 10. Lazistan Selamet-i Milliye Cemiyeti : Rize, 23 Nisan 1919 Gürcülerin çıkarlarına hizmet eden para ile tutulmuş kimselerden oluşmaktadır.

Azınlıkların Kurdukları Dernekler :

1. Rumların kurdukları cemiyetler :

a) Mavri Mira: Rum Patrikhanesi'nde kurulmuştur. Yunan Kızılhaç Cemiyeti ile Resmi Göçmenler Komisyonu da Mavri Mira'ya bağlı idiler. Ayrıca, Rum okullarındaki izci kuruluşları da tamamiyle Mavri Mira tarafından yönetilmekteydi. b) Pontus Rum Cemiyeti c) Trakya Cemiyeti İttihad-ı Milli ve Kordos adlı cemiyetler v.b..

2. Ermenilerin Kurdukları Cemiyetler :Daha önceleri Ermenilerin kurmuş oldukları Taşnaksütyan ve Hınçak adlı gizli ve yeraltı örgütleri milli mücadele döneminde de faaliyette bulunmuşlar ve yabancı devletlerle işbirliği yapmışlardır. Ermeni patriği Zaven Efendi de Ermenilerin örgütlenmesinde önemli rol oynamıştır.

Mustafa Kemâl, 22.8.1919 tarihli 'çok gizli' kaydını taşıyan genelgesinde Mavri Mira hakkında şu tarihî bilgileri verir:285

283 Nil Birol, İstanbul’un İşgali, Atlas Dergisi, Sayı 156, s.103 284 http://www.ataturk.net/mmuc/cemiyet.html, 30.05.2007

199

Çok gizli tutulacaktır. Erzurum, 22.8.1919 GENELGE

Pek sağlam kaynaklardan elde edilen bilgilere göre (İstanbul) Rum Patrikhanesinde Mavri Mira adında bir kurul oluşmuştur. Bunun başkanı Patrik Vekili Doreteos, üyeleri: Atenagoras, Enez Metropolidi, Yunan Kaymakamı Giritli Katekhakis, Katelopulos, Dipasimas, Ayinpa, Polimitis, Siyari adındaki kimselerdir.

Kurul doğrudan doğruya Venizelos'tan talimat alıyor. Rumların ve Yunan Hükumetinin para yardımıyla, pek büyük bir sermayesi vardır.

Görevi, Osmanlı illeri dahilinde çeteler oluşturmak ve yönetmek, mitingler ve propaganda yapmaktır. Yunan Kızılhaç'ı da bu Mavri Mira kuruluna bağlıdır. Görevi görünüşte göçmenlere bakmak gibi insanî bir perde altında çete teşkilatı yapmak, ihtilal düzenini hazırlamaktır. Bu suretle tıbbî ilaçlar ve sağlık gereçleri adı altında silah, cephane ve teçhizatı, Osmanlı ülkesine sokmaktır. Hatta resmî Göçmen Komisyonu da Mavri Mira kuruluna tâbidir.

İstanbul Patrikhanesi ve Yunan Konsoloshanesi, silah ve cephane deposu halini almıştır ve hatta kiliseler ibadet yerinden çok askerî ambarlar gibi kullanılmaktadır. Ermeni Patriği Zaven Efendi de Mavri Mira kurulu tarafından satın alınmıştır.

Rum okullarının, önceden bizim yapıp ta tam şimdi sırası iken maalesef terk ettiğimiz, izci teşkilatları tamamen Mavri Mira kurulu tarafından yönetilmektedir. İstanbul, Bursa, Bandırma, Kırkkilise, Tekirdağ ve bunlara bağlı yerlerde izci teşkilatı tamamlanmıştır. İzciler yalnız çocuklar değildir. Yirmi yaşını aşkın gençler de dahildir. Anadolu'da Samsun ve Trabzon, cephane dağıtım yeridir. Uygun bir halde bir yelkenli Yunan gemisi, durmuş bir halde cephane ve silahlarla yüklü olarak bu yerlerde bulundurulacaktır. Ermeni hazırlığı da tamamen Rum hazırlığı gibidir. Mustafa Kemâl

Padişah ve İstanbul Hükümeti üzerinde etki ve kontrol sağlamış olan İngilizler, üyelerinin büyük bir kısmını İttihatçı milletvekillerinin oluşturduğu Meclis-i Mebusan’ı kapattırmak istiyorlardı. Bu konuda meclisin yapısını ve hükümet işlerine yaptığı müdahaleleri benimsemeyen Vahdettin, yayınladığı bir İrade ile 21 Aralık 1918’de Meclis kapatmıştı. Böylece Padişahın ve onun hükümetlerinin politikasını denetleyecek bir organ ortadan kalkmıştı. Millî iradenin kontrolünden kurtulan İstanbul Hükümetlerinin millet ve memleket aleyhine kararlar alacağına, işgalcilere tavizler vereceğine inanan Mustafa Kemal Paşa, Erzurum ve Sivas Kongreleri’nde bu konuyla ilgili kararlar aldırmıştı. Nitekim Erzurum Kongresi Beyânnamesi’nde “Milletlerin kendi geleceklerini bizzat kendilerinin tayin ettiği bir zamanda İstanbul hükumetinin de millî iradeye dayanması gerektiği belirtilmiş ve dağıtılan Mebusan Meclisi’nin toplanması gerektiğini, millet ve memleket mukadderatını tayin edecek her kararın Millî Meclis tarafından murakabesinin gerektiği” ileri sürülmüştü. Aynı madde Sivas Kongresi beyânnamesinde de yer almıştır. İşte Ali Rıza Paşa Hükumeti

285 Bilge ORHUNLU, TÜRK YOLU, 2006 Temmuz Ağustos, 12.sayı

200 işbaşına geldikten hemen sonra seçimlerin yapılması kararını 3 Ekim 1919’da almıştı. İstanbul Hükumeti temsilcisi ile yapılan Amasya Mülâkatı esnasında, Mebusan Meclisi’nin açılması ve seçimlerin yapılması konusu görüşülmüş ve taraflar Meclisin nerede toplanması gerektiği dışındaki konularda mutabakat sağlamışlardı. 1919 genel seçimleri Osmanlı Devleti’nde yapılan altıncı ve son genel seçim olmuş, ülkenin içinde bulunduğu tüm olumsuzluklara rağmen demokratik bir ortam içinde geçmiştir. Seçimi ezici bir çoğunlukla Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin adayları kazanmıştır. Mustafa Kemal Paşa da yapılan seçimlerde Erzurum’dan adaylığını koymuş ve kazanmıştı. Millî Mücadele Hareketi’nin diğer önemli ismi Rauf Bey ise Sivas’tan milletvekili seçilmiştir. Mustafa Kemal Paşa Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri merkezlerine birer telgraf göndererek 5 Ocak 1920’den itibaren milletvekillerinin Ankara’ya gelmelerini bildirmiştir. Mustafa Kemal Paşa, Heyet-i Temsiliye adına Ankara’ya gelen milletvekilleriyle görüşmüş ve onlardan mecliste Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Grubu adıyla bir grup kurmalarını istemişti. Bu grup, millî teşkilâta ve millete dayanarak, her nerede olursa olsun milletin kutsal amaçlarını dile getirecek ve savunacaktı.

3 Ocak 1920’den itibaren Ankara’ya gruplar halinde gelen milletvekilleri Mustafa Kemal Paşa ile görüştükten sonra İstanbul’a gitmeye başladılar. Sivas’ta Heyet-i Temsiliye üyeleriyle komutanların birlikte aldıkları karara göre, Mustafa Kemal Paşa’nın, Erzurum’dan Meclis-i Mebusan azası olarak seçilmesine rağmen İstanbul’a gitmemesi ve Ankara’da Heyet-i Temsiliye’nin başında kalması, Sivas’tan seçilen H. Rauf Bey’in İstanbul’a giderek toplantıya katılması kararlaştırılmıştı. Heyet-i Temsiliye üyelerinden bazıları milletvekili seçilmişti ve İstanbul’a gitmeleri gerekirdi. Mustafa Kemal Paşa’nın da gitmesi kurulmuş olan teşkilatın başsız kalması demekti. Bundan daha önemlisi İstanbul’daki Meclis bir tecavüze uğrarsa Ankara’da toplanması düşünülen Meclis’in başında Mustafa Kemal Paşa’nın bulunması gerekli idi. Mustafa Kemal Paşa, Ankara’da görüştüğü milletvekilleriyle “Grup” konusunda anlaşmış; bu fikir ve gayelerin yerine getirilmesi için bir program hazırlanması konusunda da fikir birliğine varılmıştı. Misâk-ı Millî adı verilen bu programın müsvetteleri bile bu görüşmeler sırasında hazırlanmıştı. Ankara’da bu görüşmeler yapıldıktan sonra milletvekilleri bir görüş ve fikir birliği içinde

201 Ankara’dan ayrılmaya başladılar. Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı ilk toplantısını 12 Ocak 1920 Pazartesi günü saat 14.00’de Fındıklı Sarayı’ndaki kendi binasında yaptı. Padişah Vahdettin rahatsız olduğundan, açılışta bulunamamıştı. Onun adına açılış konuşmasını Dahiliye Nazırı Damat Şerif Paşa okudu. Bu meclise giren milletvekili sayısının 172 olmasına rağmen (bazı kaynaklarda 168 kişi olarak belirtilmektedir) ilk günkü açılış oturumuna sadece 72 milletvekili katılmış ve yemin etmişlerdi. En yaşlı üye sıfatıyla İlyas Efendi bu ilk günlerde Meclis’e başkanlık etmiştir. 22 Ocak 1920’de 25 milletvekilinin daha meclis çalışmalarına katılmasıyla çoğunluk sağlanmıştı. Esas meclis başkanı seçilinceye kadar Baro Başkanı Celalettin Arif Bey geçici başkanlığa seçilecektir. Mustafa Kemal Paşa Ankara’da kalmak şartı ile Meclis’e başkan olmayı istemişti. Bu düşüncesini en başta yakın arkadaşı Rauf Bey olmak üzere, İstanbul’a giderken Ankara’ya uğrayan ve kendisiyle görüşen bir çok milletvekiline bahsetmiş ve onlardan bu konuda vaat almıştı. Ancak meclis çalışmalarını başlattığında ne Mustafa Kemal Paşa’nın meclis başkanlığı söz konusu olmuş, ne de millî teşkilatın amaç ve hedeflerine hizmet edecek bir Müdafaa-i Hukuk Grubu kurulabilmişti. Ancak mecliste bulunan Müdafaa-i Hukukçular, Rauf Bey’in başkanlığı altında “Felah-ı Vatan Grubu “adıyla bir grup kurdular. Mecliste kurulan Felâh-ı Vatan grubu 22 Ocak 1920 günü yaptığı gizli grup toplantısında. Mustafa Kemal Paşa tarafından Ankara’da esasları belirlenerek, müsvette metin olarak hazırlanan Mîsak-ı Millî metni okunmuştur. Mîsak-ı Millî metni çok az değişikliklerle Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nın 28 Ocak 1920 günkü gizli toplantısında kabul edildi. Kabul edilen Misak-ı Millî metni 17 Şubat 1920’de Meclis-i Mebusan tarafından bütün yabancı parlamentolara ve basına bildirildi. Istanbul Hükumeti tarafından 28 Ocak 1920’de kabul edilen Misâk-ı Millî’nin tam metni şöyledir (Bu metin Ankara Hükumetince de savunulacaktır.):

Misak-ı Milli

Aşağıda imzaları bulunan Osmanlı Millet Meclisi (Meclis-i Mebusan) üyeleri, Devletin istiklâlinin ve milletin geleceğinin haklı ve sürekli bir barışa kavuşmak için katlanabilecek fedakarlığın en fazlasını gösteren aşağıdaki ilkelere eksiksiz uyulmasıyla sağlanabileceğini ve bu ilkeler dışında sağlam bir Osmanlı saltanatı ve toplumunun varlığının sürdürülmesinin imkan dışı bulunduğunu kabul ederek, şunları onaylamışlardır:

Madde 1. Osmanlı Devleti’nin özellikle Arap çoğunluğunun yerleşmiş olduğu, 30 Ekim 1918 günü imzalanan Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı tarihte, düşman ordularının işgali altında

202 bulunan memleketlerinin durumunun, ora halklarının serbestçe verecekleri oya göre belirlenmesi gerekir. Söz konusu Mütareke imzalandığı tarihte, Türk ve İslâm çoğunluğunun yerleşmiş olduğu kesimlerinin tamamı ister bir işgal ve ister bir hükümle olsun, birbirinden ayrılmaz bir bütündür. (Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür, parçalanamaz hükmü)

Madde 2. Halkın oyu ile ana vatana katılmış bulunan üç sancakta (Elviye-i Selâse, Kars, Ardahan ve Batum ) gerekirse halkın oyuna yeniden başvurulmasını kabul ederiz.

Madde 3. Türkiye ile yapılacak barışa kadar ertelenen Batı Trakya’nın hukuki durumunun belirlenmesi de, halkının serbestçe vereceği oya göre olmalıdır.

Madde 4. İslâm halifeliğinin ve Yüce Saltanatın merkezi ve Osmanlı Hükumeti’nin başkenti olan İstanbul şehri ile Marmara Denizi’nin güvenliği her türlü tehlikeden uzak tutulmalıdır. Bu esas kabul edilmek şartıyla, Akdeniz ve Karadeniz Boğazlarının dünya ticaret ve ulaşımına açılması konusunda, bizimle birlikte, diğer bütün ilgili devletlerin oybirliği ile verecekleri karar geçerlidir.

Madde 5. İtilâf Devletleriyle düşmanları ve bazı ortakları arasında kararlaştırılmış olan anlaşma esasları çerçevesinde, azınlıkların hakları, komşu ülkelerdeki Müslüman halkında aynı haklardan yararlanması kaydıyla, tarafımızdan kabul ve temin edilecektir.

Madde 6. Millî ve iktisadî gelişmemize imkân bulunması ve daha çağdaş ve düzenli bir yönetimle işlerin yürütülmesini başarmak için, her devlet gibi, bizimde gelişmemizin şartlarının sağlanmasında, tamamıyla bağımsızlığa ve özgürlüğe kavuşmamız ana ilkesi varlık ve geleceğimizin temelidir. Bu nedenle siyasî, adlî ve malî gelişmemizi önleyici sınırlamalara (Kapitülasyonlara) karşıyız. Belirlenecek borçlarımızın ödenmesi şartları da bu ilkelere aykırı olmayacaktır.

Sadrazam Ali Rıza Paşa, 14 Şubat 1920’de vilayetlere ve müstakil sancaklara yayınladığı bir genelge ile “Hükumetinin toplanan meclisten güvenoyu aldığını, ve her türlü milli meselelerin tek tecelli yerinin Meclis olduğunu” söyleyerek “Meclis’ten başka bir yerde, millî irade adına konuşmaya, istekler ileri sürmeye artık sebep ve imkân kalmadığını” belirterek bundan böyle hükumet işlerine müdahale edilmemesini, şayet müdahaleler olursa bunları yapanların cezalandıracaklarını söyleyerek, artık millî teşkilata yani Heyet-i Temsiliye’ye gerek olmadığını ifade etmek istemişti. Böylece Atatürk’ün işaret ettiği gibi “Heyet-i Temsiliye milletin gözünde küçük düşürülecekti”. Ali Rıza Paşa’nın yayınladığı bu genelgeye cevap olmak üzere Mustafa Kemal Paşa da 17 Şubat l920 tarihinde millete hitaben bir genelge yayınlamış ve Anadolu’daki millî teşkilatın çalışmalarıyla meclis-i Mebusan’ın açıldığını söylemiş, ve amaçlarının millî davaya uygun bir barış yapılmasını sağlamak olduğunu belirtmiş ve vatanı ve millî varlığı koruma yolundaki

203 faaliyetlerine ve çalışmalarına, millî gaye gerçekleşinceye kadar devam edeceklerini bildirmiştir.286

Meclis, Erzurum ve Sivas Kongreleri kararlarına dayanan ve İstanbul başta olmak üzere bütün işgallere karşı olduğunu ilan eden ve Türk vatanının bir bütün olduğunu, parçalanamayacağını temel fikir olarak benimsemiş olan “Mîsak-ı Millî’yi” kendilerine rağmen kabul etmişti. İngilizlere göre bu çok Şekil 40: Türkler kurşuna dizilirken, İzmit tehlikeli bir durumdu. İstanbul’da Tersanesi bahçesinde287 iktidarı milliyetçiler (İngilizler Mustafa Kemal Paşa tarafından başlatılan Millî Mücadele Hareketine bu ismi veriyorlardı “Kemalist milliyetçiler”, “Anadolu’daki milliyetçi hareket” “milliyetçiler”) her geçen gün ellerine geçiriyorlardı. İplerin kendi ellerinden Şekil 41: Derince'de Türk silahları imha edilirken kaydığını düşünmeye başladılar. 5 Mart 1920’de Londra’da toplanan, İtilaf Yüksek Konseyi İstanbul’daki İtilâf devletleri Yüksek Komiserlerinin İstanbul’un işgal edilmesi konusundaki tekliflerini görüştüler. İngiliz Dışişleri Bakanı ve bir Türk düşmanı olan Lord

Cürzon, İstanbul’daki İngiliz Yüksek Şekil 42: Padişah Vahdettin işgalci zabitleri selamlarken288 Komiseri Amiral de Robeck’e gönderdiği 6 Mart 1920 tarihli telgrafında Yüksek Konseyin aldığı kararları bildirdi.

286 Selçuk Üniversitesi Uzaktan Eğitim Programı (SUZEP), http://farabi.selcuk.edu.tr/suzep/tarih/ders_notlari/guz_yariyili/bolum_19/bolum19.html, 22.06.2007 287 http://en.wikipedia.org/wiki/Image:Ataturk-occupation_of_Istanbul_execution_of_prisoners.png 288 Vera Dümesnil, İşgal İstanbul’u, s.87 (Çelik Gülersoy arşivinden)

204 Buna göre, İstanbul işgal edilecek, Türk Hükümeti’nden Anadolu’daki Millî Hareketi ve onun lideri olan Mustafa Kemal’i bertaraf etmesi istenecek, işgal barış antlaşmasının kabulü ve uygulanmasına kadar devam edecekti. İşgal için bulunan gerekçe de sözde Kilikya bölgesinde çok sayıda Ermeni’nin Türkler tarafından katledildiği şeklindeki uydurma haberlerdi. İlk işgal edilen yer Türk Ocağı merkez binası oldu. Arkasından 15-16 Mart gecesi Beyoğlu ve Üsküdar semtleri, 16 Mart 1920 sabahı Şehzadebaşı’nda bulunan 10. Kafkas Tümeni’nin karargahı İngiliz askerlerince basılarak silahsız ve baskınla yataklarından yeni kalkmış olan 5 askerimizi şehit edip 9 askerimizi de yaraladılar. Harbiye ve Bahriye Nezareti binalarıyla önemli askeri birimleri kuşattılar. Eski Harbiye Nazırı Cemal Paşa’yı evinden, üzerindeki pijamasını dahi değiştirmesine izin verilmeksizin tutukladılar. İstanbul’daki bütün resmi yerler işgal edildi. Hatta Harbiye Nazırı Fevzi Paşa’nın odasına giren birkaç İngiliz subayı küstah bir şekilde Paşanın göğsüne süngülerini dayadılar. Bütün yollar İngilizler tarafından tutuldu. şehre giriş ve çıkışlar kontrole başlandı. Şehrin önemli yerlerine top ve makineli tüfekli birlikler yerleştirildi. Ayrıca İngilizler İstanbul’da sıkıyönetim ilan ettiler. İşgalden sonra yayınladıkları bildiride İngilizler: “İşgalin geçici olduğunu; İtilâf Devletleri’nin niyetinin Saltanat makamının nüfuzunu kırmak değil aksine kuvvetlendirmek olduğunu, Anadolu’da isyan çıktığı veya azınlıklara karşı katliam yapıldığı takdirde İstanbul’un Türklerden alınacağını ve herkesin İstanbul’dan verilecek emirlere uyması gerektiğini” ilan ettiler. İngilizler işgalin tek sorumlusunun Anadolu’daki isyan hareketi olarak nitelendirdikleri Şekil 43: İzmit'teki kumaş fabrikasının zarar vermek için yakılması289 Millî Mücadele Hareketi olduğunu belirterek Mustafa Kemal Paşa’yı güç duruma sokmak ve otoritesini kırmayı düşünmüşlerdi. İstanbul’un işgalini, işgal sabahı öğrenen Sadrazam Salih Paşa ve Hükümeti bu olayı protesto etti. Meclis-i Mebusan üyesi bir grup milletvekili de

289 Tempo Dergisi Sayı 20, 17-05-2007 s. 51 (Atilla Oral arşivinden).

205 Padişah Vahdettin’i ziyaret ederek Meclis’in kabul etmediği hiçbir antlaşmayı imzalamamasını istediler. 16 mart günü gerçekleşen bu işgalden hemen sonra İngilizler Fındıklı Sarayı’ndaki Meclis-i Mebusan binasını kuşattılar. Meclisi basarak içeriye zorla giren İngilizler, özellikle Millî Mücadele Hareketi’nin Meclis’teki başkanlığını yapan Rauf Bey’i, Kara Vasıf Bey’i ve diğer bazı milletvekillerini tutukladılar. Tutuklanan bu milletvekilleri 15 Mart’ta yine İngilizler tarafından tutuklanmış bulunan 150 civarındaki Türk aydınlarıyla birlikte Malta’ya sürgüne gönderileceklerdi. Bu olay üzerine 18 Mart 1920 günü yaptığı oturumda, Milletvekillerinden Tunalı Hilmi ve Dr. Rıza Nur’un verdikleri bir önerge ile “Meclis-i Mebusan’ın yeniden hür iradesini ortaya koyacağı güne kadar Meclis çalışmalarının talik” edilmesine karar verilmişti. Bir süre sonra da başından beri Meclis’in Müdafaa-i Hukukçu yapısından rahatsızlık duymuş olan Sultan Vahdettin, tarfından Meclis-i Mebusan dağıtılır. İstanbul’un işgali hadisesi, Heyet-i Temsiliye’nin çalışmaları için bir dönüm noktası olmuştur. 16 Mart 1920’ye kadar, artık Heyet-i Temsiliye’nin varlığına sebep kalmadığını iddia edenler Mustafa Kemal Paşa’nın görüşlerinin haklılığını kabul etmek zorunda kalmışlardır. İstanbul’un işgali ile müesseseleri göstermelik hale gelen, Osmanlı Devleti fiilen sona ermiş, 23 Nisan 1920’ye kadar Heyet-i Temsiliye, bu tarihten sonra da Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, yeni bir otorite haline gelmiştir.

Mustafa Kemal Paşa, Türk Milletinin bu yeni işgal hareketi karşısındaki tepkisini yabancı ülkelere yansıttı. İstanbul’da bulunan yabancı devletlerin mümessillerine, bütün tarafsız devletlerin Dış işleri Bakanlıklarına ve Fransa, İngiltere, İtalya Millet Meclislerine verilmek üzere Antalya’daki İtalyan Temsilciliğine birer protesto telgrafları gönderdi. Bir başka talimatıyla bütün Vali ve Komutanlardan aynı yerlere protesto telgrafları göndermelerini istedi. Mustafa Kemal paşa 16 Mart 1920’de millete hitaben de bir bildiri yayınlayarak işgal ile yedi yüz yıllık Osmanlı Devleti’nin hayatına son verilmiş olduğunu, vatan ve istiklâlimizi kurtarmak için mücadele etmemizin gerektiğini bildirmiştir. Heyet-i Temsiliye Başkanı Mustafa Kemal Paşa 17 Mart 1920 yayınladığı telgraflarla da, hiçbir askeri ve sivil makamın İstanbul ile haberleşmemesini, Heyet-i Temsiliye ile irtibatlarını devam ettirmelerini,

206 İstanbul’daki olağanüstü durumun Anadolu’da mevcut kanunların uygulanmasına mani olmadığını belirterek kanunsuz işler yapılmamasını istedi.290

Mustafa Kemal Paşa; daha İstanbul’un işgali ile ilgili ilk telgrafı alır almaz Osmanlı devletinin sona erdiğini düşünmüş, milletin birlik ve beraberlik içinde kurtuluşunu sağlayacak bir teşkilatın ilk adımı olarak, Ankara’da bir “Millet Meclisi” toplayacağız demiştir. Heyet-i Temsiliye Başkanı Mustafa Kemal Paşa işgalin hemen ertesi günü Ankara’da bir Millet Meclisi’nin toplanması konusunda hazırladığı projeyi görüşlerini almak üzere kolordu komutanlarına ve valilere bildirir. Buna göre; İstanbul’un işgalinden sonra Kanunuesasiye göre Osmanlı Devleti’nin sona erdiğini, İstanbul ile irtibatı kesilen Anadolu’da uygulanması gereken idare şeklinin, böyle durumlarda diğer milletlerin de yaptığı gibi bir kurucu meclis eliyle tespitinin gerektiğini, kurtuluş mücadelesini de yürütecek bu meclisin de esaslarının belirlenmesi gerektiğini bildirmektedir. Her türlü yazışmayı geri bırakarak 2 gün süren makine başı görüşmeleri neticesinde; Ankara’da meclisin toplanması konusunda üzerinde mutabakat sağlanan bildiri 19 Mart 1920’de yayımlanır. Bildiride yer alan önemli hususlar şunlardır: “Hilafet ve Saltanat merkezi olan İstanbul’un İtilaf Devletleri tarafından resmen işgal edilerek devletin yasama, yürütme ve yargı erki uygulanamaz olmuş ve bu durumda görev yapamayacağını hükumete bildiren Mebusan Meclisi dağılmıştır. Bu durumda Halifelik ve Saltanatın bağımsızlığı ve Osmanlı Devleti’nin kurtarılması için gerekli tedbirleri araştırmak ve uygulamak üzere millet tarafından olağan üstü yetkilere sahip bir meclisin Ankara’da toplantıya daveti ve dağılmış olan Mebusan’dan Ankara’ya gelebileceklerin de bu meclise katılmaları gerekli görülmüştür.

Mart ayında Anadolu’ya olan firarların sayısı epey artmıştır. Bunun bir nedeni de, İngilizlerin, İzmit’e kadar olan hattı, kendi neferlerinin de bu görevde olmak istememeleri nedeni ile boşaltmaları ile ilgilidir. Böylece, İstanbul’dan firar edenler zorlanmadan Anadolu’ya ve Ankara’ya gitmek olanağını bulmuşlardır. Bu nedenle de, Adapazan-Düzce-Bolu-Ankara yolu terk edilmiş, bunun yerine, İzmit-Adapazarı-

290 http://farabi.selcuk.edu.tr/suzep/tarih/ders_notlari/guz_yariyili/bolum_19/bolum19.html, 30.05.2007

207 Arifiye-Geyve-Lefke-Ankara tren hattının kullanılması daha yerinde ve yararlı görülmüştür. Nitekim, 29 Mart 1920’de, XX. Kolordu Komutanı Ali Fuat, 24. Fırka Komutanlığı’na, kaçanların Arifiye-Geyve hattından gelmelerini, Trabzon Milletvekili Hüsrev Bey’in de aynı yolu takip etmesini duyurmuştu. Mustafa Kemal Paşa, 30 Mart 1920’de, Düzce ve Hendek müdafaa-i hukuk cemiyetlerine çektiği tellerde, İstanbul’dan kaçanların “uzun yollarda maruz-u ızdırab olmamaları için Adapazarı’ndan Arifiye-Geyve tarikiyle Lefke istasyonuna inerek şimendiferle seyahat etmeleri”nin uygun olduğunu belirtmiştir.”291 İşgalden sonra İstanbul ile her türlü resmi haberleşmenin kesilmesi, Anadolu ile İstanbul’un idari bağlarının da koparılması anlamına geliyordu. İşgal altından kurtulma mücadelesi; Anadolu’daki ekonomik, askeri, toplumsal kaynaklara dayandırılacaktı. Milli Mücadeleye dayanak olacak bölgenin kargaşa içine yuvarlanmaması önemli idi. O nedenle bir seri idari tedbirler alınır.292 Bu kapsamda yapılan ilk iş; Anadolu’da Heyet-i Temsiliye’nin idareyi ele aldığının duyurulması oldu. Şöyle deniliyordu: “Vaziyet-i haziranın icabatına (mevcut durumun gereklerine) ve tahaddüs edecek ahval ve ve-kaiye (ortaya çıkacak olayların gelişmesine) göre milletçe müttehiden (birlikte) ittihazı zaruri (gerekli) olan tedabirin (tedbirlerin) temini için bilumum vilayat-ı umumiyede (bütün vilayetlerde) rüesa-yı memurin-i mülkiye ve askeriyenin (yetkili askeri ve mülki memurların) Heyet-i Temsiliye ile muhafazayı irtibat buyurmaları (bağlarını sürdürmeleri) ricasını bir vazife-i vataniye addederiz.”293

Mevcut tehdit ve endişeler nedeniyle meclisin bir an önce açılması gerekmiş, açılma tarihi 23 Nisan 1920 olarak belirlenmiştir. Meclisin açılışını bildiren beyannamede; “Tanrının lütfuyla Nisanın 23’ncü Cuma günü Büyük Millet Meclisi açılarak çalışmaya başlayacağından, o günden itibaren askeri ve sivil bütün makamlarla bütün milletin tek mercinin Büyük Millet Meclisi olacağı bilgilerinize sunulur.” denilmektedir. 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisinin açılışı; Türk tarihinde önemli bir dönüm noktası olmuş Büyük Millet Meclisi açıldığı andan itibaren

291 Prof. Dr. Yücel Özkaya, “İstanbul'un İşgali Üzerine Aydınların İstanbul'dan Ankara'ya Kaçışı Olayı”, ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 13, Cilt V, Kasım 1988 292 Dr. Mehmet Özdemir, “İstanbul'un İşgalini Takip Eden Dönemde Türk Milletinin Egemenlik Haklarını Ele Almasına Yönelik Çalışmalar”, ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ 293 Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, Gnkur.Yay.,sayı. 22, Belge No:568, sayı. 82. Belge No: 1796, aktaran Dr. Mehmet Özdemir, a.g.e

208 yasama, yürütme ve yargı erkini kullanma yetkilerini elinde toplayarak millet adına uygulayacağı yönetim kademelerinin en üst merci olduğunu ilan etmiştir. İstanbul’un İşgali, Mebusan Meclisi’nin basılması üzerine Mustafa Kemal Paşa Osmanlı Devletinin yasama, yürütme ve yargı yetkilerini kullanamaz bir hale geldiğini ve dolayısıyla sona erdiğini bildirerek, diğer bölgelere (Anadolu ve Trakya) genişlemesi muhtemel işgale karşı savunmayı güçlendirecek gerekli tedbirleri almaya başlamıştır. Ülkede Heyet-i Temsiliye etrafında otorite sağlanır ve hükumet boşluğu doldurulur. İşgali takip eden ilk günden sonra artık özellikle Anadolu’da İstanbul’un hiçbir etkisi kalmaz. Mustafa Kemal Paşa, Anadolu’da Osmanlı kanunlarının geçerliliğini savunmuş ve böylece bu aşamada padişah ve halifeye karşı olmadığını göstererek halkı Kurtuluş Savaşı’nın yanına çekmek gereğini duymuştur.294 “İstanbul ile her türlü irtibatı kesen ve idareye el koyan Heyet-i Tem-siliye; Anadolu’daki mali kaynakları da kontrolüne alır. Bu maksatla yayınlanan genelgede; “Osmanlı ve Ziraat Bankaları ile Düyun-ı Umumiye ve Tekel idarelerinin, nakit ve mal varlıklarını mahallin en büyük mülkiye ve maliye amirine bildirmeleri, para ve mal çıkaracakları zaman, mahallin en büyük mülkiye ve maliye amirlerince kontrol edilerek üst makamlara bilgi verilmesi, İstanbul ile irtibatlarının kesilmesi ve İstanbul’a para ve mal sevki yapılmaması, ellerindeki meblağın toplam miktarlarının bildirilmesi” istenir.295

Times, İstanbul Hükumeti’nin istifa etmemesi halinde Sivas’da M. Kemal’in Cumhurbaşkanlığında bir “Anadolu Cumhuriyeti” ilân edeceğinin duyulduğunu ileri sürüyor. “Bu sebepten kanundışı ilân edilen M. Kemal Anadolu’da otoriteyi ele geçirdi ve İstanbul Hükumeti’nin otoritesi şehrin 40 mil ötesine geçmez oldu. Ali Rıza Paşa Hükumeti bu sebeple M. Kemal ile temas kurdu” şeklinde yazmıştır.296 Anadolu’da hiçbir Amerikalı ve Avrupalı katliamdan kurtulamaz. İngiliz kadınlarına ve erkeklerine açıkça saldırılmakta. Cephane depoları Çanakkale’de basılıp, Anadolu’ya taşınmakta. Gerçek hükumet bugün İstanbul’da değil, Ankara ve Sivas’da dır. Banş anlaşmalarını İstanbul Hükumeti’ne onaylatmak boşunadır. Bunu

294 Prof. Dr. Yücel Özkaya, a.g.e. 295 Dr. Mehmet Özdemir, a.g.e 296 Prof. Dr. Ergün Aybars, “Millî Mücadele'de İngiliz Basını”

209 kabul edecek gerçek diktatör açıkça duruyor.” deniyordu.297 “En sonunda işgal zorunda kaldık” gerekçesini ileri süren işgalcilerin, İstanbul halkına yayınladıkları bildiri de gazetede yer alıyordu.298 “1 — İşgal geçicidir. 2 — İtilaf kuvvetlerinin amacı sultanın otoritesini zayıflatmak değil, aksine Osmanlı yönetimindeki bütün yerlerde sultanın otoritesini kuvvetlendirmektedir. 3 — İtilaf devletlerinin amacı Türk'leri İstanbul’dan kovmak değil. Eğer saldırılar durursa barış şartları yumuşatılacak. 4 — Şu kritik anda halkın görevi, düzenin sağlanmasına katılmaktır. Osmanlının yıkıntısından yeni Türkiye kuracağız diyenlerin sözlerine aldanmayın. Bir kelimeyle, herkesin görevi saltanatın emirlerine harfiyen uymaktır. 5 — Bazı kötü kişiler zaten tutuklandı. Bunlar mutlaka yaptıklarının cezalarını çekecekler.” Times, İstanbul’da kısa bir panikten sonra hayatın normale döndüğünü, milliyetçilerin işgali İtilaf devletlerinin blöfü olarak değerlendirmelerine karşılık halkın milliyetçilerin görüşünü paylaşmadığını ileri sürüyordu.

10-12 Mayıs tarihleri arasında Times’ın Türkiye ile ilgili haberleri üç gün içinde önem kazandı. Hem haber başlıkları iri punto ile veriliyor, hem de sütun sayısı ve hacmi artıyordu. 10 Mayıs’ta “Türk-Sovyet Paktı” başlığı iri punto ile verilirken altındaki satırda “Barış Şartlarına Karşı Entrikalar” başlığı yer alıyor. Bekir Sami Bey’in Moskova’da faaliyetlerinin duyulmasının çok endişe yaratmış olduğu anlaşılan haberde, Tiflis’de bir gazetenin, Türk milliyetçilerinin lideri M. Kemal ile Sovyet Hükumeti arasında on maddelik bir askerî pakt imza edildiği, buna göre milliyetçilerin, İstanbul Hükumeti’nin imza ettikleri anlaşmayı tanımayacakları, Boğazların Türklerde kalacağı ve Sovyet Rusya’nın moral ve maddî yardım yapacakları bildiriliyordu. Sovyetlerin Kafkasya’ya saldırmaya başladığını, Türklerle Sovyetler’in Ermenilere karşı anlaştıkları ileri sürülüyordu.299 Barış şartlarına M. Kemal’in tepkisinin İngiliz basınında yer alması gecikmedi. 14 Mayıs 1920’de Times’da çıkan haberde “M. Kemal’in Meydan Okuması, Barış Şartlarını Tanımıyor” başlıkları altında, “Nihayet Anadolu’dan İstanbul’a milliyetçi gazete ve

297 Times Gazetesi 14 Mart 1920’den aktaran Prof. Dr. Ergün Aybars, a.g.e. 298 Times Gazetesi 20 Mart 1920’den aktaran Prof. Dr. Ergün Aybars, a.g.e. 299 Prof. Dr. Ergün Aybars, a.g.e.

210 bildirilerden haberlerin ulaşmaya başladığı” belirtildikten sonra, Mustafa Kemal’in “Millî Meclisi”nin yeni seçilen üyeler ile dağıtılmış bulunan “Meclis”den katılanlarla topladığı, Meclis’in hem yasama, hem de yürütme yetkisini üstlendiği, Mustafa Kemal’in Meclis Başkanı olduğu belirtildikten sonra, Meclis’in Osmanlı İmparatorluğu’nun imzaladığı hiçbir anlaşmayı tanımadığı, Barış Konferansı’nda Türkiye’yi ancak Millî Meclis’in temsil edebileceğini ilân ettiği bildirildi.300 Times, Türk halkına sunulan üç sonuç var diyerek bir yoruma giriyor: “1- Kendisini İtilâf Devletlerinin insafına terk etmek (Bu durumda İzmir’i Yunanlılara terk edecekler ve Çatalca’ya kadar olan yerleri bırakacaklar) 2- Anlaşmayı imzalayıp, Türkiye’nin geleceğinin ileride düzeleceğine inanmak (Fakat Türk devlet adamları bu anlaşmayı nasıl imzalayabilir) 3- Silâhlı direniş umudunun boşuna olduğunun anlaşılmasına kadar, hükümlerine pasif direniş önerisinde bulunmak.” Türkiye’de bu üç görüşün tartışıldığını ileri süren gazete, Kemal’in hükumet kurduğunu ve İngilizler aleyhine kararlar aldığını ve meclisin varlığına karşı çıkanları vatan haini kabul eden hükümler getirdiğini de yazıyordu. Times 21 Mayıs tarihli “Kemal’in Direniş Çağrısı (Barış Kararları Ölüm Hükmüdür)” başlıklı haberle Mustafa Kemal’in Anadolu’da bir dizi önlemler aldığını ve bir bildiri yayınlayarak, düzenli ordu kurulması için bütün vatanperverleri göreve çağırdığını, barış şartlarının ölüm emri olduğunu duyurduğunu yazan gazete, Türk'lerin diğer taraftan Maraş ve Antep taraflarında da çarpıştıklarını hatırlatıyor, 28 Mayıs tarihli haberde Kemal’in ordusunun hareket ettiğini ve İngiliz kuvvetleriyle muhtemel bir çarpışmanın tehlikesini dile getiriyordu.301 Türk barışı konusuna çok geniş bir yer ayıran Observer 27 Haziran 1920 “Türkiye ve Barış, Yunan İlerleyişi” başlıklı bir yazıda, gazetenin yorumu ile konuyu ele aldı. Küçük Asya’da olayların hiç de olumlu gelişmediğini, Türk milliyetçiliğinin Anadolu’ya hızla yayıldığını, buna izin verilmesinin büyük tehlike yarattığını, M. Kemal’e karşı bir askerî harekât kararı alınmamış olmasının İtilaf kuvvetlerinin zayıf tarafı olduğuna değinen gazete, Türk milliyetçilerinin başarısının Filistin, Suriye ve Mezopotamya’da İtilâf Devletleri için çöküntüye yol açacağına ve Ermeni umutlarını da söndüreceğine, Türk'lerin Bolşeviklerle anlaşmasının da tehlikelerine dikkati çekiyor ve Yunan ilerleyişini ele alıyor. “Yunanlılar Mustafa

300 Prof. Dr. Ergün Aybars, a.g.e. 301 Prof. Dr. Ergün Aybars, a.g.e.

211 Kemal’i yenerlerse iyi olur, aksi halde Türkler için daha avantajlı bir anlaşma metni hazırlanması” gerekeceğini hatırlatıyordu.302 Başarılı bir sonucun Fransa ile yapılacak samimi işbirliğine bağlı olduğunu” ve “Eğer Fransa ve İngiltere birbirinden ayrılırsa ki barışa kadar böyleydi, İtilaf devletlerinin yaptığı herşey dağılacak. Türk milliyetçilerini yola getirmek için ortak davranılmazsa Yakındoğu’da herhangi bir ümit söz konusu olamaz” diyen gazete oldukça kuvvetli ve gerçek görüş belirtiyordu. Türk meselesinin çözümünü İngiltere ve Fransa arasındaki uyumlu işbirliğinde gören Observer, Rusya ile anlaşmanın önemine de değinirken; özellikle Orta Doğu’daki petrol çıkarlarının “manda” sistemine bağlı olduğunu hatırlatıp, bu sistemin çökmesi halinde barışın da kaybedileceğini ileri sürmektedir.303

“Millî Mücadele yıllarını etkileyen basını üç grupta toplamamız mümkündür: Millî Mücadele karşısındaki basın, yabancı basın ve Millî Mücadele’yi destekleyen basın. Saydığımız ilk iki basın, Mustafa Kemal’in Millî Mücadele’yi kimlere karşı, hangi şartlar altında kazandığını göstermek açısından çok önemlidir. Çünkü, Millî Mücaele karşısındaki basın, Atatürk’ün önderliğinde başlatılan Anadolu harekâtına ateş püskürürken, bir yandan da İstanbul Hükûmeti’nin bu hareketi önleyici icraatına geniş yer veriyor; Millî Mücadele liderlerine karşı halkı tahrik edici bir tutum izliyordu. Bu yolda Anadolu harekâtına en amansız saldırıları ise Alemdar gazetesi yapıyordu. Bu gazete, 11 Nisan 1920 günlü sayısında Mustafa Kemal ve arkadaşları hakkında Dürrizade’nin fetvasına yer veriyor, başyazısında da alçakçasına şunları söylüyordu: “... En büyük düşmanlarımız bile bizlere bunlar kadar fenalık yapmamışlardı. Onun için hükumetten ısrarla rica ederiz ki ne yapıp yapıp bu rezaletlere, bu hezeyanlara bir son versin (!)” ” “Bağımsızlık savaşı boyunca, Millî Mücadele’yi baltalamak isteyen bir kısım İstanbul basını ile bazı yabancı yayınlar Anadolu’ya sokulmamıştır. Mustafa Kemal, bu konuda büyük duyarlık göstermiş,

302 Prof. Dr. Ergün Aybars, a.g.e. 303 Prof. Dr. Ergün Aybars, a.g.e.

212 İstanbul basınına ait yayınların sıkı bir kontrole tabi tutulması, zararlı yayınların Anadolu’ya sokulmaması için ilgililere kesin direktif vermiştir.”304

“Mustafa Kemal, Millî Mücadele boyunca millî basının yanı sıra yabancı basınla da ilişkilerini aralıksız sürdürmüştür. Amerika’dan ve Batı dünyasından birçok gazeteci bu yıllarda Ankara’ya gelerek onunla görüşmüş, bu görüşmeler dış basında büyük yankılar uyandırmıştır. Atatürk bu görüşme ve demeçlerinde özellikle Misak-ı Millî’nin mutlaka gerçekleşeceğini söylüyor, Türk milleti için bu yeminden dönüş olamayacağını vurguluyordu. Zira Millî Mücadele, “Ya İstiklâl Ya Ölüm!” kuralı üzerine oturtulmuştu.”305 “Mustafa Kemal Paşa, yabancı gazete ve dergilere verdiği bu demeçlerin dışında Grace Ellison, Berthe Georges-Gaulis, Claude Farrere gibi yabancı yazarların Kurtuluş Savaşı esnasında Anadolu’ya gelerek Türk tezini yakından tanımalarını, onların Batı basınında Millî Mücadele lehine bir hava yaratmalarını da sağlamıştı. Bu suretle yabancı basının Türkler aleyhine tutumlara girmesi önleniyor, dış dünyanın da Millî Mücadele’den haberdar olması sağlanmış oluyordu.”306

Times’ın 16 Aralık 1919 tarihli New York çıkışlı yazısında Associated Press muhabirinin sultanla yaptığı mülakata yer veriliyor: “Sultan Diyor ki: Barışın gecikmesi Türkiye için savaştan daha kötüdür. Barışın belirsizliği halkımın arasında yoksulluğa ve hastalıklara neden oluyor. Mutlaka barışa ihtiyacımız var. Bizim amacımız Doğu’da sükûnetin sağlanmasıdır. Zaten Avrupalılar da bunu isterler. Yalnız Doğu’daki barış ancak Türkiye’nin bağımsız olmasıyla sağlanabilir. Her ne kadar Avrupalılarda kötü bir görünümümüz varsa da bu eski hükumetin hatasıdır. Benim halkım Avrupalıların düşündüğünün aksine, daha iyi şeylere layıktır. Barış imzalanır imzalanmaz iç meselelerimizi çözeceğiz. Benim arzum ve isteğim medenî büyük devletlerin güvenini kazanmaktır. Samimiyetle inanıyorum ki, barış sonrası yeni bir kanla sosyal gelişmeleri sağlayacağız. Eğer biz bağımsız olursak halkımızı yeniden eğiteceğiz ve modern anlamda bir refaha kavuşacağız. Benim namuslu

304 Prof. Dr. Yücel Özkaya, Millî Mücadele’de Anadolu Ajansı’nın Kuruluşu ve Faaliyetine Ait Bazı Belgeler, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, sayı: 2, 1985, s. 589-590 305 Yrd. Doç. Dr. Hülya Baykal, “Milli Mücadele’de Basın” 306 Yrd. Doç. Dr. Hülya Baykal, a.g.e.

213 olarak sözüm, büyük devletler bunları kabul ederlerse mutlu sonu görürler. Böylece Doğu’ya barış gelecek. Bu mutlu sona erişeceğiz.”307 Türk Hükumetinin ve halifeliğin İstanbul’dan çıkartılması ihtimaline değinen gazete, bu durumun Türk'leri kötümserliğe ittiğini ve Türk basınında bu konunun çok acı bir şekilde işlendiğini belirttikten sonra, İstanbul’daki İngilizlerin görüşlerinin de Türk'lerin istekleri doğrultusunda olduğunu ileri sürdükten sonra, hükumetin ve halifenin İstanbul’dan çıkartılmasının pratik bir çözüm çaresi olmadığını, İngilizlerin görüşüne göre; “Anadolu şehirleri, Bursa hariç hükumet için uygun binalara sahip değildir, oraya gidecek İngiliz ve Fransızlara uygun oturma yeri bulunamaz. Hükumetin oraya taşınması Türk kadını için kurtuluş olamaz. Türk sosyal hayatı oralarda daha da kötü. İstanbul’dan Türkler’i niçin kovalım? Müttefikler İstanbul ve Boğazları rahatça kontrol edebilirler. Burayı kolayca kontrol etmek mümkünken, içerileri kontrol etmek daha zor olur ve bu sebeple hükumet, maceracı askerlerin eline daha kolay geçer. Zaten şimdiki bütün sıkıntılar, maceracı askerlerin sebep olduğu olaylar değil midir?”308 İstanbul’daki İngilizlerin çoğunluğunun görüşünü yansıtan bu yazı İstanbul’un Türklerde kalmasının daha akıllı bir davranış olacağı fikrini savunmaktadır.309 Barış Konferansı’nda İngiltere ile müttefikleri Fransa ve İtalya arasında Türkiye sorunu 1920 yılının ilk aylarında çok önemli sürtüşmelerle geçmeye başlar. Lloyd George Boğazların ve İstanbul’un Türklerden alınmasını istiyor, Fransa ve İtalya ise Türklerde kalmasını istiyordu. İngiltere buna Doğu Anadolu’da Ermenistan kurulması ve Batı Anadolu ile Trakya’nın Yunanistan’a bırakılması ve Türk'lerin bunu kabul etmesi şartı ile razı olmuştu. Türk'lerin Boğazlarda kalmasının Boğazların kontrolünü daha kolaylaştıracağı görüşü İngiliz Kabinesi’nin Lloyd George’a rağmen aldığı bir karar olarak basında yer alıyordu. Adriyatik konusunda Amerika ile İtalya’nın arasının açıldığı ve bu sebeple Başkan Wilson’un İtalya’ya sert bir nota verdiği bir sırada Londra’daki Türk sorunu için görüşmelerden Fransa’nın istediği doğrultuda kararlar çıktığı duyuluyordu. İstanbul’un Türklerde kalması, Boğazların İtilaf kontrolünde olması yolundaki Fransız tezi kabul edilmişti. Yalnız Ermeni, Yunan, Fransız, İtalyan ve İngiliz

307 Prof. Dr. Ergün Aybars, a.g.e 308 Prof. Dr. Ergün Aybars, a.g.e 309 Prof. Dr. Ergün Aybars, a.g.e

214 çıkarları yukarda belirtildiği gibi korunacaktı. Habere uzun yer veren Times, kendi yorumunda şunları ileri sürmekteydi: Eğer Türk'leri İstanbul’dan mahrum edersek milliyetçilere yardım etmiş oluruz. İstanbul’u Türklerde bırakmakla Türk halkının millî duyguları yumuşamıştır.” Barış Konferansı’nda Boğazların ve İstanbul’un Türkler’e bırakılmasına Observer Gazetesi’nden büyük tepki geldi. 22 Şubat 1920 günlü sayısında Observer, “Genç Türk'leri Geri Getirme, Boğazlar ve Tam Güvenlik” başlıklı yazısında Sultan Halife’nin İstanbul’da kalmasını, Ermeni katliamının kan lekelerini üzerinde taşıyan, Türk'leri savaşa sokan, zorba, şövenist İttihatçılara yarayacağını ve milliyetçilik adı altında yönetimi tekrar ele geçireceklerini ileri sürüyordu. Observer 29 Şubat’da Türkiye konusuna değinerek, Türk'lerin, “tekrar savaş yapma hatasına düşmeyeceğiz” sözlerine rağmen, “bize karşı savaş hazırlığı içindeler” diyerek Türklere inanılmamasını yazıyordu.310

Mustafa Kemal, açıkça başkenti Anadolu’ya taşıyalım demese de İstanbul’un güvenli bir yer olmadığını belirtiyor ve şöyle diyordu: “Düşman donanma toplarının etkisinde, işgal kuvvetlerinin ayakları altında... bulunan başkent (İstanbul) bugün tam anlamıyla kuşatılmış durumdadır. Burada Osmanlı egemenliği manen ve eylemli olarak geçersizdir. Buna Rum ve Ermenilerin başkaldırıcı durumlarını da eklersek, İstanbul’da Mebuslar Meclisi’nin güven altında olamayacağını, iş göremeyeceğini anlamakta kuşku olmaz...”311 Bu gibi gerekçelerle Mustafa Kemal Paşa, Meclisin Anadolu’da toplanmasını istiyordu. Açıkça söylemese de gerçekte, İstanbul’un başkentlik statüsünü tartışma konusu yapmış oluyordu. Parlamento Anadolu’da toplanınca, Türkiye siyasetinin ağırlık merkezi İstanbul’dan Anadolu’ya kayacaktı. Gözler, ister istemez Anadolu’ya çevrilecek; Anadolu ön plâna geçecek; İstanbul ise kenarda kalacaktı. Meclisin Anadolu’da toplanması, başkentin İstanbul’dan Anadolu’ya taşınmasına doğru bir adım olacaktı. İstanbul Hükumeti ve Padişah da, doğal olarak, Meclisin Anadolu’da toplanmasına şiddetle karşıydılar. Kendi bakımlarından haksız da sayılmazlardı. Çünkü, İstanbul Hükumeti zaten “İstanbul Belediye Meclisi” durumuna düşmüş ve İstanbul surları dışında sözünü geçiremez olmuş idi. Meclis-i Millî de Anadolu’ya geçerse başkent İstanbul büsbütün sönebilir,

310 Prof. Dr. Ergün Aybars, a.g.e 311 Kemal Atatürk, Nutuk, Belge No. 181

215 Türkiye’nin siyasal merkezi meclis toplantı yeri Anadolu’ya kayabilirdi. Düşman propagandası da İstanbul Hükumeti’nin bam teline basıyordu: “Meclis Anadolu’ya giderse, başkent de Anadolu’ya gitmiş olur, başkent Anadolu’ya gidince de İstanbul elden gider” deniyordu.

Kısacası, 1920 başlarında ortam henüz elverişli değildi. Meclisi Anadolu’da toplamak ve başkenti İstanbul’dan Ankara’ya taşımak için bir süre daha beklemek gerekecekti. Bu arada Ankara, başkent adayı olarak sivriliyordu. 27 Aralık 1919 günü Mustafa Kemal Paşa ve Heyet-i Temsiliye üyeleri Ankara’ya geldiler. Ankara, Heyet-i Temsiliye Merkezi oldu. Heyet-i Temsiliye, bir bakıma de facto Hükumet durumundaydı. Anadolu’ya fiilen hükmediyordu. Ankara, bu fiili Hükumetin merkezi oldu. Atatürk, “cephelere ve İstanbul’a demir yolu ile bağlı ve genel durumu yönetme bakımından Sivas’dan hiçbir ayrılığı olmayan Ankara”yı merkez yapmak için en uygun yer olarak görmüştü. Ama Sivas’tan Ankara’ya taşınma ve hele Ankara’nın devamlı bir merkez yapılması düşüncesi bir süre gizli tutuldu. Sanki Ankara geçici bir merkezmiş gibi gösterildi. Atatürk, Ankara’ya geldiği gün yayınladığı duyuruda, “şimdilik Heyet-i Temsiliye merkezi Ankara’dır” diyordu. Mazhar Müfit Kansu, “Ankara’nın daimi merkez olmasını kararlaştırmıştık. Fakat... mahrem (gizli) tutuyorduk” der.”312

312 Dr. Bilal N. Şimşir, Ankara'nın Başkent Oluşu, ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 20, Cilt: VII, Mart 1991

216

III. BÖLÜM BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NIN SONU: YENİ DEVLET, YENİ BAŞKENT

217

A - İSTANBUL’UN İŞGALİNİN SONUNU BELİRLEYEN OLAYLAR

Türkler, İstanbul'un İtilâf Devletleri tarafından işgalinin mütareke şartlarına aykırı olduğunu ileri sürerken İtilâf yetkilileri bu konuyla ilgili sorulara kaçamak cevaplar veriyorlardı. Ancak İstanbul'un işgaline yol açan gerçek nedenin İtilâf Devletlerinin birbirlerine karşı duydukları güvensizlik olduğu anlaşılmaktadır. Şehrin tek bir İtilâf Devleti tarafından işgal edilmesini önlemek amacıyla karma bir işgal kuvveti tarafından işgaline karar verilmiştir. Savaş sırasında Türk'lerin Avrupa'dan çıkartılmaları için kesin bir karara varmış olan Avrupa devletleri, mirasın en önemli parçası olan İstanbul'un paylaşılması konusunda bir türlü anlaşamamışlardır. Sonuç olarak İstanbul'u bir süre daha Türklere bırakmaya karar veren İtilâf Devletleri gerekçelerinde sömürgelerindeki Müslümanların tepkisinden çekindiklerini belirterek kamuoyunu yanıltmaya çalışıyorlardı. Savaş sırasında, İstanbul'u Ruslara vaadeden aynı İtilâf Devletleri sömürgelerindeki Müslümanları düşünmüyorlardı.313 Böylece Büyük Britanya, Fransa, İtalya ve Yunanistan, askerleri ve savaş gemileriyle İstanbul’u işgal etmişlerdi. Amerika Birleşik Devletleri de diğerlerinin neler yaptıklarını yakından izleyebilmek için kendi savaş gemilerini göndermişti.

1919 İlkbaharında Osmanlı İmparatorluğu'nun paylaşılmasına karar verilmiş ve Venizelos, büyük devletlerin sofrasından arta kalanları toplayabilmek için pusuya yatmış bulunuyordu. Bu Şekil 44: Venizelos314

313 Osman Ulagay, Amerikan Basınında Türk Kurtuluş Savaşı, Özel Yayın, Mart 1974, s.158. 314 Tempo Dergisi Sayı 20, 17-05-2007, s.41 (Atilla Oral arşivinden).

218 nedenle Yunanistan İzmir'in işgaline dört elle sarılırken amaçlarına set çekilen İtalya, Türkleri işgale karşı koymaya teşvik ediyor, silâh ve cephane yardımında bulunmaktan çekinmiyordu.315 Fransa'nın yakın Doğu siyaseti ise, her ne pahasına olursa olsun İngilizlerin Doğu Akdenizde güçlenmelerini önlemek amacına yönelmişti. İtalya da bu siyasete ayak uydurunca Yunanlıların güçlenmesinin İngiltere'ye yarayacağını hesaplayan bu iki devlet Yunanlılara karşı olan her hareketi desteklemeye karar verdiler. Fransa bu nedenle, Mustafa Kemal'in henüz zayıf olduğu dönemde, Yunanlıların Türklere karşı bir saldırıya geçmelerine izin vermemekte ısrar etmiştir. Yunanlılar daha başlangıçta geniş çapta bir saldırıya geçmiş olsalardı zaferi sağlamalarının daha kolay olacağı düşünülmekteydi. Ve İngilizler de muzaffer Yunan ordularını İstanbul'da karşılamaktan özel bir zevk duyması muhtemeldi. Zaferin Yunanlılar tarafından sağlanması sorunun İngiltere açısından en olumlu biçimde çözümlenmesi anlamına gelmekteydi. İstanbul, İzmir ve Trakya'yı ele geçirmiş bir Yunanistan'ı başlı başına bir devlet saymak gerekecek ve bu devletin başında Bay Venizelos bulundukça ipler İngilizlerin elinde kalacaktı.

Fransa ise Osmanlı’dan kendisine düşen pay olan Suriye'yi Fransa'nın bir eyaleti haline getirmekte büyük güçlüklerle karşılaşıyordu. Öte yandan Mustafa Kemal güneydoğudaki kuvvetleriyle Fransız'ları fena halde uğraştırıyor ve Suriye halkını da tahrik ederek Fransızların bu ülkede başarılı bir yönetim kurmalarını engelliyordu. Fransa çözüm yolunu Türklerle anlaşmakta ve resmen müttefiki görünen Yunanlılara karşı Türk'leri desteklemekte buldu. Artık Fransa da Türklere silâh ve cephane yardımı yapıyordu. İngiltere ise Yunanlıları desteklemeye devam etmekte ancak zaman zaman kayıtsızlık içinde olayların gelişmesini beklemekten başka bir şey yapmamaktaydı. İngiltere'nin gücü herkesten fazla bekleme olanağına sahip bulunmasındaydı. Fransa kısa zamanda yıpranarak hevesini kaybedecek ve kendisine çok pahalıya malolan Yakındoğu'daki emperyalist amaçlarından vazgeçecektir. İngiltere böylece beklemesinin karşılığını alacak ve büyük devletler içinde en fazla kendisi için önem taşıyan Yakındoğu'daki üstünlüğünü perçinleyecektir.

315 Osman Ulagay, a.g.e., s.158.

219 Yakındoğu'nun İngiltere için taşıdığı büyük önem, bu bölgenin Büyük Britanya İmparatorluğu için bir arka kapı niteliğine sahip bulunmasından ileri gelmektedir.316 Yunanlılar, Bursa ve Uşak mıntıkalarından Eskişehir ve Afyon istikametlerinde 6 Ocak 1921'de ileri harekata geçerler. Yunan harekatı üç koldan ilerleyerek İnönü önünde birleşir ve Yunanlılar, 3 günlük yürüyüşten sonra 9 Ocak günü İnönü mevzilerinin önüne gelmişlerdir. Savaş 10 Ocak günü sabah saat 6.30'da Yunanlıların taarruza geçmesi ile başlar. Saldırısı kırılan Yunanlılara karşı savaş 10 Ocak 1921'de kazanılır. Dinamik bir sevk ve idare sistemiyle Yunanlıların iki misli kuvvetlerine karşı, zayıf kuvvetlerle yoğun bir savunma yapılmış ve Yunan orduları üç gün içinde yenilerek geri çekilmeye mecbur bırakılmıştır. I. İnönü Zaferi sonunda Albay İsmet Bey, 1 Mart 1921'de generalliğe yükseltilir. Kazanılan bu zaferin tarihi önemi, Batı Cephesi'nde kazanılan ilk zafer oluşu ve Sevr uygulamacılarına milli mücadelenin gücünün gösterilmesidir. I. İnönü Savaşıyla Kuva-yı Milliye devri son bulmuş, Büyük Millet Meclisi Hükumeti'nin ve ordusunun içerde ve dışarıda itibarı birden yükselmiş, ordunun ve Meclis'in otoritesi artmıştır.

Bir barış yapmak için İtilaf devletleri acele etmeye başlamıştır. Ankara'nın gittikçe kuvvetlendiği görülmektedir, bunun içindir ki 26 Ocak 1921'de İstanbul Hükümetini Londra Konferansına davet ederken Ankara temsilcilerinin de heyete dahil olmasını isterler. Sadrazam Tevfik Paşa 27 Ocak tarihli telgrafı ile bunu Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa’ya bildirir. 21 Şubatta İtilaf Devletleri delegeleriyle Türk ve Yunan delegeleri Londra'da toplanacaklardır. Konu Sevr andlaşmasında olaylar dolayısiyle değişiklik icra etmektir. Tevfik Paşa Ankara hükümetine özel bir şifre ile Yunanlıların bir kolorduyu İzmir'e sevketmekte olduklarını bildirir. Bu suretle Londra'da kuvvete dayanarak konuşacaklarını açıklar. M. Kemal Tevfik Paşa'ya 28 Ocakta bir resmî bir de özel iki cevap yollar. Resmi cevapta Türkiye'nin mukadderatına egemen olan tek, bağımsız ve meşru kuvvetin Ankara'da aralıksız toplantı halinde bulunan Büyük Millet Meclisi olduğunu bildirir. Cevaba göre bu Meclis Türkiye'ye ait bütün meselelerin halline memur ve dışişlerini de yönetimle görevlidir. İstanbul'da ise herhangi bir heyetin her yönden meşruluğu

316 Osman Ulagay, a.g.e., s.161.

220 ve hukukîliği yoktur. Bu heyete düşen vatanî ve vicdanî görev, derhal gerçeğe ve duruma uyarak millet ve memleket namına meşru muhatap hükümetin Ankara'da olduğunu kabul ve ilân etmektir. İtilâf Devletleri Londra'da akdedecekleri konferansta Doğu sorununu hak ve adalete göre halletmeye karar vermişlerse davetlerini doğrudan doğruya Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetine yapmaları gerekmektedir. Böyle bir davet iyi karşılanacaktır.317 Mustafa Kemal Paşa, Tevfik Paşaya yolladığı özel mektupta ise ömrü boyunca memlekete hizmet etmiş bu zata eski hizmetlerini tamamlayacak müstesna ve tarihî bir fırsat çıktığını belirtir. Konferansa iki ayrı heyetle gidilmemesi, milletin gerçek temsilcisi Ankara Hükümetinin tek heyetle iştiraki istenmektedir. Bu davetler üzerine Büyük Millet meclisinde uzun müzakereler yapılır, bu davetin

Şekil 45: Yunan Ordusu Bursa'da318 samimî olmadığı Yunanlılara zaman kazandırmak için yapıldığı, heyet yollanmaması tezi ileri atılır. Mustafa Kemal ise bunu kabul etmekle beraber ayrı ve doğrudan bir davet yapıldığı takdirde Londra'ya gitmenin yerinde olduğunu savunur. Bu görüş

317 Prof. Dr. Yılmaz Altuğ, a.g.e., s.123 318 Tempo Dergisi Sayı 20, 17-05-2007, s.49 (Atilla Oral arşivinden).

221 kabul edilir. Verilen karar çerçevesinde Dışişleri Bakanı Bekir Sami Bey başkanlığında bir temsilci heyeti Antalya'ya oradan da bir İtalyan torpidosu ile Brendisi'ye gider. Brendisi'den Roma'ya geçen Büyük Millet Meclisi temsilcileri Ankara Hükümetine sevgisi olan Kont Sforza tarafından sağlanan davetle Londra Konferansına kabul edilirler. Londra Konferansına, Osmanlı Hükümeti adına Tevfik Paşa da iştirak etmiş ise de Sadrazam sözü Ankara Temsilcisi Bekir Sami Beye bırakmıştır. Bekir Sami Beyin talimatı Misak-ı Millî ilkelerini Batılılara anlatmak ve kabul ettirmekir. Bekir Sami Bey ise Moskova'daki görüşmeler henüz bitmeden gelmiştir. "Moskova görüşmeleri Bekir Sami Beyde Sovyet liderlerinin samimî olmadığı, Sovyetlerin otokratik bir azınlık tarafından idare edildiği ve yeni rejimin Rusya'da azınlık haklarım korumadığı kanısını uyandırmıştır".319 New York Times gazetesinde ise Londra Konferansının yansımaları 13 Şubat 1921 tarihli “Venizelos Londra’da” başlıklı haberde, “İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan ve İstanbul'daki 'gölge hükümet' ile Ankara'daki gerçek Türk Hükümeti temsilcilerinin yanısıra Ermeni ulusunun temsilcilerinin de katılacağı görüşmeler sekiz gün sonra Londra'da başlayacaktır. Türkler, Sevr Antlaşması'nın mutlaka değiştirilmesini İngilizler ise korunmasını istiyorlar. İngiltere'nin görüşüne göre bazı şartlarının uygulanmasında güçlüklerle karşılaşılan bu antlaşma, herşeye rağmen Orta Doğu'daki ırk sorunlarına bazı olumlu çözümler getirmektedir.” şeklinde olmuştur.320

Aynı dönemde Sovyetler'in genel siyasetini dikkate alan Türkiye Büyük Millet Meclisi, Bekir Sami Bey Başkanlığında Moskova'ya bir heyet göndermiştir. Bu heyet, Sovyetler ile Ankara Hükumeti arasında yapılacak antlaşmaya esas olacak bazı hususları tespit etmiş ve böylece 20 Ağustos 1920'lerde iki hükumet arasında olumlu gelişmeler başlamıştır. Ancak, Sovyet Dış işleri Komiseri Çiçerin'in Kafkasya'da Türkiye'ye ait bazı bölgelerin Ermenistan'a verilmesini istemesi üzerine antlaşmanın imzalanmasından vazgeçilmiştir. Daha sonra Mustafa Kemal, Ali Fuat Paşa'yı Moskova elçiliğine tayin etmiştir. Ali Fuat Paşa heyeti 14 Aralık 1920'de Ankara'dan ayrılmıştır. Keza, Chicherin'de Ekim ayında Gürcistan'ın Ankara elçisinin kardeşi olan M. Budu Medivani'yi Ankara'ya elçi olarak görevlendirmişti.

319 Mehmet Gönlübol, Cem Sar, op. cit., s. 31’ten aktaran Prof. Dr. Yılmaz Altuğ, a.g.e., s.123 320 Osman Ulagay, a.g.e., s.124

222 19 Şubat 1921'de Ankara'ya gelen Medivani, Mustafa Kemal'e itimatnamesini sunmuştur. İki ülke arasında 16 Mart 1921'de Moskova Antlaşması imzalanır.

MOSKOVA ANLAŞMASI321 Bu antlaşmaya göre:

1. Taraflardan herbiri, diğerine zorla kabul ettirilecek bir barış anlaşmasını ve milletlerarası bir akti tanımamayı taahhüt etmişlerdir.

2. Türkiye tabirinden ne anlaşılacağı tespit edilmiştir. "Türkiye tabirinden 28 Ocak 1920'de İstanbul Mebusun Meclisi tarafından tanzim ve bütün devletlerle, basına tebliğ olunan, Milli Misak'ın gösterdiği topraklar anlaşılmaktadır. " Milli Misak, bu suretle ilk defa olarak milletlerarası bir antlaşmada yer almıştır.

3. Türkiye'nin doğu sının tespit edilmiştir. Bu antlaşmaya göre sınır: Karadeniz kıyısında Sarp Köyü-Şavşat dağının suları ayıran çizgisi-Kars ve Ardahan sancaklarının kuzey sınırları Araş talvegi - Karasu dökümüdür.

4. Batum Limanı ve yukarıda belirtilen sınırın kuzeyinde kalan arazi geniş bir muhtariyet verilmek suretiyle Gürcistan'a bırakılmıştır.

5. Nahcivan, muhtar olmak şartı ile Azerbaycan'a bırakılmıştır.

6. Boğazların bütün milletlerin ticaretine açık olduğu kabul edilmiştir. Bu hükmü temin edecek tüzüğün, Boğazlar ve Karadeniz'de kıyısı bulunan devletlerin teşkil edeceği bir komisyon tarafından hazırlanması kabul edilmiştir.

7. İki memleket arasında evvelce imza edilmiş olan (Çarlık Rusya ve Osmanlı Devleti zamanında) anlaşmaların hükümsüz olduğu kabul edilmiştir.

8. Kapitülasyon usulünün ve bu usul ile ilgili olan her türlü ilişkilerin hükümsüzlüğü ilan edilmiştir.

Londra Konferansı 21 Şubat'tan 12 Mart 1921'e kadar sürer. Olumlu hiçbir sonuç alınamaz. İtilâf Devletleri önce İzmir'in ve Trakya'nın nüfusları hakkında kendileri tarafından bir araştırma yapacaklarını kabul edeceğine dair Ankara Hükümetinden söz almak ister. Delegasyon bunu önce kabul ettiyse de Ankara'nın uyarması üzerine Yunan yönetiminin kaldırılması şartiyle kabul edileceği bildirilir. İtilâf Devletleri ayrıca Sevr Andlaşrnasının uygulanmasını isterler, Ankara delegeleri bunu reddederler. İngiltere, Fransa, Japonya, İtalya heyetleri Türk ve Yunan heyetleri ile ayrı ayrı görüşerek görüşlerini tesbit etmişlerdir. 21 Şubatta Konferans açıldığında henüz Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin Heyeti Londra'ya varmamıştır, o gün Yunan heyeti ile görüşülür. Lloyd George sık sık

321 “Moskova Antlaşması”, Vikipedi, özgür ansiklopedi, (Çevrimiçi), http://tr.wikipedia.org/wiki/Moskova_Antla%C5%9Fmas%C4%B1, 27 Mayıs 2007

223 söz alarak Yunan kuvvetlerinin Türk kuvvetlerini yenebileceği hususuna ikna etmeye çalışır. 23 Şubat'ta Türk heyeti dinlenmiştir. Atatürk’un Nutuk’ta da aktardığı gibi İtilaf devletleri tarafından şu öneriler yapılır: Trakya sınırından bahis yoktu. İzmir bölgesi egemenliğimizde kalacak, İzmir şehrinde bir Yunan kuvveti kalacak, bölgede bulunan gayri Türk unsurların sayılarıyla orantılı bir karma jandarma kıtası kurulacak, buna İtilâf Devletleri mensubu subaylar komuta edecek, bölgeye Milletler Şekil 46: İngiltere Başbakanı Lloyd George322 Cemiyeti tarafından bir Hristiyan vali tayin edilecek ve seçimle kurulacak bir meclis ve bir danışmanlar heyeti ile birlikte çalışacak. Bölgenin yöneticileri arasında gayri Türk unsurlar sayılarıyla orantılı olarak iş ve vazife alacaklar. Vilâyet geliriyle orantılı bir vergiyi Türkiye'ye verecek. Bu anlaşma beş yıl süreli olacak, sonunda taraflardan birinin talebiyle Milletler Cemiyeti tarafından değiştirilebilecekti. Suriye sınırı şimdiki sınırın aynı olacaktı. Irak sınırından Londra'da bahis yoktu. Kafkas sınırına gelince Milletler Cemiyeti bir Ermeni yurdu kurulması için Doğu illerimizde Ermenistan'a devrolunacak arazinin tespiti için bir komisyonu görevlendirecekti. Türkiye bu komisyonun kararını kabul edecekti. Boğazlar bölgesine gelince Çanakkale güneyinde Tenedos adasının (Bozcaada) karşısında Karabiga'ya giden hattın kuzeyi ile Boğaziçi’nin iki tarafında 20 ilâ 25 kilometrelik bir bölge olacaktı. Çanakkale Boğazına hâkim olan her iki tarafındaki adalar, Gelibolu Yunanistan'a, Çanakkale Türkiye'ye bırakılacak, her iki şehirde İtilâf Devletleri asker bulunduracaklardı. İstanbul ve Kocaeli yarımadasını tahliye edecekler, Türkiye'nin İstanbul'da asker bulundurmasına ve Anadolu'dan Rumeli'ye veya Rumeli'den Anadoluya asker geçirmesine müsaade edilecek. Kürdistan projesi, mahalli muhtariyetler, Kürt, Asurikeldani menfaatlerinin yeteri derecede himayesi şartı ile terk ediliyordu. Bu yeni anlaşma samimiyetle uygulanmadığı halde İstanbul hakkındaki İstanbul'un bizden alınacağı tehdidinden vazgeçen İtilâf Devletleri Türkiye'nin İstanbul'da asker bulundurabileceği ve Boğaziçi’nin etrafındaki gayrı askerî bölgeden asker geçirmesine müsaade

322 Tempo Dergisi Sayı 20, 17-05-2007, s.41 (Atilla Oral arşivinden).

224 edileceğini kabul etmektedir. Adlî Kapitülâsyonlar başlığında, İngiltere, Fransa İtalya ve Japonya temsilcilerinden kurulacak komisyona Türk temsilcisinin girmesine razı olmuşlardır. Malî Hükümler olarak, Sevr anlaşmasında kurulması öngörülen Maliye Komisyonu Türk Maliye Bakanının fahri başkanlığında bulunacak. Komisyonda bir Türk delege bulunacak ve bunun Türk Maliyesine ait hususlarda oyu bulunacaktı. Diğer hususlarda Türk delegenin yetkisi istişarî mahiyette olacaktı. Türk Parlamentosu Türk Maliye Bakanı ile Komisyon tarafından ortaklaşa hazırlanacak bütçede değişiklik yapmak yetkisini haiz bulunacaktı, fakat bu değişiklik bütçenin dengesini bozacak şekilde ise bütçe tekrar Maliye komisyonuna gönderilecekti. İktisadî Hükümler olarak yalnız bazı yabancı postaların bazı şartlar altında kaldırılacağı bildirilmekte fakat genellikle Sevr'deki hükümler kalmaktaydı. Boğazlar Komisyonu de Sevr'dekinin aynı idi. Sadece Türk delegesine de iki oy hakkı ve Komisyona başkanlık hakkı tanınıyordu. Askerî Hükümlerde, Jandarma miktarı 45.000 ve özel kıtalar miktarı 30.000’e yükseltiliyordu. Jandarmada subay ve assubay miktarı arttırılıyordu, buna mukabil yabancı subay sayısını azaltmaktaydı. Türkiye ise İzmir'in tahliye edilmesini. Batı Trakya'nın 1913 sınırlarına kadar Türkiye'ye verilmesini. Boğazlarda Türk egemenliğinin yeniden kurulmasını, İstanbul'dan yabancı askerlerin çekilmesini istemiştir. Türkiye daha tekliflere cevap vermeden Yunanlılar Mart'da Anadolu'da genel bir hücuma geçerler.

Londra Konferansı’nda yumuşatılmış bir Sevr önerilse de Aynı dönemde ikili görüşmeler yoluyla Anadolu Hükumeti bazı anlaşmalar yapmak istemiştir. Fransızlarla girişilen temaslardan biri Büyük Millet Meclisi Hükumetinin muvafakati olmadan Dış işleri Bakanı Bekir Sami Beyin Londra Konferansından dönerken Fransa Başbakanı Aristide Briand ile 11 Mart 1921'de imzaladığı çatışmaya son verilmesine dair anlaşmadır. Her iki taraf askerlerini silâhtan arındıracak, zabıta kuvvetlerimize Fransız subayları sokulacak, zabıtaya Fransızlar komuta edeceklerdir. Fransızlar işgallerindeki yerleri tahliye etmekle beraber buralarda da Diyarbakır, Sivas, Elâzığ illerindeki ekonomik üstünlük ve Ergani madeni ayrıcalığını yeniden ellerinde bulunduracaklardı. Bu Fransa'nın yeniden kapitülâsyon sağlaması demekti. Büyük Millet Meclisi Hükumeti anlaşmayı reddetti. Bekir Sami Bey İngilizlerle de esirlerin karşılıklı iadesi için bir anlaşma imzalamıştır. Türkiye bütün İngiliz

225

Şekil 47: Bağımsızlık Savaşının başlarında Anadolu'da Yunan ve İtilaf Orduları işgal alanları ve Türk ordusunun durumu323 esirlerini iade ederken İngiltere sadece Ermenilere ve İngiliz esirlerine zulüm ve kötü muamele etmemiş Türk esirlerini geri vereceklerdir. Türkiye Büyük Millet Meclisi bu andlaşmayı da reddeder. Aynı akıbete Kont Sforza ile Bekir Sami Bey arasında 12 Martta imzalanan anlaşma da uğrar. Buna göre İtalya'nın İzmir ve Trakya'nın, konferansda bize bırakılmasını savunmasına karşılık İtalya'ya Burdur, Muğla, Isparta ilerimizin tamamında ve Afyonkarahisar, Kütahya, Aydın ve Konya illerimizin daha sonra tespit edilecek bölgelerinde iktisadî ayrıcalıklar verilecekti. Ereğli madenleri bir Türk - İtalyan şirketine devredilmektedir. Ankara'nın talimatı dışında imzalanan bu üç anlaşma Türk Dış işleri Bakanı Bekir Sami Beyin, millî idealin hedeflerini anlayamadığını da ortaya koymuştur.324 Eski kapitülâsyonların yeniden canlandırılması demek olan "Fransız ve İtalyan andlaşmaları ve bazı Türk'leri istisna ettiği ve bu Türk tebaasının Türkiye dahilindeki harekâtı üzerinde, ecnebi hükumetinin bir nevi hakkı kazasını tasdik etmek" anlamına gelmesi sebebiyle de

323 Kemal Atatürk, Nutuk, Ek. 324 Kemal Atatürk, Nutuk (1919-1927), Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1989, s.392-395

226 İngiliz andlaşması reddedilince Bekir Sami Bey istifa etmiş, yerine Yusuf Kemal (Tengirşenk) geçmiştir.

Şekil 48: 23 Nisan 1920'de Türk ordusu ile İzmir ve Adan yörelerindeki Yunan ve Fransız ordularının durumu325

Londra Konferansı'nın istedikleri gibi bir sonuç vermeyecek gibi görünmesi, Sevr projesini uygulamak için İngilizleri yeni bir çabaya yöneltmiş ve bu amaçla Yunan işgal ordusunu savaşa teşvik etmişlerdi. Bundan faydalanan Yunanlılar, daha konferans bitmeden Bursa'dan İnönü istikametine ilerlemeye başlarlar. 31 Mart 1921 akşamına kadar süren kanlı çarpışmalar sonunda Yunanlılar İnönü'de ikinci defa yenilir. Yaptıkları iki saldırının da püskürtülmesi üzerine Yunan kuvvetleri, 31 Mart gecesinden itibaren çıkış mevzilerine çekilmeye başlarlar, çekilen Yunanlıları Türk süvari birlikleri izlemiş ve düşmana çekilirken de kayıplar verdirilmiştir. Fevzi Paşanın (Çakmak) Mecliste bu savaştan bahsederken söylediklerinden anlaşıldığına göre, Yunan ordusunun amacı mutlaka yenmektir. Başkumandanları Papulas, bu sebeple Karaköy'e gelmiş ve alaylarını bizzat birbiri ardınca savaşa sokmuştur.

325 Kemal Atatürk, Nutuk, Ek.

227 Düşman bir taraftan kesin olarak Türk ordusunu yenmek ve dört beş günde Eskişehir'e, bir ayda da Ankara'ya gelerek Sevr Antlaşması'nı kabul ettirmek amacındadır. Yunanlıların hareketlerinden amacını anlayan kumandanlık, lazım gelen önlemleri almıştır. İsmet Paşa bir taraftan da düşmana umduğu yerde değil, Türk ordusunun istediği yerde savaşı yaptırmak suretiyle, düşmanın savaş planını başarısızlığa uğratmıştır. Milli Kurtuluş Savaşı'nda bu zafer, Mustafa Kemal'in ifadesiyle, milletin "maküs talihini" (tersine dönmüş talihini) de yenen bir zafer olmuştur. II. İnönü Savaşından sonra, Güney Cephesi kaldırılmış, Güney ve Batı cepheleri birleştirilmiştir. Böylece Batı Cephesinde daha fazla kuvvet toplamak imkanı sağlanmıştır. Yunanlılar, 10 Temmuz 1921'de iki ayrı cepheden taarruza geçerek Türk Ordusunu yok etmek istemişlerse de desteklenmiş kuvvetleriyle güçlü bir şekilde ilerlemeyi başarırlar. Türk Ordusu, zor durumdan kendisini kurtarmak amacıyla Eskişehir'e kadar çekilmiştir. Mustafa Kemal Paşa, 18 Temmuz 1921'de Batı Cephesi karargahına gelir ve durumu yakından görüp inceler. Ordunun düzenlenip kuvvetlendirilmesi için, Sakarya'nın doğusuna kadar çekilmesini gerekli görmüştür. Bunun üzerine, Türk Ordusu, 25 Temmuz 1921'de taktik savunma yapmak amacıyla Sakarya'nın doğusuna çekilir. Türk kuvvetleri için zor olsa da, Yunanlılar için daha zor olan bir durum oluşturulur. Böylece, Türk kuvvetleri düşmanın gelişen taarruzlarının tehdidinden kurtarılmış, Sakarya'nın doğusunda yeniden düzenlenerek savunma gücü artırılmıştır. Yunanlılar ise mevzilerini genişletmişler, ulaştırma şartları zor bir arazide ilerlemek ve ikmal yapmak zorunda kalmışlardır. Sakarya gerisine çekilme, halkın maneviyatı üzerinde ciddi bir sarsıntı oluşturmuş ve Meclis'te de bunun belirtileri ortaya çıkmıştır. Mustafa Kemal Paşa'nın muhalifleri; "Ordu nereye gidiyor, millet nereye götürülüyor? Bu hareketin elbette bir sorumlusu vardır, o nerededir? Bu çok acı veren durumun ve yürekler acısı görünümün gerçek sorumlusunu ordunun başında görmek isterdik" diyerek Mustafa Kemal Paşaya karşı koymaya başlarlar. Büyük Millet Meclisi'nde ve dışarıda son çare ve son tedbir olarak Mustafa Kemal Paşa'nın ordunun başına geçmesinde fayda umulduğu yolunda bir kanaat oluşmuştur. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, 4 Ağustos 1921'de Büyük Millet Meclisi'ne verdiği bir önerge ile Başkumandanlığı kabul ettiğini bildirir ve ancak Meclis'in elindeki yetkileri de fiilen kullanmayı talep etmiştir. Bu önerge üzerine Mustafa Kemal Paşa'nın muhalifleri, kendisine

228 Başkomutan ünvanını ve Meclis'in yetkilerini kullanmak hakkını önce vermek istememişlerse de ünvan ve yetki, 5 Ağustos 1921 tarihli kanunla tanınır. Mustafa Kemal Paşa, 12 Ağustos 1921'de Polatlı'daki Cephe Karargahına giderek ordunun başına geçer. 23 Ağustos'ta düşman ordusu ciddi olarak Türk cephesine taarruz eder. Türk ordusu 100 kilometrelik cephe üzerinde cereyan eden meydan muharebesinde, düşmanın üstün kuvvetlerini ilk önce yıpratarak, taarruza devam etmekten yoksun bir hale getirmiştir. 23 Ağustos'tan 13 Eylül'e kadar gece gündüz yirmi iki gün devam eden bu savaştan sonra, düşman ordusu cepheyi terkeder. Sakarya Meydan Savaşı sonucu, askeri harekat yön değiştirmiştir. Sakarya, geri çekilme ve gerilemenin durdurulduğu ileri gidişin başladığı noktayı oluşturmuştur. Sakarya Zaferi, bütün memlekette günlerce süren coşkun sevinç gösterilerine ve heyecanlı kutlamalara vesile olur. Meclis, 19 Eylül 1921'de kabul edilen bir kanunla, Türk Milletinin bir şükranı olarak Mustafa Kemal Paşa'ya Mareşallık rütbesi ve Gazilik ünvanını verdi. Sakarya Zaferi, Türk dış ilişkilerinde durumun düzeltilmesine ve Ankara hükumetinin itibarının artmasına yardımcı olur. 9 Haziran 1921'den beri Ankara'da Fransız temsilcisi Franklin Bouillon'la yapılmakta olan görüşmeler, Sakarya zaferinden sonra, 20 Ekim 1921'de Ankara'da olumlu bir şekilde sonuçlanarak, Ankara Antlaşması adıyla tarihe geçen bir antlaşmayla noktalanır. Sakarya zaferi, askerlik ve politika bakımından da önemli bir aşama olmuştur.

Fransızlarla İstiklâl savaşındaki önemli bir temas olan bu süreç eski Bakanlardan Franklin Bouillon'un gayri resmî olarak Ankara'ya gelmesi ile başlamıştır. 9 Haziran 1921'de Ankara'ya gelen Franklin Bouillon, Mustafa Kemal Paşa ve Fevzi Paşa (Çakmak) huzurlarında iki hafta müzakerelerde bulunur. Müzakerelerin çoğu Mustafa Kemal'in Ankara istasyonundaki özel dairesinde yapılır. İlk olarak eski Fransız bakanına Misakı Milli anlatılmıştır. Franklin Bouillon ise başlangıçta Sevr Anlaşmasının bir olup bitti olduğunda ısrar etmiştir. Mustafa kemal ona şu cevabı vermiştir: "Eski Osmanlı İmparatorluğundan yeni bir Türkiye Devleti vücuda gelmiştir. Bunu tanımak lâzımdır. Bu yeni Türkiye, her müstakil millet gibi hukukunu tanıtacaktır. Sevr Muahedesi, Türk milleti için o kadar meş'um bir idam kararnamesidir ki, onun bir dost ağzından çıkmamasını talep ederiz. Sevr Muahedesi’ni, dimağından çıkarmayan milletlerle, itimat esasına müstenit

229 muamelata girişemeyiz. Bizim nazarımızda böyle bir muahede yoktur. Londra’ya giden Heyet- i Murahhasımız Reisi, bundan bahsetmemiş ise verdiğimiz talimat ve salahiyet dairesinde hareket etmemiş demektir."326 Franklin Bouillon'a tam bağımsızlık istediğini Mustafa Kemal bütün açıklığı ile anlatır. Fransa ancak Sakarya zaferinden sonra 20 Ekim 1921'de Ankara Anlaşmasını imzalar, bu suretle Fransa ile savaş resmen durmuş olur.327 Andlaşma ile Türkiye - Suriye sının bizzat Gazinin eliyle çizilir, Hatay bölgesi Suriye sınırları içinde bırakılmakla beraber burada Türkçenin resmî dil olması, özel bir yönetim kurulması, Türk'lerin millî kültürlerinin gelişmesinin desteklenmesi kabul edilir. Franklin Bouillon bağımsızlık savaşında daha birkaç kere Ankara'ya gelir, Türk görüşünü Avrupa'ya tanıtır.

Dönemin şahidi ve müdahili olan Kazım Özalp ise olayları şöyle aktarmaktadır: “İngilizler, Türk - Yunan anlaşmazlığında tamamen tarafsız olduklarını tekrar tekrar ilân ediyorlardı. Malta'daki esirlerimizi, bizdeki İngiliz esirlerine karşılık olarak serbest bıraktılar. İstanbul'daki işgal kıtalarının baskısı Haziran ortalarında hafiflemiş bulunuyordu. İstanbul hükumeti de Anadolu ile hoş geçinmekten çekinmiyordu. İstanbul'da Kuva-yı Milliye taraftarları, fikirlerini açıkça söylemekte ve millî hareketi her vesile ile desteklediklerini belirtmekte idiler. Tevfik Paşa, Anadolu ile anlaşmaya vesile olur ümidiyle, İzzet, Ali Rıza ve Salih Paşaları kabinesine aldı. İstanbul Polis Müdürü Tahsin Bey de bugünlerde görevinden alınarak, yerine İzzet Paşa'nın kardeşi Miralay Esat Bey (sonradan paşa) tayin olundu. Fransız basını, Fransa'nın Türklerle anlaşmasının zor olmayacağını yazıyor, Italya'da da lehimizde neşriyat ve beyanat yapılıyordu. Haziran ayı ortalarında Franklin - Bouillon birinci defa olarak Ankara'ya gelmiş, görüşmelerde bulunmuştu. Fransızların Zonguldak'tan çekilmeleri ve İtalyanların Antalya'dan çekileceklerini bildirmeleri, bu ay içerisinde oldu. Bu günlerde İngiliz basını da lehimizde neşriyatta bulunuyordu. General Townshend, İngiliz Meclisinde söylediği nutukta, Yunanlıların İzmir ve Trakya'dan çekilmeleri için İngiltere’nin müdahalesini talep etmişti.”328

326 Kemal Atatürk, Nutuk (1919-1927), s.414. 327 Prof. Dr. Yılmaz Altuğ, Türk İnkılap Tarihi, s.127 328 Orgeneral Kazım Özalp, Milli Mücadele (1919-1922), Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1971, s. 186

230 Yakındoğu üzerindeki her Batılı ülkenin kendi çıkarlarına uygun olarak yaptığı hesaplar nedeniyle umutsuz bir durum gibi görünen bütün uluslararası karışıklığa son verecek bir çıkar yol gerekmektedir. Amerika Birleşik Devletleri'nin bölgede sorumluluk yüklenerek bir manda yönetimi kurmasının çıkar yol olacağına içtenlikle inanan pek çok Amerikalı bulunmaktadır. 1921 yılında İstanbul'da karşılaşılan Amerikalıların çoğu da hâlâ böyle bir manda yönetiminin özlemi içinde bulunmakta ve Amerika'nın Türkiye'de bir manda yönetimini üstlenmesi yolunda çaba harcamaktadır. Bu insanlar Yakındoğudaki büyük karışıklığı, tarafsız ve fedakâr bir hakem olarak gördükleri Amerika Birleşik Devletleri'nin çözümleyebileceğine bütün samimiyetleriyle inanmış görünmektedir.329 Ancak aslında Amerikan politikasının temeli olan ulusların kendi kendilerini yönetmesi ilkesi ile bir manda yönetimi mantığı çelişmektedir. Ayrıca Amerika Birleşik Devletleri'nin Türkiye'de bir manda yönetimi üstlenmesi İngiltere ile arasında sürtüşmelere ve hattâ çatışmalara yol açabilecektir. Washington'da Amerika Ticaret Odası’nın Ortadoğu şubesinin de Amerikan çıkarlarının diğer büyük devletlerle eşit şartlarda korunmasını istediğini beyan ettiği konferanslarda güçlü devletlerle güçsüzler arasındaki ilişkileri düzenleyecek, manda sisteminden daha etkili ve daha adil yöntemlerin geliştirilebileceği de ortaya konmuştur. Bununla birlikte bazı Amerikalılarca da Türkiye'de bir manda yönetiminin kurulması mutlaka gerekli görülüyorsa bu görevi Amerikan’ın değil İngiltere'nin yüklenmesi gerektiği düşünülmektedir. Onlara göre İngiltere'nin bu bölgede Amerika’dan fazla söz sahibi olduğu bir gerçektir.330 Batının düşüncesinde Türk'lerin, gelecekteki eylemleriyle uygarlığın izleyeceği yolu etkileyebilme ihtimalleri olduğundan, kendilerine doğru yolu gösterecek kişiler tarafından yönetilmeleri Avrupalıları ve Amerikalıları da yakından ilgilendirmektedir. New York Times’da çıkan habere göre eski büyük elçi Morgenthau “Yakındoğu’yu eğitmeliyiz” başlıklı haberde, Amerika’nın kültürel mandasının Türkiye için mutlaka gerekli olduğunu söylemiş ve “Yakındoğu gerekli eğitimi görmeden gerçek bir uygarlığa kavuşamaz. Bizler Türkiye’nin tümüyle ve gerçek anlamda ABD’nin mandası altına girmesini istiyorduk. Politikacıların bu imkanı değerlendiremedikleri acı bir gerçektir. Gene de yapabileceğimiz şeyler

329 Osman Ulagay, Amerikan Basınında Türk Kurtuluş Savaşı, s.161 330 Osman Ulagay, a.g.e., s.163

231 vardır. Unutmamak gerekir ki bir ülkenin kültürü o ülkeyi yöneten güçlerden bile daha önemlidir. Hiç olmazsa bu fırsatı değerlendirelim.”331 demiştir. ASIA dergisinde Şubat ve Mart 1922 sayılarında yazıları bulunan Rum asıllı Amerikalı kadın gazeteci Demetre Vaka’nın düşüncesine göre Türk'lerin herşeyden önce iyi bir eğitime ve kendilerine sorumluluk duygusunu aşılayacak eğitimcilere ihtiyaçları vardır.332 Türkiye'de o dönemde mevcut olan siyasî havanın ve siyaset sahnesini dolduranlar üç parti halinde örgütlenmiş olan dört siyasî grup iktidara sahip olma çabası içindedir. Bu partiler Demetre Vaka’nın aktardığı şekliyle şöyledir: “Birinci parti görevlilerle dalkavukluklardan başka kimsenin itibar etmediği Sultan'ın partisidir. Bu parti İtilâf Devletleri tarafından tamamen etkisiz bir hale getirilmiş bulunmaktadır. İkinci olarak Mustafa Kemal'in partisi gelmekte ve Türkiye'nin kurtuluşunun ancak kılıç gücüyle sağlanabileceğine inanmış olan herkes, «Asya Asyalılarındır», sloganı altında bu partide toplanmış bulunmaktadır. Üçüncü parti ise Liberal Parti'dir. Gerçek vatanseverler ve düşünen kafalar bu partide toplanmış olup sosyal reformların ve siyasî gelişmelerin ancak zaman içinde gerçekleşebileceğine inanmaktadırlar. Bu partide mucizelere bel bağlayan kişilere raslamak mümkün değildir.”333 Demetre Vaka’ya göre bu son grup olan Liberal Parti, Anglo-Sakson uygarlığının bugüne dek gelişmiş uygarlıkların en üstünü olduğuna inanmış olan kişilerdir ve Anglo-Sakson ülkelerle girişilecek bir işbirliğinin Türkiye için yararlı olacağı görüşünü savunmaktadırlar. Liberal Parti'nin diğer kanadını ise kendilerine Sosyal Reformcular Okulu adını vermiş olan bir aydınlar grubu oluşturmaktadır. Bu gruba partinin seçkinler tabakası da denilebilir. Demetre Vaka şöyle devam eder, “Grubun liderliğini Türkiye'nin tartışmasız en dikkate değer şahsiyeti olan Prens Sabahattin yapmaktadır. Dünyanın sayılı büyük adamları arasında adı anılabilecek bir kişiliğe sahip olan Prens Sabahattin, Sultan Mecid'in torunu ve şimdiki Sultan'ın da yeğenidir”.334

Demetre Vaka Asia Dergisi için yaptığı Mart ayında “bir Kemalist” olarak geçtiği İttihat ve Terakki’nin kurucularından Abdullah Cevdet Bey ile yaptığı görüşmede

331 New York Times 22 Ocak 1922’den aktaran Osman Ulagay, a.g.e., s.152 332 Asia Dergisi Şubat 1922’den aktaran Osman Ulagay, a.g.e., s.163 333 Asia Dergisi Şubat 1922’den aktaran Osman Ulagay, a.g.e., s.164 334 Asia Dergisi Şubat 1922’den aktaran Osman Ulagay, a.g.e., s.164

232 kendine göre Doğu Batı ilişkilerinde ulaşılan noktadaki sorunu şöyle ifade etmektedir: “Bütün sorun Mustafa Kemal'in bundan sonra ne yapacağıdır. Venizelos'un iktidardan düşürülmesiyle doğan fırsatı değerlendirerek ülkesi için şerefli bir barış sağlama yoluna mı gidecek yoksa kendisini dev aynasında görerek karşılanması imkânsız taleplerde mi bulunacak?”335 Konuşmada Amerikalı olan bayanın İngiltere’nin manda üstlenmesi gerektiğine inandığını beyan etmesi üzerine Abdullah Cevdet Bey’in «Fakat Madam, siz bir Amerikalı olduğunuza göre neden burada Amerika'yı değil de İngiltere'yi görmek istiyorsunuz?» sorusuna Demetre Vaka şöyle cevap vermiştir: «Gerçekten Amerikalı olduğum ve Amerika'yı sevdiğim için. Uygarlığımızın geleceğini iki Anglo-Sakson devletin sürekli dostluk ve işbirliğinde gördüğüm için Amerika'nın buraya gelmesini istemiyorum. Geldiği taktirde en geç bir-iki yıl içinde İngiltere ile çatışması kaçınılmaz olacaktır. Bu çatışmanın bizim için doğuracağı zararı, Doğu'nun bütün zenginliklerini bir araya getirseniz karşılayamazsınız.» Bunun üzerine de Demetre Vaka’nın yazısında saf bulduğunu aktardığı cevabı şöyle olmuştur: «Fakat bizim beklediğimiz de böyle bir çatışma zaten.»336 Cevdet Bey, Yunanlıların yenilmesini isteyip istemediğini sorunca da Demetre Vaka Yunan-Türk savaşını kimin kazandığının fark etmeyeceğini söylemiştir ve “Sonunda her ikiniz de büyük devletlerin isteklerine uymak zorunda kalacaksınız.” demiştir. Buna sinirlenen Cevdet Bey ayağa fırlar ve sert bir tonla “Hayır! Biz büyük devletlerin istediğini yapmayacağız. Unutmayınız ki şu anda kırbaç bizim elimizde. Bu kez onlar bizden çekiniyorlar. Özellikle sömürgelerinde yapabileceklerimizden korkuyorlar.” der.337

Cevdet Bey’in aktardığı şekliyle Mustafa Kemal, İstanbul'daki Kemalistlerden, Amerikalıların da İngilizlere karşı büyük bir sempati duymadığını ve özellikle Amerikalı iş adamlarının İngiliz meslekdaşlarıyla anlaşamadığını öğrenmiştir. Hiç kimse İngiltere'nin Mısır'da oynamış olduğu rolü İstanbul'da tekrarlamasını istememektedir. Mustafa Kemal bütün devletlerin İngiltere'ye karşı olduklarına kanaat getirdikten sonra Lenin ve Troçki'ye yaklaşarak onları Avrupa'nın saldırısı

335 Asia Dergisi Mart 1922’den aktaran Osman Ulagay, a.g.e., s.165 336 Osman Ulagay, a.g.e., s.168 337 Osman Ulagay, a.g.e., s.169

233 konusunda görüşmelere davet etmeye karar vermiştir. Onlar da Asya'nın tümünü Avrupa'nın etkisinden kurtarmak amacını güttüklerinden çağrıyı olumlu karşılamışlar ve bu konudaki iyi niyetlerini ispatlamak için Çarlık zamanında işgal edilmiş olan Afganistan ve İran topraklarını derhal iade ederek buralardaki Rusları geri çağırmışlardır. Lenin ve Troçki de Britanya İmparatorluğu yaşadığı sürece Asya'nın tehlikede olduğu görüşüne katılmaktadırlar. Onların görüşüne göre verilecek mücadelenin başlangıç noktası Britanya İmparatorluğu'nun yıkılması olmalıdır. Asya kıtası ancak bu yöntemle boynundaki ilmekten kurtulabilecektir. Bu nedenle milli mücadeleciler onların şartlarını kabul etmişlerdir. Artık arkalarını ellibin kişilik bir Kızıl kuvvete ve Bolşeviklere dayadıklarını bilmektedirler.338 Ardından Cevdet Bey işte bu yüzden Avrupa’dan çekinmediklerini, çünkü zaten aslında karşılarında Avrupa diye bir şey göremediklerini yalnızca herkesin nefretini toplamış bir Britanya İmparatorluğu olduğunu gördüklerini söyler ve “Yunan Ordusu'nu İzmir'den denize döktüğümüz zaman Britanya İmparatorluğu'na ilk darbeyi indirmek şerefini de kazanmış olacağız.” diyerek sözlerini tamamlar.339

Sakarya Savaşı'ndan sonra, kamuoyunda ve TBMM'nde taarruz için sabırsızlık baş göstermiştir. Gazi Mustafa Kemal Paşa, 4 Mart 1922'de Büyük Millet Meclisi'nin gizli bir toplantısında endişe ve huzursuzluk duyanlara açıklamalar yapar. "Ordumuzun kararı, taarruzdur. Fakat bu taarruzu tehir ediyoruz. Sebebi, hazırlığımızı tamamen bitirmeye biraz daha zaman lazımdır. Yarım hazırlıkla, yarım tedbirlerle yapılacak taarruz, hiç taarruz etmemekten çok daha kötüdür" diyerek bir taraftan zihinlerdeki şüpheyi bertaraf etmeye çalışırken, diğer taraftan da orduyu son zaferi sağlayacak bir taarruz için hazırlamaktadır. New York Times Mart ayında Yunanlıların Anadolu’daki Türk direncini kıramadığından bahsetmektedir. Ancak yine de Mustafa Kemal’in bir tehdit oluşturmadığını belirtir. Gazete Trakya’daki durumun ise Türkler için daha ümitsiz olduğunu aktarır. Boğazları işgal etmiş bulunan İtilaf donanmalarının geri çekilmesi halinde bile, Türk'lerin, Yunan direncini kırarak Trakya’ya girmeleri beklenmemektedir. Gazetenin ertesi günlerdeki haberlerinde ise Başkan Wilson’un elindeki gizli görüşmelere ait belgelerde Türk

338 Osman Ulagay, a.g.e., s.174 339 Osman Ulagay, a.g.e., s.174

234 İmparatorluğu’nu paylaşırken bakir petrol, bakır, gümüş yatakları ve verimli topraklarından her devletin en büyük parçayı koparma peşinde olduğu belirtilir. Sevr Anlaşmasının yeniden düzenlenmesi için çalışmalar devam ederken Türkler ile Yunanlıların bir savaş hazırlığında olduğunu yazan Amerikan gazeteleri bu yeni gözden geçirilmiş anlaşmayı sonuçlandırmak için toplanacak olan Paris Konferansına Amerika Birleşik Devletleri’nin katılmamaya karar verdiğini duyurur.340 Yazının devamında bunun gerekçesi Sevr anlaşmasının hazırlanmasına yardımcı olmuş olan Amerika’nın Türkiye ile hiç savaşmamış olsa da “gözüpek Kemalistlerin” lehine olan bu anlaşmayı kabul etmek durumunda kalacağı olarak ifade edilmiştir.341 Haziran 1922 ortalarında, Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, taarruza geçmek kararını almıştır. 28 Temmuz gecesini, komutanlarla genel taarruz hakkında konuşarak geçirir ve gereken direktifleri verir. Mustafa Kemal Paşa, daha sonra 20 Ağustos 1922'de Ankara'dan Akşehir'e giderek, 26 Ağustos 1922 Cumartesi sabahı düşmana taarruz emrini verir. 26 Ağustos’un alaca karanlığında, yine tarihte benzeri görülmemiş bir hızla beş gün içinde askerî uzmanların, ‘Türk ordusunu imha edebilecek bir güçte’ olduğunu raporlarla belirttiği, 200 bin kişilik Yunan ordusu beş gün içinde dağılıp çözülüvermiştir. Türk İçişleri Bakanı Fethi Bey’i günlerce kapısında bekleten Lloyd George, büyük bir telâş içinde Mustafa Kemal Paşa’dan ateş kesmesi için İstanbul İşgal Kuvvetleri aracılığı ile ricada bulunmak zorunda kalmıştır. İngiliz kabinesi de karışmıştır. Başbakan ve Dış işleri Bakanı’ndan, Fethi Bey’in dinlenmemiş olmasının hesabı sorulmaktadır. Ve Başbakan Avam Kamarası’nda kekeleyerek kendini savunmaya çalışırken, savunma gücünü tamamen kaybetmiş olan Yunan ordusunun kılıç artıkları savaş meydanında 18 bin ölü, 16 bin yaralı ve 35 bin tutsak bırakarak İzmir’e doğru kaçmaktadır. 342

30 Ağustos 1922 Çarşamba günü taarruz harekatı Türk Ordusunun kesin zaferi ile sonuçlanmıştır. Büyük Taarruz'un son safhası askeri tarihe Başkomutan Meydan Muharebesi olarak geçmiştir. 30 Ağustos 1922 Başkomutan Meydan Muharebesi sonunda, düşman ordusunun büyük kısmı dört taraftan sarılarak, Dumlupınar'da Gazi

340 New York Times 22 Mart 1922’den aktaran Osman Ulagay, a.g.e., s.177 341 New York Times 22 Mart 1922’den aktaran Osman Ulagay, a.g.e., s.177 342 Sadi Borak, Mustafa Kemal Büyük Taarruz Gününü Bütün Dünyadan Nasıl Gizli Tuttu?, ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 17, Cilt: VI, Mart 1990

235 Mustafa Kemal Paşa'nın ateş hatları arasında bizzat idare ettiği savaşta tamamen yok edilmiş veya esir edilmiştir. Böylece tasarlanan kesin sonuç beş gün içinde elde edilmiş ve hazırlanan plan tam başarı ile uygulanmıştır. 30 Ağustos 1922'nin gurur verici zaferi ile Mustafa Kemal, kaçabilen düşmanın takip edilmesini ve üç koldan Ege'ye Şekil 49: Yunan General doğru ilerlemesini uygun bulur. "Ordular ilk hedefiniz Nikolaos Trikopis; Başkumandan yapıldığını Akdeniz'dir. İleri" diyerek, tarihi emrini 1 Eylül 1922'de 343 esir kampında öğrenir. vermiştir.

İzmir'e doğru kaçmakta olan Yunanlıların Başkomutanı Trikopis olmak üzere çok sayıda esir ele geçirilmiştir. Türk ordusu bu muharebede, on beş günde 400 kilometre katederek, 9 Eylül 1922 sabahı İzmir'e girer. Türk Ordusunun, 400 kilometrelik bir mesafeyi savaşarak katedip İzmir'e ulaşması içerde ve dışarda hayret ve takdir uyandırır. Büyük Türk zaferi sonrasında İstanbul ve Çanakkale Boğazlarını işgal altında bulunduran İtilaf Devletleri, savaşı durdurmayı ve Türklerin haklı isteklerini yerine getirmeyi kendi çıkarlarına karar vermeye meyillenirler. Lord Kinross'a göre,"İngiltere, ciddi bir krizle karşı karşıya bulunduğunu anlamaya başlıyor. Halk, Türklerle yeni bir savaştan korkuyordu". 11 Ekim 1922'de imzalanan Mudanya Ateşkes Antlaşması'yla, silahlı çatışma durdurulduğu gibi, Edirne dahil Trakya'nın da Türkiye'ye bırakılacağı ve bir ay içerisinde Yunanlılar tarafından boşaltılacağı kabul edilecektir. Anadolu'da Yunan politikasını yürüten İngiltere Başbakanı Lloyd George, bu gelişmeler üzerine istifa edecektir. 18 Eylülde Batı Anadolu düşmandan tamamen temizlenmiştir. Bundan sonra ordular İstanbul'a ve Çanakkale'ye yönelmiştir. Yunanlı albay Plastinas ve Gonatas isyan edip hükümeti devirirler ve Kral Kostantin ikinci kez tahttan indirilir. Kasım 1922'de kurulan ihtilâl mahkemesi büyük taarruz sırasındaki kabine üyelerini ve Başkomutan Hacıanestis'i muhakeme etmiştir. Başbakan Gunaris beş bakan ve başkomutan idama mahkûm edilip kurşuna dizilmiştir. İzmir'i ele geçiren Türklerin Milli Misak sınırlarına varmak amacıyla kuzeye doğru ilerlemeleri onları Çanakkale' de İngilizlerle karşı karşıya getirmiş ve

343 Tempo Dergisi Sayı 20, 17-05-2007, s.41 (Atilla Oral arşivinden).

236 üç hafta kadar süren savaş tehdidinden sonra 11 Ekim'de Mudanya Mütarekesi imzalanmıştır. 18 Ekim 1922 tarihli New York Times haberinde ise başlık “Durumu Kim Kurtardı?” şeklinde atılmış ve Bouillon'un ifadesine göre çıkması muhtemel bir çatışmayı İngiliz birliklerinin tutumundan ziyade «Mustafa Kemal'in dehası ve barışseverliği»nin önlediğinden bahsedilmiştir. Bouillon’un daha sonra, zafer coşkunluğu içindeki tam teçhizatlı 150.000 Türk askerinin ve bunları destekleyen 150.000 kişilik bir yedek kuvvetin İstanbul üzerine yürüyerek, «Her bakımdan Türklere ait olan», bu yerleri ele geçirebilecek güçte olduğunu belirttiğini aktaran gazete, takviye edilen İngiliz mevzilerine karşı oluşabilecek çatışmaları bizzat barışsever Mustafa Kemal'in önlediğini ifade eder.

B - İŞGALİ SONRA ERDİREN ANLAŞMALAR: MUDANYA VE LOZAN ANLAŞMALARI

Birinci Dünya Savaşı sonunda Fransa'nın en büyük meselesi Almanya'nın bir daha belini doğrultamayacak duruma getirilmesidir. İngiltere'yi buna razı etmek için, Osmanlı İmparatorluğundan kopan Arap ülkelerinden daha az pay almağa razı olmuş, Yunanistan'ın Türkiye'den pay almasına göz yummuştur. Gerçekte, Fransa'nın Orta Doğu'daki menfaatleri, Türkiye'nin yaşamasındadır. Batı Anadolu'nun verimli topraklarına yerleşecek Yunanistan'ın Doğu Akdeniz bölgesinde güçlenmesi, İngiltere'nin işine yarayacaktır. İngiltere menfaatlerini İngiliz kanı yerine Yunan ve Türk kanlarının akıtılmasıyla sağlamaya çalışmaktadır.344 Fransa, Almanya'nın güçsüzlendirilmesi için katlandığı bunca fedakârlığa rağmen istediklerini elde edememiştir. Alman donanması yok edilmiş, İngiltere Alman tehlikesinden uzaklaşmıştır. Bunun için Fransa'nın lehine Almanya'nın daha fazla

344 Alptekın Müderrısoğlu, Kurtuluş Savaşının Mali Kaynakları, S. 552

237 güçsüzlendirilmesine karşıdır. Aksi durumda, Fransa kıta Avrupa'sında güçlenecektir. İngiltere, ayrıca Almanya'nın kendisi için iyi bir pazar olmasını sağlama çabasında olmuş ve bu nedenle de Almanya'nın hırpalanmasının istememiştir. Bu durumdan ötürü, Fransa, İngiltere'den kopmuştur. Güney Anadolu'da yaptığı savaş Fransa'ya bir şey kazandırmadıktan başka, İngiltere'nin işine gelmektedir. Zira, iki cephede çarpışan Türkiye, Yunan cephesine tümüyle dönemiyor, Yunanlılara karşı kesin sonuçlu muharebelere girişememektedir. Bunların dışında, ayaklanmış olan Arap milliyetçilerine karşı Suriye'yi elde tutabilmek için önemli kuvvetlere ihtiyaç duyan Fransa, Türk cephesinde devamlı hırpalanıp ağır kayıplara uğramanın gereksizliğini anlamıştır. Birinci İnönü Zaferinin de etkisiyle, Fransa, İngiltere'yi Sevr Antlaşmasının yumuşatılmasına zorlamaya başlar. İtalya'nın Fransa'yı desteklemesiyle, Londra Konferansı hazırlanır. Konferanstan olumlu bir sonuç alınamamış, bu arada Fransa Başbakanı Briand ile Türk Dış işleri Bakanı Bekir Sami Bey arasında 11 Mart 1921 günü bir antlaşma imzalanmıştır. Antlaşma, Mustafa Kemal Paşa tarafından kabul edilmemiş fakat, barışa doğru ilk adımlar atılmış olduğundan, Güney Anadolu'daki Türk-Fransız çarpışmaları durmuştur. Londra Konferansı sırasında açıkça Türkiye'yi destekleyen Fransa, imzalanan Bekir Sami - Briand antlaşmasının kabul edilmemesine rağmen, Türkiye ile uzlaşma yolları aramağa devam eder. İkinci İnönü Zaferinden sonra, Fransa, eski bakanlardan Franklin Bouillon'u Ankara'ya gönderir. Başlayan görüşmelerden yine bir sonuç alınamaz. Sakarya Zaferinin kazanılmasından sonra, Fransa'nın barış isteği daha da koyulaşmıştır. Anadolu'da bağımsız ve güçlü bir Türk Devletinin yaşaması, kendi menfaatleri bakımından gereklidir. Hepsinden önemlisi, Türkiye İngiltere'nin her türlü isteğine karşı koyacak kadar güçlenmiştir ve daha çok güçlendirilmesi Fransa'nın yararınadır. Yeniden başlayan barış görüşmeleri, 20 Ekim 1921 günü Ankara'da imzalanan Türk-Fransız Antlaşması ile sonuçlanır. Ankara Antlaşması ile Mersin, Adana, Gaziantep, Urfa ve Maraş kurtarılmakta, Fransa buralar üzerindeki her türlü iddialarından vazgeçmekte; Hatay'da, resmî dili Türkçe olan özel bir idare kurulmaktadır. Ankara Antlaşmasının en önemli yönü, hiç kuşkusuz, Fransa gibi güçlü bir devletin düşmanlığının dostluğa dönüştürülmüş olmasıdır. Önce SSCB ile anlaşan ve doğu zaferi ile doğu cephesinde kesin sonuç alınarak ikiye indirilen Kurtuluş Savaşı cepheleri, bu kez güney cephesinin barış

238 yoluyla kapanmasıyla, tek cepheye, yalnızca Yunanlılarla çarpışılacak batı cephesine indirilmiştir. Artık, güneydeki savaşçılar da batı cephesine kaydırılabilecek, güney cephesine ayrılan maddî olanaklardan batı cephesinde yararlanılabilecektir.

Fransa, Kurtuluş Savaşının başarıya ulaşmasını iki bakımdan içtenlikle istemeye başlamıştır. Birincisi, Anadolu'da güçlü ve bağımsız bir Türkiye'nin bulunmasını kendi menfaatlerine daha uygun bulmasıdır. İkincisi, Fransız basını ile Pierre Loti ve Claude Farrere gibi Türk dostu ünlü yazarların yayınları, Fransız kamu oyunun Kurtuluş Savaşına ilgisini artırmış, Türk zaferi Fransız aydınlarınca son derece arzu edilir olmuştur. Bu nedenlerle belki de dünya tarihinde nadir görülen bir olay olarak, bir devlet dünkü düşmanının güçlenmesi için maddî destekte bulunmaya yönelmiştir. Ankara Antlaşmasının metni içinde bulunmamakla beraber, Fransız birlikleri Güney Anadolu'da işgal ettikleri yerlerden çekilirken, Türklere bazı savaş araç ve gereçleri bırakmıştır. Fransızların bıraktıkları silâh, cephane ve askeri malzeme hakkında birçok yabancı ve yerli tarih yazarları ve araştırıcılar kesin rakamlar verememekte, önemli miktarlarda yardım yapıldığını ifade etmektedirler.345 Büyük zaferden sonra, İstanbul'daki olağanüstü Fransız Komiseri General Pellet, İzmir'e giderek Mustafa Kemal'le buluşmuştur, sonra Fransız Hükumetinden başka İngiliz ve İtalyan hükumetlerinin de muvafakatini haiz bulunan Franklin Bouillon da bir Fransız gemisi ile İzmir'e gelir. Bir mütareke zemini aramaktadırlar. Nihayet Mudanya Mütarekesi yapılır. Mustafa Kemal Millî Mücadelenin her safhasında şerefli bir barışı savaşa tercih etmiş ve her zaman bir imkân aramıştır. Nitekim Yunanistan'ın Sakarya'da yenilip perişan edilmesinden ve İtilaf devletlerinden yardım dilenmesinden sonra dahi Fethi Beyi böyle bir şerefli barış imkânlarını görüşmek üzere Londra'ya, Yusuf Kemal Bey’i Paris'e yollamıştır. Fethi Bey Fransız Başbakanı Poincare tarafından iki kere kabul olunduğu halde ne İngiltere Başbakanı Lloyd George ne de Dış işleri Bakanı Lord Curzon tarafından kabul edilir ve bu tavır - üstelik Reuter ajansı vasıtasıyla- dünyaya yayınlanır.346 İngiltere ile İtalya arasında

345 Alptekın Müderrısoğlu, a.g.e., S. 554 346 Cemal Kutay, Fethi Okyar'ın Hayatı ve Hâtıraları Üç Devirde Bir adam, TERCÜMAN tefrika No. 71’den aktaran Prof. Dr. Yılmaz Altuğ, Türk İnkılap Tarihi, Çağlayan Kitabevi, İstanbul, s.176 “Fethi Bey Londra'da o günlerin meşhur Savoy oteline inmiş ve orada İstanbul hükumetinin Hariciye Nazırı Münir alime! İzzet Paşanın dört gün evvel Londra'ya geldiğini fakat ne Dış işleri Bakanı Lord

239 askıda bazı meseleler üzerindeki konuşmalar sonuçlanamaz, bu durum İtalyan Dış işleri Bakam Chanzer'i Türkiye'yi tutmaya sevk ettiği gibi Londra'daki Almanya işlerinin müzakeresi için açılan konferansın başarısızlıkla son bulması Fransız Başbakanı Poincare'yi de Türkiye'ye meylettirmiştir. Konferans 15 Ağustos 1922'de anlaşma zemini bulunmadığından dağılmıştır. Versay anlaşmasının hazırlanmasından beri İngiltere ile Fransa'nın görüşleri hiçbir vakit bu kadar çatışmamıştır. Türk orduları İzmir'i ve Bursa'yı kurtardıktan sonra bazı birlikleri İzmit ve Çanakkale'de bulunan İngiliz kuvvetlerinin karşısına kadar ilerlemiş ve tam önlerinde durmuştur. Durum çok kritiktir. İstanbul ve Doğu Trakya'nın kurtarılması için bu İngiliz kuvvetlerini aşmak gereklidir ancak bu savaşın tekrar başlaması demektir. İngilizler Boğazları ve Doğu Trakya'yı bırakmak istememektedir. 11 Eylül’de İngiltere, Fransa ve İtalya, Çanakkale Boğazının Anadolu sahiline asker yollarlar. İtalya Venedik'te Türk hükumeti temsilcileriyle bir konferans yapılmasını istemiştir. İngiltere buna Anadolu'da savaş fiilen bittiği için acele edilmemesi cevabını vermiştir. İngiltere 12 Eylülde İtalyan ve Fransız hükumetlerine birer nota vererek Boğazlar meselesinde birlikte ortak bir şekilde hareket edilmesini talep etmiştir. Eylülde toplanan Fransız kabinesi Boğazların serbestliğine ve Trakya'nın Türklere verilmesine oy birliği ile karar vermiştir.347 Eylülde toplanan İngiliz kabinesi ise Mustafa Kemal Paşaya tarafsız bölgeye tecavüz etmemesi için üç devletçe tebligat yapılmasına, bu bölgedeki İtilaf askerlerinin artırılmasına. Rumeli'ye geçmesine mani olunmasına348 Doğu meselesinin halli için de Fransa, İngiltere, İtalya, Türk, Yunan, Sırp, Hırvat, Sloven ve Rumen delegelerinden mürekkep bir konferans akdine karar vermiştir. Türk ordusunun Boğazlar bölgesine girmesi üzerine İtilaf devletlerinin İstanbul'daki temsilcileri ve başkumandanları "gelecek barış antlaşmasının hükümlerine etkili olmaksızın İtilaf kuvvetleri tarafından halen işgal edilmekte olan İstanbul ve Boğazlar mıntıkasının tarafsızlığının muhafaza edilmesinin şayanı arzu olduğu" bildirilen 18 Eylül 1922 tarihli bir nota verirler. İngiliz hükumeti Türk kuvvetlerinin tarafsız bölgeye girmeleri halinde burayı savunabilmek için dominyonlarıyla

Curzon'la ne de başbakan Lloyd George'la konuşmaya muvaffak olamadan ancak Dış işleri Bakanlığı Müsteşarı Mr. Butler'i görerek ayrıldığını öğrenmiştir.” 347 Prof Dr. Yılmaz Altuğ, a.g.e., s.177 348 İhsan İlgar. İstiklâl Savaşı'nın Devamı. Çanakkale Harekâtı. B.T.T.D. sayı 36. s. 34-44.’ten aktaran Prof Dr. Yılmaz Altuğ, a.g.e., s.177

240 Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya'dan yardım istemiştir. Hatta Churchill Bulgaristan'dan da yardım istenmesini savunmuş fakat bu kabul edilmemiştir.349 Kanada, Güney Afrika asker yollamayı reddetmişler, (hatta Kanada Başbakanı asker yollama talebini bir gazetecinin kendisine sorduğu sorudan öğrenmiştir) 350 sadece Yeni Zelanda bir tabur, gerekirse bir tugay yollayabileceğini bildirmiştir. Avustralya'dan da Kanada gibi cesaret kırıcı bir cevap dışında bir şey gelmemiştir.

Avustralya Genel Valisinden Koloniler Bakanına351

(…) İmparatorluğun birliğine inandığı için, herşeye rağmen Avustralya, Boğazların korunması ve Gelibolu yarımadasının elde tutulması için İngiltere ile işbirliği yapacaktır. Ama önce İngiltere’nin ve müttefiklerin Türkiye politikalarını açık-seçik bilmek istiyoruz. Kral Konstantin’in emelleri için tek bir askerimizi tehlikeye atamayız. Uğrunda savaşacağımız dava haklı değilse savaşa fiilen katılmayacağız. Türkiye’ye karşı haksızlık edilmesine Avustralya taraf olmayacaktır. Türkiye’nin haklı isteklerin cevap için Sevres antlaşması ne ölçüde değiştirilecek? Değiştirilecekse hemen değiştirilmesi ve savaştan kaçınmak için her şey yapılmalıdır. İmparatorluk savaşa sürüklenmemeli. Dominyonlar haksız bir savaşa katılmağa çağırılmamamalı. Haklı bir dava uğruna hepimiz can vermeğe hazırız, haksız bir dava için ise tek bir insan harcamayız. Nereye gittiğimizi bilmek zorundayız.

İngiltere’deki tüm toplantılarda “tarafsız bölge”nin korunması konuşulmaktadır. “Tarafsız bölge” saldırıya uğrarsa harekete geçecekleri, Türkler bu bölgeye girerse karşı saldırıya geçileceği söylenmektedir. Albay Shuttleworth komutasında bir miktar asker sadece Çanakkale çevresini ve Nara Burnu savunmaktadır. Askeri yöneticiler tarafından bilinmektedir ki “tarafsız bölge” olarak adlandırılan 80 millik cepheyi savunmak için yeterli asker bulunmamaktadır, ve yüksek rütbeli İngiliz subaylar Türk'lerin geçmemesi gerektiği belirtilen hattı bir “maskaralık” ve bir “blöf” olarak görmektedir. Bu hat kabinenin harita okuma konusundaki yeteneksizliği olarak geçmekte ve arazi koşulları önemsenmeden ayrılan 80 mil genişliğinde ve 25 mil derinliğindeki “tarafsız bölge”nin stratejik ya da taktik anlamı olmadığı belirtilmektedir. Üstüne üstlük Mustafa Kemal ve Büyük Millet Meclisi için İtilaf devletleri ve Padişah’ın hükumeti tarafından yaratılan tarafsız bölge sınırları sadece harita üzerinde bu işe hakları olmayan devletlerce çekilmiş çizgilerden ibarettir.352

349 David Walder, Çanakkale Olayı, 3. Baskı, 1971. s. 217.’den aktaran Prof Dr. Yılmaz Altuğ, a.g.e., s.177 350 David Walder, Çanakkale Olayı, s. 257 351 Cahit Kayra, Sevr Dosyası Nasıl Yapıldı, Nasıl Yırtıldı?, Büke Kitapları, İstanbul, 2004, s.196 352 David Walder, a.g.e., s.262

241 Winston Churchill kamuoyunun da dikkatini bu olaya çekebilmek için ve Boğazlar ve çevresini teslim etmemek için İngiliz halkına 16 Eylül’de bir bildiri yayınlar. Lloyd George’ın isteği ile kendisinin de daha sonra halkta XIX. Yüzyıldaki Osmanlı imajını canlandıracak bir kışkırtıcılıkta “Türk”e karşı yazıldığı belirtilen bir bildiri olmuştur. Bildirinin konumuzla ilgili kısımları aşağıdaki gibidir: “Mustafa Kemal’ci kuvvetlerin İstanbul ve Çanakkale boğazlarına yaklaşması ve Ankara hükumetinin ileri sürdüğü istekler… Bunlara boyun eğildiği takdirde, son savaşta Türkiye’ye karşı kazanılan zaferin sonuçları elden kaçırılmış olacaktı. İngiltere hükumeti Boğazların etkili ve sürekli serbestliğini can alıcı bir ihtiyaç olarak kabul eder ve bu uğurda her türlü çabaları harcamaya hazırlanmıştır. Başlıca ilgili iki devlet, Fransa ve İtalya’nın da bu görüşleri paylaştıklarını öğrenmekle İngiltere hükumeti ayrıca büyük memnuniyet duymuştur… İstanbul’daki İngiliz ve Fransız yüksek komiserleri üç devletin bayrakları altında kurulan tarafsız bölgeye kesinlikle uyması zorunluluğunu Mustafa Kemal’e bildirmelidir... Eğer diplomatik teşebbüsler bunu sağlamaya yetmezse, Türk'lerin düşmanca ve şiddetli saldırısını önlemek için gerekirse kuvvet kullanılacaktır… İtilaf kuvvetlerinin Mustafa Kemal’ci kuvvetler tarafından İstanbul’dan dışarı sürülmesi, son derece feci sonuçlar doğurabilecek, bütün İslam ülkelerinde, nereye varacağı belli olmayan tepkiler yaratacak, yalnız İslam ülkelerinde değil, Büyük Savaş’tan yenik çıkan bütün devletlerde fırtınalar kopartacak, zayıf Türk kuvvetlerinin çabaları ile ulaşılan, kendilerinin hayal bile etmedikleri başarılar onların da gözünü açacak ve cesaretlerini arttıracaktır. Muzaffer Türk'lerin yeniden Avrupa’da görünmesi bütün Balkanlarda son derece ciddi bir kargaşalığa sebep olabilir, belki de baştan aşağı yakılıp yıkılmış bölgelerde yeniden geniş çapta kan dökülmesine yol açacaktır… Romanya Büyük Savaş’ta Boğazların kapatılması yüzünden felaketine sürüklenmişti. Türkiye ve Bulgaristan’ın birleşmesi, özellikle Sırbistan, bütünüyle Yugoslavya için kahredici sonuçlar doğurabilirdi. Tuna üzerinden Karadeniz’e akan bütün ticaret, Boğazlar kapatılacak olursa, boğulmaya mahkumdu. Bu arada Yunan çıkarlarının haklılığı da kendini gösteriyordu.”353 Churchill kendisi de bilmektedir ki Mustafa Kemal yalnız Meriç nehrine kadar olan Doğu Trakya’yı istemiştir. Kabine toplantısında ise Bulgaristan’ın yardım edip

353 David Walder, a.g.e., s.268-270

242 etmeyeceğini bilmediğini beyan etmiştir. Mustafa Kemal’in ise Bulgaristan’ı işgal etmesi için sebep yoktur ve Türkiye ile arasında savaşçı bir “birlik” olacağı öngörüsü David Walder’a göre de saçmalıktır. Sırbistan Yugoslavya’nın Türkiye’ye en uzak bölgesidir. Mustafa Kemal’in Boğazları kapatmak gibi bir derdi yoktur. Yunan çıkarları için yapılanların haklılığına gelince de; Yunanlılar Türkiye’yi istilaya kalkıştıkları için askeri ve ekonomik yönden çökmüşlerdir. İngiliz basınının hem destekleyen hem karşı çıkan görüşleri olsa da Daily Mail en açık yazanı olmuştur, bu politikanın çılgınlığa yakın olduğunu beyan eden gazete: “Lloyd George ve Churchill’in savaş tamtamlarını çalmaya başladıklarını”yazmaktadır.354

Franklin Bouillon İzmir'e gelirken Fransız Başbakanı Poincare'nin Mustafa Kemal Paşaya hitaben yazdığı bir mektubu da beraberinde getirmiştir. Franklin Bouillon ile müzakereler devam ederken Fransa Başbakanı Poincare, İngiltere Dış işleri Bakanı Lord Curzon ve İtalya Dış işleri Bakanı Sforza taraflarından imzalanmış 23 Eylül 1922 tarihli nota gelmiştir. Bunun üzerine Türkiye Dış işleri Bakanı Yusuf Kemal Bey Paris'te İtilaf Devletleri Bakanları toplantısına başkanlık eden Fransız Başbakanı Poincare'e 1 Ekim 1922'de bir nota yollar. 23 Eylül 1922 tarihli notada "Üç İtilaf Hükumeti barış müzakerelerinin devam ettiği sürece İtilaf hükumetlerinin geçici olarak tarafsız ilân ettikleri bölgeye Ankara Hükumeti ordusunu göndermemek şartıyla, Türkiye'nin Meriç'e ve Edirne'ye kadar Trakya'yı işgal etmek hakkındaki arzusunu olumlu karşılamakta olduklarını bildirmek için fırsattan yararlanırlar. Üç İtilaf Hükumeti Konferansta bu sınırların Türkiye'ye verilmesine memnuniyetle yardım edeceklerdir. Mamafih İtilaf hükumetleri barışın idamesi için saptanacak bazı bölgelerin askersiz hale getirilmesini, Türk egemenliğinin barış içinde tesisini, Çanakkale, İstanbul Boğazlarının ve Marmara denizinin Milletler Cemiyetinin kararlan çerçevesinde serbestliğinin sağlanmasını ırkî ve dinî azınlıklar için barış antlaşmasında tedbirler alınmasını isteyeceklerdir. Barış antlaşmasının yürürlüğe girmesinden sonra İtilaf devletlerinin İstanbul'daki kıtalarının geri çekileceği hakkındaki geçen Martta verilmiş olan teminatı tekrar ederler" denilmiştir. Konferansın toplanmasından önce Yunan kuvvetlerinin İtilâf Devletleri

354 David Walder, a.g.e., s.275

243 Komutanlarınca çizilecek bir hattın gerisine çekilecekleri, mütareke için Mudanya veya İzmit'te toplantı yapılmasının uygun olacağı da bu notada yer almıştır. Türk Dış işleri Bakanı Yusuf Kemal Bey 1 Ekim 1922 tarihinde verdiği notada 23 Eylül 1922 tarihli notanın birkaç güne kadar cevaplandırılacağını bildirdikten sonra: "Türkiye Orduları Başkumandanı nezdinde yeni gelmiş olan Mösyö Franklin Bouillon'un İtilâf Devletleri nin Paris'te toplanmış temsilcileriyle oy birliği ile verdiği teminlere itimat ederek ve âdil bir barışı yeniden kurma yolunda müzakereye hemen başlanacağına kanaat eyleyerek Yunan ordularını takip yolunda İstanbul ve Çanakkale'ye doğru durmaksızın ilerleyen harekâtın hemen durdurulması için emir verilmiştir. Mösyö Franklin Bouillon'un verdiği teminatlar Türkiye'nin haklarını sağlamak yolunda İtilâf Devletleri önerilerinin esinlendiği adalet duygularını ispatlamıştır. Bununla beraber Trakya'nın tek bir gün bile fazla olsa Yunan ordusu yönetimi altında bırakılması her türlü tehlikenin ve bütün Türkiye ahalisi acılarının kaynağı olması cihetiyle Trakya'nın Edirne de dahil olduğu halde Meriç batısına kadar hemen boşaltılması ve acele B.M.M. Hükumetine teslimi zaruridir. İtilâf Devletleri arzu ve önerilerinin belirttiği bu âcil meseleleri saptamak üzere İtilaf generallerinden kurulacak bir konferansın Mudanya'da ve 3 Ekimde toplanması önerilir. Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa Türkiye'yi temsil etmek üzere seçilmiştir. Yukarıda söylenen tarih sizce uygunsa bu konferansa katılacak generalleri seçmenizi ve adlarını bize bildirmenizi rica ederim" denilmektedir.355

Görüldüğü üzere bir ara Türkiye'nin İngiltere ile silâhlı çatışmaya girişeceği sanılmıştır, ancak Mustafa Kemal Paşanın politikası bir çatışmaya mahal vermemiştir. Türk delegesi Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşa, Fransız delegesi General Charpy, İngiliz delegesi General Harrington, İtalyan delegesi General Monpelli, Yunan delegesi General Mazarikis olmuştur. Ancak Yunan delegesi Konferansa katılmamış Mudanya'da geldiği gemiden karaya çıkmayarak görüşlerini Müttefik Devletler temsilcilerine yazılı olarak yollamıştır. Türk delegasyonuna Garp Cephesi Kurmay Başkanı Asım (Gündüz) Paşa, Harekât Şubesi Müdürü Tevfik,

355 Prof Dr. Yılmaz Altuğ, a.g.e., s.178

244 İstihbarat Şubesi Müdürü Tahsin beyler dahildir.356 Konferansın konusu (Trakya'nın tahliyesi şekli ile barış aktine kadar Boğazlarda ve İstanbul'da mer'i olacak hükümlerin) tayinidir. 4 Ekimden, 11 Ekim 1922'ye kadar zorlu aşamalar geçirmek suretiyle devam eden konferansta aşağıdaki esaslar tespit edilmiştir:

MUDANYA SİLAH BIRAKIŞIMI SÖZLEŞMESİ357

11 Ekim 1922

Bu bağıt, 15 Mayıs 1919 günü Yunan Ordusunun İzmir'e çıkışı ile başlayan Türk-Yunan Savaşına son verdiği gibi, Türkiye'nin Trakya sınırının Ankara Hükumetinin istediği biçimde çizilmesi gereğini de Müttefiklere kabul ettirmekle, Lozan Barış görüşmelerinde toprak sorununun çözümlenmesini kolaylaştırmıştır.Daha önce yapılan bağıtlar açısından bakıldığında ise, Mudanya Sözleşmesi, giderek geçerliğini yitirmiş olan 1918 Mondros Silâh Bırakışımı Sözleşmesinin yerine geçtiği gibi, İstanbul Hükumetinin imzaladığı 1920 Sèvres Barış Andlaşmasının ölü doğan bir bağıt olduğunun da Müttefiklerce kabulü anlamına gelmiştir ki, bu olgu, Türkiye'ye karşı güdülen düşmanca ve haksız politikaların baş aktörü İngiltere Başkanı Lloyd Georges'un çekilmesine başlıca neden olacaktır.Böyle bir sözleşmeye varan olayların gelişmesi hızlı olmuştu: Yunan Ordusu 1921 Eylülünde Sakarya başarısızlığından sonra yeniden toparlanamayacak durumda idi. 1922 yılı baharında ve yazında Batılı Müttefiklerle Ankara Hükumetinin giriştiği barış için ön görüşmeler olumlu bir gelişme göstermeyecekti. Bu arada, Paris'te Müttefik Devletler Dış işleri Bakanları Konferansı 22 Martta Yunanistan ve Türkiye'ye bir Silâh Bırakışımı önerisinde bulununca, Yunanistan bunu hemen kabul etmiş, Türkiye ise henüz işgal altındaki Batı Anadolu ve Trakya topraklarının dört ay içinde boşaltılması koşulunu ileri sürmüştü. Silâh bırakışımı sorunu, Dış işleri Bakanı Yusuf Kemal'in ve daha sonra Fethi Okyar'ın Paris ve Londra'da yaptığı ön barış görüşmeleri nedeniyle uzayınca, Mustafa Kemal işi Ordunun gücü ile bitirmeğe karar vermiş ve 26 Ağustosta Yunanlılara karşı Büyük Taarruzu başlatmıştı. Türk Ordusu 9 Eylülde İzmir'e girmiş, ayrıca Bursa'yı kurtarmıştı. Bunun üzerine, Müttefikler 23 Eylülde Ankara Hükumetine verdikleri bir Notada, Doğu Trakya'nın ve Boğazlar bölgesinin Barış andlaşmasından sonra boşaltılacağı belirtilerek, Askersel harekâtın durdurulmasını ve bir Silâh Bırakışımı imzalanmasını önermiş; Türk Hükumeti de bu güvence üzerine Eylülde verdiği yanıtta, Türk Kuvvetlerinin İstanbul ve Çanakkale doğrultusunda ilerlemeyeceğini, fakat ancak Doğu Trakya'nın Edirne ile birlikte, Meriç'in batısına dek boşaltılması koşulunu ileri sürerek, 3 Ekimde Mudanya'da görüşmelerin başlayabileceğini bildirmişti.Mudanya görüşmelerinde Türkiye'yi Batı Cephesi Komutanı İsmet (İnönü) Paşa başkanlığında bir askersel kurul temsil etmişti. İngiltere, Fransa ve İtalya adına bu Devletlerin İstanbul'daki işgal kuvvetleri Komutanları ve yardımcıları katılmıştı. Yunanistan adına General Mazarikis başkanlığında bir kurul bulunuyordu.Çetin tartışmalardan sonra Sözleşme İsmet (İnönü) Paşa ve Müttefik Devletler Temsilcilerince imzalanmıştır. Yunan Temsilcisi ise, yetkisi olmadığını bildirerek, Sözleşmeyi imzalamaktan kaçınmıştı. Ancak İngiliz Temsilcisi General Harrington'un, Sözleşmenin Yunanistan'ın bu tutumuna karşın Müttefiklerce uygulanacağını açıklamasından üç gün sonra, İstanbul'daki Yunan Temsilcisi Sinopulos, yalnızca bir dilek (çekince değil) ileri sürerek, Yunanistan'ın da Sözleşmeye katıldığını Müttefikler aracılığı ile Ankara Hükumetine bildirmiştir. Mudanya Silâh Bırakışımı Sözleşmesi* , 14/15 Ekim gece yarısından başlayarak yürürlüğe girmiş, böylece Türk - Yunan savaşı da son bulmuştur.Doğu Trakya'nın boşaltılıp Türklere teslimi Sözleşmenin 5. Maddesi uyarınca yapılmağa başlamış ve en son Edirne'de Türk yönetimi 25 Kasım 1922 günü yerleşmiştir.Buna karşılık, İstanbul ve Boğazlar bölgesinin boşaltılması, 11. Madde ile, Barış Andlaşmasından sonraya bırakıldığından, bu ancak 1923 yılı Ekiminde gerçekleştirilebilmiştir.

356 Hamza Eroğlu, Türk Devrim Tarihi, Ankara, 1967, s.104 ve Seyfi Paşa, Mudanya Konferansı, Y.T., Cilt 3, s.193-195’ten aktaran Prof Dr. Yılmaz Altuğ, a.g.e., s.179 357 Tarihçeleri ve Açıklamaları ile Birlikte Türkiye'nin Siyasal Andlaşmaları. I. Cilt (1920-1945) / İsmail SOYSAL. Ankara: Türk Tarih Kurumu,1983. (Türk Tarih Kurumu Yayınları XVI. Dizi- Sa. 38) 61-66 ss.’den aktaran Türk Tarih Kurumu Web Sitesi, http://www.ttk.org.tr/index.php?Page=Sayfa&No=119, 18.06.2007

245

*Mudanya Silâh Bırakışımı Sözleşmesinin resmi metni için Bak. Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi, C. 23, S. 350 Ayrıca bu konuda Bak. Ali Türkgeldi, Mondros ve Mudanya Mütarekelerinin Tarihi, Ankara, 1948, s. 185-188.*

* *

ASKERSEL SÖZLEŞME (Convention Militaire) Mudanya, 11 Ekim 1922

Müttefik Devletler tarafından 23 Eylül 1922 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumetine ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumetinin 29 Eylül 1922 günü Müttefik Devletlere verdikleri Nota hükümleri uyarınca:

Müttefik Devletler Generalleri: Büyük Britanya Hükumeti adına: General Harrington, İtalya Hükumeti adına: General Monbelli, Fransa Hükumeti adına: General Charpy; ve Türkiye Büyük Millet Meclisi adına: İsmet Paşa; Yunanistan adına: General Mazarakis arasında 3 Ekim 1922 ve onu izleyen günlerde Mudanya'da toplantılar yapılmıştır.Müttefik Devletler Doğu Trakya'nın, Edirne ile birlikte, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumetine teslimine karar verdiklerinden bu Konferansın amacı şunlarla sınırlı idi:

I. Doğu Trakya'dan çekilmesi istenecek olan Yunan Kuvvetlerinin geçeceği çizgiyi belirlemek; II. Yunan Silâhlı Kuvvetlerinin ve sivil yönetiminin bu toprakları boşaltması ve oraya Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti memurları ve jandarmasının yerleşmesi yöntemlerini belirlemek; III. Bu değişim sırasında genel düzen ve güvenliği sürdürmek üzere, bölgede kontrolü sağlamak.Yetkili Temsilciler aşağıdaki Maddeler üzerinde uyuşmuşlardır:

1. İşbu Sözleşmenin yürürlüğe girmesi üzerine Türk ve Yunan silâhlı kuvvetleri arasında çarpışmalar durdurulacaktır.

2. İşbu Sözleşmenin yürürlüğe girmesi üzerine Trakya'daki Yunan kuvvetlerinin gerisine çekilmesi istenecek çizgiyi, Adalar Denizi (Ege) ağzından Trakya ile Bulgaristan sınırının kesiştiği yere dek, Meriç'in sol kıyısı oluşturacaktır.

3. Barış yapılmasına değin, olası her türlü karışıklıkların önüne geçmek için, Meriç'in sağ kıyısı, Karaağaç ile birlikte, Müttefik Devletlerce saptanacak yerlere yerleşmek üzere, onların askersel birliklerince işgal edilecektir.

4. Edirne çevresine ulaşımı sağlayan demir yolu bağlantısının geçiş özgürlüğünü aksamadan sürdürmek için, Svilengrad (Cisri Mustafapaşa)'dan Kuleliburgaz'a dek Meriç'in sağ kıyısını izleyen demir yolu kesimi üç Müttefik Devlet ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti ve Yunanistan'ın birer delegesinden oluşacak Karma bir Komisyonca, özel bir Sözleşme ile düzenlenecek, bir denetime bağlı tutulacaktır.

5. Doğu Trakya'nın Yunan Kuvvetlerince boşaltılması işbu Sözleşmenin yürürlüğe girmesi üzerine başlıyacaktır. Boşaltma, askerlerden başka, çeşitli askersel örgüt ve servisleri, onların her türlü taşıma araçlarını, savaş gereç ve silâh stokları ile yiyecek maddelerini de kapsayacaktır. Boşaltma yaklaşık on beş günlük bir süre içinde gerçekleştirilecektir.

6. Jandarma da birlikte olmak üzere, Yunan sivil memurları en kısa bir süre içinde çekilecektir. Yunan memurları her yönetim bölgesinden çekildikçe sivil yönetim Müttefiklerin memurlarına bırakılacak ve onlarca da, olanaklı ise, o gün Türk memurlarına geçirilecektir. Bu el değiştirme işlemi Trakya'nın baştan başa Yunan kuvvetlerince boşaltılmasının bitimi üzerine, en çok otuz gün içinde son bulmuş olacaktır.

246 7. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetinin, memurlarıyla birlikte, yerel düzen ve güvenliğin sürdürülmesi ve sınır ve demir yollarının korunması için, kesinlikle zorunluk duyulan sayıda, jandarma kuvvetleri de bulunacaktır. Bu kuvvetlerin toplamı, subaylarıyla birlikte, sekiz bini aşmayacaktır.

8. Yunan kuvvetlerinin geri çekilmesi ve sivil yönetimin el değiştirme işlemi, başlıca Merkezlerde yerleştirilecek olan Müttefiklerarası Kurulların yönetiminde yapılacaktır. Bu Kurulların görevi, yukarıda sözügeçen çekilme ve el değiştirme işlemlerini kolaylaştırmaya aracılık etmektedir. Kurullar her türlü aşırılık ve şiddeti önlemeğe çalışacaktır.

9. Bu Kurullardan başka, Doğu Trakya'yı Müttefik Kuvvetleri işgal edecektir. Yaklaşık yedi Taburdan oluşacak bu kuvvetler düzenin korunmasını sağlıyacak ve sözkonusu Kurullara destek olacaktır.

10. Müttefik Devletler Kurulları ile askerlerinin geri çekilmesi, Yunan kuvvetlerinin boşaltma hareketinin bitişinden otuz gün içinde gerçekleştirilecektir. Müttefik Devletler Hükûmetleri, düzenin sürdürülmesi ve Türk olmayan halkın korunması için yeterince önlem alındığı konusunda uyuşurlarsa, bu geri çekilme işi daha erken bir günde yapılabilecektir. Böylece, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti yönetimi ve jandarması bir bölgede düzenli bir biçimde görev yapmağa başlar başlamaz, Müttefik Kurulları ve kuvvetleri o bölgeden otuz günlük sürenin bitiminden önce çekilebilecektir.

11. Anadolu'da, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetinin kuvvetleri aşağıda gösterilen çizgiler üzerinde duracak; bu çizgileri Barış Konferansının açılışına değin ve Konferansın yapıldığı sürece geçmeyecektir. Çanakkale Bölgesi: Lapseki kuzeyinde Bozburnu ve güneyde Kumburnu temel noktaları oluşturmak üzere, Asya kıyısından yaklaşık onbeş kilometre derinlikte bir çizgi. İzmit Yarımadası: İzmit körfezinde Darıca'dan başlayıp Gebze'den geçerek Karadeniz üzerinde Şile'ye uzanan çizgi. (Burada adı geçen yerler Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetine bırakılacaktır). Darıca'dan Şile'ye giden yol Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti ile Müttefik Devletler askerlerince ortaklaşa kullanılabilecektir.Yukarıda belirtilen ayırıcı çizgiler Müttefik Ordularının her birinden bir Subay ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetinin bir subayından oluşacak Karma Komisyonlarca belirlenecektir.Müttefik Devletler Hükûmetleri ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti çıkabilecek olayların önünü alacak gerekli önlemlere başvurmakla birlikte, aşağıda yazılı yerlerde kendi kuvvetlerinin sayısını çoğaltmağı, tahkimat ya da başkaca askersel işlere girişmeği yükümlenirler. Çanakkale bölgesi : Bozburn - Kumburnu çizgisinin, Boğazdan başlayarak, 15 kilometre doğusundaki yere dek;İzmit Yarımadasında: Boğaziçi'nden başlayarak, Şile - Darıca çizgisinin 40 km. doğusundaki bir yere dek.Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti Bozburnu (Lapseki kuzeyi) ile Karaburun (Karabiga kuzeyi) arasındaki deniz kıyısının en az on beş kilometre yakınına dek top yerleştirmemeği üstlenir.

12. Müttefik Devletler kuvvetleri şimdi bulundukları topraklarda kalacaklardır. Bu topraklara Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti, Barış Konferansının kararlarına değin, saygılı olmağı üstlenir. İşbu topraklar şunlardır:İstanbul Yarımadasında: Karadeniz kıyısında Pedima'nın yedi kilometre kuzeybatısındaki bir noktadan, Istranca, Mertekli, Kışağılı, Sinekli, Karasinan Çiftliği, Kadıköy, Yenice, Kadurina Çiftliği, Kalikratya'ya dek (tüm bu yerler içeride kalmak üzere) uzanan çizginin doğusundaki yarımadanın tümü;Gelibolu Yarımadasında: Baklaburnu, Saros Burnu, Bolayır ve Soğluma ağzı (tüm bu yerler içeride kalmak üzere) çizgisinin güneyinde kalan Gelibolu Yarımadasının tümü.

13. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti, Barış Andlaşmasının onaylanmasına değin, Doğu Trakya'ya kuvvet geçirmemeği, orada bir ordu toplamamağı ve bulundurmamağı yükümlenir.

14. Bu Sözleşme, imzasından üç gün sonra, 14/15 ekim 1922 gece yarısı yürürlüğe girecektir. Mudanya'da, Fransızca olarak, 11 Ekim 1922 günü imza edilmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumeti adına : Ferik (Tümgeneral) İSMET Fransa adına: General CHARPY İtalya adına: General MONBELLI Büyük Britanya adına: General HARRINGTON

247 19 Ekim 1922 günü İtilâf Devletleri T.B.M.M. Hükumetini barış konferansına resmen davet ederler. Barış konferansı 13 Kasımda Londra'da açılacaktır. Fakat, İtilâf Devletleri artık hiçbir görevi kalmamış İstanbul Hükumetini de aynı konferansa davet etmek garabetinde bulunurlar. Bundan yararlanmak isteyen İstanbul Hükumeti Sadrazamı Tevfik Paşa, oğlunu T.B.M. Meclisi Hükumetinin İstanbul mümessili Hamid Bey'e yollayarak Mustafa Kemal Paşa'ya gönderilmek üzere şu telgrafı vermiştir: "Gazi M. Kemal Paşa hazretlerine Tanrının yardımı ile kazanılan zafer, bundan sonra İstanbul ve Ankara arasında çıkmış olan anlaşmazlık ve ikiliği kaldırmış ve millî birliğimizi sağlamış olup ancak İtilaf Devletleri ile aramızda barış henüz akdedilmemiş olmasından dolayı Avrupa şehirlerinden birinde yakında toplanması belli bulunan barış konferansına eskiden olduğu gibi her iki tarafın davet edileceği malûm bulunduğuna göre millî selamete ait önemli maddelerin evvelce aramızda müzakere ve tespiti için hazırlıkta bulunularak sözü geçen konferansta oy birliği ile millet hukukunun müdafaasına çaba sarf edilmesi yüksek kişiliğinizce dahi tasvip olacağına tam kanaatim bulunduğundan bu hususta bizimle görüşüp anlaşmak üzere duruma vâkıf ve güveninizi haiz bir zatın buraya gayet mahrem talimatı hamilen ve mümkün süratle yollanması dilenir efendim."358 Bu telgrafın yorumunu Atatürk şöyle yapmıştır: “Yani Tevfik Paşa demek istiyordu ki, memlekette düşman kalmadı, binaenaleyh padişah yerinde, hükumet onun yanında, millete düşen bu makamların vereceği emirlere itaat etmektir. Bu takdirde birliğe mani elbette bir şey kalmamış olur. Yalnız, Ankara'dan biraz daha hizmet istemek açıkgözlüğünde bulunuyordu. O da barış konferansına İstanbul'un ve Ankara'nın birlikte davet edileceğine göre daha evvel tarafımdan gayet mahrem talimatı hâmil bir zatın mümkün sür'at ile İstanbul'a yollanmasını temin etmek idi.”359 Mustafa Kemal İstanbul'daki mümessil Hamit Beye bir tel yollayarak Sadrazam Tevfik Paşanın devlet siyasetine karışmamasını, bunun sorumluluğunun büyük olduğunu bildirir. Hamit Bey ise bu telgrafın aynen Sadrazama bildirilmesi gerektiğini anlayamamış fakat üç gün içinde beş kez telgrafın içindekilere uygun tebligatı sadrazama yapmıştır. Fakat Sadrazam bunlardan gerekli dersi almayarak 28 Ekim 1922 günü bu sefer uzun bir telgrafla Meclis Başkanlığına müracaatla aynı şeyleri tekrarlamıştır.

358 Prof Dr. Yılmaz Altuğ, a.g.e., s.180. 359 Kemal Atatürk, Nutuk (1919-1927), s.457

248 Telde: "Eğer Babıâli, Konferansa katılmazsa devletin altı yüzyılı aşan bir süreden beri kurulu ve saklı olan ve bütün İslâm âleminin ilgili olduğu tarihî benliğinin çökeceği" bildirilmiş ve "... Büyük Millet Meclisinin Konferansa katılmaması ise bütün cihanın büyük bir istek gösterdiği ve beklediği barışı çıkmaza sokacaktır, bu ağır sorumluluğu ne Padişah'ın Hükumeti, ne de Büyük Millet Meclisi yüklenebilir" denilmiştir.360

İstanbul Hükumeti Ankara Hükumetini anlamamıştır. Anlamamakta ısrar etmiştir. Damat Feritçiler Millî Teşkilâtı Türk ve dünya kamuoyunda kötüleme metodunu iki lekeleme kalıbına dökmüşlerdir: “Teşkilâtı Milliye bir İttihatçılıktı. İttihat ve Terakki'nin hortlayışı idi.” Bu itham tutmazsa, bir başkası vardı: “Millî Teşkilât Bolşevikti. Akın akın Bolşevik'e Anadolu peşkeş çekiliyordu.” Yedigün gazetesinin Sivas muhabirine, Atatürk ilk beyanatını bu ithamları reddederek vermiştir. Ancak cevabın tam olarak verildiği gece 1 Kasım 1922’yi 2 Kasım 1922’ye bağlayan gecedir: Saltanatın kaldırılması planlanan gece olacaktır. Mustafa Kemal'in saltanatı kaldıracağını hisseden Rauf Bey kendisinden bir mülakat rica etmiştir. Bu mülakata Rauf Beyden başka Refet ve Ali Fuat Paşalar katılırlar. Keçiören'de Refet Paşanın evinde bir akşam üstü toplanılır. Toplantı ertesi sabaha kadar sürer. Rauf Bey saltanatın kaldırılmamasını savunmuştur. "'Ben" der "'makamı saltanat ve hilâfete vicdanen ve hissen bağlıyım. Çünkü benim babam padişahın ekmek ve nimetiyle yetişmiş. Osmanlı Devletinin ricali arasında geçmiştir. Benim de kanımda o nimetin zerreleri vardır. Ben nankör değilim ve olamam. Padişaha sadakat etmek borcumdur. Halifeye bağlılığım ise terbiyem icabıdır. Bunlardan başka genel mütalâam da vardır. Bizde genel durumu tutmak güçtür. Bunu ancak herkesin erişemeyeceği kadar yüksek görülmeye alışılmış bir makam temin edebilir. O da makamı saltanattır ve hilâfettir, bu makamı lağvetmek onun yerine başka mahiyette bir mevcudiyet ikamesine çalışmak, felâket ve hüsranı muciptir. Asla caiz olamaz."361 Refet Paşa da Rauf Beye katılır. Sadece Ali Fuat Paşa Moskova'dan yeni döndüğünden bahisle olumlu olumsuz bir fikir dermeyan etmez. Henüz vakti gelmemiş olduğundan Mustafa Kemal, Rauf Beyi temin eder, saltanatın kaldırılmasının bugünün meselesi

360 Prof Dr. Yılmaz Altuğ, a.g.e., s.181 361 Tunaya. Atatürk ve Atatürkçülük, op. cit.. s. 80-81’den aktaran Prof Dr. Yılmaz Altuğ, a.g.e., s.182

249 olmadığını, Mecliste bazılarının telâş ve heyecanına mahal bulunmadığını söyler, hatta bunları Meclis kürsüsünden de beyan etmiştir. Bütün bunlar Lozan Konferansına İstanbul Hükumetinin de davet edilmesinden ve bu hükumetin ortaya Türk milletinin bir temsilcisi olarak gitmeye heveslenmesinden önce cereyan etmiştir. İstanbul Hükumetinin Ankara'ya müracaatı ve Lozan'a beraber gitmek arzusunu izhar etmesi üzerine Mustafa Kemal vaktin geldiğine karar vermiştir ve Rauf Beyi Meclisteki odasına davet ederek sanki Keçiören görüşmesi hiç olmamış gibi hilâfeti ve saltanatı birbirinden ayıracağını ve saltanatı kaldıracağını, kendisini destekleyen bir konuşma yapmasını söylemiştir. Aynı şeyi Kâzım Karabekir Paşa'dan da ister. Rauf Bey duygularını bir tarafa bırakarak Mecliste saltanatın kaldırılmasını destekleyen güzel bir konuşma yapar, bunun son kısmı aynen şöyledir: "Onlar meşru vekilleri olduklarını iddia ettikleri bu millet adına Sevr'i imzalayarak asırlardan beri kanı ile, canı ile, bütün varlığı ile, şeref, namus ve istiklâlini müdafaa etmesini bilmiş olan bu milleti, rızası hilâfına esarete mahkûm etmek istediler. Şimdi Sevr'i imzalamış olanların artıkları da işte telgrafla yine kendilerinde olmayan bir hakkı iddia ile memleketimiz ve İslâm âleminde yanlış fikirler yaymak istiyorlar. Bu istekleri katiyen kabul edilemez. Ve Türkiye Büyük Millet Meclisinden başka hiçbir kuvvet bu milleti temsil edemez. Bunun kafi şekilde böylece bilinmesi lâzımdır."362 Rauf Beyden sonra Kâzım Karabekir Paşa. Ali Fethi Bey ve diğer milletvekilleri hep Saltanatın kaldırılması lehinde konuşmuş, hatta İstanbul Hükumetinin toptan Hıyaneti Vataniye Kanununa göre cezalandırılmasına dair takrirler verilmiştir.363 Hüseyin Avni (Ulaş) eskiyi yeniden ayıran bir gözlemiyle İstanbul'u anlatır: "Saltanata alışmış İmparatorlar, haşmetpenahlar millî hâkimiyetten canavarlar gibi korkarlar". Fevzi Bey'e göre "Osmanlı Saltanatı yok, milletin saltanatı var"dır. Hatta Saltanat devrinde kılınan Cuma namazları bile gayri meşrudur. Yahya Galip (Kırşehir) İstanbul'la Batı baskısını birbirine bağlar: "Onlar Lloyd George'un polis memurlarıdır". Dr. Rıza Nur'a göre, İstanbul'da "Hakimiyete sahip bir hükumet yok. Biz hükumetiz diye iddia eden bir heyet vardır." Mazhar Müfit Bey'e göre mesele

362 Kemal Atatürk, Nutuk, c.2 s. 1982’den aktaran Prof Dr. Yılmaz Altuğ, a.g.e., s.183 363 Rauf Orbay’ın Hatıraları, Yakın Tarihimiz, c.4, s.49’dan aktaran Prof Dr. Yılmaz Altuğ, a.g.e., s.183

250 daha basittir. Babıâli yıkılmalıdır. Vahdettin'in ismi Vahimüddine çevrilmiştir.364 Kâzım Karabekir Paşa kesinlikle konuşur: "Cihadı Ekber Fetvasına rağmen Çanakkale'de ve Irak'ta İslâm askerleriyle harp ettim" Ali Fuat Paşa (Cebesoy)'a göre son düşman iç düşmandır. Saray ve Babıâlidir. O da bugün halledilmelidir. Erzurum mebusu Nusret Efendinin bir sorusu olmuştur: "Biz kabristanda mıyız? Babıâli ölü, saray ölü... Ölülerle muhabere edilir mi hiç?"365 Sadece Mersin milletvekili Albay Çolak Salâhaddin Bey ile Trabzon milletvekili Ziya Hurşit itiraz ederler.

Osmanlı İmparatorluğunun yıkıldığını, yeni bir Türk devletinin doğduğunu, Teşkilâtı Esasiye Kanunu ile hükümranlık hukukunun millete ait bulunduğunu bildiren bir takrir hazırlanır, başta Atatürk, Rauf Bey ile Fethi, Dr. Adnan, İbrahim Süreyya Beyler, Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Paşalar, Dr. Rıza Nur Bey ve toplam 83 kişi tarafından imzalanır. Meclis Başkanlığına sunulur. Bütün bunlar 30 Ekim 1922'de olmaktadır. Büyük Millet Meclisi saat 17’de gizli bir toplantı yapar. Bunda milletvekilleri bazısını yukarıda naklettiğimiz konuşmaları yapmışlardır. Önce Mustafa Kemal kürsüye çıkıp Sadrazam Tevfik Paşa'nın oğlunu gizli olarak kendisine yolladığını açıklamış, Tevfik Paşa'dan gelen iki telgraf ve birincisine verdiği cevabı okumuştur. 83 imzalı önerge oya sunulduğunda 134 kabul, 2 red ve 2 çekimser oy çıkmıştır. Ancak karar için yeterli çoğunluk sağlanamamıştır. İkinci Grubun engellemesi ile karar alınamamıştır, daha 25 mebusun oyu gereklidir. 31 Ekimde Meclis toplanmaz. Müdafaai Hukuk Grubu toplantısı yapılır. Halifelik konusu saltanatın kaldırılmasına ilişkin 83 imzalı önergede askıda bırakılmıştır. 31 Ekimle 1 Kasım arasında bu konu önergenin 6. maddesinde şöyle düzenlenir: "Halifelik, Türklere, Osmanoğulları ailesine aittir. Türkiye devleti Halifeliğin dayanağıdır. Halifeliğe Türkiye Büyük Millet Meclisince bu ailenin bilgice ve ahlâkça en ehil ve en yetişkin olanı seçilir. T.B.M.M. Hükumeti Halifelik makamını, esir bulunduran yabancıların elinden kurtaracaktır." Buna karşı ikinci grup lideri Hüseyin Avni (Ulaş) 28 arkadaşı ile bir karşı önerge hazırlamışlardır. ''Halifelik, Türkiye Devletine ve Osmanoğullarına ait olup Halifeliğe Meclis tarafından -sonra babadan oğla kalmak üzere- bu ailenin bilgice ve

364 Prof Dr. Yılmaz Altuğ, a.g.e., s.183 365 Tunaya, Atatürk ve Atatürkçülük, s. 83’ten aktaran Prof Dr. Yılmaz Altuğ, a.g.e., s.183

251 ahlâkça en yetişkin ve en iyi olanı müzakere nisabının üçte iki çoğunluğu oyu ile seçilir. Hilâfetin dayanağı Türkiye Devletidir."366 Veraset yolu ile Halifelik öngören bu öneri saltanatın geri gelmesine sebep olmaya açıktır. 1 Kasım 1922 günü mesele Mecliste uzun tartışmalara sebep olur. Mustafa Kemal uzun beyanat verir. Türk ve islâm tarihlerini anlatarak Saltanatın hilâfetten ayrılmasının mümkün olduğunu tarihî örneklerle gösterir.367 Bağdad'ı 1258'de zapt eden Hülâgû'nun Halife Mut'tasım'ı idam ederek dünya yüzünde fiilen halifeliğe son verdiğini ve 1517'de Yavuz'un Mısır'ı zaptı sırasında orada yaşayan halife unvanlı bir mülteciye önem vermesiyle halifeliğin Osmanlılara geçtiğini belirtir. Milâdî 1261'de Hülefayı Abbasîye neslinden Elmüstansırbillâh adlı bir zat Hülâgû'dan kurtulup Mısır Memlûklarına iltica eder ve Mısır Meliki bunu halife tanır. Bundan sonra on yedi kişi halife unvanını haiz fakat hiçbir yetkileri olmadan Mısır hükumetinin himayesinde yaşarlar. Bu sırada Osmanlı Devleti kurulmuştur. 1299'dan 1517'ye kadar sultanlar halife değildirler. Bunun yeniden mümkün olabileceğini, saltanatsız, halifeliğin devam edebileceğini Mustafa Kemal söylemektedir. Mesele Anayasa, Şer'iye ve Adalet encümenlerine havale edilir, üç encümen bir arada toplanmış fakat hiçbir karara varamamışlardır, hoca mebuslar hilafetin saltanattan ayrılamayacağını iddia etmektedir. Bunun üzerine odada bulunan Mustafa Kemal önündeki sıranın üstüne çıkarak aynen şunları söyler: "Efendim, hakimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye, müzakere ile münakaşa ile verilmez. Hâkimiyet, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları zorla Türk milletinin hâkimiyet ve saltanatına bu tasallutlarını altı asırdan beri idame eylemişlerdir. Şimdi de Türk milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtira ederek, hâkimiyet ve saltanatını, isyan ederek kendi eline bilfiil almış bulunuyor. Bu bir emrivakidir. Mevzuubahis olan, millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız meselesi değildir. Mesele zaten emrivaki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu behemehal olacaktır. Burada içtima edenler Meclis ve herkes meseleyi tabii görürse, fikrimce muvaffak olur. Aksi takdirde yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir. İşin ciheti ilmiyesine gelince, hoca efendilerin hiç merak ve endişelerine

366 Prof Dr. Yılmaz Altuğ, a.g.e., s.184 367 Sadi Borak, Atatürk ve Din. Önsöz: Ord. Prof. Hilmi Ziya Ülken - İstanbul. Anıl Yayınevi, 1962: s. 14-28.’tan aktaran Prof Dr. Yılmaz Altuğ, a.g.e., s.184

252 mahal yoktur. Bu hususta ilmî izahat vereyim."368 Mustafa Kemal'in uzun açıklamasını dinleyen hocalardan Ankara Milletvekili Mustafa Hoca "Affedersiniz biz meseleyi başka noktadan mütalâa ediyorduk, izahatınızla aydınlandı mesele" diye teşekkür etmiştir.

Bu izah üzerine diğer hocaların da itirazı kesilir. Süratle aşağıdaki tasarı hazırlanır: 1 - Teşkilâtı esasiye Kanunu ile Türkiye halkı egemenlik ve hükümranlık haklarını gerçek temsilci olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin tüzel kişiliğinden gayrikabili terk ve tecezzi ve ferağ olmak üzere temsile ve bilfiil istimale ve millî iradeye istinat etmeyen hiçbir kuvvet ve heyeti tanımamaya karar verdiği cihetle Misak-ı Millî hudutları içinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumetinden başka hükumet şekli tanımaz. Binaenaleyh Türkiye halkınca şahsî hâkimiyete müstenit olan İstanbul'daki hükumet şekli 18 Mart 1920'den itibaren (Bu Tarih İstanbul Mebusan Meclisinin kendini dağıtma kararı verdiği gündür) ve ebediyen tarihe intikal etmiş addedilmiştir. 2 - Hilâfet. Âl-i Osman Hanedanına ait olup Halifeliğe Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından bu Hanedanın ilmen, ahlaken en yetişkin ve en ehil olanı seçilir. Türkiye Devleti Hilâfet makamının dayanağıdır.

Tasarı isimlere göre oylanacağı sırada Mustafa Kemal söz alarak kürsüye çıkar ve şöyle der: Buna hacet yoktur. Memleket ve milletin istiklâlini ebediyen mahfuz kılacak esasatı Meclis-i Alinin müttefikan kabul edeceğini zannederim." Başkan, Mustafa Kemal'in önerisini oya koyar. Kabul edilince bu sefer tasarıyı el kaldırma suretiyle oya koyar ve "oybirliği ile kabul edilmiştir" derken, yalnız bir olumsuz ses işitilir. "Ben muhalifim". Bu ses (söz yok) sadalariyle boğulur.369 Saltanat kaldırılmış, hilâfet kalmıştır ve son padişah ve halife Vahdettin sadece halife olarak İstanbul'da oturmaktadır. 17 Kasım 1922 günü İstanbul'daki Ankara Hükümeti temsilcisi Refet Paşa Başbakan Rauf Beye şu teli yollar: "Vahdettin Efendi bu gece gaybubet

368 Kemal Atatürk, Nutuk, s.459 369 Kemal Atatürk, Nutuk, s.459

253 eylemiştir. İstanbul kumandanı ve polis müdürünü tahkikat ve lüzumlu tedbirleri almak için saraya gönderdim. Alacağım malûmatı ayrıca arz ederim. Harrington'dan aldığım mektubun ve ilişik beyannamenin suretlerini hazirûna arz ederim."371 Harrington imzalı mektubun sureti şöyledir: "Bir nüshasını leffettiğim resmî beyannamede söylendiği veçhile zatı şahane kendisini İngiltere'nin himayesi altına koyarak bir İngiliz harp gemisiyle Şekil 50: Padişah 370 İstanbul'dan ayrılmıştır." Ekli olan beyanname sureti de Vahdettin şöyledir: "Resmen beyan olunur ki zatı şahane bugünkü durum sonucunda hayatını tehlikede gördüğünden, bütün İslamların Halifesi sıfatiyle İngiliz himayesini ve aynı zamanda İstanbul'dan başka bir yere naklini talep etmiştir. Zatı şahanenin arzusu bu sabah ifa olunmuştur. Türkiye'deki İngiliz kuvvetlerinin başkumandanı General Sir Charles Harrington zatı şahaneyi almaya giderek bir İngiliz gemisine kadar kendisine refakat etmiş ve zatı şahane vapurda Akdeniz filosu umum kumandanı Amiral Sir de Brook tarafından istikbal edilmiştir. İngiltere Fevkalâde Komiser vekili Sir Nevil Henderson zatı şahaneyi gemide ziyaret ederek Kral Beşinci Jorj'a bildirmek üzere arzularını sormuştur"372 Bu olayı Mustafa Kemal'in şu sözleriyle yorumlar: “Yanlış bir miras usulü sonucu olarak, büyük bir makam, tantanalı bir unvan ihraz edebilmiş bir sefilin, izzetinefsi çok yüksek, asil bir milleti nasıl utanmış bir vaziyete düşürebileceği, o zaman, daha tabiî surette anlaşılır: Filhakika, her ne Şekil 51: Vahdettin'i Malta'ya götüren İngiliz zırhlısı Malaya373 sebep ve suretle olursa olsun. Vahdettin gibi hürriyet ve hayatını milleti içinde, tehlikede görebilecek kadar adî bir mahlûkun, bir dakika dahi olsa, bir milleten başında bulunduğunu düşünmek ne hazindir. Şayanı tekerrürdür ki bu alçak (miras yolu ile geçen) saltanat makamından, millet tarafından ıskat olunduktan sonra denaetini tamamlamış bulunuyor. Türk milletinin bu takaddümü (ileri geçmesi) elbette, takdire lâyıktır. Âciz, adi, his ve idrakten mahrum

370 Tempo Dergisi Sayı 20, 17-05-2007, s.40 (Atilla Oral arşivinden). 371 Prof Dr. Yılmaz Altuğ, a.g.e., s.186 372 Kemal Atatürk, Nutuk, s.460-461 373 Atlas Dergisi, Sayı 156, 2006 Mart, s.105 (Denizler Kitabevi Koleksiyonundan)

254 bir mahlûk; kabul eden, herhangi bir ecnebinin himayesine girebilir; fakat, böyle bir mahlûkun, bütün islâmların halifesi sıfatını haiz bulunduğunu ifade etmek elbette muvafık değildir. Böyle bir telâkkinin doğru olabilmesi, evvelemirde bütün İslâm kütlelerinin esir olmaları şartına bağlıdır. Halbuki cihanda hakikat böyle midir? Biz, Türkler, bütün tarihî hayatımızca hürriyet ve istiklâle timsal olmuş bir milletiz! Kıymetsiz hayatlarını iki buçuk gün fazla, sefilâne sürükleyebilmek için, her türlü alçaklık ve iffetsizliği mubah gören halifeler oyununu da sahneden kaldırabildiğimizi gösterdik. Bu suretle devletlerin, milletlerin, yekdiğeriyle ilişkilerinde şahısların, özellikle mensup olduğu devlet ve milletin zararına da olsa, şahsî vaziyet ve hayatlarından başka bir şey düşünmeyecek pespayelerin ehemmiyeti olamayacağı malümesini teyit ettik. Milletler münasebatında, mankenlerden istifade sistemine rağbet devrine son vermek, medenî âlemin samimi temennisini teşkil etmelidir.”374 Bundan sonra Şer'iye vekili Vehbi Efendi ''hilâfet unvanını taşıyan zatın firarı tahakkuk etmiştir. Böyle İslâm milletinin reisi tanınan bir adamın ecnebi himayesine geçmesi ve bize düşman İngilizlerin vapuru ile kaçması İslâmiyet namına zül ve ar'dır. Binaenaleyh bu adam fiilen hilâfet makamını terketmesiyle şer'an münhaldir. Yani bugün şu saatte hilâfet makamı münhaldir" der ve yeni bir halife seçilmesini teklif eder, bu yolda bir fetva verir. Bu fetva şöyledir: "İmam'ül Müslimin olan Zeyd. düşmanın umum müslümin aleyhin-de mucib-i mahv olan tekalif-i şedidesini bilâ zaruret kabul ile Hukuk-u İslâmiyeyi müdafaadan aczini izhar ve müsliminin müdafaa-ı mücahidanelerined düşmana muvafakatla Müsliminin ihlal ve intihasın mucib harekâta fiilen teşebbüs ve harekat-ı ihtikalkaranede devam ve ısrar ve badehu ecnebi himayesine iltica ederek makam-ı hilafeti terk ve firar ile hilafetten bilfiil feragat etmekle şer’an münhaliğ olur mu? EL-CEVAP: Allah-ü âlem bis-sevab: OLUR..." Fetva Mustafa Kemal'in teklifi ile Meclisin oyuna sunulur. Vahdettin meselesi bu suretle çözümlenmiş olur. 18 Kasım 1922'de Meclis oylamaya geçer. Oylamaya katılan 162 kişiden 148 kişinin Abdülmecit, 3 kişinin Selim, 2 kişinin Abdürrahim Efendiye oy verdikleri, 9 kişinin çekimser kaldıkları görülmüştür. Bu suretle Abdülmecit Efendi halifeliğe seçilmiştir.

374 Kemal Atatürk, Nutuk, s. 461

255 Lozan Antlaşması (24 Temmuz 1923) Yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin, milletler arası planda resmen tanındığı antlaşmadır. 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre'nin Lausanne (Lozan) şehrinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileriyle İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika, Rusya, Yugoslavya temsilcileri tarafından, Lozan Üniversitesi salonunda imzalanmıştır. Osmanlı Devleti'ni yıkıp, topraklarının paylaşılması için çıkartılan Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) sonunda başlatılan Türk İstiklâl Harbinden sonra, işgalci devletler ile 11 Ekim 1922 tarihinde Mudanya Mütarekesi (ateşkesi) imzalanmıştır. İşgalci devletler ile kesin bir antlaşma yapılması için, Türkiye, 4 Ekim 1922 tarihindeki notasıyla, görüşmelerin İzmir'de başlatılmasını istedi. İşgalci devletler, İzmir'de Yunan mezalim ve tahribatını görmezlikten gelmek için, İsviçre'nin Lausanne şehrini tercih eder. Konferansın 13 Kasım 1922'de başlayacağını ilan edip, Türkiye'de iki hükumet olduğu telakkisiyle, görüşmelere katılması için Ankara'daki Türkiye Büyük Millet Meclisi ve İstanbul'daki Osmanlı Sultanı Altıncı Mehmed Hana (Sultan Vahdeddin Han) müracaat ederler. TBMM, bu duruma son vermek için, 1 Kasım 1922 günü çıkarılan iki maddelik bir kanunla, Saltanat ve Osmanlı Hükumetinin, 16 Mart 1920'de İstanbul'un İtilâf devletlerince resmen işgalinden itibaren kaldırıldığını kabul ve ilan etmiştir. 600 yıldan fazla hükümran olan Osmanlı Hânedânına son verilerek, Lozan Konferansına TBMM hükumeti, tek başına katılmıştır.

Ankara’da Lozan’a gidecek heyete İsmet Paşanın (İsmet İnönü) başkanlık etmesi kararlaştırılır. Dr. Rıza Nur ve Hasan Saka’dan gayrı müşavir olarak heyete, Münir Ertegün, Muhtar Çilli, Veli Saltık, Zülfü Tiğrel, Zekai Apaydın, Celal Bayar, Şefik Başman, Seniyettin Başak, Şevket Doğruer, Tevfik Bıyıklıoğlu, Tahir Taner, Nusret Metya, Hikmet Bayur, Zühtü İnhan, Fuat Ağralı, Mustafa Şeref Özkan, Şükrü Kaya, Hamit Hasancan, Ruşen Eşref Ünaydın ve Yahya Kemal Beyatlı Beyler de alınır. Konferansa katılan Türk gazetecileri; Ahmet Cevdet, Ahmet Şükrü Esmer, Hüseyin Cahit Yalçın, Velit Ebüzziya, Kerami Kurtbay, Mecdi Sayman, Kemal Salih Sel, Asım Us, Ahmet Hidayet Reel Beylerdir. Türk Murahhas heyeti Lozan’a gitmek üzere Ankara’dan 4 Kasım 1922’de törenle uğurlanır. Konferansın açılış tarihi olarak önce 13 Kasım kararlaştırılmıştır. Ama bu arada İtilaf devletleri birtakım tertiplere

256 başvururlar; nitekim Türk heyeti Lozan istasyonunda, devlet ileri gelenleri tarafından bilhassa karşılanmaz. İnönü bu durumdan yararlanır ve Fransa başbakanı ve dış işleri bakanı Poincare’nin özel davetini kabul ederek Paris’e gider, onunla konuşur. Bu görüşme İngiliz'leri etkileyecektir. Fransız basınında Türkler için yararlı yayınlar yapılır. Konferans ancak 20 Kasım saat 3:30 ‘da Mont Benon gazinosu salonunda açılır. İtilaf devletleri bu konferansı “Şark İşleri Konferansı” olarak adlandırmışlardır. Onlara göre bu, 1914’ten beri doğunun huzurunu bozan savaşlara kesin olarak son vermek ve karşılıklı anlaşmaya varmak üzere toplanan bir konferanstır. Bu sebeple Lozan’daki görüşmeler sırasında İsmet Paşa, Osmanlı hükumetiyle ilgili bütün meselelerle uğraşmak zorunda kalır. Mustafa Kemal Paşa bu durumu, Nutuk’ta “Lozan sulh masasında bahse mevzu olan meseleler üç, dört yıllık yeni bir devreye münhasır kalmıyordu. Konferansta, yüzyıllık hesaplar görülüyordu. Bu kadar eski, bu kadar karışık, bu kadar mülevves hesapların içinden çıkmak, elbette o kadar basit ve kolay değildi” diye belirtir ve İsmet Paşanın karşılaştığı güçlükleri anlatır. Konferans İsviçre Konfederasyonu başkanının bir konuşmasıyla açılmış ve İsmet Paşa bu ilk toplantıda salona Lord Curzon ile birlikte girmiştir; konferansa Lord Curzon başkanlık edecektir. İsviçre başkanı nutkunu “Yeryüzündeki iyi niyetli insanlara selam” sözleriyle bitirir. Açılış töreninde İtalya başbakanı Mussolini ve Fransa başbakanı Poincare de bulunmaktadır. İsviçre Konfederasyonu başkanından sonra Lord Curzon bir konuşma yaparak “Eğer delegelerin hepsi aynı uzlaştırıcı ruhla çalışırlarsa, masaya gelecek her meseleyi çözmek ve barış yapmak isteğini duyarlarsa, amaca ulaşmak kolaylaşacaktır” der. Bu konuşmadan sonra kendisinin, taraflardan biri olduğunu düşünerek İsmet Paşa söz ister ve konuşmasında Türkiye’nin uğradığı haksızlıkları sayar. Anadolu’daki tahribatı, yapılan mezalimi, halkın çektiği acıları anlatır. Konferansa bir ricacı olarak gelmediğini de tekrarlar. Asıl görüşmeler, 21 Kasım’da saat 11:00’de, Chateau d’Uhy otelinin büyük salonunda başlar. Oturumun başkanı Lord Curzon olmuştur. Konuşmalar sert bir hava içinde başlar. İsmet Paşa, komisyonlardan birinin başkanlığının Türklere bırakılmasını, genel sekreterliğe bir Türk yardımcının verilmesini ve Türk delegeleri sayısının ikiden üçe çıkarılmasını teklif etmiştir. Bu tekliflerin hepsi karşı tarafça reddedilir. Yalnız Boğazlar meselesi konuşulurken bu konuşmalara Karadeniz’de kıyıları olan devletlerin temsilcilerinin çağrılması

257 teklifi olumlu karşılanır. Konuşmaların bu kısmına Sovyetler Birliği ile Romanya ve Bulgaristan temsilcileri de katılır. İsmet Paşa bütün oturumlar boyunca Fransızca konuşur. Konferansta önce üç ana komisyon kurulur. Bunların sayısı gerekirse artırılacak yahut alt komisyonlar seçilecektir. Ana komisyonlar: 1-Topraklara, askerliğe ve Boğazlar’a ait işler komisyonu. 2-Ekalliyetler (azınlıklar) komisyonu. 3-Mali, iktisadi ve hukuki işler komisyonudur. Bunun dışında alt komisyonlar da kurulur. Lozan’da karşılaşılan ilk çetin mesele Batı Trakya meselesi olur. Bu topraklar son elli yıl içinde, Türkler, Bulgarlar, Yunanlılar arasında çeşitli bölünmelerle el değiştirmiş ve bu konuda yapılan her incelemede, o andaki duruma göre verilen istatistikler ayrı sonuçlar doğurmuştur. Lozan konferansına gidildiği zaman, Batı Trakya’da Türk nüfusu, diğer nüfusa nazaran çoğunluktadır. Türk kuvvetleri bir taraftan Meriç hattına ilerlerken öte yandan bazı milis teşkilatçıları Batı Trakya’da mahalli teşebbüslere girişmişler, bir Müslüman hükumet kurmayı bile tasarlamışlardır. Ankara’nın barış istemesi üstüne, Batı Trakya’da Yunanistan’dan geri alınacak topraklar meselesiyle ilgili çalışmalara yer verilmez. Çünkü Türkiye, Batı Trakya’yı Birinci Dünya savaşından önce elden çıkarmıştır. Bu durum, birtakım antlaşmalara dayanmaktadır. Batı Trakya, saldırıya uğrayan ve Yunanlılar tarafından zorla işgal edilen Türk topraklarına benzer durumda değildir. Milli misak sınırları içinde de bulunmamaktadır. Fakat ortada bir Karaağaç meselesi vardır ve burası, Edirne’nin bir mahallesidir. Yunanlılar Edirne’yi işgalleri sırasında Karaağaç’ı ele geçirmişlerdir; Mudanya antlaşması, Meriç nehrine kadar Türk topraklarının Türklere geri verilmesini kabul ettiği halde, Meriç’in batı kıyısına düşen ve Edirne’nin bir mahallesi durumunda olan Karaağaç meselesini barış konferansına bırakmıştır.

Konferansta Yunanlılar bu konu üstünde direnirler. Boğazlar, azınlıklar ve diğer meseleler üstünde de olumlu ilerlemeler olmaz. Konferansın açılışı üstünden bir ay geçmiş ele alınan meselelerin çözümü konusunda, her iki taraf da görüşünü değiştirmemiştir. İsmet Paşa bu hava içinde, Ankara’ya durumu bildirmek ve konuyu daha yakından görüşebilmek için heyetten Hasan Saka Bey’i memlekete gönderir.

258 Hasan Bey, Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünde Türk'lerin Lozan’daki tutumunu ve diğer devletlerin öne sürdüğü meseleleri bütün açıklığıyla anlatır. Bir kısım konuşmacılar silaha sarılmaktan ve meseleleri silah gücüyle çözümlemekten söz etmişlerdir. Hasan Bey’in mecliste verdiği bilgilere göre birinci komisyonun ele aldığı meseleler şunlardır : a) Boğazlar Meselesi : Türk tezine göre : Karadeniz ve Çanakkale Boğazları Türkiye’nin hakimiyeti altındaki topraklar üzerinde ve Milli misak sınırları içindedir. İstanbul ve Marmara’nın güvenliği için Boğazlar, Türk hakimiyeti altında olmalıdır. Türkiye, bu ilkeler kabul edildikten sonra Boğazlar’ın milletler arası ulaştırmaya açılması konusunda ilgililerle birlikte karar alabilir. Sovyetler Birliği dış işleri bakanı Çiçerin, Türk tezini desteklemiş ve bu tutum Türkiye için faydalı olmuştur. Nitekim görüşmeler, Boğazlar hukuku hakkında Türkiye’nin sunduğu tez üstünde devam eder. b) Azınlıklar Meselesi : Anadolu’daki zafer, Anadolu Rumluğuna ve Anadolu’daki Ortodoks kilisesine son vermiştir. Kaçan Yunan ordusuyla birlikte Yunan adalarına Rum göçmen akını başlar. Bunların sayısı yaklaşık olarak 263.000’i bulduğu gibi, Yunanlıların “Pontus” dedikleri Karadeniz kıyılarındaki Rumlar da, aynı şekilde çekilirler. Antlaşmaya göre yapılacak “mübadele” sonunda, Anadolu ve Doğu Trakya’da Rum kalmayacaktır. Türkiye’deki azınlıkların hakları Avrupa’da imzalanan antlaşmalar çerçevesi içinde Türkiye hükumeti tarafından korunacaktır. Türkiye’ye komşu ülkelerdeki Türk azınlıklarının hakları da aynı antlaşma hükümlerine bağlıdır. Bu görüş İstanbul’da kalacak Rumlarla, Batı Trakya’da kalacak Türkler meselesini ortaya çıkarır. Hristiyan heyetlere göre eski Bizans’ın son hatırası olan patrikhane yüzünden tartışmalar uzar. c ) Musul Meselesi : Musul vilayeti bakımsız, yıkılmış, fakat taşıdığı petrol rezervleriyle daima ilgi çeken bir bölgedir. Bu yüzden Irak ve Musul vilayetlerini İngilizler, kendilerine verilecek bir toprak sanmaktadırlar. Sevr antlaşmasıyla Güneydoğu Anadolu’da kurulması kararlaştırılan Kürdistan için Musul’un ellerinde bulunmasını ve bu yolla İngiliz ordusunun bu bölgede yerleşmesini gerekli görürler. Mütareke imzalandığı zaman (30 - 31 Ekim 1918), Musul şehri ve yöresi İngilizlerin

259 elinde değildir. İngilizler Musul’u mütarekeden sonra ele geçirirler ve Irak’ta bir kukla hükumet kurarak bir hükumetle bazı antlaşmalar yaparlar.

Komisyonlar 28 Ocak’ta raporlarını hazırlarlar. Fakat önemli konuların hiçbiri çözümlenemez ve ana konularda görüş birliğine varılamaz. 31 Ocak’ta her üç komisyon kendi aralarında toplanarak, Türk murahhas heyetine, kendi görüşlerine göre bir antlaşma tasarısı verir. 4 Şubat’ta imzalanması istenen bu antlaşma tasarısını Türk heyetinin 4 gün içinde inceleyerek cevaplandırılması gerekmiştir. İtilaf devletlerinin verdiği barış antlaşması tasarısı İsmet Paşa tarafından kabul edilmez. Bu antlaşmanın kabul edilmesi, Türk İstiklal Savaşı’nın sonuçlarını ülke aleyhine kötüye kullanmak demektir, kabul etmemek ise savaşı yeniden başlatacaktır. Bu hava içinde toplantı ertelenir. Türk heyeti Türkiye’ye döner (7 Şubat 1923). Lozan görüşmeleriyle ilgili konuşmalar, Millet Meclisi’nde çok sert tartışmalardan sonra 6 Mart 1923’te bitirilir. Bu sırada İsmet Paşa Hariciye vekilliğine gelmiştir. İtalyan delegesi Montagna’nın toplantıda bulduğu bir çözüm üstünde duran İsmet Paşa, yüz sayfalık tasarıya on beş sayfalık bir cevabi nota hazırlar, İngiltere, Fransa ve İtalya’ya gönderir (8 Mart). Bu notaya göre, birinci toplantı, Türkiye’ye barış şartları zorla kabul ettirilmek istendiği için sonuç vermemiştir. Ayrıca yeni tasarıda, Lozan’da Türk heyeti tarafından kabul edilen bütün şartlar gösterilir. Adı geçen devletler bir notayla cevap verirler (28 Mart). İsmet Paşa bunu yine bir notayla cevaplandırır (7 Nisan). Notada Lozan Konferansının 23 Nisanda yeniden toplanması istenir. Bütün devletler bu yazıya olumlu yanıt verirler. Bunun üzerine İsmet Paşa eski yardımcılarından bir kısmını yanına alarak 21 Nisanda Lozan’a gider. Konferans 23 Nisan Pazartesi günü aynı yerde, Chateau d’Ouchy otelinde açılmış ve 24 Temmuz 1923’e kadar sürmüştür. Yapılan görüşmelerde Fransızlar, İsmet Paşadan bir şeyler koparabilmek için çalışsalar da Ankara, İstanbul hükumetinin yaptığı antlaşmaların hiçbirini tanımadığını 7 Haziran 1923’te kanunlaştırarak ilan etmiştir. Anlaşmaya varılamayan bazı meselelerin çözümü ileride yapılacak görüşmelere bırakılır. Musul meselesi bunlardan biri olacaktır. Bütün komisyonların çalışmaları tamamlanınca, Temmuz ortalarında konferans sona erer. İsmet Paşa, konferans çalışmaları bu safhaya gelince Ankara’dan imza yetkisi istemiştir. Fakat Rauf

260 Orbay’ın başında bulunduğu Türk hükumeti uzun süre Lozan’a imza yetkisini göndermez. TBMM'nin Lozan Konferansındaki programı, 28 Ocak 1920 günü, son Osmanlı Mebuslar Meclisi'nin kabul ettiği Misak-ı Millî (Millî And) hükümleridir. Bu hükümler şunları ihtiva ediyordu: 1) Musul, Kerkük ve Süleymaniye ile, 2) Batı Trakya'nın Anavatan'a katılması; 3) Kapitülasyonların kaldırılması; 4) Azınlıklara üstün haklar verilmemesi; 5) Boğazlar ile İstanbul'un emniyetinin sağlanıp, bütünüyle hakimiyetimizde kalması. Hem Osmanlı hem de Ankara meclisi Misak-ı Milli’den vazgeçmeyecektir. Bu konuda Arap ülkelerinde de belli bir istek ve heves mevcuttur. Ankara'da daha Büyük Millet Meclisi kurulduğu zamanlarda Suriyeli ve Iraklı yöneticilerle Ankara Hükumeti arasında görüşmeler yapılır. Bizzat Kral Faysal, Fransızların Suriye'de kendi yönetimlerini kurmalarına ilişkin niyet ve etkinlikleri karşısında Mustafa Kemal ile -özel temsilcileri aracılığıyla- temaslarda bulunur. Bu görüşmelerde bu yöneticiler, eskiden olduğu gibi Osmanlı topluluğu içinde kalmak istediklerini, özgürlük değil Fransız ve İngiliz egemenliğinden kurtulmak istediklerini açıklarlar. Ankara Hükumeti'nin bunlara karşı yanıtını, yüzyıllar boyu Türk'lerin bu ülkeler için kan dökmüş olduğunu çok iyi bilen Mustafa Kemal, Meclisin 24 Nisan 1336 [1920] tarihli oturumunda şöyle açıklamaktadır: “Bizim bilmukabele gösterdiğimiz şundan ibaretti. Dedik ki, artık hudud-u millîmiz dahilinde bulunan menabi-i insaniyeyi ve menafi-i umumiyeyi hududumuz dışında israf etmek istemeyiz.” Mustafa Kemal bunları söyledikten sonra başka bir formül önermektedir: “Kendi hudutlarımız dahilinde müstakil olduğumuz gibi Suriyeliler de hudutları dahilinde ve hakimiyyet-i milliye esasına müstenit olmak üzere serbest ve müstakil olabilirler. Bizimle itilâf ve ittifakın fevkinde bir şekil ki, federatif yahut konfederatif denilen şekillerden birisiyle irtibat peyda edebiliriz.” Mustafa Kemal, konuşmasında bu konuda ek bilgiler de vermektedir: “Ahali bunu arzuları fevkinde [lehlerine telâkki etmiş olacaklar ki] Emir Faysal milletin bu arzusu karşısında kendi emellerinin sarsılmakta olduğuna vakıf oldu ve müracaatları bunun üzerine durdu. Ahalinin bu arzusu fiile de inkılap etti. Suriye dahilinde bazı ef'al ve harekât kulağınıza gelmiştir. Irak'a gelince... onlar da bizimle temas aradı ve alelitlak eskisi gibi Osmanlı Devletinin bir parçası olmayı kabul ettiler. Fakat biz onlara karşı Suriyelilere söylediğimiz noktai nazarı söylemekten başka bir şey yapmadık. Önce

261 istiklâli millînize kazanınız ...” Daha sonra, zaman geçtikçe ve olaylar geliştikçe İngilizlerin Mezopotamya'daki baskısı artacaktır. Fransızlar ise Ulusal Güçlerin baskısı altında Kilikya'dan ve Güney Anadolu'dan çekilecek ve Suriye üstünde yönetsel egemenliklerini kuracaklardır. Bu gelişme Suriye ve Irak Mandaları olarak sonuçlanacaktır. Bu durum ise günümüze kadar devam eden sorunlara sebep olacaktır.375

Türkiye, Suriye ve Irak İlişkileri376 (Birinci Meclis Gizli Oturum Tutanakları) (İkinci İnikat 24 Nisan 1336, Dördüncü Celse)

(...) efradı milletten bir heyeti milliye olduğumuz için bu cereyanın müvellidi hakikisi olan yine milletler vasıtasile temas etmiş oluruz. Fakat bizim Suriyede gayei İslâmiye ile revabıt ve münasebatımız taazzuv etmeğe başladıkça orada bir saltanat tesisile iştigal eden Emir Faysalın ve Emir Faysalı himaye eden Fransızların nazarı dikkatini celbetti ve binnetice Emir Faysal dahi hususî murahhaslarını bizimle temasa getirdi. Resmî temasla bu müracaatın bizce telâkki edilen nikati izah etmek isterim. Her halde Suriyeliler her hangi bir devleti ecnebiye ile münasebetinin kendileri için binnitece esaret olacağına kani oldular. Bundan (dolayı bize teveccüh ettiler.) Bizim bilmukabele gösterdiğimiz şekil şundan ibaret idi. Dedik ki, artık hududu millimiz dahilinde bulunan menabii insaniyeyi ve menafii umumiyeyi hududumuzun haricinde israf etmek istemeyiz. Fakat ittihat, kuvvet teşkil edeceğinden bütün âlemi islâmın manen olduğu gibi maddeten de müttefik ve müttehit olmasını şüphe yok ki büyük memnuniyetle karşılarız ve bunun içindir ki bizim kendi hududumuz dahilinde müstakil olduğumuz gibi, Suriyeliler de hududu dahilinde ve hâkimiyeti milliye esasına müstenit olmak üzere serbest ve müstakil olabilirler. Bizimle itilâf veya ittifakın fevkinde bir şekil, ki federatif yahut konfederatif denilen şekillerden birisile irtibat peyda edebiliriz. Ahali bunu arzuları fevkinde (lehlerine telakki etmiş olacaklar ki) Emir Faysal milletin bu arzusu karşısında kendi emellerinin sarsılmakta olduğuna vakıf oldu ve müracaatları bunun üzerine oldu. Ahalinin bu arzusu fiile de inkilâp etti. Suriye dahilinde bazı ef'al ve harekât bittabi mesmuunuz olmuştur. İşte bu filiyat başla diktan sonra ... Emir Faysal sühuletle tesisi hâkimiyet edemiyeceğini ve Fransızlar da bir müstakil (devlet) halinde orasını kolaylıkla kullanamıyacaklarını zannettiler ki ağlebi ihtimal müştereken ahaliye demek istedilerki, biz de sizin fikrinizdeyiz. Ancak bizim yaşamak için paramız yok ve haricin tazyikatına mukavemet edecek vesaitimiz yoktur. Türkiye bunu temin ederse biz Fransızları memleketlerimizden koğabiliriz. Bunu biz samimî telâkki etmedik. Onun için vuku bulan siyasî müracaatta biz de siyasî cevap vermiş bulunduk. Ancak hakikî irtibat hükumet şeklinde değil fakat Suriye Milleti ile Suriyelilerle olmuş oldu ve oradaki (bu hareket) hakikaten bize manevi kuvvetle beraber maddî kuvvet zammetmiştir. Hududu millimizin cenup cephesindeki harekâtı nazarı dikkatten geçirecek olursak bu filiyatın semeratı maddiyesini görebiliriz. Iraka gelince; Irakta İngilizlerin muamelâtı ahalii islâmiyeyi fevkalâde dilgir etmiş oldu. Biz kendilerine temas aramadan evvel onlar bizimle temas aradı ve alelitlâk eskisi gibi bir Osmanlı memleketinin cüz'ü olmağı kabul ettiler. Fakat biz onlara karşı Suriyelilere söylediğimiz noktai nazarı söylemekten başka bir şey yapmadık. Ettiğimiz kendi dahilinizde kendi kuvanızla kendi mevcudiyetinizle (müstakil bir Devlet olunuz. Biz, her) şeyden evvel istiklâlimizin teminine çalışıyoruz. Ondan sonra birleşmemiz için hiç bir mani kalmaz ve Musul havaliside Bağdatta ve sair bir çok yerlerde ... vak'a olarak bir çok hadisat zuhur edecekti ve bu gün dahi, eşkâli zahiriyesi ne olursa olsun, bizim imhamıza çalışan düşmanlar, Suriye ve Iraktaki (vakayi muvecehesinde) milli faaliyetlerle bize tevcih ettikleri kuvvetleri tenkise mecbur olmuşlardı ve bu gün dahi eşkâli zahiriyesi ne olursa olsun gerek Iraklıların ve gerek Suriyelilerin bu iki mmtakadaki dindaşlarımızın kalpleri bizimle beraberdir. Eğer bundan sonra esbabına tevessül edilirse bunlardan azamî istifade etmek mümkündür. Kafkasyaya gelince; malûmunuz Kafkasya, Şimalî Kafkasya, Çerkezistan, Gürcistan ve

375 Cahit Kayra, Sevr Dosyası Nasıl Yapıldı, Nasıl Yırtıldı, s.75-76 376 Cahit Kayra, a.g.e., s.171-173

262 Ermenistan parçalarından mürekkeptir. Çerkezler bidayetten beri fevkalâde hassas bulundular, her halde minelkadim kendi vatanları olan Şimalî Kafkasyada müstakil yaşamak arzusunu, zevkini duymuşlar ve bunun için çalışmakta bulunmuşlardır. Rusya ahvali malûmesi Şimali Kafkasyadaki bu amalin bir an evvel mevkii tecelliye geçmesi için Çerkezleri teşvik etmişlerdir. O civarda icrayı harekât eden Denikin kuvvetlerinni âdeta bütün Şimali Kafkasya ve Dağıstanı filen işgal etmesi ve bir çok tazyikat yapması ve mıntakada milliyetperverane çalışan heyetleri dağıtması ve bir çok tecavüzleri karşısında, bütün bunlara rağmen, yine Çerkezler maksatlarına çalışmışlardır. Ve bizimle dahi samimî münasebatta bulunmuşlardır. O derecede ki kendi hayatlarını, kendi mevcudiyetlerini Türkiye'nin halâsı, mevcudiyet ve istiklâlile yakından alâkadar görmüşler ve buraya raptı kalp etmişlerdir.

Lozan Antlaşması, Lozan Üniversitesi salonunda, 24 Temmuz 1923'te imzalanır. Türkiye, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika devletleri ve Boğazlara ait mukavelenâme bölümünü Sovyet Rusya murahhası, İstanbul'da imza etmiş, bütün müzakerelere katıldığı hâlde Yugoslavya heyeti, borçlar meselesinde, ülkelerine düşen hisseye itiraz ettiğinden anlaşmayı imzalamamıştır. Lozan Antlaşmasının TBMM'de görüşülüp, kabul edilmesi için partisiz Birinci dönem Mebuslar Meclisi yerine, ikinci dönemde Halk Fırkasının adayları seçilerek, 11 Ağustos'ta tek parti mensubu mebuslar Ankara'da toplanarak, 21 Ağustos'ta antlaşmanın kabulü için çıkarılacak kanun taslağının görüşmeleri başlar. Lozan Antlaşmasının tasdiki için çıkarılacak kanun görüşülürken, mevcut 227 mebustan 213'ü kabul ve 14 mebus red oyu vermiştir. İtirazlarına sebep de, Mersin mebusu, Türk'lerin Yüreğir boyu hânedânına mensup Niyazi Ramazanoğlu'nun, İskenderun ile Antakya'yı, Halep ile Rakka'nın dışarıda bırakılarak, yüz binlerce Türkmen'in Fransa boyunduruğunda bulundurulmasını tenkit etmesidir. Bursa mebuslarından Necati Bey de, Boğazlar ve Batı Trakya meselelerinden şikâyetle itirazlarda bulunmuştur. Eski Maarif vekillerinden Vasıf Çınar, Tekirdağ mebusu Faik Öztrak, Şükrü Kaya, Yahya Kemal, Hamdullah Suphi Beyler ve red oyu veren on dört milletvekili; İstanbul'da Rum Patrikhanesi'nin imtiyazlı durumunu, gayrimüslimlere vatandaşlığın da üstünde olan dokunulmaz haklar tanınmasını, Yunanistan'dan hiç tazminat alınmayıp, Türkiye'ye ait Edirne-Karaağaç İstasyon Mahallesiyle yetinilmesini tenkit ederler. Malatya mebusu İsmet Paşa, 23 Ağustos 1923 günü sabah ve öğleden sonraki iki oturumda, Lozan Antlaşması görüşmelerinde karşılaşılan büyük güçlükleri ve getirdiği iyilikleri anlatan izahlarda bulunur. 23 Ağustos gecesi, geç vakitte yapılan oylamada Lozan Antlaşması, TBMM tarafından ekseriyetle kabul edilir. TBMM, söz konusu antlaşmayı, çıkarılan, 340, 341, 342,

263 343 numaralı kanunlarla tasdik eder. Bu antlaşma, 19 Ağustos 1924 tarihinde yürürlüğe girer.

Lozan Üniversitesi salonunda bütün devletlerin temsilcileri, yorucu bir çalışma sonucu ortaya çıkan antlaşmayı bir törenle imzalamıştır (24 Temmuz 1923). Bu antlaşmayla Türkiye, çağdaş devletler arasındaki hukuki yerini aldığı gibi yeni Türk devleti de Avrupalılar tarafından tanınmıştır. Antlaşma, Ağustos 1923’te T.B.M.M.’de görüşülür. İskenderun sancağının ve Trakya’da bir kısım toprakların sınır dışında bırakılması eleştirilse de 227 üyeden 213’ünün oyuyla, antlaşma 23 Ağustos’ta onaylanır. Tüm metni geniş olan Lozan’da konumuz sınırları dahilinde görüşülen ve çözümlenen ana konular şunlardır :

BARIŞ ANDLAŞMASI377 (Traile de Paix) Lozan, 24 Temmuz 1923 (Metin) Bir yandan, Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya, Japonya,Yunanistan, Romanya, Sırp-Hırvat-Sloven Devletleri, Ve öte yandan, Türkiye 1914 yılından beri Doğunun dirliğini bozan savaş durumuna, birlikte, kesinlikle son vermek isteğiyle, Ve kendi uluslarının ortak genlik ve mutluluğu için gerekli olan dostluk ve ticaret ilişkilerini aralarında yeniden kurmak amacı ile, Ve bu ilişkilerin devletlerin bağımsızlık ve egemenliğime saygı ilkesine dayandırılması gereğini düşünerek, bu konuda bir Andlaşma yapmağa karar vermişler ve yetkili Temsilcileri olarak.: ... Sayın kişilerini atamışlardır. Adları anılan bu kişiler, yöntemine uygun ve geçerli görülen, yetki belgelerini sunduktan sonra, aşağıdaki maddeleri kararlaştırmışlardır:

BÖLÜM : I SİYASAL HÜKÜMLER Madde l — İşbu Andlaşmanm yürürlüğe konulması gününden başlayarak, bir yandan Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Sırp -Hırvat – Sloven Devletleri ve öte yandan Türkiye ve onların uyrukları arasında barış durumu kesinlikle yeniden kurulmuş olacaktır. Taraflar arasında resmi ilişkiler kurulacak ve onların toprakları üzerinde diplomasi ve konsolosluk memurları, yapılacak özel anlaşmalar bozulmaksızın, devletler hukukunun genel ilkeleriyle belirlenmiş haklara sahip olacaklardır.

KESİM : I 1. TOPRAKLARA İLİŞKİN HÜKÜMLER : Madde 2 — Karadeniz'den Akdeniz'e dek Türkiye'nin sınırı aşağıdaki biçimde saptanmıştır.: Birincisi - Bulgaristan ile : Rezvaya ağzından Türkiye, Bulgaristan ve Yunanistan sınırlarının Meriç üzerinde kesiştiği noktaya dek; Bulgaristan'ın bugün çizilmiş olduğu biçimde güney sınırı; İkincisi - Yunanistan ile : Oradan Arda ve Meriç ırmaklarının birleştiği noktaya dek; Meriç yatağı; Oradan Arda kaynağına doğru bu ırmak üzerinde ve Çörek -Koyun hemen çevresinde olmak üzere, toprak üzerinde belirlenecek bir noktaya dek; Arda yatağı : Oradan güney - doğu doğrultusunda Bosna Köyün bir kilometre yukarısında Meriç üzerindeki bir noktaya dek; Bosna Köyünü Türkiye'de bırakan belirgin ölçüde düz bir çizgi. Çörek köyü,

377 Başkent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi Web Sitesi, http://sam.baskent.edu.tr/belgeler/LOZAN_tr_.pdf, 25.06.2007

264 beşinci Maddede anılan Komisyonca halkın çoğunluğunun Türk ya da Rum olarak belirlenmesine göre, Türkiye'ye, ya da Yunanistan'a verilecektir. 11 Ekim 1922 gününden sonra bu Köye göç etmiş olan halk bu konuda hesaba katılmayacaktır. Oradan Adalar Denizine dek; Meriç yatağı : Madde 3 — Karadeniz'den Iran sınırına dek Türkiye'nin sınırı aşağıdaki biçimde saptanmıştır. Birincisi - Suriye ile; 20 Ekim 1921 günü yapılan Fransa - Türkiye Andlaşmasının 8. Maddesinde tanımlanmış sınır. İkincisi - Irak ile : Türkiye ile Irak arasındaki sınır dokuz ay içinde Türkiye ile Büyük Britanya arasında dostça belirlenecektir. Sınır çizgisi konusunda alınacak karara değin, Türkiye ve Britanya Hükumetleri kesin geleceği bu karara bağlı toprakların bugünkü durumunda herhangi bir değişiklik ortaya koyacak nitelikte askersel ya da başka türlü hiç bir eylemde bulunmamayı karşılıklı olarak yükümlenirler. Madde 4 — İşbu Andlaşmada anılan sınırlar, bu Andlaşmaya bağlı 1/1000.000 ölçeğindeki haritalar üzerinde çizilmiştir. Andlaşma metni ile haritalar arasında aykırılık ortaya çıkarsa Andlaşma metni geçerli olacaktır. Madde 5 — İkinci Maddenin ikinci fıkrasında yazılı sınırı topraklar üzerinde çizmekle bir Sınır Çizim Komisyonu görevlendirilecektir. Bu Komisyon, her Devlet için birer yetkili temsilci olmak üzere, Yunanistan ve Türkiye yetkili temsilcileri ile, bu hükumetlerce bir üçüncü Devletin uyrukları içinden, seçilecek bir Başkandan oluşacaktır. Söz konusu Komisyon yönetimsel sınırları ve yerel ekonomik çıkarları, olanak bulunduğu ölçüde, gözönünde tutarak, işbu Andlaşmadaki tanımları en, yakından izlemeğe her durumda çaba gösterecektir. Komisyonun kararları oy çoğunluğu ile alınacak ve bu kararlar ilgili taraflar için uyulması zorunlu olacaktır. Komisyonun harcamaları ilgili Taraflarca eşit biçimde karşılanacaktır. ... Madde 12 — İmroz ve Bozca Adaları ile Tavşan Adaları dışında, Doğu Akdeniz Adaları ve özellikle Limni, Semendirek, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya Adaları üzerinde Yunan egemenliğine ilişkin 17/30 Mayıs 1913 günlü Londra Andlaşmasının beşinci ve 1/14 Kasım 1913 günkü Atina Andlaşmasının on beşinci Maddeleri hükümleri uyarınca 13 Şubat 1914 günkü Londra Konferansında alınıp 13 Şubat 1914 günü Yunan Hükumetine bildirilen karar, işbu Andlaşmanın İtalya'nın egemenliği altına konulan ve on beşinci Maddede yazılı olan Adalara ilişkin hükümleri saklı kalmak koşulu ile doğrulanmıştır. Asya kıyısından üç milden az uzaklıkta bulunan Adalar, işbu Andlaşmada tersine hüküm olmadıkça, Türkiye egemenliği altında kalacaktır. Madde 13 — Barışın korunmasını sağlamak amacı ile, Yunan Hükumeti, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya Adalarında aşağıdaki önlemlere saygı göstermeği yükümlenirler : Birincisi : Bu Adalarda hiçbir deniz üssü ve hiçbir istihkâm kurulmayacaktır. İkincisi : Yunan, savaş uçakları ve öteki hava araçlarının Ana-dolu kıyısındaki topraklar üzerinde uçması yasaklanacaktır. Buna karşılık, Türkiye Hükumeti de savaş uçaklarının ve öteki hava araçlarının sözügeçen Adalar üzerinde uçmasını yasaklayacaktır. Üçüncüsü : Söz konusu Adalarda Yunan, Silâhlı Kuvvetleri, silâh altına alınıp yerinde eğitilebilecek olan normal askersel birlikle ve, tüm Yunanistan topraklarındaki jandarma ve polis sayısı ile orantılı olacak, bir jandarma ve polis örgütü ile sınırlı kalacaktır. Madde 14 — Türkiye egemenliği altında kalan İmroz ve Bozca Adaları, yerel yönetim ve kişi ve malların korunması konusunda, yerli elemanlardan oluşan ve müslüman olmayan yerli halka her bakımdan güven verici özel bir yerel yönetimden yararlanacaktır. Bu Adalarda güvenlik ve düzen, yukarıda sözügeçen yerel yönetim eliyle yerli halk arasından toplanan ve yerel yönetimin emrinde bulunan bir polis tarafından sağlanacaktır. Rum ve Türk nüfus mübadelesine ilişkin olarak Yunanistan ile Türkiye arasında yapılmış ya da yapılacak bağıtlar İmroz ve Bozca Adaları halkına uygulanmayacaktır. Madde 15 —Türkiye aşağıda sayılan Adalar üzerindeki tüm hak ve senetlerinden İtalya yararına vazgeçer : Bugün İtalya'nın işgali altında bulunan Astampalya (Astropalia), Kodoş (Rhodes), Kalki (Calki), Skarpanto, Kazos (Casso), Piskopis (Tilos), Misiros (Misyros), Kalimnos (Kalymnos), Lcros, Patmos, Lipsos (Lipso), Sombeki (Simi) ve Istanköy (Koş) Adaları ile bunlara bağlı olan adacıklar ve Meis (Castellorizo) Adası. ... Madde 17 — Türkiye'nin Mısır ve Sudan üzerindeki tüm hukuk ve senetlerinden vazgeçmesine ilişkin hüküm 5 Kasım 1914 gününden başlayarak geçerlidir. ... Madde 20 — Türkiye, Britanya Hükumetince Kıbrıs'ın 5 Kasım I914'te açıklanan ilhakını tanıdığını bildirir. Madde 21 — 5 Kasım 1914 tarihinde Kıbrıs Adasında yerleşmiş olan Türk uyrukları, yerel yasanın belirlediği koşullara göre, İngiltere uyrukluğuna geçecek ve böylece Türk uyrukluğunu yitireceklerdir. Bununla birlikte, bu Türkler, isterlerse, bu Andlaşmanın yürürlüğe

265 konulmasından bağlayarak iki yıllık bir süre içinde, Türk uyrukluğunu seçebileceklerdir. Bu durumda, seçme haklarını kullandıkları günü izleyen on iki ay içinde Kıbrıs Adasından ayrılmak zorunda kalacaklardır. İşbu Andlaşmanın yürürlüğe konulması günü Kıbrıs Adasında yerleşmiş bulunup da, yerel yasanın belirlediği koşullara uyularak yapılan işlem üzerine, o gün İngiltere uyruklusunu edinmiş ya da edinmek üzere bulunmuş olan Türk uyrukları da bu nedenle Türk uyrukluğunu yitireceklerdir. Şurası da kararlaştırılmıştır ki, Kıbrıs Hükumeti, Türkiye Hükumetinin izni olmaksızın Türk uyrukluğundan başka bir uyrukluğu edinmiş olan kimselere İngiltere uyrukluğu tanımayı reddetmek yetkisine sahip olacaktır. Madde 22 — Türkiye, 27. Maddenin genel hükümlerini bozmamak koşulu ile, 18 Ekim 1912 günlü Lozan Andlaşması ve ona ilişkin Bağıtlar gereğince, her ne nitelikte olursa olsun, Trablusgarp (Libya) üzerinde sahip olmuş bulunduğu tüm hak ve ayrıcalıkların kesinlikle kaldırılmış olmasını tanıdığını açıklar.

2. ÖZEL HÜKÜMLER Madde 23 — Bağıtlı Yüksek Taraflar, Boğazlar Rejimine ilişkin bugün yapılmış Sözleşmede açıklandığı üzere, Çanakkale Boğazında, Marmara Denizinde ve Karadeniz Boğazında denizden ve havadan, gerek barış, gerek savaş zamanlarında özgürce geçiş ve gidiş - geliş ilkesini kabul ve açıklama konusunda anlaşmışlardır. Bu Sözleşme, buradaki Yüksek Bağıtlı Taraflar için, işbu Andlaşmada yazılmış olsa idi onun sahip olacağı güç ve değerin tıpkısına sahip olacaktır. Madde 24 — İşbu Andlaşmanın 2. Maddesinde belirtilen sınırın rejimine ilişkin olarak bugün yapılan özel Sözleşme, onun Bağıtlı Yüksek Tarafları için, bu Andlaşmadaki güç ve değerin tıpkısına sahip olacaktır. Madde 25 — Türkiye kendisi ile yanyana savaşmış Devletler ile öteki bağıtlı Devletler arasında yapılan Barış Andlaşmaları ve ona ek Sözleşmelerin geçerliğini tanımağı ve eski Almanya İmparatorluğu, Avusturya, Macaristan ve Bulgaristan toprakları ile ilgili olarak alınmış ya da alınacak kararları kabul etmeği ve böylece belirlenecek sınırları içindeki yeni Devletleri tanımağı yükümlenir. Madde 26 — Türkiye şimdiden Almanya'nın, Avusturya'nın, Bulgaristan’ın, Yunanistan'ın, Macaristan'ın, Polonya'nın, Romanya'nın, Sırp - Hırvat - Sloven Devleti ve Çek - Slovakya Devletinin sınırlarını, işbu sınırların 25. Maddede anılan Andlaşmalar ya da ek tüm Sözleşmelerle saptanmış ya da saptanacağı biçimde tanıdığını ve kabul ettiğini açıklar. Madde 27 — Türkiye Hükumeti ya da Türkiye makamlarınca, Türkiye toprakları dışımla, işbu Andlaşmayı imzalayan öteki Devletlerin egemenliği altında ya da koruyuculuğunda bulunan toprakların yurttaşları ile Türkiye'den ayrılan toprakların yurttaşları üzerinde siyasal, yasama ya da yönetimsel konularda, her ne nedenle olursa olsun, hiçbir yetki ya da yargı hakkı kullanılmayacaktır. Şurası da kararlaştırılmıştır ki, İslam dini makamlarının dinsel yetkilerine bir zarar gelmemektedir. Madde 28 — Bağıtlı Yüksek Taraflar Türkiye'de Kapitülasyonların tümü ile kaldırılmasını, her biri kendisi ile ilgili olarak, kabul ettiklerini açıklarlar. ... KESİM : II UYRUKLUK Madde 30 — İşbu Andlaşma hükümleri uyarınca Türkiye'den ayrılan topraklarda yerleşmiş Türk uyrukları kendiliğinden ve yerel yasaların koşulları içinde bu toprakların geçtiği Devletin uyruğu olacaklardır. ... KESİM :III AZINLIKLARIN KORUNMASI Madde 37 — Türkiye, 38.den 48.e dek Maddelerde belirtilen hükümlerin temel yasalar [Les Lois fondamentales] olarak tanınmasını ve hiç bir yasa, hiç bir yönetmelik ve hiçbir resmi işlemin bu hükümlerle çelişkili ya da onlara aykırı olmamasını ve biç bir yasanın, hiç bir yönetmeliğin ve hiçbir resmi işlemin söz konusu hükümlere üstün sayılmamasını yükümlenir. Madde 38 — Türkiye Hükumeti, doğum, milliyet, dil, soy, ya da din ayırtetmeksizin, Türk halkının tümünün yaşam ve özgürlüklerimi, en geniş biçimde, korumayı yükümlenir. : Türkiye'nin tüm halkı, kamu düzeni ve genel ahlak ile bağdaşmazlık göstermeyen her din, mezhep ya da inanışın gerek genel, gerçjc ö/el biçimde özgürce kullanılması hakkına sahip olacaktır. Müslüman olmayan azınlıklar, Türkiye Hükumetince ulusal savunma ya ila kamu düzeninin, korunması için ülkenin her yerinde ya da bir bölümünde alınan ve tüm Türk yurttaşlarına uygulanan önlemler saklı kalmak koşulu ile, dolaşım ve göç özgürlüğünden bütünü ile yararlanacaklardır.

266 Madde 39 — Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk yurtdaşları Müslümanlarla özdeş medeni ve siyasal haklardan yararlanacaklardır. Türkiye'nin tüm halkı, din ayırtedilmeksizin, yasa önünde eşit olacaktır. Din, inanç ya da mezhep farkı hiçbir Türk Yurtdaşının medeni ve siyasal haklardan yararlanmasına ve özellikle genel hizmetlere kabulüne, memurluğa ve yukarı derecelere ulaşmasına, ya da çeşitli meslekleri ve sanatları yapmasına bir engel sayılmayacaktır. Herhangi bir Türk yurtdaşının gerek özel ya da ticaret ilişkilerinde, gerek din, basın ya da her türlü yayın konusunda ve gerek toplantılarda herhangi bir dili serbestçe kullanmasına karşı hiçbir sınır konulmayacaktır. ... BÖLÜM : II PARASAL HÜKÜMLER KESİM : I OSMANLI DEVLET BORÇLARI [Düyunu Umumiyei Osmaniye] Madde 46 — İşbu Kesime ekli çizelgede gösterilen Osmanlı Devlet Borçları, gene bu Kesimde belirtilen koşullar içinde, Türkiye ile 1912-1913 Balkan Savaşları sırasında yararlarına Osmanlı İmparatorluğu’ndan toprak ayrılmış olan devletler ve işbu Andlaşmanın 12 ve 15. Maddelerinde sözkoııusu olan Adaların ve işbu Maddenin son Fıkrasında belirlenen toprakların kendilerine bırakıldığı devletler ve, son olarak, bu Andlaşma uyarınca Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılarak Asya toprakları üzerinde yeni kurulan devletler arasında bölüşülecektir. Bundan başka, yukarıda anılan devletlerin tümü, 53. Maddede gösterilen günlerden başlayarak, işbu Kesimde belirtilen koşullar içinde, Osmanlı Borçlarının faizli tutarına ilişkin yıllık yüklemlere de katılacaklardır. Türkiye, 53. Maddedede gösterilen günlerden başlayarak, öteki devletlere yükletilmiş katılma paylarından artık hiç bir biçimde sorumlu tutulmayacaktır. l Ağustos 1914 günü Osmanlı egemenliği altında olup Türkiye’nin işbu Andlaşmanın 2. Maddesinde belirlenen sınırları dışında bulunan Trakya arazisi Osmanlı Devlet Borçlarının bölüşülmesi konusunda bu Andlaşma uyarınca, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılmış gibi sayılacaktır. ... KESİM : II ÇEŞİTLİ HÜKÜMLER Madde 58 — Bir yandan Türkiye, öte yandan (Yunanistan dışında) öteki Bağıtlı Devletler, gerek Türkiye ile bu Devletlerin, gerek (tüzel kişiler de kapsamı içine girmek üzere) onların uyruklarının 1 Ağustos 1914 günü ile bugünkü Andlaşmanın yürürlüğe konulması günü arasında geçen süre içinde, gerek savaş eylemleri, gerek istiraval, el koyma, kullanım ya da zoralım önlemleri yüzünden doğan, kayıp, zarar ve ziyanlar nedeniyle her türlü para istemlerinden, karşılıklı olarak vazgeçerler. Bununla birlikte, yukarıdaki hüküm işbu Andlaşmanın III. Bölümünde yazılı hükümleri (Ekonomik hükümler) zedelemeyecektir. Almanya ile yapılan, 28 Haziran 1919 günkü Barış Andlaşmasının 259. Maddesinin. (1) Fıkrası ve Avusturya ile yapılan 10 Eylül 1919 günlü Barış Andlaşmasının 210. Maddesinin (1). Fıkrası gereğince, Almanya ve Avusturya tarafından devredilmiş olan altın para üzerindeki her türlü haklarından, Türkiye (Yunanistan dışarıda kalmak üzere) öteki Bağıtlı Devletler yararına vazgeçer. Birinci Tertip Türk Tahvilleri konusunda, gerek 20 Haziran 1331 (3 Temmuz 1915) günkü Sözleşme ile, gerek bu Tahvillerin, arkasında yazılı metne göre, Osmanlı Devlet Borçları Yönetim Kuruluna yüklenmiş olan tüm ödeme yükümleri ortadan kaldırılmıştır. Bunun gibi Türkiye, Osmanlı Hükumetince İngiltere'ye ısmarlanmış olup Britanya Hükumetince 1914 yılında müsadere edilmiş savaş gemileri için ödenmiş bulunan paraların geri verilmesini, ne Britanya Hükumetinden, ne de onun uyruklarından istememeği kabul ve bu konuda her türlü istemlerinden vazgeçer. Madde 59 — Yunanistan, savaş yasalarına aykırı olarak Anadolu’da Yunan Ordusunun ya da yönetiminin eylemlerinden doğan zararların onarımı yükümünü tanır. Öte yandan, Türkiye, Yunanistan’ın savaşın uzamasından ve onun sonuçlarından doğan parasal durumunu gözönünde tutarak onarım konusunda Yunan Hükumetine karşı her türlü istemlerinden kesinlikle vazgeçer. ...

267 Lozan Konferansı 23 Nisan 1923'te yeniden toplanmadan birkaç gün önce, İstanbul'da Selâhattin Adil Paşa, İtilaf askeri komutanlarına, 23 Nisan'da Büyük Millet Meclisi'nin kuruluş yıldönümünü kutlamak için törenler yapılacağını bildiren nazik bir not göndermiştir.380 Mütareke'den beri ilk kez bir Türk yönetici belirli bir eylem düzenlemek için izin almamış, Selâhattin Adil Paşa İtilaf kuvvetlerini sadece bilgilendirmeyi uygun görmüştür ve törenler sorunsuz yapılmıştır. Nisan Şekil 52: İşgalcilerin Veda partileri378 ayının ortalarda General Charpy, subaylarından İstanbul'un boşaltılması için bir plan düzenlemelerini ister.381 İstanbul'un boşaltılmasının kaçınılmazlığına rağmen, General Charpy, İstanbul gazetesi, Aurore'de çıkan bir makaleye itiraz etmiştir. "İstanbul'un Boşaltılması ve Barış" başlıklı makale, Kuvay-ı Milliyeci ve İtilaf kuvvetlerinin birbirlerine bu kadar yakın fiziksel konumda olmalarının taşıdığı tehlikeye ve işgalin İngiltere ulusal bütçesine getirdiği yüke ilişkindir.

Şekil 53: General Harrington ayrılırken379

378 Atlas Dergisi, Sayı 156, 2006 Mart, s.107 (Denizler Kitabevi Koleksiyonundan) – s.112 (Nezih Başgelen Koleksiyonu) 379 Atlas Dergisi, Sayı 156, 2006 Mart, s.107 (Denizler Kitabevi Koleksiyonundan) – s.112 (Nezih Başgelen Koleksiyonu) 380 FMA 20N1106 C38/4 Dos1, 21 Nisan 1923’ten aktaran Bilge Criss, s.229 381 FMA20N1184C/114 Dos2, 13Nisan 1923’ten aktaran Bilge Criss, s.230

268 Makaleye göre, işgal İngilizler'e her ay bir milyon sterline mâlolmaktadır. Makale, boşaltmanın, Lozan Antlaşması'ndan önce yapılmasında ısrar etmiştir. General Charpy makaleye Fransız Yüksek Komiseri'nin dikkatini çeker ve İtilaf sansür görevlilerinin işgali tartışan makalelere karşı çıkmasını ister.382 İşgalcilerin askeri kanatları, düşmana karşı bir savaş kaybetmemiş gibi hissemekte ve bu halde İstanbul'u boşaltmayı mümkün olduğu kadar az gurur kırıcı kılmaya çalışmaktadır. İtilaf devletlerince Türk yönetimi arasında bir otorite konusu bir sürtüşme kaynağı olmaya devam etmiştir. 1923 Haziranı'nda Türk polisi, İstanbul'dan Anadolu'ya yolculuk yapacak İtilaf devlet uyrukları için vize uygulamasına başlar. Misilleme olarak General Harington, İtilaf devletlerinin konsolosluklarından veya İtilaf devletlerarası Pasaport Bürosu'ndan vize almadıkça, hiçbir Türk yurttaşının İstanbul'a girmesine ya da İstanbul'dan çıkmasına izin verilmeyeceği kuralını getirir. Bu kuralın, İtilaf uyrukluların yolculukları sırasında olay çıkartan Türkler'e uygulanacağı, Refet Paşa'ya bildirilecektir.383 General Harington blöf yapmış olsa da, Türk yönetimi de General'e inanmıştır. Aslında, pasaport bürolarının işleyiş yöntemi Harington'un koyduğu kuralın uygulanmasını hemen hemen imkânsız kılacak niteliktedir; çünkü her büro kendi yüksek komisyonuna karşı sorumludur. İngiliz generali, öteki yüksek komiserler kendisiyle aynı görüşte olmadıkları takdirde, bu kuralı sadece kendi bölgesine uygulatabilecektir. Yetki sınırı, etkinliği bir kere daha engellemiş olacaktır. Ne var ki, Türkler Harington'un blöfüne -meydan okumazlar. Harington'un tavrı, bir tek işe yaramıştır, İtilaf devletlerinin misafir değil, her şeye rağmen işgalci olduklarını hatırlatmaya.

24 Temmuz 1923'te Lozan Konferansı sona ermesi ve Antlaşma bütün taraflarca onaylanmasıyla İstanbul'daki yönetim savaşının sonu gelmiştir. 25 Ağustos'da İtilaf işgal kuvvetleri boşaltma için hazırlıklara başlarlar. İtilaf devletleri ellerindeki eşyayı Türkler'e satmayı planlamıştır.384 İtilaf kuvvetlerince el konan kamuya ait ve özel binalar, artakalan savaş malzemesiyle birlikte Türkler'e geri verilir. 29 Ağustos'da General Harington, Türk subayları onuruna bir çay partisi verir.

382 FMA 20N1106 C38/4 Dos1, 5 Mayıs 1923’ten aktaran Bilge Criss, s.230 383 FMA 20N1094 C/30 Dos4, 16 Temmuz 1923’ten aktaran Bilge Criss, s.230 384 FMA 20N1094, Dos2, 24 Ağustos 1923. Müttefik Generalleri toplantısının gizli tutanaklarından aktaran Bilge Criss, s.231

269

Türkler de buna, 19 Eylül'de bir garden parti ile karşılık verirler. General Charpy, bütün İtilaf generallerini, Gelibolu ve İstanbul mezarlıklarında yatan ölülerine son bir saygı ziyaretinde bulunmaya davet eder. General Harington, karargâhındaki İngiliz Bayrağı'nı Galata'daki Kırım Kilisesi'ne vermiştir. Bu bayrak, Kırım Savaşı sırasında kullanılan İngiliz Bayrağı'nın yanıbaşında sergilenmektedir. Günümüzde İstiklal Caddesinin Şekil 54: İngiliz sancaklarının durduğu aşağılarına doğru Kumbaracı Beyoğlu'ndaki Kırım Anısı Kilisesi385 yokuşundan inildiğinde Crimean Memorial kilisesi ile karşılaşılır. İstanbul’u terk eden İngiliz işgal kuvvetlerinden kalma dört bayrak bu kilisede durmaktadır. Cemaati de İstanbul’daki Sri Lanka’lılardan oluşmaktadır.386 6 Ekim'de düzenlenen bir törenle İtilaf ve Türk generalleri birbirlerinin bayraklarını selamlarlar, nöbetçi değişimi yapılır ve İtilaf generalleri gemilerine binerek giderler. Aynı gün, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Birinci Piyade Tümeni şehre girmiştir.387

385 İstanbul Fotoğrafları Web Sitesi, http://www.istanbulfotograflari.org/Kirim_Kilisesi_details_1191.html?mode=search, 26.06.2007 386 Gezi, Türkiye Tatil Rehberi, Ekin Yazım Merkezi, İstanbul, 2002, s.55 387 Hüseyin Hüsnü Erkilet, "6 Ekim'de İstanbul'a Nasıl Girmiştik?", Yakın Tarihimiz 3: 32 (4 Ekim 1962), s. 163-164’ten aktaran Bilge Criss, s.231

270 C - OSMANLI’DAN VE İSTANBUL’DAN VAZGEÇİLMESİ: ANKARA’NIN BAŞKENT OLMASI

Yeni Türk Devleti’ne giden yolda önemli halkalarından biri de Ankara’nın başkent oluşudur. Ankara, 13 Ekim 1923 günü resmen başkent olmuştur; eski başkent İstanbul’dan vazgeçilmiştir. Başkent değiştirmek başlıbaşına büyük bir karardır. Başkent, devlet mekanizmasının beynidir. Merkezi sinir sisteminin parçaları olan devletin bütün örgütleri de başkente bağlıdır. Başkent devletin yasama, yürütme ve yargı organlarının merkezidir. Yasalar başkentte çıkarılır, kararlar başkentte verilir, tüm düzenlemeler ve emirler başkentten yayılır. Devlet başkentten yönetilir. Başkent devletin dış ilişkilerinin de merkezidir. Yabancı elçiler başkentte otururlar, yabancı devlet adamları resmî ziyaretlerini başkentte yaparlar, yabancı devletlerle anlaşmalar başkentte hazırlanıp imzalanır. Devletin yönetim merkezi, karargâhı, çarpan kalbi, düşünen beyni durumundadır başkent. Dolayısiyle başkent değiştirmek, her zaman, her yerde önemli olaylardan sayılır.388

Şekil 55: İşgalcilerin ayrılırken çektikleri hava fotoğraflarından İstanbul389

388 Dr. Bilal N. Şimşir, Ankara'nın Başkent Oluşu, ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 20, Cilt: VII, Mart 1991 389 Vera Dümesnil, İşgal İstanbul’u, s.11 (Çelik Gülersoy arşivinden)

271

Ankara’nın başkent seçilmesi anlamlıdır. 1920’lerde Ankara, keçisi, kedisi ve armudundan başka pek bir şeyi olmayan; tozlu, sıtmalı bir Anadolu kasabası görünümündedir. İstanbul ise oldum olası imparatorluklar başkentidir. İstanbul, bin küsur yıl Doğu Roma-Bizans İmparatorluğu ve beş yüz yıl kadar da Osmanlı İmparatorluğu başkenti olmuştur. Başkentin İstanbul’dan Ankara’ya taşınması, Türkiye’nin devlet politikasında da köklü değişiklik anlamını taşır. Türkler, tarih içinde çeşitli devletler kurmuşlar ve çeşitli başkentler seçmişlerdir. Anadolu Selçuklu Devleti’nin başkenti Konya olmuştur. Batı Anadolu’da kurulan Osmanlı Devleti’nin ilk başkenti Bursa olur. Bu devlet, Marmara denizini atlayıp Avrupa kıtasında genişlemeye başlayınca başkentini de Avrupa’ya yani Bursa’dan Edirne’ye kaydırır. 1453 yılında İstanbul fethedilince Osmanlı Devleti’nin başkenti de hemen Edirne’den İstanbul’a taşınmış ve İstanbul, beş yüz yıla yakın Osmanlı Devleti’nin başkenti olarak kalmıştır. Başkent, Edirne’den İstanbul’a taşınmasından tam 470 yıl sonra 1923 yılında İstanbul’dan Ankara’ya taşınır. Bütün bu başkent değiştirmeler, devletin yapısındaki değişikliklerle doğrudan bağlantılıdır. Anadolu Selçuklu Devleti’nden kopan Osmanlı beyliği artık Konya’ya bağlı kalamayacak ve kendisine bir başkent arayacaktır. Beylik iken Söğüt ile yetinmiş, devlet olunca da Bursa’yı başkent yapmıştır. Bu devlet Rumeli’de veya Avrupa kıtasında yayılmayı öncelikli bir devlet politikası yapınca, başkentini de Bursa’dan Edirne’ye taşır ve ağırlık, Anadolu’dan Rumeli’ye kayar. Bizans'ın başkenti Anadolu’dan değil Rumeli’den kuşatılıp fethedilir ve fethedilir edilmez Osmanlı Devleti’nin başkenti de Edirne’den İstanbul’a taşınır. Osmanlı Devleti’nin yıkılması üzerine kurulan yeni Türk Devleti de Osmanlı payitahtını bırakmış ve kendisine başkent olarak Ankara’yı seçmiştir.

Birinci Dünya Savaşı Osmanlı İmparatorluğu’nun da, başkent olarak İstanbul’un da sonunu hazırlamıştır. Bu savaş başlayınca Osmanlı topraklarını paylaşma hırsları ortaya çıkmaya başlar. Çarlık Rusya’nın, Boğazları ve İstanbul’u ele geçirmek emelleri canlanır. 1915 yılında yapılan gizli anlaşmalarla İngiltere ve Fransa, İstanbul’u ve tüm Boğazlar bölgesini Rus İmparatorluğu’na vermeye razı olurlar. Bu gizli anlaşma 1917 Rus İhtilali’nden sonra yönetim değişikliği ile Çarların bu asırlardır varolan amaçlarının öncesine halkın ihtiyaçları ile ilgilenmeyi koymaya

272 karar veren yeni yönetimce açıklanır. Anlaşma kağıt üzerinde kalmış, hiçbir zaman uygulanamamıştır. Bilal Şimşir’e göre bu durum yine de Türk yöneticilerine ve aydınlarına, Osmanlı başkenti üzerinde ne gibi kara bulutlar dolaştığını göstermiş ve başkentin İstanbul’dan taşınması gerektiğini söyleyenleri haklı çıkarmıştır. İki yıl önce, 1913’te devletler arasındaki rekabet yüzünden İstanbul’un saldırıdan uzak olduğunu ve hep Türk'lerin elinde kalacağını yazmış olan Ali Kemal gibi yazarlar, yanılmıştır. İstanbul’u Türkiye’den koparıp Rusya’ya katmayı öngören anlaşma 1917 yılında geçersiz kalsa da İstanbul’un sorunları bitmez. Osmanlı başkenti için zorlu günler o tarihten sonra Mondros Ateşkes Antlaşması döneminde başlar. Osmanlı Hükumeti adına 30 Ekim 1918 günü Mondros’ta mütareke anlaşmasını imzalayan Hüseyin Rauf (Orbay) İstanbul’a dönüşünde basına şöyle demeçler vermektedir: “İmzaladığımız mütarekeyle devletimizin bağımsızlığı, saltanatımızın hukuku tümüyle kurtarılmıştır... Sizi temin ederim ki, İstanbul'umuza bir tek düşman askeri çıkmayacaktır...”390 Ancak bu umutları söndürecek gelişmeler kapıdadır. Rauf Bey’in demecinden on gün sonra, altmış küsur parçalık bir düşman donanması Çanakkale Boğazı’ndan geçip Dolmabahçe önünde demirler. 3.500 düşman askeri Beyoğlu’na çıkar. Karadan, Trakya yönünden de Franchet d’Esperey komutasındaki Fransız birlikleri İstanbul’a girerler. Fransız komutanı, Fatih Sultan Mehmet’e özenerek beyaz bir at üzerinde İstanbul’a girmeyi de unutmaz. Bundan böyle başkent İstanbul’un kaderi, galip İtilâf devletlerinin elinde görünmektedir. Osmanlı başkenti, onların avuçlarının içindedir. 1915’te Çanakkale’den kovulan İtilâf devletleri bu defa mütarekeyle İstanbul’a girmeyi Şekil 56: Fransız General Franchet d'Esperey391 başarırlar ve Osmanlı başkenti konusunda çeşit çeşit plânlar tasarlamağa koyulurlar. Bu planların temeli olarak da genelde şu maddeleri kendilerine savunma noktası olarak koymuşlardır:392

390 Teni Gün, 2.11.1918, Celal Bayar, Ben de Yazdım, I, s. 97-98.’den aktaran Dr. Bilal N. Şimşir, Ankara'nın Başkent Oluşu 391 Tempo Dergisi Sayı 20, 17-05-2007, s.41 (Atilla Oral arşivinden).

273 • Birinci Dünya Savaşı’na Almanya’nın yanında giren Osmanlı Devleti İngilizler’e ihanet etmiştir. Türkler bu ihanetin bedelini, İstanbul’u kaybederek ödemelidirler. • İstanbul’un Türkler’in elinden alınması, onların savaş yenilgisinin en belirgin kanıtı olacaktır. Böylece İslam dünyası da artık Türkler’i ‘İslam’ın muzaffer askeri’ olarak görmeye son verecektir. • İstanbul tarihte Avrupa güç dengelerini altüst eden entrikaların merkezi olmuştur ve Türkler’in elinde kaldığı sürece böyle olmaya devam edecektir. Bu nedenle Osmanlı Devleti’nin Avrupa politikası üzerinde etkinlik sahibi olacağı uzantıları, yani İstanbul, Boğazlar ve Trakya, Osmanlı hükumetinin denetiminden alınmalıdır. • Türkler’in yüzyıllardır gayrimüslim azınlıklara karşı uyguladıkları adaletsiz politikaya son verilmeli ve hükumet merkezleri olan İstanbul şehri ellerinden alınmalıdır. • İstanbul ne Türkler’in ‘millî’ başkenti ne de onların çoğunluk teşkil ettiği bir şehir olma özelliğini taşımaktadır. • Osmanlı Sultanı’nı dünya Müslümanlar’ının Halifesi ve İstanbul’u da Halifelik makamının merkezi olan kutsal bir şehir olacak kabul etmek büyük bir hatadır. • Boğazların, savaş galibi devletlerin veya uluslararası bir komisyonun denetiminde kalması şarttır. Eğer itilâf Devletleri İstanbul’u ellerine geçirirse, bu gereklilik daha kolay yerine getirilebilecektir. • Mustafa Kemal önderliğindeki Millî Mücadeleciler ve dağılan İttihat ve Terakki Partisi mensupları, hem merkezi hükumet otoritesine hem de İngilizler’e karşı Anadolu’da bir tehdit unsuru oluşturmaktadırlar. Bu isyancı hareketin İstanbul’u eline geçirmesi ve burada faaliyetlerini arttırması, engellenmesi çok daha güç bir tehdit olacaktır. İslamcılık ve Türkçülük gibi akımlar aracılığıyla güçlerini sürekli artırmakta olan Millî Mücadelecilere, İstanbul Türkler’in elinden alınarak iyi bir ders verilmeli ve böylece Ortadoğu’da İngilizlerin aleyhine geliştirebilecekleri tehditlerin önü alınmalıdır. • Batılı devletler aleyhine Millî Mücacadeleci kadrolar ile işbirliği yapan Bolşevikler, İstanbul’un Türkler’in denetiminde kalması halinde Türkiye, Kafkasya ve

392 Dr. Neşe Özden, British Policy on the Fate of Constantinople and the Allied Occupation of the City on March 16, 1920, ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 42, Cilt: XIV, Kasım 1998, Türkiye Cumhuriyeti'nin 75. Yılı Özel Sayısı

274 Ortadoğu’ya yönelik emperyalist planlarını daha kolay uygulayacaklarından, bu gidişin önü alınmalıdır. • İstanbul’un Türkler’in elinden alınması, İtilâf devletleri safına sonradan katılan Yunanlılar’ı memnun etmesi açısından da önemli bir adım olacaktır. • İstanbul’un Türkler’den alınacağı tehdidi, Osmanlı hükumetinin İtilâf Devletleri’nin ağır barış şartlarını kabul etmesinde ikna edici bir rol oynayacaktır.

İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral De Robeck, 4 Kasım 1919 günü, “Türk'leri İstanbul’dan kovmak” (The expulsion of the Turks from Constantinople) konulu bir muhtırayı Londra’ya sunmuştur. Bu uzun muhtırada Türk'leri İstanbul’dan atmak, Türk başkentini de Anadolu’ya yollamak gerektiği savunulur. Muhtıraya göre, “İstanbul, gerek coğrafyası, gerek tarih geleneğiyle şahane (imperial) bir kenttir. Osmanlı İmparatorluğu ise, artık “üçüncü sınıf bir Asya Sultanlığı” derecesine düşmüştür. İstanbul, bu üçüncü sınıf devlet için fazladır. Osmanlı Devleti bu anlı şanlı İstanbul’un bakım masraflarını bile karşılayamaz. İstanbul’u Türk'lerin elinde bırakmak için hiçbir gerekçe yoktur. İstanbul, İslamın kutsal şehri değildir. Sonra Türkler, hâlâ yenildiklerinin farkında değilmiş gibi davranmaktadırlar. “Başkentlerinden mahrum edilmek kadar başka hiçbir şey Türk'lerin burnunu yere sürtmezdi.” Ne yönden bakılırsa bakılsın, Türkler İstanbul’da bırakılmamalıydı; bırakmak, Avrupa için tehlike olacaktır. İstanbul Türk'lerin elinden alındıktan sonra burada “uluslar arası bir rejim” kurulabilecektir.393 1919 yılında İngilizler, artık İstanbul’u Türklere çok görmekte ve üçüncü sınıf bir sultanlık durumuna düşmüş olan Osmanlı Devleti için başkent olarak, bir Anadolu kasabası yeteceğini düşünmektedir. İngiltere Dış işleri Bakanı Lord Curzon, 4 Ocak 1920 günü İngiliz Hükumeti’ne bir rapor sunar: “Türkiye’yi İstanbul’dan atmak... Yüzlerce yıllık sürecin bir devamı olacaktır” der. “Türk'leri atmak için ele geçirilmiş olan bugünkü fırsatın kaçırılmaması” için ısrar eder. Lord Curzon, İstanbul’dan atılacak olan Türk'lerin kendilerine Bursa’yı veya Konya’yı başkent seçebileceklerini de

393 Bilâl N. Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, Ankara: 1973, cilt t, s. 184-187, No. 68 ve 68/1. De Robeck’ten Curzon’a yazı. 4.11.1919, No. 2066 ve s. 329-330, No. 154/1.’den aktaran Dr. Bilal N. Şimşir, “Ankara'nın Başkent Oluşu”

275 eklemiştir.394 1920 başlarında İngilizler, Türkiye’nin başkentini Anadolu’ya kaydırmak istemiş, Türkler ise bunu protesto etmişlerdir. Üç yıl sonra ise, Türkiye kendiliğinden Ankara’yı başkent yaptığında İngilizler bu karara karşı inatla direneceklerdir. Türkiye’den gittiklerinden sonra bile uzunca bir süre diplomatlarını İstanbul’da tutacak ve Ankara’ya göndermeyi reddeceklerdir.

10 Şubat 1920 günü son Osmanlı Meclisi, Misak-ı Milliyi kabul eder. Bu tarihi belgenin 4. maddesinde, “Makarr-ı Hilâfet-i İslâmiye ve Payitaht-ı Saltanat-ı Seniye ve Merkez-i Hükumet-i Osmaniye olan İstanbul şehriyle Marmara denizinin emniyeti her türlü halelden mâsun olmalıdır” denmektedir.395 Yani başkentin güvenliği dokunulmaz olmalıdır. Son Osmanlı Meclisi bu ilkeyi kaleme alırken başkentin saldırıya uğrayabileceği konusundaki kaygılarını da dolaylı olarak dile getirmiştir. İstanbul’un geleceği konusundaki güvensizlik nedeniyle dir ki böyle bir hükmün Misak-ı Milli’ye konulması gerekli görülmüştür. Nitekim, Misak-ı Milli’nin kabulünden bir ay kadar sonra, 16 Mart 1920 günü başkent İstanbul İtilâf devletlerince işgal edilmiştir. İtilâf devletleri, hazırlamakta oldukları Sevres Antlaşması’nı Türklere empoze etmek, Anadolu’daki Türk ulusal direnişini kırmak amacıyla Türk başkentini rehin alırlar. İstanbul’da bakanlıklara el koyarlar, Osmanlı Parlamentosu’nu basarlar ve dağıtırlar, bakanları, mebusları, komutanları, aydınları tutuklayıp sürerler. Osmanlı Devleti’nin yasama, yürütme ve yargı gücünü çökertirler. İşgal günü bir de bildiri yayınlarlar. “İstanbul’un Türklerden alınmayacağını; ama karışıklıklar sürerse bu kararın değişebileceğini” açıklarlar.396 Türkler, uysal uysal İtilaf kuvvetlerine boyun eğerler ve önlerine getirilecek Sevres Antlaşması’nı kabul ederlerse İstanbul’dan atılmayacakları; İtilaf kuvvetlerine karşı koyarlarsa, başkaldırırlarsa o zaman İstanbul’un ellerinden alınacağı söylenir. Başkent, ülkenin en güvenli yeri olması gerekirken en güvensiz şehri olup çıkmıştır; en son düşman eline düşeceği yer en önce işgale uğramıştır. Başkentin ülkeye egemen olması, ülkeyi yönetmesi beklenirken İstanbul artık ülkeyi yönetemiyor,

394 Bilâl Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, I, s. 300-309, no. 107 ve Documents on British Foreign Policy, 1919-1939, First series, vol IV, p. 992-1000, No. 649’dan aktaran Dr. Bilal N. Şimşir, “Ankara'nın Başkent Oluşu” 395 Dr. Bilal N. Şimşir, “Ankara'nın Başkent Oluşu” 396 Bilâl Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, I, s. 462-463, No. 154’ten aktaran Dr. Bilal N. Şimşir, “Ankara'nın Başkent Oluşu”

276 yönlendiremiyor, ülke ve ulus kaderini elinde tutamamaktadır. Başkent ülkeye egemen değil, kendisi boyunduruk altındadır. Kısacası İstanbul, başkent olarak tarihi görevini artık tamamlamıştır. Osmanlı Devleti’yle birlikte İstanbul’un başkentliği de tarihe karışacaktır. Konunun uzmanı olan Bilal Şimşir’den aktarıyoruz397: “Ama bu tarihi gerçeğin kafalara iyice sokulabilmesi için, Anadolu’da yeni Türk Devleti’nin doğmasını ve başarıya ulaşmasını da beklemek gerekecekti. 1920 yılında Bursa’ya davet edilince, “ecdadımın payitahtından firar mı edeceğim?” diye sertleşen Mehmet Vahdettin, Kasım 1922’de bir İngiliz zırhlısıyla, aynı ecdat payitahtından - Anadolu’ya değil- bir yabancı sömürge adası olan Malta’ya firar etmiştir. Ondan sonra da Türk başkenti, temelli olarak Ankara’ya kaydırılmıştır. Başkentin ve yönetim merkezinin kaydırılması ve yeni devletin kurulması konusundaki hareketlerin uluslararası boyutta meşruiyet kazanmasına özen gösteren Mustafa Kemal’in en çok hassasiyet gösterdiği konulardan biri, İtilaf devletlerine karşı askeri eylemlerden kaçınmak ve diplomatik kanaldan meşruiyeti sağlayacak bir yaklaşım izlemek olmuştur. BMM açılmadan son Osmanlı Mebusan Meclisi’ne başkanlık etme isteği de, milli sorunun çözümünü siyasal alanda da tasarlayan bir yaklaşımın sonucu olacaktır.398 Osmanlı Meclisinin son toplantılarından birinde işgalcilerce basılması ve milletvekillerinin dağıtılması İngilizlerce İstanbul’un kesin olarak siyasi sahneden silinmesi anlamına geliyorsa da aynı şekilde de yeni devletin de yolunu açmış oluyordu. Kazım Karabekir’in 8 Mart 1920’de yazdıkları ise milliyetçi liderlerce bu hareketlerin beklendiği ve özellikle planlarının meşruiyeti açısından kullanılacağı anlamına gelmektedir: “Yapılacak iş İstanbul’da Milli Meclisimizi dağıttıkları anda Ankara’da milli hükümeti ilan için hazırlık yapmaktır.”399 Böylelikle 16 Mart’taki İngiliz resmi işgali Ankara’yı meşru bir siyasi merkez olmaya itecektir. 18 Mart’taki son meclis toplantısında meclis kendini tatil edecek ve hemen ertesi gün de Anadolu’da olağanüstü yetkiye sahip bir meclisin oluşturulması için seçim yapılması istenir.400

397 Dr. Bilal N. Şimşir, “Ankara'nın Başkent Oluşu” 398 Ufuk Özcan, Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Milli Mücadelenin Anlamı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 1991., s.12-14 399 Kazım Karabekir, İstiklal Harbimizin Esasları, s.213 400 Ufuz Özcan, a.g.e., s.16

277 Gerçekten Türk Kurtuluş Savaşı boyunca Ankara’nın adım adım başkent olmaya doğru gittiği ve buna hazırlandığı görülür: Daha 1919 Şubat’ında Atatürk ve birkaç yakın arkadaşı, Ankara’yı bir “mukavemet merkezi” yapmayı tasarlamışlardır.401 Bu tasarı doğrultusunda, XX. Kolordu karargâhı Ankara’ya kaydırılır ve bu kolordunun başına Atatürk’ün güvendiği sınıf arkadaşı Ali Fuat (Cebesoy) Paşa getirilir. Fuat Paşa, Orta Anadolu’da merkezi bir konumu olan Ankara’ya hâkim olur. Burada İtilâf devletlerinin veya işbirlikçi Damat Ferit Paşa Hükumeti’nin at oynatmalarına izin vermez. Ankara, millî hareketin daha ilk günlerinde güvenilir bir merkez olur ve Mustafa Kemal’in arkasında yer alır. Erzurum ve Sivas kongreleri döneminde Ankara’nın önemi daha da artar. O günlerde kongre merkezleri ile İstanbul arasında çok yoğun ve çok önemli haberleşmeler, yazışmalar olur. Bütün bu yazışmalarda Ankara, güvenli bir köprü rolü oynar.” 22 Nisan 1920 günü Mustafa Kemal Paşa, bütün yurda şu önemli genelgeyi yayınlamıştır: “Tanrı’nın yardımıyla Nisan’ın 23’ü Cuma günü (Ankara’da) Büyük Millet Meclisi açılarak çalışmaya başlayacağından o günden sonra bütün sivil ve askerî makamların ve bütün ulusun başvuracağı en yüce kat, adı geçen meclis olacaktır.” Hükumet, 31 Ocak 1920 günü başkent işini Meclise getirmiştir. Aylar öncesinden hazırlık yapmış, bir başkent komisyonu kurmuştu ve bu komisyona meclisten de 3 üye istemiştir.402 Hazırlanan Hükumet Kararnamesi’ne göre, İstanbul bir “merkez-i merasim” olarak bırakılacak ve “hukukî merkez-i hükumet” Anadolu’da olacaktır. Ankara Hükumeti, başkenti İstanbul’dan Anadolu’ya taşımaya kesin karar vermiş bu taşıma da, İstanbul’un yabancı işgalden kurtuluşuna kadar “geçici” bir taşınma değil, temelli bir taşınma olacaktır. İstanbul işgalden kurtarıldıktan sonra da başkent, Anadolu’da olacaktır. İstanbul yalnız bir “tören merkezi” olarak kalacaktır. Bu yoldaki Hükumet Kararnamesi, milletvekilleri için âdeta bir sürpriz olmuştur. Bu kararname 31 Ocak 1921 günü TBMM önüne gelince tepki ve hatta öfkeyle karşılanır. Yapılan görüşmelerin sonunda hemen “ret, ret” sesleri yükselir, başkentin İstanbul’dan Anadolu’ya taşınması önerisi 26’ya karşı 71 oyla reddedilir.403 Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi, başkentin değiştirilmesine hazır değildir. Milletvekillerinin önemli bir bölümü, önce zafer

401 Ali Fuat Cebesoy, Millî Mücadele Hatıraları, İstanbul: 1953, s. 40-41’den aktaran Dr. Bilal N. Şimşir, “Ankara'nın Başkent Oluşu” 402 TBMM Zabıt Ceridesi, Devre 1, İçtima 1, cilt 8, s. 4 vd.’den aktaran Dr. Bilal N. Şimşir, a.g.m. 403 TBMM Zabıt Ceridesi, cilt 8, s. 13’ten aktaran Dr. Bilal N. Şimşir, a.g.m

278 kazanılmalı, sonra başkent işi “ele alınmalı” düşüncesindedir. Bir bölüm milletvekilleri de saltanata ve halifeliğe gönülden bağlı oldukları için başkentin İstanbul’dan taşınmasına karşıdırlar. Onlara göre İstanbul, sonsuza kadar Osmanlı saltanatının ve İslâm halifeliğinin merkezi olarak kalmalıdır. Başkent değiştirme karan, Atatürk İnkılâplarının çoğu gibi, ikinci meclisten geçirilebilecektir. Hükumet, Ocak 1921’de edindiği deneyimle, başkent işini Ekim 1923 tarihine kadar TBMM’ne getirmez. Ankara, üç yıl boyunca başkent adayı olarak kalacaktır. 1921 Anayasasında başkent adı yer almaz. Zaten kısa olan bu anayasada, Türkiye Devleti’nin başkentinin neresi olduğu belirtilmemiştir. O anayasayı hazırlayanlar ne başkent İstanbul’dur diyebilmişler, ne de bir başka başkent gösterebilmişlerdir. Konu sessizce geçiştirilir. Lozan Barış Antlaşması imzalanıp TBMM’ince onaylandıktan altı hafta sonra, 2 Ekim 1923 günü yabancı işgal askerlerinden son kalanlar da Türk topraklarını boşaltıp giderler. İşte o zaman başkent işi son ve kesin olarak ele alınır. 9 Ekim 1923 günü Dış işleri Bakanı İsmet Paşa ve arkadaşları TBMM’ne Türkiye Devleti’nin başkentinin Ankara şehri olduğuna dair tek maddelik yasa tasarısını sunarlar. Tasarının gerekçesinde İstanbul’un halifelik merkezi olarak kalacağı söylenir ve “Yeni Türkiye’nin başkentinin Anadolu’da ve Ankara şehrinde seçilmesi gerektiği” vurgulanır. Bunu gerektiren önemli nedenlere de kısaca değinilmiştir: Yurdun güç ve gelişme kaynaklarını Anadolu’nun ortasında kurmak, iç ve dış güvenlik, coğrafî durum ve strateji. “Karar No. 27 : Ankara şehrinin Türkiye Devleti’nin başkenti olmasına ilişkin Malatya Milletvekili İsmet Paşa hazretlerinin 2/188 sayılı yasa önerisi üzerine Anayasa Komisyonu’nca düzenlenen 10.X.1923 tarihli mazbata, (TBMM’nin) 13.X.1923 tarihli otuz beşinci birleşiminin ikinci oturumunda okunarak olduğu gibi kabul edilmiş ve Ankara şehrinin Türkiye Devleti’nin başkenti olması büyük çoğunlukla kararlaştırılmıştır.”404

Mustafa Kemal İzmit Kasr’ındaki basın açıklamasında İstanbul’un başkent olarak yetkisini kaybettiğini, ayrıca hükumet merkezinin İstanbul’da olmaısnın ülkenin gelişmesini engellediğini, hükumetin dikkatini yönlendirebilmesi ve eşit hizmet sunumu açısından ağırlık merkezinin belirlenmesi ve bu nedenle hükumet

404 Nurettin Tursan, Ankara’nın Başkent Oluşu, İstanbul: 1981, s.61’den aktaran Dr. Bilal N. Şimşir, Ankara'nın Başkent Oluşu

279 merkezinin anadoluda olması gerektiğini belirtmiştir. Diğer yandan Mustafa Kemal, askeri ve yönetsel gerekliliklerin yanı sıra olayların gelişimininde aynı zamanda Ankara’yı merkez durumuna getirdiğine işaret etmiştir. O, İstanbul’un yönetimi konusunda da “üstün ve seçkin bir şehir” düşüncesini reddetmekte ve memleket içinde yalnız bir yerde değil beş on yerde “ışık merkezi”, “bilgi merkezi” oluşturulması gerektiğini vurgulamaktadır. Gerçekte bu açıklamasıyla Mustafa Kemal ulusal sınırlar içinde bölgesel gelişmesnin niteliği konusunda da en önemli siyasi iradeyi olşuturmaktadır:

“…Hükumet merkezi neresi olmalıdır? Bendenizce iki açıdan incelemek gerekir. Birisi; her tür tarrruz ve tecavüze karşı yerinden kıpırdamayarak gücünü koyabilecek ve rahat edebilecek bir yer olmalı. Bu nedenle elbette memleketin merkezini araştırmak gerek. Yoksa bir geminin topundan telaşa düşecek bir yerde hükumet merkezi olamaz. Ikincisi; hükumet merkezi öyle bir yerde olmalıdır ki, hükumeti dikkatini memleketin her yerine eşit şekilde yöneltebilsin. Eğer memleketin bir köşesine çekilirsek o durumda onarılmamış ve bizden uzakta olan yerleri unutabiliriz. Bilirsiniz ki, Anadolu bugün doğudan batıya, kuzeyden güneye kadar istisnasız her noktası bir yıkıntı halindedir, baykuş yuvası halindedir. Yani kasaba, şehir denecek hiçbir yeri yoktur. Niçin böyledir? Bunun için birçok neden vardır. Fakat nedenlerden birisi de hükumet merkezinin İstanbul’da olmasıdır. Istanbul gayet tabii gayet hoştur. geniş bir yerdir, memleketimizin en gelişmiş ve uygar bir bölümüdür ve orada durmakla bu imarı kazanmıştır. Fakat bu uygarlık ve genişlik içinde bütün dikkatimiz, bütün varlığımız kendinden gelmiştir. Asıl gerçek kaynaklardan ve doğal dikkatten uzak kalmıştır. Onunla uğraşmamışızdır. Yalnız oradan almışızdır. Bu memlekette çalışmak isteyenler ve memlkeketi yönetmek isteryenler, memleketin içine girmeli ve bu zavallı milletle aynı koşullarda yaşamalı ki ne yapmak gerektiğini ciddi olarak duyabilsin. Bir insan Ankara’da başka türlü düşünür, İzmir’de İstanbul’da başka türlü düşünür. Paris’te büsbütün başka türlü düşünür. Dolayısıyla onun için hükükmet merkezinin Anadolu’da olması gerekir. Orada çalışmak gerekmektedir. Gerçekten Anadolu’nun ortasından başka bir yerde düşünmek istersek, genişliği ve bayındırlığı ve güzelliği açısından akla gelebilirecek yerlerden birincisi İstanbul, ikincisi Bursa, üçüncüsü İzmir’dir. Şimdi efendim

280 İstanbul bu yetkiyi kaybetmişti. Bursa bile içte olmakla birlikte güvenilir değildir. Yine sahilin topçu ateşi altındadır. Bir düşman donanması Bursa’yı bombardıman edebilir, İzmir de aynı nedenle hükumet merkezi olamaz. Anadolu’nun ortasında merkez olacak bir şehir ancak Ankara-Kayseri-Sivas üçgeni içindeki bir noktada olmalıdır. Fakat böyle bir noktada yeni bir şehir yapıp o şehrin bütün memleketle bütünleşmesini sağlamak biraz güçtür. Bu üçgenin bir başında bulunan Ankara Türkiye’nin pekala merkezi olabilir ve olaylar da orasını merkez yaptı ve bereketli bir merkez yaptı. Dolayısıyla Ankara’ya nankörlük etmek doğru değildir. Istanbul birçok açıdan yine değerini, onurunu koruyacaktır. Ve Ankara’da oturmak ve çalışmakla beraber oradan yararlanacağız. Fakat sürekli oraya gitmek isteyenler gidebilirler, oturabilirler. Fakat memleket için gerektiği kadar çalışamaazlar ve zat-ı alileri gibi aydınlar ve millete doğru yolu göstermek için çalışan ve bun şiar edinen kişilerin tümü, doğrudan doğruya Ankara’ya gelsin ve bu isteği kendisinde duysun. Ve aynı zamanda Ankara’ya değil, Van’a, Erzincan’a, Bitlis’e de gitsin. Bugün burada konuşurken şunu yapalım, bunu yapalım diyoruz. Bunların hepsinden önce zat-ı alileri gibi kişilerin orada gelip çalışması gerekmektedir… Memleket içinde yalnız bir yerde değil, beş on yerde ışık merkezi, bilgi merkeszi meydana getirmeliyiz ki memleket mutlu olabilsin, ben böyle bir sorunu söz konusu etmeyi bile mantıksız görüyorum. Yani merkez neresi olacaktır? Istanbul’un merkez olabileceğini düşünmek akla gelir mi? Istanbul’da olmadıktan sonra Eskişehir’de mi olsun? Varsın Ankara’da olsun.” 405 “İstanbul hükumet merkezi olmadıktan sonra tabii genişliği ve nüfusunun yoğunluğuna uygun yönetim örgütüne sahip olacaktır. Fakat hiçbir zaman İstanbul üstün ve seçkin bir şehir gibi yönetime sahip olmayacaktır.”406

Ankara’nın başkent oluşundan 16 gün sonra, 29 Ekim 1923 günü, Türkiye Cumhuriyeti ilân edilmiştir. Cumhuriyetin ilânı için 1921 Anayasasında bazı değişiklikler yapılır. Anayasa’nın birinci maddesine “Türkiye Devleti’nin şekl-i

405 M. Kemal (1912, 1999), Eskişehir-İzmit Konuşmaları (1923), günümüz Türkçesine çeviren: Feyza Perinçek, Kaynak Yayınları, 3. basım, İstanbul. ss.108-111 ‘den aktaran H. Çağatay Keskinok, Kentleşme Siyasaları, Kaynak Yayınları, İstanbul, Ekim 2006, ss. 29-30 406 M. Kemal (1912, 1999), Eskişehir-İzmit Konuşmaları (1923), günümüz Türkçesine çeviren: Feyza Perinçek, Kaynak Yayınları, 3. basım, İstanbul. ss.112-113 ‘dan aktaran H. Çağatay Keskinok, a.g.e, ss. 29-30

281 hükumeti Cumhuriyettir” hükmü eklenmiştir. Bilal Şimşir’e göre bu değişiklik sırasında Anayasa’ya, Türkiye Devleti’nin başkentinin Ankara olduğunu belirten bir madde eklenebilirdi. Çünkü, başkent işiyle birlikte İstanbul konusu da gündeme gelebilirdi. O tarihte Padişah yurt dışına kaçmış, Saltanat kaldırılmış bulunuyordu. Cumhuriyet de ilân edilmişti. Ama henüz halifelik kaldırılmış değildi. Anayasa’da hükumet merkezi Ankara’dır denince, halifelik merkezi de İstanbul’dur, denebilirdi. Bunun da Anayasa’da yer almasını isteyenler çıkabilirdi. Oysa Cumhuriyetin ilânından dört ay sonra halifelik de kaldırılacaktır. Ankara’nın başkent olduğunun Anayasa’da yer alması için halifeliğin de kaldırılması ve 1924 Anayasası’nın kabulü beklenmiştir. 24 Nisan 1924 günü kabul edilen Anayasa’nın 2. maddesi şöyle kaleme alınmıştır: “Türkiye Devleti’nin dini din-i İslâmdır; resmî dili Türkçe’dir; makam (başkenti) Ankara şehridir.” Bu madde 1937 yılında şöyle olacaktır: “Türkiye Devleti, cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, lâik ve inkılâpçıdır. Makam Ankara şehridir.”407

Başkent değiştirmek Türkiye’nin bir iç işidir. Ancak yabancı elçiliklerin de hükumetin bulunduğu yerde, yani başkente taşınmasını gerektireceğinden yabancı devletleri de ilgilendirir. Türk Hükumeti, Ankara’yı merkez yapınca yabancı diplomatik temsilcilikler de İstanbul’dan Ankara’ya taşınmak durumundadırlar. Bu bakımdan Türkiye’nin başkent değiştirmesine yabancı devletler ilgisiz kalamazlar. Ancak İngiltere, Ankara’ya karşı açıkça cephe almıştır ve Ankara’ya elçi veya büyük elçi göndermek niyetinde değildir. İngiliz diplomatik temsilcisi İstanbul’da oturacaktır. Bunun anlamı, İngiltere’nin başkent Ankara’yı tanımaması, boykot etmesi olacaktır. Ardından Lord Curzon harekete geçer ve “Majesteleri Hükumeti’nin her halükârda Ankara’ya bir büyük elçi göndermemeye kararlı olduğunu” 24 Ekim 1923 günü müttefiklerine resmen duyurur ve bu konuda birlikte hareket edilmesini ister.408 Yani işgal bitip kuvvetler İstanbul’dan gitmiş olsa da Türk Hükumeti’nin karşısına bir müttefik cephe olarak çıkılmalıdır. İstanbul’daki İngiliz temsilciliği de hükumetin içini rahatlatmak istercesine “Ankara iki yıl başkent kalır”,

407 Başkent Ankara, 1945 Anayasası’nda yine 2.maddede, 1961 ve 1982 tarihli Anayasalarımızda ise 3. maddelerde yer almıştır. Anayasanın değişmez, değiştirilmesi teklif bile edilemez bir maddesidir. 408 FO.371/9J63.F.O.’den Paris, Roma, Washington ve Tokyo’ya şifre tel. 24.10.1923, No. 358, 266, 308, 113’ten aktaran Dr. Bilal N. Şimşir, Ankara'nın Başkent Oluşu

282 “Saltanat diriltilirse İstanbul yine başkent olacaktır” diye Londra’ya görüş bildirir.409 Lozan Antlaşması yürürlüğe girince ve eski düşman devletlerle Türkiye arasındaki ilişkiler normale dönüşürken, İngiltere, Fransa ve İtalya, 1 Mart 1925 günü İstanbul’daki Dış işleri Delegeliği aracılığıyla, Türkiye’ye şu ortak notayı verirler: “Haşmetlü İtalyan Kralı, İngiltere Kralı, ve Fransa Reisicumhuru’nun ve Hükumetlerinin Türkiye’deki siyasî mümessilliğini İstanbul’da oturacak olan bir Büyük elçiye tevdi etmek niyetinde bulunduğunu Türkiye Cumhuriyeti Hükumeti’nin ittilaına (bilgisine) arz etmenizi rica ederim. İtalya, İngiltere, Fransa sefirleri, lüzum hasıl oldukça Ankara’ya gidecek ve orada sefaret memurundan birisi tarafından daimi surette temsil olunacaktır.”410 Üç batılı devlet, Türkiye’nin başkenti Ankara’ya büyük elçi göndermeyeceklerini, büyük elçilerin İstanbul’da oturacağını söylemişlerdir. Ankara’da yalnız birer elçilik görevlisi bulundurulacaktır. Büyük elçiler de gerektikçe Ankara’ya gideceklerdir. Bu ortak nota, tam ilişkilerin normale dönüştüğü bir sırada veriliyor ve Türkiye ile Batılılar arasında yeni bir kavga başlatılmaktadır. On yıldan beri İngiltere, Fransa ve İtalya arasında normal diplomatik ilişki yoktur. Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşa girmesiyle, 1914 yılında kesilen diplomatik ilişkiler, Lozan Barış Antlaşması’nın yürürlüğe girmesinden sonra, 1925 Mart’ında normale dönüşecektir. Tam o sırada notalarla bir Ankara savaşı başlatılır. Üç batılı devlet, yeni Türk Devleti’ni boykot etmekte, Ankara’ya karşı ortak bir direnişe geçmektedirler. Üç koldan Ankara topa tutulmaktadır. Türk Hükumeti böyle bir baskının altında kalamayacağından notaya notayla karşılık verir. 1928 yılında, Ankara’ya karşı direniş cephesi çözülmeye başlar. Türkiye’nin başkentini boykot edenlerin elebaşıları İngiltere, Fransa ve İtalya arasında da ayrılık baş göstermiştir. Ankara’da büyük elçilik binası yapması için arsa bulmuş olan İtalya, 1928 yılında ödenek de bulur. İngiltere, İtalya’nın Ankara’da büyük elçilik binası yapmasını engellemeğe çalışsa da başaramaz. İtalya, kararını vermiş Ankara’da büyük elçilik açacaktır. “İstanbul’daki Büyük elçilik aracılığıyla Ankara Hükumeti’yle hiçbir iş görülemiyor” deyip ve İtalyan Büyük elçiliğini İstanbul’dan

409 FO.371/9164: Henderson’dan Loncelot’ya mektup. 20.11.1923’ten aktaran Dr. Bilal N. Şimşir, Ankara'nın Başkent Oluşu 410 Dış işleri Arşivi. Müt. 8/17’den aktaran Dr. Bilal N. Şimşir, Ankara'nın Başkent Oluşu

283 Ankara’ya taşımayı artık kaçınılmaz görmüşlerdir.411 Böylece İtalya, İngiltere’den ayrılmış olur. Ardından İngiltere de Ocak 1930’da Ankara’ya karşı direnişini noktalar ve İngiliz Büyük elçisi Londra’ya şunları yazar: “...Ankara artık kesinlikle Türkiye’nin başkentidir ve kordiplomatik gitgide buraya temelli olarak yerleşmektedir. İkametgâhların elektrik, yol, su, gaz gibi maddi şartları artık İstanbul’daki kadar iyidir, hatta daha da iyidir. Ama tiyatro, müzik, kitap, golf vb. gibi alanlar yazık ki pek kıttır. Hayat pahalılığı İstanbul’dakinden daha yüksektir. Bununla birlikte, Ankara artık Türkiye’de görevli misyonların temelli evidir.”412 Ankara’nın başkent oluşu üzerine, zamanında ileri geri çok şey söylenmiştir. Özellikle İngiliz diplomatları, Ankara, ancak iki yıl başkent kalabilir; İstanbul yine başkent olur demişlerdir. İngiltere Büyük elçiliği’nin hiçbir zaman Ankara’ya taşınamayacağını ilân etmişlerdir. Osmanlı Saltanatı geri gelirse başkent tekrar İstanbul’a taşınır diye ummuşlar ve beklemişlerdir. Türkiye’de muhalefetin başkent sorununu gündeme getirmesini, İstanbul’un tekrar başkent yapılmasını arzulamışlar, beklemişlerdir. Ankara’yı aşırı ölçüde yermişlerdir, Ankara’nın başkent yapılması kararını yanlışmış gibi göstermeğe kalkmışlardır. İngilizlerin bu kampanyası yedi yıl kadar sürmüştür. Başarısız olan tüm bu girişimler tarihte kalmıştır.

411 FO. 424/269/E.389Z p. 13. No. 11’den aktaran Dr. Bilal N. Şimşir, Ankara'nın Başkent Oluşu 412 FO. 424/272/E.465,p. 7-8, No. 11. Clerk’den Henderson’e rapordan aktaran Dr. Bilal N. Şimşir, Ankara'nın Başkent Oluşu

284

SONUÇ YERİNE

285

Bu çalışmada 1918-1923 yılları arası İstanbul’un işgali konusu ele alınmıştır. İstanbul’un işgali birbiri ile bağlantılı iki sonuca yol açmıştır. Osmanlı tasfiye edilerek yeni Türkiye Devleti kurulmuştur. Bizim bu konuyu ele almamız toplum ve tarihimizle ilgili belli değerlendirmelere izin vermesi nedeniyledir. Sosyoloji sonuçta toplumların kendi tarihleri üzerine bilinçlenmesidir. Bu nedenle sosyolojinin tarih ile yakın ilişkisi bulunmaktadır. Toplum olayları tarih içinde kendi anlamlarını bulduğu gibi yine toplum içerisinde belli bir yön ve biçim kazanmaktadır. Sosyoloji toplum sorunlarını anlayabilmek açıklayabilmek için tarihe başvurmak ihtiyacı duymuştur. Bir anlamda sosyoloji ile tarih birbirleri ile iç içe geçmiş bir görünümdedir. Sosyoloji açısından tarih bakış açısı yanında hem bilgi kaynağı hem de geliştirdiği açıklamaların denetlendiği doğrulandığı bir alandır. Sosyoloji üzerinde çalıştığı toplum olaylarını ancak tarih içerisinde doğru olarak yerleştirebildiğinde belli değerlendirmeler yapma imkanı bulacaktır. İstanbul’un işgali olayı bu nedenle sadece tarihin değil sosyolojimizin de temel konularından birisidir. Türk toplum ve tarihi üzerinde bilinçlenmemizi sağlamaktadır. Bu nedenle biz konuyu ele alırken daha önceki yapılmış çalışmalardan da yararlanarak bütünlüklü bir görüş ortaya koymaya çalıştık.

İstanbul’un işgali XIX. yüzyılda yeni bir nitelik kazanan Batı yayılmacılığının bir ürünüdür. Sonuçları, diğer bir deyişle Osmanlı’nın tasfiyesi ve yeni Türkiye Devleti’nin kuruluşu da, bu açıdan toplumlararası ilişkiler çerçevesinde bir anlam kazanacaktır. İstanbul’un işgali I. Dünya Savaşı’nı sonuçlandırma çabasının bir ürünüdür. İşgal içerisinde 2 dönemi ayırt etmek mümkündür. Birinci dönemde İtilaf kuvvetlerinin ortak işgali söz konusudur. İkinci dönemde ise İngilizlerin tek başına işgali ve sonrası gelişen olayları kapsamaktadır. İstanbul’un işgali dünya egemenlik ilişkileri içerisinde anlaşılabileceği gibi işgalin sona ermesi de Osmanlı’nın tasfiyesi

286 ve yeni Türkiye Devleti’nin kuruluşu açısından yeni bir gelişmeyi, değişmeyi belirtmektedir.

İstanbul’un işgali ve I. Dünya Savaşında yapılan gizli anlaşmalar doğrudan doğruya İstanbul’un kime verileceği ve Anadolu’nun paylaşılması ile ilgili olmuştur. Doğu Sorunu’nun çözümü olarak görülen bu girişimler ve planlanan gizli anlaşmalar uygulanamamıştır. “Doğu Sorunu” Batılı devlet adamları, diplomatlar ve tarihçiler tarafından XIX. yüzyılda yeni bir biçimde ortaya atılmıştır, geleneksel Doğu toplumlarını Batı egemenliğine alma çabası geleneksel doğu yollarını yeniden gündeme getirmiştir. Batı içi çekişmeler ve Osmanlının Batı içi çelişkiler içinde ittifak çabası Doğu / Osmanlı sorununu bütün Batı diplomasinin temel sorunu haline getirmiştir. Türkler Doğu-Batı çatışmasında Doğu koruyuculuğu rolü üstlenmeleriyle Orta Çağdan itibaren Batı saldırıları önünde bir kalkan olmuştur. Batı Osmanlı ile çatışmadan Hindistan'a girmeyi başarmış olsa da bu üstünlüğü İngiltere kendi tekeline almıştır. Batı içi egemenlik mücadelelerinde İngiltere'nin sömürgeci girişimlerinin sonucu olarak kazandığı hakimiyetten rahatsız olan Fransa bu yeni dengede kendi yerini geç de olsa aramaya başlar ve kaçınılmaz olarak İngiltere ile çatışmak zorunda kalır. Aynı yüzyıl aynı zamanda bir süredir Batı'ya ilgi duyan Osmanlı'nın da Batı ülkeleri ile yeni ilişkiler mümkün olabileceğini düşündüğü dönemdir. Batı devletleri arasında gördüğü çıkar ayrılıkları Osmanlı'ya bu devletlerden biriyle ilişki kurmak ve sorunlarına çözüm getirmek şansını tanıyacaktır. Napolyon gittikçe güçlense de Ruslar tarafından durdurulacak ve bu da Çar'ın çıkarlarını Osmanlı ve İstanbul aleyhine kullanma isteğini kabartacaktır. Bu arada dengeler içinde yeni yer edinme çabası birleşen Almanya devletinden gelmiştir. Bunun için de en iyi yolu Osmanlı ile iyi ilişkiler kurarak Berlin'den Bağdat'a kadar demiryolu imtiyazlarını edinmekte görmüştür. Batıcılaşma, özellikle Meşrutiyet sonrasında Batı için de ilişkide bulunan devletlere dayalı olarak farklı kadrolar ve farklı siyasetler ortaya çıkmıştır. Kadrolar arasında birbirlerine karşıt olarak İngiliz, Fransız ya da Alman taraftarlığı belirginleşmiştir. Zaman zaman bunlar padişahları indirmiş ve yerlerine kendi siyasetlerin yakın gördüklerini geçirmişlerdir.

287 XX. yüzyılın başından I. Dünya Savaşı'na kadar olan dönemde Osmanlı Hükümetlerinde Alman yatırımlarının, eğitiminin ve ordu yönetiminin de desteği ile Alman etkisi yoğun bir biçimde görülmüştür. Osmanlı bu dönemde çözümü Almanlar ile işbirliğinde görmüştür. Bu işbirliği Almanya'yı dünya siyasetinde söz sahibi yapacak kadar ilerlemiş ve bu durum da diğer Batılı devletleri de rahatsız edecek boyuta gelmiştir. Batı içi çekişmeler üzerinde bu dengeleri bozacak şekilde taraf olan Osmanlının tasfiye edilmesine karar verilmiştir. Aralarında yapılmış olan gizli anlaşmalar ile tasfiyenin nasıl ve neye göre olacağını belirlemişler ve ona göre de savaşa girmek mecburiyetinde olan Osmanlı'nın çeşitli bölgelerine saldırılara girişmişlerdir. Çarın atalarının yüzlerce yıllık hevesleri doğrultusunda İstanbul'u alacağı, diğer devletlerin ise ekonomik çıkarları çerçevesinde çeşitli noktalara el koyacağı bu anlaşmaları bozan durum Rusya'da gerçekleşecektir. Rusya'da bir süredir Alman menşeli düşünce akımı olan Marxism'in çoğu ülkeden sürülen taraftarları Çar'ın hevesleri ile ilgilenmemektedir. Halkın çoğu da İstanbul'u almaktan çok sağlıklı bir biçimde yaşamak derdinde olduğundan, son olarak Alman sermayesinin desteğini aldığını inkar etmeyen Lenin ülkesine dönüp Çarlık rejimini yok eden bir devrim yapacaktır. Bunun ardından da emperyalist kaygıların peşinde olmadıklarını beyan edip tüm gizli anlaşmaları reddeden ve ifşa eden Lenin Rusya’yı da savaştan çekecektir. Bu gelişme sonrasında ABD Başkanı Wilson artık gizli anlaşmalar olmadan uluslar arası bir siyaset güdülmesi gereği ve her milletin kendi yönetimini seçmesi gerektiği gibi maddeleri içeren ilkelerini açıklamış ve İtilaf tarafında savaşa girmiştir. İttifak kuvvetleri ise birer birer savaştan çekilmeye başladığından artık bir ateşkes yapma vakti gelmiştir. Mondros Mütarekesi ile savaşa son verilse de barış anlaşması sonraya saklanmıştır. Mütareke ile Almanya'nın tüm etkisi Osmanlı topraklarından temizleniyor ve yerine İngiliz, Fransız ve İtalyanların planlarına uygun olarak yeni düzenlemeler geliyordu. Rusya'nın oyundan çekilmesi ile de İstanbul'a İtilaf birlikleri gelecek ve başkente yerleşerek kendi uygun buldukları barış anlaşmasını kabul ettirene kadar kuracakları askeri düzen ile işgale girişeceklerdir. Hemen Mondros Mütarekesi’nin ardından, Osmanlılarca özellikle istenmeyen Yunanlılar dahil donanmalarını yığan işgalciler tam bir tutsaklık amaçlamış ve buraya anlaşma yapmaya değil anlaşmayı dikte etmeye geldiklerini her fırsatta hem beyan hem de belli etmişlerdir.

288 Gizli anlaşmaların uygulanamaması siyasetsiz kalınacağı anlamına gelmemiştir. Bu nedenle Mondros Mütarekesi sonrası İstanbul galip gelen İtilaf kuvvetlerince ortaklaşa bir şekilde işgal edilecek ve yeni bir paylaşıma girişilecektir. Rusya’nın savaştan çekilmesi ile gizli anlaşmaların uygulanmasına izin verilmemesi sonucu I. Dünya Savaşı’nın sonucu sadece Almanya ve Osmanlı’ya karşı üstünlük sağlamış olmak olmayacaktır. Mondros mütarekesi yapılmış olsa da savaşın bütün sonuçları ortaya çıkmış olmayacaktır. Gizli anlaşmaların doğrultusunda Rusya’nın hesaptan çekilmesi ile yeniden bir paylaşım planı yapılacak ve bunun uygulanması için uygun koşullar sağlanması için girişimler başlayacaktır. Sevr Anlaşması Osmanlı ve Anadolu Türklüğünü tasfiye etme planıdır. Mondros mütarekesi izin vermese de gizli anlaşmalar doğrultusunda bir işgal taslağı uygulamaya konacaktır. Yeni siyasetiyle hesaba yeni katılan ABD’nin de güç dengesinde bulunmasını sağlayacak yeni taslaklarda kaba kuvvet olarak da Yunan ve Beyaz Rus kuvvetleri kullanılacaktır.

Mondros mütarekesinden sonra İstanbul’un işgali ile başlayıp işgal kuvvetlerinin İstanbul’u terk etmesine kadar devam eden dönem iki ana karakteristik bölümden oluşmuştur. Bunlardan I. Dönem resmi olmayan bir işgal ile başlar. Osmanlı Devleti’nin başkenti, en önemli şehri ve başkenti olan İstanbul İtilaf donanması ile işgal edilecektir. Meclis dağıtılacak ve Saray kontrol altına alınacaktır. İstanbul’un işgalini hemen takiben Osmanlı orduları çeşitli cephelerden çekilmeye başlamış ve yerine İtilaf orduları girmeye başlamıştır. Önceden anlaşıldığı şekilde İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan kuvvetleri kendilerine ayrılan yerleri kontrol altına almaya başlamıştır. Planlanan buraların kontrolünden sonra bu durumları resmileştirecek bir barış anlaşması belirleyip Osmanlı’yı buna mecbur etmektir. Ancak bazı sorunlar gelişecektir. Bu sıralarda ABD Başkanı Wilson’un “mandater”lik politikası Osmanlı topraklarının kısmen ya da tamamına uygulanması üzerine tartışmalar başlar. İtilaf devletleri birbirlerine güvenmediklerinden bunu ABD gibi bir tarafsız gücün üstlenmesini tercih ederler. ABD temsilcileri de hem Anadolu hem İstanbul’da durumu kavramak için araştırma heyetleri ile raporlar çıkarırlar. Türkler de ateşkesi Wilson’un ilkelerine güvendiklerinden toprakların çoğunda Müslüman Türklerin çoğunlukta olduğundan ülkenin bölünmeyeceğini düşünerek rahatlıkla kabul etmiştir. Hatta aydınlardan ülkenin bölünmeden ABD mandasına verilmesi gerektiğini

289 düşüneni çoktur. Hatta Kuva-yı Milliyeciler de manda değil yardım isteseler de dinleyecekleri tek İtilaf üyesinin ABD olduğunu söylerler. ABD heyetlerinin raporları da durumun pek de İngiltere’nin yansıttığı gibi olmadığını ortaya çıkarır. Bu sırada Erzurum ve Sivas kongrelerini yapan milliyetçiler arasında da ABD mandası tartışma konusu olmuş ancak sonuçta Mustafa Kemal’in kararlılığı ile bağımsızlık mücadelesinin böyle bir amacı olamayacağına karar verilmiştir. Bu belirsizlikler nedeniyle ABD’den de bir karar çıkamamıştır. Gittikçe güçlenen ve düzenli orduya geçmek üzere olan Ankara hükümeti ile bu tür bir anlaşmaya varamayacağını anlayan İtilaf devletleri farklı yollar aramaya koyulmuştur. Dünya siyasetinden ve güçler dengesinden Osmanlı’nın etkisini tamamıyla silmek amacıyla Osmanlı’nın tasfiyesini en başından beri planlamış olan İtilaf devletleri içinde de fikir ayrılıkları belirmiştir. Planı değişmeyen İngilizler, İtalya ve Fransa’nın çekingen tavırlarına karşı Yunanlılar ile birlikte Türkleri ezebileceklerini düşünmektedir.413 Böylelikle Osmanlıların barışı imzalamasını sağlamayı planlamaktadırlar. 10 Mart 1920 tarihli İngiliz Dışişleri Bakanlığı toplantısından da İstanbul’un resmen işgali kararı çıkmıştır. İngilizler Kafkasya’da Ermenilere verdiği benzer bir rolü Anadolu’da Yunanlılara verme çabasına girmişlerdir. Ancak buna karşı Anadolu Türk Halkı büyük bir direnç göstermiştir. Artık bütün politik gücün kendilerinde olduğunu bilen Milliyetçiler uluslar arası boyutta kendi meşruiyetlerinin sağlanması yolunda çabalara girişmiştir. Dağıtılacağı tahmin edilse de son Mebusan Meclisi’nin İstanbul’da toplanıp Misak-ı Milli’yi kabul etmesi buna yönelik bir çaba olma ihtimali taşımaktadır. Gelişmeler üzerine tedbirleri sıkılaştırmak isteyen İtilaf devletlerince İstanbul resmi olarak da işgal edilir. Meclis dağıtılır. Hemen ertesi günü milletin temsili için İstanbul’un doğru bir yer olmadığını belirten Mustafa Kemal böylelikle işgalcilerce dağıtılmış meclisi artık İstanbul’dan uzakta Ankara’da kuracaktır.

İstanbul’un İngilizlerce resmi işgali ile işgal İstanbul’unda II. dönem başlar. Bu sıralarda Bolşeviklerin güçlenmesini engellemek amacıyla destekledikleri eski Çar ordusu askerleri, Beyaz Ordu, yenilmiştir. Kırım’dan Beyaz Ordu ve Beyaz Rusların

413 “İngiliz Başbakanı Özel Sekreteri Mr. Philip H. Kerr’den General Mr. Campbell’e 9 Mart 1920 tarihli Not”, Türkiye’nin Parçalanması ve İngiliz Politikası (1900-1920), s.261

290 tahliye edilmesi gerekmektedir. Liderleri konumunda olan Wrangel önce Romanya ve ardından Gürcistan’a aktarılmalarını istese de İtilaf onları İstanbul’a yığmayı uygun bulmuştur. Wrangel ve ordusu da bu yeni durumda Boğazlar ve İstanbul’u kontrol altında tutmaya yarayacaktır. Şehrin nüfus oranındaki önemli değişiklik ise gelen 150 bin civarı Beyaz Rus halk ile olacaktır. Sürgündeki Rus hükümetini İstanbul’da kuran Wrangel’e verilen destek Sovyetlerin başarıları ve Ankara Hükümetinin öne çıkması ve yönetimi devralması ile kalkacaktır. Resmi işgal artık kabul ettirmek istedikleri barış anlaşmasına giden yolda son nokta olacaktır. İşgalci İtilaf devletleri kendi aralarında kimin manda alması gerektiğine karar vermeye çalışırken zaman geçer ve en sonunda bir Milletler Cemiyeti kurulmasına ve onun denetimine bırakılmasını çözüm olarak bulmuşlardır. Sevr Anlaşması ile hem bu Milletler Cemiyetini kuruyor hem de istedikleri biçime en yakın şekliyle Osmanlı topraklarını paylaştırıyorlardı. Ancak anlaşmayı Osmanlı Hükümetinin temsilcileri imzalasa da hem o sırada bir parlamento olmadığından parlamento onayından geçemiyor, hem de Vahdettin de onaylamadığından yasal olarak kabul edilmiş sayılamıyordu. Bunun ardından da işgalci devletler bile kendi parlamentolarından geçiremiyordu. Anlaşma uygulamaya konamayacaktır. Ancak Yunanistan İngilizler hesabına anlaşmayı uygulamaya koyar ve saldırılarına devam eder. Sevr onay için parlamento beklerken Osmanlı’nın parçalanmasına izin veren Sevr anlaşmasını imzalayan İstanbul Hükümetine karşılık Ankara Hükümeti Bolşeviklerle Gümrü anlaşmasını imzalayarak doğu sınırını garantiye almıştır. Bu da ona büyük bir prestij sağlayacaktır.

Türkler, İstanbul'un İtilâf Devletleri tarafından işgalinin mütareke şartlarına aykırı olduğunu ileri sürerken İtilâf yetkilileri bu konuyla ilgili sorulara kaçamak cevaplar veriyorlardı. Ancak İstanbul'un ortak işgaline yol açan gerçek nedenin İtilâf Devletlerinin biri birlerine karşı duydukları güvensizlik olduğu anlaşılmaktadır. Şehrin tek bir İtilâf Devleti tarafından işgal edilmesini önlemek amacıyla karma bir işgal kuvveti tarafından işgaline karar verilmiştir. Savaş sırasında Türklerin Avrupa'dan çıkartılmaları için kesin bir karara varmış olan Avrupa devletleri, mirasın en önemli parçası olan İstanbul'un paylaşılması konusunda bir türlü anlaşamamışlardır. Artık savaşmaktan hem ekonomik hem de askeri olarak yorulmuş

291 olan İtilaf devletleri ordularını yavaş yavaş Osmanlı topraklarından çekmeye ve aralarından bazıları da Ankara Hükümeti'ne destek vermeye başlamıştır. Onların yerine İngilizlerin güvendiği ve İngilizlere güvenen Yunanlılar Batı'dan Türk topraklarına girmiştir. Ancak gittikçe güçlenen ve düzenli orduya da geçmiş olan Ankara Hükümeti de büyük mücadeleler ile bu saldırıyı püskürtmeye başlamıştır. Bir barış yapmak için İtilaf devletleri acele etmeye başlamıştır. Ankara'nın gittikçe kuvvetlendiği görülmektedir, bunun için 26 Ocak 1921'de İstanbul Hükümetini Londra Konferansına davet ederken Ankara temsilcilerinin de heyete dahil olmasını isterler. Sovyetler hükümeti ile de iyi ilişkiler içinde olan Ankara Hükümeti yaptığı birkaç anlaşma ile hem Doğu sınırlarında garantiye sahip oluyor hem de askeri malzeme olarak da desteklerini görüyordu. Batı bu sıralarda Sevr anlaşmasını kendilerine göre yumuşatıp yeniden Osmanlı'nın önüne sunsa da artık Ankara Hükümeti ile de anlaşma zorunluluğunu kavramış olduklarından onları da çeşitli konferanslara çağırıp bir çözüm noktası arıyorlardı. Yakın Doğu üzerindeki her Batılı ülkenin kendi çıkarlarına uygun olarak yaptığı hesaplar nedeniyle umutsuz bir durum gibi görünen bütün uluslararası karışıklığa son verecek bir çıkar yol gerekmektedir. Bunun üzerine de işgalin ve I. Dünya Savaşı'nın sonu gelecek ve savaş süresince taşımış oldukları yeni başkent ile yeni devlet hayatına Ankara'dan devam edecek ve İstanbul siyasi olarak tasfiye edilmiş olacaktır.

Sonuç olarak İstanbul’un işgali XIX. yüzyılda ortaya çıkan Doğu Sorunu’nun bir parçasıdır. Osmanlı’nın tasfiyesi ve yeni Türkiye’nin kuruluşunu da bu açıdan değerlendirmek gerekir. Sık sık belirtiyoruz, Rusya’da çıkan devrim, I. Dünya Savaşı öncesi yapılan gizli anlaşmaların uygulanmasına izin vermemiştir. İstanbul’un işgalinin birinci döneminde bunun izlerini görmek mümkündür. İstanbul’un ortak işgali, ABD mandacılığının gündeme getirilmesi, Sevr anlaşması ve bunu uygulamaktaki sorunlar bunun bir görüntüsüdür. Bu gelişmelerin askeri, siyasi düzeyde bir yansıması ise Ankara merkezli ortaya çıkan yeni siyasi hareketin Bolşevik Rusyası ile işbirliği içerisine girerken Osmanlı Padişahının İngilizlerle yeni anlaşmalar yapma veya uzlaşma peşinde olmasıdır. Ankara’daki milliyetçi kadrolardan farklı olarak İttihatçı kadroların bir kısmı da Bolşevik Rusyasına karşı İngilizlerle işbirliği içerisinde savaşı daha geniş bir cepheye taşımışlardır. Anadolu

292 yerine Müslüman ve Doğu Halklarına yönelik yeni bir siyasetin savunuculuğunu yapmışlardır. Anadolu savaşının cephesini giderek bütün Doğu Halklarını kapsayacak biçimde genişletmişlerdir. Ancak Bolşevik Rusyası ile İngilizlerin anlaşması I. Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı bu kargaşadan Enver Paşa önderliğinde yeni bir devlet, yeni bir imparatorluk çıkartmaya izin vermemiştir.

İstanbul’un işgali olarak belirttiğimiz ikinci dönemde hem Kırım’da Rusya’ya karşı hem de Anadolu’da Anadolu Türklüğüne karşı yeni bir paylaşım çabasına giren İngiliz ve İtilaf güçleri büyük bir yorgunluk içine düşmüşlerdir. Bolşevik Rusya ile anlaşmaları sonrasında artık Osmanlıyı sürdürmenin gereği ortadan kalkmıştır. Bu nedenle İngilizlerin amacı Bolşevik Rusya’yı sınırlandırmak olmuştur. İngilizlerin Kafkasya’dan vazgeçmelerinin nedeni de budur. Artık yeni Türkiye Devleti için bu yeni durumda iki esası kabul etmek zorunlu olmuştur. Bu durum dünya siyasetinin aldığı yeni dengenin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Artık yeni Türkiye Devleti Osmanlılık davası gütmemek ve halifelikten vazgeçmek zemininde kendi bağımsız varlığını ortaya koyabilmiştir. Bu elbette ki I. Dünya Savaşı’nın getirdiği bir zorunluluktur. İmparatorluğun dağılmış olması, savaş sırasında dünya İslamiyetinin manevi önderliği iddiasında bulunan halifenin Cihat çağrılarına cevap verilememesi gerçeği kabullenilmiştir. Anadolu Türklüğünü temel alan yeni bir devlet kurma çabası öne çıkmıştır. İmparatorluğu göstermelik bile olsa yaşatmaya çalışılmamıştır.

Osmanlı’yı sürdürmenin mümkün olamaması buna karşılık yeni bir devletin kurulabileceği umudu ortaya çıktığında yeni kadrolar Osmanlı’yı tasfiye etmek ile sonuçlanacak olsa da yeni bir devlet kurmak çabası içerisine girmişlerdir. Osmanlı devleti yıkılırken güçsüzlük ve yoksulluk içinde olunmasına rağmen yeni bir devlet kurma başarısı gösterilebilmiştir. Osmanlının tasfiyesi ve yeni devletin kurulması başarısının çelişik karakteri bu nedenledir. Anadolu Türklüğü, Batılılar açısından I. Dünya Savaşının Osmanlı tasfiyesi amacı gerçekleşmiş olsa bile, kendi bağımsız devletini kurabilmiştir. Sonuçta Osmanlılar, İttihatçılar ve Mustafa Kemal önderliğindeki Anadolu Türklüğüne dayalı yeni kadrolar devletsiz yaşamaya asla yatkın olmamışlardır. Yeni bir devlet kurma şansı ortaya çıktığında diğerleri tasfiye olmuştur. Mustafa Kemal önderliğinde yeni Türkiye Devleti kurulmuştur. Kemal

293 Tahir’in dediği gibi Osmanlının resmen tasfiyesinden sonra kurulan yeni Türkiye Devleti de gerçekte Osmanlı insanları tarafından kurulup yürütüldüğü için insan özelliği ve potansiyeli açısından bir Osmanlı Cumhuriyetidir.414 Günümüzde de Batının tahammül edemediği budur. İngilizlerin İstanbul’un işgalini resmen sona erdirip giderlerken İstanbul’u işgal eden alayın bayrağını İstanbul’da bırakmaları da bunun bilincinde olduklarının bir simgesidir. Bu nedenle günümüzde hala bize geçmişte uygulayamadıkları Sevr anlaşmasını değişik yollarla kabul ettirmeye çalışmaktadırlar. Buna direnmek hem yeni Türkiye Devletine hem de Osmanlıya sahip çıkmakla mümkündür.

414 Kemal Tahir, “Tarihsel Gerçeklerimizi Kavramak İçin Yapılacak Çalışmalara Giriş”, Sosyoloji Yıllığı – Kitap 11, s.45

294 EK-1

Doğu Sorunu ve İstanbul’un İşgalini İlgilendiren Olaylar Kronolojisi

1806 – 1812 Rusya – Türkiye Savaşı 1815 09 Haziran Viyana Kongresi 1827 06 Temmuz Londra Anlaşması (İngiltere – Rusya – Fransa) 1828 – 1829 Rusya – Türkiye Savaşı 1829 14 Eylül Edirne Anlaşması (Rus – Osmanlı) 1833 05 Nisan Rus Kuvvetleri İstanbul’da, Rus donanması Boğaziçi’nde 1833 08 Temmuz Hünkar İskelesi Anlaşması 1833 18 Eylül Münchengraetz Sözleşmesi (Rusya – Avusturya – Prusya) 1840 17 Temmuz Londra Anlaşması (İngiltere – Rusya) 1841 13 Temmuz Londra Boğazlar Konferansı (İngiltere – Fransa – Rusya – Avusturya – Prusya) 1853 – 1856 Kırım Savaşı 1856 30 Mart Paris Barış Konferansı (Osmanlı – İngiltere – Fransa – Rusya – Avusturya) 1876 23 Aralık İstanbul Boğazlar (Tersane) Konferansı 1876 23 Aralık Meşrutiyet ve Kanun-u Esasinin ilanı 1877 – 1878 Rusya – Türkiye Savaşı 1878 03 Mart Ayastefanos Anlaşması (Ruslar İstanbul Yeşilköy’e kadar girmişlerdi.) 1878 04 Haziran İngiltere – Osmanlı Gizli Anlaşma, Kıbrıs İngilizlere bırakılır. 1878 13 Temmuz Berlin Kongresi (İngiltere ile Rusya savaşın eşiğine gelmesi ardından) 1904 Entente Cordiale (İngiltere – Fransa arası dostluk anlaşması) 1904 Alman Şark Cemiyeti kurulur. 1904 – 1905 Rusya – Japon Savaşı 1905 – 1907 St. Petersburg’da 9 Ocak’ta başlayan “Kanlı Pazar” olayını takiben Rus Devrim girişimi ve başarısızlıkla sonuçlanması 1905 15 Ağustos Rusya’nın Nijni-Novgorod şehrinde Rusya Müslümanlarının I. Kurultayı ve “Rusya Müslümanları İttifakı”nın kurulması 1906 13 Ocak “Rusya Müslümanları İttifakı”nın II. Kurultayı 1907 İngiliz – Rus Antantı (Böylelikle Üçlü İtilaf sağlanır.) 1908 Haziran Reval Görüşmesi (Rusya – İngiltere arası) 1908 Alman – Anadolu – Arabistan Komitesi kurulur.

295 1908 24 Temmuz II. Meşrutiyet ve Abdülhamit’in tasfiyesi 1911 – 1912 Trablusgarp Savaşı 1912 15 Ekim Uşi Anlaşması 1912 – 1913 Balkan Savaşları 1913 30 Mayıs Londra Anlaşması (Yunan – Bulgar – Osmanlı ) 1913 23 Eylül İstanbul Anlaşması (Bulgaristan ile) 1913 14 Kasım Atina Anlaşması (Yunanlılar ile) 1914 Şubat Londra’da Elçiler Konferansı (İtalya – Yunanistan – Osmanlı) 1914 – 1918 I. Dünya Savaşı 1915 12 Mart Gizli İstanbul Anlaşması 1915 26 Nisan Gizli Londra Anlaşması 1915 24 Ekim Hüseyin-McMahon Deklarasyonu 1916 26 Nisan Gizli Sazonov Paleologue Anlaşması 1916 15 Mayıs Gizli Sykes-Picot Anlaşması 1917 27 Şubat Rusya’da Şubat burjuva-demokrat devriminin zaferle sonuçlanması, Çarın devrilmesi ve iki yönetimin ortaya çıkması 1917 Nisan “Rusya’da Müslümanlık” ve “İttihadı İslam” teşkilatları “İttihat” partisi adı altında birleşmiştir. 1917 15-20 Nisan Bakü’de “Kafkasya Müslümanlarının I. Kurultayı” yapılır. 1917 19 Nisan Gizli St. Jean de Maurienne Anlaşması 1917 7 Kasım Rusya’da Bolşevik Ekim Devrimi 1917 Kasım Rusya’daki Ekim Devrimi üzerine Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan temsilcileri Tiflis’te bir araya gelir. 1918 8 Ocak ABD Başkanı Wilson’un 14 Maddesini duyurması 1918 3 Mart Brest-Litovsk Anlaşması 1918 31 Mart Bolşeviklerle Taşnaklar Bakü’de silahsız halka karşı katliam yaparak Bakü’de Sovyet Hükümetini kurarlar. 1918 28 Mayıs “Azerbaycan Milli Şurası” devletin bağımsızlığını ilan eder. 1918 29 Mayıs Gürcistan’ın Poti kentinde Almanya, Azerbaycan, Gürcistan arasında anlaşmalar imzalanır. 1918 04 Haziran Azerbaycan – Osmanlı barış ve dostluk anlaşması Batum’da imzalanır. Anlaşmaya göre Azerbaycan Cumhuriyeti Türkiye’den askeri yardım istemek hakkına sahiptir. 1918 09 Haziran Enver Paşa, Batum’da dokuzuncu orduyu, Yakup Şevki Paşa’nın idaresi altında meydana getirerek, üçüncü orduyu da buna ilave edip “Kafkasya Ordular Grubu” adı altında bu ordunun komutanlığına Halil Paşa’yı tayin etmiştir. 1918 15 Haziran Milli Azerbaycan Hükümeti’nin Tiflis’ten Gence’ye taşınması

296 1918 12 Temmuz Brest-Litovsk’te imzalanan Osmanlı – Rus anlaşmasının onaylanmış suretleri Berlin’de teati olunur. 1918 15 Ağustos Batum, Ardahan ve Kars mıntıkalarının Osmanlı devleti ile birleşmeleri 1918 27 Ağustos Alman – Rus zeyil anlaşma metni Berlin’de imzalanır. 1918 31 Ağustos Türkiye ordusu Bakü üzerine hücuma başlar. 1918 07 Eylül Talat Paşa görüşmeler için Berlin’e gider. 1918 12 Eylül Resulzade Mehmet Emin Bey İstanbul’da Alman büyükelçisine Berlin’de imzalanan Alman – Rus zeyil anlaşmasına karşı protesto notası verir. 1918 15 Eylül İslam ordusunun Bakü’ye girmesi, Azerbaycan hükümetinin Gence’den Bakü’ye taşınması. 1918 16 Eylül Kafkasya İslam ordusunun Halil ve Nuri Paşa önündeki resmi geçidi. 1918 20 Eylül Bolşevik hükümeti “Rusya Cumhuriyetinin en önemli şehirlerinden birinin işgaline karşı” Türkiye’yi protesto etmiştir. 1918 20 Eylül İngiltere harbiye nezareti Ermenileri Bakü muharebelerinde korkaklık göstermekle itham eder. 1918 23 Eylül Talat Paşa, Berlin’de akdolunan gizli protokolleri imzalıyor: Türkiye, Azerbaycan’ı boşaltacağını vaat etmiş, Almanya, Azerbaycan’ın bağımsızlığının Bolşevikler tarafından tanınmasını gerçekleştireceğine dair söz vermiştir. 1918 02 Ekim Bakü’deki Türkiye asker kıtalarından büyük bir kısmının Çatalca hattına sevki. 1918 30 Ekim Osmanlı Devleti ile Birinci Dünya Savaşı galibi ülkeler arasında savaşı sona erdiren Mondros Mütarekesinin imzalanması. (Maddelerden biri İtilafın Batum-Bakü hattını işgaline Osmanlı’nın karşı koymayacağı üzerinedir.) 1918 1 Kasım İttihat ve Terakki Fırkası'nın son kongresinin İstanbul'da toplanması 1918 2 Kasım Enver Paşa, Talat Paşa, Cemal Paşa ve diğer bazı İttihat ve Terakki liderlerinin İstanbul'u terk etmeleri. 1918 8 Kasım Britanya ordusu birliklerinin Musul'u işgali. 1918 8 Kasım Sadrazam Ahmet İzzet Paşa ve kabinesinin istifası. 1918 8 Kasım Fransız Savaş Gemisi Arianne Galata Rıhtımına girer. 1918 9 Kasım Britanya ordusu birliklerinin İskenderun'u ve Çanakkale Boğazı'nın iki yakasını işgali. 1918 11 Kasım Ahmet Tevfik Paşa'nın sadrazam tayin edilerek yeni Osmanlı hükümetini kurması. 1918 12 Kasım Fransız ordusu birliklerinin İskenderun'u işgali. 1918 13 Kasım Bir Fransız tugayının İstanbul'a girişi. Ertesi gün Britanya, Fransa, ve Yunanistan savaş gemilerinden oluşan bir filonun İstanbul önünde

297 demirlemesi ve karaya ilave birliklerin çıkması. 1918 13 Kasım Mustafa Kemal Paşa'nın Adana'dan İstanbul'a gelişi. 1918 13 Kasım Bolşevikler Brest-Litovsk anlaşmasını yürürlükten kaldırmıştır. 1918 14 Kasım Fransız ve Yunan ordusu birliklerinin Meriç Nehri'nin doğusuna geçerek Uzunköprü'yü ve Trakya demiryolu hattının Çatalca Hadımköy'e kadar uzanan bölümünü işgali. 1918 15 Kasım Sadrazam Tevfik Paşa Bakü’nünü tahliyesini emri üzerine Nuri Paşa ve Osmanlı ordusu birliklerinin Bakü'den çekilmesi. Şehrin takip eden günlerde Britanya birlikleri tarafından işgali. 1918 16 Kasım Osmanlı ordusu Bakü’yü boşaltır. 1918 17 Kasım İngiliz asker kıtaları Bakü’ye gelir. 1918 18 Kasım Osmanlı ordusu birliklerinin Tebriz'den çekilmesi. 1918 24 Kasım Thompson, Maverayı Kafkasya’nın kaderi hakkında Paris Barış Konferansı’nın karar vereceğini beyan eder. 1918 27 Kasım İngiliz asker kıtaları Batum’a çıkarılmıştır. 1918 28 Kasım Kazım Karabekir Paşa'nın Kars'tan İstanbul'a gelişi. 1918 30 Kasım Bakü’de, Kolçak hükümetinin Sibirya’da tesis olunduğu ilan edilmiştir. 1918 1 Aralık Yapılacak barış anlaşmasında Osmanlı Devleti Türk-Müslüman halkının haklarını savunmak üzere ilk Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri'nin İzmir, Trakya ve Doğu Anadolu vilayetlerinde kuruluşu. 1918 19 Aralık Fransız ordusu birliklerinin Tarsus'u işgali. Dörtyol'da işgale karşı ilk silahlı direnişin gerçekleşmesi ile Güney Cephesi'nde (Batı kaynaklarında " War") çatışmaların başlaması. 1918 20 Aralık Fransız birliklerinin güney Anadolu'nun anahtarı Adana'yı işgali. 1918 20 Aralık İngiliz asker kıtaları Tiflis’e girer. 1918 21 Aralık Osmanlı Meclis-i Mebusanının tek parti rejimi altında faaliyet göstermiş 1914-1918 Döneminin padişah tarafından sona erdirilmesi. 1918 21 Aralık "Adana Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti"nin kuruluşu. 1918 27 Aralık Güney'de Fransız işgal bölgesinin Pozantı ve Gülek Boğazı'na kadar genişletilerek Çukurova'nın tamamı üzerinde işgalin tamamlanması. 1918 30 Aralık Yunanistan'ın toprak taleplerini başlatılacak Paris Barış Konferansı'na sunmak amacıyla Kasım ayında Paris'e yaptığı bir ziyaretin ardından, Yunanistan Başbakanı Venizelos'un, İngiltere Başbakanı Lloyd George'a ilettiği bir nota ile, bu toprak taleplerinin Rodos (veya Meyis) adaları karşısından Marmara Denizi'ne kadar uzanan Batı Anadolu bölgesinin tamamını içerdiğini yinelemesi. 1919 10 Ocak İngilizler Kars’ı işgal eder. 1919 15 Ocak Britanya ordusu birliklerinin Antep’i işgali. Yıl sonunda İngilizlerin

298 yerini Fransız ordu birlikleri alacaktır. 1919 21 Ocak İtilaf devletleri Wilson’a eski Rusya arazisinde oluşan bütün Rus hükümetlerini Büyük Ada (İstanbul’da) açılacak bir konferansa davet etmesini rica eder. 1919 2 Şubat Britanya ordusu birliklerinin Maraş'ı işgali. Yıl sonunda İngilizlerin yerini Fransız ordu birlikleri alacaktır. 1919 04 Şubat Bolşevikler Büyük Ada konferansına aldıkları davetiyeyi kabul eder. 1919 19 Şubat Denikin ve Kolçak Büyük Ada konferansına katılmayı reddeder. 1919 10 Mart Ahmet Tevfik Paşa hükümetinin düşmesi. Damat Ferit Paşa'nın ilk sadaretinin ilk hükümetini kurması. 1919 24 Mart Britanya ordusu birliklerinin Urfa'yı işgali. Yıl sonunda İngilizlerin yerini Fransız ordu birlikleri alacaktır. 1919 26 Mart İngilizlerle anlaştıktan sonra Denikin Dağıstan’ı işgal eder. 1919 29 Nisan İtalyan birliklerinin Antalya'yı işgali. 1919 30 Nisan İngilizlerin Kars yönetimini Ermenilere bırakması. Mustafa Kemal’in Dokuzuncu ordunun müfettişliğine tayin olması. 1919 03 Mayıs Kazım Karabekir Paşa’nın Erzurum’da on beşinci kolordunun baş kumandanlığını üzerine alması 1919 05 Mayıs Lloyd George Wilson’a şöyle der: “İtalya, Kafkasya üzerindeki mandayı üzerine almaya hazırdır, zira ‘orada petrol’ vardır.” 1919 15 Mayıs Yunan ordusu birliklerinin İzmir'e çıkışı. İzmir'in işgalinin başlaması. Hasan Tahsin'in ilk kurşunu. Albay Fethi Bey'in "Zito Venizelos" diye Bağırmayı reddettiği için süngülenmesi. Sarıkışla'daki silahsız Türk askerlerinin katledilmesi. Gün içinde farklı tahminlere göre 300-400 Türk sivilin öldürülmesi, yaralanması, taciz veya tecavüze uğraması. 1919 16 Mayıs Mustafa Kemal Paşa'nın Bandırma vapuru ile İstanbul'dan Samsun'a hareket etmesi. 1919 16 Mayıs Yunan ordusu birliklerinin Urla, Çeşme, Karaburun ve Sakız, Midilli, Sisam, Ahikerya, İpsara adalarını işgali, Seferihisar'ı işgali. 1919 19 Mayıs Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a varışı. 1919 19 Mayıs Sultanahmet Mitingi 1919 19 Mayıs Damat Ferit Paşa'nın İzmir'in işgali nedeniyle dağıtılmış olan kabinenin yerine ilk sadaretinin ikinci kabinesini kurması. 1919 21 Mayıs Yunan ordusu birliklerinin Menemen ve Torbalı'yı işgali. 1919 21 Mayıs Lloyd George’ın beyanı: “Amerika, Ermenistan da dahil olarak, Bütün Kafkasya mandasını üzerine almalıdır.” 1919 22 Mayıs Yunan ordusu birliklerinin Selçuk ve Bayındır'ı işgali. 1919 23 Mayıs Sultanahmet Mitingleri'nin birincisinin gerçekleştirilerek Halide Edip'in

299 tarihi bir konuşma yapması (mitingler 30 Mayıs 1919, 10 Ekim 1919 ve 13 Ocak 1920 tarihlerinde tekrarlanacaktır). 1919 14 Haziran Yusuf İzzet Paşa komutasındaki Kuvayı Milliye güçlerinin Balıkesir'den hareketle Bergama'yı kuşatması ve Bergama Baskınını gerçekleştirmesiyle Yunan ordusunun 400 kadar zayiatla Bergama'yı terk ederek Menemen'e çekilmek zorunda kalması. 1919 22 Haziran Mustafa Kemal Paşa, Rauf Orbay, Refet Bele, Ali Fuat Cebesoy ve Kazım Karabekir tarafından Amasya Genelgesinin yayınlanması ile Sivas'ta ulusal ölçekte ve öncesinde Erzurum'da doğu vilayetleri için milletin istiklalini kurtarma amaçlı kongreler düzenlenmesi çağrısı yapılması. 1919 28 Haziran Yunan işgaline direnişin örgütlenmesi amaçlı birinci Balıkesir Kongresinin toplanması. Batı Anadolu'nun tamamını kapsayacak bir kongrenin Alaşehir'de toplanmasına karar verilmesi. Balıkesir'de aynı amaçla 10 Mart 1920 tarihine kadar artarda beş kongre düzenlenecektir. 1919 03 Temmuz Mustafa Kemal, Erzurum’a gider. 1919 05 Temmuz Paris Barış Konferansında Prens Lvov Rusya namına Boğazların mandasını talep etmiştir. 1919 21 Temmuz Damat Ferit Paşa'nın bir gün önce dağıtılmış olan kabinenin yerine ilk sadaretinin üçüncü kabinesini kurması. 1919 23 Temmuz Erzurum Kongresinin başlaması. 1919 04 Ağustos Erzurum Kongresinin çalışmalarını tamamlaması. 1919 07 Ağustos Erzurum Kongresi’nin manifestosu 1919 16 Ağustos Batı Anadolu'nun tamamında direnişin örgütlenmesi amaçlı Alaşehir Kongresinin çalışmalarını tamamlaması ve düzenlenecek Sivas Kongresi'ne gönderilecek temsilcilerin seçilmesi. 1919 24 Ağustos Bakü’deki İngiliz askeri heyeti veda partisi düzenlemiştir. 1919 04 Eylül Sivas Kongresinin başlaması. 1919 09 Eylül İngiliz askeri kıtalarının Tiflis’i terk etmesi. 1919 11 Eylül Sivas Kongresinin çalışmalarını tamamlaması. 1919 30 Eylül Damat Ferit Paşa'nın görevden alınmasıyla ilk sadaret döneminin sona erişi. 1919 6 Ekim Ali Rıza Paşa'nın sadrazamlığa getirilerek kabinesini kurması. 1919 13 Ekim Denikin ordusu Moskova civarındaki Tula’yı işgal eder. 1919 22 Ekim Mustafa Kemal Paşa, Rauf Orbay ve Bekir Sami Bey'in (Heyet-i Temsiliye) Amasya'ya gelen Osmanlı hükümeti Bahriye Nazırı Hulusi Salih Paşa ile görüşmeleri sonucunda Amasya Protokolü'nün imzalanması.

300 1919 29 Ekim Fransız ordusu birliklerinin İngilizlerin yerini alarak Maraş'ı işgali. 1919 21 Kasım Fransız ordusu birliklerinin Mardin'i bir günlük işgal denemesi, şiddetli direnişle karşılaşacaklarını fark ederek aynı gün şehri terk etmek zorunda kalmaları. 1919 27 Aralık Mustafa Kemal Paşa'nın Ankara'ya gelişi.

1920 09 Ocak Denikin ordusu Rostov şehrini boşaltır. 1920 26 Ocak Köprülü Hamdi Bey önderliğinde 40 atlı arkadaşının 26 Ocak'ı 27 Ocak'a bağlayan gece Akbaş Cephaneliği Baskını'nı düzenlemesi. 1920 07 Şubat Beyaz Rus Kolçak, Bolşevikler tarafından kurşuna dizilir. 1920 11 Şubat İtilaf devletleri İngiltere askeri mıntıkasını tespit eder; Boğazlar, Karadeniz’in Güney sahilleri ve Maverayı Kafkasya 1920 12 Şubat Kuvayi Milliye güçlerinin Fransız ordusu birliklerini Maraş'ı terk etmek zorunda bırakmaları. 1920 12 Şubat İngiltere ile Bolşevikler arasında Copenhag anlaşması imzalanır, esirlerin değiş tokuşu, ablukanın kaldırılması 1920 24 Şubat İtilaf devletleri Batum’un “Serbest Kent”e dönüştürülmesine karar verir. 1920 24 Şubat Bolşevik Kızıl Ordu Vladikafkas’ı (Güney ve Kuzey Kafkasya’yı) işgal eder. 1920 2 Mart Ali Rıza Paşa kabinesinin düşmesi. 1920 8 Mart Hulusi Salih Paşa'nın sadrazamlığa getirilerek kabinesi kurması. 1920 12 Mart Lord Curzon, “Milletler Cemiyeti”nden Ermeni üzerinde himayeyi üstüne alması talebinde bulunur. 1920 16 Mart İstanbul’un İtilaf kuvvetlerince resmen işgal edilmesi. 1920 21 Mart İngilizler Üniversiteleri işgal ediyor. 1920 27 Mart Sadrazama Milliyetçilerin inkar edilmesi için yapılan İtilaf talebi 1920 2 Nisan Hulusi Salih Paşa kabinesinin düşmesi. 1920 04 Nisan Denikin başkomutanlığı General Wrangel’e teslim eder. 1920 5 Nisan Damat Ferit Paşa'nın bir kez daha sadrazamlığa getirilerek kabinesini kurması. 1920 11 Nisan Milletler Cemiyeti, Ermenistan üzerinde himayeyi reddeder. 1920 13 Nisan Büyük Millet Meclisi seçimlerine ve Ankara'da hükümet kurulmasına karşı Damat Ferit Paşa hükümeti destekli Hilafet Ordusu hareketinin Düzce'de patlak vermesi. 1920 19–26 Nisan San Remo Konferansı 1920 23 Nisan Ankara'da Büyük Millet Meclisi'nin açılması ve 1. Dönem'in olağanüstü şartlarda çalışmalarına başlaması. 1920 23 Nisan İngiltere Batum’u tahliye kararı alır.

301 1920 24 Nisan San Remo’da İngiltere ve Fransa arasında petrol anlaşması imzalanır. 1920 10 Mayıs Paris Barış Konferansı 1920 27 Mayıs Güney cephesinde Kuvayı Milliye güçlerinin ilk kapsamlı askeri başarısını teşkil eden Karboğazı Baskınında 500 Fransız askerinin esir edilmesi. 1920 2 Haziran Kuvayi Milliye güçlerinin Fransız ordusu birliklerini Kozan'ı terk etmek zorunda bırakmaları. 1920 18 Haziran Fransızların Zonguldak üzerinde yoğunlaşarak şehrin tamamını ve resmen işgal etmeleri. 1920 23 Haziran Yunan ordusunun Batı Anadolu'da güney Marmara Bölgesi'nden Büyük Menderes Nehri'ne kadar uzanan bir hatta geniş çaplı bir taarruza geçmesi. 1920 25 Haziran Hilafet Ordusu hareketinin (isyanının) bastırılması, İstanbul hükümetinin Ankara hükümeti güçleri karşısından aldığı yenilgiler nedeniyle Kuva-i İnzibatiye'yi lağvetmesi. 1920 29 Haziran Edirne’ye gidenlerin Yunan Konsolosluğundan Vize almaya başlaması 1920 20 Temmuz Yunan ordusu birliklerinin işgali Trakya'ya yayarak Tekirdağ, Marmara Ereğli ve Çorlu'yu işgali. 1920 03 Temmuz Yunan Beykoz’un ardından Çubuklu’ya çıkmıştır. 1920 07 Temmuz Spa Konferansı 1920 11 Temmuz Kuvayi Milliye güçlerinin Fransız ordusu birliklerini Birecik'i terk etmek zorunda bırakmaları. 1920 20 Temmuz Saltanat Şurasından Sevr onayını tavsiye eden karar çıkar. 1920 31 Temmuz Bir gün önce kabinesini yenilemek amacıyla istifa etmiş bulunan Damat Ferit Paşa'nın son hükümetini kurması. 1920 4 Ağustos Yunan ordusu birliklerinin Gelibolu'yu işgali. 1920 10 Ağustos Sadrazam Damat Ferit Paşa, büyükelçi Bağdatlı Hadi Paşa, Maarif Nazırı (Eğitim Bakanı) Reşat Halis ve eski Maarif Nazırı Rıza Tevfik'in Sevr Antlaşması'nı imzalamaları. 1920 28 Ağustos Yunan ordusu birliklerinin Uşak ve Afyonkarahisar'ı işgali. 1920 17 Ekim Damat Ferit Paşa'nın son kabinesinin düşmesi. 1920 21 Ekim Son Osmanlı sadrazamı Ahmet Tevfik Paşa'nın yeniden göreve tayin edilerek hükümetini kurması. 1920 3 Aralık Gümrü Anlaşması 1921 6 Ocak I. İnönü Muharebesi'nin başlaması. Savaş altı gün sürecek ve 11 Ocak'ta İsmet Paşa (İsmet İnönü) komutasındaki Türk ordusu birliklerinin zaferi ile sonuçlanacaktır. 1921 26 Ocak Londra Konferansı’na Ankara Hükümeti de çağırılır.

302 1921 16 Mart Moskova Anlaşması 1921 23 Mart II. İnönü Muharebesi'nin başlaması. Savaş on gün sürecek ve 1 Nisan'da İsmet Paşa (İsmet İnönü) komutasındaki Türk ordusu birliklerinin zaferi ile sonuçlanacaktır. 1921 11 Nisan Fransız ordusu birliklerinin Urfa'yı terk etmesi. 1921 9 Haziran Fransız eski devlet bakanı Franklin Bouillon'un Fransız birliklerinin sürekli gerilediği Güney Cephesi konusunda bir anlaşmaya varmak üzere Fransa hükümetinin temsilcisi sıfatıyla Ankara'ya gelmesi. 1921 21 Haziran Türk ordusunun başlıca malzeme sevkıyat kanalı İnebolu limanının Yunan muhribi Kilkis ve destroyer Panthir tarafından bombalanması. Bombardıman 30 Ağustos günü tekrarlanacaktır. 1921 05 Ağustos Mustafa Kemal hem başkomutan olur hem de Meclisin yetkileri verilir. 1921 23 Ağustos Sakarya Meydan Muharebesi'nin başlaması. 1921 13 Eylül Sakarya Meydan Muharebesi'nin Türk zaferi ile sona erişi. 1921 13 Ekim Kars Anlaşması 1921 20 Ekim Türk Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Tengirşenk ile Fransa hükümeti temsilcisi Franklin Bouillon arasında Güney Cephesi'nde savaşın sona ermesini sağlayan Ankara Mutabakatnamesinin imzalanması. 1921 25 Aralık Fransız ordusu birliklerinin Antep'i boşaltmaları.

1922 26 Ağustos Başkomutanlık Meydan Muharebesi'nin başlaması. Meydan muharebesi beş gün sürecek ve 30 Ağustos'ta kesinleşen Türk zaferi sonrasında Büyük Taarruz başlayacaktır. 1922 9 Eylül İzmir'in Yunan işgalinden kurtuluşu. 1922 13 Eylül 17 Eylül'e kadar sürecek 1922 İzmir yangınının başlaması. 1922 3 Ekim Mudanya Mütarekesi görüşmelerinin başlaması. 1922 11 Ekim Mudanya Mütarekesi'nin imzalanması ile savaşın fiilen sona erişi. 1922 1 Kasım Padişahlığın kaldırılması. 1922 17 Kasım Osmanlı padişahı VI. Mehmet Vahdettin’in İstanbul'dan ayrılması.

1923 17 Şubat İzmir İktisat Kongresi'nin açılışı. 1923 24 Temmuz Lozan Antlaşması'nın imzalanması. 1923 23 Ağustos İtilaf birliklerinin Lozan Antlaşması çerçevesinde İstanbul'dan ayrılmaya başlamaları. 1923 9 Eylül Cumhuriyet Halk Fırkası'nın (CHP) kuruluşu. 1923 23 Eylül Son İtilaf birliklerinin İstanbul'dan ayrılması. 1923 6 Ekim Bir gün önce Üsküdar'ı teslim alan Şükrü Naili Paşa komutasındaki Türk birliklerinin şehrin yönetimini almak üzere İstanbul'a girişi. 7 Ekim

303 tarihinde Şile, 8 Ekim tarihinde Çatalca'ya kadar tam denetimin sağlanması. 1923 13 Ekim Ankara’nın başkenti oluşu 1923 29 Ekim Türkiye Cumhuriyeti'nin ilanı. 1924 3 Mart Halifeliğin Kaldırılması 1924 24 Nisan Yeni Anayasaya Ankara’nın başkent olduğu maddesinin eklenmesi

304

KAYNAKÇA

305 AKŞİN, Sina : Ana Çizgileriyle Türkiye’nin Yakın Tarihi I. Cilt, Yenigün Haber Ajansı, İstanbul 1997

AKŞİN, Sina : İstanbul Hükûmetleri ve Millî Mücadele Son Meşrutiyet, (1919-1920), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2004

ALTUĞ, Yılmaz : Türk İnkılap Tarihi, Çağlayan Kitabevi, İstanbul

ARNOLD, David : Coğrafi Keşifler Tarihi, Alan Yayıncılık, İstanbul, 1995

ASİLTÜRK, Adil : “Bilinmeyen Bir Tarihî Gerçek: Gelibolu’da Rus Orduları”, Orkun Dergisi, Sayı 58-63-67, www.orkun.com.tr

ATATÜRK, Mustafa Kemal : Nutuk (1919-1927), Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1989

ATAY, Falih Rıfkı :Çankaya, Sena Mat., İstanbul, 1980

AVCIOĞLU, Doğan : Milli Kurtuluş Tarihi, Birinci Kitap, İstanbul Matbaası, İstanbul, 1974

AVCIOĞLU, Doğan : Milli Kurtuluş Tarihi, İkinci Kitap, İstanbul Matbaası, İstanbul, 1974

AYBARS, Ergün : “Millî Mücadele'de İngiliz Basını”, ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 12, Cilt IV, Temmuz 1988

AYDEMİR, Şevket Süreyya : Enver Paşa, C: II, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1971

AYDIN, Mithat : “Osmanlı İngiliz İlişkilerinde İstanbul Konferansının Yeri”, OTAM (Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi), Sayı 17, 2005, (Çevrimiçi) http://www.ankara.edu.tr/kutuphane/otam/otam_2005_sayi17 /mithat_aydin.pdf, 25/05/2007

BARDAKÇI, Murat : “Fransa, 1918’de beterini yapmıştı”, Hürriyet Gazetesi, 28 Ocak 2001, (Çevrimiçi) http://arsiv.hurriyetim.com.tr/hur/turk/01/01/28/yazarlar/46ya z.htm, 13.06.2007

BAYKAL, Hülya : “Milli Mücadele’de Basın”, ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 11, Cilt IV, Mart 1988

BİLGEN, Deniz : ABD’li Gözüyle Sivas Kongresi (Amerikan Mandası ve Gazeteci L.E. Browne’ın Faaliyetleri), Kaynak Yayınları,

306 İstanbul, Ocak 2004

BİROL, Nil : Atlas Dergisi, Sayı 156, 2006 Mart

BORAK, Sadi : “Mustafa Kemal Büyük Taarruz Gününü Bütün Dünyadan Nasıl Gizli Tuttu?”, ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 17, Cilt: VI, Mart 1990

BUDAK, Dr. H. Ömer : Sevr Paylaşımı, Bilge Yayınevi, Ankara, Haziran 2002

CRISS, Nur Bilge : İşgal Altında İstanbul, İletişim, İstanbul, 2004

DÜMESNİL, Vera : İşgal İstanbul’u, İstanbul Kitaplığı, İstanbul, 1993

EARLE, Edward Mead : Bağdat Demir yolu Savaşı, Milliyet Yayın, İstanbul, 1972

EĞRİBEL, Ertan : “XIX. Yüzyıl Osmanlı Hukukunda Yenileşme”, XIX. Yüzyıl, Türkiye Sosyolojisi 2, Sosyoloji Yıllığı Kitap 8, Kardeşler Matbaası, İstanbul, 2001

EĞRİBEL, Ertan - GENÇ, Elif : “XIX. Yüzyıl Osmanlı Siyasi Yaşamı”, XIX. Yüzyıl, Süreyya Türkiye Sosyolojisi 2, Sosyoloji Yıllığı Kitap 8, Kardeşler Matbaası, İstanbul, 2001

FRUNZE, Mihail Vasilyeviç : Frunze’nin Türkiye Anıları, çev. Ahmet Ekeş, Düşün Yayıncılık, İstanbul , 1996

ERDEM, Can : “İtilâf Devletleri'nin İstanbul'u Resmen İşgali ve Faaliyetleri”, ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 62, Cilt: XXI, Temmuz 2005

ERDOĞAN, Tamer : Türk Romanında Mütareke İstanbul’u, Kanat Kitap, İstanbul, 2005

EVANS, Laurance : Türkiye’nin Parçalanması ve ABD Politikası, Örgün Yayınevi, İstanbul, 2004

FAY, Sidney Bradshaw : The Origins of the World War (1928; 2d ed., rev. 1930; repr. 1967)’dan http://yamaguchy.netfirms.com/fay/fay.html (11/07/2006 tarihinde)

GÖK, Dursun : Selçuk Üniversitesi Uzaktan Eğitim Programı (SUZEP) Ders Notları, http://farabi.selcuk.edu.tr/suzep/tarih/ders_notlari/guz_yariyil i/bolum_9/bolum09.html, 07.04.2007

307 GÖRLİTZ, Walter : Diktatörlerin Arkasındaki Parababaları, Altın Kitaplar, İstanbul, 1995

HEMINGWAY, Ernest : İşgal İstanbulu ve İki Dünya Savaşından Mektuplar, Milliyet Yayınları, Ağustos 1970, İstanbul

JAESCHKE, Gotthard : “Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Gizli Belgeleri”, Türkiye'nin Parçalanması ve İngiliz Politikası (1900 - 1920), Örgün Yayınevi, İstanbul, 2005

KARABEKİR, Kazım : Cihan Harbi’ne Neden girdik? Nasıl Girdik? Nasıl İdare Ettik?, C:II, Tecelli Mat., İstanbul, 1937

KARABEKİR, Kâzım : İstiklâl Harbimizin Esasları, Timaş Yayınları, İstanbul, 1990

KAYRA, Cahit : Sevr Dosyası Nasıl Yapıldı, Nasıl Yırtıldı?, Büke Kitapları, İstanbul, 2004

KESKİNOK, H. Çağatay : Kentleşme Siyasaları, Kaynak Yayınları, İstanbul, Ekim 2006

KOCABAŞ, Süleyman : İngiliz Tuzağı, Vatan Yayınları, İstanbul, 2003

KOCABAŞ, Süleyman : Alman Kapanı, Vatan Yayınları, İstanbul, 2003

KOCABAŞ, Süleyman : Türkiye’nin Canı Boğazlar, Vatan Yayınları, İstanbul, 1994

KURAT, Akdes Nimet : Rusya Tarihi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1999

MÜDERRİSOĞLU, Alptekin : Kurtuluş Savaşı’nın Mali Kaynakları, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yayınları, Ankara 1990

NOMIKU, H.A. : Haçlı Seferleri, İletişim Yayınları, İstanbul, 1997

ORHUNLU, Bilge : TÜRK YOLU dergisi, 2006 Temmuz-Ağustos, 12.sayı

ÖZALP, Kazım : Milli Mücadele (1919-1922), Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1971

ÖZCAN, Ufuk : “Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Milli Mücadelenin Anlamı”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 1991

ÖZDEMİR, Mehmet : “İstanbul'un İşgalini Takip Eden Dönemde Türk Milletinin Egemenlik Haklarını Ele Almasına Yönelik Çalışmalar”, ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı

308 46, Cilt: XVI, Mart 2000

ÖZDEMİR, Mehmet : “İstanbul'un İşgalini Takip Eden Dönemde Türk Milletinin Egemenlik Haklarını Ele Almasına Yönelik Çalışmalar”, ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 46, Cilt: XVI, Mart 2000

ÖZDEN, Neşe : “British Policy on the Fate of Constantinople and the Allied Occupation of the City on March 16, 1920”, ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 42, Cilt: XIV, Kasım 1998, Türkiye Cumhuriyeti'nin 75. Yılı Özel Sayısı

ÖZKAN, Tuncay : Bir Gizli Servisin Tarihi - MİT, İstanbul, 1997

ÖZKAYA, Yücel : “İstanbul'un İşgali Üzerine Aydınların İstanbul'dan Ankara'ya Kaçışı Olayı”, ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 13, Cilt V, Kasım 1988

PEHLİVANOĞLU, A. Öner : Sevr, Lozan Anlaşmaları ve Avrupa Birliği, Kastaş Yayınevi, İstanbul, 2005.

SARISAKAL, Baki : Belge ve Tanıklarla Samsun’dan Ankara’ya, Ekin Grubu, İstanbul, 2007 Yayına hazırlanmaktadır.

SERGE, Victor : Year One of the Russian Revolution, Holt, Reinhart and Winston, U.S.A, 1972

SEZER, Baykan : Türk Sosyolojisinin Ana Sorunları, Sümer Yayınları, İstanbul

SEZER, Baykan - EĞRİBEL, Ertan - : “XX. Yüzyıl”, XX. Yüzyıl, Türkiye Sosyolojisi 3, Sosyoloji ÖZCAN, Ufuk Yıllığı Kitap 9, Öncü Basım Yayıncılık, İstanbul, 2002

SMITH, Micheal Llewelly : Anadolu’nun Üzerindeki Göz, Çev: H. İnal, Hürriyet Yayınlar, İstanbul, 1978

SUNATA, İ. Hakkı :İstanbul’da İşgal Yılları, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2006

ŞİMŞİR, Bilal N. : “Ankara'nın Başkent Oluşu”, ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 20, Cilt: VII, Mart 1991

TAHİR, Kemal : “Tarihsel Gerçekliklerimizi Kavramak için Yapılacak Çalışmalara Giriş”, Baykan Sezer’e Armağan, Sosyoloji Yıllığı – Kitap 11, Kızılelma Yayıncılık, İstanbul, 2004.

309 TAHİR, Kemal : “Osmanlı İmparatorluğunun Çökmesi (1919)”, Baykan Sezer’e Armağan, Sosyoloji Yıllığı – Kitap 11, Kızılelma Yayınları, İstanbul, 2004

TANSEL, Dr. Selahattin : Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, Milli Eğitim Basımevi, Ankara, 1978, III. Cilt

TENNIEL, John : Cartoon, Punch.-- April 9, 1853., http://lts.brandeis.edu/research/archives- speccoll/events/crimeanwar/Large/TurkeyInDanger.jpg, 20.06.2007

TENNIEL, John : Initial, Punch.-- June 4, 1853., http://lts.brandeis.edu/research/archives- speccoll/events/crimeanwar/Large/PawsOff.jpg, 20.06.2007

TENNIEL, John : Cartoon.-- Punch.-- August 5, 1854., http://lts.brandeis.edu/research/archives- speccoll/events/crimeanwar/Large/GiantAndDwarf.jpg, 20.06.2007

TUNCER, Hüner : XIX Yüzyılda Osmanlı-Avrupa İlişkileri, Ümit Yayıncılık , Ankara, 2000

ULAGAY, Osman : Amerikan Basınında Türk Kurtuluş Savaşı, Özel Yayın, Mart 1974

VELİYEV, Afgan : Azerbaycan’da Yenileşme ve Milliyetçilik Hareketi, Kaprol İletişim, İstanbul, 2005.

WALDER, David : Çanakkale Olayı, Milliyet Yayın, İstanbul, Ekim 1971

YALMAN, Ahmet Emin : Yakın Tarihte Gördüklerim Geçirdiklerim, C:I, Rey Yv., İstanbul, 1972

:Gezi Türkiye Tatil Rehberi, Ekin Yazım Merkezi, İstanbul, 2002

:The New Age Dergisi, Sayı 682, Londra, Ekim 3, 1907

:Tempo Dergisi, Sayı 20, 17-05-2007

310 Web Siteleri (Çevrimiçi)

GERNER, Deborah J : One Land, Two Peoples: The Conflict Over Palestine, 1994, s. 28, http://www.israelipalestinianprocon.org, 10.06.2007

PARIS, Timothy J : Britain, the Hashemites and Arab Rule, 1920-1925: The Sherifian Solution. London: Routledge., s.22-23 , http://en.wikipedia.org/wiki/Damascus_Protocol, 10.06.2007

- Jingoism, http://en.wikipedia.org/wiki/Jingoism, 07.06.2007

- http://www.dallog.com/antlasmalar/berlin.htm, 25/05/2007.

- Aline Waites and Robin Hunter, The Illustrated Victorian Songbook, Michael Joseph Ltd., London, 1984; pp. 180-184., http://www.cyberussr.com/hcunn/q-jingo.html, 07.06.2007

- Resmi İngiliz Kraliyet Resim Arşivleri Web Sitesi, http://www.royalcollection.org.uk/eGallery/object.asp?maker=ALEXQ&object=9100004&row=18, 07.06.2007

- British Imperial Connexions to the Arab National Movement, 1912-1914, http://net.lib.byu.edu/~rdh7/wwi/1914m/arabetuk.html, 10.06.2007

- The Israel-Arab Reader, (3rd Ed.) edited, Walter Laqueur, Bantam Books, 1976., http://net.lib.byu.edu/~rdh7/wwi/1916/mcmahon.html, 10.06.2007

- http://en.wikipedia.org/wiki/G._H._MacDermott, 07.06.2007.

- http://en.wikipedia.org/wiki/Image:Sharif_H-focus.jpg, 20.06.2007

- http://en.wikipedia.org/wiki/Image:FeisalPartyAtVersaillesCopy.jpg, 20.06.2007

- http://en.wikipedia.org/wiki/Image:Nikolaus_II._%28Russland%29.jpg, 22.06.2007

- http://en.wikipedia.org/wiki/Image:Sykes-Picot-1916.gif, 22.06.2007

- New York Times, Current History 1919 , http://en.wikipedia.org/wiki/Image:ParisPeace-Venizelos- Map.png, 22.06.2007

- Türk Savaşları, Brest-Litovsk Antlaşması, http://turksavaslari.com/kategori12.php?m=ant08, 11.06.2007

- Edward M. House Papers. Manuscripts & Archives, Yale University Library., http://mssa.library.yale.edu/madid/showzoom.php?id=mss&msrg=466&msrgext=0&pg=1&imgNum= 6024, 22.06.2007

- Brigham Young University Online I. Dünya Savaşı doküman arşivi,

311 http://net.lib.byu.edu/~rdh7/wwi/1916/housgrey.html, 11.06.2007

- PRFA, 1918. Supplement 1: The World War, Vol. 1, pp. 405-413. , http://www.mtholyoke.edu/acad/intrel/doc31.htm, 12.06.2007

- Selçuk Üniversitesi, Tarih Ders Notları Web Sitesi http://farabi.selcuk.edu.tr/suzep/tarih/konular_1_donem.html, 01.05.2007

- http://en.wikipedia.org/wiki/Image:USS_Noma_off_Istanbul_Turkey_1920.jpg, 22.06.2007

- http://en.wikipedia.org/wiki/Image:Izmir15Mayis1919.jpg, 22.06.2007

- http://turkhistory.wordpress.com/2007/03/31/paris-baris-konferansi/, 21.06.2007

- http://tr.wikipedia.org/wiki/San_Remo_Konferans%C4%B1, 21.06.2007

- http://www.dallog.com/antlasmalar/sanremo.htm, 21.06.2007

- Cumhuriyet gazetesinden, http://en.wikipedia.org/wiki/Image:SevresSignatories.jpg, 22.06.2007

- Edward M. House Papers. Manuscripts & Archives, Yale University Library., http://mssa.library.yale.edu/madid/showzoom.php?id=mss&msrg=466&msrgext=0&pg=1&imgNum= 8111, 22.06.2007

- http://www.ataturk.net/mmuc/cemiyet.html, 30.05.2007

- Tarihçeleri ve Açıklamaları ile Birlikte Türkiye'nin Siyasal Andlaşmaları. I. Cilt (1920-1945) / İsmail SOYSAL. Ankara: Türk Tarih Kurumu,1983. (Türk Tarih Kurumu Yayınları XVI. Dizi- Sa. 38) ss.61- 66, Türk Tarih Kurumu Web Sitesi, http://www.ttk.org.tr/index.php?Page=Sayfa&No=119, 18.06.2007

“Moskova Antlaşması”, Vikipedi, özgür ansiklopedi, (Çevrimiçi), http://tr.wikipedia.org/wiki/Moskova_Antla%C5%9Fmas%C4%B1, 27 Mayıs 2007

312